SAYI 15
Transkript
SAYI 15
4 AYDA BiR YAYIMLANIR P UB L IS H E D E V E R Y 4 MON T HS , Y E A R : 4 , IS S UE N O: 1 5 CHAMBER of ANTALYA TOUR GUIDES MAGAZINE KASTAMONU KUTSAL KAPININ ŞİFRELERİ Codes of the Holy Door ANTALYA DENİZ BİYOLOJİSİ MÜZESİ Antalya Marine Biology Museum ORTAÇAĞ’IN OTELLERİ Medieval Hotels MOSKOVA DEYİNCE... When We Say Moscow... NEOLİTİK ÇAĞ SAYI 15 “Turizmci” 30 yıldır yoğun bir turizm hareketlenmesi yaşayan ülkemiz Dünya Turizm Pastasında ki payını koruyabilmek ve artırmak için sarf ettiği olağan üstü çaba gerçekten takdir edilmeli. Nereden nereye ve nasıl geldiğimizi her birimiz değerlendirmeli ve belki de birçoğumuzun eskiden “günü kurtarma” faaliyeti, geleceği olmayan bir sektör olarak gördüğü turizm sektörünü, ülkemizin gelecekteki ilk üçteki gelir kaynaklarından biri olarak kabul etmeliyiz artık. Bunun içinde en basit sorunları da göz ardı etmeyecek şekilde, tüm paydaşları ve bölgeleri kapsayan bir yol haritası hazırlanmalı,2023 Turizm stratejisi programı tüm sektör tarafından desteklenerek, daha etkin hale getirilmeli. En basit örneği, halen sektörde bulunan tanım kargaşasına da bir son verilmeli, “turizmci” diye bir meslek var mı ki, birçok başvuru formu veya ankette böyle bir kavram görebiliyoruz? Kim turizmci? Otelci mi? Acenteci mi? yoksa acente çalışanı mı? Mağaza sahibi mi? Turist Rehberi mi? “hanutçu mu? Otel rehberi mi?” turizm müdürlüğü personeli mi? yoksa turizm bakanının kendisi mi? Kim bu turizmci diye adlandırılan şahıs? Hepsi top yekûn bu tanıma giremez herhalde, öyle olsa her biri sektörde ki her işi yapabiliyor olmalı. Bunun dışın da turistin bir seyahatten beklentileri dün neydi? bugün ne ve 3 sene, 10 sene sonra ne olacak araştırılmalı. Turizm trendleri takip edilip, doğru analiz edilmeli. Bugünün gençlerinin 10-15 sene sonrasının müşteri potansiyeli olacağını göz ardı etmeden onların nasıl bir tatil isteyecekleri, doğru yapılacak araştırma ve anketler ile belirlenip onların istekleri doğrultusunda yatırım ve hazırlık yapılmalı. Aksi takdirde; bildiğimiz klasik turizm mantığı ile 10 sene sonrası için hedeflenen sayı ve gelire ulaşmamız “hedef” olarak kalır. Biz rehberler de bilim ve bilişimin bu hızlı değişimine uyum sağlamalıyız, hazırlanmalıyız, yani kendimize yatırım yapmalıyız. Sektördeki hiçbir aktörün “çağın gerisinde” kalma lüksü bulunmuyor. Çünkü birinin yavaşlaması diğerlerini mutlaka etkileyecektir. Değişim hızının sürekli arttığı trendlerin hep odağında olmalıyız. Buna elbette ki bürokrasi de dahil, her yapı hantallığından sıyrılıp, sektörün ihtiyaçlarına hızlı cevap verebilmeli. En büyük ihtiyaç, daha önce defalarca gündeme gelen, ama maalesef hayata geçemeyen, güçlü, hızlı karar alıp uygulayabilen, tüm paydaşların yer alacağı, yasal zemini olan, doğrudan bakana bağlı olan bir “Turizm Birliği” ve bu birliğin önemli turizm merkezlerinde, yerel yönetimleri de kapsayan, yetki sahibi, “alt birlikleri ve temsilcilikleri”. Ancak o zaman bu trende ön vagonlarda yerimizi alabiliriz. Hasan UYSAL TOUR GUIDES MAGAZINE 4 ayda bir yayımlanır. YIL: 4, SAYI: 15 Ekim ayında basılmıştır. Published every 4 months. YEAR: 4, ISSUE No: 15 Published in October. İMTİYAZ SAHİBİ / Concessionaire Antalya Rehberler Odası adına / On behalf of the Chamber of Antalya Tour Guides Hasan UYSAL - [email protected] SORUMLU MÜDÜR, GENEL YAYIN YÖNETMENİ Director In Charge, Editor In Chief Mehmet MACİT - [email protected] YAYIN KURULU / Editorial Board Prof. Dr. Bekir DENİZ, Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK Prof. Dr. Şadan GÖKOVALI, Yavuz Ali SAKARYA Hüseyin ÇİMRİN, Mehmet ERDEM, Hayati KORUCU Recep YAVUZ, T. Michael P. DUGGAN KATKIDA BULUNANLAR / Contributors Serdar SEVİNÇ, Hayati KORUCU, Sait TAŞ, İbrahim FINDIKYAĞI KAPAK FOTOĞRAFI / Cover Photo Kızılkule, ALANYA - AFSAK-Ali ARAL GRAFİK TASARIM / Graphic Design Adnan SAYKI - Tel: +90 537 419 43 23 www.adnansayki.com - [email protected] ÇEVİRMEN / Translator Müge SÖZEN BASKI / Printing House ASUDE OFSET Matbaa Hizmetleri Etiler Mah. Adnan Menderes Bulvarı, Sargınlar İş Merkezi No: 55 / 1 ANTALYA - Tel: +90 242 322 26 17 YAZIŞMA ADRESİ ve İLETİŞİM BİLGİLERİ Mailing Address and Contact Information Demircikara Mah. Burhanettin Onat Cad. Arıtürk Sitesi, A-Blok, No: 89 Kat: 1, D: 4 Antalya / TURKEY Tel: +90 242 311 11 30 (Pbx) - Fax: +90 242 322 91 75 www.aro.org.tr - [email protected] “Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu reklam sahiplerine aittir. Yazılı izin olmaksızın hiçbir yazı, fotoğraf ve grafik içerik başka bir yerde kullanılamaz.” Kültür-Sanat, Tarih, Arkeoloji, Mitoloji ve Gezi Dergisi. ARO’nun bir kültür hizmetidir. “The responsibility for the articles and advertisements remains with the authors and advertisers respectively. No text, photograph or graphical content may be used anywhere else without written permission.” Arts & Culture, History, Archaeology, Mythology and Travel Quarterly. A cultural service provided by ARO contents CHAMBER OF ANTALYA 6-17 KASTAMONU 18-32 KUTSAL KAPININ ŞİFRELERİ Codes of the Holy Door 34-45 ANTALYA DENİZ BİYOLOJİSİ MÜZESİ Antalya Marine Biology Museum 46-60 ORTAÇAĞ’IN OTELLERİ Medieval Hotels 64- 76 Moskova Deyince... When We Say Moscow... 78-84 NEOLİTİK ÇAĞ 86-91 HABERLER 92-93 BULMACA Merhabalar, Dergimiz tüm turizm paydaşları ile birlikte siz değerli üyelerimize ulaştırılmaktadır. Her ne kadar bu derginin ortaya çıkması ARO yönetim kadrosunun iradesi ile ortaya konmuşsa da bir karakter kazanması Sayın eski ARO başkan yardımcısı; şu andaki TUREB başkanı A. Zeki APALI’nın çabaları ile olmuştur. Bu itibarla ARO Dergi’nin yeni Yazı İşleri Sorumlusu olarak sizler adına kendisine bu çabalarından ötürü teşekkürü bir borç bilirim. Bu şekilde kitlelere ulaşarak zihinlerde yer edinmek bir toplumsal grubun en önemli avantajıdır. Bu avantajı değişen dünyada değişmeyen Türkiye, değişen Türkiye’de değişmeyen turizm paydaşı olmamak için iyi kullanmalıyız. Zira ARO Dergi birinci sayısından beri rehberlerin sektörün paydaşları ile düzeyli bir iletişimine aracı olmasına, rehber kimliğinin önyargılardan arınmasına vesile olması ile birlikte değişen ve gelişen turizm trendlerini ve bu trendlere yönelik yazıları ile yönlendirici olması noktasında da boy göstermeli. Mutlaka rehber kimliğinin arınma işi ve değişerek gelişen turizm trendlerine uyumlu rehberliğin oluşması tek başına derginin yaratmış olduğu imaj ile tamamlanmış olmaz. Biz üyelere de çok iş düşmekte. Bunlar nelerdir? Sohbet ortamlarında hemen herkesin dile getirdiği ama piyasa oluşumunda eyleme dönüşmeyen işlerdir bunlar. Yani hepinize malum konular. Sizlerin birer samimi insan; samimi vatandaş ve samimi meslektaş olarak bu hususlarda azami hassasiyeti ortaya koymanız ile mesleğimiz hak ettiği saygıyı kazanmış olacaktır. Bunun arzusu ve ümidi içinde olduğunuzu bilerek, tüm korkuları yenerek gönlümüzün, aklımızın ve vicdanımızın bizden beklediğini ortaya koyabilmenizi diliyorum. Temiz turizm ahlaklı turizm paydaşları ile olur yerine biz ‘ahlaklı rehber ile mümkündür’ diyelim. Bununla birlikte sizlere buradan bir çağrı yapıyorum: “Bilim ve bilişimin hızla geliştirerek değiştirdiği turizm alışkanlıklarının Türk turizmi ve rehberlik mesleğine izdüşümü hususunda düşünce ve yazı üreterek dergimizde paylaşmak üzere katkı yapın”. Böylelikle okuyucularımızı tanıtıcı yazı ve görseller ile eğlendirirken, kendi kendimiz olan üye okuyucularımızı da gelişim ve değişimin istikametine göre yönlendirmiş oluruz. Mehmet MACIT KASTAMONU Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi, Foto: Mehmet Ayhan Yılmaz / Culture and Arts Center of Architecture Vedat Tek maktadır. Kastamonu il topraklarının % 75‘i ormanlarla, % 21’i yayla ve platolarla, % 4’ü ise, ovalarla kaplıdır. Çok engebeli bir arazi yapısına sahip olan Kastamonu, 13.108 km2’lik bir yüzölçümüne sahiptir. Zühtü ASLAN Kastamonu Turizmini Geliştirme Derneği Başkanı KASTAMONU KENTİN COĞRAFİ KONUMU Kastamonu, Karadeniz bölgesinde yer alan illerimizden birisidir. Anadolu coğrafyasının batı bölgesinde; 41 derece 22 dakika kuzey enlemleriyle, 33 derece 47 dakika doğu boylamları arasında yer almaktadır. Doğusunda Sinop, güneydoğusunda Çorum, güneyinde Çankırı, batısında ise Karabük ve Bartın illeri bulunmaktadır. Kentin kuzeyinde ise 170 kilometrelik bir sahil şeridi ile Karadeniz uzan- Kastamonu ilinin oldukça sarp arazi yapısı içinde çok sayıda kanyonlar, şelaleler, mağaralar ve yaylalar bulunmaktadır. Bu nedenle bölgenin, dağcılık, dağ yürüyüşü, kanyoning, mağaracılık, eko turizm, yayla turizmi, atlı turizm, av turizmi, takım oyunları ve doğa gözlemciliği için büyük bir potansiyeli barındırdığı rahatlıkla söylenebilir. Kastamonu ili, değişik piknik alanları, zengin ormanları, çok çeşitli yaban hayatı ve bitki çeşitliliği ile çevresine yılda dört mevsim ayrı güzellikler sunan bir kent konumundadır. KASTAMONU’NUN ADI Kentin adı Gaşgalardan gelmektedir. Gaşgalara batılı kaynaklarda “Gaslar” denildiği de görülmektedir. “Küre-i Nühas,” yani “dünyanın bakır merkezi” diye de 6>7 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ bilinen Kastamonu, sırf bu özelliği nedeniyle de ekonomik olarak ayrı bir öneme sahiptir ve tarih boyunca da çok sayıda kavmin ilgisini çekmiştir. “Gastumana” kelimesi de “Gasların dumanı,” “Gasların yerleşim yeri” ya da “Gasların kenti“ anlamlarında kullanılarak günümüze kadar gelmiştir. Kentin adı, Arap kaynaklarında “Kastamünya”, batılı kaynaklarda “Castamoni” ve Osmanlı kaynaklarında “Gastamoni” olarak geçmektedir. Günümüzde ise, küçük bir değişiklik geçirerek “Kastamonu” şeklinde yazılmaya ve söylenmeye başlanmıştır. KASTAMONU TARİHİ Kastamonu, iki dağın arasında oldukça korunaklı bir yerde, yitik bir arazi gibi asırlarca kendini gizlemeyi başarmış güzel Anadolu Araç Yaylaları, Foto: Mehmet Ayhan Yılmaz / Arac Highlands kentlerinden birisidir. Dünden bugüne çok sayıda uygarlıktan izler ve eserler taşıyarak günümüze ulaşmıştır. Burası, doğal güzelliklerini, zengin kültürel eserlerini ve tarihi mirasını sabırla korumuş çok değerli bir vatan toprağıdır. Kentin bilinen tarihi 7000 yılı bulmaktadır. Başta Gaşgalar olmak üzere çok sayıda kavmin gelip geçtiği Kastamonu yaklaşık 900 yıl süre ile Doğu Roma’nın elinde kalmıştır. 1071 senesinde kazanılan Malazgirt savaşının ardından Gümüştekin’in oğlu Karatekin tarafından alınan Kastamonu, bir dönem Danişmendliler ve sonraları Çobanoğulları ve Candaroğulları egemenliğinde kaldıktan sonra, 1461 senesinde Osmanlı egemenliğine girmiştir. Günümüzde Türkiye Cumhuriyetinin 81 ilinden biri olup, trafikte plaka kodu olarak 37 rakamını kullanmaktadır. Kastamonu, sanki Ilgaz Dağı’nın kuzey eteklerinde Karaçomak vadisindeki düzlüğe tutunup kalenin yamaçlarına otağını kuruvermiş gibidir. Ortaçağda kent, kalenin çevresinde şekillenmiş ve giderek büyümüştür. Kentin asli unsuru olan Kastamonu Kalesi, günümüzde kente hakim bir tepe üzerinde adeta bir taç gibi durmakta ve adı yüzyıllardır kentle birlikte anılmaktadır. Kaleye çıktığınız zaman, bütün kent ayaklarınızın altındadır. Külliyeler, camiler, türbeler, medreseler, hamamlar, hanlar, konaklar ve daha neler neler, Kastamonu kent merkezinde sizin ziyaretinizi beklemektedir. ŞEHİTLER DİYARI KASTAMONU Kastamonu, Türklerin eline Danişmentliler zamanında Ahmet Gazi’nin oğlu Gümüştekin devrinde 1105 yılında geçmiştir. Haçlı seferleri sırasında, sık sık Türk ve Bizans kuvvetleri arasında el değiştiren kent, 13. yüzyılın başlarında kesin olarak Türk egemenliğine girmiştir. Kent, 1213 yılında Anadolu Selçuklu sultanı İzzeddin Keykavus’un emriyle Selçuklu kumandanı Emir Hüsameddin Çoban bey tarafından yönetilmeye başlamıştır. Bu sırada Kastamonu’ya çok sayıda Türkmen gelip yerleşmiş ve Türk– Müslüman nüfus hızla artmıştır. Çanakkale ve Kurtuluş savaşları sırasında kişi bazında en fazla şehit veren iller arasında yer alan Kastamonu, tarihin altın sayfalarında hak ettiği yeri almış, “Şehitler Diyarı” olarak anılmıştır. Kastamonu, Milli Mücadele yıllarında Ankara’ya erzak, cephane ve asker akışıyla da büyük yararlılıklar göstermiş bir ilimizdir. Cumhuriyetin ilanından sonra, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, 2331 Ağustos 1925 tarihleri sırasında Kastamonu’yu ziyaret etmiş, Cumhuriyete giden yolda başarılı mücadeleyi, medeni olmanın gerekliliğini, yapılan inkılap hareketlerinin gerçeklerini ve kılık kıyafet inkılabının önemini dillendiren konuşmalar yapmıştır. Atatürk ilk kez şapkayı bu ilde giyerek halkın karşısına çıkmıştır. Kastamonu geliştirmelerle bugünkü halini almıştır. Alan içerisinde 75. Yıl Cumhuriyet evi, Dantel ve bebek salonları, 3 bölümlü galeri ve rölyefli (kabartmalı) salon bulunmaktadır. EL SANATLARI ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ Seydiler, Foto: Mehmet Ayhan Yılmaz KASTAMONU’DA KÜLTÜR ve TURİZM MÜZELER ve KÜLTÜR MERKEZLERİ KASTAMONU ARKEOLOJİ MÜZESİ Yapımı 1917 yılında tamamlanan bina, Mimar Kemalettin Bey tarafından İttihat ve Terakki Partisi Binası olarak yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde bu yapı, İstiklal Mahkemesi ve Cumhuriyet Halk Parti binası olarak kullanılmıştır. ETNOGRAFYA MÜZESİ Mirliva (Tuğgeneral) Sadık Paşa tarafından 19. yüzyılın son çeyreğinde (1879–1881) özel malikane olarak yaptırılmış, aynı zamanda askerlik dairesi olarak da kullanılmıştır. “Liva Paşa Konağı” olarak da bilinmektedir. Tarihi konak, 1978 yılında Kültür Bakanlığı tarafından özel mülkiyetten satın alınarak kamulaştırılmış ve onarım ve restorasyon görmüş, daha sonra gerekli değişiklikler yapılarak Etnografya Müzesi olarak yeniden düzenlenmiştir. VAKIF ESERLERİ MÜZESİ Hisarardı Mahallesinde Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesi içerisinde bulunan müze, iki katlı tarihi bir ahşap konakta hizmet vermektedir. Burada Türk-İslam toplum yapısına ait geleneksel dini tasavvu- fi miraslar, özellikler vakıf kültürü ile ilgili eserler sergilenmektedir. Müze içinde ayrıca, “Külliye”ye ismini veren Şeyh Şaban-ı Veli ve onun yolunu izleyenlere ait özel eşyalar, Halveti dergahına ait şecere ve sancak, el yazması Kuran-ı Kerimlerin yanında cami ve mescitlerden toplanıp getirilen halı, kilim, seccade, mumluk ve şamdanlıklar, sadaka taşları, taçlar, elbiseler ve diğer etnografik eserler gösterime sunulmaktadır. KENT TARİHİ MÜZESİ Kastamonu Valiliği’nin zemin katında bulunan müze, 2002 tarihinde hizmete açılmıştır. İlin tarihine ait değişik etnografik eserlerin yanında, kentin zaman içerisinde yaşadığı değişimi anlatan çok sayıda fotoğraf sergilenmektedir. Müze bünyesinde araştırmacıların faydalanacağı bir kütüphane ve bir okuma salonu da bulunmaktadır. MİMAR VEDAT TEK KÜLTÜR ve SANAT MERKEZİ Kastamonu Hükümet Konağını yapan Mimar Vedat Tek adına kültür merkezi olarak yapılandırılmış, 2007 yılındaki çeşitli eklemeler ve 8>9 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Tarım Bakanlığına bağlı olarak çalışan kurum, 16-20 yaş arasındaki gençlere gelir getirici yöresel dokumacılık ve el sanatlarını öğretmek amacıyla 2000 yılında açılmıştır. Bölgenin ormanlık olması, ahşabın kalitesi ve düşük maliyetle temini gibi nedenlerle ahşap el sanatları, bu kurumun da etkisiyle oldukça gelişmiş ve kent ekonomisine küçük çapta girdi sağlar hale gelmiştir. SOSYAL HİZMETLER EL DOKUMALARI MERKEZİ Kastamonu Valiliği’nin öncülük yaptığı ve el dokumalarını geliştirme amacını taşıyan projeyle, tamamen el tezgahlarında insan emeği ile yapılan ürünler dokunmaktadır. Turizm amaçlı olan, iç ve dış pazarlarda rağbet gören dokumalar, gerek tanıtım yönünden, gerek ekonomik yönden yöredeki dokumacılara önemli kazançlar sağlamaktadır. KENTTEKİ ANIT ESERLER ve SİT ALANLARI POMPEİPOLİS (ZIMBILLI TEPE HÖYÜĞÜ) Taşköprü ilçe merkezi yanında bulunan antik kent, M. Ö. 64 yılında Romalılar tarafından Paphlagonia eyaletinin merkezi olarak kurulmuştur. Yapılan arkeolojik kazılarda birçok eser ve mozaik ortaya çıkartılmıştır. Bunlar arasında Roma dönemine ait bir villa, bir kanalizasyon şebekesi, bir antik tiyatro ve bir pazar yeri (agora) yer almaktadır. KAYA MEZARLARI Kastamonu kaya mezarları, kent merkezinin güney batısında yer alan Endüstri Meslek Lisesi yanında bulunan doğal kayalık hesine bakan saray üstü mevkiinde şehre hakim bir tepe üzerinde yer alır. 19. yüzyılın sonlarında 1885 tarihinde Kastamonu Valisi Abdurrahman Paşa döneminde yaptırılmıştır. Kentin simgelerinden biri olan yapı, kesme taştan inşa edilmiştir. KASTAMONU KÖPRÜLERİ Kastamonu’da bulunan pek çok tarihi köprüden özellikle üç tanesi, diğerlerine göre çok daha fazla bilinip, tanınmaktadır. Hazretipir Şeyhşabanı Veli Camii, Foto: Mehmet Ayhan Yılmaz / Hazretipir Seyhsabani Veli Mosque üzerine oyularak yapılmıştır. Kent merkezinde bulunan en eski eserler bu kaya mezarlarıdır. çevresindeki dış surlar zamanla yıkılmıştır. Kalenin zirvesinden kente bakıldığında, çok sayıda cami, medrese, han ve hamam görmek mümkündür. Bu mezarların hangi dönemden kaldığına dair elimizde herhangi bir belge yoksa da, Frikyalılar ya da Paflagonyalılar tarafından M.Ö 7-3. yüzyıllar arasında yapıldıkları tahmin edilmektedir. Kaya mezarlarında 3 giriş yeri ile üç mezar odası bulunmaktadır. GİDEROS KOYU KININ KAZI ALANI Kastamonu ilinin Devrekani ilçesinde Kının köyünde bulunan önemli arkeolojik sit alanlarından birisidir. Kastamonu’nun yazılı tarihi Hititlerle başlar ve bu bölgede Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öncülüğünde kazı çalışmaları yürütülmektedir. Yapılan kazı çalışmalarında, Hitit tarihine ait fırınlar, metal eşyalar ve bol miktarda seramik kaplar çıkartılmıştır. Kazı alanında, yer altı ve yer üstü olmak üzere iki antik kent kalıntısına ulaşılmıştır. KASTAMONU KALESİ Kentin güney batısında kente hakim bir tepe üzerinde kayalık bir zemine oturan Kastamonu Kalesi, Ortaçağ sonlarında Bizans İmparatorluğu döneminde Komnenoslar ailesi tarafından yaptırılmış bir kaledir. Kastamonu’nun simgelerinden birisi olan antik kalenin Cide ilçesi sınırları içerisinde yer alan Gideros koyu, Karadeniz’in en güzel koylarından birisidir. Doğal güzelliği ile koy, gerçekten büyüleyicidir. Cide’nin 12 kilometre batısında bulunan Kitoros (Gideros) kapalı bir liman alanıdır ve Ortaçağdan kalma bir kale yıkıntısı barındıran arkeolojik bir sit alanıdır. Gideros’ta günümüzde 6-7 ailenin yaşadığı birkaç ev ve 19. yüzyılın sonlarında yapılan küçük bir cami bulunmaktadır. Bu arada “Hababam Sınıfı” adlı kitabıyla tanınan mizahçı, ozan ve eğitimci Rıfat Ilgaz’ın da Cideli olduğunu anımsamakta yarar vardır. GİNOLU KOYU Çatalzeytin ilçe merkezinde bulunan tarihi bir alandır. İlçedeki ilk yerleşim alanının burası olduğu tahmin edilmektedir. Sit alanında bulunan en önemli eser ilçenin kalesidir. Cenevizlilerden kaldığı tahmin edilen kale, günümüzde restore edilmiş durumda olup, tarihi ve doğal güzellikleri ile ziyaretçilerini beklemektedir. SAAT KULESİ Kastamonu Valiliği’nin arka cep- NASRULLAH KÖPRÜSÜ Nasrullah Kadı tarafından 15. yüzyılın başlarında Nasrullah Meydanı ile Kuyudibi arasındaki bölgenin geçişini sağlamak amacıyla dört gözlü olarak Karaçomak deresinin üzerine yapılmıştır. Kent içinde yapılan imar faaliyetleri kapsamında her iki taraftan yol yapımı sırasında suyun geçişini sağlayan gözlerden ikisi ortadan kaldırılmıştır. Köprünün ilk hali bozulmuş olmakla birlikte günümüzde de kullanılan ve kenti sembolize eden tarihi eserlerinden birisidir. TAŞKÖPRÜ Taşköprü ilçesinin sembol eserlerinden biri olan yapı, ilçe isminde de belirleyici olmuş, estetik mimari yapısıyla ziyaretçilerin dikkatini çekmektedir. Kızılırmak’ın en büyük kolu olan Gökırmak üzerine Yağmur Bey’in oğlu Ali Bey tarafından Candaroğlu Beyi Celaleddin Beyazıd adına 1366 tarihinde yaptırılan anıtsal yapı, 68 metre uzunluğunda olup 7 gözlüdür. AŞIKLAR KÖPRÜSÜ Azdavay ilçe merkezinde yer alan ahşap köprü, yerleşim yerinin içinden geçen Devrekani çayı üzerinde kuruludur. Merkez mahallesi ile Karşıyaka mahallesini birbirine bağlayan köprü, birbirini seven fakat kavuşamayan iki gencin köprüden geçerken sel sularına kapılıp gitmesi öyküsüne dayanır. Azdavay’ın en Kastamonu Şehit Şerife Bacı Anıtı Martyr Serife Baci Monument önemli gezi duraklarından biridir. KASTAMONU İLİNDEKİ TİCARİ YAPILAR MÜNİRE MEDRESESİ EL SANATLARI ÇARŞISI Nasrullah Kadı Camii’nin kıble tarafında 18. yüzyıl ortalarında (1746) Osmanlı Devletinin hayrat sahibi yöneticilerinden Reis ül Küttab (Dış işleri Bakanı) Kastamonulu Hacı Mustafa Efendi tarafından yaptırılmıştır. Yapı kesme ve moloz taştan revaklı olarak inşa edilmiştir. KURŞUNLU HAN İSMAİL BEY HANI 15. yüzyılın ortalarında Candaroğlu Beyliği’nin son hükümdarı hayrat sahibi Kemaleddin İsmail Bey tarafından vakıf eseri olarak yaptırılan han, kare planlıdır. Han içinde toplam 51 oda bulunmakta olup, iki katlı ve avluludur. Avlusu 19 x 19 metre boyutlarındadır ve büyükçe bir su havuzu vardır. Odaların önünde revaklar yer almaktadır. BALKAPANI HANI PEMBE HAN Osmanlı padişahı Sultan 2. Baye- Türk Ocağı Turkish Hearth zid tarafından 15. yüzyılın sonlarında Kastamonu’da ticareti daha çok geliştirmek amacıyla Cem Sultan Bedesteni Kurşunlu Hanın bulunduğu yere yaptırılmıştır. Hanın yapılmasıyla “Dellal Pazarı” olarak bilinen bu semt, zaman içerisinde Kastamonu’nun adeta ticaret üssü olmuştur. CEM SULTAN BEDESTENİ Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Şehzade Cem Sultan tarafından Kastamonu’da Sancak Beyi olarak görev yaptığı yıllarda 15. yüzyılın ikinci yarısında (1466-1475 yılları arasında) yaptırılmıştır. Osmanlı döneminden kalan ve kent içinde yapılan ilk eserlerin başında gelir. Bedestenler, kentlerde çarşıların merkezinde pahalı malların satıldığı ve korunduğu büyük yapılardır. Cem Sultan Bedesteni’ndeki esnaf, mallarını duvarlardaki hücre, dolap ve çekmecelerde bulundururdu. AŞİR EFENDİ HANI Nasrullah Meydanı’nın batı kısmında bulunan yapı, daha çok “urgan hanı” olarak bilinmektedir. 10>11 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ 18 yüzyılın ortalarında (1748) Osmanlı Devleti’nde Reis-ül Küttap olan Hacı Mustafa efendi tarafından yapımına başlanmış ve oğlu Aşir Efendi tarafından yapımı tamamlanmıştır. YANIK HAN - KENDİR KAPANI Belediye Caddesi üzerinde bulunan han, 18. yüzyılın ilk yarısında (1730) Yanıkoğlu Hacı İsmail Efendi tarafından bir ticaret hanı olarak yaptırılmıştır. Yapı moloz taşından harçla inşa edilmiştir. Avlu etrafında zeminle beraber 3 katlı ahşap bir koridor dolanır ve iç kısımlarda yolcuların içinde kaldıkları odalar yer almaktadır. DEVE HANI Ön yüzü kesme taştan, yan duvarları moloz taştan ve tuğladan yapılan eser, İsmail Bey Külliyesinin temel yapılarından birisidir. Vakfiyesi göz önüne alınırsa, hanın 1454-1457 yılların arasında yapıldığı anlaşılmaktadır. KASTAMONU’DA İNANÇ TURİZMİ Kastamonu ili, Selçuklu Candaroğulları ve Osmanlı dönemlerinden kalan pek çok cami, türbe ve din büyüğünün bulunması dolayısıy- Kastamonu dir. Külliyeye ismini veren Şeyh Şaban-ı Veli, büyük bir mutasavvıf ve Anadolu’nun en önemli manevi liderlerinden biri olarak tanınmaktadır. Kendisi, Kastamonu iline bağlı Hanönü ilçesinde 15. yüzyılın sonlarında doğmuştur. YAKUP AĞA KÜLLİYESİ YUKARI İMARET İsmail Camii, Foto: Mehmet Ayhan Yılmaz / Ismail Mosque la inanç turizmi açısından son zamanlarda yerli ve yabancı turistlerin dikkatini çekmekte ve bu amaçla şehre gelen turist sayısı her geçen gün artmaktadır. Gerçeğin inançla buluştuğu noktada yer alan Evliya menkıbeleri Kastamonu ilinde dilden dile, zamandan zamana anlatılıp durmaktadır. Kastamonu’da inanç turizmi içinde yer alan bazı külliye, cami ve türbeler şunlardır: KÜLLİYELER YILANLI KÜLLİYESİ Kastamonu da bulunan en eski külliye olan tarihi yapı, bu topraklara 8 asır önce vurulmuş Türkİslam Medeniyetinin damgalarından birisidir. Yılanlı Külliyesinin kitabesinden, yapının Anadolu Selçuk Devletinin son dönemlerinde (1273) yapıldığı anlaşılmaktadır. Külliye içerisinde cami, şadırvan, türbeler ve bir konak bulunmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı asırlarında “darüş-şifa” olarak isimlendirilen yapı, tıp fakültesi (hastane) olarak da yöre insanlarına hizmet vermiştir. Tıp alanında eğitim görmek isteyenler de burada eğitilmişlerdir. İSMAİL BEY KÜLLİYESİ - AŞAĞI İMARET Külliye, Candaroğulları Beyliğinin son hükümdarı Kemaleddin İsmail Bey (1443-1460) adına yapılmıştır. Külliyeyi oluşturan yapılar, caminin konumuna göre yerleştirilmiştir. Cami, imaret, mektep, medrese, han ve türbeden oluşan yapı topluluğu, yüksekçe bir tepede avlu içerisinde yer almaktadır. Halk arasında, genellikle “aşağı imaret” olarak anılır. Külliyenin hamamı avlu dışında olup, yolun batısında ayrı bir alana yapılmıştır. NASRULLAH KADI KÜLLİYESİ Osmanlı padişahı Sultan Beyazıt devrinde, 16. yüzyılın başlarında (1506) zamanın Kastamonu kadısı olan Kadı Nasrullah tarafından vakıf eseri olarak yapılmıştır. Külliye, Nasrullah camii, Nasrullah köprüsü, medreseler ve şadırvandan oluşan şehrin en merkezi yerinde bulunan simge yapılardan biridir. Zamanla yapı topluluğu bazı eklerle genişletilmiştir. ŞEYH ŞABAN-I VELİ KÜLLİYESİ (HAZRETİ PİR) Kentin en çok ziyaret edilen, manevi yönüyle kendini hissettiren mekanlarından birisidir. Hisarardı Mahallesinde yer alan külliye, cami, türbe, asa suyu, şadırvan, halvethane, kütüphane, dergah evleri ve bir müzeden oluşmaktadır. Kastamonu ilinin en büyük ve en önemli inanç turizmi merkezi- 12>13 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Yakup Ağa Külliyesini Kanuni Sultan Süleyman’ın Kilercibaşısı (Hazine Reisi) Yakup Ağa, 16. yüzyılın ortalarında 1547 senesinde yaptırmıştır. Eserin ilk banisi Yavuz Sultan Selim Han’ın hocası Halimi Çelebi’dir. Külliye, cami, medrese, sıbyan mektebi ve bir imaretten meydana gelmiştir. Külliyenin camisi, kesme taştan kare planlıdır. Üzeri pandantifler üzerine oturmuş, merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Caminin önünde üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yeri, dikdörtgen çerçeveli olup, silmelerle sınırlandırılmış yuvarlak kemerli bir yapıdır. BENLİ SULTAN KÜLLİYESİ Ilgaz Dağı’nın kuzey eteklerinde, Kastamonu il merkezine yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta, Ahlat köyünün Benli Sultan Mahallesinde bulunmaktadır. Bu külliyeyi, Yavuz Sultan Selim döneminde yaşamış olan Mutasavvıf Benli Sultan yaptırmıştır. Külliyenin yapım tarihi 16. yüzyılın başlarıdır. (1515-1520) KASTAMONU CAMİLERİ ATABEY GAZİ CAMİİ KIRK DİREKLİ CAMİ Kastamonu’da bir dönem hüküm süren Atabey Muzaffereddin Yavlak Aslan Bey tarafından 13. yüzyılın ikinci yarısında (1273) yapılmış olması muhtemel olan tarihi eser, kentin bilinen en eski camisidir. Duvarları kesme ve moloz taştan yapılan yapıyı üzerine kırk direk üzerine oturulan ahşap tavan örtmekle olduğundan, halk tarafından “kırk direkli cami” olarak da anılmaktadır. HEPKEBİRLER CAMİİ Kastamonu’nun bir mahallesine adını vermiş olan caminin, hangi tarihte yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 17. yüzyılın Osmanlı kayıtlarında caminin adı geçmektedir. Tabanı ve tavanı ahşap, duvarları kerpiç olup üzeri kiremitle örtülüdür. Hepkebirler camisinin batı ve doğu bitişiğinde türbeler bulunmaktadır. Kays-ül Hemedani Asgar adındaki sahabenin kabrinin burada olması nedeniyle cami, kentteki inanç turizminin önemli merkezlerinden birini oluşturmaktadır. İBN-İ NECCAR ELİ GÜZEL CAMİİ Yavuz Selim Mahallesi vakıf semtinde bulunan camii, 14. yüzyılın ortalarında (1353) Candaroğulları Beyliği döneminde yapılmıştır. Camiye girişte yer alan iki kanatlı motifli yazılarla işli kapısı ahşap işçiliğinin güzel örneklerinden birisidir. Ankaralı nakkaş Mahmut oğlu Abdullah tarafından yapılmıştır. KASABA KÖYÜ MAHMUT BEY CAMİİ Kastamonu ilinde merkeze bağlı Kasaba köyünde bulunan Candaroğlu Mahmut Bey camii, ahşap mimarinin en güzel örneklerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kent merkezine 17 kilometre uzaklıkta Anadolu köy camilerinden herhangi birini ziyaret ettiğiniz hissine kapılıyorsunuz, ancak caminin giriş kapısından adımınızı attığınız andan itibaren muhteşem ahşap işçiliği karşısında şaşkınlığınızı gizleyemiyorsunuz. Kapı ve cami, 1366 senesinde Nakkaş Mahmut Oğlu Abdullah tarafından itina ile yapılmış. Kapıyı açtığınız zaman rengarenk işlemeleriyle, sütunlarından, mahfillere, minberden mihraba kadar her yer ahşap. İşin daha da ilginç yanı, bütün yapı çivi çakılmadan, bina bindirme ve geçme tekniği kullanılarak yapılmış. SİNAN BEY CAMİİ Osmanlı Devletinin yükselme döneminde 1571 yılında Kastamonu Sancak Beyi Sinan Bey tarafından yaptırılmış bir vakıf eseridir. Cami kesme taştan, kare planlı olup, tromplu sekizgen kasnak üzerine oturtulan tek bir kubbe ile örtülüdür. Ahşap kapıları üzerindeki kabartma ve oymalar zamanla yıpranmış olmasına rağmen, dikkat çekmeye devam etmektedir. Caminin minberi mermerden farklı geometrik bitki motifleriyle süslenmiş olup, pencere vitrayları itina ile yapılmış, dikkat çekici özelliklere sahiptir. FERHAT PAŞA CAMİİ 16. yüzyılın ikinci yarısında 1559 tarihinde Osmanlı sadrazamlarından Ferhat Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ferhat Paşa, bu camiyi Kastamonu’da Sancak Beyi olarak bulunduğu sırada yaptırmıştır. Moloz taş ve harçla yapılan dini yapının çatısı ahşaptır. Minberi ve mihrabı taş işlemelidir. Vakıflar Müdürlüğü tarafından restore edilen eser, günümüzde dini ibadete açık bulundurulmaktadır. HALİL BEY CAMİİ Candaroğulları Beyliği döneminde yapılan önemli eserlerden birisi olan Halil Bey Camii, Kastamonu il merkezine bağlı Duruçay köyünde bulunmaktadır. İnebolu yolu üzerinde bulunan yapının Kastamonu’ya olan uzaklığı 12 kilometredir. Cami, Candaroğulları komutanlarından Halil Bey tarafından yaptırılmıştır. Kitabesinden 14. yüzyılın ortalarında yapıldığı anlaşılmaktadır. Moloz taşından harçla yapılan yapının çatısı ahşaptır. TÜRBE ve ŞEHİTLİKLER HEPKEBİRLER TÜRBESİ Aynı isimle anılan caminin yanında iki ayrı türbe yer almaktadır. Cami girişine göre sağ taraftaki türbede bulunan dört yatırdan biri olan Kays-ül Hemadani Asgar adındaki sahabenin, İstanbul-Eyüp semtinde metfun (defnedilmiş) bulunan Eyüp El Ensari ile İstanbul’un fethi için yola çıkan zatlardan birisi olduğu ve Kastamonu’da vefat ettiği ve burada meftun (gömülü) olduğu kabul edilmektedir. AŞIKLI SULTAN AYAĞI YANIK TÜRBE İki katlı yapının ön cephesi Selçuklu tarzında taş işli olup en çok ziyaret edilen kutsal yerlerden birisidir. Alttaki tonozlu bölümde 5 sanduka bulunmaktadır. Bunlardan ortadaki sandukada yatan zat, halk tabiriyle Aşıklı Sultan’dır. Bu türbenin, Kastamonu Kalesinin dış surlarının fethi sırasında bir düşman okuyla şehit olan ve buraya defnedilen kumandanın mezarı üzerine Selçuklu döneminde inşa edildiği tahmin edilmektedir. Sanduka içinde yatan zatın ayak bileklerine kadar bedeninin çürümemiş olduğu bugün bile açık biçimde görülebilmektedir. KARANLIK EVLİYA TÜRBESİ Türbe, tamamen Selçuklu tarzı olup, kesme taştan yapılmıştır. Sekiz köşeli yapılmış ve üzeri dıştan sivri bir külah ile örtülmüştür. Sandukaları zemin katta olan kümbet tipi yapı, iki kat üzerine inşa edilmiştir. Çobanlar dönemi hükümdarlarından birine ait olduğu, bu kişinin ise, Emir Hüsamettin Çoban olabileceği tahmin edilmektedir. Türbenin hemen yanında ve türbeye bitişik konumda bir türbe mescidi yer almaktadır. MÜFESSİR ALAÜDDİN TÜRBESİ Kastamonu, Kalekapısı semtinde bir tepe üzerinde bulunan türbenin Candaroğlu Beyi Şemsettin Yaman Candar tarafından 1289 yılında yaptırıldığı vakıf kayıtlarından anlaşılmaktadır. Müfessir Alaüddin Efendi, Belh Buhara’dan gelmiş bir tefsir alimi (bilgini) ola- Kastamonu Görkemli eser, heykeltıraş Prof.Dr. Tankut Öktem tarafından tasarlanmış ve 1985 yılında açılmıştır. Anıt 25. yılında yeniden iyileştirilmiş, kaidesi bazalt bloklarla kaplanmıştır. Resmi bayram törenleri genellikle burada yapılmakta olup çevresi bakımlı ve düzenlidir. MEDRESE, HAMAM, ÇEŞME ve ŞADIRVANLAR Tarihi bir şehir olan Kastamonu’da Beylikler, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalan çok sayıda kültürel eser bulunmaktadır. Tarihin hemen her döneminde Kastamonu ili, bilim ve kültür merkezi olarak kalmıştır. O günlerden günümüze gelen çok sayıda medrese, hamam ve çeşme vardır. Nasrullah Köprüsü / Nasrullah Bridge rak tanınmaktadır. Farsça bir tefsir kitabında doğru olmayan hadisleri incelemiş ve onları reddetmiştir. Türbe, moloz taştan yapılmış olup, üzeri de ahşap kiremitli bir çatı ile örtülüdür. ATABEY GAZİ TÜRBESİ Türbe, caminin doğu cephesinde yer almaktadır. Tuğla ile örtülü olan türbe, dıştan yuvarlak, iç kısmında ise sekiz köşeli bir kubbe ile kapatılmıştır. İçerde yer alan üç sandukadan en büyüğünün Atabey Gazi Muzaffereddin Yavlak Aslan’a a ait olduğu bilinmektedir. Diğer sandukaların ise kızına ve bir şehide ait olduğu söylenmektedir. “İstiklal savaşında şehit düşen 1988 Kastamonulunun anısına Cumhuriyetimizin 60. yıl dönümünde dikilmiştir.’’ Diğer yazıtlarda Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin?” şiirinin ilk dört kıtası, diğer tarafta ise Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” şiirinden bir bölüm bulunmaktadır. KIŞLA PARKI, ATATÜRK ANITI Kastamonu merkeze 18 kilometre uzaklıktaki Hacıveli köyünde bulunmaktadır. 