GAZİANTEP ZEUGMA MOZAİK MÜZESİ

Transkript

GAZİANTEP ZEUGMA MOZAİK MÜZESİ
EKİM-KASIM-ARALIK 2011 OCTOBER-NOVEMBER-DECEMBER 2011 SAYI 3 ISSUE 3
Yeni bir müzemiz oldu:
GAZİANTEP
ZEUGMA
MOZAİK
MÜZESİ
We have a new museum:
Gaziantep Zeugma Mozaic Museum
KÜLTÜRE ve SANATA CAN SUYU: DÖSİMM
Life line support for history, culture and art: DÖSİMM
TOKAT ATATÜRK EVİ ve Etnografya Müzesi
The Atatürk House and Etnographic Museum in Tokat
Başarısını talanıyla gölgeleyen SCHLIEMANN
Schliemann who overshadowed his success with his pillage
MEDUSA: Mitolojinin yılan saçlı kahramanı
Medusa: Mythological heroine with snakes for hair
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ KOLEKSİYONUNDAN
IYI ÇOBAN ISA
İyi Çoban İsa ensesine oturttuğu
koçun ayaklarını sağ eli ile
tutmuştur. Kısa bir tunik
giymiş olup giysisini belinden
bir kuşakla bağlamıştır.
Başını yukarı doğru kaldırmıştır.
Kısa dalgalı saçları yüzünü
çevirmektedir. Sırtındaki
koçun anatomik yapısı
çok iyi işlenmiştir.
Ana Sponsor
İstanbul Arkeoloji Müzeleri
TÜRSAB’ın desteğiyle yenileniyor
İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Osman Hamdi Bey Yokuşu Sultanahmet İstanbul • Tel: 212 527 27 00 - 520 77 40 • www.istanbularkeoloji.gov.tr
EKİM-KASIM-ARALIK 2011 OCTOBER-NOVEMBER-DECEMBER 2011 SAYI 3 ISSUE 3
Yeni bir müzemiz oldu:
GAZİANTEP
ZEUGMA
MOZAİK
MÜZESİ
içindekiler
We have a new museum:
Gaziantep Zeugma Mozaic Museum
KÜLTÜRE ve SANATA CAN SUYU: DÖSİMM
Life line support for history, culture and art: DÖSİMM
TOKAT ATATÜRK EVİ ve Etnografya Müzesi
The Atatürk House and Etnographic Museum in Tokat
Başarısını talanıyla gölgeleyen SCHLIEMANN
Schliemann who overshadowed his success with his pillage
MEDUSA: Mitolojinin yılan saçlı kahramanı
Medusa: Mythological heroine with snakes for hair
5 Başyazı
22 Dünya tarihinin ev sahibi
BRITISH MUSEUM
36 KÜLTÜRE ve SANATA
can suyu
46 Taşa çeviren bakışlar
52 AY’ın karanlık yüzü
62 İstanbul’un tarihi gözlerinizin
önünde canlanacak
70 Haber turu
72 Takvim
76 TÜRSAB-MTM müze rehberi
78 TÜRSAB-MTM müze harita
8
Her taşı bir tarih sahnesi
30
Tarihin AYAK İZLERİ...
40
Medeniyetler Köprüsü
56
Tokat ATATÜRK Evi ve Etnografya Müzesi
64
İSTANBUL’un ‘MODERN’ yüzü
TABLE OF CONTENTS
8
Ekim-Kasım-Aralık
2011
Sayı 3
•
October-November-December
2011
Issue 3
Each stone a page
of history
30
FOOTPRINTS
of history
40
Bridge of civilizations
56
The ATATÜRK House and
Etnographic Museum in Tokat
64
İSTANBUL’s
‘MODERN’ face
Editorial
5
Host to the History of the World:
THE BRITISH MUSEUM
22
Life line support for history,
CULTURE and ART
36
Petrifying gaze
46
Dark side of the MOON
52
İstanbul’s history revived
62
News in overview
70
Calendar
72
TÜRSAB-MTM museums guide
76
TÜRSAB-MTM map of museums
78
TÜRSAB-MTM İŞ ORTAKLIĞI TARAFINDAN ÜÇ AYDA BİR YAYINLANIR
PUBLISHED QUARTERLY BY THE TÜRSAB-MTM JOINT VENTURE
TÜRSAB-MTM İş Ortaklığı adına SAHİBİ / TÜRSAB YÖNETİM KURULU BAŞKANI
OWNER on behalf of the TÜRSAB-MTM joint venture / PRESIDENT OF THE TÜRSAB EXECUTIVE BOARD
Başaran ULUSOY
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ / RESPONSIBLE MANAGING EDITOR
Feyyaz YALÇIN
YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD
Başaran ULUSOY, Feyyaz YALÇIN, Arzu ÇENGİL, Hakan HİMMETOĞLU, Köyüm ÖZYÜKSEL,
Kibele EREN, Ayşim ALPMAN, Aylin ŞEN, Hümeyra ÖZALP KONYAR
TÜRSAB adına YAYIN KOORDİNATÖRÜ / EDITORIAL COORDINATOR on behalf of TÜRSAB
Arzu ÇENGİL
YAYIN YÖNETMENİ / EDITOR-IN-CHIEF
Ayşim ALPMAN
GÖRSEL YÖNETMEN VE YAYIN DANIŞMANI / ART DIRECTOR AND EDITORIAL CONSULTANT
Hümeyra ÖZALP KONYAR
GÖRSEL VE EDİTORYAL YÖNETİM / VISUAL AND EDITORIAL MANAGEMENT
Özgür AÇIKBAŞ
HABER MÜDÜRÜ / NEWS EDITOR
Sevinç AKYAZILI
GRAFİK UYGULAMA / GRAPHICAL IMPLEMENTATION
Semih BÜYÜKKURT
ÇEVİRİ / TRANSLATION
Ahmet ALPMAN
YÖNETİM MANAGEMENT
YAYIN EDITORYAL
BASKI PRINTING
TÜRSAB-MTM İŞ ORTAKLIĞI
Dikilitaş Mah. Aşık Kerem Sk. No: 42
34349 Beşiktaş
İstanbul / Türkiye
Tel / Phone: (212) 259 84 04
Faks / Fax: (212) 259 06 56
www.tursab.org.tr
e-mail: [email protected]
BRONZ YAYINCILIK
Pürtelaş Mah. Güneşli Sk. No: 22 D: 1
34433 Cihangir
İstanbul / Türkiye
Tel / Phone: (212) 244 85 37-38
Faks / Fax: (212) 244 85 34
e-mail: [email protected]
BİLNET MATBAACILIK
Biltur Basım Yayın ve Hizmet AŞ.
Esenşehir Mah. Dudullu Organize
Sanayi Bölgesi 1. Cadde No:16
Ümraniye İstanbul / Türkiye
Tel / Phone: (216) 444 44 03
Faks / Fax: (216) 365 99 07-0
www.bilnet.net.tr e-mail:[email protected]
MÜZE Dergisi Basın Konseyi üyesi olup, Basın Meslek İlkeleri’ne uymaya söz vermiştir. The Museum Journal is a member of the Turkish Press
Council and has resolved to abide by the Press Code of Ethics. MÜZE Dergisi’nde yayınlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak gösterilmeden
alıntı yapılamaz. None of the articles and photographs published in the The Museum Journal maybe quoted without mentioning of resource.
T
GYPSY GIRL AND MONA LISA
ÇİNGENE KIZI VE MONA LISA
urizmde müzeciliğin önemini söylemeye bile gerek yok. Türkiye’nin
son yıllarda müzecilik alanında attığı adımlar da ortada. Yine de, itiraf
etmeliyim ki, TÜRSAB olarak o çabaların odak noktasında yer almış
olsak bile, ‘zenginliğimizin’ çok da farkında değilmişim. Hatta belki
değilmişiz.
Çabalara bir katkı olarak MÜZE adında bir dergi yayınlanmasına karar
verdiğimizde, bir dizi soruyla karşılaştık. Konu sıkıntısı yaşanır mıydı?
Müzecilik kimin, ne kadar ilgisini çekerdi?
Dergi üçüncü sayısıyla elinizde. Bu soruların yanıtlarını veriyor.
Verirken de Anadolu’nun tarihi, kültürel zenginliğinin nasıl uçsuz
bucaksız olduğunu gösteriyor.
İşte Zeugma örneği. Roma İmparatorluğu’nun dördüncü büyük /
önemli kentinin mirası bir müzede hayat buldu. Gaziantep’te açılan
Zeugma Mozaik Müzesi, eğer tanıtıp duyurmayı da başarırsak,
yüzbinleri kendisine çekecek. Destinasyonlara Gaziantep adını
ekleyecek.
Paris’te Louvre Müzesi’ni ziyaret edenler bilir. Günün her saatinde
her salonu turistlerle dolup taşar. Ama hiçbiri Mona Lisa tablosu
kadar kalabalık toplayamaz. Mona Lisa’nın karşısında, her ülkeden
ziyaretçiyle kuyruklar oluşur.
Zeugma’daki ‘Çingene Kızı’ Mona Lisa’yı hatırlatıyor. İzleyeni Mona
Lisa kadar etkiliyor. Peki, Çingene Kızı onun kadar şanslı olur mu?
Günün birinde onun karşısında da kuyruklar uzanır mı? Tekrarlayayım;
eğer tanıtıp duyurmayı başarırsak ‘Evet’!
Başaran Ulusoy
The importance of museums for the tourism sector
is self-evident. The improvements accomplished by
Turkey in recent years with regard to the management
of its museums are also obvious. However, I have to
admit that, although from the very outset, TÜRSAB was
actively involved as a main actor in these rejuvenation
efforts, I was not fully aware of the amazing dimensions
of our ‘wealth’ in terms of historical heritage. Or even,
we were not…
As we were deciding, in order to support those efforts,
to launch this publication devoted to museums, we
were faced with a series of questions. Would there be a
scarcity of themes to tackle? How far and which type of
public would be interested in the subject matter?
At this moment, you are holding the third issue of
MÜZE DERGİ in your hands, providing a plethora of
answers to the above questions. While doing so, it
shows at the same time, the tremendous extent of the
Anatolian historic and cultural heritage.
Let us dwell upon the example of Zeugma. The
legacy of the fourth largest and important city of the
Roman Empire was brought back to life at the newly
inaugurated Zeugma Museum of Mosaics in Gaziantep.
Through an adequate introduction, the museum will
reach the point of attracting thousands of guests and
help insert Gaziantep on the map of major tourist
destinations in Turkey.
Those who visited the Louvre in Paris are familiar with
the sight of the waiting lines forming in front of the
Mona Lisa painting and consisting of visitors from
around the world. Although, most of its departments
are full of visitors at all times, no other hall of the
Louvre is as crowded as the one housing the Mona Lisa.
The ‘Gypsy Girl’ mosaic of Zeugma, exerts an impact as
strong as Mona Lisa on its admirers. But, will she be as
fortunate as Mona Lisa in having long waiting lines in
front of her? Yes probably, and I repeat, if we succeed in
introducing her properly to the world!
Dünya turizmini İzmir’de keşfedin!
Explore the world’s tourism in İzmir!
08-11 Aralık December 2011
Turizm Fuar ve Konferansı
Tourism Fair & Conference
İzmir Uluslararası Fuar Alanı, Kültürpark
İzmir International Fair Center, Kültürpark
Partner Ülke
Partner Country
www.travelturkey-expo.com
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde
Under the patronage of Ministry of Culture & Tourism
Organizatörler
Organizers
Partner İl
Partner City
KÜTAHYA
Member
Tel/Phone: +90 212 259 84 04
Medya Sponsoru
Media Sponsor
Tel/Phone: +90 212 334 69 24
Tel/Phone: +90 232 497 11 12
Havayolu Sponsorları
Airline Sponsors
BU FUAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) İZNİ İLE DÜZENLENMEKTEDİR
THIS FAIR IS ORGANIZED WITH THE PERMISSION OF THE UNION OF CHAMBERS AND COMMODITY EXCHANGES OF TURKEY IN ACCORDANCE WITH THE LAW NUMBER 5174
8
BİR YÖRE
BİR MÜZE
One Region
One Museum
Yazı-Text
Sevinç Akyazılı
Fotoğraflar-Photos
Rasim Konyar
Her taşı bir
tarih sahnesi
saınt jean şövalyeleri’nin 1402’de inşa
ettiği bodrum kalesi, 47 yıl önce müzeye
dönüştürüldü... bu müzede, antik çağ
şaheserleri şövalyelerin armalarının
altında sergileniyor. müzenin
salonlarında, ticaret gemileri tüm
görkemiyle beliriyor, ipek elbiselerini
giymiş karyalı bir prenses, konuklarını en
zarif haliyle selamlıyor!
Kings... Princesses... Knights...
EACH STONE A PAGE OF HISTORY
BODRUM CASTLE, BUILT IN 1402 BY ST. JOHN KNIGHTS OF
RHODES WAS CONVERTED 47 YEARS AGO INTO A MUSEUM
WHERE ANTIQUE AGE PIECES ARE EXHIBITED UNDER THE
COATS OF ARMS OF THE KNIGHTS. IN THE GALLERIES OF
THE MUSEUM, TRADE SHIPS BURST INTO SIGHT IN ALL
THEIR GLORY, A CARIAN PRINCESS IN SILK COSTUME
WELCOMES HER GUESTS GRACIOUSLY.
9
odrum, yalnızca Muğla’nın ve Ege’nin değil tüm
Türkiye’nin çekim merkezi gibi. Ama, sadece günümüzde değil... Son 30 yılda da değil... Binlerce yıldır böyle. Gündoğan yakınlarındaki Peynir
Çiçeği Mağarası’nda bulunan taş ve bronz kalıntılar, bölgede yaşamın Bakır Çağı’na, yani M.Ö. 5000’lere kadar
uzandığını gösteriyor.
Heredot’un yazılarından, ilk kentin de M.Ö. 1000 yıllarında bugünkü kalenin bulunduğu yerde kurulduğunu öğreniyoruz. M.Ö.
4’üncü yüzyıldan itibaren altın yıllarını yaşayan ve antik çağda Halicarnassos olarak anılan şehir, Karya’ya 24 yıl süreyle başkentlik
etmiş. Dönemin en gelişmiş uygarlıklarından biri olan Karyalılar,
arkalarında bir de ‘dünyanın yedi harikası’ndan birini bırakmış.
Yani günümüze kadar uzanan ‘mozole’ sözcüğünün kaynağı, Kral
Maussollos’un anıt mezarını.
10
Bodrum is like the attraction centre, not only of Muğla or the Aegean,
but of whole Turkey. This is true, not only for our time or for the last 30
years, but it was the case for thousands of years. The stone and bronze
artefacts discovered in the Peynir Çiçeği cave point to civilization on the
peninsula as far back as 5,000 years ago, during the Copper Age.
The father of history Herodotus, a native of Bodrum, estimated that the
history of his birthplace dated to the first millennium BC, that the first
town was established then at the site of the current castle. Bodrum,
Halicarnassos with its ancient name, which experienced its golden age
from the 4th century BC onwards, was the capital city of the Carian
civilization for 24 years. Bearers of one the leading civilizations of their
time, the Carians erected a funeral monument, the Mauseleion, which
was going to take its glorious place among the Seven Wonders of the
Antique World, for their King Maussollos, whose name is at the origin
of the word “mausoleum”, meaning funeral monument.
Bodrum Kalesi’nin havadan ve denizden görünüşleri ile camiye dönüştürülen şapelin çatısı ve minaresi.
Views of the Bodrum Castle from air and from sea, rooftop and minaret of the chapel converted into mosque.
11
İngiliz Kulesi’nin içi (yukarıda), Şapel’in ön cephesi (sağda).
Inside the English Tower (above), Chapel’s front view (on the right).
Şövalyeler Çağı!
Zaman hızla geçip, Antik Çağ’ın büyük uygarlıkları tarihin tozlu sayfalarında yer alırken, Ortaçağ Avrupası’nın en önemli aktörlerinden
Hıristiyan şövalyeler de Bodrum’un önemini fark etti.
Kendilerini ‘Hıristiyanlık inancının koruyucusu’ ilan eden Saint Jean
şövalyeleri, 1402’de Sultan Mehmet Çelebi’den izin alarak kalenin
inşasına başladı. Şövalyeler, iddialarını da, Kral Maussollos’un
dillere destan mezarının taşlarını kullanarak gösterdi. Anıt mezardan
getirilen taş bloklarla, yüksekliği 47.5 metreye ulaşan, 180x185 metre
ebatlarındaki kale ortaya çıktı.
Şövalyeler, kalenin denize hakim kulelerine, içlerindeki her grubun
geldiği ülkenin adını verdi: İngiliz, Fransız, İtalyan, İspanyol kuleleriyle Yılanlı Kule.
Taş ve ahşap işçiliğinin en güzel örnekleriyle süslenen kale 16’ncı
yüzyılda Osmanlılar’ın eline geçti ve bir dönem hapishane olarak
kullanıldı. 1915 yılında Fransızlar tarafından bombalanan ve yıllarca
kaderine terk edilen kale, 1964 yılında müzeye dönüştürüldü. Şimdi Türkiye’nin tek sualtı arkeoloji müzesi olma unvanını taşıyan bu
müze, birbirinden önemli binlerce kara ve sualtı bulgusunu içinde
barındırıyor.
Dünyanın en geniş koleksiyonu!
Müzenin ziyaretçileri, şövalyelerin ejderha, eşit kollu ve klasik haçlarla süslediği 7 kapıdan geçerek iç kale bölümüne ulaşıyor. Bu bölüm,
‘dünyanın en büyük amfora koleksiyonuna’ ev sahipliği yapıyor. Antik
Dönem’de şarap, zeytinyağı ve kuru gıda maddelerinin taşınıp depolanmasında kullanılan bu iki kulplu, sivri dipli testiler, kullanıldıkları
dönemin ticari ve sosyal hayatını anlatan önemli ipuçlarını barındırıyor. Burada, M.Ö. 1400-1992 yılları arasında üretilen çeşitli amfora
örnekleri ziyaretçilerle buluşuyor. Antik Çağ ticaretinin bel kemiği
12
Age of the Knights
As the civilizations of the Antique Age took their place in the dusty
pages of history, the Christian Knights, among the principal actors of
medieval Europe, discovered the strategic merit of Bodrum.
Proclaiming themselves protectors of the Christian belief, the St. John
Knights launched there the construction of the St. Peter Castle in
1402, upon an authorization granted by the ruler of the Ottoman
Empire, Sultan Mehmet Çelebi. They used stone blocks from the ruins
of the famous Mauseleion (partially destroyed in an earthquake on 8th
August 1304) in the construction, eventually erecting a 47,5 meters
high fortress covering an area of 180x185 meters.
They gave the names of their countries of origin to the castle’s
high-towers overlooking the sea: French, English, Italian, Spanish
Towers and the Serpentine Tower.
Adorned with the most beautiful specimen of stone carving and wood
craftsmanship, the fortress was conquered by the Ottomans in the
16th century. It served as a prison during the late Ottoman period and
was bombed by the French in 1915, during the First World War. In
1964, the Bodrum Castle was restored and inaugurated as a museum.
Turkey’s unique museum of underwater archaeology, it houses a vast
number of terrestrial and underwater artefacts.
sayılan, bu zarif ama dayanıklı testi
türünün nasıl şekillendirildiği, nasıl
fırınlandığı gibi üretim aşamaları ile
içlerinde nelerin saklandığı, gemilerde
nasıl depolandığı çizimlerle anlatılıyor.
Ziyaretçiler kalenin sağına döndüklerinde, Antik Çağın, Ortaçağ şövalyelerinin
ve Osmanlı’nın aynı mekanda iç içe
geçen dünyalarına tanıklık etme fırsatı
buluyor. Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri olan şapelin duvarları,
Mausoleion’dan getirilen yeşil taşlarla
örülmüş. Görkemli taş işçiliği ile dikkat
çeken şapelin köşe taşlarına ise bu
bölümün yapımına-onarımına katkıda
bulunan şövalyelerin armaları işlenmiş.
Kalenin Osmanlılar tarafından fethinden sonra, yanına minareler ilave edilen bu bölüm camiye dönüştürülmüş.
Birkaç dakikada tarih yolculuğu
Üç ayrı zaman dilimi ve inanç sisteminin iç içe geçtiği şapelden çıkıp, sağa
doğru ilerlendiğinde kulelere ulaşılıyor.
Bu küçük yolculuğa, duvar kenarında
sergilenen ‘ostotekler’ (ölülerin küllerinin saklandığı kaplar) eşlik ediyor.
M.Ö. 1 ve M.S. 2’nci yüzyıla tarihlenen
bu kaplar üzerlerindeki, Eros, Zeus, Medusa başları ve öbür dünya tasvirleriyle
Amfora sergilemesi (üstte) ile Cam Batığı.
Amphorae display (above) and the Glass Shipwreck.
World’s largest collection!
Visitors of the museum reach the inner
castle, after crossing 7 gates, decorated
with dragon figures, classical crosses and
equal-armed crosses. That section is
home to the ‘world’s largest collection of
amphorae’. Amphorae (amphoras) are
this type of elegant vase-shaped earthenware vessels with two handles and a
sharp-pointed bottom, used in vast
numbers to transport and store various
products, both liquid and dry, grapes,
wine, olive oil, olives, grain, fish and
other commodities in the Mediterranean
world during the Antique Age and later
the Roman period. They deliver us
important clues as to the commercial and
social life of their era. The production
process of the amphora, how it was
shaped, how it was dried and hardened in
the furnace and what it was used for, the
way they were stored on ships etc. is
explained on several signboard charts
with graphics.
Entering the right wing of the castle, the
guests are witnessing the worlds of the
Antique Age, the Knights of the Middle
Age and the Ottomans interpenetrating
each other in the same area. The walls of
the beautiful Gothic Chapel were built
BODRUM’dan BRITISH MUSEUM’a
Kral Maussollos M.Ö. 353 yılında bir anıt
mezarın yapılması talimatını verdi. Yapımına Maussollos tarafından başlanan 32x38
metre ebatlarındaki devasa anıt mezarın
inşaası Kraliçe II. Artemisia döneminde
bitirildi. Bu yapının yüksekliği 40 metreyi
aşıyor, mezar odası 4 yanı heykellerle çevrili
bir kaidenin üzerinde duruyor, yapıyı piramit
bir tavan örtüyordu. Bu tavanın üzerinde ise
4 atlı bir savaş arabası bulunuyordu. Mimar
Pytheos tarafından yapılan ve tarihçilere
göre bin 500 yıl ayakta kalan yapı, büyük bir depremle yıkılmıştı. Bu depremden
geriye kalan taş bloklar Bodrum Kalesi’nin
inşasında kullanıldı. Geriye kalan parçaları
ise 1800’lü yıllarda Anadolu topraklarında
kazı faaliyetine girişen İngiliz arkeologlar
tarafından Londra’daki British Museum’a
taşındı. Müzede bu muhteşem anıtın maketi
ve çizimleri sergileniyor.
From Bodrum to the British Museum
King Maussollos, the Satrap of Caria ordered the construction of a funeral monument in 353 B.C.
The construction of the 32x38 meters large giant monument was completed under the reign of
Queen Artemisia II of Caria. The burial chamber of the 40 meters high monument was raised on
a high podium surrounded at its 4 flanks by statues. The 21 stepped roof was crowned by a
pyramidal rooftop based on 36 ionic columns. Statues of Maussollos and Artemisia, riding a
chariot drawn by four horses from the crest of that pyramid are now to be found at the British
Museum. The Mauseleion, built by architect Pytheos remained intact for 1500 years until it was
partially destroyed by an earthquake in the 14th century and demolished by the Knights of Rhodes
who used its stone blocks in the construction of the Bodrum Fortress (St. Peter Castle). The friezes
were removed to the British Museum in 1856, by British archaeologists excavating in Turkey.
Therefore, the Bodrum Castle Underwater Archaeology Museum houses only drawings and scale
models of the Mauseleion, one of the Seven Wonders of the Antique World.
Bodrum Mausoleion rekonstrüksiyonu (sol üstte, dört resim). Halikarnas Mozolesi Açık Hava Müzesi alanı (üstte),
mezar odası (sol altta) ve müzede sergilenen alçı kabartma kopyalar (sağ üstte).
Reconstruction model of the Mauseleion (above left, four pictures). Open Air Museum space of Halicarnassos
Mausoleum (above), burial chamber (below left) and plaster relief copies displayed at the museum (above right).
dikkat çekiyor. Bu yolun sonunda Antik Çağ’ın en önemli eserlerinden
olan Mausoleion’un maketlerinin bulunduğu alana ulaşılıyor.
Yolculuğun devamında ziyaretçiler, Antik Çağ’ın zarif cam işçiliği
örneklerinin sergilendiği Cam Batığı Salonu’yla karşılaşıyor. Salonun
sağında yer alan vitrinlerde, M.Ö. 16’ncı yüzyıla ait Miken cam boncuk
dizileri ve Kaş’taki Uluburun Batığı’ndan çıkartılan aynı döneme ait
cam külçeleri yan yana sergileniyor. Soldaki vitrinlerde ise Stratonikeia ve Kaunos gibi antik şehir kazılarında elde edilen cam buluntular
yer alıyor.
Ancak Cam Batığı Salonu da müze ziyaretçilerine unutulmaz bir
sürpriz de hazırlıyor. Salonda, dünya sualtı arkeolojisinin en önemli eserlerinden biri olan Serçe Limanı Batığı da sergileniyor. M.Ö.
10’uncu yüzyıla tarihlenen bu gemi kalıntısı, Marmaris yakınlarındaki
Serçe Koyu’nda 1977-1979 yılları arasında yapılan sualtı kazı çalışmaları sonucu gün ışığına çıkartılmış. Fatimi Limanları’ndan aldığı hurda
cam ile Bizans sularında seyrederken battığı düşünülen bu geminin
içinden çıkan cam eserler ve mürettebatın eşyaları da müzenin ziyaretçilerini antik çağ denizcilerinin hayatına götürüyor.
Sikke ve mücevherat salonu
İtalyan Kulesi’nin alt katında ise Sikke ve Mücevherat Salonu yer
alıyor. Değiş tokuş sisteminin yarattığı zorluklarla başa çıkmak için
Lidyalılar tarafından icat edilen ve ‘sikke’ adı verilen madeni paralar
burada sıra dışı bir yöntemle sergileniyor. Bu salonda, sadece M.Ö.
6’ncı yüzyıldan M.Ö.2’nci yüzyıla kadar uzanan dönemde basılan altın
ve gümüş paralar sergilenmekle kalmıyor, paranın satın alma gücü
with green stones stemming from the ruins of Mauselion (see above).
The cornerstones of the chapel, standing out with its magnificent stone
carving workmanship, are decorated with coats of arms of the knights
who contributed to its construction and restoration. During the
Ottoman period that section was supplemented with minarets and
converted into a mosque. Thus, the particular marks of all three
different eras and belief systems are visible in an intertwined togetherness at this chapel.
Strolling through history in a matter of minutes
Leaving the chapel and proceeding to the right, one reaches the towers.
On the way are displayed ostoteks (containers used for preserving the
ashes of the deceased) decorated with Eros, Zeus, Medusa heads and
figures depicting the world after-death, originating from 1st century BC
to 2nd century AD period. At the end of this road, are displayed scale
model renditions of the Mauseleion, one of the seven wonders of the
Antique world.
Continuing their tour of the museum, the visitors arrive at the ‘Glass
Shipwreck Hall’ where one can admire the finest samples of glass
craftsmanship of the Antique Age. In the display units on the right wing
of the hall, the glass bead strings from the Mycenaean civilization (16th
century BC) and the glass chunks from the same period found on the
Lycian Uluburun shipwreck at Kaş, are displayed side by side. (The
Uluburun Shipwreck is a well-documented late 14th century BC shipUluburun Batığı’ndan bir kesit (altta). Cross-section of the Uluburun Shipwreck (below)
17
hakkında da müze ziyaretçileri bilgilendiriliyor. Üstelik bu bilgilendirme kuru ve anlaşılmaz bir dille de yapılmıyor. Mesela M.Ö. 4’üncü
yüzyıla ait bir tetradrahmi’nin (en büyük sikke) yanındaki etikette bu
paranın bir öküz almaya yettiği belirtiliyor. Bunun hemen yanında yer
alan ve M.Ö. 2’nci yüzyılda basılan bir tetradahmi’nin altındaki etikette ise ancak 20 tetradrahmi ile bir öküz satın alınabildiği anlatılıyor.
