Tam Metin - Din Bilimleri

Transkript

Tam Metin - Din Bilimleri
 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ*
René WELLEK Çev. Sıddık YÜKSEL** Özet
René Wellek, bu makalesinde, Batı felsefesi tarihini, temsilcilerini ve akımları tarih sırasına göre ele almakta ve savaş sonrası Amerikan eleştirmenlerinin bu
akımlara yaklaşımlarının, ele alış tarzlarının ve onları benimsemelerinin ne derecede olduğunu ortaya koymaktadır. Hepsini değil de temel türleri tartışmaktadır.
Eleştirinin evrenselliğine vurgu yapmakta ve örnekler vererek eleştirinin felsefeleştiği yorumunu getirmektedir. O, eleştirinin asıl ilgisinin, yani edebiyatın, diğer
beşerî faaliyetlerden farklı olarak yorumlanması, muhafaza edilmesi dileğini ifade etmektedir.
Anahtar kelimeler: Felsefe, eleştiri, edebiyat, sanat,estetik
×××
Philosophy and Postwar American Criticism
René Wellek, in this article, takes the history of Western philosophy, its main
repesentatives and currents in their chronological order, and asks how far postwar american critics approach these currents, how they have dealt with them
and how they have accepted them. He discusses the main types and trends, not
all of them.He stresses how universal criticism is, and comments on how
criticism has become philosophy, giving a lot of examples. He expresses his
wishes that the main concern of criticism,namely literature, may be interpreted
differently from other human activities and that it may be maintained.
Key Words: Philosophy, criticism, literature, art, aesthetic
*
**
René Wellek, “Concepts of Criticism, Fifth Printing, October 1969, U. S. A.” adlı
eserin 316-343 sayfaları arasında yer alan “Philosophy and Postwar American
Criticism” bölümünün tercümesidir.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Öğretim
Görevlisi, [email protected]
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi Cilt 10, Sayı 1, 2010 ss. 253‐275. Abstract
db 10/1 RENÉ WELLEK Eleştiri iyiyi kötüden ayırt etmedir, bir şey hakkında hüküm
vermedir, ve bundan dolayı da ölçüleri, ilkeleri, kavramları ve bunun sonucu olarak bir nazariyeyi ve estetiği ve nihayet bir dünya
görüşü olan bir felsefeyi özel olarak kullanır ve ifade eder. Hatta
“temel meselelerle alâkalı kalp kıracak en küçük temayül diyebileceğimiz kafa ile ilgili en ufak endişe taşıyarak”1 yazılan eleştiri felsefî bir duruş gösterir. Şüphecilik, bağıntıcılık, empresyonizm bile,
en azından sessiz sedasız, natüralizmin, akıl dışılığın (irrasyonalizmin) ve bilinemezciliğin (agnostisizmin) bazı değişik yorumlarına
başvurur.1
Amerikan eleştirisi ikinci Dünya Savaşı’nın sonundan beri bir
istisna teşkil etmiyor. Yaklaşık 1914’e kadar, hatta neredeyse
1932’ye kadar yazan eleştirmenlerle mukayese edilince, Amerikan
eleştirmenlerinin daha açık bir şekilde kendi felsefî yakınlıklarının
ve tahminlerinin bilincinde oldukları bile söylenebilir. İnsan, Elder
Olson’ın “eleştiri felsefenin bir bölümüdür.Belli bir kapsamlı felsefe
değişmez bir biçimde belirli bir sanat görüşü geliştirir”2 şeklindeki
254| db ifadesi gibi ifadelerle artan bir şekilde karşılaşır, veya, eleştiri, geleneksel görüşlere ters yeni bir görüşle, sadece bir felsefe, hatta bir
teoloji şekli, her şeyi kapsayan bir sistem ve bir dünya hipotezi olarak addedilir.Otuz yıl evvel tenkit eleştirmenin veya akademik endişe taşıyan küçük bir grubun önemsiz günbegün bir faaliyeti idi;
bugün o kültürün muhafaza edilmesine hayırlı bir etkisi olacağına
dair Arnold’ın ümidini bile kat kat aşan en göz alıcı iddialarda bulunuyor. “Birkaç entelektüel sanattan biri olmaktan vazgeçen eleştiri tek başına tam bir entelektüel hareket oluyor,” ve eleştirmen “insanların nihai gerçekle iletişim kurmasını tanrıtanımazlara bildiren
bir peygamber”dir3 şeklindeki ifadeler ciddi bir övgüdür.
Amerikan akademik sahnesi ile ilgili yaşadıklarımda, seçkin bilim insanlarının eleştiri konusundan neredeyse habersiz oldukları
1927-28’lerin Princeton’ı ile eleştiri ve onun problemlerinin günlük
ekmeğimiz ve acımız olduğu 1962’nin Yale’i arasındaki tezat şaşırtı-
1
1
2
3
H. W. Garrod, Poetry and the Criticism of Life, (Oxford, 1931), s.156-57.
Krş. Nuovi Saggi di estetica (Bari, 1919)’daki Benedetto Croce, “La critica
letteraria come filosofia.”
R. S. Crane, ed., Critics and Criticism (Şikago, 1952), s. 547. Krş.meselâ Philip
Blair Rice, On the Knowledge of Good and Evil (New York, 1955), s. 217:
“Eleştirmenin tutarlı bir görüşü olduğu sürece,o, gerçeği kabul etse de etmese de,
zımnen bir estetik kuramı ön şart olarak gerekli görüyor.”
R. W. B. Lewis, “Casella as Critic: A Note on R. P. Blackmur,” Kenyon Review 13
(1951),470, 473-74.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ cıdır, ve böyle bir izlenimin doğruluğu, natüralist romanın haksızlıkları ortaya dökmesine ve ilerlemesine hasredilen bir hiciv organı
olan 1927’nin The American Mercury’si ile 1962’de üç ayda bir yayımlanan The Kenyon, The Hudson, the Sewanee, Criticism, vb. dergiler arasındaki benzer bir tezatla kolayca ortaya konabilir
Bu değişimi kronolojik bir sırayla tasvir edebilir ve analiz edebiliriz, meselâ, harbin sonundaki Yeni Eleştiri akidesini açıklayabiliriz ve sonra da ona karşı sert tepkileri ve onun için teklif edilen mit
eleştiri, varoluşçuluk vb. seçenekleri ayrıntılarıyla ele alıp izah edebiliriz Bir sonraki makalede, yani “The Main Trends of TwentiethCentury Criticism”de ve yine bir Almanca dünya edebiyatı ansiklopedisine yaptığım uzun bir katkıda milletlerarası bir bağlam içerisinde bunu yapmaya çalıştım.4 Orada, ister istemez, Amerika’daki
yeni gelişmeler için çok az yer ayrılmıştı: Daha önceki ele alış tarzı
usule göre genişletilebilir. Ancak ben kısmen farklı bir yaklaşım
deneyeceğim. Umarım bu yaklaşım ülkenin durumunu yeni bir açıdan aydınlatır ve çevre özelliklerinin daha güçlü bir rahatlık içinde
ortaya çıkmasına yardım eder.
Niyetim Batı felsefesi tarihini, , - Eflatun, Aristotle, Tomasçılık,
İngiliz deneyciliği, Kant, Schelling, Hegel, vb. - temsilcileri ve akımlarıyla tarih sırasına göre ele almak ve yeni Amerikan eleştirmenlerinin onlardan herhangi birine sadakatlerini ne kadar çok iddia
ettiklerini veya onların genel durumlarından herhangi birini zımnen
ne kadar kabul ettiklerini sormaktır.Bana ayrılan yerde savaş sonrası geçen on yedi yılın eleştirmenlerini ve kitaplarının tamamını tartışmam mümkün olmayacak.Temel türleri ve eğilimleri göstermekten, gerekli şartları yerine getiremeden, tek tek eleştirmenleri kabaca şu veya bu mevkie tayin etmekten az daha fazlasını yapabileceğimi biliyorum. Eleştirideki felsefî taahhütlerin çoğunlukla yarım
ağız olduklarının farkındayım: Eleştiri ile ilgili kitaplar sık sık karışım halindedir ve hatta karışıklıklarla ve belirsizliklerle kuşatılmışlardır. Bununla birlikte, temel felsefî geleneklerin sürekliliklerini
göstermeyi, geçmişten bugüne kalanları teşhir etmeyi, aklın bazı
akrabalıklarına ve düşmanlıklarına işaret etmeyi umuyorum. “Aykırılıkla uyumlu” bir “görüş”e, Edward Bullough’ın “fizikî uzaklık” ve
dolayısyla tüm sanatlar için gerekli gördüğü “ eşyaların tersinden ,
ekseriyetle dikkat edilmeyen tarafından, aniden görülmesi”ne
4
Lexikon der Weltliteratur im 20. Jahrhundert, 2 (Freiburg, 1961), 178-261.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 db | 255 RENÉ WELLEK ulaşmak
istiyorum.5
Pound’un
Verfremdung dediği şeyi istiyorum.
