YER`E YAKIN UZAY NERESİDİR?

Transkript

YER`E YAKIN UZAY NERESİDİR?
YER’E YAKIN UZAY NERESİDİR? TÜRKİYE VE ATILIM ÜNİVERSİTESİ
YÖNÜNDEN NELER YAPILABİLİR?
Prof. Dr. Yurdanur Tulunay’ın 28.04.2010 tarihinde gerçekleştirdiği “Yer’e Yakın Uzay Neresidir?
Türkiye ve Atılım Üniversitesi Yönünden Neler yapılabilir?” konulu konferans metnidir.
Konuşmacı:
Prof. Dr. Yurdanur Tulunay
Sunucu: Değerli arkadaşlarım olağanüstü bir öğretim üyesi arkadaşımız uzay
konusunda bir seminer verecek. Yurdanur Hanım, bu konuda dünya çapında bir
öğretim üyesi. Kendisi “Space Research” konusunda Birmingham Üniversitesinde
doktorasını aldı ve o noktadan itibaren bu konudaki çalışmalara başladı. Bu konuda
yaptığı çalışmaları anlatmak çok zaman alır. Görev aldığı yerler çok uzun, sayfalarca
yazıyor ama bunlardan bir tanesi özellikle dikkat çekeceği AB’nin yedinci çerçeve
programları içinde “Space Advances” grup üyesi. Bu konuda AB’de en yetkili kişilerin
bulunduğu grup oluyor. Hepsi birbirinden değerli, diğer görevleri de var. Kendisine
buraya kadar geldiği için çok teşekkür ederiz.
Prof. Dr. Yurdanur Tulunay: Hep uzay uzay diyoruz ama benim uzay anlamım Yer’e
Yakın Uzay, dikkat ederseniz yer kelimesi büyük “Y” ile yazıyor. Yer gezegenini
anlatıyorum, yer gezegeni ile güneş arasındaki ortam benim uzay diye tanımladığım
ortam.
1950’lere kadar çok çeşitli aşamalar var. Roket Çinliler tarafından savaş aracı olarak
yapılmıştır ve 1950’li yıllara kadar roket bilgisi, bilgisayar bilgisi ve ilgili teknoloji
gelişiyor, artık uluslararası bu teknolojileri geliştiren toplumlarda olgun bir atmosfer
ortam oluşturuluyor. Tam o sırada çok ilginç bir olay oluyor: 4 Ekim 1957’de Sputnik I
adlı Sovyet yapımlı ilk insan yapısı
yapay bir uydu yörüngeye başarıyla
oturtuluyor. Bayağı küçük bir uydu;
fakat bu mini uydu, mikro uydu,
CubeSat kavramları bu çağın
kavramları. İlk uydular sadece
bugünkü
mini
uydu
büyüklüklerinde.
Bu
da
yetmiyormuş gibi Sovyetler bir ay
sonra ilk canlıyı Sputnik II
uydusuyla yörüngeye oturtuyorlar.
Bu Laika bir köpek.
Yandaki Sputnik Laika. Sputnik’in anı
pulu. Ortam zaten olgun bir ortam,
teknolojiler gelişiyor, yeni politikalar,
yeni iş birlikleri araştırılıyor ve güneşin
üzerindeki karanlık görülen güneş lekesi
denilen yapılar aslında yaklaşık 10-11
yıllık periyotlarla değişir. Tesadüfen
1957-58 yılı da bu güneş lekelerinin
doruk olduğu bir yıl. Buna güneşin etkin
yılı denir ve bu yaz aylarına karşılık olan
bir dönemdir.
Bunun üzerine 1883 ve 1933 uluslararası
iş birliği ile ilk ortaklık kurularak çalışma
yapılan yer aslında kutuplar. Bu
uluslararası kutup yıllarından esinlenerek
1957 yılında uluslararası yer fiziği
“Internatıonal Geophysıcal Year” diye
anıyorlar ve bunun için bu gördüğünüz
amblem bu işi sembolize ediyor. Bir yıl
boyunca bunun amacı ileri teknolojiye
hazır olan ülkelerin araştırıcılarının bir
araya gelmesi ve pahalı olmaya başlayan bu tür araştırmaların iş birliği ile
yapılmasına neden olacak bir platform diyebiliriz. Bilimsel, politik, sosyal bir platform.
Amaç tüm yer olaylarının ve yer uzayının yer fiziği olaylarının eş güdümlü
gözlemlerinin yapılması.
2007 yılında 50. yılı olduğu ve bu 50 yıl içinde 67 ülkeden yaklaşık 60.000 bilim
insanı ortak çalışmayı öğrendi ve yaptı. Bu işler sırasında anlatacağım gelişmeler de
geçmiş ülkelerde yapıldı. Yapay uyduların fırlatılması yeni politik, teknolojik, bilimsel
bir gelişmeyi başlattı. Daha önemlisi yeni bir çağ başladı, buna uzay çağı diyoruz.
Ayrıca bilim dalı olarak uzay
bilimleri alt dal olarak da uzay
fiziği, “Space Fizik” denilen bir
dal başladı. Bunun üzerinde
durmamın nedeni Türkiye’de
bir kavram kargaşası oldu ve
daha da önemlisi uluslararası
bir uzay yarışı başladı.1990’lı
yıllarda Avrupa Bilim Vakfı’nın
geçici bir komitesi vardı. Bu
komitede ben de çalıştım ve
1990 yılında şöyle bir tanım
yapıldı,
tıpkı
Mühendislik
Fakültesi
ve
Fen
Bilim
Fakülteleri gibi artık uzayın da alt bilimlerinin olduğu resmen bu komite tarafından
çalışıldı ve karara bağlandı. Yani şöyle, artık benim için uzay bilimleri teknolojisi
dallardan oluşuyor. Bu dallar hepimizin çok iyi alıştığı, çok iyi bildiği astrofizik, yer ile
güneş arasındaki uzay, Yer’e Yakın Uzay ve yer gezegeninin uzaydan
gözetlenmesini amaç edinen dal. Örneğin biz Türkiye’de hep uzaktan algılama
dediğimiz yönetim duyarız; fakat bu dalın ilgi alanları içinde yerin jeolojik olarak
yapısının incelenmesi de var. Örneğin VBI denilen astrofizik ölçüm sistemi var
mesela, o da bu dalın ilgi alanları içinde.
