6 sayı:7 - Meb.k12.tr
Transkript
6 sayı:7 - Meb.k12.tr
KAYSERĠ KADI BURHANEDDĠN MESLEKÎ VE TEKNĠK ANADOLU LĠSESĠ DERGĠSĠ YIL: 6 1 SAYI:7 KAYSERİ KADI BURHANEDDİN MESLEKÎ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ DERGİSİ (Yayın ve ĠletiĢim Kulübü Faaliyetidir) Yıl:6 Sayı:7 2015- 2016 Öğretim Yılı SAHĠBĠ Kayseri Kadı Burhaneddin Meslekî ve Teknik Anadolu Lisesi Adına Mehmet Faruk ER (Okul Müdürü) EDĠTÖR Vedat Ali TOK (Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) YAYIN KURULU F. Almıla GÜNEġ Semanur ġAHĠN Zehra YAĞMUR Emine Nur TOP Sevda ALTUNTAġ HABERLEġME ADRESĠ Mehmet Faruk ER [email protected] Vedat Ali TOK [email protected] Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarına aittir. MEB‟in görüĢlerini yansıtmaz. Dergimize gelen yazılar yayınlansın, yayınlanmasın iade edilmez. 2 Sevgili Okuyucular, Kadı Burhaneddin Meslekî ve Teknik Anadolu Lisesi‟nin yayın organı olan dergimizin 7. sayısı ile karĢınızdayız. Bu sayımızda da dopdolu bir muhteva ile huzurunuza çıkıyoruz. Okul Müdürümüz Mehmet Faruk Er, “Küresel Farkındalık” baĢlıklı yazısıyla insanımızı farkında olmaya davet ediyor ve farkındalığı, “… etrafımızda meydana gelen olayların farkında olarak, milletimizin ve Ġslam coğrafyamızın hak ve menfaatlerini savunmak” Ģeklinde tarif ediyor. Yazıyı özellikle gençlerimizin dikkatle okumasını tavsiye ederiz. Bu sayımızda ülke çapında adını duyurmuĢ Ģair ve yazarlarımızın Ģiirlerine ve yazılarına da yer verdik. Bekir OğuzbaĢaran‟dan, Muhsin Ġlyas SubaĢı‟dan, Selim Tunçbilek‟ten ve Ġmdat AvĢar‟dan tadımlık eserleri zevkle okuyacağınızı düĢünüyoruz. Okulumuz Uzman Rehber Öğretmeni Cahit Güvenç‟in yazıları ve Meslek Dersleri Öğretmeni Gülay Yakut‟un Ģiiri dergimize renk kattı. Öğrencilerimizin yazı ve Ģiirleri de onların yazarlık ve Ģairlik yolundaki ilk adımları olmasına rağmen ilgiyle okunabilecek nitelikte. Unutulmayacak fıkralarımız, duvar beyitlerimiz de dergimizde yerini aldı. Ġyi okumalar… 3 yazılarımız, Ģaheser KÜRESEL FARKINDALIK Mehmet Faruk ER Okul Müdürü Ahiret sonraki hayat, dünya önceki hayat anlamına geliyormuĢ. Ahireti anlamak, doğru ve güzel yaĢamak için dünyayı iyi anlamak ve yaĢamak gerekiyormuĢ. Yani atalarımızın dediği gibi dünya ahiretin tarlasıdır, ne ekersen onu biçersin. O halde dünyayı anlamak için farkındalığımızın yüksek düzeyde olması gerekir. Etrafımızda neler oluyor, kim kiminle neler yapıyor, kimin eli kimin cebinde bilmek gerekiyor belki 4 de. Yok, tam olarak öyle de değil tabii ki. Ama haklarımızı ve sorumluluklarımızı da iyi bilmemiz lazım. Toplumumuzda uyanıklığa genellikle yanlıĢ anlamlar yüklenmiĢtir. Sanki baĢkalarının haklarını çalan, iĢini haksızlıkla yürüten, haksız olarak en ön sıraya geçen vs. uyanık sayılıyor. Aslında bu ve benzeri iĢleri yapan uyanıklık değil, haksızlık yapıyor. Biliyoruz ve iman ediyoruz ki ahirette hesabı sorulur. O halde uyanıklık nedir. Uyanıklık baĢkalarının haklarını yemek değil, baĢkalarına hakkını yedirmemektir. Haklarının farkında olmaktır. Bilerek baĢkalarına yardım etmek, merhamet etmek baĢka. YardımlaĢma tavsiye edilen, kardeĢliğin gereği, ahirette iyi karĢılığı olan güzel bir ibadet. Aslında farkındalıktan kastettiğimiz, etrafımızda meydana gelen olayların farkında olarak, milletimizin ve Ġslam coğrafyamızın hak ve menfaatlerini savunmaktır. Görevlerini en iyi yapan milletini en çok sevendir. Kendini her alanda yetiĢtiren, düĢünen, kendini sürekli güncel tutan ve geliĢtiren bireyler olmak milletimize karĢı borcumuzdur. Asıl görevimiz atalarımızdan devraldığımız vatanımızı daha da geliĢtirerek bizden sonrakilere devretmektir. Yazının baĢlığı bir büyük devletin yöneticisinin basında yaptığı konuĢmasından alındı. Aslında bu devlet 5 yöneticisi Ģöyle diyordu, “Bizim için en büyük tehlike Küresel Farkındalığın artmasıdır.” Yani dünya insanlarının uyanması bizim için büyük bir tehlikedir, demek istiyor. Demek oluyor ki Ģu an vaktimizin büyük çoğunluğunu harcadığımız “Sosyal Medya” bizi oyalamak için kurulmuĢ bir tuzak, bir yönüyle. Tabi paylaĢtığımız tüm bilgi, belge, resimlerin kaydedilip aleyhimize kullanılması da onlara hediyemiz. Hediyemiz diyorum, çünkü küresel güç olan ülkeler, toplumlar hakkında istedikleri bilgileri toplamak için milyarlarca para harcaması gerekirken, bizler bedava, isteyerek ve düzenli olarak bilgilerimizi gönderiyoruz. Sonra da, ağıtlar Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe olarak bizim coğrafyamızda, eğlence ve kutlama Ģarkıları Ġngilizce, Almanca, Fransızca olarak küresel güç olan ülkelerde söyleniyor. Madem bizim uyumamız onların iĢlerine geliyor, biz de gençlerimizi uyandıralım, artık. Gençlerimiz de küresel güçlerin oyuncağı haline gelmesin de, milletimizin menfaatlerine çalıĢsın diyoruz. Kur‟anı Kerim‟de Allahu Teâlâ sık sık hatırlatıyor ya “ Hiç akletmez misiniz, ne kadar az düĢünüyorsunuz, çok düĢünün.” diye. Sevgili gençlerimiz, geleceğimizin güvencesi gençlerimiz, sizin çokluğunuzla övünüyoruz. Kaliteli bir 6 ömür sürmek, çok ve verimli çalıĢmakla mümkündür. Zamanı boĢa geçirmek, ömür tüketmek, sırf eğlenceyle vakit geçirmek yok bizim kültürümüzde. Kendi mesleğinizde mütehassıs (uzman) olacaksınız. Yabancı dil bileceksiniz. Arapça öğreneceksiniz. Türk lehçelerini öğreneceksiniz. Yabancı ülkeleri, Müslüman veya gayrimüslim her ülkeyi tanıyacaksınız. ĠĢte o zaman küresel olayların farkına varırız, iĢte o zaman yeniden adalet güneĢle birlikte doğudan yayılır ve içimizi ısıtır. Gönlüm istiyor ki üçüncü bin yıl (milenyum) bizim olsun. Gayret bizden tevfik Allah‟tan… 7 Bekir OĞUZBAġARAN’dan Rubailer NECĠP FAZIL DĠYOR KĠ Değil hiçbir sözü, onun âfâkî Her ne söylediyse ayniyle vâkî Üstad Necip Fazıl , "derdimiz” diyor “Sâdece ahlâkî, yalnız ahlâkî”… CEP‟TEN EVVEL-CEP‟TEN SONRA Mahremiyetlerden bıkmadan evvel Sükût duvarını yıkmadan evvel Bu millet bu kadar zevzek değildi Cep denilen meret çıkmadan evvel… 8 NE MUTLU BANA Ve insan yaratıldım ne mutlu bana Müslüman yaratıldım ne mutlu bana Soyum Nuh-Yafes oğlu Türk'ten gelmekte Oğuz'dan yaratıldım ne mutlu bana... BU ÜLKE Duvardaki helik değil bu ülke Suyu kaçmıĢ çelik değil bu ülke Bütün dünya artık anlamalıdır Çantadaki keklik değil bu ülke… YÛNUS EMRE DĠYOR KĠ EĢref-i mahlûkâttır evrende insan türü Tüm varlıklar içinde belki de en özgürü Elbet hatâsız değil, Bizim Yûnus diyor ki: “Yaratılanı hoĢ gör, Yaratan‟dan ötürü”… KIRMIZI ÇĠZGĠMĠZ Kırmızı çizgimizdir kanla sulanmıĢ toprak Kırmızı çizgimizdir ay yıldızlı al bayrak Milletimiz, ordumuz, bağımsızlık, yurdumuz Kırmızı çizgimizdir dilim, dalgalanacak... 9 BĠN YIL ÖNCE Altın Ordu, Türkmen, Kırgız birleĢmiĢ Has Hâcib‟le KâĢgarlımız birleĢmiĢ Rüyasını görmüĢ Satuk Buğra Han Bin yıl önce ayla yıldız birleĢmiĢ... SOYKIRIMIN ADI Çin dedikleri ejderhâ ve yılan Bir devlet ki, hak-hukuk tanımayan Bu uygarlık asrında maalesef Soykırımın adı Doğu Türkistan… MOBĠLYA Battal Gazi gibi bir er kalmadı Dizde derman, gözlerde fer kalmadı Evler değil saray bile yetmiyor Mobilyadan insana yer kalmadı… BAġARININ ġARTLARI Eğitimin, öğretimin zorlu yolunda solmak Ġdealin, mefkûrenin iĢtiyakıyla dolmak Bana göre baĢarının en önemli Ģartları Doğru kiĢi, doğru yerde, doğru zamanda olmak… 10 TÜRKĠYE‟DEN TÜRKĠSTAN‟A Türkçe Türklerin yârı, Türkiye‟den Türkistan‟a Ġslâm dîni ortak vârı, Türkiye‟den Türkistan‟a Atayurt‟tan Anayurd‟a, Anayurt‟tan Atayurd‟a Eser kardeĢlik rüzgârı, Türkiye‟den Türkistan‟a… KĠMLERĠN HAKKI YOK? GeçmiĢten rivâyete hakları yok! Uzunca hikâyete hakları yok! Çocuğu eğitmeyen büyüklerin Onlardan Ģikâyete hakları yok! NE GÜZEL! Yaz kıĢ oruç tutmak ne güzel Sabrı yudum yudum yutmak ne güzel Sabır ile koruk helva olurmuĢ Cennete alaçık çatmak ne güzel… EZÂN-I MUHAMMEDÎ Ruhlarımızı diriltir Ezân-ı Muhammedî Sanki sermedî bir Ģiir Ezân-ı Muhammedî Söylenmediği bir an yok yerküre üzerinde Kula Rabbini bildirir Ezân-ı Muhammedî… 11 SARIKAMIġ TÜRK’ÜN AK OTAĞIDIR Muhsin Ġlyas SUBAġI Bir dağ anıtıdır Allahuekber, DonmuĢ Mehmetçiğin ruhunu taĢır. Hâlâ siperdedir o doksan bin er Duaları her gün bize ulaĢır. Kar dondursa, rüzgâr yaksa ne çıkar? Ġstiklal ırmağı yurdumdan akar! Bir kan denizi ki ruhumu yıkar, Çocuklarım bu aĢk için yarıĢır. 12 Bedenimiz bu gün tutacaksa buz, Rabbimin emrine teslim bir kuluz. Biz dersi cephede veren okuluz, Bizimle dağlarda sevda dolaĢır! SarıkamıĢ Türk‟ün ak otağıdır, Tarihi geçmiĢin altın çağıdır, Miğferler burada iman dağıdır, Burada sevgiler kinle barıĢır. Allahuekber‟de bir beyaz atım, Yelesinde Hakka uçar beratım, ġehitlik bahtımda tek saltanatım, DüĢmanlar bu Ģansa karĢı savaĢır Çocuktum; daha 10-11 yaĢlarındaydım, ilkokulda öğrenciydim. Okulumdan baĢka bir yeri görmemiĢtim. Anamdan babamdan, kardeĢlerimden, komĢularımdan baĢka kimseyi de pek tanımazdım. 5 Mart 1953 günü belki Ģuurlu olarak değil, ama ısrarlı bir Ģekilde, bir grup arkadaĢımla; “Stalin öldü, yaşasın Türkiye!” diye sloganlar atarak okul binasının etrafında dakikalarca döndüm. Stalin kimdi, neydi, niye bu adamın ölümüne sevinecek bir sosyal refleksin içinde yer almıĢtım? Bunu da pek bilmiyordum. O gün, okul dönüĢü babama bunu sordum: “Baba, kimdir bu Stalin?” diye. 13 Babam durdu, yüzüme baktı, gözlerin etrafında halkalanan yaĢları elleriyle sildi ve beni karĢısına alarak anlatmaya baĢladı: “Oğul, tarihte “93 Harbi” dedikleri bir savaĢ vardır. 1877-78 yıllarında, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında cereyan etmiĢ bir harptir. Bu SavaĢta Osmanlı yenildi. Bizim Doğu‟daki topraklarımızın önemli bir kısmı elinden çıktı. Dedemiz, Ahıska‟da SubaĢı idi, büyük kahramanlıklar göstermesine rağmen, savaĢta kaybeden tarafın kumandanı olduğu için ailemiz, topluca Anadolu‟ya geçmiĢ. Bu geçiĢ varlıktan yokluğa sürükleniĢin acı hikâyeleriyle doludur. Yüzlerce dönüm arazisinde, bir yığın insan çalıĢırmıĢ. Gelirinin önemli bir bölümünü çevrenin fakirlerine ve özellikle de okuyanlara dağıtırmıĢ. Bizim unvanımız o dönemde „Hocaoğulları‟dır. Niye Hoca oğlu, çünkü medresede eğitim görmüĢ ve onunla da yetinmemiĢ, insanların okutulması için çaba göstermiĢ. Böyle bir ailenin evlatları olarak, toprağımızı kaybettikse de onurumuzu ve hürriyetimizi kaybetmedik. Bu da bedelsiz olmuyor tabii. Çok büyük acılar çektik. DüĢünebiliyor musun, 1. Dünya harbinde Rusların Doğu‟yu iĢgal etmeleri üzerine, buradan da içeriye çekilmeye baĢladık. Ben henüz 11 yaĢında çocuğum anam 35 yaĢlarında, yolda hastalandı ve göçen insanların hepsi kendi can derdine düĢmüĢtü, yaĢlılar, “Bu geline „Emr-i Hak‟ vaki olacak, bunu indirelim yükümüz hafiflesin”, diyerek bizi bir dağ baĢında 14 yapayalnız bıraktılar, anam gece dizimde ruhunu teslim etti. Sabaha kadar üzerine kapanıp ağladım. Sabahleyin onu olduğu yere uzattım, ellerimle üzerine toprak taĢıyıp oraya defnettim ve yaya olarak yola düĢüp günlerce aç-susuz yürüyüp Sivas‟a ulaĢabildim.” Artık anlamıĢtım, savaĢ sadece cephede kaybedilmiyor. Osmanlı Devleti‟nin çözülme döneminde yaĢamıĢ bir neslin çocuğuydum. Bu siyasi yıkımın enkazı altında kalmıĢtık. Dolayısıyla, onun derin izlerini, ruhsal travmasını yaĢayan bir toplumun parçasıydım. YaĢım ilerleyecek ve ben neden Stalin‟in ölümüne sloganlı gösteriyle destek verdiğimi anlayacaktım: Stalin, Ahıska bölgesinde kalan Türkleri, Rusya‟nın en uzak, en soğuk bölgelerine süren zalim bir diktatördü. Orada, Çar‟ın propagandasına kanmak suretiyle yurtlarından yuvalarından kopmak istemeyen insanları hayvanların taĢındığı vagonlara doldurarak nakleden bu zalimin ölümü elbette bizim için bayram günüydü. Ne var ki, kaybedilen topraklar geri dönmüyordu. Günü gelecek Stalin‟in heykellerinin de yerlerde parçalanarak sürüklendiğini görecektim, ama o da benim ruhumdaki fırtınaları dindirmeyecekti. Batı‟da kaybettiğimiz topraklar kadar ıstırap vermiĢti bana Doğu‟daki topraklarımızın ellerimizden çıkması. Üstelik bu zalim diktatör gürcü asıllı olduğu için bizim bu topraklarımızı Rusya‟ya katmamıĢ, Gürcistan‟a vermiĢti. 15 Daha sonra ben büyüyecek o entelektüel ailenin sürüklendiği acılar yumağının arasından okuyan, yüksek öğrenim gören tek insanı olacaktım. Bu defa babamdan ömrünün sonuna doğru yaĢadıklarının kaydını olacaktım. Anlattıkları, kadere teslimiyet duygularını da aĢarak hıçkırıklara boğacaktı beni: “Rusların Doğu Anadolu‟yu iĢgali, Ermenilerin dayanılmaz tecavüzlerine kapı açtı. Ermeni çeteleri, köyleri basıyor, masum halkı katlediyor, kadın ve kızlara tecavüzde bulunuyorlardı. Birçok aile yetiĢkin kızlarının ve genç gelinlerinin baĢına gelecek felaketten korktuğu için evlatlarını onlara teslim etmeden öldürüp dağlara çekildiler. Bize en büyük ıstırabı veren bu olaylardı. Biz ikinci bir sürgünü de böyle yaĢadık. Anadolu içlerine gelirken 16 geride her Ģeyimizi bırakmıĢtık. Kapısında onlarca hizmetçi çalıĢan bir ailenin çocukları Ģimdi onun bunun yanında karın tokluğuna çalıĢmaya mahkûm edilmiĢti.” Son sözü adeta duygularımı isyan duvarına çivilemiĢti: “Yavrum, biz harbi bir defa yaĢamadık. Dedem, Ahıska‟da, babam Doğu Anadolu‟da ben ise Anadolu‟da düĢman namlusunun ucunda hayata tutunmaya çalıĢtık. Sizler yoksulluğun çocuklarısınız, ama altın gibi bir servetiniz var; bunun kıymetini bilin: Artık istiklaline ve hürriyetine kavuĢmuĢ bir ülkeyi sizlere emanet ediyoruz. Neslimizin refahı ve güveni bizim acılarımızın örtüsü olacaktır. Bunu sakın unutmayın; yurdun, bağımsızlığın ve vatanın kıymetini bilin! Bundan yıllarca önce Stalin‟in öldüğünü radyodan öğrenince doğruca okula koĢarak sizin ellerinize bayrakları tutuĢturup, sevinçle bağırtan bizlerdik.” Unutmamalıyız ki; tarih zalimleri affetmez! Hitler Avrupa‟da, Stalin Rusya‟da, Mao Çin‟de kendi zalimliklerine bedel ödettikleri masum insanların kanında boğuldular. Üstelik yerleĢtirmek istedikleri ideolojileriyle birlikte tarihin nefret labirentlerine hapsedildiler. Biz ise, akıttığımız kendi kanımızın yeĢerttiği bu topraklarda geleceğin Türkiye‟sini inĢa etmek için ayaktayız. Bugün kendi ayakları üzerinde duran kendi ülkemizde yaĢıyoruz. 17 Yalnız, taklit hummasına yakalanarak ruhunu kaybetme tehlikesine sürüklenen bir neslin trajedisinden korkuyorum. Bu korkuyu yenebilirsek baĢaramayacağımız hiçbir Ģey yok gibidir. Tarihten ders almayı baĢarırsak, bu defa göçümüz yoksulluğa değil, onurlu bir geleceğin servetine olacaktır. O servet, hürriyettir! ġimdi yukarıya aldığım Ģiire dönebilirim: Bu Ģiiri, ziyaret ettiğim Allahuekber dağındaki Ģehitlerimizin benim duygularımı kuĢatan ruhaniyeti altında yazdım. Çünkü bu savaĢ Ģehitleri, 93 Harbinde kaybedilen toprakları almak için sefere çıkmıĢlardı: BaĢarabilselerdi, o yıllarda sadece Batum‟la Revanla sınırlı kalmayan; SarıkamıĢ, Ardahan, Kars ve Artvin‟i de içinde alan kaybedilen topraklarımızın, yeniden vatanın parçalanan bu tarafını tamir etmek için sınırlarımıza katılması hedeflenmiĢti. Gerçi zamanla SarıkamıĢ, Ardahan, Kars ve Artvin‟i yeniden topraklarımıza kattık ancak benim atalarımın toprakları bir daha vatanım asli parçası olamadı. Bu yüksek ideal için çıkan askerlerimizin kardan anıtları, o tarihten buyana ruhumuzu sürekli üĢütmektedir. Üstelik o Ģehitler arasında benim sülalemden insanlar da vardı. Onlar vatan için koĢmuĢlardı buraya. Onlar, benim kanımdan, canımdan daha kutsal bir tutkuyla yürümüĢlerdi Moskof üstüne. 