Sergilenen her sikkenin yanında satın alabilirlik gücünün anlatıldığı
bu salonun son vitrinlerinde, günümüzde bir ekmeğin kaç TL’ye satın
alınabildiği gösteriliyor.
Bu salonda ayrıca Mausoleion kazısında bulunan birbirinden kıymetli
mücevherat da sergileniyor. Bu bölümde, her biri arkeoloji ve sanat
tarihi açısından büyük önem taşıyan kolyeler ve diademler (taçlar)
dikkat çekiyor. Diademlere ayrılan vitrinde üzeri zeytin ve defne yaprağı şeklinde kesilmiş altın parçalar sergileniyor.
Karyalı Prenses ya da Kraliçe Ada
Yapının ‘Baltalı Kule’ olarak anılan bölümünde ise, ziyaretçileri Antik
Çağ’da Muğla bölgesinin tümüne hükmeden büyük bir kraliçe bekliyor. Karyalı Prenses Salonu’nda, antik dünyanın en güçlü kadınlarından biri olan Kraliçe Ada, ham ipekten dikilmiş açık renkli elbisesiyle
ve makyajıyla ziyaretçilerini karşılıyor. Bu görkemli karşılamanın öyküsü ise 1989’da Bodrum’da bir temel kazısı sırasında ortaya çıkartılan
bir lahitle başlıyor. Lahitin içinde 44 yaşında öldüğü belirlenen, altın
işlemeli elbiseleri, takılarıyla gömülmüş bir kadın iskeletine rastlanılıyor. Kafatası İngiltere Manchester Üniversitesi’ne götürülüyor ve
inceleniyor. Daha sonra kafatası özenli bir çalışma sonucu etlendiriliyor. O sıralarda henüz kimliği belirlenemeyen kadına Bodrum Müzesi
yetkilileri ‘Karyalı Prenses’ adını uygun buluyor. Yapılan araştırmalar
derinleştikçe bu kadının Büyük İskender’in manevi annesi Kraliçe
Ada olduğu ortaya çıkıyor. Günümüzde Karyalı Prenses’in maketi,
iskeleti ve tüm takıları bu salonda sergileniyor. Karya baltaları, Zeus
tasvirleri, Medusa başları ile süslü bu salonda Kraliçe Ada’nın hayatı
çizgi roman tekniğiyle konuklara aktarılıyor, kafatasının etlendirilmesi
çalışmaları video gösterileriyle sunuluyor.
Kısacası, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin her salonu, hatta her
duvarı bile izleyicilerine bambaşka öyküler anlatıyor. Bir zamanlar
şövalyelerin zırhlarının ve kılıçlarının sesiyle çınlayan bu müze, artık
her yıl binlerce ziyaretçiyi ağırlıyor.
Kaynak: Antik Halikarnassos-Oğuz Alpözen
Baltalı Kule girişi (solda) ile Prenses Ada canlandırması (üstte).
Entrance to the Tower of Axes (left) and Princess Ada’s life-size model (above).
wreck of the Late Bronze Age period, discovered (found by a Turkish
sponge diver in 1982) off the south coast of Turkey in the Mediterranean Sea near the city of Kaş in the province of Antalya.
An unforgettable surprise for the visitors of the ‘Glass Shipwreck Hall’
is the presence there of the “Glass Wreck of Serçe Limanı”, an early 11th
century shipwreck excavated from sea bottom at Serçe Limanı, a
natural harbour on the Turkish coast near Marmaris during the
summers of 1977 through 1979. It is esteemed that the ship sunk while
sailing in Byzantine waters, transporting glass weights for weighing
coins and glass chunks originating from the southern shores of the
Mediterranean, from the Moslem Fatimids. The glass articles from the
ship and the belongings of the ship’s crew on display in this hall are
the object of the visitors’ keen interest.
Coins and Jewellery Hall
The Coins and Jewellery Hall is located on the ground floor of the
Italian tower. Difficulties incurred during the swap trade instigated the
Lydians to invent the metallic money known as ‘coins’. Golden and
silver coins originating from 6th to 2nd centuries are exhibited here
along with charts indicating their corresponding purchasing powers.
For instance, on a tag placed under a large coin from the 2nd century
BC, a tetra drachmae (equal to 4 silver coins- a drachma being a silver
coin), it is indicated that the price to be paid for an ox was around 20
tetra drachmae.
Precious jewellery originating from excavations at the ruins of Mauseleion, pieces bearing great value from the stand of archaeology and art
history, necklaces, diadems are equally on display in this hall; gold
leaves cut in the form of olive and laurel leaves are placed alongside
diadems in the display cabinets.
Ada, Carian Princess or Queen
Baltalı Tower (Tower of Axes), situated at the highest point of the
castle, houses the Carian Princess Hall, decorated with Carian battleaxes, Zeus figures and Medusa heads, where the visitors are welcomed
by a queen who ruled over the Muğla region in the Antique Age,
Princess Ada, one of the most powerful ladies of the Antique world, in
her raw silk costume and with make-up. In 1989 a sarcophagus was
found while digging foundations at a construction site outside Bodrum. In this sarcophagus was lying the skeleton of a woman, whose
dying age was determined as 44, dressed up in a gold inlaid raw silk
garment and wearing precious jewellery. The Bodrum Museum officials
named her the ‘Carian Princess’. Following an in-depth examination of
her skull and her jewellery by Manchester University scholars, she was
identified as Princess Ada, who was also the adoptive mother of
Alexander the Great. The University of Manchester plastered the
skeleton of Princess to her state while living and she is now exhibited
along with her jewellery in a niche in the hall, where also her life story
is depicted on a chart in strip cartoon technique and, a documentary
on the plastering work performed by Manchester University is shown
on video screens.
In short, the Bodrum Museum of Underwater Archaeology each hall,
each wall reveals a variety of different stories to its visitors. The fortress
where, once upon a time, clinked the armours and glaives of the
knights, is welcoming each year thousands of guests as a museum.
Source: Antique Halicarnassos
Author: Former Museum Director Oğuz Alpözen
20
Prenses Ada’nın takılarından biri ve Ada’nın iskeleti (üstte), Karyalı Prenses
Salonu (altta).
Princess Ada’s piece of jewellery and Ada’s skeleton (above), Carian Princess
Hall (below).
22
DÜNYA
MÜZELERİ
World Museums
BRITISH MUSEUM
THE BRITISH MUSEUM
Chris Hepburn The Image Bank
Dünya Tarihinin Ev Sahibi
Yazı-Text
Sevinç Akyazılı
firavun
mumyalarını, efes
artemis tapınağı’nın,
akropolis’in
muhteşem
heykellerini,
endonezya, sudan ve
nijerya gibi ülkelerin
tarihi miraslarını
içinde barındıran
bir müze: 7 milyon
parçalık eşsiz bir
koleksiyona sahip.
yılda ‘tek başına’ 6
milyon ziyaretçi
ağırlıyor. brıtısh
museum, ev sahipliği
yaptığı dünya tarihi
kadar ‘kendi tarihi’
ile de anlatılmayı
hakediyor.
Host to the History
of the World:
A MUSEUM SHELTERING
UNDER ITS ROOF, PHARAOH
MUMMIES, THE TEMPLE OF
ARTEMIS FROM EPHESUS,
THE HISTORICAL HERITAGES
OF COUNTRIES SUCH AS
INDONESIA, SUDAN AND
NIGERIA: AN UNEQUALLED
COLLECTION CONSISTING OF
7 MILLION PIECES; HOSTING
YEARLY 6 MILLION GUESTS,
THE BRITISH MUSEUM’S OWN
HISTORY DESERVES TO BE
EXAMINED.
23
London is on the top list of world capitals
worth seeing and visiting. One associates
immediately with the name London, the
Thames river, the famous Big Ben Clock Tower
and of course the British Museum. No wonder
that this museum, a ‘must see’ for all visitors of
the city, is one of London’s, yet more Great
Britain’s best known symbols.
The giant museum, located at London’s city
centre, houses a vast variety of works of art
bearing the potential of straining Great Britain’s
relations with almost every country in the
world. The tension’s cause is that a large
majority of the artefacts on display here, were
removed from their countries of origin and
brought thousands of kilometres away to the
British Museum.
The civilization of Ancient Egypt, with the
mummies of its principal pharaohs, its statues,
its treasures of jewellery and hieroglyph tablets
keeping history’s records, is almost completely
revived here with its most essential components.
The cultural heritages of Nigeria, Sudan and
even Indonesia are all present...
One of the most prestigious departments of the
museum is also the one with the pieces hurting
the most our Turkish souls, starting from parts
of the Artemision (Temple of Artemis) of
Ephesus, all the way to the vestiges, originating
from Bodrum, of the Mauseleion, the famous
funeral monument of Carian King Maussollos.
ondra, dünyanın görülmeye
değer başkentler listesinde
başlarda gelir. Londra
deyince de akla, kentin
içinden geçen Thames
Nehri, ünlü saat kulesi Big Ben ve tabii ki
British Museum gelir. Londra’yı ziyaret edenlerin uğramadan geçmedikleri bu müzenin,
kentin, hatta İngiltere’nin sembollerinden biri
haline gelmiş olması boşuna değil.
Londra’nın merkezindeki bu devasa müze¸
İngiltere’nin neredeyse dünyanın her ülkesiyle
ilişkilerinin gerginleşmesine neden olacak
kadar değerli sanat eserlerine sahip. Gerginliğin nedeni, bu müzedeki sanat eserlerinin pek
çoğunun, topraklarından binlerce kilometre
ötedeki British Museum’da sergileniyor olması.
Bu müzede neler yok ki? En önemli firavunların
mumyaları, heykelleri, paha biçilmez mücevherlerden “tarihe kayıt tutmuş” yazıtlara kadar
hazinesi ile Mısır tarihi orada canlanıyor sanki.
Nijerya’nın, Sudan’ın ve hatta Endonezya’nın
kültürel mirası da orada...
Müzenin en görkemli, bir o kadar da içimizi
acıtan bölümlerinden birinde de Efes’teki
Artemis Tapınağı’na ve Bodrum’daki Maussollos Anıt Mezarı’na ait kalıntılar sergileniyor.
‘Serbest gezi’ jesti
Dünyanın dört bir köşesinden, kendi ülkesindeki uygarlıkların mirasını görmeye gelenlere jest
mi, kim bilir! “Eserlerinizi sizden aldık, bari
görmeniz için para almayalım” der gibi, British
Museum’a giriş ücretsiz.
Yani, müzeye giriş çok kolay. Ama ‘çıkmak’ hiç
kolay değil. Çünkü sergilenen eserleri bir günde
görebilmek söz konusu değil. Koleksiyonlar,
‘Eskiçağ Yapıtları’, ‘Sikkeler ve Madalyalar’,
‘Baskılar ve Çizimler’ ile ‘Etnografya’ Bölümleri
olmak üzere dört ana başlıkta sergileniyor.
Müzenin en ilgi çeken koleksiyonu olan Eskiçağ
Yapıtları bölümü ise; Mısır, Batı Asya, Eski
Yunan ve Antik Roma, Tarih öncesi İngiltere,
Ortaçağ ve Doğu Yapıtları gibi alt başlıklara
ayrılıyor. Üstelik, sergilenen eserler, müzenin
envanterindeki hazinenin yanında adeta
okyanustaki damla gibi. Çünkü, envanterde 7
milyon parça var. Oysa, bunların sadece 50 bin
kadarı sergilenebiliyor.
24
Antonio M. Rosario Stone
Güneş batmadan önce!
Rakamlar da gösteriyor: Londra’nın ortasında
yükselen Neo-Klasik bina, insanlık tarihinin
gelişimi özetleyen dev bir anıt! Kendi tarihi ise,
İngiltere’nin ‘üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ döneminin simgesi. Afrika’nın, Asya’nın
‘arka bahçe’ sayıldığı sürecin özeti!
British Museum, İngiliz asilzade Sir Hans
Sloane’un (1660-1723) ender bulunan eserlerden oluşan 71 bin parçalık koleksiyonunu
Birleşik Krallık’a bağışlaması sonucu 1753
yılında kuruldu. Müzenin ilk binası, Blooms-
“Free entrance” gesture
The entrance to the British Museum is free of
charge, as if it were a ‘generosity’ towards the
citizens of countries coming all the way to
London to see their own cultural heritage; as if
this gesture conveyed the message: “We
removed your heritage from its roots, but don’t
worry, you don’t have to pay to see it here!”
In short, it is easy to enter the museum, but not
easy to leave, because it is impossible to
complete the visit in one day. The collections
are exhibited under four main headings,
Antiquities, Coins and Medals, Prints and
Drawings, and Ethnography. Antiquities,
probably the museum’s most interesting
department, comprises the Egypt, West Asia,
Ancient Greece and Rome, Prehistoric Britain,
Medieval Age and Asia Collections. On top of it,
the displayed items are like a drop in the ocean
in comparison with the huge treasure on the
inventory of the museum which consists of 7
million pieces, of which only the limited
number of 50 thousand can be publicly displayed.
Before the sunset!
Those figures are evidence to it; the huge
neoclassical building erected in the middle of
London is a giant monument embodying the
historic evolution of human culture! The history
of the museum itself is symbolic of an era
where the British Empire was known as “the
Arkeolojinin en büyük keşfi
Müze birbirinden özel parçalara sahipti. Ancak içlerinde öyle bir
buluntu vardı ki, paha biçilemezdi. Napolyon’un Mısır Seferi sırasında
bir askerin bulduğu granit kitabe, arkeoloji biliminde bir mihenk taşı
oldu. Mısır’da üç tapınağa gönderilmek üzere üç ayrı dilde (demoticMısır’da halkın kullandığı dil, hiyeroglif ve Antik Yunanca) yazılan ve
Rosetta Taşı adı verilen bu kitabe, yüzyıllardır çözülemeyen hiyeroglif
dilinin çözülmesine yardımcı oldu. M.Ö. 196 yılında yazıldığı tahmin
edilen 114 santimetre uzunluğunda, 72 santimetre genişliğinde ve 28
santimetre kalınlığındaki bu granit kitabe sayesinde Egyptology – Mısır
bilimi doğdu. Taş İngiliz koleksiyoncular tarafından British Museum’a
satıldı.
Antik Mısır’a ait objeler hem halktan büyük ilgi görüyor hem de bilim
çevrelerinde heyecan yaratıyordu. 1818’de Mısır Anıtsal Heykel
Koleksiyonu’nun temeli atıldı... II. Ramses’in devasa boyutlardaki
büstü ile başlayan ilgi, heyecan fırtınasına dönüştü.
Ramses’in 7 ton ağırlığındaki iki renk granitten kesilmiş, başında
firavunlara özgü kobralı taçla tasvir edildiği bu muhteşem eser, 1816
yılında bulunmuştu. Eser İngiltere’ye getirildiğinde sadece bilim
çevreleri ve halkta büyük bir merak uyandırmakla kalmadı, ondan
alınan ilhamla şiirler bile yazıldı. Ramses, Batı edebiyatında da
kendine yer buldu.
Mısır Koleksiyonu’ndan ‘Rosetta Taşı’ (üstte), II. Ramses büstü (yanda).
‘Rosetta Stone’, Egyptian Collection (above), Ramesses II sculpture (aside).
Empire on which the sun never sets”, the period where Asia and Africa
were considered “backyard of the Empire”.
The British Museum was established in 1753, largely based on the
collections of the physician and scientist Sir Hans Sloane (1660-1723).
During the course of his lifetime Sloane gathered an enviable collection
of curiosities and, not wishing to see his collection broken up after
death, he bequeathed it to King George II, for the nation, for the
princely sum of 20 thousand Pounds.
At that time, Sloane’s collection consisted of around 71,000 objects of
all kinds including some 40,000 printed books, 7,000 manuscripts,
extensive natural history specimens including 337 volumes of dried
plants, prints and drawings including those by Albrecht Dürer and
antiquities from Egypt, Greece, Rome, the Ancient Near and Far East
and the Americas. On 7 June 1753, King George II gave his formal assent
to the Act of Parliament which established the British Museum. The
“foundation collections” included many of the most treasured books
now in the British Library including the Lindisfarne Gospels and the
sole surviving manuscript of 11th century Old English epic poem
Beowulf.
The British Museum was the first of a new kind of museum-national,
belonging to neither church nor king, freely open to the public and
aiming to collect everything. The body of trustees decided on a converted 17th-century mansion, Montagu House, as a location for the
museum, which it bought from the Montagu family for 20 thousand
Pounds. The Trustees rejected Buckingham House, on the site now
occupied by Buckingham Palace, on the grounds of cost and the
unsuitability of its location.
The museum first opened to the public on 15 January 1759 in the
Montagu House in Bloomsbury, on the site of the current museum
building.
In 1772 the Museum acquired its first antiquities of note; British
Ambassador to Naples, Sir William Hamilton’s (1730-1803) collection
of Greek vases. From 1778 a display of objects from the South Seas
brought back from the round-the-world voyages of Captain James Cook
and the travels of other explorers fascinated visitors with a glimpse of
previously unknown lands.
British Museum’s expansion over the following two and
a half centuries was largely a result of an expanding
British colonial footprint. While the language and
culture of ‘the Empire on which the sun never
sets’ was spreading out to four corners of the
world, the cultural and artistic treasures of
countries under British colonial rule
were being transferred to the British
Museum. The museum was
expanding constantly through
various acquisitions and
donations and its reputation
was growing. People from
all parts of Britain were
rushing into the museum
to admire treasures of
art, statues, jewellery
and drawings depicting
far away countries,
originating from
places and
cultures whose
existence they
could not even
imagine.
O. Louis Mazzatenta National Geographic
De Agostini Picture Library
bury Montagu House isimli bir
17’nci yüzyıl konağıydı. İngiliz
Kraliyet Ailesi’nin, Montagu
Ailesi’nden 20 bin Pound’a satın
aldığı bu konaktan önce, bugün
Buckingham Sarayı olarak
kullanılan yapının müzeye
dönüştürülmesi fikri gündeme gelmiş, maliyet ve
ulaşım sorunları nedeniyle
bu fikirden vazgeçilmişti.
Müze, Montagu House’ta
yapılan tadilatın ardından
15 Ocak 1759’da kapılarını
açtı. Müzede, Sir Sloane’a
ait olan ve 7 bini el yazmalarından oluşan 40 bin nadir
bulunan kitap, antikalar, kurutulmuş
bitkiler, çizimler, Yunan, Roma, Antik
Yakın ve Uzak Doğu ile Amerika kıtasından getirilen eserler sergileniyordu. British Museum ‘un koleksiyonundaki en
önemli yazılı eserler, Lindisfarne İncili ve 11. Yüzyıl Beowulf
destanının tek elyazması özgün kopyasıydı.
Müzenin koleksiyonu, Büyükelçi Sir William Hamilton’a (1730-1803) ait
antik Yunan vazoları, Apollo heykelleri ve Vezüv Yanardağı çizimleri ve
Kaptan James Cook’un güney denizlerden getirdiği eserler ile zenginleşti.
İngiltere’nin dünyanın dört bir yanına uzanan sömürgecilik faaliyetlerini, bilim adamları ve kaşiflerin yaptığı seyahatler takip ediyor, bu da
müzenin hızla zenginleşmesine yol açıyordu.
‘Üzerinde güneş batmayan krallık’ın dili ve kültürü dünyanın dört bir
yanına dağılırken, İngiliz bayrağının dalgalandığı topraklara ait kültürel
ve sanatsal hazineler British Museum’a aktarılıyordu.
Müze, satın almalar ve bağışlamalar yoluyla zenginleşirken, ünü de
hızla yayılıyordu. İnsanlar, daha önce varlığından bile haberdar
olmadıkları kültürlerin yarattığı muhteşem heykelleri, mücevheratı ve o
ülkeleri anlatan çizimleri görebilmek için İngiltere’nin dört bir yanından
müzeye akın ediyordu.
Leemage Universal Images Group
Leemage Universal Images Group
Panoramic Images
Üstteki iki parça ‘Mısır Ölüler Kitabı’, altta ‘Elgin Mermerleri’.
The two pieces above: ‘Egyptian Book of the Dead’, below the ‘Elgin Marbles’.
26
Sıra Osmanlı topraklarında
Antik Mısır sanatına gösterilen ilgi,
İngilizler’in doğudaki topraklarda yürüttükleri kazı faaliyetlerine hız vermelerine yol
açtı. Yunanistan topraklarından başlayan
kültür ve tarih talanı daha sonra diğer
Osmanlı topraklarına uzandı. Lord Thomas
Bruce Elgin 1799-1803 tarihleri arasında
Atina Akropolis’teki Parthenon’dan ‘Elgin
Mermerleri’ olarak da anılan büyük heykel
koleksiyonunu İngiltere’ye getirdi. 1816
yılında Birleşik Krallık tarafından satın
alınan Elgin Mermerleri, British Museum’da
kendileri için özel olarak inşa edilen Duveen
Gallery’de teşhir edilmeye başlandı.
Müzenin sahip olduğu eserler hızla artınca
bina yetersiz gelmeye başladı. Baş kütüphaneci Sir Anthony Panizzi’nin de mimari
çizimlerine yardımcı olduğu yeni binanın
inşaatı 10 yıl sürdü ve 1857 yılında tamamlandı.
Takvimler 1840’ı gösterirken Charles
Fellows başkanlığındaki ekip Antalya Kınık
yakınlarındaki Xanthos Antik Kenti’nde
kazılara başladı. Nereid ve Payava Anıtlarının da aralarında bulunduğu onlarca paha
biçilmez eseri ülkesine taşıdı. 1857 yılında
Sir Charles Newton başkanlığındaki bir
başka ekip, M.Ö. 4’üncü yüzyılda bugünkü
Bodrum yakınlarında inşa edilen ve dünyanın 7 harikasından biri kabul edilen
Mausoleion kalıntılarının bir bölümünü
ülkesine götürdü. Ancak Osmanlı topraklarındaki tarih talanı bununla da sınırlı
kalmadı. Musul yakınlarındaki Ninova’dan
Efes’teki Artemis Tapınağı’na sayısız eser
İngiltere’ye taşındı.
Müzenin sahip olduğu eser sayısı hızla
artarken 1900-1925 yılları arasında binaya
iki kanat daha eklendi. Bina, Yeni Gine,
Madagaskar, Guatemala, Endonezya, Mısır
ve Sudan gibi ülkelerde yaptığı kazılarda her
geçen gün daha da görkemli bir hal aldı.
Günümüzde 75 bin metre kare sergileme
alanda hizmet veren müze, yılda 6 milyondan fazla turisti ağırlıyor. Sadece Mısır ve
Sudan Koleksiyonları 110 bin parçayı aşan
müze, dünyanın en önemli kültür ve sanat
harikalarını bünyesinde bulunduruyor.
İçindeki eserleri temin ediş biçimi tartışılsa
da British Museum ‘bir kültür sanat ve tarih
mabedi’ olarak tanımlanmaya ve ilgi
görmeye devam ediyor.
Ottoman lands were next
The interest manifested towards Ancient Egyptian art,
prompted the British to expedite their archaeological
activity in the East. The plundering started in Greece
spread out to other parts of the Ottoman Empire. In
1806, Lord Thomas Bruce, 7th Earl of Elgin, Ambassador
to the Ottoman Empire from 1799 to 1803 removed the
large collection of marble sculptures from the Parthenon on the Acropolis in Athens and transferred them to
the UK. In 1816 these masterpieces of western art, were
acquired by The British Museum by Act of Parliament
and deposited in the museum thereafter at the Duveen
Gallery built especially for the Elgin Marbles. With the
progressive extension of collections, the construction
of new wings became indispensable. The famous
circular Reading Room was designed and built by
neoclassical architect Sir Sydney Smirke from a sketch
drawn by Sir Anthony Panizzi, Chief Librarian at the
British Museum Library opened in 1857. In 1840 the
Museum became involved in its first overseas excavations with Charles Fellows’s expedition to the Antique
settlement of Xanthos near Antalya Kınık in Turkey.
Fellow removed and transferred to London historic
treasures from the tombs of the rulers of ancient Lycia,
Daniel Berehulak
Archaeology’s greatest achievement
The Museum owned a great number of amazing pieces.
However, the foundations for an extensive collection of
sculpture began to be laid in the early 19th century, with
Greek, Roman and Egyptian artefacts. An ancient
Egyptian stele inscribed with a decree issued in 196 BC
on behalf of King Ptolemy V, discovered in 1799 near
the town of Rashid (Rosetta) in the Nile Delta by a
French soldier during Napoleon’s expedition to Egypt,
led to a major breakthrough in archaeology. The
Rosetta Stone, an ancient Egyptian stele inscribed in
three scripts: Ancient Egyptian hieroglyphs, Demotic
script (popular language in Ancient Egypt), and Ancient
Greek, proved to be a most valuable tool for the
deciphering of hieroglyphs. Because it presents
essentially the same text in all three scripts, it provided
the key to the modern understanding of Egyptian
hieroglyphs. The Rosetta Stone, a 114 centimetres high,
72 cm wide, and 28 cm thick stone of black granite,
paved the way to the inception of Egyptology as a
science. Meanwhile, British troops defeated the French
in Egypt in 1801, and the original stone came into
British possession under the Capitulation of Alexandria. Transported to London, it has been on public
display at the British Museum since 1802. It is the
most-visited object in the British Museum.
Gifts and purchases from Henry Salt, British Consul
General in Egypt, beginning with the Colossal bust of
Ramesses II the Great in 1818, laid the foundations of
the collection of Egyptian Monumental Sculpture.
Weighing 7 tons, this fragment of his statue was cut
from a single block of two-coloured granite. He is
shown wearing the striped nemes head-dress surmounted by a cobra diadem. It was retrieved from the
mortuary temple of Ramesses at Thebes (the ‘Ramesseum’) in 1816. The arrival of the head in England in
1818 not only aroused widespread interest by the
public and the scientific community, but inspired poets
like Percy Bysshe Shelley to write poetry glorifying
Ancient Egypt.
Justin Pumfrey Taxi
Bodrum’dan getirilen Maussollos Anıt Mezarı’na ait parçalar (üstte), British Museum’un
dünyaca ünlü kütüphanesi (yanda).
Pieces of the Maussollos Funeral Monument from Bodrum (above), British Library at the
British Museum (side).
28
BRITISH MUSEUM
NOTLARI
• British Museum’un dünyaca ünlü kütüphanesi, Marks ve Lenin’in de araştırmalarına
ev sahipliği yaptı.
• 18’inci yüzyıldan bu yana müzedeki tadilat çalışmaları ve yeni bölümlerin eklenmesi hiç
bitmedi. Bu durum, İngilizler ’in müzeyi, ‘dünyanın en büyük şantiyesi’ olarak anmasına
neden oldu.
• Müzenin sahip olduğu eser sayısı 7 milyonu aşsa da alan yetersizliği nedeniyle bunların
sadece 50 bin kadarı sergileniyor.
• Giriş ücreti alınmayan müzenin kafeteryası ve sosyal alanları özel sektör tarafından
işletiliyor.
• Müzenin elinde bulundurduğu koleksiyonlarla ilgili olarak İngiltere çok sayıda ülkeyle
diplomatik gerginlik yaşadı. Yunanistan Elgin Mermerlerini, Mısır Rosetta Taşı’nı,
Çin Mogao Mağarası’ndan çalınarak İngiltere’ye götürülen 24 binden fazla el yazması, resim ve mücevheratı, Nijerya Benin Bronzlarını, Tacikistan Oxus Hazinesi’nden
Achaemenid İmparatorluğu’na ait altın ve gümüşlerini geri istiyor. Ancak İngiltere’den
kültürel mirasını kurtarabilen sadece Tazmanya oldu. Aborjinler’den kalan bazı fosilleşmiş beden parçaları İngiltere’den ait oldukları topraklara geri döndü.
Notes on the British Museum
• World-famous British Museum Library hosted Marx and Lenin in the course of their
research work.
• Addition of new wings and renovation work has been permanent since the 18th
century, inciting the British to refer to their museum as, ‘world’s largest construction
site’.
• Although in possession of a large collection of objects exceeding the number of 7
million, only 50 thousand of them are put on display due to lack of further exhibition
space.
• The entrance to the museum is free of charge, its cafeteria and social compartments
are operated by private business.