Dördüncü dal, 1976 yılından beri bir Rus fizikçisinin ortaya attığı ilginç bir soruya
cevap veren bir dal. Soru şu: Biz yer çekiminin altında teknolojiyi üretiyoruz, sağlık
sorunlarımızı hallediyoruz, her şeyi yer çekiminin altında yapıyoruz. Peki, yer
çekiminin on üzeri eksi, dört, on üzeri eksi beş olduğu bir ortamda yani sıfır yer
çekimi ile olduğu bir yerde bunlar nasıl olur? Daha mı pahalı kristal geliştirirdik, daha
mı kolay kan dolaşımını sağlardık gibi bir soru ortaya atıyor. Tabii bunun arkasında
temel çalışmalar var, fizik var, her şey var ve bu dalın adı da uzayda üretim veya
“Microgravite” denilen dal.
Ben burada örnek olarak yer çekimi altında bir mum
ışığının şekli böyleyse, uzay istasyonunda aynı mumu
yakarsanız böyle, küresel değişik bir yapı gözüküyor. Bu
da çok ilginç bir dal.
Ben uzay çağının ne zaman tanıdım? Uzay çağının ilanından 11 yıl, iki ay sonra
1968 yılında iş arıyordum. Birmingham Üniversitesinde II. Dünya Savaşı’nda
magnetron üzerine çalışmış, bu konularda önemli bir kişinin, onların sistemine göre
kurdukları bir bölüm. Bölümün lisans öğrencisi yoktu, sadece çok büyük bir mühendis
kadrosu, öğretim üyeleri kadrosu, araştırıcılar vardı; çünkü İngiltere bu uluslararası
jeofizik yılının felsefesine uyarak uydusunu Ariel 1 yapıyor; fakat Ariel 1 uydusu
bilinmeyen bir nedenle kayboluyor, başarıya ulaşamıyorlar. Ondan sonra Ariel 2-3
devreye giriyor, ben tam o sırada işe girdim ve bugünkü anlayışıyla sistem
mühendisliği gibi bir iş yaptı Ariel 3, Ariel 4 uyduları. Bu uydu hiçbir zaman o bölümde
yapılmadı. Uydu o zaman İngiltere’nin araba endüstrisi yapılan bir yerde yapılıyordu,
burası da bu uydunun kollarından biriydi. Uzun yıllar birlikte çalıştığımız bölüm
başkanının kendi tasarımı olan ve o zaman uydu deneyleri çok pahalı olduğu için
uyduları uçurmada başarısızlık olduğundan dolayı roketlerde uygulanıyordu.
Böylece ben bir rastlantı eseri nükleer fizikten uzay çağının önemli bir uygulama
merkezine girmiş oldum ve o günden beri de hiç değişmedim. Orada öğretim
üyelerine tanınan bir hak vardı: Belli bir sürede belli bir başarı gösterebiliyorsanız
herkesin bir tane dışarıdan sınava gelen kişiler, bana “İki tane gelecek ister misin?”
dediler ve bir de “Tezini kendi zamanında yazacaksın” dediler, peki dedim ve 1972
yılında sanıyorum o çağın ilk “Space Research” adı verilen derecesini aldım ve çok
da mutluyum; çünkü hep o günden beri uzay çağında yaşıyorum, her ne kadar bazı
pratik nedenlerle arada bir yüzyıl geriye de gitsek.
2007 yılı uluslararası jeofizik yılının 50. yılında büyük kutlamalar yapıldı, bu
kutlamalar hala sürüyor ama resmi olarak iki yıl sürdü ve iki yıldan sonra da etkinlikler
devam etmeye başladı. Bu 50 yıl içinde insan yapısı uydular çok arttı, yani güneşin
yakınlarına kadar giden uydular, ölçüm aygıtları vardı. Bunun üzerine dediler ki, bu
ortaklığı devam ettirelim ama bu sefer adına ne diyelim? Bu sefer adına insan
teknolojisinin, insan varlığının uzanabildiği uzay kesimini düşünerek, Uluslararası
Güneş Fiziği Yılı veya “Internatıonal Heliophysical Year” denilen yeni bir başlık
buldular.
Ben hem idari hem teknik yönden görev aldığım için bana iki gün önce başarı belgesi
geldi.
Bu ölçek göreceli yıllar, ilk bu iş
birliğine örnek olan Uluslararası
Kutup Yılları, 1883’te birincisi
1933’te ikincisi yapılıyor. Bu
kürelerin büyüklükleri o projenin
nicel ve nitel kapasitesiyle ilgili.
Tabii
1933’te
bunun
çok
büyümemesi ve harp yılları ve
1983’te zaten yeni başlıyor, bu
Sputnik ile başlayan ilk elli yılın
uzay çağı kapasitesi. Artık bugün
Heliophysical dediğimiz ortamdan
anladığımız bu büyüklükteki bir
uzay ortamı.
Teknoloji o kadar gelişmiş ki uzayla ilgili tek başına iş birliği yapamazsınız. Bu
yüzden koşut olarak Elektronik Geophysical Yılı’yla birlikte Uluslararası Kutup Yılı ve
Yer Gezegeni Yılı adlı hepsi birden dört tane uluslararası etkinlik sosyal olarak
yürümektedir.
“Amerikalılar Sputnik’i kaçırdıkları için çok üzüldüler”
Amerikalılar Sputnik’i kaçırdıkları için çok üzüldüler. Onlar explorer uydularını birkaç
yıl sonra atabildiler; fakat 50 yıl sonraki kutlamayı Ruslara bırakmadılar, Birleşmiş
Milletlerin kararıyla NASA ve ABD
ön ayak olarak kutladı. Yandaki
resim onların ana sayfası (Home
page),
amblem
burada
gördüğünüz
gibi.
Burada
dikkatinizi çekmek istediğim bir
nokta var. Ben Türkiye’de en
büyük
eksikliğimiz
olarak
görüyorum, böyle bir iş birliği
yapılırken
hangi
bileşenler
olduğunu bizzat koyuyorlar ve bu
bileşenlerde
çalışmalar
yürümekte.
Bilim, gözlemler,
geliştirilmesi, “Out reach” denilen
topluma erişim, bilgilendirme ve
tarih.
Bu da güneşin enerjisinin etkinliğini
hissettirdiği uzay ortamı. Tabii bu
çağda
artık
bekliyoruz
ayda
istasyonlar oluşturulacak, belki şehir
planları oluşturulmaya başlanacak;
fakat hala yapamıyorlar. Niye
yapamıyorlar? Mühendislik ve bilgi
yönünden değil, üç tane engelleri
var. Yerin Van Allen kuşakları
denilen enerji yüklü kuşakları var. Bu
bir uydunun kaybına sebep oldu.
İkinci engel Galactic Cosmic ışınları
üçüncü engel de güneşin ne zaman
püskürteceği belli olmayan Proton
fırlatmalarıdır.
Size
bir
karikatür
göstereceğim. Bu karikatür
benim
Avrupa
Topluluğu
eylemlerde
çalıştığım
bir
arkadaşımın
yazdığı
bir
kitaptan alınma, aslında bu
şehir dünyanın her yerinde
olan
bir
şehir
olabilir.