“acaipleştirme”,
Brecht’in
Coleridge alenen “her insan ya Aristotle’ci ya da Eflatun’cu doğar,” diye söylüyordu, ve Alfred North Whitehead felsefe tarihini “
Eflatun’a bir seri dipnot”6 diye isimlendirmiştir. Amerikalı eleştirmenleri Eflatun’cular, Aristotel’ciler, idealistler ve realistler şeklinde
ayırmaya çalışabiliriz. Ama böylesine basit bir ikiliyle fazla uzağa
gidemezdik ve katı anlamda hiç Eflatuncu kalmamıştır ve yok denecek kadar Aristotel taraftarı mevcuttur. Fakat hedeflediğim şey için
Amerikan yeni hümanist akımını, Paul Elmer More kesinlikle Eflatun’un yakın bir öğrencisi olduğu için, Eflatuncu bir akım olarak
düşünmek istiyorum. Yeni hümanist akım bugün ölüdür, ama o
görüş tarzı bir Amerikalı kişilik eleştirmeninde, Yvor Winters’da,
hayatiyetini sürdürüyor. Ben Winters’ın gençliğinde hümanist karşıtı bir sempozyuma katkı yaptığını biliyorum,7 fakat o zamandan
beri Irving Babbitt’e hayranlığını ifade etmiş8 ve, genel terimlerle, o
grubun ahlâkçılığını ve romantizm karşıtlığını yeniden dile getirmiştir.
Winters’ın çalışmalarının çoğu 1945 öncesine aittir, ancak
256| db görüşlerini The Function of Criticism (1957) adlı uzun bir makalesinde özetlemiş ve ilkelerini yeniden Hopkins’e Yeats’e ve “manevi
sürükleyici” olan Robert Frost’a tatbik etmiştir.9 Winters mutlak
değerlere olan sağlam bir inancı savunur. O şöyle der: “Benim mutlakçılığımın, bu teslimiyet talihsiz olabileceğinden, teistik bir durumu ifade ettiğinin farkındayım. Şayet tecrübe mutlak gerçeklerin
mevcut olduğunu, onları tahminî bir anlayış istikametinde çalışabileceğimizi ama onların kendilerini kavramamızdan evvel var olduklarını, ve kavramamızın nadiren veya hiç mükemmel olmadığını
gösterecek olursa, o zaman bu gerçeklerin içine konulabileceği sadece tek bir yer vardır ve bu sonuçtan kaçılacak bir yol görmüyorum.”10 Winters, bir şiir “insanın başından geçen bir olayı rasyonel
bir şekilde ifade tarzıdır. O, anlama yeteneğini ve ahlâkî zevki seli-
5
6
7
8
9
10
E. M. Wilkinson’ın editörlüğünü yaptığı Aesthetics (Londra, 1957), s. 95’teki
“Physical Distance as a Factor in Art and Aesthetic Principle.”
Coleridge, Table Talk (Londra, 1851), s. 100; A. N. Whitehead, Orocess and
Reality (New York, 1929), s. 63.
Editörlüğünü C. H. Grattan’ın yaptığı Critique of Humanism (New York, 1930),
s. 301-33’teki “Poetry, Morality and Criticism.”
Defense of Reason (Denver, 1947), s. 385-87, 568-69; The Function of
Criticism (Denver, 1957), s. 11-13, 75’te.
The Function, s. 157 vd..
Essays in Criticism, 12 (1962), 79’da alıntı yapıldı.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ mi mükemmelleştirme metodudur,”11 diye tekrar tekrar ileri sürüyor.Ahlâk, çıplak didaktik bir mesaj olarak değil de bir şekil ve
muhteva, klasik düzen, kontrol ve denge ayarı olarak görülse de,
ona delillerinin akla uygunluğu ve mânânın ahlâkîliği sayesinde
hüküm verilir. Winters’ın Emerson, Poe, Whitman, Hawthorne ve
birçok Amerikalı yazara “cehalet taraftarı” diye saldırmasında biraz
haşin bir gerçek ve sert bir sağduyu vardır.Winters Valéry Emily
Dickinson, Bridges ve daha az bilinen şairlerin birçoğunu değerlendirirken ve vezin tekniği hakkındaki düşüncelerinde şaşırtıcı bir
şekilde yeni bir çeşniden söz eder. Fakat hiçbir Amerikalı münekkit,
Elisabeth Daryush T. Sturge Moore’dan sonra gelen “en iyi İngiliz
şairi”dir, Sturge Moore W. B. Yeats’den daha iyi bir şairdir ve
Adelaide Crapsey “kesinlikle ölümsüz bir şairdir,” vs.12 şeklinde bir
sınıflandırma oyununa bu kadar pervasıca teslim olmamıştır. Bize
destan ve dramın ölü olduğu söyleniyor. Roman hızla ölüyor. Onların yerini tarih yazımı alıyor. Yeterince tuhaftır ki Macaulay önemli
bir usta olarak ortaya çıkıyor.13 Yalnızca Valéry’nin Ebauche d’un
serpent’i gibi düşünce mahsulü kısa şiirin bir geleceği var. Böyle bir
db | 257 dogmatizme karşı yardım dilenecek herhangi bir merci yoktur.
İddialı Aristotel taraftarlarını bulmak kolaydır.1940’larda
Şikago Üniversitesi’nde uyumlu bir grup âlim kendilerine yeni
Aristotelciler adını verdiler, ve Aristotel’in etkisi grup dışında bile
hissedilir. Gerald F. Else Poetics (1957) hakkında büyük hacimli bir
şerh yazmıştır. Esas trajedi anlayışı oldukça hayalî olan Francis
Ferguson sürekli olarak Aristotel’in dramatik yapı analizine başvurur. Poetics’e yazdığı bir giriş yazısında, Gilbert Murray ve onun
ekolü tarafından yeniden yapılandırılan Grek dramının dinî törenlerine has şekillerine sahip olan Oedipus Rex’in Aristotel’e ait tahlili ile
uyuşacak özenle hazırlanmış bir plan yapmıştır.14 Philip
Wheelwright ve Kenneth Burke’ün akıllarında hep Aristotel vardır.
Şikago Üniversitesi’ndeki Aristotel taraftarlarının, teoride, kendilerini Aristotel sisteminin nazarî olarak kabulü kadar ham bir şeye
vakfetmeyeceklerinin farkına varmamız gerekiyor. R. S. Crane, bir
program sunan cilde, Critics and Criticism (1952)’e, yazdığı giriş
yazısında daha çok “eleştiri ile alâkalı çoğulcu ve enstrümantal bir
görüşü” ifade eder, onların Aristotelciliğini “katı olarak pragmatik
11
12
13
14
The Function, s. 139.
Defense of Reason, s. 105, 490, 568’de.
The Function, s. 74, 63 vd., 49 vd..
Aristotle’s Poetics (New York, 1961), s. 40.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 RENÉ WELLEK olan, hususi olmayan bir taahhüt” olarak addeder, ve hatta bu veya
başka bir yorumcunun Aristotel’inin hiçbir zaman Aristotel olamaya”cağını15kabul eder. Fakat uygulamada Crane’in “çoklu varsayımlar yöntemi”16 Şikago Eleştirmenleri tarafından, Yeni Eleştiri’ye ve
sembolist ve esatirî edebiyat yorumlarını teklif edenlere karşı polemik bir vasıta olarak hizmet eden dogmatik bir planın lehinde, sürekli olarak terk edilir.Olayın örgüsü, karakter, tür, merkezî kavramlardır; halbuki, dil şiirle ilgili tek bir maddî sebep veya vesile
içeren mütevazı bir pozisyona indirgenir. Şikago Eleştirmenleri sık
sık Rönesans Aristotelciliğinde yaygın olan kavramlara kucak açarlar. Heykeltıraş için taş nasıl cansız bir madde ise dil de onlar için
aynıdır, ve tür, tanımların ve çıkarmaların değişmez bir planı haline
gelir. Elder Olson, Tragedy and the Theory of Drama (1961)’da bize
“oyun yazmanın daha önemli, ve esas kısmının kelimelerle münasebeti yoktur,” 17demektedir. Divine Comedy “taklitçi” değil “didaktik”, “sembolik” değil “kinayeli” şeklinde sınıflandırılır.18 Şikago
Eleştirmenleri’nin Yeni Eleştirmenler’in aşırı görüşlerine, özellikle
Robert Heilman’in King Lear ve Othello ile ilgili yorumlarına19 karşı
258| db birçok üstünlükleri olduğunu inkâr etmiyorum. Ayrıca, bilhassa R.
S.Crane, Richard McKeon ve Bernard Weinberg tarafından yorumlanan eleştiri tarihindeki yoğun bilginin insanı etkilemesi gerekir.
Tam anlamıyla belgelenmiş History of Literary Criticism in the
Italian Renaissance (1961)’ı Weinberg’e borçluyuz. Ancak yaşayan
eleştirinin bir vasıtası olarak düşünülürse, Şikago Aristotelciliği
sadece aşırı- akademik bir uygulama gibi geliyor bana. İlkelerin en
parlak kullanımı Wayne Booth’ın The Rhetoric of Fiction (1961) adlı
çalışmasıdır; o, James’e ait yazarın romandan kayboluşu akidesine
karşı ikna edici deliller gösterir, ama romancı tarafından açıkça ve
alenî olarak bildirilen bir Filistinli’ye ait acıklı,sağlam ve mâkul bir
ahlâk isteğiyle sona erer. Şikago ekolünün pratik eleştiriyle ilgili
diğer tek kitabı, yeterince tuhaftır ki, The Poetry of Dylan Thomas ’a
hasredilmiştir.Müphem davranışları ve marifetlerinden dolayı
Empson’a saldırmış olan Elder Olson, çelişkiye hiç şaşırmaksızın,
orada aynı oyuna coşkulu bir şekilde teslimiyet gösterir. İnsan diğer
15
16
17
18
19
S. 9, 12-13, 17.
The Languages of Criticism and the Structure of Poetry (Toronto, 1953),
s. 237.
Detroit, 1961, s. 9.
Critics and Criticism, s. 590 vd..