• Diplomatic tensions remain on the agenda concerning various collections of the
museum; Greece claiming the Elgin Marbles, Egypt the Rosetta Stone, China the 24
thousand manuscripts, jewellery and paintings stolen from the Mogao cave, Nigeria
the Benin Bronzes, Tajikistan the Oxus Treasure, a collection of 170 gold and silver
items from the Achaemenid Persian period which were found by the Oxus river. Up to
this date, only Tasmania’s (region in Australia) claim was brought to a successful
conclusion, resulting in the restitution of the fossilized human body parts belonging to
the Aborigines to their country of origin.
Charles Bowman Robert Harding World
among them the priceless Nereid and Payava monuments. In 1857 Charles Newton was to discover the 4th
century BC Mausoleum of Halicarnassos, one of the
Seven Wonders of the Ancient World, and equally
transferred various treasures, among them, friezes from
the Mauseleion and statues of King Maussollos and
Queen Artemisia, riding a chariot drawn by four horses
from the crest of the monument to the British Museum.
The dilapidation was continuing through further excavations in other parts of Ottoman territory. Several valuable
pieces from the Nineveh Assyrian settlement near Mosul
and the Temple of Artemis at Ephesos were transferred
to Britain.
Two more wings were added to the building between
1900 and 1925. Ethnographical fieldwork was carried out
in places as diverse as New Guinea, Madagascar, Romania, Guatemala and Indonesia and there were excavations in the Near East, Egypt, and Sudan, adding to the
museum’s majesty.
Today, the British Museum has grown to become one of
the largest museums in the world, covering an area of
over 75,000 m2 of exhibition space, hosting yearly over
6 million tourists. The Department of Ancient Egypt
and Sudan alone houses over 110,000 objects. The
museum is a monument sheltering world’s most
outstanding marvels of culture and art. Against the
background of intense controversy over the acquisition
circumstances of a large portion of its treasures and
calls for their restitution to their countries of origin, the
British Museum continues to attract world’s attention
as a cosmopolitan ‘Temple of Art and Culture’.
İSTANBUL
ARKEOLOJİ
MÜZELERİ
İstanbul
Archaeological
Museums
Fotoğraflar-Photos
Semih Büyükkurt
Yenikapı kazılarında
ortaya çıkartılan gemi
batıklarından biri.
One of the shipwrecks
unearthed at Yenikapı
excavations.
30
Tarihin ayak izleri...
bir ayak izi... hem
de 8 bin yıllık... hem
de deniz seviyesinin
metrelerce
altında... haber,
gazete ve
televizyonlarda
kendisine küçük
de olsa yer buldu.
bilim dünyası ise bu
‘ender’ buluntuya
kilitlendi.
FOOTPRINTS OF
HISTORY
FOOTPRINTS... EIGHT
THOUSAND YEARS OLD...
METERS UNDER SEA
LEVEL... THAT FINDING
WAS BRIEFLY REPORTED
ON THE MEDIA. BUT THE
WORLD OF SCIENCE WAS
FASCINATED BY THIS
EXCITING DISCOVERY.
“Benim için küçük, ama insanlık için dev bir adım.” Amerikalı astronot
Neil Armstrong 20 Temmuz 1969 günü Ay’a ayak bastığında bu cümleyi
söylemişti.
İstanbul’daki buluntu, belki Ay’daki ilk ayak izi ile yarışamaz. Ama dünya
çapında ender rastlandığı da, İstanbul için bir ‘ilk’ olduğu da, dolayısıyla tarihi sayılması gerektiği de açık.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Başkanlığı’nda yürütülen kazılar, daha önce
de Yenikapı’da pek çok buluntuyla gündeme geldi. Ancak bu kez,
gerçekten tarihi bir keşifti söz konusu olan.
Deniz seviyesinin 8.2 metre altındaki bir katmanda, killi tabakanın
üzerinde insana ait ayak izlerine ulaşılmıştı. İncelemelere göre, izler
M.Ö. 6300-5500 tarihleri arasına işaretleniyordu. Yani, bunlar
İstanbul’un tarihteki ilk sakinlerinin arkalarında bıraktığı izdi. Ve
anlaşıldığı kadarıyla, yaklaşık 8 bin yıl önce yaşamış o sakinler, ‘sandalet’ giyiyordu. Böyle heyecan verici bir keşif ise tabiatın lütfu ile günümüze ulaşmıştı. Ayak izleri, o dönemde henüz denizin ulaşmadığı bir
alandaydı. Daha sonra deniz suyu ulaşsa da, izler çoktan kurumuş ve
killi tabakanın içinde adeta ‘korumaya’ alınmıştı.
Kazı ekibi... Ekip başkanı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep
Kızıltan... Dünyanın dört bir köşesindeki arkeologlar... Hepsi çok
heyecanlı... Bilim dünyası, 8 bin yıllık bu ayak iziyle, insanoğlunun
kültürel yolculuğunun izini sürecek şimdi.
İşte, bu tarihi bulguyu ve ‘dünya tarihine ışık tutacak bir süreci’ kazı
ekibinin başkanı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan
MÜZE DERGİ’ye anlattı.
MÜZE DERGİ: Marmaray ve Metro kazıları, olağanüstü bir arkeolojik
kazılar dizisine dönüştü. Öncelikle bu süreci anlatır mısınız?
ZEYNEP KIZILTAN: Kazılarımız aslında Marmaray ve Metro projeleri
kapsamında 2004 yılında Bakanlığımız, Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü’nün izinleriyle Yenikapı, Sirkeci ve Üsküdar
32
“A small step for me, but a huge step for mankind!” commented
Neil Armstrong on 20th July 1969 as he was setting foot on the
moon.
Maybe the footprints unearthed in İstanbul cannot compete with
the first footsteps on the moon, but they amount to a rare discovery of worldwide significance and a first for İstanbul.
The excavations carried out under the authority of the Museums
of Archaeology of İstanbul were brought on the agenda before, on
the occasion of various finds at Yenikapı. But this time, the case
in point is a very significant historical discovery.
Human footprints were found on clay soil in a layer 8,2 meters
under sea level, dated to the period between 6300 -5500 BC, probably left behind by the first inhabitants of İstanbul, having lived
here and worn sandals 8 thousand years ago.
This exciting discovery was made possible thanks to nature’s
blessing. The footprints were in an area unreached by the sea
during that period. Although the area was later covered by sea,
the footsteps had dried long-time before and were preserved
intact on clay soil under water.
Archaeologists from around the world are among participants of
the excavation work. They are all very excited. The footprints
discovered here will allow the world of science to trace back the
“footsteps” of mankind’s cultural journey. The proud leader of the
excavation team, Director of the Museums of Archaeology of
İstanbul, Ms. Zeynep Kızıltan talked to MÜZE DERGİ about their
achievements.
MÜZE DERGİ: The diggings in İstanbul for the construction of
Metro and Marmaray underground systems led to extraordinary
archaeological discoveries. Would you tell us about this process?
ZEYNEP KIZILTAN: Our excavations actually started in 2004 at
Meydanı’nda başladı. Ulaşım projelerine paralel hız kazandı ve daha geniş
bir alana yayıldı. Fatih ilçesindeki Yenikapı bölgesinde ve Langa (Vlanga)
bostanları olarak anılan kısımda 30 bin metrekarelik bir alanda yürütülen
kazılar 2011 yılına kadar aralıksız olarak sürdürüldü. Bu bölgede
Konstantinapolis’in en önemli limanlarından biri olan Theodosius Limanı
gün ışığına çıkartıldı. M.S. 4’üncü yüzyıldan 7’nci yüzyıla kadar aktif olarak
kullanılan bu liman, Lykos yani bugünkü ismiyle Bayrampaşa Deresi’nin
taşıdığı alüvyonlar nedeniyle dolmuş ve denizden 1.5 kilometre uzaklaşarak kara içinde kalmış. Dolan alan da daha sonra bostan sahası olarak
kullanılmış. Derenin taşıdığı alüvyonlar, limanın ömrünü kısaltsa da
arkeoloji bilimi açısından çok faydalı olmuş. Limanda terk edilmiş ve
batmış toplam 35 tekne ve teknelerden düşen, limana atılan birçok eserin
günümüze kadar bozulmadan kalabilmesini bu dolgu etkisine borçluyuz.
Yenikapı’da yaptığımız kazılar sonucu ortaya çıkan tekneler ‘dünyanın en
geniş antik tekne koleksiyonlarından’ birini oluşturdu. Ayrıca Yenikapı kazı
alanının batısında bir rıhtım ve iskele kalıntıları ile metro alanında M.S.
12-13’üncü yüzyıla tarihlendirilen kilise kalıntılarına ulaştık.
MÜZE DERGİ: Bu kazılar kapsamında neler buldunuz?
ZEYNEP KIZILTAN: Marmaray ve Metro Projesi kapsamında yürütülen
Yenikapı kazılarında 2011 yılı itibarıyla 35 bin eser açığa çıkartmış olduk.
Bu buluntuların en önemli özelliği, dönemin ticari ilişkileri, teknolojisi,
günlük yaşamı, ekonomisi ve dini inançları ile ilgili bilgiler vermesi. Bu
eserlerin 2 bin 500 kadarı takunyalar, deri sandaletler, taraklar, kaşıklar,
ahşap eserler, kantar ağırlıkları, kurşun yazıtlar, haçlar ve İsa betimli
kaseler, fildişi ve kemik aletler gibi günlük yaşama dair objeler. Bölgede
ortaya çıkartılan mezarlar ve bölgeye dağılmış vaziyetteki insan-hayvan
iskeletleri de dönemin arkeodemografisi ve sosyo-ekonomisi hakkında
önemli ipuçları içeriyor.
Neolitik Dönem insanına ait ayakizleri (üstte), kazı alanı (yanda).
The Human Footprints from the Neolithic Age (above), excavation area (aside).
33
Yenikapı, Sirkeci and Üsküdar Square before the Marmaray and
Metro projects. These projects forced us to speed up our work
which expanded to a larger area. The excavations performed on
30 thousand square meters in the Langa (Vlanga) vegetable
gardens area at Fatih district’s Yenikapı neighbourhood carried
on until 2011. The Theodosius Harbour, one of the principal ports
of Constantinopolis, was uncovered there. Having been in use
from 4th to 7th century AD, it was progressively filled and eventually landlocked due to alluvial deposits from the Lycos, presentday Bayrampaşa brook. Today it is part of mainland at a distance
of 1,5 km from seaside. The area in-between filled with alluviums
served as fertile ground for vegetable cultivation. The alluviums
shortened the existence time of the harbour, but rendered a great
service to archaeology. The shipwrecks and articles spilled over
from ships, covered with clayish earth, were well preserved, so
that we found 35 wrecks and numerous objects in relatively good
condition. The preservation of all these artefacts was made
possible thanks to this natural phenomenon. We now possess
one the world’s largest antique shipwreck collections. West of the
Yenikapı digging area, we also found ruins of a pier and landing
deck. At the metro construction site, we came across ruins of a
church from the 12th-13th centuries AD.
MÜZE DERGİ: Yenikapı’da yürütülen kazı çalışmaları sırasında
Neolitik Dönem’e ait bulgulara da ulaşmıştınız. Bunlar nelerdi?
ZEYNEP KIZILTAN: Theodosius Limanı’nın taban altında devam
eden kazılar sırasında, günümüz deniz seviyesinin yaklaşık 6 buçuk
metre altına indik. Burada ‘Neolitik Dönem’ olarak isimlendirilen,
tarih öncesi döneme ait, mimari kalıntılar, çanak çömlek ile taş ve
ahşap aletler bulundu. Kazılarda bulunan plan veren taş sıraları,
Neolitik Dönem mimari geleneğinin izleriydi. Bulunan çanak çömlek
parçaları ile mezar ve ‘urnelerin’ (yakılmış cesetlerin küllerinin
konduğu toprak kaplar) İstanbul bölgesinin Neolitik Dönem toplulukları olarak adlandırılan ‘Fikirtepe Kültürü’ ile Yarımburgaz 4
evresiyle yakın benzerlik gösterdiği saptandı. ‘İlk tarımcı köy toplulukları’ olarak adlandırılan dönemi temsil eden ve tarihi yarımada
içinde ilk kez tespit edilen bu buluntular, sadece İstanbul’un değil,
Avrupa Kıtası’nın insanlık tarihi açısından da büyük önem taşıyor. Bu
kültür katı içinde, Neolitik Dönem’in ilk ahşap eserlerini de bulduk.
Yenikapı Neolitik Yerleşmesi’nin Marmara’nın henüz tuzlu su ile
buluşmadığı dönemde kıyıya çok uzak olmayan bugünkü yerinde
kurulduğunu tespit ettik.
MÜZE DERGİ: Yenikapı Neolitik Yerleşmesi’nde yaptığınız kazılar,
en eski İstanbullular’ın günlük yaşamına ve inançlarına dair ne gibi
ipuçları içeriyor?
ZEYNEP KIZILTAN: Yenikapı kazılarında, Neolitik Dönem ölü
gömme uygulamalarını anlamamızı sağlayacak kalıntılar açığa
çıkarıldı. Büzülmüş (Hoker-cenin pozisyonundaki) gömütler ile
urneler aynı alanda birlikte tespit edildi. Gömütlerin yakılmadan ve
yakıldıktan sonra gömülen cesetlerin aynı kültürün farklı uygulamalarını mı yansıttığı, yoksa farklı kültürel süreçlerin uygulamaları mı
olduğunu araştırıyoruz. Marmaray kazıları, son 10 bin yıllık insanlık
34
MÜZE DERGİ: Which artefacts did you discover at these excavations?
ZEYNEP KIZILTAN: During the Yenikapı excavations connected
with the Marmaray and Metro projects, we uncovered 35 thousand artefacts until 2011. These items reveal valuable information
on commercial relations, technology, daily life, economy and
religious beliefs of the era. 2 thousand 500 of these pieces consist
of some clothing items and articles of daily use such as wooden
clogs, leather sandals, combs, spoons, scale weights, lead
inscription tablets, crosses, bowls ornamented with Jesus depictions, articles made of ivory, bone and wood. The tombs and
human and animal skeleton parts found scattered in the area give
us important clues concerning the period’s demography and
socio-economic conditions.
MÜZE DERGİ: Which Neolithic Age artefacts were found at
Yenikapı excavations?
ZEYNEP KIZILTAN: During the diggings underneath the bedrock,
the bottom of Theodosius Harbour, we reached a depth of 6
meters under current sea level. There, we found architectural
ruins, pottery, stone and wooden articles from prehistoric age.
The wall ruins we found, consisting of orderly assembled stones,
were typical of the architectural tradition of the Neolithic Period.
The pottery, tombs and burial urns (containing the ashes of
cremated dead bodies) presented close similarity with those
originating from the formerly discovered “Fikirtepe Culture” and
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Arşivi
the “Yarımburgaz 4” Neolithic
settlements of the İstanbul region.
The Yenikapı artefacts representing
the era of the ‘first agricultural
communities’ found for the first
time within the boundaries of
İstanbul’s historic peninsula, are
not only relevant to İstanbul’s
history, but also of great interest
regarding the anthropological
history of the European continent.
We also came across the first
Anatolian wooden articles in the
same cultural layer. We determined
that the Neolithic settlement was in
fact established at Yenikapı’s
current location, not too far from
the shore, during an era where
Marmara did not yet merge with
salty waters.
MÜZE DERGİ: Which details on the daily life and religious
beliefs of the first settlers of İstanbul were revealed through the
discovery of Yenikapı Neolithic Settlement?
ZEYNEP KIZILTAN: Yenikapı excavations offered us the possibility of studying burial methods of the Neolithic Age. Methods
consisting of putting the dead body in embryo posture in large
earthenware vessels as well as cinerary urns were found side by
side in the same space. We are still trying to determine whether
the two different burial methods reflect two different aspects of
the same culture or whether they represent two different cultural
contexts. The Marmaray excavations can be qualified as leading
light for the overall evaluation of human history, and of the last
10 thousand years’ natural environment. Above all, we discovered
human footprints on clay soil, at a layer 8,2 meters under sea
level. We established that the layer with the footprints dried
before the sea bottom was covered with sand and this natural
phenomenon allowed the preservation up until our days of these
footprints. This is the first known example of footprints found
during an excavation in Turkey, a very rare discovery in itself.
tarihi ve doğal ortamın bir bütün olarak değerlendirilmesinde bir
rehber niteliği taşıyor. Ayrıca, tabanın 8.2 metre kadar altındaki
katmanda, killi tabakanın üzerinde insana ait ayak izlerine ulaştık.
İzlerin, kumla örtülmeden önce kuruduğunu ve bu nedenle günümüze kadar ulaşabildiğini düşünüyoruz. Kazılarda ülkemizde bilinen ilk
ayak izleri bulunmuştur. Bu tip izlere çok nadiren rastlanıyor.
MÜZE DERGİ: Bu buluntular arasında arkeolojik açıdan en heyecan
verici olanlar hangileri?
ZEYNEP KIZILTAN: Neolitik dönem insanına ait ayak izleri Yenikapı
kazılarının bilim dünyasına sunduğu ‘ilklerin’ en önemlilerinden biri.
Bu çalışmalar tarihin ayak izlerinin günümüzle buluşmasını sağladı.
Theodosius Limanı ve çevresindeki buluntular ile Neolitik yerleşme
kent tarihi açısından olduğu kadar, dünya kültür tarihi açısından da
son derece önemli. Ancak Yenikapı’da yapılan kurtarma kazıları, bir
dünya kenti olan İstanbul’un geçmişine yadsınamaz katkılarda bulundu. Burada bulunan ayak izleri, İstanbul’un 8 bin yıl öncesine ait
insanları soyut bir kavram olmaktan çıkarak, somut bir kimlik kazandırdı.
MÜZE DERGİ: Bu kazılarda sadece Türk arkeologlar mı görev
yapıyor?
ZEYNEP KIZILTAN: İstanbul Arkeoloji Müzeleri başkanlığında 2004
yılı sonbaharından itibaren kesintisiz ve zaman zaman üç vardiya
olarak sürdürülen kazılarda yüzlerce işçi, arkeolog, sanat tarihçisi,
konservatör, restoratör ve mimarlarla birlikte yerli ve yabancı birçok
üniversitenin ilgili bölümlerinden bilim insanları görev yapıyor.
Büyük bölümü tamamlanan Marmaray ve Metro arkeolojik kazıları
pek çok zorluğuna karşın Müzemiz ve Anadolu Müzelerinden görevlendirilen uzmanlarınca büyük bir özveriyle kesintisiz sürdürülüyor.
Kazı Başkanı Zeynep Kızıltan ve uzman arkeologlar (sol sayfa üstte), Neolitik
Dönem ölüm törenlerine ilişkin önemli ipuçları sağlayan ‘hoker’ pozisyonunda
bulunan iskelet (üstte).
Excavation Team Leader Zeynep Kızıltan and archaeologists (left page, above),
Dead body in embryo posture delivering clues on Neolithic Age burial methods
(above).
MÜZE DERGİ: Which one of these various discoveries was the
most exciting from an archaeological stand?
ZEYNEP KIZILTAN: The Neolithic Age footprints constitute the
foremost discovery originating from Yenikapı excavations. They
lend a tangible identity to the abstract notion of İstanbul’s first
inhabitants having lived here 8000 years ago. They paved the way
to the meeting of history’s “footsteps” with our present time. The
artefacts from Theodosius Harbour and vicinity are important in
analyzing Neolithic settlements’ characteristics and ethnographic
history. In short, Yenikapı excavations contributed greatly to the
history of İstanbul, one of world’s oldest urban agglomerations.
MÜZE DERGİ: Did only Turkish archaeologists participate in
these efforts?
ZEYNEP KIZILTAN: At the excavations carried out uninterrupted
since 2004 under the leadership of the Archaeological Museums
of İstanbul, operating sometimes in three successive daily shifts,
work hundreds of workers, archaeologists, art historians, curators,
restoration experts and architects, together with experts and
scientists from relevant departments of various Turkish and
foreign universities. The Marmaray and Metro archaeological
excavations, which are completed to a great extent, are still being
conducted without interruption by the experts of our museum,
thanks to their commitment and dedication, in spite of the
existing difficulties.
35
SÖYLEŞİ
Interview
DÖSİMM:
Kültüre ve Sanata Can Suyu
kiev’deki bir müzede toplu iğne başına satranç takımı işleyen sanatçının
sergisini istanbul’a getirmek... ya da bir ingiliz’e, daha londra’daki evinin
kapısını kilitlerken istanbul’daki ayasofya’nın kapısını açmak.
türkiye’nin dört bir köşesindeki müzelerin -deyim yerindeyse- ‘tozunu
almak’... unutulanları hatırlayıp, en iyi bildiklerimizi yeniden görme
heyecanını yaşatmak... üstelik bunları devletten para almadan ‘kendisi
kaynak yaratarak’ gerçekleştirmek... dösimm işte böyle bir misyonu
üstlendi ve daha yolun başında, projeleriyle ‘zor’ denileni başardı.
DÖSİMM: LIFE LINE SUPPORT FOR HISTORY, CULTURE AND ART
TO BRING TO İSTANBUL THE EXHIBITION OF AN ARTIST WHO DRAWS CHESS PIECES ON A PINHEAD IN A KIEV
MUSEUM. OR TO OPEN THE DOORS OF THE HAGIA SOFIA TO A BRITISH GENTLEMAN WHILE HE IS STILL LOCKING
HIS HOUSE DOOR IN LONDON. TO REMOVE ’THE DUST’-SO TO SPEAK- OF MUSEUMS INTURKEY... TO BRING TO
DAYLIGHT FORGOTTEN TREASURES AND REDISCOVER WHAT WAS CONSIDERED TO BE BEST KNOWN... AND TO
DO ALL THIS WITHOUT STATE BUDGET FUNDS, BY ‘CREATING ITS OWN RESOURCES’... SUCH A MISSION WAS
TAKEN ON BY THE REVOLVING FUND ADMINISTRATION CENTRAL DIRECTION OF THE MINISTRY OF CULTURE AND
TOURISM (DÖNER SERMAYE İŞLETMESI MERKEZ MÜDÜRLÜĞÜ-DÖSİMM) WHO SUCCEEDED IN FOLLOWING
THROUGH WITH WAS CONSIDERED ‘HARD TO ACHIEVE’, BY VIRTUE OF ITS CREATIVE PROJECTS.
36
Müzekart, Müzekart+, Museum Pass gibi Türkiye’nin kültür sanat
hayatında devrim yaratan uygulamaların arkasında genç bir bürokratın
imzası var. Ülkenin kültürel ve tarihi değerlerinin daha fazla insan
tarafından keşfedilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla yola
çıktıklarını dile getiren DÖSİMM Merkez Müdürü Murat Usta, olay
yaratan projelerinin nasıl şekillendiğini, uygulama aşamasında karşılaştıkları güçlükleri ve yeni projelerini MÜZE DERGİ’ye anlattı.
MÜZE DERGİ: Son yıllarda müzecilik alanındaki uygulamaların
arkasında Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez
Müdürlüğü yani DÖSİMM imzasını görüyoruz. Bu imza ne anlama
geliyor?
MURAT USTA: Öncelikle şunu söylemem gerekiyor: Kültür ve Turizm
Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü, Türkiye’de kendi
kanunu olan tek döner sermaye işletmesidir. ‘Döner sermaye’ denildiğinde insanların aklına hastaneler ve üniversiteler gelir. Buralardaki
döner sermaye işletmeleri, bir anlamda ‘paranın trafik polisliğini yapan’
kurumlardır. Bizim bu kurumlardan farkımız, katma değer yaratmamız
ve tanıtım faaliyetlerinde bulunuyor olmamızdır. DÖSİMM olarak
ülkenin kültürel ve tarihi değerleriyle ilgili projeler üretiyor, geliştiriyor,
tarihi ve kültürel mirasımızın tanıtımına katkıda bulunuyoruz.
MÜZE DERGİ: DÖSİMM’in gelir kaynakları ve harcama kalemleri
nelerdir?
MURAT USTA: Bizim en önemli gelir kaynağımız, müze ve örenyerlerinin gişeleri. Turizm arazi tahsisleri sırasında girişimcilerden alınan alt
yapı katkı payları, kütüphane ve kültür merkezlerindeki kafeteryalar, çay
ocakları ve otoparklardan da gelir elde ediyoruz. Bunlardan elde
ettiğimiz gelirle de Türkiye’de yürütülen bilimsel kazılara destek
veriyoruz. Türkiye’de şu anda 100’ün üzerinde kazı devam ediyor ve
sadece bu kazılara aktardığımız miktar 12 milyon TL. Ülkenin tarihi
değerlerinin korunması ve restorasyonu ile bu değerlerimizin tanıtımına maddi destek sağlıyoruz. Bakanlık bütçesinin destek birimi gibi
çalışıyoruz. Tabii ki personel giderlerimiz de var. Hazineden para
almadan işlerimizi yürütüyoruz. Bunun için de kaynak yaratmak
mecburiyetindeyiz.
“SAÇ TELLERİNE GÜL RESMİ
YAPAN SANATÇIYI
TÜRKİYE’DEKİ SANATSEVERLE
BULUŞTURMAK...”
MÜZE DERGİ: Bu projeler sayesinde artan gelir hangi kaynaklara
aktarılacak?
MURAT USTA: Öncelikle tüm müze ve örenyerlerimizin durumlarını
belgelemek üzere incelemelerde bulunacağız. Sonra bu müze ve ören
yerlerini, web sitesi, yol levhaları, bahçe, giriş-karşılama üniteleri,
depoları, aydınlatması, teşhir-tanzim kalitesi ile ziyaretçi ve sergilenen
eser sayısına göre sınıflandıracağız. Bu sınıflandırma sonucu da tüm
müze ve örenyerlerinin bir standarda kavuşmasını sağlayacağız.
Diğer yandan da müzelerimizin yaşayan alanlar olması için çalışacağız. Dünya sanatının çeşitli örneklerini Türkiye’deki müzelerimizde
sergilemek istiyoruz. Örneğin eserleri Kiev’deki müzelerde sergilenen
çok önemli bir sanatçı var. Bu sanatçı mikro eserler üretiyor, mesela
saç tellerine gül resmi çiziyor, iğne deliğine piramitler ve kervan
nakşediyor. Londra’da açılan ‘İslam Medeniyeti Bilim ve Teknolojileri’
sergisi oldukça dikkat çekici bir etkinlikti. Bu tip sergileri Türkiye’deki
izleyiciyle buluşturarak, bu yolla müze ziyaretlerini alışkanlık haline
getirmek istiyoruz.
MÜZE DERGİ: Peki siz iyi bir müze ziyaretçisi misiniz?
MURAT USTA: İyi bir müze ziyaretçisi olduğumu söyleyebilirim.
Gittiğim her şehirde müzeleri ziyaret ederim. Müzeler hayal gücünün
tetiklenmesi anlamında önemli mekanlar. Mesela Ayasofya’nın
merdivenlerinden çıkarken o taşlara daha önce kimlerin bastığını,
orada ne büyük entrikaların, aşklar yaşandığını hayal etmezseniz,
A young civil servant, Murat Usta, DÖSİMM’s Central Director, is the
man behind a series of revolutionary new practices, such as the
Museum Card, the Museum Card Plus, the Museum Pass, injected
into Turkey’s cultural and artistic life. Murat Usta, who says that
their initial goal was to give a greater number of people the possibility of getting to know their country’s cultural and historical heritage
and to sensitize future generations, portrayed to MÜZE DERGİ, the
genesis of their projects.
MÜZE DERGİ: The new practices introduced in recent years into the
management of museums in Turkey bear the signature of DÖSİMM.
What is the significance of this signature?
MURAT USTA: First of all, it is important to underline that DÖSİMM
is the sole revolving fund administration established through special
legislation. The revolving fund administrations in hospitals and
universities function merely as control mechanisms supervising the
utilization of financial resources. Our difference is that we create
added value and undertake promotional activities.
MÜZE DERGİ: What are the income sources of DÖSİMM and its
expenditure items?
MURAT USTA: The fees charged at museums’ and historical sites’
entrances constitute our main source of income. The infrastructure
contribution shares emanating from the land parcel allocation
procedure to touristic establishments is another one. We also
receive revenues from cafeterias and libraries at cultural centres, tea
shops and parking lots. We use funds coming from these sources to
support archaeological work; we allocated 12 million (TL) Turkish
Pounds to over 100 excavations currently performed in Turkey.
Moreover, we contribute financially to the preservation and maintenance of our national cultural heritage and its worldwide promotion.
We also have personnel costs.
