Devamı İçin Tıklayınız

Transkript

Devamı İçin Tıklayınız
ALAK SÛRESİ
Nuzul 1 / Mushaf 96
Surenin Adı:
Sûre adını 2. âyetinden alır.
‘Alak;


İnsanın müstesna oluşuna dair bu bağlamda “alâka, ilgi, sevgi” anlamına,
Embriyolojik süreçlerle ilgili bağlamlarda ise “ana rahmine düşmüş ceninin ilk hali, hücre” anlamına gelir.
Sperma – Yumurta Buluşması (Döllenme)
Embriyo (Alaka): Sperma-Yumurta buluşmasıyla oluşan hücrenin ard arda mitoz
bölünme geçirerek hücre sayısının artmasına denir. Hücre oluşması ile temel
organların belirlenmesine kadar geçen süre Embriyo süresidir.
Embriyo (Alaka)
Bunun delili, ‘’alak’’ ve ‘’alaka’’ kelimelerinin Kur’an’da kullanımlarıdır.
Beş yerde geçer.
Dördü ‘’alaka’ şeklinde müennes formda gelir. Bunlar;




Hac 5
Mü’minun 14
Mü’min 67
Kıyame 37
Bu ayetleri Surenin ikinci ayetinin açıklamalarında bulabilirsiniz.
Bu dört kullanımın tümünde de anne karnındaki embriyolojik sürece delalet eder.
Burada ise diğer kullanımlardan farklı olarak ‘’alak’’ şeklinde gelmiştir.
İnsanın anne karnındaki embriyolojik süreci ifade eden ‘alaka’ ile burada kullanılan ‘alak’ arasındaki fark
mutlaka manaya da yansımalıdır.
Ayette ‘’alak’’tan yaratıldığı söylenen unsur insan cinsidir. ‘’Alak’’ türe özgüdür. Eğer ‘’alak’’ a embriyolojik
süreci ifade eden ‘’alaka’ manası verilirse bu takdirde embriyo/hücre/sperma’dan yaratılmanın insana özgü
olduğu anlamı çıkar ki, bu doğru değildir. Birçok canlının üreme süreci embriyo/hücre/sperma’dandır. O zaman
burada insana has bir şeyden söz ediyor olsa gerek. İşte insana has olan o şey ‘’sevgi ve alaka’’ dır.
İlk kuşaklar tarafından ilk âyetinin tamamıyla anılmaktaydı.
Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı:
Sûrenin girişi, gerçek anlamda insanlığın dönüm noktası olan Kur’an vahyinin ilk inen âyetleridir.
MEKKE
Mina
KABE
Müzdelife
Arafat
Hz. Aişe ve Ebu Musa rivayetlerinde, vahiy, Mekke’de, “arayış” anlamına gelen Hıra mağarasında düşünce çile
çeken Abdullah oğlu Muhammed’e (a) Fil olayından yaklaşık 40 yıl sonra bir Ramazan gecesinde indirilen bu
sûrenin ilk beş âyetiyle başlamıştır.
Surenin Nuzul yeri, Arabistan yarımadasında bulunan Mekke’Nin en yüksek noktası olan Sebir dağının hemen
yanıbaşında bulunan Hıra Dağının tepesindeki bir doğal mağaradır. Hıra Mağarası Mekke’ye
hakim bir tepede Kabe’yi kuşbakışı gören bir noktadadır. Allah Rasulünden önce bu mağarada Hz İbrahim’in
inanç sistemi üzere ibdet eden tek kişi Hz Ömer’İn amcası Zeyd b. Amr b. Tüfeyl’dir.
Beyhaki, vahiy başlamadan önceki rüyalar silsilesinin hicretten 13 yıl önce bir Rebiulevvel ayında başladığını ve
altı ay sürdüğünü nakleder. Bu tarihin miladi karşılığı 610 yılının şubat ayıdır. Altı ay sonrası aynı yılın Ağustos
ayına denk gelmektedir.
Bu hesaba göre vahiy 610 yılının Ağustos ayında başlamıştır. Vahyin doğumunun Hz. Peygamber’in doğumuyla
aynı gün olan Pazartesi’ne denk geldiğini, Hz. Peygamber’in niçin o günü oruçlu geçirdiği sorusuna verdiği
cevaptan öğreniyoruz.
Bu konudaki sahih rivayetlerin özeti şudur: 40 yaşına doğru Muhammed’e yalnızlık sevdirildi.
Hıra dağındaki aynı adlı mağarada kendini tefekkür ve ibadete veriyordu. Bir gece aniden vahiy meleği
geldi ve “Oku!” dedi. “Benim okumam mümkün değil!” diye cevapladı, zira o zamana kadar okumuş-yazmış
değildi (Ankebût: 48). Rasulullah şöyle nakleder: “Melek beni öyle bir sıktı ki tüm gücüm gitti.” Aynı şey üç kez
tekrarlandı (Buhârî, Bed’u’l-Vahy 1:1; Müslim, İman, 1:73). Sonuncusunun ardından bu sûrenin ilk beş âyeti
nâzil oldu (Vahye dair bir not için bkz. Şûrâ: 51, not 6).
HİRA NUR
DAĞI 3. PEYGAMBERLİĞİN MEKKE DÖNEMİ
Hira Dağının Yandan Görünümü
HİRA MAĞARASI
Hira Dağının Üstten Görünüşü
KUZEY
HİRA
KABE
DOĞU
Hira Dağının Kabe’ye Göre Konumu
HİRA MAĞARASI
Cebrail (a.s) ‘in Alak Suresinin İlk 5 Ayetini Peygamberimize Getirdiği Hira Mağarası
Surenin Konusu:
23 yıllık vahiy sürecinin ilk kelimesi “oku”dur.
Bu bir “yap” emridir ve her emir bir inşadır. Amaç Vahyin muhataplarını inşa etmesidir.
İlk beş âyetin konusu insanın öğrenme yeteneğidir.
Vahiy açılışı;