1662 yılında yapılmıştır. Şeyh Şaban-ı Veli’nin halifelerindendir. Bu alanın kuzeyinde bulunan ve 1953 yılında çıkan bir yangınla yok olan tarihi kışla binasından dolayı anıta bu isim verilmiştir. Park içerisinde yer alan anıt “Şapka ve Kıyafet İnkılabı”nın’ 75. yıl dönümünde 1982 senesinde açılmıştır. Çevre düzenlemesi Kastamonu Belediyesi tarafından yeniden yapılan Kışla Park alanı içerisinde bulunan anıt iki bölümden oluşmaktadır. PIRLAKLAR ve OLUKBAŞI ŞEHİTLER ANITI ŞEHİT ŞERİFE BACI ve ATATÜRK ANITI Kurtuluş savaşında değişik cephelerde şehit düşen kahraman Kastamonulu Mehmetçiklerimizin anısına Cumhuriyetimizin 60. yılı kutlamaları çerçevesinde 1983 yılında Pırlaklar mevkiinde yapılmıştır. Eserin tasarımını Mimar Kenan Uğurlu yapmıştır. Anıtın üzerinde yer alan yazıtlarda şu ifadeler yer almaktadır: Türkiye’nin en güzel meydanlarından birisi olarak kabul edilen Kastamonu Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan anıtta, 1921 yılında cepheye mermi taşırken donarak şehit olan Şerife Bacı ile birlikte Kurtuluş Savaşını ve Cumhuriyetin özelliklerini sembolize eden değişik figürler bulunmaktadır. ŞEYH MEHMET EFENDİ TÜRBESİ - SACAYAKLI 14>15 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ MEDRESELER Kentte yer alan medreselerin büyük bir kısmı, günümüzde de varlığını devam ettirmekte olup, yöresel ürünlerin ve sanatların yaşatıldığı turizm amaçlı mekanlar olarak kullanılmaktadır. Mülkiyeti vakıflara ait olan medreselerin bir kısmı restore edilmiş durumdadır. Kentte bulunan bazı medreseler şunlardır: İsmail Bey Medresesi, Atabey Medresesi, Tevfikiye Medresesi, Merdiyye Medresesi ve Numaniye Medresesi. HAMAMLAR Kastamonu il merkezinde ve ilçelerinde geleneksel hamam kültürü belli ölçüde devam etmektedir. Kastamonu hamamlarının bazıları şunlardır: Frenkşah Hamamı, Vakıf Hamamı, Araba Pazarı Hamamı, Dede Sultan Hamamı, Şifalı Bey Hamamı, İsmail Bey Hamamı, Yeni Hamam, Belediye Hamamı, Ağacıklar Hamamı ve Belediye Erkekler ve Kadınlar Hamamları. ÇEŞME ve ŞADIRVANLAR Osmanlı döneminde, mahalle ve sokak aralarını süsleyen çeşmeler, her eve suyun gelmesi ve su kaynaklarının zamanla akarının kesilmesi ile eski önemlerini kaybetmişlerdir. Şadırvan ve çeşmelerin büyük bir kısmı kullanılmakla birlikte suyu kesilen ve özelliğini kaybeden tarihi çeşmeler de bulunmaktadır. Sularla ilgili çok sayıda inanış vardır. Kastamonu’da bulunan bazı şadırvan ve çeşmelerin isimleri şunlardır: Nasrullah Şadırvanı, Topçuoğlu Şadırvanı, Hazreti Pir Şadırvanı, Valilik önü Yadigar Çeşmesi, Arslanlı Çeşme, Yanık Han Çeşmesi, Miralay Nedim Çeşmesi, Hepkebirler Çeşmesi, Eli Güzel Çeşmesi, Hacı Abdullah Çeşmesi, Honsalar Çeşmesi ve Atabey Gazi Çeşmesi. YAYLA TURİZMİ Yayla turizmi açısından oldukça büyük olanaklara sahip Kastamonu ilinin Araç ilçesinde Munay, Fındıklı, Sıragömül, Kirazlı, Başköy Yaylaları; Daday ilçesinde Oluklu, Ballıdağ Yaylaları; Azdavay ilçesinde Suğla Yaylası; Küre ilçesinde, Belören Yaylası, Çatalzeytin Koru Yaylası, Bozkurt Göynük Yaylası, Tosya ilçesinde Kösem, Dipsiz Göl, Yeşil Göl ve Sekiler Yaylaları bulunmaktadır. DENİZ TURİZMİ Karadeniz’e 170 kilometrelik sahil şeriti ile bağlı olan Kastamonu ilinde çok sayıda doğal plaj bulunmaktadır. Özellikle Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında bu plajlarda denize girmek mümkündür. Temmuz ve Ağustos aylarında deniz suyu sıcaklığı genellikle 22-24 derece arasında değişmektedir. Bu plajlar, Cide Gideros Koyu, Cide ilçesi plajı, Merkez, Kumluca, Akbayır köyü kumsalı, Doğanyurt plajı, İnebolu’da Boyranaltı plajı, Evrenye köyü plajı, Abana’da Halk plajı, Hacıveli Plajı, Tatil köyü plajı, Çatalzeytin’de Ginolu plajı, özellikle tercih edilen yerlerdir. Bu bölgede kamu ve özel kurumlara ait farklı özellikleri olan küçük çaplı otel, motel ve pansiyonlar da bulunmaktadır. MİLLİ PARK ALANLARI ILGAZ DAĞI MİLLİ PARKI Ilgaz sıra dağları üzerindeki alan, 1976 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile “Ilgaz Dağı Milli Parkı” olarak ilan edilmiştir. 750 hektarlık kısmı Kastamonu’da, 338 hektarlık alanı ise, Çankırı il sınırları içinde olan ulusal park, toplamda 1088 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Ilgaz Dağı Milli park alanı, kış turizminin yanı sıra sahip olduğu doğal güzellikleri ile dört mevsim turizme elverişlidir. Kayak merkezinde 5 adet devlet konuk evi ve 2 adet otel bulunmaktadır. Tesislerde sağlık hizmetleri, kayak dersi ve kayak hizmetleri verilmektedir. Ayrıca 2001 yılında Bostan köyü mevkiinde 5 yıldızlı 320 yatak kapasiteli Mountain Resort Otel ve 88 apart daireden oluşan bir kompleks hizmete sokulmuştur. Bu tesisin hizmete girmesi ile Ilgaz Milli Parkı daha da hareketlenmiş ve bölge turizmi açısından bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Kayak tesisleri 2010 yılında yenilenmiş bulunmaktadır. KÜRE DAĞLARI MİLLİ PARKI Kastamonu ilinin kuzey batısında Küre Dağları üzerinde yer alan milli park, doğu-batı doğrultusunda uzanmakta olup, Cide, Azdavay, Pınarbaşı, Şenpazar ilçeleri ile Bartın ilinin doğu bölümü arasında kalan bölgeyi kapsamaktadır. Küre Dağı Milli Parkı, nemli bir iklim kuşağında yer alması nedeniyle, doğal, yaşlı ve bakir bir orman örtüsüne sahiptir. Bu ormanlar, bünyelerinde kayın, göknar, meşe ve çeşitli endemik bitki türlerini ve yalancı maki oluşumlarını barındırmaktadırlar. Milli Park, yaban yaşamı yönünden de oldukça zengindir. Türkiyede varlığı bilinen 132 memeli türünden 40’ının bu bölgede yaşadığı bilinmektedir. Ayrıca tilki, su samuru, karaca ve geyik gibi nesilleri tükenme tehlike altında olan bazı türlerin de bu bölgede barındıkları tespit edilmiştir. Milli Park ve çevresinde 129 değişik kuş türünün yaşadığı, bunlardan 46 tanesinin soylarının tükenme tehlikesi altında olduğu bilinmektedir. Ayrıca Pınarbaşı ilçesinde dünyanın 2. büyük kanyonu olarak tanınan ve 10 kilometre uzunluğu 200 ile 500 metre arasında değişen derinliği ile profesyonellerin bile 5 günde geçebildiği Valla Kanyonu Kastamonu il sınırları içindedir. Dünyanın 4. büyük mağarası olan İlgarini mağarası ve Ilıca şelalesi de gezilip görülecek ilginç yerler arasındadır. Ayrıca Azdavay ilçesi sınırları içerisinde yer alan Çatak kanyonu 7 kilometre uzunluğu ve 200 ila 300 metre arasında değişen derinliği ile ilgi çekmektedir. ORMAN İÇİ DİNLENME TESİSLERİ KADI DAĞI: Kastamonu-Çankırı karayolu üzerinde il merkezine 12 kilometre uzaklıkta bulunan ve yemyeşil çam ağaçlarıyla kaplı olan Kadı Dağı, çevrenin en tanınmış dinlenme yerlerinden, tabiat parklarından birisidir. Hafta sonlarında ve yaz aylarında aileler bu bölgeye büyük ilgi göstermektedir. AÇIK MASLAK: Çevre yolu üzerinde bulunan ve il merkezine en yakın dinlenme yeridir. Çam ormanları ile kaplıdır. DİPSİZ GÖL: Tosya’ya 18 kilometre uzaklıkta orman içinde yer alan küçük çaplı bir krater gölüdür. Çevresi yeşillikler içindedir. KANLI GÖL: Kastamonu-Araç yolu üzerinde bulunan dinlenme alanının Kastamonu il merkezine uzaklığı 24 kilometredir. Kastamonu YARALI GÖZ: Kastamonu–Devrekani-Çatalzeytin kara yolu üzerinde il merkezine 45 kilometre uzaklıkta olan yapı, doğa güzelliği ile insanı büyülemektedir. Özellikle yaz aylarında ilgi çekmektedir. Alan içerisinde küçük çapta tesisler bulunmaktadır. SUĞLA: Azdavay-Pınarbaşı arasında çam ormanlarıyla çevrili Küre Dağları üzerinde bulunan güzel bir mesire yeridir. ÜÇ OLUKLAR: Tosya ilçesine 3 kilometre uzaklıkta olup, çam ağaçları ve soğuk suları ile orman içinde güzel bir mesire yeridir. KASTAMONU’DA TARİHİ DOKU ve MİMARİ YAPILANMA 19 ilçesi ve toplam 1071 köyü ile geleneksel değerlerini ve kültürünü yaşatan Kastamonu, 170 kilometrelik Karadeniz sahilleri ile görülmeye değerdir. Sahile belli aralıklarla serpilmiş 6 ilçesi vardır. Yeşil ile mavinin iç içe geçtiği güzellikleri saklayan diğer 13 ilçe, il merkezi ile beraber Ilgaz ve Küre Dağları arasında vadi ve ovalara kurulmuştur. Kastamonu kent merkezinin nüfusu 91.000’dir. Küçüklü büyüklü ilçe merkezlerinin nüfusu ise 20.000 ile 30.000 arasında değişkenlik göstermektedir. İl ve ilçeleriyle Kastamonu’nun toplam nüfusu 361.000’dir. Kastamonu ilinde özellikle Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait yapıların bir arada toplandığı ve genellikle şehrin ortasından geçen vadinin ve kalenin her iki yamacına yayıldığı görülmektedir. Kentsel sit alanı ilan edilen Kastamonu, Taşköprü, Küre, İnebolu, Araç ve Abana’nın eski mahalleleri ve yapıları, ziyaret maksadıyla kente gelenlerin yakın ilgisini çekmektedir. İl genelinde, toplam 1428 tescilli anıt sayısı ile Kastamonu, gerçekten büyük bir tarihi ve kültürel mirasa sahiptir. Kastamonu’da kamu yapıları genellikle taştan, tarihi konaklar ise, ağırlıklı olarak ahşaptan yapılmıştır. Kastamonu şehir merkezinde bugün koruma altına alınan geleneksel Türk evi sayısı 358 adettir. Bu da kesinlikle küçümsenmeyecek bir rakamdır. KASTAMONU SİMİDİ: Hamur, simit halkası haline getirilir ve 1015 dakika bekletilir. Dinlenmiş hamur, içinde elma pekmezinin kaymağı suda haşlanır ve daha sonra fırınlanarak hazır hale getirilir ve sıcacık yenir. KASTAMONU MUTFAĞINDAN YÖRESEL LEZZETLER Kastamonu il sınırlarının oldukça geniş bir coğrafyaya yayılması, bitki ve ürün çeşitliliğini de beraberinde getirmiş olup, doğal olarak mutfağını da zenginleştirip çeşitlendirmiştir. Mutfak kültürü içinde ahşap malzemelerin yanında bakır kapların ve estetik anlamda sofraları süsleyen dokumaların ayrı bir yeri vardır. Kastamonu mutfağına özgü tadlar arasında şunlar bulunmaktadır: KASTAMONU’DA TURİZM BİRYAN (PÜRYAN) KUYU KEBABI: Biryan, mutlaka taze kuzu etiyle yapılır. Yaz yemeklerindendir. Genellikle Mayıs aylarında çıkar, Ekim sonunda sona erer. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz: ETLİ EKMEK: Etli ekmek Kastamonu’nun en çok bilinen yöresel yemeğidir ve dört mevsim geçerliliğini korur. Mayasız hamurun içine dövülerek özel olarak hazırlanan et inceltilmiş ekmeğin içine konularak sacda pişirilir. Pişen etli ekmeğin üzerine genellikle yağ sürülerek elle yenir. BANDUMA: Hindi veya tavuk eti suyundan yapılır. Yufkalar rulo şeklinde kesildikten sonra hinditavuk suyuna batırılarak tabağa dizilir, yufkaların üzerine eritilmiş tereyağı gezdirilir. Aralara dövülmüş fındık içi ceviz serpilip üzerine et suyu dökülerek servise sunulur. ÇEKME HELVA: Bilinen iki asırlık geçmişi olan çekme helva, Kastamonu’nun geleneksel lezzetlerinden biridir. Alternatif bir tatlı türüdür. Osmanlı padişahları tarafından sarayda ustalara çektirilen helva, zamanla sarayın dışında da yaygınlaşmış, sonradan Kastamonu’nun da simgesi olmuştur. TİRİT: Tazeliğini kaybetmiş simitler bir tabağa küçük parçalar halinde doğranır. Tencerede kaynatılmış olan kemik suyu, bu simitlerin üzerine dökülür. Bunun üstüne sarımsaklı yoğurt ve onun üstüne de ağır ateşde uzun süre kavrulmuş kıyma dökülür. En üste ise, eritilmiş tereyağı dökülerek tirit kıvamına gelir ve servise hazırlanmış olur. 16>17 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Turizm açısından olaya baktığımızda, ülkemizde dört mevsim turizm yapılabilecek nadir illerden birisi olan Kastamonu’da çok çeşitli turizm etkinlikleri yapılabilmektedir. Kış turizmi, Av turizmi, İnanç turizmi, Sağlık turizmi, Kültür turizmi, Kongre turizmi, Gençlik turizmi, Yat turizmi, Botanik turizmi, Mağara turizmi, Kanyon turizmi, Yayla turizmi, Hava ve Su sporları turizmi, Dağcılık turizmi, Rafting turizmi, Su altı Dalış turizmi, Kuş gözlemciliği turizmi, Eko turizm gibi çeşitli etkinlikler. Kastamonu, sözü edilen turizm çeşitlerinden bir çoğu için uygun alan ve koşullara sahip bir kenttir. Kastamonu’da günümüzün koşullarına göre henüz turizmde hak edilen gelir sağlanamamaktadır. Konaklama sektöründeki eksiklerin giderilmesi, tanıtım ve hizmet sektöründeki eksikliklerle ulaşımdaki standartın yükseltilmesi gerekmektedir. Günümüzde hava, deniz ve kara yolu ile Kastamonu’ya ulaşım mümkündür. Gelecekte ülkemizin en önemli turizm merkezlerinden birisi olmaya aday konumundaki Kastamonu, turizm yatırımcılarının ilgi alanına girmeye ve iç turizmin önemli duraklarından birisi olmaya başlamıştır. Hava yolunun da Temmuz 2013 ayında hizmete başlaması ile dış turizmde de istenilen canlılık sağlanabilecektir. Gelecekte turizmin odak noktalarından biri olabilecek güzelliklere sahip olan Kastamonu, günden güne turizmcilerin dikkatini çekmekte, onları yeni yatırımlar yapmaya özendirmektedir. KUTSAL KAPININ ŞİFRELERİ Bir Kapı Bin Öykü M. Edip ÖZGÜR, Rehber - Arkeolog Anlatacaklarım bugüne dek düşünülmemiş, anlatılmamış konular değil. Ancak kim düşünebilirdi ki, üç dinin peygamberlerinin, kutsal kitaplarının ve de ortak inanç ve saygılarının Antalya’da bir kapı kanadında buluşacağını! “Gerek müze gerekse ören yerlerinde çevremizi kuşatan sayısız anıtsal eser, küçük ancak çok çarpıcı anlatılarla dolu eserlerin gözden kaçmasına da neden olmaktadır” düşüncesinden yola çıkarak; adeta “hiçbir şey söylemeden 40 yıldır önümden geçip gidiyorsunuz” dercesine Antalya Müzesi ikonlar köşesinde sergilenen ikonastasis kapı kanadının inanılmaz gizleri, inanılmaz öyküleri bu yazının konusu oldu. Başlığına karar vermekte hayli zorlandım desem yalan olmaz. Çünkü öylesine sırlarla gizli, öylesine okunmamış şifrelerle doluydu ki, sonunda “Kutsal Kapının Şifreleri” olmasında karar kıldım, düşündüğüm sayısız başlık arasından. Yazı bittiğinde de doğru karar vermişim diye düşünerek. ARO Dergi’de yayımını sağlayan yönetime, çevirmen Müge Sözen’e, fotoğrafları çeken fotoğraf sanatçısı dostum Kadir Zengin’e, Grekçe çevirileri yapan Yard. Doç. Dr. Nuray Gökalp Özdil’e ve teknik lojistiği sağlayan Apsis Dijital dostları; Lider Doğmuş ve Metin Demir’e teşekkürlerim sonsuzdur. Bilindiği gibi; ikonastasis Ortodoks kiliselerinde başta Hz. İsa’nın hayatı 18>19 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ ve mucizeleri olmak üzere, Meryem Ana, havariler ve azizlerin ikonalarının sergilendiği apsisin önündeki bölümdür. Oldukça zengin bezemelere sahip bu bölümün giriş kapıları “Kutsal Kapı” olarak adlandırılır ki, üzerlerinde çoğunlukla, oğlu İsa’nın doğum müjdesini haberci melek Cebrail’den alan Meryem Ana ile kilise kurallarına göre seçilmiş Havari ve Azizlerin betimlemeleri yer alır. Anlatmaya çalışacağım 1,92 × 1,05 m. boyutlarındaki kapı kanadı 18. y.y. Antalya’sının Rum Orto- CODES of the HOLY DOOR One Door, One Thousand Stories translations, and Lider Dogmus and Metin Demir who are Apsis Digital friends and who provided the technical logistics. As is known; iconostasis is the part in front of the apse where the icons of primarily Jesus, his life and miracles as well as Virgin Mary, apostles and saints are displayed in Orthodox churches. Rambrand’ın Musa Peygamber ve “On Emir” Tablosu. Rambrand. Prophet Moses With the Tablets of “ The Ten Commandments”. M. Edip OZGUR, Tour Guide - Archaeologist The things that I will tell are not issues unconsidered or untold so far. However, who would have thought that the prophets, holy books and common beliefs and respects of the three religions would meet in a door wing in Antalya! Based on the idea “Numerous historical monuments surrounding us both in museums and historical sites cause the monuments which are small but full of very striking narratives to be overlooked,” the incredible secrets and stories of the iconostasis door wing exhibited in the icons corner of Antalya Museum, which almost says “You have gone by in front of me without saying anything for 40 years,” have been the subject of this article. I literally had a hard time deciding on the title. It was so hidden with secrets and full of unread codes that, I decided its title to be “Codes of the Holy Door” at last amoung numerous titles. And I thought that I had made the right decision when I finished the article. I am indebted to the editorial board providing the publication of this article in ARO Quarterly, to Muge Sozen for excellent translation, my friend and photographer Kadir Zengin who took the photos, Asst. Assoc. Dr. Nuray Gokalp Ozdil who made the Greek The entrance doors of this section, which are quite richly decorated, are called the “Holy Door,” and there are usually the depictions of Virgin Mary who gets the evangel of the birth of her son Jesus from the herald angel Gabriel, and the Apostles and Saints selected according to the rules of the church. The 1.92 x 1.05 m sized door wing that I will try to explain belongs to the iconostasis of one of the Greek Orthodox churches in Antalya in the 18th c., and its both functionally shaping and decorative wood carving reflect its iconographic originality as well as the ethnography of Antalya 200 years ago. It belongs to one of the churches of the Greek Orthodox of Antalya who migrated to Greece in accordance with the articles of the Lausanne Peace Treaty signed in 1923 related to exchange of population, and it could survive to the present day by being preserved Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door Kutsal Kapının Üst Bölümünde Başmelek Cebrail “Müjde” Sahnesinde. Archangel Gabriel, From the Annunciation Scene on the Upper Register of the Holy Door. doks kiliselerinden birinin ikonastasisine ait olup, gerek fonksiyonel olarak şekillendirilmesi, gerekse dekoratif amaçlı ahşap oymacılığı, ikonografik özgünlüğünün yanında 200 yıl öncesinin Antalya etnografyasını da yansıtır. 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın nüfus de- ğişimi ile ilgili maddeleri uyarınca Yunanistan’a göçen Antalyalı Rum Ortodoksların kiliselerinden birine ait olup, korumaya ve zaman zaman da onarıma alınarak günümüze kalabilmiştir. Üst kenarı ahşap oyma dekorasyonla taçlandırılmış dikdörtgen formlu kapı kanadının deko- 20>21 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ rasyonu altlı üstlü iki bölümdür. Başlarının üzerinde veya yanlarında yazılı adlarına göre sol üst köşede kanatlı melek Cebrail, sağında ise oturan Meryem Ana yer alır. Alt bölümde; İshak Peygamber, Aziz Petros, Aziz Pavlos, ve Musa Peygamber soldan sağa kemerli nişler içinde sıralanırlar. Seyyid Lokman Urmevi (1583-1586) Minyatürü. Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban edeceği an Cebrail’in kurbanlık koç getirişi. Türk İslam Eserleri Müzesi İstanbul. Miniatur of the Seyyid Lokman Urmevi (1583-1586). Gabriel who brought the sacrifice to Prophet Abraham instead of his son. and sometimes repaired. The decoration of the rectangular formed door wing, the top edge of which is crowned with wood carving decoration, consists of two parts at the top and bottom. According to their names written over their heads or next to them, the winged angel Gabriel is located in the upper left corner, and sitting Virgin Mary on the right. In the lower section; Prophet Isaac, St. Peter, St. Paul, and Prophet Moses are aligned from left to right in arched niches. ARCHANGEL GABRIEL The flying winged figure in the upper left corner of the holy door belongs to archangel Gabriel who is the representative of the common belief of all of the three religions and the name of whom is Gavriel (servant of Allah) in Hebrew. He is referred to as Başmelek Cebrail’in Sağ Elinde Arabik Harflerle “Allah” Yazılı Madalyonla Mermer Kabartma Betimlemesi, Antalya Müzesi. Marble Relief of Archangel Gabriel-Cebrail With a Medallion, Bearing the Name “Allah/ God” Carved in Arabic-Antalya Museum. messenger, herald, and provider of strength and effort among the four angels mentioned in all of the three holy books. It is the angel Gabriel who brought the sacrifice to Prophet Abraham instead of his son, who heralded to Zechariah that his son John the Baptist would be born, and to Virgin Mary that her son Jesus would be born, and who brought revelations to Prophet Muhammad. The herald that he brought to Virgin Mary is expressed in the Gospel of Luke (1:30-31) as: The Angel said; “Do not be afraid, Mary, for you got the God’s benevolence. Now, you will conceive and bear a son, and you will name him Jesus.” Gabriel’s name is mention three times in the Qur’an (Al-Baqarah 91,92; Tahrim 4). However, it is accepted that the names Ruh’ul Emin (for his reliability), Ruh’ul Kuds (for his spiritual cleanliness), and Rasul (for being a messenger between the God and prophet) are used again for Gabriel in other surahs. It is also reported that Prophet Muhammad refers to Gabriel as Namusu’l-Akbar as secrets can be told to him safely. According to Islamic belief, Gabriel not only spoke during the 23 years he told the surahs of Qur’an to Prophet Muhammad, but also was visible sometimes in human form and sometimes in his actual form. Prophet Muhammad reported that he had once seen Gabriel with his six hundred wings, and in a cloud at another time. Gabriel, who is greatly depicted in the art of miniature, is depicted especially in the 15th and 16th cc. Miniatures of Topkapi Palace in his winged form while bringing revelations to Prophet Muhammad. And his most popular depiction in iconography is seen in the icons of “Herald to the Virgin” in his form seen in the upper left corner of the holy door. While he is drifting through the clouds by opening his large wings to give the heralds, his consecrating right hand is lifted up, and he holds a bunch of flowers in his left hand to be presented to the vir- Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door Kutsal Kapnın Üst Bölümünde Meryem Ana “Müjde” Sahnesinde. Meryem Ana-Virgin Mary, From the Annunciation Scene on the Upper Register of the Holy Door. BAŞMELEK CEBRAİL Kutsal kapının sol üst köşesindeki uçan kanatlı figür, her üç dinin de ortak inancının temsilcisi olan ve adı İbranice’de Gavriel (Allah’ın kulu) olarak anılan baş melek Cebrail’e aittir. Her üç kutsal kitapta da adı geçen dört melek arasında; haberci, müjdeci, güç ve gayret veren olarak anılır. İbrahim Peygamber’e oğlunun yerine kurbanı getiren, Zekeriya’ya oğlu Vaftizci Yahya’nın, Meryem Ana’ya oğlu İsa’nın doğacağı müjdelerini veren, Hz. Muhammed’e vahiy indiren melek Cebrail’dir. Meryem Ana’ya getirdiği müjde Luka İncili’nde (1:30- 31): Melek; “korkma Meryem” dedi, “çünkü Tanrı’nın kayrasına kavuştun. İşte gebe kalıp bir oğul doğuracak, adını İsa koyacaksın” şeklinde ifade edilir. Meryem Ana’nın Doğuşu İkonu. Icon-The Birth of Virgin Mary Antalya Museum. Kuran’da Cebrail’in adı üç kez geçer (Bakara 91,92; Tahrim 4). Ancak başka ayetlerde güvenilirliği nedeniyle; Ruhü’l-Emin, manevi temizliği nedeniyle Ruhü’l-Kuds, Tanrı ile peygamber arasında elçi olması nedeniyle Rasul adlarının yine Cebrail için kullanıldığı kabul edilir. Müjdeleri vermek için bulutların üzerinden geniş kanatlarını açarak süzülürken, takdis eden sağ eli havaya kalkmış, sol elinde ise bakireye sunulmak üzere bir demet çiçek tutmaktadır. Bulutların arasından sızan Tanrısal ışın da Bakireye doğru akmaktadır. Hazreti Muhammed’in kendisine sırların güvenle verilmesi dolayısıyla Cebrail’den Namusü’l-Ekber sıfatıyla da söz ettiği bildirilir. MERYEM ANA İslam inanışına göre Cebrail, Hz. Muhammed’e Kuran ayetlerini bildirdiği 23 yıl süresince yalnızca konuşmakla kalmamış, kimi zaman insan şeklinde, kimi zaman da asıl şekliyle görünmüştür. Hz. Muhammed, bunlardan birinde Cebrail’i altı yüz kanadıyla, bir başkasında ise bir bulut içinde gördüğünü bildirmiştir. Minyatür sanatında çokça betimlenen Cebrail, kanatlı şekliyle özellikle 15. ve 16. yy Topkapı Sarayı Minyatürlerinde Hz. Muhammed’e vahiy indirirken tasvir edilmiştir. İkonografide ise en popüler betimlenmesi kutsal kapının sol üst köşesinde görüldüğü şekliyle, “Bakireye Müjde” ikonalarında görülür. 22>23 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Kutsal kapının sağ üst köşesinde Cebrail’in karşısında oturan kadın figürü, bakireliği her üç dinin de diğer bir ortak saygı ve inanç noktası olan Azize Meryem’e aittir. Karşılıklı iki figür “Müjde” sahnesini temsil ederler. Bakire Meryem’in oğlu olacağını bildiren en eski kaynak, İsrailoğulları’nın ikinci büyük peygamberi İshak Peygamber’e aittir. Matta İncili’nde bu kehanet “ Bakirenin bir oğlu olacak ve adını İmmanuel koyacaklar” söylemiyle vurgulanır. İncil’deki diğer kaynak ise haberci melek Cebrail’in Luka İncili’nde anlatılan müjdesidir. Güzel sanatlar, müzik ve edebiyatın en yaygın konularından biri olan hayatı tüm İncillerde ayrıntılı a son, and he will be called Immanuel,” in the Gospel of Matthew. Another resource in the Bible is the messenger angel Gabriel’s herald told in the Gospel of Luke. Her life, which is one of the most common themes in fine arts, music and literature, is described in detail in the entire Bible. She is also referred to as “Theotokos” (meaning the Mother of God), and “Khristotokos” (meaning the mother of Christ). Virgin Mary, who is mentioned in the Al-Imran and Maryam surahs of Qur’an, is the daughter of Imran of the Israelites, and her mother sacrifices Mary to the God even when she was in her womb. Mary is put under the protection of Prophet Zechariah after she was born. Later, she is left to a temple in accordance with the sacrifice, and she spends her life there worshipping. The angels arrive and tell Mary that God has selected and purified her, that she is superior to the women in the world, that God will create anyone/anything as He wishes, and His saying “Be” would be enough (AlImran 35-42). St.Paul-Paint of Bartolomeo Montagna,1482. gin. And the Divine rays seeping through the clouds flow towards the virgin. VIRGIN MARY The figure of a woman sitting across from Gabriel in the upper right corner of the holy door belongs to St. Mary the virginity of whom is another common point of respect and belief of all of the three religions. The reciprocal two figures represent the scene of “Annunciation.” The oldest resource reporting that Virgin Mary will have a son belongs to Prophet Isaiah who is the second great prophet of the Israelites. This prophecy is highlighted with the discourse “The Virgin will have Mary returns to her people after giving birth to Jesus. The people who see her with her son blame her. Thereupon, Mary asks them to talk with the child in the cradle. When they ask how they can talk with the child, Prophet Jesus in the cradle tells them that he is the prophet and servant of God, that a holy book will be descended to him, and that it is ordered that his mother is treated well. So, Mary is justified (Maryam Surah 16-34). Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door Doğumu, ölümü, Hz. İsa ve St. John’la beraber, Hz. İsa’nın boş mezarı ile yeniden diriliş ve göğe yükseliş (Pentakost) ikonlarındaki betimlemelerinin yanında en sık üretilen betimlemesi kucağında oğlu ile tasvir edilen “Meryem ve Çocuk İsa” ikonlarıdır. İSHAK PEYGAMBER Kapının alt yarısında soldan birinci figür İsrailoğulları’nın peygamberi İshak Peygamber’e aittir. Başının üzerinde yazılı adı Eski Ahit’in Tekvin Kitabı’nda geçer. Hazreti İbrahim ile ilk karısı Sara’nın tek oğlu, Esav ve Yakup’un babasıdır. Sara doğurganlık yaşını geçmiş olduğu halde, Tanrı Hz. İbrahim ve Sara’ya İshak’ı bağışlar. Yine Eski Ahit’e göre Tanrı’nın Hz. İbrahim’in bağlılığını sınamak için kurban etmesini istediği oğlu İshak’tır. “Meryem Ana ve Çocuk İsa” İkonu. / Icon-Virgin and Child. Antalya Museum. olarak anlatılır. Tanrı Anası anlamına gelen “Theotokos” veya Mesih anası anlamındaki “Khristotokos” sıfatlarıyla da anılır. Kuran’ın Al-i İmran ve Meryem Sureleri’nde yer alan Meryem Ana, İsrailoğulları’ndan İmran’ın kızı olup, Meryem daha karnındayken onu Tanrı’ya adar. Meryem doğduktan sonra Hz. Zekeriya’nın korumasına verilir. Daha sonra adak gereğince bir tapınağa bırakılır ve yaşamını burada ibadetle geçirir. Melekler gelerek Meryem’e Tanrı’nın kendisini seçip arıttığını, dünya kadınlarından üstün olduğunu ve de Tanrı’nın dilediğini dilediği gibi yara- tacağını, O’nun “ol” demesinin yeteceğini söylerler (Al-i İmran Suresi 35-42). Meryem İsa’yı doğurduktan sonra kavmine geri döner. Meryem’i çocuğu ile gören halk O’nun hakkında kötü düşünerek ayıplar. Bunun üzerine Meryem beşikteki çocukla konuşmalarını ister. Çocukla nasıl konuşabileceklerini sormaları üzerine beşikteki Hz. İsa kendisinin Tanrı’nın kulu ve peygamberi olduğunu, kendisine kitap indirileceğini ve annesine iyi davranılmasının emredildiğini söyler. Meryem böylece aklanır (Meryem Suresi 16-34) İkonografide en popüler betimlenmesi kutsal kapının sağ üst köşesinde görüldüğü şekilde “Bakireye Müjde” ikonlarında görülür. Önündeki kitabı okuyan Bakire’nin üzerine Kutsal Ruh güvercin şeklinde, bakireliğinin sembolü ışık huzmesi ile pencereden içeriye süzülmektedir. 24>25 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Hıristiyan inancında İshak Peygamber; “Bakirenin bir oğlu olacak ve adını İmmanuel (Tanrı bizimle) koyacaklar” sözüyle hatırlanır (Matta:1-23). İshak Peygamber Kuran’ın Enbiya Suresi’nde, salih insanlar; En’am Suresi’nde, hidayete erdirilenler; Saffat Suresi’nde, bereket verilenler ve Zariyat Suresi’nde bilginler arasında sayılır. Kapı kanadında kemerli dekoratif bir çerçeve içinde gösterilen figüründe, sağ eli baş hizasında kalkmış, sol elinde ise uçan yazıtlı bir flama taşımaktadır. Flama üzerindeki Grekçe yazıtta; “Bakire bir oğul doğuracak ve adını verecekler” yazılıdır. AZİZ PETROS İshak Peygamber’in yanındaki ikinci kemerli nişin içindeki figür, ¡ ¢¢£¤ ¥ ¦ Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door Meryem Ana ve Bebek İsa. The Virgin and Child. Giovanni Bellini (1430-1516). Antakya’daki erken Hıristiyanların toplandığı mağara kilisenin ilk piskoposu olduğunu anlattığımız Aziz Petros’a (Peter) aittir. Adı başının üzerindeki yazıtta okunan Petros, Simon olarak da anılır. Hz. İsa’nın on iki havarisinin ön- deri ve Katolik Kilisesi’nin ilk Papa’sıdır. Hıristiyan inancına göre kaya anlamına gelen Kephas adı Hz. İsa tarafından verilmiştir. Adı bütün İncillerde sıkça geçer ve Hz. İsa’nın peygamberliği döneminde Taberiye Gölü kenarında 26>27 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ balıkçılıkla geçindiği anlatılır. Yine İncillerdeki öyküler Petros’un daha Hz. İsa’nın peygamberliğe başladığı dönemde havarilere katılıp önderleri olduğunda birleşir. Hz. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu- İshak Peygamber. Prophet Isaiah,Paint of Ugolino Di Nerio, 1317. Kutsal Kapının Alt Bölümünde İshak Peygamber Figürü. Prophet Isaiah, From the Lower Register of the Holy Door. Her most popular depiction in iconography is seen in the icons of “Herald to the Virgin,” as seen in the upper right corner of the holy door. The Holy Spirit seeps through the window with a beam of light, which is the symbol of virginity, in the form of a dove, on the Virgin reading the book in front of her. In addition to her depictions as her birth, her death, together with Prophet Jesus and St. John, the empty tomb of Prophet Jesus, and Pentecost icons, her most frequently generated depictions are the “Virgin Mary and Child Jesus” icons depicted with her son in her arms. PROPHET ISAIAH The first figure on the left in the Musa Peygamberin Flaması. İshak Peygamberin Flaması. “Bakire bir oğul doğuracak ve adını verecekler.” Flying Scroll of the Prophet Isaiah. “The virgin shall be with child and bear a son, They shall name him.” lower half of the door belongs to Prophet Isaiah, the prophet of the Israelites. His name written over his head is mentioned in the Book of Genesis of the Old Testament. He is the only son of Prophet Abraham and his first wife Sara, and the father of Esau and Jacob. Even though Sara is past the age of fertility, God donates Isaiah to Prophet Abraham and Sara. Again, according to the Old Testament, Prophet Abraham’s son that God asks him to sacrifice him to test his loyalty is Isaiah. In the Christian faith, Prophet Isaiah is remembered with the saying; “The Virgin will have a son, and they will name him Immanuel (God is with us)” (Matthew: 1-23). Prophet Isaiah is counted among the righteous people in Surah Al-Anbiya; those who have found the right path in Surah AlAn’am; those who have become fertile in Surah Saffat; and the learned in Surah Zariyat in the Qur’an. In his figure depicted in a decorative arched frame on the door wing, his right hand is lifted at the height of his head, and he holds a flying inscribed flag in his left hand. It’s written with a Greek inscription on it “The Virgin Shall Be With Child and Bear A Son, They Shall Name Him” St. PETER The figure in the second arched niche beside Prophet Isaiah belongs to St. Peter whom we have told that was the first bishop of the cave church where the early Christians gathered in Antioch. Peter, whose name is read in the inscription over his head, is also known as Simon. He is the leader of the twelve apostles of Prophet Jesus, and the first Pope of the Catholic Church. Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door Rubens’in Aziz Petros Portresi. St. Peter-Paint of Rubens 1610-1612. 