sayi 18 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 18 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
EsasMedya Ltd. Şti. adına
Bülent AKARCALI
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
M. Esat GÜZELGÖZ
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Prof. Dr. Elif DAĞLI
Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı
Editör
Hande AYDEMİR
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı
Hukuk Danışmanı
Av. Bekir EREN
Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Kurumsal İletişim ve Reklam
M. Suat GÜZELGÖZ
Prof. Dr. Haydar SUR
İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
“Yeryüzü Doktorları Türkiye” Yönetim Kurulu Başkanı
Üroloji Uzmanı
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
Yıl: 2 Sayı: 18 • HAZİRAN 2013
Yayın Koordinatörü
Ayşe GÜZELGÖZ
Görsel Yönetmen
Mustafa HORUŞ
Grafik Tasarım
EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi
Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3
Çankaya / Ankara
Tel : 0312 472 44 63
Faks: 0312 472 44 83
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Yayın Türü
Yaygın Süreli
Basım Yeri
İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş.
Macun Mah. 3. cad.
No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km.
Yenimahalle / ANKARA
Tel : 0312 397 91 40
Basım Tarihi
Haziran 2013, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas
edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar
yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına
iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir.
®EsasMedya - 2013
®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
Destek ve katkıları için
SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz.
/saglikinsandrg
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
Tütünsüz Türkiye,
Dünyada Örnek Gösteriliyor
2009 yılında uygulamaya konulan “Dumansız Hava
Sahası Projesi” sigaranın toplum sağlığına olumsuz
etkilerini azaltmak amacıyla atılan en büyük ve
en kararlı adım olmuştu. Uygulama kısa sürede
toplumumuzda kabul gördü ve sigara içenlerin
sayısında her yıl azalma olduğu gözlendi. Dumansız
Hava Sahası uygulamasının ardından yine sigaranın
toplum sağlığına verdiği zararı ortadan kaldırmak
amacıyla Sağlık Bakanlığı büyük bir adım daha attı ve
tütün ürünlerini teşvik edici reklam ve promosyonların
yasaklanması için çalışmalar başlatıldı. Bu mücadele
hala kararlılıkla sürdürülüyor.
Sağlık Bakanlığı ve Türkiye Yeşilay Cemiyeti tarafından
31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü etkinlikleri çerçevesinde
İstanbul’da”Türkiye’nin Tütün Kontrolündeki Başarısı,
2012 Türkiye Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Sonuçları
Tanıtım Toplantısı” düzenledi ve toplantının konusu
“tütün ürünlerinin her türlü reklam promosyon ve
sponsorluğunun yasaklanması” olarak belirlendi.
Biz de bu gelişmelerin ışığında Haziran sayımızın ana
kapak konusunu “Dünya Tütünsüzlük Günü” olarak
belirledik. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sağlık
Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu ve Türkiye Yeşilay
Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman’ın “Dünya
Tütünsüzlük Günü” toplantılarında yaptığı konuşmaları
kapak dosyamızda sizlere sunduk.
Kapak dosyamızda ilginizi çekeceğinizi düşündüğümüz
bir başka çalışma ise Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Başkanlığının hazırladığı Türkiye’de Tütün Kontrolü
raporu.
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığı
tarafından hazırlanan “Dünya’da ve Türkiye’de Lösemi”
bilgi notunun ve Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat
Gültekin’in “Çocukluk Çağı Kanserlerinde Gelişmeler”
başlıklı makalesinin bulunduğu “kanser” dosyamızın da
dikkatinizi çekeceğini düşünüyoruz.
Haziran sayımızın röportaj konuğu Sağlık Bakanlığı
Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürü Dr. Hakkı Öztürk,
Sağlık ve İnsan Dergisi okuyucuları için tüm ayrıntılarıyla
“Hastane Randevu Merkezi Uygulamasını” anlattı.
Bu sayımızın kurumlarımız bölümünde “Türk Kızılayı” ve
“Sağlık Bakanlığı İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu”nu; Kampus
bölümünde ise “Turgut Özal Üniversitesi”ni sizlere
tanıtıyoruz.
Sağlık ve İnsan Dergisi ailesine katılan Dr. Sertaç
Doğanay, bu sayımızdan itibaren her ay bizlere sağlık
ve ilaç sektöründe sosyal medya ve dijital teknolojilerin
yeniliklerini aktaracak. Bu vesileyle Dr. Sertaç Doğanay’a
hoş geldiniz diyoruz.
Her sayımızda ilginizi çekecek çalışmalar hazırlamaya
özen gösteriyor ve sizlerden olumlu geri dönüş aldıkça
yolumuza daha emin adımlarla devam ediyoruz.
Bu sayımızda hazırladığımız “Aşının Tarihçesi”
çalışmamızda “Aşı” ile ilgili bilinmeyenlere ve ilklere imza
atan bilim adamlarına yer verdik. İlgiyle okuyacağınızı
umuyoruz.
Sağlık ve İnsan Dergisinden desteğinizi ve fikirlerinizi
esirgemediğiniz için sizlere teşekkür ediyor ve daha güzel
günlerde buluşmayı diliyoruz.
Sevgi ve saygılarımızla…
M. Esat GÜZELGÖZ
İÇİNDEKİLER
Kapak Konusu:
31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü
6
Haber:
Sigaradaki Katkı Maddeleri Açıklandı
12
Kapak Konusu:
Türkiye’de Tütün Kontrolü Çalışmaları
14
Haber:
Bakanlıktan “Reçetesiz İlaç” Açıklamasır
20
Haber:
Çocuk Sağlığını Tehdit Eden
Pazarlama Uygulamaları
22
Haber:
Çocukların Boy ve Kilosu Bakanlık Takibinde
23
Haber:
Helikopterler Çiğdem’e Can Yetiştirdi
24
Haber:
Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği
11. Genel Kurulunu Gerçekleştirdi
26
Haber:
Kalp, Bağırsak Zarıyla Korumaya Alındı
30
Haber:
Ağrı Kesici Kullanırken Dikkat!
31
Haber:
Morfin ve Aşı ‘Hacettepe’ Adıyla Üretilecek
32
N İ K E P - A M R I Ç A K Z I K N A D YA R A S
38
Portre:
Aşı’nın Tarihçesi
46
Haber:
“Yol Arkadaşımsın” Projesi
MS Hastalığına Işık Tutuyor
48
Kapak Konusu:
Kanser ve Tedavisine Genel Bir Bakış
52
Kapak Konusu:
Çocukluk Çağı Kanserlerinde Gelişmeler
54
Kapak Konusu:
Dünyada ve Türkiye’de Lösemi
56
Röportaj:
Dr. Hakkı Öztürk
Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürü
58
Biyoetik
64
Kurumlarımız:
Türk Kızılayı
68
Kurumlarımız:
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu
72
Kampus:
Turgut Özal Üniversitesi
78
Kültür - Sanat:
Pekin’de Saraydan Kız Kaçırma
80
Kitap
kapakkonusu
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan:
TÜTÜNLE MÜCADELEDE
ÖNEMLİ NETİCELER ALDIK
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Yeşilay Cemiyeti tarafından Lütfi
Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi
Sarayı’nda “31 Mayıs Dünya Tütünsüz
Günü” etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen “Türkiye’nin Tütün Kontrolündeki Başarısı, 2012 Türkiye Küresel
Yetişkin Tütün Araştırması Sonuçları
Tanıtım Toplantası”na katıldı.
Başbakan Erdoğan, burada yaptığı
konuşmada, 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü’nün tüm insanlığın sağlıklı,
mutlu, müreffeh ve “tütünsüz geleceği” için hayırlara vesile olmasını
diledi.
Kendisine törende tevdi edilen “Küresel Tütün Kontrolü Özel Prestij Ödülü” için Dünya Sağlık Örgütü, “Küresel
Tütün Kontrolü Başarı Ödülü” için de
ABD Hastalıkları Önleme ve Kontrol
Merkezi yöneticilerine teşekkür eden
Erdoğan, Maliye Bakanı Mehmet
Şimşek, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ile Yeşilay Cemiyeti Başkanı
İhsan Karaman’ı da aldıkları ödüller
dolayısıyla kutladı.
Sigara tüketimiyle mücadele konusundaki samimi hassasiyetler ile bu
çerçevede gösterdikleri çabaların
herkesçe malum olduğunu dile getiren Başbakan Erdoğan, 2012 Türkiye
Küresel Yetişkin Tütün Araştırması
verilerinin, bu çabaların sonuçlarının
6
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
alınmaya başladığını gösterdiğini
kaydetti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Aynı mahiyette 2008’de yapılan
araştırmayla
karşılaştırıldığında,
tütün ürünlerinin kullanımıyla mücadele konusunda, ülkemizde son
4 yılda gerçekten önemli ve kayda
değer neticeler elde ettiğimiz görülüyor. Buna göre, son 4 yılda 15 yaş
üzeri nüfusta tütün kullanım sıklığı
yüzde 31’den yüzde 27’ye gerilemiş
bulunuyor. Araştırma sonuçları, tütün kullanma sıklığında toplamda
yüzde 13,5’luk bir azalmaya işaret
ediyor. Şüphesiz bu neticede 2008
yılı ocak ayında çıkardığımız Tütün
Mamullerinin Zararlarının Önlenmesi
konusundaki kanunun önemli payı
var. Bildiğiniz gibi, bu kanunla 2008
yılı Mayıs ayından itibaren kamuya
ait açık alanlarda, aynı yılın temmuz
ayı itibariyle de lokanta, kahvehane,
kafeterya gibi yerlerde tütün ürünlerinin tüketilmesi yasaklandı. Böylece, kişilerin kendi evleri dışındaki
tüm kapalı alanlarda sigara içmesinin
önüne geçmiş olduk.”
Sigaraya ilişkin ilk Başbakan olduğu
döneme ilişkin bir anısını paylaşan
Erdoğan:
“Başbakan olduğum ilk dönemde
Başbakanlığın koridorlarında yürümekte zorlanıyordum. Çünkü aktif
içiciler vardı, ben bir pasif içici olarak
hakikaten duman oluyordum. Onun
için ‘dumansız havaya’ şiddetle ihtiyacımız vardı. Müsteşarıma dedim ki,
‘Ne yap yap, artık bu odaların kontrol
altına alınması lazım. Ne gerekiyorsa
da onu süratle yapmamız lazım.’ Bir
anda yayınlanan genelgeyle artık o
sıkıntılı havalardan kurtulmaya başladık. Şimdi kirli noktada olan dumansız havayı biz koridorlarımızda
yaşamaya başladık. Çünkü asıl amaç,
tütün ürünleri tüketmediği halde sigaranın zararlı etkilerine maruz kalan
insanlarımızı korumaktır. Çünkü o
odada herkes aslında sigara içmiyordu ama o odada çalışan memur arkadaşlar ses çıkaramadıkları için orada
yavaş yavaş zehirleniyordu.
Bu kanunun yürürlüğe girdiği günlerdeki tartışmaları hatırlıyorum. Birileri sigara yasağı yüzünden binlerce
iş yerinin kapanacağını, yüz binlerce
kişinin işsiz kalacağını iddia etmişti. Hatta kanun, iptali için Anayasa
Mahkemesine dahi götürülmüştü. Şu
anda biz yüzde 82 vergi uygulaması
yapıyoruz ve buradan 20 milyar gibi
bir gelirimiz var ama buna rağmen
yine para kazanıyorlar, işlerine devam ediyorlar. Bu işin ne kadar iddialı
olduğunu ortaya koyma bakımından
bunu açıklamak istedim. Bugün baktığımızda, söz konusu endişelerin, iddiaların hiçbirinin doğru olmadığını,
toplumun kahir ekseriyetinin sigara
yasağını memnuniyetle karşıladığını
ve sahiplendiğini görüyoruz” dedi.
Olay, sadece bir tütün olayı değil
Sigara içme yasağından sonra yeme
içme sektöründeki iş yeri sayısının
azalmak bir yana arttığını belirten
Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı öncesinde, belediyenin Hidiv Kasrı, Beyaz Köşk, Sarı Köşk
gibi birçok mutena yerleri sadece
belli bir azınlığın kullandığını anlattı. Erdoğan, belediye başkanı olunca
buraları bütün halka açtıklarını dile
getirerek, “Kapalı bölümlerde sigara
ve alkol yasak” dediklerini aktardı.
Tütün ürünlerinin kullanımıyla mücadele konusundaki bir diğer önemli
enstrümanın da sigaraya uyguladıkları yüksek vergi oranları olduğunu
belirten Erdoğan, “Dünya Sağlık Örgütü sigara için yüzde 75 vergi oranı
tavsiye ederken, biz bunu yüzde 80
olarak uyguluyoruz. Aynı şekilde sağlık uyarılarının sigara paketleri üzerinde daha görünür ve etkili şekilde
yer almasını sağladık. Tütün ürünlerinin 18 yaşın altındaki kişilere satışını
engelleme konusunda da kararlı bir
mücadele içindeyiz” diye konuştu.
Uluslararası alanda da Yasadışı Tütün
Ticaretinin Önlenmesi Protokolü’nü
imzalayan ilk 12 ülke arasında yer
alarak kararlılıklarını orada da ortaya
koyduklarını anlatan Erdoğan, şunları kaydetti:
“Geçtiğimiz hafta meclisimizde kabul edilen yasayla tütün içermese
de nargile ve sigara tarzındaki tüm
ürünleri, tütün kapsamına aldık. Aynı
düzenlemeyle sigara içme yasağını,
özel araçların sürücü koltuklarındaki
kişileri de kapsayacak şekilde genişlettik. Tabii şimdi tütün diyoruz da
tütünün içindeki o zararlı maddeler
nelerdir? Bunların üzerinde de aslında Sağlık Bakanlığımızın, Yeşilayımızın ve diğer STK’larımızın çok daha
geniş çalışması lazım. Olay, sadece
bir tütün olayı değil. Bunun içinde,
yani nikotinin dışında birçok şeyler
var. Bunlar nelerdir, bunları açıklamamız lazım. Toplumumuzu bu noktada
gerçekten bilinçlendirmemiz lazım.”
“Ortak mücadele vermemiz lazım”
Başbakan Erdoğan, iş yerlerinde sigara içme yasağına uyulmaması halinde verilen cezaları ağırlaştırdıklarını,
bunların daha da ağırlaşabileceğini
dile getirdi.
Bunun yanında kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla yürütülen “Dumansız Hava Sahası” ve “Havanı Koru”
kampanyalarının da millet nezdinde
itibar gördüğünü memnuniyetle ifade etmek istediğini belirten Erdoğan,
tüm bunlara rağmen, yasayı çıkardıklarını ancak birçok restoranda hala
sigara içmeyi devam ettirenlerin de
bulunduğuna işaret ederek, şunları
kaydetti:
“Restoran sahibi ‘5 bin liraysa bunun
cezası, ben 5 bin lirayı öderim, bunu
devam ettiririm’ diyor. Sen ‘5 binle
yine ben bu yola devam ederim’ diyorsan, biz de yeni bir kararla çok
daha farklı uygulamaları devreye sokabiliriz. Bu kapatmaya kadar götürür. İlla sigara içmesi gerekenler varsa
onlara bir zehir odası yaparsın, orada
içerler. Dünyada bunun uygulamaları
var. Uluslararası havalimanlarında var
özel odalar, o özel odaların içerisine
girer, orada sigara içersin. Sadece
bize ait bir şey değil, sayın Chan (DSÖ
Genel Direktörü) bunları zaten tespit
etti, onların kitaplarında, kitapçıklarında vardır.”
Konuşmasının
sonunda
Dünya Tütünsüz Günü’nü kutlayarak,
Türkiye’nin Tütün Kontrolündeki Başarısı ve 2012 Türkiye Küresel Yetişkin
Tütün Araştırması sonuçlarının hayırlara vesile olmasını dileyen Erdoğan,
tütün ürünlerinin kullanımıyla mücadele konusunda yürüttükleri çalışmalara destek olan herkese, Yeşilay
ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel
Direktörü Margaret Chan ile uluslararası kuruluşlara teşekkür etti.
Başbakan Erdoğan’a ödüller
DSÖ Genel Direktörü Chan, konuşmasının ardından Başbakan
Erdoğan’a DSÖ’nün “Küresel Tütün
Kontrolü Özel Prestij Ödülü”nü takdim etti.
ABD Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) Başkanı Charles
Stokes da Erdoğan’a, “Küresel Tütün
Kontrolü Başarı Ödülü”nü sundu.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
7
Sağlık Bakanı
Dr. Mehmet Müzezzinoğlu:
TÜTÜN KONTROLÜ ÇALIŞMALARIMIZ TÜM
DÜNYADA ÖRNEK GÖSTERİLMEKTEDİR*
Dünya sağlık otoritelerinin küresel
bir halk sağlığı problemi olarak kabul
ettiği tütün kullanımı, 50’nin üzerinde sağlık sorununu doğrudan veya
dolaylı olarak tetikliyor. Hepimiz çok
iyi biliyoruz ki, Dünyada görülen kanserlerin yaklaşık üçte ikisi önlenebilir
nedenlerden kaynaklanıyor ve sigara
bu nedenlerin başında geliyor. Biz de
Dünya genelinde 1,2 milyar insanın
aktif, çok daha fazla insanın ise pasif
olarak etkilendiği zararlı bir alışkanlıkla mücadele ediyoruz.
Dünya üzerinde her 10 kişiden biri tütün kullanımı nedeniyle hayatını kaybediyor. Bugün Dünya Sağlık Örgütü
ile Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezinin çok kıymetli yöneticileriyle
birlikte, tüm insanlığa bir kez daha
tütünsüz bir dünya çağrısı yapma fırsatı buluyoruz.
Dünya Sağlık Örgütü, tütünle
mücadele için, 2003 yılında, ilk uluslararası sağlık anlaşması olan “Tütün Kontrol Çerçeve Sözleşmesi’ni
hazırlayarak ülkelere sundu. Türkiye dâhil 176 ülke, bu sözleşmeye
imza koydu. Ülkelerin tütün salgını ile mücadelelerine ışık tutan
8
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
ve uygulamaların yasal dayanağını teşkil eden bu sözleşme, bizim
de tütünle mücadele kapsamında
uyguladığımız Ulusal Eylem Planının temelini oluşturdu. Bu alışkanlık bizim için çok zor bir mücadele
alanıydı. Çünkü “Türk gibi sigara
içmek”tabirinin hüküm sürdüğü bir
toplumduk ve bu tabirin bir maharet
değil, zafiyet olduğunu insanlarımıza
anlatmamız gerekiyordu. En önemli
ihtiyaç ise politik kararlılıktı.
Bizi, bugün dünyadaki diğer mücadele örneklerinden ayıran ve öne
çıkaran en büyük farkımız da ortaya
koyduğumuz politik kararlılığımızdı.
Sayın Başbakanımızın tütünle mücadelemizde üstlendiği liderlik sayesinde uzun soluklu bu maratona güçlü
ve hızlı adımlarla başladık.
Batı ülkelerine göre geç başladığımız
tütün salgını ile mücadelede, Dünya
Sağlık Örgütünün Tütün Kontrol Çerçeve Sözleşme stratejilerini, 176 ülke
içinde tamamını uygulayan ilk ülkeyiz. 2007’de “Dumansız Hava Sahası”
uygulaması ile başlattığımız eylem
planı kapsamında etkin yasal tedbirler aldık.
Denetim mekanizmaları kurduk.
Reklam ve satış şartlarını düzenledik,
caydırıcılığı güçlendirecek ciddi mali
tedbirler aldık. Bilinçlendirme kampanyaları düzenledik, sigarayı bırakmak isteyenlere profesyonel destek
sunan merkezler kurduk. Yaptığımız
bu işler Dünya Sağlık Otoriteleri tarafından takdir edildi ve ödüllere layık
görüldü.
Sayın Başbakanımızın politik kararlılığı ve önderliği, bizim için pek çok
ülkenin sahip olmadığı bir avantajdı.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından, bu
mücadeleye liderlik etmesinin önemine binaen Başbakanımıza ’2010
Küresel Tütün Kontrolü Başarı Özel
Ödülü ”verildi.
Yine, önceki Sağlık Bakanımız Recep
Akdağ Bey ile önceki Sağlık Komisyon Başkanımız Cevdet Erdöl Bey’in
şahsında, Türkiye’nin tütünle mücadeledeki başarısı farklı yıllarda Dünya
Sağlık Örgütü tarafından ödüllendirildi.
Bugün tütün salgınına karşı verilen
küresel mücadeleye umut olan başarımızda; başta Sayın Başbakanımız
olmak üzere Hükümetimizin siyasi
kararlılığının, kamuoyunun güçlü
desteğinin, inanmış bir ekip çalışmasının, Ulusal ve Uluslararası ortaklıkların, Sivil Toplum Kuruluşları ve
Üniversitelerimizle kurulan işbirliklerinin, ve medya mensuplarımızın
duyarlılığın kıymetini, bir kez daha
vurgulamak istiyorum.
Emeği geçen ve duyarlılık gösteren
herkese ülkem ve insanlık adına teşekkür ediyorum.
Biliyoruz ki artık tütün kontrolü alanında yaptığımız çalışmalar tüm
dünyada örnek gösterilmekte ve çok
sayıda ülke tarafından incelenmektedir.
Dünya Sağlık Örgütünün Küresel
Yetişkin Tütün Araştırması’nı ikinci
kez sonuçlandıran iki ülkeden biri olduk. Bugün bu alanda elde ettiğimiz
başarıyı tüm dünya ile paylaşmak
istiyoruz. Bilindiği gibi, tütün kontrolü çalışmalarının başarısını gösteren
en önemli sonuçlardan bir tanesi,
sigara içme oranında yaşanan düşüştür.
Bu sonuçlara göre ülkemizde 2008 yılında yüzde 31 düzeyinde olan sigara
içme oranının, bugün yüzde 27’lere
gerilediğini görmekteyiz.
2008 yılında sigara içen 2,2 milyon insanımızın artık sigara içmiyor olması
bizi gururlandıran en büyük kazancımızdır. Bir başka veri ise erkeklerde
sigara bırakma oranının kadınlara
göre biraz daha yüksek olduğunu
ortaya koyuyor. Önümüzdeki süreçte kadınlarımızı tütün salgınına karşı
korumada daha özenli davranmamız
gerekecek ve biz biliyoruz ki, tütünle
mücadelede kadınların katılımını
sağlamak, aileyi sürece katmaktır,
gelecek nesilleri etkin korumaktır. Bu
nedenle, önümüzdeki dönemde, tütünle mücadelemizde kadınlarımızı
kazanmaya daha da ağırlık vereceğiz.
Ben bu vesile ile huzurlarınızda bir
teşekkürü de sağlık çalışanlarımıza
yapmak istiyorum. Bu başarıya ulaşmamızda, sağlık çalışanlarımız rol
model oldu. Her iki hekimimizden
birisinin, her iki yöneticimizden de
neredeyse birisinin sigarayı bıraktığını görmek bizim için ayrı bir gurur vesilesi olmuştur. Burada olan hekimlerimiz ve yöneticilerimiz şahsında tüm
sağlık çalışanlarımızı da kutluyor, teşekkür ediyorum.
Dünya Sağlık Örgütü ile huzurlarınızda imzalayacağız.
Sigara içenler kadar, içmeyen ama
sigara dumanına maruz kalan vatandaşlarımızı da korumak adına,
kamuya açık kapalı alanlarda sigara
içme yasağı getirdik. Bu yasağın etkili şekilde uygulanmasını sağlamak
için güçlü bir denetim mekanizması
geliştirdik. Sigara bırakmak isteyen
vatandaşlarımız için Sigara Bırakma
Poliklinikleri açtık.
Bilindiği gibi, İnsan Sağlığı konularında, siyasi ve ekonomik sebeplere, ideolojik ön yargılara yer yoktur.
Olmamalıdır. Maalesef, Amerika ve
Avrupa’daki yasaklar nedeniyle rota
değiştiren tütün sektörü, yıllarca
ülkemizi pazar olarak kuşattı. Bakınız; Batının 80”li yıllarda başlattığı
tütün salgını mücadelesine biz yıllar
sonra başlayabildik. Şimdi pek çok
ülke, alkolün pençesinden kurtulmak
için ciddi mücadeleler veriyor. Allaha
şükür ki, alkolün zararlı etkileri konusunda, sıkıntılı süreçlerin başlarında
önlemlerimizi aldık.
ALO 171 “Sigara Bırakma Danışma
Hattı’nı kurduk. Bu hattımızda günlük ortalama 10 binin üzerinde çağrı
karşılanıyor. Sigarayı bırakmak isteyenlere verdiğimiz bu desteği çok
önemsiyoruz. Küresel Yetişkin Tütün
Araştırması Sonuçları da bu desteğin
kıymetini ve gerekliliğini ortaya koyuyor.
Sigara
kullanımını
önlemek
amacıyla getirdiğimiz bir diğer
yenilik, uyarı yazılarıdır. Şu andaki
mevzuata göre, her sigara paketinin yüzde 65’ini kapsayacak şekilde,
uyarı resimleri ve yazılar bulunmaktadır. Bu uygulamamız sigara içen
insanların sigarayı bırakma düşüncelerini arttırmıştır.
Yine başka bir uygulamamız ile tütün kullanımını engelleyici bir etken
olarak, sigaranın her türlü reklâmını
ve sponsorluğunu yasakladık. Bu konuyu mevzuatımızda açık bir şekilde
dile getirerek “31 Mayıs 2013 Dünya
Tütünsüz Günü” için belirlenmiş olan
temanın gereğini çok öncesinden yerine getirmiş olduk.
Geçen hafta yaptığımız yasal bir
düzenleme ile de nargile ve sigara
benzeri tüm ürünleri tütün ürünü
kapsamına aldık. Elde ettiğimiz tecrübelerin bir yansıması olarak 20132017 eylem planımızı hazırladık.
Tütün kontrolü alanında her türlü
işbirliğini geliştirmeye hazırız. Bu
kapsamda tütünle mücadelesini sürdüren tüm ülkelere teknik danışmanlık vermek için kapımız sonuna kadar
açıktır.
Bu konudaki kararlılığımızın bir göstergesi olarak ülkemizdeki başarılı
tütün kontrolü uygulamalarından
elde ettiğimiz kazanımların, diğer
ülkelere aktarılmasına imkân verecek işbirliğine ilişkin Niyet Beyanını,
Gelecek nesillerimizin sağlığı için tedbirlerimizi şimdiden alıyoruz. Almak
zorundayız. Bu nedenle Meclisimizde kabul edilen yasal düzenlemeyi,
çağdaş ve ileri görüşlü bir vizyonun
yansıması olarak görüyor ve emeği
geçenleri kutluyorum.
Sağlıklı yaşam, anayasal bir haktır. İnsanların bu hakkına saygı
göstermek, hem bireysel hem de
toplumsal sorumluluklarımız arasındadır. Bu sorumluluğun fark edilmesi
ve ortak bilinçle farkındalık oluşması
için, başarılı bir çalışma yürüttük. Bugün gururla başarımızı kutluyoruz.
Bugünlere kavuşmamızda emeği
geçen başta; “Bir Sağlıklı nefesin bedeli olmaz” diyerek desteklerini hiç
esirgemeyen Sayın Başbakanımıza,
Türkiye Büyük Millet Meclisine, tüm
kurumlarımıza, akademisyenlerimize, Ulusal ve uluslararası sivil toplum
kuruluşlarımıza, medyamıza, gece
gündüz demeden fedakârca çalışan
sağlık personelimize ve en önemlisi
ise sağlıklı geleceklerine ve kanunlarına sahip çıkarak haklarını savunan
vatandaşlarımıza teşekkür ediyorum.
Ayrıca bu çalışmalarımızda bizi yalnız
bırakmayan, sürekli destek ve rehberlik sağlayan, Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Sayın Margaret
Chan’e teşekkürü bir borç bilirim.
* Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü
ve Küresel Yetişkin Tütün Araştırması
Tanıtım Toplantısı Konuşması
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
9
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
Prof. Dr. İhsan Karaman:
ÜLKEMİZDEKİ TÜTÜN KONTROLÜ
UYGULAMALARI HALK SAĞLIĞINA
OLUMLU YANSIMAKTADIR*
Dünyada her yıl 6 milyon insanın ölümünden sorumlu sigara, önlenebilir
ölüm ve hastalıkların en önde gelen
sebebidir. Her 6 saniyede 1 insan
sigara nedeni ile hayatını kaybetmektedir. Dünya Sağlık örgütü, acil
önlemler alınmadığı takdirde, sigaradan kaynaklanan ölümlerin artarak
devam edeceğini ve 2030 yılı itibari
ile sigara kaynaklı yıllık ölümlerin 8
milyonu geçeceğini öngörmektedir.
Küresel olarak tütün kullanımı artmaya devam ederken, yüksek gelirli
ülkelerde azalmaktadır
DSÖ verilerine göre sigara kullanıcıların % 80 ini düşük ve orta gelirli
ülke vatandaşları oluşturmaktadır.
10
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
Bu, gellişmiş ülkelerde pazar payını
kaybededen sigara şirketlerinin Afrika ‘daki dar gelirli ülkeler dâhil az gelişmiş ülkeleri hedef alan pazarlama
stratejilerinin bir sonucudur.
En önemli halk sağlığı sorunlarından biri olan sigara salgını (tütün
epidemisi ) konusunda farkındalık
oluşturmak için kutlanan Dünya Sigarasız gününün bu yılki teması tütün
ürünlerinin her türlü reklam promosyon ve
sponsorluğunun yasaklanması olarak belirlenmiştir.
Sigara şirketlerinin, her iki kullanıcısından birini öldüren ürünlerini,
agresif reklam ve promosyon kampanyalarıyla ve etik olmayan farklı
yöntemlerle pazarladığı bilinen bir
gerçektir. Sigara şirketleri, sayısız insana ekonomik kayıp yaşatan, ulusal
sağlık sistemlerini çok olumsuz etkileyen, hastalık ve ölümlere neden
olan, bağımlılık yapma potansiyeli
çok yüksek bir maddeyi satarak kar
ederler.
Her yıl, milyonlarca müşterisi sigaraya bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybeden tütün şirketleri, ayakta
kalabilmek için yeni müşteriler ve
yeni pazarlar bulmak zorundadır. Bu
nedenle sigara şirketleri, kadınlar, çocuklar, fakir ülkelerin fakir insanlarını
hedef alan, etik olmayan reklam ve
pazarlama taktiklerine başvurmaktadır. Tütün endüstrisininin her sene
milyarlarca doları tütün reklam, pazarlama ve sponsorlukları için harcadığı bilinmektedir. Tütün reklam, pazarlama ve sponsorluklarının amacı
sigarayı herhangi bir ticari ürün gibi
normalize etmek, sosyal kabul edilebilirliğini artırmak, tütün kontrolü
çabalarını etkisileştirmek ve tütün
ürünlerini çekici, havalı, asi, özgür olmak gibi imgelerle özdeşleştirmektir.
Sigara reklamlarına kapsamlı yasaklar uygulanan ülkelerde sigara şirketleri indirekt reklam ve pazarlama taktiklerine başvurduğu bilinmektedir.
Direkt ve İndirekt sigara reklam, pazarlama ve sponsorluklarını kapsamlı
bir şekilde yasaklanması tütün tüketimini ciddi oranlarda düşürmekte ve
tütün endüstrisinin özellikle çocuk
ve gençlere ulaşmasını engellemektedir. Dünya Sağlık Örgütü, Tütün
Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi 13.
maddesinde taraflara tütün reklamları, promosyonu ve sponsorluğuna
yönelik kapsamlı yasak getirilmesi
ve uygulanması yükümlülüğünü
getirmektedir. Ülkemiz, 176 ülkenin
taraf olduğu, ilk uluslararası sağlık
anlaşması olan Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesini 2004 yılında imzaladıktan sonra tütün mücadelesinde
çok önemli gelişmeler kaydetmiş ve
kapsamlı yasa ve uygulamarı ile dünya ülkelerine model olabilecek bir
konuma gelmiştir. Ülkemizde, Tütün
Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin 13.
maddesinin ön gördüğü şekilde, tütün reklam, promosyon ve sponsorluk faaliyetleri yasaklanmıştır.
Buna göre ülkemizde tütün endüstrisinin,
• Spor, müzik faaliyetlerine sponsor
olma
• Ürün yerleştirme
• Marka paylaşımı
• Marka esnetme
• Sosyal sorumluluk
projelerine
sponsor olma
Her türlü medya mecrasında direkt
veya dolaylı reklam yapma gibi kanallarına set çekilmiş gençlere ve çocuklara ulaşabilirliği kısıtlanmıştır.
Kapsamlı yasa ve uygulamalarıyla
ülkemiz DSÖ tarafından hazırlanan
MPOWER stratejilerinin tamamını ye-
rine getiren ilk ve tek ülke olma ünvanını haketmiştir.
Yeşilay olarak, ülkemizdeki tütün
kontrolü kapsamlı yasa ve uygulamalarının halk sağlığına olumlu yansımalarını görmekten dolayı büyük
mutluluk ve gurur duymaktayız.
Tütün firmalarının sigara reklam ve
promosyon faaliyetlerine getirilen
kısıtlamalar sonucunda pazarlama
aracı olarak sadece paket dizaynına
bağlı kaldıkları bilinen bir gerçektir.
Ülkemizde Dünya Sağlık Örgütünün
tavsiye ettiği standartlara uygun
hazırlanmış, sigara paketlerinde resimli uyarıların bulunması son derece olumlu bir uygulamadır. Bununla
beraber, paket dizaynının marka
imajını oluşturmakta olduğu, statü,
zenginlik, incelik, özgürlük gibi tema
ve simgelerler sigaranın gerçek yüzünü gizleyip bu şekilde pazarlandığı gerçeğinin altını çizmek istiyoruz.
Dolayısıyla ülkemizde sigara paketlerindeki birleşik uyarılara ek olarak,
Avustralya örneğinde olduğu gibi
düz paket uygulamasına da bir an
önce geçilmesi çok olumlu olacaktır.
Ülkemizde sigara çocuk ve gençlerin
göremeyeceği şekilde ayrı bölümlerde satışa sunulmaktadır. Yeşilay
olarak, bu tedbirlere ilaveten Dünya
Sağlık Örgütünün de önerdiği gibi
satış noktalarının da (point of sales)
yasaklanmasının da gerekliliğine inanıyoruz.
......
Ülkemiz 2008 yılında tütün endüstrisinin agresif karşı atakları ve lobi
faaliyetlerine aldırmadan büyük bir
kararlılıkla Sn. Başbakanımızın liderliğinde, Sağlık Bakanlığının ve Sivil
toplum örgütlerinin özverili çalışmaları ve Dünya Sağlık Örgütünün
destekleri ile çok kapsamlı bir tütün
kontrolü yasasını geçirerek hayal edilemiyeni başarmış ve Dünya ülkeleri
için model olmuştur. Halk sağlığının
bir zaferi olan bu kanunun en önemli
başarı göstergesi ülkemizdeki sigara
içme oranlarındaki düşüşlerdir. “Ölçebilirsen yönetebilirsin” anlayışı ile
ülkemiz 2008 yılında gerçekleştirilen
Küresel Yetişkin Tütün anketi ile küresel yetişkin tütün araştırmasını gerçekleştiren ve sonuçlarını duyuran
ilk ülke olmuştur. İkincisi 2012 yılında
gerçekleştirilen Küresel Yetişkin Tütün Anketine göre ülkemizde sigara
içme oranlarının %31’den %27,1’e kadar düştüğünü görmekteyiz. Bundan
sonraki tütün kontrolü çalışmalarına
yön verecek nitelikte olan bu değerli
çalışmada emeği geçen DSÖ, CDC,
Sağlık Bakanlığı, Hacettepe Üniversitesi ve TÜİK yetkilerine Yeşilay olarak
teşekkürlerimizi sunarız.
Tütün kullanma oranlarındaki bu sevindirici düşüş, kanıta dayalı tütün
kontrolü politikalarının kararlılıkla
uygulanmasının neticesidir.
