T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ DOSYA NO : 2014/137

Transkript

T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ DOSYA NO : 2014/137
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
T.C.
ANKARA
10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
DOSYA NO
: 2014/137 Esas
KARAR NO
: 2014/181
C.SAVCILIĞI ESAS NO : 2014/13189
GEREKÇELİ KARAR
TÜRKMİLLETİADINA
BAŞKAN
ÜYE
ÜYE
C. SAVCISI
KATİP
DAVACI
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
: OKTAY SADAY 21366
: NAİLE GÜNDOĞDU TAŞ
23650
: MEHMET ALİ KARASEYFİOĞLU 3394
: ERDİNÇ HAKAN ÖZDABAKOĞLU 38692
: MELİHA KURMAN 11241
: K.H.
:TÜRKİYE
BÜYÜK
MİLLET
MECLİSİ
BAŞKANLIĞI,
:Av. YILDIZ BEZGİNLİ TBMM Hukuk Hizmetleri
Başkanı
:BAŞBAKANLIK, Hukuk Müşaviri Sami Arslan Aşkın
Merkez/ ANKARA.
:Av. İSMAİL ULUYOL, Başbakanlık Merkez Bina B
Blok Kat:3 ... Çankaya/ ANKARA
:MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ,
:Av. HAMİT KOCABEY, İzmir Caddesi Fevzi
Çakmak1. Sokak Petek İşhanı 7/5 - KızılayÇankaya/
ANKARA
:Av. YÜCEL BULUT, Necatibey Caddesi 18/15Kızılay
Çankaya/ ANKARA
: CUMHURİYET HALK PARTİSİ, Genel Merkez,
Anadolu Bulvarı No.12 Sögütözü Merkez/ ANKARA.
: Av. CELAL ÇELİK,
Av. ÇİĞDEM ÇAĞLAYAN DEMİROĞLU, Hoşdere
Cad. No: 80/19 Y.Ayrancı Çankaya/ ANKARA
:DİYARBAKIR BAROSU, Diyarbakır Baro Başkanlığı
Merkez/ DİYARBAKIR.
:Av. MEHMET EMİN AKTAR, Lise Caddesi Evren
Apt. No:2/6 Yenişehir/Diyarbakır 21100 Merkez/
DİYARBAKIR
Av. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN, Necatibey Caddesi
No. 82/13 - Kızılay. ANKARA
:MUĞLA BAROSU, Baro Başkanlığı- Muğla Adliyesi
1/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
MUĞLA.
:Av. MUSTAFA İLKER GÜRKAN, Temel Yapı İş
Merkezi Kat:2 Gümbet ... Bodrum/ MUĞLA
Av. SENİH ÖZAY, Cumhuriyet Bulvarı No:285/A D:1
Alsancak Konak/ İZMİR
Av. DUYGU ÇAKMAK, Emirbeyazıt Mah. Zübeyda
Hanım Cad.Erhan Apt.23/B 48000 Merkez/ MUĞLA
Av. LEYLA BİŞEN, Şeyh Mah. İsmet İnönü Cad.
Nazse İşhanı No:5/13 Kat:3 Merkez/ MUĞLA
:DEVRİMCİ
İŞÇİ
SENDİKALARI
KONFEDERASYONU, .
: Av. NECDET OKCAN, İncirli Cad. No:43/2 Sinan
Apt. D:3 Bakırköy/ İSTANBUL
Av. EKİN SARI AKALIN, Ziya Gökalp Cad. Bayındır
1 Sok. 25/8 Kızılay 06420 Merkez/ ANKARA
Av. SAVAŞ DEMİRTAŞ, Çankırı Cad. No: 28 Kat:8
Ulus ANKARA
:HAK İŞÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU,
Tunus Cad.No:37 KavaklıdereMerkez/ ANKARA.
: Av. HÜSEYİN ÖZ,
Av. MUHARREM ÖZKAYA, Cevizlidere Caddesi
1239.Sokak No:6Balgat Çankaya/ ANKARA
:ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ, İlkiz Sokak
18/3 Altındağ/ ANKARA.
:Av. SELÇUK KOZAĞAÇLI, Mithatpaşa Cad. 50/11
Kızılay 06420 Çankaya/ ANKARA
:TÜM
ÖĞRETMENLER
BİRLEŞME
VE
DAYANIŞMA DERNEĞİ Tüzel kişiliği adına genel
başkan yardımcısı İsmet Yalçınkaya Cinnah Cad.
Willy Brant Sok. No:13/B Çankaya- ANKARA.
:Av. ŞÜKRÜ GÜNEL, ATATÜRK BULVARI
NO:151/905 KIZILAY/ANKARA
:AYNUR FATMA HAYRULLAHOĞLU, İshak ve
Leyla kızı, 13/02/1959 KARS doğumlu, Örnek Mah
Doğan Cad (Bestekar Amir Ateş) Cad N:32/1Ataşehir/
İSTANBUL adresinde oturur.
:Av. İSMAİL AZİZ ERGİN CİNMEN, Bitez Kubilay
Sk. No:2/3Bodrum/ MUĞLA
Av. HASAN ÜREL, Strazburg Cad. No:40/7
SıhhiyeANKARA
Av. MURAT NERGİZ, 19 Mayıs Mahallesi Operatör
Raif Bey Sokak D.N: 29 Kat: 4 No: 5 Şişli/
İSTANBUL
:MEHMET KUTLULAR, Bilal ve Emine Elmas oğlu,
21/04/1938 GÖNEN doğumlu, İSTANBUL, FATİH,
Binbirdirek mah/köy nüfusunda kayıtlı.adresinde
oturur.
2/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
:Av. MEHMET ALİ ASLAN, Toros Sk.11/7 Sıhhiye
Çankaya/ ANKARA
Av. TURGUT İNAL, E.KUYUMCULAR MAH.
ÇAVUŞ SOK. İNAL APT. NO:15/1- BALIKESİR
:BERFO KIRBAYIR, Dursunkızı, 01/07/1921 GÖLE
doğumlu, Fındıklı Mah. Sarmaşık Sk. No:72 İç Kapı
No:1Maltepe/ İSTANBUL adresinde oturur.
:Av. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN, Necatibey Caddesi No.
82/13 - Kızılay. ANKARA
:FATMA GÜLMEZ, İsmailkızı, 01/01/1963 GÖLE
doğumlu,İçerenköy Mah. Yalçın Sk. No:47 İç Kapı
No:5Ataşehir/ İSTANBUL adresinde oturur.
:Av. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN, Necatibey Caddesi No.
82/13 - Kızılay. ANKARA
:MİKAİL KIRBAYIR, İsmailoğlu, 01/02/1950 GÖLE
doğumlu, . İçerenköy Mah. Yalçın Sk. No:47 İç Kapı
No:5Ataşehir/ İSTANBUL adresinde oturur.
:Av. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN, Necatibey Caddesi No.
82/13 - Kızılay. ANKARA
: AHMET TÜRK, Sinooğlu, 02/07/1942 DERİK
doğumlu,Yalım Mah. Ömerli Cad. No:34 İç Kapı
No:12Artuklu/ MARDİN adresinde oturur.
:Av. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN, Necatibey Caddesi No.
82/13 - Kızılay. ANKARA
:HÜSEYİN
DOĞAN,
Velioğlu,
02/04/1942
KAHRAMANMARAŞ
doğumlu,Mutluköy
1694.Sokak (Eski 10.Sokak) Ümitköy Çankaya/
ANKARA adresinde oturur
:Av. AYDIN ERDOĞAN, Adakale Sk.No:8/4
Kızılay/Ankara 06410 Çankaya/ ANKARA
:AHMET CİHAN, Ağaoğlu, 06/06/1954 OVACIK
doğumlu, . Aydın Yuva Sokak No:16/2 İncirliBakırköy-Ankara Merkez/ ANKARA adresinde
oturur.
:Av. AYDIN ERDOĞAN, Adakale Sk.No:8/4
Kızılay/Ankara 06410 Çankaya/ ANKARA
Av. ILGIN ERTAŞ, Adakale Sokak Ada Apartmanı
No:4 - Yenişehir Çankaya/ ANKARA
Av. AHMET SERDAR OKUTAN, Cumhuriyet Mah.
Zafer İşhanı No:7/29 Kat:8 Kızılay Çankaya/
ANKARA
:ENDERCAN CEYLAN, Pelir oğlu, 22/11/1962
HOZAT doğumlu, . Yeni Mah. Cevahir Sk.
No:49Hozat/ TUNCELİ adresinde oturur.
:Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı
39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA
:SERAP SOYERGİN, Mustafakızı, 22/03/1960
3/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
ADANA doğumlu,Çınarlı Köyü Dardanos Mevkii
İzmir 5. Sokak 2H/2 Merkez/ ÇANAKKALE
adresinde oturur.
:Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı
39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA
:YILMAZ YUKARIGÖZ, Şükrü oğlu, 24/10/1962
YAHYAKEMAL doğumlu, Telsizler Mah. Benek Sk.
No:16/1 İç Kapı No:12Kağıthane/ İSTANBUL
adresinde oturur.
:Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı
39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA
:FATİH ÖZENÇ, Şevketoğlu, 23/10/1978 SAMSUN
doğumlu,ZeytinlikMah. Terme Sk. No:8 İç Kapı
No:Aİlkadım/ SAMSUN adresinde oturur.
:Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı
39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA
:NERGİZ
ŞAHİNDOKUYUCU,
Salmankızı,
22/02/1949 SUNGURLU doğumlu,Şahintepe Mah.
684 Sk. No:2 İç Kapı No:11Mamak/ ANKARA
adresinde oturur.
:Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı
39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA
:MERAL
KARAKUŞ,
Alikızı,
05/12/1958
HEKİMHAN doğumlu, General Zeki Doğan
Mahallesi 563 Sokak 46/7 Mamak/ ANKARA
adresinde oturur.
:Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı
39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA
:SERDAR
VARDAR,
Fevzioğlu,
15/06/1964
ZEYTİNALAN doğumlu,Tuna Mahallesi 5545 Sokak
11/1 Bornova/ İZMİR adresinde oturur.
:Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı
39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA
:SENEM GÜLBUDAK, Abdullahkızı, 24/03/1972
FATSA doğumlu, Pınarbaşı Mahallesi 753. Sokak H.
İhsan Arı Apt. Kat:2/9 Konyaaltı/ ANTALYA
adresinde oturur
: Av. ARİF ALİ CANGI, 858 Sok. No:9/705Paykoç
İşhanı K:7/705 Konak/ İZMİR
Av. ÖMER KAVILI, F. Atabey Cad. 80 Büro 24-25
Üsküdar/ İSTANBUL
:BASKIN ORAN, Hüseyin Ekremoğlu, 26/07/1945
İZMİR doğumlu, Zekai Apaydın Sokak No:24
OranşehriÇankaya/ ANKARA adresinde oturur.
:Av. OYA AYDIN GÖKTAŞ, Necatibey Cad.
No:6/145.Sıhhıye Merkez/ ANKARA
:OSMAN
ESENDAĞ,
Tokeroğlu,
11/04/1959
4/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
SARUHANLI doğumlu, Gözlet Köyü 33 Saruhanlı/
MANİSA adresinde oturur.
:Av. MELAHAT AKGÜN, Osmaniye Mah. Köyaltı Sk.
No: 11 Borahan Sitesi C Blok Da: 3 Bakırköy/
İSTANBUL
Av. İRFAN SÖNMEZ, Gazi Cad.Turan Apt.N.7/6
Merkez/ ELAZIĞ
:ÜLKÜ OCAKLARI EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI,
Oğuzlar Mah. 42. Sok. No:26 Çankaya/ ANKARA.
:Av. MEHMET PARSAK, Necatibey Caddesi Bilecik
Apartmanı 27/13Kızılay Çankaya/ ANKARA
:ERKAN UĞUR EREN, Ahmet Şadan oğlu,
21/06/1960 ŞEBİNKARAHİSAR doğumlu,Birlik
Mah. 461 Sk. No:4 İç Kapı No:6Çankaya/ ANKARA
adresinde oturur
:Av. İLYAS DANYELİ, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı
39/12 - Demirtepe Çankaya/ ANKARA
Av. KAZIM GENÇ, Meşrutiyet Cad. No:12/38 Kızılay
Çankaya/ ANKARA
:MAHİNUR KARDAŞ, Osman Nuri kızı, 07/07/1954
YEŞİLHİSAR doğumlu,Şehitlik Mahallesi Çamlıca
Caddesi 94/6 Polatlı/ ANKARA adresinde oturur.
:Av. ŞENER AKYÜZ, Yeni Hal Karşısı Soykök İşhanı
Kat:1 Polatlı ANKARA
:SUZAN AKYÜZ, Osman Nuri kızı, 02/06/1949
YEŞİLHİSAR doğumlu,Gazi Mah. Altan Sok. No: 2/7
Hanımeli AptPolatlı/ ANKARA adresinde oturur.
:Av. ŞENER AKYÜZ, Yeni Hal Karşısı Soykök İşhanı
Kat:1 Polatlı ANKARA
:ERDEM ŞENOCAK, Ali Faikoğlu, 11/06/1959
SULUOVA doğumlu,
:Av. MEHMET RİFAT BACANLI, Strazburg Cad.
Lale Sok. No:13/11 Sıhhıye Çankaya/ ANKARA
:CABBAR ÖZMEN, Hüseyin oğlu, 01/03/1953
ADANA doğumlu, Belediye Evleri Mah. Süleyman
Demirel Bulvarı No:110-1 İç Kapı No:08Çukurova/
ADANA adresinde oturur.
:Av. MEHMET HORUŞ, Hatay Sok. 23/5Kızılay ...
Çankaya/ ANKARA
:NURSEL
GEZGİN,
Abbaskızı,
02/12/1960
İSKENDERUN doğumlu, Hüyük Sayar Mevkii
Cumhuriyet Cad. 22/1 Uluçınarİskenderun/ HATAY
adresinde oturur.
: Av. MEHMET HORUŞ, Hatay Sok. 23/5Kızılay ...
Çankaya/ ANKARA
:GANİME
AKTAŞ,
Hasankızı,
01/07/1936
İSKENDERUN doğumlu,Hüyük Mah. Cumhuriyet
5/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Cad. No:22 İç Kapı No:1Arsuz/ HATAY adresinde
oturur.
: Av. MEHMET HORUŞ, Hatay Sok. 23/5Kızılay ...
Çankaya/ ANKARA
:KEMAL YAYLA, Mehmetoğlu, 14/06/1955 ESPİYE
doğumlu,Yeni Mah. 833 Sokak No:2/2 Didim/ AYDIN
adresinde oturur.
:Av. NİLAY GEYLANLI YORGANCIOĞLU,
Bahariye Mah. 1690 Sk.No:48 D:301 Saadet İşhanı
Karşıyaka/ İZMİR
:MERSİN BAROSU, Mersin Barosu Adliye Sarayı 2.
Kat Merkez/ MERSİN.
:Av. HALİL HULKİ ÖZEL, Çakmak Cad. Buğdaycı
Apt. 4/23 Merkez/ MERSİN
:AHMET KUTALMIŞ TÜRKEŞ, Alparslanoğlu,
16/10/1978 İSTANBUL doğumlu, İ Oran Mahallesi
Zekai Apaydın Sk. 2/6 Çankaya/ ANKARA
: Av. İSMAİL UYAR,
: SÜLEYMAN KANBUR, İbrahimoğlu, 03/08/1955
GÜVENKAYA doğumlu, Cengizhan Mah. 855 Sk.
No:2A İç Kapı No:9Mamak/ ANKARA
: Av. AYŞE EVRİM ZEYBEK, Soğuksu Mah. 308. Sk.
Adabel Sit.A Blok No:31 K:10 Muratpaşa/ ANTALYA
Av. MEHMET HORUŞ, Hatay Sok. 23/5Kızılay ...
Çankaya/ ANKARA
: ALAZ ERDOST, İlhankızı, 12/05/1980 ANKARA
doğumlu,Şair Nedim Sok,No.9/9 A,AyrancıÇankaya/
ANKARA adresinde oturur.
: Av. ŞENAL SARIHAN, Konur Sokak No:9/17 Kızılay
ANKARA
: GÜL ERDOST, Hüseyinkızı, 02/03/1952 MALATYA
doğumlu, Aziziye Mah. Şair Nedim Sk. No:9 İç Kapı
No:9Çankaya/ ANKARA adresinde oturur.
: Av. ŞENAL SARIHAN, Konur Sokak No:9/17 Kızılay
ANKARA
: BAKI BATMAZ, Alioğlu, 10/05/1960 GÖKDERE
doğumlu,Rasimpaşa Mah. Yurttaş Sk. No:30 İç Kapı
No:3Kadıköy/ İSTANBUL adresinde oturur.
: Av. CEVRİYE AYDIN, Bahariye Cad. No:92 Dostlar
Apt.Kat:3 D:6 ... Kadıköy/ İSTANBUL
: TAHİR ÖĞMEN, Haliloğlu, 01/07/1951 ŞIRNAK
doğumlu, Dicle Mah. 25. Cad. No:75/1 Silopi Silopi/
ŞIRNAK adresinde oturur.
: Av. MEHMET İHSAN KALKAN, Yeşiltepe Mah.
Karanfil S0K. SilopiSilopi/ ŞIRNAK
: ALAATTİN ARKAN, Himmet ve Döndü oğlu,
06/02/1949 ALACA doğumlu,Bademlidere Mah.
6/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
VEKİLLERİ
KATILAN
KATILAN
KATILAN
KATILAN
KATILAN
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Şemsettin Günaltay Cad. No:135Çankaya/ ANKARA
adresinde oturur.
: Av. OSMAN BAŞER, Strazburg Cad. 28/7 Sıhhiye
Çankaya/ ANKARA
Av. SERDAL NAMKOÇ, Strazbunrg Caddesi
28/7Sıhhıye Merkez/ ANKARA
: HAYRİ ERDOĞAN, Mehmet Alioğlu, 12/03/1948
GÖRDES doğumlu, Tevfikiye Mah. 3807 Sk. No:5 İç
Kapı No:4Merkez/ MANİSA adresinde oturur.
: Av. ARİF ALİ CANGI, 858 Sok. No:9/705Paykoç
İşhanı K:7/705 Konak/ İZMİR
: İNSAF KARABULUT, İbrahimkızı, 10/05/1950
DİVRİĞİ doğumlu, . Kazım Karabekir Paşa Mah.
Erdem Sk. No:54 İç Kapı No:1Sarıyer/ İSTANBUL
adresinde oturur.
: Av. MEHMET HORUŞ, Hatay Sok. 23/5Kızılay ...
Çankaya/ ANKARA
Av. AYŞE EVRİM ZEYBEK, Soğuksu Mah. 308. Sk.
Adabel Sit.A Blok No:31 K:10 Muratpaşa/ ANTALYA
:
SAİT ÖZDEMİR,
Kemaloğlu,
10/09/1949
KÜÇÜKYAKA doğumlu, Çalı Mah. 142.(410) Sk.
No:3 İç Kapı No:2Nilüfer/ BURSA adresinde oturur.
: Av. FECRİ ŞENGÜR, Hacı İlyas Mh. Uluyol Sezen
Sk. Meneviş İşhanı No:3 K:3 D:8 Osmangazi/
BURSA
Av. ARİF ALİ CANGI, 858 Sok. No:9/705Paykoç
İşhanı K:7/705 Konak/ İZMİR
Av. NAHİDE DEMİR, Sakarya Mah. Güler Sk. No:4
Banuşoğlu İşm. Kat:5 No:514 Osmangazi/ BURSA
: İSLAM KEPENEK, Şevketoğlu, 15/03/1951
ARDEŞEN doğumlu, İnegöl Süleymaniye Mahallesi
Şener Saruhan Sokak No:14 Kat:2 İnegöl/ BURSA
adresinde oturur.
: HASAN KAZGAN, Mustafaoğlu, 27/03/1961
AKÇADAĞ doğumlu,Özalper Mah. Evim(1.Cad.9.)
Sk. No:12 İç Kapı No:4Yeşilyurt/ MALATYA
adresinde oturur.
: ŞÜKRÜ BÜTÜN, Haydaroğlu, 01/03/1942 ALACA
doğumlu,İkiçeşmelik Mah. Şahan Sitesi Sk. No:3-2 İç
Kapı No:10Kuşadası/ AYDIN adresinde oturur.
: ABDULGANİ AŞIK, Mehmetoğlu, 25/02/1937
KARAKAYA doğumlu, . Kızılcaşar Mah. 1221 Sk.
No:25Gölbaşı/ ANKARA adresinde oturur.
: NURETTİN YILMAZ, Mehmet İhsanoğlu,
21/01/1936 CİZRE doğumlu, Turan Güneş Bulvarı
Korman Sitesi A Blok No: 6 Çankaya /
AnkaraÇankaya/ ANKARA adresinde oturur
7/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
KATILAN
KATILAN
KATILAN
KATILAN
KATILAN
KATILAN
KATILAN
KATILAN
VEKİLİ
KATILAN
KATILAN
KATILAN
KATILAN
SANIK
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
: AZİMET KÖYLÜOĞLU, Mustafaoğlu, 01/07/1940
DEMİRCİLİK
doğumlu,Rumeli
Hisarı
Mah.Kemalettin Cami Sok.No.7 D.1-2 SarıyerSarıyer/
İSTANBUL adresinde oturur.
: MEHMET ÖZER, Nuri oğlu, 15/12/1953 KİLİS
doğumlu, Coğlaki Mahallesi Atatürk Bulvarı Hacı
Tahir Efendi Apartmanı 156/32 Merkez/ AKSARAY
adresinde oturur.
: MUAZZEZ ÖZER, Bektaşkızı, 29/07/1948
ŞANLIURFA doğumlu, Coğlaki Mahallesi Atatürk
Bulvarı Hacı Tahir Efendi Apartmanı 156/32 Merkez/
AKSARAY adresinde oturur.
: RIZA BAKTEMUR, Abdullahoğlu, 04/04/1959
DOĞANŞEHİR doğumlu,Doğu Mahallesi Sevim
Sokak No:14Doğanşehir/ MALATYA adresinde
oturur.
: HALİL DEMİREL, Fadlioğlu, 31/01/1949 PALU
doğumlu,Doğukent M. Mimar Sinan C. Abide S.
No:7/2 Merkez/ ELAZIĞ adresinde oturur.
: NURETTİN SARIBAL, Paşaoğlu, 11/09/1957
REFAHİYE doğumlu,Üsküdar Caddesi Bayramlar
İşhanı 9/9 Kartal/ İSTANBUL adresinde oturur.
:KENAN DİLBEROĞLU, Mehmetoğlu, 20/03/1950
HACILAR doğumlu,Yeni Mahalle 540 Sokak Efor
İnş. Mehmet Duraker Apt. Kat:1 Daire:1 Finike/
ANTALYA adresinde oturur.
: HİKMET KAZGAN, Mustafaoğlu, 05/05/1966
MALATYA doğumlu, . Çilesiz Mah. Fahri Kayahan
Bulvarı No:32/2 İç Kapı No:29Yeşilyurt/ MALATYA
adresinde oturur.
:AV. TUNCAY DOLU
:SABİRE SERİN, Vehbikızı, 10/03/1965 BAYBURT
doğumlu,Büyükdere Mah Kılcı Sok No:3 D:4 Sarıyer
/İstanbulSarıyer/ İSTANBUL adresinde oturur.
: ALİ İBRAHİM ÖNSOY, Mehmetoğlu, 05/11/1957
İSTANBUL doğumlu,Merkez Mah. Namık Kemal
Cad. Anadol Sok No 16/4 Avcılar/ İSTANBUL
adresinde oturur.
: ARİF IŞIK, Sadıkoğlu, 16/11/1956 PÜTÜRGE
doğumlu, Başakşehir Mah. 2.Etap Serap Sk. B 37
Blok D:26Başakşehir/ İSTANBUL adresinde oturur.
: MUSA KILIÇ, Abdurrahman oğlu, 14/12/1947
AFYONKARAHİSAR doğumlu,Dumlupınar Mah.
Asım İzmirli Cad. No:26/1 İç Kapı No:8Merkez/
AFYONKARAHİSAR adresinde oturur.
: AHMET KENAN EVREN, Hayrullah ve Naciye oğlu,
01/01/1918 ALAŞEHİR doğumlu, Devlet Mah. Türk
Ocağı Cad. No:5A İç Kapı No:10Çankaya/ ANKARA
8/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
VEKİLLERİ
SANIK
VEKİLLERİ
SUÇ
SUÇ TARİHİ / SAATİ
SUÇ YERİ
KARAR TARİHİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
adresinde oturur. TC Kimlik no: 11869129276,
okuryazar, sabıkasız, TC, İslam
: Av. BÜLENT HAYRİ ACAR, İran Caddesi Hayat
Apartmanı A Blok 17/401 Kavaklıdere ÇankayaÇankaya/ ANKARA
Av. SEZİN DUYGU TUNCER, İran Caddesi Hayat
Apartmanı A Blok 17/401Kavaklıdere Çankaya/
ANKARA
Av. MİTHAT BURAK BAŞKALE, İran Caddesi Hayat
Apt. B Blok No:17/704 Kavaklıdere Çankaya/
ANKARA
: ALİ TAHSİN ŞAHİNKAYA, Şakir ve Hayriye oğlu,
11/10/1925 MERZİFON doğumlu, İSTANBUL,
KADIKÖY, Caferağa mah/köy nüfusunda kayıtlı.
Fenerbahçe Mah. İğrip Sk. No:28-31 İç Kapı
No:9Kadıköy/ İSTANBUL adresinde oturur. TC
Kimlik No:24794071138, okuryazar, sabıkasız, TC,
İslam
: Av. BÜLENT HAYRİ ACAR, İran Caddesi Hayat
Apartmanı A Blok 17/401 Kavaklıdere ÇankayaÇankaya/ ANKARA
Av. SEZİN DUYGU TUNCER, İran Caddesi Hayat
Apartmanı A Blok 17/401Kavaklıdere Çankaya/
ANKARA
Av. MİTHAT BURAK BAŞKALE, İran Caddesi Hayat
Apt. B Blok No:17/704 Kavaklıdere Çankaya/
ANKARA
: Anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak,
: 12/09/1980
: ANKARA/MERKEZ
: 18/06/2014
Yukarıda açık kimliği yazılı sanıklar hakkında mahkememizde yapılan duruşma
sonunda:
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA
:
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının ( CMK 250. madde ile görevli) 03/01/2012 tarih
2012/2 esas sayılı iddianamesi ile şüphelilerAli Tahsin Şahinkaya ve Ahmet Kenan Evren
hakkında suç tarihleri olan 02/01/1980 Tarihi, 12/09/1980-06/12/1983 Tarihleri Arasında
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Değiştirmeye veya Ortadan
Kaldırmaya ve Anayasa İle Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini Ortadan
Kaldırmaya veya Görevini Yapmasına Engel Olmaya Cebren Teşebbüs Etmek suçlarından
dolayı her iki şüpheli hakkında 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 146, 80, 31, 33. Maddeleri
gereğince ayrı ayrı cezalandırılmaları talebi ile CMK 250. madde ile yetkili 12. AĞCM.ne
dava açıldığı,
Ankara 12.Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2012/3 Esas sayılı dosyası ile yargılamanın
9/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yapıldığı,yargılama devam ederken 06/03/2014 tarih ve6526 sayılı yasanın 1.maddesi ile 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici 14/1-4 maddeleri uyarınca 02/07/2012 tarih
ve 6352 sayılı kanunun geçici 2.maddesine göre görevlerine devam eden Ağır Ceza
Mahkemeleri ile bu kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanunun 10.maddesine
göre görevlendirilen Ağır Ceza Mahkemeleri kaldırılarak bu mahkemelerde derdest bulunan
dosyaların, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte bulundukları aşamadan itibaren
kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli mahkemelere devredileceğine ilişkin
yapılan düzenleme gereğince sanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahsin Şahinkaya hakkında
yürütülen kamu davasının bulunduğu aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere
mahkememize devredildiği,
Mahkememizce dosyanın yeniden esasa kaydedilerek yapılan yargılama sonunda,
SAVUNMA;
SANIK AHMET KENAN EVREN
Savcılık aşamasında alınan ifadesinde:
Soru1: 12 Eylül 1980 tarihinde, yürürlükte olan 1961 Anayasası ve kanunlara göre
herhangi bir yetkiniz olmamasına rağmen, daha önce yapmış olduğunuz gizli plan
çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesinde yer alan diğer kuvvet
komutanları ve diğer askeri erkanla birlikte, Anayasa ve kanunlara aykırı olarak, yürürlükte
olan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunun. 146 ve 147. maddelerini ihlal ederek, Türkiye
Cumhuriyeti Halkının vergileriyle alınan ve ülke savunması için emanetinize tevdi olunan
silahları kullanarak, meşru bir yetkiye dayanmadan fiilen oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi
Başkanı olarak askeri darbe yapıp ülke yönetimine el koyduğunuz, yayınlamış olduğunuz 1
Numaralı Bildiri ve takip eden süreçte almış olduğunuz kararlarla Anayasaya göre oluşmuş
TBMM'sini ve Hükümeti fesh ederek ortadan kaldırdığınız anlaşılmıştır.Yukarıda sözü edilen
765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 146.maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye
Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül
etmiş olan Büyük Millet Meclisini İskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs
edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur." şeklindeki düzenleme île
Anayasayı ortadan kaldırmak, TBMM'sini ortadan kaldırmak veya vazifesini yapmasına güç
kullanarak engel olmaya teşebbüs etmek, 147.maddesinde ise "Türkiye Cumhuriyeti İcra
Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik
eyleyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur."şeklindeki düzenleme ile
Bakanlar Kurulunu ortadan kaldırmak ve vazifesini yapmasına güç kullanarak engel olmak
eylemleri suç olarak düzenlenmiştir. Bu hususlarda ne diyorsunuz sorusu üzerine:
12 Eylül 1980 tarihi öncesi Türkiye' nin ne halde olduğunu detaylı olarak anlatmaya
gerek yoktur. Ülkenin o zamanki durumu herkes tarafından bilinmektedir. Terör olayları
yoğun şekilde artmış özellikle sağ sol kavgaları yoğunlaşmış, banka soygunları artmış, polis
ikiye bölünmüş, POL-DER bir tarafta POL-BİR bir tarafta öğretmenler ayrıca bölünmüş polis
görev yapamaz hale gelmiştir. Kahramanmaraş olaylarında 102 vatandaşımız Çorum
olaylarında 80 e yakın vatandaşımız terör olayları nedeniyle can vermiş, Türkiye satında her
gün 10 ile 15 vatandaşımız terör olaylarından hayatını kaybeder hale gelmiştir. Türk Silahlı
Kuvvetleri iç Hizmet Kanununun 35. maddesi Türk Silahlı Kuvvetlerine Cumhuriyeti koruma
ve kollama görevi vermektedir. Bu kanun Atatürk zamanında çıkarılmış bir kanundur. Ülke
yönetimine ne ben ne de Türk Silahlı Kuvvetleri Komuta kademesi olarak tek başımıza karar
vermedik. 12 Eylül öncesi bu terör olayları nedeniyle kuvvet komutanları olarak biraraya
geldik. Ne yapabiliriz diye değerlendirme yaptık. Ülkenin kötü gidişatının engellenmesi
amacıyla 27 Aralık 1979 tarihinde Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK aracılığıyla siyasi parti
başkanlarına uyan mektubu verdik. Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK'ün görev süresinin
dolmuş olmasına rağmen Ağustos ayına kadar Cumhurbaşkanı seçilemedi. O tarihteki
10/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kanunlara göre Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için meclisin üçte iki çoğunluğunun oyu
gerekiyordu. Meclis çalışamaz hale gelmişti. Meclisin çalışamaması nedeniyle ülkede
güvenliğin sağlanabilmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanları ve Sıkıyönetim
Komutanları olarak bir kısım kanunların çıkarılmasını istedik ancak bu kanunlar çıkarılamadı.
Kanunların çıkarılmasını ülkede güvenlik ve denetimin sağlanması için istedik. Bazı
kanunlarda değişiklik yapılmasını istedik örneğin polise silah kullanma yetkisinin verilmesini
istedik. Ancak bunlar yapılamadı, dediği,
Soru2:
Söz
konusu
tarihte
Yürürlükte
olan
1961
Anayasasının;
4.maddesinde,"Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.Millet, egemenliğini, Anayasanın
koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.Egemenliğin kullanılması, hiçbir
suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılmaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını
Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz."5.maddesinde, "yasama yetkisi Türkiye
Büyük Millet Meclisinindir.Bu yetki devredilemez."/6.maddesinde, "Yürütme görevi, kanunlar
çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir." şeklindeki
hükümlere göre, Millete ait olan Egemenlik yetkisini, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait
olan yasama yetkisini ve Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna ait olan yürütme görevini,
üstelik hiye-rarşik olarak bağlı olduğunuz kurumlara silahlı güç kullanarak ortadan
kaldırdınız. Bu konuda ne diyorsunuzŞüpheli beyamnda:Bu soruda sayılan anayasal kurumlar
görevini yapamaz hale gelmiştir ülke felç olmuştur. Bu nedenle yönetime el koymak
durumunda kaldık ayrıca meclisin görevini de yönetime el koyduktan sonra oluşturulan
Danışma Meclisine verdik. Dedi.SORULDU:
Biz ülke yönetimine el koymayı istemiyorduk. Bu nedenle uzun süre bekledik. Ülkede
meclis çalışamaz hale gelmiş özellikle polis silah kullanamıyordu. İkiye bölünmüştü. Biz
Komutanlar ve Sıkıyönetim Komutanları olarak istediğimiz hiçbir yasa çıkmıyordu. Bir kısım
Sıkıyönetim bölgelerine polis ihtiyacı olmasına rağmen yapılan atamalar engelleniyor,
mahkeme kararı ile durduruluyordu. Dolayısı ile sıkıyönetim bölgelerinin polis ihtiyacı
giderilemiyordu. O zaman ülkenin içinde bulunduğu durumu gözeterek Türk Silahlı
Kuvvetleri İç Hizmetler Kanununun 35. maddesinin ülke yönetime el koyma yetkisi verdiğini
ben ve diğer komutanlar olarak değerlendirdik. Bu yetkiye şartlar itibariyle sahip olduğumuz
kanaatine vardık dediği,
Sorulduğunda;Ülke yönetimine el koymadan önce Türk Silahlı Kuvvetlerinin
yönetime el koyabileceğini Başbakan olan Süleyman DEMİREL ve Ana Muhalefet Partisi
Liderinin hissedip hissetmediklerini bilmiyorum. Ancak konuşmalarımda sıkıntıları birçok
kez dile getirdim. Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında da bu hususlar ben ve kuvvet
komutanları tarafından dile getirilmiştir. Ancak açıkça kanunlar çıkarılmadığı takdirde Türk
Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyacağı konusunda gizli ya da açık bir şey söylenmemiştir.
Bazı yapılan konuşmalardan ve gelişmelerden siyasilerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülke
yönetimine el koyabileceğini tahmin etmeleri gerekirdi. Hatta bazı senatörler ve
milletvekilleri bana gelerek bu meclisin artık çalışmadığı ülke yönetimine el koymaktan başka
çıkar yol olmadığını söylemişlerdi, dediği,
SORU 3 : Milli Güvenlik Konseyi olarak yetkisiz bir şekilde çıkardığınız, 12/12/1980
tarihli ve 2356 Sayılı Milli Güvenlik Konseyi Hakkındaki Kanunun 1. maddesindeki "Milli
Güvenlik Konseyi; Devlet ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Kenan Evren, üyeleri; Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral
Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan teşekkül eder."
şeklindeki düzenleme ile Milli Güvenlik Konseyi oluşturduğunuz, meşruiyete dayanmadan
2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 2.maddesindeki
11/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
"Anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisine, Millet Meclisine ve Cumhuriyet Senatosuna ait
olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren geçici olarak
Milli Güvenlik Konseyince ve Cumhurbaşkanına ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve
yetkiler de Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanınca yerine getirilir ve
kullanılır." şeklindeki düzenleme ile Anayasada bulunan, Türkiye Büyük Millet Meclisine,
Cumhuriyet Senatosuna ve Cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el koyduğunuz anlaşılmıştır.
Bu konuda ne diyorsunuz.Şüpheli beyanmda:
Ülke yönetimine el koyduktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümet
feshedilmişti. Kesinti olmaması için bu yetkileri kullanacak kurumlara ihtiyaç vardı. Bu
nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi, Senato, Cumhurbaşkanı, Millet Meclisine ait yetkileri
oluşturulmuş olan Milli Güvenlik Konseyinegeçici olarak verdik. Ardından oluşturduğumuz
Danışma Meclisine görevleri devrettik. Parlementer sistemi esas aldık dediği,
SORU 4: Yine 2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun
3.maddesindeki "Milli Güvenlik Konseyince kabul edilerek yayımlanan bildiri ve karar
hükümleriyle yayımlanan ve yayımlanacak olan kanunların Anayasaya aykırılığı ileri
sürülemez" şeklindeki düzenleme ve 4.maddesindeki düzenleme ile Milli Güvenlik
konseyinin bildiri ve kararlarında yer alan ve yer alacak olan hükümlerle 12 Eylül 1980
tarihinden sonra çıkarılan ve çıkarılacak olan Bakanlar Kurulu Kararnamelerinin ve üçlü
kararnamelerin yürütülmesinin durdurulması ve iptali isteminin ileri sürülemeyeceğinin
belirtildiği görülmüştür.Bu düzenlemeler, Anayasanın ve Anayasal düzenin ortadan
kaldırılarak, kişi hak ve özgürlüklerinin tamamen Milli Güvenlik Konseyinin insiyatifine terk
edilmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu konuda ne diyorsunuzŞüpheli beyanında:
Ülke felç olmuş durumdaydı. Meclis çalışmıyordu. Danışma Meclisi oluşturulana
kadar yetkiyi Milli Güvenlik Konseyine verdik. Çünkü bir kuruma ihtiyaç vardı. Kısa süre
sonra da yetkiyi Danışma Meclisine devrettik dediği,
SORU 5: 12 Eylül 1980 tarihinden önce anarşi ve terör eylemleri nedeniyle (26 Aralık
1978 Kahramanmaraş olayları nedeniyle Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum,
Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas ve Şanlıurfa'dan oluşan 13 ilde,
yine şiddet olayları nedeniyle 26 Nisan 1979'da Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt
ve Tunceli'de, 20 Şubat 1980'de Hatay ve İzmir'de, 20 Nisan 1980'de Ağrı'da ) toplam 19 ilde
sıkıyönetim ilan edilmiş ve devam ediyor olmasına rağmen neden suçluları yakalayıp yargı
önüne çıkarmadınız da darbe yapmaya gerek gördünüz.Şüpheli beyanında:
Anarşiyi önlemek İçişleri Bakanlığına bağlı olarak çalışan polislere aitti. Türk Silahlı
Kuvvetleri ve Sıkıyönetim Komutanlıkları ancak İçişleri Bakanlığı yardım istediği takdirde
onlara yardımcı oluyordu. Sıkıyönetim Komutanlıklarının bulunduğu yerlerde suçlular
yakalanıyordu. Ancak hapishanelerden toplu olarak kaçışlar sözkonusuydu. Sıkıyönetim
Komutanlıklarının silah kullanma yetkisi yoktu. Ülke tamamen felç olmuş durumdaydı. 19
ilde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen diğer illerde sıkıyönetim yoktu olaylar diğer
illerde de meydana geliyordu. Hapishane yönetimlerinde otorite boşluğu vardı yönetim
mahkumların elindeydi dediği,
SORU 6: Soru ile bağlantılı olarak bir çok ilde devam eden sıkıyönetim ilanına
rağmen, 11 Eylül 1980'de devam eden terör ve anarşi eylemleri 12 Eylül 1980 tarihinde nasıl
birden önlenmiş suçlular yakalanmıştır. Suçluların yeri ve kimlikleri biliniyorsa neden askeri
darbe yapılmadan yakalanamamışlardır. Bu konuda ne diyorsunuzŞüpheli beyanmda:
Bu iddia Süleyman DEMİREL tarafından ileri sürülmüştür doğru değildir, 12 Eylül
günü sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, devam etmiş, herkes şaşkınlık yaşamış, bir hafta
boyunca herhangi önemli bir olay olmamış ancak ardından olaylar tekrar başlamış ve altı ay
kadar devam etmiştir. Olaylar ancak altı ay içerisinde kontrol altına alınabilmiştir dediği,
SORULDU: 12 Eylül 1980 tarihinde ülke yönetimine el koyduktan sonra terör örgütü
12/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
mensuplarının tümünün adres ve kimlikleri bilinmiyordu. Daha sonra Milli İstihbarat Teşkilatı
ve Jandarmanın beraber çalışması ile bunlar ortaya çıkarılarak yakalanmıştır dediği,
SORU 7: 12 Eylül 1980 öncesi sıkıyönetim süresince anarşi ve teröre engel olmak için
kasten tedbir alınmadığı, artan terör eylemleriyle askeri müdahaleye zemin hazırlandığı iddia
edilmiştir. Bu bağlamda aynı amaçla çıkarıldığı, iddia edilen 19-26 Aralık 1978
Kahramanmaraş olayları için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in " Bazı çevreler bizi ısrarla
ve sistemli olarak sıkıyönetim ilanına zorluyorlardı. Kahramanmaraş olayları CHP'nin
kurduğu hükümeti sıkıyönetime zorlamak isteyenlerin tahriklerinin sonucuydu. Nitekim
zorlanmış olduk. Kahramanmaraş olaylarında hükümetin sorumluluğu olduğunu düşünemem.
Bir hayli askeri birlikler yardıma çağrılmıştı. Fakat güvenliğin sağlanmasına doyurucu bir
katkıları olmamıştı. Geniş ölçüde pasif kalmışlardı." (Kaynak: Donat, Yavuz Donat'ın
Vitrininden l,s.281- Aktaran:Ankara Ünv.Türk İnkılap Tar.Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi:
Anılarda 12 Eylül, Muslih İpekliler, Ankara 2010,s.71) diyerek orduyu suçladığı,Yine
dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ise" Efendim sıkıyönetim ilan edilmiş, sıkıyönetim
komutanlarına yetkiler verilmiş, hükümet olarak bizim yapacak bir şeyimiz yok ki. Askerler
isteselerdi anarşi ve terörü önleyebilirlerdi, nitekim 12 Eylül günü bıçakla kesilir gibi kesildi.
İdareye el koymaya kararlı oldukları için bilerek anarşinin üzerine gitmediler" (Kaynak:
Evren, Evren'in Anıları l, s. 517- Aktaran:Ankara Ünv.Türk İnkılap Tar.Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi: Anılarda 12 Eylül, Muslih İpekliler, Ankara 2010,s.72) şeklinde Türk Silahlı
Kuvvetlerini suçlamışlardır. Dönemin Genel Kurmay Başkanı olarak bu konularda ne
diyorsunuz.
Şüpheli beyanında:Kabul etmiyorum. Türk Silahlı Kuvvetlerine siyasiler tarafından
atılmış bir iftiradır. Siyasilerin tabii ki, kabahati üzerlerine almaları sözkonusu olamaz. Türk
silahlı Kuvvetlerinin insanların ölümünü bekleyip sonuçta bunu fırsat olarak değerlendirip
yönetime el koyması düşünülemez. Bunu bizim vicdanımız kabul etmez. Bunu kesinlikle
kabul etmiyorum. Ben halen eski Cumhurbaşkanı DEMİREL ile görüşürüm. Bu şekilde bana
herhangi bir şey söylememektedir ayrıca Ecevit Başbakan iken kendisini ziyarete gittiğimde
beni aşağıda kapıda karşılamıştır. Bu yönde bana herhangi bir şey söylememiştir ve
görüşmelerimiz devam etmiştir. Bu iddia o zamanın şartlarına göre siyasiler tarafından
söylenmiş sözlerdir, dediği,
SORU 8: 12 Eylül 1980 öncesi Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün emekli olmasından
sonra Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde CHP adayı Muhsin Batur'un 303 oy aldığı, bu sırada
sizin TSK Komuta Heyeti olarak Güney Doğu'da bulunduğunuz, Cumhurbaşkanının seçilme
ihtimalinden rahatsız olduğunuz, yanınızda bulunan İçişleri Bakanı Orhan Eren'in anlatımına
göre; bir ara komuta heyeti olarak dışarı çıktığınız, sonra Org. Sedat Celasun'un gelerek 1 gün
sonra Ankara'ya gideceğinizi söylediği, Orhan Eren'in endişeyi sezerek ne olduğunu sorması
üzerine, Celasun paşanın baksanıza adamlar Cumhurbaşkanını seçiyorlar, demesi üzerine
Orhan Eren'in "endişe etmeyin paşam seçemezler, 303'te olsa seçemezler" dediği anlaşılmıştır.
(Gazeteci-Yazar Mehmet Ali Birant'm hazırlayıp sunduğu 12 Eylül Belgesel'inde Orhan Eren
anlatmıştır.) Bu konuşmalardan da dönemin TSK komuta kademesi olarak sizlerin siyasi
istikrarsızlığı darbe yapmak için bir fırsat olarak gördüğünüz, asıl amacın her halükarda darbe
yapmak olduğu iddia edilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuzŞüpheli beyanmda:
Adı geçen Cumhurbaşkanı adayı Muhsin BATUR benim akademiden sınıf
arkadaşımdır. Onun seçilmesinden bizim rahatsız olmamız mümkün değildir.Bir söz vardır
"suç samur kürk olsa kimse giymez" bu şekilde bir olay olmamıştır. Orhan EREN'in bu
şekilde bir söz söylediğini de hatırlamıyorum, dediği,
SORU 9: 12 Eylül Askeri darbesiyle ilgili tarafınıza sorulan, " Ülkede 1970'ler
boyunca her gün 50-100 insan sağ-sol çatışmasında ölürken neden darbe yapmak için 12
Eylül sabahını beklediniz" şeklindeki soru üzerine, "1970'lerin ortalarında halk henüz bir
13/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
askeri yönetim fikrine tam olarak hazır değildi. 1980 yılı sonbaharına kadar olayları izleyerek
koşulların iyice olgunlaşmasını bekledik" şeklinde cevap verdiğiniz, keza dönemin Harb
Akademileri Komutanı Bedrettin Demirel'in de benzer şekilde beyanda bulunduğu
anlaşılmıştır. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından açıklamış olduğunuz 1 numaralı bildiride,
harekatın amacını; "ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak,
muhtemel bir iç savaş ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden
tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak" olarak
açıklıyorsunuz. Oysa size yöneltilen soruya verdiğiniz cevaba göre; darbe yapmaya çok
önceden karar verdiğiniz, yapılacak askeri darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için
terör ve anarşi olaylarının üzerine TSK'nın komuta kademesi olarak bilerek gitmediğiniz,
darbe için fırsat kolladığınız iddia edilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuz.Şüpheli beyanında:
Soru içerisindeki bana atfedilen sözler bana ait değildir. Böyle bir söz söylediğimi
hatırlamıyorum. Harp Akademileri Komutanı Bedrettin DEMİREL'in de belirtilen şekilde bir
söz söylediğini hatırlamıyorum. Uyarı mektubundan önce 1.Orduda Bedrettin DEMlREL
bana yönetime el koymaktan başka çare kalmadığını söyledi. Ben kabul etmedim. Hatta daha
sonra Genelkurmaya benim yanıma gelerek ülke yönetimine el koymaktan başka çare
kalmadığını, birçok öğretim üyesinin de bu şekilde söylediğini bana aktardı bense bunun
çocuk oyuncağı olmadığını söyleyerek düşüncesine katılmadığımı söyledim. İddia edildiği
gibi yönetime el koymak için fırsat kollamış değiliz, dediği,
SORU 10: 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce uluslararası konjonktüre
bakıldığında, 28 Aralık 1979'da Afganistan'ın Rusya tarafından işgal edildiği, İran'da 15 Ocak
1979'da Amerika ve batı yanlısı Şah'ın devrilerek Humeyni'nin iktidara geldiği, bu gelişmeler
sonucunda SSCB'ye karşı bölgede etkinliğini kaybetmekten korkan Amerika'nın, bölgede
stratejik noktada bulunan Türkiye ile de 1974 Kıbrıs çıkarması nedeniyle uygulanan
ekonomik ambargo ve Yunanistan'ın NATO'ya dönmesine izin vermemesi nedeniyle sorunlu
olduğu, sivil hükümetlerle bu konulan çözemediği, 12 Eylül darbesinin yapıldığı gece ABD
Başkanı Carter'ı arayan Dışişleri Bakanı Muskie'nin Carter'a " Mr President, Türk ordusunun
komuta heyeti Ankara'da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimlerin
müdahale etmesi gerekiyorsa onlar müdahale etti" şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
11 Eylül 1980 günüde Hava Kuvvetleri komutanı Tahsin Şahinkaya'nın Amerika'dan döndüğü
göz önünde bulundurulduğunda 12 Eylül asker darbesi Amerika'nın bilgisi ve desteğiyle mi
yapılmıştır. Bu konuda ne diyorsunuz.Şüpheli beyanında:
Müdahale kararı verdikten sonra Hava kuvvetleri Komutanı Tahsin ŞAHİNKAYA
NATO Komutanı tarafından Amerika gezisi bulunduğunu, bunun daha önceden planlandığını
söyleyerek "isterseniz ben gitmeyeyim" dedi. Ben de kendisine "Bu geziyi iptal edersek ne
cevap vereceğiz, sen git ancak 11 Eylül günü geri dön" dedim. Yönetime 12 Eylül 1980 günü
el koyma konusunda yaklaşık bir hafta kadar önce komite heyeti olarak karar vermiştik.,
"Dönme konusunda da bir bahane bulursun" diye söyledim. Bizim müdahale kararımızdan
Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkelerin bilgisi ve desteği yoktu. Ancak 12 Eylül günü
ben Genelkurmayda iken saat tahminime göre 02.00 sıralarında Amerikan Yardım Kuruluşu
JUSMAT 'm bulunduğu yere tanklar gitmiş, emir subayım bana sözkonusu yere tankların
gitmesinden dolayı Amerikalıların sorduklarını söyledi ne diyelim dedi. Ben de zaten
müdahaleye iki saat kaldığı için söyleyin "yönetime el koyuyoruz" dedim, durum bundan
ibarettir, dediği,
SORU 11: Yunanistan'ın 1967 Albaylar cuntasından sonra NATO'nun askeri
kanadından ayrıldığı, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden yaklaşık bir ay sonra NATO
Başkomutanı B.Rogers'ın, Yunanistan'ın Ege'deki komuta kontrol yetkisinin kaldırılması
konusunda verdiği sözlü güvenceye dayalı olarak Yunanistan'ın NATO'ya dönmesine onay
verdiğiniz anlaşılmış, Yunanistan'ın ise NATO'ya dönüşü sonrasında yazılı bir belge
14/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
bulunmaması nedeniyle anlaşmaya uymamasından Ege'deki komuta kontrol ve saha
sorumlulukları çözümsüz kalmıştır. Türkiye'nin elindeki bu önemli siyasi koz bir iyi niyet
göstergesi olarak Yunanistan lehine kullanılarak kaybedilmiştir. Türkiye yıllarca Yunanistan
ile Ege'de sorun yaşamıştır. Darbe sonrası ABD ve bölgede etkin bulunan İngiltere gibi
devletler 12 Eylül askeri darbesini olumlu karşılamıştır. Buna göre, darbe öncesi Yunanistan'ın
NATO'ya dönüşü konusunda söz mü verilmiştir. Dolayısıyla 12 Eylül Askeri Darbesi ABD ve
Avrupa devletlerinin desteği ve bilgisi dahilinde mi yapılmıştır.Şüpheli beyanında:
Bu bana sürekli sorulmuştur. 12 Eylül öncesi NATO başta Başkomutan Rogers olmak
üzere Türkiye'ye Yunanistan'ın NATO1 ya dönüşü konusunda yoğun şekilde baskı vardı.
Hükümette zaman zaman bu konuları görüşmek üzere NATO'ya heyet gönderiyorddu bu
heyet içerisinde o zamanki Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar SALTIK'ta
bulunuyordu. Hükümet Yunanistan'ın dönüşü konusunda NATO'ya bir takım şartlar ileri
sürüyordu. Ancak NATO da bunu kabul etmiyordu. Yönetime el koyduktan sonra bu
husustaki baskılar devam etti. NATO Başkomutanı Rogers "siz Yunanistan'ın NATO ya
dönüşüne izin verin, ben Yunanistan'a sizin şartlarınızı kabul ettireceğim, onlardan söz aldık"
dedi. Ben de kendisine güvenerek Yunanistan'ın NATO'ya dönüşüne onay verdim. Ancak biz
onay verdikten sonra Yunanistan'da hükümet değişikliği oldu. iktidara Papandereu geldi.
Bizim şartlarımızı kabul etmedi. Oysa bizim yazılı olarak Rogers7e vemiş olduğumuz şartları
Yunanistan'ın imzalayacağı konusunda güvence verilmişti. Bizim burada yazılı bir güvence
almadan Yunanistan'ın NATO' ya dönüşüne izin vermemiz bir hatadır dediği,
SORU 12:Pişman mısınız.
Şüpheli beyanında; Hiç pişman değilim. 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye'nin durumu şu
an gözümün önüne geldiğinde hala tüylerim ürperiyor. Anarşi olayları sürekli artıyordu önce
5-10 kişi sonra artarak günlük 20 -30 ölüm olayları oluyordu. Ülkede eski bir başbakan olan
Nihat ERİM, ismini hatırlamadığım bir emekli orgeneral ile emekli oramiral Kemal
KAYAĞAN öldürülmüş olaylar giderek tırmanıyordu. Failler ise yakalanamıyordu. Dedi.
Şüpheli Devamla, 12 Eylülden sonra Danışma Meclisi tarafından hazırlanan 1982
Anayasasının taslağında Cumhurbaşkanının iki kez seçilebileceği konusunda hüküm vardı.
Ben "Cumhurbaşkanı ikinci kez seçilecek olursa tekrar seçilebilmek için iktidardaki partiye
destek vermeye başlar", dedim ve bunun yanlış alacağını söyleyerek Cumhurbaşkanının ikinci
kez seçilemeyeceği yönünde hükmü Anayasaya koydurttum. Yine Cumhurbaşkanlığı görev
süremin dolmasına yakın rahmetli Turgut ÖZAL bana gelerek Anayasa değişikliği yapılarak
Cumhurbaşkanının iki kez seçilebilmesi yönünde hüküm koymak istediklerini belirtti ancak
ben kendisine daha önce Anayasa taslağında böyle bir hüküm vardı bunu o dönem kabul
etmedim şimdi de doğru olmaz diyerek bu teklifi reddettim, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesinde alınan savunmasında:
(Sanık Ahmet Kenan EVREN yazılı olarak hazırlamış olduğu ve duruşmada
okuduğu savunmasında;)
Sayın Başkan;
"12 Eylül Harekatı Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından "Emir ve Komuta" zinciri içinde
yapılmış ihtilaldir. İhtilal, "Tarihi" bir olaydır. Tarihi olaylar yargılanamaz.
12 Eylül Harekatı, kurucu iktidar olma hareketidir.
12 Eylül Harekatının yapılış nedeni "Bir Numaralı Bildiri"yle büyük Türk Milletine
açıklanmıştır.
12 Eylül Harekatını yapan Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst komuta heyeti kurucu iktidar
olarak Milli Güvenlik Konseyini oluşturmuştur.
Milli Güvenlik Konseyi kurucu iktidar olarak Anayasal kanunları çıkarmış yeni
15/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Anayasal düzeni oluşturmaya başlamıştır. Kurucu meclisin oluşturulması yeni Anayasanın
yapılması ve halkoyuyla yürürlüğe konulmasıyla yeni Anayasal düzen tamamlanmıştır.
Ben kurucu iktidar olan Milli Güvenlik Konseyinin başkanı ve Devlet başkanıyım. Bu
görevlerimiTürkiye Büyük Millet Meclisinin faaliyete geçtiği tarihe kadar sürdürdüm. Bu
tarihten sonra Anayasa ile yedinci Cumhurbaşkanı olarak görevime devam ettim.
Milli Güvenlik Konseyinin 1982 Anayasasıyla hükme bağlanmış tasarruflarının suç
olduğunun iddia edilemeyeceğini herkes bilir.
Benim ve silah arkadaşlarımın 12 Eylül 1980 tarihinde ve sonrasındaki
tasarruflarımızdan dolayı yetkisini 1982 Anayasasından alan yargının suç isnat etme
yargılama yetkisi bulunmamaktadır.
Kurucu iktidar olmayı yani ihtilal yapmayı suç sayan bir kanun yoktur. Hukuken
olması da mümkün değildir. Biz ihtilal yaptık. İhtilale teşebbüs etmedik. Herkesin ihtilal ile
ihtilale teşebbüs etmeyi ayırması aynı şey olmadığını bilmesi gerekir.
Ben sanık değilim. Ben 12 Eylül harekatını yapan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Genel
Kurmay Başkanıyım, Milli Güvenlik Konseyi başkanı ve Devlet başkanıyım. Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin yedinci Cumhurbaşkanıyım.
Ben 12 Eylül harekatının hesabını büyük Türk Milletine verdim. Bundan sonra beni
artık tarih yargılar.
12 Eylül harekatını herkessiyasi ve etik olarak istediği gibi değerlendirebilir. 12 Eylül
ile ilgili beceriksiz siyasilerin söylediklerini 12 Eylül sonrası geçen yıllarda yaşananlar
yalanlamaktadır.
Demokrasinin işlediği yerde ihtilal olmaz. Siyasetçi becerisizliğini askere fatura
edemez. Türk Silahlı Kuvvetleri iktidar olmanın meraklısı değildir.
12 Eylül 1980'den bugüne kadar 12 Eylül öncesinde yaşananların bir daha
yaşanmaması bunu göstermektedir. Ülkenin o tarihteki ve öncesindeki durumunu büyük Türk
Milleti bilmektedir.
Büyük Türk Milleti o olaylara layık değildir. Biz o gün doğru olanı yaptık, bu günde
olsaydı aynı şekilde ihtilali yapardık.
Tabii ki adli yargı mensupları ve yüksek mahkeme görevini yapmaktadır. Yukarıda ki
açıklamalarım nedeniyle söyleyeceklerim bundan ibarettir. Benim görevim onlara yardımcı
olmaktır. Bu beyanı da bunun için yapmaktayım.
Sanık olmadığımı yukarıda açıklamıştım. Bu nedenle bu beyanımın dışında başkaca
bir beyanda bulunmayacağım.
Mahkeme sorularınada cevap vermeyeceğim. Kusura bakmayın.
Saygılarımla." dediği,
Sanığa mahkeme tarafından sorulan,
1- 12 Eylül Askeri Darbesine
A- Bireysel olarak bir darbe yapmanın gerektiğine ne zaman inandınız?
B- Bu kararınızı kimlerle paylaştınız? Darbe yapılması yönündeki karara hangi tarihli
toplantıda hangi komuta kademesi ile hangi komutanlarla karar verdiniz?
C- Sizin dışınızda kalan yani emir komuta zinciri dışında ki TSK görevlilerince veya
TSK dışında bir silahlı güç tarafından darbe yapılsa idi; buna o dönemde ki tepkiniz ne
olurdu?
D- Dosyaya da yansıdığı üzere sizin emrinizle ve Haydar Saltık tarafından 11 Eylül
1979 tarihinde bir çalışma grubu oluşturulmuş ve bu çalışma grubu tarafından daha sonra size
bir rapor sunulmuştur. Haydar Saltık'ın çalışma grubuna sizin onayınız ile alınmış olan iki
kurmay subayın kimlikleri nedir? Bu kurmay subaylar tarafından hazırlanan rapor nerede
16/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
muhafaza edilmektedir? Darbeye giden süreçte yapılan toplantı tutanakları ve alınan kararlara
bugüne kadar Mahkememizce ulaşılamamıştır. (Bayrak Hareket Planı Dışında) Bu belgeler
nerede saklanmaktadır?
E- 12 Eylül Askeri Darbesinin planı olduğu iddia edilen Bayrak Planının yapılması
görevini hangi tarihte ve hangi görevlilere verdiniz?
2- 12 Eylül Askeri Darbesinin yapılması ile birlikte önceden isimleri tespit edilen
kişilerin bulundukları yerden toplanmaya başlandıkları dikkate alındığında; bu kişilerin
listeleri ne şekilde oluşturulmuştur? Bunlar arasında suç işlediği iddia edilen kişilerin adresleri
ve yerleri belli iken 12 Eylül 1980 öncesinde göz altı ve yakalama işlemlerinin
yapılmamasının nedeni nedir?
3- Komuta kademesinde darbeyi daha önceden yapacaktık ancak olgunlaşmasını
bekledik şeklinde gazetelere demeçler verildiği dosya kapsamından da anlaşılmaktadır.
İddianamede anlatım olarak yer verilen 16 Mart İstanbul Üniversitesi, 1 Mayıs 1977 Taksim,
Sivas, Çorum, Kahramanmaraş olaylarında bir çok aydın, yazar, gazeteci, öğretim üyesinin
katledilmesinin toplumda darbe beklentisi yarattığı iddia edildiği de dikkate alındığında; bu
olaylara göz yumulması söz konusumudur? Veya bu olayların niteliğine uygun müdaheleler
yapılmışmıdır?
4- Yaptığınız bir çok konuşmada pek çok sivilin size gelerek neden yönetime el
koymuyorsunuz dediğiniz kamu oyuna yansımıştır. Bu kapsamda sizinle bu şekilde konuşan
ve bir nev'i sizi darbeye yönlendiren veya yaptıklarınızı onaylayan gazeteciler, iş adamları,
siyasetçiler ile bürokratlar kimlerdir?
Sanık; "benim 1.ciltte yazdığım 6.ciltlik Anılar Kitabının 1.cildini okursanız bunlar
vardır. Bunları hatırlıyorum. Ama isimlerini bilmiyorum." dediği,
5- a) 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin ardından verilen beyanatlarda çok kısa zamanda
demokratik düzene geçişi sağlamanın amaç edinildiği ifade edildiğine göre; Askeri
Mahkemeler tarafından verilen idam kararlarının onaylanmasını demokratik düzene geçiş
sonrasında milletin tercihleri ile oluşacak Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakmak yerine
Milli Güvenlik Konseyi eli ile yerine getirmenizin sebebi nedir?
b-) Kamu oyunda bilinen şekliyle ve katıldığınız bir televizyon programında "Adaletli
olsun diye bir sağdan bir soldan astık" şeklinde bir cümle kurduğunuz iddia edilmektedir. Bu
sözü söyledinizmi? Söyledi iseniz ne amaçla ve neden bu şekilde bir söz söylediniz? Adam
asmak eylemi bu kadar basite indirgenebilirmi? Bu hususu açıklarmısınız?
Sanık; "Söyledim. Taraf tutuyor demesinler diye Mahkemelerde sağda olanlar var
solda olanlar var yalnız sağdakileri veripte onları idam ettirip ondan sonra solcuları bunu
yapmasınlar dedim ve bir sağdan, bir soldan, bir sağdan, bir soldan bu suretle hiç bir tarafı
tutmadığımız , bi taraf bir halde bulunduğumuzuve bu şekilde yaptığımızı anlatmak istedim."
dediği,
6- 12 Eylül Askeri Darbesi yapıldıktan sonra göz altında ölümler yaşanmış, başta
Diyarbakır ve Mamak Ceza Evlerinde işkence sonucu ölümler olmuştur. Bu olayların
engellenmesi için bir çaba gösterdinizmi? Televizyona verdiğiniz bir demeçte iddianameye de
alındığı üzere özellikle ceza evlerinde yapılan işkencelerle ilgili olarak suçu gardiyanların
üzerine atmaktasınız. Buna karşılık müştekiler ile bu konuda dosyaya yansıyan kaynaklarda
en büyük işkencecilerden biri olarak Mamak Askeri Ceza Evi İç Güvenlik Komutanı Raci
Tetik gösterilmektedir. Keza diğer ceza evlerinde de ceza evi komutanlarının işkencede bizzat
yer aldıkları ve işkenceye göz yumdukları iddia edilmektedir. Dolayısıyla rütbeli kişilerin
bizzat işkenceyi yönlendiren kişiler olduğu iddiasına karşı beyanınız nedir?
7- 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin yapılmasında ABD veya bir başka ülkenin bilgisi
veya onayı varmıdır?
17/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
8- Askeri müdahale sonrasında yargı mensupları huzurunda Milli Güvenlik Konseyi
üyeleri olarak yemin ettiniz. Darbeye meşruiyet kazandırmak adına kaleme alındığı iddia
edilen bu yemin metni kim tarafından kaleme alınmıştır?
Soruldu: Yukarıda iki soruya kısmi müdahelede bulundum. Bunun dışındaki sorulara
bir cevabım olmayacaktır dediği,
1- Dosyada yer alan Bayrak Harekat Direktifi okunarak sanıktan soruldu: Ben şu an
içeriğini hatırlamıyorum. BayrakHarekat Direktifini üzerinde de yazdığı üzere Necdet Üruğ
hazırlamıştır. Ona bu talimat Genel Kurmay Başkanlığı Kurmay Başkanı olan Haydar Saltık
tarafından verilmiştir. Haydar Saltık benim yerime pek çok belgeyi imzalayabilme yetkisine
sahipti. Bu belge yönünden de gerekli imzayı o atmış olabilir. Kendisine bu yönde yetki
verilmişti. dediği,
2- 27/12/1979 tarihli olarak Sayın Cumhurbaşkanına hitaplı bir sayfalık benim
(sanığın imzasını) imzamı taşıyan mektup ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü başlığını
taşıyan iki sayfalık Uyarı Mektubu hakkında bilgi verilerek soruldu: Bizim verdiğimiz
muhtıradır., dediği,
Aynı belgeler konusunda sanıklardan Ali Tahsin Şahinkaya dan sorulduğunda,
1- Söz konusu belge Genel Kurmay Başkanlığınca hazırlanmıştır. Kuvvet
komutanlıklarının bu belgenin hazırlanmasında bir dahili yoktur. dediği,
2- Belgeden haberdarım. O dönemde ki nazik durumu Cumhurbaşkanına bildirmek
amacıyla hazırlanmış bir belgedir. Muhtıra Olarak değerlendirmiyorum ancak ülkenin
durumunun Cumhurbaşkanına arz etme olarak değerlendiriyorum, dediği,
Av. Hasan Ürel söz alarak; "efendim benim Sayın Evren'e sanık Kenan Evren'e
sorularım olacak. Öncelikle şöyle başlayayım. Sayın Evren beni duyuyormusunuz? Şimdi
efendim tabi 12 Eylül öncesinde ki anarşi ve terör tekrar etmeye gerek yok. Yani o günleri
hepimiz yaşadık. Ben de o dönemlerde avukatlık yaptım. Her gün yüzlerce ve onlarca insan
öldürüyordu. Artık gazete sayfalarında öldürülen insanların isimleri de değil sayıları yer
alıyordu ve daha sonra tabi bu giderek arttı. Bu kez tabi gazetecileri, öğretim üyelerini,
üniversite hocalarını, ve hatta bürokratları, milletvekillerini, bakanları ve hatta biliyorsunuz
Başbakanları hedef aldı ve eski Başbakanlardan Nihat Erim öldürüldü. Ve bu arada
biliyorsunuz Milliyet Gazetesi başyazarı gazeteci Abdi İpekçi öldürüldü ve sanıyorum siz o
zaman Genel Kurmay Başkanı idiniz. Şimdi Abdi İpekçi'yi tanıyorsunuz. Abdi İpekçi ile ilgili
verdiğiniz demeçler var. Dediniz ki; Üzüldüm. Abdi İpekçi olayı ile ilgili verdiğiniz demeçte
basında yer alan demeçte üzüldüm dediniz. Ben bundan şunu çıkarıyorum. Abdi İpekçi'yi
hepimiz biliyoruz. Abdi İpekçi diyalogtan yana uzlaşmadan yana ve 12 Eylül öncesinde ki
giden bu karanlık döneme işaret etmiş yazılarıyla, makaleleriyle, röportajlarıyla buna işaret
etmiş bir aydın ve ılımlı bir kişiliği var. Ve çok daha önemlisi diyalogtan yana. Yani siyasi
partiler arasında, siyasal eğilimler arasında bir diyalog kurulması ve bu karanlık gidişin bu
anarşi ve terör ortamının hep birlikte önlenmesi doğrultusunda adeta çığlık atmış bir yazar.
İnanıyorum ki siz de onun görüşlerini o zaman okuyordunuz. Ve o görüşlere katılıyordunuz.
Yoksa üzüldüm demezdiniz. Ve biliyorsunuz o gazeteci de terörün kurbanı oldu. Öldürüldü.
Bununla kalmadı katili mahkum oldu. Mahkum olan katil Mehmet Ali Ağca Maltepe Askeri
Ceza Evinden İstanbul da asker elbisesi giydirilerek kaçırıldı. Ve ondan sonra ki süreci de
biliyorsunuz. Şimdi benim sorum şu; yani şunu kabul etmek lazım. Gayet tabii ortada bir
anarşi ve terör vardı. Devlet otoritesi de zayıflamıştı. Yani olayları anlatmayayım. Yani Maraş
olayları....şimdi sorum şu benim; Abdi İpekçi'nin öldürülmesine üzüldüğünüzü söylediniz.
Nedir bu üzüntünüzün nedeni? Bunu sormak istiyorum. Öncelikle. Cevap vermek
istermisiniz?
Sanık; "Hayır efendim. Cevap yok dediği,
Av. Hasan Ürel; "şöyle bir şey söylemek isterim. Yani dünden beri de böyle bir karar
18/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
alınmış. Cevap vermiyorsunuz. Ben avukatınız ile de konuştum. Cevap vermeme iradesine
saygı duyarım. Böyle bir taktire de saygı duyarım. Fakat sorulan sorular içinde sizi tahkir
eden ve hatta dava ile ilgisi olmayan sorular bulunması nedeniyle böyle bir karar almış
olabilirsiniz. Fakat bu soruların hepsi böyle değil. Dikkat edersenizdün Mahkeme Heyetinin
sorduğu sorular da dahil olmak üzere özellikle Mahkeme Heyetinin sorduğu sorular, sizin
savunmanız açısından yararlı olabilecek sorular. Yani böyle bir ön karar alıp ben bu soruların
hiç birine cevap vermeyeceğim şeklinde bir kararın savunmanıza yararlı olup olmayacağını
bir kez daha gözden geçirmeniz gerekir diye düşünüyorum. Siz bir komutansınız. Strateji ve
taktik biliyorsunuz. Savunma da bir stratejidir. Yani şimdi burada sizin lehinize olacak ve ben
inanıyorum ki Abdi İpekçi ile ilgili sorulara cevap veresiniz bana. Ama böyle bir ilke kararı
almışsınız. Ve diyorsunuz ki; ben hiç bir soruya cevap vermeyeceğim. Siz Abdi İpekçi'yi
tanıyorsunuz ve ben inanıyorum ki görüşlerine yakınlık da duydunuz. Dolayısıyla isterseniz
Mahkemeden süre alalım. Bir takrir'i müzakere yapın. Yani bazı sorulara cevap verilebilir.
Bazı sorulara cevap verilmeyebilir. Yani bunu gözden geçirmenizde ne zarar var?
Anlatabiliyormuyum yani ben 35 yıllık bir avukat olarak söylüyorum. Yani her soruya cevap
vermek zorunda değilsiniz. Fakat kee'llen yekün bütün sorulara cevap vermeyeceğim şeklinde
ki kararın savunma stratejisine uygun düşmediği inancındayım. İsterseniz Mahkeme ye talepte
bulunayım ben. Bir süre alalım. Bir kere daha takrir'i müzakere yapın. Öyle sorular vardır ki
cevap verirsiniz, öyle sorular vardır ki bu sorular sizi tahkir eden yada Mahkeme yada dava
dosyası ile ilgisi olmayan sorulardır. Onlara da cevap vermezsiniz. Niçin böyle bir takrir'i
müzakere yapmayı düşünürmüsünüz? Böyle bir takrir'i müzakere yapmayı düşünürmüsünüz?
"
Devamla,
Av. Hasan Ürel söz alarak; "ne diyorsunuz Sayın Evren. Siz bir düşünün bunu. Siz
komutansınız, devlet başkanlığı yaptınız. Benim sorduğum soruda lehinize olan bir şey varsa
niye cevap vermeyesiniz? Lütfen bir düşünün. Bir kere daha soruyorum size."
Devamla,
Av. Hasan Ürel söz alarak; "Peki o zaman ben sorularıma devam edeyim. Yönetime el
koyduktan sonra ölümünden üzüntü duyduğunuz Abdi İpekçi cinayetini soruşturma gereği
duydunuzmu? "
Sanık; "Cevap yok" dediği,
Av. Hasan Ürel; "Katilin Kartal Maltepe Askeri Ceza Evinden asker elbisesi ile
kaçırılması olayında İstanbul Sıkı Yönetim Komutanının yada Kartal Maltepe Askeri Ceza
Evi yetkililerinin sorumlu olduğunu düşündünüzmü?
Sanık; "Cevap yok" dediği,
Av. Hasan Ürel; "İddianamede yer verilen ve sizin talimatınızla İstanbul Sıkı Yönetim
ve 1.Ordu Komutanı Necdet Üruğ tarafından hazırlanıp uygulamaya konulan 1980 tarihli
Bayrak Harekat Direktifinde yer alan darbe öncesi ortamın hazırlanmasında bu Abdi İpekçi
cinayetinin bir katkısı olmuş olabilirmi?
Sanık; "Cevap yok" dediği,
Av. Hasan Ürel; "12 Eylül'ün hemen öncesinde bir çok aydını hedef alan bu
cinayetlerin ülkenin kaos ve çatışmaya sürüklenerek yönetilmez hale getirilmesini isteyen
güçler tarafından planlandığını düşünürmüsünüz? Böyle bir sonuca varılabilirmi? Toplumda
yaygın bir güvensizlik duygusu yaratmışmıdır bu cinayetler? Bunlar demokrasinin askıya
alınması için siyasi yada psikolojik bir ortamı olgunlaştırmış ve ordunun tek kurtarıcı olduğu
fikrinin böylece yerleşmesi amaçlanmış olabilirmi? İpekçi cinayeti olayında bu cinayetin
işlenmesi ve sonra katilin kaçırılması basit bir kaçırılma olayı olarak görülebilirmi sizce? Ne
dersiniz? Sayın Evren beni duyuyorsunuz değilmi?
19/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Sanık; "Duyuyorum." dediği
Av. Hasan Ürel; "Peki bu devlet içinde bir çete tarafından işlenmiş bir cinayet
olduğunu düşünürmüsünüz? Bu Abdi İpekçi cinayetinin."
Sanık; "Cevap yok efendim" dediği
Av. Hasan Ürel; "Peki bir kaç soru da Doğan Öz ile ilgili sormak isterim.
Biliyorsunuz Ankara C.savcısıdır Doğan Öz ve 1978 de ki siz yine o zaman Genel Kurmay
Başkanı idiniz. Sanıyorum. Evinin önünde öldürüldü. Ankara C.savcısı ve bir iddianame
hazırladığı sırada öldürüldü ve o dönemde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e de bir rapor
vermişti. O rapor dosyanın içinde var. Orada çok açık bir biçimde diyor ki; "Demokrasiyi
askıya almak isteyen güçler faaliyettedir ve Devletin içinde Özel Kuvvetler Komutanlığı ve
Özel Harp Dairesi adına işlem gören yasa dışı unsurlar vardır. Ve 12 Eylül öncesinde ki bu
anarşi ve terör ortamının yaratılmasında bu yasa dışı örgütlerin katkısı vardır. Bunlar sağ
örgütlere de sol örgütlere de silah sağlayarak ülkede bir anarşi ortamı yaratmaya
çabalamaktadırlar. Başarılı olmaktadırlar. " diyor. Böyle bir rapordan haberiniz varmı? Varmı
efendim böyle bir rapordan haberiniz? Var veya yok deyin bunda bir şey yok ki. Evet Doğan
Öz'ün öldürülmesinde bu Özel Harp Dairesi ve Özel Kuvvetler Komutanlığının bir katkısı
olabilirmi? Başka bir şeyi daha sormak isterim. Devlet Başkanı olduğunuz dönemde bu
cinayetlere karışan ve cinayetlerden mahkum olan pek çok hükümlü yada arama kararı
bulunan insanlar vardı. Bunlardan bir ekibi söyleyeyim mi size. Abdullah Çatlı ve ekibi.
Bunlar Ermeni terör örgütü Asala'ya karşı yapılan mücadelede kullanılmıştır diye iddialar var.
Devletin menfaatlerini korumak adına bu tür çalışmalar için Milli Güvenlik Konseyinde bir
görüşme oldumu? Bunun karşılığında ilgili kişilerin haklarında açılacak soruşturmalardan
kurtulacağı yada hüküm verilenlerin infazının durdurulacağı doğrultusunda bir teminat
verilmiş olabilirmi? Doğan Öz'ün katilliği suçlamasıyla yargılanan İbrahim Çiftçi hakkında
Askeri Mahkemece Yerel Askeri Mahkeme dört kez idam kararı verdi. Fakat bu karar Askeri
Yargıtay Daireler Kurulunca her seferinde bozuldu. Dosyanın içine sundum ben. Bir yazı var.
Askeri Adalet İşleri Başkanı Hakim Tuğgeneral Fahrettin Kibritçioğlu yazmış. Sizin
döneminizde yazılmış bir yazı. 1983 tarihinde ve Fahrettin Kibritçioğlu sanık avukatlarının
kendisine gönderdikleri bir yazıyı bir üst yazı ile Askeri Yargıtay Başsavcılığına göndermiş.
Böyle bir yazı gönderilmesi sizce usule uygunmu? Yani bir İdari makamın daha doğrusu
Askeri Yargıtay Daireler Kurulunda dosya görüşülür iken Yargıtay Başsavcılığına böyle bir
yazı gönderilmesi usule uygunmu? Değil. Yok. Cevap yok diyorsunuz.
Sanık; "yok" dediği,
Av. Hasan Ürel; "Böyle bir yazı askeri yetkili tarafından gönderilmiş ise; bu acaba
Yargı makamı üzerinde etkili olmuş olabilirmi? Bütün yetkilerin askerlerde toplandığı öyle bir
dönemde. Yani yönetime askerlerin el koyduğu öyle bir dönemde. Bir askeri yetkilinin Askeri
Yargıtay Başsavcılığına böyle bir yazı yazması Mahkemeyi etkilemiş olabilirmi? Ayrıca gene
Askeri Mahkemenin idam hükmünden sonra yine avukatlar tarafından Başbakan Bülent
Ulusu'ya hitaben yazılan bir dilekçe Büyükelçi Üstün Dinçmen'e teslim edilmiş. Üstün
Dinçmen de bunu gene Askeri Yargıtay'a iletmiş. Böyle bir usul varmı? Doğrumu ? Böyle bir
usul ile gönderilen yazının Askeri Yargıtay üzerinde etkisi olmuşmudur? Sonuç olarak Doğan
Öz'ün de öldürülmesinden önce işaret ettiği gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi ile ve bu
örgütlerin devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi
dışı akımları iktidar yapmayı öngörmüş olabilirlermi? Bide efendim bir sorum var. Mustafa
Asım Hayrullahoğlu ile ilgili. Mustafa Asım Hayrullahoğlu'nu tanımazsınız. Çünkü İstanbul
da İstanbul Emniyetinde Gayrettepe de işkence sonucu ölmüş bir insan. Ben bunu şunun için
söylüyorum. Bu ölüm olayı Yargıya intikal etmiş. Sanıklar polis sanıklar yargılanmış. Ölümde
şöyle olmuş. Bu göz altına alınan kimse yani maktül Emniyet Müdürlüğünde ölmüş. Polisler
bunu alıp askeri bir hastahaneye götürmüşler. Haydarpaşa Askeri Hastahanesine sanıyorum.
20/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Dosyada var. Orada doktora demişler ki bir rapor yaz. Şeker koması vardı falan diye. Doktor
namuslu bir insan. Oturup demiş ki bana getirildiğinde ölü idi. Diye bir rapor var. Bununla da
yetinmemiş. Bir ölü muayene tutanağı yapmış. O da dosyaya sundum. Gerçekten büyük
yaralar bereler var üstünde. Yani bir insanın bir kaç gün içinde bir haftada bu hale getirilmesi
nasıl olmuş. İnsan yani ölü muayene tutanağını okumak zor. Sizde bir insansınız. Babasınız.
Şimdi şunu sormak isterim. Bu polisler yargılandılar. Mahkum oldular. İşkence ve fena
muamele suçundan mahkum oldular. 12 şer yıl 13 er yıl hapis cezası aldılar. Askeri Yargıtay'a
geldi dosya. Askeri Yargıtay dosyayı bozdu. Tamam buraya kadar normal. İstanbul da bu
Yerel Mahkeme ilk kararı veren Yerel Mahkeme de ki görevli Hakimlerden Hakim Yüzbaşı
Naci Gürkan ve Nuh Çetinkaya görevden alındı. Görev yerleri değiştirildi. Ve yeni
oluşturulan heyet konuyu yeniden Adli Tıpa gönderdi. Adli Tıp eski raporunu yani işkence ve
fena muamele raporunu değiştirdi. Ve işkence sonucu ölüp ölmediği kesin değildir diye
muallak bir rapor verdi. Ve bütün bunlarda askeri yetkililerin güvenlik kuvvetlerinin şevkini
kırmayalım. Şimdi siz bütün konuşmalarınızda buna yer verdiniz. Muş ta konuştunuz. Yani
ben söylüyorum. Ben o dönemleri yaşadım. Ben avukattım o zaman. Yani daha yeni başlamış
bir avukattım. Muş ta konuştunuz. Diyarbakır da konuştunuz. Bir çok yerde Balıkesir de
konuştunuz. Dediniz ki güvenlik kuvvetlerinin şevkini kırmayalım. Acaba bu mahkumiyet
kararı İstanbul da verilmiş bu mahkumiyet kararı güvenlik kuvvetlerinin tüm Türkiye de ki
güvenlik kuvvetlerinin şevkini kırmasın diye Yargıtay tarafından askeri yetkililerin katkısıyla
yada etkisiyle bozulmuş olabilirmi? Bilmiyorsunuz? "
Sanık; "Cevap yok" dediği,
Av. Hasan Ürel; "Size ulaşmamış olabilir. Ama benim sorum şu. Böyle bir şey
düşünülemezmi? Bu hakimlerin değiştirilmesinde ve Adli Tıp raporunun değiştirilmesinde
İstanbul Sıkı Yönetim Komutanı o dönemin İstanbul Sıkı Yönetim Komutanı Necdet Üruğ'un
etkisi olabilirmi? Necdet Üruğ'un etkisi olabilirmi? Görevden alma yetkisi onun çünkü
biliyorsunuz Sıkı Yönetim Mahkemelerinde ki Hakimleri görevden alma yetkisi Sıkı Yönetim
Komutanınındır değilmi? Hakimleri kim görevden alabilir? Mahkemede ki Hakimi? Peki göz
altı birimlerinde ve ceza evlerinde var olan işkence iddiaları konseyde konuşuldumu? Siz bu
iddialar ile ilgili yetkili merciilerden soruşturma yapılması emrini verdinizmi? İşkence
yapılmasıyla ilgili iddialarla ilgili soruşturma yapılması emrini verdinizmi? Görev yaptığınız
dönemde gerek Emniyette sorgu sırasında ve gerek ise de; ceza evinde vuku bulan ölüm
olayları nedeniyle ki söylendi sayısı epey fazla olan 191 civarında insanın ceza evinde ve
Emniyette öldürüldüğü konusunda soruşturmalar var. Fakat bunlardan hemen hemen hiç
mahkumiyet kararı çıkmamasının verilmemesini gene askeri yetkililerinin güvenlik
kuvvetlerini koruma güdüsüne bağlamak mümkünmüdür?
Av. Yücel Bulut söz alarak; " Milliyetçi Hareket Partisi vekili Av. Yücel Bulut.1
Ekim 1978 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel İdare Kurulu tarafından alınan bir karar
üzerine;“Vatanın bütünlüğünü tehdit eden tehlikelere karşı Anayasa’daki esaslara uygun
olarak Sıkıyönetim ilan edilmesi” yönünde kamuoyuna çağrı yapılmıştı. Sıkı Yönetim
taleplerini içeren bu çağrı üzerine MHP yöneticileri hakkında Sıkı Yönetim Mahkemelerinde
Askeri İhtilale Teşvik suçlaması ile dava açılmıştır.İddianamenin 58 ve 59. Sayfalarında geçen
ifadelerden de Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'in de sıkı yönetimin genişletilmesi ve
anarşinin önlenmesi konusunda ki arayışlarına şahsınız tarafından olumsuz yanıt verildiği
anlaşılmaktadır. Bu gün itibarıyla MHP'nin 01 Ekim 1978 tarihinde Anayasal çerçevede sıkı
yönetim talep etmiş olmasını ve bu talepten dolayı Sıkı Yönetim Mahkemelerinde MHP
Yöneticileri hakkında dava açılmasını nasıl yorumlamaktasınız? 30 Haziran 1979 tarihinde
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi ve aynı binada ki MİSK Eğitim Merkezine bombalı
ve silahlı saldırı düzenlenmiş, bu saldırı esnasında Ali Alper Demir ve Ömer Yüce isimli iki
partili hayatını kaybetmiştir. Bahçelievler Polis Karakoluna 50 mt mesafede ki MHP Genel
21/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Merkezinin bombalanması ve taranması olayına karıştıkları iddiasıyla 15 Emniyet görevlisi ve
bir polis okulu öğrencisi tutuklanmıştır. Olay sonrasında başta CHP Genel Başkanı Bülent
Ecevit ve İç İşleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş olmak üzere bütün siyasiler kınama mesajı
yayınlamış iken; şahsınız MHP'nin kınama mesajını "dinime dahl eden müslüman olsa"
şeklinde değerlendirmiştir. 12 Eylül Askeri Müdahalesine giden süreçte yaşanan bu
provakasyonlara tepki göstermekten imtina etme gerekçeniz nedir? Bu provakasyonları sizi
iktidara taşıyacak sinsi bir planın yapı taşları olarak gördüğünüz için mi kınama gereği
duymadınız? 12 Eylül Askeri Müdahalesi Bayrak Harekat Planı çerçevesinde gece saat 4'te
başlamış ve de şahsınız tarafından ülke yönetimine el konulmuştur. Askeri müdahale bir plan
çerçevesinde gece saat 4'te başlamış olmasına rağmen Milliyetçi Hareket Partisi Genel
Merkezi askeri müdahale başlamadan 3 saat önce özel oluşturulmuş timler tarafından basılmış
ve aranmaya başlanmıştır. Milliyetçi Hareket Partisinin bulunduğu Ankara Bahçelievler
semtinde 3.Cadde de tanklar görülmüş MHP Genel Merkezinin elektriklerinin kesilmesi
sonrasında arama başlatılmıştır. Nitekim şahsınız tarafından göreve getirilmiş bulunan Sıkı
Yönetim Komutanı Recep Ergun'da bu usulsüz arama işlemine ilişkin olarak 10 Ekim 1980
tarihine kadar Sıkı Yönetim Komutanlıklarının 1402 Sayılı Kanun gereği Siyasi Partiler
hakkında soruşturma açma yetkisi yoktu. Askeri Savcı Nurettin Soyer'in MHP Genel
Merkezinde araştırma yapması kanuna aykırıdır. "MHP'nin aranması sırasında Alparslan
Türkeş'in kasasından çıkan belgeleri gördüğüm iddiası hilaf-ı hakikattır." şeklinde beyanda
bulunmaktadır. Askeri müdahaleye saatler kala bir Askeri Savcının kendi insiyatifi ile bir
Siyasi Parti Genel Merkezini basması ve arama başlatması ihtimal dışı olduğuna göre
kendisine şahsınız tarafından verilmiş böyle bir emir varmıdır? Şahsınız böyle bir emir
vermemiş ise; bu usulsüz ve yasa dışı arama faaliyetine ilişkin olarak her hangi bir soruşturma
açılmasını talep ettiniz mi? Ya da bu konuda size intikal eden bir bilgi oldumu? Haydar Saltık
Başkanlığında kurdurduğunuzu iddia ettiğiniz ekibin her hangi bir mensubu bu arama
faaliyetlerine ilişkin bir emir yada talimat vermiş midir? Ya da arama faaliyetlerini
yönlendirmiş midir? MHP hakkında soruşturma ve kovuşturma açılması konusunda Milli
Güvenlik Konseyi nasıl bir karar alma süreci gerçekleştirmiştir? Milli Güvenlik Konseyinin
MHP'ye soruşturma açılması konusunda olumsuz kanaate sahip yani soruşturma açılmasına
karşı olan üyelerini sizin ikna ettiğiniz iddia edilmektedir. Bu iddia doğru mudur? Süreç nasıl
ve ne şekilde işlemiştir? MGK'da MHP'ye soruşturma açılması konusunda görüş bildiren
olmuş mudur? Varsa kimlerdir? Siyasi partilerin kapatılması konusunda yetkili ve görevli
organlar mevcut iken; demokratik düzene geçiş sonrasında bu organlar eli ile gerek görülürse
kapatma davalarının açılmasını beklemek yerine 52 nolu MGK kararı ile faaliyetleri
durdurulmuş olan siyasi partileri kapatmanızın sebebi nedir? İddia edildiği gibi demokratik
düzene geçiş sonrasında açılacak kapatma davalarında ileri sürülecek olan hususların askeri
müdahalenizin meşruiyetini tartışmaya açacağı endişesi ile mi hareket ettiniz? Askeri
müdahale sonrasında açılan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında MHP Genel Başkanı
merhum Alparslan Türkeş'in ceza alması konusunda özellikle ısrarcı olduğunuz ve yargı
organlarına bu konuda tavsiye ve telkinlerde bulunduğunuz zaman zaman dile getirilmektedir.
Bu iddia doğru mudur? Askeri müdahalenin lideri ve bir süreliğine de olsa tek söz sahibi
olarak askeri müdahalenin hemen sonrasında MHP ve mensupları hakkında sapık fikir
sahipleri, şer cephesi gibi ithamlarda bulundunuz. Her fırsatta hesap vereceklerini
duyurdunuz. MHP hakkında soruşturma devam eder iken; yapmış olduğunuz bu açıklamaların
bağımsızlığı bu gün bile tartışmalı olan Sıkı Yönetim Mahkemelerini etki altına almak
anlamına geleceğini düşünmediniz mi? Açık bir şekilde bazı siyasi kadroları hedef
göstermeniz sonrasında bu siyasi kadrolar hakkında yapılan yargılamaların adil olduğuna
inanıyor musunuz? 31 Mayıs 1990 tarihinde Milliyet Gazetesinde yayınlanan röportajınızda
Bülent Ecevit hakkında ; " Biz onu Savcılığa verdik. Beraat etti. Yok tu zaten bir şey. Ama biz
onu mahsustan verdik." şeklinde beyanlarınız yer almıştır. Darbe öncesinde ve sonrasında bu
22/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
şekilde mahsustan yaptığınız başka eylemleriniz varmıdır? 12 Eylül öncesi olaylara
mahsustan mı seyirci kaldınız? Bir çok gencin idam kararını mahsustan mı onayladınız?
Mahsustan mı işkenceleri görmezden geldiniz? Milliyet Gazetesi köşe yazarı Can Dündar; 12
Eylül 1980 İhtilali sonrasında Milli Güvenlik Konseyi kararı ile idam edilen Mustafa
Pehlivanoğlu hakkında kaleme aldığı köşe yazısında; "Mustafa Pehlivanoğlu'nu yakalayan
Polis Şefi Dürüst Oktay'a Pehlivanoğlu hakkında ki iddiaları ortak bir dostları aracılığıyla
sorduğunu cevaben özetle; delilleri inceledikten sonra Mustafa Pehlivanoğlu'nun
suçsuzluğuna ikna olduğunu, Sıkı Yönetim Savcısına bu çocuğu kurtaralım dediğini, Sıkı
Yönetim Savcısının da kendisinin de çok uğraşmalarına rağmen güçlerinin yetmediğini
söylediğini" ifade etmiştir. Yıllar sonra gelen bu ve buna benzer itiraflar idamlarını tastik
ederek idamlarına sebep olduğunuz gençleri hatırlamanıza ve pişmanlık duymanıza neden
olmakta mıdır? Tarafınızca da bilindiği gibi Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan
Yardımcısı ve Gümrük ve Tekel Eski Bakanı Gün Sazak askeri müdahaleden kısa bir zaman
önce 27 Mayıs 1980 tarihinde uğramış olduğu silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir.
Tekel Eski Genel Müdürü Esat Güçyan; kamu oyuna mal olan beyanlarında "Gün Beyin
koruması vardı. Fakat alınmıştı. Ben kendisiniziyarete gittiğimde hiç bir güvenlik görevlisi
görmeyince rahatsız oldum. Bunu kendisine de ifade ettim. Gün Bey korumanın geri
çekildiğini, ancak müdahale etmemi istedi. Ben buna rağmen Ankara Valisi Vecdi Gönül'e
gidip Gün Beyin korumasının alındığını ve yerine kimsenin görevlendirilmediğini söyledim.
Ve kendilerinden şahsi ilgilerini istirham ettim. Fakat o zaman Sıkı Yönetim var. Ve Ankara
Sıkı Yönetim Komutanı Korgenaral Nihat Özer. Vecdi Bey korumayı Sıkı Yönetim
Komutanının kaldırdığını, Vali olarak re'sen koruma veremeyeceğini, ancak partinin Sıkı
Yönetim Komutanına resmi yazı yazarak koruma isteyebileceğini söyledi. Bu durumu Gün
Bey'e aktardım. Allah'ın taktiri ne ise o olur. İnsanları bekçiler değil Allah korur dedi."
şeklinde bildiklerini anlatmaktadır. Gün Sazak'ın uğramış olduğu silahlı saldırı sonucunda
hayatını kaybetmesi üzerine korumasının geri çekilmesi yönünde tasarrufta bulunduğu iddia
edilen Nihat Özer hakkında her hangi bir soruşturma açılmamasına gerek duymama sebebiniz
nedir? Sıkı Yönetim idaresi altında ki bir şehirde eski bir bakanın evinin önünde saldırıya
uğramış ve hayatını kaybetmiş olmasından dolayı her hangi bir sorumluluk hissetiniz mi?
İhmali olanlar hakkında bir soruşturma açılması gayretiniz oldu mu? 29 Temmuz - 2 Eylül
1980 tarihleri arasında bir gazetede MHP hakkında sözde itirafları yayınlanan Ali Yurtaslan
isimli şahsın sözde itiraflarına başlamadan önce bir aya yakın bir süre Güvercinlik te bulunan
Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığında misafir edildiği kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır.
İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından sağlanan himaye sonrasında basında sözde
itiraflarını yayınlamaya başlamış ve ihtilalden bir ay önce yayınlanan bu itiraflar 12 Eylül
İhtilali sonrasında MHP ve Ülkücü Kuruluşlar soruşturmasının dayanağını teşkil etmiştir. Ali
Yurtarslan ise yurt dışına kaçırılmıştır. Aynı şekilde Ömer Tanlak isimli şahıs ta aynı gazetede
sözde itiraflarını yayınladıktan sonra aynı şekilde yurt dışına kaçırılmıştır. Ömer Tanlak ta
itirafları için önce polise başvurmuş, ancak polisin kendisiyle ilgilenmediği iddiasıyla Ankara
İl Jandarma Alay Komutanlığı himayesinde bulunmuştur. Ömer Tanlak isimli şahsın sözde
itirafları da MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasının temel dayanağını teşkil etmiştir. MHP ve
Ülkücü Kuruluşlar aleyhine sözde itiraflarda bulunan bu isimlerin askeri müdahale öncesinde
Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından himaye edilmesi konusunda bilgi
sahibimisiniz? Bu sözde itirafçılar darbeye meşru zemin oluşturmak amacıyla sizin emrinizde
ki jandarma tarafından kullanılmış olabilir mi? Şayet böyle bir faydalanma söz konusu değil
ise; sözde itirafları içerisinde kendilerinin de suça karıştıkları tespit edilen bu şahısların
Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından yargı organlarına teslim edilmek yerine
siyasi bir partinin basın organına teslim edilmesini ve yurt dışına çıkışlarını nasıl açıklamakta
sınız? Bu konuda Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı yetkilileri hakkında her hangi bir
yasal tahkikat yapılması girişiminiz oldumu? Kasım 1980 tarihinde göz altında bulunan
23/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
merhum Alparslan Türkeş şahsınıza yazdığı mektup ta; "yurdun bir çok yerinde
mensuplarımıza ve göz altına alınan bazı kimselere işkence yapılarak bizleri suçlamaya matuf
ifadeler alınmaya çalışılmaktadır. Özellikle Ankara ve Adana da işkencenin kesif olduğu ve
ciğerlere hava pompalamaya kadar vardığı ifade edilmektedir. Bu gelecek nesiller tarafından
unutulmayacaktır." ifadelerine yer vermiştir. Böyle bir mektubu hatırlıyor musunuz? Bu
mektup üzerine her hangi bir tedbir aldınız mı? Her hangi bir soruşturma açtırdınız mı? Sayın
Evren son sorumu yöneltiyorum. 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında yapmış olduğunuz bir
çok açıklamada MHP ve mensuplarını sapıklıkla, sapık fikirlere sahip olmakla itham ettiniz.
Bu gün yapılan yargılamanın dayanağını oluşturan iddianame de sizin lideri olduğunuz darbe
yönetimi döneminde göz altına alınan insanlara tecavüz edildiği, bazılarının makatına cop
sokulduğu, bir çoğunun vücuduna elektrik verildiği, bir çok savunmasız bayana yıllarca cinsel
tacizde bulunulduğu ve sayılamayacak kadar çok işkence metodu uygulandığı ifade
edilmektedir. Kaldı ki bu yönde yaşananlar kamu oyuna da mal olmuştur. Savunmanız
esnasında 12 Eylül ile ilgili hükmü ancak tarih verecektir dediğinize göre; tüm bu insanlık dışı
muameleler dikkate alındığında tarih sapık fikirlere sahip sıfatını kime verecektir? Bu konuda
bir kanaatiniz varmı? Teşekkür ediyorum."
Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Av. Fikret Babaoğlu söz alarak; "Sanık Ahmet Kenan Evren; dün bugün basına da
yansıyan dün yaptığınız bir açıklamada savunmanızda daha doğrusu "Ülkeyi yönetemeyen
beceriksiz siyasetçiler yüzünden darbe yapmak zorunda kaldık." dediniz. Siz ihtilal
diyorsunuz gerçi biz ona faşist darbe diyoruz. Zorunda kaldık diyorsunuz. Siz bir
siyasetçimisiniz? Bir siyaset eğitimi aldınızmı? Bir askermisiniz? Bu ülkeyi yönetemeyen
beceriksiz siyasetçiler dediğiniz Demirel ve Ecevit sizden sonra Cumhurbaşkanı oldu,
Başbakan oldu ülkeyi yıllarca yönetti. Ecevit de aynı şekilde. Bu argümanınız darbeye bir
kılıf hazırlamak anlamına gelirmi sizce? Pekalada ülkeyi yönettiler beceriksiz dediğiniz
siyasetçiler. Diyorsunuz ki; Sıkı Yönetim Komutanlıklarının yetkisini artırınca bir ay sonra
darbeden bir ay sonra faşist darbeden bir ay sonra eylemler azaldı ve keslldi diyorsunuz.
Örneğin; Maraş Sıkı Yönetim Komutan yardımcılığında Yusuf Haznedaroğlu diye bir
Tuğgeneral vardı. Sanırım Bayrak Harekat Planından o da haberdardı. İddianame de ki
bilgilere göre gelen delillere göre. Bu işkence hanede onun Maraşta kurduğu işkence hanede
ben bizzat mağdur olarak bulundum. 11 ay kaldım o işkence hanede aynı zamanda. Benim
yanımda dört arkadaşım öldürüldü. Burada size basına yansıyan fotoğrafları gösterebilirim.
Bilmiyorum kamera size bunları yakın gösteremiyor. Mehmet Ceren, Fehmi Özarslan, Ali
Ekber Yürek , Cennet Değirmenci. Bu işkence hanelerde öldü. Bu benim verdiğim dört isim.
Yedi kişi öldü. Üç yıl içinde bu işkence hanede. Bunların dördü benim yanımda öldü. 11 ay
göz altında kaldım. Bazı arkadaşlarımız 90 gün göz altı süresi diyordu. Siz bilirsiniz 90+90 dı
180 güne bir dönem çıkarmıştınız. Değilmi göz altı süresini. Hatırlıyormusunuz? Bu gün
gençlere çok şey geliyor bilimkurgu gibi geliyor ama 180 gün idi. Maraş Sıkı Yönetim
Komutan Yardımcısı sizin emrinizde ki bir paşa diyor ki basına yansıyan demecinde; kırbaçlı
paşa diyorlar aynı zamanda. "Üç yılda 7 kişi ölmüş çokmu?" diyor. Bu konuda ne
düşünüyorsunuz? Bu konuda bu kırbaçlı paşayı faşist paşayı arayıp "yahu Yusuf yapma dünya
kamu oyuna rezil oluyoruz. Bu kadar da ileri gitme" gibi bir şey söyledinizmi hiç? Peki;
memleket sahipsizdi anarşi vardı, terör vardı, partiler birbirine düşmüştü, parlamento görevini
yapamıyordu, sağ sol terör birbirine düşmüştü. Devlet içerisinde ki Pol-Bir, Pol-Der diye bir
ayrılmışlardı. Bu yüzden yönetime el koyduk diyorsunuz. Türk Milleti adına yönetime el
koyduk diyorsunuz ve gelir gelmezde aydınları tutukladınız, hadi solcuları, sağcıları, politika
yapanları saymıyorum. Profesörleri görevlerinden aldınız, sendikaları kapattınız, dernekleri
kapattınız, partileri kapattınız, hiç kimseyi beğenmediniz. Bu memleketi en çok sevme
tekelini nereden alıyorsunuz?Siz nasıl oluyor da bu memleketi en çok sevme tekeli elinizde
oluyor? Nereden alıyorsunuz bu yetkiyi? Eğitiminizden mi? Yoksa silahlı gücünüzden mi
24/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
alıyorsunuz? Buna cevap verebilir misiniz? Bir MGK toplantısında darbeden önce Demirel
size demiş ki; "benden takrir'i sükun kanunu istemeyin. İstiklal Mahkemesi istemeyin. Tunceli
Kanunu istemeyin. Başka ne isterseniz vereyim. Para derseniz para, yetki derseniz yetki
vereyim" demiş. Bu doğrumu? Böyle bir şey istediniz mi? Dönemin Başbakanından? Bir
takrir'i sükun kanunu istediniz mi? 1925 lerde uygulanan kanuna benzer, gerçi buna benzer bir
ihtiyacınız kalmadı. Ülke yönetimine tümden el koydunuz. Takrir'i Sükun Kanunundan çok
daha acı şeyler yaşattınız bu ülkeye."Bir yandan suret'i haktan görünüp aşırı Atatürkçü aşırı
laik görünürdünüz, bir yandan Fethullah Gülen'e yakalama emri çıkarmıştınız, 1980 li
yıllarda, ama bir yandan da; Güneydoğuda özellikle bugün meyvelerini veriyor Güneydoğu
illerinde Fethullah Gülen cemaatinin adamları aracılığıyla orada ki din adamlarını eğittiniz ve
medreseden gelen oranın geleneksel hocalarını sürdürdüğünüz ve yerine Fethullah Gülen
cemaatinin eğittiği adamları din hocalarını atadığınız ki bu gün ki iktidar da bundan çok
memnun Güneydoğuda bu tür şeylerle Güneydoğu yu yönetmek istiyor. Bu tür argümanlar ile
yönetmek istiyor. Böyle bir cemaat adamlarının din adamlarını Güneydoğu da eğitmesinin
önünü açtınız mı? Fırsat verdiniz mi? Bundan haberiniz var mı? Şimdi hep diyorsunuz ki;
toplumun desteği arkamızdaydı. Darbe yaptık diyorsunuz. Toplumun bir kesimin desteği
arkamızdaydı diyorsunuz. Evet bir kesiminin desteği arkanızda olabilir. Çünkü 1915 Ermeni
soykırımında da, 1926 da Trakya da Yahudilerin teşhir edilmesinde, 1955 de Rumların teşhir
edilmesinde de toplumun bir kesimi suç ortaklığı yaptı devletle, sizin darbenizde de suç
ortaklığı yapmış olabilirler. Ve yaptılar. Birazdan onları da açıklayacağız. Bu konuda bir
düşünceniz var mı? Yine Anayasa ya 1982 Anayasasına din derslerinin zorunlu olması
talimatını çeşitli cemaatlerin baskısıyla, çeşitli cemaatler ile yaptığınız pazarlıklar sonucu
koyduğunuz yazıldı çizildi. Suudi Arabistan kökenli Rabıta'ül İslam örgütünün yurt dışında ki
Türkiye li din hocalarının parasını ödediğini ve ödemesi için imza attığınız yazıldı, çizildi. Ve
buna ödül olarak da bu gün hala Türkiye de 32 yıldır tartışılan din dersi zorunlumu olsun iradi
mi olsun Türkiye de farklı inanç toplumları ayrı din eğitimi alabilsin mi? Bunlar hala
tartışılıyor. Sizin yasaya koyduğunuz bu cendere yüzünden. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Rabıta'il İslam örgütünün verdiği paralardan dolayı bir din dersine şey Anayasa ya din
derslerini zorunlu kılmak adına bir taviz verdiniz mi? Diyarbakır da yaptığınız bir toplantıda o
dönem orada savcı olan ve toplantıya katılan Ümit Kardaş da var bu toplantıda. Burada kanun
manun olmayacak, burayı dümdüz edeceğiz. Dediniz mi? Arkasından Diyarbakır da Türkçe
konuş çok konuş yazıları asıldı. Diyarbakır Ceza Evinde. Ve Türkçe bilmeyenler görüş
yerlerinde dayaktan işkenceden geçirildi. Diğer işkenceleri saymıyorum. Arkadaşlarım
birazdan onlara değinecek. Ve bu baskılara direnen okul arkadaşım Kemal Pir de orada canını
verdi. Onurluca. Sizin yaptığınız bu darbe yüzünden. Onlardan bir özür borcunuz var mı?
Özür dileyecek misiniz? Kötü bir miras bıraktınız. Balyoz darbecileri geçenlerde ceza aldılar.
Dosyaları Yargıtay da. Dün zaten kastettiğiniz şey yaptığınız savunmanızda; "Biz teşebbüs
etmedik. Biz yaptık başardık." dediniz. Her halde Balyozcuları kastettiniz. Onlar beceriksizler
beceremediler. Teşebbüs ettiler. Ceza aldılar. Biz almayacağız gibi mi düşünüyorsunuz?
Balyoz darbecileri diyorlar ki; "biz 12 Eylül darbe planını aynen aldık uygulayacaktık.
200.000 kişiyi stadyuma toplayacaktık. Şimdi iyi bir miras bıraktığınızı düşünüyor musunuz?
Sarıkız, Ayışığı, Eldiven darbe planları hepsi sizi örnek aldı. İyi bir miras bıraktığınızı
düşünüyor musunuz topluma? Ayıp etmediniz mi? Bu topluma. Vicdanınız sızlıyor mu? Dün
biz teşebbüs etmedik ihtilal yaptık dediniz. Bizi tarih yargılar, Mahkeme yargılayamaz biz
tarihe mal olduk dediniz. Evet tarih önünde yargılanıyorsunuz. Bunda bir şüphe yok. Size dün
methiye düzen basın, medya bugün yok. Fahri doktora ünvanı veren üniversiteler bugün
arkanızda değil. Önünüzde yağcılık için deve kesmeye kalkanları engellemiştiniz. Siz biraz
deve kesilmesine karşı vicdanlısınız. İşkence ölümlerinde işkencede ölen insanlara o vicdanı
göstermediniz. Ama önünüzde deve kesilirken müdahale etmiştiniz. Ben hatırlıyorum. Deve
kesmeye kalkan iş adamlarına. İş adamları bu gün arkanızda yok. Böyle bir tarih önünde
25/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yargılanmaktan memnun musunuz? İşte tarih önünde yargılanıyorsunuz. Tarih sizi yargılıyor.
Deveye gösterdiğiniz vicdanı, işkencede ölen insanlara göstermediniz. Kurucu iktidarım
diyorsunuz. Yaptığınız Anayasa kurucu Anayasa yı kurduk diyorsunuz. Ülke bununla
yönetiliyor diyorsunuz. Hiç kimse memnun olmadı kurduğunuz Anayasadan. 112 kere değişti
bugün. Bu argümanınız da yanlış çıktı. 112 kere değişti. Bugün de toptan değişmek üzere.
Parlamentoda tartışılıyor. Diyorsunuz ki iç hizmet kanununun 35.maddesine göre yönetime el
koyduk. İddianame savcısı da diyor ki; kanunlar Anayasadan üstün değildir. Seçilmiş
parlamentoyu darbe ile deviremezsiniz. Bu diyor darbeciler aynen söylüyorum iddianamede
kini. Sanıkların hukuka aykırılıklarına bir kılıf bulmak amacıyla kullandıkları bir argümandır
diyor. 35. Madde. Siz kara avcılığı kanununun 36.maddesine göre yönetime el koysaydınız bir
şey farkedermiydi?35.maddeyi niye bahane ediyorsunuz? Son bir soru soracağım efendim.
Hiç değil ise bu soruma yanıt vermenizi istiyorum. Aydınları sevmezdiniz. Ne yapıyım böyle
aydını derdiniz. Aziz Nesin'e vatan haini dediniz. Mahkeme oldunuz karşılıklı. Birbirinize
davalar açtınız. Sonra resme başladınız. Resim yapınca biraz sanat dünyasına girdiniz o
zaman aydınları sevme duygusu oluştumu sizde? Birincisi bu; ikincisi Mustafa Kamil Zorki
isimli bir yazar Aziz Nesin olduğu söylendi. Bu mahlasla yazdı. Netekim isimli bir kitap
yazdı. Burada sizi hicv ediyor. Bu kitabı size göndermemi istermisiniz? Hasta yatağınızda hiç
değilse bir edebiyat bir şeyle donanabilirsiniz. Hiç değilse buna bir cevap verin. Bu kitapta
güzel hikayeler var. Mesela bir tanesini söyleyeyim. Bu kitap ta ki hikayelerden birini. Siz
Korede iken siz Kore gazisisiniz değilmi? Siz Korede iken bu kitapa göre Nazım Hikmet'in
Barış şiirleri atılmış. Sizin bulunduğunuz karargaha. Sizde bu şiir kağıtlarını uçak yapıp
düşmana atmışsınız. Böyle de bir espiri var
Av. Aydın Erdoğan söz alarak;"Sayın Başkan Sayın Üyeler. Ben Av. Aydın Erdoğan.
Müvekkillerim Ahmet Cihan ve Hüseyin Doğan adına şu anda salonda bulunan Hüseyin
Doğan adına Sayın sanık Kenan Evren'e sorularımı yöneltmek istiyorum. Bu Sayın sözü de
nihayet bizim memlekette açıldı. Bir sanığa da sayın diyebiliriz. Kenan Evren de bir sanık. O
na da sayın diyoruz. Sayın Evren; siz açık sözlü bir insan olarak tanındınız. Doğrumudur bu?
Değil mi? Sıkça görev yaptığınız sürede Konsey Başkanı olarak, Devlet Başkanı olarak,
Cumhurbaşkanı olarak kamu oyu önüne çıktınız. Konuşuyordunuz. Doğru mudur? Sayın
Evren beni duyabiliyormusunuz? Yani bunu gözlerinizle bile işaret etseniz. Anlarız. "
Sanık; "duyuyorum"
Av. Aydın Erdoğan; "sonra emekli olduktan sonra Cumhurbaşkanlığı görevinden
sonra da sıkça kamu oyuyla görüş alış verişinde bulundunuz. Dolayısıyla kamu oyu bu dava
aşamasında da sizin konuşmanızı bekliyor. Bizler bu davayı yürüten avukatlar,
müvekkillerimiz, 75 milyon halk bu davada sizin ne söylediğinizi çok merak ediyor.
Konuşmak istemiyor musunuz? Buna çok ihtiyaç var. Şimdi tabi saygı duyuyorum. Yani
konuşmamak gibi bir hakkınız var ama; bir şeyi hatırlatmak istiyorum. 6 Haziran 2011
gününü hatırlıyor musunuz? 6 Haziran 2011; o gün Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Vekiline
ifade vermişsiniz. Hem de detaylı. Doğru mudur? Hatırlamıyor musunuz? Bence sizin
hafızanız çok canlı. Hatırlayabilirsiniz. Yani zekanız da hiç böyle eskimemiş, yani hiç
yıpranmamış gibi görünüyor. Yani mimiklerinizden anlıyorum ben bunu. Sayın Evren orada
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Mahkemelerinin yetkilerini kabul etmişsiniz. Orada
Cumhuriyetin bir savcısı size ifade almış. Doğru mudur? Sizde avukatınızın huzurunda yani
müdafinizin huzurunda özgür iradeniz ile beyanda bulunmuşsunuz. Bu doğru mudur? Bu
beyan sizin midir? Yazıyor. Bakın Ahmet Kenan Evren , müdafi Av. Ömer Nihat Özgün,
Ankara Barosu 7067 sicil. Av. Haydar Kancıoğlu, Ankara Barosu 15132 sicil. Baba ve Ana adı
Hayrullah, Naciye. Doğum yeri ve tarihi Alaşehir 01/01/1334. Bu ifade size mi aittir?
Bununla ilgili bir şey söylemek istemez misiniz? Şimdi savunma hakkı bakımından tabi ki
kutsaldır. Susabilirsiniz. Bu hakkınız. Mahkeme de zaten size hatırlattı bunu. Orada da sayın
26/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
savcı size hatırlatmış ve yetkileri kabul etmişsiniz. Şimdi yetkileri orada kabul ettikten sonra
burada kabul etmemenin bir kıymeti yok. Sizce olabilir mi hani bir Mahkemenin yetkisini
kabul ediyorsunuz, sonra da diyorsunuz ki benim yaptığım Anayasa uyarınca sizin beni
yargılama yetkiniz yoktur diyorsunuz. Burada bir çelişki olmuyor mu sizce? Yani
Mahkemenin savcısı yetkili, heyeti yetkisiz. Olabilir mi? Bence bir şey söylemelisiniz.
Konsey olarak kendinize bir sürü yetkiler çıkardınız. Hem yetkili, hem yetkisiz olabilir
miydiniz siz? Bir tuhaflık var bence bu işte bu sizin zekanıza aykırı Sayın Evren. Şimdi tabi
konuşsaydınız Mahkemeye yardımcı olsaydınız bu davayı tarih yargılayacaktır dediniz. Yani
bizi tarih yargılayacak diyorsunuz. Ama tarihin bakın gardiyanı, mübaşiri, zabıt katibi, yargıç
heyeti yok ki. Onu bazı yazarlar kendi meşrebine göre yayınlıyor. Yazıyor. Bazıları da kendi
meşrebine göre eleştiriyor. Bazıları tasvip ediyor, bazıları eleştiriyor. Netekim bu sözü
seversiniz siz. Evet netekim bir takım Anayasa Profesörleri sizin yaptığınız şeylerin meşru
olduğunu söyledi. Doğru mudur? Bir kısım Ceza Hukukçuları da yargılanamazsınız dediler.
Ama yargılama beşeri bir şeydir. İnsanlara ve bu dünyaya aittir. Onu da savcılar ve yargıçlar
yapar. Orada bizim gibi bazen kazara sizin darbenizden sağ kurtulmuş olanlar avukat olarak
çıkar ve tarihin sorularını sormaya çalışırlar. Kendi derdimizi söyleyecek değiliz. Bana
pasaport vermediniz. Olsaydı verse idiniz avukat olmazdım. Yurt dışına gider hoca olurdum.
Gidemedim. Ama iyi ki vermemişsiniz. Bu keyfi tarihin bu güzelliğini yaşayamazdım o
zaman. Sayın Evren; benim müvekkillerimden Ahmet Cihan salonda. Kamera gösterebilir ise
Ahmet Cihan lütfen ayağa kalkarmısınız. Kamera Ahmet Cihan'ı göstersin Sayın Evren. Sayın
Evren Ahmet Cihan elimde resmi bulunan Süleyman Cihan'ın küçük kardeşidir. Kamera
lütfen Sayın Evren'e gösterir misiniz. Nasıl, Süleyman Cihan'ın bu fotoğrafını algılayabildiniz
mi? Sayın Evren. Gencecik, gencecik bir delikanlı. Tabi ki o günlerde tanışıklığınız yoktu. 81
in Temmuzundan sonra da asla bir tanışma şansınız olamazdı. Tanışamazdınız yani Süleyman
Cihanla. Kamera lütfen bu fotoğrafı da gösterirmisiniz Sayın Evren'e bunlar dosyada var.
Kamera lütfen şu fotoğrafı da gösterir misiniz? Sayın Evren görebiliyor musunuz? Elleri
kelepçeli. Yerde kanlar içinde yatan gencecik bir beden bu. Sizin evlatlarınız varmıy dı? Sayın
Evren. Sayın Evren evlatlarınız, torunlarınız var mı? Var olduklarını biliyoruz. Torunlarınız
kaç yaşındadır Sayın Evren? Ağa Cihan. Onu hatırlıyor musunuz? Bir baba Süleyman
Cihan'ın babası. Size 21/09/1981 de bir dilekçe vermiş. 21/09/1981 neyi ifade ediyor 1981?
Darbeden kaç ay sonra? Aradan çok zaman geçmemiş. Bir seneden biraz fazla. Bir sene tamı
tamına 9 gün sonra. Niye vermiş dilekçeyi acaba? Merak ettiniz mi? Biraz merakınızı
uyandırmak istiyorum. Yani şimdi tabi merakınızı uyandırmak istiyorum. Acaba Ağa Cihan
size niye dilekçe vermiş olabilir? Ağa Cihan'ın oğlu Süleyman Cihan Edirne den İstanbul'a
gelirken bineceği otobüs tespit edilmiş, oturduğu koltuk tespit edilmiş, kimliği bilinerek
otobüsten indirilerek göz altına alınmış. Sayın Evren; sizin döneminizde uçan kuştan
haberiniz olurdu. Doğru mu? Yani 12 Eylül den sonra bu beceriksiz siyasetçiler
yönetemiyorlardı ya memlekette ne olup bittiğini de bilmiyorlardı. Bir tek siz biliyordunuz
her şeyi. Siz her şeyi asayişi kontrol altına aldınız mı? Sayın Evren. Rakamlara bakılırsa sizin
bu anılarınızda bu anılar kimin? Bu fotoğraf sizin midir? Yayınladığınız şu kitap 12 Eylülü
tanıtmak için. Hatırlıyor musunuz? Sizin önsözünüz ile yayınlanmış. Hatırlıyor musunuz?
Buralarda söylediklerinize bakılırsa asayişi kontrol altına almışsınız. Doğru mudur bu
söylediğiniz? Sayın Evren. Doğru mudur? Doğru mu söylüyorsunuz? Sayın Evren yada siz
kontrol altına aldık diyorsunuz. Söyledikleriniz doğru mudur? Ben sizin söylediklerinizi
tekrarladığım için yani kendime gibi söylüyorum ama aslında sizin söylediklerinizin doğru
olup olmadığını sormak istiyorum. Doğru mudur? Peki efendim. İşte Süleyman Cihan 29
Temmuz da göz altına alınmış ve aynı günün gecesi elimde ki şu tutanaktan anlaşıldığına göre
Kadıköy de az önce fotoğrafını gördüğünüz şekilde sabahleyin yerde yatar vaziyette ölü
bulunmuş. Bir tutanak düzenlenmiş yer göstermeye götürdük kendini camdan attı diye. Sonra
soruşturma yapılmış. Soruşturmanın detaylarını söylemeyeceğim. Üstü ört bas edilmiş
27/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
geçilmiş. Ama burada adı Süleyman Cihan diye belli iken Emniyetin yazışmalarında adı
Süleyman Cihan diye yazılı iken. Götürülmüş, zindan karası mezarlığına kimliği meçhul
olarak defnedilmiş. Sayın Evren kimliği meçhul olarak defnedilmiş. Bilinen bir insan.
Fotoğrafıyla , kimliğiyle her şeyiyle. Annesi babasının adıyla hiç kimse değilse bile o zaman
kardeşi Ahmet Cihan da sizin zindanlarınızda İstanbul da tutuklu. Söylenmemiş. Sizin hiç bir
yakınınız bu şekilde kayıp oldu mu? Sayın Evren. Peki Süleyman Cihan gibi başkaları kayıp
oldu mu? Mesela dün adı geçti. Hatırlıyor musunuz? Arkadaşlarım soracak o yüzden onlara
çok girmiyorum. İşte Sayın Evren biliyorsunuz bizde asayiş sorumluluk konusunda söylenmiş
sözler vardır. Bunları hatırlarsınız. Bir yönetimin yetki ve sorumluluğu altında kırılan camın
hesabı sorulur. Kimden? İktidardan. Dicle kıyısında kayıp olan kuzunun hesabı hükümetten
sorulmaz mı? Sizce. Ey hükümet benim kuzum kayıp oldu. Hırsızı bul denmez mi? Bu çok
bilindiktir. Bunlar size birşey hatırlatmıyor mu? Sorumluluk. Yani Süleyman Demirel
beceriksizdi, Ecevit beceriksizdi. Tamam siz annelerin babaların evlatlarını öldürüp emrinizde
ki güvenlik kuvvetleri vasıtasıyla öldürüp kimliği belirsiz olarak gömmek için mi sorumluluk
aldınız? Bunların can ve mal güvenliği, hele hele sağ yakalandıktan sonra can güvenlikleri
sizin sorumluluğunuz da değilmiy di? Sayın Evren. Sayın Evren bir şey söylemek
istiyorsunuz galiba. Söylemek istemiyor musunuz? Peki. Sayın Başkanım tabi bizim alışkın
olduğumuz bir düzen var. Bizim kongrelerde yönetimi elinde bulunduranlar biraz
konuşulduktan sonra bir yeterlilik yönergesi verirler. Ama Sayın Mahkeme de bunun mümkün
olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla izninizle ben sorularımı bitirmek istiyorum. Kimsenin
söz hakkını kısıtlamak için söz istemedim ben. Sadece birinci sıradan söz almak istedim.
Sayın Yargıcım. Şimdi Sayın Evren Süleyman Cihan ile ilgili bir doktor raporu var. Adli Tıp
raporu. Bu raporu da bilginize sunmak istiyorum. Bu rapora göre bir Adli Tıp Uzmanı şöyle
söylüyor. Şöyle söylüyor. Süleyman Cihan diyor mevcut Adli Tıp bulgularına göre yani o gün
sizden bu tür cinayetlerinizi atlayan Şemsi Gök'ün bütün karartmalarına rağmen 30 yıl sonra
31 yıl sonra diyor ki; "bu Süleyman Cihan'ın öldürülmesi olayında olay yeri bulgularına göre
Süleyman Cihan öldürüldükten sonra 6.kattan atılmıştır." Bu olayda rol alan ekibin başında
Mehmet Ağar var. Mehmet Ağar ismini hatırladınız mı? Sonra ki dönemlerde görevler tevdi
ettiniz mi? Evet bu konu ile ilgili sorularımı bitiriyorum. Sayın Evren; siz Türk Silahlı
Kuvvetlerinin bir Teğmeni olarak göreve başladınız. Çeşitli kademelerde görev yaptınız.
Bunların içinde Özel Harp Dairesi varmıydı? Özel Harp Dairesinde görev yaptınız mı? Özel
Harbin taktikleri arasında halk arasında kargaşa çıkarma taktikleri, Nato standartlarına göre
husumet yaratma taktikleri üzerinde çalıştınız mı? Sayın Evren. Sayın Evren Nato dan
taktirnameler aldınız mı? Kars ta Ecevit'e bir siyasi partinin ilçe başkanın Özel Harp dairesi
görevlisi olduğunu söylediniz mi? Böyle bir şeyi hatırlamıyor musunuz? Peki; Sayın Evren
Amerikanın Natonun Sovyetler Birliğinin Yeşil Kuşak projesi ile kuşatma projesi diye bir şey
biliyor musunuz? Bu ne anlama geliyor? Sayın Evren. Ama beni duyuyorsunuz değil mi?
Bana bir işaret verin. Çünkü soru sormaya devam etmem için bunu bilmem lazım. Yani sizin
beni algıladığınızı bilmem lazım. Algılıyorsunuz. Teşekkür ederim. Sayın Evren; sol fikirlerin
yurttaşlar arasında yayılmasını önlemek için aleviler ile sünni yurttaşların karşı karşıya
gelmesini içeren bir stratejiden haberiniz var mı? Mesela alevileri işte bunlar komünisttir
zaten. Mum söndüde yaparlar falan gibi. Dindar müslüman olan diğer yurttaşlar göz önünde
aşağılık göstermek, komünizmi onlara mal etmek gibi. Böylece diğer dindar müslümanların
sol fikirlere çok ta iltifat etmemeleri çok ta ilgi göstermemeleri konusunda bir stareteji
uygulandı mı bu ülkede? Sayın Evren. Bu strateji çerçevesinde Malatya da Hamit Fendoğlu
belediye başkanı bir bombalı paket ile parçalandı. Siz 12 Eylül den sonra Türkiye de sol sağ
örgütlerin bölücü dediğiniz PKK'nın eylemlerini araştırdınız. Doğru mudur? Ne yöntemlerle
eylem yaptığını ortaya çıkardınız. Hamit Fendoğlu nun parçalanması olayına benzer bir
bombalı paket eylemine bir o güne kadar rastlanmadı doğru mudur? Kim gönderdi bunu
araştırmadınızmı? Halkı karşı karşıya getiren arkasından Maraş olayları patlak verdi.
28/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Arkasından Çorum olayları, arkasından Sivas olayları patlak verdi. Çorum da Çorum ile ilgili
ifade veren iddianamede ifadesi bulunan bir tanık şunu söylüyor diyor ki; bize diyor Çorum
olayları sırasında subaylar silah verdi diyor. Siz o gün Genel Kurmay Başkanı mıydınız? ve
duydukki solcuları da vermişler, Çorum da kaç kişinin öldürüldüğünü hatırlıyor musunuz?
Sayın Evren. Çorum da kaç kişinin öldüğünü hatırlıyor musunuz? Bir tanık iddianamede ismi
var yanılmıyorsam İbrahim BARAN diyor ki bize yani ülkücü kesime subaylar tarafından
silah verildi Çorum olayları sırasında Adnan Baran düzeltiyorum duyduk ki solculara da
vermişler. Subaylar tarafından silah verilmiş. Çorum olayları ne kadar öyceydi 12 Eylülden,
Sayın Evren bana siyasetçilerde geliyordu diyorsunuz. Mesela CHP den o zaman Orhan
Eyüpoğlu, hatırlıyor musunuz? Orhan Eyüpoğlu nu? Peki Üstündağlar DİSK in 4 Şubat
kararlarına karşı genel greve gitmemeleri için görüşme yaptınız mı? 12 Eylül gelmemiş daha.
Yani darbeyi yapmamışsınız daha. DİSK 24 Ocak kararların karşı haklarını korumak için
genel greve gideceğiz diyor siz engellemek için görüşüyorsunuz. Doğru mudur? Sizin Genel
Kurmay Başkanı olarak işçilerin hak mücadelesini engellemek gibi yasal bir göreviniz var
mıydı o zaman? Sayın Evren? Sayın Evren bir şey daha soracağım aslında sorularımız çok.
Siz27 Aralıkda yani1979 27 Aralığında Cumhurbaşkanına ordunun komuta kademesi ile
ilgiligörüşlerini ifade eden bir dilekçe verdiniz bir metin verdiniz bu muhtıra olarak biliniyor
doğrumudur ? Muhtura olarak kabul edildi. Doğru mudur ? Sonrada ülkenini bir an önce
seçime götürülmesini isteseydiniz ne olurdu ? Darbe engellenirmiydi ? Hemde bakın elimde
1979 yılı Yüksek Seçim Kurulunun Senato seçim sonuçları var 14 Ekim 1979 da Senato
seçimlerinde Adelet Partisi %47,18 oy almış, o zaman iktidarda olan CHP %27,48 oy almış. O
gün ülke koşullarında şiddet ile mücadele konusunda şikayetçioldunuz hani darbenin
gerekçesi olarak gösterdiğiniz olaylar konusunda Süleyman Demirel ile fikir birliğini
içerisindesiniz. Ve çelişkiniz görülmüyor. Ne isterseniz veririm demişsize az önce bir
meslektaşım ifade etti. Peki o ortamda bir seçim için niye çaba göstermediniz?
Cumhurbaşkanı mı olmak istiyordunuz. ? Bu seçim yapılsaydı sizin Cumhurbaşkanlığınız
engellenir miydi? Darbe önlenebilir miydi sayın Evren? Bakın Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu sizin yönetiminiz aleyhine yapılan ortak bir başvuruya başvuru sırasında yaptığı
bir değerlendirmede, Türkiye'de hak ve özgürlüklerin sendikal hakların siyasal hakların
dernek ve toplantı kurma ifade özgürlüklerinin ortadan kaldırılmasını gerektirir nedenlerin
bulunmadığını ifade ediyor. Siz ona devlet adına cevaplar vermiştiniz. Ama burada
Cumhuriyetin yargıçlarına cevap vermek istemiyorsunuz. Bir çelişki yok mu burada. Yani
Avrupa o zaman ki adı ile İnsan Hakları Komisyonu yargıçlarına cevap veriyorsunuz ama
sizin kendinizi çok , uğruna kendinizi feda edebileceğinizi her fırsatta söylediğiniz
Cumhuriyetin yargıçlarına cevap vermiyorsunuz. Tarih önünde ne olur ? Bunu acaba tarih
nasıl yargılar? Sayın Evren? Sayın Evren ben biliyorum ki bu olaylar karşısında acı çekenler
anneler, kardeşler, eşler , çocuklar, babalar bunlardan bir af ister misiniz? Bunların affını ister
misiniz Sayın Evren? Tarihin affetmek diye bir şeyi yok. Af insanlara mahsustur. Affı ancak
canı yapanlar yapabilir. İster misiniz? Şimdi Sayın Evren kurduğunuz Anayasal düzeni bir
süre sonra bir seçim yaptınız. Sizin desteklediğiniz parti. Sunalp'ın partisi. Kaç oy aldı.? %14
mü? %17 mi? %20 mi? Kaç? Hatırlıyor musunuz? Ama kırk katır mı? kırk satır mı? diye
Cumhuriyetin vatandaşlarına bu Anayasayı oylamazsanız askeri yönetim gitmez dediğiniz için
%92 oy aldınız. Hatırlıyor musunuz o Anayasaya? Yani bu ülkenin halkı katlanılması zorunlu
bir kötülüğe boyun eğdi. Biliyor musunuz? İşte o sizin 12 Eylül Anayasanızdı ve şimdi bizi
yargılayamazsınız dediğiniz Anayasaydı. Kıymetlimi bu Anayasa? Sizce öyle idi. Peki tamda
bundan 30 sene sonra 12 Eylül 2010 da halkın serbest iradesi ile hem de her meydanda
tartışarak verdiği oylarla sizin yargılanmanızın yolunun açılmış olması neden meşru olmasın?
Bir başka ifade başka biçimde aynı şeyi soracağım Sayın Yargıcım Sayın Başkanım
bitireceğim ondan sonra. Sayın Evren; katlanılması zorunlu suçlar vardır. Çaresizsinizdir. O
suça katlanırsınız. Şöyle; bir kadın bir zorbanın tecavüzüne uğrar. Kapatılmıştır. Bu tecavüze
29/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
uğrar. Avusturya da bunu bir baba kızına yaptı. Yıllarca. Ve evlatları oldu. Baba ve kızından.
O evlatlar hak sahibidir. Bu gün yaşıyorlar. Her türlü hakkı vardır ve saygındırlar ve
masumdurlar. Ama o suça katlanılmıştır. Sayın Evren; sizin ve önce ki darbe Anayasalarının
meşrulaştırmaya çalışan bütün Anayasa Hukukçularına da buradan sizinle beraber onlara da
sesleniyorum. Meşrulaştırmaya çalıştığınız Anayasalar katlanılması zorunlu suçlardır. Bunlara
toplumlar katlanabilirler belirli bir zaman. Ama sonsuza kadar değil. O suçları bir gün o
halklarasıl olan halktır iradelerini ortaya koyar ve o suçları işleyenleri de yargılar o
Anayasalarını da çöpe atarlar. Ve Türkiye Büyük Millet Meclisine de buradan bu vesile ile bir
şey söylemek istiyorum. Sizin bütün izlerinizi silmek için bakın bir sürü izi silmeye çalıştılar.
Daha bitmedi. Daha yapılacak bir çok şey var. Sıra ile bitiriliyor. Bunu tamamlamak için sizin
bu Türkiye Büyük Millet Meclisi kanun sistemine kattığınız bütün numaraları da silerek orayı
bir boş bırakarak o arayı da boş bırakarak bütün kanunlarınız bütün mevzuatınızla da çöpe
atacakları güne kadar sizin suçlarınızın yani katlanılmak zorunda kaldığımız suçlarınızın sonu
süpürülene kadar bu devam edecek. Dolayısıyla size de bu yargılama tarih önünde Türkiye
Cumhuriyeti yurttaşlarının rüştlerini ispat ettiklerinin kanıtıdır. Katlanılması zorunlu suçlara
artık katlanmak istemediklerinin kanıtıdır. Ve sizlerde meşru bir Mahkeme tarafından her türlü
hakkınız sağlanarak yargılanıyorsunuz."
Sanığın sorulansorulara cevap vermediği
Av. Savaş Demirtaş söz alarak; "benim Sayın Evren'e bir sorum olacak. Darbe
tarihine kadar yasa ve Anayasa çerçevesinde faaliyet gösterenDİSK'in bir anda illegal olarak
nitelendirilip kapatılmasının yöneticilerinin göz altına alınmasının, tutuklanmasının ve idamla
yargılanmalarının ve mal varlıklarını el konulmalarının nedenleri nelerdir? Bunda bir
TÜSİAD'ın etkisi varmıdır? Sizin direktifleriniz varmıdır?"
Av.söz alarak; "İnsan Hakları Derneğinin başkanıyım aynı zamanda Çağdaş
Hukukçular Derneğinin üyesiyim. Diyarbakır Barosu, Berfo Kırbayır, Mikail Kırbayır, Fatma
Güzel ve Ahmet Türk'ün vekiliyim. Şimdi Sayın Evren; siz artık sanık kürsüsündesiniz ve
hakkınızda çok ciddi bir suçlama var. Yargılanıyorsunuz. Bunu artık kabul edin. Şimdi dünkü
savunmanızda yeniden darbe yaparım dediniz. Aynı koşullar olursa. Artık yapamazsınız.
Çünkü sizin bıraktığınız o kötü miras nedeniyle teşebbüs edenlerin hepsi şu anda yargılanıyor.
Ve bu yargılamalar da devam ediyor. Ama biz o yargılamalara güvenmiyoruz. Biz insan
hakları savunucuları artık halkımıza güveniyoruz. Sizin gibi darbeciler darbe yaptığında
onlara nasıl karşı çıkacağımızı biliyoruz. O nedenle artık darbe yapamazsınız. Dünyada da
zaten darbe yapanların tamamı yargılanmıştır. Şili de General Agusto Pinoche
yargılanmıştır.Arjantin de Jorge Widera yargılanmıştır. İspanya da ki başarısız darbe
girişiminde bulunanlar yargılanmıştır. Yunanistan da ki Albaylar Cuntası yargılanmıştır ve şu
anda sizde yargılanıyorsunuz ve ben inanıyorum ki hakettiğiniz cezayı Mahkeme yargılama
bittiğinde size verecektir. Ama benim size bir önerim var. Gelin bir yurttaş olarak Türkiye ye
bir iyilik yapın. Bir vicdan toplantısı sayalım bu duruşmayı. Bildiklerinizi anlatın. Suç
ortaklarınızı anlatın. Darbeyi kiminle nasıl ne şekilde yaptığınızı anlatın. Hangi gerekçelerle
yaptığınızı anlatın. Anlatın ki gelecek kuşaklar bütün bunları öğrensin ve bu toplum bir daha
bu tip kötülüklerle karşılaşmasın. Belki bir yurttaş olarak bir vatandaş olarak bizlere bu iyiliği
yapabilirsiniz. Hala bize bir iyilik yapma borcunuz var. Bunu yapmak zorundasınız . Çünkü
bu kuşaklar gelecek kuşaklar darbe ile tanışmasın. En azından buna borcunuz olduğunu ben
buradan söylemek istiyorum. Hala evlatlarnı arayan anaların elini öpün onlardan özür dileyin.
Hiç mi vicdanınız kalmadı? Bakın bu sorularımla sizi biraz tahrik ediyorum. Bu sorularıma
cevap verin. Susmayın. Çünkü bu saatten sonra susmanızın size hiç bir faydası olmayacak.
Ben inanıyorum ki zaten hak ettiğiniz cezaya çarptırılacaksınız. Dolayısıyla bu saatten sonra
susmak çok mantıklı değil diye düşünüyorum. Bir kaç soru. Önemli bir kaç soru. Türkçe
dışında ki dilleri niçin yasakladınız? Kürtlere asimilasyon programını hem de militarist bir
30/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
tarzda sistematik işkence uygulayarak niçin yaptınız? Ve bu yaptığınız politikanın kötü
sonuçları halen ülkeyi meşgul etmeye devam ediyor. Hala bu ülkede kan akıyor. Sizin
darbenizden sonra 40.000 den fazla insan yaşamını yitirdi. Kürt sorununda ki şiddet
politikaları nedeniyle. Bakın ne kadar büyük bir kötülüğe katkı sunduğunuzun farkında
mısınız? Bu ülke bu asimilasyon sürecini aşmaya çalışıyor. Son vermeye çalışıyor ve insanlar
bunun için çok ağır bedeller ödüyor. Neye mal olduğunuzun farkında mısınız? Diyarbakır 5
Nolu Askeri Ceza Evindeki dünya tarihinde belki de görülmeyecek boyutta ki ağır sistematik
işkence uygulamalarına niçin başvurdunuz? Bunun talimatını verdiniz mi? Vermediyseniz
buna niçin göz yumdunuz? Sıkı yönetim kalkana kadar 1987 ye kadar orada inanılmaz
işkence yöntemleri uygulandı. Bakın sizin Türkiye tarihine ve dünya tarihine bıraktığınız bize
göre mirasınız bu. Kameranın bunu göstermesini istiyorum. Bakın bu ülke doktorları, insan
hakları savunucuları işkence atlası yaptılar. Ve bu tüm dünyaya yayıldı. İşte maalesef böyle
kötü olaylarla anılan bir ülke olduk. Bunda sizin katkınızın çok büyük olduğunu belirtmek
istiyorum. Ceza evlerinde ki ağır sistematik işkence uygulamalarınıza karşı çıkan insanlığını
yitirmemek için insanlık adına buna direnen insanlar oldu. Size karşı çıktılar. Zulüm
düzeninize karşı çıktılar. Bu insanlardan bir kaçının ismini okumak ve size sormak istiyorum.
Ali Erek, Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek, Orhan Keskin, Cemal
Arat, Abdullah Meral, M. Fatih Ökütülmüş, Haydar Başbağ, Hasan Telci, Mehmet Emin
Yavuz bu isimleri hatırlıyor musunuz? Mutlaka bunlarla ilgili önünüze raporlar gelmiştir.
Mutlaka Sıkı Yönetim Komutanları bu isimleri size bildirmiştir. Bunların açlık grevi
sonucunda yaşamlarını yitirmesiyle ilgili ne düşünüyor sunuz? Bu konu ile ilgili sorulacak
daha çok soru var. Ama Kürt sorununda uyguladığınız şiddet politikası uyguladığınız
asimilasyon politikasının bu ülkeye neye mal olduğunu bir kere daha düşünün. Gelelim
alevilere. Zorunlu din dersi uygulamasına niçin başvurdunuz? Alevi köylerine cami
yaptırılması uygulaması talimatını niçin verdiniz? Alevilere yönelik bu asimilasyon
programını hayata geçirmek için amacınız neydi? Tabi bu sorulara yine cevap vermiyorsunuz.
Ama dün kü sanığa sorduğum gibi size de sormak istiyorum. Bu ülkede yaşayan özellikle de
İstanbul şehrinde yaşayan lezbiyen, gay, biseksüel, transeksüel ve travesti bireylerin zorla
toplatılıp Eskişehir iline veya başka şehirlere sürgün edildiği iddiası var. Bu insanlara yönelik
inanılmaz ayrımcı uygulamalar yapıldığı iddiaları var. Ve bu konuda sizin yönetiminizin
doğrudan doğruya talimatı olduğu söyleniyor. Bu konuda bildiklerinizi anlatın bize. Şimdi ben
bir başka sorumda göz altında ki kayıpları soracağım. Cemil Kırbayır'ı soracağım. Hüseyin
Morsümbülü, Mahmut Kaya'yı, Gürkan Mungan'ı ve Nurettin Öztürk'ü soracağım. Çünkü
sizin Milli Güvenlik Konseyi döneminde göz altında kayıp edilen ve hala cenazelerine
ulaşılamayan insanlar bunlar. Sizin kararınız ile idam edilen Veysel Güney'in hala cenazesine
ulaşılamadı. Ve daha bir çok insanın cenazesine ulaşılamadı. Bunların aileleri ve analar
çocuklarının cesedini arıyor. Hiç mi vicdanınız sızlamadı? Berfo Kırbayır buraya geldi 104
yaşında. İki kere geldi. Sizi görmek istiyor. Sizin yüzünüze bazı sözleri haykırmak istiyor.
Cemil Kırbayır nerede diye sormak istiyor. Sana hakkımı helal etmiyorum diye sormak
istiyor. İki elim yakandadır diye sormak istiyor. Berfo ananın bu haykırışını ben buradan bir
kaz daha yeniledim. Berfo Ana dan özür dileyecekmisiniz.? Oğlu Cemil Kırbayır'ın
cenazesinin bulunması ile ilgili bildiklerinizi anlatacak mısınız? Tabi benim söyleyebileceğim
çok şey var ama arkadaşlarım bunların çoğunu söylediler. Eksik kalanları da elbette ki ifade
edeceklerdir. Ben sorularımdan hiç değil ise bir kaçına cevap vermenizi beklerdim. Ama
anlıyorum ki buna da cevap veremiyorsunuz. Sizi bu Mahkeme yargılayacak. Tarih önünde
adınız sadece darbeci olarak kalacak. Çünkü bu bir ihtilal değil. Bu bir inkılap değil. Onlar
halk hareketleridir. Siz ise silah gücüyle bir cunta ile yönetime el koyan bir darbeci
Generalsiniz. Biz sizi hep öyle hatırlayacağız . Sorularım bu kadar.
Av. Nilay Geylanlı Yorgancıoğlu söz alarak; "Kemal Yayla Vekili Avukat Nilay
Geylanlı Yorgancıoğlu. Müvekkilim Kemal Yayla'nın 1402 sayılı kanunun 2301/2 maddesine
31/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
dayanılarak 13.09.1982 tarihinde görevine son verilmiştir. Görevine son verme kararı
herhangi bir yargı kararına dayanmadığı gibi müvekkilime sıkı yönetim komutanlığı emri ile
göreve son verme kararı verildiği dışında herhangi birgerekçe gösterilmemiş ve hatta
müvekkilimin basit bir savunması dahi alınmamıştır. Müvekkilim sıkı yönetim
komutanlığının vermiş olduğu, keyfi karar neticesinde tam 6 yıl 11 ay 28 gün görevinden
uzak kalmış. Bu süreçte sahip olduğu 2 çocuğu ile birlikte mağdur olmuş, herhangi bir
gerekçe dahi gösterilmeksizin işinden ayrılmış olmanın verdiği, maddi ve manevi yıkım darbe
sürecinde gördüğü sayısız sistematik işkencenin psikolojik getirileri ile baş etmek zorunda
kalmıştır. Müvekkilimin 1402 sayılı kanun gereği işten uzaklaştırılması sadece ona ait bir
durum değil, 1402 sayılı kanun gereği işten uzaklaştırma ve emekliye ayrılma işlemleri ile
Genel Kurmayın açıklamalarına göre toplam 4891 kamu personeli görevinden alınmış, 38
profesör, 25 doçent, 10 yardımcı doçent 1402'lik olmuştur. Ancak 1402'lik olmasını
istemediğinden bizzat istifa yolunu seçenlerde dahil edildiğinde; 20.000 civarında kişinin bu
şekilde işten ayrılmış olduğu öne sürülmekte. Öncelikle size sormak istediğim soru şudur;
1402 Sayılı kanun yolu ile iştençıkarılan ve emekliye ayrılan kamu görevlisi ve öğretim
üyelerinin sizin tarafınızdan mı Tahsin Şahinkaya tarafından mı emirler verilmiştir? Cevap
yoksa ikinci sorumu soruyorum. Bu kişilerin belirlenmesi konusunda kıstasınız nasıl oldu?
Yani açıkçası hangi niteliklerde olan insanları bu şekilde görevden ayırma yada emekliye
ayırma gereği duydunuz? Çünkü benim müvekkilim hala bu konuda bilgi sahibi olmak istiyor.
Cevap yok galiba. İkinci olarak müvekkilim o dönemde henüz çalışmakta iken 1981 yada 82
yılında tam olarak tarihini hatırlamadığı bir tarihte Giresun Samanlık Kralı ilköğretim
okulunda öğretmenlik yapmakta iken ders esnasında sınıfına giren polisler tarafından elleri
kelepçelenerek küfür ile ve çopla dışarıya çıkarılıp göz altına alınmış çeşitli işkenceler
görmüştür. Ardından yine aynı dönemde müvekkilim göz altında iken evine girilmiş
kendisinin 2 ve 4 yaşında yani 5 yaşından küçük daha altta iki çocuğunun gözü önünde
ayakkabılı polisler tarafından coplarla içeriye girilip evi aranmış, darmadağın edilmiştir. Siz
Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda bir ihtilal yaptığınızı iddia etmektesiniz. Bu
durumda bu iddianız ile yola çıktığınızda Mustafa Kemal Atatürk'ün busözünü kesinlikle
unutmamanız gerekiyor ki; Mustafa Kemal Atatürk çocukların ve gençlerin geleceğin teminatı
olduğunu söyler. Benimde içinde bulunduğum ben 1985 doğumluyum ve kendi dönemimden
bahsetmek gerekirse bununla birlikte müvekkilimi bir kenara bırakarak söylüyorum. Onun
içinde bulunduğu öğrenciler çocuğu benim kendi ailemden gördüklerim bütün bunları bir
araya topladığımızda sizi tarihin yargılayacağını söylüyorsunuz. Bu durumda üzgünüm ama
tarih biz oluyoruz. Yani bizde 1980 kuşağında doğmuş onun öncesinde doğmuş insanları
düşünürsek bu dönemde yaşamış herkes aslında görmüş olduğunuz tüm bu dönemin insanları
için karanlık tablo ve olumsuz hertürlü nitelik sizin yapmış olduğunuzdarbenin eseridir.
Bununla ilgili kendinizi sorumlu görüyor musunuz? Bir sanatçı duyarlılığı ile yaklaşırsanız
çünkü resim yapıyorsunuz aynı zamanda sanatçısınız, bu konuya yaklaşımınız nasıl o
çocukların psikolojisini biraz olsun düşünüp empati kurabilme durumunuz olabiliyor mu?
Teşekkür ederim sorularım bu kadar."
Av. Osman Başer söz alarak; "Katılan vekili Av. Osman Başer; İdam olan sanık daha
sonra Mamak Askeri Ceza Evinden alınıp Ulucanlar Sivil Ceza Evinde idam edilen Fikri
Arıkan'ın yakınları adına duruşmaya katılıyorum. Sanık Kenan Evren'e şu sorularımı
yöneltmek istiyorum. Ulusal basında yer alan 21/10/1990 tarihinde yayınlanan yazı dizisinde
"Solun karşısına sağ grup öğrencileri çıkarma kararı alındı." sözü sanık Kenan Evren'e ait
midir? Bu beyan kendisine ait ise o tarihte ki rütbesi ve görevi ne idi? Diğer bir sorum; sanık
Kenan Evren; Abdullah Çatlı ile 7 TİP'li nin öldürülmesi olayının hükümlüsü Haluk Kırcı'nın
idamını durdurmak için pazarlık yaptığınız haberleri basında yer almaktadır. Sanık Kenan
Evren'e basında yer alan gazete küpürünü gösteriyorum. Haluk Kırcı beyanında aynen şöyle
diyor; "Abdullah Çatlı benim idamımı durdurmak için ve uluslararası operasyonlarda
32/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
değerlendirmek üzere pazarlık yapmıştır." diyor. Böyle bir pazarlığa şahsınız yada emir
ettiğiniz görevlendirdiğiniz kişileri açıklar mısınız? 12 Eylül 1980 - 12 Eylül 1982 yılları
arasında Genel Kurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı ve ihtilal yapan kudretli
General olarak görev yaptığınız dönemde asker saysını ve teçhizat sayısında ki artışlar
nelerdi? Asker ve teçhizat artışları talebiniz oldu da red edildimi? İhtilal yapmadan anarşi ve
terör olaylarının durdurulması için nasıl bir yetki istediniz de siyasi otorite size bu yetkiyi
vermedi? İdam kararlarını imzalar iken elinizin titremediği hatta; "Allah tahsilatlarını
artırsın." ifadesini kullandığınız doğru mudur? Sanık Kenan Evren'e diğer bir sorumu şu
şekilde sormak istiyorum. 3 Ekim 1984 te Muş konuşmasında; "hainleri asmayıp da
besleyecekmiydik." diyor. Bu düşüncesini yargılamaları yürüten Askeri Mahkemeleri
etkilediğini, yönlendirdiğini mi ifade etmek istiyor? Bu sözlerinden pişmanlık duyuyor mu?
Sanık Kenan Evren; şu anda bulunmuş olduğu hastahane odasında beyaz yataklar ve örtüler
üzerinde bulunuyorsunuz. Üzerinize giydiğiniz beyaz gömlek siyah sıfır yaka kazak oysa o
dönemde benim de içinde bulunduğum 11 sene 11 gün ceza evinde kaldığım Mamak Askeri
Ceza Evinde Almanya da Es Es Subaylarına giydirdiği, Yahudilere giydirilen kıyafetlerin
aynısını bize reva gördünüz. Bunlardan pişmanlık duyuyor musunuz? Emir ve komutanız
altında bulunan Albay rütbesi ile Mamak Askeri Ceza Evinde görev yapan Albay Raci Tetik;
bu kişiyi Kıbrıs Barış Harekatında esir kampı komutanı iken; birlikte görev yaptınız mı?
Albay Raci Tetik; "bu bir savaştı" diyor. Siz de bunu bir savaş olarak mı kabul ediyor sunuz?
Yine Albay Raci Tetik; "tutuklulara ilk okul düzeyinde bir program uyguladık. Bu emirler
Genel Kurmaydan direkt bize veriliyordu." Beyanlarını bunu doğrular mısınız? "Askeri ceza
evlerinin yerin dibinde hücreler vardı. Bir insan 12 günden fazla o hücrelerde
yaşamayamazdı. " şeklinde beyanı var. O hücrelerin yapılmasını ve denetlemesini yaptınız
mı? Yine müvekkilim Fikri Arıkan'ın ve yakınları üzerine soruyorum. Remzi Çayır ile aynı
hücrelerde bulunduğu dönemde Mamak Askeri Ceza Evine gelip bunlara gerekeni yapın diye
talimat verdiniz mi? Yine Albay Raci Tetik; "kafes ilk işlem yeri idi." Sanıklar kafese
konulduğunda insan olup olmadığını, veya bir başka bir yaratık olup olmadığını nasıl
değerlendiriyor sunuz? Ceza evlerinde ölen isimlerden bir kaçını söyleyeceğim. Hüseyin
Kurumahmutoğlu, Bekir Bağ, Hasan Alemlioğlu, İlhan Erdost. Bunların bir kısmı sağcı, bir
kısmı solcu. Mamak Askeri Ceza Evinde bunlar öldürüldü. Bu öldürme sebeplerinin
araştırılmasını hiç merak ettiniz mi? Bir araştırma talimatı verdiniz mi? Albay Raci Tetik;
"ben bir işkenceciyim. Sağcısından ve solcusundan özür diliyorum. " demektedir. Sizler ise
darbe yaptınız. Demokrasi mi daha iyi idi? Darbe yönetimimi daha iyi idi? Tercih olarak
yönetim şeklini nasıl belirlersiniz? Sayın Kenan Evren; en son sorumda şu olacak. İdamına
karar verdiğiniz insanlar, sağdan olsun soldan olsun infazını yaptırdınız. Türkiye Büyük
Millet Meclisinde görevli ve yetkili bir heyet tarafından onay almadınız. Albay Raci Tetik
bunlardan özür diledi. Siz de Türk Milletinden ve idam ettirdiğiniz bu insanların ailelerinden
özür diler misiniz? Böyle bir düşünceniz var mı? "
Av. Mehmet Rıfat Bacanlı söz alarak; "Erdem Şenocak vekili Av. Mehmet Rıfat
Bacanlı. Sayın Kenan Evren; idam edilen Ülkücülerin isimlerini hatırlıyor musunuz? İdam
edilen Ülkücülerden hangisini denge politikası uğruna astınız? İdam edilen Ülkücülerin
isimlerini tek tek sayıyorum. Eğer tarihe not düşmek ve günahsız olduğunu bildiğiniz halde
denge politikası uğruna idam ettirdiğinizi itiraf etmek isterseniz istediğiniz isimde
durdurabilirsiniz. Ahmet Kerse denge politikası için mi idam ettirdiniz? Ali Bülent Orkan
denge politikası için mi idam ettirdiniz? Cengiz Baktemur denge politikanız mı uğruna idam
ettirdiniz? Cevdet Karakuş denge politikası için mi idam ettirdiniz? Fikri Arıkan denge
politikası için mi idam ettirdiniz? Halil Esendağ denge politikası için mi idam ettirdiniz?
İsmet Şahin denge politikası için mi idam ettirdiniz? Mustafa Pehlivanoğlu ve Selçuk Duracık
denge politikası için mi idam ettirdiniz? Yine ceza evinde işkencede ölen Bekir Bağ ve
Hüseyin Karamahmutoğlu denge politikası uğruna yapılan ölümler midir? Sayın Kenan
33/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Evren; Alparslan Türkeş okul arkadaşınızmı? Sayın Kenan Evren; Alparslan Türkeş'in ceza
evinde veya hastahane de öldürülmesini emir ettiniz mi? Sayın Kenan Evren; okul
arkadaşınızın direkt öldürülmesini hangi psikoloji içinde emir ettiniz? Sayın Kenan Evren
savunmanızda; "ben darbeye teşebbüs etmedim. Darbeyi yaptım." Diyorsunuz. 97 yılında
darbeye teşebbüs eden 28 Şubatçılar olarak bilinen kişiler 50 kişi kadar göz altında ve
tutuklanarak soruşturma yapılmaktadır. Siz burada iki kişi olarak yargılanmaktan dolayı
üzüntü duyuyor musunuz? Darbe yaptığınız dönemde Yüzbaşı, Binbaşı rütbesinde ki
insanların da sizinle birlikte yargılanmasını arzu eder miydiniz? Bu darbeyi siz tek başınıza
mı yaptınız? Abdullah Öcalan'ı tanıyor musunuz? Apocular adlı grubun Bucak Aşireti başta
olmak üzere diğer aşiretlere yaptığı saldırılar darbenin olgunlaşma sürecinin bir parçası mıdır?
Apocular adlı grubun PKK terör örgütüne dönüşmesinde katkınız var mı? Muktedir
olduğunuz 79 - 84 dönemi arasında Apocular adlı terör örgütünü bitirmek için her hangi bir
eylemde bulundunuz mu? "
Av. Arif Ali Cangı söz alarak; " Av. Arif Ali Cangı. Sanık Kenan Evren 12 Eylül
2010 refarandumundan önce refarandum tartışmalarında geçici 15'nci maddenin kaldırılıp
hakkınızda dava açılacağı tartışmaları arasında şunu ifade etmiştiniz."ben milletime hesap
veririm. Yargılanmam gerekirse yargılanmam durumunda buna izin vermem. Ben intihar
ederim demiştiniz." Hatta biz aman intihar etmesin koruma altına alınsın demiştik.
Refarandum sonucunda %58 milletinizden sözünü ettiğiniz milletten, sizin yargılanmanız
konusunda bir tercih çıktı, ardından bu dava açılırdı açılmazdı tartışması sonunda, dava açıldı.
Hatta davanın soruşturma aşamasında Savcıya konuştunuz susma hakkını kullanmadınız.
Kendi savunmanızı yaptınız. Şimdi mahkeme huzurunda ise başlangıçta ben
Genel Kurmay Başkanıyım. Milli Güvenlik Konseyi Başkanıyım. Cumhurbaşkanıyım.
Kurucu İktidarım. O yüzden beni yargılayamazsınız. Ancak beni tarih yargılar diyorsunuz
sizin bu sözünüz bütün gazetelerde;"Evren meydan okudu." gerçekten siz şuanki
yargılandığınız mahkemeye huzurunda bulunduğunuz mahkemeye meydan mı okuyorsunuz?
Bu mahkemeyi tanımıyomusunuz? kurucu iktidar dediğiniz iktidarınızı, hangi güçten aldınız,
onlarca insanın idam edildiği binlerce insanın işkenceden geçirildiği, 12 Eylül darbesinden mi
aldınız? isterseniz darbeye giden sürece ilişkin biraz hatırlatma yapalım. Dün Ali Tahsin
Şahinkaya'yada sormuştuk, sanık Ali Tahsin Şahinkaya 1980 Askeri Şurasında görev süresi
dolduğu halde Hava Kuvvetleri Komutanlığı bir yıl daha görevi uzatıldı. Siz buna yanıt
vermek istermisiniz ? Neden bir yıl daha uzatıldı? Ali Tahsin Şahinkayanın görev süresinin
uzatılması darbe planının uygulanması içinmiy di? siz diğer sanık Ali Tahsin Şahinkaya ve
diğer kuvvet Komutanlarının komutanıydınız. Sizin onayınız olmadan, emriniz olmadan darbe
yapamazlardı, zaten darbeninde emir komuta zinciri altında yapıldığını, ilk siz duyurdunuz,
darbe yapmaya yalnız sizmi karar verdiniz? Ali Tahsin Şahinkaya'ya darbe yapmaya sizmi
zorladınız? onunda darbe yapmaniyeti varmıydı ? biliyorsunuz Ali Tahsin Sahinkaya darbe
öncesinde ABD' ye bir ziyaret gerçekleştirdi. ABD ye Şahin Kayayı sizmi gönderdiniz? siz
gönderdi iseniz hangi görevler için gönderdiniz? yada kiminle görüşmesi için gönderdiniz ?
döndüğü zaman Şahinkaya size rapor verdi mi? Darbeyi yaparken başarısız olabileceğinizi
düşündünüz mü ? yada çok eminmiydiniz başarılı olacağınızdan ? Nasıl bu kanaate vardınız.
Kim sizi destekledi? Natodan arkadaşınız olan ABD li komutanlardan destek aldınız mı ?
Darbe öncesinde Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi yada Pentegon ile sizin görüşmeniz
oldumu ? Olduysa kiminle görüştünüz? Bu soruların yanıtlanması hani dediniz ya, Tarih bizi
yargılar tarihinde doğru yargıya varabilmesi için bu soruların yanıtlanması gerekiyor. Siz
yanıtlamasanız bile mutlaka bu soruların yanıtı vardır. Olmayanlarda bulunacaktır. Bir başka
konuya geçeceğim. Dünde sanık Şahinkaya'ya sornduk, sanık Şahinkaya hakkında pek çok
haksız kazanç elde ettiğine dair pek çok iddia ortaya atıldı. Örneğin radikal gazetesinin 16
Eylül2010 tarihli yazısında Emekli büyükelçi Yalın Eralp'in bir açıklaması var haber olmuş,
başlık Tahsin Şahinkaya'nın rüşveti F 16 alımında rüşvet iddiasının bir başka türlü anlatımı,
34/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yine bu iddialar çercevesinde 1986 yılında Milletvekili Cüneyit Canver ve arkadaşı Meclis
araştırması istediler ve araştırma önergesinde de ciddi iddialar var, Kalebodur, Kaleterasit,
Bağfaş gibi şirketlerine ortaklık, Şahinkaya'nın görev yaptığı süre içinde, Hava
Kuvvetlerindeki ihalelerin tek bir şirkete veriliyor olması gibi, bu iddialar çok ciddi
iddialardır. Sizin silah arkadaşınız darbeyi birlikte yaptığınız bir komutan bu iddialar ile
suçlanıyor bu iddialar ilk ortaya çıktığı zaman ne hissettiniz. Bu iddialar ile ilgili soruşturma
açtınız mı? Kaynağına ulaşamadım o dönemde Şahinkaya ile aranızda bir görüşmeme,
konuşmama, küslük durumu ortaya çıkmış bu iddialar üzerine, böyle birşey oldu mu? Ona
küstünüz mü? kızdınız mı? hiç mi umursamadınız? iddianamede geçen Fatsa hakkında sorular
sormak isitiyorum size, Fatsayı hatırlıyormusunuz? İddianamede geçiyor. Fatsa operasyonunu
siz yönettiniz. Fatsa operasyonu gerçekleşinceye kadar Fatsadaki siyasi cinayetler yedi sekizi
aşmıyordu biliyormusunuz? Sizin operasyonunuzdan sonra 12 Eylüle kadar 100'e yakın insan
öldürüldü bunu biliyormusunuz? Fatsa operasyonunun sizin 12 Eylül darbesini
kolaylaştırmanıza yol açtımı? bu konuda bir özeleştiriniz oldu mu? Sizin bir meslektaşınız
var. Şimdi aramızda izleyici sırasında. Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği Kurucu
Başkanı Rahmi Yıldırım. Rahmi bey burda bir gösterilmesini istiyorum. Rahmi Beyin davaya
müdahale istemi kabul edilmedi. Ancak onunda soruları var. Rahmi Bey meslektaşına soruları
doğrudan sormak isterdi. Müdahil olmadığı için onun sorularını kendi sorularım olarak
sormak istiyorum. Birkaç dakika daha müsade etmenizi istiyorum. Bu sorular son derece
önemli. Sanık Ahmet Kenan Evren: Darbeden sonra oluşturduğunuz ve başkanlığını
üstlendiğiniz. MGK ile 2932 sayılı biryasa çıkararak Türkiye de Türkçe bilmeyen milyonlarca
insanın ana dillerini yasakladınız. Özel olarak Kürtçe başta olmak üzere yurttaşların kendi
anadillerinde eğitim görmelerini, basın yayın araçlarından yararlanmalarını engellediniz.
