ulusal önleme mekanizmaları
Transkript
ulusal önleme mekanizmaları
TİHV Türkiye İnsan Hakları Vakfı ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMALARI “TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU” TÜRKİYE İÇİN UYGUN BİR MODEL Mİ? Ankara, Temmuz 2012 II Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yayınları 81 Hülya Üçpınar TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI Akbaş Mah. Sarıca Sok. No: 7 Altındağ, 06080 Ankara Tel: (312) 310 66 36 - Faks: (312) 310 64 63 E-posta: [email protected] http://www.tihv.org.tr ISBN: 978-975-7217-87-9 BULUŞ Tasarım ve Matbaacılık Hiz. San. Tic. - Ankara Tel: (312) 222 44 06 • Faks: (312) 222 44 07 www.bulustasarim.com.tr III Bu belge, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından, Avrupa Birliği desteği ile yürütülen “İşkence ve Kötü Muameleye Karşı Mücadelede Bütüncül Yaklaşımı Güçlendirmek” projesi kapsamında hazırlanmıştır. Bu belgede geçen görüş ve düşüncelerden Avrupa Komisyonu sorumlu tutulamaz. V İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ.......................................................................................................................................................VII BÖLÜM I...................................................................................................................................................... 1 GENEL ÇERÇEVE...................................................................................................................................... 3 I. GİRİŞ........................................................................................................................................................... 3 II. SEÇMELİ PROTOKOL ve ZİYARETE DAYALI BİR ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMASI.......... 7 III. ZİYARETE DAYALI BİR ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMASININ GEREKLİLİĞİ....................... 8 IV. ZİYARETE DAYALI BİR ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMASININ OLUŞTURULMASI..........10 V. DÜNYADAKİ DURUM.........................................................................................................................11 BÖLÜM II...................................................................................................................................................15 TÜRKİYE....................................................................................................................................................17 I. GİRİŞ.........................................................................................................................................................17 II. ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMASININ YAPISINA KARAR VERME SÜRECİ..........................21 A. Şeffaflık Ve Kapsayıcılık.....................................................................................22 B. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası Süreci..........................................24 III. ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMASININ YAPISI............................................................................29 A. İşkenceyi Önleme Perspektifi...........................................................................29 1. İşkence Kavramı..................................................................................................................29 2. Ulusal Önleme Mekanizması Olarak Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası’nın Perspektifi.............................................................................................................................30 B. Görev ve Yetki Alanı..............................................................................................32 1. Görev ve Yetki Alanının Çerçevesi................................................................................32 a. İşkenceyi Önleme Görevi.........................................................................................33 b. Önleyici Ziyaretler Gerçekleştirme Görev ve Yetkisi.......................................35 c. TİHK Yasası Kapsamında Ulusal Önleme Mekanizmasının Görev ve Yetkileri...............................................................................................................36 VI 2. Türkiye’de İşkence ve Diğer Kötü Muamele Pratikleri...........................................37 3. Türkiye Bağlamında Ziyaretlerin Kapsamı................................................................43 C. Önleyici Ziyaretlerin Yapısı...............................................................................45 1. Ziyaret Heyeti......................................................................................................................45 2. Ziyaretlerin Gerçekleştirilmesi......................................................................................45 3. Türkiye’de İzleme Pratikleri.............................................................................................46 4. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası...........................................................................51 D. Şikayet Alma ve Başvurular.............................................................................53 E.Bağımsızlık.................................................................................................................53 1. Bağımsız Bir Temel.............................................................................................................54 2. Üyelik ve Personel..............................................................................................................54 a. Üyelerin Seçilme Kriterleri.......................................................................................55 b. Üyelerin Adaylığı ve Seçilmeleri............................................................................56 c. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası....................................................................58 3. Görev Teminatı....................................................................................................................60 a.Bağışıklık........................................................................................................................60 b. Geçici Görevlendirme................................................................................................61 c. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası....................................................................61 4. Mali Bağımsızlık..................................................................................................................62 a. Mali bağımsızlık esasları...........................................................................................62 b. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası....................................................................63 F. Raporlama, Tavsiyeler ve Yaşama Geçirilmesi.......................................64 1. Raporlama, Tavsiyeler ve Tavsiyelerin Yaşama Geçirilmesine İlişkin Esaslar.....64 2. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası...........................................................................65 IV. SONUÇ..................................................................................................................................................66 VII ÖNSÖZ İnsan hakları mücadelesi, yaşam hakkının korunması ve bireylerin insan onuruna uygun biçimde yaşamasına özgülenmiştir. Her iki amacın gerçeklik bulması için sürdürülen çabaların büyük bir bölümü işkencenin önlenmesine odaklanmaktadır. Bu odaklanma, 1984 yılında semeresini vermiş ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kabul edilen “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme” ile hukuksal bir zemine oturmuştur. Diğer evrensel ve bölgesel belgelerde olduğu gibi Sözleşme de işkenceyi mutlak olarak yasaklar ve bir “buyruk kural” olan işkence yasağına hiçbir istisna getirilemeyeceğini düzenler. İnsanlığın ortak kazanımı olan bu yasak, tıpkı köleliğin yasaklanması gibi insanlığın aydınlanma ve modernleşme serüveninin en ayırt edici özelliklerinden biri olmuştur. Bununla birlikte işkence, hala Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından insanlık dışı bir cezalandırma, yıldırma/sindirme aracı olarak kullanılmaktadır. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırıları ile birlikte yaratılan “özgürlük ve güvenlik ikilemi” ve “teröre karşı savaş” politikaları nedeniyle ne yazık ki işkence ve diğer kötü muamele biçimleri çok daha fazla başvurulan, “çağdaş güvenlik mühendisliği”nin emsalsiz araçlarından biri haline dönüşmüştür. Hal böyle iken uluslararası evrensel ve bölgesel organizasyonlar tarafından işkence yasağının uygulanabilmesi amacıyla insanlık ailesinin ortak aklı ve vicdanının ürünü olan yeni araçlar ve yöntemler geliştirilmektedir. İşkencenin önlenmesi alanındaki en yakın tarihli, bağlayıcı metin olan Alıkoyma Yerlerinin İzlenmesine İlişkin Protokol, BM İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme’ye ek olarak 2002 yılında hazırlanmış ve 2006 yılında da yürürlüğe girmiştir. Elinizdeki kitapta ayrıntıları ile ele alınmış olan Protokol, öncellerinden farklı olarak, cezasızlıkla mücadele yerine henüz cezalandırılacak fiil oluşmadan yani işkence henüz gerçekleşmeden engellemeyi amaçlamaktadır. Protokol’ün sunduğu temel araç ise alıkoyma yerlerine haberli/habersiz yapılacak ziyaretlerdir. Türkiye, İşkenceye Karşı Sözleşme’yi 1988 yılında ve Protokol’ü de 12 Mart 2011 tarihinde onaylamıştır. Protokol’ün öngördüğü işkencenin önlenmesine yönelik Ulusal Önleme Mekanizmasını (UÖM) da uzun tartışmalardan sonra 21 Haziran 2012 tarihli ve 6332 sayılı Yasa ile kurulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun (TİHK) bir alt birim olarak yapılandırmıştır. Paris İlkeleri çerçevesinde bir İnsan Hakları Kurumu’nun oluşturulması, AB üyeliği sürecinde Katılım Ortaklığı Belgesi ve İlerleme Raporlarında da belirtildiği gibi Türkiye’nin mutlaka yerine getirmesi gereken bir koşuldur. Çünkü Türkiye’nin mevcut insan hakları kurumsallaşması sorunludur ve Yasa gerekçesinde de belirtildiği gibi Paris İlkeleri’ne uygun bir yapılanmanın eksikliği uluslararası düzeyde hep eleştiri konusu olmuştur. VIII TİHK, sekiz yıllık ciddi sıkıntılarla bezenmiş bir sürecin sonunda kurulmuştur. Ancak TİHK’ın kuruluş sürecinde maalesef şeffaf, katılımcı ve demokratik bir yol izlenmemiş ve Kurum adeta bir hükümet birimi olarak yapılandırılmıştır. Bu haliyle TİHK’ın Paris İlkeleri’nde ve Seçmeli Protokol’de belirtilen bağımsızlık ölçütlerini karşılamasını mümkün değildir. Çünkü TİHK kurulurken ‘olası ihlalcinin aynı zamanda önleyici olamayacağı’ gibi çok temel bir gerçek görmezden gelinmiştir. Kısacası, TİHK hükümete bağlı basit bir kuruluştur. İşkencenin önlenmesi gerçekten isteniyorsa Seçmeli Protokol’e göre oluşturacak ‘önleme mekanizması’ mutlak olarak bağımsız ve ayrı bir örgütlenmeye sahip olmalıdır. Maalesef sıfır tolerans iddiasına karşın ülkemizde işkence sistematik olarak varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle de işkencenin önlenmesi için Protokol’ün amaç ve gereklerine uygun etkin bir UÖM’na mutlak olarak ihtiyaç vardır. Elinizdeki bu yayın, bir yandan etkin, bağımsız ve uzman bir UÖM’nın nasıl olması gerektiğini anlatırken diğer yandan mevcut haliyle TİHK’ın neden yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen bir Kurum olmayacağını ve Paris İlkeleri ile Seçmeli Protokol’de belirtilen amaçlara uygun izleme ziyaretleri yapamayacağını ortaya koymaktadır. Her şeye rağmen TİHK’ın kurulması ile sürecin tamamlandığını, görev ve sorumluluklarımızın son bulduğunu söyleyemeyiz. Aksine bundan sonra TİHK’ın tüm faaliyetlerini, bilhassa da ziyaretler yoluyla işkencenin önlenmesi çalışmalarını çok yakından izlemek, yaşanan sorun ve aksaklıklara ilişkin değerlendirme, eleştiri ve çözüm önerilerinde bulunmak, böylece TİHK’ın ülke gerçekliğine ve gereksinimlere uygun bir şekilde modifiye edilmesini sağlamak gibi çok daha zorlu bir görev önümüzde duruyor. Kısacası Kurumun, Seçmeli Protokol ve Paris İlkeleri doğrultusunda görev yapmasını sağlamak için İnsan Hakları alanındaki tüm birey, kurum ve kuruluşlar olarak hepimize büyük bir görev düştüğüne, dolayısıyla da elinizdeki kitabın bu açıdan önemli bir kaynak işlevi göreceğine inanıyoruz. Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı TİHV Başkanı BÖLÜM I GENEL ÇERÇEVE Bölüm I - Genel Çerçeve I. GİRİŞ 10 Aralık 1984 tarihli BM İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezaya Karşı Sözleşme1 işkenceyle mücadele alanına özgülenmiştir ve evrensel olarak bu özelliğe sahip ilk ve tek uluslararası antlaşma olma özelliğini korumaktadır. BM İşkenceye Karşı Sözleşme de dâhil olmak üzere uluslararası hukuk, devletlere, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi bakımından değişik sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluklar “önleme”, “kovuşturma ve cezalandırma” ve “mağdurlara giderim sağlanması” biçiminde kategorize edilebilir.2 Bununla birlikte işkence ve diğer kötü muamele biçimlerinin önlenmesine ilişkin süregelen mücadele biçimleri daha çok devletlerin “kovuşturma ve cezalandırma” yükümlülüğüne yani “işkence”nin ağırlığı ile orantılı bir yaptırım öngörülmesi, etkin bir soruşturma ve adil bir yargılama sonucunda faillerin cezalandırılması ile mağdurlara giderim sağlanmasına odaklanmıştır. Bu çalışmaların her ne kadar dolaylı bir önleyici etkisi bulunsa da bu mücadele biçiminin temel karakteristiği, işkencenin gerçekleşmesinden sonraki süreci ele alması yani fiilin ortaya çıkmasına bağlı sonuçlarla ilgilenmesidir. Bu mücadele perspektifi her ne kadar işkence faillerini ceza tehdidi ile yıldırıcı bir özellik taşımakta ise de fiillerin ve faillerin saptanarak açığa çıkarılmasına yönelik her çaba, giderek daha az fiziksel iz bırakan sofistike yöntemlere başvurulması, faillerin saptanmasının önüne geçebilmek için faili anonim kılacak önlemlerin alınması, işkence ve diğer kötü muamele fiillerinin resmi gözaltı merkezlerinin dışına taşınması ile yani alternatif yöntemlerin bulunması nedeniyle sonuçsuz kalmaktadır. İşkencenin önlenmesi çabalarıyla doğru orantılı bir biçimde işkencenin gizlenmesine ilişkin devam eden politikalar ve geliştirilen yöntemler 11 Eylül olaylarından sonra daha da vahim hale gelmiştir. Devletler “teröre karşı savaş” bağlamında kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının yanı sıra işkence ve kötü muamele yasağına uyma konusunda daha da isteksiz hale geldikleri gibi, bu isteksizlikle doğru orantılı bir biçimde, işkence fiillerinin gizlenmesi yönünde daha açık bir işbirliği içine de girmişlerdir. Bu eğilim, temel güvenceleri de etkiler hale gelmiştir. Terörle mücadele ya da etkili göçmen politikaları altında ne yazık ki devletler 1 2 Sözleşme’nin Türkiye’deki yürürlük tarihi 29 Nisan 1988’dir. 19799 sayılı Resmi Gazete. İşkenceye Karşı Sözleşme’nin 1. maddesi devletlere, işkence ve kötü muamele fillerinin kovuşturulması ve sorumluların cezalandırılması; işkence mağdurlarına giderim ve tazminat hakkı tanınması, işkenceye maruz kalan kişiyi sınır dışı etme/iade yasağı; işkence suçlularını iade yükümlülüğü; ifadenin işkence altında alındığına ilişkin delil olması hariç olmak üzere işkence altında alınan ifadelerin delil olarak kullanılması yasağı getirmektedir. 3 4 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? işkence ve kötü muameleyi önlemek ya da bastırmak için olmazsa olmaz temel ilkeleri gevşetmekte ya da işkence fiillerine suç ortağı olmaktadır. Devletlerin işbirliği ve/veya devletler düzeyinde göz yumulması sonucunda gerçekleşen işkence fiillerine ilişkin en önemli belgelerden biri Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Hukuk ve İnsan Hakları Komisyon Raportörü Dick Marty tarafından hazırlanan rapordur. Bu rapor, 2006 yılında CİA uçakları ile “teslimat” adı altında gerçekleştirilen, Afganistan ve Iraklı kişilerin Guantanamo üssüne götürülmeleri sırasında ya da bundan ayrı olarak uçaklarda, farklı ülkelerdeki üslerde ve gizli gözaltı merkezlerinde işkenceye maruz bırakılmalarına ilişkin süreci kapsamaktadır.3 Raporda belirtildiği üzere “Gizli uçuşlar, kişilerin yasadışı biçimde gözaltına alınması, kaçırılması, yasal süreçlere erişimin engellenmesi, kaybedilmesi, işkence ya da kötü muameleye uğraması ile sonuçlanan gizli gözaltı merkezlerine götürülmeleri amacını taşımaktadır.” Nitekim raporda, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 14 ülkenin sorumlulukları da ortaya konmuştur; - 10.3. gözaltındaki kişileri taşıyarak “teslimat” operasyonları yapan sivil uçakların, Avrupa hava sahasından ya da topraklarından yasadışı bir biçimde geçişine izin vermek, - 10.7. sivil havaalanlarını ya da askeri hava sahalarını teslimatlar ya da gözaltındaki kişilerin hukuk dışı başkaca transferleri için “basamak noktası” ya da platform olarak kullandırmak, - 10.8. sivil havaalanlarını ya da askeri hava sahalarını teslimatlar için, uçakların ana hedeflerine gider ya da geri dönerken kısa süreyle durduğu “ikmal noktası” olarak kullandırmak. İşkence, devletlerin de resmi düzeyde işbirliği halinde halen devam etmektedir çünkü ulusal yasalarca çizilen çerçeve yeterli değildir ve işkenceyi, yeterli yaptırımlar öngören bir suç olarak düzenlememektedirler. İşkence vardır çünkü ulusal ceza sistemi işkencenin önlenmesi, iddiaların soruşturulması ve faillerin yargı önüne getirilmesi için gerekli usuli güvencelerden yoksundur.4 İşkence ve kötü muamele fiillerinin süregitmesi ve gizlenmesi çabası karşısında bu fiillerin ortaya çıkarılması mücadelesi farklı bir arayışı da beraberinde getirmiştir. Yeni bir perspektifte somutlanan bu arayış, işkence fiilleri gerçekleştikten sonra değil gerçekleşmeden önceki aşamaya yani “önleme”ye odaklanmıştır. Esasında “kovuşturma ve cezalandırma” ve “giderim” kategorilerinde yer alan gereklilikler aynı zamanda “önleme” işlevini görme potansiyeline de doğal olarak sahiptir. Bununla 3 4 Secret detentions and illegal transfers of detainees involving Council of Europe member states: second report, Doc. 11302 rev., 11 June 2007; http://assembly.coe.int/documents/workingdocs/doc07/edoc11302. pdf http://www.apt.ch/doc/forum/ext/Juan_Mendez_KeynoteSpeech.pdf Bölüm I - Genel Çerçeve birlikte kovuşturma, cezalandırma ve giderim alanındaki gelişme ne kadar kapsamlı olursa olsun bunlar, ihlal gerçekleştikten sonra devreye giren, ihlalleri “bastırıcı” bir mekanizmanın parçalarıdır. İhlal gerçekleştikten sonra delillere ulaşmak, sorumluları bulmak çok zorlaştığı gibi sorumluların bulunup cezalandırılması bile ihlale uğrayan kişi açısından çok sınırlı bir giderim sağlamaktadır.5 İşkence yasağının mutlak karakteri ile yaygınlığı ve yoğunluğu arasındaki bu dengesizlik nedeniyle devletlerin, bireylerin işkence ve kötü muameleye karşı korunması için daha etkili önlemler almasının gerekli olduğu fikri ve bu alandaki çalışmaların geçmişi oldukça geriye gitmektedir. Bu çalışmalarda, önleme alanına özel bir önem verilmesi, işkence ve kötü muamele vakalarının henüz gerçekleşmeden önlenmesine ilişkin bir mekanizmanın ve uygulamanın geliştirilmesi, bütünsel bir perspektifin önemli bileşeni olarak ele alınmıştır. Bu bütünsel perspektif aslında, işkence yasağının mutlaklığını güvence altına almayı amaçlayan, işkencenin önlenmesi konusunda devletlere yükümlülükler öngören ve bu anlamda uluslararası bir denetim mekanizması içeren İşkenceye Karşı Sözleşme’nin Birleşmiş Milletler tarafından 10 Aralık 1984 tarihindeki kabulünden de öncesine dayanmaktadır. İşkence ve kötü muamelenin, alıkonulma yerlerinin izlenmesi suretiyle önlenmesine yönelik evrensel bir sitemin oluşturulmasına ilişkin fikir ilk olarak Avrupa İşkenceyi Önleme Derneği’nin de kurucusu olan Jean-Jacques Gautier tarafından ortaya atılmıştır. Bu fikir, Uluslararası Hukukçular Komisyonu ve arkasından da İsviçre İşkenceye Karşı Komite gibi sivil toplum örgütleri tarafından geliştirilerek 1980 yılında Kosta Rika hükümetince Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’na sunulmuştur. Bununla birlikte Birleşmiş Milletler’in, İşkenceye Karşı Sözleşme’nin hazırlanması ve kabul edilme süreçleriyle meşgul olması nedeniyle Kosta Rika tarafından sunulan metinin görüşülmesi mümkün olmamıştır. Bununla birlikte Kosta Rika’nın sunmuş olduğu metin Avrupa Konseyi tarafından ele alınıp geliştirilerek 1987 yılında “Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesi”6 haline getirilmiştir. Sözleşme ile oluşturulmuş olan Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi tarafından alıkonulma yerlerinin izlenmesine ilişkin Avrupa Konseyi üyesi devletlerin tümüne düzenlenen önleyici ziyaretler öyle başarılı olmuştur ki Birleşmiş Milletler de 1990’larda süreci devam ettirme kararı almıştır.7 Birleşmiş Milletler sistemi içinde, aynı dönemde, insan hakları ihlallerinin izlenmesi, bu konuda tavsiyelerde bulunulması ve yaygın insan hakları eğitimleri düzenlemesi gibi geniş bir çerçeveye sahip “ulusal insan hakları kurumlarının” oluşturulması tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışma 1993 yılı Dünya İnsan Hakları Konferansı’na taşınmış ve 5 6 7 Kerem Altıparmak (2007) “Türkiye’de İnsan Haklarında Kurumsallaş(ama)ma”, Türkiye Barolar Birliği (yay. haz.), s.2 CPT/Inf/C (2002) 1 [EN] (Part 1) - Strasbourg, 26.XI.1987, http://www.cpt.coe.int/en/documents/ecpt.htm Report of the Special Rapporteur on torture and other cruel, inhuman or degrading treatment or punishment, A/61/259, 14 August 2006, para.66 5 6 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? ardından aynı yıl Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ele alınarak uluslararası bir belge olarak kabul edilmiştir. Bu belgenin adı “Paris İlkeleri”’dir.8,9 Paris İlkeleri, ulusal insan hakları kurumlarının yapıları, işlevleri ve nasıl bir doğaya sahip olmaları gerektiği konusunda ayrıntılı düzenlemeler yapmaktadır. 1993 yılında yapılan ve Paris İlkeleri’nin kabul edilmesiyle sonuçlanan Dünya İnsan Hakları Konferansı’nda, alıkonulma yerlerinin işkencenin önlenmesi amacıyla ve ziyaretler yöntemiyle izlenmesine dayalı bir mekanizma ile desteklenmesi de gündeme gelmiştir. Bu toplantıda aynı zamanda BM İşkenceye Karşı Sözleşme’ye ek bir protokol hazırlanmasına ilişkin gereksinimin altı çizilmiştir.10 Nitekim alıkonulma yerlerinin ziyarete dayalı olarak izlenmesi yoluyla BM İşkenceye Karşı Sözleşme’nin, taraf devletlerce etkin biçimde uygulanmasını sağlamak üzere, bir ek protokol olarak hazırlanan belgeyi BM Genel Kurulu Aralık 2002’de kabul etmiştir. Bu belge, “Seçmeli Protokol” olarak anılmaktadır.11 Protokol, taraf devletlerin ulusal düzeyde bir önleme mekanizması kurmasını öngörmekte ve bu mekanizmanın ülkedeki tüm alıkonulma yerlerine sınırsız ziyaretler yapması da dâhil olmak üzere mekanizmayı çeşitli yetki ve görevlerle donatmaktadır. Protokol, alıkonulma yerlerinin ziyaretler yöntemiyle izlenmesini esas alan bir ulusal önleme mekanizması biçimi önermektedir. Paris İlkeleri, ulusal insan hakları kurumları için bir tavsiyeler bütünü olarak kabul edilirken bu kurumların özelleşmiş biçimi olan, ziyarete dayalı bir ulusal önleme mekanizması Seçmeli Protokol ile düzenlenmiş ve Protokol’e taraf devletler için bağlayıcı bir nitelik kazanmıştır. Devletlerin, Protokol’e taraf olabilmeleri ve uluslararası insan hakları hukuku bağlamında sorumlu tutulabilmeleri için sözleşmelerin yürürlüğe girmesine ilişkin iç hukukta onaylama sürecinin yerine getirilmesi gereklidir. Protokol, iç hukukta onaylama sürecinin tamamlanması ile yürürlüğe girdikten sonra taraf devletler 17. madde uyarınca kendi ulusal önleme mekanizma ya da mekanizmalarını bir yıl içinde kurmak ya da var olan insan hakları kurullarını Protokol’de öngörüldüğü gibi yetkilendirmek zorundadır. Kısaca “Paris İlkeleri” olarak bilinen “İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması İçin Kurulan Ulusal Kuruluşların Statüsüne İlişkin İlkeler”, BM İnsan Hakları Komisyonu’nun 3 Mart 1992 tarihli 1992/54 sayılı ve BM Genel Kurulu’nun 20 Aralık 1993 tarihli 48/134 sayılı kararlarıyla kabul edilmiştir. http://ihm.politics. ankara.edu.tr/konferans/images/paris_ilkeleri.pdf (çev. Kerem Altıparmak, Hasan S. Vural) 9 Ulusal kurumların Paris İlkeleri’ne uygunluğunu izlemek üzere BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği altında, 1993 yılında İnsan Haklarının Korunması ve Desteklenmesi İçin Ulusal Kurumlar Uluslararası Koordinasyon Komitesi oluşturulmuştur. Komite, 1998 yılında Akreditasyon Alt Komitesi adını taşıyan ve ulusal mekanizmaları, belli kategoriler içinde değerlendiren bir izleme mekanizma oluşturmuştur ve ulusal kurumların Paris İlkeleri uyarınca akredite olabilmeleri için bu Komite’ye başvurması gerekmektedir. http://nhri.ohchr.org/EN/ICC/ICCAcreditation/Pages/default.aspx 8 Bkz. Viyana Deklarasyonu ve Eylem Planı, A/CONF.157/23, 12.7.1993, para. 61. Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşmesi’ne Ek Seçmeli Protokol. A/RES/57/199, 42 I.L.M. 26 (2003)]. Protokol 22 Haziran 2006’da yürürlüğe girmiştir. Protokol’ün resmi olmayan Türkçe çevirisi için bkz. Mehmet Semih Gemalmaz (2004), İnsan Hakları Belgeleri, Cilt VI, Birleşmiş Milletler Üçüncü Bölüm, (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi), s. 167 vd. 10 11 Bölüm I - Genel Çerçeve II. SEÇMELİ PROTOKOL ve ZİYARETE DAYALI BİR ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMASI Seçmeli Protokol, işkence ve diğer kötü muamele biçimlerinin ziyarete dayalı mekanizmalar tarafından yapılacak olan izleme faaliyetleri ile önlemeyi hedeflemektedir. Protokol her ne kadar yeni bir sistem öngörmekte ise de “önleme” perspektifine dayalı bu sistemde yeni haklar ve yeni yükümlülükler ihdas edilmemektedir. Protokol tarafından önerilen sistem, taraf devletlerin, BM İşkenceye Karşı Sözleşme düzenlemeleri çerçevesinde işkence ve kötü muamele yasağını ihlal edip etmediğinin izlenmesine dayalıdır. Protokol ile kişilerin işkence ve kötü muameleye karşı etkili bir biçimde korunması ve bu çerçevede ulusal ve uluslararası çabanın sürekli kılınması amacı taşınmaktadır. Protokol, bugüne kadar yapılan uluslararası antlaşmalardan farklı olarak, uluslararası bir denetim yanında ulusal izleme kurullarının oluşturulmasını da öngörmektedir. Buna göre; - İmzacı devletlere habersiz ziyaretler yapma yetkisine sahip ve 10 kişiden oluşan uluslararası bir alt komite kurulacaktır. Protokol’de öngörülen Uluslararası Alt Komite 2006 yılında kurulmuş ve 2007 Şubat ayından itibaren toplantılarına başlamıştır. Uluslararası Alt Komite’nin iki temel işi vardır; 1. Koruma alanlarındaki açıkları ve güçlendirilmesi gereken güvenceleri saptamak üzere mevcut uygulamaları ve sistemin işlemeyen yönlerini incelemek amacıyla alıkoyma yerlerine ziyaretler yapmak, 2.Düzenli ziyaretler gerçekleştirecek Ulusal Önleme Mekanizmaları’nın (UÖM) oluşturulması ve işleyişi sürecinde Protokol’e taraf devletlere yardımcı olmak. Alt Komite, mevcut durum ve kötü muamelenin önlenmesi için iyileştirilmesi gereken konulara odaklı bir çalışma yürütmektedir.12 - Protokole taraf devletler, alıkonulma yerlerine habersiz ziyaretler yapmak üzere hedefi, görev alanı, bağımsızlığı, üyelerinin seçimi ve bağımsızlıkları ile yetkileri iç hukukta anayasal ya da yasal olarak belirlenmiş ulusal önleme mekanizmalarını kuracaklardır. Üye devletlerin ulusal düzeyde yaşama geçirecekleri bu mekanizmalar için belli bir biçim ve sayı öngörülmemiştir. Bir ya da birden çok ziyaret organı kurulabileceği gibi halihazırda mevcut kurulların biri ya da birkaçı yetkilendirilebilecek ya da zaten bu faaliyeti yerine getiren kurullar varsa bu faaliyetin sürdürülmesi sağlanacaktır.13 Protokol, bu kurulların hangi özellikleri taşıması gerektiğine ilişkin çerçeve kurallar sağlamakla beraber kurulların örgütlenme biçimine dair bağlayıcı kurallar içermemektedir. Bu nedenle, hükümetler Protokol’de öngörülen işlevleri yerine getirecek kurum ya da kurumların oluşturulmasında bir takdir yetkisine sahiptir.14 Ancak bu takdir yetkisinin CAT/OP/SWE/1, para. 2 Seçmeli Protokol, md. 2 14 Debra Long/ Nicolas Boeglin Naumovic (2004), Optional Protocol –A Manual for Prevention, (Cenevre: Inter-American Institute of Human Rights ve APT), s. 69. 12 13 7 8 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? yine de çok sınırlı olabileceğini belirtmek gereklidir. Farklı insan hakları ulusal kurumları modellerinin; - - - - - yasal bir temele oturduğu, üyelerinin bağımsızlıklarının sağlandığı, atanma usullerinin, bağımsızlığı zedelemeyecek biçimde belirlendiği, üyelerin ayrıcalık ve bağışıklıklarının güvence altına alındığı, kurulun mali bağımsızlığının sağlandığı durumda Protokol’ün gereklerini yerine getirebileceği düşünülmektedir.15 Öncelikle, Protokol’ün 18. maddesine göre taraf devletler ulusal önleme mekanizmalarının hem işlevsel hem de personel bağımsızlığını güvence altına almak zorundadırlar. Ayrıca devletler, cinsiyet dengesi ile birlikte etnik köken, farklı dil grupları gibi değişik kesimlerin mekanizma içinde temsilini sağlamalıdır. Yine mekanizmanın bağımsız işleyebilmesi için yeterli mali kaynaklara sahip olması gereklidir. Bunlar aslında Paris İlkeleri’nde öngörülen güvencelerdir. Nitekim Protokol’ün 18. maddesinin son fıkrası, mekanizmaların oluşturulmasında Paris İlkeleri’nin dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir. Protokol’ün, bir ulusal mekanizmanın ne tür işlevleri olacağına dair hükümleri de Protokol’de öngörülen koşulları ne tür bir oluşumun yerine getirebileceği konusunda yol göstermektedir. Protokol’ün 4. maddesine göre kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakıldığı hiçbir yer denetim dışında kalmayacaktır. 20. maddeye göre mekanizma, özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilere ilişkin sayı, muamele gibi her türlü bilginin yanı sıra hem her türlü alıkonma yerine hem de bu alıkonma yerlerinin içerisindeki tüm tesislere ve birimlere ulaşabilecektir. Ulusal mekanizma, istediği kişilerle özel görüşme yapabilecek, istediği yerleri ziyaret edebilecektir. 21. maddeye göre hiç kimse ulusal mekanizma ile iletişime geçtiği için yaptırıma uğramayacaktır. 23. maddeye göre taraf devletler, ulusal önleme mekanizmalarının yıllık raporlarını yayınlamak ve dağıtmakla yükümlüdür. Taraf devletlerin bunun dışında, her bir ziyaretten sonra hazırlanan raporların hepsini yayımlamalarına da engel yoktur. III. ZİYARETE DAYALI BİR ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMASININ GEREKLİLİĞİ Kişilerin, bir suç soruşturması başta olmak üzere özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları andan özgürlüklerine yeniden kavuştukları ana kadar geçen süreçte her türlü işkence Ulusal Önleme Mekanizmalarının Kurulması ve Yetkilendirilmesi- Avrupa İşkenceyi Önleme Derneği (İşkenceyi Önlemede Ortak Akıl içinde EK; Bölüm 4, TİHV Yayınları, 55, Ankara 2008 ) (bundan sonra “APT Yayını” olarak anılacaktır) 15 Bölüm I - Genel Çerçeve ve kötü muamele fiiline karşı korunmalarını sağlamak üzere uluslararası insan hakları hukukunda bir koruma alanı geliştirilmiştir. Bu koruma alanının en genel çerçevesini “keyfi alıkoyma ve tutuklama yasağı” çizer ve bu bağlamda kişi özgürlüğü, sadece sınırları açıkça ve önceden belirlenmiş bir yasa kuralı ve mahkeme kararı ile sınırlandırılabilir. Özgürlüğünden, yasaya uygun olarak ve bir mahkeme kararı ile yoksun bırakılan kişilerin bu aşamada etkin bir korumadan yararlanabilmeleri için bir dizi “usule ilişkin temel güvence” geliştirilmiştir. Bu temel güvenceler; avukat yardımından yararlanma, bir hekime ulaşma, yakınına ulaşma, isnat edilen suçun ve haklarının anlatılması, alıkonulmanın hukuksal olup olmadığının denetlenmesi için yargıç önüne çıkma hakkı (habeas corpus) olarak sayılabilir. Yasaya uygun olmaksızın ve/veya bir mahkeme kararı bulunmaksızın özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişiler de usule ilişkin temel güvencelere erişir bir hale geldiği andan itibaren (örneğin, hukuka uygun olmayan bir yakalama ve gözaltı işlemine maruz kalan kişinin savcı önüne çıkarıldığı anda) bu güvenceler devreye girmektedir. Ancak usule ilişkin güvencelerin, özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilere birer hak olarak tanınmış olması bu güvencelere kendiliğinden erişimi sağlamamakta, bunlar alıkoyma yerinde bulunan yetkililer aracılığı ile kullanılabilmektedir. Hakların kullanımının bir başka kişinin inisiyatifinde olması bunların aynı zamanda keyfi biçimde kısıtlanmasını da olası kılmaktadır. Bununla birlikte, belirtilen güvencelerin usulüne uygun biçimde kullandırılmış olması kişileri her durumda işkence ve kötü muameleden korumaya yeterli olmayabilir. Kişiye doğrudan ya da dolaylı olarak uygulanan muamelenin yanı sıra alıkonulma yerinin koşulları da işkence ve kötü muamele oluşturacak özelliklere sahip olabilir. Alıkonulmanın keyfi ya da hukuka uygun olduğu her iki durumda da geçerli olmak üzere asıl problem özgürlüğü kısıtlayan otorite ile özgürlüğü kısıtlanan kişi ilişkisindeki güç dengesizliğidir.16 Protokol’ün gerekçesi, işkence ve kötü muamelenin izole edilmiş alıkonulma yerlerinde gerçekleştiği olgusuna dayanır; işkenceyi uygulayanlar buralarda, kendilerini etkin izlemenin ve sorumluluk alanının dışında güvende hissederler. İşkence, tüm yasal sistemlerce ve evrensel meslek etiği kuralları uyarınca kesin bir biçimde yasaklanmış olduğu için sadece işkencecilerin meslektaşları ve üstleri bu tür davranışları emrettiği, onayladığı ya da en azından işkence fiillerini hoşgörü ile karşıladığı ve işkence odalarının dışarıya karşı etkili biçimde korunduğu bir sistem içinde uygulanabilir. İşkence mağdurları ya öldürülürler ya da yaşadıkları olaylar konusunda konuşamayacak derecede gözleri korkutulur. Mağdurlar her şeye rağmen işkence ile ilgili şikâyette bulunurlarsa, izole edildikleri sırada yaşadıklarını kanıtlamakta büyük zorluklarla karşı karşıya kalırlar. “Suçlu”, “kanun kaçağı” veya “terörist” olmakla suçlandıkları için yetkililer tarafından “güvenilmez” addedilir ve iddiaları da yetkililerce sürekli olarak kuşkuyla karşılanır. Dolayısıyla, bu kısır döngüyü kırmanın tek yolu, alıkonulma yerlerini kamusal incelemeye açmak ve polisin, APT Yayını, EK- s. 8 16 9 10 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? güvenliğin ve istihbaratın çok daha şeffaf olduğu ve dış izlemeye karşı sorumlu bir sistem kurmaktır.17 Alıkonulan kişilerin usule ilişkin güvencelerden etkin biçimde yararlandırılıp yararlandırılmadığını; işkence ve kötü muamele sonucunu doğuran herhangi bir muameleye maruz kalıp kalmadıklarını; alıkonulma yerlerindeki yaşam koşullarının ve alıkonulma rejiminin işkence ve kötü muamele oluşturup oluşturmadığını; alıkonulan kişilerin yeterli tıbbi bakıma ulaşıp ulaşamadıklarını incelemek üzere düzenlenen ziyaretler ve özellikle de habersiz yapılan ziyaretler, belirtilen güç dengesizliğinin en aza indirilmesi ve kişilerin işkence ve kötü muameleden korunması için en etkin denetim sistemi olarak kabul edilmektedir.18 İnsan hakları ihlallerini önleme konusunda yargı, ihlaller gerçekleştikten sonra devreye girmektedir. Sonuçları bakımından asıl işlevi önleyicilik olan bir mekanizmanın devreye girmesi gereklidir. Bu nedenle ulusal kurumların ziyaret yetkileri özel bir öneme sahiptir. Her ne kadar izleme pratikleri uluslararası organlar tarafından da yapılabilmekteyse de bu pratiklerin etkili bir ulusal denetimin yerini tutması beklenemez. En etkili uluslararası denetimde bile ziyaret ancak sınırlı bir süre ve coğrafyaya sıkışıp kalmaya mahkûmdur. Seçmeli Protokol de bu sınırlılık dikkate alınarak hazırlanmış ve ziyaret yetkisine sahip, var olan ulusal kurumlarla oluşturulacak olan bir uluslararası ziyaret mekanizmasının birlikte çalışması öngörülmüştür. IV. ZİYARETE DAYALI BİR ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMASININ OLUŞTURULMASI Seçmeli Protokol’e taraf olan devletlerin, 17. madde uyarınca, onay süreçlerini tamamlamalarından sonraki bir yıl içinde, alıkoyma yerlerinin ziyaretlere dayalı ve bağımsız bir biçimde izlenebilmesi için ulusal önleme mekanizmalarını oluşturmaları gerekmektedir. Protokol, ulusal düzeyde oluşturulacak mekanizma için sayı ya da biçim öngörmüş değildir. Protokol’de belirtilen görevlerin tamamını yerine getirmek üzere ulusal düzeyde tek bir mekanizma kurulabileceği gibi farklı fonksiyon, görev alanları veya coğrafyayı kapsayacak birden fazla mekanizma (çoklu mekanizma) da oluşturulabilir. Örneğin, ceza ve tutukevleri için ayrı, çocuk ıslah merkezleri için ayrı kurulların oluşturulması mümkündür. Ancak, her bir alan için farklı mekanizmaların kurulması yani ziyaretler yoluyla önleme işlevini yerine getirecek birden fazla kurumun yetkilendirilmesi durumunda her bir ulusal mekanizmanın Seçmeli Protokol gereklerini ayrı ayrı yerine getirmesi gerekir. Bu yüzden, örneğin bir birimin bağımsızlık gereğini, bir başkasının da uzmanlık gereğini, bir üçüncüsünün de bilgilenme hakkı gereğini yerine getirdiğini, vs. söylemek yeterli değildir.19 BM İşkence Özel Raportörü’nün Raporu, UN Doc. A/61/259 (14 Ağustos 2006), para. 67. APT Yayını, EK- s. 8 19 APT Yayını, EK- Bölüm 10.3.1 17 18 Bölüm I - Genel Çerçeve Ulusal önleme mekanizmasının insan hakları komisyonu, kamu denetçiliği gibi mekanizmalar biçiminde örgütlendiği örneklerin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının yetkilendirilmesi, yurttaş ziyaretleri biçiminde örgütlendiği örnekler de mevcuttur. Bazı örneklerde ise bu örgütlenme biçimlerinden sadece birinin değil birkaçının bir araya gelmesi ile ya da ülkenin kendi gereksinimleri doğrultusunda bambaşka bir biçimde gerçekleşmiştir. Bunun da yanında, Protokol’ün 2.maddesinde de belirtildiği gibi ulusal düzeyde faaliyet yürütmekte olan ve Protokol’de belirtilen özellikleri taşıyan bir mekanizma da “ulusal önleme mekanizması” olarak yetkilendirilebilir. Var olan bir mekanizmanın ulusal önleme mekanizması olarak yetkilendirilmesi ya da çoklu mekanizmada karar kılınması veya STK’larla çalışılması durumlarının hepsinde farklı farklı sorunlar ortaya çıkması muhtemeldir. Tüm bu modellerde, kurum içindeki görevlerin ve rollerin ne olduğunun belirlenmesi ve koordinasyonun planlanması için özel bir çaba sarf etmek gereklidir.20 V. DÜNYADAKİ DURUM 2012 yılı Haziran ayına kadar Protokol’e taraf 63 devletten 42’si ulusal önleme mekanizmalarını oluşturmuş durumdadır.21 Bu mekanizmalardan büyük bir çoğunluğu, kendi ülkelerindeki koşulların kapsamlı bir analizini yapmış, sürece dair hakiki bir etkide bulunabilmeleri için çok sayıda olanak sunarak konuyla ilgili kilit kişi ve kurumlarla müzakerelerde bulunmuşlardır.22 Afrika’da 10 ülke Seçmeli Protokol’ü onaylamış, bunlardan 4’ü de ulusal önleme mekanizmalarını oluşturmuştur. Senegal ve Nijerya, yeni mekanizmalar oluşturmayı tercih ederlerken Mali ve Mauritius ise var olan Ulusal İnsan Hakları Komisyonlarını ulusal önleme mekanizması olarak tayin etmişlerdir.23 Afrika devletlerinde sivil toplum oldukça aktiftir ve ulusal insan hakları kurumları Seçmeli Protokol’ün imzalanması ve uygulanmasını destekleyen kampanyalar yürütmektedir. Benin, Togo, Güney Afrika ve Gana’da, kurumlar arası komiteler ve özel amaçlı/geçici çalışma grupları hükümet temsilcileriyle, ulusal insan hakları kurumları ve sivil toplum örgütleriyle bir araya gelmektedir. Bu aktörler, kendi ülkeleri için Seçmeli Protokol’ün imzalanması amacıyla stratejiler oluşturmakta, seminerler ve konferanslar organize etmekte, ulusal önleme mekanizması için yasa tasarıları hazırlamaktadırlar. Örneğin Senegal’de, Seçmeli Protokol’e yönelik çalışma yapmak üzere çok sayıda sivil toplum örgütü bir ulusal koalisyon oluşturmuştur. Bu koalisyon, ulusal önleme mekanizması yasasının kabulü için tüm güçlerin birleştiği bir birlikteliktir.24 http://www.apt.ch/doc/forum/ext/Juan_Mendez_KeynoteSpeech.pdf http://www.apt.ch/npm/OPCAT0612.pdf 22 http://www.apt.ch/doc/forum/General_OPCAT_En.pdf 23 http://www.apt.ch/npm/OPCAT0612.pdf 24 http://www.apt.ch/npm/OPCAT0612.pdf 20 21 11 12 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Latin Amerika ülkelerinden 14’ü Seçmeli Protokol’ü onaylamış ve bunlardan 9’u ulusal önleme mekanizmasını oluşturulmuştur.25 Latin Amerika devletlerinin çoğunluğu, ulusal önleme mekanizması rolünü üstlenmek üzere yeni bir mekanizma oluşturmayı tercih etmektedir. Bazı devletler ise var olan kurumları ulusal önleme mekanizması olarak yetkilendirmişlerdir. Kosta Rica ve Meksika’daki ulusal önleme mekanizmaları, ulusal insan hakları kurumunun içinde ayrı bir birim olarak çalışmaktadır. Arjantin ve Brezilya, henüz taslak aşamasında olan yasalarında merkezi olmayan bir yapılanmayı tercih ederek her bölgede ayrı önleme mekanizması kurulmasını öngörmüşlerdir. Ekvator’da ise, hazırlanan yasa taslağı karma bir yapıyı öngörmektedir; Ulusal İnsan Hakları Kurumu başkanlığında, yerel komitelerin katılımı ile oluşan yeni bir ulusal komite. Latin Amerika’da, Seçmeli Protokol’ün onay süreci ve ulusal önleme mekanizmalarının oluşturulmasında, bakanlıklarla (adalet ya da içişleri) birlikte ulusal insan hakları kurumları ve sivil toplumun bir araya gelerek ya da ağ biçimindeki örgütlenmelerde birlikte çalışıyor olması en dikkat çeken noktadır. Ulusal önleme mekanizmalarının çoğu, Seçmeli Protokol’de açıkça yer almayan (ihtiyati tedbirler, veritabanı, profesyonel çalışanlar ya da etnik gruplar için kota uygulamaları gibi) pek çok yenilikçi düzenlemeyi içeren yasalarla oluşturulmuştur. Amerika kıtası devletlerinde çoğunlukla federal yapılar olması nedeniyle yerel düzeyde de yasalar yapılabilmektedir. Bu nedenle de ulusal önleme mekanizması oluşturulması çabalarının ivmesi federal düzeyde düştüğünde, çabalar yerel düzeyde devam etmiş ve işkencenin önlenmesi amacıyla Seçmeli Protokol’ün uygulanması konusundaki taahhütlere sadık kalınmıştır. Bu da yerel aktörlerin seferber edilmesi ve bilinç yükselmesi işlevi gördüğü gibi dünyadaki diğer devletler için de yol açıcı olmuştur. Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri Seçmeli Protokol’ü imzalamamıştır ancak imza ve onay süreçlerinin başlatılması için çalışmalar yapan platformlar oluşmuştur.26 Seçmeli Protokol’ün onay sürecini tamamlayan 63 devletten 33’ü Avrupa ve Merkez Asya’da yer almaktadır. 33 devletten 26’sı da ulusal önleme mekanizmalarını oluşturmuş durumdadır.27 Bu grupta yer alan devletlerde çok farklı UÖM modelleri yaşama geçirilmiştir. Pek çoğu, var olan ulusal insan hakları kurumlarını ulusal önleme mekanizması olarak belirlemişken örneğin Fransa, Almanya ve İsviçre yeni kurumlar oluşturmayı tercih etmiştir. Kırgızistan da yeni bir yapı kurma hazırlığındadır. Grupta, aynı zamanda, ulusal insan hakları kurumlarının sivil toplumla işbirliği yaptığı modellere daha fazla rastlanmaktadır ki bu ulusal önleme mekanizmalarına “kamu denetçisi, artı (sivil toplum)” adı verilmektedir. (Örn; Danimarka, Moldova, Slovenya) Birleşik Krallığın 18 kurumluk ulusal önleme mekanizması gibi, var olan kurumlardan http://www.apt.ch/npm/OPCAT0612.pdf http://www.apt.ch/doc/forum/Regional_Americas_En.pdf 27 http://www.apt.ch/npm/OPCAT0612.pdf 25 26 Bölüm I - Genel Çerçeve çoklu bir mekanizma oluşturmayı seçen bazı ülkelerin modelleri ise hiçbir kategoriye girmemektedir.28 Asya Pasifik bölgesinde Maldivler, Kamboçya, Yeni Zelanda ve Filipinler olmak üzere dört devlet Seçmeli Protokol’ü onaylamıştır. Doğu Timor ve Avustralya ise henüz onay aşamasındadır.29 Maldivler ve Yeni Zelanda, var olan kurumlarını ulusal önleme mekanizması olarak yetkilendirmiştir. Maldivler, UÖM adı altında bir kurumsal yapıya geçerken Yeni Zelanda ise beş ayrı bağımsız yapıyı UÖM olarak tayin etmiştir. Tüm bu kurumlar dört yıldan bu yana görev yapmaktadır. Kamboçya ise ulusal önleme mekanizmasını, geçici bir bakanlıklar arası komite olarak biçimlemiştir. Bu aşamada, Seçmeli Protokol’ün gereklerini karşılayan, kalıcı bir mekanizmanın nasıl yapılandırılabileceği tartışılmaktadır. Maldivler ve Yeni Zelanda, uzmanlıklar geliştirmek ve Seçmeli Protokol sistemini uygulamaya koymak suretiyle bölgede ciddi bir adım atmışlardır. Aynı zamanda işkencenin önlenmesi alanında metodolojik araçlar ve usuller de geliştirmişlerdir. 2010 yılında Asya Pasifik bölgesinden iki uzmanın Seçmeli Protokol Uluslararası Alt Komitesi üyeliğine seçilmesi ile ilk kez bu bölgenin perspektifi de Komite çalışmalarına yansıma olanağı bulmuştur. Seçmeli Protokol aynı zamanda amaçlarına da ulaşmaktadır. Örneğin Maldivler Hükümeti Seçmeli Protokol’ün öngördüğü ulusal önleme mekanizması sayesinde risk faktörlerini saptayabilmiştir. Her iki ülkede de UÖM’ler ve yetkililer arasında yapıcı diyaloglar gelişmektedir. Alt Komite Maldivler ve Kamboçya’yı ziyaret etmiş ve Maldivler, ziyarete ilişkin raporun yayınlanmasına rıza göstermiştir. Ki bu da bir işbirliği ruhunun varlığını ortaya koymaktadır. Protokol’e 2012 yılında taraf olan Filipinler’de ise henüz bir mekanizma kurulmamıştır. Avrupa ve Merkez Asya ülkelerinde, ulusal önleme mekanizmalarının oluşturulması süreçleri, Seçmeli Protokol tarafından da öngörüldüğü gibi görece açık, şeffaf ve katılımcı örneklerdir.30 Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Seçmeli Protokol’ün 2002 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilmesini destekleyen bir dizi bölge ülkesi olmasına karşın, 2006 yılında yürürlüğe giren Protokol’ü Haziran 2012’ye dek sadece iki devlet onaylamıştır; Aralık 2008’de Lübnan ve Haziran 2011’de Tunus. Fas Hükümeti, Protokol’ün kabulü için gerekli süreci başlatmış ve 2011 yılında bir yasa çıkarmış ise de onay süreci hali hazırda gerçekleşmemiştir. Lübnan Hükümeti de üzerinden dört yıla yakın bir süre geçmesine karşın halen ulusal önleme mekanizmasını oluşturmamıştır. İşkence Önleme Alt Komitesi, Haziran 2009’da Lübnan’a bir ziyaret gerçekleştirmiş ancak Hükümet ziyaret raporunun açıklanmasına izin vermemiştir. http://tortureprevention.org/doc/forum/Regional_EuropeCentralAsia_En.pdf http://www.apt.ch/npm/OPCAT0612.pdf 30 http://www.apt.ch/doc/forum/Regional_Asia-Pacific_En.pdf 28 29 13 14 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Nitekim Lübnan’da 2011 yılında başlayan iç savaş nedeniyle bu süreç oldukça uzun sürecektir. Şubat 2011’den bu yana Alt Komite’nin başkan yardımcılığını Lübnanlı bir uzman yürütmektedir ve böylece uluslararası yapının içinde bölgeye dair bir temsiliyet de yer almaktadır. 31 http://www.apt.ch/doc/forum/Regional_MENA_En.pdf 31 BÖLÜM II TÜRKİYE Bölüm II - Türkiye I. GİRİŞ Türkiye, her türlü alıkoyma yerinin bağımsız ziyaretler yoluyla denetlenmesine ilişkin Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme’ye Ek Protokol’ü (Seçmeli Protokol) 14 Eylül 2005’te imzalamış ve 6167 sayılı onay yasası ise 12 Mart 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.32 Bu yükümlülüğün yerine getirilmesi için Protokol’de öngörülen süre, Protokol’ün iç hukuktaki sürecin tamamlandığının Birleşmiş Milletler’e bildirilmesinden (depo edilmesinden) sonraki bir yıldır. 27 Eylül 2011 tarihinde onay prosedürünü tamamlayan Türkiye, 27 Eylül 2012 tarihine kadar ulusal önleme mekanizması oluşturmayı da taahhüt etmiş durumdadır. Yukarıda “Genel Çerçeve” bölümü altında belirtildiği üzere Protokol’e taraf devletler ulusal önleme mekanizmalarını yeni bir yapı olarak oluşturabildikleri ya da eski yapılarından birini UÖM olarak belirleyebildikleri gibi ulusal önleme mekanizmasını -Protokol’de öngörülen ilkeler sağlanmak koşuluyla- daha genel bir yapının içinde de oluşturabilirler. Nitekim Türkiye, ayrıca bir Ulusal Önleme Mekanizması oluşturma yönüne gitmeyip Türkiye Ulusal Önleme Mekanizması’nın, 21 Haziran 2012 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen 6332 sayılı yasa ile kurulan “Türkiye İnsan Hakları Kurumu”nun bir alt birimi olarak yapılandırılmasını tercih etmiştir. Yasa’ya göre Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHK) ikili bir yapı öngörmektedir; İnsan Hakları Kurulu (Kurul) ve Başkanlık. Başkanlık ise Başkan Yardımcısı, (dokuz farklı) Hizmet Birimi ve Çalışma Gruplarından oluşmaktadır. Bir mekanizma olarak Başkanlık, Kurul kararlarını uygulamakla ve diğer konularda bizzat Başkana ve Kurula yardımcı olmakla görevlidir. Belirlenen bu teşkilat şeması çerçevesinde Ulusal Önleme Mekanizması işlevini, Başkanlık bünyesindeki 9 Hizmet Biriminden biri olan “İşkence ve Kötü Muameleyle Mücadele Birimi” üstlenecektir. Yasa, insan hakları ihlalleri iddialarını incelemekten hukuk çalışmaları yürütmeye, eğitim çalışmalarından Kurumun dış ilişkilerini düzenlemeye, proje hazırlamaktan strateji geliştirmeye ve dokümantasyon faaliyetinden bilinçlendirme çalışmalarına kadar çok farklı hizmet kategorisini TİHK’nın görev alanı içerisinde saymıştır. Hizmet birimleri ve çalışma grupları tarafından yürütülecek bu görevler için tahsis edilecek kadro ise son derece sınırlıdır. Bu nedenle de TİHK , ulusal önleme mekanizması işlevini yerine getirmek bir yana adeta bir icracı alt birim haline gelmiştir ve bu haliyle de başta ulusal ve uluslararası düzeyde insan hakları kuruluşları olmak üzere akademik dünya, hukukçular, 6332 Sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu; 30.06.2012 tarih ve 28339 sayılı R.G. 32 17 18 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? dahası konuyla ilgili kamu birimlerinin temsilcileri de dâhil olmak üzere pek çok kesim tarafından eleştirilmektedir. Bir ulusal insan hakları kurumu, esasında, insan haklarının korunması ve ihlallerinin önlenmesi bakımından en az bir ulusal önleme mekanizması kadar önemli fonksiyonlar üstlenebilme potansiyeline sahiptir. Burada aranan temel ilke, oluşturulacak bir mekanizmanın ve/veya kurumun Protokol’de belirtilen görevlerin tamamını yerine getirebilir nitelikte olmasıdır. Dolayısıyla Paris İlkeleri’ne tümüyle uygun biçimde oluşturulacak, bağımsızlığı güvence altına alınmış bir “Ulusal İnsan Hakları Kurumu”, daha kapsayıcı niteliğiyle “Ulusal Önleme Mekanizması” fonksiyonlarını da yerine getirebilir. Bu bağlamda, TİHK’e yönelik temel eleştiri, ulusal önleme mekanizmasını içeren bir yapılanma öngörmesi nedeniyle değildir. Eleştiri, kuruluş yasasının nitelikleri nedeniyle Paris İlkeleri’ne aykırılıklar içermesi ve Kurul üyelerinin, seçilme/belirlenme yöntemi nedeniyle siyasal iktidardan bağımsız olma potansiyelinin bulunmaması ve yanı sıra örgütlenme yapısındaki yetersizlikler nedeniyle Protokol’de belirtilen görevleri yerine getiremeyecek olmasına dayanmaktadır. Öte yandan Ulusal İnsan Hakları Kurumunun oluşturulması süreci de Paris İlkeleri’nin ruhunu oluşturan şeffaflık, katılımcılık ve demokratiklik ilkelerine tamamen aykırı bir biçimde gelişmiştir. Ne yazık ki süreç, ülkede insan haklarının geliştirilmesi ve korunması için etkinlik gösteren sivil topluma ait tüm sosyal güçlerin çoğulcu temsiline ve katılımına açık olmamıştır. Yaklaşık sekiz yıllık bir geçmişe sahip olan bu süreç ne yazık ki devlet aklının bir tezahürü olarak çeşitli handikaplarla bezenmiştir. Bu süreci anlayabilmek için 2004 yılından bu yana yaşanan gelişmelere göz atmakta fayda vardır; 1.İlk aşamada İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun oluşturduğu “İnsan Hakları Birimlerinin Yeniden Yapılandırılması Komisyonu”, ulusal insan hakları kurumlarının taşıması gereken nitelikler ve yapılandırma konusunda bir rapor hazırlamıştır. Alt komisyon bu raporu 13 Şubat 2004 tarihinde İnsan Hakları Danışma Kurulu’na sunmuştur. 2. 