18 11 yaĢındaki oğlunun dizlerine baĢını koyup ruhunu teslim ettiği o daracık yollarda babaannemi n mezarını aradım. Belki de o, Ģehitler mahĢerinde, en önde beyaz duvağıyla yürüyordu önümde. Bir sıcak el, pamuk gibi bir el yüreğime uzandı, kalbimi okĢadı, alnımdaki teri sildi, gözlerimdeki yaĢı avuçlarında topladı ve çekildi aramızdan. Hıçkıramadım, diz çöktüm, kıbleye döndüm önce Yasin-i ġerif‟i okudum sonra bu satırları yazdım. Onlara Ģükran duyuyorum, onlara rahmet diliyorum… 19 BABAMDAN HĠKÂYELER BABABMIN ARKADAġLARI Selim TUNÇBĠLEK ĠĢimden yorgun argın eve geldiğimde bir düzine köyümüzden hasta ziyaretine gelmiĢ insanla karĢılaĢtım. Sürpriz değildi. Babamın hastalığını duyan konu komĢu otomobille iki saatlik, mesafede olan Ģehirdeki evimize akın ediyorlardı. Yeni evliydim. Evliliğim babam tarafından alelacele tamama yeni erdirilmiĢ ve evlenmemin hemen ardından hastalığını bizlere de açıkça duyurmuĢtu. AkĢamın geç saatinde Sümer 20 Caminin doğusunda yer alan akasyaların süslediği çayırlık alanda babamla karĢılaĢmıĢtım. AkĢamın bu saatine kadar dıĢarıda olma alıĢkanlığı olmayan babama hayretle nerden geldiğini sorduğumda hastalığı olduğunu ve korktuğu durumla ilgili babama göre sevindirici haberi ilk o an iĢitmiĢtim. ġefkat, merhamet, biraz da sevinç dolu ilk kelimesi her zamanki gibiydi: “Yavrum” diyerek konuĢmaya baĢladı: “Veremden korkuyordum. ġükür verem değilmiĢim onun için doktordan geliyorum. ġükür verem değilmiĢim.” Babama ne doktoru ne veremi demeden, babam hastalığıyla ilgili kaygılarının baĢlangıcını ve doktora gidiĢ serüvenlerini anlatmaya baĢladı. Hayretle dinledim. Meğer babamın hastalık kaygısı uzun bir zamana dayanıyormuĢ. Verem kaygısı sebebiyle anneme bardak, tabak ve kaĢıklarının ayrılması talimatını biz evlatlarından habersiz vermiĢ. O gün 21 akasyaların altından eve kadar babamla birlikte yürürken evde ailecek yediğimiz yemekler aklıma geldi. Önce evin kedisinin, köpeğinin ve diğer hayvanlarının karınları doyurulmadan ve evde bir eksik varsa – genellikle büyük abimin hanımı yengem olurdu busofraya oturmadan hiç kimsenin kaĢığının tabağa gitmemesini bize öğretmiĢ olan babam son zamanlarda garip huylar edinmiĢti. Her gün değiĢik bahanelerle annemden “Ġçim kıyıldı bir tabak hazırda bir Ģey yok mu?” gibi sudan sebeplerle toplu yemekten kaçınır olmuĢtu. Bir baĢka gün ise öğleyin yediği yemeğe kusur bulur. Tok tutmayan bir kaĢık özsüz, tatsız yemekten dolayı acıkır olmuĢtu. Bu durumu bilen annem de önceden hazırladığı mutfakta bekleyen babamın yemeğini itirazsız önüne getirip sessizce koyuyordu. Bizim önceden bilmediğimiz, sezemediğimiz, kavrayamadığımız bu durumu o gün öğrenmiĢtim. O akĢam verem olmadığını öğrenen babamla birlikte neĢe içinde ailecek sofraya oturduk. Babamın neĢesiyle bereketlenen soframızdan Ģükürlerle kalktık. Babamın verem kaygısıyla tedirgin olduğu dönemlerde bir gün su içmek için mutfağa girmiĢtim. Mutfakta açıkta olan bir bardağı su içme arzusu ile elime aldığımda annem yanımda birden peyda olmuĢ ve bardağı elimden aceleyle babamın su istediği bahanesiyle çekip almıĢtı. Oysa bizim evde su küçüğün 22 sofra büyüğündü. Ben baĢka bir bardakla suyumu içince de annem su doldurduğu babamın bardağı elinde olmadan benim ardımdan eli boĢ olarak salona gelmiĢti. Bütün bunları babamın verem olmadığı sevincini paylaĢırken bir bir ve yeniden hatırlıyordum. Babam verem olmadığına seviniyor ama halsizliğine bir anlam veremediğini de laf arasında söylüyordu. Son zamanlarda yorgunluk içinde olduğunu söyleyip duruyor, bu halsizlikleri bahçemizde kendi halinde küçük iĢlerle uğraĢmasının yorgunluğuna yoruyordu. O günün akĢamı kardeĢlerimle babamı daha ciddi bir tetkik ve yeni bir doktor için ikna ettik. Babamın herhangi bir sosyal güvencesi olmadığından iĢçi olarak çalıĢtığım ve sosyal güvencemin olmasından ötürü benim üzerime bakmakla yükümlü olduğum aile bireyleri hükmünden yararlanıyordu. Ġki küçük kardeĢim henüz okuyorlardı. Dört ağabeyimden ikisi esnaflık yapıyor, kendi geçimlerini ancak sağlıyorlardı. En büyük abim köyde tarlalarımızı ekip biçiyor ve üstelik onun da bir sosyal güvencesi yoktu. Büyük abimin küçüğü yalnız o memurdu. Memur olan ağabeyim baĢka Ģehirde ve bize oldukça uzaktı. Babam bize akĢam küçük kardeĢimle birlikte yarın mutlaka hastaneye gideceğine ve tekrar iyi bir muayene olacağına dair söz verdi. SSK Hastanesinde akĢama kadar izdiham içinde sıra bekledikten sonra doktor, 23 babamın yüzüne bile bakmadan Ģikâyete bağlı birkaç ilaç yazmıĢ göndermiĢ. O akĢam ailecek konumuz yine ülkemizin hali, doktorların vicdansızlığı ve babamın hastalığı arasında ıstıraplı sözlerimizin gidiĢ geliĢleriyle bile olsa mutabakatla çözümü bulduk. Ben bir gün sonra avans alacaktım ve babam iki gün sonra çok iyi bir dâhiliye mütehassısının özel yazıhanesine giderek muayene olacaktı. Babam kararlaĢtırdığımız gibi iki gün sonra küçük kardeĢim Cengiz‟le tavsiye üzerine bir doktorun özel muayenehanesine gitti. Sonuç vahimdi. Doktor SSK Hastanesinde babamın yüzüne bakmadan muayene eden doktordu. TeĢhis daha da vahimdi. Babamda tıp diliyle Kronik Lanfisötör Lösemi bizim anlayacağımız dilde ise dalak büyümesi vardı ve bu teĢhisle akĢam eve döndü. Tıp dilini bilmediğimizden bu tanımın kanser olduğunu, babam ölene kadar bilmedik. Babam da bilmedi. Muayene ve teĢhisten sonra babama sıcak ilgi duymaya baĢlayan doktor nasıl olup da SSK Hastanesindeki muayenede gözden kaçırmıĢ olduğuna epeyce hayıflanıp durmuĢ. Aslından hayıflandığı; ettiği Hipokrat yeminiyle ortaya çıkan durumun yarattığı tedirginlik veya vicdani kaygı değildi. Cüzdanla ilgili sorundu mesele. Babam doktorun müteessir olmasına üzülüyordu. Doktora göre SSK Hastanesindeki sorun 24 Ģimdi çözülmüĢtü. Doktorun asıl rahatsız olduğu konu bu güne kadar SSK Hastanelerinde yapılan tetkiklerde durumu fark ederek sağlayamadığı maddi kaynaktı. Babamın dalağı çok büyümüĢtü. Kilo kayıpları baĢ gösterdi. Bir ay içinde özel muayene için ödediğimiz paralarla sıramız hemen geldi, babamı hastaneye yatırdık. Bunu duyan köylülerimiz ve çevre köylerden komĢular o günden sonra akın akın evimize gelmeye baĢlamıĢlardı. ġimdi gelenler de onlardan en sonuncusuydu. Misafirlere ne zaman geldiklerini sordum. Trenle gelmiĢlerdi. Tren günde bir kez ve hastane ziyaretinden sonra geliyordu. Yarın kısmetse gerisin geri köye dönmek niyetindeydiler. Köyümüze tren sabahın erken saatinde kuĢluk vaktindeydi. Babamı görmeden de gitmek istemiyorlardı. Bu gün mutlak surette ne edip edip babamı görmek istediklerini söylediler. Seksenli yıllarda hastanelerde her gün ziyaret olmazdı. AkĢam yemeğinden sonra babamı hastanede görmek için yola çıktık. Kayseri SSK Hastanesi dâhiliye bölümünde yatıyordu. Hastaneye vardığımızda ziyaret olmadığını ve görüĢmenin yasak olduğu tarafımıza iletilince bizimkileri bir panik aldı. Dertlenmeye ve sızlanmaya baĢladılar. Çözüm için babamın yokluğunun önemine vurgu yaptılar. Babam problemleri çözen 25 ferasetli bir adammıĢ. O dıĢarıda olsaymıĢ bir yolunu bulup ziyaretlerine mutlak surette gelirmiĢ. Kapıları açacak bir imkânı mutlak bulurmuĢ. Hastane görevlileri temizlik yapıyor ve koridorları yıkıyorlardı. KardeĢim Osman hastane kalorifer dairesinde çalıĢan bir hemĢerimiz kanalıyla içeriye alınma sözünü almıĢ. Gelip söyledi. Bizim misafirler kapıya hücum ettiler. Hastane personeli azarlayarak hepimiz tekrar dıĢarı çıkardı. HemĢeriden telefon gelince hizmetlilerden biri yanımıza gelip temizlik bitince, bizleri kısa bir süreliğine ziyaret için ikiĢer üçer içeri alacaklarını söyledi. Yalnız koridorların kurumasını Ģart koĢtular. Yoksa içeriye girince ayaklarımızın iz yapacağını ve koridorların yine pis gözükeceğini dolayısıyla biraz beklememiz gerektiğini özenle hatırlattılar. KardeĢim ve ben sabırla ama babamın arkadaĢları sabırsızlıkla temizliğin tamamlanmasını bekliyorduk. Bir saate yakın kapıda beklemiĢ olmaktan komĢular, oldukça mustariptiler. Bizim misafirlere beklememiz gerektiğini anlatmamızın sanki yolu yoktu. Onlar bir an evvel içeri girmek için ısrarla ve sürekli hastane görevlilerine ricalarda bulunuyorlardı. Gelenlerin hepsi babamın akranı, arkadaĢlarıydı. Hastane görevlileri ile gereksiz, zaman zaman tartıĢmalı ve kırıcı, yer yer 26 gergin konuĢmalar oluyordu. Hepsi bizden büyük oldukları için davranıĢlarına iliĢkin eleĢtirel bir söz söyleyemiyorduk. Sabrı taĢan bir görevli yanımıza gelerek içimizde en sabırsız olan Mehmet Amcaya çıkıĢtı: - Amca, dedi. Sen ne laf anlamaz adamsın! Koridoru yıkadık. Yeni paspas yaptık. Kurusun alacağız diyoruz, dinlemiyorsun. Mehmet Amca gerçekten görevliyi dinlemiyordu. O sanıyordu ki ayakkabılarının altındaki pislikten ötürü içeri almıyorlar ve cevabını da kendine göre doğru çözüm üreterek veriyordu. -Yavrum, dedi; biz ayakkabılarımızı mestlerimizi ve çoraplarımızı çıkarır vallahi yalın ayak gideriz. Ne olur görüp gidelim Memili‟yi diyordu. -Yav amca niye laf anlamıyorsun sen? Alacağız sizi içeri, dedik. Biraz bekle. Hem neyiniz olur bu hasta sizin bakıyım? Bir köy gelmiĢsiniz buraya. Bir Ģeyimiz olmaz yavrum. Köylümüz. ArkadaĢımız. Amma arkadaĢ. - Ne kıymetli arkadaĢmıĢ bu böyle. Ġki saattir kapının önünden bir yere gitmediniz. Görevli Mehmet Amcanın “amma arkadaĢ” sözünü gözden kaçırmamıĢtı. 27 Mehmet Amca görevlinin yumuĢadığına kanaat getirerek bir yandan ayakkabılarını çıkarıyordu. Sözlerine devam etti: - Yavrum eğer sen bu arkadaĢı tanımıĢ olsaydın beni buradan sırtına alır onun yanına kadar vallahi sırtında götürürdün. Mehmet Amcanın bu sözleri koridorda sessizlik içinde yankılanarak bütün hastane çalıĢanlarınca duyuldu. - KimmiĢ bu yalınayak yanına gideceğiniz hasta, gelin hep birlikte gidip bir görelim bakalım. Babam hasta yatağında biraz bitkin, ama her zamanki tebessümü ile hepimizi saygı ve sevgi ile ayakta karĢıladı. Hastane personeli babamı böyle bir muhabbetle tanımaktan ötürü sonraki hiçbir ziyaretimize problem çıkarmadı. Adımız o günden sonra hastanede yalın ayak ziyaretçiler olarak kaldı. 28 ĠÇĠNDEN SÖVEN ÇOCUK Ġmdat AVġAR Sonu gelmeyecekmiĢ gibi, biz yaklaĢtıkça uzuyor düzlük. Asfalt yol, ovanın tam ortasından geçen ırmağın her kıvrımına ayak uyduruyor. Irmak ve yol, birbirine sarılan siyah ve yeĢil iki urgan gibi. Arabamız bir mekik gibi geçiyor aralarından. Bazen ırmağın dibine kadar sokuluyor, bazen uzaklaĢıyoruz. Irmak, yol ve biz, kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz. Sessiz, sakin, duru bir sabah… Günün ilk saatleri... NeĢeyle yükseliyor, tutuĢuyor, yanıyor sanki güneĢ; hava açık, gökyüzü güleç, mavi, ıĢıl, ıĢıl parlıyor; ama kuru bir ayaz var, soğuk… Ġçimde bir piĢmanlık denizi dalgalanıyor. AlıĢtığım bir Ģehri terk etmenin hüznü kuĢatıyor beni. Bir uzak 29 köyde bırakıp geldiğim öğrencilerimi düĢünüyorum. Nedendir bilinmez; ama bir türlü ısınamıyorum müfettiĢliğe. Birkaç aydır, kendimi bekçi gibi hissediyorum. BaĢımı arabanın camına dayıyorum. Kulağıma uğultulu bir rüzgâr doluyor, tekerleklerin sesini dinliyorum. Alnıma değen soğukluk, enseme doğru yayılıyor ve bir titreme geçiyor içimden. Arabanın camına çarpıyor nefesim, karĢımdaki manzara bulanıklaĢıyor git gide. Irmak, dağ, yol, ağaçlar, yeĢil otlar bir bir kayboluyorlar. Biraz sonra, hiç bir Ģey görünmüyor. ĠhtiĢamlı konakların duvarına asılan kıymetli tablolar gibi, hızla gözlerimin önünden geçen manzarayı, kaçırmak istemiyorum. Elimi, ceketin kolundan içeri sokup, buğulanan camı silmeye baĢlıyorum. Yolun üzerinde, önümüzde bir yabani güvercin sürüsü var. Güvercinler, araba iyice yaklaĢmadan havalanmıyorlar. Arabayı ben sürmesem de güvercinler ezilecek diye, sağ ayağımla zemini zorluyorum; gayr-i ihtiyarî firene basıyorum. Araba, yolun üstünden son kalkan güvercinin telaĢlı kanatlarına dokunarak geçiyor âdeta. Birkaç tane güvercin tüyü uçuĢuyor havada, içim eziliyor birden. Ne iĢiniz var yolun üstünde” diye söyleniyorum, kızıyorum kuĢlara. Irmak ile yolun arasında, ırmak yatağından taĢan suların toplandığı küçük gölün içine, iki angut konmuĢ. Suda, küçük dalgalar oluĢturuyorlar, kayarak ilerliyorlar. Onların namına ben üĢüyorum. Tüylerine güneĢ ıĢıkları vuruyor angutların, suya düĢmüĢ iki altın 30 külçesi oluyorlar o anda, kamıĢların arasına doğru, yüzüp gözden kayboluyorlar. Arabamız, boĢluğu yararak ilerliyor. Bol ağaçlı bir bölgeden geçiyoruz. Biz, yolu hızla tüketirken, yolun her iki yakasındaki kavaklar, arkamıza doğru, birbiri ardınca devriliyorlar sanki. KuĢluk vakti, hava ısınıyor biraz. Bahar, eteğinde ne kadar zümrüt varsa, bu ovaya serpmiĢ. Siyah yol, yolun az ötesinden akıp giden firuze renkli ırmak ve baĢını bulutlara uzatmıĢ, göğe doğru yükselen dağın karlı yamaçlarından baĢka her Ģey yeĢil. Bir süre sonra, ırmağın kıyısından ayrılıp, sola doğru dönüyoruz. Yolun rengi değiĢiyor aniden. Toprak yol, o düzlükten çekip alıyor, koparıyor bizi. Hafif meyilli yokuĢu çıkmaya baĢlıyoruz. Daha beĢ yüz metre gitmeden, yeĢillikler içindeki kasaba görünüyor. 31 Kiremit çatılı, önü bahçeli evlerin hepsi birbirine benziyor. TeftiĢ edeceğimiz okul, kasabanın yukarısında, evlerin bittiği yerden biraz daha yüksekte, evlerin tepesinde bir dev gibi duruyor. Bu dev, kasabada yaĢayan herkesi yutacak kadar büyük. Okulun önünde, geniĢçe bir düzlük var. Harman yeri olmalı. Geçen yıldan kalan taneler yeĢermiĢ, büyümüĢ. Saplar, samanlar arasından boy vermiĢ otlar. Harman yerinde, kıĢı zar zor çıkardığı anlaĢılan, birkaç eĢek otluyor. Bir deri bir kemik hayvanlar, havalar ısındığından uzayan tüyleri dökülüyor. Teneffüs vakti varıyoruz okula. Bahçe kalabalık. Çocuklar, oğul veren arılar gibi. Tek ayağı üstünde sekenler, hayalî bir direksiyonu çevirip araba sürenler, ağaçlara tırmananlar, ip atlayanlar, top oynayanlar... Hepsi kendi hâlinde çocukların, baĢka bir dünyadalar. Çocukların arasında, bir öğretmen dolaĢıyor. Öğretmenin sırtı dönük, görmüyor bizi. Bahçedeki yeĢillikler ve yüzlerce mavi önlük içinde, hemen göze çarpıyor öğretmenin saçları. Uzun, dalgalı, sapsarı; omuzlarına dökülüyor; güneĢ gibi parlıyor saçları. Arabadan inip okulun kapısına doğru yürümeye baĢlıyoruz. Çocuklar, ya elimizdeki çantalardan ya da zihinlerine çizdikleri eĢkâllerden tanıyorlar bizi. Görür görmez bağırmaya baĢlıyorlar: “MüfettiĢler geldi!” “MüfettiĢler geldi!” Çocukların sesi okulun bahçesinden taĢıp harman yerine doğru, dalga dalga yayılıyor. Sesler harman 32 yerine ulaĢtığında, orada otlayan eĢeklerden biri, iĢtahlı, istek dolu sesiyle anırmaya baĢlıyor, ardından diğerleri de… “MüfettiĢler geldi!” “Aaaaaiiiiiih! Aaaaaiiiiiih!” “MüfettiĢler geldi!” “Aaaaaiiiiih! Aaaaaiiiiiih!” Öğretmen, çocukların çığlıklarını duyar duymaz, saçlarını hızla geriye savurup bize doğru dönüyor. Öğrencileri sağa sola iterek geliyor, karĢılıyor bizi. Gülümseyerek elini uzatıyor: “HoĢ geldiniz hocam! HoĢ geldiniz, hoĢ geldiniz!” En arkadayım. Öğretmen bana doğru yaklaĢıp elini uzatıyor, göz göze geliyoruz o an. Ben öğretmeni tanıyorum, ama nereden? Onun tanıdık yüzünü, yıllar öncesinden çıkarıp getirmeye çalıĢıyorum. Olmuyor. Öğretmenin gözlerinde de ĢaĢkın bir ifade var. O an, öğretmenle aynı Ģeyleri düĢünüyoruz, ama ikimiz de emin değiliz. “Siz de… Eee, hoĢ geldiniz?” “HoĢ bulduk, sağ olun!” Öğretmen bana bir Ģeyler soracak, biliyorum. Ben de ona soracağım; ama baĢkanımız fırsat vermiyor, lafı ağzımızdan alıyor. TeftiĢe, daha okula varmadan, bahçede baĢlıyor. Öğretmen, nöbetçi olduğuna bin piĢman: “Nöbetçi misiniz?” “Evet hocam.” “Bahçe nöbetçisi mi?” “Eeevet.” 33 “Demek nöbetçisiniz.” “Evet.” “Nöbeti, bahçede mi tutuyorsunuz?” “Evet.” “Nöbet defterini iĢliyor musunuz?” “Eee, Evet!” “Güzel, demek nöbet defterini de iĢliyorsunuz?” … Okulun giriĢ kapısına dayanıyoruz. Öğretmeni tanıyacağım, adı dilimin ucunda, söyleyeceğim; ama bir nöbetten kırk soru çıkarıyor baĢkanımız, bana mecal vermiyor: “Okulda nöbet görevine pek dikkat etmek lazım.” “Evet, ediyoruz.” “Nöbet görevini, eee, nöbetleĢe yapmak lazım.” “Eee, evet, yapıyoruz, nöbetleĢe…” “Yönetmelik gereği, Ģimdi senin nöbet mahalline, okul bahçesine dönmen gerek.” “Evet, dönüyorum hocam!” Okula giriyoruz, girerken dönüp arkama bakıyorum, öğretmenin gözü bende kalıyor, benim de aklım, onun kim olduğunda. Müdür odasındayız. Çay içiyoruz. Odada konuĢulanları duymuyorum bile. Ben kendimle kavgadayım, hafızamı zorlamaya baĢlıyorum. Yirmi yıl önce... Lisede okuyorum. 