Eurozine - the netmagazine

Transkript

Eurozine - the netmagazine
Irena Maryniak
POLONYALI TESİSATÇI VE İMGE OYUNU
Sanırım, Batı Avrupa'da, statik imgelerden çok akışkan imgeler
çerçevesinde düşünmekten hoşlanmamız, varsayımsal
gelişkinliğimizin bir göstergesi olabilir. Hareketi durağanlığa
yeğliyor gibiyiz ve fazla bildik imgelere, kemikleşmiş, zamanın
etkisiyle yıpranmış ya da aşırı basit temsillere karşı epey
küçümseyici bir tutum takınıyoruz. Önyargılı fikri fark ettiğimizi, basmakalıp
olanı aştığımızı, bu temsillerin yapıbozumuna uğratabileceğimiz ya da
içyüzünü açığa çıkarabileceğimiz şeyler olduğunu hissetmekten hoşlanıyoruz.
Gene de, Polonyalı tesisatçılar, Türk taksiciler ya da Roman yolcular
hakkındaki söyleme bakınca, yanılıyor olabilir miyiz acaba, diye düşünmekten
kendini alamıyor insan.
Belki de, özgüvenimiz, modern şehir yaşamının, toplumsal ve kültürel
karışımının, onun hızlı akan ve parçalı üslubunun, dünyalar arasındaki uzaklık
ve bağlantının sunabildiği dil ve anlatımdaki deneysellik yetisiyle ilgili bir
şeydir. Ama imgeleri hâlâ mutlak, değişmez ve değiştirilemez bir şeylere
açılan pencereler olarak görüp, onları yücelten kültürlerde, bu tam olarak böyle
değildir. Sözgelimi, Ortodoks Hıristiyan geleneğinde, insanlar ikonaları kutsal
olana giden bir yol olarak görür ve onlara taparlar. Doğu Avrupa'nın Katolik
kesimlerinde, görsel temsiller şifa verici kabul edilir ve çok sık olarak
gerçekmiş gibi algılanmaları beklenir. Macaristan, Slovakya ya da Polonya'da,
siyaset adamlarının ya da kültür kahramanlarının tasvirleri hâlâ okullarda,
resmi dairelerde ve kamusal alanlarda sergilenir. Bu tasvirlerin, idealleri,
kimliği ve yeri anımsatan şeyler işlevini gördükleri varsayılır; ne var ki,
göstermeyi umduğum üzere, uluslararası ticaret üslubunun yerleşiklik
kazanmasıyla bu değişiyor olabilir. Günümüzde temsil, ideolojiyle ya da
kimlikle ilgili olmaktan çok, pazarlamayla ve "piyasa"yla ilgilidir.
Elbette, Orta ve Doğu Avrupa kültürleri hâlâ geniş ölçüde köylüdür. Polonya
nüfusunun üçte birinden fazlası, yaklaşık 15 milyon kişi, yolları tozlu
patikalardan ibaret olan ve at arabalarıyla sabanların yaygın olarak kullanıldığı
kırsal kesimde yaşar. Yaşam, tahmin edilebileceği gibi, tekdüzedir ve
davranışlar tutucu olma eğilimi gösterir; katı Katolik bir anlayış, farklılık ya da
yeniliğe karşı kuşku hüküm sürer. Gene de, kırsal kesim çağlar boyunca
Polonya'ya ana kültürel kimliğini vermiştir ve vermeye devam etmektedir. Köy
halkı, 1990'ların başlarına kadar, köyleri ve kilise bölgeleriyle sınırlı bir yaşam
sürüyor ve kamu yaşamında sesini doğrudan çok az duyurabiliyordu. Ama
artık amacı onları temsil etmek olan önemli bir medya mevcudiyeti var.
Kötü bir ünü olan Katolik radyo istasyonu Radio Maryja, birçok açıdan hem
Polonya'nın bugüne kadar dışlanan köylü nüfusunun sesi, hem birçok insanı
yaşam mücadelesiyle karşı karşıya bırakan komünizm sonrası ekonomik
harekete bir tepkidir. 1991'den bu yana, insanlar Torun'dan yayın yapan
An article from www.eurozine.com
1/9
radyoya telefonla bağlanarak uzun uzun görüşlerini dile getirmekte; radyoda
her gün yayınlanan tefekkürleri, duaları, evle ilgili öğütleri ve köktendinci bir
Katolikliğin, yer yer de yabancı düşmanlığının, eşcinsellik düşmanlığının ve
Yahudi düşmanlığının varlığını duyurduğu görüşleri dinlemektedirler. Radio
Maryja'nın değişik değerlendirmelere göre 1 ile 4 milyon arasında dinleyicisi
olduğu tahmin edilmektedir. Oldukça yakın bir tarihe kadar genç Meryem'in
eski usul bir imgesiyle Polonya çapında tanıtımı yapılıyor; sözgelimi, bu imge,
yol kenarlarındaki göz alıcı büyük posterlerde sergileniyordu. Bugün,
radyonun Web sitesinde, Meryem imgesi çok daha az dikkat çekicidir ve
bayrak sallayan çok büyük bir inançlı kalabalığın önündeki küçük bir
madalyon biçimini almıştır.
