6 sayı:7 - Meb.k12.tr

Transkript

6 sayı:7 - Meb.k12.tr
KAYSERĠ KADI BURHANEDDĠN MESLEKÎ VE
TEKNĠK ANADOLU LĠSESĠ DERGĠSĠ
YIL: 6
1
SAYI:7
KAYSERİ KADI BURHANEDDİN MESLEKÎ VE TEKNİK
ANADOLU LİSESİ DERGİSİ
(Yayın ve ĠletiĢim Kulübü Faaliyetidir)
Yıl:6 Sayı:7
2015- 2016 Öğretim Yılı
SAHĠBĠ
Kayseri Kadı Burhaneddin Meslekî ve Teknik Anadolu Lisesi Adına
Mehmet Faruk ER
(Okul Müdürü)
EDĠTÖR
Vedat Ali TOK
(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni)
YAYIN KURULU
F. Almıla GÜNEġ
Semanur ġAHĠN
Zehra YAĞMUR
Emine Nur TOP
Sevda ALTUNTAġ
HABERLEġME ADRESĠ
Mehmet Faruk ER
[email protected]
Vedat Ali TOK
[email protected]
Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarına aittir. MEB‟in görüĢlerini yansıtmaz.
Dergimize gelen yazılar yayınlansın, yayınlanmasın iade edilmez.
2
Sevgili Okuyucular,
Kadı Burhaneddin Meslekî ve Teknik Anadolu Lisesi‟nin yayın
organı olan dergimizin 7. sayısı ile karĢınızdayız. Bu sayımızda da
dopdolu bir muhteva ile huzurunuza çıkıyoruz.
Okul Müdürümüz Mehmet Faruk Er, “Küresel Farkındalık”
baĢlıklı yazısıyla insanımızı farkında olmaya davet ediyor ve
farkındalığı, “… etrafımızda meydana gelen olayların farkında olarak,
milletimizin ve Ġslam coğrafyamızın hak ve menfaatlerini savunmak”
Ģeklinde tarif ediyor. Yazıyı özellikle gençlerimizin dikkatle
okumasını tavsiye ederiz.
Bu sayımızda ülke çapında adını duyurmuĢ Ģair ve
yazarlarımızın Ģiirlerine ve yazılarına da yer verdik. Bekir
OğuzbaĢaran‟dan, Muhsin Ġlyas SubaĢı‟dan, Selim Tunçbilek‟ten ve
Ġmdat AvĢar‟dan tadımlık eserleri zevkle okuyacağınızı düĢünüyoruz.
Okulumuz Uzman Rehber Öğretmeni Cahit Güvenç‟in yazıları
ve Meslek Dersleri Öğretmeni Gülay Yakut‟un Ģiiri dergimize renk
kattı.
Öğrencilerimizin yazı ve Ģiirleri de onların yazarlık ve Ģairlik
yolundaki ilk adımları olmasına rağmen ilgiyle okunabilecek nitelikte.
Unutulmayacak fıkralarımız, duvar
beyitlerimiz de dergimizde yerini aldı.
Ġyi okumalar…
3
yazılarımız,
Ģaheser
KÜRESEL FARKINDALIK
Mehmet Faruk ER
Okul Müdürü
Ahiret sonraki hayat, dünya önceki hayat anlamına
geliyormuĢ. Ahireti anlamak, doğru ve güzel yaĢamak
için dünyayı iyi anlamak ve yaĢamak gerekiyormuĢ.
Yani atalarımızın dediği gibi dünya ahiretin tarlasıdır,
ne ekersen onu biçersin. O halde dünyayı anlamak için
farkındalığımızın yüksek düzeyde olması gerekir.
Etrafımızda neler oluyor, kim kiminle neler
yapıyor, kimin eli kimin cebinde bilmek gerekiyor belki
4
de. Yok, tam olarak öyle de değil tabii ki. Ama
haklarımızı ve sorumluluklarımızı da iyi bilmemiz
lazım. Toplumumuzda uyanıklığa genellikle yanlıĢ
anlamlar yüklenmiĢtir. Sanki baĢkalarının haklarını
çalan, iĢini haksızlıkla yürüten, haksız olarak en ön
sıraya geçen vs. uyanık sayılıyor. Aslında bu ve benzeri
iĢleri yapan uyanıklık değil, haksızlık yapıyor. Biliyoruz
ve iman ediyoruz ki ahirette hesabı sorulur. O halde
uyanıklık nedir. Uyanıklık baĢkalarının haklarını yemek
değil, baĢkalarına hakkını yedirmemektir. Haklarının
farkında olmaktır. Bilerek baĢkalarına yardım etmek,
merhamet etmek baĢka. YardımlaĢma tavsiye edilen,
kardeĢliğin gereği, ahirette iyi karĢılığı olan güzel bir
ibadet.
Aslında farkındalıktan kastettiğimiz, etrafımızda
meydana gelen olayların farkında olarak, milletimizin
ve Ġslam coğrafyamızın hak ve menfaatlerini
savunmaktır. Görevlerini en iyi yapan milletini en çok
sevendir. Kendini her alanda yetiĢtiren, düĢünen,
kendini sürekli güncel tutan ve geliĢtiren bireyler olmak
milletimize karĢı borcumuzdur. Asıl görevimiz
atalarımızdan devraldığımız vatanımızı daha da
geliĢtirerek bizden sonrakilere devretmektir.
Yazının baĢlığı bir büyük devletin yöneticisinin
basında yaptığı konuĢmasından alındı. Aslında bu devlet
5
yöneticisi Ģöyle diyordu, “Bizim için en büyük tehlike
Küresel Farkındalığın artmasıdır.” Yani dünya
insanlarının uyanması bizim için büyük bir tehlikedir,
demek istiyor. Demek oluyor ki Ģu an vaktimizin büyük
çoğunluğunu harcadığımız “Sosyal Medya” bizi
oyalamak için kurulmuĢ bir tuzak, bir yönüyle. Tabi
paylaĢtığımız tüm bilgi, belge, resimlerin kaydedilip
aleyhimize kullanılması da onlara hediyemiz.
Hediyemiz diyorum, çünkü küresel güç olan ülkeler,
toplumlar hakkında istedikleri bilgileri toplamak için
milyarlarca para harcaması gerekirken, bizler bedava,
isteyerek ve düzenli olarak bilgilerimizi gönderiyoruz.
Sonra da, ağıtlar Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe olarak
bizim coğrafyamızda, eğlence ve kutlama Ģarkıları
Ġngilizce, Almanca, Fransızca olarak küresel güç olan
ülkelerde söyleniyor.
Madem bizim uyumamız onların iĢlerine geliyor,
biz de gençlerimizi uyandıralım, artık. Gençlerimiz de
küresel güçlerin oyuncağı haline gelmesin de,
milletimizin menfaatlerine çalıĢsın diyoruz. Kur‟anı
Kerim‟de Allahu Teâlâ sık sık hatırlatıyor ya “ Hiç
akletmez misiniz, ne kadar az düĢünüyorsunuz, çok
düĢünün.” diye.
Sevgili gençlerimiz, geleceğimizin güvencesi
gençlerimiz, sizin çokluğunuzla övünüyoruz. Kaliteli bir
6
ömür sürmek, çok ve verimli çalıĢmakla mümkündür.
Zamanı boĢa geçirmek, ömür tüketmek, sırf eğlenceyle
vakit geçirmek yok bizim kültürümüzde. Kendi
mesleğinizde mütehassıs (uzman) olacaksınız. Yabancı
dil bileceksiniz. Arapça öğreneceksiniz. Türk lehçelerini
öğreneceksiniz. Yabancı ülkeleri, Müslüman veya
gayrimüslim her ülkeyi tanıyacaksınız. ĠĢte o zaman
küresel olayların farkına varırız, iĢte o zaman yeniden
adalet güneĢle birlikte doğudan yayılır ve içimizi ısıtır.
Gönlüm istiyor ki üçüncü bin yıl (milenyum) bizim
olsun. Gayret bizden tevfik Allah‟tan…
7
Bekir OĞUZBAġARAN’dan Rubailer
NECĠP FAZIL DĠYOR KĠ
Değil hiçbir sözü, onun âfâkî
Her ne söylediyse ayniyle vâkî
Üstad Necip Fazıl , "derdimiz” diyor
“Sâdece ahlâkî, yalnız ahlâkî”…
CEP‟TEN EVVEL-CEP‟TEN SONRA
Mahremiyetlerden bıkmadan evvel
Sükût duvarını yıkmadan evvel
Bu millet bu kadar zevzek değildi
Cep denilen meret çıkmadan evvel…
8
NE MUTLU BANA
Ve insan yaratıldım ne mutlu bana
Müslüman yaratıldım ne mutlu bana
Soyum Nuh-Yafes oğlu Türk'ten gelmekte
Oğuz'dan yaratıldım ne mutlu bana...
BU ÜLKE
Duvardaki helik değil bu ülke
Suyu kaçmıĢ çelik değil bu ülke
Bütün dünya artık anlamalıdır
Çantadaki keklik değil bu ülke…
YÛNUS EMRE DĠYOR KĠ
EĢref-i mahlûkâttır evrende insan türü
Tüm varlıklar içinde belki de en özgürü
Elbet hatâsız değil, Bizim Yûnus diyor ki:
“Yaratılanı hoĢ gör, Yaratan‟dan ötürü”…
KIRMIZI ÇĠZGĠMĠZ
Kırmızı çizgimizdir kanla sulanmıĢ toprak
Kırmızı çizgimizdir ay yıldızlı al bayrak
Milletimiz, ordumuz, bağımsızlık, yurdumuz
Kırmızı çizgimizdir dilim, dalgalanacak...
9
BĠN YIL ÖNCE
Altın Ordu, Türkmen, Kırgız birleĢmiĢ
Has Hâcib‟le KâĢgarlımız birleĢmiĢ
Rüyasını görmüĢ Satuk Buğra Han
Bin yıl önce ayla yıldız birleĢmiĢ...
SOYKIRIMIN ADI
Çin dedikleri ejderhâ ve yılan
Bir devlet ki, hak-hukuk tanımayan
Bu uygarlık asrında maalesef
Soykırımın adı Doğu Türkistan…
MOBĠLYA
Battal Gazi gibi bir er kalmadı
Dizde derman, gözlerde fer kalmadı
Evler değil saray bile yetmiyor
Mobilyadan insana yer kalmadı…
BAġARININ ġARTLARI
Eğitimin, öğretimin zorlu yolunda solmak
Ġdealin, mefkûrenin iĢtiyakıyla dolmak
Bana göre baĢarının en önemli Ģartları
Doğru kiĢi, doğru yerde, doğru zamanda olmak…
10
TÜRKĠYE‟DEN TÜRKĠSTAN‟A
Türkçe Türklerin yârı, Türkiye‟den Türkistan‟a
Ġslâm dîni ortak vârı, Türkiye‟den Türkistan‟a
Atayurt‟tan Anayurd‟a, Anayurt‟tan Atayurd‟a
Eser kardeĢlik rüzgârı, Türkiye‟den Türkistan‟a…
KĠMLERĠN HAKKI YOK?
GeçmiĢten rivâyete hakları yok!
Uzunca hikâyete hakları yok!
Çocuğu eğitmeyen büyüklerin
Onlardan Ģikâyete hakları yok!
NE GÜZEL!
Yaz kıĢ oruç tutmak ne güzel
Sabrı yudum yudum yutmak ne güzel
Sabır ile koruk helva olurmuĢ
Cennete alaçık çatmak ne güzel…
EZÂN-I MUHAMMEDÎ
Ruhlarımızı diriltir Ezân-ı Muhammedî
Sanki sermedî bir Ģiir Ezân-ı Muhammedî
Söylenmediği bir an yok yerküre üzerinde
Kula Rabbini bildirir Ezân-ı Muhammedî…
11
SARIKAMIġ TÜRK’ÜN AK OTAĞIDIR
Muhsin Ġlyas SUBAġI
Bir dağ anıtıdır Allahuekber,
DonmuĢ Mehmetçiğin ruhunu taĢır.
Hâlâ siperdedir o doksan bin er
Duaları her gün bize ulaĢır.
Kar dondursa, rüzgâr yaksa ne çıkar?
Ġstiklal ırmağı yurdumdan akar!
Bir kan denizi ki ruhumu yıkar,
Çocuklarım bu aĢk için yarıĢır.
12
Bedenimiz bu gün tutacaksa buz,
Rabbimin emrine teslim bir kuluz.
Biz dersi cephede veren okuluz,
Bizimle dağlarda sevda dolaĢır!
SarıkamıĢ Türk‟ün ak otağıdır,
Tarihi geçmiĢin altın çağıdır,
Miğferler burada iman dağıdır,
Burada sevgiler kinle barıĢır.
Allahuekber‟de bir beyaz atım,
Yelesinde Hakka uçar beratım,
ġehitlik bahtımda tek saltanatım,
DüĢmanlar bu Ģansa karĢı savaĢır
Çocuktum; daha 10-11 yaĢlarındaydım,
ilkokulda öğrenciydim. Okulumdan baĢka bir yeri
görmemiĢtim.
Anamdan
babamdan,
kardeĢlerimden, komĢularımdan baĢka kimseyi de
pek tanımazdım. 5 Mart 1953 günü belki Ģuurlu
olarak değil, ama ısrarlı bir Ģekilde, bir grup
arkadaĢımla; “Stalin öldü, yaşasın Türkiye!” diye
sloganlar atarak okul binasının etrafında
dakikalarca döndüm. Stalin kimdi, neydi, niye bu
adamın ölümüne sevinecek bir sosyal refleksin
içinde yer almıĢtım? Bunu da pek bilmiyordum. O
gün, okul dönüĢü babama bunu sordum:
“Baba, kimdir bu Stalin?” diye.
13
Babam durdu, yüzüme baktı, gözlerin etrafında
halkalanan yaĢları elleriyle sildi ve beni karĢısına
alarak anlatmaya baĢladı:
“Oğul, tarihte “93 Harbi” dedikleri bir savaĢ
vardır. 1877-78 yıllarında, Osmanlı Devleti ile
Rusya arasında cereyan etmiĢ bir harptir. Bu
SavaĢta Osmanlı yenildi. Bizim Doğu‟daki
topraklarımızın önemli bir kısmı elinden çıktı.
Dedemiz,
Ahıska‟da
SubaĢı
idi,
büyük
kahramanlıklar göstermesine rağmen, savaĢta
kaybeden tarafın kumandanı olduğu için ailemiz,
topluca Anadolu‟ya geçmiĢ. Bu geçiĢ varlıktan
yokluğa sürükleniĢin acı hikâyeleriyle doludur.
Yüzlerce dönüm arazisinde, bir yığın insan
çalıĢırmıĢ. Gelirinin önemli bir bölümünü çevrenin
fakirlerine ve özellikle de okuyanlara dağıtırmıĢ.
Bizim unvanımız o dönemde „Hocaoğulları‟dır.
Niye Hoca oğlu, çünkü medresede eğitim görmüĢ
ve onunla da yetinmemiĢ, insanların okutulması
için çaba göstermiĢ. Böyle bir ailenin evlatları
olarak, toprağımızı kaybettikse de onurumuzu ve
hürriyetimizi kaybetmedik. Bu da bedelsiz olmuyor
tabii. Çok büyük acılar çektik. DüĢünebiliyor
musun, 1. Dünya harbinde Rusların Doğu‟yu iĢgal
etmeleri üzerine, buradan da içeriye çekilmeye
baĢladık. Ben henüz 11 yaĢında çocuğum anam 35
yaĢlarında, yolda hastalandı ve göçen insanların
hepsi kendi can derdine düĢmüĢtü, yaĢlılar, “Bu
geline „Emr-i Hak‟ vaki olacak, bunu indirelim
yükümüz hafiflesin”, diyerek bizi bir dağ baĢında
14
yapayalnız bıraktılar, anam gece dizimde ruhunu
teslim etti. Sabaha kadar üzerine kapanıp ağladım.
Sabahleyin onu olduğu yere uzattım, ellerimle
üzerine toprak taĢıyıp oraya defnettim ve yaya
olarak yola düĢüp günlerce aç-susuz yürüyüp
Sivas‟a ulaĢabildim.”
Artık anlamıĢtım, savaĢ sadece cephede
kaybedilmiyor. Osmanlı Devleti‟nin çözülme
döneminde yaĢamıĢ bir neslin çocuğuydum. Bu
siyasi yıkımın enkazı altında kalmıĢtık. Dolayısıyla,
onun derin izlerini, ruhsal travmasını yaĢayan bir
toplumun parçasıydım. YaĢım ilerleyecek ve ben
neden Stalin‟in ölümüne sloganlı gösteriyle destek
verdiğimi anlayacaktım:
Stalin, Ahıska bölgesinde kalan Türkleri,
Rusya‟nın en uzak, en soğuk bölgelerine süren
zalim bir diktatördü. Orada, Çar‟ın propagandasına
kanmak suretiyle yurtlarından yuvalarından
kopmak istemeyen insanları hayvanların taĢındığı
vagonlara doldurarak nakleden bu zalimin ölümü
elbette bizim için bayram günüydü. Ne var ki,
kaybedilen topraklar geri dönmüyordu. Günü
gelecek Stalin‟in heykellerinin de yerlerde
parçalanarak sürüklendiğini görecektim, ama o da
benim ruhumdaki fırtınaları dindirmeyecekti.
Batı‟da kaybettiğimiz topraklar kadar ıstırap
vermiĢti
bana
Doğu‟daki
topraklarımızın
ellerimizden çıkması. Üstelik bu zalim diktatör
gürcü asıllı olduğu için bizim bu topraklarımızı
Rusya‟ya katmamıĢ, Gürcistan‟a vermiĢti.
15
Daha sonra ben büyüyecek o entelektüel
ailenin sürüklendiği acılar yumağının arasından
okuyan, yüksek öğrenim gören tek insanı
olacaktım. Bu defa babamdan ömrünün sonuna
doğru
yaĢadıklarının
kaydını
olacaktım.
Anlattıkları, kadere teslimiyet duygularını da aĢarak
hıçkırıklara boğacaktı beni:
“Rusların Doğu Anadolu‟yu iĢgali, Ermenilerin
dayanılmaz tecavüzlerine kapı açtı. Ermeni çeteleri,
köyleri basıyor, masum halkı katlediyor, kadın ve
kızlara tecavüzde bulunuyorlardı. Birçok aile
yetiĢkin kızlarının ve genç gelinlerinin baĢına
gelecek felaketten korktuğu için evlatlarını onlara
teslim etmeden öldürüp dağlara çekildiler. Bize en
büyük ıstırabı veren bu olaylardı. Biz ikinci bir
sürgünü de böyle yaĢadık. Anadolu içlerine gelirken
16
geride her Ģeyimizi bırakmıĢtık. Kapısında onlarca
hizmetçi çalıĢan bir ailenin çocukları Ģimdi onun
bunun yanında karın tokluğuna çalıĢmaya mahkûm
edilmiĢti.”
Son sözü adeta duygularımı isyan duvarına
çivilemiĢti:
“Yavrum, biz harbi bir defa yaĢamadık.
Dedem, Ahıska‟da, babam Doğu Anadolu‟da ben
ise Anadolu‟da düĢman namlusunun ucunda hayata
tutunmaya
çalıĢtık.
Sizler
yoksulluğun
çocuklarısınız, ama altın gibi bir servetiniz var;
bunun kıymetini bilin: Artık istiklaline ve
hürriyetine kavuĢmuĢ bir ülkeyi sizlere emanet
ediyoruz. Neslimizin refahı ve güveni bizim
acılarımızın örtüsü olacaktır. Bunu sakın
unutmayın; yurdun, bağımsızlığın ve vatanın
kıymetini bilin! Bundan yıllarca önce Stalin‟in
öldüğünü radyodan öğrenince doğruca okula
koĢarak sizin ellerinize bayrakları tutuĢturup,
sevinçle bağırtan bizlerdik.”
Unutmamalıyız ki; tarih zalimleri affetmez!
Hitler Avrupa‟da, Stalin Rusya‟da, Mao Çin‟de
kendi zalimliklerine bedel ödettikleri masum
insanların kanında boğuldular. Üstelik yerleĢtirmek
istedikleri ideolojileriyle birlikte tarihin nefret
labirentlerine hapsedildiler. Biz ise, akıttığımız
kendi kanımızın yeĢerttiği bu topraklarda geleceğin
Türkiye‟sini inĢa etmek için ayaktayız. Bugün
kendi ayakları üzerinde duran kendi ülkemizde
yaĢıyoruz.
17
Yalnız, taklit hummasına yakalanarak ruhunu
kaybetme tehlikesine sürüklenen bir neslin
trajedisinden korkuyorum. Bu korkuyu yenebilirsek
baĢaramayacağımız hiçbir Ģey yok gibidir. Tarihten
ders almayı baĢarırsak, bu defa göçümüz
yoksulluğa değil, onurlu bir geleceğin servetine
olacaktır. O servet, hürriyettir!