Bildiğiniz gibi bundan yaklaşık 1 ay
önce DSÖ başkanı sn Dr. Margeret
Chan in katılımı ile DSÖ ile birlikte
Global Alkol Politikaları Sempozyumu gerçekleştirmiştik. Sempozyumdan kısa bir süre sonra kanıta dayalı
alkol kontrol politikalarını içeren alkolün zararlı etkilerini azaltmaya
yönelik kanunun geçtiğimiz günlerde TBMM de yasalaştığının müjdesini
de vermek isterim. Tütün kontrolünde olduğu gibi bu da halk sağlığı savunucularının önemli bir başarısıdır.
Dünya Sağlık Örgütünün önlenebilir
ölüm ve hastalıkların en önde gelen
nedeni olarak tanımladığı sigara ve
tütün endüstrisi ile mücadelemiz sigarasız bir Türkiye ve Dünya idealiyle devam edecektir. Bununla birlikte
Dünya Sağlık Örgütünün, önlenebilir
ölüm ve hastalıkların üçüncü temel
nedeni olarak tanımladığı Alkolün
zararlı etkileri konusunda farkındalık oluşturacak Dünya Alkolsüz
Günü’nün de gerekliğine inanıyoruz.
Bu seneki Dünya Sigarasız Gününü
Sn Başbakanımız, Bakanlarımız. DSÖ
başkanı ve yetkilileri, CDC yetkilileri, Sivil Toplum Örgütleri ve tütün
kontrolü savunucuları ile birlikte
Türkiye’de kutlamaktan büyük onur
duyuyoruz. Özlemini çektiğimiz ilk
Dünya Alkolsüz Günü’nü de yine
Türkiye’de birlikte hep birlikte kutlamak temennisi ile bütün halk sağlığı
savunucularını saygıyla selamlıyorum…
* Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
Prof. Dr. İhsan Karaman’ın 31 Mayıs
Dünya Tütünsüz Günü ve Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Tanıtım Toplantısı Konuşması
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
11
haber
SİGARADAKİ
KATKI MADDELERİ AÇIKLANDI
Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme
Kurumu (TAPDK), bir ilke imza atarak,
2012 yılında piyasaya arz edilen sigaralar içerisindeki katkı maddelerini
açıkladı.
Türkiye’de ilk defa sigara içerisindeki
katkı maddelerini kamuoyunun bilgisine sunan TAPDK, bunları, “Tütün
Mamullerinde Kullanılan Girdiler”
başlığıyla www.tapdk.gov.tr internet
adresinden duyurdu.
TAPDK, Tütün Mamullerinin Zararlarından Korumaya Yönelik Üretim
Şekline, Etiketlenmesine ve Denetlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar
Hakkında Yönetmeliğin “Kurum,
tüketicinin bilgilendirilmesini sağlamak amacıyla bu madde uyarınca
sağladığı bilgileri, ticari sır oluşturan
12
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
özellikle ürün formülü bilgilerinin
korunmasına özen göstererek halkın
bilgisine sunar” hükmü gereğince,
söz konusu maddeleri açıkladı.
Kurum, 2012 yılında 6 sigara üreticisi
firma tarafından piyasaya arz edilen
267 değişik markalı sigara mamulat
çeşidinin üretiminde kullanılan girdileri, “katkı maddeleri”, “sigara kâğıdı”,
“kenar ek yeri yapıştırıcısı”, “sigara kağıdı üzerinde kullanılan mürekkep”,
“filtreleme maddesi”, “filtre sargısı”,
“filtre yapıştırıcısı” ve “uç kağıdı ve uç
kağıdı mürekkebi” başlıkları altında
kamuoyu ile paylaştı.
Açıklanan listelere göre, sigaralarda
269’u (yanmış) katkı maddesi olmak
üzere 602 farklı girdi kullanıldığı ortaya çıktı. “Katkı maddeleri” başlığıyla
açıklanan listede, “anisaldehit, asetik
asit, asetofenon, bal, benzil alkol, Bulgar gül yağı, etil alkol, gliserol, ıhlamur yağı, kakao özütü ve tozu, karamel, karanfil yağı,laktik asit, mentol,
meyan kökü tozu, nitrojen, ökaliptol,
propilen glikol, rom, şeker, vanilya,
yasemin ve yıldız anason yağı”nın da
aralarında bulunduğu 269 madde
yer aldı.
Sigara kâğıdı için 25 (yanmış), kenar
ek yeri yapıştırıcısı için 9 (yanmış), sigara kağıdı üzerindeki mürekkepte
35 (yanmış), filtreleme için 39 (yanmamış), filtre sargısında 51 (yanmamış), filtre yapıştırıcısında 37 (yanmamış), uç kağıdı ve mürekkebinde 137
maddenin (yanmamış) kullandığını
belirlendi.
kapakkonusu
TÜRKİYE’DE
TÜTÜN KONTROLÜ ÇALIŞMALARI
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı
Tüm dünyada genellikle sigara olarak
tüketilen tütün, başta kanserler, kalp
ve akciğer hastalıkları olmak üzere
50’den fazla sağlık problemine yol
açan önemli ve önlenebilir bir halk
sağlığı sorunudur. Sigara kullananların %80’i gelişmekte olan ülkelerde
yaşamaktadır. Dünyada 15 yaş üzeri
nüfusta her üç erişkinden biri sigara kullanırken ülkemizde de 15 yaş
üzeri nüfusta sigara kullanım oranı %
27’dir (KYTA 2012).
Dünya genelinde başlıca önlenebilir
ölüm nedenlerinden sadece 3’ünde
artış görülmektedir. Bu hastalıklar,
HIV-AIDS, şişmanlık ve tütün kullanımıdır. Tütün kullanımı, her yıl dünyada 6 milyon kişinin, Türkiye’de ise
100 binden fazla kişinin ölümünden
sorumludur. Sigara, içenleri olduğu
kadar çevresindeki kişileri de etkilemektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün
tahminlerine göre, 700 milyon çocuk
yani dünyadaki çocukların yarısı sigara dumanına maruz kalmaktadır. Her
yıl dünyada 600 binin üzerinde kişi
sigara dumanına maruz kalmanın
sonucu ölmektedir. Öldürücü sağlık
sorunlarının yanı sıra tütün kullanımı, çok ciddi çevre kirliliğine ve eko14
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
nomik kayıplara da yol açmaktadır.
Sigara izmaritlerinin neden olduğu
çevre kirliliği ve yangınlar ciddi boyuttadır. Ekonomik yük açısından
bakıldığında sigara satın almak için
harcanan para günde 70 milyon TL,
yılda ise 25 milyar TL dolayındadır.
Bu miktardan daha fazlası da sigara
içiminin neden olduğu hastalıkların
tanı ve tedavisi için harcanmaktadır.
Sonuç olarak sigara kullanımı hem
kişisel hem de ülke ekonomisi bakımından ciddi yük oluşturmaktadır.
Türkiye’de Tütünle Mücadeledeki
Kilometretaşları
2. Sigara içenlerin bu davranışlarını
bırakmalarının desteklenmesi,
Tütünle mücadelede güçlü bir yasa
ve bu yasanın etkili uygulanması büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin
tütün ve tütün ürünlerine karşı verdiği mücadele, 26.11.1996 tarihli ve
22829 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4207 sayılı
“Tütün Mamullerinin Zararlarının
Önlenmesine Dair Kanun” ile başlamaktadır. Söz konusu Kanunla ilk kez
sağlık ve eğitim kurumlarında, spor
ve kültürel etkinliklerin yapıldığı yerlerde, toplu taşıma araçlarında (taksi
hizmeti verenler hariç) sigara içilmesi, 18 yaşından küçüklere sigara satışı
ve tütün ürünlerinin her türlü reklam
ve tanıtımı yasaklanmıştır. Böylece
bu Kanun, bazı kamusal alanlarda sigara içilmesinin yasaklanması konusunda toplumun ve medyanın dikkatini çekmekte bir ilk olmuştur. Ancak
yasada sigara içilmesinin kısıtlandığı
alanlar sınırlı kalmış, kurallara uymayanlara uygulanacak cezalar da net
olarak ifade edilmemiştir.
3. Sigara dumanından pasif etkilenimin engellenmesidir.
Sigara kullanımının dünya çapında insan sağlığını tehdit edebilecek
Bu kadar zararlı ve tehlikeli bir ürüne
karşı ancak kapsamlı ve etkin bir mücadeleyle başarı sağlamak mümkündür. Türkiye’de bu mücadele, Sağlık
Bakanlığı’nın koordinasyonunda başarıyla yürütülmekte ve bu mücadele
sırasında tüm dünyada kabul gören üç
temel strateji izlenmektedir. Bunlar:
1. Çocuklar ve gençler başta olmak
üzere bireylerin sigaraya başlamalarının önlenmesi,
boyutlara ulaşmasına ve tütün şirketlerinin pazar oluşturma stratejilerine karşı geliştirilen Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi(TKÇS) ilk
uluslararası küresel sağlık anlaşması
olma özelliğini taşımaktadır. Dünya
Sağlık Örgütü(DSÖ)’nün 56. Dünya
Sağlık Asamblesinde 21 Mayıs 2003
tarihinde kabul edilmiş, Türkiye tarafından da 28 Nisan 2004 tarihinde imzalanmıştır. Türkiye, 30 Kasım
2004 tarihli ve 25656 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren bu uluslararası sözleşmeyi imzalayan dünyadaki 43. ülke olmuştur.
Halen 176 ülke bu sözleşmeye taraftır. TKÇS kapsamında yapılacak tüm
çalışmaların planlanması ve tütün
tüketiminin kontrol altına alınması
amacıyla 130’a yakın uzmanın işbirliği ile hazırlanan Ulusal Tütün Kontrol
Programı, 7 Ekim 2006 tarihinde
Başbakanlık Genelgesi ekinde
yayımlanmış, 12 Aralık 2007
tarihinde de 2008-2012 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanan Eylem Planı, Başbakanımız Recep Tayyip
Erdoğan’ın katılımları ile
kamuoyuna tanıtılmıştır.
TKÇS kapsamında oluşturulan Ulusal Tütün Kontrol
Programı’nın bir bütün olarak
uygulanması ve takibi ile ilgili
faaliyetlerin illerde yürütülebilmesi için 81 ilde İl Tütün Kontrol
Kurulları kurulmuştur. Ayrıca Sağlık
Bakanlığı’nın
koordinasyonunda
Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme
Kurumu (TAPDK), İç İşleri Bakanlığı,
Milli Eğitim Bakanlığı, Maliye Bakanlığı gibi kamu kurum ve kuruluşlarının, Üniversiteler ve Sivil Toplum
Örgütlerinin temsilcilerinin bulunduğu Ulusal Tütün Kontrolü Komitesi
kurularak oluşturulan 10 alt çalışma
grubuyla Eylem Planının amaç ve
hedefleri doğrultusunda faaliyetlerin
yürütülmesi sağlanmıştır.
4207 sayılı Kanun, 10 yıldan uzun bir
süre uygulandıktan sonra kapsamının genişletilmesi gündeme gelmiş,
TKÇS paralelinde yeni bir Kanun teklifi hazırlanarak 2006 yılında meclise
sevk edilmiştir. TKÇS doğrultusunda
4207 sayılı Kanunun kapsamını genişleten 5727 sayılı “Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine
Dair Kanunda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun”un 03 Ocak 2008
tarihinde TBMM’de kabul edilmesi ve
hemen ardından 19 Ocak 2008 tarihli
26761 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmasıyla ülkemiz, tütün kontrolü
konusunda yasal düzenlemesi olan
sayılı ülkeler arasına girmiştir. Bu
kapsamda Bermuda, Yeni Zelanda,
Uruguay, İngiltere ve İrlanda’dan
sonra Dünya’da 6. Avrupa’da ise 3.
ülke olmuştur.
Dumansız Hava Sahası (DHS) Yasası
olarak da adlandırılan Kanunun uygulanması, iki aşamalı olarak planlanmıştır. İkram sektörü işletmeleri
(restoran, bar ve kafeler) dışındaki
bütün kapalı yerlerdeki yasaklar ve
diğer hükümler, yasanın kabulün-
den 4 ay sonra 19 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe girmiş ve takiben
“Dumansız Hava Sahası” kampanyası
başlatılmıştır. İkram sektörü yasakları
ise Kanunun kabulünden 18 ay sonra
19 Temmuz 2009 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Bu uygulamayla toplumun
ve ikram sektöründeki işletmelerin
Kanun hükümlerine uyum sağlamaları için zaman tanınmıştır. Böylece
Türkiye’de ikamete mahsus konutlar
(evler) hariç tüm kapalı alanların dumansız hale getirilmesi sağlanmıştır.
Bu düzenlemenin yapılmasındaki
temel amaç, sigara kullanmadığı halde sigara dumanına pasif maruziyet
sonucu zarar gören vatandaşların
korunması ve herkesin temiz hava
solumasının sağlanmasıdır. Bu düzenlemeyle ikram sektörü gibi kah-
vehane, kafe, bar ve restoran tarzı
kapalı alanlarda çalışanların sağlığı
açısından da önemli bir gelişme kaydedilmiş ve Kanun bu işletmelerde
çalışanlardan büyük destek görmüştür. Kanunun uygulanmaya başlamasıyla birlikte böylesi bir yasanın
esnafı ekonomik olarak zor durumda
bırakacağı, binlerce işyerinin kapanacağı, yüz binlerce kişinin işsiz kalacağı; sigara içilebilen ve içilmeyen
alanlar oluşturulması durumunda ise
bunun önlenebileceği iddia edilmiş
hatta Kanunun iptali için Anayasa
Mahkemesine bile başvurulmuştur.
Doğal olarak bir sonuç alınamamış
ve kazanan halkın sağlığı olmuştur.
12 Temmuz 2012 tarihinde çıkarılan
6354 sayılı Kanunla, 2010 yılında uygulanmaya başlanan sigara paketleri
üzerindeki resimli sağlık uyarılarının kapladıkları alan arttırılmış
ve 4207 sayılı kanunla yasak
olan reklam, promosyon ve
sponsorluğun kapsamı genişletilmiştir. Yeni düzenlemeyle marka paylaşımı yasaklanmış, tütün paketleri
ve nargile şişeleri üzerine
iki yüzünden her birine bu
yüzlerin alanlarının %65’inden az olmamak üzere özel
çerçeve içinde tütün ürünlerinin zararlarını belirten resimli
Türkçe uyarı veya mesajların konulması, tütün ürünü ihtiva eden
ve etmeyen nargile ile benzerlerinin
18 yaşını doldurmamış kişilere satılamayacağı ve onların tüketimine sunulamayacağı belirtilmiştir. Ülkemiz,
2012 yılında yaptığı bu yasal düzenlemeyle, DSÖ’nün MPOWER politika
paketindeki ölçütlerin tamamını yerine getiren Dünya’daki ilk ve tek ülke
olmuştur.
Diğer önemli bir başarımız da
TKÇS’nin 15 inci maddesi kapsamında hazırlanan ve DSÖ tarafından 10
Ocak 2013 tarihinde imzaya açılan
“Tütün Ürünlerinin Yasadışı Ticaretinin Önlenmesine Yönelik Uluslararası Protokol”ü ilk gün imzalayan 12
ülkeden biri olmamızdır.
24 Mayıs 2013 tarihinde 4207 sayılı
Kanunda düzenleme yapan Kanun
teklifinin TBMM’de kabul edilmesiyle
birlikte tütün içermeyen ancak tütün
mamulünü taklit eder tarzda kullanılan her türlü nargile ve sigara, tütün
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
15
ürünü olarak kabul edilmiştir. Sigara
ve diğer tütün ürünlerinin, özel araçların sürücü koltuklarında içilmesi
yasaklanarak bundan kaynaklanabilecek trafik kazalarının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Aynı dönem
içinde 3 kez ihlal tekerrüründe bulunan işyerlerine de 10 günden 1 aya
kadar kapatma cezası getirilmiştir.
Türkiye’de Bir Kanun Toplumsal Bir
Sağduyu Hareketine Nasıl Dönüştü?
DHS Yasasının 19 Temmuz 2009 tarihi
itibariyle yürürlüğe girmesinin ardından yasayı tanıtmak, sigara ve pasif
etkilenime maruz kalmanın zararları konusunda halkı bilgilendirmek
amacıyla Sağlık Bakanlığı tarafından
“Havanı koru” ve “%100 Dumansız
Hava Sahası” sloganlarıyla kapsamlı
bir Ulusal Medya Kampanyası başlatılmıştır. Kampanyada sergilenen
yasakçı olmayan birleştirici yaklaşım
büyük kabul görmüş ve her sosyoekonomik konumdan ve görüşten
bireyin, rol modelin ve politikacının
kampanyanın ortak sözcülüğünü
yapması sağlanmıştır. Tüm siyasal
partilerin liderlerinin kampanyaya
dâhil edilmesi ile birliktelik mesajı
güçlendirilmiş, toplumun her kesiminden sözcüler, Kanuna ve kampanyaya desteklerini belirtmiştir.
Böylece Kanun, toplumsal bir sağduyu hareketine dönüşmüştür.
16
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
Medya Kampanyasının ilk fazında
Kanun için geniş bir kamuoyu desteğinin sağlanması amaçlanmış, 2.
fazında kafe, bar, restoran, eğlence
mekânları ve kahvehaneleri de kapsayan %100 Dumansız Hava Sahası
konsepti çalışılmış, 3.fazında sigara
içme davranışının ölümcül sonuçlarına değinilirken 4.fazında da sigarayı
bırakma konusundaki başarı öykülerine yer verilmiştir.
Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme
Kurumu ve Yeşilay gibi ulusal kuruluşların yanı sıra DSÖ ve Uluslararası Verem ve Akciğer Hastalıkları
ile Mücadele Birliği gibi uluslararası
kuruluşlarla ortak yürütülen çalışmalar sonucunda belirlenen içerikler,
Medya Kampanyası materyallerinde (reklam filmleri, radyo spotları,
broşür, afiş, gazete ilanları, slogan,
logo, billboard, poster, sticker vs)
sıklıkla kullanılmıştır. Kampanya kapsamında oluşturulan http://www.
havanikoru.org.tr/ internet sitesinde,
4207 sayılı Kanun ve uygulamalarına
ilişkin dokümanlar, sigara ve pasif
etkilenimin zararları ile tütün kullanımına yönelik araştırmalar, halka
yönelik bilgilendirici dokümanlar,
sigarayı bırakmaya ve dumansız hayata başlamaya yönelik bilgiler, sigara bırakma polikliniklerinin iletişim
bilgileri ve kampanya materyalleri
bulunmaktadır.
Mücadele sürecinde 81 il üst düzey
yöneticilerine, belediye görevlilerine
ve medya mensuplarına yönelik düzenlenen toplantılar ve etkinlikler ile
DHS Yasası tanıtılmış; tütün mamullerinin zararları ve kapalı mekânlarda
tütün mamullerinin içilmemesinin
önemi ve ilgili yasanın nasıl uygulanacağı konularında bilgi verilmiştir.
Ayrıca, 4207 sayılı Kanun gereğince,
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın
yapan özel televizyon kuruluşları ve
radyoların, asgari otuz dakikası 17.00
- 22.00 saatleri arasında olmak üzere ayda en az doksan dakika süreyle
08.00-22.00 saatleri arasında tütün
ürünleri ve sağlığa zararlı diğer alışkanlıkların zararları konusunda uyarıcı, eğitici mahiyette yayın yapmaları
sağlanmıştır.
Tüm bu uygulamalar, aynı zamanda
çocuklar ve gençler başta olmak üzere bireylerin sigaraya başlamalarının
önlenmesi stratejisinin temelini oluşturmuştur. Özellikle gençlerin sigaraya başlamalarının önlenmesi, tütün
ve tütün ürünlerine ulaşabilirliklerinin engellenmesiyle mümkündür.
DHS yasasıyla tütün ürünlerin satışına 18 yaş kısıtlamasının getirilmesine
ek olarak satış yerlerinin ruhsatlandırılmasının sıkı kurallara bağlanması
ve bunun dışındaki tüm satış ve dağıtımlarının (sigara satış makineleri,
self servis satış, postayla sipariş ve
elektronik satışlar ve yasadışı ticaret)
önlenmesi sağlanmıştır. Ayrıca, Kanunun 3 üncü maddesinin altıncı fıkrasına göre televizyonda yayımlanan
programlarda, filmlerde, dizilerde,
müzik kliplerinde, reklam ve tanıtım
filmlerinde tütün ürünleri görüntüleri buzlandırılarak verilmektedir.
Tütün mamullerine olan talebin azaltılması açısından önerilen diğer bir
yöntem de bu ürünlerin fiyatının artırılmasıdır. Vergi artırımı yolu ile tütün mamullerinin fiyatının artırılması,
özellikle gençler ve düşük gelir grupları arasında bu ürünlerin tüketiminde azalmaya yol açmaktadır. Dünya
Sağlık Örgütünün sigarada uygulanmasını istediği vergi oranı en az %75
iken Maliye Bakanlığı’nın uygulamaya tam destek vermesiyle ülkemizde
bu oran %80,25 olmuştur.
4207 sayılı Kanunla Sigara Dumanından
Pasif Etkilenimin Engellenmesi
DHS yasasının etkili şekilde uygulanmasını sağlamak için güçlü bir denetim mekanizması geliştirilmiştir. İlgili
kamu kurum ve kuruluşlarda görevli
personellerden (sağlık personeli, emniyet kuvvetleri, milli eğitim, belediye zabıtası vb.) denetim ekipleri oluşturulmuştur. Denetimler, Valilikler ve
Kaymakamlıklarca yetkilendirilmiş
denetim ekiplerince rutin denetimler
ve Bakanlığımızın ALO 184 iletişim
hattına yapılan ihbarlara yönelik denetimler şeklinde yürütülmektedir.
Ülkemizdeki denetimlerin daha hızlı
ve etkin yapılması, denetim verilerinin anlık olarak izlenip değerlendirilebilmesi, bizzat denetim ekiplerince
ihlal tekerrürlerinin sistem üzerinden
görülerek takip edilebilmesi, ihlallerin tespit edilmesi durumunda delil
niteliği taşıyacak fotoğraf ve video
kayıtlarının alınarak merkeze iletilmesi, ihbar sonucunda verilen adresin kolaylıkla bulunabilmesi, denetim
esnasında yaşanabilecek herhangi
bir acil durumda merkezin derhal
uyarılması ve gerekli önlemlerin alınması amacıyla Eylül 2012 tarihinden
itibaren GPS destekli tablet bilgisayarlarla online denetim sistemine
(Dumansız Hava Sahası Denetim Sistemi) geçilmiştir.
Temmuz 2009 –Mart 2013 tarihleri
arasında ülke genelinde 1704 denetim ekibi ile 5.464.157 denetim gerçekleştirilmiş olup 40.063.471 TL idari para cezası kesilmiş ve tahsil edilen
ceza tutarı 4.193.122 TL olmuştur.
Sigarayı Bırakmak İsteyenlerin
Desteklenmesi
Sigara bırakma ve tütün bağımlılığı
tedavisi, bütüncül bir tütün kontrol
programının ana unsurlarından birisidir. Tütün kullanıcılarının bırakmasına yardımcı olacak sistem, herhangi
bir sağlık profesyonelinin yaptığı kısa
müdahale olan bırakma önerisi ve
bırakma yardım hatları gibi geniş erişimli yaklaşımların yanı sıra eğitimli
uzmanlar tarafından verilen psikososyal davranış desteği gibi daha yoğun yaklaşımları ve bilimsel etkinliği
kanıtlanmış ilaçların kullanılmasını
içermektedir.
4207 sayılı Kanunun hazırlık sürecinde, sigarayı bırakma fikrini oluşturmak, bırakmak isteyenleri harekete
geçirerek onlara yardımcı olmak, sigaranın zararları ve sağlıklı yaşam konusundaki genel bilinçlenmeye katkı
sağlamak amacıyla, Bakanlığımız
tarafından 01–28 Mayıs 2008 tarihlerinde “2008 Bırak-Kazan Kampanyası” düzenlenmiş ve bu kampanyaya
69.678 kişinin katılımı sağlanmıştır.
Kanunun uygulanması ve önlemlerin alınmasıyla birlikte sigaraya
başlayan vatandaşların sayısının
azaldığı öte yandan sigara kullanan
ancak bırakmak isteyen kişi sayısının
da arttığı tespit edilmiştir. Bu kapsamda sigara bırakmak isteyen vatandaşlarımıza destek olmak amacıyla 2009’da 62 olan Sigara Bırakma
Polikliniği sayısı, 2013 yılında 402’e
çıkarılmıştır. Ocak 2009- Ocak 2013
tarihleri arasında Polikliniklerdeki
Toplam Muayene Sayısı 721.832 olmuştur. 2012 yılı için 325.134 kişi polikliniklere müracaat etmiştir. Ayrıca
ülkemizde henüz geri ödeme kapsamında olmayan sigara bırakma ilaçlarından 250.000 kutu satın alınmış
ve sigara bırakma polikliniklerine
başvuran ve yapılan tetkikler sonucu uygun görülen sigara bağımlılarının ücretsiz olarak bu ilaçlara erişmesi sağlanmıştır.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
17
Sigara bırakmak isteyenlere destek
olmak amacıyla ikinci aşama olarak
27 Ekim 2010 tarihinde ALO 171 “Sigara Bırakma Danışma Hattı” kurulmuştur. Sigarayı bırakmak isteyen kişilere yüzden fazla operatörle 24 saat
canlı destek verilmektedir. 27 Ekim
2010 - 30 Nisan 2013 tarihleri arasında ALO 171 Sigarayı Bırakma Danışma Hattı’na gelen toplam çağrı sayısı
7.819.284’tür. Günlük ortalama 9 bin
civarında çağrı karşılanmaktadır.
(Tütün kullanımını ve önleme politikalarının izlenmesi)
(Bireylerin sigaranın zararları konusunda uyarılması)
Türkiye’de Tütün Kontrolü
Müdahalelerinin İzlenmesi
Yapılan görüşmelerde operatörler
tarafından, kişinin bağımlılık düzeyi
değerlendirilerek bağımlılık düzeyi düşük olanlar için danışanın da
istemesi halinde kişiye özel sigara
bırakma planı yapılmaktadır. Sigara Bırakma Planı yapılan danışanlar,
konusunda uzman Bakanlığımız personelleri tarafından belli periyodlarla
aranmakta ve bu aramalarla kişilerin sigarayı bırakma durumları takip
edilmektedir. Bırakma sürecinde
sorun yaşayıp yaşamadıkları tespit
edilerek, ihtiyaç duyan danışanlara,
bırakma sürecinde ortaya çıkan anksiyete, sinirlilik, kalp atımında azalma,
konsantrasyon güçlüğü, huzursuzluk
vb yoksunluk semptomları ile ilgili
psikolojik destek sağlanmaktadır. Bu
süreçte danışanlara herhangi bir ilaç
önerisi yapılmamaktadır. İlaçla bırakma ihtiyacı içinde olan danışan, hekim kontrolü olmadan ilaç kullanmamaları konusunda bilgilendirilmekte
ve kendilerine en yakın sigara bırakma polikliniğine yönlendirilmektedir.
Enforce bans on tobacco advertising,
promotion, and sponsorship
Tütün salgınıyla baş etmek için ülkeler, tütün kullanımını ve tütün
kontrolü politikaları ile ilgili temel
göstergeleri izlemek ve değerlendirmek durumundadır. Bu amaçla DSÖ,
TKÇS kapsamında dünya ülkelerine
tütün kullanımının ve tütün kontrolü
konusundaki uygulamalarının etkili
şekilde izlenmesi ve değerlendirilmesi için periyodik aralıklarla Küresel
Yetişkin Tütün Araştırmasını (KYTA)
yapmalarını önermektedir. Ülkemiz,
tütün kontrolü salgının boyutlarını
daha iyi tanımlamak ve ülkede uygulanan tütün kontrolü müdahalelerinin sonuçlarını değerlendirmek
amacıyla 2008 ve 2012 yıllarında bu
araştırmayı iki defa yaparak dünyada
bunu gerçekleştiren iki ülkeden biri
olmuştur.
Bağımlılık düzeyi yüksek olan danışanlara ise hekim kontrolünde sigarayı bırakmaları için sigara bırakma
hizmeti sunan sağlık profesyonelleri
ve birimleri hakkında bilgilendirme
yapılarak, danışanlar sigara bırakma
polikliniklerine yönlendirilmekte ve
istemeleri halinde randevuları da
alınmaktadır.
Tütünle Mücadele Sürecinde Elde Edilen
Kazanımlar
DSÖ, TKÇS ilkeleri paralelinde tütün
ürünlerine olan talebin azaltılması
yaklaşımları ile ilgili kanıta dayalı 6
temel uygulamayı içeren MPOWER
paketini geliştirmiştir:
Monitor tobacco use and prevention
policies
18
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
Protect people from tobacco smoke
(Toplumun sigara dumanından korunması)
Offer help to quit tobacco use
(Sigarayı bırakmak için yardım edilmesi)
Sigara satış rakamlarına bakıldığında
2000 yılında kişi başı sigara tüketimi
1646 adet iken bu sayı 2008 yılında ise 1508’e, 2009 yılında 1482’ye,
2010 yılında 1286’ya, 2011 yılında ise
1220’ye gerilemiştir. Kişi başına sigara tüketimi 2011 yılında 2000 yılına
göre %25,9 azalmıştır.
Warn about the dangers of tobacco
(Tütün reklamı, tanıtımı ve sponsorluğu ile ilgili yasakların uygulanması)
Raise taxes on tobacco.
(Tütün üzerindeki vergi yükünün artırılması)
Türkiye’deki tütün kontrolü faaliyetleri, DSÖ’nün belirlediği MPOWER
politika paketi kapsamında değerlendirildiğinde, ülkemiz, bu 6 temel
uygulama başlığındaki kriterleri yerine getiren dünyadaki ilk ve tek ülke
olmuştur. Türkiye’nin kazandığı bu
başarı yapılan araştırma sonuçlarında da kendini göstermiştir:
Kapalı ortamlarda hava kalitesini değerlendirmeye yönelik ölçümlerde,
Dumansız Hava Sahası uygulaması ile
birlikte kapalı ortamlarda havadaki
partikül miktarlarında ciddi azalmalar tespit edilmiştir. Yapılan ölçümlerde kapalı ortam havasındaki partikül
miktarında; kamusal alanlarda %57.1
- %97.2, hastanelerde %75.4, alışveriş
merkezlerinde %88.7 ve özel işletmelerde %77.6 - %90.3 arasında azalma
tespit edilmiştir.
Kapalı alanlarda sigara içilmemesinin
halkımızın sağlığı üzerine etkilerini
görmek amacıyla 19 Temmuz 2009
– 1 Temmuz 2010 tarihleri arasında,
İstanbul’da Bakanlığımıza bağlı hastanelere astım krizleri, üst solunum
ve alt solunum yolu enfeksiyonu
olmak üzere 11 hastalığın başvuru
oranları Marmara Üniversitesi uzmanlarınca incelenmiştir. Araştırma
sonuçlarına göre solunum yolu enfeksiyonu ve astım krizi nedeniyle
başvurularda yaklaşık %20 azalma
tespit edilmiştir. Kazanılan ilaç maliyeti İstanbul genelinde 12 milyon
108 bin 600 TL, Türkiye genelinde 96
milyon 100 bin TL’dir.
KYTA 2008 ve 2012 yıllarının sonuçları karşılaştırıldığında, tütün kontrol
çalışmalarının yoğun bir şekilde devam ettiği bu dört yıl içinde önemli
değişiklikler ve ilerlemeler olduğu
görülmektedir. Tütün kullanım sıklığı; 15 yaş ve üzeri toplam nüfusta %31.2’den %27.1’e, erkeklerde
%47.9’dan %41.5’e kadınlarda ise
%15.2’den %13,1’e düşmüştür. Bu da
tütün kullanma sıklığında %13,4’lük
bir azalmaya karşılık gelmektedir. Bu
sonuçlar Türkiye’de tütün kullananların sayısının 2.2 milyon azaldığını
göstermektedir.
Tütün dumanından pasif etkilenim
anlamlı düzeyde azalmış, azalmanın en fazla olduğu yer restoranlar
olmuştur. Restoranlarda pasif etkilenim, 2008 yılında %55,9 iken 2012
yılında %12,9’a düşmüştür. Bu da
toplumsal düzeyde yaygın eğitim
çalışmaları ile desteklenen kapsamlı
“tütün dumansız ortam” uygulamasının kararlılıkla sürdürülmesi sonucu,
sigara dumanından pasif etkilenimin
Etkinliği kapsamında tüm dünyayla
paylaşılmıştır.
ölümcül sonuçlarından kişilerin korunacağını göstermiştir. Dumansız
Hava Sahası Yasası evlerde sigara
içilmesini yasaklamadığı halde,
dört yıl içinde gelişen duyarlılıkla,
evlerde sigara dumanından pasif
etkilenim %56,3’ten %38,3’e düşmüştür.
2012 yılında 2008 yılına göre halen
sigara kullananların daha büyük
bölümü sigara paketleri üzerindeki
uyarılar nedeni ile sigarayı bırakmayı düşünmüşlerdir (2008 yılında
%46,3, 2012 yılında %53,0). Bu da
sağlık uyarılarının boyutunun ve
görülür olmasının artırılmasının,
tütünün sağlık üzerine olan etkileri
konusundaki duyarlılığın gelişmesine ve daha fazla kişinin sigarayı
bırakma girişiminde bulunmasına
katkı sağlayacağını göstermiştir.
Bir paket sigaranın (20 sigara) enflasyona göre düzeltilmiş fiyatı 2008
ile 2012 yılları arasında %43 artışla
2012 yılında 5,7 TL. (3,16 ABD doları) olmuştur. Bir paket sigaranın fiyatı önemli şekilde artmıştır
ve sigaranın finanse edilmesi daha
güç hale gelmiştir. Sigara kullanımındaki en belirgin azalma, gençler
ve az eğitimli kişiler gibi fiyat artışına daha duyarlı kişilerde olmuştur.
Ülkemizin gösterdiği bu başarı CDC
ve DSÖ tarafından Dünya ile paylaşılmak istenmiş ve Küresel Yetişkin Tütün Araştırması 2012 Türkiye
Raporu’nun sonuçları, 31 Mayıs
2013 tarihinde DSÖ Başkanı Margaret Chan, CDC ile Uluslararası Sivil
Toplum Kuruluşlarının üst düzey
yetkililerinin katılımı ve Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın
teşrifleriyle Dünya Tütünsüz Günü
KYTA sonuçlarına paralel bir şekilde
halkın sağlığını korumakla görevli sağlık profesyonelleri arasında
yapılan araştırmalarda da tütün
kullanım oranında ciddi bir düşüş
olduğu görülmüştür. Sağlık Bakanlığı, Halk sağlığı Uzmanları Derneği, DSÖ ve Hastalıkları Önleme ve
Kontol Merkezi işbirliğinde 2007 ve
2011 yıllarında yapılan “Türkiye’de
sağlık Çalışanları’nın Sigara İçme
durumları ve Etkileyen Faktörler”
araştırmasının sonuçları incelendiğinde düzenli olarak sigara içme
oranı uzman hekimlerde 2007’de
%22,1 iken, 2011 yılında bu oran
%12,7’ye, pratisyen hekimlerde
%30,5’ten %23,9’a, hemşire-ebelerde %29,5’ten %20,5’e, sağlık yöneticilerinde ise bu oran %39,5’ten
%17,5’e gerilemiştir.
Ödüllerimiz
2008 yılında dönemin Sağlık Bakanı
Sayın Prof. Dr. Recep AKDAĞ’a Dünya Sağlık Örgütü tarafından “Sigarayla Mücadele Ödülü” verilmiştir.
2010 yılında sigara ile mücadele çalışmalarından dolayı Dünya Sağlık
Örgütü tarafından Başbakanımız
Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a
DSÖ Genel Direktörü tarafından
“Küresel Sigara ile Mücadele 2010
Özel Ödülü” verilmiştir.
2012 yılında dönemin TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Cevdet
ERDÖL‘e DSÖ 2012 Dünya Sigarasız
Günü Özel Ödülü verilmiştir.
2013 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a 31 Mayıs 2013 Dünya
Tütünsüz Gününde Dünya Sağlık
Örgütü Genel Direktörü Dr. Margaret Chan tarafından Özel İtibar Belgesi takdim edilmiştir.
