Anadilde Eğitim Kampanyası Belgeleri

Transkript

Anadilde Eğitim Kampanyası Belgeleri
1
ANADĐLDE EĞĐTĐM
(KÜRTÇE SEÇMELĐ DERS)
KAMPANYASI DOSYASI
2001 yılında Türkiye’nin bir çok ilinde Üniversite öğrencileri tarafından Kürtçe’nin seçmeli ders
kapsamına alınması talebiyle rektörlüklere dilekçe ile başvuru yapıldı.
Aşağıda bu kampanyanın başlangıcından sonucuna kadar olan süreçle ilgili tüm dosyaları
bulacaksınız.
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦
Klasör: 1 Dilekçe başvurusu örneği ve Başvuru dosyası
DĐLEKÇE HAKKININ KULLANILMASINA DAĐR KANUN
Kanun Numarası
: 3071
Kabul Tarihi
: 1/11/1984
Yayımlandığı R.Gazete : Tarih: 10/11/1984 Sayı: 18571
Yayımlandığı Düstur : Tertip: 5 Cilt: 24 Sayfa: 64
Amaç:
Madde 1 - Bu Kanunun amacı, Türk vatandaşlarının kendileriyle veya kamu ile
ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve yetkili
makamlara yazı ile başvurma haklarının kullanılma biçimini düzenlemektir.
Kapsam:
Madde 2 - Bu Kanun, Türk vatandaşlarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi ile
idari makamlara yapılan dilek ve şikayetler hakkındaki başvuruları kapsar.
Dilekçe hakkı:
Madde 3 - Türk vatandaşları kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, Türkiye
Büyük Millet Meclisine ve yetkili makamlara yazı ile
başvurma hakkına sahiptirler.
Dilekçede bulunması zorunlu şartlar:
Madde 4 - Türk vatandaşlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine veya yetkili
makamlara verdikleri veya gönderdikleri dilekçelerde, dilekçe sahibinin adı soyadı ve imzası ile iş veya ikametgah adresinin bulunması gerekir.
Gönderilen makamda hata:
2
Madde 5 - Dilekçe, konusuyla ilgili olmayan bir idari makama verilmesi durumunda, bu makam
tarafından yetkili idari makama gönderilir ve ayrıca dilekçe
sahibine de bilgi verilir.
Đncelenemeyecek dilekçeler:
Madde 6 - Türkiye Büyük Millet Meclisine veya yetkili makamlara verilen veya
gönderilen dilekçelerden;
a) Belli bir konuyu ihtiva etmeyenler,
b) Yargı mercilerinin görevine giren konularla ilgili olanlar,
c) 4 üncü maddede gösterilen şartlardan herhangi birini taşımayanlar,
Đncelenemezler.
Dilekçenin incelenmesi ve sonucunun bildirilmesi:
Madde 7 - Türk vatandaşlarının kendileri ve kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri konusunda yetkili
makamlara yaptıkları başvuruların sonucu veya yapılmakta olan işlemin safahatı hakkında dilekçe
sahiplerine en geç iki ay içinde cevap verilir. Đşlem safahatının duyurulması halinde alınan sonuç
ayrıca bildirilir.
Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılan başvuruların incelenmesi:
Madde 8 - Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen dilekçelerin, dilekçe
komisyonunda incelenmesi ve karara bağlanması esas ve usulleri Türkiye Büyük
Millet Meclisi Đçtüzüğünde gösterilir.
Kaldırılan hüküm:
Madde 9 - 26 Aralık 1962 tarih ve 140 sayılı Türk Vatandaşlarının Türkiye
Büyük Millet Meclisine Dilekçe ile Başvurmaları ve Dilekçelerin Đncelenmesi ile
Karara Bağlanmasının Düzenlenmesine Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.
Geçici Madde 1 - (3071 sayılı Kanunun kendi numarasız geçici maddesi olup
teselsül için numaralandırılmıştır.)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Đçtüzüğünde gerekli değişiklikler yapılıncaya
kadar, 140 sayılı Türk Vatandaşlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine Dilekçe
ile Başvurmaları ve Dilekçelerin Đncelenmesi ile Karara Bağlanmasının Düzenlenmesine Dair
Kanunun Dilekçe Komisyonunun çalışma esas ve usullerine ilişkin hükümlerinin uygulanmasına
devam olunur.
Yürürlük:
Madde 10 - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme:
Madde 11 - Bu Kanun hükümlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ile
Bakanlar Kurulu yürütür.
3
....../....../2001
...............................
ÜNĐVERSĐTESĐ REKTÖRLÜĞÜ’NE
Bilindiği üzere, 4709 Sayılı Yasanın yayınlanıp yürürlüğe girmesiyle birlikte, Anayasa’nın Temel
Hak ve Özgürlükleri düzenleyen bir çok maddesinde değişiklikler yapılmış, hak ve özgürlükleri
sınırlayıcı hükümler daraltılmış, sınırlamaları sınırlayan ölçütler ise genişletilmiştir. Anayasa’da
yapılan değişikliklerden bir tanesi de, Anayasa’nın 28. maddesinde düzenlenmiş olan “Kanunla
yasaklanmış dil...” kavramının Anayasa’dan çıkarılarak tamamen terkedilmiş olmasıdır. Böylelikle
Anayasa Koyucu Meclis Türkçe dışındaki dillerin, özellikle Türkçe dışındaki en büyük ve yaygın
dil olan Kürtçe’nin kullanım alanlarının genişlemesine olanak yaratmıştır. Bu gelişme, 1987 yılında
Kürtçe yasağının kaldırılmasından sonra bu doğrultuda atılmış önemli bir adımdır.
Bu son değişiklik Anayasa’nın Eğitim ve Öğrenim Hakkı’nı düzenleyen 42. maddesiyle birlikte
düşünüldüğünde, herkesin eğitim ve öğrenim hakkını, bildiği en iyi dil olan anadilinde görmesi
hakkının anayasal bir hak olarak belirdiği görülmektedir.
Yapılan bilimsel araştırmalar ışığında görülmektedir ki, kişi anadilinden farklı bir dilde düşünmeye,
eğitime ve yaşamaya zorlandığı taktirde eğitim ve öğrenimde geri kalma, uyum problemleri,
kaybetme ve başarısızlık duygusu, ilişki kuramama ve yabancılaşma gibi bir dizi sorunla
karşılaşmaktadır. Bir halkın dilinin, kültürünün, tarihinin yok sayılması, bu alanlardaki gelişiminin
engellenmesi, sadece o halkın yok olması sonucunu doğurmakla kalmaz, toplumun bütününde
sağlıksız bir gelişmeye, ayrılıkçılığa, düşünsel ve ruhsal parçalanmaya, şiddete neden olur.
Toplumsal barış ve ortak çıkarlar için birlikte hareket etme olanağını ortadan kaldırır. Anadil,
kişinin kendi varoluşunu tamamlayabilmesi ve toplumsal ilişkiler ağı içerisinde kendi kimliği ile
yerini alabilmesi, üretken, düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olması için
kullanabileceği yegane önsel araçtır.
Gerek uluslararası antlaşmalar, gerekse de diğer ülkelerde yaşanan benzer deneyimler
incelendiğinde, uygar dünyada anadilde eğitim hakkı ile kendi kültürünü yaşama ve geliştirme,
anadilini yaşamın her alanında kullanabilme olanaklarının tanındığı ve bir çok ülkede bu tür
girişimlerin devlet tarafından desteklendiği, hatta bütçeden kaynak aktarıldığı görülmektedir.
Ne yazık ki Türkiye’de, başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklar yıllardır yok sayılmış, bu
halkların dillerini, kültürlerini geliştirmeleri ülkenin bölünmesi kaygısıyla engellenmiştir. Bir çok
ülkede yaşanan deneyimler göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer halkların dillerini, kültürlerini
geliştirmesi ülkeyi bölüp parçalamaz, tam tersine toplumsal barışı ve uyumu geliştirir, ülkenin
zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar. Halktan gelen çağdaş demokratik bir ülkede yaşama
isteğini görmesi gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tek ulusçu yapıya dayanan toplumsal
düzenden artık vazgeçmelidir. Birden fazla halkın bir arada yaşadığı Türkiye Coğrafyasının
gerçeğine uygun olarak, anayasal vatandaşlığa dayalı, çok uluslu, çok kültürlü, katılımcı bir
toplumsal sistem yaratmalıdır. Bunları yaratmak, demokratik toplum düzeninin olmazsa olmaz
gereğidir ve tüm idari kurum ve kuruluşların öncelikli görevleri arasındadır.
Yukarıdaki anayasal gereklilikler ve bilimsel görüşler ışığında;
Ben,
................ Üniversitesi’nde öğrenim gören bir öğrenci olarak Türkiye’nin
demokratikleşmesinin önünü açacağına inandığım bir adım atıyor ve üniversitemiz
rektörlüğünden, Kürtçe dersinin seçmeli dersler kapsamında, üniversitemiz bünyesinde
okutulmasını talep ediyorum.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
Adı Soyadı
:
4
Bölümü
Numarası
Đmza
:
:
:
M.Ü. REKTÖRLÜĞÜ
SORUŞTURMA KURULU BAŞKANLIĞI’NA
KONUSU: Hakkımda açılan disiplin soruşturması ile illgili yazılı savunmamım sunulmasıdır.
AÇIKLAMALAR:
USULE ĐLĐŞKĐN SAVUNMA
1- 22.11.2001 tarihinde Üniversite Rektörlüğü’ne hitaben bir dilekçe vermiş
hakkımda soruşturma açılmış bulunmaktadır.
olduğumdan dolayı
2- Hakkımda açılan disiplin soruşturması ile ilgili olarak tarafıma yapılan tebligatta hakkımdaki
suçlamanın Disiplin Yönetmeliği’nin hangi maddesini ihlal ettiğim belirtilmemiştir.
3- Bu nedenlerle savunmamı hakkımdaki suçlamayı ve Disiplin Yönetmeliği’nin hangi madde veya
maddelerini ihlal ettiğimi “açık ve net olarak” öğrenemeden hazırlamış bulunmaktayım
ESASA ĐLĐŞKĐN SAVUNMA
12-
22.11.2001 tarihli Rektörlüğe hitaben yazmış olduğum dilekçeyi Anayasanın 74. Maddesine
göre ve 3071 Sayılı, 1984 tarihli “Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun”
kapsamında dilekçe hakkımı kullanarak vermiş bulunmaktayım.
Anayasanın 74. maddesinde”Vatandaşlar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve
şikayetleri hakkında yetkili makamlara ve Türkiye büyük Millet Meclisine yazı ile
başvurma hakkına sahiptir.Kendileriyle ilgili başvurmalarının sonucu dilekçe
sahiplerine yazılı olarak bildirilir” denmektedir. Yine 3071 Sayılı Kanunda da aynı konu
34-
5-
6-
düzenlenmektedir.
Bu düzenlemeler kapsamında Üniversite Rektörlüğü’ne vermiş olduğum dilekçe ile ilgili bir
soruşturma açılmıştır. Açılan bu soruşturma dilekçe hakkının kısıtlanması sonucunu
doğurmaktadır.
22.11.2001 tarihli dilekçenin son paragrafında belirtilen “...Kürtçe dersinin seçmeli dersler
kapsamında üniversitemiz bünyesinde okutulmasını talep ediyorum” ibaresi 4709 sayılı yasa
ile değiştirilen Anayasanın 28. Maddesi’nde “kanunla yasaklanmış dil” kavramının
Anayasadan çıkarılmış olmasına dayandırılmıştır.Bu nedenle de dilekçe Anayasaya veya
herhangi bir yasaya da aykırı değildir.
Ayrıca Kürtçe’nin seçmeli ders olarak üniversitelerde okutulması ve isteyen herkesin bu
seçmeli dersi alma hakkının bulunmasını talep etmiştim.Bu talebim tamamen insani bir
taleptir. Bu talebin yazılı olarak sunulması bölücülük olarak veya başka kavramlarla
değerlendirilemez. Ve Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinin de herhangi bir maddesini ihlal
etmez.
Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu ve Anayasaya göre artık Türkiye’nin iç hukuku olarak kabul
edilen “Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi” ve “BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi” de
“Kürtçe’nin seçmeli ders olarak okutulması” hakkına imkan sunmaktadır.
5
7-
Üniversite Rektörlüğü’ne vermiş olduğum dilekçe ile Disiplin Yönetmeliği’nin 7-8-9-10.
maddelerini ihlal etmiş değilim. Sadece bu dilekçe ile isteyenlerin diğer seçmeli dil dersleri
gibi Kürtçe’nin de konulmasını ve isteyenlerin de bu dersleri seçmelerini talep ettim. Ben de
Kürtçe bildiğimden ve geliştirmek istediğimden dolayı böyle bir imkan tanınırsa bundan
yararlanmak isteğini dile getirdim. Herhangi bir suç işlemedim ve Disiplin Yönetmeliği’nin
herhangi bir maddesini ihlal etmedim.02.02.2002
FARUK UYSAL
M.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi
Sinema-TV Bölümü
Hazırlık Sınıfı-20010025
Adres:
Merkez Mah. Türker Sok.
No:12 Güngören-Đstanbul
SAVUNMAMDIR
21 Ocak 2002
Suat Çetin
20 Kasım 2001 tarihinde Đstanbul Üniversitesindeki arkadaşlar "Kürtçe Seçmeli Ders " talebi ile
dilekçelerle rektörlüğe başvurdular. O günden bu güne, başlatılan kampanya Türkiye'nin birçok
üniversitesine yayıldı. 20 bine yakın öğrenci arkadaş bu kampanyaya katıldı ve katılımlar hala
devam ediyor. Biz de kendi üniversitemizde bu kampanyayı başlattık ve dilekçelerimizi rektörlüğe
sunduk. Bunun üzerine Kürtçe Eğitim istiyoruz diye hakkımızda soruşturma açıldı. Şu an birçok
üniversitede soruşturmalar açılmış hatta bazı üniversitelerde kampanyaya katılan öğrenciler
hakkında örgüt üyeliği ve yardım-yataklıktan davalar açılmış durumda.
Bu kampanyaya katılmak her şeyden önce birey olabilmenin, insan olabilmenin gereği. Düşünen,
sorgulayan, üreten, kendine ve topluma faydalı bir birey olabilmek için, sağlıklı bir kişilik yapısına
sahip olabilmek için, anadili yaşamın her alanında kullanabilme olmazsa olmaz bir koşul. Anadilin
bireyin düşünce gücüyle kişiliği ile ilişkisi yapılan birçok araştırmada yeni bir çok somut örnekte
görünmüştür. Bu konuda çok uzaklara gitmeye gerek yok. Kürt gençlerine ve çocuklarına
baktığımızda bunu çok rahatlıkla görebiliriz. Kürt gençlerinin ve çocuklarının, düşünce gücündeki
zayıflık, düşüncelerini aktarmada yaşadığı zorluklar, yine özgüvensizlik, çekingenlik, edilgenlik,
asosyallik gibi kişilik sorunları anadilin önemini bize göstermektedir.Elbette ki bu sorunların
yaşanmasında daha farklı etkenlerde söz konusudur. Ama anadilini kullanamamanın temel
faktörlerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çok yoğun ve uzun süreli bir eğitimden geçen
üniversiteli Kürt öğrencilerinde dahi bu sorunlar ciddi boyutlarda yaşanmaktadır. Şahsen ben de
sorunları çeşitli düzeylerde yaşıyorum. Hiç kimsenin ırkını ve dilini seçme özgürlüğü yoktur. Sizler
dininizi, düşüncelerinizi değiştirebilirsiniz ama dilinizi, ırkınızı değiştiremezsiniz. Đnsanın anadili ile
yaşaması doğuştan gelen doğal bir haktır. Hiçbir bireyin, grubun, devletin bunu yasaklamaya hakkı
olamaz. Ben dilimi bu devletten almadım ve bu devlet de benim dilimi yasaklayamaz.
6
Anadil bir birey için ne kadar önemli ise bir halk için, ulus için çok daha fazla önemlidir. Bir halk
diliyle, kültürüyle, tarihiyle vardır. Kültür ve tarih de, dil ile iç içedir, bir bütündür. Sanat, edebiyat,
basın, ekonomi, spor....vb. hangi alana bakarsanız bakın dilin etkisini görürsünüz. Yaşamın hiçbir
alanını dilden bağımsız ele alamazsınız. Dil, bir ulusun temel var olma dinamiğidir. Bir ulusu insan
vücuduna benzetirsek dil de bu insanın iskeletidir. Dolayısıyla Kürt dilini yasaklamak aynı
zamanda Kürt kültürünü, sanatını, edebiyatını yasaklamaktır, Kürdün varlığını inkar etmektir.
Đlklerin yurdu olan Mezopotamya'nın, uygarlığın doğduğu yerin ilk sahiplerinden olan Kürt
halkının yaşamını yasaklamaya, değerlerini yok etmeye hiç kimsenin hakkı olamaz.
"Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyası" demokratik, aydınlık bir Türkiye yaratmak için çok iyi
bir fırsattır. Bu ülkede yaşayan 20 milyondan fazla Kürt'ün dilini yasaklamak bu ülkenin bir
ayıbıdır, geriliğidir. Dil yasağının olduğu bir yerde hiç kimse demokrasiden, birlikten,
beraberlikten, kardeşlikten bahsedemez. Dolayısıyla bu kampanyaya katılmak ülkemizi bu ayıptan
kurtarmak, aydınlık bir geleceğe kavuşturmaktır. Birliği, bütünlüğü tehdit eden bu kampanyaya
katılan öğrenciler değil, polisiye yöntemlerle, baskıyla, zorla, işkenceyle kampanyayı engellemeye
çalışan zihniyettir. Unutmamak gerekir ki zora, korkuya, baskıya dayanan hiçbir grup, parti, örgüt,
devlet meşru değildir. " Örgütün talebidir, örgüte hizmet ediyor, izin veremeyiz " yaklaşımı
konuyu saptırmaktır. Bu kampanyanın talebi çok açık ve nettir. Tartışılması gereken bu taleptir.
Yoksa Kürtçe Eğitimden TÜSĐAD da bahsediyor, MĐT de, ANAP da, HADEP de. Farklı
grupların, partilerin konuyu dile getirmesi talebin haklılığını ve meşruluğunu ortadan kaldırmaz.
Amacımız eğitimi engellemez, toplumun huzurunu bozmak değil ve bunu da hiçbir zaman
yapmadık. Demokrasinin bütün dünyada hızla yayıldığı, demokratik çözüm yöntemlerinin
işletildiği bir çağda yaşıyoruz. Biz de demokratik ve çağdaş yöntemlerle soruna çözüm bulmaya
çalışıyoruz. Meşruluğu herkes tarafından tartışılan ve değişmesi gerektiğini herkesin söylediği
anayasaya göre dahi suç teşkil etmeyen yöntemlerle taleplerimizi dile getiriyoruz. 20 binden fazla
öğrencinin talebini görüp çözüm üretmesi gereken ilgili makamlar dilekçeleri almayarak, korku
yayarak, öğrencilerin evlerini basarak, gözaltında işkence yaparak sonuç almaya çalışıyor.
Sorunları yok sayarak, inkar ederek bir yere varamayız. Bazılarının hoşuna gitsin ya da gitmesin bu
ülkede Kürtler yaşıyor ve bu halkın kendine ait dili, kültürü, sanatı, edebiyatı var, var olmaya
devam edecek. Hiç kimse Kürt halkının, özellikle de gençlerin kendi dilinden, kültüründen,
tarihinden vazgeçmesini beklemesin. Bunlar Kürt halkının varlık gerekçeleridir, onurudur, yaşam
damarlarıdır. Çözümün yolu bilimdir, bilimi esas almaktır. Bilimsel yöntemin çözemeyeceği hiçbir
sorun yoktur. Gelin soruna bilimsel yöntemlerle yaklaşalım, aydınlık, demokratik bir Türkiye'yi
birlikte yaratalım.
Kaynak: www.anadil.8m.com
…/…/2002
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI BASKANLIGINA
ANKARA
Bilindiği üzere, 4709 Sayılı Yasanın yayınlanıp yürürlüğe girmesiyle birlikte, Anayasanın Temel
Hak ve Özgürlükleri düzenleyen bir çok maddesinde değişiklikler yapılmış, hak ve özgürlükleri
sınırlayıcı hükümler daraltılmış, sınırlamaları sınırlayan ölçütler ise genişletilmiştir. Anayasada
7
yapılan değişikliklerden bir tanesi de, Anayasanın 28. maddesinde düzenlenmiş olan “Kanunla
yasaklanmış dil...” kavramının Anayasadan çıkarılarak tamamen terkedilmiş olmasıdır.
Böylelikle Anayasa Koyucu Meclis Türkçe dışındaki dillerin, özellikle Türkçe dışındaki en büyük
ve yaygın dil olan Kürtçe’nin kullanım alanlarının genişlemesine olanak yaratmıştır. Bu gelişme,
1987 yılında Kürtçe yasağının kaldırılmasından sonra bu doğrultuda atılmış önemli bir adimdir.
Bu kapsamda Kürtçe dersinin seçmeli ders olarak verilmesi amacıyla Üniversite Rektörlüğü’ne
verdiğim dilekçeme henüz yanıt verilmemiştir. Başka arkadaşlarımın dilekçeleri de yanıtsız
kalmıştır. Tam aksine, yasal olarak herhangi bir suç unsuru içermeyen dilekçeler, Đçisleri Bakanlığı,
Üniversite yönetimleri ve YÖK tarafından yasadışı bir örgütün yasadışı faaliyeti olarak
gösterilerek, Đçisleri Bakanlığınca 81 ilin valiliklerine gönderilen genelgede Kürtçe seçmeli ders
talebinin anayasaya aykırı olduğu ve bu tür dilekçeleri verenler hakkında anayasa hükümlerinin
ihlalinin önlenmesi için gerekli yasal işlemlerin yapılması istenmiştir. YÖK ve Đçisleri Bakanlığı’nın
talimatlarıyla su ana kadar güvenlik güçlerince bir çok öğrenci tutuklanmış, okul yönetimlerince de
yüzlere öğrenciye disiplin soruşturması açılmış, disiplin cezaları verilmeye başlanmıştır.
Bazı devlet yetkilileri “Kürtçe’nin üniversitelerde seçmeli ders olarak okutulması” seklindeki
talebimizi Kürtçe’nin anadil eğitimi olarak kullanılması seklinde çarpıtarak bizi hedef gösterdiler.
Bunda amaç; cezai ve idari soruşturma açtırmanın gerekçelerini yaratmaktır.
Anayasanın dilekçe hakki başlıklı 74. maddesinde de yer alan hükme göre “Yetkili makamlara ve
TBMM’ye dilekçe ile başvuruda bulunma hakki, karşılıklılık esasi gözetilmek kaydıyla Türkiye’de
ikamet eden yabancılara da tanınmıştır.” Maddeye “Başvuruların sonucu, başvurulara
‘gecikmeksizin’ bildirilir.” kuralı da eklenmiştir. Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere dilekçe
verilmesi değil, alınmaması anayasanın ihlalidir.
T.C.’nin kuruluş belgesi olan Lozan Antlaşmasının 38. ve 39. maddeleri ülkemizde yasayan ve
gayri Müslim olmayan vatandaşların da dil ve eğitim haklarını tanımıştır.
T.C. Anayasasının 42. maddesinin son fıkrası aynen şöyledir “Türkçe’den başka hiçbir dil eğitimöğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez….milletler
arası antlaşma hükümleri saklıdır.” Anayasanın 42. Maddesindeki yasaklayıcı hüküm tek başına ele
alınmamalıdır. Ayni madde milletlerarası antlaşma hükümlerini saklı tutmuştur. Lozan antlasması
bu kapsamda değerlendirilmelidir. Mevzuatımızda T.C. Anayasasının 42. maddesi dışında
Kürtçe’nin eğitim-öğretim kurumlarında öğretilmesini yasaklayan bir hüküm yoktur.
Bu anayasal gereklilikler kapsamında su ana kadar yapılan hukuk dışı uygulamaların iptal
edilmesini, Kürtçe’nin seçmeli dersler kapsamında üniversite müfredatlarına yerleştirilmesini talep
ediyorum.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
Adı
:
Soyadı
:
Okuduğu Üniversite :
Đmza
:
8
…/…/2002
CUMHURBAŞKANLIĞINA
ANKARA
Bilindiği üzere, 4709 Sayılı Yasanın yayınlanıp yürürlüğe girmesiyle birlikte, Anayasanın Temel
Hak ve Özgürlükleri düzenleyen bir çok maddesinde değişiklikler yapılmış, hak ve özgürlükleri
sınırlayıcı hükümler daraltılmış, sınırlamaları sınırlayan ölçütler ise genişletilmiştir. Anayasada
yapılan değişikliklerden bir tanesi de, Anayasanın 28. maddesinde düzenlenmiş olan “Kanunla
yasaklanmış dil...” kavramının Anayasadan çıkarılarak tamamen terkedilmiş olmasıdır.
Böylelikle Anayasa Koyucu Meclis Türkçe dışındaki dillerin, özellikle Türkçe dışındaki en büyük
ve yaygın dil olan Kürtçe’nin kullanım alanlarının genişlemesine olanak yaratmıştır. Bu gelişme,
1987 yılında Kürtçe yasağının kaldırılmasından sonra bu doğrultuda atılmış önemli bir adimdir.
Bu kapsamda Kürtçe dersinin seçmeli ders olarak verilmesi amacıyla Üniversite Rektörlüğü’ne
verdiğim dilekçeme henüz yanıt verilmemiştir. Başka arkadaşlarımın dilekçeleri de yanıtsız
kalmıştır. Tam aksine, yasal olarak herhangi bir suç unsuru içermeyen dilekçeler, Đçisleri Bakanlığı,
Üniversite yönetimleri ve YÖK tarafından yasadışı bir örgütün yasadışı faaliyeti olarak
gösterilerek, Đçisleri Bakanlığınca 81 ilin valiliklerine gönderilen genelgede Kürtçe seçmeli ders
talebinin anayasaya aykırı olduğu ve bu tür dilekçeleri verenler hakkında anayasa hükümlerinin
ihlalinin önlenmesi için gerekli yasal işlemlerin yapılması istenmiştir. YÖK ve Đçisleri Bakanlığı’nın
talimatlarıyla su ana kadar güvenlik güçlerince bir çok öğrenci tutuklanmış, okul yönetimlerince de
yüzlere öğrenciye disiplin soruşturması açılmış, disiplin cezaları verilmeye başlanmıştır.
Bazı devlet yetkilileri “Kürtçe’nin üniversitelerde seçmeli ders olarak okutulması” seklindeki
talebimizi Kürtçe’nin anadil eğitimi olarak kullanılması seklinde çarpıtarak bizi hedef gösterdiler.
Bunda amaç; cezai ve idari soruşturma açtırmanın gerekçelerini yaratmaktır.
Anayasanın dilekçe hakki başlıklı 74. maddesinde de yer alan hükme göre “Yetkili makamlara ve
TBMM’ye dilekçe ile başvuruda bulunma hakki, karşılıklılık esasi gözetilmek kaydıyla Türkiye’de
ikamet eden yabancılara da tanınmıştır.” Maddeye “Başvuruların sonucu, başvurulara
‘gecikmeksizin’ bildirilir.” kuralı da eklenmiştir. Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere dilekçe
verilmesi değil, alınmaması anayasanın ihlalidir.
T.C.’nin kuruluş belgesi olan Lozan Antlaşmasının 38. ve 39. maddeleri ülkemizde yasayan ve
gayri Müslim olmayan vatandaşların da dil ve eğitim haklarını tanımıştır.
T.C. Anayasasının 42. maddesinin son fıkrası aynen şöyledir “Türkçe’den başka hiçbir dil eğitimöğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez….milletler
arası antlaşma hükümleri saklıdır.” Anayasanın 42. Maddesindeki yasaklayıcı hüküm tek başına ele
alınmamalıdır. Ayni madde milletlerarası antlaşma hükümlerini saklı tutmuştur. Lozan antlasması
bu kapsamda değerlendirilmelidir. Mevzuatımızda T.C. Anayasasının 42. maddesi dışında
Kürtçe’nin eğitim-öğretim kurumlarında öğretilmesini yasaklayan bir hüküm yoktur.
Bu anayasal gereklilikler kapsamında su ana kadar yapılan hukuk dışı uygulamaların iptal
edilmesini, Kürtçe’nin seçmeli dersler kapsamında üniversite müfredatlarına yerleştirilmesini talep
ediyorum.
9
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
Adı
:
Soyadı
:
Okuduğu Üniversite :
Đmza
:
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦
TÜRKĐYE’NĐN
ANADĐLDE EĞĐTĐM POLĐTĐKASI
VE
KÜRT DĐLĐ
Kürtçe Eğitim ve Öğrenimi için Kürt Öğrenci Girişimi
Giriş
Kürtçe eğitim ve yayın tartışmalarının yoğunlaştığı ve bu konulardaki yasakların kaldırılması
için yürütülen demokratik hareketlerin güçlendiği bu dönemde, hem tartışmalara katkı sunmak,
hem de Türkiye’deki demokrasi mücadelesine destek olmak için “anadilde eğitim ve anadil
eğitimi” konulu bu araştırmayı yapmış bulunmaktayız. Anadilde eğitim ve anadil eğitimi
konularındaki sıkıntıları en çok yaşayan ve bunu yaşamın bütün alanlarında hisseden biz
öğrencileriz. Böyle bir çalışma yapmanın, yaşamda bir birey olarak varolabilmenin ve bir
10
üniversiteli olabilmenin koşulu, aynı zamanda ülkemizin demokratik ve özgür yarınları için bir
yurttaşlık görevi olduğu kanısındayız.
Araştırmamızı mümkün olduğu kadar geniş tutmak ve konuyu açıklayabilmek için, dilin
öneminden başlayarak, anadilde eğitimin önemini, Türkiye’nin anadilde eğitim ve anadil eğitimi
konularına yaklaşımını, diğer ülkelerin konuya yaklaşımını, anadilde eğitim ve anadil eğitimi ile
ilgili uluslararası sözleşmeleri, Kürtçe eğitimi tarihi ile bugünü konularını inceledik. Konunun daha
iyi anlaşılması için somut örneklere yer verdik.
Araştırmamızın sonuna eklediğimiz ekler kısmının, konunun daha iyi anlaşılmasını,
sorunlara daha gerçekçi ve çözümleyici yaklaşılması gerektiğini, sağlayacağı inancındayız. Ekler
kısmının birinci bölümünde Kürtçe yayınlanan eserlerden örnekler yer almaktadır. Đkinci kısımda
ise Đstanbul Kürt Enstitüsü’nün yayınladığı, Kürtçe, Türkçe, Đngilizce yazılan “Kürt Dilini
Tanıyalım” broşürü yer almaktadır. Biz sadece Kürtçe ve Türkçe bölümlerini çalışmamıza kattık.
Ekler kısmının birinci ve ikinci kısmının son dönemlerde yaşanan “Kürtçe dil midir, değil midir?”
, “Kürtçe yazılı eser var mı?” , “Kürtçe ile eğitim yapılabilir mi?” , “Kürtçe Türkçe’nin Farsça’dan
etkilenmiş bir lehçesidir.” ....vb tartışmalara ışık tutacağı inancındayız. “Kürt Dilini Tanıyalım”
broşürünün Kürtçe kısmını da yaşanan tartışmalara ışık tutan somut bir örnek olduğunu
düşüncesiyle çalışmamıza kattık. Çalışmayı inceleyenlerin de bunu rahatlıkla görebileceği
düşüncesindeyiz.
Araştırmamızı yaparken kaynakların çokluğu ve çeşitliliği karşısında şaşırdık. Örneğin
uluslar arası boyutta sadece Đsveç’te anadilde eğitim için 30 sayfa, Kürtçe kitap listesi için 80 sayfa
ayırmamız gerekiyordu. Tekrardan kaçınmak ve araştırmanın okunabilirliğini artırmak için özetler
ve kısaltmalar yaptık. Görüş, düşünce ve bildirgeleri ise anlam bütünlüğünü bozmamak için tam
olarak aktardık.
Her ne kadar yetersiz olsa da çalışmamızın anadilde eğitim ve anadil eğitimi konularındaki
araştırmalara katkı sağlayacağı, konuyla ilgili araştırma yapanları aydınlatacağı düşüncesindeyiz.
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
ANADĐLDE EĞĐTĐM VE ANADĐL EĞĐTĐMĐ SORUNUNA GENEL YAKLAŞIM
1.
DĐL VE ÖNEMĐ
“Dil insanların düşündükleri ve duydukları bildirmek için ve işaretlerle yaptıkları
anlaşma,lisan”.(Türkçe sözlük)
“Dil bir yaklaşıma göre, düşüncelerin sözcük haline getirilmiş sesler aracılığıyla
anlatılmasıdır.”(Ana Britanica)
“Genel anlamda dil, insanların duygu, düşünce, istem ve beklentilerini birbirlerine
aktardıkları en önemli iletişim aracıdır. Bununla birlikte onun işlevi, bilgi düşünce ve duygu
aktarımı veya iletişimi ile sınırlı değildir. O dünyayı yansıtmakla kalmaz; gerçekleri ve dünyaları da
yaratır. Siyaset, bilim, edebiyat, din ve kültürün diğer belirtileri, dil olmadan, hayal (tasavvur)
edilemezler. Bu nedenle dil bir iktidar kaynağıdır. (Hasan Pir. 1991, s.11)
11
“Dilin önemi ve gücü ilk çağlardan beri vurgulanmıştır. Adlandırma, nesnelere ad verme
dilin sadece bir yönü de olsa, ilk insanlar için büyüleyici bir değer taşımıştır. Birçok kültürde
adlandırma yeteneği, nesneler üzerinde otorite kurmanın, onlara sahip olmanın en kesin yolu
olarak görülmüştür. Đlkel kültürlerde insanların adlarını insanlara açıklamaktan kaçınmaları da
buna bağlanabilir. (Ana Britanica, 1993, s.109)
“Bir ulusun dili onun ruhudur; ruhu da dilidir.” (W. von Humbolt)
“Dil kültürün aynasıdır.” (K. Vossler)
“Eğer dil geliştirilmemiş olsaydı, insan insan olarak yaşayamazdı”. (Rossi Londi)
“Dillerimizin sınırları, dünyamızın sınırlarıdır”. (Wittgenstein)
Đnsan doğumuyla başlayan varolma olgusu, onu çevreleyen toplumun varolma olgusuyla
bütünleşerek devam eder. Đnsan, kendisini saran bu toplumu anladığı ve kavradığı oranda onunla
bütünleşmeyi başarır. Toplumu oluşturan kültür değerleri, bilgi, bilim ve sanat, insan davranışları,
kurumlar ve bunları yönlendiren normların devamlılığını birikim-iletim yoluyla sağlar. Bireyin, bu
çerçeve içerisinde yer edinebilmesi, kendisini katabilmesi, yeri ve zamanı geldiğinde değişim ve
gelişime katkıda bulunabilmesi, birikim-iletim zincirinin bir halkası olabilmesiyle mümkündür.
Kültürel değerler, tarihi süreçler, inançlar, kazanılanlar ve kaybedilenlerle, mekana, zamana
ve bunları anlamlı kılan topluma, toplumu oluşturan insanların her yönüne yansımıştır. Bu
yansımalar ise en ince şekilde dile işlenmiştir. Birey ile toplum arasındaki bu bütünlüğü sağlayan
araç da dildir. (Rengin 6. Sayı, s.24)
Dil insanların yabanıl dönemden çıkarak insansı edimlere başladıkları uygarlık tarihinin ilk
aracı durumundadır. Dil insanların doğayı tanıma, anlama ve bunu ifadelendirerek diğer insanlarla
paylaşmada önemli bir faktördür.Çünkü dil herhagi bir niyetin açığa vurulması dolayısıyla bir
zihinden başka bir zihne aktarılması amacına da hizmet eder. Bu anlamda insanın insansı
edimlerini gerçekleştirerek bir topluluğa ait olmasının yani toplumsallaşmasının önemli bir
durağıdır. Doğanın bir parçası olan insanın doğada tüm duyumsadıklarının bir ifadesidir dil.
Kendini ve doğayı tanımaya başlayan insan, bu birikimi çıkardığı sesler aracılığıyla simgeleştirir ve
bu simgeleştirme zamanla kendi içinde sistematiği bulunan bir sesler bütününe ardından da
sözcükler bütününe dönüşür. Bu bağlamda dilin toplumsal ve bilinçli bir varlık olan insan için bir
varolma koşulu olduğunu belirtebiliriz.
Dilin, bir toplumla ve toplumun kültürü ile de bağlarının olması, onun bir toplumsal kurum
olarak nitelenmesine yol açar. Bu özelliğiyle dil kültürün, kültürde toplumun bel kemiği sayılabilir.
Đnsanın edimlerini kendi türdeşleriyle paylaşması, bu paylaşımın üretime dönüşmesi ve
üretimin kendi sistematiğini yaratabilmesinin temelinde dil vardır. Daha da açarsak bu sistematiğin
özünde diyalog, diyalogun özünde iletişim, iletişimin özünde dil vardır.
Dilin önemini bir kez daha belirtmek için dünyanın en büyük düşünürlerinden biri olan
Konfüçyüs’ü dinleyelim.
“Bir gün Konfüçyüs’e sorarlar, ‘Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne
olurdu?’ Konfüçyüs soruyu şöyle yanıtlar, ‘Hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlardım.’
Konfüçyüs kendini dinleyenlerin şaşkın bakışları arasında şöyle devam eder. ‘Dil kusurlu olursa,
sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmasa yapılması gereken şeyler doğru
yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılamasa idare ve kültür bozulur. Đdare ve kültür bozulursa adalet
yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye
varacağını bilemez. Đşte bunun içindir ki, hiçbir şey dilden daha önemli değildir.’
“Dil düşüncenin kendisidir” diyen bilim adamı Karl Marks, dilin, bireyin kendini dış
dünyaya açması ve dış dünyada edindiklerini yorumlayabilmesi için temel bir işlev gördüğünü
belirtir. Bu yönü ile dilin düşünce ile içiçeliği hemen kendini göstermektedir. Bu anlamda,
12
bilinçteki gelişme dilden bağımsız değildir. Đnsan, doğayı, evreni anladığı ve bunun sonucunda
oluşan birikimi ses dizgelerine dönüştürdüğü oranda bir üretime geçerse bu, gelişimin temel
basamağı olur. Yukarıda bahsettiğimiz birikim düşüncedir. Ve düşüncenin hayat bulması, yaşam
içinde etken olabilmesi için dil şarttır. Düşünce olmadan dil olmaz, dil olmadan düşünce olmaz.
2.
ANADĐLĐN ÖNEMĐ
Dilin insan için önemini açtıktan sonra dil olgusu içerisinde anadil kavramını açabiliriz.
Anadil, daha çok annenin kullandığı dil olarak algılansa da bu tanımlama eksik bir tanımlamadır.
Anadil kavramını kısaca tanımlarsak, çocuğun aileden, çevreden, soydan ve ulusundan belirli,
bilinçli bir öğrenim evresi olmaksızın edindiği dildir.
Dilbilimci Brkont’a göre insanlar bildiklerini dilin yardımı ile biliyorlar. Bilginin unutulması
dil ile engelleniyor. Yani dil, bilgi ve kültürün yaratıcısı ve koruyucusudur. Almanya’daki Türk
çocuklarının özürlü okullara gönderilmesinin asıl nedeninin ulusal dil ve ulusal kültürün yabancı
eğitime ve kültüre adapte olamamasından kaynaklandığını belirten Prof. Dr. Server Tanilli, dil ile
özellikle anadil ile düşünce ilişkisinin önemine vurgu yapmaktadır. Bu açıdan, insanın en iyi
özümsediği dil,doğaldır ki, kendi anadilidir. Anadil bilginin oluşumunda temel etmendir. Anadilde
eğitimi engellemek özde bilginin gelişimini engellemektir.
En iyi iletişim aracı olan anadil insanlar arasında ilişkiyi, yakınlaşmayı ve uyumu sağlar.
Anadil eksikliği bu uyumun bozulmasına neden olur. Bireyin sağlıklı kararlar almasını engeller,
karamsarlığa iter. Đnsanda düşünsel ve davranışsal dengesizliği geliştirir. Çoğu zaman ölüm ve
intihar olaylarına varan ruhsal çöküntülere yol açabilir. Sağlıklı ve gelişkin bir kişiliğin
yaratılmasında anadiln büyük önemi vardır. Böyle bir insan çevresiyle daha sağlıklı ilişkiler kurar.
Düşünce ile anlatım, birbirlerine sıkı bağlarla bağlıdır ve dile hakimiyet çocukların ve
gençlerin eğitiminde üstün bir yer tutmaktadır. Dile hakimiyet, öğrencinin okuduğu değişik bilim
dallarında kendisini geliştirmesi için zorunludur. Öğrencinin bir konuyu anlama gücü, bir kavramı
formüle edebilme ve somuttan soyutta geçebilme yeteneğine bağlıdır. Bu da bireyin dile hakim
olma düzeyinin bir ürünüdür. O halde dilin anlaşılması, düşüncenin anlaşılmasından da önemli bir
rol oynar. Dilin iyi öğrenilmesi düşüncenin düzene konulması için zorunludur. Birey, kendi
anadilini kullanabildiği ölçüde iyi bir düşünce gücüne kavuşur. Dilin en önemli görevi düşünceleri
nesnel ve açık biçimde başkalarına ulaştırmak olduğuna göre, dilin düşünceden ayrılamayacağı
apaçık bellidir. Đnsanlar kendi düşüncelerini anlatmak ve başkalarıyla anlaşmak isterlerse, her
şeyden önce kendi dillerinden yararlanmayı bilmelidirler.
Çok kültürlü toplumlarda, göçmen-azınlık çocuklarının büyük bir kısmı bulundukları
ülkenin dilini ilk olarak okulda öğrenmeye başlar. Ne anadilini ne de eğitimin dilini gerektiği gibi
kavrayamayan bu çocuklar, öğrenim alanından başlayarak insanlarla ilişki kurmada,
toplumsallaşmada, sosyal bir varlık olmada çeşitli başarısızlıklar ve uyumsuzluklar yaşar. Okulda,
içinde yaşadığı toplum normlarıyla ve değer yargılarıyla ilk kez karşılaşan çocuklar kültür çatışması
sonucunda kişilik sorunları yaşamaya başlar. Dil bilgileri yetersiz olan bu çocuklar kendilerine olan
güveni yitirerek, aileleriyle ve çevreleriyle sağlıklı bir ilişkiye giremezler. Bu da asosyal kişiliklerin
oluşmasına neden olur.
Yeni bir çevreye uyum sağlayabilmesi için bireyin öncelikle kendi kişisel ve kültürel kimliğini
geliştirmesi gerekir. Bu da anadil aracılığıyla, anne-baba çocuklar arasındaki sağlıklı bir iletişimle
mümkün olan kültür aktarımı sonucunda olur. Göçmen-azınlık gençlerdeki psikolojik hastalıkların
aile-çocuk arasındaki dil uçurumu ile ilintili olduğu saptanmıştır. Kaynaşmayı, pozitif ilişki kurma
ve karşılıklı ilişkiler geliştirmeye hazır olma olarak kabul ettiğimizde, böyle bir kaynaşma motifinin
oluşması kültürel kişiliğin yaşamasıyla kolaylaşacaktır.
Çok kültürlü ve çok dilli toplumlarda demokratik ve özgür bir birlikteliğin çabası yoksa,
aksine zoraki bir uyum uygulanmaya çalışılıyorsa, bu kültürel çatışmalara neden olur. Göçmenazınlık toplumların hem kültür hem de dil olarak aşağılanması, toplum dışına itilmesi söz konusu
13
olacaktır ki; bu yaşamın her alanında çeşitli sorunlar doğurur. Böyle bir çatışma ortamında ikinci
plana itilmekten ve aşağılanmaktan korkan bireylerin kendi dillerinden tamamen uzaklaşıp egemen
toplumun dilini öğrenmeye çalıştığı, kendi diline ve kültürüne karşı büyük tepki duyduğu görülür.
Đki dilli bir ortamda yetişen çocuklarda ana babalarının kendileri ile anadillerini konuş(a)mamaları
durumunda, aslında sevdikleri bu dili sevmedikleri yönde bir saplantı gelişir ve kendi dillerine
karşı bir antipati duymaya başlarlar. Đsveç’teki Finli çocuklar üzerinde yapılan bir araştırma
sonucuna göre, egemen kültür tarafından sürekli olarak ikinci plana itilip, aşağılandıkları için,
çocukların pasif konumda kalmaya, kendi dil ve kültürel kişiliğine küçültücü tavırlar almaya
yöneldiği görülmüştür.
Çocuklar ve gençler yaşlarına uygun olarak anadillerinde kendilerini geliştirebilirlerse
kimliklerini koruyabilirler. 1956’da Macaristan’da meydana gelen ihtilali bastırmak isteyen
Sovyetler Birliğinin Macaristan’ı işgal etmesi üzerine, yüz binlerce Macar batıya göç etmek
zorunda kaldı. Đsveç’e sığınan Macar aileler kısa sürede ülkelerine dönmenin mümkün olmadığını
düşünerek çocuklarını Đsveçlileştirmeye, geçmişlerini unutturmaya çalıştılar. Gerçektende o
dönem hiçbir Macar çocuğu Macarca öğrenememişti. Fakat bu çocuklar gençlik dönemlerinden
itibaren köklerini araştırmaya ihtiyaç duyunca, geç kalındığını acı bir şekilde öğrendiler. Geçmişi
olmamak Macar gençlerini intihara sürüklemeye başladı. O dönemler Đsveç’te yoğun yaşanan
intihar olaylarında, grup sayısına göre en fazla intihar edenler, geçmişinden koparılan bu Macar
gençleriydi. Yapılan bu araştırma şunu göstermektedir; bir birey kendi kültürünü yaşayıp kişiliğini
gerçekleştiremediğinde, ne bir başka kültüre uyum sağlayabilir, ne de kendisine, ailesine ve
topluma yararlı bir birey olabilir. Aksine bu bireylerin her biri toplumsal düzen için potansiyel
birer tehlikedir.
3.
ANADĐLDE EĞĐTĐMĐN ÖNEMĐ
Dil ve anadilin önemini açtıktan sonra anadilde eğitimin gerekliliğini irdeleyebiliriz. Konuyu
daha iyi anlayabilmek için, önce eğitimin genel anlamda neyi amaçladığına bakalım.
3.1. Eğitimin Amaçları
Eğitim, bireyin ruhsal, zihinsel ve bedensel biçimlenmesine yönelik, bilgi, beceri ve anlayış
kazandırma etkinliğidir. Đnsanı zenginleştirme etkinliği de denilebilir. (Önen, 1993: 1)
Eğitimin çok çeşitli amaçları vardır. Bunlardan birkaç tanesini yazarsak;
•
Düşünen, araştıran, inceleyen, kuşku duyan,
•
Kendisini ve çevresini sorgulayan ve eleştiren,
•
Kendisinin ve çevresinin sorunlarına çözüm arayan,
•
Günü gününe yaşamayıp, hem geçmişi değerlendiren, hem de geleceği ve geleceğinin
sorunlarını öngörmeye çalışan,
•
Kendinin ve başkalarının hakkını arayan, haksızlıklara karşı gelebilecek cesarete sahip,
başkaları mutsuzken mutlu olmayan, toplumsal sorumluluğu olan,
•
Yetenek ve sınırlarının ayrımında, ama aynı zamanda bu yetenek ve sınırları zorlayan,
kendini durmadan yetiştiren ve yenileyen ve kendini yenilemenin zorluğunun
bilincinde olan,
•
Bir iş üzerinde yoğunlaşabilen, başladığı işi bitiren,
•
Tükettiğinden çok üreten, kırıcı değil, yapıcı olan,
•
Ayrımında olsun olmasın, çözemediği kişisel sorunları olumlu yönde
değerlendirebilen insanlar yetiştirmektir (Nesin, 1997, s.22)
14
Kısaca eğitim, bireyin kendisini, toplumu ve doğayı daha iyi tanımasına ve bunlarla daha iyi
ilişkiler kurup, bunları geliştirmesine olanak sağlayan bir süreç olmalıdır. Đnsan kişiliğine saygı, her
sosyal problemde ama özellikle eğitimde bilgeliğin bir koşuludur (Russell, 1996, s.229).
3.2. Eğitimde Anadilin Önemi ve Gerekliliği
Yukarıda belirttiğimiz eğitimin amaçlarına ulaşabilmek için, eğitim sürecinde kullanılan dil
çok önemlidir. Çünkü eğitim sürecinde kazandırılmak istenenlere dil aracılığı ile ulaşılır. Ancak bu
dil çocuğun yapısına uygun olduğu oranda eğitimden amaçlananlar gerçekleşebilir. bu dil de onun
anadilidir. Çocuk okul öncesi kendi dilini (anadilini) biliyordur.
6-7 yaşları altındaki çocuk, verilen eğitimi alabilmek için gereken gelişimi tamamlamamıştır.
Ancak 6 yaşındaki çocuk senkretizm aşamasını tamamlayıp, günlük kavramlar aşamasına başlamış
olur. Bundan dolayı bir çok ülkede okula başlama yaşı 6-7 yaşlarıdır. Bu süreçte, okulun, çocuktaki
bu gelişimi destekleyerek, kavram oluşumunu sistemleştirip geliştirmesi gerekir. Okulun bu
görevini yerine getirebilmesi, çocuğun önceki aşamalarda oluşturduğu birikimi değerlendirmesiyle
mümkündür. 6 yaşına kadar gelen aşamayı sistematikleştirmeye çalışan okul, böylece çocuğun
zihinsel gelişimini hızlandırarak, onu bir üst aşama olan bilimsel kavramlar aşamasına hazırlar.
Çocuk, okul dönemine kadar ki (6-7 yaş) birikimlerini, çevresindeki yaşam tarzına ve ilişkilere göre
oluşturur. Bunu, anadilini temel araç olarak kullanarak yapar. Anadil, 6 yaşına kadar, hemen
hemen tüm temel dilbilgisi yapısıyla, çocuğun zihninde oluşur. Bir dilbilimcinin açıklamasına göre
6 yaşındaki çocuk, etken olarak 5000’in üzerinde, edilgen olarak da (ya da duyunca anladığı) 27000
kadar sözcük kullanabilmektir. O halde okula başlayan çocuğun biriktirdiği bilgi dağarcığı
anadilinde somutlaşmakta, kavram gelişimi bu temelde oluşmaktadır.
Đşte burada anadil eğitimi önem kazanmaktadır; çünkü çocuğun anadilini
değerlendirememek, yani okulda kullandırmamak, var olan zenginliğinden, sözü edilen dil ve
kavram hazinesinden, yani konuşma ve düşünme yeteneğinden yararlanmasına engel koymak,
çocuğun geleceğini öldürmek demektir.
Göçmen/azınlık çocuklarında yaşanan en büyük sorun olan eğitim dilinin yabancı bir dilde
olması durumunda, çocuk, o ana kadar oluşturduğu birikimi kullanamamaktadır. Günlük
kavramlar aşamasına kadar gelen çocuğun bu aşamayı okul aracılığıyla yeni bilgiler ve kavramlarla
geliştirip pekiştirmesi gerekirken kendisine yabancı bilgileri-kavramları kendisine yabancı olan bir
dil ile almak durumundadır. Böylece çocuğun zihinsel gelişimi engellenerek, neredeyse yeniden
başlama noktasına doğru geriletilmektedir.
Çocuğun anadili ne olursa olsun, Türkçe-Kürtçe-Đngilizce-Almanca-Arapça vs. diller
arasında şu veya bu fark olabilir, ama bu dillerin çocuk için işlevleri hemen hemen aynıdır.
Çocukların ana dillerini öğrenmek için çektikleri zahmetleri ve çalışkanlıklarını değerlendirmek
zorundayız. Eğer çocukları küçük düşürmek isterseniz, işte o zaman anadillerini yasaklar ve onlara
başka bir dille eğitim yaptırırsınız. Çocuğa yapacağınız en büyük saygısızlık budur. Saygısızlığı bir
tarafa bırakalım, dil deposu bir düşünme deposu olduğuna göre, bu yetenekleri kullandırmamak,
çocuğun insanca gelişmesine engel olmaktır (GEW: 1996).
Prof. Eren Omay, Wittgenstein’in “Dilimin sınırları, dünyamın da sınırlarıdır” sözünü
anımsatıyor: “Hiçbir insan yabancı dili anadili gibi konuşamaz. Yabancı dille eğitim yaptığınız
zaman, dünyanızı sınırlıyorsunuz demektir” diye ekliyor. Dil konusundaki çalışmalarıyla tanınan
Prof . R. Nermi Uygur da “Bilimi yaratabilmeniz, anlayabilmeniz için anadilde çalışmanız gerekir”
diyor.
Bilim dilinde ana dile vurgu yapan bir diğer bilim insanı da Prof. Bedia Akarsu, “Dil-kültür
Bağlantısı” isimli eserinde, “Bilim yaratmak demek, bir düşünce etkinliği üretmek demektir” diyor.
Hubords’a göre dil düşünceyi tamamlayan, düşünceyi yaratan bir şeydir. Ancak dilini oluşturan,
yükselten bir toplum, gerçek bir düşünce etkinliği gösterebilir (Uğuz, 1997:21)
15
Gelişmiş ülkelere bakıldığında, anadile büyük önem verilmekte ve bunun için oldukça
önemli çalışmalar yapılmaktadır. Örneğin Fransa’da, Fransız Öğretmenleri Derneğince
hazırlanmış bulunan yeni bir amaçlar listesi, anadil öğretiminin gereklerini özetlemekte ve bu
amaçları üç büyük kategoride, dil-edebiyat ve yaşama hazırlama olarak sınıflandırmaktadır:
Konuşma ve yazı diline hakimiyet, okuma, büyük edebi eserler (Fransız edebiyatı ve yabancı
edebiyatlar, klasik ve çağdaş metinler), diğer haberleşme araçlarının (basın, sinema vb) eleştirel
incelenmesi, kişiliğin gelişmesi ve yaşama hazırlama.
Yine Rohat’a göre, anadille eğitimin sağladığı yararları şöyle sıralamak mümkündür: Bir
insan yabancı bir dil yerine, kendi diliyle daha rahat düşünür, anadilini iyi bilen bir insan, ikinci bir
yabancı dili daha iyi öğrenir, çocuk, eğitimin içeriğini çok iyi bildiği anadiliyle daha kolay kavrar,
anadilini bilen çocuk, kendisini güven içinde hisseder, benliği üzerindeki tasarımları gelişir, kişiliği
zedelenmez, dil-kültür arasındaki güçlü bağ çerçevesinde anadilini bilen çocuk, çevresiyle,
yakınlarıyla iyi ilişkiler içine girer. Toplumsal bir varlık olarak kişiliği daha da gelişir.
“Anadil öğretimi ikili bir rol oynar; hem kişiliği geliştirir, hem de anlatım olanağını arttırır.
Anadili iyi bilmek, dile hakim olmanın düşünceye de hakimiyet sağlaması dolayısıyla, ilerlemiş
derslerin izlenmesinde en öncül bir koşulu oluşturur. Dile olan bu hakimiyet, okulun birinci
amacıdır. Bu anadil öğretiminin yalnızca bir dersin okutulmasında tamamlayıcı bir nitelik
oluşturması gerekir” diyen J. Marshall’a göre gelişmesi halinde anadilinden etkilenebilecek türlü
yeteneklere verilen önem derecesi aşağıdaki öncelik sırasında görülmektedir.
Estetik Yönden
•
Edebiyatın değerinin bilinmesi
•
Okuma zevkinin gelişmesi
•
Dilin değerinin bilinmesi
•
Edebiyata bağlı boş zamanların değerlendirilmesi
•
Öbür sanatların değerlerinin bilinmesi
Moral Yönden
•
Öbür çağların anlaşılmasının geliştirilmesi
•
Fikir namusunun geliştirilmesi, kültür mirasının değerinin bilinmesi
•
Öbür ulusların anlaşılmasının güçlendirilmesi
•
Kişisel moral değerlerinin güçlendirilmesi
•
Diğer kültürlerin anlaşılmasının geliştirilmesi
Anadil eğitimi, aynı zamanda bizde rasyonel düşünce ile sezgisel düşünceyi oluşturmaktadır.
Anadil öğretimi sözcüklerin dış anlamlarının gizlediği derin kavramın öğrencilere tanıtılmasına
çok fazla yardımcı olur.
Kavramlar, düşünmenin temel araçlarıdır. Çocuğun zihinsel düzeydeki etkinliğinin bir
ürünü olan kavram, dil düzeyinde sözcükle ifade edilir. Buna göre sözcük veya sözcüklerle kavram
arasında veya daha geniş anlamda dil ile düşünme arasında karşılıklı etkileşime dayalı bir
bütünsellik vardır; yani biri diğeriyle var, birinin gelişimi diğerini de geliştirir veya birinin
yavaşlaması diğerini de yavaşlatır.
Düşünme yeteneğiyle anadil bilgisi arasında ilişki olduğuna göre düşünme gücünün gelişimi,
dil gelişimiyle mümkündür. Duygular, düşünceler ve bildirimler dil ile gerçekleştiği gibi, her dilin
de kendine göre duyguları, düşünceleri oluşturma ve bildirme kuralı vardır. Bu kurallar kavrandığı
ve kullanma becerisi kazanıldığı oranda eğitime katılım ve öğrenme süreci hızlanacaktır.
16
Dilin kullanımı ve eğitimi düşünsel ruhsal yönlerdeki etkisinin yanı sıra siyasi yönüyle de
büyük bir anlam taşır. Bir toplumun her türlü alışverişi, dertlerini ve sorunlarını ortaya
koyabilmesi ve bunları örgütleyerek gerçekçi istemler haline getirebilmesi için, ortak bir iletişim
aracını yakalaması gerekir ki, en basit olanı dildir.
4. BÖLÜMLE ĐLGĐLĐ ÖZEL EKLER
Klaus Liebe Harkort’un Almanya Eğitim Sendikası GEW Adına ve Đsveç delegesi JAN
FORSELL’ĐN Đsveç Eğitim Sendikası Lararförbundet adına Eğitim-Sen’nin yaptığı
DEMOKRATĐK EĞĐTĐM KURULTAYI’NA sundukları bildirgeleri konuyu daha iyi
aydınlatmamızı, çalışmamıza katkı sağlayacağı düşüncesiyle çalışmamıza ekledik.
4.1. Klaus Liebe-Harkort’un Almanya Eğitim Sendikası
DEMOKRATĐK EĞĐTĐM KURULTAYI’NA Sunduğu Bildirge
GEW
Adına
4.1.1. DĐLĐN ĐŞLEVLERĐ
Dil ne kutsal bir mücevher, ne tanrının bir yarattığı, nede telefon veya bilgisayar gibi basit
bir iletişim aracıdır. Dil insanlığın gelişiminin bir ürünüdür; yüz binlerce yıllık insanlık tarihinin bir
sonucudur. Dil bir varlık değildir, kendi yaşamı yoktur. Dil insanın bir parçasıdır, aynı insanın,
dilin bir parçası olduğu gibi. Hayvanların dili yoktur. Hayvanlar iradeleri dışında ve niyetleri
olmadan düşünmeden basit iletişimde bulunur. Dilsiz insan yoktur. Sağır ve dilsizler de insanların
dillerinden paylarını alırlar. Đnsanı dilinden tanıyabiliriz, aynı şekilde dille kendimizi tanıtabiliriz.
Yalnızca dille bilgi edinebiliriz. Her zaman vurgulanan, iletişim dilin ilk işlevi değildir. Dil
aracılığıyla kazandığımız şeyler hakkında iletişimde bulunabiliriz. Ama dil bir araç değil. Dilde
daha çok kültür ve kültürel çabalar, hem büyük yapıtlarda hem de tek tek sözcüklerde yansır. Dil
kültürdür.
Bilimsel, alanda dilin aşağıdaki işlevlerine değinilir.
Dil;
1.
Toplumsal ilişkileri düzenler
2.
Geçmişteki bilgileri edinip geleceğe aktarmayı olanaklı kılar
3.
Yeni kazanılmış bilgilerin belleğidir.
4.
Đnsanlığın ve de bireyin belleğidir.
5.
Đnsanları geçmiş hakkında düşünüp onu yansıtmaya ve gelecek hakkında kafa yormaya
götürür.
6.
Đnsana duygusal dünyasını düzenlemekte yardım eder.
7.
Tabi, tüm insanların bu olanaklarla birbirleriyle iletişimde bulunmasını da sağlar.
Dil ve davranışta özel bir ilişki içindedir. Dilbilimcilerden biri olarak Wolf Schneider bu
konuda şöyle diyor:
1.
Emirlerle, dileklerle, buyruklarla davranışa yol açar.
2.
Etkileme ve değerlendirmelerde davranışı yönlendirir
3.
Onaylama ve cesaretlendirmemelerle davranışı kolaylaştırır.
4.
Yansıtmayla sözcüklerle, içsel dille davranışa eşlik eder.
5.
Đleriye yönelik güzel düşüncelerle davranışın yerini alır
6.
Karalamalarla, hakaretlerle, onaylama ve övgülerde davranışın kendisidir.
Sözcüklerde ve günlük yaşamda dil, çok sık iletişimi aracına indirgenir. Böylece dilin önemi
küçümsenmiş ve sınırlandırılmış olur. Bu da politik bir karar, bir erk sorunudur; çünkü dili
17
kullanabilen kişi, kendisine dilin kullanımı öğretilmiş biri, dili edilgen ve üretken olarak çok sınırlı
kullanabilen birine göre toplumsal ve politik yaşamına katılabilmek için geniş bir olanağa sahip
demektir.
Diğer yönden; dille bir insan yıkılabilir, halklar saf dışı bırakılabilir, kimliğin gelişimini terk
etmeye zorlanabilir. Dil, aşağılamanın, hakaretin, ayrımcılığın bir aracı olur. Bu tek tek kişiler
tarafından yapılabildiği gibi, toplum veya devlet tarafından da gerçekleştirilebilir. Dil çarpıtmanın,
etkilemenin, yalanın ve aldatmanın aracıdır. Dil kişiyi tüketmeye yönlendirmeli, kurban olmaya
hazır hale getirmeli, hatta hiç de açık seçik olmayan hedefler için kendi yaşamından vazgeçecek
duruma getirmeli. Dille asla kişisel düşman olmamış sözde düşmanlar gösterilir. Dil, insanı
korkuya ve öfkeye boğar, zor kullanacak hale getirir, zor kullandırır. Dil sayesinde, insanın dikkati
kazanılmış mevcut bilgilerden başka yönlere kaydırılır. Dil etkiler, yani manipule eder, yönlendirir
ve uçuruma sürükler. Dille ölüm kararları hazırlanır, duyurulur ve nedenlenir. Mahkum edilenler
kararı dil aracılığıyla alırlar. Yine dille intikam yeminleri edilir, intikam çığlıkları atılır, attırılır. Dil
medya aracılığıyla yada doğrudan, kişiden kişiye korku dehşet saçar. Dil bütün bunları salt
anlatımla, yani ifade ile değil, düşünce ve toplumsal sistemimizle bir ilişki içinde gerçekleştirir. Dil
her türlü kötüye kullanıma açıktır. Diğer bir deyile dil, insanın insanca yaşaması için en önemli
aracıdır: çünkü şiirlerin oluştuğu, aşkların, umudun dillendirildiği yerdir. Çünkü dil, geleceğe
güvenle bakmamızı sağlar.
4.1.2. DĐL VE GERÇEK
Dil ve gerçek tuhaf bir ilişki içindedir. Dil olmadan gerçeği düşünmek olanaklı değildir.
Ama gerçeğin oluşması, gelişmesi ve yayılmasını da dil ile engellenir, hem de dilin esas görevi bizi
engellemek değil, bilgilere götürmek. Dilin asıl işlevi, dil ve düşüncenin birbiriyle bağında
yatmaktadır. Bu konuda dil bilim bize ne öğretebilir?
4.1.3. DĐLBĐLĐMSEL SORUNSAL OLARAK DĐL VE DÜŞÜNCE
Dil bize soyutlama yapma olasılığı sağlamasıyla insanı insan yapar. Gerçi işaretler dizgesidir;
ama dili dil yapan ve işaretlerden daha çok, bu işaretlerin neyin karşılığı olduğudur işaretlerde
anlamlar yatar. Anlamlar ebedi değildir ve zamanla, kişiden kişiye veya gruptan gruba değişirler.
Ama yine de dil insanı düşünen veya düşünme yeteneği olan yaratık yapar. Gara veya tiyatroya
giden yolun sorulduğu iletişim olayı dilin asıl işlevi değildir, dilin asıl işlevi, bir garın veya
tiyatronun ne olduğu, bunlara ne zaman gereksinme olduğu,bunları nasıl göründüğü, nasıl
kullanılacağı, orada neler yapıldığı, nasıl tasarlanıp geliştirildikleri, gar ve tiyatro kültürel olarak
nelerin bağladığı, hangi toplumsal bağlantıda olduklarını vb. bilebilmektedir. Buda ancak ve ancak
dille öğrenilebilir. Bu şeyler dille öğrenilmekle kalmaz, dil aynı zamanda bunların biçimlenmesine,
bağlantıların kurulmasına etkide bulunma olanağı da sağlar. Çünkü salt, garın veya tiyatronun ne
anlama geldiği değil, aynı zamanda bunların çevresi ve bağlantıları da dille öğrenilir. Tabii, basit
örnekler bunlar. Bizim bütün bilgilerimiz dile bağlı bilgilerdir. Bu bilgiler, dil doğasında bilgilerdir
ve dilsel alış verişe dayanır. Birlikte geliştiririz bilgileri, geçmiş kuşakların elde ettiği bilgileri de dil
yardımıyla öğrendik, kuşaktan kuşağa verilenler. Kullanıp birlikte çalışıp geliştiriyoruz bu bilgileri.
Bunun içinde dili kullanıyoruz. Dilin en önemli etkisi düşüncelerin gücü olmasındadır.duyarak
yada okuyarak algıladığımız diğerlerinin dili değil, dil yoluyla belirlenen içeriği ve bizim tanıma,
düzenleme, ayırma, depolama ve depoladığımızı anımsayabilme ve kullanabilme yeteneği dilin
önemini gösterir. Dil, salt insanlığın yada bireyin belleği değildir, yani ancak insanlığın kültür kileri
değildir, dil aynı zamanda bunların üretildiği yerdir ve onların ürünüdür. Dili, salt gördüğümüz
kadarıyla görürsek onun gerçek gücünü ve önemini unutmuş oluruz. O durumda salt semboller
dizgesini görürüz, onun ardındaki kavramsal dünyayı göremeyiz.
4.1.4. ÇOCUKLARIN DĐL GELĐŞĐMĐNDE SORUMLULUK
18
Gerçi çocuklar dil öğrenimini ve kullanımını etken ve edilgen biçimde olanaklı kılan tüm
organlara sahip olarak dünyaya gelirler; ama bu olanağın eğitimi için dili artık öğrenmiş olan ve
dilsel davranışlarda bulunan yetişkinlerin dünyası gereklidir. Bizim çocuklara ve sonraki kuşaklara
bütün bilgileri aktarma sorumluluğumuz vardır. Tabii ki; birey olarak bu görevle karşı karşıyayız;
ama örgütlü bir devlet yapısıyla ve örgütlü bir toplumda bu sorumluluğumuzu başkalarıyla
paylaşırız. Çocukların ve gençlerin dil eğitimi konusunda devlet ve okul yetkilidir. Öğretmen
olarak bizim burada özel bir sorumluluğumuz vardır ve özel olan şeye karşı da özel bir sabır
göstermemiz gerekiyor. Devlet, dil işlerine sınırlayıcı olarak karışmayı bir kenara bırakmalı; bunun
yanı sıra bütün vatandaşlara ana dillerinde ve resmi devlet dili gelişimlerinde bir gelişimi de garanti
etmelidir.
Çocuklar, gelişmelerinin başında bulunurlar. Gelişmek için bütün olanaklara sahiptirler.
Devlet, eğitim yoluyla toplumu destekleme şansına sahiptir. Biz sendikacı olarak; devleti dikkatle
izlemeliyiz; engellemeleri ve sınırlamaları görüp buna tepki göstermeliyiz. Eğitimci olarak bizler
çocuklarla çalışırken onlar açısından dilin özel rolünü vurgulamalıyız. Bunu yaparken de dilin
iletişim aracı özelliğinden daha çok, çocukların insanları düşünce deneyimlerinin karmaşasında
yitip gitmemek için dili kullanmayı öğrenmeleri gerektiğine ağırlık vermeliyiz. Ama aynı zamanda
şunu da düşünmeliyiz: çocuklar dil çalışması yaparken, her zaman yukarıda da değindiğim dilin
olumsuz işlevlerinin kullanma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Yetişkin, veli, eğitimci, sendikacı olarak
her an dili çocuklara karşı diğer insanların yaptığı gibi kötüye kullanma tehlikesiyle bizde yüz
yüzeyiz.
4.1.5. SÖZCÜKLER VE KAVRAMLAR
Düşünce ve dil sıkı sıkıya birbirlerine bağlıysa, tek tek öğelerinde böyle sıkı sıkıya bir ilişki
içinde bulunması gerekir. Dilin en önemli ve sayıca en zengin öğeleri sözcüklerdir. Yani burada
sesbilgisinden ve dilbilgisinden değil, sözcüklerden söz ediyorum. Dil, nasıl bir anlam içeren
işaretler dizgesiyse, aynı şekilde sözcüklerde anlamların işaretleridir. Sözcükleri anlamları
kavramalarında yatar. Anlamı belirleyen, işareti anlamla dolduran kavramlardır. Kavramsallık
olmasa sözcüklerde anlamsız olur, anlamları olmaz. Anlam bizlerin insanlar olarak nesnelerden
kazandığımız şeydir. Böylece doğa ile insan ilişkileri, anlamsı soyutlamalar olan kavramlar ve
nesnelerin anlamları için kullanılan algılanabilir işaretler arasında üçlü bir ilişki ortaya çıkıyor.
Kavramlarda insani bilgi ve deneyim yatar. Sözcükler, kavramların bize anlamı ileten kılıfıdır.
Bir dilde 500.000 veya daha çok sözcük vardır. Çocuklar okula başladıklarında 3.000 veya
5.000 sözcük öğrenmiş durumdadır. Salonda oturan bizler ortalama olarak 80.000 sözcük biliriz
ve 30.000 sözcüğü etken olarak kullanırız ama sözcüklerin ardında, onların yardımıyla anlamları
tanıyabildiğimiz kavramlar gizlidir
4.1.6. ÇOKANLAMLILK VE EŞANLAMLILIK
Çocuklarda dil gelişimine ve daha sonrada iki dilliliğe geçmeden önce iki önemli dil terimini
açıklamam gerekiyor. Çokanlamlılık ve eşanlamlılık. Çokanlamlılık, sözcüklerin çoğunda açıkça,
hemen tamamında gizlice görülen birçok anlamı olma özelliğidir. Bu dilin ekonomisinin bir
aracıdır. Her nesneye ona ait bir ad veremeyiz: şişe, yalnızca süt, bira, su vb. gibi sıvıların değil her
türlü sıvının konduğu kaptır. Şişe sadece camdan değil, plastikten yada madenden yapılmış
olabilir. Bütün bu şişelere şişe diyoruz. Buna çokanlamlılık diyoruz. Ama bilinen çokanlamlılık bir
sözcüğün anlamını çeşitli alanlardan alır, yüzmek suda hareket etme biçimidir, ama nesnelerin
suda yada diğer sıvılarda sıvıdan daha hafif olduğu için batmama özelliğidir de. Sözcüklerin
çokanlamlılık, ağacın, malzeme yada doğada bildiğimiz bitki; incenin, kalının yada kabanın karşıt
anlamlısı; bakmanın, gözlerin bir etkinliği veya hastaya yardım etme vb. sözcüklerde daha açık
görülür. Buna bir de dillerdeki zenginliğin tüm eğretileme, yani resimlendirme eklenir. Örneğin,
karşılaştırma yapmak için hayvanları dile katarız, sevdiğimiz insanlara kuzum diyebiliriz, kavga
etmek istediklerimize eşek, belki korktuklarımıza da aslan deriz. Deyilerde sözcükler yeni veya
yeniden canlandırılmış anlamlar kazanır. Dalga geçmek, kalın kafa, fıstık gibi. Bütün sözcüklerin
19
birden çokanlamı vardır. Gitmek, geçmek, çekmek gibi sözcüklerin sözlüklerdeki anlamlarına bir
göz atmak yeter: 1983 basımı “Türkçe Sözlük”te ‘çekmek’ sözcüğünün 44 anlamı veriliyor.
Çokanlamlılık bütün dillerde vardır. Onlar olmasa sözcük dağarcığı yetersiz kalır; günlük
konuşmalarda bile dil, çokanlamlı sözcükler olmasa görevini yerine getiremez.
Çok anlamlılık karşıtı eşanlamlılıktır. Eşanlamlılık anlam benzerliği olan ama onlar sayesinde
daha ayrıntılı veya üslup açısından daha iyi, daha uygun sözcüklerin kullanımını olanaklı kılar.
Anlam yönünden birbirine benzer sözcüklere birkaç örnek verirsek, orman, koru, bağ veya ev,
konut veya görmek, bakmak veya çabuk, hızlı veya konuşmak, sohbet etmek veya gitmek,
yürümek. Her örnekte farklılıkları da görüyoruz. Bunları sözcükler birbirinden ayırıyor. Anlam
yakınlığı olan sözcükler bir sözlüksel alan biçimini alıyor. Örneğin; hayattan ölüme geçişi veya
tümbaşa giyilen, takılan, örtülen şeyler vb. bir sözlüksel alandaki bütün sözcükler bir ağ veya bir
şebeke içindedir; bütün sözlüksel alanlar da birbiriyle bir ilişki içindedir. Hayattan ölüme geçiş
hastalıklarla, duygularla, tıpta ama tabii yaşamakla da ilişkilidir. Başa giyilen, takılan, örtülen şeyler
de modayla, giyimle, soğuktan korunmayla, kendini beğenmişlikle ilişkilidir. Böylece dili
bütünlüğü içinde belirleyen çok ayrıntılı bir anlamlar dokusu ortaya çıkıyor. Bunlar düşünme
yaşamımızı somut yaşam koşullarımıza bağımlılığı içinde bir bütüne götürüyor
4.1.7
ANLAM FARKLILIKLARI : Anlamsal Özellikler, Çokanlamlılık, Sözlüksel
Anlamlar, Yan Anlamlar
Dil insanları birleştirir. Bütün insanlar ortak bir anlam bağlantısında yaşar. Nesnelerinin
çoğunun tüm insanlar için bir anlamı vardır. Buna rağmen birçok şeyin bizim için anlamı yoktur.
Bu da dillerde yansır. Çok yıldızın adı vardır ama bizim tanımadığımız yıldızların adları yoktur.
Onların bizim için anlamı yoktur. Tıp, sınıflamayı yapıp adlarını bizi aşina ettiği için vücudun
hastalığı ile ilgili birkaç yüz kavram vardır. Psikolojik alandaysa hastalık adları daha az, oysa ruhsal
sıkıntılarımız muhtemelen vücutla ilgili sıkıntılarımız kadar ayrıntılıdır. Ne var ki psikolojik acılarla
ilgili bilgiler henüz o kadar gelişmiş değil yada bu bilgiler yaygınlaşmamış yada kabullenilmemiştir.
Henüz anlamı olmayan çok şey var, bu nedenle de bunların sözcüklere gereksinimi yoktur. Yeni
şeylerin ortaya çıktığı, tanındığı veya bulunduğu zaman çok sayıda yeni sözcük de yaratılıyor.
Diğer kimi şeyler de anlamlarını yitirir ve onların nitelemesi olan sözcüklerde yitip gider.
Nesneleri anlamı yada dizgedeki yerleri dünyanın her yerinde aynı değildir, hele hele her
dönemde de aynı değildir. Örneğin; Eskimoların dilinde kar için, Arapça’da rüzgar için pek çok
sözcük, benzer anlamlı sözcük vardır. Biz birkaçıyla yetiniyoruz; çünkü bu rüzgar ve kar
biçimlerinin bizim için anlamı yoktur. Almanya’da yüzün üstünde ekmek çeşidi vardır ve her
çeşidin bir adı vardır. Türkiye’de bu sayının çok daha az olduğunu sanıyorum. Buna karşılık
Türkiye’de sakal, bıyık veya aile akraba bireyleri için daha çok sözcük var. tabii burada konuşanın
yaşamındaki anlam veya önem buna neden oluyor.
Sözcük dağarcığı ve ardındaki kavramlar insanlığın öyküsünü, tek tek dil topluluklarının ve
toplumsal grupların, bireylerin kültürünü yansıtır. Düz anlamın yanı sıra yan anlamda bir rol
oynar. Herkes sözcüğe kendine özgü veya toplumsal konumuna göre özel bir anlam verir. Bu
yaşa, cinsiyete, medeni duruma, dine, işe veya mesleğe, toplumsal sıralamadaki konuma, eğitim
durumuna vb. da bağlıdır. Başörtüsü bir kadın için bir erkeğe göre daha başka bir anlam taşır.
Soğuğun anlamı doğu köylerinde başka. Ankara’nın mali durumu zenginlerin oturduğu semtlerde
başkadır. Bu konuyu daha fazla açmak istemiyorum.
4.1.8. ÇOCUKLARDA KAVRAMLARIN YAPILANMASI
Çocuklara dönelim. Çocukların gelişiminin sorumluluğu biz yetişkinlerde, velilerde,
öğrencilerde, sendikacılarda, ama devlette özel bir sorumluluk vardır.çocuklar yola çıkmış
durumdadır. Bizim onlara eşlik etmemiz ve onları dile egemen olma yolunda desteklememiz
gerekiyor. Dil eğitim işaretler dizgesinin öğreniminden daha başka şeyleri de içerir. Çocuklar
gelişimlerinin başlarındadır. Bu, tek tek kavramların yapılandırılması, kavram çeşitliliğinin
20
öğretilmesi, ve bunların bir ağa oturtulması, çokanlamlılık, eşanlamlılık ve yan anlamlar içinde
geçerlidir. Düşünmeye, hazır düşünceleri almaya, ölçüp biçmeye, değiştirmeye ve geliştirmeye
başlarlar. Giderek toplulukta eşit haklı bir konum almayı talep edecek insan olmaya doğru
gelişirler. Düşünme yeteneği, bilme, bilgi, toplumsal bağlar, duygularını yaşayabilme ve karşılıklı
ilişki içinde olması gerekiyor. Çocukların başarmak zorunda oldukları iş gerçekten hoş da olsa zor
bir iş.
Ama yine de çocukların okula gelirken beraberlerinde getirdikleri birikimlerini
küçümsememek gerekir: gelişmiş bir bellek, bu temelde düşünme yeteneği, çocuğun yaşına uygun
insani ilişkilerde bulunma, kültürel çevreyi kavrayış ve bu çevreyle ilgilenme ve… 3000 veya daha
fazla sözcük. Çocuklar okula başlamadan önce bütün bunları öğrenir, kazanır. çok şeydir bu.
Sözcükleri kavramların üst düzeyleri olarak kabul edersek bunu daha da iyi kavrarız. Çünkü 3000
veya 5000 sözcüğün her birinin ardında kavramlar dünyası vardır. Bu sözcüklerin her biri
öğelerden, çocukların kazandığı tek tek anlamsal unsurlardan oluşur. Örneğin; bir çocuk çeşmenin
ne olduğunu biliyorsa, çeşmenin biçimini, yapısını, kullanılışını, işlevlerini, evdeki yerini ve belki
de masraflarını vb. de tanıyor, biliyor demektir. Suyun henüz belki esas olan tanımını, yani
kimyasal yapısını bilmese de, suyun neden önemli olduğunu, suyla nelerin yapılabileceğini, suyun
elde nasıl bir duygu bıraktığını, susuz nelerin yapılamayacağını vb. bilebilir. Sadece doğadaki bir
madde olarak fiziksel özellikleri değil, suyun oynadığı rollerin insanlar için ne kadar önemli
olduğunu bilir okul çağındaki çocuk. Pek çok çocuk orman, bağ ve belki de koru sözcüklerini
iletişim bağlamında anlam olarak doğru olarak kullanır. Yetişkinler olarak bizim tanımlamada
kesin tartışmaya gireceğimiz bu üç sözcüğün birbirinden ayırt edilmesini de becerir çocuklar: bir
yerin bağ, koru veya orman olabilmesi için hangi ağaçların olması, bu ağaçların ne kadar
büyüklükte olması, ve alanı ne kadar geniş olması gerekir? Veya çokanlamlı sözcük olan aramak:
“cüzdanımı arıyorum”, “polis evimizi aradı” veya “son haftalarda seni çok aradım” yada “sigarayı
artık hiç aramıyorum” cümlelerindeki aramaklar farklı anlamlar taşırlar. Çocuklar anlam
farklılıklarının içine girmiştir. Yada hareket türlerinin alanı: bir yerden bir yere hareketi ifade eden
geniş bir sözcük grubu vardır. Duruma göre, eylemde bulunan kimdir, hareket nerede yapılıyor,
hareketin hızı, hangi yöne olduğu, hangi tür yüzeyde, hangi nedenle, hangi sesler çıkararak, ne
kadar süreyle, hangi amaçla vb. yapıldığı hareketin değişik türleri için yüzlerce sözcük vardır.soyut
kavramların dünyası daha da karışıktır. Çocuk korkuyla dehşeti, umutla güveni, onurla saygıyı,
sevgiyle yağcılığı, düşünmekle hayal etmeyi birbirinden ayırt edebilir. Bütün bunları ve hatta
binlerce kavramı çocuk kendine mal etmiştir.
4.1.9. VE NĐHAYET ĐKĐ DĐLLĐLĐK VE ĐKĐ DĐLDE EĞĐTĐM
Đki dilde çok şey aynıdır; çok şey de birbirinden ayrıdır.
Ortak olanlar şunlardır:
1.
Ana dil olarak öğrenilmiş her dil insanın belirttiğimiz yeteneklerinin temelidir.
2.
Her dil bu yetenekleri geliştirmeye uygundur.
3.
Her dil okulda gerçekleşecek olan gelişim için uygun durumdadır ve kullanılabilir
4.
Her dil ve bu dilleri konuşanlar, ilkesel olarak aynı haklara sahiptir.
5.
Çocukların her dilde eğitimde yardıma ihtiyaçları vardır
6.
Đlkesel olarak devletin her dil için çocuklara karşı aynı sorumluluğu vardır
7.
Bütün dillerde aynı olan dilbilimsel fenomenler vardır.
Farklı olanlar yada olabilenler şunlardır:
1.
Devletin dillere yaklaşımı ve dillerin toplumda gördüğü saygı
2.
Medya aracılığıyla yayılması ve buna bağlı olarak kalıcı yapıtların yaratılması
21
3.
Konuşanın kendi diline karşı öznel tutumu ve gelişimi
4.
Dilin sözcük dağarcığının gelişimi
5.
Dilde yansıtılan kültüründe değişik olmasıdır
Önce anlamlar konusuna değinmek istiyorum. Çevirisi yapılamayacak sözcükler vardır.
Çünkü sözcüklerin içeriği diğer kültürlere yabancıdır. Almanya’da dertleşmek veya baklava veya
gelin veya emanet yada uzun havayı karşılayacak sözcüklerimiz yok. Ama tabii bizimde Türkçe’ye
çevirilemeyec4ek sözcüklerimiz var: gemütlichkeit, brezel, leistung, jodeln, ballade veya
mitternachtsmesse sözcükleri gibi. Bu işin bir yanı.
Đkinci yanı ise iki dilin sözcüklerinin tam aynı anlamda olamayacağıdır. Schule okuldan
farklıdır, bruder kardeş demek değildir. Wandern de yürümek demek değildir. Bett’in yatak
olmadığı gibi pflegen de bakmak değildir.ikinci yönde budur ve az veya çok bütün sözcükler için
geçerlidir.
Üçüncü yanı da şudur: bir dildeki çokanlamlılığın dilsel ekonomi aracı bir diğer dilden farklı
işler: Almanca’daki Himmel sözcüğü üzerimizdeki dünya ve Tanrının dünyası yani ölümden sonra
da insanların dünyası. Ama Türkçe’de böyle değil: iki ayrı sözcük var cennet ve gök. Yurt,
insanların geçici olarak yaşadığı yapı ve kökenimizin bulunduğu ülke anlamına gelir ama
Almanca’da böyle değildir. Almanca’da iki ayrı sözcük vardır. Çokanlamlılığın farklı olduğuna
ilişkin yüzlerce örnek verilebilir. Çokanlamlılık iki dilde nadiren çakışır: nest (=yuva) Almanca’da
olduğu gibi Türkçe’de de aile için mecaz anlamda kullanılabilir. Ocak (=ofen) da ev (heim)
anlamında kullanılabilir.
Dördüncüsü dilin eş veya benzer anlamlılığının yardımıyla ayrıntılı bir biçimde ifade
edebilmemizdir. Hareket etme ifade eden sözcükleri yukarıda dile getirmiştim. Biz burada, her iki
dili de mükemmel biliyor olsak da bu sözlük alanını her iki dilde karşılaştırıp bu alanda iki dilli bir
sözlük yapacak olsak günlere gereksinmemiz olur bunun için, eminim.
Beşinci madde yan anlam ve altıncı nokta da kültürel çerçevedir. Sadece bir örnek: gülmek.
Gülmeyi tanımlamak kolay değildir. Bu insani eylem için gerekli ölçütlerin toplanmasının zorluğu
bir yana, dış biçimi, ardındaki nedenleri, sonuçları, her dildeki bağları çıkarırsak; gülmeyi
gülümsemekten, sırıtmaktan, yılışmaktan ve fıkırdamaktan ayırt edebilirsek aynı şekilde
Almanca’daki benzer sözcükleri anlamsal olarak net bir biçimde birbirinden farklı görebilirsek, o
zaman bile şu sorular ortaya çıkar, yani daha yanıtlanmamış olur: nerede ve nasıl, hangi vesileyle,
hangi etmenlerle güler Türkiye ve Almanya'daki insanlar. Bir toplumda bile bir dostun, bir
yabancının, bir sevgilinin, bir tanıdığın, bir babanın ve bir şefin gülüşünü doğru olarak
yorumlayabilmek bir toplumda bile güçtür. Kültürler arasında dünyalar vardır ama yine de birlikte
yaşayabilir, gülüşebiliriz. Aynı şeylere gülmüyoruz yani en azından her zaman aynı şeylere
gülmüyoruz, ancak belirli durumlarda. Bir örnekti bu. Her sözcük dil toplulukları arasında kültürel
kökenli yeni farklılıklar getiriyor. Dilin kültürün temeli ve kültürün kendisi olduğu savından yola
çıkmıştık. Kültürlerdeki farklılıklar dilde kendini gösterirler insanların yaşamında ve bütün
halkların tarihinde, tek tek insanların geçmişlerinde aynı olan sayısız öğeler olsa da. Bu
dediklerimizden iki dillilikle ilgili hangi sonuçları çıkarabiliriz? Üç noktaya değinmek istiyorum
4.1.10 KĐ DĐLLĐ ÇOCUKLARIN EĞĐTĐMĐNĐN ZORUNLU OLARAK ĐKĐ
DĐLLĐLĐĞE DAYANMASI
Şimdiye değin bütün söylediklerimiz, çocukların yoğun bir hazırlıkla okul kapısına
dayandıklarını bize gösteriyor. Dil, iletişim yeteneği, pek çok temel bilgi, toplumsal alışkanlıklar,
duygularını yaşayabilme ve hepsinden önemlisi gelişmiş bir düşünme yeteneği başlayan okul
sürecinin temelidir. Bütün bunlar ana dilde geliştirilmiştir yani belirli bir dile bağımlıdır. Ana dilini
okul yaşamına katmamak, bu çabaların ve bunların ürünlerinin aracı olan ve çocukların
düşünmeleriyle sıkı sıkıya bağlı olan dilin okul dışında bırakılması demek, hatta reddedilmesi
22
demek, çocukların ve onların bu zamana değin yaptıkları çalışmaların aşağılanması ve yok edilmesi
demektir. Çocukları çok gerilerde bıraktıkları yerden yeniden başlamaya mahkum etmektir. Bu
çocukları dikkate alan iki dilli bir eğitim, onların okul yaşamlarını kolaylaştırır, yaptıkları çalışmaya
saygı gösterir ve bununla kalmaz, çoğunluğun konuştuğu anadile mensup çocuklarda olduğu gibi,
bu çocuklarında o güne değin oluşturdukları temeline yönelişi olanaklı kılar. Bu olanaklardan çok
uzaktayız, biliyorum, hem Avrupa’da hem de Türkiye’de. Ama yine de bunları belirtmeliyiz, bir
vizyon olarak görmeliyiz.
4.1.11. ĐKĐ KÜLTÜRÜN ORTAK YAŞAMASI OLARAK DA ĐKĐ DĐLLĐLĐĞĐN
KARMAŞIKLIĞI
Çocukların çalışıp kazandıkları ve kazanacaklarında, çocuklara uygun davranmak istersek
çocuk olarak veya öğretmen olarak bir dille ilgilenme bizden büyük çaba ister. Bu şunun için
böyledir; zira biz işaretler dizgisi olarak dilin yüzeysel bölümünü değil dilin belirttiğimiz alanlara
çok yönlü dallanıp budaklanmasını görür, değerlendiririz. Đki dilliliği dikkate aldığımızda bu
karmaşıklık çok yönlü bir hal alır. Ama bunu bir kıyıya bırakıp göz ardı edemeyiz. Bu, iki dilli
çocukların gerçeğidir. Başka seçenekleri yoktur, bizim de başka seçeneğimiz yoktur. Gerçekliğin
şaşırtıcı çok yönlülüğü biz ürkütmemeli. Bizler bunu iyice inceleyip görüşler geliştirmeli ve
olabilen her yerde etki etmeliyiz. Kurulmasına doğru atılacak adımlar düşünülmeli. Şimdi, bu
adımların atılması olanak dışıysa da, insani kültürün ürünü ve kültürün kendisi olarak dile ve dil
öğrenmek için gösterilen çabaya, çocukların çabasın da saygı göstermek oldukça önemli bir
adımdır. Çocuklar bu saygıyı hissederse, ki hisseder, uzun yolun bir bölümü kat edilmiş olur. Bu
saygıyı merak, ilgi ve kabul etme izler.
4.1.12. AŞAĞILANMIŞ AZINLIKLARA MENSUP ÇOCUKLARA
DEVLETĐN, TOPLUMUN VE BĐREYLERĐN SORUMLULUĞU
KARŞI
Kastettiğimiz çocuklar iki dilli yaşıyorlar; iki dillilerdir de. Bu iki dillilik onların okuldaki
eğitimlerinin temelidir. Bu, çoğunluğun konuştuğu dilin tek dil olarak kabul edildiği ve bu dilin
devlet kuruluşları tarafından desteklenen dil olduğu ve çoğunluk toplumunun aşağılanan
azınlıkların dillerini reddettiği veya ilgisiz kaldığı Almanya ve Türkiye gibi ülkelerde de böyledir,
ona uygun uygulamaları yoksa da. Bizde de sizde de çocuklardan ana dilden çoğunluğun diline ani
ve çok kapsamlı bir geçiş isteniyor. Ama bunun böyle olması gerekmiyor, okul kapısını açarken
çocuklar. Öyleyse ne yapalım? Sürekli olarak içeriği kapsayan gerekçelerle devlete bu konudaki
sorumluluğu hatırlatılmalı. Toplum aydınlatılmalı. Öğretmenler kendilerini çocukların yerine
koymalı, durumlarını anlamalı. Sendikacılar çocukların ve öğretmenlerin bu alandaki çıkışlarını
savunmalı. Böylece ve bilimsel gerekçelerle çocukların gerçekliğine etkide bulunabiliriz. Her
birimiz, çelişkilerle başa çıkmanın yollarını bulmalıyız; hem de şehit veya devrimci olmadan,
işyerimizi tehlikeye atmadan yapabiliriz bunu. Bizim bu konuda Almanya’daki durumumuzun,
Türkiye’de sizlerin durumundan çok çok daha kolay olduğunun bilincindeyim.
4.2.
Đsveç delegesi JAN FORSELL’ĐN Đsveç Eğitim Sendikası Lararförbundet
Adına DEMOKRATĐK EĞĐTĐM KURULTAYI’NA Sunduğu Bildirge
Sayın başkan değerli konuklar,
Bana kurultayınıza katılma fırsatı verdiğiniz için sizlere bir kez daha teşekkür ediyorum,
Eğitim-sen Türkiye’de eğitimin geliştirilmesi konusunda önemli bir misyon yüklenmiştir.
Ücret ve çalışma koşullarının iyileşmesi mücadelenizde olduğu kadar bu tür önemli
çalışmalarınızda da bizler, Đsveç Öğretmenler Sendikası ve Đsveç öğretmenleri olarak her zaman
yanınızda olacağız.
4.2.1.
ĐSVEÇ OKULLRINDA GÖÇMEN
YÖNELĐK ANA DĐL EĞĐTĐMĐ
VE
MÜLTECĐ
ÇOCUKLARA
23
Sizlere Đsveç’te uygulanan ana dilde eğitim konusunu tam olarak resmedebilmek için Đsveç
eğitim sistemini detaylı olarak anlatmak isterdim. Ne yazık ki zaman sınırlı. Bu yüzden yalnızca
okul öncesinden yetişkin eğitimine olmak üzere Đsveç eğitim sisteminde tüm düzeylerde
uygulanan anadil eğitimini anlatmakla yetinmek zorunda kalacağım. Ayrıca sanırım birkaç tarihi
gerçekliğe de değinmekte yarar vardır.
4.2.2. TARĐHĐ GERÇEKLER
Đsveç ile Finlandiya sınırları arasında yaşayan Fince konuşan küçük bir topluluğu ve Đsveç’in
kuzeyinde bulunan eski göçebe Samileri saymazsak ülkede ülke dilini konuşan azınlık yoktur. Bu
yüzden, ana dilde eğitim sorunu 2.dünya savaşın sonundan itibaren Đsveç’e gelen mülteci ve
göçmenleri ilgilendiren bir sorundur.
2. Dünya savaşına kadar Đsveç bir göçmen ülkesiydi. Đsveç’ten 1850-1950 yılları arasında
çoğunluğu Amerika’ya olmak üzere 1 milyon insan göç etmiştir. Bunun esas nedeni yoksulluktu.
Öte yandan birçok insan dini yada politik baskılardan dolayı ülkeyi terk etmişti.
Đsveç’te göç ve mülteci politikası diğer Avrupa ülkeleriyle birlikte gelişti. 2. Dünya savaşı
sırasında ve sonrasında Baltık ülkelerinden (Estonya, Litvanya ve Letonya) Đsveç’e büyük mülteci
akını olarak başlayan ve 1970’lere kadar süren göç esas olarak yoğun iş gücü talebine dayanıyordu.
Bu süreçte göçmenlerin büyük kısmı Finlandiya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye’den gelmiştir.
Daha sonra mülteci göçünün sebebi yavaş yavaş değişmeye başladı. Yerini bugünde geçerli olan
başka göç nedenlerine bıraktı. 1960 yılının sonunda Yunanistan, 1970 yılının başında da Şili ve
diğer Latin ülkelerinden mülteciler geldi. 1970 yılında Ortadoğu’dan gelen mülteciler Đran, Doğu
Afrika ve son zamanlarda Bosna’dan gelenler izledi ve mülteci sayısı artmaya başladı. Artık bu
noktada göçün nedeni Đsveç’in işgücü talebi değil can güvenliği ve daha iyi gelecek kaygılarıydı.
Şimdiki Durum
Bugün Đsveç’e dünyanın her yerinden 100’den fazla ulusu temsil eden göçmen gelmektedir.
Bu uluslardan 20 kadarının 10.000’den fazla nüfusu vardır. Đsveç’in toplam nüfusu 9 milyon
civarında olup yine bunun %10’u yurtdışı doğumludur. Buna ikinci kuşak göçmenlerde eklenirse
oran %17’ye çıkar.
Birinci kuşak göçmenlerle yurtdışı doğumluları kastediyoruz. Đkinci kuşak göçmenler,
Đsveç’te doğan ama annesi yada babası , bunlardan en az biri yurtdışı doğumlu olan kuşaktır.
Đsveç’te 18 yaşın altında yaklaşık 2 milyon çocuk vardır. Bunların 1/5’i birinci yada ikinci kuşak
göçmen sınıfındadır.
Sığınma talebindeki bu hızlı artış doğal olarak tüm toplum üzerinde bir gerginlik yaratmış ve
göçmen çocuklarına elverişli eğitim sunacak yeterlilikte olan okul gereksinimini arttırmıştır. Đsveç
eğitim sistemine göre okul, ekstra destek gereksinimi duyan öğrencilerle ilgilenme konusunda özel
bir yükümlülüğe sahiptir. Bu yüzden, göçmen çocukların dil öğrenimi gereksinimi okulların özel
sorumluluğundadır.
4.2.3. GÖÇMEN ÇOCUKLARA DĐL DESTEĞĐ
Bugün, göçmen çocukların dil desteği, ana dilde eğitim, anadil öğrenme çalışma rehberliği
ve Đsveççe’yi yabancı dil olarak öğrenme çalışmaları olmak üzere iki yolla verilir. Anadil eğitimi
gönüllüdür ve buna öğrencinin katılıp katılmayacağına öğrencinin kendisi ve anne babası karar
verir. Đsveççe’yi yabancı dil olarak öğrenmek, gereksinimi olduğuna karar verilen çocuklar için
zorunludur.
4.2.4. ANA DĐLDE EĞĐTĐM
1968 yılında, belediyelere ana dili Đsveççe’nin dışında olan öğrenciler için ana dilde eğitim
düzenlemesi yapma izni verildi. O zamanlar bu konuda yasal zorunluluk yoktu. Buna her
24
belediyenin kendisi karar veriyordu. Bununda nedeni her öğrencinin kendi kültürel kimliğini ve
dilini korumasını ve geliştirmesini sağlamaktı.
4.2.5. RESMĐ KOMĐSYON
Yine 1968 yılında, Đsveç’teki göçmenlerin durumunu incelemek üzere bir göç komisyonu
oluşturuldu. 1974’e kadar çalışmalarını sürdüren bu komisyon belediyelere, ana dili Đsveççe’nin
dışında olan öğrenciler için ana dilde eğitim sağlamalarını tavsiye etti.
Ana dilde eğitim belediyeler için zorunlu, ama çocuklar açısından gönüllü olmalıydı.
Parlamento bunu daha sonra 1977’de yasalaştırdı.
4.2.6. HÜKÜMET TASARISI
Hükümet tasarısında Eğitim bakanının açıkladığı yasa şöyle der:
“Đki dillilik, dil öğrenimi ve geliştirilmesi konusunda yapılan yeni bir araştırma ana dilini
ideal düzeyde geliştiremeyen ve okulda kendi dili dışında bir dilde eğitim gören bir çocuğun
büyük bir zihinsel ve duygusal gerginliğe itildiğini ortaya koymuştur. Bu yüzden çocuğun gelişimi
altüst olabilir. Ayrıca erken yaşlarda tamamıyla bir başka dile ayak uydurmaya çalışan bir çocuk
anne ve babasıyla önemli iletişim sorunları yaşayabilir. Kendi dilini iyi bilen bir çocuk için diğer
yabancı dili de öğrenmek kolaydır. Toplumun bütün bunları hesaba katarak tüm çocuklara ana
dillerini geliştirme konusunda gerekli olanakları yaratması gerekir.”
4.2.7. MÜFREDAT VE DERSLER
Bu, ufak tefek değişikliklere uğrayarak 1980 yılında kabul edilen zorunlu eğitim müfredat
programına girdi.1993’de kabul edilen şu anki müfredat programı ana dile ilişkin kısmında şunları
söyler:
Ana dil, bireyin dil; kişilik ve zihin gelişimi açısından büyük öneme sahiptir.
Ana dil, insanların kimlik ve öğrenme yeteneklerinin gelişmesinde bir iletişim aracıdır
Ana dil, kültürel geçmişin anahtarıdır.
Aynı bölümde şunlara yer verilir: Ana dil öğretiminin amacı öğrencilerin;
Ana dilde yazma, sözlü olarak kendilerini anlatma ve anlama yeteneklerini geliştirmelerini,
Farklı konuları ana dilde okuyup anlayarak öğrenebilmelerini,
Ana dilleri ile Đsveççe arasında kıyaslamalar yapmak üzere dil yapısını öğrenmelerini iki
dilliliklerini geliştirmelerini,
Kendi kültürlerine ilişkin sosyal yaşam, gelenek ve tarih bilgilerini edinmelerini ve Đsveç
kültürü ile kıyaslamalar yapabilmelerini,
Đsveç’te bulunan kendi azınlık kültürleri için bir vakıf kurma olanağı yanı sıra sıkı ilişki
zemini oluşturmalarını,
Edebiyat okuyarak okuma alışkanlığı edinmelerini, kültürel geçmişlerini tanımaları ve
okuduğu şeylerle kendileri ve kendi kişisel konumları arasında bağlantı kurabilmelerini,
Ana dillerini bilgi edinme aracı olarak kullanmayı öğrenip farklı alanlardaki kelime ve
kavram hazinelerini geliştirmelerini garanti eder.
4.2.8. ÖĞRENCĐLER VE DĐLLER
Daha önce sözü edildiği üzere Đsveç’te 18 yaşın altındaki çocukları 1/5’I yani 400.000
çocuk; ya birinci ya ikinci kuşak göçmen çocuklarından oluşmaktadır. Zorunlu okullarda okuyan
çocukların yaklaşık %12’sinin ana dili Đsveççe’den farklı bir dildir. Bunların %55’I kendi dillerinde
25
ana dil eğitimi almaktadır. 1993-94 eğitim öğretim yılında yaklaşık 156 farklı dilde ana dil eğitimi
verilmiştir. Bunların en yaygın olanları Fince, Arapça, Sırpça, Hırvatça, Boşnakça, Đspanyolca,
Fasça, Lehçe, Türkçe, Đngilizce, Arnavutça ve Kürtçe’dir.
4.2.9. ANA DĐLDE EĞĐTĐM HAKKININ SINIRLARI
Ana dil eğitiminin yada ana dilde çalışma rehberliğinin yeterli olabilmesi için, çocuğun anne
ve babasından birinin Đsveççe dışında bir dili ana dil olarak bilmesi gereklidir. Ayrıca bu dilin
çocuk ve anne yada çocukla baba arasında evde günlük olarak kullanılması gereklidir. Bunların
dışında iki gereklilik daha vardır. Đlki, çocuğun temel ana dil bilgisine sahip olması, ikincisi annebaba ve çocuğun ana dil eğitimi talebinde bulunması.
4.2.10. ANADĐLDE ÇALIŞMA REHBERLĐĞĐ
Bir çocuk gereksinim duyduğu ana dilinde çalışma rehberliği alabilir.
4.2.11. EĞĐTĐM DĐLĐ OLARAK ANA DĐL
Eğitim dili olarak ana dilin kullanılması Đsveç’te yaygın bir uygulama değildir. Özellikle
büyük şehirlerde bu tür eğitim veren okullar vardır. Ancak bu, okul yetkililerince çok fazla
cesaretlendirilmemektedir. Đsveççe’den farklı bir dil ile eğitim yapan bazı özel okullar vardır.
Ayrıca bu devlet okullarının bazı sınıfları içinde geçerlidir. bU okullar uyarlanmış müfredata göre
ve Milli Eğitim Bakanlığının oluru çerçevesinde eğitim verirler.
4.2.12. ÖĞRETMENLER
En yaygın 6 dilde ana dil öğretmenlerine yönelik eğitim programı vardır. Bu programın
amacı, eğiticiyi ana dil dışındaki öğretilmesinde yetkin kılmaktır. Bunun nedeni, tek bir ders
öğreten ana dil öğretmenlerinin öğrenci sayısında olabilecek değişime karşı iki yada daha fazla
derse giren öğretmenlere göre daha hassas olmalarıdır. Bir diğer neden, Đsveçli öğrencilerin
göçmen asıllı öğretmenlerle tanışmasının çok kültürlü bir toplumun gelişimine katkıda bulunacağı
düşüncesidir.
Şimdiye kadar ana dil öğretmenlerinin geneli tek derse giriyordu. Yaygın kullanılan dillerde
eğitim veren öğretmenlerden bazıları kendi ülkelerinde eğitim görmüşlerdi. Diğerlerinde, özellikle
yaygın kullanılmayan dillerde yetişmiş öğretmen yoktu.
4.2.13. ÖĞRETĐM MATERYALLERĐ
Đsveç okullarında yüzden fazla dilde ana dili eğitimi verilmektedir. Genelde uygun ders
kitabı ve ders materyali bulmakta büyük zorluklar yaşanmaktadır.
Đsveç’te Milli Eğitim Bakanlığı eğitim materyallerinin üretiminin desteklenmesinden
sorumludur. Buna karşın, öğretim materyali üretecek yeterlikte çok az yazar bulunması büyük bir
sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden bir çok öğretmen kendi eğitim materyalini kendi
hazırlamaktadır.
Kitaplar ve diğer öğretim materyallerini yurtdışından, başka ülkelerden edinmek elbette ki
zor değildir. Ama bazı ülkelerden alınan kitaplar politik, propagandaya yönelik yada taraflıdır.
Đsveç müfredatına göre bu kitapların kullanımı olanaksızdır.
4.2.14. ĐKĐNCĐ DĐL OLARAK ĐSVEÇÇE
Đsveççe zorunlu ikinci dil olarak okullarda 1960’larda öğretilmeye başlandı. O zamandan
beri hem ikinci dillerin öğretimi hem de öğrenimi konusunda yapılan önemli araştırmalar
sayesinde bilimsellik çerçevesinde hakkıyla gelişti.
Đkinci dil olarak Đsveççe için 1988’den beri bir öğretmen eğitim programı var. bu eğitimin
amacı öğrencilerin ana dili Đsveççe olan öğrencilerin okulda edindiğine eşit bir Đsveççe bilgisi
26
edinmesini sağlamaktır. Buna karşın bu bilgi bazen aynı ölçüde olmayabilir. Her şeyden önce
göçmen öğrencilerin gereksinim duyduğu şey, onları okuldaki arkadaşlığa katan, daha geniş
düşünürsek toplum yaşamına tamamıyla girmesine yardım eden bir dildir.
Yeni gelen çocuklar kabul grupları yada hazırlık sınıflarına alınır. bunlar sınıflandırılabilir
yada karışık yaş grupları şeklinde ayarlanabilir. Bu çok az yada hiç Đsveççe bilmeyen çocuklar için
geçerlidir. Öğrenciler bu hazırlık sınıfında çok az kalırlar. Çocuğun Đsveççe eğitimi farklı derslerde
de götürebileceğine karar verildiğinde düzenli eğitime geçiş sağlanır.
ÖZET
Günümüzde, hem Đsveç’te hem uluslararası düzeyde yapılan araştırmaların ana dili
öğrenmenin bir başka dili öğrenme üzerinde büyük etkisinin olduğunu gösteren kesin sonuçlar
vardır. Yeni bir dil öğrenme, yalnızca yeni bir dilin konuşulduğu ortamda bulunma ile
gerçekleşmez. Yeni bir dil öğrenme kişinin bildiği bir dil ve anladığı bir ortamın olduğu koşullarda
gerçekleşmelidir. Đsveççe’nin göçmen çocuklar tarafından ikinci yada yabancı dil öğrenilmesi, eğer
çocuk belirli bir düzeyde gelişmiş ana dil bilgisine sahipse daha basittir. Eğer ana dil ve yabancı dil
paralel olarak gelişirse, ikisi de birbirinin gelişmesine yardımcı olur ve birbirini destekler. Eğer ana
dil gelişimi durursa, ikinci dilin gelişimi de yavaşlar. Özellikle ileri düzeyde ders kitapları ve diğer
ders materyalleri çocukların günlük yaşamda yada arkadaşlarıyla okuldayken ender olarak
karşılaştıkları kelime ve kavramlar vardır.
Ana dil eğitimi, göçmen çocukların kendilerine saygı ve güvenini güçlendirme ve iki ayrı
kültürel kimliği ve kültürel yeterliliği olan ve iki dil konuşan bireyler olarak yetişmelerine yardımcı
olmayı amaçlar.
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
TÜRKĐYE’NĐN ANADĐLDE EĞĐTĐM VE
ANADĐL EĞĐTĐMĐ SORUNUNA YAKLAŞIMI
1. Giriş
Türkiye Cumhuriyeti, reel olarak tek bir etnik kökene dayalı insan topluluğundan meydana
gelmemiş olmasına karşın, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, yurttaşlık hakları söz konusu
edildiğinde, Türk etnik kimliğine bağlı “Türk Vatandaşı” olarak nitelenmektedirler. Bu durumun
somut analizi anayasadan başlayarak yapılmalıdır. Anayasanın 66.maddesi başlığıyla birlikte aynen
şöyledir;
Türk Vatandaşlığı
Madde 66-Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür
Bu durum vatandaşlığın hukuksal bağ olarak anlaşılmadığı vatandaşlığın etnik kökene göre
belirlendiğini göstermektedir. Oysa Türkiye’de 1927-1965 yılları arasında yapılan nüfus sayımında
konuşulan dil (ana dil) istatistikleri yayımlanmıştır. Daha sonraları bu istatistiklerin yok sayılmasına
karşın Türkiye’de Türkçe, Kürtçe, Abhazca, Arapça, Arnavutça, Çerkezce, Ermenice, Gürcüce,
Kıptice, Lazca, Pomakça, Rumca, Süryanice, Tatarca, Đbranice dilleri konuşulmaktadır.
27
Şimdi bu açıklamalardan sonra Türkiye’de uygulanan dil politikasına bakalım. Anadilin
eğitim-öğretimde kullanılması belli dillerle sınırlıdır. Çünkü anadilin eğitim aracı olarak
kullanılması veya anadilin öğrenilmesi (yazınsal olarak), basın-yayında iletişim aracı olarak
kullanılması, bu temelde kendi dilinde bilimsel ve sanatsal üretimin sağlanması politik olarak ele
alınmış, bu nedenle Anayasadaki düzenlemelerle açıkça yasaklanmıştır.
1983 tarihli 2932 sayılı kanuna göre:
Madde 1-Amaç ve kapsam: Bu kanun, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün,
milli egemenliğin, cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin korunması amacıyla
düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında yasaklanan dillere ilişkin esas ve usulleri düzenler.
Madde 2-Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kullanılamayacak diller;
Türk devleti tarafından tanınmış bulunulan devletlerden birinci resmi dilleri dışındaki
herhangi bir dilde düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır. Türkiye
Devleti’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşma hükümleriyle eğitim öğretim, bilimsel araştırma ve
kamu kurum ve kuruluşlarının yayınlarına ilişkin mevzuat hükümleri saklıdır.
Madde 3-Türk vatandaşlarının anadili Türkçe’dir. A)Türkçe’den başka dillerin anadil olarak
kullanılması ve yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulunulması yasaktır.
1.Maddede açıklandığı gibi “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün
sağlanması” adına Türkiye’de yaşayan ve Türk olmayan ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
vatandaşı olan milyonlarca çocuğun insani, tabii olan anadilde eğitim hakkının, açık bir şekilde
gasp edilmesi demektir. Böylece, milyonlarca insanın, Türk etnik yapısı içinde eritilmesi -asimile
edilmesi amaçlanmaktadır. Burada söz konusu olan doğal erime değil, zora dayalı, kişiyi ulusal
benliğinden koparma ve başkalaştırmadır. Türkiye sınırlarının içinde bugün 20 milyon Kürt
yaşıyor. Dolayısıyla Türkiye’de okuma çağında yüz binlerce Kürt çocuğu bulunuyor. Bu yüz
binlerce çocuğun anadilleriyle eğitim ve öğretiminin yasaklanması, aynı zamanda kendi kültürleri
ve tarihleriyle ilişkisinin koparılması demektir. Bu, yüz binlerce çocuğun kişilik ve düşünce
geliştirmelerini engelleme demektir.
Anadilde eğitim (veya anadil eğitimi) bu çerçevede temel hak olarak ele alındığında, kişi
özgürlükleri ve kültürel haklar olarak iki bölümde incelenebilir. Kişi özgürlüklerinden olan
“Düşünce ve Đfade Özgürlüğü” hukuk kitaplarında şöyle tanımlanır: Düşünce özgürlüğü, insan
için, kişisel ve toplumsal yaşamın getirdiği bütün sorunlara vermek istediği yanıtları, kendi kendine
seçme ve hazırlama, davranış ve işleyişini buna uygun hale getirme ve gerçek addettiğini
başkalarına iletme olanağıdır”. Düşünce özgürlüğü, başka bir tanımla, insanın serbestçe düşünce
ve bilgilere ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek
başına ya da başkalarıyla birlikte, çeşitli yollarla serbestçe açıklayabilmesi, başkalarına aktarabilmesi
ve yayabilmesi anlamına gelir.
Düşünce ve Kanaat Hürriyeti konusunda 1982 Anayasası madde 25/1’de “Herkes düşünce
ve kanaat hürriyetine sahiptir” demektedir. Madde 26/1 “herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir”
şeklinde belirtmektedir. Fakat aynı maddenin 3. Fıkrası “düşüncenin açıklanması ya da
yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz” ifadesiyle kabul edilmiş bu
hakkı kaçınılmaz olarak sınırlamıştır. Kanaatlerin yayılması ise 28/2’de “kanunla yasaklanmış
herhangi bir dilde yayın yapılamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Kültürel Haklar bölümünde inceleyebileceğimiz “Eğitim Hakkı ve Öğrenim Özgürlüğü” ise
1982 Anayasası’nda şöyle işlenmiştir :“madde 42/1- Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun
bırakılamaz” Aynı maddenin son fıkrasında ise şöyle bir anlatım vardır: “Türkçe’den başka hiç bir
dil eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve
öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve
28
öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası antlaşma hükümleri
saklıdır.”
Bu eğitim ve öğretim, Düşünce ve Kanaat Hürriyeti politikası, günümüzün özgürlükçü
çoğulcu demokrasi prensipleriyle, demokratik değerlerle çatışan, gayri insani ve insan haklarını
ihlal eden, çağdışı, ırkçı bir politikadır. Đfadelerde de kendini belli eden bu anti-demokratik, ırkçı
eğitim ve öğretim politikasından vazgeçilmesi gerekiyor. Ayrıca bu politikadan vazgeçmek çağdaş
olmanın, farklı kültürlere, dillere saygılı olmanın ve demokratik değerlere sahip çıkmanın bir
gereğidir.
Türkiye’de milyonlarca insanın (Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Laz, vs.) diline, kültürüne,
dolaylı olarak beynine ve duygusuna vurulan bu zincir artık çözülmelidir. Anadille eğitim ve anadil
öğrenimi hakkı başta Kürtler olmak üzere, diğer etnik gruplara da verilmelidir. Anadille eğitim
hakkının kullanılıp kullanılmaması, Türkiye’de yaşayan ulusal grupların tamamen özgür iradesine
bırakılmalıdır. Önemli olan bu hakkın tanınması ve eğitimin içerik olarak demokratikleşmesidir.
Türkiye’de demokratik bir eğitim ve öğretim sisteminin gerçekleştirilebilmesi, Anadolu’da
yaşayan bütün ulusal toplulukların her alanda hak eşitliğini sağlayan demokratik bir anayasanın
hazırlanması ve kabul edilmesiyle mümkündür.
Bu anayasa, Anadolu’da yaşayan halkların eşitlik temelinde ve özgürce oluşturacakları
birlikteliğin belgesi olmalıdır. Anadolu’da yaşayan birçok etnik grup kültür ve dil var. Devlet
varolan bu dillerin özgürce gelişimini sağlayacak gerekli koşulları hazırlamalıdır. Bu aynı zamanda
Anadolu’da bulunan dil ve kültür zenginliğinin korunması demektir.
Çoğulculuk ilkesinin kabulününün doğal sonucu farklı dil, din ve kültürlerin tanınması,
varlıklarının kabulü, farklı düşüncelerin ifade edilmesi özgürlüğünün bulunduğunun kabulü
anlamına gelir. Yalnızca kabul değil ‘devletin temel amaç ve görevlerinin de buna göre
belirlenmesi gerekir.’ Belirtilen durum anayasal vatandaşlığın kapsamını da tayin eder. Anayasal
vatandaşlıkta, devletin milli niteliği kaybolmaz. Milli nitelik, tek bir etnik kökene, topluluğa
dayanmak olarak algılanamaz. Anayasal vatandaşlıkta ve yukarıda tartışılan vatandaşlık anlayışında,
millilik, çeşitli kökenlerden gelen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına dayalı olmak demektir.
Anayasal Vatandaşlık uygulaması bu ülkede yaşayan farklı halk gruplarının hem barış içinde
bir arada yaşama duygu ve iradesini güçlendirecek, hem de toplumların zenginleşen kültür ve dil
hazinesinden, karşılıklı yararlanma olanağını arttıracaktır. Böyle bir uygulama, bu ülkede
özgürlükçü demokrasi kültürünün yeşermesine, gelişip güçlenmesine hizmet edecektir.
Bugün dünyada birden çok resmi dile sahip onlarca devlet var. Anadolu’da gönüllü
birliktelik temelinde oluşturulacak demokratik bir devlette, birden çok dil ve kültür bir arada ve
eşitçi neden yaşamasın.
Bırakalım yüz çiçek bir arada yaşasın.
2. Türkiye’nin Soruna Yaklaşımını Ortaya Koyan Bazı Örnekler
Basından aldığımız bazı ilginç haberler, Türkiye’nin anadilde eğitim ve anadil eğitimi
sorununa, özelde Kürtçe eğitime ve Kürtçe öğrenimine yaklaşımını daha iyi ortaya koymaktadır.
•
Yücelen: Ordu da Kürtçe Yayın Yaptı
15 Kasım 2000 NTV
Đnsan haklarından sorumlu ANAP’lı Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, Kürtçe yayın
konusunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hassasiyetini değerlendirdi.
NTV’nin soruların yanıtlayan Yücelen, terörün yoğun olduğu dönemde askerlerin bölge
halkı ile iletişim için Kürtçe bildiri dağıttıklarını ve radyo yayını yaptıklarını belirtti. Yücelen, şöyle
dedi:
29
“Terör olaylarının çok fazla olduğu dönemlerde askerler, çalışmaları sırasında, oradaki
vatandaşlara Kürtçe çağrıda bulundular. Seyyar radyo frekanslarından onlara seslendiler. Onlara
yayın yapmaya çalıştılar. Demek ki böyle bir ihtiyaç o zaman duyuldu.”
“MGK’ya Soralıma Son Verelim”
Kürtçe yayına karşı çevreleri ima eden Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, “Sıkıştığımız
konuda, Milli Güvenlik Kurulu şöyle konuşuyor; askerlerimiz böyle düşünüyor konusunu
kaldırmamız lazım. Karara doğru gidilirse, tabii ki Milli Güvenlik Kurulu’na bu konudaki
fikirlerini sormak lazım” diye konuştu.
Yücelen, özel televizyonların Kürtçe yayın yapmasına izin verilecekse anayasanın, sadece
belirli saatlerde TRT’den yayın yapılacaksa da RTÜK kanununun değiştirilmesinin yeterli olacağını
söyledi. Bakan Yücelen, hükümetin karar vermesi halinde Kürtçe yayın için bir ay içinde tüm
hazırlıkların tamamlanabileceğine de dikkat çekti.
Yücelen, Kürtçe yayının serbest bırakılması halinde bu konuya olan ilginin de azalacağını
ifade etti.
Rüştü Kazım Yücelen, “bir ara Kürtçe kaset münakaşası vardı. Kürtçe kaset serbest
bırakıldı. Aynı şeyi o zaman da dinledik. Ama şimdi görüyoruz ki satışlar düştü. Sordum, Kürtçe
şarkıdan çok Tarkan’ın şarkılarının dinlendiğini bana söylediler” diye konuştu.
Yücelen, hükümet ortağı MHP’nin Kürtçe yayına karşı çıkışlarını, kendi tabanına gönderilen
mesaj olarak nitelendiriyor.
•
Akbulut Mecliste Kürtçe'yi yasakladı
9 Ağustos 1999 Hürriyet Gazetesi
TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut, resmi bir dil olmadığı gerekçesiyle ‘‘Kürtçe’’yi TBMM
kayıtlarından sildirdi. Başbakanlık yaptığı 1990-91 yıllarında ‘‘Kürtçe konuşma ve yayın yasağını’’
kaldıran yasayı çıkaran Akbulut, MHP'nin başvurusu üzerine, bu kez Kürtçe'nin Meclis kayıtlarına
girmesini bile yasakladı. FP Đstanbul Milletvekili Mehmet Fuat Fırat, TBMM albümü için
hazırladığı özgeçmişinde bildiği diller arasında ‘‘Kürtçe’’ yi de yazmıştı. Bunun üzerine MHP
Đstanbul Milletvekili Mustafa Gül, TBMM Başkanı Akbulut'a resmi bir dilekçe ile başvurarak
Fırat'ın uyarılmasını istedi. Gül başvurusunda, ‘‘Mehmet Fuat Fırat'ın özgeçmişiyle ilgili verdiği
bilgiler ve internette yer alan tanıtım formunda bildiği diller arasında Arapça, Farsça ve Kürtçe yer
almaktadır. Bu talihsiz ifadenin tüm Meclis kayıtlarından silinmesi ve internetten de çıkarılmasını,
kendilerinin de uyarılarak gerekli işlemlerin yapılmasını arz ederiz’’ dedi.
Kendi Çıkarmıştı
Akbulut da, 9 yıl önce kendi çıkardığı yasayla ters düşerek, bu kez Kürtçe'nin resmi dil
olmadığı gerekçesiyle Meclis kayıtlarından çıkarılmasını istedi. Akbulut'un talimatıyla, basımı süren
TBMM albümünde değişiklik yapıldı ve FP'li Fırat'ın özgeçmişinde bildiği yabancı diller
bölümünde yer alan Kürtçe çıkarıldı. Aynı düzeltme internette de yapıldı. Kürtçe TBMM
kayıtlarına 1991 yılında ‘‘bilinen yabancı dil’’ olarak dönemin HEP milletvekillerince sokulmuş ve
bugüne kadar diğer partilerde bulunan Kürt kökenli çok sayıda milletvekilince de kullanılmıştı.