2004 yılı Kasım ayında, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı tarafından hazırlanan bir Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasa Taslağı, Kapadokya’da gerçekleştirilen bir toplantıda açıklanmıştır. Taslağın hazırlanmasında, İnsan Hakları Danışma Kurulu tarafından hazırlanan rapor hiçbir biçimde dikkate alınmamıştır. 3.İnsan hakları örgütleri tarafından, kendilerinin de hazırlık sürecinin içinde olmaları gerektiğini belirterek Taslağa ve hazırlık aşamasına yönelik eleştirilerini dile getirmişlerdir. Bunun üzerine Başkanlık, böylesi taslağın mevcut olmadığını belirterek geri adım atmıştır. 4. 2005 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi tarafından düzenlenen “İnsan Hakları Ulusal Kurumları” konferansında ikinci bir taslak hazırlandığı Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı tarafından duyurulmuş ise de insan hakları örgütleri taslağın içeriğine ulaşamamıştır. 5. 6 Ocak 2009 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından, Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan’a “Sivil Toplumun Katılımından Ne Anlıyorsunuz?” sorusunun sorulduğu bir açık mektup gönderilmiştir. Basın açıklaması yoluyla Bölüm II - Türkiye gönderilen bu açık mektupta; ulusal mekanizmalar için aranan sihirli formülün kurumun kendisi olmadığı, gerçekçi ve sağlıklı bir ulusal mekanizmanın ancak uzun soluklu ve geniş katılımlı bir çalışmanın ürünü olabileceği belirtilmiştir.33 6. 18 Mayıs 2009 tarihinde yapmış olduğu bir basın toplantısında dönemin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun kurulmasına ilişkin kanun taslağının Bakanlar Kurulu’nda kabul edildiğini belirtmiştir. Ancak taslağa, bu basın açıklamasının yapıldığı tarihten sonraki uzun bir süreçte de ulaşılamamıştır. 7. 21 Mayıs 2009 tarihinde beş insan hakları örgütü34, birlikte hazırladıkları ortak basın açıklamasında Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı’nın Birleşmiş Milletler Paris İlkelerine aykırı biçimde herkesten gizlenerek hazırlandığını ve derhal geri çekilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.35 8. 7 Eylül 2009 tarihinde Hükümet, yasa taslağı ortada olmamasına karşın taslağa ilişkin olarak sivil toplum kuruluşlarından görüş istemiştir.36 Alanda çalışan örgütler ellerinde bir taslak bulunmadığı için, taslağa dair değil ama Ulusal Önleme Mekanizmasına ilişkin ayrıntılı görüşler iletmiştir.37 İletilen bu görüşlere ilişkin herhangi bir yanıt verilmediği gibi tartışma olanağı da sunulmamıştır. 9. Sivil toplum kuruluşları tarafından, yasa taslağı çeşitli defalar talep edilmesine karşın bu taleplere herhangi bir yanıt verilmemiştir. 10.İçişleri Bakanı Beşir Atalay, 13 Kasım 2009 tarihinde, TBMM Genel Kurulu’nda “Demokratik Açılım Projesi”nin tartışıldığı oturumda yaptığı konuşmada, hükümetin insan hakları alanında yakın vadede yapacaklarına ilişkin bir paket program sunmuştur. Bu programa göre bağımsız bir Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu; bağımsız ve sivil bir Ulusal İnsan Hakları Kurumu; Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme’nin Seçmeli Protokolü’nün onaylanmasını takiben bağımsız bir Ulusal Önleme Mekanizması ve bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizması kurulacaktır.38 Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Üçüncü Ulusal Programı’nın Taslak Metnine ilişkin Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın Değerlendirme Raporu, Hükümet’e bir açık mektup formatında sunulmuştur. Açıklama metni için, bkz; http://www.tihv.org.tr/index.php?diileri-bakani-ve-bamuezakerecisayin-ali-babacana-acik-mektup-1 34 Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, Mazlum-Der, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Uluslararası ve Af Örgütü Türkiye Şubesi 35 http://tihv.org.tr/index.php?aEoeTArkiye-AEnsan-HaklarAE-Kurumu-KurulmasAEna-Dair-KanunTasarAEsAEaE-Derhal-Geri-Aekilmelidir 36 Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek imzasıyla Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na gönderilen 07.09.2009 tarihli ve B.02.0.İHB.560.06/1497 sayılı yazı. 37 TİHV tarafından iletilen görüş ve öneriler için; bkz. http://www.tihv.org.tr/index.php?Paris-AElkelerineUygun-AEnsan-HaklarAE-Ulusal-Kurumuna-AEliAYkin-TAEHVin-GArAAYleri-ve-Anerileri 38 13.11.2009 tarihli Radikal Gazetesi; http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&Articl eID=964199&CategoryID=78 33 19 20 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? 11.Kırk sivil toplum kuruluşu, 24 Kasım 2009 tarihinde ortak basın açıklaması düzenleyerek söz konusu paketi olumlu karşıladıklarını ancak yürütülen süreçten endişe duyulduğunu ifade etmişlerdir. Basın açıklamasında ayrıca Hükümet, bu paketin oluşturulmasında STK’ları kurucu heyet olarak tanımaya, şu ana kadar bu alanda oluşturulan tüm taslakları TBMM’ye sunmadan önce paylaşmaya, tüm hazırlık süreçlerinde ilgili hak örgütlerinin katılımını sağlamaya davet edilmiştir.39 12.Taslak, 28 Ocak 2010’da, ancak TBMM Başkanlığı’na sunulduğunun basında yer almasıyla birlikte ulaşılabilir hale gelmiştir. 13.17 Şubat 2010 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Mazlum-Der tarafından Taslakla ilgili ayrıntılı değerlendirmeler yapılarak eleştiriler ve öneriler bir basın açıklaması ile kamuoyuna sunulmuştur.40 14.Yasa Taslağı 18 Mart 2010 tarihinden itibaren TBMM Anayasa Komisyonu Alt Komisyonu’nda görüşülmeye başlanmış, 1 Aralık 2010 tarihine kadar gerçekleştirilen toplam 7 toplantıda Helsinki Yurttaşlar Derneği, Mazlum Der, İHD, TİHV, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığı, SETA Vakfı, Türkiye Barolar Birliği, Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Merkezî, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi, Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Maliye Bakanlığından temsilcilerin yazılı ve sözlü olarak görüşleri alınmıştır. İnsan hakları örgütleri, akademi ve baro temsilcileri Alt Komisyon’da tasarıya yönelik eleştiri ve önerilerini tekrarlamışlardır. 15.Alt Komisyon, bu eleştiri ve önerilere raporunda özet olarak yer vermişse de tasarının ana yapısındaki sorunları çözmekten uzak, temel mantıkta herhangi bir değişikliğe gidilmeden, şekli birkaç düzenleme ile yetinerek tasarıyı Anayasa Komisyonu’na göndermiştir. Komisyon, tasarıyı 13 Ocak 2011 tarihinde kabul etmiştir.41 16.Tasarı, TBMM tarafından 60. Hükümet döneminde görüşülerek kabul edilmediği için 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan genel seçimle birlikte kadük hale gelmiştir. 17.Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası 3. Taslağı, 2009 tarihli 2. Taslağın üzerinde Anayasa Komisyonu’nun yaptığı şekli düzenlemeler dahi dikkate alınmaksızın, tarih ve imzaları dahi aynı kalmak suretiyle 61. Hükümet tarafından 5 Mart 2012 tarihinde TBMM Başkanlığı’na sunulmuş ve bu gelişme 09.03.2012 tarihinde basında çıkan haberlerden öğrenilmiştir.42 18.18 Nisan 2012 tarihinde TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde TİHK Kanunu Tasarısını incelemek üzere oluşturulan Alt Komisyon, TİHV, İHD, http://tihv.org.tr/index.php?Ulusal-AEnsan-HaklarAE-Kurumu-Konusunda-39-Sivil-Toplum-KuruluAYunun -Ortak-BasAEn-AAAEklamasAE 40 http://tihv.org.tr/index.php?Ulusal-AEnsan-HaklarAE-Kurumu-Kanun-TasarAEsAE-HakkAEnda-OrtakBasAEn-AAAEklamasAE 41 23. Dönem, s.sayısı:611; B.02.0.KKG..10/101-1712/370 42 09.03.2012 tarihli Cumhuriyet Gazetesi 39 Bölüm II - Türkiye Mazlum Der, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, TOHAV, Türkiye Barolar Birliği, Ankara, Diyarbakır ve İzmir Baroları, Hacettepe Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi ve TODAİ olmak üzere toplam 12 kurumun temsilcileri ile görüşmüştür. Görüşme sırasında TİHV, İHD, Mazlum Der, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi tarafından ortak hazırlanan kapsamlı bir dosya Alt Komisyon’a sunulmuştur. Diğer tüm kurumlar da bu dosyada yer alan görüşlere tümüyle katıldıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca kurumların tamamı Paris İlkeleri’ne uygun yeni bir kanun tasarısı hazırlamak için birlikte çalışmaya hazır ve istekli olduklarını açık bir şekilde ifade etmişlerdir. Buna karşın toplantıda yer alan Alt Komisyon üyeleri, kurumlar tarafından yapılan tüm eleştiri ve önerilere yönelik her hangi bir karşı görüş belirtmemişlerdir. 19.Yaşanan bu sürece karşın TİHK, 8 yıllık sürecin değişik aşamalarında dile getirilen aşağıdaki temel eleştiri ve öneriler yok sayılarak, 21 Haziran 2012 tarihinde yasalaştırılmıştır; - Yasanın oluşturulması sürecinde şeffaf ve kapsayıcı olunmadığı, - TİHK/UÖM’nin üye ve çalışanlarının seçimi için objektif kriterler getirilmediği, - Üyelerin ve çalışanların görev güvencesinin sağlanmadığı, - Bütçenin belirlenmesi sürecinin, işlevsel bağımsızlığı tesis etmediği, - Hükümet yetkililerinin karar alma mekanizmalarında bulunmaması, oy verme yetkilerinin olmaması ve illa ki kurum içinde yer almaları öngörülüyorsa bu pozisyonun da sadece “istişari” nitelikte olması gerektiği, - Karar alma süreçlerinin, Kurum başkanının münhasır yetkisine tabi kılınması, - UÖM’nin, TİHK’dan ayrı yapılandırılmadığı ve ayrı bir bütçesinin bulunmadığı, - UÖM’nin yetki ve görev alanlarının TİHK’dan ayrıştırılmadığı ve çerçevesinin çizilmediği, - UÖM olarak görev yapacak Hizmet Biriminin, Tasarıdaki haliyle Türkiye Ulusal Önleme Mekanizması olarak yetkilendirilmeye yeterli hiç bir özelliğinin bulunmaması, - Raporlarda gizliliğin esas olması, - Yeni bir yasanın, katılımcılığın ve şeffaflığın sağlandığı koşullarda her halükarda hazırlanması gerektiği. İlerleyen bölümlerde, her bir bölümün girişinde UÖM için karar verme süreçleri ve UÖM’lerin sahip olması gereken özellikler Paris İlkeleri ve Seçmeli Protokol’e göre değerlendirilecek ve daha sonra da TİHK Yasası bu özellikler ışığında kapsamlı olarak değerlendirilecektir. 21 22 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? II. ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMASININ YAPISINA KARAR VERME SÜRECİ Bir UÖM’nin yapısına karar vermek, bir sonuca ulaşmış olmak bakımından elbette ki önemlidir. Bununla birlikte, aslında, karar verme sürecinin niteliği ve verimliliği yapının da uygun ve işlevli olmasını belirleyecek en temel unsur özelliği taşımaktadır. UÖM’nin kurulma süreci, kendi başına bir “meşruluk” aracıdır. Gerek Paris İlkeleri ve gerekse Seçmeli Protokol tam da bu perspektif üzerine kuruludur. Aşağıda, bu uluslararası belgelerde, bir ulusal insan hakları kurumu ve/veya ulusal önleme mekanizmasının kurulması süreci için belirlenmiş ilkeler konusunda kısa bir açıklamadan sonra Türkiye pratiğine göz atılacaktır. A. ŞEFFAFLIK ve KAPSAYICILIK Şeffaf ve kapsayıcı bir süreç, oluşturulacak yapının meşru ve güvenilir olması ile yakından ilgilidir. Ulusal önleme mekanizması, kurulduktan sonraki süreçte çok farklı alıkonulma yerlerine ziyaretler yapacak ve çok farklı kategorilerdeki kişilerle görüşecek ve yine farklı yetkililerle iletişim halinde olacaktır. Bu çerçevedeki bir çalışma doğal olarak farklı uzmanlıklar ve farklı deneyimler gerektirecektir. Bu deneyim ve uzmanlıkların sağlanabilmesi ve çalışılacak alanın gereksinimlerinin karşılanabilmesi de ancak geniş bir katılımla sağlanabilecektir. İşlevsel bir yapının kurulabilmesi ve amaçlarını gerçekleştirebilmesi ancak meşru ve güvenilir olması ve ilgili tüm aktörlerin desteği sağlanarak mümkün olabilecektir. Bununla birlikte, geniş katılım sadece kurulduktan sonraki süreçle değil çeşitli aktörlerin kendilerini bu çalışmanın içinde hissetmeleri, desteklemeleri ve çalışmalara katılmaları bakımından daha en baştan yani mekanizmanın oluşturulmasına ilişkin süreçten başlamak üzere sağlanmalıdır.43 İşkencenin önlenmesi alanında çalışan insan hakları örgütleri başta olmak üzere kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları yerlere yönelik ya da özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilerle çalışan sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, meslek odaları, devlet kurumları bu sürece dahil edilmelidir. Ayrıca işkence mağdurlarına rehabilitasyon ve tedavi hizmeti sunan sivil ya da resmi kurumlar, hasta yakınları dernekleri ya da mahpus yakınları dernekleri gibi mağdur gruplarını temsil eden yapılar, mülteci alanında çalışan örgütler, kadın sığınma evleri gibi kadına yönelik şiddet alanında çalışanlar, yetiştirme yurtları gibi eğitim birimlerinde çalışanlar ve alandaki başka kategorilerde yer alan tüm aktörler sürecin içinde olmalıdır. Bu çerçevede, sivil toplumu temsil edecek bireylerin ve örgütlerin seçimi, hükümetin tek taraflı kararı ile değil sivil toplum tarafından ya da sivil topluma danışılarak yapılmalıdır.44 Paris İlkeleri ve Seçmeli Protokol’de tanımlandığı şekliyle ne kapsayıcılık ve ne de şeffaflık biçimsel/soyut kavramlar değildir. Kapsayıcılık, ilgili tüm aktörlerin sürece gerçek anlamda dahil edilmesi olarak tanımlanırken şeffaflık da her türlü bilgi ve belgenin sürece katılan aktörlerle ve kamuoyuyla paylaşılması anlamına gelmektedir. Guidelines on national preventive mechanisms CAT/OP/12/5, “A.The identification or creation of the NPM”, para 16. 44 APT Yayını, EK, s.101 43 Bölüm II - Türkiye Bu süreçte öncelikle var olan mekanizmalar, uygulamalar, olanaklar gözden geçirilmelidir ki yeni bir mekanizmanın yapısı ve işleyişi önceki deneyimlerin üzerinde yükselebilsin. Dolayısıyla ulusal önleme mekanizmasının belirlenmesi sürecine, alıkonulma yerlerini ziyaret eden yapıların somut bir “dökümü”nün çıkarılması ile başlanmalıdır. Bu döküm, her yapının en azından şu özelliklerinin özetini içermelidir:45 - yetki alanlarının kapsamı (hangi yerleri ziyaret etme hakları var?) - yapı (üyelerin ve personelin sayısı, işlevsel bağımsızlık, büroların yerleri) - yetki ve dokunulmazlıklar (önceden bilgi vermeksizin ziyaret etme yetkisi, özel görüşmeler, bilgiye erişim hakkı, vb.) - bütçe ve çalışma yöntemleri (ziyaret sayısı, süre ve sıklıkları, raporlama biçimi, tavsiyelerin kabul edilme ve uygulanma derecesi, uygulamayı izleme yöntemi, vb.) Şeffaflığın sağlanabilmesi için sadece mekanizmalara ilişkin dökümün çıkarılması yeterli değildir. Sürecin hem kapsayıcı ve hem de şeffaf olabilmesi; - ülkedeki alıkonulma yerlerinin bulundukları yerler, büyüklükleri ve yaklaşık sayıları ile ilgili dökümler ile - Seçmeli Protokol metni ve Protokol’de öngörülen koşulları açıklayan bir materyalin süreçteki tüm aktörlerle paylaşılması ile mümkün olacaktır.46 Bir döküm çıkarılması ve paylaşılmasının, sürece katılan aktörler bakımından bir şeffaflık ve katılımcılık sağlamasının yanı sıra üç çıktısı daha olacaktır; i. Perspektif oluşturma olanağı Böylesi bir döküm çalışması kişilerin özgürlüklerinden alıkonuldukları yerlerin hepsinin görünür hale getirilerek işkencenin önlenmesi hedefi çerçevesinde tümünü kapsayan bir perspektifin oluşturulması olanağı sağlayacaktır. ii. Bir ihtiyaç analizi olanağı Bu veriler, hem alıkonulma yerlerine ve hem de var olan mekanizmalara ilişkin eksikliklerin neler olduğunun saptanması için bir veri tabanı oluşturacaktır. Bu veri tabanı Seçmeli Protokol’de tarif edildiği gibi ulusal önleme mekanizmalarının ne tür özelliklere ve yetkilere sahip olması gerektiğinin saptanması ile mekanizmanın gerektireceği insan ve mali kaynağın boyutunun hesaplanması konusunda da son derece esaslı bir girdi sağlayacaktır. iii. Mekanizmanın niteliğini belirleme olanağı Yürütülecek ve sürecin ilgili tüm aktörleriyle paylaşılarak analiz yapma olanağı sağlayacak bir listeleme çalışması en nihayetinde yeni kurumlar oluşturmanın mı yoksa mekanizmanın, var olanlar arasından belirlenmesinin mi daha uygun olacağına karar verilecek sürecin kilit unsurudur. age, s.102 Age, s.102 45 46 23 24 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Meşru ve güvenilir bir mekanizma oluşturabilmenin temel koşulu ilgili tüm aktörlerin desteğinin, mekanizmanın tasarlanması aşamasından başlayarak sağlanmasıdır. B. TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU YASASI SÜRECİ Türkiye İnsan Hakları Kurumu oluşturma sürecinin belirleyici özellikleri şöyle özetlenebilir; - Yasa Tasarısının, Hükümet tarafından ve ilgili herhangi bir kurumun ya da insan hakları örgütünün katılımı ve katkısı olmaksızın hazırlanmış olması, - 2004, 2009 ve 2012 tarihli üç Yasa Taslağının Hükümet tarafından ilgili kurum ve kuruluşlarla paylaşılmamış olması, - Hükümetin, 2009 tarihli Yasa Tasarısını, eleştiri ve önerileri dikkate almaksızın ve tek bir noktasına, virgülüne dokunmadan 2012 yılı Mart ayında TBMM Başkanlığı’na aynen sunması, - Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun ve dolayısıyla Ulusal Önleme Mekanizmasının yapısına münhasıran Hükümet tarafından karar verilmiş olması. Yukarıda “şeffaflık ve kapsayıcılık” başlığı altında irdelendiği üzere bu iki özellik İHK/UÖM’nin kurulmasına ilişkin ihtiyaçların belirlenmesi, uygun modele karar verilmesi, bunun sonrasında bir yasa hazırlanması, fiilen kurulması ve çalışmalarına ilişkin tüm süreçlere ilişkindir. Bununla birlikte özellikle TİHK Yasa Tasarısı’nın hazırlıklarında aktif rol alan Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda, insan hakları örgütlerinin sürece dahil edilmiş olduğu belirtilerek, yapılan eleştiri ve öneriler “varsayımlara dayalı”, “soyut”, “uygulanma kabiliyeti bulunmayan” eleştiriler olarak değerlendirilmektedir.47 2010 ve 2011 yıllarında Hükümet tarafından insan hakları kurumları ile bağlantı kurulduğu ve görüş istendiği doğrudur. Ancak bir başka gerçek de bu görüşlerin 2004 ve 2009 tasarıları hazırlandıktan, yasama süreci işletilmeye http://www.ihb.gov.tr/dosyagoster.ashx?id=284 47 Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı İnsan Hakları Kurumları Raporundan; “Tasarı Bakanlar Kurulu tarafından TBMM’ye sevk edildikten sonra kimi gerçek ve tüzel kişiler tarafından çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Eleştiriler genel olarak varsayımlara dayalı, soyut ve uygulanma kabiliyeti bulunmayan bir mahiyet arz etmektedir. Kimi eleştiriler, uluslararası alanda en ileri düzeyde akredite edilmiş ve kabul görmüş ulusal kurumlar için dahi ileri sürülebilecek bir nitelik taşımakta, kimileri ise teknik ayrıntı ve detaylara ilişkin olup, tasarı kanunlaşıp uygulamaya geçilmeden değerlendirilebilmelerine imkân bulunmamaktadır.” “Tasarıya yöneltilen eleştirilerin Paris Prensipleri ile uyumsuzluk noktasında geçerli olmadığı ve kabul göremeyeceği açık olmakla birlikte ulusal ve uluslararası çevrelerde sübjektif nedenlerle bunun tersi bir algınının yerleşmiş olduğu da gözden uzak tutulmaması gereken bir vakıadır. “ Bölüm II - Türkiye başlandıktan sonra istenmiş olmasıdır. Yasa Tasarılarının, yasama süreçlerinden önce ne insan hakları örgütleri ve ne de kamuoyuyla paylaşılmış olması Hükümette şeffaflık ve kapsayıcılık iradesinin bulunmadığını ortaya koymaktadır. Tasarılar hazırlandıktan sonra sivil toplumdan görüş istemek aslında Hükümet tarafından hazırlanan taslağın esas kabul edilmesi ve en iyimser bakış açısı ile, bu taslağın “iyileştirilmesi” beklentisi anlamına gelmektedir. Nitekim Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı ve Avrupa Birliği Bakanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı ve İçişleri Bakanı’ndan oluşan Reform İzleme Grubu (RİG) Tasarıyı esastan savunmakta, Tasarının, Akreditasyon Kurulu tarafından A Statüsü alabilecek bir çerçevesi olduğu belirtilerek, yapılan eleştiri ve önerileri daha en baştan anlamsız kılmaktadırlar. 48 Oysa yeni bir yasa tasarısının, katılımcılık ve şeffaflık temelinde hazırlanmasına ilişkin gereklilik Hükümet temsilcilerinin de katıldığı iki toplantıda dile getirilmiş ve mutabık kalınmıştır; - Genel seçimlerle birlikte Tasarının kadük hale gelmesinden sonra, 3 Kasım 2011 tarihinde Avrupa İşkenceyi Önleme Derneği, Ankara Üniversitesi SBF İnsan Hakları Merkezi ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından uluslararası uzmanların, çeşitli Bakanlık temsilcilerinin, farklı siyasi partilerden milletvekillerinin, insan hakları ve sivil toplum örgütlerinden temsilcilerin katıldığı bir toplantı organize edilmiştir. Toplantıda, kadük kalan Yasa Tasarısı ele alınmış ve toplantının sonunda “yeniden bir yasa tasarısı hazırlanma ihtiyacı” konusunda bir eğilim ortaya çıkmıştır. Özellikle konuyla ilgili resmi kurum temsilcileri, toplantıya katılan insan hakları örgütlerinden bu konuda destek istemişlerdir. - Kasım ayındaki toplantıyı izleyen süreçte 19-20 Aralık 2011 tarihlerinde, Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından “Ulusal İnsan Hakları Kurumları” konulu bir TAIEX Siyasi Kriterler Semineri düzenlenmiştir. Bu seminere uluslararası uzmanların yanı sıra insan hakları kuruluşlarından, üniversitelerden, ilgili bakanlıklar ve diğer kamu kuruluşlarından temsilciler ile bazı milletvekilleri katılmıştır. Toplantıda, TİHK Yasa Tasarısı tartışılmış, eleştirilerin yanı sıra yasanın hazırlanma süreci ve yasanın taşıması gereken özellikler irdelenmiştir. Bu toplantının temel çıktısı da “yeni bir tasarı hazırlanmasının gerekliliği” olmuştur. Kaldı ki hem var olan Tasarının hazırlanma biçimine ve hem de yeni bir tasarı hazırlanmasına yönelik eleştiri ve öneriler uluslararası kurumların raporlarında da yer almaktadır; - Avrupa Birliği Raporu49 Bu rapor, Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi’nin 23. Faslı kapsamında “İnsan http://www.ihb.gov.tr/dosyagoster.ashx?id=284; http://www.ihb.gov.tr/IcerikGoster.aspx?ID=fcc54713b7f7-4a6e-9201-fb7a667d3831 49 Kirsten Roberts, Bruce Adamson- Chapter 23 Peer- Review Mission: Human Rights Institutions. 17-21 January 2011, Ankara, Turkey (Bundan sonra “İstişari Rapor” olarak anılacaktır) http://www.avrupa.info. tr/Files//2011%20Peer%20Review%20Report%20on%20the%20National%20Human%20Rights%20 institutions.pdf 48 25 26 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Hakları Kurumları” başlığında 17 - 21 Ocak 2011 tarihlerinde ülkemizi ziyaret eden iki AB uzmanı tarafından ilgili kamu ve sivil toplum kurumlarının temsilcileriyle görüşmeler yaparak hazırlanmıştır. Raporda, Paris İlkeleri’ne göre kurulacak bir insan hakları mekanizmasının temel özelliğinin fiili ve hukuki bağımsızlık olduğu belirtilerek Türkiye’de hali hazırda var olan insan hakları kurumlarından hiçbirinin bağımsız izleme yapmadığı, kurulacak ulusal insan hakları kurumunda hükümet yetkililerinin karar alma mekanizmalarında bulunmaması, oy verme yetkilerinin olmaması ve illa ki kurum içinde yer almaları öngörülüyorsa bu pozisyonun da sadece “istişari” nitelikte olması gerektiği özellikle vurgulanmaktadır. Raporda, Yasa Tasarısının hazırlanması sırasında sivil toplumun ve sivil toplum örgütlerinin sürece sürekli bir katılımlarının olmadığını ve bunun da kurulacak olan Ulusal İnsan Hakları Kurumunun işlevine ve bağımsızlığına dair sivil toplum örgütlerinde kuşkuya neden olduğunun altı çizilmektedir.50 Ayrıca UÖM işlevi görmek üzere bir hizmet birimi olarak yer alan İşkence ve Kötü Muamele ile Mücadele birimine ilişkin; • Birimin çok az sayıda çalışanı olduğu ve Türkiye büyüklüğündeki bir ülkede UÖM işlevi görmesinin hiç bir biçimde uygun olmadığı, • Tasarının, Seçmeli Protokol’de belirtilen alıkoyma yerlerini düzenli olarak inceleme, yetkililere tavsiyelerde bulunma, taslak ya da mevcut yasalara ilişkin görüş bildirme, her türlü bilgiye ve alıkoyma yerine erişim, bireylerle mahremiyetin sağlandığı koşullarda görüşme yapma, ziyaret edilecek yerleri belirleme ve Alt Komite ile bağlantı içinde olma koşullarını karşılamadığı, • Eğer ki TİHK, UÖM olarak yetkilendirilecekse bağımsızlığın, kaynakların ve yetkilerin güvence altına alınması için tasarıda önemli değişikliklerin yapılmasının gerektiği, • Bu değişikliklerin yapılması sürecinde Alt Komite’nin destek ve tavsiyelerine başvurulması, • Mevcut TİHK Kanun Tasarısının bağımsız bir mekanizma öngörmemesi nedeniyle yeni bir kanun tasarısının hazırlanması gerektiği açıkça belirtilmektedir.51 Raporun, içeriği kadar çarpıcı ve dikkat çekici bir özelliği de raporu hazırlayan iki uzmandan birinin BM Uluslararası Koordinasyon Komitesi Akreditasyon Alt Komitesi üyesi olmasıdır. Raporun bambaşka bir yasayı değil, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı tarafından A statüsü ile akreditasyon alması garanti sayılan TİHK Yasa tasarısını eleştirmekte olduğunu belirtmek anlamlı olacaktır. “3.Role of Civil Society with the NHRI” “v. OPCAT”, s. 19,20 50 51 Bölüm II - Türkiye - BM Önleme Alt Komitesi Raporu52 BM Önleme Alt Komitesi 2008 yılı raporunda şeffaflık ve kapsayıcılığa özellikle vurgu yapmakta ve ulusal kurumun, var olan bir başka kurum yerine tayin edilmesinin düşünülmesi durumunda, bunun dahi sivil toplum kuruluşlarınca tartışma konusu edilmesi gerektiği belirtilmektedir. - UNESCO Raporu53 UNESCO Türkiye Milli Komisyonu İnsan Hakları İhtisas Komitesi tarafından hazırlanan “Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kurulması Konusundaki Görüş ve Öneriler” başlıklı raporda da benzer konulara dikkat çekilmektedir; “2. Ulusal kurum yasası hazırlık çalışmaları, daha önceki tasarılar üzerinden yürütülmemeli; mevcut İnsan Hakları Başkanlığını İnsan Hakları Ulusal Kurumu’na dönüştürmeye yönelik olmamalıdır. Çünkü daha önce kaleme alınan tasarılar, içerik olarak uluslararası ölçütlere aykırı bulundukları gibi, yöntem olarak da katılımcı ve şeffaf bir süreç sonucunda ortaya çıkmamıştır. Katılımcılık ve şeffaflık ilkeleri, sürecin başından itibaren hayata geçirilmelidir. 3. Yeni dönem çalışmalarının, daha önceki eleştiri ve önerileri de dikkate alarak, mümkün olan en geniş katılımla sürdürülmesi gerekmektedir. Bu amaçla, insan hakları örgütleri yanında, konuyla ilgili yetkin ve deneyimli akademisyen ve uzmanların görüş ve önerilerinin dikkate alınmasının önemli olduğu açıktır. Bu bağlamda, yeniden başlatılacak yasa çalışmalarında, belirli bir modelin başlangıç noktası olarak alınması yerine, farklı modellerin başka ülkelerdeki işleyişine ve Türkiye’nin kendine özgü ihtiyaçlarına ne kadar cevap verebileceğine bakarak karar verilmesi doğru olacaktır. Bir model belirleyerek çerçeveyi çizme yaklaşımının benimsenmesi durumunda, insan hakları alanında rol alan farklı bileşenlerin kuruluş çalışmalarına anlamlı bir katkı yapması, dolayısıyla da katılımcılığın sağlanması mümkün görülmemektedir.