Gösterilen politik kararlılık ve güçlü
halk desteği başarıya ulaşmadaki
en önemli anahtarlar olmuş, buradan alınan güçle 2013-2017 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanan
eylem planımızla daha büyük başarılara ulaşmak için yeni hedefler
belirlenmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
19
haber
BAKANLIKTAN
“REÇETESİZ İLAÇ” AÇIKLAMASI
Sağlık Bakanlığının yayınladığı basın
açıklamasında, büyüme hormonları,
antibiyotikler, antihistaminikler ve
antidepresanların reçetesiz olarak
satıldığı yönünde şikâyetlerin artması üzerine, bu ilaçların bilinçsizce ve
amacı dışında kullanımını önlemek
amacıyla Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz
Kurumu tarafından, illere gerekli denetimlerin yapılması talimatıyla genelge gönderildiği hatırlatıldı ve şu
ifadelere yer verildi:
“Son günlerde medyamızda “reçetesiz ilaç satışı” ile ilgili gerçeği yansıtmayan haberlerin yer alması üzerine
Bakanlığımızca 15 Mayıs 2013 tarihinde bir basın açıklaması yapılmıştır ancak söz konusu haberlerin bazı
çevrelerce maksatlı olarak saptırılması üzerine yeniden bir açıklama yapılmasına gerek görülmüştür.
Ülkemizde 26.5.1928 tarihli 1262 İs20
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
pençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu ile reçetesiz ilaç satışı yasaktır.
Reçete mukabili verilmesi gereken
ilaçların reçetesiz satılması, hem hasta sağlığı açısından hem de ilaçlara
güvenli erişim açısından önemli bir
sorun teşkil etmektedir.
Özellikle büyüme hormonları, antibiyotikler, antihistaminikler ve antidepresanların reçetesiz olarak satıldığı yönünde şikâyetlerin artması
üzerine, bu ilaçların bilinçsizce ve
amacı dışında kullanımını önlemek
amacıyla Bakanlığımız Türkiye İlaç ve
Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından, illere
bir genelge gönderilerek gerekli denetimlerin yapılması istenmiştir.
Bakanlık olarak en önemli amacımız
vatandaşlarımızın ilaca güvenli şekilde erişimini sağlamaktır. Zira basit
gibi görünen ilaçların dahi, besin ve
ilaç etkileşimleri, hamilelik ve emzir-
me dönemlerine etkileri, çocuklarda,
yaşlılarda, böbrek ve karaciğer yetmezliği olanlarda, ilaç alerjisi bulunanlarda vb. çok ciddi ve beklenmedik yan etkileri olabilmektedir.
DSÖ verilerine göre gelecek 10 yıl
içerisinde bilinçsiz kullanılan antibiyotiklere direnç gelişmesi nedeniyle
basit enfeksiyonlarda dahi ölümler
yaşanabileceği anlaşılmaktadır.
Bu sebeple Bakanlık olarak halkımızın
sağlığını tehdit eden her türlü yanlış
uygulama ile mücadeleye kararlılıkla
devam edeceğiz. Ancak halkımızın
da spekülasyonlara kapılmadan hem
kendilerinin hem de yakınlarının sağlıklarını korumak amacı ile hekim tavsiyesi almadan ilaç kullanmamaları
konusunda hassas davranmalarını
istiyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
haber
ÇOCUK SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN
PAZARLAMA UYGULAMALARI
“Çocuklara Yönelik Şeker, Tuz ve Yağ
içeriği Yüksek Gıdaların Pazarlanması 2012-2013” başlıklı Dünya Sağlık
Örgütü Raporu, Türkiye’nin ev sahipliğinde düzenlenen bir toplantıyla
tanıtıldı.
Yağ, Şeker, Tuz İçeriği Yüksek Gıdaların Pazarlanması Çocuk Sağlığını Tehdit Ediyor
Dünya Sağlık Örgütünün son raporunda, çocukluk çağı obezitesi ile
mücadele edebilmek için sağlıksız
gıdaların çocuklara pazarlanmasının
daha sıkı kontrol altına alınması gerektiği vurgulanmıştır.
Yağ, şeker ve tuz oranı yüksek gıdaların çocuklara pazarlanmasının son derece etkili olduğu kanıtlanmıştır. Yetişkinler reklamların hedefi olduklarında
bunun farkında olurken, çocuklar çizgi filmler ve reklamlar içinde bunu
ayırt edememektedirler. Bu, çocukları
özellikle sağlıksız seçimler yapmaya
yönlendirecek mesajlara karşı savunmasız ve açık hale getirmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge
Ofisinden Beslenme, Fiziksel Aktivite
ve Obezite Programı yöneticisi João
Breda yaptığı açıklamada “Avrupa
bölgesinde milyonlarca çocuğun kabul edilemez pazarlama uygulamalarına maruz kaldıklarını” belirterek,
“politikanın sadece yirminci yüzyılın
obezojenik gerçeğine odaklanması
ve ele alması gerektiğini, çocukların
korunmaları gerektiğini, okul gibi
yerlerde bile yüksek yağlı, yüksek
şekerli ve yüksek tuzlu gıdaları tüketime çağıran reklamlar ile çevrili olduklarını” ifade etmiştir.
22
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
Türkiye’ deki çocuklar da birçok ülkeye benzer okul, spor merkezleri,
sokaklar, internet, televizyon gibi
bir çok yerde her tür negatif medya
kampanyalarına maruz kalmaktadır.
Yağ, tuz ve şeker içeriği yüksek gıdaların bir süre için tanıtımı, çocukluk
çağı obezitesi ve diyetle ilgili bulaşıcı olmayan hastalıkların gelişimi için
önemli bir risk faktörüdür. Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi
yeterli gıdaya ulaşım ve obezitesiz
yaşam hakkını içermektedir.
Türkiye’de 2011 yılından itibaren
okul kantinlerinde sağlıksız gıda ve
içeceklerin satışının yasaklanmış olmasına rağmen, gıda ve içecek firmalarının eğitim materyallerinde, ödüllerde ve diğer ekipmanlarda marka
yerleştirme yaparak genellikle okullarda ve okul çevresinde markalarını
tanıttıkları gözlenmiştir.
Çocuklar, yasal düzenlemesi olmayan sosyal medya akıllı telefon uygulamaları gibi özellikle gençleri hedefleyen yeni ucuz pazarlama yollarına
giderek daha fazla maruz kalmaktadır. Bunun yanı sıra televizyon, her
gün ortalama iki saatten daha fazla
televizyon seyreden adölesan ve çocukların büyük bir çoğunluğu için
reklamların baskın formudur.
Hazırlanan rapor televizyon izleme
ile obezite arasında güçlü bir bağlantı olabileceğini düşündürmektedir.
Son veriler, bu bağlantıda çocukların
egzersiz yapmak yerine televizyon
seyretmeyi tercih etmelerinden daha
çok izlenilenlerin ticari içeriğinin
önemli rol oynadığını göstermek-
tedir. Ürünlerin çoğunluğu yüksek
yağ, şeker ya da tuzlu özelliklidir. Tanıtımı yapılan gıdaların önde gelen
kategorileri alkolsüz içecekler, şekerli
kahvaltılık tahıllar, şekerlemeler, atıştırmalık çerezler, hazır yemek ve fastfood ürünlerdir.
Marka bilinirliği erken çocukluk döneminde başlamaktadır. Dört yaşına
kadar birçok marka tanıyan çocuğun
sağlıksız beslenme ve fazla kilolu
olma olasılığı daha yüksektir. Bir araştırmada, fazla kilolu çocukların özellikle markalı gıda paketlerini daha
fazla tükettikleri gösterilmiştir.
Avrupa Bölgesinde 53 üye ülkenin
hepsi yüksek yağ, şeker ve tuzlu gıdaların çocuklara pazarlanmasına
yönelik kısıtlamalar ile ilgili kararları
imzalamıştır. Çoğunluğunun özellikle yağ, tuz ve şekerli ürünlerin tanıtımına yönelik bir düzenlemesi bulunmamakla beraber genel reklamlarla
ilgili düzenlemeleri mevcuttur.
Çocuklara yönelik yiyecek ve içecek
pazarlamaları ile ilgili yönetmelik, kanun ya da ortak düzenlemelerin tam
uygulamaları; Danimarka, Fransa,
Norveç, Slovenya, İspanya ve İsveç
olmak üzere yalnızca 6 ülkede rapor
edilmiştir.
Raporda yüksek yağ, şeker ve tuz
içeren gıdaların pazarlanmasının
bölge genelindeki çocuklar üzerinde olumsuz etkileri olduğu açıkça
gösterilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü
şu anda üye ülkelerinden gelecek
nesilleri korumak için ulusal düzeyde politik düzenlemeler yapmalarını
beklemektedir.
ÇOCUKLARIN BOY VE KİLOSU
BAKANLIK TAKİBİNDE
Sağlık Bakanlığı, obezite riski taşıyan öğrencilerin tespit edilmesi için
67 ildeki ilkokullarda, boy ve kilo taraması yapacak.
Sağlık Bakanlığı, çocuklarda obezitenin giderek
artan bir sorun haline gelmesi, okul çağındaki
çocukların yüzde 6,5’nun obez, yüzde 14’ünün
fazla kilolu olduğunun tespit edilmesi üzerine
harekete geçti.
Bakanlık, önemli bir hedef grubunu çocukların oluşturduğu Sağlıklı Beslenme ve Hareketli
Hayat Programı kapsamında, okullarda risk altındaki öğrencilerin belirlenmesi amacıyla Milli
Eğitim Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesinin
işbirliğinde, Dünya Sağlık Örgütü ile “Çocukluk
Çağı Büyüme Araştırması” için çalışmalara başladı.
DSÖ bünyesinde kurulan “Avrupa Çocukluk
Çağı Obezite İzleme Girişimi” kapsamında, 20
ülkede yapılan araştırmaların 3. aşamasına Türkiye de dâhil olacak.
Araştırma, 67 ilde 216 okuldaki 2. sınıfta öğrenim gören yaklaşık 5 bin 700 öğrenci üzerinde
yapılacak ve bu araştırma kapsamında okul ve
ailelere yönelik soru formları dağıtılacak.
Öğrencilerin vücut ağırlığı ve boy uzunluklarının da ölçüleceği araştırmanın, hem ulusal hem
de uluslararası düzeyde, çocukların büyüme ve
gelişimini ortaya koyması bekleniyor.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
23
haber
HELİKOPTERLER ÇİĞDEM’E
CAN YETİŞTİRDİ
Böbrek hastası 28 yaşındaki Çiğdem Atlik’e nakledilecek olan böbrek
Bursa’dan Erzurum’a 3 ayrı ambulans helikopterle ulaştırıldı.
Ağrı’da yaşayan 28 yaşındaki Çiğdem Atlik’e, 18 yaşındayken böbrek yetmezliği teşhisi konuldu. O
günden bu yana diyalize girmeye
başlayan genç kızın tedavisine de
Erzurum’daki Atatürk Üniversitesi
Tıp Fakültesi’nde devam ediliyordu.
Ancak son kontrolde doktorlar durumunun iyice kötüleştiğini gördü.
Bunun üzerine Atatürk Üniversitesi
Tıp Fakültesi Organ Nakli Merkezi
acil koduyla çağrı yaptı. Bu çağrıya
Bursa’dan yanıt geldi. Beyin kanaması sonucu hayatını kaybedip organları bağışlanan 47 yaşındaki bir kadının
böbreklerinden birinin Erzurum’a
gönderilebileceği bildirildi. O andan
itibaren de zamanla yarış başladı.
KALBİ ÇALIŞTIRDILAR
Böbreği alan Sağlık Bakanlığına
ait ambulans helikopter, Bursa’dan
havalandı. Ancak yakıtı Erzurum’a
kadar gitmesine yetmeyeceğinden
Ankara’da kendilerini bekleyen başka bir ambulans helikopter geçti ve
yola devam etti. İkinci helikopterle Sivas’a kadar giden ekip, bu kez
Erzurum’dan gelen üçüncü ambulans helikoptere geçerek 8 saat sü24
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
ren hava operasyonuyla Erzurum’a
ulaştı ve Doç. Dr. Bülent Aydınlı ve
ekibine teslim etti. Hemen ameliyata
başlayan ekip, böbreği 6 saat süren
bir operasyonla genç kıza başarıyla
nakletti. Ancak talihsizlikler yoğun
bakıma alınan genç kızın peşini bırakmadı. Bu kez de yıllardır yorgun
düşen kalbi tekledi. Duran kalbi kardiyologlarının müdahalesi sonucu
yeniden çalıştırılan Çiğdem Atlik,
hayata döndürüldü. Ölümün kıyısından dönen Çiğdem Atlik, sağlığına
kavuştuğu için çok mutlu olduğunu
söyleyerek şöyle konuştu: “Artık diyalizin de işe yaramayacağını öğrenince yıkıldım. Ama doktorlar benim
için çok uğraştı. Sağlık Bakanlığı’na
da başvurup helikopterlerin tahsis
edilmesini sağladılar. Çok huzurlu ve
mutluyum.”
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
25
haber
ARAŞTIRMACI İLAÇ FİRMALARI DERNEĞİ
11. GENEL KURULUNU GERÇEKLEŞTİRDİ
11. Genel Kurulu’nu Gerçekleştiren Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD)
2013 - 2014 Döneminde Türkiye İlaç Sektörü için Yoğun Çalışmalar Yapacak!
Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği’nin
(AİFD) 11. Genel Kurulu İstanbul’da
gerçekleştirildi. Yenilikçiliğin ilaç sektöründeki önemi ve insan yaşamının
kalitesinin yükseltilmesindeki rolünü
anlatan kısa bir filmle açılan toplantıda konuşan AİFD Yönetim Kurulu
Başkanı Güldem Berkman kısa bir değerlendirme yaptı.
Yenilikçi ilaç sektörünün 3 yıllık sıkıntılı bir dönemi geride bıraktığını,
bu yıl için Hükümet’in % 8 büyüme
öngörüsü olduğunu hatırlatan Berkman yeni dönemde AİFD’nin önce26
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
likli hedeflerine ulaşmak ve Türkiye
ilaç sektörünü daha ileri taşımak için
çalışmalarını sürdüreceğini kaydetti.
Güldem Berkman yeni dönemle ilgili
şunları söyledi:
“Ar-Ge’nin ve yenilikçiliğin önemini ve yarattığı değeri vurgulamaya
devam edeceğiz. Bu alanda paydaşlarımızla iletişimimizi sürdüreceğiz.
Üzerinde odaklanacağımız bir başka
konu da yenilikçi ilaçlara erişimin
güçlendirilmesidir. Burada üzerinde
duracağımız iki temel nokta, hastala-
rın yenilikçi ilaçlara erişimini güçlendirebilmek amacı ile ruhsatlandırma
ve GMP sertifikası başvurularının paralel olarak işleme konulmaları ve döviz kurunun güncellenmesi olacak. “
Daha sonra kürsüye gelen AİFD Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu Başkanı Alp Sevindik, geride kalan yılda
AİFD’nin faaliyetlerini ve yeni döneme ilişkin hedef ve önceliklerini özetleyen bir sunum yaptı.
Konuşmaların
ardından
Genel
Kurul’da 2012-2013 Faaliyet Raporu
ve 2013-2014 Bütçesi ile yapılması
öngörülen tüzük değişiklikleri oylanarak onaylandı. AİFD’nin yeni Yönetim Kurulu gelecek yıl yapılacak
Genel Kurul’da belirlenecek.
AİFD uzmanlığını ve bilgi birikimini
Türkiye ilaç sektörünün hizmetine sundu
AİFD’nin 2010 yılında oluşturduğu
Stratejik Yönetim Komiteleri 2012
Mayıs - 2013 Nisan döneminde yoğun çalışmalar yürüttüler. Komitelerin çalışmaları, bunların bünyesinde
oluşturulan Teknik Komiteler ve
Çalışma Grupları tarafından desteklendi.
Türkiye’nin sağlık alanındaki ihtiyaçlarını karşılayacak, sürdürülebilir finansman modelleri geliştirmek
üzere kurulan Finansman Modeli
Stratejik Yönetim Komitesi 2012 yılında bu alanda faaliyetler yürüttü.
Komite, IMS Türkiye tarafından hazırlanan rapor çerçevesinde, 2013-2015
dönemine ait gerçekçi bir ilaç bütçesi miktarı ve bu bütçenin rasyonel ve
verimli bir şekilde yönetilebilmesine
yönelik değerlendirmeleri içeren bir
çalışma hazırlayarak ilgili paydaşlarla
paylaştı.
Türk hastalarının yenilikçi ilaçlara
erişimini kolaylaştırmayı ve güçlendirmeyi amaçlayan Pazara Erişim
Stratejik Yönetim Komitesi ruhsatlandırma alanında “İthal ürünlere
ilişkin yerinde GMP denetimleri” ve
CTD başvuruları konusunda periyodik anketler yaparak bunların sonuçlarını raporlaştırdı ve yetkililerin
ve ilgili paydaşların bilgisine sundu.
Komite, GMP ve Ruhsatlandırma
başvurularının paralel olarak yapılabilmesi neticesinde hızlandırılabilmesi için öneriler geliştirerek yetkililere iletti.
Yatırım Ortamı Stratejik Yönetim Komitesi, AİFD’nin “Türkiye İlaç Sektörü
Vizyon 2023” Raporu’na odaklandı.
Sektör verilerine dayanılarak PricewaterhouseCoopers (PwC) tarafından hazırlanan raporun yazım sürecinde ilgili bakanlıklardaki uzman ve
yetkililerle yoğun temaslar ve ortak
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
27
Gerçekçi bütçe, ilaca daha kolay erişim
Yeni dönemde AİFD Türkiye ilaç sektöründe yenilikçi ilaçlara erişimin ve
Ar-Ge’nin güçlenmesi için çalışmaya
devam edecek. Yenilikçiliğe daha
fazla kaynak ayıran, rasyonel ve verimli bir bütçe yönetimi için kamu
çalışmalarına katkı sağlanacak.
çalışmalar yapıldı ve sonuçlar rapora yansıtıldı. Rapor, Türkiye’nin 2023
Vizyonu doğrultusunda dünyanın
önde gelen ekonomilerinden biri olmak için köklü bir değişim ve atılım
içinde olduğu bir dönemde, bu vizyona ilaç sektörü olarak nasıl katkıda
bulunulacağına dair somut öneriler
ve eylem planları içeriyor.
Rapor, Türk ilaç sektörü için uluslararası rekabet gücüne sahip, şeffaf ve
öngörülebilir bir ekosistem / yatırım
ortamı sağlayarak, global ilaç Ar-Ge
ve üretim yatırımlarından Türkiye’nin
daha fazla pay almasını ve temel
araştırma ile Ar-Ge yetkinliğini geliştirerek bu alanlardaki hizmet ihracatı
ile yerel üretim ihracatını artırmayı
hedefliyor.
28
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
Öncelikle Türkiye’de ilaç Ar-Ge’sinin
hangi noktada olduğunu ve yenilikçi ekosistemin durumunu ortaya
koyacak bir rapor hazırlanması planlanıyor. Bu alandaki mevcut durumu
tespit ederek politikaların veri ve
bulguya dayalı olarak belirlenmesini
amaçlayan raporun, yenilikçiliği sağlık sektörünün merkezine koyacak,
ülkemizde temel ve klinik Ar-Ge çalışmalarının gelişmesini destekleyecek çalışmalara ivme kazandırması
bekleniyor. Bu çalışmaya paralel olarak AİFD kaynakları akılcı kullanan,
Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayabilen ve yenilikçiliğe yeterli kaynağı
ayırabilen bir bütçe planlaması için
kamu ile görüş alışverişinde bulunmaya devam edecek.
Türkiye’de faaliyet gösteren 39 yenilikçi ilaç firmasının üye olduğu
AİFD’nin çok önem verdiği bir başka
önceliği de ülkemizde yenilikçi ilaçlara erişimin güçlenmesine katkıda
bulunmak olacak.
Bu alanda özellikle GMP denetimi
sürecinin iyileştirilmesi ve bu sürecin hastaların ilaca erişiminde gecikmelere yolaçmasının önlenmesi
önem taşıyor. AİFD, ruhsatlandırma
ve GMP başvurularının paralel olarak
işleme konulmaları, böylece sürecin
biraz daha hızlı ilerlemesi yönündeki
önerisinin çözümün bir parçası olacağına inanıyor.
Bunun yanı sıra ilaçların güncel kurdan fiyatlandırılmaları, fiyatlandırma
ve geri ödeme prosedürlerinde mevzuata ve zamanlamalara uyulması da
AİFD’nin üzerinde önemle duracağı
konular arasında yer alıyor.
Yeni dönemde AİFD’nin öncelikli konuları arasında ilaç sektörünün Hükümet tarafından da benimsenmiş olan
stratejik konumunu pekiştirmek, sektörün Türkiye ve tüm paydaşlar için
daha fazla değer yaratmasını desteklemek yer alıyor. Bu doğrultuda, geçen
yıl hazırlanan “Türkiye İlaç Sektörü Vizyon 2023” raporunun iletişimi güçlü
bir şekilde sürdürülecek. AİFD, yenilikçi ekosistemin oluşmasını sağlayacak,
Ar-Ge’yi ödüllendirerek destekleyecek
bir yatırım ortamının yaratılması için
çalışmalarına devam edecek. AİFD,
küresel arenada alanında en önemli
platformlardan biri olan Uluslararası
Biyoteknoloji Konferansı’na, 2012’den
bu yana olduğu gibi, 2014’te de etkin
bir şekilde katılmayı hedefliyor.
Yenilikçiliğin Türkiye’de güçlenmesi
ve köklenmesi için olmazsa olmaz bir
ön koşul olan fikri mülkiyet haklarının
uluslararası standartlarda korunması
konusunda AİFD’nin yeni dönemde
aktif bir şekilde çalışması planlanıyor. AİFD, mecliste halihazırda görüşülmekte olan yeni patent yasasının
uluslararası standartlara uygun olmasının yanı sıra, mevzuatın etkin bir
şekilde uygulanmasını da önemsiyor.
2013-2014 döneminde Türkiye ilaç
sektörünü hareketli ve yoğun bir çalışma ortamı bekliyor. AİFD de üyelerinin bilgi birikimi ve uzmanlığını
Türkiye’nin hizmetine sunarak sektörün gelişimine, yenilikçiliğe, hastaların ilaca erişiminin güçlenmesine
katkıda bulunmaya devam edecek.
haber
KALP, BAĞIRSAK ZARIYLA
KORUMAYA ALINDI
Kalp hastası Muzaffer Ertuğ’un, önce enfeksiyondan zarar gören iman tahtası
denilen göğüs kemiği alındı, korumak için ise kalbi bağırsak zarı ile sarıldı.
Bypass sonrasında enfeksiyon kapan 65 yaşındaki Muzaffer Ertuğ’un
göğüs kemiği tamamen çıkarıldı,
kalbinin etrafı, bağırsak zarı ile sarıldı ve Ertuğ’un sağlığına kavuşması
sağlandı. Ordu’da yaşayan emekli işçi
Muzaffer Ertuğ’a, yapılan kontrolleri
sonucunda anjiyo yapılmasına karar
verdi. Kalp damarlarında kireçlenme
nedeniyle ameliyat olması gerekiyordu. Bunun üzerine Muzaffer Ertuğ’un
tıkanan kalp damarları değiştirildi.
Ancak Ertuğ, taburcu olduktan bir
hafta sonra rahatsızlandı ve yüksek
ateşle tekrar hastaneye başvurdu.
Uygulanan tedaviden sonra ateşi
normale dönünce evine gönderildi
ancak ağrıları kesilmedi ve ateşi tekrar yükseldi. Bunun üzerine Ertuğ,
Kardiyoloji ve Kalp Damar Cerrahisi
Uzmanı Prof. Dr. Erkan Kuralay’a başvurdu. Yapılan tetkikler sonucunda
enfeksiyonun kemik hatta dokulara
kadar sıçradığı anlaşıldı. Bu nedenle
30
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
ameliyat bölgesinde yaygın kanama
başlamıştı.
ÖNCE ENFEKSİYON TEDAVİSİ YAPILDI
Prof. Dr. Erkan Kuralay başkanlığında toplanan ekip hasta için özel bir
operasyon yapma kararı aldı. İman
tahtası diye bilinen göğüs kemiği
kaynamadığı için bunu çıkartıp kalbi korumaya almalıydılar. Ancak bu
sırada vücudun yeni damarları kabul
etmesi de sağlanmalıydı. Çare olarak
bağırsak dokusuyla kalbi kaplamayı
düşündüler. Öncelikle hastanın kalbinde oluşan ve son derece ölümcül
olan MRSA adlı enfeksiyon tedavi
edildi. Ardından bu enfeksiyonun
zarar verdiği iman tahtası ameliyatla
tamamen çıkartıldı. Ameliyat sırasında kalbi korumak için, kalbin üstü
bağırsak zarı ile tamamen kaplandı.
Operasyonun ardından kontrole alınan 65 yaşındaki hasta şimdi göğüs
kemiği olmamasına rağmen son derece sağlıklı. Kalbi ise bağırsak zarı ile
kaplı halde sağlıklı şekilde yaşamına
devam ediyor.
Prof. Dr. Erkan Kuralay ameliyat hakkında şu bilgileri verdi: “Bu çok nadir
yapılan bir yöntemdir. Bölgedeki enfeksiyonla mücadele etmek için bu
teknik kullanılır. Halk arasında munbar zarı olarak bilinen bağırsak zarı
tıp dünyasının omentum dediği bir
dokudur. Bu doku normalde karında
bulunur. Çok kanlanması olan ve aynı
zamanda damar yapımını çok artıran
bir özelliği vardır. Bunu kalbin etrafına çektiğimizde; hem kalp ve çevre
dokuların kanlanmasını artırıyoruz
hem de yeni damarlar oluşmasını
artırıyoruz. Böylece yeni damarlar
oluştukça dokulara daha fazla kan ve
oksijen gidiyor. Aynı zamanda verdiğimiz antibiyotikler gidiyor. Böylelikle yaranın iyileşmesi çok daha hızlı ve
çabuk oluyor.”
haber
AĞRI KESİCİ KULLANIRKEN
DİKKAT!
Ağrı kesicilerde sıkça kullanılan ibuprofen ve diklofenak etken maddelerinin, uzun süre ve yüksek dozda
kullanılmasının kalp rahatsızlıklarını
bir ölçüde arttırma riski olduğu açıklandı. İleri derecede romatizmal hastalıkları olan kişiler de ağrıları ve iltihaplanmayı azaltmak için bu ilaçları
kullanıyorlar.
Tıp dergisi Lancet’te yayımlanan
araştırma, sigara içen ve aşırı kilolu
kişilerde riskin daha yüksek olduğunu ortaya koydu.
KAPSAMLI ARAŞTIRMA
Bu ilaçların yarattığı risk daha önce
de gündeme getirilmişti. Ancak Oxford Üniversitesi’nden bilim adamları, hastalara kullanacakları ilaçlar ko-
nusunda bir seçenek sunulabilmesi
amacıyla, daha önce olmadığı kadar
ayrıntılı bir araştırma yaptılar.
Farklı zamanlarda yapılan 639 klinik
deneye katılan toplam 353 bin hastanın kayıtlarının değerlendirildiği
araştırmada, günlük 150mg diklofenak ve 2400mg ibuprofen kullanılan
vakalar incelendi.
Araştırma sonuçları, ilaçları kullanan
her bin kişi daha önceki verilere ek
olarak üç kalp krizi, dört kalp yetmezliği ve bir ölüm vakası tespit edildi.
Yüksek dozda ilaç kullanımına bağlı
olarak mide kanamaları da belirlendi.
HASTALARIN TERCİH HAKKI
Son veriler, aşırı ilaç kullanımının,
kalp krizi sayısını yılda binde sekiz-
den binde on bire çıkardığını gösteriyor.
Araştırma ekibinden Prof. Colin Baigent, “Binde üç oldukça düşük bir
risk olarak görülebilir ama bu tercihi
hastalar kendileri yapabilmeli” dedi.
Prof. Baigent, bu ilaçların, baş ağrısı
gibi hastalıklar için kısa süreli kullanımının bir risk yaratmadığını ancak
kalp sorunları bulunan kişilerin, bu
ilaçları yüksek dozda kullanmalarının
karşı karşıya oldukları riski arttırdığını
vurguladı.
Rofecoxib ya da Vioxx olarak bilinen
benzer bir ilaç, yarattığı riskler konusundaki endişeler nedeniyle üretici
firma tarafından 2004 yılında piyasadan çekilmişti.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
31
haber
İLK YERLİ
MORFİN VE AŞI
‘HACETTEPE’
ADIYLA
ÜRETİLECEK
Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer, ‘Hacettepe’ markası taşıyacak
morfin ve aşı için geriye sayımın başladığını açıkladı.
Rektör Prof. Dr. Tuncer, Eczacılık Günü
nedeniyle Hacettepe Üniversitesi’nin
Sıhhiye yerleşkesinde düzenlenen
toplantıda konuştu. Yerli üretim morfinin gelecek yıl, aşının da 3 yıl içinde
hastaların hizmetine sunulacağını
müjdeleyen Tuncer, üniversitelerin
dünyada yaşanan değişime ayak uydurmak mecburiyetinde olduğuna
dikkat çekti.
Morfin Yerine Ağrı Kesici Kullanıyorlar
Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bülent Gümüşel de Türkiye’de eksikliği hissedilen
birçok kritik ilacın üretimi için adım32
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
lar atıldığını aktardı. Morfin ve aşının
da eksikliği hissedilen önemli kalemler arasında olduğunu ifade eden
Prof. Dr. Gümüşel, kanser hastalarının
morfin yerine daha pahalı ağrı kesici
ilaçlar kullanmak zorunda kaldığını,
bunun ülke ekonomisine ciddi yük
getirdiğini ifade etti. Prof. Dr. Gümüşel, “Kanser ağrısında eksikliği çekilen
morfin tabletlerin Türkiye’de üretimi
konusunda Sağlık Bakanlığı’nın görevlendirmesi neticesinde adım attık.
Morfin tabletlerin formülasyonunun
geliştirilmesi ve Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılarak gelecek yılın Mart veya Nisan ayında hastaların
kullanımına sunulmasını planlandık.”
açıklamasını yaptı.
Fikir Birliği Sağlandı
Türkiye’nin ilk yerli aşısı da Hacettepe imzası taşıyacak. Yerli aşı üretmek
için düğmeye basan Hacettepe Üniversitesi, ilgili kurumlarla görüşmeleri tamamladı. Örnek bir aşı olarak
Hepatit–B aşısının başlangıç noktasından son ürün haline gelmesine
kadar ki tüm aşamalarının Türkiye’de
yapılması noktasında fikir birliği sağlandı. Dekan Gümüşel, “Kısa süre
içerisinde projeye hız vereceğiz. 3–4
yıl içinde Türkiye’nin ilk yerli aşısını
piyasaya sunacak konuma geleceğiz.”
bilgisini verdi.
YOZGAT’TA EĞİTİM PROGRAMI DÜZENLEDİ
Sağlıklı Nesiller Derneği ve Yozgat
Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreterliği tarafından Yozgat Galata Çamlık Otel’de hastanelerin başhekim,
pratisyen ve uzman hekimleri, diş hekimleri ve hastanelerdeki sağlık bakım hizmet müdürleri, kalite direktör
ve temsilcileri, klinik sorumlu hemşireleri ve birim sorumlularına; iletişim
becerileri ve empati, stres yönetimi,
tükenmişlik sendromu, zor insanlarla
başa çıkma, toplam kalite yönetimi,
toplantı yönetimi, sunuş teknikleri,
toplum karşısında konuşma, beden
dili konularına yönelik eğitim düzenlendi. Eğitimlere 110 hekim ve 155
hemşire ve sağlık personeli katıldı.
Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr.
Vedat Işıkhan, Dr. Uğur Özdemir ve
Uzman Eğitimci Sami Öztürk tarafından katılımcılara teorik ve pratik olarak eğitim verildi.
Eğitimlerin gerçekleşmesinde büyük
emeği geçen Yozgat Kamu Hastane-
haber
SAĞLIKLI NESİLLER DERNEĞİ
leri Birliği Genel Sekreteri Tuncay Öztürk eğitim sonunda memnuniyetlerini bildirerek, takdir ve teşekkürlerini
bildirdi.
Oldukça faydalı geçen eğitim sonunda yapılan Değerlendirme Anketlerinde katılımcılar eğitim programının
kapsamlı olması ve mesleki birikimlerine katkı sağlaması dolayısıyla takdir
ve teşekkürlerini sunup, eğitimlerin
mutlaka tekrar edilmesi yönünde görüş bildirdiler.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
33
haber
DOLU DOLU VE UZUN YAŞAM İÇİN
Pfizer Türkiye, Türkiye’de sağlıklı ve mutlu yaşlanmayı konu alan “Sen Çok Yaşa”
projesini hayata geçirdi. Bu kampanyayla
Pfizer Türkiye toplumunda, aileler içerisinde ve bireylerde sağlıklı yaşama ve yaşlanma bilincini geliştirmeyi hedefliyor.
Bunun yanı sıra “yaş almak” hakkında ortak bir diyalog oluşturarak duygu, düşünce ve deneyimlerin paylaşılacağı herkese
açık bir platform yaratmayı amaçlıyor.
Orta yaş üstü bireylerin dünya ülke
nüfuslarındaki oranı artarken, bireylerin yaşlanma hakkında duygu ve
düşüncelerini daha çok konuşabilmesi ve mutlu bir yaşlılık dönemi için
hazırlanmaları giderek önem kazanı-
34
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
yor. Küresel trendlere paralel olarak
Türkiye’de 2033’te 65 yaş üstü kişi
sayısının 14 yaş altı nüfusu geçmesi
bekleniyor. Bu farkındalıkla Pfizer’in
ABD’de de paralel olarak yürüttüğü Get Old adlı projesinin “Sen Çok
Yaşa” Türkiye lansmanı 28 Mayıs’ta
İstanbul’da yapıldı. Pfizer Türkiye,
“Sen Çok Yaşa” sloganı altında bu
projeyi hem sivil toplum örgütleri
hem de yerel yönetimlerle işbirliği
yaparak çok yönlü ve çok kanallı olarak yürütmeyi planlıyor. Pfizer Türkiye, planlanan bu projeyle yaşlanmaya yeni bir bakış açısı getiriyor.
İleriye bakmamız ve yaşlanan toplumun
ihtiyaçlarına uygun stratejilerle hareket
ederek, yaşlanan topluma hazırlanabilmemiz önemli.
“Sen Çok Yaşa” projesinin lansmanında konuşan ve ülkemizde ortalama
ömrün uzamasıyla nüfusumuzun
giderek yaşlandığına vurgu yapan
Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. İsmail
Tufan şöyle konuşuyor: “2030-2040
yılları arasında ülkemizin caddelerinde 5 yaşındaki çocuklardan çok 85
yaşındaki ‘teyze’ ve ‘amca’ları göreceğiz. Geleceğin yaşlıları, bilinçli, bilgili,
organize ve politik gücünün farkında
olacak. Bu profilde istekleri için çatışmaya hazır, tüketim gücü yüksek,
kaliteli hizmet talep eden ve teknolojiyi anlayarak kullanan eğitimli kişiler
ağır basacak. Daha çok insanın daha
uzun süre yeryüzünde kalmasını isteyen bir dünyada, yaşlıların çoğalmasına şaşırmamak gerekir. Uzayan
yaşam süreleriyle yaşlıların çoğalması farklı sorunları da beraberinde getirecektir. Bu bağlamda, Türkiye’nin
de birbirine bağlı olan gerontolojik
stratejilere ihtiyacı bulunmaktadır.
Yaşlılık olgusunun içinde yer alan sorunlu yönleri gerontolojik metodlarla
teşhis etmek ve yaşlanma olgusunu
“bütünsel” olarak algılamak gerekir. Bundan sonra ileriye bakmamız
ve yaşlanan toplumun ihtiyaçlarına
uygun stratejilerle hareket ederek,
yaşlanan topluma hazırlanabilmemiz
önemlidir. Temel soru, sosyal politikaların bu nüfus değişimine nasıl bir
hazırlık yapacağı veya nasıl bir değişim ortaya koyacağıdır. Toplumun
her kesimi, her sistemi kendini bu
değişime göre yapılandıracak. Eğitim, sağlık, hukuk; bu sistemler kendi
içlerinde ‘Yaşlılık Sistem Ağını’ oluşturmak zorunda kalacaklardır.”