Görüyorsunuz uydular falan,
uçaklar, şimdi bir karakter
konuşmaya başlıyor:
“Çok bunaldım, artık yeter! Gerçekten, tüm gürültü ve kirliliklerden uzakta,
ağaçlıklar içinde bir kaç saat geçirmeğe çok gereksinimim var. Bu hafta
çok karmakarışık, problemli geçti. Neler oldu, neler! Önceki hafta boru
hatlarında olan sızıntı, Erken Uyarı Uydularındaki problem nedeniyle,
kendilerini
korumaya
olanak
bulamayan
astronotlar
ve
transformatörlerimizi ergiten o, eski hikaye. Güneşin fırtınası-şehrin
kuzeyinde elektrikler hala kesik. Ooh! Az daha Geneviéve‟i uyarmayı
unutuyordum. Okuldan çıkınca.... ayy! Olamaz, cep telefonları çalışmıyor.
Demek ki başka bir uydu ile iletişim bozuldu.”
Aslında bu bir karikatür ama günümüzdeki bir gerçeği de yansıtıyor. Diyeceksiniz ki
güneş beş milyar yıldır bizimle birlikte, neden bu çağda birden bire uzay havası çıktı?
Neden uzaya bu kadar önem veriliyor? Çünkü teknoloji o kadar dayanıksız ki, örneğin
benzin
pompalarının
yanında cep telefonuyla
konuşamıyorsunuz; çünkü
teknolojiye çok duyarlı,
aynı şekilde hiç farkında
değiliz ama biz her an
tehlikeli
bir
şekilde
yaşıyoruz.
Örneğin
bilgisayarlar
İngiltere’de
çöktü, çok çeşitli örnekler
var. Bugün yer ile güneş
arasında
uyduların
elektriklenmesi
problemi
Gökada kozmik ışınları,
“Mikrometeroid” dediğimiz
parçacık yağışı, uyduların
güneş
ve
pillerin
bozulması,
bilgisayar
belleklerinin bozulması; çünkü bilgisayar bellekleri artık chip dediğimiz katı hallerin
son gelişmiş teknolojileriyle üretilmiş çok ufak şeyler. Nano teknolojide öyle geçiyor
zaten. Artık uzayda insan etkinliği var, uzay istasyonunu tamir ediyorlar, kuruyorlar
dışarıda korumazsız çalışıyorlar. Sonra atmosferin zaman zaman “Drag” dediğimiz
yoğunluğu artırıcı etkileri, iklim uçak yolcularının aldığı radyasyonlar veya uçakların
sistemlerinin bozulması; çünkü uçaklar artık daha yüksekten uçuyor, yirmi
kilometreye kadar çıkabiliyorlar ve kutuplar üzerinden uçuyorlar.
Daha önemlisi haberleşme, yön bulma, navigasyon dediğimiz olayla ve kullandığımız
radyo dalgalarının frekansına göre iyonosfer dediğimiz yüklü atmosferden ya
yansıtılıyor ya da gelip geçiyor; fakat gelip geçerken frekansa bağlı olarak dalga
boyunun karşılaşabileceği ortamla ilgili büyüklükler nedeniyle bozulmaya uğruyor.
Plazma kabarcığı navigasyon olaylarında en önemli problem.
Daha da bitmedi, yeryüzünde kurduğumuz borular, örneğin maden arıyorsanız veya
gaz arıyorsanız kullandığınız aletler, yerin manyetik alanına göre navigasyonu
yapılıyor, bu fırtınalar nedeniyle yerin manyetik alanı değişiyor. Aygıtların
dayanıksızlığı nedeniyle uzayın ve güneşin enerjisinin önemi bu çağda çok çok
artmıştır.
Ben biraz da politikalardan bahsetmek istiyorum; çünkü Türkiye’nin de kendi
politikasını oluşturması gerekiyor. Avrupa bazı şeylere daima Amerika’dan biraz daha
geç karar veriyor ama Avrupa’ya daha yakın olduğumuz için ben 2007’de başlatılan
bir politika anlayışından bahsetmek istiyorum. 22 ülke açılışı yaptı. Buradaki amaç
Avrupa’da ilk kez ortak bir politik çevre yaratmak. AB komisyonu ve ESA’nın en
yüksek yetkililerinin imzaladığı belgede uzay kesimi için ülkü ve stratejinin
oluşturulması, güvenlik, savunma, uzaya erişim, keşif konularının ele alınması ana
hat eksenlerini oluşturuyor; fakat ben daha da önemli olduğuna inandığım başka bir
programından bahsetmek istiyorum. Bunun adı Uzay Durumu Farkındalığı. Bugün
hangi siteyi açsanız SSA’yı (Spaca Situational Awareness) programını göreceksiniz.
Bunun iki tane bileşeni var. Birisi Uzay Çöpü (Space Debris) ve Uzay Havası (Space
Weather).
Avrupa Uzay Durumu Farkındalığı’nın önemi şurada, Avrupa uzay dizgeleri ve
özellikle işletim hizmetleri nasıl korunabilir? Buna yönelik olarak farkındalık yaratacak
bilgi aktarım programı yönlerinden korunma etkinlikleri ne olabilir diye çok büyük bir
yatırım var. Bu programın iki türlü öğesi var. Birisi çekirdek öğe denilen yönetişim
veri politikası, veri güvenliği, veri mimarisi ve uzaydan gözetleme, diğeri de
seçilebilecek öğeler, örneğin Uzay Havası gözleme ve öngörü, radyasyon
iyonosfersel, jeomanyetik bozucu etkiler, boru hatlarında indüklenme sonucu oluşan
akımlar ve bunun gibi daha binlerce şey sayılabilir. Günlük yaşamda yaşadığımız her
şey bunun içinde. Yere yakın nesnelerin uzaydan gözetlenmesi ayrı bir öğe. Radar
deney devrelerinin yapılması, daha da önemlisi geçmiş ülkelerde öncü veri merkezi
kuruluyor. Yani bunları destekleyecek alt yapı var.
Ben bir güncel örnek vermek istiyorum. 1968 yılında bu dünyaya girdiğim zaman her
ülke, örneğin İngilizlerin Scarlet roketleri vardı, Fransızların hala var veya Almanların
başka roketleri vardı; fakat çok pahalı olduğu için bu AB kavramında ortaklıklar
oluşturmaya başladılar. ESTEC adlı bir laboratuar kuruldu, ESA onun idari kısmıdır
ve artık Avrupa’da bu tür şeyler iş birliğiyle yürümektedir. Bir de Avrupa ortak
araştırma ortamına kavuşturuluyor. Artık tek başına proje yapanları bulamıyorsunuz;
çünkü bu projeler büyük projeler, yüzlerce kişilerin çalıştığı araştırma ağları kuruluyor.