28>29 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ İsa Peygamber’in “Havarilerin Ayaklarını Yıkaması” İkonu. Icon-Christ Washing His Disciples Feet. Antalya Museum. The name Kephas, meaning rock according to the Christian faith, was given by Prophet Jesus. His name is often mentioned in the entire Bible, and it is told that he lived on fishing near Lake Tiberias during the prophecy of Jesus. And the stories in the entire Bible agree that Peter joined the apostles and became their leader in the period when Jesus had just begun prophecy. St. Peter is the first one to mention that Prophet Jesus was the Son of God (Matthew 1516, Mark 8:29 , Luke 9:20). Again, Peter is the first one to witness the resurrection of Prophet Jesus (Luke 24:34). Most of the Christian resources tell that St. Peter spent 15 years of his life after the resurrection of Prophet Jesus by church organization and missionary journeys as the leader of the Christian community, and that he was killed in Rome during the reign of Emperor Nero due to his faith. The later written sources agree that St. Peter’s tomb is under the present St. Peter Basilica on the hill of Vatican. In addition to his many portraits in fine arts, he is depicted as the first apostle whose feet Prophet “Son Akşam Yemeği” İkonu. Icon-The Last Supper.Antalya Museum. Jesus has washed first in the subject of “washing their feet,” and the first apostle on the right of Prophet Jesus in “The Last Supper” icon. St. Peter is located at the head of Virgin in the “Dormition” icon depicting Virgin Mary’s death. St. PAUL It is written in the inscription over the head of the third figure in the lower half of the door that it belongs to St. Paul, the Apostle. As we know, St. Paul, the name of whom we repeat most due to the Perga tour, is referred to as Saul of Tarsus in the Christian literature. Paul, who primarily lived on making and selling felts and tents, was the Apostle who embraced Prophet Jesus’ teachings after his death and contributed in making Christianity a world religion. His letters, which make up about one-third of the Bible, are the oldest Christian texts that have survived until today, and form the basis of Christian theology. Again, more than half of the book “Acts of the Messengers” written by Luke in the Bible tell the activities of St. Paul. According to the Christian faith; Paul, who meets with the image of Prophet Jesus on the way to Damascus, dedicates his life to spreading Christianity. And he joins the Apostles after meeting St. Peter and Jacob, referred to as the brother of Jesus, in Jerusalem. The third of his missionary journeys, which started in Perga for organization of the church in the Roman territory, ends with his killing in Rome. In addition to his selfportraits in iconography; he is depicted on the left of Prophet Jesus in “The Last Supper” icon, and on the foot of the Virgin in the “Dormition” icon depicting Virgin Mary’s death. PROPHET MOSES It is understood from the inscription over its head that the last figure on the bottom line belongs to Prophet Moses whose name is Moshe in Hebrew. Prophet Moses, who is often mentioned in the holy books of all of the three religions with his historical and religious identity, is told as the first prophet to whom God appeared in the form of burning bush, to whom He first spoke, and Kutsal Kapının Şifreleri / Codes of the Holy Door nu ilk dile getiren Aziz Petros’un. (Matta 15-16; Markos 8:29; Luka 9:20). Hz. İsa’nın dirilişine yine ilk kez Petros tanık olur (Luka 24:34). Hıristiyan kaynaklarının pek çoğu Aziz Pavlos’un Hz. İsa’nın dirilişinden sonraki 15 yılını Hıristiyan toplumunun önderi olarak kilise organizasyonu ve misyonerlik gezisiyle geçirdiğini ve inançları yüzünden İmparator Neron döneminde Roma’da öldürüldüğünü anlatır. Daha sonraki yazılı kaynaklar Aziz Petros’un mezarının Vatikan Tepesi’nde bugünkü San Pietro Bazilikası’nın altında olduğunda birleşirler. Kutsal Kapının Alt Bölümünde Aziz Petros Figürü. St. Peter, From the Lower Register of the Holy Door. Kutsal Kapının Alt Bölümünde Aziz Pavlos Figürü. St. Paul, From The Lower Register Of The Holy Door. Güzel sanatlardaki birçok portresinin yanı sıra, “havarilerin ayaklarının yıkanması” ikonunda Hz. İsa’nın ayağını yıkadığı ilk havari, “Son Akşam Yemeği” ikonunda ise Hz. İsa’nın sağındaki ilk havari olarak betimlenir. Meryem Ana’nın ölümünü betimleyen “Dormition” ikonunda da Bakire’nin başucunda Aziz Petros yer almaktadır. AZİZ PAVLOS Hıristiyan İkonografisinin En Eski Örneklerinden Olan “Pentekost” İkonunda; Kutsal Ruhun, Meryem Ana ve Havarilerin Üzerinden Göğe Yükselişi Temsil Edilir. Üst Bölümde; Musa Peygamber (Solda) ve İlyas Peygamber Bulutların Üzerinde Oturmaktadır. Icon of the Pentecost. One of the Earliest Icons of the Christian Literature İs The Famous Icon of Pentecost. Represents Descending of the Holy Spirit Over Virgin Mary and The Apostles of Christ Who Meet After His Death. In the Upper Scenes, Two Prophets Moses (on the Left) and Elijah Are Seated on the Clouds. Antalya Museum. 30>31 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Kapının alt yarısındaki üçüncü figürün Havari Aziz Pavlos’a ait olduğu başının üzerindeki yazıtta okunmaktadır. Bilindiği gibi, Perge turundan dolayı adını en çok tekrarladığımız havari olan Aziz Pavlos, Hıristiyan literatüründe Tarsus’lu Saul olarak anılır. Asıl yaşamını keçecilik ve çadırcılıkla sürdüren Pavlos, Hz. İsa’nın ölümünden sonra O’nun öğretisini benimseyen ve Hıristiyanlığın Dünya dinine dönmesine katkıda bulunan Havari’dir. İncil’in yaklaşık üçte birini oluşturan mektupları günümüze ulaşmış en eski Hıristiyan metinleri olup, Hıristiyan ilahiyatının temellerini oluştururlar. Yine İncil’deki Luka tarafından yazılan “Habercilerin İşleri” kitabının yarıdan çoğu Aziz Pavlos’un etkinliklerini anlatır. Hıristiyan inancına göre; Şam’a Göğe Yükseliş Sahnesi. Musa, İsa ve İlyas Peygamberler Tabor Dağı’nda... The Transfiguration. Moses, Jesus and Elias at the summit of Mount Tabor. (The Natioanal Gallery London) Kutsal Kapının Alt Bölümünde Musa Peygamber Figürü. Prophet Moses From the Lower Register of the Holy Door. to whom the first holy book is descended, in the history of religions. According to Islam, Prophet Moses, who stated Torah to his people, led the Israelites to escape from slavery in Egypt, and enacted the “Ten Commandments” believed to symbolize the covenant between his people and God, and other sacred prohibitions. It is understood that the Exodus occurred during the reign of Ramses II, immediately after the Battle of Kadesh (1275 B. C.), during the period told with all the details from his birth to his death in the Torah. Prophet Moses is the crown jewels of Christian iconography. Prophet Moses meets Prophet Jesus when he resurrects and rises into the sky at the summit of Mount Tabor, together with Prophet Elijah. Musa Peygamber’in Flaması. “Çalı Durmaksızın Yanıyor Fakat Tükenmiyor.” Flying Scroll of Prophet Moses. “The Bush was burning but did not burn out.” Again, the Prophets Elijah and Moses are located over Virgin Mary and the Apostles in the frequently portrayed Pentecost icon. The richest resource of the religion and miracles of Prophet Moses is no doubt the Surahs of Qur’an. His birth, adulthood, and his first encounter with God’s revelation on the Tour Mountain are mentioned in the Ta-ha, Qasas, and Naziat Surahs; the miracle to turn his wand into a snake to prove his prophethood to the Pharaoh in the Ta-Ha Surah; and the punishment of the Pharaoh and his followers with drought and famine in the Araf and Qaf Surahs. It is told in the Al-Baqara, Araf, Nisa, and Maryam Surahs that the God directly spoke to Prophet Moses. with his right hand on his chest in a decorative frame on the door wing, holds a flying flag in his left hand with a Greek inscription on it. It is written “He saw that the bush was burning but did not burn out” on the flag, expressing God’s first appearance in the form of a burning bush. Its cutter, nailer or carver is unknown, but did not the painted door wing of 1.5 m2 remind us a lot of things, and take us to a lot of places? We were almost bombed with information, and caught in brain storming. And it again reminded us that knowledge is infinite, and there are a lot of things that we do not know. This richness of stories in the holy books of all of the three religions has inspired the fine arts, primarily the Renaissance art, and has been most fruitful in a Rembrandt picture or a Michelangello sculpture. I believe that I have opened a new conversation corner of at least one hour with your guests who are lovers of this topic with the holy door telling endless stories. Prophet Moses, who is depicted Best regards. Musa Peygamber Hıristiyan ikonografisinin baş tacıdır. İsa Peygamber’in dirilip, göğe yükselerek ulaştığı Tabor Dağı’nın zirvesinde O’nu İlyas Peygamber ile beraber Musa Peygamber karşılar. Yine çok resmedilen Pentakost ikonunda Meryem Ana ve Havarilerin üzerinde İlyas ve Musa Peygamberler yer alır. Musa Peygamber dininin ve mucizelerinin en zengin kaynağı hiç şüphesiz Kuran-ı Kerim’in Sureleri’dir. Doğumu, yetişkinliği ve Tur Dağı’nda Tanrı’nın ilk vahyiyle karşılaşması, Ta-ha, Kasas ve Naziat Sureleri’nde; Firavun’a peygamberliğini kanıtlamak için asasını yılana dönüştürme mucizesi Ta-ha; Firavun ve yandaşlarının kuraklık ve kıtlık felaketleriyle cezalandırılmaları ise Araf ve Kaf Sureleri’nde zikredilir. Tanrı’nın Hz. Musa’yla doğrudan konuştuğu, Bakara, Araf, Nisa ve Meryem Sureleri’nde anlatılır. Musa Peygamber’in Mermer Heykeli. Michelangello. Marble Statue of Prophet Moses (1513-1516). giderken yolda Hz. İsa’nın görüntüsüyle karşılaşan Pavlos, hayatını Hıristiyanlığı yaymaya adar. Kudüs’te Aziz Petros ve Hz. İsa’nın kardeşi olarak anılan Yakup’la tanıştıktan sonra da Havarilerin arasına katılır. Roma egemenliğindeki topraklarda kilise organizasyonu için Perge’de başlayan misyonerlik gezilerinin üçüncüsü Roma’da öldürülmesiyle sonuçlanır. İkonografide kişisel portrelerinin yanı sıra; “Son Akşam Yemeği” ikonunda Hz. İsa’nın solunda, Meryem Ana’nın ölümünü betimleyen “Dormition” ikonundaysa Bakirenin ayak ucunda yer alır. MUSA PEYGAMBER Alt sıradaki son figürün adı İbranicede Moşe olan Musa Peygamber’e ait olduğu, başının üzerindeki yazıttan anlaşılmaktadır. Tarihi ve dini kimliği ile her üç dinin kutsal kitabında sıkça zikredilen Musa Peygamber, dinler tarihinde Tanrı’nın yanan çalı şeklinde ilk göründüğü, ilk konuştuğu ve de ilk kutsal kitabın indirildiği peygamber olarak anlatılır. İslam inancına göre halkına Tevrat’ı bildiren Hz. Musa, İsrailoğullarının Mısır’da kölelikten kurtulmasına önderlik etmiş, halkıyla Tanrı arasındaki antlaşmayı simgelediğine inanılan “On Emir”le birlikte diğer kutsal yasakları yürürlüğe koymuştur. Tevrat’ta doğumundan ölümüne dek tüm ayrıntıları ile anlatılan süreçte, Mısır’dan çıkışın II. Ramses döneminde, Kadeş Savaşı’ndan (İÖ 1275) hemen sonra yaşandığı anlaşılmaktadır. 32>33 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Her üç dinin kutsal kitaplarında yer alan bu öykü zenginliği başta Rönesans sanatı olmak üzere güzel sanatların ilham kaynağı olmuş, bir Rambrand tablosunda, bir Michelangello heykelinde en güzel meyvelerini vermiştir. Kapı kanadında dekoratif bir çerçeve içinde, sağ eli göğsünde betimlenen Musa peygamber sol elinde ise üzerinde Grekçe yazıt bulunan uçan bir flama taşır. Flamada Tanrı’nın yanan çalı şeklinde ilk görüntüsünü ifade eden; “Baktı çalı yanıyor ama tükenmiyor” yazılıdır. Keseni, çakanı, oyanı bilinmez, 1.5m²’lik boyalı kapı kanadı neler anımsattı, nerelere götürdü değil mi? Adeta bilgi bombardımanına tutulup, beyin fırtınasına yakalandık ve de bilginin sonsuz olup, çok şeyi bilmediğimizi bir kez daha hatırlattı bize. Konuyu seven özel konuklarınızla en az bir saatlik yeni bir sohbet köşesi açtığıma inanıyorum, sonsuz öyküler anlatan kutsal kapıyla. Mutlu günler dileklerimle, kalın sağlıcakla. ANTALYA DENİZ BİYOLOJİSİ MÜZESİ zenginliklerini eğlenceli ve akılda kalıcı bir yöntemle ziyaretçilerine sunmaktadır. Deniz canlılarının ve özellikle nesli koruma altındaki türlerin yakından tanınmasını sağlayan müze ile deniz kültürünün benimsenmesi ve doğal mirasımıza sahip çıkılması amaçlanmaktadır. İletişim Bilgileri: Dr. Elif ÖZGÜR ÖZBEK Türkiye denizlerinde yaşayan yaklaşık 500 tür deniz canlısının sergilendiği Türkiye’nin ilk Deniz Biyolojisi Müzesi, Antalya Yat Limanı’nda ziyarete açılmıştır. Dr. Elif Özgür Özbek tarafından 15 yıldır deniz biyolojisi ile ilgili çeşitli bilimsel projeler sonucunda oluşturulan koleksiyonu barındıran müzenin dekoru Sahne Tasarım Sanatçısı Ayhan Doğan tarafından batık bir korsan gemisi şeklinde canlandırılmıştır. Bilim ve sanatın bir araya gelmesiyle kurulan Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi, Türkiye’nin denizel biyolojik Adres: Antalya Büyükşehir Belediyesi Deniz Biyolojisi Müzesi, Selçuk Mahallesi, İskele Caddesi (Eski PTT Binası), Kaleiçi Yat Limanı, Antalya Tel: 0242 2432827 Ziyaret Saatleri: 09:30 - 18:30 (Pazartesi kapalıdır) İnternet Sitesi: www.denizbiyolojisimuzesi.com AKDENİZ’İN ZENGİN BİYOÇEŞİTLİLİĞİ Biyoçeşitlilik terimi “bir bölgedeki gen, tür ve ekosistem çeşitliliğinin tümü” olarak tanımlamakta- 34>35 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ dır. Akdeniz, dünya denizlerinin sadece %0,8’ini oluşturmaktadır fakat dünya deniz faunasının (hayvansal türler) %7,5’u ve deniz florasının (bitkisel türler) %18’i bu denizde bulunmakta, bunların %28’ini de endemik türler (sadece Akdeniz’de yaşayan türler) oluşturmaktadır. Bu durum, Akdeniz’i zengin biyoçeşitliliğe sahip olan bir havuz haline getirmektedir. Akdeniz’in denizel biyoçeşitliliği ile ilgili tahminler halen yeterli olmamakla birlikte, yaklaşık 17.000 denizel türün Akdeniz’de yaşadığı tahmin edilmektedir. Yarı-kapalı bir deniz olan Akdeniz, adalar ve sualtı düzlüklerince zenginliğinin yanı sıra çoğu denizel tür için önemli bir kışlama, üreme ve göç alanıdır. Posidonia deniz çayırları ve korallijenli algler gibi bazı türler varlıkları ile diğer canlılar için habitat oluşturmakta, çevrelerinde oluşan dinamik ve bir o kadar hassas ekosistemler ile Akdeniz’in en zengin denizel yaşamına ev sahipliği yapmaktadırlar. Ayrıca Akdeniz’de kayalık resifler, derin deniz mercan toplulukları, sualtı mağaraları, kumul ANTALYA MARINE BIOLOGY MUSEUM Elif ÖZGÜR ÖZBEK Antalya Marine Biology Museum opened its doors to the visitors in Antalya Old Town Marina on 16 January 2014. Turkey’s first Marine Biology Museum was founded by Antalya Metropolitan Municipality with the exhibition of approximately 500 marine species living in the coasts of Turkey. The Museum hosts a collection of marine species that was gathered by the scientific samplings of various marine research projects for 15 years by Dr. Elif Özgür Özbek. The decoration of the Museum was designed as in the form of a sunken pirate ship by Stage Design Artist Ayhan Doğan. With the combination of science and art, Antalya Marine Biology Museum offers Turkey’s marine biological diversity to the visitors with a way of fun and catchy learning methods. The aims of the Museum are the display of our natural heritage of marine species, give information about them especially endangered and protected species and, in general, the cul- tivation of peoples’ love and interest for the sea, which accomplishes the educative mission of the Museum. Contact Info: Adress: Antalya Büyükşehir Belediyesi Deniz Biyolojisi Müzesi, Selçuk Mahallesi, İskele Caddesi (Eski PTT Binası), Kaleiçi Yat Limanı, Antalya Phone: 0242 2432827 Visiting hours: 09:30 - 18:30 (Closed on Mondays) Web Site: www.denizbiyolojisimuzesi.com MEDITERRANEAN SEA: A MARINE BIODIVERSITY HOT SPOT “Biodiversity” is most commonly used to replace the more clearly defined and long established terms, species diversity and species richness. However, biologists most often define biodi- versity as the “totality of genes, species, and ecosystems of a region”. Though the Mediterranean only covers 0.8% of the world’s ocean area it is one of the major reservoirs of marine and coastal biodiversity, with 28% of endemic species and 7.5% of the world’s marine fauna and 18% of its marine flora. Although the estimates of marine diversity are still incomplete as yet - undescribed species will be added in the future-, there are approximately 17,000 marine species occurring in the Mediterranean Sea. This semi-closed sea is rich in islands and underwater beds and is also a major area of wintering, reproduction and migration. Certain species there form the foundations of this dense life; in a dynamic but fragile balance with their environment they build up the main striking landscapes of the Mediterranean coastal area, like the Posidonia meadows and the coralligenous Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi / Antalya Marine Biology Museum alanlar, kıyı ormanları, lagünler ve kuşlar için uluslararası öneme sahip sulak alanlar gibi daha birçok hassas habitat bulunmaktadır. vb. yumuşakçalar (Mollusca), karides, istakoz, yengeç vb. eklembacaklılar ve bentik balık türleri gösterilebilir. Bentik Türler: Pelajik Türler: Denizel ortam ekolojik yönden Bentik Bölge ve Pelajik Bölge olmak üzere iki bölüme ayrılır. Bunlardan bentik bölge sahil çizgisinden itibaren en derin yere kadar olan tüm dip bölgesinden; pelajik bölge ise bentik bölgeyi örten tüm su kütlesinden oluşmuştur. Denizlerin iki büyük sistemini oluşturan bu bölgeler de kendi içlerinde alt bölgelere ayrılırlar. Pelajik bölge, bentik bölgeyi örten tüm su kütlesinden oluşur. Yaşamlarını pelajik bölgede sürdüren organizmalara Pelajik Form, bunların oluşturduğu topluluğa da Pelagos adı verilir. Pelagosu oluşturan formlar kendi içlerinde Plankton (suda pasif olarak yer değiştiren organizmalar), Nekton (suda aktif olarak yer değiştiren organizmalar) ve Nöston (su yüzeyinde ya da yüzeye yakın yerde yaşayan organizmalar) olarak üç gruba ayrılırlar. Denizlerin bentik bölgesinde yaşantısını sürdüren organizmalara Bentik Form, bunların dipte oluşturdukları topluluğa da Bentos adı verilir. Fitobentos (bitkilerin oluşturduğu bentos) ve Zoobentos (hayvanların oluşturduğu bentos) olarak iki bölümde incelenir. Bentik bölgedeki biyolojik çeşitlilik pelajik bölgeden çok daha fazladır. Bentik türlere örnek olarak bitkiler (Plantae), süngerler (Porifera), mercanlar (Anthozoa), yosun hayvancıkları (Bryozoa), midye, istiridye, ahtapot, deniz tavşanı MÜZEDE NELER GÖRÜLEBİLİR? Köpekbalıkları ve Vatozlar: Köpekbalıkları ve vatozların iskeleti kıkırdak yapıdadır ve bu nedenle kıkırdaklı balıklar (Latince: Chondrichthyes) olarak isimlendirilmektedir. İlkel olarak değerlendirilen bazı özellikleri taşımakla birlikte, büyük ölçüde özelleşmiş 36>37 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ başarılı deniz balıklarıdır. Köpekbalıkları kuvvetli bir kuyruğa ve torpido şeklinde vücuda sahiptir. Vatozlar ise çok fazla yassılaşmış, gözleri üstte, solungaç yarıkları altta, kuyrukları geriye doğru incelmiştir. Köpekbalıklarının çoğu pelajik, vatozların çoğu ise bentik yaşamaktadır. Kıkırdaklı balıkların kemikli balıklar gibi solungaç kapakları yoktur, 5-7 çift solungaç yarıkları bulunur. Hava keseleri yoktur, bu nedenle sürekli hareket etmek zorundadırlar. Yumurtaları çok büyüktür. Çoğu doğurur. Vücut sıcaklıkları değişkendir (poikloterm). Ağızlarında çok sayıda hakiki diş vardır. Beslenme şekline göre üçe ayrılırlar; 1)Pelajik balık, yunus, deniz kaplumbağası ya da ahtapot, sübye, kalamar gibi kafadanbacaklıları avlayarak beslenenler (torpil şeklindeki köpekbalıklarının çoğu) 2)Dipte yaşayan midye, salyangoz, yengeç vs. ile beslenenler (Vatozların çoğu), 3)Planktonla beslenenler (Gü- beds. Many other sensitive habitats are found there: rocky reefs, deep-sea coral communities, underwater caves, dune areas, coastal forests and Mediterranean lagoons, wetlands that are of international importance for birds. Benthic Species: swim against the ambient flow and control their position. Neuston are the organisms that float on the top of water or live right under the surface. WHAT CAN BE SEEN In The MUSEUM? Spatially, the marine environment is divided into the Benthic zone and Pelagic zone. The benthic zone is the ecological region at the lowest level of a body of water, including the sediment surface and some sub-surface layers. The pelagic zone is the water column that goes from the surface of the sea almost to the bottom. These two major zones are also divided into different layers. Sharks, rays, and skates all belong to the class Chondrichthyes. Characteristics of Chondrichthyes include a skeleton made of cartilage, jaws, paired fins, and paired nostrils. Although they have some features that are considered primitive, they are highly specialized, successful marine fish. Organisms living in this zone are called benthic community or benthos. Phytobenthos comprises the plants, mainly benthic diatoms and macroalgae (seaweeds) and zoobenthos comprises the animals belonging to the benthos. Marine biodiversity is generally higher in benthic than in pelagic systems, and in coastal than in open sea systems. Plants, sponges, corals, polychaete worms, bryozoans, gastropods, bivalves, cephalopods and nudibranchs, barnacles, shrimps, lobsters, crabs, tunicates, echinoderms, and benthic fish are examples of benthic species. Pelagic Species: Pelagic zone is the ecological region above the benthos, including the water-column up to the surface. Pelagic species live in the upper waters of open sea and pelagos can be grouped in three biological groups. Plankton live in the water column and their power of locomotion are insufficient to permit movement independent of water movements so they only move pasively with the help of waves and currents, however, nekton organisms can Sharks, Skates and Rays: The primary characteristic of dorso-ventrally flattened bodies makes rays and skates easy to distinguish from fusiform sharks. Most rays are kite-shaped with whip-like tails possessing one or two stinging spines while skates have fleshier tails and lack spines. The mouth, nostrils and gill slits of skates and rays are always found on the underside of the fish, with the eyes and spiracles on the upper side. Most rays and skates live on the bottom of the ocean while most sharks live in open water. Another difference between bony fish and cartilaginous fish is that the former have their gills protected by a hard structure called an operculum, while sharks simply have openings that connect the gills directly with the outside. These are known as gill slits (5-7 pairs). They do not have swim bladders. They can control their depth only by swimming (using dynamic lift). Development is usually live birth (ovoviviparous species) but can be through eggs (oviparous). Most cartilaginous fish are “cold-blooded” or, more precisely, poikilothermic, meaning that their internal body temperature matches that of their ambient environment. They have multi-cusped teeth. Their teeth are continually shed and replaced. A cartilaginous fish’s diet varies by species. Sharks are important apex predators and may eat fish and marine mammals such as seals and whales. Rays and skates, who primarily live on the ocean bottom, will eat other bottom-dwelling creatures, including marine invertebrates such as crabs, clams, oysters, and shrimp. Some huge cartilaginous fish, such as whale sharks, basking sharks and manta rays, feed on tiny plankton. Sharks living in the coasts of Turkey do not attack humans so the shores are safe. While chasing after a school of fish, sharks can follow fishing boats and feed on discarded bycatch or give harm to fishing nets. Stingrays have venomous spines along or near the base of the tail. Although the spines are dosed with venom, wounds are not normally lethal but can be painful and serious (neurotoxic and haemolytic; blood pressure drops, the heart rate increases, sweating, vomiting, diarrhea, and muscle paralysis may occur). Bony Fishes: Bony fish, also called Osteichthyes, are a taxonomic group of fish that have bone, as opposed to cartilaginous, skeletons. The vast majority of fish are osteichthyes, which is an extremely diverse and abundant group consisting of 45 orders, and over 435 families and 28,000 species. It is the largest class of vertebrates in existence today. All bony fish possess gills. Five pairs of gill slits protected by an operculum (a lateral flap of skin). Most have smooth and overlapping scales of that are ganoid, cycloid or ctenoid. Bony fish typically have swim bladders, which helps the body create a neutral balance between sinking and floating. However, these are absent in many species, and have developed into primitive lungs in the lungfishes. Sizes vary between 10 mm and 5m. Only 1/5 of bony fish are marine, so most of them live in freshwater. The Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi / Antalya Marine Biology Museum neşlenen köpekbalığı, balina köpekbalığı) Sularımızda yaşayan köpekbalıkları insanlara saldırmaz, sahillerde tehlike arz etmez. Balık sürülerini izlerken ağlara takılmış balıkları yedikleri için balıkçı ağlarını yırtarlar. Bazı vatozların kuyruklarının arka yarısında bulunan birbirine ters eğimli, bazen kancalı, zehirli dikenler zor iyileşen, yırtılmış yaralar açar. Dikenli derilerinin altında bulunan bezlerin zehiri nörotoksik ve hemolitiktir (kan basıncı düşer, kalp atışları artar, terleme, kusma, ishal ve kas felçleri görülebilir). Kemikli Balıklar: Kemikli balıklar (Latince: Osteichthyes), iskeletleri kemik yapıda ve dentin kökenli elemanları bulunan balıkları içeren sınıftır. Balıkların büyük çoğunluğunu ve son derece çeşitli türleri içeren grup 45 sınıf ve 435’den fazla aileye ait 28.000 türü kapsamaktadır. Yaşayan omurgalıların bugün en büyük grubunu oluşturmaktadır. Solunum solungaçlarıyla gerçekleşir. Birbirine yakın 5 solungaç yarığı, kemikleşmiş solungaç kapağı (operkulum) ile örtülmüştür. Vücut kemik pullarla örtülüdür. Hidrostatik organ ya da akciğer olarak yüzme kesesi gelişmiştir. Boyları 10mm ile 5m arasında değişebilir. Kemikli balıkların ancak 1/5’i denizlerde yaşar. Tek ve çift yapılı yüzgeçleri bulunur. Kuyruk yüzgeci vücudun ileri doğru itilmesinde, diğer tek yapılı yüzgeçler olan sırt ve anüs yüzgeçleri dengeyi sağlamada; çift yapılı göğüs ve karın yüzgeçleri ise yönlendirici olarak görev yapar. Bunun yanı sıra yüzgeçlerin destek, yürüme, uçma ve yapışma organı olarak özelleşmiş yapılara dönüştüğü de görülür. Birçok balık renk değiştirme yeteneğine sahiptir. Sığ sularda yaşayan balıklar genelde renkli, pelajik yaşayanlar gri veya gümüşü mavi, kumda veya çamurda yaşayanlar ise gri ya da kum rengindedir. Dağılımlarını öncelikle suyun sıcaklık ve tuzluluğu etkiler. Deniz Memelileri ve Deniz Kaplumbağaları: Deniz memelileri, denizlerde ya da okyanuslarda yaşayan ya da yaşamını denize bağımlı olarak 38>39 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ sürdüren foklar, balinalar, yunuslar ve morslar gibi 129 tür memeli hayvana verilen genel isimdir. Deniz memelileri dört gruba ayrılabilir; yunus ve balinalar (Ordo: Cetacea), foklar, morslar ve denizaslanları (Subordo: Pinnipedia), denizinekleri (Ordo: Sirenia); ve kutup ayısı ve samurlar (Subordo: Fissipedia). Denizel ekosistemlerin kilit türleridir. Deniz memelisi türlerinin %23’ü tehdit altındadır. Karadeniz havzası da dahil, Akdeniz’de sürekli veya geçici olarak 21 farklı yunus ve balina türü bilinmektedir. Türkiye denizlerinde ise bazıları nadir de olsa toplam 10 tür gözlenebilmektedir. Türkiye’nin Ege ve Akdeniz kıyılarında gözlenen bir diğer deniz memelisi ise nesli tükenme tehlikesinde olan Akdeniz foku Monachus monachus’dur. Türkiye’de 1983 yılından beri tüm deniz memelilerinin avlanması yasak olup, başta 1380 sayılı su ürünleri kanunu ve ülkemizin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar Barselona konvensiyonu ve buna bağlı alt protokollerle koruma altındadır. Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi / Antalya Marine Biology Museum Türkiye denizlerinde bulunan deniz memelileri: Mysticeti (Dişsiz balinalar) Balaenoptera physalus (Uzun balina) Odontoceti (Dişli balinalar) Physeter catodon (Kaşalot) Ziphius cavirostris (Küvier balinası) Globicephala melas (Siyah yunus) Pseudorca crassidens (Yalancı katil balina) Grampus griseus (Grampus) Tursiops truncatus (Afalina) Stenella coeruleoalba (Cizgili yunus) Delphinus delphis (Tırtak) Phocoena phocoena (Mutur) Pinnipedia (Yüzgeçayaklılar) Monachus monachus (Akdeniz foku) Yeşil deniz kaplumbağası (Chelonia mydas) ve iribaş deniz kaplumbağası (Caretta caretta) Akdeniz’de yuvalayan türlerdir. D. coriacea, Akdeniz’de zaman zaman kaydedilen ziyaretçi bir türdür. İki deniz kaplumbağası türü daha (E. imbricata ve L. kempii) Akdeniz’de nadir de olsa görülmektedir. Deniz kaplumbağalarının ana besin kaynağı deniz çayırları, denizanaları, süngerler, yumuşak mercanlar, yumuşakçalar, yengeçler, mürekkep balıkları ve türlerine göre bazı balıklardır. Bugün dünya denizlerinde yaşayan yedi deniz kaplumbağası türü vardır: Familya: Cheloniidae Chelonia mydas, (Yeşil deniz kaplumbağası) Eretmochelys imbricata, (Atmaca gagalı kaplumbağa) Natator depressus, (Düz kabuklu kaplumbağa) Caretta caretta, (İribaş deniz kaplumbağası) Lepidochelys kempii, (Gündüz yuvalayan kaplumbağa) Lepidochelys olivacea, (Zeytin yeşili kaplumbağa) Familya: Dermochelyidae Dermochelys coriacea, (Deri kabuklu kaplumbağa) Kayalık Sahillerin Canlandırması Kayalık sahiller genellikle biyolojik açıdan çok zengindir ve sarp 40>41 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ yamaçlar, platformlar, gelgit havuzları ve falezler gibi birçok değişik habitat barındırır. Sahildeki her kayalık bölge üzerinde zonlar oluşturan belirli organizma grupları bulunur. Bu zonlarda bulunan baskın türlerin değişimine dikey (vertikal) zonasyon denir. Neden kayalık sahiller önemlidir? • Birçok türe ev sahipliği yapar, • Birçok balık ve eklembacaklı türü için üreme ve gelişme alanıdır, • Yosunların dalga kuvvetini kırmasıyla korunaklı alanlar sağlar, • Balıklar için besin sağlar, • Alg yatakları deniz kaplumbağaları gibi nadir ve tehdit altındaki türler için önemli bir besin kaynağıdır, • Özellikle cezir esnasında kuşlar için önemli bir beslenme alanıdır, • Kıyıda sedimentin sabitlenmesini sağlar. Nesli Tehlike Altında Olan Türler: IUCN Nesli Tükenme Tehlikesi Altında Olan Türlerin Kırmızı Listesi (“IUCN Kırmızı Listesi”) bitki ve hayvan türlerinin dünyadaki caudal fin is the tail fin, and is used for propulsion. The dorsal and anal fins serve to protect the fish against rolling, assist it in sudden turns and stops, and stabilize the fish while swimming. A peculiar function of pectoral fins, is the creation of the dynamic lifting force that assists some fish, in maintaining depth and also enables the “flight” for flying fish. The paired pelvic fins assists the fish in going up or down through the water, turning sharply, and stopping quickly. Fins can also be used for gliding or crawling. Many species, such as flounders, change the colour of their skin. The great variety of colors has, in itself, an essential purpose in the lives of fish. Usually, the coastal fish are colorful; pelagic fish are steely blue or silver; and bethic fish living in the sandy or muddy bottoms are gray and brown in colour. Temperature and salinity are the main facors affecting the distribution of fish. Marine Mammals and Sea Turtles: Marine mammals, which include seals, whales, dolphins, and walruses, form a diverse group of 129 species that rely on the ocean for their existence. Marine mammals can be subdivided into four recognised groups; cetaceans (whales, dolphins, and porpoises), pinnipeds (seals, sealions and walruses), sirenians (manatees and dugongs), and fissipeds, which are the group of carnivores with separate digits (the polar bear, and two species of otter). They play important roles in maintaining marine ecosystems, especially through regulation of prey populations. This is of particular concern considering 23% of marine mammal species are currently threatened. There are 21 different Cetacea species in Mediterranean, including Black Sea. 10 of them live in Turkish waters. Another marine mammal who is endangered in Mediterannean and Aegean Sea, is the Monk Seal, Monachus monachus. In Turkey, since 1983, marine mammal hunting has been prohibited and they are under protection by the laws. Marine Mammals in Turkey: Mysticeti Balaenoptera physalus (Fin whale) Odontoceti Physeter catodon (Sperm whale) Ziphius cavirostris (Cuvier’s beaked whale) Globicephala melas (Long finned whale) Pseudorca crassidens (False killer whale) Grampus griseus (Grampus) Tursiops truncatus (Bottlenose dolphin) Stenella coeruleoalba (Striped dolphin) Delphinus delphis (Common dolphin) Phocoena phocoena (Harbour porpoise) Pinnipedia Monachus monachus (Mediterranean monk seal) Of the seven species of sea turtle, two currently nest in the Mediterranean, the loggerhead (Caretta caretta) and the green turtle (Chelonia mydas). D. coriacea are sighted year-round however are not known to nest in the Mediterranean. E. imbricata and L. kempii are also sighted rarely in the Mediterranean Sea. The sea turtles are omnivorous, feeding mainly on algae, seagrasses, jellyfish, sponges, corals, gastropods, bivalves, decapod crustaceans, cephalopods, fish (eggs, juveniles, and adults), and hatchling turtles (including members of its own species), The seven living species of sea turtles are: Family Cheloniidae Chelonia mydas, (Green sea turtle) Eretmochelys imbricata, (Hawksbill sea turtle) Natator depressus, (Flatback sea turtle) Caretta caretta, (Loggerhead sea turtle) Lepidochelys kempii, (Kemp’s ridley sea turtle) Lepidochelys olivacea, (Olive ridley sea turtle) Family Dermochelyidae Dermochelys coriacea, (Leatherback sea turtle) The Imitation of the Rocky Shores: A rocky shore is an intertidal area that consists of solid rocks. It is often a biologically rich environment and can include many different habitat types like steep rocky cliffs, platforms, rock pools and boulder fields. Each region on the coast has a specific group of organisms that form distinct horizontal bands or zones on the rocks. The appearance of dominant species in these zones is called vertical zonation. Why are rocky shores important? • Providing a home for a lot of organisms • Nursery area for many fish and crustacean species • Shelter in areas where seaweeds break the waves power • Providing food for fishes • Algal beds important food source for rare and threatened species like sea turtles • Feeding ground at low tide for wading birds • Stabilization inshore sediment Endangered Species: The IUCN Red List of Threatened Species (also known as the IUCN Red List or Red Data List), founded in 1964, is the world’s most comprehensive inventory of the global conservation status of biological species. The IUCN Red List is set upon precise criteria to evaluate the extinction risk of thousands of species and subspecies. These criteria are relevant to all species and all regions of the world. The aim is to convey the urgency of conservation issues to the public and policy makers, as well as help the internation- Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi / Antalya Marine Biology Museum en kapsamlı Küresel Koruma durumu envanteridir. IUCN Kırmızı Listesi Uluslararası Doğal Hayatı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği tarafından sürdürülmektedir. • EW: (Doğal Ortamında Tükenmiş): Vahşi yaşamda soyu tükenmiş, fakat diğer alanlarda (yetiştirme veya sergileme amaçlı) varlığını sürdüren türler. IUCN Kırmızı Listesi, kesin ölçüt kullanılarak, binlerce tür ve alttürlerin nesillerinin tükenme riskini değerlendirerek oluşturulmaktadır. Bu ölçüt tüm türlerle ve dünyanın her bölgesi ile ilgilidir. Kırmızı Liste ile amaçlanan; koruma meselelerine kamunun ve politikacıların dikkatini çekmek ve bununla birlikte türlerin yokoluşunu azaltmak için uluslararası camiaya yardım etmektir. Güçlü bir bilimsel altyapı ile oluşturulan IUCN Kırmızı Listesi, biyolojik çeşitliliğin durumu ile iligli en geçerli rehber olarak kabul edilmektedir. • CR: (Kritik Tehlikede): Vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi had safhada (extreme) olan türler. Kategoriler 10 grupta tasnif edilmiştir; bu tasnifte, tükenme hızı, nüfus büyüklüğü, coğrafi dağılım alanları ile nüfüs ve dağılım derecesi kriterleri dikkate alınmıştır. • LC: (Asgari Endişe): Yaygın bulunan türler. • EX: (Tükenmiş): Kuşkuya yer bırakmayacak delillerle soyu tükenmiş olduğu ispatlanan türler. • NE: (Belirlenmedi): Şimdiye kadar yukardaki kriterlere uygunluğu değerlendirilmemiş türler. • EN: (Tehlikede): Vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi çok büyük olan türler. • VU: (Hassas): Vahşi yaşamda soyu tükenme tehlikesi büyük olan türler. • NT: (Neredeyse Tehdit Altında): Şu anda tehlikede olmayan fakat yakın gelecekte VU, EN veya CR kategorisine girmeye aday olan türler. • DD: (Yetersiz Veri): Üzerinde yeterli bilgi bulunmayan türler. 