“ İnsan hakları kuruluşlarının ve uluslararası örgütlerin yaptığı saptamalarla aynı doğrultudaki eleştiriler 2011 yılında Anayasa Komisyonu’nda yapılan görüşmeler sırasında da dile getirilmiş ve Komisyon Raporu ile de kayıt altına alınmıştır. Anayasa Komisyonu üyesi Milletvekilleri İsa Gök, Mehmet Ali Özpolat, Atilla Kart ve Atilla Emek tarafından yazılan muhalefet şerhinde ulusal kurum hakkında hiçbir ciddi alan çalışması yapılmadığı; insan hakları alanında aktif aktörlerin görüşleri dikkate alınmadığı; demokratik açılımın bir parçası olarak sunulmakla birlikte taslağın kısa tarihçesi, girişimin daha çok AB’ye bu alanda yapılan taahhütlerin yerine getirilmesi niteliğinde olduğu; Tasarının Paris İlkeleri’nin ruhunu yansıtmaktan uzak bir kamu kurumu niteliğinde olduğu belirtilmektedir. Ayrıntılı bir değerlendirme içeren muhalefet şerhinde vurgulanan önemli bir nokta da şudur; First Annual Report of the Subcommittee on Prevention of Torture and other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment, CAT/C/40/2, 14 May 2008, para.28(b) (bundan sonra “CAT/C/40/2” olarak anılacaktır) 53 http://www.unesco.org.tr/dokumanlar/felsefe/IHIK.pdf; Ankara, 25 Ocak 2012 52 27 28 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? “Kurulacak kurumun AB tarafından desteklenerek akredite olması halinde sivil toplumun zaten daralmış mücadele alanı yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Çünkü var olmak için yeni oluşturulan mekanizmaların bir parçası haline gelmesi, yani devletleşmesi istenecektir. 2000’li yıllarda daha zayıf il-ilçe kurulları, İnsan Hakları Başkanlığı ile denenen sivil toplumu soğurma yöntemi şimdi çok daha güçlü bir dalgayla ve uygun bir atmosferde geliyor. Sivil toplum köprüden önce son çıkışı gerçekleştiremezse her şey için çok geç olabilir. Komisyon’da yapılan değişikliklerden ilk bakışta olumlu gözükenler de yeterli güvenceyi vermekten uzaktır.” 54 Uluslararası uzmanların, akademisyenlerin ve insan hakları örgütlerinin esaslı eleştirilerine ve önerilerine karşın Hükümet, TİHK Yasa tasarısı ile ilgili samimi, kapsayıcı, şeffaf bir tartışma yürütmediği gibi Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası 3. Taslağı, önceki taslağın üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmaksızın, tarih ve imzaları da aynı kalmak suretiyle tekrar TBMM Başkanlığı’na sunulmuştur. Bu gelişme, sürecin aktörlerine ne yazık ki Hükümet tarafından bildirilmemiş, önceki 09 Mart 2012 tarihinde basında çıkan haberlerden öğrenilmiştir.55 Tasarının hazırlanmasına ilişkin kapsayıcılığın ve şeffaflığın bulunmadığına dair, Tasarıyı hazırlayanlar dışında neredeyse tüm aktörlerin bir mutabakatı bulunmaktadır. Nitekim 2010 ve 2011 yıllarında insan hakları örgütleri ve ilgili diğer sivil toplum kurumlarının Hükümet’e iletmeye çalıştığı görüş ve önerileri ne yazık ki “temelsiz eleştiriler” kategorisinde değerlendirilerek görmezden gelinmiştir. Son bir umut ve iyi niyet çabasıyla 18 Nisan 2012 tarihinde TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na görüş ve öneriler bir kez daha kapsamlı bir dosya olarak sunulmuş ise de bunların hiç biri Yasa’ya yansımamıştır. Nitekim bu durum, hatta yukarıda özetle aktarılmaya çalışılan yasa oluşturmaya ilişkin tüm süreç, TİHK Yasa Tasarısı’nı incelemek üzere kurulan Alt Komisyon’un, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığı’na sunduğu rapora karşı CHP Ankara Milletvekili Levent Gök’ün yazdığı muhalefet şerhinde çok açık biçimde ortaya konulmuştur: “Yasa tasarısının hazırlık sürecinde baroların, üniversitelerin, insan hakları alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin ve uzmanların görüşlerine başvurulmamıştır. Tasarı, Komisyonumuza sunuluncaya kadar yasa tasarısına ulaşmak bile mümkün olmamıştır. Bu nedenle tasarının geri çekilmesi, uzmanlar, üniversiteler ve baroların üzerinde çalışarak, uzlaşma ile yeni bir tasarı hazırlanması gerekirdi. Komisyonumuza davet edilen başta Türkiye Barolar Birliği ve bir kısım Barolarımız, İnsan Hakları Merkezi bulunan üniversiteler, İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı gibi insan hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşları ve insan hakları konusunda uzman akademisyen ve şahıslar, alt komisyonumuza davet edilerek dinlenmişlerdir. Dinlenen bu kurum ve kişilerin büyük bir kısmı yıllardır bu alanda çalışan ve hazırlıkları olan kurum ve kişilerdir. Ancak dinlenilenlerin ve yazılı sözlü katkıda bulunan bu kişilerin hiçbirinin görüşlerinden yararlanılmamıştır.“56 http://www.ihb.gov.tr/dosyagoster.ashx?id=269, s.32 09.03.2012 tarihli Cumhuriyet Gazetesi 56 Bkz. http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss279.pdf, s.15 54 55 Bölüm II - Türkiye Sonuç olarak tüm süreç katılımcılık adı altında aslında bir onaylatma süreci olarak işletilmiştir. III. ULUSAL ÖNLEME MEKANİZMASININ YAPISI A. İŞKENCEYİ ÖNLEME PERSPEKTİFİ 1. İşkence Kavramı Seçmeli Protokol’ün 1. Maddesi, Protokol’ün amacını “işkenceyi ve diğer zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yahut cezaları önlemek için, insanların özgürlüklerinden yoksun bırakıldığı mekânlara bağımsız uluslararası ve ulusal organlar tarafından gerçekleştirilecek bir düzenli ziyaretler sistemi kurmak” olarak tanımlamaktadır. Maddede tanımlandığı üzere, kurulacak olan Ulasal Önleme Mekanizması işkenceyi önleme perspektifi ile oluşturulmalı ve çalışmalarını “önleme” konusuna hasretmelidir. İşkence ile mücadele, ister işkence vakaları gerçekleştikten sonra isterse henüz gerçekleşmeden önce, kapsamlı ve bütünsel bir çabayı gerektirmektedir. İşkence ve diğer kötü muamele fiilleri sadece kendisine muamelede bulunulan bireyi değil aynı zamanda ailesinden başlayarak dalga dalga tüm sosyal çevresini ve içinde yaşadığı toplumu da etkilemekte ve travmatize etmektedir. Bu yaygın etkisi nedeniyle de işkence bir “halk sağlığı” sorunudur ve halk sağlığı ile ilgili tüm konularda olduğu gibi toplumu bir bütün olarak ilgilendirmektedir. Dolayısıyla bu alanda ortaya konulacak çabanın tam da bu nedenle bütüncül ve kapsamlı olması gereklidir. İnsan hakları mücadelesinin temeli, iktidar erkini kullananların işlem ve eylemlerinin keyfi olmaması ve adil olması üzerine kuruludur. Devlet, bireyler için şiddeti yasaklar ve ceza yasalarında yaptırımlar düzenlerken devletin kullandığı şiddet, belli sınırlar içinde meşru görülmektedir ve bu anlamda da devlet, şiddet tekelinin sahibidir. Tüm insan hakları sözleşmeleri bireylerin devletlere karşı haklarını ortaya koyar ve devlet mekanizmasının yetkilerinin sınırını çizerken işkenceyle mücadele konusundaki sözleşmeler ve hükümler de devletin şiddet alanındaki tekelinin, işkence ve diğer kötü muamele biçimleri olarak ortaya çıkmamasını sağlamayı amaçlar. İşkence ve diğer kötü muamele, ruhsal ve fiziksel şiddetin tezahür biçimlerinden biridir ve -kural olarak- devlet görevlileri tarafından gerçekleştirilmektedir. İşkencenin korkutma, yıldırma, cezalandırma gibi amaçlarla, ağır acı ve ıstırap veren bir eylem olduğu, ayrımcılık taşıyan nedenlerle yapılabileceği BM İşkenceye Karşı Sözleşme’nin 1.maddesinde belirtilmektedir. Devam eden maddelerde ise işkence fiillerinin önlenmesi, önlenemiyorsa faillerin saptanarak, yapılacak etkin bir soruşturma ve adil bir yargılama sonucunda uygun bir cezaya çarptırılmasının yanı sıra mağdurlara giderim sağlanmasına ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Bu çerçevede önleme yükümlülüğü özel bir önem taşımaktadır çünkü devletin işkenceyi yasaklaması yetmez. Önleme yükümlülüğü, yasağın bir parçasıdır ve işkenceyi önlemek 29 30 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? üzere yeterli önlemler alınmadığı için işkencenin gerçekleşmesi halinde de devlet uluslararası çerçevede sorumlu olur.57 BM İşkenceye Karşı Sözleşme, Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesi ve diğer insan hakları belgelerindeki düzenlemelere karşın ne yazık ki işkence olgusu halen yaygın olarak devam etmektedir; devletler, uluslararası taahhütlerini yerine getirmemektedir. Bununla birlikte işkencenin önlenmesi çabası, hukuksal taahhütlerden daha öte bir şeydir. Bu bağlamda işkence ve kötü muamelenin önlenmesi, işkence ve diğer kötü muamele uygulamasına neden olan koşulları ya da uygulanma riskini azaltmaya yönelik mümkün olduğunca çok şeyi kapsamaktadır, kapsamalıdır. Böylesi bir yaklaşım, uluslararası yükümlülük ve standartlara hem biçimsel ve hem de esas yönünden uyulmasını gerektirir. Ancak bu gereklilik bununla sınırlı da değildir; özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilere uygulanan muamele ve bu kişilerin deneyimleri ile kavramın kendisine özgü diğer pek çok etken de göz önünde bulundurulmalıdır.58 Nitekim özgürlüğünden alıkoyma durumunda yetersiz maddi koşullar dahi kötü muamele kavramının içerisinde yer almaktadır.59 Bir halk sağlığı sorunu olarak ortaya konan işkence ve diğer kötü muamele vakalarının toplumdaki sosyo-ekonomik ve politik yapı ile bağlantısı göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Bu nedenle, BM Önleme Alt Komitesi’nin de belirttiği üzere “işkence ve diğer kötü muamelenin varlığı ve yaygınlığını soyut bir olgu olarak değil, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün ne düzeyde yaşama geçtiği, yoksulluk, sosyal dışlanma, yolsuzluk, ayrımcılık gibi faktörlerle birlikte ele almalıdır. Çünkü insan haklarının gerçekleşmesi ve özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişilere etkisi bir ülkedeki genel durumla yakından ilgilidir.”60 Bu çerçevede Seçmeli Protokol de son derece kapsamlı bir perspektif gerektiren bir mekanizmayı tanımlamaktadır. Bu perspektif sadece yasada yazılı, soyut bir ifade olarak değil BM İşkenceye Karşı Sözleşme’nin 1. maddelerinde yer alan “işkence” tanımındaki tüm unsurları kapsar biçimde ve devletin “pozitif yükümlülüğü” olan “önleme” işlevini de sağlayacak bir yapı oluşturulmasını öngörmektedir. 2. Ulusal Önleme Mekanizması olarak Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası’nın Perspektifi İşkencenin önlenmesine özgülenmiş Ulusal Önleme Mekanizması, 6332 Sayılı TİHK Yasası’nda sadece bir hizmet birimi olarak tanımlanmış durumdadır. Bu hizmet biriminin görevi de çok genel ifadeler ile “özgürlüğünden mahrum bırakılan ya da koruma altına alınan kişilerin bulundukları yerlere haberli veya habersiz düzenli ziyaretler gerçekleştirmek, raporlar hazırlamak, bu raporları kamuoyu ile paylaşmak, insan haklarıyla ilgiliği diğer kişi, kurum ve kuruluşların bu gibi yerlere ilişkin raporlarını değerlendirmek yoluyla işkence ve kötü muameleyi önlemek” olarak tanımlanmıştır. BM Önleme Alt Komitesi’nin, 15-19 Kasım 2010 tarihinde gerçekleştirdiği 12.Oturumu sonucunda yayınladığı “İşkenceyi önleme kavramı” başlıklı belge; CAT/OP/12/6, 30 Aralık 2010; (Bundan sonra “Alt Komite-işkenceyi önleme kavramı” olarak anılacaktır) http://www2.ohchr.org/english/bodies/cat/opcat/ ConceptPrevention.htm 58 bkz. Alt Komite-işkenceyi önleme kavramı (Alıntılanan metinden serbest çeviri yapılmıştır.) 59 CAT/OP/SWE/1, para. 2 60 bkz. Alt Komite-işkenceyi önleme kavramı 57 Bölüm II - Türkiye Ayrıca bu hizmet biriminde TİHK’nın karar organı olan ve 11 kişiden oluşan İnsan Hakları Kurulu’nun (Kurul) kaç üyesinin görev ve sorumluluk üstleneceği, yanı sıra kaç uzman ve uzman yardımcısı kadrosunun çalışacağı açıkça düzenlenmemiştir. Sadece Kurul’un görev ve yetkilerinin düzenlendiği bölümde “Gerektiğinde üç üyeden müteşekkil heyetler ile özgürlüğünden mahrum bırakılan ya da koruma altına alınan kişilerin bulundukları yerlere ziyaretler gerçekleştirmek.”61 denilmektedir. TİHK’nın inceleme, araştırma ve ziyaret yetkisini düzenleyen bölümde de “özgürlüğünden mahrum bırakılan ya da koruma altına alınan kişilerin bulundukları yerleri ziyaret etmeye, buralarda inceleme yapmaya ve gerekli tutanakları düzenlemeye yetkilidir.” ifadelerine yer verilmektedir. Tüm dünyada işkence ve diğer kötü muameleyi var eden ve sürekli kılan sosyolojik, ekonomik ve politik boyutlara sahip muazzam arka plan, işkenceye karşı sürdürülecek mücadelenin de aynı biçimde çok boyutlu ve kapsamlı olmasını zorunlu kılmaktadır. Oysa bir bütün olarak içeriğine, diline ve gerekçelerine bakıldığında Yasa’nın ne genel olarak insan haklarını koruyup geliştirecek olan TİHK’ya ve ne de bünyesindeki UÖM’ye kapsamlı bir şekilde sorun analizi yapma ve mücadele perspektifi oluşturma olanağı sunmaktadır. Yasa ile TİHK’ya geniş bir yetki alanı sunulmuş olmakla birlikte bu yetki alanı Paris İlkeleri’nde belirtildiği gibi spesifik ve ayrıntılı olarak tanımlanmamıştır. Böylesine geniş bir yetki alanı tanımı ise işlevsiz, dolayısıyla da Kurum’un mücadele dışı kalması riskini bünyesinde barındırmaktadır. Hele işkencenin önlenmesi alanına özgülenmiş bir yapı olan UÖM açısından değerlendirildiğinde Yasa içeriğinin, işkenceyle etkin mücadele ve önleme perspektifine sahip olmadığı görülmektedir. Seçmeli Protokol’ün en temel özelliği, işkenceye karşı diğer uluslararası belgelerin aksine, ihlal gerçekleştirildikten sonra alınacak tedbirleri değil ihlalin gerçekleşmesini engelleyici önlemleri öngörmesidir. Bu nedenle de önleyici bir karaktere sahiptir. Buna karşın Yasa, önleyici karaktere ilişkin herhangi bir perspektife sahip değildir. UÖM’ye ilişkin yapılan tüm düzenlemeler yukarıda aktarıldığı kadar “kısadır”, “öz” ve “yalındır”. İşkence ile mücadele perspektifini Yasa’nın gerekçesinde de bulmak mümkün değildir. UÖM’yi hizmet birimi olarak düzenleyen Yasa’nın 11.maddesinin gerekçesinde sadece “Yürütme maddesidir” dışında herhangi bir açıklama yazılmadığı görülmektedir. BM İşkenceye Karşı Sözleşme’de tanımlandığı şekli ile “işkence” ve “diğer kötü muamele biçimleri”; Seçmeli Protokol’de tanımlandığı şekliyle “özgürlüğünden alıkonulma” ve “alıkonulma yeri”; yine Seçmeli Protokol ve Paris İlkeleri’nde tanımlandığı şekliyle “işlevsel ve mali bağımsızlık”, “uzmanlık” gibi işkenceyi önleme çalışmalarıyla bire bir bağlantılı olan kavramları içermeyen ve tanımlamayan Yasa’nın gerçekten bir mücadele ve önleme perspektifine sahip olabilmesi mümkün görünmemektedir. 61 bkz. 6332 Sayılı TİHK Yasası, Madde 7/f 31 32 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? B. GÖREV ve YETKİ ALANI 1. Görev ve Yetki Alanının Çerçevesi Seçmeli Protokol’ün 4/1. Maddesi, Protokol’e taraf devletleri, kendi yetki ve kontrol alanı içinde bulunan ve bir kamu görevlisin talimatı ya da kışkırtması ya da rızası veya muvafakatiyle özgürlüklerinden yoksun bırakılmış kişilerin sadece bulunduğu yerleri değil bulunma olasılığı olan her yeri ziyaret etmelerine izin vermekle yükümlü kılmaktadır. Önleme Alt Komitesi’nin de belirttiği gibi Seçmeli Protokol kapsamında alıkonulma ya da özgürlüğünden yoksun bırakılma kavramı, polisle ilk temas anından, polis nezareti altında kalınan süre, ceza ve tutukevinde kalınan süre ya da diğer alıkoyma merkezlerinde kalınan süre boyunca kişilerin kendi iradeleri ile ayrılmaları mümkün olmayan yerlerdir.62 Görev alanı kavramı, ilgili mekanizmanın hedeflerinin, çalışma alanının, görev ve görevle bağlantılı yetkilerinin çerçevesini çizmektedir. Bir önceki başlık altında da belirtildiği üzere, Protokol’ün 1. Maddesi uyarınca “işkencenin önlenmesi perspektifi” ile yapılandırılacak olan UÖM’nin temel görevi “işkencenin önlenmesi” çalışması yapmak ve bunun için ayrıca bir “önleyici ziyaretler” sistemi oluşturmaktır. Aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alınacağı üzere kurucu yasa, ulusal önleme mekanizmasının görev alanını geniş fakat net biçimde çizmelidir. Yetki alanı, devletler hukukunda, bir devletin kendi ülkesinde ve egemenliği altındaki (yetki ve kontrolü altındaki) yerlerde, çerçevesi ulusal ve uluslararası hukukla çizilmiş her türlü yetki ve sorumluluğa sahip olduğu anlamına gelir. Devletin “kendi ülkesi” kavramında bir netlik varken “egemenlik alanı” tanımı oldukça geniş yorumlanmalıdır. Ayrıca, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde olduğu gibi, hukuken olmasa da fiilen egemenlik kullanılan bölgeler de bu kapsama girmektedir. Yine devletler hukukuna göre o devlete kayıtlı bir gemi veya uçak, kıta sahanlığında bulunan bir yapı, başka ülkelerdeki askeri üsler gibi yerler de aynı kapsamdadır. Dolayısıyla, BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye ek Protokol kapsamında, taraf devletin yetkisi ve denetimi altında sayılması gereken yerlerin kapsamı oldukça geniş değerlendirilmelidir. İşkenceye Karşı Komite ve İnsan Hakları Komitesi’nin içtihatlarına göre “yetki alanı ve denetim”in, taraf devletin ülkesi dışında kalsa bile “ister askeri ister sivil yetkililerce denetleniyor olsun, taraf devletin fiili olarak (de facto) etkin kontrolü altında bulunan” tüm bölgeleri de kapsaması gerekmektedir.63 Ayrıca mekanizmanın zaman bakımından yetkisinin de belirlenmesi gereklidir. UÖM’nin yetki alanında bulunan ihlallerle ilgili araştırma yapma konusunda, zamanaşımı gibi, herhangi bir sınırlama olmamalıdır. Korku, ruhsal travma, destekleyici delillere ulaşma konusundaki güçlükler kişilerin uğradıkları ihlaller konusunda şikayete bulunmasını geciktirmiş veya engellemiş olabilir ancak zaman, sorumluların hesap CAT/OP/MDV/1, para 270, 26 Şubat 2009 İşkenceyi Önlemede Ortak Akıl, s.112 62 63 Bölüm II - Türkiye vermeden kaçmalarına neden olmamalı ya da zarar görenlerin giderime ulaşmasını engellememelidir.64 Zamanaşımına ilişkin hükmün yanında ister müstakil bir yasa ile isterse Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası içinde kurulsun UÖM’in sadece kurulmasından sonraki aşamalarda ortaya çıkan konular ve sorunlarla ilgili değil kuruluşundan önce meydana gelmiş konuları ele almasının engellenmemesi için de yasada net bir ifade yer almalıdır. 65 Mekanizmanın, kişi bakımından yetkisi çerçevesinde, özgürlüğünden yoksun bırakılmış ya da değil, sivil ya da resmi herkesle, dilediği zamanda ve mahremiyetin sağlandığı koşullarda görüşme hakkı bulunmaktadır. Bu bağlamda Türkiye Ulusal Önleme Mekanizması kurucu yasasının, mekanizmanın görevlerini geniş ve açık bir biçimde, kişi, yer ve zaman bakımından yetkilerini de net biçimde tanımlaması gereklidir. Ayrıca, devletin, kurumların ve görevlilerin UÖM’nin görev ve yetkileri çerçevesinde çalışmalarını kolaylaştırması ve iş birliği yapma zorunluluğu hükme bağlanmalı, bu hükme aykırı davrananlar için de idari ve cezai yaptırımlar öngörülmelidir. İzleyen başlıklar altında UÖM’nin temel görevi olan işkencenin önlenmesi çalışmaları ve önleme çalışmasının temel aracı olan önleyici ziyaretler, mekanizmanın yetkileri konusu çerçevesinde ele alınmıştır. a. İşkenceyi Önleme Görevi Kurulacak olan Türkiye Ulusal Önleme Mekanizmasının tek bir hedefi olmalıdır; işkencenin önlenmesi. İşkencenin önlenmesi çalışması ise bütüncül bir çaba olarak ele alınmalı ve UÖM’lerin görev alanları yasada geniş ancak somut biçimde belirtilmelidir. BM Önleme Alt Komitesi, 15-19 Kasım 2010 tarihinde gerçekleştirdiği 12. Oturumunda, Komite’nin “işkence ve diğer kötü muameleyi önleme” kavramına ilişkin Seçmeli Protokol bağlamında yaklaşımının ne olduğunu belirleyerek yazılı hale getirmiştir.66 Alt Komite’nin yaklaşımı aynı zamanda ulusal önleme mekanizmalarının Seçmeli Protokol çerçevesinde gerçekleştireceği etkinliklerin de kavramsal çerçevesini oluşturmaktadır. “(b) Ulusal önleme mekanizması, konuyla ilgili bütünsel bir yaklaşıma sahip olmalıdır. Bunun için, hem özgürlüğünden yoksun bırakılanlara yönelik muamele ve hem de bunlardan sorumlu olanlarla ilgili düzenleyici işlemler ve politikalarla ilgilenmelidir. Yanı sıra bunların yaşama geçirilmesi için hangi kurumsal düzenlemelerin yapıldığı, nasıl yönetildikleri ve uygulamadaki işlevleri de mekanizmanın görev alanı içinde olmalıdır. Assessing the Effectiveness of National Human Rights Institutions, International Human Rights Policy Council and High Commissioner of Human Rights Publication, Geneva, 2005, s.12-13 (Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının İşlevselliğinin Değerlendirilmesi, Uluslararası İnsan Hakları Politikası Konseyi ve BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği yayını, Cenevre, 2005; http://www.ohchr.org/Documents/Publications/NHRIen. pd, (Bundan sonra “Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının İşlevselliğinin Değerlendirilmesi” olarak anılacaktır) 64 Bkz. İstişari Rapor CAT/OP/12/6 65 66 33 34 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? (c) “Önleme” perspektifi ile çalışan UÖM, özgürlüklerinden yoksun bırakılanlara tanınan usul güvenceleri ile ve bunların nasıl uygulandığı ile de ilgilenmesi gereklidir. Güvenceler, yakalama anından muhafaza durumunun sona erdiği zamana kadar tüm aşamalarla ilgilidir. Bu tür güvencelerin amacı işkence ve kötü muamele vakalarının meydana gelmesi olasılığını azaltmak ya da artmasını engellemek olduğu için işkence ya da kötü muamelenin gerçekleşmekte olduğuna dair herhangi bir delil olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. (d) Alıkonulma koşulları sadece zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da cezayla ilgili değildir. UÖM, alıkonulma koşullarının, Sözleşme’nin 1. maddesinde belirtilen düzenleme kapsamına girecek biçimde kullanılmaları halinde bir işkence aracı olacağını dikkate almalıdır. Bu nedenle alıkoyma koşullarına ilişkin, fiziksel koşullarla ilgili meseleler, doluluk nedenleri ve düzeyi, çeşitli tesislere ve hizmetlere erişim de dahil olmak üzere tavsiyeler, etkin önlemede kritik bir rol oynamaktadır. (e) UÖM, alıkonulma yerlerine yapacağı ziyaretlerde, genel yasal ve idari çerçeve, temel haklar, alıkoymayla ilgili usuli ve hukuki güvencelerle bunların uygulanması da dahil olmak üzere ilgili tüm faktörler hakkında önceden dikkatle hazırlık yapmalıdır. Ziyaretin yerine getirilişi, temel odak noktaları ve tavsiyeler, ziyaretin öne çıkan amacına ulaşmak bakımından belirtilen faktörlere ve karşılaşılan durumlara göre değişiklik gösterebilir ki bu da ziyaretin önleyici potansiyelini ve etkisini en üst boyuta çıkaracaktır. (f) UÖM’nin raporları ve önerileri, özenli bir analize ve olgulara dayandığında çok daha etkili olacaktır. Ziyaret raporlarındaki tavsiyeler, mümkün olan en pratik rehberliği sunabilmek amacıyla, ele alınan konularla uyumlu hale getirilmelidir. Ancak Alt Komite’nin de belirttiği gibi daha acil, uygun ve gerçekleşebilir noktalara odaklanmak sonuç alıcı olacaktır. (h) Kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları sistem denetime açık olduğunda işkence ve kötü muamele daha kolay engellenir. Ulusal insan hakları kurumları ve ombudsman ofisleri ile birlikte UÖM’ler bu tür denetimin gerçekleşmesini sağlamada önemli rol oynarlar. Bu, alıkonulanlara uygulanan muameleyi incelenmesi, alıkonulanların gereksinimlerini karşılayan hizmet sağlanması ve alıkoyma yerlerinin merkezlerinin denetlenmesi yoluyla şeffaflığın ve hesap verebilirliğin güvence altına alınmasında önemli bir rol oynayan sivil toplum ile desteklenir ve tamamlanır. Ayrıca, tamamlayıcı bir izleme de yargısal denetimdir. UÖM, sivil toplum ve yargı denetimi, önleme için gerekli ve birbirini destekleyen araçlardır. (i) Önleme çalışmasında hiçbir ayrıcalığa yer verilmemelidir. Önleme, çok yönlü ve disiplinler arası bir çabadır. Bu çok boyutlu önleme faaliyeti, hukuksal, tıbbi, eğitimsel, dinsel, politik, polislik faaliyetleri ve alıkoyma sistemi gibi çok farklı arka planları temsil eden alanlardan gelen bilgi ve deneyimle temellenmesi gereklidir. (j) Özgürlüğünden yoksun bırakılanlar hassas bir grubu oluşturmakla birlikte kadınlar, gençler, azınlık gruplarının üyeleri, yabancı uyruklular, engelliler ve akut tıbbi veya ruhsal bağımlılıkları olan ya da bu durumdaki kişiler gibi bazı gruplar daha hassas bir kategoridedirler. Kötü muamele olasılığını azaltmak için böylesi tüm hassasiyetlerle ilgili uzmanlık geliştirmek gereklidir.” Bölüm II - Türkiye UÖM’lerin, hedeflerine ulaşabilmeleri bakımından yürürlükteki mevzuat ve yasa taslakları/tasarılarına ilişkin görüş bildirmek, yetki alanı içindeki işkence ve diğer kötü muamele biçimlerine dair izleme yapmak, alıkonulma yerlerine habersiz ziyaretler gerçekleştirmek, uluslararası standartlara uygunluğu denetlemek ve tavsiyelerde bulunmak, bölgesel ve uluslararası yapılarla işbirliği yapmak, belli durumlarda başvuru almak, yapılan tavsiyelere hükümet tarafından uyulup uyulmadığını denetlemek asgari yetkiler olarak yasada açıkça belirtilmelidir.67 BM Önleme Alt Komitesi’nin de belirttiği üzere UÖM, işkence ve kötü muamele vakalarının failleri hakkında ne tür işlemler yapıldığına ilişkin uygulamayı sistematik olarak analiz etmeli ve izlemeli, işkence iddialarının ve yürütülen tüm soruşturma ya da ceza hukuku işleminin ve bunların sonuçlarına ilişkin ulusal bir kayıt sisteminin kurulmasını savunmalı veya kurulmasını kolaylaştırmak için yardımcı olmalıdır.68 Ayrıca, devletin uluslararası yükümlülükleri ve diğer uluslararası standartlarını dikkate alarak yürürlükteki mevzuat ve mevzuata ilişkin taslakları değerlendirmesi UÖM’nin görevleri arasında sayılmalıdır. Böylelikle UÖM mevzuata ilişkin gerekli değişikliklerin yapılabilmesi ve uygulamaya konmaları amacıyla gerektiğinde parlamenterler ve hükümet gibi diğer aktörlerle birlikte çalışma yapabilir.69 b. Önleyici Ziyaretler Gerçekleştirme Görev ve Yetkisi Seçmeli Protokol uyarınca kurulacak olan ulusal önleme mekanizmasının amacı işkenceyi önlemek ve kullanacağı temel yöntem de “ziyaretler” olacaktır. Bu ziyaretlerin, özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin işkence ve kötü muameleye karşı “güçlendirilmeleri” ve gerektiğinde de “korunmaları” bakış açısıyla gerçekleştirilmesi gereklidir.70 Ziyaretler, düzenli bir sistem içinde gerçekleştirilmeli ve ziyaretler sırasında özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilere uygulanan muameleler de “güçlendirme” ve “koruma” bakış açısıyla incelenmelidir.71 Ulusal önleme mekanizmasının sahip olduğu ziyaret yetkisi, olaylar gerçekleştikten sonra saptama yapma ve olayı açığa çıkarma gibi bir işleve sahip olmayıp tam tersine işkence ve diğer kötü muamele biçimlerine neden olabilecek geçici uygulamaların yanı sıra alıkoyma yerlerinin koşullarından ya da yasal düzenlemelerden kaynaklananlar gibi daha sistematik hale gelen uygulamaları da inceleyecektir. UÖM, ziyaretlerle ilgili olarak yetkililerle yapacağı görüşmelerde ve tavsiyelerinde hem koşulların ve muamelelerin iyileşmesi ve hem de işkencenin önlenmesi hedefini gütmelidir.72 Ayrıca UÖM’ler, ziyaretlerin önleyici karakteri ile bağlantılı olarak da Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının İşlevselliğinin Değerlendirilmesi, sayfa 17-22 BM Önleme Alt Komitesi, Ulusal Önleme Mekanizmaları için Analitik Kendi Kendini Değerlendirme Rehberi (Analytical self-assessment tool for National Prevention Mechanisms (NPM), A preliminary guide by the Subcommittee on Prevention of Torture regarding the functioning of an NPM), CAT/OP/1, 6 Şubat 2012, para. 27 (Bundan sonra “Analitik Değerlendirme Rehberi” olarak anılanacaktır) 69 Analitik Değerlendirme Rehberi, para. 28 70 Seçmeli Protokol m. 4. 