Yedinci çerçeve programının, örneğin uzay konusunda üçüncü son çağrısı araştırma
ve geliştirme üzerine Kinder’in, “Strengthening Space Foundations (SSF)”i yani çok
temel yapıların güçlendirilmesi üzerine ve bunun üç tane de alanı var:
1. Research to support space science and exploration,
2. Research to support space transporttation and key Technologies,
3. Research into reducing the vulnerability of space assets.
Biraz önce bahsettiğim teknoloji dayanıksız, çok ileri ama çok dayanıksız. Onun için
önemli bir konu.
“En büyük tehdit ise uzay çöpü”
Bu program için en büyük tehdit ise uzay çöpü. Uzay çöplerinin içinde doğal çöpler
var. İnsan yapısı nesneler, fırlatma araçlarının çöpleri, yörüngedeki nesnelerden
kopan çöpler. Örneğin uzayda bir onarım geçirdik, Hubble teleskopunun bir merceği
değiştirildi, teleskop oraya bir korumayla gitti tabi, merceğin hapları filan var, ne
yaptılar? Ortalığa fırlattılar, işte bunların hepsi çöp. Zaman zaman istasyonlar terk
edildi. Bunların ancak % 70 filan yanabiliyor. Serseri bir şekilde dolaşırken, hepsi çöp
olarak ortalıkta gezebiliyor. Esenlik ve güvenlik için bu çöplerin algılanması,
tanımlanması ve ön koşulsuz değerlendirilmesi lazım.
Bu son uzay programında bunlarla ilgili
çok ayrıntılı projeler var. Burada
ekvator
düzlemine
yakın,
yerle
bulunduğumuz boylamla 24 saat
periyodu olan, yani geo station ve geo
sinkers dediğimiz CubeSat’lar gibi
uyduların
sayısını
görüyorsunuz.
Burada askeri uydular, casus uydular
filan yok. Gördüğünüz gibi yerin etrafı çok kalabalık ve dolu.
“Uzay havası nedir?”
Uzay havası nedir? Ben meteoroloji demiyorum; çünkü meteoroloji meteor bilgisi
demek, hâlbuki yerin havası, işte bildiğimiz hava, mevsimler, yağmurlar, kışlar,
çamurlar, karlar filan. Aynı şekilde uzayın da havası var, buna Space Weather
deniyor. Ben bu tanımı içerisinde bulunduğum altıncı çerçevenin Avrupa topluluğu
projesinde tarif ettik ama çok uzun, Amerikalıların ki daha karamsar, iç karatıcı, bu
daha iyi bir tanım. Özetle ben size
şöyle söyleyeyim: Uzay havası
demek,
güneşin
kendinde,
atmosferinde
başlayan,
zaman
zaman artan süreçlerin ki biz buna
fırtına diyoruz, güneşin de bir
atmosferi var, taş dediğimiz dış
atmosferinin
plazmasının
püskürmesi
sırasında
güneşin
manyetik
alanını
da
içine
hapsederek püskürüyor ve bunlar
ortamın manyetik alan özelliğini
oluşturan püskürmeler. Biz bu ilişki
nedeniyle yerin dipol manyetik
alanını böyle bir manyetik kovuk
içinde yaşıyoruz. İyi ki bu kovuk var; çünkü bizi enerji parçacıklarına karşı bir zırh gibi
koruyor. Fakat güneşte başlayan bu fırtınalar, etkinlikler devamlı olan alışveriş
magnetos değerde, biz bu kovuğun adına magnetos değer diyoruz.
Ondan sonra daha ileride iyonosferde ve daha ileride yerin manyetik alanında
fırtınalar yaratıyor. Böyle bir püskürmenin ne kadar güzel olduğunu gösterebilmek
için, bu yer, gezegenin büyüklüğü, gerçekten çok büyük.
Güneşten enerji püskürüyor, güneşin
üzeri gördüğünüz gibi kaynayan bir
şekilde açıklı, koyulu. Uzay ortamına
geldi, magnetosfere geldi, gündüz
tarafından çarptı, gece tarafından
ilerleyecek ve kutuplarda aurora
dediğimiz kutup ışıklarını oluşturacak.
Bu da başka bir fırtına, güneşin içinde
başladı. Güneşin manyetik alan kuvvet
çizgileri, güneşin foto steyr dediğimiz
yüzeyinden, plazma ortamını deldiler,
çıktılar. Plazma ortamı katı değil tabii, çok karışık, manyetik alan çizgileri döküldü
filan, işte uygun koşullar oldu. Bir plazmayla birlikte püskürüp gidecek.
Bir de extreme events dediğimiz uç
örnekler var. Bunlar aslında ne zaman
olacak, onu hiçbir zaman bilmiyoruz. Çok
uç örnekler, çok sık olmuyorlar tabi ki.
İnsanlar yönünden yapılabilecek tek şey,
hangi
kritik
sistemler
bunlardan
etkileniyor,
bunları
izlemek
ve
kullanıcılara tavsiyelerde bulunmak, yani
başka bir şey yapılamıyor. Bu güzel
resim de uzaydan çekilmiş aurora’ydı.
Çok uç bir olay da Kuzey Yarım Küre’nin
kutuplar bölgesi. Ne kadar aydınlanmış görüyorsunuz ve bunların arkasında fizik var,
kimya var.
Her ne kadar biz uzayı böyle uçsuz bucaksız bir rüya gibi kavrasak da aslında güneş
ve Yer’in ana öğe olduğu kapalı bir çevrim içindeyiz. Ben derslerime hep böyle
başlıyorum, derslerimin içeri bu diyorum. Güneş’in geçen yüzyıldaki enerjisi iki sınıfa
ayrılıyor.
Birisi elektromanyetik
enerji, fotonlarla taşınıyor ve
frekansa çok bağlı. Bu enerji bizim
atmosfer dediğimiz, elektrik yüksüz
ortamla etkileşiyor ve iyonosfer
dediğimizi elektrik yüklü ortamı
oluşturuyor.
Güneş’in öbür enerjisi tanecik
enerjisi,
protonlar,
elektronlar,
kalsiyum, 3 kere iyonlaşmış hali,
dört kere iyonlaşmış hali falan,
örneğin güneş rüzgârı denilen enerjisi. Bu enerji yüklü parçacıklar yerin manyetik
alanıyla etkileşiyorlar ve manyatosfer dediğimiz kovuğu oluşturuyorlar. Fakat doğada
hiçbir devre açık değil, dev bir devre ki bu ölçek yüz elli milyon kilometre, yani yere
yakınlık bir yüz elli bin kilometrelik birimle ölçülüyor. İyonesfer ve manyetosfer
parçacıklar, alanlar veya parçacıkların, alanların gragentleri birbirleriyle etkileşiyor ve
güneşin içinde iki enerji birbirine dönüşüyor.