Radio Maryja'yı destekleyenler, radyonun yayınlarında başka türlü bastırılmış
olarak kalacak olan hayati toplumsal meselelere ve yaklaşımlara yer verdiğini;
radyonun çığırından çıkmış, başarı odaklı, maddeci kapitalizmin ahlaksızlığına
karşı bir haykırış olduğunu belirtiyorlar. Radyoyu eleştirenler ise, radyonun
düşük eğitim düzeyini istismar ettiğini, bölücü ve tehlikeli toplumsal ve siyasal
tutumların gelişimini teşvik ettiğini öne sürüyorlar. Sözgelimi, terörizm
konusu, "bir bakıma, bütün düşmanlarını Amerika'nın desteğiyle yok eden
İsrail, terörizmden çıkar sağlayanların başında geliyor" gibi bir görüşün ileri
sürülmesine yol açmış; eşcinsel haklarının "eşcinsel azınlığın dayattığı
yükselen terör"ü yansıttığı belirtilmişti.
Siyasal açıdan bakıldığında, Radio Maryja halen iktidarda bulunan milliyetçi
hükümet için son derece yararlı bir araç olmuştur. Radyo, bu hükümetin 2005
güzünde iktidara gelmesinde önemli bir işlev üstlenmişti. Hukuk ve Adalet
Partisi, köylü nüfusun oylarının ve komünizmden sonra iktidara gelen
yönetimlerin yolsuzluklarına karşı yaygın öfkenin desteğiyle beklenmedik
biçimde seçimi kazanmıştı. Şimdi, resmi hükümet duyurularını yayınlama
hakkı yalnızca Radio Maryja'nın kurucusu Peder Tadeusz Rydzyk'in kurduğu
medya kuruluşlarının (bunlar arasında bir televizyon istasyonu ile bir gazete de
vardır) elindedir. Başbakan ve kabinesinin bakanları canlı yayınlarda düzenli
olarak boy göstermektedir.
Ama uluslararası halkla ilişkiler ve küresel pazar açısından bakıldığında, Radio
Maryja Polonya için tam bir felaket olmuştur; bu da önemlidir, çünkü Polonya
sonuçta Avrupa Birliği içindeki bir serbest piyasa demokrasisidir. Polonya
televizyonundaki alaycı bir betimleme −−gençler arasındaki ahlak
düşkünlüğüne karşı, birlik olup silahlarını kuşanan orta yaşlı kadınlar−−
Polonya'nın yurtiçindeki ve yurtdışındaki kamusal imgesini yansıtır olmuştur.
Radio Maryja'nın destekçileri ve dinleyicileri bu imgeyi sarsmayı hiçbir zaman
başaramamış; o zamandan beri "tiftik bereliler" olarak bilinmeye
başlamışlardır: İnançlı ve kızgın kesimin simgesi olan bu söz, Polonya'da
üretilmiş ve uluslararası düzeyde kalıplaşmış bir örneğe dönüşmüştür.
An article from www.eurozine.com
2/9
Bunun gibi imgeler ve Radio Maryja'nın yer yer saldırgan yayıncılığı
hakkındaki haberler, Polonya'nın çağdışı olarak damgalanmasında büyük bir
rol oynamış, Yahudi düşmanı olarak kabul edilmesine yol açmıştır; aynı
zamanda, öfkeye ya da kızgınlığa neden olmakta, bir ölçüde de ülkeyi alay
konusu haline getirmektedir. Ama bu imgelerle haberler, ülkedeki ırkçılığın
derecesi hakkında sorulara da yol açmış ve bu ırkçılığı eleştirilere açık hale
getirmiştir. Irkçılık yargısı ete kemiğe bürünmüştür ve "gözler önünde"dir:
Yurtiçinde ve yurtdışında kamunun dikkatine sunulmuştur.
Bunun uzantıları oldukça karmaşıktır. Söylemeye gerek yok: Orta Avrupa'da
entelektüel birikime kapalı, baskıcı bir ırkçı devletin var olması olasılığı, son
derece tedirgin edicidir. Henüz tam o noktada değiliz, ama Nisan 2005'te, 87
yaşındaki Marek Edelman −−1943'teki Varşova Gettosu ayaklanmasının
hayatta kalan son lideri−− Gazeta Wyborcza'da yayımlanan açık bir mektup
yazarak, Yahudi grupların Holokaust'tan kazanç sağladıklarını öne süren Radio
Maryja'yı protesto etti. Mektup, Polonya'da ve yurtdışında hatırı sayılır bir ilgi
uyandırdı ve Edelman'ın "kovuşturma sözlerle başlar, bu da insanı doğrudan
eylemlere götürebilir" şeklindeki uyarısı birçok yerde alıntılandı.