Nebil Özgentürk ile “Yüzyılın Tanıklığı”
Projeye destek veren ve Sen Çok
Yaşa Belgeseli “Yüzyılın Tanıklığı”na
da imza atan gazeteci Nebil Özgentürk şöyle konuşuyor: “Yeryüzünün
en güzel doğasına sahip ülkelerden
biri olan Türkiye’nin dört bir yanında
sağlıklı ve kaygısız yaşayıp giden asırlık insanlarla birlikte bir yolculuk yapmak muhteşemdi. O yüz yaşını aşmış
insanlardan, ‘uzun ömürleri’ne dair,
nasıl bir yöntem izlediklerine dair ve
tabii Cumhuriyet’in kuruluşu, öncesi
ve sonrası tanıklıklarına dair kısa da
olsa sözler alabilmek de anlamlıydı…
Seri belgesel olarak hazan aylarında
yayınlandığında bu hüzün dolu ama
aslında oldukça neşeli hikayeleri seyirci çok sevecek ve kim bilir uzun yaşama dair nasıl tüyolar alacak…”
Sağlıklı yaşama ve yaşlanma Pfizer
Türkiye’nin gündeminde olmaya devam
edecek
Pfizer Türkiye Ülke Müdürü Stanley Mendonça açılışta yaptığı konuşmasında bir sağlık kuruluşu olarak insan sağlığına verdikleri öneme
paralel şekilde birçok hedef kitleyi
içine alan “Sen Çok Yaşa” projesi ile
geniş kitleleri kucaklamayı hedeflediklerini ifade ederek şunları söyledi;
“Birleşmiş Milletler, 2050’de 33 ülkede 60 yaş ve üzeri nüfusun 10 milyonu geçeceğini bildiriyor. Bu yüzyılın
ortasında yaşlı bireylerin yüzde 80
kadarı gelişmekte olan ekonomi-
lerde yaşayacak. 100 yaşından fazla
yaşayan kişilerin sayısı 300 binlerden
3 milyonun üzerine çıkacak. Sen Çok
Yaşa diyerek öncelikle yaşlanmanın,
diğer bir deyişle ‘yaş almanın’ herkes
için farklı anlamlarına odaklanıyoruz.
Daha iyi yaşamak, dolu dolu yaşamak, hayatlarına daha çok yıl katmak
için neler yapabileceklerini onlara
hatırlatmak için kolları sıvıyoruz. ‘Sen
Çok Yaşa’ derken yalnızca daha uzun
yaşamayı kastetmiyoruz, her yaşta
daha iyi bir yaşam kalitesine sahip
olmayı, yaş ile birlikte edinilen tecrübe ve bilgiye saygı duymayı, yaşamın
her aşamasında insanların sağlıklı
bir yaşam sürebilmesi için gerekli
bilgileri sunmayı hedefliyoruz. Son
yıllarda sürekli olarak ülkelerin gündeminde olan sağlıklı yaşama ve yaşlanma ‘Sen Çok Yaşa’ ismiyle Pfizer
Türkiye’nin de öncelikli olarak gündeminde ve uzun yıllar gündeminde
olmaya devam edecek.”
“Sizin işiniz, hayalleriniz için çalışmak.
Bizim Pfizer’deki işimiz ise onlara ulaşacağınız kadar iyi ve uzun yaşamanızı sağlamak.”
Pfizer Türkiye Kurumsal İlişkiler
Direktörü Elif Aral ise “Yaşam süreleri uzarken yaşam kalitesinde de
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
35
artış bekleniyor. Yaşlıları kendi kabuklarına çekilen ve yardıma muhtaç
kişiler olarak görmek yerine, yaşama
etkin bir biçimde katılmaları ve buna
uyum sağlamaları için desteklenmeleri büyük önem taşıyor. Yaşlanmak
tüm insanların ortak noktası ve aslında yaptığımız her seçim daha iyi
ve daha uzun yaşamamız üzerinde
etkili olabiliyor. Biz Pfizer’de şuna inanıyoruz: Sizin işiniz, hayalleriniz için
çalışmak. Bizim işimiz ise onlara ulaşacağınız kadar iyi ve uzun yaşamanızı sağlamak. Sen Çok Yaşa platformumuzla insanların daha iyi, dolu dolu
ve sağlıklı yaşamak için nelere ihtiyaç
duyduklarını anlamayı, hayatlarına
daha çok yıl katmak için neler yapabileceklerini onlara hatırlatmayı ve
birbirleriyle konuşmalarını sağlamayı
hedefliyoruz. Bu projeyle yaşamları
daha fazla yıl, yılları daha fazla yaşamla doldurmak için “Sen Çok Yaşa” diyoruz. Yaşamı ve her yaşı tüm yönleriyle
kabul etmenin, yalnızca daha uzun
değil, doyasıya yaşamanın da önemine inanıyoruz. Bu proje bizim adımıza
devamlılığı olan, uzun vadeli bir itibar
projesidir. Önümüzdeki dönemde gerek sivil toplum kuruluşlarıyla gerekse
de yerel yönetimlerle yapacağımız işbirlikleriyle projemizi çeşitlendirmeyi
planlıyoruz. Herkesi www.facebook.
com/PfizerTurkiye (https://apps.facebook.com/sencokyasa) adresinde yaş
almakla ilgili kaygılarını, duygularını,
merak ettiklerini, deneyimlerini birbirleriyle ve bizimle paylaşmaya davet ediyoruz” dedi.
Pfizer’in “Türkiye’nin Yaşama Bakışı”
Araştırma Sonuçları
Nielsen Pazar Araştırma Grubu ve
Pfizer 30-60 yaş arası 1080 katılımcı
ile “Türkiye’nin Yaşama Bakışı” araştırmasını gerçekleştirdi.
• Yaşlı
insan tanımlamaları içerisinde, insanların kendilerine en
yakın buldukları ifade “yaşlı insan
çocuklarının ve torunlarının mutluluğu ile mutlu olur” ifadesidir.
Gelecekte ulaşılması istenenler
arasında “çocukların geleceğini
garanti altına almak” ve “mutlu bir
aile kurmak” öne çıkan unsurlardır.
• İyi bir yaşlılık hayal ettiklerinde ise
akla gelen zihinsel olarak sağlıklı
olmak ve çocukların hayatında ak-
36
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
tif olarak yer almaya devam etme
arzusu olmaktadır. Yaşlılık hayatı
çocuk ve torunlara odaklanmış
durumdadır.
• Aile odaklı bakış açısının yanı sıra
yaşlandığında “sağlıklı olmak”
beklentiler arasında, aynı şekilde
“hasta olmak” ve “gündelik işlerini kendi kendilerine yapamamak”
korkular arasında yer almaktadır.
Mevcut yaşamda da en yaygın
olarak dikkat edilen konu yine
sağlıktır.
güvencesinin olması beklentisi
taşıyanlar yüzde 25 oranında olmuştur. Yüzde 23 çocuklarının evlendiğini/çocuk sahibi olduğunu
görmek, yüzde 15 ise dinç bir zihne sahip olmak beklentisi olduğunu ifade etmiştir.
• Türk halkı ölüme yaklaşmayı yaşlılık korkuları arasında en son sıralara koyuyor. Elden ayaktan düşmek, günlük işlerde başkalarına
muhtaç olmak ve hasta olmak ilk
akla gelen kaygılar.
• Türk insanının gözünde yaşlılık 65 • Kendine
yaşında başlıyor.
• Türk halkının önceliği sağlıklı ve iyi
bir yaşam sürmek.
yetebilmek dendiğinde
her 4 kişiden 3’ü maddi olarak
kimseye muhtaç olmamayı anlıyor.
kendileri için yaşlandıkla• Her 3 kişiden biri sağlıklı bir yaşa- • Kişiler
rında en önemli olan şeyleri şöyle
mın zengin olmaktan daha önemli
olduğunu, sağlık için başka harcamalardan fedakârlık yapabileceğini ve sağlıklı yaşam için bugün
yapılanların ileride çok faydalı olacağını bildiğini ifade ediyor.
• Gelecek temennilerimiz arasında
çocuklarının geleceğini garanti altına almak, huzurlu yaşam ve mutlu bir aile kurmak öne çıkmaktadır.
tanımlamışlardır:
• Çocuklarımın iyi bir hayat kurduğunu görebilmek benim için en
önemli şeydir (yüzde 20).
• İyi yaşlanmak için stresten uzak
yaşamak çok önemlidir (yüzde 17).
• Yaşlandığımda
saygı duyulan,
sözü dinlenen birisi olmak isterim
(yüzde 17).
• Daha genç yaş grubu içerisinde • Yaşlandığımda fiziksel olarak kenmutlu aile kurmak, orta yaş için
çocukların geleceği, 50 yaş üstü
yaş grubunda ise huzurlu yaşam
ağırlık kazanmaktadır.
dime yetebilmek, maddi olarak
kendime yetebilmekten daha
önemlidir (yüzde 15).
torunlarıma bak• Halkımızın %70’i kendini olduğu • Yaşlandığımda
mak isterim (yüzde 13).
yaşta hissediyor ama 5 kişiden 1
kendini olduğundan daha genç • Türk halkına göre yaşlı insan kimhissediyor.
dir, nasıldır?
hayatında bir değişiklik olmayacağını düşünüyor. Bu konuda endişe
taşıyanlar arasında erkekler kadınlardan daha ağır basıyor.
larının mutluluğuyla mutlu olur
(yüzde 19).
• Her 2 kişiden biri yaşlandığında • Yaşlı insan çocuklarının ve torun• Yaşlı insan vakti bol olan insandır
(yüzde 10).
• Yaşlandığımızda sağlıklı olmayı ve • Yaşlı insan saygı duyulan insandır
maddi durumumuzun iyi olmasını
bekliyoruz. Maddi durumunun iyi
olması beklentisi özellikle genç
grubunda daha yaygınken, 50-60
yaş grubunda sağlıklı yaşam beklentisi ağırlık kazanıyor.
(yüzde 9).
• Yaşlı insan huzurlu insandır (yüzde
8).
• Yaşlı
insan olgun ve anlayışlıdır
(yüzde 7).
• Sağlıklı bir yaşlılık geçirme beklen- • Yaşlı
tisi taşıyanlar yüzde 61, başkalarına muhtaç olmadan yaşayabilmek
beklentisi taşıyanlar yüzde 51,
maddi durumunun iyi olması beklentisi taşıyanlar yüzde 38, sağlık
insanlar hayallerini gerçekleştirme fırsatı bulurlar (yüzde 7).
• Yaşlı insan bilge insandır (yüzde 6).
• Yaşlı insanlar hobileri olan insanlardır (yüzde 6)
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
37
portre
AŞI’NIN
TARİHÇESİ
Aşılamanın temelindeki ilke, bakteri
ve virüs gibi enfeksiyon etkenlerini
yada çeşitli zehirli maddeleri belirli
işlemlerden geçirdikten sonra kişiye
vererek vücudun bu maddelere karşı antikor üretmesini, yani bağışıklık
kazanmasını sağlamaktır. Böylece
vücudun hazırlıklı olduğu hastalık
etkenlerinden biriyle karşılaştığında,
önceden oluşmuş antikorlar sayesinde bu maddelerle savaşması kolaylaşır.
Hastalık oluşturan virüslere karşı direnç sağlayan aşı uygulamaları hakkında son yıllarda birçok gelişme ve
yenilik yaşandığını görüyoruz. Peki
“aşının” geçmişi hakkında ne biliyoruz? Bu sayımızda aşıların tarihçesini
sizlerle paylaşmak istedik. İlgiyle okuyacağını umuyoruz…
• Tarihte aşı konusunda ilk uygulamanın M.Ö. 590 yılında Çin’de
Sung Hanedanı döneminde çi-
38
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
çek hastalığından korunmak için
ciltteki iltihaplı maddenin sağlıklı
kişilerin burnunun içine verilmesi
olduğu bilinmektedir.
• Sistemli aşılama ise ilk kez yine
çiçek hastalığına karşı olmak üzere 1796 yılında Edward Jenner
tarafından başlatılmıştır. Bağışıklık biliminde o günden bu güne
çok büyük ilerlemeler olmuştur.
Aşılama ile ilgili ayrıntılı bilgiler
Jenner’den 100 yıl kadar sonra,
Pasteur tarafìndan elde edilmiştir.
Bu büyük bilim adamı, infeksiyon
hastalıklarının kaynağının mikroplar olduğunu keşfetmiştir.
• Ayrıca
mikropların zayıflatılmış,
hastalık yapamayacak hale getirilmiş biçimde insanlara verilmesiyle, bireyin bulaşıcı hastalıklardan
korunabileceğini
kanıtlamıştır.
Pasteur, 1885 yılında daha önce
köpeklerde etkinliğini kanıtladığı
kuduz aşısını, bir köpek tarafìndan
ısırılmış olan Joseph Meister adlı
kişiye uygulamıştır. Bu uygulama insan bağışıklamasındaki en
önemli atılımdır.
• 1892 yılında Laffnike adlı araştırıcı
kolera aşısını, 1896 yılında Wright
tifo aşısını geliştirmiştir. Bu gün
BCG adıyla bildiğimiz tüberküloz
(verem) aşısı Calmette ve Guerin
tarafìndan 1921 yılında geliştirilmiştir. Ramon ve Glenny 1923’te
difteri aşısını, aynı yıl Madsen
boğmaca aşısını ve 1927 yılında
Ramon ve Zoeller tetanoz aşısını
üretmişlerdir. Bundan sonra kullanıma sunulan çeşitli aşılar birbirini
izlemiştir.
• 1932 yılında Sellard ve Laigret sarı
humma aşısını, 1937 senesinde
Salk ilk influenza aşısını ve 1949
yılında Smorodintsev canlı kabakulak aşısını geliştirmiştir. Salk
1954 yılında ölü çocuk felci aşısını,
Sabin 1957’de canlı zayıflatılmış
ağızdan uygulanan çocuk felci
aşısını geliştirmiştir. Kızamık aşısı
1960 yılında önce Edmonston ve
daha sonra Schwartz tarafından
oluşturulmuştur. 1962’de kızamıkçık aşısı Weller, Neva ve Parkmann
adlı araştırıcılar tarafından geliştirilmiştir.
• Ölü kabakulak aşısını 1966 yılında
Weibel, Buynach, Hillemann ve
daha sonra Takashashi üretmeyi
başarmışlardır. İnsan hücrelerinde
üretilen ilk kuduz aşısı 1967 yılında Victor tarafından gerçekleştirilmiştir. Takashashi 1973 senesinde
suçiçeği, Maupas ve Hillemann
1976’da ilk kez hepatit B (sarılık)
aşısını uygulamışlardır.
• 1968 yılında meningokok C me-
nenjiti aşısı, 1971 senesinde meningokok A menejiti aşısı geliştirilmiştir. 1978 yılında pnömokok
infeksiyonlarına karşı kullanılmak
üzere pnömokok aşısı üretilmiştir.
Bu gün genel olarak menenjit aşısı
olarak bilinen Hemofilus influenza
tip B aşısı 1980 yılında geliştirilmiştir.
• Sonraki senelerde bir arada kul-
lanılan çeşitli aşılar geliştirilerek
kullanıma sunulmuştur. Aşı geliştirme çalışmaları halen aktif olarak
devam etmektedir.
• Aşılama
çalışmalarında güdülen
başlıca amaç, insanların aşı ile önlenebilir hastalıklardan ölümlerini
engellemek, yarınımızı emanet
edeceğimiz kuşakların daha sağlıklı yetişmesini sağlamaktır.
Edward Jenner
Edward Jenner (17 Mayıs 1749 - 26 Ocak 1823) bir köy
papazının çocuğu olarak dünyaya gelmiştir, İngiltere’de
Gloucestershire’da bir operatörün yanında uzun süre
çıraklık yapmış daha sonra tıp öğrenimini geliştirmek
için Londra’ya gitmiş ve orada John Hunter’in öğrencisi olmuştur. Hocasının tavsiyesiyle 1775 yılında, o
dönemlerdeki en yaygın ve can alan hastalık olan çiçek hastalığı ile ilgili araştırmalara başlamıştır. Araştırmaları sonucu çiçek hastalığına aşı bulan Jenner aynı yıl
köyünde baş gösteren çiçek hastalığı salgını karşısında
çocuklar üzerinde aşısını denemiş ve olumlu sonuçlar aldığını ispat etmiştir. Daha sonra 1796’da buluşu ile ilgili
ayrıntılı bir rapor yayımlamış ve buluşu gerek Avrupa’da
gerek ise Birleşik Amerika’da ilgiyle karşılanmış ve benimsenmişse de dönemin tıp bilginleri aşıya karşı çıkmışlardır. Fakat elde edilen sonuçların başarısı sebebi ile 1870
yılına gelindiğinde binlerce insan aşılanmıştır. Daha sonraki
yıllarda çiçek aşısı İngiltere’nin dışında da yaygınlaşmış, bugün ise tüm dünyada kullanılmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
39
Louis Pasteur
1822 yılında Fransa’nın Dole şehrinde doğdu. 1846’da École Normale Supérieure’ün fen bölümünü bitirdi. 1847’de fizik ve kimya dalında doktora derecesini alan Pasteur, bu yıllarda
izomerlik, kristal yapı ve optik etkinlik konularındaki çalışmalarıyla adını duyurmayı
başardı. 1848’de Strasbourg Fen Fakültesi’nde yardımcı kimya profesörlüğüne yükseltildi. 1854’te Lille Fen Fakültesi’nde kimya profesörlüğüne ve Ecole Normale’de
kurulmasını istediği araştırma laboratuarının yöneticiliğine getirildi. Bu laboratuarda, 1871’de şarbon, tavuk kolerası ve kuduz gibi virütik hastalıklar, bağışıklık
mekanizması ve aşı hazırlama teknikleri üzerinde çalışmaya başlayan Pasteur,
kuduz köpekler üzerindeki incelemelerini daha güvenli bir ortamda yapabilmek için 1885’te eski bir imparatorluk şatosunu amaca uygun olarak
düzenleyerek, Pasteur Enstitüsü’nün çekirdeğini oluşturdu.
Pasteur, kimyager ve daha sonra bakteriyolog olarak görev yaptığı süre
boyunca, tıbbın ilerlemesine büyük katkılarda bulundu. Tıp doktoru
olmadığı için, 1800’lü yılların doktorları teorilerine karşı çıktılar. Pasteur, buna rağmen çalışmalarını sürdürdü. Pasteur’ün bakterilerin ya da
mikropların gerçekten var olduklarına ve bunların hastalıklara yol
açabileceğine olan inancı tamdı.
Pasteur kendine inanan, başkalarının söyledikleriyle değil, kendi doğrularıyla yaşayan ve sezgilerine güvenen bir bilim insanıydı.
1895 yılında hayata gözlerini yumduğu güne kadar son derece alçak
gönüllü, gösterişsiz ve sade bir yaşam sürdürdü. Yaşlılık yıllarında
insanların ona gösterdikleri büyük saygı karşısında şaşkınlığa düşer ve bunu pek komik bulurdu.
Pasteur’ün, özellikle mayalanma olayında ve bulaşıcı hastalıklarda mikroorganizmaların sorumlu olduğunu kanıtlaması,
kendiliğinden türeme teorisini çürütmesi, şarap, bira, süt,
meyve suyu gibi mayalanabilir sıvıların uzun süre bozulmadan saklanabilmelerini sağlayan “pastörizasyon” adlı
konserve yönteminin gelişmesini sağladı.
Bu yöntemde, sütü 63 °C’de otuz dakika süreyle ısıtmak ve
sonra hızlı bir biçimde soğuttuktan sonra sütü kapalı ve sterilize edilmiş şişelere koymak gerekiyordu. Buna benzer bir
yöntem (UHT) sütü mikroplardan arındırmak için günümüzde
de kullanılmaktadır.
Joseph Meister adlı bir çocuk kuduz bir köpek tarafından on dört
yerinden ısırıldığında, anne ve babası çocuğu Louis Pasteur’e
getirdiler. Bu bilim insanı daha önce sadece hayvanların üzerinde denemiş olan kuduz aşısını çocuğa uygulamakta tereddüt etti. Pasteur bunu ancak, kendisine gelen iki doktorun, çocuğun kuduz hastalığından her durumda öleceğini ve başarılı
olursa yöntemin kuduz hastalığına bir çare olabileceğini söylemesinden sonra denemeye karar verdi. Aşının başarılı olması bu
öldürücü hastalığın önlenmesi ve aşıların geliştirilmesi için büyük bir
adım oldu.
Pasteur, Strasberg’li Marie Laurent ile evlendi. Marie’nin eşini,
araştırmalarını her şeyin üstünde tutması için özendirmesi sayesinde Pasteur laboratuar çalışmaları üzerinde
yoğunlaşabiliyor ve işine gereken zamanı ve önemi verebiliyordu. 1895 yılında Fransa’da öldü.
40
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
Heinrich Hermann Robert Koch
Robert Koch 11 Aralık 1843’te, Almanya’da doğdu. Göttingen Üniversitesinde tıp eğitimi alıp, 1866 yılında mezun
oldu. Daha sonra Frank-Prusya Savaşı’nda görev aldı ve Wollstein’de önemli bir tıbbi görevli oldu. Koch Çok sınırlı kaynaklarla çalışmış olsa da, bakteriyolojinin kurucularından olmuştur.
Casimir Davaine antraks (şarbon) basilinin inekler arasında doğrudan aktarıldığını ortaya çıkardıktan sonra Koch, antraksı daha yakından incelemeye başladı. Bulduğu metotlarla kan örneklerinden basili arıtıp saf kültürler büyütmeyi
başardı. Bu çalışması sonucu şarbonun bir konakçı canlı olmadan uzun süre dışarıda yaşayamadığını fakat oluşturduğu endosporların uzun süre varlıklarını sürdürdüğünü buldu. Toprağa karışan bu endosporlar açıklanamayan ani
şarbon salgınlarının nedeniydi. Koch buluşlarını 1876’da yayımladı ve 1880’de Berlin’deki Emperyal
Sağlık Bürosu’nda bir iş ile ödüllendirildi. 1881’de ateş kullanarak cerrahi aletlerin sterilize edilmesini teşvik etti.
Berlin’de daha önce kullandığı metodları geliştirdi. Onun geliştirdiği yöntemler bugün
hâlâ kullanılmaktadır. Bu yöntemlerin yardımıyla tüberküloza neden olan bakteriyi
(Mycobacterium tuberculosis) 1882’de keşfetmiştir. 19. yüzyılın ortalarında tüberküloz
her yedi ölümden birinin sorumlusu olan çok ölümcül ve önemli bir hastalıktı. Bu nedenle Koch’un o dönemde yaptığı keşif cidden çok önemlidir ve onu bakteriyolojik
araştırma konusunda ünlü Louis Pasteur ile denk kılmıştır.
1883’te Koch bir Fransız araştırma ekibiyle birlikte İskenderiye, Mısır’da kolera üzerine çalıştı. Koleraya neden olan vibrio bakteriyi saptamış olsa da deneylerle bunu kanıtlayamadı. Bakteri daha önce İtalyan anatomist Filippo Pacini tarafından 1854’te
izole edilebilmiş fakat bu çalışma o dönemler miasma teorisinin revaçta olması sebebiyle önemsenmemişti. Koch, Pacini’nin çalışmalarından habersizdi, bağımsız
bir keşif yaptı ve sahip olduğu ün nedeniyle bu buluş kısa sürede yayıldı. Yine de
bakteri 1965’te resmen Vibrio cholerae Pacini 1854 olarak adlandırıldı.
1885’te Koch Berlin Üniversitesinde hijyen profesörü, daha sonra 1891’de yeni kurulmuş olan Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsünün yöneticisi oldu. Bu görevden 1904’te
istifa etti ve dünyayı dolaşarak, Güney Afrika, Hindistan ve Cava’daki hastalıkları inceledi.
Ona Nobel Ödülü kazandıran tüberküloz çalışmaları kadar önemli olan bir buluşu da
Koch postülatlarıdır. Bu postülatlar bir organizmanın bir hastalığın nedeni olup olmadığı konusundadır. Postülatlara göre bir organizma bir hastalığın nedeni ise;
Hastalığın bilinen tüm vakalarında bulunur,
Hastalıklı konukçudan organizmayı ayırıp saf kültürünü büyütmek mümkündür,
Sağlıklı bir konukçuya verildiğinde, kültürde büyütülmüş bu organizmalar konukçuda
hastalığın oluşmasına neden olmalıdır,
Deneysel olarak hastalığın bulaştırıldığı konukçudan organizma tekrar ayrıştırılıp kültürde
büyütülebilmelidir.
Her ne kadar öğrencileri onun metodlarıyla difteri, tifo, pnömoni (zatürre), gonore (belsoğukluğu), serebrospinal menenjit, lepra (cüzzam),
tetanoz ve frengi hastalıklarından sorumlu organizmaları bulmuş
olsalar da, özellikle de tüberkülozu iyileştireceğini düşündüğü etkisiz “tüberkülin” fiyaskosuyla, Koch’un araştırmalarının kalitesi
düşmüştür.
Koch 27 Mayıs 1910’da Almanya’da öldü.
Tüberküloza karşı aşıyı ise Albert Calmette ve Camille
Guérin adlı iki araştırmacı, 1920’lerin sonunda geliştirmişlerdir. Bu iki araştırmacının soyadına atfen bu aşıya
BCG (Bacillus Calmette-Guérin) adı verilmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
41
haber
ALDATICI BEYANLARLA
ÜRÜN SATIŞINA SON VERİLECEK
Önümüzdeki günlerde yürürlüğe girecek ‘Sağlık Beyanı Yönetmeliği’ne
göre özellikle gıda takviye ürünlerinin pazarlanmasında kullanılan ‘mucize ürün, zayıflatıyoruz, kelliğe son,
damar tıkanıklığına mucize çözüm’
gibi ifadeler son bulacak. Bu gibi
ifadeler kullanılan ürünlerin satışına
son verilerek toplatılacak. Televizyon,
radyo ve gazete reklam ve programlarına izin verilmeyecek. Bu ürünleri
üreten, ithal eden ve satanlar hakkında yasal işlem başlatılacak.
Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi
Cihaz Kurumu’nca hazırlanan ‘Sağlık
Beyanı ile Satışa Sunulan Ürünlerin
Sağlık Beyanları Hakkında Yönetmelik’ ile piyasada hastaları aldatıcı beyanlarla satış yapanlar engellenecek.
Başbakanlık’a gönderilen yönetmelikle sağlık beyanı ile satışa sunulacak
ürünler tek tek incelenecek. Yönetmelikle, bu beyanlara izin verilmesi, izinsiz veya gerçeğe aykırı sağlık beyanı
ile yapılan satışların denetlenmesinin
esasları belirlendi. Ayrıca gerektiğinde durdurma, toplama, toplatma
ve imha iş ve işlemlerinin yapılması
veya yaptırılması, izin ve sağlık beyanları yönünden bunların reklam ve
tanıtımlarının denetlenmesi ve aykırı
olanların durdurulması ile ilgili usuller de yönetmelikte sıralandı.
Yönetmeliğin yayınlanmasının ardından Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, birkaç yıldır ‘gıda takviyesi’ adı
altında üretilip ilaç gibi satılan ürünlerle ilgili ürünün sağlık beyanıyla satılması durumunda görüldüğü yerde
toplatılması yönünde İl Sağlık Müdürlükleri yetkilendirilecek.
42
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
“SAĞLIK BEYANI” TANIMI
Yönetmelikle sağlık beyanı tanımı da
netleştirildi. Bundan sonra insan sağlığına doğrudan veya dolaylı olarak
faydalı olduğunu veya hastalıklara
veya belirtilerine karşı etkili olduğunu, koruduğunu, tedavi ettiğini belirten, ileri süren veya ima eden tüm
ifadeler ‘sağlık beyanı’ olarak kabul
edilecek. Ürünlerin sağlık beyanı ile
tanıtımının yapılabilmesi ve piyasaya
arzı için klinik çalışmalar ile ispatlanmış bir sağlık beyanının olması ve kurumdan izin alınması gerekecek.
AKADEMİK ÜNVANI OLMAYAN KİŞİLERİN
TANITIMLARI ANINDA DURDURULACAK
Hazırlanan yönetmelikle ürünlerin
sağlık beyanında tanıklığına başvurulan kişinin tecrübesine dayanan
hiçbir teşekkür, övgü, tavsiye veya
onay ifadesine yer verilemeyecek.
Toplumu bilgilendirmek amacıyla,
özellikle televizyon ve radyo programları olmak üzere çeşitli mecralarda, bilgisine başvurulan kişilerin, bilgi verdikleri konudaki uzmanlıklarını
akademik olarak kanıtlamış olmaları
gerekecek. Akademik unvanı olmayan kişilerin tanıtımları kurumca
anında durdurulacak.
Ürün tanıtımlarında, Sağlık Bakanlığının veya Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz
Kurumunun adı veya logosu kullanılamayacak. Sağlık meslek mensuplarının tavsiyelerine atıfta bulunulamayacağı gibi sağlık meslek örgütleri ile
sağlıkla ilişkili hayır kurumlarının tavsiyeleri veya bu örgütler ve kurumlar
tarafından verilen desteklere yer verilemeyecek.
Yönetmelik hükümlerinden herhangi birine aykırı davranıldığı tespit
edilen tanıtım eğer internet aracılığı
ile yapılıyor ise tanıtımının yapıldığı
internet sitesine erişim engellenecek. Söz konusu yönetmeliğe ayrıca
kozmetik ürün tanıtımlarında herhangi bir hastalığı tedavi etmek veya
önlemek, tedavisine yardımcı olmak,
teşhis etmek veya bir fizyolojik fonksiyonu düzeltmek, düzenlemek veya
değiştirmeye ilişkin ibareler veya
imalar ile farmakolojik, immünolojik
veya metabolik etkilerin sonucunda,
fizyolojik fonksiyonları yenilediğini,
düzelttiğini veya değiştirdiğini iddia
eden veya ima eden beyanların kullanılamayacağı maddesi de eklendi.
‘ÜRÜN DENETİM TİMİ’ GELİYOR
Türkiye Tıbbi Cihaz ve İlaç Kurumu
denetimlerin daha etkin olması için
personel sayısını arttıracak. Kurum
önümüzdeki günlerde 250 ürün denetmenini kadrosuna katacak. Bu
kişilerin işe alımının usul ve esasını belirleyen yönetmelik 1 ay önce
yayımlandı. İhtiyaca binaen başvuruları devam eden ürün denetim
alımı sürecine başlandı. Denetmenler kozmetik, tıbbi cihaz ve ilaç gibi
ürünlerin piyasaya arzında güvenli
sirkülasyonunu sağlayacak. Ekibin
içinde eczacı, biyolog, kimyager,
biyo-medikal mühendisi, kamu yönetimi, iktisat ve işletmeci olacak.
Bir denetim havuzu oluşturulacak.
Eczacının yaptığı denetimde hukuki
bir desteğe ihtiyacı olunca ise hukuk
denetmeni yardımcı olacak.
FIFA , Ac›badem Fulya
Sporcu Sa€l›€› Merkez‹’N‹
Mükemmel‹yet
Merkez‹
OLARAK seçT‹
FIFA Türkiye’de ilk defa bir merkeze
“FIFA MEDICAL CENTRE OF EXCELLENCE” sertifikas› verdi.
Bu sertifikaya dünyada sadece 26 merkez sahip.
Bu gurur Türkiye’nin...
www.sporcusagligimerkezi.com
REFRAKTİF CERRAHİDE
GÜNCEL TEKNİKLER
Op. Dr. Ali SİPAHİER
Göz Nurunu Koruma Vakfı
EXCİMER LASER TEDAVİSİ NEDİR?
Excimer laser 20 yılı aşkın bir süredir
kırma kusurlarının tedavisinde başarı ile uygulanan bir yöntemdir. Laser
ışını hedeflenen dokuyu istenilen
kalınlık ve genişlikte ortadan kaldırır
böylece gözün en dışında bulunan
kornea tabakasında kalıcı bir değişim
meydana gelerek miyop, hipermetrop ya da astigmatın tedavisi gerçekleşmiş olur. Lasik, Femtolasik, Lasek
ve PRK Excimer laser tedavisinin değişik uygulanma biçimleridir.
18 yaşını dolduran ve son 1 yılda
gözlük numarasında değişim olmayan kişiler bu tedaviye adaydır. Lasik
uygulanabilmesi için gözdeki kırılma
kusurunun ve gözün yapısının uygun
olması gerekmektedir. Bu amaçla
tüm adaylara ayrıntılı bir göz muayenesinin yanı sıra kornea tabakasının
özelliklerini gösteren bir dizi tetkik
uygulanır.
LASIK ile 12,0 dereceye kadar miyopi,
6 dereceye kadar hipermetrop ve astigmat tedavi edilebilmektedir. Lasik
öncesinde kontakt lens kullanımına
ara verilmesi önemlidir. Yumuşak
lens kullanan hastaların en az bir, sert
lens kullananların en az üç hafta lens
kullanmaması uygun olacaktır.
KİMLERE LASİK UYGULANMAZ:
LASIK NEDİR , KİMLERE UYGULANABİLİR?
LASIK odaklanma kusurlarının tedavisinde en sık kullanılan yöntemdir.
44
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
• Başta
keratakonus olmak üzere
korneada yapısal bozukluğu olan
hastalar
• Kornea kalınlığı belli bir limitin altında olanlar
• Şiddetli göz kuruluğu olanlar
• Diabet hastaları ve romatizmal
hastalığı olanlar
• Hamile ve süt veren bayanlar
• Gözünde katarakt, glokom, enfeksiyon gibi rahatsızlıkları olanlar
LASIK TEDAVİSİNİN AVANTAJLARI:
LASİK tedavisinin en önemli avantajı hastaya sağladığı konfordur. Göz
yapısı uygun olan hastalarda LASIK
yöntemi, yüksek gözlük derecelerini
bile etkili bir şekilde düzeltebilir. İyileşme son derece hızlı gerçekleşir ve
tedaviden sonra saatler içinde hasta
kaliteli bir görüşe sahip olabilir. Ağrı,
sulanma ve batma problemleri en
geç 12 saat içinde geçer ve tedaviden bir gün sonra kişi normal haya-
tına geri dönebilir, işine devam edebilir. Ameliyat sonrası göz damlalarını
kullanma süreci ortalama 1 haftadır.
FEMTOLASİK (BIÇAKSIZ LASİK) NEDİR?
Lasik tedavisinde en önemli aşama
korneanın üst kısmından fleb adı verilen bir kapakçık oluşturulmasıdır.
Fleb oluşturulması için son yıllarda
femtosaniye laser teknolojisi kullanılmaya başlanmıştır. Femtosaniye laser
doku içinde istenilen derinlikte, genişlikte ve şekilde kesi oluşturabilen
bir cihazdır. FS 200 femtosaniye laser
bu amaçla geliştirilen en hızlı ve güvenli teknolojidir.
AVANTAJLARI :
• Bu cihaz sayesinde daha önce kullanılan mikrokeratom (korneada
kesi yapan bıçak) sistemlerinde
görülebilen komplikasyonlar neredeyse ortadan kalkmıştır.
maktadır
• İstenilen kalınlıkta fleb kaldırabildiğinden özellikle kornea kalınlığı
sınır değerlerde olan hastalarda
Lasik uygulanabilmektedir.
• Fleb arayüzeyi daha pürüzsüz olduğundan Laser tedavisi sonrasında daha az aberasyon (Işık sapması) gelişmektedir.
• Femtosaniye fleblerinde özellikle
ileri yaştaki hastalarda gözlenen
göz kuruluğu gelişmesi riski daha
azdır.
• Femtosaniye
laser sistemleri ile
fleb oluşturmanın yanısıra korneal
implantlar takılabilmekte, keratoplasti (kornea nakli) ve astigmatik keratotomi (astigmat düzeltici
işlemler) işlemleri yapılabilmektedir.
FAKİK LENS
• Özellikle hipermetrop ve astigmat
Kornea yapısı ya da refraksiyon kusurunun derecesi Excimer laser tedavisine uygun olmayan 20-45 yaş
arasındaki kişilerde tercih edilen bir
yöntemdir.