Bilgiye,
İnsanın öğrenme yeteneğine ve
Araçlarına dikkat çekerek yapmıştır.
Bu, insanın en temel sorununun, doğru bilgiyi elde etmek, üretmek ve iletmekle ilgili talim ve terbiye,
eğitim ve öğretim süreci olduğunu gösterir.
İlk indirilen pasaj ve sûrelerin konuları arasındaki bilinçli bağlantı hayli anlamlıdır. Gerçek bir “önsöz” olan
Fâtiha’yı dışarıda tutarsak, bizim tesbitimize göre nüzulde ilk beş sıra ve konuları şöyledir:





Alak sûresinin ilk 5 âyeti düşüncenin ve bilginin inşasıyla,
Müzzemmil sûresinin ilk 11 âyeti, duygunun ve ahlâkın inşasıyla,
Müddessir sûresinin ilk 7 âyeti, misyon ve vizyonun inşasıyla,
Duhâ sûresinin tamamı teşvik ve motivasyonla,
İnşirah sûresinin tamamı azim ve kararlılıkla ilgilidir.
İnen ilk âyet, Allah adına/adıyla okuma emridir. Bu emir, karşılığını İslâm’ın şiarı olan besmelede bulur.
İlk beş âyetin ardından, gelen âyetler daha sonraki bir zamanda inmiştir. Bu zaman fiili engellemenin başladığı 3.
yılın başına tekabül etse gerektir. Usul kuralı gereği bir sûre için “Bu sûre falan zamanda indi” demek, o sûrenin
başının indiği zamanı gösterir. Bu kural ‘Alak sûresi için de geçerlidir.
Bu pasajda Allah’ın vahiyle kendisine tenezzül buyurduğu insanın en temel zaafına atıf yapılır:



Evet; insan kendi kendine yettiğini sandığında mutlaka azar” (6-7).
İnsan azınca ibadete engel olur, hakikati yalanlar ve ona sırt döner (9-13).
Bütün bunların temelinde görmeyen bir tanrı tasavvuru yatar: “Kendisi bilmez mi ki, Allah görür
mutlaka!” (14)
Sûre, muhatabını inşa edicilik vasfını haykırırcasına, tevhid kelimesinin çatısıyla uyumlu olan bir nehiy ve iki
emirle son bulur:



Asla o (azgın) insana uyma;
(Rabbine) secde et ve
Yaklaşmaya gayret et!”
ٰ
‫للا رَّْح مْ ٰن ِ رّ ْحَمم ِِم‬
ِ ّ ‫ِبسْ ِم‬
RAHMÂN RAHÎM ALLAH’IN ADIYLA
﴾١﴿ َ‫ك رّْح مذى َخلَق‬
َ ‫ِر ْق ََ ْر ِباسْ ِم ََ ِّب‬
1 OKU (1) yaratan Rabbin adına; (2)
(1) Kur’an’ın adıyla aynı kökten olan “oku” emrinin tümleci zikredilmemiştir. Esasen ikra’, etimolojik olarak
icma’ mânasına gelir. “şehir” anlamındaki karye, “hayız başlangıcı-bitişi” anlamındaki el-kur’ hep cem ve ictima
kök anlamıyla alâkalıdır (Mekâyîs).
Zımni anlamı şudur:



