`Sinir`i tartismak - Yuvarlak masa söylesisi, 2014

Transkript

`Sinir`i tartismak - Yuvarlak masa söylesisi, 2014
11
“Sınır”ı tartışmak:
Yuvarlak masa söyleşisi
Katılımcılar: Karine Bennafla, Josieh Heyman,
Thomas Wilson ve Willem van Schendel
KARINE BENNAFLA doktorasını Orta Afrika’da sınır aşırı ticaret ve sınır alanlarının yeniden şekillenmesi üzerine verdiği teziyle coğrafya
alanında Strasburg Üniversitesi’nden aldı. Halen Edinburg Üniversitesi Sosyal ve Siyasal Bilimleri Fakültesi’nde onursal öğretim üyesi olarak görev yapan Bennafla’nın Orta Afrika (Kamerun, Çad, Gabon, Orta Afrika Cumhuriyeti) dışında, Benin, Lübnan ve Fas’ta sınır coğrafyaları, kayıt dışı ve yasadışı ticaret, çatışma ve sosyal protestolar üzerine yürüttüğü araştırmaları bulunuyor. Bennafla, Afrika’daki uluslararası sınırlarının çeşitli yönleriyle ilgilenen araştırmacıları buluşturan
disiplinlerarası Afrika Sınırboyları Araştırma Ağı’nın (African Borderlands Research Network - ABORNE) üyesidir.
JOSIAH HEYMAN ABD’de Texas Üniversitesi’nde (El Paso) Sosyoloji
ve Antropoloji bölüm başkanlığını yürütüyor ve antropoloji profesörü olarak dersler veriyor. Araştırmaları sınıraşırı hareketlerin düzenlenmesi, sınır kültürleri, ABD-Meksika sınırının siyasal ekolojisi üzerine yoğunlaştı. Çalışma ve işçi sınıfı antropolojisi, hane ekonomileri ve tüketim üzerine çok sayıda makalesi yayımlandı. Heyman ayrıca ABD’nin sınır ve göç politikalarına odaklanan uygulamalı veya aktivist antropoloji perspektifinden çalışmalar da yürütüyor ve El Paso,
Teksas’ta İnsan Hakları Sınır Ağı’na başkanlık ediyor.
THOMAS WILSON ABD’de Binghampton Üniversitesi Antropoloji Bölümü öğretim üyesidir. Wilson’ın araştırma ilgileri uluslararası sınırlar, ulusal kimlik ve milliyetçilik, etnisite ve etnik çatışma, AvrupalılaşTOPLUM VE BİLİM 131 • 2014
12
KARINE BENNAFLA, JOSIEH HEYMAN, THOMAS WILSON, WILLEM VAN SCHENDEL
tırma politikaları ve Avrupa’da entegrasyon, tüketim kültürü üzerine
yoğunlaşmıştır. İrlanda, Birleşik Krallık ve Macaristan üzerine araştırmaları olan Wilson’ın meslektaşı Hastings Donnan’la birlikte sınır çalışmaları alanında yayınladığı kapsamlı kitap ve derlemeleri bulunuyor. Bunların arasında Sınır: Kimlik, Ulus ve Devletin Uçları (Ütopya
Yayınları, 2003) Türkçeye çevrilmiştir.
WILLEM VAN SCHENDEL halen Amsterdam Üniversitesi’nde Modern
Asya Tarihi kürsüsünün başkanlığını sürdürüyor. Başlıca çalışma alanları Hindistan, Bangladeş ve Burma olmak üzere sınırboylarında insan
ve mal hareketliliğinin toplumsal sonuçları, hareketli endüstri bitkisi
üretim sistemleri ve küreselleşme güzergahları üzerine araştırmalar
yürüttü. Dünya piyasaları için meta üretimine bakarak, üretimin kırsal toplumlarda nasıl düzenlendiği ve bu sistemlerin hangi koşullarda bir (sömürge) toplumundan diğerine kaydırılabildiğini inceleyen
yayınları bulunuyor. Schendel, sınırlı sayıda araştırmaya konu olmuş
Asya sınır bölgelerine yoğunlaşan bilim insanlarını bir araya getiren
Asya Sınırboyları Araştırma Ağı’nın (The Asian Borderlands Research
Network - ABRN) üyesi.
• Sınır çalışmaları alanı nasıl ortaya çıktı? Bu alanın ilgilendiği temel meseleler nelerdir?
Bennafla: Özellikle son otuz yılda sınırlara yoğunlaşan araştırmaların bolluğu düşünülürse bu soruyu cevaplamak cüretkâr bir çaba gerektirir. Ben bu sorunuza bir coğrafyacı olarak cevap vermeye çalışacağım.
Sınırlarla ilgili ilk literatür aşağı yukarı 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında,
klasik bir jeopolitik perspektif kapsamında (Ancel, 1938; Ratzel, 1897) ve ulusdevletlerin yükselişe geçip genişledikleri bir dönemde ortaya çıktı. Bu dönemde sınır, genellikle, devletin teritoryal egemenliğinin çizgisel bir sınırı olarak tanımlanıyor ve devletin kapsam ve gücünün göstergesi olarak kabul ediliyordu.
Turner’ın tanımladığı Amerika sınırı, Westphalia anlayışından çok dinamik ve
hareketli bir mıntıka (sınır mıntıkası) fikrine dayalı olan bir sınır tarifini öne çıkarır. Geleneksel literatürde sınır kavramı, iktidar, devlet ve toprakla bağlantılıdır. Bu durum özellikle de coğrafyacılarla tarihçilerin metinlerinde kendini gösterir (Guichonnet ve Raffestin, 1974). Akademik tartışma daha çok sınırın suniliği veya doğallığı, tanımı (sınır, sınır bölgesi, sınır mıntıkası, tampon bölge)
ve işlevlerine yoğunlaşmıştır. O tarihlerde, sınırla ilgili farklı tasnifler ve tipolojiler öne çıkarılmıştır. Kimi sosyologlar ve coğrafyacılar, George Simmel’in “sınır, mekânsal değil sosyolojik bir fenomendir ya da mekânsal içerimleri de olan
“SINIR”I TARTIŞMAK: YUVARLAK MASA TOPLANTISI
13
sosyolojik bir fenomendir” tanımını esas alırken, sınır pratiklerini, civardaki sınır bölgeleri ve mıntıkalarıyla geliştirilen ekonomik ve kültürel temaslar çerçevesinde değerlendirmişlerdir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sınırlarla ilgili akademik yayınlar, özellikle
coğrafya alanında, Nazilerin jeopolitiği istismar etmelerinden kaynaklanan bir
rahatsızlıkla bağlantılı olarak gittikçe azalmıştır.
Sınır çalışmalarında yenilenme, 1980 ve 1990’larda başlamış ve bu alan –bu
kez ister istemez multidisipliner bir ‘saha’ olarak– yeniden doğmuştur. O nedenle, sınırın anlamlarına dair çokboyutlu yaklaşımların nispeten güncel oldukları söylenebilir ve bunlar esasen Avrupa ve Amerika’daki vaka incelemelerinden mülhem olarak geliştirilmiştir. Diğer yandan, Fransa’daki üniversitelerin bu
alanı henüz tam anlamıyla tanınmadıklarını da söylemek gerekir. Herhangi bir
Fransız üniversitesinde sınır çalışmaları bölümü yok ve Fransız akademisi hâlâ
belirli disiplinler etrafında örgütlenmiş ve yapılanmış durumda.
Gene de Fransa’da da Michel Foucher’in yazdığı Fronts et frontières (1988)
adlı ufuk açıcı eser ve J. R. V. Prescott’nun çalışmaları (1987), 1980’lerde sınır
araştırmalarına ilginin yükseldiğini gösterir. Sonraki on yılda sınır çalışmaları
literatürünün giderek genişlemesi, önemli jeopolitik olayların (Demir Perde’nin
ortadan kalkması, Güney Afrika’da Apartheid’ın bitmesi, yeni devletlerin ortaya
çıkışı, lokal kimlikler ve etnik-milliyetçiliğin yeniden yükselişi) yanı sıra kritik
iktisadi değişimlerle de –serbest piyasa ve neoliberalizmin zaferi, Kuzey Amerika ve AB’deki bölgesel iktisadi entegrasyon süreçleri– ilgilidir. Bu değişimlerle
birlikte ulaşım ve iletişim (ICT) alanında daha önce görülmedik bazı teknolojik
gelişmelerin de kaydedilmesi, sınır nosyonunun, işlevleri, maddiliği ve farklı ölçeklerdeki konumuyla birlikte yeniden düşünülmesi ve tanımlanmasına zemin
hazırlamıştır. AB’nin kendi içindeki sınırları kaldırması ve tren istasyonlarında
yapılmaya başlanan yeni sınır kontrolleri, sınırların artık yalnızca Devlet’in topraklarının bittiği noktada yer almaktansa toprak üzerinde dağıldığını ve içe doğru katlandığını gösterir.
11 Eylül saldırıları da sınır çalışmalarına büyük oranda bir güvenlik paradigmasının hakim olmasına sebebiyet veren bir başka dönüm noktasıdır. Bu olay,
terör karşıtı savaş ve güvenlik söylemleri; sınır güvenliği, devlet sınırlarının fiilen tatbiki, duvarlar, bariyerler ve tel örgülerin hızla çoğalması gibi meseleleri
incelemeye başlayan sınır çalışmaları disiplinini bir hayli etkilemiştir.