Gerçekten de, Papa XVI. Benedikt'in ilk ziyareti için Polonya'ya gelmesinden
bir gün önce, Yahudi hahamı Michael Schudrich, Varşova'nın merkezinde bir
sprey kutusuyla saldırıya uğradı. Yahudi Öğrenciler Birliği'nin üyeleri de
tehdit telefonları aldılar. Bundan kısa bir süre sonra, Polityka dergisindeki
ayrıntılı bir araştırma raporu, Polonya'da Yeni Nazi hareketinin siyasal
ortamdan destek alarak tırmanışa geçtiğini ve Avrupalı Yeni Nazi gruplarının
yandaşlarını burada eğittiklerini ortaya koyuyordu. Burada Yeni Nazi
hareketine katılanların sayısının '68alen yaklaşık 25.000 olduğu düşünülüyor.
Devlet televizyonu başkan yardımcısı Piotr Farfal'ın, Yahudilerin Polonya'dan
atılmasını talep eden bir Yeni Nazi dergisi yayımladığına dair kaygılandırıcı
haberler de söz konusuydu.
Radio Maryja'yı çevreleyen genel ilgi ve bunun bir uzantısı olarak Polonya
aşırı sağının faaliyetleri, başka türlü halının altına süpürülebilecek bir şey
hakkında kaygılara ve sorulara yol açtı. "Polonya'nın yurtdışındaki itibarına ne
oluyor?" diye soruyordu insanlar (çünkü başarının kuşkulu olduğu yerde, imge
önemli bir kaygı konusudur). Liberal Polonya yayınlarında bile, büyük bir
olasılıkla, Yahudi meselelerinden çok, yurtdışındaki Yahudi düşmanlığı
iddiaları hakkında; cinsel azınlıklardan çok, zihinlerde oluşan eşcinsellik
düşmanlığı sorunları hakkında; etnik azınlıklardan çok, Polonyalıların
bürokratik bir göç sistemiyle mücadele eden göçmenlere karşı kibarlığı
hakkında; dinsel inanç sorunlarından çok, Katolik Kilisesi'nin ahlaki önemi ve
siyasette oynaması gereken rol hakkında haberler okursunuz.
An article from www.eurozine.com
3/9
Batı'nın Yahudi düşmanlığı, eşcinsellik düşmanlığı, ırkçılık ya da dinsel
önyargı konusundaki her iddiası, insanları daha fazla kızdırmaktadır. Bu,
Polonyalıların gözünde, hiç kimsenin tarihsel trajedileri, onyıllarca süren
ekonomik mücadeleyi, Polonya'nın coğrafi konumunun kırılganlığını
anlamadığını teyit etmekte ve sağa Polonya'nın yurtdışından haksız yere hedef
alındığını iddia etme hakkı için ek bir mazeret sağlamaktadır. Geçmiş iki yüz
yıl boyunca Polonya'nın dışarıdan tehdit edilmediği bir dönem var mıydı, diye
soracaktır insanlar, ya da kukla hükümetlerce yönetilmediği veya yabancı
akınlarına uğramadığı? Bugün Polonya devletine yönelik tehditler, gerçekten
de geçmişte olduğundan daha mı az gerçektir?
Ama vatana bağlılığı ve vatanseverlik coşkusunu körükleme amacını taşıyan
bu tür konuşmalar, bu devletin ve onun kuruluşunun gerçekten önemli olduğu
fikrine yönelik şaşırtıcı bir güvensizlik oyuyla karşılanıyor. İstedikleri
yaşamları yakın bir geçmişte kavuştukları anayurtlarında değil, başka bir yerde
bulmaya kararlı insanların ülkeden ayrılmalarıyla büyük bir göç yaşandı. Bu
insanlar, belirttiklerine göre, daha az baskıcı ve daha hoşgörülü bir ortamda
olmaktan hoşlandıkları için ülkeden uzaklaştılar. Vatanseverlik konusundaki
duyarlıklar çok güçlü olmalarına karşın, belli ki piyasa duyarlıkları karşısında
oldukça çaresiz durumda −− Polonya'da bile. Şimdi sunulmakta olan ulusal
ideolojiyle bağlantılı yaşam tarzı, insanların seçmek isteyecekleri tarz değil.