This Great Stage (Baton Rouge, 1948); The Magic in the Web (Lexington, Ky.,
1956).
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ eleştirmenlerin Şikago ekolünün haksız bilimsel iddialarına ve hatta
arada bir suçsuz isim babalarına karşı niçin sabırlarını kaybettiklerini anlayabiliyor. Duyarlı bir şiir eleştirmeni ve Alexander Pope’un
yakın bir öğrencisi olan Reuben Brower bile “bu mükemmel geometricinin şiir sanatının ne olduğunu bilmediği”20 şüphesini seslendirmiştir. O, Aristotle’i yeniden “di color che sanno” ustası yapmaya
kat’iyen yetmeyecektir. O zamandan beri köprünün altından çok
sular aktı.
Yeterince şaşırtıcıdır ki, kurucusu, Jacques Maritain, aramızda
yaşadığı ve İngilizce olarak Creative Intuition in Art and Poetry
(1953)’yi yayınladığı halde, Birleşik Devletler’de yeni bir Tomasçı
eleştiri yoktur. Onun yeni kitabı uygulamada Fransız sembolizmini
ve hatta sürrealizmini yücelten Bergson sezgiciliği denilebilecek
şeyin lehinde Tomasçılık’tan ayrılma olarak yorumlanabilir. Bununla birlikte, Birleşik Devletler’deki Katolikler arasında yoğun bir telaş
vardır ve usta Katolikler edebiyat eleştirisine katılırlar. Meselâ,
Father William J. Lynch Christ and Apollo (1960)’da ortaçağa ait
dört boyutlu eleştirel tefsir metodu üzerinde şekillenen bir projede
db | 259 kıyasî olanları, ilâhiyatla ilgili olanları ve Hıristiyan olanları içine
alan hayal “boyutları”nı icat etti. Güneyli eleştirmenler arasında en
derin düşüneni olan Allen Tate, Katolikliğe ihtida etmesinden önce
(1956) bile, Maritain’in “meleklik” akidesini Dante’nin “sembolik”
ve Poe’nun “meleklik hayali” arasında karşılaştırma yaparken kullanmıştı.21 Tate’de bilim nefreti, organik bir cemiyet ve dinî dünya
görüşü hasreti geleneğin yok olmasını yansıtan yazarlarla, Poe,
Emily Dickinson, T. S. Eliot, W. B. Yeats ve trajik kaderi Tate için
uyumlu bir gelenekle desteklenmeyen bir sanatkârın dağılmasını
belgeleyen, kişisel dostlarından biri olan Hart Crane ile bir dereceye kadar çelişkili olan derin düşüncelerle birleştirilir. Fakat bu münekkitlerden hiçbiri Tomasçı değil: Katoliklik daha ziyade natüralizm ve pozitivizmin ve yalnızca “tam bilgi”yi değil aynı zamanda
vahyi,mutlak gerçeği, hatta büyük mutluluk veren görüşü temin
eden bir şiir anlayışını köklü bir şekilde reddetmek için bir taslak
hazırlar.
Bu üç filozof, Eflatun, Aristotle ve Thomas Aquinas, sanat ve
şiirle ilgili eski fikir dünyasını temsil ederler. Yeni dünya on sekizinci yüzyılda, en azından İngiltere’de neoklasik doğruluğun çöktü-
20
21
“The Heresy of Plot,” English Instıtute Essays 1951 (New York, 1952), s.59.
The Forlorn Demon (Şikago, 1953)’teki makaleler.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 RENÉ WELLEK ğü ve onun yerini empirisizm (deneycilik)ve duygusalcılık, çağrışımcılık ve onların değişik şekilleri aldığında, ortaya çıktı. Ben bugün kimsenin on sekizinci yüzyıl İngiliz deneyciliğini orijinal şekliyle kucaklıyor olduğunu ileri sürmek istemiyorum, ama kesinlikle
geniş bir estetik ve eleştirel düşünme ırmağı oradan gelmektedir.
Faydacılık ve olguculuk onun on dokuzuncu yüzyılın başlarındaki
ilk varisleriydi , hemen arkasından pragmatizm geldi, ve davranışçılık ve mantıksal olguculuk atalarını inkâr edemezler. Yeni dünyanın bilgi kuramı ile alâkalı tahminlerinde edebiyat biliminin ve tartışmaların çoğu halâ pozitivisttir; bir denenmemiş kriz öncesi “hakikat” anlayışına dayanır ve biyografik ayrıntılarda, edebî etki alanlarında ve sosyal ve tarihî arka zeminlerde basit bir mihanikî sebep
fikrini üstlenir. Geleneksel akademik bilimin çoğu bugün bile bu
ufuk içerisine hapsedilir. Bir eleştiri araştırması yaparken tartışmaya neredeyse ihtiyaç yoktur. Fakat olgucu düşüncenin daha sonraki
şekilleri yeni Amerikan eleştirisinin gelişimi için büyük öneme sahip
olmuştur. J. C. Ransom The New Criticism (1941)’de I. A. Richards
hakkında yazdığı bölüme “Yeni eleştiri aşağı yukarı onunla başla260| db dı,”22 diyerek işe koyulur, ve kesinlikle Yeni Eleştiri’nin Richards ve
T. S. Eliot’ın özel bir birleşimi olduğu görüşü lehinde iyi bir delil
ortaya konabilir. Fakat Richards, otuz yıl bir başka Cambridge’de
bulunmuş olsa da , bir İngiliz’dir ve yazdıklarının çoğu 1945 öncesine aittir. Ne henüz yayınlanmış yeni eleştiri kitabı, Speculative
Instruments (1955) ne de birkaç değişik yerde yayınlanmış makaleleri onun görüş noktasında büyük bir değişiklik oluştururlar.23
Richards nörolojideki ilerlemelere olan güveninin yersiz olduğunu
tümüyle kabul etmiştir: O hâlâ sanatla ilgili görüşünü bir çeşit
duygusal terapi olarak, çalışma ile ilgili görüşünü bir itici güç örneği olarak, şiirle alâkalı görüşünü duygu dili, yalancı beyan veya mit
olarak izah eder. Dewey gibi Richards da estetik ve alelâde tecrübe
arasındaki farkı kabul etmez ve radikal ruhbilimciliğini ve hedonist
natüralizmi destekler. Richards’ın anlamın anlamına, anlambilime,
olan ilgisi eleştiriye olan en verimli katkısının özel olduğunu ispatlamıştır. Richards’ın felsefî faraziyelerini paylaşmayan Cleanth
Brooks gibi bir eleştirmen hâlâ onun anahtar terimlerini, yani davranışları, gerilimleri, belirsizlikleri ve kinayeyi, kullanmaktadır.
22
23
Norfolk, Conn., 1941, s. 3.
Bkz. Yale Review (1949)’daki “Emotive Language Skill;” editörlüğünü Thomas A.
Sebeok’un yaptığı Style in Language (New York, 1960)’daki “Poetic Process and
Literary Analysis;” ve The Screens and Other Poems (New York, 1960)’daki
“The Future of Poetry.”
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ Richards’dan beri temel bir pragmatik ve semantik eleştiri felsefesi kurma teşebbüsü Kenneth Burke tarafından yapılmıştır. O genel
yön belirlemede Richards’a benzer, ama o, anlambilimini Marksizm’le, Freudculuk’la ve Dewey’in taraftarlarından biri olan George
Herbert Mead tarafından açıklanan “hareket” felsefesi ile birleştirmeye çalışır. Burke’ün edebî eleştirisinin çoğu eski yıllara aittir. Son
zamanlarda felsefî bir sistem türetmekle meşgul olmuştur; bu sistem A Grammar of Motives (1945)’i, A Rhetoric of Motives (1955)’i
ve A Rhetoric of Religion (1961)’ı içine almaktadır. Burke’ün insanın
farklı etkinlikleri arasındaki cambazlığını takip edebilme iddiasında
bulunamam, ancak bir edebî eserin “sembolik bir hareket,” yani
şairin bilinçaltı dürtülerini yücelten ve örnek “kuşatıcı durumlar”la24 ilgili “strateji”sini etkileyen kişisel arınma ayini olarak addedildiğini yeterince anlıyorum.yargılama anlamında edebî eleştiri
tamamen görünmez olmuştur: Ayak takımı ile Shakespeare arasında bir ayırım yapma mümkün değildir. Edebiyat ile hayat, iş ve
eylem arasındaki fark kaldırılır. Burke’ün grafiklerinin, yetkilerinin,
beş kişiden oluşan grubunun, bürokrasilerinin edebiyatla münasebeti yoktur. Burke son yıllarda şiirle ilgili özel bir metni çalışmaya db | 261 başladığında, yalnızca hayalperest veya hantal yorumlar ya da psiko
analitik yorumlar ortaya koymuştur. Meselâ, Venus and Adonis’in
“sosyoanagojik” (toplumsal bilinçaltı simgesel ve moral eğitimlerle
ilgili) yorumu bu nükteli ve duygusal şiiri “gizli bir sosyal kinaye”ye
indirgemeye kadar varır. Tanrıça avamdan birine âşık asilzade bir
kadını temsil eder: Şiir seksüel terimlerle ifade edilen “sosyal iffetsizlik”tir.25 “Güzellik hakikattir, hakikat güzelliktir” sözünde Burke
cinaslı bir müstehcenlik bulacağını iddia ediyor.26 Ancient
Mariner’deki albatros {Coleridge’ın}Sarah’sının mecazımürsel kabilinden temsilcisidir,” ve tüm şiir “onun uyuşturucudan kurtuluş
töreni”dir.27 Burke eleştirmenlikten vazgeçmiş ve anlaşılması güç
bir felsefenin kâhinliğine soyunmuştur.