Sınır çalışmalarının diğer temel meseleleri arasında sınır kontrolünün taşeronlaştırılıp özelleştirilmesi, yeni kontrol teknolojileri, sınır idaresinde başvurulan yeni mantık, sınır ekonomisi vb. konular yer alır. Güvenlik ihtiyacı algısı ve belli kategorilerdeki insanlarla nesnelerin söylemsel olarak ‘tehdit’ olarak
sunulmasıyla bağlantılı olarak sınırların idaresi meselesi önemli bir konu haline
gelmiştir. Sınır ve kimlik ilişkisi de bir o kadar önemli bir konu. Kolektif kimlik ve kültürün şekillenmesinde sınırların önemli bir rolü var. Küreselleşen bir
14
KARINE BENNAFLA, JOSIEH HEYMAN, THOMAS WILSON, WILLEM VAN SCHENDEL
dünyada yerel kimliklerin yeniden yükselişe geçmesi, bir anlamda yeniden icat
edilmeleri, görünen ve görünmeyen bazı sınırlar doğuruyor. Siyasal söylemde
yer alan sınır anlatılarının analizi de sınırların tayin edildikleri süreçlere yönelik ilginin bir parçasıdır (Van Houtum ve Van Naerssen, 2002).
Sınırlara, sınır bölgelerine ve sınır mıntıkalarına dair vaka incelemeleri yapılmaya devam ediyor. Geçmişte kimi zaman uç noktalar veya coğrafi çeperler olarak da görülen bu melez temas mıntıkaları, bugün artık toplumsal ve siyasal değişimin yeni merkezleri ve laboratuvarları olarak görülüyor. Birçok olgu, sınır
mıntıkalarında çok daha belirgin olduğu için yorum ve analize de daha müsait.
Aktörlerin kompleks kümelenmelerini yeni toplumsal, teritoryal ve siyasal konfigürasyonları, aşağıdan veya yukarıdan dinamiklerle biçimlenen farklı müzakere ve düzenleme olanaklarını gözlemlemek için sınır bölgelerinin özel ve ayrıcalıklı yerler olduğu kabul ediliyor. Sınır bölgeleri belirli tematik girizgâhlar çerçevesinde inceleniyor: sınırötesi işbirliği ve yönetişim, kaçakçılık veya sınır ticareti gibi günlük sınır pratikleri ve ihlâller, devlet öncülüğünde yürütülen bölgesel gelişim programları vb.
Ayrıca tartışmalı sınırlar, sınır ihtilafları ve toprak sorunları da sınır çalışmalarının ilgilendiği konular arasındadır.
Heyman: Birçok akademik disiplinde olduğu gibi burada da öncelikle siyasi
sınırlarda yaşayan gerçek insanların kurduğu yerleşim yerlerinin toplumsal gerçekliği öne çıktı, ardından akademisyenler bu alanla ilgilenmeye başladılar. Önceleri, merkezî devletlerin biçimsel kaygılarının egemen olduğu (sınır çizmek
ve tasnif etmek gibi) bazı sınır araştırmaları yapıldı. Ben daha çok siyaset, idare,
topluluklar, ekonomiler, kültürler vb. bağlamında ortaya çıkan toplumsal gerçeklik üzerinde duran araştırmalarla ilgileniyorum. Sınır çalışmalarını, devlet
sınırlarının toplumsal, kültürel, ekonomik ve çevresel neticeleri olarak tanımlıyorum; siyasal sınırların bu alanın tanımlanmasında önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.
Sınır çalışmaları tüm dünyada bu şekilde ortaya çıktı ve bence buradan önemli bir ders çıkartılmalıdır: Gözümüzün önünde gerçekleşen toplumsal gerçeklikleri daima merak etmeli, yöresel ve bölgesel ölçekteki toplumsal koşullara, yanı
başımızda vuku bulan gelişmelere duyarlı olmalıyız. Çalıştığım kurum olan Teksas Üniversitesi de sınırındaki bir Birleşik Devletler şehrinde (El Paso) bulunuyor ve sınır araştırmaları için kurulmuş ilk merkezlerden birine ev sahipliği yapıyor. Bunu büyük bir gururla söylüyorum. ABD-Meksika sınırı, önceleri, sınır çalışmaları için oldukça önemliydi fakat alana öncülük edenler baştan beri karşılaştırmalı analizlere önem verdiler ve başka bölgeleri de (örneğin Afrika’daki sınırlar) araştırma gündemine dahil ettiler. Bu çok önemli bir gelişmedir.
Sınır çalışmaları dünyadaki tüm bölgeleri ve vakaları kapsamalıdır. Belirli bir
sınırı inceleyen kişi, bu bölgeyle diğerlerini mukayese edebilecek verilere sahip-
“SINIR”I TARTIŞMAK: YUVARLAK MASA TOPLANTISI
15
se ve farklı analitik çerçevelerden haberdarsa, özel olarak incelediği sınırı daha
sağlıklı değerlendirecektir. Bana kalırsa, temel ve müşterek bir tanımdan, devletlerin siyasal sınırlarından ve bu temel belirleyiciyle bağlantılı olarak ortaya çıkan olgulardan hareketle sınırlarla ilgili küresel genellemelere gidebiliriz ancak
mutlak evrensellere yönelik arayışın kimseye faydası olmayacaktır. Kısmi genellemeler, ailevi benzerlikler ve tahvil edilebilir dersler üzerinde durduğumuzda
ise faydalı bir bakış açısı geliştirebiliriz.
Yukarıdaki temel tanımdan, yani siyasal sınırların birçok olgunun başlangıç
noktası olarak kabul edilmesinden ileri gelen farklı sorunlar var. Burada tüm bu
sorunların dökümünü yapmam zor, fakat ben kendi çalışmamda iki temel meseleyi ele aldım. Biri, farklı biçimde tanımlanmış değerlere sahip oldukları halde birbirlerine siyasal sınırlarla bağlanan bölgeler arasındaki eşitsiz iktisadi mübadele (eşit olmayan gelirler yahut toplumsal yeniden bölüşümdeki eşitsizlikler gibi). Dolayısıyla ortada bir siyasi-iktisat meselesi var: Siyasal sınırlar, eşitsiz
mübadele gibi bir sınıfsal ilişkiyi nasıl doğurmakta ve bunu nasıl düzenlemektedir? Diğer mesele ise kültürün üretimiyle ilgili. Kültürel üretim nasıl bir yandan devlet denetiminde organize edilen bir mekânda (territory) gerçekleşirken
diğer yandan iki teritoryal mekân arasındaki etkileşimler aracılığıyla devlet denetimini devre dışı bırakıyor? Bu soru, iktidarın alanıyla bağlantılı olarak tarihsel sürecin önemini vurgulayan bir kültür görüşünü de beraberinde getiriyor.
van Schendel: ‘Sınır çalışmaları’ ile ‘sınır bölgesi çalışmaları’ arasında bir ayrım yapmak gerekebilir. Mazisi epey geriye giden sınır çalışmaları alanı, hukuki,
diplomatik ve jeopolitik kaygılar üzerine yoğunlaşmıştır. Bu araştırmalarda sınırlara, devletlerin perspektifinden, toprakla ilgili kaygıların penceresinden bakılmıştır. Buna karşılık, sınır bölgesi çalışmaları sınır bölgeleriyle ilgili aşırı devlet merkezli yaklaşımlara eleştirel yaklaşan daha yeni bir alandır.
Wilson: Ben genel bir kural olarak sınır çalışmalarına bütünlüklü ve tutarlı
bir akademik külliyat olarak yaklaşmıyorum. Öncelikle o külliyatı tanımlamak
için bazı nitelikler arıyorum. İlk ölçütüm sınır çalışmalarındaki klasik eserler
veya sınır çalışmalarının tarihinde ve akademik disiplinler arasında yaygın olarak paylaşıldıkları için önemli olan eserler. Bu anlamda Braudel, Ratzel, Lattimore ve Wallerstein’in benim üzerimde müthiş bir etkisi oldu; antropolojide
Wolf ve Cole’un da öyle. Sınır çalışmalarında aradığım, bana alanı tanımlamakta yardımcı olan ikinci özellik ise belli akademik disiplinlerin okuyucularına
yönelik olarak yazılmış olmakla birlikte başka disiplinler açısından da önemli olan eserler; örneğin Benedict Anderson’ın, Fredrik Barth’ın ve Eric Wolf’un
eserleri. Bu ölçütlerin ikisi de ulusal ve diğer jeopolitik sınırları ve bu sınırları aşan toplumsal, politik ve ekonomik ilişkileri ele alan akademik çalışmalara atıf yapıyor.
16
KARINE BENNAFLA, JOSIEH HEYMAN, THOMAS WILSON, WILLEM VAN SCHENDEL
Ama birçok durumda sınır çalışmalarına akademik disiplinlerin perspektifinden bakılır ki antropoloji alanında, Boasyen ekolünün akültürasyon (acculturation) konusuna yönelik ilgisi, kolonyalizm, emperyalizm, kalkınma ve modernizasyon gibi konulara yönelik akademik ilgiyle nihayet birleşerek devletlerin ve
imparatorlukların kıyılarındaki politik ve ekonomik vaka çalışmalarının temelini oluşturur. Antropolojide bu yaklaşımı kuran Cole ve Wolf’un Hidden Frontiers [Gizli Sınırlar] isimli kitabıdır ama yazarların entellektüel kökenini ve dolayısıyla antropolojide sınır çalışmaları olarak görülen birçok şeyin kökenini de
bu kitapta bulmak mümkündür.
Çağdaş antropolojide sınır çalışmaları birbirleriyle hem örtüşen hem de sık
sık yarışan iki farklı gücün sonucu olarak ortaya çıkar. Bunlardan ilki, kimlik
ve kültürü aşkınlık ve özgürleştirme potansiyeline sahip, bireylere ve gruplara,
insanların eylemliliğini susturan ve güçsüzleştiren sosyal kategorilerin kısıtlarının ötesinde çalışma olanağı veren şeyler olarak gören ‘post-’ (modern, yapısal, kolonyel vs.) güçlerdir. ‘Sınırlar’a bu yaklaşımda, birçoğumuza ulusal kültür mirasımızın bir parçası olarak sunulmuş jeopolitik sınırlar, yani ulusal kimliğin, egemenliğin ve toprakların doğal veya tarihsel sınırları; bizim güvenli ve
kutsal sandığımız sınırlarımızın –tıpkı kültürümüzün ve kimliğimizin sözüm
ona geleneksel olarak işlettiğimiz kategorileri gibi– nasıl da her zaman ve sürekli olarak, açıktan açığa veya gizlice aşıldıklarını gösteren birer metafor olarak işlevselleşirler.