Bu da beni Polonyalı tesisatçı ve 2005 yılında Fransa'daki olaylar konusuna
getiriyor. "Polonyalı tesisatçı" sloganı, ilk kez AB anayasası referandumu
öncesinde Fransa'da Fransa İçin Hareket Partisi'nin ve "hayır" kampının lideri
Philippe de Villiers tarafından kullanıldı. Tesisatçı, buradaki herkesin bileceği
gibi, Orta Avrupa'dan gelen ucuz iş gücünün bir simgesidir. "Tesisatçı," bir
göçmen −−dolayısıyla, medeniyetsiz, aşağı ve ulusal yaşam tarzına bir
tehdit−− olduğu için ve AB pazarının liberalleşmesinden çıkar sağladığı, para
kazandığı ve geldiği ülkedeki kişilerin işlerini elinden aldığı için, Batı
toplumlarına bir meydan okumayı simgeliyordu.
Slogan, Avrupa'nın dört bir yanındaki politikacılar ve gazeteciler tarafından
alındı ve siyasal tartışmanın her iki yanında da kullanıldı. İsviçre Sosyalist
Partisi, Avrupa'da insanların serbest dolaşımı lehine yürüttüğü kampanyada
"Bütün ülkelerin tesisatçıları, birleşin"11 sloganını kullandı; söylenenlere göre,
Dünya Ticaret Örgütü'nün Fransız Başkanı Pascal Lamy, "tesisatçı fobi"sini
Avrupa'nın geleceği tartışmasını çarpıtmakla suçlamıştı; hatta Fransız sosyalist
cephesinde, Polonyalı tesisatçı onuruna bir heykel yaptırılması bile
An article from www.eurozine.com
4/9
konuşuluyordu.
Ama işin ilginç yönü şu ki, konu bununla kapanmadı. Haziran 2005'te, Polonya
Turist Kurulu bütün bu söyleme kendi imgesiyle karşılık verdi: İki yanında
Tatra dağlarının görüntüleri uzanan, şişkin pazılarıyla rahatı yerinde, genç bir
Kaliforniya sahil çocuğu olarak Polonyalı tesisatçı. Resme eşlik eden yazıda
şöyle deniyordu: "Ben Polonya'da kalıyorum, herkes gelsin."
Bu, Polonya'nın tarihindeki en başarılı tanıtım buluşu olmuş, dünya çapında
çok büyük '62ir medya tepkisine ve buna bağlı olarak, Polonya'nın şiddetle
ihtiyaç duyduğu bir üne −−yabancı ziyaretçilerin sayısı arttıkça, Polonya'nın
genç ve hareketli kimseler için iyi vakit geçirilebilecek bir yer olarak
görülmesi−− kavuşabileceği umutlarına yol açmıştır. Ve bu tanıtım, sosisi,
votkası, Papa II. Jean Paul'ü ve elbette tiftik bereleriyle tanınan bir Sovyetler
Birliği sonrası devletinin iç karartıcı, sıkıcı, suça batmış, keyif kaçırıcı bir yer
şeklindeki imgesinin sorgulanmasını sağlamıştır. Burada, tam tersine, buram
buram cinsellik kokan, insanlara sunacak birçok şeyi olan ve herkesi gelip
bunları görmeye davet eden yeni bir Polonya imgesi sunuluyordu.
Bu tür piyasaya yönelik sunumlar, insanlara her zaman istediklerini sunarlar;
elbette, tanıtım kampanyalarını tanıtım kampanyaları yapan şeydir bu. Öte
yandan, basın, daha çok kaygıyı temel alan sunumları, daha çok insanların
aykırı ve ürkütücü bulduğu şeyleri yeğliyor gibidir. Faaliyeti ve hareketi teşvik
etmeye, harekete geçirmeye çalışan uluslararası bir iş piyasasının imgeleri ile
hareketi kısıtlayıp statükoyu korumaya çalışan bir ulusal söylemin sunumları
arasında belirgin bir ikilik ya da gerilim vardır.
İngiliz gazetesi Daily Mail'in 17 Ağustos 2006 tarihli şu haberine bir bakalım:
"Doğu Avrupa'dan binlerce işçi geldiği için (ayda ortalama 250.000 kişi),
işsizlik altı yıldır en yüksek seviyesine ulaştı. Nisan ve Temmuz aylarında
Polonya'dan ve öteki yedi AB ülkesinden 701.000 ziyaretçi geldi."
Ya da 29 Temmuz 2006 tarihli The Guardian'dan şu alıntıya: "İngilizlerin
yaşamları ofislerde tükenip gidiyor, her gün özgür diyebileceğimiz birkaç saat
kalıyor elimize; ne var ki, o birkaç saat de, işe gidip gelirken, çoğu zaman
burnumuz Lehçe konuşan birisinin ter kokan koltukaltına dayalı olarak,
yollarda harcanıyor."
Bu üslup karşısında sormadan edemiyorum: Irkçı olduğunu söyleyebilir
miyim? Polonyalı yerine Türk ya da Somali sözcüğünü geçirin ve sonucu bir
düşünün...