MÜZE DERGİ: For which purpose do you intend to use the income
generated through your projects?
MURAT USTA: We will document the present condition of all our
museums and historical sites for standardization purposes. We will
draw up a categorized list of all our museums and historical sites,
according to certain criteria such as their website, their signboards,
gardens and courtyards , their entrance and reception units, storages, lighting units, display and disposition schemes, the number of
their visitors and the number of displayed artefacts and, undertake
improvements accordingly.
“TO BRING TOGETHER THE ARTIST
DRAWING ROSES ON A HAIR
STRAND WITH THE ART-LOVING
PUBLIC IN TURKEY...”
On the other hand, we are working on turning our museums into
living spaces. By presenting to our public various art exhibitions
from around the world like the work of an artist producing micro art
such as drawing roses on a hair strand, carving pyramids and
caravans in the eye of a needle, from Kiev museums or, the ‘Islamic
Art Exhibition’ an event which took place in London, we intend to
turn museum visits into a popular activity.
MÜZE DERGİ: Are you an enthusiastic museum visitor yourself?
MURAT USTA: I am trying to be one. I visit museums in every
country, every city I travel to. I believe that museums play an
important role in stimulating one’s imagination. For instance, if
climbing the stairs of the Hagia Sophia does not trigger your
imagination on those historical personalities who once stepped on
37
DÖSİMM Merkez Müdürü Murat Usta Zeugma
Müzesi’nde incelemelerde bulundu.
DÖSİMM Central Director Murat Usta at the
Zeugma Museum.
hayatı noksan yaşıyorsunuz demektir. Ben her insanın içinde böyle
bir potansiyel olduğuna inanıyorum. Bu potansiyeli harekete
geçirmek istiyoruz.
these stairs and what sort of intrigues occurred there and which
great love stories took place, then you are really missing an essential
vein of life.
MÜZE DERGİ: Müzekart, Müzekart+ ve Museum Pass İstanbul
kartları insanları müzelere çekti, ciddi bir satış başarısı yakaladı. Bu
kartlar içerik açısından daha zenginleşecek mi?
MURAT USTA: Müzekart halkımızı müzelerle buluşturmak için
attığımız ilk ciddi adımımızdı. Müze gezme alışkanlığı yaratmak ve
hedef kitlemizle iletişim halinde olmak açısından önemli bir başarı
yakaladı. Zaten 20 TL karşılığında bir yıl boyunca 300’ü aşkın müze
gezme imkanı yaratmanın ticari bir proje olmadığı ortada. Geldiğimiz seviye itibariyle 2 milyon 250 bin Müzekart satılmış durumda.
MÜZE DERGİ: The Museum Card, Museum Card Plus and Museum
Pass helped mobilize people into visiting museums and achieved a
considerable sale success. Are these cards to be up-graded with
additional service components?
MURAT USTA: The Museum Card was our first serious incentive to
stimulate our peoples’ interest for museums. The project’s objective
was to reach and motivate the public at large. It was a success.
Offering a yearlong opportunity to visit over 300 museums for 20
Turkish Pounds through this card is certainly not a commercial
venture. Up to this date, we sold a total of 2 million 250 thousand
Museum Cards. Then, we thought about ways and means of developing the card practice into different varieties such as a city card, a
family card, a culture and art card etc. The Museum Card Plus is the
result of this reflection. As next step, we intend to invite also the
private museums as well as various other art and culture institutions
to join our project. The scope of the card would then be extended so
as to allow cardholders to enjoy a greater variety of culture, art and
entertainment events for reasonably reduced prices.
The Museum Pass for the use of foreign visitors to Turkey was
inspired from city cards utilized in major urban tourism destinations
around the world. This pass grants free of charge entrance to all
national museums in İstanbul for 72 hours. It is on sale at reception
desks of hotels. We plan to put this pass on sale through the
internet and through Turkish tourist information offices abroad. This
“ÖRNEĞİN BİR İNGİLİZ
VATANDAŞI
EVİNDEN ÇIKMADAN...”
Ardından, “Müzekart nasıl bir şehir kartına, bir aile kartına, bir
kültür sanat kartına dönüşür” sorularını sormaya başladık. Müzekart+ bu düşüncenin ürünü. Türkiye’deki tüm özel müzeleri, kültür
sanat kurumlarını bu karta dahil etmeyi hedefliyoruz. Kartın
kapsamı hızla genişleyecek, kart sahipleri daha fazla kültür sanat ve
eğlence faaliyetiyle daha uygun fiyatlarla buluşacak. Kültür sanat
faaliyetlerinin içinde bulunmayı seven herkesin cebine bu kartı
koyacağız.
Museum Pass İstanbul, dünyanın tüm önemli kentsel turizm
destinasyonlarında kullanılmakta olan şehir kartlarının ülkemiz
turizmine kazandırılması amacıyla uygulamaya konuldu. Bu kart
Türkiye’ye gelen yabancı konuklarımıza 72 saat süreyle İstanbul’da
Bakanlığa bağlı tüm müzeleri ücretsiz gezme imkanı tanıyor.
Kartlarımızı prestijli otellerin resepsiyonlarında satışa sunarak bir
anlamda gişeyi turistin ayağına getiriyoruz. Ancak bu kartların
internet üzerinden yabancılara satılması ve Türkiye’nin yurtdışı
tanıtım ofislerindeki görevliler aracılığıyla sahiplerine ulaştırılması
da söz konusu. Örneğin, bir İngiliz vatandaşı evinden çıkmadan,
internetten kredi kartıyla Museum Pass satın alacak, bu kişiye kartı
teslim edilirken aynı zamanda Türkiye’yi tanıtan her türlü materyal
de ulaştırılacak. Museum Pass uygulamasının Antalya, Muğla,
Nevşehir ve İzmir illerinde de hayata geçirilmesini planlıyoruz.
MÜZE DERGİ: Açıklamalarınız için teşekkür ediyor başarılarınızın
devamını diliyoruz.
38
“FOR INSTANCE, A BRITISH
GENTLEMAN BEFORE LEAVING
HIS HOUSE...”
would allow, for instance, a British citizen to purchase a Museum
Pass through internet with his credit card and his pass would be
delivered to him at home along with information material on
Turkey. Further tourist destinations such as Antalya, Muğla,
Nevşehir and İzmir will soon be included in the project.
MÜZE DERGİ: We thank you for your explanations and wish you
continued success.
Yakın Plan DÖSİMM
Close up on DÖSİMM
MÜZE DERGİ: Projelerinizin planlanması ve hayata geçirilmesi
aşamalarında ne gibi güçlüklerle karşılaştınız?
MURAT USTA: Daha önce de belirttiğim gibi hazineden kaynak
almadan, devlete artı yaratmak mecburiyetinde olan bir kurumuz.
Benden önceki DÖSİMM Müdürü olan arkadaşım Tolga Tuyluoğlu
ile birlikte neler yapabileceğimizi düşündük ve bu projeleri şekillendirdik. Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay’a
fikirlerimizi aktardık. Onun görüşlerinden faydalandık, desteğini
arkamıza aldık ve projeleri hayata geçirdik. Bu projelerin yaşama
geçirilmesi sırasında DÖSİMM ticari ve bürokratik açıdan, Sayın
Bakanımız Ertuğrul Günay da politik açıdan büyük risk aldı.
Müzekart projesi ve diğer ihalelerimiz başarıya ulaşmasıydı, tüm
Bakanlık bürokrasisi çok ciddi eleştiriler alırdı. Ancak doğru şekillendirilmiş bu projeler büyük başarı sağladı. Karşılaştığımız bir başka
sorun ise, projelerin anlatılması noktasında oldu. Başta insanlar
yapılan hizmet alımı anlaşmalarını, ‘müzeler satılıyor’ gibi algıladı.
Hiçbir şeyin satılmadığını anlatmak zorunda kaldık. Gelişmiş tüm
ülkelerde müzeler yaşayan sosyal alanlardır ve buralarda da farklı
yüklenici kuruluşlar hizmet verir. Biz de bu modeli esas aldık. Devleti
kürek çeken olmaktan çıkarıp, dümen tutan, gemiye yön veren
haline getirdik. Bütün bunları yaparken de Sayın Bakanımız Ertuğrul
Günay’ın desteğinden ve görüşlerinden faydalandık. Kendisine bize
verdiği destek ve kamu kaynaklarının kullanımı konusundaki
gösterdiği hassasiyet için teşekkür etmek isterim.
MÜZE DERGİ: Kaynak yaratmak için imza attığınız projelerden
de bahsedebilir misiniz?
MURAT USTA: Müze ve örenyerleri gişelerinin işletimi ve modernizasyonu, müze mağazalarının ve kafeteryalarının açılması, elektronik rehberlik hizmetinin sağlanması alanlarında açtığımız ihaleler
kaynak yaratma çabamızın sonuçları olarak ortaya çıktı ve çok da
başarılı oldu. Türkiye çapında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı
48 müzenin 52 gişesinin işletmesini ve modernizasyonu ihalesini
TÜRSAB-MTM İş Ortaklığı kazandı. Müze mağazalarının işletmesi
ihalesini ise Bilkent Üniversitesi’nin bir alt kuruluşu olan Bilintur
firması kazandı. Ayrıca müze ve ören yerlerinde elektronik rehberlik
hizmetleri verilmesi konusunda da bir hizmet alımı anlaşmasına imza
attık. Bunlardan da çok ciddi bir biçimde kaynak elde ettik.
DÖSİMM bu projeler sonucunda gelirini neredeyse üçe katladı
diyebilirim.
MÜZE DERGİ: DÖSİMM’in kültür sanat alanındaki diğer çalışmalarından bahsedebilir misiniz?
MURAT USTA: GES bizim geleneksel el sanatlarına destek
olduğumuz mağazalar zinciri. Buralarda hem üreticiyi destekliyor
hem de geleneksel el sanatlarımızın yaşatılmasına katkıda bulunuyoruz. Bunun yanı sıra, özel sektörün çok ilgi göstermediği alanlarda
prestij kitaplar yayınlıyoruz. En son kitabımız,
‘Türkiye’nin Endemik
Bitkileri’ isimli bir çalışma.
Bu çalışmaya Kültür ve
Turizm Bakanlığı Teftiş
Kurulu’nda Baş Müfettiş
olarak görev yapan
arkadaşımız Sayın Hasan
Torlak önayak oldu.
Orjinali Topkapı Sarayı
Müzesi’nde bulunan Ahmet
Karahisari’nin Kuran-ı
Kerim’inin tıpkı basımını
yaptık. Yayınlarımızı
sürdürmek niyetindeyiz.
MÜZE DERGİ: What sort of problems did you have to deal with
while planning and implementing your projects?
MURAT USTA: As I mentioned earlier, we are an institution which
has to generate added value, in addition to creating its own income.
Together with my friend and colleague Tolga Tuyluoğlu, my
predecessor as Director of DÖSİMM, we put heads together and
ended up working out the above projects. Our Minister of Culture
and Tourism, Ertuğrul Günay supported our projects and contributed
his own ideas. While doing so, the Minister was taking a political
risk, and for us at DÖSİMM, risks of a commercial and bureaucratic
nature were involved. Had we not achieved success with our Museum
Card and other projects, the entire ministerial civil service would
have been exposed to harsh criticism. Happily, these well-conceived
projects yielded positive results. Another sticking point emerged
during the explanation phase of our projects; some people perceived
the envisaged service purchase contracts to be put into effect at
museums, as if national patrimony was being sold out. We had to
make clear that such contracts aimed at providing useful services to
visitors in social areas of the museums are common practice in
developed countries around the world and that nothing was being
sold. We owe gratitude to our Minister, Ertuğrul Günay, for
providing us guidance through his own views, for his personal
commitment in favour of our projects and his meticulous approach
to proper utilization of public funds.
MÜZE DERGİ: Would you please also tell us about your projects
aimed at generating income?
MURAT USTA: The modernization and operation of ticket booths
of museums and historical sites, the tender bids concerning museum
shops and cafeterias, the introduction of audio guide devices rental
at museums, originated from our objective to create funds and
yielded fruitful results. The TÜRSAB-MTM Joint Venture was
awarded the modernization and operation contract of the 52 ticket
booths of 48 museums around Turkey under the administration of
the Ministry of Culture and Tourism. Bilintur, a subordinate
institution of Bilkent University was entrusted with the operation of
Museum Shops. The service purchase agreement for the rental of
audio guide electronic equipment is yet another of these contracts
which generated substantial revenue. Eventually, DÖSİMM has
almost tripled its overall income thanks to these projects.
Furthermore, we plan to make three dimensional films to be screened
at museums and historical sites. The historical importance of the
visited location, lifestyles of local populations, historical events
having taken place in that area will be presented in visual display.
We think that the visit of a museum after watching such a movie
will be more meaningful. We will also introduce inter-active
techniques and for children, entertaining and instructive games
related to the themes of the museum.
MÜZE DERGİ: Would you please dwell upon further activities of
DÖSİMM in the art and culture field?
MURAT USTA: The chain of traditional arts and crafts stores, GES
(Geleneksel El Sanatları) is a sale system through which we support
traditional handicrafts, encourage production and contribute to the
preservation of cultural heritage. We also publish prestige books in
various related fields. Lately, we issued a book on Turkey’s Endemic
Plant Species, based on a research executed by Hasan Torlak, our
friend and colleague from the Ministry of Culture and Tourism. We
printed the facsimile edition of the historic Koran by Ahmet
Karahisari, the original of which is at the Topkapı Palace Museum.
We will carry on with our publication activity.
39
önce kurucusunun
adına ithafen ‘silifke’
dendi. daha sonra
romalılar geldi
ve o adı ‘zeugma’
yani ‘köprü’ olarak
değiştirdi. yüzyıllar
boyunca uygarlıkların
yollarının kesiştiği
o köprü, şimdi dünü
bugüne taşıyor. hem
de dünyanın en büyük
mozaik müzesi ve o
müzenin gözbebeği
‘çingene kızı’ ile!
MEDENİYETLER KÖPRÜSÜ
BRIDGE OF CIVILIZATIONS
THE ANCIENT CITY OF ZEUGMA, LOCATED ON
THE RIVER EUPHRATES, ORIGINALLY CALLED
“SELEVKAYA EUPHRATES” (SİLİFKE) AFTER THE
NAME OF ITS FOUNDER SELEVKOS NIKADOR
WAS CONQUERED LATER BY THE ROMAN
EMPIRE AND ITS NAME WAS CHANGED INTO
ZEUGMA TO MEAN “BRIDGE-PASSAGE.” AT THE
CROSSROADS OF GREAT CIVILIZATIONS FOR
CENTURIES, NOWADAYS ZEUGMA IS BRIDGING
THE PAST WITH THE PRESENT BY VIRTUE OF ITS
MUSEUM OF MOSAICS, THE LARGEST IN THE
WORLD OF ITS KIND AND, PARTICULARLY WITH
THE FAMOUS GYPSY GIRL MOSAIC!
40
MÜZELER
Museums
Yazı-Text
Fotoğraflar-Photos
Sevinç Akyazılı
nce ‘sondan’ başlayalım. Gaziantep’te Tekel İçki
Fabrikası’nın yerine kurulan Zeugma Mozaik Müzesi,
9 Eylül’de düzenlenen görkemli bir törenle kapılarını
açtı. Müze, bu toprakların göz kamaştırıcı zenginliğine yepyeni bir örnek verdi. Arkeoloji ve sanat tarihi
açısından birbirinden önemli bulgulara ev sahipliği yapan bu müzede
neler yok ki? Kamuoyunca Çingene Kızı olarak bilinen ‘Mainad ‘ ve
‘Dionysos’un Düğünü’ mozaikleri... Yüzlerce metre kare mozaikle süslenmiş ‘Poseidon’ ve ‘Euphrates’ villaları... Bu villalardan çıkan eserler
ve daha niceleri!
Türkiye’de pekçok kişi, Zeugma’dan, Birecik Barajı inşaatı ile haberdar
oldu. Oysa öykü, günümüzden 80 yıl önceye kadar uzanıyor. Zeugma
Antik Kenti’nde ilk araştırmalar, 1931 yılında başlamış ve 1971 yılına kadar Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından sürdürülmüş. Ancak
Zeugma’nın Türkiye ve dünya kamuoyunca tanınması 2000 yılına
rastlıyor. Valiliğin desteğiyle sürdürülen kazı çalışmaları sırasında, ‘ikiz
villalar’ olarak da adlandırılan Poseidon ve Euphrates villaları ortaya
çıkartılıyor. Romalı asillere ait olan villaları bu kadar önemli kılan, neredeyse her duvarının, hatta tabanlarının bile, her biri birer santimetrekareden küçük milyonlarca teseradan oluşan mozaik panolarla bezenmiş
olması. Bu mozaikler, şaşkınlık uyandıracak kadar detaylı... Her panoda
anlatılan sahneler, birer film karesiymiş kadar canlı ve etkileyici... Üstelik bu villalardan çıkan eserler sadece mozaik tablolarla da sınırlı değil.
Örneğin bronz bir Mars heykeli, ya da dönemin yaşamına ait detayları
gözler önüne seren ve her biri birer sanat eseri niteliğindeki küçük objeler... Her bulgu heyecanı artırıyor. Yanı sıra bir tartışmayı alevlendiriyor.
Zeugma gündemi
Bir yanda her biri paha biçilemez güzellikte mozaik tablolar, heykeller,
antik hamamlar, çeşmeler, sütunlar, diğer yanda ise Türkiye’nin elektrik
ihtiyacının gündeme getirdiği Birecik Barajı...
1985 yılında inşaatına başlanan Birecik Barajı’nın su tutmaya başlaması
Zeugma Mosaics Museum was ceremoniously inaugurated on 9
September 2011 in Gaziantep, arousing admiration as yet another
project witnessing to the fascinating richness of this country’s
historical heritage. The ’Maenad’(female followers of Dionysos)
mosaic known also as ‘Gypsy Girl (Gaia) Mosaic’, the ‘Dionysos’
Wedding’ Mosaic and the twin Roman villas ‘Poseidon’ and ‘Euphrates’ partly rebuilt inside the museum, decorated with hundreds
square meters of mosaics, are among the invaluable pieces of the
museum.
In Turkey, the public at large acknowledged the existence of Zeugma
first in relation with the Birecik Dam construction project. However,
archaeological work had been going on for the last 80 years at the
ancient city of Zeugma, where the first research started in 1931 and
carried on until 1971 under the leadership of Gaziantep Museum
archaeologists. But, the worldwide fame of Zeugma came forth from
the year 2000 onwards, when, during the salvage excavations
performed that year by Gaziantep Museum archaeologists to save
Zeugma treasures from being submerged by waters of the Birecik
Dam, the twin villas ‘Poseidon’ and’ Euphrates’ were uncovered.
These villas, belonging to Roman nobility, which stood side by side,
were burned and razed by the Sassanids in 252. The fact that they lay
under three metres of rubble had protected them from treasure
hunters, and their colourful frescoes, mosaic pavements and other
artefacts were almost intact. Their walls and floors were almost
completely covered with mosaics made of millions of tiny tesserae,
individual tiles smaller than 1cm 2 each. These mosaics, which can
be admired now at the Zeugma Mosaics Museum, are so detailed
that each scene portrayed on them appears alive like a movie scene.
There are also a multitude of various other objects originating from
these houses, like a bronze statue of Mars and hundreds of other
artwork like artefacts, revealing the details of lifestyles of their era.
Each new find arouses renewed emotions and fuels new discussions.
41
ile ikiz villaların gün yüzüne çıkışı tam da aynı tarihlere denk düşüyor.
İkiz villalardan çıkartılan eserlerin bir bölümü Gaziantep Müze Müdürlüğü depolarına kaldırılırken, bir bölümü de sulardan etkilenmeyecek
koruma bölgelerine alınıyor. Ancak bu muhteşem eserlerin gözlerden
uzak depolarda tutulması da mümkün değil. Bir süre sonra aranan
mekan bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2008 yılında, bir zamanlar
Tekel İçki Fabrikası olarak kullanılan, fabrikanın kapanmasının ardından
madde bağımlılarının kullandığı bir harabeye dönüşen binanın yerine
dünya standartlarında bir müzenin inşaatına başlıyor.
Kaba inşaatı 2010 yılında biten Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi açılır
açılmaz, dünyadaki en büyük mozaik müzesi olan Tunus’taki Bardo
Müzesi’nin unvanını elinden alıyor. Yaklaşık 55 milyon dolarlık yatırımla
hayata geçen ve 30 bin metrekarelik kapalı sergi alanı bulunan müzenin
koleksiyonunda, şimdilik bin 700 metrekare mozaik eser var. Uzmanlar
‘şimdilik’ sözcüğünün altını çiziyor. Restorasyon çalışmaları sonrasında,
sergilenen mozaiklerin 2 bin 500 metrekareyi bulacağını belirtiyor.
Öykünün başı: Bir kent kuruluyor
Sonrası sonraya kalsın. Biz şimdi öykünün başına dönüyoruz. Yani, adı
bugün bile Silifke ile yaşayan Suriye Kralı Selevkos Nikator’un kararına... Nikator, M.Ö. 300 yılında, günümüzdeki Nizip ilçesi sınırları içinde
bir kent kurar... Kentin adı, Fırat Nehri ve kurucusunun isminin birleşmesinden doğan ‘Selevkos Euphrates’tir yani Fırat Silifkesi!
M.Ö. 64 yılında Roma hakimiyetine geçen kentin adı değişir, köprügeçit anlamına gelen Zeugma olur. Kent, ticari ve askeri üsse dönüşürken, Fırat kıyılarında birbirinden lüks yamaç villaları inşa edilir.
Roma İmparatorluğu’nun en büyük dördüncü kenti olan Zeugma hızla
zenginleşirken, istilacı komşuların hedefi haline gelir. Kent, M.S. 252’de
Sasani Kralı 1. Şapur’un işgaliyle, yakılıp, yıkılır. Müze, işte, kentin
kuruluşundan, yükselişine ve yıkımına kadar geçen bu dönemi anlatan
eserlerle dolu.
Roma’nın, bugün Orta Doğu dediğimiz, o günün uzak coğrafyasına olan
büyük iştahı... O iştahla çıktığı yolculukta adım adım yayılması... Ve
gittiği her yere uygarlığının damgasını vurması... Zeugma, yani ‘Köprü’
bunun izlerini günümüze ulaştırıyor. İnsanlığın ilk büyük uygarlıklarından Roma, müzedeki eserleriyle bugünü selamlıyor.
Zeugma agenda
On the one hand priceless mosaics, sculptures, antique baths,
fountains, columns, on the other, the Birecik Dam project underway since 1985 and Turkey’s energy needs...
The discovery of the twin villas coincided with the completion of
the dam in 2000, so that salvage work became necessary before it
retained water. The artefacts were partially taken under protection
at the Gaziantep Museum and partially transferred to safe areas
outside the submersion zone. However, it was not fair to keep
these magnificent pieces in storage rooms. The search for an
appropriate exhibition space led to the launching in 2008, of a new
museum project on the emplacement of the former liquor factory
in Gaziantep.
The Zeugma Mosaics Museum now open since 9 September, is the
largest mosaics museum in the world taking this title over from the
Bardo Museum in Tunis which was holding the title up to this date.
Realized with a global investment cost of 55 million US dollars, it
shelters a total of 30 thousand m2 covered exhibition space. At this
stage, 1.700 m2 of mosaics are already on display; once the restoration of the remaining mosaics is completed, the total surface area of
the mosaics on display at the museum will come up to 2 thousand
500 m2.
Story’s prologue: Foundation of a city
The ancient city of Zeugma, located on the river Euphrates near
present-day Turkish city Nizip/Gaziantep, was originally named
“Selevkaya Euphrates” (Turkish: Fırat Silifkesi) after Selevkos Nikador, one of the generals of Alexander the Great, who founded the
city in 300 B.C. In 64 B.C. Zeugma was conquered and ruled by the
Roman Empire and with this shift the name of the city was changed
into Zeugma to mean “bridge-passage.” (Silifke survived as the name
of another Turkish town near Mersin). During Roman rule, the city
developed into a rich commercial centre due its geo-strategic
location on the Silk Road and a military base as home of a Roman
legion. High ranking Roman officials built luxury villas on the flanks
of the Euphrates while Zeugma was growing into the fourth biggest
city of the Roman Empire. In 252, Zeugma experienced an invasion
and it was fully destroyed by the Sassanid King, Shapur I. The
Museum shelters artefacts originating from that prosperous period
of two hundred years reflecting an era of refined art and culture and
the sophisticated lifestyles of the Roman elite.
Ziyaretçileri Athena karşılıyor
Zeugma Mozaik Müzesi’nin tasarımı sırasında, Antik Zeugma’nın,
Gaziantep’in tam ortasında canlandırılması amaçlanmış. Müzenin
girişinde, kentin koruyucusu olan Tanrıça Athena’nın dev mermer bir
heykeli yer alıyor. Akıl, sanat, bilgelik ve barış tanrıçası Athena’nın heykeli önünden geçip ana binaya giren konukları, Herakles ve Helios betimli
anlaşma stelleri karşılıyor. Kommagene Kralı Antiokhos’un, Doğu ile
Batı arasında yürüttüğü denge siyasetini anlatan stellerinin ardından,
ziyaretçileri muhteşem bir tablo karşılıyor; Eros ve Psyche mozayiği! Aşkı
anlatan bu eserin kenarında, Kointus Kalpornius isimli Zeugmalı mozaik
sanatçısının imzası göze çarpıyor. Müzenin giriş katında, kentin adını 2
bin yıl sonra tekrar dünyaya duyuran Poseidon ve Euphrates villaları tüm
güzelliğiyle gözler önüne seriliyor. Bu iki villa avluları, odaları, mozaikleri
ve freskleri ile birlikte bu müzenin içinde yeniden hayat buluyor. Her biri
en az yarım milyon parçadan oluşan mozaik panolarda, Denizler Tanrısı
Poseidon, mitolojik kahraman Perseus yeniden can buluyor. Mitoloji
ve gerçek, 21’nci yüzyıl ile Antik Dönem birbiri içinde kayboluyor. Bu
görkemli manzarayı da duvarlara asılan Zeugma fotoğrafları tamamlıyor.
Ziyaretçiler bu sayede villaların nasıl bir arazi içinde konumlandığını
ve dışarıdan bakıldığında nasıl göründüğünü daha iyi anlama fırsatına
kavuşuyor.
Talanın fotoğrafı!
Ön salondan sağa doğru devam edildiğinde ise, Zeugma Mozaik
Müzesi’nin ziyaretçilerini, bir yandan hayranlık öte yandan da üzüntü
yaratan bir tablo karşılıyor; Dionsysos’un Düğünü mozayiği!
Bölgede kazılar devam ederken, korunmak üzere demir kafesle çevrilen
bu muhteşem mozaik, ne yazık ki tüm önlemlere rağmen talandan kurtarılamamış. Bir tünel kazıp demir kafesi aşmayı başaran hırsızlar, tablonun önemli bir bölümünü çalarak kayıplara karışmış. Yürüyüş güzergahı,
Nehir Tanrıları’nın anne ve babası Okeanos ve Tethys’in resimlerinin yer
aldığı geometrik desenli mozaiklerle devam ediyor.
Adalet, akıl ya da aşk... Tıpkı bugün olduğu gibi, Roma döneminde de
bütün bunlar ‘gölgede’ kalıyordu. Neyin gölgesi mi? Elbette, savaşın!
Bir çift göz, savaşı hatırlatıyor. Hatırlatmakla da kalmıyor, sanki hemen
peşinizde olduğunu söylüyor. Sözünü etitğimiz gözler, Mars Heykeli’nin
altın ve gümüşten yapılmış gözleri. Savaş Tanrısı’nın 1.45 metre boyundaki bronz heykeli, müzenin bodrum katındaki bir sütun üzerine yerleştirilmiş. Müzenin her yanından rahatça görülebilen heykelde, Mars bir
elinde mızrak, diğer elinde ise çiçek tutuyor. Bu kompozisyonla, heykel
benzersiz. Çünkü Mars, ilk kez ‘bereket’ ve ‘savaş’ simgeleriyle birlikte
sunuluyor. Yine de, çiçeğe aldanmamak gerekiyor. Ne de olsa heykelin
yüzündeki öfke dolu ifade, sanki “Kazanan mızrak olacak” diyor!
Biraz ilerdeki Aşk Tanrıçası ise öfkeyi unutturuyor. Afrodit’in Taçlandırılması isimli mozaiğin kenarında Samsath Zosimos isimli Antik Dönem
mozaik sanatçısının imzası okunuyor.