42>43 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ “Tehlike altında olan türler” terimi; Kritik tehlikede, Tehlikede ve Hassas olmak üzere üç kategoriyi içine alır. Egzotik Türler: İnsan faaliyetlerinin bir sonucu olarak doğal ortamları dışındaki yeni alanlara taşınan türlere “egzotik türler” veya “yabancı türler” denilmektedir. Birçoğu yeni ortamında yok olmakta ancak bazıları iyi gelişerek yerli biyoçeşitliliğin yerine geçmeye başlamaktadır. Bunlara da “istilacı türler” denmektedir. Denizel istilacı türlerin biyoçeşitlilik, ekosistemler, balıkçılık ve yetiştiricilik (deniz canlılarının besin amacıyla üretimi), insan sağlığı, endüstriyel gelişim ve altyapı üzerinde oldukça olumsuz etkileri vardır. Yabancı türler çeşitli yollarla taşınabilmektedir: gemi balast suyu veya gemi karinalarına yapışarak, balıkçılık, SCUBA dalış ekipmanlarıyla ya da canlı yem ya da gurme yiyecek sağlamak için gerçekleştirilen canlı organizma ticareti sevkiyatlarında ve diğer canlılar tarafından taşınan patojen orga- al community to try to reduce species extinction and provide information to guide actions to conserve biological diversity. Species are classified by the IUCN Red List into nine groups, set through criteria such as rate of decline, population size, area of geographic distribution, and degree of population and distribution fragmentation. • Extinct (EX): No known individuals remaining. • Extinct in the Wild (EW): Known only to survive in captivity, or as a naturalized population outside its historic range. • Critically Endangered (CR): Extremely high risk of extinction in the wild. • Endangered (EN): High risk of extinction in the wild. • Vulnerable (VU): High risk of endangerment in the wild. • Near Threatened (NT): Likely to become endangered in the near future. • Least Concern (LC): Lowest risk. Does not qualify for a more at risk category. Widespread and abundant taxa are included in this category. • Data Deficient (DD): Not enough data to make an assessment of its risk of extinction. • Not Evaluated (NE): Has not yet been evaluated against the criteria. When discussing the IUCN Red List, the official term “threatened” is a grouping of three categories: Critically Endangered, Endangered, and Vulnerable. Exotic Species: Species that have been moved, intentionally or unintentionally, as a result of human activity, into areas where they do not occur naturally are called ‘exotic species’, ‘introduced species’ or ‘alien species.’ Many of them perish in their new environment but some thrive and start to take over native biodiversity and affect human livelihoods-these are known as ‘invasive species’. Marine invasive species have had an enormous impact on biodiversity, ecosystems, fisheries and mariculture (breeding and farming marine organisms for human consumption), human health, industrial development and infrastructure. Alien species can be transported by various means: in ship ballast water or by attaching to hulls, as “hitch-hikers” clinging to SCUBA gear or packaging, as consignments of live organisms traded to provide live bait or gourmet food and as pathogens, carried by other organisms. The Suez Canal was opened in order to shorten the commercial ways between the Mediterranean and Indian Ocean in 1869. It removed the geographical barrier between these seas and a lot of organisms originally inhabiting in the Red Sea or IndoPacific region penetrated to the Mediterranean by way of this canal. These were named “Lessepsian species” by Dov Por in 1978, which was the name of the constructor of the canal Engineer and Diplomat Ferdinand de Antalya Deniz Biyolojisi Müzesi / Antalya Marine Biology Museum korunmasına katkıda bulunmak müzenin misyonları arasında yer almaktadır. Deniz Biyolojisi Müzesi içerisinde denizlerimizde yaşayan canlıların tanıtımı, biyolojileri ve ekolojileri hakkında bilgilendirmeler yapılmaktadır. Müze, her yaştan insanın deniz ve denizel yaşam hakkında interaktif olarak bilgi edinmesini sağlamaktadır. Yine bu amaçlarla nesli koruma altında olan deniz canlıları ve koruma statüleri, koruma alanları, deniz kirliliği, sürdürülebilir balıkçılık, denizlerimizdeki yabancı ve istilacı türler, ekolojik ve ekonomik etkileri konularında eğitim, seminer ve sempozyumlar düzenlenmesi planlanmaktadır. Akdeniz’in kirlenmeye karşı korunması ve özel koruma alanları ile ilgili sivil toplum örgütleri ve Akdeniz ülkeleri ile işbirliği yapılarak ortak eğitim stratejileri üretilmesine katkıda bulunulması hedeflenmektedir. ÖZGEÇMİŞ: nizmalar olarak. Akdeniz ile Hint Okyanusu arasındaki ticaret yollarını kısaltmak amacıyla 1869 yılında açılan Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ile Akdeniz arasındaki coğrafi engeli kaldırmış ve böylece Kızıldeniz’den Akdeniz’e birçok denizel tür girmiştir. Kızıldeniz’den Akdeniz’e geçen bu türler Süveyş Kanalı’nın açılmasını sağlayan Fransız diplomatı ve mühendisi Ferdinand de Lesseps’e ithafen “Lesepsiyen türler” olarak isimlendirilmiştir. Bu olgu, Akdeniz’i en fazla işgal edilen deniz ekosistemi haline getirmiş, özellikle Doğu Akdeniz’de büyük ekolojik değişimler meydana gelmiştir. Bu değişiklikler insan etkilerinin çevre üzerindeki sonuçlarını göstermesi yönünden çok önemli örneklerdir. Türkiye kıyılarında da 400’ü geçkin egzotik tür bildirilmiştir. HEDEFLERİMİZ: Deniz Biyolojisi Müzesinin öncelikli hedefi deniz yaşamını korumak amacıyla deniz kültürü ve sevgisini halkımıza kazandırmak, özellikle de gelecek kuşaklara taşımaktır. Ülkemiz denizlerinde yaşayan canlıların örneklerinin bulunduğu bir koleksiyon ile birlikte bunlarla ilgili bir veri tabanı oluşturmak; denizlerimiz, deniz canlıları ve bunların korunması ile ilgili rehber ve eğitici kaynak kitaplar hazırlayarak bu konularda halkımızın ve özellikle öğrencilerin bilinçlenmesini sağlamak, dolayısıyla doğal mirasımızın 44>45 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Dr. Elif ÖZGÜR ÖZBEK, 1980 yılında Antalya’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nde lisans, İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Deniz Biyolojisi Programı’nda yüksek lisans ve Akdeniz Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Su Ürünleri Mühendisliği Deniz Biyolojisi Anabilim Dalı’nda doktora eğitimini tamamladı. İstanbul Üniversitesi’nde beş yıl ve Akdeniz Üniversitesi’nde dört yıl Araştırma Görevlisi olarak görev yaptı. Kazandığı yurtdışı burslarla birçok eğitime katıldı. Ulusal ve uluslararası 14 projede görev aldı. Deniz biyolojisi ile ilgili 30 makale, 3 kitap bölüm yazarlığı bulunmaktadır. 1998 yılından beri Türk Deniz Araştırmaları Vakfı üyesidir ve 2014 yılından beri Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Yönetim Kurulu üyesidir. Halen, Deniz Biyolojisi Müzesi Kurucu Müdürü ve Küratörü olarak Antalya Büyükşehir Belediyesi’nde görev yapmaktadır. Evli ve bir çocuk annesidir. Lesseps. This phenomenon of massive invasion has changed the Mediterranean Sea into the world’s most invaded marine ecosystem. Various ecological changes have occurred in the Eastern Mediterranean Sea due to these penetrating species. These changes are very important examples since they have shown the results of human influences on the natural environment. A total of 400 alien species were reported along the coasts of Turkey. OBJECTIVES: The primary objective of Marine Biology Museum is to cultivate peoples’ love and interest for the sea in order to protect marine life and to help ensure that future generations will enjoy and benefit from a naturally balanced ecosystem where the marine wildlife flourish. Together with the exhibition of approximately 500 marine species living in the coasts of Turkey, the museum is dedicated to create a database on marine life; to publish educational materials; to increase public awareness and finally, to contribute the protection of our natural heritage. The museum offers an introduction to the broad diversity of marine species with informations on their biology and ecology and provides fun and interactive learning for all ages. Workshops, lectures, seminars, and conferences will be organized on marine protected areas, sustainable fisheries, endangered species and their conservation measures, marine pollution, alien species and their ecological and economical impacts. The museum’s another mission is to cooperate with the NGOs and other Mediterranean countries for the protection of the Mediterranean Sea against pollution and establishing marine protected areas. CV: Elif ÖZGÜR ÖZBEK, Ph.D. in Marine Biology, was born in 1980, in Antalya. She graduated from the İstanbul University, Faculty of Fisheries and got her M.Sc. degree in Marine Biology from İstanbul University. She received her Ph.D. from Akdeniz University. She worked as a Research Assisstant in the İstanbul University for five years and in the Akdeniz University for four years. She has won numerous international scholarships and took part in fourteen national and international projects. She wrote 31 articles and 3 chapters of the books on marine biology. She has been the volunteer of the Turkish Marine Research Foundation since 1998 and the member of the board of directors since 2014. She is still working as the founding director and curator of the Antalya Marine Biology Museum. She is married with one son. ARO olarak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı ve Kurban Bayramınızı Kutlarız... ORTAÇAGIN OTELLERI ANADOLU’DA SELÇUKLU DÖNEMİ KERVANSARAYLARINA KISA BİR BAKIŞ Aksaray Sultan Han / Aksaray Sultan Khan Arş. Gör. Sevgül ÇİLİNGİR* Kervansarayların Anadolu’daki en erken örnekleri Selçuklular dönemine kadar gitmektedir ve genellikle bu dönemde ortaya çıktıkları düşünülmektedir. Ancak kervansarayın işleyiş amacına benzer yapıların Orta Asya’da doğup İran’da geliştiğini ve Anadolu Selçukluları zamanında son şeklini aldığını söylememiz mümkündür.1 Kervansarayların Orta Asya’daki en erken örneklerine ribat adı verilmektedir. Ribat; Arapça “RBT” kökünden gelmekte olup çoğulu “RUBUT”tur. Rubut, “bağ, nizam, düzenleme” gibi anlamlara gelmektedir. Herhangi bir istilada sınır ve karakollarda ülkeyi korumak için nöbet tutan askerlere, sınır boylarında askerlerin ikamet ettikleri kışla ve karakollara ve at sürüsüne de ribat denmektedir.2 lerin yaptırdığı ilk kervansaray olarak geçmektedir. Saray olduğu düşünülen bir yapı ile birlikte bir kale duvarı içinde yer almaktadır. Tamamıyla kerpiçten ve iki katlı olup üzeri tuğla ile kaplıdır. Günümüzde taç kapısı5 ve cephe duvarı görülmektedir. Duvarların üst kısmında yer alan kitabesi, Farsça kûfi yazı ile yazılmıştır.6 961-1187 yılları arasında Hindistan’ın kuzeyi ve Horasan’da hüküm sürmüş Türk devleti Gazneliler’in yapmış olduğu Ribat-ı Mahi (1019-1020) en eski ribat örneklerindendir. Günümüzde Afganistan Serahs yolu üzerinde bulunan bu yapı tuğladandır ve kare planlıdır. Dış sur üzerinde köşe kuleleri ve sur boyunca devam eden payandalar mevcuttur. Girişi taç kapılı olup yapının çeşitli mekanlarında bitkisel dolgulu geometrik süslemeler ve çiçekli kûfi yazılar vardır. Yapının en dikkat çekici özelliği daha XI. yüzyılda eyvan-kubbe birleşimini sağlamış olmasıdır. Ribat-ı Çahe olarak da adlandırılan yapı Meşhed Çayı3 kenarındadır.4 Büyük Selçuklular’a baktığımızda onların Gazneliler ve Karahanlılar’ın geliştirdikleri kervansaray mimarlığına önemli bir yenilik getirmediklerini söylemek mümkündür. Büyük Selçuklular tarafından inşa edilen en görkemli kervansaray Ribat-ı Şerif’tir. Buhara-Semerkant yolu üzerinde yer alan Ribat-ı Melik ise 1074 tarihinde Karahanlılar tarafından inşa edilmiştir ve Müslüman Türk- 1114-1115 tarihlerinde yapılmış olup eyvanlardan birindeki yazıtta Sultan Sencer ve karısının ismi geçmektedir.7 Kareye yakın bir ana yapı ve bunun önünde dikdörtgen bir bölümden meydana gelmiş iki avlulu bir kervansaraydır. Dıştan yalın görünse de içten alçı ve tuğla bezemelerle donatılmıştır. Emevi dönemine (661-750) baktığımızda ise kare planlı, tek taç kapılı, iç avlulu ve ön tarafında hayvanlar için bir bölme bulunan kervansaraylar kullanılmış ancak * Eskiçağ tarihçisi, Rehber, Ege Üniversitesi Çeşme Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu, Turizm Rehberliği Bölümü. 46>47 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ MEDIEVAL HOTELS A BRIEF OVERVIEW OF THE CARAVANSERAIS OF THE SELJUK PERIOD IN ANATOLIA Aksaray Sultan Han Mescidi / Masjid of Aksaray Sultan Khan Res. Asst. Sevgul CILINGIR* The earliest examples of caravanserais in Anatolia go back to the Seljuk period and generally are thought to occur during this period. However, it is possible to say that structures similar to the functioning purpose of caravanserais emerged in Central Asia, evolved in Iran, and took their final shape during the period of the Anatolian Seljuks.1 The earliest examples of caravanserais in Central Asia are called Ribat. The origin of Ribat is “RBT” in Arabic, and its plural is “RUBUT.” Rubut has the meanings such as “bond, order, arrangement.” The troops that stand guard on the borders and guardhouses to protect the country during any invasion, the barracks and guardhouses where the troops reside along the borders, and the horse herds are also called Ribat.2 The Ribat-i Mahi (1019-1020) built by the Ghaznavids, the Turkish state which ruled in the North of India and Khorasan between 961-1187, is one of the oldest examples of Ribat. This structure, which is located on the Afghanistan Sarahs road today, is made of brick and is square planned. There are corner towers on the outer walls, and there are buttresses along the walls. The entrance is a crown gate, and there are herbal-filled geometrical decorations and floral Kufi inscriptions in various places of the structure. The most remarkable feature of the structure is that it has provided a combination of iwan-dome even in the XIth century.3, 4 The structure, which is also called Ribat-i Cahe, is near the Mashhad River. And Ribat-i Malik, which is located on the road of Bukhara-Samarkand, was built by the Karahans in 1074, and it is referred to as the first caravanserai built by the Muslim Turks. It is located within the castle walls together with a structure thought to be a palace. It is entirely of adobe, two-storey, and it is covered with bricks. Today, its crown gate5 and front wall can be seen. Its inscription located in the upper part of the walls is written in Persian Kufic.6 When looked at the Great Seljuks, it is possible to say that they did not bring a major innovation to the caravanserai architecture developed by the Ghaznavids and Karahanids. The most glorious caravanserai built by the Great Seljuks is Ribat-i Sharif. It was built between 1114-1115, and the names of Sultan Sanjar and his wife pass in the inscription on one of the iwans7. It is a caravanserai with two courtyards, consisting of a main structure close to square and a rectangular section in front of it. Although it looks simple from the outside, it has plaster and brick decorations on the inside. And when the Umayyad period (661-750) is considered, squareplanned, single crown-gated cara- * Ancient historian, Tour Guide, Ege University, Cesme School of Hospitality and Tourism, Department of Tourism Guidance. Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels Aksaray Sultan Han / Aksaray Sultan Khan Abbasiler döneminde (750-1258) kervansaray yapı tipi giderek kaybolmuştur. Ribatlar, ilk Türk devletlerinde sınırlarda askeri amaçlı yapılan güvenli yapılardır. İslam dünyasının her tarafından cihad yapmak, muharebelere katılmak için sınırlara gelip bu müstahkem yapılarda kalan kişiler vardı. Sınırlarda ve savaş esnasında sığınılması için kritik güzergâhlarda kurulan bu yapıların içinde, yatacak ve yiyecek yerleri, silah depoları, ambarlar, mescid, hamamlar ve ahırlar bulunurdu. Böylece, düşmana karşı savaşmak için gelen askerlerin her türlü ihtiyacı karşılanırdı. Ribatlar zamanla farklı bölgelere de yayılmış ve zaviye, tekke, hankâh gibi şeyh ve dervişlerin kaldıkları yerlere dönüşmüştür.8 Arap coğrafyacıları, yalnız Maveraünnehir’de 10000 adet ribat bulunduğunu belirtmişlerdir.9 Ribatların devamı niteliğindeki kervansaray kelimesi ile han kelimesi sık sık birbirine karıştırılan terimlerdir. Han; Farsça “hâne” sözcüğünden bozma olup, yerleşim merkezlerinde veya kervan yolları üzerinde yolcu, tüccar ve misafirlerin konaklamaları için inşa edilen yapılara verilen isimdir.10 Selçuklular, Anadolu’da fethettikleri her şehirde imar faaliyetlerine girişiyor ve hanlar inşa ediyorlardı. Özellikle önemli ticaret yolları üzerinde yer alan şehirlerde han sayısı fazla idi. Örneğin; Sivas, Kayseri ve Konya. Bu hanlar tüccarların cinsine ve ihtisasına göre ayrılmıştır. Örneğin; Pamuk hanı, Bezzazlar Hanı, Şekerciler Hanı, Saraçlar Hanı gibi ticaret yapan tüccarları barındıran hanlar bulunmaktadır.11 Kervansaray, Farsça “kârban” kelimesinden gelmektedir. Yolcunun konduğu ve gecelediği yer anlamındadır. Kârbansaray ise tüccarın oturduğu ve iş gördüğü yere verilen isimdir.12 Peki sıklıkla karıştırılan han ve kervansaray arasındaki 48>49 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ fark nedir? Kervansaray, daha çok uzak şehirler arasındaki ıssız yerlerde ve ticaret yolları üzerinde yapılmış olan konaklama yerlerine, han ise meskûn yerlere yakın ve şehir içinde aynı vazifeyi gören binalara verilen isimdir.13 Ortaçağ’da seyahat etmek zor, tehlikeli ve aynı zamanda da yavaş ilerleyen bir işti. Ancak yine de insanlar ticaret yapmak, hac ziyaretinde bulunmak ya da birbirlerinden haber almak için seyahat ediyorlardı. Seyahat edenlerin yol üzerinde yakalanma, yağmalanma ve köle edilme riski her zaman vardı. Tüccarlar ise tartışılmaz bir biçimde en büyük riski alanlardı. Bu kişilerin, hayati tehlikesinin olmasının yanında, taşıdıkları malların da yağmalanma riski vardı. Bu dönemde yaşayan kişiler, tüm bu tehditleri en aza indirmek için gruplar halinde seyahat etmiş- vanserais with an interior courtyard and with a section in the front for the animals have been used, but the caravanserai type of structure has gradually disappeared during the Abbasid period (750-1258). The Ribats are secure structures built for military purposes on the borders in the first Turkish states. There were people who came to the borders to make jihad and participate in battles from all over the Islamic world, and who stayed in these fortified structures. There were places to sleep and eat, weapons depots, warehouses, masjids, baths and stables inside these structures which were built on borders and critical routes to take shelter during wartime. Thus, all kinds of needs of the soldiers who came to fight against the enemies were met. The Ribats have spread also to different regions in time, and have been transformed into places where the sheikhs and dervishes stayed such as zawiyas, lodges, and hankahs.8 The Arabic geographers have stated that there were 10,000 Ribats only in Transoxiana.9 The word caravanserai which is a continuation of the ribats and the word khan are terms which are often confused with each other. Khan is a disrupted version of the Persian word “Hana,” and it is a name given to the structures built in residential centers or on the caravan routes for the accommodation of the passengers, traders and guests.10 The Seljuks used to reconstruct all of the cities they conquered in Anatolia, and build khans. Especially, there was a high number of khans in the cities located on major trade routes. For example; Sivas, Kayseri, and Konya. These khans were divided according to the types and specializations of the traders. For example, there were khans which accommodated traders such as Cotton Khan, Drapers Khan, Sugar Merchants Khan, and Saddlers Khan.11 Caravanserai comes from the Persian “Karben” word. It means the place where the passenger arrives in and stays overnight. And Karbenserai is the name given to the place where the trader resides and does business.12 So, what is the difference between khan and caravanserai which are often confused with each other? Caravanserai is the name given rather to the accommodations built in desolate places between remote cities and on the trade roads, whereas khan is the name given to the buildings that serve for the same purpose close to built-up areas and in the city.13 It was a hard, dangerous and at the same time a slow business to travel in the Middle Ages. But still the people travelled for trade, pilgrimage or communication with each other. There was always the risk of being caught, plundered and made slave on the routes for the passengers. And the traders were unquestionably the ones who were in the greatest risk. Besides the danger of life, there was the risk of plundering of the goods they carried. The people who lived in this period travelled in groups to minimize all of these threats. They were called caravan in Islamic countries, and the places where they stayed were called caravanserai.14 Of course, it is not a new situation that there are caravanserais on the roads passing through the Anatolian territories. The earliest examples of caravanserais were found in the time of the Assyrian traders who came to the region in the 18th century B. C., the lands on which trading had been done for centuries. While the traders brought tin, lapis lazuli , ayartum mine, ivory, antelope teeth and bones, mirrors, spices, combs, woven fabrics and a variety of ornaments from Assyria, they bought gold, silver, grains, copper and wool from Anatolia.16 There were markets called “karum” right near the Anatolian centers trading with Assyria. And there were “wabartums” on the trade routes which were built for the accommodation of smaller scale traders, and at the same time which were small centers. It is estimated that there were a number of 30 of them. It is known that Kanesh, which was unearthed during the excavations made in Kayseri,Kultepe, was used as a karum center. In this period, there were several different trade routes going to the central Kanesh karum through Cukurova. The Assyrian traders used various routes seperating from Carchemish (Gaziantep) in Anatolia after departing from their countries.17 The first of them was the route which passed through Samsat (Adiyaman) and Malatya, and was northbound. And another route was heading to the north east after Carchemish, passing near Maras and Goksun, and reaching Kanesh. Again there was another route heading to the west after coming to Carchemish, and leading to Kanesh. Finally, there was a route heading to west from Carchemish, heading to the north east right from the north of the Salt Lake after coming up to Nigde, and leading to Kanesh.18 Of course, it is not surprising to see that all of these routes were also used in the period of the Anatolian Seljuks almost in the same way. When we look at the ancient times, there are the “kastrums”19 of the Romans and the buildings Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels Alay Han / Alay Khan lerdir. İslam ülkelerinde bunlara seyyare, kâfile ya da kervan deniyordu. Bunların konakladıkları yerlere ise kervansaray adı veriliyordu.14 Anadolu toprakları üzerinden geçen yollarda kervansaraylar olması, şüphesiz yeni bir durum değildir. Üzerinde yüzlerce yıldır ticaret yapılan bu topraklarda, kervansarayların en erken örneklerine MÖ 18. yüzyılda bölgeye gelen Asurlu tüccarlar zamanında rastlanmaktadır. Tüccarlar, Asur’dan kalay, lapis lazuli15 , ayartum madeni, fil dişi, antilop dişi ve kemikleri, ayna, baharat, tarak, dokuma kumaşları ve çeşitli süs eşyaları getirirken, Anadolu’dan altın, gümüş, tahıl, bakır ve yün alıyorlardı.16 Asurla ticaret yapan Anadolu merkezlerinin hemen yanında “karum” adı verilen pazarlar bulunurdu. Ticaret yolları üzerinde ise, daha küçük çaplı tüccarların konaklamaları için yapılmış ve aynı zamanda küçük merkezler olan “wabartum”lar bulunurdu. Bunların sayılarının 30 kadar olduğu tahmin edilmektedir. Kayseri-Kültepe’de yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Kaneş’in, karum merkezi olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu dönemde merkez Kaneş karumuna Çukurova üzerinden giden birkaç farklı ticaret güzergâhı vardı. Asurlu tüccarlar ülkelerinden hareket ettikten sonra Anadolu topraklarındaki Karkamış’tan17 (Gaziantep) ayrılan çeşitli güzergâhları kullanmışlardır. Bunlardan ilki Samsat (Adıyaman) ve Malatya’dan ge- çerek kuzeye yönelen yoldur. Bir diğer yol ise Karkamış’tan sonra kuzey doğuya yönelerek Maraş ve Göksun yakınlarından geçerek Kaneş’e varmaktaydı. Yine Karkamış’a kadar gelindikten sonra batıya yönelen ve Kaneş’e uzanan bir yol da mevcuttu. Son olarak ise Karkamış’tan batıya yönelen ve Niğde’ye kadar geldikten sonra Tuz gölünün hemen kuzeyinden kuzey doğuya yönelerek Kaneş’e uzanan bir güzergâh da vardı.18 Tüm bu güzergâhların hemen hemen aynı şekilde Anadolu Selçuklular döneminde de kullanıldığını görmek şüphesiz şaşırtıcı değildir. Antik döneme baktığımızda Romalılar’ın “kastrumları”19 ve Bizanslılar’ın da yollarda geceleyenler için yaptırdıkları binalar vardır fakat bunların günümüze ulaşan bir örneği yoktur. Kırgızistan ve Kazakistan’daki kaleler de kervansaraylara benzerlikleriyle dikkat çekmektedir. Sonuç olarak dünyanın her yerinde çeşitli zaman dilimlerinde yolculara hizmet eden yapılar vardır. Fakat bunlar özellikle Selçuklular döneminde yoğunlaşmakta ve Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar uzanan kuşakta önemli bir yapı tipi olarak karşımıza çıkmaktadır. 50>51 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Anadolu Selçuklular’daki ilk kervansarayın, II. Kılıçarslan döneminde Konya-Beyşehir yolu üzerinde yapılan Altunapa Hanı olduğu öne sürülmektedir. Ancak bu kervansarayın kalıntıları günümüze ulaşmamıştır.20 II. Kılıçarslan Miryakefalon’da21 Bizanslılar’ı yendikten ve Danişmend Beyliği’ne son verdikten sonra Orta Anadolu’daki ilk Selçuklu kervansarayını inşa ettirmişti. II. Kılıçarslan’ın bu girişiminden sonra bölgedeki ticari faaliyetlerin artmasının da etkisiyle Selçuklu hükümdarları kervansaray yapımına önem vermişlerdir. Bu yapıların Anadolu’daki sayısının artmasında bazı Selçuklu hükümdarlarının diğerlerine nazaran daha önemli bir rol oynadığını söylemek mümkündür. Bu hükümdarlardan ilki 1205-1211 yılları arasında sultanlık yapmış olan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’dir. Antalya’yı İznik Rumları’nın desteğiyle aldıktan sonra burada önemli bir ticaret kolonisi kurmayı amaçlamıştır. Keyhüsrev, kervanlara önemli vergi indirimleri getirmesi ve Selçuklu topraklarında yaşanacak herhangi bir hırsızlık olayında kervanın mallarının devlet tarafından karşılanacağını duyurmasıyla dikkat çekmektedir. Antalya’nın ele geçirilmesi, Selçuklular’ın ilk kez açık denizlere ulaşmaları anlamına geliyordu. Bu kuşatmadan sonra Venedikliler ve Kıbrıs kralı ile de ticaret anlaşmaları yapılmıştır. İçeride ve dışarıda alınan tedbirlerle Anadolu daha Keyhüsrev zamanında built by the Byzantines for those who spend the night on the roads, but there are no extant examples of them. And the castles in Kyrgyzstan and Kazakhstan are noted by their similarity to the caravanserais. As a result, there have been structures serving the passangers all over the world in various times. However, they tend to intensify especially during the Seljuk period, and emerge as an important type of structure in the zone extending from Central Asia to Anatolia. It is proposed that the first caravanserai of the Anatolian Seljuks is the Altunapa Khan built on the Konya-Beysehir road during the reign of Kilicarslan II. However, the ruins of this caravanserai have not survived until today.20 Kilicarslan II had built the first Seljuk caravanserai in Central Anatolia after defeating the Byzantines in Myrakefalon21 and putting an end to the Principality of Danishmend. After this initiative of Kilicarslan II, the Seljuk rulers gave importance to the construction of caravanserais also with the effect of increase of the commercial activities in the region. It is possible to say that some Seljuk rulers played a more important role than the others in the increase in the number of these structures in Anatolia. The first of these rulers was Kaykhusraw I who made sultanate between the years 12051211. After conquering Antalya with the support of the Greeks of Nicaea, he aimed to establish an important trade colony here. Kaykhusraw is noteworthy for bringing significant tax reductions to the caravans and announcing that the goods of the caravan would be met by the state in the event of any thefts taking place in the territories of the Seljuks. The conquering of Antalya meant the Seljuks’ reaching the open seas for the first time. After this siege, trade agreements were made also with the Venetians and the king of Cyprus. Anatolia had become an international trade and transit-pass country even at the time of Kaykhusraw with the measures taken inside and outside. Kaykhusraw also bears the title of “Sultan-ul Ber ve’l-bahr,” i.e. “the sultan of sea and land.” 22 Kaykaus I, who came to the throne after Kaykhusraw and ruled the Seljuks between 1211-1220, conquered Sinop which was an important port for the Black Sea, and made several agreements with the Venetians and Cypriots. The immigration rights and freedom of movement of the traders and tax reductions constitute the general subject matter of these agreements. These applications were meant to impress the Western i.e. European traders. They stated that tax no more than 2% would be taken from the traders of these countries, that they had the right of freedom to travel in the country, and that they would be protected during trade and travel.23 Another Seljuk ruler who came to the throne after Kaykaus I and who had a major contribution in the construction of caravanserais was Alaaddin Kayqubad. Kayqubad, who was one of the most important Seljuk sultans and who was seated on the throne between 1221-1237, conquered the city of Kalonoros and named it Alaiyye with a reference to his own name. This city was one of the most important ports of the Seljuks from the date of conquering. It is known that the sultans used this city to spend the winter months later on. Kayqubad also provided a kind of commercial insurance for the traders. In his time, the caravan routes were expanded and improved, and the largest caravanserais were built. It is suggested that 31 caravanserais were built during the reign of Kayqubad.24 Thanks to these efforts of the Seljuk sultans, trading became the most important business in the Anatolian territories, and about 200 caravanserais were built in the country, especially on the trade routes. After the War of Kosedag in 1243, the Seljuks were defeated by the Mongols, the political unity of Anatolia was corrupted, no peace and security were left in the country, and the economic and commercial life had stagnated. This negative trend affected also the caravanserais, and they gradually lost their glory in the Seljuk period. Trade Routes in Anatolia during the Seljuk Period The routes in the Seljuk period mostly followed the routes which were built during the Roman Empire and repaired during the reign of Iustianos. The facts that Konya became the capital city and Kayseri and Sivas gained weight as urban centers were influential in shaping the transition route of these roads. In addition, the facts that Sinop, Antalya and Alanya were included in the territories of the Anatolian Seljuks and these cities were used as port cities played an active role in drawing the roadmap of the period. The trade routes connecting the cities to each other and to the outside were as follows during the Seljuk period in Anatolia; 1.A road coming from the Antalya-Alaiyye ports heading to the North reached Iran and Georgia through Aksaray, Kayseri, Sivas, Erzincan, and Erzurum, 2.A branch of the road above seperating from Sivas reached Baghdad and Basra through Malatya, Diyarbakir, Mardin, and Musul, 3.A road seperating from Konya reached Damascus through Karaman, Marash, and Aleppo,25 Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels İncir Han / Incir Khan milletlerarası bir ticaret ve transit geçiş ülkesi haline gelmiştir. Keyhüsrev ayrıca “Sultan-ül Ber ve’lbahr” yani “denizin ve karanın sultanı” unvanını da taşımaktadır.22 Keyhüsrev’den sonra tahta geçen ve 1211-1220 yılları arasında Selçuklular’ı yöneten I. İzzeddin Keykavus da Karadeniz için önemli bir liman olan Sinop’u ele geçirmiş ve Venedik ve Kıbrıslılarla çeşitli anlaşmalar yapmıştır. Bu anlaşmaların genel konusunu tüccarların göç hakları, hareket özgürlüğü ve vergi indirimleri oluşturmaktadır. Bu uygulamalar, Batılı yani Avrupalı tüccarları etkilemek içindi. Bu ülkelerin tüccarlarından %2’den fazla vergi alınmayacağını, ülkede seyahat serbestliği haklarının olduğunu ve ticaret ve seyahat sırasında koruma altında olacaklarını bildirmiştir.23 I. İzzeddin Keykavus’tan sonra tahta çıkan ve kervansarayların inşa edilmesinde büyük katkısı olan bir diğer Selçuklu hükümdarı ise Alaeddin Keykubad’tır. Selçuklu sultanlarının en önemlilerinden olan ve 1221-1237 yılları arasında tahtta oturan Keykubad, Kalonoros kentini alarak buraya kendi ismine atfen Alaiyye adını vermiştir. Burası alındığı tarihten itibaren Selçuklular’ın en önemli limanlarından biri olmuştur. Sultanların daha sonraları bu şehri, kış aylarını geçirmek için kullandıkları bilinmektedir. Keykubad, ayrıca tüccarlara bir çeşit ticari sigorta da sağlamıştır. Onun zamanında, kervan yolları genişletilmiş ve geliştirilmiş, en büyük kervansaraylar inşa edilmiştir. Keykubad döneminde 31 adet kervansaray inşa edildiği öne sürülmektedir.24 Selçuklu sultanlarının bu çabaları sayesinde Anadolu topraklarında ticaret en önemli uğraş haline gelmiş ve ülkede, özellikle ticaret yolları üzerine yaklaşık 200 adet kervansaray yapılmıştır. 