Ama göçmen piyasasının da, medya saldırısına büyük bir özgüvenle karşı
koyacak kadar güçlü bir sesi var. AB'de dolaşımın serbest hale gelmesi, son
derece aktif bir göç sektörü yarattı: Bu sektör, medyadan ve onun yanı sıra,
avukatlar, seyahat acentası işleticileri, tamirciler, lokantacılar ve anayurt ile
gidilen ülke arasında bağlantılar kuran iş simsarlarından oluşuyor. İkinci
Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana Londra'da yayımlanmakta olan
Lehçe bir gazeteye ek olarak, İngiltere'de artık Lehçe basılan çeşitli haftalık
dergiler var; bunlardan her birinin tirajı yaklaşık 20.000, bazen daha fazla.
Bunlardan biri, COOLTURA2 adlı ücretsiz bir dergi. Lehçe ve İngilizce
yayımlanan, kuşe kâğıda basılan ve ederi 1 sterlin olan bir başka yeni dergi, adı
HEY−NOW3 ile benzeri biçimde kültürel bellekten yararlanıyor. Bu
dergilerden birçoğu, Micha? Garapich'in belirttiğine göre, göç danışma
ofislerinin bir uzantısı olarak yayımlanmaya başlamış; 2004'te, söz konusu
ofisler iş danışma merkezlerine dönüşünce, gazeteyi işin bir parçası olarak ya
An article from www.eurozine.com
5/9
da ana tanıtım ortağı olarak korumayı sürdürmüşler. Bu gazeteler, daha önce
ziyaretçilerin yerleşmelerine yardım etmek üzere yalnızca resmi olmayan ağlar
aracılığıyla ulaşılabilen bütün bilgileri sunuyorlar okurlarına: İş bulmanın yolu
yordamı nedir, yardım parası için nereye başvurulur, sendika üyeliğinden nasıl
yararlanılır, yerel politikacınız için nasıl lobi yaparsınız, İngiliz halkının
hakkınızda neler düşündüğü hakkında nasıl fikir edinebilirsiniz gibi soruların
yanıtlarını bulabiliyorsunuz. Ayrıca, yurdunuzda neler olup bittiğine ilişkin
hızlı ve pratik bir değerlendirme alıyorsunuz −− Polonya'da alabileceğinizden
daha canlı ve daha liberal bir bakış açısından. Bu gazetelerin tarzı, belirgin bir
biçimde piyasa yönelimli: İnsanları tuttuklarını koparmaya teşvik ediyor, bir
yandan da bariz tuzaklar ve tehlikeler konusunda uyarıyorlar; açıkça, göç
ticaretinin bir parçasını oluşturuyorlar. Sözünü ettiğimiz göç ticareti, kapsamı
genişleyip ulusötesi topluluklara dönüşen zincirler ve toplumsal ağlar kuruyor,
göçü daha düşük maliyetli ve daha az riskli hale getiriyor ve harekete yön
veriyor.
İşte ticaretin, güvenlik ve istikrar arzusuyla bağlantılı duyarlıklarla doğrudan
çatışma içine girdiği yer de burası. İngiltere'de, Oxford Üniversitesi'ne bağlı
Göç Yönetimi ve Toplumu Merkezi'ndeki bir araştırma, göç hakkındaki
olumsuz duyguların yükselişe geçtiğini gösteriyor.4 Çoğunluğun ortak görüşü,
içeriye hareketin denetimsiz olduğu, yeni gelenlerin sayısının çok fazla olduğu
ve bu kişilerin çok fazla yardım aldığı şeklinde. Halkın göç hakkındaki bilgisi
çok sınırlı olmasına karşın, göç insanların zihinlerinde ilk sırayı işgal eden
meselelerden biri.5 Farklı göçmen grupları ve bu kişilerin neden burada olmak
isteyebilecekleri hakkında da zihin karışıklığı var; bu da gösteriyor ki, halktaki
kaygı, siyasetçilerin, siyasete biçim verenlerin ve özellikle kamusal tartışmanın
çerçevesini belirleyen gazetecilerin yaygınlık kazandırdığı kamusal söylemin
niteliğinden kaynaklanıyor olabilir. Olumsuz tutumlar, toplumsal etkilerden
çok, algılamaya dayalı etkilere bağlanabilir. Sözgelimi, Oxford araştırması,
göçe yönelik tutumların üniversite düzeyinde eğitim görmüş kişiler −−yani,
okuryazarlar−− arasında daha olumsuz bir niteliğe büründüğüne ilişkin veriler
olduğunu ortaya koyuyor.