Böyle bir kanun çıkarmayı kendiniz mi karar verdiniz? Kendiniz mi akıl ettiniz ? Kendiniz
akıl etmediyseniz bu fikri size kim verdi ? Kim telkinde bulundu? Olmaz ya bir Kürt General
sizden önce davranıp darbe yapsa idi ve benzer bi kanunla Türkçe'yi yasaklasa idi ne
hissederdiniz? Bir Türk olarak dağa çıkmayı düşünürmüydünüz? Darbe ile iktidarı ele
geçirdikten sonra KurmaySubaylar Tamer Kumkale ve Oğuz Kayalıoğlunu kışlalarda
konferans vermekle görevlendirdiniz mi? Bu subaylar Kürtlerin aslında Türk olduklarını,
kışın dağda yürürken ayaklarının altında ezilen karın kart kurt diye ses çıkarması nedeniyle
Kürt diye adlandırıldıklarını ifade ediyorlardı. Sizde böylemi düşünüyorsunuz? Bu günde aynı
düşünçe de misiniz? Öyle düşünüyorsanız Himalaya dağlarında karda yürürken kart kurt diye
ses çıkaranlar niye Kürt değil ? Siz iktidarda iken Alevi köylerine Cami yaptırma
uygulamasına başladınız. Ayrıca sadece Sünni İslamın okutulduğu din derslerini zorunlu hale
getirdiniz. Olmaz ya bir Alevi General sizden önce davranıp darbe yapsaydı ve Sünni
köylerde cemevi dayatsaydı sadece Aleviliğin okutulduğu din derslerini zorunlu hale
getirseydi ne hissederdiniz? Yaptığınız darbenin asıl gerekçesinin 24 Ocak 1980 tarihli istikrar
paketinin güven içinde uygulanabilmesi olduğu yerli yabancı araştırmacıların ortak görüşüdür.
Bir araştırmaya göre Milli gelirden 1979 yılında %33 pay alan maaş ve ücretliler 1988'de %15
pay alır duruma düştüler. Faiz, kira paydan gelir alanların sermayenin payı 1979'da %43 iken
1988'de %69'a yükseldi."
Müdahil Sabire Yazgan Serin söz alarak; "İdam kararlarının infazı için kamu
vicdanını temsil eden Meclisin onayı aranır. Ağabeyim Erdoğan Yazgan ve arkadaşları
Mehmet Kanbur, Ömer Yazgan, Ramazan Yukarıgöz'ün idamı Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kararı olmadığı gibi idam kararını veren Gölcük Sıkıyönetim Mahkemesi
Heyetinden Hakim Yüzbaşı Eyüp Menteş başka bir siyasi davada idam kararı vermemek için
rüşvet alırken suç üstü yakalanmıştır. Eyüp Menteş abim ve arkadaşları idam edilmeden iki
hafta önce rüşvet suçundan mahkum oldu. Bu duruma açıklık getirmek ister misiniz? Türkiye
Büyük Millet Meclisinin kararı olmadan ve rüşvet almış bir hakimin aldığı bir kararı konsey
yani sizler tarafından onaylanmasıyla abimlerin idam edilmesi sizinki gibi faşist bir rejim
35/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
dışında mümkün olabilir miydi? Kendinizi hukuksuzca idam ettiğiniz abimlerin katili olarak
görüyor musunuz? Hissedtiyor musunuz? 29 Ocak 1983 günü sabahı erken saatlerde
İstanbulda'ki evimizin kapısı çalındı. Babam aşağıya çağrıldı. Oğlunuz idam edildi.
Cenazesini alacak mısınız? Dediler. Sizin de çocuklarınız var. Kızlarınız var. Böyle bir ölüm
haberi almak istermiydiniz? İzmit'e giden babam ısrarla abimin son mektubunu almak istedi.
Savcı vereceğiz vereceğiz dedi akşama kadar oyaladı. Akşam üzeri de yukardan bir emir verdi
mektupları veremeyeceğim dedi. O yukarısı siz miydiniz? Abim yalnız donu üzerinde olduğu
halde hapishanenin ceza evinin battaniyesine sarılı olarak tabuta konuldu. Onlarca polis ve
jandarmanın eşliğinde mezarlığa getirildi. Mezarlıkta toplanan aile ve yakınlarına hile ve
zorbalıkla ordan uzaklaştırıldı. Mezarlıkta toplanan aile yakınlarına ve bizler ordan zorla ve
hile ile yalanla uzaklaştırıldık ve dağıtıldık. Abimin bedeni o eski battaniyeye sarılı olarak bi
çukura atıldı. Abime karşı son görevlerimizi yerine getirmemizi bile zalimce
engellenmesinden sizi suçlu bulmam doğru değil mi? Abimlerin cansız bedenlerine bile
işkence yaptınız. Sizce nasıl bir yönetim cansız bedenlere bile işkence yapabilir. Böyle bir
yönetimin adı ne sizce? Böylesi alçaklıklar demokratik bir ülkede yapılabilir miydi? Bu
zulmü bizlere yaşatanlar nereden ve kimden cesareti alabilirlerdi? Güvenlik güçlerinin şevkini
kırmamak gerekir derken kastınız bu tür zalimliklere karışılmaması mıydı? Annelerin sizlere
uzun ömürler vermesi için hergün Allaha dua ettiklerini biliyor musunuz? Sizce neden?
Yüreksiz olduğunuz için mi bu sorulara cevap veremiyor sunuz? Son olarak da bişey
söylemek istiyorum sayın Başkanım. Bizlerin canlarını katlederken asmayıp da besleyelimmi
demiştiniz. Biz son 32 yıldır vergilerimizle sizleri besliyoruz. Kendinizi nasıl
hissediyorsunuz? "
Sanığınsorulan sorulara cevap vermediği,
Av. Mehmet Horuş söz alarak; " Avukat Mehmet Horuş. Bu dava siyasi bir dava ve
sanık da aslında siyasi bir savunma yaptı. Ve kendi burda kişisel olarak cezalandırılmasınının
dışında kendi kişisel savunması dışında aslında temsil ettiği bir siyasal zihniyetin de lideri
olarak savunma yapıyor. Ama bu siyasal zihniyetin deşifre etmek adına bugüne daha fazla ışık
tutması ve gelecek açısından faydalı olabilmesi için sorularımızı yöneltiyoruz. Çünkü kendisi
kamu oyu nezdinde halkın vicdanına çoktan mahkum olmuş bir kişidir. Bu çerçeve de ilk
sorumuz kendisi gibi başka faşist diktatörlerin Yunanistan'da Şili'deolduğu gibi özel uluslar
arası bir takım merkezlerde eğitilmeleri yönünde bilgiler var. Bu yöndede özel bir eğitim aldı
mı kendisi ve kadrosu? Bunun dışında darbeyi yaptıktan sonra özellikle NATO ile ilgili olan
ilişkileri nasıl düzenlediler? Bu konudaki irtibatı nasıl sağladılar. Ama ben bütün bu deneyim
tecrübe ve özel eğitimlerine rağmen ki baya eğitilmiş görünüyorlar. Şuanda bile özel eğitilmiş
bir ruh haliyle karşımızda duruyorlar. Profesyonel olmaya çalışıyorlar. Ama yinede bir takım
hesap hataları yaptıkları görünüyor. Örneğin; 12 Eylül de yönetime el koyduktan sonra idam
edilen Necdet Adalı ve Serdar Soyergin'in idamlarını doğrudan onaylamışlardır. Doğrudan bir
cinayet işlemişlerdir. Bu idamlardan sonra her halde birileri onları uyardı ki; yeni bir yasa
yapma ihtiyacı duydular ve bu işi kılıfına uydurmaya çalıştılar.Bu konuda size hiç kimse
hukuki yardım vermediler mi? Yarın bir gün 30 yıl sonra 40 yıl sonra birileri sizi hasta
yatağınızda çıkarır yargılar diye akıl veren hiç bir hukukçu olmadımı? Bu hiç
düşünemidinizmi? Temsil ettiğiniz bu idamlarla ilgili karar alırken darbe öncesinde bir limit
belirlediniz mi? Asgari ve azami bir limitiniz varmıydı? Mesela 50 ile sınırlayalım 500'ü
geçerse şöyle yapalım. Yada stadlara toplayıp imha edelim gibi. Bir planınız varmıydı? Bu
önceki hesabınız ile sonraki hesabınız arasında bir fark varmı? Gerçekten 50 idammıydı?
Öngördüğünüz? Ve bu idamları yaparken bu sayısal hesapları yaparken aynı zamanda her
idamla ilgili belirli bir kesimede mesaj vermek istediğiniz anlaşılıyor. Örneğin; şu anda MGK
tutanakları yayınlanıyor. Orada ki toplantıda görüşmeleriniz ifadeleriniz hepsi elimizde.
Biliyoruz bunu. Mahkemenin de bilgisi dahilinde. Örneğin; lise öğrencisi olan Ali Aktaş'ın
idamını konuşurken konsey üyesi arkadaşlarınızla ve idamına karar verirken bir yandan da 12
36/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Eylül döneminde göz altına alınan 650.000 kişiden 300.000 kişinin üniversite öğrencisi ve lise
öğrencisi olduğunu düşünüp hatta ortaokul öğrencileri de olduğunu düşünüp bunlar üzerinden
gençliğe bir mesaj mı vermek istediniz? Yeni bir rejim kurmak isterken. Sadece göz dağı verip
idareyi ele almak değil aynı zamanda bir rejim yaratmak istediniz. Bunun ekonomikde alt
yapısı vardı, siyasal da bir alt yapısı vardı ve bu siyasal alt yapıya ilişkin darbe başarılı oldu
gerekir ise bir daha yaparız diyorsunuz ya hani şu anda sanık olmadığınızı varsayarak. Siz
öyle inanıyorsunuz. Oturduğunuz yatağın sanık sandalyesi olmadığını farz ediyorsunuz ama;
şu anda sanıksınız ya. Burada da bir hesap hatası var ve ihtas etmeye çalıştığınız rejim ile
ilgili bir hata yaptığınızı düşünüyor musunuz? Bu gün bütün bu neo liberal politikalar ile Türk
İslam Sentezci kültürel iklim içerisinde şu anda sanık sandalyesine geliyor olmanız darbenizin
başarılı olup olmadığına ilişkin bir veri değilmi? Gerçekten başarmış olsaydınız şu anda sanık
sandalyesinde olurmuydunuz? İntihar ederim demiştiniz. Belli ki etmemişsiniz. Böyle bir
temennimiz de yok. Ama bu konuda size özel bir psikolojik destek veriliyor mu? Bu konuda
açıklama yapmak ister misiniz? Böyle bir endişeniz varmı? Gururunuzun halen incindiğini
düşünüyor musunuz? Ve ben bu rejimi biz ihtas ettik. Bizi yargılayamaz. Mahkemeniz bile
yargılayamaz derken; sadece 12 Eylül döneminde ki 50 kişinin idamını değil son 32 yılda faili
meçhuller ile göz altında kayıplarla ve ölen Kürt ve Türk gençleriyle 50.000'i aşkın insanın da
sorumluluğunu kabul ediyormusunuz? Ben kurucu iktidarım demek 32 yıldır bu ülkedeki tüm
bu ihlallerin de sorumluluğunu almak değilmi? Ve bütün bunlar sırasında çok ciddi bir mal
varlığınız olduğunu okudum. Gözlerimle okudum. Bir emekli general olarak bu mal
varlığınızın yönetimini özel birine devir etmiş durumda mısınız? Bir destek alıyor musunuz?
Bu paranızı işletiyor musunuz? Bir takım ihaleler de katkınız oluyor mu? Yönlendirmeniz
oluyor mu? Darbe komisyonuna şu anda da savunmanızda Cumhurbaşkanıyım, Devlet
Başkanıyım diyorsunuz. Darbe komisyonu Meclis Darbe Komisyonu sizi davet etti. Sizden
sonra ki Cumhurbaşkanlarından Süleyman demirel gidip ifade verdi. Hatta Başbakanımız bile
şu anda yazılı olarak ifade vermeyi düşünüyor. Sizde anılarınızı da yazdınız. Madem böyle bir
Devlet Adamlığını misyonunu halen sahipleniyorsunuz. Neden Millet iradesinin bu davetine
yanıt vermediniz? Bu davanın açılmış olmasının bunda bir etkisi varmı? Şu anda tekrar
çağırsalar gidermisiniz? Meclis sizi davet etse Süleyman Demirel gibi gidip ifade verir
misiniz? Meclise? Eğer bu deneyimlerinizi paylaşmıyacaksanız neden anılarınızı yazdınız?
Dün ki savunmanızda da belirttiniz. Neden anılarınızı yazdınız? Uzatmayacağım. En son bir
belge vereceğim Mahkemeye. Birincisi Milliyet Gazetesinin 27 Ağustos Pazartesi tarihli
manşetinde; "ODTÜ'de ki bir olay nedeniyle 4 kişinin İstiklam Marşında ayağa kalkmaması
nedeniyle verdiğiniz bir ifade var 79 yılında. Bunlar bir avuç azınlık" demişsiniz. Neden bu
bir avuz azınlık ile ilgili gereğini yapmadınız. Ve madem bunlar bir avuç azınlıktı. Bunlarla
baş etmek için darbe yapma gereği duydunuz. Yine; tesis ettiğiniz siyasal rejim bağlamında 12
Eylül rejimi bağlamında siyasi parti rejimine kadar yeni bir sistem kurdunuz. Mesala size
MGK diğer üyeleri, Devlet Başkanlığı, Başbakanlık, MGK Başkanlığı, Genel Kurmay
Başkanlığı gibi bütün görevleri verelim dediğinde; siz ne yapıyorsunuz beni de Cemal Gürsel
gibi felç etmekmi istiyorsunuz? demiştiniz. Hatırladınız mı? Daha sonra çekinmeden bu
görevleri üstlendiniz. Bu sorumluluğu almaktan kaçınmadınız. Örneğin; o dönemlerin siyasal
liderleri ile ilgili bunlar tencereyi pisletmişlerdi. Biz temizledik. Yeniden tencereyi verelim.
Yeniden pisletsinler. İstedikleri bu. Dediniz mi? Halen bu anlayışta mısınız? Mevcut Türkiye
de ki parlamenter rejimi halen bu benzetmelerle mi anıyor sunuz? Ve sırf bu yüzden %10 luk
seçim barajını halen savunuyor musunuz? 12 Eylül ün ürünü olan ve bu gün halen tartışılan
barajı tartışıyor musunuz? Ve bu tarihsel yüzleşme adına ve sizin o çok ünlü sözünüz
bağlamında size bir fotoğraf göstermek istiyorum. Sayın Yargıç zumlasınlar. Kamera görüyor
her halde. Bu fotoğraf ta ki çocuğu tanıyor musunuz? Önce görüp görmediğini bir teyid etsek.
Başını sallıyor her halde Sayın Yargıç. Tanımıyorum diyor her halde. Bu fotoğrafta ki Erdal
Eren sizin ; "asmayalım da besleyelim mi?" dediğiniz devrimcilerden biri idi. Ve sizin ; "biz
37/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
gelmesek Fatsada kiler gelecek." sözünüzü hatırlıyor musunuz? Darbeyi yapış gerekçeleriniz
arasında saydığınız ve son sözüm tarihin kişiler ile işi yoktur. Kişiler ile uğraşmaz tarih ve
gerçekten sizin hakkınızda tarihsel bir mahkumiyet kararı verilecekse bu hüküm bu ülkenin
eşik demokratik ve özgür bir Türkiye olması anlamına gelecektir. Bu işin de tek başına
mahkemelere bırakılmayacak kadar ciddi bir iş olduğunun bilincindeyiz. Ama şunu söylemek
istiyorum. Öldürerek asarak başaramadınız. Bu ülkede halen devrimciler var."
Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği,
Müdahil TÖB-DER vekili Av. İsmail Çevik söz alarak; "Efendim katılan TÖBDERVekili Avukat İsmail Çevik. TÖB-DER Türkiye çapında 630 şubesi ve 200.000 aşkın
üyesi ile büyük bir demokratik kitle örgütü idi. Gerek 12 Eylül öncesi ve gerekse 12 Eylül
sonrası 630 şubesinde yapılan aramalarda herhangi bir suç unsuru elde edilememiştir. 12
Eylül ötesinden tüm faaliyetleri valilikler sıkı yönetim komutanlıkları ve savcılıkları
tarafından soruşturulmuş kimileri hakkında takipsizlik kararı verilmiş, kimileri hakkında ise
açılan kamu davalır beraat ile sonuçlandırılmıştır. 12 Eylül sabahı yaptığınız ilk basın
toplantısından itibaren tüm yurt gezilerinizde TÖB-DER'in adını vererek suçlamalarda
bulunduğunuz ve bu nedenle daha önce soruşturulup takipsizlik kararları ve beraat kararları
ile sonuçlanan tüm dosyalar birleştirilmiş yeni bir dava türüne dönüştürülerek derneğin
kapatılmasına ve yöneticilerin ağır hapis cezasına çartpırılmalarına neden oldunuz mu?
Özellikle Ankara Sıkı Yönetim mahkemesinde görülen dava sırasında yaptığınız suçlayıcı
konuşmalar mahkemenin olumsuz yönde karar vermesine neden oluşturmuş mudur? Sayın
Kenan Evren TÖB-DER'in yaratılan kaos ortamından sorumlularından biri olarak
meydanlarda ve televizyonlarda konuşmalarınız da ilan ederken TÖB-DER'in 210 üyesi
öldürülmüş yüzlercesi saldırıya uğramış genel merkezi dahil bir çok şubesi karanlık odaklarca
kurşunlanmış binlerce üyesi ise nedensiz olarak yurdun dört bir tarafına sürülmüştür. Sanık
mağdur olan derneği ve üyelerini suçlayıcı şekilde meydanlarda hedef tahtası yapmıştır.
Yaratılan bu ortam nedeniyle TÖB-DER yöneticileri Sıkı yönetim mahkemelirince ağır
cezalara çarptırılmış ve dernek kapatılmıştır. Öğretmenlerin katkıları ile edinilmiş tüm mal
varlığına el konulmuştur. Sıkı yönetim kalkmasından sonra bir kısım TÖB-DER yöneticileri
sıkı yönetim askeri mahkemesinde aynı suçlamalar ve aynı dosya ile Ankara 2. Ağır Ceza
Mahkemesinde yargılanmış ve beraat etmişlerdir. Bu durumu biliyor musunuz? Bu durum sıkı
yönetim yargılarının ne kadar adalet içerdiğini açık bir delildir. Sanık ve arkadaşlarının
emirleriyle kapatılan tüm dernek, sendika ve siyasi partiler daha sonra açılıp üyeleri ve
yöneticileri Milletvekili, Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olurken mal varlıklarının büyük
bir kısmı iade edilirken TÖB-DER hala kapalı ve mal varlığı iadesi henüz yapılmamıştır. Bu
durum nedeni ile tüm öğretmenlere karşı bir sorumluluk hissediyor musunuz? 12 Eylül öncesi
öldürülen TÖB-DER üyelerine 12 Eylül sonrasında Samsun Emniyetinde sorguda işkence ile
öldürülen Abdurrahim Aksoy ile gördüğü işkenceler nedeni ile rahatsızlanan ve ceza evinde
zamanında gerekli tıbbi müdahale yapılmayarak adeta ölüme terkedilen genel merkez
yöneticisi Abdullah Gülbudak'tan haberiniz varmı? 11 Eylül 80 tarihinden önce Çankaya
köşkünde yapılan Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarına davet edilen TÖB-DER yöneticileri
12 Eylül 1980 tarihinden sonra nasıl oldu da gizli örgüt üyesi olmuşlardır? Bu konuda ne
düşünüyorsunuz? 12 Eylülden bu zamana kadar geçen süre 32 yıl içinde 13 Eylüle gelebildik
mi? Sizin kurduğunuz rejim halen devam ediyor mu? Sizin açtığınız yolun virajı ne zaman
kapanacak? Kapanmasını ister misiniz? Pişmanlık duydunuz mu?"
Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği,
Av. Ali Sarıgül söz alarak; "Sayın Başkan keşke sayın General monolog yerine
diyalogu seçseydi de konuşabilseydi. Bundan ötürü sizin de işinizi kolaylaştıracağım. Bir çok
soruya cevap vermeyeceği için sormuyor olacağım. Ama bir kaç şeyi açıklamak gerekir ve
sormak gerekir. Sayın General sizin askeri ihtilalinize kadar yani hükümet darbenize kadar 3'ü
38/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
başarılı 2'si başarısız darbe olduğu bunları biliyorsunuz. Bu darbeler döneminde sizin
darbeniz hariç rütbeniz ve askeri bürokrasi deki göreviniz neydi? 60 darbesi Fethi Gürcan,
Aydemir, 71 bunları siz yaşadınız. Tüm bunlarda da subaydınız. Askeri bürokrasi deki
göreviniz neydi sayın General? Bu darbelerde dahiliyetiniz oldu mu sizin? Size tevdi edilmiş
bir görev veyahut da sizin üstlendiğiniz bir görev var mıydı? Talat Aydemir, Fethi Gürcan
idam edilirken yani başarılmamış hükümet darbelerinde siz ne hissettiniz? Geleceğe ilişkin
olarak bir kurgu yaptınız mı acaba? Bunlara ilişkin tarihi açıklamalarda bulunabilirsiniz. Yani
utangaç davranmak veyahut da sükut buna çözüm değil. Size yönelik bir soru yok çünkü
burda tarih. Bilginiz dahilinde. Peki sayın General kartvizitiniz de Orgeneral, Genel Kurmay
Başkanı, Devlet Başkanı, MGK Başkanı, Cumhurbaşkanı sıfatları var. Bunların dışında birde
aldığnız doktorolar var. Benim aklımda kalan fahri hukuk doktoranız vardı. Siyaset bilim
doktoranız da vardı. Türk Dili ve edebiyatı dalında doktora verilip verilmediğini bilmiyorum.
Fahri doktora. Ama ikimizde Türkçe konuştuğumuza göre pekala anlaşabiliriz. İkimizin de bu
konuda doktora yapmasına gerek yok. Bu doğrudan sizin dünkü savunmanız bağlamında. İç
hizmet kanunun bize vermiş olduğu yetkiye dayanarak savunmalarınızda bu var zaten.
Cumhuriyeti korumak ve kollamak eğer Türkçe de anlaşıyorsak korumak ve kollamaktan ne
anlıyorsunuz? Yani şöyle bir tanım yapılsa bir genç askere giderken karısın ve kız kardeşini
bir arkadaşına emanet etse bunu koru ve kolla dese askerden döndüğünde arkadaşından kızını
ve karısın istediğinde hayır vermiyoırum korudum ve kolladım ve alı koydum diyebilir mi?
Siz cumhuriyeti korumak ve kollmaktan Türkçe anlamında sadece basit Türkçe dili koruma ve
kollamayı ele geçirmek darbe yapmak onları yok etmek olarak mı algılıyor sunuz? Türkçe
basit Türkçe kuralı bu. Nasıl anlıyorsunuz bir evet hayır diyebilir siniz buna. Sayın General
siz bu ülkenin aydınlarına vatan haini dediniz. Bir arkadaşım sordu. Aydınlar davası dilekçesi
davasını hatırlıyorsunuz sanırım. Aziz Nesin'i, Tahsin Saracı isim olarak bilirsiniz yani
hatırlamıyor da olabilirsiniz. Peki bunlara vatan haini demenizi gerektiren şey neydi. Aydınlar
davası dilekçesi nedeni ile dava açılmasına müdahil oldunuz mu? Akhisar konuşmasıydı
galiba vatan haini tanımınız. Bir kunduracının sizden daha vatan sever olacağı aklınıza geldi
mi? Veyahut balıkçının? Gelmedi galiba. Sayın General uluslar arası mahkemelerde hükme
bağlanmış bir metin var. Ki muhtemelen darbe yaparken de bunu biliyordunuz. Durunbet
uluslar arası askeri mahkemesinin şartlarının 6. Maddesinin 3. Fıkrası bu bir uluslar arası
metin ve Türkiyenin kayıtları içerisindedir ve şöyle tanımlamıştır. Sizin de galiba suçunuz
hayır deseniz de budur. Örgütlü grupların sorumluluğunu düzenleyen ceza hukuku ilkelerine
göre grup üyeleri suçun işlenmesinde oynadıkları rollerden bağımsız olarak suçlu sayılırlar.
Yani siz bu ülkedeki 600.000 göz altı yüzlerce idam yüzlerce işkence altında ölüm fiilen
katılmasanız da dahi bu hüküm gereğince suçlusunuz zaten. Gelin bir insanlık yapın. Tarihe
karşı sorumlusunuz ya. Evet doğru. O zaman lütfen tarihe bir katkı verin konuşun. İyi bir şey
yapmış olursunuz. Allaha can borcunuz var. Birde tarihe karşı konuşmak. Birde karışamaz
sınız ama birine karışabilirsiniz. Gelin lütfen konuşun."
Sanığınsorulan sorulara cevap vermediği,
Av. Senih Özay söz alarak; "Sayın Yargıç şimdi ben sanığa ben seni çok suçlu
buluyorum ama asıl olan o hakimlerin derdi. Hakimler yasaya vicdana göre karar verecekler.
Sen çok suçlusun. Ama benim derdim bu değil. Benim derdim senin yüreğinde bir yara
açmak. Onun için çalıştım otellerde motellerde İzmirlerde sorular sordum ama Mahkeme
zorunlu olarak beni 3 dakika yaptı belki bi tane dava verirse 4 olur bu. 4 dakika. Şimdi sana
ben ne soruyum. Yani o kadar garip sorularım varki. Mesela Mahkeme ziyaret defterleri diye
senin defterini aradı. Hakim bey yanılıyorsam düzeltin. Bulamadınız galiba. Bu ziyaret
defterini bulamadı Mahkeme sen hatırlıyor musun hani mutfağın üstüne mi koydunuz,
bilmem bi yerlerde mi diye soru hazırladım. Cevap verme yok. Yani önemli değil. Yani benim
derdim yara açmak. Şimdi bir başvursam gerçekten şeye pişmanlık yasasına vallahi billahi
ben genel af çıksın Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya aftan kurtulsun Cumhurbaşkanı affetsin
39/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
diye deliler gibi çalışacağım. Yap bişey harekete geç. Yani ne olur sanki sen direnmesen de
evet evet desen bak nasıl ama gülümsemeye başladı. Yani harekete geçtin. Yap bişey mesela
hukuk doktoru verdiler sana ünvan İstanbul Üniversitesinden ben dava açtım geri alın diye.
Davayı kaybettim. Yani şimdi Danıştayın önündeyim ama neden Hakimler seni seviyor bazı
konularda. Yani neden kaybediyorum ben o davaları. Şimdi Atatürk ödülünü verdiler size ona
da dava açtım. Onu da kaybettim. Yaw bunu yani torpil mi yapıyorsunuz diye soruyorum size.
Okul isimlerini, sokak isimlerini silmeye başladılar biliyor musunuz? Mesela Kadıköy Lisesi
sildi sinirleniyor musunuz bilmiyorum ama Osman bey gitti bana dedi ki Amerika da dedi bir
Yüksek okul açıldı. Adı Kenan Evren adıyla şaşırdım. Devlet Bahçeli imzalamış. O dalgayı.
Yaw biz siliyoruz, biz sildirmeye çalışıyoruz, Amerikalılar sana nasıl senin isminle okullar
açılıyor. Yani biz mi hatalıyız onlar mı hatalı diye not almışım buraya. Bülent Ersoy ile
konuştum İstanbul da 8 yıl onu çalıştırmamışsın. Şarkıcılıkta. Deliriyordu gelecekti buralara
müdahil olacaktı. Gelmedi. Oda gelmedi, gelmiyor. Neden? Neden diye size soruyum diye
buraya not almışım Ama önemli değil. Ama en önemli soru şu; Bizim solcularımız varya
bizim solcularımız. On yıl on beş yıl ceza evinde yatmış solcularımız. Bunlar stockholm
sendromu mu deniyor ne deniyor. Size aşık mıdırlar nedirler veya kendileri bişey yapıp da o
zaman gelip sizi yargılamayı düşünüyorlar. Siz bu konuda bir fikriniz varmı? Nasıl oldu bu iş
bu sorum çok önemli arkadaşlar. Son bir dakikaya girdiğimi algılıyorum üç baro dışında
bütün barolar yok. Onlarda mı sizden korkuyorlar buraya gelsin. Mersin, Muğla ve Diyarbakır
barosu dışındaki barolar sizi çok büyük hukukçu görüyorlar da biz mi göremiyoruz bunu?
Sizin yaşlı olduğunuzu, hasta olduğunuzu buraya gelemeyeceğinize dair profesörlerin bir
raporu oldu da ondan ordasınız. Ama o profesörler Mahkemenin profesörü değil Mahkeme
onlara yemin ettirmedi. Mahkeme onlara para vermediharcasınlar diye. Rektörlere dekanlara
bıraktı. Siz bişey demiyor musunuz buna yani Avukat bey sen haklısın Mahkeme yanlış
demiyor musunuz? Demiyor musun? Hatta raporda diyor ki; Ayakta ve oturarak yapamaz
sorguyu. Yani ölür mölür diyor. Ama yatarak demiyor. Ben bir avukat olarak geçen duruşmaya
gelmedim. Burda yatarak demiyor. Bidaha sorun. Yani keşke kendi doktorunuza sorsanız ama
madem bu rektörün dekanın doktorlarına sordunuz onlara bidaha sorun neden yatakta ayakta
lafı var. Yatarak yok diyecektim avukat arkadaşlar üzülmesin diye gelmedim geçen
duruşmaya. Maliye Bakanlığı Bürokratlarından aldığım bilgiye göre siz bu dava yüzünden
Maliye Bakanlığının da dikkatini çektiği ve Mayıs telaşı adı verilen Maliye Bürokrasisin de
bankalarınız da hesaplarınız da hareket olmuş. Doğru mudur? Son soru. Masak denen sizinde
ara kararınıza cevap veren o örgüt on yıldan evvel bilgi veremezmiş doğru mu efendim? On
yıla kadar veririm, on yıldan evveli vermem demiş. Yine Maliye Bakanlığından bir bayan
kadın hep kadınlar iyi oluyor. Bir kadın dostumdan aldığım bilgiye göre siz eğer Masak'a
terör bağlantılı sözcüğünü kullanırsanız on yıldan geriye gidiyorlarmış. Mahkemeye de
söylüyorum sizde biraz üzülün korkun, yüreğiniz acısın diyorum teşekkür ederim. Sağolun "
Sanığınsorulan sorulara cevap vermedi.
Av. Kazım Genç söz alarak; "Sayın Başkan. Sanık beni duyuyor mu acaba? Bir
hareketlilik yok ama duyduğunu düşünüyorum. Şimdi Sayın Başkanım ben deminden
meslektaşımın resmini gösterdiği yaşı büyütülerek 17 olan yaşı büyütülerek idam edilen Erdal
Eren'in ailesinin vekilliğini bu dosyada yapıyorum. Ve keza; gene aynı dönemlerde Gaziantep
te asılarak cezası infaz edilen Veysel Güney'in ailesinin avuktlığını yapıyorum. Bu her iki
müvekkil yakınları ile ilgili sanığın bir bilgisi var mı bilmiyorum ama. Bu her iki müvekkil
yakınlarının iki özel durumu var. Birisinin yaşının büyütülerek asılmış olması, bir diğeri de
asıldıktan sonra bugüne kadar hala mezar yerinin ailesine gösterilmemiş olması durumu var.
Şimdi Veysel Güney ile ilgili dosyada baktığımızda infaz yapılmış ve infazdan sonra cenaze
bir Yüzbaşıya teslim edilmiş. Ve ondan sonra cenaze yok. Keza burada detaylı olarak
konuşuldu. Ankara Merkez Kapalı Ceza Evi Raci Tetik'e teslim edilmiş. Diyarbakır Ceza Evi
Esat Oktay Yıldıran'a teslim edilmiş. Tüm bunlara rağmen hala sanık ceza evindeki ah o
40/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
gardiyanlar mı diyor? Hala bu askerleri görmezden mi geliyor? Bu askerlerin hiç mi bir
kusuru yok? Hani gardiyanlar yaptı bizim haberimiz yok diye ifadesinde söyledi. Dün de
bunlar ne görevdelerdi orada. Bunu bir sormak istemiştim. Bir diğer soru; dün sanık General
ifade verirken; "Biz Yüce Türk Milleti Adına Görevi Yaptık, Darbeyi Yaptık. Oradan
Aldığımız Güç İle Darbeyi Yaptık ve Biz Kurucu İktidarız." Mahkeme Heyetini yani
Mahkemeyi de kast ederek; "Siz Bizi Yargılayamazsınız." dedi. Ama biz çok iyi biliyoruz ki
Mahkeme de Yüce Türk Hukuku Adına Türk Milleti adına yargılama yapıyor. Yani darbe
varken bu Yüce Türk Milleti kıymetli de Mahkeme yargılarken bu Yüce Türk Milleti
kıymetsiz mi oluyor? Nasıl oluyor? Ben anlamadım. Yani her ikisi de Yüce Türk Milleti adına
görev yapıyorlar. İşinize geldiğinde o Yüce Türk Milleti iyi de Mahkeme sizi yargıladığında o
Yüce Türk Milletini niye yok sayıyorsunuz da böyle suskun orada duruyorsunuz? Bunu da
ben anlayamadım. Şimdi 12 Eylül dönemi ile ilgili yaptığınız Anayasanın 24. Maddesinde bu
zorunlu din dersi uygulaması getirdiniz. Bu refarandumda cemaat kesiminden destek almak
için mi yaptınız? Ve şimdi bir pişmanlığınız var mı? Yanılmıyorsam bir televizyon
programında ; "biz onu yanlış yapmışız" gibi bir sözünüz kalmış. Hafızamda yanılıyor
muyum? Acaba? Darbeden 20 yıl sonra ATV de katıldığınız bir programda Ali Kırca'nın bir
sorusuna sizi darbe yaptıktan sonra suikast planları falan geliyor muydu? diye sorulduğunda;
"evet Emniyetten dönem dönem bize böyle sözler geliyordu. Hatta biz bir MGK
toplantımızda dedik ki ya hangimize karşı bir suikast özellikle bana karşı bir suikast işlenirse
hangi örgüt yaptı ise onun ceza evinde olan tüm elemanları asın. Öldürün. " dediğiniz
biliniyor. Hala o düşüncede misiniz? Çok enteresan bir şey. Dün burada ifade verirken dediniz
ki; "darbeye teşebbüs yargılanır. Ama biz darbe yaptık. Yargılanamayız. Yargılayamazsınız."
dediniz. Ama ifadenizin devamında da şöyle dediniz; "yani bugün de olsa darbeyi yaparım."
Gene mi teşebbüs edecek siniz? Yoksa? Bak bu suçu işliyorsunuz o zaman. Yani şimdi olanak
olsa tekrar darbe yaparım dediğinizde teşebbüs ediyorsunuz gibi olacak. Yani o dediğiniz suçu
işleme noktasına geliyorsunuz. Bu askeri tutuklular o dönemde göz altında iken; onları
sorgulayanlar o askeri tutuklulara şunu söylüyorlarmış bize gelen duyumlar müvekkillerimiz
söylediler. "biz doğrudan Kenan Evren'den emir alıyoruz. Başka hiç kimse bize bir şey
diyemez." Bu doğru mudur? Sayın Başkan ben 100 kadar soru hazırladım ama zaman darlığı
nedeniyle bu 10 soru ile idare edeceğim. Bi son soruyu şu bizim çocuklar sorusunu da sorup
sizin sabrınızı da taşırmayacağım. Zorlamayacağım. Amerika Haber Alma örgütü Türkiye Şefi
Paul Hainze yaptığınız darbeyi kendi devlet başkanlarına haber verirken; "bizim çocuklar
bunu başardı." diyor. Deminden meslektaşım da dedi. Bu Amerikalılar sizin adınıza okul falan
da açmışlar. Hala bu sevginiz, bu şeyiniz, sizonların çocukluğu durumunuz falan devam mı
ediyor? Yani biz anlamadık. Bu konuda bizi aydınlatır mısınız? Teşekkür ederim. Sayın
Başkan."
Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği,
Av. Şenal Sarıhan söz alarak; " Sayın Başkan teşekkür ediyorum. Sanığa sorularımı
soracağım. Fakat önce bir gözlemden yada bir durumdan söz etmek istiyorum. 8 Ekim 1982
günü sağ görüşlü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Ben sol görüşlü bir avukatım ve sol
siyasi davaları izleyen bir avukatım. Mustafa Pehlivanoğlu Balgat Katliamı nedeniyle burada
ki eylemi sabit görüldüğü için idam edildi. İdamdan bir gün önce Mamak Kapısında annesini
gördüm. Ve annesi ile birlikte ağladık. İdam vahim bir olaydı çünkü. Şimdi de sizin için
üzülüyorum. Sorulara yanıt vermeyeceğiz, vermeyeceğim dediniz. Sizi yine sorularla tırnak
içine alarak söylüyorum zorlamaya devam ediyoruz. Bu sebeple sizin için de üzülüyorum.
Ama arkadaşlarımın son derece haklı soruları var. Ve o soruların önemli bir bölümü
çığlıklarımız diye ifade etti. Şimdi ben bir kaç sıradan soru size sormak istiyorum. Siz bu
eylemi iki kesime yönelttiniz. Birisi kurumlara yani aralarında siyasi partilerin, derneklerin,
sendikaların olduğu kurumlara; diğeri de bireylere, yurttaşlara yönelttiniz. Aslında dün biraz
açıkladınız. Beceriksizlerdi dediniz. Ortada sorun vardı, anarşi vardı, evet vardı. Onlar
41/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
beceriksizdi. Biz yaptık ve bunda yasal haklarımız sebebiyle yaptık dediniz. Merak ediyorum
bir hukukçu olarak becerikli olmak ve olmamak acaba bir cezai müeyyideyi getirir mi? Yada
becerinin ölçüsü nedir? Demokrat olmak, insan haklarına saygılı olmak mı? Yoksa
demokrasiyi ortadan kaldırarak, insan haklarını yok sayarak mı eylemler gerçekleştirmek mi?
Örneğin merak ediyorum. Siz çünkü sıkça Atatürk'ün adını da kendi eylemlerinizin bir
gerekçesi gibi sundunuz. Atatürk'ün kurmuş olduğu Cumhuriyet Halk Partisini neden
kapattınız? Kapatmanın ötesinde bütün bir arşivini neden yok ettiniz? Bir tarihimi yok etmek
istiyordunuz? Çünkü Cumhuriyet Halk Partisinin arşivi aynı zamanda sizin korumak ve
kollamak adına hareket ettiğiniz Cumhuriyetin tarihidir. Bu tarihi neden yok ettiniz? Siz yeni
bir şeymi yapmak istiyor dunuz? Siz Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile kurulmuş bir ülke yerine
ABD'nin emrinde ve kumandasında yeni bir iktidar mı oluşturmak, yeni bir yapımı
oluşturmak mı istiyor dunuz? Birinci sorum bu. Yine siz laik olduğunuzdan söz ettiniz. Ben
son derece iyi anımsıyorum.12 Eylül de özellikle Güneydoğu da özellikle Diyarbakır'ın
semalarında uçaklar ayetli ve hadisli bildiriler attılar. Sizin darbenizin nedenli hukuka tırnak
içine alarak söylüyorum uygun olduğunu ifade etmek için. Buna neden gerek gördünüz?
Neden dini bir siyasi araç gibi bir siyasi alet gibi kullandınız? Aslında arkadaşlarımın farklı
soruları da geldi. Fethullah'a ve o bölgede ki gericiliğe yönelik teşvikleriniz konusunda. Bir
başka yöne döneceğim. Siz yeni bir düzen kurmaya çalışıyordunuz ve yargılama yapmaya
çalışıyordunuz. Öyle zannediyorum ki şu an da gerçekten rahatsızsınız. Bir Savcıya ifade
verirken de rahatsızdınız. Şimdi şöyle olsaydı; siz Savcıya doğal koşullarda ifade vermek
yerine önce Emniyete yada öncelikle DAL denilen bir yere yada adı bilinmeyen bir yere
alınsaydınız burada bacaklarınızdan ters döndürülerek asılsaydınız elektrik verilseydi kulak
memelerinize cinsel organınıza ayak parmaklarınıza size bu darbenin evet hukuka aykırı
olduğu kabul ettirilseydi böyle bir şeyi insancıl bulurmuydunuz? Böyle bir koşulda size
yapılanları bir insana yapılmış sayarmıydınız ? Ceza evleri inşa ettiniz. Askeri Ceza Evlerini
Sivil Ceza Evlerine döndürdünüz. Yani askeri olmaya devam etti. Ama sivil insanları asker
kişi saydınız. Şimdi elimde 1980 yılına ait Hizmete Özel Ceza ve Tutuk Evi Talimatı var. Bu
talimatı Erdost dosyasından aldım. İlhan Erdost dosyasından aldım. Tek tek o zaman da
okumuştum. İlhan Erdost ile ilgili yargılama sürer ikende. Yine baktım. Dün akşam yine
baktım. Böyle üstü kapalı normal bir infaz belgesi gibi görünüyor. Avukatlar ile serbest
görüşme hakkı var örneğin. Ama ben biliyorum ki avukatlar ile 3 dakika görüşürdünüz. Yani
savunma hakkını insanların savunma hakkını 3 dakikaya sığdırdınız. Şimdi sizi de 3 dakikalık
bir süre ile avukatınız ile görüştürseler bunu bugün adil bir yargılanmanın bir parçası olarak
sayabilir misiniz? Yada siz ceza evinde olsanız ve her sabah komutla kalksanız ve komutla
otursanız size eziyet olsun diye İstiklal Marşı söyletseler Bağımsızlık Marşımızı eziyet olsun
diye söyletseler sizde vatan duygusu, vatana olan saygı, Kurtuluş Mücadelelerine saygı
kalırmı? Ve siz o insanlara bunu uygulayanlara nasıl bakarsınız? Ve daha ötesi;
tanımıyorsunuz zannederim belki de tanıyorsunuz. Dün Şahinkaya'ya yönelttim. Her hangi bir
yanıt vermedi. İlhan Erdost; önemli bir yayınevinin sahiplerinden. Kardeşi Muzaffer Erdost
şimdi kardeşinin adını da taşıyor. Muzaffer İlhan Erdost. Siz ceza evine götürülseydiniz bu
sebeple tutuklansaydınız ve ceza evinin kapısında sizi bir aracın içine alıp kıyasıya dövselerdi
öldüresiye dövselerdi siz bunu hukuka uygun bir eylem bir işlem olarak sayabilir miydiniz?
İşte İlhan Erdost şu sizin hazırlamış olduğunuz ceza ve tutuk evi talimatının tamamen aksine
böyle bir aracın içinde Askeri bir aracın içinde askerlik yapmakta olan erler, Astsubaylar ve
bütün bunlara komuta eden adı bugün sıkça edildi Raci Tetik'in emirleriyle dövesiye
öldürüldü. Burada arkada ayağa kalkıp size kendisini göstermesini gereken pek çok genç
insan var. Bunlardan birisi Abdullah Gülbudak'ın kızı. Benim eski mesleğim sebebiyle
meslektaşımın kızı. Bu çocuklar büyüdüler ve bu davaları izliyorlar. Başka platformlar var. O
platformlar da babalarını belki hiç görememiş olan çocuklar, babalarını hiç kucaklayamamış
olan çocuklar yada Erdal gibi büyüyememiş o yaşta kalmış olan çocuklar idam edildikleri için
42/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
göz altında kayıp edildikleri için yok edilmiş çocuklar büyümeden bir yerlerde bekliyorlar.
Neyi bekliyorlar. Adaleti bekliyorlar. Arkadaşlarım ifade etti. Siz kendi vicdanınız ile
hesaplaşmalısınız. Kendi vicdanınız ile hesaplaşırken bugün bizim sizden beklediğimiz tek
sözcük şudur. "Darbeler Kötüdür. Darbeler Yanlıştır. Bir Halk Kendi İradesiyle Kendi
Geleceğini İnşa Eder." Keşke bunu diyebilseniz. Teşekkür ediyorum."
Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği,
Müdahil Şükrü Bütün söz alarak; "Sayın Kenan Evren; asırlar önce verilen İskilipli
Ebu Suut Efendinin insanlık dışı fetvaları doğrultusunda Çorum da , Maraş ta yüzlerce Alevi
vatandaşların işyerleri yağmalandı, yakıldı. Nüfus cüzdanlarına göre hunharca katledildiler.
Bu katliamlara bir bakıma seyirci kalındı. Acılar bal eylendi. Sağ duyulu demokrat onca sünni
insanlarımız da kardeşlerine komşularına haksız yere yapılan tüm bu olup bitenlere derinden
üzüldüler. Darbenin oluşması için yakın tarihimize kara bir leke olarak geçen Çorum , Maraş
olaylarının 12 Eylül'e giden yola düşen kana bulanmış kırmızı halı niyetine mi serdiniz? 12
Eylül de herkes bir bedel ödedi. Kimisi sakat bırakılarak, kimisi zindana genç girip ihtiyar
çıkarak. Kimisi aklını kaybederek, kimisi de dar ağacında iskemleye tekme atarak. Siz hangi
bedeli ödediniz Sayın sanıklar? Yoksa ödüllendirildiniz mi? Kanlı Çorum Olaylarının
mağduru olan kimsesi olmayan insanların kimsesi olarak, sesi olarak suçuÇorum da Erzincan
Sıkı Yönetim Mahkemelerinde mağdurları savunan Şükrü Bütün'ü tutuklamakla da
yetinmeyip hücreye atılması adaleti o günün Çorum Olayı suçlularına verilen bir moral mesajı
mıydı? Saldırganlar teşvik edenler isyanı örgütleyenler Dede Musa Solmaz, Ahmet Doğan,
gencecik doktor adayı Süleyman Atlas, Gökşen Kartal anayı ve 60 ı aşkın insanımızı
canavarca katleden katiller ortada dolaşıp volta atarken Çorum Olayının mağdur temsilcisi
sayılan Çorum CHP İl Başkanı Cemal Solmaz, Çorum CHP Milletvekili Ethem Eken, Çorum
CHP Milletvekili Şükrü Bütün, CHP li Ünal Şen, Rıza Ilıman, Hıdır Cengiz, Haydar Kurt, Ali
Kurt, Sami Akpınar, Cemal Şahin gibi yüzlerce kişinin tutuklanması o gün kü Çorum Olayları
elebaşısının yüreklerine su serpmek için mi yapıldı? Bu olaylar onları cesaretlendirmiş midir?
O günün güya tarafsız rejiminin adalet anlayışı bu mudur? Hele Çorum Olaylarında tarafsız
görev yapan Amasya Tugay Komutanı Şahabettin Paşanın o görevden hemen sonra emekli
edilmesinde bir kasıt varmıdır? 12 Eylül ara ara olduğu kadar da kara rejimin yakın tarihimiz
yönünden kara bir leke olduğunu toplumumuz ezici çoğunluğu ile kabul ettiğine dava konusu
olduğuna göre siz de bu kara lekenin mimarlarından olduğunuzu kabul ediyor musunuz? 12
Eylül sanığı Şükrü Bütün karşısında davanın sanığı Kenan Evren'e sorulacak binlerce sorudan
bir kaçını sormuştur. Soruları cevaplamayacağınızı sanıyorum. Susmanın ikrar olduğunu bile
bile olsa da. Öyle ya "Keser Döner Sap Döner, Gün Gelir Hesap Dönermiş. " sembolik de olsa
o gün bugünmüş. "
Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği,
Av. Gökçesu Özgül söz alarak; "Teşekkür ederim önce söz verdiğiniz için. Av.
Gökçesu Özgül. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyetinin somut koşullarının o dönemde darbe
yapmayı gerekli kıldığını demeçlerinizde de söyledi iseniz; bazı ifadeleriniz bize bu fikri
uyandırmıyor. Mesela 1961 Anayasası ile ilgili o Anayasa dediğiniz elbise bize bol geldi.
İçinde oynamaya başladık. Anayasanın içinde bir çok açık kapılar vardı. Kötü niyetlilere fırsat
veren o açık kapılar kapanmadığı için 12 Mart geldi. Diye bir ifadeniz var. Bunun akabinde
19. Genel Kurmay Başkanı Necdet Üruğ'un anılarınızda geçen işkenceciler ve işkence
yapanlardan şikayetçi olduğuna dair beyanlar var. Ve biraz önce meslektaşım Fikret Bey de
beyan etti. Berfo Kırbayır'ın oğlu Cemil Kırbayır'ın sapasağlam göz altına alındıktan sonra 32
yıldır aranıp bulunamayan naaşı var. Bunları bu kadar hızlı geçiyorum. Sırf sözüme sağdık
kalabilmek adına. Kısa tutacağım demiştim sözümü çünkü. Siz Meclis İnsan Hakları
Komisyonunun bir raporu var. Tutarsız ifadeleri yer alan Selçuk Akyıldız tanır mısınız
kendisini bilmiyorum ama. Cemil Kırbayır'ın sorgusunda yazıcıymış. Ödüllendirmişsiniz onu.
43/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Sayın Evren; siz neyi ödüllendiriyorsunuz tam olarak. İşkenceyi ve işkencecileri mi? Tüm
uluslar arası sözleşmeler kapsamında değerlendiğimizde yaşam hakkının dokunulmaz olduğu
sonucu ortaya çıkıyor. Ve bu hiç bir istisnai durum harp hali , harp tehditi ve siyasi
istikrarsızlık durumunu kabul etmiyor. Hiç bir istisna görmüyor yani. Ama siz belirli bir takım
durumları işkenceye gerekçe olarak gösterdiniz. Yaşadığımız, burada anlatılanlar
okuduklarımız hepsi aynı gerçeği ortaya çıkarıyor karşımıza. İşkencede ölenlerin yada
yargılanmadan infaz edilenlerin çocukları, yakınları size soru sorduğunda ne cevap verdiniz?
Merak ediyorum. Yani aslında bir şey söylemiyorsunuz. Merak etmeye de çok gerek yok.
Burada da çünkü sessiz kalıyorsunuz. Ama şu bir takım sorulara cevap veriyor olmanız susma
hakkınızı kullanmadığınızı gösteriyor. Acaba bütün bunların sorumluluğunu alıyor musunuz?
Eleştiriniz 1982 Anayasasının şu an ki hali ile mi ilgilidir? Halbu ki bu Anayasa sizin Orhan
Aldıkaçtı ya talimat vererek yaptırdığınız onun da merak etmeyin bundan sonra Sosyalizme
dair hiçbir tehlikemiz olmayacak diyerek arkasında durduğu Anayasadır. Hakkınızda dava
açılırsa intihar edeceğinizi söylediniz. İyi ki etmemişsiniz. Çünkü sizden hesap sormaya gelen
pek çok insan var. Bende bunlardan bir tanesiyim. 28 yaşımdayım. Her gün adınızı
duyuyorum. Göz altında kayıp edilen Cemil Kırbayır'ın annesi Berfo Kırbayır şu an hasta ve o
yüzden gelemiyor buraya. Ama 32 yıldır oğlunu arıyor. İki defa 104 yaşına rağmen İstanbul
dan kalktı buraya kadar geldi. Ve her gün saçını taradığında tarağına gelen saç tellerini
topluyor. Ve tek sorunu öldükten sonra oğlunun kemikleri eğer bulunursa bu konuda DNA
testi yapılıp yapılamaması. Sizin öldükten sonra arayacağınız bir şey varmı hayatınızda? Ben
gerçekten bunu çok merak ediyorum. Ve son bir tek bir şey soracağım. Lütfen buna cevap
verin. Hiçbir şeye cevap vermiyorsunuz ama. Şunu çok merak ediyorum. 1980 Askeri Darbesi
ile beraber Türkiye de asimilasyonlar oldu. Kürtlere karşı. Alevilere karşı. Sosyalistler
öldürüldü bu ülkede. Siz arkanızda binlerce ölüm bıraktınız. Binlerce kayıp bıraktınız.
Laikliğe gölge düşürdünüz. Zorunlu din dersi getirerek. Mehmet Ağar gibi operasyonlara
karışan bir sürü ölüme adını yazdıran birinin önünü açtınız. Peki Türkiye'nin bugünkü
halinden memnun musunuz? Memnun olduğunuzu düşünüyorum. Bu kadar sorumluluğun
arkasında durduğunuz için bu kadar şeye göğüs gerdiğiniz için. Ben bu sessizliğinizi
memnuniyetinize yoruyorum. Teşekkür ediyorum."
Sanığın sorulan sorulara cevap vermediği,
Av. Arif Ali Cangı söz alarak; "Sayın Başkan daha önce gelen MASAK raporunun
fotokopisini alamadık. Bu nedenle detaylı inceleme yapamadık. Çünkü Mahkemenin de
saatlerce inceleme yapabileceğimiz bir yer sunulamadı. Zaten biz klasör dolusu bir evrakın
Mahkeme Salonunda veya bir kenarda inceleme olanağı yok. Bu nedenle biz müdahil taraf
olarak o dosyada ki bilgilerin gerekli denetimlerini yapamadık. Mahkemenizin önüne bazı ip
uçları veremedik. Şimdi gördüğümüz kadarıyla daha geniş bir rapor gelmiş durumda. Bu kez
sınırlama koymayınız. Mutlaka o dosyadan fotokopi almak istiyoruz. Dosyanın eğer kamu
oyuna açıklanması gibi bir sınırlamanız olacaksa onun biz sorumluluğunu taşımaya hazırız.
Ancak biz müdahil vekiller olarak dosyanın fotokopisinin verilmesini istiyoruz. Bir diğer
talebimiz bugün kü 3 günlük duruşma kayda alındı. Ve şimdi tutanağa geçirilecek. Tutanak ile
birlikte kaydın CD'sinin verilmesini istiyoruz. Zira kaydın tutanağa geçirilmesini denetleme
olanağımız yok. Bu nedenle tutanak ile birlikte CD'lerin de birer kopyasını istiyoruz. "
Av. Mehmet Horuş söz alarak; "Av. Mehmet Horuş. Meclisin raporundan basına
yansıyan bilgilere göre yani 12 Eylül değerlendirmesi içerisinde özellikle Genel Kurmayın
halen bilgi ve belge taleplerini ketum tavır aldığı yönünde bir değerlendirme var. Şimdi bu ara
karar bu yüzden gecikebilir. Ben şöyle bir öneride bulunacağım. Talep edilen yazışmalar ile
ilgili mevcut darbe planının ve o dönemde ki yazışmaların mutlaka yasal işleyiş içinde tutanak
ve yazışma prosedürü içerisinde yapılmış olması şart değil. Eğer ellerinde bu belge yoksa
ilgili döneme ilişkin yazışmalarda bunun da tespiti talep edilsin. Yani elimizde belge yok
44/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
denildiğinde bunun tekidine yada cevap vermediğine, gerçekten olmayadabilir. Gizlemiş de
olabilirler. "
Av. Kazım Genç söz alarak; "Sayın Başkanım meslektaşlarım bazı konularda bazı
evrakların celbini talep ettiler. Fakat dosyanın gelmiş olan bu aşamasına ve sanıkların gerek
dün ve gerek ise bugün vermiş oldukları Mahkemeye ilk ifadelerinde bir şeyi çok açık ve çok
net olarak ortaya çıktı. Zaten bilinen bir şeydi. Yani çok somut bir gerçeklik var. Bu iki sanık
General 12 Eylül Askeri Darbesinin en üst noktasındalar ve tüm Türkiye kamu oyu bunu en
ince noktasına kadar biliyor. Yani bu mesele bir anlamda şu yani Güneş in doğudan
doğduğunu biliyoruz. Batıdan battığını biliyoruz. 12 Eylül darbesinin Genel Kurmay
Başkanının sanık Orgeneral Kenan Evren, konsey komutanlarından birisinin de sanık
Orgeneral Ali Tahsin Şahinkaya olduğunu biliyoruz. Bu çok açık. Tüm bilgi, belge doküman
dosya kapsamına baktığımızda bu husus artık o kadar tartışmadan uzak ki; buna yönelik tevsi
tahkikat talebinde bulunmayı yersiz, gereksiz ve davayı uzatmaya yönelik olarak
gördüğümüzü ifade ediyorum. Bu konuda sayın Mahkeme de eğer bizim görüşümüzde ise;
dosyanın esas hakkında mütala verilmek üzere savcılık makamına tevdini talep ediyorum."
Av. Senih Özay söz alarak; "Efendim ben artık yaşlandım. Kulağımda iyi duymuyor.
Ben sayın Savcılığın Genel Kurmayda ve MİT'te kalıntı kırıntı bilgi belge varsa gelsin ve bir
de TBMM pek yaman bir komisyon kurdu her kes izleyip duruyor onun raporu da gelsin. Ben
başka şey tevsi tahkikat görmüyorum mu demek istedi. Mahkemeniz savcılığa rağmen bana
şey vermiyor. Yani sizinde esasen soruşturmanın genişletilmesi yolunda bir boşluk
gördüğünüzü göremiyorum. Çünkü birinci yada ikinci celsede Hasan Fehmi Güneş gibi eski
bakanları telaffuz ettiniz diye hatırlıyorum. Yani benim beynim yanlış mı hatırlıyor
bilmiyorum. Böyle boşluklar devam ediyormu. Ben ona göre pozisyon almak istiyorum.
Şimdiki ara kararınızla benim bunu görmeme yol açın. Yani ben koku alayım bari."
Av. Yücel Bulut söz alarak; "Sayın savcılığın mütaalasında belirttiği talepten de
belirttiği zaten bizim tevsi tahkikat dilekçemizde sunulan taleplerimizin bir kısmıdır. Fakat
eksik olarak sayın Savcı tarafından dile getirildi. Biz davanın başından beri Gün Sazak
suikastine ilişkin MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Genel Kurmay Başkanlığı nezdinde ki
her türlü bilgi ve belgeyi talep etmiştik. Buna ek olarak dönemin Sıkı Yönetim Komutanı
Nihat Özer'in sayın Mahkeme huzurunda tanık sıfatıyla dinlenmesini talep etmiştik. O celsede
de Cumhuriyet Savcısı da aynı talepte bulunmuştu. Buna ek olarak da yine; Tekel Eski Genel
Müdürü Esat Uçan, Ankara Valisi ile görüşme yaparak korumayı tekrar tahsis ettirmek isteyen
Esat Uçan'ın da sayın Mahkeme huzurunda tanık olarak dinlenmesini talep etmiştik. Buna ek
olarak da; Mahkemeniz için çok fazla bir kırtasiye yaratmayacağını düşünüyoruz. Ankara 2
Nolu Sıkı Yönetim Askeri Mahkemesinin 1981/304 esas sayılı Gün Sazak suikastı dosyasının
dosyamız içerisine alınmasını talep ediyoruz. Buna ek olarak başından beri ifade ettiğimiz 30
Haziran 1979 tarihinde MHP Genel Merkezi ve MİSK Eğitim Merkezine düzenlenen silahlı
saldırıya ilişkin olarak Emniyet Genel Müdürlüğüne yazı yazılarak 30/06/1979 tarihinde MHP
Genel Merkezinin bombalanması ve otomatik silahlarla taranmasına adı karışan Emniyet
görevlilerinin tam listesinin istenmesini, aynı kurumdan adı geçenlerle ilgili olarak yapılan
İdari ve Adli Soruşturmalara ilişkin eğer ellerinde bulunan bilgi ve belgelerin dosya içerisine
alınmasını, MİT Müsteşarlığına yazı yazılarak MHP Genel Merkezine yapılan bombalı ve
silahlı saldırıya ilişkin olarak ellerinde bulunan tüm kayıt ve dokümanlar ile varsa istihbarat
raporlarının istenilmesini talep etmiştik. Aynı talebimiz Genel Kurmay Başkanlığı için de
geçerli. Bu kapsamda değerlendirilmesini talep ediyoruz. Siz sanıklara bizim dilekçemizde
yer aldığı için yönelttiğiniz sorulardan bir tanesi de bu çalışma grubunda yer alan Kurmay
Subaylardı. Buna cevap vermediler. Biz tarihe not düşmek adına şu an burada söylüyoruz.
İsimlerini açıklamayı uygun bulmuyorum ama şu an kendileri zaten Haydar Saltık'tan
öğrendiklerini uygulamaya devam ettikleri için bir başka darbe kapsamında tutuklular. Fakat
45/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
huzurda ki yargılamanın ilk elden en önemli kanıtları bu iki isim olduğu için isimlerinin
ortaya çıkarılması gerekiyor. Biz kişilik haklarına bir saldırı mahiyeti taşımasın diye elimizde
somut bir veri olmadığı için bunları açıklama ehliyetine sahip değiliz burada. Bir siyasi parti
olarak bu isimleri dile getirmemiz çok doğru değil. Çünkü elimizde somut vesika yok. Biz
tanıyanların bize verdiği bilgilere istinaden bunları söylüyoruz. Ha keza; Yemin Metninin kim
tarafından hazırlandığını sormuştuk. Zaten Yemin Metninin karşılığında ödüllendirildi ve
uzun bir süre Yüksek bir Yargı Makamının Başkanlığını yaptı kendisi. Umut ediyoruz ki
sanıklar nedamet getirir ve bu isimleri açıklarlar. Bizim açıklamaya ehliyetimiz yok ama
tarihe not düşmek adına söylüyorum. Diğer tevsi tahkikat taleplerimizin de kapsamlı bir
şekilde değerlendirilerek kabul edilmesini talep ediyorum." dediği,
SANIK ALİ TAHSİN ŞAHİNKAYA
Savcılık aşamasında alınan ifadesinde:
Soru 1: 12 Eylül 1980 tarihinde, yürürlükte olan 1961 Anayasası ve kanunlara göre
herhangi bir yetkiniz olmamasına rağmen, daha önce yapmış olduğunuz gizli plan
çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesinde yer alan diğer kuvvet
komutanları ve diğer askeri erkanla birlikte, Anayasa ve kanunlara aykırı olarak, yürürlükte
olan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunun.146 ve 147. maddelerini ihlal ederek, Türkiye
Cumhuriyeti Halkının vergileriyle alınan ve ülke savunması için emanetinize tevdi olunan
silahları kullanarak, meşru bir yetkiye dayanmadan fiilen oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi
Başkanı olarak askeri darbe yapıp ülke yönetimine el koyduğunuz, yayınlamış olduğunuz 1
Numaralı Bildiri ve takip eden süreçte almış olduğunuz kararlarla Anayasaya göre oluşmuş
TBMM'sini ve Hükümeti fesh ederek ortadan kaldırdığınız anlaşılmıştır.Yukarıda sözü edilen
765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 146.maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye
Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül
etmiş olan Büyük Millet Meclisini İskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs
edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur." şeklindeki düzenleme île
Anayasayı ortadan kaldırmak, TBMM'sini ortadan kaldırmak veya vazifesini yapmasına güç
kullanarak engel olmaya teşebbüs etmek, 147.maddesinde ise "Türkiye Cumhuriyeti İcra
Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik
eyleyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur."şeklindeki düzenleme ile
Bakanlar Kurulunu ortadan kaldırmak ve vazifesini yapmasına güç kullanarak engel olmak
eylemleri suç olarak düzenlenmiştir. Bu hususlarda ne diyorsunuz sorusu üzerine:
Cevaben; 12 Eylülden evvelki zamanlarda veya 12 Eylül devresi içerisinde
Türkiye'nin o acıklı halini yaşamadıktan sonra anlatmak ve anlamak çok güç. Benim
mesleğim tayyarecilik. Ben öyle yetiştim. Benim bütün gayem komutan olarak çocuklarımın
ölmeden önce uçuşlarını yapmak silahların iç ve dış tehditlere karşı korumaktı. Başka bir
düşüncem yoktu. Ancak öyle bir dururr içerisinde idik ki memleket bölünmüş ve ayrılmış
paramparça olmuş, kardeş kardeşi öldürüyor, sağ sol hareketleri had safhasına gelmiş ve biz
de halk karşısında mevcudiyetimizi muhafaza edecek veyahutta dönemimizin başında
görevini yapamamış bir insan olarak kendimizi gördük. Bütün komuta kademesi yüksek
komuta kademesi tugaylara kadar hep beraber buna bir çare bulunması için Genelkurmay
Başkanlığı altında ve emir komuta zinciri altında buna bir çözüm bulmak istedik. Biz darbe
yapmadık. Zira darbe yapan insan 2-3 yıl sonra hükümeti bırakmaz biz darbe yapmadık ve biz
kanlı olayların önüne geçtik dedi.Soru;Bu eylemi hangi yasal dayanakla gerçekleştirdiniz?
Cevaben;İç hizmet Kanunun 35. Maddesinde bize verilen devleti koruma ve kollama
yetkisine dayanarak bu yönetime el koyduk. Kaldı ki silahlı kuvvetlerin her kademesi bu
olayın içerisindedir dedi.Soru; Hükümete el koyma olarak nitelendirdiğiniz faaliyetin yasal bir
dayanağı mevcut isi neden 1982 Anayasasına geçici 15. Maddesini düzenleyerek cezai ve
mali hukuki sorumluluktan bu faaliyete katılanları kurtarmaya çalıştınız?Cevaben; Bu
46/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
düzenlemeyi sadece komutanlar açısından düşünmedik, o dönemde ki Danışma Meclisi sivil
idarede görev alan şahısların da yargılanması uygun olmayacağım düşündük dediği,
SORU 2: Söz konusu tarihte Yürürlükte olan 1961 Anayasasının;4.maddesinde,
"Egemen///: kayıtsız şartsız Türk Mületinindir.Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu
esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir
kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılmaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz."S.maddesinde, "Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."ö.maddesinde, "Yürütme görevi, kanunlar
çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir." şeklindeki
hükümlere göre, Millete ait olan Egemenlik yetkisini, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait
olan yasama yetkisini ve Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna ait olan yürütme görevini,
üstelik hiyerarşik olarak bağlı olduğunuz kurumlara silahlı güç kullanarak ortadan kaldırdınız.
Bu konuda ne diyorsunuz
Cevaben; O dönemde Meclis diye birşey yoktu. Milletvekilleri meclisteki toplantılara
dahi iştirak etmiyordu. Siyasi liderler arasında zıtlaşma mevcut idi. Seçim yapılmış olmasına
rağmen 6 a} boyunca Meclis Başkanı ve Cumhurbaşkanı seçilemedi. Dolayısıyla millet adına
bu yetkiler: kullanacak bir kurum yoktu. Yasadışı teşkilatlar kol gezmekte Devlete meydan
okumaktaydı. Günde 20-30 kişi ölmekte, sağ sol çatışmaları devam etmekteydi dediği,
SORU 3 : Milli Güvenlik Konseyi olarak yetkisiz bir şekilde çıkardığınız, 12/12/1980
tarihli ve 2356 Sayılı Milli Güvenlik Konseyi Hakkındaki Kanunun 1. maddesindeki "Milli
Güvenlik Konseyi; Devlet ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Kenan Evren, üyeleri; Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral
Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan teşekkül eder."
şeklindeki düzenleme ile Milli Güvenlik Konsey oluşturduğunuz, meşruiyete dayanmadan
2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 2.maddesindeki
"Anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisine, Millet Meclisince veCumhuriyet Senatosuna ait
olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren geçici olarak
Milli Güvenlik Konseyince ve Cumhurbaşkanına ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve
yetkiler de Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanınca yerine getirilir ve
kullanılır." şeklindeki düzenleme ile Anayasada bulunan, Türkiye Büyük Millet Meclisine,
Cumhuriyet Senatosuna ve Cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el koyduğunuz anlaşılmıştır.
Bu konuda ne diyorsunuz.
Cevaben; Memleketin o dönemde sahibi yoktu, toplum sahipsizdi. Bizde bu çerçevede
ne gerekiyorsa onu yaptık dediği,
SORU 4: Yine 2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun
S.maddesindeki "Milli Güvenlik Konseyince kabul edilerek yayımlanan bildin ve karar
hükümleriyle yayımlanan ve yayımlanacak olan kanunların Anayasaya aykırılığı ileri
sürülemez" şeklindeki düzenleme ve 4.maddesindeki düzenleme ile Milli Güvenlik
konseyinin bildiri ve kararlarında yer alan ve yer alacak olan hükümlerle 12 Eylül 1980
tarihinden sonra çıkarılan ve çıkarılacak olan Bakanlar Kurulu Kararnamelerinin ve üçlü
kararnamelerin yürütülmesinin durdurulması ve iptali isteminin ileri sürülemeyeceğinin
belirtildiği görülmüştür.Bu düzenlemeler, Anayasanın ve Anayasal düzenir ortadan
kaldırılarak, kişi hak ve özgürlüklerinin tamamen Milli Güvenlik Konseyinin insiyatifine terk
edilmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu konuda ne diyorsunuz
Cevaben; Buradaki amaç sadece Milli Güvenlik Konseyini değil, o dönemde sivil
idareyi devrettiğimiz kişilerin ve idarenin de rahat çalışmasını sağlamak için bu düzenlemeleri
yapmıştık. Mevcut yürürlülükte bulunan kanunlar çerçevesinde de olabilecek haksızlıklar
engellenebilirdi dediği,
47/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
SORU 5: 12 Eylül 1980 tarihinden önce anarşi ve terör eylemleri nedeniyle (26 Aralık
1978 Kahramanmaraş olayları nedeniyle Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum,
Gaziantep, istanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas ve Şanlıurfa'dan oluşan 13 ilde,
yine şiddet olayları nedeniyle 26 Nisan 1979'da Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt
ve Tunceli'de, 20 Şuba 1980'de Hatay ve İzmir'de, 20 Nisan 1980'de Ağrı'da ) toplam 19 ilde
sıkıyönetim ilan edilmiş ve devam ediyor olmasına rağmen neden suçluları yakalayıp yargı
önüne çıkarmadınız da darbe yapmaya gerek gördünüz.
Cevaben; Biz o dönemde CMK ve Terörle Mücadele Kanunlarında değişiklik
yapılması, Sıkıyönetim Komutanlığının yetkilerinin arttırılması hususunda o dönemin
Hükümetinden taleplerde bulunduk, ancak siyasi çekişmeler nedeniyle bu isteklerimiz kabul
görmedi. Dolayısıyla suçlular yakalanıyordu, yargı karşısına çıkarılıyordu, cezaevine
girdikten sonra cezaevinin diğer kapısından çıkıp gidiyorlardı. Bu nedenlerle o dönemin
Sıkıyönetim Komutanlıkları istenilen şekilde çalışamadı dediği,
SORU 6: 5.Soru ile bağlantılı olarak bir çok ilde devam eden sıkıyönetim ilanına
rağmen, 11 Eylül 1980'de devam eden terör ve anarşi eylemleri 12 Eylül 1980 tarihinde nasıl
birden önlenmiş suçlular yakalanmıştır. Suçluların yeri ve kimlikleri biliniyorsa neden askeri
darbe yapılmadan yakalanamamışlardır. Bu konuda ne diyorsunuz
Cevaben; Askeri müdahaleden sonra halkta bir sevinç yaşandı. Bu sevinç ve
rehavetten kaynaklanan nedenlerle eylemler azaldı. Muhtemelen yasadışı gruplar
değerlendirme yapmak amacıyla beklediler. Kısa bir süre sonra takriben l ay sonra tekrar
yeniden hadiseler başladı. Bu sırada çıkardığımız kanunlarla Sıkıyönetim Komutanlığının
yetkilerini arttırdık. Bu komutanlıklar yetkilerini kullandıkça eylemlerde azalma ve kesilme
oldu. Ondan sonra gruplar kontrol altına alındı dediği,
SORU 7:12 Eylül 1980 öncesi sıkıyönetim süresince anarşi ve teröre engel olmak için
kasten tedbir alınmadığı, artan terör eylemleriyle askeri müdahaleye zemin hazırlandığı iddia
edilmiştir. Bı bağlamda aynı amaçla çıkarıldığı, iddia edilen 19-26 Aralık 1978
Kahramanmaraş olayları için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in " Bazı çevreler bizi ısrarla
ve sistemli olarak sıkıyönetim ilanına zorluyorlardu Kahramanmaraş olayları CHP'nin
kurduğu hükümeti sıkıyönetime zorlamak isteyenlerin tariklerinin sonucuydu. Nitekim
zorlanmış olduk. Kahramanmaraş olaylarında hükümetin sorumluluğu olduğunu düşünemem.
Bir hayli askeri birlikler yardıma çağrılmıştı. Fakat güvenliğin sağlanmasına doyurucu bir
katkıları olmamıştı. Geniş ölçüde pasif kalmışlardı." (Kaynak: Donat, Yavuz Donat'ın
Vitrininden I,s.281- Aktaran:Ankara Ünv.Türk İnkılap Tar.Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi:
Anılarda 12 Eylül, Muslih İpekliler, Ankara 2010,s.71) diyerek orduyu suçladığı,
Yine dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ise "Efendim sıkıyönetim ilan edilmiş,
sıkıyönetim komutanlarına yetkiler verilmiş, hükümet olarak bizim yapacak bir şeyimiz yok
ki. Askerler isteselerdi anarşi ve terörü önleyebilirlerdi, nitekim 12 günü bıçakla kesilir gibi
kesildi, idareye el koymaya kararlı oldukları için bilerek anarşinin üzerine gitmediler"
(Kaynak: Evren, Evren'in Anıları I, s. 517- Aktaran:Ankara Ünv.Türk İnkılap Tar.Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi: Anılarda 12 Eylül, Muslih İpekliler, Ankara 2010,s.72) Türk Silahlı
Kuvvetlerini suçlamışlardır. Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı olarak bu konularda ne
diyorsunuz.
Cevaben; Bu beyanatları çok komik buluyorum. Asker iç ve dış düşmanlara karşı
memleketi korur, ancak bu memleketin aynı zamanda emniyet teşkilatı vardır. O dönem
emniyet teşkilatı ikiye üçe dörde bölünmüş, POLBİR'ler, POLDERler mevcut. O dönemin
Valileri yardım talep ettiğinde Sıkıyönetim Komutanlıkları yardımcı oluyorlardı. Bu yöndeki
iddialara katılmıyorum. Değerlendirmeleri kabul etmiyorum dediği,
SORU 8: 12 Eylül 1980 öncesi Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün emekli olmasından
sonra Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde CHP adayı Muhsin Batur'un 303 oy aldığı, 18 oy
48/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
daha aldığı takdirde seçileceği, bu sırada sizin kuvvet komutanları olarak Güney Doğu'da
bulunduğunuz, Cumhurbaşkanının seçilme ihtimalinden rahatsız olduğunuz, yanınızda
bulunan İçişleri Bakanı Orhan Eren'in anlatımına göre; bir ara kuvvet komutanları olarak
dışarı çıktığınız, sonra Org. Sedat Celasun'un gelerek l gün sonra Ankara'ya gideceğinizi
söylediği, Orhan Eren'in endişeyi sezerek ne olduğunu sorması üzerine, Celasun Paşanın
"baksanıza adamlar Cumhurbaşkanını seçiyorlar" demesi üzerine Orhan Eren'in "endişe
etmeyin paşam seçemezler, 303'te olsa seçemezler" dediği anlaşılmıştır. (Gazeteci-Yazar
Mehmet Ali Birant'ın hazırlayıp sunduğu 12 Eylül Belgeselinde Orhan Eren anlatmıştır.) Bu
konuşmalardan da dönemin TSK komuta kademesi olarak sizlerin siyasi istikrarsızlığı darbe
yapmak için bir fırsat olarak gördüğünüz, asıl amacın her halükarda darbe yapmak olduğu
iddia edilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuz
Cevaben; Sizi temin ederim ki zamanın komutanları olarak bizim yönetime el koymak
gibi bir düşüncemiz yoktu. Olamazdı da. Zira biz siyasi kişiler değildik, askerdik. Kesinlikle
siyasi istikrarsızlıklardan faydalanmak gibi bir düşüncemiz yoktu. Bizim asıl amacımız TSK
yi bu konulardan tecrit etmekti dediği,
SORU 9: 12 Eylül Askeri darbesiyle ilgili eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e sorulan
Ülkede 1970'ler boyunca her gün 50-100 insan sağ-sol çatışmasında ölürken neden darbe
yapmak için 12 Eylül sabahını beklediniz" şeklindeki soru üzerine, Kenan Evren'in,
"1970'lerin ortalarında halk henüz bir askeri yönetim fikrine tam olarak hazır değildi. 1980
yılı sonbaharına kadar olayları izleyerek koşulların iyice olgunlaşmasını bekledik" şeklinde
cevap verdiği anlaşılmıştır. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından GK ve MGK Başkanı Kenan
Evren tarafından açıklanmış olan l numaralı bildiride, harekatın amacı, "ülke bütünlüğünü
korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaş ve kardeş kavgasını
önlemek, devlet otoritesini ve varlığım yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine
mani olan sebepleri ortadan kaldırmak" olarak açıklanmıştır. Oysa Kenan Evren'e yöneltilen
soruya verdiği cevaba göre; darbe yapmaya çok önceden karar verdiğiniz, yapılacak askeri
darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör ve anarşi olaylarının üzerine TSK'nın
komuta kademesi olarak bilerek gitmediğiniz, darbe için fırsal kolladığınız iddia edilmektedir.
Bu konuda ne diyorsunuz.
Cevaben; Ben bu görüşü kabul etmiyorum. Askeri müdahale yapmak aırtaefyla terör
olaylarının üzerine gidilmemesi diye birşey söz konusu değildir. Bu konularla Genelkurmay
Başkanlığı ilgilenirdi. Biz kuvvetler olarak kendi işlerimize bakardık. Bu iddiaları kabul
etmiyorum dediği,
SORU 10:12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce uluslararası konjöktüre bakıldığında,
28 Aralık 1979'da Afganistan'ın Rusya tarafından işgal edildiği İran'da 15 Ocak 1979'da
Amerika ve Baü yanlısı Şah'm devrilerek Humeyni'nin iktidara geldiği,bu gelişmeler
sonucunda SSCB'ye karşı bölgede etkinliğini kaybetmekten korkan Amerika'nın, bölgede
stratejik noktada bulunan Türkiye ile de 1974 Kıbrıs çıkarması nedeniyle uygulanan
ekonomik ambargo ve Yunanistan'ın NATO'ya dönmesine izin vermemesi nedeniyle sorunlu
olduğu, sivil hükümetlerle bu konuları çözemediği, 12 Eylül darbesinin yapıldığı gece ABD
Başkanı Carter'ı arayan Dışişleri Bakanı Muskie'nin Carter'a " Mr President, Türk Ordusunun
komuta heyeti Ankara'da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimlerin
müdahale etmesi gerekiyorsa onlar müdahale etti" şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
11 Eylül 1980 günüde Hava Kuvvetleri Komutanı olarak sizin Amerika'dan döndüğünüz göz
önünde bulundurulduğunda 12 Eylül askeri darbesi Amerika'nın bilgisi ve desteğiyle mi
yapılmıştır. Bu konuda ne diyorsunuz.
Cevaben; Amerikalılar beni ve eşimi Hava Kuvvetleri Komutanı olarak Amerika ya
davet ettiler. Ben Amerika'ya gitmeden önce müdahale tarihini 12 Eylül sabahı olarak
kararlaştırmıştık. Hatta ben Kenan Evren'e Amerika'ya geziye katılmayayım dedim. Bunun
49/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
üzerine bu gezi programını kısa tutmak amacıyla eşimin rahatsız olduğunu ve bir an önce
Türkiye'ye dönmem gerektiğini ilgililere bildirdim. Hatta o dönemin Amerika Büyükelçisi
olan Şükrü Elekdağ'da eşimi arayarak Washington da eşimi gördüğünde hayrola nasıl bir
rahatsızlığınız var diye soru yönelterek ilgilendi. Hatta 11 Eylül 1980 günü Türkiye ye
döneceğim sırada Amerika Genelkurmay Başkanı ile kahvaltı ettik, bir gün sonra Türkiye'de
askeri müdahalenin olduğu kendisine söylendiğinde şaşırarak bir gün önce birlikte kahvaltı
ettiğimizi ve böyle bir şeyi kendisine söylemediğini beyan etmiş. Ben Türk Hava Kuvvetleri
Komutanı olarak yabancı bir ülkeden emir ve talimat almam. Onların talimatlarıyla hareket
etmem. Kesinlikle bu iddiayı kabul etmiyorum dediği,
SORU ll:Yunanistan'ın 1967 Albaylar cuntasından sonra NATO'nun askeri kanadından
ayrıldığı, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden yaklaşık bir ay sonra NATO Başkomutanı
B.Rogers'm, Yunanistan'ın Ege'deki komuta kontrol yetkisinin kaldırılması konusunda verdiği
sözlü güvenceyt dayalı olarak Yunanistan'ın NATO'ya dönmesine Devlet Başkanlığı yetkisini
kullanan Kenan Evren'in onay verdiği anlaşılmış, Yunanistan'ın ise NATO'ya dönüşü
sonrasında yazılı bir belge bulunmaması nedeniyle anlaşmaya uymamasından Ege'deki
komuta kontrol ve saha sorumlulukları çözümsüz kalmıştır. Türkiye'nin elindeki bu önemli
siyasi koz, sadece bir iyi niyet göstergesi olarak Yunanistan lehine kullanılarak kaybedilmiştir.
Türkiye yıllarca Yunanistan ile Ege'de sorun yaşamıştır. Darbe sonrası ABD ve bölgede etkin
bulunan İngiltere gibi devletler 12 Eylül askeri darbesini olumlu karşılamıştır. Buna göre,
darbe öncesi Yunanistan'ın NATO'ya dönüşü konusunda söz mü verilmiştir? Dolayısıyla 12
Eylül Askeri Darbesi ABD ve Avrupa devletlerinin desteği ve bilgisi dahilinde mi yapılmıştır?
Cevaben; Bana okuduğunuz bu hususlarda bilgim yoktur. Daha ziyade bu çalışmalar
Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılıyordu dediği,
SORU 12: Pişman mısınız.
Cevaben; O dönemin şartlarında gerek fert olarak gerek Kuvvet Komutanı olarak
kendimi bu olaylardan soyutlayamazdım. Aksi takdirde kendinizi vatan haini görüp
utançlıktan yaşayamazdınız. Aynı şartlarda şimdi olsa elimde de imkan olsa böyle bir olaya
katılırdım. Çünkü milletin aciziyetini sürekli görüyordum. Bir annenin yanıma gelip
ayaklarınızı öpeyim diyerek bize gösterdiği minneti hiç unutmuyorum dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesinde alınan savunmasında:
(Sanık Ali Tahsin ŞAHİNKAYA yazılı olarak hazırlamış olduğu ve duruşmada
okuduğu savunmasında;)
"Sayın Başkan;
Ben önce kurucu iktidar, sonra 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyet Anayasası'nın ilgili
hükümleriyle Anayasal organ olan Milli Güvenlik Konseyi'nin üyesiyim.
Milli Güvenlik Konseyi üyeliği görevimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin faaliyete
geçtiği 06 Aralık 1983 tarihine kadar sürdürdüm. Bu tarihten sonra Anayasa'nın hükümleri
gereğince Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyesi olarak görevime devam ettim.
1982 Anayasasının hükümleriyle Milli Güvenlik Konseyinin 12 Eylül 1980 ile 6
Aralık 1983 arasındaki Anayasal ve yasal her türlü tasarrufu Anayasal tasarruf olarak kabul
edilmiş ve düzenlenmiştir.
12 Eylül müdahalesini yapan Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst komuta heyetinden oluşan
Milli Güvenlik Konseyi; asli kurucu iktitardır. Anılan müdahalenin yapılış nedenleri bir
numaralı bildiri ve diğer bildiri ve kararlarıyla büyük ve asil Türk Milletine bırakılmıştır.
Kurucu iktidar olarak Milli Güvenlik Konseyi Anayasal kanunlarla yeni Anayasal
düzeni oluşturmaya başlamış, kurucu meclis kurmuş, yeni Anayasayı yapmış halkoyuyla
yürürlüğe koymuş ve yeni Anayasal düzeni tamamıyla kurmuştur.
50/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Milli Güvenlik Konseyinin tasarrufları bizzat 1982 Anayasasıyla hükme bağlanmıştır.
Anayasayla hükme bağlanmış olan tasarruflar suç konusu olamaz.
Bugün Devletin yasama, yürütme ve yargı organlarıyla genel idaresi erkini ve yetkisini
kurucu iktidar olarak Milli Güvenlik Konseyinin yapılmasına katıldığı, 2709 Sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasından almaktadır.
Komutanımın, benim ve diğer silah arkadaşlarımın 12 Eylül 1980 Tarihinde ve
sonrasındaki tasarruflardan dolayı yetkisini 1982 Anayasasından alan yargının Milli Güvenlik
Konseyinde görev alan bizlere suç isnat etme veya yargılama şeklinde herhangi bir yetkisi
yoktur.
Milli Güvenlik Konseyinin üyesi olarak bana, sanık sıfatının izafesi de hukuken
mümkün değildir.
Ben 12 Eylül müdahalesini emir ve komuta zinciri içinde yapan Türk Silahlı
Kuvvetlerinin Hava Kuvvetleri Komutanıyım. Milli Güvenlik Konseyi Üyesiyim.
Cumhurbaşkanlığı Konseyi Üyesiyim. Bizim muhatabımız Türk Milletidir. Türk Silahlı
kuvvetleri 12 Eylül 1980 tarihinde Türk Milletine olan görevini yerine getirmiştir. Bizler o
gün için en doğru olanı yaptık.
12 Eylül müdahalesi Türk ve dünya tarihinde yerini almış "Tarihi" bir olaydır. Tarihi
olayları ancak tarih yargılar.
Türk Silahlı Kuvvetleri Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve değerli silah
arkadaşlarının kurduğu ve ulu önderin en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyetinin
koruyucusu ve kollayıcısıdır. Büyük önderin en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti büyük
Türk Milletiyle birlikte sonsuza kadar yaşayacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bu
cümleden olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığına vaki saldırıları önleme ve bastırma
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türk hukukundan aldığı varlık nedenidir.
Maalesef ortada açılmış bir dava bulunmaktadır ve yüksek Mahkeme görevini
yapmaktadır.
Yukarıda ki nedenlerle başka bir beyanım yoktur. Sanık sıfatını almadığımı yukarıda
açıklamıştım.
Böyle olunca bu beyanımın dışında başkaca herhangi bir beyanda bulunmayacağım.
Tabii ki bu kapsamda herhangi bir soruya da cevap vermeyeceğim.
Saygılarımla, arz ederim." dediği,
Sanığa Mahkemece
1- 12 Eylül Askeri Darbesine
A- Bireysel olarak bir darbe yapmanın gerektiğine ne zaman inandınız?
B- Bu kararınızı kimlerle paylaştınız? Darbe yapılması yönündeki karara hangi tarihli
toplantıda hangi komuta kademesi ile hangi komutanlarla karar verdiniz?
C- Sizin dışınızda kalan yani emir komuta zinciri dışında ki TSK görevlilerince veya
TSK dışında bir silahlı güç tarafından darbe yapılsa idi; buna o dönemde ki tepkiniz ne
olurdu?
Mahkeme Başkanınca sanığa "...evet bu soruya bir cevabınız olacakmı?" şeklinde soru
yöneltilmesi üzerine;
Sanık; "Müsade edersiniz cevap vermeyeceğim efendim."
2- 12 Eylül Askeri Darbesinin yapılması ile birlikte önceden isimleri tespit edilen
kişilerin bulundukları yerden toplanmaya başlandıkları dikkate alındığında; bu kişilerin
listeleri ne şekilde oluşturulmuştur? Bunlar arasında suç işlediği iddia edilen kişilerin adresleri
ve yerleri belli iken 12 Eylül 1980 öncesinde göz altı ve yakalama işlemlerinin
yapılmamasının nedeni nedir?
51/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Mahkeme Başkanınca sanığa "...bu soruya bir cevabınız varmı?" şeklinde soru
yöneltilmesi üzerine;
Sanık; "Cevap veremeyeceğim efendim." dediği,
3- Komuta kademesinde darbeyi daha önceden yapacaktık ancak olgunlaşmasını
bekledik şeklinde gazetelere demeçler verildiği dosya kapsamından da anlaşılmaktadır.
İddianamede anlatım olarak yer verilen 16 Mart İstanbul Üniversitesi, 1 Mayıs 1977 Taksim,
Sivas, Çorum, Kahramanmaraş olaylarında bir çok aydın, yazar, gazeteci, öğretim üyesinin
katledilmesinin toplumda darbe beklentisi yarattığı iddia edildiği de dikkate alındığında; bu
olaylara göz yumulması söz konusumudur? Veya bu olayların niteliğine uygun müdaheleler
yapılmışmıdır?
Mahkeme Başkanınca sanığa "...bu soruya bir cevabınız olacakmı?" şeklinde soru
yöneltilmesi üzerine;
Sanık; "Arz etmiş olduğum gibi cevap vermeyeceğim efendim." dediği,
4- 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin ardından verilen beyanatlarda çok kısa zamanda
demokratik düzene geçişi sağlamanın amaç edinildiği ifade edildiğine göre; Askeri
Mahkemeler tarafından verilen idam kararlarının onaylanmasını demokratik düzene geçiş
sonrasında milletin tercihleri ile oluşacak Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakmak yerine
Milli Güvenlik Konseyi eli ile yerine getirmenizin sebebi nedir?
Mahkeme Başkanınca sanığa "...evet bu soruya cevap verecekmisiniz?" şeklinde soru
yöneltilmesi üzerine;
Sanık; "Vermeyeceğim efendim." dediği,
5- 12 Eylül Askeri Darbesi yapıldıktan sonra göz altında ölümler yaşanmış, başta
Diyarbakır ve Mamak Ceza Evlerinde işkence sonucu ölümler olmuştur. Bu olayların
engellenmesi için bir çaba gösterdinizmi?
Mahkeme Başkanınca sanığa "...bu soruya bir cevabınız varmı?" şeklinde soru
yöneltilmesi üzerine;
Sanık; "Yok efendim, vermeyeceğim." dediği,
Mahkeme Başkanı; "bir soru daha soralım."
6- 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin yapılmasında ABD veya bir başka ülkenin bilgisi
veya onayı varmıdır?
Mahkeme Başkanınca sanığa "...evet bu soruya cevap verecekmisiniz" şeklinde soru
yöneltilmesi üzerine;
Sanık; "Arz etmiştim efendim. Vermeyeceğim" dediği,
Bir kısım müdahiller vekili Av. Ömer Kavili söz alarak; "Sanık Ali Tahsin Şahinkaya
öğrenim yaşantınızdan söz edermisiniz? Hangi okullarda okumuştunuz?
Mahkeme Başkanınca sanığa "...evet bu soruya cevap verecekmisiniz? şeklinde soru
yöneltilmesi üzerine; dediği,
Sanık; "Vermeyeceğim efendim" dediği,
Av. Ömer Kavili; "sayın Başkanım şu aşamada Mahkeme sorgusu bitip taraf sorgusu
başladığından sorgunun kesintisiz ve mehabet içerisinde kesintisiz sürmesini isteyeceğim. Bu
nedenle sanığın bu konuda cevap verme vermeme hususu zaten sadece kendisini tanımaya
yönelik sorular olduğundan dolayı sanığa doğrudan sorumuzu 201. Madde çerçevesinde
doğrudan soracağız. Bu çerçevede sanık Tahsin Şahinkaya siz başarılı bir subaydınız ve bazı
ödüller aldınız. Aldığınız ödüllerden söz edermisiniz
Sanık; "Cevap vermeyeceğim efendim."dediği
Av. Ömer Kavili; "sanık Ali Tahsin Şahinkaya 12 Eylül harekatından önce Amerika
ya kaç kere gitmiştiniz?
52/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Sanık; "Vermeyeceğim cevap." dediği
Av. Ömer Kavili; "sanık Ali Tahsin Şahinkaya 12 Eylülden önce Türkiye ye gelen
3000 Amerikan askerinin Türkiye de bulunma nedenini açıklarmısınız?"
Sanık;"Vermeyeceğimi söylemiştim efendim. Hayır"dediği
Av. Ömer Kavili; "sanık Ali Tahsin Şahinkaya 1 Mayıs 77 katliamı olayı sizin
iddianamede belirtilen ve kamu oyunca bilinen 12 Eylül darbenizden önce olan bir olay. Bu
olayda İntercontinantal Otelinde yer alan ve C.savcısının beyanında da sabit olan
Amerikalıları siz iktidara geldikten ve darbeyle el koyduktan sonra ne kadar bi araştırma
yaptınız?"
Sanık; "Vermeyeceğim cevap."dediği
Av. Ömer Kavili; "İktidar olmak aynı zamanda kumandanlık prensipleri çerçevesinde
kumandan sadece yaptığından değil yapamadığından da sorumludur. Bu prensiple hani
söylediğiniz adına hareket ettiğini söylediğiniz beyan ettiğiniz Türk Milletine karşı bu olayın
faillerini ortaya çıkarmak ve o Amerikalıların kim olduğunu ortaya çıkarmak konusunda
cevap vermiyorsunuz. Peki sorumluluğunuzu hissediyormusunuz?"
Sanık; "bu hususta bir şey söylemeyeceğim"dediği
Av. Ömer Kavili; "hangi hususta söyleyeceğinizi Mahkemeye açıklarmısınız? "
Sanık; "Konuşmayacağım efendim. Sorulara cevap vermeyeceğim." dediği
Av. Ömer Kavili; "sanık Tahsin Şahinkaya sizin konsey üyesi olmanızla birlikte mal
varlığınızla ilgili ne değişiklikler oldu?"
Sanık; "Cevap vermeyeceğimi söylemiştim efendim."dediği
Av. Ömer Kavili; "Bağ-Kur düzeltiyorum Bağ-Faş ve İş-Kur firmalarını
tanıyormusunuz? Hatırlıyormusunuz?"dediği
Sanık; "Cevap vermeyeceğimi söylemiştim."
Av. Ömer Kavili; "sizin Devlet memurluğunuz döneminde memur maaşınız dışında
başka bir geliriniz varmıydı?"
Sanık; "Cevap vermeyeceğim"dediği
Av. Ömer Kavili; "kaynananızdan kalan yastık altında miras varmıydı?"
Sanık; "Cevap vermeyeceğim"dediği
Av. Ömer Kavili; "başkaca kalan miras konusunda açıklama yaparmısınız?"
Sanık; "Cevap vermeyeceğim"dediği
Av. Ömer Kavili; "devlet memuru maaşını peşin alır. Yani bu devlet size maaşını eğer
ay başında peşin ödemese belki dolmuşa binecek para bulmak konusunda sıkıntı
yaşayacaktınız. Daha sonra şirket ortaklıklarınız oldumu? Hisse aldınızmı?"
Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği
Av. Ömer Kavili; "Amerika Birleşik Devletlerinin şirketi ile yapılan ve sizin
yetkinizde Hava Kuvvetleri Komutanı olarak yaptığınız dönemde anlaşmalar olmuşmuydu?
Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği
Av. Ömer Kavili; "o uçakların parçalarının Türkiye de monte edilmesi ve bu suretle
yerli imalat olarak nitelendirilmesi şeklinde sözleşmede bir hüküm hatırlıyormusunuz?
Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği
Av. Ömer Kavili; "o şirketin ki Türk Devleti ile Amerikan Devleti resmi işlemleri ve
sözleşmesinin bir parçası olarak Hava Kuvvetlerine alınacak her türlü malzemenin ortağı
olduğunuz beyan edilenve basında yer alan şirketin seramik ve malzemelerinden
karşılanacağına dair özel bir hükmü hatırlıyormusunuz? Ve Hava Kuvvetleri Komutanı olarak
görev yapıyordunuz. En üst düzey yöneticisi idiniz. O tarihler itibarıyla"
53/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği
Av. Ömer Kavili; "Hava Kuvvetleri ve bağlı birliklerin tuvalet fayanslarına kadar
değiştirilmesinde her hangi bir şirket adı belirtilmesine ilişkin bir direktifiniz, satın alınacak
mal, mübaya konusunda talimatınız oldumu?"
Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği
Av. Ömer Kavili; "adınızı tekrar söylermisiniz?"
Sanık; "Efendim?"
Av. Ömer Kavili; "adınızı söylermisiniz?"
Sanık; " Tahsin Şahinkaya"
Av. Ömer Kavili; "Ali adı sizemi ait?"
Sanık; " Evet. Rahmetlik amcama ait. "
Av. Ömer Kavili; "peki resmi kayıtlara göre Ali adı da sizemi ait? o konuda damı
cevap vermeyeceksiniz?"
Sanık; "bana ait "
Av. Ömer Kavili; "o zaman tam adınızı bir kez daha söylermisiniz?"
Sanık; "Ali Tahsin Şahinkaya nüfus kağıdında yazılı ismim bu"
Av. Ömer Kavili; " evet, bizim elimizdeki resmi kayıtlarda onu gösterdiği için eksik
söylediğinizi düşündüğümüzden, gördüğümüzden bunu sorduk. Şimdi sizin hakkınızda
Türkiye Büyük Millet Meclisinde Meclis tutanaklarına geçen hususlar var. Bu hususlarla ilgili
Sema Şahinkaya tanıyormusunuz? Yoksa cevap vermeyecekmisiniz?"
Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği
Av. Ömer Kavili; "Sema Şahinkaya peki size hatırlatıyormu herhangi bir şey?soy
adından dolayı bir yakınınızmıdır?"
Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği
Av. Ömer Kavili; "Sema Şahinkaya'nın gelirleri konusunda bilginiz varmı?"
Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği
Av. Ömer Kavili; "bir araya hiç geldinizmi? Sema Şahinkaya ile..! yaşantınız boyunca"
Sanık; "Cevap vermeyeceğim."dediği
Av. Ömer Kavili; "Hatırlamadığınızdanmı? Hatırlamaya rağmen mi cevap vermemeyi
söylediğinizi beyan ettiğinizi açıklarmısınız?"
Sanık; "Sorularınıza cevap vermeyeceğim."dediği
Av. Ömer Kavili; "Devam ediyoruz. General Dynamix. Bu adı daha önce hiç
duydunuzmu?"
Sanık; "Cevap vermiyorum"dediği
Sanık müdafi söz alarak; "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Ulusal Dili "TÜRKÇE"dir.
Türkçe de sorulara cevap vermeyeceğim demek kişinin özgür iradesi ile her hangi bir soruya
doğrudan veya çapraz sorgu veya taraf sorgusu adı altında dahi olsa her hangi bir soruya
özgür iradesi ile cevap vermeyeceği iradesi ile Mahkeme önünde açık net anlaşılır, her kes
tarafından bilinebilir biçimde açıklanması ve Mahkeme Heyetine ulaştırması demektir. İster
fiili, ister CMK.'nın 148/1 kapsamında olsun, yasal hakları içerisinde başta hatırlatılan yasal
hakları içerisinde gerektiğinde cevap vermeme hakkı olduğu açık olan bir kişinin huzurda çok
açık ve net bir şekilde hiç bir soruya cevap vermeyeceğini bildirdi. Kayıtlara da bu şekilde
geçti. Dolayısıyla sorulara cevap vermeyeceği iradesini açık net anlaşılabilir, her kes
tarafından algılanabilir bir biçimde ortaya konan bir kişiye doğrudan veya taraf sorgusu adı
altında soru sormaya devam edilmesi o kişinin özgür iradesine açık hukuka aykırı fiili bir
müdahale niteliği taşımaktadır. Böyle bir müdahale Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6,
54/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Anayasanın ilgili hükümleri karşısında geçerli değildir ve bu yasak sorgu alma yönteminin
bizzat Mahkemede uygulanması demektir. Dolayısıyla sorulara cevap vermeyeceğini belirten,
bunu açık iradesiyle birçok yirmi dakikaya yakın ortaya koyan bir sanığa sorulara devam
edilmesi demek yasak sorgu usullerinin uygulanması demektir. Dolayısıyla bundan sonra
müvekkilime bu kapsamda her hangi bir soru sorulmamasını arz ve talep ederim." dediği,
Av. Ömer Kavili söz alarak; "buna itirazlarımı beyan etmek istiyorum. Sayın Başkan
usul grup kuralları gereğince taraf sorgusu başladıktan sonra soru içerisinde küfür ve hakaret
olmadıkça sorguda usul itirazı dışında hiçbir itiraz dinlenmez ve sorgu bir bütündür. Hukukun
kuralı budur. Bu çerçevede değerli meslektaşımın soyut olarak söylemiş oldukları laflar Ceza
Muhakemesinin fiil yargılama temel ilkesine uygun düşmemektedir. Sanık özgür iradesini
kullandığını söylüyor. Ancak biz müdahiller sanık ve suç ortaklarının özgür iradeleriyle değil
uluslararası bir çetenin parçası olarak Türkiye de bu darbeyi yaptıkları konusunda
Mahkemenize bir vakayı ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Çünkü sanıklar demin söylediler
devlet memurudurlar ve devlet memurluğu geliri dışında gelirleri yoktur ve darbe yapıp
Meclisi görevi yapmaktan alıkoyduktan sonra yaptıkları iş ve işlemlerde tamda işlevlerine
yani kendilerinden beklenen göreve uygun bir çok işi ve eylemi sözleriyle kanun haline
getirmişlerdir. Öyle ise; sanığın şu an cevap vermiyorum demesinin bir önemi yok.
Yaptıklarının Mahkeme Heyeti önünde yaptıklarıyla yüzleşmeleri ve tarihe not düşülmesi
açısından da ve olayda ki iddianameye konu olaydaki olaylarda ki hukuki gerçeğin ortaya
konulması açısından da bu konu yani sorgunun sürmesi elzemdir. Kaldı ki; sanıklar başından
itibaren susmayı seçmiş değillerdir. Susma hakkı bir bütündür. Konuşmayı tercih eden bir
sanığın bu aşamada susmak istiyorum demesinin bir önemi yoktur. Susmak isteyen sanığın
susma hakkını tercih etmesi kendileri açısından aynı zamanda her tercih aynı zamanda bir
vazgeçiştir. Bu tavırlarıyla yaptıklarının arkasında duramayan kişiler olduklarını ortaya
koymuşlardır. Ancak Mahkemenizin muhakeme ettiği olaylar açısından kendileri susma
hakkını kullansa bile kullanmaya kalkışsa bile yanlış yönlendirme ve eksik bilgi onu
bilemeyeceğiz ancak hukukun ilkelerine aykırı şekilde yarı susma yarı konuşma şeklinde
davransalar bile fiillerle davranış hükümlerini ortaya koysalar bile Mahkemeniz zaten
mahkumiyet hükmü verecektir. Sanıkların da ben susmuştum ama başıma bu ceza nereden
geldi diye sızlanmasının hiçbir önemi olmayacaktır. Öyle ise; Ceza Muhakemesi ilkelerine,
çapraz sorgu tekniklerine ve CMK.'nın 201 ve 216 da ki doğrudan soru sorma metotlarına
uygunolarak taraf sorgusuna devam edilmesi ve bu sorgu sırasında küfür ve hakaret
edilmedikçe o anlama gelen söz ve davranış olmadıkça sorgu bütünlüğüne karışılmaması
yönünde bir ara karar vermenizi sayın heyetinizden talep ederiz. "dediği,
Bir kısım müdahiller vekili Av. Aydın Erdoğan "Sayın Başkanım ara karardan önce
tekrar aynı şeye dönmemek üzere bir kaç ilave yapmak istiyorum" dedi vesöz alarak; "Sayın
Başkan sayın üyeler. Ceza Muhakemesi araçları zaman zaman yargılananlar şüpheliler
hakkında uygulandığında acı verebilir, üzüntü verebilir, canlarını yakabilir, özgürlüklerini
kısıtlayabilir. Sorulmakta olan sorular sanıklar için rahatsız edici ve üzüntü verici olabilir.
Yargılanmakta olan suç Devlet Yönetimine El Koymak, Anayasal Düzeni Silah Zoru İle
Ortadan Kaldırmak, Görevli Olan Meclisin Görevine Son Vermektir. Bu süreçte işlenmiş
bulunan suçlar kişilere verilen zararlar, haksız olarak edinilmiş mallar ile ilgili olan sorular
elbette ki bu sanıkları rahatsız edebilir. Sanıkların rahatsız olduklarından bahisle savunma
tarafından sanıklara soru sorulmaması yönünde ki talebin hem de Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinde ifade edilen ve biz canı yanan müdahillerin vekilleri olarak davanın başından
beri kişilik haklarına , sağlık haklarına ve her türlü savunma haklarına sonuna kadar özen
gösterilmesini isteyen avukatlara soru sormamızın ve yasaklanmamızın önlenmesi yönündeki
talepte bulunulmasını; Muhakeme Hukukuyla, İnsan Hakları Hukukuyla temelden çelişmiş
temelden aykırı haksız bir talep olarak nitelendiriyor ve reddini talep ediyoruz. "
55/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Müdahil vekili Av. Mehmet Rıfat Bacanlı söz alarak; "Sayın Başkan Ceza
Muhakemesi Kanunu sadece sanıkların değil mağdurların da haklarını korur. Bizim müdahil
olma nedenimiz günlerce sorguya alınmış olmamız ve işkence görmüş olmamızdır. Sanıkların
ve sanık vekillerinin son derece medeni bir ortamda daha sorgunun onuncu dakikasında
sorgudan sıkılıp, sorgunun bu şekilde sonlandırılması talebini de garip karşılıyoruz. Sanıkların
sadece hangi soruya cevap verdikleri değil hangi soruya cevap vereceklerini bilmek ve
öğrenmek de bizim hakkımızdır. Bu sebeple sanık vekilinin talebinin reddine karar
verilmesini talep ediyoruz."
Müdahil Hak-İş vekili Av. Muharrem Özkaya söz alarak; " Bende müdahil
vekillerinin talebine katılıyorum. Burada sanığa sorulan sorular özellikle de CMUK' 221 de
de bizim taleplerimizin hepsinin zapta geçirilmesini, zabıtta yer alacak hususları ihtiva
etmektedir. Mahkemenizin uygulamasında da sanığın en başta 1, 2, 3.ncü sorular sorulduktan
sonra cevap vermeyeceğini beyan etmiş olsa da daha önceden alınan yazılı soruların tamamı
Mahkemenizce zapta geçirilmiştir. Bu nedenle şimdi başlanılan ve doğrudan soru hakkımızın
da engellenmemesi, sanık cevap verir yada vermez ama bu soruların zabıtlarda yer alması
gerektiği kanaatindeyiz efendim."
Bir kısım müdahiller vekili Av. Mehmet Horuş söz alarak; "Sayın Yargıç. Sanığın
sunmuş olduğuyazılı savunmasında şunu da demek istedi kurucu iktidarız tanımını yaparken
aslında zımnen Mahkemenizi de tanımıyoruz. Anlamında bir savunma yaptı. Bu yüzden sayın
Mahkemenizin alacağı karar burada Mahkemenizin Bağımsız Türk Yargısının konumu ve
sanığın da bu Mahkeme de sanık olarak bulunduğu konumunun da yeniden tanımlanması
anlamına gelecektir. "
Bir kısım müdahiller vekili Av. Hasan Ürel söz alarak; "Sayın Başkan, şimdi
efendim tabi burada çok önemli bir tarihi yargılama gerçekleşiyor. Bir karanlık dönemin
aydınlatılması için gerek yargı makamı, gerek müdahiller ve gerek ise de savunma makamı
bir çaba gösteriyor. Dolayısıyla bunun böyle kısa cevaplarla sonuçlanması gerçek bir
yargılamadan mutlaka bizi uzaklaştıracaktır. Kuşkusuz bu Mahkeme yargılaması kamu
oyunun hatta sadece Türkiye kamu oyunun değil dünya kamu oyununda gözü önünde
yapılıyor ve gerçekleşiyor. Dolayısıyla sanıklar haklı olarak bazı sorulara cevap vermek
istemeyebilir. Bu da tabi sanığın Ceza Yasasından, İnsan Haklarından doğan çok tabii bir
hakkıdır. Fakat bizim 12 Eylül de zarar görmüş, mağdur olmuş binlerce insanın bu dava
dosyası içerisine girmesi gereken soruları vardır. Esasen biz tek tek münferiden müdahil
olduğumuz kişilerin özelliği nedeniyle umarım sanıklar bazı müdahiller yönünden bilgilerini
Mahkeme Heyetinden, duruşma dosyasından saklamayacaklardır. O bakımdan soru sorma
201. Madde uyarınca Mahkemenin yetkisi dahilinde soru sorma işleminin devam etmesini
talep ediyorum."
Bir kısım müdahiller vekili Av. Arif Ali Cangı söz alarak; "Biz müdahiller olarak ve
müdahil vekilleri olarak maddi gerçeğin ortaya çıkması için burdayız. Sanık yanıt vermese de
her soru maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yöneliktir. Zaten Sayın Mahkemeniz hüküm kurar
iken sorduğumuz soruları da dikkate alarak, dosyada ki diğer delillere de bakarak her ne kadar
sanık susmuş olsa da yanıt vermemiş olsada hatta yanıt vermemesini bir anlamda kabulü
sayarak hüküm kuracaktır. Bu nedenle sorularımızın tutanağa geçmesi bile bu tarihi davada
son derece önemlidir. Sanıkların yanıt vermemiş olması, vermiyor olması sorgumuzu
engellemeye gerekçe oluşturamaz. Kaldı ki biraz sonra benim soracağım sorulara belki de Ali
Tahsin Şahinkaya yanıt verecektir. O yüzden soru sormamızın engellenmemesini talep
ediyoruz. "
Av. Senih Özay söz alarak; "Sayın Yargıç bakın hayatın akışı diye bir şey var. Bu
günkü gazete yasaklarınıza rağmen bu kadar haber yaptı, yazabildi. Siz odanıza geçtiğinizde
bir ara karar üretirken bu zabıtlara dönüşecek gibi dönüşen bu görüntüleri CD olarak
56/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
verecekmisiniz, vermiyecekmisiniz? Yasaklıyacakmısınız? Yasaklamıyacakmısınız? Kamu
oyu bunu duyacakmı? Duymayacakmı? Yani Beyefendinin Tahsin Şahinkaya'nın bu kadar sert
sorulara hayır cevap vermiyorum deyişini halkımız duyacakmı? Duymayacakmı? Bununla
birlikte karara bağlamalısınız. Kaldı ki bu hayatın akışı bunu kaldırmaz. Hiç bir şekilde
kaldırmaz. Sağolun"
Müdahil Baki Batmaz vekili Av. Cevriye Aydın söz alarak; "Sayın Başkan;
huzurunuzda görülen dava meslektaşlarımında ifade ettikleri gibi Türkiye tarihi açısından son
derece önemli bir davadır. Sadece hukuki gerçeğin ortaya çıkarılması açısından değil aynı
zamanda da bir tarihi sürecin aydınlatılması bakımından da son derece önemli bir dönemdir.
Önemli bir davadır. Bu nedenle burada sanıklar cevap vermemiş olsa bile vermeyecek olsa
bile sorulan sorularda son derece anlamlıdır ve bu nedenle soru sormamızın engellenmemesini
ve sorularımızın kayda geçmesini talep ediyoruz.
Av. Ömer Kavilli; "Sanık Ali Tahsin Şahinkaya 160 adet F-16 uçağın satın alındığını
hatırlıyormusunuz? , Soruyu duydunuzmu? , Soruyu Duydunuzmu?
Mahkeme Başkanı; "Soruyu Duydunuzmu?"
Sanık; "Evet " Demiştir.
Mahkeme Başkanı; "evet cevap vermemeyi tercih etti"
Av. Ömer Kavilli; "160 adet F-16 tipi uçak Amerikadan uçak alındığını
hatırlıyormusunuz?, Bu uçaklara pilotlar arasında uçan tabut denildiğini biliyormusunuz?,
Oradamısınız?, Soruya cevap vermeyeceğinizi veya vereceğinizi her sorunun sonunda
açıklarmısınız?
Av. Ömer Kavili; "Evet. General Dynamix firmasına rakip olan Northrop ile Mc
Donald's Doaglas firmaları ile ilgili bilginiz nedir?", "Sanık Ali Tahsin Şahinkaya dünyada
Lucket firması tarafından uçak satabilmek için geri kalmış ülkelerin memurlarına rüşvet
dağıtıldığı Amerikan kongresinde ve raporlarında basında yer aldı. Dünyada ortaya
çıkarılmayan tek ülke Türkiye olarak kalmış idi. Siz 12 Eylül de darbe yaptıktan, iktidarı ele
aldıktan sonra bu konuda araştırma yaptınızmı?", "Araştırma yapmamanızın nedeni
iştirakinizmiydi?", "Bu konuda failleri tanıyormusunuz?", "Bu konuda darbede ki özel roller
bakımından ABD Genel Kurmay Başkanı Rogers ile kaç kere görüştüğünüzü
açıklarmısınız?", "Hakkınızda bu konu ile ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisinde yani sizin
darbeciler olarak sizlerin hazırladığı meclis ortamında dahi soru önergesi verme cesareti
göstermiş sayın milletvekili Cüneyt Canveren'in soru önergesi bakımından rahatsızlık duyup
siz bir araştırma yaptınız veya yaptırdınız mı, araştırmanızın sonucunu devlet kayıtlarına
yansıttınız mı?" "Devlette yetki kullanırken devletin tamamına sahip olduğunuzu mu
düşünüyorsunuz? Kaddafi milislerin eline geçtiğinde evlatlarım bana niye böyle yapıyorsunuz
dediğinde herhangi bir ortak paydanız var mıydı? Kurucu iktidar derken mahkeme heyeti ve
mahkeme teşkilatı dahil bütün her şeyi sizin şahsınıza borçlu olduğunu mu düşünüyorsunuz? ,
"İŞ-KUR, BAĞ-FAŞ,GAMA ve KALEBODUR bu şirketlerle ilişkiniz var mıydı?", "Bu
konuda emekli büyükelçiler Şükrü Erekdağ ve Yarım Eralp'in bilgisi var mıdır, onlara
herhangi bir talimat verdiniz mi?" " Suç ortağınızın, diğer sanık Ahmet Kenan Evren'in bu
şahıslara, bu sayın büyükelçilere verdiği herhangi bir talimattan haberiniz var mı? ", "Org.
Alpkaya bu isim size bir şey hatırlatıyormu?", "Babanızın mesleği berberlik miydi acaba? Siz
berber Şakir efendinin oğlumusunuz?", "Askerlik hayatınızda, okul hayatınızda ödüller
almışmıydınız?", "Daha sonra ki başarılı çalışmalarınızdan dolayı Amerika Birleşik
Devletlerinden size hiç ödül verildimi?", "Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı ile ilişkilerinizi
açıklarmısınız?", "Merve Oteli olayını hatırlıyormusunuz?", "Türkiye Büyük Millet Meclisi
tutanaklarından okuyorum. 25 Kasım 1986. Yani 26 yıl önce yaklaşık. Birleşim 29 Oturum 1.
Sayfa 658. Merve Oteli ve satışı meselesi Mecliste konuşulmuş. Bu konuda her hangi bir
araştırma veya vicdanen rahatsız olup kamu oyuna bu konuda ilginiz olmadığı veya varsa ne
57/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
olduğu konusunda açıklama yaptığınızı hatırlıyormusunuz?", "Babanızdan miras kalan her
hangi bir taşınmaz mal varmıdır?" , "Kadıköy ilçesinde 53 yılında yapılan binanın dışında
başkaca bir gayrimenkul veya başkaca bir miras kaldımı?", "Sema Şahinkaya öğleden önce
sorduğumuzda hatırlayamadınız veya cevap veremediniz. Sema Şahinkya'nın eşiniz olduğu
yönünde duyumlar var. Eşinizin Bağ-Faş yönetim kurulu ilişkisinin hangi tarihte kesildiğini
hatırlıyormusunuz?", "General Dynamix şirketi ile yapılan anlaşmalarda bu konuda özel
hüküm koydurdunuzmu? Bu konuda bilgi açıklayacakmısınız?", "1985 yılında Fenerbahçe de
130 metrekaralik apartman dairesinde arsa payının 3 milyon eski para ile 3 milyon olduğu,
kağıt üzerinde bu şekilde göründüğü ve fakat gerçek değerinin bu olamayacağı yönünde
Meclis te konuşmalar ve tartışmalar olduğunda kamu oyuna açıklama yaptınızmı?", "Adına
hareket ettiğiniz ve sizden görev talep ettiğini kendi lehinize vehm ettiğiniz Türk Milletine
karşı her hangi bir sorumluluk hissetinizmi?", "Bu konularda Millete bilgi verdinizmi?",
"Uyum Yapı Kooperatifi ile ilginiz nedir?", "Adınızı söylermisiniz?", "Sanık Beyefendi
adınızı söylermisiniz?", "Soruyu duydunuzmu?", "Başkanım teknisyenlerden sorulmasını
istiyorum. İletişimde bir sorun olabilir."
Mahkeme Başkanı; "Bir sorun yok avukat bey"
Av. Ömer Kavili; "Peki. Devam ediyorum. ", "Ziraat Bankası Kantarcılar Şubesinde
3003 Numaralı Hesap bu konuda bilginiz varmı?", "Sizin yönetiminiz ile ilgili olarak bir
sayın Milletvekili Pertev Aşçıoğlu yine Meclis tutanaklarından aktarıyorum. Rüşvet alındığı
iddiaları ile ilgili Adli ve Askeri Savcılıklarca Ceza Soruşturmasına konu edilmiştir diyor. Bu
konuda bilginiz varmı?", "Yutkunduğunuzu görüyorum. Sorular karşısında. Soruları
beğenmedinizmi? Devamı geliyor. ", "Sizin döneminizde Ankara Emniyet Müdürlüğü "Dal"
isimli işkence merkezinde şüphelilerin susma hakkı kullanması örgütsel davranış olarak
nitelendiriliyordu ve Emniyetin bu tavrı halen devam ediyor. Bu değerlendirmesi. Örgütsel
ilişkinizi ve örgütsel tavrınız ise eğer bu konuda nerede eğitim aldığınızı açıklarmısınız?",
"Türk Milleti adına yargı yetkisi kullanan Mahkeme Heyetine karşı örgütsel tavrınızı
sürdürecekmisiniz?", "Örgüt şefinizden endişeniz varmı?", " Yine Milletvekili Pertev
Aşçıoğlunun sayfa 663. Sayfadaki 2. Paragraf 2. Bölümün ilk cümlesi şimdi diyor sayın
Milletvekilleri bu ifadeye göre bu iddiaların üzerinde en çok yoğunlaştığı kişilerden biri
Tahsin Şahinkaya ise yine bu iddiaların üzerine yine bu iddiaların üzerinde en çok
yoğunlaştığı kişilerden başkaları da vardır. Başkaları konusunda bilginiz nedir?", "Soru galiba
sıkıcı oldu. Yutkunduğunuzu görüyorum. Bu konuda rahatsız olduğunuzumu söylemek
istiyorsunuz?", "İddianamede yazılı olaylardan ki darbenin koşullarının olgunlaşmasını sizin
ekip arkadaşlarınızdan birinin deyimiyle darbe koşullarının olgunlaşmasını sağlamak ve
geliştirmek adına yapıldığı iddianamede yer alan olaylardan 1 Mayıs 77 Taksim katliamı ile
ilgili ne tür işlemler yaptınız?", "Siz Ali Tahsin Şahinkaya Türkiye Cumhuriyetinin Başkenti,
Başkentte Savcı Doğan Öz'ün öldürülmesi konusunda araştırma yaptırdınızmı?" ,"Yetki
kullanıyordunuz. Yetkilerinizi nerelerde kullandığınızı açıklarmısınız?" "16 Mart 1978 yılında
İstanbul Üniversitesi önünde dersinden çıkan öğrencilerin önünde bomba atıldığında bombayı
temin eden Yüzbaşı sizin ordunuzun mensubu olduğu yazılı. Dava dosyalarında var. Otuz
sene boyunca bu Yüzbaşının soyadının ortaya çıkarılamaması bir kenara siz Türk Milleti
adına iktidar kullananlar olarak ne yaptınız?", "O olayda kullanılan Semteks adlı patlayıcı
maddenin Nato ordularına zimmetli olarak teslim edildiğini hatırlıyormusunuz?", "Ordu
depolarında kaybolan silahlarla ilgili en son ne zaman sayım yaptırdınız?", "16 Mart katliyamı
ile ilgili olarak bomba atılacağını olaydan 10 gün önce Pol-Der Polis Memurları Dayanışma
Derneği İstanbul Şubesi Emniyete rapor olarak bildirmiş ve buna rağmen bomba atma olayı
gerçekleşmiş. Siz yönetime el koymadan önce de Mahalli Sıkı Yönetim Komutanlıkları
hiyerarşi olarak size bağlıydı. Size ve Genel Kurmay Başkanlığı yapan suç ortağınıza. Bu
konuda asker şahıslarla ilgili ne tür araştırma yaptınız?", "İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi
1995/128 sayılı 16 Mart katliyam davasına Emniyet Genel Müdürü adına Ramazan Er 1.sınıf
58/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Emniyet Müdürü imzası ile gönderilen evrakta polis memuru Mustafa Doğan ki o olayın
eylemcilerinden olduğu, faillerinden olduğu gerekçesiyle yargılanıp yakalanamayan kişi. Bu
kişiyi Emniyet Genel Müdürlüğü tanıyamadığını söylüyor. Sizin kudretli olduğunuz dönemde
Emniyet Teşkilatı kayıt tutamayacak kadar beceriksizlik içindemiydi?", "Emniyet Teşkilatı
kendi personellerini tanıyamıyormuydu?, Bu konuda Adli İdari her hangi bir tedbir
aldınızmı?", "Toplamış olduğunuz bazı ünvanlılar önünde kamu yetkisi kullanırken dürüst
davranacağınıza namusunuz ve şerefiniz üzerine yemin etmiştiniz. Bu yemininiz çerçevesinde
failleri ortaya çıkarılmayan konularda ahlaki ilkeler açısından ahlaken tutarlı davranmak adına
neler yaptınız?", "Olay yerinde bombayı atıp kaçmakta olan kişiyi peşinden koşanı gitmeyin
demek suretiyle geri çağırmak, geri gelin diye talimat vermek suretiyle devlette ki hiyerarşi
otoritesini kullanan Reşat Altay adlı memur daha sonra hakkında dava açıldı. Bu davanın olay
İstanbul da olmasına rağmen Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesi konusunu
araştırdınızmı?" , "Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesinde hiç bir delil toplanmaksızın sadece
sanıkların beraati yönünde hüküm kurulduğu konusunu biliyormusunuz?" ,"Ceza
Muhakemesinde ele geçmeyen delil sonradan ortaya yeniden yargılama yapılabilir
başlatılabilir bu yönüyle Muhakemenin kamu vicdanlarında yer almasını sağlamak
bakımından ele geçmeyen delilleri ortaya çıkartmak için ne tür emir ve talimat verdiniz?"
Çünkü yeminli görev yapıyordunuz.", "O sanıklarla ilgili olarak İstanbul C.savcılığının
1977/14652 Hazırlık numarasıyla yürütülen soruşturmayı hiç araştırdınızmı?" ,"O
soruşturmada Yüzbaşı kim olduğu hususunda Mahkeme İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi
1.Ordu Komutanlığının ilgili birimine yazı yazdığında adı soyadı var ancak sicil numarası
bildirin diye Mahkeme karar vermiş iken; bu karara karşı devlet terbiyesi ve devlet
geleneklerine uymayan bir biçimde Mahkemeye ufak bir sarı kağıt gönderilip sicil numarası
gönderildiği taktirde bilgi verileceği ricası ile diye imza dahi atılmayan kağıt parçalarıyla
faaliyet yürütülmesi konusunda bilginiz varmı?", "Sicili sorulan Yüzbaşıların sicili sizin
zamanınızda tutuluyormuydu?", "Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu özel bir bomba
ile öldürüldükten sonra Hava Kuvvetlerinde Yüzbaşı İlyas adlı bir Yüzbaşının mahallelerde
çatışmaya girdiğine dair Cumhuriyet gazetesinde bir haber çıkmıştı. O konuda soruşturma
açtırdınızmı?", "Ulaştığınız bilgileri devletin savcısına ve istihbarat bilgilerine
bildirdinizmi?", "Devlet yetkisi kullanırken devlet yetkisi kullanmanın gün gelip
sorumluluğunuza yol açacağını biliyormuydunuz?", "Bu konuda size ne yaparsanız doğrudur
istediğinizi yapın diye mütala veren hukuk hocaları varmıydı?", "Sizi suç işlemeye yönelten
başkaca işbirliği yaptığınız kısaca işbirliği çevrelerinin kimler olduğunu açıklarmısınız?", "Ne
zaman canınız sıkılıp darbe yapmaya karar verdiniz?", "Dünkü kahveniz şekerlimiydi?",
"Kahve içtiğinizi hatırlıyormusunuz?", "Sıkıntılı olduğunuzu görüyorum. Başparmağınızı
titretiyorsunuz ve durdunuz. Kahvenin şekerli veya sade olması konusunda
hatırlayabildinizmi?", "Görevden ayrılırken devletin hafızasını yok ettinizmi?", "Devletin
belgelerini yanınızda götürdünüzmü?", "Suç ortağınız devletin evraklarını özellikle kendi
malıymış gibi devletin kayıtlarından bulunduğu yerden arşivlerinden götürürken her hangi bir
bilgi paylaştınızmı?, Uyardınızmı?", "Sanık Ahmet Kenan Evren size bu konuda her hangi bir
şekilde ağzınızı sıkı tutun veya şunu şöyle yapın diye talimat verdimi?", "Darbe örgütlemesi
sırasında henüz daha darbe ilan edilmemişken yaptığınız faaliyetlerde önleme, engelleme,
araştırma işlemlerinde ne zaman kişilerin şüpheli olduğuna karar verdiniz?", "Daha sonra
işkenceci olarak anılacak olan Emniyet görevlilerinin 12 Eylül 80 tarihinden yaklaşık bir ay
birbuçuk ay önce tayinleri çıkarılmış iken tayinlerinin iptal ettirilmesi yönünde kimleri araya
soktunuz?", "O konuda bir bilginiz varmı?", "Sorgucularınıza üstün başarıları nedeniyle ödül
verdiğinizi hatırlıyormusunuz?", "Siyasi alandan çıkalım. Asker şahıssınız ve en yüksek
derecede görev yaptınız. Sahra Talimnamesi 3115. Bu kod numarasını hatırlıyormusunuz?",
"Feeld Maniol 3115. Amerikan Silahlı Kuvvetler Askeri Yönetmeliği ve bu konuda Türkçe ye
çevireni tanıyormusunuz?", "Bir evrak göstereceğim şimdi. Bakırköy 2. Ağır Ceza
59/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Mahkemesi 21/10/2010 tarihli 4.celsede 2010/251 esas sayılı Kemal Türkler'in öldürülmesi
davasında o olayın faili olduğu gerekçesiyle yargılanan kişinin yargılanması sırasında bir suç
duyurusunda bulundu C.savcılığına ve Genel Kurmay Başkanlığında Org. Ali Keskin imzalı
25 Mayıs 64 tarihli Ops. Operasyon 1708- 74-64 MrkTrl. Merkez Talimat Kurulu olabilir
sayılı emri ile yürürlüğe giren ve Sahra talimnamesi 3115 kod adı ile anılan Gayri Nizami
Kuvvetlere Karşı Harp Taktikleri konulu yönetmeliği hatırlıyormusunuz?","331 Sahra
Talimnamesi 331 Psikolojik Harekatlar konulu bir talimat hatırlıyormusunuz?", "Bu talimat
Nato ordularının talimatnamesinin bire bir çevirisi olması hasebiyle oralarda ordu papazı
bulunduğundan çeviri yapılırken ordu imamlarının atanacağı hususunda kaç tane imam
atadınız orduda?", "O talimnamenin sadece Silahlı Kuvvetleri değil Milli İstihbarat
Teşkilatınında icracısı olacağına dair hüküm var. Bu konuda ne tür denetleme faaliyeti
yaptınız?", "Ali Tahsin Şahinkaya darbelere karşı olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Darbeyi
sevmediğinizi , mecbur kaldığınıızı suç ortağınızla birlikte itiraf ve ikrar etmeye kalkıp
cezadan kaçmak isteyebilirsiniz. Ancak ordu içerisinde darbelere karşı olanlar varmıydı?",
"Askeri istihbarat birimlerini darbelere karşı olanların en özel yaşam alanlarına kadar kullanıp
onları tespit ettinizmi?", "Askeri darbelere karşı olan subayları onurlu insanları kişiliklerini
aile yaşamlarını dahi parçalarcasına ordudan attınızmı?", "Ordudan attırıldıktan sonra
işkenceli sorgulardan geçirilmesi konusunda her hangi bir engelleme veya yönlendirme
talimat verdinizmi?", "O onurlu insanların daha sonra oluşturduğu Askeri Darbelerin Asker
Muhalifleri Derneği adlı derneğin Genel Başkanı Sayın Rahmi Yıldırım şu anda aramızdadır.
Sayın Rahmi Yıldırım. Bu ismi hatırlıyormusunuz?", "Tanırım iyi çocuktur diyebilirmisiniz?",
"Bu onurlu insanın eşinizin hissedarı bulunduğu Çanakkale Seramik Fabrikasında yönetim
kurulu odalarının güvenliğini aldığını ilk anda görevlendirildiğini hatırlıyormusunuz?", "Daha
sonra kişisel menfaatinize karşı zehirli fikirleri olduğundan dolayımı hem görevden aldırıp
hemde göz altına aldırıp döneminizin işkenceli sorgularından geçirilmesine neden olundu?",
"Sayın Üsteğmenlik görevinde görev yapan Sayın Rahmi Yıldırım'ın gözüne sadece bir
dakika bakabilirmisiniz?", "Soruların şiddetli ve rahatsız edici olduğunun farkındayım. Bir
parça üzüldüğünüzün farkındayım. Ciğerleri patlatılan, kan kusturulan banyoya giderken dahi
düzenli olarak işkence yapılan coplanan ve ırzına geçilen Ankara Emniyet Müdür
Yardımcısının tanıklık yaptığı ve kaseti elimizde bulunduğu şekilde itiraf ettiği üzere genç
kızların göğüslerinde sigara söndürülmesinden dahamı az acı duyuyorsunuz?", "İnsan olarak
üzüntünüzü ifade edecekmisiniz?", "Birey olarak şu fani dünyada hiç olmasa gitmeden önce
yaptıklarınızın, şu topluma yaşattıklarınızın her hangi bir şekilde pişmanlığını duyup
şebekinizi ele verip pişmanlık hükümlerinden yararlanmayı düşünürmüsünüz?"
Sanığın sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Sanık müdafi söz alarak; "Sayın Başkan sorulara geçilmeden önce benimde küçük bir
talebim olacak. Şimdi Anayasanın 38. Maddesi çok açık. Doğrudan kişiliğe yönelik ve dava
konusu fiil ve olgularla ilgili olmayan doğrudan doğruya kişiye yönelik dava dışı fiil ve
olgular örnekte verebilirim ama gerek yok. Tamam tabi ki soru sorulacak ve kayda geçecek.
Katılan vekilleri değerli meslektaşlarımda görevlerini yapıyorlar. Sadece benim Başkanlık
Makamından talebim dava konusu fiil ve olgularla nedensel ilişki bulunmayan kişiliğe
yönelik ve dava dışı sorulara müsade edilmemesi talebimizdir. Onun dışında tabi dava ile
ilgili sorulara devam edilebilir."
Av. Aydın Erdoğan söz alarak; "Sanık Ali Tahsin Şahinkaya sıkı yönetimin devam
ettiği 12 Eylül 1980 den önce ve sıkı yönetimin el koyduğu 12 Eylül 1980 den sonra size
yakalanan ve göz altına alınan kişilerle ilgili ilgili sıkıyönetim komutanlıkları tarafından
listeler geliyormuydu?", "Göz altınanların can güvenliği adına tedbir alınması konusunda ne
tür işlemler yaptınız?, "İşkence ile öldürmeler ortaya çıktıktan sonra önlem alınması
konusunda her hangi bir şey yaptınızmı?", "Süleyman Cihan ismini hatırlıyormusunuz?", "29
60/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Temmuz 1981 tarihinde ve takip edilen günlerde size bildirilen göz altına alınanlar listesinde
Süleyman Cihan ismini gördünüzmü?", "Süleyman Cihan adı ile göz altına alındıktan sonra
öldürülerek, kimliği belirsiz olarak defnedilen Süleyman Cihan'ın babası Ağa Cihan'ın
konseye ve sizlere hitaben yazdığı dilekçelere cevap verdinizmi?", "Süleyman Cihan'ın
yakalanmasında görev alan Mehmet Ağar ve ekibi öldürme olayının gerçekleştiği Kadıköy de
görevli olan İbrahim Şahin polis memuru bu isimleri hatırlıyormusunuz?", "Süleyman
Cihan'ın öldürülmesi fiilinin üzerinin örtülmesi ve haklarında soruşturma yapılmaması
konusunda soruşturmanın adil bir biçimde etkin bir biçimde sonuçlandırılmaması konusunda
sizin sonradan Anayasanın Geçici 15. Maddesine koydurduğunuz dokunulmazlıkların rolü
olmuş olabilirmi?" ,"O tarihlerde güvenlik kuvvetleri içerisinde yurttaşlara karşı suç işleyen
görevlilerin korunması konusunda örtülü açık talimatlarınız oldumu?", "İstediğinizi
yapabilirsiniz size dokunulmayacak şeklinde güvenceler sağladınızmı?", "İşkencelerin etkin
olarak
soruşturulmadığını
biliyormusunuz?",
"İşkence
fiillerini
etkin
olarak
soruşturdunuzmu?", "Fransa, Norveç, Danimarka, İsveç, Hollanda Türkiye Cumhuriyeti
Devleti aleyhine sizin 12 Eylül 1980 den itibaren gerçekleştirdiğiniz eylemlerin Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesini ihlal ettiği konusunda bir başvurularının, Devlet başvurularının
olduğunu hatırlıyormusunuz?", "Bu başvurulara cevap verdinizmi? Devlet olarak.", "Bu
başvurulardaki taleplerin haklı olduğu konusunda haklı görüldüğü konusunda Avrupa İnsan
Hakları Komisyonunun kabul edilebilirlik kararı verdiğini hatırlıyormusunuz?", "Avrupa
İnsan Hakları Komisyonu önünde Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına kabul edilebilirlik
kararından sonra dosthane çözüme gittinizmi?", "Dosthane çözümün bu fiillerin işlenmiş
olabileceği olduğu anlamına geldiğini biliyormusunuz?", "Bugün Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin yargıcının sorularına cevap vermek istemiyorsunuz. O zaman Avrupa
Komisyonuna cevap verme gereğini duydunuzmu?", "O zaman eylemlerinizi Uluslararası
Hukuk önünde savunma gereği duydunuzmu?", "Sizce ülke savunması için elinize verilen
silahları yurttaşlara doğrultarak durmayanı vurun diye askerlere ve polislere emir verirken
size görevleriniz sebebi ile verilen yetkileri ve silahları kullandığınız halde bu gün halk
oylaması ile kabul edilen Anayasa değişikliklerinden sonra kendinize sağladığınız
dokunulmazlıkların ortadan kaldırılmasında sonra açılmış iddianameyi ve davayı yok sayma
iktidarını nereden alıyorsunuz?", "Böyle bir hakkınızı olmadığını biliyormusunuz?", "İşçi
Sendikalarının grev haklarını yasakladınız. 12 Eylül 1980 den sonra. İşçilerin grev hakkıyla
sizin iddia ettiğiniz darbe gerekçeleri arasında bir ilişki varmıydı?", "Bazı işverenler şimdi
gülme sırası bizde derken işverenlerin çıkarını işçileri karşı koruduğunuzu düşündünüzmü?",
"Size her hangi birkanunla verilmiş böyle bir göreviniz varmıydı?", "DİSK'in mal varlığına el
koydunuz. DİSK üyesi GENEL-İŞ sendikasının Çankaya da hemen köşkün yanı başında ki
yüksek binasını Anayasa Mahkemesine tahsis ettiniz. Sizce el konulmuş işçi emeği ile yapılan
bir binada dağıtılan adalet bu ülkede adalet duygusunu tatmin etmişmidir?", "Yoksa işçilerin
köşke bu kadar yakın olmasından rahatsız mı oldunuz?", "Devir sebebiniz ne idi?", "Malatya
da seçilmiş belediye başkanı Türkiye de ki çeşitli olaylarda emsaline rastlanılmayan posta ile
gönderilmiş bir bombalı paketle katledildi. Böylece Malatya'nın sünni ve alevi halkı karşı
karşıya getirildi. Siz görevi aldıktan sonra emsali olmayan hiç bir olayda görülmeyen bu
bombalı paketi araştırma gereğinde bulundunuzmu?", "İddianız yurttaşın can ve mal
güvenliğini sağlamaktı. Yurttaşların can ve mal güvenliğini bu ölçüde tehdit eden bu olayın
hakkında ne tür bir soruşturma yaptınız?", "Çeşitli olaylar sebebiyle Özel Harp Dairesini
Kontr Gerillayı diğer adıyla görevlendirdinizmi?", "Bunların eline verilen silahların bunların
kullanımına tahsis edilen silahların envanteri hakkında bilgi verebilirmisiniz?", "Bu silahların
sivil halka karşı, yurttaşlara karşı kullanılmış olabileceğini düşünüyormusunuz?", "12 Eylül
1980 den önce bu ülkede çokça kanlı olaylar yaşandı. Siz bu olayları önlemek ile görevli iken
acaba olgunlaşsın diye gelişmesini mi beklediniz?", "İddianamede Süleyman Demirel'in
sorduğu 12 Eylül den önce yani 11 Eylül günü görevdelerdi. Olaylar devam ediyordu. 12
61/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Eylül günü kesildi. Ne oldu da kesildi?", "Bir kısmına talimat mı veriyordunuz?", "Yönetime
el koyduktan sonra çeşitli sıkıyönetim komutanları hakkında uygulamaları sebebiyle şikayet
başvuruları oldu. Kahramanmaraştan sorumlu olan Yusuf Haznedaroğlu hakkında ki
şikayetlerle ilgili ne tür işlem yaptınız?", "Yusuf Haznedaroğlu bir çok kimseden rüşvet aldı.
Halktan silah toplamak adına önce silahları bir takım işbirlikçileri vasıtasıyla sattırdı. Ondan
sonra da bu silahların bulunmuş gibi meraya terk edildiği şikayetleri size geldimi?", "Bu
şikayetler karşısında alevilere işkence eziyet ettiğini düşünerek hoşgörü ile baktınızmı?",
"Daha sonra Susurluk ile ortaya çıkan çeteler ve bunların başında ki kişiler sizin döneminizde
ödüller aldılarmı? Bu yaptıkları görevlerden dolayı.", "Siz Abdullah Çatlı'yı
görevlendirnizimi? Yurt dışı operasyonları için", "Anayasa düzeni hakkında ki kanunun
27/10/1980 de çıkardınız. Böylece kendi kendinize Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti yetkilerini devrettiniz. Bu tarihe kadar
kendisi sözleriniz ile kendisi üstünüze aldığınız bu yetkiler yok iken idam cezalarını infaz
ettirdiniz. Yani cinayet işlediniz. Kendi kanunlarınıza kendinizin bağlı olduğunuzu
düşünüyormusunuz?", "Katlanılması zorunlu kötülük durumunda bu ülkeye reva gördüğünüz
hukuk düzeni içinde bile yeri olmayan bu fiilleri işlerken sonradan fark edip 27 Ekim 1980 de
çıkardığınız kendi kanununuzu 12 Eylül 1980 den itibaren geriye yürüterek kanunların geriye
işlemezliği ilkesini ortadan kaldırdığınızı biliyormuydunuz?", "Böyle yapsanız bile işlediğiniz
kanunsuz öldürme yani cinayet fiili ile yargılanabileceğinizi size hiç söyleyen oldumu?", "Bu
sorular canınızı sıkıyormu?", "Bir gün bu ülkenin sizin hiç bir zaman kabul etmediğiniz
yurttaşlarının kendi iradeleri ile hukuku yapıp sizin baskınızdan ve darbe tehdidinizden
kurtulduktan sonra sizin ardınızdan gelenlerin darbe tehditleri kalktıktan sonra bir gün
yargılanabileceğinizi hiç düşündünüzmü?", "12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin zorunlu
olduğunu söylüyorsunuz. Peki; ülkenin seçime gitmesini bu sorunların çözümünde bir yol
olabileceği demokratik ülkelerde sorunların böyle çözüldüğünü düşünerek bir seçime
gidilmesini istedinizmi?"
Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Müdahil Baskın Oran; "Sorularım sınırlı beş tane. Birincisi; dönemin Başbakanı
Sayın Ecevit şöyle demişti; ben Ortadoğunun o sırada Hilal diye anılan bazı illerini sağcı
teröristlerin harekat merkezi durumuna getirmeleri üzerine ısrarla o illerde de sıkıyönetim
istedim. Fakat Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren elimizde ki kuvvetler daha fazla illerde
yönetime el koymaya el vermez. Buna gücümüz yetmez gerekçesiyle benim bu isteklerime
karşı çıktı. Sayın sanık Ahmet Kenan Evren;"
Mahkeme Başkanı; "şu an muhatabınız sadece Ali Tahsin Şahinkaya. Şu an ki
konuşmanız itibarıyla. Muhatabınızı ona göre seçin. Sorularınızı da ona göre seçin"
Müdahil Baskın Oran; "Peki efendim. Sayın Bülent Ecevit doğrumu söylüyordu?",
"Nasıl oldu da daha önce sıkı yönetim ilan edilecek personel olmadığını söylediğiniz halde
darbe yaptığınızın sabahı bütün illerde o zaman 67 tane sıkı yönetim ilan ettiniz?", "Önce
bunu sormak istiyorum", "her halde kendinize göre mantıklı bir sebebiniz vardır. Bunu
duymak istiyorum", "Cevap veremediğinizi duyuyorum. Anlıyorum. Soruyu tekrar etmemi
istermisiniz?", "Anladım. Cevap veremiyorsunuz. İkinci soruya geçiyorum.", "Darbe sırasında
dört ordu komutanından biri olan Org. Bedrettin Demirel 1988 yılında gazeteci Ahmet
Kahraman'ın neden bir yıl önce darbe yapmadığınız sorusuna cevap olarak şunları söylemişti;
kamu oyunu aynı merkeze tevcih edilmedikçe tasvibi alınmadıkça maksat başka bir kurtuluş
yolunun kalmadığını bütün vatandaşlar idrak etsin. Sizlerin de şartların olgunlaşmasını
bekledik mealinde sözleriniz var. Doğrumu söylüyorum?", "Cevap veremediğinizi anlıyorum.
İşitme engelli değilsiniz ve Mahkeme Başkanının temin ettiği kadarıyla da ses iletişiminde bir
sorun yok. O zaman devam ediyorum. ", "Siz de şartların olgunlaşmasını ve ordunun bir
kurtarıcı gibi karşılanmasını mı beklediniz? Akan kanı durdurmak için?", "Eğer Bedrettin
62/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Demirel general yalan söylüyorsa 1988 de iktidarda idiniz. Kendisi hakkında ne gibi bir işlem
yaptınız. Onu merak ediyorum?", "Cevap vermek istemiyorsunuz yada cevap
veremiyorsunuz. O zaman üçüncü soruya geçiyorum.", "Ama lütfen eliniz ile bir işaret edin
cevap vermek istiyorsanız. Ben hemen geri dönerim. Eliniz ile de işaret etmediniz. Üçüncü
soruyu soruyorum.", "04 Şubat 1983 tarihli bir Başbakanlık genelgesinden bir cümle
okuyacağım. Bu cümle bir kısım öğretim üyelerinin geçmişte suç delili bırakmadan çeşitli
olaylara karıştıkları bu şahıslar ile ilgili bir suç unsuru bulunamadığından adli takibat
yapılamadığı nı belirtiyor. Bu çok iyi biliyorsunuz ki 1402 uygulaması gibi mevcut Türkiye
Cumhuriyeti kanunlarına aykırı bir durum yarattı. İnsanları hiç bir suçu tespit edilemediği
halde işten attınız. Ailelerini de zor duruma soktunuz. Şimdi; suçu olmayanların işlerinden
atılmaları konusunda bu ahir ömrünüzde ne düşünüyorsunuz?", "Cevap veremiyorsunuz.
Soruya devam ediyorum.", "Bu genelge sizin yakın dostunuz ve silah arkadaşınız olan emekli
general Başkan Ulusu imzasını taşıyor. Emekli general Başkan Ulusu konusunda o zaman
nasıl bir işlem yaptınız bu gayri kanuni ve hukuki uygulama karşısında?", "Cevap
bekliyorum. El işaretinizi yapmanız yeterlidir. Cevap veremediğinizi gördüğüm için dördüncü
soruya geçiyorum. Vakit almamak için.", "Şimdi size bir Mahkeme kararı okuyacağım. Bu
Mahkeme kararı Erzincan 3. Ordu 2 numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi tarafından 24 Ocak
1984 tarihinde verilmiş esas no 982/160 karar no 984/5; Askeri Yargıtay tarafından da
onanmış. Karar şöyle diyor; Bir an için işkence yapıldığı kabul edilse bile işkence sanıktan
doğru cevap almak için yapılmaktadır. Eğer doğru olmayan uydurma cevaplar verilir ise;
işkencenin gayesi doğru cevap almak olduğuna göre işkence daha da artırılacaktır. O halde;
bu durumun sanıklarca da bilinmesi tabii olduğuna göre bu önermenin mantıki sonucu
işkenceye maruz kalanın doğru cevap vermesidir. Öyle ise; ifadelerin işkence altında alındığı
sabit bile görülse bu ifadenin gerçek dışı olduğunu itibar edilemeyeceğini ortaya koymaz. Şu
halde işkence ayrı işkence sonucu verilen ifadenin doğruluğu ayrı şeylerdir. Benim bildiğim
tarih kadarıyla aynen engizizyon Mahkemelerinde ki Katolik rahiplerin mantığını yansıtan bu
karara katılıyormusunuz? Bu ahir ömrünüzde"
Müdahil Baskın Oran;"Sayın sanıklar araya başka bir konu girdi. Sorumu
tekrarlıyorum. Bu sıkıyönetim Mahkemesi kararına bugün katılıyormusunuz? Cevap vermek
istemiyorsunuz. Peki Yargıçlar hakkında bir işlem yaptınızmı?", " Buna da cevap
veremiyorsunuz.", "Beşinci sorumu soruyorum. 17 yaşında idam ettirdiğiniz Erdal hakkında
01 Mart 2006 da şunu söylediniz. Sayın Kenan Evren imzalı. İdam kararını onayladım.
Onaylarken elim titremedi ve hiç vicdan azabı da duymadım. Şimdi her ikiniz de şu anda aynı
fikirdemisiniz?", "Şu anda da size böyle bir kağıt uzatılsa eliniz titremeden ve vicdan azabı
duymadan imzalarmısınız? Bunun cevabını istiyorum hiç olmassa.", "Peki hiç bir soruma
cevap vermediniz. O zaman son sorum. Sükut ikrardan gelir. Yaşınız anlamaya müsait ama
ben bir de bugün kü Türkçe ile söyleyeyim. Cevap vermeyi red etmek suçlamaları kabul
etmekten kaynaklanır. Bu sözü biliyormusunuz?"
Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Av. Şenal Sarıhan söz alarak;"Sanık Şahinkaya; sabahleyin savunmasını sunarken şu
cümleleri kullandı. Dediniz ki; Türkiye Cumhuriyeti varlığına yönelik saldırıları bastırmak
amacıyla bu darbeyi gerçekleştirdiniz. Şimdi sormak istiyorum. Hemen darbenin arkasından
siyasi partilerin bütün yöneticilerinin tutuklanmış olması onun ardından siyasi parti
yöneticilerinin üstelik de o sırada görevli olmayan TBMM üyelerinin konuşmalarına yasak
getirilmiş olması ve sonuç olarak partilerin kapatılmış olması karşısında acaba bu siyasi
partiler Türkiye Cumhuriyetinin varlığına yönelik hangi saldırıları gerçekleştirmişlerdi. Hangi
somut saldırılar sebebiyle bu partilerin tümünün de kapatılması gündeme geldi. Yine buna
bağlı olarak sormak istiyorum. Kendileri Anayasal hak kullandıklarını, Anayasa ya da saygılı
olduklarını ifade ettiniz kendiniz. Sormak istiyorum acaba Anayasa'nın verdiği yetki ile
63/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kurulmuş olan ve sayıları 23667 kadar olan dernek ve sendikanın kapatılmış olması,
Anayasa'nın hangi noktasının ihlal edildiğine kanaat geldiği için kapatılmıştır. Bunlar
doğrudan doğruya yaptığınız eylemler. Anayasa'nın ihlali niteliğinde değilmiydi?", "Yine
biraz önce arkadaşımız tarafından soruldu, 1402 lik ler diye yani Sıkı Yönetim Yasası
gereğince görevlerine son verilmiş kişiler olarak anılan 4891 kişi oldu. Bunların görevlerine
son verilmesi sırasında hiç bir yargılama haklarında hiç bir soruşturma yapılmaksızın sizin
kararınız ve iradeniz ili işlerine son verildi ve açlığa mahkum edildiler. Yargısız infazlar için
bu kararı alabilmek için siz Anayasa yı mevcut Anayasa yı o günün Anayasası nı da ihlal
etmiş olmadınızmı? Anayasayı da ihlal etmiş olmadınız mı? Ben yanıt beklemiyorum o
sebeple yanıtlarınız sormuyorum. Bu sorularımızın tümü de özünde yanıtları bilinen sorulardır
ama bugün burada tarihe not düştüğümüz için. Bu soruları size yöneltiyorum. Başka bir soru ,
Erdost ismi İlhan Erdost ismi mürekkep yalamış her aydının kendisini aydın diye nitelendiren
okumuş yazmış insanların bildiği bir isimdir. İlhan Erdostun cezaevinde öldürülmesi
olayından haberdar oldunuz mu? mutlaka oldunuz. Çünkü bütün kamuoyu bununla sarsıldı.
Peki bir önlem aldınız mı ? bu hemen 2 Ocak 1981 yani darbenizin hemen ardından
gerçekleşmiş olan bir olaydı o zaman o sırada cezaevi müdürü olan Raci Tetik hakkında
herhangi bir işlem yaptınız mı ? Çünkü siz Anayasal bir hak kullanıyordunuz ve insanların
Anayasadaki en önemli haklarından biri de yaşam haklarıdır. O halde yaşam hakkını
cezaevinde de olsa korumak gibi bir sorumluluk ile karşı karşıyaydınız. Bu konuda uyarıcı bir
genelge yayınladınız mı? Ama şu genelgeyi de anımsıyormusunuz? Bu genelge 1 Ağustos
genelgesi ve 80 i yaşayan insanların akıllarından hiç silinmemiş bir genelgedir. İnsanları tek
tip giymeye mahkum ettiniz. Tutuklu ve hükümlüleri onların saçların kestiniz onları asker kişi
saydınız, onları askeri nizama göre cezaevinde tutmaya çalıştınız, bir yandan yaşam hakkına
karşı saldırıda bu kadar gözünüz kapalı iken diğer temel hakların sanıkların temel haklarını
ihlali konusunda da yayınladığınız bu genelge ki daha sonra avukatların girişimi ile Danıştay
tarafından iptal edildi. Bu genelgeden ötürü şu anda ıstırap duymuyormusunuz? Bu soru
neden çünkü; sayısız insanın bu baskılara karşı direncini ifade eden açlık grevi nedeni ile
yaşamlarını yitirmesi söz konusu oldu, vee ceza evlerindeki işkence ve baskı sebebiyle
yaşamlarını yitiren insanlar oldu,bunlar ile ilgili bunların aileleri ile ilgilikendinizi herhangi
bir biçimde sorumlu hissetmiyormusunuz 90 günlük gözaltı dünyanın hiçbir yerinde
rastlanmamış olan bir gözaltı süresi idi. 90 günlük gözaltına ilişkin yasal düzenlemeleri
yaparken neyi amaçlıyordunuz? 90 günde insanlar suç mu kabul edecekleri işkence ile ? Yada
eğer kabul etmemişler ise bir kez daha bir kez daha onların başlarına mı vurulacaktı ? Bunun
yanıtını merak ediyorum. İşkencenin hangi Anayasal hakkında yada hangi yasal hakkın bir
parçası olarak uygulandığını merak ediyorum. İşkencede yakınları müvekkilleri ölmüş bir
insan olarak. Bunu size sormak istiyorum. Bir başka soru size ; Meral Bekar, Feride
Çiçekoğlu bu isimler tabiki sizin için hiçbir şey ifade etmiyor. Ama benim aklımdan
silinmiyor. Ve çok sayıda erkek o dönemde yargılanmış sanık ismi de eklenebilir buna, bu
insanlar işkence de konuşmadıkları için işkencede suçlamaları kabul etmedikleri için özel
baskılar ile karşı karşıya kaldılar. Siz insanlara işkence yapılarak suç söyletmeyi bir hukuksal
hakbir Anayasal hak olarak mı görüyordunuz ? Bunu size sormak istiyorum. Bir başka olgu ;
örneğin kasap Ahmet Güzelsoy : Ankaranın Bahçelievler semtinde öldürülmüş bir kişi bu ;
kimin tarafından öldürüldüğü konusu araştırıldı sizin zamanınızda. Ve 3 ayrı siyasi gruba bu
olay yüklendi. Yani sizin yargılama döneminizde sizin sorgulama döneminizde bir adamı
3ayrı grup 3 defa öldürdü böyle bir şey olabilir mi ? Bunu merak ediyorum. Eğer böyle bir
suçlama kabul edilmiş ise bu hangi şartlarda kabul edilmiştir.Bunlar üzerinde hiç düşündünüz
mü ? Yine şunu sormak isterim. Cumhuriyet Halk Partisini kapattınız. Cumhuriyet Halk
Partisinin binasına el koydunuz. Ve Cumhuriyet Halk Partisinin binasında merdivenlerinde
Cumhuriyet Halk Partisi yazan binadaDevlet Güvenlik Mahkemeleri kurdunuz. Bu
Anayasanın tebdil ve tairi konusunda açık bir eylem değilmiydi ? Yine sormak istediğim bir
64/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
konu var ; Üstün Günsan, Keskin Kaylan, bunlardan biri Askeri Yargıçtır biri de Sivil
Yargıçtır. Hukukçu gibi davrandıkları için görevlerinden alındılar. Daha kaç kişinin görevden
alınmasına, hukuka uygun davranmalarına engel olmaya, çalıştınız ? Bunun somut örneklerini
çoğaltmak mümkündür. Ve daha da vahim olanı, İşkence de ve cezaevlerinde taciz ve tecavüz
ile karşılaşmış olan kadınlar ve erkekler sadece kadınlar değil , kadınlar ve erkeklerin
yakınmalarını duydunuz mu ? Bu yakınmalara ilişkin olarak herhangi bir eylem
gerçekleştirdiniz mi ? Herhangi bir işlem gerçekleştirdiniz mii ? Sorulara yanıt vermenizi
gerçekten beklemiyorum. Başlangıçta da söyledim. Ama bu sorular bu yargılamada mutlaka
kayda geçmesi gereken sorulardı. Yargıcımıza teşekkür ediyorum. "
Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Av. Arif Ali Cangı söz alarak; "Sanık Ali Şahin Tahsinkaya; savunmanızda, kısa
savunmanızda 12 Eylül tarihe mal olmuştur, ancak tarih yargılar dediniz bu sözünüzde şu an
sizi yargılayan Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesini tanımıyor musunuz? Mahkemenin
yetkisini tanımadığınızı mı söylediniz? ve savunmanızda kurutucu iktidar olduğunuzu bu
nedenle yargılanamayacağınızı söylediniz. Kurutucu iktidar gücünü 12 Eylül askeri
darbesinden mi aldınız? sanık Ali Tahsin Şahinkaya Hava Kuvvetleri Komutanlığı süreniz
olağan olarak ne zaman sona eriyordu?Ne zaman emekliye ayrılmanız gerekirdi? 1980 30
Ağustos Askeri Şurasında Hava Kuvvetleri Komutanlığı süreniz bir yıl uzatıldı. Hatırlıyor
musunuz? bu uzatmanın nedeninin söyleyebilir misiniz? Darbe planının uygulanması için
olabilir mi? Komutanım dediğiniz diğer sanık dönemin Genel Kurmay Başkanı Ahmet Kenan
Evren in emriyle mi hareket ettiniz? Komutanınız olan Ahmet Kenan Evren in emrine aykırı
hareket edebilir miydiniz? Darbe karşıtı olabilir miydiniz? Ali Tahsin Şahinkaya Eylül 1980
de bir ABD geziniz oldu. Tarihini hatırlıyor musunuz? Geziye kiminle gittiniz? ABD de
kiminle görüştünüz? Görüştüğünüz asker ya da sivil yetkililerle yemek yediniz mi? Yemek
samimi bir ortamda mı geçti? Alkol var mıydı?O samimi ortam içinde 12 Eylül Darbe
planından söz ettiniz mi? Ne zaman döndünüz ABD den? Yanıt vermek istemiyorsunuz
anlaşılan. Ama o dönemde ABD nin CIA Türkiye Masası Şefi Paul Hainze başkan Cartera
darbeden sonra "bizim çocuklar başardı" dedi. Yine dosyada bulunan MİT raporlarından
anlaşıldığı kadarıyla ABD elçilği 2 gün önce darbeden iki gün önce darbenin olacağını ABD
ye iletmiş. Sizce bu sözün ve bu ilişkinin anlamı nedir? Sanık Ali Tahsin Şahinkaya? Hiçbir
ilişkiniz olmadı mı? ABD nin darbe ile hiçbir ilişkisi yok mudur? Ya da; ABD onaylamasaydı,
desteklemeseydi bu darbeyi başarabilir miydiniz? 24 Ocak ekonomik kararlarını hatırlıyor
musunuz? Devlet Planlama Teşkilatının eski başkanlarından Yıldırım Aktürk 24 Ocak artı 12
Eylül darbelerinin ikisinin birden gerçekleştirilmesi gerekiyor diye bir açıklaması var. 24
Ocak kararlarını desteklediniz mi ? Darbeden sonra kararların harfiyen uygulanmasını
sağladınız mı? 12 Eylül darbesinin bir nedeninin de 24 Ocak kararlarının uygulanması
olduğunu söyleyebilir misiniz? Susuyor sunuz. Susarak beraat edeceğinizi mi
düşünüyorsunuz? Evet susma hakkınız. Yasal hakkınız. Peki 12 Eylül döneminde sorgularda
susma hakkını kullanmak isteyenlere ne yapıldığını hatırlıyor musunuz? Sanık Ali Tahsin
Şahinkaya; siz de biliyorsunuz ki askerlikte silah arkadaşlığının ayrı bir anlamı ve manevi bir
değeri vardır. Siz şu anda rahat koşullarda yargılanıyorsunuz. Kahvenizi dahi içebiliyorsunuz.
Afiyet olsun. Peki döneminizde darbe karşıtı oldukları için ordudan çıkarılıp tutukladığınız
askerler Sıkı Yönetim Mahkemelerinde atlet kilot yargılandıklarında bu silah arkadaşlarınız
bu hale düştüğünde neler hissettiniz? Ya da şimdi ne hissediyor sunuz? Bir başka silah
arkadaşınız Teğmen Ömer Yazgan ı neden alelacele idam ettirdiniz? Darbe karşıtı olan
askerlere ne yaptınız? 12 Eylül döneminde askeri okulda öğrenci olan bir subay kişibana
şunları anlattı " binaların dış cephe boyaları yılda en az 3 defa değiştiriliyordu. Ve bu
boyaların komutan Ali Tahsin Şahinkaya nın ortak olduğu fabrikalardan gönderildiği
dedikodusu vardı birlik içinde. " bu dedikodulardan haberiniz var mı? veya buna ilişkin
soruşturma başlattınız mı? Anlaşılan hiçbir sorumuza yanıt vermeyeceksiniz. Sizin bu
65/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
darbeniz yüzünden 50 kişi idam edildi. Hatırlıyor musunuz? Biraz önce Baskın Oran hoca dile
getirdi. Yaşı küçük Erdal Eren yaşı büyültülerek idam edildi. Üstelik idam sehpasına
gidenlerin son arzuları bile yerine getirilmedi. Son mektupları ailelerine halen ulaştırılmadı.
Iki gün önce Milliyet Gazetesinin manşetinde " Necati Vardar ın mektubunun verilmediği"
haberi vardı. Okudunuz mu? İdam edilenler ailelerinden gizli gizli günlük kıyafetleri ile
ailelerinin bilmeyeceği yerlere gömüldüğünü biliyor musunuz? Binlerce insan işkenceden
geçirildi. Diyarbakır Ceza evi mezalim yuvası oldu. İnsanlara kan kusturuldu. Diyarbakır
Ceza evinde yaşananlarüzerine Kürt sorunu iyice keşmekeş hale geldi, çözümlenemez hale
geldi. Bunun farkında mısınız? hiç vicdan azabı çekiyor musunuz? "
Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Av. Osman Başer söz alarak; " Sanık Tahsin Şahinkaya;Mamak Askeri Ceza evinde
iken götürülüp idam edilen Fikri Arıkan ın koğuş arkadaşı hücre arkadaşı 11 sene ceza evinde
kalmış bir avukat olarak size aşağıdaki şu sorularımı ifade etmek istiyorum. Cevap ta
beklemiyorum. Yalnız sanık olarak şu anda karşımda duruyorsunuz ya, o bile bana yetiyor.
Ulusal televizyon ve gazetelerde yer alan Zaman gatezesinde 21/10/1990 tarihinde yayınlanan
yazı dizisinde " Solun karşısına sağ grup öğrencileri çıkarma kararı alındı" sözlerinde bu karar
alınma konseyi içerisinde siz de var mıydınız? Yurt dışı ve Yurt içi operasyonlarda
görevlendirmek şartı ile hukukin aranan şahıslar ile pazarlık yapıldığı basında yer aldı. Bu
pazarlık yapılmasında sizin de görev yaptığınız dönemde böyle bir talimat verildiğinden
haberiniz var mıydı? Abdullah Çatlı ileyedi TİP li nin öldürülmesi olayının hükümlüsü Haluk
Kırcı nın idamını durdurmak için pazarlık yaptırıldığı haberleri basında yer aldı. Bundan
haberiniz var mıydı? Konseyin böyle bir kararı var mıydı? 1980 12 Eylül 1982 yılları arasında
Genel Kurmay Başkanlığı bünyesinde Hava Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaparken
askeri sayıda ve askeri tesisatta bir artış yaşandı mı ? Asker sayısında ve askeri tesisat
sayısında artışın miktarını biliyor musunuz? İhtilal yapmadan anarşi ve terör olaylarının
durdurulması için nasıl bir yetki istediniz de sivil iktidarca talebiniz karşılanmadı? İdam
kararlarını imzalarken elinizin ellerinizin titremediğini iddia ederken Allah tahsilatlarını
artırsın ifadesinden ne anlıyorsunuz? Görev yaptığınız dönem içerisinde Mamak Askeri Ceza
evinin komutanı Albay Raci Tetik ceza evi müdürü olarak görev yaptığı sırada bu bir savaştı
sözünün siz de savaş olarak kabul ediyor musunuz? Tutuklulara ilk okul düzeyinde bir
program uyguladık sözlerini siz de onaylıyor musunuz? bu talimatı siz mi verdiniz?