Kalbine yazılan vahyin ışığında hakikatin parçaları arasında bağ kur!
Parçanın bütüne aidiyetinin illet ve hikmeti üzerinde düşün!
Varlığı Allah merkezli bir okumaya tabi tut!
Sözün özü “Oku” emri, okumanın tüm anlamlarını içerir. Bu âyet, Allah’tan bağımsız bir bilgi ve bilim
anlayışını kökten reddeder.
İkra’, “İlet, tebliğ et” anlamına hasredilemez. Bu ancak tâlî ve dolaylı bir mâna olabilir. Zira ilk pasajda üçüncü
şahısları gösteren lafzî veya zımnî hiçbir dilsel karine yer almaz. Her şey “O ve sen” arasında gerçekleşir. Allah
Rasulü’ne ilk “uyar” emri Müddessir sûresinin ilk âyetiyle verilmiştir.
(2) İlk muhatap için dolaylı olarak “vahyi Allah adına ilet”, tüm muhataplar için “İletileni Allah adına al ve oku”
anlamına gelir.
Varlığı Allah adına okuma çabası, onu Allah’a referansla anlama çabasıdır.
Fakat okuma her şeyden önce zihinde olanı dile dökme işidir. Zira el-kırae: “Kalpte yazılı veya kayıtlı olanı
bilinen bir lisanda dillendirmek” (nutkun bi-kelâmin muayyenin mektûbin ev mahfûzin ‘alâ zahri kalb) anlamına
gelir (İbn Aşur).
﴾٢﴿ ‫رْل ْن َسا َ ِن ْ َعلَ ٍق‬
ِ ْ َ‫َخلَق‬
2 O insanı sevgi ve alâkadan yarattı. (3)
(3) ‘Alak ve ‘alaka;


Maddî olarak “embriyo ve hücre”,
Mânevî olarak “sevgi ve ilgi-alaka” anlamına gelir.
Sperma – Yumurta Buluşması (Döllenme)
Embriyo (Alaka): Sperma-Yumurta buluşmasıyla oluşan hücrenin ard arda mitoz
bölünme geçirerek hücre sayısının artmasına denir. Hücre oluşması ile temel
organların belirlenmesine kadar geçen süre Embriyo süresidir.
Embriyo (Alaka)
Doğru tercih ikincisidir.


Zira hem bu pasaj insanın embriyolojik kökenini değil mânevî boyutunu ele almaktadır,
Hem de âyetin başındaki el-insan’dan dolayı buradaki ‘alak’ın, sadece insan soyuna ait bir şey olması
gerekir. Oysa embriyolojik mânada ‘alak (embriyo, hücre) diğer memeli canlıları da kapsayan ortak bir
özelliktir.
İbn Fâris el-‘alâka’yı el-hubbu’l-lazım li’l-kalb (kalb için gerekli olan sevgi) diye tanımlar (Mekâyîs). İnsanın
anne karnındaki embriyolojik gelişim sürecini ele alan Hac 5, Mü’minûn 14, Mü’min 67, Kıyame 38’den
farklı olarak bu bağlamda, embriyolojik olmaktan çok ontolojik olmak durumundadır.
Bunu destekleyen bir husus da geçtiği tüm diğer yerlerde (5 kez) dişil formda ‘alakâ olarak gelirken sadece
burada ‘alak formunda gelir.
İlginç bir tevafuktur ki, Allah isminin mücerredi olan e-le-he’nin tüm formlarının ortak anlamı “sevgi”dir. Bu,
gerçekten dikkat çekicidir.
(Nuzul 91 / Mushaf 22 : Hac 5 Aşağıdadır.)
َ ْ ‫ب ُث ْحم ِن ْ ُن ْط َف ٍة ثُ ْحم مِنْ عَ لَ َقة ثُ ْحم ِن ْ نُضْ غَ ٍة ن َُخلْح َق ٍة َوغَ ِ َِْ ن َُخلْح َق ٍة ِّ ُن َب ِِّ َ َّ ُك ْم َو ُنقَُِّ فِى‬
‫مَام نَا َن َشا ُء ر ِّٰى رَجَ ٍل ُنسَ ّنى ُث ْحم‬
ٍ ‫ث َف ِا ْحنا َخلَ ْق َنا ُك ْم ِن ْ ُتََ ر‬
ٍ ِْ ََ ‫َِا رَ ُِّهَا رّ ْحناسُ ِر ْ ُك ْن ُت ْم فم ى‬
ِ ْ‫ب ِن َ ْرّبَع‬
ِ َْ‫رْل‬
َ ْ ‫ُن ْخ َِ ُج ُك ْم طِ ْفًل ثُ ْحم ِّ َت ْبلُ ُغور رَشُ ْحد ُك ْم َو ِن ْن ُك ْم َن ْ ُِ َت َو ٰ ّفى َو ِن ْن ُك ْم َن ْ ََُِ ُّد ر ِّٰى رََْ َذ ِل ْرّ ُعن َُِ ِّ َكِ ًَْل َِعْ لَ َم ِن ْ بَعْ ِد عِ ْل ٍم َشِْپا َو َتََ ى‬
ْ ‫َت َورَ ْن َب َت‬
ْ ‫ت َوََ ب‬
ْ ‫رْلَْ ضَ هَانِدَة َفا َِذر رَ ْن َز ّْ َنا عَ لَ ِْهَا ْرّنَا َء رهْ َت ْحز‬
‫ت ِن ْ ُك ِّل‬
﴾٥﴿ ‫ِج‬
ٍ ‫ج ب مَه‬
ٍ ‫َز ْو‬
5 EY insanlık! (6)Eğer (ölümden sonra) diriliş konusunda kuşku içindeyseniz, unutmayın ki Biz sizi;