71 Seçmeli Protokol m. 19(a) 72 Seçmeli Protokol m. 19(b) 67 68 35 36 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? yürürlükteki mevzuata ve yasa tasarılarına karşı öneride bulunabilecektir.73 Devletin sorumluluğu ise bu önerilerin Seçmeli Protokol kapsamında uygun olanlarının yaşama geçirilmesini güvence altına almaktır.74 Dolayısıyla bu çerçevede hazırlanacak yasada, ulusal önleme mekanizmasının ziyaretlerinin amacının özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin işkence ve kötü muameleye karşı “güçlendirilmeleri” ve gerektiğinde de “korunmaları” olduğu açıkça belirtilmelidir. Ayrıca, mekanizmanın ziyaretlerinin mekansal ve zamansal hiçbir kısıtlama olmaksızın, resmi ya da özel, kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları ya da bırakılma olasılıkları bulunan her türlü bina, eklenti, araç ve alanlara erişim yetkisinin bulunduğu da yasada açıkça yer almalıdır. Mekanizmanın yetkisi sadece binalarla sınırlı olmayıp özgürlüğünden yoksun bırakılanlar ya da yetkililer veya uzmanlar gibi, gerekli gördüğü herkesle görüşme yapma, gerekli gördüğü her türlü bilgi ve belgeyi de inceleyerek örnek alma hakkına sahip olmalıdır. c. TİHK Yasası Kapsamında Ulusal Önleme Mekanizmasının Görev ve Yetkileri Yasa’nın 4. Maddesi, Kurum’un görevlerini şöyle tanımlamaktadır; “Kurum, insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine ve ihlallerin önlenmesine yönelik çalışmalar yapmak; işkence ve kötü muamele ile mücadele etmek; şikâyet ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip etmek; sorunların çözüme kavuşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunmak; bu amaçla eğitim faaliyetlerini yürütmek; insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek ve değerlendirmek amacıyla araştırma ve incelemeler yapmakla görevli ve yetkilidir.” İşkence ve Kötü Muameleyle Mücadele Birimi, Kurum yapısında yer alması tasarlanan İhlal İddialarını İnceleme, Hukuk, Eğitim, Dış İlişkiler ve Proje Birimi, Medya ve Halkla İlişkiler Birimi, Bilgi ve Dokümantasyon Birimi, Personel ve Yönetim Hizmetleri Birimi olmak üzere toplam 9 hizmet biriminden biridir. Yasanın 11. Maddesi’nde tanımlandığı şekliye İşkence ve Kötü Muameleyle Mücadele Birimi’nin görev ve yetkileri şunlardır; “1) İşkencenin ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da cezaların önlenmesi amacıyla çalışmalar yapmak. 2) Özgürlüğünden mahrum bırakılan ya da koruma altına alınan kişilerin bulundukları yerlere haberli veya habersiz düzenli ziyaretler gerçekleştirmek, bu ziyaretlere ilişkin raporları ilgili kurum ve kuruluşlara iletmek, Kurulca gerekli görülmesi durumunda kamuoyuna açıklamak; ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurulları, il ve ilçe insan hakları kurulları ile diğer kişi, kurum ve kuruluşların bu gibi yerlere gerçekleştirdikleri ziyaretlere ilişkin raporları incelemek ve değerlendirmek. Kamu kurum ve kuruluşları ile görevliler, bu tür ziyaretler sebebiyle gerekli yardım ve kolaylığı göstermek zorundadır.” Seçmeli Protokol m. 19(c) Guidelines on national preventive mechanisms, CAT/OP/12/5, 9 December 2010, para.2 73 74 Bölüm II - Türkiye UÖM’lerin görev alanlarının geniş biçimde tanımlanmasında bir sorun bulunmamakla birlikte bunların somut biçimde belirtildiğini söylemek mümkün değildir. TBMM Anayasa Komisyonu’nun (kadük) 2. TİHK Tasarısına ilişkin 2 Şubat 2011 tarihli raporuna muhalefet şerhi yazan Milletvekilleri de aynı konuya dikkat çekmektedir; “Tasarının yasalaşması halinde Türkiye İnsan Hakları Kurumu hakkında bir yasa olacak, ancak çok sayıda husus çok genel ifadelerle düzenlendiği için bunları açıklığa kavuşturmak daha güvencesiz düzenleyici idari işlemlere bırakılacak ya da daha kötüsü Yasa, idarenin uygulamalarıyla somutlaştırılmaya çalışılacaktır.” 75 Çerçevenin belirlenmemiş olmasının yanı sıra TİHK’ ın ve dolayısıyla da İşkence ve Kötü Muameleyle Mücadele Birimi’nin, öngörülen yapılanması nedeniyle görevi yerine getirmesi mümkün değildir. Yasa, Kurum için 75 kişilik bir kadro öngörülmektedir. Bu kadronun 35’i uzman, 25’i ise uzman yardımcısıdır. Geriye kalan kadrolardan biri başkan yardımcısı, biri tercüman, birer psikolog, sosyal hizmetler uzmanı, kütüphaneci ve mali hizmetler uzmanına ayrılmıştır. Kalan 10 kişilik kadro ise idari işlerle ilgili olanlardır. Uzman ve uzman yardımcılığı için ayrılan kadroların, hizmet birimlerine eşit şekilde dağıldığı düşünülürse her bir birimde 6 uzman/uzman yardımcısı görev yapacaktır. Bununla birlikte Türkiye çapında bir ülkede (coğrafi genişlik, nüfus yapısı, kişilerin özgürlüklerinin kısıtlandığı yerlerin çeşitliliği ve sayısı, işkence ve diğer kötü muamele pratikleri, vb) altı uzmanın ne ülke çapında bir izleme gerçekleştirmesi ve ne de böylesi bir organizasyonun altından kalkabilmesi mümkündür. Ülkemizde hala ciddi bir sorun olma özelliğini taşıyan işkence ile yapılacak mücadelenin, Hükümetin “sıfır tolerans” söylemi ile karşıtlık oluşturacak kadar gayri ciddi bir örgütlenme modeli ile karşılanmaya çalışılması aslında konuya yaklaşımın da aynı ölçüde gayri ciddi olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim alanda yıllardır çalışan insan hakları örgütlerinden, sadece Yasa Tasarısı TBMM Komisyonlarında değerlendirildiği sırada, göstermelik olarak görüş isteyen bu zihniyet herhangi bir sorun, ihtiyaç ve kaynak analizi yapmak üzere danışmanlık gereksinimi duymamıştır, duymamaktadır. İşkencenin önlenmesi amacıyla TİHK Yasasıyla oluşturulan yapının aslında ne kadar mantık dışı ve gerçekliklerden uzak olduğunu görmek için Türkiye pratiklerine göz atmak anlamlı olacaktır. 2. Türkiye’de işkence ve diğer kötü muamele pratikleri Türkiye’de, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından saptanan ihlaller ile mevzuata ve uygulamaya yönelik ciddi eleştirilerin yanı sıra Avrupa Komisyonu İlerleme Raporları’nda yer alan eleştiriler nedeniyle hem uygulamada ve hem de mevzuatta çeşitli değişiklikler meydana gelmiştir. Bu değişikliklerin bazıları olumlu olmakla birlikte, bu gelişmelerin dahi, daha sonra yapılan yasalar ya da uygulama içerisinde geriye gitmesi nedeniyle bir bütün olarak “iyi” kategorisinde değerlendirmek ne yazık ki mümkün değildir. http://www.ihb.gov.tr/dosyagoster.ashx?id=269, s.32 75 37 38 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Gözaltı merkezlerinde uygulanan elektrik işkencesi, falaka, askı gibi yöntemlerin uygulaması (TİHV’e yansıyan vakalar arasında) yok denecek kadar aza inmiştir. Bu tür yöntemler iz bırakmakta, saptanması ve raporlanması tıbben mümkün olmakta, muamele yasal bir gözaltı işlemi sırasında gerçekleştiği için sorumluların saptanması da mümkün olabilmekte idi. Bununla birlikte fiziksel iz bırakan işkence yöntemlerinin rapor edildiği durumlarda dahi kamu davalarının açıldığı ve sorumluların cezalandırıldığı vaka sayısı maalesef son derece sınırlıdır. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın 2010 yılı istatistiklerine göre İl ve İlçe İnsan Hakları Kurullarına yıl içinde hakkında en fazla başvuru yapılan ilk iki kurum Bakanlıklar ve sağlık kurumlarıdır. Bununla birlikte emniyet müdürlüğü, (sivil) ceza ve tutukevleri ve jandarma hakkında yapılan başvurular ayrı kalemler halinde belirtilmiş olduğu için alıkoyma yerlerine ya da alıkoyma yetkisine sahip kurumlara ilişkin başvurular üç ve devamındaki sıralarda yer almıştır. Ancak bu kurumlara (emniyet müdürlüğü, sivil ceza ve tutukevleri ve jandarma) hakkında yapılan başvuruların toplamı 953’tür ve en çok iletilen yakınma alanı olarak tarif edilmektedir.76 İşkence yöntemleri 2005 yılında Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda (CMK), 2006 yılında Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) ve 2007 yılında PVSK’da yapılan düzenlemelerle birlikte farklı açılardan değişikliğe uğramıştır. Öncelikle işkence ve diğer kötü muamele kategorisine giren davranışların amacı değişmiştir; bilgi almaktan çok cezalandırmak, korku ve gözdağı vermek, otoriteyi tesis etmek amacıyla yapıldığı görülmektedir. Özellikle PVSK’da yapılan değişiklikle kolluğun yetkilerinin arttırılması ve güç kullanımına ilişkin sınırların genişletilerek, güç kullanmayı gerektirir durumlar ve gücün dozu konusunda takdirin kolluğa bırakılması sonrasında hiçbir amaçla açıklanamayan, şiddettin tamamen keyfi bir kullanımı başlamıştır. Öte yandan, muamele, daha çok resmi bir gözaltı işlemi yapılmaksızın özgürlüğü kısıtlanan kişilere uygulandığı için failler anonimleşmekte, saptanması olanaksız hale gelmektedir.77 Buna karşın mağdurlar, çeşitli kırıklara neden olacak kadar feci biçimde dövülebilmektedir.78 Bu durumda dahi mağdurların polise saldırdıkları ya da yakalamaya direndikleri için fiziksel yaralanmalar meydana geldiği açıklamaları yapılmakta, mağdurlar aleyhine “görevli memura direnme”, “yaralama” suçlarından davalar açılıp cezalar verilebilmektedir.79 Nitekim bu durum, Avrupa Komisyonu 2011 yılı İlerleme Raporunda da tespit edilmiştir. “… [K]olluk kuvvetleri bazı durumlarda orantısız güç kullanmaya devam etmiştir. Sivil toplum kuruluşları, güvenlik güçleri tarafından ateşli silahların ölümle sonuçlanan orantısız kullanımına ilişkin vakalar bildirmişlerdir. CPT’nin Türkiye’ye yaptığı beşinci düzenli ziyareti hakkındaki raporunda, ağırlıklı olarak tutuklama sırasında aşırı güç kullanımı sonucunda oluşan fiziksel kötü muamele ile ilgili birçok inandırıcı iddianın olduğu belirtilmiştir. İnsan Hakları İhlal İddiası Başvurularına İlişkin Sayısal veriler (2010 Yılı), http://www.ihb.gov.tr/RaporlarIstatistikler.aspx 77 http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/05/31/hopa.savas.alanina.dondu/618492.0/index.html 78 http://bianet.org/bianet/insan-haklari/137066-karakolda-linc-sakat-birakti 79 http://bianet.org/bianet/din/132864-corumda-polisten-din-dersi-dayagi 76 39 Bölüm II - Türkiye Kolluk kuvvetleri, işkence ve kötü muamele iddiasında bulunan kişiler aleyhinde sıklıkla karşı dava açmıştır. Bu tür davalar, şikâyetler bakımından caydırıcı olabilir. Birçok durumda, kolluk kuvvetleri tarafından açılan bu davalara mahkemeler tarafından öncelik verilmektedir…” 80 İşkence ve kötü muamelenin aşırı güç kullanımı ile ilgili olan ve alıkoyma yerlerinin dışına taşan bu yeni görünüm biçiminin yanı sıra alıkoyma yerlerinde de ihlaller devam etmektedir. Son yıllarda, zorunlu askerlik kapsamında kışlada bulunan askerlere yönelik ciddi işkence ve diğer kötü muamele iddiaları kamuoyuna yansımaya başlamıştır. Son olarak Uğur Kantar, Kıbrıs’ta askerliğini yapmakta iken Askeri Cezaevinde maruz kaldığı işkence sonucunda 12 Ekim 2011 tarihinde, yoğun bakımda tutulduğu Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde yaşamını yitirmiştir.82 6 Eylül günü, Binbaşı Ali İhsan Gökoğlan, nöbet tuttuğu çadırdaki kedinin kaybolduğu gerekçesiyle er Murat Kılıç’ı demir sopayla dövdü. Ertesi gün 12 saat kesintisiz nöbetle görevlendirilen Kılıç, bir süre sonra ayakta durmaya dayanamayıp uyuya kaldı. Kılıç’ı uyurken gören Binbaşı Gökoğlan’ın tepkisi bu sefer daha sert oldu. Binbaşı’nın darbelerine dayanamayarak bayılan Kılıç, üzerine yangın bidonuyla su dökülerek ayıltıldı ve ağır hakaretler eşliğinde dayağa devam edildi. Korktuğu için hastaneye gidemeyen Kılıç, 8 Eylül’de fenalaşarak revire götürüldü. Binbaşı Ali İhsan Gökoğlan hakkında ise olayla ilgili herhangi bir soruşturma açılmadı.81 2011 yılı İlerleme Raporunda, askerlik hizmeti sırasındaki ihlallere ilişkin saptamalar da yer almaktadır; “Askerlik hizmeti sırasında, kötü muamele, açıklanamayan ölüm, işkence olayları ve adil yargılama eksikliği bildirilmiştir. Nisan ayında AİHM, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde bulunan bir davada adil yargılanma hakkı kapsamında Türkiye’nin AİHS’yi ihlal ettiğine karar vermiştir. Askeri hapishanelerdeki vicdani retçilerin kötü muamele gördüğü iddialarına ilişkin bazı davalar devam etmektedir.”83 Ülkemiz, önemli bir mülteci ve sığınmacı nüfus hareketi için “geçiş ülkesi” durumundadır. Türkiye’de her yıl binlerce kişi “alıkoyma merkezlerine” konulmakta ve uzun sürelerle bu yerlerde kalmaktadırlar. Ancak, özgürlüklerinden yoksun bırakılmış kişilerin sahip oldukları hakları kullandırılmadığı gibi temel ve insanî ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak koşullar da sağlanmamaktadır. Avrupa Komisyonu yapmış olduğu ziyaretlerde “… Gözlem altında tutulan göçmenlerin durumuna ilişkin olarak; aşırı kalabalık, bakımsızlık, gün ışığına sınırlı erişim, kötü hijyen koşulları ve açık havaya çıkarılma imkanının olmaması dahil, bir çok eksiklik ...” saptamıştır.84 Türkiye 2011 Yılı İlerleme Raporu; www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/.../2011_ilerleme_raporu_tr.pdf, Aynı doğrultuda bkz. http://www.amnesty.org/en/library/info/EUR44/005/2010/en 81 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1063858&CategoryID=77 82 http://bianet.org/bianet/insan-haklari/133389-diskoda-iskence-goren-ugur-kantar-hayatini-kaybetti 83 27 Nisan 2011 tarihinde AİHM, Pulatlı v.Türkiye davasında (38665/07) Türkiye’nin AİHS 5/1 maddesini ihlal ettiğini tespit etmiştir. AİHS 5/1 maddesinin ihlal edildiği kararını oybirliğiyle alan AİHM, bu vakaların üst rütbeli subaylar tarafından askeri disiplinin ihlali çerçevesinde verilen ve yargısal denetime tabi olmayan disiplin cezalarından kaynaklanan sistematik bir sorun olduğunu belirtmiştir. 84 2011 Yılı İlerleme Raporu 80 40 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Cezaevlerindeki işkence ve diğer kötü muamele biçimleri artık sadece demokratik kitle örgütlerinin ve insan hakları savunucularının dile getirdiği yakınmalar olmaktan çıkmış ve siyasi partiler tarafından hazırlanan raporlarda da ciddi biçimde yer almaya başlamıştır. CHP Kadın Kollarının, sivil cezaevlerine ilişkin 15.03.2012 tarihinde kamuoyuna açıkladığı raporda kadın mahpusların kötü muamele, dayak, sözlü ve fiili taciz gibi olaylara maruz kaldıkları; sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamadıkları, muayene sırasında kelepçelerin açılmadığı, jandarma eşliğinde muayene yapılarak mahremiyetin ihlal edildiği; ciddi hastalıklarda gereken tedavi yapılmadığı ve kadınların ölüme terk edildiği iddiaları yer almaktadır. 85 Aynı raporda çocukların cezaevine ilk girişte işkence, saldırı ve kötü muameleye maruz kaldıkları; şarkı söylerken, slogan atıyorsunuz denilerek gardiyanlar tarafından dayak atıldığı; gardiyanlar tarafından siyasi suçtan gelen herkese teröristsiniz denilerek dayak atıldığı; revire çıkma taleplerinin gardiyanlar tarafından engellendiği gibi bir dizi yakınmaya yer verilmiştir. “… Bursa E Tipi Cezaevinin gençler bölümünde kalan erkek çocuklarının cezaevlerine girişte saçlarının zorla kesildiğini duyduk. Cezaevi çalışanları, bu uygulamanın sadece saçları uzun olanlara yapıldığını belirtti. Bu uygulamayı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin özgürlüklerin sınırlanabileceğine dair düzenlemeleri ışığında gözden geçirdiğimizde bunun hukukiliği konusunda kuşkuya düştük, uzun saçın doğurabileceği tehlike ile orantılı bulmadık. Bu karardan kimin sorumlu olduğu belli olmadığı gibi gelişmiş şampuanlar nedeniyle saç kesmek de gerekli değildir ve bu, ayrımcı bir uygulamadır. Bir başka deyişle bu uygulama AİHS’ye aykırıdır ve derhal son verilmelidir. Cezaevlerindeki kapalı görüşlerde mahpuslar ziyaretçilerle aralarında bulunan sert plastik malzeme nedeniyle seslerini duyurmak için ya telefonla ya da bağırarak konuşmakta. Bursa’da ziyaretçileriyle görüşen çocukların yaşadığı sürece tanık olduk. Uygulama hem ziyaretçiler ve hem de mahpuslar için aşağılayıcı idi. Her iki taraftaki kişilere de sandalye verilmemişti, herkes ayakta idi. Her iki taraftakilerin durdukları yerler dar olduğu için özel görüşme yapmaları imkansızdı. Genelde mahpusun küçük kardeşiyle birlikte gelen anneler ve babalar, oğullarıyla görüşmeye çalışırken söyledikleri şeyler, oluşan kakafoni nedeniyle kaybolup gidiyor olmalı. Ayrıca, herhangi bir duygu paylaşımı da mümkün değildi.” (Rapordan özetlenmiştir) Report of Dr J. J. Mcmanus On Penitentiaries, TAIEX Peer Review Mission to Turkey, January 2011 Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi de 2009 yılında Türkiye’ye yaptığı ziyarette Konya Cezaevi’nde “personel tarafından fiziksel kötü muamele yapıldığı yolunda birçok iddia derlemiş, mahkumlar veya tutuklular arasında şiddet olaylarına da sıkça rastlandığı izlenimini edinmiştir.” 86 Sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamama, muayene sırasında kelepçe takılmasına yönelik uygulama ve yine muayene sırasında içeride jandarmanın bulunması Sağlık, Adalet ve İçişleri Bakanlıkları arasında yapılan ve “üçlü protokol” olarak anılan mutabakat belgesinden kaynaklanmaktadır. Bu sorun alanı da Avrupa Komisyonu İlerleme CHP Kadın Kolları tarafından hazırlanan “Çocuklar, Kadınlar, Adalet ve Cezaevleri” başlıklı rapor; http:// chpkadin.chp.org.tr/wp-content/uploads/2012/03/POZANTI-RAPORU-02.03.2012.pdf 86 http://www.cpt.coe.int/documents/tur/2011-03-31-tur.htm 85 Bölüm II - Türkiye Raporuna yansımış durumdadır; “… Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı arasında halen yürürlükte olan bir üçlü protokol kapsamında, kolluk kuvvetleri bazen mahkûmların tıbbi muayeneleri sırasında hazır bulunmaktadır. …” 87 Öte yandan cezaevlerinde son on yılda mahpuslar, giderek artan bir biçimde, en çok da “eceliyle” ve “intihar ederek” yaşamlarını kaybetmişlerdir. Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan aşağıdaki tablo durumun vahametini ortaya koymaktadır. Avrupa Komisyonu 2011 yılı İlerleme Raporu’nda da belirtildiği üzere; “İşkence ve diğer kötü muamele fiillerinin varlığının yanı sıra ileri sürülen iddialar karşısında soruşturmalar etkin biçimde yapılmadığından, yargılamaların tarafsızlığından yana ciddi kaygılar devam etmektedir, işkence ve diğer kötü muamele fiillerinin failleri halen cezasız kalmaktadır. İnsan hakları ihlallerinin cezasız kalmasıyla mücadele çabaları yetersizdir. AİHM tarafından da belirtildiği üzere, Diyarbakır Cezaevinde gerçekleştirilen ve on mahkûmun ölümüne ve altısının yaralanmasına neden olan 24 Eylül 1996 tarihli operasyonda yer alan güvenlik güçleri hakkındaki ceza davası henüz sonuçlanmamıştır.88 Güvenlik ve kolluk kuvvetleri tarafından yapıldığı iddia edilen yargısız infazlar hakkında tam bir bağımsız soruşturma yürütülmemesi sorunu devam etmektedir. Nijeryalı bir sığınmacının, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bir polis memuru tarafından öldürülmesine ilişkin davada ilerleme olmamıştır.89 Türkiye’de Hâlâ bağımsız bir polis şikayet mekanizması bulunmamaktadır. İşkence 2011 Yılı İlerleme Raporu 27 Şubat 2006’da Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, katliam nedeniyle 35’i asker, 29’u polis ve 8’i gardiyan olmak üzere toplam 72 kişiyi yargılamış, yaklaşık 10 yıl süren bu davada, üç sanığı beraat ettirirken yedisiyle ilgili davayı zamanaşımı nedeniyle düşürmüştü.Mahkeme, 62 sanığının “kastın aşılması suretiyle birden fazla kişiyi öldürmek”, “görevi kötüye kullanmak” suçlarından 5’er yıl hapis ve 3’er yıl kamu hizmetinden men cezasına çarptırmıştı. Ancak sanıklar, suçun 23 Nisan 1999 öncesinde gerçekleşmesi nedeniyle, 4616 sayılı ‘Şartla Salıverme ve Cezaların Ertelenmesi Kanunu’ndan yararlanmıştı. http://bianet.org/bianet/ insan-haklari/122205-turkiye-diyarbakir-cezaevi-katliamindan-agir-tazminat-odeyecek 89 Festus OKEY’in öldürülmesine ilişkin İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava Raporun yayınlandığı tarihten sonraki süreçte, 13.12.2011 tarihinde karara bağlanmış ve sanık polis memuru hakkında “taksirle ölüme sebebiyet verme” suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezasına hükmedilmiştir.Dosya no: 2007/276 E.,2011/329 K. 87 88 41 42 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? veya kötü muamele suçlamalarına ilişkin idarî soruşturmalar, soruşturmanın tarafsızlığını tehlikeye atacak şekilde, suçlanan polislerin çalışma arkadaşları tarafından yapılmaya devam etmektedir. İşkence, kötü muamele ve öldürme kastıyla ateş etmekten suçlu bulunan kolluk kuvvetleri, kısa süreli hapis cezaları almakta ya da cezaları tecil edilmektedir. İşkence iddiaları kovuşturmaları, sıklıkla TCK’nın daha hafif hapis cezası ya da cezanın teciline imkan veren hükümleri90 çerçevesinde yapılmaktadır.” 91 “Özellikle güneydoğu illerindeki cezaevlerinde işkence ve kötü muamele vakaları bildiriminde artış olmuştur. İnsan hakları ihlallerinin cezasız kalmasıyla mücadelede ilerleme kaydedilmemiştir...“92 Ayrıca Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 2011 yılı verilerine göre; - İşkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla 2011 yılı içinde toplam 473 kişi TİHV Temsilciliklerine başvurmuştur. Başvuranların 207’si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir. Vakfın sadece beş ilde temsilciliği bulunmaktadır ve halen alıkonulan durumunda olanların başvuru yap(a)madığı değerlendirildiğinde aslında gerçekleşen işkence, kötü muameleye sayısının bunun çok çok üzerinde olacağı açıktır. - İşkence, kötü muamele sonucu 5 kişi yaşamını yitirmiştir. - Yargısız infaz, dur ihtarı veya rastgele ateş açma sonucu 59 kişi yaşamını yitirmiştir - Kolluk kuvvetlerinin toplantı ve gösterilere müdahalesi sonucu 6 kişi yaşamını yitirmiş, 236 kişi yaralanmıştır. Ancak gözaltına alınma kaygısı gibi nedenlerle yaralanmaların tam sayısını bilmek mümkün değildir. Yukarıda değinilen veriler ve örnekler buz dağının görünen yüzünün sadece bir bölümüdür. Ele alınan mekanlarda, kamuoyunun bilgisine yansımayan başka pek çok vakanın varlığı kuşkusuzdur. Öte yandan, askeri üsler gibi toplumun gözetiminin tamamen dışında ya da yatılı okullar gibi yanı başımızda çok sayıda alıkoyma mekanı bulunmakla birlikte bu yerlere ilişkin herhangi bir çalışma yapılmadığı için, bazılarıyla ilgili basına yansıma olanağı bulmuş tek tük vakanın dışında, derli toplu bilgiler bulunmamaktadır. Mevcut duruma ilişkin bu saptamalar ve örnekler, işkencenin yasaklanmasının ve suç sayılmasının yeterli olmadığını ve işkenceyi önleme perspektifine gerçekten sahip, amaca uygun biçimde örgütlenmiş bir mekanizmanın oluşturulması zorunluluğunu göstermektedir. Tam da bu nedenle özgürlükleri kısıtlanan kişilere uygulanan muamelelere ve alıkoyma yerlerinin koşullarına yönelik bir izleme sistematiği geliştirme konusunda ciddi ve acil adımlar atılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Türk Ceza Kanununun daha ağır hapis cezası öngören 94. maddesi (işkence) ya da 95. maddesi (şartlar itibarıyla ağırlaştırılmış işkence) yerine daha hafif hapis cezası öngören 256. maddesi (aşırı güç kullanımı) ya da 86. maddesi (kasten yaralama) sıklıkla kullanılmaktadır. 91 2011 Yılı İlerleme Raporu 92 2011 Yılı İlerleme Raporu 90 Bölüm II - Türkiye 3. Türkiye bağlamında ziyaretlerin kapsamı Türkiye her ne kadar merkezi bir idari yapılanmaya sahip ise de 814.578 km2’lik geniş bir coğrafya üzerinde 81 il, 957 ilçe ve 34.395 köyde yaklaşık olarak 75 milyon kişinin yaşadığı bir ülkedir. Bu geniş yapılanmada içinde, kişilerin özgürlüklerinden alıkonulduğu, özgürlüklerinin kısıtlandığı mekanların sayısını tam olarak saptamak mümkün olmamakla birlikte suç soruşturması ile ilgili olarak görev yapan ve kişilerin alıkonmaları ile ilgili olan hizmet birimi sayısı, 2011 yılı sonu itibarıyla, 3.220’tür. Ayrıca, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde kullanılan ve aynı zamanda yakalanan kişilerin transferlerinde kullanılma potansiyeline sahip bulunan 31.623 araç bulunmaktadır.93 Aynı işlev ve yetkiye sahip jandarma karakollarının sayısı da 5.000 olarak açıklanmaktadır.94 Yanı sıra 63.009 işyeri, yakalama yapma yetkisine sahip özel güvenlik birimlerinin görev yapması için özel güvenlik izni almıştır.95 2011 yılı verilerine göre Türkiye’deki sivil cezaevi sayısı 377’dir.96 Kişilerin özgürlüklerinden alıkonulması potansiyeline sahip, yukarıda belirtilen 70 bin civarındaki mekana ayrıca askeri cezaevleri, askeri disiplin koğuşları, askeri üslerde bulunan güvenlik birimleri, eğitim evleri, sığınmacı ve mültecilerin tutulduğu birimler, havaalanı transit bölgeleri, hastanelerin kapalı tedavi birimleri, yatılı okullar, yetiştirme yurtları gibi, kişilerin kendi iradeleri ile ya da iradeleri olmasa da konuldukları ancak kendi iradeleriyle ayrılmalarına izin verilmeyen her türlü mekanı da bu listeye dahil ettiğimizde bu rakamın ciddi bir rakam olacağı açıktır. Kişileri özgürlüklerinden alıkoyma yetkisine sahip görevlilerin sayısına göz atmak da bu alanın ne denli geniş, yaygın biçimde örgütlenmiş bir sektör olduğunu anlamak ve dolayısıyla da bir Ulusal Önleme Mekanizmasının görev alanı içindeki kişilerin sayısını ve muhtemel muameleleri tahayyül etmek bakımından anlamlı olacaktır. 