Elektromanyetik enerji ışık hızıyla hareket ettiği için bir fırtına olduğu zaman 3-4
dakika sonra yerde hissediyoruz ama parçacık enerjisi normalde 300-400 km/saniye
hızlarla hareket ediyor, plazma fırtınalarda 1000 km. oluyor ama yeri etkilemesi 4-5
gün sürüyor.
Bu çevrimin sağlıklı olarak sürdürülebilmesine katkıda bulunmak, onu sağlıksız
yapacak etkinliklerden kaçınmak politikaların ana çıkış noktası olmalıdır. Ben
politikalara çok önem veriyorum; çünkü Türkiye’deki eksiklerimizden birisi de o.
Yaşamda Uzay Havası etkileri
uydular, yöneltim, uzayda insan
etkinliği, iletişim, güç iletkenliği, raylı
taşıma dizgeleri, boru hatları.
Yandakiler de diğer etkilenen şeyler.
Biz Türkiye’de uzay deyince hep uydu yapmaktan başka bir şey düşünmüyoruz.
Uzaktan algılamada bile esas amacı yapmıyoruz, resmi almıyoruz, resmi
yorumlamıyoruz, ürünü ortaya çıkarmıyoruz. Yani uzay denildiği zaman sıfır bütçeyle
bile yapılacak o kadar çok şey var ki; çünkü gördüğünüz gibi günlük yaşamda her şey
uzayla ilişkili, uzayın etkisi altında.
Atmosferdeki
galaksilerden
yağan enerji yüklü parçacıklar
nedeniyle biz çeşitli önlemler
alıyoruz ama bu önlemler
sadece uzay teknolojisinde
değil.
Çünkü
otomotiv
sanayinde, örneğin arabaların
hava yastıklarında var. Hava
yastıklarını harekete geçiren
mekanizma, uzay havasına
da duyarlı bir mekanizma. O
yüzden
artık
gelişmiş
ülkelerde tırların rotalarının
belirlenmesi, izlenmesi, otomotiv sanayi, boru sanayinin, kilometrelerce boru hatları
var, raylı sistemleri var veya uzaydaki aletlerin etkilenmesi var.
Mesela uzaydaki bu kozmik
ışınlar DNA’dan tutun her
türlü zararı yapıyor ve
mesela bu Mars Rover’ın
kamerasının
ne
kadar
zedelendiğini gösteriyor.
Türkiye’den bir örnek vermek
istiyorum.
Bir fırtına oluyor,
2003 Ekim güneş fırtınası, çok
büyük bir fırtınaydı. Ben bir
seminer veriyordum, o yüzden
Kandilli’deydim,
oradaki
manyetik alanlar bir veri
hazinesi aslında ama maalesef
ilgi görmüyor, olduğu gibi dışarı
gönderiyorlar. 28 Ekim’de saat
7.14’de güneşin üzerinde bir
hareketlenme
başlıyor.
Bu
“Flares” dediğimiz x ışınları yayan bir alev. Bunlar eş değer. Dört saat sonra Solo
uydusu bu resimleri alıyor. Solo uydusunun bir özelliği var: Güneşin atmosferi güneş
kadar yoğun olmadığı için atmosferi görmek için, güneş tutulması doğal olarak bunu
yapar ama Solo uydusu yapay olarak güneşin fotosferini kapatıyor. Kapatınca
atmosferi görüyoruz. Dikkat ederseniz atmosfer oldukça hareketli, fotosferdeki
parlamadan dört saat sonra güneşin atmosferinde püskürmeler başlıyor. Bütün bu
ortam protonlar tarafından proton yağışına uğruyor. Yani alevde parlama oldu,
atmosferinde püskürme oldu ve bu püskürme sırasında yere kadar olan ortama
protonlar püskürtüldü. Tıpkı bizim yağmurumuz gibi uzay havasının yağışları da
proton yağışlarıdır. Kandilli’nin verilerini inceledik. Bu 28’inde başladı, biz bir gün
sonra başladık. Kandilli’nin normal olarak 3 bileşeni var. Normal olarak değişen bir
manyetik alan bir gün sonra 29 Ekim 2003‘te ne kadar değişti. Yerin manyetik alanına
duyarlılık ölçüm aletiniz varsa ne olacağını tahmin edebilirsiniz.
Aurora
genellikle
kuzey
kutuplarında
veya
güney
kutuplarında görülüyorken böyle
bir fırtınada kuzey yarım
küreden çok daha güneye
mesela Oklahoma, ABD’nin
semalarını aydınlatacak kadar
güneye kayıyor. Bunların hepsi
uzay havasında oluyor.
Aynı şekilde iklim. İklim dendiği
zaman
hep
meteorologlar
konuşuyor. Enerji dendiği zaman
Türkiye’de kesin konuşuluyor ama
iklim hastalığı bir uzay problemi.
Güneşin bilmediğim yüz yıllık, iki
yüz yıllık periyotları var. Bu yüzden
iklimin güneşe bağlı bir meteorolojik
etkisi var ama esas uzay havasının
etkisi var.
Burada da aslında iklim sistemini
etkileyen kimyasal mega-momların
2000 yılıyla 1750 yılı arasındaki
güneş enerjisinin artması ısınma,
azalmasına göre ölçeklendirilmiş.
Güneşe ait nedenleri çok az
biliyoruz.
1982 Temmuz ayında tren sistemlerinde işaretlerde yanlışlık oldu. Yeşil yazacakken
kırmızı yazdı; çünkü böyle bir fırtınada görüyorsunuz (Yukarıda, soldaki grafik)
sistemdeki elektrik alanı artması veya yerle güneş arasındaki ortamın manyetik
alanında değişikler olduğu zaman faraday etkisinde indüklenmeyle boru hatlarında
oluşan elektrik miktarıdır.
Size yeni bir boyut kazandırmak
istiyorum.
Benim
çok
hoşlandığım bir boyut, umarım
siz de beğenirsiniz. Aslında biz
uzay gemisinde yaşıyoruz. Yer
gezeni bir uzay gemisi. İspatı
kolay, bütün gezegenin her
tarafını elektriksel güç elde
etmek için tel iletkenlerle
sarmışız. İletişim etkinlikleri
yönünden bağlantılar kurmuşuz
linkler yapmışız.
Bilişim için ağlar, netler kurmuşuz ve uydulara atmışız onlardan servis alıyoruz. Yani
tipik bir uzay gemisindeyiz. Aslında bu şeklide yaklaşırsak belki doğru politikaları da
yapabiliriz.