İkinci güç, antropolojide politik iktisadın hâlâ süren canlılığı ile ilgilidir ki
ben burada Roseberry’i takip ediyor ve politik ekonominin Marksçı ve Marksist antropolojilerin kod adı olduğu sonucuna varıyorum. Bu yaklaşımda sınırlar hâlâ ulusların, devletlerin ve diğer jeopolitik birimlerin içlerinde ve aralarındaki (bazı) güçlere ve pratiklere getirilen (bazı) kısıtların imleri olarak görülür.
Sınırlar politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel teşekkülün dış çeperleridir ve
bu yönleriyle yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası düzende kilit önemde bir rol
oynarlar. 1990’lardan beri hem antropolojide sınır çalışmalarını, hem de diğer
toplumsal ve beşeri bilimleri sürükleyen bu güçlerin her ikisi de hem popüler
hem de akademik tartışmalara damgasını vuran küreselleşme teorisi ve retoriğine büyük katkıda bulunmuştur.
Sınır çalışmalarında günümüzde sık sık sorulan temel sorular, kabaca, sınır
çalışmaları ve sınır teorisi olarak adlandırılan iki grup külliyat etrafında gruplandırılabilir. Bunlardan ikincisi daha çok kimlik sorunlarına odaklanır ve ‘-lik’
soneki etrafında dönen meselelerle (değişkenlik, edimsellik, öznellik, durumsallık vb.) ilintilidir. İlki, yani sınır çalışmaları ise, daha ziyade jeopolitik sınırların ‘kumda bıraktığı’ gerçek ya da sembolik ‘izler’le ilgilidir. Bu izler enlemlerde ve boylamlarda, yasalarda ve uluslararası anlaşmalarda, geleneklerde ve kullanım alışkanlıklarında bulunabilir. Ancak sınır çalışmaları külliyatını tarayan
birçok incelemenin açıkça ortaya koyduğu üzere, akademik disiplinlerin sınır-
“SINIR”I TARTIŞMAK: YUVARLAK MASA TOPLANTISI
17
larının içinde ve bu sınırların arasında yer alan birçok sınır analizi hem sınır çalışmalarını, hem de sınır teorisini içerebilir ve hatta gerçekten içermektedir de.
• Bu alandaki bulguların, sosyal teoriye özel olarak katkıları nelerdir?
Bennafla: Sınır çalışmaları alanında yapılan araştırmalar, temel özeliği olağanüstü hareketlilik olan küreselleşme çağında tüm toplumları ve bireyleri etkileyen kimlik/başkalık tartışmaları üzerinde durur. Bu alan bizi özgürlükler (örneğin evrensel seyahat hakkı gibi), vatandaşlık, içerme/dışlama mekanizmaları ve normların dikkatle belirlenmesi gibi meseleleri yeniden düşünmeye davet
etmekte.
Heyman: Ekonomi ve toplum alanında sınır çalışmaları, eşitsiz ilişkilerin egemen olduğu süreçlere dair bir perspektif sunuyor ve bir bölüşüm sorunu ve gerçeği olarak eşitsizlik nosyonundan çok daha öteye geçiyor. Bölünmüş ve eşitsiz şeylerin aynı zamanda birbirleriyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Sınırlar
–özellikle mübadeleler, akışlar, hareketlilikler– bunun önemli bir örneği. Ulusal
veya başka türlü sınırlarla kuşatılan birimlerde, farklılaşmış unsurlardan çok,
bütünlük veya birlik arz eden özellikler üzerinde duruyoruz. Oysa bu, ulusal ölçek söz konusu olduğunda bile bir yanılgıdır ve bize, bütünü oluşturan parçalarla bağlantılı olarak düşünmeyi öğretmesi bakımından sınır çalışmaları özellikle faydalı bir disiplin.
Kültür alanında da benzer bir ders çıkartabiliriz. Sınır çalışmaları, kültürlerin
toplumsal olarak aktarılan anlamlardan meydana gelen ve tarih, iktidar, coğrafya, anlam gibi alanlardaki farklılıkları da içeren karmaşık ağlar olduğuna dair
fikri pekiştiriyor. Karmaşık kültürel ağlar ve melezliklerden söz edebilmek için
tek tip kültürel birimler çağını mutlaka kapatmalıyız. Bu durum, bütün kültürler için geçerlidir. Tek biçimli örüntüler büyük ölçüde bilinçli ve siyasi olarak
inşa edilmiştir. Bu gelişkin kültür görüşünün ileri gelen örnekleri, arka planda
temsil ettikleri siyasi karmaşa nedeniyle sınırlardır.
van Schendel: Sınır çalışmaları, toplum kuramını şekillendiren ve kısıtlayan
ulus-devlet kaynaklı önyargıların ortadan kaldırılmasında gittikçe önemli bir
rol oynuyor. Sınır çalışmalarının perspektifi sayesinde sınırlar arası akışlar, bağlantılar ve kimlikler de önemli hale geliyor. Bu perspektif, toprak üzerinde tesis
edilen iktidarın, merkezden dışarıya değil toprağın marjinlerinden iç kısımlarına doğru meydana getirdiği kümelenmelere bakılmasını öneriyor.
Wilson: Yukarıda ana hatları ile özetlediğim şekliyle sınır çalışmaları çok
farklı alanları teorize etmeye katkıda bulunabilir fakat öncelikle ampirik gerçekliklere yönelik bir yaklaşım veya en azından sınırların, insanların ve devlet
18
KARINE BENNAFLA, JOSIEH HEYMAN, THOMAS WILSON, WILLEM VAN SCHENDEL
ve toplum kurumlarının gündelik yaşamlarındaki boyutlarına yönelik ampirik
vaka çalışmaları yürütmenin bir yolu olarak görülmelidir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, ben çok da fazla bir sınır teorisi üretme çabasında değilim.
Bu tür çabaları genellikle kimlik politikasının kendini doğrulayan kehanetleri
ve doğruluğu kendinden menkul nosyonları olarak görüyorum. Bence sınır çalışmalarının kanı-canı, sınırların kıyısındaki ve ötesindeki farklı aktörlerin değişim içindeki mıntıkalarının betimlenmesine yönelik çabalarda yatıyor. Zira
tüm gerçek ve simgesel zaman ve mekan nosyonları gibi bu mıntıkalar da kaydıkları için, sosyal bilimciler bu kayışları kayda geçirmek ve mümkünse açıklamak zorundadırlar. Sınır çalışmaları, sosyal teoriye ancak bu tür vakaları kıyasladığında ve bu kıyaslamayı içinde yaşadığımız çağın devletlerinin ve uluslarının değişen boyutlarını açıklama çabasıyla birlikte yürüttüğünde bir katkı
yapabilir. Kaleme aldığım birçok yazıda belirttiğim gibi, ben sınırlara, jeopolitik gruplanmaların ve yapıların çağdaş ve tarihsel işleme biçimlerinde anıtsal
ve muhteşem olanın görünürlük kazandığı arenalar olarak özel bir önem atfetmiyorum; ya da en azından onların sınırlarda, arazinin (territory) diğer bölgelerinde olduğundan daha önemli olduğunu düşünmüyorum. Ancak devletlerin, bölgelerin, kentlerin ve yerelliklerin normal veya anormal işleyişindeki
bazı şeyler sınırlarda daha sık ya da belki daha net bir şekilde vuku ve böylece gözlemcilerin böylesi olay ve pratikleri daha net bir şekilde izlemelerine olanak sağlayabilir.
Bu bakış açısı, –özellikle de ulusal– sınırlara ehemmiyet ve tarihsellik aşılandığını, onların hatırlamamız gereken şeylerin imleri ve bizim ve bizi temsil
edenlerin, bizim için değerli olan her şeyi korumakla görevli olduğu yerler olarak görüldüğünü kabul etmekten öte bir anlam taşımıyor. Böylesi sınırlar imgelemimize hitap ettikleri için –ki bence böylesi imgeler küresel bir rezonansa sahipler ki nitekim kimlik ve kültürü simgeleyen sınır metaforlarının dünya çapındaki zenginliği de bunu doğrular nitelikte– sınıra yönelik akademik çalışmaların bugününün ve yarınının başlıca dayanak noktası; sınırların nasıl işlediğini, nasıl değiştiğini ve güç sahibi olan ve olmayan kurumların onları hâlâ nasıl
biçimlendirmek istediklerini gösteren vaka çalışmaları olmalıdır.
• Sınırın (border) metaforik anlamlarıyla (boundary) bütünleşmesi, sınır çalışmaları alanının geleneksel teorik çerçevesine yeni araştırma gündemlerinin girmesini sağladı mı?
Bennafla: Yeni araştırma gündemlerinin biraz da fon veren kuruluşlara bağlı
olduğunu ve hatta onlar tarafından belirlendiğini görmek gerekir. David Newman, 1980’lerde Kuzey Amerika’da sınır çalışmalarına verilen fonun Amerika
Serbest Ticaret Birliği tarafından sağlanırken, 11 Eylül’den sonra ABD İç Güvenlik Bakanlığı gibi aracıların devreye girdiğini belirtir.
“SINIR”I TARTIŞMAK: YUVARLAK MASA TOPLANTISI
19
Günümüzde sınırın, devlet egemenliğinin mekânsal sınırına, yani devlet topraklarını kuşatan bir alana indirgenemeyeceği açıktır. Sınır kavramı bir hayli
karmaşıklaşmış vaziyettedir: Sınırlar, devlet topraklarına oranla, dışa ve içe doğru, ağ biçiminde yayılmış durumdalar. Dolaşımın gittikçe yoğunlaşması ve heterojenleşmesi sonucunda devlet sınırları belirsizleşti ve yerlerini ulus sonrası dönemi karakterize eden, ağ biçimli, ‘rizomatik’ bir dünya aldı. Sınırlar hâlâ devlet gücünün yanı sıra yerel veya ulusüstü güçlerin bir tezahürü olarak algılanıyorlar. Sınırların değişik ölçeklerde güçlenmeleri dışında sınır denetiminin hemen her yerde yapılabiliyor olmasıyla birlikte sınırların dört bir tarafta olduklarına dair bu izlenim, kara sınırlarının yeniden çizildiği ve yeni sınırların oluşturulduğu süreçleri yeni baştan düşünmeye teşvik ediyor.