(İlkin) bir tür topraktan,(7)
Sonra bir damlacık döl suyundan, (8)
Sonra rahim cidarına asılıp tutunan döllenmiş yumurtadan, (9)
Sonra (asli unsurları) oluşmuş fakat (tali unsurları) henüz oluşmamış bir ceninden yarattık: (10)
Bu size (menşeinizi) açıklamak için yaptığımız (bir uyarıdır). (11)
Derken;





(Doğmasını) dilediğimizi belirlenmiş bir süreye kadar (annelerinin) rahimlerinde tutarız;
Sonra sizi bir bebek olarak dünyaya getirtiriz;
Nihayet sizler olgunluk çağına, (işte bütün bu süreçlerden geçerek) ulaşırsınız:
Ama içinizden kimilerine ölüm (erken yaşlarda) tattırılır,
Kimileri de ömrün en düşkün çağına kadar ertelenir; öyle ki, sonunda o, bilen biriyken hiçbir şey bilmez hale gelir. (12)
Bu, şuna benzer) ki; önce yeryüzünü kupkuru bir halde görürsün; fakat ona indirdiğimiz suyun ardından canlanır, kabarır ve her türden
gözalıcı bitkilerle yeşerir.(13)
(6) Nida ile ilgili bir açıklama için bkz. Bakara: 21
(7) Turabin’deki belirsizlik çeviriye “bir tür” olarak yansımıştır. Unutulmamalı ki toprak yanıp sönmüş bir ateşin küllerinden doğmuş bir
hayat anasıdır.
(8) Bu âyette olduğu gibi, insanın “toprak türünden” ve “önemsiz bir su”dan (Mûrselât: 20) yaratıldığını ifade eden tüm âyetlerin amacı,
insanı yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmeye ikna, dolayısıyla Hesap Günü inancına davettir (krş. Bakara: 30-34; krş. İnsan: 1).
Öldükten sonra dirilmeyi inkar eğiliminin, sorumluluğu inkarın bir sonucu olduğu bu üslûpla vurgulanmaktadır.
(9) ‘Alaka’nın insan yaratılışının özelliğini ifade eden bir bağlamda “sevgi ve alâka” olarak çevrilmesi için bkz. ‘Alak: 2. Burada kelime
embriyolojik bir bağlamda geçmektedir ve vurgusu da embriyolojiktir. Arapça’da “sülük” için bu kelimenin kullanıldığı hatırlanacak olursa,
insanın dünyaya gelişiyle ilgili embriyolojik süreç içerisinde döllenmiş yumurtanın rahim duvarına asılıp tutunması ve etrafında bir kan
havuzcuğu oluşması aşamasını ifade ettiği anlaşılır.
(10) Mudğa, yaklaşık yedinci haftadan başlayan embriyolojik aşamayı ifade eder. Önce bir parmak boğumu uzunluğunda ve et parçası
görünümünde olan cenin daha sonra yedi santime kadar gelişir. Bu aşamada başta kalp olmak üzere beyin, göz, kulak, burun gibi temel
organların oluşumu tamamlanır. Sinir sistemi hızla gelişir, kol ve bacak çıkıntıları belirir. Artık kemiklerin ve kasların oluşumuna sıra
gelmiştir (Bunların da dile getirildiği bir âyet için bkz. Mü’minûn: 12-14). Âyetteki “(kısmen) oluşmuş ve (kısmen) oluşmamış” ibâresinin
gerekçesi budur.
(11) İnsana menşeinin ne kadar sıradan fakat potansiyelinin ve imkanlarının ne kadar muhteşem olduğu gösteriliyor. Böylece, “anılmaya bile
değmeyen” bir durumdan “yaratıklar evreninin zirvesine” taşımayı dileyen Rabbine teslim olması ve kendisine yabancılaşmaması
öğütleniyor.
(12) Krş. Nahl: 70. Zımnen: İnsan aklı ermez olarak doğmuştu, sonunda yine başa döner. Bu, derin düşünen için yeniden dirilişin
habercisidir.
(13) Kuru toprağı sulayıp onun bağrında can alıcı güzellikler ortaya çıkaran kudret, insanın yaratılış sürecinde de aynısını yapmaktadır.
Özetle insanı yeniden diriltecek olan da işte bu kudrettir. Toprağın ve insanın tabi olduğu bu evrensel yasayı inkar nasıl abes ise, aynı
yasanın sahibi tarafından konulan insanın yeniden dirilişi yasasını inkar da öyle abestir.
(Nuzul 80 / Mushaf 23 : Mü’minun 14 Aşağıdadır.)
ّ ٰ َ‫ِظا َم َّمْ نا ُث ْحم رَ ْن َشاْ َناهُ َخ ْلقا ٰر َخََ َف َتبَاََ ك‬
َ ‫ُث ْحم َخلَ ْق َنا رّ ُّن ْط َف َة َعلَ َق ًة َف َخلَ ْق َنا ْرّعَ لَ َق َة نُضْ غَ ة َف َخلَ ْق َنا ْرّنُضْ غَ َة عِ َظانا َف َكسَ ْو َنا ْرّع‬
﴾١١﴿ َ ِ ‫للا ُ رَمْ سَ ُ ْرّ َخاِّقم‬
14 Daha sonra;