1243 Kösedağ Savaşı sonrasın- 52>53 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ da Selçuklular Moğollara yenilmiş ve Anadolu’nun siyasi birliği bozulmuş, ülkede huzur ve güven kalmamış, iktisadi ve ticari hayat durgunlaşmıştır. Bu olumsuz gidişattan kervansaraylar da nasibini almış ve Selçuklu dönemindeki görkemini giderek kaybetmiştir. Selçuklular Dönemi’nde Anadolu’da Ticaret Yolları Selçuklu dönemi yolları, ağırlıklı olarak Roma İmparatorluğu zamanında yapılan ve Iustianos döneminde tamir edilen yolları izliyordu. Konya’nın başkent olması, Kayseri ve Sivas’ın kentsel merkez olarak ağırlık kazanması bu yolların geçiş güzergahının şekillenmesinde etkili olmuştur. Ayrıca Sinop, Alanya ve Antalya’nın Anadolu Selçuklu topraklarına katılması ve bu kentlerin birer liman kenti olarak da kullanılması dönemin yol haritasının çizilmesinde aktif rol oynamıştır. Anadolu’da Selçuklu döneminde şehirleri birbirine ve dışarıya bağlayan ticaret yolları şu şekildedir; 1. Kuzeye doğru yönelen Antal- ARO Cafe Treffpunkt Cumhuriyet Meydaný Tel: (242) 241 75 45 Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels Fonksiyon ağırlıklı tipolojiye göre ise; 1. Yalnız barınak kısmı olan kervansaraylar ve 2. Barınak ve hizmet kısmı olan kervansaraylar olarak sınıflandırılmaktadırlar.28 Sultan Hanı Mescidi, Kayseri Masjid of Sultan Khan, Kayseri ya-Alaiyye limanlarından gelen bir yol, Konya üzerinden Aksaray, Kayseri, Sivas, Erzincan, Erzurum üzerinden İran ve Gürcistan’a, 2. Yukarıdaki yolun Sivas’tan ayrılan bir kolu Malatya, Diyarbakır, Mardin, Musul üzerinden Bağdat ve Basra’ya, 3. Konya üzerinden ayrılan bir yol Karaman, Maraş, Halep üzerinden Şam’a,25 4. Konya, Aksaray, Kayseri üzerinden gelen bir yol Tokat, Amasya üzerinden Sinop’a, 5. Antalya, Alaiyye’den gelen bir yol da Konya’da batı yönüne ayrılarak İstanbul ve Batı Anadolu vadilerine ulaşmaktadır. Ticaretin, yukarıda bahsedilen güzergâhlar üzerinde bulunan Antalya, Alanya, Antakya, Konya, Karaman, Isparta, Afyon, Eskişehir, İznik, Sinop, Samsun, Tokat, Kayseri, Sivas, Malatya, Diyarbakır, Bitlis ve Van gibi şehirlerde diğer kentlere nazaran çok daha canlı olduğunu söylemek mümkündür.26 Kervanlar, bu yollar üzerinde 8-9 saatlik ortalama günlük yolculuklarında 30-40 km arasında mesafe katedebiliyorlardı.27 Selçuklu Kervansaraylarının Mimari Yapısı ve İşleyişi: Ele geçen belgelere göre kervansaraylar sığınak, zaviye, hapishane ve kale gibi çeşitli amaçlar için kullanılmışlardır. Fakat asıl işlevleri, kervan yolları üzerinde geceleri emniyeti sağlayacak menzil barınağı olmaktır. Yola çıkan kervanların ilk aradığı şey emniyet ve barınma olduğu için kervansaray inşaatında yapılan ilk bölüm kapalı bölümdür. Ancak kervansarayların birçoğu kapalı ve açık bölümlerden oluşmaktadır. Çünkü insanlar eğer olanak varsa hayvanlardan ayrı bulunmayı, özellikle develerle birlikte yatmamayı tercih etmiş olmalıdırlar. Yalnızca kapalı bölümden oluşan bir kervansaray ise ya ekonomik olanakların sınırlı olduğu erken dönemlerde ya da özel koşullara bağlı olarak inşa edilmiştir. Örneğin; Antalya Korkuteli’nde bulunan Evdir Han iklim sebebiyle avlusuz olarak inşa edilmiştir. Selçuklu kervansarayları temelde 3 genel tipe göre ayrılmışlardır: 1. Yazlık denilen avlulu kervansaraylar, 2. Kışlık denilen avlusuz kervansaraylar, 3. Her iki türün birleşmesinden oluşan karma kervansaraylar. 54>55 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Kervansarayın kapalı bölümüne eğer avlu varsa sadece at, katır ve insan girebiliyordu. Yolcular taş ya da ahşap sekiler üzerine atılan kilim ya da saman üzerinde yatarken, atlarını da karşılarına bağlıyorlardı. Bu kapalı bölümlerin ısınması insan ya da hayvanların ısısı ile oluyordu. Buranın pencereleri yerden 3-4 metre yüksekte ve mazgallar şeklinde olduğundan kışın karın, yazın ise güneşin girmesini büyük oranda engelliyordu. Kervansaraylar tek katlı olmalarına rağmen yüksek yapılardır. Dış sur üzerine yapılan payandalar bu yapılara bozkırda küçük bir kale görüntüsü vermektedir. Kervansarayların kapalı kısımları genellikle bazilikal planlı olup açık kısımlarının mimarisi değişmektedir. Bu yapılar, cami ve medreselerde görülen kesme taş kaplama arasında moloz dolgu olarak inşa edilmiş olup üzerleri genellikle toprak örtülüdür. Kervansarayların giriş kısmına baktığımızda ise tek taç kapılı olduklarını görüyoruz. Kapılar güneş batınca kapanır, doğunca açılırdı. Sabah kapı açılmadan önce kervan görevlisi kayıp eşya ve çalınma riskine karşı, herkesin malının ve eşyalarının tam olduğunu teyit ederdi. Giriş kapıları sıklıkla ahşap ya da demirden yapılırdı, özellikle demir kapıların kaynaklarda sık sık vurgulanmasından bunların ayrı bir önemi olduğu anlaşılmaktadır. Kervansarayların kapalı bölümlerinin girişinde de taç kapılar kullanılmıştır. Bu da bize ilk olarak yapılan kapalı kısımların gerektiğinde bitmiş bir yapı gibi hizmet ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu kapılarda işlevsellik ön planda olduğundan süsleme 4.A road coming from Konya, Aksaray, Kayseri reached Sinop through Tokat and Amasya, 5. And a road coming from Antalya, Alaiyye reached Istanbul and the Western Anatolian valleys by seperating towards the west in Konya. It can be said that trading was much more lively in the cities on the routes mentioned above such as Antalya, Alanya, Antakya, Konya, Karaman, Isparta, Afyon, Eskisehir, Iznik, Sinop, Samsun, Tokat, Kayseri, Sivas, Malatya, Diyarbakir, Bitlis and Van than the other cities.26 The caravans could span a distance of 30-40 kms in their average daily travels of 8-9 hours on these routes.27 Architectural Structure and Functioning of the Seljuk Caravanserais According to the documents obtained, the caranserais were used for various purposes such as shelters, lodges, prisons and fortresses. However, their real function was to be a range shelter to ensure safety on the caravan routes at night. As the first thing that the caravans which started out sought was safety and shelter, the first section made in the construction of caravanserai was the closed section. However, most of the caravanserais consist of closed and open sections. Because, the people must have preferred to stay away from the animals, and especially not to sleep with the camels, if possible. And a caravanserai which consists of only a closed section was built either at an early stage when the economic opportunities were limited, or by depending on specific conditions. For example; the Evdir Khan in Antalya, Korkuteli was built without courtyard due to the climate. The Seljuk caravanserais are ba- sically divided into three general types: 1.Caravanserais with courtyard which are called summerhouses, 2. Caravanserais without courtyard which are called winterhouses, 3. Composite caravanserais formed by the combination of both types. And they are classified as follows according to functional typology; 1.Caravanserais with only shelter section, and 2.Caravanserais with shelter and service sections.28 If there was a courtyard, only horses, mules and people could enter the closed section of the caravanserai. While the passangers lied on rugs or hay thrown upon the stone or wood benches, they tied their horses in front of them. The heating of these closed sections was provided by the heat of people or animals. As the windows were 3-4 meters high and in the shape of gratings, they greatly hindered the entry of snow in winter and sun in summer. Although the caravanserais are single storey, they are high structures. The buttresses on the outer walls give the appearance of a small castle in the steppe. The closed sections of the caravanserais are usually basilica-planned, and the architecture of the open sections varies. These structures are built as rubble filling among cut stone covering as seen in mosques and madrasas, and they are usually covered with soil. And when we look at the entrance section of caravanserais, we see that they are single crown gated. The gates were closed after sunset, and opened after sunrise. In the morning, the caravan guard acknowledged that everyone’s goods and possessions were complete against the risk of lost property and theft before the gate was opened. The entrance gates were often made of wood or iron, and as especially iron gates are frequently emphasized in the resources, it is understood that they has a seperate importance. Crown gates are also used in the entrance of the closed sections of caravanserais. And it is important in terms of the fact that it shows us that the closed sections built first served as a completed structure when necessary. As functionality is in the forefront in these gates, ornamental forms are not seen very often. The decorations are limited to the common crown gate decorations of the period.29 The caravanserais could provide shelter for small military units of 500-1000 soldiers and caravans of 100-200 camels we often see in the period they were built. At the same time, the accommodations of armies of thousands of soldiers were realised near these structures. While the soldiers usually accommodated on the outside of the structure when the caravanserais would be used for the accommodation of the army, the commanders and elite fighters accommodated inside. Besides their military importance, the caravanserais were built for basically two important reasons: 1.To provide safe accommodation places for the caravans carrying precious commercial goods to protect them from the enemy soldiers near the border, and looters and bandits, 2. To provide all kinds of needs of the passangers at the places where they landed or stayed overnight.30 There were two types of applications in the caranserais in terms of accommodation. Accommodation was free of charge up to three days in the khans with a foundation. The care and treatment of the patients and poor coming here were also provided.31 Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels lunmaktaydı. Genellikle avlunun girişinin kenarında kervansaray idarecisi, muhafızlar ve hizmetliler için odalar bulunurdu. Sultanhanlar ve Ağzıkarahan gibi çok büyük hanlarda avlunun ortasına, mescit olarak kullanılmak üzere altı genelde boş, bir ya da iki katlı köşk yapılmıştır. Karatay Han gibi bazı kervansaraylarda ise mescit olarak, avludan girilen kubbeli bir oda tahsis edilmiştir. Sultan Han, Kapalı Bölüm / Sultan Khan, Covered Section formları çok sık görülmemektedir. Bezemeler dönemin genelgeçer taç kapı bezemesi ile sınırlıdır.29 Kervansaraylar yapıldıkları dönemde sık gördüğümüz 500-1000 kişilik küçük askeri birliklere ve 100-200 develik kervanlara barınma imkanı sağlayabiliyorlardı. Aynı zamanda binlerce kişilik orduların konaklamaları da bu yapıların yakınında gerçekleşmiştir. Kervansaraylar, ordunun konaklamasında kullanılacağı zaman genellikle askerler yapının dışında konaklarlarken, kumandanlar ve seçkin savaşçılar ise içeride ikamet etmişlerdir. Selçuklu kervansarayları askeri önemlerinin yanında temelde iki önemli nedenle inşa edilmekteydiler: 1. Kıymetli ticari mallar taşıyan kervanlara sınır civarında düşman askerlerinden, yağmacı ve eşkıyalardan koruyacak emniyetli konak yerleri sağlamak, 2. Yolcuların kondukları veya geceledikleri yerlerde her türlü ihtiyaçlarını temin etmek.30 Kervansaraylarda konaklama bakımından iki çeşit uygulama mev- cuttur. Vakıflı olan yani bir vakfiyesi bulunan hanlarda üç güne kadar konaklama ücretsizdir. Buraya gelen hasta ve düşkün olan kişilerin de bakımı ve tedavisi yapılıyordu.31 Aslında bir kervansarayın vereceği hizmetler kervanın gereksinimleriyle tanımlanmıştır. Boyutları da, üzerinde inşa edildikleri yolların ticaret hacmine ve dolayısıyla konaklayacak kervanların büyüklüğüne ve yaptıranların ekonomik gücüne bağlı olarak saptanmış olmalıdır. Büyük kervansaraylarda önemli konuklar, özellikle haremleriyle gezenler için bir-iki odalı daireler ve hamam yapılmıştır. Fakat odaların büyük bölümü hanın hizmetlileri ile kilerlere ve hayvanlara verilecek saman, arpa gibi yemlere ayrılmış olmalıdır. Kapalı bölümlerde genellikle geceleme yapılırken, hanın diğer bütün işleri avlu çevresinde görülürdü. Avluların bir cephesi tüccarlar ve gezginler atlarıyla girebilsinler diye serbest bırakılırdı. Üç kenarından biri tek ve çift revaklı ve tonozla örtülü olarak avluya açıktır. Burası develik olarak kullanılmaktadır. Bu bölümün yapının dışına penceresi bulunmaz. Avlunun develiğin karşısına gelen kenarında, önemli yolcular için bir iki daire, Aksaray Sultanhan ve Karatay Han32 gibi büyük kervansaraylarda ise hamam, erzak depoları, mutfak, nalbant ve binek takımı tamircileri için işlikler de bu- 56>57 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Ancak her kervansarayda mescid olarak kullanılan bir yapının olmadığını söylemek gerekir. Bu durumu o dönemlerde namazın cemaatle birlikte açıkta kılınması geleneği ile bağdaştıranlar da vardır. Kervansarayların süslemeleri genellikle yaptıranların zenginliği ile doğru orantılıdır. Ancak yine de Sultanhanların bile taç kapıları dışında çok fazla bezemeye sahip olmadıkları görülmektedir. Selçuklular döneminde yapılan kervansaraylar vakıflarla birlikte kurulmuşlardır. Bir kervansarayın temel işlevleri ve işleyişini sağlayan yasal ve parasal mekanizma bu döneme ilişkin vakfiyelerde tanımlanmaktadır. Örneğin; Karatay vakfiyesi, yapının tamamlanmasından yedi yıl sonra hazırlanmıştır. Bu vakfiyeye göre, çalışanların başında bir nazır, kontrolleri yapan bir müşrif, bir mütevelli, bir hancı, bir muzif33 , emir havayicî34 , aşhanede bir aşçı, bir baytar, atlı bir hizmet adamı, mescit için bir imam ve bir müezzin kervansarayda hazır bulunmaktaydı. Ayrıca Karatay Han’da bimarhane olmasına rağmen görevliler arasında doktor olmaması hastalara yalnızca gerektiğinde ilaç verildiğini göstermektedir. Kervansaraylarda uzun yolculuklardan sonra eskiyen ayakkabıları tamir edecek bir ayakkabı ustası ve nalbantın bulunması da kaçınılmazdı. In fact, the services to be given by a caravanserai were identified by the needs of the caravan. And its dimensions must have been determined according to the trade volume of the routes they were built on, thus to the size of the caravans to acommodate and the economic power of those who built it. Apartments with one or two rooms and baths were built for the important visitors, especially those travelling with their harem, in the large caravanserais. However, the majority of the rooms must have been allocated for the servants of the khan, pantries, and forages to be given to the animals such as straw and barley. While the passengers stayed overnight usually in the closed sections, all of the other works of the khan were made around the courtyard. One front of the courtyards were left independent for the traders and travelers to enter with their horses. One of their three sides was single and double porched, and open to the courtyard by being covered with vault. This place was used for the camels. This section had no window looking on the outside. There were one or two apartments for important passengers on the side of the courtyard across the place for camels, and bath, storerooms, kitchen, and workshops for blacksmiths and saddle repairers in large caravanserais such as Aksaray Sultanhan and Karatay Khan.32 There were usually rooms for the administrators, guards and servants of the caravanserai on the side of the entrance of the courtyard. In very large khans such as Sultanhans and Agzikarahan, a one or two storey pavilion was built in the middle of the courtyard, the below of which was usually empty, to be used as a masjid. And in some caravanserais such as the Karatay Khan, a domed room entered from the courtyard was allocated as the masjid. However, it should be said that there was not a structure in all of the caravanserais to be used as a masjid. There are those who reconcile this situ- ation with the tradition to do the prayer in the open with the congregation in that period. The decorations of the caravanserais are usually proportional to the wealth of those who build them. But still it can be seen that even the Sultanhans do not have much decoration except for the crown gates. The caravanserais built in the Seljuk period were established together with foundations. The legal and financial mechanisms providing the basic functions and operations of a caravanserai are identified in the deeds of trust related to this period. For example, the Karatay deed of trust was prepared seven years later than the completion of the structure. According to this deed of trust, there were a supervisor in charge of the workers, a spendthrift who did the controls, a trustee, an innkeeper, a muzif33, an “emir havayici,”34 a cook in the kitchen, a veterinarian, an equestrian service man, and an imam an muezzin for the masjid in the caravanserai. In addition, the fact that although there was a “Bimarhane” in the Karatay Khan there was not a doctor among the officials shows that medications were given to the patients only when necessary. And there were inevitably a shoemaker to repair the shoes which wore out after long journeys and a blacksmith in the caravanserais. Where did the passengers bathe? Was there a toilet? First, as we have mentioned above, there was not a bath to bathe in most of the caravanserais. The researchers suggest that the passengers usually bathed in the bath of a village near the khan. And considering the toilet, although there are a few structures interpreted as toilet in the caravanserais, no structure has been found yet formally arranged for this function.35 What was eaten? According to the deed of trust of the Karatay Khan, a big loaf of bread (1 kg), 250 gr of meat, a dish of meal (soup), and in Friday evenings honey halvah were given to those who accommodated in the caravanserai. Although it is unknown to how many people food was given, it can be said that food was given to 100 people at one time, but more crowded groups could also be served, due to the fact that 50 large bowls, 20 copper plates, 100 big wooden bowls, 50 small wooden plates, 10 large, 5 medium, and 3 small copper pots, 2 boilers and 2 basins were dedicated as kitchen tools. There were only two food boilers boiling in this caravanserai. In addition, barley and straw were provided for the animals. No bakery and baker is mentioned in the deed of trust. Normally, it is sensible to make bread in the caravanserai, but it is thought that the Karatay Khan provided bread from the villages nearby. 36 There were three villages near the Karatay Khan which were the foundation of the khan. This arrangement was necessary for all of the khans. Especially, these villages were needed during the accommodation of the army. At the same time, it is known the herds of the foundation were grazed by the villagers around. How Many People could Accommodate in the Caravanserais? It is known that travelers as well as caravans usually carrying goods accommodated in the caravanserais. Accordingly; assuming that there were 100 horsemen in a caravan of 100 camels, a area Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels Ribat-ı Mahi Yolcular nerede yıkanırdı? Tuvalet var mıydı? kalabalık gruplara da hizmet verilmiş olabileceği söylenebilir. Öncelikle yukarıda da değindiğimiz üzere kervansarayların çoğunda yıkanmak için bir hamam mevcut değildi. Araştırmacılar yolcuların genellikle hanın yakınında bulunan bir köyün hamamında yıkandıklarını öne sürmektedirler. Bu kervansarayda kaynayan yemek kazanı yalnızca 2 adettir. Ayrıca hayvanlara da arpa ve saman verilmiştir. Vakfiyede ekmek fırını ve fırıncıdan söz edilmemektedir. Normal bir durumda ekmeğin kervansarayda üretilmesi mantıklıdır fakat Karatay Han’ın ekmeğini çevre köylerden temin ettiği düşünülmektedir.36 Tuvalet konusuna baktığımızda ise, kervansaraylarda tuvalet olarak yorumlanan birkaç yapı bulunsa da biçimsel olarak bu işlev için düzenlenmiş bir yapıya henüz rastlanmamıştır.35 Ne yenirdi? Karatay Han vakfiyesine göre kervansarayda konaklayanlara bir büyük somun ekmek (1 kg), 250 gr karşılığı et, bir çanak yemek (çorba), Cuma akşamları bal helvası verilirdi. Burada kaç kişiye yemek verildiği belli değilse de 50 büyük çanak, 20 bakır tabak, 100 büyük tahta çanak, 50 küçük tahta tabak, 10 büyük 5 orta 3 küçük bakır tencere, 2 kazan ve 2 leğenin mutfak araçları olarak vakfedilmesinden bir defada 100 kişiye yemek verildiği fakat daha Karatay Han’ın yakınında hanın vakfı olan 3 köy bulunmaktaydı. Bu düzenleme bütün hanlar için gerekliydi. Özellikle ordunun konaklaması sırasında bu köylere ihtiyaç duyuluyordu. Aynı zamanda vakıf sürülerinin de çevrelerindeki köylüler tarafından otlatıldığı bilinmektedir. Kervansaraylarda Kaç Kişi Konaklayabilirdi? Kervansaraylarda gezginlerin yanı sıra genellikle mal taşıyan kervanların konakladıkları bilinmektedir. Buna göre; 100 de- 58>59 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ velik bir kervanda 100 atlı olduğunu kabul edersek, insanlar için 100 m2, atlar için 400 m2, develer için ise 600 m2’lik bir alana ihtiyaç vardır. Bu durumda orta büyüklükteki kervansarayların hizmet verecekleri kervan büyüklüğü en çok 150 develik olabilirdi. En büyük kervansarayın ise 300 develik bir kervandan fazlasına hizmet edemeyeceği öne sürülmektedir. sAnadolu’daki en büyük Sultan Hanı’nın 3000 m2’lik bir alanı olduğunu, buna göre burada en fazla 500 kişilik bir atlı birliğin barınabileceğini söylemek mümkündür. Kervanların Güvenliği? Anadolu Selçuklu Devleti ticari faaliyetleri korumak için bir takım tedbirler alırdı. Kıymetli ürünler taşıyan kervanlara, başında kervansâlar veya kervanbaşı bulunan askeri birlikler eşlik ederdi. Bunlar 100 veya 200 silahlıdan oluşabilmekteydi. Tüccarların bu hizmete karşılık belli bir miktar of 100 m2 was necessary for the people, 400 m2 for the horses, and 600 m2 for the camels. In this case, the size of a caravan that medium-sized caravanserais would serve could be with 150 camels at most. And it is suggested that the largest caravanserai could not serve a caravan with more than 300 camels. It can be said that the largest Sultan Khan in Anatolia had an area of 3000 m2, and accordingly a mounted unit of 500 peope at most could be accommodated here. Safety of the Caravans? The Anatolian Seljuk State used to take some measures to protect the commercial activities. The caravans carrying precious goods were accompanied by military troops headed by a “kervansalar.” They could consist of 100 or 200 armed soldiers. It is known that the traders paid a certain amount of money for this service. Another safety precaution was to keep permanent troops on the road. And there was a Rahdar or Tutgavul meaning commander, road guard heading these kinds of military units. Finally, there are 200 caravanserais in our country built during the Seljuk period, and some of them have survived to the present day. It should be denoted that the caravanserais on the Denizli-Dogubeyazit route starting from our country and extending to Asia have been included in the Unesco Temporary List of World Heritage since 2000. These caravanserais and khans are as follows; Akhan, Pinarbasi Khan, Egridir Khan, Pinarpazari Khan, Kantarci Khan, Obruk Khan, Oklu Khan, Sultan Khan (Kayseri-Aksaray), Akhan, Agzikarahan, Sunnetli Khan, Sikre Khan, Ertokus Khan, Kireli Khan, Elikesik Khan, Kavak Khan, Kurucesme Khan, Altinapa Khan, Sadettin Khan, Zincirli Khan, Akbas Khan, Oresin Khan, Khan Mosque, Sultan Khan, Sahruk Bridge Khan, Lala Caravanserai, Gedik Khan, Latif Khan, Mugar Khan, Cibci Khan, Pervane Khan, Kargi Khan, Koprukoyu Khan, Mamahatun Caravanserai, Haci Bekir Khan.37 Ziya KAZICI, History of Islamic Civilization and Institutions, Kayihan Publishing House, Istanbul 1999, p.306. 1 Selami SONMEZ, “Caravanserais (KhansRibats) in the Turkish and Islamic World in the Middle Ages”, Journal of Ataturk University Kazim Karabekir Faculty of Education, Issue No.15, Erzurum, 2007, 270-296. 2 It is the administrative center of the Razavi Khorasan Province of Iran, and the second largest city of the country. It is the name given to the river passing near this city. (http:// tr.wikipedia.org/wiki/Me%C5%9Fhed) 3 search in Turkey, Issue No.1, Ankara, 2004, p.153; Hasan BAHAR, “The Trade Life between Anatolia-Mesopotamia at the Beginning of IInd Millenium B. C.”, Journal of Selcuk University Institute of Social Sciences III, Konya, 1987, p.307-311. It is the name used for lands or buildings surrounded for military defence purposes by the Ancient Romans. (http://tr.wikipedia.org/ wiki/Castra) 19 Osman TURAN, “Seljuk Period Deeds of Trust-I Semseddin Altun-Aba, His Deed of Trust and Life”, Bulletin, V.XI, Issue No.42, 1947, p.198. 20 The region near Denizli-Civril Duzbe Passage. 21 For detailed information about the period of Kaykhusraw I, see Selim KAYA, The Seljuk History of the Periods of Kaykhusraw I and Suleyman Shah II, Ankara, 2006, TTK Pub. 22 23 Salim KOCA, Sultan Kaykaus I, TTK Pub., Ankara, 1997, p. 66-67. 4 Prof. Dr. Muhittin SERIN and Ara ALTUN, History of Islamic Arts, ed. Prof. Dr. Muhittin Serin, Publication of the Open Education Faculty, Publication No: 1117, Eskisehir, 2010, p.21. 24 5 For detailed information about the crown gate of this ribat, see Rahmi Huseyin UNAL, Crown Gates in the Pre-Ottoman Anatolian Turkish Architecture, E.U. Faculty of Letters Pub., Izmir, 1982, p.20. 25 Mehmed SEKER, History of Turkish Civilization, ed. Nesimi Yazici, Eskisehir, 2005, p.269. 26 Fugen TUNCDAG, “The Seljuk Caravanserai”, Journal of Near East, Issue No. 14, Ankara,1966, p.11. 27 Osman TURAN, p.473. 6 Oktay ASLANAPA, Turkish Art, V. 1, National Education Publishing House, Ankara, 1972, p.96. 7 Mustafa CEZAR, City and Architecture in the Pre-Anatolian Turks, Turkey Is Bank Publications, Istanbul, 1977, 171. 8 Osman TURAN, Seljuk Caravanserais, Bulletin, V.X, Issue No.39, 1946, p.489. 9 Oktay ASLANAPA, p.97 10 Osman TURAN, p.473. 11 Huseyin Kazim KADRI, Turkish Dictionary II, Istanbul, 1928, p.591. 12 Osman CETIN, Seljuk Institutions and the Spread of Islam in Anatolia, Istanbul, 1981, p.180. 13 Mustafa ONGE, “Caravanserais as Symbols of Power in Seljuk Anatolia”, Power and culture : identity, ideology, representation, ed. Jonathan Osmond and Ausma Cimdina. - Pisa : Plus-Pisa university press, v2007, p. 51. 14 Lapis lazuli or sapphire is a type of stone used as jewelry since ancient times. The meaning of the word is the stone of blue or the stone of sky. (http://tr.wikipedia.org/wiki/ Lapis_lazuli#Kaynaklar) 15 Kursat KOCAK, “Traded Goods and Taxes during the Period of Assyrian Trade Colonies”, Journal of Erciyes University Institute of Social Sciences, Issue No.27, Erciyes, 2009/2, p.209-226. 16 For detailed information about Carchemish, see Hasan PEKER, “Kingdom of Carchemish”, Arkeoatlas, Issue No.4, 2005, 34-43; 17 For detailed information about the period of Sultan Kayqubad I, see Emine UYUMAZ, Political History of the Turkish Seljuk State during the Period of Sultan Kayqubad I (1220-1237), Istanbul, 2003, TTK Pub. M. Kemal OZERGIN, The Anatolian Roads during the Period of Anatolian Seljuks, Unpublished Doctorate Thesis, I. U., Istanbul, 1959, p. 29-30. Aysil Tukel YAVUZ, “The Typology of Caravanserais during the Anatolian Seljuk Period”, Proceedings of the Seminar of the National Seljuk Culture and Civilization IV, Selcuk University, Selcuk Research Center, Konya,April 25th-26th 1994, p.187. 28 29 For detailed information on this subject, see Senay ASLAN, Mythological Sourced Animal Figures in Turkish Architectural Decoration Arts (From Central Asia to the Seljuks), Unpublished Doctorate Thesis, Marmara University Institute of Turkish Studies, Istanbul, 2005, p.56-96. Mehmed SEKER, p.275. 30 Hilmi Z. ULKEN, “Caravan and Caravanserai”, Turkey Touring and Automobile Association Bulletin, Issue No.93, Istanbul, 1949, p.9. 31 32 For detailed information on the Karatay Khan, see Zehra ODABASI, “A Section from the Financial History of Karatay Sultan Zawiya (18131889)”, In Pursuit of History Journal, Issue No.9, 2013, p.357-382. Responsible manager. 33 The person providing the necessary supplies and materials. 34 Aysil T. Yavuz, “The Concepts That Shape Anatolian Seljuq Caravanserais”, Muqarnas, Vol. 14, 1997, p.80-95. 35 Although there were tandouris in some khans, no chimney apparatus to draw the smoke of the fire has been found. For detailed information on Karatay Khan, see Sebnem AKALIN, Evaluation of Karatay Khan within Architectural History, Unpublished Master’s Thesis, Istanbul University Institute of Social Sciences, 1988, Istanbul. 36 http://basin.kultur.gov.tr/TR,45814/selcuklu-kervansaraylari-denizli-dogubayazit-guzergahi.html; http://whc.unesco.org/en/tentativelists/1403/. 37 L. Gurkan GOKCEK, “Caravan Routes and Transport in Anatolia during the Period of Assyrian Trade Colonies”, Journal of Social Re- 18 Ortaçağ’ın Otelleri / Medieval Hotels L. Gürkan GÖKÇEK, “Asur Ticaret Kolonileri Çağında Anadolu’da Kervan Güzergahları ve Taşımacılık”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, S.1, Ankara, 2004, s.153; Hasan BAHAR, “M.Ö. II. Binyıl Başlarında Anadolu-Mezopotamya Arasındaki Ticaret Hayatı”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi III, Konya, 1987, s.307-311. 18 Antik Romalılar tarafından askeri savunma amaçlı olarak etrafı çevrilmiş araziler ya da binalar için kullanılan isimdir. (http://tr.wikipedia. org/wiki/Castra) 19 20 Osman TURAN, “Selçuklu Devri Vakfiyeleri-I Şemseddin Altun-Aba, Vakfiyyesi ve Hayatı”, Belleten, C.XI, S.42, 1947, s.198. Denizli-Çivril Düzbe Geçidi yakınlarındaki bölge. 21 I. Gıyaseddin Keyhüsrev dönemi ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Selim KAYA, Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev ve İkinci Süleymanşah Dönemi Selçuklu Tarihi, Ankara, 2006, TTK Yay. 22 ödedikleri bilinmektedir. Bir diğer emniyet önlemi ise yol üzerinde sabit olarak kıt’alar bulundurmaktı. Bu tür askeri birimlerin başında da kumandan, yol muhafızı anlamında Râhdâr veya Tutgâvul bulunmaktaydı. Son olarak ülkemizde Selçuklular döneminde yapılmış yaklaşık 200 adet kervansaray vardır ve bunların bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Ülkemizden başlayarak Asya’ya kadar uzanan DenizliDoğubeyazıt güzergâhı üzerinde bulunan kervansarayların 2000 yılından itibaren Unesco Dünya Geçici Miras Listesi’nde olduğunu belirtmek gerekir. lar)”, Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, S.15, Erzurum, 2007, 270-296. İran’ın Razavi Horasan Eyaleti’nin yönetim merkezi ve ülkenin ikinci büyük şehridir. Bu kent yakınından geçen çaya verilen isimdir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Me%C5%9Fhed) 3 Prof. Dr. Muhittin SERİN ve Ara ALTUN, İslam Sanatları Tarihi, ed. Prof. Dr. Muhittin Serin, Açıköğretim Fakültesi Yayını, Yayın No: 1117, Eskişehir, 2010, s.21. 4 Bu ribatın taç kapısı ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Rahmi Hüseyin ÜNAL, Osmanlı Öncesi Anadolu Türk Mimarisinde Taç Kapılar, E.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay., İzmir, 1982, s.20. 5 Mehmed ŞEKER, Türk Medeniyeti Tarihi, ed. Nesimi Yazıcı, Eskişehir, 2005, s.269. 6 Oktay ASLANAPA, Türk Sanatı, C. 1, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1972, s.96. 7 Mustafa CEZAR, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir Ve Mimarlık, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 1977, 171. 8 Osman TURAN, Selçuklu Kervansarayları, Belleten, C.X, S.39, 1946, s.489. 9 Bu kervansaray ve hanlar; Akhan, Pınarbaşı Han, Eğridir Han, Pınarpazarı Hanı, Kantarcı Han, Obruk Han, Oklu Han, Sultan Han (Kayseri-Aksaray), Akhan, Ağzıkarahan, Sünnetli Han, Sikre Han, Ertokuş Han, Kireli Han, Elikesik Han, Kavak Han, Kuruçeşme Han, Altınapa Han, Sadettin Han, Zincirli Han, Akbaş Han, Öresin Han, Han Camisi, Sultan Han, Şahruk Köprüsü Han, Lala Kervansarayı, Gedik Han, Latif Han, Mugar Han, Cibci Han, Pervane Han, Kargı Han, Köprüköyü Hanı, Mamahatun Kervansarayı, Hacı Bekir Han’dır.37 10 11 Oktay ASLANAPA, s.97. Osman TURAN, s.473. Hüseyin Kâzım KADRİ, Türk Lügatı II, İstanbul, 1928, s.591. 12 Osman ÇETİN, Selçuklu Müesseseleri ve Anadolu’da İslâmiyet’in Yayılışı, İstanbul, 1981, s.180. 13 Mustafa ÖNGE, “Caravanserais as Symbols of Power in Seljuk Anatolia”, Power and culture : identity, ideology, representation, ed. Jonathan Osmond and Ausma Cimdina. Pisa: Plus-Pisa university press, c2007, s. 51. 14 Lapis lazuli veya laciverttaşı, çok eski çağlardan beri mücevher olarak kullanılan bir taş türüdür. Kelime anlamı olarak mavinin taşı ya da gökyüzünün taşı anlamına gelmektedir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Lapis_ lazuli#Kaynaklar) 15 Kürşat KOÇAK, “Asur Ticaret Kolonileri Çağında Ticareti Yapılan Mallar ve Vergiler”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.27, Erciyes, 2009/2, s.209-226. 16 Ziya KAZICI, İslâm Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınevi, İstanbul 1999, s.306. 1 Karkamış hakkında detaylı bilgi için bkz. Hasan PEKER, “Karkamış Krallığı”, Arkeoatlas, S.4, 2005, 34-43; 17 Selami SÖNMEZ, “Ortaçağ Türk ve İslam Dünyasında Kervansaraylar (Hanlar-Ribat- 2 60>61 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Salim KOCA, Sultan I. İzzeddin Keykavus, TTK Yay., Ankara, 1997, s. 66-67. 23 Sultan I. Aleddin Keykubad dönemi ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Emine UYUMAZ, Sultan I. Alâü’d-dîn Keykubâd Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasî Tarihi (1220-1237), İstanbul, 2003, TTK Yay. 24 M. Kemal ÖZERGİN, Anadolu Selçukluları Çağında Anadolu Yolları, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İ.