ġimdi yukarıya aldığım Ģiire dönebilirim: Bu
Ģiiri, ziyaret ettiğim Allahuekber dağındaki
Ģehitlerimizin
benim
duygularımı
kuĢatan
ruhaniyeti altında yazdım. Çünkü bu savaĢ Ģehitleri,
93 Harbinde kaybedilen toprakları almak için sefere
çıkmıĢlardı: BaĢarabilselerdi, o yıllarda sadece
Batum‟la Revanla sınırlı kalmayan; SarıkamıĢ,
Ardahan, Kars ve Artvin‟i de içinde alan
kaybedilen topraklarımızın, yeniden vatanın
parçalanan bu tarafını tamir etmek için sınırlarımıza
katılması hedeflenmiĢti. Gerçi zamanla SarıkamıĢ,
Ardahan, Kars ve Artvin‟i yeniden topraklarımıza
kattık ancak benim atalarımın toprakları bir daha
vatanım asli parçası olamadı. Bu yüksek ideal için
çıkan askerlerimizin kardan anıtları, o tarihten
buyana ruhumuzu sürekli üĢütmektedir. Üstelik o
Ģehitler arasında benim sülalemden insanlar da
vardı. Onlar vatan için koĢmuĢlardı buraya. Onlar,
benim kanımdan, canımdan daha kutsal bir tutkuyla
yürümüĢlerdi Moskof üstüne.
18
11
yaĢındaki
oğlunun
dizlerine
baĢını
koyup
ruhunu
teslim ettiği
o
daracık
yollarda
babaannemi
n mezarını
aradım.
Belki de o,
Ģehitler
mahĢerinde,
en
önde
beyaz
duvağıyla
yürüyordu önümde.
Bir sıcak el, pamuk gibi bir el yüreğime uzandı,
kalbimi okĢadı, alnımdaki teri sildi, gözlerimdeki
yaĢı avuçlarında topladı ve çekildi aramızdan.
Hıçkıramadım, diz çöktüm, kıbleye döndüm önce
Yasin-i ġerif‟i okudum sonra bu satırları yazdım.
Onlara Ģükran duyuyorum, onlara rahmet
diliyorum…
19
BABAMDAN HĠKÂYELER
BABABMIN ARKADAġLARI
Selim TUNÇBĠLEK
ĠĢimden yorgun argın eve geldiğimde bir düzine
köyümüzden hasta ziyaretine gelmiĢ insanla karĢılaĢtım.
Sürpriz değildi. Babamın hastalığını duyan konu komĢu
otomobille iki saatlik, mesafede olan Ģehirdeki evimize
akın ediyorlardı. Yeni evliydim. Evliliğim babam
tarafından alelacele tamama yeni erdirilmiĢ ve
evlenmemin hemen ardından hastalığını bizlere de
açıkça duyurmuĢtu. AkĢamın geç saatinde Sümer
20
Caminin doğusunda yer alan akasyaların süslediği
çayırlık alanda babamla karĢılaĢmıĢtım. AkĢamın bu
saatine kadar dıĢarıda olma alıĢkanlığı olmayan babama
hayretle nerden geldiğini sorduğumda hastalığı
olduğunu ve korktuğu durumla ilgili babama göre
sevindirici haberi ilk o an iĢitmiĢtim. ġefkat, merhamet,
biraz da sevinç dolu ilk kelimesi her zamanki gibiydi:
“Yavrum” diyerek konuĢmaya baĢladı: “Veremden
korkuyordum. ġükür verem değilmiĢim onun için
doktordan geliyorum. ġükür verem değilmiĢim.”
Babama ne doktoru ne veremi demeden, babam
hastalığıyla ilgili kaygılarının baĢlangıcını ve doktora
gidiĢ serüvenlerini anlatmaya baĢladı. Hayretle
dinledim. Meğer babamın hastalık kaygısı uzun bir
zamana dayanıyormuĢ. Verem kaygısı sebebiyle
anneme bardak, tabak ve kaĢıklarının ayrılması
talimatını biz evlatlarından habersiz vermiĢ. O gün
21
akasyaların altından eve kadar babamla birlikte
yürürken evde ailecek yediğimiz yemekler aklıma geldi.
Önce evin kedisinin, köpeğinin ve diğer hayvanlarının
karınları doyurulmadan ve evde bir eksik varsa –
genellikle büyük abimin hanımı yengem olurdu busofraya oturmadan hiç kimsenin kaĢığının tabağa
gitmemesini bize öğretmiĢ olan babam son zamanlarda
garip huylar edinmiĢti. Her gün değiĢik bahanelerle
annemden “Ġçim kıyıldı bir tabak hazırda bir Ģey yok
mu?” gibi sudan sebeplerle toplu yemekten kaçınır
olmuĢtu. Bir baĢka gün ise öğleyin yediği yemeğe kusur
bulur. Tok tutmayan bir kaĢık özsüz, tatsız yemekten
dolayı acıkır olmuĢtu. Bu durumu bilen annem de
önceden hazırladığı mutfakta bekleyen babamın
yemeğini itirazsız önüne getirip sessizce koyuyordu.
Bizim
önceden
bilmediğimiz,
sezemediğimiz,
kavrayamadığımız bu durumu o gün öğrenmiĢtim. O
akĢam verem olmadığını öğrenen babamla birlikte neĢe
içinde ailecek sofraya oturduk. Babamın neĢesiyle
bereketlenen soframızdan Ģükürlerle kalktık.
Babamın verem kaygısıyla tedirgin olduğu
dönemlerde bir gün su içmek için mutfağa girmiĢtim.
Mutfakta açıkta olan bir bardağı su içme arzusu ile
elime aldığımda annem yanımda birden peyda olmuĢ ve
bardağı elimden aceleyle babamın su istediği
bahanesiyle çekip almıĢtı. Oysa bizim evde su küçüğün
22
sofra büyüğündü. Ben baĢka bir bardakla suyumu içince
de annem su doldurduğu babamın bardağı elinde
olmadan benim ardımdan eli boĢ olarak salona gelmiĢti.
Bütün bunları babamın verem olmadığı sevincini
paylaĢırken bir bir ve yeniden hatırlıyordum. Babam
verem olmadığına seviniyor ama halsizliğine bir anlam
veremediğini de laf arasında söylüyordu. Son
zamanlarda yorgunluk içinde olduğunu söyleyip
duruyor, bu halsizlikleri bahçemizde kendi halinde
küçük iĢlerle uğraĢmasının yorgunluğuna yoruyordu.
O günün akĢamı kardeĢlerimle babamı daha ciddi
bir tetkik ve yeni bir doktor için ikna ettik. Babamın
herhangi bir sosyal güvencesi olmadığından iĢçi olarak
çalıĢtığım ve sosyal güvencemin olmasından ötürü
benim üzerime bakmakla yükümlü olduğum aile
bireyleri hükmünden yararlanıyordu. Ġki küçük
kardeĢim henüz okuyorlardı. Dört ağabeyimden ikisi
esnaflık yapıyor, kendi geçimlerini ancak sağlıyorlardı.
En büyük abim köyde tarlalarımızı ekip biçiyor ve
üstelik onun da bir sosyal güvencesi yoktu. Büyük
abimin küçüğü yalnız o memurdu. Memur olan
ağabeyim baĢka Ģehirde ve bize oldukça uzaktı. Babam
bize akĢam küçük kardeĢimle birlikte yarın mutlaka
hastaneye gideceğine ve tekrar iyi bir muayene
olacağına dair söz verdi. SSK Hastanesinde akĢama
kadar izdiham içinde sıra bekledikten sonra doktor,
23
babamın yüzüne bile bakmadan Ģikâyete bağlı birkaç
ilaç yazmıĢ göndermiĢ. O akĢam ailecek konumuz yine
ülkemizin hali, doktorların vicdansızlığı ve babamın
hastalığı arasında ıstıraplı sözlerimizin gidiĢ geliĢleriyle
bile olsa mutabakatla çözümü bulduk. Ben bir gün sonra
avans alacaktım ve babam iki gün sonra çok iyi bir
dâhiliye mütehassısının özel yazıhanesine giderek
muayene olacaktı.
Babam kararlaĢtırdığımız gibi iki gün sonra küçük
kardeĢim Cengiz‟le tavsiye üzerine bir doktorun özel
muayenehanesine gitti. Sonuç vahimdi. Doktor SSK
Hastanesinde babamın yüzüne bakmadan muayene eden
doktordu. TeĢhis daha da vahimdi. Babamda tıp diliyle
Kronik Lanfisötör Lösemi bizim anlayacağımız dilde ise
dalak büyümesi vardı ve bu teĢhisle akĢam eve döndü.
Tıp dilini bilmediğimizden bu tanımın kanser olduğunu,
babam ölene kadar bilmedik. Babam da bilmedi.
Muayene ve teĢhisten sonra babama sıcak ilgi
duymaya baĢlayan doktor nasıl olup da SSK
Hastanesindeki muayenede gözden kaçırmıĢ olduğuna
epeyce hayıflanıp durmuĢ. Aslından hayıflandığı; ettiği
Hipokrat yeminiyle ortaya çıkan durumun yarattığı
tedirginlik veya vicdani kaygı değildi. Cüzdanla ilgili
sorundu mesele. Babam doktorun müteessir olmasına
üzülüyordu. Doktora göre SSK Hastanesindeki sorun
24
Ģimdi çözülmüĢtü. Doktorun asıl rahatsız olduğu konu
bu güne kadar SSK Hastanelerinde yapılan tetkiklerde
durumu fark ederek sağlayamadığı maddi kaynaktı.
Babamın dalağı çok büyümüĢtü. Kilo kayıpları baĢ
gösterdi. Bir ay içinde özel muayene için ödediğimiz
paralarla sıramız hemen geldi, babamı hastaneye
yatırdık. Bunu duyan köylülerimiz ve çevre köylerden
komĢular o günden sonra akın akın evimize gelmeye
baĢlamıĢlardı. ġimdi gelenler de onlardan en
sonuncusuydu.
Misafirlere ne zaman geldiklerini sordum. Trenle
gelmiĢlerdi. Tren günde bir kez ve hastane ziyaretinden
sonra geliyordu. Yarın kısmetse gerisin geri köye
dönmek niyetindeydiler. Köyümüze tren sabahın erken
saatinde kuĢluk vaktindeydi. Babamı görmeden de
gitmek istemiyorlardı. Bu gün mutlak surette ne edip
edip babamı görmek istediklerini söylediler.
Seksenli yıllarda hastanelerde her gün ziyaret
olmazdı. AkĢam yemeğinden sonra babamı hastanede
görmek için yola çıktık. Kayseri SSK Hastanesi dâhiliye
bölümünde yatıyordu. Hastaneye vardığımızda ziyaret
olmadığını ve görüĢmenin yasak olduğu tarafımıza
iletilince bizimkileri bir panik aldı. Dertlenmeye ve
sızlanmaya baĢladılar. Çözüm için babamın yokluğunun
önemine vurgu yaptılar. Babam problemleri çözen
25
ferasetli bir adammıĢ. O dıĢarıda olsaymıĢ bir yolunu
bulup ziyaretlerine mutlak surette gelirmiĢ. Kapıları
açacak bir imkânı mutlak bulurmuĢ.
Hastane görevlileri temizlik yapıyor ve koridorları
yıkıyorlardı. KardeĢim Osman hastane kalorifer
dairesinde çalıĢan bir hemĢerimiz kanalıyla içeriye
alınma sözünü almıĢ. Gelip söyledi. Bizim misafirler
kapıya hücum ettiler. Hastane personeli azarlayarak
hepimiz tekrar dıĢarı çıkardı. HemĢeriden telefon
gelince hizmetlilerden biri yanımıza gelip temizlik
bitince, bizleri kısa bir süreliğine ziyaret için ikiĢer üçer
içeri alacaklarını söyledi. Yalnız koridorların
kurumasını Ģart koĢtular. Yoksa içeriye girince
ayaklarımızın iz yapacağını ve koridorların yine pis
gözükeceğini dolayısıyla biraz beklememiz gerektiğini
özenle hatırlattılar.
KardeĢim ve ben sabırla ama babamın arkadaĢları
sabırsızlıkla temizliğin tamamlanmasını bekliyorduk.
Bir saate yakın kapıda beklemiĢ olmaktan komĢular,
oldukça mustariptiler. Bizim misafirlere beklememiz
gerektiğini anlatmamızın sanki yolu yoktu. Onlar bir an
evvel içeri girmek için ısrarla ve sürekli hastane
görevlilerine ricalarda bulunuyorlardı. Gelenlerin hepsi
babamın akranı, arkadaĢlarıydı. Hastane görevlileri ile
gereksiz, zaman zaman tartıĢmalı ve kırıcı, yer yer
26
gergin konuĢmalar oluyordu. Hepsi bizden büyük
oldukları için davranıĢlarına iliĢkin eleĢtirel bir söz
söyleyemiyorduk. Sabrı taĢan bir görevli yanımıza
gelerek içimizde en sabırsız olan Mehmet Amcaya
çıkıĢtı:
- Amca, dedi. Sen ne laf anlamaz adamsın! Koridoru
yıkadık. Yeni paspas yaptık. Kurusun alacağız diyoruz,
dinlemiyorsun.
Mehmet Amca gerçekten görevliyi dinlemiyordu. O
sanıyordu ki ayakkabılarının altındaki pislikten ötürü
içeri almıyorlar ve cevabını da kendine göre doğru
çözüm üreterek veriyordu.
-Yavrum, dedi; biz ayakkabılarımızı mestlerimizi
ve çoraplarımızı çıkarır vallahi yalın ayak gideriz. Ne
olur görüp gidelim Memili‟yi diyordu.
-Yav amca niye laf anlamıyorsun sen? Alacağız sizi
içeri, dedik. Biraz bekle. Hem neyiniz olur bu hasta
sizin bakıyım? Bir köy gelmiĢsiniz buraya. Bir Ģeyimiz
olmaz yavrum. Köylümüz. ArkadaĢımız. Amma
arkadaĢ.
- Ne kıymetli arkadaĢmıĢ bu böyle. Ġki saattir
kapının önünden bir yere gitmediniz. Görevli Mehmet
Amcanın “amma arkadaĢ” sözünü gözden kaçırmamıĢtı.
27
Mehmet Amca görevlinin yumuĢadığına kanaat
getirerek bir yandan ayakkabılarını çıkarıyordu.
Sözlerine devam etti:
- Yavrum eğer sen bu arkadaĢı tanımıĢ olsaydın
beni buradan sırtına alır onun yanına kadar vallahi
sırtında götürürdün.
Mehmet Amcanın bu sözleri koridorda sessizlik
içinde yankılanarak bütün hastane çalıĢanlarınca
duyuldu.
- KimmiĢ bu yalınayak yanına gideceğiniz hasta,
gelin hep birlikte gidip bir görelim bakalım.
Babam hasta yatağında biraz bitkin, ama her
zamanki tebessümü ile hepimizi saygı ve sevgi ile
ayakta karĢıladı. Hastane personeli babamı böyle bir
muhabbetle
tanımaktan
ötürü
sonraki
hiçbir
ziyaretimize problem çıkarmadı. Adımız o günden sonra
hastanede yalın ayak ziyaretçiler olarak kaldı.
28
ĠÇĠNDEN SÖVEN ÇOCUK
Ġmdat AVġAR
Sonu gelmeyecekmiĢ gibi, biz yaklaĢtıkça uzuyor
düzlük.
Asfalt yol, ovanın tam ortasından geçen ırmağın her
kıvrımına ayak uyduruyor. Irmak ve yol, birbirine
sarılan siyah ve yeĢil iki urgan gibi. Arabamız bir mekik
gibi geçiyor aralarından. Bazen ırmağın dibine kadar
sokuluyor, bazen uzaklaĢıyoruz. Irmak, yol ve biz,
kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz.
Sessiz, sakin, duru bir sabah… Günün ilk saatleri...
NeĢeyle yükseliyor, tutuĢuyor, yanıyor sanki güneĢ;
hava açık, gökyüzü güleç, mavi, ıĢıl, ıĢıl parlıyor; ama
kuru bir ayaz var, soğuk…
Ġçimde bir piĢmanlık denizi dalgalanıyor. AlıĢtığım
bir Ģehri terk etmenin hüznü kuĢatıyor beni. Bir uzak
29
köyde bırakıp geldiğim öğrencilerimi düĢünüyorum.
Nedendir bilinmez; ama bir türlü ısınamıyorum
müfettiĢliğe. Birkaç aydır, kendimi bekçi gibi
hissediyorum.
BaĢımı arabanın camına dayıyorum. Kulağıma
uğultulu bir rüzgâr doluyor, tekerleklerin sesini
dinliyorum. Alnıma değen soğukluk, enseme doğru
yayılıyor ve bir titreme geçiyor içimden.
Arabanın camına çarpıyor nefesim, karĢımdaki
manzara bulanıklaĢıyor git gide. Irmak, dağ, yol,
ağaçlar, yeĢil otlar bir bir kayboluyorlar. Biraz sonra,
hiç bir Ģey görünmüyor. ĠhtiĢamlı konakların duvarına
asılan kıymetli tablolar gibi, hızla gözlerimin önünden
geçen manzarayı, kaçırmak istemiyorum. Elimi, ceketin
kolundan içeri sokup, buğulanan camı silmeye
baĢlıyorum.
Yolun üzerinde, önümüzde bir yabani güvercin
sürüsü var. Güvercinler, araba iyice yaklaĢmadan
havalanmıyorlar. Arabayı ben sürmesem de güvercinler
ezilecek diye, sağ ayağımla zemini zorluyorum; gayr-i
ihtiyarî firene basıyorum. Araba, yolun üstünden son
kalkan güvercinin telaĢlı kanatlarına dokunarak geçiyor
âdeta. Birkaç tane güvercin tüyü uçuĢuyor havada, içim
eziliyor birden. Ne iĢiniz var yolun üstünde” diye
söyleniyorum, kızıyorum kuĢlara.
Irmak ile yolun arasında, ırmak yatağından taĢan
suların toplandığı küçük gölün içine, iki angut konmuĢ.
Suda, küçük dalgalar oluĢturuyorlar, kayarak
ilerliyorlar. Onların namına ben üĢüyorum. Tüylerine
güneĢ ıĢıkları vuruyor angutların, suya düĢmüĢ iki altın
30
külçesi oluyorlar o anda, kamıĢların arasına doğru,
yüzüp gözden kayboluyorlar.
Arabamız, boĢluğu yararak ilerliyor. Bol ağaçlı bir
bölgeden geçiyoruz. Biz, yolu hızla tüketirken, yolun
her iki yakasındaki kavaklar, arkamıza doğru, birbiri
ardınca devriliyorlar sanki.
KuĢluk vakti, hava ısınıyor biraz.
Bahar, eteğinde ne kadar zümrüt varsa, bu ovaya
serpmiĢ. Siyah yol, yolun az ötesinden akıp giden firuze
renkli ırmak ve baĢını bulutlara uzatmıĢ, göğe doğru
yükselen dağın karlı yamaçlarından baĢka her Ģey yeĢil.
Bir süre sonra, ırmağın kıyısından ayrılıp, sola doğru
dönüyoruz. Yolun rengi değiĢiyor aniden. Toprak yol, o
düzlükten çekip alıyor, koparıyor bizi. Hafif meyilli
yokuĢu çıkmaya baĢlıyoruz. Daha beĢ yüz metre
gitmeden, yeĢillikler içindeki kasaba görünüyor.
31
Kiremit çatılı, önü bahçeli evlerin hepsi birbirine
benziyor.
TeftiĢ edeceğimiz okul, kasabanın yukarısında,
evlerin bittiği yerden biraz daha yüksekte, evlerin
tepesinde bir dev gibi duruyor. Bu dev, kasabada
yaĢayan herkesi yutacak kadar büyük.
Okulun önünde, geniĢçe bir düzlük var. Harman yeri
olmalı. Geçen yıldan kalan taneler yeĢermiĢ, büyümüĢ.
Saplar, samanlar arasından boy vermiĢ otlar. Harman
yerinde, kıĢı zar zor çıkardığı anlaĢılan, birkaç eĢek
otluyor. Bir deri bir kemik hayvanlar, havalar
ısındığından uzayan tüyleri dökülüyor.
Teneffüs vakti varıyoruz okula. Bahçe kalabalık.
Çocuklar, oğul veren arılar gibi. Tek ayağı üstünde
sekenler, hayalî bir direksiyonu çevirip araba sürenler,
ağaçlara tırmananlar, ip atlayanlar, top oynayanlar...
Hepsi kendi hâlinde çocukların, baĢka bir dünyadalar.
Çocukların arasında, bir öğretmen dolaĢıyor.
Öğretmenin sırtı dönük, görmüyor bizi. Bahçedeki
yeĢillikler ve yüzlerce mavi önlük içinde, hemen göze
çarpıyor öğretmenin saçları. Uzun, dalgalı, sapsarı;
omuzlarına dökülüyor; güneĢ gibi parlıyor saçları.
Arabadan inip okulun kapısına doğru yürümeye
baĢlıyoruz. Çocuklar, ya elimizdeki çantalardan ya da
zihinlerine çizdikleri eĢkâllerden tanıyorlar bizi. Görür
görmez bağırmaya baĢlıyorlar:
“MüfettiĢler geldi!”
“MüfettiĢler geldi!”
Çocukların sesi okulun bahçesinden taĢıp harman
yerine doğru, dalga dalga yayılıyor. Sesler harman
32
yerine ulaĢtığında, orada otlayan eĢeklerden biri, iĢtahlı,
istek dolu sesiyle anırmaya baĢlıyor, ardından diğerleri
de…
“MüfettiĢler geldi!”