•
Kürtçe Davetiye Beraat Etti
16 Ocak 2001 Hürriyet Gazetesi
Namık DURUKAN / DĐYARBAKIR, DHA
30
Öğretmenler Günü nedeniyle geçen yıl Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi tarafından
düzenlenen kutlama gecesi için bastırılan davetiyelerde Türkçe ve Kürtçe çağrı metinlerini yan
yana kullanan 6 öğretmen beraat etti.
Diyarbakır DGM, resmi olmayan toplantıda Türkçe'nin yanında Kürtçe metine yer
verilmesinin suç teşkil etmediğine ve bunun Anayasanın ‘Devletin resmi dili Türkçe’dir'
maddesine aykırı olmadığına karar verdi. Sanık öğretmenlerin avukatı Mahmut Vefa, bu kararın
Kürtçe yayın yapmanın suç olamayacağını kanıtladığını söyledi.
Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi yöneticileri Hüseyin Kaya, Mehmet Nesip Gültekin, Ali
Erdemirci, Medeni Alpkaya, Figen Aras ve Müzeyyen Akıncı'nın 'Devletin bölünmezliği aleyhine
propaganda yaptıkları' iddiasıyla Terörle Mücadele Yasası'nın 8/1'inci maddesi uyarınca 1- 3 yıl
arasında hapis istemiyle yargılandıkları dava sonuçlandı. Diyarbakır 2 No'lu DGM sanıkların
üzerlerine atılı suçun unsurlarının oluşmadığına kanaat getirerek beraatlerini kararlaştırdı. Kararda,
Türkçe ve Kürtçe çağrı metinlerinin içeriğinin yürürlükteki yasalar açısından herhangi bir şekilde
suç teşkil edecek unsur taşımadığı, düzenlenmek istenen gecenin resmi niteliği olmadığı için
Kürtçe de yazılmasının Anayasaya aykırılık taşımadığı yer aldı.
•
Kürtçe Eğitime Yeşil Işık
31 Mart 1999 Hürriyet Gazetesi
Apo'yu yargılayan Ankara 2 No'lu DGM, EĞĐTĐM-SEN yöneticilerinin yargılandığı
davada, Kürtçe eğitime yeşil ışık veren bir karar aldı. Karara, yalnızca askeri üye karşı çıktı.
BÖLÜCÜBAŞI Abdullah Öcalan'ı Đmralı'da yargılayacak olan Ankara 2 No'lu DGM heyeti,
oy çokluğuyla aldığı bir kararla Kürtçe eğitime yeşil ışık yaktı. Karara, askeri üyesi Albay
Abdülkadir Davarcıoğlu, karşı çıktı.
Mahkeme, EĞĐTĐM-SEN yöneticilerinin ‘bölücülük propagandası’ndan yargılandığı
davada, ‘Kürtçe anadille eğitim isteyen’, ‘Kürt halkı ve başka halklar üzerinde asimilasyon ve inkar
politikaları sürdüğünü iddia eden, Atatürk'ün ‘‘Ne mutlu Türküm diyene’’ sözünü ‘ırkçılık’ olarak
niteleyen kitapla ilgili beraat kararı verdi.
DGM, ‘Bilimsel bir çalışma sonunda kitap yayınlandığı ve taraftar toplamak için bir görüşün
propagandasının yapılmadığı’, yani ‘suç kastı olmadığının’ anlaşıldığı ve ‘Bölücülük propagandası
suçunun unsurları bulunmadığı’ gerekçeleri ile beraat kararı verdi. DGM, toplatma kararını da
kaldırdı.
Tartışmalı Karar
DGM çevrelerinde, bu kararla, Kürtçe eğitime ‘bilimsel öneri’’ denilerek, Anayasaya aykırı
şekilde vize verildiği iddia edildi. 7 sayfalık gerekçede şöyle denildi:
Düşünce Özgürlüğü
EĞĐTĐM-SEN'in sorunlarla ilgili görüş bildirmesi doğaldır. Bilimsel anlamda anadilin okul
öncesi öğrenilen dil olduğundan kuşku yoktur. Kitaptaki ifadeler düşünce özgürlüğünün bir
ürünüdür.
Anadil Eğitimi
31
Gelişmiş ülkelerde, okul öncesi eğitimde anadil eğitimi konusunda imkanlar tanınmakta,
okullar açılmaktadır.
CHP ve TÜSĐAD
Aynı husus Mayıs 1998'de CHP'ce yayımlanan Demokratikleşme ve Đnsan Hakları ön
raporunda dile getirilmiştir. Keza TÜSĐAD tarafından yayımlanan Doğu Raporu'nda da bu husus
fikir olarak belirtilmiştir. Toplumlar ancak düşüncelerini özgürce açıkladıkları sürece gelişebilirler.
Herkesin aynı şekilde düşünmesi beklenemez.
Demokratik Çözümler
Yatılı Đlköğretim Bölge Okulları (YĐBO) uygulamasının sakıncalarının belirtilmesi de
düşünce özgürlüğü kavramı içersinde değerlendirilmelidir.
Bölücülük Yok
Kitapta, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhinde bölücülük propagandası
yapılmadığı gibi, sanıkların böyle bir kasıtı da tespit edilmemiştir. 680 sayfa olan kitabın sadece
birkaç sayfasından cümleler alınarak, sanıkların bölücülük propagandası yaptığı iddia edilemez.
Savcıdan Jet Temyiz
Beraat kararının bozulmasını isteyen Savcı Ünal Haney ise kitapla ‘Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhinde propaganda’ yapıldığı gerekçesiyle Yargıtay'da temyize
başvurdu.
Asker Üye Karşı
Mahkemenin Albay üyesi Abdülkadir Davarcıoğlu ise karşı oy yazdı. Karşı oyda, Anayasaya
aykırı şekilde Türkçe'den başka dillerde özellikle Kürtçe eğitim yapılmasının önerilmesinin
bölücülük olduğunu savunuldu.
•
Kürtçe Kitaba Beraat
16 Ocak 2001 Hürriyet Gazetesi
Ayşegül USTA / ĐSTANBUL
Kürtçe yayımlanan kitapla PKK’ya yardım ve yataklık etmekle suçlanan yazar Mehmet
Uzun ve yayıncı Hasan Öztoprak’ın yargılandığı Đstanbul DGM’deki duruşma beraatle sonuçlandı.
Yazar Uzun, mahkeme kararının Türkiye’ye yakışan bir karar olduğunu söyledi. Duruşmaya çok
sayıda yabancı yazar, diplomat ve gazeteci de katıldı.
‘Aşk gibi aydınlık, ölüm gibi karanlık’ adlı kitapla ‘terör örgütü PKK’ya yardım ve yataklık
ettiği' gerekçesiyle, 4.5 ile 7.5 yıl arasında hapis istemiyle yargılanan yazar Mehmet Uzun ile yayıncı
Hasan Öztoprak beraat etti.
32
Đstanbul DGM'deki duruşmasında, Kürtçe yazılan daha sonra Türkçe'ye çevrilen kitabın
yazarı, Đsveç'te yaşayan Uzun ve Öztoprak'ın ifadeleri alındı. Gendaş Yayınevi'nin sahibi
Öztoprak, kitabın edebiyat eseri olduğunu belirterek, suçlamaları kabul etmedi. Uzun ise ‘‘Hiçbir
devletin, siyasetin, ideolojinin, rejimin yazarı değilim. Yazarlığın temeli siyaset ve ideoloji değil
hümanizmdir. Đyi bir edebiyatçının görevi edebiyatı kullanarak insanlara örnek olmaktır. Hiçbir
zaman kimseyi övmedim, övmem’’ dedi. Yazar Mehmet Uzun'u duruşmada Abdullah Öcalan'ın
avukatı Hasip Kaplan savundu. Mahkeme sanıkların beraatlerine karar verdi.
Duruşmayı Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Orhan Pamuk, Metin Kaçan, Yılmaz Erdoğan,
Akın Birdal, Nadire Mater, Şanar Yurdatapan'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda yazar ve
sanatçı ile Đsveç'in Đstanbul Başkonsolosu Sture Theolin, Lahey Adalet Divanı eski savcısı Eric
Östberg, Pen Uluslararası Yazarlar Birliği Hapisteki Yazarlar Komitesi Başkanı Eugene Schoulgin,
Đsveç Pen Yazarlar Birliği'nden Elisabeth Zila Olin, Norveç Đfade Özgürlüğü Forumu Başkanı
Beate Slydal ve çok sayıda yabancı gazeteci izledi.
Apo'nun Avukatı Savundu
Yazar Mehmet Uzun'u, duruşmada Abdullah Öcalan'ın avukatı Hasip Kaplan savundu.
Kaplan, ‘‘Diyarbakır DGM Cumhuriyet Savcılığı, yedi kitabı kitapların Türkçe tercümesini bile
yaptırmadan toplatmak istedi. Ancak kitapların yayınlandığı sürenin üzerinden bir yıl geçtiği için
toplatma kararı kaldırıldı. Kitabın Kürtçe baskısına da dava açılmamış, Kürtçe baskısına da zaman
aşımına 15 gün kala dava açılmıştır’’ dedi.
Edebiyatın Mutlak Serbestliği
Duruşmadan sonra DGM dışında bir açıklama yapan yazar Mehmet Uzun, mahkeme
kararının Türkiye'ye yakışan bir karar olduğunu kaydederek, ‘‘Edebiyat ve sözün kesin ve mutlak
olarak serbestliği yönünde karar alındı’’ dedi. Uzun, duruşma sonunda kendisini arayan Đsveç
Kültür Bakanı'na da duruşmayla ilgili bilgi verdi.
Lahey Adalet Divanı eski savcısı Eric Östberg, davayı izlemek ve destek olmak için geldi.
Yazar Yaşar Kemal, böyle bir davanın olmasını utanç verici bulduğunu, ancak bu kararla
demokrasiye doğru bir adım daha atıldığını söyledi. Gazeteci-yazar Zülfü Livaneli ise ‘‘Türkiye de
bir şeyler kazandı, kin ve nefret kaybetti’’ diye konuştu.
Yılmaz Erdoğan, duruşma sonunda kararı 'Savcı 'Pardon' dedi' diye yorumladı.
•
Kürt ve Ermeni Müziğine Veto
6 Aralık 1998 Hürriyet Gazetesi
Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi'nde bu yıl ikincisi düzenlenen ‘Đstanbul Müzik
Şenliği’nin programında yer alan Reşo adlı Kürt türkücü ve Knar adlı Ermeni müzisyenlerden
oluşan grubun konserleri, şenliğe birkaç gün kala iptal edildi. Şenlik organizatörleri, konserlerin,
Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı tarafından ‘Ülkenin içinde bulunduğu hassas durumu’
gerekçe gösterilerek iptal edildiğini öne sürdüler.
Konferans Salonu'nda dün gece 21.30-22.30 saatleri arasında yapılması gereken Reşo'nun
konseri ve bugün 14.30-15.30'da Konferans Salonu'nda gerçekleşecek Knar'ın konseri iptal
edilirken, Birol Topaloğlu'nun dün Yeşil Salon'da 21.15-22.15 arasında verilecek ‘Etnik Müzik-
33
Laz’ başlıklı konseriyle önceki gece Büyük Konser Salonu'nda saat 17.00-18.00 arasındaki Zuğraşi
Berepe'nin ‘Laz-Rock’ konserine ise izin verildi.
Pozitif Organizasyon Şirketi ve Açık Radyo'nun ortaklaşa 4-6 Aralık tarihleri arasında
düzenlediği şenlikte bazı Kürtçe türkülerin seslendirildiğini belirten yetkililer, ‘‘Örneğin ‘Kardeş
Türküler' konseri çeşitli yörelerin türkülerinden derlenmişti ve Kürtçe türküler de vardı. Ancak
programda Kürtçe türkü olduğu açıkça gözükmüyordu. Reşo'nun adının altında ‘Deneysel Kürt
Müziği'nden örnekler vereceği yazılmıştı’’ dediler.
Sivas’ta 1959'da doğan Reşo, Kürtçe caz denemeleri yaptı. Reşo'nun ‘Zardüşt-1' ve
‘Zerdüşt-2' adlı kasetleri bulunuyor.
6 Türkiye Ermenisi'nin oluşturduğu Knar Grubu elemanları 1977'den beri Anadolu Ermeni
müziği üzerinde çalışıyor.
•
Akbulut: Kürtçe Dil Değil, Şive
10 Ağustos 1999 Hürriyet Gazetesi
TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut, milletvekili albümünde, ‘‘Kürtçe’’nin yabancı dil olarak
yazılmasını, artık bir sorun olmaktan çıkardıklarını söyledi. Akbulut, ‘‘Milletvekillerinin bildiği
dilleri, devletlerarası ilişkilerde kullanmak üzere öğreniyoruz. Kürtçe dil değil şivedir. Artık bu
değişik boyutlara çekilmesin’’ dedi. Akbulut, dün TBMM Basın Bürosu'na gelerek, gazetecilerin
çalışma mekanlarında inceleme yaptı. Akbulut, Parlamento Muhabirleri Derneği'ni de ziyaret
ederek, gazetecilerin çeşitli konulardaki sorularını yanıtladı. Akbulut, Meclis albümüne, bazı
milletvekillerinin, bildikleri yabancı dil bölümüne ‘‘Kürtçe’’ yazmalarına bundan böyle izin
verilmeyeceğini kaydetti.
•
Ecevit'in Kürtçe genelgesi
31 Mart 2001 Hürriyet Gazetesi
Şehriban OĞHAN/ ANKARA
Başbakan Bülent Ecevit, coğrafi bölge ve yer adlarının, Kürtçe ve Đngilizce adlarla
anılmasının son dönemde gittikçe yaygınlaşması üzerine bir genelge yayınladı. Ecevit genelgede
‘‘Kamu kurum ve kuruluşlarını bunları kullanmaması’’ konusunda uyardı. Ecevit, bunların karşılığı
olan Türkçe kelimeleri içeren bir kullanma kılavuzunu da genelgesiyle birlikte gönderdi.
Türkçe'nin ‘‘başta Đngilizce olmak üzere’’ yabancı diller karşısında bozulmaya uğradığına
dikkat çeken Ecevit, Türkçe'ye etkinlik kazandırılmasının, küreselleşme olarak adlandırılan süreçte
Türkiye'nin siyasal ve kültürel varlığının korunması ve ulusal birliğin güçlendirilmesi açısından
önem taşıdığını vurguladı.
Ecevit, genelgede isim vermeden coğrafi adlar ve yer adlarında Kürtçe kullanılmasından
yakınarak ‘‘Ülkemiz üzerinde amaçları bulunan kesimlerin, Türkiye'nin toplum yapısında yapay
ayrılıkçı eğilim ve hareketler yaratabilmek amacıyla, öncelikle ‘dil' ile yani ‘Türkçe' ile oynamaya
çalıştıkları bilinmektedir. Türkçe kavram ve kullanım biçimlerindeki tutarsızlıklar ile bunlardan
kaynaklanan, algılamadaki karışıklıklar ve anlam kaymaları yoğun bir şekilde istismar
edilmektedir.’’ dedi.
34
Kurul Đzleyecek
Kamu kurumlarına genelgeyle birlikte, ülkenin siyasal, tarihsel, ulusal ve kültürel yapısına ve
önceliklerine uygun Türkçe anlatım ve kullanım biçimlerinin benimsenmesini ve
yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla ‘‘Türkçe Anlatım ve Kullanım Biçimleri Kılavuzu’’ da
gönderdi.
Genelgeye göre uygulamalar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı'nın
eşgüdümünde Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Đçişleri, Dışişleri, Milli Eğitim ve Kültür
Bakanlıkları ile Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı'nın temsilcilerinden oluşan ‘‘Đzleme ve
Yönlendirme Kurulu’’ tarafından izlenecek.
RTÜK’ ten Kürtçe Yasağı
Bu arada RTÜK, Kürtçe yayının suç olduğuna da karar verdi. Kayış bunun gerekçesini,
‘evrensel bir dil olmamasına’ bağladı ve şöyle dedi:
‘‘Kanun hazırlanırken bilim adamları ve hukukçulardan hangi dillerin evrensel olduğu
konusunda görüşler alınmış. 15 kadar dil sayılmış. Bu diller arasında Kürtçe yok.’’
•
Đlk Yeminli Kürtçe Tercüman Đşe Başladı
10 Kasım 1999 Sabah Gazetesi
Đsviçre Uppsala Üniversitesi'nden diplomalı Songül Yıldız Adana noterinden yeminli Kürtçe
tercümanlık belgesini de aldı.
Đsviçre Uppsala Üniversitesi Afrika ve Asya Dilleri Bölümü'nde Kürtçe dili konusunda 5
aylık eğitim alan 25 yaşındaki Songül Yıldız, Adana 10'uncu Noteri'nden Yeminli Kürtçe
Tercümanlık yapacağına dair tasdikli belge aldı.
Türkiye'nin ilk yeminli Kürtçe tercümanı olduğunu söyleyen Songül Yıldız, "Baroya
başvurumu yaptım. Kürtçe tercüman gerektiğinde beni arayacaklar. Bu alanda büyük bir boşluğun
olduğunu sanıyorum. Bunun için yurt dışına giderek kurs gördüm. Başarılı olup, diplomamı alarak
ülkeme geri döndüm. Türkiye'de mahkemelerde çaycılara, yoldan geçenlere tercümanlık
yaptırıyorlar. Akademik anlamda katkı sunmak istiyorum. Adalet Bakanlığı'na da uluslararası
alanda resmi tercüman olmak için başvurumu yapacağım" dedi.
•
MHP'li Vekiller Denetledi Ama Kürtçe'yi Anlamadı!
1 Nisan 2001 Sabah Gazetesi
Kürtçe filmin galasına MHP'li siyasiler akın etti. Filmin Kürtçesi'ni anlamadıklarını söyleyen
MHP'liler,
"Kasıt
var
mı,
yok
mu,
araştıracağız"
dediler
Đranlı Bahman Ghobadi'nin "Sarhoş Atlar Zamanı" adlı ilk Kürtçe filmin Ankara galasına
aralarında MHP milletvekillerinin de bulunduğu çok sayıda siyasi izledi. Filmin Kürtçe olması
nedeniyle, sinemada olağanüstü güvenlik önlemleri alındı, davetliler tek tek arandı, sivil polisler de
salonda kontrol yaptı.
Galaya katılan MHP Ağrı Milletvekili Nidayi Seven, MHP Bayburt Milletvekili Şaban
Kardaş ve DSP Diyarbakır Milletvekili Abdulsamet Turgut, Kürtçe bildikleri halde, filmi Đngilizce
bir film gibi izlediklerini söylediler.
MHP'li Seven, "Film, Kürt kimliğini siyasi malzeme yapmak isteyen nitelikte de değil.
Ancak, yine de bu filmin arkasında bir kasıt var mı, yok mu bunu araştıracağız" dedi. Filmin
35
Sorani lehçesiyle çekildiğini, söyleyen Seven, "Kürtçe arka planda kalıyor. Hatta Kürtçe'nin varlığı
bile takip edilemiyor" yorumu yaptı.
DSP'li Turgut ise, filmin Kürtçesi'ni anlayamadığını, ama izlerken çocukluğunu yaşadığını
söyledi.
"AB'ye Tarihi Adım"
Eski kültür bakanlarından Fikri Sağlar ile Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Kemal
Genç de davetliler arasındaydı. Sağlar filmin çok gerçekçi olduğunu belirtirken, Müsteşar
Yardımcısı Genç "Siyasi içeriği olmayan komşu ülkede çevrilmiş yabancı bir film" değerlendirmesi
yaptı ve "AB ülkeleri bu filmi görerek o bölgelere yardıma gelsinler" diye konuştu. Filmin
ithalatçısı ve Türkiye Film Yapımcıları Derneği Genel Başkan Sabahattin Çetin de, ilk Kürtçe
filmi "Ulusal Program'ın Avrupa'ya sunulması aşamasında bu bir tarihi adım" olarak değerlendirdi.
•
Vizontele Filmine Kürtçe Soruşturması
29 Ağustos 2001 Sabah Gazetesi
Diyarbakır'ın Çınar ilçesine bağlı Karalar köyü Başalan mezrasında geçtiğimiz ay, köylülerin
sinema izlemesini sağlayabilmek amacıyla Kaymakamlık, seyyar perde kurarak Vizontele filmini
izlettirdi.
Film gösterisini duyurmak için Türkçe'nin yanı sıra kadın ve yaşlıların anlaması için Kürtçe
anons da yapıldı. Bunun üzerine Valilik, Kaymakam Osman Yenidoğan hakkında, "Kürtçe anons
yaptırdığı gerekçesiyle" soruşturma başlattı. Kaymakam Yenidoğan, köyde bulunmadığını ve
anonstan haberi olmadığını belirtti. Mürsel ACAY
• DGM'de ilk defa Kürtçe tercüman
16 Ocak 2000 Hürriyet Gazetesi
Devlet Güvenlik Mahkemesi, tarihinde ilk kez, Kürt Ensititüsü'nden resmen Kürtçe
tercüman istedi.
Yasadışı bölücü PKK örgütü üyesi olmak ve iki kişinin öldürülmesi eylemine katılmak
suçlamasıyla, idam cezası istemiyle yargılanan Fatma Tokmak'ın, Türkçe bilmediği için sorgusu
Kürtçe tercüman aracılığıyla alındı. Tercüman aracılığıyla ifade veren sanık Fatma Tokmak,
hakkındaki suçlamaları kabul etmeyerek, kendisine gözaltında bulunduğu sırada, maddi manevi
baskı yapıldığını, cinsel tacize uğradığını ileri sürdü.
Đstanbul 3 Nolu DGM'de görülen, 3'ü tutuklu 9 sanıklı davanın dün yapılan duruşmasına,
tutuklu olarak yargılanan Fatma Tokmak, Raif Damar ve Abdulcabbar Evin katıldı. Anadili
Kürtçe olan ve Türkçe bilmeyen, idam cezası istemiyle yargılanan sanık Fatma Tokmak ile avukatı
Eren Keskin, mahkemeden Kürtçe tercüman talebinde bulundu. Kürtçe tercüman bulunamaması
üzerine, avukat Eren Keskin tarafından mahkemeye önerilen, "Kürt Ensititüsü"nden tercüman
talep edildi.
"Kürt Ensititüsü" Mülazım Özcan'ı Kürtçe tercüman olarak görevlendirdi.
• Resmi Törende Kürtce Türkü
27 Şubat 2000 Sabah Gazetesi
Türkiye'nin en büyük kavşağı olan Topkapı Katlı Kavşağı, Đbrahim Tatlıses konseriyle
açıldı. Tatlıses, konserde Kürtçe türkü de söyledi
Đstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan ve 60 trilyon liraya mal olan Topkapı
Katlı Kavşağı, dün düzenlenen resmi törenle hizmete girdi. Kavşağın açılışını Đstanbul Büyükşehir
36
Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna yaptı. Vatan ve Millet Caddesi, Sahilyolu ve E-5'i birbirine
bağlayan kavşak, 2X3 şerit ve 30 metre açıklıkla Türkiye'nin en büyük kavşağı olma özelliğini
taşıyor. Kavşak çalışması çerçevesinde, 20 bin 300 metrekaresi kapalı geçit olmak üzere, toplam
39 bin 300 metrekare yol düzenlemesi yapıldı.
• CHP, Kürtçe Eğitim Vaat Etti
5 Mart 1999 Hürriyet Gazetesi
Şaban SEVĐNÇ / ANKARA
Kürtçe televizyon ve kültürel ayrıcalıklar tartışması, CHP'nin seçim bildirgesiyle yeniden
gündeme geldi. CHP'nin ‘Sözleşme 2000’ adıyla hazırladığı 40 sayfalık seçim bildirgesinde,
‘Türkiye’nin çok kültürlü bir toplum' olduğu vurgulanıyor. Bildirgede, CHP iktidarında Türk ulusu
üst kimliğinin zedelenmemesi kaydıyla, alt kimliklerin kendi ana dillerinde eğitim ve iletişim
olanaklarından yararlandırılacağı taahhüt ediliyor. CHP Merkez Yönetim Kurulu, Deniz Baykal'ın
başkanlığında önceki gün gece yarısına kadar süren toplantısında, ‘Sözleşme 2000’ bildirgesine son
şeklini verdi. Bildirgeye göre Kürtçe eğitim verecek özel okullar açılabilecek. Ancak bu okullar
Milli Eğitim Bakanlığı müfredatına bağlı olacak. Hürriyet'in sorusunu yanıtlayan bir MYK üyesi,
bu haberi doğrulayarak, ‘‘Milli Eğitim Bakanlığı müfredat programı içinde resmi dil Türkçe olmak
kaydıyla ana dilde eğitim olanağı, özel okul açma, radyo-televizyon gibi yayınlar, kitap ve gazeteler
çıkarma haklarının tanınacağı, bunun bir ulusal zenginlik olacağını bildiriyoruz’’ dedi. 27)
•
Kürtçe TV'ye Vize
28 Kasım Hürriyet Gazetesi
MĐT Müsteşarı Şenkal Atasagun ve Yardımcısı Mikdat Alpay, Hürriyet, Milliyet, Sabah ve
Star gazetelerinin Ankara temsilcilerine, ilginç açıklamalarda bulundular. Teşkilat Sözcüsü Cem
Koca'nın da hazır bulunduğu sohbette, MĐT'in, Güneydoğu'daki vatandaşa ulaşabilmek için
devletin Kürtçe TV'yi kullanması düşüncesinde olduğu vurgulandı.
MĐT Müsteşarı Şenkal Atasagun ve teşkilatın ‘‘iki numarası’’ Mikdat Alpay, söz birliği
etmişçesine aynı ihtiyacı vurguluyorlar:
‘‘Türkiye, PKK'nın Öcalan'ın yakalanmasından sonra girdiği eylemsizlik dönemini iyi
değerlendirmelidir...’’
‘‘Peki değerlendirilebiliyor mu?’’ sorusuna MĐT Müsteşarı, olumlu bir yanıt vermekten uzak
duruyor:
‘‘Özellikle Silahlı Kuvvetler büyük gayret gösteriyor. Ama zaman da kaybediliyor. Adam
(Öcalan) iki senedir burada. Ama yapılmış olması gerekenlerin çoğu hala yapılamadı.’’ Atasagun,
bu noktada, ‘‘Hatalarımızın nedenlerini hep dışarıda, başkalarında aramak alışkanlığımızdan artık
vazgeçmeliyiz. Hatalarımızın nedenlerini biraz da kendimizde aramalıyız’’ diyerek, Türkiye'deki
sisteme dönük bir eleştiri getiriyor.
Medya TV’den Đyidir
MĐT, Öcalan'ın yakalanmasından sonra 25 Şubat 1999 tarihinde düzenlenen Milli Güvenlik
Kurulu toplantısına yeni dönemde neler yapılması gerektiğine ilişkin ayrıntılı bir rapor sunmuş.
Kültürel alanda önlemlerin de öngörüldüğü rapor MGK'da sıkıntı yaratmış, MĐT temsilcileri
‘‘Bunları nasıl söylersiniz?’’ tepkisiyle karşılaşmışlar.
37
Bu rapor gibi, Atasagun ve Alpay'ın önceki günkü açıklamaları da, MĐT'in Güneydoğu
sorununa oldukça kapsamlı ve esnek bir açıdan yaklaştığını ortaya koyuyor. Nitekim, Kürtçe TV
serbestisine ilişkin sürmekte olan tartışma karşısında da bu esnek ve liberal yaklaşımın izlerini
görmek mümkün oluyor.
Atasagun, bu konudaki bir soruya şu karşılığı veriyor:
‘‘Bu öncelikle hükümetin alacağı bir karar. PKK çizgisindeki Medya-TV Güneydoğu'da çok
rahat seyrediliyor. Olayları kendi açılarından aktarıyorlar, bir sürü yalan söylüyorlar. Herkes de
çanaklar üzerinden bu yayınları izliyor... ’’
Derdimizi Anlatalım
Bu noktada söze Mikdat Alpay giriyor ve önce şu soruyu yöneltiyor: ‘‘Oradaki vatandaşı
kazanmak istiyor musunuz? Đstemiyor musunuz?’’ Alpay, 1965'te Urfa'da stajyer hakimlik
yaparken vatandaşla anlaşabilmek için Arapça ve Kürtçe çevirmen kullanmak zorunda kaldıklarını
hatırlattıktan sonra, şöyle konuşuyor: ‘‘Bugün de böyle, eğer vatandaşı kazanmak istiyorsanız, ona
derdinizi anlatmanız lazım. Derdinizi neyle anlatacaksınız? Đşaretle mi anlatacaksınız? Onu
kazanmak istiyorsanız, ona ulaşmanız lazım. Adamın anadili Kürtçe. Türkiye'nin doğrularını
onlara neyle anlatacaksınız? Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarı için Apo'yu nasıl kullanırsak, Kürtçe’yi
de kullanabilmeliyiz. Bunu da başkalarının bizden istediği şekilde değil, kendi istediğimiz şekilde
yapabiliriz. Bakın, bir tiyatro grubunun Kürtçe oyun oynayıp Kürtçülük yapması başka bir şeydir,
devletin vatandaşıyla anlaşması için Kürtçe kullanması başka bir şeydir.’’
Alpay, sözlerine şöyle devam ediyor:
‘‘Sözcükler iyilik için de, kötülük için de kullanılabilir. Türkiye Cumhuriyeti akıllılık edip,
sözcükleri iyilik için de kullanmanın altyapısını kurabilmelidir. Ama bu iş bizim değil, hükümetin
işidir.’’
Anaları Kazanamadık
MĐT'in iki numaralı yetkilisi, ardından sohbetin belki de en can alıcı değerlendirmesini
yapıyor:
‘‘Türkiye Cumhuriyeti anaları kazanamadı. Bazı araştırmalara göre, bölgedeki anaların yüzde
60'ı Türkçe bilmiyor. Anaları kazanacak sistemi kuramadık. Bu devlet analara hitap etmesini
bilemedi. Anaları kazanabilseydik mesele zaten bugüne kalmazdı. Bunu yıllarca yazdık, ama bir
sonuç alamadık.’’
Peki, MĐT Kürtçe TV konusunda daha esnek bir bakış içeren bu görüşünü devletin diğer
birimlerine aktardı mı? Hükümet bu konuda MĐT'in görüşünü sordu mu? Atasagun, ‘‘Soruldu. Biz
de size şimdi açıkladığımız bu kanaatimizi kendilerine bildirdik. Benzer şekilde Apo'nun idamına
da karşı çıktık, bu görüşümüzü de hükümete bildirdik. Buna Türkiye'nin çıkarları için karşı çıktık.
’’ diye yanıtlıyor. Atasagun ve Alpay'ın bu açıklamalarıyla aslında MĐT'in uzun bir zamandan beri
Kürtçe TV'ye esnek baktığı, üstelik bu görüşünü hükümete ve devletin diğer katmanlarına da
aktardığını ortaya çıkıyor.
Peki, MĐT'in bu görüşlerinin yaşama geçirilmesi önündeki engel nedir?
MĐT Müsteşarı, şu karşılığı veriyor:
38
‘‘Tabii, bizim bürokrat olarak oy sorunumuz olmadığı için daha rahat konuşuyoruz.
Politikacının belli bir tabanı var. Bir de bazı şeylerde çok süratli gidilemiyor. Bir söylemden
diğerine geçiş o kadar kolay olmuyor. Burada örgütün tutumu da önemli. Bu benim şartım derse,
buna karşı çıkılır. O zaman biz de karşı çıkarız. Şantaj olmaması lazım.’’
Atasagun, konuyu şöyle toparlıyor:
‘‘Mesele sahayı bölücülere bırakmamak meselesidir...’’
•
Kürtçe TV'ye Sıcak
14 Kasım 2000 Hürriyet Gazetesi
Başbakan Ecevit Kürtçe TV konusunda, ‘‘Çağdaş iletişim teknolojisi sınır tanımıyor. Şu
sırada Kuzey Irak'tan ve Avrupa'dan Kürtçe yayınlar Türkiye'den alınıyor. Bu verileri göz önünde
tutarak bir sonuca varmak gerekir’’ diye konuştu.
BAŞBAKAN Bülent Ecevit, AB'nin Katılım Ortaklığı Belgesi'nin açıklanmasıyla gündeme
yerleşen Kürtçe TV ve radyo yayınları konusunda esneklik işaretleri vererek, ‘‘Çağın bir takım
gerçekleri var. Çağdaş iletişim teknolojisi sınır tanımıyor. Bu verileri göz önünde tutarak bir
sonuca varmak gerekir’’ dedi.
Ecevit, Hürriyet'in bu konudaki sorularını yanıtlarken, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin
‘‘genellikle gerçekçi davrandığını’’ belirterek, koalisyonun MHP kanadının bu konuda bir uzlaşıya
yanaşacağı umudunu ifade etti.
Başbakan Ecevit'e dün bu konuda yönelttiğimiz sorular ve kendisinin yanıtları şöyle:
- AB'nin Katılım Ortaklığı belgesinde Kürtçe TV ve radyo yayınlarının serbest bırakılması
beklentisi yer alıyor. Bu konuda koalisyonun içindeki durum nedir?
ECEVĐT: Henüz ayrıntılarıyla görüşmedik. Ama görüşmemiz gerekiyor. Görüşmeden bir
sonuca varılmadan da, ben üstümde Başbakanlık sıfatı varken, bir şey söylemek istemiyorum.
Çünkü çok duyarlı bir konu. Zaten kültürel haklar fiilen tanınmış halde. Biliyorsunuz dergiler,
kitaplar çıkıyor. Daha kapsamlı olarak da düşünülebilir. Ama şu sırada hükümette ele alınmadığı
için ben şimdilik kendi düşüncelerimi söylemeyeyim. Ama er geç gelecektir.
- Ne zaman gelebilir?
ECEVĐT: Şu sırada bir şey söylemeyeyim. Ama herhalde geciktirmemek gerekir. Henüz
Sayın Bahçeli ile bu konuyu görüşmedik.
- Türkiye, yıl sonuna kadar AB'ye sunacağı ulusal programda bu konuya yer vermek
durumunda. Yıl sonuna kadar bu sorunun çözümlenmesi gerekmiyor mu?
ECEVĐT: Fazla bir zaman kaybı yok.
- MHP ile bu konuda belli bir uzlaşma noktasına gelebileceğinizi ümit ediyor musunuz?
39
ECEVĐT: Sayın Bahçeli genellikle gerçekçi davranıyor. AB'ye üyeliği istediğimize göre bazı
koşullara uymak gereğini genellikle kabul ediyor. Tabii, hepimizin zorluk çektiği konular var.
Ancak bu nihayet kulübün kuralları, üyeliğin kuralları...
MGK'da Gündeme Gelebilir
- Kürtçe konusu sizce MGK'da gündeme gelmesini gerektiren boyutta bir konu mu?
ECEVĐT: Tabii. Bu güncelliği olan bir konu. Ama şu sırada gündemde değil. Güneydoğu ile
ilgili konular her zaman ayrıntılı olarak ele alınıyor MGK'da.
- Şimdilik kendi düşüncelerinizi söylemek istemediğinizi belirttiniz. Ancak kısa bir süre önce
Eruh'un içinden geçerken gazetecilere evlerin çatısındaki çanak antenleri gösterip, dışarıdan
yapılan Kürtçe yayınların bu evlere uzandığını söylemiştiniz...
ECEVĐT: Çağın bir takım gerçekleri var. Çağdaş iletişim teknolojisi sınır tanımıyor. Şu
sırada Kuzey Irak'ta Türkiye'ye de yönelik TV var. Ayrıca muhtelif Avrupa ülkelerinden PKK'nın
veya PKK ile ilgili kuruluşların televizyon yayınları var. Bunlar Türkiye'den alınıyor. Bunlar birer
veri. Bu verileri göz önünde tutarak bir sonuca varmak gerekir.
Öksüz: Kürtçe TV'nin millete ne hayrı var
HÜKÜMETĐN, daha önce Bakanlar Kurulu'nca benimsenen Đnsan Hakları Üst Kurulu
Raporu ile paralel bulduğu AB Ortaklık Belgesi, MHP çevrelerince sert bir dille eleştiriliyor.
Belgeye karşı çıkan MHP'liler arasındaki Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz ‘‘Türkiye'yi bölecek
taleplere karnımız tok’’ dedi. Ortaklık Belgesi'ni savunan ANAP Lideri Yılmaz'a, ‘‘Kürtçe TV'nin
millete bir hayrı var mı’’ sorusunu yönelten Öksüz şunları söyledi: ‘‘Kürtçe TV isteyenler, yarın
öbür gün, 'biz ayrı devlet olacağız' diyecekler. PKK böyle bir avuç eşkıya denilerek buralara
gelmedi mi? Yılmaz ne yapmak istiyor.’’ MHP'li TBMM Başkanı Đzgi de, Ortaklık Belgesi'ni ve
Türkiye'den talepleri, ‘‘Sevr'den de kötü’’ diye niteledi.
•
Yeni bir Kürtçe film: Karatahta
10 Eylül 2001 Hürriyet Gazetesi
Türkiye'de Kürtçe olarak gösterilen ''Sarhoş Atlar Zamanı'' adlı filmden sonra 22 yaşındaki
Đranlı genç yönetmen Samira Makhmalbaf'ın Kürtçe çektiği ''Blackboard-Karatahta'' adlı film de,
21 Eylül 2001 tarihinde gösterime girecek.
Uluslararası üne sahip yönetmen Mohsen Makhmalbaf'ın kızı olan Samira Makhmalbaf'ın
1999 yılında Cannes Film Festivali'nde dünya promiyerini yapan ''Elma'' adlı kısa metrajlı
filminden sonra çektiği ilk uzun metrajlı filmi ''Karatahta'', 2000 Cannes Film Festivali'nde ''Jüri
Özel Ödülü''ne layık görüldü.
Halepçe katliamından sonra Đran-Irak sınırında yaşayan insanların kaçak mal taşıması ve
verdikleri yaşam mücadelesini konu alan film, 21Eylül Cuma günü Türkiye'deki sinemalarda
gösterime girecek.
Filmin Türkiye'deki dağıtımcısı Belge Film'in Sahibi Sebahattin Çetin, 2000 yılında Cannes'te
''Altın Kamera'' ile ödüllendirilen ve bu yıl Türkiye'de gösterilen ''Sarhoş Atlar Zamanı'' ile Kürtçe
film tartışmalarının yaşandığını hatırlatarak, ''Karatahta adlı Kürtçe filmin vizyona girmesi için
Kültür Bakanlığı Film Değerlendirme Kurulu'ndan onay aldık'' dedi.
40
Kurul'un, filmin diline değil, verdiği mesaja, çocuklara ve yetişkinlere yapacağı olumsuz
etkilere bakarak onay verdiğini vurgulayan Çetin, ''Biz bu filmleri Kürtçe olduğu için getirmedik.
Bunlar, dünya sinemalarında bir anlamda sanat kantarı sayılabilecek filmler. Bunların, sanatsal
değeri bizim için birinci sırada yer alıyor. Bu yüzden Türk izleyicisiyle buluşturmaya karar verdik''
diye konuştu.
Türkiye'de 1991 yılından itibaren yasalara göre Kürtçe film ve müziğin zaten yasak olmadığını
belirten Çetin, ''Türkiye Avrupa Birliği'ne doğru ilerliyor. Milat öncesinde kalan düşüncelerle bir
yere varılamaz. Dille uğraşacaklarına, filmin sanatsal değerini, topluma vereceği mesajı
incelesinler'' dedi.
''Karatahta''nın Kanada, Japonya, Đngiltere ve Fransa'da büyük beğeni topladığını, Đtalya'da ise
kapalı gişe oynadığını dile getiren Çetin, Türkiye'de 100 bin izleyici toplayan ''Sarhoş Atlar
Zamanı''ndan daha kaliteli olduğu için bu filmin daha çok ilgi göreceğini umduğunu sözlerine
ekledi.
3. Türkiye’de Yaşayan Farklı Ulus ve Azınlıklar
Türkiye’de 24 temmuz 1923 tarihli Lozan antlaşmasının sonucu olarak; Rum, Musevi ve
Ermeni yurttaşlarımız statü olarak, azınlık kabul edilmektedir. Adı geçen antlaşmanın Azınlıkların
Korunması başlıklı 37-45 maddeleri, azınlıkları ve haklarını düzenlemektedir. Antlaşmanın
39.maddesinin 4.paragrafı aynen şöyledir
“Herhangi bir Türk yurttaşının gerek özel ya da ticari ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her
türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanılmasına karşı hiçbir
sınır konulmayacaktır.”
Bu yasal ifadenin ne denli yerini bulduğunu azınlık kabul edilmiş ve etnik kültürel yapılarıyla
herhangi bir kabuliyeti kazanmamış yurttaşlarımızın Türkiye Cumhuriyetinin tarihsel bakış ve
uygulayışı çerçevesinde inceleyelim.
Ermeniler
Yaklaşık bin yıldır Anadolu’da yaşamakta olan bir topluluktur. 19. Yüzyılın son çeyreğinde
milliyetçilik akımının etkisinin Ermeniler üzerinde de görülmesine kadar otoriteyle uyum içinde
oldular. Bu, Ermenilere fiili özerklik kazandırırken “sadık millet” olarak tanımlanmalarına neden
oldu.
Günümüzde Lozan antlaşmasında resmen azınlık olarak tanımlanmanın verdiği avantajla
özel okul açabilme, Ermenice konuşabilme ve yayın yapabilme, dinsel özgürlük gibi haklara sahip
olan Ermenilerin, büyük bir bölümü Đstanbul’da yaşamaktadır. Kastamonu, Hatay, Bolu, Sinop,
Sivas, Amasya, Diyarbakır, Malatya, Yozgat, Ankara, Artvin’le (Đslamiyeti kabul eden Ermenilerin
yaşadığı) Erzurum, Siirt, Kars bu azınlık toplumunun yaşadığı tespit edilen şehirlerdir.
Rumlar
Başta Đstanbul olmak üzere büyük bir bölümü büyük kentlerde yaşayan bir azınlıktır.
Trabzon başta olmak üzere çok az sayıda Đslamiyeti benimseyenler dışındaki Rumlar, Fener Rum
Patrikhanesine bağlı Ortodoks’turlar. Ermeniler gibi Osmanlı döneminde millet, Cumhuriyet
döneminde azınlık statüsünde olan bir topluluktur.
Türk ve Yunan hükümetleri arasındaki sorunların çatışma aşamasına geldiği 1930, 1959,
1963 yıllarında toplulukça getirilen kısıtlamaların dışında Lozan’la sağlanan eğitsel, kültürel, dinsel
haklardan yararlanırlar.
Rumlara ilişkin yukarıdaki özet bilgiye çoğu Doğu Karadeniz’de olmak üzere Rumca
konuşan Müslümanlar dahil değildir.
41
Museviler
Başta Đstanbul olmak üzere, Đzmir, Ankara, Bursa, Çanakkale, Edirne’de yaşayan bir
topluluktur. Ülkemizdeki Musevi nüfusun çoğu Đsrail’e göç etmiştir. Đbranice, Fransızca, Almanca
konuşan, tamamı Türkçe bilen Yahudiler de azınlık statüsünün verdiği haklara sahip olan gruptur.
Çerkezler
Kafkas halklarından olan Çerkezler 19. Yüzyılın ikinci yarısında kitlesel olarak Osmanlı
topraklarına göç ettiler. Bilinçli politikalarla dağıtılarak, farklı bölgelere iskan ettirildiler. Her
dönem merkezi otoriteyle uyumlu olmaları genel tutumları oldu. Günümüzde Sakarya, Bolu,
Kocaeli, Đstanbul, Çanakkale, Eskişehir, Kütahya, Çorum, Düzce, Bursa, Bilecik, Yozgat başta
olmak üzere, dağınık olarak her bölgede Çerkezlere rastlamak mümkündür.
Topluluk, dil açısından da benzer özelliği gösterir. Çerkezce topluluğun kendi içinde
kullandığı farklı lehçelerin tümünü ifade eden dil adı olarak kullanılır. Besleneyce, Abhazca,
Ubıkça ülkemizdeki Çerkezlerce konuşulan başlıca lehçelerdir.
Asimilasyondan en fazla etkilenen topluluklardan olan Çerkezlerin, büyük bir bölümü iki
dillidir. Özellikle kentlerde yaşayanlar arasında Türkçe kendi aralarındaki iletişim için başlıca
araçtır. Halen Kafkasya ve çevresinde yaşayanlar kiril alfabesini kullanır. Ancak ülkemizde bu
alfabeyi bilen ve kullananların sayısı çok azdır.
Çerkezlerin yoğun olarak bir arada bulunduğu kent merkezlerindeki Kuzey Kafkas Kültür
Dernekleri, Çerkez tarihi ve kültürüne ilişkin Türkçe, kitap, dergi, broşür yayınlamaktadır.
Kurtuluş savaşının önder kadrolarından önemli bir bölümü Çerkez olmalarına karşın
Yunanlılara sığınmaya zorlanan, katkıları bir anda silinip resmi tarih tarafından hainlikle
ödüllendirilen Çerkez Ethem’le ilgili yürütülen olumsuz propaganda bu toplumun önemli bir
bölümünü kendisini Türk olarak hatta daha da ileri giderek gerçek Türk biziz kabullenmesine
kadar savurdu.
Gürcüler
Artvin, Sakarya, Giresun, Bolu, Sinop, Kocaeli ve Đstanbul’da yoğunlukla yaşadıkları
saptanan, Güney Kafkasya dil ailesinin temel dili olan Gürcüce’yi kullanan topluluktur. Ancak
Gürcüce daha çok köylerde aile içinde konuşulmakta, kentlerde yaşayan Gürcülerin büyük bir
bölümü Türkçe’yi tek dil olarak kullanmaktadır.
Çoğu Müslüman olan ülkemizdeki Gürcülerin, Ortodoks Hıristiyan olanları da vardır.
Lazlar
Doğu Karadeniz kıyıları başta olmak üzere Bolu, Đstanbul, Kocaeli, Ankara illerinde yaşayan
topluluktur.
Güney Kafkasya dil grubundaki Lazca’yı konuşurlar. Yaygın bir şekilde yazıya
dönüştürülemeyen fakat yerel edebiyat geleneğinin oluşmasında belirleyici olan dildir. Fahri
Lazoğlu tarafından oluşturulan bir Laz alfabesi mevcuttur.
Lazların yoğun olarak yaşadığı Doğu Karadeniz’de konuşulan Lazca ve Türkçe içiçe geçmiş
durumdadır. Lazlar da, Çerkezler, Gürcüler gibi hemen hepsi Türkçe konuşan, özellikle çalışmak
için ülkenin çeşitli yerlerine dağılan kısmi etnik özellik taşıyan bir topluluktur.
42
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1. BAZI ÜLKELERDE ANADĐLDE EĞĐTĐM
1.1. Birden fazla anadili olan ülkeler:
Günümüz dünyasında birçok ülkede birden fazla dil resmi dil olarak kullanılmaktadır. Bu
ülkelerden bazıları dünyanın belli başlı ekonomik ve siyasal güçleridir.
Bu ülkeler:
Đsviçre: Romans dili, Fransızca, Almanca ve Đtalyanca
Çin Halk Cumhuriyeti: Çince, Tibetçe ve diğer bütün azınlık dilleri
Afrika Cumhuriyeti: Đngilizce ve Afrikanca
Madagaskar: Madagaskar dili ve Fransızca
Batı Samua: Samuaca ve Đngilizce
Rusya: Rusça, Çeçence ve Beyaz Rusça
Brundi Cumhuriyeti: Brundi dili ve Fransızca
Hindistan Cumhuriyeti: Hintçe, Đngilizce, Bengali, Tolugu; Marati, Tamil, Urdu Dilleri
Kameron Cumhuriyeti: Fransızca ve Đngilizce
Kanada: Fransızca ve Đngilizce
Kıribati: Kıribati dili ve Đngilizce
Komor Federal Đslam Cumhuriyeti: Laosça ve Fransızca
Lüksemburg: Lüksemburg dili, Fransızca ve Almanca
Malavi Cumhuriyeti: Çiçeve dili ve Đngilizce
Maldiv Adaları Cumhuriyeti: Maldivce ve Đngilizce
Malta Cumhuriyeti: Malta dili ve Đngilizce
Muritanya Đslam Cumhuriyeti: Arapça ve Fransızca
Namibya: Afrikanca, Almanca ve Đngilizce
Pakistan Đslam Cumhuriyeti: Urduca, Sindice ve Đngilizce
Palav Cumhuriyeti: Mikronesca ve Đngilizce
Peru Cumhuriyeti: Đspanyolca ve Keçuva dili
Ruanda Cumhuriyeti: Kınyaca, Kısuhalice ve Fransızca
Seysel Cumhuriyeti: Krolce, Đngilizce ve Fransızca
Singapur Cumhuriyeti: Đngilizce, Tamilce, Çince ve Malezyaca
Srilanka: Seylanca ve tamilce
Sıvazilan Krallığı: Sıvazi dili ve Đngilizce
Tacikistan Cumhuriyeti: Tacikçe ve Özbekçe
Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti: Tacikçe ve Özbekçe
Tonga Krallığı: Tonga dili ve Đngilizce
Vanuatu cumhuriyeti: Bsilama dili, Fransızca ve Đngilizce
Söz konusu ülkelerde resmi diller o ülkelerde kullanılan ana dillerini kapsamaktadır. Bu çok
seslilik bir zenginlik kaynağı olarak yorumlanmaktadır. Herhangi bir anlayış, ana dillerine baskın
olmamakta, onları devletin kullandığı resmi dil kapsamına alarak iletişimin genel bir mekanizması
haline getirmektedir.
1.2. Yerli Dillere Özel Hukuk Tanıyan Ülkeler
43
Belçika : Flemence, Almanca
Hollanda: Frezence
Đngiltere: Galler dili
Đsveç
: Sami dili
Đspanya: Bask dili
ABD
: Đspanyolca
Đsrail
: Arapça
Irak
: Kürtçe
Đran
: Kürtçe, Azerice
Norveç :Sami dili
Fransa : Kostarika dili
Yukarıda isimleri sayılan ülkelerde bu dillerin kullanımına ilişkin çeşitli uygulamalar vardır.
Bu uygulamaların incelenmesi ülkemizin koşullarına uygun ana dilde eğitimin mümkün olduğunu
ortaya çıkarmaktadır.
2. BAZI ÜLKELERDEKĐ ANADĐLDE EĞĐTĐM UYGULAMALARI
ĐNGĐLTERE
Birleşik Krallık, çok uluslu bir devlet olma iddiasında olmasına karşın sadece Galler dilinde
eğitim olanağı bulunmaktadır.
1980 tarihli eğitim yasasına göre Đngilizce eğitim sisteminde zorunlu dildir. Eğitim alanında
Galler vatandaşına Đngilizce öğrenim olanağı sağlanmıştır. Galler bakımından ise durum bölgelere
ve kantonlara göre değişmektedir. Đsteyen veli çocuğunu Galler dilinde eğitim veren ilk ve
ortaokula gönderebiliyor ancak Đngilizce eğitim zorunlu ve önceliklidir. Başka bir deyişle; Galler
dilinde eğitim iki dilde eğitim veren okullarda sağlanmaktadır.
Katolik Đrlanda, bağımsızlığını kazanmış olmasına rağmen, Kuzey Đrlanda Đngiltere’ye bağlı
olmaya devam etmektedir. 1,5 milyon nüfuslu Kuzey Đrlanda’da resmi dil Đngilizce’dir, ancak bazı
ilkokullarda Đrlanda dilinde de eğitim verilmektedir.
2.2. FRANSA
1992 anayasasının ikinci maddesi, Cumhuriyet dilinin Fransızca olduğunu belirtmiştir.
Ülkede yaklaşık 25 başka dilde konuşulmaktadır
Fransa’nın uyguladığı dil politikası karma sistemdir. Fransa, ülkede konuşulan bazı dillere
Fransızca’dan farklı bir hukuki statü tanımıştır. Bunun dışında bazı bölgelerde Özerk Bölge Statü
Politikası uygulanmaktadır.
1975 tarihli Haby yasasının 12. Maddesine göre “Tüm eğitim sürecinde yerel dil ve kültürler
hakkında eğitim verilebilir.” Yarı özerklik statüsü bulunan Korsika’da halkın %98’i hem Korsika
hem de Fransız dilini kullanmaktadır. 1970’den beri Korsikalıların özerklik taleplerinin artmasına
bağlı olarak parlamento, 1991 yılında, Korsika’nın statüsü hakkında yeni bir yasa kabul etmiştir.
Bu yasaya göre; eğitim alanında sadece Korsika dilinde eğitim veren resmi okul yoktur. Eğitim dili
Fransızca’dır. Ancak okullarda haftada 6 saat Korsika dilinde eğitim verilebilir.
1984 yılında ise Yeni Kaledonya Toprakları hakkında yasa kabul edilmiştir. Yasaya göre
Bakanlar konseyinin bütün eğitim kurumlarında yerel dillerin ihtiyari seçimlik ders olarak
okutulmasıyla ilgili kuralları saptayabileceği belirtilmektedir. Bunun anlamı, zorunlu eğitim
konusunda sadece Fransa devleti tarafından kararlaştırılabileceğidir.
2.3. BELÇĐKA
Belçika toplumu, Flamanca konuşan Flaman ve Fransızca konuşan Valon olmak üzere iki
büyük topluluğa dayanıyor. Ayrıca az sayıda (%1) Alman bu ülkede bulunmaktadır.
44
Belçika anayasası, farklı ulus ve azınlıkların varlığını, onlar arasındaki farklılıkları
reddetmiyor. Tersine onları adlandırıyor. Nitekim bu farklılıklardan ötürü anayasa ve diğer
yasalarda ulus ve azınlık yerine sıkça “topluluk”, “bölge”, “dil grubu”, “dil bölgesi” terimleri
kullanılmaktadır. Fransızca, uzun süre toplumsal yaşamda öncelikli durumda idi. Geçmişte, hatta
yakın zamana kadar, Valon ve Flaman ilişkilerini ve bütün olarak Belçika’nın pratik yaşamını sık
sık “diller kavgası” olarak da adlandırılan Flaman, Valon çekişmesi belirliyordu.
1870’de çıkarılan yasa ile Fransızca’nın yanında Flamanca da ceza mahkemeleri
duruşmalarında kullanılmaya başlandı.
1898’de “Eşitlik Yasası” ile yasa ve kararnameler iki dilde yayınlanmaya başlandı.
1932’de çıkarılan “Dil Yasası” ile bölgesel temelde “tek dillilik” ilkesi getirildi. Buna göre
her bölgede konuşulan dil o bölge için geçerli tek dil oldu.
1963’te bu durum daha da geliştirildi. Bu yasaya göre toplulukların 6 büyük yetki alanı
vardır. Bunlar; dillerin kullanılışı, kültürel konular, eğitim, işbirliği, bilimsel araştırma, maliye,
sosyal hizmetlerdir. Bölgelerde ise bölge dili tek resmi dildir. Đdare, resmi ilanlar, yargı, eğitim ve
işaretler resmi dille ifade edilir.
Đki resmi dili bulunan başkent Brüksel’de, Fransızca ve Flamanca iki dilliliği merkezi idare
dahil, tüm kent kurumları ve sokak işaretlerinde dahi titizlikle uygulanır. Hatta memurlar dahi
%50 oranında dağıtılır.
Veliler çocuklarını kent içinde oturdukları komünlere göre Fransızca ya da Flamanca
okullara göndermektedir. Tüm Brüksel okullarında Flamanca konuşanlar Fransızca; Fransızca
konuşanlar Flamanca öğrenmek zorundadırlar.
2.4. ĐSPANYA
1980 yılına kadar Đspanya’da, eğitim dili sadece Đspanyolca idi. Bu durum, hem Đspanyol
halkını hem de kuzeyde yaşayan Bask halkını rahatsız etmekteydi. Bask bölgesi uzun süre bir iç
savaş yaşadı.
1982 yılında, Đspanyol parlamentosu bir karar alarak ülkeyi yeni bir idari sisteme göre
bölgelere ayırdı. Buna göre; yeni bir anayasa ve yeni bir eğitim sistemi belirlendi. Bu sistem
içerisinde Bask bölgesi ayrı bir bölge oldu. Đspanya Devleti, kimi yetkilerini yerel hükümetlere
devretti. Katalon, Bask ve Galler dilleri konuşuldukları bölgenin resmi dili oldu.
Bask bölgesinde 5.000.000 kişi yaşıyor. Özerklik statüsünün 6. Maddesine göre Bask dili
resmi dildir. Herkes bu dili bilmek zorundadır, kullanmak hakkına da sahiptir. Bask meclisinde
her iki dil de kullanılmaktadır, simültane çeviri hizmeti mevcuttur.
Bask Hükümeti, eğitim alanında dillerin kullanımı konusunu düzenlemekte serbesttir.
Ortaöğretim sonunda, her öğrenci hem Kastilyon (Đspanyolca ) hem de Bask dillerinde kendini
anlatabilme yeteneğine sahip olmak zorundadır. Özel okullar hariç sadece Bask dilinde eğitim
veren okul yoktur. Đlkokulda öğrenciler haftada 16 saat Baskça eğitimi görürler. Orta öğretimde
bu süre 25 saate kadar çıkabilmektedir. Bask ülkesi üniversitesi, felsefe, tarih, coğrafya, dilbilimi ve
eğitim alanlarında Bask dilinde öğrenim vermektedir.
2.5. ĐSRAĐL
Đsrail’in nüfusu 4.4 milyondur. Nüfusun %82 Musevi, %18’Đ Arap'tır. Resmi diller Đbranice
ve Arapça'dır. Resmi yayınlar aynı zamanda Arapça yayınlanır. Devlet dairelerinde, kamu kurum
ve kuruluşlarında, eğitim ve kültür konularında Arapça’nın özel statüsü bulunur. Parlamentoda
Arapça ve Đbranice kullanılmakta ve Arapça’dan Đbranice'ye simültane çeviri yapılmaktadır.
Arap azınlığı ilkokuldan lise sona kadar Arapça eğitim görebilmektedir. Araplar ikinci dil
olarak Đbranice öğrenmek zorundadır. Musevilerin ise Arapça öğrenme zorunluluğu yoktur.
45
2.6. KANADA
Kanada’nın nüfusu 25,5 milyondur. Nüfusun %63’ünü anadili Đngilizce olanlar %25’ini ise
anadili Fransızca olanlar oluşturur. Ülkenin bir federal hükümeti ve 12 eyaleti vardır.
1982 anayasasına, göre Kanada’nın anadilleri Đngilizce ve Fransızca'dır. Bu diller parlamento
ve hükümette eşit hak ve imtiyazlardan yararlanırlar. Anayasa talep eden bütün vatandaşlarına
Đngilizce ve Fransızca eğitim verilmesini öngörür. Kanada hak ve özgürlükler yasasına göre bir
azınlık, kendi dilinde eğitim görebilmek için oturduğu eyaletin Fransız ya da Đngiliz azınlığına
mensup olacaktır. Anayasanın azınlık dillerine tanıdığı hak, yeterli azınlık ya da öğrenci sayısının
bulunmasına bağlıdır. Fransızca konuşanların çok az olduğu Yeni Đskoçya gibi eyaletlerde bunlara
tanınan hak sadece semboliktir. Anlaşılacağı gibi yeterli sayıda oldukları takdirde eğitim, yargı ve
hizmetlerde kendi dilleri konuşulacaktır. Ancak sorun yeterli sayının ne olduğunun
açıklanmamasıdır.
2.7. ĐSVĐÇRE
Nüfusu 6,5 milyon olan Đsviçre, 23 kantonlu resmi adı Helvet Konfederasyonu olan bir
devlettir. Ülkenin resmi dilleri ve ulusal dilleri Almanca, Fransızca ve Đtalyanca’dır. Ayrıca Romans
dili de ulusal dildir.
Đsviçre Anayasasına göre; vatandaşlar dil konusunda eşittir, bölgeler dillere göre ayrılmıştır,
azınlık dilleri korunacaktır. Federal Parlamentoda milletvekilleri istedikleri dilde konuşurlar.
Yasaların çoğu Almanca hazırlanır sonra Fransızca ve Đtalyanca’ya çevrilir.
Eğitim o kentin resmi diline göre yapılır. Milli Eğitim Bakanlığı yoktur. Her kanton eğitim
alanında özerktir. Bu nedenle eğitim sistemlerinde, sınav yöntemlerinde, öğretim programlarında
ve bilimsel terminolojide büyük çeşitlilik söz konusudur.
2.8. SSCB VE BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU
Eski SSCB 15 cumhuriyet ve ulustan oluşmuştur. Anayasaya göre bütün cumhuriyetler statü
yönünden eşittir. Sovyet vatandaşları 130 dil konuşurlar. Ayrıca 6 alfabe kullanırlar. Her bir
cumhuriyet eğitim ve öğretimde kendi dilini kullanır. Sayıları on altıyı bulan muhtar (özerk)
cumhuriyetlerde vardır, bunlarda eğitimde kendi dillerini kullanırlar.
Ekim devrimi sonrası çok yaygın olan okuma yazma bilmezlik sorunu ele alındı. Birçok
yerde bu halk için hiç bir zaman sahip olmadıkları alfabe ve yazı dili yaratmak anlamına gelmiştir.
Dilbilgisi kitaplarını topladılar; birçok dil ve lehçelerde sözlük, dilbilgisi kitapları, ders kitapları
yayınladılar. Sovyetlerde ilk öğretim tümüyle mahalli halkın anadiline göre geliştirildi. 1917
devriminden sonra düzinelerce dil grupları kendi edebi dillerini geliştirdiler ve bu dilleriyle yüz
binlerce kitap yazıldı.
1930 yılında Sovyet hükümeti ilkokullarda 70 değişik dilin kullanılmakta olduğunu bildirdi.
Ulus ve azınlıkların kendi bölgelerinde tarihlerine, sanat eserleri ve olaylara bakışları tamamen
serbesttir. Ayrıca kendi anadilleriyle kendi ülkelerinde yüksek öğrenim yaparlar. Rusça eğitimin
belirli kademesinden sonra kurumlarda yer alır ve öğretilir.
Eğitimde, yetkisi bütün Sovyetleri kapsayan birlik bakanlığı ve yetkisi bir cumhuriyete özgü
olan Cumhuriyet Bakanlığı vardır. Bütün ilkokulların ve ortaokulların işiyle cumhuriyet bakanlığı
ilgilenir. Birlik bakanlığı ortak politikalar için eşgüdüm merkezidir. Ayrıca her cumhuriyette,
yüksek öğretim bakanlığı bulunur. Bu bakanlıklar da birlik bakanlığınca koordine edilir.
15 Özerk (muhtar) cumhuriyetin her birinin kendi eğitim bakanlığı vardır; ancak bunlar
birlik cumhuriyetlerinin bakanlığına bağlıdır. Mesela Yakutistan Özerk Cumhuriyeti Rusya
F.S.S.C.’ ye bağlıdır. Eğer yüksek makamdan verilmiş yönergeler yoksa mahalli eğitim bakanlığı
birçok hareket serbestliğine sahiptir.
46
Cumhuriyet bütçesinden bir miktar ödenek eğitim bakanlığına tahsis edilir ve bakanlık da
bunu mahalli yönetim dairelerine dağıtır. Her cumhuriyet kendi bütçesini yapar ve bu bütçenin,
merkezi hükümet tarafından onaylanması gerekir. Bakanlık ile mahalli makamlar ve mahalli
okullar arasında bağlantıyı sağlayan bakanlığın atadığı müfettişlerdir.
Her bir cumhuriyet ve muhtariyet eğitim programını yapmakta serbesttir. Söz konusu tek
kısıtlama sosyalizm karşıtı içeriği olması durumundadır. Ders kitapları cumhuriyetlerdeki değişik
yayın evleri tarafından birçok dillerde basılır.
2.9. HOLLANDA
Bu ülkede iki yerli halk yaşamaktadır. Hollandalılar ve ülkenin kuzeyinde yaşayan Frezenler.
Eğitim Hollanda ve Frezen dillerinde yapılmaktadır. Ayrıca Frezenler, Hollanda dilini de yabancı
dil olarak öğrenmektedir.
2.10. NORVEÇ
Bu ülkede iki halk yaşamaktadır. Ülkede yaşayan Sami ve Norveç halklarının ikisinin de
eğitimi yapılmaktadır. 1980 yılına kadar bu ülkede yalnız Norveç dilinde eğitim yapılırdı. Sami
okullarında Sami dilinin konuşulması bile yasaktı. 1980 yılında Norveç parlamentosunun aldığı
kararla yeni eğitim sistemi benimsendi. Buna göre; Sami bölgesinde Sami dilini bilen öğretmenler
görevlendirildi. Sami dili öğrenimi teşvik edildi. Yavaş yavaş bütün Sami bölgesinde Sami dilinde
eğitime geçildi. Sami öğrencilere Norveç dili yabancı dil olarak okutulurken, Sami bölgesi
dışındaki öğrencilere isterlerse Sami dilini yabancı dil olarak okuma hakkı tanındı.
Yukarıda sayılan ve açıklamada bulunulan bazı ülkelerdeki dil kullanım olanaklarından
başka, son dönemlerde özellikle çok göç alan Avrupa ülkelerinde göçmen çocukları için
anadillerinde eğitim hakkı da bulunmaktadır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERDE ANADĐLLE EĞĐTĐM
VE ANADĐLĐ EĞĐTĐMĐ HAKKI
Dünyada, azınlık haklarının neler olduğu değil azınlığın tanımı konusunda tartışmalar
sürmektedir. Ancak, azınlıkların sahip olması gereken hakların listesi ve içeriği giderek genişleme
eğilimindedir.
BM, Avrupa Konseyi, AGĐT, Avrupa Birliği gibi uluslar üstü toplulukların çalışmalarında,
azınlıkların haklarına özel bir önem verilmektedir. Azınlıkların yada başka bir deyişle farklı
olanların, içinde bulundukları toplumun zenginliği olduğu anlayışı yerleşmektedir.
Çeşitliliğin çoğulcu, demokratik bir ülke için tehlike değil, birleştirici ve zenginleştirici bir
unsur olduğu artık ortak görüştür.
Gelişme, çoğunluğun sahip olduğu hakların tümünün azınlıklara, yani farklı olanlara
tanınması yönündedir.
Dünyadaki gelişmeleri görmek için anadilde eğitimin örneklerine ve uluslar arası
anlaşmalara, tarihin gelişimine bakmak yeterlidir.
Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı;
47
Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen “Bölgesel ve Azınlık Dilleri
Avrupa Şartı” 1992’de imzaya açılmıştır. Söz konusu sözleşme beş bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde, resmi olmayan dil tanımlaması yapılmaktadır. Resmi dillerin diyalektikleri,
devletin özel bir alanı olarak tanımlanamayan “Yerel Olmayan Diller” ile özel anlaşmalar ayrı
tutulmaktadır. Đmza atan devletler bölgesel ve azınlık dillerini tanımlamak, belirtmek zorunda
kalmışlardır.
Đkinci bölümde temel alınan hedef ve prensipler listelenmiştir:
Bölgesel ve Azınlık Dillerinin tanınması,
Kapsamında oldukları coğrafi bölgeye saygı gösterilmesi,
Bu dillerin yararına saygı ve olumlu davranış gösterilmesi,
Bu dillerin öğretilmesi ve bu dillerde öğrenim görme garantisi,
Bu dilleri konuşamayanlar için öğrenim kolaylığı sağlanması,
Ayrımcılığın kaldırılması,
Dil grupları arasında karşılıklı saygı ve anlayışın arttırılması,
Bu dillerin çıkarlarını temsil edecek organların kurulması,
Yerel olmayan diller hakkında şart ilkelerinin uygulanması.
Üçüncü bölüm ise bölgesel ve azınlık dillerinin toplumsal yaşamda kullanımının arttırılması için önlemler
alınmasını şart koşmaktadır:
Eğitimde,
Adli ve idari işlerde,
Kamu hizmetlerinde,
Basın ve yayında,
Kültürel etkinliklerde,
Ekonomik ve sosyal yaşamda,
Sınır ötesi ilişkilerde
Dördüncü bölüm sözleşmenin uygulanmasını içermektedir.
ANA DĐLNĐN KULLANIMINA ĐLĐŞKĐN DĐĞER ULUSLAR ARSI BELGELER
Birleşmiş Milletler Teşkilatı, AGĐT, UNESCO ve Avrupa Konseyi çerçevesinde kaleme
alınan uluslararası belgelerdeki ana dilinin kullanımı ve ana dilinde eğitimle ilgili kararları içeren
sözleşme ve bildirgeler:
1. 26.6.1945 tarihli Birleşmiş Milletler Sözleşmesi
Bu belgede ana dilinde eğitimle ilgili özel bir madde düzenlenmemiş olmakla birlikte, örgüt
amaçlarıyla ilgili düzenlenen 1.madde de “…Đnsan haklarına yada temel özgürlüklere ırk, cinsiyet,
dil ya da din farkı olmaksızın saygı duymayı teşvik etmek ve bunu yerleştirmek” denilmekte, bu
maddenin örgütün tüm üyelerini bağladığı vurgulanmaktadır.
2. Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesi
48
Bu belgede de kültürel haklar konusunda özel düzenleme yapılmamakta, bildirgenin
2.maddesinde ırk, renk, cinsiyet, dil, din, ulusal yada toplumsal köken farklılıkları nedeniyle
insanlar arasında ayrımcılık yapılamayacağı vurgulanmaktadır.
3. Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Paktı
1966 yılında imzalanan ve Türkiye gibi taraf olmayan ülkeleri bağlayıcı niteliği olmayan
paktın 13., 14., ve 15.maddeleri ana dilinde eğitimle ilgili doğrudan karar içermeyen fakat eğitimin
herkes için temel bir hak olduğunu vurgulayan daha detaylı kararları kapsamaktadır.
4. Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Paktı
1966 yılında imzalanan ve 1976 da yürürlüğe giren bu pakta da Türkiye taraf olmamıştır.
Paktın 27.maddesi “etnik, dinsel, yada dilsel azınlıkların bulunduğu ülkelerde, bu azınlığa mensup
kişilerin kendi gruplarına mensup şahıslarla birlikte kendi kültürlerini yaşamak, kendi dinlerinin
gereğini uygulamak ve kendi dillerini kullanmak hakkı yadsınamaz” denmektedir
5. Ulusal yada Etnik, Dinsel ve Dil azınlıklarına Üye Kişilerin Hakları Konusunda
Birleşmiş Milletler Teşkilatı Bildirgesi
Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu 18 aralık 1992 tarihinde aldığı kararla yayınladığı
bu belge ile azınlıklara üye kişilerin hakları arasında, kendi kültürünü yaşama hakkı, kendi dilini
kullanma hakkı, üyesi bulunduğu azınlıklarla ilgili karar alma mekanizmalarına katılma hakkı,
dernek kurma ve bunları denetleme hakkı, başka ülkelerde yaşayan aynı grubun diğer bireyleri ile
barışçı ilişkiler kurma hakkını saymıştır.
6. Eğitim Ayrımcılığına Karşı UNESCO Sözleşmesi
Kültürel haklar konusunda en önemli belgelerden birisidir. 1962’de yürürlüğe giren
Türkiye’nin taraf olmadığı bu belgeye 84 ülke taraf konumundadır.Sözleşmenin 5/1-c maddesinde
“üye devletler, Ulusal azınlık mensuplarına kendi eğitim faaliyetlerinin yürütme hakkını tanımanın
önemli olduğunu kararlaştırmışlardır. Bu faaliyet kendi dillerinin kullanımını veya öğretimini
sağlamayı da içerecektir” denilmektedir. Aynı belgede “dinsel veya dilsel nedenlerle ayrı eğitim
sistemi oluşturmak ya da eğitim kurumları kurmanın” öğrencilerin ana-babalarının talep etmesi ve
bu eğitim kurumlarına katılmanın zorunlu olmaması koşuluyla hak olduğunu vurgulamıştır.
7. XIV. UNESCO Genel Konferansında Kabul Edilen Bildirge
Bu belgede `her kültürün saygı duyulması ve korunması gereken bir saygınlığı vardır. Her
halk kendi kültürünü geliştirme hak ve görevine sahiptir” denilmektedir. 1978 yılında yapılan
UNESCO Genel Konferansı’nda onaylanan bildirgede: “tüm şahısların ve grupların farklı olmak,
kendilerini farklı görmek ve böyle kabul olunmak hakları vardır.” ifadesi yer almaktadır.
8. AGĐK Çerçevesinde Kültürel Haklar
01.08.1995 tarihinde Helsinki Nihai Senedi’nin imzalanması ile sonuçlanan Avrupa
Güvenlik ve Đşbirliği Konferansı’nda “insan hak ve özgürlüklerine ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımı
yapılmaksızın saygı gösterilmesi, siyasal, medeni, ekonomik, kültürel sosyal hak ve özgürlüklerin
tam olarak gelişmesi için gerekli diğer hak ve özgürlüklerin teşvik edilip geliştirilmesinin Helsinki
Nihai Senedi’ne taraf olan devletlerin sorumluluğunda olduğu onaylanmıştır. AGĐK çerçevesinde
kültürel haklarla ilgili düzenlenen bir diğer belge de 1990 tarihli Kopenhag Dokümanı’nda ulusal
azınlık üyelerinin kendi etnik, kültürel, dile ilişkin ve dini kimliklerini özgürce koruma, geliştirme
hakkına ve kendi istekleri dışında asimile edilmeme hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.
Aynı belgede ulusal azınlık mensuplarına, ana dillerini özel hayatlarında ve kamu yaşamında
özgürce kullanmaları ile ilgili ayrı bir madde daha düzenlenmiştir.
Başka bir madde de “azınlıklara kendi ana dillerinin öğretilmesi yada ana dillerinin resmi
merciler nezdinde mümkün olduğu ölçüde ve gerekli olduğu taktirde kullanılmasını sağlayacak
49
önlemlerin alınması, eğitim kurumlarında tarih ve kültür öğretimi çerçevesinde ulusal azınlığın
tarih ve kültürünün de göz önünde tutulması” belgeye taraf olan devletlerin sorumluluğu olarak
belirtilmiştir.
“Hiç kimse istediği dili özellikle ana dilini öğrenmekten alı konamaz.” Bu da Avrupa Đnsan
Hakları Sözleşmesi çerçevesinde kurulan Ad Hoc Komitesinin benimsediği karardır. Avrupa
Konseyi’nde bölge ve azınlık dilleri ile ilgili geçici olarak oluşturulan komitenin sözleşme metni
1992’de imzaya açılmıştır.
Azınlık dillerin korunması ve gelişmesi ile ilgili en detaylı düzenlemeleri içermesine karşın
dillerin kullanımına ilişkin kişisel hak getirmekten çok “devletler sözleşme hükümlerinin
uygulayacağı dilleri saptamakta serbesttir.” Anlayışı, sorunu bütünü ile devletlerin inisiyatifine terk
etmektir. Türkiye bu sözleşmeyi de imzalamamış ülkelerden biridir. Ancak göçmen işçilerin
sözleşme kapsamı dışında tutulduğunu belirtmek gerekir.
9. Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve Sözleşme
Avrupa Konseyi’nde 1 şubat 1995’te imzaya açılan, Türkiye’nin imzalamadığı bu belge de
soruna ilişkin çeşitli hükümler içermektedir.
“Çoğulcu ve gerçekten demokratik bir toplum, bir ulusal azınlığa üye kişilerin etnik, kültürel
ve dinsel kimliklerine saygı duyulmasını, bu kimliği açıklamak, korumak ve geliştirmek için gerekli
olan koşulların oluşturulmasını sağlamak zorundadır.
“Sözleşmeye taraf olan ülkeler ulusal azınlığa üye kişileri özel yaşamında olduğu gibi kamu
ile ilgili ilişkilerinde de, sözlü yada yazılı olarak azınlık dilini özgürce ve engellemeden kullanma
hakkını tanımayı üstlenirler.” Kararlarını içeren sözleşme Türkiye gibi ülkelerindeki azınlıkların
varlığını reddeden devletlerce imzalanmamıştır.
BEŞĐNCĐ BÖLÜM
KÜRTÇE EĞĐTĐM UYGULAMALARI
Osmanlı ve Pers imparatorlukları ile Türkiye-Đran-Irak ve Suriye cumhuriyetlerinin her türlü
engellemelerine karşın Kürtçe eğitim, kimi zaman açık kimi zamansa gizli olarak; bazen dar, bazen
geniş alanlarda, ama her zaman uygulanma imkanı bulabilmiştir.
Osmanlı ve Pers imparatorluklarının iki taraftan uyguladıkları baskılara karşın, özerkliklerini
koruyabilen Kürt beylikler, dönemlerinin en büyük okullarına ve bilginlerine de sahip olabildiler.
Bu dönemde medrese olarak bilinen eğitim yerleri ve buralarda öğretmenlik yapan bilginler
açısından Kürt Beylikleri’nin Osmanlı’dan geri olmadığı söylenebilir. Bu durumu XVII yüzyılın en
önemli Türk coğrafyacılarından Evliya Çelebi de doğrulamaktadır. Evliya Çelebi’ye göre Bilis’te,
Van’da 20 mektep vardı. Şerefhan Bitlisi, Şerefname adlı eserinde Van, Bitlis, Ahlat, Ercis, Hizan,
Amadiye ve Cizre’deki medreselerden övgü ile söz ederken, Cizre Emiri Bedirhan Bey için şunları
söyler: “Bilgin ve alimlerle çok ilgilendiği ve onlara sahip çıktığı için onun döneminde çok sayıda
bilgin ve konularında otorite olan ulema, Cizre’de toplanıyorlardı. Hiçbir yerdeki şair ve bilginler
Cizre’dekilerle boy ölçüşemez. Şerefhan Bitlisi, Ahlat’lı Muheddin’in bir astronomi bilgini
olduğunu ve Hutagu Han’ın fermanı ile Nasreddin Tusi ve başka bazı bilginlerle astronomi
gözlemevi yaptıklarını söylüyor.
50
Đslamiyet’ten önce Kürtler arasında yaygın olan din Yezidilik’ti. Yezidi dinin kutsal kitapları
olan “Mishefa Reş” ve “Kitabı Cliwe” Kürtçe yazıldılar ve günümüze kadar okunarak korundular.
VII. yüzyılda orduların Kürdistan’a girmesi, Kürtlerin müslümanlaştırılması, Kur- an’ın Arapça
olması ve Arapça öğretimin zorunlu olarak dayatılmasından sonra, Kürdistan’da eğitim dili
Arapça oldu. Fakat daha sonra medreselerde okutulan ders kitaplarının Kürtçe yazılması ile
Kürtçe eğitim dili haline geldi.
Bu Kürtçe kitapların en önemlileri, Hazreti Muhammed’in doğumunu anlatan Mevluda
Kurmanci, Ehmed’e Xani’nin Nubar ve Mela Yunis’in Arap grameriyle ilgili yazdığı Tasrif, Zuruf
ve Terkip’tir
1. OSMANLI DEVLETĐ’NDE KÜRTÇE EĞĐTĐM
Medreselerdeki eğitim dili Kürtçe’dir. Kürtçe eğitimin en saygın uygulayıcılarından olan
Ehmede Xani, Doğu Beyazıt’ta bir okul açmış ve okulun öğretmenliğini yapmıştır. Ehmede
Xani’nin Mem û Zin isimli eseri dil, edebi anlatım, stil olarak hala aşılamamış bir baş yapıttır.
Ehmede Xani’nin ölümünden sonra Doğu Beyazıt’taki okulun öğretmenliğini, öğrencisi
olan, Đsmail Bayezedi sürdürmüştür. Bayezedi, Kürt çocuklar için Gülzar ismi ile Kürtçe-ArapçaFarsça bir sözlük yazmıştır.
Kürtçe eğitim amacıyla Diyarbakır ve Bitlis’te iki okul açan Mikitiç Tigranyan (Ermeni
eğitimci) 1848’de bu okulların Kürtçe dersi öğretmenliğini de yapmıştır. Tigranyan, 1860’da Kürt
ve Ermeni Alfabesi’ni, daha sonra Kürtçe-Ermenice sözlük hazırlamıştır.
1892’de Đstanbul ve Bağdat’ta zengin Kürt aşiret reislerinin çocukları için Aşiret Mektepleri
olarak bilinen iki okul açıldı. Sultan Abdülhamit’in aşiret reislerini ödüllendirmek ve kendisine
daha çok bağlamak için açtığı bu okullarda, din ve savaş teknikleri ağırlıklı dersler okutuluyordu.
Bu okulları bitirenlerin Harp akademilerine gitmeleri gerekiyordu. Bu okulları bitiren Kürt
gençleri Osmanlı’ya karşı mücadelede aktif olarak yer aldılar. Bu da okulların 1902’de
kapatılmalarına neden oldu.
1908’de kurulan Kürt Teavvün ve Terakki Cemiyeti (Kürt Yardımlaşma ve Đlerleme
Cemiyeti), Kürtçe eğitim veren okullar açmak ve Kürtçe kitaplar hazırlamak ve yayınlamak amacı
ile bir komite oluşturur. Bu komitenin çabalarıyla Đstanbul divan yolunda Dıbistana Meşrutiyete
(Meşrutiyet Okulu) açıldı. Okul yöneticiliğini Abdurrahman Bedirhan yapıyordu ve başlangıçta
okulun 30 kadar Kürt öğrencisi vardı. (Celile Celil -s.88) Bu okul, dört kurucusundan ikisinin Kürt
olduğu, Đttihak ve Terakki Cemiyeti’nin yöneticileri tarafından kapatıldı.
1912-13 yıllarında Abdülrezzak Bedirhan ve Simko’nun çabalarıyla Đran’ın Xoy kentinde
Gihandin ismiyle kültürel bir cemiyet kuruldu. Cemiyetin amacı Kürt okulları açmak, Kürtçe
alfabe hazırlamak, Kürtçe dergi gazete çıkarmaktı. Bu cemiyet halktan topladığı paralar ve Rusya
ve Fransa’dan aldığı teknik yardımlarla (Osmanlı ve Đran devletlerinin bütün karşı koymalarına
rağmen) Xoy’da Dıbistana Destpeki A Kışt ü Kal (meslek okulu) açmayı başardı. Açılan bu okul,
öğretmenler odası, yemekhane ve revir gibi bölümlerin bulunduğu yatılı bir meslek okuluydu.
22 Ekim 1913’de açılan bu okulun 29 öğrencisi vardı. Okulda tarih, coğrafya, matematik
gibi dersler veriliyordu. Marangozluk, terzilik, demircilik silah yapım ve onarım gibi bölümleri de
vardı.
1919’da kurulan Kürt Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti (Kürt Eğitim Yayınlarını
Yaygınlaştırma Cemiyeti) programında eğitim ile ilgili kısımlara özel bir yer verilmişti.
•
Kürtçe eğitim yapacak ilkokulların Kürdistan’da açılıp yaygınlaştırılması
•
Bir Kürt öğretmen okulunun açılması
51
•
Kürtçe ders kitaplarının basılması
•
Kürtçe sözlük hazırlanması
Bir dil komisyonu da kurmayı amaçlayan cemiyet amaçladıklarından sadece Ehmedê Xanê
nin yazdığı Mem û Zîn kitabının çıkarılmasını gerçekleştirebilmiştir.
2. KUZEY IRAK’TA KÜRTÇE EĞĐTĐM
Kürtçe eğitimin en yaygın ve kesintisiz uygulandığı Kuzey Irak’a Milletler Cemiyeti 1925’te
özel statü tanımıştı. Bu nedenle, Irak yönetimini elinde bulunduran Đngiltere, Kürtlerin okul
açmalarına azda olsa imkan tanımaktaydı.
1926’da Kuzey Iraklı Kürtlerin ilk kültürel örgütü olan Cemiye’ı Zandti Kurt (Kürt Bilim
Cemiyeti) Süleymaniye’de kuruldu. Cemiyetin programı daha çok eğitimle ilgili konulardan
oluşuyordu.
•
Kürdistan’da eğitimi yaygınlaştırmak için gazete ve bülten yayını
•
Genel kitaplar ve okul kitaplarının tercümesi ve yazılması
•
Gündüz ve gece eğitimi yapabilecek okulların açılması
•
Kütüphane ve kitapevlerinin kurulması
•
Yurtdışına öğrencilerin gönderilmesi ve Kürt tarihi, coğrafyası, ve etnografyası
üzerine çalışmalar yayınlamaya öncelik verilmesi
1930’lu yıllarda Kürtçe eğitim veren ikisi ortaokul düzeyinde olmak üzere 60 okul vardı. Bu
okulların 1411 öğrencisi bulunmaktaydı. Kürt okulları olmalarına rağmen haftada 37 saat dersin
ancak 3’ü Kürtçe idi.
1932’de Đngiltere’nin çekilip, Irak’ın Birleşmiş Milletler Cemiyetine kabul edilmesinden
sonra da Kürtçe eğitim devam etmiştir. Ancak Kürtçe eğitimin uygulanma alanı, Kürtlerle
merkezi yönetim arasındaki güç dengelerine göre daralmış ya da genişlemiştir. Örneğin 1944’te
Kürt ulusal mücadelesinin bir sonucu olarak, merkezi iktidar Kürtlerle bir anlaşma imzalamak
zorunda kaldı. Ve bu anlaşmaya göre öğrenim ve kültür alanında Kürdistan özerk olacaktır.
Bağdat üniversitesinde açılan Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünün öğretmenliğini
1960’dan ölümüne kadar yapan Alaaddin Secadi, tüm ülkenin en büyük dilbilimcisi,
edebiyat tarihçisi ve eleştirmeni olarak biliniyordu.
Ulusal mücadele güçlendikçe , merkezi iktidar daha çok okul açıyordu. 4 Ağustos 1968’de
Irak Đhtilal Komite Konseyi Kürt Dili’nin bütün Irak okullarının her aşamasında öğretilmesi
kararını aldı. Süleymaniye’de bir Kürt akademisi ve üniversitesinin açılması programa alındı. 21
Eylül 1968’de Newroz resmi tatil günü haline geldi. Kürdistan Demokratik Partisi’nin
sekreterliğini yapmış, 1956’da yazdığı “Jani Gel” (Halkın Sancısı) romanı ile önemli Kürt
romancılarından olan Đbrahim Ahmet, Kürt Akademisi’nin başına getirildi.
52
11 Mart 1970 tarihli özerklik antlaşmasına göre;
1.
Nüfusun çoğunluğu Kürt olan bölgelerde Kürt dili, Arap dili ile birlikte resmi
dil olacaktır
2.
Bu bölgelerde eğitim dili Kürtçe olacaktır.
3.
Kürtçe eğitim yapan bütün okullarda Arapça’da öğretilecektir.
4.
Kürtçe Irak’ın diğer bölgelerinde yasal sınırlar içinde ikinci dil olarak
öğretilecektir.
Bu antlaşmadan sonra Bağdat Sülemaniye’ye ve Erbil’de Kürdoloji Enstitüleri, Erbil’de
Selahattin Eyyübi Üniversitesi açıldı. Kuzey Irak’taki Kürt okullarında Kürtçe eğitim antlaşmaya
tam uygun olmasa da devam etti.
Örneğin; 1980 yılında sadece Erbil’de 990 ilkokul, 94 ortaokul Kürtçe eğitime devam
ediyordu.
Kürtçe eğitim, Kuzey Irak’ta her kademedeki eğitim kurumlarında bugün de devam
etmektedir.
3. ĐRAN’DA KÜRTÇE EĞĐTĐM
Ocak 1946’da kurulan Mahabbat Kürt Cumhuriyeti’nin resmi ve eğitim dili Kürtçe
idi. Cumhuriyet’in eğitim bakanı Manaf Kerimi, bir yandan Kürtçe eğitim veren okullar
açarak bir yandan da 600 kadar Kürt çocuğunu SSCB’ye göndererek eğitim alanındaki
ihtiyaçları karşılamaya çalışıyordu. Gırugali Mındala (Çocukların Cıvıldaması) adlı bir
çocuk dergisi yayınlandı.
Mahabat kuşağından olan Rehime Gazi, Kürdistan’ın Đran-Irak alanında ortaya
çıkmış baş yapıtlardan olan “Pêşmerge” romanının yazarıdır.
Đkinci dünya savaşından sonra dünya devletlerinden tek birinin bile elini
uzatmadığı Mahabbat Kürt Cumhuriyeti Đran tarafından yıkılmış ve yöneticileri idam
edilmiştir. Bu aynı zamanda Kürtçe eğitim veren eğitim kurumlarının da yıkılışıydı.
1979’da şahın devrilmesiyle Kürtçe eğitim süreci tekrar başladı.
4. SSCB’DE KÜRTÇE EĞĐTĐM
Kürt dili ve kültürünün en iyi yaşam alanlarından birisi de SSCB’ydi. Bu durum daha çarlık
Rusya’sı döneminde başladı. 1914’de Petersburg Üniversitesinde Kürt Dili ve Etnografyası kursu
açıldı. Kürt dili ve kültürüyle çok yakından ilgilenen Orbell, bu kursun öğretmenliğini yapıyordu.
Erzurum’da çarlık Rusya’sı adına konsolosluk görevi yapan Aleksandr Jaba, 1848-1866 yıllarında;
Kürt kültüründen seçmeler, Kürtçe-Fransızca büyük sözlük, Fransızca-Kürtçe büyük sözlüğü
yayımladı.
Ekim devriminden sonra sayıları 300 bin civarında olan SSCB’deki Kürtler, Kürtçe eğitim
imkanına kavuştular. Çeşitli üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri açıldı ve bu
bölümlerin bazılarına Kürt bilim adamları başkanlık yapıyordu. Örneğin Heciyê Cındi,
Ermenistan bilimler akademisinin Kürt dili bölümünde profesör ve okullarda okutulan Kürtçe
ders kitaplarından onlarcasının yazarıdır. Leningrad Üniversitesinin Şark Dilleri Bölümü’nün Kürt
Dili Kürsüsü profesörü olan Qanate Kurdo, Kürt Dili ve Edebiyatına ilişkin çok sayıda kitap
yanında Rusça-Kürtçe sözlük de (34.000 kelime, 1960) yazmıştır.
1925’den itibaren Erivan ve çevresinde, Kürtçe eğitim veren ilk ve orta dereceli okullar
açıldı. Bu okullarda bütün dersler Kürtçe veriliyordu. Ayrıca Rusça ve Ermenice dersler vardı.
Eğitim dilinin Kürtçe olmadığı ama Kürt nüfusunun çok olduğu bazı yerlerdeki okullarda ise,
Kürt Dili ve Edebiyatı dersi yer alıyordu. Gerek Kürtçe ders kitaplarının hazırlanması, gerekse söz
53
konusu okullara Kürtçe ders verecek öğretmenler yetiştirmek amacıyla Erivan’da bir yüksek okul
açıldı. Ayrıca kısa süreli kurslarda düzenlenerek öğretmen açığı giderilmeye çalışıldı. Bu kurslarda
da öğretmenlik yapan Qanate Kurdo şunları söylüyor: “1935’de Abaran nahiyesine gitmiştim.
Burada Kürt okullarına öğretmen yetiştirme kursu açılmıştı. Burada, Büyük Çavuşan Köyü’nde
Kürt Dili ve Edebiyatı dersleri veriyordum.”
1928 yılında Latin harfleriyle bir alfabe hazırlayan Kürtler, günümüze kadar yayın faaliyetini
sürdüren Riya Teze isimli bir gazete çıkardılar.
9 Temmuz 1934’de Erivan’da ilk kez Kürdoloji kongresi yapıldı. Bu kongrede şu kararlar
alındı:
•
Kürtçe edebi dilinin geliştirilmesi
•
Doğru yazma ve Kürtçe alfabenin geliştirilmesi
•
Kürtçe gramerinin yeniden yazılması
•
Yeni sözcüklerin üretilmesi
1930-31 yıllarında 27 Kürt okulunda 1951 öğrenci Kürtçe eğitim görüyordu. Ancak Kürt
okullarında Ekim devrimi ile açılan özgürlük kapısı, 1938’e kadar devam edebildi. Bu yıllarda bir
çok demokratik hak gibi, Kürt okulları da ortadan kaldırıldı. Ancak Kürtçe eğitim, Ermeni
okullarında Kürt Dili ve Edebiyatı dersi olarak okutulmaktadır.
SSCB’de Kürtçe eğitimin yaşam bulduğu diğer bir yerde Kürdistan’a Sor’dur. 1923’te
Azerbaycan Cumhuriyetine bağlı olarak kurulan Kürdistan’a Sor (otonom Kürt bölgesi), bugünkü
Karabağ ile Ermenistan sınırları arasında yer alıyordu. Başkent Laçin’di. 1926’da 42 bin nüfusu
olan Kürdistan’a Sor, aynı yıl Azerbaycan Komünist Partisinin emriyle ortadan kaldırıldı.
5. AVRUPA’DA KÜRTÇE EĞĐTĐM
Avrupa ülkelerinin çoğunda üniversite veya yüksek okullara bağlı Kürdoloji bölümleri
vardır. (Sorbon Üniversitesi gibi...) Yine Avrupa ülkelerinin çoğunda Kürtçe kurslar vardır. Her
10 - 15 öğrenci için bir sınıfın açıldığı bu Kürtçe kurslarında genellikle Kürt öğretmenler görev
almaktadır. Bu kursların organizasyon ve finansmanını, belediyeler yapmaktadır. Almanya ve
Đsveç’te Kürtçe ilk ve orta dereceli okullarda bir ders olarak okutulmaktadır. Almanya’nın Aşağı
Saksonya Eyaletideki Kürt öğretmenler, Kürt dili, kültürü ve eğitimi temel stratejisi ile, Aşağı
Saksonya Kürdistan’lı Öğretmenler ve Eğitimciler Derneği’ni 1992’de kurdular.
Đsveç bütün yabancılar için olduğu gibi, Kürtler için de anadil eğitimi olanağını en iyi
sağlayan Avrupa ülkesidir. 1977’de yürürlüğe konan anadil reformu yabancılara kendi anadilleriyle
eğitim imkanı sağlamaktadır.
Đsveç’te Kürt nüfusunun fazla olduğu şehirlerdeki temel öğretim okullarıyla liselerde Kürtçe
bir ders olarak okutulmaktadır. Bu okullardaki Kürtçe dersine öğretmen yetiştirmek amacıyla
1984’te “Kürt Yüksek Öğretmen Okulu” açıldı. Batı Avrupa’nın ilk Kürt çocuk yuvası 1984’te
Đsveç’te açıldı. Đkisi Đsveçli, üçü Kürt olan okulun eğitimcileri çocuklara Đsveççe ve Kürtçe olarak
iki dilden bir eğitim vermeye çalışıyorlar. Kürt çocukları için bir başka hizmet de, çocukların hafta
sonundaki zamanını değerlendirmek amacıyla açılan cumartesi okullarıdır.
Yetersizde olsa Kürtler, Kürtçe eğitimi hep önemsemişler ve ulusal talepleri arasında sürekli
yer vermişlerdir. Buna en iyi örnek, 1907 baharında Osmanlı baskılarının yoğunlaşması nedeniyle
toplanan Kürt aşiret reislerinin, köklü ailelerin liderlerinin ve şeyhlerin Osmanlı yönetim
merkezine gönderdikleri telgraftır:
•
Kürt dilinin bütün Kürt bölgelerinde resmi dil olması
•
Öğrenim dilinin Kürtçe olması
54
•
Kürdistan’daki yönetici ve memurların Kürt olması
•
Vergi sisteminin olduğu gibi muhafazası ancak toplanan paranın Kürdistan’da okul ve
yol yapımı için kullanılması
Ulusal ve insani talepler içeren yukarıdaki telgraf, başka diyarlara medeniyet götüren
Osmanlı Devleti tarafında bir “başkaldırı ilanı” olarak ilan edildi ve seferberlik ilanına yol açtı.
6. ĐNTERNETTE KÜRTÇE EĞĐTĐM
Son yüzyılda yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmelerle, dünyamızda büyük değişimler
yaratılmıştır. Öyle ki yaşanan son bilimsel gelişmeleri bilimsel devrim olarak niteleyenler dahi
vardır. Bilimsel gelişmelerle birlikte gelişen en büyük alanın iletişim alanı olduğunu söylenebilir.
Özellikle son yıllarda internetin gelişmesiyle iletişim alanında büyük bir adımın atıldığı bir gerçek.
Bu gelişmeler hukuktan siyasete, sanattan kültüre, sosyal ilişkilere kadar birçok olumlu ve olumsuz
etkiyi yaratmıştır. Örneğin bir çok ülkede, çeşitli konularda var olan yasal engeller internetle
birlikte aşılıp, anlamsızlaşmış, bu da beraberinde hukuksal ve düşünsel değişimlere sebep
olmuştur.
Kürt halkı da bilimsel gelişmelerle birlikte birçok yasal engeli aşmış, anlamsızlaştırmıştır.
Đnternette Kürtlerle ilgili bir çok site kurulmuştur. Türkiye, Đran, Irak, Suriye, Avrupa ve dünyanın
çeşitli ülkelerinde yaşayan Kürtlere internetle kolayca ulaşılabilir. Kürt dili, edebiyatı ve tarihiyle
ilgili bir çok bilgiye rahatlıkla ulaşmak mümkün. Ayrıca Kürtçe gazete, dergi ve kitapları okumak
da mümkün.
Arama motorlarından (www.legerin.com), Kürtçe günlük gazeteye (www.rojev.com) kadar
birçok sitenin mevcut olduğu internette birkaç Kürtçe eğitim sitesini de bulabilirsiniz. Kürt dilinin
öğretildiği, ayrıca Kürtlerle ilgili çeşitli bilgilerin yer aldığı bu sitelerden Haydar Diljen’nin
kurduğu www.diljen.com sitesi bunlardan en önemlisi. Anadilde Eğitim ve Anadil Öğrenimi’le
ilgili yaptığımız bu araştırmaya katkı sağlayacağı düşüncesiyle bu sitenin çeşitli bölümlerini
araştırmamıza ekledik.
Sonuç
Yapılan bilimsel araştırmalar ışığında görülmektedir ki; kişi anadilinden farklı bir dilde
yaşamaya ve eğitime zorlandığı takdirde uyum problemleri, kaybetme ve başarısızlık duygusu,
ilişki kuramama ve bunalıma girme gibi sorunlar yaşanmaktadır. Yaşadığı bu sorunlar nedeniyle
toplum için yararlı, üretken bir birey olamamaktadır. Bir halkın dilinin, kültürünün, tarihinin yok
sayılması, bu alanlardaki gelişiminin engellenmesi; o halkın yok olmasına ve toplumda sağlıksız bir
gelişmeye neden olur. Böyle bir toplumda yetişen bir bireyin kendisine ve topluma faydalı olması
beklenemez. Bununla birlikte bu tür yaklaşımlar toplumda ayrılıkçılığa, düşünsel ve ruhsal
parçalanmaya, şiddete neden olup, toplumsal barışı, ortak çıkarlar için birlikte hareket etme
olanağını ortadan kaldırır. Anadil kişinin var olması, toplumla sağlıklı ilişkiler kurması, üretken,
düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olması için kullanabileceği yegane araçtır.
Türkiye’de başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklar yıllardır yok sayılmakta, bu halkların
dillerini, kültürlerini geliştirmeleri engellenmekte, bunun için gereken koşullar yaratılmamaktadır.
Her Türkiye yurttaşı Türk, yani bir etnik kökene mensup olarak görülmekte, Kürt, Ermeni, Rum,
Çerkez, Laz ...vb. bütün halkların Türk olduğu düşüncesi toplumsal yaşamın her alanında
uygulanmaktadır. Toplumsal yaşamın temelini oluşturan anayasada da bu anlayış mevcuttur. (66.
Madde : Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür). “Devletin varlığı ve ülkenin
bölünmez bütünlüğü” olarak kanunlara, dolayısıyla bütün toplumsal yaşama yansıyan parçalanma
55
ve bölünme paranoyası, ülkemizde demokratikleşme yönünde atılan her adımın karşısına engel
olarak çıkarılmaktadır.
Gerek uluslararası antlaşmalar, gerekse de diğer ülkelerde yaşanan somut durum
incelendiğinde; bütün dünyada anadilde eğitim, kendi kültürünü yaşama ve geliştirme, anadilini
yaşamın her alanında kullanabilme haklarının tanındığı ve bir çok devletin bu tür girişimleri
desteklediği, bu konularda özel çabalar sarf ettiği görülmektedir. Bir çok ülkede yaşanan somut
durum göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer halkların dillerini, kültürlerini geliştirmesi ülkeyi
bölüp, parçalamaz, tam tersine birliği, bütünlüğü geliştirip, ülkenin zenginleşmesini ve
güçlenmesini sağlar. Bu anlayışın sonucu olarak hükümetler yaşamın her alanında halkların
haklarını tanıyarak barış içinde bir arada yaşamanın yollarını aramaktadırlar. Bu konudaki
hassasiyet her geçen dün artmaktadır. Kültürler mozaiği ülkelerde etnik kökene değil, anayasal
yurttaşlığa dayanan devletler oluşturmaktadırlar.
Kürt halkı her türlü engellere rağmen, yaşadığı her yerde ve tarihin her döneminde kimi
zaman dar, kimi zaman geniş, kimi zaman açık, kimi zaman gizli Kürtçe eğitimi sürdürmüştür. Bu
gün de Irak, Đran, Suriye gibi Ortadoğu ülkelerinde, Đsveç, Fransa, Almanya gibi Avrupa
ülkelerinde Kürtçe eğitimler ve Kürtçe’nin öğretilmesi çalışmaları devam etmektedir. Yine
internet üzerinden Kürtçe’nin öğretilmesi için açılan siteler mevcuttur. Bilimsel gelişmelerle
birlikte bir çok yasal engel aşılıp, anlamsızlaştığı çağımızda internet yasaklara meydan
okumaktadır.
Halktan gelen çağdaş, demokratik bir ülkede yaşama isteğini görmesi gereken Türkiye
Devleti, artık etnik kökene dayanan toplumsal düzenden vazgeçip, bir çok halkın yaşadığı
Türkiye’nin gerçeğine uygun, anayasal yurttaşlığa dayalı, çok kültürlü, çoğulcu bir toplumsal
düzeni yaratmalıdır. Özgür ve demokratik bir ülkeyi yaratmak bu anlayışı hakim kılmakla
mümkündür. Bu yaklaşımlar Avrupa Birliği’ne girmemizin önündeki engelleri de ortadan
kaldıracaktır. Bunları yaratmak Türkiye’de yaşayan her yurttaşın en temel hakkı ve görevidir.
EKLER
EK 1 :
KÜRTÇE YAYINLANAN ESERLER
EK 2 :
KÜRT DĐLĐNĐ TANIYALIM / EM ZIMANÊ KURDÎ BINASIN
ĐSTANBUL KÜRT ENSTĐTÜSÜ / ÎNSTÎTUYA KURDÎ YA STENBOLÊ
EK 3 :
ANADĐLLE EĞĐTĐM VE ANADĐL EĞĐTĐMĐ KONUSUYLA ĐLGĐLĐ
GÖRÜŞLER
EK 1
KÜRTÇE YAYIMLANAN ESERLER’DEN ÖRNEKLER
56
PIRTÛKÊN KURDÎ YÊN LI TIRKIYEYÊ HATÎYE ÇAPKIRIN
(TÜRKĐYE’DE YAYIMLANAN KÜRTÇE KĐTAPLAR)
WEŞANÊN ENSTÎTUYA KURDÎ YA STENBOLÊ
( ĐSTANBUL KÜRT ENSTĐTÜSÜ YAYINLARI )
(Stenbol)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
Antolojiya Tekstên Kurdî / Stig Wikander
Bixwîne Birengîne
Çend Xezel û Helbest / Siyapûş
Çîrokên Gelêrî / Đkram Đşler
Çîrokên Kurdî / F. Huseyn Sağnıç
Dermanên Bijîşkiya Gelêrî / C.Hekîm – M.Qûtup
Em Zimanê Kurdî Binasin / Kurmancî-Tirkî-Îngîlîsi
Ey Avê Av ( Dîwana ) / Feqiyê Teyran / Kurmancî
Girnewas / Hasan Kaya
Kurdiya Nûjen / Çeto Özel
Memê Alan / Roger Lecsot
Rojnameya Kurdî ya Pêşîn Kurdistan / F.Dilgeş
Senem Xanim / H. Akyol
Şêxê Senanî / Feqiyê Teyran
Türkçe – Kürtçe Sözlük / Zana Farqînî
Xanî’den Platona Îkî Demet Çiçek / H.Mem / Kurmancî-Tirkî
Xwendin Ronahî Ye
Yûsiv û Zuleyxa / Selîm
Zargotin / Enstîtuya Kurdî
Zend (6) / Enstîtuya Kurdî
WEŞANÊN PÊRÎ (PERĐ YAYINLARI)
Pirtûkên Kurmancî
1. Dîwaro Tera Dibêm Bûkê Tu Guhdar Be / Celîlê Celîl
2. Atobiyografya / Abdurrezak Bedirxan
3. Bîranînên Şer (Rojaneya Kuba) / Ernesto Che Guevara.
4. Hêlîn / Mahmud Baksi.
5. Filîtê Quto / Salihê Kevirbirî
6. Nameya Dîjle / Faysal Dağlı
7. Xewnên Pînekirî / Medeni Ferho.
8. Marê Di Tûr De / Medenî Ferho.
9. Zîlan, Agir û Stranên Jîyanê / Medeni Ferho.
10.
Hevî û Jiyan / Derwêş M. Ferho.
11.
Salar û Mîdya / Cegerxwîn.
12.
Di Siya Dara Xacê De Serhildan / Miraz Ronî.
13.
Kejê / Adîl Zozanî.
14.
Destpêka Rêzimana Kurdî / Haydar Diljen
15.
Berhavoka Kurdî / Stig Wikander
16.
Destanên Kurdî / Celilê Celîl
57
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
Hemu Berhemên Casime Celîl
Alfabeya Kurdî / Torî
Kurdîstana bi Fîftî Fîftî / Osman Aydar
Şahmaran / Lokman Polat
Çîrokên Kurdan / Selahaddîn Mihotulî
Birîna Bêar / Îlhamî Sertkaya
Xevna Avê / Raif Yaman
Ziman û Roman / Mehmet Uzun
Pirtûken Kirmanckî / Zazakî
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
Bavê Gul / C. Çarekiz (Wejîayîşê Tiji).
Biza Kolê / Vedat Dalokay (Wejîayîşê Tiji).
Dûrî Şiya Nêzdî Ama / Xal Çelker (Wejîayîşê Tiji).
Ebê Yaranîyê / X. Çelker (Wejîayîşê Tiji).
Hesretê (Garod) Hraçya Koçar Kapriyelyan
Karkerê Nonî / Maksim Gorkî (Wejîayîşê Tiji).
Rozê Yena / Hawar Tornêcengî. (Wejîayîşê Tiji).
Zazaca – Türkçe Sözlük / Harun Turgut
Ziwanê Ma / Alfabe / Haydar Diljen
AVESTA YAYINLARI
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
Bajarê Mirinê /Suzan Samancî / Kurteçîrok / 1996/ 95 1997 / 38 rûpel
Bîra Qederê / Mehmet Uzun / Kurmancî
Birakujî / Evdila Peşêv / Kurmancî
Birina Reş / Musa Anter / Kurmancî
Çinara Min / Musa Anter / Kurmancî
Ez / Reşîdê Kurd / 1996 / 59 rûpel / Kurmancî
Ferhenkekê kirdkî – Pehlewkî – Kurmanckî / Malmisanîj /
Ji Nav Şiîrên Min / Şêrko Bêkes / Helbest / 1995 / 60 rûpel / Kurmancî
Jinên Qatên Bilind / Helîm Yusiv
Kimil / Musa Anter / Kurmancî rûpel / werger: Songul Keskin / Kurmancî
Kulîlkên Ezêb / Kamiran Elî Bedirxan / 1998 / Kurmancî
Labîrenta Cinan / Hesenê Metê / 2000 / Kurmancî
Li Ba Me Li Wan Deran / Migirdîç Margosyan (Werger: Rûken Bağdu Keskin) /
1999 / Kurmancî
Mehabad Ber bi Olimpiyada Xwedê de / Selim Berekat
Memê Alan / Berhevkar: Roger Lescot / Kurmancî
Mêrê Avis / Helîm Yûsiv
Mirî Ranazin / Helêm Yûsiv
Mirina Kalekî Rind / Mehmet Uzun / Kurmancî
Ramûsan Min Veşartin Li Geliyekî / Arjen Arî / Kurmancî
Rojeke Îvan Denîsovîç / Aleksandr Soljenîtsîn / Kurmancî
Ronî Mîna Evînê Tarî Mîna Mirinê / Mehmed Uzun / 1998 / Kurmancî
Sirûda Baranê / Bedir Şakir El Seyyab / Kurmancî
Sobarto / Helîm Yûsiv / 1999 / Kurmancî
58
24. Şiîrên Windabûyî / Cegerxwîn / 1996 / Kurmancî
25. Türkçe - Zazaca / Zazaca - Türkçe Sözlük / Vate Çalışma Grubu
26. Veger-Birakujî û Şiîrên Bijarte / Evdila Peşêw
27. Were Dotmam / Celadet Elî Bedirxan / Kurmancî
DENG YAYINLARI
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
Azadi û Jiyan – Özgürlük ve Yaşam / Kemal Burkay
Bêdeng Mane Zozanên Kurdan / Fatma Bozarslan / Kurmancî
Berf Fedî Dike / Kemal Burkay / Kurmancî
Bîraninêd Min / Ahmedê Mirazî
Çarîn (Rubaîler) / Kemal Burkay
Dawiya Dehaq / Kemal Burkay
Dersên Zimanê Kurdî / Baran Rizgarî
Dîtihezar / M.Emîn Bozarslan / Kurmancî
Dîwana Heftan-Dîwana Heştan-Hêvî-Aşitî / Cegerxwîn / Kurmancî
Dîwana Pêncan – Dîwana Şeşan / Cegerxwîn
Dîwana Sisêyan - Dîwana Çaran / Cegerxwîn
Dîwana Yekan-Dîwana Diduyan –Sewra Azadi / Cegerxwîn
Em Binivîsin / Haydar Diljen
Em Bixwînin-1 / Haydar Diljen
Em Bixwînin-2 / Haydat Diljen
Evdalê Zeynikê / Ahmet Aras
Ferheng Kurdî - Tirkî / Türkçe-Kürtçe / D.Đzoli
Ferheng Zazaca-Türkçe / Malmîsanij
Gula Çile / Ferhad Can
Gurê Bilûrvan / M.Emîn Bozarslan / Kurmancî
Îdyomên Kurdî / Ahmet Cengîz Çamlibel
Jiyana Bextewar / Ereb Şemo
Keçika Darin / M. Emin Bozarslan / 1999 / Kurmancî
Keçika Qirşfiroş / M.Emin Bozarslan / 1999 / Kurmancî
Kird (Broşür) / Malmîsanij
Mir Zoro / M.Emin Bozarslan / 1999 / Kurmancî
Şivanê Kurd / Ereb Şemo
DOZ YAYINLARI
1234567891011121314-
Binefşên Tariyê / Zeynel Abîdîn / 1999 / Kurmancî
Cer Hard Cor Asmen / Kemal Astare / 1994 / Zazakî
Danezana Gerdûnî ya Mafên Mirov / Kurmancî-Engilîzî- Frensewî-Erebî-Tirkî
Ehmetê Xanî / Murad Ciwan
Evdalê Zeynikê / Mehmed Uzun
Ferheng (Zazakî-Tirkî / Tirkî-Zazakî) / Turhan Erdem
Fîl Hemdî / Azîz Nesîn (Werger: Mustafa Aydoğan) / 1999 / Kurmancî
Đncîla Lûqa
Janya / Rênas Jiyan / 1999 / Kurmancî
Li Kurdistanê û Rojhilata Navin Çekên Kîmyayî – Bîyolojîkî û Atomî / Celadet
Çelîker
Reş û Spî / Îbrahîm Seydo Aydoğan / 1999 / Kurmancî
Siya Evînê / Mehmed Uzun
Xaltîka Zeyno / Medenî Ferho
Zimanê Çiya / Harold Pînter
59
FIRAT YAYINLARI
12345678910111213-
Dîwan / Melayê Cizirî
Doza Jîn / Huseyn Elî Başar
Evîna Cemilê / Cengîz Aytmatov
Gula Derengî An Jî Rengên Kurdî / M.Rojasor
Ker û Kulik / Ahmet Aras
Kürtçe Dil Dersleri / Turan Erdem / 1998 / Zazakî-Tirkî
Lêkolînekî Qicik li Ser Zimên / Beyhanî Şahîn
Mevlûdê Nebî / Mela Ehmedê Xasî / Zazakî
Mevlût / Mele Ehmedê Batê
Nûbar / Ehmedê Xanî
Qaqlîbaz / (Werger: Osman Ozçelik) / Rîchard Bach
Qulînga Birîndar / Veysel Çamlıbel / 1999 / Kurmancî
Sîpan / Sîpan Xîzan / 1991 / Kurmancî
KORAL YAYINLARI
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
Berhevoka Kurdi / Stig Wikander / Kurmancî
Birîna Reş / Musa Anter / Kurmancî
Çîrokên Kurdan / Selahaddin Mihotulî / Kurmancî
Dîroka Kurd û Kurdistanê / Amed Tigris – Aso Germiyanî / Kurmancî
Ferheng / Torî / (Kurmancî-Tirkî)
Gramera Zimanê Kurdî / Qanatê Kurdo / Kurmancî
Kula Dêrsimê / Felat Dilgeş
Qeydan Kevn Kir Min Ji Hesreta Te / Ahmet Arif / Werger: Felat Dilgeş
Siltan Salahaddîn û Malbata Eyyubî / Torî / Kurmancî
NÛBĐHAR YAYINLARI
123456789101112-
Cîldên Nûbiharê (Cîldek) / Kurmancî
Çarîn / Sabah Kara / Kurmancî
Çil Hedîs / Îmamê Newlewî / Werger: Selman Dilovan / 2000 / Kurmancî
Dîwan / Seyid Eliyê Findikî / Kurmancî
Dubeytî / Baba Tahirê Uryan / Kurmancî
Feqiyê Teyran / M. Xalid Sadînî / Kurmancî
Gaziya Min / Berhîm Paşa / Kurmancî
Hz. Muhemmed / Ebdilhadî Botî / Kurmancî
Leyla û Mecnûn / Siwadî / Kurmancî
Mersiyeyên Rojhilat / Sabah Kara / Kurmancî –Tirkî
Nameyên Bêcewab / Sabah Kara / Kurmancî-Tirkî
Nimêj Dikim / Abdurrahman Nursî/ Kurmancî
60
13141516-
Peyiva Bîst û Sêyemên / Seîdê Norsî / Kurmancî
Peyivên Piçûk / Seîdê Nursî / Kurmancî
Risala Biratiyê / Seîdê Nursî / Kurmancî
Rûbaiyat / Omer Xeyyam / Kurmancî
BERFĐN YAYINLARI
1.
2.
3.
4.
5.
“Destanek ji Bihuşta Winda..” / M.Zahir Kayan
Gotinên Pêşiyên Kurdan / Mustafa Barok
Gulbihar / Latîf Özdemîr
Kundê Kor / Sadik Hîdayet
Zazakî-Elîfba / U.Pulur
MELSA YAYINLARI
1234-
Evîna Welat / Abdurrahman Dürre
Kêla Dimdimê / Jan Dost
Pêşeriya Hevistina Zimanê Kurdî -I / Feqi Hüseyin Sağnıç
Rêzimanê Kurdî / Feqî Huseyîn Sağniç
WEŞANÊN ZÊL (ZÊL YAYINLARI)
1.
Destanên Kurdî / Prof. Dr. Cêlîlê Celîl – Prof.Dr. Ordîxanê Celîl
ALAN YAIYNCILIK
1.
Rêzimana Kurmancî / A.Balî / Kurmancî
ARYA YAYINLARI
1.
Destpêka Xwendin û Nivîsandina Kurdî – Torî
ASO YAYINCILIK
1.
2.
3.
Awazên Xeribiyê / Bedirhan Epözdemîr / Helbest / 1998 / Kurmancî
Civata Kulîlkan / M.Hemo–X. Remo / Kurmancî
Evîna Qedexe / A. Sivar Yalçin / Helbest / 1998 / Kurmancî
61
BELGE YAYINLARI
1.
2.
Evîna Dilê Min / Mehdî Zana
Sîyabend û Xecê / Hüseyîn Erdem
BEYBÛN YAYINLARI
1.
2.
Destpêka Edebiyata Kurdî / Mehmet Uzun
Kevoka Spî / Firat Cewerî
DÎLAN YAYINLARI
1.
2.
Hîroşîma Duwem Halepçe / Riza Çolpan
Xidê Naxirvan û Tevkuştina Dersim / Riza Çolpan
GOVEND YAYINLARI
1-
Diljan / Latîf Özdemîr
TÎGRÎS YAYINLARI
1-
Ew der sare / Mansur Tural / 2000 / Kurmancî
BERHEM YAYINLARI
1.
Dêrsîm De Dîwayî Qesê Pî-Kalikan Erf U Mecazî Çibenokî Xeletnayênî / Mustafa
Düzgün & Munzır Comerd & Hawar Tornêcengi / 1992 / Zazakî-Tirkî
KAYNAK YAYINLARI
1-
Dêrsim (Zaza) Atasözleri / Mesut Özcan / 1992 / Zazakî-Tirkî
KOMAL YAYINLARI
123-
Jana Gel / I.Ahmed
Qolinç / Torî / Kurteçîrok
Şîlan / Torî
62
KORA YAYIN
1.
2.
Alfabe / Alphabet / Elfabe / Zazaki, Kirmanckî, Dimilkî / U. Pulur
Gulbihar / Latîf Özdemîr/ Kurmancî
METÎS YAYINLARI
1-
Li Rojhilatê Dilê Min / Murathan Mungan
VARTAN YAYINLARI
1. Kilama Pepûgî / Deniz Gûndûz / Roman / 2000 / Zazakî
WEŞANÊN SÎPAN (SĐPAN YAYINLARI)
12-
Dîroka Dugelên Kurdan Cild l / Abdullah Varlı
Qur’ana Pîroz û Arşa wê ye Bilnid / Abdullah Varlı
NÛJEN YAYINLARI
123456789-
Bayê Azadî / Lokman Polat
Birîna Bêar / Îlham Sertkaya
Destanên Kurdî (Zargotin ) / Prof. Dr. Celîlê Celîl û Prof. Dr. Ordixanê Celîl
Destpêka Rêzimana Kurdî / Haydar Diljen
Kurdistanê Bi Fîftî Fîftî / Osman Aytar
Rewşa Edebiyata Kurdî / Lokman Polat
Salar û Midya / Cegerxwîn
Xatê Xanima Dêrsimê / Prof.Eli Ebdurrahman Mamedov
Ziman û Roman / Mehmed Uzun / 1996 / Kurmancî
ÖZGE YAYINLARI
1234-
Doza Kurdistan / Kadrî Cemil Paşa
Ferheng / Kurdî-Tirkî / Prof. Farizof
Rojnamegeriya Kurdî / Malmîsanij – M.Lewendî
Tarîxa Edebiyata Kurdî / Pof.Dr. Qanadê Kurdo
WEŞANÊN PELÊ SOR (PELÊ SOR YAYINLARI)
63
1234-
Antolojiya Helbestvanên Kurd / A.Bali
Gotinên Peşiyan ên Kurdî – Kürt Atasözleri / A.Bali
Helbestên Welatê Bindest / M. Seyîd Alpaslan
Kîne Em / Cegerxwîn
SCALA YAYINCILIK
1.
Xezala Min Delala Min / Rahmetullah Karakaya
WEŞANÊN REWŞEN ( REWŞEN YAYINLARI )
1.
Ristemê Zal / Xurşîd Mîrzengî / 2000 / Kurmancî.
WAŞANÊN WELAT (WELAT YAYINLARI)
1-
Serhildana Mala Eliyê Ûnis / Mahmud Baksi / 2001 /
Kurmancî
2-
Serok û Sokrates / Hüseyin Kaytan /2000 / Kurmancî
TĐJ YAYINCILIK
1.
2.
3.
Daka Phire û Lûya Dizde / Hamdi Özyurt – Memê Koêkorta / 1998 / Zazakî
Ebe Yaraniye Kewtime rae (Hêket û Meselê Welati) / Xal Çelker / 1998 / Zazakî
Karkerê Noin / Maksim Gorki (Çarnoğ: Kemal Akay) / 1999 / Zazakî
MED YAYINCILIK
1.
2.
3.