Ü., İstanbul, 1959, s. 29-30. 25 Fügen TUNÇDAĞ, “Selçuklu Kervansarayı”, Önasya Mecmuası, S. 14, Ankara,1966, s.11. 26 27 Osman TURAN, s.473. Ayşıl Tükel YAVUZ, “Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansaraylarının Tipolojisi”, IV. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Araştırmaları Merkezi, Konya,25-26 Nisan 1994, s.187. 28 Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Şenay ASLAN, Türk Mimari Süsleme Sanatlarında Mitolojik Kaynaklı Hayvan Figürleri (Orta Asya’dan Selçuklu’ya), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, 2005, s.56-96. 29 Mehmed ŞEKER, s.275. 30 Hilmi Z. ÜLKEN, “Kervan ve Kervansaray”, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni, S.93, İstanbul, 1949, s.9. 31 Karatay Han hakkında detaylı bilgi için bkz. Zehra ODABAŞI, “Karatay Sultan Zaviyesi’nin Malî Tarihinden Bir Kesit (1813-1889)”, Tarihin Peşinde Dergisi, S.9, 2013, s.357-382. 32 Sorumlu müdür. 33 34 Gerekli erzak ve malzemeyi sağlayan kişi. Ayşıl T. Yavuz, “The Concepts That Shape Anatolian Seljuq Caravanserais”, Muqarnas, Vol. 14, 1997, s.80-95. 35 Bazı hanlarda tandırlar olsa da ateşin dumanını çekecek herhangi bir baca düzeneğine rastlanmamıştır. Karatay Han hakkında detaylı bilgi için bkz. Şebnem AKALIN, Karatay Hanın Mimari Tarihi İçinde Değerlendirilmesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1988, İstanbul. 36 http://basin.kultur.gov.tr/TR,45814/selcuklu-kervansaraylari-denizli-dogubayazit-guzergahi.html; http://whc.unesco.org/en/tentativelists/1403/. 37 REHBERLİKTEN EMLAK SEKTÖRÜNE Antalya Emlak ve Gayrimenkul Sektörünün Kadın Liderlerinden Ebru Karaca Şen ile Coldwell Banker’ı, Özel Yaşamını ve En Büyük Arzusunun Ne Olduğunu Anlattığı Keyifli Sohbetimizde Bakın Neler Konuştuk. Ebru Karaca Şen Kimdir? Sizi Tanıyabilir miyiz? 15 yaşına kadar yurt dışında yaşadıktan sonra lise eğitimimi Türkiye’de tamamladım. Hacettepe Üniversitesi’ne başladığım tarihlerde turizm sektörüne de adım atarak 2005 tarihine kadar çeşitli firmalarda profesyonel turist rehberi olarak çalıştım. Tabii her zaman rehberlik olarak kalmadı işim. Rehberliğimin son yıllarında özellikle kış operasyonlarında tur satış sorumlusu gibi satış konusunda başarılı bir dönem geçirdim. Peki Eşiniz Ümit Şen’i Tanıyabilir miyiz? Bildiğimiz Kadarı ile O da Turizm Sektöründeydi. Eşim Ümit Şen ile mesleki geçmişimiz çok örtüşüyor. Hatta o kadar ki ikimiz de farklı şirketlerde aynı dönemlerde rehberlik yaptık ama 2005 yılı bizim için bir dönüm noktası oldu. 2005 Yılında Turizmden Gayrimenkul Sektörüne Geçiş Yaptınız, Karar Aşaması Zor Olmadı mı? Hayır, çok zor olmadı. Turizmde gerçekten çok güzel ve kalıcı dostluklarla yıllarımız geçti. Büyük fedakârlıklarla çalıştık tüm arkadaşlarımızla. Sektör değiştirirken yine çok yabancı olmadığımız bir dalı seçtik. Nasıl ki turizmde, mesleğe bakış açımız, duruşumuz, çalışkanlığımız hep işimizi doğru yapmak adına vazgeçilmezimiz olduysa yine bu prensipler ışığında, eşim Ümit Şen ve ben gayrimenkul sektörüne 2005 yılında aracı kurum hizmetlerini vermek üzere kurumsal ilk firmamızla yola çıktık. Başarılı bir 6 yılın sonunda küçük bir değişiklikle 10 yılımızı sektörde doldurmak üzereyiz. Coldwell Banker Türkiye ile Yollarınızı Birleştirdiniz ve Sektörde Ciddi Bir Yankılanması oldu. Bize Gelişmeleri Açıklayabilir misiniz? Biz Premium Gayrimenkul olarak 10 yıl sadece kurumsal kimlikle çalıştık ve Antalya’daki pek çok firmaya da öncülük ettik. Kurumsal şirketleri başarıyla temsil ettik fakat biz artık bizim dört duvarımızın içini de yansıtan ve tüketicinin beklentilerini de tamamlayan bir bütünlük istedik. Coldwell Banker 1906’da kurulmuş, iki dünya savaşı görmüş ve bugüne kadar dünyada yaşanan ekonomik burhanları atlatmış güçlü ve köklü bir firma. Gerçekten, tüm dünyada faaliyet gösteren ve istatistiklerde işlem ve ciro bazında dünya birincisi olan bir marka. Coldwell Banker’ın kurumsal kültürü insanı gerçekten etkiliyor. Agresif ve kısa süreli pazarlama teknikleri vizyonunda barındırmayan, işlemi gerçekleşmemiş mutsuz müşteri ya da ofislerde başarısız ve sürekli sirküle olan danışman kitlesi istemeyen bir yapı. Coldwell Banker’ın vazgeçmediği önemli prensiplerinden biri; kimseyi yanıltmadan doğru hedefe sonuç odaklı, emek sarf ederek varmak. Yani, saygınlığını ön planda tutarak ahlaklı ticareti bilinçli yapmak! 108 yıldır sürdürdükleri bu yaklaşım bizi yansıtıyor. Gayrimenkul Sektörünü Tercih Etme Sebebiniz Nedir? Profesyonel anlamda cevaplarsam insanların barınma ihtiyacı hiçbir zaman tükenmeyecek olması diyebilirim ama bu işe ruhunuzu ve aklınızı dahil etmeniz gerekir, Aksi takdirde sadece sıradan bir emlakçı olursunuz. Antalya, Emlak ve Gayrimenkul Sektöründe Nerede Yer Alıyor? Antalya, sanayi bölgesi olmamasına rağmen ciddi bir göç almakta ve konut anlamında geniş bir yelpazeye sahip. Bu bağlamda her bütçeye ve beklentiye uygun gayrimenkuller bulunabilmekte. Bu alternatif zenginliği Antalya’nın sektörel geleceği içinde ciddi bir yatırım oluşturmakta. Gayrimenkul Alımında Nelere Dikkat Etmek Gerekir? Ben ve ekibim ruhumuzu ve aklımızı işimize dahil ettiğimiz için bu işin muhteşem bir iş olduğunu ve gerçekten keyifle çalıştığımızı söyleyebilirim. Enerjisi yüksek, hareketli ve insan odaklı. Bir de eğitimli, disiplinli bir kadroya sahip olunca ofise her gün koşa koşa geliyorsunuz. Danışmanlığını Yaptığınız Kişilere Ne Tür Hizmetler Sağlıyorsunuz? Öncelikle satıcı müşterimizin satmak istediği gayrimenkulün “RAKİP PAZAR ANALİZİNİ” yapıyoruz, yani bunun yazılı evraka dayalı güncel bir fiyatlama tespiti olduğunu söyleyebilirim. Aslında tüm çalışmalarımız alıcı fiyat teklifi dahil yazılı evraka dayalı. Müşterilerimiz pazarlama sürecinde diğer çalışmalarımızı görünce, kendilerini gerçekten özel hissediyorlar. Tüm çalışmalarımızdaki hedefimiz, müşterimizin gayrimenkulünü satmak için harcayacağı zamandan, yaşayacağı sıkıntılardan uzak tutarak pazarlamamıza aldığımız gayrimenkulü maksimum alıcıya ulaştırarak en kısa sürede satmaktır. Peki Satıyor musunuz? Elbette. Sözleşme süresi içersindeki mülklerimizin %93’ünü satıyoruz. Tahmin edersiniz ki ciddi bir başarı bu. Bu satış yüzdemizin içersinde mutlu müşteri yüzdesinin de %98 olduğunu düşünürsek bugüne kadar aldığımız ödüllerin boşa alınmadığını söyleyebiliriz. Peki Bu Ekibe Nasıl Dahil Olunur? Bizim kurum kültürümüzde nitelikli nicelik anlayışımız var yani danışman arkadaşlarımızın eğitime bakışı, vizyonu ve çalışma prensipleri çok önemli. Uzun soluklu bir birlikteliği hedefliyoruz ve danışman arkadaşımıza ciddi bir emek sarf ediyoruz. Ekibimize dahil olmak isteyen farklı kariyerlerden gelen insanlar var. Bizim kapımız bir fikir alıverişi için dahi olsa açık. Yani “ilk adım için bir telefon kadar yakınız“ diyebiliriz. Öncelikle ihtiyaçlarını doğru tespit etmeliler. Satıcı konumundaki kişiler mülklerini pazarlarken fiyat tespitini mutlaka kurumsal bir firmadan yaptırmalılar. Yanlış fiyatlama genelde pazarlama sürecini olumsuz etkilemekte. Firmalarını seçerken de firmanın tecrübesine, danışmanlarının yetkinliğine ve en önemlisi sektörel hakimiyetine dikkat etmeliler. Bu konuda atılan tüm olumlu adımlar alıcı kişileri de olumlu etkileyecektir. Kadın Olarak Sektörde Başarılı İşler Yapan Birisiniz. Bu İşin Zorlukları ve Sağladığı İmkanları Var mı Diye Sorsak? Çok teşekkür ederim evet çok güzel projelere imza attık. Emin adımlarla da ilerliyoruz. Fakat bu adımları atarken ekip olmak çok önemli. Sanırım bizim şirket olarak başarımızın en önemli detayı, eşim Ümit Şen ile birlikte iyi bir ekip olmamız. Evimizde kızlarımızla birlikte olan mutluluğumuz işimize de kesinlikle yansıyor. İş Ya da Özel Hayatınızda Kendinize Misyon Edindiğiniz Kurallarınız Var mıdır? Misyon olarak iş ve özeli ayırt etmiyorum. Eşim Ümit Şen ve ben, yaptığımız işi her şeyden önce ahlaki değerlere ve dürüstlüğe dayandırarak yapıyoruz. 10 yıllık bir firma olarak ilk günkü heyecanımızı koruyabilmemizi başarı odaklı olmamıza ve değerlerimizden vazgeçmememize bağlıyorum. Bu prensiplerimiz bize ticari başarı getirdiği gibi kalıcı dostluklar da getirdi. Moskova Deyince... Dışarı çıkınca, mutlaka eldiven takıp, atkı ile birlikte bere giymeli. Sakın ha, “Nasıl olsa ellerimi cebime sokarım” diye düşünmeyin. Çünkü, eksi 20 derecede ceplerin içi de soğuk oluyor. Bir müddet sonra ellerinizi hissetmez olursunuz soğuktan. Kabanınız da, kaz tüyü olmalı… Arif Geçim, Rehber Bugün yine hava puslu… İki haftadır zaten hep böyle. Burada Ocak ayında hava güneşli olursa, bilin ki, o gün çok soğuk olacak. O yüzden, kışın güneşin olmaması, havanın daha ılık olacağı anlamına gelir. Kar öylesine güzel yağıyor ki, anlatımı olanaksız. Evlerin içi, merkezi kalorifer sistemi ile ısıtılıyor. Genellikle, Eylül-Nisan ayları arasında çalışıyor ısıtma sistemi. Sıcak su her zaman var. Gece gündüz, 28-30 derece… İç mekanlar sımsıcak. Sanki dışarda yağan kara nispet yapıyor.. Sımsıcak odadan yağan karı seyretmek, bambaşka bir güzellik. Hava kirliliği olmadığı için, kar hep, “Kar Beyazı” olarak kalıyor yol kenarlarında... Sabahın erken saatlerinden itibaren, her sokakta, kar temizleyen işçiler var. Hele park ve bahçeler devamlı temizleniyor... Çocuk bahçeleri ise, pırıl pırıl… İnsana verilen değer çok yüksek. Her şey insan için. Evden çıktığınız anda, hemen görüyorsunuz bunu. Hava sıcaklığı, eksi 18, hatta eksi 20 derece bile olsa, ana caddeler hep açık… Bunun için, gece gündüz çalışıyorlar… Bir yandan tuzlama yapılırken, diğer yandan kar temizleyici makinalar 64>65 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ görev başında… Tuz, arabalarda paslanmaya neden olduğu için, bunun yerine başka bir alternatif yaratma çabası içindeler… Caddeler genelde çok geniş. Örneğin, Tverskaya’da, altı şerit gidiş, altı şerit geliş var… Dünyanın en popüler caddelerinden birisi. Kremlin’e çok yakın. Cadde kenarındaki dükkan ve iş yerleri hayal edemeyeceğiniz kadar pahalı. (Tverskaya caddesinde, bir yıl için, metre kare başına, aşşağı yukarı 7500 dolar kira ödenir.) Tabii ki, konutlar da aynı durumda… Örneğin, üçüncü halka civarında bile, iki oda, bir mutfak ve küçük bir salonu olan, atmış metrekarelik eski bir dairenin kirası, aylık 2500 dolar. Eğer metroya yakınsa, Antalya’nın deniz kenarındaki evleri gibi, daha da pahalanıyor… Ana caddeler iç içe üç halkadan oluşuyor. Bunu, su dolu bir havuza taş atılmış gibi düşünebilirsiniz. Taşın düştüğü yer, Kremlin Sarayı’nın bulunduğu alan.. Oluşan dalgalar da, halka şeklinde birbirine paralel giden ana caddeler. Halkalar arasını, ara yollar birbirine bağlıyor. When We Say Moscow... Arif Gecim, Tour Guide It is hazy again today… In fact, it has always been so for two weeks. Here, if the weather is sunny in January, it means that the day will be very cold. Therefore, if there is no sun in winter, it means that the weather will be warmer. The snow is falling so beautifully that it is impossible to explain it. The inside of houses is heated by central heating system. The heating system is usually operated between the months September-April. There is always hot water. It is 28-30 degrees Centigrade night and day… The interiors are very warm. It is almost making spite to the snow falling outside… Watching the falling snow from the warm room is entirely fantastic. When you go out, you must surely put on gloves, scarf and beret. Do not you ever think that you can put your hands in your pockets. Brcause it is also cold inside your pockets at minus 20 degrees Centigrade. After a while, you will not feel your hands due to the cold. And your coat should be made of goose feather… As there is no air pollution, the snow always remains “Snow White” on the roadside… From the early hours of the morning, there are workers cleaning snow in every street. And the parks and gardens are constantly being cleaned… And the children’s gardens are sparkling… The value given to human beings is very high. Everything is for human beings. You can see it the moment you leave the house. Even if the temperature is minus 18 or even minus 20 degrees Centigrade, the main streets are always open… They work day and night for this… While salting is made, snow plow machines are at work… As salt causes rusting in cars, they are in an effort to create an alternative of it… The streets are usually very wide. For example, there are six lanes one way, and six lanes the other way in Tverskaya… It is one of the world’s most popular streets. It is very close to the Kremlin. The shops and offices on the sides of the street are so expensive that you cannot imagine. (About 7500 USD rent is paid per square meter for a year in the Tverskaya street.) Of course, it is the same situation in housing… For example, the rent of an old sixty-square-meter apartment with two rooms, a kitchen and a small living room is 2500 USD per month even near the third ring. If it is close to the subway, it becomes more expensive like the seaside houses in Antalya… The main streets consist of three rings intertwined. You might think this as a stone thrown into a pool full of water. The place where the stone falls is the place where the Kremlin Palace is… And the resulting waves are the main streets parallel to each other in the form of a ring. The intermediate trails connect the rings to each other. First, the street surrounding all around the Kremlin Palace was Moskova Deyince... / When We Say Moscow... Önce, Kremlin Sarayı’nı çepeçevre çevreleyen cadde yapılmış. İkinci olarak, en dış halka; daha sonra da, “İç Halka” denen ana yol yapılmış. Yol genişliği, birinci halkada oldukça fazla. Ama, iç halkada bir rekora ulaşıyor. Sıkı durun! Tam on şeritlik bir cadde… Hem de şehir içinde… İnsan Antalya’ya gelince, kendisini çok dar bir mekanda hissediyor… Moskova’da‚ bu kadar büyük caddelere karşın, trafik hep yoğun… Bazen, beş km.’lik bir yolu, üç saatte gidebiliyorsunuz... Ne de olsa, Moskova, dünya metropollerinin en büyüklerinden birisi. Ana caddelerdeki insan sayısının çok daha fazlası, şehrin altından geçen metrolardan gidiyor. Bu da yeterli olmadığı için, 2006 yılından bu yana yürütülen bir proje var. Apartmanların üzerinden geçen yollar yapmak istiyorlar… Şehrin estetiği bozulabilir endişesiyle, şimdilik rafa kaldırılmış bir konu bu... Şu anda çareyi, üst üste yapılmış, 3 katlı yollarla çöz- meye çalışıyorlar… Burada metro yapısı da çok ilginç. Sanki orada, bir sanat galerisinde gibi hissediyorsun kendini. Bazı bölümlerde, duvar resimleri muhteşem. Stalin zamanında, kendisine destek veren, gönüllü gençler tarafından yapılmış bu metro... Derinlik, yer yer 120 m.’yi buluyor. Avrupa’nın en büyük metrolarından birisi… Ara yoldan ana caddeye çıkacaksanız, buradaki gibi fazla beklemiyorsunuz. Sizin döneceğiniz şerit hep açık. Çünkü, “Devamlı Çizgi”ler var böyle yerlerde… “U” dönüşü yapacaksanız, kesik çizginin bulunduğu yere kadar gidip, oradan dönmelisiniz. “Şerit İhlali”nin cezası çok büyük. Şehrin her yerine, kontrol amaçlı kameralar kurulmuş… Eğer şerit ihlali yaparsanız, cezası, ehliyeti kaybetmeye dek gidiyor. İçkili araba kullanmanın cezası da çok yüksek. Sıkı kontrolden dolayı, herkes kuzu kuzu kurallara uymak zorunda kalıyor… İyi ki de öyle; yoksa, araba kullanmanın olanağı kalmazdı.. Hem de burada, alkol sınırı, “0” promil… 66>67 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Kremlin sarayı, Istanbul’daki Topkapı sarayına benziyor. Kremlin’i çevreleyen duvarlar oldukça eski... Kimler kuşatmamış ki şehri? Napolyon’dan tutun, Hitler’e kadar gelin. Rus halkı kahramanca savunmuş hep “Başkent”ini. Her noktada bir “İsimsiz Kahraman” anıtı var. Moskovalılar devamlı gelip, bu önemli yerleri ziyaret ediyorlar. Asker değişim törenleri, bizdeki gibi şaşaalı… Anne babalar çocuklarına hep Rus askerinin kahramanlıklarını anlatıyor… Vatan savunmasının ne denli kutsal olduğu, kuşaktan kuşağa aktarılıyor… Yani, milliyetçilik hep ön planda tutuluyor… Kremlin surlarının içinde, Çarlık Dönemi’nden saraylar ve kiliseler var. İçeriye girmek için bilet almak gerekiyor. En iyisi, yerel bir rehber almak… O zaman bilet kuyruğunda beklemiyorsunuz. Biz de öyle yapıyo- built. Secondly, the outmost ring, and then the main road called “Inner Ring” was built. The road is quite wide in the first ring. But it reaches a record in the inner ring. Hold on! It is astreet with a total of ten lanes… And in the city… When one comes to Antalya, he feels himself in a very narrow space… after drinking alcohol is also very high. Due to strict controls, everyone has to obey the rules… Good thing, too; if not, there would be no opportunity to drive the car… And here, the alcohol limit is „0“ promille… In Moscow, despite such large streets, the traffic is always busy… Sometimes, you can go a way of 5 km in 3 hours… The Kremlin Palace looks like the Topkapi Palace in Istanbul. The walls surrounding Kremlin are very old… Many people have sieged the city from Napoleon to Hitler. After all, Moscow is one of the largest metropolises in the world. Much more than the number of people in the main streets travel with the subway passing under the city. As even this is not enough, there is a project that has been carried out since 2006. They want to build roads passing over the buildings… This is a subject shelved for now with the fear that the aesthetics of the city can be deteriorated… Currently, they try to solve the problem with 3-storey roads built on top of each other… The Russion people have always defended their “Capital” heroically. At eavh point, there is an “Unnamed Hero” memorial. The Muscovites always come and visit these important sites. The soldier exchange ceremonies are resplendent just like ours… The parents always tell the heroism of Russian soldiers to their children… It is transferred from generation to generation how sacred it is to defend the country… That is, nationalism is always kept in the forefront… Here, the structure of the subway is also very interesting. There, you feel yourself as if in an art gallery. In some sections, the wall paintings are magnificent. This subway was built by the volunteering young people who supported Stalin during his time… The depth is 120 m in places. It is one of the largest subways of Europe… Within the walls of Kremlin, there are palaces and churches from the Tsarist Era. You need to get ticket to get inside. It is better to get a local guide… Then, you do not wait in the line for tickets. So do we. The interior is used as a museum today. The entrance ticket is cheaper for the Russians. The foreigners are paying more… If you are going out on the main street from the driveway, you do not wait much as you do here. The lane you will turn is always open. Because there are „Continuous Lines“ in such places… If you will do an „U“ turn, you must go until the place where there are dashed lines, and turn from there. The penalty of „Violation of Lane“ is very big. There are cameras established for controlling anywhere in the city… We see the Tsarist Palace and the furniture of that day, and come to the Tsarist Church. Our guide tells quite superficially. For example, he does not notice a Turkish motif on the wall of the church. However, the Tsar of the time gave importance to dialogue among faiths, and so had the Turkish-Islamic motif depicted on the wall of the church. When I enlighten him, this situation immediately attracts the attention of our guide, and he asks me my profession. And when I say “I am a tour guide in Antalya, he says “You know much more than me, please kindly you If you violate the lane, ist penalty goes up to losing your driving license. The penalty for driving tell, and I will learn.” I tell in details the stages starting from the “Basilical Church” structure to today’s churches. He likes it very much, and attempts to pay back the fee of guidance. Of course, we do not take it. He gives us a small gift as a reminiscent of Moscow. We say goodbye to each other… Shopping malls are quite interesting here. Most of them are open 24 hours. They make discounts in the late hours of the night. The payment queues in front of the cash registers are quite longUnfortunately, there are a lot of shrewd people in such queues. At any moment, someone can pass in front of you. People are insensitive in this issue. Nobody shows reaction. Maybe they are afraid of being killed in confusion… It is forbidden to sell alcohol in the shopping malls after 9 P. M. And the New Year’s hike is quite high. In spite of this, a bottle of Vodka is ridiculously cheap… In the bars, alcohol is free until the morning. As you would expect, the prices have naturally increased there a lot… Although the price of petrol has increased recently, when compared with Turkey, they pay less than half of what we pay… Car prices are also very reasonable. You can see Hummer Limousine everywhere. Usually, the marrying couples rent them. You cannot see this much luxury cars anywhere else in the world. Because the Russian people think that the ones who have money are entitled to boast with money. Therefore, they do not hesitate to show their wealth… Despite very challenging winter conditions, the cars are clean. Both the clothing and the shoes of the people on the pavements and especially in the subway are sparkling… The construction sector is in the hands of Turks, food, beverage and shopping malls in the hands of French, and tourism again in the hands of Turks. Moskova Deyince... / When We Say Moscow... ruz. İçerisi günümüzde müze olarak kullanılıyor. Giriş bileti Ruslar için daha ucuz. Yabancılar daha fazla ödüyorlar… Çarlık Sarayı’nı ve o günün mobilyalarını görüp, Çarlık Kilisesi’ne geliyoruz. Rehberimiz oldukça yüzeysel anlatıyor. Örneğin, kilise duvarındaki bir Türk Motifi’ni fark etmiyor. Oysa devrin Çar’ı, inançlar arasındaki dialoğa önem vermiş, o yüzden Türk-İslam Motifi’ni kilise duvarına resmettirmiş. Kendisini aydınlatınca, bu durum hemen rehberimizin dikkatini çekiyor ve bana mesleğimi soruyor. ”Antalya’da rehberlik yapıyorum” deyince, “ Siz benden daha çok biliyorsunuz, ne olur anlatın da, ben de öğreneyim” diyor. Bir çoğu 24 saat hizmet veriyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde indirim yapıyorlar. Kasalardaki ödeme kuyrukları oldukça uzun. Moskova’da ne yazık ki, böyle kuyruklarda çok açıkgözlük yapan oluyor. Her an, birisi önünüze geçebiliyor. İnsanlar bu konuda duyarsız. Kimse tepki göstermiyor. Belki de kimvurduya gitmekten korkuyorlar… Saat 21’den itibaren AVM’lerde alkol satışı yasaklanıyor. Yeni yıl zammı ise oldukça yüksek. Buna karşın, bir şişe Vodka, sudan ucuz… Barlarda, sabaha dek içki serbest. Tahmin edeceğiniz gibi, doğal olarak oralarda fiyatlar uçmuş… rasıyla övünme hakkına sahiptir” diye düşünüyorlar. Zenginliklerini göstermekten de bu yüzden hiç çekinmiyorlar… Kış şartları çok zorlu olmasına karşın, arabalar temiz. Kaldırımlardaki ve özellikle metrolardaki insanların hem giysileri, hem de ayakkabıları pırıl pırıl… İnşaat sektörü Türkler’in, yiyecek-içecek ve AVM’ler Fransızlar’ın, Turizm ise, yine Türkler’in elinde. “Bazilikal Kilise” yapısından başlayıp, günümüz kiliselerine dek olan aşamaları ayrıntlı olarak anlatıyorum. Çok beğeniyor ve ödediğimiz rehberlik ücretini geri vermeye kalkıyor. Tabii almıyoruz. Bize Moskova anısı olarak, küçük bir armağan veriyor. Vedalaşıyoruz… Benzine yeni zam gelmesine karşın, Türkiye ile karşılaştırılınca, bizim ödediğimizin yarısından az ödüyorlar… Araba fiyatları da çok uygun. Her yerde Hummer Limuzin görebiliyorsunuz. Genellikle evlenecek yeni çiftler kiralıyorlar. Buradaki kadar lüks arabayı dünyanın başka hiçbir yerinde göremezsiniz… Moskova’ya yapılan meyve ve sebze ihracatı oldukça fazla… Her yerde, “Finike Portakalı” bulabilirsiniz. Özellikle muz ve elma çok ucuz… Balık ve et gibi gıda maddeleri de çok uygun. Bazen “Takı Fuarları” düzenleniyor. Altın, pırlanta ve diğer değerli taşlar satışa sunuluyor. Bu tür fuarlarda Türkler’e hiç rastlamadım ama, konfeksiyon ve kuyumculuk olarak, Türk girişimciler öndeler. Konfeksiyon alanında, İtalyanlar da modayı belirleyenlerden… AVM’ler oldukça ilginç burada. Çünkü Ruslar, “Parası olan, pa- Bir kaç tane Türk Restoranı var. 68>69 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ The export of fruit and vegetables made to Moscow is quite a lot… You can find “Finike Orange” everywhere. Especially, bananas and apples are very cheap… Food items such as fish and meat are very conveniently priced as well. Sometimes “Jewelry Fairs” are organized. Gold, diamonds and other precious stones are offered for sale. I have never seen Turks in such fairs, but the Turkish entrepreneurs are leaders in clothing and jewelry. The Italians are also of those who determine the fashion… There are a few Turkish restaurants. They are named as “Ocakbasi.” There is also live music in some of them. You have the opportunity to see and learn all cuisines of the world here. This night, we thought we’d go out a bit… Indeed, Moscow has a nightlife as well. The discos are opened from the midnight. Besides music and dance, there are also some shows. For example, a volunteer young girl and a young man are called among the guests. The young man’s shirt and undershirt are removed accompanied by music. And the young girl’s pants or skirt is removed. The programme has a director. This is someone very remarkable with bright, satin clothing. The girl lies on the table there with the rhythm of the music. She slightly keeps in her belly so that the whiskey poured inside can stay there. The man lowers his head backwards as much as he can without using his hands, and tries to drink the whiskey pored into the girl’s belly. It is not pornographic at all but very aesthetic, and of course, a bit erotic visual show… That is, they do not get cheeky… This show is repeated by different partners later that night… As drunk driving is prohibited, taxis and private cars are waiting on the outside. You can bargain. The taxi drivers definitely not get angry with the pirate drivers of private vehicles for carrying passengers. This is due to either excess demand, or informal economy. Probably they are working as pirate as well… The next week, we go to watch a show group performing “Latin Dances.” It is agreat show performed by men and women. The French wines served are wonderful, but they are quite expensive at the same time… The group’s show is very aesthetic. You are fascinated both by the wine and the eroticism... In the morning, we go to see the skyscrapers built by Turks. The top portion remains among the clouds just like the summit of Mount Erciyes. It is a huge building with 79 storeys, I think it is the highest building in Europe now… The parking lots have not been completed yet. So, you immediately notice that it is the work of “One of Us,” as the infrastructure is made after the superstructure… Credit card is hardly ever used. The Muscovites prefer to pay cash. When a work is ordered, the price of materials is paid in advance. And the residue at the end of the work… This gives a considerable impetus tot he construction industry… Because the risk of both parties is reduced… The case of the retired is also very interesting. For example, as life is very expensive in Moscow, the pension of the retired ones in Moscow is more than that of the retired ones in the rural areas… There are a lot of things “When We Say Moscow”… They have prevented frost by passing heating cables below the marble coverings of the stairs going down to the subway… The people do not slide and fall… As the birds cannot find enough feed in winter, the people help them in this issue. They hang the feeders they have made simply to the branches of trees, and help the birds find feed easily… On the roads passing through valleys, walls preventing exhaust noise have been built so that people living there would not be disturbed. The objective is to make the people comfortable… In many places, you see how the buildings are restored. First, a curtain is hung with the size of the façade of the building. The “Reconstruction Illustration” is drawn on this curtain. This drawing shows the state of the building after reconstruction. As it is drawn same to the original, you almost see the completed original shape of the building. The repair made inside remains behind the curtain. And this prevents visual pollution. There are also a lot of parks and gardens… One of the most famous ones of them is the “Gorky Park”… It is also called “Culture Park” (“Park Kultury”)… In winter, the sleds pulled by the Reindeers in the Gorky Park are very nice for promenade… There is a large area used for ice skating. Thousands of people do ice skating here. You can rent skates there, or use your own skates… When one sees that scene there, he can easily understand why this country is at the forefront in ice skating. In some places, there are remarkable sculptures made of ice. Such views are so interesting for those from Antalya like us… And there is such a lighting that its reflection on the snow is such a visual show… The “Tsaritsino Park” is very impressive. Czarina Ekaterina does not like the park and palace built first, and orders the construction of new ones. Her husband Peter is the powerful Tsar of the period. Sometimes we call extraordinary people “Mad.” He is a Tsar so much loved by his people… And Ekaterina is referred to together with “Baltaci Mehmet Pasha,” the Ottoman Grand Vizier, in the Pruth River Campaign. I think there is no resource and basis of this story other than our history. Moskova Deyince... / When We Say Moscow... “Ocakbaşı” olarak isimlendiriliyorlar. Bazıları canlı müzik de yapıyor. Dünyanın bütün mutfaklarını burada görme ve tanıma olanağınız var. Bu gece, biraz dışarı çıkalım dedik.. Öyle ya, Moskova’nın bir de gece hayatı var. Discolar, saat 24’ten itibaren açılıyorlar. Müzik ve dansın yanında, bazı showlar da var. Örneğin, konuklar arasından, gönüllü bir genç kız, bir de genç erkek çağrılıyor. Genç erkeğin gömleği ve atleti çıkarılıyor müzik eşliğinde. Genç kızın da, pantolonu, ya da, eteği çıkartılıyor. Programın bir yöneticisi var. Üzerinde parlak, saten giysileri olan, oldukça dikkat çekici birisi bu. Kız, müziğin ritmine uyarak, oradaki masanın üstüne uzanıyor. Hafifçe karnını içe çekiyor ki, içine dökülen wiski orada kalabilsin. Erkek, ellerini kullanmadan geriye doğru kafasını inderebildiğince indiriyor ve kızın göbeğine dökülen içkiyi içmeye çalışıyor. Yapılan iş pornografik değil, müthiş estetik, tabii biraz da erotik bir görsel show… Yani işi cıvıtmıyorlar… Gecenin ilerleyen saatlerinde bu show, farklı partnerler tarafından yineleniyor… Yani, alt yapının, üst yapıdan sonra yapılması özelliğiyle, işin, “Bizden Birisi”nin elinden çıktığını hemen fark ediyorsunuz… İçkili araba kullanmak yasak olduğundan, çıkışta taksi ve özel otolar bekliyor. Pazarlık ediyorsunuz. Taksiciler kesinlikle korsan çalışan özel araç şoförlerine yolcu alıyor diye kızmıyorlar. Bu, ya talep fazlalığından, ya da, kayıt dışı ekonomisi. Muhtemelen onlar da korsan çalışıyor… Kredi kartı hemen hemen hiç kullanılmıyor. Moskovalılar peşin ödemeyi yeğliyorlar. Ertesi hafta, “Latin Dansları” yapan bir show grubunu izlemeye gidiyoruz. Erkekli kadınlı yapılan müthiş bir show. Sunulan Fransız şarapları bir harika ama, ödediğiniz para da epey tuzlu yani… Grubun yaptığı gösteri çok estetik. Bir yandan şarabın etkisi, bir yandan erotizm, sizi büyülüyor... Sabahleyin, Türkler’in yaptığı gökdelenlere bakmaya gidiyoruz. En üst kısmı sanki Erciyes Dağı’nın zirvesi gibi, bulutların arasında kalıyor. 79 katlı devasa bina, sanıyorum şu anda Avrupa’nın en yükseği… Otoparklar henüz tam yapılmamış. 