Sınır çalışmaları, mevcut sınırların hareketli ve yayılmış haline dikkat çekiyor. Örneğin, AB içinde, devletlerin sınırları ortadan kalktığı halde birliğin dış
sınırları tahkim edildi ve idari bariyerler güçlendirildi. Sınır denetiminin görünmez/gayri-maddi bir biçime bürünmesiyle birlikte başka yerlerdeki maddi ve fiziksel sınırlar da güçlendirildi – Fas’taki İspanyol bölgeleri Ceuta ve Melilla’yı
kuşatan duvarlar gibi. Bu durum, bir iktidar ‘mizanseni’ ve bir sahne olarak sınır nosyonunu gündeme getiriyor.
Sınır denetiminde enformasyon ve iletişim teknolojileriyle birlikte genetik
uygulamalara da (akıllı teknolojiler) gittikçe daha fazla başvurulması, sınır denetiminin tarihte görülmedik düzeyde bireyselleşmesine ve sosyal bilimcilerin
büyük merakla inceledikleri yeni ‘mücessim’ (embodied) sınırların ve bazı ‘dijital’ sınırların ortaya çıkmasına yol açtı. Bazı hareketlilik biçimlerine konan kısıtlamalara bağlı olarak yarı-geçirgen bir sınır fikri (Wonders, 2006) de yaygınlaştı. Açık sınırlarla malların serbest bir şekilde dolaşımına davetiye çıkartan iktisadi küreselleşme çağında sınırların asli işlevi, insanlarla mallar arasında bir tasnif ve ayrıma gidilmesini sağlamak. Bu da, meşru ve gayrimeşru insan ve emtia
kategorilerinin oluşmasına sebep oluyor. Bunlardan, örneğin turistler ve sermaye gibi bazıları, makbul görüldükleri için dolaşımlarına müsaade edilirken bir
kısmı da sakıncalı bulundukları için denetime ve dolaşımla ilgili belirli kısıtlamalara tâbi tutuluyorlar. Sınır çalışmalarının güncel araştırma gündeminde, sıradan malların ilk bakışta rastlantısal görünen dolaşımını yönlendiren bir arkaplan unsuru olarak güvenlik takıntısı var.
Heyman: Sınırın metaforik anlamlarının analizi, sınırlarda oldukça belirgin
olan iktidar/güç süreçlerinin, toplumsal sınırlar olarak kavramsallaştırabileceğimiz toplumsal ayrımlarla bağlantılı olduğunu göstermeleridir. Örneğin, ülke sınırları ötesine geçen göçmenlerin oluşturduğu etnik-ırksal gruplara dönük ayrımlarda da görüldüğü gibi kültürel sınırlar oluşturma faaliyeti ile sınır ihlâlleri ve ulus-devletlerin içindeki toplumsal sınırlar arasında kesintisiz bir diyalog
vardır.
20
KARINE BENNAFLA, JOSIEH HEYMAN, THOMAS WILSON, WILLEM VAN SCHENDEL
Metaforik yaklaşımın sorunlu tarafı, sınırlarla ilgili bir romantizme öncülük
etmesidir. Melezliğin yüceltilmesi ve buna benzer durumlarda görüldüğü gibi
son derece eleştirel görünmekle birlikte bu yaklaşım, aslında sınır inşasına ve
baskıya dayanan vahşi, sembolik ve maddi güç/iktidar süreçlerinin gözden kaçırılmasına yol açar. Sınırlardaki baskıcı devlet iktidarıyla ilişkili olarak, bizlerin toplumsal adalet ve insan hakları meselesini normatif bir biçimde tartışan,
gerçekçi bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Romantik değil idealist olmalıyız. Ayrıca kültürün ve toplumsal ilişkilerin inşası üzerine de düşünmeliyiz. Bunlar, sınır bölgelerinde apansız açan kültürel çiçekler değil, mücadele ve eşitsizlik dolu
siyasal projelerdir. Sınırlarda, kültürel ihlalin veya melezliğin her daim egemen
olduğu varsayımı doğru değildir. Bilakis, süregiden süreçleri düzenleyen hakim
kültürle girişilmiş daimi bir güç mücadelesi vardır. Sınır kültürleriyle ilgili metaforik literatür, bu ilginç soruyu, gerek sınır bölgeleri gerekse sınır dışındaki
diğer bölgeler hesabına masaya yatırır.
van Schendel: Sınırların metaforik anlamlarının, fiziksel anlamlarıyla birleşmesi sınır araştırmalarını zenginleştirebilir. Fakat, siyasal sınırları fiziki coğrafyada sabitleyen yaklaşımlardaki sınır tahayyülü; sınırlar ve sınır bölgelerine dair kültürel çalışmalardaki tahayyüllerden çok farklıdır. Bu ayrımdan hareketle
sosyo-mekânsal teoriyle sosyo-kültürel teori yakınlaştırılabilir.
Wilson: Sınırlar ve çeper metaforlarının iç içe geçmesinin sınır çalışmalarının
teorik çerçevesine nasıl ve ne tür yeni gündemler sunduğu sorusunun vurgusu
bence yanlıştır. Sınır teorilerinin meseleleri –ki bunları temsil eden iyi bir örnek
olarak Gloria Anzaldua’nın eserlerini gösterebiliriz– ampirik ve pozitivist sosyal
bilimleri eleştiren, yeni politik eylem ve kimlik oluşumu biçimlerine duyarlı yeni düşünceyi yansıtırlar. Bu yeni biçimler hem toplumda hem de akademik çalışmalarda devrim yapmışlardır. Kimlik ve kimlik oluşumuna ilişkin bu yeni fikirler de sınırlarda, gündelik yaşamda ve sıradışında olup bitenlere ilişkin yaklaşım biçimlerimizi değiştirmiştir. Sınırları kimliğin, kimlik oluşumunun, statünün ve rolün değişen doğasının bir metaforu olarak benimseyen bu ‘sınır teorisi’; zaman içinde, sınır çalışmalarında ‘sınır’ kelimesinin, kent, bölge ya da devlet gibi toplumsal veya siyasal teşekküllerin, grupların veya kurumların jeopolitik limitlerine, ‘çeper’ kelimesinin ise toplumsal kimlik oluşumlarına ve üyeliğe
gönderme yapan bir genel kullanıma kavuşmasına yol açmıştır. ‘Topluluk’ kelimesinin etnografik ve diğer kuramsallaştırma çabalarında kuşkuyla karşılanmaya başlamasından sonra da bu ikinci kullanım özellikle önem kazanmıştır. (Ben
bu noktada Fredrik Barth ve Anthony Cohen’in çalışmalarını sınır teorisinin ve
sınır çalışmalarının gelişimine yaptıkları katkı nedeniyle ayrıcalıklı bir yere sahip olduklarını düşünüyorum.) Ancak sınır çalışmalarına özgü bir teorik çerçevenin varlığına ya da bir zamanlar var olduğuna ilişkin fikirler beni hep rahatsız
“SINIR”I TARTIŞMAK: YUVARLAK MASA TOPLANTISI
21
etmiştir. Benim bakış açımdan ‘sınır çalışmaları’ düzenli olarak belirlenen ve belirlenebilir coğrafi birimlerin jeopolitik sınırları ile ilintili zamanlar ve mekanlar üzerinde vuku bulan sosyal, politik, ekonomik ve kültürel eylemlerin, pratiklerin, alanların, yapıların ve kurumların arenasına veya sahasına gönderme
yapar. Ben bu sınırlarda ve sınır bölgelerinde olup bitenleri daha iyi anlamamız
için sosyal teorinin yapabileceği katkıları düşünmeyi, sınır çalışmaları için ve sınır çalışmalarına ait teoriler önermeye tercih ederim. Örneğin vatandaşlık, yönetim, yönetişim ve yönetimsellik teorileriyle sınırların değişen boyutlarını anlama olanağı sundukları için ilgilenirim; sınır ve çeper kavramlarını daha iyi anlamak için onları teorize etme çabası içinde olduğum için değil.
• Küreselleşme teorilerinde, sermayenin ve insanların ulusal sınırları aşan hareketliliği karşısında devlet denetiminin gittikçe zayıflamasına dikkat çekilirken akademik ilgi bir süredir coğrafi sınırlara yoğunlaşmış durumda. Sınır çalışmalarının araştırma gündemi, ‘sınırsız bir dünya’ ümidi ve ihtimali açısından da yenilendi mi sizce?
Bennafla: Son on yılda, küreselleşmenin aşındırdığı devlet sınırlarına ve sınırların gittikçe ortadan kalktığı bir sürece işaret eden söylemle birlikte sınırların önemli olmadığı bir dünyayı tasvir eden postmodernist retorik bayağı geriledi. Görünür ve görünmeyen sınırların çoğalması, son olarak Güney Sudan olmak
üzere yeni devletlerin ortaya çıkması ve devletin gündelik hayata giderek daha
fazla müdahil olmasıyla birlikte, 1990’larda gayet yaygın olan sınırsız bir dünya
tezi ciddi anlamda zayıflamaya başladı. Regis Debray’ın Eloge des frontières (2010)
başlıklı kitabından da anlaşıldığı gibi bazı sosyal bilimciler, sınırlarla ilgili hayati ihtiyaçtan bahsederken anaakım araştırmacılar da sınırların kapanma ve tekrar
çizilme süreçlerinin dinamiklerini inceliyorlar. İnsanlar, mallar, fikirler ve sermayenin gittikçe hızlanan dolaşımı, hareketlilikten ve istikrardan duyulan iki farklı
korku arasında ikircikli ve paradoksal bir duruma yol açtı. Bu denge, şimdilik, bir
tasnif aracı olarak sınırların yeniden teyit edilmesiyle muhafaza ediliyor.