• Femtosaniye laser fleblerinde kor-
Bu lenslerin takılabilmesi için endotel
sayısı, ön kamara derinliği gibi kişisel
özelliklerin uygun olması gerekir.
• Femtosaniye laserle kişinin kırılma
kusuruna özel flebler oluşturulabilir
tedavisinde sonuçları daha başarılıdır
nea biomekaniği daha iyi korun-
REFRAKTİF LENS DEĞİŞİMİ
45 yaşın üzerinde miyop, hipermetrop, astigmat ve presbiyopinin (Yaşlılığa bağlı yakın odaklama güçlüğü)
tedavisinde kullanılan bir yöntemdir.
Özellikle son zamanlarda gelişen
Torik( astigmatı düzelten) ve Multifokal (hem yakın hem uzak görüş
sağlayan) lenslerle hastalarımıza 45
yaşından sonra gözlüksüz bir hayat
sunabilmekteyiz.
Göz Vakfı Bayrampaşa Göz Hastanesinde FDA onaylı Alcon Multifokal ve
Torik lensler kullanılmaktadır.
KORNEAL İMPLANTLAR (KAMRA INLAY)
45 yaş ve üstü kişilerde presbiyopinin tedavisi için uygulanan bir yöntemdir.Femtosaniye laser yardımıyla
kornea içine yerleştirilen Kamra inlay
fokus derinliğini arttırarak uzak görüşü bozmadan yakını odaklamaya
yardımcı olur.
Uygulama süreci Excimer laser tedavisi ile aynıdır. Öncelikle Femtosaniye
laserle fleb oluşturulur miyop, hipermetrop, astigmat gibi refraksiyon kusurları varsa Excimer laser ile tedavi
edilir sonrasında Kamra Inlay yerleştirilerek tedavi sonlandırılır.
Tedaviden bir gün sonra kişi normal
hayatına devam edebilir.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
45
haber
“YOL ARKADAŞIMSIN”
PROJESİ
MS HASTALIĞINA
IŞIK TUTUYOR
Türkiye MS Derneği, İzmir MS Derneği ve Novartis iş birliği ile hayata geçirilen “Yol Arkadaşımsın” projesinin
ikinci etabı “Yol Arkadaşımsın Web
Sitesi” İstanbul’da kamuoyuna tanıtıldı. MS’li bireylerin yaşam öykülerinin
özel videolarla aktarıldığı web sitesi,
hastalık konusunda bilinç yaratmayı
hedefliyor.
Türkiye MS Derneği tarafından dünyada ilk olarak Türkiye’de kutlanmaya
başlanan Dünya Multipl Skleroz (MS)
Haftası çerçevesinde, son yılların en
önemli hastalıklarından biri olan MS
ile ilgili farkındalık yaratmak ve toplumu hastalık konusunda bilinçlendirmek adına önemli çalışmalar yürüten Türkiye MS Derneği, İzmir MS
Derneği ve Novartis, “Yol Arkadaşımsın” projesini hayata geçirdi. Projenin
ilk etabı “Bir Yolculuk Kitabı”nın ardından “Yol Arkadaşımsın Web Sitesi”
de kamuoyuna tanıtıldı.
Hasta, hasta yakınları ve tüm topluma yönelik video tabanlı bir web
sitesi olan “Yol Arkadaşımsın”, MS’li
bireylerin hastalıkla mücadele öykülerinden oluşuyor. MS hastalığına
46
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
dikkat çekmek ve bu konuda farkındalık yaratmak amacıyla hazırlanan
web sitesinde 36 MS’li birey yaşam ve
hastalıkla mücadele öykülerini özel
videolar aracılığıyla aktarıyor.
Web sitesinde ayrıca psikiyatr, avukat
ve insan kaynakları uzmanları gibi
gönüllü profesyonellerin MS’li bireylerin yaşam mücadelelerine
katkı sağlayacak önemli önerileri bulunuyor. Psikiyatr,
MS’li bir bireyin hasta
olduğunu öğrenmesi ile başlayan psikolojik süreçlerini
aktarırken, bir avukat hasta haklarıyla ilgili önemli bilgileri paylaşıyor.
İnsan kaynakları uzmanı ise hastanın
çalışma koşulları ile ilgili bilmesi gerekenleri aktarıyor. “Yol Arkadaşımsın“ web sitesi MS hastalığına dikkat
çekmenin yanı sıra hasta ve hasta
yakınlarına bilgi aktarımı sağlamayı
amaçlıyor.
Projenin tanıtımı amacıyla İstanbul
Pera Palace Otel’de gerçekleşen basın toplantısı sırasında konuyla ilgili görüşlerini bildiren Türkiye MS
Derneği Başkanı Ayşen İnci, “Türkiye
MS Derneği olarak MS’li bireylerin
hayatlarını kolaylaştıracak ve onlara
en doğru bilgiyi ulaştıracak projeleri
hayata geçirmeyi amaçlıyoruz” dedi.
“Yol Arkadaşımsın” projesinin MS tanısı almış bireyler ve yakınlarına ışık
tutacağını belirten İnci, “Bu proje
sayesinde ülkemizdeki MS hastalığı
bilincinin artmasına büyük katkı sağlayacağımıza inanıyoruz” dedi.
Türkiye MS Derneği Bilimsel Kurul
Başkanı Prof. Dr. Aksel Siva ise “Mul-
tipl Skleroz günümüzün en önemli
hastalıklarından biri. Türkiye’de yaklaşık 40 bin MS’li birey olduğu tahmin ediliyor. Bu denli yüksek bir rakamdan bahsediyoruz ancak hastalık
konusunda yeterince bilinçli değiliz”
dedi. “Yol Arkadaşımsın” projesinin
hastalık konusunda büyük bir farkındalık yaratacağını umduklarını belirten Prof. Dr. Siva, “Böyle
bir projeyi hayata geçirdiğimiz
için mutluyuz. Umarım “Yol
Arkadaşımsın” web sitemiz MS
tanısı almış tüm arkadaşlarımız
için bir rehber niteliği taşır ve
en doğru bilgiye ulaşmalarını
sağlar” şeklinde konuştu.
veya tamamen felç olması, ellerin
titremesi, sendeleme veya denge
kaybı, dilde peltekleşme gibi konuş-
“Yol Arkadaşımsın” web sitesine
www.yolarkadasimsin.com adresinden ulaşılabiliyor.
Türkiye MS Derneği Hakkında
Modern iletişim olanaklarını kullanarak Türkiye’de MS Hastalığını tanıtmak ve tanı konmuş
üyelerimize hastalığın her aşamasında gerek tıbbi, gerekse
psikolojik rehber olmak amacıyla kurulmuş bir dernektir.
Üyelerinin arasında seçkin hekimler ve MS’liler bulunmaktadır.
Toplantı sırasında yayınlanan ünlü
sanatçı Engin Altan Düzyatan’ın gönüllü olarak yer aldığı proje tanıtım
filmi büyük ilgi gördü.
Beyin ve omurilik (merkezi sinir sistemi) hastalığı olan MS, genellikle
20-40 yaşları arasında görülen ve
her insanda farklı belirtilerle seyredebilen bir hastalıktır. Sinir sistemini
etkilediğinden, kişinin görme, konuşma ve hareket etme gibi işlevlerini, dolayısıyla yaşamını derinden
etkileyebilir. Göz bozukluğu, vücudun herhangi bir bölgesinin kısmen
yüz milyonlarca dolar harcanmaktadır.
ma bozuklukları, aşırı halsizlik veya
kendini alışılmamış biçimde yorgun
hissetme, uyuşma veya karıncalanma hissi gibi belirtilerle ortaya çıkan
hastalık ömür boyu sürer ve farklı
şekillerde kendini gösterir. Nedeni
ve kesin tedavisi henüz bulunamamış olan MS hastalığı tedavisiyle ilgili dünyada araştırma ve geliştirme
çalışmalarına ve yardım projelerine
Türkiye MS Derneği’nin çatısı altında
karşılıklı bilgi paylaşımı, ortak projeler ve gönüllü çalışmalar yürütülmektedir.
Türkiye MS Derneği diğer ülkelerce
kurulmuş derneklerin de yer aldığı
uluslararası konfederasyonlarda ülkemizi temsil etmektedir.
MS ile ilgili en doğru ve en güncel
bilgileri almak, etkinlikleri takip etmek ve katılmak, MS’li kişilere destek olmak isterseniz, Türkiye MS
Derneği’ne üye olabilirsiniz.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
47
kapakkonusu
KANSER VE TEDAVİSİNE
GENEL BİR BAKIŞ
Prof. Dr. Uğur YILMAZ
Medikal Onkoloji Uzmanı / İzmir
Konuya giriş olarak kanser için şu tanımlamayı kullanabiliriz: Kanser sık
görülen bir hastalıktır. Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa Topluluğu istatistiklerine göz attığımızda
yaklaşık her iki erkekten biri ve yaklaşık her üç kadından biri yaşamının
belli bir noktasında kendi vücudundaki bir kanserle karşılaşmaktadır.
Herkes, bir veya daha fazla yakınının
48
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
kansere yakalandığına tanık olmakta, onlarla birlikte hastalığın getirdiği zorluklara göğüs germektedir.
Ünlü kişilerin kanserle mücadeleleri
hemen her gün gazete sayfalarında
yer alarak bizim de gündemimize
girmektedir.
Kanser hastalığı, bilgi edinebildiğimiz en eski çağlara ait yazılı
metinlerde de tanımlanmaktadır.
Anadolu’nun kuzey illerini gezdikten
sonra İstanköy adasına dönerek hekimliğini sürdüren Hipokrates te tümoral hastalıklar için, kurduğu benzerlik nedeniyle yengeç anlamına da
gelen kanser kelimesini kullanmış-
tır. Eski çağlardan beri bilinmesine
rağmen kanserle ilgili güncel bilgilerimizin çoğu içinde yaşadığımız
yıllarda ortaya çıkmış ve bilim adamları halen her geçen gün bu bilgilere
yenilerini katmakta, hastalığın daha
iyi anlaşılması sayesinde daha etkin
tedaviler uygulanabilmektedir.
Yaşamımız, vücudumuz oluşturan
hücrelerin çoğalması ile mümkün
olmaktadır. Döllenmiş tek bir yumurta hücresinden yola çıkarak trilyonlarca hücreden oluşan erişkin
bir organizmanın ortaya çıkması,
hücrelerin çoğalması, farklılaşması ve bu şekilde doku ve organları
oluşturması ile mümkün olmaktadır. Erişkin bir insanda dahi hücreler
çoğalma özelliklerini korumakta, bir
yaramız olduğunda bu yaranın kapanması, eksilen kan hücrelerimizin
yerine konması, dökülen deri hücrelerimizin yerine yenilerinin gelmesi,
hücrelerin çoğalması ile olmaktadır.
Bu hücre çoğalması olayı sıkı kontrol
mekanizmaları ile meydana gelmekte, olması gerektiğinde olmakta,
durması gerektiği anda durmaktadır. Sağlıklı bir yaşam da böylesine
kontrollü hücre çoğalmaları ile sürmektedir. Bu kontrol, hücrenin içinde yaşadığı ortam ile hücre çekirdeği arasında iletişimi sağlayan bir
takım moleküler tepkimeler yardımı
ile olmaktadır. Bu iletişim yollarının
düzgün işlemesiyle ve hücre yaşamında ve üremesinde idare edici rol
oynayan DNA moleküllerinde hücre
çoğalması ile ilgili mekanizmaların
düzgün çalışması ile hücreler gerektiği kadar çoğalmakta ve farklılaşmaktadır.
Kanser, belli bir dokudaki hücrelerin
kontrolsüz çoğalması sonucu ortaya
çıkan bir hastalıktır. Çoğalmaması
gereken durumda dahi çoğalmaya
devam ederse bu hücre toplulukları
bulundukları yerde giderek bir şişlik,
bir tümör oluştururlar. Bu hücreler,
dokuları sınırlayan tabakaları aşmalarını sağlayacak özellikler taşıyor ya
da edinmişseler giderek bulunduğu
yerdeki dokuları istila etmeye ve
tahrip etmeye başlarlar. Bu nedenle
bulunduğu yerdeki organların işlevlerin bozulmasına, yara, ağrı gibi
belirtilerin ortaya çıkmasına neden
olurlar. Lenf ya da kan damarlarına
geçen ya da vücut boşluklarında
göç eden bu kontrolsüz hücreler,
göç ettiği organlarda da benzer şekilde tahribat yaparak daha büyük
bir rahatsızlığa sebep olabilirler. Tahrip ettiği dokular yaşamsal bir önem
taşıyorsa, hastalığın ilerlemesi yaşamı tehdit eder hale gelebilir.
Sonuç olarak, kanser hücrelerin
kontrolsüz çoğalması sonucu ortaya
çıkan ve çoğunlukla kendi haline bırakıldığında ilerlemesini ve vücutta
tahribat yapmayı sürdüren ciddi bir
hastalıktır. Vücuda verdiği zararın
en az düzeyde kalması ve vücuttan
bütünüyle temizlenebilme şansının
yüksek olması için mümkün oldu-
ğunca erken tanınması, her halükarda en etkin şekilde tedavi edilmesi
gereklidir.
Hücrelerin çoğalmasındaki kontrol
mekanizmalarının ortadan kalkması ve kanserin gelişmesindeki temel
olay da DNA moleküllerindeki değişikliklerdir. DNA moleküllerindeki
değişiklikler, bir insanın yaşamı süresince belki de milyarlarca kez olmakta, genelde ya hücrelerin ölümüne
ve böylece diskalifiye olmasına yol
açmakta ya da hücrenin yaşamını
etkilememektedir. Bu değişiklikler
ya da bilimsel ismiyle mutasyonlar,
hücre çoğalmasını uyaran genlerin uyarıcı ya da hücre çoğalmasını
baskılayıcı genleri işlevsiz kılma sonucunu doğurur ve bu tip farklı mutasyonlar aynı hücrelerde peşi sıra
gelişip hücre nesilleri arasında geçiş
gösterirse belli bir hücre yada hücre
grubunda görülen dönüşüm, kanser
hastalığının başlangıcını oluşturur.
Hücrelerdeki bu dönüşüm ya da bu
dönüşüme yol açan mutasyonların
küçük bir oranı kalıtım yoluyla geçer.
Genelde ise çevremizdeki fiziksel
ya da kimyasal etkenlerin olumsuz
etkileri sonrası ortaya çıkar. Çok az
bölümü de virus adı verilen mikropçukların içerdiği nükleik asit parçacıklarının vücudumuzdaki hücrelerin DNA’sı içine eklenmesi sonucu
ortaya çıkar.
Sigara dumanı, onlarca kimyasal
madde içermekte olup bu kimyasal
maddeler bugün dünyada en sık görülen kanser olan akciğer kanserlerinin yaklaşık %90’ından sorumludur.
Aynı şekilde güneş ışığındaki ultraviyole ışınlarına aşırı maruz kalma,
melanoma ve diğer cilt kanserlerinin
en önemli nedenidir. Yaygın bir virüs
olan HPV virüsü enfeksiyonu, rahim
ağzı kanserlerinin başlıca nedenidir.
Bu örnekler uzun bir liste oluşturacak şekilde çoğaltılabilir.
Kanser tedavisinde belki de en yararlı olabilecek yol, kanserin gelişmesini engellemektir. Bugün hiç
kimse sigara içmese, ükemizde her
yıl trafik kazalarından bile daha fazla
can alan akciğer kanseri, son derece
nadir görülen bir hastalık haline gelebilir. Ama en azından sigara içimini
azaltmaya yönelik kampanyalar, aşırı
güneş banyolarından kaçınma, kan-
sere yol açan virüslere karşı bilinçli
aşılamalar, ilgili kanserlerin görülme
sıklıklarında bariz azalmalar sağlamaktadır.
Bir diğer etkili yol ise kanserlerin
mümkün olduğunca erken aşamada tanınıp hastalığın daha az yaygın
olduğu bir aşamada tedavi edilmesidir. Erken tanı, tedavilerin başarı
şansını artırmaktadır. Erken tanı, her
zaman kolay olmamaktadır. Kansere
ait belirtiler, çoğu zaman basit hastalıklara ait bulguları taklit etmekte,
bu da tanıda gecikmelere neden
olabilmektedir. Ayrıca kanser için
mucize yaratır şekilde hemen tanı
sağlayıcı tarama testleri mevcut
değildir. Bir diğer zorluk ta en basit
bir testin bile toplumda yaygın olarak uygulanmasının neden olacağı
güçlükler ve yüksek maliyettir. Yine
de belirli kanser tipleri için göreceli
olarak erken tanı sağlayıcı tarama
testleri tanımlanmıştır. Bunun en tipik örneği, kadınlarda en sık görülen
kanser olan meme kanserinin erken
tanısı için mamografinin kullanılmasıdır.
Farklı organların, farklı dokuların
farklı tipte hücre yapısı ve yerleşim gösteren kanserleri söz konusu
olabileceği gibi kansere yakalanan
bireylerin fiziki ve sosyal durumları arasında farklılıklar vardır. Tanı ve
hastalığın yaygınlığı ile ilgili evreleme aşamasından sonra her tedavi
kararı genel prensipler dâhilinde bu
bireysel farklılıklar dikkate alınarak
alınır.
Prof. Dr. Uğur Yılmaz
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
49
Kanser tedavisine temel olarak üç temel tedavi modalitesi kullanılır. Bunlardan birincisi ve halen en önemlisi
cerrahi tedavilerdir. Bir tümörün cerrahi olarak tümüyle vücuttan çıkarılması, en yüksek başarı şansı taşıyan
tedavi yöntemidir. Yine aynı şekilde
sınırlı yer tutan uzak organ metastazlarının uygun durumlarda cerrahi
olarak çıkarılması, tedavi açısından
önemli yararlar sağlayabilir. Cerrahi yöntemlerin kanser tedavisinde
başarılı olması en çok tümörün bütünüyle ve yaşamla bağdaşır şekilde
vücuttan kesilip alınabilmesi durumunda söz konusu olur. Cerrahi yöntemler, ayrıca tümörlerin tanısı için
biyopsi yapılmasında veya tümörlere bağlı ve hızla düzeltilmesi gereken barsak tıkanıklığı gibi sorunların
acil tedavisinde de kullanılabilir.
İyonize ışınların kullanıldığı radyoterapi, temel olarak lokal bir tedavidir
ve tümörün bulunduğu alana uygulanarak çoğalan hücrelerin daha fazla etkileneceği şekilde DNA hasarlarına ve hücre ölümlerine yol açar.
Bu ışınların bilgisayar ve bilgisayarlı
tomografi gibi görüntüleme tetkikleri ile yapılan planlamalarla vücuda
farklı açılardan verilmesi ile tümör
alanlarının daha yüksek dozda ışın
alıp çevreleyen sağlıklı dokuların
daha az hasar görmesi amaçlanır.
Radyoterapi uygulamalarında uygulanacak toplam ışın dozları günlük
dozlara bölünerek yan etkilerin azalması sağlanır. Tedavi süreleri genelde günlük kısa uygulamalar halinde
iki ila altı hafta olup özel durumlarda
farklı uygulama sıklıkları ve süreleri
söz konusu olabilir. Radyoterapi, bazı
erken evre tümörlerin tedavisinde
cerrahi tedavilere alternatif olabilir
ya da cerrahi tedavileri tamamlayıcı
rol oynayabilir. Yine bölgesel olarak
acil tedavisi gereken beyin, omurga
vb. organların tutulumları söz konusu olduğunda radyoterapi, en önde
gelen tedavi modalitesidir.
Kanser tedavisinde önemli üçüncü
tedavi modalitesi ise sistemik tedavilerdir. Bugün için sistemik tedaviler
ya da tam olarak aynı anlama gelmese de ilaç tedavileri içinde en önemli
yeri sitotoksik kemoterapi, Türkçe
50
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
ifade edilirse hücreye zarar verici tedaviler tutar. Başlangıçta Dünya savaşları sırasında insanlığın tanıştığı
hardal gazı gibi biyolojik silahlardan
esinlenerek geliştirilen sitotoksik
ilaçlar, DNA yapımına veya DNA’nın
kendisine zarar vererek çoğalmakta
olan hücrelerin ölümüne yol açıp
kanserli hücreleri ortadan kaldırır.
Yaşamımız için vücudumuzun başta kan hücreleri olmak üzere diğer
hücreleri de belli ölçüde çoğalmak
zorunda olduğu için, kanser hücreleri kadar olmasa da bu hücrelerimiz
de bu ilaçlardan olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu nedenle bu ilaçlar,
normal dokuların tolere edebileceği
dozlarla sınırlı olacak şekilde ve başta kan hücreleri olmak üzere normal
dokularımızın kendisini toparlamasına izin verecek sürenin geçmesi
amacıyla genelde iki ila dört haftalık aralıklarla uygulanır. Bu tedaviler
göreceli olarak az ama genç yaşlarda daha sık görülen lösemi, lenfoma, testis kanseri gibi hastalıklarda
yüksek oranlarda tam tedavi sağlayabilir. Meme kanseri, kolon kanseri
gibi sık görülen kanserlerde cerrahi
tedavi ardından uygulanarak hastalıkların tekrarlama risklerini azaltır.
Tümör yükünün yüksek olduğu ve
tümör içinde ilaca karşı direnç gelişmesi nedeniyle tam tedavi sağlamanın güç olduğu durumlarda dahi kemoterapi ile hastalığın belirtilerinde
azalma yada hastalığa bağlı olumsuz
belirtilerin daha geç ortaya çıkması
sağlanabilir, hastalığın neden olabileceği kötü sonuçlar önemli ölçüde
geciktirilebilir. Her ne kadar sitotoksik kemoterapiler, yan etkileri nedeniyle halen korkulan bir tedavi olsa
da, artık bugün etkili bulantı kesici,
kan hücresi yükseltici ilaçlar, uygun
sıvı ve gıda destekleri ile bu yan etkiler en aza indirilerek etkin bir şekilde
giderek daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ilaçların etkin olarak
uygulanması için, ayrı bir özen ve
bilgi birikiminin gerekli olması, tıbbi
onkoloji olarak adlandırılan yeni bir
uzmanlık alanının ortaya çıkmasında rol oynamıştır.
Bugün için hücre çoğalması ile ilgili
daha özgün moleküler mekanizmaları hedef alan yeni ilaçlar geliştiril-
mekte ve bunlar kemoterapilerin
etkinliğini arttırmak, bazı durumlarda ise kemoterapiye alternatif
olarak kullanılabilmektedir. Meme
kanserli hastaların kullandığı ve kadınlık hormonlarının meme kanseri
hücreleri üzerindeki çoğaltıcı etkisini baskılamaya yönelik olarak kullanılan tamoksifen bu tip tedavilerin
en eski örneklerindendir. Daha yakın zamanlara gelecek olursak bu tip
özgün moleküler mekanizmaları hedefleyen ilaçlar sayesinde kemoterapilere dirençli olan böbrek kanserlerinin tedavisinde önemli aşamalar
kaydedilmiştir. Buna karşın hedefe
yönelik tedavilerde önemli aşamalar sağlansa da kanser hücrelerinin
ne yazık ki normal hücrelerimizle
tıpatıp benzer mekanizmalarla çoğalıyor olması, sadece kanser hücrelerini bütünüyle ortadan kaldırarak
vücudumuzun diğer hücrelerine hiç
dokunmayan mucize ilaç ya da tedavilerin geliştirilmesinde en büyük
engeli teşkil etmektedir.
Sonuç olarak her ne kadar halen çağımızda da kanser ciddi bir hastalık
olarak niteleyebileceğimiz bir sorun
olsa da karşısında çaresiz olduğumuz bir bela olmaktan çıkmıştır. Uygun tedavierin bir arada ya da peşi,
sıra uygulanmasıyla hastaların bir
çoğunda hastalık bütünüyle tedavi
edilebilmekte, bir çoğunda da hastalığın verdiği zarar en az düzeye indirilebilmektedir. Her geçen gün ve
yapılan her bilimsel araştırma, daha
başarılı tedaviler yönünde yeni bir
aşamayı beraberinde getirmektedir.
Bugün için halen toplumda kansere bağlı zararı en aza indirgeyebilecek yöntem, korunma ve erken tanı
yöntemlerinin toplumda en yaygın
şekilde uygulanmasıdır. Kanser tedavisi, sadece onkoloji adını içeren
tıp dallarını değil, diyetisyeninden
psikologuna aklımıza gelebilecek
hemen hemen tüm tıp alanlarını ilgilendiren bir süreçtir. Kanser tanısı
konulduğu andan itibaren hastalara
her türlü tedavi ve desteği alabilecekleri sağlık kuruluşlarında bu tıp
dallarının uyumlu çalışması ile gereken en uygun tedavilerin ne eksik
ne fazlasıyla titiz bir şekilde uygulanması, başarı şansını artırmaktadır.
kapakkonusu
ÇOCUKLUK ÇAĞI
KANSERLERİNDE
GELİŞMELER
Doç. Dr. Murat GÜLTEKİN
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Kanser Daire Başkanı
Erişkinlerde alınan önlemlerle kanserlerin önemli bir kısmı önlenebilir,
ayrıca tarama testleri ile erken saptanabilir. Özellikle sigara içilmemesi
ile akciğer kanserlerinin çoğu ve yine
sigaranın etken olduğu gırtlak kanseri gibi birçok kanser önlenebilir. Beslenme şekli, obezite, düzenli egzersiz
de birçok erişkin tipi kanserlerin önlenmesinde rol oynar.
Çocukluk çağı kanserlerinde, erişkinlerdeki gibi yerleşmiş tarama testleri
yoktur. Bu hastaların erken tanı alabilmeleri, bu hastalıklara ilişkin bulgu ve belirtilerin bilinmesi ve hızla
tanıya gidilmesi ile mümkündür. Ülkemizde çocuk hastalarımızın çoğu
ileri evrelerde gelmektedir. Buna rağmen sağkalım oranı % 65 in üzerindedir. Erken tanı ile bu oran % 80’lere
çıkabilir. Bu konuda TPOG olarak, bu
konuda uğraşan öğretim üyeleri olarak görevimiz, gerek yetişen hekimlerimizi eğitmek, gerek basın yoluyla
halkımızı, anne ve babaları bilinçlendirmektir. Sağlık Bakanlığı Kanser
Savaş Dairesi Başkanlığı ve TPOG
birlikte Türkiye’nin çeşitli yörelerinde “Çocuk Kanserlerinde Farkındalığı
Artırma Toplantıları” yapmaktadırlar,
bu şekilde 12 ilde yaklaşık 1000 hekime çocukluk çağı kanserlerinin erken
bulgu ve belirtileri hakkında bilgilendirme yapılmıştır.
Çocuklarda görülen kanserler tipleri,
tedaviye yanıt oranları ve uzun süreli
sağkalım açısından erişkin kanserlerinden çok farklılıklar gösterirler.
Çocukluk çağı kanserleri tüm kanserlerin % 4’ünü oluşturur. Günümüzde
gelişmiş ülkelerde her 900 erişkinden
biri çocukluk çağı kanser sağkalanıdır
(kanser geçirmiş ve kurtulmuştur).
Türkiye’de her yıl yaklaşık 3000 çocuk
kanser tanısı almaktadır.
Kanser tanı ve tedavisinde kaydedilen önemli gelişmeler sonucunda,
çocukluk çağı kanserlerinde sağkalım (iyileşme oranı), günümüzde gelişmiş ülkelerde % 70’lerin üstündedir. Erken tanı alan olgularda başarı
daha da yüksektir.
Çocukluk çağı kanserlerin %30’unu
lösemiler, kalan %70’ini de solid tümörler oluşturur. Çocukluk çağında
görülen kanserlerin sıklık sırasına
göre dağılımı şöyledir:
• Lösemiler (kan kanseri) %30
• Santral sinir sistemi tümörleri (Beyin tümörleri) %19
• Lenfomalar (Lenf bezesinden kaynaklanan kanserler) % 13
52
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
• Nöroblastom (İlkel sinir hücrelerinden köken alan kanserler) %8
• Yumuşak doku sarkomları (en sık
rabdomiyosarkom görülür) %7
• Wilms’ tümörü
(böbrek tümörü)
%6
• Kemik
tümörleri (Osteosarkom,
Ewing sarkomu) % 5
• Diğer tümörler %12 (Retinoblas-
tom (Göz tümörü), Germ hücreli
tümörler, Karaciğer kanserleri ve
diğer kanserler)
Ülkemizde lenfomalar ikinci sıklıkta
görülmektedir. Çocuklarda kanserin nedeni kesin
bilinmemekle birlikte, kanser oluşumunda rol oynayan bazı yapısal ve
çevresel risk faktörleri vardır. Bunlar
şöyle sıralanabilir:
• Bazı doğumsal/kalıtsa bozukluklar
ve hastalıklar
• Bağışıklık yetersizliği sendromları
• Çeşitli virüs enfeksiyonları
• Radyasyona maruz kalma
• Bazı kimyasal maddelere maruz
kalma (benzen, pestisidler gibi)
• Hamilelikte kullanılan bazı ilaçlar
• Ailesel kanser sendromları
Kanser bulaşıcı bir hastalık değildir. Genelde kanser kalıtsal bir
hastalık da değildir. Çocukluk çağında kalıtsal olduğu bilinen kanser,
bir göz tümörü olan herediter retinoblastomdur. Bazı kalıtsal hastalıklarda ise kanser riski artmıştır. Örneğin, ciltte yaygın sütlü kahverengi
lekelerle seyreden nörofibromatosis-
te bazı tümörlerin görülme riski artar. Bağışıklık sisteminin baskılandığı
hastalıklarda, özellikle lenf dokusundan köken alan kanserlerin gelişme
olasılığı artmıştır. Halk arasında öpücük hastalığı olarak bilinen hastalığın
etkeni Epstein Barr Virüsü, bazı lenfomaların ve nazofarenks kanserinin
gelişmesinde rol oynayabilir. Hepatit
B ve C virüsü, karaciğer kanserlerine
yol açabilir. Tüm çocukların hepatit B
aşısı olmaları çok önemlidir. Radyasyonun kanser oluşumundaki etkisini dünya acı örneklerle gözlemiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nda atılan atom
bombası sonrasında o bölgede çok
sayıda kanser olguları saptanmıştır.
Yine Çernobil’de nükleer kaza sonrası, yakın bölgede yaşayan çocuklarda, özellikle çocuklarda çok nadir
görülen, tiroid kanserlerinde artış
gözlenmiştir. Son yıllarda çok düşük
frekanslı magnetik alanların (EFM)
çocuklarda kanser gelişmesine etkileri üzerine çalışmalar yapılmış, nüfusun çoğunun maruz kaldığı evlerdeki
EFM (evlerdeki mikrodalga fırın vs. ile
yayılan) ile anlamlı bir artış saptanmamıştır. Yüksek frekanslı magnetik
alanların etkisi üzerine çalışmalar
sürmektedir.
Çocukluk çağı kanserlerinde uyarıcı
belirtiler nelerdir?
Çocukluk çağında kanserin erken tanısı için, erişkinlerde kullanılan tarama testleri mevcut değildir. O nedenle çocukluk çağı kanserlerinde, en
sık görülen uyarıcı bulgu ve belirtileri bilmek gerekir. En sık raslanan
bulgu ve belirtiler şunlardır:
• Boyun, koltuk altı ve kasık bölgesinde lenf bezelerinde şişlikler,
• Vücudun herhangi bir bölgesinde
şişlik
• Enfeksiyon tedavisine rağmen sebat eden öksürük, nefes darlığı,
• Gelişme geriliği, aşırı kilo kaybı
• İdrarda kan, idrar ve dışkılamada
zorlanma
• Göz
bebeğinde parlaklık, gözde
kayma
Ergenlik Çağında Kanser
Bu dönemde kanser görülme oranı
15 yaş altına göre iki kat fazladır. Ergenlik döneminde görülen kanser
tipleri de erişkin dönemine göre farklılıklar gösterir.
Ergenlik döneminde en sık görülen
kanserler:
• Hodgkin lenfoma
• Germ hücreli tümörler
• Beyin tümörleri
• Non Hodgkin Lenfoma
• Tiroid kanserleri
• Cilt tümörleri (Malign Melanom)
• Lösemiler
• Yumuşak doku tümörleri
Ergenlerde cilt tümörlerinin görülme
oranının son yıllarda arttığı dikkati
çekmektedir. O nedenle ultraviyole
ışınlarından korunma, güneş ışınlarına aşırı maruz kalmama, koruyucu
kremler sürme gibi önlemler hatırlanmalıdır.
Kanser Tedavisi
Kanser tedavisi bir ekip işidir. Kanser
hastalarının tam teşekküllü merkezlerinde çocuk onkologu başkanlığında multidisipliner bir ekiple tedavisi
çok önemlidir. Kanser tedavisinde üç
ana tedavi şekli vardır:
• Solukluk, halsizlik
• Cerrahi
• Sık ateşlenme
• İlaç tedavisi (Kemoterapi)
• Ciltte morluklar, çürükler
• Işın tedavisi (Radyoterapi)
• Burun, dişeti kanamaları
Bu tedavi şekilleri kanser tipine göre,
• Baş ağrısı, kusma
çocuğun yaşına göre çeşitli kombinasyonlarda kullanılırlar. Cerrahi ve
• Ateşsiz havale geçirme
radyoterapiye, kemoterapinin ek• Dengesizlik, yürüme bozukluğu, lenmesiyle
çoğu çocukluk çağı kangörme bozukluğu
• Kemik, eklem ağrıları
serlerinde sağkalım önemli ölçüde
artmıştır. Günümüzde kansere ya-
kalanan çocukların % 70’i tamamen iyileşebilmektedir. Bu çocukların toplumun sağlıklı birer bireyi
olarak uzun bir hayat yaşayabilmeleri
için hem etkin tedaviyle çocukları
kanserden iyileştirmek, hem de tedaviyi geç yan etkilerin en az olacağı
şekilde planlamak gereklidir.
Günümüzde çocukluk çağı kanserlerinde, klinik özellikler, biyolojik ve
genetik özelliklerin yer aldığı evre
veya risk sınıflamalarına göre tedaviler düzenlenmektedir. Ayrıca, bazı
tümör türlerinde biyolojik tedaviler, hedeflenmiş tedaviler, aşı çalışmaları sürmektedir. Bunların bir
kısmı etkili bulunurken, bir kısmında beklenen yarar saptanmamıştır.
Birçok yeni ilaçların etkinliği çeşitli
preklinik modellerde (invitro tümör
hücre dizilerinde, deney hayvanlarında) araştırılmakta, etkili bulunan
ilaçlar klinik çalışmalarda denenmektedir.
Spesifik tedaviler sırasında destek
tedavisi (enfeksiyon önlemleri ve
tedavisi, beslenme desteği vd.) çok
önemlidir. Kanser tedavisi uzun
ve zorlu bir süreçtir. Çocuklar belli
süreler sosyal ortamlarından, arkadaşlarından, okullarından uzak kalmaktadırlar. Bu süreçte çocukların
psikolojik ve sosyal yönden de
desteklenmeleri gerekir.
Sonuç olarak, çocukluk çağı kanserlerinin tedavi şansları yüksektir. Tüm
çocukların, gerek büyüme gelişmelerinin takibi, gerekse genel muayeneleri açısından düzenli doktor
kontrolüne gitmeleri önemlidir. Çocukluk çağı kanserlerine ilişkin bulgu
ve belirtiler gözlendiğinde ise, derhal
hekime ve kanser şüphesi varsa tam
teşekküllü sağlık kurumlarına başvurmak gerekir. Unutulmamalıdır ki,
erken tanı ile başarı daha da artmaktadır.
Bugünün çocukları ve gençleri, yarının büyükleridir. Gençlerimizi sigaranın zararları konusunda bilinçlendirmeliyiz. Erişkinlerde kanserin
önlenmesine, ayrıca kalp rahatsızlıkları gibi birçok hastalığın önlenmesine yönelik etkisi kanıtlanmış olan,
sağlıklı beslenme alışkanlığı (bol
meyve, sebze, lifli gıdalar tüketme),
düzenli egzersiz alışkanlığı küçük
yaşlarda yerleştirilmelidir.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
53
kapakkonusu
DÜNYADA VE
TÜRKİYE’DE LÖSEMİ
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Kanser Daire Başkanlığı
54
Çocuklarda en sık görülen kanserler
lösemi, beyin tümörleri ve lenfomalardır.