9/A sınıfındayım. Tahtada karıĢık formüller… Arka sırada oturuyorum. En ön sırada, öğretmen masasının bitiĢiğinde saçları uzun, sapsarı, gözleri mavi bir kız oturuyor: Ayla… 34 Ayla büyüyor, öğretmen oluyor birden. Pencereden dıĢarı bakıyorum. Evet, o. Okulun bahçesinde, nöbet tutuyor Ayla. Derin bir oh çekiyorum. Sırtımdan dağ inmiĢ gibi rahatlıyorum. Ayla Hanım, müdür odasına geliyor biraz sonra ve girer girmez parmağını bana doğrultarak soruyor: “Hocam, siz, liseyi nerede okudunuz?” ... Ayla Hanım bir ricada bulunuyor: “Hocam, ben ikinci sınıfları okutuyorum, rica etsem benim sınıfıma siz gelir misiniz?” BaĢkanımızın gözüne bakıyorum, baĢını sallayıp gözlerini kapatarak “Olur.” iĢareti yapıyor. “Tamam, diyorum, tamam, gelirim. Öğrencilerinizle de tanıĢırız.” “Ayla Hanım, Sevinçle çıkıyor odadan.” Zil çalıyor, öğrenciler, ikinci derse girmek için, koridorlarda koĢuĢuyorlar. Biraz sonra bir zil sesi daha... Koridorlarda topuk sesleri, öğretmenler de sınıflara doğru yürüyorlar. Ayla Hanım, müdür odasının kapısında. Birlikte yürüyoruz koridorda. O hızlı hızlı anlatıyor. Birkaç dakika içinde öğrencilik yıllarımıza gidip, tekrar okula dönüyoruz ve 2/A sınıfının kapısından içeri dalıyoruz. Sessizlik… Ayla Hanım, öğrencilerden daha heyecanlı. Bir yandan kendisini anlatıyor bir yandan öğrencilerini övüyor: 35 “Biliyorsunuz, burası sınır bölgesi hocam, bu kasabada büyük bir askerî birlik var. EĢim bu birliğin komutanı. Burası ikinci Ģark hizmeti oldu benim için. Geçen yıl da ben okuttum bunları. Hepsi de çok uslu, çok çalıĢkan, çok sevimli, bazen yaramazlık da yapıyorlar tabii ama ben onları çok seviyorum. Onlara, müfettiĢler gelecek demiĢtim, gelmeniz iyi oldu. Ayla Hanım öğrencilerine tanıtıyor beni ve devam ediyor: “Hocam, bir konuda, çok sıkıntı yaĢıyorum.” “Nedir?” “Bu kasabada yaĢayanlar Azeri ya!” “Evet, biliyorum.” “Çocuklar, yerel Ģiveyle konuĢuyorlar. Çok uğraĢıyorum; ama tam olarak çözemedim.” … Sınıftaki sessizlik, bitiyor. Öğrencilerin gözü bende. Sesler yükseliyor. Ayla Hanım‟ın ince, tiz sesi yankılanıyor sınıfta: 36 “Haydi bakalım! Çıkarın hayat bilgisi kitaplarınızı! Yüz yetmiĢ üçüncü sayfayı açııın! Açtınız mı?” “Eveeeet!” Hayat bilgisi kitapları sıraların üzerine yayılıyor. Yüz yetmiĢ üçüncü sayfadaki konu baĢlığı, büyük harflerle yazılmıĢ: “Sınıfta Uymamız Gereken Kurallar.”. Ayla Hanım soruyor: “Çocuklar, dün bir ödev vermiĢtim, yaptınız mı?” Çocukların hepsi de, ödevlerini eksiksiz yapmıĢ gibi cevaplıyorlar: “Eveeet!” Kendi öğrencilerimden biliyorum. Ödevlerini tek tek kontrol etsek, en az yarısı yapmamıĢtır. Fakat sorduğunuzda, büyük bir coĢkuyla: “Eveeet!” derler. Bu yaramazlar, hep böyledir. Yapmaları gereken Ģeyleri yapmazlar, birazcık nazlanırlar. Yapmamaları gereken Ģeyleri sorsanız, tek tek sayarlar ama eksiksiz saysalar da, mutlaka yapmıĢlardır. Öğrencilerle tanıĢıyoruz. Birer birer soruyorum: “Adın ne senin?” “Zeynep.” “Salatın.” “Cemil.” Arka sırada oturan öğrenci, diğerlerinden daha büyük. Gözlerinin içi gülüyor, sıranın kendisine gelmesini sabırsızlıkla bekliyor. Göz göze geldiğimizde, ben daha sormadan, bir askerin tekmil vermesi gibi, bağırarak söylüyor adını. “Menim adım Mireli!” 37 “Ne?” “Mireli!” Ayla Hanım‟ın kaĢları çatılıyor, kulağıma doğru eğiliyor. “Hocam, okula bir yıl geç baĢlamıĢ, bir yıl da sınıfta kalmıĢ. Aslında dördüncü sınıfta olması gerekiyor. Okuması da pek iyi değil. Adı, Mir Ali. Burada, Mireli diyorlar.” “Tamam, Mireli! Otur bakalım!” Mireli konuĢmak istiyor, bir Ģeyler daha söyleyecek, ama ne söyleyeceğini unutuyor, dudağını ısırıp kafasını kaĢıyor, gülüyor ve birden gözlerinde yeni bir ıĢıltı beliriyor: “Atamın adı da Cefer!” Ayla Hanım, nedense mahcup oluyor, Mireli‟ye yalvarır gibi bakıyor, oturmasını, susmasını iĢaret ediyor. Kafasını kaĢıyıp sırasına oturuyor Mireli. Çocukların karĢısına geçiyorum, öğrencilerden birine konu baĢlığını gösteriyorum. “Oku bakalım!” “Sınıfta uymamız geyeken kuyallay.” R‟leri söyleyemeyince, arkadaĢları gülüyor. “Demek ki, sınıfta uymamız gereken kurallar var, öyle mi?” “ Eveeet!” “Bakalım, sınıfta uymamız gereken kurallar nelermiĢ? Kim söyleyecek?” Birkaç parmak havaya kalkıyor. Gözlerimle tarıyorum sınıfı. Gözleri simsiyah, ıĢıl ıĢıl parlayan bir çocuğa dokunuyorum: 38 “Sen söyle!” YavaĢ, yavaĢ, üstüne basa basa söylüyor çocuk. “Sınıfın duvarlarını kirletmemeliyiiiik!” Sınıfın duvarlarına gidiyor gözlerim. Çocukların boylarının yettiği yere kadar, ayak izi, çamur… Çocuk bir temenni cümlesiyle cevap veriyor, olsun, saçlarını okĢuyorum: “Aferin sana!” diyorum. “BaĢka kim söyleyecek?” O an bütün parmaklar havaya kalkıyor. Hata yaptığımı geç anlıyorum ama çocuklara söz vermesem olmaz. “Sen söyle!” “Tahtayı da kirletmemeliyik.” “Masayı da…” “Sen söyle!” “Camları kırmamalıyık!” “Sıraları da kırmamalıyık.” “Dolabı da…” “Kitapları yırtmamalıyık.” “Defterimizi de…” 39 Yazı tahtasını, karalamıĢlar, tahta kirli, öğretmen masasının bir ayağı aksak, camlardan ikisi kırık, defterlerin, kitapların kenarları yırtık. Mireli‟nin parmağı da kalkıyor. YaklaĢıyorum ona. “Sen söyle Mireli!” Mireli birden susuyor, cevap yok, yine unutuyor söyleyeceğini. Ġlk cevap veren öğrencinin cevabını doğru kabul ettiğim için cevapların ardı arkası kesilmiyor. Parmaklar hep havada. Çare yok, iĢ iĢten geçiyor bir kere, hepsini dinliyorum, gönüllerince cevap veriyorlar. “Yapmamalıyık, atmamalıyık, tutmamalıyık, kırmamalıyık, dökmemeliyik…” Mireli parmağını kaldırıyor yine. Söyleyeceğini unutmadan yetiĢmek, ne söylerse söylesin, onun verdiği cevabı da doğru kabul etmek, sonra saçlarını okĢamak, kocaman bir “Aferin!” demek istiyorum. Arka sıraya doğru koĢarak varıyorum: “Evet, Mireli, haydi, söyle bakalım!” Kafasını kaĢıyor, bir gözünü kapatıp yukarı bakıyor Mireli. Bütün sınıf, onun cevabını bekliyor. Ayla Hanım, belli etmemeye çalıĢsa da benim Mireli ile ilgilenmemden rahatsız, sıkıntılı. Sessizlik… “Evet, Mireli, haydi söyle!” Birden gözleri parlıyor Mireli‟nin. Ayla Hanım‟ın öğrencilerin dilinden silmek istediği Ģive ile yapıĢtırıyor cevabı: “Öyretmen bizi döyende, içimizden ona söymemeliyik!” 40 ANAM Gülay YAKUT Mes. Dersi Öğrt. Yine gurbetlik acısı çöktü içime Gözlerim dalar gider ta… derinden derine Sanki seni görürüm, durursun karĢımda Uzatırsın ellerini, sevecen bakıĢlarınla… KonuĢmak isterdim seninle Tutmak o nasırlı ellerini, Öpmek isterdim, içimde hasretliğin Bakmak isterdim doyasıya ağlamaklı gözlerine. Dur! Gitme anam Daha bitmedi söyleyeceklerim Bırakma beni ne olur! Daha hasretliğimi gideremedim. Ne o ağlıyor musun anam? Ne o ellerini mi uzatıyorsun? Ne o beni mi çağırıyorsun? Hasretsin bilirim… Sevgi dolu göğsüne bas beni anam Gidereyim yılların verdiği hasretliği Son bir kez daha tadayım Analık Sevgini… Niğde / 1979 41 SAĞLIKLI BĠR ZĠHĠN ĠÇĠN? *Cahit GÜVENÇ* Uzman Rehber Öğretmen Sağlıklı bir zihne sahip olmak ve ilerleyen yaĢlarda zihinsel hastalıklara yakalanma riskini mümkün mertebe azaltmak için neler yapılması gerektiği sürekli soruluyor. Aslında bu iĢin sihirli bir formülü yok. Herkes etrafındaki uzun yaĢayan ve zihinsel iĢlevleri gayet iyi iĢleyen insanlara bakarak epey ipucu elde edebilir. Fakat son yıllarda yapılan bilimsel çalıĢmalar bu konuyla ilgili oldukça ilginç ipuçları veriyor. Her Ģeyden önce tüm beden için olduğu gibi beyin ve zihin için de dengeli bir beslenme ve dengeli bir yaĢam adeta altın bir anahtar hükmünde. Denge sadece beslenme olarak anlaĢılmamalı. Aynı zamanda zihinsel denge de çok önemli. Ayrıca fiziksel hareket ve zihni meĢgul edici faaliyetlerde bulunmanın beynimizin sağlığı açısından çok önemli olduğunu biliyoruz. Bilimsel olarak herkese uygulanabilecek kesin bir liste olmasa da burada sizinle bazı maddeleri paylaĢacağız. Bu tavsiyeler tek bir kiĢinin hepsini uygulaması için değildir; herkes kendine uygun gelen birkaç yöntemi deneyerek hangisini daha kolay uygulayabileceğini görmelidir. Bu maddeler hem tecrübe hem kültürel hem de bilimsel olarak olumlu etkilerini bildiğimiz bazı önerilerden oluĢacak: 42 Sağlıklı Bir Zihin Ġçin; Az yiyin: Tıbbi olarak ömrü uzattığı bilinen 2 Ģey vardır: Az yemek (kalori kısıtlaması) Hareket (egzersiz) Bu iki faktör beyin için de vazgeçilmez derecede önemlidir. 43 Günde bir kez gerçekten açlık hissedin. Açlık duygusu tam olarak oluĢmadan yemek yenildiği takdirde mideden ghrelin adlı hormon yeterince salgılanmaz. Bu hormon, ancak tam açlık durumlarında salgılanır ve en önemli etkileri arasında büyüme hormonunun salgılanmasını arttırmak (vücudu dinçleĢtirmek) ve beyinde özellikle hafıza ile ilgili bölgelerin çalıĢmasına olumlu katkı sağlamak ilk sıralarda sayılabilir. Arada bir belli gıdalar için oruç tutun. Et ve Ģeker orucu özellikle faydalıdır. Sürekli benzer gıdalarla beslenmek de “rutin”dir ve kaçınılması gereken bir durumdur. Ayrıca açlık durumu ve belli besinlerin belli zamanlar boyunca alınmaması beyin dokusunun toksinlerden arınmasını ve yenilenmesini kolaylaĢtırır. 44 Her gün yeni bir kelime öğrenin. Kelime hazinesine yapılan her katkı biliĢsel süreçleri doğrudan etkileyerek zihinsel sağlığa olumlu etki yapar. Her gün en az bir kez en azından hafifçe terleyecek kadar yorulun. Hareket beyin kan dolaĢımını artırarak zihinsel faaliyetlerin düzene girmesini sağlar. Ayrıca terleyecek kadar hareket etmek tüm metabolizmayı düzenlediği gibi beyin için faydalı birçok hormonun düzeyini artırır. Her hafta üç-dört kelimenin etimolojisini öğrenin. Kelimelerin anlamlarının kökenleriyle birlikte öğrenilmesi dil algılama alanlarının ve dolayısıyla entelektüel beyin iĢlevlerinin kapasitesini ve kalitesini yükseltir. Yılda bir-iki kez yeni bir motor beceri kazanın. Bir enstrüman çalmayı yahut yeni bir spor dalını öğrenmek gibi yeni motor beceriler, beynin yeni hücreler ve yeni bağlantılar üretmesini sağlayarak beynimizi genleĢtirir. Bilmediğiniz konularda sorular üretmeye çalıĢın (cevaplar önemli değil). En az bir sanat dalıyla ilgilenin. Sanatsal alanlarda yapılacak her türlü faaliyet, beynin bütüncül algılama ve üretim sistemlerini faaliyete geçirerek tüm zihinsel sistemin uyum içinde çalıĢmasını sağlar. Kalem ve kâğıt kullanma sıklığınızı arttırın. Dijital çağda kalem ve kâğıt kullanmaktan uzaklaĢtıkça yazı yazmak ve resim çizmek gibi çok önemli ve incelikli becerilerden de mahrum kalıyoruz. Beyinde 45 oldukça büyük alanların tahsis edildiği bu yetenekler kullanılmadıkça ilgili alanlarda yapısal bozulmalar ve yozlaĢmalar baĢlayabiliyor. Rutinlerden kaçının. Beynimiz ne kadar karmaĢık olursa olsun rutin iĢleri yaparken çaba harcamaz ve bundan bir fayda elde etmez. Rutinin dıĢına çıkmak bilinci uyarır ve farkındalık düzeyimizin artmasını sağlar. Sudoku gibi bulmacaları çözmenin Alzheimer gibi sinir-yıkıcı (nörodejenetatif) hastalıklara karĢı koruma sağladığını duymuĢ olabilirsiniz; fakat bu çok doğru değildir. Zihinsel olarak ne kadar karmaĢık olursa olsun sudoku gibi bir bulmacanın da rutin hale gelmesi beynin geliĢimini ve yıkıcı hastalıklara karĢı olan direncini azaltır. Her gün kat ettiğiniz yolların alternatiflerini kullanmaya çalıĢın. Farklı rotaların kullanılmasının beyni yapısal olarak geliĢtirdiği ispatlanmıĢtır. Zihin haritası (mindmap) kullanmayı öğrenin. Planlama ve düĢünce akıĢı için kullanılan zihin haritalama teknikleri, biliĢsel iĢlevler için oldukça faydalı sonuçlar veriyor. Ġnternette konuyla ilgili birçok yazılım bulunabiliyor. Ciddi kararlar almadan önce yürüyüĢ yapın. Hafif egzersiz, beynin dolaĢım ve metabolizmasını düzene sokarak daha sağlıklı düĢünmenizi ve karar vermenizi sağlayabilir. Sevebileceğiniz her Ģeyi sevin ve sevdiklerinizi yakınınızda tutmaya gayret edin. Sevgi hissi, 46 beyinde çok olumlu etkiler yapan bir dizi değiĢimi tetikler. Günlük olaylarda hayret edebileceğiniz milyonlarca detay ve bağlantıya dikkat edin, gerekirse bu konuda notlar alın. Neler görebildiğinize ve algınızın açılma oranına ĢaĢıracaksınız. Fotoğrafçılık bunun için iyi bir baĢlangıçtır. Ġnandıklarınızla yaptıklarınız arasındaki dengeyi sürekli sorgulayın. Ġnançlara aykırı bir kiĢisel yaĢam içsel çatıĢıklığa, stres durumunun ortaya çıkmasına ve beynin yaĢlanmasına neden olur. O yüzden olduğunuz gibi görünmeye yahut göründüğünüz gibi olmaya gayret edin. Haftada bir kez “kesin olarak bildiğiniz bir Ģey”den Ģüphe etmeye çalıĢın! Bu, özellikle kesin bildiğimizi sandığımız konularda ne kadar az “bilgimiz” olduğunu bize göstererek edindiğimiz fikirlerde daha özenli davranmamız konusunda güzel bir egzersizdir. Aynı zamanda çok eğlenceli ve öğretici olabilmektedir. 30 günlük sürelerle her gün tekrarlayabileceğiniz basit alıĢkanlıklar geliĢtirin. Günde 50 kuruĢ biriktirmek veya her sabah belli bir hareketi tekrar etmek gibi 30 günlük bir rutin, kalıcı alıĢkanlık haline dönüĢebilir ve zihninizle bedeninizi istediğiniz yönde değiĢtirebilmek için size adeta “uygun fırça darbeleri” atma imkânı sağlar. Fırsat buldukça aynada kendinize gülümseyin ve bunu içtenlikle yapmaya çalıĢın. Beyin beden hareketlerini kontrol ettiği gibi beden hareketleri de 47 beyne geri bildirim yapar ve bu geri bildirimin ruh durumumuz ve beyin çalıĢma ritmimiz üzerinde inanılmaz etkileri vardır. Eğer kendinize bakarak aynada gülümserseniz beyniniz bunu bir mutluluk sinyali olarak alır ve mutlu olacağınız devreleri gerçekten de faaliyete geçirir. Hatta sadece kendi kendine gülümsemek bile aynı etkiyi yapan bir egzersizdir. Gerçekten de daha mutlu hale gelirsiniz! Her fırsatta Ģükredin. ġükran hisleri, zihinsel durumu düzenler, huzur verir. Özellikle sosyal medya ve haberlerde sizi endiĢelendirecek Ģeyler yerine mutlu edecek Ģeylere odaklanın. Stresli haberlerin, beyinde stres tepkilerini harekete geçirdiği ve uzun dönemde bütün vücut fizyolojisini bozarak yüksek tansiyon gibi birçok hastalığa zemin hazırladığı bilinmektedir. Uymasanız bile zaman planlaması çalıĢmaları yapın. Zaman planlaması, zihnimizin zaman algısını geniĢletir ve iĢlerimizde daha verimli olmamızı sağlar. Uykunuza çok dikkat edin. Uyku beden için değil beyin içindir ve biyolojik döngülerinize uygun bir uyku zihinsel çalıĢmanızı etkileyen en önemli etkenlerden biridir. Az uyku kadar fazla uyku da zihinsel olarak sakıncalıdır. Gece uykunuzun gün içinde yediklerinize ve hareket miktarınıza da doğrudan bağlı olduğunu unutmayın. Gereksiz kimyasal kullanımından uzak durun. Zihinsel gücü arttırdığı iddia edilen tüm bitkisel yahut sentetik bileĢenler, sağlıklı bir zihinsel iĢleyiĢ için uzak durulması gereken Ģeylerdir. Zira zihnimiz ve beynimiz ancak doğal ve sağlıklıyken “optimum” düzeyde çalıĢabilir. Bunu dıĢındaki tüm giriĢimler uzun dönemde beyin sağlığımız açısından zararlı olacaktır. Kahve; azı karar çoğu zarar. Erken eriĢkinlik yaĢlarından itibaren günde bir fincan kahvenin biliĢsel iĢlevleri olumlu etkileyebileceğini ve uzun dönemde bazı rahatsızlıklara karĢı da koruyucu rol oynayabildiğini düĢündüren deliller vardır. Fakat fazla tüketilen kahve ve özellikle de aktif maddesi olan kafein, bütün vücudu yorduğu gibi, beynimiz ve zihnimiz için de sakıncalı etkiler ortaya çıkarır. GevĢeme tekniklerini öğrenin. Özellikle Ģehir hayatının stresi beynimizi en kötü etkileyen Ģeylerin baĢında geliyor. Günlük uygun gevĢeme yöntemlerini öğrenmek ve rutin olarak uygulamak bu stresin beden