Tutuklulara İstiklal Marşı bilmiyorlardı öğrettik sözünden sanıkların haberi var mıydı? Askeri
Ceza evinin yerinin dibinde hücreler vardı. Burada bir insanın 12 günden fazla yaşayamaz o
hücrelere girenler ancak ölüsü çıkar, o hücreleri yaptırma kararı konseyiniz tarafından bir
talimat alınarak mı yaptırılma kararı emir ve talimat verildi? Ben Kıbrıs Esir Kampı
müdürüydüm. Teğmendim. Kenan Evren ile Kıbrıs ta çalıştık. Daha sonra da konsey üyeleri
tarafından başarılı olduğum görülerek Mamak Askeri Ceza evinde görevlendirildim. Diyen
Raci Tetik in görevlendirme yazısında sizin de imzanız var mıydı? Kafes ilk işlem ve disiplin
yeriydi. Sanıklar kafese konulur derken bunların bir insan ya da bir hayvan olduğunu nasıl
değerlendiriyorsunuz? Albay Raci Tetik; "talimatlar Genel Kurmaydan bize verilirdi. Biz de
buna harfen uyardık. Ben bir işkenceciyim. Sağcısından ve solcusundan özür diliyorum"
diyerek beyanda bulunmuştur. Şu anda sanık olarak huzurumuzda bulunan sayın Tahsin
Şahinkaya; demokrasimi daha iyi darbemi daha iyi? Yönetim şekli olarak hangisini tercih
ederdiniz? Yada idamına karar verilmesini sağladığınız ve Meclis onayını almadan idam
ettirdiğiniz insanların infazını yaptırdıktan sonra tahsilatlarını Allah artırsın diye ifade
buyururken Albay Raci Tetik gibi Türk Milletinden idam ettirdiğiniz insanların ailelerinden
özür dilemek istermisiniz?
Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Av. Cevriye Aydın söz alarak; "12 Eylül den nice sonra yapılan araştırma ve tespitler
66/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
daha önce meslektaşlarımın ifade ettiği gibi 51 insanın idam edilmesine tarafınızdan
verdiğiniz emirler ile 600.000 kişinin işkenceden geçirilmesine ve 1.200.000 kişinin
fişlenmesine yol açtı. Diğer başka da pek çok pek çok sonucunun haricinde. Eminim ki şu
anda 600 + 1.200.000 kişi ve yanına en az 5 er 10 ar yakınlarını ve arkadaşlarını da kattığınız
zaman bu salonda milyonlarca insan size milyonlarca soru sormak istiyor. Sizi soru
yağmurunda deyim yerinde ise boğmak istiyorlar. Çok eminim buna. Ama ben size sadece iki
soru sormak niyetindeyim. Hem onların belki bir parça dillendirmek istedikleri şeyleri de
dillendirmek istemiş olacağım. Ben ve diğer arkadaşlarım sizden cevap beklemiyoruz. Bu
soruların cevabını mutlaka bir gün bütün gerçekliği ile alabileceğimizi düşünüyorum. Pek çok
yanıtını biliyoruz aslında. Sorularım şu. 51 kişinin idamı 600.000 kişinin işkenceden
geçirilmesi ve 1.200.000 kişinin fişlenmesi merkezi bir emir ve talimat olmaksızın
gerçekleştirilemez. Siz iktidarda olduğunuza göre. O dönemde bunu gayet iyi biliyorsunuz.
Benim merak ettiğim şu. İdam tamam Mahkemeler karar veriyor sizde infazını
gerçekleştirdiniz. Talimat verdiniz, onayladınız. Ama yüzlerce insan işkenceden öldürüldü.
Göz altında kayıp edildi. İnsanların göz altında kayıp edilmesi onlara işkence edilmesi,
işkence edilerek öldürülmesi konusunda açıkça yazılı bir talimat veremediğiniz için
veremeyeceğinize göre acaba bu merkezi olarak gerçekleştirilen insanlara karşı
gerçekleştirilen bu kadar çok suçu hangi kanallarla ve hangi araçlarla ilettiniz? Yerel
görevlilere? Güvenlik kuvvetlerine yada bu işlemleri gerçekleştiren diğer kuvvetlere? Bunu
öğrenmek isterdim. Diğeri de şu; 1986 yada 87 yıllarında Nokta Dergisi bir konuyu kapak
yaptı. Konu şu idi; "12 Eylül döneminde tutuklu ve hükümlüler kobay olarak kullanılmak
suretiyle onlara çeşitli hastalıkların mikropları verilmiş. " Mutlaka bu konuda da sizin
konseyinizin ve konsey üyelerinizin haberi en azından bilgisi ve mutlaka muvafakatı vardır.
Böyle bir muvafakat verdinizmi ve bu kobay olarak kullanılan mikrop verilen tutuklu ve
hükümlülerin siyasi tutuklu ve hükümlülerin mikrop verme olayının hangi ceza evlerinde kaç
tutuklu ve hükümlüye karşı gerçekleştirildiğini söyleyebilirmisiniz?"
Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Av.söz alarak; "Ali Tahsin Şahinkaya; darbe yaptıktan sonra konsey arkadaşlarınız ile
birlikte Kürtlere ve diğer etnik gruplara yönelik asimilasyon programı uyguladınızmı? Türkçe
den başka dilleri niçin yasakladınız? Bu programı uygular iken özellikle Diyarbakır 5 nolu
Askeri Ceza evinde ve diğer tüm ceza evlerinde uyguladığınız sistematik işkencelerle
yüzlerce insanın yaşamına mal olduğunuzu biliyormusunuz? Sistematik işkence ile ilgili her
hangi bir soruşturma açtırdınız mı? İnsan Hakları Derneğinin ve Türkiye İnsan Hakları
Vakfının verilerine göre sadece Milli Güvenlik Konseyi döneminde 185 kişi ceza evinde
işkence ile öldürülmüştür. Ceza evlerinde ki işkenceleri protesto etmek için 21 Mart 1982 de
Mazlum Doğan, 17 Mayıs 1982 de Eşref Anyık, Ferhat Kutay, Necmi Öner, Mahmut
Zeynel'in protesto eylemi yaparak kurduğunuz bu zalim düzeni protesto etmek için kendilerini
yakarak yaşamlarına son verdiğini biliyormusunuz? Bu isimleri hatırlıyor musunuz? Kürt
sorununda uyguladığınız şiddet politikasının nelere mal olduğunun farkında mısınız? 40.000
den fazla insan yaşamını yitirdi ve halen insanlar yaşamını yitirmeye devam ediyor. Bu
süreçte ki sorumluluğunuzun idrakında mısınız? Darbe yapıldıktan sonra özellikle bizim
Dersim dediğimiz bölgede alevi çocuklarının yatılı imam hatip liselerine götürülmesi
konusunda bir program hazırladınızmı? Bir talimat verdinizmi? Alevilere yönelik asimilasyon
politikası uyguladınızmı? Askeri darbe yaptıktan sonra özellikle İstanbul şehrinde yaşayan
lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel ve travesti bireylerin zorla toplatılıp Eskişehir iline veya
başka şehirlere sürgün edilmesi emri verdinizmi? Emir vermedi iseniz bu uygulamalar ile
ilgili göz yumdunuzmu? Bu konuda ki bildiklerinizi bize anlatın. Darbe yaptıktan sonra ağır
insan hakları ihlallerine sebep oldunuz. Özellikle göz altında kayıp edilen Cemil Kırbayır,
Hüseyin Morsümbül, Mahmut Kaya, Gürkan Mungan ve Nurettin Öztürk'ün cenazelerinin
nerede olduğunu biliyormusunuz? Bu insanların ailelerinin yıllardır 32 yıldır bu insanları
67/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
aradığını biliyor musunuz? Siz cesaret edip bu duruşma salonuna gelemediniz. Ama 104
yaşında ki Berfo Ana bu duruşma salonuna iki kere geldi ve Berfo ana size buradan sordu.
Cemil Kırbayır nerede? Cemil Kırbayır'ı sizden istiyor. Berfo Ana size hakkına helal etmiyor.
Ne bu dünyada ne de öbür dünyada. Bunu biliyor musunuz? Berfo Ana'nın haykırışını, Berfo
Ana'nın çığlığını duydunuz mu? Hiç vicdan azabı çektinizmi? Son soru. Arkadaşlarım bir çok
soruyu sordular. Tekrara düşmek istemiyorum. 12 Eylül darbesi ile birlikte özellikle yabancı
ülkelerin ve büyük ülkelerin telkini ile Türkiye içerisinde çeşitli dini akımların
siyasallaştırılması ile ilgili her hangi bir program uyguladınızmı? ABD nin yeşil kuşak diye
tabir edilen politikasının hayata geçirilmesinde ne gibi bir rol oynadınız? Bu konuda
bildiklerinizi anlatınız."
Sanık tarafından sorulara cevap verilmedi.
Av. Muharrem Özkaya söz alarak; "Sanık Ali Tahsin Şahinkaya'ya 3 tane sorumuz
var efendim. Birincisi işçi sendikalarından bazılarını ihtilalden sonra kapattınız. Bazılarının da
faaliyetlerini yasakladınız. Sendikaların faaliyetlerini kapatmanız ve yasaklamanız acaba
bunların sizin yaptığınız darbeye karşı toplumsal muhalefeti örgütlemesinden çekindiğiniz
için miyidi? Yine yaptığınız darbeden sonra Anayasa'nın halk oylamasına sunulması esnasında
bazı işçi sendikaları toplantılar yapmak istediler. Bu toplantılara dönemin Sıkı Yönetim
Komutanları tarafından izin verilmedi. Bu işçi sendikalarının yapacağı toplantılar Anayasa'nın
aleyhine olacağını düşündüğünüz için mi yasaklattınız? Özellikle 1402 likler ile ilgili sorular
işten atılan çok sayıda kamu görevlisinin yanında sıradan işçilerin 30.000 e yakın insan
işinden oldu. Sıradan işçilerin hangi fiilleri size askeri bir darbe yapmaya götürdü? Bu darbe
esnasında sizi bu darbeye yüreklendiren teşvik eden cesaretlendiren aralarında siyasetçi,
sendikacı, gazeteci, iş adamı, öğretim üyesi gibi siviller varmıydı? Bunlardan hangilerini
hatırlıyorsunuz?"
Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Av. Mehmet Rıfat Bacanlı söz alarak; "Sanık Tahsin Şahinkaya; Erdem Şenocak'ı
tanıyormusunuz? Erdem Şenocak'ın darbeden önce göz altına alınması konusunda talimatınız
varmıydı? Alparslan Türkeş'in ceza evinde veya hastahanede öldürülmesi konusunda
konseyinizin veya birlik olarak talimatınız varmıydı? MHP ve Ülkü Ocakları içindeki MİT
ajanlarının listelerini biliyormusunuz? Bu listelerin Sıkı Yönetim Mahkemelerinde yapılan
yargılamalardan sonra Genel Kurmay Başkanlığına tekrar teslim edildiği konusunda bilginiz
varmı? Avrupa ülkelerine darbe konusunda bilgi verdinizmi? Bu ülkelere darbeden sonra
ekonomik destek alamazsak sınırlarımızı uyuşturucu ticaretinden koruyamayız diye üstü
kapalı tehdit ettinizmi? Abdullah Öcalan'ı tanıyormusunuz? Apocular olarak bilinen örgütün
Güneydoğuda ki feodel aşiret yapısının zayıflatılması amacıyla kullandınızmı? 80 öncesi
Bucak Aşiretine yapılan saldırıdan bilginiz varmı? Yine bu örgütü uyuşturucu konusunda sınır
kontrolü yapılması için kullandınızmı? Uyuşturucu trafiği ile Gümrük Bakanı merhum Gün
Sazak'ın öldürülmesi olayı arasında bir irtibat varmı? Bu cinayeti araştırdınızmı? Bu örgütün
eylem yapmaya başlamasından sonra bir önlem aldınızmı? Bu örgütün siz genel seçimlerde
iktidari kısmen sivillere teslim ettikten sonra 84 yılından sonra eylemlerinin artması bir
tesadüfmüdür? Terör örgütünün bugun kü halinde mesuliyetiniz olduğunu
düşünüyormusunuz? Bugünkü terör olayları konusunda vicdanınız rahatmı?
Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Av. Senih Özay söz alarak; "Efendim ben Mahkemenizin bu sorguya devam
yönündeki kararı yüzünden dün sabah ki kızgınlığımın yarısını sildim. Ama çok zarif bir
Mahkeme Heyetisiniz. Ama tabi bu Devletçi olduğunuzu, ürkek olduğunuz gibi notlarımı
kaldırmadı daha. Şimdi Senih Özay ben 6.000 sorum var ama; sayın sanık bunları soracak
değilim. Ama ben CIA ya başvurdum. CIA ile Kenan Evren'i, Tahsin Şahinkaya'yı siz
Amerika da eğittinizmi okullarınızda dedim. Bana cevap verdiler. Saçma bir soru uğraşamayız
68/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
gibi. Mahkemeye başvurdum. Ne olur siz ciddiye alın diye. Siz başvurun diye. Mahkeme
ıskaladı. Siz bunu size soruyummu vazgeçtim. Sormuyorum. Pentagon müdahale etti CIA
değil diye. Amerikalı Ankara Büyükelçisi James Spain diye bir adam İngilizce kitap yazmış
200 küsür dolara getirttim. Mahkemeye sundum onu. Yani onumu soruyum CIA değil bu işe
giren Pentagon doğru söylüyor Büyükelçi diye soruyummu diye düşündüm. Vazgeçtim
sormuyorum. Sacit Kayasu diye bir savcı bey çıktı bir ara Adana da sizler hakkında bir
iddianame derdine düştü. Ondan mı daha çok ürktünüz savcı Kemal Bey iddianame yazdı
ondan mı daha çok ürktünüz bu duygunuzu merak ettim. Vazgeçtim. Onu da sormuyorum.
Burada karşınızda zarif bir Parlamento avukatı var. Temsilcisi var. Yanında Hükümet avukatı
var. Bunların varlığından rahatsızmısınız diye sormak istiyordum. Vazgeçtim. Ama
Cumhurbaşkanına başvurdum. Mahkeme bile benim talebim üzerine Cumhurbaşkanına
iddianameyi yolladı. Yani buraya gelsene, avukat yollasana kılıklı. Çünkü avukatınız değerli
meslektaşım sizin yaptığınız eylemin halka karşı değil olsa olsa Devlete karşı olduğunu
söyledi. Ben de Cumhurbaşkanı dedim Devleti temsil ediyor. Her halde o gelir buraya, ne
diyecek ise der diye heyecanlandım. Gelmedi ve ben tazminat davası açtım. 400 lira rakı
parası artı bide beş liramı ne ilaç parası diye. Davam devam ediyor. Yani Cumhurbaşkanlığı
ile ilgili. Bunu size ne diyorsunuz bu işe diye rahatsızmısınız Cumhurbaşkanının gelişinden
diyecektim. Vazgeçtim. Sona geliyorum. Yunanistan'ı soracaktım. Niye soracam sormuyorum.
Niye veto ettin Türk Halkını diye vazgeçtim. Ama tehlikeli sorum şu Bayrak Planınınız varya
meşhur onu ancak Gölcük te bulabildiler. Hani o yerin altında kutuların altında bulabildiler.
Şaşırdınız mı nasıl oldu da bulamadılar bunlar buraya veya nasıl buldular dediniz mi diye
soracaktım. Onu da sormuyorum. Savcı bey Kemal beye sordum. Gölcük te bulunabilmişti
demişti. Size sorsam oraya niye gitti diye sorsam. Niye sorayım. Vazgeçtim. Fakat siz iki tane
yaşlı General darbeci diye anılıyorsunuz ama benim derdim sizden çok sizin altınızda ki
kadrolarla. Yani Korgenaral, yok Sıkı Yönetim Komutanı, yok Vali falan. Onların da
yargılanması derdine düştüm. 675 numaralı bir dosyası var burda. Savcı Beyin elinde. Onu
sürdürmesi lazım. Onu geliştirmesi lazım. O ortanca şerhleri Mahkemelerin önüne atması
lazım. Onu atarsa Türk Halkı yada mağdurlar sevinirler, mutlu olurlar daha çok dedim ama o
da hiç adım atmıyor. Dün odasının kapısını çaldım. Girdim kafamı uzattım. Sordum. Sürüyor
dedi. O sürüyor sözcüğünü doğrumu algıladım değilmi dedim. Yani size sorsam bunu
ortancaları boşverin canım bizimle yetinirmisiniz diye sorsam. Vazgeçtim. Ama Süleyman
Demirel'e sorduğum bir soru var. Bir gün Efes Otelinde. İzmir de. Siz bu Türkiye'yi 40 yıldır
idare ettiniz. Dedim. Süleyman Demirel'e bizzat. Romanınız yok, kitabınız yok, makaleniz
yok, kitapçılarda bulamıyoruz dedim. Süleyman Demirel'e. O yüzden ben Devleti idare
edişinizle kendi kişiliğiniz ruhunuz o çatışıyormudursiz kabus görürmüsünüz dedim
Süleyman Demirel'e. Size de söylüyorum. Buna cevap verme hakkınız var. Yani bunu şey
yapmıyorum. Geri çekmiyorum. Bak güzel bakıyorsunuz. Yani bişey söyleyecek hale
geldiniz. Gerçekten söyleyebilirsiniz. Teşekkür ederim Sayın Yargıç "
Av. Senih Özay;"haa Sayın Yargıç. Bir film var. Demi Moor'un, Jack Nicholsın'ın,
Tom Cruise'nin bir generalin duruşmada avukatlar tarafından son anda nasıl çözüldüğü,
general nasıl konuşmaya başladı belki biliyorsunuzdur , belki izlemişsinizdir , ama izlemeyen
savcı ve üye olabilir izninizle bununda dosyaya girsin istiyorum."
Sanık sorulan sorulara cevap vermiyorum dediği.
Sanıklar müdafi Av. Bülent Hayri Acar
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli savunmasında:
"Müdahillik talepleri hakkında taktir Mahkemenindir. Şimdi iddianamenin 1 Mayıs
olayları ile ilgili kısmının son üç cümlesini okuyorum. Olayın toplumu kaosa ve iç çatışmaya
sürüklemek, nihayi hedef olarak ise askeri darbeye zemin hazırlamak amacıyla devlet içinde
devlet yönetimini ele geçirmek isteyenlerin yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış bir
69/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
provakasyon olduğu ve etkili güçlerin polisin de görev yapmasını engellediği kanaatine
varılmaktadır. Olaylar anlatılıyor. İntercontinental Otelinden ateş edildiği söyleniyor. Ve bu
söyleniyor. Şimdi bu iddianame kabul edildi. Dolayısıyla müvekkillere atılı fiiller içerisinde
buda var. Şimdi tabiiki müdahil tarafın tahkikat bitsin esas hakkındaki mütalayaa verilsin
onların kendi hukuki görüşleridir. Biz ona saygı duyarız. Ancak iddianın olduğu yerde
savunma olacaktır. Biz davayı uzatmak falan ben meslek hayatım boyunca ayak oyunlarına
böyle üç kağıtlara böyle küçük işlere falan hiç tenezzül etmedim. Biz dolayısıyla sadece
iddiaları karşılamaya çalışıyoruz. İkincisi buradaki iddia ile bizim istediğimiz talepler şudur.
Açıkça söyledim Sanıklara atılı eylemler ile sözü edilen ateşle ölümlere sebep olma arasında
eylemsel ve nedensel ilişkilerin olmadığının ispatlanması amacıyla bunları talep ediyorum
dedim. Taktir Mahkemenindir. Dolayısıyla davayı uzatmaya yönelik falan bir tavır içerisinde
değiliz. İddia varsa savunmalarımıza devam ediyoruz. Birincisi bu. İkinci olarak bir bugün
Sayın Mahkemenin verdiği bir dilekçe var. Hasan Duman. Bu konuya hiç girmeyeceğim.
Takdir mahkemenindir bu konuda. Yalnız şöyle bir şey çıktı. Müdahil taraftan. Yani Hasan
Duman suç duyurusunda bulunan kişinin söylediği sadece bu kağıta bakıyoruz ve bunların
hepsi gerçek ispatlanmış birer fiil ve olgudur. Öyleyse Türkiye de hukuk devleti yoktur. Şimdi
gelelim Sayın Ürel'in mütalaası ile ilgili. CMK 68/3. Cumhuriyet Savcısının, katılanın,
vekilinin, şüphelinin veya sanığın müdafinin veya kanuni temsilcinin istemi üzerine bilimsel
mütalaa hazırlayan uzmanın duruşmada dinlenmesi hususunda da yukarıda ki hükümler
uygulanır. Gelsin bu iki bilim adamı. Bizim bunlara sorularımız olacak. Gelsinler dinlensinler.
Bunların gelip buraya dinlenmesini talep ediyorum. CMK 68/3 kapsamında. O yazdıklarını
burada tekrarlasınlar. Hatta ben onlara kolaylık ta yapacağım. 15 gün evvelden yazılı olarak
bildireceğim sorularımı. Hazırlansın da gelsinler. Şimdi Sayın Ürel dedi ki; davacı yani
özellikle kamusal savunma kendisi içinde açık çelişki içindedir. Bir taraftan hukuken davanın
yok hükmünde olduğunu söylüyor ama bir taraftan da tevsi tahkikat talebinde bulunuyor. Biz
bizim kamusal savunma çizgimizde tutarlılığımızda hiçbir kırıklık yoktur. Tabii ki aynı
dilekçemde ben devam ediyorum talepte bulunmaya. Evet biz bizim için davanın hukuken
yok hükmünde olduğunu söylüyoruz. Taleplerimiz red ediliyor. Yargılama devam ediliyor.
Dolayısıyla iddialar devam ettiğine göre iddianın devam ettiği yerde kamusal savunma da
tutarlı bir biçimde kendisiyle çelişkiye düşmeden tabii ki devam edecektir. Ancak kendisi
Sayın Ürel insanlığa karşı suç bu davada söz konusu değildir dedi. Ondan sonra sözünün
sonuna doğru özellikle aldım darbe insanlık suçudur. Bu davanın konusudur dedi. Acaba
çelişki içinde kamusal savunma mı, yoksa müdahil tarafı Sayın Ürel ve beyanında mı? Şimdi
gelelim son olarak; son olarak sayın Özay mali konularla ilgili talepte bulundu. O bizim
yargılamanın dışında, müvekkilerimin de dışında. Dolayısıyla cevaplamam yada müdahil
olmam durumu söz konusu değildir. Biz beyanlarımızı tekrar ediyoruz. Son kez söylüyorum.
Bizim davayı uzatmak gibi bir amacımız, niyetimiz ve irademiz bulunmamaktadır."Sayın
Başkan iddianamede 1 Mayıs 1977 olaylarının olduğunu görüyoruz. İddianamenin önce
hazırlanış biçimine kısaca değinmek gerekir. Bilindiği üzere CMK.'da soruşturmanın yapılış
usulleri belirtilmiştir. Bu usullerde özellikle 251/1 madde gereğince Cumhuriyet Savcısı tırnak
içinde soruşturmayı bizzat yapar. Cumhuriyet Savcısının bizzat soruşturma yapması demek ya
işlemi doğrudan doğruya kendisinin yapması ya da yapılacak işlemi kendi denetim ve
gözetiminde kendisinin katılması suretiyle yapılması ve yaptırmasıdır. Şimdi bu iddianameye
bakıldığı zaman 1 Mayıs olaylarıyla ilgili iddiananı bu bölümüne bakıldığı zaman üç kitaptan
3, 4 ve 8 olarak iddianamenin sonunda isimleri olarak bildirilen şimdi kitaplara girmiyorum 3,
4 ve 8 numaralı kitaptan alıntılar yapılarak oluşturulduğunu görüyoruz. Yani uzatmayım
soruşturmasız bir iddia yapılmıştır. CMK.'da soruşturmasız iddia fiili, keyfi bir iddiadan
ibarettir. Sonunda yani bu olaylarla ilgili tabi 36 sene önceki bir acı katliam bunu hepimiz hep
beraber yaşadık. 1 Mayıs 77 olayları ile ilgili burada 36 sene sonra benim fazla konuşacak bir
şeyim yok. Bir çok kişinin de olacağını sanmıyorum. Yani o kadar açık bir şey ki katliam
70/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
hakkında ne söyleyeceksiniz. Haa şu.. Canım siz söylersiniz Sn. Kavili...! Buyrun, ben size
müdahale etmiyorum. Tabii ki söylenecek. Yani yargılanacaksa yargılansın. Biz de onun için
talepte bulunuyoruz. Şimdi bu davayla beni ilgilendiren bizi ilgilendiren kısmı konsey başkanı
ve üyesi ile sözü edilen olaylar özelikle tabi olaylarda bir şey yok tabi o DİSK'in şeyi gayet
demokratik bir yürüyüşü. Bunda bir şey yok. 1 Mayıs olaylarında ne var? 1 Mayıs olaylarında
saat 19'la 19:20 arasında ki katliam var. DİSK'in nesi var. Zaten ben dilekçemde de belirttim.
Şimdi burada ki olay şu; sistematik ve sistemli bir şekilde kalabalığın üzerine seri şekilde ateş
edildiği gerçeği var. Beni ilgilendiren bu davada kamusal savunma makamı olarak konsey
başkanı ve konsey üyesi ile bu seri ateşleme ile ilgili kalabalığın üzerine yapılan bu ateşleme
ile ilgili herhangi bir şekilde eylemsel, nedensel bir irtibatın bir ilişkilendirmenin var olup
olmadığıdır, bununla ilgili bir delilin bir bulgunun bulunup bulunmadığıdır. Hemen
özetleyeyim. Dosyaya gelen belgeler. Bir emniyetten gelen belgeler var. Emniyet Genel
Müdürlüğünden. Milli İstihbarat Teşkilatından gelen belgeler var. Burada ben dilekçemde
belirttim. Olaya girmeyeceğim. Burada bazı sol gruplardan söz ediliyor. Sol grupların
isimlerinden de bahsetmeyeceğim. Yani kışkırtıcı bir davranış içerisine girmemek için özenle
isimlerini belirtmeyeceğim. Orada zaten yazıyor. Yani benim böyle bir şeye ihtiyacım yok.
Ama özellikle özen de göstermek istiyorum. Şimdi denilen şey şu; hep bizim olayımızla
nedensel ve eylemsel ilişki bağlamında devam etmek istiyorum. Denilen şey şu; iki ana iddia
var. Bir ismi geçen sol gruplar arasında silahlı çatışma olduğu, bunun sonucunda bu olayların
meydana geldiği, özellikle emniyeti söylüyorum. Emniyetten gelen yazı var. İlgili yazı; bize
yani Emniyete sol tarafında fatura edilmeye çalışıldı iddiası var. Birinci ana iddia bu. İki,
ikinci ana iddiada devletin içerisinde devletin içerisinde özel bir yapılanma var. Adına da
girmiyorum. Çünkü bir daire ile ilişkili olduğu için. Bilmiyorum yani kontür gerilla denilen
veya başka şekilde denilen şimdi bir isim daha söyleyeceğim. Onun tarafından başka şekilde
ifade edilen. Yani devlet içerisinde bir çeteleşmenin kontür gerilla denilen bir çeteleşmenin
darbenin hazırlığı olarak bu işi yaptırdığı iddia edilmektedir. İkincisi de bu. Şimdi bu her iki
iddia içerisinde gelen bulgularla konsey başkanı ve üyesi arasında direk herhangi bir bulgu
yok. Bir üçüncü iddia daha var. DİSK'in o dönem ki hukuku müşavirinin iddiası var. Biraz
sonra ona gelecem ismine. O özel bir şey söylüyor. Bunlardan farklı. İki ana gruptan. O diyor
ki kardeşim gladyo var. Biz duyum aldık diyor. Bir yerden biliyorduk. Yani tabi ben bunu
kitapta ki alıntıya göre söylüyorum. O gerçekten o kişi bunu söylemişmidir söylememişmidir.
Devletin resmi belgelerinde yok. Kitap ta yazıyor. Kitaptan almış C.savcısı. Ben de özellikle
müdahil sayın meslektaşlarımdan benim bir sözüm yok. Yani bu oradan alınan bir söz. Bir
gladyonun olduğu ve gladyonun ismi gene önemli değil ismi sözü edilen bir sol grup
içerisindeki kişiler ile işbirliği halinde bu katliamın yapıldığı iddiası var. Yani dosyada üç tane
iddia var. Şimdi bir tek şeyi söyleyip geçeceğim. Emniyet Genel Müdürlüğünden gelen yazıyı
aldım. Tarihe ibret olsun diye aldım. Onu sonra ilgili meslektaşlarım istiyorlarsa bakarlar.
Dosyada var. O çok ibret verici bir şey. Devlet içinde ibret verici bir şey. Başkaları için de
ibret verici bir şey. Ben kamusal savunma makamı olarak o ibretten kendime düşen payı
aldım. Onun içinde sorumluluğumu yerine getirmeye çalıştım. Dosyaya koydum. Şimdi
gelelim MİT'den gelen bu belgelere. MİT'den gelen bu belgelerde; MİT'den gelen bu belgeler
çok açık. MİT'den gelen belgeler yani ben kişisel kanaatimi söylüyorum bana göre MİT
görevini yapmamış, görevini yaptığı izlenimini vermeye çalışıyor. Niye bunu niye
söylüyorum. 1 Mayıs bir çok bir çok açıklaması var. Sadece devletin yetkililerine, bu
yetkililer Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genel Kurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliğine bildirildiğini söylüyor gelen yazılarda. Gelen yazıda tek şey şu; efendim
bir yıl önce 1976 yılında ki olaysız geçen bu mitingden sonra dağılma sırasında DİSK'e bağlı
bazı gruplarla ismi geçen bir sol grup arasında bazı çatışmaların, sokak arası bazı çatışmaların
olduğu, karşılıklı slogan atma nedeniyle burada da olası bir çatışma çıkabileceğinden söz
ediliyor. Yani somut bir bilgi yok. Somut bir açıklama var. Şimdi gelelim uzatmadan bu
71/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
belgelere. Bu belgeler uzun. 1 Mayıs tarihinde yani toplantı yapılıyor, miting başlamış, yani
Beşiktaş ta resmen saat on iki de başlamış toplantı, resmi toplantı başlamış, devletin katına
bilgi notu aktardığını söylüyor, üç sayfalık özetliyor, dediği şey şu; saat:15:45 saat:15:45
dikkatinizi çekerim, diyor ki; bu saate kadar diyor herhangi bir olay çıkmadı, herhangi bir
olay çıkacağına dair herhangi bir duyumda yoktur. Saat on dokuz. Katledilen rahmetli Kemal
Türkler'in konuşması bir şeye göre bitiyor. Devrim şehitleri ve sanıyorum ismini yanlış
söylersem özür dilerim DİSK eski genel sekreteri İbrahim Güzelce'nin anısına saygı
duruşunda bulunuluyor, bir ifadeye göre bittikten sonra bir ifadeye de bu olaylar sırasında
sanıyorum bu saygı duruşu sırasında veya öncesinde burada biraz birbirinde anlatımlarda
biraz karışıklıklar var iddiaya göre Taşlıtarla mevkiinden yolun ağzından iki el silah atılıyor,
daha sonra da İntercontinental Otelinden iki silah atılarak arkadan 8-10 dk.lık bir kalabalığın
üzerine seri yaylım ateşi yapıldığı, yapıldığı söyleniyor. Ve hakikaten de bunun sonucunda
özellikle Kazancı yokuşuna kaçmak isteyen kalabalık alttan da gelen silahlarla, silahlı ateşle
ve orada bulunan bir kamyonun da bulunması nedeniyle maalesef 34 kişi içerisinde biri polis
olmak üzere 29 vatandaşımız burada işte o kalabalık içerisinde özellikle panik içerinde ölüyor.
Bunlardan bir kısmı şimdi biraz sonra gelecem bir kısmı da kurşunla ölüyor. Aldıkları mermi
ile işte orda yedi altmış beş dokuz milimetrelik tabancalardan atıldığı iddia edilen kurşunlarla
öldüğü tespitleri var. Yani olayın özeti bu. Yani sonuçta şu; ben bir ulusal bir devletin MİT
gibi bir kuruluşundan mademki zaten sadece soyut bir açıklama saat on beş kırkbeş biraz
sonra olaylar patlayacak, eğer bu iki sol grup arasındaki bir silahlı çünkü bir iddiaya göre
diyor ki; DİSK'in de diyor yirmibin koruması içerisinde silahlı olduğu kişileri var. Şimdi
benim anladığım kadarıyla şu; DİSK buradan DİSK başarıyla çıkmış. Yani demokratik kitle
gösterisini hazırlamış, MİT'in yürüyüşünü özellikle Müşir Kaya Canpolat ve iki arkadaşı
komite tertip etmiş, nitekim sonunda da anlıyoruz ki kendisi de sadece açılan davada toplantı
ve gösteri yürüyüşlerini ihlalden dava açıldı. Sonradan Sulh Ceza bu davanın akıbeti hakkında
bir bilgi yok. Yani şunu söylemek istiyorum. Demokratik kitle örgütü olarak DİSK kendisini
benim anladığım bir hukukçu olarak DİSK kendisine düşen görevi başarı ile yapmış, olaylarla
ortaya çıkan olaylarla DİSK'in miting ve demokratik gösterisini yapma arasında herhangi bir
illet bağı falan göremedim. Yani böyle bir illet dosyadan görülmüyor. Dolayısıyla polisin
polisin dosya içerisindeki DİSK'i eleştirisi ile ilgili konular tabi ben DİSK'in avukatı değilim.
Dolayısıyla sanıyorum meslektaşım gerekli şeyi verecektir. Ama ben bir aynı zamanda bir bir
kamusal savunma makamında görev yapan bir kişi olarak bu tespiti de burada sizlerle
paylaşmak isterim. Şimdi özetle şimdi ben taleplerime geçiyim. Yani dosyaya gelen belgeler
bundan ibaret. Tekrar ediyorum. Beni ilgilendiren kısmı benim müvekkillerimle olaylar
arasında nedensel eylemsel bir ilişki olup olmadığı, ikincisi bu ilişkilere muhatap konu
herhangi bir bulgu delilin olup olmadığı. Şimdi gelelim dosyada ki taleplerimize; dosyada ki
taleplerimizin bir kısmı bazı bazı kişilerin biz tanık olarak dinlenmesini talep edeceğiz.
Bunlardan ilki Müşir Kaya Canpolat. Müşir Canpolat sıradan bir insan değil. Bu toplantıyı
düzenleyen o dönemin DİSK hukuk müşavirlerinden bir arkadaş. Yani öyle olduğu anlaşılıyor.
Dosyada ki belgelerden. Şimdi Müşir Kaya Canpolat'ın kitaptan alıntılanan sözü şu; bizi
ilgilendiren kısmı. Bir iki şey söylüyor çok somut. Biz diyor olaylardan önce gladyonun
buralarda olay çıkaracağını biliyorduk. Bilgi edindik diyor. İki 12 Eylülden sonra bu darbeden
sonra 1 Mayıs'ın diyor failleri yakalancaktı. Ama bu darbe nedeniyle darbeden sonraki
yönetim nedeniyle bu failler yakalanamadı. İki tane somut şey söylüyor. Çok açık. Daha sonra
devam ediyor konsey başkanı hakkında kariyerist tutumuyla işte zaman zaman gülüyordu
şeklinde bide kanaat belirtiyor. Şimdi burda tabi yanlız küçük bi not belirteyim. Müşir Kaya
Canpolat'ın da bu bilgisini hükümet komserine veya devletin yetkili makamlarına bildirdiğine
dair dosyada bir not olmadığını da kayıt edeyim. Dolayısıyla Müşir Kaya Canpolat'ın özel
bilgisi olduğu anlaşılmakta. Biz Müşir Kaya Canpolat'ın tanık sıfatıyla dinlenmesini talep
ediyoruz. Birincisi bu. İkincisi; ikinci talep tanık olarak dinletmesini istediğimiz kişi Muhuttin
72/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Cenkdağ isimli kişi. Muhittin Cenkdağ sıradan bir insan değil. Şimdi demin sözünü etmedim.
Bu olaydan sonra bir iddianame hazırlanıyor. Talebimi bağlayayım diye özellikle bıraktım.
İddianame ile bir kamu davası açılıyor. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesine. Daha sonra
dosyada ki 12 sayfalık özet nottan anlıyoruz ki bu görevsizlik kararıyla 1. Ordu Sıkı Yönetim
Mahkemesine gidiyor. Ondan sonra dosyanın akıbeti konusu da belirli değil. Bir bilgi yok.
Yani en azından biz epey inceledik. Dosyada kaçırmadıysak başkaca bir bilgi yok bu dosya
hakkında. Uzatmayayım bu iddianameyi C.savcısı hazırlıyor. Bir numaralı imza Muhittin
Cenkdağ. Şimdi iddianamede bizi ilgilendiren kısım şu. İntercontinental Otelinden ateş edildi
mi? Edilmedi mi? Yani iddialardan birisi bu. Bunu koymuş diyorki, ifadelere göre, tanık
ifadelerine göre İntercontinental Otelinden ateş edilmiştir. Altına düşüyor, altına da hemen
diyor bir cümle sonrada diyor ki hayır diyor bir kısım ifadelere göre ve bunun doğru olmadığı
şeklinde ifadelerde vardır. Bunun diyor çözümü yüksek mahkemeye aittir. Yani bunu şunun
için söylüyorum. Özel İntercontinental Otelinden tanık ifadeleri dışında kendilerinin
C.savcılığı olarak iddianamede bir kayıtlarının yer almadığını görüyoruz. Buna rağmen
kitaptan yapılan alıntıda İntercontinentol oteline ABD'liler geldi, burada dile getirilen iddiayı
doğruluyor Muhittin Cenkdağ. Bunlar uçakla geldiler. ABD'den insanlar geldi.
İntercontinental Otelinden de ateş ettiler diyor. Bunlar sabit diyor. O zaman şimde tekrar
dönüyorum. Ben kişilerle uğraşacak halim yok. Bunu niye vermemiş, niye kayıt etmemiş
orada değilim. Ama gelsin. Bu kişinin de tanık sıfatıyla dinlenmesini talep ediyorum. Son
olarak dönemin İstanbul Mali Şube Müdürü Recep Ordulu. Şimdi Recep Ordulu bu işte
görevlendirilmiş. Bunun beyanı var. Şimdi bu da beni ilgilendirmiyor. Recep Ordulu diyor ki;
kardeşim beyaz renaultdan ateş edildi. Bizim diyor densiz ekipler. Bunlar da diyor olaylara
sebep oldu. O zaman bunlarda gelsin. Kimmiş bu beyaz renault. Bunlar kimmiş. İsmini
veriyor. Diyor ki bu arkadaş diyor şimdi büyük bir ilde emniyet müdürü. Kimmiş bu emniyet
müdürü. Belki isimleri belirlidir. Ben bilmiyorum. Şimdi o ibret olsun diye tarihe geçsin
dediğim belgede solu eleştiriyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Salih Bora imzalı yazıda.
Solun kanatlarını eleştiriyor. Ve oradan hareketle de diyorki sol bunu bize fatura etmek bizim
üstümüze atmak için bu olayları propaganda yaptı. Bu amaçlarla kullandığı propaganda
araçlarından biri de beyaz renaulttan ateş edildiğidir diyor. Beni ilgilendiren şey açığa çıksın.
Recep Ordulu gelsin ifadesini versin. Üçü bu. Şimdi gene üç tane talep daha var. Şimdi
burada bir hükümet komseri var. Valla Eyüp Savcısı şeyi Kaymakam'ı ismi yanlış olabilir
bilmiyorum şimdi atlamış olabilirim. Ama Kaymakam. İstanbul da görev yapan bir
Kaymakam. İsmi doğru Mustafa Tütüncü. Mustafa Tütüncü hükümet komseri. Nitekim şey
kendisiçok çok ilginç bir ifade de bulunuyor. Herkesi ilgilendirecek bir ifade. Diyor ki
İntercontinental Otelinden diyor ben İntercontinental Otelinden bu işi takip ettim. Müşir Kaya
Canpolat yanımıza geldi.
Bize bilgi verdi. Biz elimizin altındaki telefonlarla gerekli
yerlerden temas kurduk. Devam ediyor Emniyet Genel Müdür Muavini Salih Bora İstanbul
Emniyet Genel Müdürü Salih Bora isim veriyor ve Zeki Tamay yanımdaydı. Diğer görevliler
de vardı. Diyor. Yani buradan şunu söylemek istiyorum. İntercontinental Otelinden ateş edildi
iddiası var. Doğrudurda. Bir taraftanda ilginç hükümet komseri var. İntercontinental Otelinin
içinde. Katını söylemiyor onu bilemiyoruz. Anlaşılmıyor raporda. Beyandan da anlaşılmıyor.
Yanında iki emniyet müdür muavini var. Yetkililer var ve müdahale edilmiyor. Yani çok
dikkat çekici bir şey. Bununla ilgili iddianamede herhangi bir bulgu bir tespit yok. Dolayısıyla
Mustafa Tütüncü , Zeki Tamay ve Salih Bora'nın da tanık sıfatıyla dinlenmelerini talep
ediyorum. Şimdi gelelim belgelere. İddianamede bir şey yapmış bir liste yapmış. İşte kim
hangi suçu işledi. Bunların içerisinde beni ilgilendiren iki grup var. Bir silahla diyor ateş
etmek topluluğa. Öldürmek amacıyla. 12-13 kişinin ismi var. Ben koydum. İsimleri
okumayacağım. Gerek te yok. Ama gene de tarihe kayıt düşsün diye aldım. Koydum. Bunların
isimleri var, şeyleri var, kimin üzerinde hangi tabanca bulundu, ne olduğu belli. Bir de çok
ilginç bir şey var. Bunlar tutuklanmışlar. Bunların hepsi tutuklanmış. Bu 12 kişinin içinde
73/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
bunlar var. Patlayıcı madde atmak diyor topluluğa. Patlayıcı madde bulundurmak ve atmak. 34 kişi de bunlar var. İsimleri burada var. Bunlar tutuksuz yargılanıyor. Bana bir hukukçu
olarak çok dikkat çekici geldi. Yani iddia doğru değil, ya tutuklamada çok büyük bir çelişki
var savsama var. Bunun ortası yok yani. Şimdi bu hazırlık dosyası ile şimdi bu yok dosya.
İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki 1 Mayıs ile ilgili dosyanın ilgili makamlardan hem
soruşturma dosyasının eğer eki ayrıldısya soruşturma dosyası birlikteyse bunun bu ismi var
burda numarası var İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik ile 1. Ordu ve Sıkı
Yönetime giden dosyanın tamamının getirtilmesini talep ediyorum ki ona göre inceleyip
beyanda bulunacağım. Şimdi burada şunu şunu görüyoruz. İddianamenin 34. Sayfasında
sanıyorum tespitler var. " Demiştir.
"şimdi olay şu; 29, 30, 31 ve 32 numaralı ölen kişilerin listesinde bunlardan özellikle
Kenan Bolu galiba ismi de var soyadı Bolu olan kişinin mermi içinde kaldığını, kalbi geçip
içinde kaldığını söylüyor, vücutta kaldığını söylüyor. Şimdi uzatmayayım. Tabancalar belirli.
Mermiler belirli. Ancak bu tabancalarla yani bu kişiler üzerindeki ölüm nedenlerinin elde
edilen tabancalar arasında bir ilişki, bu tabancalardan atılan ateşlerle ölümün meydana gelip
gelmediğine ilişkin dosyada belki bir bulgu tespit olabilir. İddianamede böyle bir tespite yer
verilmemiş. Bu doğrudan doğruya bir kere bunun tespitini ve getirtilmesini talep ediyorum.
Niye yapılmamış. Yani devletin elindeki kontür gerilla mı yaptırmamış? Yani niye
yapılmamış. Çıksın meydana. Kim bu suçu işlediyse bu katliamı kim işlediyse el birliği ile
çıksın bunlar. Gömülmesin, tarihin karanlıklarında kalmasın. Haa ben onuda söyleyeyim.
Benim müvekkillerimin yaptıkları da ispat edilirse onlarda çeksinler cezalarını. Bunun
örtülecek, kaçırılacak bir tarafı yok. Şimdi gelelim ikinci kısma. Bu tespit yapılmamış. Bu
tespit niye yapılmamış bilemiyorum. Bu tespitin yapılıp yapılmadığını ve sonuçlarını görmek
için bu dosyanın celbini talep ediyorum. Şimdi gelelim ikinci bi bu son bi talebe yazılı
taleplerimiz içerisinde. Yine bu dosya ile ilgili bu ölen kişilerle ilgili bu sözü edilen 13 kişi
yani silahla topla ateş eden ve bu ölüme neden olan ve tutuklanan bu kişiler ve o özellikle
diğerleri o kadar önemli değil belki onların içinde de önemli kişiler vardır. Bilemiyorum. Ama
bunlar benim dikkatimi çekti. Topluluğa karşı patlayıcı madde kullanıyor ismi belli. Bu 13
veya 15 kişinin isimleri belirli olan burada yazdığım bu kişilerin bir; MİT'de, Emniyet Genel
Müdürlüğünde, o zamanki adıyla şimdiki adını bilmiyorum veya o zamanki adı neyse onu da
bilmiyorum. Özel Harp yani Genel Kurmay içinde olduğu söylenen Özel Harp dairesinde
görevli olup olmadıklarını, veya bu kurum ve kuruluşlar tarafından bir şekilde kullanılan
kişiler olup olmadıklarını, yani bu kurumlar ile ilgili bir şekilde illet bağı içinde çalışan kişiler
olup olmadığının da ilgili MİT, Özel Harp Dairesi Başkanlığı ve Emniyet Genel
Müdürlüğünden sorulmasını talep ediyorum. Çünkü bunlar çıkacak. Bunların sonuçları.
Bunlar kimdir ne olmuştur yani burada ki olay şu; bir ateş var. Ateş sabit. Nereden atıldığı da
benim için önemli değil. İntercontinental olmuş, Ahmet olmuş Mehmet olmuş o yerden. Bu
ateşi bunlar edemezler. Bunu bende tahmin ediyorum bir Türk vatandaşı olarak. Yani bunlara
bu silahları kimler ateş etti. Arkada bunları kimler bunlara tetiği çektirdi. Benim benim bir bu
tetiği çektiren kişilerle konsey başkanı veya konsey üyesi arasında iddia edildiği gibi nedensel
ve eylemsel bir ilişki varmı yokmu. Beni ilgilendiren bu. Beni ilgilendiren davanın bu kısmı.
Şimdi son olarak istihbarat raporlarının da dosyaya gelmediği anlaşılıyor. MİT ve Emniyet
Genel Müdürlüğünden de olayla ilgili istihbarat raporlarının, sözü edilen istihbarat
raporlarının onlar yeterli değil, böyle ciddi bir olay için yeterli yeterli yazılar değil. Onlar
sadece benim anladığım kadarıyla kendilerini ilgili kurumların kurtarması amacıyla yazıldığı
yada kurtarma çabasında biz görevimizi yaptık çabası için yazılan yazılar olarak algılıyorum.
Şimdi burada son olarak yalnız şunu da söyleyeyim. Bir yıl önce yani 1 Mayıs 1976 yılında
DİSK gene kendidenetiminde kendi yetki ve sorumluluğunda bu yürüyüşü yapıyor ve
burunlar kanamadan çok başarılı bir şekilde DİSK bunun altından çıkıyor. Niye çıkıyor?
Bakın çok dikkat edici birşey. Sadece dikkatlerinize sunuyorum. Ben burada şimdi idareye
74/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
hizmet kusuru olarak bir eleştiri getireceğim. 10 da başlatmışlar toplantıyı. Katledilen
rahmetli Kemal Türkmen'in konuşması 16 da bitmiş. Ve toplantı olaysız dağılmış. Siz şimdi
toplantıyı almışsınız 12 ye. Ha 12 ye alınma talebi DİSK'ten gelmiş. Hükümet komseri kabul
etmiş. Katılım yüksek. Toplantının sadece alana gelen grupların yerleştirilmesi 17:30
civarında olmuş. Katledilen rahmetli Kemal Türkmen'in de konuşması 18 veya 18'i geçe
başlamış. Buradan anlıyoruz ki; bu toplantı erken saatlerde yapılabilseydi belki bu üzücü ve
sonu çok kötü biten ülkenin tarihine kara leke olarak geçen bu olaylar belki yaşanmayabilirdi.
Ancak tekrar ediyorum. Burada bunun önlemini almak bu çünkü alana gelenlerin
yerleştirilmesi boşaltılması, güvenliği bu sanıyorum İstanbul Valiliğinin yetki ve görevi
içerisinde olan bir konudur. Ben burada İstanbul Valiliğinin 1 Mayıs 77 de ki olaylarda bir
hizmet kusuru içerisinde olduğu kanaatini de taşıyorum. Söyleyeceklerim bu aşamada bundan
ibarettir. Yalnız bir tek sayın Kavili'nin bir daha söz almayayım kalkışma fiili dediler.
Kalkışma fiili değil ben baştan beri tutarlı bir şekilde tabii ki sayın meslektaşımızın ifadesi
kendi açısından tutarlı ve doğru. Ancak ben buna cevap vermek durumundayım. Kurucu
iktidar olma fiili olarak biz bu fiilin kalkışma fiili değil bir kurucu iktidar olma fiili olduğunu
baştan beri tutarlı bir şekilde söylüyoruz. Biz de tutarlı çizgimizde savunmamızı devam
ettireceğiz. Bu aşamada söyleyeceklerim bundan ibaret" Demiştir.
Mahkeme Başkanınca Genel Kurmay Başkanlığından gelen belgelere ilişkin yapılan
açıklamada; "Evet Genel Kurmay Başkanlığından gelen 15 sayfalık belgeler hakkında bilgi
vermek gerekir ise; birinci belge ileri hazırlık durumu genel kurmay komuta kontrol merkezi
çalışma talimatı başlığını taşıyor. Dikkat çeken nokta; dayanak olarak G.Kurmay
Başkanlığının 13 Mayıs 1976 gün ve harekat sayılı emri ile yayımlanan bir talimata atıfta
bulunuyor. Yine başka atıflar da mevcut. Amaç ise; Bayrak Harekatının komuta ve
kontrolünün çalışma esaslarını tespit etmek olarak gösteriliyor. Kapsam olarak G.Kurmay
J.Başkanlıklarının, G.Kurmay Genel Sekreterliğinin, G.Kurmay komuta kontrol merkezindeki
faaliyetlerini kapsadığını, kuvvet komutanlıkları ve Jandarma genel komutanlığı kendi
hareketlerini bu esaslara göre işletirler şeklinde devam ediyor. 6. Bölümde birifingçiler diye
bir başlık var. Burada "G" günü Bayrak Harekatı ile ilgili birifingler saat:15:00 ve 22:00 da
aşağıda ki sıra ile yapılacaktır. Şeklinde bir açıklamaya yer veriliyor. Ve bu belgenin altında
herhangi bir tarih yok. Üzerinde çok gizli ibaresi var. Genel Kurmay Başkanı emri ile Haydar
Saltık tarafından hazırlandığı belirtiliyor ve Haydar Saltık'ın da imzası G.Kurmay 2. Başkanı
olarak belgede mevcut. 2. Belge olarak nitelendireceğimiz belgede ise irtibat subayları için
talimat başlığını taşıyor. Maksat bölümünde ülke yönetiminin TSK emir ve direktifleri
doğrultusunda yürütülmesini takip ve kontrol gösteriliyor. Kapsam olarak bu talimat
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlıklarda görevlendirilen irtibat subayları ile
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlığı ve bu kuruluşların bağlılarını kapsadığı
belirtiliyor. Yine içerisinde sorumluluk başlığı altında bazı açıklamalara yer veriliyor. İrtibat
subaylarının hareket tarzı şeklinde de talimatlar devam ediyor. Örnek vermek gerekir ise;
personel arasında TSK yönetimi lehinde fikir oluşturulacak ve TSK yönetimi aleyhinde olan
tutum ve davranışlar ortaya çıkarılarak gerektiğinde yasal işlemler yapılacaktır deniliyor. "İ"
bendinde kuruluşlarda ki militanlar tespit edilecek ve MGK Genel Sekreterliğine
bildirilecektir şeklinde bir bölümde bulunuyor. Yine bu belgede de bir tarih bulunmuyor.
G.Kurmay Başkanı emri ile G.Kurmay 2. Başkanı Haydar Saltık tarafından imzalanıyor. Ve
not olarak bu talimat ve eklerinin gizlilik derecesi "G" günü "S" saatinden itibaren gizliye
düşürülecektir deniliyor. Önceki halinde ise belge çok gizli nitelikte imiş. Yine 3. Belge olarak
irtibat subayları için talimat ek a başlığını taşıyor ve Bakanlıklardan taşra teşkilatına
yayınlatılacak tamim başlığını taşıyor. Bir başka belgede ise; irtibat subayları için ek b rapor
örneği başlığını taşıyor ve bir bakanlık ile ilgili günlük faaliyet raporunun boş bölümü olduğu
anlaşılıyor. Ve burada boş bırakılmış 1980 den 1980 e kadar belirli bir tarihi kapsayacağı
anlaşılıyor. Yine bir başka belgede ise; bakanlığın herhangi bir bakanlığın müsteşarlığına
75/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
hitaben bir görev emri olduğunu anlıyoruz ve içeriğinde TSK ülke yönetimine el koymuştur.
Bakanlığınız ile ilgili hizmetlerin yürütülmesini sağlamanız için ekdeki tamime göre hareket
etmenizi rica ederim şeklinde bir yazı var ve bu yazıda da Haydar Saltık tarafından
imzalanmış. Bir başka yazı ise MGK Genel Sekreterliği tamimi ismini taşıyor. Bir başka
belgeden ise; aşağıda açık kimliği yazılı şahıs görevi gereği sokağa çıkma yasağı dışında
bırakılmıştır şeklinde bir nev'i sokağa çıkma yasağından bağışıklık getiren görev belgesi
olduğunu anlıyoruz. Bu belgede Haydar Saltık tarafından imzalanmış. Bir başka belgede ise;
bakanlıklara gidecek özel timlere özel talimat başlığını taşıyor. Bunları kısaca özetlemek
gerekir ise; örtülü ödenek miktarı, kıymetli ve hediyelik eşya bir tutanak ile teslim edilecek ve
harcanması ve dağıtımı durdurulacak. Bakanlıkta hiçbir evrakın dosyanın imhasına, bakanlık
dışına çıkarılmasına hiçbir şekilde izin verilmeyecek şeklinde belge devam ediyor. Bir başka
belgenin içeriğinden ise; bakanlık irtibat subayının örtülü ödenek miktarını bağlayacağı
tutanak örneği olduğunu görüyoruz. Ve bu belgede tarihsiz. Sadece boş bırakılan yerde Eylül
1980 yazısı görülüyor. Son belgede ise; bakanlıklarda görevli personel başlığı altında. Milli
Eğitim Bakanlığında görevlendirilen 4 rütbeli, İçişleri Bakanlığında görevlendirilen 4 rütbeli,
Gençlik ve Spor Bakanlığında görevlendirilen 4 rütbelinin isimlerine yer verilmiş. Bu belgede
ise Kurmay Albay Erol Özalp'in ismini görüyoruz. Evet söz vermeye devam edeceğiz. Aydın
Bey" Demiştir.
Sanıklar müdafi Av. Bülent Hayri Acar
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli savunmasında:
"Şimdi benim öğrenmek istediğim şey şu. Anayasa'nın 36/1, Avrupa İnsan Hakları
sözleşmesinin 6. Maddesine bağlı alt ilkelerden biride şaşırtıcı ve emri vakiye neden
olabilecek işlem ve karar verme yasağıdır. Şimdi biz bu davanın CMK.'nın 215. Maddesine
tabii aşamasındamıyız? CMK.'nın 216. Maddesine geçildimi? Bu konunun açıklığa
kavuşturulması gerekir. Mahkemeden bu konuda bir karar almasını yada kararlarıyla alacağı
kararlarıyla bu konuyu açıklığa kavuşturmasını talep ediyorum. Birincisi bu. İkincisi; Sayın
Kavili konuşması sırasında devletin kamu görevlilerinin ve memurlarının ve diğer
yetkililerinin 82 belgesi denilen bir belgeye göre de işlem yapmaları gerektiğini belirttiler.
Şimdi 82 belgesi diye bir belge ben bilmiyorum. 82 belgesi diye bir belge Türk Hukuk
Düzeninde var mı yok mu bilmiyorum. 82 belgesi denilen bir belge biz bilmiyoruz. Eğer bu
belge hukuki bir belge ise yani ifadeden anlayabildiğim kadarıyla kamu görevlilerini bağlayan
bir belge ise bu belge hukuki bir belgedir. Çünkü ancak devletin kamu görevlilerini kanun
düzeyinde veya hukuken geçerliliği olan bir belge bağlayabilir. Yok bu belge hukuki bir belge
değil ise zaten herhalde fiilidir. Dolayısıyla zaten devletin kamu görevlilerinin böyle fiili bir
belgeye yani şeyle bağlanmaları buna göre iş yapmaları söz konusu olamaz. O konuya da bir
açıklık getirmek istedim. Bu aşamada bizim bir başkaca talebimiz de bulunmamaktadır. Yani
son olarak bu CMK 215 ve 216 arasında gidip gelme konusunun açıklığa kavuşturulmasını,
tekrar bu talebimi yineliyorum." Demiştir.
Sanıklar müdafisi Av. Bülent Hayri Acar
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli savunmasında:
Geçen celse huzurunuzdaki beyanlarımı tekrarlıyorum, şimdi sayın iddia makamının
yaptığı esas hakkındaki mütalaa karşısında sayın katılan vekilleri söz talebi için süre talep
ettiler. Dolayısıyla biz de tabi dava sırasında bazı kovuşturmanın genişletilmesi taleplerinde
bulunduk 1 Mayıs ile ilgili bir iki tane bunların hepsinin davayı uzatma amacına yönelik
olduğu iddia edildi. Şimdi davayı iki buçuk ay sadece demin söylediğim neden ile uzamış
oldu. Dolayısı ile bizim savunma olarak ona bir katkımız olmadı. Sonuç olarak iddianın kendi
içerisinde yapmak istediği iddia için verilen süre yani bir önceki oturum ve ondan önceki
oturum arasındaki süreyi aynen daha evvelde belirttim sayın iddia makamına Nisan dan Eylül
e kadar olan bir süre oldu ama biz böyle bir süre talep etmiyoruz çünkü bu süre içerisinde
76/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
biliyoruz ki birden çok savcı değişikliği oldu, biz iddia makamına tanınan süredeki makul
uygun ve taktiri de mahkemeye bırakmak üzere ve yeniden belirtiyorum davayı uzatma amacı
taşımayan bir irade beyanı içerisinde silahların eşitliği ilkesi gereğincebu sürenin de eklenerek
bize bu gün de yapılan sayın iddialar ile ilgili gerekli kamusal savunma makamı olarak
gereken savunmamızı yapabilmek için uygun bir sürenin verilmesini arz ve talep ediyoruz
dediği,
Sanıklar müdafi Av. Bülent Hayri Acar C.savcısının esas hakkındaki mütalasına
karşı vermiş olduğu 18/06/2014 tarihli savunmasında:
Daha önceki yazılı ve sözlü savunmalarımızı tekrar ederiz, öncelikli katılan tarafın
iddiasında belirtilen bir takım işkence , kötü muamele gibi eylemler iddianamenin konusu
dışındadır, uyuşmazlığın konusu CMK 225/1 maddesi gereğince sadece darbe yapma ile
sınırlıdır, diğer tarafta yine sanıkların malvarlığı ile ilgili herhangi bir dava da yoktur, ancak
buna rağmen araştırma yapılmış, sonuçta ta bir şey çıkmamıştır, 12/09/1980 tarihinde ihtilalin
yapıldığı doğrudur, milli güvenlik konseyi o zaman kurucu iktidar olarak ve fiili bir güç
olarak ortaya çıkmış, sonuçta fiili ve hukuki bir güç olmuş, buna dayanarak çıkardığı
anayasalar ve yasalar halen uygulanmaktadır, örneğin bu yasalara göre kurulan bölge idare ,
idare ve vergi mahkemeleri bugüne kadar hala kararlar vermektedir, diğer yönden ve Yargıtay
ve Danıştay gibi benzer kurumlarda halen yasal dayanağın söz konusu 1982 anayasasından
alınmıştır ve geçerliliğini de sürdürmektedir, 09/11/1982 anayasayı danışma meclisi, milli
güvenlik konseyi hazırlıktan sonra halk oyuna sunulmuş, kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
Halen dahi mevcut TBMMve Başbakanlık yetkisini 1982 anayasasından almaktadır, sonuç
olarak milli güvenlik konseyi ikinci tip kurucu iktidar niteliğindedir, kurtuluş savaşındaki
Mustafa Kemal ve arkadaşları gibi kurucu iktidar olmayı ikinci tip kurucu iktidar
durumundadır, anayasası halen yürürlüktedir, geçici 1,2,3 maddelerine göre de bu herkesi
bağlar, 06/12/1983 tarihinde de milli güvenlik konseyi ve danışma meclisinin görevi sona
erdirilmiştir, hukuk devleti ve anayasaya uygun davranan bir devlettir, o halde mahkemenizde
mevcut yürürlükteki anayasa ve yasalara uygun davranmalıdır, Sanıklar 12/09/1980
tarihindeki eylem ile pozitif hukuk düzeni kurmuş ve buna dayanarak talimat ve kararlar almış
ve uygulamıştır, dava konusu uyarı mektubunun asıl muhatabı da siyasi partilere verilmiştir, o
tarihte milli güvenlik kurulu olmadığından yapılan bu eylem anayasayı ihlal sayılamaz, meşru
bir fiildir, bu mektubu genişletici bir yorumla suç saymak doğru değildir, kaldı ki söz konusu
mektupta tehditi içeren her hangi bir sözde yoktur, TCK 146. maddesi bir tehlike suçudur, bu
suç salt hareket suçuyla oluşabilir, ancak bizim müvekkillerimiz eylemi yapmış ve
sonuçlandırmıştır, bu itibarla bu eylemin cezalandırılması da söz konusu değildir, burada
madde de belirtilen kalkışma hükümlerinin uygulanması da mümkün değildir, yine kurucu
iktidar ve onun eylemlerinin suç olduğuna ilişkin böyle bir normda yoktur, bunu yorum
yoluyla suç niteliğine getirmekte bizce mümkün değildir, diğer taraftan olayda zamanaşımı
süresi geçmiştir, anayasanın geçici 15 maddesinde ceza hukuku yönünden yaptığı işlemlerden
dolayı cezalandırılamaz şeklinde bir hüküm getirilmiştir, bu hüküm tam sorumsuzluk
anlamındadır, bu nedenle ceza verilmesi de mümkün değildir, her ne kadar anayasayı ihlal
eylemine insanlığa karşı işlenen suç şeklinde nitelendirme yapılmış ise de bu nitelendirme de
doğru değildir, yasada böyle bir başlıkta yoktur, bu itibarla sanıkların yaptıkları eylemlerin
tamamı meşrudur, diğer taraftan yine mahkemece başka bir kanaate varıldığı takdirde lehe
yasa hükümlerinin uygulanmasını ve gerekli indirim sebeplerinin tatbikini talep ederim, gerek
Ankara 12 Ağr ceza mahkemesindeki mütalaadan sonra verdiğimiz yazılı savunma ve gerekse
mahkemenizce daha önce sunduğumuz yazılı savunmalarımızı da aynen tekrar ederiz dediği,
İnsan Hakları derneği başkanıÖztürk Türkdoğan
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında:
Daha önce vermiş olduğumuz dilekçeyi tekrar ediyoruz dedi ve devamlı söz konusu
77/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
dilekçede yer alan hususları ayrıntısıyla anlattı. Özellikle sanıkların ayrıca 147. Maddede
düzenlenen suçu da işlediklerini düşünüyoruz ve yine sanıkların eyleminin işkenceye de sebep
oldukları da dikkate alındığında aynı zamanda insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında
değerlendirilmesini ve zaman aşımı iddialarına değer verilmemesini ve benden önce konuşan
Av. Aydın Erdoğan ın da belirttiği üzere darbeye giden süreçte rol alanlar ile darbenin gerçek
mağdurlarının ayrılmasını veayrıca müdahillik kavramının geniş yorumlanmasını talep
ediyorum. Yöneticisi olduğum derneğin ve ayrıca şahsımın davaya müdahil olarak kabulüme
karar verilmesini talep ediyorum ayrıca 3 kişiye ait olduğunu belirttiği işkence raporlarını
sunuyorum dediği.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde
Söz konusu rapor ihtimallere dayanmaktadır. Sanıklar sağlık kurumunda dinlenmeleri
durumunda dahi belirli bir stres olacağı açıktır. Böyle bir durumla karşılaşılması halinde de
savunma alınamaması söz konusu olacaktır. Bizce sanıklar duruşmaya celp edilmeli,
kendilerine sorulan sorulara belki de hiç cevap vermeyecek dahi olsalar sanık sandalyesine
oturtulmalıdırlar. Mahkemenizin bu aşamada yakalama kararı çıkarmasını talep ediyoruz.
Ayrıca Tüzel Kişilerin müdahillik talebiyle ilgili olarak daha sonra yazılı beyanda
bulunacağız, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli ifadesinde
12 Eylül 1980 darbesi ile sadece sanıkların yargılandığı bir suç işlenmemiş, akabinde
insanlık suçu diyebileceğimiz pek çok işkence göz altında ölüm v.b suçlarda işlenmiştir. Ve
bizce sanıklar bu suçlardan da sorumludurlar. CMK.'nın 101.maddesinde yapılan değişiklik
ile tutuklamadaki ölçülülük ilkesi bir kez daha vurgulanmıştır. Bu davada ölçülülük ilkesi
sanıkların tutuklanmasını gerektirmektedir. Ayrıca davaya ilişkin toplumsal ilginin azaldığını
görüyoruz ve bizce dosyada da olduğunu düşündüğümüz 12 Eylül 1980 tarihli Resmi
Gazetede darbeciler suçlarını adeta itiraf etmektedirler. Yayınladıkları bildiriler bunun en açık
delilidir. Bu davaya müdahil olmuş Başbakanlığa bağlı MİT Müsteşarlığı ile G.Kurmay
Başkanlığının Mahkemenin istediği belgeleri göndermemesi gibi bir hususun söz konusu
olmayacağını düşünüyoruz. Davanın daha fazla uzamadan sonuçlandırılmasını talep ediyoruz,
dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan sayın Üyeler. Yargılamanın geldiği bu aşama itibarıyla esasen yeterli
delillerin mevcut olduğunu ve bu aşamada dosyanın mütalaa için aslında Cumhuriyet
Savcısına verilmesi ve bizlerin de yine mütalaa hazırlamamız için verilmesi gerektiğini
düşünüyorum. Şöyle ki şimdi biraz önce bizlere verdiğiniz bir Hasan Duman isimli kişinin
göndermiş olduğu mektup tabi önemli dilekçesi önemli. Genel Kurmay Başkanlığında
darbeye hazırlık süreci ile ilgili bazı evrakların saklandığı ve bunların Mahkemeye
gönderilmediğinden bahsediliyor. Şimdi bu dahi bile elde edilse; esasen şu andaki mevcut
delil durumuna göre çok rahatlıkla mütalaa verilebilir. Yani dolayısıyla bir yandan mütalaa
hazırlığı sürerken ama bir yandan da Mahkemenizin size ulaşan bu belgeyi ciddiye alıp
bununla ilgili bir ara karar tesis etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu ara karar şöyle olabilir.
Mahkemeniz bir Naip Hakim görevlendirerek istediğiniz belgeleri göndermeyen Genel
Kurmay Başkanlığında bir araştırma yapmasını ve talep ettiğimiz belgeler ile ilgili olarak
orada ne elde ediyorsa onlara el koyması gerektiğini düşünüyoruz. Belki tuhaf bir ara karar
talebi diye değerlendirebilirsiniz. Ama bu yazı üzerine de tekrar bir ara karar kurulup işte bu
plan yani Yurt - Kor isimli planın gönderilmesi veya bu imha edilmiş ise bunun imha
tutanağının gönderilmesini talep etmek yine davayı uzatmaya dönük olacaktır. Ya böylesi bir
ara yol bulunmalı ve tıpkı kozmik odada yapılan bir aramada ki gibi bir Naip Hakim pekala
gidip burada bir işlem gerçekleştirebilir. Ve böylece deliller doğrudan doğruya elde edilmeye
yönelik bir işlem yapılabilir. Yada biz katılan vekillerine bir ara karar tesis edilip elden takip
78/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yetkisini verin. Biz gidip bu belgelerin imha edilmişse imha tutanaklarını, imha edilmemişse
asılları varsa bunları onlardan talep edelim. Genel Kurmay'ın kapısında bekleriz. Gerekir ise
oraya gireriz. İçerde de kalırız. O ara karar cevabını almayana kadar da ayrılmayız oradan.
Çünkü bu dava artık daha fazla uzamamalıdır. Özellikle Bayrak Harekat Planı ile ilgili Genel
Kurmaydan gelen son cevaptan sonra darbeye hazırlık süreci ile ilgili belgede böylece
kanıtlanmış oldu. Darbe zaten kendisi yapıldı. Resmi gazete elimizde. Dolayısıyla darbe suçu
yönünden yeterli delilin ben toplanmış olduğunu düşünüyorum. Sanık müdafilerinin 1 Mayıs
77 ile ilgili araştırılması ile ilgili talebine gelince tabii ki bu bizim için insanlığa karşı bir
suçtur. Mutlaka açığa çıkarılmalıdır her boyutuyla. Ama bu dava bakımından, dava açan
iddianame bakımından davayı uzatmaya dönük bir talep olarak algılamak gerekir. İnsanlığa
karşı suçlar sistematik işkence ile ilgili yapmış olduğunuz suç duyurusuyla ilgili devam eden
soruşturma kapsamında değerlendirilebilecek bir husus olduğunu özellikle belirtmek
istiyorum. Çok uzatmadan meslektaşlarım bahsettiler Berfo Anadan bahsetmek istiyorum.
Kendisi bu dava devam ederken yaşamını yitirdi. Kendisini rahmetle, minnetle ve şükranla
anıyorum. Bir ananın evladının, kaybedilen evladının mezarını arama mücadelesini nasıl
verdiğini hep beraber gördük. Daha başka analar bu dava devam ederken yaşamını yitirmesin.
Mağdur yakınları yaşamını yitirmesin ve bu darbeci generaller bu dava daha fazla uzamadan
hak ettikleri cezaya çarptırılsınlar istiyorum. Çünkü kamu vicdanında toplum vicdanında
bunun gerçekleşmesi gerektiğini ben özellikle vurgulamak istiyorum. Çok uzatmadan bitirken
bu taleplerimizin kabulünü, dosyanın mütalaa için hem Cumhuriyet Savcılığına hem de
bizlere verilmesini, mütalaayı hazırlamaya başlamamızı ama aynı zamanda Genel Kurmay da
bu araştırmanın yapılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. " Demiştir
Ek söz alarak :
Öncelikle Genel Kurmay Adli Müşavirliğine yazı yazılması ile ilgili olarak; şayet
Mahkemeniz böyle bir karar verirse elden takip yetkisi istiyoruz ve 15 gün kesin süre
verilmesini talep ediyoruz. Dolayısıyla bu yargılamayı daha fazla sürüncemede bırakmamak
gerekir. Ama biz daha öncede söylediğimiz gibi Mahkemenizin bir Naip Hakim tayin edip
Genel Kurmay'da araştırma yapıp bu dava ile ilgili ne kadar belge varsa bu belgeleri temin
etmesini ve bunu da yine 15 günlük süre içerisinde yapmasını talep ediyoruz. Yine bir başka
nokta şimdi bu ihbar mektubunda ki darbeye hazırlık planının araştırılması ile ilgili yapılacak
çalışmalar mevcut deliller değerlendirildiğinde esasen ceza vermeye yetecek mevcut delillere
ekstra yeni delil eklemek dışında başka bir işe yaramayacaktır. Şayet varsa. Dolayısıyla
dosyanın esas hakkında mütalaa verilmesi için Cumhuriye Savcılığına ve bize verilmesine
engel değildir. Bu nedenle de zaten böyle bir araştırma yapılacak ise 15 günlük kesin bir süre
verilmesini yada 15 günlük süre içerisinde bu delillerin elde edilip duruşmanın en kısa
zamana verilmesi gerektiğini burada vurgulamak istiyorum. Artık amacımız Ceza
Muhakemesinde gerçeği açığa çıkarmaktır. Bize göre gerçek açığa çıkmıştır. Dolayısıyla daha
fazla yargılamanın uzamasına gerek yoktur. Son olarak da Tüzel Kişilerin müdahillik talepleri
ile ilgili olarak şunu tekrar hatırlatmak istiyorum. Darbenin yapıldığı tarih ve darbeyi
yapanların ülkeyi bir fiil yönettiği tarihlerle ilgili Mahkemenizin bir ara kararı vardı. Ama
şunu hatırlatmak gerekir. Esasen sıkı yönetimin bittiği tarihe kadar bu süreyi uzatmak gerekir.
Çünkü darbeci Kenan Evren Cumhurbaşkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanlığı döneminin sonuna
kadar bütün yetkileri olduğu gibi kullanmıştır. Ayrıca sıkı yönetim 1987 yılının sonuna kadar
devam etmiştir. Bu nedenle 1986 yılında kurulan İnsan Hakları Derneğinin bu husus göz
önüne alınarak müdahilliğine karar verilmesini yeniden talep ediyorum. " Demiştir
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan, sayın Üyeler. Öncelikle savunma müdafilerinin, sanık müdafilerinin
bazı talepleri var. Esas hakkında mütalaadan sonra sanıkların savunma yapmamaları ile ilgili.
Onlar yerine kendilerinin savunma yapmaları ile ilgili bir talebi var. Bunun kabul edilmesinin
79/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
mümkün olamayacağını ben belirtmek istiyorum. Şöyle ki; şimdi sanıklar zaten duruşma
salonuna getirtilemedi. Sanıkların savunmaları birisi hasta olmadığı halde ikisinin de hasta
yataklarında alındı. Şimdi esas hakkında mütalaada da eğer savunma yapmayacaklarsa bu
nasıl bir yargılama olacak. Yüz yüzelik kuralı nasıl yerine getirilecek. Hani uzaktan da olsa
ekrandan da olsa.Dolayısıyla öncelikle bu telebin red edilmesi gerektiğini vurgulamak
istiyorum. İkinci olarak da yine bir soruşturmanın genişletilmesi ile ilgili bir talep var. Bunun
ben davamızı uzatmaya dönük bir talep olduğunu düşünüyorum. Darbeden sonraki dönemde
ki Türkiye Büyük Millet Meclisi ile ilgili onun yasama yapma yetkisi ile ilgili
veya işte okuduğunuz nottan aklımda kalan kadarıyla onun pek dava konusu ile ilgili
olduğunu düşünmüyorum. Bunun da red edilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Şimdi
belgelere gelir isek; şimdi bu Yurt - Kor belgesine meslektaşlarım değindi. Fazla
değinmeyeceğim ama şunu vurgulamak istiyorum. Şimdi bu plan yapma, Genel Kurmaydan
plan yapıp memleketi yönetme, askeri vesayeti sürdürme alışkanlığı aslında yeni bir şey değil.
Eminim ondan öncede başka planlar vardır. Hani 27 Mayıs ile başlayan bir süreç, 12 Mart
muhtırası ile devam etmiş, yetinmemişler 75'ten itibaren plan yapmaya başlamışlar ve 80
Askeri Darbesinin koşullarını oluşturmuşlar, darbe yapmışlar 85'e kadar planlar sürmüş, daha
sonra peki ne olmuş? Zaten darbe düzeni hukukileştirilmiş, kendince hukukileştirilmiş,
Anayasal düzen ile devam ettirilmiş. Ve aslında bu Yurt - Kor'da yazanların bir çoğunu ben
Milli Güvenlik Siyaset belgesinden biraz hatırlıyor gibiyim. Çünkü o na karşı bir dava
açmıştım. Ve şu anda o belge ile ilgili açtığım dava Anayasa Mahkemesinde. Bakalım
Anayasa Mahkememiz ne diyecek? Merak ediyorum doğrusu. Şimdi bu antidemokratik bir
düzen. Bu baskıcı bir düzen, bu vesayetçi bir düzen. Bunun Türkiye'nin bundan kurtulması
gerekiyor. Bu bütün kötülüklerin kaynağı aslında. Bütün hak ihlallerinin kaynağı. Ve bu
aslında maalesef devam etmiş. Fakat burada şunu vurgulamak istiyorum. Biraz önce
meslektaşım Mehmet Bey belirtti. Özellikle darbe planlarında yargı ile ilgili tespitler şunu
gösteriyor. Sıkı Yönetim Mahkemeleri zamanında yapılan yargılamalar, Devlet Güvenlik
Mahkemeleri zamanında yapılan yargılamalar düşman ceza yargılaması biçiminde yapılmış.
Bu belgelerden de anlaşılıyor. O halde bu dönemde yapılan tüm ceza yargılamalarının kişisel
kanaatime göre hukuka aykırı kabul edilmesi ve bunun yargılanmanın yenilenmesi kabul
edilmesi gerekir. Bütün mağdurların bu vesile ile bu bütün belgelere dayanılarak oluşturulmuş
yargı düzenine karşı kendi dosyalarını yeniden ihya etmelerini, açmalarını, yargılanmanın
yenilenmesi gerektiğini burada vurgulamak istiyorum. Çünkü çok açık bir düşman ceza
yargılaması yapılmış. Yani vatandaşa düşman muamelesi yapılmış. Hiçbir iktidar vatandaşa
düşman muamelesi yapamaz. Dolayısıyla bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Yine o
belgenin kendi ile çelişen durumunu vurgulayayım. Madem öyle Kahramanmaraş olayları
başladığında niçin asker müdahale edip katliamı önlemedi. İşte bu da çok açık bir şekilde
aslında darbeye giden sürecin katliamlarla hazırlanmaya çalışıldığının da bir göstergesi olarak
ortaya çıkıyor. Şunu vurgulamak istiyorum. Davamızın geldiği aşamada toplanan belgeler
esasen işlenen suç bakımından yeterli belgelerdir. Nitekim Bayrak Harekat Direktifi ile ilgili
en son gelen belgeler çok açık bir şekilde Bayrak Harekat Planını ve onun direktiflerinin nasıl
uygulandığını ayrıntısıyla ortaya koymaktadır. Her ne kadar meslektaşım Mehmet Bey'in
değindiği gibi siviller ile ilgili belgeler eklere konmamış, gönderilmemiş veya başkaca
belgeler gönderilmemiş olsa bile bunlar aslında suçun oluşumu bakımından yeterli belgelerdir.
Dolayısıyla bu bakımdan bir değerlendirme yapılmalıdır. Ama Yurt - Kor belgesinin
heyetinizce de incelendikten sonra iade edilmesini de eleştiriyorum. Keşke iade edilmeseydi,
keşke dava dosyamızın içerisinde kalsa idi diye vurgulamak istiyorum. Ama sonuçta takdir
Mahkemenin. Ben sonuç olarak yargılamanın bu aşamasında artık dosyanın mütalaa
aşamasına geldiğini, esas hakkında mütalaa verilmesi için iddia makamına ve bizlere tevdi
edilmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Ve mütalaa verilir verilmez de sanıkların
savunmaları alınarak karar verilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum." Demiştir.
80/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan, Sayın Üyeler. Bu yargılama başladıktan sonra özellikle geçen celseden
bu celseye kadar geçen süreçte önemli bir gelişme yaşandı. Biraz oraya dikkat çekmek
istiyorum. Biliyorsunuz 3 Temmuz 2013 günü Mısır da bizim 12 Eylül 1980 Askeri Darbesini
andıran bir Askeri Darbe yapıldı. Şimdi bakın bölgemizde Askeri Darbe geleneği devam
ediyor. Dolayısıyla Askeri Darbe yargılamalarına bundan böyle çok daha dikkatli ve çok daha
ciddi yaklaşmak durumundayız. Şimdi bir kaç celsedir esasen sayın iddia makamının
mütalaasını hazırlaması ve mütalaasını vermesi gerekirdi. Şimdi biz bu yargılamayı uzattıkça
bu yargılamanın akıbeti çeşitli belirsizlikler ortaya çıkacaktır ve bir an önce bu yargılamada
esas hakkında mütalaa verilmeli ve bize göre sabit olan suçun karşılığı ceza ne ise
Mahkemeniz tarafından verilmeli ki özellikle bölgemizde örnek olabilecek bir karar ortaya
çıkmalı. Bakın aradan kaç yıl geçti ve Mısır da, bölgemizde aynı tarzda ve aynı yöntemler ile
bir askeri darbe yapıldı. Esasen Mısır çalkantılı bir süreç yaşadı. Eksik de olsa, ağır aksak da
olsa demokratikleşme yönünde adımlar atılmaya başlandı. İktidara gelene karşı halkın büyük
bir kısmı sokağa dökülmeye başladı. Belki de gerçek anlamda bir devrimci bir halk
ayaklanması olacaktı veya gerçek anlamda bir devrim olacaktı Mısır da. Ama; askeri
darbeciler uluslararası destekçileri ile birlikte bunu engellediler ve orada kanlı bir darbe
yaptılar. Yani tarih aslında sanki tekerrür ediyor. Bunlara dur demek gerekiyor. Bizim
vicdanımız bunu kabul etmiyor. Bu nedenle bu yargılama bu saatten sonra çok daha önemli
bir noktaya gelmiştir. Ve mutlaka seri bir şekilde sonuçlandırılmalı ve darbeciler hak ettikleri
cezayı almalıdır ki bölgemizde bundan sonra darbe yapmak isteyenlere de caydırıcı bir özellik
arz edebilsin diye belirtiyorum. Bu bağlamda sayın iddia makamının bir an önce mütalaasını
vermesini ve bu konuda mümkünse kısa bir süre verilmesini vurgulamak istiyorum." Demiştir
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Sayın başkan sayın üyeler. Mütala verildi ve bizlerde esas hakkında beyanlarımızı
sunuyoruz. Esasen daha önceki aşamalarda vermiş olduğumuz dilekçelerde etraflıca
belirttiğimiz hususlarakısaca değineceğim. 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden süreçile ilgili
olarak dava dosyanıza çok sayıda belgebirikti. Bunların belki de en önemliside muhtıra
verildiğine dair belgenin kabul edilmesi. Dolayısıyla bu bir süreç bu süreci böyle anlamak
gerekiyor muhtıra öncesinde hazırlık hareketleri olduğuna dair çok sayıda belge ve bilgi geldi.
Bütün bunlar birbiriyle bağlantılı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde insanlığa karşı
suçlar işlendi. Beyaz soykırım diyebileceğimiz kültürel asimilasyon olarak tarif
edebileceğimiz politikalar geliştirildi. Bunlara kısaca bu istatistikleri hatırlatmakta fayda
olduğunu düşünüyorum çünkü belki de bir kurucu iktidar tartışması hangi koşullarda yapılıyor
bunu hatırlama gerekiyor. 650 000 kişi gözaltına alındı ve 90 güne var gözaltı sürelerinde ağır
işkenceler gördü bu insanlar. 1 683 000 kişi kominist, alevi, kürt dinci şeriatçı denilerek
fişlendi. Açılan 210 000 davada 230 000 kişi sıkı yönetim mahkemelerinde yargılandı. 7 000
kişi için ölüm cezası istendi, 517 kişiye ölüm cezası verildi. Bunlardan 124 kişinin ölüm
cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı. Haklarında ölüm cezası verilenlerden 50 si idam
edildi. Yaşamına son verildi. Ölüm cezası verilenlerin 259'unun dosyası Meclise gönderildi.
71 500 kişi TCK nun 141, 142 ve 163 maddelerinden yargılandı. 98 404 kişi örgüt üyesi
olmak suçlamalarından yargılandı. 388 000 kişiye pasaport verilmedi. 30 000 kişi sakıncalı
olduğu için işten atıldı. 18 525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı. 14 000 kişi
vatandaşlıktan çıkarıldı. 30 000 kişi mülteci olarak yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. 366 kişi
kuşkulu bir şekilde öldü ve bunların ölüm sebebi bir türlü araştırılmadı. ceza evlerindeki ağır
işkenceler sonucun 299 kişi yaşamını yitirdi. Bunlardan 171 inin işkenceden öldüğü
belgelendi. 144 kişi yine aynı cezaevlerinde olmak üzere kuşkulu şekilde öldüğü ortaya ileri
sürüldü. 14 kişi açlık grevinde öldü ki bu insanlar 12 Eylül faşizmini protesto etmek için açlık
grevinde katıldılar ve yaşamlarını yitirdiler. 16 kişi kaçarken vuruldu. 95 kişi çatışmada
81/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
öldürüldü. 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi. 43 kişinin intihar ettiği söylendi. 937 film
sakıncalı olduğu için yasaklandı. 23 677 derneğin faaliyeti durduruldu. Siyasi partiler ve
sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz göz altında tutuldu ve tutuklandı. 3 854
öğretmen üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi. 400 gazeteci
için toplam 4 000 yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31
gazeteci cezaevine kondu. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü.
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve
dergi imha edildi. yüzbinlerce yayına el konuldu ve imha edildi, Sadece bilim ve sosyalizm
yayınlarına ait 113,607 kitap yakıldı, yayın hakkı sahipleri gözaltına alındı, tutuklandı,
işkence gördü, İlhan ERDOST işkence yapılarak öldürüldü ve bu bilançoyu uzatmak
mümkündür. Burada dilekçede ayrıntılı olarak belirtilmiş Türkiye Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu 1946 yılında kabul ettiği Lümberg şartına uymak zorunda olan bir ülke. İnsanlığa
karşı suçlar ile ilgili hiçbir şekilde zaman aşımı kurallarının uygulanmayacağına dair
dilekçelerimizde çok sayıda beyan var dolayısı ile bunları tekrar geçmeyeceğim. Anayasal
dokunulmazlık ortadan kaldırıldı yani Anayasanın geçici 15. Maddesi bir dokunulmazlık
sağlıyordu bu kaldırıldığı için dolayısı ile artık bu insanlara dokunuldu ve şu anda sanık
olarak yargılanmaları yapılıyor. Zaman aşımı işlemeyeceğine dair sadece şunu söyleyebilirim.
Sadece 1946 tarihli Birleşmiş Milletler kararı değil, yine Birleşmiş Milletlerin 1973 yılında
kabul ettiği savaş suçları ve insanlığa karşı suçların işleyen kişilerin cezalandırılması, sınır
dışı edilmesi, tutuklanması ve belirlenmesinde uluslararası işbirliği ilkeleri başlığını taşıyan
bir karar metni hükme bağlandı. Bunlar Türkiye tarafından uyulması gereken temel
belgelerdir. Yine Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi 7/2 Maddesi bu konuda yol gösterici bir
içeriğe sahip. Ayrıca yine 1402 sayılı yasa ile ilgili Danıştay idari dairelerinin vermiş olduğu
kararda da bu tip hususlarda zaman aşımının işlemeyeceği ile ilgili çeşitli kararlar alındı
bunların hepsi dosyaya sunuldu. Şimdi ben şuna vurgu yapmak istiyorum, özellikle 12 Eylül
döneminde işlenen suçlar ile ilgili olarak Diyarbakır 5 Nolu Askeri Ceza Evinde yapılan ve
insan olarak hiçbirimizin asla ve asla kabul etmeyeceği sistematik işkenceler sonucu yaşamını
yitiren insanları burada anmak gerekiyor. İnsanlar böylesi bir yönetime karşı tek seçenekleri
vardı o da direnmekti onu seçtiler, ben bu bağlamda işkenceleri protesto etmek için yaşamını
yitiren Mazlum DOĞAN'ı Eşref ANYIK'ı, Ferhat KUTAY'ıNecmi ÖNER ve Mahmut
ZENGİN i burada vurgulamak istiyorum. Bu insanlar işkenceyi protesto etmek için kendi
bedenlerini ateşe verdiler ve yaşamlarına son verdiler, yine işkenceyi protesto etmek için açlık
grevine giren mahpuslar vardı. Bunlardan yine birkaçınınDiyarbakır Ceza evindeİstanbul
Sağmalcılar Ceza evinde olan insanları vurgulamak istiyorum, Ali EREK, Kemal PİR,
Mehmet AYDIN DURMUŞ, Akif YILMAZ, Ali ÇİÇEK, Orhan KESKİN, Cemal KANAT,
Abdullah MERAL, Mehmet Fatih GÖKDURMUŞ, Haydar BAŞBAĞ Hasan TELCİ, Mehmet
Emin YAVUZ gibi insanları vurgulamak gerekiyor, ben şunu vurgulamak istiyorum. Şimdi bir
darbe olduğu çok açık, bu darbeye giden süreçte işlerer suçlar var, bu suçlarda darbe
yapıldıktan sonra TBMM kuruluncaya kadar başkanlık divanı oluşuncaya kadar bir darbe
yönetimi var ve bu süre içerisinde çok ağır suçlar işlendi. Dolayısı ile bu kadar büyük
kötülüklerin yapıldığı bir ülkede bu bir vaka bu bir gerçek hukuksal bazı tartışmalar ile suç
oluşmuş mudur, oluşmamış mıdır tartışmasının yapmanın ben doğru olmadığını vurgulamak
istiyorum. Bir kere vicdani değil, hiçbirimizin kabul etmeyeceği tartışma oldu, ikincisi şimdi
ben kurucu iktidar tartışmaları ile ilgili olarak şunu vurgulamak istiyorum. Bu ülkenin ilk
Anayasasına baktığımız zaman 1921 anayasası Mustafa Kemal ve arkadaşları kendileri için
geçici bir madde ihtas etmemişlerdir. TBMM toplandıktan sonra ilk kabul ettiği Anayasasında
yeni ülkenin yeni yönetimin kurallarını belirlemişler ve kendilerini Osmanlı padişahına karşı
koruyacak koruyacak hükümler felan koymamışlar. Şimdi bu kurucu iktidar olduğunu ileri
süren darbeci generaller kendilerini korumak için niçin geçici madde ihtas etmişler, yani
böyle kurucu iktidar olur mu? Yani bu nasıl kurucu iktidar ki sanık sandalyesinde, sanık
82/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
sandalyesinde malesef oturtamadık o da ayrı bir problem. Dolayısı ile ben hayatın
gerçeklerine baktığımız zaman teoride kalmış üniversitelerimizin askeri darbe döneminden
kalma baskı altında bilim üretememiş koşullarında bu tür tartışmaların artık aşılması
gerekitğini düşünüyorum. Malesef bu ülkenin üniversiteleri bilim dünyasına ve entellektüel
dünyamıza felsefe dünyasında zengin tartışmalar katamamış, çünkü malesef bu otoriter
yönetim anlayışları altında en kısır tartışmalar içerisinde kaldık dolayısıyla bu kadar büyük
kötülüklerin. insanlığa karşı suçların işlediği bir yerdir. Beyaz soykırım diyebileceğimiz bir
kültürel soykırımın yani Kürtlere yönelik Alevilere yönelik Azınlıklara yönelik herkese
yönelik farklı kesimlere yönelik, asimilasyon politikaların uygulandığı bir ülkede biz kurucu
iktidar tartışmaları ile zamanımızı boşa harcamayalım. Ben bu bakımdan bu tartışmalar ile
suçun işlenip işlenmediği tartışmalarının yapılmaması gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Sayın başkan sayın üyeler, bu dava başladığında merhum Berfo nine Berfo KIRBAYIR
çocukları ile birlikte geldi davayı izledi ve Kenan EVREN'in hesap vermesi gerektiğini
söyledi ve malesef Berfo nine yaşamını yitirdi şu anda aramızda değil ama hala oğlu Cemil
KIRBAYIR ın cenazesini bulamadık. Hala oğlu Cemil KIRBAYIR'ın bir mezarı yok. Dolayısı
ile bu ülkede bu kötülüğü yapan insanların vicdanen sorumlu oludğunun da altını çizmek
istyorum. Ben 100 yaşını aşmış Berfo ninenin bu azmini bu kararlığının aynı şekilde herkesin
burada bulunanherkesin göstermesi gerektiğini düşünüyorum ve bir an önce darbeciler ile
ilgili bir hüküm tesis etmek gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Syın başkan sayın üyeler,
bakın bu davamız devam ederken geçen celselerde de söylemiştim coğrafyamızda bölgemizde
bir darbe daha oldu. Aslında 12 Eylül darbesini çağrıştıran Mısır da askeri bir darbe oldu.
Askeri darbeler malesef bitmiştir. Dolayısıyla bu konuda özellikle yargının çok net bir tutum
alması ve askeri darbe yapanlara karşı işlenen suçun cezasının ne olduğunun ortaya konulması
gerekir. Belki bu yargılamada mahkemeniz alacağı kararla hem Türkiye de hem de bölgede
hem de dünyada örnek bir karar tesis edebilir. Darbeler hangi gerekçelerle yapılırsa yapılsın
kötüdürler, kötülük üretirler darbelerin yapıldığı bütün ülkelerde insanlığa karşı suçlar işlenir.
Bir kaç hususa daha deyinecem bir tanesi davanın ilk duruşmasında sanırım üç kişi ile ilgili
işkence tıbbi işkence belgesi sunmuştum. Bu belgeler Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından
hazırlanmıştır. Müslüm EREKLİ, Vakkas SUNGUR ve Muharrem ŞARKI nın 12 Eylül
yapıldıktan hemen sonra Gaziantepte gördükleri ağır işkencelere dair bu konuda uzman
Türkiye İnsan Hakları Vakfı gönüllü hekimlerinden ve yine yöneticilerinden Prof. Dr. Şebnem
FİNCANCI Adli Tıp uzmanıdır, Doç. Dr. Halis ULAŞ psikiyatri uzmanıdır, uzman doktor
Ümit ÜNÜVAR Patoloji ve Adli tıp uzmanıdır.Bunları sunmuştum. Aslında geçmişe dönük
olarak işkencenin belgelendirilmesi noktasında önemli tıbbi belgelerdir bunlar. Bu kişilerin de
bu davada esasın müdahil olarak kabul edilmeleri gerektiğinin altını çiziyorum. Bu
konuda müdafii olarakta talebin bu şekilde değerlendirilmesini düşünüyorum. Müslüm
EREKLİ, Vakkas SUNGUR ve Muharrem ŞARKI kendileri ile ilgili belgelerin aslı dava
dosyasına sunmuştum. Bir başka husus ise tüzel kişiler bakımından mahkemeniz davaya
müdahil olmakla ilgili olarak bir zaman aralığı belirlemiştir ancak ben daha öncede
vurgulamıştım. Özelde İnsan Hakları Derneği 12 Eylül Askeri darbesinin sonuçları ile
mücadele etmek için darbeye karşı kurulmuş aslında bir dernektir ve halen faaliyetlerini
sürdürmektedir. Ama ancak 1986 yılında kurulabilmiştir. Türkiye de sıkı yönetim 1987 de
kaldırılmıştır. Dolayısıyla ben Mahkemenizin daha önceki ara kararı gözden geçirilerek tüzel
kişiler bakımından sıkı yönetim dönemini kapsayacak şekilde bir karar almasını ve bu
dönemde mağdur olmuş kurulmuş tüzel kişilerin davaya katılma taleplerinin kabul edilmesi
gerektiğinin vurgulamak istiyorum. Son olarak şunu ifade edeyim. Darbeler hiçbir zaman
meşru değildir. Darbeler hiçbir zaman meşruiyet iddiasında bulunamazlar. Hiçbir hukuksal
tartışma ile kendilerini aklayamazlar. Eğer bu tartışmalar meşru olsaydı zaten böyle bir dava
olmazdı. Bu tartışmalar şayet meşru olsaydı biz böyle bir davayı açtıramazdık. Bu tartışmalar
meşru olsaydı Anayasanın Geçici 15. Maddesi zaten olmazdı. Öyle ya halkı arkanıza
83/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
almışsınız yeni bir nizam kurmuşsunuz, kendinizi koruyacak hükümler ihtas etmenize gerek
yoktur. Demek ki siz büyük bir suç işlediniz ki kendinizi koruyorsunuz ama sonsuza kadar
koruyamayacağınız ortaya çıktı ve yıllar sonra yapılan referandum ile sizin aslında kurucu
iktidar olmadığınıza halk karar verdi. Sadece ve sadece çok büyük kötülükler işlemiş insanlar
olarak yargı önünde hesap vermeniz gerektiği sonucuna ulaşılmışdı. Böyle bakmak
gerektiğini düşünüyorum.O nedenle çok teorik entellektüel tartışmalar yerine hepimizin
anlayacağı şekilde ifade etmeye çalıştım. Ben bu bağlamda mütalaaya uygun olarak sanıkların
hak ettiği cezaya çarptırılmaları gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca hüküm ile birlikte
Mahkemenizin tutuklama kararı vermesi gerektiğini düşünüyorum. Yine hüküm ile birlikte bu
sanıkların mal varlıklarına el konulması gerektiğini düşünüyorum. Bu aşamada bunları ifade
etmek istiyorum."
KATILAN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI HUKUK
HİZMETLERİ BAŞKAN VEKİLİ AV. YILDIZ BEZGİNLİ;
a-) Av. Yıldız BEZGİNLİ 04/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu
beyanında; daha önce TBMM Başkanlığı olarak Mahkemeye sunulan dilekçeyi tekrar ile
birlikte kurumun müdahilliğine karar verilmesini talep ettiğini beyan etmiştir.
b-) Av. Yıldız BEZGİNLİ 14/09/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu
beyanında; Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama ve denetim yetkisinin olduğunu,
araştırma komisyonlarının kurulmasının bu denetim mekanizmalarından bir tanesi olduğunu,
darbeleri araştırma komisyonununda bu kapsamda ki denetim mekanizmalarından olduğunu,
Anayasanın 138.maddesi kapsamında yargı yetkisinin kullanılması anlamında
değerlendirilmemesi gerektiğini beyan etmiştir.
KATILAN BAŞBAKANLIK TEMSİLCİSİ HUKUK MÜŞAVİRİ AV.SAMİ
ARSLAN AŞKIN;
a-) Av. Sami Arslan AŞKIN 04/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu
beyanında; daha önce yazılı olarak beyanda bulunduklarını, o dilekçelerini tekrar ettiklerini ve
dilekçeleri doğrultusunda karar verilmesini talep ettiğini beyan etmiştir.
b-) Av. Sami Arslan AŞKIN 05/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu
beyanında; TBMM de kabul edilen yasanın ve Anayasa değişikliğinin halk tarafından
onaylanması ile bu davanın yolunun açıldığını, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine
izafeten Başbakanlık'ın soyut bir kurum olduğunu, şu anki idarecilerinden bağımsız olduğunu,
dolayısıyla bu sıfatla davaya dilekçe verdiklerini ve müdahil olmak istediklerini beyan
etmiştir.
c-) Av. Sami Arslan AŞKIN 17/01/2013 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu
beyanında; Başbakanlık olarak davaya müdahil olduklarını, bu soruşturmanın veya bağlantılı
soruşturmaların ne şekilde yürütüleceği konusunda Başbakanlığın bir etkisi olmasının söz
konusu olmadığını, Başbakanlık olarak Mahkemece talep edilen tüm belgeleri
gönderdiklerini, Başbakanlığa bağlı olan MİT Müsteşarlığı ile Genel Kurmay Başkanlığının
da ellerinde mevcut olan belgeleri göndermiş olduklarını, şayet aksi düşünülüyor ve bu
konuda somut bir belge verilir ise; Başbakanlık olarak bu belgelerin temini yönünde çaba
göstermekten çekinmeyeceklerini beyan etmiştir.
KATILAN DİYARBAKIR BAROSU VEKİLİ AV.MEHMET EMİN AKTAR,AV.
SÜLEYMAN BELGİÇ;
a-) Av. Mehmet Emin AKTAR 04/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu
beyanında; daha önce vermiş oldukları dilekçeyi tekrar ettiğini, iddianameyi önemsemekle
birlikte yetersiz olduğunu düşündüklerini, bu husustaki taleplerimini de dilekçelerinde
ayrıntılı olarak hazırladıklarını, ayrıca sadece Diyarbakır cezaevinde yapılan uygulamalar
dahi dikkate alındığında sanıkların insanlığa karşı işlenen suçların failleri olduğunu
düşündüklerini, dilekçelerinin ekinde Diyarbakır da o tarihte avukatlık yapan ancak 12
84/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Eylülde gözaltı ve cezaevi sebebiyle mağdur edilen meslektaşlarının beyanlarına yer
verdiklerini, bu beyanların olayı bütün çıplaklığı ile ortaya dökmekte olduğunu, ayrıca buna
ilişkin bir de CD hazırladıklarını, bunuda mahkemeye sunduklarını ve kurum olarak
müdahilliğiklerine karar verilmesini talep ettiğini beyan etmiştir.
b-) Av. Süleyman BELGİÇ 11/05/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu
beyanında;daha önce baro olarak müdahale dilekçesi verdiklerini, daha sonra müdahale
taleplerini açıklayıcı mahiyette de dilekçe verdiklerini, bunları da tekrar ettiklerini, hukukun
üstünlüğü ile insan haklarını savunmak durumunda olan barolarının 12 Eylül'ün ardından bir
kısım baro üyelerine yapılan işkencelerinde dikkate alınmak suretiyle müdahilliklerine karar
verilmesini, ayrıca Diyarbakır'dan gelen diğer özel kişilerinde müdahilliklerine karar
verilmesinitalep ettiğini beyan etmiştir.
Çağdaş Hukukçular derneği genel merkezi adına Selçuk Kozağaçlı:
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben beyanlarımı yazılı olarak hazırladım, sonuç itibarıyla biz dilekçemizde bazı
hususlara yer verdik. Burada esas itibarıyla davanın belli bir yere yönelmesi gerektiğini
düşünüyoruz. Şayet bu yönde bir yönelme olmaz ve dilekçemizde belirttiğimiz talepler kabul
edilmez ise biz Çağdaş Hukukçular derneği olarak yargılamadan çekileceğiz dediği,
KATILAN CUMHURİYET HALK PARTİSİ VEKİLİ AV. CELAL ÇELİK;
a-) Av. Celal ÇELİK 04/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında;
daha önce vermiş oldukları yazılı savunmayı tekrar ettiklerini, 12 Eylül darbesi sonrasında
Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisinin kapatıldığını, daha sonra alınan kararlar ile
genel başkanı ile bir kısım yöneticilerinin gözaltına alınmış ve tutuklanmış olduklarını, parti
mal varlığına el konulduğunu, pek çok tarihe ışık tutacak belgesinin Seka'ya gönderilmek
suretiyle tarihle ilişkisinin kesilmeye çalışıldığını, esas itibarıyla bu darbenin mağdurlarının
başında geldiklerini, bununla birlikte Mahkemelerinde 12 Eylül'ün ürünü Mahkemeler
olduğunu düşündüklerini, esas itibarıyla darbe ile suçlanan sanıkların dahi genel yetkili
mahkemelerde yargılanmaları gerektiğini, daha doğrusu Mahkemeye benzeri Mahkemelerin
bulunmaması gerektiğini düşündüklerini, tüm bunlarla birlikte davanın gideceği yolu tayin
edebilmek ve haklarını savunabilmek amacıyla davaya müdahilliklerine karar verilmesini
talep ettiklerini beyan etmiştir.
b-)Av. Celal ÇELİK 06/04/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında;
12 Eylül darbesinin hangi amaçla kimler tarafından yaptırıldığı, darbe sürecinin devam edip
etmediğinin katılma isteklerinin değerlendirilmesi sırasında gözetilmesinin gerekmekte
olduğunu, bu kapsamda 12 Eylül darbesinin kuşkusuz " Bizim Çocuklar" diyenler tarafından
ve elbette gittikçe büyüyen Türk solunu bitirmek, gelişen bağımsızlık ruhunun, Türk
aydınlanmasının , çağdaşlaşmanın , düşünce bilincinin yok edilmesi amacıyla yaptırıldığının
açık olduğunu, bağımsızlık ruhu Türk aydınlanma bilinci, çağdaşlaşma iradesi yani sol
düşüncenin şu an iktidar damı olduğunu, elbette ki aksine Türk aydınlanması, çağdaşlaşma ve
bağımsızlık olgularını yok etmeye çalışan bir iktidar ile karşı karşıya olduğuklarını
düşündüklerini,o halde saydıklarıdeğerleri kimin bitirmeye çalışıldığının düşünüldüğünde 12
Eylülün henüz sonlanmadığı, halen devam ettiğinin elbette söylenebilecek olduğunu, bu
nedenle 12 Eylül'ün tüm nimetlerinden yararlananların diğer bir söyleyişle 12 Eylül ürünü
olanların hiçbir şeklide katılma isteklerinin kabul edilmemesi gerektiğini düşünmekte
olduklarını beyan etmiştir.
c-) Av. Celal ÇELİK 29/06/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu beyanında;
12 Eylül'ün sağ ve sol kesimde hukuki ihlallere sebep olduğunu, hem sanık bölümünde hem
de savunma bölümünde bu ihlallere şahit olduğunu, 12 Eylül'ün getirdiği bu ihlallerin bir
nebze olsun sonlandırılabilmesi açısından darbe ile ilgili bu yargılamanın nihai sonuca en iyi
şekilde ulaştırılmasını düşündüğünü, diğer meslektaşlarınında beyan ettiği üzere Adli Tıp
85/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kurumunun bağımsız bir rapor vereceğini kabul etmenin mümkün olmadığını, tarafsız
kurumdan rapor aldırılmasını talep ettiğini beyan etmiştir.
Bir kısım müdahale talebinde bulunanlarvekili Av. Hasan Ürel
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında:
Ben gazateci Abdi İpekçi, Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz ve akademisyen Cavit Orhan
Tütengil in yakınlarının vekiliyim. İddianamede belirtildiği üzere ve yine 12 Eylül darbesini
yapan Kenan Evren inde belirttiği üzere ihtilal sürecinde şartların olgunlaşması beklenmiştir.
Bu kapsamda bir gazeteci olan Abdi İpekçi nin, C. Savcısı olan Doğan Öz ün, akademisyen
olan Cavit Orhan Tütengil in katledilmeleriyle toplumda bir nevi bir darbe olsa da huzura
ersek ve can güvenliğimize kavuşsak şeklinde bir duygu oluşmasısağlanmaya çalışılmış ve
toplum adeta orduyu bekler hale getirilmek istenmiştir: Dilekçemizde ayrıntılı beyanlarda
bulunduk bunları da tekrar ediyoruz ve davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep
ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında:
Ben Cavit Orhan Tütengil, Doğan Öz ve Abdi İpekçi nin yakınlarının vekiliyim. Her
üçününde ortak özelliği bizce 12 Eylüle giden yolda ortamın oluşması adına işlenen ya da
işlettirilen olaylara ilişkin olmalarıdır. Şahsım ve müvekkillerim bu cinayetlerin bu dosyada
yeniden yargılanmalarını ve bitmiş davaların yeniden bu dava dolayısıyla açılmalarını
sağlamak değildir. 12 Eylüle giden süreçte müvekkillerin mağdur olduğunun müdahilliklerine
karar verilmek suretiyle bu dava vesilesiyle tespit edilmesinden ibarettir. Ayrıca Abdi İpekçi
olayı ile ilgili olarak İçişleri Bakanı ile soruşturmayı yürüten Ali Ahmet Koç un da bu
vesileyle daha önce hiçbir yargı merciinde dinlenmemiş olmaları karşısında mahkemeniz
huzurunda dinlenmeleridir dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde
Müvekkil Fatma Aynur Hayrullahoğlu emniyette öldürülen Mustafa Asım
Hayrullahoğlu nun eşidir. Dilekçemizde ayrıntılı olarak beyan ettik. Ekte sunduğumuz ölü
muayene ve otopsi tutanağıyla bu durum anlaşılmaktadır. Nitekim daha sonra oy çokluğu ile
dahi olsa emniyet görevlileri mahkum olmuştur. Daha sonra bu mahkumiyet kararı Askeri
Yargıtay tarafından bozulmuştur. Daha sonra mahkumiyet kararı veren hakimler yer
değişikliğine uğramıştır. Açıkladığımız nedenlerle müvekkil bu olayın mağdurudur.
Müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013tarihli beyanında:
"meslektaşım sanık vekili bizim bir cümleyi yanlış teleffuz ettiğimizi söylediğimiz
düşüncesini ifade etti. Ben tabii bu dilekçeyi daha önce celse arasında Sayın Mahkemenize
sundum. Şimdi kuşkusuz önümüzde zabıt olmadığı yani söylediklerimizin nasıl yazıldığını
göremediğimiz için burada dil sürçmesi olabilir. Söylediklerimi bir kez daha tekrar etmek
istiyorum. Yani yazdığım metinden bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Benim dediğim şudur
efendim. Geçici 15. Madde soruşturma ve yargılama engeli hüvviyetindedir. Ve kaldırılması
ile birlikte 12 Eylül sanıklarının yargılanmasına ilişkin bir engel kalmamıştır. Geçici 15.
Maddenin bir af yasası olduğu kabul edilse bile af yasalarının insanlığa karşı işlenmiş suçların
failleri için geçerli olamayacağına ilişkin başta Arjantin olmak üzere değişik ülke yüksek
mahkemelerince alınmış kararlar vardır. AHİM kararları vardır. Kaldı ki maddenin lafzında af
kelimesi geçmediği gibi bu maddeyi yürürlüğe koyanlarda düzenlemenin bir tür af anlamına
geldiği iddiasını ileri sürmemişlerdir. Teşekkür ediyorum." Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında:
"Şimdi sayın Başkanım biz başından beri bu davada 3 ayrı iddianamenin bulunması
gerektiğini, bunlardan birisinin 12 Eylül darbesinin hazırlık aşamasına yönelik belirtilen
iddianamede belirtilen K.Maraş, Çorum, 1 Mayıs 1977 ve diğer aydınların öldürülmesi
86/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
döneminde yaratılan darbeye hazırlık ortamının ayrı bir iddianame şeklinde olmasını,
darbenin bu beş sanıkla şu anda mevcut iki sanıkla sınırlı olan bölümünün ayrı bir iddianame
olmasını ve darbeden sonrada yani 1980 darbesinden sonra da yaşanan ağır insan hakkı
ihlallerinin, yaşam hakkı ihlallerinin ayrı bir dava olmasını ve birleştirilerek görülmesini
istemiştik. Ama tabi buda bir şeydir, buda hukuk açısından Türkiye hukuk tarihi açısından bu
davayı çok önemsediğimizi başından beri söylüyoruz. Ama bu davaya karşı bir direnç var. Bu
direnç aslında 2010 12 Eylül 2010 tarihli refarandumdan sonra başladı. Refarandumda 12
Eylül darbesinin yargılanmasına yönelik hüküm onaylanınca halk tarafından bir tartışma
başladı. Akademisyenlerde başladı. Hatta baro başkanları 12 Eylül darbesi yargılama konusu
yapılamaz. İşte zaman aşımı vardır. Efendim, sanık vekillerinin kullandığı gibi burada bir
kurucu irade vardır gibi yargılamaya karşı bir direnç hem akademi çevresinde hem doktrin
çevresinde yargılamaya karşı direnç devam etti. Şimdi bu yazı yani Mahkemenizin gayreti ile
dava dosyası içerisine bir tutanakla dahi tespit edilmesi mümkün olan bu yazı bu direncin
bürokraside özellikle askeri bürokraside sürdüğünü gösteren bir yazıdır. Bu birinci tespitim
budur. Ama meslektaşlarım söylediler. Avukat arkadaşlarım belirttiler. Gerek Arif Ali Cangı
arkadaşım ve gerek ise de Senih Bey belirttiler. Hakikaten Mahkemenizin böyle bir ara
kararıyla 03/06/2013 tarihli ara kararıyla ve özellikle orada 2010 refarandumuna atıf yaparak
bu belgelerin şeffaf olması, açık olması ve devlet sırrı kapsamında olmaması ve Mahkemeye
gönderilmesi doğrultusundaki ısrarlı talebiniz gerçekten takdire şayandır. Ayrıca şunu da ifade
etmek isterim ki; Hasan Duman isimli bir TSK mensubu olduğunu belirten kişinin de
sayesinde biz bundan haberdar olduk. Biz derken hem Mahkeme hemde biz bundan haberdar
olduk. Dolayısıyla 12 Eylül 2010 refarandumu yeni bir hukuk yarattı. Şimdi bize düşen,
yargılamaya düşen bürokrasiye düşen bu 12 Eylül 2010 refarandumunda yaratılan yeni
hukukun hayata geçirilmesidir. Dolayısıyla şimdi burada biz bu belgeye gerçekten
kıskançlıkla sahip çıkmamız lazım. Ama şunu görüyoruz bu belgeden. 23/01/1975 tarihinde
başlamış hazırlık ve 06/08/1985 tarihine kadar yürürlükte kalmış bu belge. Ve 12 Eylül de bu
süre bu dönemde gerçekleşmiş. 12 Eylül 1980 de bu bölümde gerçekleştirilmiş. Dolayısıyla
bu delil bir yerde malümün ilanıdır. Esasen gerek iddianame, gerek iddianameye bağlı deliller
gerekse Mahkemenizin daha sonra ara kararlar ile istediği Bayrak Harekat Planı ve diğer
delilleri doğrulayan, teyit eden bir belgedir, bir delildir. Bu hali ile bile tutanak altına getirilen
yani 13/06/2013 tarihli belgeniz ile tutanak haline getirilerek dava dosyası içerisine konulması
bile gerçekten önemli bir delildir. Ve bence başkaca bir yani iğne ile kuyu kazar gibi bir
araştırmaya konu olmadan ve bu eğer davanın uzatılmasına matuf olacaksa buna gerek
duyulmadan bu belgeler ve diğer belgeler ile birlikte dosyanın delil açısından artık 12 Eylül
darbesi darbe yargılaması için yeterli olduğu düşüncesindeyim ve bu nedenle de dosyanın
esas hakkında mütalaa için sayın savcılığa tevdini talep ediyorum. " Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Sayın başkan bende müvekkillerim adına esas hakkındaki görüşümü açıklamak
isterim. Sayın başkan biz 12 Eylül'ün karanlığının içinden geçtik. Darbe birdenbire gelmedi.
Şimdi Mahkemenizin gayretleriyle de dosyaya getirtilen planlardan, harekat direktiflerinden
açıkça ve net bir şekilde görülüyor ki, darbe adım adım örülerek, taşları döşenerek bir
karabasan gibi ülkenin üzerine oturdu. Darbeciler bu süreçte devletin içindeki karanlık
odakların Özel Harp Dairesini, Kontgerillayı, Özel Kuvvetler Komutanlığını ve onların sivil
uzantılarını kullandılar. Ve toplum ki, bizim toplumumuz farklı bir toplum, farklılıkları olan
bir toplum. Zenginliği olan bir toplum. İşte bu farklılıkları hayatlarını karşı karşıya getirerek
onları çatıştırarak, cepheleştirerek, ülkede tam bir kaos ortamı yaratıldı. Öyle bir ortam
yaratıldıki insanlar etnik kökenleri, dilleri, inançları ve mezhepleri nedeniyle kamplara
ayrıldılar ve karşılıklı kıyımlar, katliamlar yapıldı. Ve ne yazıkki şunu söylemem lazım;.
taraflarda gerek bilerek, gerek bilmeyerek bu çatışmaların tarafı oldular. Ülkede demokrasinin
askıya alınması için siyasal ve psikolojik bir ortam oluşturuldu ve topluma şu kanaat
87/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yaygınlaştırıldı. Ordu, devlet yönetilemez durumdadır. Ordu tek kurtarıcıdır. Ve bu ortamda
darbe adım adım yerleşti. Ve birdenbire değil zaman içinde olgunlaşarak 12 Eylül'e geldi. İşte
bu dönemde Savcı Doğan ÖZ önüne gelen soruşturma dosyalarında darbenin izini gördü. Ve
bunu raporlar haline getirdi. Devletin en yetkililerine sundu, o nedenle darbenin hedefi oldu
ve 1978 yılında darbeye 2 yıl varken öldürüldü. Ondan sonra devam etti. Abdi İPEKÇİ
topluma bir makullük ve sağduyu çağrısı yaptı sürekli ve buna rağmen öldürülmekten
kurtulamadı. Cavit Orhan TÜTENGİL birçok bilim adamı gibi sadece bilim yazdığı için,
sosyoloji yazdığı için katledildi, katili aranmadı bile. Ve bu insanların katilleri yakalansa dahi
cezasızlık korunmasından yararlandı, hapishanelerden kaçırıldı ve davalar sonuçsuz bırakıldı.
Şimdi böyle bir ortamda darbeciler bütün bu yaptıklarının gayrimeşru olduğunu bildiği için
anayasaya geçici adıyla kalıcı bir madde koydular. Ve böylece dokunulmazlık zırhı kazandılar.
Ancak2010 referandumunda halk darbecilerin yargılanmasına karar verdi. Ve bu dava açıldı.
Ve halk evet diyerek devlete özellikle de yargıya tarihsel bir sorumluluk yükledi. Ve siz şimdi
bu tarihsel sorumluluğun gereğini yerine getiriyorsunuz. Benim talebim ve beklentim şudur.
Öyle bir karar veriniz ki darbeciler mahkum olduğu gibi sadece huzurda bulunan darbeciler
değil, bundan böyle darbeyi kimse aklına getirmesin, toplumun farklılıklarını bir zenginlik
olarak değil, çatışma yaratacak potansiyel fay hatları olarak görüp, bunlar üzerinden tahrik ve
çatışma ortamı yaratılarak yeni darbecilerin üremesine izin vermeyin, onların cesaretini kırın
bu kararınızla, öyle bir karar veriniz ki, sayın başkan sayın yargıçlar darbecilerin hedefi olup
bu kanlı süreçte hayatların kaybeden insanların ruhları muazzez olsun. Öyle bir karar verin ki
sayın yargıçlar bu acılı süreçte 30 yılı aşkın süredir elleri böğründe bekleyen insanların acıları
bir nebzede olsa teselli bulsun. Müvekkillerim adına sizden bunu talep ediyorum. Ayrıca
sizden başka birşey daha talep ediyorum. Ben şahsen 12 Eylül'ü Şenal SARIHAN
arkadaşımın dediği gibi sıkıyönetim askeri mahkemelerinde, Mamak Cezaevlerinde savunma
avukatı olarak yaşadım, o nedenle bir avukat olarak da şahsen sizden darbecilerin
mahkumiyeti doğrultusunda bir karar vermenizi talep ediyorum. Teşekkür ederim."
Müdahale talebinde bulunanAv. Senih Özay
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında:
Ben Mahkemenize 3 ciltten oluşan beyanlarımı içerir kitaplar ibraz ettim. Esas
itibarıyla bu kitaplar incelendiğinde ve mahkemenize devamlı surette dilekçeler verdiğim
dikkate alındığında 12 Eylül darbesi ile ben uzun yıllardır hesaplaşmaya çalışıyorum. Kenan
Evren adını taşıyan sokakların isimlerinin değiştirilemsi, Kenan Evren e verilen doktoraların
iptali için hukuk mücadelesi verdim. Yine Kenan Evran ve arkadaşlarının yaptığı darbenin
arkasındaki gücün ortaya çıkarılması amacıylave ayrıca Amerida Birleşik Devletlerinde bazı
ülke subay ve görevlilerine darbe hazırlığı noktasında kurs verildiği yönünde bilgiye sahip
olduğumu belirterek bu konuların araştırılması için ABD savunma bakanlığına ve CİA
başkanlığına dahi dilekçeler verdim. Beni bir nevi muhatap almadılar ve talebiniz
mantıksızdır diyerek geri çevirdiler. Mahkemenin ciddiye alınacağını düşünerek bu konuda
ara kararı kurmasını talep ediyorum. Diğer yandan Kenan Evren e en ağır ceza verilse dahi
belki ben Cumhurbaşkanı na ailemden de gizli olarak af başvurusunda bulunabilirim. Zira
burada önemli olanın darbe zihniyetinin yargılanmasının olduğunu düşünüyorum. Diğer
yandan sanıklar etkin pişmanlık hükümden yararlanmak için talepte de bulunabilirler, bu
yöndeki beyanlarının alınmasına da önem atfediyorum . Davaya müdahil olarak kabulüme
karar verilmesini talep ediyorum dediği
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ben bir ilki gerçekleştirdim. Strazburg daki
hakimlere sinevizyon gösterisi şeklinde üstlendiğim bir dava ile ilgili olarak görsel bir sunum
yaptım. Sağcısı solcusuyla bu konuda 12 Eylülle ilgili bir sinevizyon hazırlanabilir. Ve darbe
üzerine bugüne kadar yapılan çekimlerden özet bir metaryel hazırlanmak suretiyle sunum
88/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yapılabileceğini ve 12 Eylül darbesinin etkileri görsel olarakta mahkemenize sunulabilir.
Keşif hukuku çerçevesinde bunun mümkün olduğunu düşünüyorum dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanınnda:
Biz başlangıçtan beri bağımsız sağlık kuruluşlarından sanıkların sağlık durumlarıyla
ilgili rapor aldırılması gerektiğini öne sürmüştük. Tamamı devlet ile bağlantılı olan
kurumların raporlarına Mahkemeniz itibar etmemesi gerektiğini düşünüyoruz ve şahsım
olarak da bağımsız Adli Tıp uzmanlarından görüş almaya çalışıyorum. Diğer meslektaşlarımın
da bu konuda beyanda bulunmalarını talep ediyorum, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında:
"efendim ben meslektaşımızın uzun sorusunu 1 Mayıs olaylarına dayandırmasını
anlayamadım. Eee şey mi demek istedi. Vallahi biz 1 Mayıs katliamına emirde vermedik.
Amerikalıların uçağında da pilotun yanında da oturmadık. Zaten bizde öyle bir suçlama
yapmıyoruz. Yani davanın özü bu değil. İkincisi sizin bu gün getirttiğiniz belge
meslektaşımızın konuşmalarını mahfetti. Yani 76 yılında o büyük general ikinci general
Kenan Evren ile yaman general neydi Haydar Saltık onların Bayrak neydi Bayrak Planına
ilişkin faaliyetlerini söylemiş, irtibatlarını yaratmış. Dolayısıyla savunmanın hiçbir iddiası
ciddiye alınabilir değil. Ben kendi konuma geçeyim. O da siz geçen celse bana bir ben bir
talepte bulundum. Mahkemeye Mali Müşavir getireceğim diye. Yeminli bir Mali Müşavirler
Odası Başkanı ile uçakla geldim. 4 klasör tahsis edildi. Okuduk ve biz o adamla beraber yani
Murat Koğacıoğlu ile beraber çok ilginç bir not hazırladık. Ben bundan iki tane yaptım. Birini
size vereceğim. Ama sonunda bir talebim var. O kadar enterasan ki bu yani galiba bir tek siz
bide ben gördüm galiba çok özür diliyorum. Çünkü çok kalabalık evrak olduğu için. Ben
dedim ki bu notumuzun kamu oyu ile paylaşılabilmesi için Mahkeme heyetinin kontrolü ve
karar altına almasını istiyorum. Ben bunu anlatacağım. Anlatmak istiyorum kamu oyuna.
Sizin ara kararınız bu Kenan Evren'lerin dışında bir şarapçı bir adam hani bir firma bir adam
başka adam üçüncü şahıs varsa onlar zarar görmesincisiniz. Öyle düşünüyorsunuz da kestiniz
bizi. Sadece fotokopi alamıyoruz. Gelip okuyabiliyoruz. Falan. Dolayısıyla bunu ben size
yolluyorum. Ama bir dakika bir şey söyleyeyim. Ondan sonra yollayayım. Mesela Ankara da
Çankaya da sekiz buçuk dönüm bir yer var. Bu tarlanın tamamı Miray Evren'e ait. Üzerinde
askeri güvenlik şerhi var. Bakanlar kurulunun afet bölgesi şerhi var. Bu tapuyu ben mesela
binde bir bu araştıracağım geliyor. Siz araştırmayın. Ben araştırırım. Bu kalktı mı acaba bu
şerh. Bunu kaldırdılar mı becerdiler mi bu askeri güvenlik şerhini bu bakanlar kurulunun afet
şerhini, vallahi kaldırmışlarsa korkunç rezalet. Bir rezaleti kamu oyuna açıklamak istiyorum.
Karara bağlarsanız. Bir de bu ek belgeleri de vereyim. Bu da sanırım Savcı Kemal Bey'e mi
sevk edersiniz. Bursa da işkencelere Bursa savcısı dava açtı. 2. Ağır Cezada davalar
görülmeye başlandı. Biz sizden giden sizden demeyim de Savcı Kemal Bey'den giden, yerel
savcılara giden İzmir'e giden, İzmir savcısı bütün dosyaları düşürdü. Ben savcılığa bende
şikayette bulundum. Benim içinde takipsizlik verdi. Ben Ağır Ceza ya gittim. Dedi ki ama
Konya da düşürdü dedi. Böyle bir savcılar arası yarış var. Bu dosyayı da düşüren düşürmeyen
bunları da size sunmak istiyorum. " Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında:
"Efendim, ben kısa konuşacağım. Becerebiliyorum da ben onu. Fakat bir şey
söylemeliyim evvela. Mahkemeniz şaşılacak kadar iyi bir şekilde Genel Kurmay'ı sıkıştırdı.
Bunu çok beğendiğimi söylemeliyim. Birde bir kaç uluslararası darbe haberi vereyim. O da
Widela öldü. CIA'nın darbeci diye yetiştirdiği adam. Kenan Evren ile ilgili veya onlarla ilgili
biliyorsunuz CIA'e başvurmuştum. Widela ile beraber hangisi sizden ders aldı diye. Cevap
vermediler. Size de söyledim. Ne olur beni ciddiye alın. Almadılar. Siz sorun dedim. Siz
sormadınız. Hüsnü Mübarek çok fena laflar etmeye başladı. Orada. Şimdi bu davayla alakalı
bulunan onun için söylüyorum. Çünkü size gelen belgelerden Cerideleri inceledim. Şok
89/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
geçirdim. Aman yarabbim. 3 tane Kurmay Subay var. Biri Cilveli, biri Yılmaz, biride bişey
daha. 3 subay bu hukukçu mudurlar nedirler. Parantez içinde şey yazıyor. Özel Harp Dairesi
Harp Okulu Öğretim Üyesi diyor. Hukukçu mudurlar bilmiyorum. Hemen hemen herşeyi
Kenan Evren yardımcısı o büyük Generale söylemiş. Büyük General o 3 çocuğa söylemiş.
Onlardan sonra iş büyümüş. Yangın çıkmış. Zaten Hava Kuvvetleri Komutanı da zavallı şeyde
ekranlarda onu söylemeye çalışıyordu. Hatırlıyorum. Mikrofonda dedi ki vallahi ben Hava
Kuvvetleri komutanıyım. Pek değilim yani Genel Kurmaycı değilim. Benim darbelerde payım
az dedi. Bence öyle dedi. Şimdi notlarımda bir şey daha var. O da bu Taksim de falan bu Gezi
de ki bu hareketleri nitelerken o genç, genç, genç çocukları bu 12 Eylülzedeler, mağdurlar,
müdahil olanlar olamayanların çocukları olarak gördüğümü söylemek istiyorum. Bu şeye
geçsin. Tarihe mi? Coğrafya ya geçsin. Birde biz sizin devlet sırrı ile ilgili bu muhteşem
dalaşmanızı anlıyoruz. Ama; MASAK dosyası olsun, bu Genel Kurmay dosyası olsun bunları
kamu oyuna basına veremiyoruz. Yani Arif diyor ki bana İdare Mahkemesine gidelim. Eee?
İdare Mahkemesinden sınıra yüklenelim. Filan. Ama burada Parlementonun avukatı var.
Hükemetin avukatı var. Onlara teessüf ediyorum. Size söylediğimin tersine. Onlar
çalışmıyorlar. Yani ne Başbakan'a söylüyorlar, ne Parlementoya. Gelin şu devlet sırrını biraz
oynayalım. Değiştirelim. Dedikleri de yok doğrusu. Şimdi toparlarsak; meslektaşım size
kanunsuz bulunduğu gibime geliyor Bayrak Planı demeye çalıştı. Doğrumu anladım? Yani şey
diyecek ilerde...." Demiştir.
Mahkeme Başkanı;" o soruşturma aşamasında ki, o" Demiştir.
Av. Senih Özay; "Ama şey diyor. Şey diyor ama. O da duydu bunu. Siz Bayrak Planını
dedi şeyde Gölcük'te şeyde buldunuz dedi. Ne o. Şeyin altından çıktı dedi. Hah onun içinde
ilerde diyecek ki yani Mahkemeye Amerikadan da örnekler verecek. Bu şeysiz elde edildi. Ne
o hukuksuz elde edildi. Bu Bayrak Planı diyecekler. Onun ayak sesleri gibi geldiği için
söylüyorum. Merak etmesinler çünkü bu son gelen 480 sayfalık o ceride de onların nasıl tasnif
edildiği, nasıl muhafaza edildiği, hepsi yazıyor. Yani şey çıkmaz sokak. Ben okudum o 480
sayfayı. Ben ayakta konuşmak oturmak konuşmak yerine burada salonda dolaşarak
konuşmayı tercih ederdim ama; mikrofonunuz uygun değil. Eğer becerirseniz bana böyle
hareketli bir mikrofon. Bir daha ki seferdaha doğru ve uzun konuşabilirim. Sağolun."
Demiştir
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında:
"efendim şimdi Genel Kurmaydan gelen cevapta sizin sorunuza karşılık diyorlar ki;
evet bir listede darbenin sivilleri vardı ama kaybettik. Diyorlar ki birde Milli Güvenlik
Kurulunun personelini de kaybettik. Şimdi bu iki cevap bulunamıyor cevabı o kadar tehlikeli
bir şey ki, tamda darbenin ciğeri, böbreği! Neden böyle söylüyorum. Milli İstihbarat
Teşkilatının en önemli adamı Mehmet Eymür. Mehmet Eymür; diyor ki Milli Güvenlik
Konseyinin diyor Sosyal İşler Dairesinin Başkanı MHP Afyon Milletvekili Prof. Dr.
Abdulhalit Çay ve onun muavini Hablemitoğludur diyor. Şimdi eğer Genel Kurmay bunu
bilinçli olarak sakınıyorsa, yollamıyorsa biz nasıl Kavili ile MİT'e gittik baskın yapmaya
tespit yapmaya kalkıştık. Genel Kurmay'a da gitmeyi düşünüyoruz ama bence Mahkemeniz
bizim önümüze geçerek Genel Kurmaydan bu belgeyi sökmelidir. Bu çok önemlidir. Bu arada
sayın savcı mütalaa verir mi? Vermez mi? Bilmem ama; verse de vermese de bu belgeyi celp
ederek mütalaaya doğru geçmelisiniz dedim ben." Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Efendim Genel Kurmay'dan size gelen yazı elimde ve okudum. Size diyorlarki bizim
bi 56'ya 4 Silahlı Kuvvetler Planlama Esasları Talimatımız vardır. Bide onu değiştiren TSK
Harekat, plan ve eklerinin hazırlanması yönergemiz vardır diyorlar. Ben bu iki belgenin
normlar hiyerarşisine göre Anayasa, Yasa, Tüzük, Kanun, Yönetmelik sıralamasında bir önemi
olduğuna, bunun bir idari işlem belgesi olduğuna, benim bu belgeyi ele geçirmem gerektiğine,
90/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
benim bu belgeyle sizi meşgul etmesem bile askeri İdare Mahkemesi'ne gitmem gerektiğini
düşünüyorum. Çünkü diyorlar ki bu iki norm bize size bu belgeleri neden yollamadığımızı
anlatıyor. Neymiş o? Güya bu iki tane yönetmelik kılıklı belge konmadı kelimesinin manasını
bizim anladığımız gibi anlamazmış. Onlar Bayrak Harekatı darbenin sivil elemanlarının
listesini koymadık değil, koymaya kalkışmadık. En başından beri koyma yeteneğimiz
gereğimiz yok diyorlarmış burda. Bu nedenlerle bu iki belge size geldiyse almak, görmek,
ihtiva etmek isterim. Gelmemişse edinmenizi isterim. Koskoca darbe yargılayan Mahkemenin
böyle bir şeye kalkışması doğru olur diye düşünüyorum. Bu talebim benim. Karara
bağlanmasını istiyorum. Sonra ben hazır kalkmışken sizi meşgul etmeyim diye 1899 sayfalık
bir darbeye müdahil avukat savunması yazdım. Bunu ciltlettim size verecem. Heralde bana
bunu okuyacaksın değil, okumazsın heralde dersiniz. Evet bende bunu okumam ama bi tane
iki sayfalık, bi tane oniki sayfalık iki savunmam var. Takdir edin. Onun için şey istiyorum
mahkemeden. Kocamanı okuma, ortancayı oku veya küçüğü oku gibi bir şeyiniz olabilir.
Bilginiz olsun. Çok teşekkür ederim."
"Ben irticalen konuşma yapabilen bir adamım, hep böyle yaparım ama bu kez kısa kısa
bu 1899 sayfayı 4 sayfaya indirdim ve meslektaşlarım da maşallah benden daha fazla
konuştukları için hak buluyor. Ben şahısların avukatı değilim. Ben işkence gören insanların
avukatı değilim. Ben Muğla Barosunun avukatıyım. İzmir barosuna kayıtlı avukat olmama
rağmen İzmir barosu yüklenmediği için bu baroya kala kala bula bula siz biraz kızdınız diye
size küsen Muğla Barosu başkanılığını ele geçirdim. Muğla Barosunun avukatıyım ve Muğla
Barosunda bir insan gibi işkenceye uğramış insan gibi mağdur koskoca hukuk örgütü. Onun
rahatsızlığı var biz işte Muğla Barosuyla birlikte bu rahatsızlığı size aktararak darbe
sanıklarına ceza istiyorum. Aman korkmasınlar zatenbirşey olacağı yok. Siz yarın
ağırlaştırılmış müebbet hapis verseniz bile yasamızın 16. Maddesi onlar iyileşinceye kadar
infaz yapılmaz diyor. Anayasada Cumhurbaşkanı af eder diyor, yani korkulacak birşey yok.
Meslektaşım da çok rahat ama onlara ağırlaştırılmış hapis cezası virgül, ağırlaştırılmış hapis
cezası ve infazın ertelenmesi virgül, General Cumhurbaşkanı maaşlarının özlük haklarının
geri alınması apoletlerinin geri alınması gibi bir karar tabiki toplumu rahatlatır. Ama bence
daha çok rahatlatacak olan şey sizin kararınızı bekleyen kararınızın arkasından bir gün sonra
bir saat sonra harekete geçeceğini umduğum savcı Kemal beydeki 611 sayılı dosya
numarasındaki o dosyada bu iki şefin altındaki şefler. Yani Korgeneraller, Tüm Generaller,
Sıkı Yönetim Komutanları, Valiler, Bakanlar kılıklı o ortanca büyük şefleri sorguya alıp
topluma sanki sizden ibaret değil bu canım, darbe sanıkları bunlar vardı bunlar da vardı diyen
bir Kemal bey var. Onu ben çok bekliyorum, arzuluyorum Hatta söylüyorum, ne olur siz bu
davaya müdahil olamadınız çoğunuz, çünkü bu mahkeme sizi en büyük şeflerin yargılandığı
davaya alamadı, ama orası alır, orası daha az ortanca şeflerin davası oraya gidin oraya
başvurun. Orayı kabartın dedim diyorum dedim. Şimdi şöyle toparladım ben o kitabı 4 cilt
kitabı, muhafazakar bir parti kurmaylarıyla birlikte hak iddia etti. İktidara geldi, hakim olan
devletçi Atatürkçü hükümdarı dağıttı, hakim olmaya kalktı mı kalktı, Anayasının geçici 13.
Maddesinin darbelerin yargılanamayacağına dair hükmü kaldırdı mı referandumla kaldırdı,
savcılık harekete geçer miydi geçti, ben de harekete geçer miydim geçerdim, çünkü ben de
gözaltında kaldım. Benim de derdim var yani, halkım için değil kendim içinde istiyorum.
Ama çok solcu geçmedim tarihte güya onlara göre ucube dururken bizdarp edilenlerle
uğraşamayız dediler. Aslında bizimle de uğraşmak mümkündü. Türkiye hakikaten Türkiye
Türkiye Cumhuriyetinde hemen hemen en iyilerinden denilebilecek bir mahkeme başkanı ve
iki asil ve bir yedek üye olmak üzere heyet oluştu, size iltifat ediyorum. Ama ben buraya
dördüncü üye yarattım, dördüncü üye beni dinlemiyor nerede o bilmiyorum. 18 celse yapıldı.
Mahkemeniz muhafazakarların mahkemei kübra dedikleri cinsten solcuların devrim
mahkemesi dediği cinsten mahkeme olmamakla birlikte zorlana zorlana Genel Kurmayla MİT
ile elinden geldiği kadar çekişti. Tüm evrakları ele geçiremedi. Eski Adana Savcısı Salim KIR
91/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
başına gelenleri dosyasına getirtti, darbe planı olan Bayrak Planını Gölcük aramalarında yerin
altından buldu. Darbe öncesi tutanaklarını da buldu. Fatsa dosyasını getirtti. HSYK dan atılan
hakim savcıları getirtti. YÖK ten atılan öğretim üyelerini buldu. MEB ten atılan öğretmenleri
buldu. Milli Savunma Bakanlığından atılan subay ve ast subayları buldu. MİT ten bilgi sordu
ve getirtemedi. KKK dan Askeri Ceza Evlerindeki işkence ve sağlık fişlerini istedi getirtemedi
ama savcıyakaydırdı. TC Başbakanlığında atılan personeli sordu yok cevabı buldu karşısında
meclisten darbe komisyonundan dosyaları getirtti. Güney Afrika, Guetemala, Şili, Endonezya,
Yunanistan darbe belgelerini bizden kabul etti, darbe sırasında Ankara Büyükelçisi James
Spain'in yazdığı darbeyi CIA yapmadı Pentagon yaptı diyen koca kitabı kabul etti. İzmir
barosunun davaya uzak duran beyanlarını dosyaya aldı. Muğla Barosunun Mersin Barosunun
ve Diyarbakır Barosunun bu yüz akı 3 baronun müdahale taleplerini kabul etti. Kenan
EVREN'e verilen Atatürk ödülünün geri alınmasını dosyaya aldı, CIA'nın darbeye bulaştığına
dair soruşturma dosyamızı aldı ama talebimiz üzerine CIA ye darbeye sen bulaştın mı diye
yazı yazamadı. Kenan EVREN'e verilen hukuk doktoru ünvanını geri alınması yönündeki
mücadele dosyamızın dosyaya alınmasını kabul etti, Kenan EVREN, Tahsin
ŞAHİNKAYA'nın apoletlerinin sökülmesi dosyası dosyaya kabul etti, karar veremedi. Kenan
EVREN ve Tahsin ŞAHİNKAYA'nın sokaklara verilen isimlerinin kaldırılması dosyamızı
dosyaya kabul etti, 1 Mayıs katliam günü, Yeşilköye inan Amerikan uçağındaki ajanlara
ilişkin belgelerimizi dosyaya kabul etti, çapraz sorgu talebimizi kabul etti, ama
uygulayamadık. Sanıklar savunma makamının istediği doğrultusunda sustular, her iki sanığın
intihar olasılıkları üzerine tedbir talebimizi dosyaya kabul etti. İşkencenin sistematikliği
üzerine benim müvekkilimin iftirattan men yani ceza evinde yatağa bağlama orta çağda
olduğu gibi, ve benim gözaltı hikayem annemin yurt dışına çıkışlarının engellenmesi, benim
başkanı olduğum Çerkez derneğinin kapatılması, benim ceza evine tek tip elbise kepazeliğine
karşı dosyam benim sıkı yönetime güvenerek savunmaya kötü davranan hakimleri şikayet
etme dosyam, benim eğitim enstitüsü ve diğer okullardaki faşistlerin can güvenliği tehditleri
ile öğrenimin aksayışı dosyasıdır ve vasiyetnamemi dosyaya kabul etti ve iki sanığa pişmanlık
yasasına dair davetimizi dosyaya kabul etti. Mısır devlet başkanı Hüsnü MÜBAREK gibi her
iki sanığın duruşmalara biraz sağlıkları bozuk olsa da getirtirmeleri yolundaki taleplerimizi tıp
profosörlerine sordu onlarda gelirlerse ölürler dediler diye talebimizi ret etti. MASAK dosyası
ile Genel Kurmayın YURT-KOR gibi koalisyon üyelerinin isimlerini öğrenemedi bize de
öğretemedi biz de kamu oyuna basına aktaramadık. Kurucu iktidarız biz yaptığınız Anayasayı
bile değiştiremediniz yargılanamayız biz yurtturmacasını yemedik Genel Kurmay
Başkanlarından terörist mi olurmuş yutturmacasını yemedik ressamlıklarını yemedik, müdahil
olan ama hep sessiz kalan TBMM vekiline yer verdik müdahil olan pek sessiz kalan duran
hükümet vekiline yer verdik, bir darbe davasının duruşmasında bütün medyanın kamu oyunun
görmesi bilmesi gerekirken bu fotoğraf çektirmeme şeyine girdi, kararın girdi durmadan
fotoğraf çekmeyin deyip durdu mahkeme, keşke çekselerdi keşke duysaydı kamu oyu işte
Kenan EVREN'in yatağını beyaz yatağını görselerdi pırıl pırıl çarşaflarını, 12 Eylül 1980
tarihinden bir yıl evvel Kenan EVREN in General Haydar SALTUK ile beraber darbe kararı
alıp üç genç kurmay albaya minik bir örgüt yaratıp üç kişilik tonlarca tutanaklarla yaktırdığını
dosyasına koyduk. Ama Kenan EVREN'in Genel Kurmaydaki ziyaret defterini bulamadık,
bulduramadık, her iki sanığı hastanelerde hakimlerle değil yazı işleri müdürleri ile izledik,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanan sanıkların çok lüks içinde çok subay
eleman memur teğmen, teğmenlerle kahve içerek sorguya katıltıklarına heyet birşey
yapamadı. Tahsin ŞAHİNKAYA'nın eşinin ABD uçak alımı ve Balıkesir fayans karo fabrikası
ilişkilerini dosyaya kabul etti. Ankara da ki Dal işkenceleri merkezini ve mahkemeye
sunabilmemize izin verdi. Sahra talimatnamesini sunduk aldılar sordu sustular, bir sağdan bir
soldan asarız şeklindeki tesbitisorabildik sustular, seferberlik tetkik kurumunu sorduk, özel
harp dairesini sorduk, kontrol gerillayı sorduk Genel kurmay tarih ve stratejik türk dairesini
92/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
sorduk iki sanık sustular. City bank diye bir bankanın haseplarının şifresini elde edemedik,
mahkemede edemedi biz de edemedik ve böylece Kenan EVREN in ya da Tahsin
ŞAHİNKAYA'nın City Bank taki dünyasına hakim olamadık, ya o hesaplarda şey vardıysa,
uçak yolsuzluğu, bilemedik, ama Berfo ninenin oğlunun kaybedilişi yok edilişi için ölmeden
Kenan EVREN ve Tahsin ŞAHİNKAYA nın gözlerine baktırdık, baktırttınız, iç hizmet
kanunun 35. Maddesini sorduk ama biz dinledik kaldırdılar, yani ben bu işe fazla kafayı
takmış olan bir adam olarak, insan haklarının onlara bile yakıştıran ben başka yasa maddesi
bulamadım ve demin söylediğim verilen hükümdoktor raporları yüzünden infazın
erteleneceğini, buldum başka bir madde yok. Yani vel hasıl bir darbe korkusuna gerek yok
ceza evine koyamayacaklar ama olsun titriyorlardır. Halk belki onların titremesini yaşıyordur,
dedim ve ilerde her birisi hastalanıp doktorlardan raporlar alıp, temin söylediğim 611 nolu
dosyadaki büyüğün altındaki ortanca şeflerinin de soruşturulduğunda onlar da mahkumiyet
alsalar onlar da doktor raporu alırlar onlar da yırtarlar denebilirse de olsun onlar da her biri
hastalansınlar doktorlarından rapor alsınlar ceza evine koymasalar bile cılız mılız bu hukukun
böyle gelişmesi de herkesten faydalı olur diye düşünerek son yerime geliyorum. Mahkemeniz
MASAK'ı kamuoyuna açıklattırmadı yanlış yaptı. CIA ve Pentegona ilginiz var mı diye
soramadı, adliyenin tuvaleti uzakta. Ölür bulunan duruşmaya girince profesörler haricindeki
diğer tıp proforöslerinden bilgi almadınız. Devlet sırrını kurcaladınız ama az
kurcaladınız.Neyse artık darbelerde çare aramanın sonu gelmektedir.Bunun sonuçları olarak
hukuk adalet askeri darbelere de ister ergenokoncu olsun ister balyozcu olsun ister sivil
darbeciler olsun isteryolsuzluk yapan bakan çocukları olsun, hukuk yapışacaktır, halkın
morali yerine gelecek demektir. Benim moralim yerine gelebilir demek ki dileğim o ki tekrar
söylüyorum Savcı Kemal Bey de bulunan 611 numaralı dosyada sıkı yönetim komutanlarını
soruşturması dosyanızdan sonra hızlanır gözaltılar başlar, halk nefes alır. Siz kararınızı
verirsinizhalkın temsilcileri bunu af ederler, umrumda değil, muhterem mahkemenizin
Türkiye yi rahatlatacak bir karara doğru gittiğini seziyor,iyi şeyler diliyorum.
Bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Arif Ali Cangı
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında:
Sanıkların komutasında yapılan 12 Eylül darbesi işledii insanlığa karşı suçlar,
oluşturduğu kurumlarıyla, hukukuyla, otoriter , tahakkümcü, anti demokratik bir rejim
kurulmuştur. Bu rejim başta Anayasası ile halen sürmektedir. Bu nedenle 12 Eylül 1980 de
hayatta olan ve daha sonra doğan (12 Eylül suçlarının ortakları hariç) tüm yurttaşlar ve
demokratik kurumlar darbenin mağduru durumundadırlar. Bu nedenle kendi adıma davaya
katılmama karar verilmesini talep ediyorum. Diğer yandan müvekkillerimden Senem
Gülbudak, Töbder yönetim kurulu üyesi Abdullah Gülbudak ın kızıdır. Abdullah Gülbudak
Fatsa da gözaltına alınmış ağır işkencelerden geçirilmiş, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 3
Nolu Askeri Mahkemesince 8 Yıl Ağır Hapis Cezasına çarptırılmıştır. Cezasını çektiği
cezaevinde 15 Mayıs 1983 tarihinde öldürülmüştür. Abdullah Gülbudak ın öldürülmesine
ilişkin gazete küpürlerini ve mahkumiyet kararlarını dosyaya sunuyoruz. Doğrudan somut
mağduriyeti nedeniyle müvekkilimiz Senem Gülbudak ın davaya katılmasına karar
verilmesini talep ediyorum. Diğer müvekkilim Alime Mitap İçöz darbeden sonra yaklaşık 1
yıl tutuklu kalmış, bu arada DAL merkezinde tutulmuş, tabutluk denen hücrelerde kalmış,
kötü muameleye tabi tutulmuştur. Daha sonra beraat etmiştir. Tutuklu kaldığı süre içinde 10
yaşında olan oğlundan 13 ay ayrı kalmıştır. Müvekkilimiz 1988 de yayınlanan Eylül
karanlığından adlı kitabıyla yaşadıklarına tanık olduklarını kitabına aktarmıştır ve yine aynı
şeklide Ateş Çiçekleri adlı kitibayıla 12 Eylül zulmünün resimleri ve yazılarıyla anlatmaya
çalışmış böylesi bir kabu sun bir daha yaşanmaması çocuklarımızın daha iyi bir dünyada ve
Türkiye de yaşaması için bu acı kitapları insanlığa hediye etmiştir. Müvekkilimiz Alime Mitap
İçöz un bu durumu da dikkate alınarak davaya katılmasını talep ediyoruz . Bütün katılma
93/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
isteminde bulunan müvekkillerim açısından iddianamedeki eksiklikler yanlış
değerlendirmelere rağmen davanın açıldığı Mahkemenin olağanüstü Mahkeme olmasına
rağmen bu davayı önemsiyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü, adil ve demokratik bir toplum
yaratmanın ilk koşulunun 12 Eylülü aşmak olduğunu düşünüyoruz. Bunun ilk adımınında
Mahkemenizde görülen dava olarak değerlendiriyoruz. Gerek kendi adıma gerekse
müvekkillerim davanın dava dosyasına katkıda bulunacağımızdan davaya katılmamıza karar
verilmesini talep ediyorum dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanında:
Emek ve Demokrasi mücadelesi veren yurtdaşların demokrasi mücadelesindeki
eylemleri nedeniyle tutuklandığı günümüzde darbe sanıklarının tutuklanmamaları hatta
Mahkemeye getirilememeleri kamu vicdanında ciddi yaralar açmaktadır. Adalet duygusunu
zedelemekte davaya olan güveni sarsmaktadır. Yaklaşık 3 ay sonra gelen Adli Tıp Raporuyla
sanıkların duruşmaya gelemeyecekleri yönünde verilen rapora katılmak mümkün değildir.
Zira dava dosyasında Adli Tıp ın istemiş olduğu raporlardan önceki hastahane kayıtları
incelendiğindesanıkların duruşma salonuna gelemeyeceklerine ilişkin bir ibare bilgi yer
almamaktadır. Bu nedenle daha önce de istemde bulunduğumuz gibi Türk Tabipler birliği ve
üniversitelerden oluşturulacak bir bağımsız bilim kuruluna sanıkların Adli tıp kurumunun
istediği raporlardan önceki hastahane kayıtlarının da incelenerek sağlık ekipleri nezaretinde
duruşmaya gelip gelemeyecekleri konusunda rapor aldırılmasını talep ediyoruz, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında:
Bir
kısım
müdahil
vekiliyle
birlikte
verdiği
14/09/2012
tarihli
dilekçesinde"Mahkemenizin hukuki ve tarihi sorumluluğunu yerine getirmesini istiyoruz. Bu
düşüncelerle; sanık Ali Tahsin Şahinkaya açısından hayati tehlike kanaati bildirilmediğinden
bu sanığın Mahkemeye getirtilerek, sanık Ahmet Kenan Evren'in de davanın önemi
toplumsallığı ve tarihselliği açısından doğrudan sorgu yapmamıza olanak sağlayacak biçimde
sorgularının yapılması ve savunmalarının alınmasına karar verilmesini" talep ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında:
bilinmektedir ki sanıklar tam 30 yıl Anayasal zırh olan geçici 15.maddeden
yararlanmışlar ve soruşturulamamışlardır. 12 Eylül 2010 refarandumu sonucunda bu
maddenin yürürlükten kalkması ile dava açılmıştır. Şimdi ortada pozitif bir hukuk metni
olmadığı halde bu kez de sanıklar hasta olmadıkları halde hasta gibi hastahaneye yatırılarak
Mahkemeden kaçırılarak onlar için yeni yeni zırhlar oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Görülmekte olan davayı Türkiye hukuk tarihinin en önemli davası olarak görüyoruz. Bu
düşünceler ile davanın başından beri davayı değersizliştirme çabaları ile mücadele ederken
yargılamanın adil ve düzgün yapılması için çaba harcadık. Ancak görülmektedir ki dava ile
ilgili toplumsal destek her geçen gün azalmaktadır. Biz 12 Eylül aşılmadan demokratik bir
toplum düzeninin kurulamayacağını düşünüyoruz. Bu dava da 12 Eylül ü aşmanın ilk adımı
olma potansiyelini taşımakta iken gelinen noktada bu özelliğinden giderek uzaklaşmaktadır.
Mahkemenizin tarihi ve hukuki sorumluluğunu yerine getirmesini bekliyoruz. Bu amaçla
tutuklama isteminde bulunduk. Tutuklama kararı davaya olan güveni artıracak ve sonuç
almamızı sağlayacaktır, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan sayın Üyeler. Ee ben çok uzatmayacağım. Bir kaç noktaya
değineceğim. Amacımız yeni yeni müdahale istemleri ile dava dosyasını şişirmek davayı
geciktirmek değil. Ancak bu celse yeni bir başvuruda bulunduk. Sait Özdemir. Sait Özdemir
müvekkilimiz kendisi burda. Kendisine de kısa bir söz verilirse seviniriz. Zira Av. Senih
Özay'ın başta sözünü ettiği Türkiye de yapılan işkence kötü muamele soruşturmalarına ilişkin
davanın açılmasını sağlayan kişilerden birisi kendisi. Israrlı ve inatçı takibi ile Bursa Ağır
Ceza Mahkemesine 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/330 sayılı dosyası ile dava açılmış
94/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
durumda ve ilk 12 Eylül davası şeklinde kamu oyuna 12 Eylül işkence davası şeklinde
yansıdı. Şu an yargılaması devam ediyor. Bu yönden müvekkilin bu davaya müdahil olarak
kabulü gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan dilekçemizde belirttiğimiz gibi 12 Eylül
darbesi yüzünden işinden olması uzun yıllar ceza evinde kalması , ceza evinde kaldığı
dönemde psikolojik rahatsızlık yaşayan babasız büyüyen Bircan Bahar Özdemir'in halen
tedavi görüyor olması bu mağduriyetleri dikkate alınarak müvekkilin dava dosyasında
müdahil olarak kabul edilmesini talep ediyoruz. Ayrıca sunmuş olduğumuz dava dosyasının
da verilecek kararda sanıklar hakkında verilecek kararda dikkate alınmasını talep ediyoruz.
Zira müvekkilin açılmasını sağladığı dava dosyasında ki işkence kötü muamele gibi sayısız
işkence ve kötü muamele insanlığa karşı işlenen suçların müsebbibi 12 Eylül darbesidir. Dava
dosyasında suç olarak tanımlanan darbenin kendisidir. Dolayısıyla sanıkların doğrudan bağı
vardır. Karar verirken dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan Türkiye yeni
bir döneme doğru gidiyor. Yaklaşık 3-4 aylık dönem içindeTürkiye de barış içinde yeni bir
Türkiye'nin kurulması umudu ortaya çıktı. Kürt meselesinin barışçıl çözümüne dair umut yeni
bir Türkiye'nin kurulması umudunu ortaya çıkardı. Bunu şundan belirtmek istiyorum. Yeni bir
Türkiye kurulacak ise bu Türkiye demokratik bir Türkiye olması gerekiyor. Demokratik bir
Türkiye'nin kurulması da 12 Eylül hesaplaşmasıyla, 12 Eylül yüzleşmesiyle 12 Eylül'ü
aşmasıyla mümkün olacaktır. Farkındayız bunu sağlayacak olan siyasi iradedir. Ancak sayın
Mahkemenizin önüne gelen bu davanın da başka bir anlamı vardır. Görüldüğü gibi en son
gelen ihbar yazısından da anlaşılacağı üzere halen 12 Eylül suçlularını koruyan kollayan 12
Eylül'ü gölgelemeye çalışan devletin içinde kurumlar var. Kamu görevlileri var. Sanıyorlar ki;
bu davadan bir şey çıkmaz. Sanıyorlar ki; dava uzar doğal ölüm v.s nedenlerle dava düşer.
Bunu buna olan inançlarından dolayı koruma cesaretinde bulunuyorlar. Diğer yandan savcı
Kemal Çetin'in elindeki dosya sizin vereceğiniz kararı bekliyor. Siz karar verdikten sonra
işleme başlayacak. Sizin vereceğiniz karar Türkiye'nin her tarafında yapılan insanlığa karşı
suç dosyalarını da harekete geçirecektir. Bu takipsizlik kararlarının önünü açacaktır,
engelleyecektir, yeni soruşturmalar açılmasına yol açacaktır diye düşünüyoruz. Bu nedenden
dolayı yeni Türkiye'nin kurulmasına bir katkı olmasından dolayı 12 Eylül'ün bir suç olarak
Mahkemece tespiti için bir an önce davanın düşmesine yol açmadan daha fazla uzatmadan
mahkumiyet kararı verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Dava dosyası tanımlanan suç
itibarıyla suç kanıtlanmış vaziyettedir. Bundan sonra ki toplanacak her türlü delil açılacak her
türlü tevsi tahkikat işlemi davayı uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu dosya çok
sayıda dava çıkartır. Bu dosya çok sayıda işleme yol açabilir. Ancak bu dosyanın
sonuçlanması gerekiyor. Şu ana kadar yazılan yazılara yanıt vermeyen gizleyen kamu
görevlileri hakkında gereken suç duyurularının bulunması ve dosya kapsamı itibarıyla sonuca
ulaştırılması, mahkumiyet kararı verilebilmesi açısından dosyanın esas hakkındaki mütaaasını
sunması için Cumhuriyet Savcılığına iletilmesini talep ediyoruz. Teşekkür ederim." Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında:
"Değerli Başkan, değerli Üyeler. Toplum ayakta. Bende ayakta durmayı tercih
ediyorum. Şimdi davanın başından beri ben şahsen bu davanın çok şeyin açılmasına yol
açacağı umudunu taşıdım hep. Pandoranın kutusunun açılacağı umudunu taşıdım. Bu zaman
zaman kendini gösteriyor, zaman zamanda kapatılıyor. Evet önemli bir süreçten geçiyoruz.
Ülkemizin geleceği açısından önemli ve sıcak günler yaşıyoruz. Toplumsal olarak demokrasi
isteklerinin dile getirilmesi, sokağa inilmesi, kendiliğinden sokağa inilmesi çok değerli.
Toplum daha fazla demokrasi istiyor. Ancak diğer taraftan yine devlet aynı devlet. Aynı
zihniyetle, polis şiddetiyle bu isteği bastırmaya çalışıyor. 4 tane yurtdaşımız öldü. Onlarcası
yaralandı. Ve halen bir kısım kentlerde Sıkı Yönetimi andıran uygulamalar var. Bunu niçin
söyledim? Bunun bir nedeni var. Bir geçmişi var deyip bu davaya bağlamak için söyledim. Bu
aslında bir türlü aşamadığımız 12 Eylül hukukunun, 12 Eylül düzeninin, 12 Eylül zihniyetinin
devam ettiğinin bir göstergesidir. Bu bir şeyi daha göstermiştir bize. 12 Eylül'ü aşmadan
95/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Türkiye de demokratik bir toplumu, demokratik bir devlet yapısını oluşturma olanağımız,
imkanımız yok. Bu kapsamda bizim bu davamız önem arz ediyor. Tamda bu sıcak günlere bu
duruşmanın gelmiş olması bunu ciddi anlamda duruşmada, davada, duruşma dışında,
toplumun her kesiminde yargısıyla, yürütmesiyle, yasamasıyla, toplumun her kesiminde
tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Evet bu dava bir başlangıç olabilirdi. 12 Eylül
yargılamalarının bir başlangıcı olabilirdi. 12 Eylül hukukundan kurtulmanın, 12 Eylül
düzenini aşmanın bir başlangıcı olabilirdi. Ancak geldiğimiz aşamada Mahkemeden gizlenen
belgeler olduğu ortaya çıktı. Başından beri Mahkemeniz MİT'den, Genel Kurmaydan, diğer
kurumlardan 12 Eylül dönemine ilişkin, darbeye ilişkin bilgi ve belgeleri defalarca istemesine
karşın bir takım gelen belgeler, yetersiz belgeler. En son aşamada bir ihbar sayesinde ortaya
çıkan, var olduğu ortaya çıkan Yurt - Kor kısaltmaları darbe planı belgesi. Yurt - Kor planı
darbe belgesinin istenmesine Genel Kurmay Başkanlığının verdiği yanıtın 12 Eylül
döneminin devam ettiğinin bir göstergesi olduğunu düşünüyoruz. Zira 1979 yılında yürürlüğe
girmiş 1985 yılında yürürlükten kaldırılmış, arşiv suretinin dışında başka örneği bile
kalmamış bir belge halen devlet sırrı olarak nitelendirilip Mahkemeye gönderilmeyebiliyor.
Sayın Mahkemenizin bu yazıya karşı yazmış olduğu yazıyı okuyunca bir kez daha
umutlandım. Gerçekten ben sizi o anlamda takdir ile karşılıyorum. Ciddi anlamda bir ders
niteliğinde, devlet sırrının ne olduğu, devlet sırrı kılıfı adı altında suç olgusuna ilişkin bilgi ve
belgelerin Mahkemeden gizlenemeyeceğine dair ders niteliğinde bir yazı yazdığınız için
kutluyorum. Ancak sizin yazınız da yetmemiş gözüküyor. Zira yine o belge Yurt - Kor belgesi
Mahkeme dosyasına giremedi. Siz heyet olarak incelediniz. Görebildiğiniz kadarıyla,
anlayabildiğiniz kadarıyla bir not tuttunuz. O notunuz, notlarınızdan bizim belgenin içeriği
hakkında değerlendirme yapmamız söz konusu. Halen darbeyi planlayan bir direktif , bir
belge gizli tutulabiliyorsa bu yargılamayı yapmamız çok zordur Sayın Başkan. Bu
yargılamayı yapamayız. Bu yargılamada maddi gerçeğe ulaşamayız. Sizin değerlendirme
notunuzdan, tutanağınızdan anlayabildiğimiz kadarıyla 1979 yılında 10 Temmuz 1979 yılında
sanık Ahmet Kenan Evren'in imzasıyla, emriyle Yurt - Kor belgesi yürürlüğe konmuş. Üstelik
EMASYA olarak değerlendirmeyiniz bunu, İç Hizmet Kanununun 35. Maddesine göre
değerlendiriniz diyerek. Yani darbe planı olduğunu göstere göstere yürürlüğe konmuş. Ve
planda yine notlardan çıkardığımız kadarıyla komünizm, Kürtçülük, ırkçılık, irtica v.b, v.b
başka başka adlar altında tehditler tanımlanmış, ve düşman kuvvetler, dost kuvvetler ayrımı
yapılmış. Buda açıkça bu darbenin Türkiye toplumuna karşı işlenen bir suç olduğunu
göstermektedir. Bir yandan devlete yönelik, devletin organlarına yönelik bir darbe gibi
görünse de ; diğer yandan toplumu kamplara bölerek çeşitli adlarla düşman kuvvetler olarak
nitelendirerek bir halka karşı , topluma karşı bir girişim olduğu, bir yok etme, imha etme,
sindirme, baskı altına alma hareketi olduğunu göstermektedir. Söz konusu belge adım adım
uygulanmış, önünüzde duran 3 klasörlük yazışmaların tamamını okuyamadım. Bir kısmını Av.
Senih Özay'ın notlarından baktım. Aslında o belgelerde daha çok tartışacağız. Bir daha ki
celse fırsat olursa ben tartışmak istiyorum. Bugünkü yurt düzeni 1979 yılında hazırlanmış.
Bugünkü yargının sorunlarına yol açan kurumsal sıkıntısı o zaman hazırlanmış. Bugünkü F
Tipi Ceza Evi modeli o günlerde hazırlanmış. İki kişilik hücre tipi ceza evleri öngörülüyor.
Yani adım adım uygulanan bir planla karşı karşıyayız. İşte bu planlar adım adım uygulanmış
ve pek çok insanlık suçu işlenmiştir. Bizim önümüzdeki dava sadece dava yapma davası
ancak; bu dava sayesinde o dönemde işlenen pek çok insanlık suçunun yargılanmasının
önünün açılma potansiyeli olan bir dava bu. Bu anlamda bunun üzerinden es geçilmemesi
gerektiğini düşünüyorum. 1985'te yürürlükten kaldırılmış, ihtiyaç kalmadığına dair
yürürlükten kaldırılmış, ancak 85'ten beri halen çok gizli tutuluyor, herkesten gizleniyor.