“Aaaaaiiiiiih! Aaaaaiiiiiih!”
“MüfettiĢler geldi!”
“Aaaaaiiiiih! Aaaaaiiiiiih!”
Öğretmen, çocukların çığlıklarını duyar duymaz,
saçlarını hızla geriye savurup bize doğru dönüyor.
Öğrencileri sağa sola iterek geliyor, karĢılıyor bizi.
Gülümseyerek elini uzatıyor:
“HoĢ geldiniz hocam! HoĢ geldiniz, hoĢ geldiniz!”
En arkadayım. Öğretmen bana doğru yaklaĢıp elini
uzatıyor, göz göze geliyoruz o an. Ben öğretmeni
tanıyorum, ama nereden? Onun tanıdık yüzünü, yıllar
öncesinden çıkarıp getirmeye çalıĢıyorum. Olmuyor.
Öğretmenin gözlerinde de ĢaĢkın bir ifade var. O an,
öğretmenle aynı Ģeyleri düĢünüyoruz, ama ikimiz de
emin değiliz.
“Siz de… Eee, hoĢ geldiniz?”
“HoĢ bulduk, sağ olun!”
Öğretmen bana bir Ģeyler soracak, biliyorum. Ben de
ona soracağım; ama baĢkanımız fırsat vermiyor, lafı
ağzımızdan alıyor. TeftiĢe, daha okula varmadan,
bahçede baĢlıyor. Öğretmen, nöbetçi olduğuna bin
piĢman:
“Nöbetçi misiniz?”
“Evet hocam.”
“Bahçe nöbetçisi mi?”
“Eeevet.”
33
“Demek nöbetçisiniz.”
“Evet.”
“Nöbeti, bahçede mi tutuyorsunuz?”
“Evet.”
“Nöbet defterini iĢliyor musunuz?”
“Eee, Evet!”
“Güzel, demek nöbet defterini de iĢliyorsunuz?”
…
Okulun giriĢ kapısına dayanıyoruz. Öğretmeni
tanıyacağım, adı dilimin ucunda, söyleyeceğim; ama bir
nöbetten kırk soru çıkarıyor baĢkanımız, bana mecal
vermiyor:
“Okulda nöbet görevine pek dikkat etmek lazım.”
“Evet, ediyoruz.”
“Nöbet görevini, eee, nöbetleĢe yapmak lazım.”
“Eee, evet, yapıyoruz, nöbetleĢe…”
“Yönetmelik gereği, Ģimdi senin nöbet mahalline,
okul bahçesine dönmen gerek.”
“Evet, dönüyorum hocam!”
Okula giriyoruz, girerken dönüp arkama bakıyorum,
öğretmenin gözü bende kalıyor, benim de aklım, onun
kim olduğunda.
Müdür
odasındayız.
Çay
içiyoruz.
Odada
konuĢulanları duymuyorum bile.
Ben kendimle kavgadayım, hafızamı zorlamaya
baĢlıyorum.
Yirmi yıl önce... Lisede okuyorum. 9/A sınıfındayım.
Tahtada karıĢık formüller… Arka sırada oturuyorum.
En ön sırada, öğretmen masasının bitiĢiğinde saçları
uzun, sapsarı, gözleri mavi bir kız oturuyor: Ayla…
34
Ayla büyüyor, öğretmen oluyor birden. Pencereden
dıĢarı bakıyorum. Evet, o. Okulun bahçesinde, nöbet
tutuyor Ayla.
Derin bir oh çekiyorum. Sırtımdan dağ inmiĢ gibi
rahatlıyorum.
Ayla Hanım, müdür odasına geliyor biraz sonra ve
girer girmez parmağını bana doğrultarak soruyor:
“Hocam, siz, liseyi nerede okudunuz?”
...
Ayla Hanım bir ricada bulunuyor:
“Hocam, ben ikinci sınıfları okutuyorum, rica etsem
benim sınıfıma siz gelir misiniz?”
BaĢkanımızın gözüne bakıyorum, baĢını sallayıp
gözlerini kapatarak “Olur.” iĢareti yapıyor.
“Tamam, diyorum, tamam, gelirim. Öğrencilerinizle
de tanıĢırız.”
“Ayla Hanım, Sevinçle çıkıyor odadan.”
Zil çalıyor, öğrenciler, ikinci derse girmek için,
koridorlarda koĢuĢuyorlar. Biraz sonra bir zil sesi
daha... Koridorlarda topuk sesleri, öğretmenler de
sınıflara doğru yürüyorlar.
Ayla Hanım, müdür odasının kapısında. Birlikte
yürüyoruz koridorda. O hızlı hızlı anlatıyor. Birkaç
dakika içinde öğrencilik yıllarımıza gidip, tekrar okula
dönüyoruz ve 2/A sınıfının kapısından içeri dalıyoruz.
Sessizlik…
Ayla Hanım, öğrencilerden daha heyecanlı. Bir
yandan kendisini anlatıyor bir yandan öğrencilerini
övüyor:
35
“Biliyorsunuz, burası sınır bölgesi hocam, bu
kasabada büyük bir askerî birlik var. EĢim bu birliğin
komutanı. Burası ikinci Ģark hizmeti oldu benim için.
Geçen yıl da ben okuttum bunları. Hepsi de çok uslu,
çok çalıĢkan, çok sevimli, bazen yaramazlık da
yapıyorlar tabii ama ben onları çok seviyorum. Onlara,
müfettiĢler gelecek demiĢtim, gelmeniz iyi oldu.
Ayla Hanım öğrencilerine tanıtıyor beni ve devam
ediyor:
“Hocam, bir konuda, çok sıkıntı yaĢıyorum.”
“Nedir?”
“Bu kasabada yaĢayanlar Azeri ya!”
“Evet, biliyorum.”
“Çocuklar, yerel Ģiveyle konuĢuyorlar. Çok
uğraĢıyorum; ama tam olarak çözemedim.”
…
Sınıftaki sessizlik, bitiyor. Öğrencilerin gözü bende.
Sesler yükseliyor.
Ayla Hanım‟ın ince, tiz sesi yankılanıyor sınıfta:
36
“Haydi bakalım! Çıkarın hayat bilgisi kitaplarınızı!
Yüz yetmiĢ üçüncü sayfayı açııın! Açtınız mı?”
“Eveeeet!”
Hayat bilgisi kitapları sıraların üzerine yayılıyor. Yüz
yetmiĢ üçüncü sayfadaki konu baĢlığı, büyük harflerle
yazılmıĢ: “Sınıfta Uymamız Gereken Kurallar.”.
Ayla Hanım soruyor:
“Çocuklar, dün bir ödev vermiĢtim, yaptınız mı?”
Çocukların hepsi de, ödevlerini eksiksiz yapmıĢ gibi
cevaplıyorlar:
“Eveeet!”
Kendi öğrencilerimden biliyorum. Ödevlerini tek tek
kontrol etsek, en az yarısı yapmamıĢtır. Fakat
sorduğunuzda, büyük bir coĢkuyla: “Eveeet!” derler. Bu
yaramazlar, hep böyledir. Yapmaları gereken Ģeyleri
yapmazlar, birazcık nazlanırlar. Yapmamaları gereken
Ģeyleri sorsanız, tek tek sayarlar ama eksiksiz saysalar
da, mutlaka yapmıĢlardır.
Öğrencilerle tanıĢıyoruz.
Birer birer soruyorum:
“Adın ne senin?”
“Zeynep.”
“Salatın.”
“Cemil.”
Arka sırada oturan öğrenci, diğerlerinden daha
büyük. Gözlerinin içi gülüyor, sıranın kendisine
gelmesini sabırsızlıkla bekliyor. Göz göze geldiğimizde,
ben daha sormadan, bir askerin tekmil vermesi gibi,
bağırarak söylüyor adını.
“Menim adım Mireli!”
37
“Ne?”
“Mireli!”
Ayla Hanım‟ın kaĢları çatılıyor, kulağıma doğru
eğiliyor.
“Hocam, okula bir yıl geç baĢlamıĢ, bir yıl da sınıfta
kalmıĢ. Aslında dördüncü sınıfta olması gerekiyor.
Okuması da pek iyi değil. Adı, Mir Ali. Burada, Mireli
diyorlar.”
“Tamam, Mireli! Otur bakalım!”
Mireli konuĢmak istiyor, bir Ģeyler daha söyleyecek,
ama ne söyleyeceğini unutuyor, dudağını ısırıp kafasını
kaĢıyor, gülüyor ve birden gözlerinde yeni bir ıĢıltı
beliriyor:
“Atamın adı da Cefer!”
Ayla Hanım, nedense mahcup oluyor, Mireli‟ye
yalvarır gibi bakıyor, oturmasını, susmasını iĢaret
ediyor. Kafasını kaĢıyıp sırasına oturuyor Mireli.
Çocukların karĢısına geçiyorum, öğrencilerden birine
konu baĢlığını gösteriyorum.
“Oku bakalım!”
“Sınıfta uymamız geyeken kuyallay.”
R‟leri söyleyemeyince, arkadaĢları gülüyor.
“Demek ki, sınıfta uymamız gereken kurallar var,
öyle mi?”
“ Eveeet!”
“Bakalım, sınıfta uymamız gereken kurallar
nelermiĢ? Kim söyleyecek?”
Birkaç parmak havaya kalkıyor. Gözlerimle
tarıyorum sınıfı. Gözleri simsiyah, ıĢıl ıĢıl parlayan bir
çocuğa dokunuyorum:
38
“Sen söyle!”
YavaĢ, yavaĢ, üstüne basa basa söylüyor çocuk.
“Sınıfın duvarlarını kirletmemeliyiiiik!”
Sınıfın duvarlarına gidiyor gözlerim. Çocukların
boylarının yettiği yere kadar, ayak izi, çamur… Çocuk
bir temenni cümlesiyle cevap veriyor, olsun, saçlarını
okĢuyorum:
“Aferin sana!” diyorum. “BaĢka kim söyleyecek?”
O an bütün parmaklar havaya kalkıyor. Hata
yaptığımı geç anlıyorum ama çocuklara söz vermesem
olmaz.
“Sen söyle!”
“Tahtayı da kirletmemeliyik.”
“Masayı da…”
“Sen söyle!”
“Camları kırmamalıyık!”
“Sıraları da kırmamalıyık.”
“Dolabı da…”
“Kitapları yırtmamalıyık.”
“Defterimizi de…”
39
Yazı tahtasını, karalamıĢlar, tahta kirli, öğretmen
masasının bir ayağı aksak, camlardan ikisi kırık,
defterlerin, kitapların kenarları yırtık.
Mireli‟nin parmağı da kalkıyor. YaklaĢıyorum ona.
“Sen söyle Mireli!”
Mireli birden susuyor, cevap yok, yine unutuyor
söyleyeceğini.
Ġlk cevap veren öğrencinin cevabını doğru kabul
ettiğim için cevapların ardı arkası kesilmiyor. Parmaklar
hep havada. Çare yok, iĢ iĢten geçiyor bir kere, hepsini
dinliyorum, gönüllerince cevap veriyorlar.
“Yapmamalıyık,
atmamalıyık,
tutmamalıyık,
kırmamalıyık, dökmemeliyik…”
Mireli parmağını kaldırıyor yine. Söyleyeceğini
unutmadan yetiĢmek, ne söylerse söylesin, onun verdiği
cevabı da doğru kabul etmek, sonra saçlarını okĢamak,
kocaman bir “Aferin!” demek istiyorum. Arka sıraya
doğru koĢarak varıyorum:
“Evet, Mireli, haydi, söyle bakalım!”
Kafasını kaĢıyor, bir gözünü kapatıp yukarı bakıyor
Mireli. Bütün sınıf, onun cevabını bekliyor. Ayla
Hanım, belli etmemeye çalıĢsa da benim Mireli ile
ilgilenmemden rahatsız, sıkıntılı.
Sessizlik…
“Evet, Mireli, haydi söyle!”
Birden gözleri parlıyor Mireli‟nin. Ayla Hanım‟ın
öğrencilerin dilinden silmek istediği Ģive ile yapıĢtırıyor
cevabı:
“Öyretmen
bizi
döyende,
içimizden
ona
söymemeliyik!”
40
ANAM
Gülay YAKUT
Mes. Dersi Öğrt.
Yine gurbetlik acısı çöktü içime
Gözlerim dalar gider ta… derinden derine
Sanki seni görürüm, durursun karĢımda
Uzatırsın ellerini, sevecen bakıĢlarınla…
KonuĢmak isterdim seninle
Tutmak o nasırlı ellerini,
Öpmek isterdim, içimde hasretliğin
Bakmak isterdim doyasıya ağlamaklı gözlerine.
Dur! Gitme anam
Daha bitmedi söyleyeceklerim
Bırakma beni ne olur!
Daha hasretliğimi gideremedim.
Ne o ağlıyor musun anam?
Ne o ellerini mi uzatıyorsun?
Ne o beni mi çağırıyorsun?
Hasretsin bilirim…
Sevgi dolu göğsüne bas beni anam
Gidereyim yılların verdiği hasretliği
Son bir kez daha tadayım
Analık Sevgini…
Niğde / 1979
41
SAĞLIKLI BĠR
ZĠHĠN ĠÇĠN?
*Cahit GÜVENÇ*
Uzman Rehber Öğretmen
Sağlıklı bir zihne sahip olmak ve ilerleyen yaĢlarda
zihinsel hastalıklara yakalanma riskini mümkün mertebe
azaltmak için neler yapılması gerektiği sürekli
soruluyor. Aslında bu iĢin sihirli bir formülü yok.
Herkes etrafındaki uzun yaĢayan ve zihinsel iĢlevleri
gayet iyi iĢleyen insanlara bakarak epey ipucu elde
edebilir. Fakat son yıllarda yapılan bilimsel çalıĢmalar
bu konuyla ilgili oldukça ilginç ipuçları veriyor.
Her Ģeyden önce tüm beden için olduğu gibi beyin ve
zihin için de dengeli bir beslenme ve dengeli bir yaĢam
adeta altın bir anahtar hükmünde. Denge sadece
beslenme olarak anlaĢılmamalı. Aynı zamanda zihinsel
denge de çok önemli. Ayrıca fiziksel hareket ve zihni
meĢgul edici faaliyetlerde bulunmanın beynimizin
sağlığı açısından çok önemli olduğunu biliyoruz.
Bilimsel olarak herkese uygulanabilecek kesin bir liste
olmasa da burada sizinle bazı maddeleri paylaĢacağız.
Bu tavsiyeler tek bir kiĢinin hepsini uygulaması için
değildir; herkes kendine uygun gelen birkaç yöntemi
deneyerek hangisini daha kolay uygulayabileceğini
görmelidir. Bu maddeler hem tecrübe hem kültürel hem
de bilimsel olarak olumlu etkilerini bildiğimiz bazı
önerilerden oluĢacak:
42
Sağlıklı Bir Zihin Ġçin;
Az yiyin: Tıbbi olarak ömrü uzattığı bilinen 2 Ģey
vardır:
Az yemek (kalori kısıtlaması)
 Hareket (egzersiz)
Bu iki faktör beyin için de vazgeçilmez derecede
önemlidir.



43
Günde bir kez gerçekten açlık hissedin. Açlık
duygusu tam olarak oluĢmadan yemek yenildiği
takdirde mideden ghrelin adlı hormon yeterince
salgılanmaz. Bu hormon, ancak tam açlık
durumlarında salgılanır ve en önemli etkileri
arasında büyüme hormonunun salgılanmasını
arttırmak (vücudu dinçleĢtirmek) ve beyinde
özellikle hafıza ile ilgili bölgelerin çalıĢmasına
olumlu katkı sağlamak ilk sıralarda sayılabilir.
Arada bir belli gıdalar için oruç tutun. Et ve Ģeker
orucu özellikle faydalıdır. Sürekli benzer gıdalarla
beslenmek de “rutin”dir ve kaçınılması gereken bir
durumdur. Ayrıca açlık durumu ve belli besinlerin
belli zamanlar boyunca alınmaması beyin
dokusunun toksinlerden arınmasını ve yenilenmesini
kolaylaĢtırır.







44
Her gün yeni bir kelime öğrenin. Kelime hazinesine
yapılan her katkı biliĢsel süreçleri doğrudan
etkileyerek zihinsel sağlığa olumlu etki yapar.
Her gün en az bir kez en azından hafifçe terleyecek
kadar yorulun. Hareket beyin kan dolaĢımını
artırarak zihinsel faaliyetlerin düzene girmesini
sağlar. Ayrıca terleyecek kadar hareket etmek tüm
metabolizmayı düzenlediği gibi beyin için faydalı
birçok hormonun düzeyini artırır.
Her hafta üç-dört kelimenin etimolojisini öğrenin.
Kelimelerin anlamlarının kökenleriyle birlikte
öğrenilmesi dil algılama alanlarının ve dolayısıyla
entelektüel beyin iĢlevlerinin kapasitesini ve
kalitesini yükseltir.
Yılda bir-iki kez yeni bir motor beceri kazanın. Bir
enstrüman çalmayı yahut yeni bir spor dalını
öğrenmek gibi yeni motor beceriler, beynin yeni
hücreler ve yeni bağlantılar üretmesini sağlayarak
beynimizi genleĢtirir.
Bilmediğiniz konularda sorular üretmeye çalıĢın
(cevaplar önemli değil).
En az bir sanat dalıyla ilgilenin. Sanatsal alanlarda
yapılacak her türlü faaliyet, beynin bütüncül
algılama ve üretim sistemlerini faaliyete geçirerek
tüm zihinsel sistemin uyum içinde çalıĢmasını
sağlar.
Kalem ve kâğıt kullanma sıklığınızı arttırın. Dijital
çağda kalem ve kâğıt kullanmaktan uzaklaĢtıkça
yazı yazmak ve resim çizmek gibi çok önemli ve
incelikli becerilerden de mahrum kalıyoruz. Beyinde





45
oldukça büyük alanların tahsis edildiği bu
yetenekler kullanılmadıkça ilgili alanlarda yapısal
bozulmalar ve yozlaĢmalar baĢlayabiliyor.
Rutinlerden kaçının. Beynimiz ne kadar karmaĢık
olursa olsun rutin iĢleri yaparken çaba harcamaz ve
bundan bir fayda elde etmez. Rutinin dıĢına çıkmak
bilinci uyarır ve farkındalık düzeyimizin artmasını
sağlar. Sudoku gibi bulmacaları çözmenin
Alzheimer gibi sinir-yıkıcı (nörodejenetatif)
hastalıklara karĢı koruma sağladığını duymuĢ
olabilirsiniz; fakat bu çok doğru değildir. Zihinsel
olarak ne kadar karmaĢık olursa olsun sudoku gibi
bir bulmacanın da rutin hale gelmesi beynin
geliĢimini ve yıkıcı hastalıklara karĢı olan direncini
azaltır.
Her gün kat ettiğiniz yolların alternatiflerini
kullanmaya çalıĢın. Farklı rotaların kullanılmasının
beyni yapısal olarak geliĢtirdiği ispatlanmıĢtır.
Zihin haritası (mindmap) kullanmayı öğrenin.
Planlama ve düĢünce akıĢı için kullanılan zihin
haritalama teknikleri, biliĢsel iĢlevler için oldukça
faydalı sonuçlar veriyor. Ġnternette konuyla ilgili
birçok yazılım bulunabiliyor.
Ciddi kararlar almadan önce yürüyüĢ yapın. Hafif
egzersiz, beynin dolaĢım ve metabolizmasını düzene
sokarak daha sağlıklı düĢünmenizi ve karar
vermenizi sağlayabilir.
Sevebileceğiniz her Ģeyi sevin ve sevdiklerinizi
yakınınızda tutmaya gayret edin. Sevgi hissi,





46
beyinde çok olumlu etkiler yapan bir dizi değiĢimi
tetikler.
Günlük olaylarda hayret edebileceğiniz milyonlarca
detay ve bağlantıya dikkat edin, gerekirse bu konuda
notlar alın. Neler görebildiğinize ve algınızın açılma
oranına ĢaĢıracaksınız. Fotoğrafçılık bunun için iyi
bir baĢlangıçtır.
Ġnandıklarınızla yaptıklarınız arasındaki dengeyi
sürekli sorgulayın. Ġnançlara aykırı bir kiĢisel yaĢam
içsel çatıĢıklığa, stres durumunun ortaya çıkmasına
ve beynin yaĢlanmasına neden olur. O yüzden
olduğunuz gibi görünmeye yahut göründüğünüz gibi
olmaya gayret edin.
Haftada bir kez “kesin olarak bildiğiniz bir Ģey”den
Ģüphe etmeye çalıĢın! Bu, özellikle kesin bildiğimizi
sandığımız konularda ne kadar az “bilgimiz”
olduğunu bize göstererek edindiğimiz fikirlerde
daha özenli davranmamız konusunda güzel bir
egzersizdir. Aynı zamanda çok eğlenceli ve öğretici
olabilmektedir.
30 günlük sürelerle her gün tekrarlayabileceğiniz
basit alıĢkanlıklar geliĢtirin. Günde 50 kuruĢ
biriktirmek veya her sabah belli bir hareketi tekrar
etmek gibi 30 günlük bir rutin, kalıcı alıĢkanlık
haline dönüĢebilir ve zihninizle bedeninizi
istediğiniz yönde değiĢtirebilmek için size adeta
“uygun fırça darbeleri” atma imkânı sağlar.