üzerindeki olumsuz etkilerinin boĢaltılması açısından çok önemli. Ġnsanın kısa bir süreyi “dinginleĢmeye” ayırmasının sayısız faydalarını hem günlük hayatımızda hem de bilimsel bulgularda görebiliyoruz. Örnekler fazlasıyla çoğaltılabilir. Fakat ana mesajımız, beyni boĢ ve hareketsiz bırakmamak gerektiğidir. Kaynak: http://nbeyin.com.tr/saglikli-bir-zihin-icin/ 48 HZ. MUHAMMED Güler SOYER 9/B 20 Nisan 571‟de Kim bilirdi bir ay doğacağını Mekke‟ye Sen doğdun bir ay doğdu bu Ģehre Tüm gözler çevrildi senin güzelliğine 49 Deden sana “Muhammed” dedi Anlamı “çok övülen” idi Ġkinci adın Ahmet‟ti Bu adı sana annen verdi Sonra verildin sütanneye Mutluluk kaynağı oldun Halime‟ye Oynadın güldün ġeyma ile 4 yaĢında geri döndün annene 6 yaĢına basmıĢtın Medine yolundaydın DönüĢte Ebva‟ya vardın Burada öksüzlükle tanıĢtın Ama seni tek bırakmadı deden Yanına aldı 6 yaĢındayken Vefat etti sen 8 yaĢına basmıĢken Artık Ebu Talib‟in yanındasın sen Ġlk ticaretini yaptın 13 yaĢında Amcan vardı yanında Kervan gidiyordu ġam‟a Sende gittin amcanla 50 Evlenmek istedi Hz. Hatice seninle EtkilemiĢtin onu tüm özelliklerinle Sende kabul ettin yaĢam sürmeyi birlikte 25 yaĢında evlendin Hz. Hatice ile 6 çocuğun oldu bu evlilikten Artık Ebul Kasım künyen Bir babasın Ģimdi çocuklarını seven Onları koruyan ve gözeten Ġnsanlar sana “Muhammedü‟l-Emin” derdi Anlamı “Güvenilir Muhammed” demekti Senin güvenirliğin herkesin dilindeydi Ondan sana bu lakap verildi 35 yaĢındasın artık Hira mağarasına gidersin sık sık Allah Teâlâ‟yı anarsın Sonsuz düĢüncelere dalarsın Tam 40 yaĢındasın Yine Hira mağarasındasın Cebrail geldi yanına “Ġkra” dedi sana Böylece geldi peygamberlik Görevin Müslümanlara önderlik 51 Tanıt Ģimdi Ġslam‟ı Yay herkese Müslümanlığı Üç yıl gizli yaydın Müslümanlığı Gizlice çağırdın Ġslam‟a insanları Rabbim her daim arkandaydı Seni hiç yalnız bırakmadı Hicret ettin 622‟de Medine‟ye Böylece son verildi eziyete Hızlıca yaydın Ġslamiyet‟i Kurdun Mescid-i Nebi‟yi Bir hüzün kapladı Müslümanları 632 yılında Büyük bir kalabalıkla gittin veda haccına Müslümanlara son konuĢmanı yaptın Veda hutbesinden sonra bizden ayrıldın Ama bizler seni kalbimizde yaĢatıyoruz Cennette kavuĢacağımız anı bekliyoruz Hepimiz seni çok seviyoruz Rabbimizin rızasıyla cennette KomĢun olmayı umuyoruz… 52 BĠR ġĠĠR BĠR HĠKÂYE 53 NĠSANDA DOĞAN GÜNEġ Zeynep KILINÇ 9-D 791 Yıl 571 idi. Bir Nisan günüydü. Mekke‟de hava çok sıcaktı. GüneĢ bugün her zamankinden daha farklı doğmuĢtu. Tüm Mekke‟yi hem ısıtıyor hem ıĢıtıyordu. Âmine… Hamile, daha çocuğu karnında altı aylıkken eĢini kaybetmiĢ bir kadın… O güneĢli nisan gününde doğum yapmıĢtı. Nurlar arasından doğmuĢ yüzü ıĢıl ıĢıl bir oğlu olmuĢtu. Âmine daha o doğmadan ismini rüyasında görmüĢtü. „Muhammed‟ idi adı. Öyle tatlı öyle güzel bir bebekti ki bakmaya, dokunup sevmeye doyamıyorlardı. Amine‟nin Medine‟ye dönmesi gerekiyordu. Yanında Muhammed‟i de götürmek istiyordu. Ancak Medine‟nin yoğun ve sıcak 54 havasından dolayı orada fazla çocuk bulunduramıyorlardı. Bu yüzden Muhammed‟i Mekke‟de bir sütanneye vererek Medine‟ye dönmüĢtü Âmine. Sütannenin adı Halime idi. Annesi gittikten sonra Abdullah‟ın yani babasının yetimi, Amine‟nin emaneti, Halime‟nin kucağında ağlardı. Muhammed 4 yaĢına gelmiĢti. Annesinin yanına Medine‟ye gitmiĢti.2 yıl annesini yanında kalmıĢtı. 6 yaĢına gelmiĢti. Hava Medine‟de çok nemli olduğu için Muhammed sık sık hastalanırdı. Âmine onun daha fazla Medine‟de kalamayacağını düĢünerek onu Mekke‟ye sütannesinin yanına götürecekti. Ana oğul yola çıkmıĢlardı. Ebva denilen bir yerde Âmine hastalanmıĢtı. Orada vefat etmiĢti. Muhammed annesinin ölümüne çok üzülmüĢtü. 6 yaĢından 8 yaĢına kadar ona dedesi Abdulmuttalip bakmıĢtı. 8 yaĢında da dedesini kaybetmiĢti. Muhammed daha çocuk yaĢlarda hem yetim hem öksüz kalmıĢtı. Kalan hayatını Ebu Talip‟in yani amcasını yanında geçirmiĢti. Ebu Talip onu koruyup kollamıĢ ona hem bir ana hem bir baba hem de iyi bir arkadaĢ olmuĢtu. 13 yaĢından itibaren amcaları ile birlikte ticarete atılmıĢtı. Ticaretle uzun yıllar uğraĢan Muhammed doğruluk ve dürüstlüğüyle tanınmıĢtı.20 yaĢına 55 geldiğinde etrafındaki zulümlere ve haksızlara dayanamayarak bunlara karĢı tedbir için kurulan Erdemliler Cemiyeti‟ne üye olmuĢtur. 25 yaĢına geldiğinde Hatice isimli bir kadın ile tanıĢtı. Hatice onun dürüstlüğünden ve güvenilirliğinden çok etkilenmiĢtir. Mekkeli insanlarda zaten ona bu davranıĢlarından dolayı El-Emin yani güvenilir kiĢi adını vermiĢlerdir. Muhammed 25, Hatice 40 yaĢında idi. Hatice Muhammed‟e evlenme teklifi etmiĢ Muhammed bu teklifi kabul etmiĢti. EvlenmiĢler, 5 tane de çocukları olmuĢtur. Bunlardan sadece Fatıma Muhammed‟den sonra vefat etmiĢtir. Diğerleri Muhammed hayattayken tek tek ölmüĢlerdir. 35 yaĢında Kâbe hakemliği yapmıĢtır. 40 yaĢına yaklaĢtığında insanlardan uzaklaĢıp kendisiyle yalnız kalmak için Nur Dağı‟nın Hira Mağarası‟na giderdi. Bir gün yine buraya gelmiĢti. Cebrail isimli melek ona gelerek vahiy getirmiĢtir. Ona onun son peygamber olduğunu, özel bir insan olduğunu, insanları doğru yola yöneltip Ġslam‟ı yaymasını istemiĢtir. Gel zaman git zaman vahiy tamamlanmıĢtır. 56 Muhammed peygamber olmuĢtur. Muhammed Mekke‟de Ġslam dinini yaymaya baĢlamıĢtır. Ancak Mekkeli putperestler baĢta amcası Ebu Leheb olmak üzere ona karĢı çıkmıĢlardır. Muhammed onların baskılarına karĢı ayakta durmaya devam etmiĢtir. Muhammed Mekke‟de yaydıktan sonra Medine‟ye hicret ederek orada da yaymaya çalıĢmıĢtır. Bu yüzden birçok savaĢa girmiĢtir. Bu savaĢların çoğunu kazanarak zorda olsa Ġslam‟ı yaymayı baĢarmıĢtır. Mescitler yapmıĢtır. Mescit mümin, minber mümin… Kubbelerden tekbir taĢardı. Kubbelere âmin dolardı… Ezanlar okunurdu. Kumlar seccadesi olurdu Muhammed‟in. Ezanları vardı devirlerden, diyarlardan gelip göklerde buluĢan. 57 632 yılıydı. Muhammed öleceğini anlamıĢtı. Bir Veda Haccı ve Veda Hutbesi düzenleyerek veda etmiĢti tüm mümin kardeĢlerine. Aradan biraz vakit geçtikten sonra Muhammed ölmüĢtü. O çok yüce bir insandı. Uzaktan, yakından Ey Muhammed diye kapısına gelenler mümin dönerlerdi kapıdan. Bu dünyada da öbür dünyada da aziz ümmetimizdi. Ekmeğimizin bereketiydi besmele. Pervazlara güvercinler konardı. „hu hu‟ lara âminler karıĢır okunurdu mübarek akĢamlarda Fatihalar, Yasinler. ġimdi insanlar onu ağlayarak anıyorlardı. O ki yetimler yetimi, garipler garibi, düĢkünlerin kanadı, yoksulların sahibiydi. Ġnsanlar Ģimdi onu ararlardı „nerde kaldın ey resul, ey nebi‟ diyerek. O yokken gaflet çöller kadardı. Ama o geldiğinde ortada gaflet falan kalmamıĢtı. Hatice‟nin goncası, AiĢe‟nin gülüydü. Ġnsanların, ümmetin göz bebeği, göklerin resulüydü. Ruhunu Allah‟a; elini ümmetine vermiĢti. Elçi gönderilmiĢti bu dünyaya doğruyu yanlıĢtan ayıralım diye. Mekke‟de bunalır Medine‟ye göçerdi. Ama bizim göçecek yerimiz yoktu. Vicdanlar sakatlanmıĢtı artık. Muhammed yoktu. Ġnsanlar onun tüm âdemoğullarına iyilik güzellik getirmesini bekliyordu… O yoktu ya ne iyilik vardı ne iyi. Ne güzellik vardı ne güzel. Ne doğruluk vardı ne 58 doğru… Bahçesinde ki en güzel dal bile artık yemiĢ vermeyi unutmuĢtu. O yoktu ya aĢıranlar aĢırıyor, kaçırıyordu. Yesrib ağlıyordu. Selmanlar ağlıyordu. Uçsuz bucaksız çöllerde izler gelenlerin yollar gideceklerindi. ġu tekbir getiren mağara… Örümceklerin değil peygamberlerindi. Örümcek yalnızca hakkı göremeyen gözlerdeydi. En güzel gül onun bahçesinde açmıĢtı. Ġnsanlar onu bekliyordu Muhammed‟i. Açılsın göklerin kapıları, açılsın perdeler kat kat… Çöllere dökülsün yıldızlar. Yetimler, günahsızlar yollarına dizilsin… Çöl gecelerinden yanık türküler yapan kızlar sancağını saçlarıyla dokusun. Bilal-i HabeĢi sustuysa ezanlarını Davud okusun. Yeter ki o gelsin. Kimsesizler kimsesizi, ümmetler ümmeti, âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamber. Peygamber Efendimiz Muhammed-i Mustafa gelsin… 59 EY YETĠMĠM! Güler SOYER 9/B Ben seni bilirim Senin yaran acı ve derin Hep dolup taĢar gözlerin Kendini yalnız hissedersin Ey yetimim! Kendini yalnız hissetme Uzat ellerini bize Bilirim muhtaçsın sevgiye Sevgi koyayım avuç içlerine Ey yetimim! Sanma sakın yalnızım ben 60 Var birileri seni seven Gözündeki ıĢığı gören Elinden tutmak isteyen Ey yetimim! Sakın gitme karanlığa Sen ulaĢmalısın aydınlığa Aldanma yalan dünya‟ya Zorluklardan sakın bıkma Ey yetimim! Biliyorum en büyük acı seninki Ama her Ģeye rağmen sevip sevilmeli Bardağın dolu yanını görmeli Birine ellerini vermeli Ey yetimim! Seni, senin kadar kimse anlayamaz Ama sakın! Tek baĢına olmaz Çünkü hayat çok kurnaz Bizlere asla acımaz Ey yetimim! ĠĢte sırf bu yüzden Sakın dönme hayat mücadelesinden Biz bunu istiyoruz senden Sakın vazgeçme sevgiden, sevmekten. 61 POTĠNLERĠ ÇIKARMA VAKTĠ Fatmanur ÖZER TS-12 A 236 Bir otobüs penceresinden tüm insanlık izlenebilir. Bir ev penceresinden bir sokak, bir bakkal rafından tüm çocukluk hayalleri. Bir salıncağın üzerinde kanıtlayabilirsin ancak ilkokuldaki o kızın seni seviyor olduğunu. Kaldırım taĢları üzerine ihtisas sahibiysem sebebi değildir göğe nefretim ama evet, ara ara nefret ederim. Bir altgeçidin ise sana hatırlatacağı çok az Ģey vardır. Tüm kayıp dilleri toplasan bir o etmez diyeceğin gelir tam, dilin kaybolur. Zordur. Kaleme sınır koymak, anlatmak istediklerini mısralara sığdırmak. Bir gözyaĢının hikâyesini yazmak. Ġnsanlar birikiyor içimde, çünkü galiba insan biriktiren bir koleksiyoncuyum ben. Sözler birikiyor içimde, yazdıklarıma kanma çünkü galiba bir buz dağıyım ben. Hayaller birikiyor içimde. Kırılan, saf, keskin hayaller. Galiba onlar göğsümde hissettiğim cam kırıkları. Üzgünüm evet. Mutlu olamayacak kadar umutsuzum ve geleceğe sırıtarak bakmamı engelleyen bir karanlık var üzerimde. Çünkü galiba, yorgunum sevgili dostum. Dinlenmek senin için o gün iĢe gitmeyip tüm gününü kendine ayırmak veya her zamankinden üç saat daha fazla uyumak olabilir. Ama benim yorgunluğum Ģiir yazmakla hafifliyor. 62 Ben ne zaman Öyle durup dururken Öyle damdan düĢer gibi Açıp seni okumaya baĢlasam Anlıyorum ki Bahar gelmiĢ Anlıyorum ki Kaçmak sürüklenmek vakti DolaĢmak Galatada Hisarda Bırakmak iĢi gücü Unutmak ekmeği tuzu Çıkarıp potinleri Denize daldırmak vakti Yalın ayakları Ben ne zaman Öyle durup dururken Öyle damdan düĢer gibi Açıp seni okumaya baĢlasam Anlıyorum ki MahvolmuĢum… ''Ne olmuĢ bu adama ?'' dediğini duyar gibiyim sevgili dostum. En iyisi ben sana baĢtan anlatayım hikâyemi. Lakin bittikten sonra ''Sen güçlüsün, sana bir Ģey olmaz.'' diyerek üzgün olmayı bile elimden alma. Çünkü öyle bir hale geldim ki, elimi masaya çarpınca, ''üzüntüden'' diz çöküp ağlamak istiyorum. O gün zar zor yetiĢtiğim otobüste arkalarda bir yer bulup oturmuĢtum. Otobüsteki insanları izliyordum istemsizce. Bu ülke Türkiye'den oldukça farklı gelmiĢti 63 hep. HoĢ gerçi kendi memleketimi görmeyeli uzun yıllar olmuĢtu, sadece okuduğum bir kaç haber yazısı ve seninle konuĢtuğumuzda anlattıklarındı bildiklerim. Bir ara gitmeliydim belki de Türkiye'ye. Ne de olsa her gün turistlere rehberlik ediyor, onlarla birlikte geziyordum buraları. Patronum bile tatil yapmanın zamanı geldi diyordu bana. Ama nereye kiminle gidecektim ki ? Özlediğim bir sen vardın bu vesileyle de Türkiye'yi, memleketimi ziyaret ederdim belki. Bu yıl da geçsin de seneye giderim diyerek 13 sene ayak dahi basmamıĢtım oralara. Aklımdaki bu düĢünceleri bir ses dağıttı birden. ''Afedersiniz, Chongqing durağını geçtik mi? YanlıĢ otobüste miyim acaba ? '' Bir bayan bu soruyu Ġngilizce olarak sormuĢtu. Çin'de bir otobüste Ġngilizce bilen kaç insan olabilirdi ki zaten. Ona hiç bakmadan ineceği durağa dört durak daha olduğunu söyledim. TeĢekkür etmek için bana döndüğünde gördüm onu, minnetle gülümseyip teĢekkür etti. Neden bilmiyorum ama ona ismimi söyleyip elimi uzattım. Tekrar gülümsedi ve ''Esma, memnun oldum ve bu dördüncü durak. GörüĢürüz inĢallah'' diyip otobüsten indi. Elim havada kalmıĢtı. GörüĢürüz inĢallah. Uzun zamandır Ġngilizce konuĢan bir Müslüman‟la karĢılaĢmamıĢtım. Dudağımın kenarındaki gülümseme ve havada bekleyen elimle birlikte kafamı kaldırdım. Bütün otobüs bana bakıyordu. Hemen kendimi toplayıp ineceğim durağın geldiğini fark ettim ve bende indim. Bugün turistlere rehberlik etme iĢi bende değildi. ĠĢ arkadaĢım Tai-sihu bu hafta bir dergide yazarlık yapan genç bayana rehberlik edeceğini söyledi. Bu durumda ofiste kalıp evrak iĢlerini 64 yürütmek de bana kalıyordu. Aslında sevinmiĢtim, sakin bir hafta beni dinlendirecekti belki de. Bahsettiğim sakinlik ancak üç gün sürebilmiĢti. Sabah ofise gittiğimde Tai-sihu'yu ayağı alçıda benim masamda otururken gördüm. Ayağını kırmıĢtı. Hemen ardından patron geldi ve kalan dört günde rehberlik yapacak kiĢinin ben olduğumu söyledi. Acaba Tai-sihu mu yoksa ben mi daha Ģanssızdım. EĢyalarımı toplayıp, rehberlik edeceğim genç bayanın numarasını aldım ve söylediği adrese gittim. Yine aynı yüz, bu otobüste karĢılaĢtığım Esma'ydı. Gidip selam verdim ve durumu açıkladım. Esma gülümseyip durumu kabul etti ve 65 Ģehirdeki restoran, kafe, kütüphane, kilise, tapınak gibi yerleri gezmek istediğini söyledi. O sırada telefonu çaldı ve Türkçe olarak, her Ģeyin yolunda gittiğini, kendisine yakıĢıklı birisinin rehberlik etmeye baĢladığını söyledi. Demek Türk‟tü. Oysa ben onu ilk gördüğümde aklıma dahi gelmemiĢti. Bana geri döndüğünde ona Türkçe olarak ''Nerden baĢlamak istersin ?'' dedim. Yüzündeki ĢaĢkınlık ifadesini kızaran yanakları takip etmiĢti. - Sen, yani siz... Demin konuĢtuklarımı anladınız mı? - Evet, Türkçe biliyorum, diyip sırıttım. BaĢını tekrar öne eğdi ve artık gitmemiz gerektiğini söyledi. Dediğini yapıp gezmeye baĢladık. Gittiği her yerde fotoğraf çekip notlar alıyordu. AkĢama kadar onunla birlikte gezdim. Bu öyle garip bir duyguydu ki. Burada yalnızlığa çokça alıĢmıĢtım. Ġnsanlarla kurduğum iliĢkiler çoğunlukla resmi iĢ iliĢkileriydi. Gezdiğimiz turistler de kafile olarak gelir benimle yalnızca soru cevaplamam için muhatap olurlardı. Oysa Esma samimi ve içten davranıĢlarıyla beni etkilemiĢti ve eğlenmeyi gerçekten bilen bir kızdı. Onda uzun zamandır içimdeki dolmayan o boĢluğun dolduğunu fark etmiĢtim. O günü bitirip ertesi sabah buluĢmak için sözleĢmiĢtik. Eve vardığımda Tai-sihu'yu arayıp ayağını kırdığı için teĢekkür ettim ve bir an önce iyileĢmesi için dua edeceğimi söyledim. Dua etmek. Uzun zamandır yapmadığım Ģeyler arasında bu da yer alıyordu. Esma beni gerçekten de derinden etkilemiĢti. O akĢamımı Esma'nın yazdığı dergideki yazılarını okumakla geçirdim. Neredeyse dünyanın yarısını gezmiĢ ve bu ülkeler hakkında yazmıĢtı. Buna rağmen ülkesine, kültürüne ve dinine bağlı kalmayı 66 baĢarabilmiĢti. Esma bir kez daha kendimi sorgulamamı sağlamıĢtı. Bu düĢüncelerle birlikte yarın için hazırlık yapıp uyudum. Ertesi sabah Esma ile buluĢtuk ve söylediği yerleri gidip gezmeye devam ettik. Sanki bu kez bana rehberlik yapan oydu. Ġlk kez iĢimden bu kadar keyif alıyordum. Bir anda durdu ve Türk restoranlarından birine girdi. ġaĢırmıĢtım ben bile ilk kez görüyordum burayı. ''Kaç gündür makarna yemekten sıkılmıĢtım, burası bizim için iyi olacaktır.''diyerek kendine ve bana tavuk sipariĢ etti. Gerçekten de lezzetli bir yemek yedikten sonra, restoranın sahibiyle röportaj yapmak istediğini, benden de onlara bu konuda ricada bulunmamı istedi. Sahibi bizi müthiĢ bir güler yüzle karĢıladı ve Esma'yla kurduğu muhabbette ona oldukça yardımcı oldu. Ayrılırken de bizden önce o teĢekkür etti. Söylediğine göre kendi topraklarından birisini görmek ona mutluluk vermiĢ. Biz de minnetlerimizi bildirip ayrıldık. AkĢam olduğunda çay için bir kafedeydik. Ona bir