Heyman: Küreselleşmenin sınırsız dünya tasvirinin çok doğru ve faydalı olduğunu sanmıyorum. Aksine, küreselleşmenin hareketlilik ve akışların yeniden
düzenlenmesine dayalı olduğunu görüyorum. Tam da bu nedenle küreselleşme
en azından 1492’den beri –Avrasya’da daha da erken tarihlerden itibaren– devam eden bir olgu. Bugün akışların ve hareketliliğin hız ve yoğunluğunun belli
ölçüde arttığını görüyoruz. Buna küreselleşme adını verebiliriz ama tabii küreselleşme sürecinin bir mazisi olduğunu kabul ettiğimiz takdirde.
Günümüzde daha ilginç olan, toplumsal olarak eşitsiz bir hareketliliğin politika ve pratiklerinin ortaya çıkmış olmasıdır. Bireyler ve toplumsal gruplar, hareket eden grubun hakları, hızı ve denetlenmesi (risk tasnifi) temelinde katmanla-
22
KARINE BENNAFLA, JOSIEH HEYMAN, THOMAS WILSON, WILLEM VAN SCHENDEL
ra ayrılmaktalar. Sınırlar, günbegün, farklı toplumsal grupların eşitsiz bir biçimde denetlendiği sistemlere dönüşüyor ve sınırlardaki bu durum, geleneksel milli vatandaşlık temelinde değil, sınıfsal temelde belirleniyor. Bu eşitsiz hareketlilik
rejimi, bir yandan toplumsal eşitsizliklere dayanırken, öte yandan toplumsal deneyim, kültürel ifade ve yaşam olanakları açısından eşitsizliğe katkıda bulunuyor.
Robert Pallitto ile bu konuyla ilgili yazılar yazdık: Gittikçe yoğunlaşan küreselleşme, yani akışlar ve hareketler çağında sınırlar bu şekilde işlemeye devam ediyor. Onun için tüm araştırmacıları, farklılık veya eşitsizliklere dayanan hareketlilik rejimlerini ve bunların diğer güç/iktidar süreçleriyle, mesela çağdaş kapitalist
gelişim, küresel iklim değişikliği vb. ile olan ilişkisini incelemeye davet ediyorum.
Bizzat buna benzer bir araştırma yapmadım ama aşağıdan yukarıya dinamiklerle işleyen küreselleşmeye dair literatürü de oldukça heyecan verici buluyorum. Brezilya, Güney Amerika ve Çin’de (özellikle Hong Kong) bu tür araştırmalar yapılıyor. Mathews, Ribeiro ve Alba Vega’nın derlediği Globalization from
Below: The World’s Other Economy adlı kitabı özellikle tavsiye ederim.
Wilson: . Küreselleşme teorisi ki bunu küreselleşme retoriği ve iddiasından
ayırmak neredeyse imkansızdır, sosyal ve beşeri bilimlerde sınır çalışmalarının
gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır ama aynı zamanda tüm profesyonel, toplumsal ve entellektüel alanların imgelemlerini de ele geçirmiştir. Tüm disiplinlerdeki kitapların başlıklarına ve pazarlama stratejilerine bakmak yetecektir; herkesin ‘sınır tanımadan’ ya da ‘sınırları aşarak’ önemli bir şeyler yaptığını görebiliriz. Bu –affedersiniz ama– banalliğe varan popülerlik elbette eski sınırların,
önemli politik birimlere üyeliği kapsadığı, koruduğu ve tanımladığına yönelik
klişeyi kullanır, ona dayanır. Ancak sınır çalışmalarındaki son bir ya da iki kuşak
akademisyenin çalışmaları, sınırların tarihsel olarak ne kadar dinamik olduklarını, devlet ve diğer jeopolitik ve kültürel sınırların, nispeten ve değişkenlik gösteren ölçülerde korumacı, yasakçı, delinmiş, hem normatif, hem de bağlamsal ve
sınır boyunca ya da sınırlara atfedilen anlamlar ve kapasiteler bakımından nadiren homojen olduklarını göstermiştir. Ama sınır metaforunun popülerliği sınırların, özellikle de ulus devletin sınırlarının artık bir zamanlar oldukları şey olmadıkları, artık daha geçirgen oldukları fikrine de dayanır. Bana göre küreselleşme
ile ilgili bu retorik büyük ölçüde ulusal ve emperyal devletler tarafından vatandaşlarının ve tebaalarının tüketimi için üretilmiş sınır klişelerine dayanır. Sınırların güvenli ve büyük ölçüde ihlal edilemez olduğu fikri farklı bir kültürel mantık
biçimidir ve bu biçimin kendisi devlet retoriğidir. Bu retorik büyük ölçüde, becerebildikleri her yerde ekonomik ve politik avantaj kazanmak isteyen ulus-ötesi şirketler ve onlarla ilişkili iktidar seçkinlerinin işbirliği ile beslenmiş ve geliştirilmiştir. Dolayısıyla küresel dünyanın, en iyi, geçmişten farklılaştığı ve koptuğu
unsurlar üzerinden anlaşılabileceği görüşünü benimsemektense ben, ulus devletin süregiden canlılığı ve gücünü vurgulayan Michael Mann’ın bakış açısını yeğli-
“SINIR”I TARTIŞMAK: YUVARLAK MASA TOPLANTISI
23
yorum. Bu açıdan bakıldığında yaşamımızdaki her şeyi daha hızlı, daha hareketli
ve daha yakın kılarmış gibi görünen devasa teknolojik değişiklikler, aynı zamanda devletin vatandaşlarını yönetme kabiliyetinin de merkezinde yer alıyor; devletin ve onun temsilcilerinin insanların günlük yaşamlarını izlemek ve yönlendirmek için daha büyük bir kapasiteye sahip olmasını mümkün kılıyor.
İnsan küreselleşmeyi –gerçek ya da hayalî– nasıl görürse görsün, günümüzde daha çok sınır, daha çok devlet ve devletleri ve sınırları idare etmek için daha çok yönetim/hükümet tipi ve katmanı var. Buna ilaveten, sermayenin ve gücün merkezileşmiş olmasına rağmen, insanların politikada ve ekonomide oynadıkları rolü algılamalarında sınırların rolünün önemi giderek artıyor. Dolayısıyla sınırlar, dünyanın her yerindeki vatandaşların ve yerleşik yabancıların yaşamlarında, bugün, geçmişte olduğundan daha az önemli değiller. Eğer ‘sınırsız
bir dünya’ varsa –en azından ben– ona, onu lanetleyen veya onun gelişini kutlayan akademisyenlerin, gazetecilerin ve yorumcuların yazılarından başka bir
yerde rastlamadım.
• ABD-Meksika sınırı ve Avrupa’nın genişleyen sınırlarıyla ilgili araştırmaların,
yeni bir araştırma sahası olan sınır çalışmalarına özel bir katkısı olduğu biliniyor.
Bu araştırmaların, sınır araştırmalarında bir paradigma veya katı bir model haline gelme tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını düşünüyor musunuz? Eğer öyleyse,
bu modellerin sınırları ve eksiklerinden kurtulmak için neler yapabilirler? Aksi durumda ise araştırma sahasının gelişmesine ne tür katkıları olmuştur?
Bennafla: ABD-Meksika sınırı ve Avrupa’nın genişleyen sınırlarıyla ilgili ilk
araştırmalar, sınır konusu üstüne düşünmek için bir başlangıç noktası oldukları gibi birçok canlı örnek de sağladılar. Bunlar, sınır çalışmaları alanında parmakla gösterilen, bir ölçüde hegemonik araştırmalardı. Araştırmacılar çoklukla
Avrupa ve Kuzey Amerika’yı incelediler. Bu coğrafyalarda sınırötesi işbirliği, sınırlar arası köprüler, emek göçleri ve sınır güvenliği gibi konularla ilgili temel
sorulara cevap arayan, özel olarak sınır konusuna tahsis edilmiş araştırma merkezleri bulunuyor.
Öte yandan, bu sınırlar Batılı bir bağlama sabitlendikleri ve gelişmiş dünya ile
gelişen ülkeler arasında yer aldıkları için özellikle göç ve güvenlik sorununa yönelik ilgiyi tetikliyorlar. Ama burada önemli olan nokta, bu çalışmaların Afrika,
Asya ve Ortadoğu’daki sınır oluşturma süreçleri, sınırlardaki ‘pratik’ düzenlemeler, kimlik, toprak düzeni ve postkolonyal devlet gibi konularda da özgün bakışlar sunup sunmadıklarıdır. Örneğin Sahraaltı Afrikası’nda Kongo veya Somali gibi birçok ülkenin sınırları sanal ve belirsiz olduğu gibi bu ülkelerde aşağıdan işleyen dinamiklerle bölgesel entegrasyon sağlayan bir sınır ticareti ve türlü türlü
kaçakçılık faaliyeti de var. Bu faaliyetler, kolonyalizmden devralınan sınırların bir
yandan iktisadi olarak yıkımı, diğer yandan da kabulü anlamına geliyor. Ortado-
24
KARINE BENNAFLA, JOSIEH HEYMAN, THOMAS WILSON, WILLEM VAN SCHENDEL
ğu’da ise örneğin Filistin, Kürdistan ve Sahra bağlamlarında sınır meseleleri daha
çok, ulus-devletlerin ortaya çıkışı, azınlıklar meselesi ve bir arada yaşama sorunuyla ilişkili olarak tartışılıyor. Siyasi belirsizliğin veya iç savaşın, özellikle Irak,
Suriye, Lübnan, Libya gibi Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelerin iç sınırlarının yeniden tesisinin tartışıldığı yerlerde gündemde bu bahsedilen meseleler var.