Fırsat buldukça aynada kendinize gülümseyin ve
bunu içtenlikle yapmaya çalıĢın. Beyin beden
hareketlerini kontrol ettiği gibi beden hareketleri de




47
beyne geri bildirim yapar ve bu geri bildirimin ruh
durumumuz ve beyin çalıĢma ritmimiz üzerinde
inanılmaz etkileri vardır. Eğer kendinize bakarak
aynada gülümserseniz beyniniz bunu bir mutluluk
sinyali olarak alır ve mutlu olacağınız devreleri
gerçekten de faaliyete geçirir. Hatta sadece kendi
kendine gülümsemek bile aynı etkiyi yapan bir
egzersizdir. Gerçekten de daha mutlu hale
gelirsiniz!
Her fırsatta Ģükredin. ġükran hisleri, zihinsel
durumu düzenler, huzur verir.
Özellikle sosyal medya ve haberlerde sizi
endiĢelendirecek Ģeyler yerine mutlu edecek Ģeylere
odaklanın. Stresli haberlerin, beyinde stres
tepkilerini harekete geçirdiği ve uzun dönemde
bütün vücut fizyolojisini bozarak yüksek tansiyon
gibi
birçok
hastalığa
zemin
hazırladığı
bilinmektedir.
Uymasanız bile zaman planlaması çalıĢmaları
yapın. Zaman planlaması, zihnimizin zaman
algısını geniĢletir ve iĢlerimizde daha verimli
olmamızı sağlar.
Uykunuza çok dikkat edin. Uyku beden için değil
beyin içindir ve biyolojik döngülerinize uygun bir
uyku zihinsel çalıĢmanızı etkileyen en önemli
etkenlerden biridir. Az uyku kadar fazla uyku da
zihinsel olarak sakıncalıdır. Gece uykunuzun gün
içinde yediklerinize ve hareket miktarınıza da
doğrudan bağlı olduğunu unutmayın.
Gereksiz kimyasal kullanımından uzak durun.
Zihinsel gücü arttırdığı iddia edilen tüm bitkisel
yahut sentetik bileĢenler, sağlıklı bir zihinsel iĢleyiĢ
için uzak durulması gereken Ģeylerdir. Zira zihnimiz
ve beynimiz ancak doğal ve sağlıklıyken “optimum”
düzeyde çalıĢabilir. Bunu dıĢındaki tüm giriĢimler
uzun dönemde beyin sağlığımız açısından zararlı
olacaktır.
 Kahve;
azı karar çoğu zarar. Erken eriĢkinlik
yaĢlarından itibaren günde bir fincan kahvenin
biliĢsel iĢlevleri olumlu etkileyebileceğini ve uzun
dönemde bazı rahatsızlıklara karĢı da koruyucu rol
oynayabildiğini düĢündüren deliller vardır. Fakat
fazla tüketilen kahve ve özellikle de aktif maddesi
olan kafein, bütün vücudu yorduğu gibi, beynimiz
ve zihnimiz için de sakıncalı etkiler ortaya çıkarır.
 GevĢeme
tekniklerini öğrenin. Özellikle Ģehir
hayatının stresi beynimizi en kötü etkileyen Ģeylerin
baĢında
geliyor.
Günlük
uygun gevĢeme
yöntemlerini öğrenmek ve rutin olarak uygulamak
bu stresin beden üzerindeki olumsuz etkilerinin
boĢaltılması açısından çok önemli. Ġnsanın kısa bir
süreyi
“dinginleĢmeye”
ayırmasının
sayısız
faydalarını hem günlük hayatımızda hem de bilimsel
bulgularda görebiliyoruz.
Örnekler fazlasıyla çoğaltılabilir. Fakat ana mesajımız,
beyni boĢ ve hareketsiz bırakmamak gerektiğidir.

Kaynak: http://nbeyin.com.tr/saglikli-bir-zihin-icin/
48
HZ. MUHAMMED
Güler SOYER 9/B
20 Nisan 571‟de
Kim bilirdi bir ay doğacağını Mekke‟ye
Sen doğdun bir ay doğdu bu Ģehre
Tüm gözler çevrildi senin güzelliğine
49
Deden sana “Muhammed” dedi
Anlamı “çok övülen” idi
Ġkinci adın Ahmet‟ti
Bu adı sana annen verdi
Sonra verildin sütanneye
Mutluluk kaynağı oldun Halime‟ye
Oynadın güldün ġeyma ile
4 yaĢında geri döndün annene
6 yaĢına basmıĢtın
Medine yolundaydın
DönüĢte Ebva‟ya vardın
Burada öksüzlükle tanıĢtın
Ama seni tek bırakmadı deden
Yanına aldı 6 yaĢındayken
Vefat etti sen 8 yaĢına basmıĢken
Artık Ebu Talib‟in yanındasın sen
Ġlk ticaretini yaptın 13 yaĢında
Amcan vardı yanında
Kervan gidiyordu ġam‟a
Sende gittin amcanla
50
Evlenmek istedi Hz. Hatice seninle
EtkilemiĢtin onu tüm özelliklerinle
Sende kabul ettin yaĢam sürmeyi birlikte
25 yaĢında evlendin Hz. Hatice ile
6 çocuğun oldu bu evlilikten
Artık Ebul Kasım künyen
Bir babasın Ģimdi çocuklarını seven
Onları koruyan ve gözeten
Ġnsanlar sana “Muhammedü‟l-Emin” derdi
Anlamı “Güvenilir Muhammed” demekti
Senin güvenirliğin herkesin dilindeydi
Ondan sana bu lakap verildi
35 yaĢındasın artık
Hira mağarasına gidersin sık sık
Allah Teâlâ‟yı anarsın
Sonsuz düĢüncelere dalarsın
Tam 40 yaĢındasın
Yine Hira mağarasındasın
Cebrail geldi yanına
“Ġkra” dedi sana
Böylece geldi peygamberlik
Görevin Müslümanlara önderlik
51
Tanıt Ģimdi Ġslam‟ı
Yay herkese Müslümanlığı
Üç yıl gizli yaydın Müslümanlığı
Gizlice çağırdın Ġslam‟a insanları
Rabbim her daim arkandaydı
Seni hiç yalnız bırakmadı
Hicret ettin 622‟de Medine‟ye
Böylece son verildi eziyete
Hızlıca yaydın Ġslamiyet‟i
Kurdun Mescid-i Nebi‟yi
Bir hüzün kapladı Müslümanları 632 yılında
Büyük bir kalabalıkla gittin veda haccına
Müslümanlara son konuĢmanı yaptın
Veda hutbesinden sonra bizden ayrıldın
Ama bizler seni kalbimizde yaĢatıyoruz
Cennette kavuĢacağımız anı bekliyoruz
Hepimiz seni çok seviyoruz
Rabbimizin rızasıyla cennette
KomĢun olmayı umuyoruz…
52
BĠR
ġĠĠR
BĠR
HĠKÂYE
53
NĠSANDA DOĞAN GÜNEġ
Zeynep KILINÇ
9-D 791
Yıl 571 idi. Bir Nisan
günüydü. Mekke‟de hava çok sıcaktı. GüneĢ bugün her
zamankinden daha farklı doğmuĢtu. Tüm Mekke‟yi hem
ısıtıyor hem ıĢıtıyordu.
Âmine… Hamile, daha çocuğu karnında altı
aylıkken eĢini kaybetmiĢ bir kadın… O güneĢli nisan
gününde doğum yapmıĢtı. Nurlar arasından doğmuĢ
yüzü ıĢıl ıĢıl bir oğlu olmuĢtu. Âmine daha o doğmadan
ismini rüyasında görmüĢtü. „Muhammed‟ idi adı. Öyle
tatlı öyle güzel bir bebekti ki bakmaya, dokunup
sevmeye doyamıyorlardı. Amine‟nin Medine‟ye
dönmesi gerekiyordu. Yanında Muhammed‟i de
götürmek istiyordu. Ancak Medine‟nin yoğun ve sıcak
54
havasından
dolayı
orada
fazla
çocuk
bulunduramıyorlardı.
Bu
yüzden
Muhammed‟i
Mekke‟de bir sütanneye vererek Medine‟ye dönmüĢtü
Âmine. Sütannenin adı Halime idi. Annesi gittikten
sonra Abdullah‟ın yani babasının yetimi, Amine‟nin
emaneti, Halime‟nin kucağında ağlardı.
Muhammed 4 yaĢına gelmiĢti. Annesinin yanına
Medine‟ye gitmiĢti.2 yıl annesini yanında kalmıĢtı. 6
yaĢına gelmiĢti. Hava Medine‟de çok nemli olduğu için
Muhammed sık sık hastalanırdı. Âmine onun daha fazla
Medine‟de kalamayacağını düĢünerek onu Mekke‟ye
sütannesinin yanına götürecekti. Ana oğul yola
çıkmıĢlardı. Ebva denilen bir yerde Âmine
hastalanmıĢtı. Orada vefat etmiĢti. Muhammed
annesinin ölümüne çok üzülmüĢtü.
6 yaĢından 8 yaĢına kadar ona dedesi
Abdulmuttalip bakmıĢtı. 8 yaĢında da dedesini
kaybetmiĢti. Muhammed daha çocuk yaĢlarda hem
yetim hem öksüz kalmıĢtı. Kalan hayatını Ebu Talip‟in
yani amcasını yanında geçirmiĢti. Ebu Talip onu
koruyup kollamıĢ ona hem bir ana hem bir baba hem de
iyi bir arkadaĢ olmuĢtu.
13 yaĢından itibaren amcaları ile birlikte ticarete
atılmıĢtı. Ticaretle uzun yıllar uğraĢan Muhammed
doğruluk ve dürüstlüğüyle tanınmıĢtı.20 yaĢına
55
geldiğinde etrafındaki zulümlere ve haksızlara
dayanamayarak bunlara karĢı tedbir için kurulan
Erdemliler Cemiyeti‟ne üye olmuĢtur. 25 yaĢına
geldiğinde Hatice isimli bir kadın ile tanıĢtı. Hatice
onun dürüstlüğünden ve güvenilirliğinden çok
etkilenmiĢtir. Mekkeli insanlarda zaten ona bu
davranıĢlarından dolayı El-Emin yani güvenilir kiĢi
adını vermiĢlerdir. Muhammed 25, Hatice 40 yaĢında
idi.
Hatice
Muhammed‟e evlenme
teklifi etmiĢ Muhammed
bu teklifi kabul etmiĢti.
EvlenmiĢler, 5 tane de
çocukları
olmuĢtur.
Bunlardan
sadece
Fatıma Muhammed‟den
sonra vefat etmiĢtir. Diğerleri Muhammed hayattayken
tek tek ölmüĢlerdir. 35 yaĢında Kâbe hakemliği
yapmıĢtır. 40 yaĢına yaklaĢtığında insanlardan uzaklaĢıp
kendisiyle yalnız kalmak için Nur Dağı‟nın Hira
Mağarası‟na giderdi. Bir gün yine buraya gelmiĢti.
Cebrail isimli melek ona gelerek vahiy getirmiĢtir. Ona
onun son peygamber olduğunu, özel bir insan olduğunu,
insanları doğru yola yöneltip Ġslam‟ı yaymasını
istemiĢtir. Gel zaman git zaman vahiy tamamlanmıĢtır.
56
Muhammed
peygamber
olmuĢtur.
Muhammed
Mekke‟de Ġslam dinini yaymaya baĢlamıĢtır. Ancak
Mekkeli putperestler baĢta amcası Ebu Leheb olmak
üzere ona karĢı çıkmıĢlardır. Muhammed onların
baskılarına karĢı ayakta durmaya devam etmiĢtir.
Muhammed Mekke‟de yaydıktan sonra Medine‟ye
hicret ederek orada da yaymaya çalıĢmıĢtır. Bu yüzden
birçok savaĢa girmiĢtir. Bu savaĢların çoğunu kazanarak
zorda olsa Ġslam‟ı yaymayı baĢarmıĢtır. Mescitler
yapmıĢtır.
Mescit
mümin,
minber
mümin…
Kubbelerden tekbir taĢardı. Kubbelere âmin dolardı…
Ezanlar
okunurdu.
Kumlar
seccadesi
olurdu
Muhammed‟in. Ezanları vardı devirlerden, diyarlardan
gelip göklerde buluĢan.
57
632 yılıydı. Muhammed öleceğini anlamıĢtı. Bir
Veda Haccı ve Veda Hutbesi düzenleyerek veda etmiĢti
tüm mümin kardeĢlerine. Aradan biraz vakit geçtikten
sonra Muhammed ölmüĢtü.
O çok yüce bir insandı. Uzaktan, yakından Ey
Muhammed diye kapısına gelenler mümin dönerlerdi
kapıdan. Bu dünyada da öbür dünyada da aziz
ümmetimizdi. Ekmeğimizin bereketiydi besmele.
Pervazlara güvercinler konardı. „hu hu‟ lara âminler
karıĢır okunurdu mübarek akĢamlarda Fatihalar,
Yasinler. ġimdi insanlar onu ağlayarak anıyorlardı. O ki
yetimler yetimi, garipler garibi, düĢkünlerin kanadı,
yoksulların sahibiydi. Ġnsanlar Ģimdi onu ararlardı
„nerde kaldın ey resul, ey nebi‟ diyerek. O yokken gaflet
çöller kadardı. Ama o geldiğinde ortada gaflet falan
kalmamıĢtı.
Hatice‟nin goncası, AiĢe‟nin gülüydü. Ġnsanların,
ümmetin göz bebeği, göklerin resulüydü. Ruhunu
Allah‟a; elini ümmetine vermiĢti. Elçi gönderilmiĢti bu
dünyaya doğruyu yanlıĢtan ayıralım diye. Mekke‟de
bunalır Medine‟ye göçerdi. Ama bizim göçecek yerimiz
yoktu. Vicdanlar sakatlanmıĢtı artık. Muhammed yoktu.
Ġnsanlar onun tüm âdemoğullarına iyilik güzellik
getirmesini bekliyordu… O yoktu ya ne iyilik vardı ne
iyi. Ne güzellik vardı ne güzel. Ne doğruluk vardı ne
58
doğru…
Bahçesinde
ki en güzel
dal
bile
artık yemiĢ
vermeyi
unutmuĢtu.
O
yoktu
ya
aĢıranlar aĢırıyor, kaçırıyordu. Yesrib ağlıyordu.
Selmanlar ağlıyordu. Uçsuz bucaksız çöllerde izler
gelenlerin yollar gideceklerindi. ġu tekbir getiren
mağara… Örümceklerin değil peygamberlerindi.
Örümcek yalnızca hakkı göremeyen gözlerdeydi. En
güzel gül onun bahçesinde açmıĢtı. Ġnsanlar onu
bekliyordu Muhammed‟i. Açılsın göklerin kapıları,
açılsın perdeler kat kat… Çöllere dökülsün yıldızlar.
Yetimler, günahsızlar yollarına dizilsin… Çöl
gecelerinden yanık türküler yapan kızlar sancağını
saçlarıyla dokusun. Bilal-i HabeĢi sustuysa ezanlarını
Davud okusun. Yeter ki o gelsin. Kimsesizler kimsesizi,
ümmetler ümmeti, âlemlere rahmet olarak gönderilen
peygamber. Peygamber Efendimiz Muhammed-i
Mustafa gelsin…
59
EY YETĠMĠM!
Güler SOYER 9/B
Ben seni bilirim
Senin yaran acı ve derin
Hep dolup taĢar gözlerin
Kendini yalnız hissedersin
Ey yetimim!
Kendini yalnız hissetme
Uzat ellerini bize
Bilirim muhtaçsın sevgiye
Sevgi koyayım avuç içlerine
Ey yetimim!
Sanma sakın yalnızım ben
60
Var birileri seni seven
Gözündeki ıĢığı gören
Elinden tutmak isteyen
Ey yetimim!
Sakın gitme karanlığa
Sen ulaĢmalısın aydınlığa
Aldanma yalan dünya‟ya
Zorluklardan sakın bıkma
Ey yetimim!
Biliyorum en büyük acı seninki
Ama her Ģeye rağmen sevip sevilmeli
Bardağın dolu yanını görmeli
Birine ellerini vermeli
Ey yetimim!
Seni, senin kadar kimse anlayamaz
Ama sakın! Tek baĢına olmaz
Çünkü hayat çok kurnaz
Bizlere asla acımaz
Ey yetimim!
ĠĢte sırf bu yüzden
Sakın dönme hayat mücadelesinden
Biz bunu istiyoruz senden
Sakın vazgeçme sevgiden, sevmekten.
61
POTĠNLERĠ ÇIKARMA VAKTĠ
Fatmanur ÖZER
TS-12 A
236
Bir otobüs penceresinden tüm insanlık izlenebilir.
Bir ev penceresinden bir sokak, bir bakkal rafından tüm
çocukluk
hayalleri.
Bir
salıncağın
üzerinde
kanıtlayabilirsin ancak ilkokuldaki o kızın seni seviyor
olduğunu. Kaldırım taĢları üzerine ihtisas sahibiysem
sebebi değildir göğe nefretim ama evet, ara ara nefret
ederim. Bir altgeçidin ise sana hatırlatacağı çok az Ģey
vardır. Tüm kayıp dilleri toplasan bir o etmez diyeceğin
gelir tam, dilin kaybolur. Zordur. Kaleme sınır koymak,
anlatmak istediklerini mısralara sığdırmak. Bir
gözyaĢının hikâyesini yazmak.
Ġnsanlar birikiyor içimde, çünkü galiba insan
biriktiren bir koleksiyoncuyum ben. Sözler birikiyor
içimde, yazdıklarıma kanma çünkü galiba bir buz
dağıyım ben. Hayaller birikiyor içimde. Kırılan, saf,
keskin hayaller. Galiba onlar göğsümde hissettiğim cam
kırıkları. Üzgünüm evet. Mutlu olamayacak kadar
umutsuzum ve geleceğe sırıtarak bakmamı engelleyen
bir karanlık var üzerimde. Çünkü galiba, yorgunum
sevgili dostum. Dinlenmek senin için o gün iĢe gitmeyip
tüm gününü kendine ayırmak veya her zamankinden üç
saat daha fazla uyumak olabilir. Ama benim
yorgunluğum Ģiir yazmakla hafifliyor.
62
Ben ne zaman
Öyle durup dururken
Öyle damdan düĢer gibi
Açıp seni okumaya baĢlasam
Anlıyorum ki
Bahar gelmiĢ
Anlıyorum ki
Kaçmak sürüklenmek vakti
DolaĢmak Galatada Hisarda
Bırakmak iĢi gücü
Unutmak ekmeği tuzu
Çıkarıp potinleri
Denize daldırmak vakti
Yalın ayakları
Ben ne zaman
Öyle durup dururken
Öyle damdan düĢer gibi
Açıp seni okumaya baĢlasam
Anlıyorum ki
MahvolmuĢum…
''Ne olmuĢ bu adama ?'' dediğini duyar gibiyim
sevgili dostum. En iyisi ben sana baĢtan anlatayım
hikâyemi. Lakin bittikten sonra ''Sen güçlüsün, sana bir
Ģey olmaz.'' diyerek üzgün olmayı bile elimden alma.
Çünkü öyle bir hale geldim ki, elimi masaya çarpınca,
''üzüntüden'' diz çöküp ağlamak istiyorum.
O gün zar zor yetiĢtiğim otobüste arkalarda bir yer
bulup oturmuĢtum. Otobüsteki insanları izliyordum
istemsizce. Bu ülke Türkiye'den oldukça farklı gelmiĢti
63
hep. HoĢ gerçi kendi memleketimi görmeyeli uzun yıllar
olmuĢtu, sadece okuduğum bir kaç haber yazısı ve
seninle konuĢtuğumuzda anlattıklarındı bildiklerim. Bir
ara gitmeliydim belki de Türkiye'ye. Ne de olsa her gün
turistlere rehberlik ediyor, onlarla birlikte geziyordum
buraları. Patronum bile tatil yapmanın zamanı geldi
diyordu bana. Ama nereye kiminle gidecektim ki ?
Özlediğim bir sen vardın bu vesileyle de Türkiye'yi,
memleketimi ziyaret ederdim belki. Bu yıl da geçsin de
seneye giderim diyerek 13 sene ayak dahi basmamıĢtım
oralara. Aklımdaki bu düĢünceleri bir ses dağıttı birden.
''Afedersiniz, Chongqing durağını geçtik mi? YanlıĢ
otobüste miyim acaba ? '' Bir bayan bu soruyu Ġngilizce
olarak sormuĢtu. Çin'de bir otobüste Ġngilizce bilen kaç
insan olabilirdi ki zaten. Ona hiç bakmadan ineceği
durağa dört durak daha olduğunu söyledim. TeĢekkür
etmek için bana döndüğünde gördüm onu, minnetle
gülümseyip teĢekkür etti. Neden bilmiyorum ama ona
ismimi söyleyip elimi uzattım. Tekrar gülümsedi ve
''Esma, memnun oldum ve bu dördüncü durak.