Hayat tohumundan döllenmiş hücreyi yarattık;
Hemen sonra döllenmiş hücreden cenini yarattık;
Ve ceninden de kemikleri yarattık;
En sonunda kemiklere kas giydirdik;
Sonuçta, onu bağımsız(14) bir varlık olarak inşa ettik: işte her şeyi en güzel şekilde yaratan Allah’ın(15) şanı böyle yücedir! (16)
(14) Lafzen: “diğer, başka”. Burada anne-cenin irtibatının mucizevi tabiatına (ki anne bünyesi kendisine yabancı olan bu hücreyi tıbben
kabul etmemesi lazım) ve bebeğin anneden bağımsız bir birey olarak varlık dünyasına katılmasına atıf yapılmaktadır.
(15) Veya, ahsen’in ism-i tafdil anlamıyla: “yaratanların en güzeli olan Allah’ın..”
Halk bir çok yerde olduğu gibi burada da “yoktan var etme” (ibda) değil, “var olanların terkibinden bir başka varlık çıkarma” (icad)
anlamındadır. Bu anlamıyla hem Allah için, hem de insan için kullanılabilir (bkz. Âl-i İmran: 49). Allah, yoktan var etmede rakipsiz, vardan
var etmede emsalsizdir. Buradaki “yaratma”, “takdir etme” olarak anlaşıldığında, bu “yaratılışın yasasını koyma” anlamını taşır (Râzî). Bu
âyet, “O, sizi çeşitli aşamalardan geçirerek yaratmıştır” (Nûh: 14) âyetinin açılımıdır.
(16) Tebâreke, bereket’ten “uzama ve artma”, burûk’dan “sebat ve devam” anlamlarına gelebilir.
Bu durumda mâna şöyle olur:
“Varlık alanındaki her türlü oluş, artış, süreklilik ve kalıcılığın kaynağı olan Allah yaratanların en güzelidir.”
Hicr sûresinin 26. âyeti ile birlikte düşünüldüğünde, elementer kökeni temsil eden dört unsurla embriyolojik süreci temsil eden dört unsur
arasında şöyle bir eşleştirme yapılabilir:




Tıyn-Nutfe (meni),
Salsal-Alaka (ceninin ilk evresi),
Hamein mesnun-Mudğa,
Fahhar-Izam (kemik).
Birinci sürecin sonucunu ifade eden nefha-i ruh (ruh üfleme), ikinci sürecin sonu için de aynen geçerlidir.
(Nuzul 78 / Mushaf 40 : Mü’min 67 Aşağıdadır.)
ُ ‫ش ْحد ُك ْم ُث ْحم ِّ َت ُكو ُنور‬
ُ َ‫ب ُث ْحم ِن ْ ُن ْط َف ٍة ُث َّم مِنْ عَ لَ َقة ُث ْحم ِ ُْخ َِ ُج ُك ْم طِ ْفًل ُث ْحم ِّ َت ْبلُ ُغور ر‬
﴾٧٦﴿ َ ‫شُِوخا َو ِن ْن ُك ْم َن ْ ُِ َت َو ٰ ّفى ِن ْ َق ْب ُل وَ ِّ َت ْبلُ ُغور رَجَ ًل نُسَ ّنى َوَّعَ لْح ُك ْم َتعْ قِلُو‬
ٍ ‫ُه َو رّْحذم ى َخلَ َق ُك ْم ِن ْ ُتََ ر‬
67 Sizi;