‘İkiz Villalar’dan detaylar (sol sayfada),
Poseidon Mozaiği (altta).
Details from the Twin Villas’ (left page),
Poseidon Mosaic (below)
Athena greets the guests
Zeugma Mosaics Museum was so designed as to resurrect Zeugma
in the middle of Gaziantep. A huge marble statue of the goddess of
wisdom and crafts, Athena, protecting goddess of the city, is placed
directly at the entrance to the museum. Steles inscribed with treaties
and decorated with Herakles and Helios figures, reflecting the skilled
diplomacy of King Antiochos of Commagene, followed by the
magnificent mosaic describing the love story of ‘Eros and Psyche’
and bearing the signature of mosaic artist Kointus Kalpornius meet
the visitors upon their entry in the main building after passing by the
Athena sculpture. The ground floor is home to the Poseidon and
Euphrates houses, uncovered in 2000, reconstructed here with their
courtyards, their rooms whose floors are covered with splendid
mosaic pavements and walls adorned with magnificent colourful
frescoes and with mosaic panels depicting the God of the Seas,
Poseidon and the mythological hero Perseus; each of these panels
being composed of at least half a million tiny mosaic parts. Zeugma
photographs hang on the museum walls in order to give visitors the
opportunity to see the original environment where the villas were
discovered.
Picture of the plundering
Proceeding from the front hall to the right, the visitor is met by
the mosaic depicting the marriage of Dionysos, god of wine and
grapes, to Ariadne. Sadly, six of the ten figures portrayed in
this mosaic were stolen in 1998 through a trench dug by
antiquity hunters, although it was protected by an iron
cage during the excavation labour. Following the
itinerary, one arrives at the geometrically designed
mosaics depicting Okeanos, the progenitor of river
gods with his sister and wife Tethys, mother of
the rivers of the world.
A pair of eyes, the eyes made of gold and
silver of the 1,45 m. tall bronze statue of
Mars, the God of War, placed on a column
at the basement of the museum,
43
MUHTEŞEM MÜZEYE
MUHTEŞEM AÇILIŞ
Zeugma Mozaik Müzesi’nin açılış töreninde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, AK Parti Genel Başkan yardımcıları Hüseyin
Çelik ve Abdülkadir Aksu, Gaziantep Valisi Erdal Ata, Gaziantep Büyükşehir
Belediye Başkanı Asım Güzelbey hazır bulundu. Törene eşi Emine Erdoğan
ile birlikte gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Bu müze aynı zamanda
barışın simgesi olan bir müzedir. Diyarbakır da, Gaziantep de, Şanlıurfa da,
Adıyaman da, Kilis de, Siirt de, Bitlis de, Elazığ da bizim ve bütün Anadolu
her şehriyle 74 milyon Türk milletinindir.’’ diye konuştu. Müze, ziyarete
açıldığı ilk gün 3 binin üzerinde kişiyi ağırladı.
GRAND OPENING FOR A GLORIOUS MUSEUM
Prime Minister RecepTayyip Erdoğan, Deputy Prime Minister
Bülent Arınç, Minister of Culture and Tourism Ertuğrul Günay,
Minister of Family and Social Policies Fatma Şahin, Minister of
Food, Agriculture and Animal Husbandry Mehdi Eker, Deputy
Chairmen of the Justice and Development Party, Hüseyin Çelik and
Abdülkadir Aksu, Governor of Gaziantep Erdal Ata, Metropolitan
Municipality Mayor of Gaziantep Asım Güzelbey participated at the
inauguration ceremony of the Zeugma Museum of Mosaics, held on
9 September 2011. Prime Minister Erdoğan who was accompanied
by his spouse Emine Erdoğan at the opening, declared: “This
museum is also a symbol of peace. Anatolia is ours with all its cities,
Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Kilis, Siirt, Bitlis, Elazığ
and belongs to the 74 million citizens of the Turkish nation as a
whole.”
The museum hosted over 3 thousand visitors on the first day of its
opening.
44
Zeugma’nın Mona Lisa’sı
İkinci katta ise, müzenin en ünlü eseri bulunuyor. Simsiyah taşlarla
döşenmiş, dar bir labirent müzenin konuklarını, Zeugma’nın simgesi
haline gelen Çingene Kızı’na hazırlıyor. Labirent, yine simsiyah granitle
döşenmiş küçük bir odaya açılıyor; Mainad Mozayiği nam-ı diğer Çingene Kızı karşınızda. Ürkek, hüzünlü ve meraklı gözleriyle, binlerce yıllık
bir bakış... Yarısı bir eşarbın altında gizlenmiş kumral saçları, kocaman
gözleriyle Çingene Kızı tüm ziyaretçileri adeta hipnotize ediyor. Üstelik
odada nereye giderseniz gidin o gözlerden ve etkisinden uzaklaşılamıyor. Gözler, onu izleyeni takip ediyor. Nerede durursanız durun,
Çingene Kızı size bakıyor.
Ancak odadan ve etki alanından çıkınca farkediyorsunuz: Çingene Kızı
aslında küçükmüş! Tıpkı Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’sı gibi...
Kendisi küçük ama unutulmayacak kadar görkemli bir eser. Yine tıpkı
Mona Lisa gibi, müzeden çıktığınızda bile sizi izliyor. Ve merak etmekten kendisini alamıyorsunuz: Acaba o gözler nelere tanık oldu? Nasıl
yaşadı? Yüzlerce yıl öncesinden bugüne, belki de aynı gözlere sahip
Nizipli, Antepli kadınlara ne anlatıyor?
Zeugma Mozaik Müzesi’nden genel görünüm.
General view from Zeugma Mosaics Museum.
reminds us that justice, wisdom and love were eclipsed by war at the
time of the Romans as they continue to be today. In one hand, Mars
is holding a spear and a flower in the other hand. This composition
makes the statue unique, because for the first time, Mars is presented with the symbols of war and life together, but the severe face
expression of Mars suggests that eventually the flower will be
overcome by the spear! Next is the mosaic depicting the Coronation
of Aphrodite, Goddess of Love, signed by an artist named Samsath
Zosimos, allowing us to happily move away from the idea of war.
Zeugma’s Mona Lisa
The second floor is housing the foremost piece of the museum,
symbol of Zeugma, the ‘Maenad’ Mosaic fragment, alias Gypsy Girl,
in a small room paved with black granite to which leads a narrow
labyrinth paved with black granite as well. With half of her brown
hair under a scarf, with the wary, sorrowful and inquisitive expression of her eyes, she mesmerizes onlookers from the depth of a past
thousands of years away... Leaving the room, one realizes that the
Gypsy Girl mosaic was rather small in size. But she follows you even
after you leave the museum such as in the case of Mona Lisa,
another great work of art of small size. You keep wondering about
what she might have witnessed with her eyes, about how she lived
and what her expression evokes today for the women of the region
likely to have similar eyes...
46
ARKEOLOJİ
ÖYKÜLERİ
Archaeological
Stories
Yazı-Text
Fügen Yıldırım
Fotoğraflar-Photos
Rasim Konyar
Taşa
Çeviren
Bakışlar
o, bakışlarıyla insanları taşa çeviren kötücül
bir yaratık mı, yoksa bir zamanlar güzelliğiyle
tanrıçaları bile kıskandıran masum bir genç kız mı?
mitolojinin yılan saçlı dişi anti-kahramanı medusa’ya
haksızlık ediyor olabileceğimizi hiç düşündünüz mü?
Petrıfyıng Gaze
IS SHE A MONSTER PETRIFYING THOSE WHO LOOK AT HER,
OR AN INNOCENT YOUNG MAIDEN WHO, ONCE UPON A TIME,
WAS MAKING GODDESSES JEALOUS WITH HER BEAUTY? ARE
WE PERHAPS BEING UNJUST TOWARDS MYTHOLOGY’S
FEMALE ANTI-HERO WITH HER HAIR MADE OUT OF SNAKES?
İstanbul Yerebatan Sarayı’nda sütun ayağı olarak duran Medusa başı (solda) ve Benvenuto
Cellini’nin Floransa, Loggia’daki heykelinden detay; Gorgon, Medusa başı.
Medusa Head used as column pedestal at the Sunken Cistern, İstanbul (left) and Detail from
Benvenuto Cellini’s Gorgon, Medusa head statue, Florence Loggia.
üyükçe, yuvarlak bir yüz, biçimli, hafifçe aralanmış dudaklar, üzülmüşcesine kıvrılıp aşağıya
sarkan kaşlar ve kaşların altında bizim görmediğimiz bir yerlere dalmış gitmiş kederli
gözler... Ve bir de kıvır kıvır aşağıya sarkan
saçlar. Ama iyice bakınca onların saç kıvrımları değil de kıvır
kıvır yılanlardan oluşan bir küme olduğunu görüyorsunuz.
Anadolu’daki İon tapınakları içinde en büyük ve zengin olanı
Didim’deki Didima Apollon Tapınağı’nın bahçe kısmında,
girişin sağında yer alan bu baş figürü kimilerine ürkütücü
gelebilir, kimileri için ise trajik bir öyküyü hatırlatmaktadır.
Öykünün kahramanı, Yunan mitolojisinin bereketli topraklarında kendisine yer bulmuş bir figür. Malum, Yunan mitolojisi
son derece zengin bir yelpazeye sahip. Olympos’un ölümsüz,
önemli tanrıları, Olympos’un daha az önemli tanrıları, yarı tanrıları, sularda, yeraltında yaşayan tanrılar ve bu dünyaların önemliönemsiz, ölümlü-ölümsüz, çeşit çeşit mahlukatı... İşte bunlardan biri
de yeryüzünde yaşayan, ne insan ne de tanrı olan yaratıklar arasında
yer alan ‘Gorgonlardı’.
Üç kız kardeş olan Gorgonlar arasında tek ölümlü olan Medusa’ydı
ve bu durum kaçınılmaz olarak onun öyküsünün de sonunu getirecekti. Bakışları insanı taşa çeviren kanatlı yaratıklar; Gorgonlar’dan
yılan saçlı Medusa hakkında mitolojide birkaç rivayet bulunuyor.
Ancak hepsinin bir ortak noktası var ki; o da Medusa’nın, Argos Kralı
Akrisios’un kızı Danae ile tanrılar tanrısı Zeus’un oğlu olan Perseus
tarafından başı kesilerek öldürüldüğü... Ve Medusa’nın kanından
kanatlı at Pegasos ve Khrysaor’un doğmuş olduğu...
Athena’nın gazabı
Gelelim ‘korkudan taş kesildim’ deyiminin müsebbibi olan
Medusa’nın, çekinmekten çok belki de üzülmemiz gereken halinin
öyküsüne... Medusa, çok güzel bir genç kızdır. Tanrıları peşinden
koşturan bu güzellik abidesi, Yunan mitolojisinde haset, bencillik, kıskançlık, fitne, öfke gibi insani zaaflarıyla her türlü karışıklığa
sebebiyet veren tanrıçaları da fazlasıyla rahatsız etmektedir. Zeus’un
en sevdiği kızı tanrıça Athena da, Medusa’dan pek haz etmemektedir. Denizlerin ve yeraltı ırmaklarının efendisi tanrı Poseidon da
Medusa’ya hayranlık duymaktadır. Öylesine başı dönmüştür ki,
günün birinde Athena’nın tapınağında Medusa’ya zorla sahip olur.
Aşırı gururlu, duygusuz Tanrıça Athena, bu durumu kendisi için aşağılayıcı bulur ve Medusa’yı, ‘Gorgon’ yaparak cezalandırır. Medusa
çirkinleşmiş, saçları yılana dönüşmüştür. O artık yüzüne bakanların
taş kesildiği bir ucubedir. Bununla da yetinmeyen Athena, Perseus’a
yardım ederek ona Medusa’nın başını kestirir. Medusa ölürken ondan sıçrayan
kan damlaları Libya çöllerine düşer ve yılana dönüşür. Perseus,
Medusa’nın kesik kafasını
alır gider. Athena ise onun
iki damla kanını, Atina
kralı Erekhtheus’a hediye
eder. Bu iki damladan biri
öldürücü bir zehir, diğeri
ise tüm hastalıklara deva
olan bir panzehirdir.
A round and relatively big face,
well-shaped slightly opened
lips, droopy eyebrows as if she
was sad, and sorrowful eyes
glazing at a direction
outside the scope of our
sight... And a fullness of
hair hanging down in
curls. Taking a closer
look, you realize that
those are not hair curls,
but a flock of curly
snakes. Placed at the
entrance of Didyma,
Anatolia’s largest and
richest Ionian sanctuary
containing a Temple and
Oracle of Apollo, this stonecarved head figure may appear
scary to some, but remind others
of a tragic story. The hero of the story is
a figure having acquired a special place on mythology’s fertile
soil, as the female monster whose ugliness was turning onlookers
gazing directly upon her to stone. Indeed, Greek mythology is
endowed with a vast variety of figures, the Olympos gods, the
lesser gods, the semi-gods, gods living in oceans, those living in
the underground, and the monsters, a multitude of important,
less important, immortal and mortal, neither divine nor human
creatures of that universe... The Gorgons were three sisters
belonging to this group of in-between monsters living on earth
and among them, the only mortal was Medusa; this situation
would inevitably bring her story to a tragic end.There are different
versions of Medusa’s story in mythology, but the common
features in this variety are that Medusa was decapitated by
Perseus, son of Zeus and Danae, daughter of Akrisios, the King of
Argos, and that Pegasos, the winged horse and the goldensworded giant, Khrysaor were born from Medusa’s blood...
Athena’s rage
Let us now grasp the story of Medusa who is at the origin of the
expression “being petrified by fear”. A story which might lead us
to feel sad about her rather than being afraid. Athena, the
favourite daughter of Zeus was jealous of Medusa who was
originally a ravishingly beautiful maiden, “the jealous aspiration
of many suitors.” She served as priestess in Athena’s temple, but
when the “Lord of the Sea” Poseidon engaged in sexual
intercourse with her (or raped her rather) in Athena’s temple, the
enraged and jealous Athena found this situation demeaning for
her and, choosing not to punish Poseidon, transformed Medusa’s
beautiful hair to serpents and made her face so ugly that the
mere sight of it would turn onlookers into stone. Athena’s rage
was not yet appeased and she persuaded and guided the hero
Perseus to behead Medusa whose blood was spilled on the
Libyan desert and turned into snakes. Perseus left taking with
him Medusa’s head. Athena presented two drops of Medusa’s
blood as gift to the king of Athens, Erekhtheus. One of these two
drops was a deadly poison, the other an elixir healing all
diseases.
Libya’daki Leptis Magna Antik Kenti’nde yer alan bir Medusa madalyonu (üstte), Demre, Myra Antik Kenti’nden Medusa başı (sol
altta), Didim’deki Apollon Tapınağı’nda yer alan Medusa yüzleri (sağ sayfa).
Medusa Medallion from Leptis Magna Ancient city In Libya (above), Medusa Head from Demre, Myra Ancient City (below left),
Medusa face depictions at the Apollo Temple in Didyma (right page).
48
Vaat edilen baş
İşte olaylar örgüsünün zincirleme uzayıp gitiği bir öykü... Yunan mitolojisinde hikayeler hikayelere bağlanır ve zaman zaman birbirinin
içine geçer. Perseus’un öyküsünde olduğu gibi... Medusa adı bu olaylar
örgüsünün bir köşesinde karşımıza çıkar. Özetleyelim: Argos Kralı Akrisios, doğacak torununun günün birinde kendisini öldüreceğini öğrenir.
Kızı Danae’nın bir oğlu olunca, onu ve torunu Perseus’u bir sandığa
koyarak denize attırır. İyi yürekli balıkçı Diktys ve karısı tarafından
kurtarılan ana-oğul onlarla birlikte yıllarca yaşar. Balıkçının kardeşi ve
o ülkenin kralı olan Polydektes, Danae ile evlenmek ister ve hazırlıklar
başlar. Haliyle evlenmek üzere olan krala hediye vermek gerekir ama
gelgelelim Perseus’un verecek bir şeyi yoktur. Aklına kralın ‘dünyada
en çok istediği şeyin bir Gorgon başı’ olduğu gelir ve krala Gorgon
Promised head
Here is a story extending in length as the intertwined chain of events
develops... In Greek mythology, stories are linked to each other and
get often intermingled. Such is the case of Perseus’ story in which
Medusa’s tragedy appears as an episode at a certain juncture. The
story of Perseus develops as follow: Akrisios, King of Argos learns
that his grandchild to be born would kill him one day. When his
daughter Danae gives birth to a son, he locks his daughter and his
grandson Perseus in a trunk which is thrown into the sea. A goodhearted fisher Diktys and his wife save Danae and Perseus from their
trunk and the two live together with the fisher’s family for many
years. The brother of Diktys, Polydektes, who is the king of Seriphos,
decides to marry Danae and preparations are being made for their
wedding. Perseus must give a wedding present to the king but he
has nothing. The king tells him that what he wants the most is the
head of Medusa, the only mortal of the three Gorgon sisters...
Perseus leaves to fetch the Gorgon’s head for offering it to King
Polydektes as a gift. In his conquest, he receives a mirrored shield
from Athena, winged sandals from Hermes, a sword, and Hades ‘cap
of invisibility. Athena points out Medusa in her sleep to Perseus, as
being the only one of the three Gorgons who is mortal, and Perseus
is able to slay her with the sword he received from Hermes, while
looking at the reflection from the mirrored shield he received from
Athena, thus avoiding to be turned into stone, and places the head
in his magic case. The two other immortal Gorgon sisters, Stheno
and Euryale wake up to their sister’s screaming and begin to chase
Perseus who puts on the cap of invisibility he received from Hades
and disappears. Angry, the Gorgons return to their island. Medusa
dies but Perseus’ story continues. According to a different version,
Perseus uses Medusa’s head as a weapon until he gives it to the
goddess Athena who decorates her shield with it. There is also one
version according to which, Medusa was pregnant by Poseidon when
Perseus beheaded her, and that Pegasus, the winged horse, and
49
SARNIÇTAKİ
MEDUSA
BAŞLARI
Tarihi miraslar açısından etkileyici bir yelpazeye ve zenginliğe
sahip olan ülkemizde, Medusa ya da Gorgon başları olarak bilinen figürlerden iki tanesi de İstanbul’da, Yerebatan Sarnıcı’nda
bulunuyor. Roma Çağı’na ait iki Medusa başı, sarnıçtaki iki
sütunun altında kaide olarak kullanılmış. IV. yüzyıla ait bu
başların hangi yapıtlardan alındığı meçhul ama araştırmacıların
tahmini, antik bir yapıdan sökülerek getirildiği ve sarnıcın inşası
sırasında, sütunların kısa gelen gövdelerini yükseltmek amacıyla
sütun kaidesine ihtiyaç duyulduğu için kullanıldığı yönünde. Eski
Bizans’ta, kılıç kabzalarında ve sütun kaidelerinde ters ve yan
olarak kullanılan Medusa başlarının kötülükleri uzak tutacağına inanılırmış. Bunun örneğini Yerebatan Sarnıcı’ndaki sütun
kaidelerine biri ters diğeri ise yan olarak yerleştirilen iki Medusa
başında görmek mümkün.
50
MEDUSA HEADS
AT THE SUNKEN
CISTERN
Two illustrious examples of the figures known as Gorgon or Medusa heads
are located at the Sunken (Basilica) Cistern near the Hagia Sophia in
İstanbul. Located in the northwest corner of the cistern the bases of two
columns reuse blocks carved with the visage of Medusa. The origin of the
two heads dated to the IVth century AD, is unknown, though it is believed
that the heads were brought to the cistern after being removed from a
building of the late Roman period. There is no written evidence which
suggests that they were used as column pedestals previously. Tradition has
it that the blocks are oriented sideways and inverted in order to negate the
power of the Gorgons’ gaze. However it is also supposed that they were
placed sideways and upside down only to be the proper size to support
their columns. On the other hand, it is said that many Byzantium era
sword handles and columns were engraved with her head upside down in
connection with her believed protective power.
Medusa’nın başını getirmeyi vaat ederek yollara düşer.
Olympos’un iki tanrısı Athena ve Hermes, genç adama
yardım ederler. Büyülü başlık, kanatlı sandallar ve
büyülü bir çantayı ele geçirdiği nice serüvenden sonra
Perseus, Gorgonlar’ın yaşadığı adaya varır.
Şans bu ya, adaya vardığında Gorgonlar’ın
üçü de uyumaktadır. Bu sırada Athena
yanında belirir ve ona bir kalkan vererek,
“Gorgon Medusa’ya yaklaşırsın ama yüzüne bakamazsın. Bu kalkan ayna gibi parlar.
Kalkana bakarak varırsın Medusa’nın yanına; yine kalkana bakarak başını kesersin.”
der ona. Kalkana bakan Perseus, Gorgonlar’ı
rahatlıkla görür. Athena, “Sthenno ve
Euryale ölümsüzdür.” diyerek ölümlü
Medusa’yı işaret eder. Perseus usulca
yaklaşır ve Hermes’in verdiği keskin kılıçla
bir vuruşta keser Medusa’nın başını, büyülü
çantaya koyar. Kardeşlerinin çığlığına
uyanan Gorgonlar, Perseus’u kovalamaya
başlarlar. Büyülü başlığı giyen Perseus
görünmez olur. Gorgonlar, homurdanarak adalarına geri dönerler. Medusa ölür
ama Perseus’un öyküsü sürer. Mitolojide
Perseus’un, Medusa’nın kestiği kafasını
Athena’ya hediye ettiği; savaşçı tanrıçanın,
Medusa’nın kesik başıyla kalkanını süslediği de
geçer.
Khrysaor, the golden-sworded giant, sprang from her agonizing
body.
Pearl of the Apollo Temple
Medusa known in mythology, for her power to petrify her
onlookers, has also an important place in present-day literature
and cinematography as an anti-hero reference. She is, among
other, the most precious symbol of the Apollo Temple in Didyma.
Due to the strong powers attributed to her, it is no wonder that
her various depictions were used in reliefs as a protective symbol
against evil forces. It is also due to its believed protective power
that the stone-carved Medusa head is present at the entrance of
theTemple and Oracle of Apollo in the sanctuary of Didyma. One
comes across a number of incomplete Medusa figures in the
temple as well.
Amongst the three mythological Gorgon sisters, the most
unfortunate was certainly Medusa... While people in the Antique
Age hoped being protected from evil by her, she herself had
unfortunately not been able to protect her own head from
Perseus. Let us decide now, are we going to regret her tragic story
or are we going to be afraid of her? Better let us forget about such
choice and enjoy the charm of the fantastic stories emanating
from the fertile soil of mythology.
Apollon tapınağı’nın incisi
Kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahip
olması ile mitolojide, günümüzde ise sinema ve
edebiyatta bir bakıma anti-kahraman olarak yerini koruyan Medusa, Didima Apollon Tapınağı’nın
ve Didim’in önemli sembollerinden biri. Böyle
bir gücü temsil etmesi nedeniyle, Medusa kabartma ve resimlerinin özel yapıları her türlü kötülükten korunmak için kullanılması şaşırtıcı olmasa
gerek. Eski Yunan’da kehanet merkezi olarak özel
bir değere sahip olan ve mukaddes emanetleri, zengin
hazineleri, kutsal suyu ve kutsal koruluğu ile tanınan
Apollon Tapınağı’ndaki Medusa figürünün, koruyucu
rolü nedeniyle burada bulunduğu anlaşılıyor. Tapınakta
ayrıca çeşitli nedenlerle yarım kalmış bir çok Medusa figürüne
rastlamak da mümkün.
Mitolojik kahramanlar olan üç dişi Gorgon’un en talihsizi şüphe
yok ki Medusa... Eski çağlardaki insanlar, kendilerini kötülüklerden
koruyacağına inandıkları Medusa’dan medet umarken, o başını
Perseus’tan koruyamamış ne yazık ki. Şimdi karar verin, Medusa’dan
korkalım mı, yoksa acıyalım mı? İyisi mi boşverelim buna ve mitolojinin bereketli topraklarından fışkıran bu hikayelerin büyüsünü içimize
sindirip tadını çıkaralım.
Gorgon Medusa başı rölyefi (yukarıda) ve Benvenuto Cellini’nin Floransa’daki
ünlü heykeli: “Perseus, Medusa’nın başını kopardıktan sonra havaya kaldırır”
(sağda).
Gorgon Medusa head relief (above) and Famous statue by Benvenuto Cellini,
Florence: ‘Perseus with the Head of Medusa’ (right).
51
arkeolojiyi
fantezilerine alet
edip şöhret ve servet
kazanan danıken...
kendi gömdüğü taşları
keşfedip inanılmaz
bir sahtekarlığa
imza atan fujimura...
dehasını ve tarihi
başarısını talanıyla
gölgeleyen
schlıemann... bu sayıda,
sandık odası’nın
karanlık köşelerinde
dolaşıyoruz.
ay’ın
karanlık yüzü
DARK SIDE OF THE MOON
DÄNIKEN WHO GAINED FAME AND FORTUNE BY MISUSING ARCHAEOLOGY FOR
THE SAKE OF HIS FANTASIES... FUJIMARA WHO UNEARTHED STONES BURIED BY
HIMSELF AND PRESENTED THEM AS HISTORICAL ARTEFACTS... SCHLIEMANN
WHO OVERSHADOWED HIS GENIUS AND HIS GREAT SUCCESS BY PLUNDERING
TROY... IN OUR PRESENT ISSUE, WE TAKE A LOOK AT THE DARK CORNERS OF THE
STORAGE ROOM.
yazı/text: Aylin Şen
19’uncu yüzyılda İtalya, Pompei’de bir kazı çalışmasını gösteren Bayar imzalı ilüstrasyon.
Illustration signed Bayar depicting the 19th century Pompeii excavation.
52
rich von Daniken’in arkeoloji ile ilgisi, üniversite
yıllarında bazı antik kutsal
metinleri incelemekten
ibaretti. Ama arkeoloji
üzerinden dünyanın en ünlü ismi olmayı
başardı. Kitap üstüne kitap yazdı. Onlarca dile çevrilen o kitaplarla heyecan dalgası yarattı. Buluntuları kah uzaylıların
dünyaya gönderdiği ‘arabalar’ diye
yorumladı... Kah piramitlerden uzaylı
atalarımıza giden yolu keşfetti! Pek
çok filme ya da ‘gizem’ programlarına ilham kaynağı oldu.
Elbette bütün bu ‘eğlence’, arkeolojiyi turistik malzeme değil bir
‘bilim dalı’ olarak görenler için değildi.
Bilim insanları, Daniken gibi isimlere aşinaydı.
Gerçi hemen hiçbiri onun kadar uzak mesafelere uçmamıştı! Yine de birkaç yılda bir, kimisi
çıkıp örneğin “Nuh’un Gemisi’ni bulduk”
diye ortalığı ayağa kaldırırdı. Kayıp ülke
Atlantis’in yerini keşfedenlerin sayısı
da az değildi doğrusu!
Arkeolojinin ‘sandık odası’ böyle nice
sahtekarlıklar, skandallar, kirli çamaşırlar saklıyordu. Üstelik, onların sonuncusu daha birkaç yıl önce dünyanın
gözleri önüne serildi. Hem de kameranın
tanıklığında, yani inkar edilemeyecek
kanıtlarla.
Olayın odak noktasında, ‘amatör’ bir arkeolog olan Japon Shinichi Fujimura vardı.
Amatördü belki ama değme uzmanlara taş
çıkartan başarılara imza atıyordu. Bulduğu
arkeolojik parçalar baş döndürücüydü. Dahası,
1990’lı yıllarda ‘Japonya topraklarındaki ilk
insan izleri’ konusunda önemli bir mesafe
katetmişti. Bu çalışmalarla kendisi de bir ‘ilk’
gerçekleştirdi. Amatör olmasına rağmen, Tohoku Paleolitik Enstitüsü’nün başına getirildi.
Japon basınının deyişiyle Fujimura’nın ‘sihirli
elleri’ mucizeler yaratıyordu. Öylesine bir
sezgisi vardı ki, buluntuları sanki elleriyle
gömmüş gibi ortaya çıkartıveriyordu.
‘Elleriyle gömmüş gibi’ mi? Bir süre sonra
bu soru bilim dünyasının da Japon medyasının da ciddiye aldığı bir şüpheye dönüştü.