Dünya sağlık örgütünün 2008 yılı verilerine göre dünyada 350000 lösemi
vakası görülmektedir. Türkiye’de ise
her yıl 175.000 vatandaşımıza kanser teşhisi konulmakta olup, bunların
4500’ü lösemidir (%1,5). Lösemiler
çocuklarda en sık görülen kanserler
olup, Türkiye’de her yıl 1000 çocuk lösemiye yakalanmaktadır. Erişkinlerde
ise yılda 3500 vatandaşımızı etkilemektedir.
Erişkinin aksine çocukluk çağı kanserleri %70-80’in üzerinde tedavi
edilebilir ve sağ kalım oranı yüksektir. Günümüzde gelişmiş ülkelerde
her 900 erişkinden biri çocukluk çağı
kanseri geçirmiş ve yaşamını devam
ettirmektedir. Ancak bu iyileşme oranı ne yazık ki kaynakları kısıtlı ülkeler için geçerli değildir. Bu nedenle
dünya genelinde her yıl teşhis edilen
160.000 çocuk kanseri olgusunun
yaklaşık 90.000’i kanser nedeni ile
hayatını kaybetmektedir.
Çocuklarda görülen kanserler; tip,
tedaviye yanıt ve sağ kalım açısından
erişkin kanserlerinden çok farklılıklar
gösterirler.
Tedavi başarısının yüksekliği ve çocukların önündeki beklenen yaşam
süresinin uzunluğu erken ve etkin
tedaviyi, en iyi hizmete erişimi, ya-
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
şam kalitesini, psikososyal yaklaşımı
daha da önemli hale getirir. Önümüzdeki günlerde hayata geçireceğimiz palyatif bakım hizmetlerimiz
ile ülkemizde de pediatrik kanserlerdeki sosyal bakım üst sıralara çıkacaktır.
Ayrıca çocukluk çağı kanserlerinin
neden sonuç ilişkisi erişkinlerde görülen kanserler kadar net değildir ve
bilinen bir tarama programı yoktur.
Yine de; erken teşhis ile tedavi başarı oranları daha da yüksektir. Bu nedenle; iştahsızlık, kansızlık, hızlı kilo
kaybı, bacaklarda kemik ağrıları, cilt
altında kanamaları (kırmızı noktalar
veya morarmalar), burun ve dişeti
kanamaları, ateş gibi semptomların
varlığında dikkatli olunmalı ve en
yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.
ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİ
İNSİDANS (Milyonda)
ABD
141
İtalya
185
Avustralya
149
Kanada
139
İngiltere
133
Fransa
142
Almanya
206
Kore
136
Norveç
168
İspanya
165
TÜRKİYE
148
Çocuk Kanserleri Gün ve Haftaları
Dünya genelinde değişik kurumlar,
farkındalığı artırmak üzere bazı özel
günlerde çocukluk kanserleri ve lösemiler hakkında etkinlikler düzenlemektedir. Uluslararası kuruluşlarca
ve ülkemizde de 15 Şubat Dünya
Çocuk Kanserleri günü olarak kutlanmaktadır. Ayrıca, 2010 yılında her yıl
etkinlikler düzenlemek üzere 5 Nisan
tarihini Ulusal Çocuk Kanserleri Günü
olarak kutlamaktayız.
Bununla beraber, lösemili çocuklara
özel olarak da 2-8 Kasım günleri dünya genelinde 64 ülke tarafınca özel
bir hafta olarak kutlanmaktadır.
Tüm bunların yanı sıra, ülkemizde
bazı sivil toplum örgütleri de (LÖSEV), her yıl Haziran ayının ilk haftasında uluslararası lösemili çocuklar
haftası olarak da bir takım etkinlikler
yürütmektedir.
Bakanlığımızın Çocuk Kanserleri
Hakkında Yürüttüğü Politikalar
Ülkemizde çocuk hastalarımızın çoğu
ileri evrelerde hastanelere başvurmaktadır. Çocukluk çağı kanserlerinden korunma ve erken teşhiste toplumun eğitimi bu nedenle oldukça
önemlidir. Buna yönelik Bakanlığımız
sivil toplum kuruluşları ve meslek
dernekleri ile birlikte gerek hekimlerimizi eğitmeye, gerekse halkımızı
bilinçlendirmeye yönelik faaliyetler
yürütmektedir. Bu anlamda değişik
illerde “Çocuk Kanserlerinde Farkındalığı Artırma Toplantıları” organize
edilmiştir ve pek çok hekime çocukluk çağı kanserlerinin erken bulgu ve
belirtileri hakkında bilgilendirme yapılmıştır. Ayrıca her yıl 5 Nisan günü
“Çocukluk Çağı Kanserlerine” yönelik
etkinlikler düzenlenmek üzere atfedilmiştir.
Ülkemiz genelinde tedavi oranlarımız gelişmiş ülkelerdekine benzer
olup, kansere yakalanan çocuklarımızın %70-80’ini iyileşmektedir. Ayrıca ülkemizde sosyal devlet anlayışı
ile 18 yaş altı çocuklar tamamen
sağlık güvencesi kapsamında tutulmuştur. Bu nedenle de çocukluk
çağı kanserleri diğer erişkin kanserlerinde olduğu gibi ücretsiz tedavi
edilmektedir.
Son günlerde tedavi anlamında ilaç
geri ödeme politikaları nedeni ile Purinethol isimli ilaca ulaşımda bir sorun yaşanmışsa da, Türkiye Eczacılar
Birliği ile yapılan ortak bir çalışma ile
kısa sürede çözüme kavuşturulmuştur. Kanser tedavilerinde kullanılan
bu tür aksaklıkların önlenmesi için
ucuz ilaçların sürdürülebilirliliğini
sağlamak üzere yerli ilaç üretimini
önümüzdeki yıllar içerisinde önemli
hedeflerimiz arasına koyduk. Kanserli hastaların ağrılarında kullanılmak
üzere yerli morfin üretimine yönelik
TÜBİTAK ve Hacettepe ile ortak çalışmalar başlattık. Kısa süre içerisinde
bu çalışmaları kanser tedavilerinde
kullanılan diğer ilaçlara da yaygınlaştıracağız.
Lösemili çocuklarımızın tedavilerinde önemli bir unsur kemik iliği naklidir. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile
nakil merkezi sayılarımızı hızla artırıp,
yurt geneline yaygınlaştırdık. Bugün
itibari ile Erzurum ve Diyarbakır da
dâhil olmak üzere, ülke genelinde
çocuk hastalarımıza yönelik 18, erişkin hastalarımıza yönelik 38 tane ve
toplamda da 56 kemik iliği nakil merkezimiz oldu. 2000’li yıllarda yılda
300 tane yapılan kemik iliği nakil sayılarımız 2011’de 2000’lere ulaşmıştır. Bu yıl sonunda 2500-3000 nakile
ulaşmayı hedefledik. Ancak, ülke genelinde kurulan bu merkezlerin donörler ile desteklenmesi önemlidir.
Zaman zaman basında yer alan nakil sıkıntıları ülke genelindeki donör
eksikliğimizden kaynaklanmaktadır.
Bu vesile ile bir kez daha hatırlatmak
gerekirse; ülkemizde lösemili çocuklarımızın esas ihtiyacı maddi destekten ziyade, kemik iliği bankalarımızın
desteklenmesi olacaktır. 2009 yılında
toplamda 1423 kemik iliği nakli, ihtiyacı olan hastamız vardı. 2012 yılı
itibari ile bu ihtiyaç çocuk hastalarda 480, erişkin hastalarda 239 olmak
üzere toplamda 719 hastamızın kemik iliği nakline ihtiyacı vardır.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
55
röportaj
ALO
Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürü
Dr. Hakkı Öztürk:
GÜNLÜK ORTALAMA 250 BİN VATANDAŞIMIZ
BU SİSTEM ÜZERİNDEN RANDEVU ALIYOR
Hastane Randevu Merkezi Uygulamasına
neden ihtiyaç duyuldu ve merkezi randevu
uygulaması ne zaman başladı, bu konuda
bizi bilgilendirir misiniz?
mıza hem hastaneye ulaşımda hem
de hekimini ve hastanesini tercih
ederek zamanında ve beklemeden
sağlık hizmeti almalarını kolaylaştıracak bir sistem olarak tasarlandı.
Bilindiği üzere Bakanlığımız özellikle
son yıllarda vatandaşlarımızın aldığı
sağlık hizmetine hem erişim hem de
sunulan hizmetin kalitesini artırmak
üzere çok yönlü çalışmalar yapıyor.
Bu çalışmaların önemli bir ayağında
da bilgi sistemleri ve bilgi teknolojileri kullanılarak vatandaşlarımız lehine
katma değer oluşturan projeler yer
alıyor. Bu projelerin en önemlilerinden birisi de Hastane Randevu Merkezi Uygulaması.
Bu projenin 2009 yılı sonunda ön
çalışmaları yapılarak Şubat 2010’da
Erzurum ve Kayseri illerinde pilot
uygulanmasına başlandı. En son 26
Mart 2012 tarihinde İstanbul ilinin de
sisteme dâhil edilmesiyle 81 ilimizde
yaygın olarak tüm Sağlık Bakanlığına
bağlı hastanelerde uygulanan bir sistem haline getirildi.
Sistem, vatandaşlarımızın sağlık hizmeti almak üzere hastaneye ihtiyaç
duyduklarında, hastanede bekleme
sürelerini azaltmak amacıyla merkezi
olarak yapılandırıldı. Vatandaşların
evlerinde, ellerinin altında bulunan
bir telefondan 182 numaralı telefonu
aramak suretiyle, kendilerine yakın
olan veya arzu ettikleri bir hastaneden, yine o hastanede çalışan daha
önce hizmet aldıkları veya kimliğini
bildikleri hekimleri seçmek suretiyle
randevu alabildikleri bir sistem. Hastane Randevu Merkezi vatandaşları56
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
Peki, bu sistemde hangi yollardan
randevu alınabiliyor?
İlk olarak, vatandaşlarımız 182 numaralı telefon hattını arayarak randevu
alabiliyorlar. T.C. kimlik numaralarını
yanlarında bulundurdukları takdirde
sisteme çok daha hızlı kaydolup çok
kısa zamanda randevu işlemlerini
gerçekleştirebilirler.
İkincisi, bilgisayar ve internet kullanıcılarının çok yaygınlaştığı bu dönemde vatandaşlarımız için bir de web
ortamından randevu almayı sağlayacak bir uygulama geliştirdik. Vatandaşlarımız www.mhrs.gov.tr ve www.
hastanerandevu.gov.tr adreslerine
girdiklerinde web adresimize ulaşmış
olacaklar. Burada öncelikle kayıtlarını
yaptırarak Hastane Randevu Merkezi
kullanıcısı olmaları gerekiyor. Kullanıcı kaydı ve şifre oluşturduktan sonra
istedikleri hekimi ve istedikleri hastaneyi seçerek bir kayıt oluşturuyorlar.
Randevu tarihlerini zaten sistemden
de görmüş oluyorlar. Randevu tarihinde hastaneye müracaat etmek suretiyle muayenelerini olabilirler. Yine
internetten randevu aldıktan sonra
randevuyla ilgili bir sorunla karşılaşmaları durumunda 182 numaralı hattı aramak suretiyle destek almaya devam edebilirler. Yani webden alınan
randevular 182 numaralı hatla birleştirilerek işlem tesis edilebilmektedir.
Üçüncü olarak da Hastane Randevu
Merkezi Mobil Uygulamasını Ocak
2013’de başlattık. Akıllı cep telefonu
olan vatandaşlarımız internet üzerinden bizim hazırladığımız uygulamaları ücretsiz indirerek çok daha pratik
olarak hemen randevularını gerçekleştirebilirler.
Son dönemlerde teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerliyor.
Ülkemizde de hem internet altyapısının gelişmesi hem de akıllı telefon
kullanımının yaygınlaşması ile birlikte bu teknolojilere uygun, vatandaşlarımızın ellerinde bulunan telefonlar
üzerinden randevu almalarını sağlayacak bir uygulama geliştirdik. Vatandaşlarımız android ve iOS işletim
sistemine sahip cep telefonlarından
kolaylıkla randevularını alarak hastanelere ulaşabilmekteler.
Hastane Randevu Merkezi Mobil Uygulaması kısa süre içinde en çok indirilen programlar arasında yer aldı.
Bunda hem vatandaşlarımızın teknoloji kullanımına hızlı adaptasyonunun görmüş oluyoruz hem de vatandaşlarımızın uygulamaya ilgisinin
yüksek olduğunu görüyoruz. Bu gerçekten memnuniyet verici. Zaten biz
de bu ilginin oluşmasını hedefliyoruz
ki tüm vatandaşlarımız eğer hastanelerden randevu almak suretiyle hastane hizmetlerine ulaşmak isterlerse,
hastane yöneticilerimiz de sistemi
koordine etmek ve planlamak açısından gerçekten çok rahat edecekler.
Son olarak 1 Mayıs 2013’de Ankara’da
pilot çalışmasına başladığımız bir
uygulamamız var. Aile hekimlerimiz muayene ettikleri hastalar için
uzmanlık gerektiren durumlarda
hastane randevusu alabiliyor. Bu
uygulamayı 1 Haziran 2013 tarihinden itibaren tüm Türkiye’ye yaygınlaştırıyoruz. Aile hekimlerimiz, kullandıkları yazılım sistemi üzerinden
randevu alarak hastalarını uzman
hekime yönlendirebiliyorlar. Uygulama, vatandaşın sağlık hizmetlerine
erişimini kolaylaştırırken aile hekimine de hastasının tetkik ve tedavilerini
takip edebilme olanağı sağlayacak.
Vatandaşlarımız böylece bir çaba
içine girmemiş olacaklar ayrıca hastanelere ulaştıklarında orada üretilen
sağlık hizmetine ait detaylar aile hekimimize tekrar elektronik ortamda
geri dönmüş olacak. Özetlemek gerekirse; vatandaşımız aile hekimine
müracaat etti, aile hekimi onun bir
uzman hekime görünmesini istedi.
Bunun için onun randevusunu aldıktan sonra vatandaşımız hastaneye
gidip, muayenesini olup tetkiklerini
yaptırıp reçetesini aldıktan sonra burada oluşan bir bilgi var. Muayeneye
ait bilgiler, tetkiklere ait bilgiler ve
reçetesine ait bilgiler. Bunları biz depolandığı ortamda aile hekimimizin
bilgisayarına düşürmüş olacağız. Aile
hekimimizin hastasının kontrolünü
de sık aralıklarla yapmasını sağlayacak bir bilgilendirme mekanizmasını
da üretmiş olacağız. Böylece vatandaşlarımız bir sonraki sefer aile hekimine ulaştıklarında geçmiş sağlık
kayıtları orada aile hekimi tarafından
kendisine aktarılmış olacak. Böylece
özellikle kronik hastalıkların takibi
gibi rahatsızlıklarda çok sıkı bir takip
sistemini başlatmak istiyoruz.
Günlük ortalama 250 bin vatandaşımız bu sistem üzerinden randevu
alıyor. Vatandaşlarımız hem Alo 182
çağrı merkezini arayarak hem de internet üzerinden randevu alarak hastanelerimize müracaat ediyor.
Alo 182’den randevu alan bir kişinin
randevu almak için kullandığı ortalama
süre ve bu görüşme için ödediği
ortalama ücret nedir?
Genellikle bu konuyla ilgili yanlış
bilgilendirmeye dayalı birtakım haberler yayınlanabiliyor. Vatandaş
sorularıyla biz de sıklıkla karşılaşıyoruz. Sağlık Bakanlığı tarafında biz bu
hizmeti vermekle bir ücret almıyoruz
vatandaşımızdan. Aksine bu hizmeti temin edebilmek için biz Bakanlık
olarak ücret ödüyoruz. Çünkü Bakanlık bünyesinde çağrı merkezi operatörleri çalıştırılıyor. Web ortamından
ve akıllı telefonlardan randevu alabilmek üzere de bir takım sistemleri işletiyoruz. Bakanlık olarak vatandaşlarımıza bu konforu sağlayabilmek için
de ilave ücret ödemiş oluyoruz.
randevu alırlarsa görüşme ücretini
kontrat yaptıkları sabit veya mobil
telekom şirketine ödeyecekler. Bilgi
Teknolojileri ve İletişim Kurumu ücretlendirmede ana kuralları ve üst sınırı belirliyor. Alo 182 çağrı merkezini
sabit hatlardan aramanın dakikası
ortalama 10 Kuruş’tur. Ayrıca bedava dakikalar da geçerli olup ilave bir
ücret alınmamaktadır. Bu da Sağlık
Bakanlığının talebi ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından
düzenlenmiştir.
Sonuç olarak; Hastane Randevu Merkezi uygulaması tamamen vatandaşlarımızın konforu için hazırlanmış
bir projedir. Hastanelerde bekleme
sürelerini azaltma, erişimde kolaylık sağlama, istediği hastaneye veya
istediği hekime varıncaya kadar bir
seçme hakkı sunma konusunda bir
avantaj sağlıyor. Böyle düzenlenmiş
bir alt yapının uygulamada vatandaşlarımıza kolaylık sağlayan bu sistemin, vatandaşlarımız tarafından da
tercih edilmek suretiyle, hem kolayca
hizmet almalarını sağlamak hem de
hastane yöneticilerimizin planlı bir
şekilde hizmet sunumunu geliştirmeleri noktasında önemli yararları
olacağını düşünüyorum. Vatandaşlarımız, hastanelerimize müracaat
etmek istediklerinde (acil hizmetler
dışında, çünkü acil randevulu gidilen
bir sistem değildir) Hastane Randevu
Merkezi üzerinden randevularını alarak giderlerse daha kolay bir sağlık
hizmeti alma imkânını onlara sağlamış oluruz.
Eğer T.C. kimlik numaralarını bilmiyorlarsa Türkiye genelinde randevu
için harcanan süre şuanda ortalama
2,5 dakika. Vatandaşlarımız ortalama
2,5 dakikada randevularını alabilirler.
Bunun üzerinde de altında da randevu alımı olabilir diye ifade ediyoruz.
Eğer hafızalarında veya ellerindeki
bir kâğıtta bulunan T.C. kimlik numaralarını operatöre iletebilirlerse
bu süre çok kısalacaktır. Bu sürenin
iki dakikanın altına indiğini biliyoruz.
Vatandaşlarımız randevu alırken T.C.
kimlik numaralarını ifade edebilecek
durumda olurlarsa süre çok kısa olacaktır.
Ücret konusuna gelince, randevu
hizmet için ek bir ücret ödenmiyor.
Telefon ile çağrı merkezini arayarak
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
57
BİYOETİK
Uzm. Ecz. H. Demet ÇELİK
ve dünya üzerinde gelecek kuşaklara
karşı sorumluluk bilinciyle canlı varlığının korunması için çalışmak biyoetiğin temel uğraş alanıdır.
Günümüzde özellikle gıda, tarım,
hayvancılık, endüstriyel alanlar, kozmetik ve sağlık sektörlerinde verimliliğin artırılması, ekosistemin sürdürülebilirliğinin sağlanması, etkili
sonuçlara ulaşılabilmesi için ileri teknolojiler geliştirilmekte ve biyoteknoloji alanında ilerlemeler kaydedilmektedir. Yeni bilimsel teknolojiler,
insanlığın geleceği ve ilerlemesi için
vazgeçilmezdir Bu durum mevcut
pazar yapılarının değişmesine ve
yeni pazarların oluşmasına sebep olmaktadır. Yeni gelişmelerin, insanoğlunun çevresi ve diğer canlı türleri ile
olan ilişkileri açısından sosyal, yasal,
kültürel ve etik boyutlarda tartışmalara konu olması ise kaçınılmazdır. Biyoetik, bu kapsamdaki tartışmaların
yürütüldüğü ve çözüm önerilerinin
oluşturulduğu bir bilim dalıdır ve hukuk, tıp, felsefe, ilahiyat, biyoloji, genetik gibi çok çeşitli bilim dalları ile
kesişen bir noktada yer almaktadır.
Her ne kadar tartışmalar uzmanlar
tarafından yürütülüyor olsa da biyoetik herkesi içine alan bir kapsama
sahiptir. Biyoetik uygulamalı etiğin
bir kolu olarak görülür çünkü bir yandan direkt ya da dolaylı olarak tüm
canlı yaşamını ilgilendiren biyolojiyi
kapsamakta, öte yandan da bundan
meydana gelen ahlaki, toplumsal ve
politik konuları kapsamaktadır. Burada sorun sadece insan yaşamı olmadığından biyoetik, tıp etiğinden
ayrılır ve onu da kapsayacak şekilde
ele alınır. Tıp alanındaki ahlaki ikilemlere yanıt bulmaya çalışan tıp etiğinden farklı olarak biyoetik; çevre etiği,
araştırma ve teknoloji politikalarını
da içine alan bilimsel ve teknolojik
gelişmelerin etik ilkelerini ortaya
koymaya çalışan bir disiplindir. Gen
teknolojisi, ilaç sanayi, klonlama, doğum, ölüm, ötanazi, insan deneyleri,
öjeni, yapay üreme, kürtaj ve bunlarla birlikte canlılarla ilgili bilimsel
ve teknolojik gelişmelerin sonuçları,
sınırları ve kullanım ilkeleri biyoetiğin belli başlı konu başlıklarıdır. Bu
uygulama ve gelişmelerden dünyadaki tüm ülkelerin yararlanabilmesi
için etik standartların belirlenmesi
elzemdir. Ancak farklı topluluklarda
kültürel, hukuksal ve felsefi yaklaşımların farklılığı nedeniyle küresel
olarak biyoetiğin kültür ve eğitim boyutları da öne çıkmaktadır.
Biyoetik, dünya üzerindeki canlı varlıkların tümünü ilgilendiren değer
sorunları üzerinde düşünmeyi, tartışmayı fikir üretmeyi, ortaya çıkan ikilemleri, değer sorunlarını ve çatışmaları akılcı biçimde çözümlemeyi ilke
edinir. Dünyadaki tüm canlı türlerinin
var olma haklarının eşitliği üzerine
kurulu bir etik anlayışı, aynı zamanda
insanın yaşamın tüm biçimlerine saygı göstermesini zorunlu kılmaktadır.
Bu anlamda insanlar, hayvanlar, bitkiler, çevre, tüm canlılar ve biyosferin
korunması için canlı türünü yok etme
tehdidi taşıyan tüm müdahalelere
karşı etik duyarlık ile karşı durmak
58
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
Ülkemizde biyoloji ve tıp alanında
yaşanan gelişmeler karşısında insan
haklarının korunmasını düzenleyebilmek için “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları Ve
İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları Ve Biyotıp Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” 09.12.2003
tarih ve 25311 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak kabul edilmiştir. Bu kanun ile insan onuru ve bireyin temel
hak ve özgürlüklerinin korunması
için gerekli tedbirlerin alınması, insanın önceliği, sağlık hizmetlerinden
adil şekilde yararlanma, muvafakat,
özel yaşam ve bilgilendirilme hakkı,
insan genomu, bilimsel araştırma,
nakil amaçlarıyla canlı vericilerden
organ ve doku alınması, ticarî kazanç
yasağı ve insan vücudundan alınmış
parçalar üzerinde tasarruf yapılması,
sözleşme hükümlerinin ihlali vb. başlıklarda düzenlemelere gidilmiştir.
Kabul etmeliyiz ki, bilim ve teknoloji
politikalarının üretilme süreçlerinde
biyoetik yol gösterici bir bilim dalıdır. Birçok disiplini kapsayan biyoetik
ilkelerinden hareketle ilerlemelerin
sağlanabilirliği de göz önüne alınarak
yürütülmekte olan veya planlanan
araştırmaların; bilimsel geçerliliği,
bilime yenilik getirme ve toplumda hangi ihtiyaca yanıt verebileceği
sorgulanmalıdır. Elbette bu sorgulamalar kültürler arası farklılıklar göz
ardı edilmeden yapılmalıdır. Bilimsel
geçerliliğin olması, toplumun önemli bir ihtiyacına cevap veriyor olması
durumda da hukuki, ahlaki, felsefi,
siyasi pek çok alanda değerlendirmeler yapılmasını gerekli kılan yeni
sorular cevap beklemektedir:
NEYE,
NEREYE KADAR,
HANGİ TEMELLERE DAYANILARAK
İZİN VERİLMELİ YA DA SINIRLAMA
GETİRİLMELİDİR?
haber
Sağlık Bakanı Müezzinoğlu:
TÜRKİYE
BİYOTEKNOLOJİ ALANINDA
SÖZ SAHİBİ OLMALI
Sağlıkta yerli projeler için yapılacak
çalışmalar, Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanı Nihat Ergün ile Sağlık Bakanı
Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun katılımıyla TÜBİTAK’ta gerçekleştirilen ‘Medikal Biyoteknoloji Konferansı’nda
masaya yatırıldı.
Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu’nun
(BTYK) Ocak ayındaki 25. toplantısında sağlık alanı Türkiye’nin ivme
kazanması gereken alanlarından biri
olarak belirlendi. Toplantının hemen
ardından sağlık alanının en önemli
başlıklarından biri olan ‘Medikal Biyoteknoloji’ de gerçekleştirilebilecek
projeler için TÜBİTAK öncülüğünde
önemli bir çalışma başlatıldı.
Medikal Biyoteknolojinin kapsadığı
ilaç, aşı, biyomalzeme, biyomedikal
ekipman ve tıbbi tanı kiti alanlarında yapılabilecek çalışmalarla ilgili
özel sektör, üniversite ve sivil toplum
kuruşları temsilcilerinden 1200’den
fazla hedef önerisi toplandı. Yapılan
değerlendirmelerde belirlenen 38
60
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
hedef Medikal Biyoteknoloji Delfi
Anketinde yer aldı. Ankete katılan
binin üzerinde uzman hedefleri yapılabilirlik ve önem düzeyleri açısından
analiz etti. Anket sonuçlarına göre
‘İlaç’, ‘Aşı’, ‘Biyomalzeme’, ‘Biyomedikal
Ekipman’ ve ‘Tıbbi Tanı Kiti’ başlıklarında teknoloji yol haritaları taslağı
oluşturuldu.
Teknoloji yol haritaları TÜBİTAK Başkanlık Binası Feza Gürsey Konferans
Salonu’nda düzenlenen konferansta
ele alındı. TÜBİTAK ve ilgili Bakanlıkların işbirliği ile düzenlenen etkinliğin açılışına Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanı Nihat Ergün, Sağlık Bakanı Dr.
Mehmet Müezzinoğlu, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak, çok
sayıda bilim insanı ve davetliler katıldı.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, sağlık alanının en
önemli başlıklarından biri olan medikal biyoteknoloji konusunda kamu,
özel sektör ve üniversiteler bünyesinde atılması gereken adımların tespit
edildiğini söyledi. Bu alanlarda sınırlı
ihracata karşılık 7 milyar doları aşan
ithalatın olduğuna dikkati çeken Ergün, rakamlara bakıldığında alanın
ne kadar önemli olduğunun anlaşıldığını ifade etti.
SGK’nın büyük alım gücünü bugüne
kadar fiyatları aşağı çekmek için kullandıklarını ancak bundan sonra bu
gücü, ülkeye yatırım çekmek ve özellikle biyoteknolojik ürünler konusunda yenilikler meydana getirmek için
kullanılması gerektiğini vurgulayan
Ergün, Türkiye’nin bu konuda büyük
bir gücü ve potansiyeli olduğunu
söyledi.
“Pahalı İlaçları İthal,
Vasatları İhraç Ediyoruz”
Bakan Ergün, yeni teşvik sistemiyle,
ilaç ve tıbbi cihaz sektöründe yapılacak yatırımlara çok önemli destekler
getirdiklerini belirterek, şöyle devam
etti: “Ülkemizde 15’i yabancı sermayeli olan 68 ilaç üretim tesisinde,
3 bin 100 çeşit ilaç üretilmektedir.
Ancak dış ticaret dengesine baktığımızda ihracatın ithalatı karşıma oranı
sadece yüzde 16 seviyesindedir. Çok
pahalı ilaçları ithal ediyoruz, çok vasat ilaçları ihraç ediyoruz. Bu nedenle
de arada büyük bir fark var. Hemen
her sektörde olduğu gibi ilaç sektöründe de katma değeri ve Ar-Ge
çalışmalarını artıracak adımlar atmamız gerekiyor. Bu amaçla İlaç Sektörü
Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nı hazırladık. 6 farklı hedef için 53 eylem
belirledik. Bu belgeyi en kısa zamanda uygulamaya koyacağız. Yurt dışından yüksek rakamlara ithal ettiğimiz
ilaçları üreten, yeni ilaç araştırmaları
yapan bir yapı oluşturacağız”
“Gen Haritalarını Çıkarmaya Başladık”
Türkiye’nin hemen hemen tüm ülkelere sanayi ürünleri ihraç ettiğini
belirten Bakan Ergün, dünya piyasalarına yeni, ileri teknolojili ve yüksek
katma değerli ürünler sunulması gerektiğini de dile getirdi. Bu konularda
önemli bir başlangıç yaptıklarını anlatan Ergün, sözlerini şöyle tamamladı: “TÜBİTAK Biyoteknoloji Araştırma
Merkezi’nde şu anda arkadaşlarımız
çok güzel çalışmalar yapıyor. Biz de
gen haritalarını tamamen kendimiz
çıkarmaya ve insan geniyle hastalıklar arasındaki ilişkileri tespit etmeye
başladık. En az 3 hastalıkla genetik
yapı arasındaki ilişki doğrudan tespit
edildi”
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu:
“Türkiye Biyoteknoloji Alanında
Söz Sahibi Olmalı”
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu
ise, sağlık sistemlerinin erişilebilir ve
kabul edilebilir olmasının önemine
işaret ederek, hizmet sunumunun
kesintisiz yürütülmesi gerektiğini
belirtti. Teknolojik gelişmeler, nüfus
yapısı ve maliyet artışlarının sağlık
politikalarının gözden geçirilmesini
gerektirdiğini ifade eden Müezzinoğlu, yeniliklere açık olunması, hizmetlerin ihtiyaçlara göre düzenlenmesinin önemine değindi.
Sağlık hizmetlerine ve ilaca erişim
konusunda son 10 yılda gelişmiş ül-
kelerin seviyesine çıkıldığını anımsatan Müezzinoğlu, teknoloji ithal
eden ülke olmaktan çıkıp ihraç eden
ülke haline gelmeyi hedeflediklerini
belirtti. Türkiye’nin 2023 vizyonunda
sağlık alanındaki hedeflerine işaret
eden Müezzinoğlu, “Gıdadan ilaç sanayisine, tarımdan enerjiye geniş bir
yelpazeyi barındıran biyoteknoloji
alanındaki potansiyelimizi değerlendirmek ve bu sektörde de söz sahibi
olmak zorundayız” diye konuştu.
Bakan Müezzinoğlu, ilaç ve tıbbi
cihaz sanayi yatırımlarını çekmek
adına ülkeler arasında ciddi rekabet
yaşandığını ifade ederek, “İlaç pazarında dünyada 16, Avrupa’da 6. sırada bulunan ülkemizin ilaç ihracı ve
biyoteknoloji buluşlarından aldığı
pay ne yazık ki çok düşük. Bu durumu değiştirmek ve biyoteknolojide
söz sahibi ülke konumuna gelmek
için TÜBİTAK’ın öncülüğünde gerçekleştirilen medikal teknoloji yol haritasının faydalı sonuçlar getireceğine
inanıyorum” ifadesini kullandı.
ye özel tedavi ve cihazların çıktığını
anımsatarak, yeni nesil ilaçların da
artık deneme yanılma yoluyla değil
bilgisayar ortamında üretildiği bilgisini verdi.
TÜBİTAK Başkanı Altunbaşak, yaptıkları ihtiyaç ve fizibilite analizleri,
stratejik araştırmalar ile dünyadaki
eğilimlere bakıldığında ilaç, aşı, tıbbi
tanı kitleri, biyo malzeme, biyomedikal ekipmanlarını odaklanılması
gereken 5 alan olarak belirlediklerini
dile getirdi.
Türkiye’de ilaç ve sağlıktaki dış ticaret
açığının yüksekliğine işaret eden Müezzinoğlu, “Bu açığımızı kapatmak ve
yerli biyoteknoloji üretiminde arzu
ettiğimiz noktaya gelebilmek için
kanser dâhil birçok biyoteknolojiyi
gerektiren ilacı ve cihazı ülkemizde
üretmek için çalışmaları hızla artırmamız gerekiyor” şeklinde konuştu.
Prof. Altunbaşak: Medikal Biyoteknolojide
5 Alana Odaklandık
Konferansta “Bilim, Teknoloji ve Yenilik Ekseninde Sağlık Alanı ve Güncel Gelişmeler” başlıklı bir sunum
yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak, küresel olarak son
dönemlerde yaşam bilimleri, enerji,
nanoteknoloji ve bilişim teknolojileri
olmak üzere 4 başlığın gündeme geldiğini, yaşam bilimlerinin de bu alanlardan sıyrılarak bir adım daha ileriye
çıktığını vurguladı.
Sunumunda kök hücreler konusuna
da değinen Altunbaşak, artık istenilen bir organın kök hücrelerden
üretilebildiğini, ilk çalışması 3 milyar
dolara mal olan genetik dizilimin de
teknolojideki gelişmelerle birlikte 1
dolarlara kadar gerileyeceğini söyledi. Altunbaşak, sağlık alanında kişiSAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
61
SAĞLIK VE İLAÇ SEKTÖRÜNÜN
DİJİTAL TEKNOLOJİLERİ
Dr. Sertaç DOĞANAY*
Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu
Dijitalin her sektörde olduğu gibi
sağlık sektöründe de giderek artan
önemi, bu alanda yapılan yatırımların da artmasına sebep oluyor. Sağlık
alanında her an yeni teknolojilerin
ortaya çıkması, dijital dünyanın sağlık sektörüyle iç içe geçtiğinin bir
göstergesi. Öyle ki, salgın hastalıklar Google sayesinde önlenebiliyor,
Microsoft’un Kinect teknolojisi felçli
hastaların tedavisinde kullanılıyor ve
geliştirilen 3D yazıcılar hayat kurtarabiliyor. Bu yazımda, son zamanlarda
sağlık alanında yaşanan dijital gelişmelerden birkaçını sizinle paylaşmak
istiyorum:
62
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
Salgın Hastalıklar Google ve Sosyal Medya
Sayesinde Önlenebiliyor
Şu sıralar, dünyada sağlık ile ilgili
haberlerin en başında Çin’de tekrar
ortaya çıkmaya başlayan Kuş Gribi
vakaları yer almakta. H7N9 Kuş Gribi
olarak isimlendirilen, bir önceki salgından farklılıklar gösteren hastalığın 36 kişinin ölümüne sebep olduğu
bilinmektedir. Gribin yayılmasına engel olabilmek ya da en azından başlangıç noktası ve yayılma şeklini gözlemleyebilmek için sosyal medyanın,
mobil teknolojinin, salgın hastalık
takip uygulamalarının ve internette
bulunan, “big data” olarak tanımlanan büyük verinin kullanılabileceği
düşünülüyor.
Economist dergisinin veri editörü
Kennet Cukier ve Oxford Üniversitesi‘nde bulunan Prof. Mayer-
Schonberger, CNN’de yaptıkları bir
röportajda internet ve mobil teknolojinin bu salgınlarda nasıl kullanılabileceğini anlattı.
Cukier: “Şu an elimizde ilk salgında
olduğundan çok daha fazla bilgiye
sahibiz. Bu bilginin kaynağı ise mobil
teknolojilerle daha artmış olan sosyal
medya verileridir. Bu oldukça yeni bir
şey.”
Prof. Mayer-Schonberger: ” Bir önceki
salgını düşünelim; Atlanta’da bulunan Salgın Hastalıklar Kontrol Merkezi, gribin nerelerde yaygın olduğunu
belirlemek istemişti. Bunun için de
ulaşabildikleri tüm sağlık uzmanlarına, kuş gribi belirtilerini her gördüklerinde merkeze haber vermelerini istemişti. Gerekli bilgiyi tam anlamıyla
toparlayabilmeleri yaklaşık iki haftayı
bulmuştu. Bu süre ise bir salgında
çok uzun ve kritik sonuçlara sebep
olabilecek bir süreç. İşte bu süreçte
Google, yeni bir fikirle gerekli bilgiyi
çok daha kolay ve etkili bir şekilde
elde edilebileceğini düşündü.”