anda durup Türkiye'yi ne kadar özlediğimden bahsettim. Ġçimdeki çatıĢmayı anlamıĢ olacak ki bana birlikte Türkiye'ye dönmeyi teklif etti. Burayı nasıl bırakacaktım ki? Henüz düzenimi yeni kurmuĢtum ve birikmiĢ param oldukça azdı. Hem Ġstanbul büyük bir Ģehirdi. Nerde kalıp ne iĢ yapacaktım. Planıma göre bir kaç uzun sene daha burada kalıp emekliliğimde dönecektim oraya. Sorumluluklarım ve belki de korkularım Esma'yı dinlememem gerektiğini söylüyordu. Ama kalbim, ona sonuna dek hak veriyordu. Daha önce böyle bir ikilemde kaldığımı hiç hatırlamıyordum. Bana ne 67 olmuĢtu böyle? Bunca sene kurmaya çalıĢtığım düzenimi sırf bir ''müĢterim'' istediği için bozmayacaktım. Ġlerde bunun için çok piĢman olabilirim diye düĢündüm ve beni sükûnetle bekleyen Esma'ya döndüm. Ona buradaki iĢimi bırakamayacağımdan ve emekli olduktan sonra ülkeme dönmek istediğimden bahsettim. Esma uzunca bir süre bekledi çayının son yudumunu da aldı ve bana: - Burada mutlu değilsin. Çevrendeki insanları, arkadaĢlarını ve hatta kendini bile kandırabilirsin ama ben buna inanmam bay tercüman. Emeklilik planına gelince, yarına kadar yaĢayabileceğinin garantisini sana kim verdi merak ediyorum. Sürekli gelecek planları kurmaktan anı yaĢayamayan birisi haline dönüĢmüĢsün. Ve inan bana benim en çok korktuğum Ģey budur. Layıkıyla bugünü yaĢa ki, yarının senden umutlu olsun. Teklifim hala geçerli yarın sabah 10 uçağıyla Ġstanbul'a dönüyorum. Burada benimle kurduğun arkadaĢlık için sana minnettarım. Ayrıca çay için de teĢekkürler. GitmiĢti. Söylediklerini uzunca bir süre düĢündüm. Onun için bunları söylemek tabi kolay olurdu. Severek yaptığı iĢi ve belki de geniĢ kocaman bir ailesi vardı. Oysa ben.. Küçük yaĢta anne babamı o Ģehirde kaybettim, yanına bırakıldığım akrabalarım beni acıyarak o Ģehirde büyüttü, ilk kalp kırıklığım o Ģehirdeydi, bütün kötü tecrübeler o Ģehirde karĢıma çıktı. Özlediğim bir kaç dostum vardı orada ve belki de Galata'yı özlemiĢtim. Denizin o muhteĢem kokusu, hiç yorulmadan izlediğim martılar, 5.45 vapuru, hafta sonları gittiğim balık tekneleri, yediğim o leziz balık 68 ekmekler, denizin verdiği ferahlık, kapalı çarĢısı, çekilemeyecek kadar kötü olan o trafik ve hatta ezan sesi. Sahi ne kadar da uzaklaĢmıĢtım bütün bunlardan. Ama hayat bu kadar tozpembe değildi ve bana adil davranmamıĢtı. Esma'nın anlamadığı Ģeyler vardı ve bana haksızlık ediyordu.'' Her neyse belki de en iyisi budur. Burada kalacağım ve iĢimi yapmaya devam edeceğim.'' Çocukça hayallere kapılıp zaten zor topladığım hayatımı tekrar dağıtamazdım. O gün Esma'yı uçağına binip Türkiye'ye dönerken izledim. Gitmeden önce iyi düĢünmemi, orada da iyi bir iĢ bulabileceğimi, hatta kendi çalıĢtığı Ģirkete iĢ görüĢmesi ayarlayabileceğini tekrarlayıp durdu. Bir an kendimi kaybettim ve ona bağırdım. - Her Ģey sandığın kadar tozpembe değil. Seninkinin aksine benim mükemmel bir hayatım yok ve oraya dönemeyecek kadar korkak bir adamım. Senin gibi değilim ben. Bir Ģeyler elde etmek için çalıĢıp çabalamam gerek hiçbir Ģey hazır olarak önüme sunulmadı. Kaç yaĢındasın sen ha? Bu tip hikâyelere inanıyor musun gerçekten? Ben inanmıyorum. Mutluluğun bu kadar kolay olacağına inanmıyorum Esma! Esma bana o meĢhur gülümsemesinden attı ve sakin bir sesle hala tek kelimesini bile unutamadığım Ģu sözleri söyledi: -İki insan birbirlerine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse 69 aralarında açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir. Senin yaptığın şey işte bu, bana arkanı dönüp öyle hızlı kaçıyorsun ki benden. Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirlerine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki iki insan birbirlerini daha fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar ve sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Ve bana yaklaĢıp fısıldayarak devam etti. Kalplerimizin arasına mesafe girmesine izin verme. Aramıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak dur. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirimize yakınlaşacak yolu bulamayabiliriz. Emanetleri en iyi şekilde muhafaza eden Allah'a emanet ol, hoşça kal... Tek kelime dahi edemeden gidiĢini izledim. Aradan 5 ay geçti sevgili dostum. Ve benim onu düĢünmediğim tek bir gün bile yok. Neredeyse her gün yazdığı dergiyi alıp okuyorum. Defalarca, tekrar tekrar. Bütün bunlara katlanabileceğimi düĢünmüĢtüm ama bu ayki dergisinde Çin gezisini konu edinmiĢ. Yazısını okurken sanki benimle konuĢuyormuĢ gibi hissettim. Neredeyse her adımını birlikte attığımız o gezide yazdıklarını okudukça sanki yanımdaymıĢ gibi hissettim. O yokken bile gittiğim yerlerde onu görmeye baĢladım ve bu gittikçe daha da katlanılmaz bir hal almaya baĢladı. Ona mailinden ulaĢmaya çalıĢtım ama bana geri dönüĢ yapmadı. Buradayken kullandığı 70 telefona ise artık ulaĢılamıyor. PiĢmanım dostum hem de çok piĢmanım. Benim hasret kaldığım sevgiye beni ulaĢtıran kıza karĢı çok piĢmanım. Bu kadar faniliğe daldığım bu dünyada gözümü açan insana karĢı çok piĢmanım. Ben onda Rabbimi gördüm. Bu yüzden senden bir iyilik isteyeceğim ve eğer bu isteğimi yaparsan sana ömrüm boyunca minnettar kalacağım. ÇalıĢtığı dergiyi aradım ve Esma'yla röportaj yapmak isteyen bir üniversite öğrencisi olduğumu söyledim. Telefonun ucundaki bayan bana bir kaç soru daha sorduktan sonra Esma'nın adres ve telefon numarasını vermeye ikna oldu. Bul onu dostum. Bul ve ona yazdığım bu Ģiiri ver. PiĢmanlığımdan bahset. Senden haber bekliyor olacağım. Senelerdir ertelediğimiz buluĢmamız çok yakındır inĢallah dostum. Selam ve dua ile. Bu maili aldıktan sonra Orhan'ın arkadaĢı Esma'yı buldu ve olanları ona anlattı. (Orhan'ın bahsettiği o gülümsemesiyle) 5 aydır bu haberi beklediğini söyledi Esma. Bu haber Orhan'a gittiğinde bir an bile tereddüt etmeden hazırlıklarını yapıp Ġstanbul'a geldi. Ġlk önce yıllardır görmediği dostu Selim'i kucakladı Orhan. Ne de çok özlemiĢti onu. O gün birlikte oturup lise yıllarından bahsettiler doyasıya özlem giderdiler. Selim'in niĢanlı olduğunu Ramazan'dan sonra düğünlerinin yapılacağını öğrenen Orhan o kadar mutlu olmuĢtu ki. Konu Esma'ya geldiğinde ise Selim ''Hem belki bakarsın çifte düğün olur ha dostum ?'' dedi. Orhan bir anda baĢını kaldırdı. Kalbinden yüzüne doğru bir sıcaklık gittiğini hissetti. Ġçi huzurla doldu. Koca bir 71 soru iĢareti bu huzuru bozdu o an. ''Ya kabul etmezse?'' Orhan'a cesaret vermek ise tabi ki arkadaĢı Selim'e düĢmüĢtü. -Esma yarın akĢam seni Galata'daki balıkçıların orda bekleyeceğini söyledi. Hem de yüzünde hiç de kabul etmeyecekmiĢ gibi bir bakıĢ yoktu. Bugün bize gidelim annemin yemeklerini de yer iyice bir dinlenirsin. Sahi sen de ora piĢmiĢ böcek mi yiyordun dostum. Hahaha Ģaka yapıyordum. Sabah olunca da gider üstüne baĢına bir Ģeyler alırız. Ve umarım yanında pırlanta almaya yetecek kadar para vardır. AkĢama da hazırlanır Esma'nın yanına gidersin. Hadi ama dostum yüzün gülsün biraz. Annem seni bu halde görürse suçlu olarak beni bulacaktır,bu yaĢta ondan azar yemek istemem.'' Tam da dedikleri gibi oldu ve o büyük günün akĢamı geldi. Orhan oturmuĢ heyecandan terleyen ellerine söyleniyordu. AnlaĢtıkları vakti 10 dakika geçmiĢti. Acaba gelmeyecek miydi Esma? Tam da bunu düĢünürken gördü Esma'yı. Gülümsüyordu. O kadar güzel gülümsüyordu ki hiçbir zaman üzülmemesi gerektiğini düĢündü Orhan. Kendini topladı ve gülümseyerek kendisine bakan Esma'ya seslendi. -Merhaba! -Aleyküm selam.. - Ah, pardon artık Türkiye'deyiz değil mi? Otursana lütfen. -TeĢekkür ederim. Bir süre sanki hiçbir Ģey yokmuĢ gibi konuĢup yemeklerini yediler. En sonunda aralarındaki bu sesli sessizliği Orhan bozdu. 72 -Sana bağırdığım için özür dilerim. Ben… Ben ne yaptığımın farkında değildim ve her ne kadar kulağa komik gelse de korkmuĢtum Esma. Buraya geri dönmekten, kurulu düzenimi bozmaktan, senin geleceğini düĢünen saplantılı bir adam olduğum konusundaki düĢüncenin haklı çıkmasından korkmuĢtum. Ve en çok da..en çok da seni..kaybetmekten korkmuĢtum. Beni korkutan da cesaretlendiren de yine sen oldun. Ġnan bana sen gittikten sonra hayatımda birçok değiĢiklik oldu ve düĢünmek için çok zamanım oldu. Annemin hep söylediği bir söz vardı. ''Eğer birisinde Rabbi'ni görürsen ya da O'ndan bir parça; işte bu gerçek aşktır. Çünkü gerçek aşk acı vermez.'' Ben sende Rabbimi gördüm Esma. Sen her zaman benimleydin, bana hep en yakın oldun. Gülümseyen sendin ama mutlu olan bendim. Unutmadan söyleyeyim buraya gelmeden önce bir kaç Ģirkete özgeçmiĢimi yollamıĢtım ve ikisi geri dönüĢ yaptı bile. ĠĢimi burada da yapabilirim, kabul edersen birlikte iyi yerlere ulaĢmak için çalıĢabiliriz. Benimle birlikte cennete ulaĢmak için yaĢamak ister misin Esma? Orhan'ı dinlerken kızaran Esma'nın gözlerinden artık mutluluk gözyaĢları akıyordu. ''Ben seni hak edecek ne yaptım?'' dedi fısıldayarak ve Orhan'ın yüzüğü parmağına takmasına izin verdi. Artık kimsesi olmayan Esma'nın da bir ailesi olmuĢtu ve aradan 5 yıl geçmiĢti bile. Orhan de Esma da birbirlerine sımsıkı bağlıydı. 73 Esma, her geçen gün sakallarında Ġstanbul'un kokusunu taĢıyan, yalnız helalini kaybetme korkusu olan, karıncalara basmayan, çocuklarla çocuk olup yaĢlılara hürmet duyan, eĢyalara dahi merhamet eden Orhan‟ına; Orhan da, yağmurları çok fazla seven, denizi izlemek için bahaneler arayan, uzun yürüyüĢler yapan, ''Sabah namazını Eyüp‟te, yatsıyı Sultan Ahmet'te kılalım mı ?'' sürprizleriyle gelen, dalındaki çiçeği dahi incitmekten korkan Esma'sına âĢık oluyordu. Çok yakında aĢkları gibi büyük bir adam olacak oğullarını da kucaklarına alacaklardı inĢallah. 74 HAN DUVARLARI Faruk Nafiz ÇAMLIBEL 75 -Osmanzade Hamdi Bey'e- Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı, Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya. İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları, Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler... Ellerim takılırken rüzgârların saçına Asıldı arabamız bir dağın yamacına. Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık! Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar, Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince. Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi. Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi. 76 Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine. Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine. Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali, Sonunda ademdir diyor insana yolun hali, Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan. Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor, Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor... Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine. Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan; Geçiyordu araba yola benzer bir sudan. Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu, Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu: Ağır ağır önümden geçti deve kervanı, Bir kenarda göründü beldenin viran hanı. Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri. Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya. Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı, Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı. Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor, Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor. Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı. Gitgide birer ayet gibi derinleştiler 77 Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler... Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı, Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı; Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler, Aygın baygın maniler, açık saçık resimler... Uykuya varmak için bu hazin günde, erken, Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı. Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa; "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan Baba ocağından yar kucağından Bir çiçek dermeden sevgi bağından Huduttan hududa atılmışım ben" Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi... Gözüm imza yerinde başka ad görmedi. Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş! Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş; Araya gitti diye içlenme baharına, Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!... Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk, Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk. Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri 78 Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri. Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor... Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar, Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar. Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide, İki dağ ortasında boğulan bir geçide. Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden: Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla, Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla. Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu, Burada son fırtına son dalı kırıyordu... Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla, Savrulmaya başladı karlar etrafımızda. Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü; Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü... Gönlümde can verirken köye varmak emeli Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!" Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana Biz menzile vararak atları çektik hana. Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş. Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor, Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor... Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri, Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri. 79 Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor, Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor; "Gönlümü çekse de yârin hayali Aşmaya kudretim yetmez cibali Yolcuyum bir kuru yaprak misali Rüzgârın önüne katılmışım ben" Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı, Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı... Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde. Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık, Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık. Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım, Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım! "Garibim namıma Kerem diyorlar Aslı'mı el almış haram diyorlar Hastayım derdime verem diyorlar Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben" Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında, Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında. Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı! Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı! Az değildir, varmadan senin gibi yurduna, Post verenler yabanın hayduduna kurduna!.. 80 Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu: "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?" Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende, Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!" Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti, Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti... Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi. Aradan yıllar geçti işte o günden beri Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim. Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar, Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları, Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!.. 