Bizden de gizleniyor. Türkiye'yi yöneten siyasilerden de gizleniyor. Eğer özel olarak çaba
harcamazlarsa okuyamazlar. Yasama organından gizleniyor. Toplumdan gizleniyor. Bu belge
Yurt - Kor belgesi tek başına 12 Eylül darbe döneminin 06/08/1985'e kadar sürdüğünün de bir
96/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
göstergesi. Bununda davanızda dikkate alınması gerektiğini de düşünüyoruz.Bu dava şayet 12
Eylül döneminin yargılamalarının başlangıcı davası olacaksa, 12 Eylül ile hesaplaşmanın onu
aşmanın bir başlangıcı olacaksa bu belgelerin üzerindeki devlet sırrı kılıfının kaldırılması
gerekiyor. Bu belgelerdeki devlet sırrı kılıfı, örtüsü kaldırılmadığı sürece yapılacak yargılama
gerçek anlamda bir yargılama olmayacaktır. Maddi gerçeğin çok büyük orandaki bölümü
görünemeyecektir. Pek çok suç gizlenecektir. Farkındayız, bu sayın Mahkemenizi de aşan bir
durumdur. Bu bir siyasi irade gerektirmektedir. Madem ki davamızda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı, Başbakanlık müdahil konumunda; müdahilin görevi de davada delillerin
toplanması ve yargılamanın kolaylaştırılması ise eğer, Başbakanlık ve Meclis Başkanlığına
önemli bir görev düşmektedir. Bu nedenle Başbakanlığın ve Meclisin hemen devreye
girmesini, 12 Eylül dönemine ilişkin Yurt - Kor belgesi ve diğer belgelerdeki gizlilik
derecesinin kaldırılması, bu belgelerin siyasal, yargısal ve toplumsal denetime açılmasını
sağlamasını talep etmek en doğal hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Eğer bu belgelerdeki
gizlilik kalkmazsa 12 Eylül ile yüzleşemeyiz. Yüzleşmeden bu zihniyeti aşamayız. Ve
demokratik bir toplumu da inşaa etmemiz mümkün değil. Sonuç olarak bu dava dosyamızda
ve dava dosyamıza dayanılarak açılacak davalarda maddi gerçeğe ulaşmak için, o dönemde
işlenen suçları ortaya çıkarmak için, faillerini ortaya çıkarmak için 12 Eylül döneminde ki
tüm belgelerdeki gizlilik derecesinin, gizlilik kılıfının, devlet sırrı kılıfının kaldırılması
yolunda Başbakanlığa yazı yazılmasını talep ediyoruz. Ayrıca bir taraftan da davayı
sürüncemede bırakma niyetinde değiliz. Bu davada iddianamede işlendiği belirtilen suçun
işlendiği aşikardır. Kanıtlanmış vaziyettedir. Sanıyoruz C.savcısı, geçen celse tutanakta yer
alan esas hakkındaki mütalaayı henüz hazırlamamış durumda. Bir dahaki celseye esas
hakkındaki mütalaasını hazırlaması yönünde süre verilmesini talep ediyoruz. Saygılarımızla."
Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan, Sayın Üyeler. Babası ceza evinde ölen, işkence sonucunda ölen Senem
Gülbudak 12 Eylül döneminde 1402'lik yasa ile işinden olan Hayri Erdoğan, işkence gören ve
inatla soruşturmayı takip edip dava açan Sait Özdemir ve adını sayamayacağım çok sayıda 12
Eylül döneminde idam edilen devrimcilerin yakınlarının vekili olarak bu dosyada
bulunuyorum. Bunu şundan saydım. Müvekkillerimin hepsi adalet arıyorlar. Bir an önce
adaletin gerçekleşmesini istiyorlar. Bu nedenle sabırla dinlemenizi rica ediyorum. 12 Eylül
darbe davası bu dava kendiliğinden açılmadı. 2010 yılında yapılan referandum ve geçici 15.
Maddenin kaldırılması bir sonuçtu. 30 yıldır süren mücadelenin, toplumsal direncin, isteğin
bir sonucuydu. O yüzden önce şunda netleşelim. Bu dava siyasi iktidar istediği için çok
istediği için açılan bir dava değildir. 30 yıllık toplumsal mücadelenin istencin talebin bir
davasıdır. Böyle bakmak gerekiyor ve bu davanın öncesi de vardır. Hatırlarsınız bir savcı
vardı. Dedi ki 12 Eylül bir suç dedi ve bir iddianame düzenledi. Sacit Kayasu. Aramızda.
İzleyici sırasında. Ve bir kitap yazdı. 10. Köyün savcısı. 12 Eylül'ün son mağduru. Sacit
Kayasu görevini yaptığı için yani bugün bu davayı açan savcının görevini yaptığı için savcılık
görevinden atıldı. Avukatlık dahi yapamaz hale geldi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
aldığı ihlal kararları sonucunda avukatlığa döndü. Ama halen savcılığa dönemedi. Sacit
Kayasu'nun da adalete ihtiyacı var. Bu kitabın dosyaya girmesini talep ediyorum. Daha önce
tartışmıştık dosyada. 11 Eylül 2000 tarihinde İzmir'den bir grup avukat 36-37 avukat içlerinde
benim de yer aldığım, gün gelir yargılanmaları söz konusu olduğu zaman zaman aşımı
tartışması çıkar, zaman aşımı tartışması kafa bulandırmasın diye Yargıtay C.Başsavcılığına
suç duyurusunda bulunmuştuk. Yargıtay C.Başsavcısı Vural Savaş geçici 15. Maddeyi
göstererek evrakı Meclis'e göndermişti ve Meclis de ki yapılan araştırmada Mahkemenizin
yazıları üzerine yapılan araştırmada Meclis'in Adalet Komisyonun da evrakın kaybolduğu
bilgisi gelmişti. Şimdi onun fotokopilerini sunmuştum dosyaya imzasız fotokopilerini. Bu
evrakın, dilekçenin imzalı fotokopilerini, kayıt numaralı fotokopilerini sunuyorum. Dosyada
97/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
delil olarak değerlendirilmesini istiyorum. Bu şunu da gösteriyor. Meclis'in temsilcisi burada.
Şahsi olarak kendisine bir sözümüz olamaz. Ancak bu davaya Meclis sahip çıkmıyor.
Meclis'in ortadan kaldırılması davasına Meclis'in sahip çıkmadığının göstergesidir. Sadece
Meclis değil. Siyasi iktidar bu davanın açılmasının önünü açtı. 28 Şubat davasının da
açılmasını sağladı. Ondan sonrasında ise dava ile ilgilenmez oldu. Bunu niçin söylüyorum?
Geçen celselerde tartışmış olduğumuz Yurt-Kor belgesinde ki halen devlet sırrı örtüsünün
kalmasının tek sorumlusu siyasi iktidardır. Suç olarak nitelendirdiğiniz bir eylemin hazırlık
planlarını siz devlet sırrı olarak gizlerseniz burada büyük bir sorun var demektir. Bugün ki
duruşmada tartışmış olduğumuz Bayrak Harekat Planında ki Sivil İşler Koordinasyon Grubu,
MGK Genel Sekreterliği personel listesinin de gönderilmemesi o ilgisizliğin, o isteksizliğin, o
üstünü örtme çabasının bir ürünüdür. Ben Genel Kurmay'a falan filan kızmıyorum. Genel
Kurmay bunu yapar. Siyasi irade yoksa eğer yapar. Ama burada ortaya çıkan sonuç şudur. Bir
kısım şüpheliler, bir kısım darbe sanıkları sizden kaçırılıyor. Gizleniyor. Siz diyeceksiniz ki
bu dava Evren ve Şahinkaya davası. Evet, ama bu dava bir delil deposu haline gelmiş
durumda. Ana dava haline gelmiş durumda. Sizin bu davanızdan çıkacak sonuca göre
C.savcısının önünde bulunan diğer alt kademelerde ki darbecilerin, darbe yandaşlarının, darbe
iştirakçilerinin davası devam edecek. Savcı bir adım ileri gitmedi o davada. Bu soruşturma da
bu davanın sonucunu bekliyor. Ayrıca sizin suç duyurusunda bulunduğunuz, sistematik
işkenceden suç duyurusunda bulunduğunuz Evren ve Şahinkaya hakkında ki soruşturma da
bunu bekliyor. Başka bir şey daha bekliyor. Tüm Türkiye toplumu sizden bu davada karar
vermenizi bekliyor. Eğer bu dava daha fazla uzarsa bu davaya yönelik itibarsızlaştırma,
değersizleştirme, bu davadan bir şey çıkmaz iddiaları daha da güçlenecektir. Ve toplumsal
destek ve ilgi azalacaktır. Toplumsal destek ve ilginin azalmasıyla bu davayı ne siz
kaldırabilirsiniz ne biz kaldırabiliriz. Çünkü bu dava siyasi bir davadır. Siyasi iradenin isteği,
talebi, kolaylaştırıcılığı yoksa toplumun isteği, desteğine ihtiyaç vardır. Bunun göz ardı
edilmemesi gerekir. 28 Şubat darbesi davası öbür tarafta devam ediyor. Türkiye de darbelerle
yüzleşilmeden, darbelerden hesap sorulmadan gerekli cezalara çarptırılmadan
demokratikleşmenin olmayacağını düşünüyoruz. Bu nedenle bu davanın bir an önce
sonuçlandırılmasını istiyoruz. Sayın savcı halen mütalaayı hazırlamadıysa görevini yapmaya
çağırıyoruz. Görevini ihmal etmiş demektir. Lütfen biraz daha özen gösteriniz. Bu dava
sıradan bir dava değildir. 16. Celsesini gördük. Daha fazla uzamaya tahammülü yoktur. Özet
olarak müvekkillerim, ben, bütün toplum sizden adalet bekliyor. Türkiye'nin
demokratikleşmesinin başlangıcı olacak bir karar bekliyor. Bu topluma giydirilmiş deli
gömleğinin çıkartılması için sizden bir gereği düşünüldükten sonra bir mahkumiyet kararı
bekliyor. Bu nedenle bir an önce sonuca gidilmesini diliyoruz. Zira daha fazla uzamasına hiç
kimsenin sizin dahi tahammülünüz yok. Saygılar sunuyorum." Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında :
"Sayın Başkan, Değerli Yargıçlar; şimdi bu dava 12 Eylül yargılamalarının 12 Eylül
soruşturmalarının kapısını aralayan önemli bir dava, 12 Eylül darbesi suç olarak
nitelendirildiğine göre bu darbenin , darbeyi hazırlayan tüm evrak tüm belgeler de tüm suç
delil niteliğindedir, şimdi bu davanın başından beri tanık olduğumuz bir olay var,
Genelkurmaydan ve diğer kurumlardan bir takım belgeler gelmiyor yada eksik gönderiliyor,
Yurtkor belgelerine ilişkin olarak imha edildiğine dair bir ihbar geldi, şimdi de Harekat
Planında ki sivil koordinasyon işler grubuna ilişkin ekin olmadığı, yazıdan benim
anlayabildiğim kadarıyla Planlama aşamasında, planın yazılması aşamasında vardı ama sonra
konmadı anlamına gelen bir yanıt geldi, bu şunu gösteriyor Ya bu belgeler imha edildi ya da
gizleniyor Mahkemenizden gizleniyor, bu dava ile doğrudan ilgili olmasa da bu tür gizlenen
belgelerin suç delillerinin bundan sonra yürüyecek soruşturma ve yargılamalarda
gerekeceğinden kuvvetler ayrılığı ilkesi gereğince yargının işini yapabilmesi için işini
görebilmesi için, yargılamayapabilmesi için diğer kuvvetlerin de yardımcı olması gereğini
98/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yapması gerektiğinden bu davamızda yasama organı ile yürütme organından müdahil olduğu
göz önüne alındığında bu müdahillerin bu olaya müdahale etmesi gerektiğini düşünüyoruz,
gördüğümüz kadarıyla yargılamanın başından beri yasama organı ve yürütme organı bu
davaya hiçbir yardımda bulunmamaktadır. Bu nedenle bundan sonraki aşamadaki
yargılamalarda sorunu aşabilmek kapıyı aralayabilmek için bu celse hüküm verirseniz
hükümünüz ile birlikte , ara karar tesis ederseniz ara kararınız ile birlikte doğrudan doğruya
Başbakanlık'a, doğrudan doğruya Meclis Başkanlığına bu durumu anlatıp bu koşullarda
yapılan yargılamanın eksik yargılama olacağını, bunun yasal ve idari önlemlerinin alınmasını
yasal ve idari yapılması gerekenlerin yapılmasını isteyen bir yazı yazılmasını talep ediyorum.
Teşekkür ederim."
Ek söz verildiğinde;
"Sayın başkan sayın üyeler 12 Eylül darbesinin yargılanmasına ilişkin mücadele süreci
referandum süreci ile başladı. Kendi yaptıklarından kendinin içinden bulunduğu süreçten
hatırlatmak gerekirse 11 Eylül 2000 tarihinde dosyada mevcut olan darbecilerin 146, 147'den
yargılanmaları için başvuru yapmıştık. Geçici 15. Madde gerekçe göstererek başvurumuz
Meclise gitti. Meclisin kararlar komisyonunda ardından Anayasa komisyonunda kayıp oldu. O
dönemde Savcı Sacit KAYASU iddianame düzenledi mesleğinden atıldı. Sanıyorum biz de bir
kamu görevlisi olsaydık biz de atılırdık. Ancak biz başvurucuların başına bir iş gelmedi ama
başvurumuz kayboldu. Yok edildi. Şunu söylemeye çalışıyorum. 12 Eylül 2010 referandumu
yıllarıdır sürdürüleren 25 Yıllık süren bu toplumun 12 Eylül ile hesaplaşma yargılama
istediğinin direncinin sonucudur. Bunu böyle görmek gerekiyor. Dilekçemizde ayrıntılı olarak
ifade ettiğimiz gibi, bu duruşmada artık son sözlerimizi söyleyeceğiz. Bu yargılamada
görevimiz bitiyor. Daha sonraki aşama sanıkların savunması ve mahkemenizin kararıdır.
Duruşmada çok sıkmadan C. Savcısının esas hakkındaki mütalasındaki bazı eksiklikleri ve
bazı katılmadığımız değerlendirmeleri yönünden açıklamada bulunmak istiyorum. Şu da bir
gerçek savcı mütalasında ne kadar çok şey söylerse söylesin ne kadar çok şey yazarsa yazsın
bu mütala yine eksik kalır yine eksik kalır. Şimdi bizim tamamladığımız kısım yine eksik
kalacak yine eksik kalacak. Ancak tarihe not düşerken dava dosyasına not düşerken bu
eksiklikleri mümkün olduğunca gidermekte yarar olduğunu düşünüyoruz. Öncelikle Sayın
Savcının mütalasında sonuç kısmına cezalandırmaya katıldığımızı ifade etmek isterim ve 12
Eylül öncesi sürece ilişkin savcınının mütalasında bir takım olaylar anlatılmış durumda. Çok
üzerinde durulmayan bazı noktaları da ben burada vurgulamak istiyorum.1980 yılının ilk altı
ayında 33 kişi ülkücülerce naylon iple, boğma teliyle boğularak, tecavüz edilerek, cinsel
organlarına sert cisimler sokularak korkunç işkencelerle öldürülmüştür. 22 Aralık 1978'de
Kahramanmaraş'ta yapılan genel katliamsırasında resmi açıklamaya göre 109 yurttaş hayatını
kaybetmiştir. 176 yurttaş ağırşekilde yaralanmıştır. 500 ev ve işyeri tahrip edilmiştir. 11 Nisan
1980'de İstanbul'da araştırmacı - yazar Ümit Kaftancıoğlu öldürülmüştür. 23 Mayıs'ta TEP
yöneticisi Vecdi Özgüner 'in evi ülkücülerce basılıp Vecdi Özgüner ve eşi Türkiye Tabipler
Birliği yöneticisi Sevinç Özgüner öldürülmüştür.22 Temmuz'da DİSK başkanı Kemal Türkler
öldürülmüştür.Çorum'da diğer illerde ve ilçelere giden tüm yolları ülkücülerce ablukaya
alınmış veTÖB-DER'li bir öğretmenin öldürülmesinden sonra halkın karşı koyması üzerine
saldırılar karşılıklı çatışmaya dönüşmüştür. Çorum'da, Alevi-Sünni ayrımı yaratılarak 1
Temmuz'da başlatılan saldırılarda yaklaşık 50 insanülkücülerce, dağlanarak, şişlenerek,
kafaları baltayla parçalanarak yakılarak katledilmiştir. 15.Temmuz'da CHP İstanbul
Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu gündüz vakti işyerinde öldürülmüştür. 27 Aralık
1979'da, Silahlı Kuvvetler, Cumhurbaşkanı Korutürk'e bir uyarı mektubu vermiştir 5 Ocak
1980'de AP Yönetim Kurulu, “ordunun yönetime el koymamakla birlikte siyasete el
koyduğunu" açıklamıştır. İstatistikiverilere baktığımızda ; 1978 yılında 809 ölüm, 6984 yaralı,
1979 yılında 1108 ölüm, 5467 yaralı 1980 yılının Eylül ayına kadar 2027 ölüm, 4266
yaralanma olayı gerçekleşmiştir. 1980 yılı Mayıs ayında Barolar Birliği, Cumhurbaşkanı,
99/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
TBMM Başkanı, Başbakanlık, ve Genel Kurmay Başkanlığı'na Türkiye'deki yaygınişkence
uygulamalarını derleyen bir rapor sunmuştur. Mayıs ayı içinde Barolar Birliği ve Türk
Tabipler Birliği Merkez Konseyi işkence konusunun tartışıldığı bir tıp hukuk kurultayı
düzenlemiştir. TBMOB, ÇHD, TÜMAS, TÜMOD, Ankara Tabip Odası, Enerji Der,
yöneticileri, yaptıkları bir basın toplantısında Ocak - Mayıs döneminden 29 somut işkence
olayını belgelemiştir.Mütalada ve iddianamede es geçilen bir konu daha24 Ocak 1980
kararları; İMF ve Dünya Bankasının perspektiflerini ve modellerini harfiyen uygulamaya
yönelik bir operasyon 12 Eylül rejiminin iktisadi - siyasal stratejisinin temelini oluşturmuştur.
Nitekim; Devlet Planlama Teşkilatı eski başkanlarından YıldırımAktürk "24 Ocak12 Eylül
formülü zorunluydu. Bu geçiş dönemi olmadan düzlüğe çıkılamazdı" demiştir. Esas
hakkındaki mütalada ve iddianamede Fatsa ya ilişkin değerlendirmeye katılmak ta mümkün
değildir,Mütalaada, Fatsa; "devlet içerisinde küçük bir devlet gibi" nitelendirilmiş vesanık
Kenan Evren'in başka yerlere ilişkin yaptığı "sıkıyönetim olmadığı için olayları önleyemedik"
savunmasını çürütmek için, "sıkıyönetim olmadığı halde sanık Kenan EVREN’in emriyle
operasyon yapılarak müdahale edilen" bir yer olarak anılmıştır. Fikri Sönmez yani Terzi
Fikri'nin başkanlığındaki Fatsa yerel yönetim deneyiminin,kriminal bir olaymış gibi
gösterilmesi Türkiye demokrasi tarihine yapılmış büyük bir haksızlıktır. Fatsa 12 Eylül
darbesini hazırlayan bir olgu olarak ele alınamaz. Nokta operasyonu ile darbenin önce Terzi
Fikri yönetimindeki demokratik yönetimi devirmek için Fatsa'da yapıldığı görmezden
gelinemez. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in Çorum’da yaşanan olayları soran
gazetecilere, "siz Çorumu bırakın Fatsa’ya bakın diyerek, Fatsa’yı direk hedef gösterdiği"
unutulmamalıdır. Yaşanan süreç Fatsa'ya yapılan operasyonun 12 Eylül darbesini
kolaylaştırdığını göstermektedir. Bunun için darbe öncesi özel olarak Fatsa yerel yönetimini
hedef alan olaylar hatırlanmalıdır. 1977 yılında, Fikri Sönmezin terzi dükkanında kalfası olan
ve aynı zamanda Fatsa Halkevi Başkanıolan Kemal KARA’nın sivil-polis organize saldırısı
sonucu bıçaklanarak öldürülmesi olayı,1978 yılında, Fatsa’ya kadın elbiseleri giyerek giren,
Fikri Sönmez'i ve kimi solda tanınmış isimlere yönelik eylem gerçekleştirmekle
görevlendirilmiş kişilerin fark edilmeleri ve panik yaşamaları sonucunda, karşılaştıkları iki
solcu gence saldırı sırasında, çıkan çatışmada İsa Aydemir isimli lise öğrencisinin
öldürülmesi, aynı olayda MHP’nin komando kamplarında eğitim gördüğü tespit edilen Oktay
Orbeyin kadın kıyafeti içinde ölmesi. 1978 yılında, Fikri Sönmez'e ve ailesine ait köy evinin
ve köydeki tüm bina ve yapıların yakılıp yıkılmasıdır. Fikri Sönmez'in halkın talebi
doğrultusunda Belediye Başkanlığına aday olması. Fikri Sönmezin halkın talebi
doğrultusunda Belediye Başkanlığına aday olması. Adaylığı ile birlikte daha önce sokakları
savaş alanına çevirmek isteyenlerin, yeni plan ve komplolarla sahneye çıkmaları. Ağustos
1979’da yapılacak olan seçimlerin, Fatsa’daki CHP yöneticilerinin dönemin Başbakanı Bülent
Ecevit’e giderek seçimleri, 14 Ekim 1979’da yapılacak ara seçimlerle birleştirme kararı
aldırmaları. Seçim kampanyası boyunca Fikri Sönmez'in yapılan iki silahlı saldırı,seçim
kampanyası sırasında konuşma yaptığı bir kahvehaneye yapılan silahlı saldırı sonucu 2 kişinin
ölmesi,bir çok insanın yaralanması, yine seçim kampanya döneminde, 2 Yozgat milletvekili
ve kimi sivil kişilerin Fatsa’da şüphe üzerine yakalanmaları. Bu olaylar yaşanırken, Fatsa’da
ülkenin diğer yerlerinden farklı olarak önemli bir sınav verilmiştir.Sokakları provoke edilmek
istenmesinin aksine, özellikle Fikri Sönmez'in sağduyulu ve aklı başında siyaseti sonucunda
tüm bu süreç en az vakayla atlatılmıştır. Fikri Sönmez Belediye Başkanı seçildikten sonra, 12
Eylülün şartlarını hazırlamak isteyenler, Fatsa’ya, Fikri Sönmez'e saldırılarını daha politik
düzleme taşımışlardır. Fatsa’da sokakta bir mantar tabancasının bile patlamadığı halde,
dikkatleri Fatsa' ya çekmek için yoğun kampanyalar sürdürmüşlerdir. O günlerde, ülkenin her
tarafında her gün olaylar olurken, sokaklar ısındırılırken, o gün medya aracılığıyla, herkesin
dikkati Fatsa’ya çekilmeye çalışılmış; kurtarılmış bölge, devlet içinde devlet, Küçük Moskova
gibi ifadelerle sürdürülen kampanyalara rağmen, Fatsa’da Fikri Sönmez ve ekibi bu
100/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kampanyaları boşa çıkaracak önemli çalışmalar yapmıştır. Ancak tüm bu çaba ve girişimler,
Fatsa’ya karşı harekete geçenleri durduramamıştır. Dönemin Başbakanının biraz önce
söylediğim üzereSüleymen Demirel'in söylediği üzere Fatsa doğrudan hedef olarak alınmıştır.
Zaten Demirel hükümetinin Ordu’ya vali olarak atadığı Reşat Akkaya’nın göreve
başlamasıyla, Fatsa çevresinden kuşatılmaya başlanmış, adeta Fatsa’ya yapılacak saldırının
ayak sesleri duyulur olmuştu. Fatsa’da herkes diken üstündeyken 2 Temmuz 1980 tarihinde,
Fatsa’nın Çamaş beldesinde, hayat pahallığına karşı yapılan bir gösteri sırasında, Vali Reşat
Akkayanın önceden organize ettiği anlaşılan sivil resmi organizasyon sonucunda, yürüyüşün
önünde bulunan Şehittin Tırıç’a açılan ateş sonrasında büyük olaylar yaşanmış, olaylar
sonucu, Şehittin Tırıç ve bir astsubay hayatını kaybetmiştir. Tüm bu çabalara rağmen
sıkıyönetim ilan edilmiş olan iller arasında olmayan ve Türkiye'nin en huzurlu üç ilinden biri
olan Ordunun Fatsa ilçesine 11 Temmuz 1980 tarihinde askeri bir operasyon düzenlenmiştir.
Fikri Sönmez başta olmak üzere, yüzlerce insan gözaltına alınarak işkenceden geçirilmiştir.
Fikri Sönmez'in göz altı sırasında gördüğü işkenceler sonucu kaburgaları kırılmış, ciddi
sayılacak rahatsızlıklar yaşamıştır. Nokta operasyonu süreci, Fatsa için tam bir kabus
olmuştur. O güne kadar Türkiye ortalamasının çok altında politik olayların olduğu kentte, 11
Temmuz 1980 ile 12 Eylül 1980 arasında 90 civarında insanın öldüğü, onlarca insanın
yaralandığı olaylar yaşanmıştır. Fatsa ya huzur getireceğiz diyenler Fatsa’ya kan ve ölüm
getirmişlerdir.12 Eylül ile birlikte Fatsalılar 30 yılı aşan bir süre devlet tarafından hep üvey
evlat muamelesi görmüşlerdir. Baskı altında tutulmuşlardır. Bu süreçte, Belediye
Başkanışoförü olan Sadi Ekiz sorguda ağır işkenceye uğramış, Fatsa da o gerilimli günlerde
ölen polis memurunun mezarı başına götürülerek, "kaçıyordu ateş ettik" gerekçesi ile
vurularak öldürülmüştür. Fatsa Devrimci Yol davasının askeri savcısı Halit Cengiz
daha sonraları tutuklu ailelerinden rüşvet almaktan yargılandığı bir davada, gerek mahkemeye
sunduğu savunmada, gerekse Kenan Evren'e gönderdiği bir mektupta, Sadi Ekiz'in
öldürülmesi olayına gönderme yaparak, "polisler hakkında Sadi Ekiz'i öldürmelerinden
dolayısıyla açılan soruşturmanın üstünü örtmüş olan bir savcı olarak böyle mi
ödüllendirilecektim?" diye sitem etmiştir. Terzi Fikri, tutuklu olduğu 5 yıl boyuncakötü
koşullarda ve işkence altında kalmış, sağlığı bozulmuş ve 5 Mayıs 1985 tarihinde vefat
etmiştir. Bu süreçte 16 yaşında olan oğlu Naci Sönmez aynı olumsuz koşullarda 33 ay tutuklu
kalmıştır. Şimdi bu davanın siyaseten takipçisi olanYeşiller ve Sol Gelecek Partisi'nin genel eş
sözcüsü olan Naci Sönmez bu davaya ne yazık ki müdahil olarak katılamamıştır. Müdahillik
talebi red edilmiştir. Cezaevinde ölen Fikri Sönmez'e otopsi yapılmasına izin verilmemiş,
camideki cenaze törenine müdahale edilmiş, okunan sala yarıda kesilmiş, belediye
hoparlöründenanons yapılmasına engel olunmuştur. Müftülükte toplanan devlet erkanı, Terzi
Fikri'nin müslüman olmadığına karar vererek cenazeyi yıkayacak ve namazını kıldıracak
imam vermemiştir. Cenazeye katılım yasaklanmış, akraba ve komşular, akraba ve komşu
olduklarını belgeleyip cenazeye katılmışlardır.Cenazeye dahi saygısı olmayan bir yönetim
anlayışının ülkeyi ne hale getirdiği ortadadır, sanıkların kurduğu antidemokratik düzenin
yarattığı olumsuzlukları halen yaşıyoruz.Bu sorunları aşmak için Terzi Fikri'nin
uygulamalarından ve Fatsa deneyiminden çıkartacağımız çok ders vardır. Mütalanın eksik
kalan kısmını bu şekilde özetlemiş olduk. Darbeden Sonra Yaşanan Sürece ilişkin olarak
gerek meslektaşlarım gerekse esas hakkındaki mütalada ayrıntılı olarak bilgiler var ben birkaç
noktaya değinmek istiyorum bu konuya ilişkin,Darbenin ardından tüm haklar askıya alınmış,
sadece 1980 yılında, resmi makamların verdiği bilgiye göre 47.000 kişi hürriyetinden yoksun
bırakılmış, gözaltı süresi 90 güne çıkarılmış, adil yargılanma hakkı tamamen kaldırılarak,
sıkıyönetim komutanlıklarıMahkemeler kurmuş, gözaltında işkence en doğal sonuç olarak
yaşanmış, sokakta veya gözaltındaonlarca insan öldürülmüştür.Bu dönemde sanıklarbir dizi
bildiri ile örgütlenme özgürlüğünü, siyasal ve sosyal hakları ortadan kaldırmışlardır: İnsanlığa
karşı suçlar işlenmiş bunun ayrıntısı çok anlatıldı, ben ayrıntıya girmek istemiyorum. Siyasal
101/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
partilerin Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki bütün
derneklerin, DİSK ve MİSK'in faaliyetleri durdurmuş ve yöneticilerini gözaltına
almışlardırSiyasal parti yönetici ve üyelerinin yazılı veya sözlü demeç vermeleri, makale
yazmaları ve toplantı düzenlemeleri yasaklanmıştır. Ülkedeki tüm grev ve lokavtlar
kaldırılmıştır TÜRK-İŞ'e bağlı Yol-İş ve Petrol-İş'in birçok şubesi kapatılmıştır. DİSK, MİSK
ve HAK-İŞ gibi sendikalarının yöneticileri, işyeri temsilcileri, üyeleri gizli örgüt üyesi olmak
suçlamasıyla sorgulanmış, tutuklanmış ve yargılanmıştır. 402 sayılı yasa ile bu dönemde
yaklaşık 5.000 öğretim üyesinin görevden alınmış veya ayrılmış olması ülkenin bilim
kaynaklarının nasıl yok edildiğinin göstergesidir. Ülkedeki öğretmenlerin büyük
çoğunluğunun üyesi bulunduğu TÖB-DER'in merkezi ve 670 şubesi kapatılmış, merkez ve
şube yöneticileri, üyeleri gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla sorgulanmış, tutuklanmış ve
yargılanmıştır. Dünya ve ülkemizde barışı savunmak gibi insani değer ve hedeflerle kurulmuş
olan Barış Derneğinin merkez ve şubeleri kapatılmış, yöneticileri üyeleri gözaltına alınmış,
tutuklanmış ve gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla yargılanmıştır. Ülkede örgütlü her türlü
yapıyı yok etmek amacıyla bir kıyım başlatılmıştır. Sadece Ege bölgesinde, Sıkıyönetim
Komutanlığının emriyle Eşrefpaşa'yı Sevenler Derneği, Torbalı Kasaplar Kulübü, Kınık
Traktörcüler Derneği, Ege Briç ve Satranç Derneği, Ödemiş Patates Ekicileri Fidancılar ve
Pamukçular Derneği, Fakir Hastalara Yardım Derneği, Sağırları Koruma Derneklerinin dahi
içinde bulunduğu 589 dernek kapatılmıştır. Ülke insanlarına; yasal partilerin, sendikaların,
derneklerin ve hatta kooperatiflerin "ihtilalci gizli örgüt" sayıldığı akıl almaz bir süreç
yaşatılmıştır.Bu süreçte; ülkede son derece sistemli baskıcı bir sansür uygulanmıştır. Bilim ve
Sosyalizm yayınlarına bir yargı kararı olmadan sadece Sıkıyönetim Komutanının emri ile el
konulmuş ve 133.607 adet kitap imha edilmiştir. Yayında tekel olan TRT'nin yayın politikası
tümüyle sanıklarca belirlenmiştir. 14.9.1980 tarihinde TRT Genel Müdürlüğü'ne "Haberlerde
uyulması gerekli Kurallar" adıyla ağır bir sansür metni tebliğ edilmiştir. Meslek
örgütlerininbağımsızlıkları yok edilmiş, Türkiye BarolarBirliği Adalet Bakanlığı'na, Türk
Tabipler Birliği Sağlık Bakanlığı'na, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Bayındırlık
Bakanlığı'na bağlanmıştır bu süreçte Yargıç ve yargı bağımsızlığı ile savunma hakkı ciddi
biçimde yok edilmiştir; Yine bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden olan
laiklik ilkesisanıklar tarafından çiğnenmiştir; 19.10.1981'de okullarda zorunlu din dersi
uygulaması getirilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığınca, yurtdışına çok sayıda din adamı
gönderilmiş ve bunlardan 260 görevlinin maaşının,sanıklardan Kenan Evren'in onayıyla,
Suudi Arabistan merkezli, Rabıta-ül İslam örgütünce ödendiği kanıtlanmıştır. Sanıklar,
kararlarıyla yasamanın görevlerini kendileri üslenmiş, -anayasa dahil- yasaların
oluşturulmasında tek söz sahibi olmuşlardır;12 Eylül 1980 tarihinde ise askeri bir darbe
yaparak Bakanlar Kurulunu ve Devletin tüm anayasal kurumlarını ortadan kaldırarak
"Bakanlar Kurulunu devirmek- Çalışamaz hale getirmek" fiillerinde bulunmuşlardır.Müdahil
müvekkil Senem Gülbudak'ın babası Abdullah Gülbudak; 12 Eylül darbesinden birkaç ay
sonra bir gece evine geldiği sırada sivil polisler tarafındangöz altına alınmıştır. Abdullah
Gülbudak TÖB-DER’in genel merkez yöneticisidir. SırfTÖB-DER yöneticisi olmasI
nedeniyle 8 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Ayrıca Ana Dev-Yol davasında da yargılananlar
arasındadır. Abdullah Gülbudak tutuklu olduğu dönemde Mamak Askeri Cezaevinde kalmış,
TÖB-DER davasındaki cezasının kesinleşmesi üzerine Ankara Merkez Kapalı Cezaevi
(Ulucanlar)ne nakledilmiştir. Abdullah Gülbudak Mamak Askeri Cezaevinde en ağır
işkencelerin yaşandığı bölümlerinde kalmıştır, uğradığı işkencelerin çok sayıda tanığı vardır.
Uğradığı işkenceler ve cezaevindeki ağır kötü koşullar nedeniyle sağlığı bozulan Abdullah
Gülbudak tutuklanmasından 3 yıl sonra yaşamını yitirmiştir. Abdullah Gülbudak sanıkların
sorumlu olduğu dönemde cezaevlerinde yaşamını yitiren yüzlerce kişiden birisidir. Bu
yüzlercenin içinde Abdullah Gülbudak'a ve ailesinede ağır bedeller ödetilmiştir. Tutuklanma
ardından cezaevinde ölüm üzerine Gülbudak Ailesi tamamıyla dağılmış, müvekkilimiz çocuk
102/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yaşta babasından, annesinden, kardeşlerinden, ayrı yaşamak zorunda bırakılmıştır, o dönemde
yaşananların travması halen devam etmektedir. Cezaevinde sağlığını, dışarıda işini
kaybedenlerden Hayri Erdoğan'ın öyküsü; Müvekkilimiz Hayri Erdoğan 15 Ocak 1981
tarihinde TÖB-DER davası nedeniyle tutuklanmış, 28 ay fiilen Mamak Askeri Cezaevinde
tutuklu kalmıştır. Tutukluluk süresince uğradığı işkence ve kötü muameleler ile olumsuz
cezaevi koşulları nedeniyle tüberküloz hastalığına yakalanmıştır. Bu hastalığının sonucunda
halen astım tedavisi görmektedir. yargılanma sonucunda önce TCK'nın 142.maddesinden 5
yıl, daha sonra da 312.maddesinden 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Tutuklu olduğu süre
içinde 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasası'na dayanılarak, Ege Ordu ve Sıkıyönetim
Komutanlığı'nın 11.11.1982 tarih kararı ile öğretmelikgörevine son verilmiştir. Müvekkil, bu
kararın iptali için açtığı dava sonucundaDanıştay kararı ile 28.09.1990 tarihinde görevine
dönebilmiştir. Görevden uzaklaştırıldığı döneme ilişkinözlük haklarının bir kısmını da ancak
dava yoluyla alabilmiştir.İşkenceden şikayet ettiği için işkenceye uğrayan Sait Özdemir'in
öyküsü; Müvekkilimiz katılan Sait Özdemir 12 Eylül darbesinden sonra yaşadığı Aybastı
İlçesinde gözaltına alınan çok sayıda insana işkence yapılmasını, Karakol Komutanlığına ve
3.Ordu Komutanlığı'na "Öğretmen Gözüyle" başlıklı dilekçe ile şikayet etmiştir.. Dilekçe
vermesi üzerine, 9 Ekim 2010 günü çalıştığı okulu askerlerce kuşatılarak, öğrencilerinin
önünde gözaltına alınmıştır. Kırk gün gözaltında tutulduğu Aybastı Jandarma Karakolu'nda,
bileklerine kadar su dolu kömürlükte tutulmuş, ardından ayakları patlatılıncaya kadar falakaya
yatırılmış, kaba dayak atılmıştır. Daha sonra götürüldüğü FatsaEt - Balık Kurumu Demas'ta,
ardından Ordu-Efirli Cezaevinde, Amasya 15.Piyade Tugayı'ndaki depoda, Çorum, Samsun
ve Bursa Cezaevlerindeçok ağır işkencelere maruz kalmıştır. 12 Eylül 2010 Referandumu
sonrasında müvekkil Sait Özdemir 28 yıl önce başkasını uğradığı işkenceler için yaptığı
şikayeti, kendisine yapılan işkenceler için yapmıştır.Israrlı takibi sonucunda, kendisine
işkence yapan cezaevi görevlileri hakkında Bursa2.Ağır Ceza Mahkemesinde ve Ünye Ağır
Ceza Mahkemesinde dava açılmasını sağlamıştır. Diğer yandan Aybastı'da gözaltında işkence
yapan kamu görevlileri hakkında yaptığı suç duyurusuAybastı Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
2012/184 soruşturma nolu dosyadan verdiği kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmişse
de, bu karara yaptığı itiraz üzerine Ordu Ağır Ceza Mahkemesi 2013/1513 D.iş sayılı dosyası
ile bu karasrı kaldırılmıştır. Bu soruşturmanın da kamu davasına dönüşmesi sonrasında
müvekkilin uğradığı işkenceler nedeniyle üç ayrı yerde kamu davası açılmış olacaktır. Sonuç
olarak Yasama, yürütme, yargı erkleri tek elde toplanarak Anayasa’nın temel ilkelerinden
“kuvvetler ayrılığı ilkesi” çiğnenmiştir. 18.yy.da yaşamışolanMontesqieu;yasama, yürütme,
yargı erkleri tek elde toplanmasını "zulmün kaynağı" olarak nitelendirmiştir.
Sanıkların uygulamaları zulme kaynaklık etmiştir Sonuç olarak 12 Eylül 1980 Askeri
darbesinin kendisi başlı başına bir suçtur. Darbecilerdönemlerinde yaptıkları uygulamalar
nedeniyle yargılanmamak için geçici 15. Maddeyi zırh olarak kullanmışlardır,ancak 12 Eylül
2010 Referandumu ile o zırh ortadan kalktı.Arjantin ve Yunanistan örneklerinden görüldüğü
üzere, ülke yönetimini silah gücüyle ele geçiren darbeci subaylar yargılanıp mahkum
edildiler.Bu ülkelerde, ordu iktidarı ele geçirdiği zaman mevcut hukuk sistemini ele geçirip
kendi hukuk sistemlerini hayata geçirmiş olmaları, yargılanmalarına ve mahkum olmalarına
engel teşkil edememiştir. Zira, onlar da mevcut anayasal sistemin öngördüğü usuller dışında
zora-silaha dayalı bir yönteme başvurmuşlardır ki, hukukun temel ilkelerine göre bu yöntem
meşru değildir. Kendisi meşru olmayan bir yönetimin, çıkardığı yasaların hukuki ve meşru
olması da düşünülemez. Demokrasiye ve hukuk devletine olan inancın pekişmesi için, 12
Eylül Askeri darbesinin bir suç olduğunun ve meşruolmadığının yargı kararıyla tescil
edilmesinin ve binlerce insanın mağduriyetinin yargı kararıyla tescil edilmesi için bu dava da
mutlaka mahkumiyet kararı verilmesi gerekmektedir.Kurucu iktidar tartışmasına da kısaca
değinmek istiyorum; Özgür TÜRKDOĞAN'ın dile getirdiği gibi yaşanan gerçeklikler
üzerinden tartışma yapmak adil değildir, ancak kurucu iktidar tartışmasında birnoktaya
103/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
değinmekte yarar var Cumhuriyet Savcısının mütalaasında 12 Eylül Anayasası'nın
halkoylamasına sunulmasının hukuka aykırılıkları tartışmıştır burada kurucu iktidar iddiası
çökertilmeye çalışılmış Anayasanın halkoylamasına sunulması, darbecilerin yaptırdığı
anayasanın geçerli olması için başvurulan şekli bir işlemden ibarettir, kaldı ki bu dahi
demokratik kurallara göre yapılmamıştır. Oylamaya katılmayanlar için 5 yıl seçme ve seçilme
yasağı tehdidi altında halk oyuna sunulan ve eleştirilmesi yasak olan bir metnin anayasa
teklifi sayılması, baskı ile yapılan oylama sonucunda çıkan evet ile kabul edilen belgeye
anayasa denmesi hukuken mümkün değildir, işlenen suçlardan kurtulmak için bu belgeye
dayanılarak kurucu iktidar savunmasına sığınılamaz. Burada asıl üzerinde durulması gereken,
kendisini kurucu iktidar olarak gören iradenin kaynağıdır, bu iktidar meşru ve hukuka uygun
bir yetkiye dayanıyor mu? Anayasayı yapanların anayasa yapma yetkisi olup olmadığına
bakmak gerekir. Meşru, hukuka uygun anayasa yapma yetkisi olmayanların yazdıkları metni
halk oylamasına sunmuş olmaları bu iktidarı meşru kılmayacağı gibi oylama sonunda kabul
edilse bile sunulan metni anayasa haline getiremez.Çağımızda artık kurucu iktidarın halk
olduğu tartışmasızdır, halk bu iktidarını meclisler vasıtasıyla kullanır. Bunun içindir ki
cumhuriyet rejiminin kurulunda ilk anayasamız olan 1921 Tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu
dahi mecliste yapılan müzakerelerle yapılmıştır. 1982 Anayasası ise silah zoruyla hükümeti
deviren, meclisi dağıtan, ülkede faşist bir diktatörlük kuran darbeci sanıklar tarafından
yapılmıştır. Yapılan darbe ve sonrasında gelişen olayların tümü o gün yürürlükte bulunan
1961 Anayasası’na ve yasalara açıkça aykırıdırBu ceza kanunu darbeden önce vardı, darbe
sırasında da vardı, sonrasında da yürürlükteydi. Dolayısıyla sanıkların oluşturduğu iktidar
meşru değildir, açıkça hukuka aykırıdır. Bu nedenle de kurucu iktidar savunmasının hiç bir
haklı yanı yoktur."Tamamlanmış bir darbe olması nedeniyle sanıkların kurucu iktidar
oldukları o yüzden yargılanamayacakları" savunmasına itibar edilmesi halinde ve maazallah
beraat kararı verilmesi halinde, Türkiye'nin darbeler tarihi ile hesaplaşması hiç mümkün
olmayacak ve yeni darbelere davetiye çıkartılmış olacaktır. Meşru ve hukuka uygun olan2010
Referandumunda 28 yıllık yargılama yasağını kaldıran halkın iradesidir, onun sayesinde bu
dava açılmıştır, bu iradeyi yok saymak hepimiz için intihardır, demokratik toplum yaratma
umudunun suya düşmesidir. Sonuç olarak savcının mütalasında belirtildiği gibi sanıkların
cezalandırılmasını talep ediyoruz, ayrıcaSanıklar hakkında 1632 sayılı Askeri Ceza
Kanununun 30. maddesi gereğince işlem yapılmasına, dolayısıyla sanık Tahsin Şahinkaya'nın
eski Hava Kuvvetleri Komutanı, emekli general unvan ve rütbelerinin,sanık Kenan Evren'nin
de eski Genel Kurmay Başkanı, emekli Cumhurbaşkanı, emekli general rütbe ve unvanlarının
geri alınmasına, hüküm ile birlikte bu rütbe ve unvanlarının sağladığı maddi ve protokol
ayrıcalıklarından yararlanamamaları yolunda tedbir konulmasına, karar verilmesini talep
ediyoruz."
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında :
"Anlaşılan bugün gece yarısı çıkan yasadan tartışmayı sürdürüyoruz. Öncelikle şunu
belirtmek istiyorum. Hiç bir dönem hiç bir zaman Özel Yetkili Mahkemeleri savunmadık. Ve
hangi amaçla olursa olsun Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmış olmasını da alkışlarız.
Ancak bu davaya döndüğümüz zaman somut dava üzerinden konuşacak isek söz konusu yasa
değişikliği Meclis te kabul edilmiş durumda. Ama henüz daha numara dahi kanun numarası
bile almamıştır. Yani ortada aslında uygulanacak Sayın Mahkemenizin uygulamakla yükümlü
olduğu bir yasa yoktur. Bir şeyi daha vurgulamak istiyorum. Özel Yetkili Mahkeme
statüsünde olmasına karşın başka davalarda nasıl yargılama yapıyorsunuz bilemiyorum.
Başka davam yok sizin Mahkemenizde. Ama bu Mahkemede bu davada sizin mahkemeniz
Özel Yetki kullanmamıştır. Özel Yetkili Mahkeme olmanızın bir ayrıcalığı, bir farklılığı
yargılaması yapmamışsınızdır. Hatta olağan yargılamanın da ötesine geçen sanıkları
yataklarında kahve içerek yargılanmaları ve savunmalarının alınması şeklinde yeteri derecede
fazlasıyla saygı ve hürmet gösterilmiştir. Şimdi kalkıp Meclis de henüz daha numarasını
104/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
almamış bir metne dayanarak yargılamanın durdurulması yada bir karar verileceksede
ertelenmesi hiçbir hukuka vicdana sığmayacaktır. Çünkü siz bu davayı bitirmeden ikinci
aşama darbecilerin soruşturması bir adım ileri gitmeyecektir. Siz bu davayı bitirmezseniz,
karar vermezseniz sistematik işkence soruşturması devam etmeyecektir. Siz bu davada karar
vermezseniz Türkiye'nin dört bir yanında başlatılmaya çabalanan, inatla ısrarla adalet
arayanların ısrarıyla başlatılmaya çalışılan soruşturmalardda bir adım ileri gidilmeyecektir.
Açılan soruşturmalar, zoraki açılan soruşturmalar zaman aşımı ile düşmektedir. Davalarda
zaman aşımı kararı verilmektedir. Hava tersine dönmüştür. Genel olarak toplumda 12 Eylül'ün
yargılanamayacağı, mahkum edilemeyeceği, hesap sorulamayacağı yönünde bir hava
oluşmuştur. Bu hava hepimiz için çok tehlikelidir. Bu havadan demokrasi çıkmaz. Bu havadan
adalet çıkmaz. Bu havayı dönüştürmek zorundayız. Gerek bu davaya bağlı olan
soruşturmaların ilerleyebilmesi, adil bir sonuca gidebilmesi açısından, gerek ise Türkiye'nin
demokrasi mücadelesine bir ışık tutması bir kapı arayalabilmesi açısından bu davada artık
karar verilmelidir. Verilecek karar ya o kapıyı arayalayacaktır, on yıllardır adalet
bekleyenlerin, Sait Hocam'ın da dile getirdiği gibi yüzünde hiç olmazsa gülümseme
yaratacaktır. Bir umut yaratacaktır. Yada karar veremezseniz, mahkumiyetin dışında bir karar
verirseniz umutları, tüm toplumun geleceğini mahkum etmiş olacaksınız. Tarihi
sorumluluğunuz, tarihi sorumluluğumuz bu mahkeme salonunda olan hepimizin sorumluluğu
çok büyüktür. Bu nedenle henüz daha dosya numarasını, sayısını bile almamış bir metne
dayanarak yargılamanın bekletilmemesini, kararın ertelenmemesini, savunmanın
alınmasından ardından geçen celse ayrıntılı olarak dile getirdiğimiz iddialarımız ve savcının
mütalaası doğrultusunda her iki sanığın mahkumiyetine karar verilmesini, aynı zamanda
rütbelerinin geri alınmasına dair ek karar verilmesini, hükümle birlikte tutuklama kararı
verilmesini talep ediyorum."
Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Fikret Babaoğlu
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında:
Bu iddianameye bizimde eleştirilerimiz olabilir. Ancak biz iddianameyi ve davayı
önemsiyoruz. Bu davanın basitleştirilmeden genişletilerek devam ettirilmesi gerektiğini
düşünüyoruz. Ve özellikle sistematik şeklide işkence yapılmasının sanığı olmaları gerektiğini
düşünüyoruz. Ve eski TCK nun 450. Maddede düzenlendiği şekliyle işkence ile adam
öldürmek suçununda oluştuğunu düşünüyoruz ve davaya müdahil olma talebimizi
tekrarlıyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli beyanında:
Ben daha önce tüzel kişili adına beyanda bulunmuştum bu kez şahsım adına
bulunacağım 12 eylül öncesi 86 gün gözaltında kaldım. 6 ay benim laboratuvar dediğim özel
yerde tutuldum. Bu olaydan bireysel olarak mağdur oldum. Bunun dışında Anayasa nın geçici
15/1 maddesi yanı sıra 15/2 maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. İddianameyi yetersiz
görmekle birlikte önemsiyorum. Sanıkların dışında özellikle işkenceye karışan ve Anayasa nın
geçici 15/2 maddesi kapsamında uzun yıllar soruşturmadışında tutulan kişiler hakkında da
insanlığa karşı suçlar değerlendirmesi altında etkin soruşturma yapılmasını talep ediyorum
dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında:
Bizce resmi kurumların belgeyi az ya da çok yollaması çok önemli değildir. Esas
itibarıyla devletin arzulanan belgeleri göndereceğini de düşünmüyorum. Özellikle 12
Eylülden mağdur olan kişilerin kurdukları tüzel kişiliklerin davaya müdahilliklerine karar
verilmesi, 12 Eylülcülerin yaptıkları Anayasa nın 90. Maddesi dikkate alınarak uluslararası
sözleşmelerin yasalara göre üstünlüğü dikkate alınarak sanıklar hakkında insanlığa karşı
suçtan suç duyurusunda bulunulması, en azından bayrak planında isimleri geçen komutanlar
ile Synt. K.ları hakkında suç duyurusunda bulunulması halinde bu mahkemenin davaya
105/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
verdiği değerin ortaya çıkacağını ve Mahkemenizin itibarının artacağını düşünüyorum.
Sanıkların mutlak suretiyle huzurunuza getirtilmesini talep ediyorum dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanında:
Raporu kabul etmiyorum. Sanıkların Motor Kontrol sistemlerinin yerinde olduğu ve
iradelerinin açık olduğuna ilişkin sunulan raporlar dosyada mevcuttur. Esas itibarıyla dünyada
ki örneklerine bakıldığında darbe suçundan yargılanan sanıkların yaşlarının eşdeğer olduğunu
görüyoruz. Bu örneklere de bakılarak sanıkların gerek sağlık ve gerek ise de güvenlik
önlemleri sağlanarak sanıkların Mahkemeye getirtilip savunma vermeleri gerekmektedir,
dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında:
Diğer meslektaşlarımı zın beyanlarına iştirak ediyoruz. Anayasa değişikliğinin
ardından 2 yıl geçmiştir. Bu gün 12 Eylül ile ilgili sadece iki sanığın yargılanıyor olmasını
kabul edemiyorum ve darbeye karar veren ve en üst düzeyde uygulanmasına katkıda bulunan
diğer komutanların da şu an bu dosyada Mahkemece yapılacak suç duyurusu üzerine sanık
olmaları gerektiğini düşünüyorum. Diğer meslektaşlarımızın da talep ettiği üzere şayet kayıt
sistemi ile ifade alınacak ise teknik imkanların üst düzeyde olması ve doğrudan soru sorma ve
çapraz sorgu yetkilerimizin kullanılmasına imkan verecek bir denetimin sergilenmesini talep
ediyoruz, dediği,.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanınnda:
"celse arasında size sunduğum raporla ilgili ve bugün burada sayın müdahil vekili
meslektaşımın beyanlarına ilişkin kısaca beyanda bulunmak isterim. Şimdi tartışılan konu şu.
Deniliyor ki; 12 Eylül yani 12 Eylül'ü gerçekleştirenler, yani sanıklar kurucu iktidardır.
Dolayısıyla kurucu iktidar yargılanamaz. Kenan Evren kendi savunmasında söyledi.
Meslektaşlarım, avukatları müdafileri de tekrar ettiler. Dedikleri şudur. Bizim hukukumuzda
yani o zaman ki hukukta darbeye teşebbüs suçtur. Darbe suç değildir. Dolayısıyla Kenan
Evren'in savunmasında ki cümle ile; ihtilal yapmayı suç sayan bir kanun olmadığını, hukuken
de olmasının mümkün olmadığını, başarılı ihtilallerin cezalandırılamayacağını.Şimdi aslında
bizim için daha doğrusu benim için yani müdahil vekili Av. Hasan Ürel olarak bu konu
berraktır. Yani ihtilaller yargılanmalıdır. Ve bu örnek te teşkil etmelidir. Fakat buna rağmen
biz Ceza Muhakemeleri kanununun bize verdiği yetkiye dayanarak iki profesörden yani
uzman mütalaası aldık. Ve bu mütalaayı celse arasında sayın Mahkemenize sunduk. Şimdi
ona gelmeden önce; gene bu konu yani ihtilalin başarılı ihtilalin cezalandırılıp
cezalandırılamayacağı konusu çünkü bu celse sanık müdafisi bunu tekrarladı. Ve dedi ki;
başarılı yani kurucu iktidar cezalandırılamaz. O konuda ki savunmamızda ısrarlıyız dedi. Tabi
şunu da eklemem lazım izin verirseniz. Hem meslektaşım kurucu iktidar cezalandırılamaz
diye geçen celse Mahkemenize yazılı talepte bulundu. Ve orada şunu talep etti. Bu kamu
davası düşürülsün. Düşürülsün evet birinci talebi budur. Şimdi bugün tevsi tahkikat
taleplerinde bulunuyor. Yani bunu aslında bir çelişki olarak sunmak isterim. Demek istiyor ki
şu çok önemli. Eğer diyor uzun uzun 1 Mayıs anlatıldı. Hakikaten onu ben çok anlamış
değilim. 1 Mayıs niye bu kadar uzun anlatıldı. Şunu söylüyor diyor ki ; eğer 1 Mayıs
davasında benim müvekkillerimin sorumluluğu çıkarsa cezalarını çeksinler. Ben buna razıyım
dedi. Bunlar tabi kayıtlara alınıyor herhalde. Benim de konuştuğum gibi. Şimdi siz bugün
tevsi tahkikat talebinde bulunuyorsunuz ve diyorsunuz ki; bunlar araştırılsın, eğer bunlarda
benim müvekkillerim suçlu çıkarsa cezalandırılsın diyorsunuz. Ama bir önceki celse dediniz
ki bu kamu davasında hiç bir şey yok, bu düşsün. Bu davanın düşmesine karar verilsin dedi.
Hatta sizin bu konuda karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kararınızı kesin hüküm kabul
etti ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yoluna başvurdu. Dolayısıyla bu konu önemli.
Yani bizim çözmemiz gereken bu. Şimdi meslektaşlarım sundular. Kenan Evren'in anıları.
Kenan Evren'in kendi ifadesi de var. Biz ihtilal yaptık. Dolayısıyla cezalandırılamayız.
106/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Dolayısıyla bu davanın özü bu. Bu davanın özü yoksa işkence yapılmış, efendim insanlığa
karşı suçlar işlenmiş, o değil. Şimdi o zaman acaba ihtilaller cezalandırılır mı,
cezalandırılamaz mı, bunun tartışmayı içerisindeyiz. Dediğim gibi bizim için gene bu husus
berrak, açık yani. Ama bakın ben size daha bu konuyu 1985 yılında değerlendiren hocamız
Ceza Hukuku Profesörü ve burda bulunan hukukçuların pek çoğununu hocası olmuştur,
benimde hocamdır. Nevzat Toroslu'nun yazdığı bir bilimsel makale var. Diyor ki orada yani
bunu Mahkemenize sunacağım. Hocanın şu cümlesinin kayda geçirilmesi için söylemek
istiyorum. Anayasayı tahir, tedbil ve ilganın gerçekleşmesi ki yargılama maddesi, yani fiilin
tamamlanması halinde artık failin cezalandırılamayacağı, dolayısıyla bu durumda suçtan ve
suçun neticelerinden söz edilemeyeceği yönündeki görüşe itibar etmemek gerekir. 1985'de
söylüyor. Darbeden 5 yıl sonra. Çünkü herşeyden önce takip edilmezlik ile cezalandırılmazlık
suçun tamamlanması hususları birbirinden farklı hususlardır. Yani takip edilmezlik ile
cezalandırılmazlık ayrı suç aynıdır. Çok açık yani. Okuyorum ama çok açık. Nitekim
Anayasayı ilga eden bir kuvveti bir başka kuvvet ortadan kaldıracak olursa ilk kuvvetin
Anayasa yı ilga fiili takip edilebilir bir fiil niteliği kazanabilecektir. Şimdi savunma şu. Biz o
zaman takip edilmedik. Suçlanmadık. E şimdi de suçlanamayız. Ama o zaman ki kurucu irade
olduğunu iddia edenler şu anda 2010 refarandumu ile getirilen kurucu idareyi de bir yerde
kabul etmiş oluyorlar. Dolayısıyla şimdi getirilen kurucu irade yani gerçek kurucu irade de
halkın iradesidir. Var bunlar bütün raporlarda. Gerçek kurucu iktidar olan halkın iradesi 2010
refarandumunda Geçici 15.maddeyi kaldırdığına göre; niçin kaldırılmıştır bu geçici
15.madde? İşte bu yargılanamazlık, takip edilemezlik fiili tespitinin ortadan kaldırılması için.
Yani bu olgunun ortadan kaldırılması için. Nitekim 12 Eylül'ü yapanlar, 12 Eylül darbesini
yapanlar, Anayasa'yı hazırlayanlar geçici 15.maddeyi koyma gereğini niye duymuşlardır.
Şimdi mantık şu, savunma şu. Deniliyor ki; biz kurucu iktidarız, bizi kimse yargılayamaz.
Peki niçin geçici 15.maddeyi koyuyorsunuz. Yani bir insan zaten yargılanamayacağını bildiği
ve gerçek durumunun böyle olduğuna emin ise neden geçici 15.maddeye bir koruma zırhı
arkasına girsin. Şimdi bu koruma zırhı ortadan kaldırıldıktan sonra artık yargılanmanıza hangi
engel kalmıştır. Şimdi bir şey söylemek istiyorum. Yani raporla ilgili. Hocalarım yani Sayın
Prof. Mustafa Erdoğan ve Sayın Prof. Tanel Demirel'in hazırlamış olduğu raporla ilgili. Yani o
raporla ilgili onu sundum. Onu okuyamayacağım. Okumam, vaktinizi almam ancak bir
noktaya işaret etmeme izin verin. Şimdi deniliyor ki; oradaki savunmalardan biri. Daha
doğrusu sanıkların savunmalarından birisi de şu. Bir argüman da şu. Deniliyor ki; darbe
yapıldıktan sonra meşruiyet kazandık. Ne zaman 1982 Anayasasını hazırladık. 1982
Anayasasını halk oyuna sunduk. Ve halk oyunda %92 gibi bir kabul ile darbe Anayasası
onaylandı. Bu şu demektir deniliyor. Bizartık meşru bir yönetim olduk. Halk bizim
meşruiyetimizi onayladı. Dolayısıyla bu nedenle de yargılama yapılamaz deniliyor. Ama
hocaların değerlendirmesi şu. Bakın okuyorum. Bu savunmaya da itibar edilemez. Darbeden
sonra oluşan siyasal ortamda muhalefet yoktur. Muhalefete izin verilmeyen bir siyasi rejimde
hakiki bir meşruluktan bahsedilemez. Aynı şekilde MGK tarafından yapılan yeni Anayasanın
halk oyuna sunularak kabul edilmesi, 12 Eylül darbesinin meşruiyetinin onaylanması
anlamına da gelmez. Zira; Anayasa taslağının eleştirilmesi, hayır oyu kullanılması çağrılarına
izin verilmediği gibi asıl önemlisi bu hayır oyu verildiğinde yani Anayasaya halk oylamasında
hayır çıktığında ne yapılacağı belirtilmemiş. Bundan amaç hayır oyu çıkması halinde askeri
rejimin devam edeceği imasında bulunulmuştur. Dolayısıyla halkın %92'si belkide bir askeri
rejimden kurtulmak için tek çare olarak evet oyu kullanmıştır. Dolayısıyla böyle bir
meşruluktan yani demokratik bir sistemde gerçekleşmeyen meşruluktan söz edilemez
deniliyor bu raporda. Nitekim hemen daha sonra hemen 1983 yılında genel seçimler yapıldı
biliyorsunuz. Yani 82 Anayasa sı onaylandı, 83 te genel seçimler yapıldı ve genel seçimlerde
MGK bir partiyi açıkça işaret etti. Fakat buna rağmen halk %45,14 oyla MGK.'nin işaret ettiği
partiye oy vermedi. Bu çok açık bir şekilde şunu gösteriyor ki; burada demokratik bir
107/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
meşruiyetten söz edilemez. Şimdi bir diğer iddia da efendim şudur. Geçici 15.madde
soruşturma ve yargılama engeli hüvviyetindedir ve kaldırılmasıyla birlikte 12 Eylül
sanıklarının yargılanmasına ilişkin bir engelde kalmamıştır deniliyor bu tespitte. Çünkü
savunmada gelen yada savunmayı destekleyen bazı hukukçuların görüşlerinde; Geçici 15.
Maddenin kaldırılmasının ilgililerin yargılanmasına yetmeyeceği iddia edilmektedir.
Dolayısıyla bunun bir af niteliğinde olduğu iddiası vardır. Oysa bu yasa yani bu Geçici
15.maddenin içinde lafzında yani af sözcüğü kelimesi geçmediği gibi bu maddeyi yürürlüğe
koyanlar düzenlemenin bir af olduğunu iddia etmemiştir. Geçici 15. Maddede böyle bir husus
yoktur. Kaldı ki genel bir hukuki evrensel kural var. O da şudur. Eğer insanlığa karşı işlenmiş
bir suç varsa ki bu darbe suçu bu suçlardandır. Bu suçlarla ilgili faillerin af yasasından
yararlanamayacağı da çok açık bir genel hukuk ilkesidir. Şimdi sonuç olarak bu yargılamada
ki amacı vurgulamak isterim. Açıkça söylüyorum benim müdahil vekili olarak talebim şu
yargılamanın gayesi şüphelilerin fiilen cezalandırılmasını sağlamaktan ziyade yapılan
eylemlerinin suç olduğu ve bu tür suçları işleyenlerin aradan uzun zaman geçtikten sonra bile
ceza aldıkları gerçeğini Mahkeme kararıyla bir kez daha perçinlemek olduğu
unutulmamalıdır. Buradaki amaç gelecekteki benzer eylem tasavvur ve ölçütlerin önüne
geçmektir. Teşekkür ediyorum." Demiştir.
.Tekrar söz aldığında:
" Efendim davamızın usun süredir konusun teşkil eden kurucu iktidar üzerine
konuşmak istiyorum bir müddet, anayasa hukukçularının farklı düşünmelerine rağmen, ortak
paydaları şudur, üçtür anayasa yapımı sürecinde, doyasıyla üçtür kurucu iktidardan söz
edilebilir, birincisi sözleşme anasayacılığıdır, 1787 ABD anayasasını buna örnek verebiliriz,
modern tarihin ilk yazılı anayasası olarak ta kabul edilir, burada egemenliğin kaynağı halktır.
Ikincisi devrim darbe anayasacılığıdır, 1789 Fransız devrimi 1917 Bolşevik, 1979 İran
devrimi, sonucunda oluşturulan anayasalar buna örnektir, eski rejim yani anjin rejim yıkılarak
devrimi darbeyi gerçekleştiren sınıfın hakimiyeti tesis edilir, üçüncüsü daha çok Fransa
dışında kalan 19. Yüzyıl kıta Avrupası anayasacılığıdır, Almanya Avusturya ve Türkiye bu
gruba girer, Aristogratik brokratik yapı Fransız ve Amerika örnekleri karşısında anayasacılık
örnekleri dışında kalmadığını göstermek için kendi hazırladıkları anayasa metinlerini ilanen
fermanen yolu ile topluma dayatırlar. Bu yönteme Ferman Anayasacılığı da denir, bu yöntem
ilebir tarihsel gelişimin dışında kalınmadığı izlenimi verilir, iki Fransa ve ABD de olduğu gibi
topluma bedel ödetilmeden, monarkın lütfuyla bazı haklar verilir, verilmiş izlenimi yaratılır,
üç hem egemen sınıfın iktidarı meşrulaştırılır, hem de gelecek karşı tepkilerin önü kesilir,
özetle Osmanlı Türkiye coğrafyasında 5 anayasa 5 kurucu iktidar görmekteyiz, bilindiği gibi
1876 Kanuni Esasi 1921 Anayasası, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası ve bugün tartışmasını
yaptığımız yargılamasını yaptığımız, 1982 Anayasası, 1876 anayasası 10 ülemaikisi asker
kökenli 18 bürokrattan müşekkil 78 kişilik cemiyeti mahsusa tarafından hazırlanan anayasal
bir ferman anayasasıdır, toplumun hazırlık sürecine doğrudan veya temsilcileri aracılığı ile
katılması söz konusu değildir, aydın bürokratlar ile padişah arasında iktidar paylaşılmıştır.
Anayasal düzen meşrute monarşiye dönüşmüş, devlet iktidarı bürokrasiye kaymıştır, asker ve
bürokrasi ağırlıklı Jön Türk hareketi 1908 yılında ikinci meşrutiyet ilan ettirmiş, 31 mart
olayları gerekçe gösterilerek 1909 da iktitar İttihat ve Terakki cemiyeti tarafından gasp
edilmiştir, Türkiye de günümüze kadar süren anasayacılığın tarihsel temeli tam da bu
noktadır, otoriter seçkinci bir kanat asker ve sivil bürokraside merkeze yerleşmiş, çevresel
faktörleri yani halkı dışlayarak kurucu iktidar olmuştur, bu bürokratik yapının ideolojik
öncelikleri Türkçü Pozitivist Laiklik ile ilgili bir söylem oluşturmuştur, siyasal liberalizim sol
ve sosyalizm ve ademi merkeziyetçiliği savunan siyasal kanatlar sürekli tasviye edilmiştir,
1921 Anayasası kısa kısa değiniyorum bunlara üyelerinin bir kısmı Osmanlı Meclisi
Mebusundan çoğunluğu livalardan ve kazalardan koşullar gereği iki dereceli seçim sistemi
bile uygulanmadan müdafaai hukuk cemiyetinin önerisi ve kabulü ile bunlardan 14 ü de Malta
108/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
sürgününden dönen Ermeni soykırım şüphelisi olmak üzere 66 seçim bölgesinden gelen 351
kişiden oluşur, Ülke tarihinde görüp görebileceğimiz tek katılımcı anayasa niteliğindedir,
Ademi merkeziyetçiliği esas alır, yerel meclislerin özerkliğini ve şurası sistemini kabul eder,
Mustafa Kemal dahil ittihat terakkinin B grubu Kurtuluş Savaşı koşullarında konjüktür gereği
birinci meclisin ikinci kanadı ve diğer toplumsal gruplarla iş birliğine girmek zorunda
kalmıştır, zaten savaş koşulları bitince silahlı ve silahsız bürokrasi Ekim 1923 te Yerel
yönetimlerinin özerkliğini kaldırmış ve 1924 Anayasası na giden yolu açmıştır, 1924 1961
1982 anayasaları halkın oluşumun katılmadığı, taleplerinin dinlenmediği, bir toplum
sözleşmesi arayışının arzulanmadığı, dönemin seçkin aydın asker sivil bürokratlarınca
hazırlandığı ve onların iradesi ile yürürlüğe giren anayasalardır, 1961 v 1982 anayasalarının
halk oyuna sunulması sadece göstermelik meşrulaştırıcı bir etki içindir tüm anayasa
kitaplarında şu paragrafın aynısını mutlaka görürsünüz, " kurucu iktidar amacının meşru olup
olmadığından bağımsız olarak, hukuksal otorite yaratan sosyolojik bir iktidar" olarak
tanımlanır, hiçbir norm ile bağlı değildir, kim yada kimler olduklarının bir önemi yoktur,
kurucu iktidar somut bir organ ya da kurum değildir, gözlemlenebilir bir işlevdir, yürürlükteki
hukuk düzeninin ihlal ederek ortaya çıkabileceği gibi, bu düzene dokunmadan yenisini de
ikame edebilir, yasa dışı bir sosyal grup olabileceği gibi yasal olarak kurulu bir organ işlevi de
üstlenebilir, Hegel den başlayarak Sies karsimit Keridö Malberg gibi siyaset ve anayasa
teoristlerinin ortak görüşü budur, bulunduğumuz yerden baktığımızda 1979 darbesinden beri
siyasal ve hukuksal olarak pozisyon almış İran Humeyni rejimi niye şahı devirdi diye
yargılanabilir mi? Bu soruya sevgili dostum Av. Hasan ÜREL in de aldığı mütalası seçkin bir
profosörlerden aldığı mütala ile bu soraya Türkiye ye yönelik şu örneği veriyor, iddianamenin
hukuku değerlendirme bölümünün aynen tekrarladıktan sonra güç dengesi değişti gücü elinde
bulunduranlar geçmişte darbe yapan kurucu iktidar sorumlularını şimdi TCK nının 146 ve
147. Maddelerinden yani Anayasayı İhlal suçundan yargılayabilirler diyor, zaten
iddianamenin de sevk maddesi budur, seçkin profosör demokratik ülkelerde asli kurucu
iktidar halktır diyor, bunlar iktidarı zorla gasp etti şimdi güçler dengesi değişti diyor, güz
dengesi üzerine kurulu bir dava dediğimizde demek ki bu dava siyasi bir davadır, Türkiye'de
1876 dan beri anayasacılık hareketlerine baktığımızda, 1921 deki 10 aylık süreyi saymazsak
Türkiye tarihinde kurucu iktidarlar silahlı ve silahsız bürokratik güçler olmuştur. Bu sanıklar
bu sürecin ve bu kültürün ürünüdür, eğitimleri gereği darbe yapmaya sürekli kurucu iktidar
olmaya koşullanmışlardır, Mazallah Ergenekon, Balyoz 28 Şubat davalarında emekli
muvazzaf generalleri hapishane ve ceza ile şu anda terbiye ediyor olmasaydık bu sürek böyle
devam edecekti. Ve asla Türkiye halkının katılımı ile bir demokratik anayasayı
yapamayacaktık. Bana göre bu sanıkları niye anayasayı tebdil, tahir ve ilga ettin diye
yargılamak mantıklı gelmiyor, kaldı ki 147. Maddede TBMM nin görevini iskat ettiklerine
dair suçları ap açıktır, yargılamayı hiç uzatmadan TCK.'nın 147 delaletiyle iddianamede böyle
söylüyor, TCK. 146 Maddeden mahkeme ceza verebilir. Hiç kimse siz darbeciler TBMM yi
kapatıp, üyelerini de Hamzakoya sürmediniz diyemez. Video kayıtları ile herşey ortadadır.
105 klasör belge daha toplamaya gerek yoktur. Ancak bu bir siyasi karar olur. Anayasa yapım
süresicinin tarihsel koşulları açısından Türkiyenin özgür koşulları ve Anayasa teorisi
bakımından tartışmalı bir sonuç olur. Eğer Yunanistan ve Arjantin darbecileri yargılama
örneğinde olduğu gibi hukuki bir yargılama yapıp bu sanıkları işkence adam öldürme
hürriyeti tehdit, görevi suistimal suçundan yargılayamazsak hiç kimse tatmin olmayacaktır.
Vicdanlar yaralı kalacaktır. Bu salon karısı, kızı, kocası, öldürülen işkence görenlerle hala
vücudunda işkence izi taşıyanlarla dolup boşalmaktadır. Vicdanlar Cemil Kırbayır'ın
akıbetinin araştırılması, sorumlularının cezalandırılması için çırpınıyor bu salonda, bu
sanıkların da davamız sanıklarının da bu olaylarda bir dahili varmı diye buradayız. Zaten
iddianamenin iki eksik ayağı vardır. Bir bu merkez davada sanıkların diğer suç ortakları ceza
muhakemesi kanuna göre fiili ve şahsi irtibat var olduğu halde bu davanın sanığı olarak
109/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yargılanmamaktadırlar. Arkadaşlarımız anlattı bunu Bayrak Planı etrafında örgütlenene
generallerin suç ortağı olduğunu, iki iddianamede işkence ve adam öldürme konusunda yeteri
kadar bilgi belge ve suçlama olduğu halde sadece bu doğrultuda sevk maddesi yoktur. Kaldı
ki bu dava sürecinde ordu ve kolorduya bağlı işkence merkezlerinde işkence iddiaları ve
şüpheli ölümler ile ilgili yeteri kadar belge de mahkeme dosyanıza gelmiştir. Ne var ki
Mahkeme bu konuda suç duyurusunda bulunmuş ve Başsavcılıkta topu 60 ilde C.savcılarının
sürdürdüğü soruşturma dosyalarına atmıştır. 2010 refarandumunu yapan siyasi iradenin bu
soruşturmaların arkasında artık durmadığını gözlemlediğimize göre bu dava 147 delaletiyle
146.madde ile sonuçlanacak gibi gözükmektedir. Bu sonucun kamu oyunu tatmin
etmeyeceğini düşünüyorum. Sanık avukatı TCK 146. Madde bağlamında biz kurucu iktidarız,
146 ile biz yargılanamayız iddiasında bulunmaktadır ve bunu kanıtlamak için de TBMM,'ye,
Cumhurbaşkanlığına, Başkabakanlığa, İçişleri Bakanlığına, J.Genel K.lığına gerek şahsen
gerek Mahkeme aracılığıyla başvurarak bazı talepleri dile getirmekte ve bazı belgeler
istemektedir. Mahkemeye sunmak üzere. Öztle söylersek; bir 12 Eylül 1980 ile Meclis
Başkanlık divanının oluşturduğu 1983 tarihleri arasında kabul edilen ve yürürlüğe konulan
kanunların dökümünü istemektedir, bu kanunların yürürlükte olup olmadığını, yürürlükten
kaldırılmış olanlar var ise bildirilmesini, MGK.'nin yaptığı işlemlerin 2709 Sayılı Anayasaya
idari mali ve cezai bir işleme tabi tutulup tutulmadığını sormaktadır. Sanık avukatı bu istemini
12 Eylül rejiminin yasal olduğunu 30 küsür yıldır hala uygulamakta olduğunu, kanunlarıyla
ve kurumlarıyla uygulamakta olduğu konusunda bir iddiayı kanıtlamak için söylemektedir ve
bazı kanun maddelerini o dönem çıkan saymaktadır. Şimdi kanun maddelerinin dökümünü
istediğine göre bende kısaca o dönem çıkan kanun maddelerinin dökümünü TBMM sitesinden
araştırdım. Örneğin 2779, 2859, 2828, 2827, 2873, 2918 daha uzatabiliriz. Bu kanunlar darbe
döneminde yani 1983 Meclis Başkanlık divanı kuruluncaya kadar çıkmış uygulamaya
konmuş, bu kanunlar nüfus planlaması, sahil güvenlik kurumu, tapu kadastro, trafik kanunu,
sosyal hizmetler kanunu, devlet başkanı yerine Cumhurbaşkanı denmesine ilişkin sıradan her
ülkede görülebilecek rutin basit kanunlardır. Şimdi 1961 faşist rejiminin restore fakat 12 Eylül
faşist rejimini takip eden asıl kanunlardan bahsetmemiz lazım. O dönemde çıkan. 2324 Sayılı
Anayasal düzen hakkında kanun. Bu kanun okunduğu zaman darbe süresince 1961
Anayasasının yürürlükte olduğu görülür. 2911 Sayılı Kanun toplantı ve gösteri yürüyüşleri
kanununda zaten böyle bir kanun vardı. Rejim yeni bir kurum oluşturmamıştır. Bu kanun 4
kere 5 kere değiştirilmesine rağmen hala düşünce açıklama önünde bir engeldir. Öğrenciler,
işçiler hala içerdedir bu kanun ile. 2893 Sayılı Kanun Türk Bayrağı kanunu. Ben arkadaşımız
istemiş bu kanunları. 12 Eylül rejiminin yasal olduğunu ve yeni kurum ve kurallarıyla 30
yıldır uygulandığını söylemektedir ve meşru olduğunu söylemektedir. Ona bir cevap olarak
söylüyorum. Türk Bayrağı kanunu. Zaten 1936 yılından beri bir Türk Bayrağı kanunu vardır.
Ama bu kanun ile bayrak daha da tapılacak bir kutsal sembol haline getirilmiş, rejimin
Türkçü, pozitivist, laik ideolojisinin gereği yerine getirilmiştir. Milletvekili seçim kanunu
2839. Zaten bu kanunda vardı. Ama bu kanun ile bölge barajları ve ülke barajları getirilerek
toplumsal katılımın sağlanması parlementoya temsileseçilmişlerin toplumsal katılımının
sağlanmasının önüne geçilmiştir. Siyasi partiler kanunu. Yeniden tahkim edilmiştir. Kısa kısa
söylüyorum. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu kanunu. Hakimler ve Savcılar iki ayrı kurum
iken bir kurum haline getirilmiş, yargı vesayeti açısından yeniden tahkim edilmiştir. Gazi
Mustafa Kemal'in doğumunun tabiki rejimin bir de ideolojik ayağı vardır. İdeolojik
meşrulaştırıcı bir ayağı olmalıdır. Gazi Mustafa Kemal'in 100. Yıldönümü ve Atatürk Kültür
Merkezinin kurulması hakkında ki kanun. Bu kanunun Atatürk Dil ve Kültür Yüksek
Kurumunun kuruluşuyla ilgili birlikte düşünürsek rejimin Atatürkçü pozitivist, laik karakterini
pekiştirip başka ideolojilerin dışlandığını ve kriminilize edildiğini görürüz. Güneş dil teorisi
ile tüm insanlığın Türk soyundan zühur ettiğini özellikle Kürtlerin daha Türk olduğunu
ispatlamak konusunda çok gayret sarf etmiştir bu kurumlar. Başka etnik siteler yok sayılmış
110/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ermeni tehçirini yok sayan Yusuf Halaçoğlu bu kurumdan çıkmıştır. Bunları sıralamak
mümkün. Şöyle söyleyeceğim. Kısa bir çok kanun çıkmış. Ancak sanık avukatının bize göre
bana göre yanıldığı nokta şudur. 12 Eylül 1980 rejimi yeni bir sistem, yeni bir kurum
kurmamıştır. Kurumlarıyla ve kurallarıyla yeni bir kurum kurmamıştır. Kurduğu kurumlar
Atom Enerjisi Kurumu her ülkede olabilecek bunlardan Devlet Denetleme Kurulu bugün
Allah'tan hayırlı bir iş yapıyor. Hrant Dink'in suikastini araştırıyor. Buna benzer birkaç
kurumun dışında 27 Mayıs darbesi ile oluşçturulan tüm kurumlar yeniden restore edilip
yeniden pekiştirilmiş yeniden tahkim edilmiştir. Zamanla esaret rejiminin aşınması sonucu bu
kurumlar yeni kanunlarla yeniden restore edilmiştir. 12 Eylül rejimi yeni bir kurum, yeni bir
kurumsallık getirmemiştir. 1927 faşist darbesinin bir devamı olarak hüküm sürmüştür. Bu
anlamda baktığımız zaman tarihsel sürekliliği içerisinde 1876 yılından beri görünürde bir
meşruiyeti vardır. Yani hep böyle olagelmiştir. Kurucu iktidarlar. Ama bu böyle oldu diye 12
Eylül rejiminin hukuki ve siyasi meşruiyeti asla yoktur. Fiziken işledikleri insanlara eziyet
ederek, idam ederek zaten kendi Kenan Evren burdaki bir beyanında da söylemişti; Hakim
arkadaşın biri de sormuştu yani bir sağdan bir soldan astık diyorsunuz. Ölüm bu kadar
basitemi indirgediniz diye sormuştu. Yani peşin idam hükümleri veren bir tür sanıklarla karşı
karşıyayız. Ve bunların işlediği suçlardan dolayı yargılandırılıp 146.madde şemsiyesi altında
işledikleri suçlar araştırılıp yargılandırılıp 146 şemsiyesi altında ceza verilebilir diye
düşünüyorum. Saygılar sunuyorum. " Demiştir
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan, değerli Üyeler, maalesef bir yargılama yapamadık. Ben işin açığı gelen
belgelerle de iki duruşmadır ilgilenmiyorum. Yeteri kadar belgede vardı dosyamızda 105
klasör. Zaten darbe yapıldımı ? Yapılmadı mı? Darbe önceden planlandı mı? Planlanmadı mı?
gibi bir tartışma zaten kamu oyunun gündeminde zaten böyle bir tartışma yok. Herkes biliyor
ki darbe yapıldı. Ama bir yargılama yapamadık. Maalesef. Bu duruşma açıldığında çok ümitli
idik. Bir kısım avukat arkadaşlarımız protesto ettiler. Bu yargılamanın bir tiyatro olduğunu
söylediler. Protesto ettiler. Duruşmalara katılmadılar. Biz onları eleştirmiştik. Ümitli idik.
Ama maalesef geldiğimiz noktada bir yargılama yapamadık. Mütalaada beni çok
heyecanlandırmıyor. Çünkü sonucu belli. 147 delaletiyle 146. Maddeden cezalandırılmalarını
isteyecek. Hatta sonucu da söyleyebilirim. Yerinize ihsas-ı rey de bulunabilirim. Sonuçta
146'dan ceza alacaklar. Bu kamu oyunu tatmin etmeyecektir. Çünkü sözlerim Mahkemenize
dönük anlaşılmasın. Çünkü bu davanın arkasında 2010 refarandumunda bu davaların açılması
için bir madde vardı. O maddeye oy verenlerden biri de benim. Çok ümitli idik. Bu davaların
arkasında 2010 da olduğu gibi siyasi iktidar durmamıştır ve durmamaktadır. Topu C.savcıları
60 ile atmaktadır. Biz bu sanıkların adam öldürme, adam öldürmeye azmettirme, işkence,
görevi kötüye kullanma, hürriyeti tahdit gibi suçlardan da yargılanmalarını istiyoruz. Hatta
basında son dönemde çıkan Tunceli de yaptıkları inanç asimilasyonu dediğimiz bir insanlık
suçundan da yargılanmalarını istiyoruz. Basında böylede haberler çıkmaktadır. Ama bu
konuda Mahkemenize dönük konuşmuyorum. Savcılar harekete geçmemiştir. Bizde savcılık
makamı maalesef iktidarın bir memuru gibi çalışır. Ve iktidar, siyasi iktidar arkasında değil ise
o savcının hele ki böyle bir siyasi davalarda o savcı bu soruşturmaları yürütemez ve 60 ilde
yürüyor dediğimiz soruşturmalardan da hiçbir netice, hiçbir sonuç gelmemektedir. Herkes
biliyor ki bu insanlar darbe yaptı. Bu sanıklar işkence suçuna azmettirdi. Sistematik işkenceyi
azmettirdiler. İşkencede adam öldürdüler. Görevi kötüye kullandılar. Tonlarca gazete yakıldı.
Bunların dökümünü verdik. Tonlarca film yakıldı. Tonlarca aydın, yazar işinden edildi.
Tonlarca insan yerinden sürgün edildi. Bunların hiçbirini burada yargılayamadık. Sonucu
belirli bir davayı götürmekteyiz. Kamu oyuna karşı 146 ile TCK. 146 ile sonuçlanacak bir
davayı götürmekteyiz. Şununda kamu oyu tarafından bilinmesinde yarar var. Bu sanıklar 146.
Maddeden ceza alsalar bile 3713 Sayılı Yasaya göre 10 yıl hapis yatacaklar. Yani
ağırlaştırılmış müebbet verilse bile 10 yıl. Sayın Mahkeme heyeti yaşlıdırlar şudur budur diye
111/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
bir şey taktir ederse 8 yıl yatacaklar. Çünkü eski TCK.'nın 78,79 ve 80. Maddeleri yani içtima
hukukunu düzenleyen içtima, fikri içtima, maddi içtima ve teselsül hükümlerini düzenleyen
yasalara göre 146. Madde şemsiye bir maddedir. Diğer suçlar olsa ki yargılayamadık, diğer
suçlardan. Diğer suçlar olsa bile yine 146'dan ceza alacaklar ve 10 yılla cezalar infaz edilecek.
Yani burada sanıkların çok ağır bir ceza sonucuna uğrayacakları beklentisinin olmaması
açısından bu açıklamayı yaptım. Ben daha öncede söyledim. 146. Maddeden ceza verdiğimiz
zaman sanık avukatlarının belirttiği gibi bir kurucu iktidar tartışması burada yapmak zorunda
kalacağız. Kamu oyunda yine bir kurucu iktidar tartışması yapılmak zorunda kalacak. Yani
sanıkları sırf 146. Maddeden cezalandırdığınız zaman bir kurucu iktidar tartışması toplumun
gündemine gelecektir. Ancak bu sanıklar dediğim suçlardan yargılanabilseydi bu şahsınız ile
ilgili değil çünkü Mahkemeler tahkik sistemiyle engizisyon sisteminde olduğu gibi tahkik
sistemiyle çalışmıyor. Sizde önünüze gelen iddianame ile çalışıyorsunuz. Önünüze böyle bir
iddianame gelseydi ki ben bu konuda ısrarlı oldum. İşkence suçları da vardır iddianamede
diye. Oradan da yargılama pekala yapılabilirdi. Maalesef yapılamamıştır. 2911 Sayılı Toplantı
ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununu, geçen duruşmada bahsetmiştim. 1983 yılında yani
Başkanlık Divanı, Meclis Başkanlık Divanı kurulmadan önce çıkan bir yasadır. 12 Eylül
sürecini kapsayan bir yasadır. Ve bugün siyasi iktidar bu yasaya bile tahammül
edememektedir. Bu 12 Eylül yasasına bile tahammül edememektedir. Polisin dahada
güçlendirileceğini, daha çok gaz alınacağını, daha çok TOMA v.b araçlar alınacağını
söylemektedir. Yani siyasi iktidar bu masum, son derece masum gezi parkı olaylarından sonra
demokratik haklarını kullanan insanlara karşı tutumuna baktığımız zaman bu davanın da
arkasında artık duramayacağını, bu davanın da kamu oyunun beklediği şekilde bitmeyeceğini
biliyorum ve saygılarımı sunuyorum." Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan, değerli üyeler. Esas hakkında mütalaya ilişkin birkaç şey söylemek
istiyorum. Meslektaşlarım söylediler. Daha önceki geçmiş duruşmada diğer meslektaşlarımda
bahsetmişler çok üzerinde durmayacağım. Mütalaa savcısı insanlığa karşı suç tanımı ile ilgili
çok parlak, çok yaldızlı çok teorik bir giskus yapıyor. Mütalaa da uzun uzun, ancak biz burada
sanıkları insanlığa karşı suç işledikleri için yargılayamıyoruz. Mahkemeniz önüne gelen
iddianame ile sınırlı ama yaptığınız suç duyuruları da 60' ı aşkın ile giden suç duyurularında
da bir netice alamıyoruz. Ben daha evvelki savunmalarımda da söyledim, aslında Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin 7/2 az önce meslektaşım o konuyu açıkladı, sevgili Ergin
CİNMEN. Uluslararası sözleşmelere yıllar önce imza atmışız. Yine 1961 Anayasasında
uluslararası sözleşmelerin önceliği vardır. Yine orada da vardır. Sınırlı da olsa orada da
belirtilmiştir ve 1982 Anayasasında da uluslararası sözleşmelerin 90. Maddede kanun
hükmünde olduğu hususu vardır. Yani savcılarımız insanlığa karşı suç tanımı her ne kadar
2005 yılındaki ceza hukukuna yeni girmiş ise de ; geriye doğru yürütülebilirlerdi.
İştemütalaada bahsediyor, Talin Yüksek Mahkemesinin kararı, Peru' nun başvurması üzerine
Venedik Komisyonunun kararı, buna benzer yine AmerikanLatin Amerika ülkelerini kapsayan
daha çok o konuda karar alan Amerika İnsan Hakları Mahkemesinin insanlığa karşı suç
tanımında geriye doğru yürüdüğünü, usulü geriye doğru yürüttüğünü biliyoruz. Savcılarımız
bir iktidar kavgası olduğunda bir yolsuzluk olduğunda bunun ucu bir iktidar kavgasına
ulaştığında onları kutluyorum mangal gibi yürek var, dava açabiliyorlar, üstüne gidebiliyorlar,
ama medeni uluslar ailesinde yerimizi almamız için adli yargılamalarda, insanlığa karşı suç
tanımını geriye doğru yürütemiyoruz. Yine mütalaada var, iddianamade var, TCK.nun
107.maddesini yeni ceza kanununun 67.maddesini T.C.Anayasasının 83.maddesinin arkasına
dolanarak zamanaşımı dokunulmazlık ve ileriye dönük af olamayacağı konusunda bu davayı
açabiliyorlar ve önünüze getirebiliyorlar. Halbuki daha kolayı vardı.Sözleşmelere imza
atmıştık. Anayasalarda vardı. Geriye doğru yürütülebilirdi. 32 adet sistematik işkenceden
bahsediyor iddianame. Tüm bunlar tek tek sayılıyor. Mağdurların ifadeleri alınıyor. Fakat
112/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
sevk maddesi yok. Ve biz yargılayamıyoruz. Meslektaşlarım söyledi. Biz burada tek tek
mağdur olanların avukatıyız. Ancak bu mağdur olanlara ilişkin hiçbir delil, hiçbir belge
buraya getirilip tartışılmadı. Sanıkların yaptıkları işkenceden gözaltındaki adam
öldürmelerden, sırf 3 ay içinde darbe geldiğinde 43 tane insanın gözaltında öldürüldüğü
yazılmaktadır. Toplam 191'diriddianamenin sayısı, gözaltında öldürülenlerin sayısı. Bu
hususların hiçbirini burada bir belge ile tartışamadık ve bu yargılamayı gereği gibi
yapamadık. Sanıklar en az bunlardan sorumlu tutamadık. Biz burada 146.madde Anayasayı
tebdil, tahir, ilğa TBMM görevinden cebren men etme suçlarını tartışıyoruz. Bu çok ironik bir
durum. Şahsen ben ve solcu arkadaşım, sosyalist arkadaşım 146/1'den yargılandık ve cezalar
aldık. Ve ne ironiktir ki yine 1961 faşist bir darbe ile oluşturulmuş bir 1961 Anayasası'nın niye
tebdil ve tahir ve ilğa edildiği konusunda burada bir taraf gibi duruyoruz. Halbuki bunun
tarafları çok. Başbakanın temsilcisi burda, TBMM'nin temsilcisi burda, onlar arasında bu dava
geçebilirdi. Mademki biz tek tek insanların, tek tek mağdur olanların, öldürülenlerin, işkence
görenlerin ve yakınlarının avukatıyız, burada tek bir sorumluluğu sanıkların tartışılmıyor,
belgelendirilmiyor. Şahsen 146.maddede yargılanmaları hususunda burada taraf olmaktan
hicap duyuyorum. Ancak siz önünüze gelen iddianame ile sınırlısınız. 146 ve 147.maddeden
savcılar esas hakkında yada iddianame savcısı buyurmuşlardır. Burada 147.maddede bir ceza
tertip ederseniz bunun daha mantıklı daha kalıcı daha tartışmaya açık olmayacağını
düşünüyorum. Çünkü 146.maddede yine mütalaanın ikinci bir noktası 146.maddedeki suçun
teşebbüs olduğunu, suçun teşebbüsü cezalandırdığını uzun uzun teori, zorlama ve zorlayarak
tartışıyor ve orada da bir tartışma açıyor. Ve sonunda şunu diyor, mademki suça teşebbüs
cezalandırılmıştır. Eylemin tamam olması yani darbenin tamam olması zaten bir suç oluşur.
Bir Aristo mantığıyla bir suç tanımı yapıyor. Bu dava siyasi bir davadır. Siyasi davalarda
cezalandırılacak madde bulunur. Ve 147.madde şuan geldiğimiz koşullarda bana göre daha
uygun bir cezalandırma yöntemi olur. Çünkü orada teşebbüsü yargılandırmıyor, icra vekilleri
heyetinin cebren görevden men edilmesi suçunu cezalandırıyor. Çünkü burada biz yalnız
değiliz. Yarın sanık avukatı tartışma yapacak, dosya Yargıtay'a gidecek, kamuoyu bu davayı
tartışacak. Kurucu iktidar meselesine geliyoruz. Çünkü bu dava siyasi bir davadır. Sanık
avukatları başından beri söylüyorlar, yine söyleyeceklerdir. Teşebbüsü tartışacaklardır.
Teşebbüsün suç olduğunu, tamamlanmış halinin suç olmadığını darbenin tartışacaklardır.
Kurucu iktidarı tartışacaklardır. Ülkenin hala 12 Eylül Anayasası ve kanunlarıyla yönetildiğini
tartışacaklardır. TBMM'nin Anayasa Komisyonunun lav edildiğini, şuanda TBMM'nin
niyetinin ve kudretinin 1982 Anayasası'nı değiştirmeye yetmediğini tartışacaklardır.
Diyeceklerdir ki; 33 yıldır bizim Anayasamız ve bu Anayasadan zuhur eden kanunlar
uygulanıyor diyeceklerdir. İç hizmet kanununun 35.maddesine göre darbe yapıldı, meşruyuz
diyeceklerdir. Bu bağlamda kurucu iktidar tartışmasına kısmen değindim. Zaten geçen
duruşmada değinmiştim. Üç türAnayasacılık'tan özetle söz etmiştim. Sözleşme Anayasacılığı,
Darbe Anayasacılığı ve Ferman Anayasacılığı'ndan söz etmiştim. Bizim 137 yıllık Anayasa
1876'dan beri Kanuni Esasi'den beri Anayasa sürecimizin bir ferman anayasacılığı olduğunu
yaptığım araştırmalara göre beyan etmiştim. Diğer ülkeler şu veya bu şekilde bir Anayasa
oluşturuyorlar, Ferman Anayasacılığında onlardan geri kalmadıklarını, bürokratik sivil
iktidarlar aracılığıyla onlardan geri kalmadıklarını, bizimde Anayasamız var diyebilmek için
topluma böyle bir dayatma yaptıklarını, daha önceki beyanlarımda söylemiştim. Kurucu
iktidar tüm Anayasa hukukçularının beyanlarına göre sosyolojik bir olgu olup hiçbir norm ile
bağlı değildir. Hiçbir hukukla bağlı değildir. Ancak bu tarihsel belirli koşullarda 137 yıllık
Anayasa tecrübemiz içinde hep Anayasalar böyle yapıldı diye darbe yapmaya, darbe yaparak
insan öldürmeye, darbe yaparak işkence yapmayı meşru kılmaz, hukuki kılmaz. Sanıkların bu
anlamda önünüze gelen iddianame ve mütalaa çerçevesinde benim nacizane görüşüm
147.maddeden yargılanmalarının daha mantıklı olacağını söylüyorum. İstanbul'da bir daha
asla sergisini gezdim. Burada bir şeyde tüm dünyada bu tür işkenceler, diskiriminasyonlar,
113/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
insanlığa karşı suçlarda ülkeler günümüze geldiğimiz süreçte özür dilemişlerdir. Yaptıkları
kendileri kalkınmasalar bile, kendileri taraf olmasalar bile o iktidarlar, geçmişte yapılan
işkence, zulüm, holokost benzeri insanlığa karşı suçlardan dolayı özür dilemişler. Buna ilişkin
bir sergiye gitmiştim. Avusturalya Aborjinlere karşı, Amerika II.Dünya Savaşı'nda Japonlara
karşı diskriminasyon uyguladığı için, Almanya Yahudilere karşı bir holokost uyguladığı için,
Britanya Kanlı Pazar için Kuzey İrlanda'ya uyguladığı, Şili-Bulgaristan tüm iktidarlar özür
diliyorlar, ülkelerinin bu suça karıştığından dolayı. Willy Brandt diz çöküyor yahudilerin bu
soykırım sonucu yatırıldığı mezarın önünde diz çöküyor ve holokosta karşı bir özür diliyor.
Benim buradan acizane bir önerim var. Hala Fransa açık açık bir özür dilemedi, ancak Fransız
aydınları Jan Fuar Hartır ve Frans Hanon daha fazla susmayın diyor siyasilere, bukadar
susarak alçalamazsınız diyor. Giderek Fransa'da bir özür dileme sürecine gidiyor. Önce
düşünürler başladı. Şimdi benim burada bir önerim var, daha fazla sayın Kenan EVREN'in ve
diğer sanık Tahsin ŞAHİNKAYA'nın avukatlarına bir önerim var. Bu dava bir yüzleşme
davasıdır aynı zamanda. Burada bir öc almak için sanıkların yargılanıp cezalandırılması, ipte
sallandırılması, ceza evinde çürümesi öc alma duygularıyla gelmiyoruz. Burada bir insanlığa
karşı suç işlenmiştir. Burada yüzleşmeye geldik, varsa cezalarını yargılamaya geldik. Bu idam
edilenlerin 12 Eylül'de katliama uğrayanların içinde sembol isimlerden biri Erdal EREN'dir.
Benim önerim şudur, Kenan EVREN Erdal EREN'in mezarına gitsin, diz çöküp özür dilesin.
Tarihe kötü faşist bir diktatör olarak geçti. Tarihe iyi vicdanlı bir ihtiyar olarak geçebilir ve bu
toplumsal yüzleşmede Türkiye'de önemli bir adım olabilir. Teşekkür ederim." dediği,
Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Kazım Genç
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Bizce 12 Eylüle giden yolda 1 Mayıs 1977 olaylarımihenk taşıdır. Arkasından gelen
Çorum, Kahramanmaraş, Sivas katliamları da diğer kilometre taşlarıdır. Bu olaylara fail
olarak karışan kişiler beraat etse de toplum vicdanında bu olayların failleri olarak görülmeye
devam etmektedir: Dolayısıyla bu kişilerin 12 Eylül mağduru olarak kabul edilmemesi
gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan müvekkillerimden Erdal Eren bir çocuk olduğu halde
idam edilmiştir. Veysel Güney de keza yargılanmış ve aldığı ceza yargıtay tarafından 10 gün
içerisinde onaylanmıştır. Ailelerine bir mezar yeri dahi gösterilmemiştir: her iki müvekkilin
yakınları da yaşananlardan dolayı mağdurdur. Mahkemenizce dava basitleştirilmeyerek
derinleştirilmeli ve 12 Eylülün tüm faillerinden hesap sorulacak bir aşamaya getirilmelidir.
Ayrıca Mahkemenizde benzeri mahkemelerde ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanan pek
çok insan mevcuttur. Hangi görüşten ve kesimden olursa olsun bu tarz bir suçtan yargılanan
bir kişinin tutuklanmadan yargılandığı bir örnek yoktur. Ancak bu dosya bu konuda bir ilk
olma durumundadır. Bu sebeplerle sanıkların tutuklanmalarını talep ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında:
Biz pek çok avukat arkadaşla birlikte bir gün önce Mahkemenize klasör halinde gerek
devrimci 78 liler federasyonu, gerek 12 Eylül döneminde idam edilen 6 kişi ve yine gerekse
işkencede öldürülen 5 kişinin mirasçıları adına vekaletname koyduk ve özellikle idamlar ile
işkenceler yönünden ayrı ayrı belgelerde sunduk. Söz gelimi Erdal Eren 12 Eylülün bu
topluma yaşattıkları acıların bir simgesidir. O ve diğer simgelerin bu davada müdahil olarak
yer almaları gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan 12 Eylülün ardından mağdur olan
kişilerin kurdukları sivil toplum kuruluşları o tarihte tüzel kişilik olarak var olmamakla
birlikte 12 Eylül mağdurlarının gücünü örgütlü olarak biraraya toplanmış yapılanmalardır.
Yüzlerce kişilerin ayrı ayrı müdahilliği yerine bu tüzel kişiliklerin müdahilliğine karar
verilmesi gerektiğini de düşünüyoruz dediği,
Av. Kazım Genç
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında:
Diğer meslektaşlarımızın beyanlarına iştirak ediyor ve 9 aylık yargılama süreci dikkate
114/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
alınarak sanıkların bir an önce sorgularının yapılmasını talep ediyorum dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli ifadesinde
Sanıklardan Ali Tahsin Şahinkaya'nın durumu ile ilgili diğer meslektaşlarımın
beyanlarına iştirak ediyorum ve sanık Ali Tahsin Şahinkaya hakkında tutuklama kararının
verilmesini talep ediyorum. Zira bu sanığa atılı suçtan bir gün dahi olsa tutuklu olmadan
yargılanan başka bir kişi örneği bulunmaktadır. Sanık ta samimiyetsizliğini davranışları ile
ifade etmiştir. Tutuklanma yönündeki talebe bende katılıyorum, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli ifadesinde:
"Sayın Başkan sayın üyeler iddianameye baktığımızda sanıkların Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının tamamını değiştirmekten ve teşebbüs etmekten yargılandıkları ve iddianamede
ki tarihe göre bu suçun başlangıç tarihinin 02/01/1980, son tarihinin de 06/12/1983 tarihleri
arası olarak gerçekleştiğini ve eğer hafızam beni yanıltmıyorsa sayın Mahkemenin de ilk
duruşmasonrası sanıyorum 14 mü 16 Haziran 2012 tarihinde verdiği kararla suç tarihinin
başlangıç ve sonucunu bu tarihlerle sınırladığını, hatta bi sanıklar vekilinin bunun
başlangıcının 1 Mayıs 1977 diye Kahramanmaraş olaylarına ve oraya kadar gitmesi gerektiği
noktasında ki taleplerimizin de Mahkeme tarafından reddedildiğini bir daha hafıza tazelemek
anlamında bilgilere sunmak istiyorum. Müdahiller vekili olarak talep ettik. Tabi yanlışlık
olmasın düzeltiyorum. Efendik sanıklar vekili 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı ile ilgili
düşüncelerini ifade ederken o dosya ile ilgili bazı tanıkların anlatımları, bazı raporlar, bazı
dosyalarla ilgili görüşler sunarak ordakilerin tanık olarak dinlenmesini talep etti ve 1 Mayıs
katliamı ile müvekkillerinin arasında illiyet bağı kurulamayacağının, bunun eğer kurulacak ise
de cezalandırılmalarını istedi. Şimdi tabi çok açık ve çok net olarak biliyoruz ki; darbeciler bu
işleri kendileri yapmazlar. Yani darbe yapma noktasında olanlar yada darbe yapanlar hep
kendi alt tabakalarında ki birilerine ve daha üstte planlayarak yaparlar ve bunun belgesi işte
bugün sayın Mahkeme Başkanı tarafından Mahkeme dosyasına gelmiş Hasan Duman imzalı
bir belge ile de görüldü. Yani Kenan Evren imzasıyla Yurt - Kor adlı bir planında hala bugüne
kadar devletin yani Genel Kurmayın arşivlerinde durduğu Mahkeme istedikten sonra bunların
yakıldığı, imha edildiği ve tutanaklar tutulduğu ve daha ileri giderek benzer belgelerin de
imhası yoluna gidildiği noktasında ki bu belge dahi başlı başına darbenin üst noktasında
olanların bunu bizzat fiili olarak yapmayacakları, dolayısıyla altındaki mahiyetleri kanalıyla
yapacakları çok açık ve net olarak gösteriyor. Bizim burdan anladığımız şu. Sanıklar vekili bu
davadan dosyayla yakın veya uzak ilgili ne varsa celp ederek, isteyerek, bu davayı uzatmak ve
zaten belirli bir yaşta yani Türkiye ortalamasının üstünde olan sanıkların ecelleriyle rahmetli
olup ve bu davanın düşürülmesi noktasında bir şey var ama; biz katılanlar vekilleri olarak
yani bunlar ecelleri ile de öleceklerse de devlet törensiz yapılsın diye bari bir mahkumiyet
kararı çıksın istiyoruz. Yani ben baştan beri bu dosyada ısrarla ve inatla bazı
meslektaşlarımdan ayrılarak bir şey söylüyorum. Sanık Kenan Evren bu huzurda ifade
verirken ben darbe planı yapmayı Genel Sekreterim Haydar Saltıktan istedim ve ona
yaptırdım dedi. Yani darbe planını biz yaptık. Darbeyi de biz yaptık dedi. Kendisi çok açık ve
çok net ifade etti. Artı demese ne olur ki? Resmi gazetede yayımlanmış. Bu ülke darbeyi 30
yıldır yaşıyor. Yani güneş doğudan doğduğu için tanık dinlememize ne ihtiyaç var. Ne
gereksinimiz var. Bu dosya sanıkların darbe yapmaları nedeniyle yargılandıkları bir dosya
olduğuna göre meslektaşım Öztürk Bey'in de ifade ettiği gibi bu diğer hususların işin diğer
dosyalarında işte işkence yapanlarla ilgili ve diğer kısımlarda değerlendirilmesi çok açık ve
çok olağan iken bu davaya sürülmesi ve bu davanın sürüncemede kalması bu davanın
darbeleri yargılamak noktasında kadüt duruma düşmesi ihtimali de göz önüne alınarak bir an
önce iddia makamına sevki ile mütalaa verilmesini saygı ile arz ve talep ediyorum. " Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkanım bu belgeyi Mahkeme Heyetinin tuttuğu tutanak üzerinden
115/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
değerlendirdiğimizde; aslında 12 Eylül Askeri Darbesinin tutanak içeriğinden de anlaşıldığı
üzere 23/01/1975 tarihli Yurt - Kor Personel Direktifi altyapısına dayandırıldığı ve 17/05/1979
tarihinde de bu işin biraz hızlandırıldığı görülüyor. Sonuna baktığımızda da gene Mahkeme
Heyetimizin tuttuğu tutanaktan; yani darbe yapılmış, kendilerine göre bir düzen kurulmuş,
artık bu direktifin Türkiye Cumhuriyeti toprakları içinde herhangi bir hakimiyetinin olmaması
içinde 16/05/1985 tarihinden itibaren yürürlükten kaldırılmış, ama deniliyor ki yeni bir şey
hazırlanabilir gelecek günlere ilişkin ama bu sadece kuvvet komutanları düzeyinde bilinsin alt
kadrolara söylenmesin yarın öbür gün olur ki bir darbeye daha ihtiyaç olursa hemen yürürlüğe
koyarız ve devam ederiz yaklaşımı sergiliyor. Sayın meslektaşımın az önce belirttiği gibi
sayılan, iç tehditler olarak sayılan tehditlere baktığımızda; komünizm bugün ülkemizde siyasi
partisiyle, ideolojisiyle, düşüncesiyle var olarak duruyor. Kürtçülük; tartışmaya ihtiyaç yok.
Devlet o dur barış süreci içinde. İrtica kişiden kişiye değişken olabilir. Benim kişisel
bakışımda bugün Devletin bir çok yerinde. Dolayısıyla kendilerine göre yaratılmış bir iç
tehdit oluşturularak bir darbe zemini hazırlama noktasına geliyor ve keza planın içeriğinde
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendisini vatandaşlarının koruyuculuğuna emanet etmiş
olup; yani evet Cumhuriyet vatandaşların koruması altındadır tespiti bir anlamda belki bir
sempatik yaklaşım olarak görülebilir ama ikinci cümlesinde diyor ki bu sadece silahlı
kuvvetlere aittir. Vatandaş yapamaz. Yani çünkü bu emanetin dış tehlikeye olduğu kadar içten
belirecek tehditler karşısında nihai koruma sorumluluğu Türk silahlı kuvvetlerine aittir. Hani
yurtdaşlara aitti? Değerlendirmesini yaptığımızda; evet bu birebir her ne kadar kısaltmasında
Yurt - Kor
geniş anlamda galiba Yurdu Koruma olarak değerlendirilebilecek
olan bu belge ve ekleri Mahkeme tarafından neden devlet sırrı olarak değerlendirildi
anlamakta çok zorluk çekiyoruz. Çünkü ta 1970, 23/01/1975 tarihinden beri başlayarak 12
Eylül darbesinin zeminin hazırlanıyor olması, altının çizilmiş olması bizim baştan beri dile
getirdiğimiz, ısrarla ve inatla söylediğimiz 77, 1 Mayıs katliamı, 79 Maraş olayları ve
benzerlerinin darbenin alt zeminini hazırlama olduğunun birer olgusu, birer belgesi olarak
bize yansıyor. O nedenle de o belgenin bir bütün olarak dosyaya alınıp, taraflara verilmesini
saygıyla arz ve talep ediyorum efendim." Demiştir
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında :
"Sayın başkan sayın üyeler baştan beri yürüttüğümüz bu davada müdafi sıfatıyla
olduğumuz bu davada ben hep sürekli birşey söyledim yani bu dosyada bizim tefsi tahkikat
talebi veya diğer şeylerden bulunmamıza aslında fazla da derinlemesine araştırıp
soruşturmamıza gerektirecek birşey yok. Zaten sanıklar çok açık bir şekilde diyorlar, darbeyi
yaptık ki demeseler de bir önemi yok, ki ülkede bir darbe oldu hepimiz bunun zulmünü
yaşadık çektik. Yaşamayan hiçbir aile olmadı. Bu kadar çok açık ve çok net. O yüzden yani
söyleyeceklerim ile bu darbe oldu mu olmadı mı kim sıkıntı çekti mi çekmedi mi üzerine
değil de, daha çok hukuki olarak neden bu darbenin izini ortadan kaldırabilir ve buna ilişkin
neler yapabiliriz anlamlı birkaç söz söylemek istiyorum. Öncelikle tabi Mahkemenizde
görülen bu davada olay başlangıcı 2 Ocak 1980 başlangıç olarak alındı ki bu asla doğru değil.
Çok daha önceden 77bir mayıslar orada dururken 78 de yaşanan Maraş katliamı bunlar orada
dururken ve bunlara ilişkin hepimizin çok açık ve net bildiği darbe hazırlık aşamalarının birer
önemli olayları olarak bunlar orada dururken bizim 2 Ocak ta Cumhurbaşkanına verilen bir
muhtıra tarihinin başlangıç olarak almamızın hiç doğru olmadığını özellikle üzülerek ifade
etmek isyorum. Keza bu dava dosyasında 6 Aralık 1980 darbeden sonra parlementonun
toplandığı tarih baz alınmasını aldığınızda da 84 te idam edilen Hıdır ARSLAN'ın hakkını
kim nerede savunacağının cevabını verememek ilekarşı karşıya kalacağımız ortada dururken
böyle bir sınırlamaya asla ve asla doğru görmediğimi sayın heyete sunmak istiyorum. Evet
vereceğiniz karar bu darbenin en başından yaşayan bir iki numaralarına ilişkin bir karar
olacak ama peki bu 12 Eylül döneminde bu muhabbet yaşamış olanlar haksız yargılanmış
olanlar haksız cezalandırılmış olanlar hukuksuz idam edilmiş olanlar hakları ne olacak
116/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
bunlara ilişkin bir karar yani yargılamaların iadesini sağlamak anlamında bir adım atılabilir
mi? Bir karar verilebilir mi? Bu konuda bir görüş oluşturulabilir mi? Bunu da bir
değerlendirmek gerekiyor. Benim müvekkillerim birisi Erdal EREN'in abisi birisi de Veysel
GÜNEY'in ablası evet bu iki 12 Eylül mağduru bu dava yani 12 Eylül döneminin en büyük
talihsizlerinden yani örnek timsal olmuş noktasında insanlar Erdal EREN'in yaşı büyültülerek
üstelik te Yargıtay üyesinin o çocuk haksız hukuksuz yere asıldı demesine rağmen çok açık ve
netken ordan dururken ve keza Veysel GÜNEY'in hala bu gün mezarının yeri yok ve çok
enteresan birşey yani biz bunu dilekçelerimizde defalarca yazdıkyani duruşma diyelim ki
Veysel GÜNEY'e ilişkin duruşma bu güne bırakılıyor. Dinlenecek emniyet görevlileri bir
keşifte oldukları için öğleden sonra saat 3'e bırakılıyor dinlenip idam kararı veriliyor, ve hala
mezar yeri yok. Bu mağduriyetleri üzerine burada vereceğiniz karar çok açık ve net olarak bu
darbe sanıklarının idamına veya ağırlaştırılmış müebbet hapsine yönelik olsa bizim bu
müvekkillerimizin hakkını hukukunu sağlayacak bir adım olmuyor ki. Yani acaba bu
yargılanmaların yenilenmesi konusunda gibi bir muhtariyet tanınabilir mi bir yol açılabilir mi
diye böyle düşünüyorum ve sayın heyete arz ediyorum. Sayın başkan meslektaşlarımız bir
önceki bölümde bu Genel Kurmayla yazışmalar sivil işler koordinasyon kurulu üzerine sözler
söylediler. Evet yani bu darbeyi darbe düzeninin bir başlangıcı olmadığı gibi bir sonucuda yok
hala bugün olmuş Mahkeme evrak istiyor göndermiyorlar. Yani hakimiyet hala sürüyor. Hala
darbe hukuku sürüyor. Yani bunlar çok açık ve çok net ortaya koymak gerekiyor. Efendim biz
ilk celsede bir dilekçe verdik ve o dilekçede çok açık birşeyin altını çizdik. Bu altını
çizdiğimiz şeyin esas hakkındaki mütalaya ilişkin görüşmelerimizi sunarken tekrar sayın
heyetin bilgisine sunmak istiyorum. Evet 12 Eylül de bi darbe oldu. Ama darbeciler kendi
hukuklarına dahi uygun davranmadılar. Yani Anayasanın Anayasa ortadan kaldırılmadı. 12
Eylül döneminde yani Anayasanın dediler ki Milli Güvenlik Kurulu yayınladığı bildirilere
aykırılık iddiasında bulunulamaz gibi birşey söylediler. Ama mesela 12 Eylül darbesinden
sonra 8 Ekim de Necdet ADALI idam kararı MGK tarafından onaylandı ve infaz edildi ve
Serdar SÜRER'in idam kararı 25 Ekim 1980 de verildi. Onaylandı ve idam edildi. Oysaki hani
bu Anayasa ortadan kaldırılmamıştı ama Anayasaya ilişkin bu idam kararlarını onaylama
yetkisi parlamentodaydı ortada parlamento kalmamış, parlamentonun görebilecek görevinin
inceleyecek hala bir kurum yok. O zaman daha MGK parlamento görevi yapma yetkisi
verilmemiş ama bu iki insanımız Necdet ADALI 8 Ekim de Serdar SÜRER de 25 Ekim de
idamlarına karar verildi. Sanırım ki birileri uyardı. 28 Ekim 1980 de Anayasa düzeni hakkında
kanun yayınlandı. 2324 Sayılı Resmi Gazetede 17145 sayılı kanun yayınlandı ve ancak o
zaman parlamento görevine ilişkin danışma kurulu oluşuncaya kadar MGK nın yürüteceğine
ilişkin bir karar düzenleme yapıldı. Ama ne yazık ki 8 Ekim de Necdet ADALI 25 Ekim de de
Serdar SÜRER in kendi hukuklarına bile darbecilerin kendi hukuklarına bile aykırı bir şekilde
idam edildi. Yani cinayet işlediler. Bu cinayetin altını tekrar tekrar burada çizmek istiyorum.
Meslektaşlarımın bu davayla ilgili ileri sürdükleri taleplere ben de katılıyorum. Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum."
Kendi adına ve bir kısım müdahale talebinde bulunalar vekili Av. Osman Başer
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben kendi adıma ve ayrıca dilekçemde isimlerini verdiğim 61 mağdur adına davaya
müdahale talebinde bulundum dedi devamla; Dilekçesinde belirttiği hususuları ayrıntısıyla
anlattı. Davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz. Ayrıca 12 Eylülün kurduğu
Harp Dairesinin uzantıları CHP içinde de vardır. MHP içinde de vardır: Milli Selamet Partisi
içinde de vardır: Dolayısıyla tüm kesimler darbeye karşı ve darbe kültürüne karşı duyarlı
olmalıdır dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde
Mahkemeniz taraflar arasında ayrım yapmaktadır. Müdahale talebinde bulunan Sol ve
117/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Sağ kesime haksızlık yapılmakta, Sol kesime daha fazla söz hakkıtanınmaktadır dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli ifadesinde
Bir önceki celse bir kısım yanlış anlaşılacak beyanda bulunmuş olabilirim. Bunu
düzeltiyorum. Ayrıca bu celse bir kısım müvekkil açısından müdahale talebinde bulunuyorum.
Ayrıca bir önceki celse bir kısım müvekkil yönünden müdahale talebimizi tekrarlıyoruz
dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında:
Biz daha önce bir kısım müşteki yönünden müdahale talebinde bulunmuştuk. Bazıları
yönünden kabul edildi. Bazıları yönünden red edildi. Şimdi ise 2010/60075 nolu soruşturma
dosyasında o dönem görev yapan doktor binbaşı Selim Kaptanoğlu ile bir kısım güvenlik
görevlilerinin beyanları alınmıştır. Bu beyanlardan şahsıma ve müvekkillerden Yılma Durak'a
işkence yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunun dışında sağdan ve soldan başka kişilere de işkence
yapıldığını bu şahıslar ifadelerinde belirtmişlerdir. O açıdan bu beyanlarda dikkate alınarak
müdahillik taleplerimiz konusunda yeniden bir karar verilmesini talep ediyoruz, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Mahkemenize gönderilen Genelkurmay Başkanlığından gönderilen cevap ile ilgili
sadece şunu söylemek istiyorum. Ankara , Çankırı, Kastamonu illeri Sıkıyönetim komutanlığı
1 Nolu Askeri Mahkemesi 1987/1040 esas sayılı iddianamesiyle açılan MHP ve
ÜlkücüKuruluşlar davasında yargılaması yapılan dava dosyasında 4 celse gizli celse
yapılmıştır. Bu 4 celse gizli celsesinde duruşma tutanakları ve ekleri klasörleri Mahkemenize
celp edildiğinde Sivil Koordinasyon Kurulunda ismi geçenler silahlar, mühimmatlar bir takım
bilgi ve belgelerin bir kısmını görebileceğiz. Şöyle ki; 1970 li yıllarda MC hükümetlerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Merhum Alparslan TÜRKEŞ MC hükümetlerinde
Dış ve İç Güvenlikten sorumlu Başbakan yardımcısı olarak görev yapmıştır. Dolayısıyla bu
dönemde oluşturmuş olduğu bilgi ve belgeler bu gizli oturumda okunan bilgi ve belgeler
içerisinde olması kuvvetle muhtemeldir. Bir kısım belgeler Mamak Askeri cezaevinde
tarafımızdan da görülmüştür. Ancak gelip bizlerden askeri cezaevi yetkilileri tarafından
toplanmıştır. Bu konuda dikkate alınarak diğer meslektaşlarımın taleplerinin bu şekilde
değerlendirip 5. Ağır Ceza Mahkemesinde bulunan dava dosyasının içerisinde bu belgelerde
olabileceği kanaatindeyim saygılar sunuyorum." dediği, aynı tarihli duruşmada söz alarak:
"Müvekkillerim Alaattin ARIKAN, birinci derece yakınları Fikri ARIKAN sanıkların
üzerlerine atılı suçlardan dolayı zarar görmüşlerdir. Bu suçlama 1980 darbesiyle birlikte
gerçekleşmiştir. Sanıklar o dönemde yargılamaya müdahale etmişler ve yargılama
safahatından sonra meclis onayı almadan müvekkilin yakınları olan Fikri ARIKAN'ın
idamının infazını gerçekleştirmişlerdir. Dolayısıyla Anayasa ve yasalar tamamen ortadan
kaldırılarak bir cinayet işlenmiştir. Müvekkillerin tüm dosya içerisinden inceleyip
değerlendirdiğimizde atılı suçu işledikleri sübuta ermiştir. Anayasal düzen tamamen lağv
edilmiş, hukuk sistemi alt üst edilmiş ve yargı kararları dedikleri kararları alarak kendi istek
ve arzuları doğrultusunda sonuç tesis etmişlerdir. Dolayısıyla müvekkilerim adına sanıkların
en üst sınırdan cezalandırılmasını talep ediyorum.
Müdahale talebinde bulunan vekili Av. Derya Öztekin:
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Daha önce vermiş olduğumuz dilekçeyi tekrar ediyoruz. Çorum olayları neticesinde 57
vatandaşımız öldürülmüş, 200 e yakın vatandaşımız yaralanmıştır: müvekkilimiz Adnan
Baran bu olaylardan sorumlu tutularak yargılanmıştır. Kendisine ilişkin kararda hakkıda
yeterli delil bulunmamakla birlikte eylemci kişiliği baz alınmak suretiyle mahkumiyet kararı
verilmiştir. Müvekkil 11 yıl cezaevine kaldıktan sonra çıkmıştır. Bu süreçte devamlı şekilde
işkenceler görmüştür. Çorum da aynı silahtan çıkan kurşunla önce sağcının, sonra solcunun
118/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
öldürüldüğü dikkate alındığında cuntanın hangi mantıkla ve kardeşi kardeşe ne şekilde
kırdırdığı ortaya çıkmaktadır. Sanıklar bir günde ihtilal yapmamışlardır. Karar alma, toplum
mühendisliği olarak değerlendireceğimiz halkı ihtilale hazırlama sürecinde de pek çok suç
işlenmiştir. Esas itibarıyla sanıkların huzurda bulunmaları ve bir annenin cezaevinde işkence
gören oğlunun bu durumuna rağmen sırf oğlu ölmediği ve hayatta olduğu için esas itibarıyla
bu işkencelerden sorumlu olan Kenan Evren e şükrettiğini de dikkate alarak bu durumu
kendisinin yüzüne karşı haykırmak isterdik davaya müdahilliğimize ve sanıkların huzurda
bulundurularak çapraz sorgulama hakkımızın sağlanmasını talep ediyorum dediği,
Bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Ömer Kavili
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli beyanında:
Müvekkillerim Av. Senih Özay, Av. Arif Ali Cangı ile İbrahimAkın ve Fatsa Belediye
Başkanı Fikri Sönmez in oğlu Naci sönmez ile Süleyman Eryılmaz adına açıklama
yapacağım. Literatür bakımından biz müvekkillerimizin 12 Eylülün mağduru değil, muhatabı
olduğunu beyan ediyoruz. Bu nedenle muhatap kelimesini kullanacağız. Ayrıca 1982 yılında
cuntacıların dayatmış olduğu metin ise bizim açımızdan 1982 belgesi olarak adlandırılacaktır.
Ancak bu evraka biz Anayasa demeyeceğiz, hukukakademik çevrelerindeki ahlak ilkeleri
çerçevesinde bir metnin Anayasa niteliğinde olması için ek nitelik ve kapsamının olması
gerekiyor. Bu nedenle o metne belge diyenler tarihin çöplüğüne baktığında tarihin çöplüğünde
o tür belgeye çok rastlayacaklardır. Tarih boyunca yaptığı bütün işleri kanun denilen metinlere
uygun olarak yapan yani asla kanunsuzluk yapmayan en büyük ve tek diktatör hit'lerdir.
Ancak biz avukatlar kanunlara bağlı kalacağına yemin etmeyen meslek mensupları olarak
hukuka bağla kalacağına yemin etmek imtiyazına sahip meslek mensupları olarak 82
belgesinin de tarihin çöp sepetine atılmasını sağlamaya çalışacağız. Sanıklar 12 Eylül 1980
tarihinde yapmayı planladıkları suçu gerçekleştirdikleri belli bir aşamadır. Ancak bu aşama
diyalektik anlayış biçimine uygun olarak bir anda olup bitmemiş, tam tersine o tarihten önceki
suça hazırlık eylemleri ile iter criminis suç yolu niteliğinde suç işlemede azimli ve kararlı ve
planlı olduklarını ortaya koymuşlardır. Bu suç işleme kararlığı çerçevesinde halk düşmanı
olarak halkın değişik kesimlerinin örgütlendiği, emeği ile geçinen insanların toplumsal
taleplerde bulunmaya başladığı bir çok örgütü kapatmış ve üyelerini yedi göbek akrabalarına
kadar fişlemek ve "fişleme işleminin " o koşullardaki yazılı olmayan uygulamalarına
uğratmayı emretmişlerdir. Bunlardan emek en yüce en değerdir anlayışı çerçevesinde kafa
emeğiyle geçinen öğretmenlere ait TÖBDER yine yarı kara ve kol gücüyle beden gücüyle
çalışan polislere ait POLDER, işçi sınıfının Türkiye de ilk kez hak verilmez alınır ilkesini
uygulamak suretiyle en geniş şekilde örgütlenmesini sağlayan Türkiye Devrimci İşçi
SendikalarıKonfederasyonu (DİSK), bununla birlikte insanlarının kendi kendisini yönetme
yani halkına yabancılaşmış ve hatta düşmanlaşmış kamu memurlarının iş yapma değil, iş
yapmama mantalitesi üzerine işlevlik kazanamamakta olduğu yönetimlere göre insanlara hem
örgütlenmelerini dağıtmak, hem de bu anlayışı resmi ideolojinin dışında ve özellikle muhalif,
aykırı, resmi kitaplarda yazılanların dışında düşünen ve istekte bulunmaya başlayan insanları
yıldırmak, korkutmak, örgütlenmekten uzak tutmak amacı ile daha önce anılarda yer alan
uygulamalar uygulanmıştır. Bunlardan en çarpıcı olanı müvekkilimin babası Terzi Fikri adı ile
anılan Fikri Sönmez in belediye başkanlığı yaptığı Fatsa örneğidir. O tarihlerde Fatsa çamuru
ile ünlüdür. Dillere destan Fatsa çamuru o yörede yaşayan insanların her görüşten her
kesimden her yaştan insanların oluşturduğu direniş komitesi örgütlenmesi çerçevesindeki bu
işleyiş önceki toplum yaşamımızda imece usulü olarak adlandırılan yöntemle 17 günde
kurutulmuştur. İşte halkın kendi arasında örgütlenmesinin muktedirler arasında yaymış olduğu
korku nedeniyle en özlü biçimde suçun azmettiricilerinden olduğunu düşündüğümüz
Süleyman Demirel adlı kamu memuru tarafından Çorum u bırak, Fatsa ya bak cümlesi ile
özetlenmiştir. Bu örneğin yanı sıra DİSK genel başkanı Kemal Türkler sanıkların planladığı
119/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
suçu gerçekleşmesini kolaylaştırmak için planlı şekilde öldürülmüştür ve faillerinden bir kişi
ilginç ve fakat asla ölenin ailesinin ve çevresinin şaşırmadığı, devlet kayıtlarında var olan ve
devlet güçleri tarafından korunan o imkan sağlanan yardım yataklık yapılan eğitilen ,
yetiştirilen profesyonel eylemci niteliği ile yakalanmış ise de dava dosyadaki var olan resmi
tutanaklar dahi araştırılmaksızın zaman aşımından düşürülmüştür. İştetüm bu olayları
sağlayan husus yerli malı olmayıp, ithal bir kaynakta açıkça yer almaktadır. FM-31-15 kodlu
Amerikan field manuel adlı kitapçıkta yani Genel Kurmay Özel Harp dairesi olarak bilinen
eski adı seferberlik tetkik kurulu olarak bilinen yerde emekli general Cihat Akyol tarafından
aynen çevirisi yapılıp, Sahra Talimnamesi ST-31-15 kodu ile Silahlı kuvvetlere yayınlanan
belgedir. Bu belgede kontrgerilla yani gerilla karşıtı eylemler planlanırken " ... Sanki düşman
kuvvetleri yapıyor muşcasına halka eziyet edici muameleler caridir... " , " Teşkilat mensupları
mahalli kanunlara tabi değildir. Teşkilat mensupları yakalanamaz, tutuklanamaz, yakalanıp
tutuklansa bile cezaevinde bırakılamaz" şeklindeki hukuk düzenini yok eden uluslararası bir
örgütlenmenin parçası ve dayanağı olarak bu eylemler yapılmıştır. Bu yönüyle sanıklar Ahmet
Kenan ile Tahsin adlı kişiler bu kararlarını tek başlarına almış olmayıp, kendilerini azmettiren
kişileri ele vermek suretiyle yargılama yapan mahkemenize yardımcı olmak, yürürlükte olan
pişmanlık yasasından yararlanmasını her ne kadar bir insanın itirafçı olması kişiliğini sarsacak
ise de, bu olayda sanıklar eğer itirafçı olmayı tercih edecek olurlarsa cezalarından indirim
yapılma hakkı da sanıklara hatırlatılmalıdır. Bunu sağlamak üzere sanıkların mahkemeye
getirilmesi gerekir. Bu sanıklar tehlikeli suç kavramı çerçevesinde gerekiyorsa kafes
içerisinde yatakta getirilmelidirler. Ancak bu ihtilattan men şeklinde olmayıp her türlü sağlık
hizmeti sağlanarak yataklarında buraya getirilmeleri ve bu suretle çağdaş ceza mahkemesinin
sağladığı sanık haklarından yararlandırılarak yargılamalarının sağlanmasını bunu sağlamak
içinde öncelikle tutuklama kararı verilmesini,suçu işledikleri tarihten sonra kamusal
kaynaklardan elde etmiş oldukları varsa mal varlıklarının gerek kendileri, gerekse yakınlarının
araştırılarak bu mal varlıklarına da ayrıca el konulmasını, müvekkiller adına talep ediyoruz.
12 Eylül suçu sadece bir kere işlenmiş olmayıp bir zihniyet olup, bir duruşmada avukat olarak
dosyaları incelemeden savunma yapamam örgütün disiplinine aykırıdır demem karşısında
DGM Savcılığa harekete geçti ve avukat olarak hakkımda soruşturma başlattı. Oysa avukatlık
kanunu 35. Madde avukatların meslek örgütü barolara üye olmasını emretmektedir. Yani
burada örgüt deyince kafası sadece yasadışı örgüte çalışan beyinler üretilmiştir. İşte bu
zihniyetin yıkılması açısından bu davada anayasal haklarımız ihlal edilmiş olması nedeniyle
davaya katılmak stiyoruz. TBMM temsilcisinin müdahillik dilekçesinde belirttiği ve
sanıkların işlemiş oldukları suçtaki hukukun temel ilkesi olan normal hiyerarşisinin dahi yani
mantık kurallarını dahi yok eden keyfi davranışları 2324SayılıYasa 6. Madde ile 61 tarihli
yasa 334 kendi keyfi kararları ile daha önce yürürlükte olan ve silahlı kuvvetlere girerken
bağlı kalacaklarına namusları ve şerefleri üzerin yemin ettikleri anayasa yı değiştirmişlerdir.
İşte anayasal düzeydeki hakların ihlal edilmiş olması nedeniyle müvekkillerimizin bu davaya
katılma isteğinin kabulü yönünde karar kurulmasını mahkemeden isteriz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında:
Ben bir kısım meslektaşımla birlikte henüz davaya müdahilliğimize karar verilmediği
için dosya fotokopisini alamadım. Ancak dosyayı inceleyebildim Özellikle sanıkların sağlık
raporlarının incelenmesinden bir kısım meslektaşımızında ifade ettiği üzere bazı raporlarda
standart dışı işlemler yapıldığını gördüm. Ve bürokrasinin kodlarının bu raporlarada
yansıdığıını müşahade ettim. Bu durumun mahkemenizinde dikkatini çekeçeğini
düşünüyorum. Diğer yandan sanıklardan Ali Tahsin Şahinkaya nın diğer sanıkla birlikte
emeklilik statüleri de dikkate alındığında pek çok vatandaşımızdan daha korunaklı oldukları
ve pek çok özel sağlık ayrıcalığına sahip olduklarını da öğrenmiş oldum. Bu kapsamda
sanıklardan Ali Tahsin Şahinkaya nın üç aylık sağlık kontrollerini duruşmanın yapılacağı
tarihe denk getirmesini anlamlı buluyorum Bu kapsamda sonuç itibarıyla ölüm gibi bir tehlike
120/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yoksa sanıkların mutlak suertiyle gerekli sağlık tedbirlerinin de alınması suretiyle
mahkemenize getirtilmesini suçlamanın yüzlerine okunmasını ve yüz yüzelik ilkesinin tam
olarak gerçekleştirilmesini istiyorum. Diğer yandan 1 mayıs 1977 yılında gerçekleşen
olaylarla ilgili olarak mahkemenizin iddiaya değer verdiğini ve bu konuda araştırma yaptığını
tensip zabtından zaten öğrenmiş bulunuyoruz: biz esas itibarıyla bu konudaki raporun aslının
Mahkemeye verilmemesi karşısında aslını inceleyebilmek için avukatlık kanunundan
kaynaklanan haklarımızı da kullanmak suretiyle Ankara barosundan temsilcide almak
suretiyle MİT müsteşarlığına gittik arşvide inceleme talebinde bulunduk. Bizi kurumun hukuk
uzmanları karşılayacak yerde fiziki güvenlikten sorumlu amir karşıladı ve uzun süre
oyaladıktan sonra talebimiz yerine getirilmedi. Bu durumunda dikkate alınmasını ve söz
konusu belgenin aslının dosyaya getirtilmesini, talep ediyoruz. Ayrıca bu belgenin evrak
makbuz senedinin de celbini talep ediyoruz. Diğer yandan meslekatşımız Senih Özay
tarafından da beyan edildiği üzere Cumhurbaşkanlığına iddianeme ve duruşma günü
bildirilmiştir. Biz Cumhurbaşkanlığı makamının da davaya müdahil olması gerektiğini
düşünüyoruz. Meslektaşımız Senih Özay ın müdahil olunmaması durumunda tazminat davası
açılabileceği yönündeki beyanına bizde katılıyoruz. Müvekkillerden Senem Gülbudak babası
sebebiyle davaya müdahil olmak istemiştir. Babasının durumu ile ilgili belgeler ankara 6. Ağır
Ceza Mahkemesinin dilekçemizde belirtilen dosyada mevcuttur. Bu belgelerin mahkemenizce
celbi gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan 1 mayıs 1977 olayları ilev ilgili olarak gerçek
faillere ulaşılmadan göstermelik bir dava açıldığını düşünüyoruz. Bu davaya ilişkin
iddianamenin onaysız bir suretini de sunacağız. Daha önce de duruşmalarda ifade edildiği
üzere Yeşilköy hava alanına olaydan bir gün önce inen uçaktan ABD li bir kısım bizce ajan
inmiş ve bunlar intercontinantal otelde kalmışlardır: Bu olayların içinde bu kişilerinde
olduğunu düşünüyoruz. Keza Talat Turan tarafından yazılan kont gerille Cumhuriyeti isimli
kitapta kontgerilla ile ilgili bilgiler verilmektedir. Bizce de darbeye giden süreçte bu
uluslararası örgüt ve bunun iç uzantıları görev almıştır. Bu iddiayı Bakırköy 2. Ağır Ceza
Mahkemesi ciddiye almış ve suç duyurusunda bulunulmuştur. Halen Bakırköy C. Savcılığınca
Ekim 2010 tarihi tibarıyla soruşturmaya başlandığını öğrendim. Ancak soruşturma numarasını
öğrenemedim. Bu konunun da araştırılmasını talep ediyorum. Daha önceki beyanlarımızı da
tekrar ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanında:
Adli Tıp Kurumunun raporunu kabul etmiyoruz. Devletin bürokrasisinde
dolandırılarak raporun düzenlenmesinin geciktirildiği zaten ortaya çıkmıştır. Askeri hiyerarşi
içerisinde yer alan asker kişilerin yaptığı muayene ve tetkiklere dayalı Adli Tıp raporunun da
gerçekleri ortaya çıkarmadığını düşünüyoruz. Zira ortada bir rapor var ise de; malzemeler
hatalı toplandığı için bu rapora itibar edilmesi mümkün değildir. Türk Tabipler birliği ve bu
çatı altında yer alan uzmanlar dünya çapında kendilerini kanıtlamışlardır. Sivil üniversitelerde
müdahil tarafın tespit edebileceği uzmanların da yer aldığı şekilde incelemelerin yapılmasını
ve bağımsız devlet ile ilgisi olmayan bir kurumdan ve tercihen Türk Tabipler Birliğinden bu
konuda rapor alınmasını talep ediyoruz. Çorum olaylarıyla ilgili gelen 10 sayfalık belgenin
yetersiz olduğu açıktır. Ayrıca Mahkemenizce taranmak suretiyle müdahil vekillerine
verilmesi yerine fiziki olarak belgelerin verilmesi gerektiğini düşünüyoruz, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında:
Yargılama kollektif bir faaliyettir. Dolayısıyla sanıklarmüdafilerinin celse arasında
yapmış oldukları bir kısım talebin müdahil avukatların görüşü alınmaksızın
değerlendirilmesini uygun görmüyoruz. Mahkeme görüntüde ki tarafsızlığını koruduğunu
kararları ile de hissettirmelidir. Diğer yandan daha öncede belirttiğimiz üzere bu davada
devletin kodlarının işlediğini ve bilgi örtme ve gizleme yönünde ki uygulamaların devreye
girdiğini görüyoruz. Keza; Mahkeme bizce profesörlerin duvarını aşamamıştır. Mahkeme
121/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kararında ve yazısında yer almasına rağmen aksine bir davranış ile bizce 12 Eylül İhtilali ile
belirli ünvanlara sahip olan üniversite hocalarının bulundukları hastahaneye sanıkları
getirtmek yerine ayaklarına giderek incelemelerini yaptıklarını ve bu şekilde gizli vefa
borçlarını yerine getirdiklerini düşünüyoruz. Her iki sanık yönünden ancak özellikle Ali
Tahsin Şahinkaya yönünden insani ve tıbbi tedbirler alınmak suretiyle sanıkların
Mahkemenizde savunma vermelerini talep ediyoruz. Bununla birlikte rapora karşı bu
eleştirilerimizin tarihe not düşülmesinin ardından bu güne kadar sanıkların savunmasının
alınamaması ve yeni raporlarda ısrar etmemiz durumunda bu durumun devam edecek
olmasını dikkate alınarak yeni rapor aldırılması talebinde bulunmuyoruz. Şayet Mahkeme
taleplerimizi kabul etmez ve CMK.nın 149/3 maddesi uyarınca teknik araçlarla kayıt sistemi
ile savunmanın alınmasına karar verirse sorgunun karşı tarafın insiyatifine ve teknik
imkanların getirdiği kısıtlamalara maruz bırakılmamasını, objektifliğin sağlanması açısından
en az iki müdahil avukatın sorgu sırasında sanıkların yanında bulunabilmesine ve doğrudan
sorgu ile çapraz sorgu yetkimizi kullanabilmek için bu konuda gerekli kararların verilmesi ile
tedbirlerin alınması ve ayrıca sanıkların sorularımız karşısında ki jest ve mimiklerinin tespiti
açısından da gerektiğinde birden ziyade kamera ile kayıt yapılmasına karar verilmesini talep
ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında:
Dosyaya İstanbu 16 . Ağır Ceza Mahkemesince gönderilen talimat yazıları içeriğinde;
Genel Kurmay Başkanlığı GATA Haydarpaşa Eğitim Hastahanesi K.lığının 31 Ekim 2012
tarihli bir yazısı bulunmaktadır. Bu yazının faxı 01/11/2012 tarihinde aslı ise 13/11/2012
tarihinde Mahkemece havale edilmiştir. Bu yazıda "Mahkemenize ait ilgi yazı ile halen
hastahanemizde tedavi gördüğü belirtilen sanık Ali Tahsin Şahinkaya nın ilgili kanun
maddeleri uyarınca görüntülü ve sesli iletişim tekniği kullanılarak ifadesinin alınacağı
bildirilmiştir. Adı geçen şahsın tedavisi ayaktan devam etmekte olup hastahanemizde
yatmamaktadır. Ancak yukarıda belirtilen işlemlerin yapılabilmesi için gerekli her türlü
kolaylık sağlanacaktır.Bu maksatla görevlendirilen personelin iletişim bilgileri aşağıda
çıkarılmıştır. " yazısı bulunmaktadır. Bu yazı içeriğinden sanık Ali Tahsin Şahinkaya)'nın
yatakta tedavi görmesini gerektirir bir durumun olmadığı ve her hangi bir ölüm tehlikesinin
bulunmadığı ortaya çıkmıştır. Bu yazı aynı zamanda Marmara Üniversitesi doktorlarınca
verilen raporun bir kez daha geçersiz olduğunun kanıtıdır. Bizler yargılamada ilerlemenin
sağlanabilmesi açısından bazı hususları Mahkemenin insiyafitine bırakmıştık. Ancak acıları
yaşayan kişilerin temsilcileri olarak sanığın Mahkemeden kaçmak için bu tür dolanbaçlı
yollara tevessül etmesini kabul etmemiz mümkün değildir. Mahkemenizin saygın bir
yargılama yapab.ilmesi için bu sanığın Mahkemede hazır bulunması gerekirdi. Diğer yandan
bu yazı ve akabinde gerçekleşen durum sanık avukatlarının savunmalarında belirttiği kurucu
irade savunmasını alt kültür olarak görevlilere de sirayetettiğinin bizce bir işaretedir. Zira
daha öncede belirttiğimiz üzere esas itibarıyla 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile makam verilen
kişilerin düzenlediği raporun gerçeği yansıtmayacağını söylemiştik. Tüm bu açıklamalar
karşısında raporu düzenleyen üniversite görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına
ve sanık Ali Tahsin Şahinkaya'nın tutuklanmasına karar verilmesini diğer avukat
arkadaşlarımız ile birlikte talep ediyoruz, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında:
"dosyaya gelen evraklar içerisinde Bayrak Harekat Planına bağlantılı olarak söz edilen
15 sayfadan oluşan belgenin okunmasını istiyoruz. Demin okundu diye zapta geçti ama ne
olduğunu bilmiyoruz. İkincisi sanık avukatlarının 1 Mayıs 77 katliamıyla ilgili soruşturmanın
genişletilmesi yönünde dilekçe verdiği söylendi. Ancak bu dilekçe bizim tarafımıza tebliğ
edilmediğinden onunda duruşmada herkesin duyacağı şekilde okunmasının yeterli olduğunu
düşünüyoruz. İkincisi daha önceki duruşmalardaki video kayıtlarında çözüm yapıldığı, tape
122/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
haline getirildiği fakat yazılan yazıya çevrilen bu metinler ile söylediğimiz sözlerin
kelimelerin birebir eksikliklerinin olduğunu gözlemlediğimizden bunun daha ayrıntılı
tarafımızdan incelenebilmesi bakımından önceki duruşmaların video kayıtlarının orjinallerinin
Mahkeme tarafından tastikli birer suretinin bizlere biz avukatlara teslimine karar verilmesi
istiyoruz. Çünkü dosyadaki delillere erişim hakkı konusunda Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Fransa'yı sadece 3 sayfa evrakı gizleyen Vergi Mahkemesinin işleyişi nedeniyle
bir milyon franka mahkum ettiğine dair karar vardır ve bu konuda İstanbul Hukuk Fakultesi
profesörlerinin de mütalaası vardır. Bu nedenle dosyadaki delillere erişim hakkımızın
kısıtlanmaması ve bunu Mahkemenizin sağlamasını istiyoruz. Ayrıca biz müdahillik
makamında görev yapan avukatlar olarak hak arama işi yaparken bu salonda şu an aramızda
olmayan Berfo Ana'nın hatırlarsanız salona girdiğinde biz avukatlar müdahil avukatları olarak
ayakta karşılamıştık. O burada bir ananın evladına olan sorumluluğu ve bağlılığını ve insan
olmanın onurunu ısrarla yaşamının son nefesine kadar sürdürmesini görmüş idik. İşte bu
çerçevede bu davanın anaların, acı çeken insanların yaşamı sona ermeden bir an önce karara
bağlanması ve bu nedenle de özellikle kanunun tek celsede veya en fazla bir iki celsede
hüküm altına alınmasını öngören teksif prensibi, evansiyel maksimizasyonalizm çerçevesinde
başkaca delillerin toplanması bakımından eğer mahkemenize gelecek olan evraklarda sıkıntı
oluyorsa biz avukatlara da elden takip yetkisi verilmek ve müzekkereleri elden teslim etmek
suretiyle ekstradan hızlı bir şekilde bu işlemlerin yapılması yönünde ara karar oluşturulmasını
istiyoruz. Ayrıca darbeci her iki sanık generalin çete halinde işledikleri bu suç sürecinde
bunlar devlet memuru olup bu suçu tek başlarına işlememişlerdir. Bu suçu kendilerine
yaptıran para babaları ve işbirlikçileri olduğu gibi böyle bir toplumun tamamına acı çektiren
böylesine bir kalkışmanın böyle bir eylemin basın ayağı ve diğer ayakları ve diğer
işbirlikçileri de olduğu ve onlarla ilgili avukat meslektaşımız Mehmet Horuş tarafından biraz
sonra açıklama yapılacağını da tekrar bilgilerinize sunmak isteriz. Ayrıca bu davanın
başlangıcında müdahilliğine karar verilen ve üyesi olduğumuz Çağdaş Hukukçular
Derneğinin sayın genel başkanı Selçuk Kozağaçlı bu salonda bulunmuş, söyleyeceklerini
söylemiş ve fakat bu davanın siyasal niteliği ile ilgili kendi düşüncelerini açıkladıktan sonra
bu davayı takip etmeyeceklerini belirterek duruşma salonundan ayrılmışlardır. Şu anda Av.
Selçuk Kozağaçlı meslektaşımız Kandıra F Tipi Ceza Evinde tutsak olarak tutukludur. Ve
kendisini ziyarete gittiğimde söylediği söz şudur. Hükümetin eli silahlı yüzleri maskeli
adamları gece evimizi büromuzu bastılar. Ve sonra hükümetin yine başka yetkilileri hatta
cüppeli bazı kişilerin karşısına çıkardılar. Onlarda bizim esaretimize karar verdiler. Ve biz şu
anda esir olarak burada tutuluyoruz dediler. İşte darbeci her iki emekli generalin kurmuş
olduğu sistem bugün hala bütün kurumlarıyla bütün heybetiyle yürürlüktedir. Ve bugünkü
kurumların ve eğriliklerin bir çok noktadaki ortaya çıkmasının önündeki engel olan
müsebbipleri olan hususlar hala ayakta olması çerçevesinde buraların aşılması ve hızlı
yargılama yapılması müdahillerin özellikle talep ettiği hususlarda mahkemenizin belge
gizlememesi ve belgelere erişim hakkını eksiksiz kullandırması bakımından yeniden ve
yeniden ara karar kurması yönündeki talebimizi tekrarlıyorum. " dediği ,
Tekrar söz aldığında:
"Mahkemeye gelen belgeler arasında ortaya çıkan 13 Mayıs 1976 tarihinde amaç
Bayrak Hareket Planı gerçekleştirilmesi şeklindeki amacı açıklayan Genel Kurmay
Başkanlığının yazısı daha sonra 12 Eylül darbesi adı olarak bilinin ve bu iki emekli generalin
darbecilik suçlamasıyla yargılandığı olayın fiilin belgesidir. Evrakıdır. Yani bu iki darbeci
general esasen daha önceden hazırlanan bir planın çerçevesinde hareket ettikleri ve Bayrak
Harekat Planı adını verdikleri bir evrak ile de suçlarını belgeledikleri ve bu evrakın bu suçun
kanıtı olarak esas alınması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yönü ile 1976 yılında Milliyetçi cephe
hükümetleri zamanında bir taraftan toplumda bir çok saldırılar, bir çok toplu katliamlar
yaptırılır iken; diğer taraftan meğer Bayrak Harekat Planlarının başarılması ve kendilerinin
123/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
ikballeri ve özellikle sanık Tahsin Şahinkaya'nın karısı Sema Şahinkaya aracılığıyla
şirketlerde hisse payı elde etmesi, pay elde etmesi, ve bunun devletler arasında ki uçak satış
sözleşmelerinde o savaş araçlarını yani savaş uçaklarını kullanacak askeri birliklerin şu marka
fayans kullanılacaktır diğerek karısının ortak olduğu şirketin fayanslarını kullandırtarak
dolaylı yoldan kendi şahsi menfaatlerini gözetmiş olmaları karşısında şu ana kadar
iddianamede ortaya çıkan ve sanıkların da cevap vermeyeceğim dedikleri süreçte dahi tevilli
ikrarları ile ortaya çıkan husus fiillerin gerçekleşmiş olduğu ve sübuta erdiğidir. Hukuk
tekniği anlamında ve salonda ki yüzbinlerce acı çeken insanlardan bir kısmının salonda ki
dinleyiciler olarak hazır bulunduğu ve tanıklıkları ile de sanıkların suçu sabittir. Diğer bir
husus 1 Mayıs 77 katliamı ile ilgili dava. Bu dava konusunda bu olay konusunda dava
açılmamış değil. Açılmıştır. Ancak bu davanın açılan davanın konusu iddianamesi tipik bir
Türkiye Cumhuriyeti terbiyesi ile devlet ahlakı ile devlet ciddiyeti ile düzenlenmiştir.
Bizzatihi o olayda yaralananlar bizzatihi o olayda mağdur olanlar sanık olarak gösterilmişler
ve hepsi beraat etmişlerdir. O davanın dosyası daha sonra takip ettiğimiz 16 Mart 1978
katliam davasının 30 senede bombayı temin eden yüzbaşının adını ortaya çıkaramayan devlet
bürokrasisinin yani devlet bürokrasi ve uzantıları olan yargının içindeki işbirlikçilerinin
gayretleri ve yetenekleri çerçevesinde failler cezalandırılmamış, çünkü devletin failleri
cezalandırma gibi bir şekli olmamıştır. Çünkü bu işler bizzat devlet eli ile işlenen suçlardır.
Öyle ise sorun hukukçuların bu kadar kirli bu kadar kargaşa ortamında kendi dürüstlüklerini
kendi ahlaklarını bu kirlenmişlik ortamından paylarına düşeni red edip red etmeyeceği
noktasındaki tercihlerinde yatmaktadır. Ama unutulmamalıdır ki; her tercih aynı zamanda bir
vazgeçiştir. Biz müdahil makamı olarak onursuzluğun tercih edilmesi yönündeki dayatmayı
red ediyor ve müvekkillerimizin zarar gören gerek bizzat kendileri gerek ise de ölenleri ve
onların anıları adına ortadaki sadece şu an için ortaya çıkarılabilmiş ve bu kadar sınırlı
yargılanabilen bu iki darbeci sanık generalin cezalandırılması yönünde hüküm kurulması için
dosyada toplanan delillerin yeterli olduğunu bu yönü ile ek bir tevsi tahkikat talebine gerek
bulunmadığını ve sanıkların yaş durumu ve Mahkemenizin daha önceden bizzatihi doktorları
dahi dinlememiş olması çerçevesinde başkaca ek bir husus dinlemeye ve araştırmaya gerek
kalmadan bu konuda iddia ve müdahil tarafın yorumlarının suçlamayı güçlendiren sözlerinin
toparlanması ve hüküm yoluna gidilmesi yönünde yargılamayı ilerletici bir işlem yapılmasını
aksi taktirde eğer Mahkeme bu yönde bir şey kullanmıyacak ise bir tercih kullanmayacak ise
o zaman dosyaya ilişkin hangi belgelerin nelerin toparlanmasını istiyor ise, değerli
meslektaşımız ve savunma mesleğinde üstadımız kilometre taşı olan Av. Senih Özay
üstadımız ile birlikte her ne kadar içeri girememiş olsak da her ne kadar üç buçuk saat
boyunca rüzgar ve yağmur altında bekletilmiş olsak da, MİT Teşkilatının binasının önüne
gidip nasıl ki arşivine girmeye kalktık ise; eğer Mahkemeniz bizden Genel Kurmay arşivine
girmemizi istiyor ise evet biz avukatlık kanunun 2. Maddenin 2. Fıkrasında 4667 Sayılı Yasa
ile 2001 yılından beri yürürlükte olan yetkimize ve gücümüze dayalı olarak Genel Kurmay'ın
arşivine de girmeye hazır olduğumuzu beyan ediyoruz. Bu nedenle delillerin ya toplandığının
yeterli olduğu veya eksik ise bu yönü ile bir ara karar oluşturulup karar vermenizi talep
ederiz. " Demiştir
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında:
"23 Temmuz 2013 tarihli görüldüsü yapılan Genel Kurmay Başkanlığından gelen, gizli
damgası vurulmuş, bir kağıt parçası var. Bu kağıt Mahkemenin yazdığı yazıya cevap olarak
yollanmış. Fakat bu yazı Askeri Yazışma Usullerinde ve devletin bürokrasisinde gerçeğin izini
kaybettirme, yalanı süsleme, var olanı inkar etmenin suç üstü belgesidir. 82 belgesine göre
Mahkemelerin kararlarına bütün kamu kurum ve kuruluşları uymak zorundadır diye bir kural
var. Kanunlara bağlı kalacağına o Genel Kurmay'ın memurları eğer yemin etmiş ve
tutarlılıklarını hala sürdürmek istiyorlarsa; Mahkemenizin bir ara kararı var ve buna uymaya
mecburlar. Şimdi gelelim Mahkemenizin yazdığı yazıya. Mahkemeniz bir yazı yazmış ancak;
124/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
İngilizlerin, Amerikalıların dediği bir laf var. Berkdoor. Yani arka kapı. Yani kaçış kapısı.
Genellikle mutfağın arkasında ki kapı kaçış için kullanılır ve burada Mahkemenizin yazdığı
yazışmada ne suretle olduğunu bilmiyoruz. Ancak bulunduğu taktirde yollanması diye bir
ibare kullanıldığını görmüşler ki yazıda aynen bunu diyor. Diyor ki arşiv kayıtlarında
bulunması halinde gönderilmesi istenmiştir. Yok böyle bir şey. Burası Mahkeme ve buradaki
yargılamada delil asılları, evrak asılları bu salona gelecek ve biz katılan avukatları göreceğiz.
O belgeleri didik, didik edeceğiz ve ondan sonra kamu oyu adına yapılan faaliyetin ne olduğu
ortaya çıkacak. Öyle ise; Mahkemenin yazdığı yazıda hukuka uygun olmayan sakıncalı yön
var. Sorun değil. Bu telafi edilebilir. Mahkemeniz bu yazıyı yazmıştır. Buna ara karar
vermiştir. Öyle ise Mahkemeye düşen görev verdiği kararının ara kararının arkasında
durmaktır. Gelelim konunun özüne. Burada istenen belge Sivil İşler Koordinasyon Grubu
başlıklı bir yazıdır. Bu grup darbenin biz ilk duruşmadan itibaren dedik ki; bu sanıklar devlet
memurudur. Yani Hazineden maaş denilen ödemeyi almazsa cebinde dolmuşa binecek parası
olmayacak kadar para ile geçinen insanlardır demektir. Öyle ise bütün ülkeyi cehenneme
çeviren bu beş darbeci Generalin bu faaliyetlerinin mutlaka başka destekçileri, işbirlikçileri
var ve hatta bunları bu şekilde darbe yapmaya yönelten uluslararası para babaları var. Asıl
gerçek patronları var bunların. Uluslararası sermayeler var ve onların siyasal temsilcileri ve
onların siyasal ve teknik nitelikteki kayıtlarını nitekim daha önceki Mahkemede de
belirttiğimiz gibi Sahra Talimnamesi diye 3115 kodu ile çevrilen ve Fild Manuol Amerikan
Silahlı Kuvvetler Talimatnamesinin bire bir kopyası olan gizli bir örgütlenmedir. Ve Devlet ve
Türkiye, Türkiye de ki halklar bu örgütün bu çetenin tehlikesi ile karşı karşıyadır. İşte
Mahkemenin ara kararında getirilmesini istediği ve buraya yazılan teknik adıyla Sivil İşler
Koordinasyon Grubu denilen grup; bu darbenin, bu çetenin, bu uluslararası mafya örgütünün
sivil bacağıdır. Ve bu belge gizlendiğine göre devlet eğer bir evrakı gizliyorsa, bir malzemeyi
gizliyorsa orada bir pislik vardır. Ortaya çıkmasını istemediği. Ortaya çıktığı taktirde, altından
kalkamayacağı bir tehlike var demektir. Biz illa da bunların emekli olduktan sonra yazacakları
hatıra kitaplarından mı öğreneceğiz? Öyleyse Mahkemeniz tamda görevi gereği İpsoyure bu
konuya el koymalıdır ve bu kararın arkasında durarak özellikle (görüntünün 18:33 ile 21:06
arasında ki kayda alınan kısmına ilişkin ses çözümü kullanılan el mikrofonlarının
frekanslarının karışmış olması ve ses kaydının alınamamış olması sebebiyle çözümü
yapılamadı. 21:07 itibariyle devamı yandaki gibidir) ve bu insanların avukatı olarak düzenin
kanunlarını savunmakta yine bize düşüyor ki tarihin garip bir tecellisidir. Öyle ise
Mahkemenizden bu konuda verdiği ara kararın verilen cevabın sorusunu karşılamadığı,
Mahkemenin kararının gereğini layıkıyla yerine getirmediği, memur zihniyetiyle olsa dahi
maslahata uygun işlem yapmadığı, özellikle Mahkemeden belge gizleyen memurlar hakkında
suç duyurusunda bulunulmasını istiyoruz. Başkaca gelen evraklar, gelen malzemeler ile ilgili
eğer bize evrak teslim edilecek olursa onlar üzerinde de çalışıp, ayrıntılı eleştirilerimizi
Mahkemeye beyan edeceğimizi bildiririz. Teşekkürler." Demiştir.
Tekrar söz aldığında:
"Şimdi meslektaşım 82 belgesi diye bir belgeden söz ettim. Bilmediğini, tanımadığını
söyledi. Daha önceki duruşmalar arasında üniversitede öğretim görevliliği de yaptığını
söylemişti. Öyle ise Anayasa Hukukunda, doktrinde bir Anayasa'nın Anayasa vasıf ve
mahiyetinde olması için toplumsal talepli olması ve başka ek bazı koşulların da olması
gerekiyor. İşte bu niteliği taşımayan kağıt parçalarına tarihte belge deniyor. Ve bu tür
belgelere tarihin çöp sepetinde rastlanmaktadır. Çokça vardır. Nitekim Hitler'in çıkardığı da
Anayasaydı. Öbürü de Anayasa idi. Üstünde öyle yazıyordu. Öyle ise biz katılan makamı
olarak 82 belgesi diyeceğiz. Çünkü biz teknisyen değil biz hukukçuyuz. Öyle ise biz hukuk
bilimi özellikle Anayasa hukuku terminolojisinde ki vasıf ve mahiyet tartışmasından dolayı
biz bir tercihimizi yapacağız ve bu yaptığımız tercihle öbür herşeyi çöp sepetine atarak
yolumuza devam edeceğiz. Gelelim diğer konuya. 215, 216 tartışması. Şu anda Mahkemeniz
125/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kişi yargılaması değil olay yargılaması yapmaktadır. Ceza yargılamasının özü budur. Öyle ise
iddianamede yazılan olaylar belirlidir. Türkiye'nin cehenneme çevrilmesi ve bunun sorumlusu
olan beş devlet memuru statüsündeki beş rütbeli bu suçtan dolayı yargılanacakken diğerleri
öldüğü için Ceza Usul tekniğinde onlara dava açılamamıştır. Ancak zaten halkın ve dünyanın
gözü önünde vicdanında zaten mahkum olmuşlardır. Şu an Mahkemenizin çabası hukuk
tekniği açısından bir tesis etmektir. İşte Mahkemenizin karar tesis etme sürecinde ise biz açık
söylüyoruz. Mahkemenizden adalet beklemiyoruz. Çünkü adalet halkın ekmeğidir. Halkın
talebidir. Siz eğer vereceğiniz kararda adil olduğunuzu gösterir ve isabetli karar verirseniz
adalete yaklaşmış olacaksınız. Biz zaten o noktada Mahkemenizin dürüst yargılama ilkeleri
noktasında etkin savunma yapmaya ve bu suretle iddialarımızı açık ve net bir şekilde ortaya
koymaya çalışıyoruz ki Mahkemeniz kararını verirken duruşma salonunda tartışılmamış tek
bir delil kalmasın. Delil olarak tartışılmamış ve Mahkeme önüne gelmemiş bir husustan
dolayı hüküm kurmuş haline gelmesin diye biz iddialarımızı ortaya koymaya çalışıyoruz.
Niye? Çünkü bu dava esasen bizim davamızdır. Bizim müvekkillerimizin davasıdır. Halkın
davasıdır. Çünkü 12 Eylül döneminde sermaye sınıfını temsil eden simgesel olarak belirten
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Halit Narin çok özlü bir söz söylemiştir.
12 Eylül'den önce işçi sınıfının örgütlenmiş olması, genel greve gidebilmiş olması, sendikal
mücadelenin toplumsal olarak yükselmiş olması, toplumsal olarak devletin hizmet üretme
değil, hizmet üretememe, çürümüşlük noktası bakımından demiştir ki; şimdiye kadar
patronlar olarak biz ağladık, işçiler güldü. Şimdi onların anası ağlayacak demiştir. İşte işçi
sınıfının emeği ile geçinenlerin, sendikada örgütlenen insanların, emekçi insanların
burnundan, anasından emdiği sütü burnundan getiren ve ciğerlerini patlatıp kan kusturan ve
akla hayale gelmedik bugün bile Guantanamo'ya fikir kaynağı olan bu uygulamaları
yapanların bu çalışmaları sonucunda memleket bu halde idi. Tezimiz budur. İşte bunun
toparlarsak bunun kanıtı bu suçun örgütlü suç olduğudur. Yoksa iki tane emekli general ile bu
işin sorumluluğu bu iki generalden ibaret değildir. Bu iki general devlet memurudur. İşte
onların suç ortakları Genel Kurmay Başkanlığından Mahkemenizin yazdığı yazıyı
Mahkemenizin istediği cevabı yollamayan fakat yollamış gibi yapan, görev yapıyormuş gibi
davranan memurların kandırmacasıyla yani hala 12 Eylül'cülerin o kafa yapısının devam
ettiğini, yani 12 Eylül rejiminin halen devam ettiğini, hukuktan korktuklarının, yaptıklarının
arkasında duramadıklarının kanıtı olarak bu belgeyi tekrar dikkatinize sunuyorum. Bu nedenle
gerek Muharrem Köse adlı memur hakkında suç duyurusunda bulunulması, gerek ise de;
Genel Kurmay Başkanlığında bu işten görevli kimler ise, başka kimler var ise ki Genel
Kurmay Başkanı başta olmak üzere eğer o teşkilatı idare edemiyorlarsa gerekeni yapmaları
konusunda gerek kamuoyuna çağrı, gerek ise de haklarında C.savcılığına suç duyurusu, artı
Askeri Ceza Kanunu açısından da bu suçun soruşturmasında Genel Kurmay Başkanının
derhal açığa alınmasını, şu anda arkamda oturan kendisine bağlı olarak görev yapıyor. Genel
Kurmay Başkanlığı Başbakanlığa bağlı bir teşkilat. Bir birim olarak görülüyor. İdare
hukukunda. Öyle ise Başbakanlık Makamının müdahil olarak bulunduğu bu davada;
Başbakanlığın kendisine bağlı bir birimden Sayın Mahkeme yazı istiyor ve kafa tutuyor.