70>71 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Bir iş yaptırılacağında, malzeme parası peşin ödeniyor. Kalan kısım da iş bitiminde… Bu da, özellikle inşaat sektörüne büyük ivme kazandırıyor… Çünkü, her iki tarafın da riski azalıyor… Emeklilerin durumu da çok ilginç. Örneğin, Moskova’da hayat çok pahalı olduğundan, oradaki emeklilerin aldığı para, diğer taşradaki emeklilere göre, daha fazla oluyor… “Moskova Deyince”, neler yok ki?.. Alt geçitlere inen merdiven basamaklarının mermer kaplamalarının altından ısıtıcı kablo geçirerek, buz tutmasını engellemişler… İnsanlar kayıp düşmüyorlar… Kışın soğukta kuşlar yeterli yem Moskova Deyince... / When We Say Moscow... bulamadıkları için, insanlar onlara bu konuda yardımcı oluyorlar. Basitçe yaptıkları yemlikleri, ağaçların dallarına asıp, kuşların kolayca yem bulmalarını sağlıyorlar… “Kültür Parkı” da deniyor… (“Park Kultury”). Kışın, Gorki Park içindeki, “Ren Geyikleri”nin çektiği kızaklar, gezinti yapmak için çok güzel… Vadilerden geçen yollarda, orada oturan kişiler rahatsız olmasın diye, egsos gürültüsünü kesen duvarlar yapılmış. Amaç insanlar rahat etsin, rahat yaşasın… Buz pateni yapanların kullandığı büyük bir alan var. Burada binlerce kişi buz pateni yapıyor. Patenleri oradan kiralayabildiğiniz gibi, kendi patenlerinizi de kullanabiliyorsunuz… Bir çok yerde binaların nasıl restore edildiğini görüyorsunuz. Önce, bina cephesinin büyüklüğünde bir perde asılıyor. Bu perde üzerine, “Rekontrüksiyon çalışması” yapılıyor. Bu çizim, binanın restorasyondan sonraki durumunu gösteriyor. Aynı aslı gibi çizildiğinden, bakınca siz, sanki binanın tamamlanmış, orjinal şeklini görüyorsunuz. İçeride yapılan tamirat, perdenin arkasında kalıyor. Bu da görüntü kirliliğini önlüyor. Park ve bahçeler de, oldukça fazla.. Bunlardan en meşhurlarından birisi, “Gorki Parkı”… İnsan o manzarayı görünce, neden buz pateninde bu ülkenin en önlerde olduğunu hemen kavrıyor. Yer yer buzdan yapılmış heykeller var dikkat çeken. Bizim gibi Antalyalı’lar için, bu görüntüler çok ilginç… Hele öylesine bir ışıklandırma yapılmış ki, karda yansıması tam bir görsel show… “Tsaritsino Parkı” çok etkileyici. Çariçe Ekaterina, ilk yapılan parkı ve sarayı beğenmez, yerine yenisinin yapılmasını emreder. Kocası Petro, dönemin güçlü Çar’ıdır. Biz bazen sıra dışı insanlara nedense, “Deli” damgası vururuz. Kendi halkı tarafından çok sevilen bir Çar… 72>73 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Ekaterina’nın adı ise, Prut Meydan Savaşı”nda, Osmanlı Sadrazam’ı, “Baltacı Mehmet Paşa” ile birlikte anılır. Bizim tarihten başka, sanıyorum hiçbir kaynağı ve dayanağı yok bu öykünün. Çünkü Prut Meydan Savaşı sırasında, Baltacı Mehmet Paşa 81 yaşındadır… Üstelik, ne Çar Petro, ne de Çariçe Ekaterina, bu savaşta Mehmet Paşa ile karşılaşmıştır… Bu “Çadır öyküsü”, “Yukarı pazarda yalan söyleyip, aşağı pazarda kendi yalanına inanmak”tan öteye gitmez… Bu park içinde bulunan Çar ailesine ait kilise muhteşemdir. Ne yazık ki, ilk yapıları beğenmeyen Çariçe Ekaterina, ömrü yetmediği için, yeni yapılan sarayı göremez. Kolomenskaya Parkı da oldukça ilginç. Park içinde bulunan ahşap kulübeler küçük birer lokanta. Özellikle, Rus’ların çok sevdiği, “Bilini”, burada balla karıştırılıp yenmektedir. Meşhur “Borç” çorbası da denenebilir. Bu alanda, bal sergisi açılmaktadır. Satışa sunulan ballar birbirinden ilginç… Çünkü bizim tanıdığımız aromalar dışında da bir çok değişik bal çeşidi var burada… Because Baltaci Mehmet Pasha is 81 years old during the Pruth River Campaign… Moreover, neither Tsar Peter, nor Czarina Ekaterina has met Mehmet Pasha during this war… This “tent story” is no more than believing in one’s own lie… The church belonging to the family of Tsar in this park is magnificent. Unfortunately, Czarina Ekaterina could not see the newly built palace as her life was not long enough. The Kolomenskaya Park is also very interesting. The wooden huts located in the park are small restaurants each. Especially, “Bilini,” very much loved by the Russians, is mixed with honey and eaten here. The famous “Bortch” can also be given a try. In this area, honey exhibition is made. The types of honey offered for sale are very interesting… Because there are a lot of different types of honey here other than the aromas we know… “VDNH” park comes first among my favourite parks… You enter through a magnificent crown gate. The “Spike” motifs symbolizing fertility are very interesting. The “Hammer and Sickle” motifs symbolize the magnificent power of that period… The fountains located in the park are frozen in winter. There are gold-plated female figures around the fountains. In some resources, it is told that the female statues are made of gold. This park area is also an exhibition area. There are magnificent structures symbolizing the former Soviet Union… The promenade track is quite large… The “Victory Park” is also very impressive. It was built as a “Victory Monument” after the Muscovites had defeated the armies of Hitler in “World War II.” Inside, there is a museum describing that period… There is a church, a mosque, and a synagogue inside the park… The open-air restaurants and cafes are always full. Here, you can taste the typical Russian dishes… The Kremlin Palace and Red Square come first among the places worth seeing in Moscow. Lenin’s tomb is monumental in the Red Square. Some ceremomies and celebrations are still held here… If it will be rainy on the day of celebration, the Russians can prevent the fall of rain until the end of ceremony with the technology at their hand today. This area is called the “Red Square” due to the red colour of the walls surrounding the square. Unfortunately, the ice rink built here today disrupts the aesthetic of that magnificent atmosphere. The high-rise buildings called “Seven Sisters” were built in Stalin’s time. They were built in defiance of the high-rise buildings built in Europe in that period. Their architecture is quite unique and interesting. One of these buildings is the building of Moscow State University. Another one serves as a hotel today… As you know, Moscow is a city with “Seven Hills,” just like Rome and Istanbul. The university building is located on one of these hills… When you look down from this high area also called the “Lenin Hill,” a splendid view is under your feet especially at night. The “Moscow River,” which passes right through the city and is branch of Volga, flows with all of its glory. This river freezes in winter. Ice-breaker vessels make every effort to break the ice by working day and night. If you’d like, you could find the opportunity to have dinner in floating restaurants. The evening tours made with tour vessels are as expensive as they are beutiful… The area on the opposite where the winter olympics were held is also very impressive. And the stadium on the side is also worth a visit… (It came to my mind when I said stadium; there is a statue of Yasin, the famous Russian goalkeeper of the period, in front of the Dynamo Moscow stadium.) The St. Vasili Church is the symbol of Moscow. Its golden domes resembling onion will dazzle your eyes… Another magnificent church is the Church of Jesus Christ the Savior. Its magnificent domes rising above its white walls are worth seeing… The old Arbat street is famous for its “Street Artists” and old buildings. It is a nostalgic corner of Moscow… When I say museum, the Pushkin Museum comes to my mind immediately… There are a lot of works of art belonging to the Greek and Roman periods. It has always been the Pushkin Museum which has impressed me most… I had searched a lot the traces of the Treasures of Troy in Berlin. I finally came across them here. Once again I admired these works… When I got out, I sat at a cafe and started to watch the visitors. They were students of eight or nine years old yet, with twenty busloads. They entered the museum with a great discipline. I had seen this scene when the temperature was minus 18 degrees Centigrade… Hundreds of students were in a single row visiting the museum… Believe me, I was both jealous of them, and I envied them a lot. None of them were complaining about the cold weather. Do not dare to say that they are used to cold weather. Because they were not feeling cold due to their great interest and excitement they had for culture. I did not car efor Mon- Moskova Deyince... / When We Say Moscow... En çok beğendiğim parklar arasında, “VDNH” parkı başta gelir.. Muhteşem bir taç kapıdan girersiniz. Bereketi simgeleyen “Başak” motifleri çok ilgi çeker. “Orak-Çekiç” motifleri, o zamanın muhteşem gücünü simgeler… Park içinde bulunan fıskiyeler kışın buz tutar. Fıskiye çevresinde, altın kaplama kadın figürleri bulunmaktadır. Bazı kaynaklar, kadın heykellerinin altından yapılmış olduğunu anlatır. Bu park alanı aynı zamanda bir fuar alanıdır. Eski Sovyetler Birliği Dönemi Cumhuriyetleri’ni simgeleyen muhteşem yapılar vardır… Gezi parkuru oldukça büyüktür… “Zafer Parkı” da çok etkileyicidir. Moskovalı’ların, İkinci Dünya Savaşı”nda, Hitler ordularını bozguna uğratmalarından sonra, “Zafer Anıtı” olarak yapılmıştır. İçinde, o devri anlatan bir müze bulunmaktadır… Park içinde, bir Kilise, Bir Cami ve Havra vardır… Açık hava restoran ve kafeleri her zaman doludur. Burada tipik Rus yemeklerini tadabilirsiniz… Moskova’da görülmesi gereken yerlerin başında, Kremlin Sarayı ve Kızıl Meydan gelir. Kızıl Meydan içinde, Lenin’in mezarı anıtsaldır. Bazı törenler ve kutlamalar, hala burada yapılmaktadır… Eğer kutlama yapılacağı gün yağmur yağacaksa, Ruslar, ellerindeki bugünkü teknolojiyle, tören bitinceye kadar yağmurun yağmasını engelleyebiliyorlar. Meydanı çeviren duvarların kırmızı renginden dolayı, bu alana, “Kızıl Meydan” adı verilmektedir. Günümüzde burada yapılan buz pateni alanı, ne yazık ki, o muhteşem atmosferin estetiğini bozmaktadır. “Yedi Kız Kardeş” adlı yüksek binalar, Stalin zamanında yapılmıştır. O devirde, Avrupa’da yapılan yüksek binalara nispet olarak inşa edilmişlerdir. 74>75 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Mimarisi oldukça özgün ve ilginçtir. Bu yapılardan birisi, Moskova Devlet Üniversitesi binasıdır. Bir diğeri günümüzde otel olarak hizmet vermektedir… Bildiğiniz gibi Moskova, Roma gibi, İstanbul gibi, “Yedi Tepeli” bir kenttir. Üniversite binası, bu tepelerin birisinin üzerinde bulunur… “Lenin Tepesi” de denilen bu yüksek alandan, aşağıya baktığınızda, özellikle geceleri muhteşem bir görüntü, bütün ihtişamı ile ayaklarınızın altındadır. Şehrin tam ortasından geçen, Volga’nın bir kolu olan “Moskova Nehri”, bütün haşmetiyle akmaktadır. Bu nehir, kış mevsiminde donmaktadır. Buz kırıcı gemiler, gece gündüz çalışarak, tutan buzu kırmak için büyük gayret sarf ederler. İsterseniz, yüzen restoranlarda akşam yemeği yeme fırsatı bulabilirsiniz. Tur gemileriyle yapılan akşam turları, güzel olduğu kadar da pahalıdır… Karşı taraftaki kış olimpiyatlarının düzenlendiği alan da çok etkileyicidir. Yan tarafındaki stadyum da görülmeye değer… (Stadyum deyince aklıma geldi. Dinamo Mos- ey, and entered inside once again with them. Believe me, it was so silent inside. Everybody listened to the guides eagerly. Everybody could listen to what was told with the headphones. I had some consolation when I saw that this group of children examined the “Treasures of Troy” with a great interest. Because that treasure was given the due importance. The tears in my eyes had reduced a little. In every corner there is a museum in Moscow. There is a wide variety of museums. There is even a “Puppet Museum.” Archaeological and arts museums are in the majority… The works of various artists are displayed in these art museums… Although our Anatolia is the richest in the world in terms of archaeological values, unfortunately museology has remained almost in the period of Osman Hamdi Bey… I think, the fear that we cannot preserve them is predominant always… Pity, what a pity… Believe me, I am so sorry that we have so few museums… Each corner of Anatolia would fill hundreds of museums. Especially, after seeing this much museums established abroad with those taken from Anatolia, my sorrow is even greater… I’d like to end my words with Nazim Hikmet Ran, the great master… As you know, the great poet, the great master lies there… It is a monastery monumental cemetary built in the seventeeth century… The Tsar’s family and the aristocratic ladies of the period have used this monastery. Also many famous people are buried in this cemetary. Boris Yeltsin, Lev Tolstoy, Anton Chekhov and Nikolai Gogol are some of them… Everybody working there knows Nazim’s grave. It is always decorated with red carnations. Especially, those coming from Turkey necessarily visit it… Nazim is not alone there… He has many lovers. And his wife Vera? She is also in the same grave… It is as if they are engaged with a bond of love that will last forever… And in the shade of a grand tree… Just as Nazim has bequeathed… On the way back with tired steps, I murmur Nazim’s lines: “ The most beautiful sea: hasn´t been crossed yet. The most beautiful child: hasn´t grown up yet. Our most beautiful days: we haven´t seen yet. And the most beautiful words I wanted to tell you I haven´t said yet.” Goodbye, Moscow… Goodbye, “Delicate Baby”… Moskova Deyince... / When We Say Moscow... Anadolu’muz, arkeolojik değerler açısından, dünyada en fazla zenginliğe sahipse de, müzecilik, ne yazık ki, neredeyse Osman Hamdi Bey döneminde kalmış… Sanıyorum, hep, “Ya koruyamazsak” düşüncesi hakim… Yazık, çok yazık… İnanın bu kadar az müzemiz olduğu için, çok üzülüyorum… Anadolu’nun her köşesi, yüzlerce müze doldurur. Hele Anadolu’dan götürülenlerle, yurt dışında kurulan bu kadar çok müzeyi gördükten sonra, üzüntüm daha da artıyor… Son sözü, büyük üstat, Nazım Hikmet Ran ile bitirmek istiyorum… Bildiğiniz gibi, büyük şair, büyük usta, orada yatıyor… kova stadı önünde, dönemin ünlü Rus file bekçisi Yaşin’in bir heykeli bulunmaktadır…) St. Vasili Kilisesi, Moskova’nın simgesidir. Soğana benzeyen altından kubbeleri, gözünüzü kamaştıracaktır… Bir diğer görkemli kilise ise, Kurtarıcı İsa Kilisesi’dir. Beyaz duvarları üzerinde yükselen muhteşem kubbeleri görülmeye değer… Eski Arbat sokağı, barındırdığı “Sokak Ressamları” ve eski binaları ile ünlüdür. Moskova’nın nostaljik bir köşesidir… Müze deyince hemen aklıma Puşkin Müzesi geliyor… İçinde birçok Roma ve Yunan dönemine ait eser barındırıyor. Beni en çok etkileyen müze, Puşkin Müzesi olmuştur hep… Truva Hazineleri’nin izini, Berlin’de çok aramıştım. Nihayet burada karşıma çıktı. Bir kez daha hayran oldum bu eserlere… Dışarıya çıkınca, bir kafeye oturup, gelen ziyaretçileri izlemeye başladım. Bunlar, yirmi otobüs dolusu, yaşları henüz sekiz ya da dokuz olan öğrencilerdi. Büyük bir disiplinle giriyorlardı müzeye. Hava sıcaklığının eksi 18 olduğu gün görmüştüm bu manzarayı… Yüzlerce öğrenci, tek sıra olmuş, müze ziyareti yapıyordu… İnanın hem kıskandım, hem de gıpta ettim doğrusu. Hiç soğuktan yakınan yoktu. Sakın, “Onlar alışkındır soğuğa” demeyin. Çünkü, onların üşümemesi, kültüre duydukları büyük ilgi ve heyecandan dolayı idi. Paraya kıyıp onlarla tekrar içeri girdim. İnanın içeride “Çıt” yoktu. Herkes heyecanla rehberlerini dinliyordu. Kulaklıklarından herkes duyabiliyordu anlatılanları. Ben, bu çocuk öğrenci grubunun, “Truva Hazineleri”ni büyük bir ilgiyle incelediğini görünce, biraz teselli oldum. Çünkü o hazineye, gereken önem veriliyordu. Gözlerimin nemi biraz azalmıştı. Moskova’da her köşede bir müze var. Bu müzeler çok çeşitli. “Kukla Müzesi” bile var. Arkeoloji ve sanat müzeleri çoğunlukta… Çeşitli ressamların yapıtları sergileniyor bu sanat müzelerinde… 76>77 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ On yedinci yüzyılda yapılmış bir manastır anıt mezarlığı burası… Zamanın Çar ailesi ve aristokrat kadınları kullanmış bu manastırı. Buradaki mezarlıkta bir çok ünlü kişi de defnedilmiş. Boris Yeltsin, Lev Tolstoy, Anton Çehov ve Nikolay Gogol bunlardan bazıları… Nazım’ın mezarını bilmeyen yok orada çalışanlardan. Her zaman kırmızı karanfillerle donatılıyor. Özellikle Türkiye’den gelenler mutlaka uğruyorlar ziyaret için… Nazım, yalnız değil orada… Çok seveni var. Karısı Vera mı? O da, aynı mezar içinde… Sonsuza dek sürecek bir sevgi bağı ile kenetlenmişler sanki… Hem de ulu bir ağacın gölgesinde… Tıpkı Nazım’ın vasiyet ettiği gibi… Yorgun adımlarla geri dönerken, bir yandan da, Nazım’ın dizelerini mırıldanıyorum: “en güzel deniz: henüz gidilmemiş olanıdır. en güzel çocuk: henüz büyümedi. en güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız. ve sana söylemek istediğim en güzel söz henüz söylememiş olduğum sözdür”. Hoşça kal, Moskova… Hoşça kal, “Nazlı Bebek”… Dicle’den Meriç’e, Göbekli Tepe’den Yenikapı Kazılarına Türkiye’nin Benzersiz Uygarlık Dönemi: Neolitik Çağ * Türkiye Arkeolojisinin Büyük Kaybı: Prof. Dr. Klaus Schmidt (1953-20.07.2014) Anısına önemli aşamalarından birini oluşturan süreçtir. Nezih Başgelen - Türkiye’de Neolitik Dönem / The Neolithic in Turkey projesi yayın editörü. Türkiye’de son yıllarda yapılan kazı ve araştırmalar, ülkemizdeki Neolitik yerleşimlerin, Neolitik Çağ’ın tanımını değiştirecek ölçüde gelişkin ve kendine özgü karmaşık yapıda kültürleri barındırdığını göstermiştir. Ders kitaplarından cilalı taş dönemi olarak bildiğimiz arkeoloji literatüründe ise Neolitik olarak tanımlanan bu dönem, genelde insanoğlunun avcılık ve toplayıcılığa dayalı gezginci bir yaşamdan, genelde üretime dayalı yerleşik yaşama geçtiği kabul edilen kültür tarihinin en Bu dönem, içinde gelişen mimari, sanat ve zenaatlar, uzmanlaşma, toplumsal örgütlenme gibi birçok “olgu” ile her şeyin değiştiği ve yeni bir düzenin kurulduğu, birçok yeni buluşun sınanarak ortaya çıktığı, heyecan verici bir uygarlık sürecidir. Son 50 yıl içinde Yakındoğu’daki kazılarda, bu döneme ait birçok yeni kanıtlar elde edilmiştir. Bizimde çekirdek bölgesinde yer aldığımız Neolitik dönemin içinde ortaya çıkan uygarlık tarihi açısından ikinci önemli aşama çanak-çömleğin kullanılmaya başlanması olmuştur. Son yıllarda bu çağ, besinlerin depolandığı, sunulduğu pişmiş topraktan kap kacağın yapımı ve kullanımı baz alınarak, Çanak Çömleksiz ve Çanak Çömlekli Neolitik Çağ olarak iki ana dönemde değerlendirilmektedir. Çanak çömlekli Neolitik, 1960 öncesi Anadolu’da sadece Mersin-Yumuktepe, Tarsus-Gözlükule ve Amik Ovası höyüklerindeki gibi az sayıda kazılarda rastlanan bulgular çerçevesinde biliniyordu. Çatalhöyük kazılarına kadar ise Gordon Childe’ın ünlü deyimiyle “Neolitik Devrim”in ilk olarak Suriye-Mezopotamya bölgesinde ortaya çıktığı, Anadolu ‘nun bu gelişme sürecinde marjinal bir bölge olduğu düşünülmekteydi. Buna karşın 1961 yılında Konya İli Çumra İlçesi yakınında Çatalhöyük’te başlatılan kazılar MezopotamyaSuriye’deki çağdaşlarından çok daha büyük, kalabalık bir nüfusu barındıran, köyden çok kent görünümünde şaşırtıcı Neolitik bir yerleşmeyi ortaya çıkarmıştır. Özellikle Urfa-Göbekli Tepe ile Batman-Körtik Tepe’deki kazılar ise Neolitik kültür açısından bugüne kadar rastlanmamış şaşırtıcı sonuçlar ortaya koymuştur. Batman yakınlarındaki Körtik Tepe yeni kazılmaya başlanan, Siirt ‘teki Gusir Höyük Anadolu’nun bilinen en eski Neolitik yerleşmelerine ait ilginç bulgulara sahiptir. Gusir Höyük Yukarı Dicle Havzası’nda yerleşik hayatın en eski bulgularına sahiptir. Yuvarlak-çukur kulübelerin içlerinde Göbekli benzeri dikilitaşlar ilginçtir. Körtik tepe’nin (*) Bu metin Nezih Başgelen’in ARO - Antalya Rehberler Odası’nın davetlisi olarak 24 Mart Pazartesi - Saat: 13:00’de Antalya - Atatürk Kültür Merkezi, Perge Salonu’nda Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı Konusunda, “Göbekli Tepe’den Yenikapı’ya Türkiye’de Tarihi Yeniden Yazdıran Neolitik Dönem Kazıları” başlıklı geniş bir ilgili kitlesine yaptığı sunumun bir özetidir. 78>79 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ mezarlarında ele geçen ustaca biçimlendirilmiş bezemeli klorit taşından kapları, kemik aletlerin üzerini süsleyen sembolik bezemeleri bu dönem için karakteristik ögelerdir. Bunların yanı sıra Batman’da kazılmakta olan Hasankeyf Höyük, Salat Camii Yanı, Siirt-Sumaki Höyük kazıları Yukarı Dicle Havzasının Neolitik dönemi ile ilgili ilginç bulgular vermektedir. Diyarbakır Ergani’de kazılmış olan Yayvantepe-Tilhuzur, Urfa-Bozova çevresinde Kumartepe, Elazığ kazılmış olan Tepecik ile Malatya yakınındaki İkiz Höyük, İlk Çanak Çömlekli Neolitik dönemi bize yansıtan merkezlerdir. Diyarbakır-Ergani yakınlarındaki Çayönü yerleşmesindeki kazılarda ortaya çıkartılan yapı katları Neolitik Çağ mimarisinin tüm gelişim sürecini yansıtması açısından önemlidir. Çayönü’nün Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ dönemi, eskiden yeniye doğru, yuvarlak planlı kulübeler, ızgara planlı, kanallı, taş döşemeli, hücre planlı ve geniş odalı yapılar olmak üzere farklı konutlara sahip altı evreye ayrılmakta, 14C yaş belirlemeleri- Çanak Çömlekli Neolitik Çağ yerleşmesi ise GÖ 8 bin 100-7 bin 500 arasına tarihlenmektedir. Karakaya barajının suları altında kalan Cafer Höyük, şimdilik Doğu Anadolu dağlık bölgesinin kazılmış yegane Neolitik yerleşmesidir. Bunların yanı sıra Çanak Çömleksiz Neolitik Çağa tarihlenen, Urfa İli sınırları içindeki günümüzde su altına kalan Nevali Çori ile 1995’ten itibaren Göbekli Tepe’de günışığına çıkartılan görkemli sanat eserleri Neolitik Çağ ile ilgili düşünülen pek çok bilgiyi altüst etmiş şaşırtıcı ve benzersiz bulgulardır. ne göre bu evreler GÖ (Günümüzden Önce ) 10 bin 200-8 bin 100 arasına, Göbekli Tepe, Harran Ovası’na hakim konumuyla, bugüne kadar çok az bir bölümü kazılmış olmasına karşın avcıtoplayıcı yaşam biçiminden, dini mekanların biçimlenmesi, tapınak mimarisinin ve sanatın doğuşu, tarım ve hayvancılığa geçiş sü- Türkiye’nin Benzersiz Uygarlık Dönemi: Neolitik Çağ lediği düşünülmektedir. Üzerlerinde her cins hayvanın betimlenmiş olmasına karşın hiçbir zaman insan figürünün olmaması bu görüşü şimdilik doğrulamaktadır. Urfa-Birecik sınırları içinde Fırat kıyısındaki Akarçay Tepe ile Mezraa-Teleilat, Fırat Havzasındaki Neolitik kültürün gelişim aşamalarını göstermesi açısından önemlidir. Mezraa-Teleilat yerleşmesi Yakındoğu’da çanak çömleksiz Neolitik’ten Çanak Çömlekli Neolitik’e geçişi ve bu yeni teknolojik oluşumun yerleşim kültürü içinde gelişimini en iyi yansıtan kazı merkezlerinden birisidir. Mersin yakınındaki Yumuktepe Akdeniz Neolitik kültürlerini temsil eden bir merkezdir. recini anlamamıza önemli katkılar sağlayan benzersiz bir tarihöncesi yerleşimdir. Göbekli Tepe, 8 tanesi kazıyla ortaya çıkarılmış, çapı 30m. ye ulaşan yuvarlak ya da oval planlı, sayısı 20’yi bulan bugüne kadar benzerlerine rastlanmamış yapılardan oluşmaktadır. (Diğerleri jeomanyetik ve georadar yöntemle- riyle yapılan toprak üstü ölçümler sonucunda belirlenmiştir.) Göbekli Tepe’nin en ilginç bulguları bu yapıları oluşturan genelde üzeri hayvan betimleriyle süslenmiş “T” biçimli anıtsal dikilitaşlardır. Ortadaki bir çift karşılıklı dikilitaşın çevresindeki dikilitaşlar yuvarlak yada oval biçimli kapalı mekânlar oluşturmaktadır. “T” ve “ters L” biçimli dikilitaşların insanları simge- 80>81 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ İç Anadolu’nun en eski Neolitik kültürü olan Aşıklı Höyük (Aksaray) ile bunun devamı niteliğindeki hemen yakınındaki Musular Orta Anadolu Neolitiğinin kilit yerleşimleridir. Musular’da o dönemin en önemli ticaret malı olan obsidyen/ doğalcam yataklarında yapılan çalışmalar, bu konuda önemli sonuçlar vermiştir. Aşıklı Höyük ile Pınarbaşı kazılarının sonuçları, Orta Anadolu Platosu’ndaki Neolitik kültürün Güney Levant’taki kadar eski olduğunu göstermektedir. Orta Anadolu’da Köşk Höyük ile Tepecik-Çiftlik bu kültürün ileri aşamalardaki gelişimini çarpıcı buluntularıyla yansıtmaktadır. Niğde İli Çiftlik Kasabası yakınındaki Tepecik-Çiftlik Yerleşmesinde bulunan çanak çömlekler üzerinde yüksek kabartma olarak yapılmış hayvan ve insan betimleri dikkati çekmektedir. Aynı bölgede Kaletepe’de ortaya çıkan obsidyen (Volkanik cam) işliği, Filistin’e kadar uzanan Neolitik dönemdeki ticaret ağının ne kadar kapsamlı olduğunu göstermiştir. Çatalhöyük’ün batı yamacında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan 13 yapı katı en eski yerleşme, ev mimarisi ve kutsal yapılara ait özgün buluntuları ile insanlık tarihine ışık tutan bir merkezdir. Çarpıcı duvar resimleriyle tanınan Çatalhöyük’te yeni dönem kazıları bu yerleşimin uygarlık tarihi açısından taşıdığı önemi arkeolojinin yeni yöntemlerinden de yararlanarak farklı bir şekilde ele almakta ve ortaya çıkarmaktadır. Orta Anadolu’nun daha batısında Kuruçay, Höyücek ile Bademağacı’nda yapılan kazılarda Göller bölgesindeki çanak çömlekli Neolitik Çağ’ın tüm gelişim sürecini yansıtan çarpıcı bulgular elde edilmiştir. Son yıllarda Ege Bölgesi’nde Ulucak, Yeşilova, Ege Gübre, Çoşkuntepe yerleşimlerinde yapılan kazılar, Bafa gölünün yakınında Beşparmak Dağı’nda Türkiye’nin Benzersiz Uygarlık Dönemi: Neolitik Çağ Aktopraklık Höyük, tarihöncesi dönem mimarisi hakkında özellikle MÖ 6. bin yıla tarihlenen tabakalarıyla, detaylı bilgiler sunar. Bu dönemi yansıtan 20 yapı gerek inşa teknolojisi gerekse yapısal ögeleri bakımından birbirini neredeyse tekrar eden özellikler gösterir. Bir hendeğin iç çeperi boyunca yan yana dizili olan yapılar dairesel bir plan oluşturur. Yapıların yanı sıra, avlu niteliğindeki açık alanlarda da ocak ve işlik gibi tekrar eden ögelerle karşılaşılır. Yerleşmenin merkezinde ise benzeri inşa teknikleri kullanılarak hazırlanan bir yapı grubu bulunur. MÖ 6400-6000 yılları arasına tarihlenen bu evre aynı zamanda Neolitik yaşam biçiminin Avrupa’ya yayılımında Marmara Bölgesi’nin üstlendiği rolü daha ayrıntılı ortaya koymaktadır. saptanan kayaüstü boyalı resim bulguları, Kuzeybatı Anadolu’da Seyitgazi yakınındaki Keçiçayırı bu yaşam biçiminin batıya yayılım sürecinin aşamalarını açık bir şekilde bizlere göstermektedir. Marmara Bölgesi’ndeki neolitik kazı merkezleri ise İznik gölü kıyı- sındaki Ilıpınar, Yenişehir ovasındaki Menteşe ve Barçın ile Bursa Uluabat gölü doğusunda 2004’ten bu yana kazılan Aktopraklık höyüğüdür. Marmara Bölgesi’ndeki yerel avcı toplayıcı toplumların tarıma dayalı yaşam biçimine uyum sürecinin izlendiği Aktopraklık’ta Kuzeybatı Anadolu’da yer alan 82>83 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Fikirtepe, Pendik ve Yarımburgaz kazıları neolitik açısından İstanbul’un en eski kültür buluntularını vermiştir. Marmara Bölgesinde son yılların en sansasyonel neolitik bulguları ise Marmaray projesinin Yenikapı kazı alanında, Theodosius Limanı taban dolgusu kazılırken günümüz deniz seviyesinin yaklaşık -6.30 m. altında tespit edilmiştir. Çanak Çömlekli Neolitik Çağ’a ait Ülkemizin üzerinde yer aldığı coğrafya, uygarlık tarihinin her döneminde önemli bir rol oynamış, sayısız eski uygarlık burada yaşamış, dönemlerinden çarpıcı izler bırakmıştır. Özellikle son 20 yıl içinde büyük bir ivme kazanan Anadolu Neolitik Çağ araştırmaları, tüm bilim dünyasını şaşırtan sonuçlar vermiş ve vermeye devam etmektedir. Özellikle son yıllarda yapılan araştırmalarda Neolitik dönem açısından Anadolu’nun insanlık tarihinde ayrıcalıklı bir yeri olduğu görülmektedir. Günümüz dünyasının uygarlık temelleri Neolitik dönemde atılırken, bu oluşuma Türkiye coğrafyasındaki kültürlerin katkısının, öngörülenden çok daha fazla olduğu yeni kazıların sansasyonel sonuçları ile giderek çok daha iyi ortaya çıkmaktadır. Her yıl değişen ve gelişen yapısıyla Neolitik Çağ ülkemiz arkeolojisinin en dinamik ve önemli sonuçlarının elde edildiği bir dönemdir. Bu dönemdeki Anadolu yerleşmelerinin bir diğer önemi de, tarım, hayvancılık, yerleşik köylere dayalı yaşam biçimini başka coğrafyalara ve özellikle Avrupa’ya aktarmasıdır. Anadolu’nun özellikle Güneydoğu Avrupa ve Akdeniz havzasının “Neolitikleşmesinde” önemli bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. Seçilmiş Genel Kaynakça: - Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) (baskıda) bu yerleşim; ölü gömme gelenekleri, arkeolojik dolgularda tesadüfi olarak kalan insan ayak izleri, ahşap buluntu topluluğu ile dikkat çekmektedir. Neolitik dal-örgü mimariye ait mekânların içinde ve çevresindeki çok sayıdaki çanak çömlek buluntusu, “Fikirtepe Kültürü” ve “Yarımburgaz 4 evresi’ ile yakın benzerlik göstermektedir. Daha geniş bir alana yayılmış olabileceği düşünülen bu yerleşimde bulunan ve daha önce Anadolu Neolitiğinde bilinmeyen urne tipi kremasyon (yakma) mezarları arkeolojik açıdan ilginçtir. Yenikapı Neolitik eserleri Avrupa kıtasının yerleşim tarihi açısından da ayrı bir önem taşımaktadır. Gökçeada’daki Uğurlu, Trakya’daki Yarımburgaz, Toptepe, Enez-Hoca Çeşme, KırklareliAşağı Pınar neolitik yerleşimleri ise Avrupa neolitik kültürlerinin öncülüğünü yapan yerler olarak Türkiye kültür tarihi içinde ayrı bir önem taşımaktadır. The Neolithic in Turkey, 10500-5200 BC, Volume 6: Environment, Settlement, Flora, Fauna, Dating, Symbols of Belief, with Views from North, South, East, and West. Archaeology and Art Publication, Istanbul. - Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2013 The Neolithic in Turkey. New Excavations & New Research, Vol. 5: Northwestern Turkey and Istanbul. Archaeology and Art Publication, Istanbul. - Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2012 The Neolithic in Turkey. New Excavations & New Research, Vol. 4: Western Turkey. Arkeoloji ve Sanat Türkiye’nin Benzersiz Uygarlık Dönemi: Neolitik Çağ Yayınları, İstanbul. - Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2012 The Neolithic in Turkey. New Excavations & New Research, Vol. 3: Central Turkey. Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul. - Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2011 The Neolithic in Turkey. New Excavations & New Research, Vol. 2: The Euphrates Basin. Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul. - Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2011 The Neolithic in Turkey. New Excavations & New Research, Vol. 1: The Tigris Basin. Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul. - Özdoğan, M. ve N. Başgelen (yay.) 2007 Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı. Türkiye’de Neolitik Dönem: Yeni Kazılar, Yeni Bulgular (2 cilt). Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul. - Özdoğan, M. ve N. Başgelen (yay.) 1999 Neolithic in Turkey. (2 cilt) Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul. Mikail P. Duggan, Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne ait Fikret Otyam Sanat Galerisi’nde “Resim Sergisi” açtı... ARO Dergi Yayın Kurulu üyemiz Mikail P. Duggan, Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne ait Fikret Otyam Sanat Galerisi’nde çoğunluğu karakalem çizimlerinden ve yağlıboya resimlerinden oluşan bir sergi açtı. Sergide yer alan çizimler, yıllardır Akdeniz Üniversitesi Beydağları Arkeolojik araştırma ekibinin üyesi olarak gezdiği gördüğü yerlerdeki tarihi ve arkeolojik konuları içermekteydi. Yağlıboya resimlere gelince, restorasyon aşamasında çok yakından ilgilendiği açıkça belli olan İkikapılı Han’ın değişik resimlerini kapsıyordu. Mikail, neredeyse restorasyonun her aşamasında orada imiş, orada yatıp kalkmış gibi hanın tüm yenilenme evrelerini ele alıp bir güzel tuvaline aktarmış. Benimde kişisel dostlarımdan biri olan Mikail, Anadolu’yu içine sindirmiş, onu yakından tanımış ve her fırsatta da tanıtmaya çalışan biri. İlginç özellikleri olan Mikail, Büyük İskender’in izini 86>87 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ sürerek, tam 5.500 kilometre yolu yayan kat etmiş biri. Helen yarımadasında bulunan Pella’dan yola çıkarak Mısır’da bulunan Memphis’e kadar süren bu uzun ve yorucu yolda, 1000 den fazla çizim gerçekleştirerek, gördüğü güzellikleri, ören yerlerini ve yöre insanlarını resmetmiştir. Büyük İskender’in izini sürerken, yol boyunca tam 4 çift ayakkabı eskiten Duggan, yüzlerce çizim kalemi kullanarak yine yüzlerce farklı konu içeren çizim gerçekleştirmiştir. Zaman olmuş, ağır bir trafik kazası geçirmiş, 13 gün komada kalmış, yürümeyi yeniden öğrenmiştir. Sina çölünde susuzluktan son nefesini vermek üzereyken bir Bedevi kadın tarafından son anda kurtarılmıştır. Değişik zamanlarda soygun ve saldırılardan kurtulmayı başarmış, zehirli bir örümcek tarafından sokulmuş, en son da bir kalp krizi geçirmiş ama iradesi ve dayanma gücü sayesinde bütün bu zorlukları atlatmıştır. Mikail’in vazgeçemediği tek şey, hastalık derecesinde düşkün olduğu yeni şeyler öğrenme ve gördüklerini bir biçimde resmetme merakı- dır. Onu yaşama bağlayan ve kalıcı kılan da bu özelliğidir zaten. Antalya tarihini incelediğimizde, 18. ya da 19. yüzyılda bölgeye gelen, gravürler çizen, çizimler yapan Bruyen, Lanckoronski, Beaufort ve Bartlett gibi yazar ve çizerlerin az sayıda örnekleri ile karşılaşmakta, arşiv olarak ancak onlardan yararlanmak durumunda kalmaktayız. Bence Mikail, Otyam Galerisindeki sergide yer alan ya da almayan bu çizimleri ile ilerde çok konuşulacak, çizimlerine başvurulacak bir büyük kaynak oluşturuyor. Güzel olan şu ki, enerjisi bitmeden, yorulmadan bıkmadan bu çalışmalarını sürdürerek, başta Antalya ve çevresi olmak üzere arşiv değeri taşıyan koleksiyonunu sürekli genişletiyor. Doğrusu Mikail’in Antalya aşkına, kültür ve sanata olan düşkünlüğüne şapka çıkartmak gerekiyor. Ama, O yaz demeden kış demeden, çiziyor, çiziyor, çiziyor. Sağolsun, bizi kırmadan, bir beklenti içine girmeden, ARO Dergi’nin İngilizce okumalarını da yaparak sizin elinize daha doyurucu çiftdilli bir dergi çıkmasına da katkı koyuyor. Bizler de ARO Dergi olarak sanatsever dostumuz Mikail’e sanat ve kültür çalışmalarında sonsuz başarılar diliyoruz. Nice güzel sergiler diyoruz. *** Nisan ayında ARO rehberlerinin yolu Demre güzergahında yer alan Beymelek Taş Evler’e düştü. Rehberler, şimdiye kadar bir belde belediyesi konumunda olan Beymelek’in özverili ve çalışkan Belediye başkanı Osman Güngör’ün azim ve kararlılığın neler başardığını gözleriyle gördüler. Dededen kalma yıkılmaya yüz tutmuş köy evlerini birer birer yenileyerek, Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı (Baka) ve Beymelek Belediyesinin desteğini sağlayarak, bu arada yakın komşulara da önayak olarak, gıpta edilecek güzel bir proje ortaya koymuş işi bilen Belediye başkanı. Kültür ve Turizm Bakanlığı denetiminde işletme belgeli bir pansiyonu kısa zamanda yerli yabancı turistlerin hizmetine sokmuş. Güzel bir iş çıkmış ortaya. Aile ortamında, sıcak ve samimi bir çevrede, konuklarıyla teker teker ilgilenen bir aile işletmesinde deniz ve göl manzaralı, yeşillikler ve çiçekler içinde bir terasta oturmak, denizin ve gölün temiz iyot kokusunu içlerine çekmek ve eşsiz manzaranın, turkuvaz mavisinin keyfini çıkartmak isteyenler, Beymelek Taş Evler’i kesinlikle görmeli, bahçeden mutfağa taptaze malzeme kullanılarak hazırlanan güzel yemeklerini tadmalı, fırsatları varsa, her bir köşesi nefis ahşap kokan odalarında kalmalı, yaşamın tadına varmalıdırlar. Bu proje sadece turistik potansiyeli olan bir bölgede yer alan birkaç taş evi restore edip, turizmin hizmetine sokmaktan ibaret değildir. Kültür ve İnanç turizminin geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi de amaçlanmaktadır. Yakın çevreye yapılan yürüyüş turları bu potansiyelin de Beymelek çevresinde fazlasıyla var olduğunu göstermektedir. Bölge, 4. yüzyılda yaşayan ve herkesin “Noel Baba” diye bildiği Aziz Nikolaus’tan ibaret değildir. Bir de Sion manastırında 6. yüzyılda yaşayan bir başka Aziz Nikolaus daha vardır. Oldukça korunaklı ve gözden uzak yerlerde oluşturulan manastırlarda yaşayan bu dindar insanlar, bir yandan bulabildikleri alanlarda üzüm, zeytin ve tahıl yetiştirirlerken, diğer yandan hayvancılık ve ormancılık da yaparak geçimlerini sağlamakta, yerleşim yerlerine yakın yerlerde kurdukları kilise, şapel ve manastırlardada ibadetlerini gerçekleştirmekteydiler. Bu proje, aslında Sionlu Aziz Nikolaus’un yaşadığı tespit edilen Alacadağ bölgesinin de gün ışığına çıkartılmasına ve turizme kazandırılmasına yöneliktir. Başkan hiç üşenmemiş, konuyu enine boyuna araştırmış ve “Aziz Nikolaus Yolları” adıyla ayrıntılı bir kitap hazırlamış, yürüyüş güzergahlarını ve yolda karşılaşılacak ilginç yapıları üzerinde gösterdiği bir plan (harita) çıkartmış ve gezmek maksadıyla bölgeye gelenlerin hizmetine sunmuştur. Ayrıca bir tanıtım broşürü ile Beymelek Taş Eevlerini, konuklara sağlanan olanakları açıklamıştır. ARO olarak, bu anlamlı projeyi yaşama geçiren, çevresine davranışlarıyla örnek olan, bu arada bulabildiği etnoğrafik objelerle taş evleri daha da çekici kılan son Beymelek Belediye başkanı Osman Güngör’ü içtenlikle tebrik ediyor, başarılı sezonlar geçirmesini diliyoruz. Haberler 22 Haziran Türkiye Rehberler Günü 2014 yılı itibari ile 21 Şubat Dünya Rehberler Günü dışında mesleğimizin resmi olarak varoluş günü olan 22 Haziran’ı Türkiye Rehberler Günü olarak yapılacak bu etkinlikle ön plana çıkarmak istiyoruz. Meslek yasamızın çıkışının (22 Haziran 2012) ikinci yıl dönümü, ARO’nun kuruluşunun 10. Yılı (17 Ocak 2004 ilk Genel Kurul) ve meslekte 25 yılını (25 yıl ve üstü) doldurmuş üyelerimize plaket taktim etmek üzere: 23 Haziran 2014 tarihinde saat 19:30 Denizim Park Restaurant’da barbekü partisinde buluşuyoruz. Bilgilendirme Toplantıları Yaptığımız bilgilendirme toplantısına katılan meslektaşlarımıza mesleki gelişmeler, denetim, önümüzdeki süreç ve çalışma şartları ile ilgili güncel bilgileri aktardık. Bunun yanında üyelerimizden gelen soruları cevapladık, eleştirilere yanıt verdik ve önerilerini gündeme aldık. Bu toplantılar düzenli olarak her ayın ikinci pazartesi günü yapılacaktır. Bunun dışında Alanya ve Side-Manavgat bölgelerinde de üyelerimizle bir araya geleceğiz. 