Aynı şey Richard P. Blackmur’ün başına geldi, tek farkla ki kehanetin arkasında herhangi bir felsefenin varlığından emin olamıyoruz. Blackmur de açık yürekli bir metin tahlilcisi olarak başladı,
fakat son dönemlerinde anlaşılmazlığı gittikçe artmış ve Henry
James’in en son evresinden eziyet edercesine örümcek ağı üslubuy-
24
25
26
27
The Philosophy of Literary Form (Baton Rouge, 1941), s. 1.
A Rhetoric of Motives, s. 212-21.
A.g.e., s. 204.
The Philosophy of Literary Form, s. 72, 96.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 RENÉ WELLEK la bahsetmiştir. Hatta ateşli bir taraftar on bir yıl önce onun “gizli
balo gösterisi”nden28 söz etti ve balo yıllar geçtikçe daha da gizli
hale geldi.Blackmur Yeni Eleştiri’nin sınırlamalarından duyduğu
hoşnutsuzluğu seslendirmiş ama kendine has şümullü bir nazariyeyi
açık olarak ortaya koyamamıştır. Onun “mimik olarak dil” dediği an
genel ifade tarzına en çok yaklaştığı andır. Jest sembol ve deyimi
bir araya getiren bir terimdir. Sembol cinas, kafiye, vezin, kinaye
gibi tüm şiir unsurları sayesinde elde edilen bir “anlam yığını”dır.29
Language as Gesture (1952) ve The Lion and the Honeycomb
(1955)’da toplanan yeni makalelerin çoğu herhangi bir metinle
şaşırtıcı bir temas kaybını ve sembol,mit, hayal, davranış, jest, hatta
suskunluk ve “mânâsızlığın idraki”30 gibi birçok farklı terim ve onların zıtlarıyla gelişigüzel bir ilgilenişi gösterir. Blackmur, sadece zekâsından ve çok yönlü olmasından dolayı, çok yeni Amerikan eleştirisinin kötü durumunu, özel bir kavramlar ve terimler dünyasına
karışmasını, edebiyat sayesinde genel hayat felsefesi, hatta teoloji
etrafında gruplaşmasını ve tamamen kişisel terkipler ve münasebetlere güvenmeye sebep olan geleneksel yöntemlere karşı itimatsızlı262| db ğını, tasvir eder. Blackmur’ün makalelerinin bazılarında terimlerin
ve duyguların mahremiyeti öylesine aşırı bir belirsizliğe ve bulanıklığa ulaştı ki tertip edilen mecazî bilmecelerin çözümüne ilgiyi sağlamak veya yalnızca işaret edilen ve ima edilen bulanık gizleri
sevmek imkânsız görünüyor. Esasen natüralist olan bir felsefenin
nihaî karanlığa böyle bir saygı gösterilmesine yol açması tuhaf görünüyor. Fakat natüralizm ile agnostisizm ve pragmatizmle
irasyonalizm uyuşuyorlar: William James esrarengiz şeylere muhalif değildi.
Amerikan eleştirisi ile alâkalı bir başka sıkıntı daha çok Alman
idealizminden, Kant’tan, Schelling’den ve Hegel’den geliyor. Ancak
bu noktada bir farkı ortaya koymamız gerekiyor. Kant estetiği, sadece çok genel bir tavır olarak, doğrular, iyiler ve güzeller arasındaki farkın, Dewey, Richards ve onların taraftarlarınca kaybedilen
veya oldukça maksatlı olarak silinen temel bir anlayış olan sanatın
muhtariyetinin bir tanınması olarak, hayatiyetini sürdürüyor. Gerçek Kantçılık yalnızca 1945’te New York’ta ölen Alman filozofu
Ernst Cassirer’in yeni uyarlamasında yaşıyor. Fakat bugün bir çeşit
28
29
30
R. B. W. Lewis, Kenyon Review, 13 (1951), 463.
Language as Gesture (New York, 1952), s. 16.
Bkz.Sewanee Review, 63 (1955), 382-404’teki “The Language of Silence;” ve
Hudson Review, 9 (1956-57), 488-503’teki “The Great Grasp of Unreason.”
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ yeni Kant ekspresyonizmi neşvünema buluyor. Etkili bir estetik
bilimci,Susanne K. Langer, Feeling and Form (1953)’da Cassirer’in A
Philosophy of Symbolic Forms’unu kullanan temsilî sembolizm diyebileceğimiz bir sanat kuramı geliştirmiştir Bayan Langer, genelde
müzik ve güzel sanatlarla ilgilense de, duygu sembolleri ortaya
koyma, hayalî tecrübe, “benzerlik,” mecaz ve mit dünyası yaratma
şeklinde bir şiir görüşü oluşturur. Ve Eliseo Vivas, Creation and
Discovery (1955) başlıklı denemelerinde, bu görüşten fazla uzaklaşmış değil. “Şiir tek başına kendi kendine yeten bir dünya sergiler,” yani sembolik bir yöntem sayesinde tesis edilen bir dünya.31
Taklit ve ifade kuramları ve tüm natüralist açıklamalar reddedilir.
Edebiyat kelimenin dar anlamıyla bize bilgi vermez. O, “tüm bilgilerin mantık sıralamasında, kültürün tesisinde”32 oldukça önceliklidir.
Vivas, Kant’ın “tarafsız kanaat”inin yeniden ifade edilmesi olarak
gözüken estetik tecrübenin “geçişsizlik” teorisini33 özenle işler, ama
o kesinlikle sadece estetikle alâkalı genel bilgilerle meşgul olmamıştır: O, Dreiser, Henry James, Kafka ve Dostoevsky ile ilgili güzel
şeyler yazmıştır ve son zamanlarda bir kitabını kalitesiz ideolojiyle
iyi sanatın farkını ortaya koymaya çalışan D. H. Lawrence (1960)’a db | 263 tahsis etmiştir. Bayan Langer ve Eliseo Vivas’ın yeni Kantçılık’ı,
şüphesiz, katıksız değildir. Vivas kendini bir “değer felsefesi realisti”
olarak tanımlıyor, ve eğer kendisini doğru anlıyorsam, Allen Tate’in
pozisyonuna yakın bir yere gelmiştir.34
İşin garibi, gerçek eserleri okunmamasına, çeviri olarak ta yok
denecek kadar az çalışması bulunmasına rağmen, Alman idealistleri
arasında en nüfuzlu olanı Schelling’dir. Bu durum tamamen onun
fikirlerini nakleden, özümseyen ve diğer birçok düşünce motifi ile
birleştiren Coleridge’in yüzündendir. Sürekli olarak alıntı yapılıyor
olan Coleridge’in “On Poesy and Art” isimli tebliği Schelling’in Münih akademisinde yapılan bir konuşmasının çevirisinden başka bir
şey değildir, ve Biographia Literaria’daki iki hayalle ilgili, zıtların
uzlaşmasıyla alâkalı yazdığı parçalar çok dikkatli bir şekilde
Schelling’i şerh ve izah eder.35 Yaratıcı hayal, zıtların uzlaşması,
tabiatın bir benzeri olarak sanat, bir organik bütün olarak şiir, alegorinin karşısında sembol , vb.. Alman romantik eleştirisi hususun 31
32
33
34
35
New York, 1955, s. 73-74.
A.g.e., s. 127.
Bkz. D. H. Lawrence (Evanston, III., 1960)’ın eki.
Bkz. Sewanee Review, 67 (1959), 560-66’daki Allen Tate’e adanan, coşkulu
armağana, “Mi ritrovai per una selva oscura”ya.
Bkz. benim History of Modern Criticism, 2 (New Haven, 1955), s. 152 vd..
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 RENÉ WELLEK daki önemli kavramların Coleridge vasıtasıyla Amerikan geleneğine
girdiğini kabul etmek için Coleridge’in Schelling’e bağımlılık derecesi hususunda karar vermemiz gerekmiyor: Bu fikirler Amerikalı
eleştirmenlere birçok aracı sayesinde süzgeçten geçirilerek geldi; T.
S. Eliot önemli pasajları Coleridge’den özellikle iktibas etti ve
Richards, Coleridge on Imagination (1934)’da, Coleridge’i bir natüralistin kabul edebileceği terimlerle tercüme etmeye çalıştı.
Coleridge’in görüş noktası bugün çok açık bir şekilde Cleanth
Brooks tarafından temsil ediliyor. Bu durum tehlikeli bir durumdur:
Bir kimse bağlamcı bir sanat eseri görüşünü – onun kendine hâkim
olmasını, organik olma niteliğini - gerçekle olan anlamlı bir ilişki
ile nasıl barıştırabilir? Brooks şiirleri zıtlar, gerilimler, paradokslar
ve eşsiz hünere sahip kinayelerden oluşan yapılar olarak tahlil eder.