GörüĢürüz inĢallah'' diyip otobüsten indi. Elim havada
kalmıĢtı. GörüĢürüz inĢallah. Uzun zamandır Ġngilizce
konuĢan bir Müslüman‟la karĢılaĢmamıĢtım. Dudağımın
kenarındaki gülümseme ve havada bekleyen elimle
birlikte kafamı kaldırdım. Bütün otobüs bana bakıyordu.
Hemen kendimi toplayıp ineceğim durağın geldiğini
fark ettim ve bende indim. Bugün turistlere rehberlik
etme iĢi bende değildi. ĠĢ arkadaĢım Tai-sihu bu hafta
bir dergide yazarlık yapan genç bayana rehberlik
edeceğini söyledi. Bu durumda ofiste kalıp evrak iĢlerini
64
yürütmek de bana kalıyordu. Aslında sevinmiĢtim, sakin
bir hafta beni dinlendirecekti belki de.
Bahsettiğim sakinlik ancak üç gün sürebilmiĢti. Sabah
ofise gittiğimde Tai-sihu'yu ayağı alçıda benim
masamda otururken gördüm. Ayağını kırmıĢtı. Hemen
ardından patron geldi ve kalan dört günde rehberlik
yapacak kiĢinin ben olduğumu söyledi. Acaba Tai-sihu
mu yoksa ben mi daha Ģanssızdım. EĢyalarımı toplayıp,
rehberlik edeceğim genç bayanın numarasını aldım ve
söylediği adrese gittim. Yine aynı yüz, bu otobüste
karĢılaĢtığım Esma'ydı. Gidip selam verdim ve durumu
açıkladım. Esma gülümseyip durumu kabul etti ve
65
Ģehirdeki restoran, kafe, kütüphane, kilise, tapınak gibi
yerleri gezmek istediğini söyledi. O sırada telefonu çaldı
ve Türkçe olarak, her Ģeyin yolunda gittiğini, kendisine
yakıĢıklı birisinin rehberlik etmeye baĢladığını söyledi.
Demek Türk‟tü. Oysa ben onu ilk gördüğümde aklıma
dahi gelmemiĢti. Bana geri döndüğünde ona Türkçe
olarak ''Nerden baĢlamak istersin ?'' dedim. Yüzündeki
ĢaĢkınlık ifadesini kızaran yanakları takip etmiĢti.
- Sen, yani siz... Demin konuĢtuklarımı anladınız mı?
- Evet, Türkçe biliyorum, diyip sırıttım. BaĢını tekrar
öne eğdi ve artık gitmemiz gerektiğini söyledi. Dediğini
yapıp gezmeye baĢladık. Gittiği her yerde fotoğraf çekip
notlar alıyordu. AkĢama kadar onunla birlikte gezdim.
Bu öyle garip bir duyguydu ki. Burada yalnızlığa çokça
alıĢmıĢtım. Ġnsanlarla kurduğum iliĢkiler çoğunlukla
resmi iĢ iliĢkileriydi. Gezdiğimiz turistler de kafile
olarak gelir benimle yalnızca soru cevaplamam için
muhatap olurlardı. Oysa Esma samimi ve içten
davranıĢlarıyla beni etkilemiĢti ve eğlenmeyi gerçekten
bilen bir kızdı. Onda uzun zamandır içimdeki dolmayan
o boĢluğun dolduğunu fark etmiĢtim. O günü bitirip
ertesi sabah buluĢmak için sözleĢmiĢtik. Eve vardığımda
Tai-sihu'yu arayıp ayağını kırdığı için teĢekkür ettim ve
bir an önce iyileĢmesi için dua edeceğimi söyledim. Dua
etmek. Uzun zamandır yapmadığım Ģeyler arasında bu
da yer alıyordu. Esma beni gerçekten de derinden
etkilemiĢti. O akĢamımı Esma'nın yazdığı dergideki
yazılarını okumakla geçirdim. Neredeyse dünyanın
yarısını gezmiĢ ve bu ülkeler hakkında yazmıĢtı. Buna
rağmen ülkesine, kültürüne ve dinine bağlı kalmayı
66
baĢarabilmiĢti. Esma bir kez daha kendimi sorgulamamı
sağlamıĢtı. Bu düĢüncelerle birlikte yarın için hazırlık
yapıp uyudum.
Ertesi sabah Esma ile buluĢtuk ve söylediği yerleri
gidip gezmeye devam ettik. Sanki bu kez bana rehberlik
yapan oydu. Ġlk kez iĢimden bu kadar keyif alıyordum.
Bir anda durdu ve Türk restoranlarından birine girdi.
ġaĢırmıĢtım ben bile ilk kez görüyordum burayı. ''Kaç
gündür makarna yemekten sıkılmıĢtım, burası bizim için
iyi olacaktır.''diyerek kendine ve bana tavuk sipariĢ etti.
Gerçekten de lezzetli bir yemek yedikten sonra,
restoranın sahibiyle röportaj yapmak istediğini, benden
de onlara bu konuda ricada bulunmamı istedi. Sahibi
bizi müthiĢ bir güler yüzle karĢıladı ve Esma'yla
kurduğu muhabbette ona oldukça yardımcı oldu.
Ayrılırken de bizden önce o teĢekkür etti. Söylediğine
göre kendi topraklarından birisini görmek ona mutluluk
vermiĢ. Biz de minnetlerimizi bildirip ayrıldık. AkĢam
olduğunda çay için bir kafedeydik. Ona bir anda durup
Türkiye'yi ne kadar özlediğimden bahsettim. Ġçimdeki
çatıĢmayı anlamıĢ olacak ki bana birlikte Türkiye'ye
dönmeyi teklif etti. Burayı nasıl bırakacaktım ki? Henüz
düzenimi yeni kurmuĢtum ve birikmiĢ param oldukça
azdı. Hem Ġstanbul büyük bir Ģehirdi. Nerde kalıp ne iĢ
yapacaktım. Planıma göre bir kaç uzun sene daha
burada kalıp emekliliğimde dönecektim oraya.
Sorumluluklarım ve belki de korkularım Esma'yı
dinlememem gerektiğini söylüyordu. Ama kalbim, ona
sonuna dek hak veriyordu. Daha önce böyle bir
ikilemde kaldığımı hiç hatırlamıyordum. Bana ne
67
olmuĢtu böyle? Bunca sene kurmaya çalıĢtığım
düzenimi
sırf
bir
''müĢterim''
istediği
için
bozmayacaktım. Ġlerde bunun için çok piĢman
olabilirim diye düĢündüm ve beni sükûnetle bekleyen
Esma'ya
döndüm.
Ona
buradaki
iĢimi
bırakamayacağımdan ve emekli olduktan sonra ülkeme
dönmek istediğimden bahsettim. Esma uzunca bir süre
bekledi çayının son yudumunu da aldı ve bana:
- Burada mutlu değilsin. Çevrendeki insanları,
arkadaĢlarını ve hatta kendini bile kandırabilirsin ama
ben buna inanmam bay tercüman. Emeklilik planına
gelince, yarına kadar yaĢayabileceğinin garantisini sana
kim verdi merak ediyorum. Sürekli gelecek planları
kurmaktan anı yaĢayamayan birisi haline dönüĢmüĢsün.
Ve inan bana benim en çok korktuğum Ģey budur.
Layıkıyla bugünü yaĢa ki, yarının senden umutlu olsun.
Teklifim hala geçerli yarın sabah 10 uçağıyla Ġstanbul'a
dönüyorum. Burada benimle kurduğun arkadaĢlık için
sana minnettarım. Ayrıca çay için de teĢekkürler.
GitmiĢti. Söylediklerini uzunca bir süre düĢündüm.
Onun için bunları söylemek tabi kolay olurdu. Severek
yaptığı iĢi ve belki de geniĢ kocaman bir ailesi vardı.
Oysa ben.. Küçük yaĢta anne babamı o Ģehirde
kaybettim, yanına bırakıldığım akrabalarım beni
acıyarak o Ģehirde büyüttü, ilk kalp kırıklığım o
Ģehirdeydi, bütün kötü tecrübeler o Ģehirde karĢıma
çıktı. Özlediğim bir kaç dostum vardı orada ve belki de
Galata'yı özlemiĢtim. Denizin o muhteĢem kokusu, hiç
yorulmadan izlediğim martılar, 5.45 vapuru, hafta
sonları gittiğim balık tekneleri, yediğim o leziz balık
68
ekmekler, denizin verdiği ferahlık, kapalı çarĢısı,
çekilemeyecek kadar kötü olan o trafik ve hatta ezan
sesi. Sahi ne kadar da uzaklaĢmıĢtım bütün bunlardan.
Ama hayat bu kadar tozpembe değildi ve bana adil
davranmamıĢtı. Esma'nın anlamadığı Ģeyler vardı ve
bana haksızlık ediyordu.'' Her neyse belki de en iyisi
budur. Burada kalacağım ve iĢimi yapmaya devam
edeceğim.''
Çocukça hayallere kapılıp zaten zor
topladığım hayatımı tekrar dağıtamazdım.
O gün Esma'yı uçağına binip Türkiye'ye dönerken
izledim. Gitmeden önce iyi düĢünmemi, orada da iyi bir
iĢ bulabileceğimi, hatta kendi çalıĢtığı Ģirkete iĢ
görüĢmesi ayarlayabileceğini tekrarlayıp durdu. Bir an
kendimi kaybettim ve ona bağırdım.
- Her Ģey sandığın kadar tozpembe değil.
Seninkinin aksine benim mükemmel bir hayatım yok ve
oraya dönemeyecek kadar korkak bir adamım. Senin
gibi değilim ben. Bir Ģeyler elde etmek için çalıĢıp
çabalamam gerek hiçbir Ģey hazır olarak önüme
sunulmadı. Kaç yaĢındasın sen ha? Bu tip hikâyelere
inanıyor musun gerçekten? Ben inanmıyorum.
Mutluluğun bu kadar kolay olacağına inanmıyorum
Esma!
Esma bana o meĢhur gülümsemesinden attı ve sakin
bir sesle hala tek kelimesini bile unutamadığım Ģu
sözleri söyledi:
-İki insan birbirlerine öfkelendiği zaman, kalpleri
birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin
kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak
zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse
69
aralarında açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar
çok bağırmaları gerekir. Senin yaptığın şey işte bu,
bana arkanı dönüp öyle hızlı kaçıyorsun ki benden.
Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur?
Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar,
çünkü kalpleri birbirlerine yakındır, arada mesafe ya
yoktur ya da çok azdır. Peki iki insan birbirlerini daha
fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar ve sadece
fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da
yakınlaşmıştır. Ve bana yaklaĢıp fısıldayarak devam
etti. Kalplerimizin arasına mesafe girmesine izin
verme. Aramıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak
dur. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir
ki, geriye dönüp birbirimize yakınlaşacak yolu
bulamayabiliriz. Emanetleri en iyi şekilde muhafaza
eden Allah'a emanet ol, hoşça kal... Tek kelime dahi
edemeden gidiĢini izledim.
Aradan 5 ay geçti sevgili dostum. Ve benim onu
düĢünmediğim tek bir gün bile yok. Neredeyse her gün
yazdığı dergiyi alıp okuyorum. Defalarca, tekrar tekrar.
Bütün bunlara katlanabileceğimi düĢünmüĢtüm ama bu
ayki dergisinde Çin gezisini konu edinmiĢ. Yazısını
okurken sanki benimle konuĢuyormuĢ gibi hissettim.
Neredeyse her adımını birlikte attığımız o gezide
yazdıklarını okudukça sanki yanımdaymıĢ gibi
hissettim. O yokken bile gittiğim yerlerde onu görmeye
baĢladım ve bu gittikçe daha da katlanılmaz bir hal
almaya baĢladı. Ona mailinden ulaĢmaya çalıĢtım ama
bana geri dönüĢ yapmadı. Buradayken kullandığı
70
telefona ise artık ulaĢılamıyor. PiĢmanım dostum hem
de çok piĢmanım. Benim hasret kaldığım sevgiye beni
ulaĢtıran kıza karĢı çok piĢmanım. Bu kadar faniliğe
daldığım bu dünyada gözümü açan insana karĢı çok
piĢmanım. Ben onda Rabbimi gördüm. Bu yüzden
senden bir iyilik isteyeceğim ve eğer bu isteğimi
yaparsan sana ömrüm boyunca minnettar kalacağım.
ÇalıĢtığı dergiyi aradım ve Esma'yla röportaj yapmak
isteyen bir üniversite öğrencisi olduğumu söyledim.
Telefonun ucundaki bayan bana bir kaç soru daha
sorduktan sonra Esma'nın adres ve telefon numarasını
vermeye ikna oldu. Bul onu dostum. Bul ve ona
yazdığım bu Ģiiri ver. PiĢmanlığımdan bahset. Senden
haber bekliyor olacağım. Senelerdir ertelediğimiz
buluĢmamız çok yakındır inĢallah dostum. Selam ve
dua ile.
Bu maili aldıktan sonra Orhan'ın arkadaĢı Esma'yı
buldu ve olanları ona anlattı. (Orhan'ın bahsettiği o
gülümsemesiyle) 5 aydır bu haberi beklediğini söyledi
Esma. Bu haber Orhan'a gittiğinde bir an bile tereddüt
etmeden hazırlıklarını yapıp Ġstanbul'a geldi. Ġlk önce
yıllardır görmediği dostu Selim'i kucakladı Orhan. Ne
de çok özlemiĢti onu. O gün birlikte oturup lise
yıllarından bahsettiler doyasıya özlem giderdiler.
Selim'in niĢanlı olduğunu Ramazan'dan sonra
düğünlerinin yapılacağını öğrenen Orhan o kadar mutlu
olmuĢtu ki. Konu Esma'ya geldiğinde ise Selim ''Hem
belki bakarsın çifte düğün olur ha dostum ?'' dedi.
Orhan bir anda baĢını kaldırdı. Kalbinden yüzüne doğru
bir sıcaklık gittiğini hissetti. Ġçi huzurla doldu. Koca bir
71
soru iĢareti bu huzuru bozdu o an. ''Ya kabul etmezse?''
Orhan'a cesaret vermek ise tabi ki arkadaĢı Selim'e
düĢmüĢtü.
-Esma yarın akĢam seni Galata'daki balıkçıların orda
bekleyeceğini söyledi. Hem de yüzünde hiç de kabul
etmeyecekmiĢ gibi bir bakıĢ yoktu. Bugün bize gidelim
annemin yemeklerini de yer iyice bir dinlenirsin. Sahi
sen de ora piĢmiĢ böcek mi yiyordun dostum. Hahaha
Ģaka yapıyordum. Sabah olunca da gider üstüne baĢına
bir Ģeyler alırız. Ve umarım yanında pırlanta almaya
yetecek kadar para vardır. AkĢama da hazırlanır
Esma'nın yanına gidersin. Hadi ama dostum yüzün
gülsün biraz. Annem seni bu halde görürse suçlu olarak
beni bulacaktır,bu yaĢta ondan azar yemek istemem.''
Tam da dedikleri gibi oldu ve o büyük günün
akĢamı geldi. Orhan oturmuĢ heyecandan terleyen
ellerine söyleniyordu. AnlaĢtıkları vakti 10 dakika
geçmiĢti. Acaba gelmeyecek miydi Esma? Tam da bunu
düĢünürken gördü Esma'yı. Gülümsüyordu. O kadar
güzel gülümsüyordu ki hiçbir zaman üzülmemesi
gerektiğini düĢündü Orhan. Kendini topladı ve
gülümseyerek kendisine bakan Esma'ya seslendi.
-Merhaba!
-Aleyküm selam..
- Ah, pardon artık Türkiye'deyiz değil mi? Otursana
lütfen.
-TeĢekkür ederim.
Bir süre sanki hiçbir Ģey yokmuĢ gibi konuĢup
yemeklerini yediler. En sonunda aralarındaki bu sesli
sessizliği Orhan bozdu.
72
-Sana bağırdığım için özür dilerim. Ben… Ben ne
yaptığımın farkında değildim ve her ne kadar kulağa
komik gelse de korkmuĢtum Esma. Buraya geri
dönmekten, kurulu düzenimi bozmaktan, senin
geleceğini düĢünen saplantılı bir adam olduğum
konusundaki
düĢüncenin
haklı
çıkmasından
korkmuĢtum.
Ve
en
çok
da..en
çok
da
seni..kaybetmekten korkmuĢtum. Beni korkutan da
cesaretlendiren de yine sen oldun. Ġnan bana sen
gittikten sonra hayatımda birçok değiĢiklik oldu ve
düĢünmek için çok zamanım oldu. Annemin hep
söylediği bir söz vardı. ''Eğer birisinde Rabbi'ni
görürsen ya da O'ndan bir parça; işte bu gerçek aşktır.
Çünkü gerçek aşk acı vermez.'' Ben sende Rabbimi
gördüm Esma. Sen her zaman benimleydin, bana hep en
yakın oldun. Gülümseyen sendin ama mutlu olan
bendim. Unutmadan söyleyeyim buraya gelmeden önce
bir kaç Ģirkete özgeçmiĢimi yollamıĢtım ve ikisi geri
dönüĢ yaptı bile. ĠĢimi burada da yapabilirim, kabul
edersen birlikte iyi yerlere ulaĢmak için çalıĢabiliriz.
Benimle birlikte cennete ulaĢmak için yaĢamak ister
misin Esma?
Orhan'ı dinlerken kızaran Esma'nın gözlerinden artık
mutluluk gözyaĢları akıyordu. ''Ben seni hak edecek ne
yaptım?'' dedi fısıldayarak ve Orhan'ın yüzüğü
parmağına takmasına izin verdi.
Artık kimsesi olmayan Esma'nın da bir ailesi
olmuĢtu ve aradan 5 yıl geçmiĢti bile. Orhan de Esma da
birbirlerine sımsıkı bağlıydı.
73
Esma, her geçen gün sakallarında Ġstanbul'un kokusunu
taĢıyan, yalnız helalini kaybetme korkusu olan,
karıncalara basmayan, çocuklarla çocuk olup yaĢlılara
hürmet duyan, eĢyalara dahi merhamet eden Orhan‟ına;
Orhan da, yağmurları çok fazla seven, denizi izlemek
için bahaneler arayan, uzun yürüyüĢler yapan, ''Sabah
namazını Eyüp‟te, yatsıyı Sultan Ahmet'te kılalım mı ?''
sürprizleriyle gelen, dalındaki çiçeği dahi incitmekten
korkan Esma'sına âĢık oluyordu.
Çok yakında aĢkları gibi büyük bir adam olacak
oğullarını da kucaklarına alacaklardı inĢallah.
74
HAN DUVARLARI
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
75
-Osmanzade Hamdi Bey'e-
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
76
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
77
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
78
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
79
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
80
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
81
GURBET
Dilan POLAT
9/D 730
UlukıĢla'dan yola çıktık. O gün hava ılıktı, hafif bir
rüzgâr esiyordu. Hani bazen estiğinde güveninizi yerine
getiren rüzgârlardandı bu. Fakat ben o a sadece gurbeti
hissediyordum, hem de her Ģeyimle. Rüzgâr bana
inatmıĢ gibi esmeye devam etti. Anadolu‟yu keĢfetmek
için çıktım yola. Peki, nedendi bu ilk ayrılık acısı?
82
Nedendi bu gurbet hissi? Bilmiyordum. Sanki ilk
sevgiye benzeyen ilk acı gibiydi. At arabasına bindik ve
yolculuğa koyulduk. Yol biraz iniĢli çıkıĢlı olduğu için
at arabası arada sırada yerinde duraklıyordu ve demir
yaylar sarsılıyordu. Yolumuza devam ettik.
Gök masmaviydi, ağaçlar ise yemyeĢil. Bu gerçekten
güzel bir görüntüydü. Toros Dağları'nın önünden
geçiyorduk ve inceleme fırsatını kaçırmadım. Etekleri
kıĢtan dolayı solmuĢtu, fakat hala muazzam bir
görüntüsü vardı. Arabayı kullanan adam sürekli hoĢ bir
ıslık çalıyordu melodili bir Ģekilde. Gittiğimiz yollar
dönüp kıvrılıyordu. Gökyüzü bulutlanmıĢtı ve rüzgâr
serinliyordu. Belli ki yağmur yağacaktı. Birkaç dakika
sonra yağmur hafiften serpilmeye baĢladı. Ne güzeldi,
keĢke hep yağmur yağsaydı. Çıktığımız yokuĢ bitmiĢti
ve düz yola çevrilmiĢti yolumuz. Yollar bitmiyordu
sanki gurbet iyice kendine çekiyordu beni. Etrafta ne bir
köy vardı ne de ev. Yalnızca altımda tıkırdayan
tekerleklerin sesini hissediyordum. O an tekerleğin
sesine takılmıĢım ve uykuya dalmıĢım. Uzun süren
uykumdan sarsıntıyla uyandım. Sanırım yine yollar düz
değildi. Yollar gittikçe uzuyor gibiydi. Biraz daha yol
gittikten sonra karĢımızda Niğde'yi gördüm. Hisar gibi
yükseliyordu. Önümden bir deve kervanı geçiyordu.
Biraz ileride de beldenin hanı vardı. Her yeri alaca bir
karanlık sarmıĢtı.