Son zamanlarda BBC'de, Göç Bürosu'nun, halihazırdaki göç oranları sürerse
"İngiliz toplumunda, özellikle en yoksul bölgelerde derin değişimlerin olması
kaçınılmazdır" şeklindeki ya da Slough İlçe Meclisi'nin "toplumsal bütünlük
risk altında" şeklindeki uyarılarının dikkati çekmemesi neredeyse olanaksızdı.
Nitekim çekti de. Bu hafta başında, Bulgaristan ile Romanya Ocak 2007'de
AB'ye katıldıklarında, Bulgarlarla Rumenlerin İngiltere'ye girişlerine
kısıtlamalar getirileceği bildirildi. Ama bundan önce, benzeri uyarılar aylarca
medyada yer aldı: 1 Ocak 2007'de otuz milyon insanın buraya gelme ve burada
çalışma hakkına kavuşacağı, evsizlerin İngiltere sokaklarını altüst edeceği,
İngiltere'de zaten bir milyondan fazla Doğu Avrupalı işçinin bulunduğu ve bir
milyon Moldovalının İngiltere'de serbestçe dolaşabilmek için şimdiden
Rumen ya da Bulgar pasaportu almış olduğu. İlkesiz iş bulma acentelerinin
insanları kandırarak İngiltere'ye çektikleri ve düşük ücretli işlerle ve aşırı
kalabalık yerlerde barınmayla baş başa bıraktıkları söyleniyordu. "İki karpuz
bir koltuğa sığmaz." Yalın gerçek şuydu: Kamu hizmetleri bununla başa
çıkamayacaktı ya da çıkmayacaktı.
Tartışma, büyük ölçüde, İngiltere'nin yalnızca "boğaz tokluğuna" (Göç
Bürosu'ndan Andrew Green'in sözü) çalışmaya hazır "yeni bir altsınıf "la
uğraştığını ima eden bir çerçevede ve farklı grupların iç içe geçtiği,
istatistiklerin son derece gelişigüzel kullanıldığı bir dille yürütüldü. Geçenlerde
BBC'nin Romanya üzerine bir haberinin basılı kopyasını okudum; haber
boyunca Romanlardan söz ediliyor, ama bir kez bile Rumenlere
An article from www.eurozine.com
6/9
değinilmiyordu. Mayıs 2005'ten bu yana [İngiltere'ye] gelen ve genellikle
"Doğu Avrupalı, çoğunlukla Polonyalı" olarak betimlenen göçmenler üzerine
gördüğüm rakamlar, 329.000 ile 600.000 arasında değişiyor.
Daha önce buraya gelmiş olan Polonyalılar üzerinde bu tür bir basın
sunumunun hiç etkisi olmadığını söyleyemeyiz, ama piyasa gene de sözlerden
daha yüksek sesle konuşuyor. Birçoğu ocak ayından itibaren, iş konusunda
korktukları kadar çok başka Doğu Avrupalıyla rekabet etmeyecekleri için
memnun olabilirler. Ama Polonyalı tesisatçılar, doktorlar, çevirmenler,
biyokimyacılar ve müteahhitler için çatışma, İngiliz toplumsal ya da ulusal
korumacılığının güçleri ile çalışma özgürlüğü arasında değil yalnızca. Göçmen
Polonyalılar, kendi milliyetçiliklerinin ve öz imgelerinin psikolojik baskısıyla
da başaçıkmak zorundalar; çünkü çalışmak üzere yola çıktıkları ülkeleri, yakın
zamanlara kadar, kişinin ülke dışından birisi olup, gene de saygınlığını
korumak için kendini siyasal göçmen olarak adlandırmak zorunda kaldığı bir
yer niteliğini taşıyor.
Polonya ulusal mitolojisinde göçmen, hem siyasal bir sığınmacı, hem direniş
savaşçısıdır; ya da bir İngiltere Çarpışması pilotu; ya da Dayanışma
ayrılıkçısı. Bu noktada, Polonya edebiyat kültürünün temel olarak sürgünde
yazılmış 19. yüzyıl klasiklerine dayandığını unutmamamız gerekir: Adam
Mickiewicz'in anlatısal şiiri Pan Tadeusz, büyük bir olasılıkla en iyi bilinen
örnektir, ama böyle başka birçok eser vardı. Polonyalıların etnik kimlik
duygusu, yurtdışında yaşayıp ölmüş kişilerin yaşamöyküleri çevresinde
kurulmuştur büyük ölçüde.
Daha yakın bir geçmişte, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Nazi işgalinden ve
daha sonra Sovyet komünizminden kaçan Polonyalı sığınmacılar, onlara bir
özlem yükünü ve ahlaki bir yükümlülüğü −− kendini feda etme−− dayatan bir
mit kalıntısıyla başaçıkmak zorundaydılar. Ve bunun yanı sıra, başarıya ulaşan
herhangi bir kimse hakkında gizli bir kuşku vardı, çünkü başarıya ulaşmış
kişiler, vatanseverlik görevlerini bir yana bırakmış olmalıydılar.