Biz küçük grup olarak Orta Doğu’da kimiz? Ben
1973 yılında Türkiye’ye döndüğüm zaman
maalesef hiç kimsenin uzay çağının başladığını
düşündüğünü hissetmedim. Fakat 50 yıl içinde
yani, 1973’ten beri Türkiye’de Avrupa’da
sürdürdüğüm tüm ilişkilerin bir uzantısını buraya
getirdim ama bir türlü bunları mayalandıramadık.
Bu da iki-üç gün önce geldi. Uluslararası IHY için
idari olsun teknik olsun yaptığı işlerden dolayı
teşekkür belgesi. Çok övünmek istemiyorum ama
hoşuma gitti, sizinle paylaşmak istedim.
Ben bu şekilde uyarıcı posterler yapıyorum ve
her olanaktan yararlanarak anlatmak istiyorum.
Bizim çok da kalabalık bir grubumuz yok. Bunlar
son iki yıla kadar yaptığımız etkinlikler. Bu eşim
olduğu için çok geç ikna edebildiğim,
grubumuza katılan Ersin Tulunay’a ait. Kendisi
kontrol mühendisidir. Sürekli eğitim üzerine
hemogram kontrol yöntemlerini biliyor ve bize
yapay sınır ağları boyutunu getirdi. Avrupa’da
çalıştığımız insanlar biz de yaparız dediler ama
hiç kimse bizim kadar iyi olamadı.
Şimdi ne yapıyoruz? Yerle güneş arasındaki
ortamın iletişim sistemleri üzerinde frekansa
bağlı olarak yaptığı bozucu etkilerin çok
önceden
tanımlanabilmesi,
anlaşılabilmesi,
bunların daha olay olmadan etkilerinin en aza indirilmesi, bunun adı İngilizcede
methanation. Biz yapay sinir ağlarıyla başladık, sonra bunu fuzzy yapay sinir ağlarına
geçirdik. En son geldiğimiz nokta genetik programlama denen aynen biyolojik
sistemlerdeki gibi genlerin, mutasyonların, o tip biyolojik sistemler ne yapıyorlarsa biz
de onları yaparak modeller geliştirmeye başladık. Şimdi bir örnek göstereceğim. Bu
navigasyon için olan bir örnek, onun için
seçtim: çünkü navigasyon Türkiye için de
çok önemli. Navigasyonla kullanılan
uçaklarımız, gemilerimiz, her şeyimiz var.
Şimdi yandaki bir Avrupa haritası. Bu
tarafı bir enlem, yani 36 derece kuzeyle
46 derece kuzey arasında. Burası da
boylam 6 derece doğu 18 derece doğu.
Bu haritadaki veriler gözlenen gerçek
veriler. Yani sağ taraftaki harita gerçek
veriler kullanılarak hesaplanan harita,
sağ taraftaki harita bizim modelimizin bir
saat sonra, 2 saat sonra, 24 saate kadar öngörmesi, yani istatistik olmayan veri. Bu
çok önemli, yani yerel olarak bizim modellerimizi geliştirmemiz lazım. Şu anda
maalesef biz NATO’nun veya uluslararası standartların modellerini kullanıyoruz. Ama
bu teknolojiyi kullanırken bizim yerel bilgilerimizi içeren, bize özgün modellerimizin
olması lazım. Haritadaki renkler de fiziksel büyüklüğü gösteriyor. Buradaki fiziksel
büyüklük toplan elektron miktarları, yani uyduyla yer arasındaki bir manyetik tüp
düşünün ve o tüpün içindeki elektronlarının sayısı işte subtilization yaratıyor. Şimdi
tekrar oynatıyorum, iki harita arasındaki benzerlik umarım sizin de hoşunuz gider.
1973-1990 yılları arasında ben çok çeşitli uluslararası projelerde çalıştım ama 1990
yılında özellikle bahsetmek istediğim büyük bir DPT projesini aldım. TURKSAT 1B
için bir uydu teknolojileri geliştirmek öncelikli alanımda. TURKSAT 1B’yla ilgili ne
yapabiliriz? Birbirini izleyen üç master teziyle TURSAT’ın yörüngesinden araştırma
ve manevra senaryoları yaptık. Hatta Ozan Tekinalp’e yalvar yakar bu projeyi aldım.
O şimdi çok ünlü bir insan oldu.
Ben TURSAT 1B’yi yapan firmayı tanıyorum. Sonra orada tanıştığım birine dedim ki
ikinci TURKSAT için alt yüklenici olmak istiyor, en azından bu becerilerimiz var. Fakat
Bihten uydusunu karşımıza çıkardılar ve DPT desteği kesti ikinci aşamaya
geçemedik. Sonunda baktım ki ben bu büyük devlerle tek başıma savaşamayacağım;
çünkü arkamda kurumlar yok. Türkiye kurumların iyi politikaları ve projeleri
önemsemeleri çok önemli. Bun bu Avrupa topluluğu projelerinde önce Avrupa Bilim
Vakfı’nındı, sonra birbirini izleyen Altıncı Çerçeve, Yedinci Çerçeveydi. Yani bunu
övünmek için değil, vurgulamak için, bir çekirdek grubu üyesi olarak bir proje
bitmeden öbürüne başladık ve bu projeler birbirini tamamlayan projeler oldu.
Sonunda işte uzay havasıyla ilgili ortaya maya bir ürün ve standartlar çıktı.
Bunlara
ek
olarak
ben
Autwitch denilen aktiviteleri
yapıyorum. O yüzden o dergiyi
aldım. Örneğin çeşitli dünya
web’lerinde Türkçe olarak
çocuklar için komik kitapları
çevirdik. Çeşitli açık günler
yaptık.
Gördüğünüz gibi çeşitli ağlar.
Mesela Yalçın Gökçebağ’ı
uzay havasıyla resim yaptı.
eğittik,
“Türkiye’de Ek Olarak Neler Yapılabilir?”
Türkiye’de uydu, roket vb. araçlar yapmalı mıyız? Şu an yapıyoruz zannediyorsunuz
ama inanın ki yapmıyorsunuz. Ben 1968’den beri o kültürde büyüdüm, o teknolojileri
gördüm. Biz sadece pazar rolünü oynuyoruz. Gelişmiş ülkeler bu teknolojilerini bize
satıyor. Biz bir şeyler öğreniyoruz belki ama o kadar verimsiz bir öğrenme süreci ki
biz buna layık değiliz. Biz çok daha bağımsız, çok daha hızlı, çok daha güçlü
olabiliriz. Ben buna inanıyorum. Tüm hayatımı buna inanarak geçirdim, halen
inanıyorum. Onun için koşullu evet dedim. Bir kere en önemlisi insan yetiştirmemiz
lazım. Ben tek başımayım, uzay dendiği zaman astrofizik anlaşılıyor ama uzay
sözcüğünü herkes kullanıyor.