Heyman: Sınır çalışmalarında incelenen dünya coğrafyaları şüphesiz kendi
kısıtlılıkları, varsayımları ve dar odaklarını da beraberinde getiriyorlar. Benim
temel odağım ABD-Meksika sınırı ve demin sorduğunuz sorulara yönelik görüşlerimi de bu sınırı merkeze alarak dile getirdim. Bunu da zaten açıkça sınırın
iki yakası arasındaki eşitsizlik üzerindeki vurgumda, yani yoğun birtakım bölgesel gelişmelerin sebebi olarak eşitsiz mübadele (maquiladora montaj sanayii,
kaçak/kayıtdışı uyuşturucu ekonomisi) ve katıksız baskıcı bir devlet gücü üzerindeki vurgularımda (ABD’deki göçmenlik ve uyuşturucu madde yasası, hem
ABD hem de Meksika’da sınırların militarizasyonu) da görebilirsiniz. Tüm sınırların aynı olmadığını bilecek kadar aklı başında birisi olduğumu düşünüyorum. Hepsinin kendi tarihi var; hepsi belirli bir siyasi ortam ve güç/iktidar projesi temelinde belirleniyor. Sınır araştırmacılarına tavsiyem, kendi bulunduğumuz coğrafyalarda yaptığımız araştırmaların hakkını vermektir. Saf ve evrensel
sınır çalışmaları büyük ölçüde soyut ve ilginç olmaktan uzak bir hayaldir fakat
bir yandan da bölgesel durumları temel alan fikir ve yaklaşımlarımızı diğer bölgelere de uygulamalı, belirli doğrultularda değiştirmeli veya bir kenara bırakmalıyız. Kendi bölgemle ilgili bir şey yazdığımda, başka bölgelere de tahvil edilebilecek dersler ve fikirler çıkarttığıma emin olmalıyım. Ayrıca başka bölgelerdeki
geleneklere bakarak kendi bölgemizle ilgili dersler çıkartmaya da yatkın olmalıyız. Bütün bunların bizim için anlamını sorgulamalıyız. Hepimizin bir yurdu
var ama aynı zamanda daha geniş bir diyaloğun da parçasıyız. Birbirimizi dinleyerek bir şeyler öğrenebilmek için saygılı bir diyaloğu devam ettirebilmeliyiz.
Kendi bulunduğumuz yeri ihmal etmeden, dünyaya bakmamızı sağlayan bir
kozmopolitanizmden bahsediyorum.
Bunun dışında, ABD ve Avrupa’nın bu alanda belirlediği temel değerleri de
abartmamalıyız. En başından beri, tüm dünyada, örneğin Afrika üniversitelerinde oldukça başarılı sınır araştırmaları yapıldı. Bununla gurur duymalıyız ve
dünyanın her bölgesinden, akıl-fikir sahibi, duyarlı araştırmacıları önemsemeliyiz. Bir ABD üniversitesinde çalışan bir akademisyen olarak ABD’deki akademik sistemin sıradan olduğunu, hiçbir şekilde kusursuz olmadığını, hatta bazen berbat olabildiğini söylemeliyim. Onun için aşağılık/büyüklük komplekslerimizden kurtulmalıyız. Türkiye, Çin ve Brezilya’da yapılmış olan araştırmalar
geçiyor elime ve bunları öyle bir köşeye atmıyorum. ABD-Meksika sınırı üzerine okuduğum son güncel araştırmalardan en iyisi bir ABD üniversitesinden değil, Laura Velasco Ortiz ve Oscar Contreras isimli iki Meksikalı araştırmacı ta-
“SINIR”I TARTIŞMAK: YUVARLAK MASA TOPLANTISI
25
rafından yapıldı. Araştırmanın İngilizce başlığı şöyle: Mexican Voices of the Border Region: Mexicans and Mexican Americans Speak about Living Along the Wall.
Diğer sınırlar açısından da önemli içerimleri olan bu araştırmanın giriş ve sonuç
bölümlerini özellikle okumanızı tavsiye ederim.
Bu arada kendi üniversitem (Teksas Üniversitesi), ABD’de sınır araştırması
yapmak için avantajlı bir bölgede, ABD-Meksika sınırında bulunuyor olabilir fakat hayli düşük bir statüsü ve kısıtlı kaynakları var. Pek çoğu elit üniversite tarafından reddedilen belirli bir ‘azınlığa’ yönelik olduğu söylenebilir. MeksikalıAmerikan olan çalışan öğrenci sayımız da oldukça yüksek. Büyüklük kompleksine kapılmama nedenlerimden bir başkası da çalışkan ve üretken olduğum gibi
tüm dünya halklarına karşı dostane duygular beslemem ve yardımsever olmam.
Wilson: Akademisyenler uzun yıllardır Meksika-ABD sınırının kurduğu tahakkümü hem alkışladılar hem de ondan yakındılar ama hem sınırlara ilişkin vaka çalışmalarının hem de kıyaslamalı analizlerin yolunu açan şey, akademisyenlerin o sınıra gösterdiği yaklaşımların çoğulluğu oldu. Avrupa’nın genişleyen entegrasyonunun içindeki bölge ve devletlerde gözlemlenen dönüşümler de akademisyenlerin ilgisini bir o kadar çekti ama Kuzey Amerika da, Avrupa da, başka
yerlerde yapılan araştırmaların paradigmatik örneklerini sunmaktan çok, kıyaslamalı araştırma modelleri olarak işlevselleştiler. Sınırları kendi başlarına keşfedilmesi ve analiz edilmesi gereken şeyler olarak teorize etmeye çalışmak kaçınılması gereken bir hata: Sınırları birçok şeyin, başka yerlere kıyasla, daha açık, daha rahat ve daha görünür vuku bulduğu alanlar olarak düşünmek daha anlamlı
ve bazı şeyler sadece sınırlarda vuku buluyor da olabilir. Geçmişte ve günümüzde
yapılmış sınır çalışmaları, devlet yapılarına, insanların, fikirlerin, sermayenin ve
ürünlerin dolaşımına ve bu yukarıdakilere yüklenen anlamlara ilişkin büyük bir
pratik ve deneyim çeşitliliği bulunduğunu gösteriyor. Tek bir vakanın, ya da birbirleriyle bağlantılı bir grup vakanın tüm sınırları temsil etmesi söz konusu olamaz ama vaka çalışmaları bize devletlerin, bölgelerin, kentlerin, sermayenin ve
kapitalizmin ve daha birçok şeyin değişen doğaları hakkında bir fikir verebilir.
Yıllar önce, New York Üniversitesi’ndeki bir Avrupa Çalışmaları seminerinde Kuzey İrlanda’nın sınır bölgelerinde, Avrupa entegrasyonuna karşı gösterilen
direnç hakkında bir sunumum olmuştu. Tarihçi bir akademisyen söz konusu
direncin Ulster’da var olan milliyetçilik ve şiddetle bağlantılı özel koşullar nedeniyle uç bir vaka olarak görülmesi gerektiği, dolayısıyla çalışmamın kıyaslamalı bir değeri bulunmadığı yolunda bir eleştiri getirmişti. Ben federal veya başka
tür bir Avrupa’ya giden yolun her kavşağında, milliyetçiliğin Avrupa entegrasyonunu güçleştiren bir engel olarak karşımıza çıkacağı ve bu gerçeğin en iyi sınır bölgelerinde değerlendirilebileceği yolunda bir yanıt vermiştim ama yanıtım
sunumumu eleştiren tarihçiyi ikna etmemişti. Kuzey İrlanda’ya ilişkin araştırmamdan çıkarttığım sonuçlara, aradan geçen yıllarda da benzer tepkiler geldi.
26
KARINE BENNAFLA, JOSIEH HEYMAN, THOMAS WILSON, WILLEM VAN SCHENDEL
Oysa ben İrlanda ile ilgili araştırmamda vardığım sonuçların, tam da İrlandalıların Avrupalılaşmanın Avrupa Birliği içindeki en sağlam destekçileri oldukları
yönündeki yaygın kanaat nedeniyle önemli olduğunu düşünüyorum. Ben hâlâ
sınır bölgelerine, çevrenin değerleri ve pratikleri olarak değil, merkeze ait alanlar olarak yaklaşılması gerektiğini ve politik eğilimler ve hareketler konusunda,
Kuzey İrlanda sınırındaki milliyetçiliğin de en az hükümet kararlarının alındığı
toplantı salonları kadar çok ipucu içerdiği iddiasındayım. Dolayısıyla şu yaklaşımımda ısrarlıyım: Sınır bölgelerindeki politikaları ve kültürleri konu eden vaka çalışmaları; ulusal, bölgesel ve yerel benlere ve ötekilere, fikirlere ve eylemle
sonuçlanan ideolojilere ilişkin birçok şeyi açığa çıkartabilir. 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ‘Avrupa’ya karşı gösterilen tepki hem milliyetçiliğe hem
de sınır bölgelerine atıfla daha iyi anlaşılır zira bu bölgeler, ulus-ötesiciliği, küreselleşmeyi, kapitalizmi ve ulus-üstücülüğü kıyaslamalı olarak çalışmak için
son derece verimli alanlar ve hatta modeller sunuyor.
• Ampirik araştırmaların sayısının artması, halihazırda çok fazla araştırmanın
yapıldığı alanların sınırlarının da genişlemesine yol açtı. Fakat karşılaştırmalı yaklaşımlarla bilgi üretimi hâlâ çok sınırlı. Sizin araştırmalarınız, sınır çalışmalarının ‘konvansiyonel’ kavramları ve sorunlarına ne ölçüde uygun düşüyor veya bunlardan ne ölçüde ayrışıyor? Batı dışında kalan ve bugüne dek daha az araştırılmış
olan coğrafyalar, sınır çalışmalarının seyrini nasıl etkiliyor?