Şuraya bak. Haa.. Ya bu kafa tutmasına Mahkemeniz ses çıkarmayacak. Ya da hukukun
kurallarıyla karşılaştığında şöyle bir şok tedavisi görecekler. Öyle ise; şimdilik söz
Mahkemenin. Ancak, iddia makamında ki savcı diyor ki dosyanın geldiği aşamada tevsi
tahkikat taleplerinin reddi gerekir. Dosyanın geldiği aşama neymiş? Söyleyemiyor. Hazırlık
soruşturmasını etkili ve ayrıntılı bir şekilde yürütebilmiş mi? Söyleyemiyor. Biz katılan
avukatları. Yani bu davanın gerçek sahipleri olan müvekkillerimin özel olağanüstü çabaları
olmasaydı ve bu işe yüreğini katan değerli meslektaşımız ve hukukçuluk mesleğinde
hukukçuluğun mareşalliği olan avukatlık mesleğine geçen Sayın Sacit Karasu'ya ve
görevinden atıldığı dönemden beri her türlü desteği verdiğimiz, yüreğimizi açtığımız
meslektaşımızın yüreğini katmasıyla onun daha birileri görev başındayken, daha bu davaları
126/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
açma fikri başkalarında yokken bu şekilde görev yapanlar dahil bütün diğer insanlara ve 32
yıl darbecilerin zindanlarında onuru ile direnen Sayın Tahir Canan'a buradan saygılarımı
sunuyorum. Çünkü bu dava onların emeğinin ve direncinin çabasıdır, ürünüdür. Öyle ise iddia
makamında ki savcının sadece göstermelik laflarla geçiştiremeyeceği kadar ciddi bir davadır
bu dava. Zaten Genel Kurmaydan gelen yazıdaki oradaki memurda yine bir cümle ile
geçiştiriyor. Öyle ise bu dava bir cümle ile geçiştirilecek bir dava değil, söylenecek laf çoktur.
Yeter ki çok olan suç kanıtları yok edilmesin. Gizlenmesin. Buna fırsat verilmesin. O nedenle
iddia makamına mütalaasının açıklattırılmasını talep ediyorum. Teşekkür ediyorum."
Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında :
"Mahkemeniz Genel Kurmay Başkanlığına yazı yazarak darbe planının bir parçası
olan sivil koordinasyon grubu evrakını da görmeye karar vermiştir. Şimdi Mahkemenizin
verdiği bu karar 1982 belgesine göre tüm kamu kurum ve kuruluşlarını bağlar diyor. Ancak
silahı olanları bağlamaz diye bir istisna kuralını biz okumadığımız için, yazılı olmadığı için
bu heralde ülkemizde teamül halinde olan silahı olan yani gücü olan kuralı koyar, piyasadaki
kuyumcuların lafı gibi altını olan ticaret kurallarını belirler şeklindeki bir alışkanlığa
dönüşmüştür. Öyleyse oralarda kendilerine göre kural yaratmaya çalışanların şimdi analitik
incelemesini yapıp daha sonra Mahkemenizden talepte bulunacağım. Burdaki durum şudur:
yazışmaların özellikle klasik savaş anlayışı çerçevesinde savaşa hazırlanan ordunun
evraklarının bazılarının düşman eline geçtiği taktirde yurt savunmasını çökerteceği
gerekçesiyle derecelendirmesi yapılır ve bunlara hizmete özel, gizli, çok gizli ve Nato gizli
gibi değişik gizlilikler veya ayrıca kişiye özel gizlilik derecesinde gizlilik kodları konulur. Ve
bunu sakıncalı Asteğmen olarak görev yaptığım sürede gördüm ki buna karar veren bizdeki
zabıt katibi gibi askerdeki de yazıcılardır. Ordaki yazıcı hangi kaşeyi basmışsa ordaki evraka
birdaha kimse elini süremez. İşte buradaki evrakta Mahkemenize karşı bir hile yapılmıştır. Bu
hileyi Mahkemenize göstermek istiyorum. Şimdi Mahkemeniz Bayrak Harekat Planının
tamamını istemiştir. Bu harekat planında gelen yazıda konmadı ibaresi yazılı olduğu
görüldüğünden diyerek baştan savma bir yazı yollanmıştır. Bu yazıyı yollayan kişi adli
müşavir, doktor, hakim, albay gibi birçok ünvanı olan ve fakat basit mantık kurallarının ve
basit Türk Dil kurallarıyla yazılmış basit düz cümleyle Mahkemenizin yazısı açık aynı şu
şekilde söylüyor. Diyorki; bu gönderilmemesiyle ilgili olarak evrakın düzenlendiği tarihte
konmadı ise söz konusu konmayan belgenin nerede ve ne şekilde muhafaza edildiğinin
araştırılıp temin edilerek gönderilmesi istenmiştir. Yani Mahkemeniz o evrakı gönderin, ama
gönderemiyorsanız bu kez o evrakın nerede muhafaza edildiğini yani korunmakta,
saklanmakta olduğunu da araştırıp Mahkememize bildirin şeklinde bir ara karar vermiştir. Ve
fakat bürokrasinin karmaşık ve karanlık labirentlerinden ustalıkla yazılan bu karmaşık
cümlelerle Mahkemenize karşı hile yapılmış ve darbenin sivil ayağının ortaya çıkması
engellenmeye çalışılmıştır. Neden? Çünkü hala muhtedirdir onlar. Yani darbecilerin adamları
yani 12 Eylül hala iktidardadır, hala kurumlarıyla, kişileriyle, mensuplarıya hala görevlerine
devam etmektedir. Öyleyse buradaki evrakta "konmadı" ibaresinin dayanağına bakmak
gerekiyor. Bu "konmadı" ibaresi 1977 yılındaki bir yönerge ile ilişkilendirilmektedir.
Yönergenin Hans Kelsen'in Hukuk Fakültesi 1.sınıfta öğretilen kavramına göre normlar
hiyerarşisi vardır, hiçbir alt kural, üst kurala aykırı olamaz, işte bu sıralamada yönerge, kanun,
tüzük, yönetmelik, yönetmelikten sonra çıkartılan bir kavramdır, bir kaynaktır. O da sadece
birer idari işlem yapacak olan memurların standardını belirlemek üzeredir. Işte ona dayanıyor
ise de itirafta da bulunuyor aslında Genel Kurmay'ın hakim albay doktor adli müşavir sıfatlı
memuru Muharrem KÖSE. Diyorki evet biz ona göre yazı yazıyoduk ama orda da zaten
"konmadı" ibaresinin konulacağına dair bir açık hüküm yoktu, o yine de uygulanmakta idi.
Şimdi mahkemenin sorduğu başka birşey, onun verdiği başka birşey. Fakat verdiği cevapta
dahi o kaynakta, o konuda bir kural yok. Öyleyse bu kural daha sonra o 77 tarihli yazı
127/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
dayanak gösterilen yazı, yönerge değiştirilmiş, yeni yönergeye konmuş ve yazılmış ve
dolayısıyla şimdi bundan sonraki evraklara dosyanın eki olarak nelerin konulduğu,
konmadığının dayanağı oluşmuş, peki Mahkemenin ihtiyacı olan husus sıkıyönetimin ve
darbenin cuntanın sivil koordinasyon grubunda kimlerin var olduğuna dair belgeye ulaşmak.
Şimdi Mahkemenin kararlarına bütün kurumların uyması gerekiyorsa görevi gereği kamu
adına toplum adına taşıdığı silahı Mahkemenize karşı tehdit olarak kullanmaya kalkanlara
haddini bildirmeniz gerekir. Öyleyse burda yazılan Mahkemenizin verdiği ara kararında
yazıya konmayan belgenin nerede ve ne şekilde muhafaza edildiğini araştırmayan, araştırıp
bulmayan ve onu Mahkemeye yollamayan ve bunu da altındaki evrakı imzalamak suretiyle
kendi aleyhinde belge yaratan Muharrem KÖSE adlı doktor hakim albay adli müşavir sıfatlı
kamu memuru hakkında suç duyurusunda bulunmanızı istiyorum. Ayrıca ya Mahkemenizin
bir naip hakim göndererek Genel Kurmay'ın kozmik odasında araştırma yapmasını veya
avukatlık kanununun 2.maddenin 2.fıkrasındaki avukatın delil toplama yetkisi çerçevesinde
elden takip yetkimiz çerçevesinde eğer Mahkemeniz naip hakim vasıtasıyla görev
yapmayacaksa avukatlara bu konuda yetki vermesini istiyoruz ve özellikle sivil koordinasyon
grubundaki darbecilerin yani meydanda görülenlerin perde arkasında kalanlarının kimler
olduğu, hangi yüksek Mahkemede görevliler, hangi yüksek birimlerde görevliler, hangi
gazetelerde, basında, medyada ve hatta avukatlar arasında avukat sıfatı taşıyan onlar arasında
görev yapan özellikle mahkeme kararlarına itirazları inceleyecek kritik mevkilerde görev
yapan yargıçlardan kimlerin işbirlikçi olarak o darbeyi ortam sağladığı ve devam ettiğinin
önemi olduğunu düşünüyoruz. Bu önemlidir çünkü daha önceki duruşmalarda size Amerikan
Silahlı Kuvvetler field maniol 3115 kodlu bir talimatnamesinde ve onun 1964 senesinde
Türkiye'de Genel Kurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı Başkanı Cihan AKYOL tarafından
çevirisinden söz etmiştik. Işte orada sözü edilen ve Mahalli Kanunlarla bağlı değildir bu
teşkilat mensupları denilen uluslararası bir çete örgütlenmesinin bir parçasıdır bunlar. Çünkü
bunlar Mahalli Kanunlar dediği Türkiyedeki milli kanunlarımız olan Türk Ceza Kanununda
bir kişinin beden bütünlüğüne bir cisimle saldırıldığında, yaralandığında, yaralama suçu ve
yaşamı sona ererse öldürme suçu, öldürme fiili suç olarak sayılmış ise de uluslararası çetenin
mensupları ve Türkiye'deki işbirlikçiler ve Türkiye'deki o örgütün yerli uzantılarının bu
suçları işleme özgürlüğü vardır. O nedenledir ki bu güne kadar 12 Eylülcüler işledikleri hiçbir
suçun hesabını vermemişler ve onların döneminde işkence ile sorgu yapan, işkencede
müvekkilim Senem GÜLBUDAK'ın babasını öldürenleri ve diğer birçok devrimci sosyalist
insanların sorguya aldıkları, kendilerince sorgu dedikleri düşman olarak hedef olarak imhası
gereken hedef olarak tespit ettikleri kişileri öldürmelerinin hiçbirinin hesabı sorulmamış
çünkü onlar uluslararası bir terör örgütünün uzantısıdırlar. Işte darbeci iki generalin
örgütledikleri bu darbe faaliyetinin sivil koordinasyon grubu özellikle lojistik ve bugünlere
dair gerek Devlet Güvenlik Mahkemelerinin gerekse de günümüzdeki düşman ceza
hukukunun alt yapısın hazırlayan kendilerinden olmayan, kendilerini eleştiren, çalıştığı halde
doymayıp aç kalıpta ben aç kaldım diye bir araya gelen insanları düşman olarak belirleyen ve
ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler diyen anlayışın temsilcilerinin kimler olduğunun ortaya
çıkmaya önemlidir, çünkü darbe ve yapılan eziyetler zulümler insanlık suçudur. Bu iki darbeci
sanık general Mahkemenizde mahkum olacaklar ama onların mahkum olmaları yetmez. Bu
yönüyledirki, evet darbeciler mahkum olmalıdır, yetmez ama evet. Ancak biz daha fazlasını
yani işte bu karmaşık labirentlerde karartılan ve Mahkemenize hile yapılarak hala
gönderilmemekte özel kasıtla, ustalıkla gizlenen bu sivil koordinasyon grubunu açığa
çıkartmayan Mahkemenizin verdiği karara uymadığı için 5271 sayılı kanundaki yürürlük
kanununa dayalı olarak çıkartılan 331.maddedeki mahkeme kararına uymayan ve 10 gün
içinde cevabı ve gereğini yapmayan bu görevliler hakkında suç duyurusunda bulunulmasını
ve o evrakın temini bakımından ya Mahkemenizce naip hakim tain edilmesini, yada müdahil
avukatlarına yetki devredilmesini müdahil makamı olarak talep ederiz.
128/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Tekrarsöz aldığında:
Bu Davanın geneli üzerinden sanık darbeci generallerin yargılandıklarını tarihsel
kronolojisi itibariyle dosyanıza da gelen belgeler çerçevesinde özet olarak satır başlarıyla
değinecek olursak; 77 yılındaki 1 Mayıs Taksim meydanındaki katliam iddianamede
belirtildiği gibi bu davanın temel olaylarından bir isi de bununla ilgili evrakların toplanması
dahi birçok aşamada bir çok sıkıntılara neden olmuş ve avukatlık kanununun biz avukatlara
tanıdığı delil toplama yetkisi çerçevesinde yaptığımız MİT arşivindeki raporun aslına el
koyup Mahkemeye getirme girişimimiz dahi Başbakanlığın müdahil olarak kabul edildiği bu
davada halen aslı ortaya çıkarılamamış bir evraktır, işte 77 yılındaki bu olay 78 yılındaki
meydana gelen katliamlar Malatya, Sivas, Maraş illerindeki katliamlar bunlar ülkeyi yine
istikrarsızlığa yöneltmiş ve 79 yılında 5 milletvekili ile bir senatörün seçiminin yapılacağı ara
seçimlerde seçimleri boykot kampanyası başlatılmış ve bu seçimleri boykot sandığı boykot
sırasında oy verme hesap sor diyen gruplar parlemento dışı muhalefeti örgütlemeye durunca
bütün düzenin partileri birlikte davranlışlar veve bu suretle herkesin sadece parlementoda
çözüm bulabileceğini tek çözüm olacağı zannını yaratmaya çalışmışlardı. İşte bu süreçte
devletin idare edenleri yurt dışındaki ateşelerinin kendi memurlarının parasını ödemeyemediği
ve devletin birçokyerdeki binasının kirasını ödeyemediğinden sıkıntılar yaşadığı bir ortamda
24 Ocak 1980 tarihinde daha sonra perde arkası açıklandığı üzere Turgut ÖZAL adlı
devletmemurunun yapmış oludğu hem de daha fahiş rakamlarda daha yüksek oranlardaki
develüasyon yani paranın değerinin düşürülmesi kararları İMF tarafından taktir ile
karşılanmış, İMF ise uluslararası bir tefeci örgüt olup verdiğinden kat kat fazlasını alan ve
bunu sağlayacak buna olanak sağlayacak memurları elemanları daha önceden ilgili devletin
birimlerine yerleştiren ve karmaşık ilişkiler içerisinde bulunan uluslararası bir örgüttür. İşte 24
Ocak 1980 tarihindeki bu kararla birliket hükümete uyarı mektubu laf ortaya atılmış ve kimse
üzerine alınmamış daha sonra o tarihte Cumhurbaşkanlığı makamında oturan emekli deniz
kuvvetleri Oramirali Fahrettin Bey bütün herkesi siyasal kesimleri toplamış ve bu mektubun
varlığını açıkça ortaya koymuş ve fakat bu uyarı mektubu verilmiş olmasına rağmen bu
mektubu verenlere o gün yine devlet olan hatta Anayasasında hukuk devleti yazılı olan o
devletin memurları savcıları Yargıtay o tarihteki baş savcısı sessiz kalmış devlet terbiyesi
devlet ahlakıyla davranmış işte bütün bu sessiz kalan açıktan olanlara sessiz kalan perde
arkasından el altından ise ülkenin her tarafında karışıklığı yaratan çeteleri örgütleyen çeteleri
besleyen onlara özel eğitim veren ve il emniyet müdürlükleri seviyesini bırakın bu ilçe
emniyet müdürlükleri seviyesinde dahi çetelerin yaptığı işler hukuk mekanizmasına
yakalandığında onları emir ve talimatla serbest bıraktıran mekanizmanın meğer 12 Eylül'e
giden kilometre taşları olduğu sonradan ortaya çıkmıştır. İşte bu şekilde davranan ülkeyi
kaosa çeviren bu karmaşık kaos yaratan bu ortamda ülkedeki hem bilim insanları hem
eğitimciler hem öğrenciler hem profosörler hem milletvekillerinden sadece ve sadece topluma
korku yaymak yani terör fransızca terörity dediği terör ortamını yaratmak yani korkudan
insanların ağzını açamaz bir araya gelemez hale getirmek için yapılan bu faaliyetler; bu iki
darbeci generalin örgütlediği darbe hareketinin bir parçası olduğu ortaya çıkmıştı. Çünkü bu
iki darbeci general devlet memurudur ve devlet memuru maaşıyla bu işleri yapması mümkün
değildir. Kendilerinin kişisel yetenekleri olsa bile ki şu iki darbeci general hayattadır fakat
darbenin asıl patronu asıl beyni Haydar SALTIK'tır. Haydar SALTIK o sırada Genel Kurmay
ikinci başkanlığı konumundadır fakat tıpkı 61 Anayasasındaki 60 yılındaki o 60 ihtilaline
giden yolda binbaşı rütbesindeki darbecilerin generallere emir vermesi generallerin o binbaşı
rütbesindeki darbecilerin önünde ayağa kalkıp esas duruşa geçmesi gibi hiyerarşiyi bozan
devlet içindeki paralel bugün günlük değimle paralel devlet anlayışını geliştiren bu gelenek bu
olayda yani darbecilerin bu davada sanıklarının yaptıkları 80 darbesi somutlaşmış bulundu
daha sonra uygulanması aşamasına geçilmiştir. İşte bunların bu yapmış olduğu bu faaliyette
ellerinde olan imkanlar istediği kadar geniş olsun kendileri istediği kadar kişisel yetenekleri
129/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
gelişmiş olsun eğer bunların iş birlikçi kesimleri olmasa idi bu darbe asla başarıya ulaşamaz
tıpkı daha önceki darbecilerde 9 Mart 1971 deki darbeciler gibi veya 11 Şubat 1963 teki
Aydemir olayı gibi saedce sınırlı sayıda memur ile kalabilirdi. Oysa bu kez bu darbeci
generaller bu iki sanık değişik kesimleri örgütlemiş ve onların hazırlığını yapmış, daha
sonradan itirafçı olanlarının yazdıklarına göre darbenin koşullarının olgunlaşmasını bekledik
diyebilmişlerdir. İşte darbenin koşullarını olgunlaşmasını dedikleri dönemde mahkemelere
yansıyan belgeye göre yüzen gezen tetikçiler vardır. Yani belli bir kişi adam öldürmeye
eğitilmiş ve o kişiye sadece belli hedef gösterilmiş, o hedefi öldürmüş, değişik il ve ilçelerde
tutuklanmış tutuklu olan kişi ceza evinden çıkarılarak suç işlemeye devam etmiş, daha sonra
tekrar öldürmüş ki bu öldürme olayları sıradan kişiler değil biraz önce niteliğini belirttiğim
toplumda korku yaratmaya yönelik olan eylemler örneğin; Adana Emniyet müdürü Cevat
YURDAKUL. Cevat YURDAKUL CIA raporlarında marksist emniyet müdürü mualif
emniyet müdürü adlarıyla kodlanan bir emniyet müdürü. Ancak benim ilimde vatandaşlar
eğer güvende değil ise bende güvende olmam deyip korumaları ile gezmeyen koruma
taşımayan bir emniyet müdürü fakat işte bu süreçte o öldürülmüştür. İşte o süreçte Kemal
TÜRKLER DİSK genel başkanı öldürülmüştür ve bu insanların niteliğine bakıldığında
toplumda büyük kesmi ilgilendiren sürükleyen görüşleri ve pozisyonları olmasından başka
hiçbir şahsi kusurları yoktur. Tam tersine erdemleri olan insanlar ama bu insanlar sadece
toplumu baskı altına almak bir an önce neredesin ey ordu hadi gel sene şeklinde darbenin
meşrulaşması ve insanların bir kurtarıcıya muhtaç olma duygusu yaratılıncaya kadar bu
olaylar geliştirilmiştir. İşte bu bir psokolojik harekettir ve bu harekat bir tek memurların
aklına geldiği için yapılan birşey değil, sistematik örgütlü uzun süren bir araştırmanın
sonucudur ve bu SOA'da üretilen bir fikirdir. Sauth of America yani latin Amerikadaki CIA
nin kurmuş olduğu darbeciler okullarıdır. İşte o darbeciler okulunda eğitim görün geri kalmış
ülkelerin hevesli yükselmeye hevesli memurları elemanları önceden eğitilip yetiştirilmiş ve
orda değişik dallarda eğitilenler olmuştur. Bizim ülkemizden de oraya gidenler vardır.Onlar
bu güne kadar hala tam olarak ortaya çıkarılmış değildir. İşte böylesine lojistik planlama ve
uluslararası seviyedeki desteklerle oluşturulan darbe ortamında bu işbirlikçiler kategorisinde
içeride ise öncelikle sermaye sahipleri ki bunların en tipik olanı Türkiye İş Veren Sendikaları
Konfederasyonu başkanı söylemiş olduğu sözle tarihe geçmiştir. Ama hak ettiği şekliyle
geçmiştir, çünkü darbe olduktan sonra işçilerin haklarını kazanmak bakımından harp grevi
yapmaları genel grev yapmaları karşısında kalkıp darbe olduktan sonra gazetecilere yapmış
olduğu konuşmada demiştir ki; şimdiye kadar işveren olarak bizim anamız ağlıyordu şimdi
onların anası ağlayacak demişti. Doğrudur darbeciler de zaten emeği ile çalışıp karnını
doyuramayıp sesini çıkaramayan insanların analarını ağlatmıştır. Son ağlayan anayı bu
salonda gördük ve ilk kez bu salona ilk girdiğinde biz müdahil avukatları ile salondakiler
herkes ayakta karşıladık. Çünkü oğlunun hakkını arayan yaşama hakkını savunan hak
savunuculuğu yapmada biz savunma avukatlarına savunma işi yapan profosyonel avukatlara
duruşuyla örnek olan Berfo anaya saygımızı göstererek ayakta dinlemiştik. İşte bu suretle
çalışan ve muhalif olan daha fazla gelirden pay almak isteyen kesimlerin anasını ağlatmak
işlevini görevini yerine getirme ödevi altındaki bu iki sanık darbeci general bunun
mekanizmalarını da zaten hazırlamışlardır. Nasıl yapmışlardır? Bunu sorgu merkezi adı
altında işkence merkezleri oluşturarak hazırlamışlar ve buraları profosyonelce örgütlemişler
ve bunların en ünlüsü olan DAL diye adlandırılan derinlemesine araştırma laboratuvarında
işte biraz önce süzünü ettiğim Amerikaya gidip orada eğitim gören emniyet genel
müdürlüğünde kadrolu emniyetçiler askeri istihbaratta görevli asker şahıslar ve sivil
şahıslardan gidenler orada eğitilmiş ve bunların eğittikleri kişiler ise işte bu değişik sorgu
merkezlerinde sorgu işi yapmışlardır ve burada en çarpıcı olan şu ki gözleri bağlı elektrik
işkencesine birçok kez mağruz kalan bir kişi artık halsiz hale düştğünde gözleri bağlı iken
doktor kılıklı yaratıklar gelip işkenceye uğrayan kişilerin nabzını tutmuş ve nabzını tuttuğu
130/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kişinin sırf nabız atışlarına dayanarak bağlı olarak buna bir saat sonra bir seans sorgu
yapabilirsiniz yani işkence yapabilirsiniz, dört saat sakın elinizi sürmeyin elinizde kalır sonra
devam edebilirsiniz diye sadece nabız tutmak suretiyle sorgucu işkencecilere hizmet edenleri
örgütlemişlerdir. Çünkü bu yaratıklar her yerde vardır. Ama bunların en ünlüleri Ankara DAL
sorgu merkezi, İstanbuldaki sorgu merkezleri, Diyarbakır daki sorgu merkezleri, İzmir deki
belli merkezlerde olanlar daha büyükleridir ve buralarda kendilerince aksaklık olduğunda
uzman olan diğerlerinin buralara nakil olarak anında gidip çözülemeyen kafalarında suçlu ilan
ettikleri kişilerin illegal bir şekilde söylemesini sağlamak için bu işi yapmışlardır. Bunların
ünlülerinden bir tanesi de Kahramanmaraş katliamı ile ilgili olan olayda solcu sosyalist
insanların üzerine leke atmak üzere sorgulanan Hamit KAPAN adlı kişinin sorgusudur.
Buradaki sorgucu Sedat CANER daha sonra vicdan azabına dayanamayarak ben bir
işkenceciydim diyerek işkenceci olduğunu itiraf etmiş ve o tarihte1984 yılındaki Nokta
dergisinde işkence ve sorgu metotları denen işkence metotlarının yaptıklarını ve bildiklerini
anlatmıştır. Ve daha vahim birşey daha itiraf edip vicdanını rahatlatmak istemiştir. İnsan
olarak kendi öz kayın biraderine işkence yapabilmiştir. Çünkü işkenceci çünkü sorgucu
sadece önündeki kişiyi sadece imhası gereken bir hedef olarak programlanmış bir kişidir. İşte
bu şekilde sorgucuları bu hale getiren bir mekanizmadır. Bir süreçtir ve günümüzdeki
sorgucular onların torunlarıdır ve bu süreçte işkenceyi önüne gelen herkesi yani şu kişinin şu
gruptan bu gruptan olması değil önüne gelen her kişiyi imhası gereken hedef konumuna
getirerek eğitecek şekilde hazırlık yapıp onun psikolojik moralmen destek motivasyon
şeklinde eğitim yapıp teknik unsunları öğreten bu sistemi hazırlayan bu iki sanık kendilerine
üniversitelerden saçı sakalı ağırmış profesör denen bilim insanlarından da işbirlikçiler
yaratmışlardır. Ve bunların en büyüklerinden biri HZİ vakfı olarak bilinen Hamit Zahide İdil
vakfıdır ve bu vakfın yapmış olduğu double vanit yaniiki taraflı kör bir araştırma metodudur.
Bu metod CIA de ve günümüzdeki terminoloji ile terörle mücadele de tesellüm etkidir
mücadele araçları konulu bir konuda araştırma yapılmış ve bu konuda HZİ vakfının profosörü
olan o profösörler ki anne babalarının adına kurdukları vakfı aracılığı ile gönüllü olmuşlar ve
Türkiye de tutuklanan solcu sosyalist kominist insanların üzerinde çalışma yapmışlardır ve bu
çalışma sırasında bir ilaç hazırlamışlar ve bu ilacı Türkiye deki Üniversite deki asistanlar
asistan doktorlar aracılığı ile vermişlerdir ancak bu kullanılan ilaç ne kobay olarak kullanılan
insanlarımıza açıklanmış ne de o ilacı verme sırasında görev yapıyorum diyerek o işin parçası
haline getirilmiş asistanlara söylenmiş ve bunun ne amaca hizmet ettiğini ne amaçla bu
çalışmanın yapıldığını sadece o proförör ile CIA uzmanları bilerek bu operasyon yapılmıştır.
bunun amacı şudur bir süre sonra bu ilacın verildiği kişilerden zorla kan almaya çalışılmış ve
beyin tomografileri çekilmiştir. Buradaki teze göre solcular, sosyalistler,komünistler teröristtir.
Toplumda terör yaratmaya çalışan insanlardır. Aslında bu bir hastalıktır, çünkü onların
beyinlerinin sağ lobunun bilmem ne bölegesinde bir bölge harekete geçtiğinde saldırganlık
dürtüsü yaratmaktadır. Eğer saldırgan olan bu imhası gereken sinekler beyinlerine operasyon
yapılır. Ameliyat ile beyninin o bölgesi çıkartılır. Ve yahut o bölgeyi devre dışı bırakacak
kimyasal silah pardon düzeltiyorum onlara iyilik olsun diye ilaç verilecek olursa bu fayda
sağlanması kanıtlanırsa tüm dünyada uygulanabilsin diye 89-91 li yıllarda en yaygın olarak
İstanbul da Metris ceza evindeki tutuklular üzerinde hükümlüler üzerinde uygulanmış ve
buradan elde edilen bilgiler tez halinde daha sonra uluslararası psikoloklar psikiyatristler
kongresinde utanmadan sıkılmadan bilim insanı ünvanı ile övünülerek uluslararası bilimsel
toplantılara ileri sürülmüştür ve orada açıklanmıştır. Oradaki bu kişilerin insanlık dışı olarak
insanlık dışı surette insan haklarını temel hakları yok ederek bu çalışmaları bilimsel ekip
kurallarının ne kadarını çiğneyerek yapmalarından dolayı mesleklerinde ve meslektaşlarındaki
konumları bir yana işte kendilerine karşı çıkan kendilerinden farklı olan herkesi bu şekilde
imhası gereken sinek olarak gören ezmeye çalışan yani farklı olana tahammül edemeyen bu
faşist zihniyet bu iki general tarafından örgütlenmiş ve sonra meyvesi toplanmaya başlamıştır.
131/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
İşte bunun bir başka bacağı olarak yargı ayağı gerçekleştirilmiş veyargıda idare hukukunda
fakültede bizim beynimizi yıkayan hukuk profosörlerinin bize anlattığı bir liyakat sistemi diye
bir kavram vardı, idarede güya laik olan o mevkiye o görevi hak eden o göreve layık olan
oraya atanır diye bize hukuk devletinin gerçekten İsviçre saati gibi hukuktan bağımsız böyle
kendi başına bir örgüt olduğu anlatılmış idi oysa sonradan öğreniyoruz ki darbecilerin emrine
girmeyen bütün memurlar hiçbir teminatları olmaksızın derhal kapının önüne konmuşlardır,
bırakın memurları mahkemeler yok edilmiştir, hani şu anda sizin de nasıl ki elinizdeki mevcut
sanıklarla ilgili yargılamayı bitirdiğinizde sizin mahkemelerinizin de görevi sona erecek ve
kendi mukadderatı ve varlığı elinden tutmuş olduğu sanıkların mukadderatına bağlı olarak
çalışma durumunda bırakılan DGM ler olarak sizlerin de içine düşürüldüğünüz bu konumla
par7alel olarak örneğin İstanbul da barış davasında İstanbul Barosu başkanı dahil barış
derneği genel başkanı saygın insan ve emekli büyük elçi Mahmut DİKERDEM i
tutuklamayan bir numaralı sıkı yönetim mahkemesi görülen lüzum üzerine lav edilmiştir,
aradan lav edilince kadrosu açıkta kalan yargıçlar kıta görevine gönderilmiş ve personel şube
müdürlüğü emrinde personel hakimi personel mahkemelerinde hakim olarak
görevlendirilmiştir, bunun adı aşağılamadır ve o onurlu insanlar çok sıkıntı çok acı çekmiş ve
bir kısmı mesleği bırakmıştır, ancak ilginç olan şudur, aradan bir 10-15 gün geçtikten sonra
aynı sıkı yönetim komutanı ki idare hukukundaki biz hukukçular için onun sıfatı idarenin bir
memurudur, amir konumundaki yetkili konumdaki bir memurdur, işte idari bir işlem ile
görülen lüzum üzerine tekrar bir numaralı mahkemenin ihdas edilmesine demiş bu kez
kendisinin emrettiğini buraya dikkatinizi çekmek isterim emrettiğini uygulayacak memurları
hakim diye oraya getirmiştir, çünkü mahkemenin hakimlik mesleğine ait vasıflarını yargıçlık
onuru ve gururunu yitirmemiş o insanların yargıçlık ilkeleri hukuk ilkeleri buna izin vermiyor
ne yapayım tutuklayamam deyip kendi mahkemesinin lav edilmesini kendisinin sürgün
aşağılanması neticelerini daha yaşamış olan o yargıçlardan sonra itiraz üzerine mahkemenin
yüzbaşı rütbesindeki hakim sınıfından olan yüzbaşı tutuklama kararı vermiştir; fakat
dikkatinizi çekmek isterim aynı yüzbaşı emeklliğini isteyip onuru ile avukatlık görevine
başlayan baroda barohan da görev yapan emekli albay Levent AKYÜZ üstadımızın kendisi
emekli albaydır,o mahkemede hakim albaydı işte hakim albay olarak tutuklamayı reddeden
levent albay üstadımızın tutuklanmaması olayında o zamanında kendisi yüzbaşı olarak
tutuklama kararı veren o yüzbaşı öldüğü için adını anmayacağım, daha sonra bürosunu ziyaret
edip yanında abi kusura bakma komutan bana telefon açtı çok ağır laflar etti mecbur kaldım
tutuklamaya deyip hüngür hüngür ağlayabilmiştir, biz bunu nereden öğneriyoruz savunma
mesleğinde çağdadş hukukçular derneğinin kurucusu olan ÇAHDER üyesi bizler gibi
ÇAHDER in üyesi olmaktan ve üstadımız olduğunu her yerde onula andığımız Gülçin
ÇAYLIGİL in anılarından öğreniyoruz ve bir yargıç yıllar sonra gidip abi tutuklamaya mecbur
kaldım çünkü komutan telefon açıp emir verdi çok ağır laflar etti deyip hüngür hüngür
ağlayabilip vicdanını ancak o zaman rahatlatabilmiştir, işte bu darbeci generaller İstanbul daki
sıkı yönetim komutanına bizzat oraya telefon açtırmış değil, çünkü askerlikte emir demiri
keser askerlikte mantık yoktur bilmem ne gibi bir çok saçma alt kültürden gelen darma dağın
acayip bir yapı yaratmışlar ve o yaratılan alt kültürün oluşturduğu ortamda yargı bacağını da
bu şekilde tamamlamışlardır, nitekim yargıtayda örneğin bu davada iddianameye konu olan
olması hasabiyle Cumhuriyetin başsavcılığında o zaman savcı yardımcılığı ünvanı vardı
doğrudan savcılık ünvanı yoktu,ama Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan Başkent savcısı
Doğan ÖZ ün öldürülmesi olayında sanığın beraat kararının gerekçe olan kısmı ibret vericidir,
çünkü mahkeme heyeti yani askeri mahkeme heyeti kararında demektedir ki " sanığın maktul
Doğan ÖZ ü görevi nedeniyle görevi başında ve planlı şekilde taamüden zanlı ve arkadaşının
öldürdüğü konusunda mahkememiz heyetinde en ufak bir şüphe yoktur ancak askeri yargıtay
ceza daireleri genel kurulunun kararına mahkememizce kanunen direnme yetkisi
bulunmadığından bozma kararına uyma kararı vermek zorunluluğu olmuş ve genel kurulda
132/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
verilen beraat kararı nedeniyle beraat kararı verilmiştir" diyerek mevcut sanık hakkında beraat
kararı verilmiştir, işte oradaki askeri yargıtay genel kurulu incelemesi sırasında genel kurul
toplanmasından sadece bir ay önce ki Can DÜNDAR ın programından öğreniyoruz bunu
askeri yargıtay üyeleri arasında sayısal çoğunluğu değiştirecek kadar üyeler değişmiş ve
ondan sonra da çok az bir oy farkıyla beraat kararı verilmiş dosyadaki deliller asla
tartışılmamıştır. İşte bu mekanizma bu iki darbeci sanık generalin kurmuş olduğu
mekanizmanın ta kendisinidir, ve bu olay bu mekanizmanın röntgenidir, öyleyse yargıda da
kendisine işbirlikçilerini bulan kendisinin güdümüne giren insanları atayan, bu mekanizma
bürokraside de bunları yapmış ve bu hazırlıklarını yapmış, birçok kez yapılan planlamanın
kontrolü vardır, denetlenlesi vardır, bunun denetlemesini yapmış, ve istihbarat prensibi
çerçevesinde sadece bilmesi gereken prensibiyle sadece bu çeteye dahil olanların bildiği bir
kontrollerle bu mekanizmayı kontrol etmişler, mekanizmanın çalıştığı ve hazır olduğunu
kararlaştırdıktan sonra darbe kararını ortaya çıkarmış ve bunu uygulamışlardır. Ve daha
önceden yayınladıkları ve yolladıkları darbe emrini tekrar geri toplamaları işte bu örgütün
kontrollü bir örgüt olduğu, özel bir örgüt olduğu, planlı kontrollü ve sadece çeteye dahil
olanların bilebildiği bir mekanizma olduğu, yani çok gizli gizlilik derecesinde örgütlenmiş
olduklarını göstermektedir. İşte bir emniyet müdürünün Cavit Orhan TÜTENGİL'in ve diğer
birçok onurlu insanın faillerinin ortaya çıkarılmamasının nedenini de bu şekilde daha iyi
anlıyoruz. Çünkü failler çok gizli gizlilik derecesinde bağlı oldukları örgütün mensuplarıdır.
Bu suretle sanıkların iddianamede yazılı olan ve iddianamede yazılı olmayan birçok fiiller
noktasında bunların ortaya çıkarılması bakımından en nihayetinde müvekkillerimizin yapmış
olduğu ısrarlı çabada ennihayetinde bir dava açımı aşamasına gelinmiştir. Ancak dava açılma
aşamasına gelindiğinde Cumhuriyet Savcılığı makamında görev yapan soruşturma savcısı
Budapeşte ilkeleri çerçevesinde etkili soruşturma yapmamıştır. Delilleri yeteri kadar
toplamamıştır. Çünkü delilleri toplamaya kalktığında geriye devlet diye birşey kalmayacaktır.
Bunu gördüğünden delillerin tamamının üzerine gitmemiştir. Çünkü deliller devlet
teşkilatında görevli olan birçok kişinin bu çetenin uzantısı olduğunu göstermektedir. Bunun
ortaya çıkmasından dehşete kapılanlar soruşturmayı sınırlı tutmuşlardır. Bu suretle mevcut
olan delillerin muhakeme faaliyetinde hiç olmazsa yargılamanın dürüst yargılanma ilkeleri
uygulanarak yapılmasını istemek üzere biz müdahiller buraya geldik. Bu noktada birçok sol,
sosyalist ve kominist düşünceye sahip olan insan bu davayı takip etmemiş ve bu davaya
güvenmediklerini en başta kamuoyuna açıklamışlardır. Nitekim Çağdaş Hukukçular Derneği
Üyesi ve Genel Başkanımız Selçuk KOZAĞAÇLI bu salona gelmiş, sözlerini söylemiş ve biz
buranın her zaman sol tarafında yani Mahkeme Başkanının sol tarafında buranın hep müşterisi
olduk, buranın hep gelip gideni olduk, bizim sağ tarafta yani müdahil tarafta yer almamız
tarihin bir tecellisidir. Ama buna rağmen biz buranın DGM olduğunu biliyoruz. Ama buna
rağmen biz bu yargılamadan en etkili, en ağır şekilde cezalandırmanın hızlı bir şekilde
çıkacağına güvenmediğimiz için bu beyanlarımızdan sonra terkediyoruz, deyip terkedip
gitmiştir. Ama bu davanın katılanıdır Çağdaş Hukukçular Derneği. Çünkü 12 Eylül darbesi
tam da sol, ezilen, zulmedilen, azınlıkta kalan, hakkı çiğnenen insanların savunma görevini
üstlenen ve savunma mesleğinde kilometre taşları avukatlar yetiştiren ve onların oluşturduğu
derneğin üyeleri olması ve orda faaliyet gösterilmesi, orda avukatların birbirlerine
deneyimlerini aktarıp devlet mensuplarına karşı taktik geliştirmelerine karşı birlikteliği için o
nedenle kapatmış en ağır şekilde sıkıntılar çektirilmiştir. Bu nedenle Çağdaş Hukukçular
Derneği bu davanın müdahili olmuştur. İşte biz de şu anda hala katılan konumunda
katılanların vekilleri konumunda görev yapmaya çalışan avukatlar biz yargılama sırasında hiç
olmazsa bu iki darbeci sanık generalin bir darbe davası bir darbe sorgulaması muhakemesi
örnek bir dava olması açısından birçok talepte bulunduk. Bunların çoğu usule ilişkindi ve
bunların birçoğu tarafımdan ilk duruşmada dile getirilmiştir ve bunlar en başta kısmen en
başta reddedildiği gibi daha sonra bizim endişe ettiğimiz bütün ayrıntılar en kötü ihtimaller
133/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
olarak sıraladığımız bütün ihtimaller tek tek gerçekleşmiştir. Bunlardan delil toplanması tam
olarak yapılmamıştır. Hala yapılmış değildir. Örneğin kanun şu an yürürlükte bulunan kanun
da davanın iddianamenin sanığın yüzüne karşı okunarak başlanacağını emretmesine rağmen
sanıklar duruşma salonuna getirilmemiştir. Sanıkların duruşma salonuna getirilmesi
noktasında sanıkların alt yapısını hazırladıkları ve kurdukları mekanizmaların mezun ettiği
rütbe verdiği diploma verdiği profesör ünvanlı kendi meslek ilkelerini dahi açıkça dürüstçe
uygulayamayan profların verdiği evrakla sanıkların eğer bu salona gelirlerse öleceklerini
yuvarlak olarak söyledikleri ve birbirleriyle çelişkili cümlelerle ancak satır arasında
saklayabildikleri karmaşık raporlarıyla sanıklar bu salona getirilmemiştir ve bu tehlikenin söz
konusu olabilmesini sanıklardan birisi için söylemiş olmama ve diğer sanık için bunu
söylememiş olmama rağmen diğer sanık dahi bu salona asla getirilmemiştir. Korkunç birşey
daha vardır. Sanıkların evinde arama yapılmamıştır. Oysa sanık Kenan Evren aldı sanık
general devletin devlet başkanlığı makamında görev yaptıktan sonra oradan görevden
ayrılırken devletin beyni diye adlandırılan devletin arşivini almış, kendi babasının malı gibi
evine götürmüştür. Yıllar sonra ise sıkıntı yaşayabileceği bir şekilde kendisine anlatılmış
olmalı ki, onların bir kısmını geri göndermiştir. Geri göndermiş ama gönderirken dahi kendi
suçunun kendi dönemindeki kendini yaratan kesimlerin suçlarının delilleri ele geçmesin diye
o evrakların bir kısmını keserek, kopartarak yani delilleri imha ederek devlete göndermiştir ve
nitekim bunlar 1977 ve sonrası yıllardaki milli güvenlik kurulu milli güvenlik konseyi adlı üst
düzey devletin güvenliğini ilgilendiren toplantılarda her ne hikmetse sadece ve sadece 1
Mayıs katliamı ile ilgili toplantıların, Fatsa operasyonu ile ilgili toplantıların Maraş katliamı
ile ilgili toplantıların yani darbeye giden kilometre taşı olan olayların toplantılarında
konuşulanların çözümünün yapıldığı evrakları koparmış, saklamış geri kalanı verebilmiştir ve
bunu alan devletin memurları da 657 Sayılı kanunun 127 maddesine göre işlerini dürüst,
namuslu güvenli, ahlaklı yapma ödevi altındayken bunun evrakı eksiktir, şu eksik evrakları da
teslim eder misiniz diye söyleyememişlerdir. Niye çünkü emekli olmasına rağmen bu iki
darbeci sanık general hala muktedirdir. Halen gizli iktidar sahibidir. İşte bu iki sanık generalin
bu şekilde etkisi günümüzde hala devam etmektedir. Biz bunların önüne geçmek bakımından
hiç olmazsa mahkemede katılanlar vekili olarak tarihe karşı görevimizi eksiksiz yapabilme
bakımından yeni çıkan hileli işlerin de önüne geçmek için talepte bulunduk, Mahkeme bunları
mahkemeniz mahkeme heyetiniz bunları dinlemedi, size söyledik, dedik ki sanıkları buraya
getirin, getirmediniz, sanıkların sorgu sırasında hiç olmazsa yanında olmamız lazım, müdahil
avukatlarının bir kısımının orada bulunmasına mahkemeniz karar versin, çünkü orası
mahkeme salonudur dedik. Müdahil avukatlarının oraya katılmasına da izin vermediniz ve
sanıkların yüzyüzelik ilkesini kullanılsın dedik. Onu da dinlemediniz. Sanık Tahsin
ŞAHİNKAYA'nın bulunduğu yere bir Naip Hakim yolladınız. Naip Hakim Mahkemeniz adına
görev yapıyordu. Ne gördük. Sanık orada sorgu sırasında elinin uzanma mesafesinde
kahvesini alıp içiyordu ve biz Adalet Bakanlığı kameraman olarak görev yapan teknisyeninin
lütfettiği kadar bahşettiği kadar görüntü kısmını görüyorduk ve sanık kahveyi alıp ağzına
götürürken orada kahve içtiğini gördük. Peki oradaki Hakim ne yapıyordu. Onu görmüyor
muydu, Mahkemeniz adını gördüğü halde niye ses çıkarmıyorduve oradaki yargıç görevini
tam yapmamışgörevini kötüye kullanmıştır ve bunu görmenize rağmen o yargıç hangi ne
işlem yaptınız, bizim müvekkillerimiz ve müvekkillerimizin yakınları sadece bilmedikleri
konuya bilmiyorum dedikleri için ciğerleri patlatılarak öldürüldü, kafa tasları parçalatılarak bi
yerlerine cop sokularak elektrik verilerek öldürüldü, oysa darbeci sanık general hakimin
huzurunda hem de mahkeme salonunda kahvesini yudumladı ve buna rağmen sanık ile ilgili
mahkemenizin duruşma inzibatının bozulması ile ilgili birçok uygulama tedbir alma yetkisi
vardı tutuklama yetkisi var, zaten bu iddianamede yazan suçlar insanlık suçu hukuk
sistemimizin en ağır suçlar olmasına rağmen ne hikmetse bir türlü tutuklanmadı sanığın
duruşma inzibatını bozmasına rağmen sanığa hiçbir inzibatı tedbir uygulanmadı ve fakat bu
134/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
salonda sadece ve sadece işkencecileri örgütleyen o iki darbeci sanık generalin veya duruşma
salonunda kendisi ile birlikte işkence görenlerin yıllar sonraki yaşlanmış hallerinin sadece bir
fotoğrafını çektiğinde hakkında tutanak tuttunuz polis çağırdınız derhal onu sevk ettiniçiz niye
çünkü biz bu salonun DGM olduğunu biliyoruz, DGM olduğu denen devlet otoritesi denen
otoritenin nasıl kullanıldığını biz biliyoruz, biz bunu asla unutmadık ve bu gün müdahiller
makamında görev yapan avukatlar olarak konuşma sırası oluşturduk,biz sıra itibari ile kendi
aramızda bir iş bölümü yapmıştık oradaki sıraya uygun şekilde meslektaşım ve üstadım Senih
ÖZAY dan önce benim konuşacağımı belirtmemize rağmen Mahkeme başkanı hayır dedi, ben
Senih beye söz veriyorum, ben Senih beye söz verdi Senih bey gerçekten Mahkemeye
iltifatlarını belirtti mahkemenin yapmış olduğu bazı etkin verdiği kararların arkasında duran
tavrı nedeniyle hoşnutluğunu belirtti onları ben de farkındayım bende gözardı etmiyorum
ancak şuraya bakar mısınız Mahkeme başkanı müdahil makamında avukatların konuşma
sırasına kadar müdahale edebiliyor karar verebiliyor, işte bu otorite müdahillik makamını
çiğnenmesindir ve buraya adım atılmasıdır,. Oysa bu kürsü bağımsız savunma kürsüsüdür,
müdahillik haklarını savunma kürsüsüdür, biz avukat meslektaşlar olarak yine de biraz önceki
konuşma akışını bozmamak adına o anda o müdahaleyi yapmayıp onu bekledik ve
söylemenin sırasının gelmesini bekledik, çünkü biz müvekkillerimizden öğrendik
sabredilmesi gerektiğini, ve çünkü müvekillerimiz yaşadıkları tüm acılara rağmen, acılarını
hala yaşıyor olmalarına rağmen, en şerefli bir şekilde büyük bir vakur içerisinde nasıl söz
almak istediklerinde azarlanmalarına kendilerine bağırarak hitap edilmesine rağmen, nasıl
tavırlarını bozmadığını biz onlardan çok iyi öğrendik, ama şunu belirtmemiz gerekir; burası
bağımsız savunma kürsüsüdür, ve biz bağımsız savunma kürsüsünde görev yapan avukatlarız,
savunma işi yapan avukatlarız, biz avukatlık mesleğini, bizden önce görev yapan ve bu
konuda bize rehber olan üstadlarımızdan öğrendik, Halil ÇELİK lerden öğrendik, Niyazi
AĞIRNAS lardan öğrendik, Kemal KELEŞOĞULLARI ndan öğrendin Bekir DOĞANAY
lardan öğrendik, ve bağımsız savunma kürsüsü derken bu bağımsızlığımız yeri geldiğinde
müvekkilere karşı ama daha da önemlisi despotlara dikdatörlere padişahlara karşıdır bu
bağımsızlığımız ve bulunduğu her yerde ve bu yönüyle bu mahkemedeki bu uygulamaya
geçince Mahkemenin yargıçlık kürsüsüne karşı da biz bağımsız avukatlarız, öyleyse biz
müdahillik makamına bu şekilde konuşma sırasına kadar müdahale edilmiş olmasını sadece
ve sadece Mahkeme başkanının şimdiye kadarki daha önceki duruşmalardaki nezaketini ve
üslubunu o hassasiyetini gözlemlediğimiz için sadece tarihe not düşmek ve her iki üye
yargıcın da hiç olmazsa bundan sonraki meslek yaşamlarında yargıçlara bir eleştirinin kolay
kolay gelmediği ve yargıçların eleştirildiğinde hemen sanık kürsüsüne oturulduğu ülkemiz
yargı alt kültüründe fırsatını bulmuş iken sadece bir hatıralarında bulunsun diye bu salonda
beyan etmek isteriz öyleyse delil toplama aşamasında yargılama aşamasında delillerin
toplanıp tartışılması aşamasında sanıklara sorduğumuz soru sırasında görüntünün teknisyenler
tarafından yok edilmesi aşamasında konuşmalarımızın bize kaydedilmediği sırada dahi bu
salondaki kenardaki büyük dinleme cihazları tarafından dinleyen idarenin ve idareninin
bilemediğimiz başka mekanizmalarına rağmen biz acı çekmiş insanların temsilcileri hukuk
savunucuları olarak, bu iki darbeci sanığın suçunun sabit olduğunu ortaya çıktığını beyan
ediyor bu iki sanığın dünyaya da emsal olacak şekilde cezalandırılmasını ve bu konuda bir
örnek yaratmış olan İspanyol yargıç Baltazar MERZOV un vermiş olduğu ve bir İspanyol
vatandaşının Şili de darbeci faşist generaller tarafından işkence ile uçaktan okyanusa atılarak
öldürülmesi olayında o ülkenin emekli devlet başkanı olarak yaşamakta olan darbeci faşist
generallere nasıl ki bir tutuklama karar verip bu gücünü gösterdiyse bu suretle karar vermenizi
çünkü bir hukuk filozofuna göre yargıçlar esasen hükümlerinde kendileri hakkında karar
verirlermiş öyleyse müvekkillerimiz şimdiye kadar yaşadığını yaşadı ve çekeceği acıyı çekti
ve hala acıları ile yaşıyor, öyleyse şimdi acıları ile veya onurları ile yaşama sırası siz
yargıçlarda bu şekilde talebimizi beyan ediyoruz. dediği,
135/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Mehmet Horuş
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli beyanında:
Müvekkillerden Ertuğrul Kürkçü yönünden verdiğimiz dilekçemizi tekrar ediyoruz.
Diğer müvekkillerden Yılmaz Kızılırmak salonda hazırdır kendisine söz verilmesini istiyoruz.
Diğer müvekkilim 78 liler dayanışma ve araştırma dernekleri federasyonu tüzüğündeki kısa
adıyla Devrimci 78 liler federasyonu federasyon başkanı Kanber Ataş salondadır. Bu davanın
açılmasına yardımcı olmuş pek çok bilgi ve belgeyi hazırlık savcısına ulaştırmıştır. Söz
verilmesini talep ediyorum. Diğer müvekkilim Temel Demirer salondadır. Türkiye Halk
Kurtuluş ordusu mücadele birliği davasında hakkında mahkumiyet kararı verilmiştir. 11 yıl
yurtdışında siyasi mülteci olarak yaşamak zorunda bırakılmıştır. Elinde kapsamlı dosya var
söz verilmesini talep ediyorum. Diğer müvekkilim Fazlı Kuru 12 Eylülde gördüğü işkenceler
nedeniyle şu anda tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda bırakılmıştır. Dizi listesinde 238.
Sırada şikayet dilekçesi vardır. Katılma talebinde bulunuyoruz. İdam edilen devrimciler
Necati Vardar ve Mustafa Özenç adına onların aileleri adına katılma talebinde bulunuyoruz.
Bu devrimciler idam sehpasına çıkarken halkımız sizden hesap soracak diye çıkmışlardır.
Onların son sözü bizim için ve ailesi için ve tüm devrimciler için vasiyet niteliğindedir.
Onların bu vasiyetinin gereği olarak darbecilerle hesaplaşmaya hizmet edebileceğini
düşündüğümüz için davaya katılma talebinde bulunuyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında:
Diğer meslektaşlarımızın ifade alınmasına ilişkin beyanlarına katılıyoruz. Ayrıca yeni
sunduğumuz müdahale taleplerimizi de tekrarlıyoruz. diğer yandan bu müdahale talepleriyle
ilgili araştırmaları yaparken daha önce de Mahkemece araştırılan ancak bir sonuca
ulaşılamayan Milli Güvenik Konseyi kararlarının Meclis Sayfasında yayınlandığını ve
dolayısıyla bir şekilde burada arşiv oluştuğunu tespit ettik. Bu konuda gerekli yazışma
yapılarak arzulanan belgelerin dosyaya celbi sağlanabilir. Diğer yandan TBMM'de darbeleri
araştırma komisyonu kurulmuştur ve bu komisyonun 12 Eylül ile ilgili 180 kişiyi dinleyeceği
kamu oyuna yansımıştır. Bu kişiler arasında sanıklar da mevcuttur. Yine kamu oyuna yansıyan
haberlerde bu davanın varlığına rağmen sanıklara sanık sıfatı ile davranılmadığını ve adeta bir
devlet büyüğü şeklinde davranıldığını görüyoruz. Bu durum başlı başına bizce Anayasanın
138. Maddesine aykırıdır. Diğer yandan bu komisyonun bir rapor hazırlayacağı ve bunun
mecliste görüşüleceği mevzuattan kaynaklanmaktadır. Bu görüşmelerin de keza Anayasanın
138. Maddesine aykırı olduğunu düşünüyor ve ilgili komisyona bu hususların hatırlatılmasını,
ayrıca söz konusu isim listesinin de komisyondan istenmesini talep ediyoruz, Mahkemenizin
alacağı karar ile "sanıkları" sanık yapın dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Yargıç bu Bayrak Harekat Planı ile ilgili okuduğunuz belgelerin bir kısmı zaten
daha önce dosyada olduğunu düşündüğüm belgeler. Bana tanıdık geldi. Fakat başından beri
peşinde olduğumuz bu plan aslında bu darbe planı dediğimiz yani burada yargılamanın esasını
oluşturan suçun esasını oluşturan planın bu Bayrak Planından ibaret olmadığını düşünüyoruz.
Burada bu Bayrak Harekat Planı biraz askeri açıdan o gün fiili olarak yönetime el koyma işte
telsizi kim tutacak, radyodan kim anons yapacak kimler tutuklanacak yani işin suçun icra
fiilinin bir ayağını oluşturuyor. Bunun ötesinde daha geniş bir plan var. Daha öteden
hazırlanagelen bir plan var. Burada da size verdiğim dilekçede ismini yazdığım birkaç kişi
var. Ama önce şuna değinmek istiyorum. Sanık Kenan Evren savunmasında susma
gerekçesini açıklarken zaten anılarında pek çok şeyi açıkladığını belirtti. Ben anılarımda
bunları söyledim dedi. Bunu hepimiz burda şahit olduk. Video kayıtlarında da var. Ama ben
bugün o dilekçeyi yazarken ısrarla taradım Evren'in bu beyanı döküme girmemiş. Yani yazılı
hale getirilmemiş. Böyle bir eksiklik var. Fakat ertesi gün burada söz alırken kendisine soru
yöneltilirken dünde dediğiniz gibi anılarına atıf yaparak ta soru sormuşum. Çok iyi
136/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
hatırlıyorum. Evren'in anıları burda. Yani bu 6 cilt anılarında dizi pusulasını yeniden taradım.
İddianamenin ekindeki kaynakçalara yeniden baktım. Ama bu kitaplar dosyada görünmüyor.
Eksik bakmış olabilirim. Ama görünmüyor. Fakat ben yaşım küçük olduğu için yani
yetişmediğim için okuduğumda aslında bugün bizim burda peşinde koştuğumuz tartıştığımız
pek çok şeyi daha o yıllarda 89 yılında Evren burda kabul ettiği anılarında da açıkça yazmış.
Burada uyarı mektubunun nasıl organize edildiği Haydar Saltık ile nasıl görevlendirme
yapıldığı, o anlık görüşmeler, daha sonra günlük olarak bir darbe güncesidir aynı zamanda bu
kitaplar. Sıkı Yönetim koordinasyon toplantılarına ilişkin yorumlar. Bunları uzatmayacağım.
Bunlar esasa dair beyanlarımızda ayrıca girecek. Ama özellikle darbe planının Bayrak
Harekat planına bağlı olmadığına dair tespitimizi şu anda sunuyoruz. Burada da özellikle iki
isim önemli. Biri Mehmet Emin Paksüt, diğeri de Turhan Feyzioğlu. Bu iki şahıs açıkça bütün
görüşmeleriyle notlarıyla birlikte bu kitaplarda var. Darbenin karargahında yer almışlardır.
Özellikle Anayasa yapım ve seçim sürecinde çıkarılacak konsey bildirilerinde ve dahi
Anayasa düzeni hakkındaki kanun olmak üzere akıl hocalığını darbenin akıl hocalığını bu iki
şahıs yapmıştır. Bunlar hakkında suç duyurusunda bulunun diye işi uzatmak için de
söylemiyorum. Esas hakkında karar ile birlikte bulunabilirsiniz. Ama bir şema oluşacaksa bu
şahısların olması lazım. Yine bu 6 ciltin büyükçe bir kısmı bir takım tırnak içinde
gazetecilerden alıntılar ile oluşuyor. Evren bunun icraatının bir savunmasını yaptırıyor bu
gazetecilere. Bunlardan da Mehmet Barlas, Rauf Tamer, Oktay Ekşi ve Güneri Civaoğlu bu
dört isim özellikle bu darbenin halkla ilişkiler birimi gibi çalışmışlardır. Ve her seferinde de
aferin almışlardır darbecilerden. Yine burada sıkıyönetim koordinasyon tutanakları ile ilgili
şeyler var. Biliyorsunuz bu tutanakların bir kısmı kesilmiş olarak çıkartılmıştı Mahkemeye
gelenlerden. Sonra bir kısmı daha sonra başka yerlerden geldi. Dosyaya kazandırıldı.
Sıkıyönetim koordinasyon kurulu tutanakları. Bu suç aslında. Burada da bunların bir kısmı
var. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonunun gönderdiği belgelerde de bu tutanaklar var.
Biz bu tutanaklardan sanıkların 77'nin 1 Mayıs'ı nı, sonrasını, darbeden sonraki icraatlarını,
darbenin kimlerin çıkarına hizmet ettiğini, kimlere gülme sırasının geldiğini açıkça
görüyoruz. Anılarında da yazılıyor. Fakat o özeti çıkarırken bir ilginç durum daha oldu. Evren
daha sonra 2 cilt daha şey yapmış. Kendisi bir özet yapmış. Bunu sonra inceledik. Bizim özete
çok benziyor. Yani işin özüne ilişkin şey yapmış. Bir hazırlık yapmış. Sonrada 95 yılında
bunlara ilişkin polemikler içeren bir yazı yazmış. Bu kitaplar resmi devlet arşivi kullanılarak
yapılmış. Yani protokol tutanakları da dahil. Ve daha sonra Marmaris te emekli olduktan sonra
da resmi sekreterler görevli sekreterlerin yardımıyla şey yapılmış ve özellikle altını çiziyorum
resmi devlet arşivi kullanılarak yapılmış. O yüzden şu ana kadar bütün ara kararlarınızda talep
ettiğiniz belgeler dosyaya geldi. Bundan sonra aradığınız bir belge varsa yeri bellidir. Kenan
Evren'in evi. O yüzden yeniden ek bir yazı ek tekit istiyorsanız sizden talebim evlerinde
arama yapın. Bu bu çünkü açıkça yazılmış. Bir kitap daha sunacağım.88 yılında Almanya da
yapılmış sembolik bir 12 Eylül yargılaması. Uluslararası gözlemcilerin, başka ülkelerdeki
darbe mağdurlarının katıldığı bir toplantı. Örnek olsun diye dosyaya sunuyorum. Bir isim
daha çok önemli. O da Bülent Ulusu. Darbenin karargahında yer almış kişilerden biridir. Hem
hazırlık hem sonrasında. Başbakan olması bu şeyi ortadan kaldırmıyor. Onu o görev verilmiş.
Burda detaylı olarak var. Ben alıntıda yaptım. Orada ki özellikle darbe sonrası siyasal yaşamın
şekillenmesinde danışman gibi çalışmıştır. Ayrıntılar özetlerde var. Bir ilginç tespite daha
ihtiyaç var. 86 yada 87 yılı. Kenan Evren'in yanına Yargıtay Başsavcısı geliyor. Yani kendisi o
an Cumhurbaşkanı. Yürütmenin başı ve yargının en üstünden birisi geliyor. Ve açıkça burda
yazmış. Herhalde o dönemin ruh haliyle daha açık konuşmuş sanık. Hangi partiyi kapatayım,
ne zaman kapatayım, kapatayım mı? siz nasıl istersiniz diye görüşmüşler. Bunları da yazmış
anılarına. Ve burada bir protokol krizi daha sonra darbeden sonra Milli Güvenlik Konseyi
nerede duracak, birde seçilmiş bir parlemento var, Başbakan var. Konsey nerede duracak
Meclis Başkanı nerede duracak diye Türkiye epey bir protokol krizi yaşıyor. Yani bu işin en
137/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
biçimsel anlatımı ama, tabi bu Cumhurbaşkanlığı Konseyi diye tabi bu Paksüt'ler
Feyzioğulları veriyor. Böyle bir Cumhurbaşkanlığı Konseyi diye bir şey oluşturuyorlar.
Şuraya geleceğim bu darbe sizin iddianamede ki gibi öyle 83'te parlemento kurulunca falan
bitmiş değil. Pek çok örnek olayda görüldüğü gibi etkilerini darbeden sonra da devam ettiren
bir çeteden bahsediyoruz devlet içinde. Dolasıyla o bir kırılma noktası olabilir ama etkileri
darbeden 83'ten sonrasında da devam etmiştir. Tıpkı 80'den öncesine ilişkin olan şeyler gibi. 1
Mayıs ile ilgili; sıkıyönetim koordinasyon tutanakları var. MİT'in raporları var. Hepsinde şu
tespit var. Eğer 76 yılında olduğu gibi 77 yılında da DİSK, emekçiler, işçi sınıfı güçlü çıkarsa
TKP (Türkiye Kominist Partisi) ve Cumhuriyet Halk Partisi dolayımıyla Türkiye de bir sol
iktidar geliyor tespitleri bütün bu şeylerde var. MİT raporlarında, sıkı yönetim koordinasyon
kurulu toplantı tutanaklarında var. Bunu konuşmuşlar. 77 1 Mayıs'ı ve o gün gün içerisinde
Cumhurbaşkanlığına kadar MİT'in saat saat gönderdiği raporlar var. Bir devlet aklı devrede.
Ama bunu Anayasa Hukukunda ki rayzon data anlamında kullanıyor devlet aklı. Birileri
bazen kendini bu devletin yerine de koymuş olabilir. Bu aklın yerine de koymuş olabilir. Ama
bu devlet aklı devrededir. 77 1 Mayısında. Aynı devlet aklı 24 Ocak kararlarında da, 12 Eylül
darbesinde de devrededir. Ve Ece Ayhan'ın şiirinde dediği gibi; Erdal Eren'de devlet dersinde
öldürülmüştür. Teşekkür ediyorum." Demiştir.
Tekrar söz aldığında:
"efendim 1 Mayıs ile ilgili katılıyoruz. Bunu yargılama yüz duruşma daha devam etse
her duruşmada başka bir katliam gerekçe olarak araştırılsın diye buraya getirilse bile bu
sanıkların günahı gene bitmez. Mahkumiyet için yeterli gerekçe kalır. Arama ile ilgili
gerekçelerimi tekrar etmiyorum. Gerekir ise savcılığa suç duyurusunda bulunulsun. Devlet
arşivinde olması gereken bir takım belgelerin kişisel arşivinde olduğu hususunda ciddi deliller
var. Kitaplarında. Biz kamu oyu kamu vicdanı derken siz geçen duruşmada eleştirdiniz
Mahkememiz uygulamasında böyle bir şey yok diye ama; bu iddianamede bir mağdur
müşteki tarif edilmemiş özellikle. Çünkü tüm toplum bu suçun mağduru olarak görülüyor. O
yüzden kamu oyunun bu yargılamada ki beklentilerinin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Tutuklama talebimizi tekrar ediyoruz. Tutuklu yada tutuksuz olarak video konferansla yada
değil bir sonraki duruşmada hazır bulundurulmalarını istiyoruz. Çünkü bütün yargılama
safahatlerinde sanıkların bilgisi dahilinde ki konular tartışılıyor. Onlara soru sorulmasını
gerektiren, bilgilerine başvurulmasını gerektiren konular var. Burada hazır bulundurulmalılar
diye düşünüyoruz. Dolayısıyla tutuklama, arama ve bulundurma talebimiz var. " Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Yargıç anladığım kadarıyla bu gelen belgelerin, bu belgelerin bir kısmı
Mahkeme tarafından alındı Yani bir eleme yaptınız siz. Dava konusu ile ilgili olanları alındı.
Geri kısmı iade edildi. Yanlış mı anlıyorum.?" Demiştir.
Mahkeme Başkanı; "Hayır belgenin tamamına Devlet Sırrı denildi. Bizim yetkimiz
yok. O yasakta ilgili kuruma ait. Biz dava ile ilgili gördüğümüz bölümün özetini çıkardık.
Anladığım kadarıyla çıkardığımız özetleri de avukat bey teyit ediyor zaten." Demiştir.
Av. Mehmet Horuş; "Şimdi bu 3 Kl. Bize flash da verdiğiniz klasördeki belgeler
gelen belgelerin tamamı değilmi Mahkemeye onu demek istiyorum. Yani ilgisiz değil deyip
iade edilen bir belge yok. "Demiştir.
Mahkeme Başkanı; "Hayır, hayır, hayır o bundan bağımsız yani Yurt - Kordan
bağımsız olarak geldi. Artı şunu da söyleyelim. Yani Yurt - Kor'u biz daha sonra inceledik.
Bunu önceden inceledim ben. Gelen Yurt - Kor'u bunun bir nev'i özeti olarak kabul
edeceksiniz yani. Hatta gizlenen iç tehditi daha sonra kendileri göndermişler. Sayfalarca
yani." Demiştir.
Av. Mehmet Horuş; "tamam ben ona göre konuşacağım. Onu teyit ediyim
istedim.Buradan çıkan bir takım sonuçlar var. Öncelikle onları tespit etmek istiyorum. 77
138/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yılından itibaren artık bir darbe içerisinde olunduğu artık görülüyor. Bu ayrıca 75 yılındaki
Yurt - Kor Personel Direktifine de atıf yapıldığı için, bunu 75 yılına kadar da çekmek
mümkün. Ama 77 yılından itibaren olduğu ve özellikle de 79 yılında yapılan toplantılarla da
bu etütlerin sunumların yapıldığını görür isek; darbeye hazırlık çalışmalarının kesin olarak
77'e kadar götürülebileceği açık. Darbe sonrasına ilişkin ise 85 yılında noktalanmış oluyor bu
direktif ama; 85'ten sonra da bunun yerine yeni bir direktif konulup konulmadığı konusunda
da bir netlik yok. Ama 77 ile 85 arasında ki dönemin suç konusu, dava konusu olayla ilgili
dönem olarak ele alınması gerekir diye düşünüyoruz. Birde bu belgeler içerisinde bir kaç
plandan daha bahsediliyor Sayın Yargıç! Mesela Şimşek. Hani Emasyayla ayırın diyor.
Emasya'yı katmıyoruz. Ama; mesela Şimşek, Barbaros planlarından da bahsediliyor. Birde
Gesap planından çok sık bahsediliyor. Bu Gesap'ın daha resmi bir prosedür içerisinde bir plan
olduğunu anlıyorum. Ama; bunun ne olduğuna ilişkin bir bilgiye rastlayamadım. Dolayısıyla
Yurt - Kor'dan da Bayrak Harekat Planından da ibaret olmadığını görüyoruz darbe planlarının.
Ve yine bu belgeler eksik sayın Yargıç. Zaten eksik bitiyor. Yani sonu yok belgelerin. Birde
"Konmadı" mührü taşıyan kısımlar var. Özellikle Bayrak Harekat Direktifinin Ek - İ, L, J
kısımlarında. Sivil İşler Koordinasyon Grubu olarak geçen kısımda; belgelerin konmadığına
dair kaşeler vurulmuş. Bu darbenin bir sivil ayağının olduğu, 79 yılından itibaren bu hazırlığın
yapıldığı, ama halen bu sivil uzantıların sayın Mahkemeniz tarafından Mahkemenize ve halka
da gizlendiğini gösteriyor. Ama diğer kısımlarından anladığımız kadarıyla; 1- Darbeden önce
bir Anayasa taslağı var darbecilerin elinde. Bu metinde belgeye konmamış. Yani fihrist
kısmında bahsediliyor. Ama bu belge Mahkemeye gönderilmemiş. Yine Başbakanların ve
Bakanlar Kurulunun listesi var fihristte. Bu listede konulmamış. Yine Kurucu Meclisin ne
şekilde oluşturulacağı, kurucu meclis oluşturulana kadar ülkenin ne şekilde idare edileceğine
dair bütün analizler yapılmış, ve yine darbeden sonra çıkarılması planlanan bir yasa listesi var.
Bunların hepsinden fihristte bahsediliyor ama bunların hiçbiri Mahkemenize gönderilmemiş.
Bir iki tespit daha var. Bu yapılan toplantılarda. Bu da önemli. Mesela açıkça bağımsız yargı
sistemiyle Türkiye'nin mevcut durumunun yönetilemeyeceği tespit edilmiş. Açıkça bu cümle
kullanılıyor. Bağımsız yargı sistemiyle Türkiye yönetilemez deniliyor. Ve biz bu bir kaç yerde
tekrar ettiği için söylüyorum. Bu bütün 12 Eylül yargılamalarının hukuksuz olduğunun en
açık ifadesi. Ve orada HSYK'ya nasıl müdahale edileceği, Sıkı Yönetim Mahkemelerinin ne
şekilde kurulacağı ve ne tür hangi kıstaslarla yargılama yapacakları da belirtilmiş. Bu yargı
boyutu. Diğer bir önemli tespit. Bu biliyorsunuz. İddianamede de hem teşebbüs hem
gerçekleştirme fiillerinden bahsediliyor. 146 ve 147 açısından. Temel sonuçlardan birisi de
çıkan sonuç kısımlarında; mevcut Anayasal düzen ile devam edilemeyeceğinden bahsediliyor.
Yani açıkça Anayasal düzenin değiştirilmesi amacının olduğu görülüyor. Bu sonuca varılmış.
Mevcut Anayasal düzenle devam edilemeyeceği sonucuna varılmış. Ve gelelim fişlemelere.
Yani orada çok ciddi bir fişleme listesi var. Bunun içinde Sakarya da geçen Abdullah Gül'ün
Sayın Cumhurbaşkanımız olduğunu düşünüyoruz. Çünkü kendi anıları Can Dündar ile
röportajında da var. Sayın Cumhurbaşkanına kadar, yine iddianamede geçen Antalya Antbirlik
Direnişi 79 yılı olduğu için altını çiziyorum. Tariş Direnişine katılan işçiler. Yine TÖB - DER
Başkanı Sayın Senem Gülbudak'ın babası müdahil olduğu için söylüyorum. Abdullah
Gülbudak ve Mustafa Kahya gibi isimlerde fişlenenler arasında. Liste çok uzun.
Saymayacağım. Ama benim en çok ilgimi çeken şu oldu. Bu ülkede 10 yıl önce bile Kürtler
var demek suç sayılıyordu. Ama 79 yılında hazırlanan haritalarda ve rakamlarla tek tek
sayılarak bütün Türkiye harita ve krokilerle tespit edilerek Süryanilere, Ezidilere, Katoliklere,
Protestanlara kadar bu ülkenin bütün yurtdaşları mezhep düzeyinde fişlenmiştir. Ve ayrıca
siyasi görüş olarak bütün demokratik kurumlar, bütün üniversiteler, bütün milletvekilleri dahi
fişlenmiştir. İkinci bir Anayasa taslağından daha bahsediliyor. Ben bunların peşine düşme
taraftarı olduğum için söylemiyorum. Ama geçen duruşmada sunduğum Kenan Evren'in şahsi
anılarına ilişkin belgeler ve kitaplarla Genel Kurmay Ceridesi birbirleri ile örtüşüyor.
139/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Dolayısıyla sanığın resmi devlet arşivlerini kullandığı tezimizi destekliyor. Bu gelen evraklar.
Ben halen Genel Kurmay'ın gıdım gıdım bize gönderdiği belgelerin büyük bir kısmının
sanığın şahsi arşivinde olduğunu ve evinde arama yapılması talebimi tekrarlıyorum. Devlet
sırrına ilişkin şunu söyleyeceğim en son. Bitiriyorum. Bu Genel Kurmay Ceridesi resmi bir
evrak. Yani Resmi Gazete gibi. Resmi bir evrak. Bu suçların bu resmi evraklara işlenmiş
olması bu evrakları Devlet Sırrı haline getirmez. Çünkü bu evraklara Devlet Sırrı hüvviyeti
tanıması Genel Kurmay'ın; işlenen suçlara resmiyet ve hukukilik vasfı kazandırması anlamına
gelir. İçinde Anayasal düzeni değiştirmeyi amaçlayan hiçbir belge resmi ve hukuki bir belge
değildir. Genel Kurmay Ceridesi dahi olsa. Bu nedenle Genel Kurmay'ın bunu resmi devlet
sırrı olarak nitelendirmesi dahi bu suçu gizleme amacını taşır. Bu yüzden bunun yanlış bir
nitelendirme olduğunu düşünüyoruz. Tüm bu belgeler gelsin. Zaten iddianameden beri
Mahkeme bu belgeleri istiyor. Yoksa da Senih ağabeyler MİT'e gitti. Yada evine gidip bulalım
bu belgeleri. Ama burada çok açık halka karşı bu suçun, bu ülkeye karşı bu suçun
işleneceğinin konuşulduğu bu belgeler devlet sırrı olamaz. Teşekkür ederim. " Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Yargıç geçen duruşmada biz bu belgelerin celbini isterken bu Sivil İşler
Koordinasyon Grubuyla ilgili kısımda konmadı kaşesi vardı. Genel Kuruldan gelen evrakta.
Yani; bu belge var ama konulmamış. Şimdi bulunamadığı söyleniyor. Neticede böyle bir
birimin olduğu ve burada bir takım kişilere ait listelerin olduğu kesin. Ama ben şunu
belirtmek istiyorum. Bu darbenin bir sivil ayağı olduğu, bunun basın, danışma meclisi, daha
sonra kurulan hükümetin biçimlenmesi, çıkarılacak yasaların oluşturulması v.s gibi bir dizi
organizasyonun olduğu belli. Bunlara ilişkin de bir takım isimleri önceki duruşmalarda
zikrettik. Sivil ayağına ilişkin. Ama biz burada Genel Kurmay Disiplin Kurulu olarak bir
soruşturma yürütmüyoruz. Biz burada bağımsız bir yargılama yapmaya çalışıyoruz ve bu
davanın en başında Bayrak Harekat Planı dahil yapılan bütün yazışmalarda Genel Kurmay da
hep bir direnç olduğunu gördük. Bu noktada ısrarla Genel Kurmaydan belge getirilmesini
talep etmekte bir sakınca yok. Ama kendimizi bununla bağlı kılmayalım. Sınırlamayalım.
Örneğin; ben bu geçen celse konmadı denilen kısımlara ilişkin aklımda şüphelendiğim çok
fazla isim yoktu. Ama daha sonra basında çıkan haberlerden darbe planını yaptığı, hazırlığını
üstlenen kişi olduğu gelen belgelerden de anlaşılan Haydar Saltığın Özel Kalem Müdürlüğünü
yapan Hilmi Özkök'ün bu süreçte önemli görev üstlendiği anlaşılıyor. Sanık Kenan Evren'in
Yavuz Donat'la gazeteci Yavuz Donat'la yaptığı mülakat ta da Hilmi Özkök'le ilgili beyanları
var. Bunlar gazetelerde yazılıyor. İnternetler de bolca bu aralar ismi geçiyor. Ben bu talepte
bulunurken Hilmi Özkök'ün çok önemli bir pozisyonda olduğunu düşünmüyordum. Halen de
düşünmüyorum. Ama Senih Ağabey'in dediği gibi yani; burda bir yerde kıllanmak gerekiyor.
Şimdi karşı tarafta ki davada da 20. duruşması yapılıyor. Herkes bu Hilmi Özkök'ün peşine
düştü. Bir türlü getirtemediler. Şimdi bizim davada da en kritik belge geldi. Darbenin yargı
ayağı, sivil ayağı, hukuk ayağı ile ilgili. Yine bu isim karşımıza çıktı ve ben işkillenmeye
başladım. Derim ki; Mahkemeniz beklemesin Genel Kurmaydan gelecek listeyi. Hilmi
Özkök'ü onlar getirtemedi. Siz talep edin. Tanık olarak mı? Şüpheli sıfatıyla mı? Davet edin.
Belirli ki bu darbeler silsilesi ve bu darbelerin babası olan 12 Eylül Darbesi arasında da bir
geçişkenlik var. Bu yapılanmada. Açalım kapıları iki salon arasında karşılıklı. Hilmi Özkök de
ortada dursun. Sorgulayalım. Biraz cereyanda kalır ama; başka türlü yargılama
yapamayacağız. Teşekkür ederim. Şimdi aynı bahiste İlyas Has, Hıdır Arszlan'la birlikte 84
yılında Özal Hükümeti zamanında yani iddianamenin mantığıyla söylersek Türkiye Büyük
Millet Meclisi Divanı oluştuktan sonra idam edildi. Ama gerek Yurt-Kor Belgesinde, gerek
dava dosyasına kazandırılan diğer belgelerde darbe yapılanmasının en azından 1987 yılına
kadar devam ettiği yönünde ciddi bulgular var. Şimdi Mahkemeniz bizim daha önce ki
idamlarla ilgili taleplerimizi değerlendirir iken Danışma Meclisi döneminde MGK döneminde
diye bir tasnif ile hareket etti. Şimdi bu tasnife İlyas Has'ın idamı uymuyor. Ama İzmir 1 Nolu
140/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Askeri Sıkı Yönetim Mahkemesi tarafından 82 yılında verilmiş bir idam kararı var ve Yargıtay
tarafından da 82 yılında onanmış bu idam kararı. Dolayısıyla bu da darbe döneminde verilmiş
bir idam kararıdır. Ve bu nedenle müdahilliğimize karar verilmesi gerekiyor. Eğer Özal
Hükümeti döneminde ki Meclis bunu onamışsa bu darbe suçuna ortak oldukları anlamına
gelir. Talebimizin kabulünü istiyoruz." Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Gelmeyen evrak üzerinde konuşuyoruz ama gelen kısmına ilişkin de gözden kaçan
bir iki nokta var onlara değinmek istiyorum. Birincisi bu yazıda Ek B olarak görülen ve 4
Nisandaki ilk duruşmadan sonra Mahkemeye gönderilen bir kısım evrak içerisinde Bayrak
Harekat Planı ile ilgili ilk gelen belgeler Sivil Koordinasyon Grubu ile ilgili belgeler, yani bu
benimde gözümden kaçtı daha sonra kontrol ettiğimde gördüm ve bu belgeler sıkı yönetim
koordinasyon kurulu tutanakları ile birlikte geldi bir kısım bulunabilen belgeler ile birlikte
geldive üzerinde de Kenan EVREN tarafından 2007 yılında iade edildiği belirtilmişti, Şimdi
bir kere daha önce Bayrak Harekat Planı ile ilgili sanığın gizli arşivinden daha doğrusu resmi
arşivi alıp ve içinden bir kısmını keserek tekrar iade ettiği belgeler arasında bu Sivil
Koordinasyon Kuruluna ilişkin belgeler var bir kere sanık da saklama olayının bir parçası
olarak görülüyor, bir de bu sivil koordinasyonu baktığımızda bu suç fiilini de anlatmak
açısından önemli askeri hiyararşi dışında kalan idari yapıların kastedildiği anlaşılıyor yani
itfaiye , telsiz yada parlamenterlerin gözaltına alınması gibi askeri hiyararşi dışında kalan idari
yapıların denetimine ve askeri hiyararşiye nasıl tabii tutulacağına ilişkin hareket planının bir
başlığını oluşturduğu anlaşılıyor, ben buradan baktığımda darbenin sivil ayağını çok da
burdan gidilerek tespit edilebileceğini düşünmüyorum gerçi Mahkemeniz bu konuda suç
duyurusunda zaten bulundu, yani hem sivil koordinosyon kurulu ile ilgili hem danışma
meclisi ile ilgili yürüyen bir soruşturma var zaten, ama darbenin sivil ayağının peşine
düşeceksek bence iz bu belgede değil, bu belgenin bu dava açısından kıymeti Evren'in
Devletin resmi arşivini usülsüz şekilde alıp iade ederken de tahrif etmiş olmasına dair dosyada
belge olması, ki sıkıyönetim tutanaklarının bir kısmının kesilerek alındığı da açıkça o
tutanaklarda belirtilmişti, bence sivil ayak meselesi aşağı yukarı anlaşılmış durumda."
Tekrar söz aldığında:
"Ben çok kısa bir katkı yapacağım. Meslektaşlarım özetlediler dava dosyası sona
yaklaştı. Sayın mahkemenizdeki davanın iddianamesi eklenerek verilen görevsizlik kararı
doğrultusunda ve işkence suçu nedeniyle Amasya Suluova C.Savcılığına gönderilen dosya
üzerinden daha sonra Amasya Ağır Ceza Mahkemesinde insanlığa karşı suçtan, darbe
döneminde insanlığa karşı suçtan açılan davanın belgelerinin duruşma başlarken sunduk. En
baştan beri bu insanlığa karşı suç meselesi tartışılıyor. Daha önce de ben şunu belirtmiştim bu
ayrı bir suç konusu ayrı bir sevk maddesi olarak değerlendirilmese bile darbe suçunun unsuru
şiddet unsuru, cebir unsuru olarak vurgulanmalı bu vurgu mütalada daha da güçlendirilmeli
diye beyanda bulunmuştum. Çünkü bu şekilde soyut kaldı aslında bu şekilde mütalayı
okuduğumda anlıyorum neticede adam asmadan idam etmeden kurşuna dizmeden darbe
yapamazsınız. Dünyanın her yerinde darbeler kanlı olur. 12 Eylül darbesi de bu şekilde bir
darbedir ve bu bir soyut kurucu iktidar tartışması içinde yer aldığı için bu şiddet unsuru
yeterince görülemiyor. Bir soyut bir yönetim tarzı değişikliği tartışıyormuşuz gibi oluyor. Bu
kurucu iktidar tartışması ile birlikte tek bir maddeyi hatırlatacam. Arkadaşlar Avrupa İnsan
Hakları sözleşmesi, Birleşmiş Milletler kararlarını söylediler ama 1982 Anayasasının bu 15.
Maddesine göre yani darbe Anayasasına göre yani Savcının gayri meşru şeklinde oylanmıştır
dediği darbe anayasasının 15. Maddesine göre temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının
durdurulması başlıklı 15. Maddesine göre milletler arası hukuktan doğan hükümlülükler ihlal
edilmemek kaydıyla ifadesi yer almaktadır. Yani darbeciler ile birlikte ulaslararası hukuk ile
evrensel hukukları ile kendilerini bağlamışlardır. Dolayısıyla bir kurucu iktidar yada darbe
141/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
savunucusu yapılacaksa bile bunun uluslararası hukuk açısından değenlendirilmesi gerekiyor.
Bu şiddet unsuruna ilişkin iki şey somutlaştıracağım. Birincisi eğer bu ilerdeki insanlığa karşı
suçtan bu işkence davaları buradaki kararı beklemeyip hızlı bir şekilde açılsaydı Amasya gibi
biz görecektik ki her münferit işkence fiili ile doğrudan bu darbe fiili arasında bağ kurulmuş
olacaktı. Örneğin bizim dilekçemizin ekinde sunduğumuz Amasya Ağır Ceza
Mahkemesindeki işkence insanlığa karşı suç davasının sanığı olan Burhan ÖKTEM ile ilgili
şu şekilde bir karar verilmiş teşekkür belgesi verilmiş Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sulu Ova
Yeni Çeltek ve Havza Aşayiş Birlik Komutanlığının 21 Ekim 1980 tarihinde taktir ve teşekkür
yazısında 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren görev aldığınız Bayrak Harekat Planının
uygulanmasında gösterdiğiniz fedakarlık gayret ve başarılarınızdan ötürü taktir ve teşekkür
ederiz deniliyor. Yani çok basitçe ifade edeyim. 12 Eylül döneminde anasız babasız uyuyan
her çocuğun rüyasında bu bayrak harekat planı var. Bu insanlığa karşı suç ayrıdır darbe suçu
ayrıdır. Mantığının bir karşılığı yok. Yargılama ve sevk maddeleri ayrı bir konu ama şiddet
unsuru olarak bu bağ kurulması lazım. Diğer ise bu kurucu iktidar ile tesis edilen yeni rejim
totaliter bir rejimdir. Burada da milletler arası hukuk açısından bir değerlendirme yapılması
gerekiyor. Bu totaliter rejim şu demek bitiriyorum, demokrasiyi yok edersiniz, ama demokrat
olursunuz, bu demokrasi aslında insanların sizi eleştirmesine izin vermezsiniz. Hukuku yok
edersiniz ama hukuk adına yaptığınız iddia edersiniz, insanlığın işkence tezgahlarında sokakta
katledersiniz, ama can güvenliğini sağladım dersiniz, ya da Atatürkçülüğe ters ne varsa
yaparsınız ama en büyük Atatürkçü olursunuz, oruç tutan insana dışkı yedirirsiniz en büyük
müslüman olursunuz, işçilerin emekçilerin haklarını gasp edersinizfakir babası olursunuz.
Emperyalizmin ve NATO nun emrine göre hareket edersiniz vatansever olursunuz Erdal
EREN'i 17 yaşında asarsınız Allah taksiratını af etsin dersiniz. Darbeye zemin hazırlamak için
mezhep çatışması çıkarırsınız mezhep çatışmasını önlemek için darbe yaptık dersiniz. Sanık
sandalyesine oturursunuz bizi yargılayamazsınız dersiniz. Halkın iradesine tecavüz edersiniz
kurucu iradeyiz dersiniz. Bu çerçeve içerisinde özellikle darbe anayasasının 15. Maddesine
göre de bir değerlendirme yapılmasını talep ediyoruz."
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında:
"Av. Mehmet Horuş.Evet ben dün Meclis tutanağından son şeklini öğrenmeye çalıştım.
Ama; tutanaklarda da düzenlenmemiştir ibaresi var. Her sayfasında. Ve bu 506 sıra sayılı
teklifin son halini bile resmi olarak şu anda biliyo değiliz. Kaldı ki yasalaşmamış. Şu anda
mahkemeniz ordaki kararına bağlı değil. Mevcut yasalara göre Arif'in özetlediği çerçevede
karar verilmesi, savunmadan sonra hüküm kurulması yönündeki talebe katılıyorum. Yalnız bir
şeye daha değinmek istiyorum. Bu Özel Yetki tartışması içerisinde Balyoz, Ergenokon, KCK
davalarıyla bu dava aynı torbada ve birbirye aynı değerlendiriliyor. Ben bunun bir haksızlık
olduğunu düşünüyorum. Birincisi diğer davalar ile bu davanın kamu vicdanında yarattığı etki
aynı değil. İkincisi bu davada bir delil tartışması yaşamadık. Gelen giden belgeler ile ilgili. En
baştan beri savunma makamının talebi yargılama yetkinizin olmadığı yönünde. Yani özel
yetkili yada özel yetkisiz. Yargılama yetkisinin olmadığı yönünde bir savunma yapılıyor. Ve
bu konu daha ziyade savunma makamını ilgilendirdiği için söylüyorum. Evet Arif'in dediği
gibi Özel Yetki kullanılmadı, çay kahve içerek ifade verdiler. Mal varlıklarına tedbir
konulmadı. Tutuklanmadılar. Sadece bir yurt dışına adli kontrol çerçevesinde çıkış yasağı
verildi. Ana dillerinde savunma yapmaları yönünde hiçbir sorun yaşanmadı. Dolayısıyla ben
normal mahkemede yargılanmaları halinde de adil yargılanma hakkı açısından bir zaaf
görmüyorum. Ama bu konu dediğim gibi adil yargılanma hakkı açısından aslen savunma
makamını ilgilendirdiği için kendi müvekkillerim açısından bir konunun altını çizmek
istiyorum. Burda her duruşmada 12 Eylül yeniden yaşanıyor. Bu acılar herseferinde bu
salondaki insanlara yeniden hatırlatılıyor, yeniden depreştiriliyor. En azından bunun önüne
geçilsin. Bir yıl daha biz bu acıları bu salonlarda yeniden yaşamak zorunda kalmayalım.
Savunma makamının da Anadolu Ajansına yansıyan açıklamaları var. Savunma yapacakları
142/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yönünde. Savunma alındıktan sonra hüküm kurulmasını talep ediyorum."
Av. Şenal Sarıhan
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında:
Mahkemece YÖK'e 1402 liklerle ilgili olarak müzekkere yazılmıştır. Ancak kısmı
yeterlilikte cevap verildiğini anlıyoruz. Genel Kurmay ve MİT müsteşarlığına müzekkere
yazıldığı takdirde burada 1402 liklerle ilgili toplu bir listenin olabileceğini düşünüyoruz. Yine
ileride beyanlarına başvurulabilmesi açısından Synt. K.lıklarının bulundukları yerlerdeki ceza
evlerinin o tarihteki müdürlerinin isimlerinin istenmesini talep ediyoruz. Diğer yandan bir
önceki celse bir kısım 12 Eylül dönemine ilişkin sembol dosyalardan bahsetmiştim. Bu
dosyaların isimleri yazılmak suretiyle Genel Kurmay Adli Müşavirliğine müzekkere yazılarak
söz konusu dosyalar ya da kararların dosyamız arasına konulduğunda özellikle işkence ve
kötü muamele iddiaları ile ilgili bizzat devlet kurumlarınca düzenlenmiş raporlarında bu
dosyalar içerisinde bulunabileceğini düşünüyoruz. Diğer yandan bir meslektaşımızın ifade
ettiği bu davanın arkasında siyasi irade olduğu yönündeki beyanı kabul etmiyoruz. Ve
Mahkemelerin bağımsız olarak davranması gerektiğini düşünüyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli beyanında:
Celse arasında vermiş olduğumuz iki müvekkil yönünden müdahale talebimizi tekrar
ediyoruz. İlhan Erdost'un ölümü üzerine bu gün itibarıyla eşi ve her iki çocuğu adına
müdahale talebimizde bulunuyoruz. İlhan Erdost'un ölümü üzerine alt düzeyde askerler
yargılanmıştır. Oysa iddianamenin mantığında sanıkların sistematik işkenceden sorumlu
olduğu yönünde değerlendirmeler bulunmaktadır. Bu iddiayı İlhan Erdost dosyası
desteklemektedir. Bu dosyanın da celbini ve müdahale talebimizin kabulüne karar verilmesini
talep ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında:
Adil yargılanmanın sanık hakları ve mağdur hakları yönünden yönleri bulunmaktadır.
Sanık haklarına elbette ki saygılıyız. Ancak bu davada mağdur hakları da gözetilmelidir ve
ölçülülük ilkesi de dikkate alınarak sanıkların tutuklanmasına karar verilmelidir. Diğer yandan
az önce konuşan meslektaşımızda belirtti. Başbakanlık bu davaya müdahil olmuştur. MİT
Müsteşarlığı ise Başbakanlığa bağlıdır. Eğer Başbakanlık bu davada ve müdahalesinde
samimi ise başta MİT olmak üzere tüm kurumlarda ki bilgi ve belgelerin mahkemeye
sunulmasında aktif olmalıdır. Diğer yandan MİT Müsteşarlığı 1 Mayıs ile ilgili olarak yazılan
müzekkereye ellerinde bu yöndebir bilgi olmadığı yönünde cevap vermiştir. Oysa davayı
yürüten C.savcısı Çetin Yetkin ile Muhittin Cenkdağ'ın daha önce basına yansıyan
beyanlarından ve bugün gazetelere yansıyan haberlerden soruşturma aşamasında yabancı
ajanlar ile ilgili iddianın gündeme geldiği, Türk Hava Yollarına müzekkere yazıldığı ve bir
grup Amerikalının söz konusu otele yerleştikleri ve bu konuda bir polis raporu olduğu
belirtilmektedir. Dolayısıyla bu belgelere ulaşılmalıdır. Gerektiğinde biz bu iki C.savcısının
adreslerini de bildireceğiz. Tanık olarak dinlenmelerini talep ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan ve sayın kurul. Meslektaşlarım kendi düşüncelerini aklın yolu bir
olduğu için hepimizin aklına uygun taleplerini Mahkemenizin bilgisine sundular. Bu
taleplerden özellikle katılan tarafa esasla ilgili görüşünün verilmesi ve yine savcılık makamına
da esasla ilgili görüşlerinin sunulması konusunda dosyanın değerlendirilmesi konusunda ki
isteme katıldığımı ifade etmek istiyorum. Bu konuda ki gerekçelerimi de izninizle çok kısa bir
biçimde bilginize sunmaya çalışacağım. Şimdi hepimizin bildiği bir söz vardır. Malumün ilanı
denir buna. Yani bilinenin herkesçe bilinenin bir kez daha gereksiz bir biçimde bir kez daha
açıklanması anlamına gelir. Şimdi bu dosyada ki durum özünde budur. Bu dosyanın
iddianamesinin düzenlenmesinden önce de sonra da veya yargılama süreci içinde de aslında
bu iki sanığın bu darbenin sorumlusu oldukları herkesçe bilinmektedir ve bu bilinene ilişkin
143/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yüzlerce yayın yapılmıştır.Bu kimi zaman gazete haberleri ile kimi zaman kitaplarla ifade
edilmiştir. Davanın açılmasından sonra da bunların önemli bir bölümü Mahkemenizin önüne
sunulmuştur. Ve yaşamı 35 yılı 40 yılı siyaseti kavradığı andan beri sürmekte olan insanlar
içinde suçlular sabittir. Suçlular bilinmektedir. Yani bütün kamuoyu bir darbenin
sorumlularının kimler olduğundan haberdardır. Şimdi biz ne yaptık. Davamızın açıldığı
tahmin ediyorum 4 Nisan'dı ilk duruşmamızın yapıldığı. Bir yıllık süreyi tamamlamış
bulunuyoruz. Bu bir yıllık süre içinde siz katılma isteminde bulunan pek çok mağdurun
isteğini kabul ettiniz. Bu kabuller aslında katılma isteklerinin kabülü aynı zamanda iki sanık
yönünden ne büyük zararlar verildiğinin kimlerin yaşamının ortadan kaldırılmasına kimlerin
yaşamında ağır zararların doğmasında neden olunmasında bu iki kişinin ve doğal olarak tabii
ki yanlızca bu iki kişinin değil onlarla birlikte davrananlarında sorumlu olduğunun bir bakıma
kabulüydü. Neden böyle diyorum. Her katılma talebi aynı zamanda sonucumu ifade eder. Bu
katılma istemlerinin hemen çoğunda Mahkemenize sunulmuş ve kesinleşmiş Mahkeme
kararları vardı. Yani ya işkence nedeniyle zarar görmüş, ya yaşamın ceza evlerinde yitirmiş,
ya da idam yoluyla zarar görmüş olan insanların yada beraat ederek yıllarca tutuklu kalıp
beraat ederek sonuçta zararları yılları bulmuş insanların somut kararları vardı. Bir mahkeme
için bir başka mahkeme kararından daha değerli daha önemli bir belgenin olamayacağını
düşünüyorum. Kaldı ki bu sıradan bir hukuk davası değildir. Neresinden bakarsak bu bir
siyasi davadır. Siyasi davada da elbetteki adil bir yargılamanın yapılması hukuki bir sonuca
ulaşılması gerekir. Şimdi bizim yönümüzden bakıyorum. Katılanlar yönünden bakıyorum.
Adil yargılanma sanığı çok ilgilendirir. Sanık için temel bir değerdir. Ama adil yargılanma
müdahil taraf için yani katılan taraf içinde çok önemlidir. Ve katılan taraf giderek bu davanın
uzamasıyla artık adaletin tecellisi noktasında kaygı ve kuşku duyar hale gelmiştir. Özetle;
davamızda yeniden yapılacak bir araştırmanın getireceği bir katkı yoktur. Çünkü ben eminim
örneğin benim o dönemde savunduğum insanların sayısı şu anda salonda bulunanları en az
yüz kere aşabilir. Yani yüzlerce insan bu davaya müdahil olma konusunda istemde bulunabilir
ve dava o kadar uzatılabilir. Arkadaşlarımız da sanık tarafı da farklı kanıtlar sunabilirler. Ama
bu bir gerçeğin ortadan kaldırılmasını sağlayıcı sonuç vermeye elverişli olmayacaktır. Yani
mağdur taraf biraz daha bu davanın uzamasıyla mağdur duruma gelmektedir ve dosyamızın
içinde yeterli kanıt vardır. Hani bilirsiniz eğer bir insan için hemen aklanma sonucunu
doğurabilecek kadar açık ve net ise bir dosya orada Mahkemenin artık hiç oyalanmadan
sonuca varması gerekir. Bu adaletin , adil yargılamanın, hukukun ve hakkaniyetin bir
sonucudur. Bu dava yönünden de sanıklar dinlenmiştir. Sanıklar duruşmada itiraflarda
bulunmuşlardır. Arkadaşlarım tarafından dosyaya sunulmuş olan ve kendi kalemlerinden
çıkmış olan anıları ifade eden kitaplarda nasıl bu eylemin gerçekleştirildiği açık ve net bir
biçimde sunulmuştur. O halde bugünden itibaren davanın uzatılması demek davanın
sürüncemede bırakılması demek gerçekten adalet duygularımızı ciddi bir biçimde
zedeleyecektir. Bu yanı ile arkadaşlarım tarafından sunulmuş olan katılan tarafa ve savcılık
makamına dosyanın esas ile ilgili görüşlerimizi sunabilmek üzere böyle bir karar alınmasını
ve bu karardan sonra hızla savunmalarımızın ve esasla ilgili görüşlerimizin sunularak davanın
sonuçlandırılması konusunu bilginize sunuyor, teşekkür ediyorum." Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan öncelikle Eflatunun devlet adlı yapıtındaki Hukuk tanımıdan söze
başlamak ve daha sonra esasa ilişkin görüşlerimi sunmaya çalışmak istiyorum. Şöyle diyor
Eflatun; Her hükümet yasaları kendi işine geldiği gibi kurar. Demokratlar demokratlığa,
Tiryanis Tiryanise uygun yasalar yapar. Ötekiler de tıpkı böyle, bu yasaları kurmak ile kendi
işlerine gelen şeyleri idare edilenler içinde doğru olduğunu söylerler. Kendi işlerine
gelenlerden ayrıları da yasalara hakka karşı geldi diye cezalandırırlar. Her şehirde kuvvet,
hüküm süren unsurun elindedir, Eflatunun yıllar önce söylemiş olduğu bu sözün altına
dilekçemizde şöyle bir not düştük. Böyle mi olmalı? Şimdi bu gün geldiğimiz aslında bir
144/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
darbe eyleminin cezalandırılmaya çalışıldığı bu duruşmada, böyle olmamalı yanıtını herhalde
vermek gerekiyor. Ancak öyle zor bir durumdayız ki; bir yandan esas ile ilgili görüşümüzü
sunuyor, bir yandan soruşturmanın genişletilmesi konusundaki istemlerimizi de sunmaya
devam ediyoruz. Şöylegörülüyor ki; aslında bu yargılamadan çıkacak olan sonuç, bu
yargılamada hedef alınan darbe olgusunun ve darbecilerin gerçekten cezalandırılması
anlamına gelebilecekmi? Ya da gerçek bir cezalandırma bundan sonraki süreçlerde
toplumlarda artık insanların böylesi darbeler ile karşılaşmamasının önünde bir engel
oluşturacak mı? Herhalde küçük bir nefes alma diye değerlendirebiliriz, bu günkü bu
yargılamayı. Bilindiği gibi ben bu davadacezavine daha giremeden, cezaevine girmek üzere
hazırlıkları yapılmakta olan birinin öldüresiyle dövüldüğü, ama ölümden kurtulduğu,
diğerinin döverek öldürüldüğü Erdost dosyasının müdahili olarak bulunuyorum. İlhan Erdost;
İlhan Erdost ile ilgili bu dosyadaki müdahale istemimizin kabulü özünde dosyadan ayırmaya
çalıştığınız yada ayırdığınız savcılık makamının ayırdığı işkence olgusunun eylemcileri
gerçek eylemcilerinin Milli Güvenlik Kurulu üyeleri olduğunun açık bir kabulünüdee
oluşturuyor. Belki bir küçük örnek niteliği taşıyor bu dosya içinde. Savcılık makamı
iddianamesini düzenlerken son derece geniş bir yer vermişti işkence olaylarına. Çok sayıda
sayfayı bunun için ayırmıştı. Fakat esas ile ilgili görüşünde bu sıralamanın kısa bir özetle yer
aldığını görüyoruz. Diyor ki savcılık, çok insan işkence gördü, sayılar veriyor. Bu işkence ile
cezaevinde öldürülenler olduğu yada işkence sonucu cezaevinde ölenler olduğu. İki alanda
insanlar yargılandılar ,bunun birisi daha doğrusu iki ayrı alanda sözde soruşturma sürdürüldü.
Bunlardan biri gözaltılardı; diğeri cezaevleri idi. Gözaltı , cezaevi aynı zamanda belki biraz
daha tedbirle söylemem gerekiyor yargılama aslında 3 ayrı işkence merkezi durumunda idiler.
İlhan Erdost ağabeyi Muzaffer İlhan Erdost ile birlikte şu nedenle gözaltına alındı. Sol
yayınlarının sahibi idiler. Ankaralıların tanıdığı, Türkiyenin de bu yayınlar sebebiyle tanıdığı,
Cumhuriyet yönetiminde yetişmiş, sosyalist fikirler savunan, iki aydın idiler ve bu iki aydın
sol yayınlarının sahibi idiler. Yayın yapmak, kitap yayınlamak, yani düşüncelerin
açıklanmasına, kendi ticari faaliyetleriyle katkı sunmak gibi hiç bir yerde görülmemiş bir
suçun eylemcisi olarak gözaltına alındılar. Göz altında işkence gördüler. Cezaevine
getirildiklerinde bir er tarafından ellerine vurularak onların ilk dersleri verilmeye çalışıldı.
Sonra bir cemseye alındılar ve o cemsenin içinde kıyasıya dövüldüler. Raci Tetik isimli bugün
hemen pek çok 12 Eylül mağdurunun ismini nefretle anımsadığı bir insanın komutasında
Şükrü Bağ isimli bir Astsubayın gözetiminde oraya askerlik yapmak üzere davul ile zurna ile
gönderilmiş olan erler tarafından öldürüldüler. Öldürüldü düzeltiyorum İlhan Erdost
öldürüldü.. Cezaevine de konuldu ama cezaevine geldiğinde zaten yaşamını yitirmiş
durumdaydı. Şimdi sayın savcılık makamı esas ile ilgili görüşünü daha çok hazırlık
haraketleri üzerine kurmuş. Nasıl hazırlandı sıkıyönetim koşulları? Sıkı yönetim nasıl ilan
edildi? Bunlar üzerine kurmuş bunlar ile ilgili olayları sıralamış, evet bunlar doğru tarihsel
olaylardır. Ama ben isterdim ki bu esas ile ilgili mütalaa esas olarak insanlığa karşı işlenmiş
olan 1980 ve 83 dönemi içindeki vahşetin de bir fotoğrafı olsun. Böyle bir fotoğraf çekilsin ki
bu davada verilecek ceza gerçek anlamda insan haklarına dayalı meşru hukuğun vicdanını
rahatlatsın. Bunun ne yazıkki mütalaa da var olmadığını görüyoruz. Bu sebeble ben sadece
biraz öncede ifade ettim, o vahşet yanındaki tekil bir örnek olan Erdost dosyasındaki vahşeti,
bu eylemlerin, sanıkların eylemlerinin bir örneği olarak bilgilerinize sunmaya çalıştım ve
sizde doğal olarak buradaki müdahele istemimizi kabul ettiniz. Şunu söylemek istiyorum;
acaba bu davayı gerçekten gerek iddianamede gerekse esas ile ilgili görüşte ifade edildiği
gibi, 146. Maddenin sınırları içinde mi tartışmalıyız? 146/1'in bu kişiler tarafından ihlal
edildiği iddiasını mı sunmalı ve bunun kanıtlarını mı sunmalıyız? Ben farklı bir şey
düşünüyorum. Eğer biz bu olayı 15. Madde tartışması, kurucu iktidar meselesi bütün bunların
dışında daha geniş daha evrensel ve daha gerçekçi bir noktadan ele almak gerektiği
düşüncesindeyim. Ve bununla ilgili de şu anda yeni Türk Ceza Yasasının 77. Maddesinin
145/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
insanlığa karşı işlenmiş suçlar başlıklı bölümündeki tanımabu duruma son derece uygun
olduğunu düşünüyorum. Sayın savcılık makamı zaman aşımı meselesine bağlı olarak kendi
dosyasında işkence suçları ve işkence suçlarının zaman aşımına uğramaması gerektiği
konusuna da değinen örneklemeler koymuş. Macaristan ve Litvanya örneklerini ifade etmiş
ve orada bunu ifade ederken zaman aşımının önümüzde bu iki sanığı yargılaması konusunda
bir engel oluşturmaması gereğine işaret etmiş. Ben başka bir şeye bu iki karar üzerinden işaret
etmek istiyorum. 77. Maddenin uygulanması yönünden bu iki karar bizim için son derece açık
örneklerdir. Çünkü iki olayda da bilindiği gibi insanlığa karşı suç işlemiş olan eylemcilerin
eylemlerinden sonra yürürlüğe girmiş yasa vardır, ve bu yasadan kendilerinin
yararlanamayacaklarını, çünkü suç ve cezaların yasallığı ilkesi yönünden durumlarının buna
uygun olmadığını iddia ederler. Oysa gerek Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi, gerekse
birleşmiş milletlerin savaş suçlarına ilişkin daha sonra yürürlüğe koymuş oldukları kabul
etmiş oldukları ki bunları şimdi zamanınızı almamak için ayrı ayrı söylemeyeceğim, çünkü
dilekçemizin içerisinde yer alıyorlar. Bunlar irdelendiğinde ortaya çıkan şudur. Eğer insanlığa
karşı işlenmiş bir suç var sa yani insanlar siyasal görüşleri nedeniyle yani insanlar herhangi
bir gruba mensup olmak nedeniyle ve çoğunlukla toplu bir saldırının mağduru olurlarsa, bu
saldırıları gerçekleştirenlerin mutlaka yasa önünde yargılanmaları ve uygun bir biçimde
cezalandırılmaları gerekir. Şimdi biz bakalım bütün bir sıkı yönetim boyunca ne olmuştur.
Erdost olayının yanına ekleyebileceğimiz sayısız olaylar var bunların binleri bulan rakamları
kamuoyunun zaten bilgisi içindedir ve bu davanın başından bu yana Mahkemeniz hiçbir
Mahkemenin beslenmeyeceği ölçüde 12 Eylül suçlarını anlatan yayınlarla belgelerle
beslenmiş durumdadır ki bence bütün bunlara da gerek yoktur. Sözlü tarih hala yaşadığımız
gündeki hukuksuzluklar hala 12 Eylülün şöyle veya böyle devam etmekte olduğunu ve 12
Eylülün varlığını sürdürdüğünün işaretleridir ve hepimiz 12 Eylülün bir korkunç canavar
olduğunun da bilinci içindeyiz, benim gibi yaşamış olanlarda, benim çocuklarımda ,
çocuklarımın çocukları da böyle bir bilgi içindedirler. O zaman bu sanıkları cezalandırmak
son derece kolaydır. Eylem açıktır. Eylemin neye mal olduğu açıktır. Eylemin neleri örtmüş
olduğu açıktır ve bu eylemden sağ kalmış iki insanın değilbiraz önce arkadaşlarımın ifade
ettiği gibi tabiki iddianame ile bağlıyız ve onun sınırı içerisindeyiz ama çok sayıda faili
olduğu da son derece de açıktır. Yani söylemek istediğim, özetle söylemek istediğim şudur;
eğer 12 Eylül işkenceleri uygulamşsa, işkenceler nedeniyle insanlar ölmüşse, işkenceler
nedeniyle insanlar sakat kalmışsa insanlar hiç bir suçları olmadığı halde görevlerinden alınmış
bir yasanın 1402 lik gibi bir yasanın o dar kavramı içerisine sıkıştırılarak açlığa mahkum
edilmişse, 13 yaşındaki ortaokul birinci sınıf öğrencileri eğitim görmekte oldukları Ankaradan
, Karstan, Maraştan annelerinin babalarının sıcağından alınıp başka yerlere sürgüne
gönderilmişse ve bir ülkenin demokrasisinin temel unsuları sayılan siyasi partiler tek tek
kapatılmışsa, işleyemez hale getirilmişse bütün bu suçların eylemcisi olan kişilerin Anayasayı
ihlal ettiklerini söylemek aslında onları korumaktır. Onların eylemini basite indirgemektir.
Çünkü Anayasanın ihlalinden ötürü bir rejim değişikliği olabilir. Ama insanlığa karşı işlenmiş
bir suçun yarattığı vahşet bütün bir insanlığı tehlike ve tehdit altında bırakmıştır ki; böyle bir
dönem yaşanmıştır ve bu dönem yaşanmaya da devam etmektedir. Şimdi Mahkemenizin
yapması gereken şeyin lafzi bir yorumdan öte, geniş ve kavratıcı bir yorumla genişletici bir
yorumla bu davada 77. Madde gereğince ceza vermiş olması sonucunun bu davada doğması,
gerçekten gelecek dönemler için yada geçmişte yaşanmış başka vahşetler içinde hukuki bir
yolun açılmasına, adaletin sağlanmasına neden olacaktır. İzin verirseniz daha ayrıntıya
girmeyeceğim ama bir şiirden alıntıyla demin Eflatundan bir alıntıyla başladım. Asyanın kanlı
yüzü adlı kitapta ozan İbrahim Erdem'in dizeleriyle size seslenmek ve oradan istemimi
bağlamak istiyorum. Şöyle diyor "Acılar kanayarak söner kin kınında, çöl sulayan bir devdir
acıyı saklamaz yer yüzünde, destansı kahramanlar gibi alır intikamını çöl, ben yaptım oldu
yazılmaz kumlara, gökyüzü siler bütün izleri içine çekerek, nice imparatorluklar çöktü
146/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kahkahalar içinde, nice zalim ağlayarak can verdi, ayakta duran en kutsal kitap insanlık,
mutlaka salınmalı içindeki olunmazsa ayrılık, boşa akıp gitmemeli bu devasa sonsuzluk," evet
ayakta duran en kutsal kitap insanlıksa bu davada insanlığa yöneltilmiş olan tehditin mutlaka
cezalandırılması gerektiği inancındayız. Bu inancın 30 yılı aşkın bir süredir babasından,
eşinden yoksun kalmış, iki insanla sınırlı bir mutluluk yaratmayacağı, bütün insanlık için
bütün dünya için önemli bir yargısal sonuç olacağı vicdana uygun, meşru bir sonuç olacağı
inancındayız. Talebimizi bu noktada bilgilerinize sunuyoruz. Teşekkür ederim. "
"Aslında dilekçemde yer alıyor ama Mahkemenin özellikle bilgilerine sunmak
istiyorum, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 26 Kasım 1968 tarihli ve 1 Kasım 1970
tarihinde yürürlüğe giren 2391 sayılı kararları ile yani 80 yılındanda çok önce verilmiş olan
karar savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar bakımından kanuni sınırlamaların
uygulanmayacağına dair sözleşme. Bu sözleşmenin özellikle 2. Maddesini Mahkemenizin
dikkatlerine sunuyorum. Sorumluluk başlıklı bir madde mütalaada da yer almadığı için
özellikle sunmak istedim. Şöyle diyor; 1. Fıkrada belirtilen suçlardan birinin işlenmesi halinde
bu sözleşme hükümleri bu suçlardan birinin işlenmesine ister başında bulunarak isterse
refakat ederek katılsınlar veya başkalarını bu suçları işlemeye doğrudan teşvik eden veya
sonuç ne ölçüde gerçekleşirse gerçekleşsin bu suçları işlemek üzere anlaşan devlet
yetkililerine özel şahıslara ve bu suçların işlenmesine hoşgörü gösteren devlet gücünü temsil
edenlere uygulanır. " deniliyor. Bu sebeple bu davada yargılanmakta olan kişinin atılı bulunan
anılan madde gereğince de cezalandırılmalarının yasal hukuki meşru bir durum olduğunu
bilginize sunmak istedim, teşekkür ederim."
Av. Arif Alı Cangı
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında:
Halkımızın demokrasiye ve hukuk devletine olan inancını pekiştirmek için 12 Eylül
askeri darbesinin bir suç olduğunu ve meşru olmadığını yargı kararıyla tescil edilmesi ve
binlerce insanın mağduriyetinin yargı kararıyla tescil edilmesinin demokrasiye olan
inancımızı güçlendireceği düşüncesiyle İzmir den 34 avukat bir stajer avukat, 11 eylül 2000
tarihinde 12 Eylül dönemi Milli Güvenlik Konseyi Üyeleri ve dönemin Synt. K.ları hakkında
suç duyurusunda bulunmuştuk. Suç duyurusu dilekçemiz Yargıtay C. Başsavcılığı tarafından
gereğinin takdir ve ifası için TBMM ye gönderilmiş, aradan geçen 12 yıllık süre içinde yargı
ve yasama organları tarafından başvurumuzla ilgili işlem yapılmasını beklerken şimdi
öğreniyoruz ki başvuru evrakımız Meclis Anayasa Komisyonunda kaybolmuştur. 12 Eylül
zihniyetinin yarattığı hak arama ve adalet arayışımıza ilişkin başvurumuzu da yok ederek bir
yurttaş olarak bizleri bir kez daha mağdur ettiği ortaya çıkmıştır. Bu davanın iddianamesinin
düzenlenmesinden 12 yıl öncesinde vermiş olduğumuz suç duyurusu evrakı çok kapsamlı
bilgi ve değerlendirmeler içermektedir. Adeta bir iddianame niteliğindedir. Davaya
katılmamıza karar verilmesi halinde söz konusu başvuru evrakını tüm ekleriyle sayın
Mahkemenize sunacağız. Bu gelişmeler karşısında davaya müdahil olarak katılmamız daha da
elzem hale gelmiştir. Bu nedenlerle öncelikle davaya müdahil olarak katılmamıza karar
verilmesini talep ediyorum. Diğer yandan vekili olduğum Naci sönmez iddianamede adı
geçen Fikri Sönmez in oğlu olması itibarıyla , İbrahim Akın ameliyat yerleri patlatılırcasına
işkenceye uğraması nedeniyle, Ergin Gündoğdu ve Nevin Aytekin işlerini kaybetmiş olmaları
nedeniyle, gördüklerini kitaplaştırarak tanıklığını sabitleyen Alime Mitap İçöz ün ve babası
işkence ile cezaevinde öldürülen Senem Gülbudak ın bir yurttaş olarak mağduriyetlerini ifade
eden Süleyman Eryılmaz ve Meryem Gülbudak ın da davaya katılmalarına karar verilmesini
talep ediyorum, dediği,
Av. Ergün Cinmen
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında:
ben meslektaşım Av. Hasan Ürel ile birlikte Mahkemenize duruşma öncesi dilekçe
147/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
sunmuştum. Bu dilekçemi tekrar ediyorum dedi ve devamla dilekçesini duruşmada ayrıntılı
olarak anlattı. Bu dilekçem ile ilgili olarak 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen ardından
Başbakan Bülent Ulusu tarafından hükümetin kurulması ve Bakanlar Kurulunda görev alacak
kişilerin tespiti, kısa sürede hükümet programının açıklanmış olması bizde bu kişilerin
darbeden önceden haberdar oldukları yönünde bir kanı oluşturmuştur. Keza ihtilalciler
tarafından oluşturulan danışma meclisine üye olmak için adeta koşarcasına başvurular
yapıldığıda tespit edilmiştir.Dilekçemiz doğrultusunda bu kişiler hakkında C.savcılığına suç
duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz. Biz bu dilekçeyi halen Ankara TMK
C.savcılığınca soruşturma yürüten C.savcısına da verebilirdik. Ancak bu dilekçenin arkasında
Mahkemenizin de durduğunu belirtir şekilde C.savcılığına gönderilmesi Mahkemenin
yargılamaya verdiği önemi ortaya koyacaktır. Ayrıca diğer meslektaşlarımın sanıkların bugün
itibarıyla da bizzat veya sanal olarak dahi olsa Mahkemenizde hazır bulundurulmaları
gerektiği yönündeki taleplere de katılıyorum, ayrıca müvekkili olduğum Mustafa Aynur
Hayrullahoğlu nun eşi adına da taleplerim bulunmaktadır. Buna ilişkin dilekçe hazırladık.
Sunuyoruz dedi. Devamla; Mustafa Asım Hayrullahoğlu göz altına alındıktan sonra bir buçuk
günde öldürülmüştür. Biz uzun süren yargılamalarda görev aldık ve bu yargılamaların
neticesinde ilgili sanıklar beraat ettiler. Ancak tanık olarak gösterdiğimiz Adli Tıp profesörü
Şebnem Korur Fincancı Mahkemede yada talimat ile dinlendiğinde işkenceye ilişkin bulguları
açıklıkla ortaya koyacağını düşünüyoruz. Keza yargılama sırasında ilkolarak ilgili görevliler
hakkında oy çokluğu ile mahkumiyet kararı çıkmıştır. Bu yargılamada görev alan Naci
Gürkan ile Nuh Çetinkaya mahkumiyet kararının ardından başka yerlere tayin edilmişti. Biz
Naci Gürkan ile temasa geçtik. Ve kendisi yargılama süreci ile ilgili olarak beyanda
bulunmayı kabul etmiştir. Bu kişilerin adreslerinidosyaya sunmuştuk. Bu şahsın tanık olarak
dinlenmesini talep ediyoruz, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında:
"Bu tabi son derece de önemli bir husus. Aslında bunun gereği tabi hazırlık soruşturma
aşamasında yapılmalıydı. Yapılmadı ve soruşturma aşamasında yapılması gereken hususlar
Mahkemeniz tarafından yapılmak durumunda kalınıyor. Şimdi tekrardan Mahkemeniz yazı
yazarsa şu mübayetin giderilmesi açısından yine böyle flu bir yanıt gelecektir diye
düşünüyorum. Bu nedenle bu yazıyı yazan Muharrem Köse galiba, Muharrem Köse Hakim
Albay Adli Müşavir, duruşmalarda tanık sıfatıyla veyahut da şu belgenin mahiyetini anlatması
açısından huzurda dinlenmesi gerekiyor. Aksi taktirde ne olduğu anlaşılamayacaktır. Bu
birinci talebim. İkinci talebim; eğer mümkünse Mahkemenizin duruşma aralıklarını daha kısa
tutmasını diliyorum. Çünkü bu demin arkadaşım anlattı bu davanın önemini. Bu bir yana.
İkinci olarak da; hazırlık soruşturmasında halen bekleyen bir dosya daha var. O da ilk genel
seçimlere kadar görev yapan Danışma Meclisi ve bu tarihler içerisinde yani ilk genel
seçimlere kadar görevde olan hükümet üyeleriyle ilgili bir soruşturma da bu dosyayı bekliyor.
Dolayısıyla daha fazla sürüncemede kalması bu davanın gerçekten de bu davanın önemini
azaltacaktır. Ve başkaca soruşturmaların da akıbetini engelleyecektir diye düşünüyorum. Bu
Türkiye de bunun Mahkemenin bazı dosyalar ile ilgili daha kısa duruşma yapmasının
örnekleri var. Örneğin; işte Silivri de görülen Ergenokon davası, Balyoz davası. Bu heyetler
sadece bu dosyalarla ilgilendiler. Mahkemenizin bunu yerine getirebileceğini ben
düşünüyorum. Bu arada sayın savcılığın ise tahmin ediyorum çalışmaları devam ediyordur.
Ama bu usuli işlemleri herhalde beklemeden bu arada önümüzdeki celse gibi mütalaasını
hazır edebilir diye düşünüyorum. Yani iki talebim var. Birincisi; daha kısa aralıklarla duruşma
verilmesi, ikincisi ise Muharrem Köse'nin tanık sıfatıyla dinlenmesi. " Demiştir
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Şimdi efendim bir kere demin ki gelen belge ile ilgili meslektaşlarım
tarafındanyapılmış olan talepler var. Bu taleplere öz olarak bende katılıyorum. Ancak şunu
148/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
belirtmek istiyorum tahmin ediyorum diğer meslektaşlarım da bana katılacaklardır. Bu
davanın artık bir şekilde bitmesini de talep ediyoruz. Yani bu gelen belge ile ilgili olarak
Mahkemenizin bu davayı bir şekilde uzamasına daha fazla uzamasına neden olan işlemler ile
ilgili daha titiz davranılması gerektiğini düşünüyorum. Şimdi tabiki bu belge ile ilgili
yazışmalar yapılırken bu davanın bu darbe olayının daha doğrusu sivil ayağının ortaya
çıkarılması talebimiz vardır. Şimdi buraya başka sanıklar ithal edilemez, fakat bu arada şu
anda soruşturma numarası 2012/611 esas sayılı bir soruşturma dosyası yürütülüyor. Bu olayla
ilgili yapacağımız suç duyurusunun söz konusu soruşturma dosyası ile bağlantısını kurmak
suretiyle bunu göndermek lazım. Yani suç duyurusu yapılacaksa bu o dosyanın içine
girebileceği şekilde bunun karar altına alınması gerekiyor ve diliyoruz çünkü yeni sanıklar
ancak bu şekilde yargılamaya konu olabilir diye düşünüyorum. Bu benim bu belge ile ilgili
birinci talebim. Şimdi değerli Yargıçlar esasa ilişkin dilekçemi de yazılı olarak sundum ben.
Şunu özetlemek istiyorum sadece. Şimdi bu davanın sanıklarının ülkeye vermiş oldukları
zarar çok büyüktür. En yakınını söyleyim son Türkiye de 5gündüryaşanan bu inanılmaz
yargısal kargaşanında nedenlerinden bir tanesi 12 Eylül darbesidir. Bu süreçte çıkarılan
Anayasadır, siyasi partiler kanunudur ve diğerleridir. Neden siyasi partiler kanunudur
diyorum; şimdi şurada koca bir darbe ve bir dönemde daha sonra Cumhurbaşkanı olan bir
insanın fiillerinden bahsediyoruz. Şimdi bu yapı kendi tasavvurlarındaki Türkiye düzenini
ortaya koymak için öyle bir siyasi partiler kanunu çıkardı ki, balon gibi şişirilmiş, temelleri
olmayan toplumla bağları kesik yapılar. Bu yapılar tabiki güçsüz oldu, bugünlere neden oldu,
ve 12 Eylülün bu toplum tarafından hesabının görülmesi ile ilgili olarak toplumu uzaklaştırdı
konudan ve sonunda işte şu hayatta tesadüfen yaşayan hayatta kalmış iki insanın üzerinden
koca bir 12 Eylülü bizim burada hesabını hep beraber görmek için toplanmış bulunuyoruz.
Tabiki son derece de yetersiz, ama bir umudum var asıl. Soruşturma halindeki dosyada, sivil
ayak orada ve bu işin bütünü itibariyle bir soruşturma orada yürütülüyor olması gerekir diye
düşünüyorum. Bu birinci olarak söylemek istediğim konu. Şimdi asıl üzerinde durmak
istediğim mesele, bu bizim müdahilliğimiz. Bizim burada olmamızın nedeni gerçek şahısların
suçtan zarar görmesi nedeniyledır. Aslında bu davanın müştekileri tüm Türkiye halkıdır. Ama
Mahkemeniz bir karar verdi. Bazı taleplerde bulunanlarla ilgili olarak onların görmüş
oldukları özel zararlar ile ilgili olaraksiz suçtan zarar gören kişi olarak müdahil olarak kabul
edildiniz dendi. Bunun bir sonucunun olması lazım. Şimdi ben bu suçtan zarar gören
insanlardan bir tanesinin Aynur Hayrullahoğlunun vekiliyim. Neden bunu kabul ettiniz çünkü
Aynur Hayrullahoğlunun eşi Mustafa Asım Hayrullahoğlu bir buçuk veya iki gün içerisinde
ve beyin kanamasından diye değil, çünkü artık bunların biz ne yazıkki profosyoneli olduk,
bazı ölümler emniyette beyin kanamasından olur mesela alır duvara çarpar, beyin
kanamasından insan ölür, veya aniden kalbine etki eder, bunlardan çok gördük biz, yüzlerce
gördük ne yazıkki, görmek durumunda kaldık. Hayır Mustafa Asım Hayrullahoğlu yavaş
yavaş iki gün içinde öldürüldü. Böylesi artık tabib gibi olduk çünkü böylesi ölümler böbreğe
etki ediyor ve sonunda böbrek yetmezliğinden gidiyorsunuz. Ölüyor insanlar. Şimdi Mustafa
Asım Hayrullahoğlunun biz müdahil talebimiz sırasında onun otopsi raporunu sayın
Mahkemenize sunduk. Zaten biz bu nedenle bu davaya müdahil olduk. Baştan aşağıya travma
ve ekimoz doluydu. Mustafa Asım Hayrullahoğlu emniyette adını dahi vermedi. Hiç kimseye
vermedi ve bir destan yazdı. Ben onun davasını 10 yıl müddetçe takip ettim. Hayatımın en
önemli süreci orda geçti ve çok uğraştım. Yani açık seçik herşey ortadaydı çünkü. Emniyete
sapasağlam girmişti, birbuçuk iki gün sonra emniyetten hurdahaş bir şekilde çıkarılmıştı. Ve
bir dava açılmak zorunda kalındı o dönem içerisinde. Galiba bildiğim kadarıyla işkenceden
ölümle ilgili ilk davaydı bu. Bu davanın birinci bölümünde sanıklar 10 yıl hapis cezasına
mahkum edildiler. O anı unutamıyorum ben, duruşmada iki tane askeri yargıç vardı birde
başkandı o da askeri yargıçtı. ve orada o iki askeri yargıç biri yüzbaşıydı öbürü de öyleydi
galiba, ve yargıçlık onurlarını en üste koydular, gerçeği gördüler ve mahkumiyet kararı
149/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
verdiler. Bir hafta sonra tehditler başladı. Hiç unutmuyorum Tercüman gazetesinin anlı şanlı
iki tane köşe yazarı; devletimizin polisine nasıl bu hakimler mahkumiyet kararı verir şeklinde
yazılar yazmaya başladılar ve ikisininde tayinini bu devlet çıkarttı. Biri tahmin ediyorum
Ordu'ya gönderildi veya o işi bıraktı, avukatlığa devam ediyor hala mesleğinin başında, diğeri
hakimliğe devam etti. İkisinede tekrardan saygılar sunuyorum. Ve arkasından olan oldu.
Devlet bu davanın üzerine çullandı. Adli Tıp Genel Kurul o tepedeki Adli Tıp Genel kurulu,
Askeri Yargıtay ve Askeri Yargıtay Dairesi Genel Kurulu eninde sonunda beraat kararı
verilebildi. Yani bu davada o güzelim adalet perisi bir cadaloza döndü. Birçok davada olduğu
gibi yüzlerce insanın başına gelen şeylerden biri gibi benim müvekkiliminde başına geldi.
Şimdi olayı daha iyi anlatmak için çünkü bakın sayın savcılık esas hakkındaki mütalaada
benimde ilk baş yorumum da böyleydi Hasan GÜREL arkadaşımızla beraber yazmış
olduğumuz dilekçede; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 7/2 maddesi üzerinde çok durduk. 7/2
maddesi tamda daha sonra Cumhurbaşkanlığına kadar gelebilmiş darbe sanıklarının, darbe
faillerinin yargılanması içindir. 7/2'de aynen şöyle diyor; hiçkimse suç işlediği sıradaki ceza
maddesinden başka bir maddeden daha ağırlaştırılmış bir maddeden yargılanamaz. Ve tespit
edilmiş cezadan daha ağır bir cezaya mahkum edilemez. Hiç kimse işlediği zaman milli ve
milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum edilemez.
Keza hiçkimse suç işlediği zaman tertibi gereken bir cezadan daha ağır bir cezaya
çarptırılamaz. Tamam o zaten bizim için genel bir hüküm, ama 2.fıkrası var, iş bu madde
işlendiği zaman medeni milletler tarafından tanınan umumi hukuk prensiplerine göre, suç
sayılan bir fiil veya ihmalden suçlu bir şahsın yargılanmasına ve cezalandırılmasına mani
değildir. İşte tam bu olaylarla ilgili. İnsanlık alemi düşünmüş taşınmış bir darbeyi yapmış,
muktedir olmuş, aradan zaman geçmiş, Cumhurbaşkanı olmuş, ama daha sonra bu insan
insanlığa karşı Şenal Sarıhan arkadaşımızın bahsettiği gibi insanlığa karşı işlediği suçtan o
andaki ceza kanunu maddeleri yeterli değil diye aklanacak mı? Hayır diyor. Aklanmayacak.
Yine sayın savcının esas hakkındaki mütalaasında bu konuyla ilgili uluslararası olaylardan da
bahis ederek 7/2.maddenin burada uygulanması gerektiğine karar vermiş, bunu niçin
söylüyorum ben, Mustafa Asım Hayrullahoğlu'nun işkencede öldürüldüğü açık seçik ortada.
Sanıkların beraat ettiği de ortada. Şimdi bu beraat etti diye biz yok mu farz edeceğiz bu olayı?
E peki nasıl aynada yüzümüze bakacağız sonra? Bakın Sayın Prof.Şebnem Korur FİNCANCI
ve Uz.Dr.Ümit ÜNÜVAR Türkiye İnsan Hakları Vakfı değerlendirme kurulu raporu,
dosyadaki tüm belgelere göre karar vermiş, dilekçemin ekinde bulunuyor. Şöyle diyor otopsi
raporuyla ilgili ve adli tıp raporlarıyla ilgili ve buna dayalı Askeri Yargıtay kararlarıyla ilgili.
Ancak tüm vücutta yaygın olarak tarif edilen baş, boyun, gövde, ön ve arka yüz, yanlar, sırt,
karın, dizler, ayaklar, eller, genital bölge, travmatik lezyonların vücuttaki dağılımı,
lokalizasyonu, yaygınlığı, büyüklüğü ve şekil ve özellikleri dikkate alındığında;tamamının
yakalanma sırasında meydana gelmesinin mümkün olamadığı, öyle bir savunmaları vardı. Bir
iki dakikalık bir mücadeleden sonra yakalandı, ordada bazı sıyrıklar olmuş ve sonunda karar
aslında yakalanma anındaki o bir iki dakikalık süre içerisinde var olan ekimozlardan,
travmalardan süregeldiğini söylediği için bunun altını çiziliyor. Tamamının yakalanma
sırasında meydana gelmesinin mümkün olmadığı, kişinin gözaltı sürecinde ağır künt
travmalara maruz kaldığının delilleri olduğu, kişinin ölü muayene ve otopsi raporunda
saptanan tüm bulgulara göre; gözaltı sürecinde insan eliyle oluşturulmuş fiziksel travmalara
maruz kaldığının tıbbi delillerinin tespit edildiği, yaygın derin doku içi kanamalar, ayak, ayak
bileği, her iki kol üstü bölümleri, el bilekleri, genital bölge ve el parmakları tarif edilen
lezyonlarının yerleşim yeri, ve özelliklerine göre kişinin kum torbası ve bunun gibi cisimlerle,
kabadayak, düz askı, falaka, elektrik copu, işkencelerine maruz kalmış olduğunun tıbbi
delillerinin bulunduğu, ölü muayene tutanağı ve otopsi bulgularına göre açıkça işkence
bulguları mevcut olduğu halde, değerlendirme yapan birimler olan otopsi yapılan birim İ.Ü.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Kürsüsü, Adli Tıp Kurumu I.İhtisas Kurulu, Adli Tıp
150/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Kurum I.İhtisas Kurulu'nun Genel Kurul'a sunduğu II.Değerlendirme Raporu ve Adli Tıp
Kurumu Genel Kurulu Raporlarının hiçbirinde işkence bulgularına göre yorum ve kanaat
bildirilmemiş olduğu, kanıta dayalı tıp uygulamalarında mevcut delillerinin bilimsel
delillerinin bilimsel gerekçelerinin ortaya konması ve mesleki deneyimlerle yorum
yapılmasının beklenmesine rağmen, işkencenin varolan delillerinin raporda bildirilmediği,
ölüm nedeni hakkında farklı yorumlar yapılarak raporlar arasında çelişki olduğu, 14/11/1982
tarihinde sağlıklı biri olarak alınan gözaltında 16/11/1982 iki gün sonra ölü olarak çıkmasının
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararlarında da dile getirildiği gibi mutlak olarak
açıklanması gerektiği, bunun ayrıca işkencenin önlenmesi bir
hekim sorumluluğu olduğu, dolayısıyla zamanında etkili bir soruşturma ve belgeleme
yapılmadığı, mevcut bulgularla kişide en olası ölüm mekanizmaları olan ağır travmatik
yaralanmalar sonucu olan vücutta yaygın ekimoz gelişmesi ile sabit kan volümünün azalması
ve kas dokusu hasarı sonucunda akut tubleer nefroz, alt nefrom nefrozu kaynaklı akut böbrek
yetmezliğinin komplikasyonları ve boyna uygulanan bası yada kişinin havasız kalması sonucu
ölümün meydana gelmiş olduğu. Böyle bir tıbbi olaydan sonra bu sıkıyönetim mahkemesi
Askeri Yargıtay Genel Kurulu bu sanıkların oy çokluğuyla da olsa aklanmasına karar verdi.
Şimdi öyle dedi diye böyle mi oldu yani. Biz bununla nasıl yaşıyacağız? Sayın Mahkemeden
ben şunu talep ediyorum. Ortada bu davanın sanıklarının yaratmış olduğu bir iklim oluştu. Bu
iklim işkenceyi insan haklarına aykırı davranmayı kolaylaştıran, önünü açan bi iklimdir. Yani
bu davanın iki sanığı söz konusu fiille ilgili olarak asli manevi şeriktirler. Burada biz müdahil
makamı olarak bulunmamızın nedeni bunu anlatmaktır. Zaten sayın Mahkeme 146 var mı
yokmu ona bakacaktır. O başka hikaye. Ama niçin burda bulunuyoruz. Bu olay nedeniyle
burada bulunuyoruz. Bu karardan sonra müvekkilimiz açısından başvuracak başkaca
mevkilerimiz olacaktır. Bunun tazminat yanı vardır, başka yanları vardır ve bu yargılamaların
hukukumuzda belki yeniden görülme olasılığı vardır. 7/2 den bahsediyorum, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi. Dolayısıyla Mahkemenizin vereceği kararda bu sanıkların aynı şekilde
Mustafa Asım Hayrullahoğlu'nun öldürülmesine asli manevi şerik olarak katıldıklarının
tayinini ve tespitini istiyorum. Gerekçeli hükümde bu hususun Mahkemeniz subuta karar
verdiğinde bu hususun özellikle tasnifini diliyorum. Ayrıca Aynur Hayrullahoğlu eşi kocasının
başına gelen olayı tabiki yaşadı ve bu nedenlede memleketinden 10 yıl uzaklaşmak
mecburiyetinde kaldı, politik bir mülteci olarak. Bunun yaratmış olduğu travmalar çok ciddi
travmalardır. Kendisinin de bu nedenlye bu suçtan zarar gördüğünü gerekçeli hükümde
tasvirini sayın Mahkemeden diliyorum. Diyeceklerim budur. Bütün bunları yazılı olarak biraz
evvel Mahkemenize sundum. Saygılar sunuyorum."
Av. Aydın Erdoğan
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında;
Biz daha önce dilekçe vermiştik. Bu günde mahkemenize 1 klasör belge sunduk. Öz
itibarıyla davada müdahillik değerlendirmesinin dar yapılmamasını ve müdahillik kavramının
geniş yorumlanmak suretiyledeğerlendirme yapılmasını talep ediyorum dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanında:
Bu davada az önce konuşan meslektaşımızın da belirttiği üzere 12 Eylül öncesinin
farklı gruplarının müdahale talepleri mevcuttur. Geçmişte yaşanan çekişmelerin bu davaya da
yansıması söz konusu olabilir. Acı çeken bireylerin karşılıklı tepkilerini anlamak mümkündür.
Ancak avukat meslektaşlarımızın bu tarz tepkileri salona yansıtmamasını düşünüyorum ve Av.
Senih Özay ın da belirttiği üzere Adli Tıp Kurumundan gelen raporun kabul edilemez
olduğunu düşünüyorum. Bizzat dosyada yer alan Süleyman Cihan ile ilgili önceki tarihli Adli
Tıp raporları incelendiğinde Adli Tıp kurumunun suçu örtmeye yönelik çaba içerisinde olduğu
hemen anlaşılmaktadır. Dolayısıyla o günkü Adli Tıp ın zihniyeti bugünde devam etmektedir.
Adli Tıp Kurumu bu dava itibariyle güvenilir bir kurum değildir. Gerektiğinde sanıklarda
151/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
muayene edilmek suretiyle bağımsız bir kurumdan rapor aldırılması gerektiğini talep
ediyoruz, dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli ifadesinde:
"az önce sayın Başkanım bizlere müdahil taraf vekilleri ile sanıklar müdafilerine
Hasan Duman imzalı bir belgenin fotokopisini verdiniz. Biztabi bu salonda Başkan tarafından
bize belge fotokopisi verildiğini ilk kez gördük. Anlaşılıyor ki bu belge özel bir önem içeriyor
idi ve o sebeple de böyle bir ihtiyaç duydunuz. Bu belgeden özet olarak şunlar ifade ediliyor.
Genel Kurmay da plan ve projelerin saklandığı, muhafaza edildiği karargahta görev yapan
Hasan Duman isimli şahıs sorumlu olduğum dönemde yaptığım araştırmalar neticesinde o
döneme ait bazı önemli belgelere ulaştık. Bu belgeler arasında 1979 yılına ait Kenan Evren
imzalı Yurt - Kor adı verilen bir plan da bulunmaktaydı. Bu planda askeri müdahaleden önce
toplumda karışıklıklar olacağı öngörülmüş buna göre askeri müdahale hazırlıklarının
yapılması gerektiği vurgulanmıştı. Kısacası 12 Eylül Askeri Darbesinin hazırlık çalışmaları bu
planda yer almaktaydı. Şimdi bu belge o dönemde harekat başkanı olan Korgeneral Abdullah
Recep isimli asker kişi tarafından yok edildiği için sayın Mahkemenize gönderilmediği
anlaşılmaktadır. Biz tabi bu davanın başından beri, bu soruşturmanın başlamasından beri
memlekette 12 Eylül 2010 günü yapılan halk oylamasıyla darbelerin araştırılması
soruşturulması sürecinin başladığını, ama bununla birlikte darbe yapma heveslilerinin ve suç
ortaklarının bir çok birimdi devlet içerisinde olduğunu hep ifade etmeye çalıştık. Bu belge bu
konu ile ilgili çok somut bir şeyi ifade ediyor. Kişi ismini saklamamış. Rütbesi yada sivil
memur olduğu belirtilmemiş. Fakat kendisi sorumluluk duyarak bir silahlı kuvvetler mensubu
olduğuna göre de asker kişi olması gerekiyor. Bu mektubunu yazmış göndermiş. Şimdi bu
belgenin içeriği yok edildiğine göre bunun bir örneği varmıdır yokmudur bunun araştırılması
gerekiyor öncelikle. İkincisi Hasan Duman'ın bu belge içeriğini okuduğu ve tespit ederek
komutanını da verdiği anlaşıldığına göre Mahkeme tarafından Mahkemeye çağrılarak bu
belge içeriği hakkında Mahkeme heyeti ve bizlere bilgi vermesi, tanık olarak dinlenmesi
gerektiğini düşünüyorum. Üçüncü olarak da bu dilekçenin aynı zamanda bir suç duyurusu
dilekçesi, gereğinin ifa edilmesi için Özel Yetkili Savcılığa havale edilerek bu kişi hakkında
gerekli işlemlerin bu kişi hakkında gerekli soruşturmanın yapılmasını talep ediyorum.
Dördüncü olarak da bu davanın soruşturmasının başlamasından sonra sözü edilen karargahta
evrak imhası yapılmış mı, yapılmamış mı, imha edilmişse nelerin imha edildiğine dair varsa
tutanaklarının Genel Kurmay Başkanlığından istenmesini talep ediyorum. Söyleyeceklerim
bunlardır."dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan, sayın Üyeler; geçen duruşmada sayın Mahkemeye iletilen ihbar
mektubu sonucu Genel Kurmay Başkanlığından talep edilen gönderilmesi talep edilen Yurt Kor isimli belgeninvar olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Sayın Mahkemenizce incelenen
belgenin mahiyetinden şunları anlayabiliyoruz. O gün belgenin hazırlandığı tarihte yurt içinde
ve yurt dışında bulunan tehlikelerin belirlendiği, Genel Kurmay Başkanlığı tarafından; iç
düşman ve dış düşmanlar tespitinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Yine tutanağa geçen bilgilerden;
komünizm, Kürtçülük, ırkçılık, irtica gibi iç tehditlerin saptandığı anlaşılmaktadır. Bu belge
12 Eylül 1980 askeri darbesi ki yargılamanın konusunu oluşturmaktadır. Darbeye giden
süreçte suçu işleyenler tarafından gerçekleştirilen bir dizi eylemin, hazırlanan programların
belgelerin bir parçasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla o gün suçu işleme hazırlığı içerisinde
olanların hazırlık hareketleri kapsamında değerlendirilmesi gereken bu belgenin yine suçu
işleyenler tarafından "Devlet Sırrı" olarak nitelendirilmesi ve onların halefleri tarafından da
aynı sır kapsamında değerlendirilerek Mahkemeye gönderilmemiş olması suç delillerinin
gizlenmesi olarak değerlendirilmelidir. Buna rağmen sayın Mahkemeye gönderilen belgenin
davayla ilgili tarafların da görüp değerlendirilmesi gerekli bir belge olarak değerlendirilmesi
152/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
gerekir iken; yine az önce ifade ettiğim kesimler tarafından "Devlet Sırrı" olarak nitelendirilen
bu belgenin örneği dosyaya alınmadan iade edilmiş olmasını hukuka aykırı buluyoruz. Diğer
yandan bu belgenin içeriğinde ki tarifler ve bu tarifler kapsamında yürütülen bir takım
eylemler sonraki darbe sürecine giden günlerdegerçekleştirilmiş olan bir dizi suçun ip uçlarını
verebilecek mahiyettedir. O nedenle bu belgeyi taraflar olarak görmek arzusundayız. Bu belge
açıkça korku üzerinden yani yurtdaşları düşmanlar olarak tarif ederek sürekli iç düşman
tarifleri yaratıp, yurtdaşların bir bölümünü korkutarak korku üzerinden sürekli olarak ülke
yönetimine müdahale etmenin aracı olarak kullanıldığı ve değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
Yakın zamanlarda da buna benzer korku, korkutma ve düşmanlaştırma faaliyetlerinin yine
Genel Kurmay tarafından, ordu tarafından yürütüldüğünü biliyoruz. Yakın zamanda 27 Nisan
Muhtırası olarak bilinen belge ile de şu ifade edilmiş idi; Ne Mutlu Türküm Diyene sözüne
karşı olanlar düşmandır. Düşman kalacaktır. Görüldüğü üzere sürekli olarak yurtdaşların bir
bölümünü düşmanlaştırma ve kendi iktidarlarını gizli açık sürdürme gayreti içerisinde olan
ordu komuta kademesinin bu değerlendirmelerinin hukuk içerisinde kabul edilmesi mümkün
değildir. O nedenle bu belgenin yeniden getirtilerek tarafımıza örneğinin verilmesini talep
ediyorum." Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli beyanında:
"Sayın Başkan, Sayın Üyeler. Darbe yargılamasında sanıkların cezalandırılması kadar
darbe gerçeğinin ortaya çıkması da önem taşıyor. Hem biraz geçmişte kalan hem de yakın
geçmişe dair darbe girişimlerinin yargılandığı gerçek darbelerin yargılandığı bir süreçten
geçiyoruz. Karşı salonda güncel darbeleri gerçekleştirmiş olanlar, bir süre önce İstanbul da ki
Mahkemede girişimler yapmış olanlar mahkum edildi. Bütün bu süreçte Genel Kurmay'ın
tutumu sürekli delil karatma yönünde olmuştur. Bunda da şaşılacak bir taraf yok. Bugünün
Genel Kurmay yetkilileri dünün darbe girişimlerinin içerisinde bulunan askeri personeldir. Bu
gerçekle yüz yüze olduğumuz içinde sürekli olarak delil karartma gayreti devam ediyor.
Bütün bu son darbe girişimlerinin yargılandığı ve darbelerin yargılandığı süreçte Genel
Kurmay hiçbir personeli hakkında disiplin soruşturması yapmadı. Kendi içinde hiçbir
soruşturma yapmadı. Hiçbir suç araştırması yapmadı. Ama Genel Kurmay Başkanları ortaya
çıkan delilleri karartmak için delillerin değerini düşürmek için konuştu. Bunların bir kısmı
şimdi yargılanıyor. Şimdi Mahkemenize gelen ve arkadaşlarımın tartıştığı belge tamamen bu
amaçla yazılmış gerçeği örtmeye yönelik bir belgedir. Ancak bu maddi gerçeğin ortaya
çıkarılması bu dava için önemli olmakla birlikte yürütülmekte olan soruşturma içerisinde de
değerlendirilebilecek bir durumdur. Çünkü bu darbe sürecinde Genel Kurmay Karargahında
gidip onları cesaretlendiren, onlarla işbirliği içerisinde hareket eden siyasi partilerden,
bürokrasiden pek çok kimsenin olduğunu, basından pek çok kimsenin olduğunu biliyoruz. Bu
ülkenin sağlıklı bir gelecek kurabilmesi için bütün bu gerçeklerin ortaya çıkması gerekiyor. O
anlamda bu belgenin getirilmesi için, istenilen belgelerin getirilmesi için yazı yazılmakla
beraber, bu duruşmanın tutanakları savcılığa iletilerek bu konuda özellikle sivil uzantılarla
ilgili yürütülmekte olan soruşturmanın derinleştirilmesi için bizim bu ifade ettiklerimizin birer
suç duyurusu olarak değerlendirilip savcılığa iletilmesinde yarar var. Diğer yandan bu davanın
da bir an önce bitirilmesi gerikiyor. O nedenle maddi gerçeğin araştırılması bir yandan devam
ederken bir yandan da sonuca gitmemiz gerekiyor. Bu sebeple eksiklikler tamamlanırken bir
an önce karar aşamasına gidilmesini, Mahkemenizin bu yönde gerekli tedbirleri almasını talep
ediyorum." Demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Ahmet Cihan, Hüseyin Doğan ve Azime Köylüoğlu'nun vekili olarak esasa ilişkin
diyeceklerimi sunmak istiyorum. Sayın Başkan sayın Üyeler, önceki söz alan meslektaşlarım
bu davanın önemi ile ilgili görüşlerini ifade ettiler. Önceki duruşmalarda değişik vesilelerle
söz aldığımızda bunlara dikkati çekmek istedik. Bugün davanın sonuna gelmiş bulunuyoruz.
153/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Bu dava Türk Ceza Kanunu 146. Maddesinin ihlali sebebiyle açılmış bir davaolması sebebiyle
aslında sanıkların fiilinin resmi gazete kendi beyanları ve gerçekleştirdikleri resmi işlemler ile
devlet kayıtlarına girmiş olması nedeniyle kolaylıkla mahkumiyet kararı verilecek bir dava
idi. Ancak bu darbenin yıkımının görülmesi, darbenin yaratığı vahşetin görülebilmesi ve
bunun da yüzleştirebilmesi açısından başvuranların bir kısmının müdahilliği gerekliydi. Sayın
mahkemenizde o sebeple kabul etti. Bizde darbenin ne olduğunu yıkımını bu güne kadar
anlatmaya çalıştık. Darbenin bu ülkede yarattığı kötülüklerde herkes bir biçimde nasibini aldı.
Müvekilim Ahmet Cihanın Kardeşi ağebeyi Süleyman Cihan gözaltına alındı. Örgüt üyeliği
suçlaması ile aranıyor idi. Yakalandığında kimliği belliydi. İsmi bilerek alınmıştı gözaltına.
Bir gün sonra kayıtlardan Süleyman Cihanın bir apartmanın 6. Katından atıldığı, daha
doğrusu kayıtlara göre yer göstermeye götürülürken kaçtığı oradan kendini aşağı attığı, ve
yaşamını yitirdiği ifade edildi. Bu operasyonun başında sonraki 12 Eylül sonrasındaki
dönemin karanlık isimlerinden birisi Mehmet Ağar, diğeri İbrahim Şahin bulunuyor idi.
Süleyman Cihan kimliği belli olduğu halde, kimliği belli olmayan kişi olarak kimsesizler
mezarlığına defnedildi. Kardeşi Ahmet Cihan ve yargılandığı davadaki diğer arkadaşları
Süleyman Cihan ile ilgili soruları Mahkeme heyetine ve Savcıya yönelttiler. Davayı yürüten
savcı aynı zamanda Süleyman Cihanın soruşturmasının da savcısı idi. Ama savcı Süleyman
Cihan ile ilgili bilgi olmadığını söyledi. Mahkeme tutanaklarına geçti, yani o günlerde
Hakimler, Savcılar, Yüksek Yargı, ,Askeri Yargıtay içinde tek tek insanlık onurunu namusunu,
yargıçlık namusunu korumuya çalışan Savcılar ve Hakimler olmakla birlikte kurumsal olarak
darbenin aracı haline getirildiler. Kötülükle araçsallaştırıldılar. Süleyman Cihan ile ilgili
soruşturma takipsizlik kararı ile kapatıldı. Yıllarca sürüncemede bırakıldıktan sonra, itiraz
aşamasına geldiğinde itiraz makamı olan sıkı yönetim mahkemesi kaldırıldığı için yetkisizlik
sebebiyle Diyarbakır Askeri Mahkemesine gönderildi. Askeri mahkemeye göndermek
kararına bugün hukukçuluk onurunu koruyan bir savcı itiraz etti. Görüşülmesi gerektiğini
söyledi. Ama Askeri Yargıtay buna itibar etmedi. Dosya Diyarbakır'a gönderildi ve takipsizlik
kararı kesinleşti kapatıldı. Bu yargılamanın önünü açan Anayasa değişikliğinden sonra biz
dosyayı verilen Adli raporları ÇAPA Tıp Fakültesi Adli Tıp Kürsüsüne sunduk. Orada
Süleyman Cihanın apartmanın 6. katından atılmadan önce ölmüş olduğu, öldürülmüş
olduğuna ilişkin tespitlere yer verildi. Ona dayanarak hem Mahkemeniz önünde müdahil
olduk hemde failler hakkında suç duyurusunda bulunduk. Sayın yargıçlar burada işlenen
suçlar Süleyman Cihan ile ilgili olsun az önce meslektaşlarımın ifade ettiği Hayrullahoğlu ile
ilgili olan olsun Diyarbakır cezaevinde katledilenler ve başka birçok örnekte olduğu gibi
insanlığa karşı suçlardır. Sayın Mahkemenizde görülen dava iddianame ile üstü çizilmiş 146.
Madde ihlali sebebiyle açılmış olan davadır. Dolayısıyla bu vahşetin insanlığa karşı suçların
pek çok delili de bu davada ortaya konmuş bulunduğu ve tespit edilmiş olduğundan karar ile
birlikte bu suçlar sebebiyle de yargılamanın yapılması için suç duyurusunda bulunulmasını
talep ediyorum. Diğer yandan diğer müvekkillerim sayın Hüseyin Doğan ve Azimet
Köylüoğlu o tarihte Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleriydi. TBMM'nin fes edilmesinden
sonra 12 Eylül den kısa bir süre sonra biz sayın Hüseyin Doğan ile birlikte aynı büroda
avukatlık yapmaya başladık. O vesile ile pek çok millet vekilinin nasıl bir yaşam mücadelesi
verdiğine de tanık olduk, onurlarını korumaya çalışan bu insanların bir kısmı bir poşet
içerisinde tedarik edebildikleri terlikleri satarak yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlardı.
Avukatlık hakkı olanları vardı, onlar avukatlık yaparak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı.
Biz o zaman birlikte çalıştık. Böylece bu insanların hem siyasi faaliyetleri yasaklanmıştı.
Mesleklerine dönmeleri yasaklanmıştı. Birçok baskı ve tehdit altındaydı. Gözaltına alınanların
tutuklananların dışında kalanlar, tabii Hüseyin Doğanın başka bir yanı var. Kahramanmaraş
Milletvekili idi, kendisi Sayın Mahkemede katılan olarak verdiği beyanında zamanın
Başbakanı Bülent Ecevit'in Kahramanmaraş olayları sırasında Genel Kurmay Başkanı olan
sanık Kenan Evreni arayıp Kahramanmaraş olaylarına müdahale konusunda konuştuğunu,
154/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
ancak karşındakinin verdiği cevaba öfkelenerek telefonu hızla çarpıp kapattığını söyledi.
Şimdi Başbakan Genel Kurmay başkanından olaylara müdahale konusunda talepte bulunuyor
ancak müdahale edilmiyor. Dosyada bununla ilgili Kahramanmaraş olayları konusunda
bununla ilgili birçok delil sayın Mahkemeye geldi. Bir başka konu Sivas olayları sebebiyle
Erzincan sıkı yönetim mahkemesinde görülen davanın kararı sayın Mahkemenize geldi. O
dava dosyasında karar da görev yapan hukuka saygılı ve bazı şeylerin kayıt altına alınmasını
önemseyen sayın yargıçlar bir tespitte bulundular. Bir belgeden söz ediyorlar. Sivas olayları
başlamazdan önce bir istihbarat bilgisi bir sıkıyönetim dönemidir, alevi yurttaşlara karşı bir
katliama başlanacağına dair istihbarat bilgisinin oradakisıkı yönetim komutanına ulaşıyor.
Fakat hiçbir tedbir alınmıyor. Yine Çorum olayları sırasında o olayların içerisinde bulunmakla
suçlanan bir sanık zamanında Baran iddianamede de geçen beyanlarında askerlerin
kendilerine ve karşı tarafa silah dağıttığı ifade ediliyor, söylemek istediğim şey şu bir ülke bir
kan deryasına çevrilirken ülkeyi korumak için görev yapan bu generaller kendi iktidarları için
bu kan denizini her gün büyüttüler, tabi ayrı bir tartışmanın konusu olarak söylenebilecek bir
başka konu vardı, oda Türkiye de bu tablonun gelişmesi Güney Amerika ülkeleri zamanındaki
sosyalist kamp ve Amerika arasındaki kapitalist kamp arasındaki kavgada toplumsal
gelişmeyi, düşünsel gelişmeyi, önlemek için Amerikanın CIA nın uzantılarının ülkemizdeki
faaliyetleri ile bir çatışma ortamı yaratıldığı, buna şu yada bu biçimde katkılarının olduğu
tartışması büyük bir tartışmadır , ve bu tartışmayı biz yeniden açarak şu daha fazla sorumlu bu
daha fazla sorumlu şeklinde yapmak istemiyoruz. Ama sonuç bu kan ve ateş sürekli
körüklenerek iktidar bunun üzerine bir darbe iktidarı ve bir gelecek kendileri için
inşaedilmeye toplumun geleceği de karartılmaya çalışıldı ve bu yapıldı. Sanıkların
cezalandırılması bakımından Mahkemenizin elinde yeterli deliller mevcuttur. Biz sanıkların
sevk maddeleri doğrultusunda cezalandırılmasını insanlığa karşı suçlar yönünden suç
duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz. Ayrıca vatana ihanet suçu ile de yargılanmaları
gerektiğini ifade etmek isiyorum. Bilindiği üzere Yunanistan Nato'dan çekilmiş idi. Kenan
Evren Yunanistan'ın daha doğrusu Cunta Yunanistan'ı tekrar Nato'ya dönmesine olur
verdikleri için tekrar Nato üyeliğine dönmüşlerdir. Orada Kenan Evrenin beyanına göre
Amerikan Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hayk kendisine söz vermiş Yunanistan'la olan
sorunların çözüleceği konusunda. Tabi buradan hareketle bir Yunanistan düşmanlığının
körüklenmesi gibi bir amacım elbetteki yok. Ama Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs
üzerinden olsun Ege Denizindeki sorunlar olsun çözülmesi gereken sorunları kolaylaştıracak
olan bir imkanı da bir Vatana ihanet çerçevesinde vazgeçerek kullanmadıkları için ve ayrıca
bu ülkeye karşı suç işlemişlerdir. Vereceğiniz kararın bu ülkede bir daha darbe girişiminde
bulunacaklara karşı bunun heveslisi destekleyicisi, alkışlayıcısı olanlar için de caydırıcı
olacağını umut ediyorum saygılarımla." demiştir.
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında:
"Yargılamanın geldiği aşama, Mahkemenin yetki durumu, görev durumu söz konusu
olduğunda, bu konuyla ilgili yine usule ilişkin bir değerlendirmede bulunmak zorunlu hale
geldi. Ben Av. Aydın Erdoğan. Şimdi Meclis te ki yasadan anladığımız kadarıyla Sayın
Mahkemenizin görev ve yetkileri sona erdirilecek siz Sayın Yargıçlar ve Savcılar başka
görevlere atanacaksınız. Bu Özel Mahkemelerin bir anlamda İstiklal Mahkemeleri ile
başlayan, Sıkı Yönetim Mahkemeleri ile devam eden Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve sona
Özel Yetkili Mahkemelerin görev yapma sürecinin sona ereceği anlamına geliyor. Bu da
devleti koruma amaçlı oluşturulduğu iddia edilen bu Mahkemelerin bir biçimde tarihe
karışması demek. Biz yıllarca bu mahkemelerin kuruluşunu, yargılama usullerini ve buna
bağlı olarak soruşturma usullerini ve kurduğu hükümlerin adalete hizmet etmediğini biz
yıllarca söyleyegeldik. Bugün aslında bu tezi bu davayı savunmuş olan birisi olarak sevinmem
gerekiyor idi. Bekerya şöyle bir şey söyler; Toplumun ihtiyaçlarını, özelliklerini ve sosyal
yapılarına uymayan yasalar, kurallar akan suyun yönünü değiştirmek için oluşturulan
155/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
engellere benzer. Bunlar zaman içinde aşınır, sonra yıkılır, yok olup gider. Şimdi tarihsel
olarak baktığımız zaman bu Mahkemelerin kaldırılması böyle bir toplumsal isteğe ve
mücadeleye denk gelmiyor. Bu konuda çeşitli mücadeleler verildi elbette. Devlet Güvenlik
Mahkemelerini bu Özel Yetkili Mahkemelerinin kaldırılması konusunda kitlesel eylemler
yapıldı. Talepler ifade edildi. Sanıklar, avukatlar bazen bu duruşmalara çıkmayarak, bazen
cüppe giymeyerek bu Mahkeme salonlarında adalet dağıtılmadığını söylemeye çalıştılar. Biz
gerek bu salonda, gerek ise de yandaki salonda şunları söyledik: bu duvarın arkasında bir
hukuk, bu duvarın bu tarafında bir hukuk olmaz. Bir insanın özgürlüğü, göz altı süreleri
bakımından bir insanın özgürlüğü kıymetli diğerinin ki kıymetsiz olmaz. Özellikle soruşturma
makamları beğenmedikleri kişileri bu Mahkemelerin görev alanına giren suçla itham ederek
bütün yaşantılarını didik didik ettiler. Özel yaşantılarını, haberleşmelerini, bu imkanları
kullandılar. Sadece Mahkemelere verilen bir yetki değildi. Mahkemelerden daha çok polise,
jandarmaya ve MİT'e tanınan ayrıcalıklı soruşturma yöntemleri yani haksız soruşturma
yöntemleri söz konusuydu. Bununla ilgili elbette ki sayısız örneği vermek mümkün. Ama bir
tanesini söyleyeceğim. Komşu Mahkemede bizim 4 arkadaşımız avukatla ilgili 29 kere
telefon izleme dinleme kararları verilmiş . Aynı Mahkeme. Biz bu Mahkemede Anayasa'ya
aykırılık iddiasında bulunduk. Dedik ki; Anayasa özgürlüklerin sınırlandırılmasını sınıra tabi
tutmuştur. Sınırsız dinleme olmaz. Ama bu mahkemelerin görevleri içindeki suçlar yönünden
Mahkemeler Anayasa hükmünün üstünde bunu sınırsız dinleme olarak algıladılar ve
uyguladılar. O Mahkeme bizim talebimizi red etti. Ama bir Danıştay Dairesi o yönetmeliğin
Anayasa'ya aykırı olduğunu ifade etti ve iptal etti. Ama aynı mahkeme bizim bu davada
şikayetçi olduğumuz ve az önce Ahmet Cihan'ın söylediği üzere dosyası elden ele dolaşan ve
bir türlü yetkili bir savcı bulamayan Mehmet Ağar ile ilgili görevini de aşarak Anayasa'ya
aykırılık iddiasında bulundu. Bütün bunlar ibret vericidir. Bu mahkemeler bakımından. Şimdi
bu mahkemeler neler yaptılar. Bu Mahkemeler şapka takmayan şapka bizim geleneklerimize
aykırıdır diyen ve buna karşı bildiri dağıtan dindarları idam ettiler. Bu Mahkemeler Seyit
Rıza'nın son arzusu evladımı benden sonra asın dediği son arzusunu oradaki Mahkeme Yargıcı
yerine getirmedi. İstiklal Mahkemelerinden bahsediyorum. Sıkı Yönetim Mahkemelerinde
sayısız insanlık suçuna Yargıçlar seyirci kaldı. Sayın Yargıçlar şimdi bu mahkemelerin
kaldırılması eğer bugün toplumsal bir mücadelenin sonucu olarak ortaya çıksaydı mutlu
olacaktık. 1976'da Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yasası Anayasa'nın yasanın çıkışındaki
bir usulsüzlük sebebiyle Anayasa Mahkemesinin kuruluş yasasını iptal etmesinden sonra
verdiği yasal süreç içerisinde yasa tasarısı görüşülemediği için Meclis te düştüler. Kalkmış
oldular. O dönemde başta Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK, TÖBDER, zamanın demokratik kitle örgütleri ve biz gençler bu Mahkemelerin kurulmaması için
çaba gösterdik. DİSK'in o zaman ki sloganını çok iyi hatırlıyorum. DGM'yi ezdik sıra
MES'teydi. Çünkü o yıllarda Madeni Eşya Sendikaları işverenleri ile DİSK arasında müthiş
bir sınıf mücadelesi vardı. Ve tabi sonra MES patronları 12 Eylül ile beraber yani bu davanın
sanıklarının marifetlerinden dolayı onlar güldü. Şimdi gülme sırası bizde diyebildiler. Sayın
Yargıç eğer bu Mahkemeler bugün bu sebeple kaldırılıyor olsaydı emin olun hukuk adına bu
memlekette 40 yıla aşkın sürede bu iş için karınca kararınca çaba göstermiş, kurduğumuz
örgütlerde bunu amaç vazifesi haline getirmiş birisi olarak elbette ki mutlu olacaktık. Ama
sizin Sayın Mahkemenizin görev süreci içerisinde bu davanın başladığı süre içerisinde bu
Mahkeme iki kez operasyon yedi. Birinci operasyon MİT Müsteşarı ile ilgili soruşturmanın
başlamasından sonra görev ve yetki alanlarınızın daraltılmasıyla başladı. Arkasından şimdi
yolsuzluk operasyonlarıyla birlikte mahkemelerinizin tümüyle ortadan kaldırılmasına karar
verildi. Şimdi toplumsal anlamda ne yazıkki bu sebep sonuca bizi sevindirmiyor. Yani bugün
ülkenin geleceği konusunda adil yargılamaya vesile olacaktır diye daha doğru yargılamalar
yapılacaktır diye ne yazık ki sevinemiyoruz. Çünkü istenen şu: benim memurum, benim
polisim, benim jandarmam, benim MİT'imden sonra; benim Hakimim ve benim Savcım
156/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
isteniyor. Şimdi böyle bir toplum gelecği, böyle bir kurgu içerisinde nasıl bir adil yargılama
geleceği tahayyül edebileceğiz biz ve hükümlere, yargılamalara, soruşturmalara bundan sonra
daha iyisi olacak diye nasıl bakabiliriz. İşte bu sebeple şu anda hüküm kuramayacağı
konusunda, kararını yazıp yazamayacağı konusunda ciddi kuşkular duyduğumuz, Sayın
Heyetinizin önünde yine bir yargılamanın içerisindeyiz. Mağdurları, katılanları dinlediniz.