Tüm üniversiteler uzay bölümü kurdular, inanın ki uzay bölümü sadece astrofizik
bölümü oldu. İyonosferi koyuyorlar ama içini dolduramıyorlar. Yani görünüşte var altta
yok. Onun için ivedilikle Yer’e Yakın Uzay öğreten eğitim öğretim programları
başlatılmalı. Bu çok önemli bir görev. Ben YÖK’e de çok yazdım. Doçentlik jürileri
kurulamıyor, benimle çalışan öğrenciler Türkiye’de doktora yapamıyor, doçent
olamıyorlar. Hâlbuki görüyorsunuz uzay çağının en iyi pazarıyız. Kullanıyoruz ama
böyle bir sakınca var.
Yerel koşulları göz önüne alan yerel ARGE geliştirmeliyiz. Biz her şeyi dışarıdan
alıyoruz. Hâlbuki biz yerel ARGE’mizi yapabiliriz. Veri toplama senaryoları, veri
toplama merkezi oluşturmalıyız; çünkü her şey veriye dayalı olarak keşfediliyor.
Uluslararası merkezlerle yaşamsal ilişkiler oluşturulmalı. İnanın ki bizimle çok
ilgileniyorlar yeter ki bir varlık görsünler. Şu an manyetik alan verilerimiz çok kıymetli
veriler, uzaya gitmenize lüzum yok, manyetik alan verilerinde uzayın işaretleri var.
Ama biz o verileri Türkiye’de kullanmıyoruz. Olduğu gibi ve onların formatlarına
uygun olarak bu merkezlere yolluyoruz. O örneklerden biri tabi ki başka şeyler de
yapıyoruz. Örneğin GPRS verilerimiz. Ruslar bana diyorlar ki depremi biz öngördük
sizin verilerinize bakarak, sen niye yapamıyorsun? Ben GPRS verilerini bulamıyorum,
gidiyorum alamıyorum, internetten indirin diyorlar. Araştırmayı internetten indirebilir
misiniz? Tek tek her birini indireceğiz.
“Uydu bir amaçtır, araç değildir”
Bir de amaç saptamamız lazım. Uydu bir amaçtır, araç değildir. Uydu bir yük taşırsa
anlamı vardır. Şimdi örneğin savunma için mi, doğal kaynak, ürün kestirimi, yöneltim,
navigasyon için mi yapıyoruz karar vermemiz lazım. Bir politika, program çerçevesi
yapmalıyız. Öncelikle uydunun görevi (mission) saptanmalı. Yani dışarıda çok komik
durumlara düşüyoruz. Bizim uydumuz var dediğimiz zaman, görevi ne diyorlar
susuyoruz. Ben yaşadığım için söylüyorum. Ben söylemedim ama kulaklarımla
duydum. Süreklilik ve tutarlılık göstermeliyiz, yani bir programı sonuna kadar
desteklemeliyiz. Sonuna kadar birbirini izleyen çalışmaları benimsemeliyiz. Bunu
eşimle de konuştum, 10 yıllık sürede bunu her şeyiyle biz yaparız. İhtiyaç
duyduğumuz konuları küçük küçük parçalar halinde onlardan alırız. Ama işin tüm
büyüğünü onların bize satmak istediği bize prestij olacak şeylerden değil de gerçek
misyona dayanan şeyleri yapabiliriz. Ben buna inanıyorum ama tabi ki sürekli ve
tutarlı devlet yardımı gerekiyor.
Böyle bir proje için ülkümüz ne olmalı? Sivil ve askeri amaçlı kullanılabilir uydu ve
uzaya araç gönderme teknolojilerine sahip olmak. Yer’e Yakın Uzay ile ilgili ortam ve
insan yapısı dizge, araçlara ilişkin teknolojiyi üretme yönünde modelleme, simülasyon
konularında Avrupa’da önder olmak. İnanın ki ben birkaç bilgisayar ve genç
öğrencilerimizle bunu yapabildim veya eşimin de yapabildiği bu. Ama bir kurumun
çatısı altında böyle bir doğma kazanılabilir. Bunun için hemen başlanılabilir, çok
paraya da ihtiyacımız yok. Bilgili insanlar, program, bir tek bunlar lazım.
Yer’e Yakın Uzay dalında beyin yoğun etkinliklere dayalı, hedefi belli olan ileri
teknolojiyi üretmemiz lazım. Rastgele bir şeyler yapmamamız lazım.
“Uydu nedir?”
Uydu nedir? Uyduya niye bu kadar meraklıyız? Subsystem’leri bir sürü, karmaşık tabi
biraz ama 1960’lı yıllarda bu teknolojinin ana öğeleri yoktu, yani gönderilememesi
ortamla ilgili bilgilerin eksikliğinden, örneğin proton yağmurunda malzemeye ne
olacak? Chip dediğimiz bir-sıfırla ile bilgi ileten, eğer size bir-sıfırın başka bir
kombinezonunu iletiyorsa mahvoldunuz demektir. İşte bunları kontrol edebilmek için
uzayı bilmek gerekir, uzayla ilgili araştırmayı yapmak lazım. Attitude determination &
control, avionics, electrial power, propulsion, structures, telemetry,tracking &
communications, thermal control, bütün bu konularda bizim mühendislerimiz, bilim
insanımız var ama eksik olan uzay bilgisi yok. Bunları geliştiriyorlar ama uzay
ortamında bunun uçurulmasıyla ilgili gelişmiş bilgimiz ve deneyimimiz yok.
Ben uyduyu bir dizge, yani bir sistem ve
yükleri barındıran fiziksel bir yapı olarak
görüyorum. Uyduların üç tane ilginç
yörüngesi var.
Genellikle LEO (Low Earth
Orbit) denilen yere yakın, yani
1000 kilometreye kadar olan
uyduların daha çok olduğunu
görüyoruz.
“Uzay benim için bir vakum”
Uzay benim için bir
vakum. Vakum dediğim
yani mutlak vakum değil,
yeryüzüne göre basıncı
çok
düşük.
Elektrik
yüksüz uzay, plazma
uzayı, radyasyon uzayı ve
insan yapısı dediğimiz
nesnelerin olduğu uzay.
Burası
da
sizin
alt
sistemleriniz.
Burada da yine aynı uzay
ortamları.
Dikkat
ederseniz
mesela vakum ortamında güneşin
ultraviyole enerjisinin yarattığı
problemler, yani bu teknolojiyi
eğer üretiyorsanız çok boyutlu
olarak her şeyi denetim altında
tutmanız lazım.