Google, elli milyon arama terimini
araştırıp bir araya getirerek, bir korelasyon kurdu. Bu terimlerin arasından
belirlenmiş 45 tanesinin incelenerek,
salgının nerelerde ortaya çıkabileceğinin tahmin edilebileceğini ortaya
çıkardı.
Görüldüğü gibi internet, sosyal medya ve mobil teknolojilerin sağladığı
bilgi salgın hastalıkların yayılmasının
önlenmesinde anahtar role sahip.
Akıllı Telefonlar Virüs ve Bakterileri Tespit
Etsin İstemez miydiniz?
Illinois Üniversitesi‘nde bulunan
araştırmacılar tarafından iPhone tabanlı yeni bir biosensör geliştirildi.
50.000 dolarlık bir laboratuvar spektrofotometrenin (Spektrofotometre,
moleküler biyolojide sıkça kullanılan
bir çeşit fotometredir. Çözelti içeriğindeki maddenin miktarının bulunmasında kullanılır.) yapabileceği iş,
iPhone’a entegre edilen 200 dolarlık
bir ek cihaz sayesinde gerçekleştirebildi.
Oluşturulan bu biosensör, uygun yazılımla birlikte çalışarak, gıda maddelerinin üzerinde bulunan virüs, bakteri, toksin, protein ve hatta alerjen
maddeleri bile tespit edebilmektedir.
Akıllı telefonun kamerasını, bir spektrofotometreye çevirmeyi başaran
araştırmacılar, bu sayede çoğu işlemin çok daha ucuza yapılabileceğini
iddia ediyor.
Oldukça ses getiren ve bazı uluslararası dergilerde makaleleri çıkan
bu projenin Android tabanlı akıllı
telefonlar için de geliştirilmesi planlanıyor. Android işletim sisteminin,
açık kaynak kodlu yapısı sayesinde,
projenin daha da geliştirilebileceğini savunan araştırmacı Kenneth D.
Long, uygulama ve biosensörün bu
sayede eksik vitamin değerlerini dahi
ölçebileceğini söylüyor.
3D Yazıcı Aracılığıyla
Hayat Kurtarabilir mi?
Michigan Üniversitesi’nde bulunan
araştırmacılara göre bu sorunun
cevabı, evet. Bu cevabın ilginç bir
hikâyesi var. Kaiba Gionfriddo isimli
bebek, doğduğunda akciğerlerindeki hava yollarından biri, her nefes
alış verişinde zarar görerek parçalanma riskine girmekteydi. Bu problemin doğuştan olduğu fark edilen
bebek, nefes alıp veremediği için
neredeyse hayatını kaybediyordu.
Uzun bir süre doktorların çabaları ve cihazlar sayesinde nefes alıp
verebildi. Bu duruma bir çare bulunması gerektiğinde hemfikir olan
Michigan Üniversitesi’nde bulunan
araştırmacılar ve doktorlar bir araya
gelerek özel bir maddeden yapılmış,
esnek ve küçük bir parça dizayn ettiler. İleri teknoloji bir 3 boyutlu yazıcı
aracılığıyla oluşturulan bu parçanın
en önemli özelliği, yapıldığı madde
sayesinde vücutla beraber büyüyecek olması. Yaklaşık bir 3 yıl içinde
Kaiba’nın vücudunun bu parçayı tamamen kabul edeceği öngörülüyor.
Eşi benzeri olmayan bir problemle
karşılaşan doktorların yine eşi benze-
ri olmayan bir çözüm yolu ile Kaiba’yı
tedavi etmiş olmaları, dünyada büyük takdir topladı. Tabii ki teknolojinin gelişmiş olması ve bu teknolojilerin nasıl kullanılacağının bilinmesi
ise, tüm bu süreçteki asıl kilit noktadır. Kaiba şu an 19 aylık ve eskisinden
çok daha rahat bir şekilde nefes alıp
verebiliyor.
Bir sonraki sayıda görüşmek üzere,
* Sağlık ve İnsan Dergisindeki ilk yazımla
sizlere merhaba diyorum. Beni tanımayanlara kısaca kendimden bahsedeyim. Son
3 senedir sağlık ve ilaç sektörünün dijital
teknolojileri, sosyal medya ve interneti nasıl kullandığını takip eden ve bununla ilgili
fikirler, projeler geliştiren, ilaç sektöründe
10 sene yöneticilik yapmış bir tıp doktoruyum. Bundan böyle her ay bu sayfalarda
sizlerle bu alandaki güncel gelişmeleri paylaşacağım. Yazılarıma katkıda bulunmak
isterseniz bana bu adreslerden ulaşabilirsiniz: www.twitter.com/sertacdoganay
[email protected]
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
63
kurumlarımız
TÜRK KIZILAYI,
KAN HİZMETLERİNDE
ÖNCÜ VE LİDER
Türk Kızılayı, halk sağlığı ile yakından
ilgilenen bir kurum olarak, Türkiye’de
kan hizmetlerinin kurulup gelişmesi
görevini üstlenmiştir. 1957 yılında
Ankara ve İstanbul’da ilk kan merkezlerini kuran Kızılay, günümüzde de
ülkemizin kan gereksiniminin büyük
bir bölümünü karşılamaktadır.
“tam kan” uygulaması terk edilmiş ve
kanın bileşenlerine ayrıştırılması için
kan merkezleri ve kan istasyonlarında teknik altyapı sağlanmıştır. Tam
kan olarak alınan kanın, bileşenlerine
ayrılarak kullanılması hem hasta güvenliği hem de verimlilik açısından
son derece önem taşımaktadır.
Türk Kızılayı yurt çapında 59 ilde, 15
Bölge Kan Merkezi bünyesinde toplam 78 hizmet birimde 2290 personel
ile hizmetlerine devam etmektedir.
Kan hizmetleri konusunda kurulduğu günden bu yana üstelendiği
görevi, her geçen gün daha da geliştirmeyi ve uluslararası standartlara ulaştırmayı amaç edinen Türk
Kızılayı, yürüttüğü Donör Kazanım
Projesi’nde toplumda kan verme
bilincini geliştirmeyi ve sağlıklı donör veri tabanı oluşturmayı hedeflemiştir. Bu kapsamda 2008 yılından
itibaren “1 Milyon İyi İnsan Aranıyor”
adıyla gönüllü kan bağışçısı kazanımı
davranış değişikliği kampanyası yürütülmektedir.
“Güvenli Kan”a büyük önem veren
Türk Kızılayı, bu nedenle kan merkezlerini yeniden organize etmiş,
dünyadaki modern ülkelerde olduğu
gibi ülkemizde de kan hizmetlerinin
“Bölgesel Kan Merkezleri” aracılığıyla yürütülmesini sağlamıştır. Türk
Kızılayı tarafından kan hizmetlerinin
standardizasyonu ve toplam kalite
yönetiminin oluşturulması için bütün
kan merkezlerinde standart projeler
hayata geçirilmiştir.
Güvenli kan bağışı sağlamak için
başlatılan çalışmalar kapsamında,
64
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
• Bölgesel Kan Bankacılığı sistemine
geçilmiştir.
• Fiziki ve Teknik altyapı çağdaş düzeye getirilmiştir.
• Hizmette yaygınlaşma sağlanmıştır.
• Kalite Yönetimi gerçekleştirilmiştir.
• Kan Bankacılığı Bilgi Yönetim Sistemi kurulmuştur.
• Kan Bağışçısı kazanım programları
uygulamaya geçilmiştir.
• Plazma
bileşenlerinde, fraksinasyon sanayinde kullanılabilecek kaliteye erişilmiştir.
• Kan bağışları proje başlangıcına
göre %384 artırılmıştır.
• Kan Bağışı Kampanyaları ile görünürlük arttırılmıştır.
• Türkiye’nin dört bir yanında kan
bağış organizasyonları gerçekleştirilmiştir.
• Kan Bağışı konusunda toplumda
farkındalık oluşturulmuştur.
2013 yılı sonu itibari ile ise 1.800.000
ünite kan bağışı alınarak ülke kan
ihtiyacının tamamının karşılanması
yönündeki çalışmalara devam edilecektir.
Gönüllü Kan Bağışçılarına
Teşekkürler
2012 yılında, gönüllü kan bağışı sayısı 1.469.807 üniteye ulaştı.
Kan bağışlarınız, Türk Kızılayı aracılığı ile 1.535 hastanede ihtiyaç sahiplerinin
hizmetine sunuldu.
Gönüllü kan bağışları ile hayat veren tüm bağışçılarımıza teşekkür ederiz.
2013 yılı gönüllü kan bağışı hedefimiz 1.801.500 ünite.
Haydi Türkiye, Gönüllü ve Düzenli Kan Bağışına…
Kan Acil Değil Sürekli İhtiyaçtır!
KAN BAĞIŞLARI
NERELERDE KULLANILIYOR?
Talasemi; çocuklarda gelişme geriliği, diyabet, kalp yetmezliği, hepatit
gibi birçok organ ve sistemi etkileyen
hastalıkların eşlik ettiği kronik (süreğen) bir tablodur.
Kemik iliği nakli ile tedavisi mümkün
olan bir hastalıktır, kemik iliği nakli
mümkün olmayan hastalar için ne
yazık ki kesin tedavisi olmayan bir
hastalıktır.
Kan nakli (transfüzyon),
tedavide çok önemli yeri
olan ve aranan kan elde edilemediği takdirde başka alternatifi
olmayan bir tedavi aracıdır. Hemen
hemen bütün ameliyatlarda transfüzyona ihtiyaç olabilir. Bazı ameliyatlarda ise kan, kan bileşenleri
(komponentleri) ve kan ürünlerine
aynı anda ihtiyaç olabilir. Örneğin
bir kalp ameliyatı olan koroner bypass ameliyatında; 4-6 ünite eritrosit
süspansiyonu, 5-6 ünite plazma, 2-4
ünite trombosit süspansiyonu aynı
ameliyat sürecinde hastaya gerekli
olabilmektedir. Görüldüğü gibi böyle
bir durumda sadece 1 hasta için ortalama 10 kişinin kan bağışı yapması
gerekmektedir.
Kan nakli sadece ameliyatlarda değil
pek çok hastalıkta gerekli olmaktadır.
Çeşitli yaralanmalara bağlı kan kayıpları (trafik kazaları başta olmak üzere
çeşitli yaralanmalar), iç organların
çeşitli hastalıklara bağlı kanamaları
(mide kanaması gibi), çoğu kanser
tipleri, organ nakilleri, ortopedi ve
omurga ameliyatları, doğumlarda
görülen kanamalar, kan uyuşmazlığına bağlı bebeğin kanının değiştirilmesi için acil olarak çok miktarda
kan nakli gerekebilir. Bir de hastalık66
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
larının seyri gereğince hayatı boyunca kan
nakline ihtiyacı olan hastalar vardır; talasemi hastaları,
hemofili hastaları, diyaliz hastaları, bazı kanser hastaları bu gruba
girerler.
Uygulanan tedavi hastanın yaşam
süresini ve yaşam kalitesini arttırmaya yöneliktir. Talasemili hastalar
yaşamları boyunca belirli aralıklarla
kan nakli almak durumundadır, kan
naklinde en çok eritrosit süspansiyonu kullanılır. Ayrıca tedavi sürecinde
dalağın ameliyatla alınması ve desferoksamin denilen ilacın kullanımı söz
konusu olabilir.
TALASEMİ
ANEMİ
Talasemi kalıtsal bir kan hastalığıdır.
Hemoglobin yapımında bir bozukluk
söz konusudur. Bu durum kansızlığa
yol açar. Talasemi Akdeniz’e kıyısı olan
ülkelerde daha sık görülür. Talasemi
hastalığında hemoglobin yapımını
kontrol eden genlerde bozukluk vardır. Hemoglobinin b zincirinin yapımından sorumlu 2 gen vardır. Eğer
genlerden birinde kusur varsa bu kişi
sağlıklı Beta-traitdir (Beta-talasemi
minör), bu kişinin genetik yapısı heterozigottur; yani bu kişiler hastalığın
taşıyıcısıdırlar, sağlıklı olurlar ancak
kusurlu gen yapısını çocuklarına aktarırlar. Eğer söz konusu genlerin ikisinde de kusur varsa kişi genetik olarak
homozigottur, bu kişiler hastadırlar
ve bu durum Beta-talasemi major
olarak adlandırılır. Hastalığın sonraki
nesile geçişi cinsiyete bağlı değildir,
Mendel genetik kurallarına göre olur.
Kansızlık olarak bilinen çok çeşitli
nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan
hastalıklar grubunun genel adıdır.
Temel olarak sorun alyuvarlarda ve/
veya hemoglobindedir. Alyuvarların
yapım eksikliği, alyuvar hücrelerinin
zamanından önce hızlı bir şekilde
ölmesi, çeşitli kanamalara bağlı kan
kayıpları kansızlığa neden olur. Hemoglobin yapımındaki bozukluk, hemoglobin yapısına giren maddelerin
eksikliği, genetik nedenlerle hemoglobinin yapılamaması ya da kusurlu
yapılması, alınan gıdalarda hemoglobin yapımı için gerekli maddelerin
olmaması, hemoglobinin görevini
yapmasını engelleyen zehirlenmeler
gibi pek çok neden anemiye yol açar.
Alyuvarların ana görevi akciğerlerden alınan oksijeni atardamarlar yoluyla dokulara taşımak ve dokularda
biriken karbondioksiti toplardamar-
lar yoluyla akciğerlere götürerek
vücuttan atılmasını sağlamaktır. Oksijen, yaşamsal fonksiyonların sürdürülmesi için çok önemlidir. Kansızlık
durumunda dokuların oksijenlenmesi bozulacağı için buna bağlı birçok
rahatsızlık ve belirti görülür:
• Çabuk yorulma
• Halsizlik
• Çarpıntı
• Baş ağrısı, baş dönmesi, göz kararması, kulaklarda çınlama
• İştahsızlık
• Tırnakların kolayca kırılması, saç
dökülmesi
• Sarılık (alyuvar yıkımına bağlı ane-
milerin belirtisi olabilir örneğin
kan uyuşmazlığındaki sarılık bu
tiptir )
En sık rastlanan kansızlık tipi demir
eksikliği anemisidir. Demir elementi alyuvarlarda yer alan ve oksijen
taşımakla görevli hemoglobin proteininin yapısında bulunur ve oksijen taşınmasında çok önemli görevi
vardır. Demir gıdalarla alınamaz veya
vücuttan kaybı çok olursa (Aşırı adet
kanamaları, hemoroid gibi sürekli ve
dikkat çekmeyecek kadar az olan kan
kaybına yol açan gizli kanamalar vb.)
anemi ortaya çıkar. Bu tip anemiler
kadınlarda daha sık görülür. Demir
eksikliği anemisinin tedavisi kolaydır. Ağızdan alınan ve demir içeren
ilaçlar kullanılır. Ancak tedavisi uzun
sürer.
Diğer anemiler sebeplerine yönelik
olarak tedavi edilirler ve hastalığın
gidişi aneminin tipine göre değişir.
Ağır anemilerde bazen tek tedavi
kan nakli yapılmasıdır. Özellikle bazı
anemi tiplerinde (talasemi hastaları,
böbrek yetmezliği olan hastalar vb.)
hasta hayatı boyunca belirli aralıklarla düzenli olarak kan nakli almak
zorundadır.
HEMOFİLİ
Kalıtsal bir kanama hastalığıdır. Hemofili, önemsiz bir darbenin yarattığı sıyrıktan vücut dışına ya da içine
kanamaya (eklem içi, kas içi, göz içi
vb kanamalar) yol açabilen bir hastalıktır. Kalıtsal geçişte X cinsiyet kromozomundaki bir gen sorumludur.
Kadınlar (XX) taşıyıcı, erkekler (XY)
ise hasta olurlar. Hasta bir baba ile
taşıyıcı bir annenin hasta kızları doğabilir ama bu yaşamla bağdaşmayan çok ağır bir tablodur. Hasta çoğunlukla doğumu takip eden sürede
belirti vermez. Ancak her zaman risk
altındadır. En hafif darbede bile büyük morluklar oluşur. Diş çekimi gibi
küçük girişimlerden sonra durdurulamayan ölümcül kanamalar görülebilir. İç organ, eklem içi kanamalar
sıklıkla görülür.
Hastalığın sebebi kanın pıhtılaşma
mekanizmalarında rol alan pıhtılaşma faktörü denilen plazma proteinlerinin eksikliğidir. İki tip hemofili
vardır:
Hemofili A: Faktör 8 (antihemofilik
faktör veya antihemofili A faktörü)
denilen pıhtılaşma proteini eksiktir.
Hemofili B: Faktör 9 eksiktir, hemofili B daha nadir görülür. Hastalığın
tedavisi kanama durumunda eksik
olan plazma proteinlerinin hastaya
verilmesidir. Tedavi hastaya plazma
veya plazmadan saflaştırılmış faktör
8 veya faktör 9 ‘un verilmesiyle sağlanır. Plazma pıhtılaşma proteinleri
plazma fraksinasyon tesislerinde üretilebilmektedir.
LÖSEMİ
Tam olarak bilinmeyen bir nedenle
akyuvarların ani ve denetlenemez
biçimde üremesiyle ortaya çıkan ve
genel olarak kan kanseri diye bilinen
bir grup hastalığın genel adıdır.
Bütün kanserlerde olduğu gibi lösemide de kesin neden henüz saptanabilmiş değildir. Lösemileri kolaylaştıran bazı faktörler vardır:
• Irk: bazı ırklarda daha sıktır.
• Yaş: 3-5 yaşta ve 70-75 yaşta görülme sıklığı artar
• Erkeklerde daha sık görülür
• Radyasyona maruz kalma. Özellikle Japonya’da atom bombasından
sonraki yıllarda lösemi sayısının
çok arttığı gözlenmiştir.
Hastalığın belirtileri:
• Kanama eğiliminde artış
• Ciltte morumsu küçük lekeler
• Ateş
• Kansızlık belirtileri
• Kanserli hücrelerin çeşitli dokuları istila etmelerine bağlı belirtiler
(kemik erimesi, felç, menenjit, lenf
bezlerinde büyüme vb)
Hastalığın kesin tanısı kan testleri ve
kemik iliğinden parça alınıp incelenmesi ile konulur.
Erken tanı ile özellikle çocuklarda
tedaviden yüz güldürücü sonuçlar
alınmaktadır.
Tedavide kanser ilaçlarının (kemoterapötikler) yanı sıra kemik iliği nakli
yer almaktadır. Hastalara çoğunlukla
kan ve kan komponentleri kullanılması gerekir. Özellikle trombosit süspansiyonlarının tedavi sürecinde çok
önemli bir yeri vardır. Türkiye Kızılay
Derneği bu konuda çok önemli çalışmaları olan Lösev Vakfı Hastanesine
her ay belirli sayıda ücretsiz kan ve
kan ürünü vermektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
67
kurumlarımız
TÜRKİYE İLAÇ VE
TIBBİ CİHAZ KURUMU
“Hedefimiz; sağlığa odaklı, bilimselliği esas alan, mükemmelliğe ulaşmak için daima çaba gösteren,
uluslararası alanda öncü ve referans kurum olmak…”
Sağlık Bakanlığı bağlı kuruluşu olarak
kamu hizmeti veren özel bütçeli tüzel
kişiliğe haiz bir kamu kurumu olan İlaç
ve Tıbbi Cihaz Kurumu, 2 Kasım 2011 tarihinde yürürlüğe giren 663 sayılı ‘Sağlık
Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’nin 27’nci maddesi gereğince,
19 Mart 2012 tarihinde resmen kurulup,
faaliyetine başlamıştır. Kurumun temel
misyonu; ilaç, tıbbi cihaz ve kozmetik
ürünlere yönelik düzenleyici, denetleyici,
yönlendirici politikalar geliştirerek ve bu
politikaları uygulayarak insan sağlığına
hizmet etmektir.
Kurum, yeniden yapılanma süreci içerisinde gerekli mevzuat çalışmalarına öncelik
vererek, Avrupa Birliği mevzuatına uyum
sağlamaya yönelik yasal düzenleme çalışmalarının önemli bir kısmını tamamlamış
ve personel planlamasını da yaparak eksik kadrolarını tamamlama yolunda çalışmalarına hız vermiştir.
663 sayılı KHK’nin 27’nci maddesi gereği
kendisine verilen görevleri en iyi şekilde
yerine getirmek için sürekli iyileştirme
anlayışı içerisinde faaliyetlerine devam
etmektedir…
Kurumun Görev ve Sorumlulukları
68
02.11.2011 tarih ve 28103 sayılı (Mükerrer) Resmi Gazetede yayımlanan 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname (KHK) ile belirlenen görev ve sorumluluklar şöyledir;
izin vermek, ruhsatlandırmak, denetlemek ve gerektiğinde yaptırım
uygulamak, laboratuvar analizlerini yapmak veya yaptırmak,
Görev alanına giren ürünlerin ruhsatlandırılması, üretimi, depolanması, satışı,
ithalatı, ihracatı, piyasaya arzı, dağıtımı,
hizmete sunulması, toplatılması ve kullanımları ile ilgili kural ve standartları belirlemek, bu faaliyetleri yürütecek kamu ve
özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek kişilere
Sağlık beyanı ile satışa sunulacak
ürünlerin sağlık beyanlarını inceleyerek bu beyanlara izin vermek,
izinsiz veya gerçeğe aykırı sağlık
beyanı ile yapılan satışları denetlemek, gerektiğinde durdurma,
toplama, toplatma, imha iş ve iş-
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
lemlerini yapmak veya yaptırmak,
izin ve sağlık beyanları yönünden
bunların her türlü reklam ve tanıtımlarını denetlemek ve aykırı
olanları durdurmak, piyasaya arz
edilen ilaç, tıbbî cihaz ve ürünlerin
reklam ve tanıtımının usul ve esaslarını belirlemek ve uygulamasını
denetlemek,
Görev alanına giren ilaç, tıbbî cihaz
ve ürünlere ilişkin klinik araştırma-
larla ilgili düzenlemeleri yapmak, izin
vermek ve denetlemek,
ve Tıbbi Cihaz Kurumuna, devredilmiştir.
Türk Farmakopesini hazırlamak,
Kurumun teşkilat yapısında Başkana
bağlı Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği, Strateji
Geliştirme Daire Başkanlığı ile 5 Başkan Yardımcılığı ve Başkan Yardımcılıklarına bağlı 13 Daire Başkanlığı
bulunmaktadır.
Hayati önemi haiz ilaç, tıbbî cihaz ve
ürünlerin piyasada sürekli bulunabilmesi için gerekli tedbirleri almak,
tıbbî cihazlar için onaylanmış kuruluşları belirlemek, lisans, ruhsat veya
izin vermek, denetim yapmak ve gerektiğinde yaptırım uygulamak,
Görev alanına giren ilaç, tıbbî cihaz
ve ürünlerle ilgili uyarı sistemlerini
kurmak veya kurdurmak, işletmek
veya işlettirmek,
Kurum personelinin uluslararası karşılıklı tanınma ve akreditasyonunu
sağlamak; görev alanına giren ilaç,
tıbbî cihaz ve ürünlerin piyasa gözetimi ve denetimini yapmak, gerektiğinde toplatmak, imha etmek veya
ettirmek
Piyasadaki ürünler için güvenlilik
bildirim yöntemlerini belirlemek, gerekli bildirimleri yapmak, laboratuvar
analizlerini yapmak veya yaptırmak,
İlaç fiyatlarının belirlenmesi için farmako-ekonomik değerlendirme ve
çalışmalar yapmak,
Görev alanına giren ilaç, tıbbî cihaz
ve ürünleri üretenler, satanlar ve
faydalananlar arasında doğabilecek
ihtilafların çözümüne yönelik usulleri
belirlemek,
Görev alanı ile ilgili faaliyetleri izlemek, değerlendirmek, iyi uygulama
örneklerini yaygınlaştırmak, politika
üretilmesi ve gerekli düzenlemelerin
yapılması için Sağlık Bakanlığına teklifte bulunmak,
Görev alanı ile ilgili konularda ulusal
veya uluslararası, kamu kurumları
ve üniversiteler ile özel kuruluşlarla
bilimsel ve teknik işbirliği yapmak,
müşterek çalışmalar yürütmek.
İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün devri dışında Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığının İlaç ve
Kozmetikler Araştırma Müdürlüğü,
Biyolojik Ürünler Kontrol ve Araştırma Müdürlüğü, Kan Ürünleri Üretim
ve Araştırma Müdürlüğü ve Gölbaşı Tıbbi Cihaz ve Deney Hayvanları
Laboratuvarları ile Sağlık Bakanlığı
Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından
yürütülen GMP Denetimleri de İlaç
İlaç, Biyolojik ve Tıbbi Ürünler Başkan
Yardımcılığı, ilaçlar, ilaç üretiminde
kullanılan etken ve yardımcı maddeler, ulusal ve uluslararası kontrole tabi
maddeler, geleneksel bitkisel tıbbî
ürünler, homeopatik tıbbî ürünler ve
özel amaçlı diyet gıdalar hakkında
düzenleme yapmak, ilaçta etkinlik,
kalite ve güvenliliğin sağlanmasına
yönelik iş ve işlemleri yürütmek, klinik ilaç araştırmaları ve gözlemsel
ilaç çalışmaları ile ilgili işlemleri yürütmek ve ecza depoları hakkında
düzenleme yapmak, ecza depolarının ruhsatlandırılması ile ilgili işlemleri yürütmekle görevlendirilmiştir.
Tıbbi Cihaz ve Kozmetik Ürünler
Başkan Yardımcılığı, tıbbi cihaz ve
kozmetik ürünler hakkında düzenleme yapmak, strateji ve proje geliştirmek ve yürütmek, tıbbi cihaz kullanım güvenliğine dayalı standartların
belirlenmesine yönelik işlemler ile sınıflandırma, risk tanımlama gibi teknik değerlendirmeleri yapmak, tıbbi
cihaz alanında hizmet gören kişi,
kurum ve kuruluşları yetkilendirmek,
yetkilendirme süreçlerinin takibini
yapmak, tıbbi cihazların klinik araştırmalarına yönelik işlemleri yürütmek,
protez, ortez, optik cihazlar ve işitme
cihazları satış ve uygulama merkezlerini yetkilendirmek, tıbbi cihazlar
alanında faaliyet gösterecek onaylanmış kuruluşlara ait iş ve işlemleri
yürütmek, kozmetik ürünlerin ön
inceleme, kayıt ve bildirim işlemlerini yürütmek, kozmetovijilans değerlendirmesi faaliyetlerini yönetmek,
belgelendirme işlemlerini yürütmek,
tıbbi cihaz ve kozmetik ürünlerin tanıtım faaliyetlerine dair düzenlemeleri yapmakla görevlendirilmiştir.
Ekonomik Araştırmalar ve Bilgi
Yönetimi Başkan Yardımcılığı,
Avrupa Birliği müktesebatına uyuma ilişkin iş ve işlemleri yürütmek,
görüş bildirmek, uluslararası standartlara uygun kalite çalışmaları
yapmak, bu kapsamda kurum içi
ve dışı iletişimi ve koordinasyonu
sağlamak, kurumun görev alanına
giren ürünlerin sağlık teknolojilerini değerlendirmek, fiyatlandırma
ve mali etüt çalışmalarını yürütmek,
ruhsata esas ürünlerin fiyatlarını
onaylamak, fiyat takibi yapmak,
tanıtım faaliyetlerine dair düzenlemeleri yapmak, ruhsatlı olmayan
veya ruhsatı bulunsa dahi piyasada
bulunmayan ürünlerin üretiminin
temini veya şahsi tedavi amacıyla
yurtdışından getirilmesini sağlamaya yönelik hizmetler ve endikasyon
dışı ilaç kullanımına ilişkin işlemleri
yürütmek, ilaçların akılcı kullanımını temin etmeye yönelik faaliyetleri
yürütmek, bilgi sistemleri alt yapısının kurulması ve işletilmesi ile ilgili
iş ve işlemleri yürütmek, kurumun
verilerini sayısal verilere dönüştürmek ve istatistiksel çalışmalar yapmakla görevlendirilmiştir.
Analiz ve Kontrol Laboratuvarları
Başkan Yardımcılığı, ilaç, biyolojik
ürünler, tıbbi ürünler ile kozmetik
ürünlerin analizlerini ve tıbbi cihaz
kalite kontrol testlerini yapmak, yaptırmakla görevlendirilmiştir.
Destek Hizmetleri Başkan Yardımcılığı, insan gücü ihtiyacını tespit
etmek ve planlama yapmak, performans değerlendirme ölçütleri oluşturmak, kadro standartlarına ve kariyer planlamasına ait iş ve işlemleri
yürütmek, atama ve nakil işlemleri
ile diğer personel hareketlerini düzenlemek ve yürütmek, personelin
eğitim ve sertifikasyon faaliyetlerini,
özlük, terfi, emeklilik, disiplin ve benzeri işlemlerini yürütmek, 5018 sayılı
Kanun hükümleri çerçevesinde kiralama ve satın alma işlemlerini yürütmek, temizlik, güvenlik, aydınlatma,
ısıtma, onarım gibi destek hizmetlerini yürütmek, yürütülmesini sağlamak, taşınır ve taşınmazlarına ilişkin
işlemleri ilgili mevzuatı çerçevesinde
yürütmek, sosyal hizmetler ile sivil
savunma ve seferberlik hizmetlerini
planlamak ve yürütmek, genel evrak
ve arşiv faaliyetlerini düzenlemek ve
yürütmek, kuruma görev alanına giren ürünlere ilişkin başvuru evrakının
ön incelemesini yapmak, basın ve
halkla ilişkilere yönelik faaliyetlerini
planlamak ve yürütmekle görevlendirilmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
69
Hukuk Müşavirliği, 659 sayılı Genel
Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri
ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre hukuk birimlerine verilen
görevleri yapmak ve Kurum Başkanı
tarafından verilen benzeri görevleri
yapmakla görevlendirilmiştir.
Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve
Kontrol Kanunu ile 22.12.2005 tarihli
ve 5436 sayılı Kanunun 15 inci maddesi ve diğer mevzuatla strateji geliştirme ve malî hizmetler birimlerine
verilen görevleri yapmakla görevlendirilmiştir.
Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı, denetime ilişkin yöntem
ve teknikleri geliştirmek, denetim
alanındaki standart ve ilkelerin
oluşturulmasını sağlamak, denetim
rehberleri hazırlamak, denetimlerin
etkinliğini ve verimliliğini artırıcı tedbirler almak, performans denetimi
yapmak ve kurum personelinin iş
ve işlemleri hakkında Başkanın emri
veya onayı üzerine denetim, inceleme ve soruşturma yapmak, ilaç ve
kozmetik ürünlerin üretim yerlerinin
ve ecza depolarının denetim hizmetleri ile ilaç, tıbbi cihaz ve kozmetik
ürünlerin piyasa gözetimi ve denetimine ilişkin düzenlemeler yapmak,
piyasa gözetimi ve denetimi sistemi
ile ilgili Avrupa Birliğindeki uygulamaları takip etmek, uygulanan piyasa
gözetimi ve denetimi faaliyetlerinin
programlanmasını yapmak, denetimleri koordine etmek, sonuçlarını
değerlendirmek, piyasa gözetimi ve
denetimi çerçevesinde değerlendirme yapmak, teknik mevzuatına uygun olmadığı veya güvensiz olduğu
tespit edilen ürünler için önlem alınmasını sağlamak ve ürün güvenliğine
yönelik tüketici şikâyetlerine ilişkin iş
ve işlemleri yürütmekle görevlendirilmiştir.
Kurum bünyesinde geliştirilen yazılımlar; Uygulamalar ve Doküman
Yönetim Sistemi Projesi (EUP), İlaç
Takip Sistemi (İTS) ve Türkiye İlaç
ve Tıbbi Cihaz Ulusal Bilgi Bankası
(TİTUBB)’dur. SQL ve ORACLE veri tabanları kullanılmaktadır.
E-Uygulamalar ve Doküman Yöne70
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
tim Sistemi Projesi (EUP); T.C. Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel
Müdürlüğü bünyesinde yürütülen,
elektronik ortamda evrak döngüsünün sağlanması, işlemlerin elektronik yürütülmesi ve elektronik arşiv
oluşturulması amacıyla 2007 yılında
başlatılan “IEGM07 Projesi”, İlaç ve
Eczacılık Genel Müdürlüğü adının
02.11.2011 tarih ve 28103 sayılı Mükerrer Resmi Gazete’de 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu olarak
değiştirilmesinin ardından “Türkiye
İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu E Uygulamalar ve Doküman Yönetim Sistemi
Projesi (EUP)” adıyla halen devam etmekte ve geliştirilmektedir.
Bu projenin amacı, Kurumun iş ve
işlemlerini yürüttüğü ve takibini
yaptığı tüm işlerin yürütülmesinde
aktif rol oynayacak ve işlediği bilgilerle ilgili verileri paydaşlara ve diğer kurumlara web servisi ile online
verecek duruma hazır hale gelmesi
için uygun bir yazılım sisteminin
oluşturulmasıdır. Bu proje kapsamında Türkiye’de ruhsat başvurularının
elektronik ortamda kabul edilmesine
03 Ocak 2011 tarihi itibarıyla başlanılmış olup 2011 yılı itibarıyla yapılan
tüm başvurular birimlerce elektronik
olarak kabul edilmekte ve yürütülmektedir. Kurum elektronik imzaya
tam anlamıyla geçmiş bulunmaktadır. Tüm evrak akışı elektronik olarak
yapılmaktadır.
İlaç Takip Sistemi (ITS)
181 sayılı “Sağlık Bakanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”de Bakanlığımıza
“ilaç güvenliliğinin sağlanması” görevi verilmiştir. Bu amaçla, adı geçen
KHK’nın 2’nci maddesi (d) fıkrası ve
11 inci maddesi (c) fıkrasına dayanılarak, ilaçların izlenebilirliğinin sağlanması için 02 Şubat 2008 tarihinde
“BeşeriTıbbi Ürünler Ambalaj ve Etiketleme Yönetmeliği”nde yapılan bir
değişiklikle ürünler üzerinden kupür
kaldırılmış, yerine “karekod” adıyla
yeni bir tanımlayıcı konulmuştur.
Bakanlığımız, karekod bilgileri ile
ürünlerin izlenmesi için “İlaç Takip
Sistemi” adında bir altyapı kurmuştur.
İlaç Takip Sistemi Projesi ile piyasada
bulunan tüm ilaçların, kutu bazında
bir takip numarası ile kayıt altına alınarak üretimden tüketilinceye kadar
her aşamada takibi sağlanmaktadır.
İlacın üretim ya da ithalatından hastaya ulaşmasına kadar ilaçla ilgili tüm
hareketler sistem tarafından kayıt
altına alınmaktadır. Sistem, her kutu
ilacı gittiği her noktadan bildirim alarak izlemeyi gerçekleştirmektedir.
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Ulusal
Bilgi Bankası Portalı (TİTUBB)
TİTUBB, Tıbbi Cihazların benzersiz
barkod numaraları kullanılarak Tıbbi
Cihaz Yönetmelikleri çerçevesinde,
tedarikçi firmalar tarafından sunulması gereken bilgileri içeren web
tabanlı elektronik bilgi bankasıdır.
TİTUBB çalışmalara başlanılan 2006
yılından bugüne, sadece tıbbi cihazlara ait bilgilerin girildiği bir veri tabanı olmaktan öte ülkemizde tıbbi
malzemelerin regülasyonunu sağlayan Sağlık Bakanlığı, genel sağlık sigortası çerçevesinde geri ödemesini
gerçekleştiren Sosyal Güvenlik Kurumu ve tedarik esaslarını belirleyen
Kamu İhale Kurumu iş, süreç ve akışlarını elektronik ortama aktarmayı
başarmıştır. TİTUBB kapsadığı veriler
ve bilgi birikimi ile dünyada açık ara
tek örnek veri tabanı durumundadır.