Paradoks ve ironi onun tarafından geniş çapta kullanılan terimlerdir. İroni aşikâre söylenen ifadenin zıttı değildir, aksine “bir bağlam
içerisindeki çeşitli unsurların bağlamdan aldıkları niteliğin türünü
ifade eden genel bir terimdir”36 O, aykırılıkların, Brooks’un tüm iyi,
yani kompleks şiirde, “her şeyi içine alan” şiirde bulduğu zıtlar bir264| db liğinin tanınmasına işaret eder. Şiir alaycı tefekküre karşı koyabilme
anlamında alaycı olmalıdır. Yöntem en iyi Donne ile Shakespeare’e,
Eliot ile Yeats’e tatbik edildiğinde işliyor, ama Brooks The Well
Wrought Urn (1947)’de Wordsworth ile Tennyson’ın, Gray ile
Pope’un da bu tekniğe teslim olduklarını göstermiştir. Brooks “yanlış tefsir düşüncesi” ne, şiiri nesir içeriğine indirgemek için yapılan
tüm girişimlere saldırır, ve bağıntıcılık ve tarihselciliğe zayıf teslimiyet aleyhinde karar verme gereğini, iyi tanımlanmış mutlaklık
doktrinini savunmuştur. Fakat on yedinci yüzyıla ait şiirlere hasredilmiş birkaç makalede Brooks inandığı değerler mutlaklığının tarihe özel bir saygı ile uyuşmaz olmadığını göstermek için hususi acılara katlanmıştır.37 Brooks Literary Criticism: A Short History
(1957)’yi yazarken güçleri W. K. Wimsatt’la birleştirdi. Wimsatt,
son bölümde, önsözde dile getirilen “ münakaşacı” endişeyi tekzip
eden zıt prensipleri birleştiren (syncretik) bir inancı açık ve eksiksiz
bir biçimde ifade eder. O, şiirin “gerilimli” bir “görerek ve söyleyerek yazma ahengi olduğu” sonucuna varır. Üç önemli şiir kuramına,
36
37
The Well Wrought Urn (New York, 1947) s. 191.
Meselâ English Institute Essays 1946 (New York, 1947) s.127-58’deki
“Literary Criticism”; Julian Haris ‘in editörlüğünü yaptığı The Humanities
(Madison, Wis., 1950) s. 1-21’deki “The Quick and the Dead;” S. Burnshaw’un editörlüğünü yaptığı Varieties of Literary Experience (New York, 1962), s. 95114’teki “Poet, Poem and Reader.”
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ taklitçi veya Aristotelci, duygusal veya Richards’a ait, ve
ekspresyonistik veya Croce’a ait kurama, saygı duyulması gerekir
Tek başına mecaz tüm şiir sanatının yaygın bir prensibidir.38 The
Verbal Icon (1954) ismiyle bir araya getirilen daha önceki eserinde,
Wimsatt öncelikle sanat eserinin objektif yapısıyla ilgilenmişti. O,
“Kastî Aldatma” olduğundan, yazarın niyetine olan güveni hiddetle
uzaklaştırdı ve ”Hissî Aldatma” olduğundan, sanat eserinin duygusal etkisine göre eleştiriyi küçük gördü. O, Charles Morris tarafından teklif edilen “ikon” terimini şiirsel sembolün bir alternatifi olarak kullanır. Literary Criticism’in son bölümünün kısa bir paragrafında Wimsatt kendi edebiyat kuramıyla İnkarnasyon akidesi arasında bir benzerlik olduğunu ileri sürer,39 fakat o, Wimsatt’ın eleştirel pozisyonunu dinî veya özellikle Tomist olarak tanımlamak için,
onun Katolikliğini bilen bazı kitap eleştirmenleri tarafından işlenen
bir hatadır. Hem Wimsatt hem de Brooks şiirin dinin yerini alması
yönünde Arnold’un ümitlerine sahip olan eleştirmen arkadaşlarının
birçoğundan farklı olarak, estetik ve teoloji arasında keskin bir ayırımı muhafaza ederler ve şiiri dinin yerini alacak bir nesne olarak
kabul etmeyi reddederler. Oldukça haklı olarak, onlara Richard db | 265 Foster’ın Richards’ı, Vivas’ı Blackmur ve Tate’i seçkin Arnoldcular
olarak ele aldığı The New Romantics (1962) adlı eserinde yer verilmez. Brooks ve Wimsatt estetik gerçeğe sımsıkı tutunma, edebî
olacak bir edebiyat teorisini gaye edinme liyakatine sahipler.
Umumiyetle, modern Amerikan tenkidinin idealist gelenekle
ilişkisi şaşırtıcıdır.. Eliot, Brooks veya Wimsatt gibi onlar kavramları
ve terimleri romantik idealistlerden alırlar, fakat bunlar yeni çevre
ve koşullarda metafizik dayanaklarını kaybetmişlerdir. Benedetto
Croce’un estetiği idealist kavramların aktarılmasında biraz etkili
olmuş olmalı, çünkü o, The New Criticism (1910) başlığı altında
erken bir dönemde Joel Spingarn tarafından izah edilmişti.Ancak
Spingarn’ın Croce tercümesi sulandırılmıştır: O sadece retorik sınıflandırmaların, üslûbun, tarzların, sanatlar ve, uygulamada, empresyonizmin bir savunması arasındaki farkın inkârıdır. Richards
“özellikle konuya aşina olmayanlara, edebiyatçılara ve güzel sanatlara düşkün olanlara”40 yalvardığı için Croce’u gururla azletti.Çok
yakın bir zaman önce bir İtalyan göçmen bilim adamı, G. N. Orsini,
Benedetto Croce’un doyurucu bir tefsirini yazdı; o tefsir onun muğ-
38
39
40
New York, 1957, s. 749, 750, 755.
S. 746.
The Principles of Literary Criticism (Londra, 1924), s. 255n.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 RENÉ WELLEK lak sistemine ve geniş eleştiri alanına haklı muamelede bulunur.
Hegel Amerika’ya on dokuzuncu yüzyılda doğrudan Almanya’dan
geldi, ve Hegelcilik bu asrın başlarında Josiah Royce’un hâkim şahsında hâlâ temsil ediliyordu. İngiltere’den Hegel motifleri A. C.
Bradley’in Shakespearean Tragedy’si ve Bernard Bosanquet’in estetik
bilimi üzerine kaleme aldığı yazılarıyla geldi. Richard Sewall’un
Vision of Tragedy (1959)’si gibi bir kitap Bradle’a ait özünde değiştirilmemiş bir görüşü izah etmektedir.Wimsatt,Hegel’e ait “somut
evrensel”41 terimini benimser, fakat Hegel’in diyalektik metodu ,
estetik bilimin ayrıntılarından bahsetmezsek, Birleşik Devletler’de
tümüyle bilinmiyor.
Aynısı, en azından eleştiride, Marksizm’le ilgili de doğrudur.
Otuzlu yıllarda bir Marksist akım vardı ve Marksist motifler ve terimler Edmund Wilson ve Kenneth Burke’ün yazılarında geçmektedir. Ancak bugün Birleşik Devletler’de herhangi bir gerçek Marksist
eleştirinin yazıldığı görülmüyor. Bu, sanırım, Mc Carthyism veya
Sovyet karşıtı temayülden dolayı değildir. O galiba daha çok Georg
266| db Lukács veya Kıta (Avrupa)’da çok büyük alkış alan T. W.Adorno
tarafından uygulanan eleştiriyi bilmemekten ya da ona olan ilginin
eksikliğinden dolayıdır.
Birleşik Devletler’deki sosyal eleştiri daha ziyade Amerikan liberal geleneği için Arnold’a ait bir kültür anlayışı için duyulan bir
endişeye demirlemiştir. Hakiki sosyalist münasebetler nadirdir: F.
O. Matthiessen, kendisi, uygulamada, Çekoslovakya’nın idaresini
ele aldıklarında bile Sovyet politikalarının bir Savunucusu olmasına rağmen bir Hıristiyan sosyalizmine olan inancını açıkça itiraf
etti.42 Onun alanımız içindeki tek kitabı, Dreiser (1951) ile ilgili,
ölümünden sonra neşredilmiş bir çalışma, Dreiser’in komünist parti
ile “sembolik” bağını özenle açıklar ve ilk favorisi, T. S. Eliot’a tamamen zıt görünmesi gereken bir yazarı sempati ile çalışır.
Fakat diğer sosyal eleştirmenler hem kaba kitle kültürünün kötülüklerine hem de tepkiye karşı korumak istedikleri hür, tenkitçi,
hoşgörülü bir toplumun liberal savunucularıdır. Lionel Trilling,
denemelerden oluşan kitapları The Liberal Imagination (1950) ve
The Opposing Self (1955)’te siyasî inançlarının mantıklılığı ve
Proust, Joyce, Eliot,Kafka, Rilke, Gide ve diğerlerinin temsil ettiği
41
42
Bkz. The Verbal Icon (Lexington, Ky., 1954), s. 69-83’teki “The Concrete
Universal.”
Krş. From the Heart of Europe (New York, 1948), özellikle s. 142 vd..
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ modern edebiyat arasındaki uçurumdan endişelidir. Çağdaş duyarlılığı olan, Henry James ve E. M. Forster’i seven ama natüralizmden
hoşlanmayan bir adam, Trilling, fikirlerin duygular olduğuna, siyasetin edebiyatın içine girip yayıldığına inandığından, yalnızca problemini ifade edebilir ama onu çözemez. O, “sanatın tesadüfî ve keyfî
tabiatını, tek başına iradenin erişilmez notasında nasıl mevcut olduğunu,”43 yani onun Freud‘ü anlayışıyla desteklenen bir sezgi
olduğunu tanımaya başlamış bulunuyor. Keats hakkında yazılmış
deneme44 genel kültüre muhalefet eden şahıslar lehine ve kendini
gerçekleştirmenin gerekli bir aracı olarak sanatkârın yabancılaştırılması lehinde hissettiği büyüyen duygusunu gösterir. “The Modern Element in Modern Literature” (1961) isimli yeni bir deneme,
çok kişisel şartlarda, sanatkârın medeniyete olan sert düşmanlığı
meselesini yeniden ortaya çıkarır ve o öğrencilerin onun tamamını
tabii bir şey gibi kabul edecekleri ve “kültür karşıtlarının kültürleştirilmesi veya tahrip edicilerin meşrulaştırılması”yla45 meşgul olacakları şeklindeki Amerikan olayı hakkında zihin yorar.