Birîna Bêar / Đlhami Sertkaya / 1994 / Kurmancî
Salar û Mîdya / Cegerxwîn /1991 / Kurmancî
Xatê Xanime Dêrsimê / Prof. Alî Ebdurrahman Mamedov (Wergêr:
Serhat Elîxan Zerşatî / 1994 / Kurmancî
TÜMZAMANLAR YAYINCILIK
1. Antolojiya Edebiyata Kurdî – 1 / Mehmed Uzun / 503 rûpel / 1995 / Kurmancî
2. Antolojiya Edebiyata Kurdî – 2 / Mehmed Uzun / 476 rûpel / 1995 / Kurmancî
KĐTABI MUKADDES ŞĐRKETĐ
64
1. ÎNCÎL / Mizgînî / Kurmancî
2. Mizgîniya Îsa Mesîh Li gor Lûqa (ÎNCÎL) / Kurmancî
3. Mizgîniya Îsa Mesîh Li gor Yûhenna (ÎNCÎL) / Kurmancî
PIRTÛKÊN DIN YÊN KURDÎ YÊN KU LI TĐRKÎYEYÊ HATÎYE ÇAPKIRIN
(TÜRKĐYE’DE YAYIMLANAN DĐĞER KÜRTÇE KĐTAPLAR)
1. Baran / A.Qadir Botan / 1991 / Helbest / Kurmancî
2. Çerxa Felekê / M.Şakirê Koçer / Helbest / Kurmancî
3.Çivîkên Beravêtî / Pîr Rustem / Çirok / Kurmancî
4. Di Bin Dilovaniya Jiyanê De / M. Hemo / 1999 / Kurmancî
5. Dîtin û Bîrhatinên Min 1907-1985 / Hesen Hişyar / 1993 / Kurmancî
6. Gelperwerî û Nijadperestî / Celaleddîn Yöyler / Kurmancî
7. Gotinên Pêşîyan / Kurmancî û Dimilî / Seîd Verroj / Kurmancî
8. Helbestina Bê Ziman / Axîn Welat / Helbest / Kurmancî
9. KURDĐSTAN / Bîranîna Welatê Rojê / Mehmet Selim Türk / 2001 / Kurmancî
10. Kurdistana Turkî Di Navbera Herdû Cengan De / Prof.A. Hesretyan / Werger:
Dr.M.S.Cuma / Kurmancî
11. Li Xelkî Tehl e Li Min Şirîn e / Ebdirehmanê Mizûrî / Werger: Dilawerê Zengî /
1991 / Kurmancî
12. Nalînên Min / M.Şakirê Koçer / Kurmancî
13. Pêdarî / Dilawere Zengî / 1985 / Kurmancî
14. Şerefnameya Menzûm / Cegerxwîn / Werger: Dilawerê Zengî / 1997 / Kurmancî
15. Tiştanokên (Mamikên) Kurmancî / Seîd Verroj / Mertalî Dimilî / Seîd Verroj /
Kurmancî
16. Xortê Min Ji Yek Ji Wan / Bîlge Acar / Kurmancî
PIRTÛKÊN KURDÎ YÊN LI EVRÛPAYÊ HATÎYE WEŞANDIN
(AVRUPA’DA YAYINLANAN KÜRTÇE KĐTAPLAR)
WEŞANÊN ROJA NÛ (ROJA NÛ YAYINLARI)
(Stockholm,1980)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
Almanaxa Kurdî / Amadekar: Navenda Lêkolînên Kurdî-Moskova / 1997 / 264
rûpel / Kurmancî.
Azadî û Jîyan / Kemal Burkay / Helbest / l988 / 256 rûpel / Kurmancî–Tirkî.
Çarîn / Kemal Burkay / Helbest / l992 / 70 rûpel / Kurmancî
Çend Pirsên Alfabeya Kurdî / Dr. Celadet Çelîker / Lêkolîn-Şîrove / 1996 / l73
rûpel / Kurmancî.
Daxwazname / Namî / Helbest / l986 / 54 rûpel / Kurmancî.
Dersên Zîmanê Kurdî / Baran Rizgar / l988 / l67 rûpel / Kurmancî-Tirkî.
Dimdim / Ereb Şemo / Roman / l983 / 206 rûpel / Kurmancî.
Dîsa Şer û Hesret Para Me Ket / Vazgal Bazîdî / Helbest / 88 rûpel / l989
Dîwan / Melayê Cizîrî / l987 / 570 rûpel / Kurmancî.
Duaya Serê Sibê / Eskerê Alîko û Baz / Baran / Çîrok / 1985 / 40 rûpel /
Kurmancî.
Em û Dijmin / Seydayê Keleş / Helbest / 1986 / 212 rûpel / Kurmancî.
Folklora Kurdî / Cegerxwin / Lêkolîn-Berhevok / 1988 / 206 rûpel / Kurmancî.
65
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
Gardîyan / Bûbê Eser / Roman-Serpêhatî / 1994 / 163 rûpel / Kurmancî.
Gramera Zimanê Kurdî / Prof.Qanatê Kurdo / 1990 / 335 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Hêvî / Cîgerxwîn / Helbest / 1983 / 186 rûpel / Kurmancî.
Hopo / Ereb Şemo / Roman / 1990 / 208 rûpel / Kurmancî.
Hotay Serra Usivê Qurzkizî / Mûnzûr Çem / Roman / 1992 / 343 rûpel / Dimilkî.
Jîyana Bextewar / Ereb Şemo / Roman / 1990 / Kurmancî.
Kilam û Miqamêd Cimaeta Kurda / Cemîla Celîl / 1982 / 143 rûpel / Kurmancî.
Li Ser Rîya Cegerxwîn / Helbest / 1986 / 166 rûpel / Kurmancî.
Mem û Zîn (Duwanzde Varîyant) / Qanatê Kurdo / Berhevok / 1996 / 320 rûpel /
Kurmancî.
Mem û Zîn / Eskerê Boyîk / Tîyatro / 1989 / 80 rûpel / Kurmancî.
Mewlûd / Mela Ehmedê Batê / 1987 / 64 rûpel / Kurmancî.
Nûbar / Ehmedê Xanî / 1968 / 80 rûpel / Kurmancî.
Oda Çîroka 1 / Eskerê Boyik / 1997 / 103 rûpel / Kurmancî.
Peyvên Me / Haluk Öztürk / Ziman-Zarok / 1984 / 208 rûpel / Kurmancî.
Ronak / Cegerxwîn / Helbest / 1980 / 208 rûpel / Kurmancî.
Sîyabend û Xecê / Tosinê Reşît / Tîyatro /1989 / 70 rûpel / Kurmancî.
Şefaq / Cîgerxwîn / Helbest / 1982 / 180 rûpel / Kurmancî.
Şervanekî Biçûk ê Vîetnamî / Nguyen Than / Werger: Aram Bawer / 1988 / 64 rûpel
/ Kurmancî.
Şêx Senan / Feqîyê Teyran / 1986 / 142 rûpel / Kurmancî.
Tarîxa Edebiyata Kurdî - 1 / Qanatê Kurdo / 1983 / 192 rûpel / Kurmancî.
Tarîxa Edebiyata Kurdî - 2 / Qanatê Kurdo / 1985 / 178 rûpel / Kurmancî.
Tarîxa Kurdistan - 1 / Cegerxwîn / 1985 / 216 rûpel / Kurmancî.
Tarîxa Kurdistan - 2 / Cegerxwîn / 1987 / 256 rûpel / Kurmancî.
Wîllîam Tell / Scherman Katharîne / Çîrok / 1993 / 62 rûpel / Kurmancî.
Zembîlfiroş / A. Gernas / Tîyatro Boyik / 1997 /79 rûpel / Kurmancî.
Zembilfroş / A.Gernas / 1995 / 104 rûpel / Kurmancî.
Zend Avesta / Cîgerxwîn / Helbest / 1981 / 176 rûpel / Kurmancî.
Zozan / Casimê Celîl / Helbest / 1982 / 186 rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN ÇANDA KURDÎ (ÇANDA KURDÎ YAYINLARI)
(Stockholm, 1980)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
Akin Di Bawekî Namo Da / B.Kristal-Anderson / Zarok / 1989 / 42 Rûpel / Soranî.
Akin Di Hembêza Welatê Nû De / B. Kristal-Anderson / Zarok / 1989 / 42 rûpel /
Kurmancî.
Alfons û Cinawir? / Gunilla Bergström / Zarok / 1981 / 30 rûpel / Kurmancî.
Alfons û Janawarake / Gunilla Bergström / Zarok /1985 / 30 rûpel / Soranî.
Alfonsê Şît / Gunilla Bergström / Zarok / 1983 / 22 rûpel / Kurmancî.
Alfonsî Şîteke / Gunilla Bergström / Zarok / 1990 / 22 rûpel / Soranî.
Arhuaco / B.A. Runnerström / Zarok / 1983 / 50 rûpel / Kurmancî.
Baharî Taze / Astrid Lindgren / Zarok / 1990 / 32 rûpel / Soranî.
Bavo, Were Derve / Ingrid Sandberg & Lasse Sandberg / Zarok / 1986 / 32 rûpel /
Kurmancî.
Belê Lotta Kare Bajo / Astrid Lindgren / Zarok / 1982 / 32 rûpel / Kurmancî.
Binêre Madîkan Berf Dibare / Astrid Lindgren / Zarok / 1983 / 32 rûpel /
Kurmancî.
Çîyayê Agirî / Yaşar Kemal / Novel / Werger : Kurdî Şerefnazê / 1990 / 128 rûpel /
Kurmancî.
66
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
Emîl, Mîha Nîvçe / P.Szabo / Zarok / 1986 / 28 rûpel / Kurmancî.
Gava Rindikê Dixwast Şûmîyan Bike / Astrid Lindgren / Zarok / 1985 / 60 rûpel /
Kurmancî.
Keça Şerrût Lotta / Astrid Lindgren / Zarok / 1981 / 60 rûpel / Kurmancî
Kela Jînê / Veronika Leo / Zarok / 1986 / 32 rûpel / Kurmancî.
Kino Digot: Alîkarî Bikim / Ingrid Sandberg & Lasse Sandberg / zarok / 1983 / 32
rûpel / Kurmancî.
Kino Digot: Ka Lingê Min / Ingrid Sandberg & Lasse Sandberg / Zarok / 1991 / 32
rûpel / Kurmancî.
Kino Digot: Li Wê Derê Binêre / Ingrid Sandberg & Lasse Sandberg / Zarok / 1983
/ 30 rûpel / Kurmancî.
Kundirê Helez / L. Hellsing / Zarok / 1986 / 27 rûpel / Kurmancî.
Ma Gakûvî Kûçikan Dixwin? / L.Frick / Zarok / 1983 / 30 rûpel / Kurmancî.
Ma Tu Tirsonekî Alfons? / Gunilla Bergström / Zarok / 1981 / 30 rûpel /
Kurmancî.
Nebezê Li Çîyayê Mazî De / J. Ahlbom / Zarok / 1986 / 30 rûpel / Kurmancî.
Ordîya Meşên Hunguv / Bekir Yildiz / Zarok / Werger: Şerefnazê / 1990 / 46 rûpel
/ Kurmancî.
Pîppî ya Goradirêj / Astrid Lindgren / Zarok / 1982 / 24 rûpel / Kurmancî.
Pisîngê Ku Wenda Bû / M. Ekström / Zarok / 1985 / 30 rûpel / Kurmancî.
Sampo Lapecan / Z.Topelius / Zarok / 1984 / 28 rûpel / Kurmancî.
Spî û Reş û Hemûyên Din / Ingrid Sandberg & Lasse Sandberg / Zarok / 1987 / 29
rûpel / Kurmancî.
Şevbaş Alfons Aberg / Gunilla Bergström / Zarok / 1985 / 24 rûpel / Kurmancî.
Şûmîya Zîrek ya 325 / Astrid Lindgren / Zarok / 1986 / 54 rûpel / Kurmancî.
Tuan / Eva Boholm-Olsson & Pham van Don / Zarok / 1986 / 27 rûpel /
Kurmancî.
Tuan / Eva Boholm-Olsson & Pham Van Don / Zarok / 1986 / 27 rûpel / Soranî.
Xwençe 1 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1989 / 278 rûpel / Kurmancî.
Xwençe 2 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1990 / 288 rûpel / Kurmancî.
Xwençe 3 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1991 / Kurmancî
Xwençe 4 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1991 / Kurmancî
Xwençe 5 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1991 / Kurmancî
Xwençe 6 / Zeynelabidîn Zinar / Folklor / 1993 / Kurmancî
WEŞANÊN JINA NÛ (JINA NÛ YAYINLARI)
(Uppsala,1984)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
Agirê Sînema Amûdê / Mela Ehmedê Namî / 1987 / 82 rûpel / Kurmancî.
Bê Nav û Nîşan Man / Zeynelabîdîn Özalp / 1998 / Kurmancî
Bi Xewna We Pênûsê Dilorînim / Ehmed Huseynî / 1993 / 118 rûpel / Kurmancî.
Celadet Bedirxan (jiyan û ramanên wî) / Konê Reş / Biyografî / 1997 / 112 rûpel /
Kurmancî.
Dengê Xêzikan / Mamoste (Abdurrahman Gezgîn) / Karîkatur / 1984 / 80 rûpel
Destpêka Rêzimana Kurdî / Haydar Diljen / 1994 / 64 rûpel / Kurmancî.
Diwana Rûhî / Şêx Ebdurrehmanê Axtepî / Helbest / Wergera ji tîpên Erebî:
Z.kaya, M.E. Narozî / 1988 / 130 rûpel / Kurmancî.
Folklora Kurdan-I- / Celîlê Celîl & Ordîxanê Celîl / 1995 / 498 rûpel / Kurmancî.
67
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
Folklorê Ma Ra Çend Numûney / Malmîsanij / 1991 / 319 rûpel / Dimilî.
Herakleîtos / Malmîsanij / Helbest / 1988 / 51 rûpel / Dimilî.
Hêsir û Baran / Bavê Nazê / Çîrok / 1986 / 62 rûpel / Kurmancî.
Hunerê Tabloyên Şerefnamê / Ebdulreqîb Yûsif / Wergera ji tîpên Erebî: Elîşêr /
1991 / 129 rûpel+19 tablo / Kurmancî.
Jiyana Rewşenbîrî û Sîyasî ya Kurdan (Di Dawîya Sedsala 19’a û Destpêka Sedsala
20’a De) / Celîlê Celîl / Tarîx / Wergera ji Soranî: Elîşêr / 1985 / 200 rûpel /
Kurmancî.
Komara Demokratîk a Kurdistan (Mahabad) / Kerîmî Husamî / Tarîx / Werger (aji
Soranî): Elîşêr / 1986 / 113 rûpel / Kurmancî.
Kurdistan û Kurd (Lêkolînek Siyasî û Aborî) / Abdurrehman Qasimlo / Wergera ji
Soranî: Elî Şêr / 1991 / 326 rûpel / Kurmancî.
Kurdistana Bi Fîftî Fîftî / Osman Aytar / Hevpeyivîn / 1995 / 318 rûpel /
Kurmancî.
Le Bîrewerîyekanim (Bergî yekem, le minalîyewe ta salî 1957) / Kerîmî Husamî /
Bîranîn / 1986 / 316 rûpel / Soranî.
Li Kurdistana Bakur û li Tirkîyê Rojnamegerîya Kurdî (1908-1980) / Malmîsanij &
Mahmûd Lewendî / Lêkolîn / 1989 / 309 rûpel / Kurmancî.
Mêr Mêra Nasdike! / Mamoste / Karîkatur / 1993 / 98 rûpel
Mîrsad-ul Etfal (Amadegaha Zarokan) / Şêx Mihemed Kerbela / Werger (ji herfên
Erebî): Z.Zinar / 1989 / 127 rûpel / Kurmancî ( 78 rûpel lat. + 49 rûpel er.),
Na Xumxum a / Koyo Berz / Folklor / 1988 / 213 rûpel / dimilî.
Roja Nû (Çapa hemû hejmarên -73 hejmar- rojnama Roja Nû ku di navbera salên
1943-1946’de ji alî Kamûran Elî Bedirxan li Beyrûdê bi fransî û kurdî dihat derxistin.)
/ Dokument / 1986 / 290 rûpel / Kurmancî (lat.) + Fransî.
Ronahî (Çapa hemû hejmarên –28 hejmar- kovara Ronahî ku di navbera salên 19421945’an de ji alîyê Celadet Alî Bedirxan li Şamê dihat derxistin.) / Dokument 1985 /
584 rûpel / Kurmancî.
Rono û sirûdên bêrîkirinê / Ehmed Huseynî / Helbest / 1994 / 70 rûpel /
Kurmancî.
Şaîrên Klasîk ên Kurd / Ebdulreqîb Yûsif / Biyografî / Wergera ji tîpên Erebî:
Elîşêr / 1988 / 110 rûpel / Kurmancî.
Tîr Di Nîvê Kezebê De / Zekî Seyda / Helbest / 1992 / 87 rûpel / Kurmancî.
Türkçe Açıklamalı Kürçe Dilbilgisi (Kurmanc lehçesi) / Mûrad Ciwan / 1992 / 224
rûpel / Tirkî-Kurmancî.
Xwendina Kurdî / Dr. Kamiran Eli Bedirxan / Ziman / 1997 / 80 rûpel /
Kurmancî.
Zargotina Kurdan I / Ordîxanê Celîl & Celîlê Celîl / 1995 / 498 rûpel / Kurmancî
Zargotina Kurdên Surîyê / Celîlê Celîl / Folklor / Wergera ji tîpên kirîlî: Ahmet
Ömer / 1989 / 408 rûpel / Kurmancî.
Zazaca-Türkçe Sözlük / Ferhengê Dimilkî-Tirkî / Malmîsanij / Ferheng / 1987 /
431 rûpel / Dimilî-Tirkî.
Zimanê Min-1 (Em bibirin, bizeliqînin, binivîsin û bixwînin) / Haydar Diljen / 1990
/ 78 rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN DENG (DENG YAYINLARI)
(Uppsala, 1984)
1.
2.
3.
Alfabe / M.Emîn Bozarslan / Perwerde / 1993 / 64 rûpel / Kurmancî.
Berf Fedî Dike / Kemal Burkay / Helbest / 1995 / 120 rûpel / Kurmancî
Bûka Gulsûn / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1990 / 88 rûpel / Kurmancî.
68
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
Derdname / Fatma Bozarslan / Helbest / 1996 / 96 rûpel / Kurmancî.
Gula Çile / Ferhad Can / 1995 / Kurmancî
Gulî Xatûn / M.Emîn Bozarslan / Çîrokên Gelî / 1997 / 120 rûpel / Kurmancî.
Îlmê Tûrik / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1989 / 88 rûpel / Kurmancî.
Ji Dînan Dîntir / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1988 / 72 râupel / Kurmancî.
Jîn (çapa hemû hejmarên kovara Jîn ku di navbera salên 1918-1919’an de li Stanbolê
dihat derxistin.) / ji çapê re amadekirin û wergera ji tîpên Erebî bo tîpên latînî: M.
Emîn Bozarslan / Dokument / Cild I (1985, 325 rûpel), II (1985, 172 rûpel), III
(1986, 208 rûpel), IV (1987, 180 rûpel ) û V (1988, 183 rûpel / Kurmancî-Tirkî.
Kemal Paşa Weledê Kê Ye / M.Emîn Bozarslan / Meselok / 1993 / 136 rûpel /
Kurmancî.
Kurdistan (çapa hemû hejmarên rojnameya Kurdistan ku di navbera salên 18981902’an de li Qahîrê û li hin welatên Ewrûpa dihat derxistin.) / ji çapê re amadekirin û
wergera ji tîpên erebî bo tîpên latînî: M. Emin Bozarslan / Dokument / Cild I
(1991,332 rûpel), II (1991, 248 rûpel) / Kurmancî-Tirkî.
Kurê Mîrê Masîyan / M.Emîn Bozarslan / 1998 / Çîrokên Gelî / Kurmancî
Masiyên Bejî / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1987 / 91 rûpel / Kurmancî.
Mela Kulî / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1991 / 96 rûpel / Kurmancî.
Meleyê Meşhûr / M.Emîn Bozarslan / Pêkenok / 1986 / 90 rûpel / Kurmancî.
Mem û Zîn / Ehmedê Xanî / Destan / Wergera bo tîpên latînî û kurdiya xwerû:
M.Emîn Bozarslan / 1995 / 703 rûpel / Kurmancî.
Meyro / M.Emîn Bozarslan / Kurteçîrok / 1995 / 80 rûpel / Kurmancî.
Pepûk / M.Emîn Bozarslan / Meselok / 1985 / 71 rûpel / Kurmancî.
Serketina Mişkan / M.Emîn Bozarslan / Meselok / 1984 / 88 rûpel / Kurmancî.
Şerefa Ristem Keya / M.Emîn Bozarslan / Kurteçîrok / 1992 / 128 rûpel /
Kurmancî.
WEŞANÊN ORFEUS (ORFEUS YAYINLARI)
(Stockholm, 1985)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Antolojiya Tekstên Kurdî / Berhevkar: Stig Wikander / 1996 / 180 rûpel /
Kurmancî.
Beserhatinekî Şesî Niweyî Hawînê / Veronica Leo / Werger: Hassan Ghazî / 1994 /
32 rûpel / Kurdî (Soranî), Erebî, Asûrî, Farisî.
Çirokên Kurdî / Berhevkar: Roger Lescot / 1987 / 144 rûpel (bi wêne) / Kurmancî.
Destana Memê Alan / Roger Lescot / 1996 / 238 rûpel / Kurmancî.
Gundikê Dono / Mahmud Baksi / Roman / 1988 / 112 rûpel / Kurmancî.
Mirina Kalekî Rind / Mehmed Uzun / Roman / 1987 / 136 rûpel / Kurmancî.
Siya Evînê / Mehmed Uzun / Roman / 224 rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN PUBLISHING HOUSE OF KURDISTAN
(PUBLISHING HOUSE OF KURDISTAN YAYINLARI)
(Stockholm, 1985)
1.
2.
Aşitî/ Cegerxwîn / Helbest / 1985 / 173 rûpel / Kurmancî.
Berbang / Erebê Şemo / Novel / 1988 / 131 rûpel / Kurmancî.
69
3.
4.
Nehc-ul Enam / Mele Xelîlê Sêrtî / Helbest / 1988 / 55 rûpel / Kurmancî.
Zevîyên Soro / Nurî Şemdîn / Novel / 1988 / 313 rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN SERBIXWE (SERBIXWE YAYINLARI)
1.
2.
3.
4.
Etno-demografîyê Başûrî Kurdistan / Abdullla Ghafor / Coxrafya / 1995 / 96 rûpel
/ Soranî
Ferheng – Kurdi (Zazakî) – Tirkî / Munzur Çem / Ferheng / 1995 / 589 rûpel /
Kurmancî
Pîyawe Spîyeke – Papalangî / Tuîavîî / Werger: Khabat Marouf / 1995 / 131 rûpel
/ Soranî
Tayê Kilamê Dersimî / Munzur Çem / Folklor / 1995 / 322 rûpel / Kurmancî
(Dimilî, Zazakî)
WEŞANÊN KOMELEYÎ FERHENGÎ SWÊD-KURDĐSTAN
(KOMELEYÎ FERHENGÎ SWÊD-KURDĐSTAN YAYINLARI)
(Stockholm,1985)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
Be Yadî To Dejî Dilim / Hejar / Helbest / 1993 / 75 rûpel / Soranî.
Boris Pasternak / Evgenî Pasternak / Lêkolîn / Werger: Ferhad Şakelî / 1995 / 56
rûpel / Soranî.
Çawpêkewtinekî Tişhawêj / Ezîz Keyxusrewî / Hevpeyivîn / 1994 / 44 rûpel /
Soranî.
Geştêk Bo Erzerom / Elexander Puşkîn / Werger: Dr. Marûf Xeznedar / 1995 / 112
rûpel / Soranî.
Helbijarde Le Çîrokî Bêgane / Goran / Kurteçîrok / 1995 / 76 rûpel / Soranî.
Nîgarî to Le Dîwarî Zîndanekem Heldekolim / Ferhad Şakelî / Helbest / 1994 / 92
rûpel / Soranî.
Perjinî Bêdengî / Mesûd Mihemed / Felsefe / 1996 / 98 rûpel / Soranî.
Selîqeyî Kurdewarî / Mihemed Emîn Hisên / Lêkolîn / 1994 / 148 rûpel / Soranî.
Şazadeyî Bextiyar / Oskar Wilde / Zarok / Werger: Goran / 1995 / 42 rûpel /
Soranî.
Wênekanî Kilawî Kurdî / Seîd Ebdullayî Semedî / Huner / 1997 / 40 rûpel / Soranî.
Zayele / Enwer Qadir Mihemed / Helbest / 1988 / 121 rûpel / Soranî.
WEŞANÊN PENCÎNAR (PENCÎNAR YAYINLARI)
(Stockholm, 1986)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Balafira Jînê / Zeynelabidin Zinar / Folklor-Çîrvanok / 1993 /134 rûpel / Kurmancî.
Çanda Warê Talankirî / Ebas Alkan / Folklor / 1997 / 140 rûpel / Kurmancî.
Çarmix / Zeynelabidin Zinar / Helbestên Îşkencê / 1996 / 70 rûpel / Kurmancî.
Hostanîbêja Zaraweyên Kurdî / Mele Nûrî / Rêziman / 1996 / 245 rûpel /
Kurmancî.
Jiyana Mele Seîdê Kurdî / Ebdurehman Norsî / Wergera ji Tirkî: Zeynelabidin Zinar
/ 1996 / 140 rûpel / Kurmancî.
Kadîna Mişkan / Zeynelabidin Zinar / Folklor-Çîrvanok / 1993 / 144 rûpel /
Kurmancî.
Leyla û Mecnûn / Şêx Mihemed Can / 1992 / 352 rûpel / Kurmancî.
70
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
Mîrate / Zeyenelabidin Zinar / Folklor – Leyztikên Zarokan / 1994 / 120 rûpel /
Kurmancî.
Nehc-ul Enam / Mele Xelîlê Sêrtî / 1988 / 54 rûpel / Kurmancî.
Nimûne Ji Gencîneya Çanda Qedexekirî / Zeynelabidin Zinar / Antolojî / 1991 /
377 rûpel / Kurmancî.
Rewdneîm / Şêx Evdirrehmanê Axtepî / 1991 / 440 rûpel / Kurmancî.
Serfa Kurmancî / Tesrîf / Mele Elî Teremaxî / Rêziman / 1997 / 140 rûpel /
Kurmancî.
Siyabend û Xecê / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1992 / 160 rûpel / Kurmancî.
Xwençe 4 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1990 / 262 rûpel / Kurmancî.
Xwençe 5 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1991 / 293 rûpel / Kurmancî.
Xwençe 6 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1993 / 266 rûpel / Kurmancî.
Xwençe 7 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1994 / 280 rûpel / Kurmancî.
Xwençe 8 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1995 / 288 rûpel / Kurmancî.
Xwençe 9 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1996 / 290 rûpel / Kurmancî.
Xwendina Medresê / Zeynelabidin Zinar / 1993 /100 rûpel / Kurmancî.
Xweşber / Zeynelabidin Zinar/ Folklor / 1994 / 86 rûpel / Kurmancî.
Xwençe 10 / Zeynelabidin Zinar / Folklor / 1997 /268 rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN HAYKURD (HAYKURD YAYINLARI)
(Stockholm, 1987)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
‘Em Bixwînin - 2 / Ahmet Cantekin, N.A., J.R. / Perwerde / 1989 / 76 rûpel /
Kurmancî.
ABC Kurdî / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 71 rûpel / Kurmancî.
Bihizire, Bigere û Bibîne / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 35 rûpel /
Kurmancî.
Em Hîn Dibin / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 58 rûpel / Kurmancî.
Fêrbûna Zimanê Kurdî-Tîpên Dengdar / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 41
rûpel / Kurmancî.
Gav-1 / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1991 / 24 rûpel / Kurmancî.
Gulê û Nazê / Ahmet Cantekin / Çîrok / 1989 / 34 rûpel / Kurmancî / Bi Kaset
(deng: Ş.B.Soreklî).
Heval / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 34 rûpel / Kurmancî.
Hirç û Daristan / Ahmet Cantekin / Çîrok / 1988 / 22 rûpel / Kurmancî.
Kurdî Şîrin e - KOLIK / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 58 rûpel /
Kurmancî.
Kurdî-1 / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1991 / 24 krûpel / Kurmancî.
Mehkemekirina Selahiddînê Eyyûbî / Şahînê Bekirê Soreklî / Şano / 1989 / 46
rûpel / Kurmancî.
Namûsa Êmo / Şahînê Bekirê Soreklî / 10 Novel / 1994 / 112 rûpel / Kurmancî.
Panda / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 18 rûpel / Kurmancî.
Pênc Sehkarên Me / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1987 / 20 rûpel / Kurmancî.
Qeşmer / Ahmet Cantekin / Çîrok / 1988 / 18 rûpel / Kurmancî.
Reng, Mêwe û Matematîk / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 26 rûpel /
Kurmancî.
Yên ku ji aliyê SIL (Statens Institut För Laromedel)’ê hatine weşandin:
18.
Ziman / Ahmet Cantekin / Perwerde / 1988 / 30 rûpel / Kurmancî.
71
WEŞANÊN NEWROZ (NEWROZ YAYINLARI)
(Stockholm, 1987)
1.
2.
Çirûskên Rizgariyê / Mihemed Dehsuwar / Roman / 1995 / 327 rûpel / Kurmancî.
Mizgîn-Ferhengoka Zarokan a Bi Wêne / Mihemed Dehsuwar / Perwerde / 1995 /
289 rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN SARA (SARA YAYINLARI)
(Stockholm, 1987)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
Aladîn î Lampaya Bi Efsûn / Bavê Barzan / Çîrok / Kurmancî.
Berxole / Kakabes / Çîrok / Soranî.
Bîra Qederê / Mehmed Uzun / Roman / Kurmancî.
Bîrewerî Rojanî Jiyanim / Ehmed Dilzar / Bîranîn / Soranî.
Bizey Xon / Hêris / Helbest / Soranî.
Dastanî Dû Palawan / Remzi Qezzaz / Soranî.
Efsaney Şamaran / Berhevkar: Bavê Barzan-Mahabad Kurdî / Folklor / Soranî.
Esta û Dahatûy Meseley Kurd / Goran / Lêkolîn / Soranî.
Estêre / Xessan Kenefanî / Soranî.
Ew Nameney ke Daykim Nayanxondîtewe / Letîf Helmet / Helbest / Soranî.
Gulbijêrek Navên Kurdî / Fexredîn Gerdî / Lêkolîn / Soranî.
Gundeke Man / K.Ebas / Soranî.
Gur û Heft Karik / M. Yilmaz / Çîrok / Kurmancî.
Helebçe Xezay Şemnak e / Heme Seîd Hesen / Helbest / Soranî.
Helwêstî Yekêtî û Talebanî Derbarey Şorişî Başûr / Rêbwar / Lêkolîn / Soranî.
Hewkirdinewe Be HIV î Nexoşîy AIDS / Dr. Zahîr Soran / Lêkolîn / Soranî.
Hêze Bizwênerekanî Prose Şoriş / Goran / Lêkolîn / Soranî.
Hîveron / Fêrîkê Ûsiv / Helbest / Kurmancî.
Jiyanî Beethoven / Roman Rolain / Lêkolîn / Soranî.
Kêlgey Ajel / George Orwell / Roman / Soranî.
Kurdistan Le Salekanî Şerî Yekemî Cîhan Da / Kemal Mezher Ehmed / Tarîx /
Soranî.
Le Pêsawî Çî Da / Pêşew Mêrîwanî / Helbest / Soranî.
Mam Rêwî I / Pêşew Merîwanî / Çîrok / Soranî.
Mam Rêwî II / Peşêw Merîwanî / Çîrok / Soranî.
Meryem / Refîq Fayeq / Kurteçîrok / Soranî.
Mîraxur / Selam Ebdulla / Şano / Soranî.
Pala Bêşop / Xemgîn Temê / Roman / Kurmancî.
Qendîlok / Xessan Kenefanî / Soranî.
Qurîng / Ezîz Gerdî / Çîrok / Soranî.
Razî dil / Peşêw Merîwanî / Helbest / Soranî- Kurmancî.
Sêr û Seferî Dûr / Alan Dilpak / Helbest / Soranî.
Şahmeran / Berhevkar: Bavê Barzan / Folklor / Kurmancî.
Şengul û Mengul / Kurmanc Zengene / Folklor / Kurmancî.
Terkîb û Zurûf / Mele Yûnisê Helqetînî / Klasîk / Kurmancî.
Tolesendeweyî Mêrûlan / Îbrahîm Derexşanî (Werger: Bavê Barzan) / Folklor /
Soranî.
Wêneyek Bê Çarçiwa / Babê Rojê / Kurteçîrok / Soranî.
Xebatî Gelî Kurd, Le Yadastekanî Ehmed Teqî da / Celal Teqî / Tarîx / Soranî.
72
38.
Zêrab / Aram Kakey Fellah / Kurteçîrok / Soranî.
WEŞANÊN WELAT (WELAT YAYINLARI)
(Stockholm, 1988)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
Ardû / Hesenê Metê / Novel / 1990 / 173 rûpel / Kurmancî.
Keça Kapîtan / A.S. Pûşkîn / Roman / Wergêr: Hesenê Metê / 1988 / 143 rûpel /
Kurmancî.
Labîrenta Cinan / Hesenê Metê / Novel / 1994 / 197 rûpel / Kurmancî.
Mehkûm / M.Alî Kut / Novel / 1994 / 112 rûpel / Kurmancî.
Merivên Reben / M.F. Dostoyevskî / Roman / Wergêr: Hesenê Metê / 1991 / 185
rûpel / Kurmancî.
Mirina Egîdekî / Mehmed Uzun / Destan / 1993 / 40 rûpel / Kurmancî.
Mirina Karmend / A.P. Çêxov / Kurteçîrok / Wergêr: M. Alî Kut & Hesenê Metê &
Batal Azîz & N.Krîv / 1989 / 143 rûpel / Kurmancî.
Rojek Ji Rojên Evdalê Zeynikê / Mehmed Uzun / Roman / 1991 / 164 rûpel /
Kurmancî.
Siwarên Êşê / Fawaz Husên / Novel / 1994 / 116 rûpel / Kurmancî.
Smîrnoff / Hesenê Metê / Novel / 1991 / 95 rûpel / Kurmancî.
Tilûrê Bêgane / Redwanê Alî / Novel / 1991 / 112 rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN APEC (APEC YAYINLARI)
(Stockholm, 1988)
1. Ax Şilêrok Pervîz Cîhanî / Helbest / Kurmancî
2. Azad / Babê Rojê / Zarok / 1992 / 24 rûpel / Kurmancî (Herfên Erebî).
3. Balûlka Şekirê / Hesen Silêvaneyî / Kurteçîrok / 87 rûpel / Kurmancî.
4. Berbangên Newrozê / Edip Polat / Serpêhati / 1996 / 80 rûpel / Kurmancî.
5. Binaxegistiyekanî Komelnasî / Dr. Husênî Xelîqî / 1991 / 447 rûpel / Soranî.
6. Bonî Tariki / Ferhad Şakelî / Kurte Çîrok / 1997 / 124 rûpel / Soranî.
7. Cembelî (Kurê Mîrê Hekaryan) / Îhsan Cûlemêrgî / Roman / 1995 / 197 rûpel /
Kurmancî
8. Cografya Kurdistanê / Amed Tigris & Nasir Razazî & Fahad Gardawan / Pirtûka Dersê
/ 1993 / 93 rûpel / Kurmancî.
9. Cografyay Kurdistan / Abdulla Ghafor / Lêkolîn / 1996 / 458 rûpel / Soranî.
10. Cografyay Kurdistan / Amed Tigris & Nasir Razazî & Fahat Gardawan / Wergera ji
Kurmancî bo Soranî: Nasir Razazî / Pirtûka Dersê / 1994 / 95 rûpel / Soranî.
11. Compûtera Ber Dilê Min / Mahmûd Lewendî / Pêkenîn / 1997 / 160 rûpel /
Kurmancî.
12. Culanewe Le Bazneyekî Boş da (Deqî çawpêkewtin û demeteqêyek legel Cercîs
Fethullayî parêzer da ) / Dr. Hussein M. Azîz / Hevpeyivîn / 1997 / 126 rûpel /
Soranî.
13. Çend Rûpel Ji Dîroka Gelê Kurd / K.Mazhar Ehmed / Wergera ji Soranî bo
Kurmancî: Elîşêr / 1991 / 274 rûpel.
14. Çerx û Mêjûy Hunerî Mosîqa Le Ewrûpa da / Amêd Mihyeddîn Mihemmed /
Lêkolîn / 1992 / 192 rûpel / Soranî.
73
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
Dal / Şêrko Bêkes / Helbest / Wergerandina ji Tîpên Erebî: Xalid Xalid / 1989 / 44
rûpel / Soranî.
Dastanî Rûh / Fehed Gerdewanî / Helbest / 1994 / 94 rûpel / Soranî.
Dengê Metîn û Cûdî – Dîwana – 3 / Sebrî Botanî / Helbest / 1993 / 94 rûpel /
Kurmancî.
Despêkên Şevînê / M.Zîlanî / Helbest / 1994 / 80 rûpel / Kurmancî.
Dewletî Cumhûrî Kurdistan-Bergî Duqem / Mahmûd Mela Îzet / Dokûment / 1995
/ 297 rûpel / Soranî.
Dîcle-Firat (rojname, 1962-1963) / Amadekirin û Pêşgotin: Malmîsanij / Dokument
/ 1997 / 64 rûpel / Tirkî-Kurmancî.
Dîroka Edebiyata Fransî (Sedsala 1700-1800)- Fawaz Husên / Kurmancî
Dîroka Kurdî Kurdistanê / Amed Tigris & Aso Germiyanî / Pirtûka Dersê / 1990 /
85 rûpel / Kurmancî.
Dîwanî Şêrko Bêkes , Beş: 3 / Şêrko Bêkes / Helbest / 1995 / 551 rûpel / Soranî.
Du Heval / Leo Tolstoy / Wergera Kurmancî: A. Tigris / Kurte Çîrok / 1996 / 80
rûpel.
Evîn / Babê Rojê / Zarok / 1992 / 24 rûpel / Kurmancî (Herfên Erebî).
Ez û Şev û Bêdengî / Mehfûz Mayî / Helbest / 1994 / 124 rûpel / Kurmancî
(Herfên Erebî).
Gêgire Piyawî Biçûk / Wilhelm Reich / Wergera ji Swêdî bo Soranî: Xebat Arif /
1994 / 172 rûpel.
Geranewey Estêrekan / Xebat Arif / Helbest / 1997 / 73+36 rûpel / Soranî.
Gulbijêrek Ji Helbestên Şêrko Bêkes / M.Mayî ji tîpên erebî wergerandiye / 1991 /
110 rûpel / Soranî.
Gulçinînewe le Xermanî “Henbane Borîney Hejar” / Abdullah Hesenzada / Ferheng
/ 1995 / 150 rûpel / Soranî.
Gurî / Zinar Soran / Çîrok û Serpêhatî / 1993 / 60 rûpel (bi wêne) / Kurmancî.
Helbijardeyek Le Çîrokî Folklorî Kurdî, Cilt:1/ Farûq Hefid (Farok Hafid) / 1991 /
346 rûpel / Soranî.
Herdûbat / Mele Zahîdê Diyarbekirî / Wergêr ji tîpên erebî: Zeynelabidin Zinar /
1990 / 74 rûpel
Hêvîya Welêt (Geryanek di nav Kurdên Sovyeta berê de, her ji Tiblîsê heta derdora
sinorê Çînê) / Nezîf Mayî / 1994 / 127 rûpel / Kurmancî.
Heyranok / Gilî û Gazindên Evînê.. Muzîk û Mork... / Beşîr Botanî / Musîk / 1995 /
108+XII rûpel / Kurmancî
Hikayetên Civata Kurda / Prof. Heciyê Cindî / Folklor / 1996 / 112 rûpel /
Kurmancî.
Hindik-Rindik / Pêkenîn / Zinarê Xamo / Kurmancî
Iqde Durfam / Şêx Eskerî / Çîrokên bi Helbestkî / transkrîpsiyona ji tîpên erebi:
Zeynelabîdîn Zinar / 1989 / 203 rûpel / Kurmancî.
Jana Gel / Îbrahîm Ehmed / Roman / Wergera ji soranî bo kurmancî : Elîşêr / 1992
/ 188 rûpel.
Jinên Kurd... / Rohat Alakom / Kurmancî.
Jînenîgariya Min / Cigerxwîn / Bîranîn / 1995 / 414 rûpel / Kurmancî.
Kalemimden Sayfalar / Necmettin Büyükkaya / 1992 / 504 rûpel / KurmancîDimilkî.
Ken û Girîn / Amed Tîgrîs & Roman Motkî (Berhevkar) / Pêkenîn / çapa yekemîn:
1989, çapa duyemîn 1994 / Kurmancî.
Kolan (Komele çîrok ) - Deh Kurteçîrok / Reûf Bêgerd / 1994 / 143 rûpel / Soranî
(bi herfên erebî).
Komputer (Computer) / Enwer Necmedîn / 1994 / 58 rûpel / Soranî.
74
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
75.
76.
Kurdên Haymanayê / Georges Perrot / 2000 / Kurmancî.
KURDĐSTAN Irak / Albüm / Îngilîzi, kurdî û Fransî
Kurdiya Şîrîn / B.Welatevîn & Zinar Soran / Perwerde / 1994 / 96 rûpel /
Kurmancî.
Kurmancî / Rohat Alakom / Lêkolîn / 1995 / 164 rûpel / Kurmancî
Kurtemêjûy Bizûtnewe Netewayetîyekanî Kurd / Dr.Sadiqî Şerefkendî / Lêkolîn /
1995 / 164 rûpel / Soranî.
Kurtemêjûy Kurd û Kurdistan / Amed Tigris & Aso Germiyani / Pirtûka Dersê /
1992 / 97 rûpel / Soranî.
Kurterastî ji bo Cografyayê / Amed Tigris & B.Welatevîn / Pirtûka Dersê /
Wêneçêker: Kemal Culemergî / 1991 / 47 rûpel / Kurmancî.
Kurteyekî Cografya / Amed Tigris / Wergera ji kurmancî bo soranî: Nasir Razazî /
Pirtûka Dersê / 1993 / 47 rûpel / Soranî.
Laleşîn – Dîwana Şêx Memduhê Birîfkanî (beşa yekem) / Zahid Birîfkanî / Helbest /
1997 / 117+123 rûpel / Kurmancî (bi tipên erebî û latînî.).
Li Kurdistanê Hêzeke Nûh : Jinên Kurd (Lêkolîneke dîrokî - bi albumeke înformatîv
/ Alakom, Rohat / 1995 / 225 rûpel (145 rûpel+80 rûpel foto) / Kurmancî.
Lirawengeyekî Kurdîwa Herîşê Xachilgiranê / J.Kurdo / Lêkolîn / 1997 / 132 rûpel
Marif Wirêne Diket / Abdulla Qeredaxî / Pêkenîn / 1996 / 165 rûpel / Soranî.
Memik Axawo Dêrsimij / Haydar Işık / Wergera ji tirkî bo kurdî (dimilkî ): Mihem
Himbêlij / 1994 / 147 rûpel / Dimilkî.
Mihemed Arifê Cizîrî Kewê Ribad e / Segvan Ebdulhekîm / Transkrîpsiyona aji tipên
Erebî: S.Zaxoyî / Lêkolîn / 1990 / 67 rûpel / Kurmancî.
Mindaleket Bo Wa Ekat! / Amadekirdin û Kokirdinewe : Şêrzad Feqê Elî, Serperiştî
zanistî: Drûpel Ebdulbaqî Ehmed / 1994 / 200 rûpel / Soranî.
Mindaleket Le Temenî Qutabxane da / A.Mustafa Şêrzad / Perwerde / 1997 /176
rûpel / Soranî.
Mîtolojîyên Mezopotamya / Edward Petîşka / Wergera ji Bulgarî: Cemal Batun,
Îllustrasyon: Vanya Lapardova –Batun / 1993 / 88 rûpel / Kurmancî.
Mûzexaney Etnografî Kurd le Başûrî Kurdistan da / Farûq Hefîd / 1993 / 272 rûpel
/ Soranî.
Navên Kurdî / Amed Tîgrîs / 1990 / 84 rûpel / Kurmancî.
Nêw Le Komelî Kurdewarî da (Di Civata Kurdewarî de Nav ) / Nasir Rezazî / 1991
/ 344+3 rûpel / Soranî.
Nişan û Dawet / Tigris, Amed / 1991 / 96 rûpel (bi foto) / Kurmancî.
Rêgûzerî Bîrî Sîyasî / Sven Erîk Liedman / Werger: Asos Kemal / Lêkolîn / 1997 /
298 rûpel / Soranî.
Roj bi Roj Şerê Kevdavê û Kurd / Amed Tigris & Cemal Batun & Xorto / 1992 /
376 rûpel / Kurmancî.
Rondikê Çavên Tî.../ Faruk Îremet / Helbest / 1993 / 55 rûpel / Kurmancî-Dimilkî.
Simko: Îsmaîl Axay Şukak û Bizûtnewey Netewayetîy Kurd / Mihemed Resûl Hawar
/ Lêkolîn / 1996 / 697 rûpel / Soranî.
Sîsirkê Hesinî / Selîm Berekat / Bîranîn / Wergera ji erebî: Ahmed Huseynî / 1997 /
96 rûpel / Kurmancî.
Sîyamed û Xeca / Koyo Berz / Çîrok / 1993 / 255 rûpel / Dimîlkî.
Şerefname / Şerefxanê Bedlîsî / Kurmancî.
Şûjin / Dr. Cuwan Batû / 2000 / Kurmancî.
Wênek Bê Çarçove / Babê Rojê / Kurteçirok / 1988 / 73 rûpel / Kurmancî (Herfên
Erebî).
Xaç û Mar û Rojjimêrî Şaîrê / Şêrko Bêkes / Helbest-Roman / 1997 / 374 rûpel /
Soranî.
75
77.
78.
Zaway Zînete Xatûnê (Zavayê Zînet Xatûnê) / Sîyamend Şêxaxayî / Kurteçîrokî
Tenz / 1991 / 183 rûpel / Soranî.
Zerteşt / Qeredaxî, Abdulla (Mela Elî) Qeredaxî / Lêkolîn / 1997 / 152 rûpel /
Soranî.
Pirtûkên zarokan; Ev hemû çîrokên zarokan in û bi wêneyên rengîn in. Wergera wan a ji Swêdî li
ser daxwaza APEC’ê ji aliyê redasiyonek û hin kesan hatiye çêkirin.
79.
80.
Baxçê Zarokan-Baxçey Zarokan / A.Gernas & Ferîd Nedher / Stran û Muzîka
Zarokan / 1997 / 127 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Rêwîtîya Dûr û Dirêj - Geştêkî Dûr û Dirêj / Rose Lagercrantz / Wergera ji swêdî:
Alî Çîftçî & Xebat Arif; Îllustrasyon: Îlon Wikland / 1996 / 50 rûpel / KurmancîSoranî (lat.-erebî).
Gunilla Wolde:
81.
82.
83.
84.
85.
86.
87.
88.
89.
90.
Emma Diçe Ser Doktor / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Dimilkî.
Emma Diçe Ser Doktor / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Emma Diçe Ser Doktorê Diranan / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Dimilkî.
Emma Diçe Ser Doktorê Diranan / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Emma û Birayê Biçûk / 1996/ 28 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Tûtê Diçe Derve-Tûte Yo Şino Teber / Kurmancî-Dimilkî.
Tûtê Paqijiyê Dike / 1996 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Tûte Paste Çêdike / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Dimilkî.
Tûtê Xanî Çêdike / 1996 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Yekem Roja Emmayê li Kreşê / 1996 / Kurmancî-Soranî.
Ulf Löfgren:
91.
92.
93.
94.
95.
96.
97.
98.
99.
100.
101.
102.
Doktor Rindo / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Rindo Holikê Çêdike / 1994 / 24 rûpel / Kurmancî.
Rindo Şorbe Dide Ser / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî.
Rindo û Ereba Çargoşe / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî.
Rindo û Gulê li Çîrokistanê / Kurmancî-Soranî
Rindo û Hesso li Tîrenê Siwar Dibin / Kurmancî-Soranî
Rindo û Hevalên Xwe / Kurmancî-Soranî
Rindo û Mişko / 1996 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Rindo û Orkestra / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî.
Rindo û Seyran / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî.
Rindo û Silo / 1997 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Rindo û Telefon / 1996 / 28 rûpel / Kurmancî-Soranî.
Rose Lagercrantz:
103. Rêwîtiya Dûr û Dirêj / Kurmancî-Soranî.
Pirtûkên dersê:
104.
105.
106.
107.
108.
109.
110.
Kurtemêjûy Kurd û Kurdistan / Kurmancî
Kurteyekî Cografya / Kurmancî
Cografya Kurdîstanê / Kurmancî
Cografyay Kurdistan / Kurmancî
Zimanê Min-2 / H. Diljen / Kurmancî
Baxçê Zarokan (Stran bi Kurmancî û Soranî - bi wêne û nota / Kurmancî
Kurterastî / Cografya / (sinifên 5-7) / Kurmancî
76
111. Dîroka Kurd û Kurdistanê (sinifên 5-9) / Kurmancî
Tord Nygren:
112. Soro Diçe Semestrê / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî.
113. Soro Êç Digere û Lê Digere / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî.
Petra Szabo:
114. Hişt Hişt! Li Derûdoro Avê / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî.
115. Hişt-Hişt! Li Mala Me / 1994 / 28 rûpel / Kurmancî.
Sven Nordqist:
116. Nêçîra Rovî / 1995 / 28 rûpel / Kurmancî.
117. Pasteya Kiloran / 1995 / 28 rûpel / Kurmancî.
Astrid Lindgren:
118. Keça Şerrûd Lotta / 1997 / 64 rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN KOMELEYA JĐNÊN KURD LĐ SWÊDÊ
(ĐSVEÇ KÜRT KADINLARI YAYINLARI)
(Stockholm, 1988)
12345-
Çiyayê Kurmênc û Tevgera Murodan / Roger Lescot / Tarîx / 1992 / 80 rûpel /
Kurmancî.
Çiyayên Bi Xwînê Avdayî / Bavê Nazê / Roman / 1989 / 240 rûpel / Kurmancî.
Horas û Kuryas / Bertolt Brecht / Şano / 1992 / 56 rûpel / Kurmancî.
Kerwan / Reşîdê Kurd / Helbest / 1991 / 73 rûpel / Kurmancî.
Mistek Ji Şîna Bêcir / Ehmed Huseynî & Mihemed Huseynî / Helbest / 1990 / 56
rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN MEZOPOTAMYA (NEZOPOTAMYA YAYINLARI)
(Stockholm, 1989)
1.
2.
Stêrka Zêran / H.Awas Ackblad (Berhevkar) / Zarok / 1996 / 121 rûpel /
Kurmancî.
Destê Min Li Destê Te Digere / Mehmet Tanrıkulu / Helbest / 1995 / 82 rûpel
/ Kurmancî.
WEŞANÊN ÇANDA NÛJEN (ÇANDA NÛJEN YAYINLARI)
(Stockholm, 1990)
1.
2.
3.
4.
5.
Bayê Azadiyê / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1996 / 106 rûpel / Kurmancî.
Çirokên Kurmancî / Aleksander Jaba / 2000 /Kurmancî.
Çivanoka Evînê / Samed Behrengî / Werger: Lokman Polat / Zarok / 1995 / 44
rûpel / Kurmancî.
Dêrsim / Adil Duran / Destan / 1996 / 105 rûpel / Kurmancî.
Edik û Bedik / Samed Behrengî / Werger: Lokman Polat / Zarok / 1996 / 44 rûpel
/ Kurmancî.
77
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
Efsaneya Şahmaran / Lokman Polat / Kurmancî
Evîn û Jiyan / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1990 / 80 rûpel / Kurmancî.
Evîndar / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1996 / 100 rûpel / Kurmancî.
Ey Şehîd, Hey Hebûn / Lokman Polat / 1997 / 156 rûpel / Kurmancî.
Fîlozof / Lokman Polat / 2000 / Kurmancî.
Gotina Mêrê Kurd Gotin e / Elî Cafer / 2000 / Kurmancî
Hawar û Qêrîn Bese Şerê Birakujiyê / Lokman Polat / Çîroka Dirêj / 1996 / 84 rûpel
/ Kurmancî.
Hespê Boz û Şêxzade / Berhevkar: Lokman Polat / 1997 / 66 rûpel / Kurmancî.
Jin û Zindan / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1995 / 80 rûpel / Kurmancî.
Lawikê Keçel / Erol Karabiyik / Werger: Lokman Polat / Zarok / 1996 / 44 rûpel /
Kurmancî.
Mêrxas / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1996 / 100 rûpel / Kurmancî.
Rewşa Edebiyata Kurdî-1 / Lokman Polat / Hevpeyivîn / 1996 / 108 rûpel /
Kurmancî.
Torina Şêx Seîd / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1993 / 112 rûpel / Kurmancî.
Weyla Licê, Weyla Licê / Dilpêt Jêlî / 1997 / 96 rûpel / Kurmancî.
Xwîn û Hêstirên Çavan / Lokman Polat / Kurteçîrok / 1995 / 118 rûpel /
Kurmancî.
Ziman û Roman / Mehmed Uzun / Hevpeyivîn / 1996 / 152 rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN BERHEM (BERHEM YAYINLARI)
(Stockholm, 1991)
1.
2.
Hazar Dengiz ê Zerrê Mi De / Kemal Astare / Helbest / 1991 / 64 rûpel / Dimilkî,
Almanî.
Tarîxa Felsefeyê ya Rojava (Qirna Antîq) / Mustafa Düzgün / Felsefe / 1995 / 189
rûpel / Kurmancî
WEŞANÊN NÛDEMÊ (NÛDEM YAYINLARI)
(Stockholm, 1992)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
Antolojiya Çîroka Nû ya Kurmancên Başûr / Xelîl Duhokî / 1995 / 104 rûpel /
Kurmancî.
Banga Hawarê / Medenî Ferho / Şiîr / 1996 / 95 rûpel / Kurmancî.
Bexçeyê Vîşne / Çexov / Werger: Firat Cewerî / Piyes / 1995 / 92 rûpel / Kurmancî
Bingehên Gramera Kurmancî / Celadet Elî Bedirxan / Gramer / 1993 / 95 rûpel /
Kurmancî.
Biyanî / Albert Camus / Roman / Werger: Fawaz Husên / 1995 / 108 rûpel /
Kurmancî.
Çîroka Malbata Evdo / Firat Cewerî / 1999 / Kurmancî
Dê û Dêmarî / Egîdê Xudo / Roman / 1995 /112 rûpel / Kurmancî.
Dil Folklora Kurdî de Serdestiyeke Jinan / Rohat / Lêkolîn / 1993 / 153 rûpel /
Kurmancî.
Dîwar / j. P. Sartre / Werger: Firat Cewerî / 1998 / Kurmancî
Evîna Reben / Derwêş M.Ferho / Şîîr / 1996 / 80 rûpel / Kurmancî.
Girtî / Firat Cewerî / Çîrok / 1996 / 174 rûpel / Kurmancî.
Gotin / Yaşar Kaya / Ceribandin / 1996 / 115 rûpel / Kurmancî.
78
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
Gotinên Navdaran / Amadekar: Firat Cewerî / Aforîsma / 1995 / 106 rûpel /
Kurmancî.
Hêz û Bedewiya Pênûsê / Mehmed Uzun / Ceribandin / 1993 / 203 rûpel /
Kurmancî.
Hingê / Rojen Barnas / Çîrok /1997 / 83 rûpel / Kurmancî.
Keça Kurd Zengê / Cemşîd Bender / Çîrok / 1997 / 127 rûpel / Kurmancî .
Keskesor / Nûredîn Zaza / Çîrok / 1995 / 58 rûpel / Kurmancî.
Kevoka Spî / Firat Cewerî / Çîrok / 1996 / 60 rûpel / Kurmancî.
Kultur û Raman / Şerefxan Cizîrî / Ceribandin / 1996 / 150 rûpel / Kurmancî.
Kultur, Huner û Edebiyat / Firat Cewerî / Ceribandin-Hevpeyvîn / 1996 / 423 rûpel
/ Kurmancî.
Kurê Zinarê Serbilind / Sidqî Hirorî / Roman / 1996 / 156 rûpel / Kurmancî.
Lawkê Xerzî / Mahmûd Baksî / 2000 / Kurmancî.
Li Benda Godot / Samuel Becket / Piyes / Werger: Firat Cewerî / 1995 / 112 rûpel
/ Kurmancî
Li Mala Mîr Celadet Elî Bedirxan / 1998 / Kurmancî
Milkê Evînê / Rojen Barnas / Helbest / 1995 / 81 rûpel / Kurmancî
Mircana Qelew / Guy de Maupassant / Werger: Serdar Roşan / 2000 / Kurmancî.
Mîrza Mehemed / Medenî Ferho / Roman / 1995 / 107 rûpel / Kurmancî.
Mîrzayê Biçûk / A. De Sain-Eksupêry / Çîrok / Werger: Fawaz Husên / 1995 / 99
rûpel / Kurmancî.
Mişk û Mîrov / John Steinbeck / Werger: Firat Ceqerî / Roman / 1993 / 126 rûpel /
Kurmancî.
Pêlên Bêrîkirinê / Mustafa Aydogan / Roman / 1997 / 171 rûpel / Kurmancî.
Pêşmerge / Rehîmê Qazî / Roman / 1997/ 120 rûpel / Kurmancî.
Sorê Gulê / Süleyman Demîr / Roman / 1997 / 224 rûpel / Kurmancî.
Şerefa Wendabûyî ya Katharina Blum / Heinrich Böll / Roman / Werger: Şahînê
Bekirê Soreklî / 1997 / 139 rûpel / Kurmancî.
Şevên Spî / Dostoyevskî / Roman / Werger: Firat Cewerî / 1993 / 80 rûpel /
Kurmancî.
Şiîrên Bijarte / Mayakovskî / Şiîr / Werger: Süleyman Demîr / 1996 / 132 rûpel /
Kurmancî.
Xezal / Sîma Semend / Çîrok / 1996 / 71 rûpel / Kurmancî.
Zaroka Şevê / Jack London / Çîrok / Werger: Mustafa Aydogan / 1995 / 81 rûpel /
Kurmancî.
WEŞANÊN HOGĐR (HOGIR YAYINLARI)
(Bonn)
1.
Raperîna Çanda Kurdî Di Kovara Hawarê de / Husên Hebeş / 1996 / 256 rûpel /
Kurmancî
WEŞANÊN HÊLÎN (HÊLÎN YAYINLARI)
(Stockholm, 1992)
1.
Mala Xwedê / Mahmûd Lewendî / Pêkenîn / 1992 / 118 rûpel / Kurmancî.
WEŞANÊN NEWROZ (NEWROZ YAYINLARI)
79
(Falköping, 1993)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
Afret Le Mejû da / Dr. Kemal Mezher / Lêkolîn / 1996 / 90 rûpel / Soranî.
Bîrewerî 21 Salî Tekoşan / Naîb Abdulla / Bîranîn / 1997 / 230 rûpel / Soranî.
Danpiyananekî Piyawane / Dr.Newal Sadawî / Çîrok / Werger: Mehabad Qeredaxî /
1994 / 175 rûpel / Soranî.
Filîpok / Liv Tolistoy / Zarok / Werger: Rewas Ahmed / 1996 / 25 rûpel / Soranî.
Goran; Şaîrî Ciwanî û Huner / Kemal Mîrawdelî / Lêkolîn / 1996 / 174 rûpel /
Soranî.
Hezar û Yek Pirsiyar / Fehmî Kakeyî / Perwerde / 1997 / 125 rûpel / Soranî.
Koç / Mehabad Qeredaxî / Roman / 1994 / 178 rûpel / Soranî.
Le Kotayî Da Bîrim Kewtewe Temaşey Xom Bikem / Dilsoz Heme / Helbest / 1996
/ 95 rûpel / Soranî.
Le Pênawî Jiyanewey Afret da / Mehabad Qeredaxî / Lêkolîn / 1995 / 174 rûpel /
Soranî.
Mejûyî Ardelan / Enwer Sultanî / Tarîx / 1997 / 101 rûpel / Soranî.
Midalya / Mehabad Qeredaxî / Helbest / 1995 / 101 rûpel / Soranî.
Nanî Jehrawî / Visilin Hanchev / Şano / Werger: Mehabad Qeredaxî / 1994 / 50
rûpel / Soranî.
Panorama / Mehabad Qeredaxî / Helbest / 1993 / 206 rûpel / Soranî.
Pîkaso / Zagros Zerdeştî / Huner / 1997 / 106 rûpel / Soranî.
Qelewî Nexoşî Serdem / Mustafa Qeredaxî / Zanistî / 1994 / 120 rûpel / Soranî.
Semay Derûn / Mustafa Qeredaxî / Helbest / 1994 / 80 rûpel / Soranî.
Şax Kêlgey Genmeşamî ye / Mehabad Qeredaxî / Helbest / 1994 / 90 rûpel /
Soranî.
Şiîr Henasey Gerdûn e / Amadekar: Mehabad Qeredaxî / Helbestên Cihanê / 1994 /
95 rûpel / Soranî.
Tenya Deng Demenetewe / Amadekar: Mustafa Qeredaxî / Helbestên Farisî / 1994
/ 112 rûpel / Soranî.
Tewnî Guman / Abdullah Qeredaxî / Helbest / 1994 / 95 rûpel / Soranî.
WEŞANÊN DILJEN (DILJEN YAYINLARI)
(Uppsala, 1995)
1.
2.
Zimanê Min - 2 / Haydar Diljen / Perwerde / 1997 / 104 rûpel / Dimilkî.
Ziwanê Ma / Alfaba / Haydar Diljen / Perwerde / 1996 / 90 rûpel / Dimilkî.
WEŞANÊN NEFEL (NEFEL YAYINLARI)
(Stockholm, 1997)
1.
Bingehên Rastnivîsandina Kurdiyê / Arif Zêrevan / Ziman / 1997 / 160 rûpel /
Kurmancî.
PIRTÛKÊN DIN YÊN KURDÎ
YÊN LI DERVEYÎ TĐRKÎYEYÊ HATĐYÊ ÇAPKIRIN
(TÜRKĐYE DIŞINDA YAYIMLANAN DĐGER KÜRTÇE KĐTAPLAR)
80
1. Antolojîyê Hozanvanê Swedî / Faruk Îremet / Helbest-Antolojî / 1995 / 80 rûpel /
Kurmancî
2. Apo Osman Sebrî 1905-1993 / Lehengek / Konê Reş / 1997 / Beyrût / Kurmancî
3. Bîrova Çavan / Gabar Giyan / Drama / 1995 / 92 rûpel / Kurmancî
4. Evîna Şahmaran / Gabar Çiyan / 1997 / Kurmancî
5. Govenda Li Ber Mirinê / Kurteçirok / Bavê Nazê / Weşanên “Axîna Welat” /1996 /
Kurmancî
6. Gula Derengî An Jî Rengên Kurdî / M.Rojasor / Helbest / Kurmancî
7. Hebû Tunebû / Rêza Çîrokên Zarokan / Prof. Celîlê Celîl / Weşanên NÇM / 1992 /
Kurmancî
8. Ji Bo Dîrok Vajî Neyê Nivîsandin / Pranso Herîrî / Hevpeyvîn / Weşanên PDK / 1995
/ Soranî
9. Mirov û Welat Du Helbestên Refîq Sabrî De / Xelîl Duhokî / 1996 / Kurmancî
10. Pêkenokên Me / Gabar Çiyan / Lêkolîn / Kurmancî
11. Sazek Ji Çavên Kurdistan Re / Jan Dost / Helbest / 1994 / Kurmancî
12. Seyrana Dil / Di Şîna Evînê De / M.Hemo / 1997 / Kurmancî
13. Sîpan û Jînê / Konê Reş / Helbestên Zarokan / 1993 / Kurmancî
KÜRDOLOJÎ ESERLERĐ BĐBLĐYOGRAFYASI
(1983-1986)
1. DĐL
1.1. DĐLBĐLĐM ARAŞTIRMALARI
12-
Fonetika Kurdskogo Yazika (Dialekt Mukri) / Smirnova, I.A., Eyyubi, Ke.,/ Kürt
Dili Fonetiği, Mukri şivesi ) / Nauka Weş. / 1985 / 340 rûpel
Rêzimaî Kurdî Be Berestey Diyalêktî Kurmancî-w-Soranî / Kurdoev, K.K. / Werger:
Kürdisatan Mukriyani / 1984 / 381 rûpel
1.2. SÖZCÜKLER
1.
2.
3.
KURDOEV,K.K., VE YUSUPOVA Z.A., / Kurdso-Russkiy Slovar (Sorani), Kürtçe
(Sorani)_ Rusça Sözlük ) / 1983 / 752 rûpel
Taha, Nobere, Gelaleyek Bo Qamûsekî Zarawe / Feyzizada / Suruş Yay. / 1985 / 94
rûpel
TAHÎR, Şarif, Abd Al-Sattâr, Qamûsî Derûnnasî Înglîzî- Erebî-Kurdî (ĐngilizceArapçe-Kürtçe Psikoloji Sözlüğü), Ata Basımevi / 1985 / 252 rûpel
1.3. ÇEŞĐTLĐ
1-
TODD,Terry Lynn, A Grmammer of Dimili (Also known as Zaza-Zazaca olarak
dabilinen Dimilî grameri), yayınlanmamış doktora tezi. The University of Michigan,
1985 / 295 rûpel
2. EDEBĐYAT VE SANAT
81
2.1. EDEBĐ ESERLER
2.1.1. Şiir
1- ‘UMER FERHAD, Fazil, Roşenayî le dengewe (Sesin Aydınlığı), 1983 / 218 rûpel
2- BACELAN, Rostem, Baxçey’mdalan (Çocuk bahçesi), 1963 / 84 rûpel
3- BÊXEW, Midhat, Darberû (Çinar), 1983 / 95 rûpel
4- CEGERXWÎN, Hêvî, Dîwana 7’a , Roja Nû Yayınları, 1983/ 186 rûpel
5- CEWERÎ, Firat, Dê şêrîn e (Ana şirindir), 1983 / 74 rûpel
6- HERDÎ,Ehmed, Razî Tenyayi , 1984/ 99 rûpel
7- ŞAKELÎ, Ferhad, Jê (Ok), 1985 / 108 rûpel
2.1.2. Hikayeler
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
BOZARSLAN, M. Emin, Pepûk , Deng Yayınları, Uppsala, 1985 / 70 rûpel
BOZARSLAN, M.Emin, Serketina Mişkan, Deng Yayınları, Uppsala (Đsveç) 1984, 85
r.
BRÎNDAR, Soro, Roman, Federal Almanya, 1983 / 179 rûpel
MUHAMMAD, Tahir, Anwar, Ev çîrok bi domahî nehat ,
NÛRÎ, Cemal, Zêrîn û Kalê , Bağdat, 1983.
QÎZILCÎ, Hesen, Pêkenînî Geda , Bağdat, 1985 / 160 rûpel
RIZGAR, Abdullah, Le Gazêweyek Da , Stockholm, 1984 / 54 rupel
8.
ŞEMO, Ereb, Dimdim, Roja Nû Yayınları, Stockholm, 1983
9.
UZUN, Mehmet, Tu , Dengê Komal Yayınları, 1984 / 220 rûpel
2.2. EDEBĐ MĐRAS
1.
2.
FEYZÎ BEY, Emîn, Encümeni Edîban , Irak Bilimler Akademisi, Kürt Bölümü,
Bağdat, 1983 / 177 rûpel
HEMDÎ, Dîwanî Hemdî , Serkewtin Basımevi, Süleymaniye, 1984 / 424 rûpel
2.3. FOLKLOR
12-
CINDÎ, Hecî, Meselok û Xerebokêd Cemeata Kurda, Ermenistan Sovyet
CUmhuriyeti Bilimler Akademisi Yayınları, Erivan, 1985 / 784 rûpel.
FETTAHÎ QAZÎ, Qader, Amsâl va hekam-e kurdî , Tebriz Üniversitesi yayınları,
1985 / 616 rûpel
2.4. EDEBĐ ÇEVĐRĐLER
12345-
BERGSTÖM, Gunilla, Alfonfsê Şît , Kurdiska Kultur Förlaget,
Stockholm, 1983
Efsanekanî Milletanî Asya , Werger: Kaus Qeftan, I. Cilt: 1985 / 229rûpel
GOGOL, N.V., ve PÛŞKĐN A.S., Lût û Kirêwe, Rusçadan çeviren
Ewirehmanî Hacî Marif, Bağdat, 1983 / 72 rûpel
KEMAL, Yaşar, Karî, Ya Ew Diwî Çiya, Werger: Şukir Mustafa, Bağdat,
1983 / 431 rûpel
LERMONTOV, L., Yu., Helbestên Bijarte, Werger: Husen Rehber Rêzan,
Bağdat, 1985 / 80 rûpel
82
67-
PETROV, S.M., Pûşkîn, Jiyan û Berhemî Şakarî, Arapça’dan çeviren
Mihemmedî Mela Kerim, Bağdat, 1983 / 312 rûpel
SANDBERG, I. Ve l., Kino Digot Alikarî Bikim, Đsveçce’den çeviri,
Kurdiska Kultur Föirlaget, Stockholm, 1983 / 32 rûpel
2.5. EDEBĐYAT TARĐHĐ VE MONOGRAFĐLER
12345-
Hawdeng, Şîr û Çîrok , Hewlêr (Erbil), 1983 / 66 rûpel
HÊMIN, Paşerokî Mamosta Hêmin, Mahabad, Seyediyân Yayınları, 1983 / 220 rûpel
KURDO, Qanat, Tarîxa Edebiyata Kurdî , c.I, Stockholm, 1983 / 192 rûpel, c.II,
Stockholm, 1985 / 176 rûpel
MUSTAFA CELALÎ, Muslih, Şêx Nûrî, Dengî Resenî Şiîr, Bağdat, 1984 / 185 rûpel
XEZNEDAR, Marif, Le babet Mêjûy Edebî Kurdiyewe, Bağdat, 1984 / 499 rûpel
0
2.6. GAZETECĐLĐK
1-
Jîn, Kovara Kurdî-Tirkî, Kürtçe-Türkçe Dergi, 1918-1919, c.I ve 2, Deng yayınları,
Uppsala, 1985 / 494 rûpel + (100r + 100r).
2.7. MÜZĐK
1-
ŞARBAJÊRT, Osman, Gencinêy Goranî Kurdî, Kürt Kültür ve Dağıtım Örgütü
Yayınları, sayı:120, Bağdat, 1985 / 419 rûpel
2.8. HAT SANATI
1-
EZZATPÛR, Fâteh, Nagareş-ê Kutâh Ber Xoşnevîsî Der Kordestân, (Đran Kurdistan
Vilayeti Đslami Yönlendirme Genel Dairesi Yayınları, 1983 / 61 rûpel
2.9. KARĐKATÜR
1-
MAMOSTE, Dengê Xêzikan (Çizgilerin sesi), Roja Nû Yayınları, Uppsala, 1984
2.10.TĐYATRO
1-
XIŞBE, Samî, Kêşekanî Şanoy Hawçerxe, Arapça’dan çeviren Mahmud Zamdar, Bağdat,
1983 / 113 rûpel
2.ll. TAKVĐMLER
1.
2.
SAMADĐ, Seyyed Mohammad, Rojjimêrî Mehabad, Mahabad, 1983 / 108 rûpel
SIRACUDDÎNÎ, Mihemmed, Rojjimêrî Çiya, Tahran, 1985 / 96 rûpel
3. TARĐH VE TOPLUM
3.l. ESKĐ TARĐH
1-
CIGERXWÎN, Tarîxa Kurdistan, 2. Cilt, Roja Nû Yayınları, Stockholm, 1985 / 216
rûpel
83
3.2. MODERN TARĐH
1.
CELÎL, Celîl, Jiyana Rewşenbirî û Siyasî ya Kurdan di Dawiya Sedsala XIX. û
Despêka Sedsala XX. de, Jîna Nû Yayınları, Uppsala, 1985 / 200 rûpel
2.
CELÎL, Celîl, Raperînî Kurdî Salî 1880, Werger: Samî Şoreş, 1985 / 92 rûpel
3.3. ÇAĞDAŞ TARĐH
1.
MEZHER EHMED, Kemal, Çend Lapereyek le Mêjuy Gelî Kurd, c.I. Bağdat,
1985 / 321 rûpel
2.
ZEKÎ, (Muhammad Emin), Du Teqelay bê Sûd , Helwest Basımevi, Londra, 1984 /
110 krûpel
3.4. MONOGRAFĐLER
123-
AHMED HOWAYZÎ, Tâhir, Mêjûj Koye, c.2, 1984 / 304 rûpel
QASIMLO, Abdul-Rahman, Çil Sal Xebat le Pênawî Azadî, Kurteyek le Mêjuy Hizbî
Demokratî Kurdistanî Iran , c.I., (Basımyeri belli değil), 1985 / 101 rûpel
SAMADĐ, Seyyed Mohammad, Tarixçeyê Mahabad, 1984 / 40 rûpel
3.5. GENEL TARĐH
1.
MEZHER EHMED, Kemal, Mêjû, Kurte Basekî Zanistî Mêjê û Kurd û
Mêjû, Bağdat, 1983 / 384 rûpel
3.6. ETNOGRAFYA
1-
DIZEYÎ Hemed Emîn, Awazî, Folklorî Kurdî le Nawçey Dizeyiyanda, Bağdat,
1984 / 98 rûpel
3.7. DĐN
1-
ZOHDÎ Raûf Mihemmed, Bo le Heqqe Kewtine Teqe?, Bağdat, 1985 /182 Rûpel
3.8. ÇEVĐRĐLER
1234-
GARNETT, Lucy, Afretî Kurd le Turkiya , Werger: Eziz Gerdli, Bağdat, 84 rûpel
HANSEN, Henny Herald, Jiyanî Afreti Kurd, Werger: Eziz Gerdi, Irak Bilim
Akademisi, Kürt Bölümü Yayını, Bağdat, 1983
MINORSKY, .F. Kurd, Werger: Seîd Heme Kerîm, Salaheddin Üinversitesi, Erbil,
1984 / 192 rûpel
NOEL E., Yaddaştekanî Major Noel le Kurdistan, Werger: Seîd Heme Kerîm,
Salaheddin Üniversitesi Yayınları, Bağdat, 1984 / 192 rûpel
84
4. BĐYOGRAFĐLER
4.1. DERLEMELER
123456-
EBRAHÎMÎ MIHEMEDÎ, Mihemmed Salih, Jianewerî Zanayanî Kurd le Cîhanî
Êslametî ya Gencîney Ferheng û Zanist, Tahran, 1984 / 886 rûpel
HEYRAT SECCADĐ, Seyyed Abd-el Hamid, Golzarê Şaeranê Kordestan, Tahran,
1985 / 285 rûpel
MARDUX RUHAN, Bâbâ, Tarîxê Meşahirê Kurd, c.I, Suruş Yayınları, Tahran, 1985
/ 474 rûpel
MELA ABDULKERĐM MUDERRĐS Muhammad, Binemaley Zanyaran, Bağdat,
1984 / 632 rûpel
MELA ABDULKERĐM MUDERRĐS, Muhammad, Yadî Merdan, II. Cilt, Irak Bilim
Akademisi Kürt Bölümü Yayını, 1983 / 668 rûpel
SOLTANÎ, Mohammad Ali, Hadiqeyê Soltanî, l. Cilt, Îran, 1985 / 39 rûpel
4.2. MONOGRAFĐLER
12345-
BEKIR, Şahîn, Hokirina Zimanê Kurdî , c.I. Bankstown (Avusturalya), 1983 / 48
rûpel
EFTEXAR, Abdullah Nâhid, Xatiratê Man, Tahran Nafisifar Yayınları, 1983 / 107
rûpel,
Jiyan û Xebat, Ferbûnî Xöndinewe-w-Nûsîn Taybetî Gewre Salan, c.I. Îran
Kürdistanı, 1984 / 144 rûpel
Xûndinî Kurdî, Polî Duwemî Sertayî, Îran Kürdistanı Kültür Komitesi, 1983 / 137
rûpel
Zanistî Ezmûnî, Îran Kurdistanı Kültür ve Eğitim Komitesi, 1983 / 144 rûpel
5. KOLLEKTĐF ESERLER VE ARAŞTIRMA DERGĐLERĐ
1234567891011-
Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd , C.X, Bağda, 1983 / 492 rûpel
Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd, c.XI. Bağdat, 350 rûpel
Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd, cild XIII, Bağdat, 1985 / 383 rûpel
Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd, cild XIV, Bağdat, 286 rûpel
Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd, cild XV , Bağdat, 1986 / 302 rûpel
Govarî Korî Zanyarî Êraq, Destey Kurd, V.XII, 1985, Bağdat, 428 rûpel
Hêvî ( Kovara Çandiya Giştî ), no: 2, Mayıs 1984 / 208 rûpel
Hêvî ( Kovara Çandiya Giştî ), no:1, Paris, 1983 / 208 rûpel
Hêvî ( Kovara Çandiya Giştî ), no:3, Şubat 1985 / 208 rûpel
Hêvî ( Kovara Çandiya Giştî ), no:4, Eylül 1985 / 208 Rûpel
Hêvî (Kovara Çandiya Giştî ), no: 5, Mayıs 1986 / 208 rûpel
85
ROJNAME Û KOVARÊN KU LI SWÊDÊ DERKETĐNE
(ĐSVEÇ’TE YAYINLANAN KÜRTÇE GAZETE VE DERGĐLER)
12345678910111213141516171819202122232425262728293031323334353637383940414243444546-
AŞTÎ (PEACE-FRED), Stockholm, Kovar, 1983, Kurmancî
ALA, Spanga, Kovar, 1986, (Berey Yekgirtuy Dimukrati Kurdistan, Kurmancî)
ALA, Swed, Organi Partî Serbexoyî Kurdistan, No:5, l993, sal:7, Kurmancî
ALAY SÛRÎ KURDA YETÎ, Kovar, Irak, 1981(Çapi 2. Stockholm, Kurmancî)
ALAY YEKGIRTIN, Uppsala, 1976, (Organa Komîta Merkezî ya Partiya Komunîsta
Iraqê) Kurmancî
ARARAT, Eskilstuna, Kovar, Kurdî-Swêdî, 1994
ARMANC, Stockholm, Rojname, 1979 (Destpêk Kurdî-Tirkî, piştre Kurdî)
ASO, Uppsala, Kovar, 1976, Kurmancî
AVAŞÎN, Stockholm, 1996, Kovar, Kurmancî
BELAVOK, Uppsala, no:7, 1979, Kurmancî
BERGEH, Stockholm, Kovar, no;1, 1989, Tirkî-Kurmancî
BERHEM, Stockholm, 1988, Kurmancî-Tirkî
BERXWEDAN, Stockholm, 1983, Kovara Federasyona Demokrat ya Komelên
Kurd li Swêdê, Kurmancî
BÎRNEBÛN, Almanya-Swêd, Kovar, 1997, Tirkî-Kurmancî
BULTENA KOMKAR SWÊD, Stockholm, 199O , Kurmancî.
BULTENA KOMELA PIZÎŞKÊN KURDĐSTAN LI SWÊD, Stk. 1988, Kurmancî
ÇARÇIRA-ÇIWARÇIRA, Stockholm, Kovar, 1/1986, Kurmancî.
ÇIRA, Stockholm, Komela Nivîskaran, 1995, Kovar, Kurmancî.
ÇIRRO, NYNASHAMN, Kovar, 1992, Kurmancî.
DEMOKRAT, Stockholm, Kovar, 1988, Tirki-Kurmancî
DENG, Stockholm, 1/1985, KSSE, Kurmancî
DENGÊ ŞAGIRTAN, Stockholm, 1991, Kurmancî
DENGÊ WELAT, Stockholm, 1989, Stockholm, Organa TSK, Tirkî-Kurmancî
DENGÎ YEKÊTÎ, Stockholm, 1978, “Rojnamey YNK-Liqî Ewropa”
DÎDAR, Stockholm, Kovar, 1992, YCK Swêd, Kurmancî
DÎMANE, Vesterâs, Kovar, 1991, Kurmancî
DUGIR, Stockholm, Kovar, 1995, Kurmancî
ERKÎN WÊ, Uppsala, 1988, YNK, Kurmancî
GIZING Swêd, Kovar, 1/1993, Kurmancî
HELEBCE, Molndal, Kovar, 1/1988, Kurmancî-Erebî
HÊLÎN, Stockholm, Kovar Zarokan, 1982, Kurmancî
HELWEST, Stockholm, Kovar, 1995, Kurmancî
HEVGIRTIN/EL-ÎTTÎHAD, Stockholm, 1/1989, Kurmancî-Erebî
HEVAL, Stockholm, Kovara Zarokan, 1995 (? B.t.), Kurmancî
HÊVÎ, Stockholm, 1981, Kovara Zarokan, Kurmancî
HÊVÎYA ME, Stockholm, Kovara Zarokan, 1997, Kurmancî
HOMIL, Linköping, 1990, Kurmancî
ÎNSÎYATÎF, Stockholm, Kovar, 1996, Kurmancî-Tirkî
ÎSOT, Stockholm, Kovar , 1/1985, Mîzahî, Kurmancî
JÎNDAN, Stockholm, Kovar, 1/1996, Kurmancî
KOÇER, Stockholm, 1/1988, Kovara Zarokan, Kurmancî
KOMAR, Stockholm, 1/1990, Kurmancî
KONSEYA KURD, Stockholm, Kovar, 1995, Kurmancî
KONTRAKT, Uppsala, Kovar, 1998, Kurmancî
KORMIŞKAN, Stockholm, Kovar, 1995 , Kurmancî (Dimilkî)
KULÎLK, Stockholm, Kovara Zarokan, 1980, Kurmancî
86
4748495051525354555657585960616263646566676869707172737475767778798081828384858687-
KURDĐSTAN PRESS, Stockholm, Rojname, 1986, Kurmancî-Tirkî
LEDAYIKBÛN, Uppsala, 1/1987, Kurmancî
MAMOSTAY KURD, Stocckholm, 1985, Kurmancî
MÎRKUT, Stockholm, Kovar, 1/1985, Mîzahî, Kurmancî
MUZÎK Û HUNER, Stockholm, Kovar, 1980, Kurmancî
NEWROZ, Angered, no: 1/1986, Kurmancî
NEWROZ, Komela Norsborg, Stockholm, Kovar, no: 2/1986, Tirkî-Kurmancî
NIŞTIMAN, Stockholm, Kovar, 1983, Tirkî-Kurmancî
NÛDEM, Stockholm, Kovar, 1/1992, Kurmancî
NÛSER Stockholm, 1991 (?) (Kovara Yekiti Nuserani Kurdistan), Kurmancî
PALE, Uppsala, Kovar , no:2, 1978, Kurmancî
PÊŞENG BO ŞOREŞ, Kurdistan, Stockholm, Kurmancî-Tirkî
PÊŞREW, Swêd, 2/1984, (Organi K.X.K.E.) Kurmancî
PEYAM, Jönköping, no:5-6/1997, Kurmancî
PÎYA, Stockholm, Kovar, 1/1988, Tirkî-Kurmancî (Dimilkî)
QÊRÎN, Stockholm, Kovar, 1981, Tirkî-Kurmancî
RABÛN, Stockholm, Kovar, 1/1991, Kurmancî
RASTÎ, Stockholm, Kovar, 1998, Kurmancî
REHEND, Stockholm, Kovar, no: 2/1997, Kurmancî
RÊNASÎ, Stockholm, Bulten, 1984, Kurmancî, xwedî: Kurdiska Projekt
ROJA NÛ, Stockholm, Kovar, 1978, Tirkî-Kurmancî (piştre Kurmancî)
ROJBAŞ, Lulea, no:2/1997, Kovar, Kurmancî-Tirkî
ROJEV, Uppsala, Kovar, 1991, Kurmancî-Tirkî
ROJNAMA BIYANÎYAN, Norköping, Hejmara Taybetî, 1985, Kurmancî
RONAKBÎRÎ, Stockholm, 1/1992, Kurmancî (Soranî)
SERDEMÎN WÊ (Serdema Nû), Stockholm, 1/1986, Kurmancî,
SERHILDAN, Swêd, Kovar, 1/1992, PAK, Kurmancî
STÊRKA SOR / RÖDA STJARNAN, Stockholm, 1977, Kurmancî-Swêdî
ŞANO, Stockholm, Kovar, 2/1987, Kurmancî
ŞANO Û SÎNEMA, Stockholm, Kovar, 1995, Kurmancî
TEVGER, Stockholm, 1/1989, , Tirki – Kurmancî
TÎRÊJ, Îzmîr / Stockholm, Kovar, 1979, Kurmancî (Kurmancî-Dimilkî)
VATE, Stockholm, Kovar, 1/1997, Kurmancî (Dimilkî)
WAN, Stockholm, Kovar, 1/1992, Kurmancî (Yekitiya Niviskarên Kurd)
XEBERNAME, Linköping, 1/1989, Kurmancî
XERNAME, Stockholm, Kovar, 1991, Kurmancî
XWÊNDIKARÎ KURD, Stockholm, Kovar, 1/1982, Kurmancî (SOKSE)
YAYIN DÜNYASI / CÎHANA WEŞANAN, Stockholm, 1997, Tirkî-Kurmancî
YEKBÛN ÎNFO, Stockholm, 1993, Kurmancî
YEKÎTÎ/YEKÊTÎ, Swêd, 3/1981, Erebî-Kurmancî, Xwedî: Komela Xwendavanên
Iraqî
ZENGIL, Stockholm, 1985, Mîzahî, Kurmancî,
87
EK 2
KÜRT DĐLĐNĐ TANIYALIM
ĐSTANBUL KÜRT ENSTĐTÜSÜ YAYINLARI
EM ZIMANÊ KURDÎ BINASIN
WEŞANÊN ENSTÎTUYA KURDÎ YA STENBOLÊ
Kürt Dilini Tanıyalım
Giriş
Kürtler, yerleşik olarak dört devletin (Türkiye, Đran, Irak ve Suriye) sınırları içinde
yaşamaktadırlar. Söz konusu ülkelerin resmi dilleri ise Türkçe, Farsça ve Arapça’dır.
Türkçe Ural-Altay, Arapça Sami, Farsça da Hint-Avrupa dil ailesindendir.
Bu dillerden yalnızca Farsça Kürtçe ile aynı dil grubunda yer almaktadır. Ancak ilginç olan,
yalnızca Arap ve Fars resmi otoritelerinin Kürtçe’nin varlığını ve kendi başına bir dil olduğunu
kabul etmeleridir. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut yasaları ve idarecileri (son
dönemlerdeki konuyla ilgili olumlu tartışmaları ve anayasa değişikliği amacıyla hazırlanan taslakları
ayrı tutarsak) hala Kürtçe’nin varlığını ve kendi başına ayrı bir dil olduğunu
kabullenememektedirler.
Bu anlayış özellikle Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından sonra yaygınlaştı ve resmi görüş
haline geldi. Herkesçe biliniyor ki Cumhuriyet’ten önce Kürtler dilleri, kültürleri ve kavim
kimlikleriyle tanınıyor, biliniyordu. Örneğin Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Kürtçeden ve
Kürtçenin lehçelerinden söz eder. Kürtçenin zengin ve kadim bir dil olduğunu; Farça, Đbranice ve
“Derice”den ayrı olduğunu vurgular.
Şemsettin Sami Kamus’ül Alam adlı eserinde, Ziya Gökalp de çeşitli makalele ve
demeçlerinin yanı sıra Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler adlı eserinde, Kürtçe’nin
diğer dillere benzemediğini ve bağımsız, zengin bir dil olduğunu söyler.
Ancak Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, özellikle de 1924 Anayasası’nın yürürlüğe
girmesinden sonra, Kürtler’in varlığı güvenceye alınmadı. Kürt dili, kimliği, kültürü yok sayıldı.
Oysa biliyoruz ki Osmanlı Đmparatorluğu’nun ve Cumhuriyet’in birçok resmi belgesinde “Kürt”
ve “Kürdistan” ibaresi yer almaktadır.
Bütün Kürdologlar Kürtçe’nin bağımsız bir dil olduğunu, Arapça ve Türkçe ile bir bağının
olmadığını tespit etmişlerdir. Öte yandan Kürtler ve Farslar Ari kökenlidirler. Dilleri aynı grup
içinde yer alır, ama her biri bağımsız bir dildir.
88
Kürtler geçmiş dönemlerde kendi dilleriyle eğitim ve öğretim yapmışlardır. Medreselerde
matematik, mantık, gramer, fıkıh ve benzeri konularda eğitim ve öğretim, Kürtçe ve Arapça
yapılırdı. Ama öğretim birliği (tevhidi tedrisat) kanunuyla bu medreseler kapatıldı ve yeni sistemde
Kürtçe öğretim ve eğitime yer verilmedi.
Günümüzde nisbeten olumlu bir tartışma ortamı var. Eskisi kadar katı ve Kürtçe öğretime
peşinen reddiyeci şekilde yaklaşılmıyor. Statükocular artık Kürtçeyi yok saymıyorlar; ama onu
“geri”, “mahalli bir dil” olarak niteledikleri gibi, mevcut lehçe ve şivelerin varlığının da eğitimöğretim önünde bir engel olduğunu ileri sürüyorlar.
Kürtçe’de lehçe ve şivelerin varlığı bir gerçekliktir. Bu gerçeklik yalnızca Kürtçe’ye ait bir
özellik de değildir. Tüm dillerde lehçe, şive ve ağızlar vardır. Dilde standartlaşmadan söz
ediliyorsa bu, yazı dilinde aranır. Hangi dilde hem konuşma, hem de yazı dilinde birlik
sağlanmıştır ki! Standart bir dil için ise her açıdan elverişli koşullara ve zamana, modern kurum ve
kuruluşlara ihtiyaç vardır.
Kürtçe’nin “karma ve derleme bir dil” olduğunu söylerler. Tümüyle arı ve öz bir dilin
varlığını hangimiz ileri sürebiliriz ki? Her dilde yabancı sözcükler vardır. Bu konuyla ilgili ilginç bir
örnek verilebilir. Bütün Müslüman toplumların dillerinde Arapça’nın etkisi göze çarpacak denli
fazladır. Hıristiyan dinine mensup ulusların dillerinde aynı etki Latin dili için söz konusudur. Bu
etkinin kaynağı dinseldir.
Öte yandan, bütün komşu halklar birçok ayrı nedenden ötürü, dil açısından birbirlerinden
etkilenmişler ve sözcük alışverişinde bulunmuşlardır.
Günümüzde bile Türkçe, Kürtçe ve Farsça’da birçok Arapça sözcüğe rastlamaktayız. Bir
zamanlar Fars edebiyatı etkileyici olduğu için Kürtçe, Türkçe ve Arapçaya Farsçadan birçok
sözcük geçmiştir. Bu son derece doğal bir olgudur.
Kürtler Mezopotamya’nın yerleşik halkı olup zengin bir kültüre sahiptirler. Kürtler’in
atalarından birçok kültürel ve tarihi miras kalmıştır. Bu tarihi miras ve kalıntıların bir kısmı da
yazılı belgelerdir. Mevcut belgelerden anlaşılıyor ki Kürtler, öteden beri yazıyı kullanagelmişlerdir.
Tabii ki bu kitapçık, dünyada birçok uzmanın ve hatta sıradan insanın bildiği bu gerçekleri
kanıtlama gibi bir “malumu ilan” peşinde değil. Fakat, son zamanlarda konu ile ilgili olarak, Kürt
tarafının ya da konuyla ilgilenen enstitü vb uzmanlık alanlarının katıl(a)madığı tartışmalar ve
dezenformasyon çabaları, özet birkaç değinmeyi zorunlu kıldı. Temel yaklaşımları ve gerçekleri
içeren bu kitapçığın, tartışmaların doğru bir temelde yürütülmesine yardımcı olacağına inanıyoruz.
Kürtlerin Kullandığı Alfabeler
Mevcut yazılı kanıtlar, Kürtler’in geçmiş tarihlerinde birçok alfabe kullandıklarına tanıklık
etmektedir. Buna rağmen Kürtler’in ilkin hangi alfabeyi kullandıkları henüz kanıtlanabilmiş
değildir. Aşağıda sıralayacağımız alfabelerin dışında Kürtler Arami, Süryani ve Grek alfabelerini de
kullanmışlardır.
Bugüne kadar Kürtler’in kullandıkları alfabeler:
1) Çivi yazısı: Medler bu alfabeye altı harf daha eklemişler, böylece bu alfabenin harf sayısı
36’dan 42’ye çıkmıştır. Bu alfabe soldan sağa doğru yazılırdı.
2) Avesta Alfabesi: 44 harften oluşan bu alfabe, sağdan sola doğru yazılıyordu. Kimi
kaynaklara göre ise bu alfabede 48 harf vardı.
3) Arami Alfabesi: Kürtçe’nin en eski ürünleri bu alfabeyle yazılmıştır. Bu belgeler
Hewraman yöresindeki mağaralarda bulunmuştur. Kürtçe belge ve eserlerin çoğunun bu alfabeyle
yazıldığı söyleniyor. Bulunan belgeler ceylan derisi üzerine yazılmış metinlerden oluşuyor ve en
eskileri MÖ 88-87 yıllarına rastlıyor.
89
4) Eski Pehlevi Alfabesi: Bu alfabeyle “Soranî dinkerd” adında bir kitap yazılmıştır.
5) Masi Sorati Alfabesi: Arap tarihçi Đbn Wehşiye, MS 855 yıllarında bitirdiği kitabında
Kürtler’in Maso Sorati alfabesini kullandıklarını ve bu alfabeyle yazılmış üç kitabı gördüğünü
söyler. Bu alfabenin 36 harften oluştuğunu ve Kürtlerce bu alfabeye altı harf daha eklendiğini
söyler.
6) Yezidi Kürtlerin Kullandıkları Alfabe: Bu alfabe yüzyıllarca Kürtler tarafından kullanılmıştır.
31 harften oluşan ve sağdan sola doğru yazılan bu alfabeye “Gizemli alfabe” ya da “Hurujul sır”
da denmiştir. Yezidilerin kutsal dini kitabı Mushefa Reş ile Cîlwe bu alfabeyle yazılmıştır.
7) Arap harflerinden oluşan Kürtçe alfabesi.
8) Latin-Kürtçe Alfabesi.
9) Kiril-Kürtçe alfabesi.
Bu alfabelerin dışında, Đran’ın Kürdistan eyaletindeki Zêwê mıntıkasında, gümüş bir tepsi
üzerinde bir çeşit yazıya rastlanmıştır. Araştırmacılara göre bu yazı milattan önce 8. yüzyıldan
kalmadır ve Medler tarafından kullanılmıştır. Bu belgenin dışında başka yerde bu yazıya
rastlanmamıştır.(1)
Kürtçenin Dünya Dilleri Đçindeki Yeri
Birçok dilbilimci ve Kürdoloğun belirttiği gibi, Kürt dili Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer
almaktadır. Bu ailede yer alan Đran dil grubu, Kürtçe’yi de içermektedir. Kürtçe, bu grubun
kuzeybatı bölümünde yer almaktadır. Bu dil grubunda yer alan bazı dilleri şöyle sıralayabiliriz:
Farsça, Kürtçe, Belucice, Osetçe, Yexnubçe, Peştûca, Pamirce vd.
Kürt dilinin yerinin iyice bilinmesi için dilleri sınıflandırmakta yarar var. Dilbilimciler, genel
olarak dili iki yönden; biçimine (morfolojik) ve akrabalık ilişkilerine (genetik) göre ayırırlar.(2)
a) Biçim bakımından diller
Dilbilimciler biçim açısından dili üç gruba ayırırlar.
1) Tek heceli diller: Çin ve Tibet dilleri bu grupta yer alır.
2) Sondan eklemeli diller: Türkçe ve Macarca bu grupta yer alır.
3) Bükümlü diller: Bu grupta Hint-Avrupa ve Sami dilleri yer alır.
Kürtçe de bükümlü bir dil olduğu için, büküm üzerine birkaç şey söylememiz gerekir.(3)
Dilbilimciler bükümü şöyle ifade ederler: “Çekim sırasında kökün, özellikle de fiil kökündeki
ünlünün değişmesi.”(4)
Bükümlü diller için Arapça iyi bir örnektir. Arapça’da ünsüzler (konsonant) değişmeyip,
sözcüğün başına ve ortasına gelen ünlülerden sözcükler oluşur. Örneğin “ktp” ünsüzlerinden
kitap, mektep, katip vb sözcükler ünlülerin değişmesiyle oluşurlar. Yine “chl” ünsüzlerinden cahil,
cehele sözcükleri oluşur.
Kürtçe’de sözcükler yüklendikleri göreve göre değişkenlik gösterirler ve bükülürler. Bu
kurala göre, değişiklik bazen fiilin köküne kadar yansır. Örneğin, “kirin” fiili birinci tekil şahıs
takısını alıp şimdiki zaman kipine göre çekimlendiğinde, di-k-im (yapıyorum) olur. Bu örnekte
görüldüğü gibi, fiil kökünden sadece “k” sesi değişmiyor. Bir başka örnekle, “parastin” (korumak)
fiilini şimdiki zaman birinci tekil şahısa göre çekimlediğimizde, ez di-parêz-im durumuna geliyor.
Ez birinci tekil, yalın şahıs zamiridir; di- şimdiki zaman takısı; parêz, emir halindeki fiil kökü; im,
birinci tekil şahıs zamiri ekidir.
Aynı fiili di’li geçmiş zamana göre çekimlediğimizde, min parast oluyor. Min, birinci tekil,
bükümlü şahıs zamiri; parast, geçmiş zaman halindeki fiil köküdür.
90
Örneklerden anlaşıldığı gibi, Kürtçe’de yalnızca ünsüzler değil, ünlüler de değişip
bükülmektedirler.
“Parastin” fiili şimdiki zaman kipinde çekimlendiğinde, fiilin kökünde (p a r a s t) bulunan
“a” “ê”ye; “s” de “z”ye dönüşüyor.
Türkçe’de çekim sırasında fiil kökü değişmez ve böyle bir vakaya rastlamayız. Örneğin
Türkçe’deki “gitmek” fiilini değişik zaman köklerine göre çekimlediğimizde, fiilin sonuna birçok
çekim eki gelir ama, kurallı olarak bir ünlü veya ünsüz bükümüne rastlamayız. Gittim, gidildi,
gidecek, gitmişlerdi: Örneklerde sadece ünsüz yumuşamasına rastlamaktayız.
b) Akrabalık ilişkilerine göre diller
Akrabalık ilişkilerine göre diller beş gruba ayrılır.
1) Hint-Avrupa dil grubu (Đngilizce, Fransızca, Kürtçe, Farsça).
2) Sami dil grubu (Arapça, Đbranice, Akatça).
3) Bantu dil grubu: (Orta ve Güney Afrika dilleri).
4) Çin dilleri (Çin ve Tibet).
5) Ural-Altay dil grubu (Fince, Macarca, Uygurca, Türkçe, Moğolca).
Yukarıda da belirtildiği gibi Kürtçe Hint-Avrupa dil grubunda yer alır. Hint-Avrupa dil
grubu incelendiğinde, bu gruba dahil dillerde birçok ortak ve yakın sözcük görülür. Bu durum
aynı dil grubunda yer alan tüm diller için söz konusudur. Bu yakınlık için, hazırladığımız örnek
tabloya bakmakta yarar vardır:
Kürtçe
Đngilizce
Almanca
Fransızca
Farsça
Grekçe
stêr
star
stern
astre
sitare
astron
kurt
short
kurz
court
-
-
lêv
lip
lippe
levre
leb
-
jenû
-
-
geneou
-
-
dilop
drop
tropfen
-
-
-
nav
name
name
nom
name
-
no/na
no
nein
non
-
-
tu
-
du
tu/te
-
-
nû/niwe new
neu
neu
-
-
neh
nine
neun
neuf
-
-
dot
douther
-
-
-
-
bira
brother
-
-
brader
-
Bu konuyla ilgili olarak Minorsky şöyle der:(5)
“Kürtçe de Farsça gibi Batı Đran dillerinden biridir. Andreas, Salamann, O. Monn, Meillet,
Lent ve T. Tedesco da Batı Đran dillerinin iki gruba ayrıldığını söylerler. Bunlar Güney ve
Kuzeybatı Đran dilleridir ki, iki grup da birbirlerinden çok etkilenmişlerdir.
Bu etkileşim ve benzerliklere rağmen, günümüz Đran dillerinin birbirlerine yabancı gelen
birçok özellikleri vardır. Kürtçe ve Farsça özgün niteliklere sahiptirler. Kürtçe Kuzeybatı Đran
kolunda yer almaktadır.”
91
Birçok kişi, Kürtçe ve Farsça’da bulunan ortak kelimelerden dolayı, Kürtçe’yi Farsçanın bir
lehçesi gibi tanımlar. Ama Kürtçe’yi yakından inceleyenler bunu kesinkes reddederler. Kürtçe ve
Farsça arasındaki bazı ayrılıkları sıralayalım.
Kürtçe ve Farsça Arasındaki Farklılıklar
Kürtçe ve Farsça’nın aynı dil grubunda yer almalarından dolayı birçok yönden benzerlik
gösterdiklerini belirtmiştik. Birçok çevre bu konuyu istismar ederek, benzerlikleri siyasal
inançlarına, etnik arındırma perspektiflerine malzeme olarak kullanmışlardır. Bu istismar bilimsel
bakış açısından son derece uzaktır. Tamamıyla öznel bir durumdur.
Bu tezi ileri sürenler, Kürtçe’nin “karma” ve “Farsça’nın bozulmuş hali” olduğunu
söylerler. Bu nedenle yüzeysel de olsa bu iki dil arasındaki ayrılıklardan söz etmek gerekir.
En belirgin ayrılık Kürtçe’de olup da Farsça’da olmayan “cinsiyet”liktir. Kürtçeyi
Farsça’dan ayıran önemli özeliklerden biri olan “cinsiyet” özelliğine çalışmamızın ileriki
aşamalarında ayrıntılı olarak değineceğiz.
Kürtçe’de iki grup şahıs zamiri bulunmasına rağmen, Farsça’da böyle bir özellik
görmüyoruz. Bu iki grup şahıs zamiri geçişli fiillerde farklıca kullanılmaktadır. Bu özelliğinden
dolayı Kürtçe ergatif bir dildir.
Kurmanci için örnek:
Min nan xwar (Ben ekmek yedim).
Ez nên dixwim (Ben ekmek yiyorum).
Kirmancki (Zazaki) için örnek:
Min nan werd (Ben ekmek yedim).
Ez nanî wena (Ben ekmek yiyorum).
Kısacası, Kürtçe’de şahıs zamirlerinde erillik ve dişillik vardır ama, Farsça’da böyle bir
durum yoktur. Ayrıca Kürtçe’de iki grup işaret zamiri vardır. Ama Farsça’da böyle bir özellik
bulunmaz.
Bu iki dilin birçok ayrı özelliğinden söz edebiliriz, ancak biz sözü Vlademir Minorsky’ye
bırakırsak daha yerinde olur. Kürdolog Minorsky, Kürtçe ve Farsçanın birbirlerinden ayrı ve
bağımsız diller olduğunu söyleyerek bu ayrılıkları beş başlık altında toplar:(6)
1) Fonetik bakımdan: Kürt dilinin fonetiği Farsça’nınkinden ayrıdır.
2) Ses değişmeleri: Farsça ve Kürtçe’de bulunan ortak kelimeler ses bakımından büyük bir
değişime uğramışlardır.
3) Şekil ayrılıkları: Zamirlerden tutalım fiil çekim ve bükümlerine, aitlik takılarından isim
tamlamalarına kadar birçok ayrılık mevcuttur.
4) Sözdizimi farkları.
5) Kelime ayrılıkları.
Kürtçenin Lehçeleri
Kürtçe’nin lehçeleri konusunda birçok ayrı görüş bulunmaktadır. Özellikle de Kürtler’in
varlığını ve dillerini kabul etmek istemeyenler, bütün Kürtçe şive ve ağızları lehçeymiş gibi
göstermektedirler. Hatta bu çevreler bazen Kürtçe lehçelerin ayrı diller olduklarını bile ileri
sürerler.
Oysa bu konu uzun zamandan beri Kürdologlar ve dilbilimciler tarafından aydınlatılıp
tanımlanmıştır.
92
Daha 16. yüzyılda Şerefxanê Bedlîsî, Şerefname(7) adlı tanınmış eserinde, Kürtçe lehçeleri
şöyle sıralamıştır: 1) Kurmanci, 2) Lori, 3) Kelhûri, 4) Gorani.
1836-37 yıllarında Kürt etnografyası üzerinde çalışmalar yapan G. Girvinli’ye göre Kürtçe
iki gruba ayrılır: Aşağı Kürtçe, yukarı Kürtçe.
Peter Lerch (1857-58) Kürtçe’yi beş lehçeye ayırır: Zazaki, Kurmanci, Kelhûri, Gûrani ve
Lûri.
Oscar Mann, Kürtçe’yi batı, güney ve doğu olmak üzere üçe ayırır. Mann, Gorani ve
Zazakiyi bir kol ya da lehçe saymıyor.
E. B. Saane, Gramer of Kurmanji or Kurdish Langauge (1913) adlı eserinde, Kürtçe’yi üç
bölüme ayırır: Aşağı Kurmanci, yukarı Kurmanci ve Lori-Zazaki (Hewrami ve Gorani).(8)
Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında sosyolojik Tetkikler(9) adlı çalışmasında, Kürtçe’yi
beş lehçeye ayırır: Kurmanc, Zaza, Soran, Goran ve Lor. Gökalp bu lehçelerin kadim Kürtçe’den
çıktıklarını söyler.
Dr. Mac Kenzie, Kürtçe’yi üç gruba ayırır: Kuzey grubu, orta grup ve güney grubu.
Kürt dilbilimci Cemal Nebez de Kürtçeyi dört gruba ayırmaktadır. Kuzey Kürtçe’si, orta
Kürtçe’si, güney Kürtçe’si ve Gorani-Zazaki.
Alaedin Secadi, Destûr û Ferhengî Kurdî, Erebî û Farisî adlı eserinde Kürtçe’yi Behdinan
Kürtçesi ve Sorani olarak iki bölüme ayırıyor.
Dr. Kemal Fuad’a göre ise Kürtçe dört lehçeden oluşur: 1) Batı Kürtçesi (yukarı), 2) Doğu
Kürtçesi (aşağı), 3) Güney Kürtçesi 4) Zazaki-Gorani.
Fuat Heme Xurşid, Zimanî Kurdî, Dabeşbûnî Cografyayî Diyalêktekaniy adlı yapıtında
Kürtçe’yi şöyle sınıflandırır: 1) Kuzey Kürtçesi, 2) Orta Kürtçe, 3) Güney Kürtçesi, 4) Gorani.
Emir Hesenpûr’un(10) National and Language. In Kurdistan (1918-1985) adlı eserinde ise
Kürtçe lehçelerin sınıflandırılması şu şekildedir: Kurmanci, Sorani, Hewrami, Kırmanşahi.
Bu dilbilimcilerin çalışmalarından, genel olarak Kürtçe’nin başlıca dört lehçeye ayrıldığını
görmekteyiz:
1) Kurmanci (Kırdasi),
2) Orta Kurmanci (Sorani),
3) Kırmancki (Kırdki, Zazaki-Gorani),
4) Lorani.
Kuzey Kurmancisi (Kurmanci) ve güney Kurmancisi (Sorani) başlıca iki lehçedir. Bu iki
lehçenin zengin bir yazılı edebiyata sahip oldukları kabul edilir. Son dönemlerde Kırmancki
(Zazaki) lehçesi de yazılı bir edebiyata doğru adım atmaktadır.
Kürtçe lehçeler içinde en çok konuşulanı Kurmancidir. Kürtler’in yaşadıkları bütün
bölgelerde bu lehçe konuşulmaktadır.
Türkiye’de sadece Kurmanci ve Zazaki lehçeleri vardır.
Lehçeler konusunda karmaşıklık çoğu kez adlandırmadan kaynaklanmaktadır. Örneğin,
kuzey Kurmancisine Irak’ta yaşayan Kürtler Behdıni, Đran’da yaşayan Kürtler ise Şıkaki derler.
Aşağı Kurmanci (Sorani) için yalnızca Kurmanci ya da Sorani denir. Aynı karışıklık Kurmancki
(Zazaki) için de söz konusudur. Bu lehçe için, Kırmancki, Dımıli, Dêrsımki, Sobê vb isimler
kullanılmaktadır. Hewrami için de Gorani ismi kullanılmaktadır. Oysa yukarıdaki örneklerde izah
93
edildiği gibi, bütün araştırmacıların üzerinde hemfikir oldukları adlandırmalar Kurmanci,
Kırmancki ve Kırdki’dir. Diğer adlar bölge ve aşiret adlarıdır.
Kürtçe’nin Ağızları
Daha önce de belirtildiği gibi, Kürtçe’nin varlığını kabul etmek istemeyenler her şehrin, her
köyün konuşmasını bir şive hatta lehçe olarak adlandırmaktadırlar. Bütün dillerde lehçe ve şiveler
bulunduğu gibi Kürtçe’de de lehçe, şive ve ağızlar bulunur. Unutulmamalı ki dilde birlik yazılı
dilde mümkündür. Bir statü oluşmadan, uygun, elverişli koşullar sağlanmadan standart bir dil
oluşmaz.
Ehmedê Xanî (17. yy) ünlü eseri Mem û Zîn’de(11) Kurmanci lehçesinin üç temel şiveye
ayrıldığını ifade etmiştir. Onun bu belirlemesini, şaheseri olan Mem û Zîn’den bir dizeyle
aktaralım:
Boht û Mehmedî û Silîvî
Hin la’l û hinik ji zêr û zîvî.
(Bohtî, Mehmedî ve Silivî şiveleri
Kimisi altın ve gümüş, kimisi l‰l taşı.)
Ehmedê Xanî‘nin bu belirlemesi, Kürt dili şiveleri konusunda yapılmış en sağlıklı
belirlemedir. Dilbilimciler, diğer lehçelerin şiveleri konusunda genel olarak aşağıdaki
sınıflandırmaları yaparlar:
Orta Kurmanci (Sorani): Sılêmani şivesi, Mukri şivesi, Sine şivesi.
Kırmancki (Zazaki): Dersim şivesi ve Siverek şivesi.
Sözdizimi
Sözdizimi (sentaks), dildeki sözcüklerin birbirleriyle hangi ilişkiler içinde bulunduklarını,
nasıl sıralandıklarını anlatır ve bir dilde kurulması olanaklı bütün tümce tiplerinin sıralanmasını
gösterir.
Kürtçe’de sözcükler arasındaki bağlantı harf-i tarif, yani takılar sayesinde oluşuyor.
Kürtçe’deki takılar iki çeşittir: Belirli ve belirsizler takılar. Önce belirli olanlar için örnekler
verelim.
mala mezin (mal: ev [isim], mezin: büyük [sıfat], “a” takı).
mastê we (mast: yoğurt [isim], we: siz [zamir], ê: takı).
keçên bedew: (keç: kız [isim], bedew: güzel [sıfat], ên: belirli çoğul takısı.)
Belirsiz takılar için aşağıdaki örnekleri sıralayabiliriz:
maleke mezin (mal: ev [isim], mezin: büyük [sıfat], eke: belirsiz dişi, tekil takısı).
keçine bedew (keç: kız [isim], bedew: güzel [sıfat], ine: belirsiz çoğul takısı).
Örneklerde görüldüğü gibi Kürtçe tamlamalar Türkçe tamlamaların tam tersi şekilde oluyor.
Örnek:
mala min = benim evim (mal: ev, a: belirli dişi tekil takısı, min: birinci tekil, bükümlü şahıs
zamiri).
Bu tamlamayı Türkçe yazarsak şöyle olur:
benim evim.
94
Hem takıların yerleri hem de cümle kuruluşunda öğelerin dizilişi farklıdır. Türkçe’de önce
şahıs zamiri, sonra zamire ait olduğu belirtilen isim geliyor. Kürtçe’de ise önce zamire ait olduğu
bildirilmek istenen isim, sonra zamir geliyor. Türkçe’de zamir takı alırken, Kürtçede böyle bir şey
söz konusu değildir.
Kürt dili sentaksı, birçok yönden Fars dili sentaksından da ayrılıyor. Bu hususta Minorsky
şöyle diyor: “Özellikle birleşik kelimelerde, geçişli fiillerin geçmişinde bilinmeyen biçimlerin
korunması konusunda Kürt dili sentaksı ile Fars dili sentaksı arasında ayrılıklar
bulunmaktadır.”(12)
Cümlenin öğelerinin sıralanışı Türkçe ve Farsça’dan ayrıdır. Türkçe’de kurallı cümlelerin
yüklemi hep cümle sonuna geliyor.
Örnek:
Ben dün Ankara’ya gittim (özne+zarf tümleci+dolaylı tümleç+yüklem).
Aynı cümleyi Kürtçe olarak kuralım:
Ez duh çûm Enqereyê (özne+zarf tümleci+yüklem+dolaylı tümleç).
Görüldüğü gibi Türkçe’de yüklem cümlenin sonuna gelirken, Kürtçe’de cümle kurallı
olmasına rağmen yüklem, cümlenin sonuna gelmektedir.
Kürtçe’de bir cümlenin kurulabilmesi için iki temel öğeye gereksinim vardır. Bu öğeler özne
ve yüklemdir. Basitten karmaşığa doğru örnekleri sıralayalım:
ez (ben)
çûm (gittim)
özne
yüklem
Yüklem şahıs zamirini alarak, yalnız başına da bir cümle oluşturabilir. Yukarıdaki örnekteki
birinci tekil şahıs zamirini kaldırdığımızda, çûm (gittim) yalnız başına bir cümle oluşturabilir.
Kürtçe basit cümlelerde özne başa, yüklem sona geliyor. Geçişli ve geçişsiz cümlelerin
kuruluşu farklıdır. Kısacası cümlenin yapısına göre, öğelerin yeri de değişebilir.
Cümlenin öğeleri şu biçimlerde dizilir:
1) Özne + tümleç + yüklem
Tu
li serê çiyayê Sîpanê
dijî.
Özne
Tümleç
Yüklem
2) Özne + nesne + tümleç + yüklem
Şivên
nanê xwe
dereng xwar.
Özne
nesne
tümleç
yüklem
3) Özne + tümleç + yüklem + tümleç
Hûn
dê tu caran
neçin
Özne
tümleç yüklem tümleç
Geverê.
Kürtçe cümlelerde vurgulanmak istenen öğe yükleme yaklaştırılır. Örnek:
Ez ê kevirekî bi tevşo bişkînim.
(3)
(2)
(1)
Ez ê bi tevşo kevirekî bişkînim.
95
(3)
(2)
(1)
Kevirekî bi tevşo ez ê bişkînim.
(3)
(2)
(1)
Bi tevşo kevirekî ez ê bişkînim.
(3)
(2)
(1)
Kürtçe’de devrik cümleler de vardır. Bu cümleler daha çok şiirde ve hitabetlerde olur.
Örnek:
Piştî ku roja me bû [yüklem] tarî, mirin xweştir e [yüklem] ji emberê (Ehmedê Xanî).
Kürt dilinin önemli bir özelliği de ergatif oluşudur. Geçişli fiillerle oluşturulan cümleler,
geçişsiz fiillerle oluşturulan cümlelerden farklıdır. Bundan dolayı da Kürtçe’de iki grup şahıs
zamiri vardır. Bu durumlarda, fiil bazen özneye göre, bazen de nesneye göre çekimlenir.
Örnek:
Ez te dibînim (Ben seni görüyorum).
Min tu dîtî (Ben seni gördüm).
Birinci cümlede fiil özneye (ez) göre, ikincisinde nesneye (tu) göre çekimlenmiştir. Bu
özelliğe göre geçişli fiillerde, ismin tekil ve çoğulluğu yüklem üzerinde belli olur.
Örnek:
Min sêv xwar (Ben elma yedim).
Min sêv xwarin (Ben elmaları yedim).
Birinci örnekte elma tekil, ikincisinde çoğuldur. Ama biz tekil ve çoğulluğu ikinci cümlenin
yüklemindeki “in” takısından anlıyoruz. Türkçe, Arapça ve Farsça’da böyle bir olaya
rastlamıyoruz.
Şimdiki ve gelecek zaman kiplerinde tekil ve çoğulluk nesneden belli olur.
Örnek:
Ez sêvê dixwim (Ben elmayı yiyorum).
Ez sêvan dixwim (Ben elmaları yiyorum).
Cinsiyet
Kürtçe, cinsiyet özelliğine sahip bir dildir. Tüm sözcükler dişil ve erildir. Canlı varlıklar gibi
cansız varlıklar da bir cinsiyete sahiptir. Bu cinsiyet, gramatik bir olaydır.
Sözcüklerin cinsiyeti iki biçimde; tamlama ve büküm takıları ile belirtiliyor. Sözcükler
yalınken nötr durumdadırlar.
Örnek:
kevçi (kaşık), çav (göz), pênûs (kalem), giyan (ruh) vs.
Tamlamalarla oluşan cinsiyet:
çavê şîn: mavi göz (çav: göz [ad, eril], -ê tekil, belirtili, erillik takısı, şîn: mavi).
pênûsa ziriçî: kurşun kalem (pênûs: kalem [ad, dişil], -a dişi, tekil belirlilik takısı).
Bükümle oluşturulan cinsiyet durumu:
siya darê
96
nikulê dîkî
Yukarıda işaretli “-a” takısı dişilliği, “-ê” takısı da erilliği ifade ediyor.
Veqetandek
Kürtçe’de tamlamalar “veqetandek” denilen takılarla oluşturulurlar. Bu takılar eril ve
dişildir. Belgili ve belgisiz olmak üzere takılar ayrıca ikiye ayrılırlar. Kürtçe’de ismin halleri
olmadığı için, tamlama ve cinsiyet takılarıyla terkipler oluşturulur. Takılar aşağıda gösterilmiştir:
-ê
: tekil, eril ve belirli
-a
: tekil, dişil ve belirli
-ên
: çoğul, belirli (her iki cinsiyet için)
-ekî
: tekil, eril, belirsiz
-eke
: tekil, dişil, belirsiz
-ine
: çoğul, belirsiz (her iki cinsiyet için)
Büküm
Kürtçe’nin en önemli özelliklerinden biri de bükümlü bir dil oluşudur. Daha önce de
değindiğimiz gibi büküm, çekim sırasında kökün, özellikle de fiil kökündeki ünlünün değişmesidir.
Kürtçe’de cümlenin değişken öğeleri (fiil, isim, zamir, takı, sayılar) bükülürler. Kurmancide
yalın isim ve zamirlerin çoğul durumu takı ve fiillerin yardımıyla oluşturulur. Ama Kırmanckide
yalın isimlerin çoğul durumu “-î“ekiyle oluşturulur. Örnek:
Kurmanci:
min pênûs bir (tekil ve belirli)
min pênûs birin (çoğul ve belirli)
min pênûsek bir (tekil, belirsiz)
min pênûs birin (çoğul, belirsiz)
Kırmancki:
min say verd
min sayî werdî
Kurmancide eril isimlerin bükümü iki halde olur:
a) “-î“ eki sözcüğün sonuna gelir.
b) Eğer sözcükte “a” ya da “e” sesi varsa, bu ses “ê”ye dönüşür.
Yalın
Bükümlü
şivan
gopalê şivanî/şivên
nan
nên/nanî bîne
aş
Zîlan û Ronahî ji aşî/êş tê
nivîskar
Nivîskêr/nivîskarî xweş nivîsandiye
Dişil sözcüklerin bükümü:
“ê” ünlüsü sözcüğün sonuna gelerek dişillik durumu oluşuyor. Örnek:
meha biharê
97
porê jinikê
Kürtçe bükümlü bir dil olduğu için iki çeşit şahıs zamiri vardır. Bir çeşidi sade, diğeri
bükümlüdür.
Sade olanlar
Bükümlü olanlar
ez
min
tu
te
ew
wî/wê
em
me
hûn
we
ew
wan
Not: Yalın sözcüklerin önüne bir edat geldiğinde sözcükler bükülürler.
Sözcük Türetme
Kürtçe önden, ortadan ve sondan eklemeli bir dildir. Kürtçe’deki türetme ekleri ikiye ayrılır.
Birinci çeşidi yalın fiillerden türetilmiş bir fiil oluştururlar. Diğer çeşit ile isim ve sıfat türetilir.
Bazen sözcüğün kökünde meydana gelen bir değişim ile de fiilden isim türetilir. Bu son kural
özellikle de emir kipindeki fiillerin kökünde gerçekleşir. Örneğin, bi + şewit + e (yan); emir
kipinde olan bu sözcükteki “şewit” fiil kökü, “bi” emir kipi eki, “e” de ikinci tekil şahıs takısıdır.
Bu fiilin kökü olan “şewit”teki “i”yı “a”ya dönüştürdüğümüzde şewat (yanma) ismi oluşur.
Bunun dışında, emir kipinin kökünden ismi failler oluşturulur.
Örnek:
Kuştin (öldürmek) fiili emir kipinde çekimlendiğinde bi-kuj-e olur. “bi” emir kipi takısı ve
ikinci tekil şahıs takısı “e”yi atıp, agir sözcüğünü önüne getirdiğimizde, agir+kuj (ateş söndürücü)
sözcüğü oluşur.
Türetme eklerinin üzerinde uzunca durmayacağız, ancak anlaşılabilmesi için, örneklerle
kısaca değineceğiz.
Önce fiil türeten eklerden örnek verelim:
a) Fiil türetme ekleri
ber + dan
(bırakmak)
da + dan
(kapatmak)
der + anîn
(çıkarmak)
hil + kirin
(sökmek)
ra + kirin
(kaldırmak)
ro + kirin
(dökmek-boşaltmak)
ve + xwarin
(içmek)
vê + xistin
(yakmak)
wer + girtin
(giyinmek-almak)
tê + koşîn
(savaşmak)
Şimdi de sıfat ve isimlerin önüne gelerek, yalın fiiller türeten ekleri örneklendirelim:
andin, isandin, ijandin
98
Bu eklerle geçişli fiiller türetilir.
Örnek:
Saz + andin : Sazandin (kurmak, tertip etmek)
Nerm + ijandin : Nermijandin (yumuşatmak)
Rep + isandin : Repisandin (tıkabasa doldurmak)
Aşağıdaki eklerle de geçişsiz fiiller türetilir.