2011 yılı sonu itibariyle Jandarma Genel Komutanlığı’nda 211.950, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde 240.357 ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nda 5.498 personel görev yapmaktadır.97 Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Güvenlik Dairesi Başkanlığı’nın verilerine göre 2011 yılsonu itibariyle özel güvenlik görevli sayısı 214.069’dur. Bunların 178.818’i polis bölgesinde yer alırken jandarma bölgesinde 35.251 kişi görev yapmaktadır. Bu rakam 130’un üzerindeki ülkenin asker sayısından daha fazladır. Hepsi henüz görev yapmıyor olmakla birlikte Türkiye’de özel güvenlik elemanı kimliğine sahip olan ve dolayısıyla özel güvenlik olarak çalışma iznine sahip kişilerin sayısı polis bölgesinde 487.988, jandarma bölgesinde 98.170’dir. Sertifika alan özel güvenlik görevlisi sayısı polis bölgesinde 844.695, jandarma bölgesinde ise 14.078’dir.98 93 http://www.egm.gov.tr/indirilendosyalar/PERFORMANS2012.pdf 94http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=HaberYazdir&ArticleID=1079236 95 http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/02/21/polis-kadar-ozel-gu venligimiz-var 96http://www.cte.adalet.gov.tr/ 97 http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/02/21/polis-kadar-ozel-gu venligimiz-var, http://www.egm.gov. tr/indirilendosyalar/PERFORMANS2012.pdf 98http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/02/21/polis-kadar-ozel-guvenligimiz-var 43 44 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Bu rakamlara ayrıca ordu içinde, Mart 2012 itibariyle görevli 456.661 askeri personeli de eklemek gereklidir.99 Sadece güvenlik sektöründe çalışan ve kişileri özgürlüklerinden alıkoyma yetkisine sahip yaklaşık olarak 1,5 milyon resmi ve özel güvenlik görevlisinin yanı sıra özel ve kamuya bağlı sağlık kuruluşlarının kapalı tedavi birimleri, bakım evleri, yatılı okullar gibi çok sayıdaki birimlerde görev yapanlar da dahil edildiğinde bu sayı çok daha ciddi boyutlara ulaşacaktır. Yukarıda verilen rakamlar, kişilerin özgürlüklerinden alıkonulması muhtemel mekanlar ve kişi özgürlüğünün sınırlanması yetkisine sahip kamu görevlilerinin devasa sayısına ilişkin bir fikir vermektedir. Bunlar, bir ulusal önleme mekanizmasının denetim yetkisinin/ alanının çerçevesini oluşturmaktadır. Öte yandan ulusal önleme mekanizmasının koruması altında olması gereken hedef kitle de, yukarıdaki sayılarla doğru orantılı olarak, hiç de azımsanacak bir rakamda değildir. Alıkonulma yerleri içinde, kişilerin özgürlüklerinin diğer mekanlara göre daha uzun süreli olarak kısıtlandığı mekanlardan sadece (sivil) cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin sayısı, 31.01.2012 tarihi itibariyle, 131.317’dir.100 Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2010 yılı Faaliyet Raporundaki verilerine göre bir yıl içinde 440.959 kişi hakkında, suç soruşturmaları kapsamında bir özgürlüğün kısıtlanması biçimi olan “yakalama” işlemi uygulanmıştır.101 Öte yandan Türkiye’de, Sağlık Bakanlığına ait İstanbul, Samsun, Manisa, Adana, Elazığ, Trabzon ve Bolu illerinde toplam 8 adet Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi (RSHH) mevcuttur. Ayrıca genel hastaneler içinde ve üniversite hastanelerinde yataklı tedavi ve poliklinik hizmetleri verilmektedir. Kamu sektörü dışında Ankara ve İstanbul’da özel ruh sağlığı hastaneleri ve bunların bünyesinde yataklı psikiyatri hizmeti veren bölümler vardır. Bu hastanelerdeki adli, kronik bakım ve bağımlılık tedavisi için kullanılan yataklar da dâhil olmak üzere ruh sağlığı hastalarına ayrılmış yatak sayısı 7356’dır. Sağlık Bakanlığı verilerine göre kronik servislerde ve korumalı evlerde kalan 564 hastanın hastanede kalış süreleri 5-50, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesindeki 364 hastanın hastanede ortalama kalış süresi 27 yıldır. Bakanlık verileri, ulusal düzeyde hastalık yükü nedenlerinin temel hastalık gruplarına göre dağılımı yapıldığında, kardiyovasküler hastalıklardan sonra psikiyatrik hastalık grubunun % 19 ile ikinci sırada yer aldığını ortaya koymaktadır102 ki bu da ruh sağlığı alanının, önleyici ziyaretlerin temel hedeflerden biri olması gerektiğini göstermektedir. Ciddi bir sorun alanı olarak ele alınması gereken ruh sağlığı hastaneleri ve hastalarının yanı sıra yatılı okullarda, bakımevlerinde kalanlar, muvazzaf askerler, askeri cezaevlerinde/ disiplin koğuşlarında tutulanlar, vb. dâhil edildiğinde, ulusal önleme mekanizmasının koruma şemsiyesi altına giren hedef kitlenin sayısal çokluğu kadar yelpazesinin genişliği de dikkate alınması gereken bir unsurdur. http://www.tsk.tr/3_basin_yayin_faaliyetleri/3_4_tsk_haberler/2012/tsk_haberler_29.htm http://www.cte.adalet.gov.tr/ 101 http://www.egm.gov.tr/indirilendosyalar/faaliyet_raporu_2010.pdf 102 Sağlık Bakanlığı Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı (2011-2023), http://www.saglik.gov.tr/TR/dosya/173156/h/ulusal2608112.pdf 99 100 Bölüm II - Türkiye C. ÖNLEYİCİ ZİYARETLERİN YAPISI 1. Ziyaret Heyeti Ziyaretleri gerçekleştirecek olan heyetin bileşenleri ziyaret edilecek alıkoyma yerine ve yapılacak ziyaretin özelliğine göre farklılık gösterecektir. Bu nedenle önleyici ziyaretleri gerçekleştirecek olan heyetin sayısının ve yapısının gerçekçi biçimde organize edilmesi gereklidir. Ulusal önleme mekanizması içinde oluşturulacak ekibin dört üyesi olduğu ve haftada bir, bir alıkoyma yerini inceleme ziyareti yaptığı var sayıldığında bu, yılda 52 ziyaret anlamına gelecektir ki tek bir heyetin, her hafta bir başka yere yolculuk yaparak ziyaretler gerçekleştirmesi, alıkonulanların yanı sıra hem mekândaki görevlilerle ve hem de yetkililerle görüşmesi, daha sonra tavsiyeleri de içeren raporlar yazması ve süreç içinde bu tavsiyelerin yerine getirilip getirilmediğini izlemek üzere yeni ziyaretler gerçekleştirmesini beklemek ne yazık ki mümkün değildir. Bu nedenle UÖM’nin ziyareti gerçekleştirecek uzmanlar heyetinin birden fazla sayıda tasarlanması gerekli olacaktır. Aşağıda, Türkiye’deki alıkoyma yerlerine, alıkoyma yetkisine sahip kişilere ve bir yıl içinde özgürlüğünün kısıtlanması muhtemel kişilere ilişkin tahmini sayılar ele alınmıştır ve bu iş yükünün altından kalkmak üzere hem insan gücü ve hem zaman ve hem de mali olarak ciddi bir örgütlenme gereklidir. Ziyaretlerin verimliliğinin sağlanması ve yapılacak işin, alanın gereksinimlerine karşılık verebilmesi için bir öncelik sıralaması yapılması uygun görünmektedir. Örneğin; belirlenecek birinci öncelikli yerlerin yılda bir kez ve ikinci öncelikli yerlerin de iki yılda bir kez ziyaret edilmesi öngörülebilir. Ancak bu doğrultudaki bir sistem kesin bir kural olarak değil esnek bir sistem olarak öngörülmeli ve mekanizmanın farklı koşullar altında, değişik zamanlarda da ziyaretler gerçekleştirebileceği belirtilmelidir. Bu çerçevede, ziyaretlerin, farklı uzmanlıklara sahip 4 kişilik heyetlerce gerçekleştirilmesi uygun görünmekle birlikte Türkiye koşulları dikkate alındığında en az 20 farklı ziyaret ekibinden oluşacak bir sistemin varlığı, süreç içinde ortaya çıkması muhtemel (zaman, kadro, iş yükü vb.) sorunların önüne geçilmesini sağlayacaktır. 2. Ziyaretlerin Gerçekleştirilmesi Devlet, UÖM’nin hangi sıklıkla ve hangi biçimde ziyaret gerçekleştireceğine olanak tanıyan bir düzenleme yapmalıdır. Bu, özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişilerle özel görüşmeler yapılması ve Seçmeli Protokol uyarıca, kişilerin özgürlüklerinden alıkonulduğu ya da alıkonulma olasılığı bulunduğu her türlü yere her zaman, habersiz ziyaretler yapma olanağını güvence altına almalıdır.103 Bu güvence, mekanizmanın, istediği kişiyle herhangi bir müdahale olmaksızın ve mahremiyetin gerçekleştiği koşullar altında yapılmasının yanı sıra kişilerden alınacak bilgi ve belgelerin gizliliğinin sağlanmasını da kapsamak zorundadır. Görüşülen kişilerin rızasının bulunmadığı hiçbir durumda bu bilgiler hiçbir mercii ile paylaşılmamalıdır. Ayrıca, kişilerin kimlik bilgileri de herhangi bir misilleme ya da tehdit BM Önleme Alt Komitesi’nin Dördüncü Yıllık Raporu (Committee against Torture, Fourth annual report of the Subcommittee on Prevention of Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment) CAT/C/46/2, 3 Şubat 2011 (Bundan sonra “CAT/C/46/2” olarak anılacaktır), para 88 103 45 46 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? olasılığına karşı gizli tutulmalıdır. “Zarar vermeme” kuralı da “önleme” perspektifine eklenmesi gereken bir unsurdur. Gizliliğin sağlanması durumunda bile UÖM’nin görüştüğü kişilere veya ziyaretlerden önce ya da sonra hassas ve kritik konularda bilgi veren kişilere, kurum çalışanlarının yanı sıra diğer alıkonulanlar tarafından misilleme yapılması ya da bunların tehdit edilmeleri mümkündür. Devlet, ziyaretlerin gerçekleşmesi sırasında UÖM ile iletişim kurmuş veya UÖM’ye doğru ya da yanlış herhangi bir bilgi verdiği için bu kişi ya da örgütlere herhangi bir yaptırım ya da misilleme uygulanması talimatı vermemeli, verilmesine izin vermemeli ya da olası bir uygulamaya da hiç bir biçimde tolerans göstermemelidir. Aynı biçimde, böylesi kişiler ya da örgütlere hiç bir ayrıcalık da tanınmamalıdır. 104 Bu çerçevede UÖM kurucu yasasında, kişinin açık rızası olmadığı her durumda, kişilerin kimlik bilgilerinin ve yakınma konularının ya da tanıklıklarına dair anlatımların istisnasız olarak gizli tutulması kuralı ile olası misilleme ve tehditleri engelleyici ve gerçekleşmesi durumunda cezalandırma hükümlerini içeren düzenleme yapılmalıdır. 3. Türkiye’de İzleme Pratikleri Türkiye’de, kişi özgürlüklerinin sınırlandığı alanlarda işkence ve diğer kötü muamele fiillerinin yaygınlığına ve kişilerin tutuldukları mekânlardaki koşulların olumsuzluğuna karşın etkin bir denetimden bahsetmek mümkün değildir. Bu durum, denetim mekanizmalarının olmayışından ya da denetim yapabilmek için yeterli olanakların ya da alt yapının bulunmayışında değil var olan tüm yapıların/mekanizmaların doğrudan ‘devlet aklı’ ile oluşturulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle, temel sorun, ihlalcinin aynı zamanda denetleyici olamayacağı gerçeğinin kavranmamış olmasıdır. TİHK Yasası öncesinde, Türkiye’de “TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu”, “İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları”, “Cezaevi İzleme Kurulları”, “İnsan Hakları Üst Kurulu”, “İnsan Hakları Danışma Kurulu”, “İnsan Hakları İhlali İddialarını İnceleme Heyetleri” ve “Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı” gibi izleme işlevi üstlenebilecek yapılar bulunmakta idi. Ancak bunların hiç birinin işkence yasağının mutlak karakterine uygun önlemeye yönelik etkin bir denetim yapabildiğini söylemek mümkün değildir. Nitekim etkin bir denetimin olmadığı gerçeğine Avrupa Komisyonu 2011 Yılı İlerleme Raporu’nda da vurgu yapılmaktadır; “Cezaevlerinin denetlenmesine ilişkin standartlar, hâlâ BM standartlarına uygun değildir. Cezaevi izleme kurulları etkin çalışmamakta ve her cezaevi için bir kurul bulunmamaktadır. Kurulların, habersiz ziyaret yapma hakları veya kaynakları yoktur. Bazı illerde, il insan hakları kurulları habersiz ziyaretlerde bulunmaktadır; ancak, bu kurulların raporları, uygulamada değişikliğe yol açmamıştır.”105 CAT/C/46/2, para 89 2011 İlerleme Raporu 104 105 Bölüm II - Türkiye İl ve ilçe insan hakları kurulları ile cezaevi izleme kurulları alıkonulma yerlerinde ciddi insan hakları ihlallerine rastlamazken Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi, 2009 yılında karakollar, cezaevleri ve mültecilerin tutulma yerlerine yaptığı 33 habersiz izleme ziyareti sırasında çok sayıda ihlal saptamıştır:106 - Yakalama anında aşırı güç kullanımı devam etmektedir. - Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yer alan 4 güne kadar alıkoyma yetkisi ile sistematik olarak kullanılmaya başlanmıştır. - Gözaltındakiler uyutulmamaktadır. (Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi) - Muayene esnasında polislerin odada bulunması sebebiyle, şüpheliler doktorlarla özel konuşamamakta, muayene aceleyle yapılmakta ya da hiç yapılmamaktadır. - Mülteci misafirhanelerinde tutulanlara yeterli açık hava egzersizi yapma olanağı verilmemektedir. - Cezaevlerinin fiziksel koşulları kötüleşmiştir. Cezaevlerinde kalanların üç yıl içerisinde iki kat artması kaygı vericidir. - Çocuk mahpuslar yere serilen şilteler üzerinde yatmak zorunda kalmaktadır. Havalandırma olanakları yeterli değildir. Çocuklara, kişisel hijyen, temizlik maddeleri veya çarşaf/yastık kılıfı temin edilmemekte, yemek haricindeki kullanılan elektrik dahil olmak üzere bütün masrafları kendileri tarafından karşılanmakta, bir çoğunun para kazanma olanağı olmadığı için aile desteğine ihtiyaç duymaktadır. (Batman M Tipi Cezaevi) - Cezaevlerinde 1750 tutukluya 1 doktor düşmektedir. 206 cezaevi doktoru kadrosundan sadece 64’ü doludur. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi tarafından saptanan bu tür ihlallerin iç hukuktaki diğer denetim mekanizmaları tarafından saptanamıyor olmasının yapısal ve yasal nedenleri bulunmaktadır ve bunlara bakmakta yarar vardır. İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları Yönetmeliği’nin 12. maddesinin (f ) bendi uyarınca kurullar, insan hakları uygulamalarını yerinde görmek amacıyla ilgili kurum ve kuruluşlara ziyaretler gerçekleştirebilirler. Bunun için bir şikâyet yapılmış olması gerekli değildir. 2008 yılına kadar görece işlerliği olan Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı web sitesinin il ve ilçe insan hakları kurulları bağlantısı çalışmadığı gibi iller bazında verilen linklerin de hemen hemen hiçbiri açılmamaktadır. Açılan il kurulları sitelerinde, kurulların yıllık raporları incelendiğinde ise kurulların Seçmeli Protokol çerçevesinde “periyodik” ya da “ad hoc” denilebilecek herhangi bir ziyaretine rastlanmamaktadır. Ziyaret adı altında raporlara yansıyanlar bir izleme ziyaretinden çok misafir ziyareti olarak yapılmış durumdadır.107 http://www.cpt.coe.int/documents/tur/2011-03-31-tur.htm http://www.haberler.com/suudi-arabistan-heyeti-bozuyuk-acik-cezaevi-ni-haberi/; http://www.ankaraf2. gov.tr/ 106 107 47 48 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Avrupa Komisyonu uzmanı Dr. J.J. McManus’un 2011 yılında görüşülen bir Cezaevi İzleme Kurulundan aldığı bilgiler ve edindiği gözlemler aslında tüm izleme kurulları için aşağı yukarı aynıdır; Kurulun her bir üyesi farklı mesleklere (doktorlar, eczacı, avukat, sosyal hizmet müdürü) sahip beş üyesi vardır. Beş üyeli bu Kurul, yedi cezaevinden sorumludur ve ziyaretleri de boş zamanlarında gerçekleştirmektedirler. Sadece atandıklarında temel bir eğitim almışlardır. Bir büroları yoktur, sekreterleri bulunmamaktadır. Cezaevlerine ziyaret yapabilmek için cezaevi araçlarını kullanmak zorunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla tüm ziyaretler önceden bildirilmektedir. Kurul hakkında mahpuslara herhangi bir bilgi verilmemekte ve mahpusların, avukatları tarafından bilgilendirildiği varsayılmaktadır. Her dört ayda bir Bakanlığa sundukları ve yayınlanmış raporlardan birinin kendilerine verilmesi istendiğinde bunun kesinlikle yasak olduğunu belirtmişlerdir. Kurullar arasında, deneyim ve bilgi paylaşımı amacıyla herhangi bir toplantı yapılmamaktadır.108 Yine McManus tarafından hazırlanan raporda, infaz hakimlerinin cezaevleriyle ilgili rollerine dair sadece mahpuslar değil (ki çok sayıda mahkum infaz hakimliğini hiç duymamıştır) cezaevi çalışanları arasında da ciddi bir yanlış anlamanın söz konusu olduğu belirtilmektedir. Öyle görünmektedir ki temel işlevleri, cezaevi disiplin kurulu tarafından verilen disiplin cezalarının itiraz mercii olmaktır. Her hakim birden fazla cezaevinden sorumludur ve çoğu hakim bu görevlerini cezaevlerini ziyaret etmeksizin gerçekleştirmektedir.109 Uluslararası kurumlarca hazırlanan bu raporlardaki tespitlerin doğruluğunu gösteren, resmi itiraf sayılabilecek saptamalar da mevcuttur. Örneğin İzmir Valiliği, yapılan bir bilgi edinme başvurusu üzerine “İl İnsan Hakları Kurulumuzun bir alt komisyonu olan Cezaevi ve Gözaltı Birimlerini İzleme Komisyonu tarafından 2010-2011 yıllarında polis ve jandarma karakollarına yapılan ziyaretler ile ilgili bilgi talebinize istinaden, incelenen kayıtlarımızda, belirtilen yıllarda polis ve jandarma karakollarına ziyaret yapılmadığı tespit edilmiştir”110 denilmektedir. Ziyaret yetkisine sahip kurumlara gereğinden fazla iş yükü vermek, ziyareti gerçekleştirecek yetkileri tanımamak, yeterli ve bağımsız bütçe olanakları sunmamak, ziyareti gerçekleştirecek bireyler ya da heyetler açısından doğal olarak bir angarya biçimine dönüşmektedir. Bağımsızlık, tarafsızlık koşulları, görev ve bütçe güvenceleri sağlanmamış yapılarda sonucun “işlemeyen kurumlar” olması kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu111 da bir başka örnek olarak ele alınabilir. Komisyondan bir heyet, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin Konya E Tipi Ceza İnfaz Kurumu’nda kötü muamele olduğuna dair iddiaları üzerine Cezaevine giderek çeşitli görüşmeler yapmıştır. Heyet; suç tipi, cinsiyet, yaş grubu ve infaz rejimi birbirinden farklı Report of Dr J. J. Mcmanus On Penitentiaries, TAIEX Peer Review Mission to Turkey, January 2011 (Bundan sonra “TAIEX Raporu” olarak anılacaktır.) 109 TAIEX Raporu 110 İzmir Valiliği Hukuk İşleri Şube Müdürlüğü’nün İzmir Barosu Başkanlığı’na gönderdiği B.05.4.V LK.4.35.01.00-521.05-1023 sayılı ve 12.01.2012 tarihli yanıt 111 TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, “dünyada ve ülkemizde insan haklarına saygı ve bu konudaki gelişmeleri izlemek suretiyle uygulamaların bu gelişmelere uyumunu sağlamak ve başvuruları incelemek” üzere 3686 sayılı Yasa ile Meclis bünyesinde kurulmuştur. 08.12.1990 tarihli ve 20719 sayılı R.G. 108 Bölüm II - Türkiye 96 hükümlü veya tutuklunun gerek fiziki koşullar gerekse idari uygulamalar konusunda şikayetler alsa da kötü muamele ve işkence konusunda Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin aksine herhangi bir yakınma tespit etmediğini kayıt altına alarak kavrama ilişkin bakış açısının çerçevesini ortaya koymuştur.112 Bu iki ziyaretin arasında 3 yıllık bir zaman dilimi (AİÖK’nin ziyareti 2009’da, TBMM Heyetinin ziyareti ise 2012’de gerçekleşmiştir) olmakla birlikte ziyaret sonrası hazırlanan Rapordan TBMM Heyetinde yer alan milletvekillerinin işkence ve diğer kötü muamele mağdurlarıyla görüşmede temel ilkeler, görüşme yöntemleri (özellikle kapalı-açık uçlu soru tekniği) ve muamele biçimleri gibi konularda herhangi bir eğitimlerinin bulunmadığı gibi fiziksel koşullar ve idari uygulamaların da belli bir noktada işkence ve diğer kötü muamele biçimleri arasında sayılabileceği konusunda bilgi sahibi olmadıkları anlaşılmaktadır. Türkiye’de, şu ana kadar habersiz ziyaret gerçekleştirebilen bir devlet mekanizması dışında herhangi bir kuruluş bulunmadığı gibi izinli/haberli yapılan ziyaretlerde bile çeşitli sorunlar yaşanmıştır. Örneğin Ankara Tabip Odası, Ankara Sincan Ceza İnfaz Kurumu içerisinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin yanı sıra bu kişilerin yakınları ve avukatları tarafından çeşitli zamanlarda, cezaevindeki sağlık koşullarının olumsuzluklarına ilişkin iletilen yakınmalar üzerine Adalet Bakanlığı Genel Müdürlüğü’nden aldığı izinle 19 Kasım 2007 tarihinde, cezaevine bir ziyaret düzenlenmiştir. HÜKÜMLÜ ve TUTUKLULARIN ZİYARET EDİLMELERİ HAKKINDA YÖNETMELİK113 Heyetlerin ziyaretleri Madde 26 - (Değişik birinci fıkra:R.G-22/1/2010-27470) Resmî ya da özel kurum ve kuruluşlar, heyet hâlinde veya bireysel olarak ceza infaz kurumlarını ziyaret edebilmek ve hükümlü ve tutuklularla görüşebilmek için Bakanlıktan izin almak zorundadır. (…) Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilgili komisyonlarında görevli başkan ve üyelerin ceza infaz kurumlarına yapacakları ziyaretler hakkında bu Yönetmeliğin 40 ıncı maddesinde belirtilen usul ve esaslar uygulanır. (Değişik fıkra: RG-28/07/2007-26596) İzleme kurulu üyelerinden en az dört üyenin katılımıyla oluşan heyet ile infaz hâkimleri ve görevleri çerçevesinde denetimli serbestlik personeli önceden izin almaksızın ceza infaz kurumlarını ziyaret eder. (Değişik fıkra: RG-28/07/2007-26596) Bu ziyaret ve görüşmelerde güvenliği tehlikeye düşürmeyecek tedbirler kurum yönetimince alınır. Ziyaret ve görüşmeler, kurum görevlilerinin gözetiminde yapılır. Ancak; İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, izleme kurulu üyeleri, infaz hâkimleri, denetimli serbestlik personeli ve kanunlarla yetkili kılınmış heyet ve kişiler hükümlü ve tutuklularla özel görüşme yapabilir. (…) (Değişik beşinci fıkra:RG-6/11/2009-27398) İnsan hakları il ve ilçe kurulları, Cumhuriyet başsavcılığından izin almak suretiyle ceza infaz kurumlarını ziyaret edebileceği gibi hükümlü ve tutuklularla da görüşebilir. http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/docs/2012/raporlar/26_01_2012_4.pdf 25848 ve sayılı 17.06.2005 tarihli Resmi Gazete 112 113 49 50 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Milletvekillerinin görüşmeleri Madde 40 - (Değişik: RG-22/07/2007-27470) Millet vekillerinin, ceza infaz kurumlarındaki yaşam şartlarını yerinde görerek tespitlerde bulunmak, inceleme yapmak veya hükümlü ve tutuklular ile görüşmede bulunmak amacıyla yapmış oldukları istemler, ceza infaz kurumu idaresine bilgi vermek koşuluyla yerine getirilir. Millet vekilleri, hükümlü ve tutuklularla açık ziyaret şeklinde görüşebilir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Üçüncü Kısım Beşinci Bölüm, Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümleri ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda yer alan suçlardan tutuklu ve hükümlülerin millet vekilleri tarafından ziyaret edilmelerinde Bakanlığın yazılı izni aranır. Ceza infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlüler ile barındırıldıkları bölümler, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve diğer komisyonların başkan ve üyeleri ile yanlarında bulunan görevliler tarafından komisyon kararı ve görevleri çerçevesinde ziyaret edilebilir. Genel Müdürlük izni ile yapılan bu ziyaret sırasında Sincan Cezaevi’nin tamamını ziyaret etmek istemelerine rağmen, Heyetin, şikâyet başvurularının yoğun olduğu F1 ve L1 cezaevlerini ziyaret etmelerine izin verilmemiştir. Ziyaret ekibi, tutuklu ve hükümlülerle cezaevi yönetiminden kimsenin bulunmadığı, mahremiyete uygun bir ortamda görüşme talebinde bulunmuşlar ancak bu talepleri de “Adalet Bakanlığı’nın bu konuda talimatı olmadığı” gerekçesi ile geri çevrilmiştir. Sonuç olarak Heyet sadece F2 ve kadın cezaevinde, sınırlı bir ziyaret gerçekleştirebilmişlerdir. 114 Mültecilerin tutulduğu mülteci misafirhanelerinin ziyaret edilmesi hem mevzuat ve hem de uygulamada son derece sorunludur. Mülteci Misafirhaneleri Yönetmeliği’nin 32. maddesi uyarınca “Misafirhaneye mültecilerden, sığınmacılardan ve görevlilerden başka kimsenin girmesine izin verilmez. Ancak mülteci ve sığınmacılarla ilgili görüşme ve röportaj yapmak üzere vaki olacak başvurular Bakanlığa bildirilir ve verilecek talimata göre hareket edilir. Ziyaret izni verilenler bir deftere kaydedilir.” Bununla birlikte İçişleri Bakanlığı’nın sivil denetim için bu izni vermiş olduğu şimdiye kadar kaydedilmiş bir bilgi değildir. Misafirhanelerde tutulan yabancıların avukat ve BMMYK ziyaretleri konusunda bile ciddi sorunlar yaşandığı gibi başka uluslararası kurumların, sivil toplum kuruluşlarının ya da insan hakları savunucularının ziyaretleri katı bir biçimde sınırlanır. Avukatların da, BMMYK temsilcilerinin de, başka hukuki danışmanların da havaalanlarındaki transit noktalarda tutulan sığınmacılara erişmesine imkân tanınmaz. 115 Türkiye’de ulusal düzeydeki izleme mekanizmalarının yapısal ve işlevsel sorunların yanı sıra Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca, uluslararası insan hakları hukuku çerçevesinde tanınan yetkiler de zaman zaman ihlal edilmektedir. Türkiye’nin 1986 yılından bu yana taraf olduğu Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesi uyarınca Avrupa İşkenceyi Önleme http://www.ato.org.tr/index.php?id=72&option=com_content&task=view İstenmeyen Misafirler: Türkiye’de “Yabancı Misafirhaneleri”nde Tutulan Mülteciler, Kasım 2007, Helsinki Yurttaşlar Derneği, http://www.hyd.org.tr/staticfiles/files/multeci_gozetim_raporu_tr.pdf 114 115 Bölüm II - Türkiye Komitesi her türlü alıkonulma yerine, alıkonulan herkese, alıkoyma ve alıkonanlarla ilgili her türlü bilgi ve belgeye herhangi bir kısıtlama olmaksızın erişim hakkına sahiptir. Bununla birlikte Komite dahi erişimle ilgili sorunlar yaşayabilmektedir. 2009 yılındaki Türkiye ziyaretinde AİÖK, gözaltında işkence gördükleri iddiasıyla açılan iki soruşturma dosyasına erişmek istemiş ise de Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “soruşturmanın gizliliği” ileri sürülerek izin verilmediğini belirtmektedir. Komite, Başsavcılığın bir yandan “gizlilik” argümanını ileri sürmesini ve öte yandan da şikayetlerin “temelsiz” olduğunu belirtmesini de çelişkili bulmuştur. Komite, bir konuyu araştırırken ulusal hukuka ve meslek etiğine saygılı olmak zorundadır. Bununla birlikte Komite’nin etkinlikleriyle uyumlu bir bilgi edinme talebinin doğrudan reddini ya da ret anlamına gelecek bir koşul ileri sürülmesini hiçbir şey haklı gösteremez.116 Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesi çerçevesinde Türkiye’deki alıkonulma yerlerini, herhangi bir sınırlama olmaksızın ziyaret etme yetkisi bulunan Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin dahi sorunlarla karşılaştığı bir sistemde, oluşturulacak ulusal önleme mekanizmasının görev ve yetkilerinin kapsamı ve çerçevesinin, yasayla ve net olarak çizilmiş olmasının önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. 4. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası Yasayla TİHK’a alıkonulma yerlerini ziyaret yetkisi tanınmakta ise de ziyaret sisteminin işleyişi ayrıntılı olarak düzenlenmemiştir. Gerek ziyaretlerin yapılması, gerekse ziyaretlerde kimlerin yer alacağı tamamen Kurum Başkanı’nın inisiyatifine bırakılmıştır. Yasada, sadece Kurul’un görev ve yetkilerinin düzenlendiği bölümde, “gerektiğinde üç Kurul üyesinden müteşekkil heyetler ile özgürlüğünden mahrum bırakılan ya da koruma altına alınan kişilerin bulundukları yerlere ziyaretler gerçekleştirileceği” belirtilmektedir. Bunun dışında, ziyaretlerde kaç uzman ya da uzman yardımcısının görev alacağı da açıkça belirtilmemiştir. Yasa’ya göre Kurum’un inceleme, araştırma ve ziyaret yapması gerektiğinde Başkan’ın belirleyeceği Kurum personelinin başkanlığında, ilgili kurum ve kuruluşların temsilcilerinin ve kişilerin katılımıyla heyet oluşturulacaktır. Heyette görev alacak kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcileri kendi kurum ve kuruluşlarınca, diğer kişiler ise Başkan tarafından belirlenecektir.117 Bununla birlikte her alıkonulma yerinin sahip olduğu farklı özellikler nedeniyle ziyaret heyetinde görev alacak uzman gereksinimi de farklı olacaktır. Bu gereksinimler gözetilmeksizin yapılacak ziyaretlerin eksik ve işlevsiz olacağı açıktır. Yasada bu yönde herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Yasada, ziyaretlere ilişkin Seçmeli Protokol’de sayılan güvencelere de yer verilmemiştir. Kurul başkanı, başkan yardımcısı ve üyelere tanınan bağışıklık güvencesi ziyaret ekibine tanınmamış durumdadır. Zira, yukarıda Yasa’dan aktarılan ifadelerden de anlaşıldığı üzere Kurul üyeleri her zaman değil “gerektikçe” ziyaret ekiplerinde yer alacaklardır. Ekipler daha çok Kurum içindeki personelden ve gerektiğinde ilgili kurum ve kuruluşların http://www.cpt.coe.int/documents/tur/2011-03-31-tur.htm; para 7 116 bkz. 6332 TİHK Yasası, Madde 13/2 117 51 52 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? temsilcilerinden oluşacaktır. Bağışıklık güvencesinden yoksunluk, bu ekiplerin etkisiz ve işlevsiz kalması potansiyelini güçlü biçimde taşımaktadır. Alt Komite raporlarında altı çizilmiş bulunan “gerçek ve potansiyel” alıkonulma yerlerinin belirlenmesi gerekliliğinin aksine ziyaretlerin hangi alıkonulma yerlerini kapsayacağı belirtilmemiş118, alıkonulma mekânlarının, eklentiler de dâhil olmak üzere tüm bölümlerine yapılabileceği güvence altına alınmamıştır. Ziyaret edilecek yerlerin seçimine nasıl karar verileceği düzenlenmemiş olduğu gibi ziyaretin kendisi de Başkan’ın inisiyatifine bırakılmıştır. Ayrıca, ziyaretlerin hangi koşullarda yapılacağı, bu ziyaretler sırasında idari birimlerin yükümlülüklerinin ne olacağı da ayrıntılı olarak belirtilmemiştir. Sadece “Kamu kurum ve kuruluşları ile görevliler, bu tür ziyaretler sebebiyle gerekli yardım ve kolaylığı göstermek zorundadır.” biçiminde çok genel bir ifade kullanılmıştır. Ziyaretler sırasında, ziyaret ekibinin ve kişilerin güvenlik ve mahremiyetlerinin sağlanması için uygun ortamların oluşturulmasına ve gerektiğinde çevirmen yardımına başvurulmasına ilişkin düzenleme de bulunmamaktadır. Yine kuruma başvuran, kurumla ilişkiler geliştiren kişi ve kuruluşlar gibi ziyaretler sırasında görüşülen kişilere karşı baskı ve diğer caydırıcı yöntemler uygulanmasına karşı herhangi bir önlem öngören düzenlenme yapılmamıştır. Kişilerden alınan bilgilere ilişkin sır saklama yükümlülüğü ise sadece Başkan, başkan yardımcısı ve üyelere tanınmış durumdadır. Uzmanlar, ziyaret ekibi ve kurum çalışanları için böyle bir yükümlülük öngörülmemiştir. Sır saklama yükümlülüğü ise “kanunen yetkili kılınan merciden başkasına açıklayamama” ile sınırlandırılmıştır. Bu durumda, herhangi bir kademedeki Kurul üyeleri ve çalışanları, örneğin, mahkemeler tarafından istenmesi halinde ilgili kişinin rızası olmasa bile bu bilgileri vermekle yükümlü kılınmış durumdadır. Aslında kişinin rızasının bulunmadığı durumda bu bilgililer hiçbir mercii ile paylaşılmamalıdır. Her ne kadar inceleme, araştırma ve ziyaretleri düzenleyen maddede “ilgili kurum ve kuruluşlarının temsilcileri…” denilse de sivil toplum herhangi bir biçimde ziyaretlerle ilişkilendirilmemiş ve ziyaretler, kamu kurumları tarafından gerçekleştirilecek bir etkinlik olarak tanımlanmıştır. Yapılan ziyaretler ve bu ziyaretlerde saptanan eksiklik ve ihlallerin giderilip giderilmediği ve sorumlular hakkında işlem yapılıp yapılmadığının takip edilmesi, yapılacak işin amacına ulaşması bakımından olmazsa olmaz bir süreçtir. Ziyaret edilen yer yetkililerinin ya da bunlardan sorumlu birimlerin “gereklilikleri yerine getirdik” açıklamalarının gerçek olup olmadığının, yapılanların gereksinimlere uygun olup olmadığının, ilk ziyarette bilgi edinilen kişilerin daha sonra herhangi bir baskıya uğrayıp uğramadıklarının öğrenilmesi ancak bir kez daha gerçekleştirilecek bir ziyaretle mümkün olabilecektir. Bununla birlikte “izleme/takip ziyaretleri” olarak adlandırılan bu süreç Yasa’da tanımlanmamış durumdadır. BM Önleme Alt Komitesi, 2010 Raporu, 5 Mart 2010, para.52 (Bundan sonra “CAT/C/44/2” olarak anılacaktır.) ve CAT/C/40/2, para. 28 (h) 118 Bölüm II - Türkiye Bu da ne yazık ki Yasakoyucu iradesindeki ve Yasa’nın niteliğindeki yüzeyselliği bir kez daha ortaya koymaktadır. D. ŞİKAYET ALMA VE BAŞVURULAR UÖM, ziyaretler sırasında ya da doğrudan, yazılı veya sözlü şikayet ve başvurulara muhatap olabilir. Bu nedenle Kurucu yasanın, şikayetler ve başvurular konusunda, genel olarak UÖM’nin ve özel olarak da ziyaret ekibinin nasıl bir yol izleyeceğini de belirlemesi gereklidir. İşkencenin önlenmesi çerçevesinde yapılacak ziyaretlerde, ziyaretçi heyetin şikâyet alma, aldığı şikayetler ya da karşılaşılan vakalarla ilgili resen suç ihbarında bulunma yetkisinin olup olmayacağı; işkence vakalarında, mağdurun rızası olmasa bile suç ihbarında bulunulup bulunulmayacağı; şikayetlerin hangi mercilere iletileceği (sadece idari düzeyde mi kalacağı yoksa adli mercilere yansıtılıp yansıtılmayacağı); suç teşkil eden bir fiilin işlendiğini gören/tanıklık eden ziyaretçi heyetin adli/idari merciler karşısındaki konumu (müşteki/tanık) gibi sorun alanlarını dikkate alan bir düzenleme yapılması gerekecektir. Mekanizmanın, kendisine gelen şikayet ve başvurularla ilgili soruşturma yürütüp yürütmeyeceğinin ve bu soruşturmanın sonucunda alınacak kararın ya da hazırlanacak raporun işlevinin ve usule ilişkin yolların da belirlenmesi, mekanizmanın yaptığı çalışmanın amacına ulaşması ve konuyla ilgi tarafların da adalet duygusunun tatmini sonucunu doğuracaktır. E. BAĞIMSIZLIK Seçmeli Protokol’ün 18/1.maddesi, Taraf Devletlerin, ulusal önleme mekanizmaların işlevsel bağımsızlığını ve yanı sıra personelin bağımsızlığını güvence altına almaları gerektiğini belirtmektedir. Aynı maddenin 4. fıkrasında ise UÖM’ler kurulurken bağımsızlığın daha güçlü bir biçimde güvence altına alınabilmesi için ayrıca İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması İçin Ulusal Kurumların Statüsüne Dair İlkelere yani Paris İlkeleri’ne yollama yapmaktadır. Ulusal mekanizmaların oluşturulmasına ilişkin temel referans belge olan Paris İlkeleri’nin ruhunu ortaya koyan ana unsur ise mekanizmaların, hükümetlerden fiili (de facto) ve hukuki (de jure) bağımsızlığıdır. Birleşmiş Milletler Önleme Alt Komitesi’nin de belirttiği üzere UÖM’lerin işlevsel bağımsızlığının ve işlevlerinin Seçmeli Protokol uyarınca yerine getirebilmesi için gerekli olan kaynakların sağlanması yükümlülüğü Protokol’e taraf devlete aittir.119 Bağımsızlık, mekanizmanın ilgilendiği alanlarda adil ve dengeli bir değerlendirme yapacağına ilişkin kamuoyunda oluşacak güvenle doğrudan bağlantılıdır. Bununla birlikte bağımsızlık aynı zamanda devletin işlem ve eylemlerinin de değerlendirilmesi bakımından mekanizmanın çalışmaları için olmazsa olmaz bir unsurdur. Analitik Değerlendirme Rehberi, para 21 119 53 54 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Mekanizmanın bağımsızlığının güvence altına alınabilmesi için üyelerin kompozisyonu ve seçim yöntemi, mali kaynaklar başta olmak üzere yeterli bir altyapının sağlanması, üyelerin göreve ilişkin güvencelere sahip olması temel unsurlardır.120 1. Bağımsız Bir Temel Paris İlkeleri (m.A2), mekanizmanın bileşim ve yetkilerinin çerçevesini ayrıntılı bir şekilde belirleyen anayasal veya yasal bir zeminde kurulması gerektiğine işaret etmektedir. Akreditasyon Alt Komitesi de ulusal insan hakları kurumlarının yürütme tarafından oluşturulmuş olmasının süreklilik ve bağımsızlığı sağlamaya yetmeyeceğini belirtmektedir. 121 Hükümetin yasal olarak bu mekanizmayı lağvetme, yerine başka bir mekanizma koyma ya da görev alanını, üye bileşimini ve yetkilerini istediği gibi değiştirme yetkisi olmamalıdır. Yürütme erki, fiili olarak bu yetkisini kullanma niyetinde olmasa bile ulusal önleme mekanizması üzerinde kullanılması olası böylesi bir tasarruf yetkisi, mekanizmanın bağımsızlığını tek başına ortadan kaldırmaya yeterlidir.122 Bu yüzden, Uluslararası İnsan Hakları Politikası Konseyi ve BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından da belirtildiği üzere ulusal mekanizmasının sorumlulukları, üyelerin atama süreçleri, görev süresi, görev alanı, yetkileri, personel, ücretlendirme, finansman gibi belirli temel unsurların yer aldığı anayasal ya da yasal bir metinle kurulmalıdır. Ancak anayasal temelde kurulmuş olma, mekanizmanın, varlığını uzun süre devam ettirmesini ve bağımsızlığını sağlayacağı gibi herhangi bir olumsuzlukta hukuksal yetkilerini savunmasının dayanağını da oluşturacaktır.123 Bu, aynı zamanda ulusal önleme mekanizmasını kuran yasanın, mekanizmanın kendisini ya da üyelerini bir bakanlık, devlet bakanlığı, kabine ya da idari kurul, cumhurbaşkanı ya da başbakanın kurumsal denetimi altına sokmaması gerektiği anlamına da gelir. Ulusal önleme mekanizmasının varlığını, görev alanını ya da yetkilerini değiştirme yetkisine sahip tek otoritenin bizzat yasa koyucu olması gerekir.124 2. Üyelik ve Personel Ulusal İnsan Hakları Kurumunun karar verme mekanizmasını oluşturacak olan Kurul, bağımsızlığın, uzmanlığın ve kamuoyunda oluşacak güveninin ana kaynağıdır. Çoğulculuk da Ulusal İnsan Hakları Kurumunun kamuoyu güvenini kazanabilmesi için kritik bir bileşendir.125 Bu nedenle de hazırlanacak olan yasada, üyelere ve çalışanlara ne hükümetin, ne bakanların ve ne de diğer kamu görevlilerinin dolaylı ya da dolaysız talimat Ulusal kurumların statüsüne ilişkin ilkeler, İnsan Haklarının Korunması ve Desteklenmesi İçin Ulusal Kurumlar Uluslararası Koordinasyon Komitesi Akreditasyon Raporu (Principles relating to the status of national institutions, ICC Sub-Committee on Accreditation Report), Ek III, Ekim 2011; http://nhri.ohchr. org/EN/Documents/SCA%20REPORT%20MAY%202011%20-%20FINAL%20(with%20annexes).pdf 121 Ulusal kurumların statüsüne ilişkin ilkeler, m.1.1 122 İşkencenin Önlenmesinde Ortak Akıl, s.135 123 Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının İşlevselliğinin Değerlendirilmesi, s.12-13 124 İşkencenin Önlenmesinde Ortak Akıl, s.135 125 İstişari Rapor; ”iii. Pluralism of Membership” 120 Bölüm II - Türkiye verilemeyeceği, bu yönde hiçbir girişimde bulunulamayacağı açıkça belirtilmelidir. Aynı yasak, mekanizmanın görev alanına girdiğinde, özel sektör için de geçerli olmalıdır.126 Üyelerin adaylıklarının alınması ve seçilmelerine ilişkin süreçte hükümetin ya da başka herhangi bir merciin, adaylıklar konusunda bir filtreleme yapmaması, tüm adayların, seçimi yapacak mekanizmanın önüne gitmesi gereklidir.127 Aksi halde hükümeti temsil eden kurumların dilediği kişiyi kurul üyesi olarak ataması mümkün olacaktır. Başkan ve üyelerin, hükümete bağlı çalışmaları sonucunu doğuracak bir atanma usulü ise Paris İlkelerinin ve Alt Komite raporlarının “tarafsızlık ve bağımsızlık” öngören ruhuna kesinlikle aykırıdır.128 Bağımsızlığın güvence altına alınabilmesi amacıyla, UÖM kurucu yasasında üyelerin seçilme/atama kriterleri, seçilme/atama yöntemi, görev süresi, dokunulmazlıklar ve ayrıcalıklar, görevden alma ve itiraz usulüne ilişkin düzenlemeler Paris İlkeleri ve Seçmeli Protokol’de öngörülen bağımsızlık ölçütlerine uygun biçimde düzenlenmelidir. Ayrıca ulusal önleme mekanizmasının bağımsızlığı ile ilgili en temel unsur, mekanizmanın dışa dönük ve temsili organının bağımsızlığıdır. Bu nedenle de temsili organın (Kurul) özellikle hükümetten bağımsızlığının sağlanması büyük önem taşımaktadır. Bunun sağlanabilmesinin yolu da Kurul üyelerinin Parlamento tarafından atanmasından geçmektedir. Kurul üyelerinin sorumlu olacağı yegane birim de Parlamento olmalıdır. a. Üyelerin Seçilme Kriterleri Ulusal mekanizma üyeliği için gerekli resmi kriterlerden de öte kamuoyundaki meşruluğun dikkate alınması yaşamsal bir öneme sahiptir. Ulusal mekanizma toplumdaki çeşitliliği yansıtmakta mıdır yoksa üyeler ve personel politik ya da hukuksal elitlerden mi oluşmaktadır? Atanma kriterleri toplumun etnik, dinsel, dilsel, vb. belirgin karakteristiklerini dikkate almalıdır. Çeşitlilik, karar verme mekanizması olan Kurul üyeliklerine ve personel kadrosuna uygun atamalar yapılarak sağlanabilir. Ancak çok geniş ve hantal bir üyelikten de, karar verme mekanizmasını tıkayacağı için kaçınılmalıdır.129 Üyelerin seçilme kriterlerinin yasada açıkça belirtilmesi gereklidir. Bu kriterler, görevlendirme için objektif değerlendirme yapılabilmesine olanak tanımalı ve ayrıca yetersizlik ya da görevi yerine getirmeme gibi görevden alınma nedenleri ve usulleri de yasada açıkça belirtilmelidir. Ancak kriterlerin belli bireyleri ya da grupları dışarıda bırakmak üzere düzenlenmiş olması bir risktir ama tam da bu nedenle yasal düzenlemenin, henüz taslak aşamasında iken kamuoyu ve özellikle de sivil toplum örgütleriyle paylaşılması ve tartışmaya açılması gerekir.130 Bununla birlikte Akreditasyon Alt Komitesi, ulusal kurumun, sivil toplumla sürekli iletişim içinde olmasının çoğulculuğun sağlanmasında önemli bir unsur olarak görmekte ve bu Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının İşlevselliğinin Değerlendirilmesi, s.12 İstişari Rapor; “II. Nomination and Appointment of Members” 128 CAT/C/40/2, para. 28 (c) ve (d) 129 Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının İşlevselliğinin Değerlendirilmesi, “E. Composition of a national institution’s membership” 130 Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının İşlevselliğinin Değerlendirilmesi; “14d.Criteria for membership of a national institution” 126 127 55 56 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? konuyu kredilendirme süreçlerinde önemli değerlendirme konularından biri olarak ele almaktadır.131 Ulusal mekanizmada, Paris İlkeleri’nde yer alan meslek gruplarının temsiline dikkat edilmelidir ve mekanizmanın efektif olarak çalışması için üyelerin ve çalışanlar, insan hakları alanında uzmanlık gibi, gerekli mesleki becerilere sahip olmalıdırlar. Dolayısıyla, üyelik kriterleri ve işe alma usulleri bu amacı güvenceye almalıdır. Ayrıca, göreve başlandığında bir oryantasyon eğitimi ile kendi deneyim alanları dışında duyarlılık gerektiren ya da kendi bireysel inançları ile çatışan konularla nasıl baş edeceklerine dair bir eğitim almaları gereklidir.132 b. Üyelerin Adaylığı ve Seçilmeleri Akreditasyon Alt Komitesi, seçim ve atama süreci ile ilgili olarak şu unsurlara özellikle vurgu yapmaktadır: sürecin şeffaf olması; adayların seçimi ve atanması sırasında kapsamlı bir danışma süreci; açık kadroların geniş biçimde duyurulması; çok çeşitli toplumsal gruplardan potansiyel aday sayısının arttırılması; üyelerin, temsil ettikleri örgütler adına değil kendi adlarına çalışacak kişilerden seçilmesi.133 BM Önleme Alt Komitesi de, çerçevesi Paris İlkeleri ile çizildiği üzere, üyelerin belirlenmesinde farklı kesimlerin temsilinin yanı sıra mekanizmada yer alacak üyelerin çeşitli alanlardan gelen kişilerden olmasını, cinsiyet dengesinin ve farklı sosyolojik arka planların temsilini, bu temsiliyetin uzmanlıklar düzeyinde ve nitelikli olmasını, mekanizmanın işleyişi ve etkinliği bakımından önemsemektedir.134 Paris İlkeleri’nde her ne kadar devlet/hükümet yetkililerinin Kurullarda yer alıp almamasına dair net bir düzenleme yok ise de BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, hükümet yetkililerinin mekanizmada üye olarak bulunmalarını uygun görmemektedir. Çünkü bu durum öncelikle mekanizmanın bağımsızlığını zedeleyecektir. İkinci olarak UÖM olarak, ülkedeki alıkoyma yerlerinin koşullarının iyileştirilmesi için hükümet yetkilileriyle yapıcı diyaloglar içinde olunacaktır ancak mekanizmada hükümetten üyeler bulunduğunda hükümet kendi kendisiyle konuşuyor olacak ve bu, gerçek bir diyalog olmayacaktır. Üçüncü olarak da UÖM, tutulanlarla yapılan görüşmelerde gizli tutulması gereken bilgilere erişecektir ki bu bilgiler Seçmeli Protokol’ün uyarınca hükümetten gizli tutulmalıdır.135 Ulusal İnsan Hakları Kurulları Akreditasyon Alt Komitesi’nin Genel Gözlemlerinde de hükümet yetkilerinin kurullarda yer almaması önerilmektedir. Ancak aksi durumda, yani General Observations of the ICC Sub-Committee on Accreditation, m.2.1 (Akreditasyon Alt Komitesi Genel Gözlemleri- İnsan Haklarının Desteklenmesi ve Korunması için Ulusal İnsan Hakları Kurumları Uluslararası Koordinasyon Komitesi (ICC) tarafından 2009 yılında kabul edilmiştir.) http://www.ihrc.ie/download/pdf/ genera_observations_sca.pdf 132 Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının İşlevselliğinin Değerlendirilmesi; “f.Professional skills and knowledge of human rights” 133 Akreditasyon Alt Komitesi Genel Gözlemleri, m.2.2 134 CAT/C/40/2, para. 28 (d), (e) ve (f ) 135 http://cambodia.ohchr.org/WebDOCs/DocInfoNotes/004_InfoNoteE.pdf 131 Bölüm II - Türkiye kendilerine üyelik statüsü tanınması halinde, karar alma mekanizmasında yer almamaları gerektiği gibi oy kullanma haklarının da bulunmaması gerektiği belirtilmektedir. 136 Her bir adayın atanma nedeni net ve herkes tarafından ulaşılabilir olmalıdır. Üyelik için üniversite mezuniyeti ya da devlet memurluğu için gerekli özelliklere sahip olmak biçiminde kriterler değil uzmanlık ve/veya deneyim esas olmalıdır. Kurul üyelerinin seçimi konusunda Parlamento, bağımsız uzmanlar ve sivil toplumdan yardım alabileceği gibi seçim prosedürünü yürütürken, STK ve meslek örgütleri temsilcilerinden oluşan bağımsız bir kurul da oluşturulabilir.137 Hangi usul belirlenirse belirlensin, kurulların oluşturulması, herhangi bir keyfiliğe neden olmamak ve bir sistem yaratmak amacıyla yasada belli bir usule bağlanmalıdır. Şeffaflığın ve katılımın güvence altına alınacağı bu usulün, toplumun çeşitli kesimlerinin aday belirleyerek, sürece katılacağı bir mekanizma yaratılması ile mümkün olacaktır. Adaylıklar yasayla kurulmuş meslek örgütleri, insan hakları merkezleri olan üniversiteler ile 10 yıldır işkence ile mücadele alanında ve insan hakları alanında çalışan ve çalışmalarını düzenli raporlar halinde kamuoyuna duyuran örgütler tarafından gösterilebilir. Bu yapılar kendi adaylarını, kendi örgütsel yapıları içerisinde adaylık ve seçilme kriterlerinin geniş biçimde duyurusunun yapıldığı, şeffaf ve demokratik bir seçim süreci sonucunda seçmelidir. Duyuruda, kişilerin aday gösterildikleri kurum ya da örgütler adına değil bireysel olarak çalışacakları, seçimde insan hakları ve işkencenin önlenmesi alanındaki uzmanlık ve deneyim belirleyici olacağı ve cinsiyet dengesine özen gösterileceği mutlaka belirtilmelidir. UÖM’nin üye sayısının, üyeliklerin sahip olacağı örgütsel arka plan bakımından dağılımı da eşit olmalıdır; üniversiteden üyelik %25, meslek örgütlerinden %25, insan hakları örgütlerinden %25 ve bakanlıklar düzeyinde (oylama ve karar mekanizmasına katılma hakkı bulunmaksızın) katılım %25. Ancak burada, BM İnsan hakları Yüksek Komiserliği’nin, mekanizmada hiçbir koşulda hükümetten temsilcilerin yer almamasına ilişkin görüşünü bir kez daha belirterek, bu durumda dağılımın da buna uygun olarak yapılacağını belirtmek gerekir.138 Üniversiteler, meslek örgütleri ve insan hakları örgütlerinden seçilen adaylar, herhangi bir ön eleme yapılmaksızın, doğrudan TBMM’ye sunulmalıdır. Farklı devlet kurumlarından ulusal mekanizmada çalışmak üzere aday olacaklar için de aynı kriterler ve süreç geçerli olmalıdır. Atama sürecinde kamuoyuna açık bir tartışma yürütülmelidir. Bünyesinde insan hakları merkezleri bulunan üniversiteler, meslek örgütleri ve 10 yıldır alanda çalışan, rapor yayınlayan insan hakları örgütleri ile devlet memuru olarak çalışıp da UÖM’de çalışacak adayların belirlenmesi ve seçilme süreçleri için ayrı ayrı mekanizmalar oluşturması gerekecektir. Bu sistemin herhangi bir keyfiliğe ve aksamaya neden olmaması için UÖM kurucu yasasında güvence altına alınması gereklidir. Akreditasyon Alt Komitesi Genel Gözlemleri, m.2.3 İstişari Rapor, s.10 138 http://cambodia.ohchr.org/WebDOCs/DocInfoNotes/004_InfoNoteE.pdf 136 137 57 58 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? c. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası Yasa’da her ne kadar “Kurum, bu Kanunla ve diğer mevzuatla verilen görev ve yetkilerini kendi sorumluluğu altında, bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır. Görev alanına giren konularla ilgili olarak hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Kurula emir ve talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.”139 denilmekte ise de bu, tek başına bağımsızlığı güvence altına almaya yeterli değildir. Toplam 11 üyeden oluşan İnsan Hakları Kurulu’nun 2 üyesi Cumhurbaşkanı, 7 üyesi Bakanlar Kurulu, bir üyesi Yüksek Öğretim Kurulu, bir üyesi de Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı tarafından seçilecektir.140 Kurul üyesi olmak isteyenler bu taleplerini yazılı olarak Kurum’a iletirler.141 Yanı sıra insan hakları alanında çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları, sendikalar, sosyal ve mesleki kuruluşlar, akademisyenler, avukatlar, görsel veya yazılı basın mensupları ve alan uzmanları da Kurul üyesi olabilecek nitelikteki kimseleri yazılı olarak teklif edebilirler.142 Kurum ise üye olma niteliklerine sahip olan adayları seçimi yapacak mercilere iletir.143 Ancak, ilk defa seçilecek adaylar için başvuru ve teklifleri Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine, Başbakanlığa, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına ve Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına, Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç otuz gün içinde yapılacaktır.144 Yasa düzenlemelerinden de görülebileceği gibi teorik olarak bağımsız bir kurum olduğu düşünülen Türkiye Barolar Birliği’nin seçeceği bir üyenin dışında Kurul’un diğer tüm üyeleri siyasal iktidar tarafından seçilecektir. Yasa’da, Kurul üyelerinin seçiminde, bağımsızlıklarını güvence almak üzere hiçbir kriter öngörülmüş değildir. Kurul’un, aday listelerini, seçimi gerçekleştirecek mercilere göndermeden önce bir filtre uygulayıp uygulamayacağı net olmadığı gibi Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanı tarafından uygulanacak seçim kriterleri de belirlenmiş değildir.145 Bu da aslında siyasal iktidara, istediği zaman istediği üyeleri seçme (atama) yolu ile kurumu denetim altında tutma olanağı tanımaktadır. Akreditasyon Alt Komitesi’nin Kurul üyelerinin seçimi ve atanması konusunda belirlemiş olduğu ilkeler146 açısından bakıldığında TİHK Yasası’nın belirtilen gereklilikleri karşılamadığı görülecektir. Yasa, şeffaf bir süreç öngörmemektedir. Adayların seçimi sırasında geniş bir danışma süreci Yasa’da yer almamaktadır.147 m.3/4 m.5/4 141 m.5/3 142 m.5/3 143 m.5/3 144 Geçici madde 1/2 145 İstişari Rapor; “II. Nomination and Appointment of Members” 146 Akreditasyon Alt Komitesi Genel Gözlemleri, m.2. 