81 GURBET Dilan POLAT 9/D 730 UlukıĢla'dan yola çıktık. O gün hava ılıktı, hafif bir rüzgâr esiyordu. Hani bazen estiğinde güveninizi yerine getiren rüzgârlardandı bu. Fakat ben o a sadece gurbeti hissediyordum, hem de her Ģeyimle. Rüzgâr bana inatmıĢ gibi esmeye devam etti. Anadolu‟yu keĢfetmek için çıktım yola. Peki, nedendi bu ilk ayrılık acısı? 82 Nedendi bu gurbet hissi? Bilmiyordum. Sanki ilk sevgiye benzeyen ilk acı gibiydi. At arabasına bindik ve yolculuğa koyulduk. Yol biraz iniĢli çıkıĢlı olduğu için at arabası arada sırada yerinde duraklıyordu ve demir yaylar sarsılıyordu. Yolumuza devam ettik. Gök masmaviydi, ağaçlar ise yemyeĢil. Bu gerçekten güzel bir görüntüydü. Toros Dağları'nın önünden geçiyorduk ve inceleme fırsatını kaçırmadım. Etekleri kıĢtan dolayı solmuĢtu, fakat hala muazzam bir görüntüsü vardı. Arabayı kullanan adam sürekli hoĢ bir ıslık çalıyordu melodili bir Ģekilde. Gittiğimiz yollar dönüp kıvrılıyordu. Gökyüzü bulutlanmıĢtı ve rüzgâr serinliyordu. Belli ki yağmur yağacaktı. Birkaç dakika sonra yağmur hafiften serpilmeye baĢladı. Ne güzeldi, keĢke hep yağmur yağsaydı. Çıktığımız yokuĢ bitmiĢti ve düz yola çevrilmiĢti yolumuz. Yollar bitmiyordu sanki gurbet iyice kendine çekiyordu beni. Etrafta ne bir köy vardı ne de ev. Yalnızca altımda tıkırdayan tekerleklerin sesini hissediyordum. O an tekerleğin sesine takılmıĢım ve uykuya dalmıĢım. Uzun süren uykumdan sarsıntıyla uyandım. Sanırım yine yollar düz değildi. Yollar gittikçe uzuyor gibiydi. Biraz daha yol gittikten sonra karĢımızda Niğde'yi gördüm. Hisar gibi yükseliyordu. Önümden bir deve kervanı geçiyordu. Biraz ileride de beldenin hanı vardı. Her yeri alaca bir karanlık sarmıĢtı. Atlarımız durdu ve handan içeri girdik. Tüm garipler buradaydı. Onlara baktıkça kendimi görüyordum. Tıpkı, benim gibilerdi. Bir noktada birleĢmiĢti vatanın dört bucağı. Gurbeti derinden hisseden gönüller bir aradaydı. 83 Bütün yüzlerde b,r hüzün vardı. Gözleri dalıyordu ve göğüslerini içlerine çekerek derin bir nefes alıyorlardı. EskimiĢ bir lambanın altında aydınlanıyorduk hep birlikte. Gözleri gitgide derinleĢiyordu. Yatağıma oturdum ve etrafı incelemeye baĢladım. Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı. Bu duvara mani, resim gibi izler bırakılmıĢtı. Gözlerim birden kıpkırmızı satırlara takıldı. ġair arkadaĢ burada gurbeti anlatmıĢtı. Kınadağı‟ndan on yıldır ayrı kaldığını, baba ocağının ve yar kucağının hasretiyle yandığını yazmıĢtı. Altında da sekiz mart otuz yedi diye bir tarih vardı. BaĢka bir ad göremedim. Lakin bu sözler içime dokunmuĢtu. Bunları düĢünerek uykuya daldım. Ertesi gün, tekrar gün doğmadan yolculuğa çıktık. Mart sabahı olduğu için hava buz gibiydi. Soğuğu iliklerimde hissediyordum. ġehrin kenar evleri arkamızda kalıyordu, höyükler uzaktan görünüyordu ve eski hanlar bir derebeyi gibi kurulmuĢtu. Sonsuz yollarda gidiyorduk yine. Ġki dağ arasında kalan dar bir geçitten geçiyorduk. Yolları arkamızda bıraktıkça seviniyordum. Arkamızda kalan yerler baharla anlaĢırken, önümüzdeki yollar karla kaplıydı. Yine güzel bir görüntü oluĢmuĢtu. Her yer bembeyazdı. Bir an önce yolun bitmesini diliyordum. Tam o anda arabacı bağırdı , "ĠĢte Araplıbeli!" Sonunda gelmiĢtik. O kadar mutlu olmuĢtum ki. Atları hana çekip girdik içeri. Üç dört arkadaĢ bizden önce inip çoktan bağdaĢ kurup oturmuĢlardı. AteĢ yanıyordu ve yanan çalılardan çıkan sesler canlılık katıyordu. Hafiften uykum gelmeye baĢlamıĢtı. Yatağıma uzandım ve yine kalbime ok gibi 84 saplanan satırlarla karĢılaĢtım. Burada arkadaĢ yârine olan hasretinden bahsediyordu ve kendini kuru yaprağa benzeyen bir yolcu olarak tanımlamıĢtı. Bu satırlarla uykuya daldım. Sabahleyin tekrardan yola çıktık. Hava parlak ve güneĢliydi. Yine uzun bir yolculuğun sonunda Ġncesu'ya gelmiĢtik ve yolun her adımında yine gurbeti hissetmiĢtim. Yine bir handa yorgun bir Ģekilde uykuya daldım. Gün doğarken kötü bir rüyayla uyandım. BaĢucumda gördüğüm satırlar beni darmadağın etmiĢti. Tıpkı bir mürekkepli kalemi kâğıda bastırdığınızda dağılan mürekkep gibiydim. Satırlarda Ģu yazıyordu, "Garibim namıma Kerem diyorlar. Aslı‟mı el almıĢ haram diyorlar. Hastayım derdime verem diyorlar. MaraĢlı ġeyhoğlu SatılmıĢ'ım ben." Bu satırlar alt alta dörtlük halindeydi. ġiirde ismini de kullanmıĢtı. Kim olduğunu çok merak ediyordum. Biraz zaman sonra tekrar yola çıktık. Bu seferki yolumuz Erciyes‟ti. Hancıya çok merak ettiğim MaraĢlı ġeyhoğlu'nu sordum. Hana sağ girdiğini fakat ölü çıktığını söyledi. O an gözlerim yaĢarmıĢtı. Garip ġeyhoğlu buradan geçememiĢti. Aradan yıllar geçti fakat ne zaman bir han görsem irkilirim. O duvarlarda gizlenen dertleri en iyi ben bilirim çünkü. 85 HANLARDA YAġANANLAR Ġmdat MERCAN 9/D Her yer çok sessizdi. Emre bu sessizliği ayrılma acısına yormuĢtu. Ġlk kez memleketinden çok uzaklara gidecekti. Heyecanlı ve bir o kadar da yorgundu. Ġçinden bir ses nedense bu yolculuğa çıkmaması gerektiğini söylüyordu. Emre „‟Sanırım gurbeti gözümde fazla büyüttüm‟‟diye geçirdi aklından. Korkmamaya çalıĢıyordu fakat gurbet acısını ilk kez bu denli yüksek hissetmek onu daha çok korkutuyordu. Emre artık hazırdı, bir an önce yola çıkılsın istiyordu. Her ne kadar korksa da yeni görev yerini, yeni 86 öğrencilerini gerçekten merak ediyordu. Yeni görev yeri „‟Kayseri Lisesiydi. Emre, emindi ki korkusunu bastırabilecek büyüklükte bir heyecana sahipti ve bu heyecanı kullanmak istiyordu. Sürekli Kayseri'de devam ettireceği hayatını planlamaya çalıĢıyordu. Ülke savaĢtan yeni çıkmıĢtı, yorgun ve bitkin bir haldeydi. Emre, eğitimli-öğretimli bireyler yetiĢtirerek bu ülkeye yapabileceği en büyük iyiliği yapmayı amaçlıyordu. SavaĢtan çıkmanın vermiĢ olduğu yorgunluk yetmiyormuĢ gibi bir de ülke çıkan siyasi savaĢlardan hiç memnun değildi. Gençleri, daima ülkenin iyiliği için çabalamayı, bir Ģeyler sarf etmeyi öğretmek gibi yararlı eylemleri onlara katarak geleceğe hazırlamaya çalıĢacaktı. Ve nihayet yolculuk baĢladı. Kara tren dumanlarını püskürtürken, Emre‟nin içinde bütün duygular birbirine girmiĢti. Ağlasa mıydı? Gülse miydi? Bilemedi. Kara tren rayların üzerinde süzülüp giderken Emre bir nebzede olsa rahatlamaya baĢlamıĢtı. Evet, Emre rahatlıyordu, tüm heyecanları, korkuları geride kalmıĢtı. Yola odaklandı. Gök sararmıĢtı, ağaçların yaprakları dökülmüĢ sapsarı kesilmiĢlerdi. Hava ılıktı, yani trene binerken öyleydi. Yolda birçok kervansaray görmüĢtü ve birçoğunun mimarisine hayran kalmıĢtı. Ve nihayet karĢısında tüm Ģehvetiyle, endamıyla ve görkemiyle Toros Dağları yükseliyordu. Havanın kararmasına çok az kalmıĢtı ve bu gök renginde Toroslar ayrı bir güzel gözüküyordu. Toros‟un eteklerini hafif bir beyazlık kaplamıĢtı. Emre bu manzarayı hayranlıkla izlerken tren 87 tekerleğinin sanki inlercesine çıkardığı ses dikkatini dağıtıyordu. Emre bir süre bu sesi duymamaya çalıĢtı, ama her ne olursa olsun o ses Emre‟nin sinirlerini bozuyordu. Emre ise o sese aldırmamaya çalıĢarak Kayseri‟yi düĢünüyordu acaba onu orada ne gibi sürprizler bekliyor olacaktı. Ağaçların yaprakları hafiften oynamaya baĢlamıĢtı, Emre rüzgâr esmeye baĢladığını düĢündü. Tren bir dağın yamacına tırmanmaya baĢlamıĢtı. Emre Kayseri‟ye daha çok olduğunu düĢündü. Gök bulutlanmıĢtı, ay ıĢığı zar zor aralarından geçerek gökyüzünü aydınlatmayı amaçlıyordu. Bu bulutlanmanın arasında ince ince yağmur serpilmeye baĢlamıĢtı. Emre sıkılmıĢtı, bu yolculuğu sevmemiĢti. Yol çok uzun gözüküyordu. Nihayet dağın yamacı bitmiĢti ve bu sefer de yol onları dümdüz bir ovaya bırakmıĢtı. Gıcık olduğu tekerlek sesi hala devam ediyordu ama artık alıĢmıĢtı, Emre. Hatta bir süre sonra melodi gibi gelmeye baĢladı ve Emre bu melodi eĢliğinde derin ve huzurlu bir uykuya daldı. Bir sarsıntı Emre‟yi derin ve uzun süren uykusundan uyandırmaya yetti. Emre bir anda sıçradı ne olduğu hakkında fikri yoktu. Kafasını kaldırıp camdan baktığında karĢısında Niğde‟yi gördü, hisar gibi yükselen, Niğde‟yi. Emre çok sevindi. KarĢıda Niğde olduğuna göre Kayseri‟ye yaklaĢmıĢ olmalılardı. Ayrıca Niğde‟de mola vereceklerdi. Trenden indiğinde belinin 88 ağrıdığını fark etti ama olsundu, sonunda dıĢarıdaki havayı ciğerlerinin köklerine kadar çekti. Ciğerlerinin aldığı yeni oksijenin verdiği mutluluğu yaĢadı ve beldenin viran hanına doğru yola koyuldu. Ġyi dinlenmesi gerektiğinin farkındaydı çünkü ertesi gün sabah erkenden yola çıkacaklardı. Han yıkık dökük duruyordu ama iĢine yarardı, memur maaĢıyla ancak burada kalabiliyordu. Ġçeri girdi, ortalıktaki insanlar yoğun sigara dumanından zar zor seçilebiliyordu. Duvarda ki acayip yazılar ve resimler Emre‟nin dikkatini çekti. Burada kalan insanlar „‟Han Duvarlarına‟‟içlerinden ne geliyorsa yazmıĢlar hatta resmetmiĢlerdi. Ama oradaki bir dörtlük onu can evinden vurmuĢtu. Duvarda gurbet acısını anlatan bir dörtlük sanki Emre için yazılmıĢtı; „‟On yıl var ayrıyım Kınadağı‟ndan Baba ocağından yar kucağından Bir çiçek dermeden sevgi bağından Huduttan hududa atılmıĢım ben‟‟ Emre bu dörtlüğün altında bir tarih ve bir de imza gördü: Sekiz Mart Otuz Yedi… Ve böyle dörtlükler arasında uykuya daldı. Ertesi gün sabah erkenden yola çıkılmıĢtı. Hatta gün yeni yeni ağarıyordu. Hava, Mart ayı olmasına rağmen 89 aĢırı derecede soğuktu. Nefes verirken dıĢarı çıkan hava neredeyse buz tutacaktı. Bu soğuk hava eĢliğinde diĢleri birbirine vurarak trene ulaĢmayı baĢarmıĢtı. Sert esen poyraz, tren içinde bile hissedilebiliyordu. Tekrar yolculuk baĢlamıĢtı, tren ucu gözükmeyen bir yola doğru ilerliyordu. Birçok han, kervansaray geçtikten sonra bir düzlüğe varmıĢlardı, bu düzlük sanki bir gelin gibi beyaza bürünmüĢtü. Hatta kar Ģiddetlenerek yağmaya devam ediyordu, bu kar değil gökten gelen beyaz ölümdü. Tren bu soğukta daha fazla ilerleyemedi ve Arapeli denilen yerde mola vermek zorunda kaldı. Arapeli, ilk kez duyuyordu ama soğuk hava Ģartlarında sığınılabilecek birkaç hana sahipti. Emre‟den evvel üç, dört kiĢi hana gelmiĢlerdi, ocağın etrafında ellerini birbirine sürterek ısınmaya çalıĢıyorlardı. Oracıkta uykuya dalmak istiyordu ama bu soğuk hava insanı kaskatı kesiyordu. Tam yattığında –uykuya dalacağı vakit- duvarda yazılar gözüne takıldı ve onları okuyarak uykuya daldı; „‟Gönlümü çekse de yârin hayali AĢmaya kudretim yetmez cibali Yolcuyum bir kuru yaprak misali Rüzgârın önüne katılmıĢım ben‟‟ Sabah Olduğunda yerdeki beyaz örtü haricinde dünden bir eser yoktu. Hava günlük gülistanlıktı. Uzun süren bir yolculuktan sonra Ġncesu‟ya vardılar. Yorgun olan Emre 90 Ġncesu‟da bir handa tatlı bir uykuya dalmıĢtı. Sabah kalktığında gece fark edemediği baĢucundaki Ģu satırları gördü; „‟Garibim namıma Kerem diyorlar Aslı‟m el almıĢ haram diyorlar Hastayım derdime verem diyorlar MaraĢlı ġeyhoğlu SatılmıĢ‟ım ben‟‟ Tren giderken Emre bir adam gördü ve merakına yenilip birden „‟MaraĢlı ġeyoğlu‟nu tanır mıydınız‟‟dedi. Adam bir süre ĢaĢkın ĢaĢkın Emre‟nin suratına baktı ve derin bir iç çekerek „‟Geçenlerde bir hana sağ girmiĢ lakin ölüsü çıkmıĢ‟‟dedi. Emre nedense ġeyhoğlu için çok üzülmüĢtü. Tren Erciyes‟i tırmanmaktaydı. Yeni okula çok az kalmıĢtı. Birden ġeyhoğlu buralardan geçemedi diye düĢünerek üzüldü. Emre o zamandan beri ne zaman bir han görse içi sızlardı. Çünkü “Hanlarda YaĢananlar”ı, han duvarlarında neler yazıldığını çok iyi bilirdi. 91 BU VATAN BĠZĠM Hilal DURDU 9-D 735 Haber geldi Çanakkale‟den “Gönüllü olanlar askere alınacak” diye. Ben vicdan azabındayım, bu vatanın halini gördükçe. Hemen gidip adımı gönüllülere yazdırdım. Anamım yanına gidiyorum, bu vatanın 92 kurtulması için canımı vermeye. Anam eve geldiğimi anladı. -Oğul hoĢ gelmiĢsin. -HoĢ buldum anam. -Geç otur oğul, baban gelsin de yemek yiyelim. -Tamam anam. Babam gelmiĢti. ġapkasını masanın üzerine bıraktı. BaĢı eğik bir Ģekilde sofraya oturdu. -Hayırdır Bey. -Çanakkale‟de Harp varmıĢ, Hanım. Bu milletin hali ne olacak. Allah‟ım bu milletin hali ne olacak. Ben boynumu eğmiĢ bakıyordum yere. Anama babama söylemek ne kadar zordu benim için. Sonra sözüme baĢladım. -Ana baba, ben adımı Çanakkale‟ye gideceklere yazdırdım. Annem gözyaĢlarını tutamadı. Babam ise baĢını kaldırdı ve bana baktı. -Oğul, sen de mi gidiyorsun? O mahĢere. Oğul, sen de mi bu vatan için canını verirsin. -Veririm babam, veririm. Bu vatan için canımı veririm. Annam ağlamaklı olan gözlerini sildi ve bana baktı. -Oğul, canım oğul. Evimin tek çocuğu, canımın içi. Canını vermeye mi gidersin? 93 -Evet, anam canım anam bu vatan için canımı vermeye giderim. -Oğul, bu vatana canın sağ olsun. Dualarım hep seninle oğul. Kalktım sofradan, geçtim odama. Bu gece evdeki son günüm olacaktı ve yarın yola çıkacaktık. ĠĢte gidiyorum mahĢere, iĢte gidiyorum vatanı kurtarmaya. Bütün askerlerle yürüyorduk, gelmiĢtik Çanakkale„ye. Çadırlarda onca yaralı. Belki bizde yaralı olarak döneceğiz, belki de o büyük mertebeye ulaĢacağız (ġehitlik mertebesi). Komutan sırayla hepimize tüfek vermekteydi. Tam o sırada bir bomba sesi duyuldu. Komutan “mevkilere” diye bağırdı. Elimdeki tüfek öyle zorluyordu ki beni. Ama atıĢlarımı görerek atıyordum. Mektepte olduğum imtihana benzemiyordu, savaĢmak. Dün mektebime giden ben, Ģimdi savaĢın ortasındayım. KarĢı tarafın donanması çok iyiydi fakat bizim de imanımız vardı. ÇatıĢma kesilmiĢti. Kur‟an-ı Kerim elden ele dolaĢıyordu. Ġmanımız, inancımız bizim her Ģeyimizdi. Bu savaĢı kazanacağımıza inanıyorduk. Bu vatanı o soysuzlara bırakmayacaktık. Hava kararmaya baĢlamıĢtı. Mühimmatımız az kalmıĢtı. Bir çatıĢmaya daha girecek halimiz var mıydı? Cepheyi yine bombalamaya baĢladı, soysuzlar. Benim mermim bitmiĢti ve mühimmatımız kalmamıĢtı. Komutana 94 mühimmatımızın bittiğini haber ettik. Komutan geldi ve bağırdı. - Süngüleri çekin gidiyoruz. ĠĢte gidiyorduk, canımızı vermeye. “Allah Allah” diye yükselen sesler, bizi ahrete uğurluyordu. Cepheden ayağını çıkaran ölüyordu. Askerlerin tek tek yanımda vurulduğunu görüyordum. Ben ise onlardan birkaç kiĢiyi öldürdüm. Cephelerine girmiĢtim, belimde bir ağrı hissetmiĢtim. Soysuz vurmuĢtu beni. VarmıĢtım iĢte o mertebeye, Ģehit oluyordum iĢte, bu vatan için canımı vermiĢtim. ġimdi tek tesellim bu vatanın bu soysuzlara kalmamasıydı. Yere yığılmıĢtı cansız bedenim. Bu vatan onlara kalmayacaktı ve neslimiz bu vatanı o soysuzlara çiğnetmeyecekti. ġimdi bu vatanı siz gençlere emanet eden ben, Ali. Bu vatana iyi bakın… 95 TREN YOLCULUĞU DEYĠP GEÇME Mehmet SAVAġ 9/D 944 Yıl 1949 Yine bir toplum sorunu var. Bu sorunu çözmek için birçok mücadele verildi. Ama bütün mücadeleler boĢ. Söz konusu Oğuz Türkleri olunca ne desek boĢ. Günlerden bir gün yine bir tren seyahatindeyim. Ankara‟dan dönüyorum. Bozkırların arasından kıvrıla kıvrıla akan Sakarya Nehri‟nin muhteĢem görüntüsü gözüme takıldı. Bir an ne oldu bilmiyorum ama sanki bir anda geçmiĢten günümüze kadar ne olduysa aklıma bolca ilhamla birlikte geldi. Ve baĢladım yazmaya o acı veren dizeleri. Aklıma Türk Milleti geliyor. Konumuz sosyal bir ülkü. Geleceğimizin kurtarıcıları, 96 kahramanları, geleceğimizi kuracak olan neslin dava çilesini anlatıyorum. ĠĢte buradayım. Sakarya Nehri kıyısındayım. ġahidim var. Sakarya Nehri. Temsilcimdir benim. Ve baĢladım tarih ile iman kokan dizeleri yazmaya. Ve dördüncü mısraımda bulunan Ģu dizeyi ekledim: Benimse alınyazım, yokuĢlarda susamak. Benim için çok anlamlı bir cümle. Ben yazmaya devam ederken orta boylu, gözü pek, cesur, takım elbiseli bir beyefendi yaklaĢtı yanıma. Daha ilk defa gördüm bu adamı. Kim olduğunu bilmiyordum ama ilk görünce adama kanım ısındı. Sohbete baĢladık. MuhteĢem görüntüsüyle Sakarya Nehri bize eĢlik etti. Sonra adını sordum. Adı „‟Mustafa‟‟imiĢ. Adını duyduktan sonra adamdan tanımadığım halde delice b ir samimiyet duydum. Ne demek istedin diye sordu adam dördüncü dizede. Ben de „‟Sen hiç yorulmadan, zahmet etmeden, çile çekmeden, büyük bir mücadele vermeden davayı kazanabilir misin?