în, isîn, ijîn
rep + isîn : Repisîn (tıkabasa dolmak)
saz + în : Sazîn (kurulmak, tertip olunmak)
nerm + în : Nermijîn (yumuşamak)
b) Đsim ve sıfat türetma ekleri
Bunlardan sonra, sıfat ve isim türeten eklere değinelim. Bu eklerle türeyen sözcükler ikiye
ayrılırlar; ismî fail (özne) ve ismi mefûl (nesne) adları. Bu ekler, hem sözcüğün önüne, hem de
arkasına gelirler. Önce soneklere birkaç örnek dizelim:
Soneklerle sözcük türetme:
Kar + ker : karker (işçi)
Ber + ek : berek (testere)
Dar + ik : darik (sopacık)
Ser + ok : serok (başkan)
Aş + van : aşvan (değirmenci)
Rim + baz : rimbaz (mızrakçı)
Guh + ar : guhar (küpe)
Mal + dar : maldar (malı olan)
Teng + asî : tengasî (zorluk, engel)
Kirîv + atî : kirîvatî (kirvelik)
Xwîn + î : xwînî (kanlı)
Şer + oyî : şeroyî (savaşkan)
Yek + îtî : yekîtî (birlik)
Öneklerle sözcük türetme:
A + şûjin : aşûjin (çuvaldız ipi)
Ber + av : berav (dere kenarında bir şeyler yıkama)
Ser + dest : serdest (egemen)
Ne + yar : neyar (düşman)
Hem + pa : hempa (eş, dengi)
Hev + kar : hevkar (işbirlikçi)
Kele + girî : kelegirî (ağlamaklı)
99
Zir + keç : zirkeç (üvey kız)
Bi + kuj : bikuj (katil)
Bele + guh : beleguh (kulak arkası kemiği)
Gû + stêrk : gûstêrk (ateşböceği)
Ara eklerle sözcük türetme:
Ser + an + ser : seranser (baştan başa)
Dest + e + bira : destebira (kankardeş)
Şad + û + man : şadûman (mutlu, şen)
Rû + b i + rû : rûbirû (yüzyüze)
Sonuç
Her dilin kendine özgü kuralları, özellikleri ve kalıpları vardır. Diğer dillerden ayrılan
farklılıklarının yanı sıra, ortak yanları da vardır. Bu ortak kurallar, aynı dil ailesinden olan dillerde
çokca görülür. Bundan dolayı bazı dillerin ortak özelliklere ve benzer kurallara sahip olmaları son
derece normal ve doğal bir durumdur.
Kürtçe, birçok kural, kalıp ve özellikleriyle Farsça, Arapça ve Türkçe’den ayrılmaktadır.
Sonuç bölümünde, Kürtçe ve Türkçe arasındaki dilbilimsel ayrımlara değinmek istiyoruz.
Türkiye’de bazı dilbilimci, siyasetçi, bürokrat, hatta değişik ve ilgisiz mesleklerden pek çok
kimse hala Kürtçe’nin bir dil olmadığını iddia ederler. Kürt dili hakkında merak sahibi olanların
kafasında duru bir düşünce ve yargı oluşabilmesi için, bu iki dil arasındaki birkaç somut farkı şöyle
sıralayabiliriz:
Kürtçe Hint-Avrupa dil ailesinde, Türkçe ise Ural-Altay dil ailesinde yer almaktadır.
Kürtçe cinsiyetli (eril-dişil) bir dildir. Türkçe’de böyle bir özellik yoktur.
Kürtçe bükümlü bir dildir, oysa Türkçe eklemeli bir dildir.
Kürtçe’de iki grup şahıs ve işaret zamiri mevcuttur.
Türkçe ve Kürtçe tamlamalar birbirlerinin tam tersi bir biçimde oluşurlar.
Kürtçe önden, ortadan ve sondan ek alırken, Türkçe sondan eklemeli bir dildir.
Kürtçe’de sözcükler iki ve üç ünsüzle (strî, stran vb) başlayabiliyorken, Türkçe’de sözcük
başında birden fazla ünsüz bulunmaz.
Kürtçe ve Türkçe gramer, fonetik, sentaks ve türetme bakımından birbirinden ayrılır.
Kürtçe lehçe ve şiveler hakkında yapılan tartışma ve polemiklere de kısaca değinmekte yarar
görüyoruz. Nasıl ki her dilde varsa, Kürtçe’de de lehçe ve şiveler vardır. Kürtçe lehçeler şunlardır:
1) Kurmanci
2) Orta Kurmanci (Sorani)
3) Kırmancki (Kırdki, Dımıli, Zazaki; bunlar eşanlamlı adlarıdır)
4) Lorani.
Bu lehçelerden Türkiye’de sadece Kurmanci ve Kırmancki (Zazaca) mevcuttur.
Kurmanci lehçesinin belli başlı üç şivesi vardır: Boti, Sılivi ve Mehmedi. Bu şivelerden Boti,
Kurmanci lehçesinin yazı dili için temel alınmıştır. Gramer, imla ve sözlük bu şiveye göre
hazırlanmıştır.
100
Kırmancki (Zazaki) lehçesinin iki temel şivesi vardır: Dersim şivesi, Siverek şivesi.
Kürtçe uzun süre bir eğitim ve öğretim dili olarak kullanılmıştır. Kürt medreseleri buna
örnektir. Bu medreselerde Kürt dilinin yanında Arapça ile de eğitim yapılmıştır.
Sonuç olarak; Kürt dili kendine yetiyor. Eğitim ve öğretim dili olabilmesi için var olan dilsel
engeller sınırlıdır. Olanlar da çözümlenebilecek, aşılabilecek, her dil için geçerli olmuş engellerdir.
Bize göre bu dilin eğitim ve öğretim dili olabilmesinin önündeki en önemli engeller yasal ve
anayasal engellerdir.
Kaynakça:
1)
Geniş bilgi için bakınız Varlı, Abdullah; Dîroka Dugelên Kurdan, Derpêç 1,
Weşanên Sîpan, Đstanbul 1997; Çeliker, Celadet; “Kurtedîroka Alfabên ku Kurdan
Bikaranîneî, Zend, Đstanbul Kürt Enstitüsü, Sayı 2, Yıl 1994.
2)
Aksan, Doğan; Her Yönüyle Dil 1 (Ana Çizgileriyle Dilbilim), Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara 1987.
3)
Bedirxan, Emir Celadet & Lescot, Roger; Kürtçe Dilbilgisi, Doz Yayınları,
beşinci baskı, Đstanbul 2000.
4)
Aksan, Doğan; age.
5)
Mînorsky, Vladîmîr; Kürtler, Koral Yayınları, Đkinci Baskı, Đstanbul 1992.
6)
Age.
7)
Şerefxanê Bidlîsî, Şerefname, Hasat Yayınları, Đkinci Baskı, Đstanbul 1998.
8)
Ciwan, Mûrad; Türkçe Açıklamalı Kürtçe Dilbilgisi (Kurmanc Lehçesi),
Weşanên Jîna Nû, Birinci Baskı, Swêd 1992.
9)
Gökalp, Ziya; Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Sosyal Yayınlar,
Birinci Baskı, Đstanbul 1992.
10)
Hesenpûr, Emîr; Nationalism and Language In Kurdistan, Mellen Research
University Press, Kanada 1992.
11)
Ehmedê Xanî, Mem û Zîn, Hasat Yayınları, Üçüncü Baskı, Đstanbul 1990.
12)
Mînorsky, Vladîmîr; age.
Em Zimanê Kurdî Binasin
Destpêk
Li Rojhilata Navîn kurd di bin serweriya çar dewletan de dijîn, ev dewlet jî Tirkiye, Îran,
Irak û Sûriye ne. Zimanê fermî yê van dewletan tirkî, erebî û farisî ye.
Zimanê tirkî ji malbata zimanê ural-altay, erebî ji ya Semîtîk û farisî jî, ji ya îndo-ewropî ye.
Ji van zimanan tenê kurdî û farisî ji heman koma zimanî ne. Lê belê li vir tiştekî seyr heye. Hem
rêveberiya ereb û hem jî ya fars hebûna kurdan wek kurd û zimanê wan jî wek zimanekî serbixwe
dipejirînin. Lê nêrîna fermî ya rêveberiya Tirkiyeyê, vê yekê red dike û dibêje ku kurd bi binyada
xwe ve tirk in.
101
Ev raman bi taybetî piştî damezîrana komarê serdest bûye û wek bîrdoza fermî hatiye
parastin. Em dizanin ku, beriya komarê, kurd wek qewmekî cihê û zimanê wan jî wek zimanekî
serbixwe dihate dîtin. Ji bo nimûne, Evliya Çelebi di berhema xwe ya navdar ‘Seyahatname’yê de
behsa zimanê kurdî û zaravayê wê dike. Evliya Çelebi, dide xuyakirin ku zimanê kurdî zimanekî
dêrin ango qedîm e û ji zimanên mîna farisî, dêrî û îbrî cuda ye.
Her wiha, Şemsettin Sami, di Kamus’ül Al‰m’a xwe de û Ziya Gškalp jî di gotar, daxuyanî
û berhema xwe ya bi navê ‘Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler’ê de, amaje dikin ku
kurdî bi tu awayî naşibe zimanên din û kurdî zimanekî dewlemend û serbixwe ye.
Lê piştî avakirina komarê, nemaze bi qanûna bingehîn a sala 1924’an, hebûna kurdan tê
redkirin, her kesê li Tirkiyeyê dijî mîna tirk tê pejirandin. Peyvên mîna kurd, kurdî û Kurdîstan, ku
di gelek belgeyên fermî yên Osmanî û Tirkiyeyê de dihatin bikaranîn, têne qedexekirin.
Hemû zanyarên ku li ser zimanê kurdî lêkolînên zanistî kirine didin xuyakirin ku, kurdî
zimanekî serbixwe ye û tu têkilî û pêwendiya wê ne bi tirkî û ne jî bi erebî re heye. Li hêla din,
kurd arî ne û ew farisan lêzimên hev in, zimanên wan jî, ji heman koma zimên e. Lê her yek jê
zimanekî serbixwe ye.
Ji mêj ve kurdan bi zimanê xwe perwerde û hîndekariyê dikirin. Li medreseyan li ser mijarên
wekî matematîk, mantik, gramer, fiqih û hwd. perwerdehî bi zimanê kurdî û erebî dibû. Ev
medrese piştî avakirina komarê hatin qedexekirin. Her wiha ligel vê yekê, weşan û nivîsandina bi
kurdî jî hatin qedexekirin.
Îro, rewş piçek guheriye, Wekî berê bi tundî înkara kurdan û zimanê kurdî nayê kirin.
Hejmara kesên ku vê yekê dikin, hindik e. Kesên statukoparêz, hebûna zimanê kurdî qebûl dikin,
ancax zimanê kurdî wek zimanekî paşvemayî û cîgehî (mehelî) bi nav dikin û hebûna zarava û
devokên di zimanê kurdî de jî wek asteng li pêşiya perwerde, hîndekarî û weşanê didine nîşandan.
Rast e, di kurdî de zarava û devok hene. Ev rewş, ne tenê xweserî zimanê kurdî ye. Di
hemû zimanan de zarava û devok hene. Standardbûn tenê di zimanê nivîskî de heye, ne di yê
devkî de. Kîjan gel an netewe dikare biangiştîne (îdea bike) ku hem zimanê wan ê devkî û hem jî
yê nivîskî zimanekî hevgirtî û standard e!...
Rewşa zimanê standard bi rewşa dewlet-netewe, dewleta modern ve têkildar e.
Dibêjin zimanê kurdî, zimanekî têkilhev û col e. Tu kes bi awayekî zanistî nikare bibêje ku
filan ziman xwerû û sade ye. Di hemû zimanan de peyvên biyanî hene. Ji bo vê rewşê em
nimûneyeke balkêş li vir bidin. Di zimanê hemû gel û neteweyên misilman de serdestî û bandora
zimanê erebî berbiçav e. Her wiha di zimanê gelên îsewî de jî mirov rastî hîkarî û bandora zimanê
latînî tê. Ev rewşa hanê ji ber ol û dîn e. Ji ber ku zimanê mizgeftê û Quranê erebî û yê dêrê jî
latînî ye.
Ji bilî vê yekê, hemû gelên cîranên hev ji ber sedemên cihê, ji aliyê zimên ve jî bandor li hev
kirine û peyv dane hev û ji hev stendine.
Îro em bi awayekî zelal di zimanê tirkî, kurdî û farisî de rastî peyvên erebî tên, her wiha van
her çar zimanan ji hev û din peyv standine û dane hev. Ji ber ku wêjeya farisî demekê gelên wekî
kurd, ereb û tirk ji xwe re hijmetkar hiştiye lewma jî peyvên wî zimanî ketine nav zimanê van
gelan. Ev jî tiştekî asayî û siruştî ye.
Kurd, gelekî dêrin ên vê herêmê (Mezopotamyayê) ne û xwedî şaristaniyeke zengîn in. Ji
pêşiyên kurdan pir bermayî mane, ku hinek jê berhemên nivîskî ne. Ji belgeyên ku bi dest ketine,
em pê dihesin ku kurdan ji berê de nivîs bi kar anîne.
Belê, ev kitêbok ne li dû aşkerakirin û peyitandina wan tiştan e ku li cîhanê gelek pispor û
mirovên sade jî pê dizanin. Lê ji ber ku di van demên dawîn de, li ser mijara zimanê kurdî û
kurdan gelek gengeşî û hewlên berevajîkirina rastiyan pêk hatin û di van gengeşiyan de ne
102
pisporên mijarê yên kurd û ne jî saziyên wek enstîtuyê hebûn, ji lew re me pêwîst dît ku em bi
awayekî puxteyî ji mijarên li ser zimanê kurdî behs bikin. Em xwedî wê baweriyê ne ku, ev
kitêbok dê bi kêr bê da ku gengeşî û nîqaş li ser zemîneke rast bên kirin.
Alfabeyên ku kurdan bi kar anîne
Palpişt û belgeyên di dest me de, bi me bidin zanîn ku kurdan bi dirêjiya dîrokê re gelek
alfabe bi kar anîne. Lê belê em pê nizanin bê kurdan serê pêşîn kîjan alfabe bi kar aniye û kengê
dest bi nivîsandina nivîsê kiriye. Ji bilî alfabeyên ku em dê li jêrê bidin, kurdan xetên aramî,
suryanî û grekî jî bi kar anîne.
Alfabeyên ku heta niha kurdan bi kar anîne ev in:
1) Nivîsa Mixî: Medan şeş (6) tîpên din jî bi ser ve kirine û hejmara tîpên vê alfabeyê ji sî û
şeşan (36) derxisitine çil û duduyan (42). Ev alfabe ji çepê ber bi rastê ve tê nivîsandin.
2) Alfabeya Avesta: Ev alfabe ji çil û çar (44) tîpan pêk tê û ji hêla rastê ber bi hêla çepê ve tê
nivîsandin. Hin çavkanî destnîşan dikin ku, çil û heşt (48) tîpên alfabeya Avesta hene.
3) Alfabeya Aramî: Belgeyên herî kevn ên kurdî bi vê alfabeyê hatine nivîsandin, ev belge li
şikeftên herêma Hewremanê hatine dîtin. Her wiha tê gotin ku nivîsarên Kurdî bêhtir bi vê
alfabeyê ne. Belgeyên hatine dîtin, ku nivîs li ser çermê xezalan e, ji nav wan ên herî kevn ji salên
88-87 ên beriya zayînê ne.
4) Alfabeya Berê ya Pehlewî : Bi vê alfabeyê, bi navê ‘Dînkerd’ pirtûkek bi zaravayê soranî
hatiye nivîsandin.
5) Alfabeya Masî Soratî: Dîrokzanê Ereb Ibn Wehşiye, di pirtûka xwe ya ku di sala 855’ê
zayînî de qedandiye, dibêje kurdan ev alfabe (Masî Soratî) bi kar aniye û sê (3) berhemên ku bi vê
alfabeyê hatine nivîsandin jî dîtine. Ev alfabe sî û şeş (36) tîp bûne, lê kurdan şeş (6) tîpên din jî lê
zêde kirine.
6) Alfabeya ku Kurdên Êzîdî bi kar tînin: Bi sedan sal e ev alfabe ji aliyê kurdan ve tê bikaranîn
û ji sî û yek (31) tîpan pêk tê. Ji milê rastê ber bi milê çepê ve tê nivîsandin. Hinek kes ji vê
alfabeyê re ‘Alfabeya Sirê’ (ango Huruful el Sır) jî dibêjin. Pirtûka olî ya pîroz a æzîdiyan Mushefa
Reş û Cîlwe bi vê alfabeyê hatine nivîsandin.
7) Alfabeya Erebî ya Kurdî
8) Alfabeya Latînî ya Kurdî
9) Alfabeya Kirîlî ya Kurdî
Ji bilî van alfabeyan, li Hêrêma Zêwê ya Rojhilatê Kurdistanê, çav bi cureyeke nivîsê hatiye
ketin ku li ser tepsiyeke zîvîn e. Li gor lêkolîneran, ev nivîs ji beriya zayînê (beriya mîladê) ji
sedsala 8’an maye û ev nivîs aîdê medan e. Ji bilî vê belgeyê, li cihekî din kes rastî heman cureyê
nivîsê nehatiye.(1)
Di nav zimanê cîhanê de zimanê kurdî
Zimanê kurdî, her wekî ku gelek zimanzan û kurdzanan jî destnîşan kiriye, ji malbata
zimanê îndo-ewropî ye. Di nav vê malbatê de kurdî, ji koma zimanê Îranî ye. Ji nav koma zimanê
îranî jî, li milê bakurê rojava dikeve. Niha em navên hin zimanên ku di koma zimanê Îranî de cih
digirin bidin:
Farisî, kurdî, belûcî, osetî, yexnûbî, peştoyî, pamirî û hwd.
Ji bo ku cihê zimanê kurdî xweş diyar û zelal bibe, em bala xwe berdin ser senifandina
zimanan. Zimanzan, wek adet zimanan ji du aliyan ve disenifînin û vê yekê li gorî şêwe û binyadê
dikin.(2)
103
a) Ji aliyê şêweyê ve ziman
Zimanzan ji aliyê şêweyê (morfolojiyê) ve zimanan li sê koman parve dikin:
1) Zimanên yek-kîteyî: Zimanên çîn û tîbetê gişt bi vî rengî ne.
2) Zimanên pêvekî: Tirkî û macarî pêvekî ne.
3) Zimanên tewangbar: Zimanên îndo-ewropî û samiyî tewangbar in.
Ji ber ku zimanê kurdî jî, zimanekî tewangbar e(3) divê em li ser tewangbariyê çend tiştan
bibêjin. Zimanzan tewangbariyê wiha rave dikin: “Tewang di dema kişandinê de guherîna rayekê
(qurm, kok), bi taybetî jî guherîna dengdêrên rayeka lêkerê ye.Ó(4)
Ji bo zimanên tewangbar mînaka herî navdar erebî ye. Di erebî de dengdar (konsenant,
bêdeng) wekî xwe dimînin û bi dengdêrên (vokal, bideng) ku têne serî û dikevine nava peyvê, bêje
pêk tên. Mînak, ktp sê dengdar in û bêjeyên kîtap, mektep, katîp, hwd. bi guherîna dengdêran pêk
tê. Dîsa chl sê dengdar in, her wiha bi guherîna dengdêran peyvên mîna, cahîl, cehele, çêdibin.
Di kurdî de cureyên peyvê yên guherbar ditewin ango li gorî peywira ku digirin ser xwe
diguherin. Ev yek heta bigihe rayeka lêkerê jî diguhere. Ji bo nimûne lêkera kirin, di dema niha de
dibe /di-k-im/, li vê derê ji lêkerê tenê tîpa /k/yê dimîne. Em nimûneyeke din jî bidin, lêkera
parastin. Em vê lêkerê bi dorê, li gorî deman bikişînin. Pêşî li gorî dema niha.
ez di-parêz-im
ez, cînavka kesê yekemîn ê yekejimar (ji desteya cînavkên netewandî, xwerû)
di, qertafa dema niha
parêz, qurmê lêkerê (ya fermanî)
im, jî qertafa kesê yekemîn ê yekejimar
Niha jî em li gor dema borî bikişînin:
min parast
min, cînavka kesê yekemîn ê yekejimar (ji desteya cînavkên tewandî)
parast, qurmê lêkerê (ya dema borî)
Wek ku ji mînakan jî xuya dibe, di kurdî de ne tenê dengdêr her wisa dengdar jî diguhere.
Çawa ji lêkera ‘parastin’ê xuya dibe, di çaxê kêşana dema niha de, de qurmê lêkerê (parêz) de, /a/
bûye /ê/ û /s/ jî bûye /z/.
Li aliyê din, di tirkî de tu car di dema kêşanê de rayeka lêkerê naguhere, her tim wekî xwe
dimîne. Çawa ku rayek naguhere her wisa dengdar û dengdêrên wê jî li dengê din naguherin.
Mînak, lêkera çûn ‘gitmek’ e, koka wê /git/ e, mirov dikare gelek qertafên kişandinê û dariştinê
bîne dawiya wê, wekî gittim, gidildi, gidecet, gitmişlerdi û hw.
b) Ji aliyê binyadê ve ziman
Ji aliyê binyadê ve zimanan li pênc komên sereke lêkve dikin:
1) Îndo-Ewropî (îngilîzî, fransizî, kurdî, farisî)
2) Semîtîk (erebî, îbranî, akadî)
3) Bantû (zimanên başûr û naverasta Afrîkayê)
4) Zimanên Çînî (zimanên çîn û tîbetê)
5) Ural-Altay (fînî, macarî, ûygûrî, tirkî, moxolî)
104
Çawa ku me li jorê jî dabû xuyakirin, zimanê kurdî zimanekî îndo-ewropî ye. Dema mirov
bala xwe dide zimanên îndo-ewropî mirov rastî gelek peyvên nêzî hev tê. Ew rewşa hanê ji bo
hemû zimanê ku di heman malbat û komê de ne, wisan e. Niha jî ji bo vê yekê em tabloya jêrîn
derpêş bikin.
Kürtçe
Đngilizce
Almanca
Fransızca
Farsça
Grekçe
stêr
star
stern
astre
sitare
astron
kurt
short
kurz
court
-
-
lêv
lip
lippe
levre
leb
-
jenû
-
-
geneou
-
-
dilop
drop
tropfen
-
-
-
nav
name
name
nom
name
-
no/na
no
nein
non
-
-
tu
-
du
tu/te
-
-
nû/niwe new
neu
neu
-
-
neh
nine
neun
neuf
-
-
dot
douther
-
-
-
-
bira
brother
-
-
brader
-
Li ser vê mijarê Minorsky(5) wiha dibêje: “Kurdî jî wekî farisî yek ji zimanên rojavayê Îranê
ye. Her wekî Andreas, Salamann, O. Mann, Meillet, Lent, T. Tedesco jî gotiye, zimanê rojavayê
Îranê dibin du bir, bakur û başûr, ew her du bir tevî hev bûne. Digel vê yekê jî, di zimanên îroyîn
de gelek tiştên ji hev re biyanî hene, kurdî û farisî ji gelek aliyan ve xwediyên taybetiyên serbixwe
ne. Ango zimanê kurdî dikeve birê bakurê rojavayê zimanê îranî.Ó
Gelek kes, ji ber ku zimanê kurdî û farisî xwediyê gelek peyvên hevpar in, zimanê kurdî
wekî zaravayekî farisî bi nav dikin, lê zimanzanên ku li ser kurdî xebat kirine vê yekê red dikin.
Ligel vê yekê em dîsan dixwazin cudahiyên di navbera kurdî û farisî de bidine xuyakirin.
Cudahiyên di navbera kurdî û farisî de
Zimanê Kurdî û faris ji ber ku di heman komê de ne, ji hin aliyan ve nêzî hev in. Ji ber vê
yekê, hin dewletên ku li ser kurdan serwer in, hebûna kurdan napejirînin û zimanê wan wek
zimanekî col (têkilhev) û xerabûyî yê farisî bi nav dikin. Pê namînin û vê yekê ji baweriyên xwe
yên siyasî û perspektîfên xwe yên paqijkirina etnîkî re dikin kerese (malzeme). Ev îstismara hanê,
ji awira zanistî gelekî dûr e. Lewma em pêwist dibînin ku cudahiyên van her du zimanan bi
awayekî serkî be jî, li ber çavan raxin. Çendî ku ev her du ziman nêzî hev bin, ew qas jî, ji hev cihê
ne û her yek ji wan zimanekî serbixwe ye.
Kurdî zimanekî zayendî ye, ango nêr û mêtî tê de heye, lê ev yek di farisî de tune. Di kurdî
de (di kurmancî û kirmanckî/zazakî de) du kom cînavk hene, lê di farisî de em rastî tiştekî wiha
nayên. Ev her du komên cînavkên di kurdî de, di lêkerên gerguhêz de ji hev cuda têne bikaranîn,
ango zimanê kurdî zimanekî ergatîv e. Mînak ji bo zaravayê kurmancî:
Min nan xwar.
Ez nên (nanî) dixwim.
105
Mînak ji bo zaravayê kirmanckî:
Min nan werd
Ez nanî wena
Her wiha di zimanê kurdî de nêr û mêtî di cînavkên kesîn û nîşandanê de jî heye, lê belê di
farisî de tiştekî wiha nîn e. Ji bilî vê yekê, di kurdî de du kom cînavkên nîşandanê hene, farisî ne
xwedî taybetiyeke wiha ye.
Em dikarin gelek cihêtiyên van her du zimanan destnîşan û amaje bikin. Lê belê ya baş ew e
ku em gotinê bidin Vladimir Minorsky bê ka ew der barê van her du zimanan de çi dibêje.
Kurdnas V. Minorsky dide xuyakirin ku, zimanê kurdî û farisî ji hev cihê ne û yer yek ji wan,
zimanekî serbixwe ye. Mînorsky aşkera dike ku di navbera kurdî û farisî de pênc cudahiyên girîng
hene:(6)
1) Denganî: Denganiya (fonetîka) kurdî ji ya farisî cihê ye.
2) Guherîna dengan: Peyvên ku ji heman kokê tên jî, ji aliyê deng ve guherîneke mezin di
wan de çêbûye.
3) Cudahiya şeklan: Ji cînavkan bigire heta bi kêşan û çevana lêkeran, ji qertafên cînavkên
xwedaniyê bigire heta bi qedaneka navdêran û hwd cudahî heye.
4) Cudahiya peyvsaziyê.
5) Cudahiya peyvan.
Zaravayên kurdî
Li ser mijara zaravayên kurdî gelek nêrînên ji hev cihê hene. Nemaze hin kesên ku
naxwazin hebûna kurdan û zimanê wan bipejirînin, hemû devokên kurdî wekî zarava nîşan didin
û hin caran zarava jî wekî ziman didine xuyakirin. Lê ev kêşe û arîşeya hanê, ji mêj ve ji hêla
zimanzan û kurdnasan ve hatiye ronîkirin.
Hê di sedsala 16’an de Şerefxanê Bedlîsî di berhema xwe ya navdar Şerefnameyê(7) de
zaravayên kurdî wiha rêz dike: 1) Kurmanc, 2) Lor, 3) Kelhûr, 4) Goran
Li gorî G. Girvinli ku di salên 1836-37’an de li ser etnografiya kurdî hinek lêkolîn kirine,
zimanê kurdî dibe du beş: kurdiya jêrîn û kurdiya jorîn.
Peter Lerch (1857-58) kurdî li pênc zaravayan dabeş dike: zaza, kurmancî, kelhûrî, gûranî û
lûrî...
Oscar Mann, kurdî wekî kurdiya rojava, rojhilat û başûr dike sê beş. Mann, goranî û zazakî
wekî kurdî napejirîne.
E. B. Soane, di berhema xwe ya bi navê Grammar of Kurmanji or Kurdish Langauge
(1913) de, kurdî li sê beşan parve dike: kurmanciya jorîn, kurmanciya jêrîn, lorî-zaza (hewramî û
goranî).(8)
Ziya Gökalp, di xebata xwe ya bi navê Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler de,(9)
kurdî wek pênc zarava hildaye dest: kurmanc, zaza, soran, goran û lor. Gškalp daye zanîn ku, ev
gişt zarava ji kurdiya qedîm derçûne.
Dr. Mac Kenzie, kurdî dike sê kom: koma bakur, koma navîn û koma başûr.
Cemal Nebez jî kurdî dike çar beş: kurdiya bakur, kurdiya navîn, kurdiya başûr, goranîzazayî.
Alaedîn Secadî, di berhema xwe ya bi navê Destûr û Ferhengî Zimanî Kurdî, Erebî û Farisî
de, zimanê kurdî dike du beş: kurmanciya behdînî û soranî.
106
Li gorî Dr. Kemal Fuad zimanê kurdî çar zarava ne: 1) kurdiya rojava (jorîn) 2) kurdiya
rojhilat (jêrîn) 3) kurdiya başûr 4) kurdiya zazakî-goranî.
Fuat Heme Xurşîd, di berhema xwe ya bi navê Zimanî Kurdî, Dabeşbûnî Cografyayî
Dîyalêktekanîy de, zimanê kurdî wiha dabeş dike: 1) kurmanciya bakur 2) kurmanciya navîn 3)
kurmanciya başûr 4) goranî.
Emîr Hesenpûr(10), di xebata xwe ya bi navê National and Language In Kurdistan (19181985) zimanê kurdî dike dike çar zarava: kurmancî, koranî, hewramî, kîrmanşanî.
Ji xebatên van zimanzan jî diyar dibe ku, bi piranî ew xwediyê wê raman û hizrê ne, ku di
kurdî de çar zarava hene:
1) kurmancî (kirdaskî)
2) kurmanciyanaverast (soranî)
3) kirmanckî (kirdkî, zazakî-goranî)
4) loranî.
Kurmanciya bakur (kurmancî) û kurmanciya başûr (soranî) du zaravayên sereke ne. Ev her
du zarava wekî zaravayên ku xwediyê wêjeyeke nivîskî ne, têne pejirandin. Van demên dawîn,
zaravayê kirmanckî (dimilkî-zazakî) jî hêdî hêdî ber bi nivîskîbûnê ve gavan diavêje.
Di nav zaravayên kurdî de zaravayê ku herî zêde pê tê axaftin kurmancî ye. Kurmancî li
hemû deverên ku kurd lê dijîn pê tê axaftin.
Li Tirkiyeyê bi tenê Kurmancî û zazakî hene. Ji bilî çend deverên mîna Anatoliya Navîn û
Qerejdaxê, ku şêxbizinî lê dijîn. Ev jî devoka soranî ye.
Tevliheviya di warê zaravayan de pirî caran jî, ji ber navlêkirinê tê. Wek nimûne, ji bo
kurmanciya bakur, li başûr behdînî û li rojhilat jî şikakî tê gotin. Her wiha ji bo zaravayê
kurmanciya jêrîn jî, kurmanciya xwarû, soranî tê gotin. Heman tevlihevî di warê dimilkî de jî balê
dikişîne. Navên wekî kirdkî, kirmanckî, dimilî, dêrsimkî, sobê hwd. têne bikaranîn. Ji bo hewramî
jî navê goranî tê bikaranîn.
Wekî ji mînakên jorîn jî xuya dibe, navên ku hemû lêkolîner li ser li hev dikin, navên mîna
kurdî, kurmancî, kirmanckî û kirdkî ne. Navên din tev navên herêm û êl û eşîran in.
Devokên zaravayên kurdî
Kesên ku naxwazin zimanê kurdî wek zimanekî serbixwe bipejirînin, axaftina her bajarî,
heta ya her gundî wekî devok, heta hin caran jî wekî zarava bi nav dikin. Çawa ku di hemû
zimanan de zarava û devok hene, wisa di zimanê kurdî de jî hene. Em ji bîr nekin ku standardî di
zimanê nivîskî de heye, lê di zimanê devkî de. Bêyî mudaxele û statûya siyasî, zimanê standard pêk
nayê.
Ehmedê Xanî (sedsala 17’an), di berhema xwe ya navdar Mem û Zînê de(11) zaravayê
kurmancî li ser sê devokên bingehîn pareve kiriye. Em vê peyt û tespîta wî bi malikeke ji şahesera
wî nîşan bidin:
Bohtî û mehmedî û silîvî
Hin la’l û hinik ji zêr û zîvî.
Mirov dikare vê gotina Ehmedê Xanî ji bo devokê kurmancî wekî bingeh bigire. Bi awayekî
giştî lêkolîner, devokên zaravayên din jî wiha rêz dikin:
Kurmanciya naverast (soranî): silêmanî, mukrî, sineyî.
Kirmanckî (zazakî): devoka Dêrsimê û devoka Siwêregê.
107
Hevoksazî
Hevoksazî, bi me dide zanîn bê cureyê peyvan di kîjan devera hevokê de cih digirin û çawa
bi hev ve têne girêdan. Ango hevoksazî, rewşa peyvan û celebê peyvan a li hemberî hev û din e.
Di kurdî de, di navbera peyvan de pêwendî û girêdan wiha pêk tê:
Di kurdî de peyv, bi alîkariya veqetandekan (harfî tarîf) bi hev ve têne girêdayîn.
Veqetandekên di kurdî de du çeşîd in; diyar û nediyar. Pêşî em ji bo veqetandekên diyar mînakan
bidin.
mala mezin (navdêr-rengdêr)
mastê we (navdêr-cînavk)
keçên bedew (navdêr-rengdêr)
Ji bo veqetandekên nediyar jî mirov dikare van wekokan bide.
maleke mezin
mastekî tirş
keçine bedew
Her wekî ji mînakan jî xuya dike, pevgirêdana peyvan di kurdî de dijberî ya tirkî ye.
Mînak:
mala min
Heke em vê terkîbê bi tirkî binivîsin, dê wiha be:
Benim evim
Di vê mînakê de aşkera dibe ku hem veqetandekên her zimanan û hem jî cihê hêmanan ji
hev cihê ne. Di kurdî de veqetandek bi navdêrê ve dibe lê bi cînavkê ve nabe. Di tirkî de îcar
veqetandek bi cînavkê ve dibe, lê bi navdêrê ve nabe.
Hevoksaziya kurdî, her wiha ji gelek aliyan ve ji hevoksaziya farisî jî vediqete. Der barê vê
yekê de em guh bidin peyitandinên V. Minorsky: “Sentaksa kurdî ji aliyê peyvên hevedudanî û
lêkerên gerguhêz ve her du (kurdî û farisî) ziman ji hev cuda dibin.Ó(12)
Di zimanê kurdî de rêza hêmanên hevokê ji yên tirkî û farisî cuda ye. Di hevokên tirkî yên
sererast de pêveber tim li dawiya hevokê ye. Mînak:
Ben Dün Ankara’ya gittim. (kirde+ têrker+pêveber.)
Em vê hevokê bi kurdî saz bikin:
Ez duh çûm Enqereyê. (kirde+têrker+pêveber+têrker.)
Ji bo ku hevokek bê sazkirin, du hêmanên bingehîn divên. Ew hêman, kirde û pêveber in.
Em bi nimûneyan ji sivikiyê ber bi giraniyê hevokan tevî hêmanan bidin:
ez
çûm
kirde
pêveber
Bi tenê pêveber jî dikare hevokekê pêk bîne. Her wekî ji mînaka li jor jî diyar dibe, ku mirov
cînavka kesê yekemîn a yekejimar /(ez/ biavêje, /çûm/ bi serê xwe jî hevokekê pêk tîne. Di
hevokên sanahî de, kirde tê serî û pêveber tê dawiyê. Hevoksaziya lêkerên gerguhêz û negerguhêz
ji hev cuda ye. Bi kurtasî, li gorî kompleksbûna hevokê, cihê hêmanên wê diguhere.
Hêmanên hevokê wiha li dû hev rêz dibin.
108
1) Kirde + têrker + pêveber
Tu
li serê çiyayê Sîpanê
kirde
têrker
dijî.
pêveber
2) Kirde + bireser + têrker + pêveber
Şivên
nanê xwe
dereng xwar.
kirde
bireser
têrker
pêveber
3) Kirde + têrker + pêveber + têrker
Hûn
dê tu caran
neçin
Geverê
kirde
têrker
pêveber
têrker
Di kurdî kirpandina kîjan hêmanê bê xwestin, ew hêman nêzîkî pêveberê dibe. Mînak:
Ez ê kevirekî bi tevşo bişikînim.
(3)
(2)
(1)
Ez ê bi tevşo kevirekî bişikînim.
(3)
(2)
(1)
Kevirekî bi tevşo ez ê bişikînim.
(3)
(2)
(1)
Bi tevşo kevirekî ez ê bişikînim.
(3)
(2)
(1)
Mirov di kurdî de rastî hevokên şikestî jî tê. Ev hevok bêhtir di helbest, axaftin û gotaran de
têne dîtin.
Piştî ku roja me bû [pêveber] tarî, mirin xweştir e [kirde] ji amberê (Ehmedê Xanî).
Taybetiyeke balkêş a zimanê kurdî, ergatîvbûna wê ye. Hevokên ku bi lêkerên gerguhêz
têne sazkirin, ji yên negerguhêz cuda ne. Ji ber vê yekê jî di kurdî du kom cînavk hene, her wiha
lêker jî hin caran li gorî kirdeyê, hin caran jî li gorî bireserê têne kişandin. Mînak:
Ez te dibînim.
Min tu dîtî.
Di hevoka yekemîn de lêker li gorî kirdeyê (ez), di ya duyem de jî li gorî bireserê (tu) hatiye
kişandin. Ligel vê taybetiya ku me li jor dabaş kir, di lêkerên gerguhêz de mêjera navdêrê di
demên borî de, di lêkerê de diyar dibe. Mînak:
Min sêv xwar.
Min sêv xwarin.
Di mînaka yekem de /sêv/ yekejimar e û di hevoka duyem de jî /sêv/ pirejimar e.
Di demên bê û niha de, pirejimarî ji bireserê diyar dibe. Nimûne:
Ez sêvê dixwim.
Ez sêvan dixwim.
Zayend
109
Kurdî zimanekî zayendî ye û hemû peyv an nêr in, an jî mê ne. Ji bilî heyberên candar,
heyberên necandar jî xwediyê zayendê ne, lê ev zayendîbûn tiştekî rêzimanî ye. Zayenda peyvan bi
du awayan, bi veqetandek û qertafên tewangê diyar dibe. Peyv bi serê xwe nêtar in.
Mînak:
kevçî, çav, pênûs, giyan...
Zayenda bi veqetandekê:
Çavê şîn
pênûsa zirîçî
Di vir de veqetandeka /a/yê mêtiyê û veqetandeka /ê/yê nêrîtiya peyvê nîşan dide.
Zayenda bi tewangê:
siya darê
nikulê dikî
Li vê derê jî, qertafa /ê/yê zayenda mê, qertafa /î/yê jî zayenda nêr nîşan dide.
Veqetandek
Di zimanê kurdî de, terkîb bi veqetandekan tên çêkirin. Ev veqetandek jî nêr û mê ne. Her
wiha veqetandekên di kurdî de du cure ne; diyar û ne diyar. Ji ber ku di zimanê kurdî de rewşa
navdêran nîn e, bi veqetandek û qertafên tewangê terkîb tên sazkirin.
-ê
: yekejimar, nêr û diyar
-a
: yekejimar, mê û diyar
-ên
: pirejimar, diyar (ji bo her du zayendan)
-ekî
: yekejimar, nêr û nediyar
-eke
: yekejimar, nêr û nediyar
-ine
: pirejimar, nediyar (ji bo her du zayendan)
Tewang
Yek ji taybetiya zimanê kurdî jî tewangbarî ye. Di zimanê kurdî de, hinek beşên hevokê li
gorî erka ku digirin ser xwe diguherin, hinek qertafan digirin; ji vê yekê re tewang tê gotin. Di
kurdî de beşên hevokê yên guherbar (lêker, navdêr, cînavk, veqetandek, jimarnav) ditewin. Di
kurmancî de, pirjmariya navdêr û cînavkên xwerû bi alîkariya veqetandek û lêkerê diyar dibin, lê di
kirmanckî (dimilkî) de pirejimariya navdêrên xwerû bi alîkariya qertafa /-î/yê diyar dibe. Wekî
mînak:
Kurmancî:
Min pênûs bir (yekejimar û binavkirî)
Min pênûs birin (pirejimar û binavkirî)
Min pênûsek bir (yekejimar û nebinavkirî)
Min pênûsin birin (pirejimar û nebinavkirî)
Kirmanckî:
Min say werd
110
Min sayî werdî
Tewanga navdêrên nêr:
Di kurmancî de tewanga navdêrên nêr bi du awayan pêk tê.
a) Qertafa /î/yê tê dawiya peyvê.
b) Heke tê de dengê /a/ an jî /e/ hebe, ew deng dibe /ê/. Mînak:
Xwerû
Tewandî
şivan
gopalê şivanî/şivên
nan
nên/nanî bîne
bajar
Zîlan Ronahî ji aşî/êş tê.
nîvîskar
nivîskêr/nivîskarî xweş nivîsiye
gotîn
gotinê ez êşandim
Tewanga navdêrên mê:
Dengdêra /ê/yê tê dawiya peyvê û tewanga wê ya mêtiyê pêk tê; mînak:
meha biharê
porê jinikê
Ji ber ku kurdî zimanekî tewangbar e, cînavkên kesîn du cure ne. Yek jê tewandî ye, yê din
xwerû ye.
ên xwerû
ên tewandî
ez
min
tu
te
ew
wî/wê
em
me
hûn
we
ew
wan
Nîşe: Dema ku daçekek bikeve ber cure peyvên guherbar wan ditewîne.
Peyvsazî
Kurdî, zimanekî wisa ye ku ji pêş, paş û navê ve qertafan digire. Ev qertafên çêkirinê jî di
nav xwe de dibin du bir. Yek jê ew qertaf in ku tenê bi wan ji lêkeran, lêkerên çêkirî tên
bidestxistin. Qertafên din jî, tenê bi wan navdêr û rengdêr tên çêkirin. Her wiha carinan di bastûra
(bunyeya) peyvê de guherînek tê pêkanîn û jê navdêr tê peydekirin. Nemaze ev rewş, di raweya
lêkera fermanî de çêdibe (ji bo halê negerguhêz ê lêkerê). Nimûne bi+şewit+e, /bi/ raweya
fermanî, /şewit/ qurmê lêkera fermanî, /e/ jî qertafa kesê duyemîn a yekejimariyê ye. Em tenê
qurmê lêkera fermanî hildidin dest û /i/ya di kîteya duduyan de dikine /a/ û navdêrê bi dest
dixin: şewit, şewat /i/ bû /a/ û bi vî awayî şewit bû şewat.
111
Ji bilî vê yekê, ji qurmê lêkera fermanî jî qertafên kirdenavan bi dest tê xistin, nimûne: Ji
lêkera kuştinê bi-kuj-e, /bi/ û /e/ bê avêtin dimîne |kuj/, em wê bînin deynin ber peyva /agir/
wê peyveke wiha bê himatê: agirkuj.
Em bi berfirehî behs ji qertafan nekin, hema ji bo ku mijar zelal bibe û dabaş bê fêmkirin
em dê li ser wan rawestin. Pêşî ji bo lêkeran em qertafan bidin.
a) Qertafên lêkerçêker
Ber + dan : berdan
Da + dan : dadan
Der + anîn : deranîn
Hil + kirin : hilkirin
Ha + kirin : rakirin
Ro + kirin : rokirin
Ve + xwarin : vexwarin
Vê + xistin : vêxistin
Wer + girtin : wergirtin
Tê + koşîn : têkoşîn
Niha jî em çend qertafên ku tên paşiya navdêr û rengdêran û bi wan lêkerên sade tên
çêkirin bidin:
andin, isandin, ijandin
Bi van qertafan li jorê lêkerên gerguhêz tên bidestxistin. Nimûne:
Saz + andin : sazandin
Nerm + ijandin : nermijandin
Rep + isandin : repisandin
în, isîn, ijîn:
Bi van qertafê hanê jî, lêkerên negerguhêz tên çêkirin.
Rep + isîn : repisîn
Saz + în : sazîn
Nerm + ijîn : nermijîn
b) Qertafên ji bo daraştina navdêr û rengdêran
Piştî van, îcar em bên ser qertafên ku bi wan navdêr û rengdêr tên çêkirin. Ev navdêr jî
dibin du bir; kirdenav (ismî fail) û tiştenav (ismî meful). Ev qertaf hem tên pêşiya peyvê û hem jî
tên paşiya peyvê. Ji bo wan jî em çend nimûneyan bidin: Pêşî parkît (paşgir), di pey re pêrkît
(pêşgir) û dawiyê jî em navkîtan (navgiran) bi nimûneyan derpêş bikin.
Bi parkîtan daraştina peyvan:
Kar + ker : karker
Ber + ek : berek
Dar + ik : darik
Ser + ok : serok
112
Aş + van : aşvan
Rim + baz : rimbaz
Guh + ar : guhar
Mal + dar : maldar
Teng + asî : tengasî
Kirîv + atî : kirîvatî
Xwîn + î : xwînî
Şer + oyî : şeroyî
Yekt + îtî : yekîtî
Bi pêrkîtan daraştina peyvan:
A + şûjin : aşûjin
Ber + av : berav
Ser + dest : serdest
Ne + yar : neyar
Tele + bext : telebext
Hem + pa : hempa
Hev + kar : hevkar
Kele + girî : kelegirî
Zir + keç : zirkeç
Bi + kuj : bikuj
Bele + guh : beleguh
Gû + sterk : gûstêrk
Bi navkîtan daraştina peyvan:
Ser + an + ser : seranser
Dest + e + bira : destebira
Şad + û + man : şadûman
Rû + bi + rû : rûbirû
Encam
Her ziman xwedî rê û rêzikan e û taybetî û qalibên wî hene. Ligel vê yekê, hin rêzikên ku ji
bo zimanan pişkdar in, jî hene. Ev rêzikên hevpişk (muşterek), bi giştî di navbera zimanên ku ji
heman malbatî ne de, têne dîtin. Ji lew re, pir tiştekî asayî û siruştî ye ku hin ziman ji hin aliyan ve
bişibin hev û hêlên wan ê hevpar hebin.
Digel vî qasî, ji van mijarên ku em li jorê yeko yeko li serê rawestiyan, xuya dibe ku zimanê
kurdî ji gelek aliyan ve hem ji erebî, hem ji farisî hem jî, ji tirkî cuda ye. Bi taybetî em dixwazin
balê bikişînin ser cihêtiyên di navbera kurdî û tirkî de. Ji ber ku, hin zimanzan, siyasetmedar û
kesên ji pîşeyên cuda yên tirk îdia dikin da ku zimanê kurdî ne tu ziman e û kurd bi eslê xwe jî tirk
in. Ji bo ku der barê zimanê kurdî û tirkî de hizr û ramaneke zelal ji kesê meraqdar re çêbe, em dê
bi çend xalên berbiçav cihêtiya van her du zimanan bidin xuyakirin.
113
Kurdî ji malbata zimanê îndo-ewropî, tirkî ji ya ural-altayî ye.
Kurdî zimanekî tewangbar e, tirkî zimanekî pêvekî ye.
Kurdî zimanekî zayendî ye, tirkî ne wisan e.
Di kurdî de du kom cînavkên kesîn û nîşandanê hene, di tirkî de ev yek nîn e.
Di kurdî û tirkî de awayên çêkirina terkîban dijberî hev in.
Zimanê kurdî, ji pêş, paş û navê ve qertafan digire, lê di tirkî de qertaf tenê tên paşiya
peyvê.
Di kurdî de peyv bi du û sê dengdaran jî dest pê dike, lê dî tirkî de peyv tenê bi dengdarekê
dest pê dike.
Bi kurtî, rêzimana kurdî û ya tirkî qet naşibe hev, denganiya wan, hevoksaziya wan û
peyvsaziya wan gelek dûrî hev in.
Em bên ser angaştên der barê zarava û devokên zimanê kurdî de. Çawa ku di zimanên din
de jî tê dîtin, di zimanê kurdî de jî devok û zarava hene. Ev zarava ev in:
1) Kurmancî (kirdaskî)
2) Kurmanciya naverast (soranî)
3) Krmanckî (kirdkî, dimilî, zazakî)
4) Loranî.
Ji van zaravayan tenê li Tirkiyeyê kurmancî û kirmanckî hene.
Di zaravayê kurmancî de sê devokên bingehîn hene: botî, silîvî û mehmedî. ji van, devoka
botî ji bo zimanê nivîskî yê kurmancî wekî bingeh hatiye pejirandin. Rêziman, vekît û ferheng li
gor vê yekê hatine amadekirin.
Du devokên himî yên zaravayê kirmanckî hene: dêrsimî û sêwregî.
Zimanê kurdî ji mêj ve wek zimanê perwerde û hîndekariyê hatiye bikaranîn. Medreseyên
kurdan palpişt û delîlên vê yekê ne. Di van medreseyan de ji bilî kurdî zimanê erebî jî hatiye
bikaranîn.
Gotina dawî: Zimanê kurdî têra xwe heye, ji bo ku kurd bi zimanê xwe karibin perwerde
bibin û hîndekariyê pêk bînin, ji hêla zimên ve asteng pir kêm in. Ji bo hemû zimanan çi astengên
zimanî hebin pir hindik ew ji bo zimanê kurdî jî hene. Ji bo ku perwerde û hîndekarî bi kurdî bê
kirin astengên herî girîng astengên qanûnî yên Tirkiyeyê ne.
Çavkanî
1)
Ji bo agahiya berfireh binêrin Varlı, Abdullah; Dîroka Dugelên Kurdan,
Derpêç 1, Weşanên Sîpan, Stenbol 1997& Çeliker, Celadet; Kurtedîroka Alfabên ku
Kurdan Bikaranîne, Kovara Enstîtuya Kurdî ya Stenbolê Zend, hejmar 2, sal 1994.
2)
Aksan, DoÛan; Her Yšnüyle Dil 1 (Ana Çizgileriyle Dilbilim), Türk Dil
Kurum Yayınları, Ankara 1987.
3)
Bedirxan, Emir Celadet & Lescot, Roger; Kürtçe Dilbilgisi, Weşanên Doz ,
Çapa pêncemîn Stenbol 2000.
4)
Aksan, DoÛan; berhema navborî.
5)
Minorsky, Vladimir; Kürtler, Koral Yayınları, Çapa Duyemîn, Stenbol 1992.
114
6)
Minorsky, Vladimir; berhema navborî.
7)
Şerefname, Şerefxanê Bidlîsî, Hasat Yayınları, Çapa Duyemîn, Stenbol 1998.
8)
Ciwan, Mûrad; Türkçe Açıklamalı Kürtçe Dilbilgisi (Kurmanc Lehçesi),
Weşanên Jîna Nû, Çapa Yekemîn, Swêd 1992.
9)
Gškalp, Ziya; Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Sosyal Yayınlar,
Çapa Yekemîn, Stenbol 1992.
10)
Hesenpûr, Emîr; Nationalism and Language In Kurdistan, Mellen Research
University Press, Kanada1992.
11)
Mem û Zîn, Ehmedê Xanî, Hasat Yayınları, Çapa Sêyemîn, Stenbol 1990.
12)
Minorsky, Vladimir; berhema navborî.
EK 3
TÜRKĐYE’NĐN
ANADĐLDE EĞĐTĐM VE ANADĐL EĞĐTĐMĐ POLĐTĐKASI
VE
KÜRT DĐLĐ
KONUSUYLA ĐLGĐLĐ GÖRÜŞLER
TÜRKĐYE’NĐN ANADĐLDE EĞĐTĐM VE ANADĐL EĞĐTĐMĐ POLĐTĐKASI VE KÜRT
DĐLĐ KONUSUYLA ĐLGĐLĐ GÖRÜŞLER
Eğitim-sen genel sekreteri Kemal Ünal : Anadilde eğitim temel bir insanlık hakkıdır.
Türkiye’de yurttaşların eğitim hakkını fırsat eşitliği temelinde kullanabilmesi gerekir. Bu hakkın
kullanılabilmesi gerekir. Bu hakkın kullanılması Türkiye’yi bölmez. Kültürel hakların
kullanılabilmesi Türkiye’yi zenginleştirir, demokratikleştirir. Korkular, yasaklar Türkiye’yi ileri
götürmez, geriletir.
ÖES başkanı Hayri Kozanoğlu : Đnsan hakları, politik, ekonomik ve kültürel haklardan
oluşan bir bütündür, birisinin eksikliği diğerinin hayata geçmesini engeller. Bu anlamda
Türkiye’deki her yurttaşın kendi kültürünü yaşama, yaşatma ve anadilinde eğitim hakkı temel insan
haklarından biridir. Devletin bu hakkı kullanmak isteyen yurttaşlarına anadilde, parasız, kaliteli ve
eşit bir eğitim hakkı olanağı sağlamasını savunuyorum.
115
Hıdır Aslan (Öğretmen) : Ben de Türkçe’yi okulda öğrendim. Đnsanın kendi dilinde
eğitim görmemesi, düşünememesi, konuşamaması bir takım psikolojik sorunlar yaratır.
Prof. Dr. Onur Bilge Kula : Toplum yada bireylerin doğayı biçimlendirme, özlerini
geliştirme ve yaşam koşullarını insancıllaştırma sürecinde yarattıkları değerlikler ve değersizliklerin
toplamı kültürü oluşturur. Kültür ‘öz’ ile ‘başka’nın karşılıklı etkileşimi içinde değişir, ilerler ya da
zaman zaman geriler. Dil, kültürü taşır, korur ve aktarır. Kültürel özgünlükler dille edinilir,
öğretilir, geliştirilir yada köreltilir.
Feyza Hepçingiller ( Türkiye yazarlar sendikası 2. Başkanı) : Her halkın ana dilini
kullanmaya ve dille eğitim görmeye hakkı vardır. Türkiye’de yaşayan bütün halkların da, kendi
kültürlerinin korumanın neredeyse biricik yolu olan anadillerine sahip çıkmak ve bu dili
kurallarıyla öğrenmek hakkı olmalıdır. Anadolu’nun bir kültür mozaiği oluşu gurur duyulacak bir
gerçektir. Bu kültürlerin barış içinde bir arada yaşamasından rahatsızlık duyacak kişiler, ancak
şoven duygularına yenik düşmüş kişiler olabilir. Dünyanın çeşitli yerlerindeki Türkler için kendi
dillerinde eğitim hakkını savunmak, beraberinde Türkiye’de yaşayan halkların da kendi dillerinde
eğitim hakkını savunmayı getirmelidir.
Prof. Dr. Klaus Liebe Harkort (Almanya Eğitim Bilim Sendikası) : Bu tartışmayı
keşke 10 yıl önce 20, 50 evet 73 yıl önce başlatabilseydik, bu kadar kan akmazdı. Okullarımız çok
dilli olursa toplumun çok kültürlülüğü gelişebilir ve bir insanlık mozaiği gibi olabilir. Bu konuda
birbirimizden çok şey öğrenebiliriz. Bu konuda devletlerimiz halklarından da çok şey öğrenebilir.
Kjell Erik Aoos ( Norveç Öğretmenler Sendikası) : Bizler ana dil eğitimi verilmeden
bir şey yapılamayacağına inanıyoruz. Sendikamız bu haklar uğruna mücadele edecektir ve
inanıyoruz ki aynı ilkeler tüm dünya içinde doğrudur.
Nuray Şen (Mezopotamya Kültür Merkezi) : Yaşamdan payını alamayan, kendi
çocuklarına aktaramayan, dağların kuytularında yaşamaya zorlanmış bu ulus, dilini dünyaya
dayatmak zorunda bırakılmıştır. Kürt insanı çok iyi biliyor ki insan olmak için nefes almak yeterli
değildir. Üzülmek, ağlamak, gülmek, mutlu olmak; ve bütün bunlar temel olarak ana dil kültürüyle
yaşanabilecek durumlardır. Kürt artık insan olmak istiyor. Đnsan olmak için konuşmak; konuşmak
içinde anadil sahibi olmak istiyor. Bu bilimsel bir zorunluluktur.
Şefik Beyaz (Kürt Enstitüsü) : Bugünkü eğitim ve öğretim politikası, günümüzün
özgürlükçü demokrasi prensipleriyle, demokratik değerlerle çatışan, gayri insani ve insan haklarını
ihlal eden çağdışı, ırkçı bir politikadır. Bu gerici-ırkçı eğitim öğretim politikasından vazgeçilmesi,
çağdaş olmanın, farklı kültürlere, dillere saygı ve demokratik değerlere sahip olmanın bir gereğidir.
Türkiye’de milyonlarca insanın (Kürt, Arap, Gürcü, Çerkez vs.) diline, kültürüne, beynine ve
duygusuna vurulan bu zincir artık çözülmelidir. Ana dille eğitim ve öğretim hakkı başta Kürt halkı
olmak üzere, diğer azınlık milletlerine de verilmelidir.
Yılmaz Çamlıbel : Bugün 250 ülkede 2800 civarında dil konuşuluyor. Demek ki birçok
ülkede birden fazla dil konuşulmaktadır. Dilin resmi olarak tanınması o dilin gelişiminde önemli
bir rol oynar. Bu durum ülkelere parçalanmayı değil, aksine birlikte demokratik bir tarzda iç içe
yaşamayı getirir.
Bekir Çelebi (Diyarbakır Demokrasi Platformu) : Anadilde eğitim yapılmayışı hatta
yasak oluşu birçok psikolojik ve toplumsal rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Olumsuzluklardan en çok etkilenen toplumlarda olumsuz kişilikler oluşmuş ve bu kişilikler hem o
toplumda hem de çevresinde etkilerini göstermiştir. Sağlıklı bir insan ve toplum yaratmak için
anadilde eğitim yapılmalıdır.
Atilla Öngel (DĐSK Genel Başkan Vekili) : Bir ülkede demokrasinin gelişmişlik
düzeyini belirleyen en temel etkenlerden biri eğitimdir. Eğitimin demokratikleşmesi ise eğitimin
içeriğinin demokratikleşmesine bağlıdır, bu da ezberlemeyi değil, özgür düşünmeyi öğreten, ırkçı
116
ve gerici olmayan; dogmaların değil, bilim ışığında ilerleyen bir eğitimle gerçekleşebilir. Bu
noktada, anadilde eğitimin önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü çağdaş ve demokratik bir eğitimin
temeli anadil eğitimidir, anadil bilincidir.”
Abdullah Saydın (HADEP) : Đnsanları hayvanlardan ayıran şey, düşüncedir. Düşünce ise
ancak anadilde ifade edilebilir ve aynı zamanda gelişebilir. Ancak ülkemizde Kürt çocuklarının
anadilde birikimi yok sayılıyor, okullardaki asimilasyon politikasıyla kişilerin gelişimi ve toplumsal
iletişimi bozuluyor. Dayatılan şey insan doğasına aykırıdır ve çağdışılıktır.
Mina Urgan : Soyların, dinlerin, milletlerin kaynaşmasına, sınırların ortadan kalkmasına
yani tam enternasyonalizme inanıyorum. Onun içiz benim için önemli olan Türk kimliği yada
Kürt kimliği değil sadece ve sadece insan kimliğidir. Oysa biz insan gibi davranmadık Kürt
kardeşlerimize, onları insan yerine koymadık. Kendilerine özgü bir dilleri, kültürleri olabileceğini
yadsıdık. Sanki ülkemizin geniş bir parçası değilmiş gibi Güneydoğunun ekonomik açıdan
kalkınması için en ufak bir çaba göstermedik. Bunu okuyanlar hop oturup hop kalkacaklar, ama
onları bir azınlık saysaydık keşke. Ama ‘siz Türksünüz’ diye tutturduk. Her iki taraftan insanların
kanı yıllar yılı boşuna döküldü.
Ufuk Uras : Ülkemizin çok kültürlü ve çok dilli toplum gerçeğine uyan politikaların,
örgütlenmelerin ve faaliyetlerin geliştirilmesi, bu bağlamda devletin ve siyasetin çok kimlikli ve
çok kültürlü hayata kapalı yapısının, anayasalar, yasalar ve idari yapı ve yerel yönetimler dahil
olmak üzere, değiştirilmesi ve demokratik bir muhtevaya kavuşturulması gerekiyor. Eşit
koşullarda, bir arada yaşamanın herkes için bir nimet olduğu, hiç kimsenin kendisini ikinci sınıf
yurttaş olarak hissetmediği bir demokratik bir Türkiye böyle yaratılabilir.
Ercan Karakaş : Bir süredir ‘Kürt realitesini tanıyoruz ama şiddet ortamında bir şey
yapamayız’ diyen siyasetçiler, o realitenin gereğini yerine getirmelidirler. Sorumluluk onlardadır.
Tüm yurttaşlarımızın anadillerini, kimliklerini, kültürlerini yaşamalarının, araştırmalarının ve
geliştirmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Farklılık içerisinde birlik ancak böyle
sağlanabilir.
Ertuğrul Günay : Bölge insanının kazanılması ve gerçekten birinci sınıf, eşit yurttaş
olduğunu duyumsaması sağlanmalıdır. Hukuksuz, antidemokratik, çağdışı uygulamalar
sürdürüldüğü taktirde , barışı, kalkınmayı, refahı sürekli kılma olanağımız ortadan kalkacaktır.
Kemal Bal (Eğitim-Sen Eski Başkanı) : Öncelikle sorun varlığın kabulü sorunudur.
Bütünlük içerisinde kimlik, anadilde eğitim-öğretim boyutu da dahil çok çok kültürlülük olarak
algılamak ve gereklerini yerine getirmek yaşamın ve demokrasinin gereğidir. Yok saymanın çözüm
olmadığı artık görülmelidir.
Siyami Erdem (KESK Eski Genel Başkanı) : Kürt sorunu yeni bir döneme evirilmiştir.
Bu dönemin ortaya sunduğu olanaklar, tüm kesimler tarafından doğru bir biçimde
değerlendirmelidir. Bu değerlendirmede inkarcı yaklaşımlardan vazgeçilmeli, demokratik hukuk
devletinin gerekleri yerine getirilmelidir. Bu da farklılıkların zenginlik olarak kabul edileceği bir
toplumsal düzenlemeyi gerektirir. Barış içerisinde bir arada yaşama; çok kimlikli, çok kültürlü bir
toplum hayatının doğallığının kabul edilmesi ve buna uygun olarak başta anayasa olmak üzere her
türlü düzenlemenin başlanmasıyla mümkündür.
Fikri Sağlar : Kürt sorunu demokratikleşme ve ekonomik kalkınma önünde büyük bir
engeldir. Artık Türkiye’nin, Kürt gerçeğini görmekten korkmaması gerekir. Kürtçe bir dildir.
Kültürün devam etmesi ve gelişmesi için eğitimini, yazılı ve görsel iletişim araçları, yani tv, sinema,
gazete vb. yollarını açmak demokratik devletin görevidir. Bölgesel kalkınma planları yapılmalı,
siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik haklar kuşkuya yer vermeyecek eşitlikte özenle ve ivedilikle
uygulanmalıdır. Türkiye, önünde duran barış şansını çok iyi kullanmalı, bir daha kirli ve kanlı
savaşlarla karşı karşıya kalmamalıdır. Türkiye cumhuriyeti bir kan ve kafatası cumhuriyeti
değildir. Varlığı ‘yurttaş’ gerçeğine bağlıdır. Cumhuriyet değişik ırk, dil, din ve mezhepten olan
117
yurttaşlardan oluşmaktadır. Bu temel anlayışla birlik, beraberlik, dayanışma ve barışı
gerçekleştirebiliriz.
Tahir Hatipoğlu ( Tüm Öğretim Üyeleri Birliği Başkanı) : Kürtçe’nin konuşulması,
Kürtçe yayın yapılması, özel radyo ve tv yayınlarına izin verilmesi, Kürtçe kursların açılması gibi
isteklerden korkmamak gerekir.
Alaaddin Dinçer (Eğitim-Sen Genel Başkanı) : Türkiye’de hiçbir birey kimlikleri ve
kültürleri nedeni ile ikinci sınıf muamelesi görmemelidir. Türkiye’nin çok kimlikli, çok kültürlü,
çok dilli ve dinli yapısı ve bütünlüğü korunmalıdır. Bütün bireylerin eşit ve özgürce, birlikte, bir
arada ve barış içinde yaşama ve kendini ifade etme olanakları yaratılmalıdır.
Hasan Cemal : Türkiye'nin aşması gereken, anadil konusu var. Yani resmi dili Türkiye'nin
Türkçe'dir, resmi dili. Đşte üniter devlettir, tek bayraktır ama aynı zamanda anadil konusunda nasıl
insanlar kendi anadillerini konuşuyorlarsa, ailelerinde öğreniyorlarsa bunu okulda da öğrenmek,
özel kursta da öğrenmek ya da müziğini, haberini radyoda ve televizyonda dinlemek imkanına
kavuşması lazım bireysel anlamda. Bundan da kaçıyor Türkiye. Yani bunun şeyinde
demokratikleşmeyle ilgili bazı kaçışlar var.
AK Parti Programından : Resmi dil ve eğitim dili Türkçe olmak şartıyla Türkçe dışındaki
diller de yayın dahil kültürel faaliyetlerin yapılabilmesini partimiz ülkemizdeki birlik ve bütünlüğü
zedeleyen değil, güçlendiren ve pekiştiren bir zenginlik olarak görmektedir.
Deniz Baykal : Devletin görevinin millete hizmet etmektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi
dili Türkçe’dir. O nedenle devletin bir başka dili geliştirme çalışmalarına katkıda bulunmasını
doğru saymıyoruz. Ama demokratik bir anlayış çerçevesinde herkes kendi dilini konuşabilir,
yazabilir, yayın yapabilir, radyo ve televizyon yayını yapabilir. Bunların nasıl yapılacağı da o
ülkedeki düzen tarafından şekillendirilir. Gelecekte bu doğrultuda bir gelişmenin olmasını uygun
görüyoruz. Hükümetin nasıl bir yaklaşım içinde olacağını da merakla bekliyoruz.
Rektörler Komitesi Bildirisi: Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlık anlayışının temeli ırka
veya dine dayalı olmayıp Anayasaldır. Türkiye Milleti’nin devleti, vatanı, bayrağı ve dili tektir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın çeşitli maddelerinde ifadesini bulan bu ilkelere bağlılık,
Anayasal vatandaşlığın gereğidir.
Mustafa Taşar : Đnsanı insan yapan değerler vardır. Bu değerlerden hiçbir insanın
vazgeçmesi mümkün değildir. Bu kendi ana dilidir, inanışlarıdır, görüşleridir, düşünceleridir.
Bunları, kafasını kesseniz de değiştirmeniz mümkün değildir. Bütün bunları yaparken de biz, AB
istiyor diye değil, Türk insanı bunlara layık olduğu için, bu hürriyetlere layık olduğu için istiyoruz.
Bu arada, AB’nde bu şartları istiyormuş, çakışıyorsa problem yok. Türkçe’yi bizim
öğretemediğimiz, bundan dolayı kendilerinin de bizi anlayamadıkları ortamlarda, onlara
ulaşabilmenin yollarını arayalım. Memleketimiz aleyhine yayın yapanların karşısında,
memleketimiz lehine yayın yapan kuruluşların da, imkanlarının da sağlanması gerektiği konusunda
düşünelim diyoruz. Kiminle düşünelim? Toplumca düşünelim diyoruz, koalisyon ortaklarımızla
düşünelim ve buna bir yol bulalım. Ortada bir vaka vardır, bunun çözülmesi lazımdır,
söylediğimiz budur.
Cohn-Bendit : AP’nun kültürel haklar konudaki görüşleri son derece açıktır. Tüm
azınlıkların kültürel kimliklerini korumaları gerekir. Yalnızca Kürtlerin değil, her yerdeki azınlıklar
için aynı görüşü benimsiyoruz. Tüm azınlıkların radyo, televizyon, kitap aracılığıyla kendi
dillerinde yayın yapma haklarının bulunması gerekir. Tiyatroda Kürtçe bir oyunun sergilenmesinin
ne gibi bir zararı olabilir, ben bunu anlayamıyorum
118
Algan Hacaloğlu : Türkiye’de alt kimliklerin özgürleştirilmesi, alt kimliklere saygı
anlayışının yayılması ve alt kimliklerin kendini geliştirme alanlarının açılması gerekir. Alt kimlikler
kurumsal alan değil, özel alandır, o nedenle bu alanda devletin olmaması gerekir.
Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının taşımaları gereken tek ortak kimlik resmi ve siyasal kimlikleri, yani
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalarıdır. Alt kültürel kimliklerin bu üst kimlikle çatışmaması
gerekir. Bu anlayışla Kürt kökenli yurttaşlar da dahil her etnik kökenden, her alt kimlik ve
kültürden olan yurttaşların, ortak “resmi cumhuriyet dili” olan Türkçe’nin yanında kendi ana dil,
kültür ve folklorlarını daha iyi öğrenme, koruma ve geliştirme olanaklarının sağlanması gerekir.
Đsteyenler kendi ana dillerinde Milli Eğitim Bakanlığı kuralları içinde, özel eğitim görebilmeleri,
üniversitelerde ilgili araştırma enstitüleri kurulabilmesi ve her türlü özel iletişim, yazılı basın, yayın
ve medyadan bu amaçla ve bu çerçevede yararlanabilmelerinin sağlanması gerekir.
DYP Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Milletvekili Salim Ensarioğlu : GAP
TV’ de Kürtçe ve Zazaca yayın yapılabilir. Devletin kontrolündeki bir televizyonda Kürtçe yayın
yapılmamasını yanlış buluyoruz. Bölgedeki kadınların önemli bir kısmı Türkçe bilmiyor, bu
nedenle GAP TV’de gerçekleştirilen eğitici yayınları anlamıyorlar. Günde 2 saat 3 saat Kürtçe ve
Zazaca yayın yapılmasında ben bir sakınca olacağını düşünmüyorum. Devletimiz güçlüdür. Böyle
şeylerden çekinmek yanlıştır diye düşünüyorum. Biz bunu yapmadığımız zaman mesela MED
TV’yi açar izler. Veya Ermenistan tarafındaki Erivan radyosunu dinler. MED TV ile
Ermenistan’daki yayınlarda Türkiye’nin reklamını yapmaz veya doğru yayın yapmaz.
Sıkıntılarımızı Avrupa’ya bırakmadan kendimizin çözmesinin daha doğru olacağına inanıyorum.
Hadi ULUENGĐN : TAM yirmi yıl önce şu sıra askerlik yapıyordum ve 12 Eylül
totalitarizmi o inkarcı ideolojisini ‘dersler’ aracılığıyla bize de empoze etmeye çalışıyordu. Henüz
ortada PKK yok ama söz konusu ‘dersler’de (!) bize ciddi ciddi ‘öğretilenlerin’ (!) en başında
Kürtlerin ‘dağ Türkü’ (!) olduğu ve kelimenin de karda yürürken çıkan ‘kart kurt’ sesinden türediği
teorisi geliyordu. Ve sosyolojik skala olarak bizim ‘ihtiyar tertip’, kışlaya girmeden önce Batı
üniversitelerinde mürekkep yalamış; oralardan kah diploma, kah doktora almış; Çin-i Maçin'i
gezmiş; bir - iki yabancı lisan öğrenmiş, yani Frenklerin ‘krem döla krem’ dediği cinsten ve kazık
kadar yaşta bir ‘kaymak tabakaydı’... Olsun, sıkı mı Hint-Avrupa dillerinin Farsi branşına ve
etnisitelerin aidiyet dürtüsüne dair soru sormak... Eğer böyle bir babayiğit anasından doğmak
talihsizliğine düşmüşse alimallah derhal Mamak postasına yetiştirilir. Đtiraz yok, Kürtler ‘dağ
Türkü’dür ve kelime kökeni ‘kart kurt’ sesidir! ARADAN yirmi yıl geçti. Bu dönemde on binlerce
insanımızın öldüğü ‘düşük düzeyli’ bir iç savaş yaşadık. Terörün ve misillemesinin acısıyla
kavrulduk. Kürt varlığını reddeden inkarcılık sürdü gitti. Paranoya, Đran vilayetinin adını taşıyan
uçak Yeşilköy'e indi diye kıyametin kopması raddesine ulaştı. Sonra artık biraz biraz dank etti ki,
gerçekler inatçıdır ve ‘Kürtler yok’ demekle Kürtler yok olmuyor. Onlar var! Biz istesek de,
istemesek de varlar! Dolayısıyla, bir eski başbakan kalktı ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ dedi. Diğer bir
eski başbakan ‘Brüksel’in yolu Diyarbakır'dan geçer' demecini verdi. Bu arada, yedi ceddi Türk
olan ben hiç duymamış olmama rağmen, ne sihirdir ne keramet, aniden Nevruz'u kutlamaya
başladık. Üstelik de imlasını, bildik alfabede yer almayan ve Kürtlerin kullandığı bir ‘w’ harfiyle
yazar olduk. Bir de Bursa'daki sağır sultan bile işitti ki, Kürtçe ‘resmen’ yoksa da, resmi bir
kurumun ‘gayrı resmi’ istasyonu bu ‘olmayan’ dilden yayın yapıyor. Dere tepe yol aldık ve
sonunda ‘dağ Türkü’nden (!) ‘Kürt realitesi’ne; ‘kart kurt’ sesinden de ‘gayrı resmi’ (!) radyo
istasyonuna geldik... DERE tepe yol aldık ama, yirmi yılda aslında bir arpa boyu yol aldık! Đşte
bakanlar kurulunda onaylanan ve bununla ‘AB yolu’nun açılabileceğine ancak safdiriklerin
inanacağı o dostlar alışverişte görsün cinsinden ‘Ulusal Program’ yine Kürtçe'nin adını koymuyor
ve ‘lehçe’ diye geçiştiriyor. El insaf ! Yeter yahu !.. Allah rızası için yeter !.. Kimi kandırıyoruz?
Kandırmak istiyoruz? Kandıracağımızı sanıyoruz? Ütopyamızı oluşturan refah, uygarlık ve
demokrasi coğrafyasını mı? Yutmazlar ! Yutmazlar babam, onlar ‘lengistik’ denilen dilbilimle üç
asırdır harıl harıl uğraşıyorlar ve neyin lisan; neyin de onun varyantı lehçe, ağız veya aksan
olduğunu bin defa bilirler. Bunun teorisini yazmışlar... Peki, Kürtleri mi faka bastırmak istiyoruz?
119
Basmazlar! Sen adamın şakır şakır konuştuğu dili şöyle veya böyle de tanımlamışsın ne değişir?..
Senin tarifin onun umurunda değil ve olmaması da normal, çünkü onun meramı Kürtçe! Yoksa
yine kendimizi mi aldatmak istiyoruz? Olmuyor ! Olmuyor ağam, olmuyor paşam, olmuyor beyim,
işte durmadan ‘Kürt oktur, dağ Türkü vardır’ diye tekrarladık ve karda yürüşün ‘kart kurt’ sesini
uydurduk, ama bugün ‘Kürt realitesi’ne ve ‘gayrı resmi’ (!) radyoya geldik ! Gerçeklerin inatçılığı
karşısında, çaktırmamaya çalışarak geri adım attık. Ey Ankara devletlusu, lütfen tüm acıları ve tüm
angaryalarıyla bir yirmi yıl daha yitirmeyelim ve bin bir dereden su getirerek Kürtlerin ve
Kürtçe’nin varlığını inkarı bırakıp; tabii ki onlarla ve tabii ki onların diliyle beraber yek para bütün
bir halinde, refah ve özgürlük uygarlığıyla bütünleşelim!
Ertuğrul Özkök : Şu Kürtçe yasağı... Kaldırırsak ne olur? Müzik kasetlerinde yasak
kaldırıldı, ne oldu? Hiçbir şey. Kürtçe televizyona izin verilirse de hiçbir şey olmaz. Daha doğrusu
bugünkünden farklı bir şey olmaz. Yasak kaldırıldığı için var olan terör ne azalır, ne de artar...
Türkiye'nin artık bu takıntıdan da kurtulması gerekir.
Süleyman Demirel : Şimdi Kürtçe diye bilinen 8 tane dil var. Bunların bir kısmı birbiriyle
konuşamıyor. Tahkik edin Zaza ile Kırmançoyu. Dilini anlamıyor. Hangisini koyacaksınız ortaya?
Bu, bir süre sonra Türkiye'yi ayrılığa götürür. O zaman anayasal vatandaşlık şartında dediğimiz
durum ortadan kalkar. Birbirleriyle kendi lehçeleriyle konuşamayan bu insanlar birbirleri ile dahi
Türkçe anlaşıyorlar. Türkçe bir defa bir ulusal iletişim vasıtasıdır. Bugün pekala işte mektepte
Türkçe okuyan, Türkçe televizyonu seyreden ama evinde çoluğu ile çocuğu ile anası, babası
Gürcüce konuşan bir Türk vatandaşının, yarın 'biz de yapalım' demeyeceği ne malum? Yani
Türkiye'yi bir arada tutacak olan, herkesin mezhebine, meşrebine, inancına hürmettir. Dini
vecibelerini istediği şekilde yapabilmesine hürmet ve müsadedir. Türkçe’yi tek dil olarak
kabullenmeye devam, eğitimi Türkçe yapmaya devamdır. Mesela adam Kürtçe gazete çıkarıyor,
kitap da yazıyor. Hangi Kürtçe ile yazıyorsun? Ona da kimsenin bir şey dediği yok. Đlla ki adama
sen Türk’ten geliyorsun, Kürt’ten gelmiyorsun diye zorlamaya bence gerek yok. Bu Türkiye'yi bir
arada tutar. Bir tane Türkiye var. Bunun etrafında toplanmalıyız. Bundan saptığımız yerde çok şey
kaybederiz. Ben 1991'de Diyarbakır'a gittiğimde ‘‘Kürt kimliği inkar edilemez’’ dedim. Bu
koalisyon protokolünde de vardı. Benim orada söylediğim şuydu: Ben Kürdüm diyene, hayır sen
değilsin diye zorlamaya gerek yok. Önemli olan Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşısın ve Türk
milletinin ferdisin. Ben Kürdüm diyene bir şey diyen yok. Ama oradan hareketle bayrak istiyorsa,
toprak istiyorsa o Makedonya hadisesinin tekrarı olur. Makedonya meselesi Osmanlı
Đmparatorluğu'nun bölünmesi ile neticelenmiştir. Ayrı devlet istiyoruz noktasına, oraya giden
bütün yollar tıkalıdır.
FP Genel Başkanı Recai Kutan : Kürt kökenli vatandaşlara kültürel kimlikleri yönünde
bazı hakların tanınması gerekir. Kürtçe eğitim ve yayın hakkının, belli bir müzakere döneminden
sonra ve normalleşme sürecinin ardından düşünülebilir. Kürt kimliği değil Güneydoğu meselesi
olarak algılanması gerekir. Kürtler'e, üniter devlet yapısı hiçbir şekilde müzakere dahi edilmeden
ve bundan vazgeçilmeden, elbette kültürel kimlikleri yönünde bazı hakların tanınması
gerekecektir. Bölücü örgüt PKK'nın elebaşı Apo'nun televizyon ve radyosu yayın yapıyor.
Vatandaş isterse, çanak antenle izleyebiliyor. Ortada böyle bir realite varken, böylesine mikropça
bir yayın tek taraflı yapılırken, gerekirse belli bir müzakere döneminden sonra, kendi dillerinde de
eğer yayın ve eğitim yapmak istiyorlarsa, normalleşme sürecinden sonra düşünülmesi gereken
konulardır. Bunlar müzakere edildikten sonra gündeme getirilmelidir.
DYP Genel Başkan Yardımcısı Hayri Kozakçıoğlu : Herkesin istediği dilde eğitim ve
radyo yayını yapabilmesi gerekir. Türkiye'de insanların büyük bölümünün farklı etnik kökenlerden
geliyor. Bana göre Orta Anadolu'da Türk yok. Türkmen var, Kırgız var, Kazak var. Azeriler'in
dışında hiçbiriyle Türkçe konuşamıyoruz. Herkes istediği dilde eğitim ve yayın yapabilir. Böylece
120
etnik gruplar arasındaki problemi de kaldırırsınız. Đsteyen, dinletebilecekse gitsin Çerkezce,
Abhazca radyo kursun.
Mehmet Ali BĐRAND : Yıllar boyunca ekran karartmalarla yaşadık. RTÜK yasasının
değişmesi için bu kadar eziyet çekmeye gerek var mıydı? Yeni taslağın mutlaka değişmesi gereken
iki sakıncası var. Biri MGK temsilcisinin kurula girmesi, diğeri de Kürtçe yasağı. Bu iki nedenle
başımız çok ağrıyacak.
KAYNAKÇA
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
Günel, Gülçiçek( Eğitim-Sen Đzmir Şubesi),1997 (Anadil Üzerine Yaptığı
Yayınlanmamış Bir Araştırma)
Eğitim-Sen Merkez Yönetim Kurulu, 1996, Anadilde Eğitim Çözüm Bekliyor, Eğitim
ve Yaşam Dergisi, Güz Sayısı
Çoşkun, Ali, 1996, Anadilde Eğitim, Eğitim ve Yaşam Dergisi, Bahar-Yaz Sayısı
Arayıcı, Ali, 1997, Uluslar arası Sözleşmelerde Çocuğun Anadilde Eğitim Hakkı,
Eğitim ve Yaşam Dergisi, Bahar Sayısı
Kaygısız, Đbrahim-Akarsu, B. Çetin, 1996, Türkiye’de Anadili Eğitimi Üzerine Bir
Deneme, Eğitim ve Yaşam Dergisi, Güz Sayısı
Ana Brittanica, 1993, Dil Maddesi, Ana Yayıncılık A.Ş., C: 10
MKM, 1996, Anadilde Eğitim Sorununun Türkiye Boyutu ve Etkilenmesi, (EğitimSen Anadilde Eğitim Sempozyumuna Sunulan Yayımlanmamış Bildiri), Ankara
Nesin, Ali, 1997, Eğitim Bildirgesi, Bilim ve Ütopya Dergisi, Ocak Sayısı
Russell, Bornard, 1996, Sorgulayan Denemeler, Nurol Matbaacılık, Ankara
Demokratik Eğitim Kurultayı, Eğitim-Sen, 2-6 şubat 1998 Ankara
Đnsan Hakla Çira Dergisi, 1995, Sayı 4, Đsveç rının Kavramsal Temelleri, Ağustos
2000, ĐHD yayınları
Đnsan Hakları Sözleşmeleri, Kasım 2000, Mazlum-Der Yayınları
Demokrasi Gazetesi, Araştırma Đnceleme 1996, Ana Dili Kurultayı Notları
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982, Yasa Yayınları: 47, Yasalar Dizisi: 35, Ankara
A.K. Partisi Programı,2001
Anadilde Eğitim, Rengin Dergisi, Sayı 6, S.24, Đstanbul
Çira Dergisi, 1995, Sayı 4, Đsveç
Çira Dergisi, 1996, Sayı 5, Đsveç
Çira Dergisi, 1996, Sayı 6, Đsveç
Çira Dergisi, 1996, Sayı 8, Đsveç
Çira Dergisi, 1998, Sayı 12, Đsveç
Çira Dergisi, 1998, Sayı 14, Đsveç
Çira Dergisi, 1998, Sayı 15-16, Đsveç
Studia Kurdica Dergisi, Paris Kürt Enstitüsü, 1990, N0 2-6
www.diljen.com
121
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦
Klasör: 2 Kampanyaya yönelik baskı ve tutuklamalar dosyası
TUTUKLANAN ÖĞRENCĐLER
1. Mürsel Sargut (Đstanbul Üniversitesi): “Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyasını” ilk
başlatan öğrencilerden. Kampanya bünyesinde hazırlanan “Türkiye’nin Anadilde Eğitim Politikası
ve Kürt Dili” isimli araştırma dosyasını hazırlayan üç kişiden biri. “Kürtçe Seçmeli Ders”
talebiyle, dilekçe ile Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 3 Aralık 2002 tarihinde “Örgüt
üyeliği” gerekçesiyle tutuklandı.
2. Özcan Özsoy (Đstanbul Üniversitesi): “Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyasını” ilk
başlatan öğrencilerden. Kampanya bünyesinde hazırlanan “Türkiye’nin Anadilde Eğitim Politikası
ve Kürt Dili” isimli araştırma dosyasını hazırlayan üç kişiden biri. “Kürtçe Seçmeli Ders”
talebiyle, dilekçe ile Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 3 Aralık 2002 tarihinde “Örgüt
üyeliği” gerekçesiyle tutuklandı.
3. Serhat Azizoğlu (Đstanbul Üniversitesi): “Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyasını” ilk
başlatan öğrencilerden. “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đstanbul Üniversitesi
Rektörlüğü’ne başvurdu. 3 Aralık 2002 tarihinde “Örgüt üyeliği” gerekçesiyle tutuklandı.
4. Yıldız Polat (Đstanbul Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đstanbul
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 29 Aralık 2002 tarihinde “Örgüt üyeliği” gerekçesiyle
tutuklandı.
5. Zafer Balcı (Uludağ Üniversitesi): ): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Uludağ
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
6. Mehmet Ali Ertaş (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100.
Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık”
ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
7. Abdurrahim Aslan (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100.
Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne e başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık”
ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
8. Muhammed Gayrıanal (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile
100. Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve
yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
9. Yusuf Demir (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
122
10. Yunus Demir (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
11. Figen Yardımcıel (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100.
Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık”
ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
12. Tekin Çakmak (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
13. Gülşen Varışlı (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
14. Sevda Đldan (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
15. Mehmet Siraç Alp (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100.
Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık”
ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
16. Birkan Doğan (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
17. Mehmet Can Diri (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100.
Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık”
ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
18. Cihan Ballıkaya (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100.
Yıl Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık”
ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
19. Yakup Şahin (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 19 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle hakkında tutuklama kararı çıktı.
20. Çetin Işık (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 19 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle hakkında tutuklama kararı çıktı.
21. Pınar Barlak (100. Yıl Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile 100. Yıl
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 19 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle hakkında tutuklama kararı çıktı.
22. Abdülbaki Kardaş (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders”
talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde
“PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
123
23. Ali Bağcı (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle,
dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye
yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
24. Beyler Erkmen (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle,
dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye
yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
25. Đlker Ateş (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle,
dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye
yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
26. Sedat Gürer (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle,
dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye
yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
27. Kemal Yiğit (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle,
dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye
yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
28. Mücahit Kara (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle,
dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye
yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
29. Şirin Akın (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle,
dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye
yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
30. ..............................(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders”
talebiyle, dilekçe ile Çanakkale Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 17 Ocak 2002 tarihinde
“PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
31. Mehmet Bal (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Çanakkale
Onsekiz Mart Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık”
ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
32. Muhammed Demirtaş (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile
Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık”
ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
33. Zeynep Köse (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
34. Evren Aras (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
124
35. Đsmail Korkut (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
36. Numan Çelebi (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
37. Salih Çetin (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
38. Burcu Özcan (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
39. Erhan Kula (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
40. Hüseyin Demirci (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
41. Gülşen Aydın (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
42. Nesrin Gökalp (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
43. Đdris Benek (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
44. Sinanç Yavaş (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
45. Reşit Yazıcı (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
46. Hüseyin Aslan (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Đnönü
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
47. Ramazan Yıldırım (Đnönü Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile
Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 22 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık”
ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
125
48. Bilal Serhat Sarıdaş (Kocaeli Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile
Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 4 Ocak 2002 "Suç teşkil eden bir fiili övüp halkı
tahrik etmek"ten tutuklandı. Avukatlarının bir üst mahkemeye başvurusu sonucunda serbest
bırakıldı.
49. Azad Mete (Kocaeli Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Kocaeli
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 4 Ocak 2002 "Suç teşkil eden bir fiili övüp halkı tahrik
etmek"ten tutuklandı. Avukatlarının bir üst mahkemeye başvurusu sonucunda serbest bırakıldı.
50. Çetin Oral (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile M.
Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve
yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
51. Şifa Dağdelen (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile
M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve
yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
52. Aslı Dolaş (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile M.
Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve
yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
53. Mikail Koyun (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile
M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve
yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
54. Salim Kaplan (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile
M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve
yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
55. Ahmet Keleş (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile
M. Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve
yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
56. Emin Kılıç (Mustafa Kemal Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile M.
Kemal Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 11 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve
yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
57. Erdal Yıldız (Hacettepe Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile
Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 14 Ocak 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve
yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
58. Cem Fırat Halis (Çukurova Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile
Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 13 Şubat 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve
yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
59. Đlhan Tunç (Fırat Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 06 Şubat 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı.
126
60. Hali Haki Sabit (Fırat Üniversitesi): “Kürtçe Seçmeli Ders” talebiyle, dilekçe ile Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu. 06 Şubat 2002 tarihinde “PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği
gerekçesiyle tutuklandı
Ayrıca isimlerini öğrenemediğimiz 16 öğrenci arkadaşımız da tutuklu durumda. Öğrencilerin 2’si
Đzmir’de, 2’si Bolu’da, 3’ü, Kars’da, 1’i Bursa’da, 3’ü Antalya’da, 5’i de Ankara’da tutuklandı. Van
100. Yıl Üniversitesinde 16 Öğrencinin tutuklanmasından sonra davası devam eden öğrencilerden
8’i hakkında ““PKK’ye yardım ve yataklık” ettiği gerekçesiyle tutuklama kararı çıktı.
Not: Elimizdeki bilgiler basından alınmıştır. Bunların dışında tutuklularında olma
ihtimali vardır.
Son Güncellemem Tarihi: 24 Şubat 2002
KAMPANYAYA KATILAN ÜNĐVERSĐTELERĐN BĐLANÇOSU
Dicle Üniversitesi: 1560 dilekçe verildi, alınmadı.
Harran Üniversitesi: 900 dilekçe verildi, alınmadı.
Đnönü Üniversitesi: 257 dilekçe verildi, alınmadı. Şu an 350 dilekçe var.
Fırat Üniversitesi: 140 dilekçe verildi, alındı. Şu an ayrıca 50 dilekçe var.
Çukurova Üniversitesi: 1030 dilekçe verildi, alındı.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi: 300 dilekçe verildi, alındı. 155 dilekçe daha verildi, alındı.
Dokuz Eylül Üniversitesi: 450 dilekçe verildi, alındı. 80 dilekçe daha verildi, alındı.
Ege Üniversitesi: 450 dilekçe verildi, alındı.
100. yıl Üniversitesi : 2050 dilekçe verildi, alınmadı. Şu an 2200 dilekçe var.
Kocaeli Üniversitesi: 138 dilekçe verildi, alınmadı.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi: 450 dilekçe verildi, alınmadı. Posta yolu ile yollandı.
Hacettepe Üniversitesi: 400 dilekçe verildi, alındı. Daha sonra verilen 100dilekçe alınmadı,
posta yolu ile yollandı.
Ankara Üniversitesi: 260 dilekçe verildi, alınmadı. Posta yolu ile yollandı.
Đstanbul Teknik Üniversitesi: 140 dilekçe verildi, alınmadı.
Yıldız Teknik Üniversitesi: 160 dilekçe verildi, alınmadı.
127
Marmara Üniversitesi: 300 dilekçe verildi, alındı. Şu an ayrıca 120 dilekçe var, alınmıyor.
Mimar Sinan Üniversitesi: 100 dilekçe verildi, alınmadı.
Boğaziçi Üniversitesi: 460 dilekçe verildi, alınmadı.
Đstanbul Üniversitesi: 500 dilekçe alındı. 550 dilekçe alınmadı.
Afyon-Kocatepe Üniversitesi: 60 dilekçe verildi, alındı.
Sakarya Üniversitesi: 120 dilekçe verildi, alındı.
Çanakkale Üniversitesi: 138 dilekçe verildi, alındı.
Hatay M. Kemal Üniversitesi: 325 dilekçe verildi, alındı.
Uludağ Üniversitesi: 140 dilekçe verildi, alınmadı.
Balıkesir Üniversitesi: 163 dilekçe verildi, alındı.
Pamukkale Üniversitesi: 100 dilekçe verildi, alınmadı.
19 Mayıs Üniversitesi: 1500 imza cumhurbaşkanına yollandı.
Karadeniz Teknik Üniversitesi: 600 imza cumhurbaşkanına yolladı.
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi: 80 dilekçe verildi, alınmadı.
Antalya Akdeniz Üniversitesi: 95 dilekçe verildi, alınmadı
Kampanyanın Başladığı Diğer Đller: Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi, Mersin, Gaziantep,
Siirt, Hakkari, Bitlis, Kars, Erzurum, Amasya, Giresun, Edirne, Tekirdağ, Manisa, Denizli,
Adıyaman.
Not: Elimizdeki bilgiler basında çıkan haberlerden toparlanmıştır. Bilgi sahibi
olmadığımız iller de mevcuttur.
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦
128
Klasör:3 Kampanyaya yönelik STÖ’lerinin açıklamaları
Bu bölümde Anadilde eğitim talebi üzerine yapılan baskılara karşı yapılan basın açıklamaları yer
almaktadır.
Değerli Arkadaşlar;
24 Mayıs Cuma günü saat 13.00'de Diyarbakır'dan Mardin Cezaevine orada
bulunan 6 arkadaşla dayanişma amaciyla ziyarete gidecegiz.
Mardin Cezaevinin önünde Kürt dili ve edebiyatına karşı yürütülen sert
uygulamaların son bulmasını isteyeceğimiz bir metine imza koymak isteyenler ve gelmek isteyenler
23.5.2002 tarihine kadar bana ulaşsinlar.
Bu metin aynı gün cezaevinin önünde basına dağıtılacaktır.
Cezaevine sadece Avukatlar ve ailesi girebilir, içeriye Avulatlari olarak girip, dışarıda bekleyen
arkadaşları ve metine imza koyanların selamların iletip Diyarbakır'a geri döneceğiz.
Muharrem ERBEY
Diyarbakır
0.532.452 06 21
[email protected]
KÜRT DĐLĐ VE EDEBĐYATI SANIK SANDALYESĐNDE !
Ülkemizde yakın zamanda Dil ve kültürel farklılıkları, potansiyel ihlal alanına dönüştü. Ana dil
konusu, AB katılım ortaklığı belgesindeki kültürel haklar başligi altinda ele alinişiyla her
zamankinden daha büyük bir güncellikle günlük tartışma konuları arasına girdi. Hükümetin tutum
ve uygulamaları tartışmanın ötesinde bize etnik ayrımcılın olumsuz örneklerini oluşturmaya
başladigini gösterdi.
Öğrencilerin ve velilerin Anadilde seçimlik ders talebine, hükümet ve öğrenim kurumlarının idari
soruşturmalar başlatması, gözaltılar, tutuklanmalar, üniversiteden atılmalarla yanıtlar verildi. Sert
tutumla yetinmeyen ilgili yetkililer gizli genelgelerle nüfus müdürlüklerine Kürtçe isimlerin
verilmemesi ve tashih davalarının açılması tebliğ edildi. Okul bahçesinde Kürtçe konuştugu için
öğrenciler dövüldü,velilerine davalar açıldı.
Bölgemizde yakın zamanlarda düğünlerde Kürtçe müzik yapan müzisyenler gözaltına alındı,
Kürtçe müzik kasetlerini minibüslerde çalanlara yüksek miktarlarda para cezaları yazıldı,
haklarında kamu davaları açıldı. Kürt dilinin binlerce yıldır konuşulduğu bölgede bu uygulamalar
gittikçe arttı.
Bu uygulamalara tepkiler dinmemişken Dilekçe hakkinin kullanimina ilişkin açılan davalarda
birçok öğrenciye çok kısa sürede Mahkumiyetler verildi. Bu verilen cezaların ve okuldan
uzaklaştırmaların temelinde, yurttaşların Ana Dil’e ilişkin masumane ve hayati ihtiyacin muhalif
örgütlerin siyasallaşma çabası olarak açıklanmasıydı.
129
En iyi iletişim araci olan ana dil, insanlar arasinda ilişkiyi, yakinlaşmayi ve uyumu sağlar. Ana dil
eksikliği bu uyumun bozulmasına neden olur. Bu uyumun sağlanması temelinde her dönemde
sivil toplum örgütleri ve insan hakları savunucuları tarafından ortaya konan Ana dilde eğitim
talepleri, silahların sustuğu bir dönemde dikkat çekti ve muhalif örgütlerin siyasallaşma çabası
olarak dillendirilip oldukça sert bir şekilde cevap verildi.
07.05.2002’ de saat 21.00 civarında Mardin Đli Kızıltepe ilçesinde Eğitim Sen Üyesi 11 öğretmen
ve bir mühendis misafir oldukları evde çay içip sohbet ederken, güvenlik güçleri evi basarak, evde
bulunanları göz altına almıştır.
Onları tek tek evlerine götürerek evde bulunan dergi,gazete ve kitapları ile bilgisayarları ve
disketlerini alan güvenlik güçleri, Kürt Edebiyat dergi ve gazetelerine şiir öykü ve makaleleriyle
bu dilin ve kültürün zenginligini yansıtmaya çalışan yazarlar ve edebiyata yeni ilgi duyanlara, nazi
kamplarında görülmemiş işkenceleri reva gördü.
Roman ve öykülerine konu olmaya aday işkence dolu uygulamalara tabi tutulan edebiyatçılar,
soğuk ve tazyikli su ile ıslatılıp betona yatırıldılar, sonra koridorda ayakta yüzleri duvara dönük,
başlarina kumaştan yapilmiş torba geçirilen öğretmenler, üç gün boyunca uykusuz bir şekilde
ayakta bekletildiler. Beş alti saatte bir beş on dakika odada sadece oturmalarina izin verilen
edebiyatçı öğretmenlere koridorda zorla marş söyletilerek, askeri düzen içinde yürütüldüler.
Üç gün boyunca yüksek sesle müzik dinletilen,çeyrek ekmek verilen, bu insanların ortak tek bir
özelliği vardı. Kürt edebiyatını sevmek! Mardin ili Kızıltepe ilçesinde Eğitim Sen’e üye olan
Zübeyir Avcı, Yakup Başboga, Abdulkerim Koşar, Mikail Bülbül, Lokman Koçhan, Masum
Bilen, halen Mardin Kapalı cezaevinde tutuklu olarak bulunmaktadırlar. Şu anda dünyanin dört
bir yaninda Kürt edebiyati ile ugraşan insanlar vardır. Đran, Đrak, Suriye’de, Đsveç’ te, Rusya’ da,
Avustralya’ da, Almanya’da, Amerika’da, ve daha bir çok ülkede Kürt edebiyatı ile çalışılmalar
yapılmaktadır.
Muhalif bir örgütün Kürt edebiyatının gelişmesini istemesi ile Kızıltepeli Edebiyatçıların Kürt
Edebiyatı ile uğraşmaları arasında ĐLLĐYET BAĞININ kurulmaya çalışılması binlerce yıldan
beridir konuşulan bir dilin edebiyat dili olarak REDDĐ anlamına da gelmektedir.
Edebiyat tarihinde akımların ve gruplarının sürekli var olduğunu görmekteyiz. Türk şairlerine
baktigimizda, beş alti kişi halinde kurduklari gruplarla Türk şiirinde akimlar ve yeni yönelimler
yaratmişlardir. Tüm Türk yazarlarının biyografilerini okuduğumuzda böylesi dost ortamlarının
haftanın belli günlerinde sürekli tekrarlandığı, içilip sanata, edebiyata dair sohbetlerin yapıldığı
bilinmektedir.
Zübeyir AVCI ’nın Kürtçe yazdığı Şiirleri Renas Jiyan adıyla “Janya” kitabında toplanmıştır.
Şiirlerinde aşk, doga ve bireyin toplumdaki yerini işleyen konular mevcut olup, bu konuları işleyen
onlarca Türk şairi vardır. Zübeyir Avcı’nın evinde 216 Kürtçe kitap, dergi ve gazete suç unsuru
olarak dosyaya konulmuştur.
Yakup Başboga’ nin kitabi göz altinda agir işkencelere maruz kaldigi günlerde çıktı. Henüz
kitabını görmeyen Yakup, Kürt edebiyatını yakından takip eden Kürtçe öykü ve romanlar yazan
biri olduğundan güvenlik güçleri tarafından potansiyel suçlu olarak apar topar evinde
bilgisayarında kayıtlı olan öykü ve roman dosyasına el konularak gözaltına alınmıştır. Yakub’un
kütüphanesinden 6l5 Kürtçe kitap, dergi ve gazete suç unsuru olarak dosyasına konulmuştur.
Kürtçe gramer çalışması yaptığı el yazısı notları örgütsel doküman olarak dosyaya yansıtılmıştır.
130
Kürt diline karşi yürütülen bu kampanyalarin yurttaşlarimizin ifade özgürlüklerinin engellenmesi,
verilen dilekçelere karşi idari soruşturma başlatilip, göz altı ve kötü muamele ile Anayasanın 74.
maddesindeki hakkın engellenmesi ve evrensel insancıl hukukunun ihlali, Kürtçe edebiyat
çalışmaları yürüten bu yurttaşlarimizin gözaltina alinip insanlik dişi muamelelere maruz kalması,
bir dili yok sayma ve bölünme fobisinin henüz atlatılmadığını göstermektedir.
BĐZLER ĐSĐMLERĐ AŞAGIDA YAZILI OLANLAR;
Kürtçe konulmak istenen isimlere ilişkin halen uygulamada olan gizli genelgenin derhal
kaldırılmasını, Anayasal hakkını kullanan öğrencilere ve ailelerine karşi açilan davalarin
düşürülmesini, Üniversitelerden dilekçe hakkını kullandıkları için okuldan atılan ve uzaklaştırılan
öğrencilerin eğitimlerine devam etmek için tekrar okullarına dönme koşullarının yaratılmasını,
Kürtçe edebiyat çalışmaları yapan ve sohbet amaçlı olarak toplandıkları sırada gözaltına alınarak,
insanlık dışı uygulamalara maruz kalan 6 öğretmenin derhal serbest bırakılmasını, özlenen
demokratik yaşam standartlarının yakalanarak bir an önce toplumun vicdanını rahatlatmak
amacıyla hükümetten ve ilgililerden somut ve acil adımlar bekliyoruz.
Muharrem ERBEY
Diyarbakır
18 Mayis 2002
BASINA VE KAMUOYUNA
Bir süredir üniversitelerde Kürtçe’yi "seçmeli ders" olarak okumak talebi ile ,üniversite idarelerine
dileçe ile basvuran öğrencilere yönelik baskılar devam ediyor. Bu nedenle birçok ögrenci gözaltına
alınmış ve 4 öğrenci de tutuklanmıştır. Tutuklanan öğrencilere gözaltında işkence uygulanmıştır.
Öğrencilerin anadillerinde eğitim görmek istemeleri son deece dogal bir talep oldugu gibi "Kürtce
dili ögrenmek" talebin önünde hiçbir yasal engelde bulunmamaktadır. Türkiye’de yasayan herkes
acısından Lozan Anlaşması’nın 39. maddasinin 4. ve 5. fıkraları bu konuda bir güvence
oluştumaktadır. Özellikle 4. fıkra şöyle demektedir; herhangi bir Türk yurttaşının gerek özel ya da
ticaret ilşkilerinde gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda
herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır koyulamayacaktır.
Lozan Anlaşası’nın bu açık hükmü yanında Türkiye’nin taraf oldugu uluslararası sözleşmeler ve
özellikle Kopenhag siyasi kriterleri de "anadilde eğitimi" ya da "anadili öğrenme" haklarını garanti
altına almaktadır. Ayrıca varlıgını anti-demokratik bulsak da, YÖK öğrenci disiplin
yönetmeliginde de söz kousu talebin suç sayılmasını ön gören bir belirlemede yoktur.
Öğrencilerin son derece demokratik ve insani olan taleplerini polisiye tetbirler ile önlenmeye
çalışılması,anayasa değişikliklerinin ne denli "sözde" oluşunun göstergesidir.
Bizler insan hakları savunucuları olarak anadilde eğitim hakkının temel bir insan hakkı oldugunu
düşünüyor ve Kürçe eğitim isteyen öğrencilerin üzerindeki baskıların son bulmasını istiyoruz.
Kampanyaya destek sunan Türk ve Kürk aydınları:
131
A.Hicri ÖZGÖREN
A.Rahman ÇELĐK
Abdulmelik FIRAT
Ahmet HUSEYN
Arjen ARÎ
Aydın BOLKAN
Aydın SAYMAN
Ayşe DÜZKAN
Berken BERHEH
Celal BAŞLANGIÇ
Cezmi ERSÖZ
Cihan ROJ
Ehmed HÜSEYNÎ
Erol EMERLE
Feqi Hüseyin SAĞNIÇ
Ferzende KAYA
Firat CEWHERÎ
Gülsüm CENGĐZ
Helîm YÛSIF
Hesenê METÊ Đrfan AMÎDA Đrfan CÜRE
Đsmail GÖLDAŞ
Kawa NEMĐR
Kerim YILDIZ
Lal LALEŞ
Lokman POLAT
M.Salih YILDIZ
Mahmut ŞAKAR
Mehmet UZUN
Metin-Kemal KAHRAMAN
MKM folklor birimi adına Vesile YÜKSEL
MKM fotoğraf sanatçıları adına Rodi YALÇINKAYA
MKM müzik birimi adına Serap SÖNMEZ
MKM sinama sanatçıları adına Kazım ÖZ
MKM tiyatro sanatçıları adına Kemal ULUSOY
Mülazım ÖZCAN
Münir CEYLAN
Nebile Irmak ÇETĐN
Osman BAŞ
Osman ÖZÇELĐK
Ragıp DURAN
Ragıp ZARAKOLU
Renas JIYAN
Rodi Zerya
Şanar YURDATAPAN
Serdar KESKĐN
Sevil EROL
Şükrü ERBAŞ
Suna ARAS
Sunay AKIN
Umay-UMAY
Yaşar KEMAL
132
Yekitiya Niviskaren Rojavayê Kurdistanê ya li Elmanya ye Yusuf ÇETĐN
Ziya OZANLAR
ĐHD ĐSTANBUL ŞUBESĐ
08.01.2002
BASIN AÇIKLAMASI
Ankara DGM Savcısı Hakan Kızılarslan'ın ĐHD hakkında soruşturma yürüttüğünü geçen hafta
Perşembe günü öğrenmiştik. Ancak Sayın Savcı hazırlık soruşturmasının gizliliği ilkesinden
hareketle bir bilgilendirmede bulunmamıştı. Hazırlık Soruşturmasının gizliliği ilkesi, Cumhuriyet
Savcılarını da bağlayan bir ilkedir. Bize, yani sanık durumunda olanlara
suçlamayı bildirmeyen Sayın Savcı Anadolu Ajansı'na bildirdi. Ajans da abonelerine 30 Nisan'da
duyurdu.
Suçlamayı böylece öğrendik.
Olay şudur:
Van Şubemizin Genel Kurulu'nda "Anadilde eğitim temel insan hakkıdır" yazılı bir bez pankart
asılır. Altında ĐHD imzası vardır. Polisler pankartın kaldırılmasını isterler ve yöneticilerimiz bu
isteğe uyarlar. Van DGM Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatır ve Van Şube yöneticileri
hakkında dava açar. Genel Merkez yöneticileri hakkında da yetkisizlik kararı vererek dosyayı
Ankara DGM Savcılığı'na gönderirler. AA'nın haberine göre, Sayın Kızılarslan bu pankartta
yazılanları, "Kürtçe eğitim talebi" olarak algılamaktadır. Ama aynı zamanda bu talebin terör
örgütüne yardım ve yataklık yapmak olduğu görüşündedir. Salonda "Kürtçe eğitim" ibareli hiçbir
pankart bulunmamaktadır.
ĐHD, anadilde eğitim hakkını, bir insan hakkı, bir kültürel hak olarak savunmaktadır. Ulusalüstü
insan hakları belgelerinde de anadilde eğitim hakkı böyle değerlendirilmektedir. Ayrıca, Avrupa
Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi'nde de orta vadede, kültürel haklar "Kültürel çeşitliliğin
sağlanması ve kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların kültürel haklarının güvence altına
alınması. Bu hakların kullanılmasını engelleyen her türlü yasal hüküm-eğitim alanındakiler de dahil
olmak üzere-kaldırılmalıdır." şeklinde yer almaktadır.
ĐHD kültürel haklar konusuna yaklaşımını, hem "Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat
Taraması)" kitabında ortaya koymuş, hem de ĐHD'nin internet sitesinde yer alan çeşitli basın
açıklamaları ile değerlendirmelerini kamuoyu ile paylaşmıştır. Hiçbir açıklamamızda, salt Kürtçe ile
ilgili bir istem dile getirilmemiştir. Dolayısıyla, anadilde eğitim hakkı eşittir Kürtçe eğitim talebi
kurgusu, ĐHD'ye ait bir kurgu değildir. Bu indirgemeci yaklaşımı, "terör örgütlerine yardım ve
yataklık" suçlamasına dönüştürerek
sürdürmek ise, aklın almayacağı bir durumdur. ĐHD, tüm farklı dilleri kullanan yurttaşlarımızın,
farklı dil ve kültürel özelliklerini korumaları ve geliştirebilmeleri haklarını savunmaktadır. Buna
Kürtçe de dahildir. Ama yalnızca Kürtçe değildir.
ĐHD Genel Merkezi, savunduğu anadilde eğitim hakkını, bir pankarta, bir afişe yazarak ifade
etme kararı almamıştır. Böyle bir karar almasına herhangi bir hukuksal engel de bulunmamaktadır.
Ancak, hiçbir şubemize yazılı ya da sözlü talimat verilmemiştir. Buna gerek de yoktur. Anadilde
133
eğitim hakkını savunmada, pankart, afiş, broşür ya da yazılı ve görsel malzeme kullanmada
şubelerimiz genel ilkelerimize uygun olmak koşuluyla inisiyatif geliştirme özgürlüğüne sahiptir.
ANADĐLDE EĞĐTĐM TEMEL ĐNSAN HAKKIDIR!
01.05.2002
ĐZMĐR BAROSU BÜLTENĐ SAYI 126 / BASIN AÇIKLAMASI
DĐLEKÇE HAKKI ANAYASAL BĐR HAKTIR!
Dilekçe hakkına gözaltı ve şiddetle cevap vermek hukuk devletini polis devletine dönüştürür!
Kamuoyunda ya da basında ve öğrenci aileleri arasında yankı bulan "Dilekçe Hakkı" kısa bir süre
tartışıldı ve bırakıldı. Bu, biz Türkiye’li insanların alışkın olduğu bir durum.
Gündemimize hemen ve çarçabuk başka konular oturuverdi. Dilekçe hakkının, bir hak olarak
hukuksal içeriği tartışılamadı, kadük bırakıldı. Bu bağlamda, Đzmir Barosu Başkanlığı, 6 Şubat
2002 tarihinde, Av. Noyan Özkan imzasıyla konu hakkındaki görüşlerini basına ve kamuoyuna
duyurdu. Aşağıda açıklamanın tam metnini bulacaksınız.
Son dönemde çeşitli üniversitelerde ve diğer öğretim kurumlarında Kürtçe’nin seçmeli ders olması
ya da Kürtçe’nin okullarda okutulması istemli dilekçe verenlere karşı, dilekçeleri kabul etmeme,
disiplin soruşturması açma, gözaltı ve tutuklama gibi uygulamalar yapılmaktadır.
Anayasanın 74. maddesi "vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet
eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve
TBMM ‘ne yazı ile başvurma hakkına sahiptirler." hükmünü düzenlemektedir.
Anayasanın 74. maddesinin devamında "kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin
dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir." denmektedir.
Dilekçe hakkı ayrıca 3071 sayılı Yasa ile daha ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir. Yasanın 3.
maddesi TBMM ve yetkili makamlara yazı ile başvuru hakkını, 4. maddesi dilekçede bulunması
gereken unsurları ve 7. maddesi de dilekçenin sonucundan muhataplarının 2 ay içinde
bilgilendirileceğini belirtmektedir.
Yasa, dilekçelerin kabul edilmezliğinden bahsetmemekte ancak belli durumların varlığında
incelenemeyeceğini belirtmektedir.
Anayasal ve yasal düzenlemelerden anlaşılacağı gibi verilen dilekçenin içeriğinin kabul edilmez
olduğu durumda dilekçelerin bu nedenle işleme konulamayacağının başvurucuya bildirilmesi
hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Bu açık düzenlemelere karşın
uygulama; dilekçe sahiplerinin saiklerinin sorgulanması, bazılarının gözaltına alınmaları ve
tutuklanmaları biçiminde olmuştur.
Anayasa’nın 38. maddesine göre; "Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için
konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez." Aynı düzenleme Avrupa Đnsan Hakları
Sözleşmesinin 7. maddesinde de yer almaktadır.
Dilekçecilerin talebi Kürtçe dilinin seçmeli ders olarak okutulmasıdır. Dilekçe veren yurttaşların
demokratik bir toplumun temel bileşenlerinden olan hak arama özgürlüklerini kullandıkları için
134
gördükleri bu muamele Anayasanın 38.maddesinde düzenlenen "suçların ve cezaların kanuniliği"
ilkesine aykırıdır, yasadışıdır.
Dilekçe sahiplerinin maruz kaldığı bu uygulama gerek Anayasanın 10. maddesinde ve gerekse
Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde belirtilen "yasa önünde eşitlik" ilkesine
aykırılık oluşturmaktadır.
Günümüzde artık, toplumsal sorunların çözümü önemli olduğu kadar bu sorunlara nasıl
yaklaşıldığı daha da önem kazanmıştır. Gerekçesi ne olursa olsun Anayasal bir hakkın
kullanımında çifte standarda yer verilmemelidir. Bu nedenle, özgürlükler alanını daraltarak çözüm
arayışından vazgeçilmelidir.
Yurttaşların yasal ve şiddete dayanmayan hak arama talepleri zor ve baskı ile karşılanmamalıdır.
Anayasanın da güvencesi altında olan hakların kullanılması engellenmemelidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'la yapılan görüşmede sunulan metin.
Sayın Başkan,
Đnsan Hakları Derneği (ĐHD), Đnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin kabul ve ilan edildiği her 10
Aralık gününü bir haftalık etkinliklerle kutlamaktadır. Haftanın son gününde de, TBMM
Başkanlarını ziyaretle, görüş ve istemlerini sunmaktadır.
Bu çerçevedeki ziyaretimize olanak sağladığınız için teşekkür ederiz.
Sayın Başkan,
ĐHD, Türkiye'nin anayasal ve yasal sisteminin demokratikleştirilmesini istemektedir.
Türkiye'nin anayasal ve yasal sisteminin demokratikleştirilmesi sorunu, birkaç yasanın birkaç
maddesinin değiştirilmesi ile gerçekleşmeyecek boyuttadır. Zira anayasal ve yasal sistem,
merkezinde insanın, yurttaşın bulunmadığı, devletin bulunduğu bir bakış açısıyla kurumlaşmıştır.
Belirtilen durumda, insan, yurttaş, birey, hakların ve özgürlüklerin öznesi değil, nesnesi konumuna
indirgenmiş olmaktadır. Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, halk iradesine dayalı olmaktır.
Halkın, yaşamın tüm yönlerine katılma olanağına sahip olması demektir. Oysa ülkemizde sistem,
hem halkın iradesinin özgürce ortaya çıkmasına, hem de katılımına olanak tanımamaktadır.
Hükümetlerden ve meclisten ayrı ve onun dışında ve üzerinde bir "devlet" kavramı, "devlet
politikası" kavramları geliştirilmiştir. Herkes için bağlayıcı ve kapsayıcı olduğu belirtilen "milli
siyaset"ten ve "milli siyaset belgesi"nden söz edilmektedir. Fakat bu siyaset, hükümetler ve yasama
organı üyeleri tarafından yani halkın seçtiği kişiler tarafından üretilmemiştir. Bazı yüksek
bürokratlar bu siyaset belgesinin bilgisine sahiptir ama, hükümetler içinde çoğu bakanlar ve
yasama organı üyelerinden hiçbirisi bu siyaset belgesinin bilgisine sahip değildir. Biz yurttaşlar için
Anayasa mı, yoksa hepimizin "iyiliği" için hazırlanmış, içeriğini bilmediğimiz milli siyaset belgeleri
mi, "kırmızı kitaplar" mı bağlayıcı belgedir, bilmek istiyoruz?
Demokrasinin, çoğulculuk, katılımcılık ve açıklık ilkesi ne yazık ki, ülkemizde geçerli değildir.
Farklı fikirler, farklı kültürler toplum hayatında vardır, ancak anayasal ve yasal sistem bu özellikleri
yadsımaktadır. Halkın iradesinin özgürce ifade edilmesinde sayısız engeller bulunmaktadır. Đfade
135
özgürlüğü alanındaki sınırlamalar, yalnızca hapis cezası yaptırımından ibaret değildir. Yurttaşlar
ülke yönetimine katılma haklarından da yoksun bırakılabiliyorlar. Örneğin fikirleri yüzünden
hapisle cezalandırılanlar, ayrıca siyasi yasaklı hale gelebiliyor, ya da dernek ya da sendika kurucusu,
üyesi olamıyorlar. Ayrıca yüzde onluk barajlarla halkın iradesinin parlamentoya yansımasına engel
olunuyor.
Halkın oylarıyla ülkeyi yönetmeleri için seçilenler, anayasal ve yasal sistem gereği bu yetkilerini
gerçekte iktidar ortaklığı biçiminde kullanmak durumunda kalıyorlar. Ulusal egemenlik ortak
kabul etmez. Egemenlik kayıtsız şartsız millette ise, anayasal sistemin oluşturduğu ortaklık, bu
ilkeye aykırıdır. Halkın iradesi ile iktidar olanların devletin yüksek bürokrasisi ile, eşit oy hakkına
sahip olması söz konusu olamaz. Üstün irade ve ortaklık kabul etmez irade, halkın oylarıyla
seçilenlerdedir. Belirtilen durumda, Milli Güvenlik Kurulu gibi anayasal organların demokrasi ile
çeliştiği tartışma götürmez. Kadroları ve bütçesi gizli Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği
gibi kurumların demokrasi teorisi ile ilişkisi de bulunmamaktadır.
ĐHD, demokrasiyi, demokrasinin evrensel ölçekte kabul edilmiş standartlarını savunmaktadır. Sivil
otoritenin üstünlüğü ilkesi tartışma dışıdır. Dolayısıyla "bize göre demokrasi" anlayışından
vazgeçilmelidir. Demokratik standartlar ile çelişen anayasal ve yasal düzenlemelerin yürürlükten
kaldırılmasını istemekteyiz.
Đnsan hakları iki temel güç tarafından korunur. Bunlardan birisi demokratik kamuoyu tarafından
koruma ise, diğeri de, insan haklarının hukuk yoluyla korunmasıdır. Đnsan haklarının hukuk
yoluyla korunması, salt yasaların insan haklarına dayalı olması ile sınırlı olarak kavranamaz. Asıl
hukuk yoluyla koruma, yargısal korumadır. Hukukun üstünlüğü ilkesi en başta yargı yoluyla
sağlanır. Bunun için de bağımsız yargı temeldir. Sayın Yargıtay Başkanı, 5 Eylül 2002 tarihinde
yeni adli yıl açılış töreninde yaptığı konuşmada, anayasal ve yasal sistemin, yargının bağımsızlığını
nasıl engellediğini ve bağımsız yargı güvencesinden yurttaşlarının nasıl yoksun bırakıldığını çok
açık bir biçimde ifade etmiştir. Anayasa, bağımsız bir güç olan yargının içersine, yürütmeyi
sokmuş ve Adalet Bakanı'nı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun başkanı olarak nitelemiştir.
Müsteşar da üyedir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun ise, kendisine ait bir sekreteryası
bulunmamaktadır. Tüm işlemleri yürütmeye, başka bir ifadeyle Adalet Bakanlığı'na bağlı birimler
tarafından yerine getirilmektedir. Kurulun kendisine ait özerk bütçesi de bulunmamaktadır.
Devlet Güvenlik Mahkemeleri anayasal ve yasal sistemde varlığını sürdürmektedir. Ayrıca siviller
hâla olağan rejim koşullarında askeri mahkemelerde yargılanmaktadır. Pek çok Avrupa ülkesinde,
savaş döneminde bile siviller sivil yargıda yargılanmakta iken, Türkiye'de, cumhuriyet döneminin
yarısı sıkıyönetimle geçirildiği için ve sıkıyönetimde askeri yargı öngörüldüğü için, askeri
mahkemelerde yargılamalar yapılmıştır. 57. hükümet döneminde Ulusal Program'da taahhüt edilen
yargı reformu ile ilgili taahhütlerden Avukatlık Yasası hariç, hiçbiri yerine getirilmemiştir.
Sayın Başkan,
ĐHD, hukukun üstünlüğü ilkesini savunmaktadır. Adil yargılanma ve savunma hakkının
sağlanması ve insan haklarının hukuk yoluyla korunması için ivedi önlemlerin alınmasını
istemektedir.
Türkiye toplumu çoğulcu etnik ,dinsel, dilsel ve kültürel özelliklere sahiptir. Toplumun bu özelliği
ile, devletin tekçi anlayışı ve bu anlayışın anayasaya ve yasalara yansıması çelişmektedir. Devletin
yurttaşlarının bu özelliklerini kucaklaması gerekir. Bu ülkemiz için bir zenginliktir.
136
Din ve vicdan özgürlüğü alanında, anayasa hem 2. maddesi ile laik devlet ilkesine vurgu yapmakta
hem de zorunlu din dersleri öngörmektedir. Anayasa hem Diyanet Đşleri Başkanlığına anayasal bir
organ niteliği kazandırmakta, hem de Diyanet Đşleri Başkanlığı'nın yasasının amaç maddesinde
Đslam dini ile hizmetlerde bulunmayı amaç edinmektedir. Devletin laik özelliğine vurgu yapılmakta
ama resmi radyo ve televizyonlarda tek bir dinin tek bir mezhebin tek bir kolu ile ilgili yayınlar
yapılmaktadır. Din, bir nevi devletleştirilmiş durumdadır. Anayasal ve yasal sistem farklı inanç
yollarını tanımadığı gibi, yasaklamalar da getirmektedir. Örneğin, Alevi inancı ve kültüründen
insanlarımız yok muamelesi görmektedir. Farklı din ve mezheplerden yurttaşlarımız yok
muamelesi görmektedir. Laiklik ilkesi çoğu kez şekli bir nitelik kazanmaktadır. Binlerce lise ve
üniversite öğrencisi, bireysel hak niteliğindeki başörtüsü sorunu nedeniyle, eğitim haklarından
yoksun bırakılabilmektedir. Bu şekli laiklik algılayışı tam bir baskı ortamının ifadesi olmaktadır.