Yer’e Yakın Uzay ve uydu veya spacecraft alt dizgelerini ve istenen görevin
yapılmasını doğrudan etkiler. Yörüngeye bağlı olarak bu etkiler ılımlı ya da tüm görevi
bozacak biçimde yeğin de olabilir. Geçenlerde uydu yaptığını gizleyen bir kurumun
elemanı “Hocam bir parçayı bitirdik” dedi, uydu yapmıyorlar da bir parça yapıyorlar.
“Peki, uzay ortamında çalışacak mı?” dedim. “Evet, Fransa’ya radyasyon testine
yolladık” dediler. “İyi de uzay bir tek radyasyon ortamı değil ki, plazma ortamında ne
yapacak?” “Ama öyle bir yörüngeye gönderiyoruz ki hiçbir şey olmaz.” “Yörünge
güneşte bir fırtına olduğu zaman yer yarıçapının 10 katı, 20 katı bize doğru yaklaşmış
olabilir, o zaman ne yapacağız?” dedim, sustular tabii. Ben üzülüyorum, bu duruma
biz layık değiliz, biz daha iyisine layığız.
“Atılım Üniversitesinde neler yapılabilir?”
Bunlara ek olarak Atılım Üniversitesinde neler yapılabilir? Özgün bir lisans ve
lisansüstü eğitim-öğretim programı geliştirmek ve uygulamak. Ben böyle bir görevi
yüklenmiş durumdayım ve bitirmek üzereyiz. İnanın ki dünyada böyle bir öğretim
programı yok. Niye yok biliyor musunuz? Bizim daha iyi olduğumuzdan değil, bizim
geri kaldığımızdan; çünkü onlar 100-200 yıl önce başlıyorlar buna ve eğitim
sistemlerini de ona göre düzenliyorlar. Hepsini bir araya yapmasalar bile gereken
bilgiyi nereden alacaklarını biliyorlar. Bizim gibi bir ülke tepeden inme böyle bir işe
girdiği zaman eğitim programları buna cevap
veremiyor. İşte astrofizik, uzay deniyor.
Astrofizik bilgileri bize yaramaz. Elektik
mühendislerimiz bu bilgiyi bilmiyor. Peki,
nereden alacağız? Yok. Türkiye’de böyle bir
program yok, bu bakımdan çok özgün.
Programın adını “Aerospace System Science
and
Engineering”.
Çünkü
bilim
ve
mühendisliğin bir arada gitmesi lazım, yani tek
başına olacak şeyler değil ama sistem
mühendisliği yaklaşımıyla yaklaşmak lazım.
Bu program hemen başlatılabilecek ve insan yetiştirmeye yönelik bir program.
İkinci durum uzay havasına yönelik beyin yoğun etkinliklere ek olarak, bu Türkiye’de
çok moda oldu; “CubeSat” ve ben hakemliğim sırasında yedinci çerçevede “CubeSat”
teorisi okudum. Aslında bu bir kültür, Avrupa’da bu liselerden başlıyor ama
üniversitelerde böyle bir kültürü başlatabiliriz.
“CubeSat nedir?”
CubeSat nedir? CubeSat, 10 cm,10 cm, 10cm
ya da 10, 15, 10 cm küplük bir uydu. Aslında
şimdi en moda teknolojiler minyatür hale gelmiş
teknolojiler. Dünya şimdi bununla ilgili
miniaturised sattelite, miniaturised teknoloji
deniyor. Ağırlıkları 1 kg.
CubeSat’lar mini uydulara göre daha ucuzlar.
Bunları 50, 30, 40 tane birden atıyorsunuz ve
300–500 kilometreye kadar gidiyorlar. Büyük
uydular oralarda pek bir şey yapamıyor. Eğer bu teknoloji geliştirilirse hoş bir şey.
Yalnız uzay havasına ilişkin olayların incelenebilmesi için çoğul noktada (multi point)
ve yerinde ( in-situ) veri toplanabilir teknolojilere bir örnektir.
CubeSat’a girmek istiyorsanız ilgili dalları da tanımak lazım. Bunlar: Uzay havası,
Yer’e Yakın Uzay modelleri, uzay çöpü, “CubeSat” teknolojisi (Miniaturisation), Mikroitki dizgesi (Micro-propulsion syst), uçuş (Flight) bilgisi. Bunlar için neler yapacağız?
Yörünge dinamiği saptanacak, duyarga (Sensor) seçimi yapılacak, fırlatma
teknolojileri seçilecek, açma-konuşlama, aslında bunlar uyduda böyle bağlı gidiyorlar.
CubeSat’larda bir sistem var, o sistemin arkasında yuvarlak bir kovuk var, o kovuğun
içine 50 tanesi filan yerleştiriyorlar ve bir kerede atıyorlar. Buna “Deployment”
deniyor. Ondan sonra elde edilen verilerin toplanılması ve bu bilginin yayılması
sağlamak lazım.
“Nasıl uzmanlara ihtiyacımız var?”
Nasıl uzmanlara ihtiyacımız var? CubeSat’ı geliştirecek mühendisler, yörünge
dinamiği uzmanları, Yer’e Yakın Uzay fizikçileri, bizim fizikçilerimiz yapabilir bunu
ama temelinden öğrenmek yerine biliyoruz diyorlar ama bilmiyorlar. Uzay havası
bilimcileri, havacılık ve uzay mühendisleri, matematikçiler, konuya bağlı olarak öteki
dalların uzmanlarına ihtiyaç var.
Fiyat bilgisini başka bir arkadaşımdan öğrendim. Aslında bir Rus şirketi, bunun için
önce bir fizibilite çalışması yapılacak. Fizibilite çalışmasında mission analysis,
assesment of Launcher modifications, ondan sonra trajectory ile ilgili bilgi, cluster
ejection yapacak. Sadece fizibilite için 100 bin Euro’ya kadar bunu yaptırabilecek Rus
şirketleri var. Tüm fırlatmada dahil, 30-50 uydu arasında atmaya çalışırsa bir kurum
veya ülke en azından 10-15 milyon Euro’yu hazır etmesi lazım ama bu mini uyduya
göre çok az, mini uydu için benzer bir iş milyar Euro’lardan başlıyor.
Politikalar ilgili oldukları konularda genel gidişi belirleyecek kararlardır. Genel onay
gördüklerinde yaptırımları da içeren zorlayıcı yöneltmeler yaparlar. Bu nedenle başarı
için uzay politikaların ayırdında olunup, onlar oluşturulurken katkılar yapmaya
çalışmalıyız. Etkinliklerimizi o politikaların bilincinde olarak düzenlemeliyiz.
Politikaların dayanağı en temel öğe de insan ve yaşam etiği olmalıdır.
26 Nisan uzay havası tahmini, Türkiye’de
sadece
meteoroloji
öz
hatlarında
görüyorsunuz ama gelişmiş ülkeler artık uzay
havası tahminleri yapıyor.

Benzer belgeler