2000 yılında bir haber ekibinin çabası da
Fujimura’nın foyasını ortaya çıkardı. Haber-
Schliemann için Almanya’da basılan pullar
(üstte), Schliemann Truva hazinesini bulduğu
zaman, mücevherleri ilk önce eşine takmış ve
onu böyle fotoğraflamıştı (altta).
German Postage stamps honouring Schliemann
(above). Schliemann adorned first his wife with
the golden jewellery found in Troy and
photographed her (below).
Erich von Däniken’s interest for archaeology was limited to
studying certain sacred ancient texts during his years at
university. But he managed to gain a worldwide fame
through archaeology. He published several books
translated into various languages which provoked
a wave of curiosity amongst the public. He
described some archaeological findings as
evidence of the ‘Chariots of the Gods’ sent to
earth by extra-terrestrial beings... He claimed
having discovered the way leading from the pyramids to our ancestors from outer space! He inspired
numerous films and ‘mystery’ oriented esoteric
productions.
All this charivari was far from being fun for those who
consider archaeology a real scientific discipline. People
like Däniken were always there. But no one before him had
the audacity to travel that far! Certainly, every now and
then someone was claiming to have discovered Noah’s Ark,
others pretending to have located lost city Atlantis!
Many a forgery, scandal and dirty laundry are to be found in
archaeology’s ‘storage room’. The last one was staged
publicly a few years ago, in front of the cameras, with full
proof evidence.
At centre stage was the so-called ‘amateur’ Japanese archaeologist Shinichi Fujimura. Although an amateur, he already
called his own a series of achievements to make professionals jealous. The archaeological artefacts he discovered were
amazing. Over and above, he made great strides, in the
1990’s, in the field of ‘‘first human settlements’ traces in
Japan’’. Thanks to his accomplishments, he was assigned,
although an amateur, to the post of Director of Tohoku
Palaeolithic Institute, as a first in the institution’s history.
In the words of the Japanese media, Fujimura’s ‘magic
hands’ were creating miracles. He was blessed with such
great instinct that he discovered the artefacts as if he
buried them with his own hands.
After a while, the sentence “as if he buried them with
his own hands”, turned out to become a seriously
questioned suspicion in the science world, as well as
a frequently asked question by the Japanese media.
In 2000, a bold news team finally ended up unmasking Fujimura’s doings. They succeeded in shooting
Fujimura red-handed while he was burying some
previously carved or chiselled stones into ground.
Unaware of that, Fujimura was presenting, in the
following days, his so-called new findings to the
press as 570 thousand years old historical artefacts.
He and his team were so happy and proud about
their new discovery. But their joy and happiness did
not last very long. In the aftermath of that press
conference, the daily newspaper, Mainichi Shimbun,
published on 5th November 2000 the photos of the
scandal showing clearly, without the trace of any
doubt, Fujimura during his burying activity.
Fujimura did not deny his fraud. He accepted it and
apologized. He declared that he was doing all this
because of a “passion beyond his control”. Fujimura’s
career came to an end. But there was more to it, the
168 excavations he performed earlier proved to be
fake as well and that put the Japanese archaeological
community in panic, because it meant that all the
findings and artefacts, believed for 15 years to be
related to the history of the Palaeolithic Age in Japan,
were “manufactured” by Fujimura and would have to
be entirely discarded.
53
Truva örenyerinde tarihteki tüm yerleşim katmanlarının görülebildiği alan.
The area of the Troy historical site where layers of all different historical
periods are visible.
ciler, peşine düştüğü Fujimura’yı, önceden yontularak hazırlanmış
taşları gizlice gömerken çekti.
Birkaç gün sonra Fujimura, 570 bin yıllık bir buluntunun müjdesiyle bir kez daha medyanın karşısına çıttı. O da ekibi de çok mutlu,
gururluydu. Ancak bu, uzun sürmedi. Basın toplantısının hemen
ertesinde, 5 Kasım 2000 günü Japonya’nın en büyük gazetelerinden
Mainichi Shimbun sahtekarlığın fotoğraflarını yayınladı.Fotoğraflar,
Fujimura’nın buluntuları gömdüğünü hiçbir tartışmaya yer vermeyecek kadar açık biçimde kanıtlıyordu.
Zaten o da inkara kalkışmadı. Sahtekarlığı kabul edip özür diledi. ‘Engel olamadığı bir tutku yüzünden’ bunları yaptığını söyledi.
Fujimura’nın kariyeri sona ermişti. Ancak iş bununla kalmıyordu.
Daha önceki 168 kazısının da aynı şekilde ‘sahte’olduğu ortaya
çıkınca, Japon arkeoloji camiası, ‘Eyvah’ dedi. Çünkü, bu yaklaşık 15
yıl boyunca keşfedildiği sanılan Japon paleolitik dönemiyle ilgili tüm
bulguların da çöpe atılması anlamına geliyordu.
Amatör arkeolog Fujimura’nın sahtekarlığı... Bir başka amatör arkeolog Daniken’in fantezileri... Arkeolojinin sandık odasından sadece
iki örnek. Ama, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir başka örnek var
ki, onu kimileri ‘dünyanın tarihini keşfeden dahi’ diye nitelendiriyor;
kimileri de para düşkünü bir ‘tarih soyguncusu’.
Heinrich Schlieman’ın Türkiye için bambaşka bir anlamı var: O, bu
topraklardan en fazla tarihi eseri yurt dışına kaçıran kişi.
1822 doğumlu Heinrich Schliemann, papaz babasının da etkisiyle daha çocuk yaşta geçmişe ve özellikle Homeros’un dizeleriyle
Truva’ya kilitlenmişti. Gençliği, eğitimi hep bu hayalle geçti. Ama
hayalini gerçekleştirebilmek için önce para sağlaması gerekiyordu.
Ticarete atılıp, büyük bir servet sahibi oldu. Yanı sıra, eski ve yeni
Yunanca çalıştı. Evliliğini bile hayaline eşlik edecek bir kadınla yaptı.
Daha sonra bütün çalışmalarına katılacak olan Atinalı Sophia Engastromenos ile evlendi. Derken beklediği günün geldiğine hükmetti.
Ticarethanesini kapatıp Çanakkale yakınlarına geldi; Osmanlı hükü54
Amateur Fujimura’s hoax... Another amateur Däniken’s fantasies...
These are only two examples from the storage room of archaeology.
There is one more well-known infamous story of close interest to our
country; namely the wheeling and dealings of Heinrich Schliemann,
considered by some to be the ’genius who discovered the history of
the world’ but qualified as a greedy ‘history plunderer’ by others.
For Turkey, Heinrich Schliemann’s connotation is altogether different. He is the person who smuggled the greatest number of historical artefacts out of our country.
Born in 1822, Heinrich Schliemann was, from his very childhood on,
focused on the history of Troy, as portrayed in the verses of Homeros, partly due to the influence of his father who was a pastor. His
youth and education were evermore fuelled with the imagination of
historic Troy. His dream was to be the one to discover it one day. Of
course, he needed money to realize his dream. First he started a
commercial business through which he made a considerable
fortune. Meanwhile he studied ancient and modern Greek language.
He even married a woman who would share his dream, Sophia
Engastromenos from Athens, who accompanied him throughout all
his adventures. When he finally decided that the day had come, he
closed down his business and came to the neighbourhood of
present-day Çanakkale (the Dardanelles). Having obtained the
necessary authorization from the Ottoman Government, he embarked upon his excavations.
On a warm May day in 1873, the digging on the Hisarlık hill reached
the point yearned for by any excavation. A pickaxe reported the
existence of ‘something down there’. There was indeed a lot more
than ‘something’ under that hill; they found a lot of items in the
course of the ensuing days. Schliemann imagined that he had
discovered the treasure of Priamos, the legendary king of Troy. He
was wrong on that point, because the treasure found was dated back
to one thousand years earlier than Priamos. But he was right on
another point, namely that the ancient city of Troy was indeed
located under that hill.
The saga nourishing the history, art and culture of the Western
world, as told by the great poet Homeros, was lying there in front of
his eyes. From the very outset, the unearthed silver vases, chalices,
dishes, golden and copper cups, golden necklaces, earrings, crowns,
glaives, shields and over 9 thousand small ornament pieces made of
precious metals were decorating the tables in their barracks.
In subsequent excavations, five burial chambers were discovered.
Golden masks, chalices and extremely beautiful jewellery, buried
along with the dead 3 thousand 500 years ago were unearthed. The
artefacts found there, were priceless pieces which would deliver
precious information on antique history; they were unique! And, in
Schliemann’s eyes, they belonged ‘only’ to him... He gave as present
to his wife Sophia, two of the most precious pieces, a splendid
golden diadem and a golden necklace. And, disregarding totally the
agreement reached with the Ottoman Government and without any
notice to the authorities, Schliemann smuggled almost all of the
uncovered artefacts out of Turkey.
It is a matter of debate to understand how he was able to overcome
the controls and inspections. However, one point is certain; Schliemann was the champion, the leading plunderer among all those
plunderers of our country’s heritage. The pillage was of such dimension that it continued to titillate imaginations, many years after his
death, during the hottest days of the Second World War. Until 1945,
the treasure consisting of several thousand pieces was kept in a
shelter under Berlin’s zoological gardens. The Russian occupation
forces transferred one part of the collection to Moscow. Today,
Germans claim that the whole collection should be returned to
them, Russians want to keep as a part of their war reparations;
Greeks claim that this treasure should be handed over to them as
part of Greek civilization’s heritage.
Turkey on its part did certainly not give up its claims on that collec-
metinden izin alıp kazılara başladı. 1873 mayısının sıcak bir gününde
Hisarlık tepesindeki kazı, her kazı ekibinin düşlediği ana ulaştı. Bir
kazma ‘aşağıda bir şeyler var’ müjdesini verdi. Gerçekten de ilerleyen günlerde aşağıda bir şeylerin hatta çok şeyin olduğu anlaşıldı.
Schliemann, bulduklarının Truva’nın efsane kralı Priamos’un hazinesi olduğunu düşündü. Yanılıyordu, çünkü hazine, Priamos’tan bin
yıl kadar öncesine işaretleniyordu. Ama haklıydı, çünkü Truva’nın
kalıntıları o tepenin altındaydı.
Batı dünyasının tarihini, sanatını, kültürünü besleyen Homeros ‘un
anlattıkları gözlerinin önündeydi. Daha ilk günden gümüş vazolar,
kadehler, tabaklar, altın ve bakır kupalar, altın kolyeler, küpeler,
taçlar, kılıçlar, kalkanlar ve değerli madenlerden yapılmış 9 bin küçük
parça, barakalarındaki masanın üstünü süslüyordu.
Buluntular o kadarla kalmadı. Sonraki kazılarda beş mezar odası
ortaya çıkartıldı. 3 bin 500 yıl önce ölülerle gömülen; altın maskeler,
kadehler ve olağanüstü güzellikte mücevherler bulundu. Buluntular
tarihi aydınlatmak açısından öylesine değerliydi ki, paha biçilemezdi. Eşsizdi. Ve Schliemann’a göre ‘sadece onun’du. O kadar ki, en
değerli parçalardan altın bir başlık ve kolyeyi eşi Sophia’ya hediye
etmişti. Elbette bununla kalmamıştı. Kazıda bulduğu hemen hemen
her şeyi -anlaşmasının aksine- yetkililere haber bile vermeden yurt
dışına çıkardı.
Bunu nasıl yapabildiği, denetimleri nasıl aşabildiği tümüyle ayrı bir
tartışma konusu. Ancak açık olan şu; Schliemann Türkiye topraklarını talan edenlerin başında geliyordu. Hem de öylesine bir talandı
ki bu, onun ölümünden çok sonra, İkinci Dünya Savaşı’nın en sıcak
günlerinde bile akılları kurcalamıştı. Binlerce parçadan oluşan
hazine, 1945 yılına kadar Berlin’de bir hayvanat bahçesinde gizlenmiş ve savaş sonrasında bir kısmı Ruslar tarafından Moskova’ya
götürülmüştü. Schliemann’ın bulduğu hazine üzerinde; hem ‘bizden
götürüldü’ diye Almanlar, hem ‘savaş tazminatımız’ diye Ruslar,
hem de ‘o hazine Yunan uygarlığının mirası’ diye Yunanlılar hak
iddia ediyor.
Türkiye de, hiç kuşkusuz, son yıllarda başarılı sonuçlar aldığı örneklerdeki gibi, o hazine için mücadele veriyor. Sonuç ne olur, kimbilir! Bilinen şu: Schliemann’ın kazısı arkeolojinin sandık odasında
bambaşka bir yer tutuyor. Tarihe katkılarıyla beyaz, talanıyla siyah
sayfaların yazıldığı bir yer...
tion originating from the heart of his own territory. In recent years,
Turkey obtained successful results in a series of legal struggles and
diplomatic negotiations aimed at recovering certain items of its
heritage from various museums in Western countries. Nobody can say
yet what the future will bring for the Trojan treasure. What we know
with certainty is that Schliemann’s excavations occupy a quite different place at the storage room of archaeology. A place where its
contributions to history are written on snow-white and the plundering
of the treasure on pitch-black pages...
Schliemann’ın Atina’da bulunan mezarı (üstte).
Schliemann’ın Truva Antik Kenti’nde başlattığı kazı alanı bugün ‘Schliemann
Yarması’ olarak anılıyor. Burada açılan 40 metre genişlik ve 17 metre derinliğindeki
çukur kazılarında değerli pek çok eser yok olmuştu.
Schliemann’s tomb in Athens (above).
Schliemann’s excavation area at Troy Ancient City is referred to today as the
‘Schliemann Crevasse’. Many treasures originating from the 40 m. wide and 17 m.
deep trench dug here had disappeared.
55
56
MÜZELER
Museums
Yazı -Text
Hümeyra Konyar
Fotoğraflar-Photos
Rasim Konyar
TO
KA
T
a
tatürk
evi ve etnografya müzesi
mustafa kemal, gerek kurtuluş savaşı öncesinde
gerekse cumhuriyet döneminde anadolu’da pek
çok ile gitmişti. halk, bu ziyaretleri sırasında
kaldığı evlere her zaman sahip çıkmış, kültür
ve turizm bakanlığı da bu evleri tek tek
restore ederek atatürk müze evleri haline
dönüştürmüştü. bu müzelerde, ülkenin dört
bir yanında verilen bağımsızlık savaşının anı
ve belgeleri sergileniyor ve gelecek kuşaklar
için saklanıyor. işte tokat’taki atatürk evi ve
etnografya müzesi de bu zincir evlerden, hatta
en önemlilerinden biri.
The Atatürk House and
Ethnographic Museum in Tokat
TURKISH PEOPLE NURTURE AN EMOTIONAL ATTACHMENT TOWARDS
THE HOUSES WHERE THEIR NATIONAL HERO, MUSTAFA KEMAL
ATATÜRK, VICTORIOUS COMMANDER IN CHIEF OF THE LIBERATION WAR
AND FOUNDER OF THE TURKISH REPUBLIC, STAYED IN EACH CITY
DURING HIS VISITS AROUND TURKEY THROUGHOUT THE LIBERATION
WAR AS WELL AS THEREAFTER, AS FIRST PRESIDENT OF THE REPUBLIC.
THE MINISTRY OF CULTURE AND TOURISM RESTORED THESE HOUSES
AND CONVERTED THEM INTO MUSEUMS WHERE THE MEMORIES AND
DOCUMENTS OF THAT PERIOD ARE KEPT UNDER PROTECTION FOR THE
BENEFIT OF FUTURE GENERATIONS. THE TOKAT ATATÜRK HOUSE AND
ETHNOGRAPHIC MUSEUM IS ONE OF THE MAJOR LINKS IN THIS CHAIN.
57
Mustafa Kemal inaugurated his struggle for the liberation of
Anatolia from enemy occupation, in the city of Samsun on
Turkey’s Black Sea side. Then, he fostered the organization of the
ustafa Kemal, Anadolu’yu düşman işgalinden
popular resistance through meetings held in Amasya, Sivas and
kurtarmak ve yeni Türkiye Cumhuriyet’ini kurmak
Erzurum. He continued to travel throughout Turkey in the years
için başlattığı bağımsızlık savaşının ilk adımlarını
following victory and the Proclamation of the Republic, to explain
Samsun’da atmış; Amasya, Sivas ve Erzurum illeand share his ideal of an enlightened modern nation with the
rinde gerçekleştirdiği toplantılarla mücadeleyi şegrassroots population of his country. The people of the places he
killendirmiş ve halkın desteğini almıştı. Cumhuriyet’in kuruluşundan
visited, pledged to look after and protect the houses where he
sonra da yurt gezilerini hiç ihmal etmemiş, genç Türkiye’ye aydınlık
resided during his stay in each city. In the case of Trabzon, they
bir kimlik kazandırmak amacıyla atacağı her önemli adımı paylaşmak
presented him the house as a gift. In the course of several deciçin bir başka ili seçmişti. Hemen her ilde halk, bu seyahatleri sıraades since then, these houses were restored by the Ministry of
sında kaldığı evlere sahip çıkmış, yıkılmasına izin vermemiş, hatta
Culture and Tourism and converted into museums of rememTrabzon’da olduğu gibi bazı illerde de bu evleri kendisine hediye etbrance dedicated to the role played by each city during liberation
mişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı yıllar içinde bu evleri tek tek restore
war; as custodians of the historic legacy to be transmitted to
ederek Atatürk müzeleri haline dönüştürdü. Bu nedenle de bugün
future generations. Tokat is hometown to one of this chain of
Türkiye’nin pek çok kentinde Atatürk Evi Müzesi vardır ve bu müze
Atatürk houses. Tokat constituted an important station during the
evlerde her ilin bağımsızlık savaşındaki rolü, anılar ve belgelerle sercontacts and meetings aimed at organizing the Liberation War
gilenmektedir. Atatürk müze evleri, gelecek kuşaklara kalacak bu çok
conducted by Atatürk within the Amasya, Sivas and Erzurum
önemli mirasın bekçisidir. İşte Tokat’taki Atatürk Evi ve Etnografya
triangle.
Müzesi de bu zincir evlerden, hatta en önemlilerinden biridir.
Mustafa Kemal visited Tokat 6 times during his lifetime and
Kurtuluş Savaşı öncesinde Atatürk’ün Amasya, Sivas ve Erzurum üçstayed three times in the house
geninde gerçekleştirdiği temasof his close friend and brother
lar ve kongreler sırasında Tokat
in arms, Mustafa Vasfi Sühep önemli bir durak olmuştu.
soy(1876-1934). Mustafa Vasfi
Atatürk tüm yaşamı boyunca 6
was among the group of 18
kez Tokat’a gelmiş, bunlardan
people who accompanied
üçünde bu evde konaklamıştı.
Mustafa Kemal on his trip from
Çünkü bu ev, en yakın silah arİstanbul to Samsun on-board
kadaşlarından biri olan Mustafa
the Bandırma vessel and
Vasfi Süsoy’un eviydi.
remained in Atatürk’s close
1876-1934 yılları arasında
vicinity throughout the years of
yaşamış olan Mustafa Vasfi
struggle. He participated as
Süsoy, Bandırma Vapuru ile
staff officer at the Dardanelles
İstanbul’dan Samsun’a giden
campaign and the Liberation
Mustafa Kemal’in yanındaki 18
War. He served as deputy from
kişiden biriydi. Birlikte başlatTokat for 4 electoral periods in
tıkları bu mücadelede sonuthe years following the Proclana kadar Atatürk’ün yanında
mation of the Republic. Atatürk
olmuştu. Hem Çanakkale hem
always considered Mustafa
Kurtuluş savaşlarında Kurmay
Vasfi a brave soldier, a likeSubay olarak cephede yer almış,
minded politician and a close
Cumhuriyet’ten sonra ise 4
friend.
dönem Tokat Milletvekilliği
Mustafa Kemal was in Tokat for
yapmıştı. Atatürk için her zaman
the first time on 26 June 1919
kahraman bir asker, aynı fikirleri
and stayed that night at
paylaştığı bir siyasetçi ve yakın
Süsoy’s house. At his second
bir dost olmuştu.
visit on 25 September 1924, he
Mustafa Kemal, Tokat’a ilk
was again welcome at Süsoy
olarak 26 Haziran 1919 tarihinde
family’s house where he spent
gitmiş ve Süsoy’a ait bu evde bir
two nights in the company of
gece kalmıştı.
his spouse, Lâtife Hanım.
25 Eylül 1924 tarihinde gerOn 28 September 1928, he
çekleşen ikinci ziyaretinde, iki
lectured on the new Turkish
gece Süsoy’ların konuğu olmuş,
alphabet to civil servants and
bu gezide Latife Hanım da yer
the public at the Tokat Governalmıştı.
ment Office and travelled forth
19 Eylül 1928’de ise Tokat Hüto Sivas following lunch. On
kümet Konağı’nda memurlara ve
21st November 1930, he spent
halka yeni alfabe dersi vermiş,
the night at Süsoy’s house,
bu konakta yediği öğle yemeafter his meetings in the Tokat
ğinden sonra Sivas’a hareket
Town Hall.
etmişti.
The family of Mustafa Vasfi
Tokat Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi Sofa bölümü.
21 Kasım 1930 tarihinde bir kez
Atatürk House and Ethnographic Museum in Tokat, Main Hall area.
Süsoy, who passed away in
daha Tokat’a gelen Atatürk, Bele1934, stored the furniture and
58
Siz bulutların
Kız Kulesi üstündeyken
Galata Kulesi
.
Istanbul Bogazı
˘
Ayasofya
.
Istanbul ayaklarınızın altında...
0212 268 83 83
www.istanbulsapphire.com
diyedeki temaslarını tamamladıktan sonra geceyi Süsoy’un evinde
geçirmişti.
1934 yılında yaşama veda eden Mustafa Vasfi Süsoy’un ailesi, konakta yer alan ve özellikle Atatürk’ün kullandığı tüm eşyaları bir odaya
kaldırmış ve yıllarca böylece muhafaza etmişti.
2001 tarihinde kamulaştırılan konak, iki yıl sonra Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na devredilmişti. Bakanlık tarafından restore edilen ev,
2007 tarihinde ‘Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi’ olarak ziyarete
açıldı.
19’uncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş bu üç katlı yapı, eski
Tokat evlerinin tüm özelliklerini yansıtıyor.
Sofa düzenli yapının alt katında birbirinden ayrı bölümlerde yer alan
ahır, tuvalet, çeşme, mutfak ve kiler bulunuyor. Katları bağlayan
ahşap merdivenler sofalara, sofalar odalara bağlanıyor. Konağın arka
bahçesinde ise Tokat evlerine özgü mermer şadırvan dikkat çekiyor.
Kanaviçe işli perdeleri, dantelleri, ahşap döşeme ve tavanları ve zarif
mobilyaları ile bu güzel konak dönemi tam anlamıyla yansıtıyor.
Güzelliği bir yana, müze evi ziyaret eden herkes; böylesine sade,
şatafattan uzak, hiç bir lüksü olmayan bir mekanın ne kadar önemli
dönemlere tanıklık ettiğini düşünüyor; Atatürk ve arkadaşlarının
bağımsız, çağdaş ve aydınlık bir Türkiye yaratmak uğruna verdikleri
mücadeleye bir kez daha saygı duyuyor.
articles Atatürk made use of in one room and kept them there for
many years.
The mansion was nationalized in 2001 and turned over to the
Ministry of Culture and Tourism after two years. Restored by the
Ministry, it was inaugurated as“Atatürk House and Museum of
Ethnography” in 2007.
Built in the second half of the19th century, this three storey house
is typical of Tokat’s local architecture. The basic building structure being a number of rooms opening onto a central hall, the
ground floor consists of separate sections housing the kitchen,
the bath rooms, the fountain, the storage room and the barn. The
staircases going up from one floor to the other link the central
hall of each floor with one another and the rooms on each floor
are connected through the hall. At the mansion’s backyard there
is an ornamented fountain typical of Tokat houses. With its
canvassed curtains, laced draperies, the wooden floor and
ceilings, with its tasteful furniture, the mansion reflects perfectly
the era’s style. When you think that this beautiful but unpretentious house witnessed history unfolding; you realize how much
the moral strength of Atatürk and his friends’ dedicated struggle
to create an independent, modern and enlightened nation,
deserves respect and admiration.
Tipik bir Tokat konağı olarak geleneksel Türk mimarisini bütünüyle yansıtan müze
ev; kanaviçe işli perdeleri, örtüleri ve dantelleri ile dönemin tüm zerafetine de
ayna tutuyor. Konağın sofasından bir bölüm (altta).
The mansion, a typical Tokat house reflecting traditional Turkish architecture,
embodies also the good taste of its era with its canvassed curtains and laced
draperies; a view from the Main Hall (below).
60
Atatürk’ün Zarif Sofrası
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın web sitesinde yer alan
Prof. Dr. Mahmut Tezcan’a ait ‘Atatürk’ün Beslenme
Alışkanlığı, Yediği ve Sevdiği Yemekler’ başlıklı sempozyum bildirisinde Atatürk’ün yemek kültürüne ait değerli
bilgiler yer alıyor. Bildiride, Atatürk’ün zarif sofrası ‘günün
sorunlarının aklın ve bilimin ışığında tartışıldığı bir felsefe
okulu’na benzetiliyor.
Prof. Dr. Mahmut Tezcan, araştırmasında şu bilgilere yer
veriyor:
“Atatürk’ün sofradaki sözleri, felsefesi, yol göstericiliği,
fıkraları, vecizeleri gerçekten bir hazine idi. Amaç, tartışmalardı, iyiyi doğruyu bulmaktı. Akıla yol açmaktı. Sofra
ve içki ise bir araçtı.
Atatürk, boğazına düşkün, çok yiyen bir insan değildi. Ziyafetlerde çok yemek yenmesini tasarrufa aykırı
bulduğunu ve sağlığa zararlı olduğunu söylemiştir. Kahvaltısında; çay, kahve içer, fazla bir şey yemezdi. Soğuk
ayranla, bazen bir kase yoğurt ile bir dilim ekmek yerdi.
Etsiz kuru fasulye, pilav, omlet, sahanda yumurta, etli taze
bamya, karnıyarık çok sevdiği yemeklerdi. Tatlılarla arası
iyi değildi, gül reçeli severdi. Geleneksel Türk içkisi olarak
rakıyı seviyor ve leblebi, kavun gibi mezeler yiyordu. O’nun
döneminde ülke yoksuldu. Halkının et yemediğini çok iyi
biliyordu. O’nun ülkenin bu yoksul durumunu göze alarak
et yemediği söylenebilir. Akşam yemeğini konuklarıyla
birlikte yer, devlet görevini bu yemeklerinde de devam ettirirdi. Sofrayı, ülke sorunlarını çözümlemede bir araç olarak
kullanmıştır.”
Atatürk’s refined dinner table
A symposium contribution on “Atatürk’s alimentary habits,
preferred dishes” by Prof. Dr. Mahmut Tezcan, -whose text is
accessible on the Ministry of Culture and Tourism’s internet
website-provides us valuable information on Atatürk’s
gastronomic culture. The refined dinner table of Atatürk
around which are gathered his friends, is compared to a
“school of philosophy where the relevant questions of the day
are discussed in the light of reason and science”. Prof. Dr.
Mahmut Tezcan states:
“Atatürk’s words, philosophy, guidance, anecdotes, maxims
were an intellectual feast. The discussions aimed at finding
the best, the most rational solution to the problems of the
day. Beverage and dinner were only used as pretext for the
discussions. Atatürk who did not eat in great quantities,
thought of copious meals as wasteful and unhealthy. For
breakfast, he took coffee or tea and ate very little. Sometimes
he only took a cup of yoghurt with a slice of bread. He
preferred to eat beans and rice without meat, he liked
omelette, sunny side up eggs, fresh okra beans and eggplant
dishes. He was not fond of sweet desserts, but he liked rose
jam. He liked rakı, the traditional Turkish alcoholic beverage
along with appetizers such as melon and grilled chickpeas. It
can be argued that, considering the country’s modest
economic situation in those years, he avoided meat in
compassion for those who could not afford it. He sat at the
dinner table with his guests and continued to conduct State
affairs, using the dining room as a venue to solve the
country’s problems.”
61
Tokat Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi’nde Atatürk’ün yemek yediği masa da sergileniyor.
Sofrada yer alan yemek takımları ve aksesuarlar dönemin eşyalarını tüm zarafeti ile yansıtıyor.