Bu, Birleşik Devletler’e gelen tüm Avrupa’ya ait irasyonalist feldb | 267 sefelerin: romantik tarihselciliğin, Schopenhauer, Nietsche,
Bergson, Freud, Jung ve varoluşçuluğun başına gelen şey için beğenilecek bir ibare gibi gözüküyor. Birkaç istisna dışında, onlar, en
azından eleştiride, milletin hâkim olan rasyonalist veya pragmatist
tabiatına asimile oldular ve kesinlikle nadiren irasyonalist ve sık sık
da cehalet taraftarı aşırılıklara itildiler.
Amerikan eleştirisinin çoğu, özellikle Amerikan eleştirisi, romantik tarihselcilik davranışını üstlenir. O sonuç, eninde sonunda,
millî ruhun, halkın bir ifadesi olarak edebiyatın organikliğini ve
devamlılığını arayan Herder ve halefleri tarafından geliştirilen fikirler bütününden çıkarılır. Amerika’da bu fikirler İhtilâl’in başlamasına yardım ettiler ve yeni kıtanın özel şartlarına, sınıfsız cemiyete,
hudut, vs.’ye adapte edilen Aydınlanma geleneğine vaktinden önce
asimile edildiler. Birçok yeni münekkit, Amerikalıların, Amerikan
edebiyatının Amerikanlığının tabiatını tanımlamakla ilgilenirler, sık
sık insan için, modern insan için, ve Avrupa ve Amerika için ne kadarının müşterek olduğundan sadece hayal meyal haberdardırlar.
Millî karakterle ilgili eski fikirler bugün hüküm süren mit ile ilgili
43
44
45
The Liberal Imagination (New York, 1950), s. 280.
In the Opposing Self (New York, 1955).
Partisan Review, 28 (1961), 31.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 RENÉ WELLEK nazariyelerden, hatta varoluşçu ıstılahlardan çıkarılan kavramlarla
birleştiriliyor. Romanın türleri yahut edebiyatta insan hayali hakkındaki eski meseleler bu yolla yeni eğilime uyarlanırlar. Amerikan
edebiyatı üzerine yazılmış böyle bir sürü kitap vardır. Bizim dönemden öncesine ait olan Matthiessen’in American Renaissance
(1941)’ı ilk kitaptır: O kitap Eliot’ın dil ve diksiyon,sembolizm ve
mit kaygısını Amerika’daki demokrasi ihtimallerine olan ateşli bir
inançla birleştirir. Esas konuya farklı yazarlar tarafından farklı açılardan yaklaşılmıştır. Charles Feidelson, Symbolism and American
Literature (1953)’da, Cassirer,Susanne Langer ve Whitehead’den
yararlanır. Edebiyat yakın sosyal gerçekle hemen hemen hiç ilişkisi
olmayan sözel bir inşa tarzıdır. Sembolizm öylesine geniş tasavvur
edilir ki ilk romantik Emerson’ın görüşü ile Eliot’ın görüşü arasında
herhangi bir ayırım yapılamaz. Emerson, Melville,Hawthorne, Poe
ve Whitman’ın sembolist yöntemi, onların Amerikan edebiyatının
şerefi olan edebî bağımsızlığa verdikleri isimdir. The Complex Fate
(1952) isimli Hawthorne ve Henry James üzerine yazılmış bir kitapta, Marius Bewley’in zihni daha ziyade Avrupa’daki Amerikalı
268| db yazar meselesi ile, “Avrupa’nın hurafe kabilinden değerlendirilmesine karşı savaşan bir Amerikalı olma”46 kaderi ile, meşguldür. İkinci bir kitap, The Eccentric Design (1959), Amerikalı yazarın mutsuz
durumuyla, onun kendi ülkesindeki yalnızlığı ve köksüzlüğüyle
ilgilenir. Harry Levin’in Hawthorne, Poe ve Melville ile alâkalı çalışması, The Power of Blackness (1958), hassas ve makul bir biçimde
çalışılan kasvetli isim konusu etrafında dönüp durur. Richard W. B.
Lewis, The American Adam (1955)’da daha görkemli cennet, masumiyet ve gençliğe geri dönüş temasını kovalar. Love and Death in
the American Novel (1960) isimli süslü bir kitapta, Leslie A. Fiedler
psikoanalitik ve sosyal bir tezi: “yetişkin heteroseksüel aşkla ve
nihayetinde ölüm,yakın akraba ile zina ve masum homoseksüellikle uğraşan Amerikalı yazarın başarısızlığı”nı47 çalışır. Bütün bu
yazarlar Amerikan Gotik kurgu denen şey üzerine, “gerçekçi olmayan, sadist ve melodram kabilinden - aydınlık ve iddialı bir ülkede
bir karanlık ve garip şeyler edebiyatı”48 üzerine odaklanırlar. Roy
Harvey Pearce’in The Continuity of American Poetry (1961)’ye hasredilmiş bir kitabı kültürel antropolojiyi ve sonuçta yüksek fikirli
romantik milliyetçilik gibi gözüken şey lehinde varoluşçu terimler
46
47
48
Letters, 1, 13’te James 4 Şubat 1872 tarihli mektuptan alıntı yapıyor.
New York, 1960, s.xi.
A.g.e., s.xxiv.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ kullanır. “Adam’la ilgili” ve “mitle ilgili” olanlar arasındaki bir kaynaşmanın kurulu gayesi fertle toplumu, safiyetle tecrübeyi uzlaştırma hususundaki eski arzusundan azıcık daha fazlasını ifade ediyor. Pearce’in kitabı sadece Amerikan şiirinin İngiliz şiiri olduğunu
görmezlikten gelir, veya, daha çok, bir Amerikan şiir tarihinin bu
temel problemini rahat bir şekilde “mukayeseli edebiyat”ın konu
dışı alanına havale eder. Pearce’in “Historicism Once More”49 adlı
pragmatik denemesi tarihselcilik, varoluşçuluk ve beşeriyet ilmi
arasındaki bugünkü karışıklığı anlatır. Tarihselcilik geçmişin gerçek
varlığı için hissedilenden az daha fazlasını, aramızda bulunmasını
ifade eder.
Kant eleştirisinde, Coleridge eleştirisinde ve tarihselci eleştiride
biz birbirine zıt anlamlarda kullanılan “mit”le karşılaşırız., ancak
“mi,” ilk şekilleri Nietzsche’de, Frazer’de, Cambridge’deki Grek
âlimlerde ve Carl Jung’da bulunan bir tür eleştiri için önemli bir
terimdir. “Mit” bu yüzden bugün öylesine geniş bir anlam silsilesine
sahiptir ki açık bir referans gösterip onu tartışmak zorlaşmıştır.
Terim, temalar ve türler hakkında, ekseriyetle “muhteva”nın bir
db | 269 parçası olarak addedilen ve bu yüzden şekilci eleştirmenlere göre
kısmen saygıdeğer olmayan konu başlıkları hakkında tartışmaya
izin verdiği için, birçok şeye hitap ediyor.Jim’le birlikte
Missisipi’den aşağı doğru yüzen Huck Finn bir “mit”tir ve genelde o
mitin kullanıldığı cemiyetin kabul ettiği herhangi bir gerçek de öyle.
“Mit” ideolojinin sadece bir eş anlamlısı olabilir. Richard Chase’in
Quest for Myth (1949)’i tüm iyi, son derece güzel edebiyatları mit
ile bir tutar. Bununla birlikte, terim, törenlerde ve masallarda bulunabilecek bir ilk örnekler sistemine ya da Blake veya Yeats gibi bir
şair tarafından hayallerinde yaratılan bir mecazlar,semboller ve
tanrılar projesine işaret ettiğinde, daha özel edebî çalışma anlamına
gelebilir. Tehlikeli bir şekilde sihirli kolektif şuursuzluk fikri, kendisinin tüm edebiyatın kılık değiştirmiş bir ifadesi olduğu farz edilen
bir ırkî hafıza fikri, Jung’dan geliyor. Mit eleştirisi, her edebiyat
eserinin altında yatan cehenneme giriş, Araf basamağı, tanrının
kurban edilip ölmesi gibi gizli örnekleri gösterdiğinde, maksadına
nail oluyor. Ancak insan edebî eleştiri için önemli herhangi bir şeye
böyle bir keşifle ulaşılıp ulaşılamadığını merak ediyor.Tüm edebiyat
birkaç mite indirgenmiştir. “Her sanat eserinin şifresini bu terimler-
49
Kenyon Review, 20 (1958), 554-91.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 RENÉ WELLEK le çözdükten sonra,insana tekdüzelik ve beyhudelik duygusu kalır.
Şiir gizli şeyleri açığa vurmadır, fakat o neyi açığa çıkarır?”50
Bununla beraber, mit-eleştirmenler arasında ayırım yapmamız
gerekiyor. Shakespeare’in bütün eserlerinde rehinden kurtarma
hikâyesini bulan veya Henry James’in romanlarında Emanuel
Swedenborg’un doktrinini keşfeden kinayeciler vardır. Estetik bir
duyguyu ve hükmü korumuş olanlar vardır. Francis Ferguson’ın
Idea of a Theater (1949)’ı Sophocles’ten T. S. Eliot’a kadar her dönemin tiyatrosunu rituel olarak hesaba katan Cambridge ekolünün
sonuçlarını kullanır. Hamlet bile doğaçlama ile ihtilaflı törensel bir
temsil gibi ortaya çıkar; oysaki, Racine’in oyunu ve günümüz tiyatrosunun çoğu keyfî icat olarak, toplumla özel ilişkisi olmayan rasyonalist buluş olarak eleştirilir. Ferguson bu yaklaşımı Purgatorio as
Dante’s Drama of the Mind (1953)’ın çok kişisel ve kısmen de temelsiz yorumu için kullanmıştır.