İşin en ilginç yönü, 19. ve 20. yüzyıllarda yaklaşık 12 milyon insanın
öncelikle ekonomik nedenlerle Polonya'yı terk etmiş olmasıdır. Bu kişiler
çiftçi, madenci ve duvarcıydılar ve her yere gittiler −− her ne kadar büyük bir
bölümü Amerika Birleşik Devletleri'ne göç ettiyse de. Ama Polonya tarih
söyleminde bu kişiler çoğunlukla göz ardı edilir.
Polonyalı Tesisatçı'nın başardığı bir şey (büründüğü iki kılığın her biriyle:
mazlum göçmen olarak ve medya starı olarak), artık bunun böyle olmamasını
sağlamaktır. Polonyalı ekonomik göçmen, resmin dışında değil artık. Öyleyse,
bir nokta şaşırtıcı olmayabilir: Zaman zaman, İngiltere'ye yeni göçmenlerin
gelişi konusunda en yüksek sesle yakınan kişiler, eski göçmenler, siyasal
göçmenler, 1989'dan önce Londra'da sürgünde birbiri ardına hükümetler
kuranlar ya da İngiliz Hava Kuvvetleri'yle birlikte uçan İkinci Dünya Savaşı
pilotlarıdır.
Öyleyse, geçen yıl Londra'daki 7 Temmuz facialarından sonra, İngiltere'deki
Polonya Turist Ofisi'nin seçtiği poster ilginçtir: Bu posterde bir İkinci Dünya
Savaşı pilotu ve "Londralılar, gene sizinle birlikteyiz" sözü yer alıyordu. O
sırada bu daha çok Londra'daki Polonyalıların çatlak boruları tamir edenler
şeklindeki imgesine karşı koyma ve insanlara tarihsel bir bağı anımsatma
girişimini andırıyordu. Ama işin gülünç yanı, posterdeki pilotun Polonya'yla
özel hiçbir bağlantısı olmayan bir İngiliz olduğunun ortaya çıkmasıydı. Bu bir
kez açığa çıkınca, kampanyaya hemen son verildi.
An article from www.eurozine.com
7/9
Haklı olanın cesur savunucusu şeklindeki sevimli Polonyalı imgesini
İngiltere'ye taşımaya yönelik bu bir ölçüde düşüncesiz çaba, Polonya
hükümetinin ülkedeki yurttaşlarıyla yurtdışındaki Polonyalılar arasında daha
etkili bir ağ yaratmaya yönelik halihazırdaki girişimleriyle uyum içindedir.
Dışişleri Bakanlığı'na göre, Polonya nüfusunun üçte birinden fazlası
yurtdışında yaşamaktadır. AB'nin Mayıs 2004'teki genişlemesinden bu yana,
yaklaşık 2 milyon kişi yurt dışında çalışmak üzere Polonya'dan ayrılmıştır.
Yüzde 18'lik bir işsizlik oranıyla (bu oranın gençler arasında % 40'a ulaştığı
bildirilmektedir), ülkeden ayrılanların büyük bölümünün 35 yaşın altında
olması pek de şaşırtıcı değildir.
Aşağı Silezya'da doktorların % 10'u ile anestezi uzmanlarının % 25'i yurt
dışına gitmiştir ve tehlike çanları çalmaktadır. Aşağı Silezya'daki Wroclaw
şehri, Londra'daki Polonya kulüp ve barlarında, insanları geri dönmeye çağıran
bir poster kampanyası başlatmıştır. Benzeri kampanyalar Polonya'da da
başlatılmış olup, şirketler gençleri işe almaya teşvik edilmektedir; ayrıca,
yakınlarda çıkan bir habere göre, 100 bilim adamı ve araştırmacı, onları ülkede
kalmaya ikna etmek için bir dizi 5000 sterlinlik (10 aylık maaş karşılığı)
ödemeyle ödüllendirilmiştir.
Açık olarak, Polonya hükümetinin bir "uygarlık sıçraması"na yönelik vaatleri
ve Avrupa'ya ahlaki önderlik sunma yönündeki konuşmaları, nüfusun büyük
bir kesiminde herhangi bir heyecan yaratmamıştır. Ama ihanet, Katoliklik
karşıtlığı, Yahudilik, liberalizm, sermaye birikimi ve komünizm kavramları
arasında bağlantı kuran tuhaf fikirler gündemi oluşturuyor ve Avrupa'nın başka
yerlerinde olduğu gibi, ırkçılığın yükselişe geçtiği görülüyor. Varşova'daki
antifaşist gözlem örgütü Nigdy Wiecej (Bir Daha Asla), 2005'in sonları ile
2006'nın başlarında 247 ırkçı olay olduğunu rapor etti. Belirtildiğine göre, bu
olayların büyük bir bölümü şiddet içeriyordu.