Türkçe'nin dışındaki dillerin kullanımı ile ilgili olarak da sorunlar devam etmektedir. Türkiye'de
çeşitli araştırmalara göre sayısı 26-36 arasında değişen farklı dil konuşulmaktadır. Đnsanların
çocuklarına kendi dillerinde isim koymaları engellenmekte, yerleşim alanları ve köylerin isimleri
değiştirilmektedir. Farklı dillerin öğrenilmesi ile ilgili yasaklar devam etmektedir. Dillerin
öğrenilmesi ile ilgili 3 Ağustos tarihli yasanın uygulamaya geçirilmesi, yönetmelikle imkansız hale
getirilmiştir. Yine farklı dillerde yayın yapılabilmesine olanak sağlayan 3 Ağustos yasalarına karşın,
yine yönetmelikle bu alanda devlet tekeli yaratılmış ve yasanın öngörmediği sınırlamalar
getirilmiştir. TBMM'ye ya da üniversitelere Kürtçe'nin üniversitelerde seçmeli ders olarak
okutulması için verilen dilekçeler üzerine binlerce insan hakkında davalar açılmış ve pek çok
üniversite öğrencisi okuldan uzaklaştırılmıştır. Dilekçe hakkının kullanımı bile yasaklanabilmiştir.
Siyasi partilere ve milletvekili adaylarına da dil yasakları getirmektedir. Seçmenlerine Kürtçe hitap
eden milletvekili adayları, siyasi parti genel başkanları gözaltına alınabilmiş ve haklarında davalar
açılabilmiştir.
Sayın Başkan,
ĐHD, kültürel hakları, insan hakları olarak kavramaktadır. Bu hakların yurttaşlarımıza tanınmasını
ve kullanımı ile ilgili yasakların kaldırılmasını istemekteyiz.
Ülkemizin bir bölgesi, Güneydoğu Anadolu bölgesinde, yoğun olarak Kürtler yaşamaktadır. Kürt
sorunu "terör sorunu" değildir. Bölgenin yalnızca ekonomik ve sosyal sorunu bulunmamaktadır.
1978 yılı Aralık ayından beri önce sıkıyönetim, sonra olağanüstü hal yönetimi adı altında 24 yıl
süren yönetim usulü sona ermiş olmakla birlikte, sorunlar devam etmektedir. 15 yıl süren silahlı
çatışma dönemi son üç yıldır sona ermiş olmakla birlikte, koruculuk sistemi devam etmektedir.
Bölgede, 3688 köy ve mezra boşaltılmıştır. Üç milyondan fazla nüfus göç etmek zorunda
bırakılmıştır. Köye güvenli dönüş olanakları yaratılmamıştır. Resmi rakamlara göre, ancak %10'luk
bir nüfus (OHAL Bölge Valisinin 30 Kasım itibariyle açıklamasına göre 51 bin kişi dönmüştür.
Resmi bilgiler 500 bin civarında insanın zorunlu göç mağduru olduğunu kabul etmektedir.)
köyüne dönebilmiştir. 9 Mayıs 2000 tarihinde kamuoyunun bilgi sahibi olmadığı Güneydoğu
Eylem planı yürürlüğe konmuştur. Bütçesi belli olmayan ve kimin sorumluluğunda yürütüldüğü
bilinmeyen 107 maddelik bu plan TBMM denetiminde de değildir. Köyüne dönmek
isteyenlerden, köyünün PKK tarafından yakıldığına ilişkin beyan alınmaktadır. Bu beyanda
bulunmayanlara izin verilmemektedir. Bölgeye, kapsamlı bir kalkınma-gelişme ve kültürel projeyle
yaklaşılmalıdır. Bölge insanı böyle bir projenin hazırlığı dahil her aşamasına katılmalıdır. Đnsan
hakları ve demokrasinin merkeze alındığı, açık bir uygulama ile bölge insanına yaklaşılmalıdır.
Güneydoğudaki mayınlı araziler temizlenmelidir. Koruculuk sistemi kaldırılmalıdır.
137
Ülkemizde ifade özgürlüğü hala koruma altında değildir. Radyo ve televizyonlar kapatılabilmekte,
kitap, gazete ve dergiler toplatılmakta ve düşüncelerini basın ya da basın dışı araçlarla açıklayanlar
cezalandırılabilmektedir.
Đnsan hakları örgütleri yargı baskısı altında tutulmaktadır. Örneğin ĐHD üzerindeki yargı baskısı
son iki yılda doruk noktasına ulaşmıştır. Son iki yılda Genel Merkez ve şube yöneticileri hakkında
437 dava açılmıştır. Malatya şubemiz iki yılı aşkın bir süredir kapalıdır. Genel olarak dernekler
üzerinde polis baskısı sürmektedir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı hâla izinle kullanılabilen bir
hak durumundadır.
Đşkence yaygın ve sistematik olarak uygulanmaktadır. Bu alanda hiçbir iyileşme gözlenmemektedir.
Đşkencenin önlenmesi için kesin siyasi irade ve kararlılık gerekmektedir. Konu ile ilgili olarak insan
hakları kuruluşlarının önerileri ciddiyetle ele alınmamaktadır. Đşkence ile ilgili olarak çalışmaları
bulunan kişi ve kuruluşlara baskılar uygulanmaktadır. Örneğin Adli Tıp alanındaki çalışmalarıyla
tanınan Prof. Dr. Şebnen Korur Fincan'cı hakkında soruşturmalar açılabilmektedir. Türkiye Đnsan
Hakları Vakfı'nın Diyarbakır temsilciliği polis baskısına maruz bırakılmış, dava açılmıştır.
Đşkenceye maruz kalan üç yüzün üzerindeki mağdurların hekimle aralarında sır olarak kalması
gereken bilgilere polis el koymuştur. Yurttaşların işkence gördüğünün kanıtlarını taşıyan bu
belgeler karşısında cumhuriyet savcıları dava açmaları gerekirken, Vakıf hakkında dava açma
yoluna gidilebilmiştir. Bu yılın Ocak ayında ĐHD Genel Sekreteri, Bingöl emniyetinde işkence
gördüğünü ifade eden bir kişinin başvurusunu Đçişleri Bakanı'na iletmiştir. Genel Sekreterin o
anda emniyette bulunan ve başvurucunun işkence görmekte olduğunu bildirdiği üç kişinin
işkenceye maruz kalmaması için önlem alınmasını isteyen dilekçesi, Cumhuriyet Savcısının ĐHD
Genel Başkanı ve Genel Sekreteri aleyhine emniyet kuvvetlerine iftira atma suçuna dönüşmüştür.
Bu tür yaklaşımlarla işkence önlenemez.
Sayın Başkan,
F Tipi cezaevlerinde iki yılı aşkın bir süredir ölüm oruçları sürmektedir. 19 Aralık 2000 tarihinde
20 cezaevine yapılan operasyonda yaşamını yitiren ikisi asker 32 kişi dahil toplam 106 kişi
yaşamını yitirmiştir.
F tipi cezaevlerinde tecrit koşulları devam etmektedir. ĐHD tecriti bir tür işkence yöntemi olarak
değerlendirmektedir. Tutukluların kendi kendilerini tecrit ettiği yolundaki artık ezberlediğimiz ve
hiçbir inandırıcılığı bulunmayan açıklamalar duymak istemiyoruz. Bu sorunun çözümü için
TBMM iradesinin ortaya konmasını istiyoruz. Tecritin ortadan kaldırılması inanıyoruz ki, ölüm
oruçlarının da sona ermesi sonucunu doğuracaktır.
ĐHD, savaşa karşıdır. Barış savunucusu bir örgüttür. Hem dünyada hem de ülkemizde barışın
egemen olmasını istiyoruz. ABD'nin çok açık bir biçimde petrol ve yeni nüfuz alanları yaratma
savaşı diye nitelendirilebilecek Irak'a yönelik savaşına engel olunmalıdır. Türkiye bunu başarabilir.
Türkiye'nin savaşın tarafı durumuna gelmesine de karşıyız. Ülkemizin hava ve deniz limanlarının
ABD'ye açılmasına da karşıyız. ABD'nin Türkiye'de askerlerini konuşlandırmasına da karşıyız.
TBMM'nin olaya el koymasını istiyoruz. Türkiye baskı altına alınmak ve savaşa sürüklenmekle
karşı karşıyadır. Böyle bir kuşatma ancak TBMM iradesi ile halkın iradesinin birleşmesi sonucu
aşılabilir. Türkiye halkı, onurlu bir halktır. Onurumuza sahip çıkılmasını istiyoruz.
Đnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin 54. yılında size en içten duygularımızla saygılarımızı sunarız.
Đnsan Hakları Derneği
Genel Yönetim Kurulu adına
138
Hüsnü Öndül
Genel Başkan
27 Aralık 2002
20 Kasım 2001
BASINA VE KAMUOYUNA
Kürtçe eğitim ve yayın tartışmalarının yoğunlaştığı ve bu konulardaki yasakların kaldırılması için
yürütülen demokratik hareketlerin güçlendiği bu dönemde; hem tartışmalara katkı sunmak, hem
de Türkiye'deki demokrasi mücadelesine destek olmak için "Kürtçe Eğitim ve Öğrenim
Kampanyası" adlı bir kampanya başlatmış bulunmaktayız. Anadilde eğitim ve anadili öğrenimi
konularındaki sıkıntıları en çok yaşayan biz Kürt öğrencileriz. Anadilimize sahip çıkmamız,
yaşamda bir birey olarak varolabilmemizin, bir üniversiteli olabilmemizin gereğidir. Bu, aynı
zamanda ülkemizin demokratik ve özgür yarınları için bir YURTTAŞLIK GÖREVĐ'dir.
Yapılan bilimsel araştırmalar ışığında görülmektedir ki; kişi anadilinden farklı bir dilde yaşamaya
ve eğitime zorlandığı takdirde uyum problemleri, kaybetme ve başarısızlık duygusu, ilişki
kuramama ve bunalıma girme gibi sorunlarla karşılaşmaktadır. Yaşadığı bu sorunlar yüzünden
toplum için yararlı, üretken bir birey olamamaktadır. Bir halkın dilinin, kültürünün, tarihinin yok
sayılması, bu alanlardaki gelişiminin engellenmesi; o halkın yok olmasına, toplumda sağlıksız bir
gelişmeye neden olur. Böyle bir toplumda yetişen bir bireyin de kendisine ve topluma faydalı
olması beklenemez. Bununla birlikte bu tür yaklaşımlar toplumda ayrılıkçılığa, düşünsel ve ruhsal
parçalanmaya, şiddete neden olup, toplumsal barışı, ortak çıkarlar için birlikte hareket etme
olanağını ortadan kaldırır. Anadil kişinin var olması, toplumla sağlıklı ilişkiler kurması, üretken,
düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olması için kullanabileceği çok önemli bir araçtır.
ANADĐL ĐNSANIN VAROLMA KOŞULUDUR.
Türkiye'de, başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklar yıllardır yok sayılmakta, bu halkların
dillerini, kültürlerini geliştirmeleri engellenmekte, bunun için gereken koşullar yaratılmamaktadır.
Her Türkiye yurttaşı Türk, yani bir etnik kökene mensup olarak görülmekte,Kürt, Ermeni, Rum,
Çerkez, Laz ...vb. bütün halkların Türk olduğu düşüncesi toplumsal yaşamın her alanında
uygulanmaktadır. Toplumsal yaşamın temelini oluşturan anayasada da bu anlayış mevcuttur. (66.
Madde ; Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür).Gerek uluslararası
sözleşmeler, gerek diğer ülkelerde yaşanan somut durum incelendiğinde; anadilini yaşamın her
alanında kullanabilme, anadilde eğitim, kültürünü yaşama ve geliştirme haklarının tanındığı
görülmektedir. Bir çok devlet bu tür girişimleri desteklemekte,bu konularda özel çabalar sarf
etmektedir. Diğer ülkelerde yaşanan somut durum göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer
halkların dillerini,kültürlerini geliştirmesi ülkeyi bölüp parçalamaz, tam tersine birliği, bütünlüğü
geliştirip, ülkenin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar.
Kürt halkı her türlü engellere rağmen, Kürtçe eğitimini sürdürmüştür. Bu gün de Irak, Đran, Suriye
gibi Ortadoğu ülkelerinde, Đsveç, Fransa, Almanya gibi Avrupa ülkelerinde Kürtçe eğitim ve
Kürtçe'nin öğretilmesi çalışmaları devam etmektedir. Yine internet üzerinden Kürtçe'nin
öğretilmesi için açılan siteler mevcuttur. Bilimsel gelişmelerle birlikte bir çok yasal engelin aşılıp,
anlamsızlaştığı çağımızda, internet yasaklara meydan okumaktadır.
139
Halktan gelen çağdaş, demokratik bir ülkede yaşama isteğini görmesi gereken Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, artık etnik kökene dayanan toplumsal düzenden vazgeçip, bir çok halkın
yaşadığı Türkiye'nin gerçeğine uygun, anayasal yurttaşlığa dayalı, çok kültürlü, çoğulcu bir
toplumsal düzeni yaratmalıdır. Özgür ve demokratik bir ülkeyi yaratmak bu anlayışı hakim
kılmakla mümkündür. Bu yaklaşımlar Avrupa Birliği'ne girmemizin önündeki engelleri de ortadan
kaldıracaktır. Bunları yaratmak Türkiye'de yaşayan her yurttaşın en temel hakkı ve görevidir.
Biz Đstanbul Üniversitesi öğrencileri olarak, bu sabah Türkiye'nin demokratikleşmesinin önünü
açacağına inandığımız küçük bir adım attık. Anadilimizi öğrenmek ve geliştirmek için, Kürtçe
dersinin, Üniversitemiz bünyesinde, seçmeli dersler kapsamında açılmasını, Đstanbul Üniversitesi
Rektörlüğü'ne verdiğimiz dilekçelerle talep ettik. Başvuruların artması için bizler "Kürtçe Eğitim
ve Öğrenimi Đçin Kürt Öğrencileri Girişimi" adıyla bu kampanyayı devam ettireceğiz. Başta Kürt
öğrenciler olmak üzere, Türk, Arap, Ermeni, Laz, Çerkez.. vb. bütün öğrenci arkadaşlarımızı,
değerli hocalarımızı, Demokratik Kitle Örgütlerini, Sivil Toplum Kuruluşlarını bu kampanyaya
sahip çıkmaya çağırıyoruz. Yine diğer illerde bulunan üniversiteli arkadaşlarımızı, kendi
üniversitelerinde bu ve benzeri taleplerle bu kampanyaya katılmaya çağırıyoruz. Tüm öğrenci
arkadaşlarımız, kampanya için hazırlamış olduğumuz araştırma dosyasını ve başvuru dilekçelerini,
bize ulaşarak temin edebilirler.
ANADĐLĐMĐZ BĐZĐM VAROLMA KOŞULUMUZDUR
DĐLĐMĐZĐN SINIRLARI DÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR
KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐM ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ GĐRĐŞĐMĐ
Girişim Adına ; Ali Turgay
JI ÇAPEMENÎ Û RAYA GIŞTÎ RE
Di vê demê de ku nîqaş li ser perwerde û weşana bi kurdî têne kirin û ku di vê hêlê de ji bo
rakirina qedexeyan bizavên demokratîk bi pêş dikevin, da ku em hem ji bo ku alîkariyê bidin
nîqaşan, hem jî da ku bibin destek ji bo têkoşîna demokratîk a Tirkiyeyê, me kampanyayeke bi
navê “kampanyaya perwerde û hîndekariyê” da dest pê kirin. Di mijara perwerdehiya zimanê
zikmakî de tengasiyên herî mezin em xwendekarên kurd dikişînin. Xwedîlêderketina li zimanê
zikmakî wekî kesekî sedema hebûna me ye û di heman demê de ji bo ku em xwendekarên
zanîngehê ne peywira me ye. Di heman demê de, ev yek ji bo rojên azad yên welatê me,
peywireke hemwelatiyê ye.
Bi lêkolînên zanist tê dîtin ku; dema şexs bi zorî pêwîstî jiyan û perwerdeya ne bi zimanê zikmakî
bê kirin, pirsgirêkên ahengî (uyum), hestên windakirin û neserketî, têkilî nedanîn û ketina nava
tengasiyê pê re çêdibin. Qedexekirina dîrok, çand û wêjeya gelekî rêlibergirtinên di vê hêlê de,
dibin sedema tunebûna wî gelî. Bi vê yekê ve girêdayî ev nêzîkbûnên wiha dibin sedemên
cudabûna di civakê de, perçebûna rih û ramanî, dibe sedemê tundî, aştiya civakî û her wiha
îmkanên bi hev re tevgerîna ji bo berjevendiyên hevpar ji holê radike. Zimanê zikmakî, ji bo ku
140
şexs hebe, têkiliyên rast bi civakê re saz bike, hilberînêr be, bifikireû ji bo ku bibe şexsek ku xwe û
civakê bi pêş bixe, alavekî pir girîng e. ZIMANÊ ZIKMAKÎ HEBÛNA MIROVAYE.
Li Tirkiyeyê, bi salan e, di serî de gelê kurd û gelên din wek tunene tên qebûlkirin. Pêşxistina
zimanê van gelan, çanda van gelan tê astengkirin. Derfet ji bo vê yekê nayên afirandin. Her
hemwelatiyekî/ê Tirkiyeyê wek tirk tê dîtin, ango her kes ji nijadeke tenê tê dîtin. Kurd, Ermenî,
Rûm, Çerkez, Laz...û hwd,, hemû gel tirk tên dîtin û ev nêrîn di hemû qadên jiyana civakî de tê
sepandin. Ev nêrîn di zagona bingehîn; ku bingeha jiyana civakî pêk aniye de jî mevcûd e. (Xala
66: her kesê girêdayî hemwelatiya Tirkiyeyê be tirk e) Gerek di peymanên nevnetewî, gerek rewşa
şênber a di dewletên din de tê dîtin ku zimanê zikmakî di hemû warê jiyanê de tê bi karanîn.
Mefên bi zimanê zikmakî perwerdehî, bi çanda xwe jiyan û pêşvexistina çandê, tên dayîn. Gelek
dewlet teşebusên wek van destek dike û di vî warî de hewildanên taybet nîşan dide. Ev rewşa
şênber ku di welatên din de tê jiyandin, bi me dide xuyakirin ku pêşvexistina zimên û çandên
gelekî din, welêt perçe nake. Berewajiyê wê, yekitiyê, yekbûnê pêşvedibe û dike ku dewlemend û
bi hêz bibe.
Gelê kurd, li ber hema astengiyan, perwerdehiya bi kurdî domandiye. Îro jî li dewletên Rojhilata
Navîn, Irak, Îran û Sûriyeyê, li dewletên Ewropa Swêd, Franse, Elmanyeyê xebatên ji bo
perwerdehiya bi kurdî û perwerdedayîna bi kurdî, didomin. Dîsa li ser înternetê sîteyên ji bo
perwerdedayîna bi kurdî mevcûd in. Bi pêşketinên zanistê re, gelek pêşîlêgirtinên bi zagonî ku bê
wate mane hatine derbazkirin û di çaxê me de înternet qaqiba qedexeyan dixwaze.
Komara Tirkiyeyê divê bibîne ku gel daxwaziya welatekî hemdem û demokratîk dike û divê êdî
dev ji vê sîstema xwe ya ku li ser bingeha etnîkî hatiye danîn berde û divê ku li gorî rasteqîniya
Tirkiyeyê, li ser esasên hemwelatibûna zagona bingehîn pergaleke civakî ya pirçand ava bike. Ji bo
ku welatekî azad û demokratîk bê avakirin hewcedarî bi feraseteke wiha heye. Feraseteke bi vê
rengî dê astengên li pêşiya tevlîbûna Yekitiya Ewropayê jî ji holê rake. Ji bo ku ev bên pêkanîn
hemû kesên ku li Tirkiyeyê dijîn xwediyê maf pirsyarî ne.
Me wek xwendekarên Zanîngeha Stenbolê vê sibehê pêngaveke ku em pê bawerin wê pêşiya
demokratîkbûyîna Tirkiyeyê veke, avêt. Me bi daxwaznameyan, ji rektorê Zanîngeha Stenbolê
xwest ku di bin banê zanîngeha me de dersên hilbijartî ên bi kurdî bên dayîn. Ji bo ku serîlêdan
zêde bibin em bi navê “peyana xwendekarên ji bo perwerde û perwerdedayîna bi kurdî” emê vê
kampanyayê bi domînin. Di serî de em bang li xwendekarên kurd, her wiha yên tirk, ereb, ermenî,
laz, çerkez... êd. û mamosteyên xwe yên birêz, rêxistinên girseyî yên demokratîk, saziyên civakî
yên sivîl dikin ku li vê kampanyayê xwedî derkevin. Dîsa em bang li hevalên xwe yên
xwendekarên zanîngehên din dikin ku di zanîngehên xwe de xwestekên wiha û ên din bixwazin û
tevlî vê kampanyayê bibin. Hemû hevalên me yên xwendekar dikarin dosyaya ku me ji bo
kampanyayê amade kiriye û daxwaznameyên kampanyayê li cem me peydabikin.
ZIMANÊ ME YÊ ZIKMAKÎ HEBÛNA ME YE
SÎNORÊN ZIMANÊ ME SÎNORÊN CÎHANA ME NE
PEYANA XWENDEKÊN KURD A JI BO PERWERDE Û HÎNDARIYA BI ZIMANÊ
KURDÎ
Li ser navê peyanê Ali Turgay 03 Aralık 2001
141
BASINA VE KAMUOYUNA
Son dönemde kamuoyunda yoğunca gündeme gelen ve ülkemizin demokratik gelişimi açısından
önemli bir adım olarak nitelenebilecek ‘Kürtçe Eğitim Kampanyası’ bir çok üniversitede
başlatılmış durumda. Yapılan çağrılar ve anadil ve anadilin öğrenimi konusundaki yaşadığımız
sıkıntıları dile getirip bunları aşabilmek için bizde Hacettepe Üniversitesi öğrencileri olarak bu
kampanyaya başlamış durumdayız.
Bilimsel araştırmalar da göstermedir ki kişi anadilinden farklı bir dilde eğitime zorlandığı zaman
uyum problemleri, kaybetme ve başarısızlık duygusu, ilişki kuramama ve bunalıma girme gibi
sorunlarla karşılaşmakta ve bu sorunlar yüzünden toplumun gelişimine katkı sunamamaktadır.
Bir halkın dilinin kültürünün tarihinin yok sayılması, o halkın yok sayılması anlamına geldiği gibi
toplumun içinde de düşünsel ruhsal parçalanmaya, ayrılıkçılığa ve şiddete neden olup toplumsal
barışı da zedeler. Anadil kişinin varolması, toplumla sağlıklı ilişkiler kurması, üretken, düşünen
kendini ve toplumu geliştiren bir birey olabilmesi için kullanabileceği çok önemli bir araçtır.
Ne yazık ki Türkiye gerçekliğinde her Türk vatandaşı Türk yani bir etnik kökene mensup olarak
görülmekte, Kürt, Ermeni, Çerkez , Laz vb. Halkların Türk olduğu düşüncesi toplumda ve
yaşamın her alanında hakim kılınmak istenmektedir. Bu durum anayasa maddelerine açıkça
yansımıştır. (Madde 66: Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.)
Dünyanın bir çok ülkesinde yaşanan zengin deneyimler de gösteriyor ki, halkların kendi dillerini
konuşmaları, geliştirmeleri ve yaşamın her alanında kullanmaları, o ülkeyi bölüp parçalamıyor
aksine bütünleştiriyor ve zenginleştiriyor. Bir çok uluslararası sözleşmede de bu yön dikkate
alınarak dile getirilmiştir. Günümüzde ise Irak, Đran, Suriye, Đsveç, Fransa, Almanya gibi ülkelerde
Kürtçe’nin öğretilmesi çalışmaları devam etmektedir. Bu durum bu ülkelerin birliği bütünleşmesi
ve zenginleşmesi açısından olumlu sonuçlar doğurmuştur.
Ülkemizde ise bırakalım anadilde eğitimi anadilde eğitime yönelik çabalar , girişimler her türlü
yolla engellenmek istenmekte ve tehdit edilmektedir. Rektörler Üst Kurulu (RÜK) daha
kampanya başlamadan açıklama yaparak YÖK’ü ve Emniyeti tedbir almaya çağırmıştır. Yine
YÖK başkanı Kemal Gürüz yaptığı açılamayla Kürtçe eğitim isteyenlerin bölücü olduğunu ilan
etmiş ve üniversiteler de kampanyaya katılan ve destekleyenler hakkında soruşturma açılmasını
istemiştir. Bizler tamamen insani ve meşru bir hak olan anadilde eğitim hakkını sonuna kadar
savunacağız. Ülkemizin demokratikleşmesine büyük katkı sunacak olan bu kampanya YÖK gibi
zihniyetlerinde değişmesini de beraberinde getirecektir.
Türkiye devleti de artık etnik kökene dayalı düzenden vazgeçerek, Türkiye gerçekliğine uygun
anayasal vatandaşlığa dayalı , çok kültürlü , çoğulcu ve katılımcı bir demokratik düzeni
yaratmalıdır.
Bizler Hacettepe Üniversitesi öğrencileri olarak diğer üniversitelerde başlamış bulunan anadilde
eğitim kampanyasına destek vermek ve anadilimizi öğrenip geliştirmek için Kürtçe’nin seçmeli
dersler kapsamına alınması amacıyla üniversitemiz rektörlüğüne 400 dilekçe ile başvuru yaptık.
Diğer üniversitelerdeki arkadaşlarımızı sesimize ses katmaya çığlık olup haykırmaya, ve tüm baskı
ve engellemelere rağmen kampanyayı daha da güçlü sürdürmeye çağırıyoruz.
Kampanyamızı başvurular devam edecek şekilde sürdüreceğiz. Biz başta Kürt öğrenciler olmak
üzere Türk, Arap, Çerkez, Laz vb. Halklardan öğrenci arkadaşlarımıza, değerli hocalarımıza,
demokratik kitle örgütlerini , sivil toplum kuruluşlarını kampanyamıza sahip çıkmaya ve aktif
olarak katılmaya çağırıyoruz.
142
ANADĐLĐMĐZ BĐZĐM VAROLMA KOŞULUMUZDUR
DĐLĐMĐZĐN SINIRLARI DÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR
HACETTEPE ÜNĐVERSĐTESĐ KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐM ĐÇĐN KÜRT
ÖĞRENCĐLERĐ GĐRĐŞĐMĐ
12 Aralık 2001
BASINA VE KAMUOYUNA
Kürtçe eğitim ve yayın tartışmalarının yoğunlaştığı ve bu konulardaki yasakların kaldırılması için
yürütülen demokratik hareketlerin güçlendiği bu dönemde; hem tartışmalara katkı sunmak, hem
de Türkiye'deki demokrasi mücadelesine destek olmak için "Kürtçe Eğitim ve Öğrenim
Kampanyası" adlı bir kampanya başlattık. Anadilimizi öğrenmek ve geliştirmek için, Kürtçe
dersinin, üniversiteler bünyesinde, seçmeli dersler kapsamında açılmasını, rektörlere verdiğimiz
dilekçelerle talep ettik. Anadilde eğitim ve anadili öğrenimi konularındaki sıkıntıları en çok
yaşayan biz Kürt öğrencileriz. Anadilimize sahip çıkmamız, yaşamda bir birey olarak
varolabilmemizin, bir üniversiteli olabilmemizin gereğidir. Bu, aynı zamanda ülkemizin
demokratik ve özgür yarınları için bir YURTTAŞLIK GÖREVĐ'dir.
Kampanyamız, somut anlamda yaklaşık olarak üç aydır devam etse de anadilimizle
yaşayamamanın sıkıntısını yıllardır yaşadığımızdan, bu soruna çözüm bulma istemi ve konuya
ilişkin tartışmalarımız sürekli vardı. Bu anlamda tartışmalarımızın daha önceye dayandığını
söyleyebiliriz. Ama, somut anlamda soruna çözüm arama, son üç aylık çalışma ile gelişti. Eylül ve
Ekim ayında daha çok kampanyanın projesini oluşturmaya çalıştık. Đlk olarak bir araştırmainceleme çalışması yaptık ve bu çalışmanın sonunda “Türkiye’nin Anadilde Eğitim Politikası ve
Kürt Dili” adlı bir araştırma dosyası hazırladık. Amacımız akademik, bilimsel, hukuksal ve siyasal
yönden sorunu incelemekti. Kasım ayından itibaren pratik çalışma içerisine girdik. 20 Kasım’da
Đstanbul Üniversitesi’nde 200 dilekçe ve hazırladığımız araştırma dosyasını rektörlüğe sunarak
talebimizi dile getirdik. Aynı gün öğleden sonra Đnsan Hakları Derneği Beyoğlu şubesinde çeşitli
sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri ve kimi aydın, yazarların katılımıyla birlikte bir
basın toplantısı yaptık ve kampanyamızı kamuoyuna duyurduk. 23 Kasım’da 300’ü Đstanbul
Üniversitesi’nde 300’ü Marmara Üniversitesi’nde olmak üzere 600 dilekçe daha rektörlere sunduk.
Rektörlükler tarafından dilekçelerimiz alındı ve birkaç gün içersinde bize cevap verileceği
belirtildi. Başvurularımızda genel olarak olumlu bir havanın olduğunu belirtebiliriz. Bir sonraki
hafta YÖK başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz konuya ilişkin bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan
sonra Đstanbul Üniversitesi’nde(450), Marmara Üniversitesi’nde(200), Đstanbul Teknik
Üniversitesi’nde(140), Yıldız Teknik Üniversitesi’nde(160), Boğaziçi Üniversitesi’nde(460), Mimar
Sinan Üniversitesi’nde(100) verdiğimiz dilekçeler tüm çabalarımıza rağmen kabul edilmedi.
YÖK başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz imzasıyla açıklanan YÖK kararında, başlatılan
kampanyanın Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik bölücü
bir faaliyet olduğu belirtiliyor. Yapılan açıklamada kampanyaya katılan öğrenciler hakkında
Yükseköğrenim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği gereğince soruşturmaların açılacağı ve
“üniversiteden 1 ya da 2 yarıyıl için uzaklaştırma veya üniversiteden atılma” gibi cezalarla
cezalandırılacağı söyleniyor.
143
Yıllardır, ülkemizde gelişen her türlü demokratik girişim, “Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik bölücü faaliyetler” olarak nitelendirilerek bastırıldı,
halktan gelen demokratik talepler yok sayıldı. Yapılan son açıklama, ülkemizde hala bu zihniyetin
aşılmadığını gösteriyor. Đnsanların kendi anadillerinde eğitim talebinde bulunması bölücülük
olamaz. Bizim yaptığımız bir sivil itaatsizlik bile sayılamaz, bu sadece bir hak talebi. Bir talep
karşısında bu tarz açıklamaların yapılmasını, her Türkiye yurttaşının bir ayıbı, utancı olarak
değerlendiriyoruz. Bu utançtan kurtulmayı da bir yurttaşlık görevi olarak biliyoruz.
Yapılan bilimsel araştırmalar ışığında görülmektedir ki; kişi anadilinden farklı bir dilde
yaşamaya ve eğitime zorlandığı takdirde uyum problemleri, kaybetme ve başarısızlık duygusu,
ilişki kuramama ve bunalıma girme gibi sorunlarla karşılaşmaktadır. Yaşadığı bu sorunlar
yüzünden toplum için yararlı, üretken bir birey olamamaktadır. Bir halkın dilinin, kültürünün,
tarihinin yok sayılması, bu alanlardaki gelişiminin engellenmesi; o halkın yok olmasına ve
toplumda sağlıksız bir gelişmeye neden olur. Böyle bir toplumda yetişen bir bireyin de kendisine
ve topluma faydalı olması beklenemez. Bununla birlikte bu tür yaklaşımlar toplumda ayrılıkçılığa,
düşünsel ve ruhsal parçalanmaya, şiddete neden olup, toplumsal barışı ve ortak çıkarlar için
birlikte hareket etme olanağını ortadan kaldırır. Anadil kişinin var olması, toplumla sağlıklı ilişkiler
kurması, üretken, düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olması için kullanabileceği çok
önemli bir araçtır. ANADĐL ĐNSANIN VAROLMA KOŞULUDUR.
Türkiye'de, başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklar yıllardır yok sayılmakta, bu halkların
dillerini, kültürlerini geliştirmeleri engellenmekte, bunun için gereken koşullar yaratılmamaktadır.
Her Türkiye yurttaşı Türk, yani bir etnik kökene mensup olarak görülmekte, Kürt, Ermeni, Rum,
Çerkez, Laz ...vb. bütün halkların Türk olduğu düşüncesi toplumsal yaşamın her alanında
uygulanmaktadır. Toplumsal yaşamın temelini oluşturan anayasada da bu anlayış mevcuttur. (66.
Madde ; Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür). Gerek uluslararası
sözleşmeler, gerek diğer ülkelerde yaşanan somut durum incelendiğinde; anadilini yaşamın her
alanında kullanabilme, anadilde eğitim, kültürünü yaşama ve geliştirme haklarının tanındığı
görülmektedir. Bir çok devlet bu tür girişimleri desteklemekte, bu konularda özel çabalar sarf
etmektedir. Đngiltere, Fransa, Belçika, Đsveç, Đsrail, Kanada, Đsviçre ve Hollanda bunun en güzel
örneklerindendir. Diğer ülkelerde yaşanan somut durum göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer
halkların dillerini, kültürlerini geliştirmesi ülkeyi bölüp parçalamaz, tam tersine birliği, bütünlüğü
geliştirip, ülkenin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar.
Đnsanların dillerinin yasaklandığı, kültürlerinin yasaklandığı bir yerde, hiç kimse birlikten,
beraberlikten, kardeşlikten bahsedemez. Ülkemizde fiziksel bir birliktelik olabilir ama, mevcut
yasakçı zihniyet çok ciddi düşünsel, ruhsal, psikolojik parçalanmalar, bölünmeler yaratmıştır.
Ülkemizde, kaybolan, bugün konuşulmayan bir çok dil için kürsüler, enstitüler açılırken, bunlar
için özel bütçeler oluşturulurken, neredeyse ülke nüfusunun üçte birini oluşturan Kürt halkının
kendi diliyle eğitim görmesini engellemek, yasaklar koymak ilkelliktir, geriliktir. Bu çağdışı, antidemokratik bir anlayıştır. Bu ülkeyi özgür ve demokratik yarınlara taşırmak istiyorsak farklılıkların
kendisini ifade etmesine izin vermeliyiz. Demokratik bir toplumu böyle yaratabiliriz. Bu anlamda
başlattığımız kampanya, bu ülkeyi bölmeye, parçalamaya çalışan bir çalışma olarak görülmemeli,
tam tersine daha sağlıklı bir birliği, beraberliği yaratmak için bir fırsat olarak algılanmalıdır.
Kampanyamız kısa bir süre içersinde, daha şimdiden Diyarbakır, Van, Adana, Ankara,
Mersin, Gaziantep, Malatya, Bursa, Tekirdağ, Kocaeli, Đzmir gibi illere yayılmış ve 10.000’den
fazla öğrenciyi kapsayabilmiştir. Yine okullarda Türk, Arap, Çerkez, Laz...vb diğer halklardan
birçok arkadaşımız kampanyamıza katılmış, bize destek olmuştur. Tüm bunlar Kürtçe eğitim
talebinin birkaç öğrencinin isteminden öteye, halkın temel bir talebi olduğunu göstermektedir.
144
Halktan gelen çağdaş, demokratik bir ülkede yaşama isteğini görmesi gereken Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, artık etnik kökene dayanan toplumsal düzenden vazgeçip, bir çok halkın
yaşadığı Türkiye'nin gerçeğine uygun, anayasal yurttaşlığa dayalı, çok kültürlü, çoğulcu bir
toplumsal düzeni yaratmalıdır. Devlet yetkilileri, binlerce üniversiteli öğrencisinden gelen bu
demokratik talebi olumlu karşılamalı, yurttaşlarının ihtiyaçlarını karşılayabilmelidir. Özgür ve
demokratik bir ülkeyi yaratmak bu anlayışı hakim kılmakla mümkündür. Bu yaklaşımlar Avrupa
Birliği'ne girmemizin önündeki engelleri de ortadan kaldıracaktır. AB demokratikleşme yönünde
bizden somut adımlar beklemektedir. Kürt diliyle eğitim imkanını yaratmak bu yönlü çabalara
önemli bir katkı sağlayacaktır. Bu anlamda kampanyamız demokratikleşme çabaları için çok iyi bir
fırsattır. Bu çabayı göstermek Türkiye'de yaşayan her yurttaşın en temel hakkı ve görevidir.
DĐLEKÇE VEREREK TALEBTE BULUNMAK EN TEMEL ANAYASAL HAKLARDAN
BĐRĐDĐR. En temel anayasal hakkımız engellenmektedir. Rektörlerimiz dilekçelerimizi almayarak
suç işlemektedirler. Öğrenciler tehditlerle, fiili müdahalelerle, polisiye yöntemlerle korkutularak en
temel anayasal haklarından vazgeçmeye zorlanmaktadır. Biz “KÜRTÇE EĞĐTĐM VE
ÖĞRENĐM ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ GĐRĐŞĐMĐ” olarak demokratik, yasal, meşru
zeminde kampanyamızı sürdüreceğiz. Dilekçelerin alınmaması tutumunun devam etmesi
durumunda hukuku devreye sokacağız.
Biz, tekrar, başta Kürt öğrenciler olmak üzere, Türk, Arap, Ermeni, Laz, Çerkez.. vb. bütün
öğrenci arkadaşlarımızı, değerli hocalarımızı, Demokratik Kitle Örgütlerini, Sivil Toplum
Kuruluşlarını, bu ülkenin tüm yurttaşlarını kampanyaya sahip çıkmaya, ülkemizde varolan tabuları
yıkmaya çağırıyoruz. Belirttiğimiz tüm çevrelerin kampanyamıza yönelik önerilerini, olumluolumsuz önerilerini bekliyoruz.
ANADĐLĐMĐZ BĐZĐM VAROLMA KOŞULUMUZDUR
DĐLĐMĐZĐN SINIRLARI DÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR
KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐM ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ GĐRĐŞĐMĐ
13 Aralık 2001
JI ÇAPEMENÎ Û RAYA GIŞTÎ RE
Kampanyaya "bi Zimane Kurdî Perverdehî û Hîndekarî" ku nêzîkî mehek berê li Zanîngeha
Stenbolê dest pê kiribû, li, gelek zanîngehên Tîrkîye bi tevlibûna bi hezaran xwendekaran
berdevcam dike. Di çarçoweya kampanmyayê de xwendekar maseyên xwendina bi Kurdî di
zanîngehan de bibe waneya hilbijarî û pişkên Kurdî û beşên Kurdnasiyê vebin, serî li rektoriyan
didin.
Me jî, wekî xwendekarên li Enqerê dixwinin, ji bo piştgiriya vê kampanyayê û ji bo ku eme
bikaribin pirsgirêkên ku di warê hînbûn û bikaranîna zimanê xwe yê zikmakî de em rastî tên bînin
zimên, xebatekê da destpêkirin.
Ji bo mîrovahiyê şermeke mezîn e ku zimanek li ber sedsala 21.ê jibo ku mafên xwe hilde
têdikoşe. Heke ev ziman ji aliyê 40 mîlyon mirov ve tê axaftin, di warê perwerdehî de fermîbûna
vî zimanî pêwistiyeke dirokî ye. Ev jî, ji bo pêşveçûna kesayetî û zêhna bi deh hezaran zarokên
Kurd ên her Sal nû dest bi dibistanê dikin, pır girîng e. Divê neyê jibîrkirin ku ji bo ku takekesek
145
di nava cîvakê de cihê xwe bigire û ji bo pêiveçûna civakê alîkarî bike, şerta herî peşîn bîkaranîna
zimanê zikmakî ye.
Gavên ku ji bo demokratîkbûna welatê me û aştîya civakî tên avêtîn, gavên dîrokî ne. Pêjirandina
zimanê Kurdî wê di civakê de û di polîtîkayên fermî de guherînên mezin bi xwe re bîne.
Bi destpêkirina kampanya me re, YÖK û derdoren kevnperest ketin qilqalê û êrîşê kampanya me
kirin. Daxûyanîyên Lijneha Bilind a Rektoran û YÖK bextreşiyek e û ne li gorî sinca zanistî ye. Ji
bo zanistîtî berî her tiştî hewldana têgîhiştînê pêwîst e. Lê belê redkirina bêyî têgihîştinê, ji
ramana zanisti dûr e û nîşaneya nêzîktêdayînên sîyasî, antidemokratîk û kevneperest e.
Kesên ku me bi cûdaxwaziyê tawanbar dikin, bi şemartina ziman, çand û zanava me bi xwe
cudaxwaziyê dikin. Berevajî gotinên cûdaxwaziyê, perverdehiya bi zimanê zikmakî wê takekesê bi
civakê ve bi yek bike û wê pir alîkariya pêşveçûna civakê bike.
Kampanya ji roja destpêkê vir de bi lezeke mezin belav bû û gelek bala raya giştî kişand. Di
tevahiya Tirkîye de derdora 15000 daxwazname hatine berhevkirin û serî li rektoriyan hatiyre
dayîn. Daxwazname di hin zanîngehan de nehat pejirandin, di hin zanîngehan de haat redkirin an
jî rektorîyê daxwazname şandin beşan û rêveberen beşan ji bo ku xwendekar daxwaznameyên
xwe bi şûn de bistinin zext li ser xwendekaran kirin. Di Zankoya Ziman, Sirok û Erdnîgarî ya
zaningeha Enqerê de polîsan êrîş birin ser maseya hevalên me, 2 hevalên me girtin bin çavan û
daxwazname dirandin. Hebalen me gefen wekî ji zanîngehê, wargehê avêtin, birîna bûrsan rû bi
rû man.
Di tevahiya Tirkiyê de jî di hin zanîngehande ji bo ber kampanya bê girtin, ji bo xwendekarên di
kampanyayê de di xebitin bi sedemên cur bi cur lêpirsîn hatiye destpêkirin. Di Diyarbakirê de ji
polisan derdorê zanîngehê giritiye û destûr nedaye xwendekar daxwaznameyan bidin rektoriyê.
Stenbolê 3 xwendekarên ku kampanya yê dimeşînin hatine girtin.
Çapemeniyê jî pêşveçunên di vî warî de ranegihandin raya giştî û tene nûçeyên ku di raya giştî de
bandorên neyînî hiştin, weşandin. Bi vi awayi çapemenî bi aligîrî tevgeriya.
Li gel van tiştan me li zanîngeha Hacettepe 500, li zanîngeha Enqere 270 û li zanîngeha ODTÜ
400 daxwazname berhev kirin û me hewl da ku daxwaznameyan bidin rektoriyan.
Em, ligel hemû zext û zordarîyan, mafe xwe yê însanî û rewa perwedehîya bi Kurdî diparêzin û
biryardarî xwe dubare dikin. Di mijara Perwerdehiya bi Kurdî de ku bûye hişkegirêkeke dîrokî u
dibe sedema ew qas pest û pêkûtîyên dewlete, bang li hemû Saziyen Sîvil ên Civakî, Rêxistinên
Girseyî yên Demokratik, Partiyên Sîyasî û li hemû rewşenbîr û mamosteyên xwe dikin ku tev li
hemû ciwanên Kurd û ciwanên gelên Anatolya dikin ku ligel hemû zext û zordariyan kampanyayê
hîn bi hêztir bimeşînin
SÎNORÊN ZIMANÊ ME SÎNORÊN CÎHANA ME NE
ZIMANÊ ME YÊ ZIKMAKÎ HEBÛNA ME YE
JI BO PERWERDEHÎ Û HÎNDEKARIYA BI KURDÎ PÊNGAVA XWENDEKARÊN
ENQERE
146
BASINA VE KAMUOYUNA
Yaklaşık bir ay önce Đstanbul Üniversitesi’nde başlayan “Kürtçe Eğitimi ve Öğrenimi”
kampanyası Türkiye’nin bir çok üniversitesinde binlerce öğrencinin katılımıyla devam
etmektedir. Kampanya çerçevesinde üniversitelerde Kürtçe okuma masaları kuruluyor, dilekçeler
toplanarak Kürtçe’nin üniversitelerde seçmeli ders olarak okutulması, Kürt kürsülerinin kurulması
ve Kürdoloji bölümlerinin açılması amacıyla rektörlüklere başvurular yapılmaktadır.
Bizlerde Ankara üniversitelerinde okuyan öğrenciler olarak başlatılan kampanyaya destek olmak
ve anadilin öğrenilmesi ve kullanımı konusunda yaşadığımız sıkıntıları dile getirebilmek için bu
yönlü bir çalışmaya başladık.
21. yüzyılın eşiğinde halen bir dilin kendisini ifade edebilmesi için bir hak alma mücadelesi
yürütmek , insanlık açısından utanç verici bir durumdur. Hele ki bu dil yaklaşık 40 milyon insan
tarafından konuşulmakta ise. Kürtçe’nin eğitim alnında yasallaşması, bir tarihsel zorunluluk
olmakla birlikte, her yıl okula yeni başlayan on binlerce Kürt çocuğunun zihinsel ve kişilik gelişimi
açısından büyük önem taşımaktadır. Unutulmamalı ki bireyin toplumla bütünleşmesi, toplumun
gelişimine katkı sunabilmesi için anadilini kullanması olamazsa olmaz bir koşuldur.
Ülkemizin demokratik gelişimi, toplumsal barışı için atacağımız adımlar tarihsel anlamda ön açıcı
rol oynayacaktır. Kürt dilinin kabul edilmesi, hem toplumsal anlamda hem de resmi politikalarda
büyük bir değişikliği de beraberinde getirecektir.
Kampanya başlamasıyla telaşa kapılan YÖK ve tutucu bazı çevreler kampanyamıza
saldırmışlardır. Rektörler Üst Kurulu (RÜK) ve YÖK’ün yaptıkları açıklamalar talihsiz, bilimsel
etiğe sığmayan açıklamalardır. Bilimsellik her şeyden önce bir anlama çabasını gerektirmektedir.
Fakat talebin anlaşılmadan reddi yönündeki açıklamaların yapılması bilimsel kaygıdan uzak,
tutucu ve antidemokratik bir siyasi yaklaşımın göstergesidir.
Bizleri bölücülükle suçlayanlar dilimizi, kültürümüzü, kimliğimizi inkar ederek kendileri
bölücülük yapmaktadırlar. Oysa anadilde eğitim toplumla bireyi bütünleştiren ve toplumsal
gelişime büyük katkı sunacak olan önemli bir etkendir.
Kampanya başladığı günden bugüne çok hızlı bir şekilde yayılmış ve kamuoyunun büyük bir
ilgisini toplamıştır. Türkiye genelinde 15000 aşan dilekçe toplanarak Rektörlüklere başvurular
yapılmıştır. Dilekçeler kimi üniversitelerde alınmamış, alınan yerlerde ise ya reddedilmiş yada
bölümlere geri gönderilerek öğrencilere dilekçelerini geri çekmeleri yönünde baskı yapılmıştır. Dil
Tarih Coğrafya Fakültesindeki masaya saldıran polis 2 arkadaşımızı gözaltına almış ve imzalı
dilekçeleri yırtmıştır. Arkadaşlarımız, okuldan ve yurttan atılacakları, burslarının kesileceği
yönünde bir çok tehdide maruz kalmışlardır.
Ülke genelinde ise kampanyanın önünü almak için, kampanya çalışanı öğrenciler çeşitli
gerekçelerle okuldan uzaklaştırılmış bazı üniversitelerde de soruşturmalar açılmıştır. Diyarbakır’da
ise polis tüm üniversiteyi ablukaya alarak dilekçelerin toplanmasını ve verilmesini engellemeye
çalışmış ve 4 öğrenciyi gözaltına almıştır. Đstanbul’da ise kampanyayı yürüten 3 öğrenci
tutuklanmıştır.
Basın, bu konudaki gelişmeleri aktarmayıp sadece kamuoyunda olumsuz etki yaratacak haberlere
yer vermiş ve taraflı davranmıştır.
Tüm bunlara rağmen bizler Ankara’da Hacettepe Üniversitesi’nde 500, Ankara Üniversitesi’nde
270, ODTÜ’de 400 dilekçe toplayarak rektörlüklere teslim etmeye çalıştık.
147
Tamamen insani ve meşru bir hak olan Anadilde Eğitim hakkını savunmaktaki kararlığımızı bir
kez daha belirtiyoruz. Devletin bu denli siyasi bir katılıkla yaklaştığı ve tarihsel bir kördüğüm
haline gelmiş olan Kürtçe Eğitim konusunda, başta tüm Sivil Toplum Kuruluşları olmak üzere,
Demokratik Kitle Örgütlerini, Siyasi partileri ve tüm aydınlarla değerli hocalarımızı kampanyamıza
katılmaya ve rollerini oynamaya çağırıyoruz. Yine başta Kürt gençliği olmak üzere, Anadolu’daki
halkların gençliğini tüm baskı ve yıldırmalara rağmen kampanyayı daha da güçlü yürütmeye
çağırıyoruz.
ANADĐLĐM VAROLMA KOŞULUMDUR!
DĐLĐMĐN SINIRLARI DÜNYAMIN SINIRLARIDIR
KÜRTÇE EĞĐTĐMĐ VE ÖĞRENĐMĐ ĐÇĐN ANKARA ÖĞRENCĐ GĐRĐŞĐMĐ
6 Ocak2002
BASINA VE KAMUOYUNA
Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’ne 22.11.2001 tarihinde KÜRTÇE SEÇMELĐ DERS talebini
içieren dilekçelerimizi sunduk. Bununla ilgili olarak dilekçe verenlerin isimleri ÇEVRE KORUMA
VE GÜVENLĐK AMĐRLĐĞĐ mührüyle Fen Edebiyat Fak. önünde asıldı ve 6 Ocak pazar günü
öğrencilerin yemekhane önüne toplanılması istendi. Biz de bu çağrıya, elverişsiz hava şartlarına
rağmen uyarak buğün (06.01.2002) Göztepe kampüsünde toplandık. Gruplar halinde sınıflara
alınıp hiçbir mühür bulunmayan ve “Dilekçeyi kendi arzunuzla mı yazdınız?”, “Đçeriğinden
haberdar mıydınız?”, “Dilekçe yazmanız için herhangi bir kişi ya da kişilerden teşvik ya da baskı
gördünüz mü? Arzu ederseniz isim belirtiniz.”, “Dilekçenin içeriğine hala katılıyor musunuz?”
şeklinde sorular içeren bir formu imzalamamız istendi.
Formu imzalayıp okuldan çıkan bazı arkadaşlarımız okula gelen bazı emniyet güçlerinin gözleri
önünde kendilerine “ÜLKÜCÜYÜM” diyen bir grubun döner bıçaklı saldırısına uğramıştır.
Bunun üzerine polisten önlem alınmasını isteyen arkadaşlarımız da kendini “Đstanbul Emniyet
Müdür Yardımcısı ve Anadolu Yakası Sorumlusu” olarak tanıtan emniyet görevlisi tarafından
gözaltına alınmakla tehdit edilmiştir. Saldırıya uğrayan R.A isimli arkadaşımız ağır yaralanıp,
Haydarpaşa Numune Hastanesine kaldırılmıştır.
Okula güvenlik için gelen polis soruşturma mekanlarına girerken ne hikmetse dışarı çıkan
arkadaşlarımızın güvenliğini sağlamadığı gibi, saldırıya maruz kalan arkadaşımızı da korumadı.
ANADĐLĐMĐZ BĐZĐM VAROLMA KOŞOLUMUZDUR
DĐLĐMĐZĐN SINIRLARI DÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR
148
MARMARA ÜNĐVERSĐTESĐ
KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐMĐ ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐ ĞĐRĐŞĐMĐ 25.01.2002
BASINA VE KAMUOYUNA
Tüm Türkiye’nin gündemine girmiş olan ve kamuoyunda “Kürtçe Eğitim Kampanyası”
olarak bilinen kampanyamız, “Seçmeli Kürtçe Dil Dersi” talebini içeren dilekçelerin, Đstanbul
Üniversitesi Rektörlüğü’ne verilmesiyle başladı. Kampanya, başladığı günden itibaren yarattığı
coşkuyla, tüm Türkiye çapında hızlı bir yayılma gösteriyor. Kampanyamız, gittikçe güçlenerek,
ailelerin Milli Eğitim Müdürlüklerine yaptıkları başvurularla genişlemesini sürdürüyor. Bu durum,
devletin şimdiye kadar kampanyaya karşı sessiz kalarak, engelleme politikasını değiştirmesini
getirmiştir.
Bu noktada, bu kampanyayı başlatan öğrenciler olarak amacımızı tekrar ortaya koyma ihtiyacını
duyuyoruz. Anadil kişinin var olması, toplumla sağlıklı ilişkiler kurması, üretken, düşünen, kendini
ve toplumu geliştiren bir birey olması için kullanabileceği çok önemli bir araçtır. Kürt gençlerinin
ve çocuklarının, düşünce gücündeki zayıflık, düşüncelerini aktarmada yaşadığı zorluklar, yine
özgüvensizlik, kaybetme korkusu, başarısızlık duygusu, çekingenlik, edilgenlik, ilişki kuramama,
asosyallik gibi kişilik sorunları anadilin önemini bize göstermektedir. Çok yoğun ve uzun süreli bir
eğitimden geçen üniversiteli Kürt öğrencilerinde dahi bu sorunlar ciddi boyutlarda yaşanmaktadır.
Hiç kimsenin ırkını ve dilini seçme özgürlüğü yoktur. Sizler dininizi, düşüncelerinizi
değiştirebilirsiniz ama dilinizi, ırkınızı değiştiremezsiniz. Đnsanın anadili ile yaşaması doğuştan
gelen doğal bir haktır. Hiçbir bireyin, grubun, devletin bunu yasaklamaya hakkı olamaz.
Anadil bir birey için ne kadar önemli ise bir halk için, ulus için çok daha fazla önemlidir. Bir halk
diliyle, kültürüyle, tarihiyle vardır. Kültür ve tarih de, dil ile iç içedir, bir bütündür. Sanat, edebiyat,
basın, ekonomi, spor....vb. hangi alana bakarsanız bakın dilin etkisini görürsünüz. Yaşamın hiçbir
alanını dilden bağımsız ele alamazsınız. Dil, bir ulusun temel var olma dinamiğidir. Bir ulusu insan
vücuduna benzetirsek dil de bu insanın iskeletidir. Dolayısıyla Kürt dilini yasaklamak aynı
zamanda Kürt kültürünü, sanatını, edebiyatını yasaklamaktır, Kürdün varlığını inkar etmektir.
Đnsanların dillerinin, kültürlerinin yasaklandığı bir yerde, hiç kimse birlikten, beraberlikten,
kardeşlikten bahsedemez. Ülkemizde, kaybolan, bugün konuşulmayan bir çok dil için kürsüler,
enstitüler açılırken, bunlar için özel bütçeler oluşturulurken, neredeyse ülke nüfusunun üçte birini
oluşturan Kürt halkının kendi diliyle eğitim görmesini engellemek, yasaklar koymak ilkelliktir,
geriliktir. Bu, çağdışı, anti-demokratik bir anlayıştır. Bu ülkeyi özgür ve demokratik yarınlara
taşırmak istiyorsak, farklılıkların kendisini ifade etmesine izin vermeliyiz. Demokratik bir
toplumu böyle yaratabiliriz. Bu anlamda başlattığımız kampanya, bu ülkeyi bölmeye,
parçalamaya çalışan bir girişim olarak görülmemeli, tam tersine daha sağlıklı bir birliği,
beraberliği yaratmak için bir fırsat olarak algılanmalıdır.
Bir çok devlet anadil ile ilgili girişimleri desteklemekte, bu konularda özel çabalar sarf etmektedir.
Đngiltere, Fransa, Belçika, Đsveç, Đsrail, Kanada, Đsviçre ve Hollanda bunun en güzel
örneklerindendir. Diğer ülkelerde yaşanan somut durum göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer
149
halkların dillerini, kültürlerini geliştirmesi ülkeyi bölüp parçalamaz, tam tersine birliği, bütünlüğü
geliştirip, ülkenin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar.
SUÇLAMALARI RED EDĐYORUZ
AB süreci ile Türkiye’de yoğunlaşan demokratikleşme tartışmaları, Kürtlerin kültürel ve sosyal
hakları noktasında tıkanmaktadır. Ayrıca bu tartışmanın temel muhatabı olan Kürtlere bu
tartışmada söz hakkı tanınmamaktadır. Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan kararlar
alırken halka danışılmalı, halkın ihtiyaçları esas alınmalıdır. Devlet yetkilileri, binlerce
üniversiteli öğrencisinden gelen bu demokratik talebi olumlu karşılamalı, yurttaşlarının
ihtiyaçlarını karşılayabilmelidir. Özgür ve demokratik bir ülkeyi yaratmak bu anlayışı
hakim kılmakla mümkündür. Bu yaklaşımlar Avrupa Birliği'ne girmemizin önündeki
engelleri de ortadan kaldıracaktır. AB demokratikleşme yönünde bizden somut adımlar
beklemektedir. Kürt diliyle eğitim imkanını yaratmak bu yönlü çabalara önemli bir katkı
sağlayacaktır. Bu anlamda kampanyamız demokratikleşme çabaları için çok iyi bir fırsattır. Bu
çabayı göstermek Türkiye'de yaşayan her yurttaşın en temel hakkı ve görevidir.
Amacımız eğitimi engellemez, toplumun huzurunu bozmak değil ve bunu da hiçbir zaman
yapmadık. Demokrasinin bütün dünyada hızla yayıldığı, demokratik çözüm yöntemlerinin
işletildiği bir çağda yaşıyoruz. Biz de demokratik ve çağdaş yöntemlerle soruna çözüm bulmaya
çalışıyoruz. Meşruluğu herkes tarafından tartışılan ve değişmesi gerektiğini herkesin söylediği
anayasaya göre dahi suç teşkil etmeyen yöntemlerle taleplerimizi dile getiriyoruz.
Kampanyamızı başlatırken, olumsuz gelişmelerin yaşanma riskini göz önüne almış olsak da, devlet
yetkililerinin demokratik bir yaklaşım göstereceğini umuyorduk. Amacımız, bazı politikacı ve
medya silahşörlerinin söylediği gibi, devletin yönelimine maruz kalıp, bunu AĐHM ve
benzeri kanallarla dışarıya taşırmak değil. Ülkemizi zor durumda bırakmak gibi bir
suçlamayı ise kesinlikle redediyoruz. Biz bu ülkenin vatandaşıyız ve sorunlarımıza demokratik
yöntemlerle çözüm arıyoruz. Ama bu, tutuklamalar ve okuldan uzaklaştırmalar karşısında sessiz
kalacağımız anlamına da gelmiyor. Her türlü yasal, meşru, demokratik, hukuksal yöntemlerle
kampanyamızı sürdüreceğiz.
Bu amaçlarla şekillenen kampanya bu güne kadar yoğun bir destek ve katılımı sağladı. Şu ana
kadar 22 ilde, 30 üniversitede, 15 bin civarında dilekçe ile başvuru olmuş ve bunların sadece üçte
biri kabul edilmiştir. 16 üniversitede de kampanyamız başlamış olup daha dilekçeler rektörlüklere
sunulmamıştır. Bunlarla birlikte katılımlar 20 bini bulmaktadır. Ayrıca birçok ilde ailelerin Milli
Eğitim Müdürlüklerine yaptığı başvurular vardır. Öğrencilerin ve ailelerin talebini görüp, çözüm
üretmesi gereken ilgili makamlar, dilekçeleri almayarak, gece yarıları evleri basarak, gözaltında
işkence yaparak, tutuklayarak sonuç almaya çalışıyor. Aralık ayındaki MGK toplantısından sonra
Đçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı genelgeler sonucu başlayan
baskılar, ailelerin katılımı ile üst boyuta çıkmıştır. Bu dönem içinde, 2000’e yakın kişi
gözaltına alınmış, 64’ü öğrenci olmak üzere 100’ün üstünde insan tutuklanmış, binlerce
kişi hakkında soruşturmalar açılmış, 100’e yakın öğrenci okuldan uzaklaştırılmıştır.
Unutmamak gerekir ki zora, korkuya, baskıya dayanan hiçbir grup, parti, örgüt, devlet
meşru değildir.
Baskıların bu denli yoğunlaşmasında, insan haklarından sorumlu(!) devlet bakanlığından
gelme Đçişleri Bakanı R.Kazım Yücelen’in hukuk dışı genelgesi etkili olmuştur. Yürütme
150
konumunda olduğunu unutan bakan “Anayasadan kaynaklanan haklar Anayasaya aykırı amaçlar
için kullanılamaz” buyurarak, kendini yargı mercii yerine koyup, suç işlemiştir. Bu genelgeye uyup
baskı politikasını hayata geçirenler de, bu suça ortak olmuşlardır. Bu durumda söyleyebileceğimiz,
devlet bize mal etmeye çalıştığı yasa dışılığı kendisi yapmıştır.
"Örgütün talebidir, örgüte hizmet ediyor, izin veremeyiz" yaklaşımı konuyu
saptırmaktır. Bu kampanyanın talebi çok açık ve nettir. Tartışılması gereken bu taleptir.
Yoksa Kürtçe eğitimden TÜSĐAD da bahsediyor, MĐT de, ANAP da, HADEP de. Farklı
grupların, partilerin konuyu dile getirmesi talebin haklılığını ve meşruluğunu ortadan
kaldırmaz.
Basının tavrı, bazı istisnalar olmakla birlikte kampanyayı kriminalize edip, kampanyanın
meşruiyetini gölgeleme şeklinde olmuştur. Medyadaki bazı silahşörlerin derin yelerden aldığı
direktiflerle bu kampanyayı PKK’ye mal edip, bölücülükle suçlaması ve hatta bunu ispatlamak için
“ahmakça” tezler ve yalan haber ve bilgiler vermesi medyadaki paranoyak durumu ortaya
koymaktadır.. Medya etiği olarak tavsiye edebileceğimiz; bu kampanyayı biz başlattık, bunun ne
amaçla ve nasıl gerçekleştirdiğimi bilmek istiyorlarsa bizi dinleme imkanları vardır. Basın ve
medya toplumsal sorumluluğunu bir kez daha hatırlamalıdır. Dilekçelerimiz, hazırlamış
olduğumuz “Türkiye’nin Anadilde Eğitim Politikası ve Kürt Dili” adlı araştırma dosyası
incelendiği takdirde, mevcut bütün suçlamaların anlamsız ve dayanaktan yoksun olduğu
görülecektir.
Sorunları yok sayarak, inkar ederek bir yere varamayız. Kürtler bu ülkenin vatandaşı ve bu halkın
kendine ait dili, kültürü, sanatı, edebiyatı var, var olmaya devam edecek. Hiç kimse Kürt halkının,
özellikle de gençlerin kendi dilinden, kültüründen, tarihinden vazgeçmesini beklemesin. Bunlar
Kürt halkının varlık gerekçeleridir, yaşam damarlarıdır.
Kürt halkına ve kurumlarına bu güne kadar verdikleri destekten dolayı teşekkür ediyor, bundan
sonra da desteği aşan, birebir kampanyanın bileşeni ve sahibi olarak yapacakları eylem ve
etkinliklerle, mücadelenin demokratik sonuca götüreceği inancımızı belirtiyoruz.
Bizler yaşamın her alanını; evlerimizi, okullarımızı, yurtlarımızı birer “Dil Eğitimi
Alanları” na dönüştüreceğimizi belirtiyor, başta öğrenciler olmak üzere bütün Kürt
halkını başlatmış olduğumuz “KÜRTÇE ÖĞRENME VE ÖĞRETME
SEFFERBERLĐĞĐNE” katılmaya çağırıyoruz.
Gerçek Türk yurtseverlerini, sahte Türk milliyetçiliğini açığa çıkararak, Kürt-Türk
Kardeşliğinin gereği olan özgür birlikteliğe dayanan demokratik Türkiye’yi yaratmak
için, kampanyamıza katılmaya, kardeş halkın dilini sahiplenmeye çağırıyoruz.
Son olarak; çözümün yolunun bilim olduğunu belirtiyor, herkesi, soruna bilimsel
yaklaşmaya, aydınlık, demokratik bir Türkiye'yi birlikte yaratmaya çağırıyoruz.
ANADĐLĐMĐZ BĐZĐM VAR OLMA KOŞULUMUZDUR
DĐLĐMĐN SINIRLARI DÜNYAMIN SINIRLARIDIR
151
KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐM ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ 28.02.2002
BASINA VE KAMUOYUNA
Kürtçe Eğitim ve Öğrenimi için Kürt Öğrencileri Girişimi olarak 20 Kasım 2001 tarihinde,
Đstanbul Üniversitesinde başlattığımız kampanya çok kısa bir zamanda tüm Türkiye’deki
üniversitelere yayılmış, hem dilekçe sayısı olarak 20 bine varan dilekçeyle hem de kampanyaya
katılan kişilerin kararlılık düzeyiyle gerek Türkiye gerekse dünya genelinde kamuoyunun
gündemine girmiştir.
Biz Girişim olarak daha ilk gün kampanyamızı kamuoyuna deklere ederken amacını “son derece
meşru bir istem olan anadilde eğitim hakkının tanınması ve bu yolla Türkiye’nin
demokratikleşme sürecine katkıda bulunmak” şeklinde belirtmiştik.Kampanya bu anlamda
kamuoyunda yakaladığı tartışma zeminiyle amacına belli oranda ulaşmıştır.
Ancak Türkiye’nin demokratikleşmesini çıkarları açısından tehlikeli gören bazı rantçı, gerici
kesimler kampanyaya karşı devamlı olarak bir karalamacı tutum içerisine girmişlerdir. Bunun en
açık örneğini 12 Eylülün gerici zihniyetini temsil eden YÖK göstermiştir.Kampanya süreci
boyunca devamlı olarak karalayıcı ve tehditkar tutum içerisine girmesi kampanyayı durdurmak
şöyle dursun kampanya için tetikleyici bir rol oynamıştır.
Bu tutum ve tehditler geçen aylarda, başta Van, Çanakkale, Malatya ve Hatay olmak üzere çeşitli
illerde gözaltı ve tutuklamalarla kendisini göstermiş, Afyon’da 49 öğrencinin okuldan
uzaklaştırılması, Antalya’da 44 öğrencinin burs olanaklarının elinden alınması son olarak
da Đstanbul Üniversitesinden 30 Öğrencinin okuldan atılması 37’sinin ise bir yıl okuldan
uzaklaştırılmasıyla tam bir kıyım politikasına dönüşmüştür.
Rantçı-gerici anlayışlarla kışlalara çevrilen üniversiteler mevcut durumda, Kürtçe eğitim
olanaklarını yaratmayı ve bunun tartışmasını yapmayı bir yana bırakalım Türkçe eğitim
olanaklarını bile elimizden alan bir hale dönüştürülmüştür. Bu sistem en meşru istemlerle yola
çıkan gençliğin elinden eğitim, barınma ve en temel insani haklarını alarak, gençliğe başka
alanların yolu mu göstermeye çalışılıyor.Eğer bu tür istemler varsa bilinmelidir ki ; bizler, öncelikle
talebimizin meşruluğu ve haklılığından gerek ülke içinden gerekse ülke dışından gelen
desteklerden, en çokta haklı bir mücadele geleneğine sahip halkımızdan gelen yoğun destek ve
katılımdan aldığımız güçle, bizleri baskı ve inkarla boğmaya çalışan ülkeyi karanlığa sürükleyen
rantçı ve çeteci kesimlere duyduğumuz tepkiyle kampanyayı olabildiğince geliştirerek her koşulda
takipçisi olacağız.
Bu doğrultuda kampanyayı daha da geliştirmek için öncelikli olarak Kürtçe Eğitimin önündeki
yasak ve engellerin kaldırılması, soruşturmaların geri alınması, uzaklaştırılan veya okuldan atılan
arkadaşlarımızın eğitim haklarının geri verilmesi için gerekli hukuki ve siyasi girişimlerimiz ve bu
doğrultuda Türkiye genelinde kampanyamız daha da geliştirilip zenginleştirilerek
sürdürülecektir.
Yine sadece başvuru ve istemle kalmayıp, Kürtçe’nin yaşamda kullanılması ve Kürtçe
eğitimin fiiliyatta geliştirilmesi için kurumsal düzeyde girişimlerimiz ve aktif
çalışmalarımız olacaktır. Bugüne kadar kampanyaya katılan tüm kesimleri desteklerini
arttırmaya , sessiz ve tarafsız kalanları kamu vicdanı ve etiği gereği destek vermeye ve yeni
geliştireceğimiz çalışmalara aktif katılmaya çağırıyoruz
152
DĐLĐMĐZĐN SINIRLARI DÜNYAMIZIN SINIRLARIDIR
DĐLĐMĐZ BĐZĐM VAROLMA KOŞULUMUZDUR
KÜRTÇE EĞĐTĐM VE ÖĞRENĐMĐ ĐÇĐN KÜRT ÖĞRENCĐLERĐ GĐRĐŞĐMĐ adına
Ruken IŞIK
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦
Klasör: 4 Kampanya ile ilgili hazırlanan STÖ raporları ve destek
açıklamaları
TÜRKĐYE ĐNSAN HAKLARI VAKFI
TĐHV 1990
1. Kürt Sorunu ve Olağanüstü Hal Uygulamaları
24 Nisan günü yayınlanan Milliyet gazetesinde yer alan haberde, Genekurmay 2. Başkanı
Orgeneral Yaşar Büyükanıt imzasıyla 5 Şubat 2002 tarihli "gizli" bir raporun Başbakanlık, Milli
Güvenlik Kurulu, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Gümrükler ve ilgili bakanlıklara gönderildiği bildirildi.
Raporda, Habur Sınır Kapısı'nda 2001 yılında Türkiye'ye 120 bin ton kaçak ham petrol sokulduğu
belirtilerek, "Irak'tan gerçekleştirilen petrol ithalatının PKK tarafından yapıldığı ve devletin 330
trilyon lira zarara uğratıldığı" ileri sürüldü. Irak'tan motorin ve ham petrol ithalatının durdurulması
talimatının verildiği ifade edilen raporda ayrıca, "Kaçakçılık ve işleme işini yürütenlerin büyük
kısmının bizzat PKK üyeleri veya yanlısı olduğu belirlenmiştir. Örgüt mensupları ve yandaşları
elde ettikleri kazançla kısa sürede zengin olmakta, böylece rakipsiz kalmakta ve amaçları
doğrultusunda yatırımları organize etmektedir. Böylece örgütün mali kaynağının artması yanında
örgütün genişlemesine sebep olmaktadır." dendiği de ileri sürüldü.
1.1. Anadilde Eğitim Kampanyası
"Anadilde eğitim kampanyası" nedeniyle Nisan ayında en az 159 kişi gözaltına alındı. Bu
kişilerden en az 20'si "Anadilde eğitim kampanyasının PKK'nın aldığı karara dayandığı" iddiasıyla
tutuklandı. Üniversitelerde ise en az 46 öğrenci okuldan atıldı, 502 öğrenciye 1 yıl ile 1 hafta
arasında değişen sürelerde uzaklaştırma cezası, 23 öğrenciye de kınama cezası verildi.
Kürtçe dil kursu açma talebi "yasal engeller" gerekçesiyle reddedilen Kürt Kültür ve Araştırma
Vakfı (Kürt-Kav) 1 , AĐHM'e başvurdu. Vakıf avukatı Kamber Soypak, Türkiye'de eğitim ve
öğretim yapılacak dillerin Đngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, Đtalyanca, Đspanyolca, Arapça,
Japonca ve Çince olarak belirlendiğini belirterek yasaların bunların dışında bir dil için kurs
153
açılmasına olanak tanımadığını söyledi. Soypak, uygulamanın Anayasa'nın yanı sıra, Lozan Barış
Antlaşması, Helsinki ve Paris Şartı, Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve AĐHS'e aykırı
olduğunu kaydetti. Soypak, ihlal edilen AĐHS maddelerini şöyle sıraladı: Öğrenim özgürlüğünün
engellenmesi"ne ilişkin 2. madde, "ayrımcılık yasağının ihlali"ne ilişkin 14. madde, "herkesin
düşünce, din ve vicdan özgürlüğü bulunması" hükmüne ilişkin 9. madde ve "herkesin kamu
makamlarının müdahalesi ve ulusal, sınıfsal herhangi bir kısıtlama olmaksızın ifade özgürlüğü
hakkına sahip olması"na ilişkin 10. madde. Soypak, ayrıca Lozan Barış Anlaşması'nın iç hukuk
kuralı olarak benimsenen 37. ve 45. maddelerinin de ihlal edildiğini belirtti.
Bu arada Erzurum'un Hınız ilçesinde kaymakamlık ve Đlçe Eğitim Müdürlüğü'nün köylülere
Türkçe kurslarına katılmaları için baskı yaptıkları ileri sürüldü. Yetkililerin köylülere "Kurslara
katılırsanız Yeşil Kart'ınız kalır ve sosyal yardımı almaya devam edersiniz, katılmazsanız ikisini de
keseriz" dediği ileri sürüldü. HADEP Hınıs Đlçe Başkanı M. Diyettin Đmre, 2002 yılı başında
gündeme getirilen Türkçe kurslarının Hınıs'a bağlı 82 köyün çoğunda sürdürüldüğünü söyledi.
Đmre, kursların başlatıldığı Akçamelik, Parmaksız, Erence, Derince, Akören, Yeşilyazı, Yeniköy,
Burhan, Alevi köyleri Alınteri, Avcılar, Güzeldere, Meydan, Bayyurdu ve Tekman ilçesine bağlı
Gökoğlan köylerinden kendilerine şikayet ulaştığını bildirdi.
Anayasa'nın "eğitim ve öğrenim hakkı"na ilişkin 42. maddesinin kaldırılması için TBMM'ye
dilekçe gönderenler hakkında açılan soruşturmalar da Nisan ayında sürdü.
TBMM'ye gönderilen dilekçelerde şöyle denildi:
"Anayasa'nın 42. maddesi her ne kadar eğitim özgürlüğünü güvence altına almışsa da cumhuriyetin gelişim ve
değişim sürecine ters düşen yasaklar da içermektedir. Özellikle 'Türkçe dışında hiçbir dil, eğitim ve öğretim
kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz' şeklindeki yasağın, bilime, Türkiye'nin
sosyolojik gerçekliğine ve yapısına, çağdaş uygarlık değerleri üzerinde yükselmek isteyen cumhuriyetin özüne aykırı
düştüğünü düşünmekteyim. Ülkemizin resmi dili Türkçe dışındaki dillerde anadil eğitiminin sağlanmasının
önündeki engellerin kaldırılması halinde ülkemizin önüne koyduğu hedeflerin gerçekleşmesinin hızlandırılması
sürecine önemli katkı yapacağına inanıyorum."
Nisan ayı başında HADEP Antep Đl Örgütü üyelerinin TBMM'ye dilekçe göndermesi nedeniyle 3
kişi gözaltına alındı. Ayrıca HADEP Antep Đl Başkanı Abdullah Đnce, Đl Örgütü yöneticisi Faik
Tosun ve Şehitkâmil Đlçe Başkanı Mehmet Aslanoğlu ifade vermek üzere Antep Emniyet
Müdürlüğü'ne çağrıldı.
Van ĐHD Şubesi'nin 29 Mart günü düzenlenen kongresinde asılan "Anadil Temel Đnsan Hakkıdır"
yazılı pankartı nedeniyle şube yöneticileri ile ĐHD Genel Yönetim Kurulu ve Merkez Yürütme
Kurulu'nun 24 üyesi hakkında soruşturma açıldı. Soruşturma nedeniyle Van Şubesi yöneticileri 1
Nisan günü Van DGM'de ifade verdi. ĐHD Genel Merkez yöneticilerinin ifadesi de 1 Mayıs günü
Ankara DGM'de alındı. (bkz. insan hakları savunucuları)
Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Kürtçe eğitim dilekçesi veren öğrencilere çetecilerden
daha çok ceza istenmesini haber yapan Radikal gazetesi muhabiri Adnan Keskin hakkında suç
duyurusunda bulundu. (Bkz. Đfade Özgürlüğü)
"Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması için" Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörlüğü'ne
dilekçe veren 11 öğrenci hakkında "PKK'ye yardım ettikleri" iddiasıyla açılan davaya 4 Nisan günü
Adana DGM'de devam edildi. Duruşmada, Çetin Oral ve Beyaz Aydınoğlu adlı öğrenciler tahliye
edildi
154
Đstanbul Avcılar ve Ümraniye ilçe milli eğitim müdürlüklerine dilekçe veren 22 kişi hakkında
açılan davaya 5 Nisan günü Đstanbul DGM'de devam edildi. Duruşmada, Mehmet Sait Oba ve
Mehmet Filizer tahliye edildi. Duruşma 24 Temmuz gününe ertelendi
"Yolcu minibüsünde Kürtçe müzik dinlettiği" gerekçesiyle Diyarbakır DGM'de yargılanan
Sülhaddin Önen, 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edildi. 9 Nisan günü sonuçlanan davada
Sülhaddin Önen'e TCY'nin "yasadışı örgüte yardım" suçuna ilişkin 169. maddesi uyarınca verilen
ceza ertelendi.
Davanın gelişimi şöyle: Diyarbakır'la Çınar ilçesi arasında yolcu taşıyan Sülhaddin Önen, 11 Eylül
1999 tarihinde minibüsüne binen Ömer Şener adlı astsubay tarafından "yerel sanatçılar Welat ve
Zozan'ın 'Soze Feleke' adlı Kürtçe kasetini defalarca çalarak PKK propagandası yaptığı"
gerekçesiyle gözaltına alınmışdı. Đki gün gözaltında tutulan Önen hakkında Diyarbakır DGM
Savcılığı tarafından, "bölücülük propagandası yaptığı" iddiasıyla TMY'nin 8. maddesi uyarınca
dava açılmış ve DGM, Sülhaddin Önen'i 10 ay hapis ve 666 milyon 666 bin 666 lira para cezasına
mahkum etmişti. Yargıtay ise Önen'in "yasadışı örgüte yardım suçundan yargılanması gerektiği"
görüşüyle bozmuştu.
Elazığ'da "Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması" amacıyla Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe
verdikleri için 30 Ocak günü tutuklanan öğrenci velileri Hatun Yılmaz, Fikriye Demirtaş ve
Mukadder Uzun, Malatya DGM'de 9 Nisan günü yapılan duruşmada tahliye edildi.
"Kürtçe eğitim" için Malatya Đnönü Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe veren 35 öğrenci hakkında
açılan davaya 16 Nisan günü devam edildi. Malatya DGM, öğrencilerden 13'ü hakkında tahliye
kararı verdi. Böylece davada tutuklu sanık kalmadı. Duruşma 14 Mayıs gününe ertelendi.
17 Nisan günü Diyarbakır'ın Hazro ilçesinde oğlu Ferhat Çelik'i döven öğretmeni şikayet etmek
için savcılığa giderken gözaltına alınan Kudbettin Çelik tutuklandı. Çelik hakkında "halkı
düşmanlığa kışkırttığı" iddiasıyla TCY'nin 312. maddesi uyarınca dava açıldı. Çelik'in oğlu Ferhat
Çelik, "okulda Kürtçe konuştuğu gerekçesiyle" 16 Nisan günü Meliha Kahraman adlı öğretmen
tarafından dövülmüş, Kudbettin Çelik de savcılığa giderken Kahraman'ın polis eşi tarafından
gözaltına alınmıştı
Adana'da "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri gerekçesiyle Tenzile Baydar, Adile Bayrak ve
Hatice Kayran hakkında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan dava, 18 Nisan günü Adana
DGM'de yapılan duruşmada beraatla sonuçlandı.
Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe seçmeli ders" dilekçesi verdikleri için tutuklanan 6
öğrencinin tahliye edilmesi için avukatları tarafından 20 Nisan günü yapılan itiraz başvurusu
Ankara DGM tarafından ikinci defa reddedildi. Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde tutuklu
bulunan öğrencilerin yargılanmasına 2 Mayıs günü başlanacak.
2 Ocak günü Seyhan Milli Eğitim Müdürlüğü'ne verilen "Kürtçe eğitim" dilekçeleri nedeniyle
aralarında HADEP il ve ilçe örgütlerinin yöneticilerinin de bulunduğu 81 kişi hakkında açılan
davaya 19 Nisan günü devam edildi. Adana DGM'de yapılan duruşmada, HADEP Adana Đl
Başkanı O. Fatih Şanlı, Seyhan Đlçe Başkanı Ahmet Gül, Yüreğir Đlçe Başkanı Zeki Sekin, Đl
Örgütü Sekreteri Ahmet Yıldız, Đl Örgütü Saymanı Hasan Beliren, Fatih Demir, Ferit Tatlı, Leyla
Bayram, Đl Kadın Kolları Sekreteri Fadile Bayram tahliye edildi. DGM, Zeki Köklü, Saim Yalçın,
Süleyman Sayar, Halil Bedir, Mehmet Cançelik, Zeki Aslan, Nihat Gök, Mehdi Yalçın, A.Selam
Akdemir hakkındaki gıyabi tutuklama kararını da kaldırdı. Duruşma 13 Haziran gününe ertelendi.
155
Đstanbul Kadıköy, Esenler ve Bağcılar ilçe milli eğitim müdürlüklerine "okullarda Kürtçe'nin
okutulması için" dilekçe veren 38 kişi hakkında açılan dava 22 Nisan günü Đstanbul DGM'de
başladı. Duruşmada tutuklu sanık Deniz Topçu tahliye edildi. Meliha Can, Şükriye Tümüroğlu,
Hanım Gülün ve Halime Günana adlı sanıklar hakkındaki gıyabi tutuklama kararı da kaldırıldı.
Duruşma 21 Haziran gününe ertelendi.
Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde dilekçe veren Tahir Aşkan, Sefer Dumar, Veysi Bor, Ecevit
Bozacı, Abdurrahman Aşkan, Kısmet Karataş ve Umut Kesici hakkında açılan davaya 22 Nisan
günü Van DGM'de devam edildi. Duruşmada Aşkan ve Duman tahliye edildi.
Mardin'in Nusaybin ilçesinde 13 Şubat günü "Kürtçe eğitim için gösteri düzenledikleri"
gerekçesiyle 10 kişi hakkında açılan davaya 22 Nisan günü Diyarbakır DGM'de devam edildi.
Duruşmadan önce Şeyhmus Çetin adlı HADEP üyesi gözaltına alındı.
Eğitim-Sen Erzincan Şube Başkanı Nuri Koç hakkında, şubenin 2 Şubat günü yapılan
kongresinde "Kürtçe mesaj okuduğu ve Kürtçe eğitim için dilekçe veren öğrencilerin
desteklenmesini istediği" gerekçesiyle dava açıldı. Erzurum DGM Savcılığı tarafından hazırlanan
iddianamede Nuri Koç'un TCY'nin "yasadışı örgüte yardım" suçuna ilişkin 169. maddesi uyarınca
cezalandırılması istendi.
"Okullarda Kürtçe eğitim verilmesi" için Đstanbul Kağıthane Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe
veren 13 kişi hakkında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan davaya 29 Nisan günü devam
edildi. Đstanbul DGM'de yapılan duruşmada tutuklu sanıklar Saide Azrak, Hazal Çakır ve Zeliha
Tacer tahliye edildi. Duruşma 4 Temmuz gününe ertelendi.
Marmara Üniversitesi'nde "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 46 öğrenci 6 ay, 34 öğrenci 1 ay
uzaklaştırma, 23 öğrenci de kınama cezası verildi. Malatya Đnönü Üniversitesi'nde 20 öğrencinin
okulla ilişiği kesildi, 14 öğrenciye 1 yıl uzaklaştırma cezası verildi. Yıldız Teknik Üniversitesi'nde
Kürtçe'nin seçmeli dersler arasına alınması için dilekçe veren 10 öğrenciye "okuldan
uzaklaştırılma" cezası verildi.
Van 100.Yıl Üniversitesi'nde 24 öğrenci okuldan atıldı, 21 öğrenciye 6 ay, 387 öğrenciye de 1
hafta okuldan uzaklaştırma cezası verildi. Uzaklaştırma cezaları sınav dönemine denk geldiği için
öğrenciler birer dönem kaybedecekler. Öğrenciler kararın iptali istemiyle Van Bölge Đdare
Mahkemesi'ne başvurdu.
Bazı illerde de emniyet müdürlüklerinin hazırladığı raporların eğitim kurumlarına gönderilerek
öğrenciler hakkında disiplin cezalarının verilmesinin sağlandığı öne sürüldü. Bunun örneklerinden
biri Adana Şehit Temel Cingöz Lisesi son sınıf öğrencisi D.Ş.'nin (16) "Kürtçe eğitim" eylemine
katılıp izinsiz gösterilere katıldığına ilişkin polis tutanaklarının gerekçe gösterilerek eğitim dışı
bırakılması oldu. Adana'da 17 Ocak günü "Adana Demokratik Lise Birliği" tarafından yapılan
basın açıklamasında "Kürtçe dahil ana dilde eğitim" talebinde bulunulmuş, paralı eğitim ve ÖSS
sınav sistemi eleştirilmişti. Polisin düzenlediği tutanakta, D.Ş.'nin yasadışı kuruluşların eylemine
aktif olarak katıldığı ve destek verdiği yazıldı. Seyhan Milli Eğitim Đlçe Disiplin Kurulu, bu
tutanağa dayanarak D.Ş.'nin "Ortaöğretim Kurumları Ödül ve Disiplin Yönetmeliği"ne göre
"Örgün eğitim dışına çıkarma" cezası istemini üst kurula gönderdi. Üst Kurul da cezayı onayladı.
Ailesinin itiraz üzerine karar Milli Eğitim Bakanlığı'na gönderildi. Bakanlığın itirazı reddetmesi
durumunda D.Ş. diploma alamayacak.
156
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe vererek Kürtçe'nin seçmeli ders olarak
okutulması talebinde bulunan 9 kişi okuldan atıldı, 116 kişi 6 ay, 200 kişi ise 1 ay okuldan
uzaklaştırma cezası aldı.
Öğrencilere verilen bu cezaların ardından Hatay Emniyet Müdürü Đhsan Ünal, ceza alan 325
öğrencinin ailesine birer mektup gönderdi. Ünal mektubunda, kampanyanın PKK'nin Türkiye'yi
dünya önünde zor duruma düşürme taktiklerinden olduğunu ifade etti. Emniyet Müdürü Đhsan
Ünal, üniversite rektörlüklerine verilen "Anadilde eğitim hakkı istiyorum" dilekçelerinin PKK'nin
isteği üzerine hazırlandığını ileri sürerek "Maalesef Mustafa Kemal Üniversitesi öğrencisi olan
çocuğunuz bu eylem içerisinde yer almıştır. Konusu suç teşkil eden bu eyleme iştirak eden ve idari
yönden küçük de olsa bir ceza alacak olan çocuğunuzu, ülkesine faydalı bir fert olarak topluma
kazandırmanız ümidiyle." dedi.
Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde çocuklarına Kürtçe ad veren yedi aileye, çocukların adlarının
değiştirilmesi için Nüfus Kanunu uyarınca açılan dava 2 16 Nisan günü Dicle Asliye Hukuk
Mahkemesi'nde başladı. Davaya, kendi adı da Kürtçe ve Farsça kökenli olan hâkim Şirvan Ertekin
baktı. Duruşmada söz alan Avukat Fırat Anlı, Yargıtay içtihatları 3 uyarınca böyle bir davanın
açılmayacağını belirterek, Rojda adının "Türk örf ve adetlerine aykırı olmadığına" dair Yargıtay 18.
Hukuk Dairesi'nin 1992/1351 sayılı kararını mahkemeye verdi. Mahkeme, "adların Türk milli
kültürüne, ahlak kurallarına, örf ve adetlerine uygun olup olmadıklarının" Türk Dil Kurumu'na
sorulmasına karar verdi. Duruşma, 21 Mayıs gününe ertelendi.
Davada, 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16. maddesinin "Çocuğun adını anne babası koyar, ancak
milli kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve âdetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten
adlar konulamaz' hükmü uyarınca Dicle ilçesinin Meydan, Uğrak, Üzümlü, Bozoba ve Çavlı
köylerinden yedi ailenin çocuklarına verdikleri Berivan, Zilan, Rojda, Baver, Velat, Serhat, Kendal,
Zinar, Hebun, Baran, Rojhat, Agit, Zelal ve Zozan adlarını değiştirilmesi isteniyor.
SES Van Şubesi'nin altı yöneticisi başka kentlere sürgün edildi. Sürgün kararının şubenin 2 Şubat
günü yapılan genel kurul toplantısında salona asılan "Kendim ve Çocuğum Đçin Anadilde Eğitim
Đstiyorum" pankartı nedeniyle alındığı öğrenildi. Valiliğin isteği üzerine Sağlık Bakanlığı tarafından
Şube Başkanı Rıdvan Çiftçi Sinop'a, Yılmaz Berki Eskişehir'e, Aynur Engin Bolu'ya, Fikret Doğan
Kastamonu'ya, Songül Morsümbül Bilecek'e, Ziya Balamir ise Afyon'a sürgün edildi. Pankart
nedeniyle eski Şube Başkanı Fikret Doğan, yönetim kurulu üyeleri Aynur Engin, Kemal
Tunçdemir, Rıdvan Çiftçi, Özcan Güneş, Faruk Yavrutürk, Songül Morsümbül, Ziya Balamir ve
Yılmaz Belki bir süre gözaltına alınmıştı. (bkz. Örgütlenme özgürlüğü)
1.2. PKK ve Kürt Sorunu
PKK'nin 4-10 Nisan günlerinde düzenlenen 8. kongresinde PKK'nin feshedilerek yerine
Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi'nin (KADEK) kurulduğunu açıklandı. KADEK
Genel Başkanlığına da Abdullah Öcalan seçildi. KADEK'in kuruluş bildirgesinde, "(…) bireylerin
ve halkların özgürlükçü demokratik gelişimine zarar veren, kaos ve tahribat yaratan her türlü
terörizmi de mahkum ederek sorunlara çözüm yöntemi dışında görür. Kürt sorununun
demokratik çözümü temelinde her türlü çatışmanın son bulmasını, barışın ve kardeşliğin tesis
edilmesini, gerillanın bu çözüm temelinde ve buna bağlı olarak düzenlenmesini uygun bulur.
Bunun başarıyla gerçekleşmesi için Kürt halkının her düzeyde meşru savunma konumunu
geliştirip güçlendirmesini gerekli görür." dendi.
KADEK'in kuruluşunun ardından basın yayın organlarında "Türk istihbarat birimlerinin elde
ettiği bilgilere" ilişkin haberler yer aldı. Bu haberlerde "PKK'nın 'Serhıldan' adıyla halk
157
ayaklanmasını gerçekleştirmeyi amaçladığı, 'Demokratik Ortadoğu Federasyonu' adı altında yeni
bir ülke kurmak istediği, bunun için Türkiye, Kuzey Irak, Đran, Suriye'de parti kuracağı ve
Türkiye'de yasaların sokak gösterileriyle değiştirilmesinin hedeflendiği" iddia edildi.
Haberlerde yer verilen istihbarat raporlarında PKK'nin yeni stratejisi de şöyle tanımlandı.
"Kurulacak demokratik kitle örgütleriyle demokrasi blokları oluşturulacak, böylece hükümetler
baskı altında tutulacak, Yasalar sokak gösterileriyle değiştirilecek, kadın ve çocuklar ön planda
tutularak sokak hareketleriyle, halk devletle karşı karşıya getirilecek, etnik ve kültürel topluma göre
demokratik anayasal oluşturulacak, etnik grupların kültürünün gelişmesi için mücadele edilecek,
ölüm cezası, olağanüstü hal, köy koruculuğu gibi sistemlerin kaldırılması ve köye dönüşün
sağlanmasına çalışılacak, bazı örgüt mensupları barış grubu olarak güvenlik güçlerine teslim
olacak, silahlı mücadele Abdullah Öcalan'ın ölüm cezasının infaz edilmesi ve örgüte yönelik
operasyona girişilmesi halinde yeniden başlatılacak".
16 Nisan günü Brüksel'de düzenlenen basın toplantısında, KADEK'in mevcut ülkelerin sınırlarını
değiştirme amacının olmadığı ve şiddetin çözüm getirmediği anlayışıyla siyasete girmek istediği
belirtildi. Basın toplantısında, KADEK'in temel istekleri "siyasete katılım hakkı, genel af, ölüm
cezasının kaldırılması, Kürtçe yayın ve konuşma hakkının sağlanması, OHAL ve koruculuğun
kaldırılması" olarak açıklandı.
Basın toplantısı düzenlendiği sırada Brüksel'de bulunan Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz,
açıklamalara ilişkin olarak "PKK'nın şiddetin çıkar yol olmadığını anlaması olumlu gelişme. Ancak
geçmişte teröre karışan kişiler yargının önüne çıkarılacak. Taktik değişiklikler Türkiye'yi
etkilemez." dedi.
Türkiye, Avrupa Birliği'nin 11 Eylül'den sonra hazırlamaya başladığı terörist kurum ve kişiler
listesine PKK ve DHKP-C'nin de dahil edilmesi konusunda yaptığı girişimlerden olumlu sonuç
aldı.
Bu arada Đsveç hükümeti de, Avrupa Birliği'nin 2 Mayıs günü resmen açıklayacağı "terörist kişiler
ve örgütler" listesine Kürdistan Đşçi Partisi'nin (PKK/KADEK) dahil edilmesini istedi. Đsveç
Dışişleri Bakanı Anna Lindh, yaptığı açıklamada şunları söyledi:
"Đsveç prensip olarak AB'nin terör örgütleri listesine PKK'yi de koymasını destekliyor. Biz hep
genel olarak terör eylemi yapan bütün örgütlerin terörist listesinde yer almasının makul olduğunu
söyledik. PKK'nin yeri de orasıdır. Bizim Đsveç'te herhangi bir terörist listemiz yok. Ama biz
PKK'ye karşı tavrımızı daha en erken safhada göstermiştik." PKK bundan 5-6 yıl öncesine dek
Đsveç'te de terörist damgası yemişti. Halen Türkiye ve ABD'de yasaklı durumda. Đngiltere, Fransa
ve Almanya bu örgütü yasadışı olarak kabul ediyor."
Bitlis Devlet Hastanesi'nde görev yapan sağlık memuru Celalettin Toktaş, 19 Nisan günü Van
DGM Savcılığı'nın talimatıyla gözaltına alındı. PKK itirafçısı Sami Demirkıran yazdığı "Ürperten
Đtiraflar" 4 adlı kitapta, "Toktaş'ın Bitlis'in Yolalan köyünde 26 Ekim 1993 tarihinde Nazif
Özbağrıaçık ve Ergun Komut adlı öğretmenlerin PKK militanları tarafından öldürülmesine
yardım ettiği" yolundaki bilgi üzerine gözaltına alındığı öğrenildi.
1.3. Diğer Olaylar
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın avukatları Doğan Erbaş, Aysel Tuğluk, Đrfan Dündar ve Hatice
Korkut hakkında "Öcalan'ın mesajlarını Yedinci Gündem gazetesine faksladıkları" gerekçesiyle
158
açılan dava 4 Nisan günü başladı. Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan duruşmada ifade
veren avukatlar, gazete ve televizyonlarda yer alan haberlerin kendileri ile ilgisi olmadığını
belirttiler. Duruşma, dosyadaki eksikliklerin tamamlanması için 10 Temmuz gününe ertelendi.
Đddianamede avukatların "görevlerini kötüye kullandıkları" iddiasıyla cezalandırılması isteniyor.
Đçişleri Bakanlığı'nın talimatıyla 22 Aralık 2000 tarihinde görevinden alınan Şemdinli Belediye
Başkanı Ferman Özer, görevine geri döndü. Özer, hakkında "PKK'ye yardım ve yataklık ettiği"
iddiasıyla açılan dava Van DGM'de 5 Mart günü beraatla sonuçlanmıştı. Beraat kararından sonra
Özer, Đçişleri Bakanlığı'nın talimatıyla 29 Nisan günü yeniden görevine başladı.
Şırnak'ın Aslan Başak köyünde Ç.E. (14) adlı kız çocuğuna Kamil Barış, Lezgin Fidan, Mustafa
Yardımcı adlı korucular ve iki uzman çavuşun tecavüz ettiği bildirildi. Şırnak Haber gazetesinin
olayın yayınlandığı 4 Nisan günlü sayısının toplatıldığı, muhabir Mustafa Şen'in geçtiğimiz
günlerde gözaltına alındığı öğrenildi. Olayı araştırmak için 12 Nisan günü Şırnak'a giden HADEP
Kadın Kolları üyelerinin de kente sokulmadığı belirtildi.
1
Kürtçe dil kursu açmak için 1996 yılında Đstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvuran KürtKav'a, 20 Mart 1997 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı Hukuk Müşavirliği tarafından verilen yanıtta,
1983 yılında çıkarılan 2923 sayılı Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanunu'nun 2/c maddesi
uyarınca talebin reddedildiği bildirilmişti. Yasa uyarınca, yabancı bir dilde kurs ve eğitim kurumu
açılabilmesi için Milli Güvenlik Kurulu'nun tavsiyesi ve Bakanlar Kurulu kararının bulunması
gerekiyor. Kararın iptali amacıyla açılan davayı görüşen Ankara 6. Đdare Mahkemesi 12 Kasım
1997 tarihinde kararında, Kürt-Kav'ın istemini reddetmişti. Đdare Mahkemesi'nin bu kararı üzerine
Kürt-Kav, kararın bozulması için Danıştay'a başvurmuştu. Ancak Danıştay da aynı yönde karar
vermişti. Bu arada Kürt-Kav hakkında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından da "Kürtçe bilenlere
burs verilerek 'belli bir ırkın desteklendiği" iddiasıyla soruşturma başlatılmıştı. Genel Müdürlük
müfettişlerinin Kürt-Kav Yönetim Kurulu üyeleri Yılmaz Çamlıbel, Mehmet Parlak, Faruk Parlak,
Kasım Ergin, Sırrı Feroğlu, M. Emin Eren, Mazhar Kara, Ali Beyköylü, Nuri Erdoğan, Bahattin
Ayaz ve Hatip Mercan hakkındaki suç duyurusu üzerine Đstanbul DGM Savcılığı tarafından
"bölücülük propagandası" iddiasıyla açılan dava, ilk duruşmada beraat kararıyla sonuçlanmıştı.
2
Dicle Jandarma Komutanlığı, 21 Aralık 2001 tarihinde nüfus kütüklerinde kaydedilen isimler
üzerinde yaptığı araştırma sonucunda, 21 çocuğun isimlerini sakıncalı bularak Dicle Cumhuriyet
Savcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu. Dicle Cumhuriyet Savcılığı da yaşları 1.5 ile 15 arasında
değişen Berivan, Zilan, Rojda, Baver, Velat, Serhat, Kendal, Zilan, Hebun, Baran, Rojhat, Agit,
Zelal ve Zozan adlı çocukların isimleri nedeniyle aileleri hakkında dava açtı. Đddianamede, 1587
sayılı Nüfus Kanunu'nun 16. maddesinde 'Çocuğun ismini anası ve babası koyar. Ancak milli
kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve âdetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten adlar
konulamaz' hükmüne atıfta bulunularak, çocuklara verilen Kürtçe adların PKK militanlarının kod
adları olduğunu savunuldu.
3
Kürtçe isimlerle ilgili bugüne kadar onlarca mahkemede dava açıldı. 1989 ve 1992 yılında Berfin
ve Rojda adları yerel mahkemeler tarafından iptal edildi. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 1989/1520
sayılı kararınıda şöyle dedi: "Đsim, kişiye sıkı sıkıya bağlı şahsi haktır. Hiçbir kişi veya kurum,
kişinin rıza ve muvafakati olsa da bu hakka dayanarak taşınan bir ismi iptal edemez. Kişiyi isimsiz
bırakamaz. Böyle bir işlem, mahkeme kararına da konu olamaz."
Yargıtay 18. Dairesi'nin 1992/1351 sayılı kararında ise şöyle denildi: "Anayasamızın 2.
maddesinde belirtilmiş olduğu üzere, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olan ülkemizde
böyle bir davanın açılması söz konusu olamaz. Kanunda da bu tür davaya yer verilmemiştir."
159
4
Aynı kitap nedeniyle Nisan ayında türkücü Đbrahim Tatlıses hakkında "PKK'ye yardım ettiği"
iddiasıyla soruşturma açılmıştı.
TÜRKĐYE ĐNSAN HAKLARI VAKFI
TĐHV 1990
1. Kürt Sorunu ve Olağanüstü Hal Uygulamaları
Milli Güvenlik Kurulu'nun 30 Mayıs günü yaptığı toplantıda, olağanüstü hal uygulamasının
Hakkari ve Tunceli'de 30 Temmuz 2002 tarihinden geçerli olmak üzere sona erdirilmesi,
Diyarbakır ve Şırnak illerinde de son defa olmak üzere 4 ay uzatılmasına ilişkin tavsiye kararı
alındı. Toplantının arkasından yayınlanan bildiride şöyle denildi:
"Ülke genelindeki güvenlik ve asayiş durumu ile bunu etkileyen iç ve dış gelişmeler gözden
geçirilmiş; bu kapsamda, Diyarbakır, Hakkari, Şırnak ve Tunceli illerinde devam etmekte olan
olağanüstü hal uygulamasının, 30 Temmuz 2002 tarihinden geçerli olmak üzere; Hakkari ve
Tunceli illerinde sona erdirilmesi ve bu illerin mücavir iller kapsamına alınması, Diyarbakır ve
Şırnak illerinde ise Bakanlar Kurulunca olağanüstü hal uygulamaları sonrası alınacak tedbirlere
hazırlık süresi verilmesi için, son defa olmak üzere 4 ay daha uzatılması uygun bulunarak bu
husustaki tavsiye kararının Bakanlar Kurulu'na gönderilmesi kararlaştırılmıştır."
Genelkurmay Başkanlığı, 1984-99 yılları arasında PKK tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen
saldırılarla ilgili gazete haberlerini "Unutulan Gerçekler" adlı üç ciltlik kitapta bir araya getirdi.
Genellikle Milliyet ve Hürriyet gazetelerinden derlenen haber kupürlerinin yer aldığı kitap,
Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği Basın-Yayın, Tanıtım ve Halkla Đlişkiler Daire
Başkanlığı tarafından çeşitli basın yayın kuruluşları ile sivil toplum örgütlerine gönderildi.
Yayınevi, basım yılı ve basılan matbaa adının yer almadığı kitabın kapağında Abdullah Öcalan'ın
kahkaha atan bir resmi ile saldırılarda ölen kadın ve çocukların görüntüleri yer aldı.
Đdam ve Kürtçe/Emin Çölaşan (Hürriyet-30 Mayıs2002)
"…ASKERLERĐN idam konusundaki görüşü net ve açık: "Đdamın kaldırılmasına razıyız. Ancak
Türkiye'de sürekli af çıkıyor, Đnfaz Yasası diye bir uygulama var. En ağır suçu işleyen terörist bile,
içeride en fazla 10 yıl kalıyor. Đdam kalksın ama Anayasa'ya kesin ve değişmesi mümkün olmayan bir
hüküm konulsun. Đdam suçlusu, ölünceye kadar aftan yararlanmasın."
(…)
VE KÜRTÇE!
Kürtçe derken, hangi Kürtçe?.. Çünkü böyle bir dil yok. Farsça, Arapça, Türkçe karışımı bir lehçeler
topluluğu. Pek çok farklı lehçesi var. Örneğin Diyarbakır'da Kürtçe konuşan biri, Kuzey Irak'ta Kürtçe
konuşanı anlamaz. Tuhaf bir olay.
160
AB bize bastırıyor, "Kürtçe öğrenim ve Kürtçe yayın" istiyor. Olmazsa olmaz! Bay Mesut Yılmaz ve
AB'nin diğer hızlı yandaşları, bu gerçeklerden hiç söz etmiyor. Bu konudaki değerli görüşlerini
kamuoyundan ısrarla saklıyorlar.
Peki Kürtçe konusunda Genelkurmay ne düşünüyor? Askerler ne diyor? Edindiğim izlenim şöyle:
- Kürtçe, sadece haber olarak ve günün belli saatlerinde TRT-GAP kanalında yayınlanabilir. Burada
Zazaca, Kırmançi gibi çeşitli lehçeler kullanılır. Müzik vesaire gibi başka programlar söz konusu
değildir. Kürtçe kasetlerin piyasada satılması zaten serbesttir. Đsteyen kaset alır.
- Özel televizyon kanallarında Kürtçe'ye izin verilemez çünkü denetimi mümkün değildir.
- Yapılacak olan "eğitim" değil, bazı dillerin öğretilmesi olacaktır. Türkçe dışında başka bir dilde eğitim
düşünülemez.
- Devletin ilköğretim okullarında -ilk 3 yıl hariç- ders saatleri sonrasında özel kurslar açılabilir. Öğrenci,
ilk 3 yılda Türkçe öğrenmekle yükümlüdür. Kurs için yeterli sayıda öğrencinin başvurması gerekir.
- Özel dershanelerde ve benzeri diğer özel yerlerde Kürtçe öğretilmesi söz konusu olamaz çünkü
buraları denetlemek mümkün değildir. Mikrop yuvasına dönüşür.
- Kürtçe basılı yayın, gazete, dergi ve diğerleri sakınca yaratmaz çünkü onları kimse okumaz. Bugün
çıkanlar da okunmuyor.
- Bu görüşler sadece Kürtçe için değil, "ana dil" için geçerlidir. Kürtçe, onlardan sadece biridir.
Ana dilde yayın ve ana dili öğrenme hakkı örneğin Arapça, Boşnakça, Gürcüce gibi dillerde de, Kürtçe
ile eş zamanlı olarak verilmelidir.
- Bu uygulamalar, diğer AB ülkelerinde yapılan uygulamalarla benzerdir ve onlardan eksik bir yanı
olmadığı
gibi,
fazlası
vardır.
(…)
1.1. Anadilde Eğitim Kampanyası
ÇHD Diyarbakır Şubesi tarafından Anayasa'nın "eğitim ve öğrenim hakkı"na ilişkin 42.
maddesinin değiştirilmesi amacıyla başlatılan kampanya kapsamında devlet yöneticilerine mektup
gönderenlerin kimliklerinin PTT'deki mektuplar açılarak saptandığını ve bu kişilerin gözaltına
alındığı bildirildi.
Bingöl ve ilçelerinde, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı ve diğer bakanlıklar ile
siyasi parti başkanlarına mektup gönderenlerden HADEP Karlıova Đlçe Başkanı Zeki Fırat ile
yönetim kurulu üyeleri Ferit Karabağ, Đsmet Dilsiz, Tuncay Bingöl, Servet Karabağ, Mehmet
Emin Seven 30 Nisan günü gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan ikisi aynı gün serbest bırakıldı.
HADEP Đlçe Başkanı Zeki Fırat, Đl Genel Meclis üyesi Enver Ergüven, HADEP yöneticileri Ferit
Karabağ, Cemal Yiğit, Đsmet Dilsiz, Remzi Genç, Zeki Nam, Tuncay Bingöl, Bertal Türkmen, M.
Emin Sever, Servet Karabağ, Yusuf Đltaş ve Selahattin Baran 2 Mayıs günü tutuklandı. Yücel
Özmen ise serbest bırakıldı. Haklarında gıyabi tutuklama kararı çıkan Halit Karabağ, Đdris
Karabağ, Orhan Karabağ, Salahattin Kılıç, Mehmet Erdem, Hanifi Özmen, Nimet Tiryaki, Enver
161
Baran, Mehmet Araz, Nurettin Özen, Harun Tiryaki, Abdurrahman Karagöz ve Hamdullah Öge
ise 15 Mayıs günü Karlıova Cumhuriyet Savcılığı'na teslim oldu.
Eğitim-Sen Elazığ Şubesi eski Başkanı Nafiz Koç hakkında "Medya TV'de yaptığı bir konuşma"
nedeniyle açılan dava 2 Mayıs günü başladı. Malatya DGM'de yapılan duruşmada ifade veren
Mehmet Nafiz Koç, "konuşmasının anadilde eğitim hakkına ilişkin olduğunu" söyledi. Mehmet
Nafiz Koç, 28 Şubat günü "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla tutuklanmış, avukatının itirazı
üzerine 1 Mart günü serbest bırakılmıştı.
Eğitim-Sen Đstanbul 4 No'lu Şube Başkanı Ahmet Korkmaz ve Cafer Polat adlı öğretmen
hakkında "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla açılan dava 22 Mayıs günü başladı.
Duruşmada Ahmet Korkmaz tahliye edildi. Korkmaz, "Medya TV'de katıldığı bir programda
'Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulmasını' istediği" gerekçesiyle 6 Mart günü tutuklanmıştı.
Ankara Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri gerekçesiyle
6'sı tutuklu 25 öğrenci hakkında açılan dava 2 Mayıs günü Ankara DGM'de başladı. Duruşma 28
Mayıs gününe ertelendi. Aynı gerekçeyle Çukurova Üniversitesi öğrencisi 19 kişi hakkında açılan
davaya da Adana DGM'de devam edildi. Duruşmada tutuklu sanıklar Đsmail Serdar Altunay ve
Düzgün Doğan tahliye edildi. Duruşmada ifade veren öğrenciler gözaltında ifadelerinin zorla
alındığını belirttiler. Duruşma 20 Haziran gününe ertelendi.
Adana Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim için dilekçe verdikleri" gerekçesiyle
16 öğrenci hakkında açılan davaya da 21 Mayıs günü Adana DGM'de devam edildi. Duruşmada
Emek Ulaş Aslan, Rojin Aslan, Hasan Kılıç, Ceyda Çetin ve Serok Kasımoğlu adlı öğrenciler
kefaletle tahliye edildi.
Ümraniye, Bağcılar ve Küçükçekmece ilçe milli eğitim müdürlüklerine dilekçe verdikleri için
haklarında "PKK'ye yardım ve yataklık" iddiasıyla dava açılan 92 kişinin yargılanmasına 6 Mayıs
günü başlandı. Đstanbul DGM'de görülen duruşmaya, tutuklu Mehmet Salih Anlı, Alican Babahan,
Mehmet Orhan, Abdullah Akıncı, Ali Dinçer ve Mehmet Meriç'in de aralarında bulunduğu 65
sanık katıldı. Sanıkların tahliye talebini reddeden DGM, duruşmayı 5 Ağustos gününe erteledi.
"Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri gerekçesiyle Erzurum Cezaevi'nde bulunan 28 mahkum
hakkında açılan dava, 11 Mayıs günü Erzurum DGM'de sonuçlandı. DGM, sanıklar hakkında
beraat kararı verdi.
"Kürtçe eğitim için dilekçe verdikleri" gerekçesiyle Marmara Üniversitesi'nden 6 ay süreyle
uzaklaştırılan 25 öğrenci, yürütmenin durdurulması ve kararın iptali istemiyle dava açtı. Đstanbul
Đdare Mahkemesi'ne başvuran öğrenciler, "kararın adil yargılanma ilkelerine uymadığını"
bildirdiler. Başvuruda, Yüksek Öğrenim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 9/d
maddesi uyarınca verilen cezanın ağır olduğu ve telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabileceği
vurgulandı. "Dilekçe vermenin Anayasa'nın 74. maddesinde düzenlendiği ifade edilen dava
dilekçesinde, 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Yasa'nın 7. maddesinde "Türk
vatandaşlarının kendileri ve kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri konusunda yetkili makamlara
yaptıkları başvuruların sonucu veya yapılmakta olan işlemin safahatı hakkında dilekçe sahiplerine
en geç iki ay içinde cevap verilir" denildiği kaydedildi ve "Gerek Anayasa gerekse 3071 sayılı yasa
dilekçenin içeriği ile ilgili bir sınırlama getirmiş değildir" denildi.
Dilekçe hakkının "devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozma" şeklinde
yorumlanarak Anayasal bir hakkın kötüye kullanılmadığı vurgulanan başvuruda, öğrenciler
tarafından verilen dilekçelerde "Kürtçe'nin her hangi bir şekilde 'anadil' olarak okutulması
talebinde bulunulmadığı, talebin sadece Kürtçe'nin 'seçmeli ders' olarak okutulmasından ibaret
olduğu kaydedildi. Çeşitli üniversitelerde dilekçe veren öğrenciler hakkında farklı uygulamaların
gündeme geldiği anlatılan başvuruda "Hangi sebeple farklı uygulama yapıldığı da belirsizdir. Aynı
şekilde dilekçe veren bir çok öğrenciye de neden disiplin soruşturması açılmadığı, bunun
162
ölçütünün ne olduğu anlaşılamamaktadır" denildi. Aynı fiile farklı cezalar uygulayan idarenin,
ayrımcılık yasağını ihlal ettiği ve idari işlemin hukukun eşitlik ilkesine aykırılık taşıdığı ifade edilen
başvuruda bir kişinin örgüt üyesi olup olmadığına idari makamların değil ceza mahkemelerinin
karar verebileceği hatırlatıldı.
Anayasa'nın 42. maddesinin değiştirilmesi talebiyle TBMM'ye dilekçe gönderen HADEP Đzmir Đl
Örgütü ve Konak Đlçe Örgütü yöneticilerinden Đsmail Şahin, Şerafettin Yetim, Ramazan Özen,
Mehmet Şerif Yıldız, Deham Akın ve Şürkrüye Tunç hakkında "PKK'ye yardım ettikleri"
iddiasıyla dava açıldı. Đzmir DGM Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, sanıkların TCY'nin
169. maddesi uyarınca cezalandırılması istendi. Dava, 23 Temmuz günü başlayacak.
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim için dilekçe veren" 14 öğrenci hakkında açılan
dava, 21 Mayıs günü Ankara DGM'de başladı. Duruşmada davanın tek tutuklu sanığı Selma
Güzel tahliye edildi. Duruşma, 4 Temmuz gününe ertelendi. Davada, Selma Güzel, Nazım
Duman, Eylem Tuna, Tuba Atakan, Mesut Çağlan, Gözlem Güleç, Kahraman Elaltunkara,
Durmuş Doğuateş, Özen Meral Uç, Serkan Erdoğan, Melih Gülgösteren ve Derya Cangöz'ün
"yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla TCY'nin 169. maddesi uyarınca hapis cezasına mahkum
edilmesi isteniyor. Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe verdikten sonra haklarında
"PKK'ye yardım ve yataklık ettikleri" gerekçesiyle tutuklanan 5 öğrenci 24 Mayys günü görülen
duruşmada tahliye edildi.
Đstanbul'daki üniversitelerin rektörlüklerine "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 20 öğrenci
hakkında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan davaya 30 Mayıs günü Đstanbul DGM'de
devam edildi. Duruşmada tutuklu yargılanan Meryem Yılmaz, Hozan Saatçioğlu ve Düzgün Bilgin
adlı öğrenciler tahliye edildi. Duruşma 9 Ağustos gününe ertelendi. Đlçe milli eğitim
müdürlüklerine aynı amaçla dilekçe veren 13 öğrenci velisi hakkında açılan davada ise Nevzat
Gülmez, Ali Göregen, Hasibe Mengirkan, Şaziye Sincar, Havne Sağman ve Ali Kılıç tahliye edildi.
Duruşma 27 Ağustos gününe ertelendi.
Đstanbul'da üniversitelere "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren Ali Doğan, Ali Turgay, Şahin Tüccar,
Mürsel Sargut, Nurettin Fırat, Ruken Buketışık, Haşim Güler ve Ferhat Azizoğlu 30 Mayıs günü
gözaltına alındı.
Hatay Mustafa Kemal Paşa Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe verdikleri için haklarında "yasadışı
örgüte yardım" iddiasıyla dava açılan 19 öğrenci 23 Mayıs günü Adana DGM'de yapılan
duruşmada beraat etti.
Aynı günlerde Muş ve ilçelerinde de TBMM'ye mektup gönderen çok sayıda kişi gözaltına alındı.
Bunlardan HADEP Varto Đlçe Başkanı Behçet Özen tutuklandı.
Bolu Abant Đzzet Baysal Üniversitesi'nde "Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması" istemiyle
dilekçe verdikleri için haklarında dava açılan Ali Demir, Burhan Yeşilbaş, Ersin Urman ve Ömer
Afşin adlı öğrenciler 14 Mayıs günü Ankara DGM'de yapılan duruşmada beraat etti.
1.2. Kürtçe Ad Davaları
Ardahan'da çocuklarına Kürtçe "Rojin", "Rojhat" ve "Berivan" adı vermek isteyen Koç ve Akcan
aileleri hakkında soruşturma açıldı. Đlk soruşturma Bayramoğlu köyünde yaşayan Kocalak Koç'un
yeni doğan oğluna Rojhat ismini vermek istemesi üzerine açıldı. Bir hafta kadar önce Ardahan
Nüfus Müdürlüğü'ne giderek oğlu için Rojhat, kimliği olmayan kızına da Rojin adıyla nüfus
cüzdanı çıkarmak isteyen Kocalak Koç'a isteğinin yerine getirilemeyeceği söylendi. Kürtçe adlarda
163
ısrar eden Koç, polis tarafından gözaltına alındı. Bir süre sonra Bağdeşen köyünden Tufan Akcan
ise yeni doğan kızına "Berivan" adı vermek için Nüfus Müdürlüğü'ne başvurdu. Akcan'ın işlemleri
yerine getirilerek nüfus cüzdanı çıkarıldı. Ancak Nüfus Müdürü Kadriye Aksu'nun Ardahan
Cumhuriyet Savcılığı'na bilgi vermesi üzerine hem Akcan, hem de Koç hakkında soruşturma
açıldı.
Ardahan Asliye Ceza Mahkemesi de Koç ve Akcan'ın dosyalarını TMY ve TCY'nin 169.
maddeleri uyarınca Erzurum DGM'ye gönderdi. Erzurum DGM Savcılığı, Tufan Akcan ve
Kocalak Koç hakkında takipsizlik kararı verdi.
Mardin'in Nusaybin ilçesinde ise kızına "Rojin" adını verdiği için HADEP Đlçe Başkanı Hasan
Bozkurt hakkında Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Malatya'da da kızına Jiyan adını veren
Kadir Bilgiç, nüfus cüzdanı çıkarmak isterken gözaltına alındı. Kadir Bilgiç, "yasadışı örgüte
yardım" iddiasıyla tutuksuz yargılanacak.
 Prof. Dr. Olcay Önartoy (Dilbilimci): Türkçe adlar koymak iyidir, ancak kullanılan adları yasaklamanın
da bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Hülya Avşar'ın kardeşinin adı Helin. Türkçe değil. Bu adlar
kullanılıyorsa, yasaklamanın anlamı yok. Artık bu isimler dilimize yerleşti. Böyle düşünürsek, Mehmet,
Ahmet, Hüseyin, Đsmail, Osman, Makbule gibi adlar da Arapça. Bunlar kullanılıyorsa, diğerleri niye
yasaklanıyor?
 Oya Baydar (Sosyolog): Sözkonusu adları, çok yakın tanıdıklarımız da taşıyor. Konu doğrudan
Kürtçe meselesiyle ilgili. Yoksa dilimize farklı dillerden geçmiş pek çok ad var. Çağımıza uymayan, bizi
ırkçı olarak küçük düşüren bir uygulama. 1980'lerde Bulgaristan'da azınlık olan Türkler'in adlarının
değiştirilmesi konusunda hop oturup hop kalkıldı. Çirkin bir davranış. Türk adı taşıdığım için utanmaya
başladım.
 Ergin Cinmen (Avukat): Türkçe ad konusunda hüküm var. Kültürlerin bu kadar birbirine girdiği bir
ortamda bir yargıcın isimleri araştırması kadar anormal bir şey olamaz. Beylerbeyi'nde, yanımda Berivan
Kepapçısı var. TV'de aynı adlı bir dizi gösteriliyor. Bu biraz da uygulayıcıların hatası. "Ne olur ne
olmaz, dava açmadım diye başıma bir şey gelirse" diye düşünen savcının tavrının sonucu. Bu, yargının
memurlaştırıldığının en tipik örneklerinden biri.
 Nusret Demiral (DGM eski Savcısı): Yasak isimler vardır. Bunların içinde Berivan bu konuda dava
açılabilir. "Devletin, ülkenin, milletin bölünmez bütünlüğü içinde ters bir eylem yaratıyor mu" diye bir
araştırmadır bu. Araştırmakta fayda vardır. Araştırma sonucu, adın yasak olduğu görülürse dava açılır
ve ceza verilir. "Suç mudur, değil midir", şu an buna bakılıyor. Yasaksa neden yasak isimdir, bunlar
anlaşılacak. Kökeninde devletin bütünlüğüne karşı eylem sergilemiş bir ortam içinde mi, değil mi,
bakılması normal. Her şeyde böyle bir inceleme yapılır. Sonuca göre ilgili Cumhuriyet Savcılığı konuya
bakacaktır. Yasak varsa insanlar buna uymak zorunda. Uymuyorsa gerekli ceza verilir.
 Vedat Çınaroğlu (MHP Samsun Milletvekili): Bu tür durumlarda amaç önemlidir. Bu isim ne amaçla
veriliyor? Bu işin arkasında bir takım başka düşünceler, planlar varsa, tedbir alınmasında mahsur
yoktur. Türkiye önemli bir süreçten geçiyor. Bu konuda bir takım tedbirler alınması gerekir. Sadece
isim olayını düşününce, önemsiz diyebilirsiniz, ama olayın öbür yanını da incelemek gerekir. Bu
Türkiye'nin önemli bir meselesidir. Ulusal Program'da da, bireyin kültürel hakları adı altında bu ve
benzeri konular gündeme gelmiştir. Bunlar orta vadede çözülecek konulardır. Mahkemelerin verdiği
kararlara saygı duyarız. Mahkemeler de bir görüş birliği içinde değil. Kimi suç unsuru bulmuyor, kimi
buluyor.