Bunun için teşekkür ediyoruz. Sayın Mahkemeniz şunu da yapabilirdi. Bu duruşmayı açıp
kapatadabilirdi. O zaman bu acılara, bu dosyaya, bu acıların bu dosyaya aktarılması, bu
yaşananların bu dosyaya aktarılması konusunda eksik kalırdı. Ama bir hüküm kurduğunuz
taktirde bu hükümde farklı olarak adil yargılama konusunda ki savunma tarafının eleştirilerine
muhatap bulacaktır. Yargılama hukuku bakımından tartışmaya açık bir hale gelecektir. Şimdi
bütün bunlarla birlikte Mahkemenizin bu davada bir karar vermesi gerektiğini herşeye rağmen
düşündüğümü ifade etmek istiyorum. Teşekkür ediyorum."
Müdahale talebinde bulunan Nizamettin Aktaş veÇiçek Aktaş vekili Av. Halil
Dönmez
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Daha önce biz dilekçe vermiştik. Tekrar ediyoruz. Müvekkillerimden Nizamettin
Aktaş 12 Eylülden sonra gözaltına alınmış ve akabinde işkencelere maruz kalmıştır. Esas
itibarıyla onun bana yansıttığı tepkileri sanıkların burada hazır olmaları durumunda
kendilerine yansıtmayı beklerdim. Ancak bu hakkımızı daha sonraya saklıyoruz ve her iki
müvekkilin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyoruz dediği,
Müdahale talebinde bulunan Halis Özdemir
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Daha önce verdiğim dilekçeyi tekrar ediyorum. Ekinde ayrıca yaşadıklarımı anlatan
kitabımı da sunmuştum. 12 Eylül ihtilalinin ardından 22 yaşında gözaltına alındım ve
tutuklandım. Akıncılar davasında yargılandım 40 gün işkence gördüm. Mağdur oldum.
Davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Hayati Bölükbaş
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben de 12 Eylül darbesi sonrasında gözaltına alındım haksız yere tutuklandım ve
işkence gördüm. Daha sonra beraat ettim. Dolayısıyla darbenin mağduruyum. Bana işkence
yapan Mustafa Yayla, Yemen Türkan, Baki Merdan, Ast. Refik isimli subay ve
astsubaylarında yargılanmasını istiyorum. Kardeşim Alaattin Bölükbaş ın öldürülmesine
katıldıklarını düşündüğüm Yz. Ali, Yzb. Baki Merdan, bizzat tetiği çeken Asteğmen Refik
inde yargılanmasını istiyorum. Bu kişiler o tarihte Fatsa ilç. Çamaş J. Krk. Da görevli kişilerdi
dediği,
Müdahale talebinde bulunan Eyüp Duman
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Daha önce konuşan pek çok meslektaşımızın beyanlarına bende iştirak ediyorum ve
iddianameyi yetersiz görmekle birlikte bu davaya önem atfediyorum. Ancak davanın darbe
suçundan ziyade insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına yönlendirilirse başarıya ulaşacağını
düşünüyorum. 12 Eylül sonrasında Hakim adayı iken görevime son verildi, akabinde sakıncalı
personel statüsünde ve gecikmeli olarak askerliğimi yatım. Avukatlık stajını yapmam o
dönemin gereği zorlaştırıldı. Bizzat darbenin mağdurlarındanım. İki ayrı mahkemede
yargılandım. Sonuçta beraat ettim.Bir kısım müdahale talebinde bulunanların taleplerini
bende tekrar ediyorum Sanıkların tutuklanmalarına karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Ender İmrek
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Bende 12Eylül ün ardından gözaltına alındım işkence gördüm. Tutuklandım. Daha
157/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
sonra beraat ettim. Dolayısıyla bende darbe mağduruyum. Darbenin bu haliyle darbelerle
yüzleşmeye yeterince hizmet etmeyeceğini düşünüyorum ve darbede görev alan diğer
komutanlar ile bunların arkalarındaki güçlere de ulaşacak şeklide davanın genişletilmesi
gerektiğini düşünüyorum ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Bengi Heval Öz
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli beyanında:
Ben görevine giderken şehit edilen C. Savcısı Doğan Öz ün kızıyım. Esas itibarıyla
benim yaşadığım olay ve yinediğer gazeteci Abdi İpekçi ve akademisyen Cavit Orhan
Tütengil in yaşadığı olay bizzat sanıkların yargılanmaları gerektiğinin en büyük delilidir. Biz
bu sürecin yaşayan tanıkları ve kanıtlarıyız dediği,
Müdahale talebinde bulunan Ali Kurumahmutoğluvekili Av. Mustafa Remzi
Toprak
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Müvekkilimin kardeşi Hüseyin Kurumahmutoğlu 12 Eylül darbesinin ardından
cezaevine alınmıştır. Ve cezaevinde bulunduğu sırada namaz kılmakta ısrar etmesi üzerine
adeta dipçik darbeleriyle öldürülmüştür. Bu durumda dikkate alınarak müvekkilimin
müdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum. Ayrıca bir kısım meslektaşımız tarafından da
tekrarlandığı üzere sanıkların ve birinci derecedeki yakınlarının mal varlıklarına tedbir
konulmasını ve sanıkların tutuklanmasına karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Müdahiller vekili Av. İbrahim Güçlü
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben bu davayı önemsiyorum. Zira bu dava sonucunda verilecek cezadan ziyade
toplumda darbeye karşı bir bilincin oluşmasına hizmet edebileceğini düşünüyorum. 12 Eylül
darbesi ve sonrasında yaşananlardan Kürdüyle Türküyle , Ülkücüsüyle, Solcusuyla, Alevisiyle
dersler çıkarmalıyız ve iki yüzlü olmamalıyız. Diğer yandan iddianamede Kürt bölgesinde
(Kürdistan)darbeye hazırlık şeklinde değerlendirebileceğimiz yaşanan olaylara yer
verilmemesini bir eksiklik olarak görüyorum. Ve bu bölgede 12 Eylül öncesinden başlamak
üzere ve akabinde PKK dışında bir yapılanmanın kalmamasını da önemsiyorum ve
eleştiriyorum. Ve bu davanın sonuçta darbeye karşı bir bilinç oluşturması gerektiği
düşüncesiyle davaya müdahil olmayı talep ediyorum dediği,
Büyük Birlik Partisi Genel Başkan yardımcısı Remzi Çayır
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben şahsım ve partim adına daha önce dilekçeler vermiştim tekrar e diyorum. Darbeler
arasında ayrım gözetilmeden tüm darbelere karşı aynı tavrı sergilemek gerektiğini
düşünüyorum. Mamak ta bulundum ve gerek sağcısının gerekse solcusunun aynı işkencelere
tabi tutulduğunu gördüm. Bu davayı önemsiyoruz. Sembolik kalmaması gerektiğini
düşünüyoruz. Ve davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği,
Eşitlik ve Demokrasi Partisi temsilcisi vekili:
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Daha önce verdiğimiz dilekçemizi tekrar ediyoruz dedi devamla 12 Eylülün baskıcı ve
otoriter yapısı dikkate alındığında tüm yurttaşların darbenin mağduru olduğunu düşünüyoruz
ve özellikle müdahale kavramının bu davada geniş yorumlanmasını ve davaya
müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği,
Barış ve Demokrasi partisi temsilcisi vekili Av. Meral Danış Bektaş
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Biz daha önce dilekçe vermiştik tekrar ediyoruz dedi devamla söz konusu dilekçesini
duruşmada okudu devamla dilekçemizi tekrar eder duruşma arasında beyanda bulunduğum
158/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
üzere sanıkların tutuklanmalarını talep ediyorum dediği,
Av. Rasim Öz
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
12 Eylül darbesi sendikaları yok etmiştir. Bu kapsamda mirasçılarının avukatı
olduğum Kemal Türkler de 12 Eylül darbesine giden süreçte katledilmiştir. Sanıkların sonuç
itibarıyla bu eylemlerin sorumlusu oluğunu düşünüyorum. Bu darbe biz komünistlere,
sosyalistlere ve kürtlere karşı yapılmıştır. Sanıkların en ağır şeklide cezalandırılmalarına ve
sanıkların tutuklanmasını talep ediyorum dediği,
Müdahil TÖB-DERtemsilcisi İsmet Yalçınkaya
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Daha önce verdiğimiz dilekçeyi tekrar ediyoruz. 12 Eylüle giden süreçte 210 üyemiz
katledilmiştir. Derneğimizin mallarına 12 Eylülle birlikte el konulmuştur ve derneğimiz
kapatılmıştır halende o tarihte 200.000 üyesi olan derneğimizin mal varlığı iade edilmemiştir.
Sonuç itibarıyla darbeden dernek olarak mağdur olduk. Müdahilliğimize karar verilmesini
talep ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında:
"İsmet Yalçınkaya; TÖB-DER adına müdahilim. TÖB-DER Genel Başkan
Yardımcısıyım. Eğer Türkiye de gerçekten demokrasi olacaksa, Türkiye de eşitlik adalet
olacaksa, Türkiye de insan hakları olacaksa, Türkiye de gerçekten yaşanılabilir bir ülke
özlemimiz var ise bizim geçmişimizle, tarihimizle muhakkak yüzleşmek ve var olanlardan
yaşayanlardan hesap sormak zorundayız. 27 Mayıs ile başladı biliyorsunuz Türkiye de
darbeler. 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve daha sonra devam eden. Düşünce planında olan
Ergenokon Davası, Balyoz Davası... Düşünce planında. Darbe düşünce planında olmasına
rağmen onlar yargılandılar. Kimisinin cezası onaylandı. Kimisi halen daha Yargıtayda devam
ediyor. Fakat neden ise halen ne 27 Mayıs'ın, ne 12 Mart'ın ne de 12 Eylül'ün hesabı
sorulmadı. Bu bir ilk. Yani bu Mahkeme kesinlikle Türkiye de eğer darbe dönemlerini tarihe
gömmek istiyorsa muhakkak bu iki sanığın cezalandırılması gerekiyor. Kısaca TÖB-DER 12
Mart döneminde kurulmuş ve 12 Eylül döneminde kapatılmış. O dönemler sıkı yönetimin
Türkiye de en çok uygulandığı dönemler. Sıkı yönetimin uygulanmadığı dönemlerde de zaten
Milliyetçi Cephe dediğimiz hükümetler egemen. Biz her faaliyetimiz yargı denetiminden
geçmiş ve kimisinde beraat edilmiş davalar açılmış, kimisinde de takipsizlik kararları
verilmiş. Ama ne hikmetse 12 Eyül'den sonra özellikle Sıkı Yönetim Mahkemeleri daha önce
yargılandığımız, takipsizlik kararı aldığımız bütün dosyaları bir araya getirerek yeni bir dava
açtı. Ki; Sıkı Yönetim Mahkemelerinin tabii hakim ilkesine uygun Mahkemeler olmadığı
hepimiz tarafından biliniyor. Ve Özel Yetkili Mahkemeler olduğuda hepimiz tarafından
biliniyor. Ceza aldık. Daha sonra Sıkı Yönetim kalktıktan sonra Ağır Cezada yani sivil, tabii
hakim ilkelerine uygun hakimler tarafından yargılandık ve beraat ettik. Şimdi karşımızda
belkide dünya hukuk litaretüründe olmayan bir dava söz konusu. Bazı sanıklar aynı dönemin
yöneticileri ceza aldılar. Aynı dönemin bazı yöneticileri ise beraat ettiler. Şimdi bu şekilde
hukukta bir ikilem mümkünmüdür? Hayır mümkün değildir. Bu hukuksuzluğun en önemli
örneklerinden bir tanesi. Şimdi 141, 142 kalktı. Bizler görevimize döndük ve emekli oldum
ben şu anda. Öğretmenlikten emekli oldum. Görevime döndüm. Ama her ne hikmetse
örgütüm hala kapalı. Örgütümüzü tekrar açmak ve öğretmenlerin alın teri olan mal varlığını
devletin gaspından kurtarmak için şu anda hala Mahkemelerde sürünüyoruz. Davamız
Danıştay da devam ediyor. Parlemento da sürekli çalışmalarımız var. Örneğin Süleyman
Çelebi arkadaşımız burada. TÖB-DER davası ile ilgili parlementoda çalışmalar yapıyor.
Şimdi biz bu hukuksuzluğu nasıl kaldıracağız? Bizler acı çektik. Görevden uzaklaştırıldık.
Ben şahsen 15 sene 1402 Sayılı Yasa ile görevden uzaklaştırıldım ve çoluk çocuğum perişan
oldu. Bakın Abdullah Gülbudak'ın kızı burada. Ben bu kızın küçüklüğünü bile
159/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
hatırlayamıyorum. Ama şimdi karşımızda babasının öldürülmesinin hesabını soruyor. 1980
öncesi o kaos döneminde 210 tane öğretmen arkadaşımız öldürüldü. Bunların içinde işkence
ile öldürülen Abdullah Gülbudak da var. Abdurrahim Aksoy Samsun da Şube Başkanımız oda
işkence ile öldürüldü ve pencereden atılarak atladığı söylendi. Şimdi bu kadar acı çekmiş bir
örgüt 80'de gerçekten Türkiye de var olan kaosun günah keçisi haline geldi. Bizler
mağdurduk. Bizler sürüloyorduk, öldürülüyorduk. Kaç kere Genel Merkezimiz ve
Şubelerimiz bombalandı. Üyelerimizin evleri yakıldı. Yani 12 Eylül öncesi kaos döneminin
mağdurları nasıl oluyorda 12 Eylül de 12 Eylül öncesinin sorumluları haline getiriliyor. Sayın
Hakimler gerçekten başta söylediğim Türkiye de gerçek demokrasi istiyorsak biz yüreğimizde
öyle bir hasret var ise, öyle bir umut var ise bu darbeler ile bizim hesaplaşmamız,
geçmişimizle tekrar söylüyorum yüzleşmemiz gerekiyor. O nedenle sizin verecek olacağınız
kararınız Türkiye açısından tarihi bir dönem olacaktır. Bu dönemi ya başlatacaksınız, ya da
gerçekten o dönemlerin o acısı aynen devam edecek ve Türkiye de gerçek demokrasinin
oluşabilmesinin önünde halen engel olarak kalacaktır. Benim talebim gerçekten bu tarihi
karara sizlerin imza atmasıdır. Teşekkür ediyorum."
KATILAN MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ TEMSİLCİSİ YAŞAR
YILDIRIM veVEKİLLERİ AV.HAMİT KOCABEY, AV.YÜCEL BULUT;
a-) Parti Temsilcisi Yaşar YILDIRIM 04/04/2012 Tarihinde Mahkememizde
vermiş olduğu beyanında; 12 Eylülden parti olarak büyük zararlar gördüklerini, 12 Eylül'e
giden süreçte bir bakanlarının katledildiğini, başkaca partili üyelerinin de öldürüldüklerini,
parti genel merkezi önünde iki üyelerinin öldürüldüğünü, ayrıca darbe sonrasında da
partilerinin kapatıldığını, mal varlığına el konulduğunu, dolayısıyla parti olarak bu davaya
müdahil olma taleplerini tekrarladıklarını, ayrıca Mamak Cezaevinde en az Diyarbakır ceza
evinde olduğu kadar sağcı - solcu ayrımına bakılmaksızın insanlara işkence edildiğini, bunu
bur kez daha kınadığını beyan etmiştir.
b-)Av. Yücel BULUT 11/05/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu
beyanında; parti olarak müdahale dilekçesini vermiş olduklarını ve bir önceki celse
müdahilliklerine karar verildiğini, bu kapsamda bu celse beyanlarını açıklayıcı mahiyette 47
sayfalık dilekçe sunduklarını, ayrıca partilerinin bakanlarından olan Gün Sazak'ın 12 Eylül
öncesinde menfur bir saldırı ile şehit edildiğini, yaptıkları araştırmaya göre olay tarihinden 6
gün önce dönemin Ankara Synt. Komutanı Nihat Özer tarafından Gün Sazak'ın korumalarının
geri çekildiğini, parti yetkililerinin konunun düzeltilmesi yönündeki çabaları sürerken Gün
Sazak'ın saldırıya uğradığını, özellikle bu dosyanın dava dosyası arasına celbini ve Nihat Özer
isimli kişinin de tanık olarak dinlenmesini talep ettiklerini, diğer yandan MHP Genel merkezi
ve Misk Eğitim Merkezinin bulunduğu binaya 30.06.1979 tarihinde saldırının
gerçekleştirilmiş olduğunu, bu olayapolisinde karıştığının bilgileri dahilinde olduğunu,
dilekçelerinde de bu hususu belirttiklerini, gerek Gün Sazak'ın öldürülmesi ve gerekse MHP
merkezine saldırı ile ilgili olarak MİT, Emniyet İstihbarat ve Genel Kurmay daki istihbari
bilgilerin toplanmasını talep ettiklerini, diğer yandan Kahramanmaraş, Çorum ve benzeri
olayların kendilerince de 12 Eylül'e giden yapı taşları olduğunu, yaptıkrlarıaraştırmaya göre
parti yetkilileri tarafından Türkiye'nin bazı bölgelerinde etnik ve mezhebi duygular
kullanılmak suretiyle karışıklık çıkarılmak istendiği yönünde parti genel merkezine itibar
edilecek çeşitli teşkilatlarından bilgiler gelmesi üzerine bir raporun hazırlanmış olduğunu,
Nisan 1978 tarihinde bu raporun Cumhurbaşkanlığı makamına sunulmuş olduğunu,
partilerinin daha sonra 12 Eylül'ün ardından kapatıldığı için bu belgeye kendilerinin
ulaşamadıklarını, ancak Cumhurbaşkanlığı makamından bu belgenin istenebileceğini, söz
konusu belgenin partilerinin yetiklilerinden MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile Konya
Milletvekili İhsan Kabadayı tarafından hazırlanmış olduğunu, aynı raporun dönemin
Başbakanı Bülent Ecevit'in Adalet Bakanlığı ve Yargıtay C. Başsavcılığına da gönderilmiş
160/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
olduğunu, bu konudaki taleplerinin araştırılmasını talep ettiklerini beyan etmiştir.
c-)Av. Yücel BULUT 29/06/2012 Tarihinde Mahkememizde vermiş olduğu
beyanında; geçen celse talepleri üzerine Cumhur Başkanlığına müzekkerenin yazılmış
olduğunu, gelen 86 sayfalık cevabı kendilerinin de incelediklerini, esas itibarıyla taleplerinin
karşılamadığını görünce haricen araştırma yaptıklarını ve duruşma ara kararında geçen
raporun söz konusu dönemde kitap haline getirildiğini ve bir nüsha olduğunu tespit ettiklerini
ve bu kitabın fotokopisini hazırladıklarını, Mahkemeye sunduklarını, ayrıca o tarihlerde
Maraş da ciddi tedbirler alınmadığı takdirde büyük olayların çıkması kuvvetle muhtemeldir
şeklinde dönemin MHP genel başkanı Alparslan Türkeş'in basına yansıyan beyanlarını içerir
belgelerin bir nüshasınıda Mahkemeye sunduklarını beyan etmiştir.
d-) Av. Yücel Bulut27/12/2013 tarihli beyanında:
"Daha evvel sayın başkan birkaç defa sayın mahkemenize savcılık iddianamesinde
eksik ve hususlar hakkında aktarmış bu konularda tevsi tahkikat talebinde bulunmuştuk bu
taleplerimizin bir kısmı sayın mahkemeniz tarafından kabul gördü ve tevsi tahkikat
taleplerimiz doğrultusunda işlem yapıldı ancak dosyanın geldiği aşama itibari ile savcılık
tarafından açıklanan mütalayı incelediğimizde tevsi tahkikat talebimize konu olan hususların
yer almadığını gördüğümüz için fazla vaktinizi almadan sabrınıza sığınarak MHP nin
huzurdaki yargılamaya ilişkin görüşlerini düşüncelerini ve mütala hakkındaki görüş ve
düşüncelerimizi bir kez daha özetlemek istiyoruz bunun içinde 12 eylüle giden sürece ilişkin
tekrar hatırlatmak istediğimiz noktalar var öncelikle bilinmelidir ki Demokratik prensipler
çerçevesinde siyaset arayışlarını kararlılıkla sürdüren Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelik
teveccüh karşısında panikleyen ve MHP kadrolarını marjinalize etmek telaşına düşen anarşi
sevdalıları, askeri müdahaleye giden süreçte defalarca MHP konvoylarına saldırılar
düzenlemiş ve seçim çalışmalarını sabote etmişlerdir. Demokrasiyi özümsemiş herkes
tarafından lanetlenen bu saldırılar, MHP kadrolarının parlamenter, demokratik siyasal hayata
olan inançlarını sarsarak demokrasi dışı arayışlara yönelmesi amacıyla tasarlanmış kurguların
neticesidir. Hemen her saldırı sonrasında anarşi karşısında kanun hakimiyeti taleplerini
yinelemesine rağmen, Milliyetçi Hareket Partisi’nin “yasal mevzuata uygun faaliyetleri”
anarşinin hedefi olmaktan kurtulamamış, tüm yetkiyi elinde bulunduranlar, MHP’NİN ve
yasal zemindeki faaliyetlerinin güvenliğini sağlamak yerine seyirci kalmayı tercih etmişler ve
anarşinin tırmanışına doğrudan ya da dolaylı desteklerini sürdürmüşlerdir. MHP’nin seçim
çalışmalarına yönelen sabotajlardan bir kısmı şu şekilde sıralanabilecektir.24.03.1979
tarihinde Samsunun Havza İlçesinde içerisinde MHP Genel Başkanının da bulunduğu
konvoya saldırı düzenlenmiştir. iki polis 4 kişi silahla 15 kişi de bıçakla yaralanmıştır.
24.03.1979 tarihinde düzenlenen MHP’NİN Samsun Mitingine 500 kişilik bir grup saldırı
düzenlemek istemiş, yaptıkları korsan gösteri polis tarafından dağıtılmıştır.13.05.1979
tarihinde Denizli’nin Sarayköy İlçesi’nde içerisinde MHP Genel Başkanı’nın da bulunduğu
konvoya saldırı düzenlenmiştir.30.08.1980 tarihinde Ankara Ümitköy Bölgesi’nde MHP
Genel Başkanı’nın üç araçlık konvoyunun önü barikatlarla kesilerek saldırı düzenlenmiş,
koruma polislerinin son andasilahla karşılık vermesi üzerine saldırı defedilmiştir. 22.09.1979
tarihinde Burdur Mitingi sonrasında MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in makam aracına
ateş açılmış, kurşunlar MHP Seçim otobüsüne saplanmış, 20 kişilik bir grup MHP konvoyuna
taşlı sopalı saldırıda bulunmuşlardır.28.05.1977 tarihinde Kırıkhan Mitingi öncesinde MHP
Genel Başkanı Alparslan Türkeş’i karşılamaya gelen MHP Milletvekili adayı Ahmet Mithat
Arslan’ın 34 SR 386 plakalı aracı kurşun yağmuruna tutulmuş, milletvekili adayı kurtulmuş,
araçta 15 kurşun deliği açılmıştır.28.05.1977 tarihinde Kırıkhan Mitingi sonrasında MHP
Konvoyu önceden hazır bekletildiği açık olan bir grubun taşlı sopalı saldırısına
uğramıştır.1977 Mayıs ayında Nevşehir mitingi öncesinde MHP Konvoyuna saldırı
düzenlenmiştir. 12.09.1979 tarihinde İstanbul Alibeyköy’de düzenlenen parti toplantısı
161/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
öncesinde Girne Caddesi girişinde 3 kişi tarafından açılan ateş sonucunda Tacettin Kösretaş
vefat etmiş, Mehmet Üstün isimli partili ağır yaralanmıştır. 12.09.1979 tarihinde Kadıköy’de
MHP Konvoyuna silahlı saldırı düzenlenmiş, saldırı sırasında bildiri dağıtmak üzere
konvoyda bulunan Selahattin Tektaş hayatını kaybetmiştir. 25.04.1979 tarihinde MHP Rize
Mitingi öncesinde miting konusunda bildiri dağıtan parti görevlilerine taşlı sopalı saldırı
düzenlenmiştir. Yüzlerce örneği sıralanabilecek bu saldırı ve sabotajlar MHP’Yİ meşru
siyasetten ve meydanlardan koparmak ve marjinalize etmek amacıyla oluşturulmuş
tertiplerdir. Tüm bu açık tertiplere rağmen MHP meydanlardan çekilmemiş, siyasal bir
dinamik olarak politikalarını, hedeflerini ve programını vatandaşı ile paylaşarak oylarını
artırmaya devam etmiştir. Benzer saldırıların ne MHP’YE ne de diğer siyasi partilere
yapılmasını asla ve asla onaylamayan ve bu nedenle anarşinin kaynağının, sağ sol ayrımı
yapılmaksızın kanun hakimiyetinin mutlak uygulanması suretiyle kurutulması gerekliliğini
savunan MHP, ne yazık ki yetki sahiplerinin gevşek tutumları karşısında savunmasız
bırakılmıştır. Sanıkların darbelerine gerekçe olarak gösterdikleri anarşi eylemlerinden bir
tanesi Ümraniye Katliamıdır. 16 Mart 1978 tarihinde Türkiye’yi ayağa kaldıran bir katliam
yaşanmıştır. İstanbul Ümraniye’de Otosan’da MİSK’E bağlı olarak çalışan ve ülkücü olduğu
bilinen Ömer Bayraktar, Salih Uluğ, Bahri Bilgin, Cevat Koca ve Sinan Koca isimli işçiler
kaçırılmış ve Halk Mahkemesi denilen sözde bir mahkemede, anarşiden beslenen odaklar
tarafından sorgulanmış ve ülkücü olmaları nedeniyle hunharca katledilmiştir. Elleri ve
ayakları bağlandıktan sonra taş ocaklarının bulunduğu bir bölgeye götürülen beş işçinin
kulakları kesilmiş, gözleri oyulmuş, ayakları taşla ezilmiş, erkeklik uzuvları kesilmiş ve tüm
bunlardan sonra kafalarına kurşun sıkılmıştır. Cesetleri ise olaydan beş gün sonra köpekler
tarafından parçalanırken bulunmuştur. İstanbul Valisi bu hunharca katliam karşısında failleri
aramak yerine cenaze namazlarını kıldırmamak amacıyla bütün güvenlik güçlerini seferber
etmiştir. Istanbul’un bütün güvenlik birimlerini cenaze töreninde görevlendiren Istanbul Valisi
hedefine ulaşmış ve naaşlar cenaze namazı kılınamadan memleketlerine gönderilirken, katiller
İstanbul danellerinikollarını sallayarak bir daha yakalanmamak üzere kaçırılmışlardır.
Katliamın ortaya çıkması sonrasında ülkede infial yaşanmış ve anarşinin ulaştığı boyut bir kez
daha gözler önüne serilmiştir. Toplumun hemen her kesimi tarafından lanetlenen bu hain
saldırı sonrasında olayın yasadışı sol örgütler (TİKKO) tarafından yapıldığı anlaşılmıştır.
Hiçbir suçu bulunmayan ve gündelik politik çekişmelerin tarafı olmaktan uzak, sadece
çocuklarının nafakasının peşinde koşan beş işçinin katledilmesinin sıradan bir adliye yakası
olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Örnek olarak dilekçede yer verilen bu menfur
katliam hiç kuşku yok ki, ülkeyi iç savaş ortamına sürüklemek isteyenlerin ajandasında yerini
almıştır. Amaç kitlesel saldırılar ile MilliyetçiHareket Partisi mensuplarını intikam
duygularına sevk etmek ve devlet otoritesinin bütünüyle ortadan kalkacağı anarşi düzenine
geçişin kapılarını sonuna kadar aralamaktır. Nitekim aradan 23 yıl geçtikten sonra Milliyetçi
Hareket Partisi İstanbul Milletvekili Mehmet Gül, İçişleri Bakanı Sadettin TANTANIN
yanıtlaması istemi ile bir soru önergesi vermiştir. İçişleri Bakanı Sadettin TANTAN soru
önergesine verdiği cevapta “16.3.1978 Tarihinde İstanbul İli Ümraniye İlçesi Mustafa Kemal
Mahallesinde Bir Kahvehanede, Ömer Bayraklar, Cevat Koca, Salih Uluğ, Sinan Koca Ve
Bahri Bilge’nin öldürülmesi olayı ile ilgili olarak, güvenlik görevlilerince yapılan çalışmalar
neticesinde eylemin yasadışı silahlı terör örgütü (TKPIMLTİKKO)’ne mensup (8) kişi
tarafından gerçekleştirildiğinin belirlendiği, bunlardan üçünün yakalanarak tutuklandığı,
yasadışı silahlı örgüte üye olmak ve tasarlayarak adam öldürmek suçundan 1 inci ordu
komutanlığı 2 no’lu askeri mahkemesinin 19801222 esas, 19811426 karar sayıları ile
yargılandıkları, olayın firari durumda bulunan diğer (5) örgüt mensubunun aranmasına devam
edilmekte olduğunu” belirtmiştir. Göreceği üzere bu menfur katliamın failleri malum olmakla
birlikte aradan 34 yıla rağmen yakalanamamıştır. 3 Ekim 1978 tarihinde Milliyetçi Hareket
Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı ve oğlu Mustafa Haşatlı yasa dışı sol örgüt
162/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
militanlarınca katledilmiştir. Baba oğul birlikte Göztepe Kayışdağı Caddesi üzerinde
araçlarını park ettikleri esnada uğradıkları saldırı sonrasında hayatlarını kaybetmişlerdir.
Recep Haşatlı ve oğluna yönelik saldırının THKP-C/MLSPB isimli bir örgüt tarafından
gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Olaydan yaklaşık iki yıl sonra yakalanan bazı militanlar Recep
Haşatlıyı polis kıyafetleri icerisinde kimlik kontrolü bahanesi ile durdurduktan- sonra
katlettiklerini etmişlerdir. Mütevazı kişiliği, inanç ve değerlerini demokratik bir çerçevede
dile getiren mutedil tavrı ve anarşinin son bulması konusundaki kararlı tutumlarına rağmen
İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı’nın katledilmesi tarihe karanlık ve lanet bir saldırı olarak
geçmiştir. Hemen her gün oluk oluk kan aktığı günlerde, güvenlik ve asayişin sağlanması
konusunda bütün yetkileri elinde bulunduranlar anarşinin doğrudan hedefi haline gelmiş bir
siyasi partinin İstanbul İl Başkanı’nı korunmaya değer görmemiş ve adeta saldırıya davetiye
çıkarmışlardır. Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul İl Başkanı’na yönelik saldırıyı
gerçekleştiren militanlardan bir kısmının 24 Ağustos 1980 tarihinde Bayrampaşa
Cezaevi’nden kaçmış olduklarını hatırlatmakta yarar bulunmaktadır. Milliyetçi Hareket
Partisi’nin mensuplarına 12 Eylül askeri müdahalesine kadar geçen süreçte ve birçoğu da
Sıkıyönetim İlanından sonra sayısız saldırı düzenlenmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, Dünya
Siyaset tarihinde bir eşine rastlanmayacak şekilde 12 İl Başkanını, 44 İlçe Başkanını ve 3 500
den fazla mensubunu teröre kurban vermiş bir siyasal partidir. 12 Eylül askeri Müdahalesi
öncesinde yaşanan en önemli provokasyonlardan bir tanesi hiç şüphesiz Gümrük ve Tekel
Eski Bakanı ve Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın şehit
edilmesidir. 27 Mayıs 1980 tarihinde, yani askeri müdahaleden yaklaşık 4 ay önce, memleketi
Eskişehir’den eşi ve çocukları ile birlikte Ankara’daki evine dönen Gün Sazak evinin önüne
park etmiş olduğu aracının bagajını açarken otomatik silahlarla açılan ateş sonrasında hayatını
kaybetmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı olan merhum Gün Sazak ailesinin
gözleri önünde hunharca katledilmiş ve böylece ihtilale giden yolda kanlı bir saldırının hedefi
olmuştur. Merhum Gün Sazak’ın şehit edilmesi askeri müdahale için “şartları olgunlaştıran”
en önemli mihenk taşlarından birisi olması nedeniyle, bugün bile tüm yönleriyle
aydınlatılamamış, karanlık bir provokasyondur. Bakanlık yaptığı dönem boyunca hemen her
siyasi görüşten yurttaşların ve politikacıların takdirlerini toplayan, dürüstlüğü, çalışkanlığı ve
memlekete sevgisi herkes tarafından bilinen merhum Gün Sazak’ın hayatını kaybetmesi,
memleketin huzur ve barışını hedef almıştır. Gün Sazak’ın şehit edilmesi, devlet içerisinde
yuvalanmış bazı karanlık odakların desteği ile gerçekleştirilmiştir. Bu konudaki somut veriler
bugüne kadar tahlil edilememiş ve yargı organlarınca yeterince değerlendirilememiştir. Gün
Sazak’ ın, darbeye zemin oluşturmak amacıyla, bu amaca hizmet eden bir yapının yasa dışı sol
örgütleri taşeron olarak kullanarak hazırladığı bir tertip sonucu şehit edildiğinden şüphe
duyulmamalıdır. Şöyle ki; 12 Eylül 1980 tarihli askeri müdahaleye kadar olağanüstü yetkilerle
donatılmış bulunan Sıkıyönetim Komutanları bir çok vilayette tüm yetkileri ellerine almış
olmasına rağmen, her ne hikmetse anarşiyi önlemek kudretini ortaya koyamamışlar, hatta bir
çok provokasyon Sıkıyönetim ilan edilen vilayetlerde artarak yaşanmaya devam etmiştir.
Sıkıyönetim İlan edilmesi ile birlikte Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’na Korgeneral Nihat
Özer atanmıştır. Usulsüz uygulamaları, ideolojik tavırları ile tesis etmekle görevli olduğu
düzeni alt üst etmiş ve anarşinin bütünüyle artmasın vesile olmuştur. Merhum Gün Sazak
1977 tarihinde kurulan Milliyetçi Cephe hükümetinde Gümrük ve Tekel Bakanı olarak görev
yapmış ve görev süresi boyunca ortaya koymuş olduğu yüksek vazife şuuru ile gümrük
kapılarındaki kaçakçılığın kökünü kazımıştır. CHP’nin sol kanadından Izmir
MilletvekiliSüleyman Genç bile “Ben inceledim, cumhuriyet kurulduktan bu yana
gümrüklerdeki soygunufikri ve felsefesi benim yüzde yüz tes olan Gün Sazak önlemiştir’
diyerek Gün Sazak’ın hakkını teslim etmiştir. Bakanlık vazifesi sırasında kaçakçılıkla
mücadele konusundaki net ve kararlı tavrı sayesinde birçok yasa dışı oluşumun da hedefi
163/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
haline gelen Gün Sazak, Bakanlık vazifesinden ayrılmasından sonra da MHP’de yöneticilik
görevlerinde bulunmuş ve siyasi hayatına devam etmiştir. Yapmış olduğu kritik görevler ve bu
görevleri ifa ederken ortaya koymuş olduğu tutum nedeniyle hedef haline geldiği bilinen Gün
Sazak Devletin güvenlik birimleri tarafından da korunmaya devam edilmiştir. Ancak garip bir
şekilde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı görevini yürütmekte olan Korgeneral Nihat Özer
tarafından, şehit bakan Gün Sazak’ın korumaları geri çekilmiş ve suikaste sayılı günler kala
merhum Gün Sazak savunmasız bir şekilde bırakılmıştır. Nitekim Tekel Eski Genel Müdürü
Esat Güçhan şahit olduğu bu şüpheli durumu değişik vesilelerle kamuoyu ile paylaşmıştır.
Tekel Eski Genel Müdürü Esat Güçhan “Gün Bey’in koruması vardı fakat alınmıştı. Ben
kendisini ziyarete gittiğimde hiçbir güvenlik görevlisi görmeyince rahatsız oldum. Bunu
kendisine de ifade ettim. Gün Bey bekçinin geri çekildiğini ancak müdahale etmememi istedi.
Ben buna rağmen Ankara Valisi Vecdi Gönül’e gidip Gün Bey’in korumasının alındığını ve
yerine kimsenin görevlendirilmediğini söyledim ve kendilerinden şahsi ilgilerini istirham
ettim. Fakat 0 zaman sıkıyönetim var ve Ankara Sıkıyönetim Komutanı, Korgeneral Nihat
Özer, Vecdi Bey korumayı sıkıyönetim komutanının kaldırdığını vali olarak re’sen koruma
veremeyeceğini ancak partinin sıkıyönetim komutanına resmi yazı yazarak koruma
isteyebileceğini söyledi. Bu durumu Gün Bey’e aktardım, ‘Allah’ın takdiri ne ise o olur,
insanı bekçiler değil Allah korur” dedi.” şeklinde beyanda bulunarak yaşadıklarını kamuoyuna
aktarmıştır. Gün Sazak gibi kritik bir görevi yerine getirmiş bulunan, mafya örgütlerinin ve de
yasa dışı terör örgütlerinin doğal hedeflerinden biri olan siyasi bir şahsiyetin korumasının geri
çekilmesi araştırılması gereken önemli bir konudur. Zira anarşiyi önlemek üzere vazife alan
ve olağanüstü yetkilerle donatılan bir Sıkıyönetim Komutan ‘nın ülkenin kardeş kavgasına
sürüklendiği buhranl1 günlerde böyle bir tasarrufta bulunmasının gerekçeleri ortaya
konulmalıdır. Bugün tüm siyasi tarih otoriteleri tarafından Askeri Müdahaleye zemin
hazırlanması amacıyla katledildiği kabul edilen Gün Sazak’ın neden korumasız bırakıldığı,
aynı zamanda memleketi kardeş kavgasına sürükleyenlerin de şifre edilmesi anlamını
taşıyacaktır,” İzah edilen gerekçelerle;Halen hayatta olan dönemin Sıkıyönetim Komutanı
Nihat Özein sayın mahkeme huzurunda beyanının alınarak, bu şüpheli tasarrufunun
kendisinden sorulmasını,Bu yönde bir emir almak suretiyle bu tasarrufu gerçekleştirmişse
emir verenlerin kendisinden sorulmasın ı,Ankara Valiliği ve İl Emniyet Müdürlüğü’ne
müzekkere yazılarak Gün Sazak’a hangi tarihler arasında koruma tahsis edildiğinin ve
korumasının geri çekilmesine ilişkin bilgi, belge ve kayıtların sorulmasını, Genelkurmay
Başkanlığına müzekkere yazılarak Gün Sazak’ın korumasının/korumalarının geri çekilmesine
ilişkin Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın tasarruflarını gösteren her türlü belge ve bilginin
dosya içerisine istenilmesini, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı ve Milli
İstihbarat Teşkilatına müzekkere yazılarak 27 Mayıs 1980 tarihinde şehit edilen merhum Gün
Sazak’ın, şehit edilmesi öncesine ilişkin ihbar ya da şikayetleri içeren bilgi, belge ve istihbarat
raporları ile saldırı sonrasında düzenlenen ve suikaste ilişkin olan her türlü bilgi ve belgenin
istenilmesini,Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No’lu Askeri Mahkemesinde görülen Gün
Sazak cinayetine ilişkin dosyasının mahkeme dosyası içerisine istenilmesini zaruri
görmekteyiz. Merhum Gün Sazak’a yönelik saldırının asli faillerinin halen yakalanamadığını
ifade etmekte yarar bulunmaktadır. Sayın savcılık makamı tarafında huzurdaki yargılamaya
ilişkin düzenlenen iddianamede “27 Mayıs 1980 tarihinde MHP’nin ileri gelenlerinden Genel
Başkan Yardımcısı Gün SAZAK öldürüldü. Bu suikastın ardından Gün SAZAK’ın
komünistler ve solcular tarafından öldürüldüğünün ortaya atılması üzerine Türkiye’nin her
tarafında büyük protesto eylemleri yapıldı. Daha önce Kahramanmaraş ve Malatya’da ortaya
konan kaos senaryosu bu kez Çorumda sahnelendi. Kentin Alevi mahallelerine saldırı yapıldı.
İlk saldırılarda 4 kişi öldü. 100’den fazla ev ve işyerine zarar verildi” şeklindeki
değerlendirme ile yanlış bir düşüncenin ortaya konulduğunu da belirtmek isteriz. Birincil
olarak belirtmekte yarar vardır ki, Gün Sazak’ın komünistler ve solcular tarafından
164/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
öldürüldüğü ORTAYA ATILMAMIŞ, bizzat yasa dışı sol örgütler tarafından bu saldırı
üstlenilmiştir. Kaldı ki bu konudaki mahkeme dosyası istenildiğinde görülecektir ki, Merhum
Gün Sazak, Dev-Sol Merkez Komitesi’nin kararının militanlarınca uygulanması sonucunda
şehit edilmiştir. Bu durum da yargı kararı ile tespit edilmiştir. Esas mesele yaşa dışı sol
örgütleri böyle bir saldırıda taşeron olarak hangi güç merkezlerinin kulanmış olduğudur.
Sayın savcılık makamının iddianamenin kaleme alınış tarzında düşmüş olduğu hatadan
olmasını umduğumuz bir diğer yanlış değerlendirmesi ise Gün Sazak Bey’in şehit edilmesi
sonrasında çıkan Çorum olayları ile bu hain saldırı arasında rabıta kurulmuş oluşudür. Çorum
Olayları hiçbir şekilde Gün Sazak’ın şehit edilmesi sonrasında ortaya konulmuş bir tepki
olmadığı gibi, MHP ve ülkücü kuruluşların bugün dahi lanetlediği menfur bir hadisedir. Bu
olaylar nedeniyle 17 kadar ülkücü de hayatını kaybetmiştir. Gün Sazak Bey’in vefatı
sonrasında MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in yapmış olduğu açıklama dikkatle
incelendiğinde, intikam çığlıkları değil demokrasiye bağlılık görülecektir. Nitekim Gün
Sazak’ın cenaze töreninde toplanan mahşeri bir kalabalığa hitap eden Merhum Türkeş “İşte
Türkiye’de mücadele budur. Bir yanda Türk Devleti yaşasın, güçlü olsun, Türk Milleti mutlu
ve müreffeh olsun,demokratik parlementer rejimimiz yıkılmasın, Milli ve manevi
mukaddeslerimiz korunsun diyenlerle diğer yanda devleti kundaklayanların, milletimizin
boynuna esaret zincirini vurmak isteyenlerin, demokrasi ve parlamenter rejim düşmanlarının
ve bütün kutsal şeylerimiz yıkmak isteyenlerin mücadelesidir. Yıkılmak istenen Türk
Devleti’dir, kurşunlanan Türk Milleti’dir, Öldürülen Türk Demokrasisi’dir” şeklinde
değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu nedenle sayın savcılık makamının Gün Sazak suikasti ile
Çorum olayları arasında rabıta kuran değerlendirmesini onaylamamaktayız. Ancak şu
bilinmelidir ki, Gün Sazak Bey’i şehit eden cinayet şebekelerinin arkasındaki güç merkezi
kimse, Çorum’da milletimizi mezhep çatışmasına sürüklemek niyetini taşıyarak kardeşkanı
akmasına sebebiyet verenler de aynıdır. Türkiye’yi kardeş kavgasına götüren sürecin bir
darbeye zemin hazırlamanın alt yapı çalışmalarına dönmesi üzerine Sıkıyönetim’in seyirci
kaldığı; toplumu yılgınlık, korku ve paniğe yönelten vahşi katliamlar birbiri ardına gelmeye
başlamıştır. Toplumu “bir kurtarıcı arayışı” içerisinde çaresizliğe sürükleyen ve bugün gerçek
failleri tarihin huzurunda çoktan mahküm olan kanlı sürecin içerisinden dikkat çekenlerden
bir tanesi “Erkenez Kardeşler Olayı” olarak da bilinen Beşiktaş Katliamıdır. Sıkıyönetim
İdaresi altındaki İstanbul Beşiktaş’ta yaşayan Serdar, Levent ve Uğur Erkenez isimli
vatandaşlarımız, askeri müdahaleden 7 ay önce katledilmiştir. İstanbul Işık Mühendislik
Yüksek Okulu ve İDMMA öğrencisi olan üç genç THKPC/MLSPB isimli örgütün, karanlık
odaklarla yaptığı işbirliği sonucunda 21.02.1980 gecesi hunharca katledilmiştir. Babaları ile
yaşadıkları eve yapılan baskın sonrasında, babalarının gözü önünde öldürülen Erkenez
Kardeşlerin vahşice katledilmesi sonrasında basın yayın organlarında yer alan bu fotoğraf,
olayların ne denli acımasız ve zalimce boyutlara ulaştığını göstermesi açısından önemlidir.
Hiçbir fikir sistemi tarafından tasvip edilmesi mümkün olmayan, vahşice ve sistemli olarak
işlenen bu ve buna benzer cinayetlerin tek bir amacı bulunmaktadır: Yangın yerine dönen
Anadolu’da kardeş kavgasını körüklemek ve Aziz Milletimizi Uluslararası Şebekelerin
kuklası haline gelen cuntadan medet umar hale getirmek!!! 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi
öncesinde yaşanan anarşinin belirli bir amaca yönelik ve güdümlü bir organizasyonun
mahsulü olduğunun en önemli kanıtlarından birisi Sıkıyönetim idaresi altındaki Adana’da altı
öğretmenin şehit edilmesidir. 18 Eylül 1979 tarihinde Adana’da silahlı ve maskeli kişiler 6
bekar öğretmenin kaldığı bölüme girmiş ve öğretmenleri katletmişlerdir. Vahşice işlenen
cinayetler zincirine bir yenisi daha eklenmiş ve 6 masum öğretmen hiçbir gerekçesi
olmaksızın öldürülmüştür. Bu saldırının en dikkat çeken bu öğretmenlerin farklı siyasi
görüşlere mensup oluşudur. Zira bekar evinde birlikte kalan bu öğretmenlerden ikisi ülkücü
kökenli, dördü ise sol görüşlüdür. Bu olay başlı başına göstermektedir ki, güdümlü anarşi
ideolojik bir kaygıdan ziyade, gizli bir ajandadan beslenmek ve hedef ayırt etmemektedir
165/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ülke-neredeyse bütnüyIe-anarşiye-ve yasa dışı örgütlerin sokak hakimiyetlerine terk
edilmişken, her meslek grubuna yönelen saldırılara bir yenisi eklenmiş, halk içerisine düştüğü
çaresizlikle inletilmiştir. Eylem tarzının incelenmesi bu eylemin siyasal kaygılardan
beslenmediğini de ortaya koymaktadır. Zira saldırganların binanın içerisinde öğretmenlerin
kaldıkları bölüme kadar bilgi sahibi olmaları, öğretmenlerin farklı dünya görüşlerine sahip
olduklarını da bildiklerini ve öncesinde yeter düzeyde istihbaratla donatıldıklarını
göstermektedir. Ancak eve giren karanlık güçler fikri bir aynm yapmaksızın bütün
öğretmenleri katletmişlerdir. Her geçen gün artan ve yasa dışı sol örgütlerin taşeron olarak
kullanıldığı anarşi eylemleri, fertlere yönelik saldırıları aşmış ve acemi işi olmadığı açık olan
profesyonel eylemlerle M.H.P’NİN kurumsal yapısına da yönelmiştir. Nitekim 30 Haziran
1979 tarihinde Sıkıyönetim İdaresi altındaki Ankara’da bulunan M.H.P Genel Merkezi’ne
saldırı düzenlenmiştir. 11 kar maskeli şahıs Bahçelievler Polis Karakolu’na yalnızca 50 metre
uzaklıktaki M.H.P Genel Merkezi binasına önce 6 adet el bombası atmış ve akabinde de
otomatik silahlarla rastgele ateş açmaya başlamışlardır. Sıkıyönetim, bir siyasi partinin Genel
Merkez binasını dahi korumaktan aciz! kalarak suçsuz ve masum insanların ölümüne seyirci
olmuştur. Nitekim birçok mensubu, il ve ilçe başkanları, parti binaları, yan kuruluşları hedef
olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin nihai olarak Genel Merkezine de saldırı düzenlenmiştir. Bu
saldırı sırasında Ali Alper Demir ve Ömer Yüce isimli iki kişi hayatını kaybetti. Bahçelievler
Polis Karakolu’na yalnızca elli metre uzaklıkta bulunan ve polis tarafından korunan bir siyasi
partinin genel merkezine saldırmak cesaretini gösterenler, bu kudreti nereden bulmuşlardır?
Hiç şüphe yok ki bu saldırı sıradan üç-beş çapulcunun macera arayışı ya da ideolojik eylemi
değildir. Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelik baskının hemen öncesinde MHP’nin
güvenliğinden sorumlu bulunan polis memurlarının ellerinde bulunan ve her hangi bir
saldırıyı etkili bir şekilde defetmeye oldukça elverişli bulunan otomatik silahlar geri alınmış
ve bu polis memurlarına “çakaralmaz” diye tabir edilen basit silahlar dağıtılmıştır. Polisin
elinden otomatik silahların alınması sonrasında bu saldırının yapılması oldukça anlamlıdır!
Nitekim saldırı sonrasında bir basın toplantısı düzenleyen M.H.P Genel Başkanı Alparslan
Türkeş bu konuya değinerek MHP’Yİ koruyan polislerin otomatik silahlarının saldırıdan
hemen önce geri alınmasının tesadüf olamayacağını ifade etmiştir. Olay sonrasında açıklama
yapan Emniyet Genel Müdürlüğü’nün üst düzey bir yetkili ise yaşananları “Bunu isteyenler
(olayı yapanlar) olayların bir kan davasına dönüşmesini istemektedir. Her halükarda
vurgulanmak istenen, bu önlemlerle bu rejimle olmaz demeye getiriyorlar. Reaksiyonu davet
edecek aksiyona geçiyorlar Yapmak istedikleri şudur: 40 Milyonun 20 Milyonunu öbür 20
Milyonla düşman haline getirmek’ şeklinde izah etmiştir.Gerçekten Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Merkezine ve aynı zamanda MİSK Eğitim Merkezine yönelik saldırılar toplumun
demokrasiye olan inancını sarsmak insanların inanç değer ve gelecek kaygılarına ilişkin
umutlarını bağlamış oldukları siyasal partilerin anarşi nedeniyle artık çalışamaz hale geldiğini
ortaya koymak amacına dönük birer provokasyondur. Bu menfur saldırının açık bir
provokasyon olduğu çok geçmeden anlaşılmış, saldırıyla ilgili olarak THKP-C militanlığına
soyunmuş 2 Komiser muavini, 15 polis ve 1 polis okulu öğrencisi saldırının sorumlusu olarak
gözaltına alınmıştır. Mİ-IP’yi korumakla görevli polislerin silahlarının toplanmas[ sonrasında,
garip bir -şekilde kar maskeli ve THKP-C militanı polisler MHP Genel merkezine saldırı
düzenlemişlerdir, bu karanlık saldırının arkasındaki güç odakları hiçbir zaman hesap
vermemişve gerçek cinayet şebekeleri yargı önüne çıkarılamamıştır. Türk Siyasi tarihinde
emsali olmayan bu garip, karmaşık ve karanlık saldırı hiç şüphe yok ki araştırılmalı ve bu
konudaki hakikatler ortaya konulmalıdır. Bu nedenle Milliyetçi Hareket Partisi olarak MHP
Genel Merkezi’ne yönelik bu saldırıyla ilgili olarak;Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yazı
yazılarak 30.06.1979 M.H.P. Genel Merkezi’nin bombalanması ve otomatik silahla
taranmasına adı karışan Emniyet Görevlilerinin tam listesinin istenilmesini,Aynı kurumdan
adı geçenlerle ilgili olarak yapılan idari ve adli soruşturmalara ilişkin elde bulunan bilgi ve
166/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
belgelerin dosya içerisine istenilmesini,TL Başbakanlık MJ.T Müsteşarlığına yazı yazılarak
30.06.1979 tarihinde M.H.P Genel Merkezi’ne yapılan bombalı ve silahlı saldırıya ilişkin
olarak elerinde bulunan tüm kayıt ve dokümanlar ile varsa istihbarat raporlarının
istenhlmesini,Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazılarak 3OO6.1979 tarihinde M.H.P Genel
Merkezi’ne yapılan bombalı ve silahlı saldırıya ilişkin olarak elerinde bulunan tüm kayıt ve
dokümanlar ile varsa istihbarat raporlarının istenilmesini,Bu saldırı hakkında varsa açılmış
ceza davasına ilişkin varsa mahkeme dosyasının ilgili birimden istenerek dosya içerisine
alınması talep etmekteyiz. Zira bir siyasi parti genel merkezinin polislerce bombalanması ve
taranması şeklinde özetlenecek bu eylem, darbeye giden yolda hain mihraklar ve darbe
işbirlikçileri tarafından gerçekleştirilmiş en provokatif eylemlerdendir. Parlamenter
demokratik düzeni işlemez hale getirmek niyetini taşıyanlar, demokratik sistemin en önemli
unsuru olan basın yayın kuruluşlarını da hedef haline getirmişler, fikirlerin kamuya açılan
penceresi olan basın yayın kuruluşları ve mensuplarına yönelik amansız saldırılara
girişmişlerdir. Bu süreçte basın yayın kuruluşları terör ve anarşinin açık hedefi haline gelmiş
olmasına rağmen korunmamış ve de karanlık odakların menfur saldırılarının önü açılmıştır.
Türkiye’yi kardeş kavgasına sürükleyen ve yeni bir rejimi silah zoruyla getirmek isteyenlerle,
bunların içeride ve dışarıda yor alan müttefiklerine karşı sadece ama sadece fikirleri ile
mücadele eden masum insanlara saldırılar düzenlenmiş ve basına yönelen olaylar bir dizi
katliama dönüşmüştür. Öyle ki, bu süreçte MHP ile fikri yakınlığı bulunan tüm basın yayın
kuruluşları ve mensupları artan anarşinin hedefi haline gelmiş, ardı arkası kesilmeyen terörist
eylemler ile sindirilmek istenilmiştir. Askeri Müdahaleye giden süreçte MH.P ile fikri
yakınlığı bulunan basın yayın kuruluşlarına yönelik saldırılardan bir kısmı aşağıda
sıralanmıştır.23.01.1978 tarihinde Hergün Gazetesi Muhabiri Beyit Ertürk ve Ekrem Ünal
silahlı saldırıya uğramış ve yaralanmışlardır. Beyit Ertürk daha sonra hayatını kaybetmiştir.04.
1 1 . 1 977 tarihinde Kurtuluş Gazetesi YazıJşleri Müdürü Mehmet Çapar_uğradığı silahlı
saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. 24.11.1978 tarihinde Hergün Gazetesine silahlı 15 kişi
tarafından saldırılmış ve gazete binası taranmıştır.21.01.1979 tarihinde Sıkıyönetim
uygulamalarına ilişkin eleştiriler içeren bir yazı kaleme alan Hergün Gazetesi köşe yazarı
Doç.Dr.Necmettin Hacıeminoğlu ve sorumlu yazı işleri müdürü Veyis Sözüer İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından tutuklanmıştır.19.09.1979 tarihinde Hergün Gazetesine
ait SLıltanahmet semtindeki binaya silahlı saldırı düzenlenmiş ve 8 kişilik bir grup tarafından
bina yaklaşık 5 dakika taranmıştır. Saldırıda Mürsel KARATAŞ isimli İTİA öğrencisi,
Malatya Ülkü Ocakları Eski Başkanı hayatını kaybetmiştir. Hergün Gazetesi İdari Müdürü
Hulusi Yavaşlar ile Muzaffer Akıncı isimli bir görevli yaralanmıştır. Saldırıyı THKPC/MLSBP isimli örgüt üstlenmiştir. Saldırı sonrasında İstanbul Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye
Gazeteciler Sendikası ve Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası ortak bir açıklama yaparak
saldırıyı kınamışlar ve de “saldırının asıl amacının Anayasa, rejim ve Atatürk İlkeleri olduğ”
vurgulamışlardır. TSİP ise yaptığı açıklamada saldırıyı “kendini bilmez bir avuç maceracının
çıiriştii eylem” olarak değerlendirmiştir. 29.03.1979 tarihinde Tercüman Gazetesi Adana
Bürosuna saldırı düzenlenmiştir.25.12.1979 tarihinde Hergün Gazetesi Ankara Bürosu’na
bombalı saldırı düzenlenmiştir.29.01.1980 tarihinde Tercüman Gazetesi Adan Bürosu’na
bombalı saldırı düzenlenmiştir.01.03.1980 tarihinde Hergün Gazetesine ait Sultanahmet
semtindeki binaya silahlı saldırı düzenlenmiştir.19.11.1979 tarihinde MHP İstanbul İl
Yönetim Kurulu Üyesi Gazeteci Yazar İlhan Darendelioğlu uğradığı silahlı saldırı sonucunda
hayatını kaybetmiştir. Saldırıyı THKP-C/DEVRİMCİ SEMPATİZANLAR BİRLİĞİ isimli
örgüt üstlenmiştir. Olay tüm siyasi görüşlerce kınanmış ve nefretle karşılanmıştır. Bülent
Ecevit de olay sonrasında yapmış olduğu açıklamasında ‘Darendelioğlu’na karşı işlenen
cinayet, insanlıktan uzaklaşmış bazı demokrasi düşmanlannın basın özgürlüğüne ve
demokrasiye tahammülsüzlüklerinin yeni ve acı bir örneğidir” ifadelerine yer vermiştir. MHP
Genel Başkanı Alparslan Türkeş ise saldırı sonrasında “Partimiz mensuplarına yönelik
167/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
saldırılar MHP katliamına dönüşmüştür diyerek sonu gelmeyen saldırıları lanetlemiştir. 1980
yılı İstanbul daTürk Ticaret Bankası Mercan Şubesi’nin soyulması esnasında 2 masum
jandarma erinin şehit edilmesine kullanılan silahın Ilhan Darendelioğlu’nun şehit edilmesinde
kullanıldığı sonradan anlaşılmıştır.04.04.1980 tarihinde Ortadoğu Gazetesi Başyazar Ismail
Gerçeksöz uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir. Ilhan Darendelioğlu’nun
katledilmesi sonrasında Başyazarlığa geçen Ismail Gerçeksöz otobüs durağında oğlu ile
birlikte olduğu bir sırada saldırıya uğramış ve oğlu da bu saldırı sırasında ağır yaralanmıştır.
MHP Istanbul Il Sekreterliği görevini de bir süre yürüten İsmail Gerçeksöz’ün vefatı
kamuoyunun hemen her kesimi tarafından şiddetle kınanmıştır. Saldırının DEV-SOL isimli
yasadışı sol örgüt tarafından yapıldığı açıklanmıştır.3.12.1979 tarihinde FEDAİ dergisi sahibi
ve Hergün Gazetesi yazarı Kemal Fedai Coşkuner uğradığı silahlı saldırı sonucunda 75
yaşında hayatını kaybetmiştir. . 19.02.1979 tarihinde Hürsöz Gazetesi sahibi MHP Kartal Eski
İlçe Başkanı Erdoğan Hançerlioğlu, eşi ile birlikte uğradığı silahlı saldırı sonrasında hayatını
kaybetmiştir. Saldırıyı THKP-C isimli yasadışı sol örgüt üstlenmiştir. Birçok örneği
sıralanabilecek olan bu saldırılar, siyasi görüşlerini meşru zeminde ve basın aracılığıyla
açıklayan kadroların ve basın mensuplarının sindirilmesi, demokratik rejimin imkan ve
olanaklarının kurutulması, elbette ki inanç ve değerleri olan insanların rejimin varlığı
karşısında umutsuzluğa sevk edilerek yeni arayışlara sürüklenmesi amaçlanarak yapılmıştır.
Sanık Ahmet Kenan Evren, siyasi iradenin anarşinin önlenmesi konusunda her türlü imkanı
sağlayacağına ilişkin teminatına ve sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen anarşiyi önlemek
konusunda tedbirler almak yerine “müdahalenin zamanlaması ve programını” hazırlamak
üzere “özel bir ekip” kurmuş ve başına da Genel Kurmay İkinci Başkanı Haydar Saltık’ı
getirmiştir. Haydar-Saltık’a bu çalışma grubunda iki kurmay subayın yardımcı olarak
görevlendirildiği bilinmektedir. Bu özel ekibin kuruluşunu anılarında “Bir çalışma grubu
kurun. Müdahale zamanı gelmiş midir? Etüt edin” şeklinde anlatan Kenan Evren’in sayın
mahkeme huzurunda bu çalışma grubunu tüm yönleriyle ortaya koyması gerekmekte’ narşinin
önlenmesi konusunda tedbir almak yerine askeri müdahale için ekip oluşturma gerekçelerini
ortaya koyması istenilmelidir. Nitekim söz konusu çalışma grubunun oluşturulduğu tarih 11
Eylül 1979 olarak bilinmektedir. Yani anarşinin bütün ülkede egemen olduğu kanlı bir süreçte
kendilerinden vazife beklenen sanıklar, ülke güvenliğini tesis etmek yerine ne hazindir ki,
anarşiye seyirci kalarak darbeiçin şartların uygunluğu kollayan çşma grupları oluşturmakla
meşguldürler. Sanık Kenan Evren bu çalışma grubuna verdiği göreve ilişkin raporların el
yazısı ile yazılmasını istediğini ve böylece gizliliğin ihlal edilmemesi gerektiğini işaret
etmekte, bu raporları okuduktan sonra dolapta sakladığını belirtmektedir. Nitekim yine
sanığın anılarından teyit edileceği üzere bu çalışma grubu tarafından kendisine sunulan
raporlarda “Memleket günbegün iç harbe doğru sürüklenmekte olduğu, mevcut düzenle
anarşinin ve bölücülüğün önlenmesinin mümkün olamayacağı, mevcut Büyük Millet Meclisi
ile çeşitli problemlerin halledilemeyeceği, eğer ülkenin parçalanması önlenmek isteniyorsa
Meclis’in feshedilmesi ve yönetime el konulması, bir kurucu meclis kurulması, geç kalınırsa
Silahlı Kuvvetlerin de bir iç savaş tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna” işaret ediliyordu. Sayın
mahkemece bu konuya ilişkin olarak;Sanık Ahmet Kenan Evren tarafından kurulan çalışma
gurubunda yer alan iki kurmay subayın kimler olduğunun tespit edilmesini, . Bu iki kurmay
subayın tanık olarak mahkeme huzurunda dinlenilmesinin temin edilmesini, . Genelkurmay
Başkanlığı’na müzekkere yazılarak 1 1 Eylül 1 979 tarihinde Genelkurmay İkinci Başkanı
Haydar Saltık başkanlığında oluşturulan çalışma gurubunun faaliyetleri ile düzenledikleri
raporların suretlerinin arşivlerinde bulunup bulunmadığının sorulmasını, 0 Sanıklara sorguları
esnasında bu çalışma grubunun hazırladığı raporlarının içerikleri hakkındaki bilgilerin
sorulmasını, Talep etmekteyiz. Söz konusu çalışma grubunun varlığı sanıkların 12 Eylül 1980
askeri müdahalesi öncesindeki en kritik 1 yıllık süreçte darbe planları konusunda hazırlık
safhalarında bulunduklarını ve görevlerinin yasal çerçevesi dışında hareket ettiklerini ortaya
168/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
koymaktadır. Sanıkların başında bulunduğu cunta kendilerine iktidar kapısını aralayan askeri
müdahalelerine meşru zemin hazırlayacak her türlü tertibi planlamışlardır. Şartların
olgunlaştığına karar verildiği ve aziz milletimizin güdümlü anarşi karşısında yılgınlığa
sürüklendiği bir zamanda düğmeye basılmış ve askeri müdahale gerçekleştirilmiştir. Sayın
mahkeme huzurunda yargılanan sanıklar askeri müdahalelerini ‘Bayrak Harekat Planı” adını
verdikleri bir plan dahilinde gerçekleştirmişlerdir. Ancak askeri müdahale sonrasında ne kadar
haklı olduklarını kamu vicdanı hu2urunda tescil ettirmek gayesine matuf olarak, askeri
müdahale öncesinde yaşanan ve halkın müdahaleye zemin hazırlamak amacıyla tasarlandığı
açık olan provokasyonlarının delil ve emarelerini yok etmek, bu provokasyonlar için sözde
failler yaratmak amacıyla alçakça kurgulara tevessül etmişlerdir. İşte sahte delil imal etmeye
dönük komploların en önemlisi şüphesiz Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezine yönelik
hukuksuz, usulsüz ve zorbaca yapılan baskındır. 12 Eylül Askeri Müdahalesi “Bayrak Hareket
Planı” çerçevesinde gece saat 04:OO’te başlamış ve de şu an mahkeme huzurunda
yargılanmakta olan cunta ülke yönetimine el koymuştur. Askeri müdahale bir plan
çerçevesinde gece saat 04:OO’te başlamış olmasına rağmen, Milliyetçi Hareket Partisi Genel
Merkezi askeri müdahale başlamadan önce özel oluşturulmuş timler tarafından basılmış ve
aranmaya başlamıştır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin bulunduğu Ankara Bahçelievler semtinde
3.caddede tanklar görülmüş, MHP. Genel Merkezi’nin elektriklerinin kesilmesi sonrasında
arama başlatılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin basılması ve aranmasına ilişkin emri veren
bugüne kadar ortaya çıkmamıştır. Nitekim dönemin Sıkıyönetim Komutanlarından Recep
Ergun bu konuda bir emir vermediğini ifade etmiştir. M.H. P Genel Merkezine yönelik
baskına katıldığı, tutanaklardan tespit . edilen bir takım zırhlı birliklerin komutanları da
kendilerine bu emri kimin verdiğini açıklamamaktadır. Nitekim Sıkıyönetim Mahkemesi
nezdinde bulunan mahkeme dosyası içerisinde yer alan arama tutanakları altında imzası
bulunanların sayın mahkemeniz huzurunda tanık sıfatıyla ifadelerinin alınmasını, ihtilal henüz
başlamadan elektriklerin kesilmesi suretiyle gerçekleştirdikleri baskın ve arama faaliyetlerinin
kendilerinden sorulmasını talep etmekteyiz. Bayrak Hareket Planı dahilinde demokrasi dışı bir
askeri müdahale ile ülke yönetimine el koymadan önce, bir cunta tasarrufu olarak yapılan bu
karanlık baskının amacı hiç şüphe yok ki darbecilerin kendi suçlarını M.H. P ve ülkücü
kuruluşlara yüklemeye elverişli delil ve emareleri M.H.P Genel Merkezi’ne yerleştirme
niyetidir. Böylece kimsenin olmadığı bir esnada, karanlıkta Tipı1ansöidöaramadan biikaç saat
sonra cunta yönetimleline alacak ve de darbenin haklılığı ortaya koyan sözde deliller M.H. P
Genel Merkezi’nden çıkacaktır. 12 Eylül döneminde Ankara Sıkıyönetim Kömutanı olan
Recep Ergun bile kendisine bağlı olan Nurettin Soyer’in tamamen MHP ve ülkücüler aleyhine
yapmış olduğu faaliyetlerden rahatsızlığını ve MHP ile ilgili illegal uygulamaların perde
arkasını şöyle anlatmıştır: “10 Ekim 1980 tarihine kadar Sıkıyönetim Komutanlıklarının 1402
sayılı Kanun gereği siyasi partiler hakkında soruşturma açma yetkisi yoktu. İ2Eylül’de “Tali
Bölge Komutanlığı, telefonla Adli Müşavirliği arayarak “Bahçelievler’de, MHP Gençlik
Kolları binası içerisinde tedavi gören insanlar var, bir savcı gelsin burayı incelesin ihbarında
bulundu. Bu ihbar üzerine bahsedilen yere bir savcı gönderilmesi istendi. Savcı arkadaşımız,
dediğimiz yeri bırakıp gitmiş M.H.P Genel Merkezi’ne el koyup, aramış, üstelik yetkisi
olmadığı halde bizim M.H.P Genel Merkezi’ne gittiğinden haberimiz yoktu. Söylediğimiz yer
asla M.H.P Genel Merkezi değildi. Adli Müşavirime telefon açarak yaralıların tedavi edildiği
konusunda ihbarda bulunan korgeneral arkadaşımla görüştüm. Kendisinin bu konuda hiçbir
ihbarda bulunmadığını ve kastedilen bölgede çok iyi incelemeler yaptıklarını belirterek, o
bölgede, o tarihte hiçbir yaralının gizli tedavi görmediğini açıkladı. Burada çeşitli ihtimaller
akla geliyor. Belki de Askeri Savcı Nurettin Soyer, kendisi Korgeneral adına telefon edip
mizansen hazırlayıp ihbarda bulunmuştu. Nurettin Soyer’in MHP Genel Merkezi’nde
araştırma yapması kanuna aykırıdır. M.H.P’nin aranması sırasında Alparslan Türkeş’in
kasasından çıkan belgeleri gördüğüm iddiası hilaf-ı hakikattir. Savcılık yed-i emininde
169/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
bulunan 30 kadar silah kaybolmuştur. Suç unsuruydu aynı zamanda bunlar. Nurettin Soyer, bu
30 tabancayı kaybetti. Müfettiş istedim, geldi ne yaptı bilemiyorum. Galiba hiçbir şey
yapmadı. Ama ben mecburum bunu gerekli mercilere intikal ettirmeye. Zira bu 30 silah
olaylardan gelmişti, suç deliliydi. Hepsi kayboldu, Nurettin Soyer’in sorumluluğundaydı bu
silahlar. Kayboldular. Bütün silahlar sol örgütlerden toplanmıştı Daha ne kadar yalanlar
çıkacak bilmiyorum ama bir laf vardır, ‘deveye boynun niye eğri demişler de nerem doğru ki
demiş’.. Nurettin Soyer’in iddialarında da hiçbir düzgün, doğru ifade Yukarıdaki ifadeler
ihtilal idaresinin Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep
Ergun’a ait bulunmaktadır. Kendisi Sıkıyönetim Komutanı olarak her hangi bir siyasi
parti binasını aramak konusunda yetkilerinin bulunmadığını, böyle bir arama emrini asla ve
asla vermediğini ifade etmektedir. Oysa ki askeri savcı Nurettin Soyer yanına aldığı polis
asker karışımı ve ağırlığı POLDER kökenli polislerden oluşan timlerle M.H.P Genel
Merkezi’ne ihtilalin öncesinde baskın düzenlemiştir. Bu durumun ortaya koyduğu asıl
vahamet emri kimin verdiğinden ziyade, ileride M.H.P ve Ülkücü Kuruluşlar iddianamesini
kaleme alacakve yüzler M.H.P mensubünun hafinF karartacak sözde bir hukuk adamının
“askeri müdahaleden önceden haberdar olduğu” gerçeğidir. Cunta idaresinin Askeri Savcısı
Nurettin Soyer’in hukuksuz bir şekilde baskın düzenlediği M.H.P Genel Merkezi’nde arama
faaliyetleri sırasında gösterdiği tutum da bütün bu gerçekliği ortaya koymaktadır.M.H.P Genel
Merkezi aranırken, arama ile ilgili zabıt defterinin tutulması ve arama sona erdiğinde
kapatılıp, mühürlenmesi işlemi yapılmamıştır.Aramaya maruz kalan MHP Binasının
sorumlularına verilmesi icab eden arama evrakları ve belgeleri verilmemiştir.Aramaya tabi
tutulacak yerin sahibi veya eşyanın zilyedinin aramada hazır bulunmasına ilişkin amir
hükümlere uyulmamıştır. Askeri Savcı tarafından M.H.P VE ülkücü kuruluşlar davası devam
ederken M.H.P Genel Muhasibi’nin çağrıldığını ancak gelmediğini iddia etmesi karşısında,
dönemin M.H.P Genel Muhasibi Mehmet Doğan mahkeme huzurunda kendisine böyle bir
çağrı yapılmadığını ifade etmiştir. Nitekim böyle bir çağrı yapıldığına ilişkin tutanak da
mevcut bulunmamaktadır.Arama esnasında M.H.P Genel Merkezi’nde hazır bulunan 8 kişi de
bir odaya kapatılarak aramaya şahit olmalarına müsaade edilmemiştir.Askeri savcı Nurettin
Soyer’in arama konusunda bir emir almadığı açık olduğu gibi, arama konusunda hukuki
dayanağı olan bir yetkisi de bulunmamaktadır Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Merkezlerinde o gece yapılan bir arama söz konusu değildir Bu şaibeli ve hukuksuz
arama faaliyetine ilişkin bir diğer önemli nokta ise MH.P Genel Merkezi’nde arama yapanlar
arasında yer alan isimlerin özenle seçilmesidir. Askeri Savcı Nurettin Soyer arama
faaliyetlerine nezaret etmesi POL-DER mensubu polislerin ağırlıklı olduğu bir ekip teşekkül
ettirmiştir. Necmettin Esen Başkanlığı’ndaki bu ekipte Zeki Kaman19, Dürüst Oktay, Serdar
AKYAZA isimli polislerde bulunmaktaydı. M.H.P mensuplarına yönelen ağır işkenceler
sayesinde adlarını duyuran Dürüst Oktay ve Zeki Kaman, Askeri Savcı Nurettin Soyer
tarafından M.H.P Genel Merkezi’nin yağmalanmasında ve cuntanın iştahını kabartacak sahte
delil imalatında kullanılmışlardır. Nitekim, Askeri Savcı Nurettin Soyer tarafından yapılan bu
hukuksuz arama faaliyeti sonrasında M.H.P davası iddianamesinde delil olarak yer alan
olguların gerçeği yansıtmadığı da bir bir ortaya çıkarılmıştır’ İzah edilen bu olay çerçevesinde
MHP Genel Merkezi’nde yapılan hukuksuz arama faaliyetlerine ilişkin olarak; . Hayatta
olması durumunda Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun’un Sayın Mahkemeniz huzurunda
tanık olarak dinlenmesini, . M.H.P Genel Merkezi’nde arama sırasında hazır bulunan ve
arama faaliyetlerine şahit olmaları engellen kişilerin-isimleri bildirildiğinde- tanık olarak
sayın mahkeme huzurunda dinlenmesini, . Soruşturmayı yürüten savcıların sayın mahkemeniz
huzurunda dinlenerek, M.H.P Genel Merkezi’nde yapılan aramaların kim tarafından ve hangi
Emire istinaden yapıldığının sorulmasını, (Savcılardan Nurettin Soyer ölmüştür) Talep
etmekteyiz. Hukuki bir dayanağı olmayan, kanun ve mevzuata aykırı olarak gerçekleştirilen
arama faaliyeti, onlarca insanın aylar süren tutukluluk hallerinin temel dayanağı olmuş, arama
170/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
faaliyetlerinde ele geçen sözde belgeler baskı altında kabul ettirilmek istenilmiştir. Bu nedenle
sanıkları bilgisi olmaksızın gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bu arama faaliyetinin tüm
yönleriyle açıklığa kavuşturulması yarg ılama açısından önem taşımaktadır. 12 Eylül 1980
tarihinde şu an sanık sandalyesinde bulunan Cunta liderleri milletin alın teri ile sahip oldukları
silahlarını millete doğrultmak suretiyle ülke yönetimine el koymuşlardır. Göreve atılan
kahraman profilinin ardına sığınan sanıklar, aylardır anarşi karşısında aciz kalanlar kendileri
değilmiş gibi ülkenin sürüklendiği kardeş kavgasından ve yaşanan her türlü melanetten siyasi
partileri ve liderlerini sorumlu tutmuşlar bütün siyasi partilerin faaliyetlerinin durdurulduğu,
parlamentonun feshedildiğini, dokunulmazlıkların kaldırıldığı ve her türlü siyasi faaliyet ve
sivil toplum faaliyetinin askıya alındığını dünya kamuoyuna duyurmuşlardır. Askeri
Müdahale öncesinde yaşanan ve halen tüm yönleriyle aydınlatılamamış kanh hadiselerin
sorumluluğunu, ülke yönetimine zorbaca el koymuş olmanın verdiği rahatlıkla siyasal
kadroların üzerine bırakan cunta lideri Ahmet Kenan Evren ilk açıklamasında Anayasamız
Türk Vatandaşları’nın dini inançlanndan ötürü kınanamayacağını açıkça belirtmiş olmasına
rağmen, tek bir oyun peşinde koşan siyasi partilerimiz Yüce Atatürk’ün Cumhuriyeti
döneminde unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakla faydalar görerek Erzincan, Sivas,
Kahramanmaraş, Tunceli ve Çorum İlleri’nde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımızın
birbirilerini katletmelerine neden olmuşlardır” değerlendirmelerinde bulunmaktadır. Hukukla,
ahlakla, vicdanla ve elbette ki gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan bu insafsız açıklama, darbeyi
başarmış olmanın verdiği rahatlıkla ve kimsenin bu olaylarda cuntacıların payını ve etkisi
sorgulayamayacağına olan inançla söylenmiş sözlerdir. Oysaki bu hadiselerin yaşandığı
dönemde, cunta lideri Kenan Evren’in yürütmekte olduğu görev (ardından Sıkıyönetim ilan
edildiği de düşünüldüğünde) bu karanlık saldırıların tüm yönleriyle aydınlatılması için
fazlasıyla yeterli bulunmaktadır. Elinde bütün yetkileri haiz iken, bu konuda girişimde
bulunmayan sanıkların, darbe sonrasında “soyut ifadelerin ardına sığınmak suretiyle” bütün
kabahati ve sorumluluğu siyaset kurumunun üzerine bırakmaları, gizli ajandalarını deşifre
eden önemli bir işarettir. Her birisi toplumsal bir tramvaya sebebiyet veren, aradan geçen
yaklaşık 35 yıla rağmen acıları ve etkileri unutulmayan bu menfur hadiselerin perde
arkasındaki sorumluların yargı önüne çıkarılması, acıların yaşandığı o günlerden bugüne
kadar toplumun tüm kesimlerinin, tüm siyasal kadroların temennisi olmuştur. Askeri
müdahale sonrasında bütün anarşinin kökü ve kaynağı olarak siyaset kurumunu görenlerin,
her şeyden evvel ellerinde yetki bulunmasına rağmen akan kanı durdurmak konusunda ortaya
koydukları gevşek tavrı da açıklamaları gerekecektir Nitekim bir daha asla yaşanması kabul
edilemeyecek etnik ve mezhep çatışmalarını körükleyerek toplumu iç savaşın son aşamasına
şu an sanık sandalyesinde bulunan Cunta Liderleri milletin alın teri taşımak amacını taşıyan
bu provokasyonların en mühim ve unutulmazlarından olan Maraş olayları esnasında, sayın
mahkemeniz dosyasına da yansıdığı gibi güvenlik güçleri sorumluluklarını yerine getirmemiş,
dönemin Başbakan’ın emir ve talimatlarına rağmen olaya müdahale konusunda gecikmiştir.
Siyasi partileri; yaşanan sürecin sorumlusu olarak gösteren sanıklar, tüm siyasi partilerin
faaliyetlerini sonlandırmışlardır. Milliyetçi Hareket Partisi, yasa dışı sol teröre verdiği sayısız
kurbanın ardından bu defa da darbecilerin siyasal ve hukuki terörüne muhatap olmuş; siyasi
faaliyetleri önce 7 no’lu Milli Güvenlik Konseyi Kararı ile durdurulmuş ve 16 Ekim 1981
tarihinde 52 No’lu Milli Güvenlik Konseyi kararı ile kapatılmıştır. Yöneticilerinin oldukça
önemli bir bölümü (neredeyse tamamı) gözaltına alınmış tutuklanmış ve siyasi yasaklı haline
getirilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi adını aldığı 1969 tarihinden itibaren Türk Milliyetçisi
ve maneviyatçı bir çizgide, demokratik ilkeler ışığında faaliyet gösteren ancak siyasal duruşu
nedeniyle terörün ve anarşinin boy hedefi haline gelmekten kurtulamayan Milliyetçi Hareket
Partisi; darbeciler tarafından anarşinin tarafı olmakla suçlanmış, kamuoyu önünde tahkir
edilmiş, darbecilerin ülke yönetimine el koymak konusundaki haklılığını teyit etmek adına
karalanmıştır. Kendilerinin de başında bulunduğu Sıkıyönetim İdaresi altında Milliyetçi
171/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Hareket Partisi Binaları bombalanırken, mensupları öldürülürken seyirci kalanlar şimdi
Cumhuriyeti kurtarmak için vazifeye atıldıkları iddiasına sığınmışlardır. Darbenin lideri olan
sanık Kenan Evren, Milliyetçi Hareket Partisi ve diğer siyasal partilerin kapatılmasına ilişkin
52 No’lu Milli Güvenlik Konseyi Kararını 16 Ekim 1981 tarihinde TRT’DE yapmış olduğu
konuşmasında kamuoyuna duyurmuştur. Bu konuşmasında sanık Ahmet Kenan Evren “Bu
siyasi partilerin yöneticileri hala birbirlerine karşı o kadar km ve nefretle dolular ki; bugün
siyasi faaliyetlere müsaade edilmiş olsa, tekrar 11 Eylül 1980 günü kaldıkları noktadan yine
bildikleri yolda yürümeye devam edeceklerinden kimsenin şüphesi olmasın” dedikten sonra
“sağlam olması için yeni malzeme ile yapılan binada olduğu gibi, biz de hür, demokratik
parlamenter sistemimizin ancak yeni Anayasa ve Partiler Kanununa uygun olarak yeni siyasi
partilerle inşa etmenin mümkün olacağına inandık ve milletin de isteği doğrultusunda mevcut
partileri feshetme kararını aldık” şeklinde beyanda bulunmuştur. Ayrıca Kenan Evren
vatandaşa hitaben “Eğer sizler yeni partilerin kurulmasında ve ileride yapılacak seçimlerde
dikkatli davranır da ülkeyi, geçirdiğimiz karanlık durumlara getirmeyecekleri seçerseniz,
Türkiye daima iyiye, güzele ve ileriye hızla gidecektir. . .. Ümit ediyoruz ki bundan sonra
kurulacak partiler Türkiye’yi tekrar 1960’a, 1971’e ve 1980’e getirmezler” diyerek,
seçimlerde nasıl İşte böyle bir zihniyetin neticesi olarak faaliyetleri darbe ile durdurulan,
Milliyetçi Hareket Partisi beş kişiden oluşan bir konseyin kararı ile kapatılmıştır. Milliyetçi
Hareket Partisi 1 6 Ekim 1 981 tarihinde darbeciler tarafından kapatılmasından
sonra ancak 3 Temmuz 1992 tarihli ve 3821 sayılı yasa uyarınca tekrar kurulabilmiştir.
Darbeciler Milliyetçi Hareket Partisini feshederek aynı zamanda MHP’ye oy vermiş binlerce
seçmeni de cezalandırmışlardır. 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında 16 Ekim 1981
tarihinde kapatılan Milliyetçi Hareket Partisi’nin mal varlığına kapatılan diğer siyasi partilen
mal varlıkları ile birlikte el konulmuştur. Dönemin şartları içerisinde MHP Genel Başkanı
merhum Alparslan Türkeş adına kayıtlı bulunan ve MHP’YE ait olan tapulara el konulmuş ve
MHP bu malvarlığına ancak 3 Temmuz 1992 tarihli ve 3821 sayılı yasa uyarınca tekrar sahip
olabilmiştir. Söz konusu yasa ile askeri müdahale sonrasında kapatılan siyasi partilerin mal
varlıklarının iadesine karar verilmiş taşınmazlar iade edilirken siyasi partilere ait olan ve
darbe idaresi tarafından el konulan bedellerin, yaklaşık 11 yıl sonra faizsiz olarak iadesine
karar verilmiştir. Yıllar süren özveri ile partililerin katkıları ile oluşturulan parti varlığı darbe
idaresinin keyfi bir kararı ile el konularak hazineye intikal ettirilmiştir. 12 Eylül askeri
müdahalesi sonrasında yurt düzeyinde Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelen bir cadı avı
başlatılmış, parti genel merkezi, yan kuruluşları ve taşra temcilikleri, il ve ilçe binalarına
hukuk d ışı baskınlar düzenlenmiştir. Söz konusu baskınlarda binlerce insan gözaltına alınmış,
ağır işkenceler altında sorgulanmış, birbirleri ve parti yöneticileri aleyhine ifade vermeye
zorlanmış, sahte belgeler ışığında olaylardan sorumlu tutulmaya çalışılmış, günlerce ve bazen
aylarca yakınlarıyla, avukatlarıyla görüştürülmemiş, savunma hakları kısıtlanmış, onur ve
haysiyetleri zorbaca ayaklar altına alınmıştır. Polis Teşkilatının ikiye bölünmesini askeri
müdahalenin gerekçeleri arasında sıralayan darbeciler, bölünen polis teşkilatını kendi
emellerine uygun olarak kullanmaya tevessül ederek MHP mensuplarına yönelik operasyon
ve sorgularda ağırlıklı olarak sol görüşe mensup MHP kadrolarına ön yargıları bulunan
polisleri kullanmışlardır. MHP mensuplarının sorgularında sol görüşü benimsemiş polislere
ağırlıklı olarak vazife verilmesi ve kapalı kapılar ardında, dünyadan tecrit vaziyette sorguların
yürütülmesi, bir daha asla unutulması mümkün olmayan acıları beraberinde getirmiş, ülkenin
yetişmiş kuşağı insanlık onurunun hiçe sayıldığı ağır işkenceler altında ezilmiştir. Milliyetçi
Hareket Partisi üst yönetimi, milletvekilleri, genel idare kurulu üyeleri derhal gözaltına
alınmış, psikolojik baskı altında tecrit edilmişlerdir.haklarında somut hiçbir isnat bulunmayan
parti yöneticileri aleyhine delil oluşturmak gayesine matuf olarak, gözaltına alınan genç
ülkücülerin ağzından işkence ile itiraf alınmaya çalışılmış, sahte ihbar mektupları, imal
edilmiş sözde belgeler ve işkence ile alınan sözde itiraflar ile MHP Yönetimi, kadroları ve
172/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
mensupları mahkum edilmek istenmiştir. Darbecilerin M.H.P’ye yönelik fikri önyargılarının
darbe öncesinde de mevcut olduğu bilinen bir gerçektir. Nitekim yasal ve legal bir siyasi
organizasyon olmasına rağmen hemen her fırsatta MHP’YE yönelik kötü niyetli
tasavvurlarını dile getirmekten kaçınmamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, parti
kapatmanın hangi şartlar altında mümkün olduğunu ve yetkili makamı göstermiş olmasına
rağmen MHP hakkında böyle bir yargı tasarrufu yapılmamış olmakla beraber, darbeciler
tarafından her demeçlerinde MHP bir suç şebekesi olarak kamuoyuna sunulmuştur. Nitekim
Adalet Partili tecrübeli siyasetçi Merhum Sadettin Bilgiç henüz askeri müdahale
gerçekleşmeden evvel Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile yaptığı görüşmesini anılarında
aktarmaktadır. Sadettin Bilgiç anılarında “Ecevit Hükümeti’nin işbaşında olduğu 1979 yılında
Genelkurmay Başkanı Kenan Evren Paşa’yı ziyaret etmiştim. Paşa, bu görüşmemizde,
Demirel’in komünistlerin üzerinde durduğunu, fakat ‘Bana sağcılar anarşi yapıyor
dedirtemezsiniz’ diyerek MHP ve MSP’Yİ savunduğunu, bu tutumun yanlış olduğunu söyledi.
Paşa’ya cevaben: ‘MHP ve MSP legal kuruluşlardır. Meclis’te grupları olan ve zaman zaman
hükümete ortak olan partilerdir. Diğer bir siyasi parti genel başkanının bunları suçlaması,
kanun dışı görmesi ve göstermesi mümkün değildir. Komünizm ise hem kanun dışı ve hem de
illegal bir ideolojidir. MHP ve MSP hakkında ortada suç olan hususlar varsa Anayasa
Mahkemesi’nde dava açılır. Suç varsa partiler kapatılır ve sorumluları mahküm edilir. Bu
olmadıkça partiler birbirlerini kötülüyemezler Ancak o zaman kötülüyebilirler dedim.
Anlattıklarım Paşa’yı tatmin etmedi. Fakat 12 Eylül’den sonra, yani kendi yönetimi
döneminde iki parti hakkında dava açtırdı, ikisi de Konsey döneminde beraat etti” şeklinde
hatırasını özetlemiştir. Bu hatıra dahi başlı başına darbeci Kenan Evren’in MHP’ye bakışını
ortaya koyması açısından önemlidir. Parlamenter Anayasal düzen içerisinde yetkili ve görevli
Cumhuriyet Savcıları’nın, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açmadığı davayı emirle sıkı
yönetim savcılarına açtırmış ve konsey kararı ile MHP yi kapatmıştır. 12 Eylül askeri
müdahalesi öncesinde “tek bir merkezden tedavüle çıkarıldıkları anlaşılan” sözde itirafçılara
tekrar görev dağılımı yapılarak bu defa da MHP ve kadrolarını mahküm etmek amacıyla
kullanılmak istenilmişlerdir. Nitekim askeri müdahale öncesinde MHP itirafçısı Şıfatıyla
Aydınlık Gazetesi’nde boy boy demeçle yaymlanan karanlık kişilikler, o dönemde MHP’yi
çatışmanın tarafı, dolayısıyla hedef haline getirmek amacıyla kullanılmışlar ve de aslı astarı
olmayan sözde itirafları ile kamuoyunun önünde MHP aleyhtarı propagandanın taşeronu
olmuşlardır. Lokman Kodankçı, Ömer Tanlak, Ali Yurtaslan, Adnan Özçiftçi gibi türedi tipler
askeri müdahale öncesinde Aydınlık Manşetlerine taşınmış ve katliamların sorumluluğunun
MHP’ye ait olduğuna ilişkin iftiraları “itirafla’ başlığı ile kamuoyuna servis edilmiştir. Hemen
hepsi aynı tezghtan geçen ve karanlık eller tarafından tedavüle sokulan bu insanların ortak
özelliği ise her birisinin Aydınlık Grubu tarafından maksada elverişli bulunarak, kullanılıp
atılmasıdır. Öyle ki bu sözde itirafçılardan Ali Yurtaslan, bir ay kadar Ankara İl Jandarma
Alay Komutanlığı’nda kaldıktan sonra Aydınlık Grubu’nun emrine tahsis edilmiş ve basın
huzuruna çıkarılarak itiraflarına başlamıştır. Sözde itirafçılar MHP hakkında yürütülen
soruşturmalara dahil edilerek Aydınlık Gazetesi’nde yer alan söz ve beyanlan imal edilmiş
birer delil olarak dosya içerisindeki yerlerini almış bulunmaktadır. MHP aleyhine darbeciler
ve onların işbirlikçisi olanlar tarafından yürütülen kara propagandanın ulaştığı ahlaksız boyut
yargılama devamı sırasında ortaya çıkmış ve deliller tek tek çürütülmüştür. MHP aleyhine
propagandanın malzemesi olarak hem 12 Eylül askeri müdahalesi öncesinde ve hem de askeri
müdahale sonrasında kullanılan önemli bir isim de Ömer TANLAK isimli şahıstır. Askeri
Müdahale öncesinde Aydınlık Dergisine açıklamalar yaparak “davadan döndüm” şeklinde
sözde itiraflarını sıralayan ve hemen ardından Hollanda’ya yerleşen Ömer Tanlak, askeri
müdahalenin hemen sonrasında 6 Kasım 1980 tarihinde yurda dönmüştür. Hollanda’dan
yapmış olduğu başvuru ile Aydınlık Gazetesine anlattıklarını yetkililere de anlatmak istediğini
beyan etmiştir. Ömer Tanlak duruşmalarda Avukatı Nusret Senem ile birlikte katılmış ve
173/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
iftiralarına duruşmalarda devam etmiş MHP’de hiçbir geçmişi olmayan bu şahıs birilerinin
güdümünde MHP’ye yönelik saldırıların taşeronu olmuştur. İlginç bir tesadüf olsa gerek
Ömer Tanlak da bir diğer itirafçı gibi İl Jandarma Alay Komutanlığı’ndaki misafirliğinin
sonrasında kendisini Aydınlık Grubunun kucağında bulmuştur. Nitekim MHP davası sahte
belgeler ile doldurulmuş, çamur at izi kalsın mantığı ile dava dosyası içerisinde sıkıştırılan
belgelerin gerçeği yansıtmadığı, bir kısmının sahte olduğu ve bir kısmının ise Askeri Savcılık
tarafından MHP’nin suçlanmasına delil teşkil etmesi amacıyla farklı yorumlandığı tespit
edilmiştir. Darbeciler ile işbirliği yapan bazı karanlık odakların, MHP tarafından başından beri
lanetlenen ve faillerinin bir an önce yakalanarak hesap vermesi istenilen provokatif olaylar ve
cinayetlerle MHP arasında irtibat kurmak çabaları beraberinde sahte belge imalini de
getirmiştir. Menfur bir saldırı sonucunda hayatını kaybeden Gazeteci-Yazar Abdi İpekçi’nin
katil zanlısı Mehmet Ali Ağca ile MHP arasında irtibat kurarak MHP’yi suçlamak ve mahküm
ettirmek, bazı odakların ideolojik takıntılarının eseri olup, darbecilerin ekmeğine yağ
sürmekten başka bir işe de yaramamıştır. Abdi İpekçiye saldırı sonrasında MHP Genel
Merkezi tarafından olay derhal kınanmış ve Milliyet Gazetesine taziye ziyareti yapılmıştır.
Halen hangi karanlık odaklar tarafından kullanıldığı tam olarak tespit edilemeyen bir rneczup
ile MHP arasında irtibat kurmak amacıyla Ağca’nın MHP Genel Başkanı Merhum Alparslan
Türkeş’e yazmış olduğuiddia edilen bir mektup kamuoyuna servis edilmiştir. MHP ve Ülkücü
Kuruluşlar hakkında darbeciler tarafından yapılan yargılama esnasında Mehmet Ali Ağca
isimli meczup katilin Almanya’nın Münih şehrinden MHP Genel Başkanı’na hitaben yazdığı
iddia edilen mektup okunmuş ve basına servis edilmiştir. Söz konusu mektuba MHP Genel
Başkanı ve yöneticileri tarafından derhal itiraz edilmiş, Alparslan Türkeş “şahane bir tertiple
karşı karşıyayız” diyerek şaşkınlığını ortaya koymuştur. İmal edilmiş bu mektup altındaki
imza üzerinde Roma Adliyesi Grafoloji Enstitüsü tarafından yaptırılan inceleme neticesinde
mektubun sahte olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu mektup üzerinden MHP hakkında yaratılan
spekülasyon ile amaçlanan hiç kuşku yok ki, Papa Suikasti ve Abdi İpekçi suikasti konusunda
kamuoyu vicdanında sorumluluğu MHP kadrolarına bırakmaktır. Hiçbir zaman MHP
mensubu olmamış, kullanılan bir meczup ve serseriden başka vasfı olmayan, bir katilin adı ile
meşru ve yasal çerçevede faaliyet gösteren MHP arasında irtibat sağlama çabaları neticesiz
kalmış, MHP’NİN menfur hadiselerle ilgisi bulunmadığı açığa çıkmıştır. Yargılama sırasında
MHP’li olarak gösterilen Niyazi Ünsal isimli bir şahsın, Askeri Savcılar tarafından tüyler
ürpertici ve dehşet verici diye vasıflandırdığı bir mektubu deliller arasına konulmuş ve M.H.P
aleyhine kullanılmıştır. Duruşmalar sırasında mektubun okunması ile birlikte Niyazi Ünsal
isimli şahsın M.H.P mensubu değil Cumhuriyet Halk Partisi Eski Erzincan Senatörü
olduğunun açıklanması ile bir sahte delil daha delil kabiliyetini yitirmiştir. MHP ve ülkücü
kuruluşlar davası yukarıda vak’alara benzer onlarca tertibin bir bir ortaya döküldüğü, hukuk
ve vicdanla ilgisi bulunmayan bir yargılama sürecidir. Dilekçe içeriğinde de bahsedildiği gibi
askeri müdahaleden önce elektrikler kesilmek suretiyle basılan MHP Genel Merkezi’nde
askeri müdahale sonrasında da defahatle aramalar yapılmış, MHP Genel Merkezi’nde ele
geçirildiği iddia edilen dokümanlar, MHP yöneticilerinin aleyhine kullanılmıştır. Gerçekliği
tartışmalı olan, hukuk dışı yöntem ve metotlar kullanılarak ele geçirilen bu belge ve
dokümanlar, Aydınlık Grubu tarafından kullanılan sözde itirafçılar, iftiraları yargı kararları ile
sabit olanların beyanları ve ağır işkenceler altında zorla imzalattırılan beyanlar esas alınarak
onlarca insan yıllarca hürriyetlerinden yoksun bırakılmıştır. Duruşmaların devamı esnasında
sanıklar ile avukatları arasında Jandarma Barikatı oluşturulmak suretiyle sanıkların avukatları
ile görüşmeleri engellenmiş ve savunma hakları kısıtlanmıştır. Sanık avukatlarının dosyaları
incelemesi ve savunmaları hazırlamaları, çıkarılan zorluklar ile engellenmek istenilmiş, adil
yargılanma hakkı hiçe sayılmıştır. Bu deliller ışığında ve bu şartlar altında yürütülen
yargılama faaliyeti ile M.HP ve yöneticileri mahkum edilmek istenmiş böylece darbeye
meşruiyet kazandıracak sipariş kararlar emir komuta zinciri ile oluşturulmaya
174/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
çalışılmıştır.Askeri Müdahale sonrasında başlatılan cadı avı ile birlikte gözaltına alınan MHP
ve ülkücü kuruluşların mensuplarına yapılan işkenceler izahtan varestedir. Bu konuda
kamuoyuna yansıyan muamele ve davranışlar sayın mahkemenin de bilgisi dahilindedir
Nitekim bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na
gerekli suç duyuruları da yapılacaktır. MHP mensupları ve ülkücü gençlere, hiçbir ilgileri
bulunmayan olayların sorumluğunu üstlenmeleri konusunda yapılan baskı ve işkencelerin söz
konusu soruşturma neticesinde açıklığa kavuşturulmasını temenni etmekteyiz. Milliyetçi
Hareket Partisi tarafından tespit edilen ve haklarında suç duyurusunda bulunulacak olan bir
takım işkence sorumlusu kamu görevlilerin listesine iş bu dilekçemizde yer verilmesi uygun
görülmüştür. Zira aşağıda ismi belirtilen kamu görevlileri Anayasal Düzene karşı suç işleyen
sanıkların suç ortaklarıdır. Darbeciler, müdahale konusundaki haklılıklarını, bu işkencecilerin
vicdan ve insanlıktan yoksun yöntemlerle topladıkları ifadelerle sağlamaya çalışmışlar,
toplum üzerindeki otoritelerini bu suç ortaklarının işkence metotları ile tesis etmişlerdir.
Darbe döneminin koşullarında bu işkencecilerden hesap sorulamamış, haklarında vaki olan
şikyetIere rağmen işlem yapılmamış ve bu kişiler darbeci zihniyet tarafından korunmuşlardır.
Yapılan işkenceler, yüzlerce ailenin bir daha telafisi mümkün olmayan travmalara
sürüklenmesine, intiharlara ve kalıcı psikolojik rahatsızlıklar yaşanmasına sebebiyet vermiş;
henüz hayatlarının baharındaki genç nesiller ömür boyu hafızlarından silinmeyecek
ızdıraplara muhatap bırakılmışlardır. Yukarıda yer alan ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin 8
Şubat 1969 tarihli Kongresi ile Milliyetçi Hareket Partisi adını almasından sonra girmiş
olduğu seçim sonuçlarını gösteren istatistik tablolarından da açık bir şekilde anlaşılacağı gibi
Milliyetçi Hareket Partisi her girdiği seçimden oylarını artırarak çıkmıştır. Nitekim görüş ve
politikalarını tatbik amacıyla iktidara talip olan MHP, iktidara giden yolu millet vicdanında ve
de demokratik seçimlerde aramıştır. Girmiş olduğu üç genel seçimde oylarını yaklaşık olarak
dört kat artırmış olan, sahip olduğu yerel yönetim sayısını 5’ten 55’e çıkaran bir siyasal
yapının demokrasi dışı arayışlara tevessül etmek gibi arayışının olması akıl ve mantık ölçüleri
ile bağdaşması mümkün değildir. Ancak anlaşılan odur ki, milli meselelerde geçit vermeyen
ve pazarlık kabul etmeyen tavrı birilerini oldukça rahatsız etmiş, MHP’yi marjinalize ederek
meşruiyeti tartışmalı hale getirilmek istenilmiştir. Her türlü terör ve tedhişe rağmen,
mensuplarına yönelmiş ağır saldırılara rağmen milletin teveccühüne mazhar olan MHP ve
siyasal kadroları darbe yönetimi tarafından tasfiye edilmek istenilmiş ve siyasetin dışında yer
almaları arzulanmıştır. Her geçen gün artan oy oranları ile Türk Siyaseti’nin yükselen değeri
haline gelen MilliyetçiHareket Partisi sanıkların sebebiyet verdikleri yıkımın esas mağduru
olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. MHP’nin asla geçit vermeyeceği malum olan dış
politika hamleleri, darbe sonrasında darbeciler tarafından aşama aşama hayata geçirilmiştir:
Nitekim darbe sonrasında Türk ve Dünya Basını huzurunda 16 Eylül 1980 tarihli ilk basın
toplantısında darbecilerin ortaya koyduğu teslimiyet, darbenin asıl hedefinin milli iktidar
olasılığı karşısında bazı odaklann menfaatlerinin korunması olduğunun açık bir delilidir. Öyle
ki darbe lideri Kenan Evren, hiçbir gerekliliği yokken ve kendisine bu yönde bir soru
sorulmamışken “Yunanistan ile aramızda süregelen bütün sorunların iyi niyetli ve yapıcı bir
yaklaşım içinde, ikili müzakereler yoluyla adil çözümlere kavuşturulabileceği görüşündeyiz
demek suretiyle darbe serüvenin yol haritasını çizenlere bu haritaya uyacağı konusundaki
mesajını iletmiştir. MHP’nin artan oy oranları, toplum üzerindeki inandırıcılığı ve oy
vermeyenlerin dahi MHP’ye duyduğu itimat, bazı odakları harekete geçirmiş ve tasfiye
edilmesi gereken bir siyasal yapı kategorisine sürüklemiştir. Tekrar vurgulamak isteriz ki
tıkanan Türk Siyaseti’nin yeni ve teveccühe mazhar umudu olan MHP darbecilerin
parlamenter yapıyı tahrip etmesinden en büyük zararı gören siyasal kadrodur. Sonuç olarak
ifade etmek gerekirse, Milliyetçi Hareket Partisi Aziz Milletimizin bu acı tecrübeleri
yaşamasına sebebiyet veren kardeş kavgalarının bir daha asla yaşanmaması dilek ve temennisi
ile kanun hakimiyeti ve demokratik rejim şemsiyesi altında görüş ve düşüncelerin açıklandığı,
175/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
fikirlere ancak daha güçlü bir fikirler mukabele edildiği müreffeh bir Türkiye özlemiyle;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını Silah Zoruyla Yürürlükten kaldıran, Parlamento’yu
fesheden, Demokratik Siyasal Faaliyetleri durduran, binlerce yurttaşımızı aylarca
hürriyetlerinden mahrum bırakarak, insan onuru ile bağdaşmayan işkencelere muhatap kılan,
kanun hakimiyeti adı altında kendi yargısının terörünü inşa ederek zorlama iddianameler ve
mahkeme kararları tanzim ettiren cunta örgütlenmesinin bütün unsurların alt kadrolarından
işkence eylemlerin sorumlularından ve elbette ki sayın mahkeme huzurunda sanık
sandalyesinde bulunan Ahmet Kenan EVREN ve Ali Tahsin ŞAHİNKAYA dan şikayetçidir ve
huzurdaki yargılamada sayın savcının mütalası doğrultusunda üst sınırdan
cezalandırılmalarını talep ederiz."
Müdahale talebinde bulunan Senem Gülbudak
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Babam Abdullah Gülbudak legal bir öğretmen hareketinin lideri iken 12 Eylülün
ardından gözaltına alınmış daha sonra yapılan yargılamalar sonrasında bulunduğu cezaevinde
iken öldürülmüştür. Dolayısıyla 12 Eylül beni babasız bırakmıştır. Bu anlamda 12 Eylülün
mağdurlarındanım. Avukatımın beyanlarını tekrar ediyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan İsmail Duygulu
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben Antalya yetiştirme yurdunda devletin koruması altında bulunan bir çocuk olmam
hasabiyle henüz 13 yaşında orta okul 3.sınıfta sanıkların eylemlerinin mağduru olmaya
baladım: Karakollara , gözaltılara ne kadar alındığımın sayısını hatırlamıyorum Ancak 4 defa
bugüne kadar çok esaslı işkenceler gördüm. Bu sebepten dolayı sağ ayağımda bir araz oluştu.
Akciğerlerimde tüberküloz rahatsızlığı geçirdim ve tedavi altına alındım en son işkencede
kanama geçirmem nedeniyle fazla üzerime gelmediler. Benbu sayede kurtuldum. Lise 2.sınfta
iken hiç ilgim alakam olmayan Antalya da gerçekleştirilen bir soygunun faili olarak gözaltına
alındım. Ağır işkenceler gördüm. Cezaevinde kaldıktan sonra tahliye oldum. İzmir 2. Nolu
Askeri Mahkemede yargılandım ve beraat ettim. Bu nedenlerden dolayı fişlendim, askerliğimi
refüze ve er olarak yapmak zorunda bırakıldım. Olaylar beni fiziken arızalandırdığı gibi
ruhsal olarakta arızalandırdı ve fizik bütünlüğüm bozuldu. Ancak bunları tedavi eder noktaya
geldik. Diğer olayları yaşayan arkadaşlarımız gibi inşallah bu yargılamada bizi ruhen daha
dingin hale getirecek ve toplumsal olarak olduğu gibi bireysel olarakta demokratik özgürlükçü
bir hukuk devleti ile yurttaşları olarak barışık bir hale gelebiliriz. Biz bu olayların mağduru
olmaktan ziyade aynı zamanda tanığıyız. Mahkeme bizleri sadece mağdurlar olarak değil
olayların tanığı olarakta görmelidir. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adli yargısı
artık bu dava örneğinde olduğu gibi hafızasını korumalıdır. Çünkü her 10 yılda bir SEKA ya
gönderilen evraklarda adliye hafızasını yitirmektedir. Türkiyede belirli bir elit dışında bütün
hem bireyler hemde toplum olarak görmüş olduğumuz zararlardan dolayı ülke bugün özellikle
kürt kardeşlerimize yapılan uygulamalar nedeniyle bir Yugoslavya örneğine doğru
gitmektedir. Bununda sorumlusu sanıklardır. Belki kişisel olarak benim teşekkür etmem
gerekir onlara. Çünkü Ticaret Lisesi öğrencisi idim. Lise 2 . Sınıfta sürgün edildim. İmam
Hatiplerinde önünü açmak amacıyla bütün meslek liselerinin üniversite sınavlarında eşit hale
getirdiler. Bende ticaret Lisesi öğrencisi olarak onlara teşekkür etmem ve hukuk fakültesine
girmeme imkan sağlamam için onlara teşekkür etmem gerekir. Fakat Konya mitingini gerekçe
gösterdikleri için esasında amaçlarının ne olduğu açığa çıkmaktadır: sanıkların huzurda yüz
yüze yargılanması meselesinde tutuklanmasın bekli, ama hiç değilse zorla getirilmeleri
sağlansın, onlar sanık sandalyesinde oturmasınlar çünkü her zaman bizde sanık sandalyesinde
oturmayabilirler. Ancak avukatları ile beraber savunmalarını yapmak suretiyle bu yargılamaya
katkıda bulunsunlar. Hukuki meşruiyet gereği gelinen noktkada sanıkların kurduğu düzen
uyarınca yargılama yapılamayacağı yönünde sanık vekillerince sanık vekillerince savunma
176/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yapılmış ise de artık hem anayasa da yapılan değişiklikler hem de toplumsal bilinç 12 Eylül
ruhunu aşmıştır. Özellikle 12 Eylül 2010 referandumu bu noktada ciddi bir yol ayrımı
olmuştur. Bu sebeplerden dolayı bende Mahkemeye müdahil olarak katılmak istiyorum. Daha
önceki verdiğim dilekçemi tekrar ediyorum. Dediği,
Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Saime Kırındı
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
Müvekkiller Gürhan Gürsoy, Kazım Ablak ve Avni Odabaşı 12 Eylülün
mağdurlarındandır. Kazım Ablak ve Gürhan Gürsoy işkenceye maruz kalmışlardır. Avni
Odabaşı hayatını yurt dışında geçirmek zorunda kalmıştır. Diğer meslektaşlarımızın
beyanlarına da iştirak ediyorum. Müdahale kavramının bu davaya geniş yorumlanmasını talep
ediyorum. Müvekkillerimin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum, ayrıca şahsende
mağdur oldum. Şahsi olarakta müdahale talebim vardır dediği,
Müdahale talebinde bulunanNevin Aytek
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 04/04/2012 tarihli ifadesinde:
12 Eylül döneminde üniversitede okurken gözaltına alındım. Sözlü olarak
anlatamayacağım işkencelere maruz kaldım. Okulu bitirmem engellendi. Bu durumda gelecek
için bir meslek sahibi de olamadım. Mağdurum müdahilliğime karar verilmesini talep
ediyorum dediği,
MÜDAHALE TALEBİNDE BULUNAN AZİMET KÖYLÜOĞLU:
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Daha önce müdahale dilekçesi vermiştim. Tekrar ediyorum. 12 Eylül öncesinde
CHP Sivas Milletvekili idim. Ihtilalle birlikte gözaltına alındım. Haksız yere özgürlüğüm
kısıtlandı, daha sonra hakkımda herhangi bir dava olmadığı halde pasaport almam engellendi.
Diğer yandan 1978 Eylülünde Sivas ta gerçekleşen ve pek çok kişinin ölümü ile can ve mal
kaybına sebep olan olayları da ben ihtilale giden yolda hazırlık çalışmaları olarak görüyorum.
Ve yine işkencenin insanlık suçu olduğunu düşünüyorum. Sadece bu dosyanın iki sanığının
değil, bu süreçte etkin görev alanlarında sanık olması gerektiğini düşünüyorum ve davaya
müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
MüdahilHüseyin Doğan
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben 12 Eylül ihtilali döneminde CHP Maraş Milletvekili idim. Bu süreçti ihtilale
maruz kaldım. Ancak esas mağduriyetim memleketim olan Maraş ta 19-26 Aralık tarihlerinde
yaşanan olaylardan ötürüdür. Zira bu süreçte Maraş ta pek çok suçsuz insan öldürülmüş,
yaralanmış, mal varlıklarına zarar verilmiştir. Buna karşılık Devlet gerçek gücüyle ancak 25
Aralıkta Maraş a müdahale etmiştir. Diğer deyişle bir hafta boyunca sessiz kalmıştır.
Olayların başladığını haber almam üzerine dönemin Başbakanı Bülent Ecevit e koştum.
Kendisi de olaylardan haberdardı müdahale etmeye çalışıyordu. Bu sırada kendisine eş değer
düzeyde bir komutanı aradığını, ancak tahminime göre karşıdan olumlu cevap alamaması
nedeniyle çaresizlik içerisinde ve kızgınlıkla telefonu kapattığına da bizzat şahidim.
Dolayısıyla Maraş ta yaşanan olaylar 12 Eylülün hazırlık hareketleridir ve ihtilalin kilometre
taşlarından birisidir. Tüm açıkladığım sebeplerle müdahilliğime karar verilmesini talep
ediyorum dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli ifadesinde:
Geçen celse önemli bir mazeretim sebebiyle duruşmaya gelemedim. Şayet salonda
bulunsa idim sanıklardan Kenan Evren'e "Kahramanmaraş olaylarının en yoğun olduğu
23/12/1978 günü ben K.Maraş eski milletvekili olarak rahmetli bir milletvekili arkadaşım
yine Orhan Sezar o sırada senatör olan ve halen sağ olan Ali Rıza Akgül ile bu olaylara
müdahale için Başbakanlığa gitmiştik. Başbakanlığa memleketten gelen telefonlardanbu
177/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
olayların adeta bir iç savaşa dönüştüğü anlatılıyordu. Konuyu o sırada rahmetli Başbakan
Sayın Bülent Ecevit'e intikal ettirdik. Hatta telefonların büyük bir kısmını kendisine dinlettik.
Bunun üzerine telefona sarılan Başbakan tahminime göre Kenan Evren ile veya o düzeyde bir
kuvvet komutanı ile Maraşta ki vahşet ile ilgili konuştu ve yaşanan olayları kısaca ancak
vurgulayıcı şekilde özetledi ve acil müdahale istedi. Tahminime göre karşı taraftan arzuladığı
cevabı alamadı ki; Başbakanın telefonu masaya fırlattığını gördük. Bu olay hakkında Sayın
Kenan Evren'in Başbakan'a ne cevap verdiğini olayın bu tarihten itibaren neden 3-4 gün sonra
Kayseri'den gelen birliklerce sona erdiğini sorulmasını" isteyecektim. Dediği,
Müdahale talebinde bulunan Şükrü Bütün
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben daha önce dilekçe vermiştim. Tekrar ediyorum dedi ve daha önce verdiği
dilekçesini duruşmada okudu . Ayrıntısıyla anlattığım şekilde ben dönemin CHP Çorum
Milletvekili idim. Ancak bunun ötesinde 1980 yılında Çorum da meydana gelen ve ihtilalin
kanlı kilometre taşlarından biri olarak nitelendirdiğim olaylardan ötürü Çorum dapek çok
insan öldürülmüş, can ve mal kaybına uğramıştır. Bu yönden de ayrıca davacıyım.
Müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum. Diğer yandan dünkü duruşmalarda da ifade
edildiği üzere Çorum, Maraş vb olayların faili olarak yargılananların bu davada müdahil
olamayacaklarını düşünüyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Mehmet Mustafa Yalçıner
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben 12 Eylül öncesinde Türkiye Devrimci Komünist Partisi Yöneticisi idim. 12
Eylülden sonra gözaltına alındım işkence gördüm. Siyaseten yasaklandım. Ancak bunun
dışında 12 Eylülün esas itibarıyla halka karşı yapılmış bir hareket olduğunu tespit ettim.
Bunun dışında esas itibarıyla sanıkların mevcut suçlamalardan ziyade halk düşmanlığı ve
ABD ye hizmet etmelerinden ötürü vatan hainliği ile suçlanmaları gerektiğini düşünüyorum.
Ayrıca bu davanın gerçek mağdurlarının tespit edilmesini, 12 Eylüle giden süreçte rol alan
aktörlerin bu davaya müdahil olamayacağını düşünüyorum. Keza TBMM ve Hükümetin de
davaya müdahil olamayacağını düşünüyorum. Davaya müdahilliğime karar verilmesini talep
ediyorum, ayrıca bu heyetin gerçek bir yargılama yapması durumunda tarihe geçeceğini
düşünüyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Fahrettin Öztürk
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben daha önce müdahale için dilekçe vermiştim. Dilekçemi tekrar ediyorum. 12
Eylül sonrası kardeşim Nurettin Öztürk gözaltına alınmıştır ve öğrendiğime göre Ankara daki
DAL merkezinde gördüğü işkenceler sonucu vefat etmiştir: Daha sonraları ben bu durumu
öğrenince müracaatlarda bulundum. Fakat gerçeğin ortaya çıkmasından rahatsız olacak güçler
beni dolaylı olarak tehdit ettiler. Dilekçemde de bu hususları ayrıntısıyla anlattım. DAL
merkezinde 130 görevli bulunmaktaydı. Tüm bu kişilerin tespit e dilerek yargı önüne
çıkarılmasını ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Av. Müşir Deliduman
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli beyanında:
Daha önce verdiğimiz dilekçeleri tekrar ediyoruz. Esas itibarıyla 12 Eylül halka karşı
yapılmış bir darbedir. Ve bu darbeyi yapanlar halk düşmanıdır. Ayrıca şu an yargılanan iki
sanık dışında 12 Eylüle hizmet eden diğer kişilerinde yargılanması gerektiğini düşünüyoruz.
Sanıklar müdafi savunmalarında kurucu iktidardan bahsetmektedir. Hiçbir kurucu iktidarın
halkına zulmetmesi , işkence yapması ve katletmesi söz konusu olamaz. Ancak sanıkların
gerçekleştirdiği darbe sonucunda pek çok işkence ve ölüm cereyan etmiştir. Diğer yandan
sanıklara isnat edilen suç CMK nun 100/3 de düzenlenen suçlardandır: Dolayısıyla sanıkların
178/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kaçması varsayılmalıdır CMK 100/2 deki koşullarda vardır. Sanıkların tutuklanmaları
gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca mal varlıklarına tedbir konulmasını talep ediyoruz Yine
dünkü ifadelerde ismine yer verilen Raci Tetik isimli işkenceci yurtdışındadır. İşkenceci Raci
Tetik in ilgili yerlere müzekkere yazılarak Mahkemeye tanık sıfatı ile celbini talep ediyoruz.
Davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında:
Fazlı Usta adına vekaletname sunmuştum. Müvekkilin dilekçemizde belirttiğimiz
sebeplerle davaya müdahilliğine karar verilmesini talep ediyoruz. Ayrıca daha önceki
beyanlarımız doğrultusunda sanıklarla benzeri konumda suçlanan kişilerin tutuklu
yargılandıkları hususunun da Mahkemenizin bir kaz daha dikkatini çekiyoruz , şayet
müvekkil hakkında müdahillik kararı verilmediği takdirde mahalli C. Savcısına suç
duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli beyanında:
Adli Tıp Kurumunun raporunu kabul etmiyoruz. Adli Tıp Kurumu idari bir kurumdur.
Üzerinde Bakanlık Yetkisi mevcuttur. Nasıl ki Uludere katliamında sorumlu askerler ortaya
çıkarılamamakta ise; aynı zihniyetin bir devamı olarak asker sanıklar da huzura
getirilememektedir. Raporun dikkate alınmaksızın sanıkların huzurunuza ifadevermek üzere
getirtilmelerine karar verilmesini talep ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli beyanında:
"efendim sanık müdafinin ancak kendisinin inanabileceği delilleri Mahkemeye
sunması yargılamanın ilerlemesi ve maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yönelik değildir.
Uzatmaya yöneliktir. İddianamede ki sevk maddesi TCK. 765 Sayılı Yasanın 146, 31, 32 ve
82. Maddelere matuf deliller değildir. Bu her somut vak'a için araştırma yapıldığı zaman
yargılama uzatılacaktır. Ancak biz diyoruz ki 5 dakikadan fazla konuşmayacağım. Burada bir
darbe olgusu yargılanıyor. Bu darbe olgusu yargılanıp mahkum edildiği zaman günümüzde
yine devam eden Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat darbe kırıntı ve bozuntularıyla ancak bundan
sonra biz uğraşmamız gerekiyor. Bu nedenle iddianamede ki istem üzerine yargılanmalarının
yapılması delillerin de bu aşamada yeterli derecede olduğunu mütalaya dosyanın verilmesini
talep ediyoruz. Fakat bu yargılamada sanıkların aleyhine gerçekleşebilecek 765 Sayılı Yasanın
147. Maddesi eğer uygulanacaksa sadece 5271 Sayılı Yasa gereğinin 226. Madde ek savunma
hakkı doğar. O savunmayı da bunlara verelim. Ve yargılayalım. Doğaldır sanık avukatının
kendisinin de inanmış olduğu bir zulüm rejiminin kurucuları ve burdaki Kenan Evren şurakası
daha o dönemde bugün yargılanan Balyoz da bile kalıntıları çıkıyor. Levent Ersöz hakkında
tekrar suç duyurusunda bulundum. 1980 ve 82 yılları arasında Rize Pazar ilçesinde yaptığı
işkenceler bu sürelerin bir sürüyenidir. Dolayısıyla bu olgu eğer cezalandırıldığı zaman biraz
daha demokrasinin yolu açılacağı kanaatini taşıyorum. Yargılamanın da hızlı olması bu
noktada katkı sağlayacaktır. Öyle bir pozisyona getirdi ki Kenan Evren'i sanki kamuya yararlı
bir derneğin başkanıymış gibi. Peki bu insanların hepsi Kenan Evren'in düşmanı mı.
Aralarında bir din, namus kavgası mı var? Rahmetli Rahman'a kavuşan Berfo Ana burda
böyle güzel Azericesi evin yıkıla, ocağın söne demesi bu neyin sebebidir. Artık bunların
işkenceci, zalim oldukları ortadadır. Bunların eserleri bugünkü Balyoz, Ergenekon, asit
kuyuları, bilmem kozmik odalar, hepsi bu meyandadır. Hızlı bir şekilde yargılanması gerektiği
inancını taşıyoruz. Dosyanın mütalaa için savcıya verilmesi, sanık avukatının taleplerinin ise
yargılamayı uzatmaya matuf talepler olduğundan dolayı red edilmesi, ancak sanıklar hakkında
ağırlaştırıcı bir durum çıkarsa 765 Sayılı Yasanın 147.maddesinin uygulanmasını ve ek
savunma hakkının verilmesini de Mahkemenin taktirine bırakıp saygılarımı sunuyorum.
Ayrıca burda da Av. Selçuk Kozağaçlı'yı hayırla yad ediyorum. Keşke aramızda olsaydı.
Zalim başka bir güç onuda oraya götürdüler. Ama Kenan Evren devrimci ve Kürt olmadığı
için hala hakkında bir şey çıkmıyor ve bu adamında rütbelerinin sökülmesini talep ediyoruz. "
179/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
demiştir
Müdahale talebinde bulunan Ökkeş Şendiller
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben daha önce Mahkemenize ayrıntılı beyanlarımı içerir dilekçemi ve ayrıca 1978
yılında gerçekleşen Kahramanmaraş olayları ile ilgili yazdığı kitabı sunmuştum dedi ve
devamla dilekçesinde belirttiği hususları duruşmada anlattı. Kahramanmaraş olayları ile ilgili
olarak ben 1 nolu sanık olarak yargılandım. 12 Eylül ihtilalinden 33 gün önce bu davadan
beraat ettim. Sivas, Maraş ve Çorum da yaşanan olaylar esas itibarıyla nerede bu ordu, nerede
bu asker şeklinde toplumda bir beklendi oluşturulmak için gerçekleştirilmiş olaylardır. Daha
önce bu olaylara ilişkin davalar görülmüş ise de bu olayların arka planının aydınlatılamadığını
da düşünüyorum. Mahkemenizdeki bu davanın buna hizmet edeceğini düşünüyor ve
müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Sabri Kuşkonmaz
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Biz daha önce müvekkillerimiz adına müdahale dilekçesi vermiştik tekrar ediyoruz.
İddianamede özellikle Fatsa olayları ile ilgili olarak adeta cuntanın dilinin kullanıldığını
görüyoruz ve bu konuyu eleştiriyoruz. Aynı dilin Mahkemenin uygulamalarında ve
kararlarında olmamasını diliyoruz. Ancak idarenin bu tarihi davaya gereken önemi
vermediğini ve fiziki imkanlarını sağlamadığını görmek bizi şaşırtmadı. Ancak Mahkeme
uygulamaları ile bu durumun değişmesi gerektiğini düşünüyoruz, sayın Başbakan bu davayı
kirli politikasına alet etmektedir. Hukukla arasında mesafe vardır: Bu mesafeyi bugünkü
beyanlarında da dile getirmiştir. Çünkü davaya müdahale için Anayasa değişikliğine evet oyu
vermek bir ön şart değildir. Ama hukuk tahrip edilerek bu şekilde yalan beyanda
bulunulmuştur. Davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği,
Müdahale talebinde bulunan Cengiz Şahin
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben 12 Eylül ihtilali olduğunda Türkiye İşçi Partisinin Amasya teşkilatında yönetici
idim. İhtilalin ardından yakalandım. Gözaltına alındım ve yargılandım. Daha sonra beraat
ettim. Tüm mağduriyetlerimin dikkate alınarak müdahilliğime karar verilmesini talep
ediyorum dediği,
Bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Ural Gündoğan
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Duruşmada ifade edilen bazı sözler dikkate alındığında 12 Eylülün topluma aşıladığı
kin ve nefret duygularının aşılamadığını üzülerek gördüm. Diğer yandan Anayasadaki eşitlik
kuralı dikkate alındığında sanıkların yüz yüzelik ilkesi gereği olarak mutlak suretiyle
Mahkemeniz huzuruna getirtilmesini ve müvekkillerimin müdahilliğine karar verilmesini
talep ediyorum dediği,
Milliyetçi Türkiye Partisi genel başkanıAhmet Yılmaz Büyükekmekçi
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Biz parti olarak sadece 12 Eylüle değil tüm darbelere karşıyız: Tüm darbelerin
yargılanması gerektiğini düşünüyoruz. Asmayalım da besleyelim mi mantığı ile 12 Eylül
sonrasında pek çok kişi haksız yere idam edilmiştir. Bizce bunların baş sorumlusu sanıklardır.
Bu nitelikteki kişiler yargılanmaları sonucunda eğer yasalarda değişiklik yapılarak idam
cezası tekrar uygulanabilir hale getirilir ise layık oldukları ceza budur. Bu nitelikteki
sanıklarında Mahkemenizde hazır ve özellikle de tutuklu olmaları gerektiğini düşünüyoruz ve
bunu talep ediyoruz. Parti olarak müdahilliğlimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği,
68'liler Dayanışma Derneği vekili Av. İmdat Balkoca
180/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Biz daha önce bu konuda dilekçe vermiştik dilekçemizi tekrar ediyoruz dedi devamla
dilekçesini duruşmada anlattı. Özetlemek gerekirse biz tüm darbelerin arkasında emperyal
güçlerin bulunduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla darbenin görünür liderlerini yargılamanın da
yetmeyeceğini düşünüyoruz. Diğer yandan 12 Eylüle giden süreçte rol alan kişi ya da
kurumların davaya müdahil olamayacaklarını düşünüyoruz. Ancak bunlar toplumdan özür
dilerler ise davaya müdahil olabileceklerini düşünüyoruz ve müdahilliğlimize karar
verilmesini talep ediyoruz dediği,
Kendi adına asaleten, bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. İrfan
Sönmez
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
1960 darbesi, 1982 darbesinin , 1982 darbesi ise 28 Şubat darbesinin alt yapısını
oluşturmuştur. Bir nevi birbirlerinin mayasıdırlar. Ve tümünün asli hedefi millet iradesidir.
Dolayısıyla bu davayı önemsiyoruz. Ancak bu dava vesilesi ile geçmişteki söylemleri
kullanmak yerine davanın sonuca ulaşmasını sağlayacak söylem içinde bulunulması
gerektiğini düşünüyoruz ve davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği,
Devrimci İşçi Sendikaları konfederasyonu vekili Av. Ekin Sarıakalın
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Daha önce verdiğimiz dilekçeyi tekrar ediyoruz. 12 Eylülün en büyük mağdurlarından
biri de DİSK tüzel kişiliğidir. 12 Eylül öncesi başkanlarımızdan Kemal Türkler 22 Temmuz
1980 tarihinde katledilmiştir Başkaca sendika yönetici ve üyelerimizde öldürülmüştür. 12
Eylül ile birlikte sendikamız kapatılmıştır. Bunun yanı sıra 12 Eylül darbesi tüm toplumu
olumsuz yönde etkilemiştir. Dilekçemizde belirttiğimiz hususları tekrarla müdahilliğimize
karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Hak İş Konfederasyonu vekili Av. Hüseyin Öz
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Bizde tüzel kişilik olarak müdahale talebinde bulunduk dilekçemizi tekrar ediyoruz.
Daha öncede başka arkadaşlarca da beyan edildiği üzere 12 Eylül en büyük darbeyi işçiye ve
işçi sendikalarına vurmuştur. Dolayısıyla bu mağduriyetin giderilebilmesi amacıyla bizde
davaya müdahil olmak istiyoruz ve müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği
Eşitlik ve Demokrasi partisi ve bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili
Av. Fecri Şengür
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Dün bir meslektaşımız partimiz adına beyanda bulunmuştu bubeyanları tekrar
ediyorum. 12 Eylül ardından bir sistemi bırakmıştır. Gerçek demokrasiye ulaşmak için bu
sistemin tam demokrasiye uygun şekilde dönüştürülmesini talep ediyoruz dediği,
Müdahale talebinde bulunan Gül Erdos
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
12 Eylül sonrası 7 Kasım 1980 tarihinde eşim İlhan Erdost gözaltına alındı. Süreci
kardeşimde gözaltına alınması sebebiyle yakından takip edebildik. Gözaltı ve daha sonra
gördüğü işkenceler neticesinde eşim vefat etti. Bu dönemde eşime yayıncı olmasının da
etkisiyle içerisi sizin zehirlediklerinizle dolu şeklinde hakaretler edildi ve işkenceyi
yapanların geri plandaki düşünceleri bu şekilde ortaya çıktı. Esas itibarıyla sadece işkenceyi
yapan maşaların değil, başta Raci Tetik olmak üzere işkenceye sebep olan diğer kişilerinde
yargılanmasını istiyorum. Bu davanın sembolik iki kişi ile sınırla olmaması gerektiğini
düşünüyorum. Ayrıca yapılacak anayasa ile tüm 12 Eylül kalıntılarından kurtulunması
gerektiğini düşünüyor ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
181/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Müdahale talebinde bulunan Ahmet Cihan
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben daha önce ayrıntılı beyanlarımı içerir dilekçe vermiştim. Esas itibarıyla 12
Eylülün tüm ülkeye zarar verdiğini düşünüyorum. Ancak şahsımın gördüğü işkence ve haksız
yargılamaların dışında ağbeyim olan Süleyman Cihan gözaltına alındıktan sonra bir nevi
ortadan kaybedilmiştir. Uzun uğraşlardan sonra ancak Mahkeme başkanının detaylı ve ısrarlı
yazıları üzerine ağbeyimin öldüğüne ilişkin bilgi verilmiştir. Vefatının ardından bu konuyu
araştırmak isteyen bizlere daha zararlar verilmiştir. Ağbeyimin eşi bir şekilde intihara
yönlendirilmiştir. Ağbeyimin ölümü ile ilgili tutanaklarda Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin
inde imzaları bulunmaktadır. Bu isimler dahi 12 Eylülün yarattığı atmosferi yansıtmaktadır.
Dilekçedeki hususları tekrar eder. Davaya müdahilliğime karar verilmesini sanıklar hakkında
yakalama kararı çıkarılmasını ve mal varlıklarına el konulmasını talep ediyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Nimet Tanrıkulu
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
12 Eylül Türkiye de pek çok kesime zarar vermiştir. Ancak ben bugün daha ziyade
kadınlara verdiği zarardan bahsedeceğim. Ve zabıtlara geçmesi açısından da iki olayı
anlatacağım. Bunlardan birinde Diyarbakır daki cezaevinde bir bayan tutukluya tecavüz
edilmiştir ve bu bayan hamile bırakılmıştır. Bayan daha sonra bu çocuğu doğurmuş ve evlatlık
vermiştir. Ancak bu şahsı izlediğimde esas itibarıyla onun açısından hayatın bittiğini gördüm.
Şahsımda 12 Eylülden sonra 45 gün Gayrettepe de gözaltında tutuldum. Burada benimle
birlikte pek çok genç kız ve bayan tutuldu ve zaman zaman çırıl çıplak soyulduk ve bazı eller
bizlere dokundu. Bu iki olaydan hareketle eğer bu davada gerçek adalete ulaşılacak ise sadece
iki sanıkla sınırlı kalmamalı, 12 Eylülün içinde bulunan kılcal damarlara kadar uzanılmalı ve
genç kızların bedenine ve somut olarak bize dokunan ellerin sahipleri de bu dava içine
katılmalıdır. Bugün ayrıca Nurettin Yedigöl ün kafasına çivi çakılarak öldürüldüğüne tanığım,
İbrahim Bingölise yapılan işkencelerin ardından bağırsakları dışarıda olacak şekilde yaşamaya
çalışıyor. Sonuç itibarıyla bu yaşananların unutulması mümkün değildir ve unutmayacağız
Tüm bu sebeplerle davada müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Celalettin Can
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben aynı zamanda 78'lilerDernekleri Federasyonu adına da konuşuyorum. 12 Eylül
öncesinde Kürtler, kadınlar ve toplumun diğer kesimleri hak arayışı içerisine girmiştir. Bir
nevi kendi geleceğine sahip çıkma yolunda toplumda bir bilinç oluşmuştur. 12 Eylül ile bu
bilinç yok edilmeye çalışılmıştır. 12 Eylül öncesinde ülkede anarşinin kol gezdiği ihtilali
yapan kişilerce ileri sürülmesine karşılık 12 Eylüle giden yolda meydana gelen Sivas, Çorum,
Maraş olayları aydınlatılamamış, keza siyasi cinayetlerin arkasındaki güçlerde ortaya
çıkarılamamıştır. 12 Eylül toplumun üzerinden bir buldozer gibi geçmiştir. Bu davanın bir
sonuca ulaşması isteniyorsa bu olaylarında dava konusu edilmesi, ayrıca Diyarbakır, Mamak,
Metris, Erzurum ceza evlerindeki zulümlerinde davaya konu edilmesi gerekir. Ayrıca genel
olarak önce Anayasalar çıkarıldığı halde 12 Eylülden önce yasalar çıkarılmış, daha sonra bu
yasalara uygun bir Anayasa düzenlenerek topluma kabul ettirilmiştir. Bu davanın dışında 12
Eylülün kurduğu bu sistemden toplumun kurtulması gerekir. Tüm bu açıklamalarla davaya
müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz dediği,
Müdahale talebinde bulunan Orhan Miroğlu
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben beyanlarımı yazılı olarak hazırladım dedi. Devamla 3 sayfadan ibaret dilekçesini
duruşmada okudu ve davaya müdahilliğine karar verilmesini talep ederim dediği.
Müdahale talebinde bulunan Berfo Kırbayır
182/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Oğlum Cemil Kırbayır 12 Eylül sonrasında gözaltına alındı. Daha sonra ise cesedi
dahi bize verilmedi. Halende nerede olduğunu bilmiyorum. Kenan Evren bu olayın
sorumlusudur. Kendisini burada görmek ve dertlerimi ve tepkilerimi ona aktarmak isterdim
dediği,
Müdahale talebinde bulunan Ramazan Akgün
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben 12 Eylülde ülkü ocakları kapsamında gözaltına alındım. Buca ve Mamak
cezaevinde 7 yıl tutuklu kaldım. Daha sonra beraat ettim. Bu karar daha sonra Askeri yargıtay
ca da onaylandı. Pek çok müdahale talebinde bulunanın da ifade ettiği gibi haksız tutuklama
ve işkence çerçevesinde bende mağdur oldum. Bu çerçevede davaya müdahale olmama karar
verilmesini talep ediyorum. Ayrıca bugün Mahkemenizce Emin Pazaracı nın yazısını
okudunuz. Kenan Evren bu yazıya konu olan açıklamayı Ali Kırca nın progaramında
yapmıştır. Söz konusu yayının bir kopyasının dosyaya celbini talep ediyorum. Çünkü bu ola
gerçekleşse idi muhtemeldir ki cezaevinde bulunmamız sebebiyle bizde öldürülecek kişiler
arasında idik. Ayrıca ben o tarihte 16 yaşındaydım ve bir çocuktum. Benim gibi 12 Eylülde
pek çok çocukta 12 eylülde mağdur edilmiştir dediği,
Ülkü ocaklarını temsilen genel başkan Harun Öztürk
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Biz daha önce yazılı beyanda bulunmuştuk tekrar ediyoruz. 12 Eylül öncesi var olan
teşkilatımız kapatılmış, akabinde yönetici ile üyelerinin pek çoğu tutuklanmıştır ve bunların
bir kısmı da cezaevinde işkence görmüştür.Dolayısıyla kurumsal olarak bizde ihtilalden büyük
zararlar gördük. Ayrıca bazı konuşmacılar 12 Eylüle giden süreçte bizimde rol aldığımızı ima
etselerde bu imaları kabul etmemiz mümkün değildir. Sonuçta 12 Eylülün camiamıza vermiş
olduğu zararlarda bunun en büyük kanıtıdır. Davaya müdahilliğimize karar verilmesini talep
ediyorum dediği,
Kendi adına ve ayrıca bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. İsmail
Başaran
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Sanıklar müdafi kurucu iradenin yargılanamayacağı tezini ileri sürmüştür. Bu adeta
yeni bir ihtilal çağrısıdır kabul edilemez. Ben 12 Eylül öncesinde hem öğrenci hem
öğretmendim. Töbder üyesi idim. Uzun süre gözaltında tutuldum. Bana bu sırada sorulan bir
soru ilginçtir. Zira bana yıllarca geriye giderek 30 Nisan 1977 tarihinde nerede idin diye bir
soru sorulmuştur. O tarihte ben ertesi gün yapılacak 1 Mayıs etkinlikleri ile ilgili
arkadaşlarımla Adana Yüksek Öğrenim derneğinde bulunuyordum. Dolayısıyla bu basit soru
dahi 12 Eylül mantığını ortaya çıkaracak niteliktedir. En küçük bir örgütlenmeye karşıdır.
Esas itibarıyla 12 Eylülün öğretim camiasına da büyük olumsuz etkileri olmuştur. Bilim
adamının bilimde etkin olması için Türkçe ye hakim olması gerektiği tezini ileri sürmüştür.
Ancak bu tezi ileri sürerken Devletin asimilasyon politikasını teşvik etmektedir. Bir bilim
insanına yakışmayacak bu tarz düşünceler 12 Eylül zihniyetinin eğitim camiasını dahi
etkilediğini göstermektedir. Diğer yandan biz eşitlik ve demokrasi partisi olarakta genel
merkezimiz gerek parti dernekleri olarak 12 Eylülü ilk şikayet edenlerdeniz. Dolayısıyla
bizimde bu davada müşteki olarak gösterilmemiz gerekirdi. Diğer yandan davanın doğru
sonuca ulaşabilmesi için davanın insanlığa karşı suçları da kapsamına alacak şekilde
genişletilmesiyle mümkündür.Dilekçemizdeki beyanları da tekrar eder. Müdahilliğimize karar
verilmesini talep ediyorum dedi.ği,
Müdahale talebinde bulunan Mikail Kırbayır
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
183/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
12 Eylül 1980 darbesinin ardından kardeşim Cemil Kırbayır 13 Eylül günü Kars ili
Göle ilçesinde askerler tarafından gözaltına alındı. Kendisi ile en son teması 8 ekim 1980
tarihinde kurabildik: Daha sonra kendisinden bir daha haber alamadık. Uzun yıllar kendisini
bulmaya çalıştık. Yetkililer bize oğlunuz firar etmiştir dediler. TBMM İnsan Hakları Alt
komisyonu bizim sesimizi duydu ve gerekli araştırmaları yaptı. Bu konuda bir raporda
düzenlenmiştir. Sonuçta kardeşimin gözaltında iken öldürüldüğü bu raporlada sabit olmuştur.
Ancak halen cesedinin nereye gömüldüğünü öğrenebilmiş değiliz. Tüm bu yaşananlar ve
benim ayrıca bireysel olarakta yaşadığım sıkıntılar ortadadır. Sanıklar bu olayın
sorumlusudurlar. Ancak diğer üst düzey komutanlar Synt. Komutanları, dönemin Valileri,
Emniyet müdürleri de onlar kadar yaşananlardan sorumludur. Davaya müdahil olarak
kabulümüzü talep ediyoruz dediği,
Müdahale talebinde bulunanlarFatma Gülmez, Torun Karakaya
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Bizde aynı beyanları tekrarlıyoruz dedikleri
Kendi adına ve bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Hacı Yunus
Akyol
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 05/04/2012 tarihli ifadesinde:
Biz daha önce yazılı beyanda bulunmuştuk o beyanlarımızı tekrarlıyoruz. Şahsım ve
vekilleri olduğum arkadaşlarım 12 eylülden zarar gördük. Şahsım Yerköy de gözaltına alındım
tutuklandım ve haksız yere cezaevine konuldu. Vekili olduğum kişilerde 12 Eylülden zulüm
görmüşlerdir. Hepsi adına davaya katılma talebim vardır. Ayrıca Tahsin Şahinkaya Atatürk ten
sonra Time dergisine kapak olan tek Türk generalidir. Ancak bu Atatürk gibi bir kurtarıcılıktan
ve Devlet kurucusu olmaktan değil, yolsuzluk iddiaları ile ilgilidir. Ayrıca bu derginin Türkiye
ye sokulması cunta tarafından da engellenmiştir. Bu kapsamda sanıkların mal varlığına tedbir
konulmasını da düşünüyoruz dediği,
Müdahale talebinde bulunan İbrahim Tunç
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde:
Biz avukatımız aracılığıyla verdiğimiz müdahale dilekçesini tekrar ediyoruz.
Kardeşlerimden olan Mustafa Tunç ve Mehmet Tunç 12 Eylülden sonra gözaltına alınmışlar
akabinde tutuklanmışlardır. Bu süreçte gördüğü işkenceler sonucunda Mustafa Tunç vefat
etmiştir. Diğer kardeşimde büyük zulümler çekmiştir. Dolayısıyla ferdi olarak gördüğüm bu
acıların dışında 12 Eylülün ülkeye yaşattıklarından dolayı davaya müdahil olmak istiyorum
dediği,
Müdahale talebinde bulunan Mukaddes Çelik
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde:
12 Eylül ihtilali olduğunda ben ve eşim ayrı askeri cezaevlerinde tutuklu olarak
bulunuyorduk. Benim gördüğüm işkenceleri tarif edemem. Bunun dışında eşim irfan Çelik 12
Eylülün hemen ardından 14 Eylül sabahı bulunduğu Davutpaşa askeri kışlasındaki cezaevinde
asılı olarak bulunmuştur. Esas itibarıyla 12 Eylülün işlediği ilk cinayetlerden birisi eşimin
öldürülmesidir. Erdoğan Savaşeri isimli o tarihteki Askeri Savcı işkence iddialarını
görmezden gelmiştir. Bayram Kartal isimli kişi ise bizzat işkenceyi yapan kişilerdendir.
Adnan Özbey ise hem benim kaldığım hem de eşimin kaldığı cezaevinde görev yapan bir
binbaşı olarak işkencelerden sorumludur. Şahsımla ilgili olarak anlattığım bu konuların
dışında bu davanın sembolik kalmaması için o dönemde işkenceye karışan ve 12 Eylül cuntası
içerisinde yer alan diğer kişilerinde yargı önüne çıkarılması gerektiğini ve ayrıca bu davanın
iki sanığının da tutuklu olarak Mahkemenizde bulunmaları gerektiğini düşünüyor ve
müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Gülşah Taaç
184/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde:
Daha önce avukatım tarafından verilen dilekçeyi tekrar ediyorum. 12 Eylülün ardından
oğlum Enver Taaç eve gelmez oldu. Kendisini 6 gün geçtikten sonra bulabildik.
Bulduğumuzda işkence görmüş halde idi. Daha sonra oğlumun askerlik çağı geldi fakat o
süreçte yaşadıklarının etkisi ile askere gitmek istemiyordu. Birgün evden Enver Hoca nın
olduğunu öğrendiğim kitaplarla çıkmak ve arkadaşlarına gitmek istedi. Ben kendisine oğlum
arama olur tarama olur bu tarz şeylerle gezme dedim. O bir şey olmaz anne dedi. Oysa o gün
oğlumu götürdüler. Uzun aramalardan sonra oğlumun bulunduğu yeri öğrenebildik. Bu
süreçte oğlum gözaltında tutuklulukta ve hatta hükümlülük aşamasında dahi işkenceler gördü.
Ben kapıma gelen giden araçlardan ve oğlumun yaşadıklarından o kadar etkilendim ki 7 yıl
boyunca bir yatakta uyuyamadım. Bulunduğum yerde sızıp kaldım. 76 yıl ceza alan oğlum
tahliye olduktan sonra bir çatışma süsü verilen bir olayda kurşuna dizilerek öldürüldü. Diğer
çocuklarımda 12 Eylül sonrasına benzer zulümlere maruz kaldılar. Bu zulümleri yapanlarla
hesaplaşabilmek için sadece bu iki sanığın değil,işkenceye ve benzeri diğer insanlık suçlarına
karışan diğer kişilerinde yargı önüne çıkarılmasını ve müdahilliğime karar verilmesini talep
ediyorum , ayrıca Bayram Kartal, Atom isimli kişi ile Sedat isimli kişiler oğluma işkence
yapan kişilerdir dediği,
Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Serdar Namkoç
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde:
Sanıkların 12Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirmiş oldukları darbe nedeniyle
yargılanmış oldukları bu davada müdahil taleplerinin karara bağlanmasındaki temel kriterin
ne olacağı öncelikli sorumdur. Sayın Mahkemeye göre nezaket sınırları içerisinde olarak
darbe ortağı, darbe işbirlikçisi, paramiter ve katil olarak nitelenen müvekkillerinde içerisinde
bulunduğu milliyetçi kesim 12 Eylül 1980 günü yapılan darbe sonrası evlerinden iş
yerlerinden sokaktan toplanarak gözaltına ve sorgulara alınmışlar , iddia makamı tarafından
iddianamede ve diğer müdahillerin beyanlarında belirtilen sistematik işkencelere maruz
tutulmuşlardır. Darbe ortağı ve işbirlikçisi olarak nitelenen ve insan hakları savunucusu
olduklarını iddia edenlerin ortaklarından madik yemişlerse ne yapalım dediği, milliyetçi
kesimden 8 kişi idam edilmiştir. MHP ve ülkücü kuruluşlar davasında sanık olan ve dönemin
İstanbul 2.başkanı iken gözaltına alınarak İstanbul Harbiye sorgu merkezinde sorgulanan
müvekkilim Yılma Durak şu an 72 yaşında olmakla beraber 38 gün işkencelere maruz
kaldığında 40 yaşındadır. Savcılıkta müşteki sıfatıyla ifade verirken işlemediği suçları itiraf
etmesi için işkence sırasında itirafta bulunmazsan çocuklarını getireceğiz tehdidi sonrası
hücresine döndüğü zaman küçük kızı Saliha yı hücrede otururken görür. Saliha senin burada
ne işin var diye bir kaç kez sorar, cevap alamayınca halisülasyon gördüğünü anlar ve başını
duvarlara vurur. DoğununBaşbuğu sıfatlı ve metin bir insan olarak tanıtan müvekkilim bugün
dahi olayları anlatırken gözyaşlarını tutamamaktadır. 05.04.2012 tarihli celsede Mahkeme
salonunda alkışlarla giren BerfoKırbayır ın devam eden acısına şahit oldum. Ancak bu acı
sadece Cumartesi annelerine ait değildir. Müvekkillerden Abdulkadir Yanık Mamak
cezaevinde 12 gün işkence altında kalmış, itirafta bulunması için annesi Ümmühan Yanık
Mamak cezaevine getirilerek dövülmüş, sonrasında gözlerinin önünde oğluna işkence
yapılmış, müvekkil bu şekilde işlemediği suçları dahi itiraf etmek zorunda kalmıştır. Duruşma
sırasında bir çok kez yaşı büyütülerek idam edilen Erdel Eren örnek gösterilirken darbe yapan
bu zihniyet ve işkencecilerin ülkücü Bekir Bağ ı 17 yaşında öldürmek için bu zahmetlere dahi
girmemiş, işkence ile Mamak cezaevinde öldürmüşlerdir. Bunlarla beraber darbecilerle
işbirliği ile itham edilen Milliyetçi Ülkücü kesimin müdahil olamayacağı iddiası garip bir
şekilde sanık müdafilerinden değil, bazı müdahiller ve vekillerinden gelmiştir. Küçük bir
kısmına değindiğimiz zulmün muhatapları için ileri sürülen bu iddia hukuk, demokrasi ve
özgürlüklerin ortadan kaldırılmasıyla insan haklarının ihlal edildiği gerekçesinin daha çok
185/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
vurgulandığı bu davada nasıl tanımlanabilir bilemiyoruz. Kemal Türkler cinayeti müdahil
vekillerinin bir çoğu tarafından işbirliğine örnek olarak gösterilirken 27 Mayıs 1980 tarihinde
öldürülen Gün Sazak ı hangi işbirlikçilerin öldürdüğü sorusuna cevap bulmak gerekir.
Demokrasi ve özgürlüğün sadece bazı müdahiller vekillerinin yaptığı gibi kendimiz için
istersek birilerinin ben daha iyi demokrasi uygularım diyerek darbe yapmasını garip
karşılamamalıyız. Bu anlayışla darbe yapan ve dönemin CİA Türkiye şefine göre onların
çocukları olan sanıklar gerçekte sadakatlerinin devlet yönetimine de karşı olması gerektiğini
unutmuştur. Nato ya bağlılığı konuşmalarında özellikle vurgularken bugün karşımızda
olmamakla beraber TCK 146. Ya göre kısaca devlete karşı suç işlemekten yargılanmaktadırlar.
Tüm bu nedenlerle müvekkilleriminmüdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum dediği,.
Müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Şener Akyüz
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben idam edilen piyade Teğmen Ömer Yazgan ın yakınlarının avukatıyım.
Müvekkillerin yakını olan Ömer Yazgan kurmaca bir mahkeme sonucunda idam edilmiştir.
Müvekkiller adına müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Kendi adına ve müdahale talebinde bulunanlar vekili Av. Ömer Öneren
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben 12 Eylül ihtilali olduğunda Balıkesir de öğretmendim. Her kesimden öğrencimin
beğenisini kazanmıştım. Ancak bu beğeni benim başıma daha sonra iş aştı. Sağcısıyla sağcı
komünistle komünist oldum. 12 Eylül sonrasında gözaltına alındım: kemal Yazıcıoğlu nun
ekip başkanı olduğu yerde işkencelere maruz tutuldum. Daha sonra Balıkesir e götürüldüm.
Burada da işkenceler devam etti. Balıkesir de iken Halil Aydın Genç, Miraç Turan, Osman
Gezeker, Murat Erhan işkencecilerin başıydı. Bu işkencelerden o kadar etkilendim ki, ceza
evinden çıktıktan sonra rüyamda hemen hemen her gece bir polisi öldürür halde kendimi
buldum. ayrıca bu işkenceciler öyle bir sistem kurmuşlardı ki sahte raporlar ve belgeler
tanzim etmek suretiyle bir yandan da kendi terfilerini kolaylaştırıyorlar ve hızlıca
mesleklerinde yükseliyorlardı. CMK nun 8 ve 279. Maddeler dikkate alındığında
Mahkemeniz sadece bu iki sanıkla ve bu suçlarla bağlı kalmamalı ve kovuşturmanın
genişletilmesini sağlayarak 12 Eylüle karışan tüm yetkililer ile işkenceye karışan kişi ve
amirler hakkında da dava açılması sağlanmalıdır. Şahsımın ve vekili olduğum kişinin
müdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan İsa Tekin
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben daha önce ayrıntılı dilekçe vermiştim o dilekçemi tekrar ediyorum. 12 Eylül de
Diyarbakır cezaevinde bulundum büyük işkencelere maruz kaldım. İddianamede bir kısım
işkence türünden bahsedilmektedir. Ancak benim şahit olduğum gayri müslimlerin zorla
sünnet ettirilmesi ve benzeri akla hayale gelmeyecek pek çok işkence metodu daha
uygulanmıştır. Davanın bu iki sanıkla ve suçla sınırlanmaması, genişletilmesi gerektiğini
düşünüyorum ve sanıkların tutuklanması ile müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum
dediği,
Müdahale talebinde bulunan Temel Demirer
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben daha önce yazılı beyanda bulunmuştum tekrar ediyorum. Öz itibarıyla 12 Eylülün
esas itibarıyla ekonomik sebeplerle gerçekleştirildiğini düşünüyorum ve 12 Eylüle sebep olan
sermayenin TÜSİAD ve dilekçemde belirttiğim diğer hususların ve daha geniş olarak düzenin
yargılanmasını ve müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Elif Torun Öneren
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde:
186/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ben az önce ifadesi alınan Av. Ömer Öneren in eşiyim. Dolayısıyla onun yaşadığı tüm
acılarabizzat şahit oldum. Kardeşim Sabit Torun 12 Eylül öncesinde faşistler tarafından
öldürülmüştür. Emin Aslan bir afişleme sonrasında yakalandığında vurulmuştur: Hastaneye
götürüldüğünde doktor devrimci olduğunu öğrenince öğrendiğime göre elleriyle iç organlarını
karıştırmıştır: Yine arkadaşım Mehmet Ali Kılıç ile bir başka arkadaşı gözaltına alındıktan
sonra elektrik verilmek suretiyle şikence ile öldürülmüşlerdir. Tüm bu açılar ancak
Mahkemenizce adil ve tüm sorumluların yargılanmasıyla mümkün olduğunu düşünüyorum ve
mahkemenizdeki yargılamanın sembolik olmasını düşünüyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Rahmi Yıldırım
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli ifadesinde:
Ben daha önce yazılı savunmada bulunmuştum. Onları tekrar ediyorum. 12 Eylül
olduğunda ben Çanakkale 116. J. Kışlasında göz hapsinde bulunuyordum. O tarihte
Teğmendim. Daha sonra cezam tamamlandı. Bir süre sonrada Çan ve Yenice bölgesinde
Bayrak harekatı ile öngörülen uygulamaları gerçekleştirmekte görevlendirildim. Benden önce
bu görevi yürüten komutanın pek çok olumsuz hareketinin olduğu ve büyük tepkiler doğması
üzerine benim görevlendirildiğimi anladım. Ben hukuk çerçevesi içerisinde kalarak faaliyette
bulundum. Bunun dışında bu davanın yeterli olmadığını, 12 Eylülün tüm sorumlularının sanık
olması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca darbeden tüm toplum kesimleri zarar gördüğü gibi en
büyük zararlardan birini de Türk Silahlı Kuvvetleri kendisi görmüştür. Müdahilliğime karar
verilmesini talep ediyorum dediği.
Gerek görülmekle sorulduğunda: Ben 12 Eylül olduktan 3 gün sonra göz hapsinden
çıktım. Bayrak harekat planı kapsamında o tarihte sakıncalı olarak görülen sendika, dernek
vb. Kuruluşların başkan ve yönetim kurulu üyelerinin toplanması konusunda genel bir talimat
vardı. Bende bu talimat üzerine mahalli jandarma komutanlıklarınca oluşturulan listelere göre
kişilerin toplanmasına nezaret ettim. Birebir isimler listelerde benim hatırladığım kadarıyla
yoktu. Hatırladığım kadarıyla sağcı-solcu fark etmeden milliyetçi kuruluşlardan dadahil
olmak üzere belli kişileri düğün salonuna topladık. Ben elimden geldiği kadarıyla kimseye
işkence yapmadım. Benden önceki komutanın özellikle hanım emekçilere karşı uygunsuz hal
ve hareketler içine girmesi sebebiyle geri çekildiğini öğrenmiştim. Ben Çan bölgesine
görevlendirildiğimde ayrıca sanıklardan Ali Tahsin Şahinkaya nın eşi Sema hanımın
hatırladığım kadarıyla %4 oranında Çanakkale seramik fabrikasına ortak olduğunu da
duymuştum. Bize ayrıca özel olarak Çanakkale Seramik fabrikasının misafirhanesinde yer
ayrıldı. Ben emrimdeki 48 kişilik kuvvetle burada kaldım. Bir yandan bu yerin konumu
sebebiyle Çan ilçesinin giriş çıkışını tuttuk. Diğer yandan da bu fabrikayı bir nevi
çalışanlarına karşı korumuş olduk. Yukarıda belirttiğim üzere hanım emekçilere karşı
uygunsuz davranışlar içerisinde olduğunu öğrendiğim şimdi ismini hatırlamadığım komutan
daha sonra merkeze çekilmişti hakkında bir dava açıldığını hatırlamıyorum , ayrıca 12
Eylülün ardından bir nevi ben Yenice ilçesinde protokolde birinci sıraya çıktım. Kaymakam
dahi benim arkamda kaldı. Ayrıca yukarıda belirttiğim değişik kurum ve kuruluşların
yöneticilerin isim listesini gerektiğinde mevcut idari kadrodan ve belgelerden temin
ediyorduk dediği,
Müdahale talebinde bulunan Zübeyde Kılıç
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli beyanında:
12 Eylül sonrasında gözaltına alındım. DAL grubunda işkencelere maruz kaldım.
Baskı ve tacize uğradım. Ancak benim bireysel olarak uğradığım bu zulmün dışında 12 Eylül
en büyük zararı ülke halklarına vermiştir. 12 Eylül düzeninin en büyük zararı diğer bir yandan
eğitim sistemine olmuştur. Getirtilmek istenen Türk İslam sentezi ile tek tipçi eğitim anlayışı
ülkenin eğitim kalitesini bozmuştur. Bunların dışında 12 Eylül düzeninin getirdiği tüm kurul
ve kuralların ortadan kaldırılabilmesi açısından bu davayı önemsiyorum. Ancak bu dava iki
187/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
sanıkla ve bir suçla sembolik olarak kalmamalı, 12 Eylül askeri darbesinden sorumlu olan
diğer şahıslar ile sanıkların işledikleri diğer suçlarında kapsamına alacak şekilde
genişletilmesini ve müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Müdahale talebinde bulunan Mehmet Yürek
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihli beyanında:
Ben daha önceki dilekçemi tekrar ediyorum. 12 Eylülün özellikle üst kademesinden iki
kişinin bu davaya yargılanmasını önemsiyorum. Ve bunun dışında işkenceden sorunlu
olduğunu düşündüğüm ve bana ve aileme de bu şekilde zararlar veren kişilerinde ayrıca ve
ayrı davalarla yargılanmasını ve bu şekilde etkin bir soruşturma yürütülmesi gerektiğini
düşünüyorum. Ayrıca bu konuda yazılmış bir kitabımı da mahkemenize ibraz ediyorum.
Müdahilliğime karar verilsin dediği,
Nurettin Yılmaz
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 06/04/2012 tarihlibeyanında:
Bende müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum. Bu konuda yazdığım kitabı
ibraz ediyorum dediği,
Naci Sönmez
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında:
Ben dönemin Fatsa belediye başkanı Fikri Sönmez in oğluyum. Mahkemece bizden
belge istenmektedir. Oysa babama otopsi yapılmadı, cenazesi bize doğru düzgün gösterilmedi,
selası yarım kesildi. Sonuç itibarıyla Fatsa olayları 12 Eylül darbesinin provasının yapıldığı
olaylardır. Benim bu davaya müdahilliğime karar verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aksi
takdirde davanın göstermelik bir dava olacağını düşünüyorum. Ayrıca olayları bizzat yaşayan
kişiler hala hayattadırlar. Gerektiğinde bunlarda dinlenebilir dediği,
Hasan Hüseyin Çatalkaya
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde:
Ben Metris cezaevinde büyük işkenceler gördüm. Ayrıca Süleyman Cihan ın
öldürüldüğüne de adeta tanıklık ettim. Müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği
İpekGür
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde:
Ben Diyarbakır zindanlarında ölen Orhan Keskin in ablasıyım. Kardeşim bağlamında
Diyarbakır cezaevinde yaşanan olayların tek başına ortaya konması dahi bu davayı bence
aydınlatacak boyuttadır. Davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği.
Ufuk Uras(Kendi adına veEşitlik ve Demokrasi partisiüyesi)
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Partimizin vekilleri daha önce beyanlarda bulunmuşlardır onları tekrar ediyorum. 12
Eylül Askeri darbesi ile siyasi partiler kapatılmıştır. Daha sonrada 12 Eylülün gölgesi
siyasetin üzerinde devam etmiştir. Bizde parti olarak bu gölgeden etkilendik. Ve bu bağlamda
zarar gördük. Parti olarak müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Ali Serdar Can
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde:
Dilekçemi tekrar ediyorum. Bende Diyarbakır zindanlarında işkence gören bir kişiyim.