04-06 Temmuz 2014 Eğitim Gezisi “Frigya Başkenti Gordion, yenilenen Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Hattuşaş, Yazılıkaya, Acemhöyük ve Çatalhöyük”; ANADOLU’NUN kalbine ARO ile bir Eğitim, Kültür ve Bilgi yolculuğu! Denetimler Denetimlerimiz bundan sonraki aylarda da yoğun olarak devam edecektir. Denetim esnasında görevli denetmenlere yardımcı olmanız, gereksiz zaman kaybını önleyecektir. Şikayetlerinizi doğrudan ARO Genel Sekreteri Bilal BİLALOĞLU’na (GSM: 0541 451 95 80 - 0242 311 11 30) iletmenizi rica ederiz. Denetimlerin sizlerin lehine yapıldığını ve öncelikli amacın belgesiz rehberlik faaliyetlerini önlemek olduğunu unutmayınız. Lütfen tura çıkarken evraklarınızın eksik olmamasına dikkat ediniz. Yapılan denetimlerin cezai yaptırımları odamıza raporlanmaktadır. Yasalar gereği bu bilgilerin yayınlanması uygun değildir, bilgi için arayabilirsiniz. Haberler Kaymakam Ziyaretleri 7-11 Temmuz 7 - 11 Temmuz tarihleri arasında ARO’ya denetimlerde desteklerini esirgemeyen Antalya ilçelerindeki bazı kaymakam ve belediye başkanlarını ziyaret ederek teşekkürlerimizi ilettik. Aynı zamanda mesleğimiz ile ilgili yasal düzenleme ve rehberlerin çalışma şartları ile ilgili bilgileri aktararak daha yakın iş birliği önerisinde bulunduk. Sayın Kaymakamlarımızın (Demre Kaymakamı Yusuf İzzet KARAMAN, Kemer Kaymakamı Bayramali KÖSE, Konyaaltı Kaymakamı İbrahim KEKLİK, Aksu Kaymakamı Veysel ÖZGÜR, Alanya Kaymakamı Erhan ÖZDEMİR, Manavgat Kaymakamı Emir Osman BULGURLU, Serik Kaymakamı Erol RÜSTEMOĞLU) sorunlarımıza gösterdikleri duyarlılıkları için teşekkür ederiz. Mark WILSON Konferans Prof.Dr. Mark WILSON un Anadolu Tarihindeki Dini Merkezler konulu konferans ve ARO Ağustos ayı bilgilendirme toplantısı Antalya Atatürk Kültür Merkezi’nde yapıldı. Nezih BAŞGELEN Konferans 24.03.2014 Pazartesi günü Sayın Nezih BAŞGELEN “Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu: Urfa Göbeklitepe’den - İstanbul Yeni Kapıya” başlıklı konferansı sunacaktır. Konferans AKM Perge Salonu’nda yapıldı. Konferanstan görüntüler… Sagalassos Gezisi 07.06.2014 ARO Dergi Bulmaca Not: Bu bulmacayı doğru çözenler arasında çekilecek kurada kazanan bir kişiye kitap armağan edilecektir. Bulmacanın çözümü önümüzdeki sayıda yayımlanacaktır. Hazırlayan: Hikmet Uğurlu, Rehber 1. Halen British Museum’dasergilenen 1842’de Ksanthos’tan sökülüp götürülmüş ünlü yapıt 2. Konu dışında tutma, saf dışı etme ... - bir savaş aracı 3. Hatay yöresinde bir ova... - oyunda cezalı çocuk ... - mülteci 4. 2008-9 yıllarında Antalya’da çekilen, yönetmenliğini Levent SEMERCİ’nin yaptığı film... - Minyatürü çağrıştıran yapıtları ile ünlü 1943 doğumlu ressamımız 5. Danimarka’nın plaka imi ... - çayın etkin maddesi ... - ödünç alınan ya da verilen şey ... - hile 6. Felsefede “seçmecilik” ... - halk dilinde “sersem, ahmak,”. 7. Tanrı ... - halk dilinde “yatak, yorgan yığını” ... - soy, baba soyu ... - Güney Afrika Cumhuriyeti’nin plaka imi 8. “Aptal kutusu” nun kısa yazılışı ... - Erzurum’un bir ilçesi ... - takma ad 9. Müzikte fasıla başlamadan önce yapılan giriş ... - gaye, erek ... - getirim ... 10. Fıkraları ünlüdür ... - Ülkemizde bir petrol bölgesi ... Slovakya’nın plaka imi ... - uzaklık bildiren sözcük 11. Eski dilde “gümüş” ... - Kaz Dağı’nın antik çağdaki adı ... - Brezilya’nın parası 12. Mezopotamya’da ortaya çıkan ölümsüzlüğü arayan bir kralın öyküsünü anlatan tarihteki en eski yazılı belgelerden biri. 92>93 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ 1. İ.Ö. 80 bin ile 35 bin yılları arasında Avrupa’da ve Ortadoğu’da yaşamış bir insan türü 2. Yılmaz DURU’nunbir filmi 3. Merhametli ... - Liberya’nın plaka imi ... - görevden alma 4. Argo’da “gözetleme”... - belirti işaret ... - Magnezyum’unsimgesi 5. Terbiyesiz kimse ... - dinden bağımsız olan 6. İskoçya’nın kuzeyinde bir ırmak ... - tepi, güdü ... - Nişan almayı gerektiren oyunlarda ekranda hedefi gösteren imleç 7. Diyarbakır yöresine özgü bir tür yoğurt çorbası ... - Halk dilinde “tavan” 8. Bir tür organik yağ çözücü ... - Çinko’nun simges ... - Aylık 9. Madagaskar’ın plaka imi ... - Endonezya’da “müzik topluluğu” anlamında kullanılan sözcük 10. İskandinav mitolojisinde deniz tanrısı... - Demir levha ... - bir nota 11. İğdiş etmek ... - “Geceleyin bir ... böler uykumu/içim ürpermeyle dolar : - Nerdesin?” (Ahmet Kutsi TECER) 12. 17. yy’ın ikinci yarısında yaşamış Mustafa ön adlı ünlü bestekarımız ... - Boks’ta bir vuruş şekli 13. Tayvan’da bir liman kenti ... - Eski dilde “ayak” ... - hantan’ın simgesi 14. Turşusu yapılan bir tür küçük yaban soğanı ... - Briç’te sanzatü’nün kısa yazılışı 15. “Biz kimseye ... tutmayız / Kamu alem birdir bize. “ (Yunus EMRE) ... - Antalya’da teleferikle çıkılan dağ Geçen Sayıdaki Bulmacanın Çözümü A N E S T E Z İ S A T N İ R Ş A D I R V A N D A N G A M U R N E M E L A G N O L R H M A Y A S A C E N A L T İ B A Ş V A A N Ö K A K U N E İ M L A T E S B E E Z R İ O K T A Y E K İ N C İ V A L I A D E M R T I H O Z G E R L Ş A H U N F A M E B A E R İ K R A İ S T E A İ K N I A N R İ R A A N N T L İ A Y M E Hazırlayan: Hikmet Uğurlu, Rehber BEN HALİKARNAS BALIKÇISI, DOĞDUM SEVDİM ÖLDÜM. Prof. Dr. Şadan Gökovalı, Nisan 2014 ÇİÇEĞİ BURNUNDA BİR KİTAP ÜZERİNE DEĞERLENDİRME YAZISI Yavuz Ali Sakarya Öğretmen - Rehber Türkiye Rehberler Birliği (TUREB), kuruluşunun ve ülke çapında yapılanmasının hemen ardından, yayın hayatına da atılarak kültüre yönelik ilk kitabını rehberlerin ve kamuoyunun hizmetine sundu. BEN HALİKARNAS BALIKÇISI, DOĞDUM SEVDİM ÖLDÜM. Kitabın bir başucu kitabı olması amaçlanıyordu. “Rehberlerin Piri” sayılan Halikarnas Balıkçısı’nı (Musa Cevat Şakir Kabağaçlı’yı) çok yakından tanıyan, aynı zamanda onun manevi evladı ve mirascısı (ekinsel (kültürel) kalıtçısı) olan, yazılarını toplama, kamuya mal etme ve kitaplarını yaşatma görevini de üstlenen, aynı zamanda kendisi de tanınmış bir rehber olan PROF. DR. ŞADAN GÖKOVALI’dan böyle bir kitabın yazılması rica edildi. Öneri, Sayın Gökovalı tarafından büyük bir sevinçle ve BALIKÇI “MERHABA”SI ile karşılandı. Çeşitli bilgi ve belgelerden yararlanılarak, anılar ve paylaşılanlar göz önüne alınarak Gökovalı tarafından kaleme alınan bu kitap, TUREB Kültür Yayınları’nın ilk kitabı olarak piyasaya çıkmış bulunuyor. 94>95 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ “Ben Halikarnas Balıkçısı, Doğdum Sevdim Öldüm” adını taşıyan kitap, baştan sona Şadan Gökovalı’nın Balıkçı babası ve yazı ustası ile aralarında geçen olayları, onunla yaşarken paylaştıklarını içermekte olup, ünlü yazarı, aynı zamanda ülkemizin ilk rehberi olan Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı doğum gününde yani 17 Nisan günü okurlarıyla bir kez daha buluşturmuş oldu. Prof. Dr. Şadan Gökovalı, bu son kitabı ile ilişkin olarak, şimdiye kadar yazdığı kırkı aşkın kitap içinde, “En çok doyum sağladığım kitap bu oldu.” ifadesini kullanmaktadır. Prof. Gökovalı, baştan sona Halikarnas Balıkçısı’nın ağzından anlatılan kitabın, okurları cezbedeceği (kendine çekeceği), ama özellikle rehberler için son derece önemli bir yol gösterici, bir başucu kitabı olacağı düşüncesini taşımaktadır. Ben de kitabı, elime geçer geçmez bir solukta okuyan biri olarak şu kadarını söyliyeyim ki, Gökovalı, bu kitabı ile Balıkçı babası ile gerçekten bütünleşmiş. Onu bütün hatlarıyla yansıtan bir ayna, onu kusursuz resmeden bir ressam kılığına bürünmüş. Kitabın ilk baskısını Balıkçı’nın doğum gününe yani 17 Nisan’a denk gelecek biçimde yetiştirdiklerini ifade eden Turist Rehberleri Birliği (TUREB) Başkanı A. Zeki Apalı, TUREB olarak Halikarnas Balıkçısı’nın ağzından kaleme alınan ve Balıkçı’nın çeşitli yazı, mektup, anı, görüş ve öğütlerinden yararlanarak Prof. Gökovalı tarafından yazılan kitabın, TUREB Kültür Yayınlarının ilk kitabı olarak çok önemli olduğunu, çok ses getireceğine inandığını, Bir- lik olarak rehberlere ayırımsız hizmet konusunda kararlı olduklarını, onları bilgilendirmek, yeni araştırma ve gelişmelerle ilgili olarak yeni yayınlarla buluşturmak amacında olduklarını dile getirmiştir. Kitap, Birlik Başkanı A. Zeki Apalı’nın sunuş yazısının ardından Balıkçı’yı tanıyan, kitaplarını okuyan, ya da rehberliğini yaptığı çok sayıda insanın Balıkçıya ilişkin sözleri ile başlıyor: Hepsini bu değerlendirme yazısının içine almamız mümkün (olanaklı) olmadığına göre, kitapta yer alan toplam 25 önemli sözden ancak, birkaçını, en çarpıcı olanlarını alıntılayarak sizlere sunacağız. Cevat Şakir, büyük şair. Hiç birimiz onun ayarında klasik manasıyla lirik anlayışla şair olmadık. Nazım Hikmet Bizden Nobel’e aday düşünülürse, Halikarnas Balıkçısı ilk aklıma gelen ad oluyor. Yaşar Kemal Herodotos en ünlü Halikarnaslı. Ama bir büyük Halikarnaslı daha var. Gerçek bir Halikarnaslı. Hemşehrimiz Halikarnas Balıkçısı. Halikarnas bahçevanı, Cevat Şakir, Bodrum’u Bodrum yapan adamdır. Bodrum Sualtı Müzesi kurucusu Haluk Elbe Halikarnas Balıkçısı bana ne zaman rehberlik edebilecekse, Türkiye’ye o zaman gelmek isterim. Fransa Cumhurbaşkanı George Pompido Anadolu’nun uzak uygarlığına kendimizi bağlamayı, o uygarlığı geçmişimiz saymayı bizler Balıkçı’dan öğrendik. Oktay Rıfat geçtiği yollar, rehberlik yaptığı yol güzergahları da, tıpkı İskender yolu, Likya yolu, Aziz Paulus yolu gibi ayrıntılı gezilecek, anıları, anlattıkları yaşanacak, Balıkçı sonsuza dek yaşatılacaktır. Mavi yolculuklar, bunun bir kanıtı değil mi zaten? Kitaptan kısa kısa alıntılar: Büyükada: “Ben okuma çağına yaklaşırken, demek 5-6 yaşlarımdayken, İstanbul’a gelip, Büyükada’daki köşkümüze yerleştik. Evimizin öyle bir bahçesi vardı ki içinde at koştur!” Oyun çocuğu: “Sadrazam yeğeni, sefir ve vezir oğlu olmakla birlikte, gözüm hep sokakta idi. Yaşıtlarımla oynamanın zevki başka neyle değişilir ki?” Kalem kullanmak: “Büyükada’da yaşamımın yol haritasını çizecek bir alışkanlığım başgösterdi, Kalem kullanmak. 5-6 yaşlarında tutmaya başladığım kalemleri, yaşamım boyunca, demek üç çeyrek yüzyıl, elimden düşürmeyecektim. Elime yazacak, kazacak ne bulursam, … onunla yazı yazıyor, çizi çiziyordum. Evin iç duvarlarında karalanmadık yer bırakmıyordum.” … Türkiye’yi Halikarnas Balıkçısı’nın rehberliğinde gezdiğim için mutluyum. İran Kraliçesi Süreyya “Şahaserlerimi yaratmak için en sevdiğim yer, salonda bulunan uzun masanın altıydı. Böylesine övülen, bunu yerden göğe kadar hak eden Balıkçı kim o zaman? Burada Balıkçı’nın özgeçmişine değinerek, yaşamına ilişkin dizinsel bir sıralama vererek yerimizi ve zamanımızı israf etmeyi daha doğrusu uzatmayı düşünmüyoruz. Zamanı uz kullanacağız. (Bir kere) elime kalem geçmişti ve (artık) çıkası değildi.” Balıkçı, tüm dünyaya “Grek Mitolojisi” diye dayatılan, yutturulan tanrı, tanrıça ve tanrısal kahraman öykülerinin baştan sona Anadolu kaynaklı olduğunu öğreten bir öncüdür. Bodrum’un kızları saçlarına mimoza demetleri takabilsinler diye dünyanın dört bir tarafından tohum getirtip mimozalarla kenti donatan adamdır. Akdeniz’i “Altıncı Kıta” kabul eden, Akdeniz’in mavisine tutkun, sevdiği arkadaşları ile birlikte “Mavi Yolculuk”ları başlatan adamdır. Bodrum’a Satsuma mandalini sokan, yurdu “altıntop” da denen greyfurt ile tanıştıran insan odur. O, ceplerinde sürekli olarak değişik tohumlar taşıyan, ektiği tohumların bitkiye, çiçeğe, meyveye dönüştüğünde kıvanç duyan, sevincini, Akdenizli sıcaklığını kendine saklamayıp, herkesle paylaşan bir merhaba insanıdır. Akdeniz insanının yapısı gereği “hayır” demekten hoşlanmayan, herşeye herkese dolu ağız “evet” diyen insandır. Anadolu’yu tanıyan, ele güne karşı tanıtan, Anadolu hakkındaki yargıları tümden değiştiren, ömrünü Anadolu’nun gönenci için seferber eden bir safkan bir aydındır. Rehberlerin piri, rehberlerin öğretmeni, öğretmenlerinin öğretmeni, Anadolu’nun bilgisiyle, görgüsüyle, sevgisiyle, yazdıkları, çizdikleri ile çehresini değiştiren gerçek anlamda ilk rehberidir. Kimileri tek sözcükle ona “duayen rehber” de demektedirler. Dediğim gibi, sözü daha fazla uzatmanın anlamı yok. Ben bir rehber olarak kesinlikle inanıyorum ki, ilerde Balıkçı’nın Ana-babaya dair: “Anam, ana gibi anaydı. Ama babam Şakir Paşa, evde de paşalığını sürdürüyordu.” Dünyanın değişmesi neye bağlı? “İnsanın elinin değdiği yerde izi kalıyordu. Bir anlamda “yaratıyordu “ insanoğlu. Şimdi düşünüyorum da, insanlığın avcı-toplayıcı döneminde, Kayaaltı sığınaklarında, mağaralarda gördüğümüz kaya resimlerine hayran olmamak elde değil ! Ne müthiş mucizedir bu! Yurdun değişik yerlerinde gördüğümüz duvar resimleri (Balıkçı ad ve yer vererek sıralıyor en önemlilerini) … Büyük şairimizin dediği gibi,” İlk insan eli, ilk mağara duvarına ilk geyik resmini çizdiği gün” değişmeye başladı dünya.” (Karnını bir biçimde doyuran insanoğlu için ruhunu doyurmaya da sıra gelmiştir. İşte sanatın başladığı yer, yaratarak insanoğlunun kendini yaradandan bir parça olarak duyumsadığı an bu andır. Unutmayalım ki, Karain Mağarasında bulunan ve Antalya Arkeoloji Müzesinde sergilenen bir obje, üzerinde insan elinden çıkma insan figürü bulunan ilk sanat yapıtı olarak değerlendirilmektedir. YAS) İnsanın yaratamadığı tek şey nedir? El cevap: Zaman. Gün gelir, paşa çocuğu olduğu ve evde özel ders aldığı için, İngilizcesini bir hayli geliştirdiği için, küçük Cevat Şakir, Robert Kolejde hazırlık sınıfını okumadan sınıf atlayarak birinci sınıfa alınır. Böylece bir yıl kazanır. Yani zaman yaratır. Bir yılın bile insan yaşamındaki ne kadar önemli olduğunu kavrar. Bize Çiçeği Burnunda Bir Kitap Üzerine Bir Değerlendirme Yazısı de kavratır. “Vakit nakittir”i davranışları ile kanıtlar. Okuma tutkusu: “Robert Kolejde okumak başlıca tutkum olmuştu… Yatakhanede, battaniyeyi çadır gibi üstüme örtüp, altında cep feneri ışığında sürdürüyordum okuma eylemini. Yazılarım, çevirilerim, çok geçmeden zamanın gazete ve dergilerinde yayınlanıyordu. Keyfime diyecek yoktu ama, öğretmenlerim ve babam, böyle yararsız işlerle (?) değil, derslerimle uğraşmam için dayatıyorlardı. Çeviri yapmak yararlı mı? Resim yapmak gibi bir şeydi, çeviri yapmak. Ne yarar beklenirdi ki? Çiçek diken, türkü çığıran, yaralı bir kuş ya da hayvanı okşayıp seven insan, bu eyleminden yarar mı beklerdi? Şiir: Okuduğum yazılardan en çok şiir ilgimi çekiyordu. İlyada’yı, İlahi (Tanrısal) Komedya’yı, daha birkaç başyapıtı sular seller gibi hatmetmiştim. (Unutmayalım ki), Tarih, üç büyük şair (ozan) kaydetmiştir. Homeros bir (İlyada ve Odissea destanlarının yazarı), Dante iki (Tanrısal Komedya’nın yazarı). Üçüncü mü? A canım, onu da siz seçin. Zevkinizi nerden bileyim ben?” (Beğenmede tek seçici, pek seçici olduğunun sanılmasını istemez Balıkçı. Zevklerin ve renklerin göreceli olarak değişkenlik arz ettiğini bilir ve okuyucuya olan saygısını gösterir, ama yine de bir sanatçı duyarlılığı içinde bir dizi isim ve eser önermekten kendini alamaz. Antik çağın komedya ustası Aristophanes’i, ilk lirik kadın şair olan Sappho’yu, Shakespeare’i (Şekspir’i), Türkmen kocası Yunus Emre’yi, Hoca Nasretttin’i, Baki’yi, Pir Sultan’ı, Nazım Hikmet’i, Orhan Veli’yi, Fazıl Hüsnü, Melih Cevdet, Oktay Rifat ve Atilla İlhan gibi isimleri sayar döker. YAS) Robert Kolej, ufkunun açılmaya, dünyaya öteki ülkelerin nasıl baktığını görmeye başladığı dönemdir. Görüşlerini şöyle özetler: “Birçok ülke insanının bizi “Şanlı Türkler” olarak görmediğinin ayırdına vardığım yıllardır o dönem. Örnek olarak, dünyanın, Ortaçağ’ın bitip Yeniçağ’ın başlamasının, bize öğretildiği gibi, İstanbul’un Türkler tarafından fethiyle değil, Amerika’nın keşfiyle başlattığını şaşarak öğrendim o zamanlar. Daha neler neler.” Robert kolejde, neden-sonuç ilişkisi, olaylar arasında bağlantı kurmayı öğrendi. Asıl önemlisi kendine güvenmeyi öğrendi. (s.12) Oxford Üniversitesinde öğrencilik yıllarında kendi kabuğunu örmeye, okuduklarını çözmeye, tarihi olayların derinine inmeye başladı. Her toplumun kendini ötekilerden üstün tuttuğunu, kelle kesmekle, toplu kırımlar gerçekleştirmekle övündüğünü gördü. Tarihi, yaşamı ve insanlığı kendince ve sanatçı duyarlılığı içinde sorgulamaya başladı: Amerikalıların kıtanın asıl sahipleri olan Kızılderililerin kökünü kazımalarını, Almanların milyonlarca Yahudiyi sabun yapmalarını hüner saydıklarını, bizim zorunlu nedenlerle Ermenileri tehcire (zorunlu yer değişimine) uğratmamızı ise insanlık dışı davranış olarak nitelediklerini gördü. Diğer Avrupa ülkelerinin de aslında farklı olmadıklarını gördü ve “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?” diye sormadan edemedi. Her fırsatta Avrupa’nın her tarafında büyük kentlerde bulunan müzeleri gezdi, sergilenen eserleri inceledi ve ardından şöyle yazdı: “Ya o anlı-şanlı müzelere ne demeliydi? Cumhuriyet öncesi çalıp çırptıkları eserleri kendilerininmiş gibi sahiplenirlerdi. British Museum’u, Louvre‘u, daha bilmem ne müzesini içim yanarak gezerdim. Bu ünlü müzelerde kendilerine ait ne vardı? Biz, bize ait olan yapıları geri alabilsek, dünyanın belli başlı müzeleri bomboş kalırdı. Akdeniz çevresindeki sönmüş kentlerin sayısı, Anadoludakilerin yanında solda sıfır kalırdı. Bu kentler bugün var olsalardı, şekerleme yapmak için yere uzansak, ayaklarımıza pasaport almamız gerekecekti… (Anadolu’daki uygarlıkların, bu uygarlıkları oluşturan kent devletlerinin, eskil yerleşim yerlerinin çokluğu, sıklığı, yoğunluğu, tarihsel zenginliği ancak bu kadar iyi anlatılabilir ve bir anlatım Balıkçı’ya ve onun ekinsel ardılı olan manaevi oğluna (Gökovalı’ya) ancak bu kadar çok yakışır. Her ikisine de helal olsun doğrusu. YAS) Bilime, bilimsel düşünceye nasıl ve nerede kapı araladığımız sorusuna da yanıtı vardı Balıkçı’nın. “Bilimsel düşünme, dahası bilim de bu topraklarda (Anadolu toprakları) doğmuştu. “Şair” dediğimiz Homeros ta bile, bilimsel düşünce, düşünürce davranış vardır. “ diyor ve şöyle devam ediyordu: “Bugün ayı komşu kapısı yaptıysak, insanlığa uzay kapısını araladıysak, bunu, Anadolu doğa bilginlerine borçluyuz. Bunun için günümüzün atomistleri, ”Biz Demokritos’un çocuklarıyız “ diyor. Bugün sıradan takvimlerde bile ayın ve güneşin ne zaman tutulup, tutulmanın ne kadar süreceği yazılabiliyorsea, bu yurttaşımız Miletos’lu (Balat) Thales sayesindedir…” diyordu. Avrupada kaldığı yılların, özellikle Oxford’ta aldığı eğitimin iki yararı olmuştur Balıkçı’ya. Biri uygarlığın kaynağını oluşturan pek çok kitabı üniversite kitaplığında bulma, okuma, bilgi biriktirme olanağı elde etmiştir. İkincisi ve daha da önemlisi, olaylar arasındaki bağlantıyı ve ayrılığı orada öğrenmiştir. Bu konuda da şunları söylemektedir: “Derinine inince, bize birçok şeyi, işlerine geldiği gibi, bize uygarlıkta rakip gösterilen ulusa mal etmeye çalıştıklarının ayırdına vardım. Bugün bile bilgi kaynaklarına göz atın, öz be öz Anadolu çocuğu olan nice şair, bilgin ve sanatçıların “Helen” olduğu açıklamasıyla karşılaşırsınız.” Bağıran adam, yüksek sesle konuşan adam, haklı demek değildir. Bakın Balıkçı Oxford günlerine ve edinimlerine ilişkin daha başka neler diyor: “Roma dünyanın en büyük imparatorluğuydu da, İngiliz sömürgeleri üstünde güneş hiç batmazdı ya! İnsan, bunca cinayet işledim diye övünebilir miydi? Bu ilerlemenin gerilemesi, genişlemenin daralması, büyümenin küçülmesi yok muydu? Nasıl olur da bir toplumun bireyleri, başkalarını şu kadar sömürdük diye övünebilirdi?” “Tuhaf değil mi? Geçmişin klasikleri geleceğe ışık tutuyordu. Eskileri asıl söz sahipleri, yenileri ile vakayınüvistler (olayları aktaranlar, kaleme alanlar) yazmıştı. Varsa da yoksa da kral. Olan biteni, halkın değil, kralın parayla tutulmuş yazıcıları yazıyordu. Hiçbir kralın hiçbir yazıcısı, onun kötü yanlarını yazamıyor, yapsa yapsa eskileri ve başkalarını kötülüyordu. Balıkçı, yaşamının her kesiminde çifte standarta karşı çıktı. Homeros, yalancı şair, Thales, “gökteki yıldızlara bakar- 96>97 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ ken, yerdeki çukura düşen” safdil, Herodotos, şundan-bundan duyduklarını yazan palavracı bir gezgin miydi? Kısacası demem şu ki, birçok şey, bize öğretildiği gibi değildi. Bilerek tarihsel gerçekler, kronolojiler (dizinsel olaylar) değiştiriliyordu. Bunlar benim içimdeki sezgileri güçlendiriyordu. Bu yönden İngilizlere ve onların üniversitesine (Oxford) medyun-yu şükranım. (Teşekkür borçluyum.)” ten temele, temelden çatıya doğrudur. Zaman, hep onu haklı çıkartmıştır. Bir kez daha anlıyoruz ki, güneş hep doğudan doğmuştur, doğmaya da devam edecektir. Anadolu ölçütünde balçıkla sıvanamayacak yalın gerçek budur. Balıkçı, daha Oxford’ta öğrenci iken gerçekleri görmüş, işin özüne inmiştir artık. Balıkçı’nın “Fatal (Ölümcül) Gece” diye adlandırdığı bir gece vardır. Herkesin merak ettiği. Balıkçı, istemeden de olsa babasını öldürmüştür. Herkes, bunun gerçek nedenini öğrenmek ister. İngiltere’yi birinci, İtalya’yı ikinci, İspanya’yı üçüncü adresi olarak kullanmış, gittiği yerlerde yoğun biçimde sanatla da haşır neşir olarak, “içimdeki ikinci ben” olarak nitelendirdiği resimle özel olarak ilgilenmiştir. Oralar da sevmiş, sevilmiştir. Balıkçı’ya gelince, o bu istenmeyen olayı anlatmak, sözünü bile etmek istemez. Kitap içinde bu olayı da ayrıntıları ile öğreniyoruz. Olayın aslını, bizzat yaşayandan, yani Balıkçı’nın kendisinden (s. 26, 27, 28) öğreniyoruz. Bu arada yazmaya da devam ediyor, yazılarını, çevirilerini Türkiye’de çıkan gazete ve dergilere gönderiyordu. Kendisini bir “ırmak” gibi görüyor ve “Kendi yatağını kendisi yapmaya çalışıyordu”. Merak ettiğimiz başka soruların da yanıtları var kuşkusuz kitabın içinde. Dünyanın yedi harikasından (ansığından) biri olan Maosoleum’un (Halikarnas Mozolesi) ait olduğu topraklara iadesi için İngiliz Müzesine yazdığı mektubun içeriği (s. 67) yer alıyor kitapta. Balıkçı, Oxford’u bitirmeden ve diploma almadan İstanbul’a döndü. Alacağını almıştı. Kendini Babıali’de buldu. Güvendiği iki niteliği vardı. Birincisi çizgi yeteneği, ikincisi Farsça ve Arapça da dahil olmak üzere iyi bildiği birkaç yabancı dilinin olmasıydı. Hızlı çalışmaya, dergi kapakları hazırlamaya, karikatürler çizmeye, çizgi-romanlar yazmaya, çeviriler yapıp birbiri ardına yayınlamaya başladı. (Şadan Gökovalı, bu kitapta Balıkçı’nın 20 den fazla farklı isim ve mahlasla yazı yazdığını dile getiriyor. Bunun aynı isimle aynı yayın organında ikinci kez yer almaya sıcak bakmamasından kaynaklandığını da öğreniyoruz. YAS) Balıkçı, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali’nin gayet özlü biçimde dile getirdiği gibi üç şeyin, “yaydan çıkan ok”un, “ağızdan çıkan söz”ün, “bedenden çıkan can”ın bir kere çıktı mı geri gelmediğini düşünmekte ve buna yazarca bir duyarlılıkla “kalemden çıkan yazı”yı da eklemektedir. Bu konuda atasözlerini, eskilerin deyişlerini de anımsatmakta, çeşitli özdeyişlerden de yararlanmaktadır: “Yazının yüzü soğuktur. Alim (Bilgin) unutmuş, kalem unutmamış. Söz uçar, yazı kalır” ifadelerinde olduğu gibi. Balıkçı, tipik bir Akdenizli olmasının doğal sonucu olarak “evet” adamıdır. “Hayır” demeyi sevmez. Bu nedenle Babıali’de çalıştığı dönemde pek çok angarya işi de karşılıksız yapmak zorunda kalmıştır. Sırf “hayır” demeye yüzü tutmadığı, yüzü yumuşak olduğu, insansever olduğu için. Balıkçı’nın oldum olası en sevdiği işlerden biri ağaçlardan, bitkilerden tohum toplamaktır. Hele kendi diktiği ağaçların ya da bitkilerin tohumlarını toplamak ona büyük zevk verir. Büyükada’da bir palmiye ağacının tohumlarını toplamak üzere ağaça çıktığında, bir polis kendisini görür ve orada ne yaptığını sorar. Polis, Balıkçı’nın tohum topladığına inanmaz, çünkü çıktığı ağacın bulunduğu bahçe, Rusya’dan Türkiye’ye kaçan Troçki’nin kaldığı, göz altında tutulduğu evdir. Paçasını zor kurtarır karakoldan. Prof. Dr. Şadan Gökovalı, manevi babası Balıkçı’yı,”Anadolu uygarlığının yılmaz savunucusu, Anadolu avukatı” olarak nitelendirmektedir. Balıkçı’ya göre, güneşin doğudan doğduğu kesindir. Ex Oriente lux. Anadolu’nun bu anlamda ek bir savunmaya gereksinimi yoktur. Tersini iddia edenlerin kendi tezlerini savunmaları, kanıt göstermeleri gerekir, diye düşünür. Balıkçının dedikleri dip- Bodrum’da Kalebentliğe mahkum edildiği yazının, “Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile asılmaya nasıl giderler?” başlıklı yazının tam metnini de kitapta buluyoruz. (s.43-47) Bir başka ilginç durum daha var. Yazının basılması konusunda ikilem içinde olan insanın aslında Balıkçı olduğu, sorun çıkabileceği konusunda endişeli ve tedbirli davrandığını, daha önceleri Basın Yayın Genel Müdürlüğü de yapmış olan Zekeriya Sertel’in yazının yayınlanmasında israrcı olduğunu, kalebentlik cezası alınca, Sertel’in Sinop’ta, Balıkçı’nun Bodrum’da cezayı ayrı ayrı çektiklerini de kitaptan öğreniyoruz. Balıkçı’nın ilk karşılaşmasında Bodrum (Halikarnassos) algısı ilginç ve şöyle dillendiriyor: “Batan güneşin turuncu-kırmızı ışığında Bodrum, öke (dahi) bir sanatçının elinden çıkmış şahaser (başyapıt) bir tabloyu andırıyordu. Denizin mavisiyle apak evlerin arasında Bodrum Kalesi, kolosal (dev) bir yontu (heykel) gibi yükseliyordu. Bodrum adı, zemin katlarının loşluğunu çağrıştırıyordu ama, görünen, bir renk ve ışık dünyasıydı. İlk görüşte tutulmuş, burada kuru ekmek ve peynirle ömrümü geçirebileceğime inanmıştım.” Yaşam boyu hep dost kaldığı Azra Erhat’ı tanıştıran kimsenin Sabahattin Eyüboğlu olduğunu da Balıkçı’nın açıklamalarından öğreniyoruz: “Sabahattin Eyuboğlu, minnacık, 34 numara ayakkabı giyen, mağazaların çocuk reyonundan giyinen bir bayancığı göstererek: - Balıkçı, bak bu hanım, Homeros’u çeviriyor, dedi. Ben, “Hangi Homeros’u? “ deyince, kızcağız şaşırdı, ”Balıkçı dedikleri, Homeros’yu bilmeyen bu adam mıymış? diye düşündüğünü sezdim. O ara tartışacak ortam yoktu. Dönüşte, Peisistratos zamanında, devlet eğitimine sokulurken, İlyada’da nasıl değişiklik yapıldığını anlatan, sarı yapraklı iki defter dolusu mektup yazıp yolladım. Azra, (delinmemiş inci demektir), bu yazının uzun bir bölümünü, çevirdiği İlyada’nın başına koydu. (Yazına ilgi duyan herkesin, ama özellikle rehber arkadaşların, İlyada’ya ve Homeros’a ilişkin o bölümü de okumalarını hararetle tavsiye ederim. YAS) “Homeros bilgini “diyebileceğim Azrabenim bilgim karşısında ama- ile bu tartışma, yaşam boyu sürecek dostluğumuzun temelini oluşturdu.” Çiçeği Burnunda Bir Kitap Üzerine Bir Değerlendirme Yazısı Akdeniz’i onurlandıran, yeniden anlamlandıran adamdır Balıkçı. Onu “Altıncı kıta“ olarak gören ve gösteren odur. “Akdeniz güzeli” diye andığı “zeytin” için de diyecekleri var Balıkçı’nın: mızı, özellikle de savaşların (Troya, Malazgirt, Kurtuluş Savaşı ve benzerlerinin) geçtiği yerleri, o savaşların nasıl yürüyüp, nasıl sonuçlandığını gezer, tartışmalı olarak öğrenmeye çalışırdık. “Ben zeytin için “Akdeniz güzeli “derim. Akdeniz’in ayırıcı ağacıdır zeytin. Zeytinci Musa’nın (yani benim) (Balıkçı’nın bir adı da Musa’dır. Tam adı Musa Cevat Şakir’dir. Soyadı kanunu çıktığında Kabaağaçlı soyadını almıştır. YAS) Adeta kutsadığım ağaçtır bu. Şunu da belirteyim ha, çok iyi bildiğimiz yerlere bile hepimiz hazırlıklı giderdik.” Kuran’da bile “zeytinli, emin bir yeri yurt tut.” mealinde (anlamına gelen) ayet vardır. Zeytin delicesinin kökleri, hangi toprağın Akdeniz toprağı olduğunu, sınırlar çizen diplomatlardan, haritalar çizen coğrafyacılardan daha iyi bilir.” İşin özü, “Pir-i Rehberan” (Rehberlerin piri) olan Balıkçı’yı yaşamak ve sonsuza kadar yaşatmaktır. Bunu bugün Prof. Gökovalı çok güzel yopıyor. Yarın başka Gökovalılar çıkacak, Rehberlerin gururu olan Balıkçı, yazdıkları ve yaşadıklarıyla bize örnek olumaya devam edecek. Akdeniz çevresinde zeytin üreten beş ülke arasında yer alan Türkiye’nin (diğerleri İspanya, İtalya, Yunanistan ve Suriye) zeytin üretiminde dördüncü sırada olduğunu biliyoruz. Balıkçı’nın şu önerisine ne demeli?: “Yurdumuzdaki delicelerin (delice zeytinlerin) yarısı aşılansa, zeytin ve zeytinyağı üretiminde dünya birinciliğini hiçbir ülkeye kaptırmayız.” Kitapta çok sayıda dünya bilgesinden, akışa, dünyanın gidişine ilişkin çok sayıda alıntı ve güzel söz var. Takdir edersiniz ki, alan darlığı nedeniyle onların hepsinden söz etmek mümkün (olanaklı) değildir. Kitabı tanıtım amacıyla biz buraya sadece bilimi ve felsefeyi başlatan Anadolulu olarak bilinen Thales hemşerimizden, yurttaşımızdan örnekler vermekle yetinelim: “Kefaletin yoldaşı felakettir.” “Kötü yoldan zengin olma.“ “Babandan kötü şey kapma.” Ana-babana ne gibi davranmışsan, kendi çocuklarından da aynı davranışı bekle. “ “İşsiz-güçsüzlük acınacak bir durumdur.” “Ölçülü ol.” “Acınmaktansa, kıskanıl.” Meraklı bir okuyucu ve rehber olarak, aklıma takılan ve kitapta yanıtını bulamadığım sorular da var hala? Büyük merakım, Balıkçı’yı bilgisiyle, görgüsüyle bir rehber olarak kendime örnek almamdan geliyor. Muğla’nın eskiden “Ahiköy” adını taşıyan bucağının Balıkçı’nın “Yatağan” adından esinlenerek değiştirildiğini ve “Yatağan” yapıldığını öğreniyoruz. Balıkçı’nın Yatağan adlı tirhandiline zaman içerisinde ne oldu, öncelikle onu merak ediyorum. Yok olduysa yerine yenisini ya da benzerini koymak ve bir yerde değerlendirmek mümkün mü? Örneğin Yatağan’da. Bodrum’da ya da Muğla’da? Müzede küçük bir örneğinin olduğunu biliyorum. Ben birebir boyutta yapılmış bir örnekten söz ediyorum. Balıkçı’nın British Museum’a yazdığı mektubun aslı ya da fotokopisi bir yerlerde var mı? Balıkçı’nın yakın arkadaşı büyük düşünür Sabahattin Eyuboğlu da aynı mektuptan söz ediyor. Ben İngiltere’de iken epeyce aradım, Biritish Museum yetkililerine sordum, ama bana olumlu ya da olumsuz herhangi bir cevap veremediler. Böyle bir belge, oluşturulacak bir rehber müzesinde en baş köşeye konur diye düşünüyorum. Haksız mıyım? Mavi yolculukları başlatan, isim babası olan Balıkçı, yolculukların başlangıcına ilişkin bakın neler söylüyor: “Bizler, “sonradan “mavi yolcular” adını aldık, tanınmayan yerin sevilmeyeceği, sevilmeyen yerin vatan sayılamayacağı görüşündeydik. Köyümüzü-kentimizi, dağımızı-ova- 98>99 ANTALYA REHBERLER ODASI DERGİSİ Demek ki mavi yolcu da kolay olunmuyor. Bilgi birikimi ve yoğun hazırlık gerektiriyor. Özveri de cabası. Benim bu tanıtım yazısi le sizlere söyleyebileceğim son söz, bir rehber olarak, Balıkçı’yı tanımak, kitaplarını okuyarak hizmetinde olduğunuz ülkenin değerlerinden birebir haberdar olmaktır. Önerim, hemen paraya kıyıp, Şadan Gökovalı arkadaşımızın Balıkçı’nın ağzından kaleme aldığı ve içeriğinde Balıkçı babası ile adeta bütünleştiği “Ben Halikarnas Balıkçısı, doğdum, sevdim, öldüm” adını taşıyan kitabını satın alıp okumanızdır. Balıkçı’nın şahsında, emeği geçen herkese Başta Şadan Gökovalı olmak üzere günül dolusu teşekkürler. Kitap, içeriği ve anlatımı ile bu kadarına da pes doğrusu, dedirtiyor. Çok deneyimli bir rehber ve akademisyen olan Şadan Gökovalı’nın son derece alçakgönüllü, egosu çok yüksek olmayan birisi olduğunu biliyoruz. Kitabın arka kapağına, iddialı konuşayım: Ses getirecek, yazmış. Ben kendi hesabıma kitabı alır almaz, aralıksız okudum. Bir solukta bitirdim. Gerçekten iddialı ve ses getirecek bir kitap olmuş. Kimi yerde geçmişi ve olanaksızlıkları düşünerek duygulandım, kimi zaman turizmin dünden bugüne geçirdiği aşamaları karşılaştırarak, bütün bunları aşamalı olarak denemiş biri olarak sevindim. Balıkçı’yı bizlere Bodrum’u anlatırken ki çoşkusu ile göz önüne getirdim. Bitmeyecek bir öyküyü bitirmek istemezcesine uzatarak ballandıra balllandıra anlatışını, vurgulanması gereken yerleri rehber değil, bir sanatçı duyarlılığı ile dile getirişini, coşkusunu, lirizmini anımsadım. Bizi “Anadolucu” yapanın Balıkçı olduğunu düşünürken, baktım ki 187 sayfalık kitap, bir çırpıda bitmiş. Gecikmeden de bu tanıtım yazısını hazırladım. Şimdi sindire sindire bir kez daha okumak, Balıkçıyı solumak istiyorum. İyi ki böyle bilgelerimiz var. Balıkçı, yazan, çizen, anlatan biri olarak, Balıkçı’nın manevi oğlu Gökovalı, Balıkçı babasını iyi anlamış, içine sindirmiş biri olarak ve yazan, yorumlayan, Balıkçı’yı yaşayan ve yaşatan biri olarak bu övgüyü, daha doğrusu övgüyü değil, gerçeğin bir kez daha ifade edilmesini hak ediyorlar. Göğün mavisi, toprağın kokusu, binlerce yıllık Anadolunun kültürel (ekinsel) dokusu buna tanıklık ediyor. Herkese iyi okumalar. Kitap bittiğinde, Balıkçı ve Gökovalı sayesinde, Anadolu’yu daha iyi tanıyacağınızı, ayağınızın yere daha sağlam bastığını göreceksiniz. Sözü Gökovalı ile bitirelim: Ne mutlu Balıkçı’ya ki Anadolusu, ne mutlu Anadolu’ya ki Balıkçı’sı var. Not: Kitaptaki “Rehberlik ilkeleri” bölümü bence ayrı bir yazının konusudur. Ben o bölümün de diğer bölümler gibi dikkatle okunmasını, Balıkçı’ya ve onun ardılı olan Gökovalı’ya kulak kabartılmasını talep ediyorum. Herkese iyi okumalar. Ekonomik Güvenilir Alışverişte Burdayız Economic and Secure Shopping Hier Werden Sie Nicht Belästigt Bag Textile Gift Spices Güngör KAPLAN 0532 423 83 64 [email protected] Elmalı Mh. 1. Sk. No:51 (Cumhuriyet Square - Centrum) ANTALYA / TÜRKİYE Tel & Fax : +90 242 248 78 97 E-mail : [email protected] www.antalyabestbazaar.com