164
Diyarbakır'da çocuklarına Kürtçe ad veren yedi aileye, adların değiştirilmesi için açılan dava 21
Mayıs günü Dicle Asliye Hukuk Mahkemesi'nde sonuçlandı. Duruşmada Türk Dil Kurumu
tarafından mahkemeye gönderilen yazı okundu. Yazıda, "Baver", "Serhat" ve "Baran" adlarının
Farsça, Zilan, Berivan, Velat, Rojda, Kendal, Zınar, Rojhat, Agit, Zelal, ve Zozan isimlerinin
Türkçe olmadığı kaydedilen yazıda, adların Türk ad verme adetlerine uymadığı ifade edildi.
Mahkeme davanın usul yönünden reddine karar verdi.
Davada, 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16. maddesinin "Çocuğun adını anne babası koyar, ancak
milli kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve âdetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten
adlar konulamaz' hükmü uyarınca Dicle ilçesinin Meydan, Uğrak, Üzümlü, Bozoba ve Çavlı
köylerinden yedi ailenin çocuklarına verdikleri Berivan, Zilan, Rojda, Baver, Velat, Serhat, Kendal,
Zinar, Hebun, Baran, Rojhat, Agit, Zelal ve Zozan adlarını değiştirilmesi isteniyordu.
23 Mayıs günü Đzmir'de çocuklarına Kürtçe ad verdikleri gerekçesiyle 11 kişi gözaltına alındı:
Hamdiye Sincar, Hamdullah Sincar, Uğur Çelik, Halis Kaplan, Mehmet Kaplan, Sait Ataç, Siraç
Aksoy, Lokman Barış, Hasne Yıldız, Abdullah Kol ve Erkan Dal. Gözaltına alınanlar 24 Mayıs
günü serbest bırakıldı.
Söz konusu kişiler hakkında daha sonra Đzmir DGM Savcılığı tarafından "yasadışı örgüt
propagandası yaptıkları" iddiasıyla dava açıldı.
1.3. Olağanüstü Hal Bölgesi
Avrupa Birliği'nin Mayıs ayı başında PKK'yi "terörist örgütler" listesine almasının ardından
OHAL'in kaldırılması gündeme geldi. 30 Mayıs günü yapılan MGK toplantısında Tunceli ve
Hakkari'de OHAL'in 30 Temmuz 2002 tarihinde sona erdirilerek bu illerin mücavir il statüsüne
geçirilmeleri, Diyarbakır ve Şırnak illerinde ise son defa olmak üzere 4 ay daha uzatılmasına ilişkin
karar alındı.
Al Terör Örgütlerini, Kaldır OHAL'i/Yalçın Doğan (Cumhuriyet-04 Mayıs 2002)
Bir ülke, bir olay!.. Đspanya ve 11 Eylül!..
Yıllardır seyirci kaldığı terör örgütlerini, PKK'yi ve DHKP-C'yi AB bu kez Bakanlar Konseyi kararı ile
yasaklıyor. Karardaki ifade çok net:
"Türkiye'nin bütünlüğünü ve demokratik rejimini yıkmaya yönelik her eylem, AB için de terör
eylemidir."
Bu karar için, Türkiye yıllardır uğraşıyor. Ancak, her sefer sağırlar diyaloğuna çarpıyor. Taa ki 11 Eylül'e
kadar!.. New York'taki terör eylemiyle birlikte, AB terörün dini, imanı, ülkesi, ilkesi olmadığını kavrıyor.
AB içinde terörü en yoğun yaşayan ülke ise Đspanya. AB dönem başkanı olarak Đspanya, Türkiye'ye
terör örgütlerinin yasaklanması konusunda söz veriyor. Sözünü, önceki gün yerine getiriyor.
Yaptırımlar, hemen gelecek hafta
Karara göre, büyük olasılıkla hemen önümüzdeki haftadan itibaren:
- PKK ile DHKP-C'nin bankalardaki hesaplarına el konuyor. Ayrıca, para toplamaları yasaklanıyor.
- Şube açmalarına, üye kaydetmelerine, bayrak asmalarına izin verilmiyor.
- Bildiri yayımlamaları, ilan vermeleri ve gösteri yapmaları yasaklanıyor.
Bugüne kadar, Ankara konuyu açtığında, her AB ülkesi hukuki güçlükten söz ediyor. Anılan terör
örgütlerinin, kendi ülkelerinde suç işlemediği tezinden yola çıkan AB ülkeleri, işi yokuşa sürüyor.
11 Eylül ve Đspanya işin rengini değiştiriyor.
Đsim değişikliği fark etmiyor
Yasaklanma telaşına düşen PKK, isim değiştiriyor. Bu önlemlerden sıyrılmayı tasarlıyor.
AB kararında yasaklanan iki örgüt var. Đsim değiştiren PKK'nin yeni adı KADEK'in adı listede yok.
Önceki gün alınan kararın hemen ardından, Almanya, Đngiltere ve Fransa Ankara'ya mesaj gönderiyor:
Đsim değişikliği fark etmez, bu yasaklar KADEK'i de kapsıyor!..
165
Ankara rahatlıyor.
Bu arada Ankara, yasaklanan iki terör örgütüyle ilgili tüm bilgileri AB ülkelerine iletiyor.
Şimdi bizden bir jest
Terör örgütlerini yasakladığını Ankara'ya yazılı olarak ileten AB, aynı anda Ankara'dan yazılı olmayan
bir talepte bulunuyor:
"OHAL'i kaldırın!.."
Güneydoğu'da bazı illerde yirmi yıldan beri süren OHAL, altı ayda bir uzatılıyor. Son uzatmanın süresi
30 Haziran'da sona eriyor. Dolayısıyla, bu ay sonundaki MGK'de OHAL yeniden ele alınıyor.
Ankara OHAL kalkarsa, ne olur, kalkabilir mi sorusuna yanıt aramak üzere, OHAL Valiliği'ne,
emniyete ve MĐT'e talimat veriyor. MGK Genel Sekreterliği de benzer bir çalışma yapıyor.
AB'de bir ilerleme sağlamak açısından, OHAL'in kaldırılması gerek. AB'ye, terör örgütlerinin
yasaklanması açısından da, bir jest. Kaldı ki demokratik bir yönetimde OHAL'e yer yok.
AB'nin Haziran'da Sevilla Zirvesi ve Aralık'ta da Kopenhag Zirvesi için, Türkiye elini güçlendirmek
istiyorsa, OHAL'in kaldırılması, iyi bir fırsat.
1.4. Olağanüstü Hal Bölgesi'nde Kısıtlamalar
ĐHD Diyarbakır Şubesi yöneticileri hakkında Newroz'un şube karar defterinde ve Newroz
Bayramı nedeniyle düzenlenen resepsiyonda "w" harfiyle yazılması nedeniyle açılan dava 1 Mayıs
günü Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde başladı. Đddianamenin okunması ardından söz
alan ĐHD Şube Başkanı Osman Baydemir, "w" harfi nedeniyle açılan davanın Kürtçe eğitim
talebinden kaynaklandığı belirterek davanın hukuki bir dayanağının olmadığını söyledi. Newroz
sözcüğünün yıllardan beri Ortadoğu halkları tarafından kullanıldığına dikkat çeken Baydemir,
Newroz'un özel bir isim olduğunu anlattı. Avukat Muharrem Erbey ise olayların iyi anlaşılması
için dilin iyi kullanılması gerektiğine dikkat çekerek, Newroz sözcüğünün 400 yıl önce Arap
kitaplarında kullanıldığını söyledi. "w" harfinin 1995 yılına kadar Türkiye herkes tarafından
kullanıldığını ancak, bu tarihten sonra değiştirilmeye çalışıldığını kaydeden Erbey, Newroz
sözcüğünün Kürt destanlarında kullanıldığını belirtti. Duruşma, 6 Haziran gününe ertelendi.
Davada, Şube Başkanı Osman Baydemir, şube yöneticileri Fikret Saraçoğlu, Selahattin Demirtaş,
Abdulkadir Aydın, Reyhan Yalçındağ, Meral Danış Beştaş ve Piruzhan Doğrul'un Dernekler
Yasası'nın 77/1. 1 maddesi uyarınca hapis cezasına mahkum edilmesi isteniyor.
Hasankeyf'in Ilısu Barajı sularının altında kalmaması için Dicle Üniversitesi Öğrenci Derneği
tarafından üçüncüsü gerçekleştirilen etkinliğe polis müdahale ederek Kürtçe şarkı söylenmesini
engelledi. 5 Mayıs günü Diyarbakır'dan gelip Hasankeyf'te çadır kuran öğrencilere, geziye
sanatçıların katılmaması ve basın açıklaması yapılmaması şartıyla izin verildi. Ancak, tiyatro oyunu
ve skeçlerle başlayan gezi programına müdahale eden polisler, Kürtçe sözlü "Êdî bese lê dayê"
oyununun sahnelenmesine izin vermedi. Grup Dicle müzik grubunun Kürtçe şarkı söylemesi de
engellendi. Bunun üzerine Kürtçe şarkılar enstrümantal olarak çalındı.
Diyarbakır Sur Belediyesi'nin ikincisini düzenlediği "Çocuk Şenliği" çerçevesinde 11 Mayıs günü
için planlanan "Çocuk Sevgi Yürüyüşü" güvenlik gerekçesiyle yasaklandı.
Giresun'da 4 kişinin kaçırılmasının ardından başlatılan operasyonlar nedeniyle bölgeye sivillerin
girmesi yasaklandı. Tunceli Valiliği tarafından yapılan açıklamada, Çemişkezek'ten başlayarak
Erzincan'ın Kemaliye ve Tunceli'nin Ovacık ilçesine kadar uzanan alana, Olağanüstü Hal Bölge
Yasası'nın 9 ve 11. maddeleri uyarınca sivillerin girmesinin yasaklandığı açıklandı.
166
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından 25 Mayıs-2 Haziran günleri arasında gerçekleştirilen
"Diyarbakır 2. Kültür ve Sanat Festivali" etkinlikleri OHAL Valiliğinin kısıtlamalarına sahne oldu.
Diyarbakır Valiliği tarafından Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na gönderilen yazıda, Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşleri Yasası'nın 7. maddesinin "Açık yerlerdeki toplantılar güneşin batışından 1
saat önceye, kapalı yerlerdeki toplantılar ise saat 23.00'e kadar sürebilir" hükmü uyarınca, açık
alanda düzenlenmek istenen konserlere katılacak topluluğun en geç saat 20.00'ye kadar dağıtılması
istendi.
Yazıda, etkinlikler çerçevesinde konserlere, tiyatrolara, panellere ve diğer etkinliklere katılan
yabancı uyruklu kişilerin de Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'nın 3. maddesi uyarınca,
topluluğa hitap etmek için Đçişleri Bakanlığı'ndan izin alması gerektiği belirtildi. Yazıda, "bölücü
içerikli sloganların atılması, pankart açılması ve dövizlerin taşınması, şarkılar söylenmesi ve
yetkililerin gerekli ikazlarda bulunmaması durumunda" topluluğa müdahale edileceği de bildirildi.
Festivalde Yeni Yaşam Tiyatrosu tarafından sahnelenmek istenen "Şermola" adlı Kürtçe oyun da
OHAL Yasası'nın 11. maddesi gerekçe gösterilerek yasaklandı. Diyarbakır Valiliği, festival
etkinlikleri çerçevesinde sahnelenecek olan "TA", "Gurzek Ne Ledan", "De Afdekening", "Ada"
ve "Zengin Mutfağı" isimli oyunların metinlerinin kendilerine gönderilmesini istedi. Diyarbakır
Valiliği, Ahmek Kaya Bulvarı ve Ahmet Arif Parkı'nın açılmasına da izin vermedi. Valilik bu
yerlere verilmek istenen isimleri hiçbir gerekçe göstermeden yasakladı.
EMEP tarafından çıkartılan "Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik Đçin OHAL Kaldırılsın" yazılı afişler
Mersin 4. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından yasaklandı. Bu kararın ardından 23 Mayıs günü EMEP
Adana Đl Örgütü binasına giden polisler afişlere el koydu.
1.5. Andrea Wolf
Van'ın Çatak ilçesi Keleş köyü kırsal alanında 23 Ekim 1998 tarihinde düzenlenen operasyonda
Alman vatandaşı PKK militanı Andrea Wolf'un öldürülmesi nedeniyle 2 açılan soruşturma 4
Mayıs günü takipsizlik kararıyla sonuçlandı. Wolf ailesinin avukatı Eren Keskin'in başvurusu
üzerine Çatak Cumhuriyet Savcısı Raif Bıkmaz, soruşturma başlatmış ve olayda yakalanan
PKK'lilerin DGM'de verdikleri ifadeleri incelemeye almıştı. Savcı Bıkmaz'ın başka bir yere
tayininin çıkması üzerine yerine bakan Savcı Bekir Toprak ise operasyona katılan görevlilerin
ifadelerinin ve olay tespit tutanağının incelenmesi sonucunda "operasyonda herhangi bir PKK
üyesinin sağ veya ölü ele geçirilmediği" gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi.
Avukat Eren Keskin, takipsizlik kararının iptali için ağır ceza mahkemesine başvurdu. Keskin,
olaydan sonra Almanya'da sivil kişiler ve hukukçulardan oluşan soruşturma komisyonu tarafından
dinlenen tanıkların, olayda yakalanan ve ölen kişilerin adlarını açıkladığını bildirdi. Đçişleri
Bakanlığı'na yazdığı yazıya gelen yanıttaki tanık adlarının komisyonun dinlediği tanıkların adlarıyla
örtüştüğünü belirten Keskin, "Savcılığa Wolf'un gömülü olduğu yerle ilgili bilgi verdik. Bizdeki
tanık beyanları doğrultusunda mezarlığın açılması konusunda talebimiz oldu. Ancak savcı
talebimizi dikkate almadan takipsizlik kararı verdi. Mezarın yerini bilmemize rağmen mezarı
açtırmadan bitirdiler" dedi.
Wolf'la ilgili hiçbir resmi kaydın olmadığının adli yazışmalarla ortaya çıktığını anlatan Keskin,
"Olay son derece önemli ve araştırılması gereken bir iddia sözkonusudur. Bu olayda Türkiye'de
sonuç almak isteriz. Ağır Ceza Mahkemesi de takipsizlik kararını kaldırmazsa dosyayı AĐHM'e
götüreceğiz. Olay daha da büyüyecek o zaman. Olayın daha da büyümesi istenmiyorsa biran önce
aydınlatılması gerekir" dedi.
167
1
TCY 64/1: Bir kaç kişi bir cürüm veya kabahatin icrasına iştirak ettikleri takdirde fiili irtikap
edenlerden veya doğrudan doğruya beraber işlemiş olanlardan her biri o fiile mahsus ceza ile
cezalandırılır
2908 Sayılı Yasa: Dernekler Yasası
Madde77/1: Bu Kanunun 6. maddesinin birinci fıkrasının (1), (2), (3) ve (4) numaralı bentlerine
aykırı hareket eden dernek yöneticileri hakkında, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği
takdirde altı aydan iki yıla kadar hapis cezası hükmolunur ve derneğin kapatılmasına da karar
verilir.
Madde 6: Derneklerin;
1. Bir siyasi partinin veya kapatılmış siyasi partilerin veya sendikanın veya konfederasyonun veya
bu Kanunun 76 ncı maddesi gereğince mahkemece kapatılmasına karar verilen bir dernek veya üst
kuruluşun adını, amblemlerini, rumuzlarını, rozetlerini ve benzeri işaretleri ile daha önce kurulmuş
Türk Devletlerine ait topluma malolmuş bayrak, amblem ve flamaları,
2. (Mülga: 12/4/1991 - 3713/23 md.)
3. Tüzük ve diğer dernek mevzuatının yazımında ve yayınlanmasında, genel kurullarında, özel
veya resmi, açık veya kapalı yer toplantılarında kanunla yasaklanmış dilleri,
4. Dernekçe düzenlenen veya dernek adına iştirak edilen açık veya kapalı yer toplantılarında
kanunla yasaklanmış dillerle yazılmış pankart, levha, plak, ses ve görüntü bandı, broşür, el ilanı,
beyanname ve benzerlerini,
5. Mühür ve başlıklı kağıtlarda dernek isminden ve varsa işaretinden başka isim ve işaretleri
kullanmaları yasaktır. Dernek üyelerinin, derneklerin her türlü toplantı ve faaliyetleri sırasında,
ikinci bent ile yasaklanan işaret, sembol ve bunları hatırlatan benzerlerini kullanmaları yasaktır.
2
Almanya'daki sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu komisyonun yaptığı araştırmalarda Wolf'un
yakalandıktan sonra ağır işkencelerle öldürüldüğünün tespit edilmesi üzerine Frankfurt Eyalet
Mahkemesi savcıları soruşturma başlatmıştı. Olaydan sağ kurtulan PKK'lilerin hem Almanya'daki
sivil toplum örgütlerine, hem de Frankfurt'ta soruşturmayı yürüten savcılara verdikleri yazılı
ifadelerde, Wolf'un sağ yakalandıktan sonra askerler tarafından çırıl çıplak soyulduğunu,
göğüslerinin kesildiğini, cinsel organına ve kafasına kurşun sıkıldığını anlatmışlardı. Anne Liselotte
Wolf ise kızının cesedini almak için Türkiye'de girişimlerde bulunmuştu.
TÜRKĐYE ĐNSAN HAKLARI VAKFI
TĐHV 1990
1. Kürt Sorunu ve Olağanüstü Hal Uygulamaları
Yasal Düzenlemeler
TBMM Genel Kurulu'nun 3 Ağustos günü yaptığı toplantıda kabul edilen 3. Uyum Paketi ile
birlikte Kürtçe eğitim ve yayın hakkı yasal güvenceye kavuşturulmuş oldu. Resmi gazetede 8
Ağutos günü "4771 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Đlişkin Kanun' adıyla
yayınlanan yasanın 8. maddesiyle RTÜK Yasası'nda değişiklik yapılarak Türkiye vatandaşlarının
"gündelik yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları" farklı dil ve lehçelerde de yayın
168
yapılmasına olanak sağlandı. Yasanın 11. maddesiyle de "Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi ile Türk
Vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerinin Öğrenilmesi Hakkında Yasa" değiştirilerek, Kürtçe
öğrenimin yolu açıldı. "Bu dil ve lehçelerin öğrenilmesi için" Özel Öğretim Kurumları Yasası
hükümlerine tabi olmak üzere özel kurslar açılabilecek. Bu yayınlar ve kurslar, "Cumhuriyetin
anayasada belirtilen temel niteliklerine, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne" aykırı
olamayacak.
Kamuyounda 3. Uyum Paketi olarak bilinen yasa tasarısı Đçişleri, Sağlık, Milli Eğitim ve Anayasa
komisyonlarında incelendikten sonra 30 Temmuz günü TBMM'nin gündemine alındı. 31
Temmuz günü TBMM Adalet Komisyonu'nda tamamlanan görüşmelerde tasarının Kürtçe'nin
özel kurslarda öğrenilmesine olanak tanıyan bölümü, MHP'li milletvekillerinin ret oylarına karşın
kabul edildi. Kursların "eğitim dili ile resmi dilin Türkçe olmasına aykırı olmamak koşuluyla" ve
kursların açılış ile denetimine ilişkin esasların Milli Eğitim Bakanlığı yerine Bakanlar Kurulu'nca
belirlenmesi yönündeki değişiklik önergesinin, DSP, ANAP, YTP ve AKP milletvekillerinin
desteğiyle kabul edilmesi komisyonda tartışmalara neden oldu. Tasarının ölüm cezasına ilişkin
birinci maddesi de Anayasa Komisyonu'nda yapılan görüşmeler sırasında benzer şekilde
tartışmalara yol açtı. Ancak bu madde de MHP, AKP ve SP milletvekillerinin ret oylarına karşın
kabul etti.
3. Uyum paketinin TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmesine 1 Ağustos günü başlandı. Tasarının
tümü üzerindeki görüşmelerin ardından maddelere geçilmesi 112'ye karşı 323 oyla kabul edildi. 23 Ağustos günlerinde TBMM Genel Kurulu'nda yapılan görüşmeler sırasında yoğun tartışmalar
yaşandı. 2 Ağustos gün yapılan görüşmeler sırasında MHP'liler pakette en çok tepki gösterdikleri
idam, anadilde yayın, öğrenim ve cemaat vakıflarına ilişkin maddelerin metinden çıkarılması için
önerge verdiler.
Paketin idamdan sonra en çok tartışılan maddeleri anadilde yayın ve öğretimle ilgili maddeler
oldu. Anadilde yayınla ilgili madde üzerinde söz alan ANAP'lı Nesrin Nas, "AB içinde yer alıp da
bölünen hiçbir ülke olmamıştır" dedi. SP'li Mehmet Bekaroğlu, "Bir insana, 'Neden ağzın burnun
var' diye sorulamayacağı gibi 'Niçin anadilde yayın yapmak istiyorsunuz' diye de sorulamaz" dedi.
MHP'li Kürşat Eser, "Türk milliyetçileri olarak AB konusunda elli kere düşünmek zorundayız"
derken DYP'li Ahmet Đyimaya, "Bu o kadar büyük tehlikeyse hükümetten çekilirsiniz,
müzakereler derhal kesilir. Samimi değilsiniz, seçim meydanları için malzeme üretiyorsunuz. Eğer
bu işten yeni bayrak, yeni millet çıkacaksa hükümetten çekilir, bu görüşmeleri engellerdiniz"
diyerek MHP'lileri eleştirdi. YTP'li Evliya Parlak da "Benim anadilim Kürtçe. Yasakken kasetleri
yalvararak alıyordum, sonra yasak kalkınca o arayış kalmadı. Bundan bölücülük doğmaz,
bütünleşme doğar" dedi. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk de bu maddenin iletişim özgürlüğünü
çağdaş bir anlayışla genişleten bir açılım sağladığını söyledi. Görüşmeler sonunda yapılan açık
oylamada, Kürçe yayına olanak veren madde 114 ret oyuna karşılık 267 oyla kabul edildi.
MHP'liler Kürtçe kursların açılmasına olanak veren maddeye de itiraz ettiler. MHP Grup
Başkanvekili Koray Aydın öneriyi "yapay azınlıklar yaratma gayreti" olarak nitelendirdi.
MHP'lilerin istemi üzerine yapılan açık oylama sonucu söz konusu madde 113'e karşılık 235 oyla
kabul edildi. 350 milletvekilinin katıldığı oylamada 2 üye çekimser kaldı.
4771 Sayılı Yasa'yla Kürtçe kurs düzenlenebilmesinin yolunu açmasına rağmen, "Yabancı Dil
Eğitimi ve Öğretimi ile Türk Vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerinin Öğrenilmesi Hakkında
Kanun"un diğer hükümleri uyarınca Kürtçe kurs açılabilmesi için üç aşamalı bir rotanın izlenmesi
gerekiyor. Buna göre, hangi dil ve lehçelerde kurs açılacağı konusunda, önce MGK, 'olumlu görüş'
verecek. Ardından Bakanlar Kurulu, MGK'nın 'olumlu görüş' bildireceği dil ve lehçelerde kurs
açılabilmesi kararı alacak. Đzin verilen dilde kurs açılabileceğine dair yönetmelik, Milli Eğitim
169
Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı'nca hazırlanacak. Yönetmeliğin yürütülmesinde,
Bakanlar Kurulu sorumlu olacak. 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasası'na göre, bu kurslarda,
neyin öğretilip öğretilmeyeceğini belirleyen kurs programını Talim ve Terbiye Kurulu yapacak.
Programın sınır ve içeriğiyle birlikte, kurs süresi, ders saatleri, kurs bitiminde ne tür belge
verileceği gibi konuları da Talim Terbiye Kurulu belirleyecek.
Kürtçe dil kursu düzenlemek için ilk resmi başvuru 6 Ağustos günü English Fast'ın sahibi Nazif
Ülgen tarafından yapıldı. Đstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvuran Ülgen "Başvurumuzda
müfredat, eğitim saatleri, kursta kullanılacak lehçe ve kursu verecek öğretmen ile ilgili bilgiler yer
alıyor" dedi. Ülgen, ilk etapta 3 bin kişiye eğitim verecek durumda olduklarını belirterek, "Đlk anda
yoğun başvuru olacağını düşünüyorum" diye konuştu. Başvurusunu özel öğretimden sorumlu
şube müdürü Nevin Çubukçuoğlu'na veren Ülgen'i sivil emniyet mensupları da izledi. Emniyet
görevlileri, Kursta ğretmenlik yapacak olan Remzi Çakın'ın basın mensuplarına verdiği transkript
belgesinin bir kopyasını da aldılar.
RTÜK Kürtçe yayının yasal güvenceye kavuşturulmasının ardından çalışmalara başladı. RTÜK
Başkanı Fatih Karaca yaptığı açıklamada, anadilde yayınların nasıl düzenleneceği konusunda ilgili
kuruluşlara konu hakkında görüş sorulacağını söyledi. Uluslararası Đlişkiler Dairesi ve Hukuk
Müşavirliği'nin çalışmaya başladığını bildiren Karaca, konu ile ilgili hazırlanacak yönetmeliğin
'ülkenin bölünmez bütünlüğünü bozmayacak şekilde olacağını' söyledi. Karaca, AB'ye üye
ülkelerin anadilde ve lehçelerde yayın ile ilgili mevzuatının inceleneceğini ve yönetmelik
hazırlanırken gözönünde tutulacağını söylerken, konu ile ilgili üniversiteler, ilgili kuruluşlar Eğitim
Bakanlığı'ndan görüş alınacağını kaydetti. Karaca, yönetmelik hazırlanırken farklı lehçelerde
yayının hangi saatlerde ve kaç saat yapılacağının özellikle gözönünde tutulacağını söyledi. Fatih
Karaca, RTÜK'ün Kürtçe, Lazca, Çerkezce bilen personel sıkıntısı olabileceğini belirtirken, bunun
için devletin belli kurumlarından yardım alınabileceğini bildirdi.
Danıştay 10. Dairesi, Diyarbakır'da yayın yapan Can TV'ye verilen uyarı cezasını Temmuz ayı
başlarında oybirliği ile bozdu. Bir programda Kürtçe konuşulduğu için verilen cezanın iptali için
10. Đdare Mahkemesi'ne yapılan başvuru reddedilmişti. Danıştay 10. Dairesi iptal gerekçesinde
"Yayıncı tarafından Türkçe sunulan haber programı içerisinde; program içeriğinin gerektirdiği
hallerde, olay yerinden Türkçe dışındaki bir dille yapılan kısa süreli konuşmaların aktarılmasının ve
Türkçe çevirisi yapılan kısa süreli röportajlara yer verilmesi 3984 sayılı RTÜK Kanunu'nun 4.
maddesinin (t) bendine aykırılık teşkil etmez" denildi.
Kütçe yayın ve eğitimin yoğun olarak tartışıldığı bu donemde, Kürtçe üzerindeki baskılar da
devam etti.
"Yolcu minibüsünde Kürtçe müzik dinlettiği" gerekçesiyle Diyarbakır DGM'de yargılanan
Abdullah Yağan, TCY'nin "yasadışı örgüte yardım" suçuna ilişkin 169. maddesi uyarınca 3 yıl 9 ay
hapis cezasına mahkum edildi. Bingöl'ün Karlıova ilçesinde minibüs şoförlüğü yapan Yağan, bir
subayın şikayeti üzerine 2001 yılı Ağustos ayında gözaltına alınmıştı.
Mehmet Nakaş adlı kişi "Kürtçe kaset sattığı" gerekçesiyle 23 Temmuz günü Ağrı'nın
Doğubeyazıt ilçesinde gözaltına alındı.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Diyarbakır 2. Kültür ve Sanat Festivali
çerçevesinde 2 Haziran günü bir konser veren Koma Asmin müzik grubu üyeleri hakkında dava
açıldı. "Kürtçe 'Hernepeş' şarkısını söyledikleri" için sahnede gözaltına alınan 11 sanatçı, dava
nedeniyle 15 Ağustos günü Đstanbul DGM'de ifade verdi. "Yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla
açılan dava önümüzdeki günlerde Diyarbakır DGM'de görülecek. Davada, Besime Yağı, Kadriye
170
Şenses, Gülbahar Kavcu, Serap Sönmez, Nurcan Değirmenci, Yeşim Coşkun, Arife Düztaş, Zelal
Gökçe, Kader Baştaş, Ruken Gökçe ve Selda Sezgin yargılanıyor.
Elazığ'ın Karakoçan ilçesinde Grup Eylül Yağmurları'nın verdiği konsere polis müdahale etti.
Polislerin, grubu, Kürtçe türkü söylemeye başlayınca sahneden indirdikleri bildirildi.
Kürtçe eğitime izin veren yasanın kabul edilmesi nedeniyle 13 Ağustos günü Nusaybin'de halka
çiçek dağıtan Abdullah Aktürk ve Aydın Kök adlı HADEP üyeleri gözaltına alındı. Aktürk ve
Kök, bir süre sonra serbest bırakıldı.
Kürtçe Eğitim Davaları
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim için dilekçe veren" 12 öğrencinin
yargılanmasına 24 Temmuz günü Ankara DGM'de devam edildi. Duruşmada esas hakkındaki
görüşünü açıklayan DGM Savcısı, "suçun kanıtları oluşmadığı" için beraat kararı verilmesini istedi.
Duruşma 5 Eylül gününe ertelendi. Đddianamede öğrencilerin "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla
cezalandırılması isteniyordu. Ümraniye Kaymakamlığı'na ve Avcılar Đlçe Milli Eğitim
Müdürlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 22 öğrenci velisi hakkında açılan davaya da aynı
gün Đstanbul DGM'de devam edildi.
ĐHD Van Şubesi yöneticileri hakkında, Şubat ayında düzenlenen şube kongresinde asılan
"Anadilde Eğitim Hakkı Temel Đnsanlık Hakkıdır" pankartı nedeniyle açılan dava, 5 Ağustos günü
sonuçlandı. Van DGM'de yapılan duruşmada Şube Başkanı Abdülvahap Ertan'ın da aralarında
bulunduğu 6 sanık hakkında "suç unsuru oluşmadığı" gerekçesiyle beraat kararı verildi.
Đstanbul'da Kürtçe'nin okullarda seçmeli ders olarak okutulması" talebiyle Ümraniye, Bağcılar ve
Küçükçekmece ilçe milli eğitim müdürlüklerine dilekçe veren 6'sı tutuklu 92 kişi hakkında açılan
davaya 5 Ağustos günü Đstanbul DGM'de devam edildi. Duruşmaya tutuklu sanıklar Alican Baba,
Ali Dinçer, Mehmet Oran, Mehmet Merik, Abdullah Akıncı, Mehmet Salih Angın ile 16 tutuksuz
sanık katıldı. Tutuksuz yargılanan 70 sanık ise gelmedi. Sanıklar bireysel olarak dilekçe
verdiklerini, herhangi bir örgüte ya da partiye üye olmadıklarını belirttiler. Tercüman aracılığıyla
Kürtçe savunma yapan sanıklar, "Çocuklarımız Kürtçe bilmediği için onlarla iletişim kuramıyoruz.
Bu nedenle anadilde eğitim yapılması istemiyle dilekçe verdik" dediler. Sanık avukatlarından Hasip
Kaplan, "Đlginç bir davanın yargılaması ile karşı karşıyayız. Buradaki sanıklar, Türkçe bilmedikleri
için tercüman aracılığıyla yargılanıyorlar. Kürtçe istedikleri için haklarında dava açılıyor" dedi.
TBMM'deki son düzenlemelerle, anadilde eğitim ve yayın hakkı verildiğini, kısa bir süre içerisinde
resmi ve özel alanda Kürtçe eğitim ve yayının söz konusu olabileceğini belirten Kaplan,
iddianameye dayanak olan maddelerin değiştiğini, bu nedenle davanın toptan düşmesi gerektiğini
savundu. Tutuklu 6 sanığın da tahliyesini kararlaştıran mahkeme, eksikliklerin giderilmesi için
duruşmayı erteledi.
Muş'un Malazgirt ilçesinde kaymakamlığa "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri gerekçesiyle 7
kişi hakkında açılan davaya 9 Ağustos günü Van DGM'de devam edildi. Duruşmada, HADEP
Malazgirt Đlçe Başkanı Turgay Turan'ın da aralarında bulunduğu 7 sanık tahliye edildi. Duruşma
10 Ekim gününe ertelendi.
"Kürtçe'nin okullarda seçmeli ders olarak okutulması" istemiyle Đstanbul'da üniversite
rektörlüklerine dilekçe verdikleri için haklarında "PKK'ye yardım ve yataklık"tan dava açılan 28
öğrencinin yargılanmasına 9 Ağustos günü devam edildi. Đstanbul DGM'de görülen duruşmaya
tutuksuz olarak yargılanan Servin Aydın, Gülvin Aydın, Zafer Tapancı, Helin Özer, Abdurrahman
Şahin ile avukatları katıldı. "Okullarında Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması dilekçe
171
imzaladıklarını ve Anayasa'nın kendilerine tanıdığı dilekçe verme hakkını kullanarak bu dilekçeleri
üniversite rektörlüklerine verdiklerini"belirten öğrenciler kendilerine yöneltilen suçlamayı kabul
etmediler. Öğrencilerden Abdurrahman Şahin ve Helin Özer ise dilekçe vermediklerini belirterek,
suçlamaları reddetti. Duruşma savcının esas hakkında görüşünü açıklaması için ertelendi.
Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" dilekçesi verdikleri için 31 Mayıs günü
tutuklanan Ali Doğan, Ruken Buket Işık, Serhat Azizoğlu, Ali Turgay, Mürsel Sargut, Nurettin
Fırat, Haşim Gülen ve Şahin Tüccar adlı öğrenciler hakkında "yasadışı örgüte yardım ve yataklık
ettikleri" iddiasıyla açılan dava 14 Ağustos günü başladı. Duruşmanın başında DGM Başkanı
Ahmet Duymaz, tutuklu sanıkları getiren jandarmalara "salona silahla giremeyecekleri"ni söyledi.
Jandarmaların komutanı astsubay ise "sanık sayısının en az yarısı kadar silahlı askerin duruşmaya
alınmaması halinde sanıkları geri götürme emri aldıklarını" belirterek DGM Başkanı'nın talimatına
uymayacağını açıkladı. Bunun ardından DGM Başkanı, jandarmaların komutanı ile telefonla
görüştü. Görüşmeden sonuç alınamaması üzerine Bayrampaşa Cezaevi'nde tutuklu bulunan erkek
sanıklar Şahin Tücer, Ali Doğan, Nurettin Fırat, Serhat Azizoğlu, Mürsel Sargut, Ali Turgay ve
Haşim Gülen duruşmaya sokulmadan cezaevine götürüldü. Bakırköy Kadın ve Çocuk
Tutukevi'nde bulunan sanık Ruken Buket Işık ise silahsız jandarmaların eşliğinde duruşmaya
katıldı. Işık'ın tahliye talebi reddedildi.
Öğrencilerin avukatları Fatma Karataş, Eren Keskin, Đlhami Sayan ve Serdar Çelik "jandarmaların
salona silahla girmesi" emrini veren Bayrampaşa Tabur Komutanı M.D. ve sanıkları duruşmaya
sokmadan cezaevine götüren Astsubay Y.A.'nın yasaları çiğnedikleri"ni belirterek sözkonusu
kişiler hakkında 21 Ağustos günü Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu.
"Kürtçe eğitim" için 2 Ocak günü Seyhan Đlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe veren 81 kişi
hakkında açılan davaya 15 Ağustos günü Adana DGM'de devam edildi. Duruşma, eksik belgelerin
tamamlanması için 10 Ekim gününe ertelendi. Aralarında HADEP Adana Đl Başkanı Osman
Fatih Şanlı'nın da bulunduğu sanıkların "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla
cezalandırılması isteniyor.
Kürt Enstitüsü Başkanı Hasan Kaya hakkında "bölücülük propagandası yaptığı" iddiasıyla açılan
dava, 27 Ağustos günü Đstanbul DGM'de sonuçlandı. Duruşmada esas hakkındaki görüşünü
açıklayan DGM Savcısı, Kaya hakkında beraat kararı verilmesini istedi. DGM de, "suçun yasal
unsurları oluşmadığı" gerekçesiyle beraat kararı verdi. Enstitü'de "Kürtçe kursu düzenlendiği"
gerekçesiyle Kaya'nın Şişli 10. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı dava 28 Aralık 2001
tarihinde beraatla sonuçlanmıştı. Mahkeme, dosyanın "Kaya'nın eylemlerinin Terörle Mücadele
Yasası'na göre suç olup olmadığının belirlenmesi için" Đstanbul DGM Savcılığı'na gönderilmesine
karar verilmişti. Ayrıca Kürt Enstitüsü yöneticileri hakkında "625 sayılı Özel Eğitim Kurumları
Yasası'na aykırı davrandıkları" iddiasıyla açılan dava da 15 Mayıs günü Şişli 4. Asliye Ceza
Mahkemesi'nde beraatle sonuçlanmıştı.
Đstanbul'da ilçe milli eğitim müdürlüklerine "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 13 öğrenci velisinin
yargılanmasına 27 Ağustos günü devam edildi. Đstanbul DGM'de yapılan duruşmada Nafiye
Çaylak ve Yusuf Đlhan adlı sanıklar hakkında "ifade vermeye gelmedikleri" gerekçesiyle gıyabi
tutuklama kararı verildi.
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi'nin, "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren öğrencilerin okuldan
uzaklaştırılması kararını iptal eden Đdare Mahkemesi kararına karşı yaptığı itiraz Adana 2. Đdare
Mahkemesi tarafından reddedildi. Mustafa Kemal Üniversitesi'nde 251 öğrenci bir ay, 57 öğrenci
bir dönem, 3 öğrenci bir yıl okuldan uzaklaştırılmış, 9 öğrenci de okuldan atılmıştı. Adana Đdare
Mahkemesi ise "Prof. Dr. Hayrettin Ocakverdi'nin hem Soruşturma Kurulu'nda hem de Disiplin
172
Kurulu'nda yer almasının hukuka aykırı olduğu" gerekçesiyle okuldan atılan Çetin Oral dışındaki
tüm öğrenciler hakkındaki kararı iptal etmişti. Ancak, mahkeme kararına karşın okuldan
uzaklaştırılan öğrencilerin sınavlara ve okula girmesine izin verilmediği, öğrencilerin sınavlarına
girmek için dekanlıklara verdikleri dilekçelerin işleme konulmadığı bildirildi.
Van DGM, HADEP Kadın Kolları Genel Merkezi Yöneticisi Fatma Nevin Vargül hakkında, Van
Kadın Platformu tarafından 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde düzenlenen panelde
yaptığı konusmada "yasadışı örgüte yardım yataklık ettiği iddiasıyla dava açtı. Van DGM Savcılığı
tarafından hazırlanan iddianamede Vargül'ün, "PKK/KADEK'in 7. Konferans kararlarına göre
anadilde eğitim hakkında konuşma yaptığı" iddia edildi.
Diyarbakır DGM Savcılığı, Urfa'nın Viranşehir ilçesinde gözaltına alınan Ali Şüşük adlı kişi
hakkında "Kürtçe eğitim için dilekçe topladığı" iddiasıyla dava açtı. Şüşük, "yasadışı örgüte yardım
ettiği" iddiasıyla yargılanacak.
Kürtçe Đsim Sorunu
30 Haziran günü Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde "tüm illerde tartışmalı ve farklı
uygulamaları önlemek amacıyla, vali yardımcısı başkanlığında 'Đsim Komisyonu' oluşturulacağı"
iddia edildi. Haberde "Đçişleri Bakanlığı'nın valiliklere gönderdiği bir genelge uyarınca kurulacak
komisyonlarda Nüfus ve Vatandaşlık Đşleri Müdürü, Đl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Kültür
Müdürlüğü temsilcilerinin bulunacağı ve komisyonların "çocuğa konacak ismin ne anlama geldiği,
yöresel olarak çok kullanılıp kullanılmadığı, devletin bölünmez bütünlüğüne aykırı olup olmadığı,
Türkçe'de telaffuz zorluğu bulunup bulunmadığı konularını araştıracağı" öne sürüldü.
Söz konusu haber üzerine Đçişleri bakanlığı tarafından yapılan açıklamada böyle bir genelgenin
"kesinlikle söz konusu olmadığını" bildirdi.
Đçişleri Bakanlığı'nın 3 Ocak günü 81 ilin valiliğine ve nüfus müdürlüklerine Rüşdü Kazım
Yücelen'in imzasıyla bir genelge göndermiş ve bu genelgenin ardından Kürtçe isimlere dava
açılması süreci başlamıştı. Genelgede, Kürtçe isim konusunda Đçişleri Bakanlığı Nüfus ve
Vatandaşlık Đşleri Genel Müdürlüğü'nün 15 Ekim 1986, 7 Ağustos 1990 ve 30 Mart 1992
tarihlerinde yayınlamış olduğu genelgeleri hatırlatılarak, son zamanlarda bazı nüfus
müdürlüklerince, bazı isimlerin çocuklara ad olarak konulmasında tereddüde düştükleri
belirtilerek, şunlar belirtilmişti: "1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16/4 maddesi 'milli kültürümüze,
ahlak kurallarına, örf ve adetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten adlar konulamaz'
hükmünü getirmiş ve bu hallerde ne yolda işlem yapılacağı da nüfus hizmetlerine ait kuruluş,
görev ve çalışma yönetmeliğinin 77/2 maddesinde gösterilmiştir. 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun
16/4 maddesine aykırılığı nüfus müdürlüklerince açık ve kesin bir şekilde bilinse dahi
Bakanlığımız genelgelerinde belirtildiği gibi doğum tutanağı istenilen isimle aile kütüğüne tescil
edilerek, Bakanlığımız görüşü istenecektir. Bilgilerinizi ve gereğinin bu yolda yapılmasını rica
ederim." Bakanlık, bu genelgeyle birlikte nüfus müdürlüklerine Kürtçe isim talebinde bulunanların
kayıtlarının tutulması ve ihbar edilmesini isterken, bazı nüfus müdürlükleri de, hemen Kürtçe isim
talebi için başvuranların kayıtlarını yapmamaya başlamıştı.
TBMM Genel Kurulu'nda 3 Ağustos günü kabul edilen 3. Uyum Yasası'ya Kürtçe eğitim ve yayın
hakkı yasal güvenceye kavuşturulmasına rağmen çocuklarına Kürtçe isim vermek isteyen ailelere
yönelik baskılar devam etti.
Đzmir'de çocuğuna Kürtçe Roger (Gündolaşan) ismini koymak için Mayıs ayında Balçova Nüfus
Müdürlüğü'ne başvuran ancak talebi reddedilen kitapçı Gürsel Karabil, Balçova Nüfus
173
Müdürlüğü'nün ihbarı üzerine 4 Temmuz günü Terörle Mücadele Şube ekipleri tarafından
gözaltına alındı. Karabil emniyette ifadesi alınırken çocuğuna koymak istediği ismin "PKK'nin
siyasallaşma çabaları" ile bağlantılandırıldığını, polisin kendisine, "Bu isim yasak, yasalar izin
vermiyor, ne yapacaksın" diye sorduğunu söyledi. 6 saat gözaltında tutulduktan sonra DGM
savcılığına çıkarıldığını ve burada da ifadesi alındığını belirten Gürsel Karabil, şunları anlattı:
"Savcı Roger'in ne anlama geldiğini sordu. Ben de Türkçe 'Gündolaşan' anlamına geldiğini
söyledim. Kürtçe ismin PKK'nin siyasallaşma çabalarının bir ürünü olduğunu ve bununla devleti
çökertmek istediğini söyledi. Neden başka isim değil de Kürtçe isim koymak istiyorsun? Bu isteğin
bölücü örgütle bir bağlantısı var mı, şeklinde sorular yöneltti. Ben de, Kürt'üm ve çocuğumun
ismini de kendi dilimde koymak istiyorum, dedim." Karabil, Roger isminden vazgeçmeyeceğini ve
baskılara karşın çocuğuna bu ismi vermek istediğini söyledi.
Kurtalan (Siirt) Cumhuriyet Savcılığı, çocuklarına Dilan (Şenlik), Sefkan, Helin (Kuş yuvası),
Nupelda (Yeni açan yaprak), Gülşilan (Kuşburnu çiçeği), Pelşin (Yeşil yaprak), Emine Helen,
Berşan (Şan veren), Sutail Can, Nujiyan (Yeni yaşam), Berzan (Bilgi üreten, geçmişi bilen), Berfin,
Zilan (Dere, vadi ismi), Baran (Yağmur), Sipan (Dağ ismi), Zişar ve Dilgeş (Mutlu, sevinçli)
adlarını koyan 19 aile hakkında dava açtı. Davanın Kurtalan Nüfus Müdürlüğü'nün ihbar yazısı
üzerine açıldığı bildirildi. Dava 7 Ekim günü Kurtalan Asliye Hukuk Mahkemesi'nde başlayacak.
Davada yargılanacak kişiler şunlar: Nizam Dilek, Ercan Aydınlı, Şabeddin Delen, Mehmet Zakir
Baba, Đlhami Sak, Feyzullah Bitkay, Mehmet Salim Atakan, Muhsin Kavak, Adli Baysal, Selman
Deniz, Ali Haydar Kayra, Behçet Baysal, Beşir Petek, Đbrahim Kayra, Yusuf Tilki, Kamuran
Karaman, Đsmet Akkurt, Sait Kul ve Lezgin Sak. Đzmir'de çocuğuna Kürtçe isim koymak için
Balçova Nüfus Müdürlüğü'ne başvuran Gürsel Karabil, Terörle Mücadele Şubesi ekipleri
tarafından 4 Temmuz günü gözaltına alındı. 6 saatlik polis sorgusunda sonra DGM savcılığınca
ifadesi alınan Karabil daha sonra serbest bırakıldı.
Van'da dişçilik yapan Salih Acar, "Rojhat" adını koymak istediği için oğlunun nüfus kaydının
yapılmadığını açıkladı. 25 Temmuz günü Van Nüfus Đl Müdürlüğü'ne gittiğini belirten Acar nüfus
memuruyla bir süre tartıştıktan sonra Cengiz isimli Müdür Yardımcısı'yla görüştüğünü, onun da
kendisine, "Valilik'ten iki ay önce bize bir yazı geldi, Türkçe olmayan isimleri yazmıyoruz"
dediğini söyledi. Acar, "Bunun üzerine müdür yardımcısına 'tamam sen yaz sonra da beni
mahkemeye verirsiniz' dedim. O da bana, 'Hayır biz yazmıyoruz ve sana da yazmadığımıza ilişkin
bir belge vereceğiz, sen bizi mahkemeye ver' dedi. Ve bir belge verdiler. Ben de belge ile birlikte
avukatım Emrullah Akyürekli'ye başvurdum. Van Asliye Hukuk Mahkemesi'nde Nüfus
Müdürlüğü aleyhinde dava açtım. Dava reddedilirse, dosyayı AĐHM'e göndereceğiz" şeklinde
konuştu.
Van'ın Kalecik köyünde yaşayan Umut Yorulmaz adlı kişi de, oğluna "Rojhat" adını koymak için 5
Ağustos günü Van Nüfus Đl Müdürlüğü'ne gittiğini ancak aynı gerekçeyle oğlunun nüfus kaydının
yapılmadığını açıkladı.
Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde avukatlık yapan Bedran Acun, çocuğuna Kürtçe "Hejarpola" adını
koymasının sekiz aydır engellendiğini söyledi. Ergani Kaymakamlığı ve Nüfus Müdürlüğü'ne
yaptığı başvurularının sonuçsuz kalması üzerine baro aracılığıyla yeniden başvurduklarını anlatan
Avukat Bedran Acun, dilekçenin "kimin tarafından gönderildiğinin belli olmadığı" gerekçesiyle
iade edildiğini bildirdi. Kürtçe ad konusunda yasal bir sorun olmamasına karşın fiili bir engelleme
ile karşılaştıklarını ifade eden Acun, Ergani Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda
bulunduklarını belirtti.
Ardahan'da çocuklarına Kürtçe "Rojin", "Rojhat" ve "Berivan" adı vermek isteyen Koç ve Akcan
aileleri ile nüfus memurları hakkında açılan davalar sonuçlandı. Ardahan Asliye Ceza
Mahkemesi'nde 18 Temmuz günü yapılan duruşmada, nüfus cüzdanlarını veren Merkez Đlçe
174
Nüfus Müdürü Kadriye Aksu ve memur Şengül Gök hakkında beraat kararı verildi. Memurlar,
TCY'nin "görevi kötüye kullanma" suçuna ilişkin 240. maddesi uyarınca yargılanıyordu. Adların
değiştirilmesi istemiyle Ardahan Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan dava ise reddedildi.
Erzurum DGM Savcılığı, Kocalak Koç ve Tufan Akcan hakkında TCY'nin 169 maddesi uyarınca
açılan soruşturmada takipsizlik kararı vermişti.
1.1. Olağanüstü Hal Uygulamaları
Tunceli ve Hakkari illerinde 1979 yılında Sıkıyönetim ilan edilmesiyle başlayan ve 1987 yılından bu
yana Olağanüstü Hal uygulamasıyla (OHAL) devam eden 23 yıllık olağandışı yönetim, 30
Temmuz günü sona erdi. 30 Mayıs günü yapılan MGK toplantısında Tunceli ve Hakkari'de
OHAL'in 30 Temmuz 2002 tarihinde sona erdirilerek bu illerin mücavir il statüsüne
geçirilmelerine ilişkin alınan tavsiye kararı Haziran ayında TBMM Genel kurulu tarafından
onaylanmıştı. Diyarbakır ve Şırnak illerinde ise OHAL uygulaması hala devam ediyor.
Tunceli ve Hakkari'de OHAL'in resmi olarak kaldırılmasıyla beraber, bölgede OHAL sonrası
dönemde yürürlüğe konulacak yeni idari uygulamar Temmuz ve Ağustos ayında kamuoyunun
gündemine oturdu.
Milli Güvenlik Kurulu (MGK), 29 Haziran gün yapılan toplantısında OHAL'in yerine kurulması
önerilen "Güneydoğu Müşteşarlığı" Temmuz ayında çeşitli siyasi parti ve sivil demokratik
kuruluşlar tarafından yoğun olarak tartışıldı.
ĐHD Đstanbul Şubesi tarafından 1 Temmuz günü yapılan basın açıklamasında MGK tarafından
gündeme getirilen Güneydoğu Müsteşarlığı tartışmasının "bölge insanına yönelik ayrımcı
uygulamaların devam edeceği ve OHAL'in kaldırılmasının sözde kalacağını" gösterdiği savunuldu.
HADEP Şırnak Đl Başkanı Resul Sadak 15 Haziran günü Evrensel gazetesinde yayınlanan
açıklamasında OHAL'den sonra getirilmek istenen müsteşarlığın isim değişikliğinden ibaret
olacağını oysa mevcut zihniyetin değişmesi gerektiğinifade etti. Güneydoğu Müsteşarlığı'nın
güvenlikten öte, bölgeyi ekonomik ve sosyal açıdan kalkındıracak bir kurum olarak lanse edildiğini
kaydeden eski DEP Milletvekili Sedat Yurttaş, devletin politik yaklaşımının oluşturulacak yapının
niteliğini belirleyeceğini dile getirdi. "Niyeti anlamak gerekir. Đlk çağrışım OHAL yerine benzer
görevleri başka bir kuruma yapmak gibi görünüyor. Umarım niyet bu değildir" diyen Yurttaş,
şiddet araçlarının çözüm olmayacağına dikkat çekerek bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel
sorunlarını çözecek bir yapılanmanın Kürt sorununa katkı sağlayabileceğini savundu. EMEP
Diyarbakır Đl Başkanı Yavuz Karakuş ise, müsteşarlık adı altında getirilen uygulamanın OHAL'in
başka bir ad altında devam ettirilmesi izlenimini verdiğini ve her şeyden önce OHAL
uygulamalarının tümden kalkması gerektiğini belirtti. Karakuş, "OHAL kalkacak deniyor ama en
küçük bir hak talebine bile tahammül edilmiyor. Örgütlenme hakkı önündeki engeller kaldırılmalı,
köylülerin köylerine geri dönüşü sağlanmalı ve zararları tazmin edilmelidir. Devletin yapması
gereken ilk başta budur" diye konuştu.
Güneydoğu Müsteşarlığı önerisi bölgedeki sanayici ve iş adamları dernekleri temsilcileri tarafından
da tartışıldı. Diyarbakır Genç Đşadamları Derneği (DĐGĐAD) Başkanı Behçet Balık, konuyla ilgili
olarak yaptığı açıklamada "Olağanüstü halin (OHAL) sadece isim olarak kaldırılması yetmez.
OHAL uygulamasının yakında kalkacak olmasından dolayı yerine düşünülen Güneydoğu
müsteşarlığının statü ve konum olarak, OHAL'den farklı olması gerekir." derken, Diyarbakır
Ticaret Borsa Genel Sekreteri Aziz Nart, OHAL yerine ekonomik OHAL istediklerine belirtti.
Şırnak Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kamil Đlhan ile Mardin Sanayici ve Đşadamları Derneği
Başkanı Şehmus Duyan ise, Güneydoğu müsteşarlığı yerine ekonomik OHAL istediklerini ifade
175
etti. Sıkıyönetimler ve OHAL süreleri içinde bölgeye herhangi bir yatırımın yapılmadığını
vurgulayan Cizre Ticaret Odası Başkanı Adnan Elçi, Müşteşarlığın MGK'ya bağlı bir kurum işlevi
göreceğini kaydederek, "Đnsanlar zor günler yaşıyor. Bir an önce bölgeye ekonomik yatırımlar
yapılmalıdır" diye konuştu.
Olağan Yaşama Dönüş (Cumhuriyet-30 Temmuz 2002)
Tunceli ve Hakkâri 24 yıl aradan sonra bugün saat 17.00'den itibaren olağan yaşama dönüyor.
Diyarbakır ve Şırnak'ta ise OHAL uygulaması ekime kadar sürecek.
1978 yılında Maraş katliamı sonrasında bölgede sıkıyönetim ilan edildi. Katliamdan 2 yıl sonra ise
baskılar 12 Eylül darbesiyle tüm yurda yayıldı. 3 yıldan fazla devam eden sıkıyönetim bazı kentlerde
1984, bazılarında da 1987'de kaldırıldı. Ancak bazılarında sıkıyönetim yerini OHAL uygulamasına
bıraktı. OHAL kapsamına alınmayan Tunceli'ye 12 Temmuz 1987 gecesi yüksek kesimlerden Tunceli
kent merkezine, kimliği bilinmeyen kişilerce kurşun yağdırıldı. Yetkililer konuyla ilgili çelişkili
açıklamalar yaptı, ancak birkaç gün sonra yapılan toplantıda, Tunceli'ye yağdırılan binlerce kurşun
kentin OHAL kapsamına alınmasına neden oldu.
1990'dan sonra bölgedeki gerilim daha da arttı. Đlk faili meçhul cinayet de 90'lı yılların başında vali
Aslan Yıldırım döneminde Tunceli'de yaşandı. 1992 yılında göreve başlayan Vali Atıl Üzelgün'ün ilk işi
de köyleri boşaltmak oldu. Boşaltılan 48 köyün tüzel kişiliği de valiliğin talebi üzerine kaldırıldı. Ancak
bu köylerden birinin muhtarının Đçişleri Bakanlığı aleyhine açtığı dava sonucunda köylerin tüzel kişiliği
geri alındı.
Ekim 1994'te ise bölgedeki en büyük operasyon başladı. 151 köy ve mezra boşaltıldı, büyük kısmı da
yakıldı. Vali Üzelgün'ün talimatıyla gıda ambargosu da başlatıldı. Yurttaşlar gıda maddelerini köylere
yakın karakollardan karnelerini göstererek alıyorlardı.
1998 yılında atanan Vali Mehmet Ali Türker ise ilk iş olarak gıda ambargosunu hafifletti. Uygulamaya
1999'da tamamen son verdi. Ovacık, Pülümür, Erzincan karayollarında da serbest seyahat özgürlüğü
tanıyan Türker, birçok köye de geri dönüş izni verdi. Bu dönemde gözaltında işkence iddiaları,
sürgünler de azaldı.
2000 yılında valiliğe atanan Mustafa Erkal da kâğıt üzerinde kalan gıda ambargosunu yayımladığı
genelgeyle tamamen kaldırdı. Seyahat özgürlüğünü 24 saate yaydı, 40 köye geri dönüş izni verdi, ancak
97'den itibaren duran memur sürgünleri yeniden başladı. PKK'nin de silahlı eylemlerini durdurmasıyla
birlikte başlayan huzur ortamı bölgede etkisini gösterdi. Köy yolları asfaltlanmaya başladı. Bölge halkı
için kutsal sayılan Düzgün Baba Dağı da 15 yıl aradan sonra ziyarete açıldı.
1978 yılında nüfusu 160 binlerden, 15 bini asker olmak üzere 90 bine kadar inen, PKK ve TĐKKO'nun
en büyük eylemlerini yaptığı, en kanlı çatışmaların yaşandığı, binden fazla militanın öldürüldüğü,
yaklaşık 250 güvenlik görevlisinin şehit olduğu, ilk intihar saldırısı, gözaltında kayıpların, ambargoların
yaşandığı kentte insanlar her şeye karşın umutlarını taze tuttu.
Bugün saat 17.00'den itibaren olağan bir yaşama geçmeyi bekleyen Tuncelililerin tek endişesi vaatlerin
kâğıt üzerinde kalması.Tunceli Valisi Mustafa Erkal, hiçbir zaman geçmişte yaşanan olayların
unutulmayacağını belirterek "Artık köye dönüşleri hızlandırarak yeni bir sayfa açmak istiyoruz." dedi.
Belediye Başkanı Hasan Korkmaz da bundan sonra geçmişin unutularak geleceğin planlanması
gerektiğini belirterek "Umarım daha güzel günler yaşarız" diye konuştu.
Tunceli'de Agustos ayında yaşanan hak ihlalleri de OHAL'in kaldırılmasının kağıt üzerinde
kalabileceği kaygılarını artırdı. OHAL Valiliği'nin Kurulmasına dair 235 No'lu Kanun Hükmünde
Kararname'nin 11/e maddesi uyarınca bölgeye girişi yasak olan Yedinci Gündem gazetesinin 3
Ağustos günü yayınlanan sayısı Tunceli'de OHAL kaldırılmış olmasına rağmen Emniyet
müdürlüğü tarafından toplatıldı. Söz konusu yasa maddesi uyarınca bölgeya girişi yasaklanmış olan
yayınların, OHAL'in kaldırılmasının ardından Tunceli il sınırlarında dağitımı rutin idari toplatma
kararlarıyla engellendi. Yerel kaynaklardan edinilen bilgilere göre Tunceli'de, merkez ve ilçe yolları
üzerindeki arama noktalarında kimlik kontrolleri eski sıklıkla olmamakla birlikte Ağustos ayı
boyunca devam etti. Edinilen bilgilere göre Ovacık Đlçesi yolu üzerinde bulunan Geyiksu,
176
Tornova, Halbori ile Ovacık-Gözeler mevkii, Hozat Đlçesi girişinde bulunan Merkez ve Çiçekli
karakolları ve Pertek ilçesindeki Đplik fabrikası girişinde ve feribot noktasında bulunan arama
noktaları kaldırılmadı.
Ağustos ayında düzenlenen 3. Munzur Kültür ve Doğa Festivali'ni izlemek için Tunceli'ye giden
Atlas dergisi foto muhabirleri Ferda ve Dilek Çağlayan festivalin ardından fotoğraf çekmek için
gittikleri Aliboğazı mevkiinde gözaltına alındılar. Sekiz saat süren gözaltının ardından çıkarıldıkları
nöbetçi mahkemece serbest bırakılan muhabirlerin çektikleri fotoğraflara ise "incelenmek" üzere
el konuldu. Konuya ilişkin olarak bir açıklama yapan Ferda Çağlayan, "OHAL kaldırıldığı için izin
almaya gerek olduğunu düşünmedik. Đkinci günün ardından evden alınarak karakola götürüldük.
Jandarma Aliboğazı bölgesinde ne yaptığımızı sordu. Bize oranın yasak bölge olduğunu ve şüpheli
şahıs oldukları gerekçesi ile bizi vurabilme durumlarının bulunduğunu söylediler" dedi.
Jandarmaya OHAL kaldırıldığı için izin almadıklarını söylediklerini aktaran Çağlayan buna karşılık
Jandarma'nın kendilerine "OHAL kaldırıldı ama OHAL Yasası içinde bulunan Mücavir Đller
Yasası uygulanıyor" dediğini aktardı. Çağlayan "Hozat yaylalarına çıkarken iki üç yerde kimlik
aramasına tabi tutulduk. Ve yaşadıklarım gördüklerim üzerine şunu söyleyebilirim ki Tunceli'de
OHAL pek de kalkmış gibi gözükmüyor" diye konuştu.
1.1.1. Geçici Köy Koruculuğu Uygulaması
Geçici Köy Koruculuğu (GKK) uygulaması 1985 yılında Köy Kanunu'na eklenen iki maddeyle
uygulamaya konuldu. Aradan geçen 17 yıllık sürede yüzbinlerce kişi GKK olarak istihdam edildi.
GKK'lar 90'lı yıllar boyunca adam öldürme/yaralama, işkence, tecavüz gibi bir dizi insan hakları
ihlali ve kaçakçılık, gasp, çetecilik gibi suçlarla birlikte anıldılar. 1998 yılı Ocak ayında Başbakanlık
Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından hazırlanan "Susurluk Raporu"nda geçici köy korucularının
sayısal olarak "kirli işlere" en fazla bulasan kesim oldukları saptandı. Bu dönem içinde köy
korucusu olarak istihdam edilen toplam kişi sayısı hakkında net veriler olmamakla birlikte bu
sayının yüzbinlerle ifade edildiği biliniyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Şubat 2001 tarihli
raporunda, askeri yetkililerden alınan bilgiler doğrultusunda, 2000 yılı sonu itibarıyla 65 bin kişinin
bilfiil geçici köy korucusu olarak çalıştıkları belirtildi. SP Van Milletvekili Fethullah Erbaş Ağustos
ayında yaptığı bir açıklamada halen yaklaşık "56 bin kişinin GKK olarak istihdam edildiğini"
belirtti. GKK uygulaması, 1999 yılı Ağustos ayından bu yana silahlı çatışma olaylarının büyük
ölçüde azalmasıyla beraber her ne kadar cazibesini yitirmişse de şu ana kadar bu uygulamanın
yürürlükten kaldırılması için somut herhangi bir adım atılmadı. Ancak OHAL uygulamasına son
verilmesinin tartışılmaya başlanmasıyla birlikte GKK uygulamasının akıbeti konusundaki
tartışmalar da hız kazandı.
Kamoyunda GKK uygulaması hakkında yapılan tartışmaların en önemli gündemini uygulamaya
son verildiği takdirde ortaya çıkacak "istihdam" sorunu, köylerine dönmek isteyen zorunlu göç
mağdurları ile korucular arasında çıkabilecek muhtemel çatışmaların önlenmesi yolunda alınacak
tedbirler ve korucuların normal yaşama yeniden ayak uydurabilmeleri için v erilmesi gereken
sosyal, psikolojik ve iktisadi destek oluşturuyor.
GKK uygulaması hakkında Temmuz ve Ağustos aylarında yapılan tartışmalarda özetle şu görüşler
dile getirildi:
"Koruculuğun işlevini yitirdiğini" belirten DYP Diyarbakır Đl Başkanı Galip Ensarioğlu,
korucuların kendi köylerindeki okullarda, sağlık ocaklarında ve ormanlık alanlarda istihdam
edilebileceklerini savundu. OHAL ve kouculuk sistemi kalktıktan sonra köye geri dönüşlerin
önünün açılacağı düşüncesinde olduklarını belirten Ensarioğlu, korucuların yıllarca göç eden
insanların arazilerini sürdüler, devletin verdiği silahla zorbalık yapmaya kalktıklarını ancak
177
OHAL'in kalkmasıyla beraber bu tür sorunların alt seviyede kalacağını beklediklerini ifade etti.
"Korucuları dışlamanın yeni toplumsal yaralar açacağı" görüşünde olduklarını vurgulayan ANAP
Diyarbakır Đl Başkanı Yardımcısı Resul Özbay, "Bu insanlar sosyal güvence altına alınmalı,
emekliliği hak edenler emekli edilmeli, geri kalanlara iş imkânı sağlanmalı" diye konuştu. Saadet
Partisi Diyarbakır Đl Başkanı Ramazan Yaruk ise, "koruculuk sistemi lağvedilerek korucuların
silahsızlandırılmaları, kamu personeli olarak diğer alanlarda istihdam edilmeleri ve sivil hayata
uyum sağlayabilmeleri için rehabilite edilmeleri gerektiğini" aksi takdirde "silahlı korucuların sorun
çıkartacağını, bunun da bölgedeki yaraları daha da büyüteceğini" ifade etti. Köye dönüş projesi
için koruculuk kaldırılması gerektiğini vurgulayan Yaruk, köylerin altyapısı tamamlanarak göç
mağdurlarına maddi destek sağlanması gerektiğini bildirdi.
Koruculuğun kaldırılması ve koruculara ayrıcalık ve öncelik verilmeden daha önceki işlerini
yapmaları için olanak sağlanmasını isteyen Göç-Der Diyarbakır Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
Ahmet Çavdar, köye dönüşler sırasında köylülerle korucular arasında gerginliklerin
yaşanabileceğini belirterek "Ufak sürtüşmeler büyük kavgaların önünü açabilir. Çünkü şimdiye
kadar korucular zorla göç ettirilen halkın arazilerini sürdü, mallarını işletti. Bu huzursuzluk
yaratacaktır" diye konuştu.
Köye dönüşlerle ilgili daha önce yaşanan birtakım sıkıntılar olduğunu, valiliğin hazırladığı forma
imza atmayanlara izin verilmediği gibi imza atanlara da sadece çimento ve sac yardımı yapıldığını
hatırlatan Bingöl ĐHD Şube Başkanı Rıdvan Kızgın, köylülerin evleri olmadığı için geçici olarak
köye döndüklerini ve kışın tekrar yaşadıkları şehir veya ilçelere gitmek zorunda kaldıklarını belirtti.
Kızgın, koruculuğun kaldırılmasıyla istihdamın sorunlar doğuracağını belirterek "Bunların
hırsızlık, kız kaçırma, silah kaçakçılığı gibi suçlara bulaştığı biliniyor. Devletten gizledikleri silahlar
var, bu büyük bir sorun. Koruculuk kaldırıldığında savaş döneminde koruculuğu kabul etmeyen
göç mağdurlarıyla sorunlar yaşadıklarında bu silahlarla yönelimlere girebilirler. Koruculuk zırhı
ellerinden alındığında güvenlik sendromu onları bazı yönelimlere itebilir" dedi. Korucuların zorla
göç ettirilenlerin tarla ve meralarını kullandıklarını hatırlatarak, bu tarlaların ellerinden alınmasıyla
köylüleri yeniden göçe zorlayabileceklerini vurgulayan Kızgın, koruculuk sisteminin
kaldırılmasının ardından devleti daha büyük sorunların bekleyeceğini de sözlerine ekledi.
Tarım Orman Kamu Çalışanları Sendikası (Tarım ORKAM-SEN) Diyarbakır Şube Başkanı
Hasan Atsız, "korucuların beyinlerinin ve ruhlarının kirlendiğini ve rehabilitasyondan geçirilmeleri
gerektiğini" belirterek başladığı açıklamasında şu görüşleri dile getirdi: "Üretimden koparılan ve
ellerine silah verilerek toplum içine sürülen bu insanlar birer suç unsuru olmuşlardır. Korucuların
işledikleri hırsızlık, çete kurma, kız kaçırma, köy yakma, gasp, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı
yapma, cinayet ve tecavüz gibi suçlardan beyinlerinin ıslah edilmesi gerekir." Atsız, köy
korucularının ıslah edilmesinin ardından istihdam için bir çok üretim alanının mevcut olduğunu
belirterek, korucular için iş istihdamı olarak şu önerileri sundu: "Koruculuk sisteminin devam
ettiği illerde 5.5 milyon hektara yakın ormanlık alanda ağaçsız-yakılmış ormanlık alanların
ağaçlandırılmasında kullanılmaları, sınır illerini kapsayan 700 kilometre uzunluğunda 500 metre
genişliğindeki mayınlı arazinin korucular tarafından mayınlardan temizlenerek, tarıma kazandırılan
arazilerin koruculara dağıtılması, yeniden hayvancılığın teşvik edilmesi, yan sanayiinin
oluşturulması."
Bu arada sivil halka yönelik korucu saldırıları köye dönüşlerin yoğunlaştığı yaz aylarında kaygı
verici ölçülerde arttı.
1.1.2. Nureddin Köyü Olayı
178
Muş'un Malazgirt ilçesine bağlı Nureddin (Nordin) köyünde 9 Temmuz günü ot biçmek isteyen
köylülere korucuların açtığı ateş sonucunda Abdulsamet Ünal, Abdurrahim Ünal ile Yusuf Ünal
adlı köylüler öldü. Ünal ailesinin, köylerinin 27 Kasım 1993 tarihinde düzenlenen bir askeri
operasyondan sonra boşaltılmasının ardndan Van'a göç etikleri ve bu yıl Haziran ayı sonunda
köylerine geri döndükleri öğrenildi. Abdulsamet, Abdurrahim ve Yusuf Ünal'ın öldürülmesinden
sonra gözaltına alınan koruculardan 22'si Malazgirt Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı.
Koruculardan üçünün adının Mustafa Polat, Bahattin Polat ve Hüseyin Polat olduğu
öğrenildi.14'ü, 15 Temmuz günü Malazgirt Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı.
Görgü tanıklarından Dilaver Demir, savcılıkta verdiği ifadede olayı şöyle anlattı:
"Sabah saatlerinde tanımadığım bir şahıs Yusuf Ünal'a ot satın almak için geldiğini söyledi.
Korucular da kamyonun geldiğini görmüş olacak ki 20-25 kişilik bir grup yanımıza geldi.
Đçlerinden biri Yusuf Ünal ile 'Sen bu otu taşıyamazsın, bu ot buradan gitmez' şeklinde tartışmaya
başladı. Bu sırada Yusuf'a bir yumruk attı. Diğer korucular da ellerinde silahlarıyla üzerimize
yürüdü. 15 kişiydik. Tekme ve dipçiklerle vurmaya başladılar. Arbedede bir silah sesi duyunca
kaçmaya başladık. Biz olay yerine yakın bulunan Konakkuran (Dügnük) Karakolu'na doğru
kaçarken, silah sesleri arttı, korucular olay yerinde kalan Yusuf'u oğlunu ve kardeşini silahla
taramışlardı."
Abdulsamet Uçak adlı tanık ise "Korucuların ateş açması üzerine olay yerinden kaçtık. En yakın
yer olan Konakkuran Karakolu'na gittik. Karakol komutanına korucuların silahlı saldırısına
uğradığımızı, bazı köylülerin olay yerinde kaldığını ve can güvenliklerinin olmadığını söyledim.
Bana 'Hadi s..tir ulan, gidin otunuzu biçin, eski tantanaları yapmayın. Yaralı yok, ölü yok. Bir olay
olsun sonra gelin' dedi. Karakoldan ayrıldıktan sonra Malazgirt'e geri döndük. Bizden sonra
yaşananları ise görmedik." dedi.
Yusuf Ünal'ın eşi Nafya Ünal, Malazgirt'e getirilen yakınlarının cenazelerini almak için hastaneye
gittiğinde askerlerle tartıştığını, bu sırada da üstüne panzer sürüldüğünü söyledi. Ünal, olayı şöyle
anlattı: "Eşim, köye gitmeden önce bana askerlere 4 milyar lira rüşvet verdiğini söylemişti. Ama
nereye verildiğini söylememişti. Cenazelerin Malazgirt'e getirildiğini öğrendikten sonra
yakınlarımla birlikte oraya gittim. Eşimin ve oğlumun eşyaları ile parayı almak istedim. Hastane
önünde bulunan askerlere içeri gireceğimi söyledim, bırakmadılar. Ben de onlara 'Köye
gidebilmemiz için önce bizden para alıyorsunuz, daha sonra da koruculara öldürtüyorsunuz'
deyince, üzerime panzeri sürdüler, o sırada yüzüstü yere düştüm. Yüzüm yara bere içinde kaldı.
Eşim ve çocuklarıma ait hiçbir şeyi alamadan geri döndüm."
Olayı araştırmak için HADEP'in çağrısı üzerine oluşturulan bir heyet 18 Temmuz günü bölgeye
gitti. HADEP Parti Meclisi üyesi Orhan Miroğlu, gazeteciler Ferai Tınç, Celal Başlangıç, Oral
Çalışlar, Helsinki Yurttaşlar Meclisi'nden Prof. Büşra Ersanlı, Toplumsal Hukuk Araştırma
Vakfı'ndan Niyazi Bulgan ve Mustafa Eraslan yer aldığı heyet aynı gün Muş Valisi Cengiz Akın'la
görüştü. Akın'ın heyet üyelerine olayın siyasi boyutunun olmadığını söylediği, köylüler ile
korucular arasında 1994 yılında yaşanan bir olay nedeniyle düşmanlık bulunduğunu anlattığı
bildirildi. Heyet üyeleri daha sonra ĐHD Muş Şubesi'ni ve HADEP örgütünü ziyaret etti. Heyet
üyelerinin olay yerine gitmesine izin verilmedi.
Gazeteci Celal Başlangıç, heyetin incelemelere ilişkin yaptığı açıklamada köye dönüşleri
engellemek için "korucu tehlikesinin" yeni bir bahane olarak gösterilebileceğini vurguladı.
Başlangıç, "Bunlar yalnızca bir köyde çıkan sorunlar, ve bu sorunu çıkaranlar da sadece 39 korucu.
Tüm bölgede şu an 70 bin korucu olduğunu hatırladığımızda olayın vehameti daha açık görülür"
diye konuştu.
179
Olayı gören kişilerle yaptıkları görüşmeler hakkında bilgi veren Başlangıç, şunları belirtti:
"Köylüler olayı bize şöyle anlattı: On gündür köye gidip otlarımızı biçiyorduk. Korucular 9
Temmuz günü arazisini kullanmaya giden Ünal ailesine saldırdı. Üç kişiyi önce dipçiklerle döverek
her taraflarını kan içinde bıraktılar. Daha sonra üzerlerine kurşun sıktılar. Korucubaşları köydeki
diğer korucuları çağırarak hepsine üç köylünün üzerine ateş açmayı emrettiler. Jandarmalar gelene
kadar öldürdükleri köylülerin başında duran korucular daha sonra kaçarak dağıldı."
Bir Baba, Bir Oğul ve Bir Kardeş
Sıfır Noktası/Oral Çalışlar (Cumhuriyet-19 Temmuz 2002)
Süphan Dağı'nın eteklerine akşam karanlığı çökmüştü. Patnos'un dış mahallelerinden birine çamurları
aşarak ulaştık. Köpekler havlıyordu. Yöre halkının ifadesiyle "taziye evi" ne gelmiştik. "U" şeklinde
düzenlenmiş plastik sandalyelere oturduk. Abdüssamet Uçak anlatmaya başladı:
"Köye daha önce gidip otları biçmiştik. O zaman jandarma koruması vardı. Son gün otları satmaya
gittik. Yanımızda otu alacak olanlar da vardı. Tarlaya girer girmez etrafımızı silahlı korucular sardılar.
Bir kısmı tepelere mevzilenmişlerdi. Đki çember yapmışlardı. Ateş etmeye başladılar. Ben bir traktörün
arkasına saklandım. Yusuf Ünal'ı aldılar. Önce dipçiklemeye ve sopalarla kafasına vurmaya başladılar.
Eli yüzü kan içinde kalmıştı."
"Yusuf Ünal'ın kardeşi ve oğlu, onun halini görünce kurtarmak amacıyla atıldılar. Onlara da kurşun
sıktılar. Üçünü vahşi bir şekilde dipçiklerle ve Kalaşnikof kurşunlarıyla öldürdüler. Herkesi çağırıp
onlara kurşun sıktırdılar. Biz cep telefonlarıyla jandarmaya haber vermeye çalıştık. Yakındaki
karakoldan cevap gelmeyince Muş Jandarma Komutanlığı'nı aradık. Epeyce bir zaman sonra jandarma
geldi. Jandarma gelinceye kadar korucular ölülerin başında beklediler. Sonra kaçıp dağıldılar."
****
Yusuf Ünal, Muş'un Malazgirt ilçesinin Nordin (Nurettin) köyünün muhtarıydı. Varlıklı bir aileydiler.
1992 yılından başlayan bir süreç içinde jandarma onları koruculuğa zorladı. Ne yapacaklarını
şaşırmışlardı. Koruculuk yapmak istemiyorlardı. 27 Kasım 1993 gecesi çok şiddetli bir soğukta köy
basıldı. Bine yakın asker köyü kuşattı. Gelenler arasında 30 civarında maskeli kişi de vardı. Köyün
gençlerinden 15'ini meydana çıkarıp ağır bir şekilde dövdüler. Sonra o gençleri yanlarına alarak belli
şahıslara ait evleri göstermelerini istediler. Gösterilen 20 evi halkın gözleri önünde ateşe verdiler.
Bu bir dönüm noktası oldu. 300 hanelik köyün koruculuğu kabul etmeyen 250 hanesi göçertildi.
Nurettin köylüleri ülkenin dört bir yanına perişan bir şekilde dağıldılar. 35 kişi koruculuğu kabul etti.
Gidenlerin evleri yıkıldı. Topraklarına el kondu. Tam on yıldır, bu köyün arazilerini korucular
kullanıyorlardı.
Eski köy muhtarı Yusuf Ünal, oğulları ve kardeşleri Patnos'ta perişan bir şekilde yaşamlarını
sürdürdüler. Tek umutları topraklarına geri dönmekti. Köylerine geri dönmekti. Verimli toprakları vardı
ve yeniden yaşamlarını kurabilirlerdi. Malazgirt Kaymakamlığı'na otlarını biçebilmek ve güvenliklerinin
sağlanması amacıyla dilekçe verdiler. Kaymakamlık ve jandarma komutanlığı bu başvuruyu uygun
gördü. Jandarma nezaretinde köylerine gidip otlarını biçtiler. Jandarma komutanı, korucuları Yusuf
Ünal ve çocuklarına dokunmamaları konusunda uyardı.
****
Yedi gün böyle geçti. Sekizinci gün, otlarının başına gittiklerinde onları Yusuf Ünal, Abdürrahim Ünal
ve Abdülsamet Ünal'ı ölüm bekliyordu. 75 yaşındaki Yusuf Ünal'ın eşi Nafiye Ünal, bir heykel
sessizliğiyle karşımızdaki plastik iskemleye oturdu. Kürtçe konuşmaya başladı: "Mağduruz, perişanız.
Kocamı, oğlumu ve kayınımı hunharca öldürdüler. 18 çocuk yetim kaldı. Oğlum Kıbrıs gazisi. Suçumuz
yok, günahımız yok. Dilekçe verdik, devletten izin alıp gittik. Onların silahı vardı, bizimkilerin yok.
Devlet onların silahını neden almadı? Dün dilekçe verdik, köyümüze dönmek istiyoruz. Bize sahip
çıkın. Çok perişanız."
Yanımda Hürriyet gazetesinden Ferai Tınç oturuyordu. Acıyla birbirimizin yüzüne baktık. Radikal'den
Celal Başlangıç, Profesör Büşra Ersanlı, HADEP Parti Meclisi üyesi Orhan Miroğlu, Patnos Belediye
Başkanı'yla birlikte acıyı izliyorduk. Küçük çocuklar etrafımızı sardılar. Artık onların babaları yoktu.
Evlerine ekmek getirecek kimseleri kalmamıştı. Nurettin köyünde ise 30 bin dönümlük toprakları
180
korucuların işgali altındaydı.
Ankara'da siyaset pazarlıkları sürüyordu. Yusuf Ünal'ın kızı Yadigar Ünal, "Her şeyimizi kaybettik. Bize
yapılanlar, Đsrail'in Filistin'e yaptığından daha beter."
Muş'ta valiyi ziyaret ettik. Malazgirt Kaymakamı'yla konuştuk. ĐHD yöneticilerini dinledik.
Halkı dinledik. Onları anlatmayı sürdüreceğim. Avrupa Birliği ve Muş'un Nurettin köyü, ne kadar
birbirine uzak.
Süphan Dağı'nın soğuğu içimize işledi.
Olayın yaşandığı Nureddin köyünde 25'i geçici 14'ü de gönüllü olmak üzere 39 korucunun
olduğunu belirten Başlangıç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Koruculardan 20'si şu an gözaltında
tutuluyor. Muş Valiliği korucuların görevlerinden alınacağını söyledi. Nureddin köyüne 1993
yılında korucu olmaları yönünde baskılar olmuş. 400 haneli köyden 35 hane korucu olmayı kabul
ediyor. Koruculuğu kabul etmeyenler de köyü terk etmek zorunda bırakılıyorlar. Korucular on
yıldır köyde boşalan arazileri kullanıyor. şimdi de köylerine dönerek arazilerini kullanmak isteyen
köylülere araziyi kaptırmak istemiyorlar."
Heyetin ziyaret sırasında edindiği bulgulara ilişkin bir açıklama yapan HADEP yöneticisi Kapazan
şunları söyledi: "Kaymakam da 'ailenin resmi olarak başvuru yaparak, köyüne döndüğünü' söyledi.
Olayın 'kan davası' gibi yansıtılmak istenmektedir. Ancak olay böyle değildir. Öldürülen kişilerin
öldürülenlerle hiçbir alakası yoktur" dedi. Kapazan "Hem halkın bize verdiği bilgilere göre, hem
bizim edindiğimiz izlenimlere göre, 10 yıl sonra bu ailenin buralara dönmesi, 30 bin dönüm
arazinin üzerine konan korucuları rahatsız etmiş durumda. Yani ateş ile barutu yan yana koyar
gibi, bu köylüleri göndermişler ancak yeterince tedbir almamışlar. Olay günü köyde hiçbir asker
yok. Sadece korucular var, onlarda tarayıp öldürmüşler Herkes tedbir alınmamasından şikayetçi"
diye konuştu.
Benzer bir olay da 28 Temmuz günü Muş'a bağlı Suluca köyünde yaşandı. Edinilen bilgiye göre,
olay şöyle gelişti: Đki ay kadar önce Đzmir'den köylerine dönen Elhan ailesinden Maşallah Elhan,
28 Temmuz günü ot biçerken köy muhtarı Kamil Aktaş, korucular Tajdin Aktaş, Sadettin Aktaş,
Gıyasettin Aktaş ile Şevket Solgun, Ali Solgun ve Şehmus Solgun tarafından sopalarla dövüldü.
Daha sonra köye giden korucular Elhan'ların evine ateş açtı. Olayda Netice Elhan (15) adlı çocuk
karnından yaralandı.
1.1.3. Pazarcık Olayı
Maraş'ın Pazarcık ilçesine bağlı Harmancık köyünde çobanlık yapan üç kişi 21 Ağustos günü
öldürüldü. Tahir Kasakoğlu (12) ve Mustafa Yentek'in (15) cesetleri evlerinde, Hasan Yentek'in
(25) cesedi ise Pozaklı mevkii kırsal alanında bulundu. Her üç kişinin de başlarına kısa mesafeden
sıkılan tek kurşunla öldürüldükleri bildirildi. ĐHD Antep Şubesi'nin yaptığı araştırmada, çocukların
aileleri ve köylülerin saldırının korucu Hasan Dağlan (Dağılhan) tarafından düzenlendiği yönünde
ifadele verdikleri bildirildi. ĐHD raporunda şu bilgilere yer verildi:
"1991 yılında Harmancık köyünde korucuların evlerine yönelik bir eylemde Hasan Dağlan'ın (Đnce
Hasan) eşi ve çocuğu öldürülmüştü. Hasan Dağlan bu olayın intikamını alacağının söyleyerek
köylüleri tehdit etmişti. Köy korucuları köyden alınarak Pazarcık merkezinde bir mahalleye
yerleştirilmişlerdi.
20 Ağustos günü Harmancık köyü çobanları ve köy halkı Đnce Hasan lakaplı Hasan Dağlan'ı asker
kıyafeti giymis halde ve silahlı olarak köy civarında gördüklerini muhtara söyleyerek önlem
alınmasını, bu şahsın çok tehlikeli olduğunu ve bir komplo peşinde olduğunu söylemişler. 21
181
Ağustos günü Hasan Yentek, Mustafa Yentek ve Tahir Kasakoğlu, ikisi kardeş biri teyze çocuğu
aynı evden üç kişi kafakarına kısa mesafeden tek kurşun sıkılarak öldürülmüş şekilde bulunmuşlar.
Olay duyulur duyulmaz baba Hüseyin Kasakoğlu, Baba Ali Yentek ve anne Elif Yentek gözaltına
alınmarak üç gün karakolda tutulmuşlar, ve bu süre içerisinde 'bu olayı komşularının yaptığı,
kiminle sorunlu olduklarını söylemeleri" yönünde baskıya maruz kalmışlardır. Aile kimseyle
sorunları olmadığını, bu olayın Hasan Dağlan ve adamları tarafından yapıldığını söylemiştir. Bütün
bunlara rağmen köyde çok sayıda kişinin gözaltına alınarak olayın çarpıtılmaya çalışıldığı iddia
edilmektedir.
Çeşitli girişimler sonucu olay köy karakoluna intikal ettirilince Hasan Dağlan ve eşi karakola
alınmıştır. Bu sırada karakolda gözaltında tutulan köylülerin iddiasına göre Dağlan'ın eşi karakolda
'Kocam asker elbisesi giyip çıktığında üç çocuğu öldüreceğini nereden bilebilirdim' şeklinde
konuşmuş ancak bu sözleri ifade tutanağına geçirilmemiştir. Daha sonra Hasan Dağlan'ın evinde,
üzerinde kan lekeleri olan bir giysi bulunduğu ve bunun üzerine mezarların açılarak doku örneği
alındığı söylenmektedir."
Hasan Dağlan 4 Eylül günü tutuklandı.
1.1.4. Diğer Korucu Saldırıları
Muş'a bağlı Suluca köyünde 28 Temmuz günü ot biçmeye giden Elhan ailesi de korucuların
saldırısına maruz kaldılar. Olayda Netice Elhan (15) adlı çocuk korucular tarafından silahla
yaralandı. Edinilen bilgiye göre, olay şöyle gelişti: Mayıs ayında Đzmir'den köylerine dönen Elhan
ailesinden Maşallah Elhan, 28 Temmuz günü ot biçerken köy muhtarı Kamil Aktaş, korucular
Tajdin Aktaş, Sadettin Aktaş, Gıyasettin Aktaş ile Şevket Solgun, Ali Solgun ve Şehmus Solgun
tarafından sopalarla dövüldü. Daha sonra köye giden korucular Elhan'ların evine ateş açtı. Olayda
Netice Elhan adlı çocuk ile evi tarayan koruculardan Tekin Aktaş yaralandı. Maşallah Elhan'ın
olayın ardından gözaltına alındığı bildirildi.
Batman'ın Kozluk ilçesine bağlı Samanyolu köyü korucuları 30 Temmuz günü aynı köyde oturan
Mehmet Kaplan adlı HADEP üyesinin evine baskın düzenlediler. Edinilen bilgiye göre, Kaplan'ı
evde bulamayan korucular kızları Laleş ile Hanife Kaplan'ı feci şekilde dövdü. Olay günü işte
olduğunu belirten Mehmet Kaplan, baskının korucubaşı Ahmet Avcı öncülüğünde yapıldığını
iddia etti. Korucuların uzun bir süreden beri kendisini rahatsız ettiğini dile getiren Kaplan, "Bu
adamlarla bir alıp veremediğimiz yok. HADEP'li olduğum için saldırı yapılmıştır. Daha önce de
bazı sorunlar bahane gösterilerek bu şekilde üzerimize geliyorlardı. Ancak bu kez çok çirkin bir
saldırıda bulundular" diye konuştu. Korucular hakkında suç duyurusunda bulunacağını kaydeden
Kaplan, halka yönelik baskı uygulayan koruculardan mutlaka hesap sorulması gerektiğini ifade etti.
Hasankeyf'in Đncirli köyünde korucular ile köy sakinleri arasında 7 Ağustos günü kavga çıktı.
Gerçüş'ün Serinköy, Deveiçi, Seki, Gönüllü ve Yaka köylerinden Đncirli köyüne göçen korucular
ile köy muhtarı M. Emin Toy, Cemil Toy ve Halil Sönmez arasında saman deposu yüzünden
çıktığı bildirilen kavgada M. Emin Toy, Cemil Toy ve Halil Sönmez yaralandı. Muhtar Emin Toy,
korucular ile aralarında sürekli tartışmaların yaşandığını belirterek "Onların köyde bir karış toprağı
yok. Biz bu yıl onlara ödünç verdiğimiz saman deposunu almak istedik. Bu yüzden taşla sopayla
bize saldırdılar. Korucular ile küçük meseleler yüzünden dahi tartışmalar yaşıyoruz. Böyle giderse
daha büyük kavgalar da çıkabilir. Canımızı zor kurtardık" diye konuştu. Olay sonrasında kavgaya
karıştığı iddia edilen koruculardan Katibe Doğan ve Şevket Yılmaz'ın göz altına alındığı öğrenildi.
Yaz aylarında korucuların kendi aralarında meydana çatışmalar da basına yansıdı. Şırnak'ın
Beytüşşebap ilçesine bağlı Hemkan köyünden 12 korucu ot biçmek amacıyla 15 Temmuz günü
182
gittikleri Suvari Xelil Bölgesi'nde Çeman köyü korucularının saldırısına uğradı. Çatışmada, bir adı
öğrenilemeyen bir korucu başından yaralandığı bildirildi.
Ağustos ayı başlarında ise Van'ın Çaldıran ilçesinde korucu aşiretleri olarak bilinen Şexki ile
Bekıran aşiretleri arasında arazi yüzünden kavga çıktı. Edinilen bilgiye göre, Çaldıran'a göç eden
Bekiran aşireti üyeleri, Egekümeyt ve Şexheyder köylerine dönerek arazilerinde ekim yapmak
isteyince, Şexki aşireti mensuplarının saldırısına uğradı. Üç kişinin yaralandığı kavganın ardından
Çaldıran Jandarma Komutanlığı'nın sokağa çıkma yasağı ilan ettiği bildirildi.
1.1.5. Gazal Berü Olayı
19 Mart 2001 tarihinde Bingöl'ün Karlıova ilçesi Yiğitler köyünde askerlerin köpekleri tarafından
öldürülen Gazal Berü'nün (11) yakınları Đçişleri Bakanlığı aleyhine 1 trilyon 100 milyar liralık
tazminat davası açtı. Malatya Đdare Mahkemesi'ne dava açan Gazal Berü'nün babası Hacı Berü,
köpeklerin karakol nöbetçisi er tarafından çocukların üzerine saldırtıldığını, olay yerine 5 metre
mesafedeki jandarmanın herhangi bir müdahalede bulunmadığını bildirdi. Dava dilekçesinde
"karakolda tutulan köpeklerin terörle mücadele amacıyla eğitildiği, operasyon dışında bağlanmaları
gerekirken yaya yollarına yakın yerlerde serbest bırakıldığı, bu nedenle idarenin olaydan birinci
dereceden sorumlu olduğu" vurgulandı. Olaydan sonra yapılan resmi açıklamada, köpeklerin
karakola ait olmadığı ileri sürülmüştü.
Ancak, ĐHD heyetiyle görüşen ve Cumhuriyet Savcılığı'na ifade veren köylüler köpeklerin
karakola ait olduğunu söylemişlerdi. Karlıova Kaymakamlığı'nın, olaydan sorumlu tutulan askerler
hakkında soruşturma izni vermemesi nedeniyle "görevi ihmal" suçlamasıyla açılan soruşturma
takipsizlik kararıyla sonuçlanmıştı. Berü ailesinin avukatları, takipsizlik kararının iptali için Muş
Ağır Ceza Mahkemesi'ne yaptıkları başvurunun reddedilmesi üzerine, askerler hakkında Karlıova
Cumhuriyet Savcılığı'na "kasten adam öldürme" iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştu. Ancak,
bu soruşturma da takipsizlikle sonuçlanmıştı. Avukatların bu kararın iptali ve memurların
yargılanmasına ilişkin yasanın iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurulması talebi halen
Muş Ağır Ceza Mahkemesi tarafından değerlendiriliyor.
Ev Baskınları
Muş'un Varto ilçesinde 17 Temmuz günü Güzel Han, adı öğrenilemeyen 5 yaşındaki kızı, Davut
Han, Mahmut Han (17), Şerafettin Han ve Đmdat Han gözaltına alındı. Davut Han'ın KADEK
militanı olduğu ve tedavi için doktora götürüldüğü iddia edildi. Gözaltına alınanlardan Güzel Han
ve kızı 18 Temmuz günü serbest bırakıldı. Olayın ardından 18 Temmuz günü Varto'ya bağlı Đnak
köyüne düzenlenen baskında aynı aileden Hacı Ahmet Han (90) gözaltına alındı. Görgü tanıkları
baskında jandarmaların yanında bulunan Mahmut Han'ın durumunun iyi olmadığını ve işkence
gördüğünün anlaşıldığını bildirdiler.
Van'ın Gevaş ilçesine bağlı Dokuzağaç köyünde bir eve 9 Ağustos günü yapılan baskının ardından
bir evin ateşe verildiği bildirildi. Edinilen bilgiye göre Dokuzağaç köyünde yaşayan Salih Barlık
adlı köylünün "uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı" ihbarı üzerine Van Alay Komutanlığı'nda görevli
özel timler ile Gevaş Đlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı askerler 9 Ağustos günü Barlık'ın evine
baskın düzenledi. Yerel kaynaklar askerlerin arama yaptıktan sonra evi ateşe verdikleri, bu sırada
yaşanan tartışma üzerine köy muhtarı Mahir Altın ile oğlunun askerlerce tartaklandığı ve havaya
ateş açıldığını ve olaydan sonra köye giriş ve çıkışların kontrol edildiğini bildirdiler.
Bingöl'ün Karlıova ilçesine bağlı Yukarı Çığ, Dağlı Đsa ve Serpme Kaya köylerine düzenlenen
Ağustos ayı ortalarında baskın düzenlendi. Baskınlar sırasında Hacı Yusuf Kısoğlu'nun (80) evinin
183
bir bölümünün askerlerce yıkıldığı iddia edildi. Baskınlarda gözaltına alınan Ekrem Genç, Selim
Kısoğlu, Mehmet Ali Temuroğlu ve Ferit Karabağ 17 Ağustos günü "KADEK/PKK'ye yardım
ettikleri" iddiasıyla tutuklandılar.
Vedat Aydın anma töreni: Kapatılan Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır Đl Başkanı Vedat
Aydın'ın öldürülmesinin 11. yıldönümü nedeniyle Diyarbakır'da 10 Temmuz günü yapılmak
istenen anma törenine polis müdahale etti. Müdahale sırasında 12 kişi yaralanırken 38 kişi de
gözaltına alındı. Olaylar sırasında Selami Demizhan, Şehnaz Turan, Gani Alkan, Umut Tekin,
Veysi Akbaş, Nazım Çağlak, Nuran Ekti, Mehmet Yeşilbaş, Şerif Seven, Mehmet Deviren, Aynur
Yapsun ve Medeni Kaya yaralandığı bildirildi. Şerif Seven'in durumunun ağır olduğu ve hastanede
tedavisinin devam ettiği öğrenildi. Osman Baydemir (ĐHD Şube Başkanı), Arif Akkaya (Tek Gıda
Đş 1 Nolu Şube Başkanı), Abdullah Akengin (TAYDER Başkanı), Mefahir Altındağ (HADEP Đl
Başkan Yardımcısı), Elif Tokay (HADEP Đl Kadın Kolları Başkanı), Şerif Camcı (HADEP
Merkez Đlçe Başkanı), Şakir Doğru, Mehmet Akın, Tezcan Us, Mehmet Ergük, Gülay Tekin,
Necla Korkmaz, Hüseyin Bayrak, Veysel Dallı, Zeki Doğrul, Zübeyde Zümrüt, Pirozhan Doğrul,
Erkan Erenci, Mehmet Akcan, Hasan Eroğlu, Abdullah Aydın, Metin Baran, Đbrahim Doğan,
Şehmus Özcan, Reyhan Yalçındağ, Hanefi Işık, Halit Yaşa, Siracettin Irmak, Murat Avcı, Şaide
Demirkıran, Musa Tekin, Sıddık Şeker, Halim Yamaç, Necdet Atalay, Fethullah Batur ile soyadları
öğrenilemeyen Ramazan ve Ömer adlı kişiler de gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar, Metin Baran
dışında, aynı gün serbest bırakıldılar.
1991 yılında öldürülen Halkın Emek Partisi Diyarbakır Đl Başkanı Vedat Aydın'ın ölüm
yıldönümünde düzenlenen anma töreninde gözaltına alınan HADEP Diyarbakır Đl Başkan
Yardımcısı Abdulgani Alkan, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü Bülent
Yavaşoğlu hakkında suç duyurusunda bulundu. Alkan, Yavaşoğlu'nun adliye binasında kendisini
tehdit ettiğini ve hakarette bulunduğunu belirtti.
TÜRKĐYE ĐNSAN HAKLARI VAKFI
TĐHV 1990
1. Kürt Sorunu ve Olağanüstü Hal Uygulamaları
Yasal Düzenlemeler
Avrupa Birliği'ne (AB) giriş için çıkarılan uyum yasalarına işlerlik kazandırabilmek amacıyla gerekli
düzenlemeleri yapmakla görevlendirilen Uyum Yasaları Komisyonu 3 Eylül günü çalışmalarına
başladı. Komisyon Adalet Bakanı Aysel Çelikel, Đçişleri Bakanı Muzaffer Ecemiş, Milli Eğitim
Bakanı Necdet Tekin, devlet bakanları Yılmaz Karakoyunlu ve Ali Doğan'dan oluşuyor. Đnsan
Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Ali Doğan, Komisyonun 3 Eylül günü gerçekleştirilen ilk
toplantısının ardından yaptığı açıklamada, ağırlıklı olarak anadilde yayın ve öğrenim hakkının
184
tartışıldığını belirtti. Dışişleri Bakanlığı, AB Genel Sekreterliği ve RTÜK yetkililerinin de katıldığı
toplantıda, RTÜK Başkanı Fatih Karaca, 'Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamda Kullandıkları
Farklı Dil ve Lehçelerde Yayın Yapılmasına Đmkân Tanınmasına Đlişkin Yönetmelik' hakkında
bilgi verdi. Karaca, hazırladıkları taslak için Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Adalet
Bakanlığı'nın yanı sıra ilgili bakanlıklardan görüş ve düzenledikleri toplantılara temsilci istediklerini
söyledi.
Türkçe dışındaki dillerden yayının 'özel televizyon ve radyolarda belirli saatlerde ve kontrollü
yapılmasının' öngörüldüğünü anımsatan Karaca, Kürtçe kurslarla ilgili yönetmeliğin de kendilerine
yol gösterici olabileceğini söyledi. Haber, müzik ve eğitim içerikli yayımların hangi gün ve
saatlerde yayınlanabileceği, Genelkurmay Başkanlığı'nın görüşünün ardından yönetmeliğe
taşınacak. Taslakta günde bir saat ya da haftada iki gün iki saat seçenekleri yer alıyor.
Taslağa göre, radyo ve televizyonlar RTÜK'ten izin almak koşuluyla "evrensel kültürün
yayılmasına katkıda bulunan yabancı dillerle vatandaşların geleneksel olarak kullandıkları dil ve
lehçelerde" yayın yapabilecek. Ancak bu yayın, toplam yayın süresinin belli bir oranını
geçemeyecek. Taslakta "evrensel kültürün yaygınlaşmasına katkıda bulunan" dillerde müzik veya
haberin yanı sıra öğrenime olanak tanınırken "Vatandaşların geleneksel olarak kullandıkları farklı
diller ve lehçelerde" ise müzik, haber, eğlence gibi yayınlar serbest bırakılması öngörülüyor, ancak
eğitim-öğretime ilişkin programlar yasaklanıyor.
"Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve
Lehçelerin Öğrenilmesi Hakkında Yönetmelik" 20 Eylül günü Resmi Gazete'de yayınlandı.
Yönetmelik, Özel Öğretim Kurumları Kanunu'na göre açılabilecek özel kurslara ilişkin iş ve
işlemleri kapsıyor. Buna göre kurslar şu esaslara bağlı olacak:
 Kurslar, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'na göre açılacak, işletilecek ve MEB
denetim elemanları ile, gerektiğinde, valiliklerce görevlendirilecek uzmanlarca denetlenecek.
 Kurslarda, yalnızca MEB Talim ve Terbiye Kurulu'nca onaylanmış öğretim programı
uygulanacak.
 Kurslarda görev alacak tüm personel T.C. vatandaşı olacak, MEB'in ilgili yasa ve
yönetmeliklerdeki koşullarını taşıyacak.
 Kurslara T.C. vatandaşı ve en az ilköğretim mezunu olanlar öğrenci olarak alınabilecek.
Kursiyer listesi her dönemin başında kursun doğrudan bağlı olduğu milli eğitim müdürlüğüne
verilecek.
 Kurslarda kurucu, kurucu temsilcisi, yönetici, öğretmen ve diğer personelin kılık kıyafetleri,
'Milli Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevliler ile Öğrencilerin Kılık
Kıyafetlerine Đlişkin Yönetmelik' hükümlerine uygun olacak. Kurslara devam edenler, kılık
kıyafetlerinde yaygın eğitim kurumlarında uygulanan kurallara uyacak.
 18 yaşından küçükler, bu kurslara ebeveynleri ve yasal velisinin yazılı izniyle katılabilecek.
Đlköğretim 6, 7 ve 8. sınıf öğrencileri, ebeveyn izni olsa bile, bu kurslara sadece hafta sonu ve yaz
tatilinde devam edebilecek.
TRT Kürtçe'ye hazır/Murat Yetkin (5Eylül 2002-Radikal)
Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'ya göre, kamunun yayın kurumu TRT, 'ha dense' Kürtçe yayına
başlamaya hazır duruma geldi. Karakoyunlu ile dünkü telefon görüşmemizde, Meclis'ten geçen Avrupa
Birliği uyum yasaları çerçevesinde anadilde yayın konusunda yapılabilecekler üzerine konuştuk:
1 Eylül Pazar günü TRT Genel Müdürü Yücel Yener ve diğer yetkililerle bu konuda bir toplantı
185
yaptıklarını söyleyen Karakoyunlu, şu bilgileri verdi:
"Türkiye'nin yayın kurumu olarak TRT'nin böyle bir gelişmenin dışında kalmaması doğaldır. Zaten
TRT bu konuda bir ön hazırlığa başlamış ve bana göre başlayarak da çok isabetli davranmıştır.
Çalışmaların ileri bir aşamaya gelmesi memnuniyet verici."
"Genel Müdür Yücel bey toplantıda görev dağılımına da başladı ve Kürtçe yayınlar konusunda bu
konuda geniş tecrübeye sahip Güntaç Aktan'a görev verdi. Artık bütün gerekli çalışmaları o yürütecek.
Bildiğim kadarıyla halen spikerlerin eğitimi, yedek spikerlerin belirlenmesi, dile hâkimiyet gibi konular
üzerine çalışmalar devam ediyor."
"Tabii bu hazırlıkların fiiliyata geçmesi, yani yayına başlanması için yasal zemin gerekli. Yasa, Radyo
Televizyon Üst Kurulu'nun bir düzenleme yapmasını öngörüyor. O düzenlemenin yayımlanması
ardından TRT 'ha dense', çok kısa sürede yayına başlamaya göre hazırlığını yapıyor."
Yayın Kırmanci, altyazı Türkçe
Sivas'tan telefonla görüşme imkânı bulduğumuz Genel Müdür Yener'den de anadilde yayın hazırlığı
konusunda daha ayrıntılı bilgi alma imkânı bulduk. "Önce RTÜK düzenlemesiyle böyle bir yayının
hukuki temelinin oluşması ve TRT Yönetim Kurulu'nun onayı gerekecek" diyen Yener'in, çalışmalar
konusunda verdiği bilgiler şöyle: Daha önce terörizmle mücadele döneminde GAP televizyonunda
haber ve dizi programlar hazırlayan deneyimli televizyon gazetecisi Güntaç Aktan'ın koordinasyonunda
yürütülecek çalışma, TRT'nin Orandaki haber merkezine bağlı olacak. Yayınlar muhtemelen
Güneydoğu merkezli yayına ağırlık veren GAP TV üzerinden yapılacak. Kürtçe yayın Türkiye'de en
yaygın Kürtçe lehçe olan Kırmanci ile yapılacak ve Türkçe öğrenimini ve konuşulmasını teşvik etmek
amacıyla Türkçe altyazı ile verilecek.
Yener, Türkiye'de yaygın konuşulan anadillerden Arapça konusunda da benzeri bir çalışma yürütmeyi
planladıklarını, ancak bu çalışmanın henüz fiiliyata dökülmediğini söyledi.
Karakoyunlu ve Yener'in sözlerinden özel sektör kadar, kamu sektörünün de anadilde yayın yapma
hazırlığını son aşamaya getirdiği sonucu çıkıyor.
Bu açıklamalar gözleri RTÜK'e çevirmiş bulunuyor. Önceki gün Bakanlar Kurulu bünyesinde anadilde
öğrenim ve yayın konularında düzenleme yapmak için kurulan bakanlar komisyonuna bilgi veren
RTÜK Başkanı Fatih Karaca, dün yayın düzenlemeleri konusundaki sorularımızı şöyle yanıtladı:
"Aslında RTÜK Yasası, bu düzenlemeyi hükümetin onayı olmadan yapmaya el veriyor. Ancak RTÜK,
yayınları anayasal ilkeler çerçevesinde düzenleyip denetlemekle görevli. Bu nedenle Dışişleri'nden
Đçişleri'ne, MĐT'ten MGK'ya, AB Genel Sekreterliği'nden TRT'ye dek 11 kurum ve kuruluştan görüş ve
önerilerini birer yazıyla talep ettik. Halen onları bekliyoruz. Meclisten çıkan yasa aslında RTÜK'e bu
düzenlemeyi yapmak için 1 yıl süre tanıyor. Ancak hükümette, aralık ayındaki AB Kopenhag
zirvesinden önce bu düzenlemeyi yapma doğrultusunda bir irade ağır basıyor. Biz de buna uygun
çalışıyoruz. Ancak tabii çok hassas bir konu ve sonradan pişman olunacak bir yanlış yapmamak için
titiz çalışmak ve aceleye getirmemek gerekiyor."
Karaca'nın verdiği bilgiye göre, yayımlanacak yönetmelikte, AB ülkelerindeki durum da göz önüne
alınarak anadil yayımlarının günün hangi saatlerinde, ne kadar süreyle yayımlanması gerektiği,
reklamların hangi dilde, nasıl yayımlanabileceği ve ülke bütünlüğüne yönelik propagandaya dönük
186
yayımların nasıl denetlenip engelleneceği türünden ayrıntılar da yer alacak. Devlet Bakanı Ali Doğan,
Bakanlar Kurulu'nda Başbakan Ecevit'e bu çalışmaların bir an önce tamamlanmasındaki önemi anlattı.
Ecevit de komisyon çalışmalarının 1 Ekim'e dek bitirilmesi ve yönetmeliklerin yayımlanması talimatını
verdi. Gelişmelerin takipçisi olacağız.
Kürtçe Eğitim Kampanyası
Sonuçlanan Davalar
"Kürtçe eğitim" için Adana Çukurova Üniversitesi'ne dilekçe veren 11 öğrenci hakkında "yasadışı
örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla açılan dava 3 Eylül günü sonuçlandı. DGM, Evin Baltaş, Gül
Bahar Sel, Menekşe Bingöl, Özlem Gülpınar, Deniz Yıldırım, Neriman Karabağ, Rukiye
Demiröz, Ayfer Ali, Gülistan Taşkıran, Hülya Soysal ve Özlem Çaparoğlu adlı öğrenciler
hakkında beraat kararı verdi.
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Van Şubesi'nin 2 Şubat günü yapılan genel
kurul toplantısında asılan "Kendim ve Çocuğum Đçin Anadilde Eğitim Đstiyorum" yazılı pankart
nedeniyle Şube Başkanı Rıdvan Çiftçi, şube yöneticileri Yılmaz Berke, Aynur Engin, Fikret
Doğan, Songül Morsümbül, Ziya Balamir, Faruk Yavrutürk, Kemal Tunçdemir ve Özcan Güneş
hakkında açılan dava 4 Eylül günü sonuçlandı. DGM, sendikacılar hakkında beraat kararı verdi.
Mardin'in Kızıltepe ilçesinde Mayıs ayında gözaltına alınan 11 Eğitim-Sen üyesi öğretmen ve bir
ziraat mühendisi hakkında "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla açılan dava 5 Eylül günü
sonuçlandı. Diyarbakır DGM'de yapılan duruşmada Yakup Başboğa, Aldülkerim Koşar, Masum
Bilen, Faruk Kılınç, Nurettin Demir, Zübeyir Avcı, Mahmut Kuzu, Abdülaziz Yücedağ, Lokman
Koçan, Şermin Erbaş, Mikail Bülbül ile Ziraat Mühendisi Ahmet Ökten hakkında beraat kararı
verildi.
Gözaltına alındığında hamile olan Şermin Erbaş, işkence nedeniyle düşük yapmış, diğer sanıklar
da işkence görmüştü.
Diyarbakır Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren Zeynep Demir,
Umur Aydın, Ali Rıza Çiftçi adlı öğrencilerin yargılandığı dava 10 Eylül günü sonuçlandı.
Diyarbakır DGM, Avrupa Birliği'ne uyum sağlamak amacıyla çıkarılan 4771 sayılı yasanın anadilde
eğitime olanak tanıması nedeniyle öğrenciler hakkında beraat kararı verdi.
11 Aralık 2001 tarihinde Diyarbakır'ın Çarıklı beldesinde "okullarda Kürtçe eğitim yapılması" için
düzenlenen yürüyüş nedeniyle yaşları 11 ile18 arasında değişen 27 çocuk hakkında açılan dava da
10 Eylül günü Diyarbakır DGM'de beraatla sonuçlandı.
Adana Çukurova Üniversitesi'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 9 öğrenci hakkında açılan
dava 18 Eylül günü sonuçlandı. Adana DGM'de yapılan duruşmada, Ceyda Çetin, Hasan Kılıç,
Serok Kasımoğlu, Emek Ulaş Aslan, Rojin Aslan, Bilal Aslan, Erol Taşkın Yaman, Đbrahim
Ağaoğlu ve Mehmet Ali Topal adlı öğrenciler hakkında beraat kararı verildi.
Đçişleri Bakanlığı'na, "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri gerekçesiyle Yozgat E Tipi
Cezaevi'nde bulunun 32 mahkum hakkında açılan dava 25 Eylül günü sonuçlandı. Ankara
DGM'de yapılan duruşmada, esas hakkındaki görüşünü açıklayan DGM Savcısı, "sanıkların ülkeyi
187
bölmeye yönelik faaliyetlerinin olmadığını" belirtti. DGM de "suç unsurları oluşmadığı"
gerekçesiyle sanıklar hakkında beraat kararı verdi.
"Kürtçe eğitim için dilekçe veren Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencilerine hukuki danışmanlık
yaptıkları" gerekçesiyle Van Baro Başkanı Hüsnü Ayhan, Baro Yönetim Kurulu üyeleri Bekir
Kaya ve Ayhan Çabuk hakkında "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla açılan dava, 27 Eylül
günü Van DGM'de yapılan ilk duruşmada beraatla sonuçlandı.
Devam Eden Davalar
Tutuklu bulunduğu Ordu Cezaevi'nden Şırnak'ın Đdil ilçesi Milli Eğitim Müdürlüğü'ne "Kürtçe
eğitim" için dilekçe gönderen Yusuf Vesek adlı mahkum hakkında açılan davaya 5 Eylül günü
devam edildi. Diyarbakır DGM'de yapılan duruşma, Yusuf Vesek'in savunmasının alınması için
ertelendi. 2 Şubat günü dilekçe gönderen Yusuf Vesek, "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla
yargılanıyor.
"Kürtçe eğitim için Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe verdikleri ve 26 Mart 2001
tarihinde HADEP Bursa Đlçe Örgütü'nün düzenlediği şenlikte PKK lehine slogan attıkları"
iddiasıyla Bursa Uludağ Üniversitesi öğrencileri Zafer Balcı, Murat Köse, HADEP üyeleri Rabia
Tek, Kıymet Toprak, Nevzat Tekinalp, gıyabi tutuklu sanıklar Şahin Kotay, Vahyettin Polat,
başka bir davadan tutuklu bulunan Neytullah Turgut ve Tecelli Karasu hakkında açılan davaya 6
Eylül günü devam edildi. Đstanbul DGM'de yapılan duruşmada sanıkların tahliye talebi reddedildi.
Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi eski Başkanı Hayrettin Altun, Şube Mali Sekreteri Medeni Alpkaya
ve KESK Müzik Grubu üyeleri hakkında "2 Şubat günü yapılan genel kurul toplantısında Kürtçe
müzik dinletisi düzenlendiği ve Kürtçe eğitim için pankart asıldığı" gerekçesiyle açılan davaya 10
Eylül günü devam edildi. Diyarbakır DGM'de yapılan duruşma, eksik belgelerin tamamlanması
için ertelendi. Davada Altun, Alpkaya, Müzik Grubu üyeleri Sedat Balıbey, Neşet Güçmen, Bendi
Velat Eminoğlu, Ertaç Demirel, Ramazan Demir, Zahire Tetikbaşı ve Cangin Doğan'ın TCY 169.
maddesi uyarınca cezalandırılması isteniyor.
"Kürtçe eğitim için 16 Mart günü Đstanbul Bahçelievler'de gösteri düzenledikleri" ileri sürülen
Şengül Kılıç, Onur Ekinci, Suzan Parlakyıldız, Nezir Nas ve Đslam Dayan hakkında açılan davaya
10 Eylül günü Đstanbul DGM'de devam edildi. Duruşmada, sanıkların "izinsiz gösteri
düzenledikleri" iddiasıyla yargılanması gerektiği görüşüyle görevsizlik kararı verildi. Dosya bu
amaçla Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderildi.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 700 öğrenci
hakkında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan üç ayrı davanın ilki 25 Eylül günü Van
DGM'de başladı. 225 öğrencinin yargılandığı davada, duruşmaya katılan 150 öğrencinin ifadesi
alındı.
Bu arada, dilekçe veren öğrenciler hakkındaki disiplin cezalarının iptali istemiyle açılan dava da
Van Đdare Mahkemesi'nde görüldü. Okuldan bir yıl uzaklaştırılan 16, bir dönem uzaklaştırılan 17
ve bir hafta uzaklaştırılan 138 öğrenci tarafından açılan davada savunma yapan Avukat Fesih
Kınav, üniversitede öğrenciler hakkında soruşturmayı yürüten ve disiplin cezası veren
komisyonlarda aynı üyelerin görev yaptığına dikkat çekerek, bu durumun Anayasa'nın 36.
maddesindeki adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu söyledi.
Eğitim-Sen Van Şubesi eski Başkanı Hasan Çiftçi hakkında, "Kürtçe eğitim için dilekçe veren
öğrencileri desteklediği" için TCY'nin 312. maddesi uyarınca açılan davaya 27 Eylül günü Van 1.
Asliye Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Duruşma 15 Kasım gününe ertelendi.
188
Đptal Davaları
Çukurova Üniversitesi'nde Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması talebinde bulundukları için
okuldan atılma ve uzaklaştırma cezası alan 87 öğrencinin, yürütmenin durdurulması talebiyle
Adana 2. Đdare Mahkemesi'nde açtıkları dava sonuçlandı. Mahkeme, dava dosyasındaki gözaltı ve
DGM ifade tutanaklarının incelenmesi sonucu yürütmeyi durdurma şartlarının oluşmadığı
gerekçesiyle talebi reddetti.
Mahkeme üyesi Mustafa Arslan ise gözaltı ve DGM ifade tutanakları arasında Tıp Fakültesi
öğrencisi Hamza Aktaş'a ait ifade tutanaklarının yer almadığı için karara muhalefet şerhi koydu.
Aktaş, söz konusu ifade tutanaklarının getirilerek incelenmesinden sonra bir karara varılmasını
istedi.
Aktaş'ın avukatı Pınar Gül ise müvekkilinin ne polis tarafından gözaltına alındığını, ne de
DGM'de ifade verdiğini belirterek, "Aktaş sanki DGM ve gözaltında ifade vermiş gibi karar
alınmış." dedi. Đdare Mahkemesi kararıyla öğrencilerin uzun süre mağdur kalacaklarını ifade eden
Gül, kararın bozulması için Adana Bölge Đdare Mahkemesi'ne başvuracağını açıkladı.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri için çeşitli
sürelerle okuldan uzaklaştırma cezası alan öğrencilerin, haklarındaki disiplin cezalarının iptali
istemiyle Van Đdare Mahkemesi'nde açtıkları dava 25 Eylül günü görüldü. Okuldan bir yıl
uzaklaştırılan 16, bir dönem uzaklaştırılan 17 ve bir hafta uzaklaştırılan 138 öğrenci tarafından
açılan davada savunma yapan Avukat Fesih Kınav, üniversitede öğrenciler hakkında soruşturmayı
yürüten ve disiplin cezası veren komisyonlarda aynı üyelerin görev yaptığını belirterek bu
durumun Anayasa'nın 36. maddesindeki adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu söyledi.
Aynı gerekçeyle Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe verdiği için okuldan bir ay uzaklaştırılan
Zeynep Demir, AB Uyum Yasaları'nı gerekçe göstererek yürütmenin durdurulması talebiyle 11
Eylül günü Bölge Đdare Mahkemesi'ne başvurdu. Demir, başvurusunda, 4771 sayılı yasanın 11.
maddesinde yer alan, "Türk vatandaşları günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı
dil ve lehçelerin öğrenilmesi için 625 sayılı Özel Eğitim Kurumları Yasası da dikkate alınarak farklı
dil ve lehçelerde özel kurslar açılabilir" maddesi uyarınca mevcut uygulamaların geçerliliğini
yitirdiğini" ve bu çerçevede hakkındaki cezanın hükümsüz sayılması gerektiğini belirtti.
Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe verdikleri için Diyarbakır DGM'de
yargılanan ve "PKK'ye yardım ettiği" iddiasıyla 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edilen Ömer
Kaçmaz, Reşat Bağıç ve Abdurrahim Demir adlı öğrenciler, kararı temyiz etti. Başvuruda, aynı
iddiayla yargılanan Zeynep Demir, Umur Aydın ve Ali Rıza Çifti adlı öğrenciler hakkındaki beraat
kararının emsal kabul edilmesini istediler.
Kürtçe Ad Sorunu
Diyarbakır Barosu avukatlarından Muharrem Erbey, çocuğuna Kürtçe "Robin" adını vermesinin
Đl Nüfus Müdürlüğü tarafından engellendiğini bildirdi. Erbey, 29 Ağustos günü gittiği Nüfus
Müdürlüğü'nde kendisine "Kürtçe ad verilmemesi konusunda emir geldiğinin" söylendiğini ve
başka bir ad önerildiğini söyledi. Söz konusu uygulamalar ile yasaların ve insan haklarının ihlal
edildiğini savunan Erbey, "Kürtçe isimin nüfus kağıdına yazılmamasının nedeni Nüfus Müdürlüğü
Kanunu'nun 16. maddesi gerekçe gösteriliyor. Ancak 16. maddede geçen gelenek, görenek, örf ve
adetlere uygun düşmeyen isimler 'müstehcen ve ayıplı isimler' için geçerli bu Kürtçe isimler için
geçerli değil. Nüfus müdürlükleri bu hali ile yasaları kendisi yorumluyor. Ancak nüfus
189
müdürlüklerinin yasayı yorumlama yetkisi yoktur yasayı ancak yasa koyucular yorumlayabilir.
Burada uygulananlar mevzuata aykırıdır" dedi.
Tunceli'nin Pertek ilçesinde, çocuğuna Kürtçe "Berzan" adını koyan Đlyas Sayıt ve Đlçe Nüfus
Müdürü Ahmet Yılmaz hakkında dava açıldı. Pertek Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülecek
davada, Berzan adının 1587 Sayılı Nüfus Yasası'nın "Çocuğun adını anne babası koyar, ancak milli
kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve âdetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten adlar
konulamaz" hükmünü taşıyan 16. maddesi uyarınca değiştirilmesi isteniyor. Ağustos ayı
ortalarında Pertek Nüfus Müdürlüğü'ne gittiğinde Nüfus Müdürü Ahmet Yılmaz'ın, çocuğuna
Berzan adını koymak istediğime dair bir dilekçeyi kaymakama onaylatmasını istediğini belirten
Đlyas Sayıt, kaymakamın da Berzan adını onayladığını söyledi.
Bitlis'in Hizan ilçesinde kızına Berivan adını koyan Ahmet Şimşek ve adı onaylayan Đlçe Nüfus
Müdürü Fahrettin Ateş hakkında dava açıldı. Ahmet Şimşek, dört gün önce kızını kaydettirmek
için Nüfus Müdürlüğü'ne gittiğinde, memurların kendisine "Berivan adını kayda
geçiremeyeceklerini, geçirmeleri halinde savcılığa ihbarda bulunulacağını" söylediklerini bildirdi.
Israr ettiği için Berivan adının kayda geçirildiğini anlatan Şimşek, daha sonra kendisi ve ihbarda
bulunan Ateş hakkında, Berivan adının iptal edilmesi için dava açıldığını söyledi.
Mardin'in Nusaybin ilçesinde yaşayan Saliha Bilen adlı kadın 1.5 yaşındaki çocuğuna "Diyar" adını
koymak için gittiği Đlçe Nüfus Müdürlüğü'nde kendisine "Kürtçe isimleri kaydetmememiz için
Kaymakam bize bir yazı gönderdi. Bu nedenle Diyar ismini de kaydedemiyoruz" denildiğini
belirtti.
ĐHD Diyarbakır Şube Başkanı Selahattin Demirtaş, 18 Eylül günü düzenlediği basın toplantısında,
Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde, bir çocuğun nüfusa Kürtçe "Rojda" adıyla kaydedilmesinin kabul
edilmediğini, bu nedenle nüfus cüzdanı alamayan 7 yaşındaki çocuğun okula kaydının
yaptırılamadığını bildirdi.