Bugüne kadar gündeme getirilmedi Diyarbakır cezaevinin ayrıca birde ekonomik boyutu
vardır. Bizlerin ve cezaevinde olmamız sebebiyle zaten ekonomikmen mağdur olan
ailelerimiz birde cezaevi uygulamaları ile ekonomik olarak mağdur edilmiştir. Yiyecek
diyemeyeceğimiz nitelikteki gıdalar fahiş fiyatlarla bize satılmıştır: ben işkence yapan subay,
astsubay, gardiyanların yanında bu ekonomik uygulamaları yapan kişilerinde yargılanmalarını
istiyorum . Ali Osman aydın isimli görevli bu işten adeta zengin olmuştur. Mal varlığının da
188/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
araştırılmasını istiyorum dediği,
Aysel Yukarıgöz
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben idam edilen Ramazan Yukarıgöz ün annesiyim. Kenan Evren eğer yaptığı işlerin
doğru olduğuna inanıyorsa, davasına sahip çıksın. Gelsin kendisini burada savunsun dediği,
Mustafa Durna
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben müdahale dilekçemin ekinde birde rapor sundum. Bu raporun özelliği askeri
hastanece verilmiş bir rapor olmasıdır. Bendeki işkence izlerine ortaya koymuştur. sanıklardan
şikayetçiyim ülkeye büyük zararlar vermişlerdir: müdahilliğime karar verilsin dediği,
İsmail Uyar
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben 12 Eylül darbesinin ardından gözaltına alındım. İşkence gördüm. Bir fırsatını
bulup cezaevinden kaçtım. Asıl mağduriyetimde bundan sonra başladı. Bana ulaşamayanlar
babamı karakola çağırdılar kendisine değişik işkenceler ettiler. Ailenin kadınlarına tecavüz
edeceklerini söylediler. Bu baskılara dayanamayan inançlı babam bir caminin minaresinden
kendisini atarak intihar etti. Bize bu olayları sanıkların başında bulundukları 12 Eylül ihtilali
yaşatmıştır. Sanıklardan şikayetçiyim. Davaya müdahilliğime karar verilsin dediği,
Hasan Coşar
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
12 Eylülün olduğu dönemde ben 18 yaşındaydım. 12 Eylülün ardından köylere
baskınlar yapıldı. İnsanlar köy okullarında ve odalarında adeta işkenceden geçirildiler. Bende
bunları o tarihlerde izledim. Hakkımda hiçbir isnat olmadığı halde haksız yere gözaltına
alındım. 1980 darbesinin ardından halk oyuna sunulan Anayasa ya hayır dediğim içinde
mağduriyetime neden oldular. Tüm bu yaşananlar karşısında müdahilliğime karar verilmesini
talep ediyorum dediği,
İsmail Ağbaba
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
12 Eylül ile birlikte mağdur oldum. Değişik tarihlerde gözaltına alınıp işkence gördüm
mağdur oldum. müdahilliğime karar verilsin dediği,
Mehmet Veysel Temel
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
12 Eylülün ardından ben kardeşim Ali Temel cezaevinde işkence gördüm. Annem
Gülten ile bu dönemde dedemdemağdur edildi. Diyarbakır cezaevinin sembol işkencecisi Esat
Oktay Yıldıran başta olmak üzere bu davanın ona ve diğer ilgili kişilere de uzanması
gerektiğini düşünüyorum ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Sakine Arat
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben Cemal , Murat ve Tacettin Aras ın annesiyim. Her üç oğlumda 12 Eylül ün
mağdurudur. Oğullarımın bir suçu var ise zaten cezaevinde bulunuyorlardı.
Yargılanabilirlerdi, ancak 12 Eylül yöneticileri bunun yerine işkenceyi tercih etmişlerdir. Ve
oğullarım dolayısıyla onları ve beni mağdur etmişlerdir. 12 Eylülün mağduru olarak bu
davaya müdahil olmak istiyorum. Ve bu yaşta ben Diyarbakır dan buralara kadar geldiğime
göre sanıklarında Mahkemeniz huzuruna getirtilerek ifadelerinin alınmasını talep ediyorum
dediği,
İbrahim Akın
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
189/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ben 12 Eylülün ardından vurularak yakalandım. Ancak 12 Eylülün mantığı insanları
yargılamak ya da yaşatmak değil, öldürmek üzerine kurulu idi. Ben yaralı olduğum halde
televizyonlarda ve gazetelerde öldüğüm haberleri yaptırıldı. 86 gün boyunca bu işkence
devam etti. Ailem dahi beni öldü zannetti. Bu sadece benim yaşadığım bir olay değil, başka
kişilerce de yaşanmış olaylardır. Davaya müdahil olmak istiyorum ve sanıkların huzurunuzda
ifade vermeleri gerektiğini düşünüyorum dediği,
Reşat Demirçin
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben 12 Eylül darbesinin ardından cezaevinde pek çok işkencelere maruz kaldım.
Cezaevinde olan bizlerin yanısıra dışarıda olan ailelerimizde aynı acıları paylaştı. Bugün
Kenan Evren in yaşında olan o dönemdeki büyüklerimiz bizleri ziyarete geldiklerinde 20
yaşında olan jandarma erleri tarafından verilen emirler doğrultusunda itilip kakıldılar. Biz
sanıkların böyle bir hale maruz kalmalarını istemiyoruz. Ancak ölmüş insanların dahi
ruhlarının huzur bulması açısından sanıkların mahkemenize getirtilmek suretiyle ifadelerinin
alınmasını ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Recep Şeftalidalı
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Bende Diyarbakır zindanlarında işkence gördüm. İşkencenin yarattığı ruh haliyle 4
arkadaşımın kendilerini ateşe verdiklerini gördüm. Bugün Milletvekili olan Altan Tan ın
babası Bedii Tan ın işkence altında öldürüldüğünü biliyorum. Tüm bu yaşananları bir nebze
olsun giderilebilmesi adına davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
İsa Tekin
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben Diyarbakır zindanlarında işkence gördüm. Ayrıca Diyarbakır zindanlarında
gerçekleştirilen işkenceleri anlatan kitapları da biraraya topladım ve bunları da Mahkemenize
ayrıca sunuyorum. Cezaevine girdiğim süreçten bugüne kadar hep kara rüyalar gördüm.
Sanıklar hakkında bu davanın açılmasıyla rüyalarım siyah beyaza dönüştü. Sanıkların huzura
getirtilip ifadelerinin alınmasıyla rüyalarımın renkli rüyalara dönüşeceğini düşünüyorum ve
müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Mehmet Uysal
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben İzmir de terzi dükkanı iken gözaltına alındım. 3,5 ay haksız yere gözaltında
kaldım. 6-7 ay sonra beraat ettim. Pek çok yaşlı insan çocuğunun ve yakını adına bugün
salonunuza gelmiştir. Onlar buraya gelebildiğine göre sanıklarında buraya getirtilip ifade
verebileceklerini düşünüyorum ve davaya müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum
dediği,
Yasin Keskin
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben bu davada sadece iki sanığın değil 12 eylül darbesine katılan tüm yetkililerin
yargılanmasını talep ediyorum. Davaya müdahilliğime karar verilsin dediği,
Adnan Baran
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben Çorum olayları sebebiyle yargılandım ve haksız yere de mahkum oldum. Çorum
olayları 12 Eyülüle giden süreçte ihtilali hazırlayan ve toplum nezdinde ihtilalin meşru
görülmesi için yapılmış bir harekettir. Bu milletin evlatlarını birbirine kırdıran 12 Eylül
zihniyetinin tüm açıklığıyla ortaya çıkarılmasını ve davaya müdahilliğime karar verilmesini
talep ediyorum dediği,
190/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Sabriye Tuncay
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Benim kardeşim Özgüç Tuncay Fatsa olayları sonrasında ortadan kaybolmuştur. Biz
kendisinin cesedini uzun araştırmalar sonucunda ve 3 ay sonra belediye mezarlığında bulduk.
4 kız kardeş mezarını açtırdık, müslüman geçinenlerin kardeşimi sadece kiloduyla
gömdüklerini gördük. Ve kardeşim killi toprağında etkisiyle adeta mumyalaşmıştı, diğer erkek
kardeşimin cezaevinde olması, babamın ise kardeşlerimin durumuna üzülmesinin ardından
bitkisel yaşama girmesi ve 10 gün sonra vefat etmesi sebebiyle bu olayların takibi biz kız
kardeşlere kalmıştı. Esas itibarıyla burada ben sanıkların değil, 12 Eylül zihniyetinin ve bu
zihniyeti yaratan sistemin yargılanması gerektiğini düşünüyorum ve davaya müdahilliğime
karar verilmesini istiyorum dediği,
Berfo Kırbayır
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben Cemil Kırbayır ın annesiyim. Oğlum 12 Eylülün ardından ortadan kaybedilmiş ve
bu durum devletçede kabul edilmiştir ancak hala oğlumun cenazesi bana verilmedi. Oğlumun
cesedinin nerede olduğunu da öğrenemedim. Ben anneyim ve üzgünüm, Kenan Evren inde
peşindeyim. Bizler buraya ne şartlarla ve zorluklarla geldik, sanıklarında ve özellikle Kenan
Evren inde buraya getirtilmesini ve bu sözlerimi onunda duymasını istiyorum dediği,
Devrimci Demokratik Kültürderneği vekili Av. Mevlüt Şener
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Dilekçemizi tekrar ediyoruz. Biz bu davanın arkasında 12 Eylülde yapılan referandum
ile ortaya çıkan halk iradesi ile bu iradenin ortaya çıkmasını sağlayan siyasi iradenin
bulunduğunun bilincindeyiz. Dolayısıyla halkın iradesi neticesinde değişen Anayasa uyarınca
açılan ve devam eden bu davanın her türlü şovdan ve siyasi kaygıdan uzak tutulmak suretiyle
sonuca ulaştırılması gerektiğini düşünüyoruz ve davaya müdahilliğimize karar verilmesini
talep ediyoruz dediği,
Av. Mehmet Karadağ
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben Latif Gökkaya ve Yıldırım Çabuk müdafisiyim. Müvekkiller adına daha önce
dilekçe vermiştim. Bu dilekçemi tekrar ediyor ve müvekkillerin müdahilliğine karar
verilmesini talep ediyorum dediği.
Katılan Baskın Oran müdafi Av. Oya Aydın
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanında:
Ben Baskın Oran müdafisiyim. Müvekkilim A. Ü. SBF. De yardımcı doçent iken.
Sıkıyönetim komutanlığının kararı ile görevi sonlandırılmıştır. Bu konuda biz belgeyi de
dilekçemiz ekinde sunmuştuk. Müvekkilin davaya müdahilliğine karar verilmesini talep
ediyoruz. Ayrıca o dönemde bir kısım Üniversite rektörü, dekanı, YÖK e ve MİT e
müzekkereler yazmak suretiyle kendilerine göre sakıncalı gördükleri bir kısım üniversite
öğretim üyesinin görevden alınmasına sebep olmuşlardır. Bizce buşekilde davranan üniversite
yöneticileri darbenin sivil kanadını oluşturmaktadırlar. Davanın onları da kapsayacak şekilde
genişletilmesini de talep ediyoruz , ayrıca bu tarz başvuruların olup olmadığının tespiti
açısından da YÖK e ve MİT e müzekkere yazılmasını talep ediyoruz dediği,
Av. İmdat Balkoca
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben 68 liler dayanışma derneğinin avukatıyım. Dernek adına dilekçe vermiştik ve
ayrıca açıklayıcı mahiyette dilekçe verdik. Müdahillik kavramının geniş yorumlanmak
suretiyle müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorumayrıca darbeler 3-5 generalin
191/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
yapacağı işler değildir. ArkasındaAmerika ve işbirlikçileri vardır dediği,
Av. Halis Yıldırım
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Oğuzhan Müftüoğlu ve arkadaşları vekiliyim. Celse arasında açıklayıcı mahiyette
dilekçe ve mahkeme kararı da sunduk. Müvekkil bizzat kendi işkencecisini tespit etmiş ve
resmini çizmek suretiyle yargılanmasına yardımcı olmuş. Ancak 12 Eylül zihniyeti bu dava
sırasında devreye girmiş dava hakimin değişmesini sağlamış., Bu hususları dilekçemizde
anlattık: dilekçemiz doğrultusunda müdahilliğlimize karar verilmesini talep ediyorum dediği
Av. Rıfat Bacanlı
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Erdem Şenocak müdafiyim. Daha önce ayrıntılı dilekçe verdik. Müvekkilim MHP Ana
davas ı olarak bilinen davada yargılanmış uzun süre tutuklu kalmıştır: Dilekçemizde yer
verdiğimiz üzere müvekkile işkence yapan kişi daha sonra basına verdiği beyanatta işkenceyi
itiraf etmiştir. Müvekkile yapılan işkenceler sistematik işkence kararının sonucudur.
Müvekkilin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Av. Fahrettin Uğur
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben Abdurrahman Demir'in vekiliyim. Müvekkilim işkence neticesinde iki ayağını
kaybetmiştir ve kendisi şu an bu haliyle Hakkari den huzurunuza gelebilmiştir: müvekkil bu
halde huzurunuza gelebildiğine göre sanıklarında gelebileceklerini düşünüyorum.
Müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyorum dediği,
Abdurrahman Demir
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben Çukurca nın Narlı köyündenim. 12 eylülün arkasından haksız yere gözaltına
alındım işkenceden geçirildim. Ayaklarımdan büyük hasar gördüm. Avukatımın beyanlarını
tekrar ediyorum. Müdahilliğime karar verilsin dediği,
Av. Yunus Akyol
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Ben 12 Eylülün ardından 11 ay tutuklu kaldım. Benzer konumda başkaca
arkadaşlarımda vardı.Daha sonra beraat ettim. Beraat kararını daha önceki dilekçe ekinde
sundum. Mahkemece itibar edilecek belgeler arasında bu beraat kararı yer almıyorsa ben ne
gibi bir belge ibraz etmeliyim. Bu belgenin kaybolma ihtimaline binaen dilekçem ekinde
tekrar sunuyorum, ayrıca Tahsin Şahinkaya nın mal varlığına tedbir konulması talebini de
tekrarlıyorum dediği,
Av. Hasan İlter
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli beyanınnda:
Ben kendi adıma ve müvekkiller adınabeyanda bulunacağım. Darbe düzeni tam bir
hukuksuzluk düzenidir. Dolayısıyla bu dönemde mahkeme kararına dayansa da özgürlüklerin
kısıtlanmış olması da bence hukuszudur. Dolayısıyla bu dönemde haksız gözaltı ve tutukluluk
durumunda kalan kişilerin tümünün davada müdahil olması gerektiğini düşünüyorum. Diğer
yandan Doğan Eşlik benim müvekkilimdir. Kendisi vatani görevini yapmak üzere askere
gelmiştir. Ancak kendisine gardiyanlık görevi verilmşitir ve önce kendisi işkenceye maruz
tutulmuştur. Daha fazla işkenceye maruz kalmamak için komutanlarının yönlendirmesi ve
diretmesi ile bir kısım işkence eyleminde bulunmuştur. Bunu da daha sonra açık yüreklilikle
ifade etmiştir. Beyanlarımızın dikkate alınması ve müdahilliğimize karar verilmesi, ayrıca
halen 12 Eylül öncesi olaylarla ilgili olarak yargılanan ve cezaevinde bulunan kişiler vardır:
bu yönde verilmiş aleyhe kararların mahkemenizce verilecek bir karar ile yok hükmünde
192/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
sayılmasına karar verilmesini ve sanıklar hakkında yakalama kararı çıkartılmasını talep
ediyorum dediği,
Av. Barış Dirik ( Eşitlik veDemokrasi partisi adına)
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 11/05/2012tarihli ifadesinde
Daha önce verdiğimiz müdahillik dilekçesi ile açıklayıcı mahiyetteki dilekçemizi
tekrar ediyoruz. Partimiz her ne kadar yakın zamanda kurulmuş ise de 12 Eylülün getirdiği
sistem halen bizce devam etmektedir. Bununda ötesindepartimiz 12 Eylül referandumunda
evet yönünde aktif faaliyette göstermiş. Referandumun sonuçlanmasının ardından sanıklar
hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardır her ayın 12 sinde sembolik faaliyetlerimiz devam
etmektedir. Bu bağlamda müdahillik kavramının göre yorumlanmasını istiyoruz. Esas
itibarıyla 12 Eylül döneminde yaşayan herkesin bu suçun madğuru olması nedeniyle en
azından darbeye karşı mücadale eden veya darbe mağduru olup biraraya gelerek örgütlenen
kişilerin tüzel kişilik aracılığıyla müdahillik kavramından yararlanmalarına karar verilmesini
talep ediyorum dediği,
Av. Hasan İlter
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde
Adli Tıp Kurumunun raporunu kabul etmiyoruz. 1960 veya arkasanüoarn yapılan diğer
darbelerle darbe zihniyeti ülkeye yayılmış ve pek çok kuruma sirayet etmiştir. Bu açıklamlar
da dikkate alındığında Adli Tıp kurumunun raporuna güvenilemeyeceğini düşünüyoruz ve
daha önceki taleplerinize dönülerek sanıklar hakkında yakalama kararı çıkarılmasını ve Türk
yargısının da en az Mısır yargısı kadar darbe konusunda etkin olması gerektiğini
düşünüyoruz, dediği,
Av. Muharrem Özkaya
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde
Sanıklar askeri darbeden yargılanmaktadırlar ve halen Askeri Hastahanede
bulunmaktadırlar. Adli Tıp Kurumuna dayanak belgeler de Askeri Hastahanede hazırlanmıştır.
Dolayısıyla bu nitelikte ki bir rapora itibar edilmesi mümkün değildir. Bağımsız bir
hastahaneden rapor aldırılmasını talep ediyoruz dediği,
Av. Turgut İnal
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde
Daha önce vermiş olduğumuz dilekçeleri tekrar ediyoruz. 10 yıl önce Muğla da Kenan
Evren hakkında bir ceza davası açılmasına sebep oldum. O dönemde dahi Kenan Evren
Mahkemeye getirilemez şeklinde bir zihniyet vardı. Ben bu zihniyeti yıkmaya çabaladım.
Gerçekten de Kenan Evren getirtilemeden gıyabında beraat kararı verildi. Bugün de
kamuoyunda Kenan Evren in Mahkemeye getirilemeyeceği yönünde bir kanı yerleşmiştir.
Mahkemenizce alınacak karar ile bu kanının yıkılmasını ve sanıkların huzurda savunmalarının
alınmasını talep ediyoruz, dediği,
Bir kısım müdahale talebinde bulunanlar vekili: Av. Medeni Ayhan
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde
Ben Ramazan Çelik, Şükrü Akbal, Hasan Çelik, İbrahim Batum, Şükrü Arslan ve
Hikmetullah Özmen vekiliyim. Bu müvekkiller adına müdahale talebinde bulunuyorum.
Müvekkillerin ortak özelliği Kürdistan Ulusal Kurtuluş Örgütü (KUK) üyesi olmaktan
yargılanmaları ve bu dönemde işkenceye maruz kalmalarıdır. Dilekçemizi tekrar ediyoruz ve
müvekkillerin müdahilliğine karar verilmesini talep ediyoruz, dediği,
Av. Gülcan Gecegider
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde
Adli Tıp Kurumunun raporunu kabul etmiyoruz. Tarafsız ve bağımsız bir kurul
193/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
oluşturulmasını ve gerekli raporun bu kuruldan alınmasını talep etmekle birlikte esasında yüz
yüzelik ilkesi de dikkate alındığında sanıkların huzurunuza getirilerek ifade vermelerinin
sağlanmasını talep ediyoruz dediği,
Av. İlyas Danyeli
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 29/06/2012tarihli ifadesinde
Sanıklar savunmalarında Kurucu İrade olmaları sebebiyle yargılanamayacaklarını
ifade etmiştir. Kenan Evren bu devleti ben kurdum demiştir. Adli Tıp Kurumunda da darbe
zihniyetinin devam ettiğini görüyoruz ve Adalet Bakanlığına bağlı olan bu kurumun verdiği
raporu kabul etmiyoruz. Sanıkların yakalama kararı çıkarılmak suretiyle huzurunuza
getirilerek savunmalarının alınmasına karar verilmesini talep ediyoruz, dediği,
Av. Medeni Ayhan
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli ifadesinde
Celse arasında verdiğimiz müdahale taleplerimizi tekrar ederiz. Anayasa değişikliği
topluma anlatılırken bu değişiklik sonrasında bir daha ülkede darbe yapmanın
düşünülemeyeceği siyasilerce ifade edilmiştir. Bu davanın göstermelik kalmaması açısından
ve yine darbenin insana ve topluma karşı esasen yapılmış olması karşısında iddianameye ek
yapılmalı, işkence insanlığa karşı suç, soykırım suçlarının davaya ilave edilmesi gerekir.
Diğer yandan bizce darbe Türkiye sağ ve soluna karşı yapılmakla birlikte esas itibarıyla
Kürtleri ve Alevileri sindirmek amaçlı yapılmıştır. Bu hususları tekrarlıyoruz, ddiği,
Av. Yaşar Kaya
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli ifadesinde
KCK soruşturmaları dosyalarıyla tutuklu olduğum için tahliye edilinceye kadar davaya
girememiştim. Bu gün itibarıyla Cemil Kırbayır yakınlarının avukatı olarak duruşmaya
giriyorum. Darbe suçu TCK ya göre 20 yıllık zaman aşımına tabidir. Dolayısıyla bu dava
darbe suçu yönünden zaman aşımına uğramıştır. Esas itibarıyla Mahkemeniz bu sebeplerle
iddianameyi dahi kabul etmemeliydi. Bu dava ancak insanlığa karşı suç kapsamında
değerlendirilerek devam edebilirdi. Diğer yandan 6352 Sayılı Yasa ile Mahkemenizin yetkileri
kaldırılmıştır. Bu kapsamda arkanızda siyasi destek de kalmamıştır. Bu davayı Mahkemenizin
hakkıyla yürütebilmesi açısından en azından hukuki desteğin sağlanması için 6352 Sayılı Yasa
yönünden Anayasa Mahkemesine başvurmanızı talep ediyorum. Diğer yandan KCK
soruşturmaları kapsamında pek çok insan tutuklanmış ve binlerce insan Mahkemeye
getirtilerek ifadelerine başvurulmuştur. Yaklaşık 9 ay geçmesine rağmen sanıkların
Mahkemeye getirtilip ifadelerinin alınamamalarını büyük bir eksiklik olarak görüyorum ve bu
kapsamda heyetinizi de red ediyorumdediği,
Müdahale talebinde bulunanDernek vekili: Av. Kerem Dikmen
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli ifadesinde
Ben Siyah Pembe Üçgen İzmir Cinsel Yönetim ve Cinsiyet Kimliği araştırmaları ile
ayrımcılığına karşı dayanışma derneği vekiliyim. Bu konuda müdahale dilekçesi hazırladık.
Müdahilliğimize karar verilmesini talep ediyoruz, dediği,
Müdahillik talebinde bulunan Ganimet Aktaş
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 14/09/2012tarihli ifadesinde
Oğlum 12 Eylül ihtilali sonrasında haksız yere idam edilmiştir. Bu yüzden davacıyım
ve müdahilliğime karar verilmesini talep ediyorum, dediği,
Av. Gökçesu Özgül
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli ifadesinde:
Daha önce bazı meslektaşlarımızın da belirttiği üzere 1980 askeri darbesi 1990 lara
kadar etkisini sürdürmüş, göz altında kayıp ve işkenceler ile zaman içerisinde faili meçhul
194/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
cinayetlere dönüşmüştür. Bu olaylarda sanıklarında mesul olduklarını düşünüyoruz.
Sanıkların tutuklanmalarını talep ediyoruz dediği,
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli ifadesinde:
"Sayın meslektaşlarım da kurucu iktidarın yargılanabiliyor olması ile ilgili sözlerini
söylediler. Bizde aynı kanaatteyiz ama ufak bir ek yapmak istiyorum sadece. Kurucu
iktidarlar elbette ki yargılanabilir öncelikle bu kurucu iktidarın nereden çıktığına bakmak
gerekiyor. Bir hukuk boşluğu söz konusu olması lazım. Anayasının ilga edilebilmesi için.
Aynen Türkiye Cumhuriyetinde 1980 döneminde olduğu gibi. Yani kimse kalkıp iktidarı
Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ve Anayasayı değiştirenlere vermedi aslında. Onlar cebir
şiddet yolu kullanarak bu değişikliği yaptılar. En büyük özelliği yani kendi yarattıkları
iktidarların en büyük özelliği hukuk dışılığın söz konusu olması, ama biz tabiiki müdafiden
beklemiyoruz ki yani TCK.'nın 147. Maddesini doğrudan ihlal etmişlerdir bu sebeplede bunu
yaparken binlerce kişinin ölümüne sebep vermişlerdir. İdamlara ve işkencelere ölümlere sebep
vermişlerdir demelerini beklemiyoruz. Ama bugün müdahil avukatların da burada olma sebebi
budur. Yani biz açıkçası müvekkillerimiz bu suçtan bu şekilde zarar gördükleri için buradayız.
1961 Anayasasının ilgası 27 Ekim 1980 de pardon 2324 Sayılı kanun ile gerçekleşiyor.
Hepinizin bildiği üzere MGK .'nın çıkardığı kanun 28 Ekim 1980 tarihinde resmi gazetede
yayımlanıyor aynı zamanda. Ve bu şekilde 1961 Anayasası ilga edilmiş oluyor. Bu çok açık
bir suç. Suçun işlendiği de resmi gazetede yayımlanan kanıtı ile beraber karşımıza çıkıyor.
Zaten bu zamana kadar yargılanamamama sebepleri de zaten biliyorsunuz kendi kendilerine
koruyucu zırh olarak ilan ettikleri Anayasanın geçici maddesiydi. Batı demokrasilerinde darbe
Anayasalarının devam ediyor gibi bir durum olması söz konusu değil. Ayrıca dünyada da
yargılamalar yapıldı. 1975 Yunanistan, 2004 Şili, 2011 Pakistan, 1981 Arjantin. Burada bu
yargılama ilerlemeden Türkiye demokrasi adına gerçek bir tek adım bile atamayacak. Bizim
burada müvekkillerimizin başka dosyalarda var. Orada kayıplarda söz konusu. 1980
döneminde göz altında kaybedilenlerin en azından kendi tarafımızdan söyleyelim. Bunların
bir sonuca varması için bugün bu yargılamanın burada ilerlemesi ve gerçekten mahkumiyet
ile sonuçlanması gerekmektedir. Teşekkür ediyorum. " Demiştir.
Av. Gökçesu Özgül
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Çok kısa birşeyler söyleyeceğim. Esas hakkında. 1961 Anayasası 27 Ekim 1980
tarihinde ilğa edildi Milli Güvenlik Konseyinin çıkardığı ve Resmi Gazetede 28 Ekim'de
yayınlanan kanunda. Bu durum zaten kanaatimizce dosya konusu fiillerin bir suça tekabül
ettiğini göstermektedir ama bu zamana kadar yani önünüzdeki dosyaya kadar herhangi bir
yargılamanın yapılamaması da tabiki Anayasada'ki sanıkların kendilerine koruyucu zırh
olarak öngördükleri kanun maddesi sayesinde olmuştur. Anayasa kaldırılmış olduğuna göre
biz burada bir kurucu iktidardan bahsediyoruz ve kurucu iktidarın doğması için bir hukuk
dışılık olması lazım. Zira kurucu iktidarın en büyük ve en önemli özelliği bu. Bu hukuk
dışılıkta sanıklar tarafından bir askeri darbe yapmak yoluyla gerçekleştirilmiştir. Bu askeri
darbe kapsamında sistematik işkence suçu işlenmiş. Bu doğrultuda binlerce kişinin ölümüne
sebebiyet verilmiş, tesadüfen ölmeyenlerde gözaltında işkence ve sair fiillerden
geçirilmişlerdir, çeşitli hak kayıplarına uğramışlardır. Halen daha aralarında ülkelerine
dönemeyenler bulunmaktadır. Dünyaya baktığımızda çağdaş batı demokrasilerinde de darbe
anayasası ile yürütülen herhangi bir ülke olmadığını görüyoruz. Üstüne üstlük 1975'te
Yunanistan 1981'de Arjantin, 2004'te Şili ve 2011'de Pakistan'ın darbe anayasaları ile
yüzleştiğini ve bir yargılama yaptığını görüyoruz. Demek ki bu Türkiye'de de yapılabilir,
bizim için de geçerli olabilir. Biz bugün burda 12 Eylül'ün mağduru değil ama muhatabı olan
birinin ailesinin vekili olarak bulunmaktayız, Cemil KIRBAYIR'ın. Cemil KIRBAYIR 12
Eylül 1980 askeri darbesinin ilk işkence sonucu gözaltında kayıbıdır. Bugün halen daha
195/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kemiklerine ulaşamamış durumdayız. Benim söylediğim şeyler şahsi kanaatim sonucu
çıkarttığım şeyler değil , Meclis İnsan Hakları komisyonunun bir raporu var , 2011 tarihinde
hazırlanmış, 247. Piyade Alay Komutanlığı tarafından alınıp 9. Kolordu sıkı yönetim
komutanlığına bağlı Kars gözetim evine götürülüp Polis, Asker ve Mitmensuplarının içinde
olduğu bir sorgu ekibi tarafından işkenceye uğratıldığını ve Karsta hayatını kaybettiğine dair
bir rapor bu. Bu konuda da şu an Kars Cumhuriyet Başsavcılığında da bulunan bir soruşturma
var ama bu soruşturmayla ilgili herhangi bir ilerleme kaydedemedik, üstelik Başbakanlık Mit
mensupları ile ilgili soruşturmaya dair izin vermesine rağmen geçtiğimiz sene Kasım ayında
izin vermiş olmasına rağmen bir yol katedemedik. Bunun sebebi de tıkanıklığın sebebi de
hukuki süreç değil tamamen bunun politik bir dosya olmasından ileri gelmektedir, siz burada
tarihi bir karar vermediğiniz müddetçede burada bir ilerleme ile karşı karşıya kalamayacağız.
Türkiye 12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen sonra gözaltında kayıplar işkence sonucu
ölümler ve faili meçhuller ile karşı karşıya kaldı. Bugün belki bu kadar ağır değil ama sokak
ortasında ölümler halen daha devam ediyor, son 6 aydır Türkiye de ben burada meslektaşlarım
söylerler belki diye düşündüm ama kimse değinmedi, bana kaldı bu da 6 aydır sokak ortasında
polis kurşunuyla gaz kapsuluyle, biber gazıyla ölümler halen daha devam etmektedir, üstelik
en acısı da yargılamaların hukuka uygun bir şekilde gerçekleştirilememesi. Çünkü malesef
siyasi iktidar hukuka talimat verdi, vermemiş olsa bile bunu ima etti, bu Türkiyede bir
gelenek haline geldi, Ethem Sarısülük'ün katilinin 6. Ağır Ceza Mahkemesinin nasıl
yargılayamadığını gördük, gene aynı adliye salonunda, O yüzden bu geleneğin yıkılması için
hukukauygun kararlar verilmesi değil darbe fikrinin Türkiye de kalması demokrasi konusunda
bir adım atmamız için bu kararı yani Türkiyenin hem dünü ile yüzleşmesi hem bugünü
yaşaması hemde yarını için sizin burada tarihi bir karar vermeniz mütalaya uygun karar
vermenizi talep ediyorum ben, teşekkürler."
Mağdur Hüseyin Özmen
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli beyanında:
Ben 12 Eylül sonrasında yargılandım. Pek çok suçtan beraat ettim. Bazısuçlardan
zaman aşımı sebebiyle karar verildi. Tüm bu haksız yargılamaların sebebi sanıklardır.
Öğleden önce konuşan avukat kişiler sanıkların durumlarını ortaya koymuşlardır. Sanıklara
Mahkemenin bir şekilde dokunmasını yani onların tutuklanmasını talep ediyorum. Ayrıca
müdahilliğime de karar verilmesini talep ediyorum. Dedi.
Müdahillik talebinde bulunan Bülent Gürkut söz alarak
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 17/01/2013tarihli ifadesinde:
1980 Askeri Darbesi sonrasında işlendiği iddia edilen suçların failleri kim ise bunun
yargılanmasına bir diyeceğim yoktur. Ancak Mahkemenizin salt darbeyi yargılayamayacağını
düşünüyorum. Zira 2010 yılında yapılan refarandumda oy kullanan kişilerin büyük çoğunluğu
1980 darbesinde 18 yaşından küçüktürler ve dolayısıyla darbeye maruz kalan konumunda
değillerdir. Keza Mahkemeniz üyeleri de 1980 yılında reşit olan kişiler değildir. Sizlerin de bu
yargılamayı yapamayacağınızı düşünüyorum, dediği,
Av. Tuncay Dolu
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 18/04/2013 tarihli ifadesinde:
"efendim ben burada bu ortamı biraz yumuşatmak amacıyla kısa bir şeyler söylemek
istiyorum. Temel köy meydanında çekmiş Dursun'u vurmuş. 60 - 70 kişi var. Bütün köy halkı
orada. Ondan sonra avukatımı istiyorum diye tutturmuş. Hakim sormuş ne yapacan avukatı.
Bütün köy şahit. Ben de demiş merak ediyorum. Avukat ne diyecek. Şimdi bizim burada sevk
maddesine baktığımızda darbe yapılmış mı, yapılmamış mı? Yapılmadığı konusunda herhangi
bir şüphe yok. Resmi Gazetede yayımlanmış, devletin bütün kurumları değiştirilmiş. Herşey
meydanda. Şimdi sağdan soldan belge toplayıp, oradan buradan şahitler dinletilmesine ne
gerek var? Burada sayın Mahkeme Heyetine düşen şudur. Darbe yapıldığı kesin olduğuna
196/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
göre bu darbeyi yapan kişiler cezalandırılacak mı? Cezalandırılmayacak mı? Çünkü deliller
ortada. Deliller sabit. Herşey bitmiş. Dolayısıyla bütün Türkiye'yi oyalamanın bu işi
uzatmanın bir mantığı yok. Şimdi Türkiye de, bu salonda olanlar da bu Mahkemeden
beklediği şu; çoğu kişinin kardeşi ölmüş, babası ölmüş v.s , v.s bir sürü mağduriyet var. Ama
şunun bilinmesi gerekiyor ki; burada ki sevk maddesinin ve suç tarihlerinin iyi incelenmesi
gerekiyor. 80 - 83 arasındaki darbe süreci yargılanıyor. Burada yapılan işkenceler
yargılanmıyor. Bunun iyi anlaşılması lazım. Darbenin yapıldığı konusunda zaten bir şüphe
yok. Meclis fesh edilmiş, kamu kurumlarına el konulmuş, tershaneler bilmem ne olmuş. Yani
Gençliğe Hitabedeki bütün olumsuz durumlar ortada. Dolayısıyla diğer tarafın savunmayı
genişletme gibi çabaları var. Bu işi sürünceme gibi bir takım gayretleri var. Buna maalesef
müdahil avukat arkadaşlarımız da bir nev'i alet oluyor gibi geldi. Bunu uzatmanın bir mantığı
yok. Bir an önce bu davanın sonuçlandırılması gereksiyor. Çünkü deliller sabittir. Kesindir.
Bitmiştir. Burada sadece Mahkeme heyetine düşen bu eylemler suçmudur, değilmidir. Bunu
istiyoruz. Bu mağdurlardan bir tanesi de müvekkilimin ağabeyidir. Soruşturmaya alınıyor
1981 yılında. İçeri giriyor bir yüzbaşı ve astsubay tarafından öldürülüyor. Ondan sonra ceza
veriliyor. Ve devletin ordusunda yer alan bir astsubay 10 yıl boyunca yakalanamıyor. Ve infaz
edilemiyor. Şimdi bunlar ama sevk maddesine baktığımız zaman savcının sevk maddesine
baktığımız zaman bunların hiçbirisinin alakası yok. Hiçbirimizin yüreğine su serpilmeyecek.
Buradaki sevk maddelerinin iyi incelenmesini talep ediyorum ve kamuoyuna iyi aktarılmasını
talep ediyorum. Dolayısıyla müvekkilimin ağabeyi öldürüldüğüne göre burada bir mağduriyet
söz konusudur. Müdahilliğimize kararverilmesini talep ediyorum. " Demiştir.
Av. Mehmet İhsan Kalkan
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki 21/06/2013 tarihli ifadesinde:
"Sayın Başkan, değerli Üyeler, evet Genel Kurmayın iç ve tehditlere karşı nihai görevi
vardır. Bu görev darbe yapılması anlamına gelmez. Bu anlamı çıkaranlar bugün geçte kalmış
olsa nihayet yargının karşısındalar. Söz konusu askeri darbe ürünü olan Anayasa
değiştirilmeden bu yargılamanın meşruluğundan bahsetmekte çok zor. Genel Kurmay kaçak
güreşmek suretiyle işi yokuşa sürmek istediği açıktır. Aslında eğer yeni bir düzenden
bahsediyorsak yada bahsediliyorsa 12 Eylül askeri darbesine ilişkin bütün bilgi ve belgeler
Genel Kurmay Başkanlığınca kendiliğinden sayın Mahkemeye sunulması lazımdı. Oysa
görüyorum ki tamamen olayı ve delilleri gizlemeye yönelik bir yaklaşım söz konusudur.
Yargılamanın aleniliği, tarihi ve hukuki sorumlulukları gereği bütün gizli detaylar sayın
Mahkemenizce gün yüzüne çıkarılmalıdır. Aksi taktirde sağlıklı bir yargılamadan
bahsetmemiz mümkün değildir. Böylesi önemli bir yargılamada devlet sırrından
bahsedilemez. Dolayısıyla sayın Mahkemenizce belgelerin devlet sırrı kapsamından
çıkarılarak kamu oyu ile açıkça paylaşılması gerekir. Saygılarımla." Demiştir.
Av. Senem Doğanoğlu
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/09/2013 tarihli ifadesinde:
"Sayın Heyet 1980 dönemi üzerine konuşmak, yazmak, onu dinlemeye çalışmak,
anlatmak, hatırlamak çok güç. Tahir Canan ile ilgili cümle kurmaya çalışmak daha da güç.
Öncelikle Tahir Canan ile ilgili cümle kurmayı zor kılan durumu anlatmak isterim. Sizi neden
bu davada müdahil olması gerektiğine ikna etmek zor olduğu için bunu güç olarak
değerlendiriyorum. Tahir Canan bilindiği üzere Türkiye'nin 12 Eylül rejiminin, 12 Eylül
hukukunun en uzun süre tutuklu kalmış olan kişisidir. Bu bir popüler kampanya söylemi
değildir. Bu 32 yıllık bir hayatın aslında deşifrasyonudur. Tahir Canan'dan özür dileyerek
sadece özetleyebileceğim ama; 32 yılın herbir günü 12 Eylül rejiminin dehşetinden bağımsız
değildir. Lütfen bunu göz önünde bulundurarak değerlendiriniz 32 yılı. Tahir Canan 1979
yılında ilk kez göz altına alındı ve 1980 yılına kadar Antep, Kilis, Mardin ve Adana ceza
evlerinde kaldı. O dönemi biliyorsunuz. İfadelerde de var. İddianamede kapsamında her
197/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
duruşma tekrarlandı. İşkencehanelerdi göz altı merkezleri, ceza evleri, hem sivil hemde askeri
ceza evleri. Ve insan canı eğer kendisini aklayabileceği, kendisini sakınabileceği hukuki
enstirüman sunmuyorsa çok daha değerlidir. Adana ceza evinden firar etti. Ve 81 de Ankara da
yakalanarak tekrar Antep ceza evine gönderildi. Önce askeri ceza evinde daha sonra sivil ceza
evinde kaldı. 91 yılında şartla tahliye edilinceye kadar 12 yıl boyunca askeri ceza evlerinin ve
sivil ceza evlerinin bütün işkence uygulamalarına maruz kaldı. 91 yılında tahliye oldu ama
maalesef hayat ancak bu kadarını bahşedebiliyordu kendisine. 12 Eylül rejimi hala devam
ettiği için. 93 yılında tekrar göz altına alındı ve 30 Nisan 2013 tarihinde daha henüz 5 ay önce
tahliye oluncaya kadar ülkenin çok çeşitli ceza evlerine sürgün edildi. 12 Eylül'ün içerisi Tahir
Canan dışarısı da ailesi idi. Sadece bu maruz kaldığı hukuk cehennemi bile 12 Eylül rejiminin
yargılanmaya çalışıldığı bu davada müdahilliğini gerektirmektedir. Ancak biz bir kanıt daha
sunduk. O da 21 Mayıs 2013 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfına ki Türkiye İnsan
Hakları Vakfı 80 darbesi ve sonrasında ki devletin vahşetinin ve işkencesinin gerektirdiği
tedavinin sağlanabilmesi için ihtiyaçtan doğmuş olan bir vakıftır. Türkiye İnsan Hakları
Vakfının başvurusu olmuş. Ve bir rapor tanzim edilmesini istemiştir. Size ekte fotoğrafları ile
birlikte sunduk. Tahir Canan'ın hali hazırda 34 yıl önce maruz kaldığı işkenceler süreğen
işkenceler ve kronikleşen işkenceler açısından fiziki delillerin izlerini hala bedeninde
taşımaktadır. Sigara söndürme işkencesi, askı işkencesi, falaka işkencesi ve kaba dayak
işkencesinin bütün delillerini maalesef hala bedeninde taşımak zorundadır. Ruhsal izlerini
tartışmaya gerek duymuyorum. Ama ruhsal izleri zaten toplumsal olarak da bizim
travmamızda bulabiliriz. Yargıçların bu tip yargılamalarda sorumluluğu vardır. Ya tanıkları
görmezden gelirsiniz, yada teşvik edersiniz. Sizin teşvik edeceğinizi umuyoruz. Bu koşullar
altında. Ve Tahir Canan'ın müdahilliğinin sadece bireysel onarımı açısından değil ama adına
yargılama yetkisini kullandığınız toplumun da bir borcu olması sebebiyle kabul edilmesini
istiyoruz. Darbecilerin hala sorumsuzca sokaklarda gezebildiği, hiçbir hesap veremediği bir
toplum maalesef haksızlığa uğramış bir toplumdur. Ama bu toplumun Tahir Canan'a hem
maruz kaldığı hukuksuzluk hem de işkence nedeniyle bir borcu da vardır. Müdahilliğine karar
verilmesini talep ediyoruz." Demiştir.
Av. Mehmet Ali Kayabaşı
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Müvekkil Hak iş konfederasyonu üye sendikaları faaliyetleri 12 Eylül 1980 ihtilali
sonrası oluşturulan milli güvenlik konseyinin 8 nolu 18 Şubat 1980 günü ve 41 sayılı kararı
ilehukuka açıkça aykırı bir şekilde durdurulmuştur, müvekkil hak iş konfederasyonu üye
sendikaları milli güvenlik konseyi kararı gereğince faaliyetlerine uzunsüre devam
edememişlerdir, sanıkların eylemleri sonucunda Türk işçi hareketi büyük zararlarg örmüş
kazanılmış hakları gasp edilmiştir, müvekkil hak iş konfederasyonu üye sendikalar sendikal
faaliyetlerinin hukuka açıkça aykırı bir şekilde durdurulması nedeniyle ağır bir maddi kayba
uğradıkları gibi malen de büyük zararlar görmüşlerdir, Müvekkil Hak iş konfederasyonu üye
sendikalarının uğramış oldukları zararları bu güne kadar karşılanması mümkün olmamıştır,
bize göre sanıkların işlemiş oldukları suçlar sabittir bu nedenle sanıkların işlemiş oldukları
suçlardan zarar gören kişi ve kuruluşların sayısı zararın ağırlığına göre eylemlerine uyan
suçların üst sınırlarından cezalandırılmalarına karar verilmesini talep ediyoruz. "
Av. İsmail Çevik
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli beyanında:
"Sanıklar hakkında açılan bu davada TÖB-DER’in hukuka aykırı olarak kapatılması
ve mal varlıklarına el konulması nedeniyle vekil eden Yöneticisi tarafından yapılan başvuru
üzerine TÖBDER in müdahil olarak davaya katılmasına tensip ile karar verilmiş
olduğundan;Katılma dilekçemiz ve ekli belge ve bilgilerde yapılan açıklamalarda da ayrıntılı
belirtildiği gibi, yapılan yargılama sürecindeki toplanan delillere göre deSanıkların hakkında
198/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
isnat olunan suçlamaların sübut bulduğu inancındayız.Konuyla ilgili olarak esasa ilişkin
iddiamızda da önceki katılma dilekçesine atıf yapmakla birlikte aşağıdaki hususların tekraren
hatırlanması da yarar görmekteyiz. Bilindiği gibi; Öğretmenler görevleri gereği toplumla iç
içe olan, onların sorunlarını, acı ve sevinçlerini birlikte hisseden ve yaşayan bir meslek
gurubudur. Bu duyarlılığın verdiği aidiyet duygusu, daha mesleğe başlanılan ilk gün,
toplumun sorunlarına karşı daha hassas olmanın ve örgütlenmenin zorunluluğunu ve
sorumluluğunu yükler.Türkiye’de ilk örgütlülüğünü 1908 yılında, “Encümen-i Muallimin” ile
başlatan öğretmenler bir çok örgütlenme aşamalarından geçtikten sonra 1953 yılında
TÖDMF’ nun (Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonunu) kurdu. Bu federasyon
sendikalaşma süreciyle birlikte, adını ve varlığını 1965 de kurulan TÖS’e (Türkiye
Öğretmenler Sendikası,) bıraktı. 1971 de TÖS’ün Anayasa da yapılan değişiklik nedeniyle
yasal dayanağının kalmaması sonucu münfesih olması nedeniyle, 3 Eylül 1971 de TÖB-DER,
(Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) TÖS’ ün örgütsel devamı olarak kuruldu.
TÖB-DER Türkiye’nin 360 bin öğretmen mevcudunun 220 binini örgütleyen, 670 şubesiyle
gelmiş geçmiş en büyük öğretmen örgütüdür. TÖB-DER’ in düşünsel ve maddi birikiminin
kökleri 1908’e dayanmaktadır. 12 Eylül Cuntasının kapattığı ve varlığına el koyduğu TÖBDER’ in düşünsel ve maddi varlığı 1908 den 1980 kadar çalışan öğretmenlerin alın teri ve
emeğini içermektedir. Türkiye öğretmenlerinin 100 yıllık düşünsel birikimi olan
örgütlülüğünü yok etmeye, biriktirdiği varlığını gasp etmeye hiçbir yönetimin hakkı yoktur,
olmaması gerekir. TÖB-DER’ in amaçları tüzüğünün 3. maddesinde “Atatürk devrimleri,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile Anayasamızın milli, demokratik, laik ve sosyal
hukuk devleti kapsamı içinde üyelerinin tüm demokratik, sosyal ve özlük haklarını koruyup
geliştirerek birleşmelerini ve dayanışmalarını sağlamaktır.” olarak belirtilmiştir. TÖB-DER bu
amaçlar doğrultusunda çalışmış, yasal olmayan hiçbir eylemin tarafı olmamıştır. Öğretmenler
dünden bugüne halkın sorunlarına karşı duyarlı olmuşlardır. Anayasal haklarını kullanarak,
bilimsel, demokratik, laik ve anadilde eğitimin savunucusu olmuşlar ve bu doğrultuda
mücadele vermişler, vermeye de devam etmektedirler. TÖB-DER tüm çalışmalarında
demokrasi kültürünün, özgür ve bilimsel düşünmenin; dayanışma, adalet ve örgütlenme
bilincinin geliştirilmesini ve bireysel, kültürel farklılıkların benimsenmesini amaçlayan
eğitimin bireysel ve toplumsal gelişmede temel güç olmasını hedeflemiştir. Eğitim kanalıyla
yoksulluğun yenilmesini çağdaş bir toplum yaratılmasını hedefleyen TÖBDER eğitimin
gücüyle işkencenin, savaşın, antidemokratik tüm yönelimlerin azalacağına inanmış bu
doğrultuda mücadele etmiştir. Eğitimi daha iyi bir dünya yaratmanın ana gücü olarak
görmüştür. Üyelerinin ve halkın ekonomik, demokratik haklarını korumak ve geliştirmek için
yayınlar, paneller, seminerler, eğitim kurultayları, mitingler düzenlemiştir. Üyelerinin özlük,
meslek, hukuksal ve her türlü haklarını korumuş, tüm çalışanların sendikal haklara
kavuşabilmesini savunmuş, onlarla maddi ve manevi her türlü dayanışma içinde olmuştur.
Kuşkusuz TÖB-DER, yasadışı faaliyetlerde bulunmak amacıyla değil, eğitim ve bilim
emekçilerinin hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla kurulmuştur. Ancak askeri darbe
koşullarında, yalnız TÖB-DER değil, ülkemizdeki dernek, sendika ve siyasi partilerin
neredeyse tamamı kapatılmıştır. Dolayısıyla kapatma amacı, cuntacıların söyledikleri gibi
varılması düşünülen (!) demokratik bir toplum için düzensizliğin ve suçun önlenmesi olamaz.
12 Eylül öncesi işçiler, köylüler, memurlar, öğrenciler, öğretmenler, aydınlar, akademisyenler,
gazeteciler, eline silah verilip devlet korumasında hareket eden faşist militanlarca saldırılara
uğramıştır. Bu saldırılar karşısında suskun kalan hatta yer, yer destekleyen devlet güçleri,
insanlarımızı savunmasız, kaderleriyle baş başa bırakmış, toplu katliamların yaşanmasına
olanaklar tanımıştır. 12 Eylül öncesi ve 12 Eylül süresince devlet destekli faşist güçlerin
saldırıları sonucu 210 öğretmen arkadaşımız katledilmiştir. Yüzlerce arkadaşımızın evi
bombalanmış, kurşunlanmış, binlerce arkadaşımız yaralanmış, sakatlanmış, sürgünlere
gönderilmiş, meslekten atılmış, çocuk ve eşleri yoğun baskı ve saldırılara uğramış; ölüm
199/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
tehditleri altında yaşamak zorunda kalmışlardır. Olay yoğunluğu arttıkça da öğretmen
mağduriyetleri giderek artmıştır. Sıkıyönetim olmasına karşın, bu saldırıları engellemeyen ve
bugün yargılanmakta olan, askeri cunta lideri Kenan Evren, “Müdahale için şartların
olgunlaşmasını bekledik.” diyebilmiştir. Böyle bir mantık, böyle bir anlayış olabilir mi? Bu
anlayış “ölen binlerce yurttaşın ölmesine göz yumduk, eli silahlı faşist çeteleri özendirdik,
yani bu cinayetlerin ortağı olduk” demektir. Öldürülen 210 öğretmen arkadaşımızın suçlusu
Kenan Evren ve arkadaşlarının cinayetleri planlamak ve uygulamaktan cezalandırılmaları;
öldürülenlerin ailelerine de tek tek tazminat ödemesi gerekir. 0 günlerde toplumu derinden
sarsan katliamlar, saldırılar, provokasyonlar askeri cuntanın projelendirip uyguladığı bir
planın parçasıdır. 1977 1 Mayıs Taksim katliamı(katledilenlerin altısı TÖB-DER’li
öğretmendir), istanbul Üniversitesi öğrenci katliamı, Piyangotepe ve Balgat katliamları,
Bahçelievler de 7 TİP’ 1mm katliamı, Kahramanmaraş (4 TÖB-DER’ li katledildi), Çorum,
Sivas katliamları ve her gün yaşanılan öldürmeler, bombalamalar, yaralamalar planın parçaları
olarak yaşamıştır. Tüm bunların özünde, Türkiye’ye dayatılan 24 Ocak kararlarını uygulamak
için halkın, aydınların, gençlerin susturulması vardır. Ve bu amaçla, 12 Eylül faşist darbesinin
gerçekleştirilmesine destek olan, olanakları sağlayan “bizim çocuklar başardı” sevincinin
sahipleri ve onların “bugüne kadar onlar güldü, bundan sonra biz güleceğiz” diyen yerli
ortaklarının birçok katliamlarda, işkencelerde, idamlarda, baskılarda sorumlulukları vardır.
Sermayenin yaşamın her alanında örgütlendiği ve sömürüsünün önündeki tüm engelleri
ortadan kaldırma aracı olarak devlet aygıtını kullandığı o dönemde, demokratik örgütlülüğü
engellemek adına TÖB-DER dahil olmak üzere tüm örgütlü yapılara, üyelerine saldırmak ve
onları sindirme çabaları giderek artmıştır. 12 Eylül’de ve öncesinde TÖB-DER terör kaynağı
ve anarşi kaynağı olarak gösterilmiştir. 220 bini aşkın üyesiyle TÖB-DER’i bu şekilde
suçlamak öğretmenine düşman olan akıl dışı bir rejimin, kendini korumaya yönelik nefretinin
dışa vurumu ve saldırganlığından başka bir şey değildir. Daha çok saldırmak, daha çok
suçlamak, toplumu daha çok baskı ve işkence altına almaktır. Aslında kendi suçluluğunu
örtmek çabasından başka bir şey değildir. Öğretmenleri, gençleri ve binlerce insanı sokaklarda
katledeceksin, ülkede faşist bir terör estireceksin, demokratik kitle örgütlerini, güdümündeki
faşist güçlerin hedefi haline getireceksin, ondan sonra da sadece ve sadece demokrasi
mücadelesi veren TÖB-DER’ sendikaları ve diğer demokratik kitle örgütlerini anarşinin
kaynağı olmakla suçlayacaksın. Bu faşizmin kendini savunmak için yaptığı taktiksel bir
saldırıdan başka bir şey değildir. 12 Eylül cuntasının yöneticileri ve uzantıları, Anayasa’nın
Türk halkına bol geldiğini söylediler. Anayasayı ihlal ettiler, demokrasiyi ortadan kaldırdılar.
Demokrasiyi, anayasayı ihlal edenlere karşı en güçlü mücadeleyi veren TÖB-DER, bu
dönemde cuntanın en büyük saldırısına uğradı. Oysa TÖB-DER kurulduğu günden itibaren
kuruluş amaçlarının dışına çıkmamış, yasaları ihlal etmemiş, 12 Eylül darbesine kadar tüm
yargılamalardan aklanmış ve Türkiye de yaşanan somut olaylar karşısında demokrasiden
yana, haktan, hukuktan yana tavır koymuş, ekonomik, mesleki, demokratik bir kitle örgütü
olarak varlığını sürdürmüştür. 12 Eylül cuntası TÖB-DER gibi güçlü bir örgüt üzerinden
“muktedir”Iiğini bütün topluma göstermeyi istedi. Onun geniş örgütlülüğü ve her zaman
denetleyip etkileyebileceği “eğitimin” merkezinde olması nedeniyle TÖB-DER cuntanın ilk
saldırır hedefi olmuştur. TÖB-DER, Türkiye de var olan öğretmenlerin yaklaşık % 65’ini
oluşturan 220 bin öğretmeni çatısı altına alarak, dünyanın en büyük öğretmen örgütlerinden
birini yaratmıştır. TÖB-DER, genci, faşist, ırkçı, şoven eğitime karşı, demokratik, bilimsel
laik, çağdaş ve anadilde eğitimi savunmuştur. Hep halkının ve ezilenlerin yanında, demokratik
hak ve özgürlükler için mücadele etmiştir. İnsanlık suçu olan faşizme karşı, antifaşist
mücadelede yerini aldı. Dönemin özel mahkemeleri olan DGM’lerin kaldırılması için,
TCK’nun da bulunan 141, 142. Maddeler ve tüm antidemokratik yasaların kaldırılması için,
diğer demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etmiştir. İşte TÖB-DER, bu nedenlerle 12 Eylül
Faşist Cuntası’nın baş hedefi oldu. 12 Eylül cuntası lideri Kenan Evren, hemen her
200/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
konuşmasında TÖB-DER’ hedef göstermiş, bu yolu da kullanarak sıkıyönetim savcılık ve
mahkemelerine talimatlar vermiştir. Yaptığı tv ve radyo konuşmalarında TÖB-DER’e, “yıkıcı
örgüt” “Milli Eğitime sızmak isteyen örgüt”, “ülke yönetimini ele geçirmek isteyen örgüt”,
“12 Eylül öncesinin kargaşa, bölünme ve çaresizlik ortamını kendi ideolojik amaçları için
kullanmak isteyen örgüt” diye nitelendirerek TÖB-DER’i itibarsızlaştırmak amacıyla adeta
saldırmıştır. TÖB-DER yöneticisi ve Demokratik Eğitim Kurultayı katılımcısı 64 kişi
tutuklanmış ve haklarında TCK’nun 141, 142. Maddelerinden dava açılmıştır. Yetmemiş
TÖB-DER şube yöneticilerinin ve üyelerinin de bir çoğu tutuklanmış; haklarında davalar
açılmıştır. 3854 üyemiz, 120 öğretim görevlisi, 47 hakim ve 20 binin üstünde işçi ve memurun
1402 sayılı yasa ile görevine son verilmiştir; binlerce öğretmen, memur, işçi sıkıyönetim
sınırları dışına sürgün edilmiştir. Genel başkanımız Gültekin Gazioğlu, Genel Sekreterimiz
Kemal Uzun ve bir çok Genel Merkez ve şube yönetici ve üyelerimiz yurt dışına kaçmak
zorunda bırakılmış ve uzun sürecek sürgün hayatına mahkum edilmişlerdir. TÖB-DER
Davası, 22. 05. 1981 tarihinde başlamış, 25 12.1981 tarihinde 7 ay 3 gün gibi kısa bir süre
içinde hiçbir hukuki delile dayanmadan, araştırılmaksızın, Askeri Cuntanın talimatları
doğrultusunda karar verilmiş, TÖB-DER hukuksuz bir biçimde kapatılmış, mal varlığına el
konulmuş, yakaladıkları yöneticileri ağır cezalara çarptırılmıştır. Oysa TÖB-DER, 4 Eylül
1971de yasalar çerçevesinde kurulmuş, üyelerinin ekonomik, demokratik haklarını savunan
bir demokratik kitle örgütüydü. Yasal olmayan hiçbir faaliyeti olmamıştır. 12 Eylül Cuntasına
bağlı mahkeme ve savcılıklar ne 12 Eylül’den önce, ne de sonra 670 şubesinde yapılan
aramalarda suç unsuru sayılabilecek ve Kenan Evreni doğrulayacak, bir tek delil
bulunamamıştır. 670 şubesinde bir çakı dahi bulunamayan TÖB-DER’ Kenan Evren gülünç ve
zavallı bir dille “devleti yıkmaya çalışmakla” suçlamıştır. Delil olarak gösterilen yayınlar,
konuşmalar ve diğer etkinliklerden daha önce yargılanan TÖB-DER yönetici ve üyelerinin
tümü, sıkıyönetim dönemlerinde askeri mahkemelerce, diğer dönemlerde doğal
mahkemelerce verilen tüm kararlarda aklanmış ya da takipsizlik kararları verilmiş hiçbir
yönetici ve üyesi ceza almamıştır. 12 Eylül döneminde ise aynı delil ve suçlamalarla
hukuksuz bir biçimde yargılanan TÖB-DER yöneticileri, üyeleri ağır cezalara çarptırılmışlar
ve TÖBDER’in tüzel kişiliği ortadan kaldırılmıştır.TÖB-DER’ in, bilimden, emekten,
demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten ve halktan yana olan tavrı, bilim, emek ve demokrasi
düşmanlarının saldırılarına hedef olmasının nedeni olmuştur. Bu nedenle Cunta ilk iş olarak
TÖB-DER’ e saldırmıştır. Bu dönemde TÖB-DER hakkında amansız bir iftira, karalama ve
ihbar kampanyaları sürdürülmüştür. 12 Eylül cuntası yöneticileri TÖB-DER’ e, Marksist
Leninist bir siyasi parti gibi bakmış ve yargılamıştır. Oysa TÖB-DER üyelerinin ekonomik
demokratik sorunlarının çözümü doğrultusunda mücadele veren, insan haklarını savunan,
faşist katliamlara ve vahşete karşı duran, legal bir demekti. Binlerce TÖB-DER üye ve
yöneticisi de bu faşizan uygulamalarla karşı karşıya kalmıştır. Diğer davalardan yargılanan
öğretmenler dışında, TÖB-DER ana davasında 64 yönetici ve Demokratik Eğitim Kurultayını
hazırlayan öğretmenler yargılanmış, 9 yıla kadar varan ağır hapis cezası ile cezalandırılmış,
yıllarca genel güvenlik gözetimine tabi tutulmuşlar ve kamu hizmetlerinden men cezaları ile
cezalandırılmışlardır. Türkiye’de darbe dönemi gibi özel dönemlerin uygulamalarının
tartışmalara açıldığı, başkanı kıta subayı olan ve yargılama sürecinde doğal hakim ilkesinin
uygulanmadığı, bu nedenle de bağımsızlıkları sürekli tartışılan 12 Eylül’ün Askeri
Mahkemelerince TÖB-DER’ in yedi ay üç gün gibi kısa bir süre içinde karara bağlanan
davasına karşı, askeri mahkemede yargılanamayan derneğimizin genel başkanı ve diğer 19
arkadaşlarımızın Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15.03.1989, E.1986/121, K.1989/54
sayılı kararı ile tüm sanıkların beraatına karar vermiştir. Yani ortada birbirini bozan iki
mahkeme kararının varlığı üzerinde bu güne kadar hiç durulmamış, bu kararlar hukuk
açısından yorumlanmamış ve dikkate alınmamıştır. Askeri yargının sıkıyönetim döneminde
böyle hukuksuz bir kararın oluşturulmasında Kenan Evren ve arkadaşlarını, dönemin Ankara
201/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Sıkıyönetim Komutanını, mahkemelere yapmış oldukları baskılar nedeniyle örgütün ve
üyelerinin hak etmedikleri bir yaşam içine sokulmalarının müsebbibi olarak görülmesinden ve
yaptıklarının hesabının sorularak cezalandırılmalarını istemekten daha doğal bir şey
olmadığının kabul edilmesi gerekir. TÖB-DER’ nin kapatılması kararının ortadan kaldırılması
istemiyle yapılan başvurumuzu, Ankara 4. Kolordu Komutanlığı nezdinde kurulu Sıkıyönetim
1 Numaralı Askeri Mahkemesi 28. 11. 199 1 gün ve E. 1981/342, K. 199 1/306 sayı 1 ı ka ra
rı nda, TÖB-DER’ kapatan ve demirbaşları hazineye intikal ettiren, 1630 sayılı dernekler
kanununa göre alınan kararı, “dernek tüzel kişiliğinin sona ermesini gerektiren ‘KAPATMA
KARARI’ cezai bir müeyyide olmayıp, zararlı bir faaliyetin devamına engel olan İDARİ BİR
TEDBİR” biçiminde nitelendirmiştir. Anılan mahkeme kararı uyarınca, Ceza Mahkemelerince
verilmiş bir emniyet tedbirinin olmadığını kabul etmek gerekir. TÖB-DER’in kapatılması
yönündeki idari tedbirin infazı da, cezaların infazı yönetiminden ayrı olarak idari mekanizma
tarafından yerine getirilmiştir. TÖB-DER hakkındaki kapatma kararı idari bir tedbir olarak
alınmış ise, idarenin belirli bir süre sonunda ya nihai kararı vermesi ya da bu tedbiri ortadan
kaldırması beklenir. 24.06.2010 günü dayalı yönetime yaptığımız başvuruya verilen yanıt,
kararının henüz kaldırılmadığını ve bu arada nihai kararın verilmediğini göstermiştir. Bu
durum, 220 bin dernek üyesinin ödentileri ile satın alınan malvarlıklarının haksız ve hukuka
aykırı biçimde el konulması, dolayısıyla Anayasanın ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin
uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan “Mülkiyet Hakkı”nın da ihlali anlamına
gelmektedir. Antidemokratik ve hukuksuz bir şekilde 12 Eylül yönetimi ve güdümlü
mahkemelerce kapatılmış olan TÖB-DER’ in hukuksal düzene dönüldüğü zamanda da yani
günümüzde de kapalılık durumunun sürdürülmesini savunmak, hiçbir hukuk devleti anlayışı
ile bağdaşmaz. Nitekim 12 Eylül yönetimi ve askeri mahkemelerince, siyasi partiler ve birçok
demokratik kitle örgütü kapatılmış, mallarına el konulmuştur. Ancak, hukuksal düzene
dönüldüğünde, tüm kapatılan örgütler idari kararlarla, çıkarılan yasalarla ya da bağımsız
mahkemelerin
kararlarıyla
yeniden
açılmıştır. Açılmalarında,
hiçbir
engelle
karşılaşmamışlardır. TÖB-DER, yöneticilerinin, 141 ve 142. maddelerini ihlal eder nitelikte
fiil işledikleri kabul edilerek cezalandırılmışlar, TÖB-DER de bu nedenle kapatılmıştır.
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nce haklarında ağır hapis cezaları verilen TÖB-DER
yöneticileri ve üyeleri cezalarını çekmişlerdir. 141 ve 142. maddeleri yürürlükten kaldıran
3713 Sayılı Yasa gereği ve İdare Mahkemeleri’ne açtıkları davalar sonucunda devlet
memurluğu görevlerine dönmüşler; görevden uzakta, açıkta kaldıkları sürelere ait özlük ve
parasal hakları, idare tarafından geri ödenmiştir. 3713 Sayılı Yasa ile davacıların suç sayılan
fiillerinin tümünün sonuçları ile birlikte ortadan kalkmış olması ve 765 sayılı TCK’n 2.
Maddesi’nin “... İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden
dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza
veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanun? neticeleri kendiliğinden kalkar.”
hükmü tüzel bir kişilik olan TÖB-DER’i faaliyetten alıkoyan tüm engelleri ortadan
kaldırmaktadır. Ama TÖB-DER hala kapalıdır! TÖB-DER’ in mahkeme kararıyla, hazineye
devredilen bu taşınır ve taşınmaz malları, üyelerinin ödedikleri aidat ve bağışlarla
alındığından, bu devir işleminden dernek üyelerinin zarar görmedikleri düşünülemez. Bu
durum TÖB-DER Yöneticileri ve üyeleri yönünden, “menfaat” ilişkisini doğurmaktadır.
Ayrıca TÖB-DER tüzel kişiliğinin cezai ehliyeti bulunmamaktadır. Cezai ehliyeti haiz
yöneticilerinin ise, tüm cezaları ortadan kalktığına göre, bu hukuksuzluk da acilen ortadan
kaldırılmalı ve buna neden olanlar cezalandırılmalıdır. 1991 yılında, TCK’ nun 141 ve 142.
maddelerinin yürürlükten kalkması üzerine mahkümiyet kararı verilen dernek yönetici ve
üyelerinin, Sıkıyönetim Askeri Savcılığına yaptıkları başvuru üzerine, Savcılıkça,
“mahkümiyet hükmünün ortadan kalkmış olduğu, dosyanın incelenmesinden anlaşılmıştır”
diyerek, durum başvuruda bulunan dernek üyelerine bildirilmiş, cezaları kalkan öğretmenler
görevlerine dönmüşlerdir. Ama TÖB-DER hala kapalıdır 12 Eylül askeri cuntasının ve bugün
202/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
karşınızda yargılanmakta olan Kenan Evrenin gölgesi hala üzerimizdedir. 21. Yüzyılın
Türkiye’sinde adil yargı, evrensel ve ulusal hukuka ters düşen bu kararı, bu gölgeyi mutlaka
kaldırmalıdır. TÖB-DER davası hukuksuzluk örnekleriyle doludur. Çünkü:TÖB-DER cunta
döneminde yargılanmasına neden gösterilen aynı delil ve isnat edilen suçlardan, 12 Eylül
öncesi sıkıyönetim mahkemelerinde beraat etmiş olmasına karşın, 12 eylül sonrası yine
sıkıyönetim mahkemelerince cezalandırılmıştır. . Ayrıca tüm TÖB-DER’ liler sıkıyönetim
askeri mahkemelerinde suçlu bulundular ama sivil mahkemelerde beraat ettiler. . Darbe
dönemi sonrasında sadece sivil mahkemede yargılanan TÖB-DER Genel Başkanı beraat
kararı alırken, aynı suç ve delillerle Genel Başkan Yardımcısı İsmet Yalçınkaya’ ya Askeri
Mahkemece 9 yıl hapis cezası verildi. . Bu süreçte yurt dışına çıkan TÖB-DER genel
Sekreteri Kemal Uzun ve yardımcısı İbrahim Sevimli’ nin mahkeme herhangi bir karşısına
çıkarılmalarına bile gerek duyulmazken genel sekreter yardımcısı Seyfettin Bican Sıkıyönetim
Askeri Mahkemesi nce 9 yıl hapis cezası ile cezalandırıldı. . Askeri mahkemede 8 yıl ağır
hapis cezasına çarptırılan TÖB-DER Yürütme Kurulu üyesi Cafer Akyüz, yargı aşamasında
dosyanın sivil mahkemeye devri ile yargılandığı Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde beraat
etmiştir. Aynı kişiye, aynı suçtan, aynı dönemde, bir yerde ceza, bir yerde beraat kararı
verilmiştir.141 ve 142. maddelerin kalkmasıyla TÖBDER ve üyelerine verilen cezalar tüm
sonuçları ile ortadan kalktı. Buna karşın TÖBDER hala kapalı ve cezası devam etmektedir. Bu
hukuk kendini yargılamalıdır. Bu örnekler çoktur ve hepsi birer hukuk skandalıdır. Kenan
Evren Hukukudur, 12 Eylül Hukukudur.
İşkencede, hapishanelerde, yurtdışında sürgünde hayatlarını kaybeden ve bu dönemde
kaybettiğimiz yüzlerce öğretmen arkadaşımızı geri getirebilir miyiz? 12 Eylül cuntasının
görevden attığı 3854 öğretmenin, açlığa susuzluğa terk edilen çocuklarının, eşlerinin,
yakınlarının ruhlarında açılan yaraları, yaşadıkları travmaları kim ona rabilir. 12 Eylül
faşizminin izlerini o günleri yaşayan insanların beyninden silmek olası mıdır? Çünkü 12
Eylül, yaratığı kurumsal yapı ve uygulamalarıyla hala yaşıyor. TÖB-DER hala kapalı, kim
kapattı? Karşınızdaki Kenan Evren, arkadaşları ve emrindeki mahkemeler. Ve hala yüz yıllık
öğretmen hareketinin dişi-tırnağı ile biriktirdiği mal varlığı devletin gaspı altındadır. Bizim
talebimiz ve beklentimiz, Kenan Evren, arkadaşları ve devlet kademelerindeki işkenceyi ve
baskıyı uygulayan memurların tümünün cezalandırılmalarıdır. 12 Eylülün tüm kurum ve
kurallarıyla, tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmasıdır. 12 Eylül sadece binlerce insanın
ölümüne, yaralanmasına, mahkum olmasına, aç ve susuz kalmasına değil hala etkileriyle
Türkiye demokrasisinin gelişmesini de engellemiştir, engellemektedir. Bugün, temel hak ve
değerler, özgürlükler, adalet ve eşitlikler gelişimiyor ve güçlenemiyorlarsa; partiler,
sendikalar, demokratik kitle örgütleri gelişemiyor, güçlenemiyorlarsa; TBMM’ de toplumun
büyük bir bölümü temsil edilemiyorsa bunların nedeni 12 Eylüldür. 12 Eylül döneminde
uygulanan katliam, baskı ve işkencenin hesabı, 12 Eylül Cuntası ve tüm uzantılarından,
uygulayıcılarından tüm katillerden sorulmalıdır. 12 Eylül darbecileri yaptıklarının bedelini
maddi ve manevi olarak ödemelidir. Bu intikam dürtüsü ile istenen bir yaptırım değil hukukun
ve insan olmanın bir gereğidir. Bugün kamuoyunun iradi baskısıyla 12 Eylül hukuksuzluğu ve
tüm uygulamaları ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Bizim üzerimizdeki bu hukuksuzluk da
kaldırılmalıdır. TCK’ nun 141 ve 142. maddelerinin yürürlükten kaldırılması ile yetinilmemiş,
3713 sayılı Yasa ile dernek yöneticilerinin işledikleri suçlar, suç olmaktan çıkarılmıştır. 12
Eylül 2010’da yapılan halk oylaması ile 12 Eylül Anayasası büyük oranda değiştirilerek, 12
Eylül hukuksuzluğuna neden olanların yargılanmalarının önü açılmıştır. Bugün Kenan Evren
ve Tahsin Şahinkaya bu nedenle yargılanmaktadır. Ancak bu yeterli değildir. 0 dönemde
Cuntacıların tüm faaliyetlerini kolaylaştıran ve bu yönde görev almış kişi ve kuruluşlarda
görev alanlarında yargılanması gerekmektedir. Yargılamanın bu iki sanıkla sınırlı kalması
yargılamanın göstermelik bir yargılama olmasını kaçınılmaz olarak beraberinde getirecektir.
Mahkemenizin buna izin vermeyeceğini umut ediyoruz TÖBDER in 12 eylül de yapılan
203/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
askeri mahkeme kararlarının halen devam ediyor olması TÖBDER in yöneticileri üyeleri ve
yakınları için 33 yıllık bir işkenceye dönüşen bu durum Türk hukuk sisteminin zaafiyetinden
kaynaklanmaktadır, biz 12 Eylül hukuksuzluğunu ortadan kaldırılmasını TÖBDER in
itibarının örgütsel kimliğinin gasp edilen mallarının iadesini 12 Eylül hukuksuzluğunun
elimizden aldığı tüm değerleri geri istiyoruz, biz TÖBDER liler 12 Eylül hukuksuzluğunun
tüm sonuçlarını ortadan kaldırılarak bırakın acıyı göz yaşını ayrılıkları idam edilen gencecik
insanların insanca yaşamına son verenlerin demokrasi adına cezalandırılmasını istiyoruz
sonuç olarak Cunta liderleri sanık Ahmet Kenan EVREN ile Ali Tahsin ŞAHİNKAYA nın
cezalandırılmasını o dönemde cunta faaliyetlerine katılan yardım ve yataklı eden binlerce
kişiyi işkenceden yargısız infaz edip öldüren katiller ve suça iştirak eden diğer kişilerin de
tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz."
Av. Senem Doğanoğlu
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki27/12/2013 tarihli ifadesinde:
"Tahir Canan vekiliyim, sayın heyet bu kadar esas hakkındabeyanın ağırlığı altında
usulen belki birazda esasen bir katkısı olması umuduyla yeniden Tahir Canan'ın müdahilliğini
talep ediyorum. Tahir Canan'ın müdahilliğini bu zamana kadar bireysel yada toplumsal
karşılığı nedir açıklayarak talep ettim, ama bugünkü açıklamam aslında sizin hükmünüzün
değeri açısından da önemli kanaatimce, hüküm verirken insanlığa karşı suç tartışmasını
yürütücek olursanız Tahir Canan hakkında tanzim edilmiş raporu Türkiye de işkencenin 12
Eylül rejimi ile birlikte sadece sistematik değil ama sistemik bir tercih olduğunu da ortaya
koyduğunu hatırlatarak ve buanlamda kuracağınız hükmede kanıt olarak esas olabilceğinizi
söyleyerek müdahillik talep ediyorum, bir diğer hususta anayasal düzeni ihlal suçu
açısındandır, anayasal düzeni eğer adil yargılanma hakkının korunduğu işkence yasağından
kişilerin korunduğu bir düzen olarak tanımlıyorsanız müvekkilim anayasal düzeni ihlal
edilmesi sonucuna bağlı olarak uğradığı zararın 30 Nisan 2013 tarihinde sona erdiğini
hatırlatmak istiyorum, ne geçici 15. Madde ne 35. ne TSK iç hizmet kanunu, ve sizi bence
anayasal düzeni ihlal suçu zaman aşımı tartışmasından da kurtaracak bir çözümdür, 30 Nisan
2013 Tarihi itibariyle zaman aşımı daha yeni başlamıştır, henüz 8 ay olmuştur, dolayısıyla
müdahilliğin bu açıdan da tekrar gözden geçirilmesini ve kabul edilmesini diliyorum teşekkür
ederim."
Müdahil Aynur Hayrullahoğlu
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
"Ben eşimi 1982 yılında işkence ile kaybettim. Benim eşim Mustafa Hayrullahoğlu.
Tabiki çok yıllar sonra gördüğümüz dava dosyalarında 2 gün içerisinde inanılmaz işkenceler
ile kaybetmişiz eşimi. Ama ne yazıkki bize eşimin kaybı 3 ay sonra Şubat ayında bildirildi.
Şimdi bu kadar acılar yaşandı. Bu yıllarda ben 23 yaşındaydım ve yurt dışına çıkıp politik
mülteci olarak yaşamak zorunda kaldım. Eşimin cenazesine dahi dokunamadım. Bu ise benim
içimde eşimin ölümünü bile kabullenememek gibi bir yıllarca süren bir duygu yarattı. Yıllarca
ben bu acı ile yaşadım. Hani denilir ya alışırsın diye ama bizler acılarımıza alışamadık. Bu
acılar ile yaşamaya devam ediyoruz. Ama yüreğimiz kavrularak devam ediyoruz. Eşimin
annesi bu acı ile gitti. Eşimin kardeşi bu acı ile gitti ve sadece eşim değil can dostlarım, can
arkadaşlarım yıllarca onların işkence travmalarını tamir etmek ile geçti yaşamımız. Hala daha
da bunlar devam ediyor. Ben ne olacağı ne yazık ki şimdi belli değil. Ama anaların ahı var. Bu
insanların üzerinde öyle böyle değil. Anaların ahı var. Umarım bu Mahkeme bizim içimizi
birazcık da olsa rahatlacak karar alır. Bu insanlar yargılanır. Ölüm döşeklerinde dahi olsa bir
suçlu olarak, yargılanmış bir suçlu olarak gitmelerini talep ediyorum. Mahkeme Heyetinden.
Teşekkür ediyorum. Söz verdiğiniz için."
Müdahil Senem Gülbudak
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
204/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
"Abdullah Gülbudak'ın kızıyım. 15 Mayıs 1983 te babamın öldüğünü bu Mahkemede
öğrenmiş bulunmaktayım. Ama ne yazık ki biz yıllar boyu onu 19 Mayıs 1983 te cenazesi
ulaştığında o tarihte öldüğünü yada bir gün önce yada hangi gün öldüğüne dair herhangi bir
doneye sahip değildik. Bu kadar yıl boyunca. Mahkemedeki otopsi raporlarını ele
geçidiğimizde yada öğrendiğimizde bunu öğrenmiş olduk. Babam TÖB-DER Genel Merkez
yöneticisiydi. Sayısı 200.000 ler ile ifade edilen bir demokratik kitle örgütünün
yöneticilerinden idi. Onu Mamak Ceza Evinde işkence sonucu kaybettik. Yıllar boyu 3
kardeşiz biz. Bu aşamaya gelmemiz gerçekten çok badireler atlattık, çok ciddi bedeller
ödedik. Ailemizde dağılma süreci yaşandı. Annemin akıl sağlığında ciddi problemler yaşadık.
Uzun yıllar kardeşler bir arada olamadık. Darbenin bu anlamda da çok ciddi travmatik yanları
oldu bizim açımızdan. Babam öğretmendi. Güzel bir bahçede çiçeklerini dermek istiyordu. O
güzel çiçekleri dermek istiyordu. Ne yazıkki ayrık otlar vardı ve o ayrık otlar o güzel
çiçeklerin ölümüne neden oldu. Umarım Mahkemeniz doğru, adaletli bir karar tesis eder.
Sizden bunu bekliyorum. Bugün 41 yaşındayım ama halen 41 yaşında bir çocuk edasıyla size
burada hitap ediyorum. Umarım bu karar adaletli olacak. Sizin bu 12 Eylül darbecilerine
ilişkin, insanlık suçuna ilişkin burada tesis edeceğiniz karar insanlık adına atılmış önemli bir
adım olacak. Diyeceklerim bundan ibaret."
Müdahil Sabire Yazgan Serin
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
"Sayın Başkan; Savcılığın istediği gibi sanıkların eylemleri bakımından Türk Ceza
Kanununun başta 146/1. Maddesi olmak üzere diğer ilgili maddelerden mahkum olmaları
Anayasayı açıkça ihlal suçu işlenmiştir ve cezası da bellidir. Sanıklar bu maddelerden ceza
alınca başka darbe heveslileri zorla onaylattıkları Anayasalara geçici maddeler koyarak
sorumluluktan kaçabilecekleri hayaline kapılmayacaklardır. Ancak, sanıklar yalnız Anayasaya
karşı işlenmiş suçlardan ceza alırlarsa adalet tam olarak yerini bulmayacak, bizler gibi
cuntanın işlediğği suçlardan doğrudan zarar gören insanlarda ve kamu vicdanında adalete
güven sarsılacaktır. Sanıkların savunmalarının ne olduğu başından beri bellidir. Onlar başarılı
bir darbeyi gerçekleştirdikten sonra yeni bir Kurucu İrada ortaya koyduklarını ve bu yüzden
kendi kurdukları yasal çerçevede kendi eylemlerinin yargı konusu olamıyacağını iddia
ediyorlar. Savcılık doğru bir yaklaşımla bu tezin geçerli olamıyacağını göstermiştir. Ancak bu
teknik bir hukuk tartışmasıdır. Ben hukukçu değilim. O yüzden hukuki bir yorum yapamam.
Ama heyetiniz bu davayı teknik hukuk tartışmalarını şu veya bu yönde karara bağladığında
görevini tam olarak yerine getirmiş olmayacaktır. Anayasa ihlali, toplum vicdanında soyut bir
kavramdır. En çok kanunlara uygun olmayan bir iktidar mücadelesini çağrıştırır. Oysa bu iki
cunta mensubunun işlediği suçlar Anayasayı ortadan kaldırmak gibi soyut, Türkiye Büyük
Millet Meclisini ve Siyasi Partileri kapatmak gibi geniş halk kesimlerinin umurunda olmayan
türden suçlarla sınırlı değildir. Darbecilerin milyonlarca kere işlediği suçlar seçimle gelen bir
iktidar tarafından da işlenebilirdi. Hatta aynı iktidar gerekli yasal altyapıyı hazırladıktan sonra
yazılı kanuna dayanarak da aynı tarz fiillere başvurabilirdi. Nitekim, mesela naziler sözde
yasal zeminlerde en ağır suçları işlediler. Bu yüzden de İnsanlığa Karşı İşledikleri suçlardan
yargılandılar. Çünki hangi sayal temellere dayandırılarak haklı çıkarılmaya çalışılırsa
çalışılsın insanlık suçları hiçbir biçimde mazur gösterilemez. Cuntacılar yalnız 1980 lerde
geçerli Ceza Kanunun Anayasayı ihlal suçundan mahkum olurlarsa teknik bir hukuk
tartışması sonucu ceza alacaklardır. Bu da tartışmanın şu veya bu yanını destekleyen hukuk ve
toplum çevrelerinin karardan memnuniyetsizliğini ve tartışmanın devamını engellemez. Oysa
12 Eylül faşist yönetimini hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde hukuk, toplum ve
insanlık önünde insanlığa karşı işlediği apaçık suçlardan da mahkum etmek mahkemenizin
hem tarihi, hem de hukuki sorumluluğudur. Böyle bir karar bu konudaki bütün hukuk
tartışmalarına son vereceği gibi Türkiye de insanlık suçlarıyla ilgili önemli bir hukuki içtihat
205/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
oluşturacaktır. Ayrıca Mahkemenizin sanıkları insanlık suçundan mahkum etmesi cuntanın
emir ve teşvikleriyle insanlık suçu işleyen asker ve sivil diğer suç ortaklarına sığınabilecekleri
vicdani ve hukuki kapılar kapatacaktır. Yerel mahkemelerde insan hakları ihlalleriyle ilgili
binlerce dosyanın beklediğini biliyorsunuz. Bu dosyalar sizin kararınızı beklemektedir.
Kararınızda insanlık suçlarından mahkumiyet olmazsa bu dosyalar ihmale uğrayacak ve
adalet gerçekleşmeyecektir. Bizzat mütalaada açıklandığı gibi sanıkların siyasal, felsefi, ırki
veya dini saiklerle toplumun bazı kesimlerine ezcümle devrimcilere, Kürtlere, Alevilere karşı
bir plan doğrultusunda sistemli olarak kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, eziyet ve kişi
hürriyetinden yoksun kılma suçlarını defalarca işlediği bellidir. Sanıkların Anayasayı ihlal
suçunun yanısıra insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı mahkumiyetini talep ediyorum.
Eğer 27 Aralık 2013 deki son duruşmada söz verilseydi özetle yukarıda anlattıklarımı
söyleyecektim. Ama bu duruşma tam bir siyasi karışıklık döneminde yapılıyor. Bu
bunalımdaki tartışma konularından başta geleni mevcut hukuk düzenidir. Son günlerde
savcıların, hakimlerin ve mahkemelerin uygulamaları kararları ve hatta varlıkları ülkenin
seçkin yöneticileri arasında tartışılır oldu. Hatta neredeyse tek tartışma konusu oldu. Bıçağın
ucu hükümet, cemaat, generallr gibi muhterem zevata değince adliyenin de polisin de
adaletten başka yerlere hizmet ettiği açıklandı. Türkiye de hukukun da nasıl bir aldatmacanın
aleti olabileceğini gözler önüne serildi. Adaletin bazı çevrelerin oyuncağı olduğunu, ilk kez
gücü güçsüzlere yeten çevreler dile getiriyor. Bu yüzden Ak Partiye, Fethullah Gülen
Cemaatine, darbe destekçilerine teşekkür borçluyuz. Bu ülkenin mazlumlarının bilmediği
şeyler değil bunlar. Ama hiçbir zaman Türkiye'de hukukun bir aldatmaca olduğu bu kadar net,
açık, anlaşılır olmamıştı. Bu davada 12 Eylül'den sorumlu iki general yargılanıyor. Bu ikisinin
Anayasayı ve insan haklarını ihlal ettikleri yeterince açık. Ama günümüzün hukuk ve adalet
tartışmaları arasında vereceğiniz karar ne kadar önemli olabilir. Mahkemenizin de aralarında
bulunduğu Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması hakkında mutabakat oluştu. Siz daha karar
vermeden sizin hakkınızda karar verildi gibi. Mahkemenizin geleceği de vereceği kararın
geçerliliği de belirsiz. Ama bu davanın hiçbir işe yaramadığı söylenemez. Bizler gibi
sevdiklerini bu iki cani yüzünden kaybedip yüreğinde onmaz yaralar taşıyan insanlar için bu
da bir şey. Abimi idam ettirip cansız bedenine bile işkence eden, toprağa verilmesini bizler
için terör ve işkenceye dönüştüren bu iki sanık bugün karşımda sus pus oturuyorlar. Kenan
Evren ağzını açmaya kalktığında avukatından fırça yiyerek susturuluyor. Deyimin gerçek
anlamıyla zamanında astığı astık, kestiği kestik olan bu iki sanığın yüzüne binlerce halk
çocuğunun katili olduklarını söylüyoruz. O insanların isimlerini burada saymak bile saatler
alacaktır. Ama katledilen binlerin hatıraları içlerini titretsin diye Evren ve Şahinkaya'ya
bazılarını hatırlatacağım. Ali Aktürk, Metin Adil Toraman, Mehmet Kanbur, Ömer Yazgan,
Ramazan Yukarıgöz, Erdoğan Yazgan; Evren ve Şahinkaya, ikinizin dahil olduğu çetenin
kurduğu tuzağa Akyazı ateşine korkusuzca dalan bu 6 insan, benim yiğit abilerim bu davanın
kazananlarıdır. Berfo Ana, Cumartesi Anneleri, bütün anneler, kardeşler, çocuklar, sevgililer
bu davanın kazananlarıdır. Bu davanın baş kaybedeni buradaki 2 sanıkla birlikte bütün
zalimler, faili sözde meçhul cinayetlerin malum katilleri, işkencecilerdir. Ayrıca, bu
mahkemenin sağladığı imkanları kullanmayı red eden siyasiler de bu davanın kaybedenleridir.
Bu dava vesilesiyle kaybettiğimiz değerlerimizin ve insanlarımızın hatırlanmasına çaba
harcayan herkese teşekkürler. Sabire Yazgan Serin, Erdoğan Yazgan kardeşi. Müdahil."
Müdahil Baki Batmaz
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
"1980 3 Martında göz altına alınarak ağır işkencelere tabi tutulduktan sonra
öğretmenlik mesleğimden açığa alındım. Daha sonra 1980 askeri darbesi ile beraber
tutuklanarak pardon göz altına alındım. Gözaltında akıl almaz ağır işkencelere tabi tutuldum.
Bu işkenceler esnasında 3 kez sedye ile hastahanelere kaldırıldım. Hastahanelere kaldırıldığım
206/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
süre içerisinde herhangi bir tedaviye tabi tutulmadım. Yapılan tekrar gözaltılar devam etti.
İşkenceler devam etti. Bu işkencelerden sonra tutukluluğumuza karar verildi ve tutuklandık.
Tutuklu iken işkencelerden dolayı bedenimde oluşan arızalardan Askeri Hastahaneye Erzurum
Mareşal Fevzi Çakmak Askeri Hastahanesine yatırıldım ve orada tedaviye alındım. Tedavi
süresi yaklaşık 15 gün devam etti. Bu süre sonrasında tekrar ceza evine gönderildim. Ve
bunun sonucunda sanıyorum yaklaşık bir sene sonra tahliye oldum. Ve iki sene sonrada beraat
ettim. Öğretmenlik mesleğimden ihraç edildim. 1990 yılına kadar bu süre ihraç olaraktan
devam etti yaşamım. 1990 da tekrar öğretmenlik mesleğime döndüm. 12 Eylül'ün bize
uyguladığı bu faşist baskıların ve bunların sorumlulurının yargılanmasını ve bu süre içerisinde
mesleğimden dolayı gördüğüm zararlarımın telafi edilmesini talep ediyorum."
Müdahillik talebinde bulunan Elif Torun Öneren
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
"1980 de faşist pusuda kaybettim Sabit Torun kardeşim ve diğer kaybettiklerimiz adına
birkaç cümle söylemek istiyorum. Aslında dün gece geç vakit kimsenin haberdar olmaması
için özellikle geç vakitte bu Mahkemeden yetkilerin alındığı bildirildi. Yani şu anda biz niye
buradayız? Yetkisi alınmış bir Mahkeme... Bu salondan hiçbir şey çıkmayacağını bile bile
niye buradayız onuda anlamıyorum. Ama yinede burada bulunmak gerek. Demin siz Sabit
Torun kardeşimin resmini yüzüme koymuştum. İndirmemi söylediniz. Oysa ben Sabit adına
buradayım. Erdal Eren adına buradayım. Deniz adına buradayım. Evladına kavuşamadan
kaybettiğimiz Berfo Anayım ben. Bütün bunların adına buradayım. Benim yüzümü görmek
hiç önemli değil. Yargının tarafsız olduğuna asla inanmıyorum. Çünkü gördüklerimiz,
yaşadıklarımız bunu belirtti. Ama yinede bu kadar dökülen kanın, bu kadar çekilen acının bir
hesabı sorulmalı diye düşünüyorum. Kardeşimi 23 yaşında kaybettim. Bir sürü idealleri vardı.
Halkını sevmekten başka hiçbir suçu yoktu. Eşim 93 gün işkencede kaldı. Yıllarca terapi
gördük. Bunları detay anlatmama gerek yok. Ama yargının bunun hesabını soramıyorsa bir
gün gelip halkın bunun hesabını soracağımdan hiçbir kuşkum yok. İnancım yok. Biz
kardeşlerimiz, kaybettiğimiz bütün yoldaşlar adına bayrağı elimizde yollarda hakkımızı
aramaya devam edeceğiz. Teşekkür ederim."
Müdahil Mikail Kırbayır
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
"12 Eylül 1980 de cuntacı 5 generalin ülke yönetimine el koyması sonucu 12 Eylül
1980 de evinde, adresinde göz altına alınıp 8 Ekip 1980 de keyfi ve yargısız infaz sonucu eli
bağlı, gözü bağlı, çırıl çıplak yaşamına son verilen Cemil Kırbayır'ın ağabeyi Mikail Kırbayır.
Evet 8 Ekim 1980 de sadece Cemil Kırbayır'ın yaşam hakkı elinden alınmadı. Onun cenazesi
de saklandı. Babanın oğlunun tabutunun altına girme hakkı elinden alındı. Babanın oğlunun
mezarının üzerine gidip bir karanfil koyma hakkı elinden alındı. Herkesin tanıdığı bu salonun
da tanıdığı 33 yıl boyunca oğlu için kaybettiği oğlu için katledilen oğlu için adalet arayan ve
bu gün geçen yıl bugün vefat eden Berfo Ana da yıllar yılı görünmeyen adaleti bitmek
tükenmek bilmeyen belirsizliği aradı. Ve sadece bu haklar mezarını görmek, mezarını bilmek
ile yetmiyor. Bizi sevenlerin, bizi sayanların insan olarak hatta ve hatta sizlerin bana başın
sağolsun diyebiliyormusunuz? Sizinde haklarınız elinizden alınmıştır. Bütün bu hak
ihlallerine karşın Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya darbe yapmak, parlementer sistemi lav
etmek suçuyla yargılanması bir yana; insanlık suçuyla yargılanması en öncelikli talebimizdir.
Peki Cemil Kırbayır niye katledildi? Sebep neydi? Kim idi? Niçin yaşamına son verildi?
Sütten çıkmış ak kaşıkmıydı? Elbette ki birilerine göre değildi. Cemil Kırbayır; sosyalist
düşünceye sahip, 26 yaşına kadar yöre halkına insanlığın lehine, kamunun lehine, belkide
bireylerin aleyhine bazı faaliyetlerde bulunmuştur. Bu faaliyetlerden bazıları ana başlıklarıyla
12 - 13 yaşındaki çocuk başlık parasından dolayı Kütahya'nın Emet ilçesi Tepeler köyüne
Mehmet Emin ismindeki 63 yaşındaki insana para karşılığında veriliyor. Buna seyirci
207/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kalmayan Cemil Kırbayır Sarıkamış Karakurt İstasyonunda o çocuğu alıp getirip babasına
teslim ettiğinde aynen Cemil'in sözü; "yahu bu çocuk, ekmek yemesini bilmiyor. Yemek
yapmasını nasıl yapacaktır be Allahsızlar?" Cemil Kırbayır yöre halkının geçim kaynağı olan
hayvancılık, Mart Nisan aylarındayöre halkının parası biter. Muhtaç kalır. Bu sefer süt
üreticilerinin, besicilerin, hayvan üreticilerinin sütünü 25 kuruşa 75 kuruş olan 25 kuruşa alan
tefeciler, mandıracılara karşı mücadele eder. Avans verdikleri, sömürdükleri bu halka onların
halkın lehine, tefecilerin aleyhine hareket etmişlerdir. Yine devletin hantallığı, yürümediği,
götüremediği toprak davaları... Kadastronun işlemediği toprak davaları ve zilliyet davaları
vardır. Bu zilliyet davaları kan davalarına dönüşmüştü. Gücü olan güçsüzü... Elindeki
toprağını alıyordu. Bunada Cemil Kırbayır ve arkadaşları dur deme cürretini göstermişlerdir.
O dönemde o dönemi yaşayanlar bilir. Karaborsa dönemidir. Gaz yağı, petrol, şeker tefeciler
tarafından stok edilip; faiş fiyatla halka satılırken Cemil Kırbayır ve yörenin gençleri bunları
deşifre edip halka bedeli karşılığında verip aynen tekel maddesi fiyatı üzerinden hak
sahiplerine teslim etmişlerdir. Suçları bu ise Cemil Kırbayır'ın şahidi benim. Tanığıda benim.
Bu suçları işlemiştir. Ama bugün buraya kadar görüyoruz ki 12 Eylül zihniyeti bütün
kurumlarıyla hiçbir zaman son bulmamıştır. Bizim 34 yıldır mücadelemiz, adalet arayışımız,
devletin kendisiyle yüzleşmesidir. Yaptıklarıyla hesaplaşmasıdır. Ve katillerinin bir an önce
yakalanıp adalete teslim edilmesidir. Bırakın bunları aileye 33 yıl boyunca yalan
söylemişlerdir. Cemil Kırbayır firar etti diye. Yine Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında
kurulan ve sizde dosyada mevcudu olan Zafer Üslük başkanlığındaki raporda da belirtildiği
gibi; soruşturmaya, araştırmaya başladıklarında Kars Savcılığına, Adalet Bakanlığı
aracılığıyla, İç İşleri Bakanlığı aracılığıyla Cemil Kırbayır hakkında adı geçen kişi hakkında
şu ana kadar açılmış herhangi bir veya devam etmekte veya sonuçlanmış herhangi bir karar
varmıdır? Belge bilgi varmıdır? Hayır. Adı geçen kişi hakkında herhangi bir bilgi belge
bulunmadığı kayıtlarımızın tetkikinden anlaşılmıştır demesine karşın; şimdi görüyoruz ki
2002 de Cemil Kırbayır hakkında takipsizlik kararı verilmiştir ve bize yalan söylenmiştir. Ben
12 Eylül 1980 de Göle Mal Müdürlüğünde vergi memuruydum. 8 Ekim 1980 de Cemil
Kırbayır katledildiğinde benden bu senaryonun kendisidir. Benden başka onun davasını takip
edeceği bir kimsenin olmadığını bilmedikleri için beni 14 Ekim 1980 de Çarşamba, Perşembe,
Cuma... 3 gün benim Göle de, Kars ta, o ahalide, o bölgede kalmama müsade ettiler. 14 Ekim
1980 de tel emriyle mevcutlu olarak Karaman'a zorunlu ikamete tabi tuttular. Yine o dönemde
Maliye Bakanlığında Yüksek Okul mezunları parmak ile gösterilirken; 1989'a kadar yönetici
kadrolarına getirilemedim. Şikayetçiyim. Davacıyım. Diyeceklerim bundan ibarettir."
Müdahil Fatma Gülmez
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
"Cemil Kırbayır'ın kardeşiyim. Bütün bu acıları çektik. Cemil Kırbayır'ı tek almadı
Devlet. Bütün ailemi yok etti. Ağabeyimi sürgünlere gönderdi. Yaşlı anamı, yaşlı babamı bana
muhtaç etti. Babam kan kustu. Ben ölürken, yavru acısından kan kusarken şaşma yavrum
dedi. Onu gördüm. Anamı sizde gördünüz. Berfo Ana'yı. Direne direne yavrum dedi. Halen
dendiki senin oğlun kaçmış. Burdan gelseydi yüzüme baka baka keşkede haykırsaydım. Niye
o yaşında yalan söyledi. Yaşlı anamı, yaşlı babamı kandırdı. Senin oğlun kaçmış dediler.
Kaçmadı. Anamı, babamı kandırdı. Ailemi yok etti. Evimize bir sürü askeri, polisi dökerdi.
Gecekondu evini tekme ile vura vura evimizi yıktı. Anamın dediği gibi ocağını yıktı. 3
yavrusunu birden aldı. Bütün aileyi bitirdi. Kenan Evren yalan söyledi. Yalancılıktan gelsin
buraya. Yaşlı anam o acı anında sizler gördünüz. Yavrum dedi. Kenan Evren anama yalan
söylemişti. Oğlun kaçmış demişti. Anam yollara böyle baka baka gezerdi. Kapılarını açık
bırakmıştı. Bir gün gelecek demişti. Ama yalan. Ona rağmen bu ağır acıylan dediler ki oğlun
Başbakan'a görüşmesine gidince dosyaları açıklandı. Cemil Kırbayır öldürüldü deyince anam
feryatlar içinde sizde şahitsiniz. Yavrumu ver dedi. Kenan Evren nerdesin ve küfürlü konuştu.
208/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ölene kadar dedi onun peşini bırakmayacağım. Benim yavrumu, hala anam ölmeye ferman
okuyordu. Canını bile teslim etmiyordu. Taki dedi Cemil Kırbayır geldi. Oğlum geldi, Cemil
geldi, kapıdadır. Ben gidiyorum, bana otel hazırlamış. Ana gel otele derken o zaman anam
canını teslim edene kadar ah Kenan Evren dedi ocağın sönsün. Yuvamı yıktın. Yavrum,
yavrum dedi. Yandı. Bunlara ben şahidim. Şahinkaya'ya, Kenan Evren'e ve yandaşlarına
davacıyım. Davacıyım. Ailemi bitirdi. Biz adalet diyoruz. Cemil Kırbayır'da gitti. Son sözü
neydi biliyormusunuz? Gitme kardeş dedim. Adalet yerini bulacak. Bizde bu adaleti arayarak,
yola çıktık. Ama adalet bizden uzak kaçıyor. Biz adalet dedikçe şahitler okunur, dosyalar
açılır, Cemil Kırbayır öldürüldü diye. Bütün işkencede giden arkadaşları şahitliğini ediyor.
Maalesef dosyalar kapanıyor. Acaba neden? Babam Başbakanmı değildi? Babam
Cumhurbaşkanımı değildi? Bir fakir ailenin çocuğuydu. Kendine göre çiftçiydi. Ondanmı?
Neden bu? Yeter bu insanlar ağlamasın diye adalet diyoruz. Analar ağlamasın diye. Bende bir
anayım. Oğlum Şırnak'tan askerlik yaptı. Mardin'den gitti. Biz bu devletin insanıyız. Bize ne
zaman sahip çıkacaksınızSayın Hakim Bey. Buna yeter diyoruz. Daha analar ağlamasın.
Adalet diyorum. İnşallah gelir. Onun rütbelerini de sökersiniz. Biraz da olursa anamın o
içindeki acısını, biraz da olsada kemikleri sızlamasın. Teşekkür ederim."
Müdahil Ahmet Cihan
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
"1981 yılında işkence ile katledilen Süleyman Cihan'ın kardeşi Ahmet Cihan olarak
müdahilim. Sayın Başkan, Sayın Heyet...! Duruşmaların başladığı 4-5-6 Nisan günlerine
tekrar dönersek eğer burada bu salonda şimdi müdahil olan ama müdahilliği kabul
edilmeyenler dahil, tam bir dram yaşandı. Herkes neler yaşadığını anlattı ve ben kendim 1980
yılında göz altına alınıp 6 yıl ceza evinde kalmama rağmen o dönemde birebir bu yaşananları
kendim de yaşamış olmama rağmen, bu salonda duyduklarım, görmediklerim, o dönem
görmedikleri, duyduklarım tüylerimi ürpetti gerçekten. Sizin işiniz çok zor. Bu ülkede adalet
arayan insanların Mahkemeleri. Mahkemelerde Yargıçlar tarafından verilen kararlar ne yazık
ki çok iç açıcı değil. Sizin işiniz çok zor. Çünkü hala bu ülkede adaletin tecelli edilmediği
nedeni, iktidarların şu yada bu şekilde müdahalesi. Ama sizin açınızdan bu dava gerçekten
geleceğe örnek olabilecek bir fırsatı yarattığı için burada verilen karar Türkiye de adalet
arayanlar açısından bir mihenk taşı olabilir. Nisan 2012 de başlayan bu davanın bu kadar
uzaması da adalet arayan bizler için bir handikap oluşturdu. Ama gerçekten de bugün karar
verilmesini beklerken yeniden karar ertelenecek büyük ihtimalle. O zaman insanlar adalet
çığlıklarını duyuramıyorlarsa nasıl adalet için yargı mercilerine başvurabilirler? Olanda zaten
bu. Bıktırılıyor, sürece yayılıyor ve sonuçta karar muktedirlerin isteği doğrultusunda çıkarılsın
diye sizlere baskı yapılıyor belki... Ama siz bütün bu çığlıkların ve halen devam eden
çığlıkların örneğin; İstanbul da Galatasaray Meydanında, örneğin Diyarbakır da, Şırnak ta,
Cizre de Cumartesi Anneleri diye bilinen kayıp annelerinin evlatlarına, kardeşlerine kavuşmak
için çığlıklarını duymayan, kör ve sağır yöneticilere belki bu çığlıkların duyurulması için
gerçekten adaletli bir karar verilebilir. Ve tarihe geçebilirsiniz. Doğru olanda bu. Çünkü başka
türlü bu ülkenin geleceği yok. Hukuk herkez için geçerli. Bugün iktidarın kendisine de gerekli
olduğu gibi. Adalet herkes için gerekli. Çünkü; adalet yoksa eğer o ülkede demokrasiden
bahsedilmez ve bizler 33 yıldır aradığımız adaleti bugün şu yada bu şekilde bu mahkemeden
çıkmasını beklerken bir başka şey için bekliyoruz. Örneğin bu iki general dışında suç
ortaklarının yargı önüne çıkarılması için. Çok önemsiyoruz. Örneğin; benim dosyam Haziran
2012 den beri İstanbulda, caniyene yöntemle adam öldürmekten soruşturma başlamış
olmasına rağmen değişen savcılar ve verilen yetkisizlik ve KYOK kararı nedeniyle son derece
çelişkili, hukuksal açıdan izah edilemeyecek kararlar ve tekrar savcı değişmesiyle beraber
şimdi yeniden belirsizliğe bırakıldı. Buradan çıkacak karar Türkiye de 12 Eylül döneminin
sorgulanması açısından önemli. Buradan çıkacak karar Yerel Mahkemelere belki cesaret verir.
209/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ama bu ülkede suç işleme ayrıcalığı olan, sırtını devlete dayamış, açık açık itibarlı insan
olarak dolaşan insanlar korunduğu sürece bu ülkede adaletin sağlanması da çok zor. Biz
sadece kamu görevlilerinin suç işleme özgürlüğünü buradan çıkan kararla belki bir nebze olsa
ortadan kaldırabilmenin yolu açılır diye buradan yargılamanın sonucundan 146/1'e göre
hüküm kurulmasını istiyoruz. İki generalin yaşlı olup olmaması önemli değil. Keşke tutuklu
yargılansalardı. Aslında bu Mahkemede tutuklanmaları için son derece önemli bir belgede
çıktı. Örneğin; bu iki kudretli generalden biri Ali Tahsin Şahinkaya'nın düzmece yöntemlerle
Mahkeme salonuna gelmediği, Mahkeme dosyasına giren belge ile de kanıtlandı. Keşke
tutuklu yargılanması söz konusu olabilseydi. Ve kamu oyuna bu Mahkemenin de gerçekten
yargılamada belirli sonuçlara varabileceği intibahı doğsaydı. Şu salonun haline bakın.
Milyonlarca insanın zarar gördüğü bir dönemin muktedir güçleri yargılanıyor. Ama salonda
biz bir avuç insanız. Çünkü kimse inanmıyor bu davanın adaletli bir şekilde sonuçlanacağına.
Sizden ve Sayın Heyetinizden ve bu Mahkemenin devamından istediğim 33 yıldır feryat eden
insanların yüreğine bir su serpilmesi değil mesele sadece. Muktedir olanlarında
yargılanabileceği ve adaletli bir karar verilebileceği ve bunların suç ortaklarının yargı önüne
çıkarılabileceği bir sürecin başlatılmasını istiyorum. Diliyorum ve bekliyorum. Teşekkür
ederim."
Müdahil Yılmaz Yukarıgöz
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
"Ramazan Yukarıgöz'ün kardeşiyim. Ramazan Yukarıgöz, Erdoğan Yazgan, Ömer
Yazganve Mehmet Kanbur. Birlikte 83 yılında idam edildiler. 15 günlük bir yargılama
sürecinin sonucunda infaz edildiler. Bunun yanında biz Yüzbaşı Eyüp Menteş hakkında tekrar
yargılanma talebinde bulunduk. Çünkü rüşvet alırken Mahkeme Heyetinden bir hakim bu.
Rüşvet alırken suç üstü yakalanmıştır ve Mahkemenin tekrar yapılması için bütün müracaatlar
edilmiştir. Ve siyasi bir kararla infaz edilmiştir ve bu infazlarda bizlerden aldıkları vergiler ile
cellatlarla yaptıkları pazarlık usulü yaptıkları anlaşmayla adam başı 20.000 TL ödenmiştir. 17
devrimci idam edilmiştir 12 Eylül sürecinde ve hepsine 20.000 'er TL cellatlarına para
ödenmiştir. Bu paralar bizlerden tahsil edilmiştir. Şimdi Uruguay'da, Yunanistan'da, Şili'de
olan darbelerin tamamının kusursuzca 12 Eylül hepsini kapsamaktadır. Çünkü Amerika
desteklidir ve bu Kenan Evren ve diğer 4 arkadaşı 12 Eylül terör örgütü diyelim biz buna.
Amerikanın sadece emir erliğini yapmıştır. Darbeyi savunma; darbe insan haklarına aykırıdır.
Darbeyi savunan burada avukatlar olacaktır. Darbecileri değil de darbeyi savunacaklardır. Bu
savunmayı kesinlikle ben kabul etmiyorum. Çünkü bizim bütün savunma haklarımız
ellerinden alınmıştır. Arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin ellerinden alınmıştır. Bende bunu red
ediyorum. Protesto ediyorum. Eğer savunmaya başladıklarında da salonu terk edeceğim.
Teşekkür ederim."
Müdahil Halil Demirel
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
"Halil Demirel. Şahsıma isabet eden bu zulmün veya haksızlığın parçalarından biri
önümde şu metni okursam daha iyi anlaşılacak diye. Öğretmen Halil Demirel diye konu
yazılmış. Milli Eğitim Bakanlığının 1 Aralık 1981 gün Sıkı Yönetim koordinasyon 7130-186
sayılı yazısı. İzmir Milli Eğitim Müdürlüğüne gönderilmiş. Halen İzmir Çeşme Ertan Lisesi
Din ve Ahlak dersleri öğretmeni olan Halil Demirel hakkında ilgi ile komutanlığa intikal
ettirilen belgelerin tetkik ve tahtiki sonucunda adı geçenin görevine devamının öğretim ve
eğitim hizmetinin yürütülmesi açısından sakıncalı olacağı değerlendirilmiş ve bu nedenle
1402 Sayılı Sıkı Yönetim Kanunun 2. Maddesine 2301 Sayılı Kanun ile eklenen 1. Ek
maddesinin Sıkı Yönetim Komutanlığına tanıdığı yetkiye dayanılarak işine son verilmesine
karar verilmiştir. Başkaları karar alıyor ve veriyor. İşe son veriyor. Gereğinin yapılmasını ve
yapıldığı hakkında Ege Ordu ve Sıkı Yönetim Komutanlığına bilgi verilmesini rica ederim.
210/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Dağıtım gereği için Milli Eğitim Bakanlığına, İzmir Valiliğine, İzmir İl Milli Eğitim
Müdürlüğüne, bilgi için de askeri kanala komutanlığa bildirilmiştir. Tabi belki hukuku hukuku
bilenler kadar bilemeyebilirim. Ama anladığım kadarıyla gerçek hukuk ve gerçek adalette din,
aklın, nefsin, malın ve neslin korunması esastır. Bu hukukun özüdür. Tabi görevden alındığım
sene 14/12/1981 senesinde gönderilen bu yazı bana fiilen 28/12/1981 senesinde P.tesi günü 3.
Dersten çıkıp 4. Derse başlayacağım sırada 30 yıllık Tarih Öğretmeninin bana sunmasıyla şu
yazının kendisi var dosyada fotokopisi. Gerekirse aslınıda takdim edebilirim. Veya fotokopiyi
yeniden verebiliriz. Ondan sonra görevime son verildi tabi. Askerlik dönüşü 8 ay 25 günlük
hizmetim vardı. 168. Dönem ilk 4 aylık kısa dönem askerlik yaptım Tuzlada. 7 sene 8 ay 7
gün görevimden uzaklaştırıldım. Tabi çorap sattım, kemer sattım, cüzdan sattım. Bir kaç
işyerlerine girdim. Özel işyerlerinde de sebepsiz olarak gelmeyeceksin dediler. Daha sonra
öğrendim ki askeri kanaldan veya yetkililer bunu çalıştırmayın diye söylediklerini anlamış
oldum. Sene 5 Eylül 1989 da açıktan öğretmenliğe başladım. Daha bu 31 Ocak itibarıyla
emekliliğim yeni başladı. İşlemlerim devam ediyor. Belki bugün onaylanacak. Şimdi benim
şahsıma düşen bu payıma düşen bu mağduriyet tabii belki başkalarının mağduriyetinden çok
hafif. Ama beni yıprattı, aile düzenim, yaşamım, bedenim, ruhum üzerinde etkisi fazla. Hala
daha suçumu bilmiyorum. Niçin alınmışım. Başkaları yetki kullanıyor. 1402 Sayılı Sıkı
Yönetim Kanunu dedikleri bu yetki Sıkı Yönetim Komutanlığı koltuğuna oturttukları kişilere
verilen bir yetkidir. Suçluyla, suç ile ilgisi yok. E suçum ne onu bilemiorum. 34 yıl sonra
soruyorum. Yeni gelmişim. İşte Mahkeme salonunda Hakimler karşısında ne diyeceğimi
bende bilmiyorum. Bu konuda bana karşı adalet ve hukuk nasıl davranacak onuda
bilemiyorum. İnşallah bizede mağduriyetimizin karşılığı olarak hukuk birşeyler uygun
görecek. Ama gerçek hukuk, gerçek adalette bu şekilde senaryolar olmaması lazım diye
düşünüyorum. Teşekkür ederim."
Müdahil Sait Özdemir
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli ifadesinde:
"Katılan Sait Özdemir. 12 Eylül 1980 darbe öncesi ve sonrasına ilişkin yaşadıklarımın
kısa özetidir. Bu davanın gerekçesi sayılan darbenin ülkemize dolayısıyla kendime bıraktığı
tortuların verdiği zararların öyküsünü burada anlatmaya gün ve zaman yetmez. 12 Eylül
hukuku beni 9 Ekim 80 de işkence yoluculuğuna çıkarırken darbeye zemin oluşturmak için
evimi yakıp yağmalattırmış, 1 yıllık öğretmen olan kardeşim Vedat Özdemir vurdurulmuş,
öğrencilerim yollarda darp edilmiş, kaldığım lojmanım bombalanmış, sınıfımda ders
halindeyken okulum kurşunlanmış, dolayısıyla eğitim öğretim özgürlüğü ve mal can güvenliği
yok edilmiş, tesadüfen yaşayan bir belgeyim, raporum. Sürecin tanığım aynı zamanda. Her
kesimden binlerce darbe mağduru gibi, binlerce TÖB-DER üyesi öğretmenler gibi, Doğan
Tılıç'ın ekteki köşe yazısında açıkladığı gibi... Bu nedenle ilgili davanın tarihsel önemi
görmezlikten gelinemez. Çünkü 33 yıl sonra karanlık bir dönemin kapısını aralıyor, ülkemiz
geleceğine yani eşit, özgür ve demokratik bir ülke olmanın inşaasına katkı sunuyor ve daha da
genişleyecek olan yargılamalara bir başlangıç, bir dayanak oluşturacağını umut ediyorum.
Diğer yandan bu dava ve diğer açılan işkence davalarıda dahil olumlu sonuçlandığında bile
hiçbir şey çalınan gençliğimi, umutlarımı, yarım bırakılan dersimi hayallerimi geri
getirmeyecek. Ama binlerce ölenlerimizin kemikleri bir nebze sızlamamış olacak bu bir. 12
Eylül adına koca bir önsöz yazılmış olacak bu da 2. Yıllar sonrada olsa benim için yüzümde
bir tebessüm çizgisi oluşmaya vesile olacaktır buda üç. Sayın Başkan değerli üyeler. 11 Yılı
11 ayrı mekan zindan, hücre, sürgün, açlık grevleri, ölüm oruçları ve işkenceler içinde
geçirdim. Gözetime alınırken sağlamdım. Şimdi ise %43 - 50 özürlü durumuna düşürüldüm.
Açık açık söylerlerdi bize bu yapılanlar 20-30 yıl sonra çıkar ortaya derlerdi ve öylede oldu.
Ve daha ötesi 1991 de dışarı çıkanlarımızını hepsi kanserden ölüyorlar. Bu bir tesadüf olamaz.
Asmayalımda besleyelimmi diyen Kenan Evren içerde bizlere ne yedirip ne içirdiğinin
211/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
bilimsel olarak araştırılıp incelenmesi kanısındayım. Yargı yaşanmış gerçeklere ulaşma
sanatıdırdiyor bir hukuk bilimcisi. Bu insanlık utancı yaşanmışlığı tüm kural ve kurumlarıyla
ülke olarak üzerimizden atmadığımız sürece yeni dünyanın kapısından içeri geçemeyiz. Darbe
süreçlerini yaşayan ülkeler Almanya, İspanya, İtalya, Şili, komşu Yunanistan ve de Arjantin...
Kirli mazileriyle yüzleşmeyi başarmışlardır. 40-50 yıl yanyana yaşayan insanlarımızı bir yıl
içinde kan kavgalı hale getiren dost kuvvetler, düşman kuvvetler şeklinde ayrıştırıp kaos
yaratarak darbe yapanlara onlara yardım ve yataklık yapanlara zulmü alkışlayıp zalimi
sevenlere vede o günlerin fırsatçılarına sormak lazım. Yaptıklarınıza değdimi bunlar? 12 Eylül
ülkemiz için bir akıl tutulması, bir güneş tutulmasıdır. Hiç bir ülke gelip bizim darbecilerden
hesap sormaya kalkmayacaktır. Bunu yaşayan tüm kesimlerimizin yaşadığı iyilik ve
kötülükleriyle yüzleşmesi tarihi görevdir. Vicdandır. İnsanı yanıdır. Eğer ben ve benim gibiler
bu konuda bir adım atmamış olsaydım tarih benden hesap soracaktı. Bir yurttaş olarak tarihe
olan borcumu ödüyorum ben. O nedenle huzurunuzdayım. İşkence davalarını açan savcılıklar
tüm kötülüklerin anası darbedir, darbeciler ve onun hukukudur diyor. Oysa bu dava da darbe
yapanlar tüm yapılan işkencelerden de sorumludurlar. Yerellerde işkence yapanlar üsten gelen
emir ve talimatı uyguladık diyorlar. 12 Eylül günü dışarıda yaprak kımıldamaz bir ortam
oluşurken çığlıklar ölümler infazlar kayıplar sakat kalmalar içeride başlamıştır. Bu planlanmış
sistematik durum yargılamalar da delil sayılmıştır. Emir talimat ilişkisi yargılamalarda etkili
faktör olmuştur. Sivil İşler Koordinasyon grubuna bağlı olarak çalışan unsurların yerellerdeki
uzantıları işkence yaptırmakta dahil 12 Eylül sürecinin her noktasında telkin ve
yönlendirmeleri verilen hükümlerde belirleyici olmuşlardır. Kısaca 12 Eylül ülkemizdeki
gerek aileler gerekse toplumumuz arasına bir fay hattı gibi girip herkesimde travmalar
yaşatmıştır. Şu örneği verirsem 12 Eylül hukukunu daha net tarif etmiş olurum. Eğer 17
Ağustos 1999 depremi 12 Eylül 80 darbe öncesi olsaydı kesin bu depremin suçlusu ben ve
benim gibi binlerce insan olacaktı. Çünkü 12 Eylül'e giden süreçte yaşayarak tanık oldum ki;
her köy ve mahallede insanlar daha fazla can paztarı ve mağduriyet yaşanmasın diye yangını
söndürmeye çalışıyor, tıpkı 17 Ağustostda betonların altından ekip ekip yüzlerce canımızı
hayata nasıl kavuşturmuş iseler kimi fırsatçılara karşı gece gündüz demeden çalışan sivil
insanlarımız yer yer yağmacılara karşı korunak olmuş iseler tıpkı 1980 de de 78 kuşağı aynı
sosyal dayanışmaiçinde şimdi daha iyi anlıyoruz ki zemin oluşturma adına darbecilerin
çıkardığı yangını söndürmeye çalışırken suçlu ilan edildiler. Yangını çıkarın darbeciler ne
yazıkki kurtarıcı oldu. Bunu şimdi tüm çıplaklığı ile belge ve iddianamelerle binlerce yaşayan
tanıktan biri olarak görüyorum. Sayın Başkan değerli üyeler. Bu davanın hükme gidilen yolda
işi çok kolay. Çünkü her şey ortada. Çocuğun kral çıplak demesine bile gerek yok. Asıl zor
olan darbenin işkence ayağıdır. Tutulduğum 11 ayrı mekanın 4 yerinde kötü muamele ve
işkence görmedim. Bunların yüzbaşısına, binbaşısına ve ilgili personeline insanca
davranışlarından dolayı saygıyla teşekkürlerimi iletiyorum. Geri kalan 7 mekanın 4 yerinde
açılan işkence davaları devam ediyor. Üç yerde devam eden soruşturmalar henüz bitip davaya
dönüşmedi. Yaşanan ve görünen o ki; kimi savcılıklar uygulanan işkenceyi kötü muameleyi
zaman aşımına tabi tutup kararlar veriyorlar. Kimi savcılıklar kamu davası açıyor. Kimi
Mahkemeler aldığı kararlara uymayarak hükme gidiyor. Daha uzun bir hukuk yolculuğunun
başındayım. Bu mücadelem ülkemin yüzü adaletin hukukun yüzü insanlığın ve özgürlüğün ve
eşitliğin yüzü oluncaya dek devam edecek. Buna eş olarak siyasi aktörlerimiz ülke adaletinin
erdemini hepimize yaşatmalıdırlar. Siyaset adaleti erdemli hale getirme sanatıdır diyor
konfiçyüs. Geçmişte mağduriyet yaratılan her alanda mağdurun kim zalimin kim olduğuna
bakmaksızın koşulsuz yüzleşmeye ülke olarak açık olmalıyız. İnsanlık suçu işleyenin askeri
sivili olmaz. Akı karası olmaz. Her kim nerede nasıl yapmış ise en etkili ve kapsamlı olarak
üzerine gidilmesi uygar hukukun gereğidir. Bu davalar aynı zamanda uygar bir ülke olup
olmadığımıza da ışık tutacaktır. Tüm bu yapılanlara rağmen şahsen hiç kimseye işkenceciler
darbeciler de dahil kişisel kızgınlığım, düşmanlığım, küskünlüğüm yoktur. Ben darbenin ve
212/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
onun hukuksuzluğıunda mağdur olan işkence gören olgunun davacısı ve şikayetçisiyim. Bana
yapılanlar işkencelerde dahil ülkemizin hiç bir ferdine yapılmasına sessiz kalamam.
Dolayısıyla bu davanın şüphelisi olan Kenan Evren ve Şahinkaya'nın yattıkları yatağı ile
birlikte hiç incitilmeden, ağrıtılmadan, lavabosuyla birlikte mahkeme huzuruna getirilmesi en
yakıcı talebimdi. Çünkü 33 yıl gibi uzun bir süre yaşam tarzımıza yön veren, önümüzde
arkamızda her gittiğimiz yerde bizimle dolaşan, onun bedenimde ve ruhumda bıraktığı izlerle
dost olan benim gibi binlercemizin aynı zamanda özlemidir bu. Şunu demek istiyorum bu
ülkenin yurttaşı olarak hepimiz bebeklerimize, gençlerimize sevgiyle hoşgörüyle ve
yaşlılarımıza saygıyla yaklaşan elinden tutan otururken kalkıp ona yer veren bir toplum
geleneğine sahibiz. Ama darbeciler ne bebeklerimize ne de ihtiyarlarımıza acımadılar. Bu
anlayışı göstermediler. Dışarıda öğretmen iken sınıfında öğrencisinin giysisini görünce onu
kıskanan öğretmenler gördüm. İçeride ise mapusunu kıskanan gardiyanlar gördüm. Çünkü
kolay olmadı bir hayatı baştan sona kadar insan gibi yaşamak. Bir utancı bilerek yaşamak
korkunçmuş. Ama bundan daha korkuncu da varmış. Bir utancı bilerek yaşatmak daha bir
korkunçmuş. Darbeciler bu utancı bilerek planlayarak bana, benim gibi binlercemize en
korkunç şekilde yaşattılar. Hiç kimseyi yapmadıklarından dolayı kesinlikle suçlamam. Çünkü
bana bunu yapmadığım fiillerden dolayı fazlasıyla yaşattılar. Bana yapılanların
düşmanlarımızın dahi yaşamasını istemem. Darbe yapılarak sosyal bilince kan karıştı.
Demokrasiye kemik. Yükselen ağıtlar, çığlıklar olduk gökyüzüne. Daha boyun ipine
dayanacak kadar hücreleri oluşmamıştı bile. Astılar...! Erdalım, Erenim. Yum gözlerini
bebeğim. Bu dünya sana göre değil. Darbeciler bilerekten tasarlayaraktan yaşattılar bunu
binlercemize. Bu nedenle; 1- Gerek darbe zemini oluşturmak adına gerekse darbe sonrası
zarara uğratılan, işsiz bırakılıp özlük hakları elinden alınan, sağlık bir beden iken özürlü
sınıfına sokulan; a-) Darbeci Kenan Evren ve Şahinkaya'nın, b-) Darbe hukukunun altyapısını
oluşturan işkence ve uygulayıcısı olan işkencecileri geçmişimizden, zihnimizden,
kültürümüzden velhasıl tarihimizden sökülüp atılması için 12 Eylül'ün utanç müzelerini
açmak dileği ile tüm mağdurlar gibi bende Mahkemenizin vereceği hüküm ve kararın
yüzümde bir tebessüm çizgisinin oluşması arzum, umudum, dileğim ve talebimdir. Saygılar
sunarım. Ekleriyle birlikte 3 sayfa."
Müdahale talebinde bulunan Remzi Çayır
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında:
"Evet; ben Remzi Çayır. Darbe Mahkemelerinde Sıkı Yönetimlerinde yargılanıp 13 yıl
içeride kalanlardanım. 2010 refarandumunda gerçekten bu Mahkemenin açılacağı anlamında
bir mücadele verirken yani bir daha bu ülkede darbe olmaması için renginden, dilinden,
düşüncesinden ve inancından ötürü kimse ötekileştirilmemesi ve işkenceye tabi tutulmaması
için mutlaka bu mahkemenin bir başlangıç olacağı düşüncesiyle eksik ama evet
diyenlerdenim. Ne yazık ki bugün burada siyasi partiler anlamında da söyleyebilirim
müdahillik talebinde bulunup müdahil olanlar o dönem bizi eleştirmişlerdi. Siz AKP'nin
oyununa geliyorsunuz demişlerdi. Bir sürü ifade kullanmışlardı. Hatta bizi itham etmişlerdi.
İftiralarda bulunmuşlardı. Ama hep iyi ve doğrunun hakim olması anlamında adım atmanın
gerekliliğine inandığımız için eksik ama evet dedik. İşkencelerden geçtik. Ben Mamak'ın bana
öğrettiği, hücrelerin öğrettiği bir şey farklılık güzel bir şeymiş, farklı düşünmek, farklı olmak
güzel bir şeymiş. Farklılık bir işkence, ötekileştirme, adam yerine koymama düşman etme gibi
bir mihenge oturmamalı. Bunu öğretti bize işkenceler. Ölümler. Geldiğimiz bu noktada, bu
dava Türk siyasi hayatında bir ilk. Şayet bu dava mağdurların, mazlumların, Bekir Bağların,
Mustafa Pehlivanoğullarının ahının yerde kalmaması için, Türk siyasi hayatının,
demokrasisinin sağlıklı yürüyebilmesi için şu veya bu şekilde içerden ve dışardan bir takım
odakların mutlu olmaması için bir karara varmalı, bu kararda adaletli olmalı. Hepimiz
işkenceler gördük. Kendi kendime hücrenin içerisinde hep hayıflanırdım. Birgün bu
213/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
işkenceyi, bu insanlık dışı muameleyi bize reva görenler gerçekten insanların insana
yapamayacağı, mapustasınız, yıllarca mapustasınız, sizi bir gece yarısı alıp götürüp gözünüzü
bağlayıp işkenceye tabii tutuyorlar. Emniyette yaptınız. Heryerde yaptınız. Her yerde yaptınız.
Mapushanede nasıl işkence yaparsınız? Jopla tamam. Falaka tamam. Hertürlü tamamda; niye
elektrik ile işkence edersiniz. Buda ilginç. Bunun için bu dava Türk siyasi hayatında bir ilk.
Mutlaka biraz ivedilikle sonuca gitmeli. Ben 2013 yılında bu davanın sonuçlanacağını ümit
ediyordum. 2014'e sarktı. Bizim eksik ama evet dediğimiz HSYK değişmek üzere, Özel
Yetkili Mahkemeler kalkmak üzere, zaten Mecliste kalktı. Herhalde bir kaç adım sonrasında
belirsizlik olacak. Belirsizlik olmadan önce savunmadan sonra derhal karar verilmesini, en
azından bir daha bu ülkede ister solcu olsun, ister ülkücü olsun, ister başka bir görüşe sahip
olsun kimse görüşünden ve inancından ötürü kınanmayı bırakın, işkenceye hiç birşeye tabii
tutulmamalıdır. Yeter artık. Bu ülkenin insanları adam gibi bir şekilde yaşama mutluluğunu ve
hazzını yaşamalıdırlar bu ülkenin insanları. Bunun içinde Mahkemenizden iki sanık için
gerekli cezanın verilmesi ve dünyaya ve bütün insanlığa oh dedirtecek bir kararın çıkmasını
bekliyor, hepinize saygılar sunuyorum. Sağolun. "
Müdahale talebinde bulunan Cahit Polat
Ankara 12.Ağır ceza mahkemesindeki21/02/2014tarihli beyanında:
"Ben Cahit Polat. 67 yaşındayım. 1982 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde arşiv
memuru olarak çalışırken tutuklandım. 1402 Sayılı Yasa ile tutuklanıp ceza evine Mamak'a
gönderildim. 1450 kişi içerisinde 1402 Sayılı Yasa ile görevine son verilip görevine
başlatılmayan tek kişiyim. Suçu açıklanmayan tek kişiyim. Dosyası kaybolan tek kişiyim. Bu
kadar tesadüf 3. Sınıf Türk filimlerinde bile görülmemiştir. 12 Eylül'ün çünkü Alevilik ile
ilgili kara kutusuyum. İşlerine gelmediği için açıklamadılar. Milli İstihbarat Teşkilatında
sorgulanan iki kişiden biriyim. Biri Albay Turan Çağlardı. 22 gün 22 gece sorguda kaldı.
Ertesi gün intihar etti. Nasılsa? İkincisi benim. Benim suçum Alevilik ile ilgili. MİT'de 7 gün
7 gece sorgulandım. Emniyette 17 gün sorgulandım. MİT'de herşeyime el koydular. Evime
nerdeyse MİT'e taşıdılar. 7 ülkeye ait 14 diplomat kartviziti. Sordukları şuydu. Sen Amerikan
Büyükelçiliği ile İngiliz Büyükelçiliği ile bir numaraları ile nasıl konuşuyorsun. Alevilik
konusunda nasıl bunlarla şey yapıyorsun diye ve bunların hepsini kapattılar. Dediler ki sağ sol
sorunu var. Kürt Türk sorunu var. Sen Alevilik cephesi açıcaksın. Bunun için sana akıl hastası
verip seni saf dışı edeceğiz. Emniyette bir tek fiske bile yemedim. Çünkü yarım çuval kitap ile
getirdiler. Bir tek odada muhafaza ettiler. Oradan Mamak'a gönderdiler. 9 ay orada kaldım.
Bir kere duruşmaya çıktım. İkinci duruşmaya çıkmadan oldu bitti ile Bakırköy Akıl
Hastahanesine sevk edildim. Şifa raporu aldım. Geldim. Herkesi aldılar 1990'da. Bir tek beni
almadılar. MİT izin vermedi. Hala yargılanamıyorum. Türkiye hukuk devleti değil çünkü.
Başbakan izin vermiyor. Başbakan işine gelip herşeye izin veriyor. Ama bana izin vermiyor.
Çünkü Alevilik konusunda tek aykırı kişiyim Türkiyede. Alevi raporunu yayımladığımdan
dolayı 12 ülke Türkiye'ye peşpeşe vize uyguladı. Diyeceksiniz ki ben mağdurmuyum. O
kadarda mağdur değilim. Bugün birileri Aleviyim diyebiliyorsa Hz. Ali'nin kılıcını boynunda
taşıyabiliyorsa, dün Aleviler potansiyel tehlikedir diyen paşalar bugün Kızılbaş damgasını
yediyse 28 Şubat'tan sonra herhalde mutlu olmam gerekiyor. Bugün resmi elbise ile
gezemiyorlarsa, Silivri'ye hepsi tıkıldıysa, 12 Eylül'de Mamak ceza evinde Üsteğmen
işkenceci iken Silivri'de paşa olarak tıkıldılarsa bundan çok büyük mutluluk duyuyorum.
Mahkemenizden beklediğim bir tek şey var. Bu 12 Eylül mağduru iki kişi ile
sonuçlandırılamaz. 12 Eylül 3 yılda tasarlanmış muhteşem bir destabilizasyondur. 7 ülkenin
parmağı vardır. Hatta Sovyetler'in, Bulgarların bile. Rafet Küçüktiryakioğlu burada yargılanan
Kenan Evren'e sen beni yargılayamazsın paşa diyor. Dönemin Emniyet Genel Müdürü. Ben ki
en büyük Alevi kasabıyım. Bulgaristan'dan silah getirip Alevileri katlettirdim diyor.
Düşünebiliyormusunuz? Oysa bu paşalar komünizme karşı darbe yaptılar güya. Ben şuna
214/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
inanıyorum. 12 Eylül muhteşem bir destabilizasyondur. 1915'in rovanşıdır. 1942 varlık
belgesinin rovanşıdır. 1955 6-7 Eylül olaylarının rovanşıdır. Bunu ben söylemiyorum.
Dostumuz Amerika Birleşik Devletlerinin diplomatları söylüyor. Ve ben Türkiye'nin yolun
sonunda olduğuna inanıyorum. 1915 - 2015 planı gereği Mart ayı sonunda Türkiye'de Alevi
Sünni, Kürt - Türk çatışmalarının başlayacağını da iddia ediyorum burda beni dinleyen
herkes. Çünkü 2013 Mart'ın da 21 Mart'da Başbakan'a alaycı bir dilekçe verdim. Yakında
Haziran, Temmuz, Ağustos'da Türkiye'de mezhepçilik olayları başlayacak diye. Dava
dilekçem Basın Savcılığında ve 7 kişi öldü Gezi olaylarında. 7'si de Alevi. Bu tesadüf değil.
1976-80 arasında Türkiye'de görev yapan bütün diplomatlar şu anda Türkiye de tekrar ve
Türkiye bunları engelleyemiyor.Ben Türkiye'nin mezhepçilik ve hukuksuzluk üzerine
çökertileceğine inanıyorum. Mahkemenizden beklediğim tek şey bu 12 Eylül'e sebep olan
bütün bürokratların isim isim liste şeklinde açıklanmasıydı. Yoksa iki kişi ile hiçbirşey
halledilmez. Teşekkür ediyorum."
Müşteki Mustafa KAHYA14/11/2011 tarihli beyanında:
“Ben 12 Eylül öncesi Diyarbakır'da 1 yıl Edebiyat öğretmenliği yapmıştım. Daha
sonra açığa alındım. O tarihte öğretmenlerin üye olduğu TÖBDER (Türkiye Öğretmenler
Birleşme ve Dayanışma Derneği) yöneticisiydim. Bismil şube yönetim kurulunda görev
yapıyordum. Açığa alındıktan sonra memleketim olan Antalya'ya yerleştim. Daha sonra
İstanbul'a taşındım. İstanbul'da darbe sonrası bir tekstil atölyesinde işçi olarak çalışıyordum.
13 Nisan 1982 tarihinde İstanbul'da gözaltına alındım. İstanbul Gayrettepe'deki Emniyetin
siyasi şubesinde 44 gün sorgulandım. Sorgularım esnasında ve siyasi şubeye getirilirken
sürekli gözüm kapalı idi. Sadece hücreye koyduklarında gözümüzü açıyorlardı. Sorgu
sırasında bana o zaman faaliyette olan Kurtuluş isimli sol görüşlü örgütün yöneticilerini ve
alttaki hiyerarşik yapılardaki kişileri soruyorlardı. Bilmediğimi söylediğim için de siyasi
şubeye geliş tarihinden ayrılana kadar sürekli işkence yaptılar. İşkenceler falaka ile dayak
atma, çıplak vaziyette Filistin askısı denilen bir kalasa t şeklinde kollarımızı bağlanarak
havaya kaldırılıp o şekilde çıplak vaziyette vücuduma elektrik veriyorlardı. Gördüğüm
işkencelerden dolayı ayaklarım şiştiğinde kangren olmayayım diye ayaklarımın şiş olan
bölümlerine jilet atıp keserek kesik bölümlere bu durumda olanlara kullanılan beyaz bir
merhem sürüyorlardı. Ayaklarım bu şekilde şişip kesildiği zaman işkencenin falaka bölümüne
ara verip diğer kısımlarına devam ediyorlardı. Gayrettepe'de ilk 15 gün bu işkenceler aralıksız
her gün devam etti. Diğer zamanlarda iki güne bir üç güne bir işkenceler maruz kalıyordum.
Ayrıca Gayrettepe'de bulunduğum 15. Günü olduğunu tahmin ediyorum. Bana gözlerim bağlı
iken sigara içip içmediğimi sordular, ben de sigara içtiğimi söyleyince ellerindeki yanmış
vaziyette bulunan sigaranın yanan tarafını ağzıma sokarak ağzımın yanmasını sağladılar. Daha
sonraki günlerde tekrar sigara teklif ettiklerinde bıraktığımı söyledim.
İstanbul Gayrettepe Siyasi Şubede gördüğüm işkencelerde gözlerim bağlı olduğu için
işkence yapan kişilerin kim olduklarını bilmiyorum. Ancak daha sonra o dönemde siyasi şube
müdürünün Ünal ERKAN, müdür yardımcısının ise Mehmet AĞAR olduğunu öğrendim.
İstanbul Gayrettepe'de geçirdiğim 44 günden sonra beni Antalya Emniyeti Siyasi
Şubesine teslim ettiler. 45 gün de orada gözaltında kaldım. Antalya'da da aynı işkenceler
maruz kaldım. Orada da ilk 10-15 gün her gün işkence gördüm. Daha sonraki günlerde ise iki
güne bir üç güne bir işkenceye maruz kalıyordum. Hem İstanbul'da hem de Antalya'da
elektriği genellikle cinsel organıma, göbeğime, kulak memesi, alnıma, ayak ve el
parmaklarıma veriyorlardı. Antaya'da da, İstanbul'da da işkence sırasında işkenceciler
birbirlerine kod isim kullanıyorlardı. Mesela İstanbul'daki gözaltında duyduğum Cabbar ismi
kullanılıyordu. Antalya'da işkence yapan görevlilerin isimlerini hatırlamıyorum.
Antalya'da gözaltında 45 gün kaldıktan sonra Antalya Cezaevine nakledildim.
Cezaevine girdiğimde 37 kiloya düşmüştüm. Arkadaşlarımın bakımıyla kendime geldim.
215/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Cezaevine gelmeden önce sorgu hakimine çıktığımda işkence yapıldığın hakime söyledim.
Ancak zapta geçmediği gibi herhangi bir işlem de yapılmadı. Antalya Cezaevinde 2 ay
kaldım. Antalya Cezaevinde işkence görmedim. Oradan İzmir Buca Cezaevine nakledildim.
Orada tek tip elbise uygulaması gündeme geldi. Kabul etmediğimiz için benim de içimde
olduğum 13 kişiyi çırılçıplak soyarak yer altında bulunan hücrelere koydular. Hücrelerde
ikişer kişiydik, hücrelerde hiçbir ısıtma sistemi, yatak yorgan yoktu. Ölmemek için birbirimizi
ısıtma yöntemi bulmuştuk. Birimiz altta yüzükoyun yatıyor, birimiz de sırtüstü onun üzerine
uzanıyorduk, bu şekilde hücrede 13 gün kaldıktan sona doktor bunlar kesin ölecek dediği için
bize kendi elbiselerimizi vererek tekrar koğuşlara aldılar. Buca Cezaevinde yaklaşık 4 ay
kaldıktan sonra, İzmir Şirinyer Askeri Cezaevine nakledildim. Orada ilk gelenleri tecrit
denilen birer kişilik hücrelere koyuyorlardı. 3 gün kaldım. 3 gün boyunca genel uygulama her
gün tecritte 3 posta dayak atıyorlardı. Tekme, tokat, sopa ve jopla dövüyorlardı. Her iki
cezaevinde de gözlerimiz açıktı. Burada koğuşa geçtikten sonra mahkemelere götürülürken
koğuştan çıkıştan itibaren rink aracına kadar sürekli kaba dayak atıyorlardı. Elbiselerimizi
çıkarıp tek tip elbise giydirerek ellerimizi arkadan kelepçeliyorlardı. Buca Cezaevi sivildi,
yöneticilerini ve bana işkence yapanları hatırlamıyorum. Ancak sorulduğunda tespit edilebilir.
Şirinyer Askeri Cezaevine 4 yıl kaldım. Orada da yöneticileri ve bana işkence yapanları
hatırlamıyorum. Ancak sorulduğunda tespit edilebilir.
Ben Şirinyer'den sonra 1987 yılının Mayıs ayında Ankara Mamak Cezaevine geldim.
Burada 1989 yılına kadar kaldım. Ben geldiğimde Mamak Cezaevinin en iyi dönemi olduğu
söyleniyordu. Cezaevine girdiğimde bana ismimi sordular. Ben Mustafa Kahya deyince benim
enseme bir jop indirdiler. Yere düştüm, kalktım, tekrar sordular. İsmin ne dediler, ben de
Mustafa Kahya deyince, burada sana soru sorduğumuzda emret komutanımdiyeceksin dediler.
Cezaevine koğuşlarda kalıyordu. Günde 3 defa sayım alınıyordu. 15 dakika da
havalandırmaya çıkıyorduk. Havalandırma süresinde bize dayakla hareketler yaptırıyorlardı.
Sayım sırasında ise Atatürk'ün Gençliğe Hitabesini ve İstiklal Marşı'nı okutturuyorlardı.
Okumayan ya da sesi az çıkan dayak yiyordu. Ben bunların işkence yöntemi olarak karşı
çıktığım için çok defa dayak yiyordum. Bana koğuş kıdemlisi olduğumu söylediler. Görevli
askerler gelip bana lan şunu yap, lan bunu yap diye hitab ediyorlardı. Tepki gösterdiğim için
beni o dönem Aslan Kafesi olarak geçen yere götürdüler, orada İç güvenlik Komutanı benim
yanımdaki askerlere bu ismini bilmiyor muymuş, ismini öğretin dedi. Bana ismimi sordular,
ben de Mustafa Kahya deyince beni yere yıkıncaya kadar dövdüler, kaldırdıklarında senin
adın Lan, Mustafa Kahya değil dediler. Ben de Mustafa Kahya dediğim için bu dayak olayı
sürekli tekrarlandı. Burada 3 gün işkence gördüm.
Mamak Cezaevinde görevli bulunan Albay Raci Tetik Cezaevi Müdürü idi. A Blok İç
Emniyet Amiri Binbaşı idi. Bunu ve diğer kişilerin isimlerin bilemiyorum. Ben dilekçemde de
belirttiğim gibi darbeyi yapan kişilerden ve bana işkence yapan ifademde belirttiğim
görevlilerden şikayetçiyim.
Şirinyer, Buca ve Mamak'taki bana yapılan işkencelere aynı şekilde cezaevinde
bulunan Hüseyin Aktaş, Süleyman Selen isimli kişiler tanıktır. Ayrıca tespit edeceğim diğer
tanıkları da bildireceğim”. dediği
Müşteki Yılmaz KIZILIRMAK22/11/2011 tarihli beyanında:
“Ben 12 Eylül 1980 öncesi DİSK'e bağlı DEV.MADEN-SEN isimli sendikada
personel olarak çalışıyordum. 10 Eylül 1980 tarihinde Genel Başkanımız Müslüm Şahin ile
birlikte beni gözaltına aldılar. Önce Ankara Bahçelievler Merkez Komutanlığına götürüldüm.
Oradan Ankara Emniyet Müdürlüğüne götürüldüm. Burada Sendikalar Bürosu benim ifademi
aldı. Daha sonra Sıkıyönetim Askeri Savcılığına çıkarıldım. Mahkemece tutuklandım.
Tutuklanmamın ardından 11 Eylül 1980 günü Mamak Askeri Cezaevine sevk edildim. Orada
cezaevlerine gelenlerin konulduğu "Kafes" denilen yere götürüldüm. Saat 15:00'ten 24'e kadar
216/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kafes denilen yerde askerler tarafından sürekli dayak yedik. Kafesin delikleri genişti. Oradan
jopla bize vuruyorlardı. Saat 24 olduğunda beni B Blok 10. Koğuşa koydular. Saat 04:00
sıralarında askerler gelerek kapılarımıza vurup, "O... Çocukları kalkın, sizi bundan sonra
yaşatmayacağız" diye küfür ve tehditlerle uyandırdılar. Koğuşlarda ranzalardan inip ayakta
bekledik. Sonra havalandırmaya çıkarıp, havlandırmada o gün akşama kadar dayak faslı
devam etti. Daha sonraki zaman içerisinde de aynı şekilde dayak atarak işkencelere devam
ettiler. Bir grup asker koğuşa gelip, bize dayak atıyor, daha sonra da "Sendikacı nerede"
diyerek beni soruyor, ben ortaya çıktıktan sonra tekrar dayak yiyordum. C-5 Blokta
tutukluların emniyete götürülmeden önce sorgulandıkları bir işkence merkezi vardı. Ben oraya
5 kez ayrı ayrı tarihlerde götürüldüm. Her defasında bana elektrik verdiler, ayrı tarihlerde
götürüldüm. Her defasında bana elektrik verdiler, kaba dayak attılar, tazyikli soğuk su
tutuyorlardı. Bize DİSK'in yasadışı bir örgüt olduğunu, gençleri zehirlediğini söyleyerek,
sendika yöneticilerin aleyhine ifade vermeye zorluyorlardı. Söz konusu yerde benim cinsel
organıma, ayak parmaklarıma elektrik vererek işkence yaptılar. Cezaevinin B Bloğunda 14
tane koğuş vardı. O koğuşlardan 1 tanesinin banyosu vardı. O banyoyu da işkence yeri olarak
kullanıyorlardı. Oraya 2 günde bir tüm koğuşları sırayla götürüyorlardı. Koğuşlardan
çıkarırken bizi tek sıra haline sokup, ellerimiz ensemizde, askerler iki taraflı dayak atarak
götürüyorlardı. Burası tüm bloktaki koğuşların temizlik ihtiyaçları için yapılmış bir hamamdı.
Buraya götürüldüğümüzde "Soyunun" diyorlardı, soyunduktan sonra yıkanmak için kullanılan
hamam taşlarının başlarına oturtuyorlardı. Önce soğuk ya da sıcak su verip, üzerimize
döktürüyorlardı. Sonra ilk verdikleri suyun tersi olan sıcak ya da soğuk suyu açtırıp, bir sıcak
bir soğuk suyu üzerimize döktürüyorlardı. Ağırdan alanları "Daha hızlı"diyerek ve joplayarak
dövüyorlardı. Bu işkence yaklaşık 4-5 dakika sürüyordu. Arkasından üzerimizdeki sabun
yıkanmadan bizi kaldırıyorlardı, çıplak vaziyette elbiselerimizi giyemeden tekrar sıraya
koyarak, dayak atarak koğuşlara götürüyorlardı. Bu şekilde banyo işkencesine yaklaşık 6 ay
boyunca 2 güne bir maruz. Kaldım.
Koğuşlara zannımca Kara Kuvvetleri Komutanlığınca yazılmış Atatürk İlke ve
İnkılapları isimli bir kitap getirip, yüksek fiyata herkese sattılar. Bu kitaptan dersler verip,
soru soruyorlar, bilemeyenleri dövüyorlardı. Karavanaya yemek almaya gidenlere bu kitaptan
sorular sorup, bilmedikleri takdirde yere yatırıp dövüyorladı. Benim ezberim iyi olduğu için
bu konuda fazla dayak yemedim.
Ayrıca ailelerimizden gelen paraları istediğimiz gibi kullanamıyorduk. Bu paralardan
kendilerinin istediği miktar kadar az az veriyorlardı. Örneğin, sigara, süt ve yoğurt almak
istesek, istediğimiz kadar alamıyor, cezaevi yönetiminin öngördüğü kadar bize veriliyordu.
Bu şekilde de manevi olarak işkenceye maruz kalıyorduk.
Emniyet sorgularında istenen ifadeyi vermeyen kişileri daha ağır suçluların bulunduğu
A Bloktaki hücrelere koyuyorlar, orada ailelerimizin çoğu zaman ziyaretlerimize gelmelerini
istemiyorduk. Çünkü yaklaşık 4 dakika kadar bir görüşme hakkı veriliyordu. Görüşme için
getirilip götürülürken de hem dayak hem de hakaretlere uğruyorduk. Ailelerimize de hakaret
ediyorlardı. Duruşmaya giderken de hem araçlara götürülürken hem de araçların içerisinde de
dayak atıyorlardı. 12 Eylül'de cezaevlerinde görev yapan askerlerin özel olarak seçilip, özel
eğitim aldıklarını düşünüyorum. Çünkü sıradan askerlerin daha doğrusu halkın içinden çıkmış
köylü, işçi çocuklarının bu şekilde işkence yapabileceklerini düşünmüyorum. Bunların
kullandıkları yöntemlerin, konuşmalarındaki jargonların birbirinin aynı olması, kalıp cümleler
olması özel olarak eğitilip, cezaevlerinde işkenceci olarak görevlendirildiklerini ortaya
koymaktadır.
Mahkemelerde duruşma salonunda bizi getirip götüren askerler bize müdahale ediyor,
yeri geldiğinde dayak atıyor, bizi susturup, konuşturmuyor, yere bakmamızı istiyor, sanki o
zamanki Sıkıyönetim Mahkemelerindeki Hakim ve Savcılar bir bütünün parçası gibi
217/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
davranmaktaydılar. Ben Mamak Cezaevinde yaklaşık 1 yıl tutuklu kaldım, daha sonra da
beraat ettim. Mamak Cezaevinden bu yana geceleri sürekli kabus görüyorum. Arkamdan
birileri geliyor, yakında tedavi için başvurmayı düşünüyorum.
O zaman Mamak Cezaevinde işkence edenleri tam olarak hatırlayamıyorum. Ancak
Cezaevini yöneten Albay Raci Tetik idi ve onun emri, talimatı altında diğer askerler ve
görevliler işkenceye iştirak etmişlerdir. Darbeyi yapan başta Kenan Evren olmak üzere diğer
askerler ve görevlilerden, işkenceyi yapan kişilerden şikayetçiyim dediği,
Müşteki Yener TURAN15/11/2011 tarihli beyanında:
“Ben 12 Eylül askeri darbesinden sonra Kasım 1980 tarihinde Artvin Şavşat Lisesinde
okurken gözaltına alındım. 1 hafta Şavşat Bölge Okulu olarak yapılan inşaatın gözaltı yeri
olarak düzenlenen kısmında kaldım. Gözaltına alınmadan önce Şavşat Cezaevinin yanındaki
Jandarma Karakolunda yaklaşık 8 saat kaldım. Üzerime sürekli hortumla soğuk su döktüler,
arada da kaba dayak yedim, ayrıca karakolun bahçesinde havuza sokup çıkarıyorlardı.
Karakolda bana yapılan işkencelerden sorumlu Yüzbaşı Mustafa Eken ve Astsubay Bahri
Deniz vardı. Erler de vardı ancak bunların isimlerini bilmiyorum. Gözlerim üzerime su
dökülürken ve dayak yerken kapalı idi. Havuza attıklarında açıktı.
Gözaltında kaldığım Bölge Okulu inşaatında hakaret ve küfür edildi. Görevlilerin
isimlerini bilmiyorum. Buradan sonra Artvin’deki Öğretmen Okulunun tutuk evi haline
getirilen kısmına götürdüler. Yaklaşık 2 hafta orada kaldım. Oradaki süre içerisinde hakaret,
sopa, kaba dayak, gece uykusuz bırakmak, soğuk havalarda at yürüyüşü, eşek yürüyüşü
denilen garip eğitimler şeklinde muameleler gördüm. Burada da görevli Binbaşı Ahmet
SELEK vardı. Bir yüzbaşı vardı ama ismini hatırlamıyorum.
21 gün gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldım. Sürmene Lisesine eğitimime
devam ettim. 1981 yılı Temmuz ayında 9. Kolordu Sıkıyönetim Mahkemesi hakkımda
tutuklama çıkarmış, tutuklandım. 9 ay Erzurum 3 nolu cezaevi ve 1 nolu cezaevinde tutuklu
kaldım. Bu cezaevlerinde her gün sopa yedik. Yemek konusunda sıkıntımız vardı, uygunsuz
ve pis yemek yedirdiler. Yemeğin içerisinde örneğin bir kıl yumağı ya da bir farenin kuyruğu
çıkıyordu. Hakaret, küfür, tehdit tarzı muameleler oluyordu. Bu cezaevlerinde sorumlu olarak
bir yüzbaşı vardı, cezaevi müdürü idi. Hatta kendisine karateci yüzbaşı diyorlardı. Kendisi
karate yaparak bizi dövüyordu.
Dilekçemde belirttiğim ve ifademde belirttiğim kişilerden şikayetçiyim,
cezalandırılmasını isterim dediği,
Müşteki Reşat KESKİN22/11/2011 tarihli beyanında :
: “Ben 12 Eylül 1980 öncesi o zamanki siyasi ve ideolojik gruplaşmalar nedeniyle
kurmuş olduğumuz ve yasal olan DİYARBAKIR DEVRİMCİ GENÇLİK DERNEĞİ’nin
kurucularındandım. Darbe yapıldıktan sonra yasal olmasına rağmen derneğimizi gizli örgüt
kapsamına sokarak, örgüt yöneticisi olarak beni Diyarbakır’da gözaltına aldılar. Darbe öncesi
Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğrencisiydim. Darbeden 2-3 gün
sonra gözaltına alınarak Diyarbakır Emniyetindeki 1. Şubeye götürüldüm. Orada 1 gün
gözaltında kaldıktan sonra ertesi gün bizi Diyarbakır Askeri Savcılığının binasının bulunduğu
yere götürdüler. Orada minibüsten indirdiler, gözlerimiz açıktı.Orada dosyamıza savcının
baktığını söylediler. Ancak bizim herhangi bir şekilde ifademizi Savcılıkta alınmadı. Ancak 1.
Şubede gözaltına alındığım gün alınmıştı. Orada ağır bir işkence görmedim. Ancak polisin
sorduklarına bilmiyorum diye sürekli cevap vermem üzerine, polis bir sopayla omzuma
vurdu, bunun ifadesini bu şekilde yazın, nasıl olsa daha sonra bülbül gibi konuştururuz diye
söylemişti.
Askeri Savcılığın bahçesinde bulunduğumuz sırada, Savcılık binasına yaklaşık 100
metre mesafede bulunan, taş duvarlı, tek katlı bir bina vardı. Orada bulunduğum sırada bu
binadan bir polis çıktı, Savcılık binasına girdi, oradan da çıkarak bizim bulunduğumuz yere
218/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
gelerek, bizim başımızdaki polislerle konuştu. Bu polis sivil giyimli, üzerinde alt kısmında
mavi kot pantolon ve çizgili bir spor ayakkabı, üst kısmını dikkatimi çekmemişti. Savcılığın
bahçesinde bekletildikten sonra bizi tekrar minibüse bindirdiler, gözümüzü bağladılar,
minibüse 5-6 kişi bindirilmiştik, toplam 13—14 kişi vardı, geri kalan Savcılığın bahçesinde
kalmıştı. Bizi gözümüz bağlı olarak minibüse bindirdikten sonra tahmin ediyorum,
Askeriyenin içerisinde gezdirdiler. Sonra belli bir yerde minibüsten indirdiler, gözümüz bağlı
olarak yaya yürüttüler. Yaya yürürken bizim dağlık taşlık yerlerde yürüdüğümüz izlenimini
vermek için başınızı eğin, taşa değmesin, şu köprünün altından geçeceksiniz şeklinde sözler
söylüyorlardı. En son yaya olarak bir binaya sokulduk. Orada gözaltında yaklaşık 33 gün
kaldım. Kaldığım süre içerisinde 3-4 kez falaka dayağı yedim. En az 7-8 kez vücuduma
elektrik verilerek işkence yapıldı. Elektrik işkencesi yapılırken sandalyeye oturtularak ellerim
arkadan bağlı şekilde bulundurulurken arkamdaki polisin sorduğu sorulara istediği cevabı
vermeyince el ve ayaklarıma bağlı olan elektriğe arkamdan nasıl olduğunu bilmediğim şekilde
akım vererek elektrik işkencesine maruz bırakılıyordum. Başka bir elektrik verme yöntemi ise
çıplak vaziyette Filistin Askısı denilen bir kalasla asılarak vücudumun çeşitli yerlerine, cinsel
organıma, diş ve kulağıma elektrik veriliyordu. Bu şekilde elektrik işkencesine 2 ya da 3 kez
maruz kalmışımdır. Bunun dışında koşturarak duvara kafamızı vurdurma, üzerimize kum
torbası sallayarak çarptırma, günlerce ayakta uykusuz bekletme şeklinde oluyordu. İşkence
odalarında genellikle işkence yapılıyordu. Burada yukarıda anlatmış olduğum ilk gözaltında
kaldıktan sonra Askeri Savcılığın bahçesinde mavi kot pantolonlu ve çizgili spor ayakkabılı
polisin ayak kısmını ve pantolonunun alt kısmını gözbağımın alt kısmından gördüm. O zaman
buranın Askeri Savcılığın bahçesinde tarif ettiğim tek katlı bina olduğu kanaatine vardım.
Burada gözüm sürekli bağlı olduğu için işkence yapan kişileri hiç görmedim. Bulunduğumuz
yerde işkence sürekli devam ediyordu. Yapılan işkencelerden dolayı sürekli bağırma, çağırma
sesleri duyuluyordu. Burada 33 gün kaldıktan sonra Askeri Savcılığa çıkarıldım. Askeri Savcı
ifademizi alarak Mahkemeye sevk etti.
Mahkemenin tutuklama kararı vermesinden sonra beni Diyarbakır 5 Nolu Askeri
Cezaevine gönderdiler. Cezaevinde ilk 2-3 ay bir sıkıntımız olmadı. Yemekler güzeldi. Kitap
okuma imkanlarımız vardı. Fazla bir sıkıntı çekmedik. Ancak bu süre sonunda cezaevine İç
Güvenlik Amiri olarak atanan Yüzbaşı Esat Oktay YILDIRAN atandıktan sonra kötü
uygulamalar başladı. İlk önce yemeklerde zorla dua yaptırılmak istendi. Önce duaları
yapmamak için direndik, çünkü bunu yaptığımız takdirde arkada istemediğimiz başka şeyler
de yaptıracaklardı. Zorla yaptırılmasına karşılık cezaevinde tutukluların büyük bir bölümü
açlık grevine başladı. Zamanla açlık grevinden bazı koğuşlar vazgeçtiler. Çünkü açlık
grevinden vazgeçip dua etmeyi kabul eden koğuşlara yemek veriliyordu. 8-9 gün bizim koğuş
olarak açlık grevine devam ettik. Sonra biz de grevden vazgeçtik. Arkadan işkence
uygulamaları başladı. Spor faaliyetlerini işkenceye çevirmişlerdi. Spor için havalandırma ya
da koğuşlarda bulunduğumuz sıralarda zorla İstiklal Marşı’nı, Atatürk’ün Gençliğe
Hitabesi’ni söylettirip, ezberlettiriyorlardı. Atatürk’ün hayatı ile ilgili bir kitap vardı. Bu kitabı
nokta, virgül ezberlememizi istiyorlardı. Bir kelime hata olduğu zaman dayak ve işkence
nedeni idi. Havalandırmaya çıkarıldığımız zamanlarda bir kişi hata yaptığı zaman
havalandırmanın ortasında mazgalı kaldırtıp, kafasını oraya, lağımın içine sokturup, arkadan
da bir tekme vurdurarak, bu kişinin beline kadar lağıma batmasını sağlıyorlardı. Koğuşa
dönüldüğünde banyo yapacak herhangi bir suyumuz yoktu. Banyo yapmak için su
verilmiyordu. Sadece günlük kişi başı 1 çay bardağı su düşüyordu. Onu da ancak içmek için
kullanıyorduk. 3-4 kez ben de bu şekilde lağıma batırılma işkencesine maruz kaldım. Ancak
cezaevinde kalıp da bu şekilde işkencelere maruz kalmayan kimse yoktur. Günlük arkadaşlar
arasında konuşurken o gün 50’den aşağı sopa yemişsek kendimizi şanlı görüyorduk.
Bunların dışında banyoya gidip gelirken mutlaka dayak oluyordu. Görüşümüze
akrabalarımızın gelmesini istemiyorduk. Çünkü 2-3 saniye bir süre veriliyordu. Yakınımıza
219/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
nasılsın diyip cevap alamadan düdük çalınıyor, sopa yememek için tekrar içeriye kaçmak
zorunda kalıyorduk. Dolayısıyla bu durumu ailemizin görmesini istemiyorduk. Koğuş yaşamı
ve cezaevi içerisinde oturmak, kalkmak, gülmek, konuşmak suç sayılıyordu. Bu işkenceler
bahsettiğim gibi cezaevinde ilk 2.5-3 ay hariç, kalmış olduğum 2.5 yıl boyunca devam etti.
2.5 yıl sonra tahliye oldum. Diyarbakır 5 nolu cezaevinde kaldığım süre içerisinde uğradığım
işkencelerden dolayı sorumlu olanlardan İç Güvenlik Amiri Esat Oktay YILDIRAN daha
sonra öldü. Yine 7. Kolordu Komutanı ve Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanı Kemal YAMAK
da öldü. İşkence yapan gardiyanlar, askerler ve sorumlu olan diğer kişilerden ve darbeyi
yapan Kenan EVREN ve diğer Komutanlardan ve Adalet Bakanından şikayetçiyim dediği,
Müşteki Metin TERZİ14/11/2011 tarihli beyanında
“Ben 1980 askeri darbesinden sonra 25/01/1981 tarihinde gözaltına alındım.
Diyarbakır’da 1 nolu şube siyasi suçlara bakıyordu. Oraya götürüldüm. Gözlerim bağlı olarak
götürülmüştüm. 2 ay boyunca gözaltında kaldım. Gözaltında iken gözlerim hiç açılmadı.
Benim hakkımda Devrimci-yol örgütü üyeliğinden soruşturma yapıyorlardı. Benim örgütle
bağlantımı ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Gözaltında kaldığım süre içerisinde sürekli falaka
dayağı, jopla dövme, Filistin askısına asılarak uzuvlarıma elektrik verilmesi şeklinde
işkenceler devam etti. İşkence bittiğinde dinlenmememiz için oturmamıza izin verilmiyordu.
Bayılana kadar bu işkenceler devam ediyordu. 2 aydan sonra Savcılığa çıkarıldım. İfadem
alındı. Mahkemece tutuklandım. Yine Diyarbakır 5 nolu cezaevine konuldum. Girişte bütün
gelenlere uygulandığı gibi bir hoş geldin dayağı attılar. Cezaevi sürecinde bizi hücrelere
koydular. Hücrelerden televizyonlu olanı mı yoksa banyolu olanı mı tercih edersiniz diye
soruyorlardı. Televizyonludan kasıt üst kattaki hücrelerin camı kırıktı. Ondan bahsediyorlardı.
Banyolu hücreler ise alt kattaki içerisi lağım dolu olan hücrelerdi.
İlk gittiğimde cezaevinde hücrelerde 20 gün kaldım. Cezaevinde işkence yapmak için
mutlaka bir neden bulup bizi dövüyorlardı. Banyoya gittiğimizde sürünerek tekrar koğuşa
gitmemizi istiyorlar, üzerimizi de değiştirtmiyorlardı.