Ferguson çeşitli yollarla bir tiyatrocu olarak, şiirsel sembolist
tiyatrocu olarak kalır. Philip Wheelwright The Burning Fountain
270| db (1954)’de mit merakını, daha ziyade, anlambilimle birleştirir.
Wheelwright, Heraclitus, Aristotle ve Budizm’i çalışan biridir. O
bize estetik tefekkürün “tasavvuf yolunda bir konaklama yerinden
başka”51 bir şey olmadığını ve olmaması gerektiğini söylüyor.
Wheelwright, şans eseri, yolculuğun başlangıcıyla, şiirsel eserin
“plurisignation”ı dediği şeyle, edebî anlamdan mecaz ve sembol
sayesinde mite çıkaracak yolla ilgileniyor. Yeni kitabı Metaphor and
Reality (1962)’de sıra özenle ele alınır ve Oresteia ve The Waste
Land’e hasredilmiş The Burning Fountain’in bölümlerinde konuyla
ve mitle ilgili örnekler duyarlı bir şekilde tetkik edilir.
Northrop Frye’nin Anatomy of Criticism (1957) adlı eserinde
her şeyi kuşatan bir proje teklif edilir. Frye, Blake’e has özel mitolojinin, Fearful Symmetry (1947)’nin mükemmel bir tefsiri ile başladı.
Anatomy of Criticism’de edebiyat “kendi evreninde mevcut olan,
hayat ve hakikat üzerine artık bir yorumu bulunmayan, ama hayat
ve hakikati bir sözel ilişkiler sisteminde bulunduran” şey olarak izah
edilir. Edebiyat “insanın tüm hayallerini taklit eder, tabiatın düzeni
uygun bir söz sırasıyla taklit edilir.” Bu sırayı aydınlatan tenkit “yaratılışla bilgi, sanatla bilim, mitle kavram arasındaki bağları yeni-
50
51
Austin Warren, R. Wellek and A. Warren, Theory of Literature (New York,
1949), s. 217’de.
Bloomington, Hindistan, 1954, s. 61.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ den şekillendirme”de52 başarılı olmalıdır. Uygulamada Frye, bununla beraber, kendileri için Jung’a ait ilk örneğin esas varsayım
olduğu. usuller, semboller,mitler ve tarzlarla ilgili aşırı derecede
karışık bir plan yapar. Frye nedensel açıklamayla ilgilenmez ve gereksiz bir hipotez diye kolektif şuursuzluğu reddeder. Onu en çok
ilgilendiren şey yeni bir tarzlar nazariyesidir; dört tane olan bunlar
komedi, roman, trajedi ve hicivdir; bunlar dört mevsime: ilkbahar,
yaz, sonbahar ve kışa, yani tabiatın ritmine uyarlar. Yöntem en
şaşırtıcı yüzleşmelere sebep olur: Nitekim komedide bahar miti
tekrarlanır ve Winter’s Tale, Bleak House, Pamela ve The Rape of the
Lock gibi böylesine tamamen farklı eserler Proserpine mitinin varyantları olarak tefsir edilirler.Edebiyatın tamamı kesinlikle
Urmythos’un bir parçasıdır. Frye’de sanatsal anlam farklarının hepsi
kaybolur: En basit halk masalı Hamlet kadar uygun düşecektir.
Frye, “Çok Tartışılan Bir Giriş Yazısı” (Polemical Introduction)’da,
eleştiri “zevki selim sahibi olmayan geniş fikirliliğe doğru muntazam bir ilerleme göstermesi gerektiği”nden dolayı,53 değer yargısını
kendisine has tenkit anlayışından çıkarmıştır. Fakat Frye, uygulamada, ayırma ve birleştirme gücü sayesinde, kendi sisteminin kor- db | 271 kunç simetrisini empoze eden duyarlı bir okuyucu ve zeki bir kuramcıdır. İnsan, eleştirinin Frye’de kendini geçtiğini ve kendi gayesi
ile alâkalı daha mütevazı bir anlayışın daha makul olacağını düşünmekten kendini alamıyor. Frye, açıkça onayladığını göstererek,
Mallarmé’nin “Tout, au monde, existe pour aboutir à un livre,”54
(Dünyada her şey bir kitaba ulaşmak için vardır) sözünü iktibas
eder, fakat biliriz ki Frye’nin kitabı her zaman kendi Anatomy’sidir.
Onun tahminleriyle ilgili sıkıntı o tahminlerin tamamıyla kontrol
edilemez olmalarıdır. Onlar, Freud’e ait rüya tabiriyle mukayese
edip benzerliklerini gösterirken, her çeşit kelime oyununa, kısaltmaya ve kimlik belirlemeye izin verirler. Frye’nin kabul ettiği gibi,
“Edebiyat dünyası içerisindeki her şeyin potansiyel olarak başka her
şeyle özdeş olduğu bir dünyadır.”55
Bu yöntem “bilimsel” iddiaları ve rasyonalist felsefî temeli olan
Freud eleştirisinin de derdidir. Freud eleştirisi, Jung eleştirisinden
çok daha fazla, metne karşı korkunç derecede duygusuzdur ve cinsel sembolizm arayışında sıkıntılıdır. Arthur Wormhoudt’un kitapla-
52
53
54
55
Princeton, N. J., 1957, s. 118, 119, 122, 354.
A. G. E., s. 25.
A.g.e., s. 122.
A.g.e., s. 124.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 RENÉ WELLEK rında yazı anne sütünden dökülüyor. Kubbeler, dağlar, piramitler,kupalar,hatta ağaçlar ve kuşlar, hepsi meme sembolleridir.56
Charles Neider’in kitabı, The Frozen Sea (1948)’de her yumru ve her
delik erkek veya dişi olarak mütalâa edilir. Tamamıyla Freud’cu
olanlar sadece edebî eleştirinin kıyılarında dolaşırlar. Tam
mânâsıyla Freud’cu olmayan hiçbir münekkit şöhret kazanamamıştır. Freud’e ait motifler ve sezgiler diğer münekkitlere malzeme
olmuşlardır; bu eleştirmenler yöntemin sınırlamalarını görürler
fakat onu yüzeyin altını okuma tekniği olarak, maskesini çıkarma
olarak kullanırlar. Freud’e ait kavramlar ve ön yargılar birçok edebî
biyografi ve psikolojik yoruma şekil verirler. Bununla birlikte, bu
şartlar altında bile, “Aristotle’dan beri sanat anlayışımız için diğer
yazarlardan daha fazlasını”57 yapmış olduğu için Freud’ü metheden
Lionel Trilling sanat ile nevroz, sanatsal üretimle hayal kurma arasındaki farkı ikna edici bir tarzda ifade etmiştir.
Amerkan eleştirisi üzerinde önemli ilgiye sahip olmuş olan bir
başka Avrupa felsefesi Bergsonculuktur. Yeni Eleştiri’nin sözde ba272| db bası John Crowe Ransom’ı, en azından temelde, bir Bergsoncu olarak sınıflandırırdım. Ransom Oxford’da Greats’i çalıştı ve Kant,
Hegel ve Croce hakkında çok şey biliyor. Allen Tate, aydınlatıcı bir
konuşma yaparken, Ransom’ın talebelerine (Tate’e, R. P. Warren’a,
Cleanth Brooks’a) iyi ve kötü hakkında bilgiler öğrettiği şeklindeki
görüşe karşı çıktı. O onlara, daha ziyade,”Kant’a has estetik bilimini
ve Hıristiyan teolojisinden etkilenen fakat sonuçta Nicomach’ın
ahlâk biliminden türetilen bir düalizm felsefesini”58 öğretti. Fakat
muhakkak ki Bergson’ın en büyük etkisi Ransom’ın ilk dönemleri
üzerinde oldu: Ransom’ın soyutlama hakkındaki eleştirisi, bir şiirin
yapısı ve “uygunsuz” dokusu arasındaki farkı ortaya koyması, lüzumsuz şeyler lehinde Eflatun şiirine saldırması (bir kısmı T. E.
Hulme ve İmgecilik sayesinde gelseler de) Bergsoncudur. Mamafih,
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Ransom farklı yaklaşımlar denedi; meselâ bir keresinde yapı ve doku arasındaki fark için bir Freud benzeşimini benimsedi: Yapı olarak, fikir eseri olarak, nesir değerine sahip olarak şiir ego’ya aittir, gizli veya şüpheli içerik, doku id’e
aittir.59 Ama Ransom daha sonra bu fikirleri terk etmişe benziyor.
56
57
58
59
The Demon Lover (New York, 1949), s. 6, 13; Muse at Length (New York,
1953); Hamlet’s Mouse Trap (New York, 1956).
The Liberal Imagination, s. 161.
The Carleton Miscellany,1 (1960), 12’deki “A Ssouthern Mode of the
Imagination.”
Kenyon Review, 9 (1947), 654’teki “Poetry: The Final Cause.”