TİTUBB, “Sağlıkta Yeniden Yapılanma”
adı altında özetlenen ve sağlık hizmetinde performansı, hizmetin verimliliği, kalitesinin ölçülebilirliği ve
denetlenebilirliği öngören çalışmalar
çerçevesinde, ilaç, tıbbi sarf malzemesi ve tıbbi cihazların satın alınması, stok yönetimi, fatura edilmesi
gibi temel tıbbi malzeme yönetimi
süreçlerinin etkin ve verimli bir şekilde yönetilebilmesinde ihtiyaç olan
enformasyon sistemlerinin kurulabilmesi için gerekli çalışmalar Hacettepe Üniversitesi Araştırma Projeleri
tarafından geliştirilip kullanıma sunulmuştur. Projenin yürütülmesi için
Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
ile Hacettepe Üniversitesi arasında
görüş birliğine varılmış ve protokol
düzenlenmiştir. Söz konusu protokole Kamu İhale Kurumu da dâhil
edilerek tıbbi cihaz alımlarının EKAP
çerçevesinde elektronik ihaleler ile
tedarik edilmesi hedeflenmiştir.
kampus
TURGUT ÖZAL
ÜNİVERSİTESİ
72
KURULUŞ
MİSYON
2008 yılında kurulan Turgut Özal Düşünce ve Hamle Vakfı, Turgut Özal’ın
adını yaşatmak, ülkemiz ve insanlık
için evrensel bilgi düzeyine sahip
nice Özalların yetişmesine vesile olmak amacıyla Turgut Özal Üniversitesinin kuruluş çalışmalarına başlamıştır. Yükseköğretim Kurulu’na 2009
yılı Şubat ayında yapılan başvuruyu
takiben mevzuatta öngörülen süreçler tamamlanmış ve TBMM Genel
Kurulunda 23 Haziran 2009 tarihinde kabul edilen 5913 sayılı Kanunla,
bünyesinde İktisadi ve İdari Bilimler,
Hukuk, Mühendislik ve Tıp Fakülteleri ile Sosyal Bilimler, Fen ve Sağlık
Bilimleri Enstitüleri olmak üzere, Turgut Özal Üniversitesinin kurulmasına
onay verilmiştir. İlgili Kanunun 07
Temmuz 2009 tarih 27281 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmasıyla birlikte Turgut Özal Üniversitesi tüzel kişiliğini kazanmıştır.
Üniversite, paydaşlarının memnuniyetini ve gelişimini evrensel düzeyde
tesis etmek için; bilimsel düşüncede
çoğulcu eğitim-öğretim anlayışıyla
ve çıktıların uygulamaya katkısı ile
insanlığa hizmet sunarak, bilgi üreten ve yayan, rekabetçi, özgürlükçü
ve girişimci bireylerin yetiştirilmesini
misyon edinmiştir. Bunu gerçekleştirmek amacıyla;
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
• Üretimi ve rekabet gücünü artırmaya yönelik ülke ihtiyaçlarını ön
planda tutma,
• Ülkemizin yurt dışındaki saygınlı-
ğına katkıda bulunacak nitelikte
özgün bilimsel araştırmalar yapma,
• İnovasyon kültürünü geliştirerek,
ezberleten değil düşündüren, sorgulayan, araştıran ve özümseten
ileri düzeyde bir eğitim düzeyine
ulaşma,
• Özel sektör, sivil toplum kuruluşla-
rı ve kamu kuruluşları ile aktif katılım ve kalıcı işbirliğine dayalı öncü
projeler geliştiren, onlarla birlikte
yeni çözümler üreten, dünyadaki
bilimsel gelişmeleri yakından takip eden, üniversite-toplum bütünlüğünü sağlayacak bir yapıyı
geliştirme,
• Eğitim
ve araştırmacılık özellikleriyle yurtdışında başarıları ile
temayüz etmiş bilim adamlarının
Turgut Özal Üniversitesini tercih
etmelerini sağlayarak tersine beyin göçüne katkıda bulunma, Üniversitenin başlıca faaliyet alanlarını teşkil edecektir.
VİZYON
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa
Kemal Atatürk’ün eğitimde gösterdiği “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür”
nesiller yetiştirme hedefi ile ülkemi-
zin çağdaş ülkeler düzeyine ulaşma
çabasına büyük katkıları olan 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın “hür ve
serbest düşünce, din ve vicdan hürriyeti, serbest teşebbüs” ilkelerinden
yola çıkan Turgut Özal Üniversitesinin Vizyonu; “Evrensel değerleri esas
alarak, eğitim, araştırma ve hizmeti
bütünleştiren uluslararası alanda
önde gelen bir üniversite olmaktır.”
TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİNDE
YÜKSEKÖĞRENİMİN AYRICALIKLARI
İngilizce Programlar
Turgut Özal Üniversitesindeki programların bir kısmında eğitim dili %
100 İngilizcedir. Seçilen programlar
mesleki açıdan İngilizcenin önemli
olduğu ve uluslararası öğrencilerin
de eğitim gördüğü programlardır.
Yurt Dışında Öğrenim Görme İmkânı
Turgut Özal Üniversitesi, öğrencilerine Avrupa ve Amerika’da işbirliği
anlaşması yapılan üniversitelerde
isteğe bağlı bir veya iki yıl öğrenim
görme imkânı sunulmaktadır. Bu
şekilde, öğrencilerimiz, çift diploma
alma imkânına sahip olabilmektedir.
Avrupa Birliği Erasmus Programı kapsamında Avrupa’daki üniversitelerle
yapılan ikili anlaşmalarla öğrenciler
Avrupa’nın önde gelen üniversitelerinde bir ya da iki yarıyıl eğitim alabilmektedir.
Öğrenci Başarısını Takip Sistemi
Her yarıyılda ara ve dönem sonu sınavlarından sonra ders ve sınav başarıları üzerinde yapılan değerlendirmelerle, öğrencilerin ders başarılarını
arttırmaya yönelik süreklilik arz eden
bir uygulama esas olmaktadır.
gelmektedir. İlgi alanlarına giren
mesleklerdeki işadamları ve yöneticiler ile görüşerek bu kişilerin deneyim ve görüşlerinden yararlanma,
mezun olduktan sonra iş bulabilme
imkânlarına sahip olabilmektedir.
Mezuniyet Sonrası Takip ve Destek Sistemi
Çift Ana Dal-Yan Dal Programları
Ana Dal lisans programlarını başarıyla yürüten öğrenciler ikinci bir dalda
da lisans diploması alma imkânına
sahip olmaktadırlar. Aynı zamanda
çift ana dal programlarında belirlenen tüm dersleri başarı ile bitirmeleri
halinde ikinci bir diploma almaya
hak kazanmaktadırlar. Kendi bölümlerinin derslerini başarıyla yürüten
öğrencilerin ilgi duydukları başka bir
dalda öğrenim görmelerini ve disiplinler arası birikime sahip olmalarını
sağlamak amacıyla Yan Dal uygulaması da geçerlidir. Yan dal olarak öğrenim gördüğü bölümde belirlenen
tüm dersleri başarı ile bitiren Turgut
Özal Üniversitesi öğrencilerine yan
dal sertifikası verilmektedir.
Kariyer Merkezi tarafından uygulanan “Mezuniyet Sonrası Takip Sistemi” ile mezun öğrencilerin başarıları
takip edilmekte, referans bulma ve iş
imkânlarını geliştirmelerine destek
sağlanmaktadır.
Öğrenci Danışmanlığı Sistemi
Turgut Özal Üniversitesinin bütün
öğrencilerinin akademik ve mesleki
yönden gelişimleri takip edilmektedir. Öğrencilerin ihtiyaç duymaları
halinde başvurabilecekleri danışman
öğretim elemanları görevlendirilmektedir. Danışmanlık hizmetinde
öğrenciler öğretim üyeleri ile her
zaman rahatlıkla görüşebilmekte,
akademik ve mesleki gelişimleri için
gerekli yardımı alabilmektedir.
Meslek Sahipleri ve İşadamları
ile Kariyer Günleri
TIP FAKÜLTESİ
Kariyer Merkezi tarafından öğretim
yılı içerisinde sürekli olarak düzenlenen “Kariyer Günleri” programlarıyla
özel sektör ve kamu kurumlarının
başarılı temsilcileri ile Turgut Özal
Üniversitesi öğrencileri bir araya
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi,
üst düzeyde bilgi birikimi ve “bilgikullanım” yetenekleri ile donatılmış,
iyi insan ve iyi hekimliğin bir gereği
olarak iyi teşhis koyabilen ve tedavi edebilen, koruyucu hekimliği ve
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
73
toplum sağlığını ön planda tutan,
sağlıklı iletişim kurabilen, etik değerleri olan hekimler yetiştirmeyi amaç
edinmiştir.
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Temel, Cerrahi ve Dâhili Tıp Bilimleri
Bölümlerinden müteşekkildir. Temel
Tıp Bilimleri Bölümüne bağlı 4 bilim
dalı, Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümüne bağlı 12 anabilim dalı, Dâhili Tıp
Bilimlerine bağlı 11 ana bilim ve 10
bilim dalı mevcuttur. Bütün anabilim
ve bilim dallarının organizasyonu,
uzmanlık ve yan dal uzmanlık eğitimleri verilecek şekilde tamamlanmıştır.
Bütün anabilim dallarında ve 4 bilim
dalından üçünde Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) veya yan dal uzmanlık eğitimi giriş sınavları ile ihtisas yapmaya
hak kazanmış doktorların eğitimi sürmektedir. Bugün için; Anesteziyoloji,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Kadın
Hastalıkları ve Doğum, Genel Cerrahi,
İç Hastalıkları, Çocuk Cerrahisi, Klinik
Biyokimya ve Mikrobiyoloji, Üroloji
ve Beyin Cerrahisi anabilim dalları ile
Yeni Doğan, Gastroenteroloji bilim
dallarında araştırma görevlilerine
1997 yılından beri uzmanlık eğitimi
verilmektedir.
Tıp eğitimi için gerekli altyapıyı hazırlayan Turgut Özal Üniversitesi Tıp
Fakültesi, çok kısa süre içinde tıp öğ74
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
rencilerine eğitim vererek ülkemizin
eğitimine de önemli ölçüde katkıda
bulunmuştur. Bilgili, yeterli, karakter sahibi, kendi kendini eğitebilme
yeteneğine ve ilk defa karşılaştığı
problemleri çözebilecek niteliklere
sahip, verdiği kararları bilgi, bulgu ve
tecrübeye dayanan, çalışkan, dürüst,
davranışları tıp mesleği ve hekimlik
geleneklerine uygun olan, hayatı boyunca öğrenmeye kararlı, ülkeye ve
insanlığa hizmet amacı ile tıp biliminin gelişmesi için çalışan, hastalarına karşı müşfik, anlayışlı ve sorumlu
olan ve hasta bakımında çevre şartlarına göre en yüksek tıp standartlarını
kullanan mezunlar vermeyi amaçlamaktadır.
en verimli şekilde sunmayı, hasta
memnuniyetini ön planda tutarak
teknolojik imkânları, tanı ve tedavi
metotlarını uygulamayı, böylece, ülkemiz insanına yararlı olmayı ve devletimizin sağlık alanındaki yükünü
azaltmayı öncelikli hedefleri arasında
saymaktadır.
Kısa zamanda akademik örgütlenmesini tamamlayan Turgut Özal
Üniversitesi Tıp Fakültesi, sağlık hizmetlerini, anlaşmalı hastanelerde
vermektedir. Sahasında kendini ispatlamış öğretim üyeleri hasta hizmetleri ve asistan eğitimi faaliyetleri yanında, araştırmalara da önem
vermektedirler. Yaptıkları ve yurt
dışındaki çok saygın dergilerde yayınlanan makalelerle, Üniversitenin
bilimsel yetkinliğinin artmasına katkıda bulunmaktadırlar.
MODERN VE DONANIMLI
LABORATUVARLAR
İnsanlık için en kutsal hizmet kabul
edilen sağlık hizmetini insanlığa
Turgut Özal Üniversitesi Araştırma
ve Uygulama Hastaneleri, 40 yıllık
köklü bir hastane geleneğine sahiptir. Hastane hizmetlerini tıp fakültesi
ile taçlandırmıştır. Fakülteye bağlı
olarak Beştepe’de, Çankaya’da ve
Demetevler’de 3 hastane hizmet vermektedir
Temel Tıp Bilimleri binasında modern teknoloji ile donatılmış öğrenci
eğitim ve araştırma laboratuvarları
bulunmaktadır. Anatomi, Fizyoloji,
Histoloji ve Embriyoloji, Biyokimya,
Mikrobiyoloji, Patoloji ve Farmakoloji
öğrenci ve araştırma laboratuvarları
mevcuttur. Turgut Özal Üniversitesi öğrencileri bu laboratuvarlarda
tecrübeli hocalardan uygulamalı tıp
dersleri almaktadır. Laboratuvarlarda her öğrenciye bir mikroskop
düşmektedir ve öğrenciler temel
REKTÖRDEN
Ulusal, Bölgesel ve Küresel Alanda İhtiyaçlara Cevap Verecek Bir Dünya Üniversitesi
Eğitime hak ettiği değer ve önemi veren, en verimli yatırımın insana ve
eğitime yapılan yatırım olduğunun bilinciyle hareket eden, Türkiye’nin
dışa açılmasında, çağ atlamasında ve özgürlüklerin genişletilmesinde
önemli hamleler gerçekleştiren 8. Cumhurbaşkanımız Rahmetli Turgut
Özal’ın ismini taşıyan Üniversitemiz; gelişmiş ülkelerin standartlarını
her yönüyle yakalamış, bölgesinde ve dünyada sözü dinlenen güçlü
bir Türkiye hedefi istikametinde var olan güzide yükseköğretim
kurumlarımız arasında yeni bir sıçrama ve atılım rampası olmaya
adaydır.
Çağın bilimsel seviyesini yakalamış ve aşmayı hedef edinmiş; analitik,
önyargısız ve kuşatıcı bir perspektif ve ufuk sahibi öğrenciler yetiştirmeyi
misyon edinen üniversitemizin hedefi ülkemizin en iyilerden biri
olmaktır.
Üniversitemiz, öncelikle günümüzün gelişmiş üniversitelerinde aranan
modern altyapı; çağdaş eğitim-öğretim ve araştırma ortamı; öğrencilere
günün şartlarına uygun bir formasyon kazandıran, kariyer planlamada
yardımcı olan ve evrensel düzeyde bilgi üreten, kendini bilimsel olarak sürekli yenileyen, araştıran, üreten
aktif ve dinamik bir akademik kadro; kaliteli bir yabancı dil eğitimiyle birlikte, çok kültürlü ve uluslar
arası ortam gibi özellikleriyle sürekli araştıran ve düşünen nitelikli öğrencilere ev sahipliği yapmayı
amaçlamaktadır. Dinamik akademik kadromuz, çok yönlü hazırlanmış programlar çerçevesinde, güncel
kitaplar ve yayınlarla, öğrencilerle iyi bir iletişim kurarak ve interaktif yöntemlerle dünyada yaşanan
değişimleri de yansıtacak biçimde öğrencilerin fonksiyonel uyum kazanmasını; yüksek bir motivasyonla
bireysel çalışma disiplinine sahip, inisiyatif alabilen ve liderlik yapabilen; yenilikçi ve üretken; insanî ve
ahlaki değerlere ve sorumluluk bilincine sahip; insan hak ve özgürlüklerine saygılı; başarılı ve yararlı fertler
olarak toplumla bütünleşmesini sağlayacak ve onlara araştırma ruhu ve öğrenmenin yolunu öğretecektir.
Özetle; Turgut Özal Üniversitesi, ulusal, bölgesel ve küresel alanda ihtiyaçlara cevap verecek ‘Bir Dünya
Üniversitesi’ olacaktır.
Prof. Dr. Erol ORAL
laboratuvar uygulamaları ve deneysel araştırmaları planlama ve yapma
imkânına sahiptirler.
Genetik Hastalıklar Tanı Merkezi
ve Araştırma Laboratuvarı
Son yılların yükselen trendi olan Genetik, bünyesinde moleküler genetik,
sitogenetik, pediatrik genetik, moleküler biyoloji, bitki ve hayvan gene-
tiği, biyoteknoloji, tıbbi genetik, adli
tıp, nörogenetik, kök hücre genetiği,
epigenetik, sentetik biyoloji, genetik
mühendisliği, gelişim biyolojisi gibi
birçok çalışma alanını barındıran geniş bir bilim dalıdır. Bu yüzden genetik, bir disiplin olmaktan öte, biyolojik hadiselere bakış ve yaklaşım tarzı
olarak da adlandırılabilir. Dolayısıyla
genetik, tıbbın her alanındaki kişiyi
yakından ilgilendirmektedir.
Mesleki Beceri Laboratuvarı
Laboratuvarın kuruluş amacı, insancıl
tıp eğitimi yaklaşımıyla Turgut Özal
Üniversitesi Üniversitesi Tıp öğrencilerine, hasta üzerinde uygulama
yapmadan önce maketler üzerinde
uygulama yaptırarak, çeşitli tıbbi girişimleri gerektiği gibi yapmayı öğretmektir.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
75
Simüle Hasta Laboratuvarı
Tıbbi simülasyon son on yılda hızla
gelişen bir alandır. Tıbbi simülasyon
sistemleri sayesinde hastaya herhangi bir zarar verme riski olmadan yeni
teknikler öğrenilebilmektedir.
Kadavra Salonu
Laboratuvarın ilk kısmında maket ve
kemikleri sakladığımız dolapları bulunmaktadır. Burada, teorik derslerde anlatılan insan anatomisi ile ilgili
yapıların modelleri ve insan iskelet
sistemine ait kemikler yer almaktadır.
İkinci kısım öğrencilerin aktif olarak
kullanabildikleri esas kısmı oluşturmaktadır. Bu bölüm de öğrencilerin
modelleri-maketleri inceleyebilecekleri bir bölümdür.
BÖLÜMLER ve ANA BİLİM DALLARI
TEMEL TIP BİLİMLERİ BÖLÜMÜ
• Anatomi Ana Bilim Dalı
• Biyofizik Ana Bilim Dalı
• Biyoistatistik Ana Bilim Dalı
• Fizyoloji Ana Bilim Dalı
• Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim
Dalı
• Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim • Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ana
Dalı
• Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı
• Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı
• Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı
• Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana
Bilim Dalı
• Kalp Damar Cerrahisi Ana Bilim
Dalı
• Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları
Ana Bilim Dalı
• Plastik,
Rekonstrüktif ve Estetik
Cerrahi Ana Bilim Dalı
• Tıp Tarihi ve Etik Ana Bilim Dalı
lim Dalı
• Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Hastalıkları Ana Bilim Dalı
• Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bi• Acil Tıp Ana Bilim Dalı
lim Dalı
• Anesteziyoloji ve Reanimasyon • Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim
CERRAHİ TIP BİLİMLERİ BÖLÜMÜ
Ana Bilim Dalı
76
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
• Romatoloji Bilim Dalı
• Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı
• Allerjik Hastalıklar Bilim Dalı
• Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı
• İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı
• Gastroenteroloji Bilim Dalı
• Hematoloji Bilim Dalı
• Endokrinoloji ve Metabolizma
Hastalıkları Bilim Dalı
• Nefroloji Bilim Dalı
• Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı
• Romatoloji Bilim Dalı
• Onkolojik Cerrahi Bilim Dalı
• Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bi- • Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
lim Dalı
• Kardiyoloji Ana Bilim Dalı
• Üroloji Ana Bilim Dalı
• Nöroloji Ana Bilim Dalı
• Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı
• Nükleer Tıp Ana Bilim Dalı
• Radyoloji Ana Bilim Dalı
DÂHİLİ TIP BİLİMLERİ BÖLÜMÜ
• Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim
• Adli Tıp Ana Bilim Dalı
Dalı
• Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı
Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bi• Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana • Ruh
lim Dalı
Bilim Dalı
• Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı • Tıbbi Farmakoloji Ana Bilim Dalı
• Çocuk İmmünolojisi ve Allerji Has- • Tıbbi Genetik Ana Bilim Dalı
• Tıbbi Biyokimya Ana Bilim Dalı
talıkları Bilim Dalı
• Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı
• Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı
• Tıbbi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı • Neonatoloji Bilim Dalı
• Tıp Eğitimi ve Bilişimi Ana Bilim • Çocuk Hematoloji ve Onkoloji BiDalı
Bilim Dalı
Dalı
SAĞLIK YÜKSEKOKULU
Sağlık Yüksekokulu bünyesinde kurulan, Çocuk Gelişimi, Sosyal Hizmet ve
Odyoloji Bölümleri 2012-2013 eğitim
öğretim yılında öğrenci alarak eğitim
vermeye başlamıştır.
İlerleyen dönemde Okulumuzun;
Üniversitemiz Hemşirelik Yüksekokulu ile Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
Yüksekokulu ile birleşerek Sağlık Bilimleri Fakültesine dönüşümü hedeflenmektedir. Böylece sağlığın çok
boyutluluğundan hareketle; bilimsel
bilgi ışığında, değişime ve gelişime
açık, toplumsal duyarlılık ve sorumluluğu olan, sorun çözme yeteneği gelişmiş, öğrenmeye istekli, öğretim ve
akademik faaliyetlerde insan ve sağlık konularına bütüncül ve kesintisiz
yaklaşım ilkeleriyle donanımlı hemşirelik, fizyoterapi, çocuk gelişimi,
sosyal hizmet ve odyoloji alanında
nitelikli lisans mezunları yetiştirmeyi
amaçlamaktadır.
Sağlık konusuna çeşitli boyutlarla
yaklaşan, sağlık-yaşam kalitesi ilişkisini kavrayan, sağlık sektöründe
bilimsel, teknolojik, sosyal ve ekonomik değişimleri izleyen ve bu değişimleri yönetebilen, uluslararası
düzeyde geçerli bilgi ve beceri birikimine sahip mezunlar yetiştirmek de
diğer amaçlar arasındadır.
Bu amaçlarla Sağlık Yüksekokulu
bünyesindeki bölümler, günümüz bilim, meslek ve disiplin alanlarının ışığında ve ülke gereksinimlerine göre
ele alınarak; akademik kadro, altyapı
ve donanım açısından nitelikli eğitim
vermeyi hedeflemektedir.
Sağlık Yüksekokuluna bağlı bölümlerin öğretim programları, uluslararası akreditasyon kuruluşlarının öngördüğü ölçütler ve Bologna süreci
doğrultusunda hazırlanmıştır. Her
bölümün öğretim programında temel bilimler ve mesleğe özgü dersler
yer almaktadır. Kuramsal olarak işlenen dersler, deneysel ve beceri laboratuvarlarında yapılan uygulamalarla
desteklenmektedir. Mesleklere özgü
bilgi, beceri ve değer boyutlarıyla
öğrenci yetişmesine önem verilmektedir. Öğrencilere klinik stajlar,
saha çalışmaları, bitirme projeleri ve
sosyal sorumluluk çalışmaları ile profesyonel meslek hayatına hazırlanma
olanağı sunulmaktadır. Bu süreçler,
danışman öğretim elemanları gözetiminde ve öncelikli olarak Turgut Özal
Üniversitesinin çeşitli kurumlarında
gerçekleştirilmektedir.
HEMŞİRELİK YÜKSEKOKULU
Turgut Özal Üniversitesi Hemşirelik
Yüksekokulu, insan haklarına saygılı,
toplumun sağlık ihtiyacı doğrultusunda, bilgili ve becerikli, bireylerin
bakımını mesleki standartlar içinde
karşılayabilecek, bunları yerine getirirken mesleki etik ilkeleri göz önünde bulundurabilecek profesyonel
hemşireler yetiştirmek ve hemşirelikte eğitim, araştırma ve bakım alanlarında uluslararası seviyenin üstüne
çıkmayı amaç edinmiştir.
FİZİK TEDAVİ VE
REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU
Fizyoterapistlik mesleğinin icrasında
insan sevgisi, iletişim becerisi, pozitif ve yaratıcı düşünme, yaşam boyu
öğrenme motivasyonu ve multidisipliner çalışmalara yatkınlık önemli
prensiplerdendir. Turgut Özal Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu öğrencileri eğitim
süresince, anatomi, fizyoloji, nöroloji,
ortopedi, beyin sinir cerrahisi, kadın
hastalıkları ve doğum, histoloji, patoloji, dahiliye, romatoloji, pediatrik
nöroloji ve nöroanatomi gibi temel
tıp bilimleri yanında, biyomekanik,
ısı-ışık, kinezyoloji, psikoloji, rehabilitasyon ilkeleri, normal motor gelişim,
manipulatif fizyoterapi, elektroterapi, nörofizyolojik yaklaşımlar, kardiyak rehabilitasyon, nörolojik rehabilitasyon, ortez ve rehabilitasyon,
iş ve uğraşı tedavisi, sporcu sağlığı,
tedavi hareketleri ve psikososyal rehabilitasyon gibi kapsamlı, mesleğe
özgü teorik ve pratik dersler almaktadırlar. Eğitimin 2. ve 3. sınıflarda 2
şer haftalık 4.sınıfta ise yıl boyu süren
klinik stajlar, yılsonunda ise hastalar
üzerinde uygulama ve değerlendirme sürecini içeren bitirme sınavı
uygulanmaktadır. Eğitim müfredatı ülkemizdeki kurulmuş okullar ile
gelişmiş ülkelerdeki ders ve koşulların harmanlanması ile oluşturulmuş
süreğen bir güncelleme faaliyeti ile
desteklenmiştir. Okulumuzun hedefi
fizyoterapist yetiştirme konusunda
çalışan uluslararası kurum ve kuruluşlarla ortaklaşa çalışmalar yürüterek bu alanda ülkemizde ve dünyada
adı anılır bir yere sahip olmaktır.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
77
kültürsanat
Orijinal Adı : “Epic”
Tür: Macera, Animasyon
Süre: 1 saat 42 dakika
)
DOGAL KAHRAMANLAR
Eğlenceli bir animasyon filmi olan
Doğal Kahramanlar, doğayı ayakta
tutma çabası içindeki iyilerle, dünyayı yok etmeye çalışan kötüler arasında geçen savaşı konu ediniyor.
Genç bir kız bir anda kendisini iyi ve
kötü güçlerin kıyasıya savaştığı bir
ormana sürüklenmiş olarak bulur.
Kendinin bambaşka bir dünyanın
içinde bulan Mary kendi dünyasında olduğundan çok daha inançlı bir
şekilde onlara yardım etmek için çalışacaktır. Bir grup ayak takımı ile iş
birliği yapan Mary, hem onların dünyasını hem de bizimkini kurtarmaya
çalışacaktır.
Yönetmenliğini Buz Devri’ndeki deli
sincap Scrat karakterine sesiyle hayat veren ve Buz Devri serisinin çeşitli
kısa filmlerinde yapımcı olarak yer
alan Chris Wedge’in üstlendiği filmin
senaryosu ise Tom J. Astle, Matt Ember, James V. Hart, William Joyce ve
Daniel Shere’dan oluşan kalabalık bir
ekibin elinden çıkma.
BİLİNMEZE DOĞRU:
STAR TREK
Orijinal Adı : “Star Trek Into Darkness”
Oyuncular: Chris Pine, Zachary Quinto,
Zoe Saldana, Karl Urban, Simon Pegg,
John Cho, Benedict Cumberbatch, Anton Yelchin, Bruce Greenwood
Tür: Bilim-Kurgu, Aksiyon, Macera
Süre: 2 saat 10 dakika
Ünlü yönetmen J. J. Abrams, Star
Trek’i Bilinmeze Doğru götürecek
muhteşem bir aksiyon macera sunuyor. Atılgan gemisi mürettebatıyla
dünyaya geri çağrıldığında, karşılaştıkları manzara çok güçlü bir terör örgütünün donanmalarını ve ona bağlı
olan her şeyi yerle bir ettiği bir facia
olur. Kaptan Kirk’ün bitirmesi gereken şahsi bir kavgası vardır ve bu tek
kişilik kitle imha silahını bulmak için
78
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
aramaya koyulur. Hayatta kalmak ile
ölüme teslim olmak arasında mekik
dokuyan kahramanlar, bu macerada
aşk, dostluk ve fedakârlıklar sınavlarından geçeceklerdir. Kirk tek ailesi
olarak nitelendirdiği mürettebatı için
fedakârlığın anlamını yeniden sorgulayacaktır.
Bilim-kurgu, aksiyon ve dramı harmanladığı yapımlarla 2000’li yılların
en sevilen yönetmen-yapımcıları
arasına giren J.J. Abrams, seyirciyi
kendi imzasını taşıyan ikinci Star Trek
macerasına götürüyor. Filmin senaryosunda Roberto Orci, Alex Kurtzman ve Damon Lindelof’un imzası
bulunurken Chris Pine, Zachary Quinto, Benedict Cumberbatch ve Zoe
Saldana kadronun öne çıkan isimleri
arasında.
SA RAYDA N K I Z K AÇI R M A - PEKİ N
PEKİN’DE SARAYDAN KIZ KAÇIRMA
Pekin’de ilk kez sahneye çıkan W.A.
Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma”
operası ÇİN’de Türk Kültür Yılı Etkinlikleri çerçevesinde ilklere imza attı.
Çin
Halk
Cumhuriyeti’nde,
Türkiye’den bir opera topluluğu ile ilk
kez bu denli kapsamlı bir turne gerçekleştirildi ve bu eserin Pekin Prömiyeri Ankara Devlet Opera ve Balesi
tarafından yapıldı. Türkiye adına heyecan ve gurur verici olan bu etkinlikte Orkestra şefliğini Devlet Opera ve
Balesi Genel Müdürü ve Genel Sanat
Yönetmeni Rengim Gökmen’in yaptığı eseri Başrejisör Yekta Kara sahneye koydu, dekor tasarımını Çağda
Çitkaya, kostüm kreasyonunu Şanda
Zıpçı, ışık tasarımını ise Fuat Gök yaptılar. Ankara Devlet Opera ve Balesi
solo, koro ve orkestra sanatçılarının
üst düzey bir performans sergiledik-
leri eserin koro şefliğini Lyubomira
Aleksandrova üstlendi. Ankara Devlet Opera ve Balesi Müdürü Aykut
Çınar’ın başrollerden birini üstlendiği eserde Selim Paşa rolünü Devlet
Tiyatrosu sanatçısı Okan Şenozan
oynadı.
Temsil Pekin’de, 219.400 metrekarelik bir alana yayılan, 6513 seyirci kapasiteli 4 adet salonu olan ve Fransız
mimar PAUL ANDREU’nun imzasını
taşıyan bir tasarım harikası olarak
kabul edilerek “THE GIANT EGG” (dev
yumurta) adıyla da anılan Ulusal Sahne Sanatları Merkezinde gerçekleştirildi. 2416 kişilik Opera Salonu’nu
dolduran seyirciler, Türk sanatçıların
sahnelediği ve Osmanlı kültürü ile
geleneklerini konu alan Saraydan Kız
Kaçırma eserini büyük bir beğeniyle
izledi ve temsil bol alkış aldı. Temsil-
den 2 saat önce ise; iki Ülkenin Opera
Kurumları işbirliklerini bir Mutabakat
Zaptıyla taçlandırdılar.
Çin halkına sanat alanında hizmet
etmeyi, sanatta mükemmeliyeti elde
etmeyi ve evrensel olarak kabul görmeyi hedefleyen Çin Ulusal Sahne
Sanatları Merkezi Başkanı Dr. Jingmao Yang ile Devlet Opera ve Balesi
Genel Müdürü Prof. Rengim Gökmen
arasında imzalanan 3 yıl süreli Mutabakat Zaptı iki Ülkenin Opera Kurumları arasında sanatçı ve prodüksiyon
değişimini amaçlıyor.
Her iki Ülkenin ulusal sanat kurumları
olan bu iki kuruluş, profesyonel işleyişlerini en üst düzeyde güçlendirmek ve sanatçı kaynaklarının yoğun
değişimini sağlamak için karşılıklı ziyaretler ve idari personel değişimleri
yapmak üzere anlaştılar.
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
79
kitap
YİYELİM İÇELİM, TARİHİNİ BİLELİM
Antik Çağdan günümüze, beslenmenin ve yiyecek-içecek kültürünün binlerce
yıllık serüveninin anlatıldığı kitabın yazarı Deniz Gürsoy, kitabın içeriğini şöyle
anlatıyor:
“Yemek, bireyin en temel gereksinimi olduğu kadar toplumsal, hatta ulusal
kimliğin oluşturucu öğelerinden biri olarak da nitelendirilebilir. Bu nedenledir
ki, yemeğin toplumsal süreçlerle değişim ve gelişimi gelenek oluştururken, onu
aynı zamanda sanat katına da yükseltti.
Yazar: Deniz Gürsoy
Yayınevi: Oğlak Yayıncılık
Yayın Tarihi: 2013
Dili: Türkçe
Yemek sanatı, binlerce yıldır değişik amaçlarla, farklı açılardan değerlendirildi. Konuyla ilgili akademik çalışmalar, bilimsel incelemeler bir yana, bugün
yalnızca yemek tariflerini içeren kitapların sayısı bile binlerle ifade edilebilecek
rakamlara ulaşmıştır. Ancak, insanların ev dışında, gerek tek başına, gerek aile
olarak, gerekse daha kalabalık gruplar hâlinde yeme ve içme gereksinimlerini
karşılayan yiyecek içecek hizmetleri sektörünün tarihsel evrimine ışık tutacak
yeterli inceleme olmadığı gibi, günümüzde üstlendiği misyonu yansıtacak çalışmalardan da yoksunuz.
Tam yirmi yıl boyunca toplu yemek hizmetleri sektöründe görev yapan biri olarak, bu tür çalışmaların eksikliğini hep duydum. Böyle bir kitabı hazırlama düşüncesi de özellikle, duyduğum bu eksiklikten kaynaklandı.”
FENA:
MEVLÂNA’DA ÖZGÜRLÜK
Yazar: Ekrem Özdemir
Yayınevi: Otorite Yayınları
Yayın Tarihi: 2013
Sayfa Sayısı: 206
Yedi asır sonra bugün Mevlâna bize insan iradesi konusunda ne söylemektedir? Özgürlük
anlayışıyla nasıl bir model sunmaktadır? İnsan
nasıl özgürleşir? Kişinin iradesiyle Allah’ın iradesi arasındaki ilişki Mevlâna’da nasıl şekillenmektedir? İslam âleminin pasiflik ve kadercilikle itham edildiği bir çağda, İslam’ı Mevlâna
üzerinden anlamaya çalışan ve en büyük derdi
özgürlük olan dünyamıza büyük mütefekkirimiz neler söyleyebilir? İnsanın aklına, iradesine ne kadar değer verir? Bilimsel gerçeklerle,
geleneksel değerler arasına sıkışan insanımıza
bir bakış açısı sunabilmekte midir? Yazar, Ekrem Özdemir’in Fena-Mevlâna’da Özgürlük
kitabı, Mevlâna’nın eserlerinden yola çıkarak
bu sorulara cevap veriyor ve ekliyor:
“Yaşadıklarımız hak ettiklerimizdir.”
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
SAĞLIK ve İNSAN / HAZİRAN 2013
AŞKIN COĞRAFYASI
Yazar: Ahdaf Soueif
Çevirmen: Zeliha Babayiğit
Sayfa: 579
Dil: Türkçe
Yayınevi: Everest Yayınları
Yayın Tarihi: 2013
İki kadın, yirminci yüzyılın iki ucunda konforlu dünyalarının dışına çıkmaya cesaret eder. 1901 yılında Lady Anna
Winterbourne, İngiltere’yi terk ederek, milliyetçi duygularla dolup taşmaya başlayan Mısır’a doğru yola koyulur.
Ancak şimdiye kadar kendisine yabancı olan bu toprakları
sevinçle keşfederken, yeni bir aşk da onu beklemektedir.
Aradan neredeyse yüzyıl geçer. Bu kez bir aile yadigârı
sandıkta keşfettiği defter ve günlüklerin izini sürmek için
Mısır’a yolu düşen Isabel Parkman adında bir gazeteci
olur. Keşfettiği belgeler atalarının yaşamını gün yüzüne
çıkarırken onunkini tümden değiştirecektir.
Farklı düşüncelere sahip iki insanın aynı duyguları paylaşma hikâyesini konu edinen bu kitap sürükleyiciliğiyle
okuyucularını etkiliyor.

Benzer belgeler