Koğuşumuz küçük bir koğuştu, daha doğrusu daha önce işyeri olarak planlanmış
ancak tutuklu sayısı fazla olunca koğuşa çevrilen bir yerdi. 173 kişi bu koğuşta kalıyorduk,
normalde 50 kişinin birlikte kalamayacağı bir yerdi. Pencereleri hiç açtırmıyorlardı.
Bir defasında cezaevinin havalandırmasında buz üzerinde bizi koşturdular, buz
yumuşadıktan sonra kırdırdılar, daha sonra da kırılan sulu buzun üzerinde süründürdüler.
Sonra da o elbiselerle ıslak ve çamurlu vaziyette akşama kadar bulundurdular.
Bu uygulamalar nedeniyle bir Ahmet amca dediğimiz 70 yaşındaki kişi rahatsızlandı,
apar topar mahkemeye çıkarıp tahliye ettiler. İşkenceler fasılasız olarak her gün devam
ediyordu. Cezaevinde bize işkence yapanlar ve dayak atanlar genel olarak askerler emirle bu
işleri yapıyorlardı. Cezaevinde gözlerimiz açık vaziyette idi. Askerlerden işkence için uyum
sağlayamayan kişileri ayırıp geri gönderiyorlardı. İşkenceye uyum sağlayan kişilere görev
yaptırıyorlardı.
Hatta bir defasında bir askerin gece bizi dövmek için iki defa nöbete kalkıp
uykusundan uyandığını belirterek bize kızıp bu nedenle bize dayak attığını da hatırlıyorum.
Bir defasında havalandırmada hepimizi toplayıp yoğun bir şekilde dayak attılar. Bu
dayak neticesinde 2 arkadaşımız felç oldu, 2 kişi de akli dengesini kaybetmişlerdi. Akli
dengesini bozulanlardan bir tanesinin ismi Sabahattin idi. Diğerlerini hatırlamıyorum. Daha
sonra bildirebilirim. Ben cezaevinde yaklaşık 5 yıl 3 ay kadar kaldım. Tutuklu olarak kaldım,
sonunda da beraat ettim. Bahsettiğim şekilde işkenceler 1984 yılının Haziran ayına kadar
devam etti. Ondan sonra kaba dayak bitmişti, ancak 8 ay havalandırmaya çıkmadığımız oldu.
1984 yılının Ocak ayında cezaevinde işkenceleri ve uygulamaları protesto etmek
amacıyla açlık orucu uygulaması başlattık. Bu dönemde Diyarbakır cezaevinde Cemal ARAT
ve Orhan KESKİN açlık grevinde öldü. 2 kişi baskılara dayanamayarak kendini astı.
220/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Bunlardan birinin adı Remzi AYTÜRK, diğerini hatırlamıyorum. Bir kişi de kaba dayaktan
öldü, bu kişi ise Necmettin BOYÜKKAYA’ dır.
Bizim tespit edebildiğimiz Diyarbakır Cezaevinde ihtilalden itibaren 1984 Nisan’ına
kadar olan süreçte 54 kişi hayatını kaybetti. Dışarıda ve diğer yerlerde ölenlerin sayısını
bilmiyoruz.
Gözaltında bulunduğum sürede gözüm bağlı olduğu için bana kimlerin işkence
yaptığını bilmiyorum. Diyarbakır Cezaevinde ise İç güvenlik Amiri Esat Oktay YILDIRAN
ve Cezaevi müdürü olan binbaşının ise ismini hatırlamıyorum. O dönem cezaevinde ve
gözaltında bana işkence eden bunun için emir veren kişilerden şikayetçiyim.
Ben tanık olarak cezaevinde işkence döneminde benimle birlikte kalan Fikret DENİZ,
İsmail NAKİPOĞLU, Ali DEMİRAK ve tespit edeceğim diğer tanıklarımı bildireceğim dedi.
Devamla gözaltında kaldığım sürede gözümün sürekli bağlı olması nedeniyle burnumun
üzerinde halen iz vardır. Parmak aralarımda da mermi konularak parmaklarımın sıkıştırılması
nedeniyle iz kalmıştır.
12 Eylül dönemindeki soruşturmalarda cezaevinde yaklaşık 150’den fazla kişi diğer
insanlar aleyhine ifade vererek itirafçı olmaya zorlanmışlardır. Bu kişilere de aynı işkence
yöntemleri uygulanmıştır.” dediği,
Müşteki Cumhur YAVUZ15/11/2011 tarihli beyanında:
“Ben dilekçemde ayrıntılı olarak bana yapılan işkenceleri belirttim. Gözaltında
bulunduğum yerlerde gözlerim bağlı idi. Fatsa’da gözaltında bana işkence yapan kişilerden
bir tanesinin Başkomiser Mustafa YAYLA olduğunu bana bir yer gösterme yaptırdıkları sırada
gözlerimi açtıklarında “Yer burası” diye söyleyen kişinin daha önce bana işkence yapan kişi
olduğunu, daha önceki sesinden tanıyarak tespit ettim. Diğer polis memurları Tuncer MEKİK,
Yemen TÜRKAN, Ali AY’ı ise daha sonra yazılan Fatsa Gerçeği isimli kitapta Mustafa
YAYLA’nın ekiplerinde bu polislerin isminin geçtiği için bu polisleri de teşhis ettim. Ünye
Karakoluna gözüm açık götürüldüğüm için işkenceyi yapan Başçavuş Ramazan KARTLAK
ve emrinde görev yapan askerleri teşhis ettim. Askerlerin isimlerini bilmiyorum. Ankara
Mamak Cezaevinde bize işkence yaptıran Cezaevi Müdürü Albay Raci TETİK, diğer
isimlerini hatırlamıyorum. Aydın Cezaevine gönderildiğimizde maruz kaldığım işkenceleri
anlattım. Orada çıplak olarak yediğim dayaktan yumurtalığımın bir tanesi ezilmişti. Ayrıca
bacağım da 1 yıl bükemedim. İşkence yapan diğer kişilerin adlarını bilmiyorum. İlgili
cezaevlerinde o tarihte görevli olanlar tespit edilebilir. Ben 02/12/1980 tarihinde gözaltına
alındım. Gözaltında Ünye ili Erenyurt beldesinde karakol haline getirilen Merkez İlköğretim
Okulunda yaklaşık 14 gün kaldım. Sonra toplama kampına dönüştürülmüş Fatsa Et Balık
Kurumuna götürüldüm. Orada ilk sorgum 11 gün sürdü. Fatsa’dan sonra Ünye’ye götürüldüm.
Orada 2 gün kaldım. Ünye’den sonra Perrşembe Eğitim Enstitüsüne götürüldüm. Orada
tahminime göre 14 gün kaldım. Oradan da Ordu Efilli Cezaevinde Müşehade Koğuşuna
gittim. Orada tutuklandım. 1981 yılı tahminime göre Mayıs ayında Amasya Cezaevine sevk
edildim. Amasya’da 1982 yılına kadar kaldım. 1982 Ocak ya da Şubat ayında Mamak
Cezaevine gönderildim. 1 ay sonra tekrar Amasya Cezaevine gittim. 1983 yılında Haziran
ayında tekrar Mamak Cezaevine getirildim. 1988 yılına kadar Mamak Cezaevinde kaldım.
Oradan Eskişehir E Tipi Cezaevine sevk edildim. Burada 1 yıl kaldım. Ondan sonra da Aydın
E Tipi Cezaevine sevk edildim. Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi bana idam cezası vermişti.
1991 yılında çıkarılan Şartlı Tahliye Yasasından Aydın Cezaevinden tahliye oldum.
Dilekçemde belirttiğim ve ifademde belirttiğim kişilerden ve tespit edilecek kişilerden
şikayetçiyim, cezalandırılmasını istiyorum.”
Müşteki Osman BAŞER09/12/2011 tarihli beyanında:
“Ben 12 Eylül askeri darbesi olduğu sırada Ankara Abidinpaşa Kartal Tepe’de bulunan
Abidinpaşa Endüstri Meslek lisesinde öğrenciydim. Askeri darbe yapıldıktan sonra 8 gün
221/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
sonra bir gece vakti benim evime başlarında Başkomiser POL-DER’li Zeki KAMAN olan
asker ve polislerden oluşan grup gelerek beni gözaltına alıp 4. Kolordu Komutanlığı 28.
Mekanize Piyade Tümeni içerisinde bulunan C-5 isimli bloka götürdüler. Orada bana polis
Osman BAKIR’ı kim öldürdü diye sordular. Ben ilgim olmadığını söyledim. Ancak bana
işkenceye başladılar. Yaklaşık 1 hafta 10 gün boyunca işkence ettiler. Bu süre zarfında beni
Filistin askısı denilen askıya aldılar. Falakaya yatırdılar. Çırılçıplak soyup cinsel organıma,
dilime, parmaklarıma ve vücudum çeşitli yerlerine elektrik verdiler. Çırılçıplak vaziyette iken
bizi ıslatıp, günlerce çıplak vaziyette aç, susuz o şekilde bekletiyorlardı. Soğuktan tir tir
titriyorduk. Bu işkenceler yapıldığı sırada Erzurum’dan Ömer Haluk PİRİMOĞLU isimli şu
an işadamı olan kişi de getirilmişti. Aynı işkenceleri o da görmüştür. Bu 1 hafta on günlük
süre içerisinde Emine PEKGÖZ isimli emekli hemşireyi tanık olarak getirip, beni teşhis
ettirdiler. Emine PEKGÖZ beni göstererek ‘Polis Osman BAKIR’ı vuran kişi bu’ diye
söyledi. Daha sonra mahkemede de Emine PEKGÖZ aynı şekilde tanıklıkta bulundu.
Bu tanıklıktan sonra işkencelere dayanamayarak ben Osman BAKIR’ı vurduğumu
söyledim. Bana bunun üzerine ‘Kim emir verdi’ diye sordular. Emri sana Ankara Ülkü
Ocaklarında yönetici olan Cabbar KANAT mı verdi. Yoksa Ankara Ülkü Ocakları Başkanı Ali
UZUNIRMAK mı verdi diye sordular. Ben işkenceden dolayı bu kişilerin bana talimat
verdiğini söyleyerek hayali bir senaryo uydurdum. Ancak senaryo gerçeğe uymuyordu.
Bu suçlama dışında benim oturduğum mahallede meydana gelen ve şu an hatırladığım
Salim KABAK’ın evinin bombalanması, Mehmet PATIR’ın evinin bombalanması, Hüseyin
isimli kişinin evinin bombalanması, Sabri YİĞİT’in öldürülmesi, bunun dışında da
hatırladığım çeşitli kurşunlama vs. suç olaylarını benden sorup, bilgi almak istiyorlardı.
Bunların faillerini kim olduğunu söylemem için bana işkence yapıyorlar, bunları benim
yaptığımı, bu nedenle kabul etmemi istiyorlardı. Yapılan ve devam eden yukarıda anlattığım
işkenceler nedeniyle bu suçları da üzerime almak zorunda kaldım.
Gözaltı süreci devam ederken bizi ara sıra Mamak Askeri Cezaevinde bulunan B
Bloktaki koğuşlara götürüyorlardı. Orada da her gün en az 100 sopa yiyorduk. Sopa atarken
cop kullanıyorlardı. Sabah akşam alınan sayım için dışarı çıktığımızda koşarak çıkıyorduk.
Sağlı sollu askerler dizilmiş vaziyette hepsi bizi copluyorlardı. Biz de en az dayak yemek için
daha hızlı koşmak zorunda kalıyorduk. Bunun dışında günlük 3 öğün yemek almaya
gittiğimizde, havalandırmaya çıktığımızda, ziyaretçimiz geldiğinde, dayak yiyorduk. Bu
faaliyetler sırasında, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, Onuncu Yıl Nutku, İstiklal Marşı’nın belli
bir kıtasını söylememizi istiyorlardı. Söyleyemediğimiz ya da ezbere okuduğumuz halde
yanlış okudun diyerek dayak atıyorlardı. Bu dayaklardan sürekli yedim. Bizi banyoya götürüp
çırılçıplak halde sopa atıyorlardı. Bu banyodaki sopalardan dolayı Mamak Askeri Cezaevinde
benim gözümün önünde Bekir BAĞ ve Hasan ALEMLİOĞLU öldü. Tutulan tutanaklarda
bunların kendilerini asarak öldükleri belirtildi. Oysa kaldığımız cezaevinde bir mahkumun
kendisini asabileceği hiçbir kısım yoktu.
Soruşturma işlemlerinin yapıldığı gözaltı olarak kullanılan yerde dosyalarımız
gündeme geldikçe tekrar cezaevinden alınıp, gözaltında bulunduğum yere götürülerek tekrar
sorgulanıyorduk. Bu sorgulamalar sırasında da yukarıda bahsettiğim dayak, falaka, elektrik
verme, Filistin askısında bekletme, üzerime su sıkılarak çıplak olarak bekletme şeklinde
işkenceler görüyordum. Ben MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında 223. sanık olarak
yargılandım.
Cezaevinde ya da gözaltında işkenceden geçirildikten sonra bizi revire götürüp, bir
ağrı kesici vererek geri gönderiyorlardı. Üstüm başım gördüğüm işkencelerden dolayı kan
olduğunda ailelerimizden temiz elbise isteyerek, temiz elbiseleri verip kanlı elbiseleri
alıyorlardı. Bir defasında benim kanlanmış olan elbiselerimi Ankara İl Emniyet
Müdürlüğünde bekçi olan ve aynı zamanda komşum olan Necati ŞİMŞEK benim temiz
222/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
elbiselerimi alıp, kanlı elbiselerimi almıştı.
Ben Askeri Sıkıyönetim Mahkemesinde MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası açılana
kadar hem bahsettiğim cezaevinde hem de gözaltında kaldım. Bu süreler boyunca sürekli
bahsettiğim işkencelere maruz kaldım. Bu işkenceler nedeniyle bir defasında tüm vücudum
mosmor olmuştu. Dışkapı Askeri Mevki Hastanesine kaldırıldım. Orada 45 gün yattım.
Sorgulamayı yapanlar benim ölmemi bekliyorlardı. Ancak iyileştim. O dönemde Mevki
Hastanesi tabiplerinden Binbaşı Tabip Selim KAPTANOĞLU ve Tabip Albay Mehmet ÜNLÜ
benim yattığıma ve durumuma şahittir. Ancak kendileri bana işkence raporu
veremeyeceklerini söylediler. Bunların dinlenmesini isterim.
Ben mahkemeye çıkınca polis memuru Osman BAKIR’ın öldürülmesi ile ilgili olay
günü hava durumunun nasıl olduğunun tespit edilerek, olay yerinde uygulama keşif
yapılmasını istedim. Mahkeme talebimi kabul etti. Yapılan keşifte görevlendirilen Bilirkişi
havanın sisli olması nedeniyle tanık Emine PEKGÖZ’ün bulunduğu yerden benim
bulunduğum yeri net olarak göremeyeceğini siluet şeklinde görebileceğini söyleyerek, bu
kişinin tanıklıktan düşürülmesini istedi. Ayrıca Özgür ŞAHİN ve Ayşe GÜDEK isimli DEVYOL sanıklarda öldürülen polisin beylik tabancası ve kafasına isabet eden mermi çekirdeğine
uygun tabanca yakalanması, onların da olayı kabul etmesi ve sonucunda da o dava dosyasının
istenerek incelenmesi neticesinde ben yapılan yargılamada polis memuru Osman BAKIR’ın
öldürülmesi olayından delil yetersizliği nedeniyle beraat ettim. Benim Osman BAKIR
davasında verdiğim ifadeler o tarihte Yeni Düşünce Dergisinde yer almıştı. Bunu da dilekçe
ekimde sundum.
Benim yukarıda belirttiğim Osman BAKIR olayı dışındaki diğer olaylarla ilgili de
işkence yaparak benim bir kısım silah ve mermileri teslim ettiğime dair ifade ve tutanak
imzalatmışlardı. Bu ifade ve tutanakları Savcılığa intikal ettiğinde ifadem sırasında
Cumhuriyet Savcıları Nurettin SOYER, Fahrettin DEMİRAL,Orhan YALÇINKAYA ve Erkan
BAŞER’e bana işkence yapıldığını, bu ifade ve tutanakların işkenceyle imzalatıldığını
söyledimse de beni dinlemediler ve ifademi dahi zapta geçmeden götürün dediler.
Ben yapılan yargılamalar ve işkence ile imzalatılan ifadelerimde suçlamaları kabul
etmem nedeniyle 36 yıl ağır hapis cezasına mahkum oldum. Ankara Mamak Askeri
Cezaevinde 7 yıl, Eskişehir Özel Tip Cezaevinde 2 yıl, Bursa Özel Tip Cezaevinde 2 yıl 11
gün, toplam 11 yıldan fazla cezaevlerinde yattım. 3713 sayılı yasadan yararlanarak tahliye
oldum.
Ben yukarıda söylediğim gibi dava açıldıktan sonra da sonuçlanana kadar Mamak
Askeri Cezaevinde kaldım.
Mamak Askeri Cezevinde 1987 yılına kadar kaldım. Bu tarihe kadar cezaevinde
sürekli işkence gördüm. Cezaevinde telefon, televizyon, gazete, radyo hiçbir şey yoktu.
Günlük olarak sayıma çıkışlarda rutin dayak yiyorduk. Cezaevi Müdürü Albay Raci TETİK
cezaevinin bir kulesi vardı, oradan aşağıya bakıyordu, aşağıda mavi bereli askerler bizi yere
yatırıp, üzerimizde botla geziyorlardı. Cezaevinde elektrik verme dışında diğer yukarıda
anlattığım bütün işkenceleri gördüm. Günlük rutin olarak dayak yiyordum. Mesela; aynasız
tıraş olmak zorunda kaldığımız için hafif bir sakal kalsa bundan dolayı dayak yiyordum.
Sebepsiz yere de günlük dayak yiyordum. Mesela ziyaretçimiz gelse onların yanına giderken
dayak atıyorlardı. Toplu olarak bulunduğumuzda bir arkadaşımız hata yapsa ondan dolayı
hepimiz dayak yiyorduk. Dayak yemek için herhangi bir nedene gerek yoktu. Bir şeyi bahane
edip, dayak atmanın yolunu buluyorlardı.
Cezaevinde bize işkence yapan kişiler askerlerdi. Bunların başlarında subay ve
astsubay bulunuyordu. Bu askerler askere alındıktan sonra acemi birliği eğitimini takiben iç
güvenlik adı altında eğitime alınıyor, orada 1980 öncesi asker, polis ne kadar cinayet olayı
varsa bunlara anlatılıyordu. Bu eğitimden sonra askerler kendilerine anlatılan olaylardan sonra
223/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
intikam hissiyle hareket eden insanlara dönüşüyorlardı. Bizleri insan olarak değil de birer cani
olarak görüyorlar ve o şekilde acımasızca işkence ediyorlardı. Askerlerin cezaevine gelmeden
önce bu şekilde eğitim aldıklarını ben kendilerinden bizzat dinledim. Hatta bu şekilde eğitim
alan Bingöl’ün Genç ilçesinden Ali GÜLELİ bu şekilde almış olduğu eğitimi bize anlattığı
için tutuklanarak asker koğuşuna konulmuştu, sonra ne olduğunu bilmiyorum.
Cezaevinde gördüğümüz işkenceyi gerçek anlamda anlatabilmek mümkün değildir. Bu
işkencelerin mahiyeti ancak yaşanıldığı takdirde anlaşılabilir.
Cezaevindeki şartlar çok kötüydü. Yemeklerden avuç avuç kum çıkıyordu. Yemek
içerisinden çorap, askeri bot, fare, palaska, bot altındaki keçe çıktığı oluyordu. Bunlar
yemeğin içine atılarak bizlere veriliyordu.
Cezaevinde bahsetmiş olduğum İç Güvenlik Komutanı Albay Raci TETİK en üst
yetkili kişiydi. Onun üzerinde bağlı olduğu Tümen Komutanı ve 4. Kolordu komutanı vardı.
Cezaevinde Raci TETİK’in altında Yüksel Yüzbaşı, Şuşut Binbaşı ve Yozgatlı Tankçı Binbaşı
Ahmet isimli kişiler vardı.
Benim Mamak Cezaevinde kaldığım sürede daha sonra Bakanlık yapan Namık Kemal
ZEYBEK, Yaşar OKUYAN, Necati GÜLTEKİN Paşa, Albay Tahsin ÜNAL, Albay Ahmet
ER, Kurmay Yarbay Şakir ÖNER de gözaltına alınıp, Mamak Askeri Cezaevinde aynı
muameleleri görmüşlerdir. Bu kişiler cezaevinde yaklaşık 15 gün kaldılar, sonra Merkez
Komutanlığı içerinde bulunan Dil Okuluna götürüldüler. Taha AKYOL da Mamak Askeri
Cezaevine getirilenlerdendi. Taha AKYOL ile Albay Ahmet ER Mamak Askeri Cezaevinde
kafese konulduğunda ben de aynı yerdeydim.
Mamak Askeri Cezaevinde Kafes denen yere mahkemeye çıkıp tutuklanan kişiler
getiriliyordu. Burası aynen hayvanat bahçelerindeki aslan ve kaplanların konulmuş olduğu
demirden bölmeli kafes şeklindeydi. Ortasında bir duvar vardı. İki bölmeden oluşuyordu. Bir
tarafa Sağcılar, öbür tarafa Solcular konuluyordu. Burada her şeyi izinle yapmak gerekiyordu.
Oturmak, kalkmak, sağa dönmek, sola dönmek, tuvalet ihtiyacı gidermek, her şey izne
bağlıydı. Kafesteyken yürüyüş esnasında asker kıt a dur komutu verince durduk. O anda
kurşuna dizileceğimizi düşünerek yanımdaki arkadaşa ‘kardeş bizi öldürecekler, hakkını helal
et’ diye söylemem üzerine bunu duydular. Beni kafesten çıkarıp alt katta gaz odası denilen boş
bir odaya götürdüler, orada bana 1,5-2 saat cop, tekme, palaska ile dövdüler, sonra tekrar
kafese götürüp attılar. Kafeste hata yapan ve cezalandırmak istedikleri kişileri bu şekilde
cezalandırıyorlardı. Ben kafes denilen yerde 1 hafta kaldım. Bu kaldığım sürede üzerimdeki
elbiselerle üzeri açık olan ortamda kaldım. 1 saatte bir asker nöbet değişimine geliyor, 10-15
dakika yerinde sayma ve yürütme şeklinde talim yaptırıyorlardı. Buranın altı betondu.
Isınmak için battaniye yorgan hiçbir şey yoktu.
Mamak Cezaevinde kaldığım sürede 3 defa hücreye atıldım. Bunlardan bir tanesi
mahkeme salonunda toplu olarak İstiklal Marşı okumamdan dolayı,bir tanesi cezaevinde
cemaatle namaz kıldığımdan dolayı, bir tanesinde de sayım sırasında yavaş ve isteksiz
davrandığım iddiasıyla ceza aldım. Bu hücre cezaları birincisi 10 gün, ikincisi 12 gün,
sonuncusu da 7 gündür. Konulduğumuz hücreler 70x70 cm ebadında, içerisinde ördek denilen
lazımlık dışında hiçbir şey olmayan, dinlenmek için oturma imkanı bulunmayan, dar yerlerdi.
Dinlenmek için çömeliyorduk. Ayak uzatma imkanı olmadığı için ağrıyordu. Bazı zamanlarda
dinlenebilmek için amuda kalkar gibi ayağımızı yukarı kaldırıp o şekilde kalıyorduk. Hücrede
bulunan lazımlığa ihtiyacımızı gideriyorduk. Sayım zamanları bunları döktürüp,
yıkatıyorlardı. Hücreye günde 1 defa sadece öğlen saatlerinde yemek veriyorlardı. Hücre
cezaları boyunca dışarıya çıkamadım, dışarıya çıktığımda yürüyemiyorduk, kabız oluyorduk,
sakalımız da uzamış oluyordu. Bu hücreler askeri ihtilalden sonra yapılmış, halen de duruyor.
Gidip gördüm.
12 Eylül darbesinden sonra Abdullah ÇATLI dışarıdayken ASALA terörüne karşı
224/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
faaliyet göstermek üzere Kenan EVREN’le Bahçelievler sanıklarının ceza almaması ve
Alparslan TÜRKEŞ’in tahliye edilmesi karşılığında anlaşmışlardır. Bu Sabah Gazetesinin 7
Haziran 2010 tarihli sayısında yer aldı. Haluk KIRCI’yla bu konuda röportaj yapıldı. Bu
röportaj yer almıştır, ayrıca Haluk KIRCI şu an Bolu M Tipi Kapalı Cezaevindedir.
Kendisinin bilgisine başvurulabilir.
Dilekçem ekinde yer verdiğim gazete küpüründe de anlaşıldığı üzere Zaman
Gazetesi’nin 21 Ekim 1990 tarihli nüshasında Fehmi KORU tarafından Kenan EVREN’in el
yazısı notlarına yer verildi. Kenan EVREN notlardan anlaşıldığı kadarıyla aşırıya giden solun
karşısına sağı çıkarıldığını, bunun da bir hata olduğunu belirtiyordu. Ben bu yazıyı okuduktan
sonraKenan EVREN’e 9 soru sorarak yazılı olarak gönderdim. Aynı soruları Fehmi KORU’ya
da gönderdim. Fehmi KORU bu sorularımı Zaman Gazetesinde yayınladı.
MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında yargılama yapılırken bizim hakkımızda
iddianamede 765 sayılı TCK’nın 149, 168, 146 ve diğer bir kısım maddelerden
cezalandırılmamız istenmişti. Hakkında dava açılan ancak firari olan kişilerin bazıları
yurtdışında olduğundan iddianamedeki suçlar da siyasi suçlar olması nedeniyle dava devam
ederken bizim suçumuz siyasi suçlardan çıkarılarak sevk maddelerimiz 313, 314, 448, 454
maddeleri şeklinde değiştirildi. Bundan sonra yurtdışına kaçan kişilerin iade talebi yapıldı.
Dilekçem ekimde sunduğum Ek-3 belge Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesine Abdullah ÇATLI’nın iadesinin
sağlanabilmesi için sevk maddelerinin siyasi suç olmaktan çıkarılması talebini içeren bir
yazıdır.
Dilekçemde belirttiğim şüphelilerden gördüğüm işkenceler nedeniyle şikayetçiyim,
gerekli soruşturmanın yapılarak cezalandırılmasını talep ediyorum.” dediği
Müşteki Avukatı Osman BAŞER devamla , “Ayrıca delil olarak Yaşar OKUYAN’ın
kitabın ibraz edeceğim. Bu kitapta Cezaevi Müdürü Albay Raci TETİK’in özel olarak
Genelkurmay tarafından seçildiğini kendisinin söylediğine dair beyanlar bulunmaktadır.
Müştekinin tespit edip bildireceği diğer şüphelilerle ilgili de soruşturma yapılıp dava
açılmasını talep ediyoruz” dediği,
Müşteki Yılma DURAK22/12/2011 tarihli beyanında:
“Ben 12 Eylül’den önce de şimdi olduğu gibi ticaretle uğraşıyordum. Erzurum’da Tek.
Olpet isimli şirketimiz vardı. Şirket Kereste ağırlıklı faaliyet gösteriyordu. Ben Erzurum’da
tahminime göre 1968 yılında MHP Erzurum İl Gençlik Teşkilatını kurdum. İl Gençlik Kolu
Başkanlığını yaptım. Orada genel olarak Ülkücü gençlik hareketlerinin içerisinde ve
yönetiminde bulundum. Erzurum’un kültür hayatında da bir yerimiz vardı. Babam
Erzurum’un ilk matbaasını kuran kişiydi. Dolayısıyla Erzurum’un entelektüel çevresinde de
ağırlığı olan bir aileydik. Ben Erzurum’da zaman zaman dergi ve gazeteler çıkardım.
Özellikle Alparslan TÜRKEŞ Türkiye’ye geldikten sonra gençlik hareketleri hızlandı. O
dönemde Erzurum Atatürk Üniversitesi bizim de çalışmalarımız sayesinde sürekli eğitim
verebilen bir kurum haline gelmişti. Üniversiteye her kesimden gelen gençler çoğunlukla
milliyetçi, vatansever insanlar olarak yetişiyordu. O dönemde Erzurum’a gelen Örsen
ÖYMEN ve Engin KONUKSEVER gibi gazeteciler gelip benimle röportaj yaptılar. Ardından
benim hakkımda “Doğunun Başbuğu” şeklinde bir sıfatla anılmaya başlandım. O dönemde
Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin bu yapısından dolayı şu anki PKK’nın o zamanki temeli
olan örgütler Erzurum Üniversitesi’nin tercih edilmemesi konusunda talimatlar veriyordu. O
dönemde Erzurum’da Alevi dedeleri ile de toplantı yaptım. Bu hususta başarılı olduğumuzu
düşünüyorum. Erzurum’da 1980 öncesi hiçbir Alevi’ye yönelik bir saldırı olmamıştır.
1976 yılının sonunda ben İstanbul’a yerleştim. İstanbul’da gençlere yönelik
vatanseverlikle ilgili eğitim çalışmaları yapıyordum. 1979 yılında İstanbul’da MHP İl Başkan
Yardımcılığına seçildim.
225/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
12 Eylül İhtilali olduğunda Erzurum’daydım. Ailevi gelenekten dolayı çocuklarımın
Erzurum’da doğmasını istiyordum. O tarihte çocuğumun Erzurum’da doğması için Erzurum’a
gitmiştim. 5 Eylül 1980 tarihinde doğum oldu. 12 Eylül’den 1 gün sonra İstanbul’a uçakla
gittim. 2 gün sonra geri Erzurum’a döndüm. Uçaktan iner inmez beni gözaltına aldılar. 2
astsubay, 1 polis uçakla İstanbul Maltepe Askeri Cezaevine götürdüler. Oraya gözüm bağlı
olarak götürüldüm. Cezaevine girdiğimde yanımda Alfred Weber’in İktidar isimli bir kitabı
vardı. Yanımdaki subay bu kitabı alıp bakarak bu Alfred Weber faşist bir kişi mi, sen hangi
rütbedesin, Baki TUĞ’dan aşağıda mısın yukarıda mısın diye sordu, ben de MHP’de rütbe
diye bir şey olmadığını söyledim. Cezaevinde gözüm bağlı olarak ellerimi duvara dayattılar.
O şekilde dururken boynuma tahta kurusu boşalttılar. O şekilde dururken vücudum uyuştu. 67 saat o şekilde bekledim, aynı gün beni İstanbul Harbiye’de bulunan askeri casusların
sorgulandığı yere götürdüler. Burası hücre şeklinde yapılmış, üzeri tel örgüyle kapalı olan bir
yerdi. Konulduğum hücre yaklaşık 2.5 metreye 1.5 metre olan bir yerdi.
Vardıktan sonra benim gözümü bağlayarak beni sorguya götürdüler. Sorguya
başlamadan önce ağır bir falaka dayağından geçirdiler. Sonra ayaklarım şişmişti, beni kumda
yürüttüler. Ondan sonra sorguya başladılar. Anadan doğma çıplak olarak sorgu yapıyorlardı.
Sorguda bana o tarihlerde Türkiye’de işlenmiş bütün siyasi cinayetleri sordular. Sen bu
cinayetleri biliyorsun, bize söyleyeceksin diyorlardı. Hatta bana, bize gerçek bir olay anlat, bu
olayda Alparslan TÜRKEŞ’in vermiş olduğu emirle alttaki kişiler bu cinayeti işlemiş olsun,
sen de bunu duymuş gibi anlat, o zaman seni burada 1 gün bile tutmayacağız diye teklifte
bulundular. Ancak ben kabul etmedim. Bana 38 gün, her gün işkence yaptılar. Her gün falaka,
çırılçıplak vaziyette elektrik kablosunun bir ucunu erkeklik organıma, bir ucunu ise kulak
memesi veya dilime veriyorlardı. Bu şekilde olunca kendimi adeta yere çarpılan bir top gibi
hissediyordum. Bunun dışında Filistin askısına alıyorlardı. Şiddetli ağrılardan sonra
vücudumu uyuşmasıyla adeta vücudumu hissetmemeye başlıyordum, başkasının vücudu gibi
görüyordum. Vücuduma çırılçıplak soyduktan sonra hortumla su sıkıyorlar, sonra da elektrik
veriyorlardı. Bütün vücudum mosmor olmuştu. 38 gün boyunca her gün bu işkenceler devam
etti. Orada beni 2 ayrı ekibin sorguladığının farkına vardım. Şöyle ki akşam sorgulayan ekiple
gündüz sorgulayan ekip aynı soruları soruyorlardı. Beni sorgulayan ekibin bir tanesinin polis,
bir ekibin de MİT’ten olduğunu düşünüyordum. Beni hücreye götürüp getiren Mürsel adında
bir çavuş vardı. O bana senin sorguna bir yarbay da katıldı dedi. Yarbayın ismini vermedi. Bu
Mürsel isimli çavuşun bana herhangi bir kötü muamelesi olmamıştı. Bu sorgulamalar
sırasında benden bir bilgi alamayınca ailemi ve çocuklarımı getireceklerini söylemişlerdi. Bir
defasında hücreye götürüldüğümde hücrede Saliha isimli kızımı gördüm. Kendisine neden
burada olduğunu, annesinin nerde olduğunu sormuştum. Arkasından bunun hayal olduğunu
anladım ve kafamı duvarlara vurdum. Bahsettiğim 38 günlük işkenceli sorgunun ardından
beni Selimiye Askeri Savcılığına götürdüler. Askeri Savcı beni vücudumdaki yaralardan
dolayı Haydarpaşa Askeri Hastanesine sevk etti. Hastaneye gittiğimde vücudumun üst
tarafının tamamını alçıya aldılar. Vücudumun her tarafı simsiyahtı.
Hastanede yatarken Hürriyet gazetesi ve Günaydın gazetesinde çıkan manşet
haberlerinde benim cezaevinden kaçtığımı, kaçarken vurulduğumu, birinci ameliyatı
geçirdiğimi, ikinci ameliyattan sonra komada olduğumu belirtiyordu. Bu haber üzerine oranın
komutanları olan bir Tuğgeneral ve yanında diğer subaylarla birlikte beni kontrole geldiler.
Sonra gittiler. Ertesi günü benim tedavim sonuçlanmamasına rağmen alçılarımı söküp
hastaneden taburcu edip, Selimiye Cezaevine götürdüler. Hastanede 8-10 gün kalmıştım.
Selimiye Cezaevi Osmanlı döneminde at harası olarak yapılmış, daha sonra koğuş
haline getirilmiş bir yerdi. Orada yaklaşık 1 ay kaldım. Koğuşlarda 10, 20, 30 kişi vs. kadar
kalıyorduk. Benim koğuşum 20 kişilikti. Bu cezaevinde fiziki olarak işkence görmedim.
Ancak Askeri Cezaevi olduğu için hareketler olumsuzdu. Buradan sonra İstanbul Kabakoz
226/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Askeri Cezaevine nakledildim. Orada 10 gün kaldım. Orada da fiziki olarak herhangi bir
işkence görmedim. Ondan sonra Ankara Mamak Cezaevine otobüslerle sevk edildim.
Mamak Askeri Cezaevine geldiğimde orada Dış Kafes denilen bir yer vardı. Oraya
gelen kişiler 24 saat falaka, dayak, askeri eğitimden geçiriliyordu. Orada alçak sesle askere
komutanım demek, askerin yüzüne bakmak yasaktı. Başımız dik ve ufuk çizgisine bakmak
zorundaydık. Aykırı davranış falaka nedeniydi.
Ben Mamak Cezaevinin Kafes bölümünde 3 gün kaldım. Burada bana falaka, dayak
gibi işkence yöntemleri uygulandı. Bizi bu yöntemler ve ağır askeri eğitimlerle terbiye
ettiklerini söylüyorlardı. Kafeste doktorlar gelip, bizi muayene ediyorlardı. Beni muayene
eden doktor, revir defterine benim ellerimde, ayaklarımda ve vücudumda işkence izlerini
yazdı. Mahkemeye dava açıldığında da bu revir defterinin sayfasını mahkemeye intikal
ettirdik.
Mamak Askeri Cezaevinin B Bloğunun 13 numaralı koğuşuna yerleştirildim. B Blokta
hem Solcular hem Sağcılar karıştır-barıştır yöntemiyle bir arada bulunuyorduk. Burada bir
arkadaşımızı askerler hamama diye götürdüler, geldiğinde vücudu simsiyahtı, biz 3 gün
ağzına pamukla su vermek suretiyle ona bakarak iyileştirdik. Koğuştan havlandırmaya
çıkarken, sağdan soldan hayvanlar gibi dayak atıyorlardı. O yüzden koşarak gitmek
zorundaydık. Her havalandırmaya çıkışta bu dayak faslı uygulanıyordu. O yüzden
havalandırmaya çıkmak istemiyorduk. Ben raporlu olmama rağmen zorla çıkarıyorlardı.
Cezaevinde aynı ortamlarda bulunduğumuz Solcularla da görüşmemiz irtibatımız
oluyordu. Bir gün DEV-YOL’culardan bir tanesi gece nöbeti sırasında benim cebime bir
pusula koydu. Pusulaya baktığımda Devrimci Yol Merkez Komitesinin hakkımda ölüm emri
verdiğini yazıyordu. Ben bu pusulayı bizim idareyle irtibatımızı sağlayan Şahin BİLGİÇ’e
verdim. O da idareye verince koğuşta arama yaptılar. Kaldığım koğuşta öldürmek için
hazırlanan şişler bulundu. Beni A Bloktaki tecrit hücresi denilen yere götürdüler. Orada
karıştır-barıştır projesi kapsamında Bahar ÇETİNTAŞ, Bülent FORTA ile birlikte kaldım.
Hücrede bunlarla değişik zamanlarda kaldım. Hücrede 2 kişi kalıyorduk. Burada 2 katlı
tahtadan yapılmış bir ranza vardı. Ranzanın yerin darlığı nedeniyle iki tarafı da duvara
dayalıydı. Hücrenin ön tarafı demir parmaklıklarla kapalıydı. Karşıda nöbet tutan asker
sürekli bizi görüyordu. Hücrede kaldığım kişiyle değişerek üst ranzalarda yatıyorduk.
Ranzanın ön tarafı sadece bir kişinin yürüyebileceği bir bölüm olması nedeniyle burada da
ikişer saatlik bölümlerde değişerek volta atıyorduk. Kalktığımızda sürekli yukarıya ufuk
çizgisinin olduğu yüksekliğe bakmak zorundaydık, aşağıya baktığımızı asker gördüğü
takdirde bu dayak ve işkence sebebiydi. Hücrenin önünde nöbet tutan asker elinde sigara
bağrı açık şekilde dolaşıyordu. Adeta bu askerler alameti farika diyebileceğimiz bir
üstünlükleri vardı. Askerlik disipliniyle bağdaşmayan görüntüleri söz konusuydu. Koğuşta
sigara içmek istediğimde askere komutanım cigara yakabilir miyim diye söylediğimde ‘yak
lan’ diye cevap veriyordu. Arkasından içebilmek için bir defa çekebilir miyim dediğimde ‘çek
lan’ diye cevap veriyordu. Mamak Cezaevinde subaylar bahsettiğim disiplinsiz askerlere de
bir şey yapmıyorlardı. Askerler itibarlı hale getirilmişlerdi. Ancak bir askerin bizimle muhatap
olduğunu gördükleri takdirde onu da işkenceden geçiriyorlardı.
Hücrede işkence amacıyla uygulanan 15 günde bir arama yapılıyordu. Bu aramalarda
yataklarımızın içindeki pamuklara kadar yere boşaltılıp, yiyeceklerimiz de onun içerisine
dökülüyordu. Cezaevinde koğuşta olduğumuz zamanlarda ise gelen yemeklerde 2-3 tabak taş
bulunuyordu. Ancak bu yemekleri de yemek zorunda kalıyorduk.
Ben Mamak’taki cezaevinde bahsettiğim hücrede 4.5 yıl aralıksız kaldım. Bu hücre
Mamak Askeri Cezaevi A Blok 2 ön koridoru olarak adlandırılıyordu.
Mamak Cezaevinde iken rahatsızlığımdan dolayı zaman zaman Ankara Dışkapıdaki
Mevki Hastanesine götürülüp getiriliyordum. Hastanaden gelişlerde cezaevinin dış kafes
227/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
denilen bölümünde bekletiliyordum ve sayımlar yapıldıktan sonra koğuşlara gönderiliyordum.
Bir defasında hastane dönüşü bu kafes bölümünde beklerken sayımlar yapıldı. Ben
komutanım diye bağırdım, asker ne var lan diye cevap verdi. Beni koğuşuma
götürmeyeceksiniz diye söyledikten sonra 2 asker apar topar gelerek sağa sola bakma, hiçbir
yere bakma diyerek beni kafesten çıkarıp, kafesin dışında bir odaya sokup ellerimi duvara
dayattılar. O halde iken bir kişi arkamdan Yılma DURAK beni Muhsin YAZICIOĞLU’yla
beraber infaz edecekmişsin diye söyleyince, ben olayın ne olduğunu sordum. Meğer Mevki
Hastanesinde Muhsin YAZICIOĞLU ile birlikte tedavi gördüğüm sırada İnci Baba isimli
kaçakçılık suçundan hükümlü olan kişi hastaneye gelmiş, hastanede biraz da bizim adımızı
kullanıp kendisine pay çıkarmak amacıyla Yılma DURAK’la Muhsin YAZICIOĞLU karar
verdiler, seni infaz edecekler diye Cezaevi İç Güvelik Amiri Yüksel Yüzbaşına söylemişler.
Bunları konuşurken arkamdaki Yüksel yüzbaşı kendisini tanıyıp tanımadığımı sordu. Ben de
kendisinin Yüksel yüzbaşı olduğunu söyleyince hemen bana sahip çıkıp, Yılma DURAK’a
neden böyle davranıyorsunuz diyerek beni oturtup, sigara ikram etti. Ben de koğuşa
gideceğimden sigarayı kabul etmedim. Benim kendisini tanımamdan korkmuştu.
Tahliye olduğumda cezaevinde yapılan işkenceleri görüşmek üzere Cezaevi Müdür
Yardımcısı olan binbaşıya kendisiyle görüşmek istediğimi söyledim. Sayımdan sonra
görüşelim dedi. Sayım bittikten sonra kendisine Mamak Cezaevinde ve Diyarbakır
Cezaevinde uygulananların ne amaçla yapıldığını bir ideolojiye sempati duyulanların militan
mı yapılmak istendiğini sordum. Buradaki insanların ceza almamış tutuklu olduklarını, bu
şekilde davranılmadığı takdirde bu insanların kazanılabileceğini söylediğimde Binbaşı bana
kendilerinin Askeri İç Hizmet Tüzüğüne göre hareket ettiklerini söyleyerek kendisinin bir şey
diyemeyeceğini söyledi. Bu şekilde kendilerinin de yaptıkları işin farkında olmadıklarını
anladım. Bana göre Mamak ve Diyarbakır Cezaevinde uygulanan işkenceler ideolojik
militarizmin temellerini oluşturmuştur. Bugün devletimizin uğraştığı PKK terör örgütünün
dayanak noktalarından birisi de Diyarbakır Cezaevinde ve Mamak Cezaevinde uygulanan
işkencelerdir.
Mamak Cezaevinde cezaevi müdürü olarak Albay Raci TETİK vardı. Kendisini
cezaevinde sayımlara geldiğinde ve hastaneye gidiş ve dönüşlerimde görüyordum.
Benim kanaatime göre Cezaevinde askerler grup gruptu. Nöbet tutan askerler
vardı.Onlar doğrudan işkence yapmıyorlar ancak bizim hareketlerimizi işkence grubuna haber
veriyorlar, o grup da gelip öngördükleri işkenceleri yapıyorlardı. Bazen nöbetçi askerler de
copla dayak atıyorlardı. Tahminim bu işkence yapan askerler birliklerinden karakter
durumuna göre özel olarak seçiliyorlar, cezaevlerine gelip, deneniyorlar. Bu işi yapamayacak
olanlar gönderiliyorlar, işkencede görevlendirilen askerlere 12 Eylül öncesi işlenen cinayetleri
göstererek ve anlatarak cezaevindeki kişilerin birer katil olduğunu, devlet düşmanı olduğunu
her türlü muameleye müstehak olduklarını anlatıyorlar ve bu askerler şartlanmış olarak
cezaevlerinde görevlendiriliyorlardı.
İstanbul Harbiye Sorgu Merkezinde polislerin başındaki başkomiser oradan ayrılırken
benim yanıma gelerek ismini söyleyip, benim adım şu, burada sana yapılan işkencelere ben
katılmadım, sakın benim adımı verme diye söyledi, ben bu kişinin adını şu an
hatırlayamadım, daha sonra dilekçeyle bildirebilirim.
Ben Mamak Cezaevinde bahsettiğim hücrede 4.5 yıl kaldıktan sonra tahliye oldum.
Tahliye olurken yukarıda bahsettiğim nöbetçi binbaşıya Mamak Cezaevinde uygulanan
işkencelerin vehametini anlatmak için Türkiye bir başka devletle savaşsa, savaş sonunda da
bizi esir almış olsa bu muameleleri bize yapmayacağını, uygulayamayacaklarını söyledim.
Bana herhangi bir cevap vermedi.
Ben Mamak’ta işkence yaptıran Raci TETİK’in özel olarak seçilmiş olduğunu
duydum. Bu konuda herhangi bir belgem yoktur, genel kanaat bu şekildedir. Sağcısı da
228/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Solcusu da bunu bu şekilde söylemektedir. 12 Eylül öncesi Mamak Cezaevinde bir kısım
disiplinsizlikler yaşanmış, buradaki disiplinsizlikleri gidermek amacıyla Raci TETİK’in özel
olarak seçilip, her türlü yetkiyle donatıldığını düşünüyorum.
12 Eylül öncesi MHP’ye atfedilen komando kampları olarak bilinen kamplar yanlış
aksettirilmektedir. Buralarda silahlı eğitim verildiği ve hedefler belirlendiği iddia edilmiştir.
Ancak ben bu kamplarla ilgili yargılanıp beraat ettim. Bu işlerin içinden gelen bir kişi olarak
söylüyorum. Erzurum’da Bulkasım isimli kamp vardı. Bu kamp Atatürk Üniversitesine
başvurularak Atatürk Öğrenci Derneği Başkanlığı tarafından üniversitenin de izniyle açılmış
bir kamptı. Üniversite aşçısı da orada yemek yapmıştır. Bu kamplarda kitap okunuyor ve
gençlerin beden eğitimlerine yönelik olmak üzere spor, karate, judo, kros gibi sporlar
yapılıyordu. Kesinlikle silahlı eğitim yapılmamıştır. Bu konuda MHP’li kabına sığmayan
gençler kullanılmak istendiği gibi bazı olaylarda kullanmışlardır. Mesela 1979 yılında
İstanbul’da bulunurken bir şahıs bizim gençlere gelip içerisinde Kontr-gerilla taktiklerinin
anlatıldığı, yani içerisinde bomba yapmanın, tuzak kurmanın, adam kaçırmanın tekniklerinin
anlatıldığı bir broşür imza karşılığı dağıtmış. Ben bunu fark ettiğimde bu şahsı yakaladım.
Şahsın adı tahminimce Ergin ÖRGÜGÖREN idi. Bu yargılandı. Bununla ilgili MHP Genel
Başkanı Alparslan TÜRKEŞ basın toplantısı yaptı. Başbakan ECEVİT de cevap vererek resmi
değil gayri resmi olarak MİT’e hizmet eden bir şahıs olduğunu söyledi. Yine aynı yıl
içerisinde İstanbul’da bir yüzbaşının bizim gençlere 4-5 tane silah dağıtıp, şu şu evler
komünistlerin evleri buralara operasyon yapın dediğini öğrenmemiz üzerine harekete geçtik,
ancak yüzbaşı yakalanamadı.
MHP’li gençler bir kısım provakatif eylemlerde kullanılmışlardır. Bunlar; 16 Mart
1977 İstanbul Beyazıt’taki bomba atma eylemi, Abdi İPEKÇİ’nin öldürülmesi gibi
eylemlerdir. bu eylemleri yapan gençler kullanılmıştır. Ancak bunlar MHP’nin kontrol
edemediği gençlerdir.
Ben ifademde belirttiğim bana kötü muamele ve işkencede bulunan şahıslarla birlikte
şu an isimlerini hatırlamadığım kişilerden şikayetçiyim, isimleri ayrıca tespit edip dilekçeyle
bildireceğim” dediği,
TANIK RAFET ÜÇELLİ
İstanbul C.başsavcılığında vermiş olduğu ifadesinde:
Ben Çoruma vali olarak 09/12/1979'da göreve başladım. 01/06/1980 tarihinde saat
18.30'da helikopterle gelen yeni vali vekiline görevimi teslim ettiğimde de sona ermiş oldu.
Çorum olaylarının bana göre başlama tarihi 29 Mayıs 1980 günüdür. Ancak bu tarihten önce
de dikkati çekici bir durum var mıydı sorusuna ülke genelini göz önüne alarak şöyle
söyleyebilirim. Süleyman Demirel hükümeti kurduğu zaman kurulunda yaptığı konuşmada
memleket yanıyor diyordu. Diğer parti liderleri de benzer konuşmalar yapıyorlardı. Gerçekten
karışıklıklar anarşi ve terör her yeri sarmıştı. Serbestlik rahat ve huzur yoktu. Herkes okula
giden çocuğunun selametle dönmesi endişesi içerisindeydi. Sokak hareketleri, öğrenci
hareketleri her yeri sarmıştı. Her gün her yerden ölüm ve yaralama haberleri alınıyordu.
Başbakan kurtarılmış bölgeler 100 gün içinde kalmayacak diyordu. 1978de Kahramanmaraş
olayları yaşanmıştı. Bunların yansıması olarak Çorumda benzer bir havave genel bir
tedirginlik vardı. Geceleri muhtelif bölgelerden silah sesleri geliyordu. Bunu önlemek için
olaylardan önce polis jandarma iş birliği arttırılmış, önleyici ve etkileyici olacağı düşünülerek
geceleri motorlu zabıta ekipleri çıkarılıyordu. Tabi ülke genelinde olan olaylar ve tedirginlik
Çorumda da vardı ve Çorum hassas bir bölgeydi. 27/05/1980 tarihinde MHP Genel Başkan
Yardımcısı Gün Sazak öldürülmüştü. Bunun üzerine biz hemen İl Emniyet Kurulu olarak
toplanmış, önemli günler takvimini dikkate alarak durumu görüşmüş aldığımız ve ilave olarak
almamız gereken tedbirleri gözden geçirmiştik. Zaten Bakanlığında bu yolda bir ikazı
olmuştur. Bir gün sonra da yani 28/05/1980 tarihinde Çorumda her zaman ola gelen bir olay
229/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
olmuş bir manifaturacı dükkanına patlayıcı atılmıştır.mezhebi durumunu bilmiyorum.
Rastgele bir dükkandı. Haberi alır almaz hemen gittim. İlgililerle birlikte incelemelerde
bulunduk. halkla konuştum. Bu olaydan özel bir tedbiri gerektirecek durum yoktu. O güne
kadar rastlanılan olaylardan maalesef Çorumda o dönemde bu tip bombalama eylemleri
sıradan hale gelmişti. O bölgede motorlu ekip sayısını arttırmıştık. Daha dikkatli olma emrini
verdik.
Olaylar esas 29 Mayıs 1980'de başlamıştır. O gün saat 20.00 civarında bazı
dükkanların camlarının bir anda muhtelif grup tarafından aniden taşlanması vaki olmuştur.
Dükkanların hangi mezhebe mensup oldukları o anda belli değildi. Ancak tamamen alevilerin
oturduğu Milönü mahallesine bu olay alevilerin dükkanları taşlanmıştır şeklinde intikal
ettirilmiştir. Olayda sadece camlar kırılmıştır. Tahribat ve yağmalama yoktur. O anda biz
Emniyet Müdürümüz ile Vali konağının önünde bazı meseleleri konuşuyorduk. Telsiz ile
haberi alınca emniyet müdürüne hemen hareket et olaya müdahale et önle, tedbirleri arttır
emrini verdim. Bu olay üzerine bu şehirde bazı küçük gruplar belirmiş bu arada onlar arasında
da bir silahlı çatışma çıkmıştır. O günlerde bu çatışmaların kimlerin arasında çıktığını da
bilmiyorduk. Bu çatışma sırasında maalesef sokaktan geçen bir köylü vatandaşımız öldü.
Ancak taşlama hadisenin bahsettiğimiz gibi alevi dükkanlarına özellikle yapıldığı haberi alevi
mahallesine böyle intikal ettirildi. Büyük bir alevi grup toplandı. Bu kalabalık grup
zamanında zabıtaca haber alınarak yürüyüşe geçmeleri önlenmiş kendi bölgelerinde kalmaları
sağlanmıştır. Ancak bunlar can güvenliklerinin olmadığını ileri sürerek dağılmamakta
direnmişlerdir. Şimdi burada Çorumun sosyal yapısına ve mezhep ayrılıklarına değinelim.
Çorum merkezinde Ankara Samsun ana yolunun bir tarafı yüzde seksen itibari ile alevi diğer
tarafı yüzde seksen itibariyle sünni vatandaşlarımızın oturdukları bölgeler haline gelmiştir.
yıllardan beri ve giderek artan olarak böyle ola gelmiştir. Yani Çorum çok kesin bir hatla ikiye
bölünmüştür. Halk bu hususta çok hassastır. Bu bölünmüşlük ve fiziki durum ve hassasiyet bir
cam kırma ve taşlama hadisesinin alevi sünni meselesi haline getirme için tahrikçilere bir
imkan hazırlamıştır. İşin bu safhasında provakotörlerin devreye girdikleri meseleyi bir alevi
sünni çatışması içine sokmaya çalıştıkları iddiası çıkmış dikkati çekmiştir. Minönünde
toplanan kalabalığın herhangi bir eylemleri olmamıştır. Ancak o gece toplana bu grup yollara
kendilerini kollama amaçlı barikatlar kurmuşlardır. Burada önemli bir konu olan askerden
yardım isteme işine deyinelim. Bu safhaya kadar yani bir önceki gün dahil askerden yardım
istenilmemişti. Önce buna gerek yoktu. Sonra da yasal olmaz asker bu talebe olumlu cevap
vermezdi.Bir önceki günü anlattım. Bu ana kadar olanlardan da bahsettim. Biz bütün bunları
kendi gücümüzle önleyebilmiştik. Ancak şimdi iş değişmişti. Toplanan büyük alevi grubunun
ne yönde bir harekette bulunacağı belli olmazdı. Önce bu gerekçeleri belirterek garnizon
komutanı binbaşıya askeri birliklerini hazır etmesini söyledim. Hava kararmaya başlayınca ve
toplana alevi grubuda dağılmayınca hazırlanan birliklerin o mahalleye sevkini istedim. Askeri
birlikler binbaşının komutasında hemen hava kararmasından önce yerlerini ve tedbirlerini
almışlardır. Dikkat edilirse bu aşamada taşlama hariç hiçbir toplu eylem yoktur. Dolayısıyla
birlik istemeden ve onların olay yerine gelmelerinde de bir gecikme yoktur. O gece olaysız
geçmiştir. Geceleyin emniyet kurulumuz toplanmış meseleler tartışılmış bu aşama da sokağa
çıkma yasağı konulmasında bir yarar bulunmamıştır. Bütün vatandaşlar zaten evlerine
çekilmişti. Askerlerin ve güvenlik güçlerinin gece için aldığı tedbirler yeterli bulunmuştur. O
gece güvenlik güçleri ve askerler herhangi bir kanunsuzluğa müdahaleye hazır vaziyettedirler.
Tedbir almakla yetinildi bunu gören halkta da bir rahatlık hissi belirdi. Asıl önemli konu ve
haberi 30 mayıs 1980 Cuma günü aldık. Cuma sabahı Milönü semtinde oturan izinli bulunan
ve olaylardan haberleri olmadığı anlaşılan iki polis memurumuz şehit birinin yaralı olduğu
haberi geldi. Bu durum havayı tamamen değiştirdi. Yapan o an tespit edilemedi. Olay yeri de
alevi mahallesiydi. poliste infihal belirmişti. Çok tedirgindiler. Orada yeni bir olay
doğmaması açısından olay mahalinde bulunan garnizon komutanının ve jandarma
230/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
komutanının ayrı ayrı telsizle yaptıkları önerileri üzerine onlara uyularak o gün için alevi
bölgesi askeri birliklerin faaliyet ve gözetimlerine bırakılmıştır. Ben de onlara peki dedim.
Polisi o mahalleden çektim. Ve alevi mahallesini tamamen askere teslim ettim. Bana bu teklifi
yapan il garnizon komutanı binbaşı idi. Adını şuan hatırlayamıyorum. Jandarma komutanı da
yarbay Vural Güride idi. Cuma günü olayların akışına ve içinde bulunan duruma bakılarak
saat 11.00da bakanla ve müsteşarla konuşarak valiliğimizce sokağa çıkma yasağı
konulmuştur. Hemen herkesin canı söz konusu olduğu için bu yasağa uymuşlardır. Yine Cuma
sabahı Çorumdaki olay mahalinde olan yaklaşık 150 kişilik askeri birliğin yetersizliği dikkate
alınarak Amasya Tugay Komutanı ile telefonla konuşulmuş yardım istenilmiştir. Müspet
cevap alınmış buradan gönderilen birlikler o gün öğlenden sonra Çorumda olmuşlardı.
Amasya tugay komutanı Tuğgeneralde öğleden sonraÇoruma gelmiş garnizon komutanlığı
görevini üstlenmiştir. Ayrıca bakanlığımızdan o gün Yozgat komando taburunun da bize sevki
istenilmiştir.Merzifon hava tugay komutanı ile yapılan konuşmada yardım istenilmiş orada da
olayların bulunduğu ve geliştiği belirtilerek kuvvet yardımında bulunamayacakları
bildirilmiştir. Buraya kadar anlattıklarımdan görünüyor ki gerginlik ve güvensizlik hariç iki
meshep grubu arasında hiçbir çatışma olmamıştır. Kitlesel mücadele olmamıştır. O gün için
barikatların kaldırılması dışında müdahaleyi gerektirecek bir durum da yoktur. Taşlamanın
hemen akabinde hiç bir çatışma çıkmadan güvenlik güçleri olay yerinde yerlerini almışlar ve
grubun yürümesini önlemiş olduklarını yukarıda anlatmış bulunuyorum. Bunu sağlamışlardır.
Gece müdahale edilip gündüz çekildikleri doğru değildir. Devamlı olay mahalinde
kaldılar. O aşamada daima göz önüne alınan husus barikatların kaldırılması ve toplanılmaya
engel olunması keyfiyetidir. Bu çalışmalar aralıksız hep devam etmiştir.
Ben Çorum valiliği görevimi yeni gelen vakiline 1 Haziran 1980 tarihinde saat
18.30da teslim ettim. Ertesi sabahta oradan ayrıldım. Sokağa çıkma yasağının ne zaman
kaldırıldığını bilmiyorum. Soruda geçen 3 Temmuz 1980 tarihinde ben Çorumda görevde
değildim. 30 Mayıs Cuma günü çıkarıldığı söylenilen herhalde o gün olacak söylentinin
kimler tarafından çıkarıldığı tespit edilememişti. Zaten camii yakılması bomba atılması da
yoktu. Sadece cami bahçesine patlayıcı atıldığı söyleniyordu. Kısa sürede haberin asıl
olmadığı bunun sadece insanları tahrik için çıkarılan bir dedikodu olduğu herkes tarafından
öğrenildi. 4 Temmuz tarihinde bir başka olay var mı onu bilemiyorum. Ben orada değildim.
Bu sorudaki gibi cereyan etmiştir. Biz paşanın tutumunu anlayamadık. Arkadaşlarla
birlikte düşündük çareler aradık. Ben durumu telefonla İçişleri Bakanına arz ettim. Telsizle de
teyit ettim. Amasya dışından yeni kuvvet sevki istedik. Ayrıca Yozgattan gönderilen 60
civarındaki jandarma sayısının çok yetersiz olduğu bu bölgede jandarmaya durum itibari ile
çok ihtiyacımız olduğu belirtilerek başka jandarma birlikleri gönderilmesi istenmiştir. Bunun
dışında da polisin çok yorgun düştüğünden sayısının ve rütbelilerin azlığından bahsedilerek
bu konuda da toplum zabıtası ile desteklenmeyi iki emniyet müdür yardımcısı gönderilmesini
de arz etmiştik. Önemli bir husus olarak da olayların halen ciddiyetini muhafaza ettiğini de
vurgulamıştık. Taleplerin sonucunu göremeden de Çorumdaki görevimizden alınmış
ayrılmıştık.
Sorudaki hususları aynen belirtildiği şekilde yorumluyorum. Belirtilenler hemen akla
gelen herkes tarafından paylaşılan hususlardır. Merzifonda aynı gün aynı anda benzer
olayların çıkarılmasını başka bir izahı da yoktur. Bunlar önceden düşünülmüş tertiplenmiş
planlanmış ve o gün iki yerden düğmeye basılmış intibaını vermiştir. olayların dış güçlerce
düzenlendiği görüşümüzü kuvvetlendirmektedir. Ancak o zaman biz bunu anlayacak durumda
değildik. Ben Çorumdan ayrıldıktan sonra da hep bu görüşümü inanarak tekrar muhafaza
etmişimdir. İleride tarih bu olayları anlatacak demişimdir. Ekleyelim ki Çorumda Anayasa
değişikliğinin halk oyuna sunulması vesilesiyle yaptığı konuşmada televizyonda bizzat ben
dinledim. Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan konuyu Çorum olaylarına getirerek özetle
231/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
şöyle demişti. " yaklaşık 30 yıl önce Çorumda cereyan eden kanlı olaylar ne alevi sünni
çatışmasıdır. Ne sağ sol kavgasıdır. Asıl sebep ülkemizi bölmek isteyenlerin yarattığı
olaylardır." diyordu.
Evet olayları bölücüler yaratmıştır. Bu gizli hedefi uzun vadeli ve tehlikeli bölücü bir
planın uygulanmasıdır. Kanaatimiz budur diyorum.
Barikatların genel olarak kaldırılması ve o arada telsizle yarbay Vural Güride ile
yapılan konuşma konusu; Cuma günü saat 15.30da Samsun Ankara ana yolunun mutlaka
trafiğe açılması zira bu çok önemlidir ve barikatların kaldırılması yolunda valiliğin kesin
talimatı bildirilmiştir.Bu emir üzerine tugay komutanı paşa ile valilik makamında yaptığımız
özel konuşmada bu kararın çok önemli olduğunu silahlı bir çatışmaya neden olabileceğini de
ifade ederek kendisin bir defa daha belediye başkanı ile görüşme yapmak isteğidin kararın bu
sebeple bir süre daha ertelenmesi gerektiği talebinini olduğunu iletmişti. Valilikçe
temaslarının bekleneceği ifade olunmuş iş bir süre bekleme alınmıştır.Halkla silahlı
kuvvetlerin karşı karşıya gelmesini kimse istemez.denilmiştir. Ancak garnizon komutanının
bu girişimlerinden de bir netice alınamamıştır. Bu girişimler sonucu vakit geçmiş gecenin
emniyet içinde geçirilmesini sağlayacak tedbirler alınması barikatların kaldırılma işinin
ertelenmesi akşam karanlık basmadan jandarma komutanına bildirilmiştir. Gece mal ve can
kaybı olmadan geçirilmiştir. Paşanın bu konuşması ve itirazından sonra ben o gece yeni çare
ve yol düşündüm. Cumartesi sabahı saat 06.00da beraberimde garnizon komutanı vil ilayet
jandarma komutanı ve emniyet müdürü olduğu halde Milönü semtine bizzat barikat
kaldırmaya gittim. Yanımızda 15 civarında jandarma vardı. Onların ve halktan konuştuğum
bazı vatandaşların yardımıyla barikatları kaldıra kaldıra Milönü semtine gittim. Burada
toplanan halka hitaben bir konuşma yaptım. Dertlerini dinlemeye geldim dedim. Sizi
dinliyorum güveniyorum dedi. O arada bilinen CHP milletvekili Şükrü Bütün her kafadan ses
çıkmasın temsilci seçin valiyle o konuşsun dedi. Konuşuldu. Yukarıda anlattığım şekliyle
barikatların kaldırılmasına devam edildi. 3 saat içinde benim gayretimle yol trafiği açıldı.
Bunlar kitapta anlatılmıştır. o arada İçişleri bakanı ve beraberinde zebatla meşgulken CHP
milletvekilleri ile polis arasında tartışma çıkmış polis CHP milletvekilinin silahını almış bu da
Milönüne intikal etmiş ve barikatlar yeniden kurulmuştur. Bu barikatların yeniden ve acilen
kaldırılmasını İçişleri bakanını yanında telsizle Jandarma komutanına bildirdim. O da cevaben
bunun bir kaç saat içinde mümkün olamayacağını iletti. Bu konuşma özü itibariyle kitapta
anlattığım gibidir. O tarihten sonra araya 30 küsür yıl girmiştir. Bu hususta yazılı bir notta
yoktur. Sorunuz üzerine net olmamakla birlikte hatırladığım kadarıyla konuşma şöyledir.
Jandarma komutanımız bu işe girişmesinde ciddi bir risk olduğunu silah kullanmak
gerekebileceğini kan akabileceğini halkın itiraz ettiğini ve kalabalık olduğu söylüyordu. ben
arkadaşımızın o anda hangi şartlarda bulunduğunu bilemezdim. Benim barikatları kaldırma
emrim mahali belirtmeden genel anlamda idi. İtirazları da paşanın bir gün önce yaptığı
itirazlara benziyordu. O sabah yaptığımız çalışmada barikatların kaldırabileceğini de hep
beraber görmüştük. Demek ki bu mümkündü. Ayrı bir yöntem ve yolla kaldırılabilirdi.
Konuşma telsizle olduğu için uzatmadım.
Alevilerin içme suyunu zehirlediklerine dair bir duyumum olmadı.
Ben çorumda görev yaparken ABD büyükelçiliği ikinci katibi Alexander PACK'in
Çoruma gelip gelmediğini hatırlayamıyorum. Geldi ise de benim haberim olmamış olabilir.
Ancak sonradan yaptığım araştırmaya göre de bunun önemine katılıyorum. Bu şahsın
Çorumda sorudaki gibi faaliyetler yürüttüğünü sonradan öğrendim.dediği,
TANIK AHMET UNCU
22/12/2011 tarihinde Kahramanmaraş C.başsavcılığında alınan ifadesinde:
1. Kahramanmaraşlı mısınız,Kahramanmaraş’da hangi partiden ne zaman Belediye
Başkanı seçildiniz? Hangi tarihlerde Belediye Başkanlığı yaptınız?
232/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
--Ben Aslende Kahramanmaraş'tanım ve Merkez ilçeye kayıtlıyım. Adalet Partisinden
11.11.1977 tarihinde yapılan mahalli genel seçimlerde belediye başkanı seçildim. 12 Eylül
1980 deki askeri darbeye kadarda bu görevi yürüttüm.
2. Olay öncesi Maraşta dikkat çekici olaylar var mıydı, varsa nelerdi?
-- Olay öncesi duyum olarak piyango bileti satıcılarının aşırı arttığı söyleniyordu.
Ancak bu benim kendi gözlemim yada katıldığım bir husus değildi. Maraş olayları öncesinde
alevi ve sünni kesim arasında bir husumet daha doğrusu önemsenecek düzeyde bir husumet
yoktu. Yani olaylar belli bir birikimin sonunda ortaya çıkmış değildir. Kısa sürede yapılan
provakasyonlar neticesinde olayların meydana geldiğini düşünüyorum. 1973 yılındaki
milletvekili seçiminde ilk iki sıradaki sünni milletvekillerinin tercihli oy sebebi ile
değiştirilmesinden doğan ve husumet düzeyine ulaşmayan gerginlikler oluyordu. Ancak bu
gerginlikler çok yüksek düzeye hiçbir zaman çıkmadı.
3. Olay nasıl başladı. Nasıl gelişti?
--Olayın başlangıcı o tarihlerde kale dibinde bulunan Çiçek sinemasına bir ses
bombası bırakılarak patlamasına dayanır. Sinemada o tarihte "Güneş ne zaman doğacak"
isminde Rusyadan gelen bir ailenin dramını anlatan bir film oynamakta idi. Dolayısıyla filim
Ülkücü denilen kesim tarafından çok seyrediliyordu. O tarihte emniyetçe olayın failinin
Ökkeş Şendiller olduğu açıklanmıştı. Bu olaydan üç gün sonrada Namık Kemal mahallesinde
alevi vatandaşlarımızın oturduğu bölgede bir kahvehane tarandı. Olayda iki kişi yaralandı. Bu
olaydan da üç gün sonra yani 25 Aralık'ta Endüstri Meslek Lisesinde öğretmen olan ve sol
görüşlü oldukları bildirilen iki öğretmen ateşli silahla öldürüldü.Bu öğretmenlerin birisi alevi
birisi sünni vatandaşlarımızdı.
Bu öğretmenlerin Ulu Camide cenaze namazları kılınması planlanmıştı. Ancak sağ
grup yada daha genel hatları ile sünni kesim gerginlik çıkararak ve karşı koyarak buna izin
vermedi. Cenazeyi getiren sol grupta geçtiği yerlerde iş yerlerini ve etrafı tahrip ederek
geliyorlardı. Ayrıca Kahramanmaraş'ta infial yaratacak şekilde manevi değerlere hakaret eden
sloganlar atıyorlardı. Bu şekilde iki grup Ulu Camide karşılaştı. İki grup arasında da
jandarmalar vardı. Alevi vatandaşlarımız ve sol kesim camiye yaklaşamayınca tekrar kendi
mahalleri olan Yörük Selim mahallesine döndüler. Bu dönüş esnasında sünni üç
vatandaşımızın öldürüldüğünü öğrendik. O tarihlerde Devlet Hastanemizin bulunduğu yerde
Yörük Selim mahallesiydi yani alevi vatandaşlarımızın yoğun yaşadığı yerlerden biri olması
sebebiyle sünni vatandaşlar cenazeleri almaya geldiklerinde gerginlik çıkması mukadder
oluyordu. Bu durum esasen kronikleşiyordu. Ayrıca alevi vatandaşlarımızn Ulu Camiden
cenazelerinin kalkmasına müsade edilirken sünni vatandaşlarımızın aynı yerden cenazelerinin
kaldırılmasına İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığının talimatı olduğu gerekçesiyle Valilik
tarafından izin verilmiyordu. Budurumda çok büyük gerginlikler yaratıyordu.
25 Aralık 1978 Cuma günü Gaziantep 5.Zırhlı Tugay Komutanı ve birlikler
Kahramanmaraş'a geldiler. O akşam halen cenazeler yani üç sünni vatandaşımızın cenazesi
hastaneden alınamadığı için Vali, Tugay Komutanı Mahmut Boğuşlu paşa, ben, Emniyet
Müdürü ve Jandarma Komutanı istişare için biraraya geldik. Ben bu toplantıda cenazelerin
aldırılıp defnedilmesini ve mezarlıktan dönünceye kadar bir sorun çıkmayacağını, dönüş
yolunda tedbir alınmasının yeterli olacağını söyledim. Çünkü vatandaşlarımızın ortalama
davranış kurallarını tahmin edebiliyordum. Cenazeler o gece hastanede kaldı. Ertesi sabah
Vali Bey beni arayarak belediye hoparlöründünCihat çağrısı yapıldığını ve bunun nasıl
olduğunu sordu. Ayrıcada saat 10:00 itibariyle sokağa çıkma yasağı koyduğunu söyledi. Ben
kendim yaptığım araştırmada cenazelerden ikisinin Tornacı esnafı olduğunu bu nedenle
Tornacılar Derneği tarafından ilan yaptırıldığını ancak içeriğinde cihat çağrısı falan
bulunmadığını öğrendim. Zaten tüm vatandaşlar devlet hastanesinin orda olduğu için sokağa
çıkma yasağını uyma imkanı da yoktu. Bu esnada yani hastane önünde iki grubun arasında
233/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
asker bulunduğu halde sonradan öğrendiğime göre uzun menzilli silahların kullanılmasıyla
olaylar başladı. Başlangıçta 25 kadar sünni vatandaşımız ölmüştü. Bu vatandaşlarımızın
ölümü ile de toplum psikolojisi gereğince alevi vatandaşlarımızın yaşadığı Yörük Selim ve
Namık Kemal mahallelerine saldırılar oldu. Vali ile Emniyet müdürü polise tepki olduğu
gerekçesiyle polisi genelde toplumsal olayların dışına çıkarıyor ve asker olaylara müdahale
ediyordu . Gerek devlet hastanesinin alevi vatandaşlarımızın yaşadığı mahallede olması
gerekse dışardan gelen askerlerin Maraş'ı ve mahallelerini bilmemesi sebebiyle ne yapacakları
konusunda karar verememeleri olayların büyümesine sebep olmuştu. İki gün süren olaylarda
da 112 vatandaşımız vefat etmişti. Bunun 32'si sağ kesim, diğerleri de sol kesim olarak kabaca
sınıflandırılabilir. Olaylar hem Cumartesi hemde Pazar günü devam etti.
4. Olaylara müdahale için dönemin Valisi tarafından askeri kuvvet talep edilmesine
rağmen hiçbir kuvvet gönderilmediği, olaylara polisinde müdahale emlediği, olayların en
yoğun olarak yaşandığı son üç gündevlet kuvvetleri tarafından müdahalede bulunulmadığı
belirtilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuz?
--Askerler zamanında ve olaylar başlamadan gelmişti ancak askerler genelde ne
yapacağını bilemiyordu. Emniyet Müdürü o tarihteki emniyet içerisindeki bölünmeye göre
POLDER üyesi idi. Valiyi etkileyerek polisi olayların dışında tutuyordu. Maraş'ı sokak sokak
bilen bu kuvvet çekildiğinde de askerler yabancılık çekiyordu. Bu durumda güvenlik
kuvvetelirin etkili olmasını zayıflatıyordu. Yoksa zamanında ve poliste destek olsa sayı olarak
yeterli askeri kuvvet gelmişti.
5. 1978 yılının Aralık ayının ikinci haftasında Kahramanmaraş sokaklarında dolaşan
ve nüfus memuru olduklarını belirten görevlilerin Alevilerin yoğun olduğu mahalle ve
semtlerde dolaşarak, sözde yeni sayım için numaralandırma yaptıklarını belirterek, gittikleri
evlerin kapısını kırmızı boya ile boyadıkları, 19 Aralıkta başlayan olaylarda bu evlerin hedef
alındığı belirtiliyor. Bu konuda ne diyorsunuz?
-- Bu konu sonradan Aydınlık dergisinin iddiaları sebebiyle gündeme geldi ancak olay
anında veya öncesinde böyle bir söylenti duymadım. Olsaydı böyle bir şey mutlaka
duyulurdu.
6. Olaylar esnasında Sünni halkı kışkırtmak için Çorum ve Malatya olaylarındakilere
benzer şekilde “Aleviler sularımıza zehir koydu”, “Camiyi yakıyorlar” şeklinde söylentilerin
yayıldığı belirtilmektedir. Bu konuda ne diyorsunuz?
-- Böyle bi söylenti de duymadım. İlk soruya verdiğim cevapta belirttiğim üzere ileri
düzeye ulaşmayan çok küçük gerginlikler iki kesim arasında oluyorduancak sünni halka
yönelik bu şekil söylendiler çıkarıldığınıda duymadım.
7. Olayların yoğunlaşması üzerine Kahramanmaraş Valisinin ilde sokağa çıkma yasağı
ilan ettiği, ancak bunun Belediye hoparlöründen bir türlü ilanının yapılmadığı belirtilmektedir.
Bu ilanın neden yapılamadığı hususunda bildiklerinizi anlatınız.
--Olayların yoğunlaşması üzerine 26 Aralık Cumartesi sabahı üçüncü soruda ifade
ettiğim gibisabah saat10:00 itibariyle Vali beyin sokağa çıkma yasağı ilan ettiğiniduydum.
Hatta vatandaşın dışarda olması sebebiyle yanlış saatte olduğunu belirttiğim ancak verilen bir
kararın ilanının yapılmaması mümkün değildir. Diğer kararlarda olduğu gibi bu kararlarda
talep gereği yerine getirilmiştir ve ilanı yapılmıştır. Devlet kuralları içerisinde böyle bir
talebin gereğinin yerine getirilmemesi de mümkün değildir dediği,
C.SAVCISI ESAS HAKKINDAKİ MÜTALASINDA:
1)İşkence ve Kötü Muamele Açısından Eylemlerin Değerlendirilmesi;
12 Eylül Askeri yönetimi, gözaltına almış olduğu sağ ve sol görüşlü kişileri aşırı
fraksiyonların etkisinde kalmış, dolayısıyla topluma zararlı, yola getirilmesi gereken kişiler
olarak görmüştür. Bu nedenle gözaltı ve cezaevlerinde uygulanan yöntemlerle kişiliklerini
234/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
ezip ortadan kaldırarak toplumu tek-tipleştirmek istemiştir. Bu amaçlacezaevlerinde 'karıştırbarıştır' denilen yöntemle sağ ve sol görüşlü kişileri aynı koğuş ve hücrelere koyup, zorla
yaptırmış oldukları bir kısım hareketler, bir kısım marşların ve konuların zorla öğretilmesi ve
ezberlettirilerek yüksek sesle söylettirilmesi suretiyle düşünce ve farklılıkları ortadan
kaldırmaya çalışmışlar, bu yöntemleri de bir işkence yöntemi olarak uygulamışlardır.
Sanık Kenan EVREN’in bir televizyon programında kullanmış olduğu;“…Evet itiraf
ediyorum. Hapishanelerde işkencelere engel olamadık. Birçok insan bu yüzden sakat kaldı,
öldü… Fırsat ellerine geçince gardiyanlar da ne yapsınlar? İşkence yaptılar…” sözleriyle
Askeri Cezaevlerinde sistematik olarak uygulanan işkencelerden haberdar olduğunu itiraf
etmesi ve bunu meşru görmesi dikkate değer bir olgudur.
Gözaltında kalan veya cezaevinde kalan kişilerin beyanlarından da anlaşıldığına göre
bütün merkezlerde benzer veya aynı tür işkence yöntemlerinin kullanılması, cezaevi ve
gözaltına alınan kişilerin rutin olarak aynı işkence yöntemlerinden geçirilmesi, işkence
uygulamalarını yapan görevlilerin aynı tür davranışlar sergilemesi cezaevlerinde sağ ve sol
görüşlü kişilerin arasındaki husumetleri yok etmek amacıyla kullanılan 'karıştır-barıştır'
yöntemleri, işkencelerin cezaevlerinde bu dönem içinde bilinçli ve sistematik olarak
uygulandığını göstermektedir.
2)Eylemin TCK İç Hizmet Kanunu'nun 35.maddesi açısından tartışılması; sanıklar ve
vekilleri savunmalarında askeri darbenin Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmetler Kanunu 35.
maddesindeki yetkiye dayanarak yapıldığını belirtmiş iseler de, 211 sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu 35. maddesindekidüzenlemenin "Silahlı Kuvvetlerin vazifesi;
Türk yurdunu Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumak"
şeklinde olduğu, Anayasa ile kurulmuş bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nde yasal
düzenlemeler arasında bir hiyerarşi olduğu, bunlardan en yukarıda Anayasanın yer aldığı,
kanunların ise Anayasanın hiyerarşik olarak altında yer aldığı, dolayısıyla kanunların
Anayasaya aykırı olamayacakları temel hukuki kurallardandır. Bu nedenle, kanunlar
Anayasaya aykırı olamayacakları gibi, kanunla verilen bir yetkinin Anayasayı ortadan
kaldırmak amacıyla kullanılması da mümkün değildir. Dolayısıyla söz konusu hüküm,
Anayasal düzeni, Anayasa ile kurulmuş devlet düzeninin temel kurumlarından olan Türkiye
Büyük Millet Meclisi ile hükümeti ve tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak amacıyla
kullanılması düşünülemez.
Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti tarihinde söz konusu İç Hizmet Kanununun 35.
maddesi askeri darbe gerekçesi olarak ileri sürülmüş ise de, bu durum hukuka aykırılığa kılıf
bulma gayretinden öteye gitmemektedir. Düşünülmesi gereken bir başka nokta ise; İç Hizmet
Kanununun 35. maddesinin askeri darbe yapma yetkisi verdiğinin kabul edilmesi halinde,
bueylemlerin suç olarak düzenlendiği 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146 ve 147.
maddelerinin bir anlamı kalmayacaktır. Hatta söz konusu 35. madde hiyerarşik olarak
Anayasanın da üzerinde kabul edilmiş olacaktır ki, bu durumun düşünülmesi bile mümkün
değildir. Kanunlar Anayasaya uygun olmak zorundadır.
Sonuç olarak, İç Hizmet Kanununun 35. maddesi hiç kimseye demokratik düzeni
ortadan kaldırarak, diktatörlük kurmaya yol açacak bir askeri darbe yapma yetkisi
vermemektedir.
3)Zamanaşımı Ve Suç Tarihi Açısından Değerlendirme;
1982 Anayasasını geçici 15. maddesindeki düzenlemeye bakıldığında düzenlemenin
sanıklar hakkında bir soruşturma ve yargılama engeli ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. 765
sayılı Türk Ceza Kanununun 107. maddesinde "Hukuku amme davasının ikamesi mezuniyet
veya karar alınmasını, yahut diğer bir mercide halli lazım gelen bir meselenin neticesine bağlı
bulunduğu takdirde mezuniyet ve kararın alınmasına yahut meselenin halline kadar müruru
zaman durur." şeklinde, Anayasanın 83/3 maddesinde ise "Türkiye Büyük Millet Meclisi
235/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi,
üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez." şeklinde, 5237
sayılı Türk Ceza Kanununun 67/1 maddesinde "Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin
veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı
bulunduğu hallerde; izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne veya kanun
gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar
kaldırılıncaya kadar dava zamanaşımı durur." şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir. Gerek
Anayasada gerekse Türk Ceza Kanunlarında soruşturma ve yargılama engelinin bulunduğu
hallerde zamanaşımının işlemeyeceği kuralı öngörülmüştür. Anayasanın 12 Eylül 2010
tarihinde referandumla kaldırılan geçici 15. maddesi de burada olduğu gibi bir soruşturma ve
kovuşturma engelidir. Dolayısıyla şüphelilere atılı bulunan eylemlerde zamanaşımı,
eylemlerin gerçekleştiği 02/01/1980 ve 12/09/1980 tarihlerinde işlemeye başlamış ancak 1982
Anayasasının geçici 15. maddesinin yürürlüğe girdiği 09/11/1982 tarihinde durmuştur. Söz
konusu suçlarda zamanaşımı süresi 20 yıl olup, 09/11/1982 tarihinde durmuş olan zamanaşımı
geçici 15. maddenin kaldırıldığı referandum sonucunun resmi gazetede yayınlandığı
23/09/2010 tarihinden itibaren yeniden işlemeye başlamıştır. Bu nedenlerden dolayı İç
hukukumuza göre zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşılmaktadır.
Sanıkların üzerine atılı bulunan 27/12/1979 tarihli muhtıra açısından bir tartışma
yoktur. Buradaki Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçu muhtıranın Başbakana ulaştığı
02/01/1980 tarihinde işlenmiştir. 12 Eylül 1980 tarihinde işlenmeye başlanan Anayasayı ihlal
(askeri darbe) suçu açısından durum değerlendirildiğinde ise, bu suç 12 Eylül 1980 tarihinde
işlenip sona ermemiştir. Askeri darbe gerçekleştikten sonra, darbe koşulları devam etmiş, bu
koşullar içerisinde sanıklar topluma büyük mağduriyetler yaşatan eylemlerine devam
etmişlerdir. Bu dönemde temel hak ve özgürlükler tamamen güvencesiz bırakılmıştır. Temel
hak ve özgürlüklerin güvencesi olan demokratik rejime geçilmesine izin verilmemiştir.
Dolayısıyla demokratik rejime geçiş serbest bırakılıncaya kadar, yani TBBM’si görevine
başlayıncaya kadar Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçu temadi etmiştir. TBMM’si görevine,
Başkanlık Divanının oluştuğu 6 Aralık 1983 tarihinde başlamıştır. Buna göre, bu suçun suç
tarihi; 12/09/1980 ile 06/12/1983 arasındadır.
Yargılaması gerçekleştirilen eylemler başarıyla sonuçlanan bir darbenin ele alınması
mahiyetinde olduğu, sanık vekillerince teknik olarak yapılan savunmalarda sanıkların darbe
yapmak suretiyle kurucu iktidar oldukları, buna göre yargılanamayacakları, yani tamamlanmış
olan eylem dolayısıyla yargılanmanın yapılamayacağı şeklindeki savunmalarının demokratik
toplum düzeninde kurucu iktidarların, askeri darbelerle oluşamayacağı, keza sanıkların ilerde
yargılamalarının engellenmesi amacıyla 1982 Anayasasının geçici 15.maddesini düzenleyerek
kendilerini güvenceye aldıkları anlaşılmıştır.
Bunun yanında sanıkların suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın
146.maddesine açıkça muhalefet ettikleri, ancak konumları itibariyle hiçbir gücün kendilerini
yargılaması mümkün olmaması, eylemlerinin hukuk normlarına aykırı olduğu gerçeğini
ortadan kaldırmamamaktadır.
1982 Anayasa tasarısının halkoyuna sunma işini düzenleyen kanunda Anayasa
tasarısının eleştirilmesine izin verilmeyeceği, oy kullanmayanların 5 yıl süreyle seçme ve
seçilme hakkından yoksun bırakılacakları şeklindeki düzenlemeler, sandık başına gitmeme
şeklindeki direnişi ve protesto eylemlerini engellemek amaçlıdır.
4)Sanıklarının Eylemlerinin Değerlendirilmesi;
765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinde Türkiye Cumhuriyete Teşkilatı
Esasiye Kanunu'nun tamamını, bir kısmını, tağyir ve tebdil veya ilgaya veya Anayasa ile
teşekkül etmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ıskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren
teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasıyla mahkum olur şeklindeki
236/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
düzenlemenin bulunduğu, düzenleme dikkate alındığında amacının Türkiye Cumhuriyeti'nin
biçimsel kurucu unsurlarının meşru olmayan yollarla değiştirilmesine teşebbüsü önlemek
olduğu, önlenen olgunun demokratik toplum düzenine aykırı değişimler olduğu, buna karşılık
toplumsal ihtiyaç sebebiyle birtakım anayasal düzenlemelerin her zaman yapılacağı, bu
düzenlemelerin halkın iradesiyle meydana gelebileceği, hükümle siyasal düzenin hukuka
aykırı legal olmayan cebri faaliyetlerle değiştirilmesi önlemek olduğu anlaşılmaktadır.
Suçun maddi konusunun Teşkilat-ı Esasiyle Kanunu yani Türkiye Cumhuriyet
Anayasası ve Anayasa'nın oluşturduğu temel düzeni ihlale yönelik eylemler olduğu ortaya
çıkmaktadır. 765 sayılı TCK'nın 146.maddesindeki Türkiye Cumhuriyete Teşkilatı Esasiye
Kanunu'nun tamamını, bir kısmını, tağyir ve tebdil veya ilgaya veya Anayasa ile teşekkül
etmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ıskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren
teşebbüs edenler şeklindeki düzenleme teşebbüs kavramını suçun tek maddi unsuru haline
getirmek şeklinde değil, bu suç açısından teşebbüs halinde kalmış şeklini de tamamlanmış
şekli için öngörülen ceza ile müeyyedilendirmek olarak anlamak kanunun konuş amacına
uygun olarak kabul edilmelidir. Teşebbüs kavramı icrai hareketlerin tamamlanmamış veya
neticenin meydana gelmemiş olduğunu ifade eder. O halde bir suça teşebbüsten söz
edilebilmesi için o suçun maddi unsurunun teşebbüsü oluşturan hareketlerin ötesinde bazı
hareketleri veya neticeyi içermesi gerekir. Sadece teşebbüs durumunda kalan hareketin
cezalandırılması, onun kanunun yasakladığı belirli bir neticeyi doğurmaya uygun olduğu yani
bu neticenin gerçekleşmesi ihtimalini ve dolayısıyla tehlikesini doğurduğu esasına dayanır. Bu
düşünceden hareketle TCK 146.maddede öngörülen suçun maddi unsurunu oluşturan
hareketin neden ibaret olduğunu tespit etmek mümkündür. Gerçekten de bu suça teşebbüsten
söz edilebilmesi için failin en azından o suçun icra hareketlerine başlamış olması gerekir.
TCK 146.maddedeki suça teşebbüsten söz edebilmek için maddede belirtilen neticelere
yönelik bu neticeyi doğurmaya elverişli hareketlerin icrasına başlamış bulunması
gerekmektedir. TCK 146.maddede öngörülen suçun neticeleri de yine aynı maddede
Anayasa'nın tamamınınveya bir kısmının tağyir, tedbil veya ilgası olduğu, kanunun bu suça
teşebbüsü dahi tam olarak cezalandırılırken teşebbüsü netice olarak kabul etmemekte olup,
kanunun teşebbüsten söz ettiğine göre bu suçun tamamlanmış şeklinin de olabileceği ve
dolayısıyla suçun tamamlanmış şekli için teşebbüsten başka bir neticenin gerçekleşmesi
gerektiğini de kabul etmiştir. Sadece ceza müeyyidesinin tatbiki yönünden netice ile teşebbüs
durumu arasında paralellik kurmakta bu suça teşebbüsün ifade ettiği tehlikeyi nazara alarak
teşebbüsü tamamlanmış şekline verilen ceza ile cezalandırma yoluna gidilmiştir. Bu fiilin
teşebbüs halinde kalan, yani sadece tehlikeyi ifade eden biçiminin cezalandırılması n zararlı
bir sonuç doğurmayacağı anlamına gelmez. Öte yandan tağyir, tedbil ve ilganın
gerçekleşmesi, yani fiilin tamamlanması halinde artık eylemin cezalandırılamayacağı bu
durumda suçtan ve suçun neticelerinden söz edilemeyeceği yolundaki görüşde doğru değildir.
Çünkü herşeyden önce takip edilmezlik ve cezalandırılamazlık ile suçun tamamlanması
birbirinden farklı hususlardır. Nitekim Anayasa'yı ortadan kaldıran kuvveti başka bir kuvvet
ortadan kaldıracak olursa ilk kuvvetin Anayasa'yı ortadan kaldırma fiili takip edilebilir bir fiil
niteliği kazanabilecektir.
Bu durumda neticenin gerçekleşmesinden yani tamamlanmış olan suçtan söz ediler. bu
açıklamalar ışığı altında 146.maddenin yine bu maddede sayılan tağyir, tebdil ve ilga gibi
kavramlar sadece failin iradesinin yöneldiği amaçlar olarak değil, aynı maddede yasaklanan
fiilin neticesi olarak gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu kavramlar başka bir düzen getirmek
suretiyle veya getirmeksizin anayasal düzeni değiştirmeyi veya ortadan kaldırmayı ifade eder.
Böylece tebdil, Anayasa düzenine dahil bir değerin veya düzenin yerine sistem ve prensip
olarak değişik bir düzenin getirilmesini, tağyir ise belirli bir düzenin yerine yenisini
getirmeden onun varlığını muhafaza etmek suretiyle fiil bakımından tatbikini önlemek veya
savsaklamak suretiyle yapılan anayasa değişikliğini, ilga ise; anayasa düzenine dahil
237/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
birprensibin, bir müessesenin ortadan kaldırılması ve yerine değişik sistemde ve biçimde olsa
dahi yenisinin konulmamasını ifade eder. Böylece 765 sayılı TCK'nın, 146.maddeki suçun
oluşabilmesi için, herşeyden önce icrai bir hareketin gerektiği, devlet anayasasının tağyir,
tedbil ve ilgaya yönelik teşebbüsün cebri nitelikte olması gerektiği anlaşılmaktadır. Cebir
kavramı maddi ve manevi olmak üzere iki anlama gelir. Maddi cebir; özü itibari ile gerçek
veya gizli bir engeli ortadan kaldırmak için fiziki bir davranışı ifade eder. Manevi cebirveya
diğer adı ile tehdit ise; bir kimseye gerçekleşip gerçekleşmemesi, failin iradesine bağlı olan
müstakbel bir zararı göstermektir. 146.madde açısından cebrin maddi cebir olabileceği gibi,
manevi cebir de olması mümkün ve muhtemeldir. Ancak bunun için her türlü şiddet veya
tehdit yeterli değildir. Şiddet veya tehditin anayasayı gayri meşru yolla tağyir, tedbil ve ilgaya
elverişli olması gerekir. Bu itibarla yapılan hareketler ve kullanılan vasıtalar gayri meşru olsa
bile 146.maddede öngörülen netceyi oluşturmaya elverişli değil ise suçtan söz edilemez. Bu
suç açısından manevi unsur, genel ve özel kasttan oluşmaktadır. Bir başka değişle sadece fiilin
irade olması yetmez, ayrıca failin anayasayı tağyir, tedbil ve ilga amacıyla hareket etmesi
gerekir.
Bu irdeleme kapsamında sanıkların eylemlerinin TCK 146.maddede yer alan suçu
oluşturduğu anlaşılmıştır.
5) Eylemin Geçici 15.madde Açısından değerlendirilmesi;
Anayasanın geçici 15. maddesinde "12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler
sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar
geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı
Kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş
hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma
Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki
sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz."
düzenleme getirildiği, düzenlemede, TBMM Başkanlık Divanı oluşturuluncaya kadar, yani
06/12/1983 tarihine kadarilgililer hakkında yargı merciine başvurulamayacağından söz
edilmektedir.Anayasa’nın geçici 15.maddesinin bir tür af kanununun olarakdeğerlendirilmesi
mümkün değildir. Yukarıda açıklandığı üzere Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçu temadi eden
bir suç olup, bu suç TBMM’nin görevine başladığı 06/12/1983 tarihine kadar işlenmeye
devam etmiştir. Anayasa’nın 15. maddesi ise 09/11/1982 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bir af
kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleşecek eylemler için uygulanacağını kabul
etme imkanı bulunmamaktadır. Ayrıca darbe yönetiminin denetimi ve isteğine göre
hazırlanmış bir Anayasa’da yer alan madde metninde “af” tabiri kullanılmamışken, gözaltı
merkezleri ve cezaevlerinde, insanlık dışı işkence ve kötü muamele gören binlerce mağdurun
aleyhine yorum yaparak, düzenlemenin af niteliğinde olduğunu söyleme olanağı yoktur. Bu
nedenlerle Anayasa’nın kaldırılan geçici 15. maddesinin af kanunu olarak
değerlendirilemeyeceği anlaşılmıştır.
6)Uluslararası Hukuk Ve Sözleşmeler Yönünden Yapılan İrdeleme; Ceza Hukuku'nun
temel ilkesinin cezaların kanuniliği olduğu, benzer bir hükmün Birleşmiş Milletler Siyasi ve
Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin 15.maddesinde de yer aldığı, madde de "kanunsuz
ceza olmaz ilkesinin yer aldığı, işlendiği zaman uluslararası topluluk tarafından tanınan
hukukun genel ilkelerine göre suç sayılan bir fiilin ve ihmalden ötürü bir kimsenin yargılanıp
cezalandırılmasına engel oluşturamaz ifadelerine yer verildiği, bu açıdan sanıkların
yargılamasının Türkiye'nin de taraf olduğu, uluslararası sözleşmelerde yer alan hükümler
çerçevesinde yer alan hükümler çerçevesinde de ele alınması gerektiği, Uluslararası Hukuk'un
kabul ettiği çerçeveler içerisinde birçok Avrupa ve Latin Amerika ülkesinde darbeciler ve
insanlara karşı suç işleyenler hakkında yargılamaların yapıldığı görülmektedir. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nin Korbely-Macaristan ve Kononov-Litvanya kararlarında insanlara
238/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
karşı işlenen suçlar açısından ulusal mevzuatta tanımlanmamış olsa bile faillerin uluslararası
hukuktan kaynaklanan sorumluluklarının devam ettiği ve yargılanabilecekleri hüküm altına
alınmış Venedik Komisyonu'nun hazırlamış olduğu raporda da insanlara karşı işlenen suçlarda
zamanaşımının işlemediği kabul edilmiştir. Latin Ameraka'da birçok diktatör Uluslararası
Hukuk'un kabul ettiği kurallar çerçevesinde yargılanabilmiş, böylelikle Amerika İnsan Hakları
Mahkemesi içtihatları da darbe suçu açısından zamanaşımı ve geçmişe uygulama yasağının
söz konusu olmayacağı ortaya çıkarılmıştır.
SONUÇ VE TALEP;
12 Eylül 1980 tarihinde, 12/11/1979 tarihinde(15) Adalet Partisi Genel Başkanı
Süleyman DEMİREL tarafından, Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK'ün onayıyla kurulan
Türkiye Cumhuriyeti'nin 43. hükümeti görevde bulunduğu,
Sanıklardan Ahmet Kenan EVREN'in 12 Eylül 1980 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti
Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptığı, sanık Ali Tahsin ŞAHİNKAYA'nın ise Hava
Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaptığı, vefat etmeleri nedeniyle haklarında ek
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilenNurettin ERSİN'in Kara Kuvvetleri Komutanı,
Mehmet Nejat TÜMER'in Deniz Kuvvetleri Komutanı, Osman Sedat CELASUN'un Jandarma
Genel Komutanı olarak görev yaptığı anlaşılmıştır.
Sanıklar tarafından 12 Eylül 1980 günü daha önce gizlice hazırladıkları “Bayrak
Harekat Direktifi” adlı darbe planı çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti Halkının vergileriyle
alınmış ve yurt savunması için kendilerine tevdi edilmiş silahları kullanarak cebren ülke
yönetimine bütünüyle elkoymuşlardır. Şüphelilerin yaptıkları askeri darbeyle Parlamento ve
Hükümet feshedilerek ortadan kaldırılmış, Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılarak
bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. Yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır.
Sanıklar Anayasal düzen ortadan kaldırılmıştır. O tarihte yürürlükte bulunan 1961
Anayasasının;
4.maddesindeki, “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. Millet, egemenliğini,
Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması,
hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılmaz. Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
5.maddesinde, “Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez.”
6.maddesinde, “Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar
Kurulu tarafından yerine getirilir.” şeklindeki düzenlemelerde yer alan, Millete ait olan
Egemenlik yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan yasama yetkisi ile
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna ait olan yürütme görevini, silahlı güç kullanılarak ele
geçirmişlerdir.
Sanıkların ülke yönetimini ele geçirdikten sonra çıkardıkları 12/12/1980 tarihli ve
2356 Sayılı Milli Güvenlik Konseyi Hakkındaki Kanunun 1. maddesindeki “Milli Güvenlik
Konseyi; Devlet ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan
Evren, üyeleri; Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri
Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan teşekkül eder.” şeklindeki düzenleme
ile Milli Güvenlik Konseyi oluşturmuşlar, meşruiyete dayanmadan çıkardıkları 2324 Sayılı ve
27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 2.maddesindeki “Anayasada Türkiye
Büyük Millet Meclisine, Millet Meclisine ve Cumhuriyet Senatosuna ait olduğu belirtilmiş
bulunan görev ve yetkiler 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren geçici olarak Milli Güvenlik
Konseyince ve Cumhurbaşkanına ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler de Milli
Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanınca yerine getirilir ve kullanılır.” şeklindeki
düzenleme ile Anayasada yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Cumhuriyet Senatosuna
239/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
ve Cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el koymuşlardır.
Sanıkların çıkardığı 2324 Sayılı ve 27/10/1980 tarihli Anayasa Düzeni Hakkında
Kanunun 3.maddesindeki ”Milli Güvenlik Konseyince kabul edilerek yayımlanan bildiri ve
karar hükümleriyle yayımlanan ve yayımlanacak olan kanunların Anayasaya aykırılığı ileri
sürülemez” şeklindeki düzenleme ve 4.maddesindeki düzenleme ile Milli Güvenlik
konseyinin bildiri ve kararlarında yer alan ve yer alacak olan hükümlerle 12 Eylül 1980
tarihinden sonra çıkarılan ve çıkarılacak olan Bakanlar Kurulu Kararnamelerinin ve üçlü
kararnamelerin yürütülmesinin durdurulması ve iptali isteminin ileri sürülemeyeceğinin
belirtildiği görülmüştür. Bu düzenlemelerle, Anayasa ve Anayasal düzen ortadan kaldırılarak,
kişi hak ve özgürlükleri tamamen Milli Güvenlik Konseyinin insiyatifine terk edilmiştir. Başta
yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlükler açısından hiçbir güvence kalmamıştır.
Sanıklar 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirmiş oldukları Askeri Darbe'den sonra
yönetimleri boyunca demokratik kurumların kurulmasına ve faaliyet göstermesine engel
olmaları nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşturuluncaya kadar
yani, 06/12/1983 tarihine kadar müsned suçu işlemeye devam etmişlerdir.
27 aralık 1979 tarihinde verilen uyarı mektubu açısından durum değerlendirildiğinde;
sanıkların 27 Aralık 1979 tarihinde Cumhurbaşkanı aracılığı ile hükümetteki siyasi partilerle,
diğer tüm siyası parti liderlerine TSK İç Hizmet Kanunu'nu hatırlatarak muhtıra niteliğinde
uyarı mektubu vermişler, bu mektup 2 Ocak 1980 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından
Başbakan Süleyman Demirel ve CHP lideri Bülent Ecevit'e iletişmiştir. Verilen muhtıra
doğrudan siyasi parti mensuplarına verilmiş olmakla birlikte Cumhurbaşkanı'na verildiğinin
kabul edilmesi gerektiği demokratik sistemde Başbakan'a verilmiş olan muhtıranın,
Cumhurbaşkanı'na da verilmiş olduğunun kabul edilmesinin sistem gereğince doğru olduğu
Askeri Darbe yapıldığında Cumhurbaşkanı'nın da görevde kalmasının mümkün olmadığı,
Anayasal düzen içerisinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin bağlı olduğu Başbakan'ın da
içerisinde bulunduğu, siyasi parti liderlerine göndermiş oldukları mektupta kullanılan "Türk
Silahlı Kuvvetleri Uzlaşma Tutumlarını sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir."
şeklindeki ibareler ve bununla birlikte Cumhuriyet tarihi boyunca Askeri Darbe'lerin
gerekçesi olarak kullanılan İç Hizmet Kanunu'nun hatırlatılması, demokratik rejime bir tehdit
olarak kabul edilmelidir. Askeri Darbe'ye teşebbüs suçu ancak bu şekilde gerçekleşmektedir.
Dolayısıyla sanıkların 27/12/1979 tarihinde vermiş oldukları ve 02/01/1980 tarihinde
Başbakan'a ulaşan muhtıra ile ayrıca Anayasa'yı ortadan kaldırmaya ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ni ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçunu
işlemişlerdir.
Eylemin 765 sayılı TCK'nın 146.maddesinin ihlali niteliğinde olduğu, maddede yer
alan cebren kavramının mutlaka maddi cebir olarak anlaşılmaması gerektiği, elinde devlet
içerisinde başka bir kurumca karşı konulamayacak bir güç bulunan silahlı kuvvetlerin
anayasal demokratik sistem içerisinde hiyerarşik olarak bağlı olduğu, Başbakan ve tüm siyasi
partileri doğrudan bunların temsil edildiği TBMM ile Cumhurbaşkanı'nı dolaylı olarak Türk
Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 35.maddesini ima ederek uyarı mektubu
gönderilmesi tehdit niteliğindedir.
Bu nedenden dolayı uyarı mektubu ile TCK 146.maddesi ihlal edilmiştir. Böylece
sanıkların 02/01/1980 tarihindeki suç ile 12/09/1980 tarihi ve devamında işlemiş oldukları
Anayasa'yı ihlal suçunun icrası kapsamında işlediklerinden haklarında 765 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 80.maddesindeki zincirleme suç hükümleri uygulanarak,
Sanıkların eylemlerine uyan ve suç tarihi itibariyle leyhlerine uyan 765 sayılı TCK'nın
146/1, 80, 31, 33 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılmalarına, Sanıklar hakkında
verilen Adli Kontrol Kararı'nın devamına, Sanıklar hakkında 1632 sayılı Askeri Ceza
Kanunu'nun 30.maddesi gereğince işlem yapılmasına karar verilmesini talep ve mütala
240/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
etmiştir.
DELİLLER:
1-Ankara C.başsavcılığına ve diğer bir kısım yerC.başsavcılılıkları tarafındansanıklar
Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet dilekçeleri , bır kısım
müşteki ifadeleri ile Ankara C.başsavcılığınca 5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve
yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım
yerC.başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu1.nci klasör (Dizi 4'de
Abdullah Ümran EKİNCE'nin dilekçesi, Dizi 15-16'da Hasan (Cansu) ERDEM'in dilekçesi,
Dizi 21-22'de Ali Ekrem ATALAY'ın dilekçesi, Dizi 25'de Abdurrahman YÜCEL'in dilekçesi,
Dizi 44-46'da Keramettin GENÇTÜRK'ün dilekçesi, Dizi 57'de Levent GÜNEŞ'in dilekçesi,
Dizi 80-111'de Halil İbrahim DUMAN'ın dilekçesi, Dizi 121-228'de Adnan
SERDAROĞLU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Celal OVAT'ın dilekçesi ve ekleri,
Dizi 121-228'de Kamer AKTAŞ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Mahmut SEREN'in
dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Musa ÇAM'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Nuri
SELİM'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-228'de Süleyman ÇELEBİ'nin dilekçesi ve ekleri, Dizi
140-144'de Tayfun GÖRGÜN'ün dilekçesi, Dizi 140-144'de İsmail YURTSEVEN'in
dilekçesi, Dizi 140-144'de Ali CANCI'nın dilekçesi, Dizi 140-144'de Nuri SEVİM'in
dilekçesi, Dizi 140-144'de Muzaffer SUBAŞI'nın dilekçesi, Dizi 140-144'de Ali Rıza
KÜÇÜKOSMANOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 140-144'de Celalettin AYKANAT'ın dilekçesi,
Dizi 230-231'de Hasan SEZER'in dilekçesi, Dizi 232-233'de Hüsamettin AKKAYA'nın
dilekçesi, Dizi 234-236'da İsmail AĞIR'ın dilekçesi, Dizi 241-243'de Mehmet Ali ÇALIŞIR'ın
dilekçesi, Dizi 255-256'da Münevver İLTEMUR ÖZEN'in dilekçesi, Dizi 274-286'da İnsan
Hakları Derneği adına Neslin GÜMÜŞ'ün dilekçesi.)
2-Ankara C.başsavcılığına ve diğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleriile Ankara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu2.nci klasör( Dizi 2-4'de Yalçın GÜLBİTEN'nin dilekçesi, Dizi 13-24'de Adem
ÇEVİK'in dilekçesi, Dizi 27-30'da Adem ÇEVİK'in dilekçesi, Dizi 47-49'da Hüseyin
ÖZTÜRK'ün dilekçesi ve eki, Dizi 57-61'de Hakkı GERÇEK'in dilekçesi, Dizi 67-68'de
Enver BOYDAN'ın dilekçesi, Dizi 78'de Hasip KAPLAN'ın dilekçesi, Dizi 80'de Hasip
KAPLAN'ın dilekçesi, Dizi 101-103'de Mustafa ÖZSAYGI'nın dilekçesi ve eki, Dizi 124126'da Nurçan KILIÇKAYA ENGİN'in dilekçesi ve eki, Dizi 132-134'de Coşkun KAYA'nın
dilekçesi, Dizi 140-143'de Bengi YILDIZ'ın dilekçesi, Dizi 150-177'de Sadulla ÇAĞLAR'ın
dilekçesi, Dizi 186-196'da Yüksel GENÇ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 197-204'de Yılmaz
GEREK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 193-199'da Cemal ERDEM'in dilekçesi, Dizi 193-199'da
Cumhur YAVUZ'un dilekçesi, Dizi 193-199'da Emel SUNGUR'un dilekçesi, Dizi 193-199'da
Halil KARGIN'ın dilekçesi, Dizi 193-199'da Hüseyin ESENTÜRK'ün dilekçesi, Dizi 193199'da Hüseyin KÖKLÜ'nün dilekçesi, Dizi 193-199'da İbrahim KARAKAYA'nın dilekçesi,
Dizi 193-199'da Kazım GENÇ'in dilekçesi, Dizi 193-199'da Nadire KARGIN'ın dilekçesi,
Dizi 193-199'da Nejat KANGAL'ın dilekçesi, Dizi 193-199'da Neşe CEYHAN'ın dilekçesi,
Dizi 193-199'da Nilüfer SÜMBÜLOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 193-199'da Remzi ÇAKMAK'ın
dilekçesi, Dizi 193-199'da Ruşan SÜMBÜLOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 193-199'da Yılmaz
KIZILIRMAK'ın dilekçesi, Dizi 210-235'de İsmail AKBULUT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi
240-248'de Emil EKER'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 250-257'de Oya ÖZGÜVEN'in dilekçesi
ve ekleri, Dizi 256-267'de Nazan BATMAZ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 270-277'de Aylar
ÇİRİNGEL'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 292-297'de Sadullah ÇAĞLAR'ın dilekçesi ve ekleri,
241/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Dizi 308-312'de Erkan KAKÇA'nın dilekçesi, Dizi 318-320'de Özcan KURTARAN'ın
dilekçesi ve eki.)
3-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 3.ncü klasör.( Dizi 3'de Selver SALVAN'ın dilekçesi, Dizi 14-26'da Necati
ABAY'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 32-36'da Şah İsmail KARAGÖZ'ün dilekçesi ve ekleri, Dizi
38-45'de Leyla ABAY'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 46-55'de Bilgi TAĞAÇ NAMAZ'ın
dilekçesi ve ekleri, Dizi 68-78'de Mehmet ÖZTÜRK'ün dilekçesi ve ekleri, Dizi 79-90'da
Halil İbrahim ÇETİN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 99-103'de Hayriye Ümran YURDAYOL'un
dilekçesi, Dizi 111'de Fahrettin TÜYLÜ'nün dilekçesi, Dizi 109-111'de Hasan Hüseyin
BEKTAŞ, Hasan Hüseyin DEMİREL, Hüseyin ERKEN, İsmail ŞAHİN, Medeni KILIÇ,
Mehmet ELDEN, Mehmet Hadi ARIZ, Mehmet KAHRAMAN, Muzaffer EKİZCE, Orhan
BİNGÖL, Zekiye BARAN'ın dilekçesi, Dizi 132-134'de Halis NÜKTE'nin dilekçesi, Dizi
141-143'de Cemal ŞEN'in dilekçesi, Dizi 150-152'de Recep ORUÇ'un dilekçesi, Dizi 155157'de Yusuf POLAT'ın dilekçesi, Dizi 160-162'de Kamber ABACI'nın dilekçesi, Dizi 165168'de Zeynel Abidin KIZILYAPRAK'ın dilekçesi, Dizi 173-175'de Mustafa AKSOY'un
dilekçesi, Dizi 178-181'de Hasan SOLMAZ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 184-185'de Ali
GÖKKAYA'nın dilekçesi, Dizi 194-197'de Serpil ARSLAN'nın dilekçesi, Dizi 202-204'de
Mükremin TOPRAK'ın dilekçesi, Dizi 207-209'da Okan TOK'un dilekçesi, Dizi 218-219'da
Ahmet ALTUNSOY'un dilekçesi, Dizi 226-228'de Necdet SOFACI'nın dilekçesi, Dizi 237241'de Şariban TELEK'in dilekçesi, Dizi 246-247'da Mehmet SABUR'un dilekçesi ve
Savcılık ifadesi.)
4-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 4.ncü klasör( Dizi 3-4'de Ali KURUMAHMUTOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 10-14'de
Hüseyin ÖZDEMİR'in dilekçesi, Dizi 22-23'de Abdullatif TÜRKAN, Faysal ÇULUM, Şeyho
EVİRGEN'in dilekçesi, Dizi 41-52'de Ahmet GÜVENMEZ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 5661'de Ali Galip DOĞAN'ın dilekçesi, Dizi 68-74'de Ali KAYIKÇI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi
81-82'de Hasan CANDAN'ın dilekçesi, Dizi 91-101'de Osman ÖZKAN'ın dilekçesi ve ekleri,
Dizi 106-108'de Hacı Mehmet YIĞILI'nın dilekçesi, Dizi 116-127'de Ömer SEVİNÇ'in
dilekçesi, Dizi 133-134'de Sefer KÜYEBAKAN'ın dilekçesi, Dizi 146'da Ömer AVCI'nın
dilekçesi, Dizi 148-149'da Ahmet KARAVAR'ın dilekçesi, Dizi 166-168'de Şahin CAMCI'nın
dilekçesi, Dizi 171-178'de Hüseyin ARIKAN'ın dilekçesi, Dizi 188-202'de Recep
DEMİRCİ'nin dilekçesi ve ekleri, Dizi 214-216'da Cuma KARAKUYU'nun dilekçesi, Dizi
225-229'da Serdal IŞIK'ın dilekçesi.)
5-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri. Erzincan Sıkıkıyönetim Komutanlığı 1.nolu Askeri
Mahkemesinin 17/05/1983 tarih 1981/468 esas 1983/103 sayılı kararı örneğiileAnkara
C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara
C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet
Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu 5.nci klasör ( Dizi 1-3'de Sabri
LAFÇI'nın dilekçesi, Dizi 30-32'de Ahmet YALABIK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de
242/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Emin KAYA'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de Ferit YÜRÜK'ün dilekçesi ve ekleri, Dizi
30-32'de Fikret TARMAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de Halil ÖZTÜRK'ün dilekçesi ve
ekleri, Dizi 30-32'de İbrahim TAHMAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de Necdet
ODUNCU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-32'de Nermin KAHRAMAN'ın dilekçesi ve ekleri,
Dizi 30-32'de Nermin TÜRKGELDİ'nin dilekçesi ve ekleri, Dizi 35-37'de Emin KANAY'ın
dilekçesi, Dizi 59-75'de Atilla ARSLAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Bilal
GERÇEK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Hasan TEKCAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 5975'de Kenan MARAŞLI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Mehmet ALSAN'ın dilekçesi ve
ekleri, Dizi 59-75'de Mehmet ÖCAL'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Mehmet
TURGUT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-75'de Mehmet TÜMÜKLÜ'nün dilekçesi ve ekleri,
Dizi 59-75'de Mustafa BAŞPINAR'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 81-83'de Eşref AKCAN'ın
dilekçesi, Dizi 92-105'de Ali Osman ABALI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 111-113'de Abuzer
ARSLAN'ın dilekçesi, Dizi 116-118'de Aziz KARINCA'nın dilekçesi, Dizi 121-123'de Ali
ÖZBAY'ın dilekçesi, Dizi 126-128'de Mehmet DOYMAZ'ın dilekçesi, Dizi 131-133'de Ali
SÜRGÜLÜ'nün dilekçesi, Dizi 136-138'de Yusuf ÖZBEY'in dilekçesi, Dizi 141-143'de Ali
KARAHAN'ın dilekçesi, Dizi 147-149'da Ali DUVARCI'nın dilekçesi, Dizi 152'de Kamil
ÖZTÜRK'ün dilekçesi, Dizi 159-161'de Yusuf ÇELİK'in dilekçesi, Dizi 176-178'de Nevzat
KARAKEÇİ'nin dilekçesi, Dizi 190-191'de Adnan ALTUNSOY'un dilekçesi, Dizi 192-193'de
Mehmet ZENGİN'in dilekçesi, Dizi 196-197'de Erdal KESER'in dilekçesi, Dizi 199-200'de
Mustafa İNCEOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 218'de Mustafa TÜRK'ün dilekçesi ve ekleri, Dizi
276'da Namık HAVUTÇA'nın dilekçesi, Dizi 286-288'de Sevgi MARAY'ın dilekçesi, Dizi
298-300'de Mehmet Hinadi ŞAHİN'in dilekçesi, Dizi 312-315'de Ali Fahir KAYACAN'ın
dilekçesi, Dizi 324-327'de Vasıf KAHRAMAN'ın dilekçesi.)
6-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 6.ncıklasör. (Dizi 1-12'de Ayhan AKTAŞ, Ganime AKTAŞ, Hasan AKTAŞ, Murat
GÜLER, Nuray AKTAŞ, Nursel AKTAŞ, Rasim AKTAŞ, Süheyla AKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi
20-25'de Fethiye OK'un dilekçesi, Dizi 34-38'de Azmi ÇAPA'nın dilekçesi, Dizi 58-60'dı Heci
ÖZPOLAT'ın dilekçesi, Dizi 74-81'de Rıza DOĞAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 83-90'da
Adalet AYDIN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 120'de Vahip ABA'nın dilekçesi, Dizi 103-105'de
Abdulhamit TOPRAK'ın dilekçesi, Dizi 112-120'de Vahit ABA'nın dilekçesi, Dizi 125-137'de
Erol EROĞLU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 125-137'de Kemal SARI'nın dilekçesi ve ekleri,
Dizi 125-137'de Şemsettin YEŞİLYURT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 125-137'de Şenay
YEŞİLYURT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 125-137'de Tayfun ÇENDİR'in dilekçesi ve ekleri,
Dizi 125-137'de Vedat ŞENSOY'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 146-148'de Yusuf POLAT'ın
dilekçesi, Dizi 155-171'de Veli TÜRKMEN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 175-187'de Yurttan
GÖKSEN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 193-196'da Güllü BAŞ'ın dilekçesi, Dizi 193-196'da
Mustafa BAŞ'ın dilekçesi, Dizi 214-244'de Ahmet PEKYAN, Ali AKINCI, Aydın SİNCER,
Ergün ORTAK, Güven BOĞA, Hüseyin REYHAN, Kemal ARSLAN, Kemal ÇELİK,
Mehmet Ali BİLGİLİ, Mehmet ANTMEN, Mustafa ÇİMKILIÇ, Osman ERKUT, Refik
BAYER, Sevil ARACI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 254-265'de Mustafa KAYA'nın dilekçesi
ve ekleri, Dizi 274-280'de Bahri ABALI, Erol ALTINDAĞ, Hüsnü ERTUNG ve Servet
SÖKMEN'in dilekçesi.)
7-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
243/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
kararı ile bir ksım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının bulunduğu
7.nciklasör. (Dizi 1-7'de Mehmet Adnan GÜLLÜOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 14-19'da Mehmet
GÜNEYSEL'in dilekçesi, Dizi 27-29'da Hüseyin DEMİRTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 36-38'de
Erdal SARIÇAN'ın dilekçesi, Dizi 45-47'de Ramazan KILIÇ'ın dilekçesi, Dizi 58-60'da
Mehmet Yüksel YALÇIN'ın dilekçesi, Dizi 65-77'de Serdar Serhat ERSÖZ'ün dilekçesi, Dizi
82-94'de Zeki Noyan ÖZKAN'ın dilekçesi, Dizi 99'da Erol ERDEM'ıin dilekçesi, Dizi 118120'de Numan SANCAK'ın dilekçesi, Dizi 129-133'de Ongun YÜCEL'in dilekçesi, Dizi 138144'de Cezmi FİDAN'ın dilekçesi ve Savcılık ifadesi.)
8-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 8.nciklasör( Dizi 1-2'de Ahmet BİLİR'in dilekçesi, Dizi 11-36'da Av. Onur
GÜNDOĞDU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 43'de Şeref KARA'nın dilekçesi, Dizi 57-60'da Ali
GÜNGÖR'ün dilekçesi, Dizi 68-69'de Hasan KIYAFET'in dilekçesi, Dizi 78-82'de Netice
İNGİ'nin dilekçesi, Dizi 89-91'de Ahmet TAŞ'ın dilekçesi, Dizi 102-113'de Emin
DURMAZ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 121-123'de Şeref YALÇIN'ın dilekçesi, Dizi 133-135'de
Ramazan Ferhat VURAL'ın dilekçesi, Dizi 144-156'da Veli KONAR'ın dilekçesi ve ekleri,
Dizi 164-176'da Ali ÇİÇEK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 182'de Hüseyin YÜCEL'in dilekçesi,
Dizi 193-195'de Mustafa KANBAL'ın dilekçesi, Dizi 205-207'de Harun BIÇAK'ın dilekçesi,
Dizi 213-225'de Beycan TAŞKIRAN'ın dilekçesi)
9-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 9.ncuklasör.( Dizi 1-23'de İnsan Hakları Derneği adına Van Şube Sekreteri Sami
GÖRENDAĞ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 29-30'da Abbas KILIÇ (ÖZPOLAT)'ın dilekçesi,
Dizi 42'de Hüsamettin ACAR'ın dilekçesi, Dizi 51'de Nizam KAPAN'ın dilekçesi, Dizi 6263'de Hüsnü YILDIRIMER'in dilekçesi, Dizi 73-77'de Abdullah ÇETİNKAYA'nın dilekçesi,
Dizi 87-96'da Aydemir ATÇEKEN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 104-108'de Robin SALMİ'nin
dilekçesi, Dizi 116-117'de Zübeyir BALIK'ın dilekçesi, Dizi 128-138'de Celalettin DİNÇ'in
dilekçesi ve ekleri, Dizi 140-145'de Celalettin DİNÇ'in dilekçesi, Dizi 155-157'de
Abdurrahman CAN'ın dilekçesi, Dizi 166-174'de Şahide Sezin ATMACI'nın dilekçesi, Dizi
183'de Muzaffer Yavuz ASLAN'ın dilekçesi, Dizi 192-203'de Levent AKHAN'ın dilekçesi,
Dizi 215-223'de Hüseyin TAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 230-278'de Mithat CAN'ın dilekçesi
ve ekleri)
10-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 10.ncuklasör ( Dizi 1-25'de Metin KANAT'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 33-34'de
Hasan ŞAHİN'in dilekçesi, Dizi 35-36'da Erdal İRFAN'ın dilekçesi, Dizi 37-38'de Şakir
EROĞLU'nun dilekçesi, Dizi 48-51'de Sinan CANLI'nın dilekçesi, Dizi 60-61'de Metin
IRMAK'ın dilekçesi, Dizi 69-76'da Ahmet Cevat GÜNEY, Celal ÖZKAN, Erdal YÜKSEL,
Hayrettin YAĞCI, İbrahim Hakkı SAYAR, Mümin KARAOĞLU, Ökkeş EFE, Suat
BAYSAL, Süheyla ARSLAN, Süleyman BAYRAK'ın dilekçesi, Dizi 84-86'da Remzi
244/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
SARI'nın dilekçesi, Dizi 93-94'de Nazif ÖZBEK'in dilekçesi, Dizi 100-104'de Abduhafız
TUĞAN ve 100-104'de Semiha TUĞAN'ın dilekçesi, Dizi 111-118'de Yusuf TAŞTAN'ın
dilekçesi, Dizi 135-138'de Abdulcebbar BİLİR'in dilekçesi, Dizi 145-148'de Ümit TEKTAŞ'ın
dilekçesi, Dizi 159-164'de Abdulkadir AYDIN'ın dilekçesi, Dizi 171-173'de Mehmet Emin
YAVUZASLAN'ın dilekçesi, Dizi 183-209'da Çiğdem ALTINTAŞ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi
216-218'de Mustafa Suphi CENGİZ'in dilekçesi, Dizi 226'de Cuma ÖZKAN'ın dilekçesi, Dizi
229'da Adem ERDEM'in dilekçesi, Dizi 232'de Abidin KOÇ'un dilekçesi, Dizi 243'de Halim
DOĞAN'ın dilekçesi.)
11-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 11.nciklasör.( Dizi 1-11'de Sezgin ÖZCAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 26-27'de
Fethi BENCİK'in dilekçesi, Dizi 40-42'de Bahri ERKILIÇ'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 56-57'de
Buba KÖPRÜ'nün dilekçesi, Dizi 71-72'de Asım BURUL'un dilekçesi, Dizi 76-78'de Cemil
YEŞİLDAĞ'ın dilekçesi, Dizi 83-85'de Enver LAÇİN'in dilekçesi, Dizi 100-105'de Ahmet
YARADANAKUL'un dilekçesi, Dizi 107'de Hurşit DÜŞÜNMEZ'in dilekçesi, Dizi 108119'da Abdulkerim UYAR'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 120-127'de Aytekin DEDEBEY'in
dilekçesi ve ekleri, Dizi 129-136'da Hacer Nazan BAYINDIR'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 138145'de M. Hüriyet KARADENİZ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 157'de Ömer SANKURT'un
dilekçesi, Dizi 170-171'de Cemal KAYABAKAN'ın dilekçesi, Dizi 183-186'da Mahmut Şah
ÖZGÜL'ün dilekçesi, Dizi 198-199'da Ahmet KARAVAR'ın dilekçesi, Dizi 211-214'de
Abdulbaki KAYMAK'ın dilekçesi, Dizi 226-229'da Hasan DAĞTEKİN'in dilekçesi, Dizi
241-242'de Kaplan BENCÜK'ün dilekçesi, Dizi 257'de M. Galip PAYDAŞ'ın dilekçesi, Dizi
274-277'de Arif SEVİNÇ'in dilekçesi.)
12- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 12.nci klasör( Dizi 1-2'de Vedat KEKOMEMETOĞULLARI'nın dilekçesi, Dizi
11'de Şeyhmus DOKU'nun dilekçesi, Dizi 23-35'de Arif ÇETİNKAYA'nın dilekçesi ve ekleri,
Dizi 46'de Kerim KÜÇÜK'ün dilekçesi, Dizi 53'de Hüseyin BİLGİN'in dilekçesi, Dizi 8486'da Ali KÖSE, Hüseyin BALCI, İbrahim KESER, Kemal ANDOĞLU, Mustafa AKGÜL,
Nevzat DALGIÇ, Şinasi DÜLGER, Veli AKAY'ın dilekçesi, Dizi 99'da Mehmet Nuri
BALCI'nın dilekçesi, Dizi 111-112'de Mehmet AYDEMİR'in dilekçesi, Dizi 126-128'de
Mehmet Emin AYDIN'ın dilekçesi, Dizi 130-154'de Nihat AKSOY'un dilekçesi ve ekleri,
Dizi 166-172'de Sevgi KALELİ'nin dilekçesi, Dizi 183-184'de Mehmet AKBAŞ'ın dilekçesi,
Dizi 202-203'de Nurettin ÇİLTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 205-206'de Mustafa KÖKLÜ'nün
dilekçesi, Dizi 216-218'de Mustafa Hüdaverdi UĞUR'un dilekçesi, Dizi 221-233'de Cengiz
KARAGÖNLÜ, Hanifi SAKALLI, Mehmet Ali ARGIN, Neşet İÇTEN'in dilekçesi ve ekleri,
Dizi 245'de Hüseyin ARAS'ın dilekçesi, Dizi 248-250'de Mehmet Emin AYDIN'ın dilekçesi,
Dizi 268'de Ali CEYLAN'ın dilekçesi, Dizi 281-282'de Ali ERKEÇ'in dilekçesi.)
13- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
245/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
bulunduğu 13.ncüklasör. ( Dizi 1-8'de Münir KORKMAZ, Ülkü GÜLŞEN, Yakup
KARGINTAY'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 19-23'de Yahşi KARAMOLLAOĞLU'nun dilekçesi,
Dizi 33-43'de Ulviye DİKMEN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 50'de Mehmet Latif AYAZ'ın
dilekçesi, Dizi 59-86'da Aynur AK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 89-101'de EDP Gaziantep İl
Örgütü'nün dilekçesi ve ekleri, Dizi 116-118'de Mehmet Sırrı COŞKUN'un dilekçesi, Dizi
132'de Cafer CENGİZ'in dilekçesi, Dizi 143-148'de Güney FINDIK'ın dilekçesi, Dizi 155156'da Mehmet Şerif KAY'ın dilekçesi, Dizi 171-173'de Kemal AKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi
184-187'de Mehmet Emin YAVUZASLAN'ın dilekçesi, Dizi 200-215'de R. Leyla ARSLAN'ın
dilekçesi ve ekleri, Dizi 218-224'de Meral ŞEN'in dilekçesi, Dizi 227-234'de Sevim
CANPOLAT'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 236-243'de Abdullah AYSU'nun dilekçesi ve ekleri,
Dizi 245-252'de Gürsel ÇALIŞKAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 254-257'de Nurgül
ÇETİNKAYA'nın dilekçesi, Dizi 259-266'da Latif ŞİMŞEK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 268275'de Tarık ÜNLÜ'nün dilekçesi ve ekleri, Dizi 277-284'de Ayşe Nur ERTAN'nın dilekçesi,
Dizi 287-294'de Hüseyin KARABULUT'un dilekçesi, Dizi 296-303'de Ali YİĞİT'in dilekçesi
ve ekleri, Dizi 306-313'de Hasan GÜRKAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 315-322'de Yusuf
Kenan CANPOLAT'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 324-331'de Gülser DABİŞ'in dilekçesi ve
ekleri, Dizi 333-340'da H. Zehra KAHRAMAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 342-363'de Murat
SÜTÇÜOĞLU, A. Cemal BALCI, İsmail YÜREK, Zafer DOĞAN, Güven GÖKNAR ve
Akın ÖZDEMİR'in dilekçesi.)
14- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 14.ncüklasör.( Dizi 1-13'de M. Kemal SAYGILI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 2628'de Dinçer SAYAN'ın dilekçesi, Dizi 38-50'de Kerim ARSLAN'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi
58-60'da Kemal ÇAKIROĞLU'nun dilekçesi, Dizi 67-69'da Mehmet Zeki COŞKUN'un
dilekçesi,
Dizi 76'da Tahir Canan COŞKUN'un dilekçesi, Dizi 89-94'de Münip ERMİŞ'in
dilekçesi, Dizi 89-94'de Vahap KUZU'nun dilekçesi, Dizi 102'de Vedat ARPACI'nın dilekçesi,
Dizi 109-111'de Ahmet OĞUZ'un dilekçesi, Dizi 118-120'de M. Salih BAYAR'ın dilekçesi,
Dizi 132-134'de Mehmet YÜCE'nin dilekçesi, Dizi 146-156'da Nuran ATMACA'nın dilekçesi
ve ekleri, Dizi 165-183'de Abdullah DERECİ'nin dilekçesi, Dizi 165-183'de Adnan KARA,
Alaiddin TAŞ, Ali KÖSE, Ata MİÇDOĞULLARI, Behçet YATKIN, Cemal ÖKMEN, Ferit
LİF, İmdat YAPA, Mehmet GİTMEZ, Mehmet Mevlüt BULANIK, Mustafa KÖSE, Nedim
KAYMAKÇI, Nimet KARATAŞ, Salim DİYAR, Semir SÖNMEZ, Yılmaz DAKMAK'ın
dilekçesi, Dizi 196-202'de Cengiz KAYA'nın dilekçesi,
Dizi 211-215'de Kenan KIZIL'ın dilekçesi, Dizi 226-229'da Hacı Mustafa KASAR'ın
dilekçesi.)
15-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 15.nciklasör.( Dizi 7-12'de Abdullah BÜYÜK'ün dilekçesi, Dizi 15-21'de Metin
KÖSE'nin dilekçesi, Dizi 24-27'de Hüsnü YILDIRIMER'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 30-33'de
Ali Erbil TELCİ'nin dilekçesi, Dizi 38-50'de Bulduk SARI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 5464'de İbrahim ELİK'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 68-75'de Ahmet İNCİ'nin dilekçesi, Dizi 7881'de Lütfi ÖZÇİMEN'in dilekçesi, Dizi 85-108'de Necmettin DEMİRKAYA'nın dilekçesi ve
246/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
ekleri, Dizi 111-115'de Adem ÇELİK'in dilekçesi, Dizi 119-123'da Mehmet Esat SÖNMEZ'in
dilekçesi, Dizi 126-133'de Mehmet Mustafa ONÜÇYILDIZ'ın dilekçesi, Dizi 134-138'de
Harun Esat ŞAHİN'in dilekçesi, Dizi 138'de Harun Esat ŞAHİN'in dilekçesi, Dizi 141-147'de
Yahya AK'ın dilekçesi, Dizi 150-155'de Mustafa Ahmet GÜÇYETMEZ'in dilekçesi, Dizi 158162'de Sabri AFŞAR'ın dilekçesi, Dizi 180'de Miktat ALGÜL'ün dilekçesi, Dizi 208-230'da
Mehmet DAĞAŞMAZ ve 18 müştekinin dilekçesi, Dizi 233-243'de Mustafa KORKMAZ'ın
dilekçesi, Dizi 245-247'de Şinasi HAZNEDAR'ın dilekçesi, Dizi 262-263'de Ali GÖKTAŞ'ın
dilekçesi, Dizi 274-277'de Yemoş GÜZEL'in dilekçesi, Dizi 278-281'de Serhat GÜNGÖR'ün
dilekçesi, Dizi 282-285'de Hüsniye MAVİ'nin dilekçesi, Dizi 286-289'da Zülfikar Ali
SAMSUN'un dilekçesi, Dizi 290-293'de Mehmet BAYIR'ın dilekçesi, Dizi 294-297'de Jülide
ATEŞ'in dilekçesi,
Dizi 298-301'de Sıtkı GÜNGÖR'ün dilekçesi, Dizi 302-306'da Ekber KAYA'nın
dilekçesi, Dizi 314-315'de Kenan BOZTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 320-321'de Remzi KOYBAL'ın
dilekçesi, Dizi 325-326'da Bilal DİRİL'in dilekçesi,
Dizi 329'da Sinan DEMİR'in dilekçesi, Dizi 332-336'da Mustafa Naci TOPER'in
dilekçesi, Dizi 345-347'de Mehmet ECE'nin dilekçesi, Dizi 348-350'de Bedri ASLANER'in
dilekçesi, Dizi 351-353'de Osman TOPAL'ın dilekçesi,
Dizi 355-357'de İlham GÜNERİ'nin dilekçesi, Dizi 358-361'de Tayyip
KIZILYILDIZ'ın dilekçesi, Dizi 375-389'da Mehmet Ömer GÜRCAN'ın dilekçesi ve ekleri,
Dizi 399-411'de Mustafa KAYA'nın dilekçesi.)
16- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 16.ncı klasör.( Dizi 1-2'de Osman FİLYA'nın dilekçesi, Dizi 18'de Yılmaz
ELÇİ'nin dilekçesi, Dizi 25-27'de Mehmet Hüseyin ESEN'in dilekçesi, Dizi 37-51'de Adil
ÜLGEN, Ahmet KARATAŞ, Ali KERİMMUTLU, Ali LUBA, Ayhan ONGUN, Baskın
ONAN, Emre AYGEN, Ertul KORUYAN, Fadime AY, Fahir MUCİT, Fatma GENÇOSMAN,
Güngör SEZGİN, Hasan GÖRDAL, Hatice ARSLAN, Hüseyin AKGÜN, İbrahim UYSAL,
Muammer ÖZDEMİR, Mustafa KAYA, Nejdet OĞUZ, Olcay ARSLAN, Osman Cem
AYGAN, Önder ÖZEN, Özlem ANGEN, Sait GENÇ, Salih BOZKALE, Selman ÖZÇOBAN,
Semray DOĞAN, Serhan DELİKESEN, Şakir SAAT, Şehbal ŞENYURT, Seher
BÜYÜKBEKTAŞ, Şerif Kaya YORGAN, Yıldız UYSAL, Yüksel İYİBAL'ın dilekçesi ve
ekleri, Dizi 73'de Atilla TURHAN'ın dilekçesi, Dizi 76-78'de Şükrü KARADAĞ'ın dilekçesi,
Dizi 81-84'de Sibel IŞIK'ın dilekçesi, Dizi 85-88'de Vakkas SUNGUR'un dilekçesi, Dizi 8992'de Muharrem ŞARKLI'nın dilekçesi,
Dizi 93-96'da Mustafa Özkan TAN'ın dilekçesi, Dizi 97-101'de İhsan YILDIZ'ın
dilekçesi, Dizi 106'da Rıza MERGİZ'in dilekçesi, Dizi 109-120'de Hacı Mehmet
SERTKAYA'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 122-124'de Timur DEMİR'in dilekçesi, Dizi 125126'da Güven TATLIM'ın dilekçesi, Dizi 125-126'da Levent ÇEYİR'in dilekçesi, Dizi 125126'da Orhan AYKUT'un dilekçesi, Dizi 141-143'de Mahmut OK'un dilekçesi, Dizi 152'de
Fuat BÜLBÜL'ün dilekçesi, Dizi 161-164'de Seyda KIZILOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 176195'de Aynur ERDOĞAN, Cafer KESKİN, Hüseyin ALTAY, Hüseyin YÜCEL, Kazım
ABLAK, Latif TURAN, Osman AKAR, Ragıp ÖZCAN ve Yasin KESKİN'in dilekçesi ve
ekleri, Dizi 208-210'da Mustafa YETİŞEN'in dilekçesi, Dizi 217'de Süleyman KIRTEKE'nin
dilekçesi, Dizi 234-236'da Yılmaz ODABAŞI'nın dilekçesi, Dizi 254-260'da Aziz USLU,
Güneş ARSLAN, İsmail BAŞARAN, Mehmet TEKİN, Metin ÇELİK, Ramazan ÖZKAYA,
Selim MAYONER, Şahin SARI ve Zeki ESKİLER'in dilekçesi, Dizi 268-270'de Mahmut
247/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
DAĞ'ın dilekçesi, Dizi 279'da Sait DİZMAN'ın dilekçesi, Dizi 288-289'da Mehmet Emin
DİNÇ'in dilekçesi, Dizi 291-292'de Siraç DİNÇ'in dilekçesi, Dizi 293'de Abdullatif KILIÇ'ın
dilekçesi, Dizi 294'de Sait DİZMAN'ın dilekçesi.)
17-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 17.nciklasör.( Dizi 1-2'de Mustafa İKİZOK'un dilekçesi, Dizi 14-27'de Ziya
UNCU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 35'de Hasan Hüseyin EBEM'in dilekçesi, Dizi 48'de
Osman AKSU'nun dilekçesi, Dizi 53-54'de Ismail ŞEN'in dilekçesi, Dizi 71-77'de Hüsna
KILLA'nın dilekçesi, Dizi 82'de Mustafa İÇÖZ'ün dilekçesi, Dizi 94'de Nebi YILMAZ'ın
dilekçesi, Dizi 104-116'da Şevket BAŞGELEN ve 5 müştekinin dilekçesi ve ekleri, Dizi 131134'de Mehmet Süreyya YILMAZ'ın dilekçesi, Dizi 143'de Mahmut AKKUŞ'un dilekçesi,
Dizi 158-170'de Orhan BABAYİĞİT'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 177-179'da Bekir ÜNAL'ın
dilekçesi, Dizi 189'da Şeyho TEPELER'in dilekçesi, Dizi 197'de Süleyman KIRKTEKE'nin
dilekçesi, Dizi 223-226'da Tayfur KARAGÖZ'ün dilekçesi.)
18- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 18.nciklasör.( Dizi 2-4'de Tayfur MUMCU'nun dilekçesi, Dizi 13-15'de Bayram
BOZYEL'in dilekçesi, Dizi 26'da Süleyman KIRTEKE'nin dilekçesi, Dizi 42'de Abdullah
ÖKSÜZ'ün dilekçesi, Dizi 48-50'de Paşa AKDOĞAN'ın dilekçesi, Dizi 58'de Ali ORUÇ'un
dilekçesi, Dizi 70-74'de Rojda VARHAN'ın dilekçesi, Dizi 84'de Sabri YALÇIN'ın dilekçesi,
Dizi 96'da Ali GERÇEK'in dilekçesi, Dizi 105'de Yusuf FİDAN'ın dilekçesi, Dizi 116-117'de
Hıdır ÖZPOLAT'ın dilekçesi, Dizi 128'de Şeyhmus DOKU'nun dilekçesi, Dizi 141-142'de
Ekrem BİLEK'in dilekçesi, Dizi 150-162'de Mahmut ALTAY'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi
171'de Ali AĞIRMAN'ın dilekçesi, Dizi 185-190'da Velat YILDIZ'ın dilekçesi, Dizi 196199'da Hamza DEMİR'in dilekçesi.)
19-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 19.nciklasör. ( Dizi 4-5'de Ramazan CURA'nın dilekçesi, Dizi 7'de Emre ER'in
dilekçesi, Dizi 10'da Celil ÖZGÜR'ün dilekçesi, Dizi 11-12'de Erdoğan TÜMERLENK'in
dilekçesi, Dizi 13-14'de Nevzat DERİNGÖL'ün dilekçesi, Dizi 15-16'da Sebahattin
TABANBATIR'ın dilekçesi, Dizi 17-18'de Mevlüt ALPAK'ın dilekçesi, Dizi 19-20'de Recep
MANDIRACIGİL'in dilekçesi, Dizi 21-22'de Hüsnü GÖKTEN'in dilekçesi, Dizi 23-24'de
Gülgün YAVUZEŞ'in dilekçesi, Dizi 25-26'da Mehmet Ali PEKMEZ'in dilekçesi, Dizi 2728'de İsmail KOLLUK'un dilekçesi, Dizi 29-30'da Ayhan YILMAZ'ın dilekçesi, Dizi 31-32'de
Metin SÖYLER'in dilekçesi, Dizi 33'de Muzaffer MARANKOZ'un dilekçesi, Dizi 34-35'de
Yeldağ ERKEK'in dilekçesi, Dizi 36-37'de Muzaffer CURA'nın dilekçesi, Dizi 38-39'da Ümit
AKIN'ın dilekçesi, Dizi 40-41'de Mehmet ALTINTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 42-43'de Muzaffer
YEŞİLLİ'nin dilekçesi, Dizi 44-45'de Yüksel TUNA'nın dilekçesi, Dizi 46-47'de Celal
KÜÇÜKBAŞ'ın dilekçesi, Dizi 48-49'da Volkan ATSAK'ın dilekçesi, Dizi 50-51'de Ziya
YAVUZEŞ'in dilekçesi, Dizi 52-53'de Benefs Beyaz AKIN'ın dilekçesi, Dizi 54-57'de
248/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Mahmut Naci YAZGAN'ın dilekçesi, Dizi 58-59/62-63'de Ertuğrul AKCİN'in dilekçesi, Dizi
60-61'de Nevzat DERİNGÖL'ün dilekçesi, Dizi 67'de Ahmet Ulu ÇELEBİ'nin dilekçesi,
Dizi 68'de İzzettin ALTIN'ın dilekçesi, Dizi 69'da Can ÇOKSÖYLER'in dilekçesi,
Dizi 71'de Ahmet Ulu ÇELEBİ'nin dilekçesi, Dizi 74'de İzzettin ALTUN'un dilekçesi, Dizi
77'de Can ÇOKSÖYLER'in dilekçesi, Dizi 100'de Abdurrahman YILDIRIM'ın dilekçesi, Dizi
105-108'de Hüseyin KAPLAN'ın dilekçesi, Dizi 119'da Abdurrahman TURHAN'ın dilekçesi,
Dizi 128-129 ve 134'de Abdulkadir UYAR'ın dilekçesi, Dizi 146-155'de Nurettin ÇELİK'in
dilekçesi ve ekleri, Dizi 165-168'de İlhan Göksel POLAT'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 176180'de Ali OCAK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 188-192'de Ömer GÜNAYDIN'ın dilekçesi, Dizi
198-200'de Hasan Hüseyin ALTUNSOY'un dilekçesi, Dizi 209-217'de Ruşen ARSLAN'ın
dilekçesi, Dizi 230-234'de Nergis AKGÜL'ün dilekçesi, Dizi 244-248'de Ramazan
KARAKAYA'nın dilekçesi, Dizi 256-258'de Süleyman GÜNEY'in dilekçesi, Dizi 267-288'de
Naci SÖNMEZ'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 267-288'de Nurettin SÖNMEZ'in dilekçesi ve
ekleri, Dizi 289-313'de Emin YAŞAR'ın dilekçesi ve ekleri.)
20- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 20.nciklasör. (Dizi 1-14'de Göksel UNCU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 19-31'de
Medine Veli ECEOĞLU'nun dilekçesi ve ekleri, Dizi 38-40'de Serdettin ERGÜN'ün dilekçesi,
Dizi 48-76'da Fethiye ACAR'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 87-90'da Metin GÜVERCİN'in
dilekçesi ve ekleri, Dizi 99-100'de Süleyman KARALI'nın dilekçesi, Dizi 114-115'de Taylan
ÇOKLAR'ın dilekçesi, Dizi 118-119'da Uğur COŞKUN'un dilekçesi, Dizi 121-122'de Hacı
Yunus AKYOL'un dilekçesi, Dizi 125-126'da Muhsin KEHYA'nın dilekçesi, Dizi 128-129'da
Halil CEYLAN'ın dilekçesi, Dizi 131-132'de Caner ERDİNÇ'in dilekçesi, Dizi 134-135'de
Soner Coşkun BIYIK'ın dilekçesi, Dizi 139-140'da Recep BÜYÜKKIZGIN'nın dilekçesi,
Dizi 150-153'de Mehmet VAROL'nun dilekçesi, Dizi 160-171'de Hüseyin TOPRAK'ın
dilekçesi, Dizi 180'de Seyfullah FELEK'in dilekçesi, Dizi 193-205'de Ali SEZAL'ın dilekçesi
ve ekleri, Dizi 213-217'de Sadık EREN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 224-238'de Onur Abdullah
TURGUT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 240-252'de Ramazan Veli ECEOĞLU'nun dilekçesi ve
ekleri, Dizi 254-268'de Müslüm TANK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 254-268'de Sabahat
TANK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 271'de Murat UĞUR'un dilekçesi, Dizi 282-285'de
Selahattin YALÇIN'ın dilekçesi, Dizi 293'de Hasan EVİRGEN'in dilekçesi, Dizi 303'de Ali
KAYA'nın dilekçesi.)
21- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 21.nciklasör. ( Dizi 1-11'de Osman KOÇAK'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 18-30'da
Musa AKYOL'un dilekçesi, Dizi 34-40'da Metin DEMİRKOL'un dilekçesi, Dizi 48-59'da
Fethi AYDIN'ın dilekçesi, Dizi 65-70'de Ahmet YENER'in dilekçesi, Dizi 80'de Yaman
TAŞCIOĞLU'nun dilekçesi, Dizi 85-97'de Engin GÜL'ün dilekçesi, Dizi 103'de Hüseyin
BALCI'nın dilekçesi, Dizi 112'de Halil AKIN'ın dilekçesi, Dizi 128-131'de Ali ASAR'ın
dilekçesi, Dizi 128-131'de Ali ÇETİN, Ali Rıza ALPASLAN, Deniz ÖZCAN, Erbakan TAĞ,
Eşref GÜVEN, Hıdır AYGÖREN, Hızır BAYINDIR, Mehmet SUNGUR, Mehmet
TARAKÇI, Mustafa ASIL ve Ramazan SAKAN'ın dilekçesi, Dizi 147'de Hüseyin
GÜNDÜZ'ün dilekçesi, Dizi 148'de Ünsal DİNÇER'in dilekçesi, Dizi 150'de İsmet
249/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
ARSLAN'ın dilekçesi, Dizi 152-153'de Dursun YILDIRIM'ın dilekçesi, Dizi 154'de Mehmet
Celal GÜMÜŞ'ün dilekçesi, Dizi 154-155'de Zeynep B. ÇOBAN'ın dilekçesi, Dizi 156'da
Bayram ERDOĞMUŞ'un dilekçesi, Dizi 157-158'de Süleyman DUMAN'ın dilekçesi, Dizi
159-161'de Kerim COŞKUN'un dilekçesi, Dizi 162'de Sadık BAYRAKÇI'nın dilekçesi, Dizi
163-164'de Mümin GÜL'ün dilekçesi, Dizi 165'de Hamide CİĞERCİ'nin dilekçesi, Dizi 166167'de Ayşe UYANIR GÜR'ün dilekçesi, Dizi 168'de Mustafa AÇICI'nın dilekçesi, Dizi
169'da Fatih GÜRER'in dilekçesi, Dizi 170'de Mustafa CANDAN'ın dilekçesi, Dizi 171'de
Mustafa ÇOBAN'ın dilekçesi, Dizi 173-174'de Hayrettin KILIÇARSLAN'ın dilekçesi, Dizi
175'de Ayhan İPEK'in dilekçesi, Dizi 176-177'de Eşref TURAN'ın dilekçesi, Dizi 187-188'de
Ahmet AKGÜL'ün dilekçesi, Dizi 198'de Reşit POLAT'ın dilekçesi, Dizi 213'de Hasan
GÜNAY'ın dilekçesi, Dizi 215-218'de Adviye ERBAY'ın dilekçesi, Dizi 220'de Zeki
BEKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 218'de Hasan GÜNAY'ın dilekçesi, Dizi 220'de Hasan GÜNAY'ın
dilekçesi, Dizi 221-235'de Arif Ali CANGI'nın dilekçesi ve ekleri, Dizi 236-243'de Mustafa
Halil ÇELİK'in dilekçesi, Dizi 244-249'da Ömer TELLİOĞLU ve 244-249'da Mehmet Salih
DEMİR'in dilekçesi, Dizi 250-258'de Süphan ERKAN, Hakkı KİND ve Yusuf AYDEMİR'in
dilekçesi, Dizi 260-261'de Meral KIZILIRMAK, Mücahit YASİN ve Mete HÜSÜNBEYİ'nin
dilekçesi, Dizi 262-264'de Sıdıka ÇETİN, Emin ŞAKİR, Pervin MISIRLIOĞLU'nun
dilekçesi, Dizi 267'de Basri GÜNER'in dilekçesi, Dizi 265-267'de Özge PEHLİVAN, Basri
GÜLER'in dilekçesi, Dizi 268-270'de Ayten ÖNYILMAZ, Çağlayan AKKAYA, Mualla
DAMARSANDI'nın dilekçesi, Dizi 271-272'de Cüneyt TÜRKSEN'in dilekçesi, Dizi 273275'de Arzu DULA, Ayşe KARTAL, Özgür KALTAL'ın dilekçesi, Dizi 276-278'de Ezel
BABÜR, Gökalp ÖZTÜRK, Sabri ÇUHADAR'ın dilekçesi, Dizi 279-281'de Mehmet Hanifi
KILIÇ, Onat KUTLU, Sema YILDIRIM'ın dilekçesi, Dizi 282-283'de Halise GÜNEY LEVİ,
Baki Murat TOP, Zeki NARİN'in dilekçesi, Dizi 286'da Raif HOROTA'nın dilekçesi, Dizi
284-286'da Raif HORATA'nın dilekçesi, Dizi 287-289'da Semra ULUSOY'un dilekçesi, Dizi
290-292'de İsmail AYTAÇ, Aşir GÜLER, Bekir Ersin DAMARVARDI'nın dilekçesi, Dizi
293-295'de Ergin ÖZAÇMAZ'ın dilekçesi, Dizi 296-298'de Altuğ ORTANOĞLU'nun
dilekçesi, Dizi 299-301'de Talat ULUSOY, Binali GÜL, Necmittin TURAN'ın dilekçesi, Dizi
302'de Zeki BEKTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 305-306'da Süleyman EROĞLU'nun dilekçesi, Dizi
307-321'de Ali NESİN'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 324-327'de İslam ARPAT, Kamil
AĞAOĞLU, Nuri DURUK'un dilekçesi, Dizi 330-332'de Şevket İŞLEK'in dilekçesi, Dizi
337-340'da Hasan GÜNAY'ın dilekçesi ve ekleri, Dizi 345-348'de Adviye ERBAY'ın
dilekçesi, Dizi 349-353'de Ali Kamer TÜKEK'in dilekçesi)
22- Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı CMK'nun250
maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin görevsizlik
kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik kararlarının
bulunduğu 22.nciklasör. ( Dizi 1-6'da Sevda ÇAĞDAŞ'ın dilekçesi, Dizi 16-25'de Hülya
BİNBAY'ın dilekçesi, Dizi 16-25'de Yavuz BİNBAY'ın dilekçesi, Dizi 37-46'da Nacide
ÇAMLIBEL'in dilekçesi ve ekleri, Dizi 59-61'de Arif İsmet YILMAZ'ın dilekçesi, Dizi 5961'de Hüseyin GÖKSEL'in dilekçesi, Dizi 59-61'de Mehmet Ali İNCESU'nun dilekçesi, Dizi
59-61'de Mesut KÜÇÜK'ün dilekçesi, Dizi 59-61'de Şenay BEYTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 63'de
Şenay BEYTAŞ'ın dilekçesi, Dizi 73-75'de Mustafa Remzi TOPRAK'ın dilekçesi, Dizi 8490'da Mehmet BAŞYURT'un dilekçesi ve ekleri, Dizi 101-103'de Kadri SALAZ'ın dilekçesi,
Dizi 110'da Mustafa ÖZMEN'in dilekçesi, Dizi 120-124'de Melahat AKGÜN'ün dilekçesi,
Dizi 125-126'da Mustafa KESER'in dilekçesi, Dizi 148-159'da Hüseyin SEMERCİ'nin
dilekçesi ve ekleri, Dizi 166-167'de Mahir KAVALCIM'ın dilekçesi, Dizi 177-181'de Ali
SARIGÜL'ün dilekçesi.)
23-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
250/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında verilen şikayet
dilekçeleri, bir kısım müşteki ifadeleri, 5271 sayılı CMK 'nun 250.maddesi ile görevli
İstanbul 10.Ağır ceza mahkemesi tarafından Ankara C.Başsavcılığı Memur suçları
soruşturmabürosuna 2010/283 esas numaralı yazıları ile gönderildiği bildirilen Bayrak hareket
direktifi başlıklı evrakların onaylı suretleri ileAnkara C.başsavcılığınca5271 sayılı
CMK'nun250 maddesi ilegörevli ve yetkili Ankara C.başsavcılığına gönderilmesine ilişkin
görevsizlik kararı ile bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yetkisizlik
kararlarının bulunduğu 23.ncüklasör. ( Dizi 1-6'da Adem ÇEVİK'in dilekçesi, Dizi 8-29'de
EDP Bursa İl Yönetim Kurulunun dilekçesi, Dizi 35-38'de Mustafa ŞERİT ve 10 müştekinin
dilekçesi, Dizi 39-40'da Mustafa ALTIPARMAK'ın dilekçesi, Dizi 41-47'de Halil GÜVEN'in
dilekçesi, Dizi 48-51'de Mehmet İLHAN'ın dilekçesi, Dizi 53-56'da Selim ÇORAKLI'nın
dilekçesi, Dizi 58-61'de Osman TÜFEKÇİ'nin dilekçesi, Dizi 63-66'da Ramazan ÖZALP'ın
dilekçesi, Dizi 68-84'de Adem ÇEVİK'in dilekçesi, Dizi 86-91'de Aysel GÜMÜŞ'ün dilekçesi,
Dizi 92-97'de Necati ALTINTOPRAK'ın dilekçesi, Dizi 108-111'de EDP Menemen İlçe
Yönetim Kurulu'nun dilekçesi, Dizi 113-120'de Mehmet ALÇINKAYA'nın dilekçesi, Dizi
121-147'de Abdullah ÖZTÜRE, Adil BOYOĞLU, Ali Nazım ALTUNTAŞ, Arzu AYDOĞAN,
Aydın ALP, Aynur HAYRULLAHOĞLU, Ayşe AÇIKGÖZ, Bayram YILMAZ, Birsen
ATAKAN, Canan ARI, Erdoğan AYDIN, Erol KIZILELMA, Hatice ERDOĞAN, Hatun
İLDEMİR, İhsan KARABULUT, Mustafa Yalçın ATALAY, Nimet TANRIKULU, Rahmi
ATEŞ, Salih H. YILDIZ, Selahattin GÜMÜŞ, Şükran AKTAŞ, Yunus BİRKAN ve Yusuf
ÇETİN'in dilekçesi, Dizi 192'de Ekrem TEMOÇİN'in dilekçesi, Dizi 193-195'de İzzet
ARIKAN'ın dilekçesi, Dizi 196'da Mehmet GÖK'ün dilekçesi, Dizi 197-198'de Ahmet
KAYA'nın dilekçesi, Dizi 201-202'de Ali CANAGİR'in dilekçesi, Dizi 203-207'de Fahrettin
ÇELİK'in dilekçesi, Dizi 211-212'de Rıza BAKTEMUR'un dilekçesi, Dizi 217-223'de Ankara
Barosu Başkanlığı'nın dilekçesi, Dizi 224-225'de Hasan ERDEMLİ'nin dilekçesi, Dizi 232235'de Hasan Hüseyin BOZOK'un dilekçesi, Dizi 236-239'da Necmi KETENCİ'nin dilekçesi,
Dizi 240-243'de Orhan ŞAHİN'in dilekçesi, Dizi 244-248'de Av. Gökan PİRİNÇÇİ'nin
dilekçesi, Dizi 249-252'de Ersoy KETENCİ'nin dilekçesi, Dizi 253-256'da Kemal
DURMAZ'ın dilekçesi, Dizi 257-260'da Zeki DURMAZ'ın dilekçesi, Dizi 261-264'de Ahmet
ÖZDEMİR'in dilekçesi, Dizi 265-267'de Mustafa KARAKAŞ'ın dilekçesi, Dizi 268-272'de
Tayyar PARLAK'ın dilekçesi, Dizi 277-278'de Hasan ERDEMLİ'nin dilekçesi, Dizi 289294'de M. Ali METİN'in dilekçesi, Dizi 296-305'de Gül ERDOST ve Alaz ERDOST'un
dilekçesi,
Dizi 30-33'de Yılmaz YUKARIGÖZ'ün dilekçesi, Dizi 306-311'de Musa AKTAŞ'ın
dilekçesi, Dizi 313-315'de İsmail KAYA'nın dilekçesi, Dizi 316'da Bekir KILIÇ'ın dilekçesi,
Dizi 319'da Fehim TAŞTAN'ın dilekçesi, Dizi 323-326'da Hüseyin MESTANLAR'ın
dilekçesi, Dizi 336-337'de Mahmut AYDER'in dilekçesi, Dizi 340'da Yener KURTOĞLU'nun
dilekçesi, Dizi 349'da Mehmet KOCAMAN'ın dilekçesi, Dizi 429'da Mehmet Ali METİN'in
dilekçesi, Dizi 437'de Gül ERDOST'un dilekçesi, Dizi 443-448'de Musa AKTAŞ'ın dilekçesi,
Dizi 452'de İsmail KAYA'nın dilekçesi, Dizi 453'de Bekir KILIÇ'ın dilekçesi, Dizi 456'da
Fehim TAŞTAN'ın dilekçesi, Dizi 461'de Hüseyin MESTANLAR'ın dilekçesi)
24-Ankara C.başsavcılığınadiğer bir kısım yerCumhuriyet Başsavcılılıkları
tarafındansanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahşin Şahinkaya hakkında müştekiler
tarafından verilen şikayet dilekçeleri, 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 12 Eylül darbesi
ile verdiği röportajını içeren gazete haberini içeren24.ncü klasör . ( Dizi 76'da Elsinet
DURUK'un dilekçesi, Dizi 77-78'de Hanef DEMİR'in dilekçesi, Dizi 79-80'de Osman
ALPDAĞ'ın dilekçesi, Dizi 81'de Halide DÜNDAR'ın dilekçesi, Dizi 82'de Mehmet Şükrü
BARDAK'ın dilekçesi, Dizi 83'de Hikmet YÜKSEKKAYA'nın dilekçesi, Dizi 84-88'de
Mustafa ÖZER'in dilekçesi, Dizi 89-90'da Mahmut ŞİMŞEK'in dilekçesi, Dizi 92-93'de Salih
ÇOBANYILDIZI'nın dilekçesi, Dizi 94-97'de Celal TOPRAKÇI'nın dilekçesi, Dizi 98'de
251/360
T.C. ANKARA 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Dosya-Karar No: 2014/137 Esas - 2014/181
Ahmet ÇANÇANIH'ın dilekçesi, Dizi 99'da Mehmet DÖLEKİN'in dilekçesi, Dizi 100'de
Şeyhmuz ASAN'ın dilekçesi, Dizi 101'de İhsan KARACAN'ın dilekçesi, Dizi 102-104'de
Ahmet YILDIRIM'ın dilekçesi, Dizi 105-108'de Mehmet ŞEREMETİN'in dilekçesi, Dizi 109113'de İbrahim BİLEN'in dilekçesi, Dizi 115'de Hikmet KILIÇ'ın dilekçesi, Dizi 116-117'de
Sefer AKGÜNDÜZ'ün dilekçesi, Dizi 118-134'de Nuri SINIR'ın dilekçesi, Dizi 141'de M.
Kemal EZBER'in dilekçesi, Dizi 139-140'da Ramazan ÇATIN'ın dilekçesi, Dizi 143-1444'de
Zülfikar TAK'ın dilekçesi, Dizi 145-150'de Mehmet AYTEN'in dilekçesi, Dizi 151-153'de
Methiye ÖZHALAZBAY'ın dilekçesi, Dizi 154-162'de Mehmet Can AZBAY'ın dilekçesi,
Dizi 163-164'de Ahmet ANDİÇ'in dilekçesi, Dizi 165-166'da Osman CEYLAN'ın dilekçesi,
Dizi 167-171'de Serap MUTLU'nun dilekçesi, Dizi 172-174'de Yıldız AKTAŞ'ın dilekçesi,
Dizi 175-176'da Eyüp PERTAL'ın dilekçesi, Dizi 177-181'de Abidin ÇOĞAÇ'ın dilekçesi,
Dizi 182-188'de Sardık KAPLAN'ın dilekçesi, Dizi 189-190'da Cemile BÜYÜKKAYA'nın
dilekçesi, Dizi 191'de Eyüp EROL'un dilekçesi, Dizi 193'de Ali YILMAZ'ın dilekçesi, Dizi
194'de İbrahim Halil CENAN'ın dilekçesi, Dizi 195-197'de Mehmet GÖKÇE'nin dilekçesi,
Dizi 198-213'de İsa TEKİN'in dilekçesi, Dizi 214-216'da Hasan ÇAKIR'ın dilekçesi, Dizi
217-218'de Fehmi AYDEMİR'in dilekçesi, Dizi 219-220'de Ramazan BOZKOYU'nun
dilekçesi, Dizi 221-222'de Yaşar ÇERİ'nin dilekçesi, Dizi 223'de Fevzi YAVUZ'un dilekçesi,
Dizi 224-225'de Mustafa GÜNAY'ın dilekçesi, Dizi 226'da Mehmet KARATAY'ın dilekçesi,
Dizi 228'de Suphi KARATAY'ın dilekçesi, Dizi 229-230'da Mehmet Sait SAK'ın dilekçesi,
Dizi 231-233'de Mehmet ÇAT'ın dilekçesi, Dizi 234'de Bayram ÇELİK'in dilekçesi, Dizi
235'de Zekiye AYIK'ın dilekçesi, Dizi 237-238'de Şeyhmuz GÖRENÇ'in dilekçesi, Dizi 239241'de Hasan CİNLİ'nin dilekçesi, Dizi 242'de Abdulbaki KADANEZİ'nin dilekçesi, Dizi
243-244'de Cemil CANDAN'ın dilekçesi, Dizi 245'de Arif TURGAY'ın dilekçesi, Dizi 247248'de Abdulbaki KARADENİZ'in dilekçesi, Dizi 249'da Cemil CANDAN'ın dile

Benzer belgeler