Atlarımız durdu ve handan içeri girdik. Tüm garipler
buradaydı. Onlara baktıkça kendimi görüyordum. Tıpkı,
benim gibilerdi. Bir noktada birleĢmiĢti vatanın dört
bucağı. Gurbeti derinden hisseden gönüller bir aradaydı.
83
Bütün yüzlerde b,r hüzün vardı. Gözleri dalıyordu ve
göğüslerini içlerine çekerek derin bir nefes alıyorlardı.
EskimiĢ bir lambanın altında aydınlanıyorduk hep
birlikte. Gözleri gitgide derinleĢiyordu. Yatağıma
oturdum ve etrafı incelemeye baĢladım. Yatağımın
yanında esmer bir duvar vardı. Bu duvara mani, resim
gibi izler bırakılmıĢtı. Gözlerim birden kıpkırmızı
satırlara takıldı. ġair arkadaĢ burada gurbeti anlatmıĢtı.
Kınadağı‟ndan on yıldır ayrı kaldığını, baba ocağının ve
yar kucağının hasretiyle yandığını yazmıĢtı. Altında da
sekiz mart otuz yedi diye bir tarih vardı. BaĢka bir ad
göremedim. Lakin bu sözler içime dokunmuĢtu. Bunları
düĢünerek uykuya daldım.
Ertesi gün, tekrar gün doğmadan yolculuğa çıktık.
Mart sabahı olduğu için hava buz gibiydi. Soğuğu
iliklerimde hissediyordum. ġehrin kenar evleri
arkamızda kalıyordu, höyükler uzaktan görünüyordu ve
eski hanlar bir derebeyi gibi kurulmuĢtu. Sonsuz
yollarda gidiyorduk yine. Ġki dağ arasında kalan dar bir
geçitten geçiyorduk. Yolları arkamızda bıraktıkça
seviniyordum. Arkamızda kalan yerler baharla
anlaĢırken, önümüzdeki yollar karla kaplıydı. Yine
güzel bir görüntü oluĢmuĢtu. Her yer bembeyazdı. Bir
an önce yolun bitmesini diliyordum. Tam o anda arabacı
bağırdı , "ĠĢte Araplıbeli!" Sonunda gelmiĢtik.
O kadar mutlu olmuĢtum ki. Atları hana çekip girdik
içeri. Üç dört arkadaĢ bizden önce inip çoktan bağdaĢ
kurup oturmuĢlardı. AteĢ yanıyordu ve yanan çalılardan
çıkan sesler canlılık katıyordu. Hafiften uykum gelmeye
baĢlamıĢtı. Yatağıma uzandım ve yine kalbime ok gibi
84
saplanan satırlarla karĢılaĢtım. Burada arkadaĢ yârine
olan hasretinden bahsediyordu ve kendini kuru yaprağa
benzeyen bir yolcu olarak tanımlamıĢtı. Bu satırlarla
uykuya daldım. Sabahleyin tekrardan yola çıktık. Hava
parlak ve güneĢliydi. Yine uzun bir yolculuğun sonunda
Ġncesu'ya gelmiĢtik ve yolun her adımında yine gurbeti
hissetmiĢtim. Yine bir handa yorgun bir Ģekilde uykuya
daldım.
Gün doğarken kötü bir rüyayla uyandım. BaĢucumda
gördüğüm satırlar beni darmadağın etmiĢti. Tıpkı bir
mürekkepli kalemi kâğıda bastırdığınızda dağılan
mürekkep gibiydim. Satırlarda Ģu yazıyordu, "Garibim
namıma Kerem diyorlar. Aslı‟mı el almıĢ haram
diyorlar. Hastayım derdime verem diyorlar. MaraĢlı
ġeyhoğlu SatılmıĢ'ım ben." Bu satırlar alt alta dörtlük
halindeydi. ġiirde ismini de kullanmıĢtı. Kim olduğunu
çok merak ediyordum. Biraz zaman sonra tekrar yola
çıktık. Bu seferki yolumuz Erciyes‟ti. Hancıya çok
merak ettiğim MaraĢlı ġeyhoğlu'nu sordum. Hana sağ
girdiğini fakat ölü çıktığını söyledi. O an gözlerim
yaĢarmıĢtı. Garip ġeyhoğlu buradan geçememiĢti.
Aradan yıllar geçti fakat ne zaman bir han görsem
irkilirim. O duvarlarda gizlenen dertleri en iyi ben
bilirim çünkü.
85
HANLARDA YAġANANLAR
Ġmdat MERCAN 9/D
Her yer çok sessizdi. Emre bu sessizliği ayrılma acısına
yormuĢtu. Ġlk kez memleketinden çok uzaklara
gidecekti. Heyecanlı ve bir o kadar da yorgundu.
Ġçinden bir ses nedense bu yolculuğa çıkmaması
gerektiğini söylüyordu. Emre „‟Sanırım gurbeti
gözümde fazla büyüttüm‟‟diye geçirdi aklından.
Korkmamaya çalıĢıyordu fakat gurbet acısını ilk kez bu
denli yüksek hissetmek onu daha çok korkutuyordu.
Emre artık hazırdı, bir an önce yola çıkılsın istiyordu.
Her ne kadar korksa da yeni görev yerini, yeni
86
öğrencilerini gerçekten merak ediyordu. Yeni görev yeri
„‟Kayseri Lisesiydi. Emre, emindi ki korkusunu
bastırabilecek büyüklükte bir heyecana sahipti ve bu
heyecanı kullanmak istiyordu. Sürekli Kayseri'de devam
ettireceği hayatını planlamaya çalıĢıyordu. Ülke
savaĢtan yeni çıkmıĢtı, yorgun ve bitkin bir haldeydi.
Emre, eğitimli-öğretimli bireyler yetiĢtirerek bu ülkeye
yapabileceği en büyük iyiliği yapmayı amaçlıyordu.
SavaĢtan çıkmanın vermiĢ olduğu yorgunluk
yetmiyormuĢ gibi bir de ülke çıkan siyasi savaĢlardan
hiç memnun değildi. Gençleri, daima ülkenin iyiliği için
çabalamayı, bir Ģeyler sarf etmeyi öğretmek gibi yararlı
eylemleri onlara katarak geleceğe hazırlamaya
çalıĢacaktı.
Ve nihayet yolculuk baĢladı. Kara tren dumanlarını
püskürtürken, Emre‟nin içinde bütün duygular birbirine
girmiĢti. Ağlasa mıydı? Gülse miydi? Bilemedi. Kara
tren rayların üzerinde süzülüp giderken Emre bir
nebzede olsa rahatlamaya baĢlamıĢtı. Evet, Emre
rahatlıyordu, tüm heyecanları, korkuları geride kalmıĢtı.
Yola odaklandı. Gök sararmıĢtı, ağaçların yaprakları
dökülmüĢ sapsarı kesilmiĢlerdi. Hava ılıktı, yani trene
binerken öyleydi. Yolda birçok kervansaray görmüĢtü
ve birçoğunun mimarisine hayran kalmıĢtı. Ve nihayet
karĢısında tüm Ģehvetiyle, endamıyla ve görkemiyle
Toros Dağları yükseliyordu. Havanın kararmasına çok
az kalmıĢtı ve bu gök renginde Toroslar ayrı bir güzel
gözüküyordu. Toros‟un eteklerini hafif bir beyazlık
kaplamıĢtı. Emre bu manzarayı hayranlıkla izlerken tren
87
tekerleğinin sanki inlercesine çıkardığı ses dikkatini
dağıtıyordu. Emre bir süre bu sesi duymamaya çalıĢtı,
ama her ne olursa olsun o ses Emre‟nin sinirlerini
bozuyordu. Emre ise o sese aldırmamaya çalıĢarak
Kayseri‟yi düĢünüyordu acaba onu orada ne gibi
sürprizler bekliyor olacaktı.
Ağaçların yaprakları hafiften oynamaya baĢlamıĢtı,
Emre rüzgâr esmeye baĢladığını düĢündü. Tren bir
dağın yamacına tırmanmaya baĢlamıĢtı. Emre
Kayseri‟ye daha çok olduğunu düĢündü. Gök
bulutlanmıĢtı, ay ıĢığı zar zor aralarından geçerek
gökyüzünü
aydınlatmayı
amaçlıyordu.
Bu
bulutlanmanın arasında ince ince yağmur serpilmeye
baĢlamıĢtı. Emre sıkılmıĢtı, bu yolculuğu sevmemiĢti.
Yol çok uzun gözüküyordu. Nihayet dağın yamacı
bitmiĢti ve bu sefer de yol onları dümdüz bir ovaya
bırakmıĢtı. Gıcık olduğu tekerlek sesi hala devam
ediyordu ama artık alıĢmıĢtı, Emre. Hatta bir süre sonra
melodi gibi gelmeye baĢladı ve Emre bu melodi
eĢliğinde derin ve huzurlu bir uykuya daldı.
Bir sarsıntı Emre‟yi derin ve uzun süren uykusundan
uyandırmaya yetti. Emre bir anda sıçradı ne olduğu
hakkında fikri yoktu. Kafasını kaldırıp camdan
baktığında karĢısında Niğde‟yi gördü, hisar gibi
yükselen, Niğde‟yi. Emre çok sevindi. KarĢıda Niğde
olduğuna göre Kayseri‟ye yaklaĢmıĢ olmalılardı. Ayrıca
Niğde‟de mola vereceklerdi. Trenden indiğinde belinin
88
ağrıdığını fark etti ama olsundu, sonunda dıĢarıdaki
havayı ciğerlerinin köklerine kadar çekti. Ciğerlerinin
aldığı yeni oksijenin verdiği mutluluğu yaĢadı ve
beldenin viran hanına doğru yola koyuldu. Ġyi
dinlenmesi gerektiğinin farkındaydı çünkü ertesi gün
sabah erkenden yola çıkacaklardı. Han yıkık dökük
duruyordu ama iĢine yarardı, memur maaĢıyla ancak
burada kalabiliyordu. Ġçeri girdi, ortalıktaki insanlar
yoğun sigara dumanından zar zor seçilebiliyordu.
Duvarda ki acayip yazılar ve resimler Emre‟nin
dikkatini çekti. Burada kalan insanlar „‟Han
Duvarlarına‟‟içlerinden ne geliyorsa yazmıĢlar hatta
resmetmiĢlerdi. Ama oradaki bir dörtlük onu can
evinden vurmuĢtu. Duvarda gurbet acısını anlatan bir
dörtlük sanki Emre için yazılmıĢtı;
„‟On yıl var ayrıyım Kınadağı‟ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmıĢım ben‟‟
Emre bu dörtlüğün altında bir tarih ve bir de imza
gördü: Sekiz Mart Otuz Yedi… Ve böyle dörtlükler
arasında uykuya daldı.
Ertesi gün sabah erkenden yola çıkılmıĢtı. Hatta gün
yeni yeni ağarıyordu. Hava, Mart ayı olmasına rağmen
89
aĢırı derecede soğuktu. Nefes verirken dıĢarı çıkan hava
neredeyse buz tutacaktı. Bu soğuk hava eĢliğinde diĢleri
birbirine vurarak trene ulaĢmayı baĢarmıĢtı. Sert esen
poyraz, tren içinde bile hissedilebiliyordu. Tekrar
yolculuk baĢlamıĢtı, tren ucu gözükmeyen bir yola
doğru ilerliyordu. Birçok han, kervansaray geçtikten
sonra bir düzlüğe varmıĢlardı, bu düzlük sanki bir gelin
gibi beyaza bürünmüĢtü. Hatta kar Ģiddetlenerek
yağmaya devam ediyordu, bu kar değil gökten gelen
beyaz ölümdü. Tren bu soğukta daha fazla ilerleyemedi
ve Arapeli denilen yerde mola vermek zorunda kaldı.
Arapeli, ilk kez duyuyordu ama soğuk hava Ģartlarında
sığınılabilecek birkaç hana sahipti. Emre‟den evvel üç,
dört kiĢi hana gelmiĢlerdi, ocağın etrafında ellerini
birbirine sürterek ısınmaya çalıĢıyorlardı. Oracıkta
uykuya dalmak istiyordu ama bu soğuk hava insanı
kaskatı kesiyordu. Tam yattığında –uykuya dalacağı
vakit- duvarda yazılar gözüne takıldı ve onları okuyarak
uykuya daldı;
„‟Gönlümü çekse de yârin hayali
AĢmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmıĢım ben‟‟
Sabah Olduğunda yerdeki beyaz örtü haricinde dünden
bir eser yoktu. Hava günlük gülistanlıktı. Uzun süren bir
yolculuktan sonra Ġncesu‟ya vardılar. Yorgun olan Emre
90
Ġncesu‟da bir handa tatlı bir uykuya dalmıĢtı. Sabah
kalktığında gece fark edemediği baĢucundaki Ģu satırları
gördü;
„‟Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı‟m el almıĢ haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
MaraĢlı ġeyhoğlu SatılmıĢ‟ım ben‟‟
Tren giderken Emre bir adam gördü ve merakına yenilip
birden „‟MaraĢlı ġeyoğlu‟nu tanır mıydınız‟‟dedi. Adam
bir süre ĢaĢkın ĢaĢkın Emre‟nin suratına baktı ve derin
bir iç çekerek „‟Geçenlerde bir hana sağ girmiĢ lakin
ölüsü çıkmıĢ‟‟dedi. Emre nedense ġeyhoğlu için çok
üzülmüĢtü. Tren Erciyes‟i tırmanmaktaydı. Yeni okula
çok az kalmıĢtı. Birden ġeyhoğlu buralardan geçemedi
diye düĢünerek üzüldü.
Emre o zamandan beri ne zaman bir han görse içi
sızlardı. Çünkü “Hanlarda YaĢananlar”ı, han
duvarlarında neler yazıldığını çok iyi bilirdi.
91
BU VATAN BĠZĠM
Hilal DURDU
9-D 735
Haber geldi Çanakkale‟den “Gönüllü olanlar askere
alınacak” diye. Ben vicdan azabındayım, bu vatanın
halini gördükçe. Hemen gidip adımı gönüllülere
yazdırdım. Anamım yanına gidiyorum, bu vatanın
92
kurtulması için canımı vermeye. Anam eve geldiğimi
anladı.
-Oğul hoĢ gelmiĢsin.
-HoĢ buldum anam.
-Geç otur oğul, baban gelsin de yemek yiyelim.
-Tamam anam.
Babam gelmiĢti. ġapkasını masanın üzerine bıraktı.
BaĢı eğik bir Ģekilde sofraya oturdu.
-Hayırdır Bey.
-Çanakkale‟de Harp varmıĢ, Hanım. Bu milletin hali ne
olacak. Allah‟ım bu milletin hali ne olacak.
Ben boynumu eğmiĢ bakıyordum yere. Anama
babama söylemek ne kadar zordu benim için. Sonra
sözüme baĢladım.
-Ana baba, ben adımı Çanakkale‟ye gideceklere
yazdırdım.
Annem gözyaĢlarını tutamadı. Babam ise baĢını
kaldırdı ve bana baktı.
-Oğul, sen de mi gidiyorsun? O mahĢere. Oğul, sen de
mi bu vatan için canını verirsin.
-Veririm babam, veririm. Bu vatan için canımı veririm.
Annam ağlamaklı olan gözlerini sildi ve bana baktı.
-Oğul, canım oğul. Evimin tek çocuğu, canımın içi.
Canını vermeye mi gidersin?
93
-Evet, anam canım anam bu vatan için canımı vermeye
giderim.
-Oğul, bu vatana canın sağ olsun. Dualarım hep seninle
oğul.
Kalktım sofradan, geçtim odama. Bu gece evdeki
son günüm olacaktı ve yarın yola çıkacaktık.
ĠĢte gidiyorum mahĢere, iĢte gidiyorum vatanı
kurtarmaya. Bütün askerlerle yürüyorduk, gelmiĢtik
Çanakkale„ye. Çadırlarda onca yaralı. Belki bizde yaralı
olarak döneceğiz, belki de o büyük mertebeye
ulaĢacağız (ġehitlik mertebesi). Komutan sırayla
hepimize tüfek vermekteydi. Tam o sırada bir bomba
sesi duyuldu. Komutan “mevkilere” diye bağırdı.
Elimdeki tüfek öyle zorluyordu ki beni. Ama
atıĢlarımı görerek atıyordum. Mektepte olduğum
imtihana benzemiyordu, savaĢmak.
Dün mektebime giden ben, Ģimdi savaĢın
ortasındayım. KarĢı tarafın donanması çok iyiydi fakat
bizim de imanımız vardı. ÇatıĢma kesilmiĢti.
Kur‟an-ı Kerim elden ele dolaĢıyordu. Ġmanımız,
inancımız
bizim
her
Ģeyimizdi.
Bu
savaĢı
kazanacağımıza inanıyorduk. Bu vatanı o soysuzlara
bırakmayacaktık.
Hava kararmaya baĢlamıĢtı. Mühimmatımız az kalmıĢtı.
Bir çatıĢmaya daha girecek halimiz var mıydı? Cepheyi
yine bombalamaya baĢladı, soysuzlar. Benim mermim
bitmiĢti ve mühimmatımız kalmamıĢtı. Komutana
94
mühimmatımızın bittiğini haber ettik. Komutan geldi ve
bağırdı.
- Süngüleri çekin gidiyoruz.
ĠĢte gidiyorduk, canımızı vermeye. “Allah Allah”
diye yükselen sesler, bizi ahrete uğurluyordu.
Cepheden ayağını çıkaran ölüyordu. Askerlerin tek tek
yanımda vurulduğunu görüyordum. Ben ise onlardan
birkaç kiĢiyi öldürdüm. Cephelerine girmiĢtim,
belimde bir ağrı hissetmiĢtim. Soysuz vurmuĢtu beni.
VarmıĢtım iĢte o mertebeye, Ģehit oluyordum iĢte, bu
vatan için canımı vermiĢtim. ġimdi tek tesellim bu
vatanın bu soysuzlara kalmamasıydı. Yere yığılmıĢtı
cansız bedenim. Bu vatan onlara kalmayacaktı ve
neslimiz bu vatanı o soysuzlara çiğnetmeyecekti.
ġimdi bu vatanı siz gençlere emanet eden ben, Ali.
Bu vatana iyi bakın…
95
TREN YOLCULUĞU DEYĠP GEÇME
Mehmet SAVAġ
9/D 944
Yıl 1949
Yine bir toplum sorunu var. Bu sorunu çözmek için
birçok mücadele verildi. Ama bütün mücadeleler boĢ.
Söz konusu Oğuz Türkleri olunca ne desek boĢ.
Günlerden bir gün yine bir tren seyahatindeyim.
Ankara‟dan dönüyorum. Bozkırların arasından kıvrıla
kıvrıla akan Sakarya Nehri‟nin muhteĢem görüntüsü
gözüme takıldı. Bir an ne oldu bilmiyorum ama sanki
bir anda geçmiĢten günümüze kadar ne olduysa aklıma
bolca ilhamla birlikte geldi. Ve baĢladım yazmaya o acı
veren dizeleri. Aklıma Türk Milleti geliyor. Konumuz
sosyal bir ülkü. Geleceğimizin kurtarıcıları,
96
kahramanları, geleceğimizi kuracak olan neslin dava
çilesini anlatıyorum. ĠĢte buradayım. Sakarya Nehri
kıyısındayım. ġahidim var. Sakarya Nehri.
Temsilcimdir benim. Ve baĢladım tarih ile iman kokan
dizeleri yazmaya. Ve dördüncü mısraımda bulunan Ģu
dizeyi ekledim:
Benimse alınyazım, yokuĢlarda susamak.
Benim için çok anlamlı bir cümle. Ben yazmaya devam
ederken orta boylu, gözü pek, cesur, takım elbiseli bir
beyefendi yaklaĢtı yanıma. Daha ilk defa gördüm bu
adamı. Kim olduğunu bilmiyordum ama ilk görünce
adama kanım ısındı. Sohbete baĢladık. MuhteĢem
görüntüsüyle Sakarya Nehri bize eĢlik etti.
Sonra adını sordum. Adı „‟Mustafa‟‟imiĢ. Adını
duyduktan sonra adamdan tanımadığım halde delice b ir
samimiyet duydum. Ne demek istedin diye sordu adam
dördüncü dizede. Ben de „‟Sen hiç yorulmadan, zahmet
etmeden, çile çekmeden, büyük bir mücadele vermeden
davayı kazanabilir misin?‟‟diye sordum. Adam da
„‟Hayır. Asla ve kat‟a hayır.‟‟dedi. Ben de‟‟ ĠĢte
Çanakkale SavaĢ‟ı bu ruhla kazanıldı.‟‟dedim.
Mustafa benim ilham perim oldu ve geldi ilhamlar. Gitti
kötü efkârlar. BaĢladım yeni mısralar yazmaya.
Fakat Sakarya baĢka, yokuĢ mu çıkıyor ne,
97
KurĢundan bir yük binmiĢ, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor, yokuĢu sökmek için
Hey Sakarya, kim demiĢ suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya‟nın, Türk tarihi vurulur.
Mustafa söze girdi.‟‟Bu imalı ve edebi sözlerinle yine
ne anlatmak istedin?‟‟der. Ben de „‟Sakarya Nehri‟nin
yokuĢa doğru çıkma mücadelesi, imkânsızı baĢarma,
olmazları oldurmaya yönelik inadı ve azmidir. Ama
burada bir paradoksal yapı vardı. Yani burada o var.