Ne var ki, Polonya'nın da bildiği gibi, yabancı düşmanlığı, yabancı korkusu,
konuk korkusu, ülkenin ruhuna aykırıdır. Polonya'nın ziyaretçilere karşı, yeni
gelenlerin şaşırtıcı ve abartılı bulabileceği bir konukseverlik ve cömertlik
geleneği vardır. Ve bir serbest emek piyasasında, konuklar vazgeçilmez
olmakla kalmazlar, gereklidirler de. Medya starı olarak Polonyalı Tesisatçı
bunu bilmekte ve insanlara açık bir çağrıda bulunmaktadır.
Artık bu kadar çok Polonyalı ülkeyi terk ettikten sonra, daha doğudaki,
mücadele içindeki ekonomilerden −−sözgelimi, Ukrayna'dan−− insanlar,
Polonyalıların Londra'da yaptıkları işleri üstlen mek üzere Wroclaw gibi
şehirlere geliyorlar. Ama sürekli olarak bölünmenin anısından kurtulamayan
bir devlette, bu konukların, ister altkesimden işçiler olsunlar, ister büyük iş
yatırımcıları, bir biçimde, var olan pek az şeyi ele geçirecekleri, düşsel
dünyada var olan, ama somut dünyada henüz tam olarak biçim kazanmamış bir
kimliği, bir imgeyi ve kişiliği ağır ağır yok edecekleri kaygısı hâkim.
Sözlerime Andrzej Stasiuk'un yakınlarda yazdığı ve Katolik dergisi Tygodnik
Powszechny'de yayımlanan bir yazısından bir paragrafı alıntılayarak son
vermek istiyorum. Polonyalı'nın ve belki daha genel olarak Doğu Avrupalı'nın,
yaşam tarzlarını ve var olan devlet desteklerini (ileri ekonomilerin ayrıcalığıdır
bu) korumayla ilgili değil; yok olma korkusuyla ilgili kaygısını −−aslında,
sonuçta, temsil edilmeme ve var olmama'yla ilgili derin bir kaygıyı−− yansıtan
bir alıntı bu:
Avrupa kıtasının bu kesiminde, halkların büyük hareketi
sürüyor... Burada hiçbirimiz sağlam bir zemin üzerinde
An article from www.eurozine.com
8/9
durmuyoruz; bu yüzden de, tarih ve efsaneyle iç içe geçen
karmaşık mülkiyet yasaları oluşturuyoruz. Ufka doğru bakıyor,
yaşam boyunca bir araya getirdiğimiz her şeyi elimizden
alacak bir saldırıyı bekliyoruz. Bilincinde olmaksızın,
süvariler, toynak sesleri, çığlıklar ve alevler öngörüyoruz.
Oysa, bugün daha küresel, daha zengin, daha yoksul, daha
uygar, daha az uygar bir şeyin, her durumda "farklı" ve
"yabancı" bir şeyin tehdidi altındayız. Bu şey korkumuzu
besliyor; sürekli olarak varoluşumuza ilişkin bir kanıta
gereksinme duyuyoruz. Kendimizi başkalarının gözüyle
inceliyoruz. Görünmez olabileceğimizden korkuyoruz.
This article is based on a contribution to the panel discussion
"Mirror writing. Reflections of cultural reality", which took place
at the 19th European Meeting of Cultural Journals in London from 27−30
October 2006.
1
2
3
4
5
Bilindiği gibi, Marx ile Engels'in Komünist Manifesto'sunun son sözü "Bütün ülkelerin
proleterleri, birleşin"dir. (ç.n.)
Kultura, Soğuk Savaş sırasında Paris'te yayımlanan son derece elitist bir Polonya dergisinin
adıydı.
Lehçe'de Hejna?, Krakow'daki Eski Çarşı Meydanı'ndaki Azize Meryem Bazilikası'ndan
saat başı çalınan boruya gönderme yapar.
Bkz. Heaven Crawley, "Evidence on Attitudes to Asylum and Migration: What We Know,
Don't Know and Need to Know" (Sığınma ve Göçe Yönelik Tutumlar Üzerine Veriler:
Bildiklerimiz, Bilmediklerimiz ve Bilmemiz Gerekenler), COMPAS Bildirileri, No 23,
Oxford Üniversitesi, 2005.
Sözgelimi, bir MORI kamuoyu araştırması, halkın İngiltere'nin dünyadaki sığınmacıların %
23'ünü barındırdığını tahmin ettiğini gösteriyordu. Aslında rakam % 2'nin altındadır.
Published 2006−12−18
Original in English
Translation by Kemal Atakay
Contribution by Varlik
First published in Varlik 12/2006 (Turkish version)
(c) Irena Maryniak
(c) Eurozine
An article from www.eurozine.com
9/9