Önce toprak türünden,
Sonra bir damlacık hayat suyundan,
Sonra da döllenmiş yumurta hücresinden yaratan O’dur;
Sonra bebek olarak meydana gelmenizi (dilemiştir);
Sonra olgunluk çağına erişmeniz ve ardından da yaşlanmanız için (yasa koymuştur):
Ne ki kiminize ölüm daha erken tattırılır, (kiminize) de sonu yasayla belirlenmiş bir süreye ulaşmanız için (zaman tanınır) ki,
belki aklınızı başınıza alırsınız.
(Nuzul 33 / Mushaf 75 : Kıyamet 37 Aşağıdadır.)
﴾٨٣﴿ ‫ُث ْحم َكا َ عَ لَ َق ًة َف َخلَقَ َفسَ ٰوّ ى‬
38 Sonra bir parçacık pıhtı olmuş; bu safhada (Allah) onu yarattığı (gibi) şekil de vermişti;
﴾٨﴿ ‫ك ْرْلَ ْك ََ ُم‬
َ ‫ِر ْق ََ ْر َو ََ ُّب‬
3 Oku! Zira Rabbin sonsuz kerem sahibidir; (4)
(4) el-Ekrem: “Herhangi bir karşılık almadan ve beklemeden sınırsızca veren”.
Zımnen: İnsan Allah’a borçlu olarak doğar, bu yüzden dîn “borçluluk bilinci”dir. Bu âyete kadar Rab, ellezi
halaka, ellezi alleme gibi eylem sıfatlarından sonra, Ekrem ile kemal sıfatlarına geçti.
Öncesiyle birlikte: Yoktan var eden de O, var ettikten sonra aşama aşama kemale ulaştıran da...
﴾١﴿ ‫رَّْح مذى َعلْح َم ِب ْاّ َقلَ ِم‬
4 O insana (bilgiyi) kalemle (kaydetmeyi) öğretti, (5)
(5) Kalem bir semboldür.


Hem bilginin kayıt altına alınmasını,
Hem de öğrenme araçlarını simgeler.
Daha ilk inen vahiyle “sözlü kültürden yazılı kültüre geç” işaretini alan Nebi, mesajı aldığını vahyi yazdırarak
ortaya koyacaktır.


Kalem yazıyı temsil eder.
Yazı ise bilgiyi kayda alıp, bu kayda kalemi, kağıdı, eli, zamanı, mekânı, okuyan ve okuyacak her insanı
şahit tutmaktır.
Söz uçucu yazı kalıcıdır. Onun için demişlerdir ki;


İlim avlamak,
Yazı ise avı bağlamaktır.
﴾٥﴿ ‫َعلْح َم ْرْلِ ْن َسا َ َنا َّ ْم َِعْ لَ ْم‬
5 O insana bilmediklerini öğretti. (6)
(6) Bu öğreti;



Hem fıtratına fıtrî bilgiyi nakşetti,
Hem vahiy (zikr) ile nakşedileni hatırlattı,
Hem de bilmediklerini öğretti.
Allah Rasulü “Arayış” (Hırâ’) mağarasından bu vahiylerle endişeli bir halde dönünce Hz. Hatice onu şöyle
teselli eder: Vallahi Allah seni kesinlikle mahcup etmez!
Çünkü sen;





Sözüne sadık bir adamsın,
Akrabalık bağlarını gözetirsin,
Kimsesizleri korursun,
Konuğa ikram edersin,
Haklının hakkını almasına yardım edersin!” (İbn Hanbel VI, 223).
﴾٧﴿ ‫رْل ْن َسا َ َّ َِ ْط ٰغى‬
ِ ْ ‫َك ْحًل ِر ْح‬
6 EVET, evet; (7) insan mutlaka azar,
(7) Kellâ: Muhtemelen edatın ilk geçtiği yer. Dilciler farklı mânalara geldiğini söylemişlerdir.