Nehir aĢağı doğru akar, yokuĢa doğru çıkmaz.
Yani demek istediğim görünen sebeplere göre sonucunu
hesaplamamalıyız. Ben de öyle yapayım. Dolayısıyla
Türk milleti esir olmaz. Allah‟ın izniyle esir de
olmayacaktır. Ve her zaman hür kalmıĢtır. Bak mesela
Malazgirt SavaĢı‟nda 1071‟de büyük komutan,
kumandan, büyük önder Alparslan,250.000 kiĢilik en
modern silahlarla donatılmıĢ Bizans Ordusu‟nu 50.000
kiĢilik ne doğru düzgün silahı, cephaneliği, kıyafeti
olmayan Allah inancıyla dolu olan ordusuyla zafer elde
etmiĢtir. Yeni bir tarih baĢlatmıĢtır. Hemen ardından
Fatih Sultan Mehmet Han Ġstanbul‟u fethederek bir çağ
kapatıp bir çağ baĢlattı. Ve siz hala imkânsız diyin.
98
Mustafa ayağa kalktı ve gururla‟‟Allah bu milleti
vatansız, milletsiz, Ġslamsız, Kur‟ansız, Allahsız
bırakmasın.‟‟dedi
ĠĢte öyle. Mustafa bana bir tren seyahatimde eĢlik etti.
Fikir verdi. Güç verdi. Tren yolculuğu deme. Rabbini
bil. Peygamberini bil. Allah‟ı unutma. Ġslam‟ı unutma.
Nesline sahip çık. Kendine iyi bak. Allah‟ı unutma.
Sonra. Sonrası öyle iĢte.
Güzel bir tren yolculuğunda yine imkânsız diye bir
Ģeyin olmadığını, imkânsız değildir kanısına vardığımı
sizlere duyuruyorum.
Unutmayın!
Zoru baĢarırsınız, imkânsız biraz vaktinizi alır.
99
“ÖĞRETMEK” ĠSTEYENLERE 5
KÜÇÜK ÖNERĠ
*Cahit GÜVENÇ*
Uzman Rehber Öğretmen
Öğretmek günümüzün en önemli konularının baĢında
geliyor. Öğrenmemiz gereken bilgilere bakınca
beynimizin yükü gerçekten ağır. Biyolojik olarak
sıradan bir lise müfredatındaki bilgileri bile tam olarak
akılda tutamayacağımız açık. Peki, aklımızda kalması
gerekenler neden uçup gidiyor? Yahut neden bazı
Ģeyleri kalıcı bir Ģekilde öğretemiyoruz?
Neleri öğreniriz?
1. Duygusal olarak önemli Ģeyler: Anlattığınız ve
öğrettiğiniz konular arasında duygulara dokunan;
yani öğrenenlerin sevdiği, hayret ettiği, hayran
olduğu, korktuğu veya tiksindiği bileĢenler, çok
100
daha uzun süre akılda kalır. Duygusal olarak
herhangi bir önemi olmayan bilgiler ise insan
zihni tarafından kaydedilmez. Gençlerin sevdiği
futbol takımının oyuncularının adını ve hayat
hikâyelerini saatler içinde öğrenebilmelerinin; hatta
çoğunun “okul”u “istenmeyen ve kurtulunması
gereken bir Ģey” olarak algılamalarının temelinde
duygusal öğrenme kayıtları yatar. Ufak bir çaba ile
birçok konuyu duygusal açıdan önemli hale
getirebilirsiniz. Tabii hangi tür duyguları
oluĢturduğunuza dikkat ederek; mesela korku ve
tiksinti, “kaçınma ve uzak durma” tepkilerine yol
açacaktır.
2. Gerçek yaĢamla bağlantılı Ģeyler: Matematikte
üçgenleri veya integrali; fizikte serbest düĢüĢ yahut
dalgalar fiziğini; kimyada soygazları veya organik
bileĢikleri;
tarihte
ilkçağ
veya
ortaçağ
medeniyetlerine dair isimleri ve daha nice bilgileri,
zamanında birileri bize öğretmiĢ olmalı. Ama
çoğunu Ģu an hatırlamıyoruz. Bunun en önemli
nedeni, bilgilerin çoğunun, sınıf gibi izole bir
ortamda, gerçek hayatta herhangi bir sorunla
bağdaĢtırılmadan verilmesidir. Mesela integral
denen iĢlemin “eğrinin altında kalan alanın
hesaplanması” demek olduğunu bilmeden integral
problemlerini ezbere çözebilen çok öğrenci
görebilirsiniz. Bu beceri, sınavlar geçtikten kısa bir
süre sonra unutulacaktır. Fakat öğrenci önce
“eğrinin altında kalan alanı hesaplama” gibi gerçek
101
bir sorunla baĢ baĢa bırakılır ve ardından bizzat
yaĢadığı bu probleme dair matematiksel bir çözüm
olarak integral öğretilirse, öğrenme çok daha farklı
bir boyut kazanır ve öğrenilen bilgi kalıcı hale gelir.
Gerçek yaĢamla bağlantı kurma dediğimizde bu gün
aklımıza genellikle teknolojinin yeni imkânları
geliyor. Aslında bunlar bize pek yardımcı olmuyor;
zira gerçek hayattaki deneyimler, bilgisayarlarda
üretebileceklerimize göre çok daha karmaĢık, çok
daha yüksek boyutlu ve “insan beynine yaraĢır”
düzeyde girift deneyimlerdir. Teknolojinin bizi
hayattan kopartması, günümüz ve geleceğimiz
açısından önümüzdeki en belirgin problemlerden
birisi…
3. Deneyim yaĢatan Ģeyler: Aranızda araziye çıkarak
biyoloji yahut coğrafya dersi yapmıĢ olan kaç Ģanslı
âdemoğlu vardır acaba? Tabiattaki canlılarla birebir
karĢılaĢmadan biyoloji, yeryüzü Ģekillerinin en
azından bir kısmını olsun gözleriyle ve bedenleriyle
deneyimlememiĢ birisine coğrafya “öğretebilmek”
gerçekten zor bir iĢtir. Osmanlı – Rus SavaĢı’nı
Erzurum’daki
tabyalarda
dinleyerek
102
deneyimlemek baĢka, sınıfta anlamaya çalıĢmak
baĢkadır. BeĢ duyu ve duygularla deneyimlenen
anlar, kolay kolay unutulmaz.
Ödül sağlayan Ģeyler: Beynimizin en kuvvetli sürücü
sistemi, dopamin adlı sinir haberleĢme kimyasalı
üzerinden
çalıĢan
“ödül”
sistemidir.
Tüm
alıĢkanlıklarımız, bağımlılıklarımız ve günlük
kararlarımız, doğrudan veya dolaylı Ģekilde bu
sistemin iĢleyiĢiyle ilgilidir. Beyinde dopamin
salgısını artıran her Ģeyi “hemen bir daha” yapmak
isteriz. O yüzden, yemek yemek, çiftleĢmek, sosyal
iliĢkiler kurmak, güvende olmak, galip gelmek ve
umut etmek gibi davranıĢlar “hoĢumuza gider” ve bu
durumlara eriĢmek için fazla çaba gösterme
ihtimalimiz
artar.
Öğrenilen
bilgiler
ise
bizzat kendileri “ödül” sağlayabildiği gibi, planlı bir
Ģekilde zihinsel ödül sağlayıcı bir duruma da
bağlanabilir. Mesela yarıĢmalar sonucunda para ödülü
vb verilmesi, bu temele dayanır. Fakat burada
dikkat edilmesi gereken bir durum var: Yaratıcı
ve entelektüel iĢler, maddi ödüllerle teĢvik
103
edilemiyor. Mesela daha fazla para verdiğinizde,
bedenen çalıĢan insanların performansı artarken,
zihinsel değer üreten insanların performansı ya
düĢüyor, ya da dikkate değer oranda değiĢmiyor.
AraĢtırmalar, yaratıcı performansın ödülünün,
sosyal takdir ve teĢvik cinsinden olması gerektiğini
gösteriyor. Yani her hedef, farklı bir tür ödüle
ihtiyaç gösteriyor olabilse de, zihinsel ödül
mekanizması, sonuçlarının dikkatle izlenmesi
Ģartıyla, öğrenmenin en garantili yöntemi olmaya
devam
ediyor.
4. Önceki bilgileri birleĢtiren ve onlara farklı bir
çerçeve kazandıran Ģeyler: Yıllar önce Ġzmir‟deki
Efes harabelerini, Efes üzerine doktora yapmıĢ bir
akademisyenin rehberliğinde gezme Ģansım
olmuĢtu. Bir kaç saatlik turumuzda, hem neredeyse
oradaki her taĢın, her köĢenin hikâyesini öğrendik,
hem de ekolojiden politikaya, kimyadan tarihe kadar
birçok alanda önceden edinmiĢ olduğumuz ve bize
birbirleriyle iliĢkisizmiĢ gibi gelen birçok bilgiyi
“tekrar çağırmamıza” neden olan çok boyutlu bir
104
deneyim yaĢadık. Bu geziden yıllar sonra tekrar
baĢka bir grupla oraya gittiğimde, dinlediklerimin
neredeyse tamamını yanımdakilere anlatacak kadar
hatırlayabildiğimi fark ettim. Öğrenme sürecinde bu
tip deneyimler hayati öneme sahiptir. Önceden
sahip olduğunu bilgileri anlamlı bir öykü ile
birleĢtiren, duygusal olarak sizi kendisine çeken
çok
boyutlu
deneyimler,
kolay
kolay
unutulmaz. Herhangi bir konuyu öğretirken,
öğrenci kitlenizin baĢka konulardaki bilgi ve
deneyim birikimine ne kadar hitap edebilirseniz,
anlattığınız konular belleklerde o kadar kalıcı
olacaktır.
Kaynak:
oneri/
105
http://nbeyin.com.tr/ogretmek-isteyenlere-5-
HAYAT…
Emre DEMĠRTAġ
ATT 12-A
Hayatta zor Ģeyler yaĢar, acılar çekeriz. Ama öylesi
vardır ki insanı hayattan koparabilir.
Dostluk,
kardeĢlik,
ihanet,
fedakârlıklar…
Çevrendeki kardeĢim dediğin insanlar için birçok
fedakârlık yapar, güvenir, değer verirsin. Defalarca
ihanete uğrarsın. Bir yanını daima eksik hissedersin.
Kendini iĢe yaramaz zannedersin. Ne kadar değer
106
verirsen, o kadar kolay kaybedersin. Daima iyi niyetle
yaparsın. Ne kadar iyi niyetli olursan, karĢındaki insan o
kadar suiistimal eder. BoĢ biri gibi hissedersin kendini.
Sanki bir hiç olduğunu düĢünmeye baĢlarsın. Kalbin,
yüreğin defalarca parçalanmıĢtır. Artık güvenmekten,
sevmekten korkarsın. Birini sever, değer verirsin. Ne
kadar “Seni bırakmayacağım!” dese de yine yüzüstü
bırakır gider. Ağlarsın, tutamazsın kendini. Bir süre
sonra gözlerinden gözyaĢı yerine kan akmaya baĢlar,
durduramazsın. Her Ģey ağır gelmeye baĢlar insana.
Güvenemezsin kimseye. Uyuyup bir daha uyanmamak
istersin. Bir süre sonra ağlayamaz hale gelir, ağlasan
bile rahatlayamaz geçmiĢe bakar kalırsın.
Bu yıkımın içindeyken biri çıkar karĢına.
Seni bu yıkımdan çıkarabileceğini hissedersin.
Kimseye güvenmeyeceğim derken biri çıkar karĢına.
Kim bilir belki de gökyüzündeki parlayan yıldızın
olur…
107
TÜRKLER
Aydın EDĠK
11/A 112 ATT
Türk milleti gerek azmiyle olsun gerek hırsıyla ve
gerekse üstün ahlakıyla olsun tüm dünyaya damgasını
vurmuĢ Ģanlı bir millettir. Bunun altında yatan ise
önemli bir askeri teĢkilata sahip olmasıdır. Türk
Milleti‟nin devlet kurma ve bu yolda kızıl elmaya nasıl
ulaĢtığını bilmek istiyorsak öncelikle Türk Milleti‟nin
vatan ve millet aĢkını üstün ahlak durumlarını en doğru
Ģekilde kavramak gereklidir. Sizinle Rus Komutan
Çarneyev‟in bir sözünü paylaĢmak istiyorum; Türkler‟
in yalnız sonsuz bir cesareti değil iradeleri
sersemleĢtiren bir sihirbaz zekâsı vardır. ĠĢte Türk bu
zekâsıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık
dünyasında en Ģerefli hizmeti baĢarır. Zaten Avrupa‟nın
yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak baĢka türlü
mümkün olamazdı.
Türklerin ön plana çıkmıĢ özelliklerinden bir diğeri
ise doğuĢtan asker olmalarıdır. Askerlik Türklerde
kiĢinin vatanına karĢı bir sorumluluğu olmuĢ bu yolda
ölmek ise Ģereflerin en hakikatlisi olarak Türk
Milleti‟nin kalbine iĢlenmiĢtir. Tarih boyunca Türkler
düĢmanının korkusu; dostunun sadakati olmuĢtur.
Atatürk‟ten yola çıkacak olursak o hep Türk gençliğine
108
güvenmiĢ ve en güzel yarınları onlara hediye ve emanet
etmiĢtir. Vatan millet sevgisinin daim olmasını ve
kefensiz yatan aziz Ģehitlerimizin ruhlarının Ģad
olmasını Yüce Allah‟tan niyaz ediyorum. Vatan
sevgisinin ne olduğunu bize anlatan Mete Han ve bu
yolda Milli Ġstiklal ayaklanmasının baĢını çeken KürĢad
ve kırk çerisi gibi bir ceddimiz olduğu sürece bu millet
geçmiĢiyle daha da kuvvet bulacaktır. Büyük önderin de
dediği gibi “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil
kanda mevcuttur.”
109
KĠTAP TANITIM
“GÖZ GÖRDÜ KALEM YAZDI”
Vedat Ali TOK
Yediğin
içtiğin
senin
olsun
gördüğün
güzel(lik)lerden haber ver, sözü gurbete gidip gelen
insanların gezdikleri yerlerle ilgili izlenimleri merak
etmekten kaynaklanan bir dilek ifadesidir. Gezip
gördüğümüz yerleri pekâlâ da anlatırız; ancak bizde
110
yazma iĢi galiba biraz ihmal ediliyor. Nitekim edebiyat
tarihimize baktığımız zaman hâlâ Evliya Çelebimizin
Seyahatnâmesinden baĢka yüzümüze tutacak doğru
dürüst bir gezi eserimizin bulunmayıĢından yakınır
dururuz. Yazılan gezi yazılarının okuyucu hâfızasına
çengel atamayıĢının sebeplerine baktığımız zaman
bunların çoğu zaman objektiflik nâmına kuru kuruya
istatistik bilgilerinden öteye gitmediği sonucuna
ulaĢırız. Ancak az da olsa yüreğimize su serpecek
türden eserlere de rastlamıyor değiliz.
Birkaç günden beri elimden düĢüremediğim bir
kitaptan bahsetmek istiyorum: Göz Gördü Kalem Yazdı.
272 sayfalık bu gezi eseri, Cihan Okuyucu‟nun çeĢitli
vesilelerle çıktığı yurt dıĢı gezilerinde yaĢadıklarını
kaleme aldığı kitabı hâtıra-seyahatname türünde bir
eser…
Asıl amacı Türk tarihi, dili ve edebiyatına ait izlerin
araĢtırılması, kütüphanelerin tetkiki veya tebliğ sunmak
olan yazarın, dolaĢtığı çeĢitli ülkelerden verdiği
manzaralarla, insanlarla yaptığı sohbetlerle, gezi
esnasındaki ilginç anekdotları aktarıĢıyla okuyucuyu
âdeta gittiği yere beraberinde götürüyor. Bir müddet
sonra siz de o seyahatin bir parçası, bir yolcusu
oluyorsunuz.
111
Bu eseriyle sadece bilim adamı değil, aynı zamanda
belki de bilim adamlığının bir vasfı da olan gözlemdeki
ustalığı ortaya çıkıyor Prof. Dr. Cihan Okuyucu‟nun.
Hangi ülkeye gitmiĢse o ülkenin tarihî, siyasî ve
sosyolojik yapısına ait gözlemlerini akıcı bir dille ele
aldığı eserinde, zamanın ve imkânların yetersiz olduğu
yolculuklarında bile “uçarken eğilip denizden bir su
alan kırlangıç” ustalığıyla araĢtırmasını ihmal etmiyor.
Kitabı okurken zaman zaman heyecanlanıyor,
yabancılar üzerindeki Türk haĢmetini görüyor, biraz da
gururlanıyorsunuz. Ve yazarın “Ah zavallı memleketim!
Sen içerden bakınca ne kadar küçük ve dıĢarıdan
bakınca ne kadar büyüksün.(s.90)” hükmüne iĢtirak
ediyorsunuz. YurtdıĢına hiç çıkmamıĢ insanların sadece
basın yayın organlarının bildirdikleriyle ya da coğrafya
kitaplarındaki malumatlarla bu ülkeler hakkında
kesbedilen bilgilerin ne kadar sığ olduğunu kitabı
okuyunca daha iyi anlıyorsunuz. Meselâ Türk insanı,
batılı memleketlerin bütün insanlara eĢit davrandığını
zanneder. Hâlbuki durum hiç de böyle değildir. ĠĢte
çarpıcı bir anekdot. Yazar Paris‟ten Londra‟ya
gidecektir. ĠĢlemler için gümrük kapısında kuyruğa
girer. Bu arada biri uyarır. Bunun üzerine ikinci kuyruğa
girer. Sonra bir adam yukarıdaki tabelayı gösterir
yazara. Manzara ilginçtir. Üç sıradan birincisi Ġngiliz
vatandaĢları için, ikincisi Avrupa birliğine üye ülkelerin
112
vatandaĢlarına ait. Diğerleri ise others (baĢkaları) yazan
sıraya ait. Ġlk iki sıradaki iĢlemler çabucak bitirilirken
„baĢkaları‟na ait kuyruk ağır ağır iĢler.(s. 188/189)
Yazar buna tabiî olarak alınır ve herhalde ülkemizde
yabancılara gösterilen saygıyı, misafirperverliği
düĢünür, hayıflanır.
Cihan Okuyucu, eserinde çok değiĢik anlatım
metotlarını denemiĢ. Belirli bir kalıpta olmadığı için
eser tekdüzelik göstermiyor. Kitabı okurken kimi zaman
yüreğinizin dağlanmasına gözlerinizin ıslanmasına, kimi
zaman kitabı okurken tek baĢınıza olmanıza rağmen,
gülmenize engel olamıyorsunuz. SözgeliĢi bir Bulgar
zulmündeki göç hâdisesinin hatırlatılmasında sizin de
yüreğiniz yazarla beraber parçalanıyor yahut Kırım
kırımının izlerinin yapıldığı tasvirlerde gündelik
dertlerinizi hiçe sayıyor, yüreğinizin bilemediğiniz bir
köĢesinde yangınların acısını hissediyorsunuz. Öte
yandan yazarın bir tren yolculuğunda kısa bir müddet de
olsa bir Rus sinyorita ile aynı kompartımanı paylaĢması
anını tasvir ederken ister istemez durumun tuhaflığına
gülmekten kendinizi alamıyorsunuz.
Eserdeki akıcı dil, samimi ifadeler; külfetten,
yapmacıktan uzak anlatımlar sizi hemen sarıveriyor.
Bazı yazarlardaki kendini olduğundan farklı gösterme
113
ya da okuyucu gözünde olduğundan farklı gözükme
havasını bu eserde bulamazsınız.
Görmeden, tanımadan herhangi bir ülke insanı
hakkında oluĢan yanlıĢ kanaatlerin ve önyargıların da bu
eseri okuduktan sonra yok olduğuna Ģahit olabilirsiniz.
Her seyahat aslında biraz da macera demektir.
Hoca, her ne kadar seyahatlerine ilmî bir gâye ile çıksa
da yolda onu bekleyen kimi trajik, kimi komik bir sürü
macera beklemektedir. Bütün bunların Cihan Beyin
tafsilindeki ve tasvirindeki güzelliği ile birleĢmesi
sonucunda okuyucunun damağında kalan bir tat
dimağındaki zevkten baĢka bir Ģey olmuyor Göz Gördü
Kalem Yazdı.
Zeki Velidi Togan‟ın Kırım‟daki köyüne arabada
Gazi Osman PaĢa marĢını çalarak gitmek, Ġran‟ın sıkı
disiplinine rağmen kaçamak yapıp, orada bulunan
Türkmenlerle gizlice görüĢmek ve daha nice heyecanı
yazarla birlikte yaĢamak isteyenler için sıkılmadan
okunabilecek bir kitap Göz Gördü Kalem Yazdı…
114
BĠR GARĠP YÛNUS EMRE
Vedat Ali TOK
Türk edebiyatının en saygın isimlerinden biri olan
Yûnus Emre‟nin hayatı hakkında tarihî kaynaklarda ne
yazık ki kesin bir bilgi bulunmamaktadır. 13. yüzyılın
ikinci yarısı ile 14. yüzyılın ilk çeyreğinde yaĢamıĢ
olduğu sanılıyor. Rivayetlere göre seksen yıl ömür
sürmüĢ. Ne iĢle uğraĢtığı, nerelerde yaĢadığı da belli
değildir. Bolu, Sakarya Nehri ve Sivrihisar civarında
yaĢadığına dair bilgiler var ama bunlar kesin değil.