Diyarbakır Nüfus Müdürlüğü, Aziz Đnci adlı kişinin kızına Ermenice "Lorin" adını koymasını
"adın, Türk örf adet ve geleneklerine uygun olmadığı" gerekçesiyle engelledi. Aziz Đzci, görüştüğü
Nüfus Müdürü'nün kendisine Yargıtay'ın bu konuda kararı olduğunu söylediğini ancak kararı
göstermediğini söyledi.
Siirt'tin Eruh ilçesinde yaşayan Selahattin Erden adlı kişinin çocuklarına Kürtçe adlar vermesinin
Nüfus Müdürlüğü tarafından engellendiğini bildirdi. Erden, "Çocuklarıma Serhıldan, Hünermend,
Rêber ve Rênas adlarını vermek istedim. Đlk gittiğimde bana gerekçe bile gösterilmeden bu
isimlerin yazılamayacağını söylediler. Ben ısrar edince 'çocukların isimlerinin bölücülüğü
çağrıştırdığı' gerekçesiyle kayıt yapamayacaklarını söylediler. Ayrıca ellerinde bir listenin olduğunu
bu listede olan isimlerin kesinlikle kaydedilemeyeceğini belirttiler. Fakat ellerindeki listede benim
çocukların isimleri yoktu. Buna rağmen isimleri yazmadılar" dedi.
Đptal Davaları
Oğluna "Rojhat" adını verme talebi 28 Temmuz günü Van Nüfus Müdürlüğü tarafından
reddedilen Mehmet Salih Acar, Van Đdare Mahkemesi'ne iptal davası açtı. Acar, dilekçesinde
Rojhat adının diğer nüfus idarelerinde kabul edildiğini belirterek, Hakkari Nüfus Müdürlüğü'ne
1991 yılında kaydolan Rojhat Kurt örneğini gösterdi. Dilekçede ayrıca Nüfus Müdürlüğü'nün
"Rojhat" adının kabul edilmeme gerekçesi olarak gösterdiği Nüfus Yasası'nın 16. maddesinin 4.
fıkrasına ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 1 Mart 2000 tarihli kararı da hatırlatıldı.
Yargıtay Genel Kurulu'nun söz konusu kararında, "Farklı etnik yapıdaki insanların gelenek ve
190
göreneklerini, milli kültürün örf ve adetlerinin bir parçası" olarak gösterildiği belirtilerek Rojhat
adının nüfus idaresince tescil edilmesi istendi
Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde avukatlık yapan Berdan Acun, oğluna "Hejar Pola" adının nüfusa
kaydedilmemesi nedeniyle Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu. Acun, Ergani
Kaymakamlığı ve Nüfus Müdürlüğü'ne yaptığı yazılı başvurularının sonuçsuz kaldığını,
dilekçelerinin kabul edilmemesi nedeniyle Đdare Mahkemesi dahil hiçbir mahkemeye başvuru
yapamadığını ve böylece iç hukuk yollarının tıkandığını kaydetti.
1.1. OLAĞANÜSTÜ HAL UYGULAMALARI
1.2. Korucu Saldırıları
Iğdır'ın Aralık ilçesine bağlı Yukarı Çamurlu köyünde Eylül ayı başlarında köy korucuları Đsmail
Savu ve Mehmet Dere'nin etrafa rasgele ateş açması sonucu HADEP üyesi Mehmet Mercan'ın evi
isabet aldı. Olayın ardından iki taraf arasında gerginliğin tırmanması üzerine korucuların gözaltına
alındığı ve silahlarına el konularak 500'er milyon lira para cezasına mahkum edildikleri bildirildi.
Van'ın Şabaniye mahallesinde 15 Eylül akşamı yapılan bir düğünü basan Şimşekler Özel Tim
Grubu'na bağlı bir grup korucu düğün sahibi Đshak Dağ'ı yaraladı. Olay büyümeden önlenirken,
korucubaşı Şaban Kahraman'ın "olayın yanlış anlamadan meydana geldiğini, çocuklarının hakarete
maruz kaldığını sandıkları için evi bastıklarını" söylediği öğrenildi.
Tunceli'ye bağlı Mazgirt ilçesi Darıkent nahiyesinde Şükrü Bilen (80) adlı kişiyi sık sık dövdüğü
belirtilen korucubaşı Hüseyin Demirtaş hakkında soruşturma açıldı. Edinilen göre olaylar şöyle
gelişti:
Darıkent nahiyesinde birbiriyle akraba olan Şükrü Bilen ve korucubaşı Hüseyin Demirtaş arasında
bir yıl önce arazi anlaşmazlığı yüzünden kavga çıktı. Olaydan sonra Demirtaş tarafından dövülen
Bilen'in oğlu Düzgün Bilen, ĐHD Elazığ Şube Başkanı Cafer Demir'den yardım istedi. Demir'in
konuyu Mazgirt Kaymakamı Akif Yorulmaz'a aktarması üzerine Kaymakamlık, olayla ilgili
soruşturma başlattı.
Uğrak (Cadé) köyü olayı
26 Eylül günü Diyarbakır'ın Bismil ilçesine bağlı Uğrak (Cadê) köyünde, korucuların bir ailenin
üzerine ateş açması sonucunda biri çocuk üç kişi öldü, 6 kişi de yaralandı. Edinilen bilgiye göre, 8
yıl önce köyden göç ederek Diyarbakır'a yerleşen Tekin ailesi geri dönüşe izin verilmesi üzerine 26
Eylül günü köylerine geri döndüler. Köyün dışında kurdukları barakalara yerleşen Tekin ailesinin
üzerine saat 17.00 sıralarında köyde bulunan korucular tarafından ateş açıldı. Saldırıda Agit Tekin
(6), Nezir Tekin (45) ve Đkram Tekin (45) öldü, 6 kişi ise yaralandı. Yaralılardan dördünün
adının Veysi Tekin, Hazal Tekin, Erhan Tekin ve Mazlum Tekin olduğu öğrenildi.
Saldırıya katıldıkları ileri sürülen Emin Güçlü, Đbrahim Güçlü, Hasan Güçlü ve Hanifi Güçlü adlı
korucular 27 Eylül günü gözaltına alındı.
Olaydan sonra ĐHD Diyarbakır Şube Başkanı Avukat Selahattin Demirbaş, Göç-Der Şube
Başkanı Serdar Talay ve ĐHD Yönetim Kurulu üyesi Metin Kılavuz'dan oluşan bir heyet, Bismil
Kaymakam Vekili Đdris Akgül, Cumhuriyet Savcısı Đlkay Özcan ve HADEP Đlçe Başkanı Nedim
Biçer'le görüştü.
191
Köyden göç eden ailelerin 10 gün kadar önce Bismil Kaymakamlığı'na köylerine dönmek için
başvurduklarını anlatan Demirbaş, "Kaymakamlık dilekçeleri Đlçe Jandarma Komutanlığı'na
havale ediyor, 10 gün sonra gelen sonuçta da köylerine geri dönebilecekleri söyleniyor. Köylüler
26 Eylül günü köye gittikten sonra korucular öğle saatlerinde havaya ateş açıyor. Bunun üzerine
aileler tekrar Kaymakamlığa geliyor ve korucular tarafından tehdit edildiklerini söylüyorlar.
Kaymakamlık kendilerini Đlçe Jandarma Komutanlığı'na gönderiyor. Đlçe Jandarma
Komutanlığı'nda, aileden 4 kişi yüzbaşı ile görüşüyor. Yüzbaşı, güvenlik sorunu olmayacağını
söylüyor ve köylülerle birlikte köye gidiyor. Köy meydanında köylülerle 15 dakika oturduktan
sonra Jandarma Komutanı, bir kilometre uzaklıktaki Kamışlı Jandarma Karakolu'na gidiyor.
Korucular, jandarma gittikten 5 dakika sonra meydanda bulunanları tarıyor." dedi. Demirbaş,
saldırının Uğrak köyü korucubaşı Emin Güçlü tarafından azmettirildiği sonucuna vardıklarını
bildirdi.
Saldırıya uğrayanlardan Hüseyin Tangüner yaşadıklarını şöyle anlattı:
"Olay günü 35-40 kişi köye gider gitmez korucular tarafından havaya ateş açıldı. Biz bu sırada
eşyalarımızı indirdik. Köyün karakol komutanı yanımıza geldi. Durumu komutana anlattık, o da
bize dönmek için Bismil Đlçe Jandarma Komutanlığı'ndan yazı getirmemiz gerektiğini, aksi halde
köye girişimize izin vermeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Mehmet, Sait, Mehdi Tangüner adlı
akrabalarım Bismil'e yüzbaşı ile görüşmeye gittiler. Daha sonra yüzbaşı ile birlikte geri döndüler.
Yüzbaşıya, Emin Güçlü'nün bizim köyü terk etmemizden sonra 8 yıldır amcamın evinde izinsiz
oturduğunu söyledik. Bunun üzerine yüzbaşı bir hafta sonra gelip bizi korucularla barıştıracağını,
şimdi evlerimizi yapmamızı söyledi. Bizler de korucuların ellerinde silah olduğunu ve yanımızda
gezindiklerini, güvenliğimizi sağlayacak birkaç asker bırakmasını istedik. Komutan da 'korucuların
ellerindeki silahlar devletin, onlar devletin silahıyla hiçbir şey yapamazlar, size ateş edemezler'
deyip gitti. Komutan tepeyi aşar aşmaz, 2 kişi dereden, 2 kişi de yukarı taraftan gelip saat 19.00
sıralarında 40 kişinin üzerine rasgele ateş ettiler. Saklanabileceğimiz hiç bir yer yoktu. Yalnızca
yere uzandık, ateş 15 dakika kadar sürdü. Bir arabanın deposu ateş alınca korucular uzaklaştı.
Olaydan 15 dakika sonra askerler geldi."
Gazetecilere açıklama yapan Tekin ailesinin bir yakını ise "Aileleri yüzbaşı köye çağırıyor. 'Gelin
bir sorun yok, köyünüzde yaşayın, topraklarınızı ekin' diyor. Aileler de gidince başta barakalara
yerleşiyorlar. Ama aldığımız bilgilere göre, askerler saldırıdan önce Tekin ailesine gelip,
'çocuklarınızı barakalarda tutmayın' diyorlar. Bu olayın planlı olduğundan kuşku duyuyoruz" dedi.
Saldırıda ölen Agit Tekin (6), Nezir Tekin (45) ve Đkram Tekin'in (45) köyde gömülmesine muhtar
ve askeri yetkililer izin vermedi. Cenazeler bu nedenle Diyarbakır'da toprağa verildi.
Bu arada köylülerinin, zorla köylerinden göç ettirildikleri ve arazilerinin korucular tarafından işgal
edildiği gerekçesiyle AĐHM'e başvurdukları öğrenildi. Tangüner ve Tekin ailelerinin de arazilerinin
korucular tarafından işgal edilmesi ve izinsiz ekilmesi nedeniyle dava açtıkları ve mahkemenin
araziler üzerine ihtiyati tedbir kararı aldığı bildirildi. Avukat Sabahattin Acar, davanın Haziran
ayında sonuçlandığını ve mahkemenin korucular tarafından ekilen ekinlerin hasadından sonra
arazilerin hak sahiplerine teslim edilmesine karar verdiği belirtti.
Beytüşşebap Olayı
Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Ilıcak, Ortalı, Dağaltı ve Aşat köylerine 2001 yılında
düzenlenen baskınlarda gözaltına alınan 31'i korucu 32 kişi hakkında açılan davaya 27 Eylül günü
Diyarbakır DGM'de devam edildi. Duruşmada, Fahri Ceylan, Seyhmus Abi, Keser Acar, Orhan
Abi ve Yakup Ceylan tahliye edildi.
192
Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesi Ilıcak köyü yakınlarında 26 Haziran 2001 ve 8 Temmuz 2001
tarihlerinde mayına basan Đsmail Kıvrak adlı askerin ölümü, Turhan Ataş, Sebahattin Çoban, Ali
Osman Tekel, Nihat Döner, Gürkan Sarı ve Abdullah Demir adlı askerlerin de yaralanması
üzerine Ilıcak, Ortalı, Dağaltı ve Aşat köylerine düzenlenen baskınlarda gözaltına alınan sanıkların
yakınlarından Halit Aslan ve Ebuzeyt Aslan 7 Eylül 2001 tarihinde Yeşilöz köyü Geçitli mezrası
Dereyatağı bölgesinde güvenlik görevlileri tarafından öldürülmüştü.
Đddianamede, Şemsettin Abi, Cafer Aslan, Đsa Abi, Yasin Abi, Keser Acar, Fahri Ceylan, Şehmus
Abi, Kemal Acar, Sadun Yeşil, Hamit Acar, Orhan Abi, Yakup Ceylan, Kerim Acar, Karaman
Abo, Ali Abo ve Nazmi Abi hakkında TCY'nin 125. maddesi uyarınca ömür boyu hapis, Mirza
Aşan, Naif Aşan, Yakup Aşan, Ekrem Aşkan, Nezir Abo, Zeydin Aşan, Hekim Aslan, Hakkı
Aşan, Turan Aslan ve Bahattin Aslan hakkında TCY'nin 168/2 ve TMY'nin 5. maddesi, Đsa Abi,
Ahmet Abi, Faki Aşkan, Nazmi Aslan, Cemil Abi ve Bengin Aşkan hakkında da TCY'nin 169 ve
TMY'nin 5. maddesi uyarınca hapis cezası isteniyor.
Diğer Olaylar
Diyarbakır'ın Bismil ilçesine bağlı Kazancı (Haciya Kurmanca) köyündeki ilköğretim okulunda
Türk bayrağının yırtılması nedeniyle Kemal Saruhan, Sait Saruhan ve Müslüm Saruhan adlı kişiler
18 Eylül günü gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar aynı gün serbest bırakıldı. Olayla ilişkili olduğu
gerekçesiyle gözaltına alınan Fuat Saruhan'ın ise Bismil Cezaevi'nde bir hafta tutuklu kaldıktan
sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı bildirildi.
19 Eylül günü Van'ın Bostaniçi beldesinde yaşayan Ayhan Yıldız'ı (28) gözaltına almak için
Esendere mahallesinde operasyon başlatan askerler ve özel tim görevlilerinin, Yıldız'ı bulmak için
Bahçeli sokakta 10 eve baskın düzenlediği bildirildi. Yaklaşık 3 saat süren operasyon sonucunda
Yıldız gözaltına alındı. Yıldız'ın hangi gerekçeyle gözaltına alındığı konusunda bilgi alınamadı.
Mardin'in Nusaybin ilçesinde görev yapan Seyfettin Yavuz (26) adlı öğretmen 20 Eylül günü
gözaltına alındı. 21 Eylül günü Diyarbakır'a götürülen Seyfettin Yavuz'un JĐTEM tarafından
sorgulandığı ileri sürüldü. Yavuz'un sorgusunun ardından "yasadışı örgüt üyeliği"suçlamasıyla
tutuklanarak Diyarbakır Özel Tip Cezaevi'ne konulduğu bildirildi.
Van'ın Saray ilçesinde Đran sınırına yakın Beyaslan, Kapıköy ve Çılık köylerinin sınırındaki 5
kilometre uzunluğunda bir alana girişlerin Kaymakamlık tarafından izne bağlandığı bildirildi.
Saray Kaymakamı Đsmail Ustaoğlu, "Araziye giden bazı köylülerin sınırda başka işlerle uğraştığı
için yeni bir uygulama başlatma kararı aldıklarını" söyledi. Kendilerine başvurarak arazi tapularını
ibraz edilen köylülerin, daha sonra Đlçe Jandarma Karakol Komutanlığı'na gönderilerek "kimlik
belgesi" verildiğini belirten Ustaoğlu, isteyen her köylüye izin belgesi verdiklerini, köylülerin
mağdur edilmediğini öne sürdü.
TÜRKĐYE ĐNSAN HAKLARI VAKFI
TĐHV 1990
193
1. Kürt Sorunu ve Olağanüstü Hal Uygulamaları
Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan "Türkiye'nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine Đlişkin
2002 Yılı Đlerleme Raporu" 9 Ekim günü açıklandı. Türkiye'de 2002 yılında "Kopenhag siyasi
kriterlerinin karşılanması yolunda önemli ilerleme kaydedildiği" belirtilen raporda, Ekim 2001'de
yapılan Anayasa değişiklikleri ile 2002 yılında gerçekleştirilen üç ayrı reform paketi ile "barış
zamanında ölüm cezasının kaldırılması, Kürtçe radyo ve TV yayıncılığı yapma imkanı sağlanması,
ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve Müslüman olmayan dini azınlıklara daha fazla özgürlük
verilmesi" gibi değişikliklerin önemli olduğu, ancak, bu tür yasal düzenlemelerin ne tür gelişmelere
yol açacağının "uygulamaya bağlı olacağı" vurgulandı.
Raporda, TBMM'nin, Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) 30 Mayıs günü aldığı tavsiye kararı
uyarınca , 30 Temmuz gününden itibaren Olağanüstü Hal uygulamasına iki ilde (Tunceli ve
Hakkari) son vermesinin "bölgedeki günlük yaşam şartlarının iyileşmesine yol açtığı"; "bölgede
ordunun etkisinin hala hissedilmesine" rağmen "gerginliğin çok daha az olduğu, güvenlik
şartlarının düzelmeye devam ettiği, kültürel haklardan yararlanma anlamında olumlu bazı işaretler
bulunduğu"; ancak, "belirli sınırlamaların varlığı dikkate alındığında, olağanüstü halin kaldırılması
sonrası Güneydoğu'da oluşan durumun izlenmesi gerektiği" ifade edildi.
1.1. Yasal Düzenlemer
3 Ağustos günü TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen 4771 sayılı yasa ile yasal güvenceye
kavuşturulan Kürtçe yayın yapma hakkının pratikte uygulanabilmesi için gerekli yönetmelik Ekim
ayında da çıkarılmadı. 1 Ekim gününe kadar hazırlanması planlanan yönetmeliğin, yayınların
"TRT'den mi, yoksa özel kanallardan mı yapılacağı konusunda netleşme sağlanamadığı" ve
"Kürtçe'nin hangi lehçesinde yapılacağı konusunda karar verilemediği" için tamamlanamadığı
bildirildi. Söz konusu yönetmeliği hazırlamakla görevli olan RTÜK, yönetmelik için aralarında
MGK, Milli Đstihbarat Teşkilatı (MĐT), Genelkurmay'ın da bulunduğu 11 kurum ve kuruluştan
görüş almıştı.
Bu arada, Kürtçe dil kursu düzenlemek için 6 Ağustos günü ilk resmi başvuruyu yapan English
Fast Dil Okulları kurucusu M. Nazif Ülgen, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılan "Farklı Dil
ve Lehçelerin Öğrenilmesi Hakkındaki Yönetmelik"te koşulların ağır olması nedeniyle kurs
açmaktan vazgeçtiğini söyledi. Ülgen yaptığı yazılı açıklamada yönetmeliğin Kürtçe kurs
verilmesine engel olduğunu kaydederek şunları ifade etti:
"Bu yönetmeliğe göre kurs açmak için yeni bir bina, yeni sekreterya, müdür, hizmetli, öğretmen
temin etmemiz gerekli. Bu da yepyeni bir yatırım anlamına geliyor... Anlaşılan parlamento ne
kadar kanun çıkarırsa çıkarsın, önce bürokrasiyi ikna etmesi lazım. Anlaşılan bürokrasi bu
kanunun uygulanmasını mahsurlu buluyor. Ama eğer bu kanun 10 yıl önce çıksaydı belki 30 bin
insan ölmeyecek, savaşa 100 milyar dolar harcanmayacaktı".
Đstanbul Kürt Enstitüsü Başkanı Hasan Kaya, 10 Ekim günü yaptığı açıklamada Kürtçe kurs
açmak için Kasım ayında başvuru yapacaklarını belirtti. Kaya, Kürtçe öğrenimine yönelik altyapı
çalışmalarını sürdürdüklerini belirterek, şu ana kadar sözlük, gramer ve temel ders kitapları
hazırladıklarını kaydetti.
Kaya, Milli Eğitim Bakanlığı'nın kursları denetlemek amacıyla bünyesinde bulundurmak zorunda
olduğu müfettişi temin edebileceklerine ilişkin olarak Đstanbul Đl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne
yaptıkları başvurunun hala yanıtlanmadığını da belirterek Milli Eğitim Bakanı Necdet Tekin'in
"Kürtçe kurs için kimse müracaat etmedi" sözlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi.
194
1.2. Kürtçe'nin Kamusal Alanda Kullanılmasına Yönelik Engellemeler
Van'ın Çatak ilçesinde 28 Ekim günü yapılan bir düğüne baskın düzenleyen polisler, Kürtçe şarkı
söylediği gerekçesiyle Koma Gulen Azad müzik grubunun üyesi Đsmail Ayhan'ı gözaltına aldı.
Emniyet Müdürlüğü'nde ifadesi alınan Ayhan, daha sonra serbest bırakıldı.
5 Ekim günü, Şırnak'ta "PKK/KADEK" propagandası yaptıkları iddiasıyla Haydar Çevik (20),
Abdi Çevik (23)ve A.Y. (17) adlı kişiler gözaltına alındı. Edinilen bilgiye göre olay şöyle gelişti:
Berberlik yapan Haydar Çevik'e (20) ait işyeri "Kürtçe bir müzik kaseti çalarak 'PKK/KADEK
propagandası yaptığı'" iddiasıyla 5 Ekim günü Şırnak Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı ekipler
tarafından basıldı. Haydar Çevik'in baskın sırasında gözaltına alınmasının ardından, söz konusu
kaseti Çevik'e hediye ettikleri iddia edilen Abdi Çevik ve A.Y. (17) adlı kişiler de işyerlerinden
gözaltına alındılar. Gözaltına alınanlar 6 Ekim günü "yasadışı örgüt propagandası yaptıkları"
iddiasıyla tutuklandılar. Diyarbakır DGM Savcılığı tarafından 23 Ekim günü düzenlenen
iddianamede, "sanıkların 'PKK/KADEK' örgütünün propagandasını içeren kaseti bilerek aldıkları
ve dinlemek suretiyle örgüte yardım ve yataklık ettikleri" savunuldu. Đddianamede, Haydar ve
Abdi Çevik hakkında 4.5 yıldan 7.5 yıla kadar, A.Y. hakkında ise 1,5 yıldan 2,5 yıla kadar hapis
cezası istedi. Sanıkların avukatı Tahir Elçi'nin, "emniyet tarafından yapılan kaset çözüm
tutanağında yasadışı bir olguya rastlanmadığını" belirterek müvekkillerinin tutuklanmasına yaptığı
itirazın reddedildiği bildirildi.
Diyarbakır'da Kürtçe kaset satan Tahsin Bellek'in Kürtçe müzik albümlerinin yer aldığı 90 adet
kaset ve 30 adet CD'sine el konulduğunu öğrenildi. Ekim ayı başlarında Diyarbakır'ın Seyrantepe
semtinde DEHAP seçim bürosunun açılışı sırasında görevli polislerin istemi üzerine çalmakta
olduğu Kürtçe kasetin sesini açtığını belirten Bellek, akşam saatlerinde ise başka bir polis ekibinin
dükkanına gelerek tüm kasetlerini topladığını söyledi. Bellek, polislerin kendisine "ha Kürtçe kaset
satmışsın ha bizi öldürmeye çalışmışsın aynı şey" dediklerini", ardından da duvarlarda bulunan
posterleri söktüklerini anlattı. Bellek olayla ilgili yasal işlem başlatılması amacıyla gittiği
Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan "Bu sana 7-8 milyara patlar" şeklinde bir yanıt aldığını ifade etti.
1.3. Kürtçe Đsim Davaları
ĐHD Diyarbakır Şubesi tarafından hazırlanan, "Kürtçe Adların Yasaklanması" başlıklı rapor 11
Ekim günü açıklandı. Raporda 2002 yılının Ocak-Eylül dönemini kapsayan 9 aylık süreçte, 39
ailenin çocuklarına vermek istedikleri isimlerin reddedildiği ve haklarında dava açıldığı belirtildi.
Đçişleri Bakanlığı, Đzmir'de nüfus müdürlüklerine yapılan başvuruda Kürtçe isim kayıtlarını
yapmayan nüfus memurları ile başvuruyu yapan 10 kişiyi gözaltına alan Đzmir Emniyet Müdürlüğü
Terörle Mücadele Şubesi'nde görevli memurlar hakkında Ekim ayında soruşturma başlattı. 19
Haziran 2002 tarihinde Đzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunan ĐHD Đzmir
Şubesi eski Başkanı Günseli Kaya ile Yönetim Kurulu üyesi Aysel Çiçek, soruşturma çerçevesinde
bilgilerine başvurulmak üzere müfettiş Đhsan Çam'a olayla ilgili bilgi verdi.
21 Mayıs günü Đzmir Nüfus Müdürlüğü'ne giderek çocuklarına Kürtçe, Helin, Keji, Diyar, Rojhad,
Şiyar, Metroş ve Zozan adlarını vermek isteyen Hamdiye Sincar, Uğur Çelik, Halis Kaplan,
Mehmet Kaplan, Sait Ataç, Siraç Aksoy, Hasne Yıldız, Abdullah Kol ve Erkan Dal'ın istemleri
kabul edilmemişti. Söz konusu kişiler, aynı gün evlerine yapılan baskında gözaltına alınmış, bir
gün sonra çıkarıldıkları Đzmir DGM tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmışlardı.
195
ĐHD Đzmir Şubesi Yönetim Kurulu tarafından Đzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan suç
duyurusunda, isim kayıtlarını yapmayan nüfus memurları ile polis memurlarının "Görevi kötüye
kullanma, siyasi maksatla keyfi muamele yapma" gerekçesi ile cezalandırılmaları istenmişi.
Van'ın Çaldıran ilçesine bağlı Yuvacık köyünde yaşayan Kerem Alsak adlı kişinin, bir yaşındaki
oğluna "Baran" ismini verme talebinin Đlçe Nüfus Müdürlüğü tarafından reddedildiği bildirildi.
Alsak nüfus müdürlüğüne aynı taleple 4 kez başvurduğunu ve her defasında başvurusunun
reddedildiğini belirtti. Alsak, "yetkilileri protesto etmek için çocuğuna kimlik almama kararı
aldığını"ifade etti.
Bitlis'in Tatvan ilçesinde çocuğuna Kürtçe "kuş yuvası" anlamına gelen "Helin" ismini verdiği
gerekçesiyle Selahattin Özel adlı kişi hakkında açılan davaya 9 Ekim günü Tatvan Asliye Hukuk
Mahkemesi'nde devam edildi. "Helin isminin Türkçe yazım ve konuşma kurallarına uygun
olmadığı, Türk kültürü, örf ve adetinde bulunmadığı" iddiasıyla açılan isim iptal davası 3 Aralık
gününe ertelendi.
Kurtalan (Siirt) Cumhuriyet Savcılığı'nın, çocuklarına Dilan, Sefkan, Helin, Nupelda, Gülşilan,
Pelşin, Emine Helen, Berşan, Sutail Can, Nujiyan, Berzan, Berfin, Zilan, Baran, Sipan, Zişar,
Jiyan, Zelal ve Dilgeş adlarını koyan 19 aile hakkında açtığı dava 17 Ekim günü Kurtalan Asliye
Hukuk Mahkemesi'nde başladı. Mahkeme, "idari yargıya başvurulması gerektiği" görüşüyle
görevsizlik kararı verdi. Davada yargılananlar şunlar: Nizam Dilek, Ercan Aydınlı, Şabedin Delen,
Mehmet Zakir Baba, Đlhami Sak, Feyzullah Bitkay, Mehmet Salim Atakan, Muhsin Kavak, Adli
Baysal, Salman Deniz, Ali Haydar Kayra, Behcet Baysal, Beşir Petek, Đbrahim Kayra, Yusuf Tilki,
Kamuran Karaman, Đsmet Akkurt, Sait Kul, Lazgin Sak ve Lazgin Karataş.
Bu arada, Adana'da yaşamakta olan Hasan Malgıl adlı kişi, "'Türk örf ve adetlerine aykırı' olduğu
iddiasıyla çocuklarına Kürtçe isim veren aileler hakkında açılan davaları protesto etmek" amacıyla
kendisini ihbar edeceğini açıkladı. Malgıl, Adana Nüfus Müdürlüğü'nün 1992 yılında 3 çocuğuna
Mervan, Delal ve Serok, 1999 yılında doğan çocuğuna da Beran ismi verdiğini bildirdi.
1.4. Kürtçe Eğitim Kampanyası
Adana Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren Servet Uçar adlı
öğrenci, Adana DGM'de 3 Ekim günü yapılan duruşmada tahliye edildi. Uçar, "yasadışı örgüte
yardım ve yataklık ettiği" gerekçesiyle 11 Haziran günü tutuklanarak Adana Kürkçüler Cezaevi'ne
konulmuştu.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren 700 öğrenci
hakkında "yasadışı örgüte yardım" iddiasıyla açılan davaya 7 Ekim günü devam edildi. Duruşma,
ifadesi alınmayan öğrencilerin dinlenmesi için ertelendi.
Kürtçe'nin seçmeli dersler kapsamına alınması için Đstanbul'daki üniversite rektörlüklerine dilekçe
veren 28 öğrenci hakkında "yasadışı örgüte yardım yataklık" iddiasıyla açılan davaya 9 Ekim günü
devam edildi. Dava bir sonraki duruşmada karara bağlanmak üzere ertelendi.
Đstanbul'da "okullarda Kürtçe eğitim verilmesi" talebiyle Ümraniye Kaymakamlığı ve Avcılar Đlçe
Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe veren Türkan Obuz, Arife Đrikmen, Mehmet Đrikmen, Hanife
Selekli, Fatma Ongurlu, Elif Aslan, Makbule Batgi, Hanım Tosun, Salih Elçiçek, Zeliha Oba ve
Türkan Özbarış adlı veliler hakkında "yasadışı örgüte yardım yataklık ettikleri" iddiasıyla açılan
davaya 9 Ekim günü devam edildi. Đstanbul 4 Nolu DGM'de görülen duruşma sanık ifadelerinin
tamamlanması için ertelendi.
196
2001 yılı Kasım ayında Adana Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü'ne Kürtçe eğitim için dilekçe
veren Deniz Karaca adlı öğrenci, 9 Ekim günü Adana DGM'de yapılan duruşmada tahliye edildi.
Karaca'nın daha önce anadil talebinde bulunduğu için yargılandığı iki dosya hakkında delil
yetersizliği nedeniyle beraat kararı verildiğini gözönünde bulunduran heyet, söz konusu dava
dosyalarının istenmesi için duruşmayı erteledi.
"Kürtçe eğitim" için 2 Ocak günü Seyhan Đlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe veren 81 kişi
hakkında açılan davaya 10 Ekim günü Adana DGM'de devam edildi. Duruşma, eksik belgelerin
tamamlanması için ertelendi. Aralarında HADEP Adana Đl Başkanı Osman Fatih Şanlı'nın da
bulunduğu sanıkların "yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla cezalandırılması isteniyor.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Đzmir Ege Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren
3 öğrenci hakkındaki kararı bozdu. Yargıtay kararında, dilekçe verme eylemiyle, TCY'nin 169.
maddesinde belirtilen "yasadışı örgüte yardım" suçunun oluşmadığı, öğrencilerin beraat etmesi
gerektiği belirtildi. Đzmir DGM'de 28 Şubat günü yapılan duruşmada, Hatip Aydın, Berivan Alataş
ve Sanem Erdil adlı öğrenciler 3 yıl 9'ar ay hapis cezasına mahkum edilmiş, yedi öğrenci ise beraat
etmişti. Daire'nin cezayı bozma kararı üzerine, dosya yeniden Đzmir DGM'ye gidecek. Đzmir
DGM, mahkumiyete ilişkin kararında ısrar ederse, konu Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda
görüşülecek.
"6 Kasım 2001 tarihinde YÖK'ü protesto amacıyla Đstanbul Beyazıt meydanında eylem yaptıkları
ve Kürtçe eğitim için Đstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe verdikleri" gerekçesiyle 8
öğrenci hakkında açılan davaya 23 Ekim günü Đstanbul DGM'de devam edildi. Duruşmada ifadesi
alınan Ali Turgay, gözaltında ifadelerinin zorla imzalatıldığını söyledi. Turgay, evine düzenlenen
baskında polislerin kapıyı kırdıklarını, arama izni göstermediklerini ve evde bulunanları silahla
korkuttuklarını bildirdi. Serhat Azizoğlu da, ifadesinin işkence ile alındığını anlattı. Duruşmada,
Ruken Buket Işık, Ali Doğan, Nurettin Fırat ve Mürsel Sargut tahliye edildi. Davada, Şahin
Tuncer, Ali Doğan, Nurettin Fırat, Serhat Azizoğlu, Mürsel Sargut, Ali Turgay, Haşim Gülen ve
Ruken Buket Işık'ın "yasadışı örgüt üyeliği ve yasadışı örgüte yardım ettikleri" iddiasıyla
cezalandırılması isteniyor.
Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'ne "Kürtçe eğitim" için dilekçe veren Ahmet Turan ve Hamit
Kaçak adlı öğrenciler, 24 Ekim günü Diyarbakır DGM'de yapılan duruşmada beraat etti.
"Kürtçe eğitim" için Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne dilekçe veren 25 öğrenci hakkında açılan
davaya 25 Ekim günü devam edildi. Van DGM'de yapılan duruşmada, Pınar Bağlar hakkında,
ifadesinin alınamaması nedeniyle gıyabi tutuklama kararı verildi. Duruşma, 23 Aralık gününe
ertelendi.
Đstanbul'da, Kürtçe'nin seçmeli diller kapsamında okutulması isteğiyle dilekçe verdiği için
tutuklanarak 3 ay cezaevinde kalan Hasibe Mengirkaon, hakkında Đstanbul 8. Asliye
Mahkemesi'nde açılan dava beraatla sonuçlanmasına rağmen, cezaevi idaresinin sahte olduğu
gerekçesiyle el koyduğu kimliğini 8 aydır geri alamadığını bildirdi.
1.5. Olağanüstü Hal Uygulamaları
MGK'nin 22 Ekim günü yaptığı aylık olağan toplantısında Mayıs ayında alınan kararlar
doğrultusunda Olağanüstü Hal uygulamasının Diyarbakır ve Şırnak'ta 30 Kasım gününden
itibaren kaldırılmasına karar verildi. Toplantıda, bunun yanısıra OHAL'in ardından bölgede
sürdürülecek ekonomik ve idari etkinliklerin tartışıldığı da belirtildi.
197
Milliyet gazetesinde 7 Ekim günü yayınlanan "Güneydoğu'ya 'Savaş' Valisi" başlıklı haberde
"ABD'nin Bağdat'a yönelik harekatına yönelik olarak OHAL bölgesinde yapılacak düzenlemeler
ile ilgili hazırlıkların tamamlandığı ve buna göre halen Bölge Valisi olarak görev yapan Gökhan
Aydıner'in, OHAL'in kaldırılmasının ardından, 5442 sayılı Đller Đdaresi Yasası'nın 11. maddesi
uyarınca 'Koordinatör Vali' sıfatıyla görevine devam edeceği" iddia edildi. Haberde, olası bir
Bağdat harekatında Türkiye'ye yönelecek Kürt göçü ile ilgili olarak alınan önlemlere dair de şu
iddialara yer verildi: "Harekatta Kuzey Irak'tan Türkiye'ye yönelik olası göç hareketinin kontrol
edilmesi amacıyla Đçişleri Bakanlığı, çalışmaları büyük ölçüde tamamladı. Irak savaşının
tetikleyeceği göçün Türkiye'ye doğru başlamasıyla Ankara'daki kriz merkezlerinin yanı sıra
Diyarbakır'da oluşturulan "Bölge Kriz Yönetim Merkezi" de hemen faaliyete geçecek. Merkez,
'koordinatör vali' olarak çalışacak OHAL Valisi Gökhan Aydıner'e bağlı olarak çalışacak.
Göçte en ağırlıklı görev Şırnak Valiliği'nde olacak. Valilik, biri Habur'da dördü Uludere
bölgesinde toplam beş alanı kamp merkezi olarak belirledi. Sayının 250 bin kişiyi geçmesi
durumunda göçmenler Sivas'ın Gürün ilçesinde oluşturulan büyük toplanma bölgesine
nakledilecek. Valilik, düğmeye basıldığı anda, çalışmalarda görev alacak personel ile araç ve gereci
tek tek saptadı.
Köy Hizmetleri ile belediyelerdeki dozer, greyder, kepçe, kamyon ve diğer araçlardan oluşan
yaklaşık 100 parçalık makine parkı hazır duruma getirildi. Göçte görev alacak tüm personelin yeri
tek tek belirlendi. Valilik, önümüzdeki hafta tüm görevlilerin katılacağı "harekat ve göç tatbikatı"
yapacak.
Haberde ayrıca Birleşmiş Milletler (BM) Ankara Temsilciliği'nin, Dışişleri Bakanlığı'na Türkiye'ye
yönelik bir göç hareketi için maddi yardım önerdiği de savunuldu. Habere göre, BM ilk etapta 20
bin göçmen için Türkiye'ye 20 milyon dolarlık yardım yapacak. Ancak bu haberlere ilişkin, Ekim
ayında yetkililer tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı.
Diyarbakır Sanayici ve Đşadamları Derneği (DĐSĐAD), Kürt illerindeki sorunları ve çözüm
önerilerini içeren bir raporu Ekim ayı sonlarında siyasi parti temsilcileri ile milletvekili adaylarına
sundu. Raporda, Diyarbakır merkezli Kalkınma Müsteşarlığının kurulması, Habur Sınır Kapısının
açılması, ulaşım olanaklarının geliştirilmesi, organize sanayinin teşvik edilmesi, köye dönüşün
sağlanarak tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi gibi başlıklara yer verildi.
OHAL Valiliği'nin kaldırılmasının zamanının çoktan geldiğinin vurgulandığı raporda, uygulamanın
son bulmasının ardından "bölgede uzun şiddet olaylarının yarattığı tahribatları ve ekonomik
kayıpları telafi etmek üzere" Güneydoğu Ekonomik Kalkınma Müsteşarlığı türü bir yapının
kurulmasına ihtiyaç olduğu belirtildi.
Raporda, bölgesel tarım ve hayvancılığa dayan bölgesel ekonominin canlanması için kitlesel köye
dönüşlerin gerekli olduğu da ifade edilerek Köye Dönüş Projesinin bir an önce hayata geçirilmesi
talep edildi.
Geçiçi Köy Korucuları
29 Ekim Cumhuriyet resepsiyonunda gazetecilerin geçici köy koruculuğu ile ilgili sorularını
yanıtlayan Olağanüstü Hal Bölge Valisi Gökhan Aydıner, koruculuk sisteminin olağanüstü halle
hukuki bağlantısının olmadığını, bu sistemin Köy Yasası'nın 74. maddesine göre kurulduğunu
ifade etti. Türkiye'nin başka yerlerinde de her köyde korucu olduğunu, köyün büyüklüğü ve
ihtiyacına göre bu sayının 1, 2, veya 3 olduğunu savunan Aydıner, "Geçici Köy Koruculuğu
sisteminin kaldırılması bir yana, bölgede "eşkıya varsa" korucuların sayılarının arttırılabileceğini
198
iddia etti. Koruculuk sisteminin gönüllülük esasına göre işlediğini savunan Aydıner, köy
korucularının durumuna ilişkin şunları söyledi:
"Yaptıkları işin büyüklüğünü hiç bir zaman unutmayın. Vatanın birlik ve beraberliği için canlarını
ortaya koymuşlardır. Bir kenara atılamazlar. 10 yıl mücadele etmişlerdir. Sağlık durumları ve diğer
özlük durumları ile ilgili kanun tasarısı var. Mecliste komisyondan geçti, kanunlaşamadı.
Kalanların durumlarının yeniden iyileştirilmesi için yeni mecliste sanırım ele alınacaktır."
Korucu Saldırıları
Bitlis'in Tatvan ilçesine bağlı Koruklu köyünde Alkan ailesinin korucuların saldırısına uğradığı
bildirildi. 1996 yılında boşaltılan köylerine altı ay kadar önce dönen Alkan ailesinin evine 12 Ekim
günü gelen korucu Bahattin Göle, kızı korucu Alya Göle ve altı kişinin Tahir Alkan'ı bıçakla
yaraladığı, eşi, annesi ve çocuklarını dövdüğü öğrenildi. Tahir Alkan, olaydan sonra gittiği
Kaynarca Jandarma Karakolundan kovulduklarını söyledi. Tatvan Cumhuriyet Savcılığı'na suç
duyurusunda bulunan Tahir Alkan, aynı korucuların daha önce de kendilerine saldırdıklarını,
ancak savcılığa ve kaymakamlığa yaptığı başvuruların sonuçsuz kaldığını belirtti. Saldırının
ardından Tahir Alkan'ın, beyin travması teşhisiyle Van Devlet Hastanesine kaldırıldığı, eşinin ise,
Tatvan Devlet Hastanesi'nden 7 günlük iş göremez raporu aldığı öğrenildi.
Hakkari'de koyun ticaretiyle uğraşan Abdullah Esen, Abdulhakim Sadak ve Abdullah Soğunç adlı
kişilerin koyunlarını almak için gittikleri Büyükçiftlik köyünde korucular tarafından ölümle tehdit
edildikleri öğrenildi. Edinilen bilgiye göre olay şöyle gelişti:
Abdullah Esen, Abdulhakim Sadak ve Abdullah Soğunç, 1999 yılında 700 koyunla birlikte
Esendere Sınır Kapısını geçmek isterken operasyon düzenleyen Esendere Sınır Jandarma
Karakolu devriyelerince gözaltına alındı. Hayvanlara el koyan jandarma, yasal işlem başlatılması
için koyunları Gümrükler Müdürlüğüne teslim etti. Koyunlar daha sonra yediemin olarak Pinyaniş
aşiretinden korucubaşı Mustafa Zeydan'a bağlı Büyükçiftlik köyü korucuları Sıddık Toktamış,
Ömer Kulaç, Zübeyir Kulaç, Naif Duru ile Hıdır Tatlıya teslim edildi. Koyun tüccarları hakkında
ise "1918 sayılı Kaçakçılık Yasasına muhalefet ettikleri" gerekçesiyle dava açıldı. Hakkari 1. Ağır
Ceza Mahkemesi'ndeki dava 19 Ocak 2001 tarihinde beraatla sonuçlandı. Bunun üzerine
tüccarların avukatı Mikail Demiroğlu, koyunların iadesi için mahkeme kararını ve koyunların
iadesi için Esendere Gümrükler Müdürlüğüne yazı götürdü. Yazı üzerine Gümrük Müdürlüğü de
koyunların yediemin olarak teslim ettiği koruculara koyunların iadesi yönünde iki defa tebligat
yaptı. Av. Mikail Demiroğlu, bir süre önce koyunlarını istemeye giden müvekkillerinin korucular
tarafından ölümle tehdit edildiğini söyledi. Av. Demiroğlu korucuların, müvekkillerini, "Ne
koyunu, siz buranın neresi olduğunu biliyor musunuz? Sizi bir daha burada görmeyelim, yoksa
hepiniz ölürsünüz" şeklinde tehdit ettiklerini bildirdi.
Uğrak köyü Olayı
26 Eylül günü Diyarbakır'ın Bismil ilçesine bağlı Uğrak (Cadê) köyünde biri çocuk üç kişinin (Agit
Tekin, Nezir Tekin ve Đkram Tekin) ölümü ve altı kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan korucu
saldırısının ardından ĐHD, Göç Edenler ile Yardımlaşma Derneği (Göç-Der), TĐHV ve mimar ve
mühendis odaları ile sendikaların oluşturduğu heyetin hazırladığı rapor açıklandı. 2 Ekim günü
düzenlenen basın toplantısında konuşan ĐHD Diyarbakır Şube Başkanı Selahattin Demirtaş, bazı
yetkililerin olayı bir kan davasının sonucu gibi yansıtmak istediğini belirtti. Demirtaş, "20 yıl önce
yaşanmış olan kan davası Güçlü ile Tangüler aileleri arasında olmuştur. Oysa olayda yaşamını
yitirenlerin tümü Tekin ailesindendir. Olay köye geri dönüş yapmak isteyen ve buna çıkarları
zedeleneceğinden dolayı izin vermeyen köy korucuları arasında yaşanmıştır" dedi. Kamışlı
199
Karakolu'nda görevli astsubayın olay günü korucuların havaya ateş ettiğinden haberdar olduğunu
ifade eden Demirtaş, köylülerin güvenliğinin sağlanmamasının görevi ihmal olduğunu vurguladı.
Korucuların devlete ait silahla cinayet işlediğinin göz ardı edildiğini belirten Demirtaş, "Kurulduğu
günden bu yana toplumda tartışma yapan ve suç örgütü niteliğine bürünen köy koruculuğu derhal
kaldırılmalıdır. Köye geri dönüşte yaşanan fiili engeller kaldırılmalıdır" dedi.
Olayla ilgili olarak Đnsan Hakları ve Mazlumlar Đçin Dayanışma Derneği (Mazlum-Der) tarafından
hazırlanan rapor ise 31 Ekim günü açıklandı. Mazlum-Der Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu,
tarafından açıklanan raporda, olay "tipik bir korucu terörü" olarak nitelendirildi. Koruculuk
sisteminin tümüyle tasfiye edilmesi istenen raporda, köylerine dönmek isteyen Tekin ve Tangüner
ailelerinden kadın ve çocukların köyde çadırlarda yaşadığı, erkeklerin ise can güvenliği endişesiyle
şehirde kalmaya devam ettiği belirtildi. Korucu Güçlü ailesinden 10 kişinin tutuklandığı
kaydedilen raporda, şu öneriler yer aldı: "Devletin yıllardır bölgede uyguladığı politikalar, korucu
ve ailelerine sağlanan imkanlar, bazı kesimlere düşman muamelesi yapılması, toplumsal ilişkilerde
onarılmayacak yaralar açıyor. Bu nedenle gerçekten köye dönüş isteniyorsa daha ciddi ve köklü
projeler geliştirilmelidir. Köylerde ailelerin mağduriyetlerinin tazmin edilip, geçimlerini temin
edebilecekleri, sağlıklı ve güvenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanmalıdır. Tazminat
yükümlülüğünden kurtulmak için köylülere kendi istediğimizle köyü terk ettik şeklindeki
belgelerin imzalatılması uygulamasından vazgeçilmelidir. Kamu görevlilerin korucuların hukuk dışı
ve keyfi uygulamalarına destek verdiği yönünde bölge halkında oluşan kanaatin ortadan kalkması
için önlemlerin alınması gerekiyor."
Bingöl'ün Karlıova ilçesine bağlı Yanık köyü yakınlarında Mustafa Kapu, Haci Bulak, Vahap Bor
ve Ömer Can adlı köylülerin 26 Ekim günü odun toplamaya gittikleri ormanlık alanda Taşlıçay
köyü korucuları tarafından dövüldüğü bildirildi.
Beytüşşebap olayı
Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Ilıcak, Ortalı, Dağaltı, Aşat ve Hisarkapı köylerine yönelik
Temmuz 2001'de düzenlenen askeri operasyon sırasında Ilıcak köyünden kaçıp ĐHD Diyarbakır
Şubesi'ne başvuran Kasım Aslan, Beytüşşebapa dönüşü sırasında can güvenliğinin sağlanması için
Đçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Şırnak Valiliğine başvurdu. Kasım Aslan başvurusunda, 9
Temmuz 2001 tarihinde Đlçe Jandarma Karakol Komutanı Hakan Turun yönetimindeki askeri
birliklerin köylere operasyon düzenleyerek aralarında oğlu Cafer Aslan ve akrabalarının bulunduğu
37 kişiyi gözaltına aldığını, yoğun işkence göreceklerini bildiği için operasyon sırasında gizlenip
daha sonra köyünü terk ettiğini ve o günden bu yana köyünden uzak yaşadığını belirtti. Karakurt
hakkında çeşitli haberler nedeniyle açılan iki ayrı davaya da 12 ve 14 Kasım günlerinde devam
edilecek.
BASINA VE KAMUOYUNA
Türkiye'nin Avrupa Birligi'ne girme sürecinde, Katilim Ortakligi Belgesi geregincebazi anayasal
degisikliklere gidilmis ve anayasanin bazi maddeleri bu dogrultuda eniden düzenlenmistir.
Bu gelismelerin ardindan Istanbul Üniversitesi'nde baslayan ve kisa zamanda Türkiye'nin bir çok
üniversitesinde yayilan "Kürtçe'nin seçmeli dersler kapsamina alinma" kampanyasi, toplumun
farkli kesimleri tarafindan olumlu tepkiler almistir.
Türkiye'nin demokratiklesmesinde önemli bir adim olan bu kampanya, mesrulugu bir çok çevre
tarafindan tartisilmakta olan YÖK'ün anti-demokratik uygulamalarina maruz kalmistir. Kürtçe'nin
200
seçmeli ders olmasini isteyen ögrencilerin dilekçeleri alinmamis, dilekçesi kabul edilen ögrenciler
de haklarinda sorusturma açilacagi gerekçesiyle tehtit edilmislerdir. Rektörlükler, ögrencilere
kampanyayi karalayici dilekçeler imzalatmak için baski yapmistir. Kampanyaya katilan ögrencileri
yildirmak için evlere polis baskinlari düzenlenmis ve gerekçesiz gözaltilar yasanmistir.
Biz asağida ismi bulunan aydinlar, ögrencilerin demokratik zeminde, demokratik yollarla hak
arama mücadelelerinde, maruz kaldiklari anti-demokratik uygulamalari kiniyoruz.
HADEP’LĐ BELEDĐYE BAŞKANLARI
Mukaddes KUBĐLAY (Doğubeyazıt Belediye Başkanı)
M.Tazıl TÜRK (Akdeniz Belediye Başkanı)
Mehmet YAŞIT (Küçük Dikili Belediye Başkanı)
Emrullah ÇĐN (Viranşehir Belediye Başkanı)
Cezair SERĐN
Cihan SĐNCAR
Cabbar LEYGAR
Nahsan ERCAN (Şanlıurfa Suruç Belediye Başkanı)
Feridun ÇELĐK (Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı)
Abdullah AKIN (Batman Belediye Başkanı)
Şahabettin ÖZARSLANER (Van Belediye Başkanı)
Selim ÖZALP (Siirt Belediye Başkanı)
Hüseyin ÜMĐT (Hakkari Belediye Başkanı)
Feyzullah KARAASLAN (Bingöl Belediye Başkanı)
M.Remzi AZĐZOĞLU (Diyarbakır Yenişehir Belediye Başkanı)
Nezir GÜLCAN (Kurtalan Belediye Başkanı)
Muhammet ARSLAN (Van Bostaniçi Belediye Başkanı)
M.Can TEKĐN (Kayapınar Belediye Başkanı)
Dr. Mehmet TARHAN (Mardin Nusaybin Belediye Başkanı)
Ayşe KARADAĞ (Mardin Derik Belediye Başkanı)
M.Salih YALÇINKAYA (Diyarbakır Bismil Belediye Başkanı)
M.Nasır ARAS (Muş Bulanık Belediye Başkanı)
M.Tahir KAHRAMANER (Muş Malazgirt Belediye Başkanı)
M.Raşit GÜLERYÜZ (Đzmir Asarlık Belediye Başkanı)
201
Đhsan ÇELĐK (Ağrı Patnos Belediye Başkanı)
Hatem ĐKE (Hakkari Yüksekova Belediye Başkanı)
Zülküf EMĐRHANOĞLU (Diyarbakır Ergani Belediye Başkanı)
Abuzer BEKTAŞ (Adıyaman Kömür Belediye Başkanı)
Şefik TÜRK (Diyarbakır Çarıklı Belediye Başkanı)
Hüseyin YILMAZ (Ağrı Belediye Başkanı)
Hüsnü TUR (Mazıdağı Belediye Başkanı)
Mehmet GÜNER (Belediye Başkanı)
HADEP’LĐ YÖNETĐCĐLER
Đmam Akgül (HADEP Kocaeli Đl Başkanı)
Ahmet Şeker (HADEP Gençlik Kolları Genel Başkanı)
A.Kerim Adam (HADEP Mardin Đl Başkanı)
Tuncer Bakırhan (HADEP Genel Sekreter Yardımcısı)
Veli Büyükşahin (HADEP Genel Sekreter Yardımcısı)
Erdal Söylemez (HADEP Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı)
Alican Önlü (HADEP Tunceli Đl Başkanı)
Ramazan Umar (HAEDP Gençlik Kolları Genel Merkez Yardımcısı)
Zehra Đpek (HADEP Gençlik Kolları Genel Sayman)
Mahmut Becerikli (HADEP Bingöl Đl Başkanı)
Gülistan Ensarioğlu (HADEP Yolova Đl Başkanı)
Abdullah Đnce (HADEP Gaziantep Đl Başkanı)
Yusuf Polat (HADEP Adıyaman Đl Başkanı)
Murat Ceylan (HADEP Batman Đl Başkanı)
Mehmet Bozdağ (HADEP Konya Đl Başkanı)
Cemal Coşkun (HADEP Đzmir Đl Başkanı)
Mehmet Gündüz (HADEP Antalya Đl Başkanı)
A.Melik Okyay (HADEP Erzurum Đl Başkanı)
Mehmet Alkan (HADEP Kars Đl Başkanı)
Gültekin Atmaca (HADEP Tekirdağ Đl Başkanı)
202
Đlhan Karakurt (HADEP Manisa Đl Başkanı)
Erkan Baloğlu (HADEP Erzincan Đl Başkanı)
Muzaffer Akad (HADEP Đçel Đl Başkanı)
Mehmet Artan (HADEP Elazığ Đl Başkanı)
Sabahattin Sıvacı (HADEP Hakkari Đl Başkanı)
Musa Farisoğulları (HADEP Urfa Đl Başkanı)
A.Gani Çiftçi (HADEP Sakarya Đl Başkanı)
Av.Önder Şahiner (HADEP Malatya Đl Başkanı)
Erdal Narman (HADEP Eskşehir Đl Başkanı)
Abdullah Aydın (HADEP Osmaniye Đl Başkanı)
M.Nezir Karabaş (HADEP Bitlis Đl Başkanı)
Kubettin Güneş (HADEP Gençlik Kolları Genel Sekreter Yrd.)
Nurhayat Altun (HADEP Genel Başkan Yardımcısı)
Gazi Değirmenci (HADEP PM Üyesi)
Hamza Büyüktaş (HADEP Gençlik Kolları Genel Merkez Üyesi)
Ahmet Turan Demir (HADEP Genel Başkan Yardımcısı)
Veysel Çamlıbel (HADEP PM Üyesi)
Celalettin Yöyler (HADEP PM Üyesi)
Kemal Okutan (HADEP PM Üyesi)
Salih Yıldız (HADEP PM Üyesi)
Sait Bıçakçı (HADEP PM Üyesi)
Hüseyin Dağ (HADEP PM Üyesi)
Emine Ayna (HADEP PM Üyesi)
Hikmet Fidan (HADEP PM Üyesi)
Filiz Uğuz (HADEP Merkez Yürütme Kurulu Üyesi)
Menderes Đnanç (HADEP PM Üyesi)
Mehmet Işıktaş (HADEP Genel Sayman Yardımcısı)
Orhan Miroğlu (HADEP PM Üyesi)
Hayri Demirel (HADEP PM Yardımcı Üyesi)
Eyyup Karageçi (HADEP PM Üyesi)
203
Süleyman Kılıç (HADEP PM Üyesi)
Canip Yıldırım
Naci Kutlay (HADEP Merkez Yürütme Kurulu Başkan Yardımcısı)
Tahsim Ekinci (HADEP PM Üyesi)
Alaettin Erdoğan
Mahmut Arslan
Sırrı Sakık
Etem Bingöl
Cemil Aydoğan (HADEP PM Üyesi)
Aynur Gürbüz (HADEP PM Üyesi)
Ali Rıza Yurtsever (HADEP PM Üyesi)
Muammer Değer
Kemal Birlik
Handan Çağlayan
Doğan Erbaş (HADEP Đstanbul Đl Başkanı)
KAMPANYAYI DESTEKLEYEN AYDINLAR
A.Hicri ÖZGÖREN
A.Rahman ÇELĐK
Abdülmelik FIRAT
Ahmet HUSEYN
Arjen ARÎ
Ali ONGAN
Aydın BOLKAN
Aydın SAYMAN
Ayşe DÜZKAN
Ayşe DÜZKAN
Hasan Kaya
Bayram Ayaz
204
Berken BERHE
Celal BAŞLANGIÇ
Burhan KARADENIZ
Cezmi ERSÖZ
Cihan ROJ
Ehmed HÜSEYNÎ
Erol EMERLE
Eyüb BURÇ
Feqi Hüseyin SAĞNIÇ
Ferhat Kaya
Ferzende KAYA
Firat CEWHERÎ
Gülsüm CENGĐZ
Günay ASLAN
Helîm YÛSIF
HesenêMETÊ
Hüseyin KARTAL
Ilhami YAZGAN
Ilhan KIZILHAN
Đrfan AMÎDA
Đrfan CÜRE
Đsmail GÖLDAŞ
Kawa NEMĐR
Kemal KIRAC
Kenan AZIZOGLU
Kerim YILDIZ
Keya Izol
Medeni FERHO
205
Mehmet AKTAS
Lal LALEŞ
Lokman POLAT
M.Salih YILDIZ
Mahmut ŞAKAR
Mehmet UZUN
Metin-Kemal KAHRAMAN
MKM folklor birimi adına Vesile YÜKSEL
MKM fotoğraf sanatçıları adına Rodi YALÇINKAYA
MKM müzik birimi adına Serap SÖNMEZ
MKM sinema sanatçıları adına Kazım ÖZ
MKM tiyatro sanatçıları adına Kemal ULUSOY
Mülazım ÖZCAN
Münir CEYLAN
Nebile Irmak ÇETĐN
Nejdet BULDAN
Osman BAŞ
Osman ÖZÇELĐK
Ozan EMEKÇĐ
Pınar SELEK
Rodi Alasor
Ragıp DURAN
Ragıp ZARAKOLU
Renas JIYAN
Rodi Zerya
Ruşen Arslan
Sami TAN
206
Selim FERAT
Serdar KESKĐN
Sevil EROL
Suna ARAS
Sunay AKIN
Şanar YURDATAPAN
Şükrü ERBAŞ
Şükrü Erbaş
Umay-UMAY
Yasar KAYA
Yaşar Karadoğan
Yaşar KEMAL
Yavuz BĐNGÖL
Kıvırcık ALĐ
Erdoğan Egemenoğlu
Yusuf ÇETĐN
Ziya OZANLAR
KAMPANYAYA DESTEK VEREN YABANCI AYDINLAR
Anthony Arno, Yayıncı
South End Press,
Boston, Massachusetts, ABD
Jonathan Schwarz
Yazar
New York/ABD
Prof. Dr. Edward S. Herman
Emeritus of Finance
Wharton School, University of Pennsylvania/ABD
Jeffrey Perlstein
Media Alliance Genel Direktörü
207
San Francisco, California/ABD
Prof. Howard Zinn
Boston University
Boston, Massachusetts/ABD
John Pilger, Gazeteci-yazar
Londra/Đngiltere
Dan Simon, Yayıncı
Seven Stories Press,
New York/ABD
Tanya Reinhart, Dil profesörü
Tel Aviv University,
Tel Aviv, Đsrail
David Barsamian, Produktör
Alternative Radio, Boulder,
Colorado/ABD
Jeremy Brecher, yazar ve film yapımcısı
West Cornwall, Connecticut/ABD
Sherry Wolf,
International Socialist Review
Chicago, IL/ABD
Hunter Gray, Profesör ve Organizatör
Pocatello, USA
Robert Freidin
Barbara Freidin
Princeton University
Princeton, NJ/ABD
Kenneth Andrew Wood
Winston-Salem, North Carolina/ABD
Prof. Philip Gasper
Notre Dame de Namur University
Belmont, California/ABD
Siddharth Patel
International Socialist Organization
Berkeley, California/ABD
Douglas Marshall,
Orange Counties Legislation Committee,
United Steelworkers of America Los Angeles
California/ABD
208
Robert Ware
Department of Philosophy
University of Calgary
Calgary, Alberta/Kanada
Sabine Guez
New York, NY
Louis Clayton Jones, Yayıncı
The African Century
Atlanta, Georgia/ABD
Charles Hammond Jr.
University of California, Irvine/ABD
Kathy Swift
University of Lamar
Guadalajara/Meksika
Bill Godber
Turnaround Publisher Services Genel Müdürü
Londra/Đngiltere
Steven J. Holmes
Harvard Extension School
Ellen V. Coen
Brooklyn, New York/ABD
Umar Syed
The McKenna Group
Toronto, Ontario/Kanada
Sara Shakir, Los Angeles/ABD
Johanna Thompson, Los Angeles/ABD
Thomas L. Williams, öğrenci
Western Michigan University
Battle Creek, Michigan/ABD
William R.
Jettelson, D.C.
White Plains, NY/ABD
Roger van Zwanenberg
Pluto Press
N6 5AA/ABD
Glenn Winstead, M.D./ABD
209
Mary C. Rumley
Los Angeles/ABD
Prof. Deepa Kumar
Wake Forest Üniversitesi/ABD
Martha Ojeda ve Megan Bobier
Coalition for Justice in the Maquiladoras
San Antonio/ABD
Bo G. Ekelund, Araştırmacı
Department of English
Uppsala University/Đsveç
Kathleen O'Nan, Organizatör
Los Angeles Metro Labor Party
NC/ABD
Julie Stoll
Pluto Press
London/Đngiltere
Elisabeth Watson
Ordront Publishing House
Stockholm/Đsveç
Leif Ericsson
MD Ordfront Publishing House
Ordfront dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Stockholm/Đsveç
Jan-Erik Pettersson, Yayıncı
Ordfront Publishing House, Stockholm,
(Noam Chomsky'nin Đsveç'teki yayıncısı)
Maurice Zeitlin, Sosyoloji Profesörü
University of California
Los Angeles/ABD
D. van Wyk
Mafikeng
North West Province
Güney Afrika
Mohsen S. Nazari
Dallas, Texas/ABD
Chris Wicke
Regeneration TV/ABD
210
Lev Igolnikov
University of Central Arkansas,
Computer Science Department,
Conway, AR/ABD
Stephen Geller
Boston Üniversitesi Đletişim Koleji Senaryo Programı Direktörü
Boston, MA/ABD
Rachel Coen
Brookyln, NY/ABD
Anne Venesky
CUNY Graduate Center
New York, NY/ABD
Lisa Pietersma
Halifax, NS/ABD
Jeff Toste
Yeşiller Partisi Senato Adayı
Providence R.I./ABD
Joanna Kallal
of Carrboro, N.C/ABD
Albert Pietersma
Toronto Üniversitesi
Yakın ve Ortadoğu Uygarlıkları Bölümü
Toronto/Kanada
Kevin Bertazzon
MECHANICMAN productions
Culver City, California/ABD
Craig-Jesse Hughes,
Plattsburgh, NY/ABD
Prof. Robert Jensen
School of Journalism, University of Texas at Austin
Member, Nowar Collective/ABD
David Peterson
Chicago, Illinois/ABD
Mark Crispin Miller
Professor of Media Studies
New york University
New York/ABD
Knut Rognes
211
Stavanger University College
Stavanger, Norveç
Seth Ackerman
New York/ABD
Prof. Robert W. McChesney
Institute of Communications Research
University of Illinois at Urbana-Champaign
Urbana, Illinois/ABD
Paul Elitzik
Faculty Advisor, F Newsmagazine
Director, Student Publications Dept.
School of the Art Institute of Chicago/ABD
Mary van Valkenburg
The Nation
New York/ABD
Ahmed Shawki
Editor, International Socialist Review,
Chicago, Illinois/ABD
Doug Henwood
Left Business Observer
NY/ABD
Loie Hayes, Editör ve Yayıncı
South End Press/ABD
Gina Neff, Yazar
New York City/ABD
Roane Carey
The Nation magazine
New York, NY/ABD
Andrej Grubacic, Tarihçi
Felsefe Fakültesi Belgrat, Yugoslavya
Paul Herman
University College of the Fraser Valley
Chilliwack, B.C., Kanada
212
KAMPANYAYI DESTEKLEYEN KURUMLAR
Yekitiya Niviskaren RojavayêKurdistanêya li Elmanya ye
Eğitim-Sen
Diyarbakır Demokrasi Platformu
Çağrı Dergisi'nden Kadınlar
Dicle Kadın Kültür Merkezi
Emekçi Kadınlar Birliği
Feminist Kadın Çevresi
Halkevlerinden Kadınlar
Kadın Tavrını Geliştirme Đnsiyatifi (KATAGĐ)
Đnsan Hakları Derneği
Özgür Kadın Dergisi
Sosyalist Eylem'den Kadınlar
Üniversiteli Feminist Grup
Azadiya Welat
Barış Anneleri Đnisiyatifi
Batman Kadın Platformu
Bingöl Demokrasi Platformu
Büro Emekçileri Sendikası Đstanbul 2 No'lu Şubesi
Emekçiler Formu Kadın Okurları
EMEP
Göç-Der
HADEP
ĐHD Ankara Şubesi
ĐHD Elazığ Şubesi
MKM
213
Özgür Halk Dergisi
SES Aksaray Şubesi
SODEV
Van Demokrasi Platformu
Đstanbul Kürt Enstitüsü
Paris Kürt Enstitüsü
Berlin Kürt Enstitüsü
Tahran Kürt Enstitüsü
NAVENDA PENa KURD
Federasyona Komeleyên Kurdistanê li Swêdê
EM PIŞTGIRIYA KAMPANYAYA ZIMANÊ KURDÎ DIKIN
Ev çend hefte ne, ku xwendekarên kurd li Bakurê Kurdistanê û li Tirkiyê ji bo mafê perwerdeya
bi zimanê kurdî dest bi kampanyakê kirine. Berê jî kurdan bi awayên cuda daxwaza perwerdeya bi
zimanê kurdî kirine, lê ev cara yekem e, ku vî mafî bi awayekî fermî û bi nivîskî ji dezgehên
dewletê dixwazin.
Zimanê kurdî li Tirkiyê û li Bakurê Kurdistanê hîn jî qedexe ye. Qanûna esasî ya Komara Tirkiyê
bi vê madeya xwe perwerdeya bi zimanê kurdî qedexe dike: "bêyî tirkî kes nikare di dibistan û
dezgehên perwerdeyê yên din de zimanekî din wek zimanê zikmakî fêrî hemwelatiyên Tirkiyê
bike.” Herweha Qanûna nifûsê, qanûna komelan, qanûna partiyan jî bikaranîna kurdî qedexe
dikin.
Hemû dezgehên dewletê vê kampanyaya xwendekaran wek tevgereke li dijî yekitiya Tirkiyê
dibînin û dixwazin bi zorê bifelişînin. Daxuyaniyên serokwezîr, wezîrê perwerdeyê, wezîrê
parastinê û yên din vê yekê îspat dikin. Ji polîs û cendirman re emir hat dayin ku êrişî
xwepêşandanên xwendekaran û kesên ku piştgiriya wan dikin, bikin. Ev helwesta rayedarên
dewletê bû sedem ku heta niha gelek kes hatin girtin, bi wan îşkence hatin kirin û gelek şagird ji
zanîngehan hatin bi dûr xistin.
Tirkiye, gelek cara ji bo helwesta xwe ya li dijî mafên mirovan, ji aliyê gelek dezgeh û rêxistinên
navnetewî ve hatiye rexnekirin. Bi taybetî jî ji aliyê dewletên Ewropî ve, ji ber ku Tirkiye dixwaze
xwe nêzî Ewropayê bike. Qedexeya li dijî zimanê kurdî, binpêkirina mafekî mirovî yê herî
bingehîn e. Bi awayekî bi înad berdewankirina vê qedexeyê şermeke mezin e ji bo Tirkiyê.
Qedexebûna zimanê kurdî û endambûna Yekitiya Ewropayê û herweha demokrasiyê bi hev re
nabe.
214
Loma em xwendekar û dersdarên zanîngehan yên ku di bin vê daxuyaniyê de navên xwe nivisîne,
em piştgiriya kampanyaya xwendekarên kurd ya ji bo mafê perwerdeya bi zimanê kurdî dikin.
Her weha em daxwaz dikin ku hukumeta Tirkiyê erîşên li dijî xwendekar û kesên ku piştgiriya
wan dikin, rawestîne û daxwazên xwendekaran yên ji bo vî mafê herî mirovî bi cih bînin.
JI ÎNSĐYATÎFA XWENDEKARÊN KURD RE
Em 126 xwendekar û dersdarên kurd yên li derveyî welêt piştgiriya kampanya we ya ji bo
perwerde û hîndekariya bi zimanê kurdî dikin. Em bi yekdengî diyar dikin, ku em êdî nexwazin li
hember înkarkirina nafên xwe yên herî bingehîn yên mirovî bêdeng bimînin. Ev kampanya me ya
ji bo piştgiriya we îspata vê yekê ye.
Em dizanin, ku dewleta tirk ne tenê zimanê me înkar dike, her weha nasnameya me jî înkar dike.
Loma em rûmeteke mezin didin kampanyaya we. Em di wë baweriyê de ne, ku kampanya we di
riya azadkirina ziman û nasnameya me de gaveka girîng e.
Daxwaza me ji dewleta tirk, Yekitiya Ewropayê û hemû rixistinên demokratîk yên navnetewî ew
e, ku dewleta tirk divê hamû erîşên xwe yên dijminwarî yên li hemberî we rawestîne û daxwaza we
ya ji bo perwerdeya bi zimanê kurdî bipejirîne.
Bi silavên hevaltiyê
Şîlan Otlu, xwendekara Zanîngeha (Unîversîte) Uppsalayê/Swêd, beşa Lêgerînê ya ji bo Aştî û
Nakokîyên Navnetewî
Asrîn Blend Masîfî, xwendekara beşa ji bo Kompîtor û zanyariyên sîstemê li Zanîngeha
Stockholmê li Swêd
SUPPORT CAMPAIGN FOR THE KURDISH LANGUAGE
During the past several weeks Kurdish university students all over Northern Kurdistan and
Turkey have undertaken a campaign for legalization of Kurdish as a language of instruction.
Similar actions have been taken before, but this is the first time it is being held formally through
signing of a petition to the Turkish government.
Kurdish is forbidden as a language of instruction according to Article 42 of the&nb
sp;Turkish constitution that says "Turkish citizens are not allowed to be instructed in any other
language except Turkish as their mother tongue". The use of the Kurdish language is
forbidden in public institutions and arenas such as within political parties and organizational
activities.
The whole body of the state authority, among others the Ministery of Defense and the Ministry
of Education, are actively trying to rouse public opinion in favor of squashing this campaign,
since they claim this is a threat against the unity of the country. In addition, the police and
the military are ordered to stop this campaign. Students, parents and other sympathizers have
been arrested during these last couple of days as a consequence of these stiff orders.
Turkey has been criticized repeatedly by the international community because of its violations
against human rights towards the Kurdish population. A good example of this condemnation
is the sharp criticism of the European countries who are monitoring Turkey's accession proc ess
215
towards the European Union. Prohibition of the use of our native tongue is
a serious violation of one of our most basic human rights. The fact that Turkey wants an on
going prohibition is a shame for the entire country, and a sign indicating a need for a closer look
at the Turkish constitution and their democracy.
We, who have signed this petition, support the Kurdish students in their struggle for their rights
to be able to educate themselves in their mother tongue, Kurdish. Moreover we demand that the
Turkish government to put an end to the harassment of these students and sympathizers and
that the Turkish authorities should carry out these demands which constitute some of the basic
foundations outlined in UDHR (Universal Declaration of Human Rights) for human rights.
TO WHOM IT MAY CONCERN
Since this campaign that you have started is a very legitimate demand, we -the Kurdish
students abroad- decided to support the campaign and the struggle of our fellow Kurdish
students at home by starting a "support campaign" for the Kurdish language. 126
students (see the attachment) have showed their support by signing the text below.
Since we Kurds have been deprived of the right to use our language in public in
Turkey, we have been deprived from openly expressing our Kurdish identity. The
purpose of this campaign that we the Kurdish students abroad have just initiated, is to
show our support and solidarity for our fellow Kurdish students at home.
We want to demonstrate to the world that we stand by the Kurdish students and with a
united voice shout out: We no longer accept the criminalization of our language and
denial of our basic human rights.
GOOD LUCK DEAR FRIENDS!
Yours sincery,
Silan Otlu, Department of Peace and Conflict Research,Uppsala University, Sweden
Asrin Blend Masifi, Department of Computer and System Sciences, Stockholm University, Sweden
Along with 124 other Kurdish university students all around the world.
Name
Department
University
Country
Abdulbaki Hussaini
Media
Oslo
Norway
216
Abraham Shwaish
Carnegie Mellon
USA
Musciology
Vienna
Graz
Austria
Austria
Amer Salih System Development
Uppsala
Sweden
Anna Kolahdozan
Royal Institute of
Technology
Sweden
Aram Aziz
Arezu Soleimani, Ph.D.
Vancouver Community
Cellular and
Ottowa
Molecular Medicine
Canada
Canada
Agnes Ghrond
Alexander Lahbres
Arjen Otlu Applied Information
Technology
Royal Institute of
Technology
Sweden
Asrin Blend Masifi
Computer and
System Sciences
Stockholm
Sweden
Azad Daran
Humanities
Örebro
Sweden
B. Ahmadi
Computer
Royal Institute of
Technology
Sweden
Baris Bendav
Basak Gel
Behrooz Shojai, Ph. D.
Student
Law
Stockholm
Swinburne
Uppsala
Sweden
Australia
Sweden
African and Asian
Languages
Bekas Bazlani
Business
Administration
San Diego State,
California
USA
Bercem Gündem
History of Science
and Ideas
Uppsala
Sweden
Besir Kavak
Beston Hamasur, assistant
professor
Mathematics
Bacteriology
Trollhättan/Uddevalla
Swedish Institute for
Infectious Disease
Control
Sweden
Sweden
Bextyar Husayin
Asian and African
languages
Uppsala
Sweden
Social Sciences St Petersburg Technical
Mechanical Optical
Russia
Burhan Deger
Burhan Tasin
Applied Information
Technology
Canan Alagös
Dennis Altun
Devrim Kilic
Diar Abuzed
Diar Kurd
Dilovan Genedy Perwari
Business
Royal Institute of
Technology
Sweden
Dalarna
Mälardalen - Västerås
La Trobe – Melbourne
Oslo
Sweden
Sweden
USA
Sweden
Norway
California
USA
217
Dilowan Ismail
Stockholm
Sweden
Djahla Hewazy
Dr. Abdulbaghi Ahmad,
M.D., Ph.D
Queen Mary
Uppsala University
Hospital
United Kingdom
Sweden
Indiana
USA
Mitt - Sundsvall
Sweden
History
Computer Sciences
Uppsala
Pennsylvania
Sweden
USA
Law
d’Yverdon Technique
Stockholm
France
Sweden
Faez Norolla, Applied Information
Technology
Royal Institute of
Technology
Sweden
Medicine
Department of
Neurocience Child
and Adolescent
Psychiatry
Dr. Burhan Elturan Multicultural Affairs,
Diversity
Eisa Mirvazade
Ergin Sahindal
Eril Gulsever
Erturk Huseyin
Evin Zakholi
Farhad Abdulkarim, Ph.D
Farhad Shakely, teacher
Microbiology
Asian and African
Languages
Stockholm
Uppsala
Sweden
Sweden
Ferhad Hopo
Computer and
System Sciences
Royal Institute of
Technology
Sweden
Ferid Demirel
Firat Bademci
Goran Qadi
Goran Qeredaxi
Hakan Orak, Ph.D.
Law
Economics
Uppsala
Stockholm
Stockholm
Sweden
Sweden
Sweden
Textiles, Fiber and
Polymer Science
Clemson University
USA
Odontology
Bollnäs
Sweden
Odontology
Computer and
System Sciences
Umeå
Stockholm
Sweden
Sweden
Industrial Mohawk College of Art
Engineering
and Technology
Technology
Hiwa Nezhadian
Engineering
California State
Ikbal Mohammadain Computer Networks
Western Sydney
Ilknur Acar
Victoria University of
Technology
Canada
Haval Ciziri
Hawar Meradi
Helin Ciziri
Hemin Dezayi
Hero Baqay
Hishyar Kêstey
Izzat Zawiti
Riverside Medical
Group
USA
Australia
Australia
USA
218
Jalal Melahaji
Computer
Networking System
Chymaca College
USA
Jamileh Hashemi
Oncology and
Pathology
Karolinska Hospital &
Institute
Sweden
Social Sciences
San Diego
Örebro
USA
Sweden
Westcliff
Albert Einstein
University
United Kingdom
USA
Jani Diylan
Jihan Maronsi
Joanna Hewazy
K. Alan Antar
Kamal Khaledzadegan
Kawa Amin, Ph.D.
Linguistics
Medical Sciences
Uppsala
Uppsala
Sweden
Sweden
Kawa Onatli
Lamya Yadullah
Business Studies
Electrical and
Computer
Engineering
Medicine
Södertörn
George Manson,
Virginia
Sweden
USA
Albert Einstein
USA
Uppsala
Royal Institute of
Technology
Sweden
Sweden
Jönköping
Karolinska institutet
Royal Institute of
Technology
Sweden
Sweden
Sweden
Laura Antar
Lawîn Shêrko
Leila Khalandi Medical Cell Biology
Applied Information
Lezgin Bakircioglu
Technology
M. Can Onatli
Makbule Sekersöz
Mahir Misto,
Computer Sciences
tandhygienist
Merxas Ciziri
Mesut Satici
Odontology
Umeå
Royal Melbourne
Institute of Technology
Sweden
Australia
Morad Kaveh
Natural Sciences
Mustafa Ongan International Studies
Nalin Ciziri
Medicine
Narin Faka
Law
Nawzad Mohammed
Computer
Bawak
Engineering
Örebro
Leeds
Umeå
Stockholm
International Islamic –
Malaysia (IIUM)
Sweden
United Kingdom
Sweden
Sweden
Malaysia
Oslo
Stockholm
Norway
Sweden
Stockholm
Stockholm
Sweden
Sweden
Teheran
Iran
Nehro Shehi
Newal Kizil
Nima Aliasgar
Osman Ayatar, Ph.D.
Candidate
Pej Kokab
Applied Information
Technology
Political Science
Computer and
System Sciences
Sociology
Computer
Engineering
219
Rebin Zakholi
Law
Uppsala
Sweden
Rezan Mohamad Pharmacy and Allied
Health
St John’s
USA
Roni Demirbag
Political Economy
Sydney
Australia
Roza Germian
Journalism and
Communication
Western Sydney
Australia
Ruken Cetiner
Science and
Technology
Linköping
Sweden
Ruken Daran
Safin Goulani
Sweden
IT engineering Technical University of
Denmark
Denmark
Sakine Bahceci
Political Science
Södertörn
Sweden
Salah Nader
Salih Karaaslan
Social Studies
Western Ontario
Gävle
Canada
Sweden
Sam Morrison
Samman Nuri
Sangar Hassan
Seid Moustafa
Serdil Ucmaz
Serhad Murad
Sertac Benday
Serxwebun Perwer
Economics
Economics
Economics
Law
Economics
London
United Kingdom
Stockholm
Western Sydney
Uppsala
Manchester
Stockholm
TVU-London College
of Music and Media
Sweden
Australia
Sweden
United Kingdom
Sweden
United Kingdom
Sewder Guven
Technology
Royal Institute of
Technology
Sweden
Seyki Algan
Shaho Porgord
Shilan Daneshyar
Shiler Amini
Economics
Stockholm
Örebro
Uppsala
Linköping
Sweden
Sweden
Sweden
Sweden
Royal Institute of
Technology
Sweden
North Vancouver
Uppsala
Canada
Sweden
Japan
Sweden
Sweden
Sweden
Sweden
Shoresh
Siamak Najafi
Silan Otlu
Law
Department of
language and culture
Computer
Technology
Peace and Conflict
Research
Simko Mohamad
Sipan Ismail
Sirin Ucmaz
Political Science
Law
Peacemind, Tokyo
Uppsala
Uppsala
Sorin Masifi
Sukri Demir
Oriental languages
Education
Stockholm
Stockholm
220
Suphan Öcmaz
Culture &
Geography
Uppsala
Sweden
Stockholm
Sweden
Alberta
Anglia Polytechnic
Cambridge
USA
United Kingdom
IT manager Harris City Technology
Education Stockholm Institute for
Education
United Kingdom
Sweden
Tahir Algan
Tara Welat
Welat Zeydan
Political Science
Cultural Studies
Xebat Nizamedin,
Zanko Masifi
Zeki Algan
Zerian Saeed
Zuleyhan Öngörur
Law
Stockholm
Sweden
Political Science
Stockholm
Halmstad
Sweden
Sweden
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦
Klasör: 5 Kampanya ile ilgili basında çıkan haber ve
görüşler
HADEP'ten anadilde eğitime destek
Yedinci Gündem 22 Kasım 2001
ANKARA - HADEP Gençlik Kolları, üniversitelerde öğrencilerin başlattığı "Ana dilde eğitim ve
Kürtçe'nin seçmeli dersler altına alınması" taleplerini desteklediklerini açıkladı.
HADEP Gençlik Kolları Genel Merkez Yönetimi tarafından yapılan açıklamada, üniversite
öğrencilerinin, dün rektörlere dilekçe ile sundukları taleplerinin desteklendiği ifade edildi.
Açıklamada, aydın bir toplumun,eğitimin, ancak akademik, bilimsel ve anadilde gerçekleşmesiyle
yaratılabileceği vurgulanarak, "Türkiye'de farklılıklar yönetim tarafından bir tehdit ve bölünme
unsuru olarak gösterilmiştir. Oysa, tüm kültürlerin eşit, özgür ve barış halinde yaşadığı bir Türkiye
önder bir ülke haline gelecektir" denildi.
Bi Kurdî perwerdeyî
221
Yedinci Gündem 24 Kasım 2001
'Talep kabul edilmeli'
Đstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Bakır Çağlar, son
Anayasa değişikliği ile birlikte iyice tartışılmaya başlanan Kürtçe'nin üniversitelerde okutulmasının
meşru bir talep olduğunu söyledi. AB'ye uyum süreci ile birlikte Türkiye'nin "Ulusal Azınlıkların
Korunması ile Bölgesel Azınlıkların ve Onların Dillerinin Korunması Sözleşmeleri"ni
imzalamadığını hatırlatan Prof. Dr. Çağlar, "Bu sözleşmeler imzalanmadığı sürece Anayasa
değişikliğinin bir anlamı yoktur. Şu anda Anayasa'nın 26 ve 28. maddelerinde 'Türk vatandaşları
gündelik hayatta Türkçe'den başka dil kullanabilir' ibaresi vardır. Bu da düşüncelerin herhangi bir
dilde ifade edelebildiğini ama eğitim alanında böyle bir hakkın olmadığını ortaya koyuyor. Türkiye
artık siyasi bir irade ortaya koymalı. Kendi dilini öğrenme hakkı verilmelidir" dedi.
'Sevinçle karşıladık'
Kampanyayı "Önem ve sevinçle karşıladıklarını" söyleyen Kürt Enstitüsü Başkanı Hasan Kaya
ise, "Bilim çevrelerinin Kürtçe'den korkmasını ve tedirgin olmasını anlamsız buluyorum. Aksine
böylesi bir hakkın verilmesiyle birlikte 'sorunların' çözüleceğine inanıyorum" dedi.
'Utanç duyuyorum'
Öğrencilerin, kampanyayı duyurmak için ĐHD Đstanbul Şubesi'nde yaptığı basın toplantısına
katılarak destek veren gazeteci-yazar Celal Başlangıç, Türkiye'nin Anadilde eğitimle ilgili birçok
uluslararası sözleşmelere imza koyduğunu hatırlatarak, "Anadilde eğitim bir hak. Bugün hak olan
bir şey talep ediliyor. Bu hakkın talep edilmesi kadar utanç verici bir şey olamaz" dedi.
Kampanyayı destekleyen Dilbilimci Feqi Hüseyin Sağnıç ise, Kürtlerin Türkiye'de yıllarca inkar
edildiğini ifade ederek, "Bu sadece Kürtlere değil, Türklere, islam alemine ve dünyanın zararınadır.
Anadili inkar etmeye kimsenin hakkı yoktur. Đnsan yaşamında dilin önemli bir yeri vardır. Dinler
değiştirilebilir, mezhepler değiştirilebilir ama bir millet değiştirilemez. Đnkar etseniz bile Kürt
Kürttür" dedi.
Anadilde Egitim için neler dediler?
Yedinci Gündem 24 Kasım 2001
Dilimizi istiyoruz
Şahin Tuncer (Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi): Bir Kürt olarak 15 yıldır
kendi dilimin dışında bir dil ile eğitim gördüm. Ama hiç bir zaman gerçek anlamada kendimi ifade
edemedim. Çünkü eğitimimin büyük bir bölümünü bilmediğim bir dili öğrenmeye ayırmak
zorunda kaldım. Bu düşünme ve ifade etme yeteneğimde üretimsizliğe neden oldu. Bunca yıl bana
kendi anadilimde eğitim olanağı olmadı. Ama bundan sonra herkes kendi Anadilini rahatlıkla
konuşabilmeli ve o dilde eğitim görebilmeli. Bu benim ve benim gibi olan herkesin insan
olmaktan gelen en doğal hakkıdır. Tüm duyarlı kesimler bu insani hakka sahip çıkmalı ve bu
kampanyayı desteklemelidir.
Metin Doğrul (Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğrencisi): Kampanyanın
222
ancak bütün öğrencilerin ve demokratik çevrelerin desteği ile sonuca götürüleceğine inanıyorum.
Demokrasi mücadelesini ileriye götürecek, onun yolunu açacak bir mücadele olarak görüyorum.
Bu yüzden tüm demokrat çevreler tarafından desteklenmesi gerekir. Şu ana kadar sonradan
öğrendiğim bir dille eğitim yapmanın bir çok zorluklarını yaşadım Kendimi yeterince ifade
edemedim. Hocalarımla ve diğer insanlarla iletişimimde sürekli sorunlar yaşadım. Kimi zaman
konuşurken kelime dahi bulmakta güçlük çekiyorum. Ayrıca, kendi anadilimi kullanamamam
tiyatro, müzik gibi ilgi duyduğum sanat dalları ile yeteri kadar ilgilenmeme engel oldu. Bu
alanlarda sonradan öğrendiğim bir dille gelişme olanağı bulamadım.
Adıyaman Eğim-Sen'den öğrencilere destek
Yedinci Gündem 30 Kasım 2001
ADIYAMAN- Eğitim-Sen Adıyaman Şubesi, "Anadilde eğitim" kampanyası başlatan üniversite
öğrencilerine destek verdiklerini açıklayarak, kampanyanın Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı
sunacağını belirtti.
Eğitim-Sen Adıyaman Şubesi sendika binasında "Adilde eğitim" kampanyası ile ilgili bir basın
toplantısı düzenleyerek kampanyaya desteklerini açıkladı. Açıklamayı okuyan Şube Sekreteri
Hasan Ölgün, Anayasa'nın 37'inci Maddesi'nde yapılan değişikliğe dikkat çekerek, yetersiz de olsa
bu değişikliğin Türkçe dışında dillerin kullanılmasının önünü açacağını belirtti. Ölgün, tüm bu
değişikliklere rağmen bazı kurum, kuruluş ve kişilerin hala değişikliklerin karşısında durduğunu
belirterek, "Bu yanlış tutumları kaygıyla karşılıyoruz" dedi. Đnsanın ancak kendini ifade ederek
özgürü olabileceğinin altını çizen Ölgün, "Üniversite öğrencilerinin başlatmış olduğu 'Dilimizin
sınırları, dünyanın sınırlarıdır. Anadilimiz varolma koşulumuzdur' sloganı ile anadilde eğitim
talepli kampanyasını anlamlı buluyoruz" dedi. Ölgün, Üniversite gençliğinin Kürtçe eğitim ve
öğretim talebinin Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı sunacağına inandıklarını belirterek,
sendikalarında önümüzdeki günlerde anadil ile ilgili çeşitli çalışmalar yapacağını söyledi.
Kürtçe eğitim çözüm getirir
Yedinci Gündem 1 Aralık 2001
Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi:
DĐYARBAKIR- Eğitim-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Hayrettin Altun, anadilde eğitimin yaşama
hakkından sonra gelen en temel hak olduğunu belirterek, "Bu hakkı kullanma, ifade etme,
düşünebilme, savunabilme; insan olmanın gereğidir" dedi.
Anadilde eğitime ilişkin Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi'nin dün düzenlenen basın açıklamasına çok
sayıda öğretmen katıldı. Açıklamayı yapan Eğitim-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Hayrettin Altun,
ülkede yaşanan iktisadi, siyasi ve sosyal krizin çürümeyi geliştirdiği ve giderek derinleşmeye doğru
yol aldığını belirterek, ulusal güvenlik gibi tali gündemlerin tartışıldığı bir dönemde yaşanan
olumsuzluklara sivil toplum örgütleri ile demokratik kitle örgütlerinin sesiz kalmayacağını söyledi.
Toplumun içinde bulunduğu sıkıntıları ve sorunları aşma yolunun demokratik halk yönetimini
yaratmaktan geçtiğine işaret eden Altun, "Demokratik bir ülke, demokratik kurumlarla var
olacaktır. Demokratik bir kurum da bilimsel-teknik yöntemlerin, evrensel uygulamaların ışığında
yaratılabilir" dedi.
OHAL engel
Anadilde eğitimin yaşama hakkından sonra gelen en temel hak olduğunu ifade eden Altun,
parlamentoda anayasada anadilde eğitim ve benzeri hükümler üzerinde değişiklik yapılmayışının
üzüntü verici olduğunu kaydetti. Anayasanın 'anadilde eğitim' fiilini düzenleyen 42. Maddesine de
223
değinen Altun, Türkiye'nin altına imza attığı uluslar arası sözleşmeler anadilde eğitim hakkını yok
sayan anti-demokratik yasal hükümleri ortadan kaldırdığını söyledi. Dil, kimlik ve kültürel haklar
alanında kopenhag kriterlerine uyum sağlanmadan Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesinin mümkün
olamayacağını vurgulayan Altun, Đstanbul Üniversitesi öğrencilerinin rektörlüğe 'Kürtçe seçmeli
dersler arasına alınması' yönünde başlattıkları kampanyanın kamuoyu tarafından büyük ilgi ile
izlendiğini kaydetti. Anadilde eğitim konusunda demokratik adımların atılması durumunda Kürt
probleminin çözümü noktasında da ilerici bir adımın atılmış olacağını belirten Altun, OHAL
bölgesinde uygulanan 285 ve 430 sayılı KHK'lerin anadilde ifade ve yayın hakkını engellediğine
dikkat çekti.
Demokratikleşme
Dil, kimlik ve kültürel alanda reformların geliştirilmesi Türkiye'nin demokratikleştirilmesinde çok
önemli adımlar olacağını belirten Altun, "Olağan üstü gelişmelere, değişim ve dönüşümlere sahne
olan 21. Yüzyıl dünyasında insani değerlerin üstünlüğü, hukukun üstünlüğü, adalettin,
demokrasinin, barışın ve temel hak ve özgürlüklerin yükselen değerler olduğu bir gerçek
olmaktadır" diye konuştu.
Dersim'den anadil kampanyasına destek
Yedinci Gündem 2 Aralık 2001
DERSĐM- Dersim'de bulunan sendika, siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcileri ortak bir
açıklama yaparak, herkesin kendisini anadiliyle ifade etmesinin temel hak olduğunu vurguladı.
Yapılan ortak açıklamada, 21. yüzyılda Türkiye'de dillerin ve kültürlerin geliştirilip, yaşatılması
önündeki yasal engellerin kaldırılması istenerek, "Eğitim, kültür, sanat, edebiyat, görsel ve yazılı
basın alanlarında bireylerin kendi ana dillerini kullanmasını sağlayacak her türlü girişimleri, biz
aşağıda imzası bulunan kurum temsilcileri olarak destekliyor ve bu konuda duyarlı olmaya
çağırıyoruz" denildi.
Açıklamaya, imza atanlar şunlar: Eğitim Sen Şube Başkanı Murat Polat, Haber Sen Şube Başkanı
Muharrem Özer, Genel Đş Şube Başkanı Hasan Çiçek, HADEP Đl Başkanı Alican Ünlü, Kültür
Sen Şube Başkanı Murat Özman, BES Şube Başkanı Özcan Ateş, SES Şube Başkanı Hasan
Toprak, ÖDP Đl Başkanı Yusuf Cengiz, Türkiye Komünist Partisi Yönetim Kurulu Üyesi Nadir
Takak EMEP Đl Başkanı Salih Gündoğan, Hıdır Demir, Tunceli Kültür Sanat ve Dayanışma
Derneği Başkanı Ekber Kaya, Türk Đş Đl Temsilcisi Kadir Evin, Yol Đş 2 No'lu Mali Sekreteri
Bekir Ünal.
Öğrencilerden baskılara tepki
Yedinci Gündem 3 Aralık 2001
ĐSTANBUL - Anadilde Eğitim Hakkı talebiyle üniversitelerde "Kürtçe'nin seçmeli dersler arasına
alınması için" kampanyaya destek veren 3 öğrenci, "PKK üyesi oldukları" iddiasıyla tutuklanırken,
ĐHD'de basın toplantısı yapan öğrenciler, baskıları kınadı.
ĐHD Đstanbul Şubesi'nde Dilbilimci Feqi Hüseyin Sağnıç, sanatçı Şanar Yurdatapan ve ĐHD
yöneticisi katılımıyla bir basın açıklaması yapıldı.
.........
Yurdatapan'dan destek
Basın açıklamasına destek amacıyla katılan sanatçı Şanar Yurdatapan, "Herkes Lozan antlaşmasını
bilir. Bu antlaşmada bile Türkiye'de her insanın kendi anadilini konuşabileceği açıktır. Bu bazı
politikalar çerçevesinde tam tersine çevriliyor. Bunu söylemekten üzülüyorum ama bu durumda
bize kalan ancak kanunlar çerçevesinde direnmektir" dedi.
224
Dilbilimci Feqi Hüseyin Sağnıç:
Toplantıya katılarak destek veren Dilbilimci Feqi Hüseyin Sağnıç da "Tarih boyunca hiçbir yerde
anadiliyle konuşmak gibi bir yasak yoktu. Bu ancak Türkiye gibi bir ülkede olabilir" dedi.
Toplantıya destek amacıyla Dicle Kadın Kültür Merkezi, Azadiya Welat, TUAD, ve ĐHD'den de
temsilciler katıldı.
...................
Öğrenciler iddialı
ĐZMĐR- "Ana dilimi istiyorum" diyerek girişim başlatan Đzmir üniversitelerinde okuyan Kürt
öğrenciler, çalışmaları çerçevesinde HADEP Đzmir Đl Gençlik Kolları ile beraber panel düzenledi.
Özgür Üniversiteden Ali Rıza Arslan ve Psikolog Zübeyit Gün'ün katıldığı panelde ağırlıklı olarak
Kürtçe konuşuldu.
Ali Rıza Arslan:
HADEP Konak Đlçe Binası'nda yapılan panelde konuşan Ali Rıza Arslan, dil kullanılmadan
düşüncenin olmayacağına vurgu yaparak, "Dil yoksa düşünce de yoktur, düşünce yoksa dil de
yoktur" dedi. Toplumların en belirleyici özelliğinin dil olduğunu belirten Arslan, toplum, emek,
düşünce ve dilin birbirine çok benzediğini ve tamamladığını söyledi. Kültürün temelinde dilin var
olduğunu belirten Arslan, Kürt çocuklarının 6 yaşından sonra dillerini kullanamadıklarından
dolayı bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu ifade etti. "O felaketi bizim düzeltmemiz lazım. O
felaket devam ettiği sürece demokrasiden, barıştan, özgürlükten bahsedilemez" diyen Arslan, Kürt
öğrencilerinin başlattığı "Anadilimi istiyorum" girişimi ile ilgili olarak da Kürt öğrencilerin bu
taleplerini dışarıda da Kürtçe konuşarak, dağı, taşı, sokakları her yeri üniversiteye çevirerek,
başarabileceklerini belirtti.
Psikolog Zübeyit Gün:
Anadilde eğitim yapmamanın çocuklar ve yetişkinler üzerindeki etkilerini anlatan psikolog Zübeyit
Gün, dilin sadece ses olarak algılanmamasını ve dilin dört öğesi olan konuşmak, dinlemek, okuma
ve yazmanın tam olarak kullanılması gerektiğini belirtti. Kendi anadilini dört öğesi ile sosyal ve
kamusal alanda kullanabilenler için ikinci dilin tam hem zihinsel hem de kişilik olarak
geliştireceğini belirten Gün, "Ancak bu dört öğe yokken öğrenilen ikinci dilin, kişide; kendine
uzaklaşma, duygu ve düşüncelerde parçalanma yaratır. 6 Yaşında okula başlayan bir Kürt çocuğu
için yeni karşılaştığı ikinci bir dil ile kendi kültürüne yabancılaşıyor. Kendi şahsında kültürünü ve
ulusal değerlerini aşağılıyor. Benlik duygusunun aşağı düşmesi, saldırganlık, suça meyil belirtileri
görülüyor. Kekemeliğin de en büyük sebebi ikinci dile uyum sağlayamama ve kendi isteği dışında
ikinci bir dilin öğretilmesidir." dedi.
..............
Ziman hebuna mirov e
DĐYARBAKIR - Diyarbakır'da düzenlenen panelde konuşan Kürt Enstitüsü yöneticisi Mustafa
Acar, anadilde eğitim talebinin ırkçıkla bağdaştırılamayacağını, insanın en doğal hakkı olduğunu
söyledi.
HADEP Diyarbakır Đl Gençlik Kolları, toplumun ancak diliyle varolabileceğinivurgulayan bir
panel düzenledi. Merkez ilçe binasında dün düzenlenen "Anadilde eğitim ve kültürel haklar"
konulu panele, Kürt Enstitü'sünden Mustafa Acar ile Đnsan Hakları Derneği Diyarbakır
Şubesi'nden Muharrem Erbey katıldı.
Anadil doğal haktır
Kürt Enstitüsü yöneticisi Mustafa Acar:
500 kişinin katıldığı panelde konuşan Kürt Enstitüsü yöneticisi Mustafa Acar, anadilde eğitimin
önemine değinerek, "Anadilde eğitim istemek, ırkçılıkla bağdaştırılmamalıdır. Đnsanın en doğal
hakkıdır" dedi. Konuşmasını Kürtçe yapan Acar, tüm dillerin o toplumun penceresi olduğunu ve
bu pencereden gözlendiklerini belirterek, Konfüçyus, Yaşar Kemal ve Hz. Muhammed'in dil
üzerine söylemlerinden alıntı yaptı. Kürt dilinin tarihsel gelişimine de değinen Acar, Kürt dilinin
geliştirilmesi için aydın ve gençlere seslenerek, "Kürt aydın ve gençlerine çok iş düşüyor. Bu dilin
gelişmesi için çaba harcamalılar" dedi.
225
Av. Muharrem Erbey:
Panele ĐHD adına katılan Av. Muharrem Erbey, anadilde yayının hukuksal boyutuna değindi.
Kürtçe yayın yapılabilme özgürlüğünün olduğunu ancak Anayasa'da yer alan 26 ve 28.maddelerin
kısıtlama getirdiğine belirten Erbey, MHP'nin "Kürtçe, Arapça, Türkçe ve Farsça'dan alınan 600
kelimelik bir dildir" söylemini hatırlatarak, "Saf dil olamaz, tüm diller birbirinden etkilenir.
Türkçe'deki kelimelerin sadece yüzde 5'i Türkçe'dir" diye konuştu. Erbey insanların anadillerini
yüksek bir sesle istemesi üzerinde durarak, "Dili olmayan bir toplum varolamaz" dedi.
Öğrencilerden baskılara protesto
Yedinci Gündem 4 Aralık 2001
...............
MERSĐN - Mersin Üniversitesi öğrencilerinin "Anadilde Eğitim" kampanyası kapsamında
düzenlediği panelde, Kürt tarihi ve Kürtçe tartışıldı.
Kürt Enstitüsü'nden Mülazım Özcan:
HADEP'te gerçekleştirilen panele konuşmacı olarak Kürt Enstitüsü'nden Mülazım Özcan ile
Azadiya Welat Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Cemil Oğuz katıldı. Öğrencilerin ve HADEP'li
gençlerin dinleyici olarak katıldığı paneldeki konuşmasında Kürtlerin tarihsel sürecine ilişkin
bilgiler aktaran Mülazım Özcan, Kürtlerin M.Ö 1000 yıllarında Mezopotamya'ya yerleştiğini ve bu
bölgedeki en eski medeniyetlerden olduğunu söyledi. Kürtlerin Mezopotamya'da diğer
medeniyetlerle barış içerisinde yaşadığına dikkat çeken Özcan, Kürt isminin çok eskilere
dayandığını, Arapların bölgeye gelişiyle birlikte bunun daha da yaygınlık kazandığını söyledi. Üç
bin yıllık tarihi bulunan Kürtlerin konuştuğu Kürtçe'nin Hint Avrupa dil grubunun Đrani dil
grubuna girdiğini belirten Özcan, Kürtçe'nin birkaç lehçeden oluştuğunu söyledi. Özcan,
"Kürtçe'ye ilişkin eserler bin yıl öncesine dayanıyor. Ancak bu eserler günümüze kadar
gelememiştir. Siyasi otoritenin olmayışı bundan temel etkendir. Siyasi otorite oluşursa dil ve
edebiyat gelişir. Yani dil ve edebiyat siyasi otoriteye bağlıdır" dedi. Kürtçe eserlerin azalmasının
Osmanlı dönemine dayandığını söyleyen Özcan, "Cumhuriyetle beraber Kürtlerin hak talebi
sonucu isyanlar gelişmiştir. Bu dönem Kürtçe yazılı eserlere izin verilmemiştir. Hatta konuşulması
bile yasaklanmıştır. 1923'ten 1990'lara kadar yasaklar devam etmiştir. Günümüzde de bir çok Kürt
edebiyatçı çalışmalarını yurt dışında yürütmek zorunda kalmıştır. 1990'ların başıyla birlikte bir
açılım sağlanmış, Kürtçe kitaplar basılmaya başlanmıştır. 10 yıl içinde 2 bin dolayında Kürtlerle
ilgili kitap çıkmıştır. Ama bunlardan sadece iki yüzü Kürtçe'dir" diye konuştu. Kürtçe'nin,
Kürtlerin yaşadığı coğrafyada tek dil olduğunu, ancak metropollerde ikinci dil durumuna
düştüğüne dikkat çeken Özcan, metropollerde özellikle öğrenci gençlik tarafından genelde
Kürtçe'nin kullanılmadığını söyledi. Anadilin insan yaşamında büyük önem taşıdığını, anadilin iyi
bilinmesinin düşünceye hakimiyet anlamını taşıdığını belirten Özcan, "Anadil insanın doğumuyla
başlayan bir olgudur. Kendi dilini iyi bilmeyen bir çok kavramı algılayamaz, düşünce eksikliğini
beraberinde getirir. Bunun için Kürtçe'ye sahip çıkmak gerekir" dedi.
...............
Öğrencilere ağır suçlama
YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz:
Kampanyayla ilgili açılan ilk soruşturmadan sonra Yükseköğretim Kurulu da (YÖK) 'harekete'
geçti. YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz, MGK ve Genelkurmay'ı aratmayacak şekilde
yayınladığı bildiride, Kürtçe eğitim talebiyle dilekçe veren ve eylemde bulunan öğrenciler
hakkında, üniversite rektörlüklerinin, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği
hükümlerinin uygulanacağı tehditi savruldu. Öğrencilerin "PKK propagandası yapmakla"
suçlandığı bildiride, şunlar yer aldı: "Son günlerde bazı üniversitelerimizde toplu dilekçeler
verildiği, gösteri yapma, afiş ve pankart asma gibi eylemlerin yapıldığı görülmüştür. Bu eylemlerin
neredeyse tek tip dilekçeyle dikte ettirilen Kürtçe eğitim talebinde bulunmanın masum bireysel
hareketler olmadığı, bölücü terör örgütü PKK'nın doğrudan ya da dolaylı yandaşları ve
226
destekçileri ile birlikte planlayıp organize ettiği, doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik bölücü faaliyetler olduğu değerlendirilmiştir."
Kürtçe eğitim dilekçeleri kabul edilmedi
Yedinci Gündem 5 Aralık 2001
..............
VAN
Eğitim-Sen Van Şubesi tarafından bugün yapılan yazılı bir açıklamayla, anadilde eğitim hakkının
verilmesi istendi. Açıklamada, 21.yüzyılda insani değerlerin üstünlüğü, hukukun, adaletin,
demokrasinin, barışın, temel hak ve özgürlük istemlerinin yükseldiği bir dönemden geçildiği
belirtilerek, toplumum içinde bulunduğu sıkıntıları ve sorunları aşmanın yolunun demokratik bir
halk yönetiminden geçtiği vurgulandı. Eğitim-Sen'in kuruluşundan bu yana anadilde eğitimi
savunduğu ve tüzüklerinde buna yer verdikleri hatırlatılan açıklamada, şunlar belirtildi: "Anadilde
eğitim, yaşama hakkından sonra gelen en temel insani haktır. Bu insani hakkı kullanma, ifade
etme, düşünebilme ve savunabilme demokrat ile insan olmanın gereğidir."
...............
Kampanya panikletti
Yedinci Gündem 6 Aralık 2001
..........
ĐHD'den YÖK'e mektuplu protesto
ĐSTANBUL - ĐHD Đstanbul Şubesi Barış Komisyonu, Anadilde Eğitim Hakki talebiyle
kampanya başlatan öğrencileri "okuldan atmakla" tehdit eden YÖK'e faks çekerek
"antidemokratik uygulamalara son vermesini" istedi.
Galatasaray Postahanesi önünde YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz'e gönderilen faks
metninde şu sözlere yer verildi: "Bir süredir anadilleri olan Kürtçe'de eğitim görmek isteyen
öğrenciler verdikleri dilekçe ile bu taleplerini dile getiriyorlar. Ne Türkiye Cumhuriyeti yasalarında
ne de Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerde böyle bir dil yasağı yoktur. Bütün bu
gerçeklere rağmen sizin öğrencilere okuldan uzaklaştırılacağı yönündeki açıklamanız ve bu
konudaki uygulamalarınız anlaşılmaz niteliktedir.
................
Seydaoğlu'ndan Kürtçe eğitime destek
Yedinci Gündem 7 Aralık 2001
ANKARA - ANAP Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu, üniversitelerde Kürtçe Eğitim
kampanyası başlatan öğrencilere destek verdi.
Seydaoğlu yaptığı açıklamada, Kürtçe'ye ilginin gittikçe arttığına dikkat çekerek, "Bu yüzyıl,
Kürtçe'nin ölüm kalım savaşı verdiği yüzyıl değil; kültür, sanat,edebiyat, tiyatro ve sinemada
yeniden doğduğu bir yüzyıl olacaktır" dedi. Avrupa Konseyi'nin 2001 yılını "Diller Yılı" olarak
kabul ettiğini hatırlatan Seydaoğlu, Hollanda'da da Kürt çocuklarının anadillerinde eğitim yapma
haklarını elde ettiğine işaret etti. Kürtçe seçmeli ders talebinin evrensel hukuk ilkelerine göre suç
teşkil etmediğini ifade eden Seydaoğlu, YÖK'ün Kürtçe seçmeli ders talebini dile getiren
öğrencilere karşı geliştirdiği tavrın insancıl olmadığını dile getirdi.
Seydaoğlu'ndan Kürtçe eğitime destek
Yedinci Gündem 7 Aralık 2001
.............
MKM'den öğrencilere destek
ĐSTANBUL - Anadilde Eğitim talebiyle başlatılan Kürtçe Eğitim ve Öğrenim Kampanyası'na
birçok kurumdan tarafından destek gelirken, MKM çalışanları da yayınladıkları basın metni ile
kampanyayı sahiplendiklerini bildirdi.
227
MKM Genel Merkezi'nden yayınlanan metinde, "Kürt dilinin serbestçe konuşulacağına dair
uluslararası sözleşmelere imza atanlar bunu içine sindiremiyorlar. Ayrıcı böyle bir talebi dile
getiren öğrencilerde cezai yaptırımlar ile karşılaşıyorlar ve bazı öğrenciler bu nedenle tutuklanıyor.
Biz MKM çalışanları olarak bu tavırları kınıyoruz. Ayrıca demokratikleşme ve Kürt dilinin gelişmi
açıdan engel teşkil eden yasaların derhal kaldırılmasını talep ediyoruz" dendi.
..............
Öğrencilerden kampanyaya çağrı
Yedinci Gündem 8 Aralık 2001
............
Kadınlardan öğrencilere destek
DĐYARBAKIR - HADEP Diyarbakır Đl Kadın Kolları, Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'nün
öğrencilerin Kürtçe eğitim talebini içeren dilekçelerini kabul etmemesini kınadı.
Kadın kolları tarafından bugün yapılan yazılı açıklamada, böylesi demokratik etkinliklerin
engellenmesinin ülkede içinden çıkılmaz kaos ve krizlerin yaşanmasına neden olacağına işaret
edilerek, "Anadilde eğitim istiyorum" kampanyasını destekledikleri belirtildi.
Anadilin tarihsel, toplumsal, kültürel önemine değinen HADEP'li kadınlar, Finli yazar Antti
Jalava'nın "Anadilim canımın derisi gibidir, diğer diller ise elbisem gibidir. Bir elbise bana uymasa
değiştirebilirim ama derimi değiştiremem" sözüne işaret ederek, hiç bir gücün bir halkın dilini
yasaklayamayacağını ifade etti. Açıklamada, "Bu girişimin ülkemizde varolan tıkanıklığı aşacağı,
demokratikleşme sürecini hızlandıracağı inancıyla kampanyayı desteklediğimizi belirtiyoruz"
sözüne yer verildi.
................
Anadilde eğitim kampanyasına destek sürüyor
Yedinci Gündem 9 Aralık 2001
VAN- HADEP Van Đl Gençlik Kolları, bir basın açıklaması yaparak, üniversitelerde öğrenciler
tarafından başlatılan "anadilde eğitim" kampanyasını desteklerini açıkladı.
HADEP Van Đl Örgütü'nde yapılan açıklamada, kampanyada toplanan dilekçelerin rektörler
tarafından kabul edilmemesi keyfi bir karar olarak değerlendirilerek, insanın güç ve yeteneklerini
açığa çıkararak bilimin yuvası olarak görülen üniversitelerin böylesi kör politikaya alet olmasını ve
insani bir hak olan anadilde eğitim hakkına tehditler savurarak öğrencilerin gözaltına alınmasının
kınandığı belirtildi.
Türkiye'de değişik dil ve kültürleri yasaklayarak sorunların çözülemeyeceğini vurgulanan
açıklamada, şunlara değinildi: "Türkiye'de farklılıkları bir tehdit olarak gören yönetim anlayışı
başta Kürtçe olmak üzere insanların kendi dilleri ile eğitim, yayın ve örgütlenmelerini yasadışı
sayarak, şiddet yöntemleri ile bastırmaya çalışmıştır.Türkiye'nin sorunları şiddetle, baskıyla
çözülemez. Anayasanın 42.maddesi olan 'eğitim-öğretim kurumlarında Türkçe'den başka hiçbir
dille eğitim görülemez' maddesinin değiştirilmesini istiyoruz. Bu çerçevede öğrencilerin başlatmış
olduğu 'Anadilimde Eğitim Görmek Üstiyorum' adlı kampanyayı biz de destekliyor ve
sahipleniyoruz."
Sempozyumda anadil tartışması
DĐYARBAKIR - Đnsan Hakları Sempozyumu'nun 2'inci gününe ağırlıklı olarak anadilde eğitim ve
çok kültürlük tartışmaları yer aldı. ĐHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül, anadilde eğitim konusunde
herkesin üzerine düşeni yapmasını isterken, Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Ragıp Zarakolu
ve Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrank Dink ise çok kültürlülüğün öneminden bahsetti.
Ayrıca, gazetemiz tarafından gönderilen çelenk de polisler tarafından salondan çıkarılmak istendi.
Đnsan Hakları Haftası nedeniyle Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu'nda dün başlayan "Đnsan
Hakları Sempozyumu"na bugün de sürdü. Yoğun katılımın olduğu gözlenen sempozyumda çok
kültürlülük, anadilde eğitim ve göç üzerinde duruldu.
ĐHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül konuşmasında, Anadilde eğitimin anayasal boyutu üzerinde
durdu. Şu ana kadar eğitim konusunda yasal bir düzenlemenin yapılmadığına işaret eden Öndül,
Türkçe dışında eğitimin yapılamayacağını öngören 42'inci maddeye dikkat çekerek, "Anadil
228
konusunda 26'ıncı ve 28'inci maddeler değiştirildi. Ama pratikte bir şey değişmedi. RTÜK gibi
kurumların yapıları gözden geçirilmeli" diye konuştu. Sorunun sadece Kürtlerin sorunu olmadığını
belirten Öndül, "Sadece Üniversite öğrencilerin de meselesi değil. Herkes anadilde eğitim
konusunda üzerine düşeni yapmalı" diye konuştu.
Öndül, Türkiye'nin derin bir değişim dönüşüm süreci yaşadığını da kaydederek, "Bir gecede
değişim olmaz. Beklemek yerine, talep etmeliyiz" dedi.
Avrupa Birliği Büyükelçisi Siyasi Đşler Danışmanlığı'ndan Feray Salmer de, ülkelerin
anadillere ilişkin tutumlarına değindi. Bir çok ülkede, resmi dilin dışında bölgesel dillerin de
kullanıldığını belirten Salmer, "Belçika'da sokak tabelaları 3 dille, Finlandiya'da 2 dille yazılı" diye
konuştu. Salmer, Türkiye'nin de üye olduğu Avrupa Konseyi'nin bu yılı "Anadiller Yılı" ilan
ettiğini de hatırlattı.
Salondakileri Kürtçe selamlayarak konuşmasına başlayan Eğitim Sen GYK Üyesi Ömer
Buzludağ ise, Uluslar arası sözleşmelerde anadilde eğitim konusu üzerinde dururken,
üniversitelerde başlatılan kampanya dilekçelerinin kabul edilmemesini eleştirdi.
Öğrenciler tutuklandı
Yedinci Gündem 10 Aralık 2001
........
Analardan Ecevit'e mektup
ĐSTANBUL - Barış Anaları Đnisiyatifi üyeleri, Dünya Đnsan Hakları Günü nedeniyle Başbakan
Bülent Ecevit'e mektup gönderdi.
Barış Analarından Müyesser Güneş:
Galatasaray Postanesi önünde bir araya gelen Đnisiyatif üyeleri adına Müyesser Güneş, burada bir
açıklama yaptı. Güneş, ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik krizin nedeninin siyasi kriz
olduğuna dikkat çekerek, "Bu durum biz vatandaşlara insan hakları ihlalleri olarak yansımaktadır"
dedi. Güneş, insan hak ve hürriyetlerinin anayasal güvenceye alınmasına karşın uygulamada
sorunlar yaşandığını dile getirerek, "Bunlar ya uygulamada boşa çıkarılmış ya da devlet güvenliği
kişi güvenliğinden önemli tutulduğundan Anayasada kısıtlayıcı önlemler alınmıştır" dedi.
Üniversitelerde başlatılan "Anadilde Eğitim" kampanyasına da değinen Güneş, "Đnsanın
vazgeçilmez ve devredilmez meşru hakkı bizzat dilidir" diyerek, kampanyaya destek veren
öğrencilere karşı başlatılan uygulamaları kınadı. Đnsan hakları gibi evrensel değerlerin ancak barış
ortamında korunup geliştirilebileceğine dikkat çeken Güneş, Barış Anaları Đnsayatifi olarak
demokratik mücadele çerçevesinde verilecek olan her türlü insan hakları mücadelesinde, yer
almaya hazır olduklarını belirtti.
Çukurova'da dilekçeler kabul edildi
Yedinci Gündem 11 Aralık 2001
..............
Kadınlardan öğrencilere destek
BATMAN - HADEP Batman Kadın Kolları Başkanı Nuran Đmir, üniversitelerde başlatılan
anadilde eğitim kampanyasını desteklediklerini açıkladı.
Üniversitelerde başlatılan anadilde eğitim kampanyasına bir destek de HADEP Batman Kadın
Kolları'ndan geldi. HADEP Batman Đl Kadın Kolları Başkanı Nuran Đmir tarafından yapılan yazılı
açıklamada, anadilin kişinin fikir, dil ve kişilik yönünde gelişmesinde çok gerekli olan temel bir
unsur olduğu belirtildi. Đmir, açıklamasında şunlara yer verdi: "Anadil bireyin mensup olduğu
toplumun yüzlerce, hatta binlerce yıl biriktirdiği kültürel zenginliğin oluşturduğu hazinenin
anahtarıdır. Yani birey atalarının tarih boyunca oluşturduğu zenginliğe ancak dille ulaşabilir. Eğer
insan kendi anadilini bilmezse, kendi toplumunun türkülerini, masallarını, destanlarını hikayelerini,
romanlarını, örf ve adetlerini yaşam biçimini de öğrenemez."
Açıklamasında Đstanbul Üniversitesi öğrencileri tarafından başlatılan "Anadilimde eğitim
istiyorum" kampanyasını desteklediklerini vurgulayan Đmir, ayrıca Diyarbakır Dicle Üniversitesi
229
öğrencileri tarafından rektörlüğe sunulmak istenen dilekçelerin engellenmesinin antidemokratik
bir tutum olarak değerlendirdi.
Öndül: Kürtçe bu toplumun dili
Yedinci Gündem 13 Aralık 2001
ANKARA - ĐHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül, Kürtçe'nin yabancı dil değil, bu toplumun dili
olduğunu söyledi ve Kürtçe eğitimin serbest bırakılmasını istedi. Kampanyaya ilişkin düzenlenen
basın toplantısı esnasında Kürtçe eğitimin serbest bırakılmasını isteyen öğrencilerin, basın
açıklamasını Kürtçe de yapma girişiminde bulunması üzerine Öndül, Dernekler Yasası'nın 5 ve
6'ncı maddelerinin Türkçe dışındaki dillerin kullanılmasını yasakladığını hatırlatarak, "Bu durum
hazindir ama ne yazık ki böyledir" dedi.
Türkiye'nin dört bir yanında, üniversitelerde başlatılan " Seçmeli Kürtçe ders Kampanyası
"çerçevesinde Ankara'da oluşturulan "Kürtçe Eğitim ve Öğrenim için Ankara Öğrenci Girişimi"
bugün saat 11.00'de ĐHD Genel Merkezi'nde, ĐHD merkez yöneticilerinin katılımıyla bir basın
toplantısı düzenledi.
Eğitim Kampanyası çerçevesinde düzenlenen basın toplantısına katılarak öğrencilere destek veren
ĐHD Genel Başkanı Öndül, Kürtçe Eğitim Kampanyası'nın soruşturma ve disiplin cezalarıyla
kriminal bir hale getirilmek istendiğine dikkat çekerek, şiddet dışı yollarla dile getirilen bu tür
kampanyaların sevindirici olduğunu ve teşvik edilmesi gerektiğini söyledi. ĐHD'nin daha önce
hazırladığı 'Kopenhag Kriterleri ve Türkiye' adlı çalışmadan alıntılar yapan Öndül, AB sürecindeki
Türkiye'nin yalnızca bir etnik grubun değil tüm toplumun devleti olması gerektiğini söyledi.
Öndül Kürtçe'nin yabancı bir dil olmadığına da işaret ederek, "Kürtçe ve Lazca gibi diller bu
toplumun dilleridir" dedi. Öğrenciler hakkında disiplin soruşturmalarının açılmasını protesto eden
Öndül, "Türkiye demokrasisi ancak böyle uygar fikri tartışmalarla gelişebilir. Yapılması gereken
şey, sorun olduğu bilinen bir konuyu, bu sizim sorunumuzdur, toplumun sorunudur, diyenleri
anlamaya çalışmak ve demokrasinin çoğulculuk ilkesinin doğal sonucu olan tutumu almaktır.
Önemli olan farklı olanın farklılığını ifade edebilmesi, varlığını sürdürebilmesi, kendisini koruma
ve geliştirme olanaklarına sahip olmasıdır. Farklı dil ve kültürler devlet tarafından hem eşitlik ilkesi
ile karşılık bulmalı hem de eşdeğer kabul edilmelidir. Üniversite gençlerinden bazıları sorunu gün
yüzüne çıkarıp topluma 'tartışalım' çağrısı yapıyor. Bu bir sorundur ve bu sorunu tartışarak, ulusal
üstü insan hakları belgelerinde yer alan ilkeleri gözeterek çözebiliriz" diye konuştu.
Diyarbakır'dan kampanyaya destek
Yedinci Gündem 14 Aralık 2001
DĐYARBAKIR - 32 sivil toplum örgütünden oluşan Diyarbakır Demokrasi Platformu,
Anadilde Eğitim kampanyasına destek verdiğini açıkladı. Platform, üniversite yönetimlerini dil
sorununa bilimsel yaklaşmaya çağırdı.
Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti'nde bugün açıklama yapan Demokrasi Platformu Dönem
Sözcüsü ve ĐHD Diyarbakır Şube Başkanı Osman Baydemir, "Demokrasi platformu başta Kürt
sorunu olmak üzere farlı din, dil, etnik kimlik ve kültürel sorunların çözümünde demokrasinin
çoğulculuk ilkesi ve anayasal vatandaşlık anlayışının çözüm olacağını savunmaktadır" dedi.
Türkiye'nin yapısal insan hakları ve demokrasi sorununun Anayasa'nın birkaç maddesinin
değiştirilmesiyle çözülemeyeceğine dikkat çeken Baydemir "Farklı dillerin kullanımını
olanaklaştıran Anayasa değişikliklerini oldukça önemli buluyoruz. Anayasanın 13, 14, 26 ve 28.