‟‟diye sordum. Adam da „‟Hayır. Asla ve kat‟a hayır.‟‟dedi. Ben de‟‟ ĠĢte Çanakkale SavaĢ‟ı bu ruhla kazanıldı.‟‟dedim. Mustafa benim ilham perim oldu ve geldi ilhamlar. Gitti kötü efkârlar. BaĢladım yeni mısralar yazmaya. Fakat Sakarya baĢka, yokuĢ mu çıkıyor ne, 97 KurĢundan bir yük binmiĢ, köpükten gövdesine; Çatlıyor, yırtınıyor, yokuĢu sökmek için Hey Sakarya, kim demiĢ suya vurulmaz perçin? Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur, Sırtına Sakarya‟nın, Türk tarihi vurulur. Mustafa söze girdi.‟‟Bu imalı ve edebi sözlerinle yine ne anlatmak istedin?‟‟der. Ben de „‟Sakarya Nehri‟nin yokuĢa doğru çıkma mücadelesi, imkânsızı baĢarma, olmazları oldurmaya yönelik inadı ve azmidir. Ama burada bir paradoksal yapı vardı. Yani burada o var. Nehir aĢağı doğru akar, yokuĢa doğru çıkmaz. Yani demek istediğim görünen sebeplere göre sonucunu hesaplamamalıyız. Ben de öyle yapayım. Dolayısıyla Türk milleti esir olmaz. Allah‟ın izniyle esir de olmayacaktır. Ve her zaman hür kalmıĢtır. Bak mesela Malazgirt SavaĢı‟nda 1071‟de büyük komutan, kumandan, büyük önder Alparslan,250.000 kiĢilik en modern silahlarla donatılmıĢ Bizans Ordusu‟nu 50.000 kiĢilik ne doğru düzgün silahı, cephaneliği, kıyafeti olmayan Allah inancıyla dolu olan ordusuyla zafer elde etmiĢtir. Yeni bir tarih baĢlatmıĢtır. Hemen ardından Fatih Sultan Mehmet Han Ġstanbul‟u fethederek bir çağ kapatıp bir çağ baĢlattı. Ve siz hala imkânsız diyin. 98 Mustafa ayağa kalktı ve gururla‟‟Allah bu milleti vatansız, milletsiz, Ġslamsız, Kur‟ansız, Allahsız bırakmasın.‟‟dedi ĠĢte öyle. Mustafa bana bir tren seyahatimde eĢlik etti. Fikir verdi. Güç verdi. Tren yolculuğu deme. Rabbini bil. Peygamberini bil. Allah‟ı unutma. Ġslam‟ı unutma. Nesline sahip çık. Kendine iyi bak. Allah‟ı unutma. Sonra. Sonrası öyle iĢte. Güzel bir tren yolculuğunda yine imkânsız diye bir Ģeyin olmadığını, imkânsız değildir kanısına vardığımı sizlere duyuruyorum. Unutmayın! Zoru baĢarırsınız, imkânsız biraz vaktinizi alır. 99 “ÖĞRETMEK” ĠSTEYENLERE 5 KÜÇÜK ÖNERĠ *Cahit GÜVENÇ* Uzman Rehber Öğretmen Öğretmek günümüzün en önemli konularının baĢında geliyor. Öğrenmemiz gereken bilgilere bakınca beynimizin yükü gerçekten ağır. Biyolojik olarak sıradan bir lise müfredatındaki bilgileri bile tam olarak akılda tutamayacağımız açık. Peki, aklımızda kalması gerekenler neden uçup gidiyor? Yahut neden bazı Ģeyleri kalıcı bir Ģekilde öğretemiyoruz? Neleri öğreniriz? 1. Duygusal olarak önemli Ģeyler: Anlattığınız ve öğrettiğiniz konular arasında duygulara dokunan; yani öğrenenlerin sevdiği, hayret ettiği, hayran olduğu, korktuğu veya tiksindiği bileĢenler, çok 100 daha uzun süre akılda kalır. Duygusal olarak herhangi bir önemi olmayan bilgiler ise insan zihni tarafından kaydedilmez. Gençlerin sevdiği futbol takımının oyuncularının adını ve hayat hikâyelerini saatler içinde öğrenebilmelerinin; hatta çoğunun “okul”u “istenmeyen ve kurtulunması gereken bir Ģey” olarak algılamalarının temelinde duygusal öğrenme kayıtları yatar. Ufak bir çaba ile birçok konuyu duygusal açıdan önemli hale getirebilirsiniz. Tabii hangi tür duyguları oluĢturduğunuza dikkat ederek; mesela korku ve tiksinti, “kaçınma ve uzak durma” tepkilerine yol açacaktır. 2. Gerçek yaĢamla bağlantılı Ģeyler: Matematikte üçgenleri veya integrali; fizikte serbest düĢüĢ yahut dalgalar fiziğini; kimyada soygazları veya organik bileĢikleri; tarihte ilkçağ veya ortaçağ medeniyetlerine dair isimleri ve daha nice bilgileri, zamanında birileri bize öğretmiĢ olmalı. Ama çoğunu Ģu an hatırlamıyoruz. Bunun en önemli nedeni, bilgilerin çoğunun, sınıf gibi izole bir ortamda, gerçek hayatta herhangi bir sorunla bağdaĢtırılmadan verilmesidir. Mesela integral denen iĢlemin “eğrinin altında kalan alanın hesaplanması” demek olduğunu bilmeden integral problemlerini ezbere çözebilen çok öğrenci görebilirsiniz. Bu beceri, sınavlar geçtikten kısa bir süre sonra unutulacaktır. Fakat öğrenci önce “eğrinin altında kalan alanı hesaplama” gibi gerçek 101 bir sorunla baĢ baĢa bırakılır ve ardından bizzat yaĢadığı bu probleme dair matematiksel bir çözüm olarak integral öğretilirse, öğrenme çok daha farklı bir boyut kazanır ve öğrenilen bilgi kalıcı hale gelir. Gerçek yaĢamla bağlantı kurma dediğimizde bu gün aklımıza genellikle teknolojinin yeni imkânları geliyor. Aslında bunlar bize pek yardımcı olmuyor; zira gerçek hayattaki deneyimler, bilgisayarlarda üretebileceklerimize göre çok daha karmaĢık, çok daha yüksek boyutlu ve “insan beynine yaraĢır” düzeyde girift deneyimlerdir. Teknolojinin bizi hayattan kopartması, günümüz ve geleceğimiz açısından önümüzdeki en belirgin problemlerden birisi… 3. Deneyim yaĢatan Ģeyler: Aranızda araziye çıkarak biyoloji yahut coğrafya dersi yapmıĢ olan kaç Ģanslı âdemoğlu vardır acaba? Tabiattaki canlılarla birebir karĢılaĢmadan biyoloji, yeryüzü Ģekillerinin en azından bir kısmını olsun gözleriyle ve bedenleriyle deneyimlememiĢ birisine coğrafya “öğretebilmek” gerçekten zor bir iĢtir. Osmanlı – Rus SavaĢı’nı Erzurum’daki tabyalarda dinleyerek 102 deneyimlemek baĢka, sınıfta anlamaya çalıĢmak baĢkadır. BeĢ duyu ve duygularla deneyimlenen anlar, kolay kolay unutulmaz. Ödül sağlayan Ģeyler: Beynimizin en kuvvetli sürücü sistemi, dopamin adlı sinir haberleĢme kimyasalı üzerinden çalıĢan “ödül” sistemidir. Tüm alıĢkanlıklarımız, bağımlılıklarımız ve günlük kararlarımız, doğrudan veya dolaylı Ģekilde bu sistemin iĢleyiĢiyle ilgilidir. Beyinde dopamin salgısını artıran her Ģeyi “hemen bir daha” yapmak isteriz. O yüzden, yemek yemek, çiftleĢmek, sosyal iliĢkiler kurmak, güvende olmak, galip gelmek ve umut etmek gibi davranıĢlar “hoĢumuza gider” ve bu durumlara eriĢmek için fazla çaba gösterme ihtimalimiz artar. Öğrenilen bilgiler ise bizzat kendileri “ödül” sağlayabildiği gibi, planlı bir Ģekilde zihinsel ödül sağlayıcı bir duruma da bağlanabilir. Mesela yarıĢmalar sonucunda para ödülü vb verilmesi, bu temele dayanır. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir durum var: Yaratıcı ve entelektüel iĢler, maddi ödüllerle teĢvik 103 edilemiyor. Mesela daha fazla para verdiğinizde, bedenen çalıĢan insanların performansı artarken, zihinsel değer üreten insanların performansı ya düĢüyor, ya da dikkate değer oranda değiĢmiyor. AraĢtırmalar, yaratıcı performansın ödülünün, sosyal takdir ve teĢvik cinsinden olması gerektiğini gösteriyor. Yani her hedef, farklı bir tür ödüle ihtiyaç gösteriyor olabilse de, zihinsel ödül mekanizması, sonuçlarının dikkatle izlenmesi Ģartıyla, öğrenmenin en garantili yöntemi olmaya devam ediyor. 4. Önceki bilgileri birleĢtiren ve onlara farklı bir çerçeve kazandıran Ģeyler: Yıllar önce Ġzmir‟deki Efes harabelerini, Efes üzerine doktora yapmıĢ bir akademisyenin rehberliğinde gezme Ģansım olmuĢtu. Bir kaç saatlik turumuzda, hem neredeyse oradaki her taĢın, her köĢenin hikâyesini öğrendik, hem de ekolojiden politikaya, kimyadan tarihe kadar birçok alanda önceden edinmiĢ olduğumuz ve bize birbirleriyle iliĢkisizmiĢ gibi gelen birçok bilgiyi “tekrar çağırmamıza” neden olan çok boyutlu bir 104 deneyim yaĢadık. Bu geziden yıllar sonra tekrar baĢka bir grupla oraya gittiğimde, dinlediklerimin neredeyse tamamını yanımdakilere anlatacak kadar hatırlayabildiğimi fark ettim. Öğrenme sürecinde bu tip deneyimler hayati öneme sahiptir. Önceden sahip olduğunu bilgileri anlamlı bir öykü ile birleĢtiren, duygusal olarak sizi kendisine çeken çok boyutlu deneyimler, kolay kolay unutulmaz. Herhangi bir konuyu öğretirken, öğrenci kitlenizin baĢka konulardaki bilgi ve deneyim birikimine ne kadar hitap edebilirseniz, anlattığınız konular belleklerde o kadar kalıcı olacaktır. Kaynak: oneri/ 105 http://nbeyin.com.tr/ogretmek-isteyenlere-5- HAYAT… Emre DEMĠRTAġ ATT 12-A Hayatta zor Ģeyler yaĢar, acılar çekeriz. Ama öylesi vardır ki insanı hayattan koparabilir. Dostluk, kardeĢlik, ihanet, fedakârlıklar… Çevrendeki kardeĢim dediğin insanlar için birçok fedakârlık yapar, güvenir, değer verirsin. Defalarca ihanete uğrarsın. Bir yanını daima eksik hissedersin. Kendini iĢe yaramaz zannedersin. Ne kadar değer 106 verirsen, o kadar kolay kaybedersin. Daima iyi niyetle yaparsın. Ne kadar iyi niyetli olursan, karĢındaki insan o kadar suiistimal eder. BoĢ biri gibi hissedersin kendini. Sanki bir hiç olduğunu düĢünmeye baĢlarsın. Kalbin, yüreğin defalarca parçalanmıĢtır. Artık güvenmekten, sevmekten korkarsın. Birini sever, değer verirsin. Ne kadar “Seni bırakmayacağım!” dese de yine yüzüstü bırakır gider. Ağlarsın, tutamazsın kendini. Bir süre sonra gözlerinden gözyaĢı yerine kan akmaya baĢlar, durduramazsın. Her Ģey ağır gelmeye baĢlar insana. Güvenemezsin kimseye. Uyuyup bir daha uyanmamak istersin. Bir süre sonra ağlayamaz hale gelir, ağlasan bile rahatlayamaz geçmiĢe bakar kalırsın. Bu yıkımın içindeyken biri çıkar karĢına. Seni bu yıkımdan çıkarabileceğini hissedersin. Kimseye güvenmeyeceğim derken biri çıkar karĢına. Kim bilir belki de gökyüzündeki parlayan yıldızın olur… 107 TÜRKLER Aydın EDĠK 11/A 112 ATT Türk milleti gerek azmiyle olsun gerek hırsıyla ve gerekse üstün ahlakıyla olsun tüm dünyaya damgasını vurmuĢ Ģanlı bir millettir. Bunun altında yatan ise önemli bir askeri teĢkilata sahip olmasıdır. Türk Milleti‟nin devlet kurma ve bu yolda kızıl elmaya nasıl ulaĢtığını bilmek istiyorsak öncelikle Türk Milleti‟nin vatan ve millet aĢkını üstün ahlak durumlarını en doğru Ģekilde kavramak gereklidir. Sizinle Rus Komutan Çarneyev‟in bir sözünü paylaĢmak istiyorum; Türkler‟ in yalnız sonsuz bir cesareti değil iradeleri sersemleĢtiren bir sihirbaz zekâsı vardır. ĠĢte Türk bu zekâsıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en Ģerefli hizmeti baĢarır. Zaten Avrupa‟nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak baĢka türlü mümkün olamazdı. Türklerin ön plana çıkmıĢ özelliklerinden bir diğeri ise doğuĢtan asker olmalarıdır. Askerlik Türklerde kiĢinin vatanına karĢı bir sorumluluğu olmuĢ bu yolda ölmek ise Ģereflerin en hakikatlisi olarak Türk Milleti‟nin kalbine iĢlenmiĢtir. Tarih boyunca Türkler düĢmanının korkusu; dostunun sadakati olmuĢtur. Atatürk‟ten yola çıkacak olursak o hep Türk gençliğine 108 güvenmiĢ ve en güzel yarınları onlara hediye ve emanet etmiĢtir. Vatan millet sevgisinin daim olmasını ve kefensiz yatan aziz Ģehitlerimizin ruhlarının Ģad olmasını Yüce Allah‟tan niyaz ediyorum. Vatan sevgisinin ne olduğunu bize anlatan Mete Han ve bu yolda Milli Ġstiklal ayaklanmasının baĢını çeken KürĢad ve kırk çerisi gibi bir ceddimiz olduğu sürece bu millet geçmiĢiyle daha da kuvvet bulacaktır. Büyük önderin de dediği gibi “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” 109 KĠTAP TANITIM “GÖZ GÖRDÜ KALEM YAZDI” Vedat Ali TOK Yediğin içtiğin senin olsun gördüğün güzel(lik)lerden haber ver, sözü gurbete gidip gelen insanların gezdikleri yerlerle ilgili izlenimleri merak etmekten kaynaklanan bir dilek ifadesidir. Gezip gördüğümüz yerleri pekâlâ da anlatırız; ancak bizde 110 yazma iĢi galiba biraz ihmal ediliyor. Nitekim edebiyat tarihimize baktığımız zaman hâlâ Evliya Çelebimizin Seyahatnâmesinden baĢka yüzümüze tutacak doğru dürüst bir gezi eserimizin bulunmayıĢından yakınır dururuz. Yazılan gezi yazılarının okuyucu hâfızasına çengel atamayıĢının sebeplerine baktığımız zaman bunların çoğu zaman objektiflik nâmına kuru kuruya istatistik bilgilerinden öteye gitmediği sonucuna ulaĢırız. Ancak az da olsa yüreğimize su serpecek türden eserlere de rastlamıyor değiliz. Birkaç günden beri elimden düĢüremediğim bir kitaptan bahsetmek istiyorum: Göz Gördü Kalem Yazdı. 272 sayfalık bu gezi eseri, Cihan Okuyucu‟nun çeĢitli vesilelerle çıktığı yurt dıĢı gezilerinde yaĢadıklarını kaleme aldığı kitabı hâtıra-seyahatname türünde bir eser… Asıl amacı Türk tarihi, dili ve edebiyatına ait izlerin araĢtırılması, kütüphanelerin tetkiki veya tebliğ sunmak olan yazarın, dolaĢtığı çeĢitli ülkelerden verdiği manzaralarla, insanlarla yaptığı sohbetlerle, gezi esnasındaki ilginç anekdotları aktarıĢıyla okuyucuyu âdeta gittiği yere beraberinde götürüyor. Bir müddet sonra siz de o seyahatin bir parçası, bir yolcusu oluyorsunuz. 111 Bu eseriyle sadece bilim adamı değil, aynı zamanda belki de bilim adamlığının bir vasfı da olan gözlemdeki ustalığı ortaya çıkıyor Prof. Dr. Cihan Okuyucu‟nun. Hangi ülkeye gitmiĢse o ülkenin tarihî, siyasî ve sosyolojik yapısına ait gözlemlerini akıcı bir dille ele aldığı eserinde, zamanın ve imkânların yetersiz olduğu yolculuklarında bile “uçarken eğilip denizden bir su alan kırlangıç” ustalığıyla araĢtırmasını ihmal etmiyor. Kitabı okurken zaman zaman heyecanlanıyor, yabancılar üzerindeki Türk haĢmetini görüyor, biraz da gururlanıyorsunuz. Ve yazarın “Ah zavallı memleketim! Sen içerden bakınca ne kadar küçük ve dıĢarıdan bakınca ne kadar büyüksün.(s.90)” hükmüne iĢtirak ediyorsunuz. YurtdıĢına hiç çıkmamıĢ insanların sadece basın yayın organlarının bildirdikleriyle ya da coğrafya kitaplarındaki malumatlarla bu ülkeler hakkında kesbedilen bilgilerin ne kadar sığ olduğunu kitabı okuyunca daha iyi anlıyorsunuz. Meselâ Türk insanı, batılı memleketlerin bütün insanlara eĢit davrandığını zanneder. Hâlbuki durum hiç de böyle değildir. ĠĢte çarpıcı bir anekdot. Yazar Paris‟ten Londra‟ya gidecektir. ĠĢlemler için gümrük kapısında kuyruğa girer. Bu arada biri uyarır. Bunun üzerine ikinci kuyruğa girer. Sonra bir adam yukarıdaki tabelayı gösterir yazara. Manzara ilginçtir. Üç sıradan birincisi Ġngiliz vatandaĢları için, ikincisi Avrupa birliğine üye ülkelerin 112 vatandaĢlarına ait. Diğerleri ise others (baĢkaları) yazan sıraya ait. Ġlk iki sıradaki iĢlemler çabucak bitirilirken „baĢkaları‟na ait kuyruk ağır ağır iĢler.(s. 188/189) Yazar buna tabiî olarak alınır ve herhalde ülkemizde yabancılara gösterilen saygıyı, misafirperverliği düĢünür, hayıflanır. Cihan Okuyucu, eserinde çok değiĢik anlatım metotlarını denemiĢ. Belirli bir kalıpta olmadığı için eser tekdüzelik göstermiyor. Kitabı okurken kimi zaman yüreğinizin dağlanmasına gözlerinizin ıslanmasına, kimi zaman kitabı okurken tek baĢınıza olmanıza rağmen, gülmenize engel olamıyorsunuz. SözgeliĢi bir Bulgar zulmündeki göç hâdisesinin hatırlatılmasında sizin de yüreğiniz yazarla beraber parçalanıyor yahut Kırım kırımının izlerinin yapıldığı tasvirlerde gündelik dertlerinizi hiçe sayıyor, yüreğinizin bilemediğiniz bir köĢesinde yangınların acısını hissediyorsunuz. Öte yandan yazarın bir tren yolculuğunda kısa bir müddet de olsa bir Rus sinyorita ile aynı kompartımanı paylaĢması anını tasvir ederken ister istemez durumun tuhaflığına gülmekten kendinizi alamıyorsunuz. Eserdeki akıcı dil, samimi ifadeler; külfetten, yapmacıktan uzak anlatımlar sizi hemen sarıveriyor. Bazı yazarlardaki kendini olduğundan farklı gösterme 113 ya da okuyucu gözünde olduğundan farklı gözükme havasını bu eserde bulamazsınız. Görmeden, tanımadan herhangi bir ülke insanı hakkında oluĢan yanlıĢ kanaatlerin ve önyargıların da bu eseri okuduktan sonra yok olduğuna Ģahit olabilirsiniz. Her seyahat aslında biraz da macera demektir. Hoca, her ne kadar seyahatlerine ilmî bir gâye ile çıksa da yolda onu bekleyen kimi trajik, kimi komik bir sürü macera beklemektedir. Bütün bunların Cihan Beyin tafsilindeki ve tasvirindeki güzelliği ile birleĢmesi sonucunda okuyucunun damağında kalan bir tat dimağındaki zevkten baĢka bir Ģey olmuyor Göz Gördü Kalem Yazdı. Zeki Velidi Togan‟ın Kırım‟daki köyüne arabada Gazi Osman PaĢa marĢını çalarak gitmek, Ġran‟ın sıkı disiplinine rağmen kaçamak yapıp, orada bulunan Türkmenlerle gizlice görüĢmek ve daha nice heyecanı yazarla birlikte yaĢamak isteyenler için sıkılmadan okunabilecek bir kitap Göz Gördü Kalem Yazdı… 114 BĠR GARĠP YÛNUS EMRE Vedat Ali TOK Türk edebiyatının en saygın isimlerinden biri olan Yûnus Emre‟nin hayatı hakkında tarihî kaynaklarda ne yazık ki kesin bir bilgi bulunmamaktadır. 