Bennafla: Ben meseleye, sıradan insanların sınırlarla ilgili pratikleri ve manipülasyonları çerçevesinde yaklaşıyorum. Sınırların kolonyal bir miras, sınırın ise daima hassas ve tartışmalı bir konu olduğu Orta Afrika’dan Lübnan ve
Fas’a, Batı dışındaki birçok ülkede sınırlara dair vaka incelemeleri yaptım. Tüm
bu vakalarda, sınırlarla ilgili sorunların, göreli toplumsal yoksulluğun yanı sıra
kamusal toplumsal hizmetlerin ve ulaşımın eksikliğiyle de bağlantılı olarak kalkınma sorunlarıyla örtüştüğünü gördüm.
1990’larda Orta Afrika’da kaçakçılık üstüne yaptığım araştırmada o zamanlar
konvansiyonel olan bir fikri değerlendirmiştim: Afrikalı devletlerin yozlaştığı ve
Avrupa kolonyalizminin belirlediği sınırların hassaslığına dair tartışmalı varsayım
ışığında dünyanın bu kısmında sınırların yok olma sürecinin dünyanın diğer yerlerinden daha belirgin olduğu fikri. Doğrusu birçok yazar için kayıtdışı ulusaşırı
hareketler ve kaçakçılık, devlete yönelik bir tehdit olduğu gibi var olan ulusal sınırların tartışmalı hale geldiğini de göstermekte. Ben, yerel ölçekte, sınırların bir
kısıtlama veya yük olarak değil, ticaret ve kazanç fırsatı yaratan bir kaynak olarak
görüldüğünü vurguladım. Ayrıca Kamerun’da merkezî ucu, köy pazarları olan sınır bölgelerinin iç yapısına dair incelememde gösterdiğim şey sınır mekânlarının
özerk veya yeni alternatif alanlar olmadığıdır. Buralardaki sınır mıntıkaları, gelip
geçici (evanescent) mekânsal inşalardır çünkü sınıra erişim için yapılan yollar za-
“SINIR”I TARTIŞMAK: YUVARLAK MASA TOPLANTISI
27
manla gelişir ve ayrıca sınır pazarları kısa ömürlüdür (ephemeral). Ulusaşırı bir siyasi otorite tarafından idare edilmeyen sınır mıntıkalarında ulusal kimlikler genellikle daha kuvvetli oluyor. Bölgesel veya ulusal başkentlerde yani iç bölgelerde yer alan kentler de sınır ticaretinden istifade ediyorlar zira bu kentlerin aracılık görevinin dışında tüketim merkezi olarak ve bundan öte ticaretten elde edilen
kazancın yatırıldığı yerler olarak önemli işlevleri var. Afrika’da gittikçe yoğunlaşan sınır ötesi ticaret, sınırların ortadan kalktığı bir sürece değil, ulusal toprakların birlik ve bütünlüğünü pekiştiren bir duruma işaret ediyor.
Suriye ile Lübnan sınırındaki Bekaa Vadisi’nde 2002-2006 yılları arasında
yaptığım saha araştırmasında, Suriye’nin ordusu ve idari varlığıyla bulunduğu
bir bölgede ortaya çıkan tartışmalı ve belirsiz sınırlar sorununu inceledim. Bu
sınır bölgesinde, Lübnan’daki siyasi partiler, yabancı güçler ve Suriyeli yetkililer
ile Lübnanlı yetkililer arasındaki karşılaşmaların mekânı olduğu ölçüde bölgesel gelişimin bazı stratejik ve siyasal faktörlerce engellendiğini gösterdim. Lübnan birden fazla inanç temelinde siyasi ve dinî gerilimlerle sarsılan bir ülke olduğu için sınır-kimlik-hafıza üçlemesini toprağın temellükü meselesinde ortaya
çıkan bir yerel ihtilaf üzerinden tartıştım. Hıristiyan Ermeni ve Müslüman olmak üzere iki lokal grubun, toprak üstündeki iddialarını meşrulaştırmak ve ihtilaflı yerlere dair iddialarını gerekçelendirmek amacıyla belirli bir tarihsel anlatıyı nasıl hem kendi kolektif kimliklerini ifade etme hem de bu kimliğe ritüel
bir anlam yükleme biçimi olarak kullandıklarını inceledim.
Güney Fas’ta eski bir İspanyol yerleşim bölgesinde 2007’den beri yürüttüğüm
araştırmada ise, asırlar boyunca kabilelerin ayrılıkçı politikalarıyla karşılaşmış
olan bir ‘güçlü devlet’ bağlamına odaklanıyorum. Sınır mıntıkasındaki toplumsal karışıklıkları, teritoryal uçlarda izlenen kalkınma(ma) politikalarını, toplumsal çalkantıları genel olarak idare etmeye alışmış bir merkezî devlet ile çeperindeki bölgeler arasındaki ilişkileri araştırıyorum. Fas’taki bu sınır bölgesi, Batı Sahara gibi tartışmalı sınırlar, Kanarya Adaları’nın yakınlığından dolayı oraya
yapılan yasadışı göçler ve muğlak kimlik anlatıları gibi farklı farklı konvansiyonel meselelerle ilgilenmemi sağlıyor.
Heyman: Çok fazla araştırmanın yapıldığı ABD-Meksika sınırını ilgilendiren
meseleler ve kavramların birçok farklı bölge için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Meksika-Guatamela, Türkiye-Yunanistan, Türkiye’nin diğer ülkelerle
sınırları, Arjantin-Bolivya, Hindistan-Bangladeş gibi sınırlarda da göçmenlerle
ilgili yasaların uygulanmasından sorumlu olan yetkililer var. ABD-Meksika sınırında olduğu gibi İsrail-Filistin sınırında ve tabii birçok başka sınırda da kontrol
noktaları ve duvarlar var. ABD-Meksika sınırı boyunca uzanan, ihracat merkezli montaj fabrikalarında sermayeyle emek arasında eşitsiz mübadele ilişkilerinin
olduğu doğru fakat Morityus, Fas, Malezya, Çin’in sahil kesimi gibi bölgelerde
de yine ihraç mallarda uzmanlaşmış fabrikaların bulunduğu birçok bölge var.
28
KARINE BENNAFLA, JOSIEH HEYMAN, THOMAS WILSON, WILLEM VAN SCHENDEL
Bu coğrafyalarla ilgili araştırmalar çoğaldıkça, ABD-Meksika sınırıyla verimli bir
diyalog kurma imkânının da gittikçe olgunlaştığını görüyoruz.
Meksika’da sınır çalışmalarında uzmanlaşan El Colegio de la Frontera Norte
(COLEF) adlı kurum, karşılaştırmalı ve küresel sınır çalışmalarını destekliyor
ve bana sorarsanız, tek başına, diğer Amerikan kurumlarının hepsine bedel. Yukarıda belirttiğim gibi hedefimiz, belirli bölgeleri temel alan araştırmaları başka
bölgelerle ‘ailevî yakınlıkları’ ve müşterekleri olan bazı fikirler, meseleler, yaklaşımlar ve modeller üretecek şekilde genişletmek olmalıdır. Biçimsel, sistematik
karşılaştırmalar oldukça faydalıdır ve bunları mutlaka yapmalıyız fakat sınır çalışmalarının birbirine tercüme edilmesi ve uygun fikir ve yaklaşımların paylaşımı da teşvik edilmelidir. Hedefimiz, sınırlarla ilgili, sınırları aşan, saygılı ve etkili bir diyalog geliştirmek olmalıdır.
van Schendel: Ben araştırmalarımı, anaakım sınır çalışmalarında marjinal sayılan sınır bölgelerinde yaptım. Bir araştırma alanı olarak Güney Asya’da sınır çalışmaları, dünyanın geri kalanından daha yavaş gelişmiştir ve Bangladeş, Hindistan ve Burma gibi benim çalıştığım sınırlar yakın zamanlara kadar ihmal edilmiştir. Bahsettiğim sınır bölgeleri, alışılmadık ölçüde karmaşık ve sorunlu devlet-toplum ilişkilerine tekabül eder. Bölgedeki devletler bir zamanlar Britanya Hindistanı
olmak üzere tek bir koloniye bağlıydılar. Britanya Hindistanı ile Britanya Burması’nın ayrılması (1937), Hindistan ile Pakistan arasındaki bölünme (1947) ve Pakistan ile Bangladeş arasındaki bölünme (1971) olmak üzere müteakip üç kırılma
sonucunda ayrıştılar. Bu süreçlerde, eyalet ve vilayet sınırları devlet sınırları haline gelirken bunlar etrafında her yıl yüzlerce insanın öldürüldüğü şiddetli kavgalar yaşandı. Bölgede ulusal kimlikler günden güne kaybolurken sınırlardaki devlet varlığı da görünmez hale geldi. Sınır bölgelerinde yaşayanlar, devlet müdahalelerine karşı çeşitli stratejiler geliştirip bunlardan faydalandılar. Bölgeye mahsus
özellikler bu bölgeleri özellikle karşılaştırmalı araştırmalar açısından uygun kılmıştır. Örneğin, başında idari bir birim olmayan yüzden fazla yerleşim bölgesi var
ve buralarda izinsiz ticaret ve göç faaliyetleri sürmekte. Bu nedenle Hindistan devleti, Bangladeş’le olan dört bin kilometrelik sınırını baştan sona tel örgüyle çevirmeye çalışmıştı.1 Bu tür vakalar, sınır çalışmalarında, ‘halihazırda çok fazla araştırmanın yapıldığı’ bölgelerle ilgili bulguları, zamansal ve mekânsal olarak tüm sınır bölgelerini kapsayacak şekilde genişletmenin olanaksızlığını göstermektedir.2
1
Bkz. van Schendel, W. (2005) The Bengal Borderland: Beyond State and Nation in South Asia,
Anthem Press, Londra; van Schendel, W. (2002), “Stateless in South Asia: The Making of the India-Bangladesh Enclaves”, The Journal of Asian Studies, 61(1): 115-47.