The dinner table having hosted Atatürk is on display at the Atatürk House and Ethnographic
Museum in Tokat. The porcelain, cutlery and table accessories reflect the refined style of the era.
61
KÜTÜPHANE
Library
İstanbul’un Tarihi
Gözlerinizin Önünde
Canlanacak
ÜNLÜ TARİHÇİ STEFANOS YERASİMOS’UN,
‘İSTANBUL: İMPARATORLUKLAR BAŞKENTİ’
İSİMLİ KİTABI, BİR YUNAN KOLONİSİ
OLARAK KURULAN BYZANTION’UN,
İMPARATORLUKLARIN VAZGEÇİLMEZ
BAŞKENTİNE DÖNÜŞMESİNİN ÖYKÜSÜNÜ
ANLATIYOR. ÜSTELİK BU ÖYKÜYE, ANITSAL
YAPILAR, MİTLER VE EFSANELER EŞLİK
EDİYOR.
İstanbul’s history revived
THE BOOK ENTITLED ‘’İSTANBUL: CAPITAL
OF EMPIRES’’ BY RENOWNED HISTORIAN
STEFANOS YERASIMOS TELLS US THE
STORY OF THE EVOLUTION OF BYZANTION
(BYZANTIUM), ORIGINALLY ESTABLISHED AS
A GREEK COLONY, INTO THE IRREPLACEABLE
CAPITAL OF EMPIRES. THE STORY IS
ACCOMPANIED BY MONUMENTAL BUILDINGS,
MYTHS AND LEGENDS.
62
İstanbul... Balkanlardan Kuzey Afrika’ya kadar bütün Doğu Akdeniz’i
kaplayan imparatorlukların başkenti, Türkiye Cumhuriyeti’nin en kalabalık, en zengin ve en büyük ve en canlı kenti. Ünlü tarihçi Stefanos
Yerasimos, ‘İstanbul: İmparatorluklar Başkenti isimli’ eserinde, işte
bu kenti anlatıyor. Ama, öyküsü anlatılan bir kentin çok ötesinde.
Yerasimos, sayısız uygarlığın hayali / hedefi olan İstanbul üzerinden muazzam bir tarih yolculuğu yapıyor, yaptırıyor. Bu toprakları
vazgeçilmez kılan tüm olayların, kişilerin, yapıların ve inançların izini
sürüyor.
Kitap, bir Yunan kolonisi olarak kurulan Byzantion ile başlıyor. Bu koloni kentinin Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti
Konstantinapolis’e, ardından da Osmanlı İmparatorluğu’nun payitahtı İstanbul’a dönüşmesini; Osmanlı ve İslam kimliği ile tanışmasının öyküsünü, akademik araştırma kimliğini yitirmeyen sürükleyici
bir dille anlatıyor.
Byzantion, Konstantinapolis ve İstanbul’un iç içe geçen 16 yüzyıllık öyküsüne, anıt yapıların mimari detayları, tarihçeleri ve
etraflarında şekillenen mitler, efsaneler eşlik ediyor. Okuyucu
sayfalar arasında gezinirken, antik dünyanın çöküşüne ve Ortaçağ
Konstantinapolis’inin gelişmesine tanıklık ediyor. Osmanlı’nın
görkemine, Topkapı Sarayı’nın pencerelerinden bakıyor, Osmanlı’yı
Osmanlı yapan kültürel, dini ve sanatsal öğelerin izini sürüyor.
Tarih Vakfı Yayınları’ndan çıkan Stefanos Yerasimos imzalı 400 sayfalık kitabın
satış fiyatı 150 TL.
İstanbul... the capital of Eastern Mediterranean empires stretching from
the Balkans to Northern Africa, the most populated, the richest, the
biggest and the liveliest city of the Republic of Turkey. That is the city
Stefanos Yerasimos tells us about in his book, “İstanbul, capital of
Empires”. It is definitely more than a simple account on a city.
Yerasimos engages us on an impressive historical journey via the
description of İstanbul’s history. He offers the reader the traces of all
the events, personalities, monuments and faiths which made İstanbul
irreplaceable. He provides us a closer understanding on the reasons of
the choice of the city as their capital by various civilizations.
The book starts with the establishment of Byzantion as a Greek colony.
Then, the author narrates in a fascinating style, yet respectful of the
academic research character of his work, how this colony grew into
becoming Konstantinoupolis (Constantinople), capital of the Eastern
Roman Empire, how it expanded to become İstanbul, the capital city of
the Ottoman Empire; describes the story of the acquaintance of the city
with the Ottoman and Islamic identity.
Architectural particularities of the various monumental structures
adorning the city, their history and the popular myths and legends
surrounding them ornament the intertwined history of Byzantion,
Constantinople and İstanbul together developing in a time span of 16
centuries. The reader witnesses the end of the Antique Age, the
development of medieval Constantinople, admires the glory of the
Ottoman Empire through the windows of the Topkapı Palace, discovers
the origin of the cultural, religious and artistic characteristics
representing the Ottoman civilization.
Published by ‘Tarih Vakfı Yayınları’ (History Foundation Publishing), the sale price
of the 400 pages book by Stefanos Yerasimos is 150,- TL (Turkish Pounds).
ESKİ DOST STEFANOS YERASİMOS
Mimar, şehirci ve tarihçi Stefanos Yerasimos, 1942’de İstanbul’da
doğdu. 1966’dan aramızdan ayrıldığı 2005’e kadar çoğunlukla
Fransa’da yaşayan ve Paris VIII Üniversitesi’nde ders veren Yerasimos, 1994-1999 yılları arasında İstanbul Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün müdürlüğünü ve 1996-2000 arasında Tarih Vakfı
Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı.
Marko Polo, İbn Battuta, Jean Chardin, Pierre de Tournefort’un
yapıtları dahil, birçok seyahatnameyi yayına hazırlayan Yerasimos,
Demeures Ottomanes en Turquie, Questions d’Orient, İstanbul,
la Mosquée de Soliman, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Kurtuluş
Savaşı’nda Türk-Sovyet İlişkileri, Kostantiniye ve Ayasofya Efsane-
leri, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu, Sultan
Sofraları: 15. ve 16. Yüzyılda Osmanlı Saray Mutfağı ve Süleymaniye isimli kitapların da yazarıdır.
Old friend Stefanos Yerasimos
Stefanos Yerasimos was one of the prominent historians portraying
Turkey’s past and recent history with great accuracy. He was born on this
soil. Architect, city planner and historian, Stefanos Yerasimos was born in
1942 in İstanbul. He lived mostly in France from1966 until his demise in
2005 and lectured at the ‘Université Paris VIII’. He served as the Director
of the French Institute of Anatolian Studies in İstanbul from 1994 to 1999
and was Member of the Governing Board of the History Foundation from
1996 to 2000.
Yerasimos was the editor of various old travel accounts, including those of
Marco Polo, Ibn Battuta, Jean Chardin, Pierre de Tournefort. He is the
author of several books in French and Turkish languages such as Demeures Ottomanes en Turquie, Question d’Orient, İstanbul, la Mosquée de
Soliman, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye (Turkey in the Process of
Underdevelopment), Kurtuluş Savaşında Türk-Sovyet İlişkileri (TurkishSoviet Relations during the War of Liberation), Konstantiniye ve Ayasofya
Efsaneleri (The Constantinia and Hagia Sophia Myths), Milliyetler ve
Sınırlar (Nationalities and Borders), Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu
(The Balkans, the Caucasus and the Middle East), Sultan Sofraları : 15. ve
16. Yüzyılda Osmanlı Saray Mutfağı (Dinner Tables of the Sultans :
Culinary Art of the Ottoman Court in the 15th And 16th Centuries) and
Süleymaniye (Suleiman’s Mosque).
63
ÖZEL
MÜZELER
Private
Museums
Yazı-Text
Sevinç Akyazılı
64
istanbul’un ‘modern’ yüzü
bu kadarını onlar bile tahmin etmiyordu. oysa kurulduğu günden bugüne 4 milyona yakın ziyaretçi ağırladı. 700’e yakın sanatçının eserini o
ziyaretçilerle buluşturdu. ‘istanbul
modern’, adını sadece çağdaş sanatın mekanı olarak değil modern
türkiye’yi ve istanbul’u dünyaya tanıtarak da hak ediyor. müze şimdi de
75 kadın sanatçıyı bir araya getiren
‘hayal ve gerçek’ isimli dev bir sergiye
ev sahipliği yapıyor.
istanbul’s ‘modern’ face
EVEN THE FOUNDERS OF “İSTANBUL MODERN” DID NOT EXPECT
THAT SUCCESS. THEIR MUSEUM HOSTED NEARLY 4 MILLION
VISITORS SINCE ITS OPENING IN 2004. OVER 700 ARTISTS DISPLAYED
THEIR WORKS THERE. ‘İSTANBUL MODERN’ IS NOT ONLY
CHARACTERIZED AS THE HOME OF MODERN ART BUT ALSO AS THE
EMBODIMENT OF İSTANBUL’S AND TURKEY’S MODERN FACE.
CURRENTLY THE MUSEUM IS HOSTING THE JOINT EXHIBITION OF 75
FEMALE ARTISTS UNDER THE TITLE ‘DREAM AND REALITY’.
65
ola bir ‘hayal’ kurarak çıkıldı. Hayalin adı sanattı
ve o sanatla kitleleri buluşturacak bir müze. İyi
de nasıl bir kimlikle, hedefle ve nerede! Dile
kolay, Oya Eczacıbaşı’nın ifadesiyle, tam 17 yıl
boyunca o hayalin peşinde gittiler. Olgunlaştırdılar. Soruların yanıtlarını verdiler. 11 Aralık 2004 tarihinde de,
yıllarca kuru yük deposu olarak kullanılan bir binada müzenin
kapılarını açtılar. Hayal artık gerçekti. Adı da ‘İstanbul Modern’di.
Türkiye gibi, hem müze gezmenin hem de çağdaş sanatın pek
yaygın olmadığı bir ülkede, gözü kara bir adım gibiydi. Kim ilgilenecekti, kaç kişi ziyaret edecekti ki müzeyi! Nitekim, Baş Küratör
Levent Çalıkoğlu, “Müzeyi açtığımızda, ‘150 bin ziyaretçi gelse ne
iyi olur’ diye düşünüyorduk” diyor. Daha sonra yaşananları ise
şöyle anlatıyor:
“Müzenin yaşayan bir alan olabilmesi için ziyaretçi akışının sağlanması, modern müze ziyaretinin alışkanlık haline getirilmesi
gerekiyordu. Sanat yapıtı ile izleyici arasında bir bağ kurmak için
özel eğitim çalışmaları düzenledik. Bir eğitim departmanı kurduk.
Okullarla görüşmeler yaparak, öğrencilerin öğretmenleri eşliğinde
buraya gelmesini sağladık. Yerel yönetimlerle görüşerek, özellikle
gelir seviyesi düşük aileler için anne çocuk programları düzenledik. Sergilerimizi, Türkiye ve uluslararası sanat kamuoyuna tanıtmak için çaba sarf ettik. Şimdi, İstanbul Modern yılda yaklaşık 800
bin kişiyi ağırlayan ve İstanbul’a gelen turistlerin mutlaka görmek
istediği bir mekan.”
66
The museum itself originated from a dream. The name of the dream
was the search for a place to make contemporary art meet the public.
But where and under which identity? According to Oya Eczacıbaşı, the
initiator of the project, they pursued their dream for 17 years, maturing
their ideas, making plans and concretizing them progressively. Finally
they inaugurated the museum of their dreams on 11 December 2004 in
an old warehouse under the name of ‘İstanbul Modern’.
This was a bold undertaking in a country where neither museum visits
nor contemporary art draw widespread attention. Who was going to be
interested and what kind of turnout was to be expected? Head Curator
Levent Çalıkoğlu says, “At the outset, we were prepared to declare
ourselves satisfied with 150 thousand visitors.” And, concerning the
ensuing events , he adds:
“In order to make a living space of the museum, it was necessary to
have a certain flow of visitors, to be able to turn modern museum visits
into a usual practice of the people. In this perspective, we established
an educational department and organized seminars with a view to
creating a link between the audience and the work of art. We approached school administrations and invited pupil groups to visit our
museum in company of their teachers. We contacted the local authorities and organized mother-and-child programmes for low-income
families. We engaged in promotion efforts to advertise our exhibitions
in Turkey and abroad. Today, İstanbul Modern is a museum hosting
yearly 800 thousand guests, a place that each tourist visiting İstanbul
wants definitely to see.”
Günde 2 bin ziyaretçi
İstanbul Boğazı’nın en güzel fotoğrafını veren Kabataş Sahili... Ve o sahilde Denizcilik İşletmeleri’ne ait 8 bin metrekarelik kuru yük deposu...
Bugün, hayranlarının deyişiyle ‘modern sanat tapınağı’na dönüştü.
Günde ortalama 2 bin kişiyi ağırlıyor. Peki o ziyaretçileri, müzede ne
bekliyor? Ne karşılıyor? Soruların yanıtı yine Levent Çalıkoğlu’ndan:
“İzleyici buraya geldiği zaman, ata yadigarını, tarihi, geçmişi değil,
şimdiyi görüyor. Sergi salonunda gezerken, izlediği yapıtı üreten
sanatçıyla yan yana gelebiliyor. İzleyiciler, nefes alan, bütün ilişkisini,
görselliğini ve felsefesini şimdiki zamana odaklayan bir müze kimliğiyle buluşuyor. 2000’li yıllarda dönüşen, değişen İstanbul’un ruh
halinin yansımalarına tanıklık ediyor. İstanbul Modern, güncel sanatın
nabzının attığı bir referans noktası. Çağdaş Türk sanatçıların burada sergilenen yapıtları, uluslararası sanat kamuoyunun gündemine
oturuyor. Türk sanatseverler burada yapılan sergiler sayesinde dünya
sanatının en son örneklerini görme fırsatını da yakalıyor.”
Çağdaş sanat ‘kışkırtır’
Müzenin bir başka misyonu daha var: Sanatın 21. yüzyıldaki anlamını
kapsamını aktarabilmek... Her açıdan ön yargıları aşabilmek... Bunun
için de modern sanatın beslendiği provokatif eserleri göze almak...
Yani kışkırtmak!
Baş Küratör Çalıkoğlu, buna en çarpıcı örneğin, Türkiye’yi uluslararası
düzeyde temsil eden Kutluğ Ataman olduğunu söylüyor:
“Kutluğ Ataman’ın, kimlik-politika-iktidar ekseninde dönen Ruhuma
Two thousand visitors daily
An old port facility, an 8 thousand m2 large warehouse combined with
the best view of the Bosporus from Kabataş shore is nowadays converted into a ‘temple of modern art’, in the words of its admirers. This
temple welcomes daily 2 thousand visitors. Levent Çalıkoğlu tells us
about the public’s journey inside the museum:
“The audience is not met here with history or ancestors’ legacy but
rather with the present time. While strolling through the halls, they
enjoy the opportunity of meeting personally the authors of the works of
art on display. They experience a museum which breathes and focuses
its visual attention and philosophy on the present. They witness
reflections of the new spirit representing İstanbul’s evolution since the
2000’s. İstanbul Modern is a reference point where you feel the pulse of
contemporary art. Exhibitions of contemporary Turkish artists taking
place in our museum draw the attention of international art circles. In
turn, Turkish art lovers enjoy the opportunity of coming across the
latest productions of world contemporary art, thanks to exhibitions of
international artists at İstanbul Modern.”
Contemporary art is provocative
Another important task of the museum is to convey the meaning and
scope of art in the 21st century... To overcome all kinds of stereotypes...
To face up to the provocative productions nurturing the art of our
time... That is, to provoke! Head Curator Çalıkoğlu refers to Kutluğ
Ataman, a Turkish artist representing his country at international art
67
Asla isimli video-art çalışması büyük beğeni topladı. Ataman’ın
bu çalışması, Türkiye’de modern sanat anlamında bir eşiğin
atlanmasıydı. Üstelik bu işi eşik atlamak için de yapmadık.
Eser son derece çarpıcıydı ve biz de modern sanat adına söz
söyleyen bir kurum olarak bu işi sergilemeliydik. Hiçbir olumsuz eleştiri almadık. Aksine gelen tepkilerden daha da cesaret
bulduk. Türkiyeli izleyici modern sanata ilgili ve doğru bilgilendirildiğinde, destek veriyor, alkışlıyor.”
İstanbul Modern’in kurucusu Oya Eczacıbaşı.
Oya Eczacıbaşı, Founder of ‘İstanbul Modern’ Museum.
Sanatın her hali!
Sanatın her alanına katkılarıyla bilinen Eczacıbaşı ailesi, kuruculuğunu Oya Eczacıbaşı’nın üstlendiği ‘İstanbul Modern’
ile, dünyaca ünlü rakiplerini aratmıyor. Uluslararası başarılara
sahip, 2006 yılında İngiltere’de ‘şövalye’ ünvanı alan modacı
Hüseyin Çağlayan bir başka ilginç örnek. Müze, Çağlayan’ın
kreasyonlarını sergiledi ve büyük alkış topladı. İstanbul’daki
serginin hemen ardından Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi’nin
Hüseyin Çağlayan’a istediği zaman sergi ve etkinlik düzenleyebileceği bin 500 metrekarelik bir alan tahsis etmesi, modern
sanatın yönünü ve nasıl beslendiğini gösteriyordu.
İstanbul Modern, harcındaki ‘hayal’ gücünü neredeyse her
etkinlik için sonuna kadar kullanıyor. Şimdilerde de ‘Hayal ve
Gerçek’ isimli dev bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Türkiye’nin
ilk kadın romancısı Fatma Aliye ile Ahmet Mithat’ın birlikte
yazdığı bir romandan ilham alan bu sergide, 1891’den itibaren
Türkiye’de yaşayan kadın sanatçıların, hayal ve gerçeği iç içe
geçirdikleri eserleri yer alıyor. 75 kadın, İstanbul Modern’de
Türkiye’nin modern yüzüne ayna tutuyor.
GENÇ SANATIN ÖNCÜLERİ BURADA!
İstanbul Modern’in kalıcı koleksiyonları iki ana başlık altında toplanıyor. Bunlardan ilki müzenin ve aynı zamanda İKVS’nin de kurucusu olan
Nejat Eczacıbaşı Vakfı’na ait sanat eserleri. Diğeri ise İstanbul Modern’in
kendisine ait olan eserler. Bu her iki koleksiyon da, 1980 ve sonrasında
Türkiye’de yaşayan sanatçıların meydana getirdikleri eserlerden oluşuyor.
Müze, Türkiye’nin en geniş ve ilginç, Sarkis, Kutluğ Ataman, Ayşe Erkmen,
Gülsün Karamustafa, Halit Enger ve İnci Eviner koleksiyonlarını elinde
bulunduruyor. Dinamizmini ise, kalıcı ve pop-up sergilere borçlu. 2008
Yılında Londra Tasarım Müzesi ile birlikte Tasarım Kentleri isimli bir sergi
açan İstanbul Modern yönetimi, 2010 yılında da sıradışı bir sergi düzenledi.
Dünya kamuoyunun Michelle Obama ve Lady Gaga’yı giydiren modacı
olarak tanıdığı Hüseyin Çağlayan’ın kreasyonunu izleyiciyle buluşturdu.
Türkiye’deki yakın bellek sorununu mimari disiplin içinde sergileyen Ermeni Mimarlar projesi büyük beğeni topladı. 20 Yıl önce çektiği, ‘Afgan Kızı’
isimli fotoğrafla dünya çapında üne kavuşan ve kısa bir süre önce bu kızı
bulup tekrar fotoğraflayan Steve McCury sergisi büyük ilgi gördü.
PIONEERS OF YOUNG ART
Museum’s permanent collections are divided in two categories.
Works from the Nejat Eczacıbaşı Foundation, founder of İstanbul
Modern as well as of the İstanbul Culture and Art Foundation
(İKSV) and works belonging to the museum itself. Both collections
consist of works created from 1980 onwards by artists living in
Turkey. The museum possesses the largest collections in Turkey, of
the works of Sarkis, Kutluğ Ataman, Ayşe Erkmen, Gülsün Karamustafa, Halit Enger and İnci Eviner. İstanbul Modern keeps alive
its dynamic posture through permanent and pop-up exhibitions. In
2008, it co-organized with the London Design Museum an exhibition on “Design Cities”. In 2010, it presented the creations of
Hüseyin Çağlayan, known as Michelle Obama’s and Lady Gaga’s
fashion designer.
The “Armenian Architects” project on the important role played by
Armenian architects in late Ottoman civil architecture; the
photographic exhibition of Steve McCurry, known worldwide for
the picture of a young Afghan girl he shot 20 years ago, and who
recently met and photographed her again are among the museum’s
recent accomplishments.
fora, as the most striking example: “Kutluğ Ataman’s video-art
production called Never to My Soul tackling the themes of
identity-politics-power, enjoyed a very positive reaction. This
work constituted the crossing of a threshold in terms of modern
art in Turkey, although it was not meant to be. The work was
extremely striking and, in our capacity as the voice of modern
art in Turkey, we had to display it. We had no negative reactions,
on the contrary, we were even encouraged by positive reactions.
The Turkish public is interested in contemporary art and, when
informed adequately, appreciates and applauds it.”
Every aspect of art
The museum was created by Oya Eczacıbaşı, a member of the
Eczacıbaşı family who are known worldwide for their valuable
contributions in every field of art and culture. İstanbul Modern
is yet another of their success stories. Fashion designer Hüseyin
Çağlayan, appointed Knight by the Queen of England in 2006,
presented his creations at the museum. Following the exhibition at İstanbul Modern, the Paris Museum of Decorative Arts
offered him a 1.500 m2 exhibition space to be used at his
convenience for an event and exhibition. An example showing
the functioning of channels and trends in this field.
İstanbul Modern is using on every occasion the dream factor,
one of its basic components. It is now hosting, as a reflection of
the country’s modern face, an exhibition called “Dream and
Reality”, inspired from a novel co-authored by first Turkish
female novelist Fatma Aliye and writer Ahmet Mithat, consisting
of the works, from 1891 onwards, of 75 female artists from
Turkey.
İstanbul Modern’in her köşesinde bir sürpriz bekliyor.
İstanbul Modern harbours a surprise at every corner.
69
Ev tadilatından fışkıran tarih Maraş’ın
kaderini değiştirecek
HABER TURU
NEWS IN OVERVIEW
‘Perili Köşk’ Türkiye’nin ilk ofis-müzesi oldu
Borusan Holding’in yönetim merkezi
olan İstanbul Rumelihisarı’ndaki Perili Köşk müzeye dönüştürüldü. Asıl
adı Yusuf Ziya Paşa Köşkü olan bina,
hafta içi ofis olarak kullanılmaya devam ederken, hafta sonları ‘Borusan
Contemporary’ adıyla müze olarak
hizmet veriyor. Ziyaretçilere butik
ve kafe hizmeti de sunulacak olan
Borusan Contemporary’nin programında her yıl üç geçici sergi yer alıyor. Müzenin koleksiyonu ise ağırlıkla Borusan Holding’in sahip olduğu
çağdaş sanat eserlerinden oluşuyor.
Turkey’s first Office-Museum opens at the
‘Haunted Mansion’
BORUSAN Holding’s Headquarters at the Haunted Mansion in İstanbul’s
Rumelihisarı neighbourhood was transformed into a museum. The ‘Yusuf Ziya
Paşa Mansion’ with its initial name, continues to be used as an office space during weekdays and serves as the ‘Borusan Contemporary’ museum at weekends.
A boutique and coffee shop will cater to the guests as well. While Borusan Contemporary’s permanent collection consists mainly of the modern works of art
owned by the company, the museum intends also to organize yearly three exhibitions each based on a different medium and conceptual content.
Adana Müzesi zenginleşiyor
Çukurova bölgesinin Antik Döneme ait en önemli yerleşim birimlerinden biri
olan Sirkeli Höyüğü’nde 2006 yılından bu yana yapılan kazılar bu yıl da
meyvelerini verdi. İsviçre Bern Üniversitesi uzmanları ve Türk arkeologların
işbirliğiyle gerçekleştirilen kazılarda mutfak aletleri ve erzak saklama kapları ile Helenistik Dönem’e ait bir kadın heykelciği bulundu. Kazılarda elde
edilen eserler Adana Müzesi’ne teslim edildi.
Adana Museum is expanding
The intensive excavation work performed since 2006 in the Sirkeli Tumulus,
one of the foremost ancient settlements at the Çukurova region, continued to
bear fruit this year. At the excavations carried out jointly by scholars from the
Bern University/Switzerland and Turkish archaeologists, were found kitchen
utensils, provisions storage vessels, and a miniature woman sculpture from the
Hellenistic Period. The artefacts were delivered to the authorities of the Adana
Museum.
70
Kahramanmaraş’ta 2007 yılında yapılan bir ev tadilatı sırasında ortaya
çıkan Germenicia Antik Kenti’ne ait yamaç villaları, taban mozaikleri
ile ilgi çekiyor. Zeugma ve Efes Antik Kentleri’ndeki villalar ile büyük
benzerlik gösteren bu konutların yoğun ilgi görmesinin nedeni taban ve
duvar mozaikleri. Bölgedeki kazı çalışmaları devam ederken, uzmanlar
Kahramanmaraş’ın dünyanın en önemli mozaik merkezlerinden biri haline geleceğini dile getiriyor. Germenicia Antik Kenti’nde M.S. 4-5’inci
yüzyıllara ait 100’den fazla villanın bulunduğu tahmin ediliyor. Öte yandan, 34 yıldır devam eden Kahramanmaraş Müzesi inşaatında sona geldi.
Seneye açılması beklenilen müzenin en ilgi çekici parçalarından biri de 3
bin 500 yıllık iki fil iskeleti. Uzmanların birleştireceği iskeletler müzede
sergilenecek.
A building renovation offers new
perspectives to Maraş
The remains of the ancient city Germenicia such as hill slope villas, mosaic
pavements were found in 2007 in the course of a house renovation in
Kahramanmaraş. Presenting great similarities with the houses of Zeugma
and Ephesus antique cities, these villas are particularly interesting due to
their mosaic pavements and wall panels. While the excavations carry on in
the region, experts express the opinion that Kahramanmaş is heading towards becoming one of the world’s preponderant mosaic centres. It is estimated that there are over 100 villas from the 4th and 5th centuries AD, at the
Germenicia antique settlement. On the other hand, the construction of the
Kahramanmaraş Museum started 34 years ago is at its final phase. The two
elephant skeletons estimated to be 3500 years old will take place among the
interesting pieces of the museum to be opened next year.
Bin 500 Yıllık cımbız bulundu
Assos Antik Kenti’nde yapılan kazılarda yaklaşık bin 500 yıllık bronz bir cımbız bulundu.
Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi sınırları içinde yer
alan Assos Antik Kenti’nde yürütülen kazılara
başkanlık eden Prof. Dr. Nurettin Arslan, “
Bu yılki kazılarda cımbız, altın takılar,
tıp aletleri ve üçlü tanrıça figürü bulduk. Buluntulara bakıldığında, antik
dönemdeki kadınların da tıpkı günümüzdeki gibi güzelliklerine düşkün olduğunu
söyleyebiliriz.” dedi.
Yorgun Herkül artık ‘mutlu’ Herkül
Bir süredir arkeoloji dünyasını gündemde öne çıkaran “dönüşler”
devam ediyor. Boğazköy Sfenksi’nin Almanya’dan getirilişinin
ardından sıra Yorgun (Herakles) Herkül’deydi. O da döndü.
Üstelik VIP yolcu olarak Başbakan Erdoğan’ın uçağında.
Yorgun Herkül heykeli, daha doğrusu heykelin üst kısmı,
40 yıl önce Antalya’daki Perge Antik Kenti’nden kaçırılmış ve Boston Müzesi’nde ortaya çıkmıştı. Turizm ve
Kültür Bakanlığı da, takipte olduğu eserler listesine Yorgun Herkül heykelini eklemişti.
Heykel için Türkiye ile ABD yetkilileri arasında neredeyse
iki yıl süren görüşmeler sonunda güzel haber gelmişti. Herkül, toprağına geri dönecek ve nihayet bedenini bütünleyebilecekti.
Beklenen yolculuk, Eylül sonunda gerçekleşti. Birleşmiş Milletler toplantısı için New York’a giden Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın uçağına, dönüşte bir yolcu daha eklendi. Yorgun
Herkül, 40 yıl sonra Türkiye’ye döndü.