147 İstişari Rapor; “II. Nomination and Appointment of Members” 139 140 Bölüm II - Türkiye Avrupa Komisyonu uzmanlarının, farklı toplumsal grupların ya da organizasyonların temsilini güvence altına alan herhangi bir düzenleme bulunmadığı, cinsiyet dengesinin sağlanmasına ilişkin herhangi bir açık gereklilik ortaya konmamış olduğu, STK ve sivil toplumun temsili açıkça güvence altına alınmadığı için Yasa Tasarısı’nın temsilde çoğulculuk ilkesini yeterince sağlayamadığına ilişkin eleştirileri148 Yasa bakımından da bir bütün olarak geçerlidir. Aynı uzmanlar, Kurul üyelerinin seçim ve atanması için öngörülen prosedürün Paris İlkeleri ile uyumlu olmadığı görüşündedir. Aday olma ve seçilme kriterleri de alışılmış değildir ve örneğin, üniversite mezunu olma koşulu gibi Kurul üyelerinin çeşitliliğini daraltan düzenlemeler fazlasıyla sınırlayıcıdır.149 TİHK başkan ve üyeleri ile insan hakları uzman ve yardımcılarının en az lisans düzeyinde öğretim görmüş olmaları ve bu mezuniyetlerinin hukuk disiplini başta olmak üzere siyasal bilgiler, iktisat, işletme ve uluslararası ilişkilerden olması öngörülmektedir. Burada, farklı disiplinlere ve arka planlara kapalı olma ile “memuriyet” koşullarını taşıma gibi iki yönlü bir sorun vardır. Paris İlkeleri’nin öngördüğü çoğulculuk ve farklı uzmanlık alanları, uygulamada çıkabilecek zorluklardan da önce Yasa ile sınırlandırılmış durumdadır. Oysa gerek insan hakları ve gerekse işkenceye karşı mücadele, farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektiren alanlardır. Çeşitli uzmanlık alanlarının birlikte çalışması gerekliliğine karşın kişilerin Kurul üyesi olabilmesi için sadece üç koşul sayılmıştır; Devlet Memurları Kanunu’nda gerekli bazı özellikleri taşımak, üyelik başvurusu yapıldığı tarihte herhangi bir siyasi partinin organlarında görevli/yetkili olmamak, en az lisans düzeyinde eğitim almış olmak. Başkanlık ve üyelik için bunun dışında yeterlik, yetkinlik, ulusal/uluslararası ölçekte tanınırlık gibi kriterler aranmamaktadır. Bunun yerine, neredeyse memurluk şartlarının tekrarlanması yoluna gidilmiştir. Ayrıca, Kurulun üye profilinin oluşturulmasında cinsiyet dengesinin ve etnik/dinsel/ kültürel azınlıkların temsilinin gözetileceğine dair herhangi bir düzenlemede bulunmamaktadır. Yanı sıra Kurul üyelerinin tam zamanlı çalışacağı öngörülmediği gibi geçici kadrolar ve başka kamu kurumlarından personel görevlendirmesi yapılmasının önü yasal olarak açılarak Kurul çalışmaları, hem Kurul üyeleri ve hem de çalışanlar için adeta “ikincil/tali iş/ yük” olarak tarif edilmiş durumdadır. Gerek bağımsızlık ve gerekse üyelik konusu dikkate alındığında bile aslında Kurumun sıradan bir devlet kurumu gibi tasarlandığı açıkça görülmektedir. İnsan hakları uzmanlığı çeşitli biçimlerde edinilebilir. Bu nedenle de üniversite mezunu olmakla Kurul üyeliği için gerekli insan hakları deneyimine sahip olmak arasındaki bağlantı açık değildir. Yasada öngörülmüş koşullar, bu koşulları karşılayamayacak olan insan hakları savunucuları bakımından orantısız bir sonuç doğurabilecektir. Bu İstişari Rapor; “iii. Pluralism of Membership” İstişari Rapor, “c.Membership” 148 149 59 60 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? düzenlemeler, örneğin TCK m.301 gibi, insan haklarına aykırı yasal düzenlemeler nedeniyle sorgulanmış ya da soruşturulmuş gazeteciler veya sivil toplum kuruluşlarından bireyleri etkileyebilecektir.150 TİHK, başkan merkezli bir kurum olarak tasarlanmıştır; Kurul toplantılarının gündemini belirlemekten Kurumun stratejik planını, performans programını hazırlamaya, Kurum personelini atamaktan çalışma politikalarını oluşturmaya kadar Kurum faaliyet ve hizmetleriyle ilgili tüm yetki ve inisiyatif başkanda toplanmış, hizmet birimleri ve komisyon çalışmaları da Başkanın iradesine terk edilmiştir. Tasarıda, başkanın herhangi bir kritere bağlı olmaksızın Bakanlar Kurulu tarafından atanması düzenlenmekte ve bu haliyle TİHK, doğrudan Hükümetin bir organı niteliği taşımakta ve başkanın karşı olduğu herhangi bir konunun/faaliyetin yaşam bulması mümkün görünmemekte idi. Yasa ile bu durum yumuşatılmış ve kaygılar nispeten hafifletilmiştir. Yasaya göre başkan ve ikinci başkan, Kurul üyeleri tarafından seçilecektir.151 Bununla birlikte Kurul üyelerinin seçilme/atanma biçimi ile başkanın muazzam yetkileri bir arada düşünüldüğünde aslında yapılan Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’na yetki ve olanakları arttırma yoluyla makyaj yapmaktan başka bir şey değildir. 3. Görev Teminatı Ulusal önleme mekanizması üyeleri ve çalışanlarının iktidardan bağımsız ve tarafsızlıklarının sağlanabilmesi için göreve ilişkin güvencelerin açık biçimde tanımlanmış olması gereklidir. Akreditasyon Alt Komitesi, üyelerin görevden alınmalarının ya da ayrılmaya zorlanmalarının, ulusal kurumların akreditasyon incelenmesinde özel bir incelemeye konu olacağını belirtmektedir. Görevden alınma, yasayla tanımlanan esaslara ve usullere tamamen uygun biçimde yapılmalıdır. Görevden alınmanın, sadece atamayı gerçekleştiren yetkililerden bir başka mekanizma tarafından gerçekleştirilmesine izin verilmemelidir.152 a. Bağışıklık Önleme Alt Komitesi’nin 4. yıllık raporunda, hem UÖM üyeleri ve hem de çalışanlarının, işlevlerini bağımsız bir biçimde yerine getirebilmeleri için ayrıcalıklardan ve bağışıklıktan yararlanması gerektiği belirtilmektedir.153 Gerek Seçmeli Protokol154 ve gerekse Önleme Alt Komitesi155 üyelik teminatı bir “dokunulmazlık” ya da “bağışıklık” olarak tanımlamakta ve kurucu yasada da bu biçimde düzenlenmesi gerektiği belirtilmektedir. Bu dokunulmazlık ya da bağışıklık, görev sırasında ya da nedeniyle yapmış olunan eylemler ve işlemler nedeniyle üyeler ve çalışanlar hakkında soruşturma ve dava açılmasına karşı İstişari Rapor, “c.Membership” m.5/5 152 General Observations, m. 2.9 153 CAT/C/46/2, 3 Şubat 2011, para 88 154 Seçmeli Protokol m. 35 155 CAT/C/44/2, para.52 150 151 Bölüm II - Türkiye yargı bağışıklığı tanınması anlamındadır.156 Üyelere tanınacak bu koruma pek çok ülkede yargıçlara tanınana benzerdir ve bağımsızlığın olmazsa olmaz güvencesidir.157 Akreditasyon Alt Komitesi’nin de belirttiği gibi yargı bağışıklığına ilişkin düzenleme yasayla yapılmalıdır.158 b. Geçici görevlendirme159 Akreditasyon Alt Komitesi, “ulusal insan hakları kurumunun bağımsızlığının garanti altına alınabilmesi için üst düzey kadrolarda geçici görevlendirme yapılmaması gerektiği” konusunda son derece nettir. Özellikle de “geçici görevlendirme %25’ten fazla olmamalı ve ulusal insan hakları kurumunun genel kadro sayısının da %50’sini hiçbir zaman geçmemelidir.” Yine, kurumun bağımsız çalışabilmesi için kendi çalışanlarını doğrudan kendisi işe almalıdır. Böylece kurumsal bilgi birikimi sağlanabilecek ve çalışanlar da kuruma sadakat duyacaklardır. Bu nedenle; - Çok sayıda geçici görevlendirmeye olanak tanıyan yasal bir düzenleme yapılmamalı, geçici görevlendirme için net kıstaslar getirilmelidir. - Geçici görevlendirme oranının %25’ten fazla olması yasaklanmalıdır. Bu oranın hesaplanmasında hem kadrolu olanlar ve hem de sözleşmeli çalışanlar göz önüne alınmalıdır. - Birim başkanları, insan hakları uzmanları ve başkan yardımcısı da dahil olmak üzere üst düzey kadrolara geçici atama yapılmamalıdır. - Yasa, UÖM kadrolarına başka devlet birimlerinden otomatik geçişi engellemelidir. Diğer devlet kurumlarından UÖM’ye geçmek isteyen uzman ya da personel, diğer herkes gibi adaylık, seçilme ve atanma prosedürlerine tabi olmalıdır. - UÖM çalışanlarının diğer kurumlara geçici olarak görevlendirilmesi de engellenmelidir. Devlet kurumlarından geçici atamalar yapılmasının sınırlanması ve yasayla kurallara bağlanması aynı zamanda UÖM ile diğer kurumlar arasındaki ayrımı da net biçimde ortaya koymuş olacaktır. Bu, aynı zamanda mekanizmanın ve mekanizma çalışanlarının bağımsızlığı için de son derece belirleyici olacaktır. c. TİHK Yasa Tasarısı Seçmeli Protokol ve Önleme Alt Komitesi raporunda160 üyelik teminatının bir “dokunulmazlık” ya da “bağışıklık” olarak düzenlenmesi gerekliliğine uygun olarak TİHK Yasası’nda da başkan, başkan yardımcısı ve üyeleri kapsayan bir “üyelik teminatı” maddesi bulunmaktadır. Ancak bu madde, anılan konumdaki üyelere olması gerektiği biçimde teminat sağlamaktan son derece uzaktır. 158 159 160 156 157 Ulusal kurumların statüsüne ilişkin ilkeler m.2.5’te de benzer bir düzenleme yapılmaktadır. Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının İşlevselliğinin Değerlendirilmesi, s.12-13 İstişari Rapor, 34 ve 35 nolu dipnotlar İstişari Rapor “i.secondment” CAT/C/44/2, para.52 61 62 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Öncelikle, bir “yargı bağışıklığı” değil, sadece “yakalanmama, üzerlerinin ve konutların aranmaması, sorgulanmama” güvencesi getirmekte ve görevleri nedeniyle yargılanmayacaklarına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.161 Dolayısıyla, görevleri süresinde dahi yargılanıp haklarında mahkûmiyet hükmü verilebilecektir. Kaldı ki ilgili maddede “görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlardan dolayı haklarında verilen mahkûmiyet kararı kesinleşen” başkan, yardımcısı ve üyeler hakkında üyelikten çıkarma kararı dahi verilebilecektir. Yanı sıra, üyeliklerin belli koşullarda düşürülebileceği öngörülmüş olmakla birlikte “Kurul kararlarının süresi içinde imzalanmaması veya karşı oy gerekçesini süresi içinde yazılı olarak bildirilmemesi” de üyeliğe son verme gerekçesi olarak belirtilmiştir ki bu, kötüye kullanmaya son derece açık bir düzenlemedir. Nitekim Avrupa Komisyonu uzmanlarının Tasarıya yönelik raporlarında “Tasarıda Kurul Başkanı’nın ya da üyelerinin görevlerine hiçbir biçimde keyfi olarak son verilemeyeceğine dair açık objektif kriterler bulunmamaktadır.162” denilmektedir. Uzmanların bu eleştirileri Yasa için de geçerliğini korumaktadır. TİHK Yasası, uzman sıfatıyla izleme ve raporlama alanında çalışacak olanlar yönünden herhangi bir teminat öngörmemektedir. Yine Yasa’da, UÖM için ayrıca bir personel öngörülmüş değildir. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı uzman ve uzman yardımcılarının, kurulacak TİHK’da otomatik olarak görev yapması mümkün kılındığı gibi personel işleri de geçici görevlendirmelerle çözülmeye çalışılmış durumdadır.163 4. Mali Bağımsızlık a. Mali bağımsızlık esasları Seçmeli Protokol’ün 18.maddesi, konuyu, “yeterli kaynaklar” temelinde ele alırken Paris İlkeleri’nin B2.maddesi mali konuları “bağımsızlık” temelinde ve ayrıntılı biçimde düzenlenmektedir. Bu çerçevede mekanizma, “etkinliklerini sorunsuz biçimde sürdürecek bir altyapıya, özellikle de yeterli mali kaynaklara sahip olmalıdır. Bu kaynak tahsisi, kurumun hükümetten bağımsız olmasını ve bağımsızlığına etki edebilecek bir mali kontrol altında bulunmamasını sağlamak için kendi personeline ve tesislerine sahip olmasını mümkün kılmayı amaçlar.” Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ve Birleşmiş Milletler Akreditasyon Alt Komitesi’nin ısrarla belirttiği üzere Paris İlkeleri uyarınca kurulacak Ulusal İnsan Hakları Kurumunun ve aynı ilkelerle birlikte Seçmeli Protokol hükümleri uyarınca oluşturulacak UÖM’nin hükümetten bağımsızlığının sağlanabilmesi amacıyla, bağımsızlığına etki edebilecek herhangi bir kontrole tabi olmaması gereklidir. Çünkü Kurumun bütçesinde yapılacak herhangi bir değişiklik ve kısıtlama, bağımsızlığı etkileyecek sonuçlar doğurabilir. Nitekim başka ülkelerde Kurum bütçesinin, Kurumu susturmak ya da m.6/2 İstişari Rapor; “v.Security and Tenure of Members” 163 İstişari Rapor, “i. Secondment” 161 162 Bölüm II - Türkiye etkilemek üzere araç olarak kullanıldığı örnekler mevcuttur. Bu nedenle de Kurum bütçesinin tam bir otonomi sağlayacak biçimde düzenlenmesi gereklidir.164 Kamu kaynakları hükümetin doğrudan kontrolü altında olmayan, örneğin parlamentoda yapılacak bir oylama gibi bir mekanizma tarafından sağlanmalıdır. Ulusal kuruma genel bütçede bir kalem ayrılmalıdır. Ulusal mekanizma, uluslararası kaynaklar gibi diğer kaynaklardan fon sağlama konusunda özgür olmalı ancak bu durum, ulusal mekanizmanın kamu kaynaklarından sağlanan diğer fonlara başvurusunu engellememelidir. Tam tersine, hükümetler böylesi kaynakları yaratma sorumluluğu altındadır. Ayrıca ulusal mekanizma, kendisine tahsis edilen bütçeden tasarruf etme yetkisine de sahip olmalıdır. Mali bir kontrol de düzenli olarak yapılacak bir raporlama ve yılda bir olması öngörülen düzenli bir biçimde bağımsız bir mali denetçi tarafından da denetlenir.165 Ancak kendi bütçesi üzerinde tam bir tasarruf yetkisine sahip olmak, yetersiz bir bütçe ile herhangi bir anlam taşımayacağı için bu bütçenin aynı zamanda “yeterli” olması gereklidir. Bu yeterlilik de personel, uzmanlıklar, mekan, araçlar, büro gereçleri gibi işin gerektirdiği her türlü kalem hesaplanarak çıkartılmalıdır. b. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası Seçmeli Protokol’de kurumun bütçesi“mali bağımsızlık”başlığı altında değerlendirilmekte ve bütçenin belirleniş ve kullanılış biçimi de bağımsızlığın belirleyici unsuru olarak tanımlanmaktadır. Bununla birlikte TİHK Yasa Tasarısında, Kurumun gelirleri; genel bütçeden tahsis edilecek ödenekler, Kuruma yapılacak her türlü bağış, yardım ve vasiyetler, Kurum gelirlerinin değerlendirilmesinden elde edilen gelirler olarak belirtilmiş durumdadır.166 Ancak bu düzenleme kadük olan Tasarıdaki düzenlemeyle aynıdır ve “Kurumun sahip olacağı finansal özerkliğin hangi düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun ve bağımsız bir bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.” 167 Nitekim bütçeye ilişkin bu güvencesiz durum, başkana verilen münhasır yetkiyle daha da belirginleştirilmiştir. Başkan, yıllık bütçenin ve mali tabloların hazırlanmasında olduğu gibi kullanımında da münhasıran yetkilidir. Gider kalemlerinin belirlenmesinde, örneğin, ad hoc ziyaretlerin yapılması başkanın “gerekli görmesi”ne bağlı olduğu gibi bu ziyaretler için bütçe ayırması için de “gerekli görmesi” yeterli olacaktır.168 Bütçenin belirlenmesinin ve bütçe üzerine yapılacak tasarrufun tek bir kişiye devredilmesi katılımcılık ve çoğulculuk anlayışına tamamen aykırı olduğu gibi keyfi uygulamalar için de uygun bir zemin sunmaktadır. Ayrıca Tasarıda var olan “Kurumun gelirlerinden elde edilecek gelirler” düzenlemesi, kurumun, gelir elde etmek üzere bütçeyi yatırım aracına dönüştürme riski de taşımaktadır. İstişari Rapor, “d.Budget”; Report of the United Nations Secreatry- General; A/HRC/10/54; 26 January 2009, Advance Edited version, para. 92; CAT/C/40/2, para. 28(g) 165 Ulusal İnsan Hakları Kurumlarının İşlevselliğinin Değerlendirilmesi, s.13 166 m.21 167 CAT/C/46/2, 3 Şubat 2011, para 88 168 m.10 164 63 64 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Bu hesaplamanın yapılması sırasında ise Türkiye’nin geniş yüzölçümü, yaygın idari teşkilatlanma, kişilerin özgürlüklerinin sınırlandığı ya da sınırlanma olasılığı bulunan yerler, kişi özgürlüğünü sınırlama yetkisine sahip kişiler, kişi özgülüğünün sınırlandığı ya da sınırlanma olasılığı olan kişi sayısı gibi çeşitli ancak gerçekçi bir bileşen dikkate alınmak zorundadır. Böylesi bir hesaplama sonucunda ciddi bir bütçenin doğal olarak ortaya çıkacağı açıktır. Bu çerçevede “Ceza ve Tutukevleri İzleme Kurulları” ve “İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları”nın ihtiyaca yetecek ölçüde bir bütçenin tahsis edilmemesi nedeniyle işlevsizliği ve aynı zamanda hükümet birimlerine bağımlılığı hatırlanmalıdır. Bir kez daha vurgulamak isteriz ki bütçe, hem bağımsızlık ve hem de Kurum’un işlevini gerektiği gibi yerine getirmesi bakımından kilit unsurlardan biridir. Bu çerçevede, görev ve yetkiler bölümünde de belirtildiği gibi son derece kapsamlı bir ihtiyaç analizi yapılmasını gerekli kılmaktadır. İşkence ve diğer kötü muamele biçimleri de dahil olmak üzere insan hakları ihlalleri konusunda çalışacak bu kurumun ilgileneceği hedef alanlardan sadece biri olan Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2012 yılı bütçesinin 12.119.314.000 TL169 olduğunu belirtmek gerekir. Bunun yanında özel ve kamuya bağlı sağlık kuruluşlarının kapalı tedavi birimleri, bakım evleri, yatılı okullar, cezaevleri, askeri birimler gibi mekânlarla ilgili bütçelerle birlikte devasa bir rakamdan söz edildiği de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu çerçevede Türkiye Ulusal Önleme Mekanizması olarak görev yapacak olan birimin de uğraşacağı alana ve gereksinime uygun bir orantı üzerinden bütçelendirilmesi gereklidir. Aksi halde işlevsizliği en baştan belli olan bir insan hakları kurumu daha ihdas edilmiş olacaktır. Yeterli bir bütçenin TBMM tarafından onaylanması da bütçenin herhangi bir baskı aracı olarak kullanılmasına karşı temel bir güvence olacaktır. E. RAPORLAMA, TAVSİYELER ve YAŞAMA GEÇİRİLMESİ 1. Raporlama, tavsiyeler ve tavsiyelerin yaşama geçirilmesine ilişkin esaslar Ziyaret raporları, işkence ve kötü muamele, politikalardaki ve uygulamadaki eksiklikler, tutulanların yaşadıkları koşulların uygun olup olmadığı, tutulanların haklarının korunmasındaki eksiklikler gibi önemli noktaları içermelidir. Sistematik bir analiz yapılabilmesi için iyi uygulamalar da not edilmelidir. Kasti kötü muamele fiillerinin analiz edilebilmesi bakımından, özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin korunmasındaki eksikliklerin de saptanması gereklidir. Tavsiyeler ise iyice temellendirilmeli, “önlemeye” odaklanmalı, sistematik açıkları ve uygulamaları (temelde yatan nedenleri) işaret etmeli ve uygulamada öngörülebilir olmalıdır. 170 Raporların, uygulamada, ciddi eleştirileri içermesi olasılığı göz önüne alındığında, UÖM’nin bağımsızlığının sağlanmasının da o kadar önemli olacağının altı bir kez daha çizilmelidir. Ulusal önleme mekanizması, hem hükümet yetkilileriyle ve hem de ziyaret edilen kurum yöneticileriyle, tavsiyelerin yaşama geçip geçmediğinin izlenmesi bakımından diyalogu sürdürmelidir. Tavsiyeleri de içeren ziyaret raporları, UÖM aksini öngörmediği sürece http://www.egm.gov.tr/indirilendosyalar/PERFORMANS2012.pdf Analitik Değerlendirme Rehberi, “D. Follow-up on SPT’s and own recommendations for changes”, para.21 169 170 Bölüm II - Türkiye yayınlanmalıdır. Tavsiyeleri ve yetkililerle diyalogun sonuçlarını içeren yıllık raporlar da yayınlanmalıdır. UÖM, konuya odaklı raporlar da yayınlayabilir.171 Devlet ise UÖM’nin raporlarını geniş biçimde dağıtmalıdır. Aynı zamanda ulusal yasama organına ya da parlamentoya sunulması ve tartışılması da sağlanmalıdır. UÖM’nin raporları BM Önleme Alt Komitesi’ne gönderilmeli ve web sitesinde yayınlanmalıdır. 172 Ancak bu, ne ziyaret raporlarının ve ne de Kurul raporlarının Kurum tarafından yayınlamasının önünde engeldir. Bu, çalışmaların kamuoyu tarafından bilinir hale gelmesinin yanı sıra yapılan işlerin yaptırım gücünün artmasını da sağlayacaktır. Devlet, UÖM’nin yetki ve görev alanına giren bir alanda yeni bir yasa tasarısı hazırlandığında UÖM’yi bilgilendirmeli ve yürürlükteki mevzuat veya politikalar konusunda öneriler ya da itirazlar sunmasına olanak tanımalıdır. Yetkililer tavsiyeleri incelemek ve bu tavsiyelerin yaşama geçirilmesi için UÖM ile diyaloga geçmekle yükümlüdürler.173 Bu çerçevede, UÖM’nın raporlama yapması, raporların açıklığı ve raporların devlet tarafından yayınlanması ve dağıtılması, raporlardaki tavsiyelerin yaşama geçirilmesi zorunluluğu UÖM’nin kurucu yasasında yer alması gereken zorunlu unsurlardır. 2. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yasası İnsan hakları alanındaki sorunlar, gelişmeler ile kamu kurum ve kuruluşlarının bu alandaki performanslarını değerlendiren yıllık raporlar hazırlamak, bunları yayımlamak ve ilgili kişi ve kuruluşlara dağıtmak, düzenli yıllık raporlar dışında, gerek görüldüğünde insan hakları alanına ilişkin özel raporlar yayımlamak, Kurulun görev ve yetkileri kapsamında sayılmaktadır.174 “Ziyaretlere ilişkin raporları ilgili kurum ve kuruluşlara iletmek, Kurulca gerekli görülmesi durumunda kamuoyuna açıklamak” da İşkence ve Kötü Muameleyle Mücadele Biriminin görevleri arasında belirtilmektedir.175 Kurul’un “Çalışma Esasları” bölümünde ise “Kurul, gerekli gördüğü durumlarda kararlarını, kişisel verilerin gizliliği ilkesine bağlı olarak uygun vasıtalarla kamuoyuna duyurabilir.” denilmektedir.176 Raporlama, hem Kurul’un ve hem de İşkence ve Kötü Muameleyle Mücadele Biriminin görevleri arasında yer almakla birlikte bu alandaki temel sorun raporların açıklığı ve ulaşılabilirliğidir. İşkenceyi önlemek için yapılan ziyaretlerin raporları gerekli görüldüğü anlarda değil her zaman kamuoyuna açıklanmalıdır. Ancak ne yazık ki TİHK Yasası’nda açıklık değil gizlilik esas alınmış durumdadır. Analitik Değerlendirme Rehberi, para. 19-23 Committee against Torture, Fourth annual report of the Subcommittee on Prevention of Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment, CAT/C/46/2, 3 February 2011 (Bundan sonra CAT/C/46/2 olarak anılacaktır), para 91 173 CAT/C/46/2, para 90 174 m.7/1-e 175 m.11/b-2 176 m.8/9 171 172 65 66 Ulusal Önleme Mekanizmaları “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Türkiye İçin Uygun Bir Model Mi? Diğer yandan kişilerin, kendilerine dair bilgilerin gizlenmesi konusunda itirazları olmadığı sürece “açıklık” esas olmalı ve ancak “gerekli görüldüğü durumlarda” raporlar açıklanmamalıdır.177 Alt Komite’nin 2008 yılı raporunda da belirtildiği üzere178 ziyaretlerle ilgili tavsiyeler ilgili kurumlar tarafından dikkate alınmalı ve gereği yerine getirilmelidir. Ancak Yasa’da bu konuda herhangi bir hüküm bulunmamakta ve ilgili kurumların, tavsiyeler konusunda nasıl bir yol izleyeceği düzenlenmemiş durumdadır. IV. SONUÇ Hak ihlallerin önlenmesi, insan haklarına saygının güçlendirilmesi, dolayısıyla da ülkenin demokratikleşmesi bakımından önemli fonksiyonlar üstlenebilme potansiyeline sahip, Paris İlkeleri çerçevesinde bir İnsan Hakları Kurumu’nun oluşturulması AB üyeliği sürecinde Katılım Ortaklığı Belgesi179 ve İlerleme Raporlarında180 da belirtildiği gibi Türkiye’nin mutlaka yerine getirmesi gereken bir koşuldur. BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye ek Protokol de benzer bir yükümlülüğü “Ulusal Önleme Mekanizması” kurulması bakımından getirmektedir. Yukarıda ayrıntılı olarak irdelendiği üzere Türkiye bu iki yükümlülüğü bir arada ele alarak Türkiye Ulusal Önleme Mekanizmasını, oluşturduğu Türkiye İnsan Hakları Kurumu içinde ve onun bir alt birimi olarak yapılandırmıştır. Her iki mekanizmanın çalışma alanlarında çakışmalar olsa da aslında UÖM bir uzmanlık mekanizmasıdır ve görev alanı işkencenin önlenmesi ile çerçevelenmiştir. Aslında her iki mekanizmanın farklı yapılanmalar gerektirmeleri nedeniyle oluşum süreçlerinin farklı örgütlenmesi, gereksinimlerin her iki alan için ayrı ayrı ve derinlemesine tartışılması aynı zamanda sürecin daha sağlıklı, katılımcı ve demokratik işlemesinin olanağıdır. Böylelikle bir yandan Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun kamuoyu tarafından doğru anlaşılıp sahiplenilmesine olanak tanırken diğer yandan da Kurumun Paris İlkeleri’nde ve Seçmeli Protokol’de belirtilen bağımsızlık ölçütlerini karşılamasını mümkün kılacak bu olanak ne yazık ki değerlendirilememiştir. TİHK Yasası’nın hazırlanması sürecinde şeffaf, katılımcı ve demokratik bir yol izlenmemiş ve adeta bir hükümet birimi olarak yapılandırılmıştır. Ülkede insan haklarının geliştirilmesi ve korunması için etkinlik gösteren sivil topluma ait tüm sosyal güçlerin tartışmaya dâhil edilmiş olması durumunda gereksinimlerin ortak akılla ortaya çıkarılması olanağı da elden kaçırılmış durumdadır. Nitekim, oluşturulacak kurumun hangi çapta, hangi yaygınlıkta, hangi derinlikte bir sorun alanı ile karşı karşıya olduğu ortaya konulamamış, sorun alanı iyice tanımlandıktan, gereksinimler belirlendikten sonra ülkemizin jeopolitik, sosyal, kültürel ve hukuksal özelliklerine uygun bir mekanizma oluşturulmasının temelleri atılamamıştır. CAT/C/40/2, para. 28 (m), CAT/C/44/2, para.52 CAT/C/40/2, para. 28 (l) 179 2006/35/EC Sayılı Kararın Feshine ve Türkiye ile Katılım Ortaklığının kapsadığı ilkeler, öncelikler ve koşullara dair Konsey Kararı, 2008/157/EC, 28/02/2008, 180 http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=123&l=1 177 178 Bölüm II - Türkiye Dolayısıyla gelinen noktada, işkencenin önlenmesi mücadelesi bakımdan karamsarlığa yol açan kaygı verici bir resim ile karşı karşıyayız. TİHK, bu haliyle yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen, Paris İlkeleri ve Seçmeli Protokol’de belirtilen amaca uygun izleme ziyaretlerini gerçekleştirebilecek bir yapı sunmamaktadır. Elbette tüm süreç ilkelere uygun biçimde yürütülse ve TİHK Yasası’nın ideal bir altyapı sunduğu düşünülse bile Kurum’un hemen, olması gerektiği gibi işlemesi beklenemezdi. Zira, yukarıda ilgili bölümde de belirtildiği üzere Türkiye’nin geniş yüzölçümü, farklı coğrafi bölgeleri, yaygın idari yapılanması, yetmiş beş milyona yakın nüfusu, her yıl sadece emniyet birimlerinde adli işlem gören ve cezaevlerinde kalan bir milyona yakın kişi, alıkoyma yetkisine sahip iki milyona yakın görevlinin varlığı, kişilerin özgürlüklerinden alıkonulduğu mekânların yaygınlığı ve çeşitliliği, üstelik devam ede gelen işkence ve diğer kötü muamele iddialarının yoğunluğu karşısında böylesi bir yapının hemen kurumlaşmasını tamamlaması, etkin bir şekilde sürece müdahil olması kolay değildir. Yeterli sayıda devletin onaylamasıyla 22 Haziran 2006 tarihinde yürürlüğe giren Seçmeli Protokol, yeni bir uluslararası belgedir. Bu bağlamda ziyaretler sistemine dayalı ulusal önleme mekanizması da yeni bir araçtır. Bu nedenle, Seçmeli Protokol’e taraf devletlerde uygulanan, yukarıda örnekleri de irdelendiği üzere, farklı modeller ve uygulamalar bulunduğu gibi henüz oturmuş bir uygulama da yoktur. Bununla birlikte tam da yeni bir uygulama olduğu için UÖM yapılanmalarındaki başarısızlıklar ya da eksiklikler, Seçmeli Protokol ve Paris İlkeleri’nin uygulanamaz idealler olduğu anlamına gelmemektedir. Sorunların işaret ettiği temel nokta, modellerin “iyi” olmadığı değil “uygun” olmadığıdır. Seçme, yapılandırma ve uygulama elbette ki zor ve kolaylıkla altından kalkılabilir süreçler değildir. BM İşkenceye Karşı Komite’nin de belirttiği gibi ulusal önleme mekanizmasının formel yönünün sağlamlaştırılması, çalışma yöntemlerinin geliştirilmesi ve iyileştirilmesi gibi, gelişimi adım adım devam eden bir yükümlülük olarak ele alınmalıdır.181 TİHK Yasası’nın çıkması Hükümet için bir son olmadığı gibi alanda çalışan insan hakları örgütleri ve toplumun ilgili diğer tüm sosyal-siyasal bileşenleri için de tamamlanmış bir süreç değildir. Kurul içinde aktif görev üstlenmek ve/veya kurulacak yapının kurumsallaşması ve işleyişinin, bilhassa da ziyaretler yoluyla işkencenin önlenmesi çalışmalarının yakından izlenmesi, bundan sonra ele alınacak işlerin arasında sayılmalıdır. Yaşanan sorun ve aksaklıklara ilişkin değerlendirme, eleştiri ve çözüm önerilerini sunmak, Yasa’nın 14/1.maddesinde belirtilen istişare toplantılarına katılmak, Yasa’nın ve TİHK’nın süreç içinde başta Paris İlkeleri ve Seçmeli Protokol’de belirtilen amaçlara, ülke gerçekliğine ve gereksinimlere uygun bir şekilde modifiye edilmesini mümkün kılabilecektir. CAT/C/40/2 181 67