Birçok coğrafyada mezarının bulunması onun
hayattayken de çok sevilmiĢ bir derviĢ olduğu
konusunda bize ipucu veriyor.
“Mescid ü medresede çok ibâdet eyledim.” mısraına
nazaran onun medrese tahsili görmüĢ olduğunu
anlayabiliriz. Zaten Ģiirlerine bakıldığı zaman
ifadelerinde sanki ayetleri, hadisleri Ģiir diliyle
TürkçeleĢtirmiĢ bir âlim, bir arif, bir derviĢ edasını
görürüz. Yûnus Emre bazılarının iddia ettiği gibi ümmi
olsaydı bunları söyleyebilmesi mümkün olmaz,
Risaletü‟n-Nushiyye isimli tasavvufî mesneviyi de
yazamazdı.
115
Yûnus Emre‟nin yaĢadığı zamanlarda Selçuklu
Devleti de son yıllarını yaĢıyordu dolayısıyla onun
hayatında ülke siyasî çalkantılarla, savaĢlarla, isyanlarla
boğuĢuyordu. Belki de bu yüzden Yûnus Emre‟nin
Ģiirlerinde insanlığı; barıĢa, huzura, birliğe davet eden
ses duyulur hep.
Hayatı hakkında net bilgi olmayınca Yûnus
Emre‟yi daha çok rivayetlerde ve menkıbelerde aramak
durumunda kalıyoruz. Buna göre o, Ġran‟ı ve
Azerbaycan‟ı gezmiĢ; Kayseri, Sivas, MaraĢ, Nahçıvan,
Tebriz, ġiraz, ġam gibi büyük Ģehirlerde tasavvufî
fikirlerini yaymaya çalıĢmıĢtır.
Menkıbeler
ġiirlerinde ifade ettiği gibi Taptuk Emre‟ye mürid
olmuĢ, uzun yıllar ona hizmet etmiĢtir. Bir BektaĢî
menkıbesine göre de Yûnus‟un yolu önce Hacı BektaĢ
ile kesiĢir. Vilâyet-name-i Hacı BektaĢ-ı Velî‟den:
“Hacı BektaĢ‟ın Ģöhreti her yana yayıldı, her
taraftan mürid, muhip gelmeye baĢladı. Semâ‟lar,
safalar sürülüyordu, meclisler kuruluyordu. Yoksullar
geliyorlar, zengin oluyorlar, murad almak dileyenler,
baĢvuruyorlar, muradlarına eriyorlardı. Sivrihisar‟ın
güneyinde Sarıgöl derler, bir köy vardır. O köyde
doğmuĢ Yûnus Emre adlı biri vardı. Bu erin mezarı da
gene doğduğu yere yakındır. Yûnus, ekincilikle geçinir,
yoksul bir adamdı. Bir yıl kıtlık olmuĢtu, ekin
bitmemiĢti. Hacı BektaĢ‟ın vasfını o da duymuĢtu.
Gideyim, biraz bir Ģey isteyeyim, dedi. Bir öküze alıç
yükledi, vara vara Karahöyük‟e geldi. Hünkâr‟a, yoksul
bir adamım, ekinimden bir Ģey alamadım, yemiĢimi alın,
116
karĢılığını lütfedin, ehlimle, ayalimle aĢkınıza yiyeyim,
dedi. Hünkâr, emretti, alıcı yediler. Bir iki gün sonra
Yûnus memleketine dönmeyi kararlaĢtırdı. Hünkâr bir
derviĢ gönderdi, sorun, dedi, buğday mı verelim, nefes
mi? Yûnus‟a sordular, ben nefesi ne yapayım, bana
buğday gerek, dedi. Hünkâr‟a bildirdiler. Buyurdu ki:
„Her alıcın çekirdeği baĢına on nefes verelim.‟Yûnus‟a
bunu söylediler, ehlim var, ayalim var, bana buğday
gerek, dedi. Bunun üzerine öküzüne buğday yüklediler,
yola düĢtü. Fakat köyün aĢağısına gelince hamamın öte
yanındaki yokuĢu çıkar çıkmaz, ne olmayacak iĢ ettim
ben, dedi. Velâyet erine vardım, bana nasip sundu, her
alıcın çekirdeği baĢına on nefes verdi, kabul etmedim.
Verilen buğday birkaç günde yenir, biter. Bu yüzden o
nasiplerden mahrum kaldım. Döneyim tekrar varayım,
belki gene himmet eder. Bu fikirle dönüp tekrar tekkeye
geldi. Buğdayı indirdi, erenler, dedi, bana himmet ettiği
nasibi versin, buğday gerekmez bana.
Halifeler gidip Hünkâr‟a bildirdiler. Hünkâr, o iĢ,
bundan böyle olmaz, o kilidin anahtarını Taptuk
Emre‟ye sunduk. Ona gitsin, nasibini ondan alsın, dedi.
Halifeler, Hünkâr‟ın sözünü Yûnus Emre‟ye söylediler.
O da Taptuk Emre‟ye gitti, Hünkâr‟ın selâmını söyledi,
olanı biteni anlattı. Taptuk, selâmı aldı, safa geldin,
kademler getirdin, hâlin bize malum oldu, hizmet et,
emek ver, nasibini al, dedi.
Yûnus, Taptuk Emre‟nin tekkesine odun çeker,
arkasıyla getirirdi. YaĢ ağaç kesmez, eğri odun
getirmezdi. Kırk yıl hizmet etti. Günün birinde Taptuk
Emre‟ye bir neĢe geldi, hâllendi. Meclisinde Yûnus-ı
117
Gûyende adlı bir Ģair vardı, ona söyle dedi. Mırın kırın
etti, söylemedi. Taptuk, Yûnus dedi, sohbet et, Ģevkimiz
var, iĢitelim. Yûnus gene söylemedi. Bu sefer Taptuk,
Yûnus Emre‟ye döndü, „Hünkâr‟ın nefesi yerine geldi,
vakti tamam oldu, o hazinenin kilidini açtık, nasibini
verdik, hadi söyle.‟ dedi. Hemen Yûnus Emre‟nin
gözünden perde kalktı, söylemeye baĢladı. Söylediği
nefesler, büyük bir divan oldu.”
Yine bir menkıbeye göre Yûnus Emre‟nin Ģiirlerini,
Molla Kasım eline geçirir bir su kenarına oturup bu
Ģiirleri okumaya baĢlar. Bunlardan bin civarında Ģiiri
okumuĢ ve Ģeriata aykırı bularak yakmıĢ. Kalan bin
tanesini de aynı sebeple suya atmıĢ. Üçüncü bine
baĢlayınca Ģu beyitle karĢılaĢmıĢ:
Yûnus sen bu sözleri eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir
Bu beyti okur okumaz, Molla Kasım, Yûnus'un
kerametine inanmıĢ. Divan‟ı öpüp alnına koymuĢ. Fakat
ne çare ki elde bin Ģiir kalmıĢ. ġimdi Yûnus'un o yakılan
bin Ģiirini gökte kuĢlar ve melekler, denize atılan bin
tanesini balıklar, kalan bin Ģiirini de insanlar okumakta
imiĢ.
Yûnus Emre bir ara belki de artık olgunlaĢtığını,
piĢtiğini düĢünerek dergâhtan uzaklaĢmayı murad eder
fakat sonra yaĢadıkları onun Taptuk Emre ile var olduğu
gerçeğini öğretir bunun üzerine piĢman olup tekrar
tekkeye döner. KarĢısına Taptuk Emre‟nin hanımı çıkar.
Yûnus Emre, Taptuk Emre‟nin hanımına durumu izah
eder ve “Kabahatimi biliyorsunuz, siz bana yardım
edin.” der.Taptuk Emre'nin gözleri iyi görmezdi. Hacı
118
nine Yûnus Emre'ye dedi ki: “ġeyh Efendi az sonra
abdest almak için dıĢarıya çıkacak. Sen onun kapısının
eĢiğinde yat. Geçerken ayağına takılınca kimdir diye
sorar. Sen de Yûnus dersin. Bizim Yûnus mu, derse,
kalk eline sarıl, hangi Yûnus derse kaç git. Yûnus Emre,
gitti Ģeyhinin kapısının eĢiğine yattı. ġeyhi gece abdeste
kalkınca kapının eĢiğinde yatan Yûnus'a ayağı takıldı.
- Kimdir, diye sorunca;
- Yûnus, diye cevap verdi.
Taptuk Emre:
- Bizim Yûnus mu, deyince Yûnus hemen kalktı,
Ģeyhinin eline sarıldı. Yûnus Emre böylece dergâha
yeniden kabul olundu
Yûnus‟un, Taptuk Emre‟nin dergâhında kırk yıl
hizmet ettiği rivayet edilir. Dergâha odun taĢımasıyla
ilgili bir hikâyede Taptuk Emre, getirdiği düzgün
odunlara bakarak Yûnus‟a sorar: “Dağda hiç eğri odun
kalmamıĢ mı?” Yûnus bu soruya Ģöyle cevap verir:
“Dağda eğri odun çok; lâkin senin kapına odunun bile
eğrisi yakıĢmaz!”
Yûnus Emre‟nin Ģiirlerine baktığımız zaman
onların çok değiĢik dil özellikleri gösterdiğine Ģahit
oluruz. Bu Ģiirlerin gerçekte hangi Yûnus‟a ait olduğunu
tespit etmek aslında çok da zor değil. 13-14. yüzyıl
Türkçesine uymayan kelime ve söyleyiĢ Ģekilleri ile
söylenmiĢ Ģiirler Yûnus Emre‟ye atfen sonraki
yüzyıllarda söylenmiĢ Ģiirlerdir. Fakat biz bunu iĢin
uzmanlarına bırakarak Yûnus‟u bir bütün hâlinde
seviyor ve onun Ģiirlerinden yediden yetmiĢ yediye Türk
milleti olarak büyük bir haz alıyoruz çünkü bizim
119
gönlümüzde Yûnus asırlardır çağlayan billur sesli bir
ırmak olmuĢtur.
ġiirlerinden Örnekler
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
***
Hep erenler geldiler dergâha yüz sürdüler
Zikr-i tevhîd ettiler nuruna Muhammed'in
**
N'iderim Uçmağı yahut huriyi
Bana dergâhına seyran gerektir
Eğer Muhammed'e ümmet olursan
Dilinde zikr ile Kur'an gerektir
**
Benim bunda kararım yok ben bunda gitmeğe geldim
Bezirgânem metaım çok alana satmağa geldim
Ben gelmedim dâvâ için benim işim sevi için
Dost'un evi gönüllerdir gönüller yapmağa geldim
**
Beni bende demen bende değilem
Bir ben vardır bende benden içerü
**
Hak bir gönül verdi bana ha demeden hayrân olur
Bir dem gelir şâdân olur bir dem gelir giryân olur
**
120
Kemdürür yoksulluktan nicelerin varlığı
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı
**
Canlar canını buldum bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim dükkânım yağma olsun
**
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyup der ne yersin kozumu
Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
Nedir deyip sorana bandım verdim özünü
**
Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevla’m seni
Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevla’m seni
**
Ş’ol cennetin ırmakları
Akar Allah deyudeyu
Çıkmış İslam bülbülleri
Öter Allah deyudeyu
KAYNAKÇA
Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar.
F. Kadri TimurtaĢ, Yûnus Emre Dîvânı
Vilâyetnâme: Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî, Hazırlayan:
Abdülbâki Gölpınarlı
Mustafa Özçelik, Bizim Yûnus
121
ġAHESER BEYĠTLER
Külâhın sat yine lakin yokuncul olma nâ-merde,
Yeter ki kelle sağ olsun, külâh lazım değil merde.
Necîp (Sultan III. Ahmed)
yokuncul: muhtaç
Göz yum cihândan aç gözünü dem gelir geçer,
Sen göz yumup açınca bu âlem gelir geçer.
Abdülhak Mollâ
Sırrını âĢık olan Ģöyle nihân etsin kim,
Duymasın ağladığın dîde-i giryânı bile.
Riyâzî
nihân: gizli | dîde-i giryân: ağlayan göz
ÂĢık olan sırrını öyle gizlesin ki ağladığında gözyaĢı
bile ağladığını duymasın.
122
Dost odur ki sana doğrusun(u) diyen,
Dost değildir sana doğrusun diyen.
Lâ Edrî
Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düĢmanının maskarası!
Mehmet Âkif
Mecliste ârif ol kelâmı dinle,
El iki söylerse, sen birin söyle,
Elinden geldikçe sen eylik eyle,
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Karacaoğlan
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Mehmet Âkif
123
Âyînesi iĢtir kiĢinin lâfa bakılmaz,
ġahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.
Ziyâ PaĢa
Susuz değirmenlerin ne ile döner çarkı
Kerem etmeyen beyin fakîrden nedir farkı
Lâ Edrî
Zulmü alkıĢlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmiĢe kalkıp sövemem.
Mehmet Âkif
124
Sanma Ģâhım / herkesi sen / sâdıkâne / yâr olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur
Sâdıkâne / belki ol / âlemde bir / serdâr olur
Yâr olur / ağyâr olur / serdâr olur / dildâr olur
Yavuz Sultan Selim
AĢk imiĢ her ne var âlemde
Ġlm bir kîl u kâl imiĢ ancak
Fuzûlî
Kîl u kâl: dedikodu
Alev dolu bir kâsedir gönlüm yana yana,
Ben tâ senin yanında dahi hasretim sana.
Râbia Hatun
125
FIKRALAR, DUVAR YAZILARI
ONU ALLAH SORAR
Koca Ragıp PaĢa'nın konağında bir Ramazan orucundan
konuĢuyorlardı.
PaĢa HaĢmet‟e sordu:
- HaĢmet! Senin de borcun var mı?
- Var efendim!
- Ne kadar?
126
- Mahalle bakkalına bin kuruĢ borcum var!
Ragıp PaĢa;
- Be adam! Onu sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum
deyince HaĢmet Ģöyle der:
- Oruç borcunu Allah sorar, sizin soracağınız borç bu
borçtur!
Münasebetsiz Mehmet Efendi
Ġkinci Sultan Mahmud‟a “Münasebetsiz Mehmet
Efendi” isminde birinden bahsetmiĢler. Merak edip,
huzuruna getirtmiĢ. Biraz konuĢmuĢ, aklı baĢında bir
adam bulunca:
- Sizin için münasebetsiz diyorlardı. Hâlbuki pek makul
konuĢuyorsunuz.
127
Mehmet Efendi dereden tepeden bahsettikten sonra
birdenbire PadiĢah'a sordu:
- Efendim, zurna çalmasını bilir misiniz?
Sultan Mahmut gayet tabii bir surette cevap verdi:
- Hayır, bilmem.
- Bendeniz de bilmem.
- Ya?
- Evet... Benim Bursa‟da halamın damadının ihtiyar bir
teyzezadesi vardı.
- Evet...
- O da zurna çalmasını bilmezdi.
Sultan Mahmut mabeyinciye iĢaret etti.
- Herifi çıkartın, Ģimdi bayılacağım!..
128
Davetiyede yazmıyor
Ġkinci Abdülhamid son devirlerinde Edirne valiliğe ve
kumandanlığında bulunan MüĢir Arif PaĢa Ramazan'da
vilayet ve ordu erkânına çok zengin bir iftar düzenlerdi.
Yine böyle bir Ramazan akĢamı iftar edildikten sonra
PaĢa davetlilere:
-Hadi efendiler, dedi namaz kılalım.
Davetliler arasında bulunan BektaĢi canlardan biri
ceketinin cebinden iftar davetiyesini çıkarıp baktıktan
ve tekrar cebine soktuktan sonra PaĢa'ya sokuldu:
129
-Velinimetim, dedi, davetiyede yalnız iftar yazılı;
namaza dair bir kayıt yok!
Değirmen taĢı
Hasırcızade Mehmet ağa bir gün, Keçeci Zade Fuat
PaĢa'nın parmağındaki yüzüğe dikkatli dikkatli
bakıyordu. PaĢa sordu:
- TaĢıma mı bakıyorsun?
- Evet PaĢam, ne taĢı diye bakıyorum.
- Elmas!
130
- Affedesiniz ama bir Ģey soracağım: Sana kaç para
getiriyor?
- Hiç!
Hasırcızade gülümseyerek:
- Benim de dedi, dede yadigârı bir çift taĢım var ama her
sene bana elli altın getirir!
- Ne taĢı bu?
- Değirmen taĢı, PaĢam!
131
KardeĢ payı
Fatih Sultan Mehmet bir gün saraydan çıkıp ata bineceği
sırada bir kalender bir kase uzatıp para istedi. PadiĢah,
bir altın verdi. DerviĢ, “PadiĢahım ben senin kardeĢin
olayımda bir altın veresin. Ġnsaf uyar mı?” dedi. Fatih
“Neden benim kardeĢim oluyorsun?” diye sordu.
Kalender “Adem evladı değil miyiz?” deyince PadiĢah
“Hele Ģu altını al git. Eğer öteki kardeĢlerimiz duyacak
olursa hissene bu kadar da düĢmez“ cevabını verdi.
132
Her Ģeyin baĢı sağlık
Üçüncü Sultan Ahmet kendisine hediye edilen çok
kıymetli bir zümrüt yüzüğü, bir gün, divan toplantısında
vezirlerine göstererek:
"Acaba bundan, daha kıymetli yüzük var mıdır?" diye
sordu.
133
-Hayır efendim, sıhhat ve afiyetle takınız. Bundan daha
değerli bir Ģey olamaz, cevabını verdikleri halde yalnız
sadrazam NevĢehirli Ġbrahim PaĢa itiraz etti:
- Bundan daha kıymetli bir Ģey vardır padiĢahım!
- Nedir?
- O yüzüğün takıldığı parmak!
Kuru havlu
Bir gün, birkaç saat devam eden yağmurdan sonra,
beraberinde kâhyası ve nedimi Ģair HaĢmet Efendi
olduğu halde Ragıp PaĢa bahçeye çıktı. Yağmurun her
Ģeyi sırılsıklam hale soktuğunu gören vezir:
- Acaba, dedi bu yağmurdan sonra kuru bir Ģey kaldı
mı?
134
Kâhya hemen cevap verdi:
- Kulunuzun abdest havlusu. Çünkü hiç ıslandığı
görülmemiĢtir.
Tok açın halinden anlar mı?
Eski Ġstanbul efendilerinden Osman Bey, hilekâr esnafa
karĢı pek amansız davranırdı. ÇarĢıya çıktığı zaman,
dükkân dükkân dolaĢır, tavukların kursaklarına kadar
her Ģeyi inceden inceye muayeneye giriĢirdi. Eğer
tavukların kursaklarında yem bulamazsa, tavukçuyu
falakaya yatırır döverdi. Bir gün yolda rastladığı seyyar
bir tavukçuyu, yine böyle yere yıktı. Fakat tam sopa
faslına baĢlayacağı sırada, tavukçu eline sarıldı:
135
- Tavuğun, dedi, kursağında yem var mı, diye baktın.
Bir de sahibinin kursağını yoklasan, a benim sultanım.
Sirkeli altın kap
Babası gibi nüktedanlık ve hazır cevaplıkla tanınmıĢ
olan Keçeci Zade Fuat PaĢa, harikulade güzel, fakat
alabildiğine cahil bir Rus prensesi ile bir müddet
konuĢtu.
Sohbetin bitiminde Rus diplomatlarından biri kendisine:
-Prensesimizi nasıl buldunuz?
Sualini sordu. Keçeci Zade Ģu cevabı verdi:
-Sirke dolu bir altın kap.
136
Temel Klasiği
Temel ile Dursun, İstanbul’da minibüste gidiyorlarmış.
Şöför “Levent, Fatih, Eyüp” diyormuş sürekli. Dursun
sıkılmış ve Temel’e:
– Ula Temel, ben sıkıldım artık. Ne zaman ineceuk,
demiş.
Temel cevap vermiş:
– Çatlama ula, ismimiz okunsun ineruk…
137
***
Temel yeni bir ayakkabı almak için ayakkabıcıya gitmiş.
Beğendiği ayakkabının parasını ödeyip tam çıkacakken
satıcı, “aklınızda bulunsun Temel bey, ayakkabı yeni
olduğu için ilk hafta biraz sıkabilir” der. Bunun üzerine
Temel: İyi o zaman ben de ilk hafta giymem daaa.
***
138
Son derece mutlu Temel’e arkadaşları merak edip:
- “Böyle problemsiz yaşamayı nasıl başarıyorsun?” diye
sormuşlar.
-“Haftada 1000 liraya profesyonel birini kiraladım, ben
hiçbir şeye kafamı takmıyorum. Benim yerime her şeye
o endişeleniyor” demiş Temel gülerek devam etmiş:
-“O günden beri en ufak bir problemim yok.”
Arkadaşı hayretle sormuş:
-“Haftada 1000 lira? Nasıl ödüyorsun bunu?”
Temel:
139
- “Boşverin...” demiş,
-“Bırakın o düşünsün, problem onun.”
140

Benzer belgeler