Heykel de, Türkiye de bu kavuşmayı bir isme borçlu: Bugün
hayatta olmayan Prof. Jale İnan’a. 1980 yılında, Perge Antik
Kenti kazısında, bir heykelin alt kısma bulundu. Kazı ekibinin başkanı, Prof. İnan’dı. Ancak, keşif bununla sınırlı kalmadı. Heykelin
üst kısmı için çalışmalar devam etti. Bu arada, ortalık ‘üst
kısım Amerika’ya kaçırıldı’ söylentisiyle çalkalandı. Jale İnan
da, bir dedektif gibi söylentinin izini sürdü. Aradığı parçaya
Boston’da rastladı. İki parçanın aynı heykele ait olduğunu
öne süren makaleler yazdı. Yıllar süren ısrarlı çalışmaları sonunda meyvesini verdi. 1990 yılında iddiasını arkeoloji dünyasına kanıtlayıp
kabul ettirdi.
Prof. Jale İnan 2001 yılında aramızdan ayrıldı. Çalışmasının sonucunu,
Herkül’ün bütünleştiğini göremedi. Ama ardında bıraktığı başarı öyküsünün finalini böyle parlak bir cümleyle noktaladı.
1500 years old tweezers
A 1500 years old pair of tweezers was found
at excavations carried out at the Assos ancient city. Prof. Dr. Nurettin Arslan, leading
the archaeological work at the Assos antique
settlement in Ayvacık county/Çanakkale
province, said: “In the course of this year’s
excavations, we found tweezers, golden jewellery, medical devices and a triple goddess
figure. Our finds tells us that women of that
age were as conscious about their beauty as
women in our days.”
Heracles happy to recover his other half!
Successive homecomings of our archaeological treasures continue to generate
public satisfaction. Following the recently occurred return of the Hattusha
Sphinx from Germany, it was now the turn of the Tired Heracles statue.
Indeed, Heracles returned to Turkey as VIP passenger on board the
aircraft of Prime Minister Erdoğan. The upper half of the Heracles statue
was stolen 40 years ago from the Ancient City of Perge near Antalya and
resurfaced at the Boston Museum of Fine Arts, the lower half of the statue
being on display at the Antalya Archaeological Museum. It was included on
the follow-up list of artefacts to recover by the Ministry of Culture and
Tourism. At the end of two years of negotiations between Turkish and US
authorities concerning the restitution to Turkey of the upper half of the
Tired Heracles statue, the good news was announced: Heracles would
return to his homeland to be reunited with his other half. The expected
transfer took place on 25 September 2011. The statue was loaded on board
the special aircraft of Prime Minister RecepTayyip Erdoğan returning
home from his journey in New York where he participated at the 66th
Session of the United Nations General Assembly. The statue was transferred
from the airport directly to the Antalya Archaeological Museum. Turkey
owes this happy reunion to late Prof. Jale İnan, who discovered in 1980
the lower half of a statue in the course of her archaeological research at
the Perge antique settlement and pursued the excavations in order to find
its upper half. Meanwhile, rumour had it that the upper half was smuggled
out of the country and transferred to the United States of America. Prof.
Jale İnan investigated like a detective and found in Boston what she was
looking for. Then, she published articles affirming that the two parts, the
one in Antalya, the other in Boston, belonged to the same statue. Her years
long efforts bore fruit in 1990, when all the evidence she brought to the case,
finally convinced the world of archaeology on the accuracy of her claim. Prof.
Jale İnan passed away in 2001. Unfortunately she is no longer alive to witness
the reunion of the two parts of the Heracles statue. However, the success story
she left behind was happily crowned with a brilliant ending.
Sıra Eros başında
Yurt dışına kaçırılan tarihi ve kültürel mirasın izini süren Kültür ve Turizm
Bakanlığı yetkilileri, şimdi de İngiltere’deki Victoria-Albert Museum’da bulunan Eros başını geri getirmek için çalışmalara başladı. Londra’daki Türkiye Kültür ve Turizm Ofisi Başkanı Tolga Tuyluoğlu, “Kültür ve Turizm
Bakanlığı uzmanları eserin, 1882 yılında Arkeolog Sir Charles Wilson tarafından Sidemara Lahdi’nden alınarak İngiltere’ye kaçırıldığını düşünüyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenen Sidemara Lahdi’nin bu önemli
parçasının iadesi için çalışmalarımıza başladık” dedi.
It is now the turn of the Eros Head
The Ministry of Culture and Tourism authorities who continue to follow
track of Turkey’s cultural heritage, are now focusing their attention on the
Eros Head which is in London at the Victoria & Albert Museum‎. The Head
of the Turkish Culture and Tourism Office in London, Tolga Tüylüoğlu
declared: “Our Ministry’s experts think that the Eros Head was removed in
1882 by British Archaeologist Sir Charles Wilson from the Sidemara
Sarchophagus which is currently at the İstanbul Museums of Archaeology. We
are now working for the return to Turkey of this important piece.”
71
TAKVİM c a l e n d a r
Ekim • Kasım • Aralık
2011
October • November • December
santralistanbul’da etkinlik yağmuru
santralistanbul bu yıl da sonbahar-kış sezonundaki yoğun etkinlik programıyla dikkat çekiyor. Fotoğraf sanatçısı Cemal Emden’in ‘Le CorbusierGörsel Kayıt 1905-1965’ isimli sergisi 8 Ekim-13 Kasım tarihleri arasında ana
galeride izlenebilecek. Amerikan Doğal Tarih Müzesi tarafından 2009 yılında açılan ve büyük beğeni toplayan İklim Değişikliği Sergisi, Türk Telekom
sponsorluğunda 4 Ekim 2011-15 Ocak 2012 tarihleri arasında yine ana galeride izleyicileriyle buluşacak. Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampusu’ndaki
Tamirhane de sıradışı müzik etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. Morning
Indie Sessions başlıklı etkinlikler kapsamında 1 Ekim ve 29 Ekim’de DJ
Deform-E, 15 Ekim’de ise DJ Candaş Baş sahne alacak.
Flood of events at santralistanbul
The busy events calendar of Santral İstanbul for the fall-winter 2011 season
draws attention. ’Le Corbusier-Visual Record 1905-1965’ exhibition of
Photographer Cemal Emden will take place between 8 October-13 November
at the main hall. ‘The Climate Change’ exhibition which had opened in 2009
at the American Natural History Museum will be held also at the main hall
between 4 October 2011-15 January 2012, under the sponsorship of Turkish
Telekom. Bilgi University is hosting offbeat music events at the Tamirhane
(Repair Workshop) of its santralistanbul campus. In the framework of the
events organized under the title ‘Morning Indie Sessions’, will perform DJ
Deform-E on 1st and 29th October, DJ Candan Baş on 15 October 2011.
Filmekimi başlıyor
İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen Filmekimi, 8-15 Ekim tarihlerinde izleyicilerle buluşuyor. 10 Yaşını kutlayan Filmekimi’nin bir sürprizi var: Filmekimi, bu yıl ilk kez İstanbul sınırlarını aşıyor ve Türkiye’deki 5
kentte daha sinemaseverlerle buluşuyor. Filmekimi’nde, Berlin, Cannes, Venedik ve Toronto’da dünya prömiyerlerini yapan 40’a yakın film izleyicilerin
karşısına çıkacak. Etkinlik, İstanbul’da Atlas, Beyoğlu, Nişantaşı City’s ve
Cinebonus Maçka Gmall olmak üzere
4 sinemada takip edilebilecek. Festival
programında gösterilen filmlerden
oluşan özel seçkinin gösterimleri 1316 Ekim’de İzmir’de, 20-23 Ekim’de
Bursa ve Konya’da, 27-30 Ekim’de
ise Trabzon ve Diyarbakır’da yapılacak.
Film October begins
The Film October festival
organized by İKSV (İstanbul
Culture and Art Foundation)
will be held on 8-15 October.
Novelty of this year’s
festival, celebrating its 10th
anniversary, is that it will
be held in 5 other Turkish
cities in addition to İstanbul.
Approximately 40 movies making their
world premieres in Berlin, Cannes, Venice and
Toronto will be presented to the public. The
showings will take place in İstanbul at 4 different locations, namely, Atlas,
Beyoğlu, Nişantaşı City’s, and Cinebonus Maçka Gmall movie theatres. A
special selection of the films shown in İstanbul will then be screened in İzmir
between 13-16 October, in Bursa and Konya between 20-23 October, in
Trabzon and Diyarbakır between 27-30 October.
Devlet Opera ve
Balesi yine dolu dolu
Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya
ve Samsun’daki Devlet Opera ve Balesi
grupları bu sonbahar-kış sezonunda da,
yerleşik sahnelerindeki etkinliklerin yanı
sıra turne programlarıyla da izleyicileriyle buluşmaya hazırlanıyor. Devlet Opera
Bale Müdürlükleri’nin repertuarında Don
Giovanni, Rusalka, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Evlilik Sözleşmesi, Midas’ın Kulakları
gibi dünyaca ünlü eserler yer alıyor.
State Opera and Ballet
presents a comprehensive
programme
The State Opera and Ballet Dance Troupes
from Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya
and Samsun will go on tour in addition to their
performances at their principal locations. The
Opera repertoire includes; Don Giovanni (Mozart), Rusalka (Dvorak), Indigo and the Forty
Thieves (Johann Strauss II-Operetta based on
the tale “Ali Baba and the Forty Thieves”), The
Marriage Contract (Rossini-one-act operatic
farsa comica) and others.
Seramik sanatçısı Mehmet Kutlu’nun ipekböceklerinin yaşamından yola çıkarak ‘yenilenmiş,
yenilenirken başka yaşamları yenilemiş, kendi
hikayelerini anlatırken, kendileri yeni hikayelere
dönüşmüş’ dokuz sanatçıdan ilham alarak oluşturduğu eserler 15 Eylül-20 Kasım tarihleri arasında izleyicilerle buluşuyor. Mehmet Kutlu’nun
‘Yeni Hikayeler’ine konu olan sanatçılar, Yaşar
Kemal, Genco Erkal, Gülriz Sururi, Türkan Şoray, Zülfü Livaneli, Sezen Aksu, Fazıl Say, Ayla
Algan ve Ferzan Özpetek.
Calle, ‘son kez’ İstanbul’da
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) bienal ile
eşzamanlı olarak açılan, ‘Son Kez, İlk Kez’ adlı sergisinde
günümüzün en önemli 10 çağdaş sanatçısı arasında gösterilen Sophie Calle’i ağırlıyor. Sanatçı, görme engelli kişilerin
gördükleri son anın yanı sıra, İstanbul’da yaşayıp denizi hiç
görmemiş insanlar konusunu özgün bir bakış açısıyla ele alıyor. SSM’nin ziyaretçilerini sarsıcı, duygu dolu ve gerçekçi
bir yolculuğa çıkardığı 3 bölümden oluşan sergi 17 Eylül-31
Ekim tarihleri arasında izlenebilecek.
Calle’s ‘last time’ in İstanbul
The Sabancı University Sakıp Sabancı Museum (SSM) is hosting the ‘Last Time, First Time’ exhibition of Sophie Calle,
qualified as one of the 10 foremost contemporary artists of
our time, which opened simultaneously with the Biennale. The
artist is treating the theme of visually impaired persons’ last
moment of vision and of people living in İstanbul who never
saw the sea, from a genuine point of view. The visitors of
SSM are invited on a shocking, emotional and realistic journey in three parts by Calle. The exhibition which opened on
17th September will last until 31st October.
Jean Baptiste Mondino ©Adagp, Paris, 2011Courtesy Galerie Perrotin
‘Yeni Hikayeler’
Rezan Has Müzesi’nde
Arkeoloji, diplomasi ve sanat buluşması
‘New Stories’ Ceramics at
Rezan Has Museum
Ceramics artist Mehmet Kutlu’s series of
works inspired from the portraits and lives of
nine artists who “like the silkworms,
regenerated other lives while regenerating
themselves, turned themselves into new stories
while telling their stories” will be exhibited
from 15th September to 20th November at the
Rezan Has Museum. Artists inspiring Mehmet
Kutlu’s perspective were: Yaşar Kemal,
Genco Erkal, Gülriz Sururi, Türkan Şoray,
Zülfü Livaneli, Sezen Aksu, Fazıl Say, Ayla
Algan and Ferzan Özpetek.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi ilginç bir etkinliğe ev sahipliği yapacak.
14 Ekim’de ziyarete açılacak olan sergi, ressam, arkeolog ve müzeci Osman
Hamdi Bey ile Amerikalı arkeolog ve fotoğrafçı John Henry Haynes ile Prof.
Hermann Vollrath Hilprecht’in Osmanlı topraklarında keşişen yaşamlarından
yola çıkarak, Amerikalı arkeologların Osmanlı topraklarındaki ilk kazılarını
ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri konu alıyor. Sergi 8 Ocak’a kadar
izlenebilecek.
Pera Müzesi’ndeki bir diğer etkinlik ise Suretin Sireti isimli sergi. 1 Kasım-31
Aralık tarihleri arasında izleyiciyle buluşacak sergi, Merkez Bankası Sanat
Koleksiyonu’ndaki eserler arasında yapılan bir seçkiden oluşuyor.
Meeting of archaeology, diplomacy and art
Suna and İnan Kıraç Foundation’s Pera Museum will host an interesting event
having for theme the first excavations of American archaeologists in the
Ottoman Empire and the diplomatic relations between the two countries, departing from the journeys of
painter, archaeologist and museum founder Osman Hamdi Bey, American archaeologist and photographer
John Henry Haynes and Prof. Hermann Vollrath Hilprecht, whose lives intercrossed on Ottoman lands.
The exhibition to open on 14 October 2011, will last until 8 January 2012.
Another exhibition entitled Suretin Sireti (Inner conscience’s reflection on human face-theme) consisting of
a selection from the paintings of the Turkish Central Bank’s Art Collection, will also take place at Pera
Museum from the 1st of November to 31st December 2011.
İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Tahon’u
ağırlıyor
The İstanbul
Archaeological Museums
are hosting Tahon
Belçikalı seramik sanatçısı Johan Tahon’un varoluş sorununu irdelediği eserlerden oluşan
Arche (ilk madde) sergisi İstanbullu sanatseverlerle buluşuyor.
Özil Koleksiyonundan derlenen
ve ağırlıkla büstlerden oluşan
sergi, 17 Eylül-13 Kasım tarihleri arasında İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Çinili Köşk binasında
gezilebilir.
A ceramics exhibition consisting of the
Belgian artist Johan Tahon’s ceramics
scrutinising the question of existence
under the title “Arche” (initial substance)
started on 17 September and will continue
until 13 November 2011 at the İstanbul
Archaeological Museums Tiled Pavilion
Museum. The exhibition includes mainly
busts and other works of art selected from
the private collection of art dealer
Dağhan Özil.
Çağdaş sanatın kalbi
Lütfü Kırdar’da atacak
24-27 Kasım tarihleri arasında 6’ncısı düzenlenecek olan Contemporary İstanbul, dünyaca ünlü Türk ve yabancı sanatçıları, tanınmış
koleksiyonerleri, müze müdürlerini, küratörleri, sanat eleştirmenlerini
ve basın mensuplarını Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı çatısı altında bir araya getirecek. Paneller ve çeşitli modern sanat
çalışmalarının eş zamanlı olarak izleyiciyle buluşacağı organizasyon
Türkiye’nin bugüne kadar yapılmış en kapsamlı modern ve güncel sanat etkinliği olarak tanımlanıyor.
Devlet Tiyatroları repertuvarına
12 oyun daha ekledi!
Türk tiyatrosunun en köklü ve saygın kuruluşu olan Devlet
Tiyatroları, 1 Ekim 2011 Cumartesi günü yeni sezonunu açtı.
Son yıllarda yaptıkları yenilikçi atılımlarla dikkat çeken Devlet Tiyatroları, 54 yerleşik sahnesi ve turne sahnelerinde bu yıl
12 yeni oyunu da izleyiciyle buluşturacak. Sergilenecek yeni
oyunların büyük bir bölümünü yerli eserler oluştururken, yabancı klasik ve modern eserler de sahneye konacak. Bu sezon,
Devlet Tiyatroları’nda Yaşar Kemal’in eseri Köroğlu’nun
Meydana Çıkışı, Haldun Dormen’in Kantocu gibi oyunlarının yanı sıra Tennessee Williams’ın Sırça Kümes gibi oyunlarını da izlemek mümkün olacak.
State theatres’ new season opens with
12 new plays
Turkish State Theatres inaugurated their new theatrical
season on 1st October 2011. Widely acclaimed for their
innovative impulses in recent years, the State Theatres will
stage 12 new theatrical performances at their 54 permanent
theatre halls as well as in the course of their tour in various
Turkish cities. They will primarily stage plays by Turkish
playwrights in addition to several classical and modern
dramas by foreign authors. ‘Köroğlu’s Coming into Light’ by
famous author Yaşar Kemal, renowned playwright and
director Haldun Dormen’s ‘Canto Artist’ (Cabaret
Chanteuse-Songstress) alongside with The Glass Menagerie
by Tennessee Williams are among the plays on this season’s
repertoire.
Kitap Fuarı başlıyor
İstanbul’un kültür sanat hayatındaki en önemli etkinliklerden İstanbul Kitap Fuarı bu yıl 30’uncu yaşını kutluyor.
12-20 Kasım tarihleri arasında TÜYAP Fuar Merkezi’nde
yapılacak olan fuar, bu yıl da yerli ve yabancı çok sayıda
yazarın okurla buluşmasına ev sahipliği yapacak.
İstanbul Book Fair
İstanbul Book Fair is celebrating its 30th anniversary
this year. Readers will enjoy
the opportunity of meeting
with their preferred Turkish
and foreign authors who are
expected to participate in
great numbers at the fair to
be held between 12-20 November 2011 at the TÜYAP
Fair Centre.
Lütfü Kırdar Center to welcome
Contemporary Art
The 6th edition of ‘Contemporary İstanbul’ the annual art fair where
world-known artists from Turkey and abroad, prominent art collectors, museum directors, curators, art critics and media representatives
meet, will be held on 24-27 November at the Lütfü Kırdar International Convention & Exhibition Centre (ICEC). The fair where discussion panels and various art activities will be presented simultaneously
to the visitors, is qualified as the most comprehensive modern and
contemporary art organization held in Turkey up to this date.
Nevşehir’de tarih ve kültür buluşması!
Nevşehir’in kültür ve tabiat varlıkları üzerine yapılan çalışmalara hakkında bilgi paylaşımını
sağlamak amacıyla düzenlenen 1. Uluslararası Nevşehir Tarih ve Kültür Sempozyumu 16-19
Kasım tarihleri arasında yapılacak. Sebahat ve Erol Toksöz Meslek Yüksek Okulu Uygulama
Oteli’nde düzenlenecek olan kongre, akademik sunumların ardından tarihi ve turistik bölgelere düzenlenecek gezilerle sona erecek.
Meeting of history and culture in Nevşehir
The first Nevşehir History and Culture Symposium aimed at exchanging information concerning research on the cultural and natural heritage of Cappadocia will be held on 16-19 October.
The symposium to take place at the Sebahat and Erol Toksöz Vocational High School of Higher Education Training Hotel in Nevşehir, will proceed with excursions to historical and touristic
areas organized for the participants, following the presentation of academic papers.
‘Kilden Suretler’
hayat buluyor
Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım
Müzesi, ilginç bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Müzenin koleksiyonundaki Helenistik
ve Roma Dönemi’ne ait terrakotta figürinlerin arasından seçilen heykelcikler yoluyla,
günümüzdeki kadın imgesi ile antik dönem
tanrıça inançları arasında kalan kadın kimliği
sorgulanıyor. Sergi, 18 Kasım-15 Nisan tarihleri arasında gezilebilir.
‘Clay Faces’ revived
Vehbi Koç Foundation’s Sadberk Hanım
Museum will serve as venue to an exhibition
consisting of a selection of figurines from
amongst the museum’s collection of 584
Hellenistic and Roman Period terra cotta artefacts. The exhibition which claims to question the female identity between the ancient
goddess notion and present-day woman perception, will be open from 18 November
2011 to 15 April 2012.
TÜRSAB-MTM
MÜZE REHBERİ
TÜRSAB-MTM MUSEUMS GUIDE
İL
CITY
MÜZE
MUSEUM
KAPALI
CLOSED
KASIM-MART
NOVEMBER-MARCH
NİSAN-EKİM
APRIL-OCTOBER
İLETİŞİM
CONTACT
Aksaray
Ihlara Vadisi Örenyeri Ihlara Valley
•
08:00 - 17:00
08:30 - 18:30
(382) 453 7701
Ankara
Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Museum of Anatolian Civilizations
•
08:30 - 17:30
08:30 - 19:00
(312) 324 3160
Alanya Kalesi Castle of Alanya
•
08:30 - 17:00
09:00 - 19:30
(242) 735 7337
Aspendos Örenyeri
Aspendos Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(242) 238 5688
08:00 - 17:30
09:00 - 19:00
(242) 871 6820
Noel Baba Müzesi St. Nicholas Museum Pazartesi Monday
Simena Örenyeri
Simena Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(242) 874 2022
Antalya Müzesi Antalya Museum
Pazartesi Monday
08:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(242) 238 5688
Myra Örenyeri Myra Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(242) 871 6821
Olympos Örenyeri
Olympos Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(242) 892 1325
Patara Örenyeri
Patara Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(242) 843 5018
Perge Örenyeri
Perge Archaeological Site
•
08:00 - 17:30
09:00 - 19:00
(242) 426 2748
Phaselis Örenyeri
Phaselis Archaeological Site
•
08:30 - 17:00
09:00 - 19:00
(242) 821 4506
Side Müzesi Side Museum
Pazartesi Monday
08:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(242) 753 1006
Side Antik Tiyatrosu Side Antique Theatre
•
08:00 - 17:00
08:00 - 17:00
(242) 753 1542
Termessos Örenyeri
Termessos Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(242) 423 7477
Afrodisias Örenyeri
Aphrodisias Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
08:00 - 19:00
(256) 448 8086
Milet Örenyeri Miletus Archaeological Site
•
08:00 - 19:00
08:00 - 19:00
(256) 875 5562
Didim Örenyeri
Didyma Archaeological Site
•
08:00 - 19:00
08:00 - 19:00
(256) 811 5707
Assos Örenyeri Assos Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
08:00 - 19:00
(286) 721 7218
Troia Örenyeri Troia Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
08:00 - 19:00
(286) 283 0061
Gaziantep
Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi
Gaziantep Zeugma Mosaic Museum
Pazartesi Monday
08:00 - 17:00
08:00 - 17:00
(342) 324 8809
Hatay
Hatay Müzesi Hatay Museum
Pazartesi Monday
08:00 - 16:30
09:00 - 18:30
(326) 214 6168
Antalya
Aydın
Çanakkale 76
İstanbul
İzmir
Mersin
Muğla
Nevşehir
Trabzon İstanbul Arkeoloji Müzeleri
İstanbul Archaeological Museums
Pazartesi Monday
09:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(212) 520 7740
Ayasofya Müzesi
Hagia Sophia Museum
Pazartesi Monday
09:00 - 16:30
09:00 - 19:00
(212) 522 1750
Kariye Müzesi Chora Museum
Çarşamba
Wednesday
09:00 - 16:30
09:00 - 19:00
(212) 631 9241
İstanbul Büyük Saray Mozaikleri Müzesi
İstanbul Mosaic Museum
Pazartesi Monday
09:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(212) 518 1205
Türk ve İslam Eserleri Müzesi
Museum of Turkish and Islamic Arts
Pazartesi Monday
09:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(212) 518 1805
Topkapı Sarayı Müzesi
Topkapı Palace Museum
Salı
Tuesday
09:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(212) 512 0480
Topkapı Sarayı Müzesi Harem Dairesi
Harem Apartments
Salı / Tuesday
09:00 - 15:30
09:00 - 17:00
(212) 512 0480
Bergama Asklepion Örenyeri
Bergama Asklepion Archaeological Site
•
08:00 - 17:30
08:30 - 19:00
(232) 631 2886
Efes Müzesi Ephesus Museum
•
08:00 - 17:00
08:30 - 19:00
(232) 892 6010
Efes Örenyeri Yamaçevler
The Terrace Houses
•
08:00 - 17:00
08:00 - 19:00
(232) 892 6010
St. Jean Anıtı St. Jean
•
08:00 - 17:00
08:30 - 19:00
(232) 892 6011
Bergama Akropol Örenyeri
Bergama Akropolis Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
08:30 - 19:00
(232) 631 0778
Efes Örenyeri
Ephesus Archaeological Site
•
08:00 - 17:00
08:30 - 19:00
(232) 892 6010
Cennet-Cehennem Örenyeri
Chasm of Heaven and Hell
•
08:00 - 17:00
08:00 - 20:00
•
Kayaköy Örenyeri Kayaköy
•
08:30 - 20:00
08:30 - 20:00
(252) 614 1150
Sedir Adası Sedir Island
•
08:00 - 18:00
08:00 - 18:00
(252) 214 6948
Kaunos Örenyeri
Kaunos Archaeological Site
•
08:30 - 20:30
08:30 - 20:30
(252) 614 1150
Knidos Örenyeri
Knidos Archaeological Site
•
08:30 - 19:00
08:30 - 19:00
(252) 726 1011
Bodrum Mausoleion Anıt Müzesi
Mausoleion
Pazartesi Monday
08:00 -17:00
08:00 -19:00
(252) 316 1219
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi
Bodrum Museum of Underwater
Archaeology
Pazartesi Monday
08:00 - 17:00
08:00 -19:00
(252) 316 2516
Göreme Açıkhava Müzesi Karanlık Kilise
The Dark Church
•
08:00 - 17:00
08:00 - 19:00
(384) 271 2167
Özkonak Yeraltı Şehri
Özkonak Underground City
•
08:00 - 17:00
08:00 - 19:00
(384) 513 5168
Derinkuyu Yeraltı Şehri
Derinkuyu Underground City
•
08:00 - 17:00
08:00 - 19:00
(384) 271 2167
Göreme Açıkhava Müzesi
Göreme Open Air Museum
•
08:00 - 17:00
08:00 - 19:00
(384) 271 2167
Kaymaklı Yeraltı Şehri
Kaymaklı Underground City
•
08:00 - 17:00
08:00 - 19:00
(384) 278 2500
Zelve Örenyeri-Paşabağlar Örenyeri
Zelve - Paşabağlar Underground City
•
08:00 - 17:00
08:00 - 19:00
(384) 271 3535
Sümela Manastırı Sümela Monastery
Pazartesi Monday
09:00 - 16:00
09:00 - 16:00
(462) 531 1064
Trabzon Ayasofya Müzesi
Trabzon Hagia Sophia Museum
•
08:00 - 17:00
09:00 - 19:00
(462) 223 3043
77
istanbul arkeoloji müzeleri
ayasofya müzesi
kariye müzesi
istanbul büyük saray mozaikleri müzesi
türk ve islam eserleri müzesi
topkapı sarayı müzesi
topkapı sarayı müzesi harem dairesi
troıa örenyeri
assos örenyeri
bergama asklepıon örenyeri
bergama akropol örenyeri
efes müzesi
efes örenyeri
efes örenyeri yamaçevler
st. jean anıtı
afrodısıas örenyeri
milet örenyeri
didim örenyeri
kayaköy örenyeri
sedir adası
kaunos örenyeri
knıdos örenyeri
bodrum mausoleıon anıt müzesi
bodrum sualtı arkeoloji müzesi
alanya kalesi
aspendos örenyeri
noel baba müzesi
simena örenyeri
antalya müzesi
myra örenyeri
olympos örenyeri
patara örenyeri
perge örenyeri
phaselis örenyeri
side müzesi
side antik tiyatrosu
termessos örenyeri
göreme açıkhava müzesi karanlık kilise
özkonak yeraltı şehri
derinkuyu yeraltı şehri
göreme açıkhava müzesi
kaymaklı yeraltı şehri
zelve örenyeri
sümela manastırı
trabzon ayasofya müzesi
gaziantep zeugma mozaik müzesi
hatay müzesi
TÜRSAB-MTM İŞ ORTAKLIĞI’NDAKİ
MÜZE ve ÖRENYERLERİ
cennet-cehennem örenyeri
ıhlara vadisi örenyeri
anadolu medeniyetleri müzesi
MUSEUMS AND ARCHAEOLOGICAL
SITES UNDER THE MANAGEMENT OF
TÜRSAB-MTM BUSINESS PARTNERSHIP
79

Benzer belgeler