Basralılara göre “Yoo, hayır, asla” veya paragraf başı;
Kisai’ye göre “gerçekten de, hakikat şu ki”,
Sa’leb’e göre “değil mi ki”,
Ferrâ’ya göre “evet, kesinlikle” mânasına gelir.
Bizce edat bağlamına göre bu işlev ve anlamlardan bir veya bir kaçını kazanır. Tercüme boyunca tercihimiz de
budur. Bir ara cümle gibi öncesini de sonrasını da görür.
﴾٦﴿ ‫رَ ْ ََ ٰرهُ رسْ َت ْغ ٰنى‬
7 Kendi kendine yettiğini sandığında! (8)
(8) İnsanın kendi kendisine yettiğini zannetmesi tuğyanın sebebidir. Zira insan, ancak kendini kaybettiğinde bu
zanna kapılır.
﴾٣﴿ ‫ك رَُّّ جْ ٰعى‬
َ ‫ِر ْح ر ِّٰى ََ ِّب‬
8 Ne ki insanın Rabbine dönüşü muhakkaktır. (9)
(9) Bu üç âyet bütün ahlâkî davranışın kaynağına dikkat çekmektedir.
Zımnen:
Ahlâkın referansı kalplerin özünü gören ve bilen Allah değilse, ahlâk hasbi olmaktan çıkar hesabi olur.
Bu da ahlâkın anlamını kaybetmesidir. Zira bu takdirde ahlâkî davranışın anlamını onu yapan kişinin kalbindeki
niyette bulan ‘garantisi’ ortadan kalkar.
﴾٩﴿ ‫رَ ََرَِْتَ رّْحذم ى َِ ْن ٰهى‬
9 Ama (ey muhatap!) (10) Baksana şu engel olmaya kalkışana,
(10) Bu ve devamındaki âyet Kur’an’daki hitap zamirlerini Allah Rasulü’ne hasretmenin yanlışlığını gösterir.
Zira namazı engellenen kul zaten Allah Rasulü’dür.
O halde “Baksana” denilince dönüp bakması gerekenler, her çağda Kur’an’a muhatap olanlardır.
﴾١١﴿ ‫ص ٰلّى‬
َ ‫َعبْدر ِر َذر‬
10 İbadete (11) kalkan bir kula! (12)
(11) Veya: “namaza”. Bir insanı meşgul ederek ibadetten alıkoymak da bu kapsama girer.
(12) Burada namaza engel olmaktan amaç, dinin sosyal hayatta görünür kılınmasına engel olmaktır.
Bununla amaçlanan sosyal hayatı Allah’tan koparmaktır.
Allah’tan kopmuş bir sosyal hayat anlam ve ahlâktan da kopmuş olacaktır. Hangi çağda yaşanırsa yaşansın,
bunun adı “Ebu Cehillik”tir.
﴾١١﴿ ‫رَ ََرَِْتَ ِر ْ َكا َ َعلَى ْرّه ُٰدى‬
11 (Ve sen ey ibadete engel olan!) (13) Hiç, o, hidayet üzere midir diye geldi mi aklına? (14)
(13) Fiil zamirlerinin ibadeti engelleyene gittiğinden yola çıkarak (Keşşaf).
(14) Zımnen: Bir kez olsun önyargısız bakmak aklına gelmedi mi?
﴾١٢﴿ ‫رَ ْو رَ َن ََ ِباّ ْحت ْق ٰوى‬
12 Yahut da, çağırmakta (15) mıdır diye sorumluluğa? (16)
(15) Buradaki emr’in “buyruk ve talimat” anlamına gelmediği açıktır, zira sahibi âmir makamında değildir. Emr,
tıpkı el-emr bi’lmaruf’taki gibi bir öneri ve davet ifade eder.
(16) Yani: İbadeti engelleyen, hidayeti engellemiş ve sorumsuzluğa çağırmış olur (Takvâ için ilk kullanıldığı
bkz. Şems: 8
(Nuzul 28/ Mushaf 91 : Şems 8 Aşağıdadır.)
﴾٣﴿ ‫َفا َ ّْ َه َنهَا فُجُوََ هَا َو َت ْقو ِٰٰهَا‬
8 Ve nihayet insan benliğine iyiyi ve kötüyü tanıyıp sorumsuz ve sorumlu davranma yeteneğini (8) yerleştiren (şahit olsun) ki:
(8) Takvâ’nın muhtemelen iniş sürecinde ilk kullanıldığı yer burasıdır.
Kök mânası, “biri diğerine zarar veren iki şey arasına engel koyarak zarar göreni zarar verenden korumak” demektir.
İttekâ bi-teresihi “kalkanıyla kendini korudu/sakındı” denilir. Bir sahabi, savaşın en şiddetli anında Allah Rasulü’nün ardına sığınarak
korunduklarını ittekaynâ bi-rasûlillah cümlesiyle dile getirir.
Hz. Peygamber takvâ’yı şöyle açıklar:










Birbirinize haset etmeyiniz!
Kendiniz almak istemediğiniz halde diğerini zarara sokmak için bir malı methedip fiyatını arttırmayınız!
Birbirinize buğzetmeyiniz!
Birbirinize yüz çevirip arka dönmeyiniz!
Sizden bazılarınız diğer bazılarınız üzerine alışverişe girişmesin!
Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz!
Müslüman müslümanın kardeşidir.
Müslüman müslümana zulmetmez.
Yardıma muhtaç olduğu zaman da onu yalnız ve yardımcısız bırakmaz.
Onu hor ve hakir görmez. Takvâ işte budur/buradadır.”
Rasulullah “takvâ işte buradadır” sözünü üç defa tekrarladı ve her seferinde eliyle göğsünü gösterdi.” (Müslim, Birr 32).
Bu hadis ekonomik, sosyal, ahlâkî, dinî ve siyasal her alanda tavsiyeler içermektedir. Nebi bunların tümünü takvâ başlığı altında ele
alabilmektedir.
Bu da bizi “insanı sorumlu hareket etmeye götüren sorumluluk bilinci” tarifine ulaştırır.
﴾١٨﴿ ‫ب َو َت َو ّّٰى‬
َ ‫رَ ََرَِْتَ ِر ْ َك ْحذ‬
13 Düşündün mü hiç: eğer o hakikati yalanlasa ve sırt dönmüş olsa Allah’a,
ٰ
﴾١١﴿ ‫للا َِ َٰى‬
َ ّ ‫رََّ ْم َِعْ لَ ْم ِبا َ ْح‬
14 Kendisi bilmez mi ki, Allah görür mutlaka. (17)
(17) Tercihimizin gerekçesi için bkz. Keşşaf.
﴾١٥﴿ ‫َك ْحًل َّ ِئ ْ َّ ْم َِ ْن َت ِه َّ َنسْ َفعا ِباّ ْحناصِ َِ ِة‬
15 Yoo! Eğer o buna bir son vermediyse, elbet perçeminden yakalayacağız; (18)
(18) Zımnen: Günahkar yüzünü sakladığı, maske gibi kullandığı perçeminden.
﴾١٧﴿ ‫َناصِ َِ ٍة َكا ِذ َب ٍة َخاطِ َئ ٍة‬
16 O pek sahtekar, bir o kadar da (19) günahkar perçeminden;
(19) Hâtıetin’deki belirsizliğin anlama yansıması.
﴾١٦﴿ ‫َف ْل َِ ْد ُع َنا ِد َِ ُه‬
17 Haydi o kendi örgütünü (20) çağırsın,
(20) Müşrik Mekke’nin şehir senatosu Daru’n-Nedve’ye bir gönderme. Bu bağlamda örgütlü küfrü ifade eder.
(Kelimenin lugâvî tahlili için bkz. Ankebût: 29)
(Nuzul 89/ Mushaf 29 : Ankebut 29 Aşağıdadır.)
ّٰ ‫ب‬
﴾٢٩﴿ َ ِ ‫للاِ ِر ْ ُك ْنتَ ِن َ رّصْحادِقم‬
‫رَئِ ْحن ُك ْم َّ َتاْ ُتو َ رَِّّجَ ا َل َو َت ْق َطعُو َ رّس مْحبِ َل َو َتاْ ُتو َ م‬
ِ ‫فى َنادٖ ي ُك ُم ْرّ ُن ْن َكََ َفنَا َكا َ جَ وَ ربَ َق ْو ِنهم ر ْحِْل رَ ْ َقاُّور ر ْئتِ َنا ِبعَ َذر‬
29 Evet, erkeklere (şehvetle) yaklaşan ve (cinsellik için doğal olan) yolu kapatan;(37) üstelik bu çirkinliği kamuya açık yerlerde güpegündüz
gurup halinde işleyen siz değil misiniz?(38) Fakat kavminin tek cevabı: “Eğer doğru sözlü biriysen, haydi Allah’ın azabını getir de görelim
bakalım!” diye (meydan okumaktan) ibâretti.
(37) Veya: “(çirkin fiili işlemek için gelip geçen yolcuların) yolunu kesen” (Mukatil). Ve takta‘ûne’s-sebîl ibâresi için tercih ettiğimiz anlamı
Ferra kaynak belirtmeden, Zemahşerî ise Hasan Basri’ye atfen naklederler.
(38) en-Nâdî, “gündüzün toplanmak” (gece toplanma yerine es-sâmir denir) anlamındaki nedv’den türetilmiştir. “İnsanların gündüz
toplandığı kamuya açık yerler” anlamına gelir.
Nâdî, “kulüp, loca” anlamına da gelir. “Dernek, toplantı salonu” anlamına gelen nedve de aynı köktendir. Bir eylemin gurup halinde
yapılışını da içerir.
Çevirimizin gerekçesi budur.
‫َس َن ْد ُع ْح‬
﴾١٣﴿ ‫رّز َبا ِن َِ َة‬
18 Biz de zebanileri çağıracağız. (21)
(21) “Cehennem muhafızları” olarak kullanılan zebâni, zâbin, zebine, zibniyye ya da zibniy kelimesinin
çoğuludur.
Kökeni Adnani Araplara uzanan Vâ’il kabilesinin bir kolu olduğu belirtilen Benu Zebine oymağıyla da
muhtemel bir anlam ilişkisi bulunan zebani kelimesi, klasik Arapça’da “kolluk kuvvetleri” (surât) anlamında
kullanılmış; ayrıca son derece saldırgan ve elinden kaçıp kurtulması mümkün olmayan insanlar zebani diye
nitelenmiştir (Lisân ve Kurtubî).
Tahrim sûresinin 6. âyetinde bunların Allah’ın görevlendirdiği melekler olduğu ifade edilmektedir. Bu durumda,
bu görevlilerin “korkunç, çirkin” değil, “güçlü, kuvvetli” varlıklar olduğu sonucuna ulaşılır
﴾١٩﴿ ْ‫َك ْحًل َْل ُتطِ عْ ُه َورسْ ج ُْد َور ْق َت َِب‬
19 Hayır! O (azgın) insana uyma; (22) imdi (Rabbine) secde et (23) ve yaklaşmaya gayret et. (24)
(22) Zımnen: Zorbalara teslim olma! İlk muhatabın ve tüm muhatapların, ibadetten engelleyen zorba tiplerden
korkmamalarına dair ihtar.
(23) Zımnen: Tam bir teslimiyet göster. Secde de teslimiyetin simgesidir. Müstakil rüku yoktur, fakat şükür, dua,
tilavet, sehiv secdeleri gibi müstakil secde vardır.
(24) “Gayret et” karşılığı, ifti‘al kalıbının lafza kattığı yan anlamdır.

Benzer belgeler