2
2 Asya üzerine bazı karşılaştırmalı perspektifler için bkz. van Schendel, W. ve de Maaker, E.
(2014), “Asian Borderlands: Introducing their Permeability, Strategic Uses and Meanings”,
Journal of Borderlands Studies, 28(4): 1-7; Gellner, D. N. (der.) (2013) Borderland Lives in Northern South Asia: Non-State Perspectives, Duke University Press, Durham, NC; Schendel, W. ve
Abraham, I. (der.) (2005) llicit Flows and Criminal Things: States, Borders, and the Other Side of
Globalization, Indiana University Press, Bloomington.
“SINIR”I TARTIŞMAK: YUVARLAK MASA TOPLANTISI
29
Wilson: Devlet idaresinin, ulusal ilişkilerin, etnisitenin ve diğer kimliklerin,
pazarların, ticaretin ve üretimin, mal ve metaların dağıtımının ve tüketiminin,
sermayenin ve kültürün analizi, başlangıç aşamasındaki ve olgunlaşmış biçimleriyle, kıyaslamalı ve vaka incelemesine dayanan sınır çalışmalarının 1960’lardan
bu yana odaklandığı başlıca konulardı. Bu konudaki akademik çalışmalarda en
büyük ağırlık Avrupa ve Kuzey Amerika’dan kaynaklanmakla birlikte, kıyaslamalı bir perspektif kazanmak için dikkatimizi giderek artan ölçüde Avrasya’ya,
Doğu ve Güney Asya’ya, Pasifik’e ve Afrika’ya çevirmek zorundayız. Sınır çalışmalarındaki öğrencilerimizi ve meslektaşlarımızı oralarda çalışmaları için teşvik
etmekle kalmayıp o bölgelerdeki akademisyenleri de kendi çabalarında desteklemek için elimizden geleni yapmalıyız.
Bunun bir yolu farklı kıtalardaki sınır araştırma merkezleri ve ağları arasındaki iş birliğini geliştirmek. Sınır Çalışmaları Birliği gibi mesleki birlikler ve bunların ABD ve Avrupa dışında konferanslar düzenleme çabaları desteklenmeli.
Merkezi Belfast’ta bulunan Uluslararası Sınır Araştırmaları Merkezi’nin kurucularından biri olarak ben elektronik ortamda lisansüstü ve doktora sonrası araştırma projelerinin sonuçlarının yayınlanabileceği bir ‘sürmekte olan çalışmalar’
serisinin kurulmasına yardımcı oldum.
Sınır çalışmalarında bu tür ‘sürmekte olan çalışmalar’ dizileri tüm dünyadaki
üniversiteler tarafından kolayca ve çok düşük maliyetlerle kurulabilir. Sınır çalışmaları, ayrıca, üniversitelere bağlı ve ticari yayıncılar bünyesinde de gönüllü editörler ve okuyucular bulabiliyor ve bunları kendi avantajlarımız doğrultusunda kullanabileceğimiz bir ağa dönüştürebiliriz. (Buna örnek olarak Galler
University Press için editörlüğünü benim yürüttüğüm bir seriyi gösterebilirim.)
Ama son tahlilde, sınır çalışmalarının faydası ve değeri, biz sınır çalışmaları akademisyenlerinin vaka çalışmalarımızın sınırlarının dışına ne ölçüde uzanabildiğimize ve sınırların hepimizi doğrudan etkileyen politik ekonomik güçlere bir
pencere açtığını ne ölçüde gösterebildiğimize bağlı.
• Son on yılda, birçok sınır araştırması ağı ortaya çıktı. Bunlar sınır araştırmalarına ne tür katkılar sağlıyorlar? Sınır araştırmacılarının küresel bilgi üretimine
iştirak etmek için başka ne tür kanallara ve araçlara ihtiyaçları var?
Heyman: Gördüğüm kadarıyla, bir sınırlararası/uluslararası iletişim aracı olarak interneti yeterince kullanamıyoruz. Video konferans teknolojisi ve eşzamanlı değilse bile yoğun olarak yapılandırılan çevrimiçi sohbet olanakları, paylaşılan dosyalara yapılan yorumlar ve benzerleri sayesinde ufak ama etkili seminerler düzenlenebilir. Toplantılara seyahat etmek, kat edilebilecek mesafeleri sınırlandırdığı gibi pahalı da. Bu olanak çoğu zaman, zengin kurumların kontrolünde. O kadar ki varlıklı akademisyenlerin bile nadiren bu imkanlara kavuşabildiğini görüyoruz. Kuzey Amerika’da yıllardır akademisyenlerin düzen-
30
KARINE BENNAFLA, JOSIEH HEYMAN, THOMAS WILSON, WILLEM VAN SCHENDEL
li olarak bir araya geldikleri sınır çalışmaları toplantıları yapılıyor ve 2014 yılında bunlardan bir tanesi de Avrupa’da yapıldı. Ama bu toplantılarda, merkezin
avantajlı konumu yeniden üretiliyor. İnternet teknolojisi elimizin altındayken,
yüz yüze görüşmelerle yetinmek zorunda değiliz. Büyük toplantıların, müşterek
bir iş bölümüyle yoğun etkileşim temelinde düzenlenen minik atölyeler kadar
başarılı olduğunu da iddia edemeyiz. Onun için, sınır çalışmaları alanında atölyeler düzenlemekte daha istekli ve yaratıcı olabiliriz.
Başarılı lisans öğrencilerinin, uluslararası araştırmacılarla tanışmalarını sağlamalıyız. İnternet sayesinde, çok uzaklardaki öğrencilere dahi danışmanlık hizmeti vermemiz kolaylaştı. Sonuçta hepimiz, öğrendiklerimizin çoğunu öğrenci
iken öğrenmedik mi? Bunun dışında, yayın listelerimizi paylaşmamız, yayınlanan metinlerimizi değiş tokuş etmemiz de artık çok kolay. Bu sayede üniversite kütüphanelerinin doğurduğu eşitsizlikleri ve engelleri de yavaş yavaş ortadan
kaldırıyoruz. Ben mesela, birisi bana bir yayınımı sorduğunda çok heyecanlanıyorum! Dil, tabii sınırlandırıcı bir etken: Öğrencilerle ve diğer araştırmacılarla
İspanyolca ve İngilizce iletişim kurabiliyoruz. Biraz Katalanca ve Portekizce de
biliyorum fakat Felemenkçe, Türkçe ve Çince hiç bilmiyorum. Şu meşhur Babil
Kulesi sorununun sihirli bir çözümü yok. Fakat tüm sınırlılıklara rağmen elektronik iletişim çağında yapabileceğimiz çok şey var.
van Schendel: İlkin ABD-Meksika sınırı inceleyen sınır araştırmaları ağı, öncelikle Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da ortaya çıktı. Bu ağ, düzenli akademik
toplantılar ve konferansların yanı sıra akademik dergiler vasıtasıyla da şekillendi. Afrika’yla ilgili sınır araştırmaları da nispeten erken tarihlerde şekillendi. Asya’da ise durum oldukça yavaş ilerledi. Asya Sınır Bölgeleri Araştırma
Ağı (ABRN: www.asianborderlands.net) 2008’de kuruldu. Guwahati, Hindistan’da 2008’de, Chiang Mai, Tayland’da 2010’da ve Singapur’da 2012 yılında
konferanslar düzenlendi. Bir sonraki ABRN konferansı, 2014 Aralık’ında Hong
Kong’ta düzenlenecek. Bu toplantılarla ilgili panel ve yazı önerilerinin sayısı da
gittikçe artıyor. Bu da Asya’da sınır çalışmalarının geliştiğine dair bir gösterge.
ABRN, Asya kıtasını Güney Asya, Orta Asya, Güneydoğu Asya, Doğu Asya,
Ortadoğu/Batı Asya gibi suni birimlere ayıran akademik ve siyasal sınırları, diğer bölgesel ağlara oranla, daha fazla önemsedi. Bu tür suni ayrımlar, sınırları
aşan çok çeşitli müşterekleri gizledikleri gibi sınır bölgelerindeki insanları marjinalleştiren süreci de derinleştiriyorlar. Oysa sınırların berisindeki devletlerde gerçekleşen toplumsal ve kültürel süreçlere dair tarihsel kavrayışımızı sağlamlaştırabilmek için bu ‘geçiş mıntıkaları’nı daha iyi anlamalıyız. Fakat maalesef bu yaklaşım alan araştırmaları (area studies) ve bunları besleyen disiplinlerde henüz marjinal kalmakta. Bu bağlamda, ABRN sınır bölgelerinde yaşayan
halklar arasındaki tarihsel ve güncel bağları tanımak için geliştirilmiş bir organizasyon.
“SINIR”I TARTIŞMAK: YUVARLAK MASA TOPLANTISI
31
Bugün, sınır çalışmalarının oluşturduğu bölgesel ağlar, küresel bir ağa tahvil olmakta. Bunun göstergelerinden biri de Haziran 2014’te Finlandiya’da toplanan Dünya Sınır Bölgeleri Konferansı’ydı. Bu tür inisiyatifler, sınır bölgeleriyle ilgili teorik çerçevelerini Avrupa ve Kuzey Amerika deneyimleri ve modelleri üzerinden kuran yaklaşımlara alternatifler geliştirmek açısından gerekli. Zira
dünyadaki sınır bölgelerinin birçoğu batıda gelişen modellere hiçbir zaman uymadı; sınır ve sınırlar arası bölgelerdeki hayata dair daha dengeli ve makul teoriler geliştirmek için Kuzey Atlantik’in ötesine geçen sınır araştırmaları yapmaya mecburuz.

Benzer belgeler

Türkiye`de Sınır ve Sınır Bölgeleri Çalışmaları: Eleştirel

Türkiye`de Sınır ve Sınır Bölgeleri Çalışmaları: Eleştirel Aktörlerin kompleks kümelenmelerini yeni toplumsal, teritoryal ve siyasal konfigürasyonları, aşağıdan veya yukarıdan dinamiklerle biçimlenen farklı müzakere ve düzenleme olanaklarını gözlemlemek iç...

Detaylı