13. yüzyılın ikinci yarısı ile 14. yüzyılın ilk çeyreğinde yaĢamıĢ olduğu sanılıyor. Rivayetlere göre seksen yıl ömür sürmüĢ. Ne iĢle uğraĢtığı, nerelerde yaĢadığı da belli değildir. Bolu, Sakarya Nehri ve Sivrihisar civarında yaĢadığına dair bilgiler var ama bunlar kesin değil. Birçok coğrafyada mezarının bulunması onun hayattayken de çok sevilmiĢ bir derviĢ olduğu konusunda bize ipucu veriyor. “Mescid ü medresede çok ibâdet eyledim.” mısraına nazaran onun medrese tahsili görmüĢ olduğunu anlayabiliriz. Zaten Ģiirlerine bakıldığı zaman ifadelerinde sanki ayetleri, hadisleri Ģiir diliyle TürkçeleĢtirmiĢ bir âlim, bir arif, bir derviĢ edasını görürüz. Yûnus Emre bazılarının iddia ettiği gibi ümmi olsaydı bunları söyleyebilmesi mümkün olmaz, Risaletü‟n-Nushiyye isimli tasavvufî mesneviyi de yazamazdı. 115 Yûnus Emre‟nin yaĢadığı zamanlarda Selçuklu Devleti de son yıllarını yaĢıyordu dolayısıyla onun hayatında ülke siyasî çalkantılarla, savaĢlarla, isyanlarla boğuĢuyordu. Belki de bu yüzden Yûnus Emre‟nin Ģiirlerinde insanlığı; barıĢa, huzura, birliğe davet eden ses duyulur hep. Hayatı hakkında net bilgi olmayınca Yûnus Emre‟yi daha çok rivayetlerde ve menkıbelerde aramak durumunda kalıyoruz. Buna göre o, Ġran‟ı ve Azerbaycan‟ı gezmiĢ; Kayseri, Sivas, MaraĢ, Nahçıvan, Tebriz, ġiraz, ġam gibi büyük Ģehirlerde tasavvufî fikirlerini yaymaya çalıĢmıĢtır. Menkıbeler ġiirlerinde ifade ettiği gibi Taptuk Emre‟ye mürid olmuĢ, uzun yıllar ona hizmet etmiĢtir. Bir BektaĢî menkıbesine göre de Yûnus‟un yolu önce Hacı BektaĢ ile kesiĢir. Vilâyet-name-i Hacı BektaĢ-ı Velî‟den: “Hacı BektaĢ‟ın Ģöhreti her yana yayıldı, her taraftan mürid, muhip gelmeye baĢladı. Semâ‟lar, safalar sürülüyordu, meclisler kuruluyordu. Yoksullar geliyorlar, zengin oluyorlar, murad almak dileyenler, baĢvuruyorlar, muradlarına eriyorlardı. Sivrihisar‟ın güneyinde Sarıgöl derler, bir köy vardır. O köyde doğmuĢ Yûnus Emre adlı biri vardı. Bu erin mezarı da gene doğduğu yere yakındır. Yûnus, ekincilikle geçinir, yoksul bir adamdı. Bir yıl kıtlık olmuĢtu, ekin bitmemiĢti. Hacı BektaĢ‟ın vasfını o da duymuĢtu. Gideyim, biraz bir Ģey isteyeyim, dedi. Bir öküze alıç yükledi, vara vara Karahöyük‟e geldi. Hünkâr‟a, yoksul bir adamım, ekinimden bir Ģey alamadım, yemiĢimi alın, 116 karĢılığını lütfedin, ehlimle, ayalimle aĢkınıza yiyeyim, dedi. Hünkâr, emretti, alıcı yediler. Bir iki gün sonra Yûnus memleketine dönmeyi kararlaĢtırdı. Hünkâr bir derviĢ gönderdi, sorun, dedi, buğday mı verelim, nefes mi? Yûnus‟a sordular, ben nefesi ne yapayım, bana buğday gerek, dedi. Hünkâr‟a bildirdiler. Buyurdu ki: „Her alıcın çekirdeği baĢına on nefes verelim.‟Yûnus‟a bunu söylediler, ehlim var, ayalim var, bana buğday gerek, dedi. Bunun üzerine öküzüne buğday yüklediler, yola düĢtü. Fakat köyün aĢağısına gelince hamamın öte yanındaki yokuĢu çıkar çıkmaz, ne olmayacak iĢ ettim ben, dedi. Velâyet erine vardım, bana nasip sundu, her alıcın çekirdeği baĢına on nefes verdi, kabul etmedim. Verilen buğday birkaç günde yenir, biter. Bu yüzden o nasiplerden mahrum kaldım. Döneyim tekrar varayım, belki gene himmet eder. Bu fikirle dönüp tekrar tekkeye geldi. Buğdayı indirdi, erenler, dedi, bana himmet ettiği nasibi versin, buğday gerekmez bana. Halifeler gidip Hünkâr‟a bildirdiler. Hünkâr, o iĢ, bundan böyle olmaz, o kilidin anahtarını Taptuk Emre‟ye sunduk. Ona gitsin, nasibini ondan alsın, dedi. Halifeler, Hünkâr‟ın sözünü Yûnus Emre‟ye söylediler. O da Taptuk Emre‟ye gitti, Hünkâr‟ın selâmını söyledi, olanı biteni anlattı. Taptuk, selâmı aldı, safa geldin, kademler getirdin, hâlin bize malum oldu, hizmet et, emek ver, nasibini al, dedi. Yûnus, Taptuk Emre‟nin tekkesine odun çeker, arkasıyla getirirdi. YaĢ ağaç kesmez, eğri odun getirmezdi. Kırk yıl hizmet etti. Günün birinde Taptuk Emre‟ye bir neĢe geldi, hâllendi. Meclisinde Yûnus-ı 117 Gûyende adlı bir Ģair vardı, ona söyle dedi. Mırın kırın etti, söylemedi. Taptuk, Yûnus dedi, sohbet et, Ģevkimiz var, iĢitelim. Yûnus gene söylemedi. Bu sefer Taptuk, Yûnus Emre‟ye döndü, „Hünkâr‟ın nefesi yerine geldi, vakti tamam oldu, o hazinenin kilidini açtık, nasibini verdik, hadi söyle.‟ dedi. Hemen Yûnus Emre‟nin gözünden perde kalktı, söylemeye baĢladı. Söylediği nefesler, büyük bir divan oldu.” Yine bir menkıbeye göre Yûnus Emre‟nin Ģiirlerini, Molla Kasım eline geçirir bir su kenarına oturup bu Ģiirleri okumaya baĢlar. Bunlardan bin civarında Ģiiri okumuĢ ve Ģeriata aykırı bularak yakmıĢ. Kalan bin tanesini de aynı sebeple suya atmıĢ. Üçüncü bine baĢlayınca Ģu beyitle karĢılaĢmıĢ: Yûnus sen bu sözleri eğri büğrü söyleme Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir Bu beyti okur okumaz, Molla Kasım, Yûnus'un kerametine inanmıĢ. Divan‟ı öpüp alnına koymuĢ. Fakat ne çare ki elde bin Ģiir kalmıĢ. ġimdi Yûnus'un o yakılan bin Ģiirini gökte kuĢlar ve melekler, denize atılan bin tanesini balıklar, kalan bin Ģiirini de insanlar okumakta imiĢ. Yûnus Emre bir ara belki de artık olgunlaĢtığını, piĢtiğini düĢünerek dergâhtan uzaklaĢmayı murad eder fakat sonra yaĢadıkları onun Taptuk Emre ile var olduğu gerçeğini öğretir bunun üzerine piĢman olup tekrar tekkeye döner. KarĢısına Taptuk Emre‟nin hanımı çıkar. Yûnus Emre, Taptuk Emre‟nin hanımına durumu izah eder ve “Kabahatimi biliyorsunuz, siz bana yardım edin.” der.Taptuk Emre'nin gözleri iyi görmezdi. Hacı 118 nine Yûnus Emre'ye dedi ki: “ġeyh Efendi az sonra abdest almak için dıĢarıya çıkacak. Sen onun kapısının eĢiğinde yat. Geçerken ayağına takılınca kimdir diye sorar. Sen de Yûnus dersin. Bizim Yûnus mu, derse, kalk eline sarıl, hangi Yûnus derse kaç git. Yûnus Emre, gitti Ģeyhinin kapısının eĢiğine yattı. ġeyhi gece abdeste kalkınca kapının eĢiğinde yatan Yûnus'a ayağı takıldı. - Kimdir, diye sorunca; - Yûnus, diye cevap verdi. Taptuk Emre: - Bizim Yûnus mu, deyince Yûnus hemen kalktı, Ģeyhinin eline sarıldı. Yûnus Emre böylece dergâha yeniden kabul olundu Yûnus‟un, Taptuk Emre‟nin dergâhında kırk yıl hizmet ettiği rivayet edilir. Dergâha odun taĢımasıyla ilgili bir hikâyede Taptuk Emre, getirdiği düzgün odunlara bakarak Yûnus‟a sorar: “Dağda hiç eğri odun kalmamıĢ mı?” Yûnus bu soruya Ģöyle cevap verir: “Dağda eğri odun çok; lâkin senin kapına odunun bile eğrisi yakıĢmaz!” Yûnus Emre‟nin Ģiirlerine baktığımız zaman onların çok değiĢik dil özellikleri gösterdiğine Ģahit oluruz. Bu Ģiirlerin gerçekte hangi Yûnus‟a ait olduğunu tespit etmek aslında çok da zor değil. 13-14. yüzyıl Türkçesine uymayan kelime ve söyleyiĢ Ģekilleri ile söylenmiĢ Ģiirler Yûnus Emre‟ye atfen sonraki yüzyıllarda söylenmiĢ Ģiirlerdir. Fakat biz bunu iĢin uzmanlarına bırakarak Yûnus‟u bir bütün hâlinde seviyor ve onun Ģiirlerinden yediden yetmiĢ yediye Türk milleti olarak büyük bir haz alıyoruz çünkü bizim 119 gönlümüzde Yûnus asırlardır çağlayan billur sesli bir ırmak olmuĢtur. ġiirlerinden Örnekler Bir garip ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin *** Hep erenler geldiler dergâha yüz sürdüler Zikr-i tevhîd ettiler nuruna Muhammed'in ** N'iderim Uçmağı yahut huriyi Bana dergâhına seyran gerektir Eğer Muhammed'e ümmet olursan Dilinde zikr ile Kur'an gerektir ** Benim bunda kararım yok ben bunda gitmeğe geldim Bezirgânem metaım çok alana satmağa geldim Ben gelmedim dâvâ için benim işim sevi için Dost'un evi gönüllerdir gönüller yapmağa geldim ** Beni bende demen bende değilem Bir ben vardır bende benden içerü ** Hak bir gönül verdi bana ha demeden hayrân olur Bir dem gelir şâdân olur bir dem gelir giryân olur ** 120 Kemdürür yoksulluktan nicelerin varlığı Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı ** Canlar canını buldum bu canım yağma olsun Assı ziyandan geçtim dükkânım yağma olsun ** Çıktım erik dalına anda yedim üzümü Bostan ıssı kakıyup der ne yersin kozumu Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım Nedir deyip sorana bandım verdim özünü ** Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevla’m seni Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevla’m seni ** Ş’ol cennetin ırmakları Akar Allah deyudeyu Çıkmış İslam bülbülleri Öter Allah deyudeyu KAYNAKÇA Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. F. Kadri TimurtaĢ, Yûnus Emre Dîvânı Vilâyetnâme: Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî, Hazırlayan: Abdülbâki Gölpınarlı Mustafa Özçelik, Bizim Yûnus 121 ġAHESER BEYĠTLER Külâhın sat yine lakin yokuncul olma nâ-merde, Yeter ki kelle sağ olsun, külâh lazım değil merde. Necîp (Sultan III. Ahmed) yokuncul: muhtaç Göz yum cihândan aç gözünü dem gelir geçer, Sen göz yumup açınca bu âlem gelir geçer. Abdülhak Mollâ Sırrını âĢık olan Ģöyle nihân etsin kim, Duymasın ağladığın dîde-i giryânı bile. Riyâzî nihân: gizli | dîde-i giryân: ağlayan göz ÂĢık olan sırrını öyle gizlesin ki ağladığında gözyaĢı bile ağladığını duymasın. 122 Dost odur ki sana doğrusun(u) diyen, Dost değildir sana doğrusun diyen. Lâ Edrî Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası: Dostunun yüz karası; düĢmanının maskarası! Mehmet Âkif Mecliste ârif ol kelâmı dinle, El iki söylerse, sen birin söyle, Elinden geldikçe sen eylik eyle, Hatıra dokunup yıkıcı olma Karacaoğlan Sâhipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. Mehmet Âkif 123 Âyînesi iĢtir kiĢinin lâfa bakılmaz, ġahsın görünür rütbe-i aklı eserinde. Ziyâ PaĢa Susuz değirmenlerin ne ile döner çarkı Kerem etmeyen beyin fakîrden nedir farkı Lâ Edrî Zulmü alkıĢlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmiĢe kalkıp sövemem. Mehmet Âkif 124 Sanma Ģâhım / herkesi sen / sâdıkâne / yâr olur Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur Sâdıkâne / belki ol / âlemde bir / serdâr olur Yâr olur / ağyâr olur / serdâr olur / dildâr olur Yavuz Sultan Selim AĢk imiĢ her ne var âlemde Ġlm bir kîl u kâl imiĢ ancak Fuzûlî Kîl u kâl: dedikodu Alev dolu bir kâsedir gönlüm yana yana, Ben tâ senin yanında dahi hasretim sana. Râbia Hatun 125 FIKRALAR, DUVAR YAZILARI ONU ALLAH SORAR Koca Ragıp PaĢa'nın konağında bir Ramazan orucundan konuĢuyorlardı. PaĢa HaĢmet‟e sordu: - HaĢmet! Senin de borcun var mı? - Var efendim! - Ne kadar? 126 - Mahalle bakkalına bin kuruĢ borcum var! Ragıp PaĢa; - Be adam! Onu sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum deyince HaĢmet Ģöyle der: - Oruç borcunu Allah sorar, sizin soracağınız borç bu borçtur! Münasebetsiz Mehmet Efendi Ġkinci Sultan Mahmud‟a “Münasebetsiz Mehmet Efendi” isminde birinden bahsetmiĢler. Merak edip, huzuruna getirtmiĢ. Biraz konuĢmuĢ, aklı baĢında bir adam bulunca: - Sizin için münasebetsiz diyorlardı. Hâlbuki pek makul konuĢuyorsunuz. 127 Mehmet Efendi dereden tepeden bahsettikten sonra birdenbire PadiĢah'a sordu: - Efendim, zurna çalmasını bilir misiniz? Sultan Mahmut gayet tabii bir surette cevap verdi: - Hayır, bilmem. - Bendeniz de bilmem. - Ya? - Evet... Benim Bursa‟da halamın damadının ihtiyar bir teyzezadesi vardı. - Evet... - O da zurna çalmasını bilmezdi. Sultan Mahmut mabeyinciye iĢaret etti. - Herifi çıkartın, Ģimdi bayılacağım!.. 128 Davetiyede yazmıyor Ġkinci Abdülhamid son devirlerinde Edirne valiliğe ve kumandanlığında bulunan MüĢir Arif PaĢa Ramazan'da vilayet ve ordu erkânına çok zengin bir iftar düzenlerdi. Yine böyle bir Ramazan akĢamı iftar edildikten sonra PaĢa davetlilere: -Hadi efendiler, dedi namaz kılalım. Davetliler arasında bulunan BektaĢi canlardan biri ceketinin cebinden iftar davetiyesini çıkarıp baktıktan ve tekrar cebine soktuktan sonra PaĢa'ya sokuldu: 129 -Velinimetim, dedi, davetiyede yalnız iftar yazılı; namaza dair bir kayıt yok! Değirmen taĢı Hasırcızade Mehmet ağa bir gün, Keçeci Zade Fuat PaĢa'nın parmağındaki yüzüğe dikkatli dikkatli bakıyordu. PaĢa sordu: - TaĢıma mı bakıyorsun? - Evet PaĢam, ne taĢı diye bakıyorum. - Elmas! 130 - Affedesiniz ama bir Ģey soracağım: Sana kaç para getiriyor? - Hiç! Hasırcızade gülümseyerek: - Benim de dedi, dede yadigârı bir çift taĢım var ama her sene bana elli altın getirir! - Ne taĢı bu? - Değirmen taĢı, PaĢam! 131 KardeĢ payı Fatih Sultan Mehmet bir gün saraydan çıkıp ata bineceği sırada bir kalender bir kase uzatıp para istedi. PadiĢah, bir altın verdi. DerviĢ, “PadiĢahım ben senin kardeĢin olayımda bir altın veresin. Ġnsaf uyar mı?” dedi. Fatih “Neden benim kardeĢim oluyorsun?” diye sordu. Kalender “Adem evladı değil miyiz?” deyince PadiĢah “Hele Ģu altını al git. Eğer öteki kardeĢlerimiz duyacak olursa hissene bu kadar da düĢmez“ cevabını verdi. 132 Her Ģeyin baĢı sağlık Üçüncü Sultan Ahmet kendisine hediye edilen çok kıymetli bir zümrüt yüzüğü, bir gün, divan toplantısında vezirlerine göstererek: "Acaba bundan, daha kıymetli yüzük var mıdır?" diye sordu. 133 -Hayır efendim, sıhhat ve afiyetle takınız. Bundan daha değerli bir Ģey olamaz, cevabını verdikleri halde yalnız sadrazam NevĢehirli Ġbrahim PaĢa itiraz etti: - Bundan daha kıymetli bir Ģey vardır padiĢahım! - Nedir? - O yüzüğün takıldığı parmak! Kuru havlu Bir gün, birkaç saat devam eden yağmurdan sonra, beraberinde kâhyası ve nedimi Ģair HaĢmet Efendi olduğu halde Ragıp PaĢa bahçeye çıktı. Yağmurun her Ģeyi sırılsıklam hale soktuğunu gören vezir: - Acaba, dedi bu yağmurdan sonra kuru bir Ģey kaldı mı? 134 Kâhya hemen cevap verdi: - Kulunuzun abdest havlusu. Çünkü hiç ıslandığı görülmemiĢtir. Tok açın halinden anlar mı? Eski Ġstanbul efendilerinden Osman Bey, hilekâr esnafa karĢı pek amansız davranırdı. ÇarĢıya çıktığı zaman, dükkân dükkân dolaĢır, tavukların kursaklarına kadar her Ģeyi inceden inceye muayeneye giriĢirdi. Eğer tavukların kursaklarında yem bulamazsa, tavukçuyu falakaya yatırır döverdi. Bir gün yolda rastladığı seyyar bir tavukçuyu, yine böyle yere yıktı. Fakat tam sopa faslına baĢlayacağı sırada, tavukçu eline sarıldı: 135 - Tavuğun, dedi, kursağında yem var mı, diye baktın. Bir de sahibinin kursağını yoklasan, a benim sultanım. Sirkeli altın kap Babası gibi nüktedanlık ve hazır cevaplıkla tanınmıĢ olan Keçeci Zade Fuat PaĢa, harikulade güzel, fakat alabildiğine cahil bir Rus prensesi ile bir müddet konuĢtu. Sohbetin bitiminde Rus diplomatlarından biri kendisine: -Prensesimizi nasıl buldunuz? Sualini sordu. Keçeci Zade Ģu cevabı verdi: -Sirke dolu bir altın kap. 136 Temel Klasiği Temel ile Dursun, İstanbul’da minibüste gidiyorlarmış. Şöför “Levent, Fatih, Eyüp” diyormuş sürekli. Dursun sıkılmış ve Temel’e: – Ula Temel, ben sıkıldım artık. Ne zaman ineceuk, demiş. Temel cevap vermiş: – Çatlama ula, ismimiz okunsun ineruk… 137 *** Temel yeni bir ayakkabı almak için ayakkabıcıya gitmiş. Beğendiği ayakkabının parasını ödeyip tam çıkacakken satıcı, “aklınızda bulunsun Temel bey, ayakkabı yeni olduğu için ilk hafta biraz sıkabilir” der. Bunun üzerine Temel: İyi o zaman ben de ilk hafta giymem daaa. *** 138 Son derece mutlu Temel’e arkadaşları merak edip: - “Böyle problemsiz yaşamayı nasıl başarıyorsun?” diye sormuşlar. -“Haftada 1000 liraya profesyonel birini kiraladım, ben hiçbir şeye kafamı takmıyorum. Benim yerime her şeye o endişeleniyor” demiş Temel gülerek devam etmiş: -“O günden beri en ufak bir problemim yok.” Arkadaşı hayretle sormuş: -“Haftada 1000 lira? Nasıl ödüyorsun bunu?” Temel: 139 - “Boşverin...” demiş, -“Bırakın o düşünsün, problem onun.” 140