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ Ve son yazılarında, yaptığı somut şeylerin, dokunun,eşyanın ve
tabiatın mantıklı savunmasına geri dönmüştür. Şekil ve muhteva
düalizmine sarılır ve şiirle ilgili nazariyesini cesurca laik olarak
muhafaza eder. Gök gürültülü bir Tanrı ihdas etmek için yapılan ilk
teşebbüs terkedilmişe benziyor. Organist estetik bilimini reddederken, Ransom Amerikan eleştirisindeki çok bireysel ve tecrit edilmiş
bir pozisyonu muhafaza ediyor.
Son yıllarda ortaya çıkan yeni bir Amerikan eleştirisi motifi varoluşçuluktur. Gerçekten varoluşçu bir eleştiriden söz edip edemeyeceğimizden emin değilim. Hem Heidegger hem de Sartre’la olan
somut, şuurlu bir ilişki var gibi gözükmüyor. Varoluşçu eleştiri bir
kelime dağarcığıdır, bir mizaçtır, bir tutumdur, veya o, daha ziyade,”fenemonoloji” olarak yazarın “şuur”unu, yani Georges Paulet ve
Jean-Pierre Richard gibi yeni Fransız münekkitler tarafından başarılı olarak gösterildiği tarzda onun zaman ve mekânla, tabiat ve toplum ilişkisini yeniden inşa etme girişimi olarak tanımlanmalıdır.
Geoffrey Hartman, Unmediated Vision (1954) adlı kitabında idrak
ve şuur diyalektiğini, “göz önündeki bir imgenin nasıl bir fikre dödb | 273 nüştüğü”60 sürecini izlemek maksadı ile, Wordsworth, Hopkins,
Valéry ve Rilke’nin şiirlerini inceler. J. Hillis Miller’ın Charles Dickens: The World of his Novels (1959) isimli çalışmasında yazarın
“önceden var olan ruhsal durumu” gösterilir; bu çalışma ile o
“kendini idrak eder ve kısmen kendini yaratır.”61 İç âlem, kimlik
arayışı Dickens’ın kurgusal dünyasının tahlili ile alâkalı önde gelen
konulardır.
W. B. Lewis’in Picaresque Saint (1959) adlı eserinde varoluşçu
temanın, yokluk duygusunun, birkaç modern romancıda “hayata
umutsuzca sarılma”62 sayesinde, aşıldığı gösteriliyor. Evliya görünümlü serseri tipi sık sık Moravia, Camus, Silone, Faulkner ve
Graham Greene gibi seçilmiş yazarlarda olmazsa olmaz gibi görünüyor. Lewis’in maksadı gerçekten dinî ve siyasîdir: Sonuçları itibariyle de iyimserdir. Diğer taraftan, Ihab Hassan’ın Radical
Innosence: Studies in the Contemporary Novel (1962)’ı yalnızca kahraman karşıtları,kurbanlar, paryalar arar. “Onların hepsi Self’le
(benlikle)ilgili radikal anlayışlarına rağmen mânâsızlık öngörüsünü
paylaşırlar.” Hassan bu kadar saçma kolay kazanılan bir başarıyı
60
61
62
New haven, 1954, s. 123.
Cambridge, Mass., 1959, s. Viii.
Philadelphia, 1959, s. 27.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 RENÉ WELLEK Truman Capote’nin Breakfast at Tiffany’s adlı çalışması olarak ciddi
bir şekilde tartışır ve yeniden Amerikancılık meselesine döner. Kitap
tatminkâr olmayan bir cevapla biter: “Her insan Amerika’yı sadece
kendisi için yeniden keşfetmelidir.”63 Yalnızlık ve ümitsizlik teması
Murray Krieger’in The Tragic Vision (1960)’ına da şekil verir. Orada,
trajedinin başrol oyuncusu bile bile toplumsal yapı olarak trajedinin genel ortamından çıkarılır. Trajik kahraman (veya daha çok
“hayalci”) “ölüm hastalığı”na , modern nihilizme yakalanmış insandır. Dostoevsky’nin Idiot’ı bile bu kavrama benzetilir, ve Kafka,
Camus, Thomas Mann ve Melville’in kahramanlarıyla daha az sıkıntı yaşanır. Daha önce Yeni Eleştiri’nin sert bir tahlilini, The New
Apologists for Poetry (1956)’yi, yazmış olan Krieger şimdi de şeklî
eleştiriye ek olarak “tematiks” (thematics)i savunuyor. Yeni bir şekil
ve muhteva düalizmi metafizik bir düalizme, “son bir ahenksizlik
görüşü”ne adapte edilir. Edebiyat “varoluşçu felsefenin tek şekli”64
haline gelir: O, varoluşçu terimlerle felsefe konuşmanın veya düşünmenin gerçekten imkânsız olduğunu iddia ediyor. Varoluşçu
görüşü sadece hayalî terimlerle ifade edebilirsiniz. Ancak birileri
274| db onun nasıl ifade edilebileceğini sorabilir, öyleyse, eleştiri sayesinde
mi? Rasyonel olmayan delil felsefeye olduğu kadar varoluşçu eleştiriye de uyar: Yalnızca bir mizah, bir tavır kalır.
Eğer dönüp bu görüntüye bakarsak, veya daha ziyade yeni
Babil Kulesi’ndeki dil kargaşasını dinlersek, büyüyen şaşkınlık ve
anlamazlık duygusu bizi şaşırtmaz. Kolay bir teslimiyet, ham bir
entelektüalizm karşıtlığı ve eleştiri karşıtlığı ortalıkta dolaşıyor. O
açıkça ve bariz bir şekilde Filistinli olabilir; amatörlüğün,empresyonizmin, coşkunun neşeli bir savunması olabilir; eleştiri kuramlarını geçici bir duyarlığın çok miktarda mantıkî açıklaması
olarak gören âlimin şüpheciliği ve tarihî rölativizmi olabilir; yahut
sadece eleştirmenlerin her yerde hazır ve nazır olmaları ve yapmacık tavırları yüzünden, şair ve yazarların duyduğu nefret olabilir.
Randall Jarrel, Poetry and the Age (1953)’de “sanat eserinin mütevazı ve müstesna bir şekilde varolmasıyla başlayan ve felsefe ve
belâgatın tek yan ürünü olan eleştirinin şimdilerde, birçok kimse
için, sanat eserinin varoluş sebebi olduğu”ndan65 şikâyet etti. Karl
Shapiro, In Defense of Ignorance (1960) isimli, çirkin Eliot ve Pound
63
64
65
Princeton, 1962, s. 332, 336.
New York, 1960, s. 245, 247.
Poetry and the Age Vintage Book b. New York, 1955), s. 84’teki “The Age of
Criticism.”
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ grubu olarak düşündüğü şeye yaptığı kaba saldırıda, münekkidin
”sistemsiz” olmasını ve felsefeyi kendi başına bırakmasını istiyor. O
şunları müşahede ediyor:”Edebiyat eleştirisi günümüzde neredeyse
yok; sahip olduğumuz şey kötü gizlenmiş kültür eleştirisi ve teolojidir. Eleştirmen bugün edebiyatı sadece fikirleri aktarma aracı olarak
kullanıyor; onun şairlerden daha fazla pişirecek balığı vardır.”66Bu
müşahedede biraz haklılık vardır. Her noktada yeni eleştiri psikolojiye,sosyolojiye, felsefeye ve ilâhiyata kayıyor. Sadece Kant ve
Coleridge versiyonundaki Alman idealist geleneğine bağlananlar ya
da Aristotle’ı yeniden keşfedenler hâlâ sanatın tabiatına tutunuyorlar ve bir estetiğin ve edebiyat olarak bir edebiyat araştırması idealinin gerekliliğini kabul ediyorlar. Fakat bugün onlar kendi içinde
bölünmüş küçük bir azınlıktır. “Mit” kısa bir süre önce, “belirsizlik”
ve “ironi” daha evvel varken,”vizyon” şu anda moda olan anahtar
terimdir. Amatörlük ve entelektüalizm karşıtlığına sempatim yok,
çünkü ben edebiyat kuramı ile, edebiyatla ve onun değerleriyle
uğraşmaya uygun bir metodun, hatta metodolojinin gelişmesiyle
ilgileniyorum. Eleştirinin sürekli olarak komşu disiplinlere ihtiyaç
duymasını, psikoloji, sosyoloji, felsefe ve ilâhiyatın görüşlerine db | 275 muhtaç olmasını anlayabiliyorum. Fakat eleştirinin sınırsız gelişmesine ve esas konunun, edebiyat sanatının terk edilmesine karşı yapılan protestoya da katılma hissi taşıyorum. “Sanat” ve “estetik”in,
sanki sanat hayatın parçası değilmiş gibi ve hayata uygunluk ve
anlam katmamış gibi, bazen realitenin, hayatın ve insanlığın dışında sayılması günümüzün bir tuhaflığı gibi geliyor bana. Fakat günümüz eleştirisi – ve sadece Amerika’daki eleştiri değil – sürekli
başka yerlere bakıyor, sosyoloji, siyaset, felsefe,teoloji ve de mistik
aydınlanma olmayı istiyor. Şayet felsefeyi geniş anlamıyla yorumlarsak, bizim konu başlığımız lüzumsuz laf tekrarı veya aynileştirmeyi bildirmiş olur. Edebî eleştiri felsefeleşmiştir. Bununla birlikte,
ben eleştirinin asıl ilgisinin, yani edebiyatın, diğer beşerî faaliyetlerden farklı olarak yorumlanmasını, muhafaza edilmesini arzu
ediyorum. Kısaca, inşallah, bizim tabirimiz, “felsefe ve edebî eleştiri” baki kalır.
×××
66
New York, 1960, s. 8.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1