230
maddeleri değiştirilmiş olmakla beraber 42. maddede bir değişiklik yapılmadı" diye konuştu.
Kampanyaya destek çağrısı
"Türkçe'den başka bir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak
okutulamaz ve öğretilemez" hükmünü içeren Anayasanın 42. Maddesi üzerinde duran Baydemir,
üniversite öğrencilerinin Kürtçe eğitim taleplerinin desteklenmesi gerektiğini kaydetti. Baydemir
şöyle devam etti:
"Üniversite öğrencilerinin ve diğer toplumsal bireylerin anadilde eğitim ve öğretim konusunda
dilekçe haklarını kullanmaları istemlerini şiddet dışı araçlarla gündeme getirmeleri son derece
sevindiricidir. Đçeriği ve muhtevası ne olursa olsun dilekçe sunmak anayasal haktır gereği yerine
getirilir veya getirilmez ilgili mekanizmaya ulaştırılması gerekir. Aksi taktirde bu anayasal bir
suçtur. Bir kez daha hükümet ve ilgili otoritelerin mevcut negatif tutumlarından vazgeçmeye ve
üniversite yönetimlerinin dil sorununa bilimsel yaklaşmaya çağırıyoruz."
Kürtçe eğitim kampanyasına destek
15 Aralık 2001 Evrensel
Diyarbakır Demokrasi Platformu, öğrencilerin başlattığı Kürtçe eğitim kampanyasına artan
polis baskısını protesto etti. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti’nde yapılan basın toplantısına
platform temsilcilerinin yanı sıra Dicle Üniversitesi öğrencileri adına iki öğrenci katıldı.
Demokrasi Platformu adına açıklama yapan ĐHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube
Başkanı Osman Baydemir, üniversite öğrencilerinin önemli bir sorunu dile getirdiklerini
belirterek, sorunun gündeme getiriliş biçimini ve öğrencilerin taleplerini desteklerini söyledi
Milletvekillerinden destek
Özgür Politika 15 Aralık 2001
Kürt öğrencilerin anadilde eğitim kampanyasını değerlendiren DSP, ANAP, SP,
DYP'den Kürt milletvekilleri, "Kürtçe eğitim, yayın evrensel ve doğal bir haktır" dediler.
MEHMET ÖZGÜL
Çeşitli partilerden Kürt milletvekilleri gazetemize yaptıkları değerlendirmede, Kürt öğrencilerin
Türkiye üniversitelerinde anadil eğitimi için yürüttükleri kampanyayı "doğal hak" olarak
değerlendirirken, uyum yasalarının çıkmasının daha uygun zemin sunacağını belirttiler.
DSP Tunceli Milletvekili Bekir Gündoğan, anadilde eğitim ve yayının bir demokratikleşme
süreci sorunu olduğunu belirterek, "12 Eylül Darbe Anayasası'nın 34 maddesi değiştirildi. Yeterli
olmasa da olumlu bir adımdır. Bunların uyum yasaları bu tür özgürlüklerle ilgilidir. AB süreci de
var. Üyelik durumunda Avrupa hukuku devreye girecek. Bu durumda kimin hangi dille konuştuğu
sorun olmaktan çıkacaktır" diye konuştu. YÖK'ün kararının doğru olmadığını söyleyen
Gündoğan, "Resmi dil Türkçedir. Kürtçe eğitim, yayın demokratik bir haktır. Birlik ve beraberlik
231
sağlandıktan sonra vatandaşın kendi anadilinde konuşması, eğitim görmesi, yayın yapması en
doğal hakıdır" dedi.
ANAP'ın Kürt Raporu'nu hazırlayan Diyarbakır Milletvekili Abdulbaki Erdoğmuş ise
"Anadilde eğitim, yayın doğal ve evrensel bir haktır" vurgusunda bulunarak, Kürtçenin seçmeli dil
olarak okutulmasını isteyen öğrencilere YÖK'ün takındığı tutumun bununla bağdaşmadığını
söyledi.
SP Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata da, "Bu ülkenin neredeyse üçte birini oluşturan
Kürt vatandaşının kendi dilini konuşması, eğitim, yayın hakkanı istemesi suç değil haktır" dedi.
Korkutata, ancak Anayasa değişikliklerine bağlı olarak çıkacak olan uyum yasalarının
beklenmesinin daha doğru olacağını belirterek, "gerginlikten kaçınmak gerekir. Zaten hep fırsat
kollayanlar"ın durumuna dikkat çekti.
DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Selim Ensarioğlu da, Hacatepe Üniversitesi'nden
Kürt öğrencilerin kendisini ziyaret ettiğini, yürüttükleri kampanyayı anlatıp destek istedilerini
aktararak, "Tabiki kampanya son derece doğrudur. 20 milyonu aşkın Kürt insanının anadilde
yayın, eğitimi son derece doğal hakkıdır. Ancak Anayasa daha yeni değişti. Uyum yasaları daha
çıkmamış. Öğrencilere uyum yasalarını beklemenin daha doğru olacağını belirttim" dedi.
Đmzalar 10 bini aştı
Yedinci Gündem 15 Aralık 2001
.......
Anadilsiz yaşanmaz
Cezaevindeki PKK'li tutuklular, öğrencilerin başlattığı Anadilde Eğitim kampanyasını
desteklediğini bildirdi. Cezaevlerindeki tüm PKK'li tutuklular adına yapılan yazılı açıklamada,
şöyle denildi: "Her gün çağdaşlık, demokratlık üzerine hamasi nutuklar verenler; başuçlarında
binyıllarını paylaştıkları 'kardeş' dediği bizlerin; anadilimizi, kimliğimizi, kültürümüzü inkar ederek
baskı uygulamaktadır. Halkımızın kutsal yaşam ve varolma hakkına dayalı olarak, asırların
inkarcılığına ve statüsüzlüğüne karşı meşru zeminde ve demokratik çerçevede başlattığı 'sözlü
ulusal kimlik bildirimi kampanyası'na zindanlardaki barış ve özgürlük mücadelesi tutsakları olarak
tüm gücümüzle katıldığımızı belirtiyor, coşkuyla selamlıyor ve kimliksiz-anadilsiz yaşanmayacağını
kabul eden herkesi halkımızın sesine katılmaya çağırıyoruz."
............
Kadınlardan kampanyaya destek
Yedinci Gündem 20 Aralık 2001
ĐSTANBUL - Đstanbul Üniversitesi'nde bir grup öğrencinin girişimi ile başlatılan Kürtçe Eğitim
ve Öğrenim Kampanyası'na destekler çığ gibi büyüyor.
Kampanyaya başından itibaren yoğun ilgi göteren Çağrı Dergisi'nden Kadınlar, Dicle Kadın
Kültür Merkezi, Emekçi Kadınlar Birliği, Feminist Kadın Çevresi, HADEP'li Kadınlar,
232
Halkevlerinden Kadınlar, Kadın Tavrını Geliştirme Đnsiyatifi (KATAGĐ), ĐHD'li Kadınlar, Özgür
Kadın Dergisi, Sosyalist Eylem'den Kadınlar, Üniversiteli Feminist Grup, yaptıkları açıklama ile
kampanyayı desteklediklerini bildirdi. Ayrımcılık nedeniyle eğitim olanaklarından daha az
yararlandıkların söyleyen kadınlar, "Herkesin kendi kimliğini özgürce dile getirmesinin önündeki
engellerin ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun bir parçası olrakda anadilde eğitim
hakkının tanınması ve Kürtçe'nin seçmeli ders olarak kabul edilmesini talep ediyoruz" dedi.
Zimanê xwe dixwazim
Yedinci Gündem 22 Aralık 2001
............
Đmzalara devam
Kampanyaya farklı kesimden birçok kurum, kuruluş ve kişi destek verirken Anadolu Üniversitesi
öğrencileri de topladıkları 300 dilekçeyi rektörlüğe sundu. Son imzalarla birlikte 20 Kasım'dan bu
yana başlatılan kampanyaya imza koyanların sayısı 15 bine ulaşırken, Barış Anneleri Đnisiyatifi,
Dicle Kadın Kültür Merkezi, Özgür Kadının Sesi Dergisi, HADEP Kadın Kolları, Göç-Der
Kadın Çalışanları, MKM Kadın Sanatçıları, Özgür Halk Dergisi Kadın Çalışanları, Azadiya Welat
Kadın Çalışanları, Emekçiler Formu Kadın Okurları, Çağrı dergisinden Kadınlar, Emekçi
Kadınlar Birliği, Feminist Kadın Çevresi, Halkevlerinden kadınlar, Kadın Tavrını Geliştirme
Đnsiyatifi, ĐHD'li Kadınlar, Sosyalist Eylem'den Kadınlar, Üniversiteli Feminist Grup, yaptıkları
açıklamalarla öğrencileri desteklediklerini açıkladı.
............
Dil talebi birliği
Özgür Kadın Partisi (PJA) PM Üyesi Jiyan Çiya, Türkiye'deki anadilde eğitim taleplerinin
demokratik bir istem ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için önemli bir kıstas olduğunu açıkladı.
Çiya, "Bilimsel eğitimin anti-demokratik temelde denetlenmesi, bağımsızlaştırılıp kullanılması,
bilime, demokratikleşmeye dolayısıyla insan özgürlüğüne en büyük hakarettir" dedi. Dil yasağının
halkın gerçeğinin inkar edildiği anlamına dikkat çeken Çiya, bir halkın kendi yaşamını, kültürünü
en iyi biçimde kendi diliyle ifade edebileceğini belirtti. Üniversite gençliğinin anadilde eğitim
kampanyasına ilişkin yaptıkları etkinliklerin anlamlı olduğunu belirten Çiya, "Elbette antidemokratik bir miras, geçmiş kabul edilemez. Bu temelde toplumun dinamik güçleri olan aydın,
yazar, öğrenci kesimleri ve güçlü bir Türkiye'den yana olan her birey bu husustaki duyarlılığını
göstermek durumundadır" dedi.
Demokrasi için Anadilde Eğitim
Yedinci Gündem 29 Aralık 2001
Evrim Alataş / Ergülen Top
233
..............
Binlerce dilekçeyi imzalayan ve okuldan atılmakla tehdit edilen öğrencilerin talebi toplumun
değişik kesimlerinde tartışılmaya başlandı. Eğitim hakkının insanın en doğal hakkı olduğunu
savunan ANAP Milletvekili Sühan Özkan şöyle dedi: "Hem Adalet Komisyonu Başkan Vekili,
hem ANAP'ı temsilen hem de kendi fikrimi söylüyorum. Eğitim hakkı gerçek anlamda bir haktır.
Böyle bir talep varsa, YÖK'ün bunu disiplin müeyyideleri ile yok saymak yerine eğitim
uygulamasında nasıl değerlendireceğine bakması, bu işlerden korkmaması lazım. Bunlar bütünlüğü
bozmuyor."
Çözüm yeri TBMM'dir
ANAP Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu da öğrencilerin topladığı imzaları kabul
etmeyen YÖK'ün anayasal suç işlediğini belirtti. Kürt öğrencilerin her yurttaş gibi dilekçe hakkını
kullanabileceğini vurgulayan Seydaoğlu, "YÖK, Anayasa'nın üzerinde bir kurum değildir. Bu
konuda tamamen keyfi hareket ediyor" dedi. Seydaoğlu, öğrencilerin gözaltına alınması ve
tutuklanmasını da araştıracağını söyledi.
Öğrencilere destek mecliste partisi bulunan diğer milletvekillerinden de geldi. SP Grup
Başkanvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, "Bu sorunun çözüm yeri TBMM'dir. Siyaset kurumu bu
sorunu bilimsel bir şekilde görüşerek ve ciddi kararlar alarak çözmelidir" dedi. Siyasi partilerin bir
araya gelerek Kürtçe eğitimi ilgili komisyonlarda müzakere etmesi gerektiğini savunan Hatipoğlu,
Kopenhag Kriterleri'nin sorunun çözümünde yol gösterici olabileceğini kaydetti. Hatipoğlu,
YÖK'ü de "YÖK zaten antidemokratik bir kurumdur" sözleriyle değerlendirdi.
Kampanyayı yürüten öğrencilerin mecliste ziyaret ederek destek istediği SP Genel Başkan
Yardımcısı ve TBMM Đnsan Hakları Komisyonu üyesi Mehmet Bekaroğlu, öğrencilerin
destek talebine olumlu yanıt verdi. Dili yasaklamanın, bir insanın rengini yasaklamakla aynı anlama
geleceğini vurgulayan Mehmet Bekaroğlu devletin, kişilerin kendi dilini ve kültürünü korumasına
yardımcı olması gerektiğini savundu. Bekaroğlu, "Bu şiddet içeren bir eylem değil, hangi yasaya
göre suç, neye dayanarak bu öğrenciler hakkında soruşturma açılabiliniyor ya da okuldan
atılıyorlar. Öğrenciler, Özel Đdare Mahkemesi'ne başvurmalıdır" önerisinde bulundu. Öğrencilerin
Đnsan Hakları Komisyonu'na başvurarak, karşılaştıkları baskılara ilişkin şikayetlerin bildirdiklerini
de vurgulayan Bekaroğlu, Đnsan Hakları Grup Toplantısı'nda söz alarak kampanyaya yönelik
baskıları eleştirdiğini ve Kürtçe eğitimi savunan görüşleri dile getirdiğini kaydetti.
'Kürtçe'ye talep büyük'
Bir dönemler Kürtçe konuşmanın dahi yasak olduğunu, Kürtlerin gündüz Türkçe, gece Kürtçe
konuşmak zorunda kaldıklarını hatırlatan Saadet Partisi Đstanbul Milletvekili Ali Oğuz da
bunun bir hak olduğunu vurgularken, SP Adıyaman Milletvekili Mir Mehmet Dengir Fırat da
bu talebin insan hakları çerçevesinde ele alınmasını gerektiğini söyledi. SP'nin Kürtçe eğitimi
TBMM gündemine getirmesini ve hükümetin, dış müdahalelere gerek kalmadan Kürtçe eğitim
sorununu çözmesini isteyen Fırat, meclisteki son tüzük değişikliği nedeniyle Kürtçe eğitime ilişkin
bireysel girişimlerde bulunamadıklarını ifade ederek, partilerin bu konuda girişimlerde bulunup,
sorunu çözüme kavuşturabileceğini söyledi. Fırat, YÖK'ün tavrını ise kınadı.
DYP Genel Başkan Yardımcısı Salim Ensarioğlu, yalnız Kürtçe eğitim değil, Kürtçe yayından
da yana olduğunu belirterek, Anayasa'da yapılan değişikliklerle Kürtçe eğitimin önünde yasal engel
kalmadığını ancak uyum yasalarının mecliste görüşüldüğü zaman Kürtçe eğitim ve yayına destek
234
vereceğini söyledi. Kürtçe'nin Türkiye'nin bir zenginliği olarak kabul edilmesi gerektiğini ifade
eden Ensarioğlu, Kürtçe eğitime bölge halkının büyük bir talebi olduğunu söyledi. Ensarioğlu,
YÖK 'ün öğrencilere yönelik sert tavrını da eleştirerek, "YÖK'ün yaptıklarının yüzde ellisinden
fazlası yanlış" dedi.
Mecliste grubu bulunan AK Parti'nin Urfa Milletvekili Yahya Akman, anadilin doğal bir
iletişim araca olduğunu belirterek, "Bu doğal iletişim aracını insanlar kendi tercihiyle seçemiyor.
Bu insanları kökten bütün iletişim araçlarından mahrum bırakmak insan haklarına aykırı bir
uygulama. Đnsanların suç işlemesi için falan dili konuşmasına gerek yok. Suç işleme iradesine sahip
olan herkes suçu işler. Ama insanların kendi iradeleri dışında sahip oldukları bir dile de engel
olmak doğru değildir" dedi. Kampanyayı Meclis'te gündeme getirip, arkasında durup
durmayacaklarını sorduğumuz Akman, "Bu konuların arkasında olduğumuzu söylüyoruz. Yeter ki
talep edilen şeyler meşru olsun, hukukun kabul ettiği genel prensipler içerisinde olsun" cevabını
verdi.
Rektörler suç işliyor
Yedinci Gündem 29 Aralık 2001
Hukukçular da anadil talebinin temel hak olduğunu ve bu hak karşısında öğrencilerin okuldan
atılmasını ya da tutuklanmasını anti-demokratik bulduklarını söylediler.
Ankara Barosu Başkanı Sadık Erdoğan, Anayasa değişikliğinden sonra bu talebe soğuk
bakılıyor olmasını doğru bulmadığını belirtti. Erdoğan, "Bunun için on bin imza, yirmi bin imza
gerekli değil. Bu kişiler böyle bir eğitim istiyorlarsa, ki eğitim bile değil ders istiyorlar, çok
doğaldır, haklarıdır" diyor. Rektörlüklerin dilekçeleri kabul etmemesinin de hukuki olmadığını
belirten Sadık Erdoğan ise "Öğrenciler bunu yasal zeminde idari mahkemelere götürebilirler"
görüşünde.
Ağrı Barosu Başkanı Eyüp Duman ile Van Barosu Başkanı Hüsnü Ayhan da Avrupa Đnsan
Hakları Sözleşmesi'ni hatırlatarak, bu sözleşmeye göre herkesin istediği yere dilekçe verme ve
belirli taleplerde bulunma hakkı olduğunu söyledi. Duman, eğitim için yasal düzenlemelerin
yapılması gerektiğini belirterek, "Demokratikleşiyoruz mesajını vermek için değil, demokrasiyi
oturtmak için bu düzenlemelerin olması lazım" dedi. Van Barosu Başkanı Hüsnü Ayhan ise
"Sorunun çözümü demokrasi ve insan haklarıdır" yorumunu yaptı.
Varolan bir şeyin halının altına süpürülmesiyle ortadan kaldırılamayacağını vurgulayan Adana
Barosu Başkanı Necati Erdem de "Eğer bir suç varsa bunu engelleyebilirsiniz ama bir insanın
kültürünü yaşama isteğini veya konuştuğu dilini baskıyla engellemek bana göre akılcı bir yaklaşım
değildi. Bugüne kadar Kürtçe konuşulmuyor muydu, konuşulyordu. Terörist bir eylem yapmadığı
sürece bunlara karşı çıkmak çok akılcı bir yaklaşım değil" şeklinde konuştu.
Yurttaş Girişimi sözcülerinden Av. Ergin Cinmen, rektörlerin dilekçeleri almamasının suç
olduğunu vurguladı. Cinmen, "Bu Anayasa'nın 74. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Bu maddede
Türkiye'de ikamet eden her vatandaşın dilekçe verme hakkının olduğu, bu hakkın kullanılma
biçimininde kanunlarla düzenleneceği belirtiliyor. Bu kanunlarda da dilekçe vermeye herhangi bir
engel yoktur. Dilekçede belirtilen taleplerin kabul edilmesi ya da reddedilmesi ise ayrı bir konudur.
Yani bu taleplerin yönetmelikler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir ama dilekçeleri almamak
gibi birşey olamaz. Ayrıca rektörlerin dilekçeleri 'toplu verme' gerekçesiyle reddetmesi de çok
235
anlamsız. Çünkü dilekçeyi bir kişi de verebilir on kişi de. Bunu sınırlayan herhangi bir kanun da
yok. Rektörler bu tavrı ile Anayasa'yı ihlal etmektedir" dedi.
Genelge Anayasa'ya aykırı
19 Ocak 2002 Yedinci Gündem
Đçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'in dilekçe sahiplerini "PKK paralelinde hareket eden
oluşumlar" olarak nitelendiren genelgesi, Anayasa'ya aykırı bulundu. Anayasa hukuku profesörleri,
Bakan Yücelen'e tepki göstererek, genelgeyle Anayasa'nın ihlal edildiğini söyledi.
Prof. Dr. Çağlar: Medeni haktır
Genelge, öğrenci ve velilerin yanı sıra Anayasa hukuku profesörlerinin de tepkisine neden oldu.
Genelgenin hukuka aykırı olduğunu belirten Prof. Dr. Bakır Çağlar, "Dilekçe veren insanlar
medeni hakların kullanmışlardır. Vatandaşların bu haklarını kullanmaları kısıtlanamaz. Bu tür
uygulamalar yasalarla düzenlenebilir. Yasa da böyle bir şeye karşı değil. Genelgede dilekçelerin
Anayasa aykırılığı PKK'yle bağlantısına dayandırılıyor. Böyle bir bağlantı kurularak genelge
yayınlanması da hukuk ihlalidir" dedi.
Prof. Dr. Üskül: Seçmeli ders olabilir
Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku profesörü Zafer Üskül de, dilekçelerin,
Yücelen'in dayandırdığı gerekçede olması durumunda Anayasa'nın 42. Maddesi'nin ihlal edilmiş
olacağını belirterek, "Eğer dilekçelerde Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulmasını istiyorum
ibaresi varsa, o zaman iş değişir. Kürtçe seçmeli ders olarak okutulabilinir. Bunda sakınca
görülmemeli" dedi.
Prof. Dr. Donay: Genelge anayasaya aykırı
Prof. Dr. Süheyl Donay da, genelgenin kendisinin Anayasa'ya aykırı olduğunu belirterek, "Böyle
bir dilekçe verme hakkı vatandaşların hakkı. Ama dilekçenin sonucu belli, reddedilecek. Çünkü,
Kürtçe eğitim Anayasa'ya aykırı ancak 'Kürtçe eğitim' için dilekçe vermek değil. Đçişleri Bakanlığı,
bu durumda ancak polise talimat vererek bu kişileri adalete teslim edin diyebilir. Adalet Bakanı da
dahil hiç bir bakan kanaatini kullanamaz" diye konuştu.
Prof. Dr. Korbey: 42. madde değişmeli
"Sadece dilekçe verilmiş, zorla değiştirme gibi bir durum sözkonusu değil. Dolayısıyla genelge
hukuki açıdan yanlış" diyen Prof Dr. Ubeyd Korbey, "Türkçe eğitim dışında hiçbir dilde eğitim
yapılamaz" hükmünü içeren Anayasa'nın 42. maddesinin değiştirilmesini istedi. Dorbey, şöyle
devam etti: "Güçlü devlet olmak için böyle şeylerden korkmamak gerekiyor. Bugün ABD'de bir
yerde Đspanyolca konuşuluyor. Ama hiç kimse yasaklamaya çalışmıyor veya 'bölünürüz' korkusunu
taşımıyor. Sonuç olarak sorun 'yorgan kavgası'na benziyor. Bir gün yorganı yakarsak, bana göre
kavga da bitecek. Artık karar vermeliyiz, 'hukuk devleti mi olacağız yoksa kanun devleti mi?"
236
Rektörler suç işliyor
Yedinci Gündem
Hukukçular da anadil talebinin temel hak olduğunu ve bu hak karşısında öğrencilerin okuldan
atılmasını ya da tutuklanmasını anti-demokratik bulduklarını söylediler.
Ankara Barosu Başkanı Sadık Erdoğan, Anayasa değişikliğinden sonra bu talebe soğuk bakılıyor
olmasını doğru bulmadığını belirtti. Erdoğan, "Bunun için on bin imza, yirmi bin imza gerekli
değil. Bu kişiler böyle bir eğitim istiyorlarsa, ki eğitim bile değil ders istiyorlar, çok doğaldır,
haklarıdır" diyor. Rektörlüklerin dilekçeleri kabul etmemesinin de hukuki olmadığını belirten
Sadık Erdoğan ise "Öğrenciler bunu yasal zeminde idari mahkemelere götürebilirler" görüşünde.
Ağrı Barosu Başkanı Eyüp Duman ile Van Barosu Başkanı Hüsnü Ayhan da Avrupa Đnsan
Hakları Sözleşmesi'ni hatırlatarak, bu sözleşmeye göre herkesin istediği yere dilekçe verme ve
belirli taleplerde bulunma hakkı olduğunu söyledi. Duman, eğitim için yasal düzenlemelerin
yapılması gerektiğini belirterek, "Demokratikleşiyoruz mesajını vermek için değil, demokrasiyi
oturtmak için bu düzenlemelerin olması lazım" dedi. Van Barosu Başkanı Hüsnü Ayhan ise
"Sorunun çözümü demokrasi ve insan haklarıdır" yorumunu yaptı.
Varolan bir şeyin halının altına süpürülmesiyle ortadan kaldırılamayacağını vurgulayan Adana
Barosu Başkanı Necati Erdem de "Eğer bir suç varsa bunu engelleyebilirsiniz ama bir insanın
kültürünü yaşama isteğini veya konuştuğu dilini baskıyla engellemek bana göre akılcı bir yaklaşım
değildi. Bugüne kadar Kürtçe konuşulmuyor muydu, konuşuluyordu. Terörist bir eylem
yapmadığı sürece bunlara karşı çıkmak çok akılcı bir yaklaşım değil" şeklinde konuştu.
Yurttaş Girişimi sözcülerinden Av. Ergin Cinmen, rektörlerin dilekçeleri almamasının suç
olduğunu vurguladı. Cinmen, "Bu Anayasanın 74. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Bu maddede
Türkiye'de ikamet eden her vatandaşın dilekçe verme hakkının olduğu, bu hakkın kullanılma
biçiminde kanunlarla düzenleneceği belirtiliyor. Bu kanunlarda da dilekçe vermeye herhangi bir
engel yoktur. Dilekçede belirtilen taleplerin kabul edilmesi ya da reddedilmesi ise ayrı bir konudur.
Yani bu taleplerin yönetmelikler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir ama dilekçeleri almamak
gibi bir şey olamaz. Ayrıca rektörlerin dilekçeleri 'toplu verme' gerekçesiyle reddetmesi de çok
anlamsız. Çünkü dilekçeyi bir kişi de verebilir on kişi de. Bunu sınırlayan herhangi bir kanun da
yok. Rektörler bu tavrı ile Anayasa'yı ihlal etmektedir" dedi.
Nasıl bir kürtçe eğitim -1
31 Ağustos-1-2 Eylül 2002 Evrensel
SUNU
Geçtiğimiz günlerde TBMM tarafından AB’ye uyum yasaları adı altında çıkarılan Kürtçe öğrenim
hakkı, pek çok sorun ve soruyu da beraberinde getireceğe benziyor. Medyada AB uyum paketinin
çıkmasıyla (üstelik henüz uygulamaya geçilmemesine rağmen) bölgede kimlik sorununun bittiği,
Kürt sorununun çözüldüğü ve yerini ekonomik sorunun aldığı yazılıyor, çiziliyor. Oysa “sorun”
Kürtler için yeni başlıyor. Çünkü forumumuza katılan katılımcıların da dikkat çektiği gibi Uyum
Yasaları çerçevesinde çıkarılan “Kürtçe Öğrenme Hakkı” 80 yıllık Cumhuriyet pratiğine
237
bakıldığında çok büyük bir adım gibi görünse de, Kürtçe’yi kamusal alanda ve bir eğitim dili
olarak kabul etmiyor. Bu da kuşkusuz Kürtlerin dar bir dil pazarına hapsedilip, fiili engellemelerin
ve olur olmaz müdahalelerin yaygın olacağı yorumlarına neden oluyor. Bu yönlü propagandalar
başladı bile. Kendisi de bir Kürt olan English Fast’ın sahibi Nafiz Ülgen, kendisine sadece 15-20
başvuru yapıldığını söylüyor gazetecilere. Yasaklar ortadan kalktıkça Kürtçe’ye olan ilginin
azalacağını ileri sürüyor. Ülgen, elbetteki kamu yaşamı ve eğitimin dışına itilmiş, sadece
“öğrenme” statüsünde eli kolu bağlanmış Kürtçe’nin, -yüzyıllardır Kürtçe’nin baskı altında ve yok
edilmeye çalışılmış bir dil olduğu faktörünü eklemesek bile- Türkçe ve Đngilizce’yle rekabet
edemeyeceğini bilerek konuşuyor. Biz de tüm bu tartışmalar içinde; Kürtçe kurs açma ve Kürtçe
öğrenme hakkının, Kürtçe’nin gelişimi, Türkçe ve diğer egemen dillerle eşit statü hakkını elde
etmesi yolunda nasıl bir mevzi olarak değerlendirilmesi gerektiğini, var olan ve yaşanması
muhtemel sorunları aydın ve kurumlarla tartıştık.
SORULAR
1. AB uyum yasaları çerçevesinde, önü açılan Kürtçe öğrenim ve yayın konusunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
2. Bu gelişmenin sadece öğrenimi içermesi Kürtçe’nin bir eğitim dili olarak kabul edilmesini ve
kamu yaşamının herhangi bir alanında kullanılmasını dışlıyor. Bu aşamada özel kurs ve öğrenim
statüsü (Kürtçe’nin eğitim bilim edebiyat dili olarak geliştirilmesi açısından) nasıl
değerlendirilmeli?
3. Bu süreçte ne gibi pratik sorunlar yaşanabilir. Öğretmen sıkıntısı, müfredat konusu ve kurs
ücretleri vs. sorunlar nasıl çözülecek?
4. Devlet anadilde öğrenimi özel kurslarda gerçekleşmesini yasallaştırıp bu konudaki
sorumluluğunu bir kenara bıraktığına göre, Türkiye’deki Kürt dili otoritelerinin ve kurumlarının
sorumluluğu daha da önem kazanıyor. Sizce kime ne görevler düşüyor?
Sorumluluk sahibi herkes görev başına
Kawa Nemir / Şair-yazar
1.Türkiye’de devlet, bu topraklarda yaşayan halkların yararına olacak her ciddi ve önemli
dönemeçte olduğu gibi işi ağırdan alıyor. Bu işleyiş, devlet olmanın dayanılmaz ağırlığı olsa gerek.
Hakları on yıllardır ellerinden alınmış, varlıklarına kast edilmiş, budanmaya çalışılmış, fakat yine de
direnip bugünlere çıkmayı bilmiş milyonlarca insan, devletin ağırlığına rağmen, kırıntı sayılabilecek
haklara kavuştu. Kırıntı diyorum, çünkü sistem sözüm ona “ihsan eylediğini” nasıl budar, daha
baştan onun derdinde. Bu da ilk etapta önemli gibi görünen kazanımları, umarım öyle olmaz, kısa
vadede kuşa çevirmeye yetebilir.
Değerlendirmeme hakim olan kuşku anlaşılsın isterim. Đlke olarak Kürtçe öğrenim ve yayın
konusunun bir iki madde ile önünün açılması, arzulanan birçok kazanımdan sadece ikisidir. Ama
bunların sağlıklı bir şekilde ve Kürtlerin yararına (devletin değil) uygun olarak hayata nasıl
geçirileceği konusunda kuşkuluyum. Bir kere açılan alan çok dar. Đki, benim görebildiğim
“devletlû” anlayış, Kürtleri dar bir dil pazarı, fiili engellemeler, olur olmaz müdahalelerle bizzat bu
kazanılmış hakkı dar alanda ve uzun vadede çembere almayı, mümkün olursa boğmayı
tasarlamaktadır.
238
Şunu da belirteyim: Kürtlerin yayınla ilgili bir sıkıntıları da yok. Devlet kontrollü, günde birkaç
saatle sınırlı bir yayın pratiğine kaç kişi itibar eder bilmiyorum ama bunun daha baştan marjinal
kalacağını söyleyebilirim. Asıl sorun Kürtçe eğitimdir. “Öğrenim” önermesi, büyük bir tuzaktır.
2.Özel kurslar ve öğrenim yöntemiyle uygulaması, herkesin hemen üstüne atlamaması gereken bu
hak, madden ve manen nasıl uygulanabilir sorusu akla geliyor. Maddi çıkar hesabıyla yaklaşacak,
halihazırda yabancı diller eğitimi veren kurslar var. English Fast adlı kuruluşun yaptığı bir ilk
başvuru oldu geçenlerde. Ama kursun sahibi ile Kürtçe öğretmenliği yapması planlanan ve
sanırım müfredatı da hazırlayan Remzi Çakın’la daha ilk günden ideolojik ve dizgisel bir sorun
yaşandı. Orada patlak veren, maddi ve manevi bir sorundu. Kendisinin de Kürt olduğunu
söyleyen kurs sahibi Nazif Ülgen’in, Kürtçe öğretmenlik sertifikası almış Remzi Çakın’a ‘Türk’
olmayı bir şekilde dayatması. Yani artık “Türküm, doğruyum, çalışkanım”ın Kürtçesini Kürtlere
dedirtmek isteyecekleri bir zaman ve uygulamanın ilk sinyalleri...
Ortada böyle planlama varken, devletin ağzından çıkan “yerel diller ve lehçeler” tanımının o dilleri
konuşanlara ağır bir hakareti çağrıştırdığı bir ortamda, “Kürtçe evrensel bilgi üretmiş bir dil
değildir” küstahlığının alanen oynandığı bir yaklaşım hakimken, sanırım Kürtler bu özünde
kendisinin kocaman bir dıştalama, bir diskalifikasyon olan bu hakkın böyle uygulanmasına itibar
etmeyecektir. Alternatif nedir derseniz: Kürtçe’nin kamu yaşamında, bilimde, edebiyatta ve sanatta
sürekli ve zorlanarak, sivil itaatsizlik yöntemiyle geliştirilmesi. Ben, devletçe devlete yaraşır bir
tarzda resmileştirilecek bir Kürtçe’nin, Kürtlerin hayrına olmayacağına inanıyorum. Bu iş, ne
sadece Kürtlerin hazırlıksızlığına, ne de devletin soğuk ellerine emanet edilemeyecek kadar ciddi
bir iştir. Çözüm, Kürt kurumları ile devletin artık beraber çalışıp detayları tartışmasındadır.
3.Dediklerim, yığınla sorunun varlığına işarettir. En başta kurs ya da başka bir uygulamayla olsun,
binlerce insana Kürtçe öğretecek sayıda öğretmen bulmak zor bir iş. Bu ülkede özgürce Kürt dili
öğretmenleri yetiştirecek bir eğitim enstitüsü hiç olmadı. Devlet kurumlarının varlığını bir türlü
kabul etmek istemedikleri Đstanbul Kürt Enstitüsü, öğretmen yetiştirmeye yönelik kurslar
düzenledi zaman zaman. Devletin buna verdiği cevap, enstitüye dava açıp, kapısını mühürlemek
oldu. Farklı zamanlarda çeşitli kurumların yaptığı bu yönlü çalışmalar da aynı kaderi paylaştı.
Müfredata gelince; sanırım Kürt kurum ve enstitülerinin Türkiye’de olsun, Avrupa’da olsun
sıkıntılara rağmen edindikleri tecrübeler ve yaptıkları uygulamalar, müfredat ve eğitim materyalleri
sorununu kısa sürede çözecek güçtedir. Özetle, öğretmen, müfredat, eğitim materyalleri, ders araç
ve gereçleri konusunda devlet önünde sonunda bulmak ve seçmek zorundadır. Bunun için de,
tilki-kürkçü hesabı, devlet yine Kürt kurumlarına gitmek, danışmak veya onları çağırmak
zorundadır. Devlet, buna açık olmalıdır. Bu yapılmazsa, Kürtler bu işleri beceremeyecek değildir,
devletin fiili engelleri yine devletin pratik tavrıyla söz konusu olacaktır.
4.Yeryüzünde, mükemmel olmasa da, tüm parçalarda ve tüm ülkelerin Kürtleri arasında belli
düzeylerde sosyal, akademik, entelektüel, edebi türlerden ilişkiler mevcut. Halkların hayrına gibi
görünmeyen küreselleşmenin ve teknolojinin, Kürtlere ve diğer ezilen uluslara getirdiği bir artı, bir
kazanımdır bu. Kürtler, son yıllarda bu kanalları daha çok kullanmaya başladılar.
Bu arada, yıllar öncesinden böyle açılımlara hazırlık amaçlı bir bilinç oluşmaya başladı. Bu bilinç
de otoriter ve kurumsallaşma bazında belli bir mesafe kat ettirdi Kürtlere. Sorumluluk sahibi kişi
ve kurumlar, her zaman vardı. Đşte şimdi onların bu işe müdahale etme zamanıdır.
Đstanbul Kürt Enstitüsü
239
Enstitüsü ve onun ilişkiler ağı, Kürtçe bilen, devlet okullarında çalışan (Đlginçtir çoğu lise Türk
Dili ve Edebiyatı öğretmenidirler!) binlerce Kürt öğretmen, Kürtçe gazete ve dergi editörleri,
yetişmiş gazete ve dergi kadroları ve nitel-nicel sıçramayı yaratacak seferberlik ruhu... Bunların bu
hazırlıklara pratik olarak katılıp, tez elden Đstanbul Kürt Enstitüsü başkanı Sayın Hasan Kaya’nın
çağrısına katılmalıdırlar.
Son olarak bu konuda stratejik bir önerim var: Devlet çıkarılan yasalarla, kuşkulu bir çözümü öne
sürmüştür. Örneğin; eğitim ya da öğrenim konusunda devletin bizzat talep edeceği ehliyet, ehil
olma ya da bu konuda belge sahibi olma handikapı olacaktır. Diyorum ki, yukarda saydığım kişi ve
çevrelere devlet bir şekilde bu belgeyi vermelidir ki, bu işte ne kadar ciddi olduğunu anlayalım. Bu
iş, Uppsala Üniversitesi’nden üç-beş değerli arkadaşla çözülemez. Ben, Đstanbul Kürt Enstitüsü’nü
adres olarak gösteriyorum. Enstitü’nün vereceği öğretmenlik belgesini devlet kabul edip işleme
koymalıdır.
Asıl sorun kültürel alandaki yasaklar
Yavuz Önen / TĐHV Genel Başkanı
1. Evet mahalli dillerle ilgili bir düzenleme yapıldı. Fakat bu dil alanında toplumun istediği bir
düzeyde değil. Ayrıca uygulama esaslarını belirleyecek RTÜK yönetmeliklerinin nasıl olacağı da
belli değil. Benim tahminin daha ziyade kısatlayıcı olacak. Zaten yasanın düzenlenmesinde de
devletin güvenliğine yönelik bir tehdit oluşturması hali hariç gibi bir tehdit var. Tehdit olmadığı
takdirde kurslarda öğrenimi söz konusu. Oysa bu kamu alanında da düzenlenmesi gereken ve
MEB’in programına dahil edilmesi gereken bir konuydu. AB pazarlık sürecinde Hükümet çok
önemli bir koz olarak kullandı, bunu idam cezasını da içine katarak. Ama buna rağmen çok
daraltılmış bir yasa. Sonuç olarak bu haliyle bile tümden rededilmeyecek bir düzenleme. Olumlu
bir adım olarak görüyorum.
Đlginç bir şeyle karşılaşıyoruz, örneğin; hâlâ seçim propagandası Türkçe’den başka bir dille
yapılmaz deniyor ve bu sıkıntıyı artırıyor. Kurslar sadece dil öğrenme kurslarıdır, başka bir işlevi
yoktur. Sorun aslında kültürel alanda da Kürt dili üzerindeki yasakların kaldırılması sorunudur.
Müzik, tiyatro, edebiyat ve sinemada, günlük yaşamın diğer kültürel alanlarında bir özgürlük
ortamının düzenlenmesi gerekiyor. Çünkü buralarda yoğun baskılar var. Uygulamaya da
bakacağız.
2. Kendi olanaklarıyla bu kurslar düzenlenecek. Bir de ticari amaçlı kurslar açmak isteyenler var.
Bir başka önemli boyutu da, lise ve üniversitelerde pek çok öğrenci anadil için talepte
bulunduğunda, bunlar idari ve yargı yolu ile cezalara tabi tutuldular. Bunlar çok sayıda ve bu
sorunun da çözülmesi gerekir. Bu öğrencilerin mağduriyetlerini ortadan kaldıracak bir düzenleme
olmalı. Kürtçe isimlerle ilgili yasaklama süreçleri de bitirilmeli. Kürt dilinin sorun alanları var.
Umarın bu süreç bu baskılarında bitmesini getirir.
3. Aslında kamusal alanda yapılması gerekir. TRT’nin programlarına Kürtçe yayınları da katması
lazım. Yüzyıllar boyu sözlü olarak varlığını sürdüren bir dilin eğitiminin özel alana bırakılması
başka pek çok sorunu da beraberinde getirecek. Bu sorunlar arasında eğitim verecek öğretim
kadroları önem kazanıyor. Dünya çapında Kürt dili üzerinde birikimi olanların buna katkı sunması
gerekiyor. Uluslararası alanda Kürt dili üzerinde yapılan çalışmalar var. Üniversitelerde kürsü ve
kütüphaneler var. Bütün bu kurumların Türkiye’deki bu sürece yardımcı olması gerekir.
240
4. Tabii Türkiye’deki birikimleri de hatırlatmak lazım ki, ihmal edilmeyecek bir birikime sahip.
Bunların da katkıları olacaktır elbette. Önümüzdeki dönem RTÜK bir yönetmelik yapacak, bu
yönetmelikte kısıtlayıcı bir düzenleme yapılmamasını diliyorum.
Kürtçe’ye devlet desteği şart
Eğitim-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Abdullah Demirbaş:
Meclis’ten geçen bu uyum yasaları cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, atılmış önemli adımlar
olarak değerlendiriyoruz. Ama bunu AB eksenli bir düzenleme değil, öncelikle Türkiye
toplumunun çok kültürlü, çok kimlikli yapısı üzerinden ve bu yapının oluşturduğu ihtiyaçlar
üzerinden ele alınmalı, yani AB istedi diye değil, Türkiye toplumunun değişime ve dönüşüme
ihtiyacı olduğu üzerinden değerlendirilmeli, bu nedenle bunlar, bu süreçte olumlu bir adım.
Dünyanın en iyi yasaları bile, kötü yöneticilerinin elinde aslında hiçbir şeydir, o nedenle bügün
Türkiye’de gelişmeye yönelik bir atılmış bu adımda önemli olan uygulamaya dayalı yönü önem
kazanmaktadır. Bu yasaların diğer bir önemli yanı da şu; AB uyum yasalarıyla ortaya çıkan
değişimler, Türkiye’nin daha önce inkar edilen gerçekliklerinin kabulü anlamındadır. Bu ülkedeki
tüm emekçiler, halklar ezilenler gerçekten acılar çekti.
Yasalar uygulansın
Mevcut uygulamalar geçmişten günümüze her yanıyla devam etti. Özellikle anadilde eğitime hakkı
talebinde bulunan birçok eğitim emekçisi birçok sürgün, ceza, men gibi uygulamalara maruz kaldı.
Yasaların çıktığı bu son süreçte de benim “memurluktan men” edilmem de ayrı bir gerçeği ifade
ediyor. Yasalar çıkıyor ama bürokrasi yasama organına atıfta bulunurcasına, “Siz istediğiniz kadar
değişiklik yapın ben yine bildiğimi yapacağım” şeklinde mevcut zihniyeti devam ettiren bir
yaklaşımla atılan her olumlu adımın önü tıkanmaya çalışılıyor. O nedenle şu durumda bürokrasi
her ne kadar “açılacak kursları engellemeyeceğiz” veya “kurs açmak için başvuruda bulunanlara
bekleyin diyerek değişim olacak” şeklinde açıklamalar yapsa da, çalışanlarını sadece anadilde
eğitimi savunduğu için meslekten men edebiliyor. Biz bunu şöyle değerlendiriyoruz: Yürütme
kendisini yasamanın üstünde görüyor. Yani seçilmişler ile atanmışlar arasındaki tartışmanın
dışavurumudur. Bu anlamda anadilde öğrenimin pratik sürecinin iyi işlemesi için bürokrasinin
mevcut anlayışından vazgeçmesi gerektiğine dikkat çekmek istiyoruz.
Kurslar parasız olmalı
Şimdi Kürtçe kurslar var ama Kürtçe kurslarının açılmasının toplumsal zemini çok fazla yok. Her
şeyden önce ekonomik olarak yok. Niçin yok? Çünkü kursun maliyeti yaklaşık olarak 1 milyar
civarındadır. Şimdi şöyle düşünün, Doğu ve Güneydoğu’da 15 yıllık bir çatışma ortamı vardı. Bu
çatışma ortamının yarattığı ekonomik tahribat vardı. Đnsanlar köylerinden göç etti. Köylerinden
göç eden bu insanlar üretici konumdan tütketici konuma geçti. Ve bu insanların anadilleri Kürtçe.
Bu insanlar şimdi bırakın kursa gitmeyi evde ekmek bulamıyorlar. Đşte çöpte ekmek toplayan
insan manzaralarını görüyoruz. Toplumun büyük bir kısmı açlık sınırının çok altında bir durumda.
Bu insanların kursa verecek paraları yoktur. Yarın yasayı çıkaracak olanlar şunu diyecektir: “Bakın
biz yasayı çıkardık ama kursa giden yoktur” Đşte nihayetinde Đngiliz Fast’ın sahibi şu açıklamayı
yaptı “Kursu açtım ben, yüzlerce binlerce telefon beklerken, bana 15-20 telefon geldi.” Şimdi
bizim gibi orta düzeyde bir memur bile 1 milyarı bulacak güce sahip değil, onlar nereden bulsun.
MEB desteklemeli
241
Đkinci bir problem bu işi yapabilecek öğretmen eksikliği. Türkiye’de yıllarca Kürtçe eğitim ve
öğretim bu anlamıyla yasaktı, inkar ediliyordu. Ve bu nedenle kendini yetiştirmiş ve belli bir
kurumdan seftifika almış eğitmen de yok. Şimdi bu nasıl çözülecek? En önemli sorunlardan biri
bu. Bizim bu noktada önerimiz şu: Bu konuda edebiyat alanında dil alanında çalışma yapan
Đstanbul Kürt Enstitü’sü var. Yapılacak bir yasal değişiklikle bir akademik kurum oluşturulmalı.
Bu akademik kurumda özellikle filoloji alanında uzman olan akademisyenler bulunmalı. Ve bu işin
akademik yanı oluşturulduktan sonra sertifikası olmayan öğretmenler, pedagojik formasyon
almayan öğretmenler o akademik birimden geçirilerek sertifika almaları sağlanabilir. Bizce bir yıl
önce kurslarda kurs verecek öğretmenler yetiştirilmeli. Bize göre Milli Eğitim Bakanlığı bunu
yapmalı. Bu dili iyi bilen, çocuk psikolojisini, yetişkin psikolojisini bilen, bu tür insanları seçip
böylesi yerlerde görev almaları için, yine bunların akademik eğitimden geçirilip sertifika almalarını
sağlayarak bu iş yürütülebilir. Devlet kurslar açmak yerine tıpkı halk eğitim merkezlerinde açtığı
kurslar gibi bir uygulama getirilebilir. Hatta okullarda eğitim öğretimin olmadığı zamanlarda
okuma yazması olmayan insanlara kurslar veriliyor, tıpkı bunun gibi ücretsiz ve Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından sertifika almış öğretmenler tarafından bu kurslar verilebilir. Bu ekonomik
zemini olmayan yasayı uygulamaya geçirmek için önemlidir.
Tabi bu işin bilimsel yanı da var. En önemlisi gramer, lehçesi ne olacak, müfredat programı ne
olacak, bunun temel problemleri olarak duruyor. Bunun için akademik dili önermiştik, bir de
Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi var. Orada bir Kürt kürsüsü açılabilir. Bununla ilgili gramer,
lehçeler ve müfredat belirlenir ve hangi esaslara göre eğitim verilmesi gerektiği konusunda karara
bağlanır. Hatta şu da yapılabilir özellikle yurtdışında açılmış Kürt Ensitütüleri, Kürdoloji kürsüleri
var. Bu konuda onlardan da uzman temin edilebilir.
EĞĐTĐM-SEN DĐYARBAKIR ŞUBESĐ’NĐN SUNDUĞU ÖNERĐLERDEN NOTLAR...
a) Akademik birim (Kürsü, pedagojik formasyon, dil alanı)
b) Đlk ve orta öğretim (dersaneler, özel eğitim kurumları)
c) Okul öncesi eğitim (kreşler, ana okulları)
AB uyum yasalarında belirtilen çerçevedeki eğitim modelindeki eğitimcilerin seçiminde;
a) Milli Eğitim Bakanlığı’ndan çalışan personel olması
b) Pedagojik formasyon alması
c) O dili konuşuyor olması aranan nitelikler olmalıdır. Aynı zamanda bu konuda öğretmenlik
yapmak için yukarda ifade edilen akademik birimden sertifika vb. belge almalıdır. Aynı durum bu
konuda denetim yapacak personel için de geçerlidir.
Öğrenimi yapılacak olan dilin lehçelere ilişkin kurumlar varsa bunlarla diyalog kurmak,
birikimlerinden yararlanmak ve bu birikimleri akademik düzeyde işlemek önem kazanmaktadır.
Örneğin Kürtçe’ye ilişkin dil kültür kurumları mevcuttu. Đstanbul Kürt Ensitüsü, MKM
başvurulması gereken önecelikli kurumlar arasında yer alır. Kamuoyunda bu kurumların dışında
da farklı özellikte kurumlarda olabilir. Bunların katkıları gözardı edilmemelidir. Anadil öğremini
hem uzmanlık gerektiren hem de alan faaliyetlerinin yürütülmesi gereken bir konudur. Türkiye’de
Türkçe dışında konuşulan dil ve lehçelere ilişkin istatistiki çalışmaları bilimsel veriler açısından
önemlidir. Ayrıca bakanlık bu verilere dayanarak çapını ve boyutunu dengeli olarak yürütebileceği
242
dil ve lehçe programları da oluşturabilir. Bu konuda Kürtçe dil öğrenimi hem talepleri hem de
potansiyeli olması açısından önemlildir. Kürtçe’ye ilişkin müfredatın oluşturulmasında ve kaynak
temelinde bu alanda uzun yıllar Kürt dili ve edebiyatı üzerinde çalışma, inceleme ve araştırma
yapan Đstanbu Kürt Ensitütüsü önemli bir adrestir.
Öğrenim değil ifade hakkı
Hava-Đş Genel Başkanı Atilay Ayçin:
1. Bu geç kalınmış bir değişiklik. AB ile ilgili ön görüşme süreci dayatılmamış olsaydı, inanıyorum
ki Türkiye dil ile ilgili yasaklarla uzun süre birlikte yaşamak zorunda bırakılmış olacaktı. AB süreci
devleti ister istemez adım atmak zorunda bıraktı. Burada yanış bulduğumuz şey şudur; söz konusu
yasaları Türkiye insanının ve halklarının ihtiyacı olduğu için yapmalıydı. Ancak AB dayatmasının
sonucunda bu reformların yapılmış olması, uygulanabilirliği ile ilgili ciddi şüpheler uyandırıyor.
Çünkü insanlar kendi kimliklerine uygun davranırlar. Bunların engellenmesi demokratik ülke
kimliği ile bağdaşmıyor. Kısacası yasal değişikliği yerinde ama geç kalınmış buluyorum. Dolayısıyla
bu hakkın kullanılması yönünde endişeler taşıyorum.
2. Bu konuda mevcut yasakların kaldırılmaması endişeleri doğuruyor. Sonuç itibariyle devlet
denetiminde olması, belirlenmiş kurs öğrenimi altında tutulması, dolayısıyla bilim ve sanat alanına
yansımaması bir eksiklik. Bu dilin gelişmesi, kalıcı olması ve evrenselleşmesi ancak kendisini ifade
edeceği alanlarla mümkün olabilecektir. Diğer bir yanı da söz konusu sınırlamalar. Bu sınırlama ve
engeller insanların bu dile ilişkin teşvikini veya isteğini engelleyecektir. Rahat ifade edebilme
alanları engelleneceği için, bilinecek öğrenilecek ama kullanılmayan bir dil olacaktır.
3. Devlet kendi sınırları içerisinde yaşayan insanların kendi dilinde kendini özgürce ifade
etmesinden korkmamalıdır. Çözümü bilimin kendisini özgürce ifede etmesinden, belli alanlara
sıkıştırılmamasından, resmi denetim ve kontrol altında tutulmaması ile mümkündür. Öğrenim
devletin denetiminin dışında görülüyor, ama hayatın her alanında bu dil özgürce kulanılabilecek
mi? Yıllardır ülkeyi yönetenler aynı felsefenin insanları, dikkat ederseniz bu yeniliği bir dış güç
dayatması ile yaptılar. Asıl önemli olan bu değişikliğin insanların ihtiyaçlarına cevap veriyor
olması. Bu değişiklik gerçekten içten olacak mı?
4. Geçmişten beri süre gelen pratik engeller yönündeki engelleri aşmak için ısrarcı tavırlarını
sürdürmeleri gerekiyor.
Kürtçe okullarda parasız öğretilmeli
Berken Bereh (Şair-yazar)
1-) AB uyum yasalarının Meclis’te kabul edilmesi eksik olmakla beraber önemli bir olaydır.
Yıllardır inkar edilen bir dilin kabulü ve öğrenilmesinin önündeki engellerin kaldırılması
olumludur. Ancak bu işin kurslar yoluyla yapılması bence yasa koyucuların aynı zamanda bunun
önüne engeller çıkarmak istemeleridir. Daha bununla ilgili yönetmelik belli olmamakla beraber,
MEB açılacak kurslara karışmayacaklarını, yani herhangi bir destek vermeyeceklerini, ancak sürekli
denetim altında tutacaklarını söylemekle asıl niyetlerini açığa vurmaktadır. Kürtçe’nin öğretilmesi
amacıyla açılacak kurslar için şimdiden öğretmen sıkıntısı vardır. Zira bu konuda eğitim veren
herhangi bir kurum yoktur. Yine açılacak kursların (basından takip ettiğim kadarıyla) ücretli olması
da talebi azaltacaktır. Bunca ekonomik sıkıntının yaşandığı ülkemizde bu işe para ayıracak insan
sayısı bence azdır. Eğer gerçekten Kürtçe’nin öğrenilmesi isteniyorsa, bunun devlet tarafından
resmi okullarda ve parasız olarak yapılması gerekir. Örneğin Đsveç’te yaşayan 50 bin Romen için
243
devletin okullarında her türlü destek verilerek dillerinin öğrenilmesi sağlanmıştır. Keza Kürtçe için
de aynı şey mevcuttur. Yunanistan’da 150 bin nüfüsa sahip Batı Trakyalı kendi dillerinde yayın ve
eğitim görmektedirler. Kısaca AB uyum yasaları Kürt dilinin tanımış, yasal hale getirmiş ancak
öğrenilmesini zorlamıştır.
2-) Kürtçe’nin sadece özel kurslar vasıtasıyla öğrenilmesi elbette dilin hızla gelişip serpilmesine
fazla bir katkı sağlamayacaktır. Belirttiğiniz gibi yaşamın her alanında egemen olmadığı ve hayat
bulmadığı sürece bir dilin gelişmesi uzun yıllar alacaktır. Aynı zamanda kursların para ile olması da
bu zor ekonomik koşullarda talebi azaltacaktır. Yine de insanların dile yönelmesi ve onu
edebiyatta da kullanması açısından az da olsa bir gelişme gösterecektir. Fakat bu kısa zamanda
olmayacak bence. Dilin serbest olması ve öğretilmesi tek başına yeterli değil aynı zamanda kültürel
değerlerin (folklor, gelenek, görenek, sanat ve bilim kurumlarının açılması) geliştirilmesi ve
yaşatılması önündeki engellerin de kaldırılması gerekir. Yoksa sadece dili öğrenmek söz konusu
alanlardaki gelişmeyi istenilen düzeyde gerçekleştiremeyecektir.
3-) Daha yönetmelik çıkmadığı için fazla bir şey diyemem. Ancak müfredatın ve kurs ücretlerinin
şu ana dek yapılmakta olan kurslar baz alınarak yapılacağını sanıyorum. Kurs ücretlerinin ne kadar
pahallı olduğunu biliyorsunuz. Yine öğretmenlik için hangi şartların aranacağı daha belli değil.
Şayet bir eğitim kurumundan (pedagojik formasyon istense) mezun olmayı şart koşarlarsa açılmak
istenen kurs sayısında da otomatik olarak büyük sıkıntı yaşanacaktır. Biliyorsunuz Fransa ve Đsveç
dışında Kürdolojî kürsüsü olan başka ülke yok. Bütün bu sıkıntıların çözülmesinin tek yolu
Kürtçe eğitimin ilköğretim okullarında seçmeli ders olarak konulması ve parasız olmasıdır. Yine
öğretmen yetiştirmek amacıyla çeşitli kurslar ve üniversitelerde Kürdoloji kürsüleri açılmalıdır.
4-) Bence bu dille yaşayan ve gönül veren herkese görev düşüyor. Tabii öncelikle Kürt
kurumlarına görev düşüyor. Açılacak ve Kürt dilini öğretecek kursların bu kurumlar tarafindan
parasız olarak açılmasının sağlıklı olacağına inanıyorum. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu kurumlara
danışarak ve onlarla ortak projeler hazırlamalarının bu konudaki çabaları olumlu yönde
etkileyecektir. Yine öğretmen ihtiyacının u kurumlardan yetişen ve yetişecek elemanlar tarafından
yapılmasının doğru olacağına inanıyorum. Bu dilde yazanların bir araya gelerek kurumsallaşmaları
için çaba göstermeliler. Bu konuda yetenekli olanlarin hiçbir karşılık beklemeden görev istemeleri
gerekmektedir.
Kürt dil otoriteleri desteklenmeli
Fevzi Bilge (Ressam)
1-) AB uyum yasaları çerçevesinde önü açılan dilimizde yayın ve öğrenim konusu, Kürtler için
yakın tarihte belki de yakalayabildikleri çok önemli ve kutsal bir mevzidir. Bu durum her ne olursa
olsun bizi bir rehavete sokmamalı, nasıl olsa kefeni yırttık deyip öyle bir tavır içine girersek baştan
kaybettik demektir. Tam tersine bu mazinin kutsallığını kavrayıp topyekün bir kültür sanat ve
özellikle de dil noktasında yeni demokratik mücadelelere hazırlanmalıdır. Bölgede yaşayan bütün
halklar bizimle beraber seferber olmalı, Kürt diliyle ilgili tarih boyunca yaratılan tahribatları
onarırken onlar da görevlerini unutmamalıdırlar.
2-) Devlet açısında ise, nasıl ki Kurtuluş Savaşı sırasında Türk dilinin gelişmesine ilişkin kurumlar
programlar, yasal düzenlemeler vb. oluşturuluyorsa, Kürt dilinin gelişimi için aynı şeyler yapılmalı.
“Size dilinizi verdik ne yaparsınız yapın!” gibi yaklaşımlar tehlikeli ve her iki halkın geçmişte
yaşadığı ve doğal olarak da güvensizliğin devamı demektir. Tam tersine bir duruşla, kendi dili için
yaptığı her türlü çabayı Kürt dili için de yapmalı, zorunludur da. Eğer devlet böyle samimi
duruşlar sergilerse diğer konular tekniktir ve çözümü zor olan sorunlar değil.
244
3-) Kurs ücreti müfredat gibi konular tabii ki sorundur. Ama Kürtler bunların üstesinden
kolaylıkla gelecektir diyorum.
4-) Türkiye’deki Kürt dil otoriteleri gerçekten otorite kabul edilmeli, komplekssiz
desteklenmelidir. Söz konusu bu otoriteler şimdiye kadar hazır olmalıydılar aslında. Biraz
hazırlıksız yakalandılar, bu ciddi bir eksiklik; öngörüsüzlüktür. En azından toplumsal gelişmelerin
seyrinden, olayların bu noktaya geleceğini bilmeli, hazır olmalıydılar. Bu anlamda eksikliklerini çok
hızlı ve ciddi adımlarla telafi etmeye çalışmalıdırlar.
Sanatçılara büyük görevler düşüyor
Nilüfer Akbal (Sanatçı)
1-) Geçmişte verilen bunca bedelden sonra “Bunun için miydi?” diyen çok insan var. Hem
Türkler hem de Kürtler söylüyor bunu. Ancak benim şahsi görüşüm, en ufak bir adımı dahi geriden ileri olduğu için- olumlu buluyorum. Türkiye bu anlamda küçük de olsa bir adım attı. Bu
toplumsal barışın önemli koşullarından biridir. Ki zorla verilen bir karar da olsa... (AB’nin
dayattığı bir süreç olduğunu da biliyoruz) Gönül isterdi ki, Türkiye kendi iç sorunlarını kendi iç
dinamiklerine dayanarak çözssün. Biz müzisyenler içinde biliyorsunuz yıllardır yasaklı müzik
yapan, yurtdışında sürgün yaşayan, Türkiye’de yaşayıp da kendisini ifade edecek demokratik ortam
bulamayan sanatçılar var. Bu yasağın kalkmasıyla birlikte biz de varlığımızı ortaya koyacağız.
Henüz konserler yapmadığım için konser yapınca nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum örneğin. Bir
soru işareti var. Eğer sivil polis beni kameraya almayacak, ikametgah kağıdı, nüfüs kayıtı ve ben
bir ülkeyi bölmeye gidiyormuşum muamelesi yapılmıyacaksa, galiba yumuşama var diyebilirim.
2-) Burada görev aydınlara ve Kürtlere düşüyor. Bizler ülkenin politik yapısını çok iyi biliyoruz.
Bizim bu küçük adımı nasıl yaygınlaştırmamızı düşünmemiz lazım. Tabii burada beni rahatsız
eden bir şey daha var; bir şeyin içini boşaltarak, yani eğer sistem kendi doğruları ve asimilasyon
politikasını dayatırsa, bu gene bir kazanım değildir. Bir halkın dilini serbest bırakmak, o halkın
gelişimine saygı duyarak yapılmalıdır. Tüm kitle örgütlerine görevler düşüyor. Haklarımızı almak
zor.
3-) Karşımızda; 30 yıldır savaşla yaşamış, köyleri yakılmış, asimilasyon ve sürgün yaşamış; diyelim
ki otuz yıl önce doğmuş bir çocuk -ki ben silahlarla büyümüş böyle çok çocuk gördüm- kendi
kültür ve edebiyatını yasaklardan dolayı bugüne ancak konuşma ya da dengbejlerin vasıtası ile
aktarabilmiş bir halk var. Bu durumda hazırda bir öğretmen ve akademisyen bulma sıkıntıları
olacaktır elbette. Bu bir başlangıç olabilir, artık kültürel, ekonomik ve siyasi anlamda örgütlenme
gerekliliği gündeme geliyor.
4-) Bu noktada kim nerede ve hangi düzeyde ise; diyelimki ben müzik, bir başkası şiir ve ya
öğretmen ise çok dikkatli olunması gerekiyor. Eğer Türkçe’yi Kürtçe’ye çevirerek bir eğitim
verilecekse hiçbir anlamı yok. Eğer Kürt tarihi Kürt kültür ve edebiyatı verilecekse anlamı olur.
Burada görev tabiki en başta Türkiye aydınlarına düşüyor bence bu süreçte varlıklarını ortaya
koyamayıp sessiz kaldılar. Bizi yalnız bırakmamaları lazım.
Yasalar değişebilir ama zihniyetin de değişmesine ihtiyaç var
Zübeyir Perihan (Mezopotamya Kültür Merkezi Başkanı)
245
1-) Kürtçe yayın ve öğrenime olanak tanıyan yasa Türkiye açısından olumlu bir yasa. Türkiye
Cumhuriyeti’nin, tarihinde 80 yıldan beri uyguladığı politikadan geri adım atmaya dönük olumlu
bir gelişme olarak değerlendiyoruz. Yıllardır Kürtlerin olmadığı, Kürtçe diye bir dilin olmadığı,
bunun Türkçe’nin bir lehçesi olduğu savı ileri sürülüyordu. Fakat bu tek başına her şeyin hal
olduğu anlamına gelmiyor. Yasakların kalkması tek başına yeterli değil.
2-) TBMM’de alınan karar sadece Kürtçe’nin öğrenilmesi açısından olanak tanıyor. Öğrenim
konusu devlet destekli olmadığından çeşitli sıkıntıları bağrında taşıyor. Öğretimin özel alana
verilmesi Türkiye’deki ekonomik sıkıntılar göz önünde bulundurulduğunda; her Kürt birey veya
Kürtçe öğrenmek isteyen her birey, bu olanaktan yararlanamıyor. Bu nedenle devlet tarafından
desteklenmesi, en azından okullarda seçmeli ders olarak açılması olumlu gelişmelere yol açabilirdi.
Yasa uygulama açısından da sadece öğrenmeye olanak sağlıyor. Demokratik kriterler açısından
eksik ve yetersiz bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
3-) Bu konuda bir müfredatın olmadığı kesin. Geçmişte Kürtçe çalışmalarına ve öğrenimine
olanak tanımadığı, sürekli olarak yasal engellerle karşılaştığı için herhangi bir altyapı söz konusu
değildi. Bunlar kendi başına sıkıntı yaratır. Ayrıca, bu yasanın çıkmasıyla birlikte Türkiye’nin çeşitli
illerinde muhtemelen kurslar açılacaktır. Fakat ortak bir müfredat olmadığından her ilde
Kürtçe’nin öğretilmesi konusunda çeşitli farklılıklar gündeme gelebilir. Bunlar maddi-ekomomik
sorunların yanında, dil konusunda da sorunlar yaratır. Bunların giderilmesi için Kürt diline hakim
olan aydınların bir araya gelerek ortak bir müfredat oluşturmaları ve hatta Kürt dilini geliştirme ve
korumaya dönük vakıf çalışmaları yürütmeleri, sorunun çözümüne elverişli koşullar hazırlar.
Zaten yasağın kalkmasıyla birlikte çeşitli tartışmalar gündeme oturmuş bulunmaktadır. Bunlar
giderek bu alanda daha güçlü arayışları gündeme getirir.
4-) Bu konuda aydınlara, akademisyenlere, Kürt Enstitüsü ve öğretmenlere büyük görevler
düşüyor. Devletin kursların açılmasında ekonomik destek sunmaması Kürt çevrelerinin
sorumluluğunu daha fazla artırıyor. Yasal değişiklik tek başına yetmiyor, zihniyetin de değişmesine
ihtiyaç var. Kürtler kendi vergilerini ödüyorlar, dolayısıyla kendi dillerine ilişkin olanaklara da
sahip olmalılar. Bu alandaki hizmet demokratik ülkelerde de böyle ele alınır. Bu sorunun aşılması
için de demokratik kurum ve çevrelere büyük görevler düşüyor.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç: Dr. Mithat
Sancar:
Türkiye kabuğunu kırıyor
ERSĐN ÖNGEL/ANKARA
AB uyum yasaları beklenenin aksine meclisten geçti. Paketi en hassas kılan nokta ise idam cezası
ve Kürtçe oldu. Paketin bir bütün, olarak ne getireceği düzenlemelerin ne anlama geldiği,
demokratikleşme için bunun yeterli olup olmadığı, idam cezasının kaldırılmasıyla nasıl bir süreç
işleyeceği, bunun AB ilişkilerine yansıması, Türkiye'nin üyelik süreci, Kürt sorununun çözümü ve
MHP'nin tutumunu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mithat Sancar
ile görüştük.
Uzun süren tartışmaların ardından AB uyum yasaları meclisten çıktı. Nasıl değerlendirmek
gerekir? Demokratikleşme için yeterli midir?
246
Bu paketi, önemli bir sürecin önemli bir aşaması olarak da değerlendirmek yanlış olmaz. Fakat
aşırı heyecan ve coşkudan da uzak durmak ve sanki gerçekten bir devrimmiş gibi yansıtmaktan da
kaçınmak gerek... Paketin toplam değer ve işlevini görebilmek için, mesela düzenlemeleri iki gruba
ayırmak iyi bir yöntem olabilir. Bir defa hakkını teslim etmek lazım. Türkiye'de çok kritik iki
konuda, artık yasal düzenleme var. Bunlar, herkesin üzerinde hemfikir olduğu gibi, idam ve farklı
dillerde yayın ve öğrenim. Bu konularda bir yasal düzenleme yapılmış olması, bir yasal imkan
yaratılmış olması son derece önemli. Ancak bu iki nokta dışında kalan konularda yapılan
düzenlemeleri, demokratikleşme adına ciddi bir açılım olarak görmek çok zor, daha doğrusu
fazlaca zorlama olur. Mesela Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda yapılan değişikliğin, bu
alanda bir demokratik açılım için katkısı en zayıf noktadan, en etkisiz, önemsiz noktadan
gerçekleştirildiği gözden kaçmıyor. TCK m. 159'la ilgili düzenlemenin de, mevcuda yeni bir boyut
eklediğini, yasak alanını daraltıp özgürlük alanını genişlettiğini söylemek de aynı şekilde zordur...
Paketin oluşturduğu sürecin tartışılması gereken başka özellikleri de var ve bunları ihmal etmek,
sürecin işleyişini etkileyebilecek faktörleri ıskalamak gibi bir sonuç doğurabilir.
Nelerdir tartışılması gereken yanları?
Böylesine kısa bir sürede çok sayıda kanunun meclisten geçmiş olması, bunun böyle olmasını
sağlayan güç ve hesaplar; en az düzenlemelerin içeriği kadar tartışılmayı hakediyor.
Düzenlemelerin çıkmış olmasını, iki kritik konudaki düzenlemeleri memnunlukla karşılamamak
bana da abartılı bir kuşkuculuk olarak gelir. Ama diğer yandan sürecin işleyişinin kaygı verici bir
yanları olduğunu da görmezden gelemem. Belki Türkiye'de toplumda çok fazla talep olduğu
zamanlarda bile yapılmayan değişiklikler, başka faktörler hesaba katılarak, çok kısa bir sürede
yapılabiliyor. Burada toplumsal talepler ve toplumsal güçler ile hukuksal düzenlemeler arasındaki
bağın mümkün olduğunca gevşetilmesi, hatta olabiliyorsa koparılması söz konusu... Asıl belirleyen
bir dış dinamik, bir dış faktör ve buna bağlı hesaplar. O nedenle sanki Türkiye toplumunda bütün
bu yapılanların ne olduğunun bilindiği ve buna destek verildiği gibi bir izlenim uyandıran
değerlendirmeleri ihtiyatla karşılamak lazım. Öyle bir propaganda ve yönlendirme sürecinden
geçildi ki, topluma "ne yapıldığı değil, bunun karşılığında ne elde edileceği önemli" fikri adeta
sindirildi. Bu söylem, hak ve özgürlükleri kendi başına bir değer olarak değil, başka bir kazanç için
işlevsel oldukları ve olacakları ölçüde önemser. Toplumun küçümsenmeyecek kesimi ile hak ve
özgürlükler arasındaki bağ buradan kurulduğunda, hukukla güvence altına alınmış olsa bile bu hak
ve özgürlüklerin toprağa basmaları zor olur; bunun için harcanması gereken fikri ve fiziki emek,
sürecin bundan önceki aşamasına göre hiç daha az değildir. Yani bu düzenlemeler ve bundan
sonra yapılması gerekenler, böyle bir toplumsal kaynaktan ve bağdan beslenmiyorsa bunlarla
toplumsal hareketler ve mücadele arasındaki bağ gerçekten kuvvetli değilse, bunların hayata
geçirilmesi aşamasında da önemli sıkıntılar yaşanabilir.
Ne tür sıkıntılar?
Özgürlükleri sahiplenecek bir toplumsal güç olmadığı zaman bunların uygulanmasında pek çok
daraltıcı veya engelleyici oyunlar oynayabilir siyasi otorite. Siyasi otoritenin hukuktan da destek
alarak, özgürlükleri kısma ya da yaşatmama yönünde gösterdiği tavır karşısında güçlü bir
toplumsal muhalefet olmadığı zaman, bu uygulama hep daha da katlanarak ilerliyordu. Şimdi
hukuksal açıdan bu uygulamaların meşruiyetini daha da kuşkulu kılacak düzenlemeler var.
Temkinle yaklaşmak gerekiyor, paket demokratik açılım bakımından gerçekten sınırlı. Buna
rağmen getirilenler için de güçlü bir toplumsal kaynak ve dayanak oluşmazsa bunların pratikte
etkisiz kılınacağı pek çok yöntem geliştirilir. Üstelik Türkiye'de devletin ve devlet yapılanmasının
bir bütün olarak özgürlükçü olmadığını da biliyoruz. Bürokrasinin birçok kademesinde, işte
güvenlik aygıtlarının pek çok biriminde pekala bu hakların işlemesini engelleyecek veya etkisini
azaltacak uygulamalara girilebilir. Đşte toplumsal dayanak oluşturmak, hem mevcut sınırlı
247
düzenlemelerin hayata geçirilmesi açısından önemli hem de bunların ötesine geçen genişletilmiş
özgürlük alanlarının yaratılması açısından.
Uygulama nasıl olacak?
Esasen Türkiye'de uygulama/pratik ile norm arasında zaten hep belli bir uçurum, belli bir mesafe
vardır. Kanunlarda yapılan bazı düzeltmelerin hayata yansıması genellikle çok daha alt düzeyde
olur. Dolayısıyla mesela anayasada demokratik hakların bulunduğu bir alanda bile bunların
kullanılmasını imkansızlaştıracak pek çok uygulama olduğunu biliyoruz Türkiye'de. Şimdi
uygulamanın bugünkü hali böyle kaldıkça, şu anki halini dikkate aldığımızda norm daha da
yükselmiştir. Yani norm ile gerçeklik arasındaki mesafe bugün itibariyle daha da açılmıştır. Bu
mesafenin kapanması normların inandırıcılık kazanması ve hukuk yoluyla, hukuk üzerinden bir
dönüşümün mümkün olduğu fikrinin topluma yerleşmesi açısından önemlidir. Bundan sonra
uygulamada olabilecek bütün aksaklıklar, normların içini boşaltmaya yönelik manevralar,
Türkiye'de hukuk yoluyla hakların garanti altına alınması fikrinde daha da derin gedikler açacaktır.
Bunun da orta ve uzun vadede ciddi sıkıntılar yaratacağını söyleyebilirim. Eğer siz hukuk yoluyla
dönüşümün aslında pratiğe pek de etkisi olmayan bir yöntem olarak kullanıldığına inanırsanız, bir
toplumsal güç, grup olarak, hukukla bağınızı da sürekli kılmazsınız, hukuka, hukuk yoluyla
dönüşüme inancınızı belli ölçülerde kaybedersiniz. Bu da siyasal mücadelelerin hukuk üzerinden
ve hukuksal dönüşümü hedefleyerek ilerlemesinde bir moral bozukluğu, inanç eksikliği, hedef
zayıflığı yaratır. Bu nedenle uygulama gerçekten çok önemli. Herşeye rağmen, bütün bu
eksiklerine, bu sürecin sıkıntılı yanlarına rağmen, Türkiye hukuk sisteminde şu anda idam cezası
diye bir ceza artık yok. Bu iki açıdan çok önemli. Önce, genel olarak Türkiye idam cezası
uygulayan, mevzuatında idam cezasına yer veren bir ülke olmaktan çıkmıştır.
Đdamın tamamen kalktığı söylene bilir mi?
Savaş ve yakın savaş tehdidi halleri dışında tamamen çıktı. Meclis çalışmalarında başka bir önerge
verilmişti, AĐHS'e ek 13 nolu protokol doğrultusunda idam cezasının bütün haller için
kaldırılmasını içeren bir değişiklik önergesi; eğer kabul edilseydi, Türkiye'nin hukuk mevzuatında
şu anda idam cezası bütün haller için kaldırılmış olacaktı. Fakat savaş ve yakın savaş tehdidi
halinin ne zaman nasıl kullanılabileceğini bir kenara bırakabiliriz, bence önemli olan Türkiye
gündeminde yakıcı yer tutan, idam tartışmasının merkezini oluşturan hal terör suçlularına idam
cezasının korunup, korunmayacağı idi. Benim tercihim idam cezasının bütün haller için
kaldırılması yönündedir. Ama bu paketteki haliyle de oldukça önemli bir düzenlemedir, böyle
görmek gerek. Üstelik idam cezasıyla ilgili değişikliği, toplumsal kaynakları daha güçlü bir
düzenleme olarak da görüyorum. Türkiye toplumunda idam cezasının savunulması yönünde güçlü
bir kamuoyu olduğu fikrinde değilim. Eğer öyle olsaydı sıcak çatışmaların en yoğun yaşandığı
dönemde bile, fazlaca kaale alınmayacak bir iki çıkış dışında idamın uygulanmasına yönelik etkili
ve güçlü bir talep ortaya çıkmamıştır. Dolayısıyla Türkiye'de idam cezası diye bir sorun, bence
toplumsal ve siyasal açıdan yoktur. Đdam cezası zaten 18 yıldır uygulanmıyordu. Hukuken de o iki
hal dışında tarihe karışmış olması oldukça önemlidir.
Peki idam neden gündemleştirildi? Bu tartışmaların arkasında neler var?
Bu çok açık bir cevaba sahip. Öcalan dolayısıyla, Öcalan üzerinden geldi. Şimdi burda da bir
zihniyet farklılığı, özellikle de Kürt sorununa yaklaşım ve genel olarak devlet zihniyeti açısından
önemli bir saflaşma yaratıyor bu konu. Öcalan hakkında verilmiş hükmün infazı yönünde görüş
belirten ve çaba harcayan güçler, genel olarak bir zihniyeti temsil ediyorlar. Toplumsal ve siyasal
sorunların tartışma ve uzlaşma yöntemleriyle değil, şiddet, baskı, sindirme ve gerekirse yok etme
yöntemleriyle çözülmesini tercih eden bir zihniyettir bu. Bu nedenle bu tartışmayı, sadece idamla
sınırlı bir sorun, sadece bir kişinin asılması ya da asılmamasıyla ilgili sınırlı bir sorun olarak görmek
248
doğru olmaz. Burdaki tartışma genel olarak siyasal sorunların, toplumsal sorunların çözümüne
yaklaşım ve bir devlet zihniyeti sorunuydu, özel olarak da Kürt sorununun çözümü konusunda
belli bir tavrı yansıtıyordu burdaki saflaşma. Şimdi hangi sebeple olursa olsun, idam cezasının
Öcalan faktörü ortadayken ve Öcalan üzerinden yürütülüyorken kaldırılmış olması aslında belli
açılardan Türkiye'de demokratik süreç içinde çözüm yolunun da daha fazla güç kazandığını
gösterir. En azından diğer tavrın şu anda genel kabulün dışında kaldığını, bu düzenlemenin bunun
bir işareti, olumlu bir izi olduğunu söyleyebiliriz...Dolayısıyla çatışma yaratabilecek, çatışmaların
kaynağını güçlendirebilecek bir tercih olan idam cezasının uygulanması tavrı bu süreçte devre dışı
kalmıştır, genel mutabakatın dışına taşınmıştır diyebiliriz. Sorunların demokratik yöntemlerle,
tartışma, arayış ve uzlaşma yoluyla çözülmesi için umut veren bir gelişmedir. Sertleşme, gerginlik
ve kutuplaşma yaratabilecek tavır, idam cezasının infazı yönündeki tavırdı. Diğeri demokratik
çözüm süreci için temkinli bir başlangıç olarak değerlendirilmelidir.
Đdam kaldırıldı ama halen Anayasada varlığını koruyor...
Anayasadaki düzenlemeden bir farkı var şimdiki düzenlemenin. Anayasa değişikliğiyle, sadece
savaş ve yakın savaş tehdidi ile terör suçları için idam cezası mümkün kılınmış, bu hallerin dışında
kalan suçlar için idam kaldırılmıştı. Şimdiki düzenlemeyle Anayasa arasında bir kopukluk olduğu
iddiaları var, bu doğru değil. Çünkü Anayasa, saydığı üç halde mutlaka idam cezası öngörülmesini
emrediyor değil. Anayasanın hükmü bu haller için idam cezası koymalısınız şeklinde anlaşılacak
bir hüküm değil. Ama bu haller için idam cezası öngören bir kanun anayasaya aykırı olmaz. Bu üç
hal dışında başka suçlar için idam cezası öngören bir kanun ise anayasaya açıkça aykırı olur. Lakin
Paketle gelen düzenlemenin anayasaya aykırı olduğu iddialarının hiçbir hukuksal dayanağı yok.
Bundan sonraki süreç nasıl işleyecek? MHP iptal başvurusuna hazırlanıyor. Anayasa Mahkemesi
iptal eder mi? Ederse ne olur?
Sanırım Anayasa Mahkemesi'ne intikal ederse mahkeme de bundan farklı bir karar vermeyecektir.
Hatta sanırım da değil kesin olarak vermeyecektir. Durum çok açık. Varsayalım Anayasa
Mahkemesi iptal başvurusuyla ilgili olarak idam cezasının kaldırılması kısmına dokunmadan
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını anayasaya aykırı buldu. Anayasa Mahkemesi burda bir
düzenleme öngöremez zaten. Bunun yerine hangi ceza geçer? Pek çok seçenek var. Olağan
müebbet hapis cezası söz konusu olabilir, yani yürürlükteki hükümler uygulanır. Bütün bunların
dışında, açık olan bir şey var, idam cezası iki hal dışında kalktı. Şu anda idama mahkum edilmiş
olanların cezası da artık müebbet ağır hapis cezasına dönüştü. Bundan sonra bu kanun
yürürlükten kaldırılırsa veya Anayasa Mahkemesi iptal etse bile, bu durum değişmeyecek. Sanık
lehine olan kanun yürürlüğe girdiği anda etkisini doğurur, yürürlükten bir gün ya da bir saat sonra
kalksa bile o bir saat içinde hükmünü yerine getirmiştir ve artık geri dönülemez.
Peki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına itiraz yolu açık mı?
Bu konuda bir tartışma var zaten. Acaba yürürlükten kaldırılan eksi kanunun öngördüğü
düzenleme sanık lehine olduğu için müebbet hapis cezasının hesaplanması veya uygulanmasında
bu düzenleme mi esas alınacak, yoksa bir bütün olarak yeni düzenleme mi esas alınacak. Bu
konularda bir tartışma var. Bu tartışma sürecek. Ama böyle bir tartışmanın temelsiz olduğunu
söyleyemem. Basından izlediğim kadarıyla Öcalan'ın avukatları böyle bir başvuruda bulunmaya
hazırlanıyor.
Türkiye 6 No'lu protokolü imzalamadı. Ama şimdi bu yeni düzenlemeyle bunun gereğini yerine
getirmiş mi oluyor?
249
6 No'lu protokolün gereğini yerine getirmiş oluyor. Ancak, protokolün doğrudan doğruya
imzalanıp onaylanması farklı bir etki doğurur tabi. Eğer Türkiye 6 No'lu protokolü onaylayıp
taraf olursa idamla ilgili taahhüdünü uluslararası alana taşımış olur. Oysa şuanda Anayasanın da
izin verdiği çerçeve şu: Bir süre sonra bir değişiklik yapılarak terör suçları için de idam cezası
getirilebilir. Anayasa buna engel değil. Ama 6 no'lu protokol imzalanırsa Türkiye'nin bundan
sonra böyle bir değişiklik yapması daha da zor olacaktır.
Bir de 13 No'lu protokol vardır, 6 No'lu protokolden daha ileri. Orda idam cezası bütün haller ve
herkes için kaldırılıyor. AK bünyesinde de, AB'de de süreç bu yönde işliyor, savaş ve yakın savaş
tehdidi de dahil hiçbir hal ve suç için idam cezası kabul edilmiyor.
Türkiye'nin karşısına idam yeniden çıkar mı?
Anayasa, terör suçları için idam cezası öngörülmesine imkan tanıyor. Bu durum, Türkiye'de bu
tartışmanın yeniden yapılabileceği ihtimalini canlı tutuyor. Hiç olmazsa bir yerde bu bir ihtimal
olarak var. Türkiye'de şartların nasıl gelişeceğini kestirmek zor. Birkaç zaman sonra idam
cezasının terör suçları için de uygulanması yönünde bir talep ve geleceğin hükümetinde böyle bir
eğilim olursa pekala terör suçları için idam cezası tekrar getirilebilir. Đşte o zaman AK'yle de,
AB'yle de ciddi bir çatışma yaşar türkiye. Böyle bir eğilim AB sürecinden çekilme anlamına gelir.
Eğer 6 ve 13 nolu protokol imzalanıp onaylanırsa Türkiye'de idam tartışması tarihe gömülmüş
olacak.
Đdam kadar önemli olan Kürtçe'nin önündeki engellerin kaldırılması bir zihniyet değişikliği olarak
görülebilir mi? Tabular yıkılıyor mu?
Paketteki ikinci önemli düzenleme "farklı dil ve lehçelerde yayın ile öğrenim" imkanının açılmış
olması. Buna ilişkin talebin Kürtlerde geniş bir toplumsal tabana oturduğu biliniyor. Cumhuriyet
tarihinin her aşamasında, ama özellikle son 10 -15 yıllık süreçte çeşitli aşamalarda dile getirilmiş
bir taleptir bu. Özellikle Kürt halkında bu talep bakımından mevcut toplumsal taban belli
dönemlerde belli partileri de etkisi altına almıştı. Mesela SHP 1990'larda belli şekillerde bunu
programına almıştı. SHP- DYP koalisyonu döneminde gündeme gelmişti. Yani Türkiye'de gidip
gelen, bazen öne çıkan, bazen tartışılması engellenen veya bir parça arka plana atılan Kürt
halkında güçlü bir tabanı olduğu son kamuoyu yoklamalarında açıkça görülen bir talep sözkonusu
burada. Paketteki düzenlemenin sınırlı bir kapsamının olduğunu gözardı etmemek lazım, ama
buna rağmen önemli olduğunu da söylemek lazım. Yani kapsamının dar olması bu düzenlemenin
önemini azaltmıyor. Uzun süredir tartışılıyor olsa bile, hukuk alanında bir değişiklikle bunun
mevzuata girmesi - özellikle Kürtçe üzerinden yapıldığı için bu tartışma - Kürtçe'nin yayın dili
olarak kullanılabilecek olması bunun artık yasalarda yerinin olması, siyasal açıdan Türkiye'de
bundan sonraki sürecin demokratik yönde ilerlemesi bakımından önemlidir. Tek başına tartışma,
bazen tabunun ancak bir kısmını yıkabiliyor. Şimdiye kadar bu meseleyi tartışmayan hiçbir kesim
kalmadı diyebiliriz. Ama salt tartışma tabuları yıkmak için bazen yeterli olmayabiliyor. Şimdi bir
tabu yıkılmıştır ve tabu hukuk yoluyla yıkılmıştır.
Tabunun yakılması toplumda nasıl bir etki yaratacak? Korkular aşılabilecek mi?
Buradaki önemli gedik, bu tabuda açılan hukuksal gedik bana kalırsa şimdiye kadar Kürtler
dışında kalan toplum kesimlerinde bu konuya yönelik tedirginlik veya sert tepki, ret tavrını belli
ölçülerde yumuşatacak ve bir süre sonra olağan hale getirecektir. Dolayısıyla şimdiye kadar
yaratılan o hava, eğer farklı dillerde Kürtçe'de yayın, öğrenim yapılırsa bölünme tehlikesinin ortaya
çıkacağı yönündeki hava, yayın başladıktan ve kurslar açıldıktan sonra bunların toplumsal hayatın
olağan akışı içine yerleşen, olağan faaliyetler olduğu görüldükten sonra insanlardaki o tedirginliğin
de kırılacağını tahmin ediyorum. O zaman bu sürecin daha olağan görünmesi mümkün olacaktır.
250
Farklı dillerde kendi kültürünü yaşamaya ve geliştirmeye çalışan, yayın yapan gruplara başka
grupların korku veya dışlama gibi dürtüyle yaklaşmaları azazlacak, hatta bir süre sonra bunları
olağan bir biçimde paylaşma eğilimleri filizlenecek veya daha görünür hale gelecektir. Bu da
Türkiye'de gerginlikleri azaltan, demokratikleşme sürecini daha somut bir hale getiren ayaklarının
yere basmasını sağlayan bir dönüşüm olur. Bu sadece hukuki açından değil, sosyolojik açıdan da
önemli bir adımdır.
Düzenlemeler AB ilişkilerini nasıl etkileyecek?
AB'den farklı tepki ve işaretler geliyor. Mesela AP'den bir temsilcinin açıklaması vardı; bunların
yetersiz olduğunu söylüyordu. Başka alanlarda da düzenleme yapılmasının beklendiği ifade
ediliyor. Bu düzenlemelerin önemli bir adım olduğunu hiç biri saklamıyor. Aralık'ta Kopenhag'ta
yapılacak zirvede, eğer bu değişiklikler olmasaydı, müzakere için bir takvimin belirlenmesi ihtimali
çok zayıftı. Çünkü Verhaugen birkaç kere Türkiye bu gidişle müzakere tarihi alamaz diye açıklama
yaptı. Fakat sanki bundan sonra AB'nin Türkiye'nin müzakere tarihi talebini reddetmesi kolay
olmayacak. Söyledikleri başka bir şey var: Uygulamaya bakacağız diyorlar. Eğer uygulamaya
bakacaklarsa bu demektir ki, uygulamaya geçilebilmesi için pek çok yönetmelikler çıkarılması
gerekiyor, bu da ancak seçimlerden sonra olabilir. Bu durumda Kopenhag'ta bir müzakere tarihi
çıkmayabilir. Galiba seçimlerden çıkacak siyasal tabloyu da görmek istiyor AB organları. 4
Kasım'da çıkacak tablo müzakere tarihi verilip verilmeyeceği konusunda çok önemli bir rol
oynayacak. Eğer AB organları çıkacak hükümetin AB'ye uyum yasalarının hayata geçirilmesi ve
diğer alanlarda başka düzenlemelerin de çıkarılması konusunda istekli ve güçlü olduğunu
hissederse, sanıyorum müzakere tarihi verilmesi eğilimi güçlenecek. Ama eğer aksi bir tablo
çıkarsa nasıl bir tutum takınacaklarını kestirmek zor.
Kürtçe'ye ilişkin düzenleme üniversitelerde Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulması için dilekçe
eylemi yapan öğrenciler hakkında 169'dan açılan davalara nasıl yansır?
Dilekçe eylemi nedeniyle 169'un devreye sokulması bütünüyle siyasal konjonktür ve siyasal
manevrayla ilgili bir uygulamaydı. Burda böyle bir talebin suç sayılmasını gerektirecek bir
düzenleme bulmak mümkün değil. O zaman zorlama yoluyla, bu taleplerin önünü kesmek ve
yaygınlaşmasını önlemek için olabilecek, en aykırı, bana kalırsa en saçma, hukuksal açıdan en
temelsiz noktadan uygulama geliştirildi... Bence hukuken temelsiz bir uygulamaydı bu. Dolayısıyla
orda hukuksal olmayan, tamamen siyasal nitelik taşıyan bir manevra söz konusu. Yeni
düzenlemenin ne etkisi olabilir? Zaten 169'dan ceza verildiğini hatırlamıyorum. Şimdi siyasi
konjonktür havayı değiştirdi. Bu hava değişikliğinin olumlu yansıyacağını bekleyebiliriz. 169'dan
mahkumiyet verilmesi hukuk ihlali olur. AĐHM'e gittiğinde de bana kalırsa Türkiye aleyhine bir
karara dönüşür bu tür davalar. Şimdi anadilin seçmeli ders olarak okutulmasına ilişkin bir talebi
artık şüpheyle karşılamak, şimdiki düzenlemeler karşısında tamamen şizofrenik bir tutum olur.
Hem yasalarda yayını mümkün kılacaksınız, hem özel kurslar açılmasına olanak tanıyacaksınız ve
üstelik müzakere tarihi alınırsa bunların daha da geliştirilme ihtimalini açık tutacaksınız, bütün
bunlar olurken de seçimlik ders olarak talepte bulunanları mahkum edeceksiniz. Sanıyorum bu
kadar fazla çelişik bir durumu Türkiye de bile yaşamak mümkün olmaz.
Yeni düzenleme özel kurslar açılmasına olanak tanıyor. Üniversitelere bir yansıması olacak mı?
Bu düzenleme özel olarak bunun önünü açıyor, özel olarak bu konuda yasal bir imkan yaratıyor
değil. Fakat bana kalırsa özellikle üniversiteler açısından bundan önce de buna engel bir durum
yoktu. Herhangi bir üniversitede özellikle edebiyat fakültelerinde pekala, sadece Kürtçe için
demiyorum, herhangi bir dilde de bir seçimlik dersin konulmasının önünde yasal bir engel yoktu
bana göre. Hani bunun formel açıdan yasaklanmış bir duruma tekabül ettiğini düşünmüyorum.
Herhangi bir üniversite seçimlik bir ders koyuyorum deseydi, herhangi bir kanuna aykırılık ortaya
251
çıkmazdı bence. Çünkü açıkça yasaklanmamışsa bu tür durumlar daha çok özgürlük lehine yorum
ilkesi ışığında değerlendirilmeli diye düşünüyorum.
Yeni düzenlemenin özel kurslar dışında başka alanlarda uygulama bulmasını yakın zamanda
beklemek bana gerçekçi gelmiyor. Özel kurslar alanında da uygulamanın nasıl gelişeceğini
beklemek gerekiyor. Sadece bir dilin öğretilmesi için kurs açıldığında bile pekala burdaki hükümler
kullanılarak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırılık var denerek bu kursların
faaliyetleri zorlaştırılabilir, engellenebilir. Uygulamada bu tür bir yorum sık sık yapılırsa açılan
kurslar kapatılabilir, yeni kurslar açılması bu yolla zorlaştırılabilir. Uyulama bu yönde de
gelişebileceği gibi, öbür yönde de gelişebilir. Engelleme yönünde yapılacak müdahalelerin
korkulan sonucu, belli kesimlerin korktukları sonuçların uç vereceği şartları teşvik edeceğini
düşünüyorum.
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦
Klasör: 6 Kampanya ile ilgili basında çıkan köşe yazıları
Kürtçe eğitim istiyoruz
10 Kasım 2001 Cumartesi Yedinci Gündem
CUMA ÇĐÇEK*
Anayasa değişikliği paketi ile Kürtçe eğitim ve yayın tartışmalarının yoğunlaştığı ve bu konulardaki
yasakların kaldırılması için yürütülen demokratik hareketlerin güçlendiği bu dönemde, üniversite
rektörleri Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) aracılığıyla bir bildiri yayınladı. Bildiride; Đstanbul,
Ankara, Đzmir gibi büyük illerdeki üniversitelerde kimi öğrencilerin rektörlere "Kürtçe eğitim
istiyoruz" dilekçeleriyle başvurdukları, öğrencilerin bu isteklerini kimi üniversitelerde duvarlara
pankartlar asarak dile getirdikleri belirtiliyor. Kürtçe eğitime karşı olduklarını belirten rektörler,
Kürtçe eğitime yeşil ışık yakan siyasileri de eleştiriyorlar. Gazi Üniversitesi rektörü ve ÜAK
Başkanı Rıza Ayhan konuyla ilgili konuşmasında bakın ne diyor: "Biz etnik dilde eğitimin
Türkiye'de yaratacağı sorunlara daha önce de bir bildiriyle karşı çıkmıştık ama demek ki, siyasi
irade sesimizi duymuyor. Ama biz duyulana kadar sesimizi çıkarmak hakkına da sahibiz."
Konuya bu mantıkla yaklaşan rektörlerimiz, çözümü de, zaten sivil polis ve çevik kuvvetle dolan
kampüslerimizde güvenlik önlemlerini artırmakta buluyorlar. Rektörlerimiz bunun öğrenciler
kadar kendilerini de rahatsız ettiğini ama üniversitelerde eğitimin huzur içinde gerçekleşmesi için
gerekli olduğunu belirtiyorlar. (Đlginç! Kantinde, koridorlarda hatta anfilerde ellerinde telsizlerle
dolaşan, öğrencileri taciz eden sivil polisler huzuru bozmuyor da, öğrencilerin kendi anadilinde
eğitim yapma isteği huzuru bozuyor.)
Öncelikle böyle bir açıklamanın Kürt halkına karşı yapılan bir saygısızlık olduğunu belirtmek
252
gerekiyor. Bu açıklama aynı zamanda ülkemizde yaşayan bütün insanların bir ayıbı, utancıdır.
Burada Kürtçe eğitim konusunu uzun uzadıya tartışma imkanımız yok. Biz birkaç noktaya vurgu
yapmakla yetinecegiz. Đlk olarak anadilin insan yaşamındaki öneminden bahsetmek gerekir.
Anadilin düşünce, kişilik, kültür, ulus, eğitim... vb. gibi daha uzatabileceğimiz kavramlarla ilişkisi;
anadilin buradaki önemi yapılan bir çok bilimsel çalışmalarla ortaya konmuştur. Yapılan bilimsel
araştırmalar şu gerçeği açığa çıkarmıştır: Anadil, kişinin var olması, toplumla sağlıklı ilişkiler
kurması, üretken, düşünen, kendini ve toplumu geliştiren bir birey olabilmesi için kullanabileceği
yegane araçtır. Birçok devlet bu gerçeği görmüş ve sistemini buna göre düzenlemiştir. Uluslararası
sözleşmeler, diğer ülkelerde yaşanan somut durum incelendiğinde; bütün dünyada anadilde eğitim,
kendi kültürünü yaşama ve geliştirme, anadilini yaşamın her alnında kullanabilme hakkının
tanındığı ve bir çok devletin bu tür girişimleri desteklediği, bu konularda özel çabalar sarfettiği
görülmektedir.
Her Türkiye vatandaşı Türk, yani bir etnik kökene mensup olarak görülmekte Kürt, Ermeni,
Rum, Çerkez, Laz... vb. bütün halklarrın Türk olduğu düşüncesi toplumsal yaşamın tüm
alanlarında uygulanmaktadır. "Devletin varlığı ve bölünmez bütünlüğü" olarak bütün toplumsal
yaşama yansıyan parçalanma ve bölünme paranoyası, ülkemizde demokratikleşme yönünde atılan
her adımın karşısına engel olarak çıkarılmaktadır. Artık bu paranoyadan kurtulmak gerekiyor. Kürt
halkının kültürel kimliğinin tanınması, Kürt çocuklarının, gençlerinin anadilleriyle eğitim yapması
ülkeyi bölüp parçalamaz.
Bunu istemek de bölücülük olamaz. Asıl bölücülük buna karşı çıkmaktır, Kürt halkını yok
saymaktır, varlığını inkar etmektir. Dil yasağı, Kürtçe eğitim yasağı, Kürt halkının inkarı anlamına
gelmektedir. Kürtler dillerini konuşabiliyor deniyor. Konuşmak yetmez. Yazılı dilin gelişmesi,
eğitim imkanının sağlanması, yazılı ve görsel medyasının olması, ekonomik ve kamusal alanda
kullanılması gerekiyor. Kürt kültürünün, sanatının, edebiyetının gelişme imkanlarının yaratılması
gerekiyor. Bunlara karşı çıkmak, yasaklar koymak toplumda ayrılıkçılığa, düşünsel ve ruhsal
parçalanmaya, şiddete neden olup, toplumsal barışı, ortak çıkarlar için birlikte hareket etme
olanağını ortadan kaldırır. Dil yasağının olduğu yerde eşitlikten, birlikten, beraberlikten
bahsedilemez.
Bilimin, aydınlanmanın merkezleri olması gereken üniversitelerimizi bu tarz gerici, ilkel
anlayışların öncülüğünü yapmaktadırlar. Birçok üniversitemizde yok olmaya yüz tutmuş diller
okutulmakta, bu dillerle ilgili araştırma enstitüleri, kürsüler bulunmaktadır. Yine birçok
üniversitemizde "Đngiliz Dili ve Edebiyatı" , "Fransız Dili ve Edebiyatı" gibi bölümler
bulunmakta, Almanca, Fransızca, Đtalyanca, Japonca, Đspanyolca...vb. gibi birçok dil, ders olarak
okutulmaktadır. Bir yanda böyle bir gerçeklik sözkonusu iken diğer yandan milyonları bulan bir
halkın anadiliyle eğitim yapması engellenmektedir. Üniversitelerde onbinlerce Kürt öğrenci kendi
anadilini öğrenmekten mahrumdur.
Aydın, akademisyen olarak sorunlara bilimsel yaklaşması gereken rektörlerimiz, bilim dışı ve
üniversite misyonuna yakışmayan bir tavır almakta ve polisiye önlemler almak dışında bir çözüm
üretememektedirler. ÜAK'un yayınlamış olduğu bildiri bu anlamda yüz kızartıcıdır. Bu ayıptan
kurtulmak her Türkiye vatandaşının görevidir. Rektörlerin toplumsal sorunlara çözüm bulmada
bırakalım engel olmayı, öncü çözüm gücü olmaları gerekmektedir. Kürtçe eğitim için,
üniversitelerdeki hocalarımız, rektörlerimizin öncülüğünde biraraya gelip çalışmalı, projeler üretip
komuoyuna sunabilmelidirler. Yine bu yönlü yapılan öğrenci çalışmalarına destek sunularak
önaçıcı olunmalıdır. Bu da aydın olmanın, bilim insanı olmanın gereğidir.
*Đ.T.Ü Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğrencisi
253
Kurdno, mal xirabno!
24 Kasım 2001 Cumartesi YedinciGündem
HATĐCE KAYA*
"Anadil gözümüz ise, yabancı diller gözlüğümüzdür." der bir şair. Bu yüzdendir ki anadilde eğitim
yapmak, o dilde okumak ve bazı şeyleri o dilde aktarmak, kültürel kimlik sorunları yaşanmaması
açısından gerekli. Anadil dilbilim, yeteneği ve toplumsal sorunlar, insan-ulus ilişkisi bakımından
değer taşır. Ayrıca insanın bilinç altına inen ve pek çok yönleri olan bir varlık olarak ortaya çıkar.
Her halkın anadilini konuşmak istemesi en doğal ve vazgeçilmez hakkıdır ve halkın anadilini engel
olmak istemenin hiçbir hukuki gerekçesi olamaz; çünkü bunu yapmak o halka yapılacak en büyük
saygısızlıktır. 1960'lara kadar Đsveç, anti-demokratik bir ülkeydi ve hiçbir azınlığın kendi anadilinde
eğitim yapmaya hakkı yoktu; fakat 1960'lardan sonra Đsveç, izlemiş olduğu bu politikanın aslında
kendi aleyhine geliştirmiş bir strateji olduğunu fark etti. Şu an Đsveç Hükümeti, ulusların kendi
kaderini tayin etme hakkının önemini anlamış olacak ki, hemen hemen her halkın kendi dilinde
eğitim yapabilmesi için okullar açmış, hocalar yetiştirmiştir. Bu yaklaşım tarzı Đsveç'teki çok
kültürlülüğü, çok sesliliği yansıtıyor ve böylece Đsveç, politik ve sosyal gelişiminin önündeki
engelleri de kaldırmış oluyor.
Đşte anadilde yazmak, düşünebilmek, okuyabilmek; anadilde müzik dinlemek bir ulusun kimliği
yansıtmada hayati bir rol oynarken, bugün sayısı kırk milyonu bulan Kürt halkının dili olan
Kürtçe, Türkçe'nin bir lehçesiymiş gibi gösteriliyor. Yürütülen bu politikanın amacı, tek dil, tek
millet yaratmaktır. Eğer gerçekten Kürtçe, Türkçe'nin lehçesi ise(?), devlet bu lehçeyi geliştirmek
için niye girişimlerde bulunmuyor? Kürtçe'nin Türk dilinin bir lehçesi olduğunu idia edenler bu
lehçeyi işlemiyerek Türkçe'nin gelişmesine engel olmuyorlar mı? Türk diline önem veren Türk Dil
Kurumu bu lehçeyi(!) niye geliştirmek istemiyor. Bu bir çelişki, daha doğrusu var olan gerçekliğin
çarpıtılması sadece.
Đran'ın batı ve güneybatısı, Irak'ın baştan başa kuzeyi ve kuzeydoğusu, Suriye'nin kuzeyi ve
Türkiye'nin doğu ile güneydoğusu Kürtçe'nin anavatanıdır. Bugün Kürtçe Önasyada, Anadolu'da,
Kafkasya'da, Fars, Arap topraklarına giren yerlerde, Batı Avrupa'da, Türkiye'de ve Amerika'da
konuşulmaktadır. Kürtçe Hint-Avrupa dil ailesinin Hindu-Đrani kolunda Đrani bir dildir ve onun
kuzeybatı grubundadır. Dünyada Kürtçe'nin 40 milyonluk bir nufus tarafından konuşulduğu
tahmin edilmektedir. Kürtçe'nin beş lehçesi vardır. Bunlar Kurmancî, Zazakî, Soranî, Goranî, ve
Lžrî'dir. Kürtçe çok zengin, en eski ve köklü dillerden biridir. Biçimsel özelliklerine göre diller
dört gruba ayrılır: Yalınlayan, Bağlantılı, kaynaştıran, ve bükümlü diller. Kürtçe kuzeybatı Đrani
grupta iken, Farsça güneybatı Đrani grubuna girer ve Kürtçe'nin morfolojik olarak bükümlü bir dil
olduğunu söyleyebiliriz. Bükümlü dillerde, çekim ve yeni bir sözcüğün türetimi sırasında kök
değişikliğe uğrar. Evet, Kürtçe gelişmekte olan bir dil: çünkü Kürtçe yıllarca ihmal edildi. Devletin
yürütmüş olduğu ve hala yürütmekte olduğu özel bir politika ile Kürtler asimle edildi. Bu
durumun, Kürtçe'nin gelişimini engellemesi bir yana, dilde büyük tahribat ve asimilasyona yol
açtığı bir gerçek.
Bugün özellikle Türklerle çok yoğun ilişkiler içerisinde olan yerlerde konuşulan Kürtçe, büyük
oranda Türkçe'den etkilenmiş ve bu Kürtçe'nin ses sistemini, gramer ve düşünce yapısını değişime
uğratmıştır. Her dil diğer diller ile etkileşim içerisindedir; fakat bu etkileşim diğer diller üzerinde
bir baskı unsuru ise, o dil zamanla yok olmaya mahkumdur. Yukarıda belirtildiği gibi Kürtçe'de,
Kürtçe kelimelerin sayısı Arapça ve Farsça kelimelerine oranla daha az ise (Kürtçe Arapça'dan
254
etkilenmiştir), bu dilinde etimolojik, morfolojik, fonetik...vb bakımdan değişime uğradığını
gösterir. O zaman o dil Kürtçe olmaktan çıkar. Zaten bir halkı diğer bir halktan ayıran özellik dil
unsuru değil midir? Kendimize Kürdüm, Türküm, Arabım, Đngilizim demekle Kürt, Türk, Arap,
Đngiliz olunmuyor. Eğer anadilimizi konuşamıyorsak bu bizi ister istemez başka kültürün insanı
yapar...
Bilindiği üzere Türkiye AB'ye adaylığını gösterdi; fakat AB bazı koşullar öne sürüyor. Bu yüzden
devlet, Anayasa'yı değiştirmek yerine, bir takım maddelerin değişmesini öngördü(!) Bu
Anayasa'daki bir takım değişiklikler gözle görülür çok şey değiştirdi, bu değişiklikler sayesinde
Türkiye hemen bir anda, demokratik bir ülke oldu(!) Anayasa'da ki değişikliklerden biri de dil
konusu ile ilgili idi: "Kanunla yasaklanmış dillerle yayın yapılamaz" ibaresi çıkarılarak Kürtçe
yayının serbest bırakıldığı söyleniyor. Dil yasağı kalkmıyor. Böyle bir yasak yoktu zaten ve
yasaklanmış diller hangisi diye sorarsak, bunun da cevabını tam olarak bulamıyoruz. Kürçe
konuşmak serbest, Kürtçe yayınlar serbest deniyor; fakat bu pratiğe yansımıyor ve pratikte yaşam
bulamıyor. Hem Kürtçe yasağı kaldırıldıysa, niye Kürtlere kendi dillerinde eğitim yapması için
okullar açılmıyor, öğretmenler yetiştirilmiyor? Yani söylemek istediğim şu: Türkiye'nin yeni hem
de yep yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Anayasa'da değiştirilen maddeler makyajdır, aldatmacıdır.
Anayasa'daki maddelerin çoğu işlevsizdir zaten.
Son olarak şunları söylemek de fayda var: Kürt folklorunu tanımanın yolu, anadilimizi çok iyi bir
şekilde ve akademik düzeyde öğrenmekten geçer. Bunu sadece Kürt halkı için değil, diğer dünya
halklarının, kendi halk bilimlerini öğrenmeleri için, anadillerine gereken değeri vermeleri
gerektiğini düşünüyorum; çünkü her halk özgürlüğün, barışın, yaşamın bir parçası. Şunu
söylemeden geçemeyeceğim: Celaled Ali Bedirxan'ın kendisine Kürdüm diyenler için bir sözü var:
"Kurdno, ma xirab no, nebêjin em kurd in, yan jî bi Kurdî bipeyvin"
*Gaziantep Üniversitesi Đngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğrecisi
Üniversitelerde 'Kürçe dersi' kampanyası ve YÖK'ün bakışı
Saygı Öztürk 24 Kasım Star Gazetesi
Türkiye üzerinde oyunlar alabildiğine devam ediyor. Yurtiçi ve yurtdışında silahlı 5 bin PKK'lı
terörist bulunuyor. Ülkemizde terör bitmiş değil, sadece bastırılmış durumda. 30 bin insanımızın
ölümüne yol açanlar daha kan dökmeye doymadı. Yeni oyunlar, yeni tezgahlar içine girdiler.
PKK sanki ülkemizde 30 bin kişinin ölümüne yol açmamış gibi şimdi batı ülkelerine kendilerini
siyasi bir kuruluş gibi göstermeye çabalıyorlar. Bu girişimi başlatanlar, dağlarda 5 bin teröristin
bulunduğunu ise hiç hatırlamak, hatırlatmak istemiyorlar. PKK'nın yeni oyunları devam ediyor.
Bazı üniversitelerde yeni bir kampanya başlattılar. Üniversitelerde 'Kürtçe dersi' konulmasını
istiyorlar. Hükümet ortağı bir parti, HADEP'le yakınlaşmak için bu tür girişimlere karşı çıkmak
şöyle dursun, biraz da destek bile verdiği yolunda yoğun iddialar var. Bugün üniversitelerde, yarın
liselerde, daha sonraki bir kazanımda ise ilköğretim okullarında 'Kürtçe eğitim' yapılmasının
yollarını açmak istiyorlar. Boşuna bu gayretler...
255
Kürtçe eğitim için az sayıda olsa bazı üniversite öğrencilerinin imza toplaması ve Đstanbul
Üniversitesi Rektörlüğü'ne dilekçe vermelerinin dayanağı ve bunun gerekçelerini okuyalım:
'EN ÖNEMLĐ ADIM': 'Bilindiği üzere, 4709 Sayılı Yasa'nın yayınlanıp yürürlüğe girmesiyle
birlikte, Anayasa'nın 'Temel Hak ve Özgürlükleri' düzenleyen bir çok maddesinde değişiklikler
yapılmış, hak ve özgürlükleri sınırlayıcı hükümler daraltılmış, sınırlamaları sınırlayan ölçütler ise
genişletilmiştir. Anayasa'da yapılan değişikliklerden bir tanesi de, Anayasa'nın 28. maddesinde
düzenlenmiş olan 'Kanunla yasaklanmış dil...' kavramının Anayasa'dan çıkarılarak tamamen
terkedilmiş olmasıdır. Böylelikle Anayasa Koyucu Meclis, Türkçe dışındaki dillerin, özellikle
Türkçe dışındaki en büyük ve yaygın dil olan Kürtçe'nin kullanım alanlarının genişlemesine olanak
yaratmıştır. Bu gelişme, 1987 yılında Kürtçe yasağının kaldırılmasından sonra bu doğrultuda
atılmış önemli bir adımdır.
Bu son değişiklik Anayasa'nın 'Eğitim ve Öğrenim Hakkı'nı düzenleyen 42. maddesiyle birlikte
düşünüldüğünde, herkesin eğitim ve öğretim hakkını, bildiği en iyi dil olan anadilinde görmesi
hakkının anayasal bir hak olarak belirdiği görülmektedir.
'KÜRTLER YOK SAYILDI': Ne yazık ki Türkiye'de, başta Kürt halkı olmak üzere bütün halklar
yıllardır yok sayılmış, bu halkların dillerini, kültürlerini geliştirmeleri ülkenin bölünmesi kaygısıyla
engellenmiştir. Bir çok ülkede yaşanan deneyimler göstermektedir ki, ülkede yaşayan diğer
halkların dillerini, kültürlerini geliştirmesi ülkeyi bölüp parçalamaz, tam tersine toplumsal barışı ve
uyumu geliştirir, ülkenin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağlar. Halktan gelen çağdaş demokratik
bir ülkede yaşama isteğini görmesi gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tek ulusçu yapıya
dayanan toplumsal düzenden artık vazgeçmelidir.
KÜRTÇE DERSĐ: Birden fazla halkın bir arada yaşadığı Türkiye coğrafyasının gerçeğine uygun
olarak, anayasal vatandaşlığa dayalı, çok uluslu, çok kültürlü katılımcı bir toplumsal sistem
yaratmalıdır. Bunları yaratmak, demokratik toplum düzeninin olmazsa olmaz gereğidir ve tüm
idari kurum ve kuruluşların öncelikli görevleri arasındadır.
Ben Đ.Ü.Edebiyat Fakültesinde öğrenim gören bir öğrenci olarak Türkiye'nin
demokratikleşmesinin önünü açacağına inandığım bir adım atıyor ve üniversitemiz rektörlerinden
Kürtçe dersinin seçmeli desler kapsamında üniversitemiz bünyesinde okutulmasını talep
ediyorum.'
Đşte bu dilekçenin altına bazı öğrenciler imzalarını atmış. Yakında bu dilekçeler YÖK'e, büyük bir
olasılıkla da Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne de gelecektir.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, göreve atandığından bu yana YÖK Başkanı Prof. Dr.
Kemal Gürüz'e randevu vermemesini anlamak mümkün değil. Yasa, yönetmelik ve mahkeme
kararlarını uyguladığı için belli bir kesimin yıllardır boy hedefi olan, hatta bazı şeriatçı yayın
organları tarafından hemen hergün hakaret edilen Gürüz, tüm çabalara ve istifa ettirmek için
yürütülen kampanyalara rağmen dim dik ayakta kalmayı başardı.
YÖK ne der?
Cumhurbaşkanı Sezer, üniversitelerin açılışlarına bile katılmıyor. Her yıl Cumhurbaşkanlığı'nda
YÖK Başkanı, üniversite rektörleri bir araya gelir, Cumhurbaşkanı'na sorunlarını, üniversitelerin
yeni projelerini anlatırlardı. Cumhurbaşkanı, bu geleneği de kaldırdı. Cumhurbaşkanı ne YÖK
Başkanı, ne de kolay kolay rektörleri kabul ediyor...
256
YÖK Başkanı Gürüz'e, üniversitelerde 'Kürtçe dersi' okutulması yolundaki girişişimleri
hatırlattım. Gürüz, 'Üniversitelerde Kürtçe dersi okutulması söz konusu olamaz' dedi. Peki bu
girişimi yürütenlere destek veren üniversite mensupları olup olmadığına sordum, 'olmadığını' ifade
etti. YÖK Başkanı, böyle bir dilekçenin de kendilerine henüz ulaşmadığını belirtti. Peki ulaşırsa
yani üniversitelerde Kürtçe dersi okutulmasına ilişkin dilekçeler konusunda YÖK nasıl bir karar
verebilir? Gürüz bunun cevabını çok net bir biçimde verdi:
“Geçmişte olmamıştır. Şu anda söz konusu değildir. Gelecekte de asla olmayacaktır.”
Gerginliğin uzatılması
29 Kasım 2001 Evrensel
Çetin Diyar
Meclis, Şırnak, Tunceli, Diyarbakır ve Hakkari’de uygulanan OHAL’i 4 ay daha uzattı.
Bunda “olağanüstü” bir gelişme ya da “şaşılacak” bir durum yok. Çünkü, MGK’nın ve
Meclis’te grubu bulunan partilerin “Huzur” ortamının güvenlik, önlem, baskı, zor ve şiddetle
sağlanacağı konusunda hemfikir olduğu bilinen bir gerçek. Sonuçta bu partiler Kürt sorununu
ağızlarına bile almayıp, söyleyeceklerinin bir “seçim yatırımı” olduğunu düşündükleri için
Kürtler’in “olağanüstü koşullarda” yaşamasının onlar açısından pek bir anlamı bulunmuyor.
MHP Grup Başkan Vekili Đsmail Köse’nin, OHAL’in uzatılması ile ilgili yaptığı konuşmada
halktan çok “güvenlik kuvvetlerinin” mağdur olduğunu söylemesi bu partinin Kürtler’le ilgili
bakış açısını yansıttığı gibi aynı zamanda kendi tabanına “tavizsiz” görünmek istemesinin bir
başka durumudur. MHP’nin “katı”, AKP ve SP’nin “liberal”, DYP adına konuşan eski
OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun “öfkeli” açıklamaları aslında OHAL’in gerçekten bir
demokrasi sorunu olduğunu gösteriyor.
Çizgiler Kalın Çiziliyor
OHAL’in kabul edilemez bir uygulama olduğu açıktır. Bursa’da, Denizli’de, Trabzon’da,
Kastamonu’da yaşayan insanların günlük yaşamları nasıl sürüyor ve bu günlük yaşamları çeşitli
“yasaklar sonucu kesintiye uğramıyorsa”, Diyarbakır, Tunceli, Hakkari ve Şırnak’taki
vatandaşlarında “normal bir yaşam” sürdürmeye hakları vardır. Aksini iddia etmek ve “Hayır,
burada yaşayanlara şu yasak bu yasak” denilecekse o zaman kalın çizgilerle çizilmiş bir
“ayrım”ın olduğu kabul edilmelidir. OHAL’in uzamasının gerekçesini “güvenlik” olarak
gösteren MGK’nın ve hükümetin, uzamasını destekleyen her çevrenin önce OHAL’i tarif
etmeleri, ardından da “olağanüstü” durumu göstermeleri gerekir. Kuru kuruya bir
“bölücülük” tehlikesinden sözedip, paranoyak bir hastanın sayıklamalarına benzer biçimde
“ille de OHAL” demenin ne kadar anlamsız olduğu ortada.
Huzur Yerine Huzursuzluk Hakim
Ama, OHAL ve benzer uygulamalı yönetimler yönetenler açısından bir ihtiyaç durumunda.
Çünkü, bu tip yönetimlerin “dönemsel konjöktürlere” uygun biçimde yeniden yeniden
gündeme getirilmesini böylesi uygulamaların doğruluğunu ispat için girişilen bir takım
hareketler izler. Bölgede, arka arkaya yapılan yargısız infazlar, “huzur operasyonlarının”
Diyarbakır’da yoğunlaştırılması ve diğer bölge illerine de kaydırılması hak ve özgürlükleri
kısıtladığı gibi gerginlik politikasının da sürekli diri tutulmasına hizmet ediyor. Kürtler’in hak
ve özgürlüklerini, çeşitli konularda dile getirdikleri taleplerini bastırmanın ve yok saymanın
257
tüm dünyayı sarmış olan “terörizmle mücadele” konseptine bağlanmak istenmesiyle
olağanüstü uygulamaların sürekli hakim kılınması arasında güçlü bağlar bulunuyor.
HADEP’e ve Kürt Öğrencilere Gözdağı
Son zamanlarda “Aman, HADEP barajı geçiyor” diye ortalığı velveleye vererek hem güvenliğe,
hem de diğer burjuva partilerine uyarı üstüne uyarı yapan holding medyasının OHAL
uygulamalarına ve uzatılmasının mazaretlerine çanak tuttukları görülüyor. HADEP binalarına
yapılan baskınların yanı sıra Yüksek Öğretim Kurumu’nun Kürt öğrencilerin “Kürtçe seçmeli ders
olsun” diyerek rektörlüklere verdiği dilekçelere karşı aldığı sert tutum “terörle mücadele konsepti”
dahilindedir. Yasaklama, baskı ve zor kullanma yöntemleriyle, hak ve özgürlük taleplerinin “terör”
sayılmasına OHAL’in uzatılması da dayanak olmaktadır. OHAL’in kalkmasını bir demokrasi
sorunu olarak gören tüm siyasi partilerin, sendikaların ve kitle örgütlerinin bunun için mücadele
etmeleri ve çeşitli platformlarda ısrarla dile getirmeleri önemlidir. Emek Platformu bileşenleri ve
bölgedeki sendikalar Emek Programı’nın aynı zamanda demokrasi ve özgürlüklere de sahip
çıkması gerektiğini defarca vurguladılar. Bu demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin kapsamında
OHAL’in kaldırılmasının önemli bir yeri olduğu unutulmamalı.
Anadilde eğitim dalgasını yaymak için
Gençliğin Sesi
3 Aralık 2001 Evrensel
Anadilde eğitim, yıllardır öğrenci gençliğin en önemli gündemlerinden biri. Bugünlerde
üniversitelerde başlayan kampanya ise bu gündemi yeniden canlandırdı.
Yurdun dört bir yanındaki üniversitelerde, henüz başlayan ve sesini duyurmaya, yayılmaya çalışan
bu kampanya, sayfamızda görüşlerine yer verdiğimiz öğrenci arkadaşların da anlattıkları gibi,
YÖK tarafından hemen baskıyla karşılandı. “PKK’nin talebidir” deyip üniversite yönetimlerinden
aman verilmemesi istenen talep, yanlış anlaşılmasın, üniversitelerin bütün öğrenim programlarını
Kürtçe vermesi falan değil, Kürtçenin bir seçmeli ders olarak açılması!
Ancak, üniversite kavramından başka her şeyle ilişkisi olabilecek bu tutum, alışık olunduğu üzere,
ne tartışmayı, ne kulak vermeyi deniyor, yalnız yasaklıyor. Belki de, çoğu üniversitede öğrencilerin
duydukları, arkadaşlarının ne için toplu dilekçeler verdiklerinden çok, “Yassah hemşerim”
çığlıkları oldu.
Ülkemizi yönetenlerin, başkalarına göstermek için “yolunu açtıkları” anadilde eğitimin yolu hâlâ
yine bize kapalı gibi görünüyor. Oysa, bu talebin ne kadar doğal bir ihtiyaç olduğunu, dilekçeleri
veren öğrenciler ellerinden geldiğince anlatmaya çalışıyorlar. “Biz Kürtçeyle büyüdük, kendimizi
onunla ifade etmeye alıştık, eğitimimizi niçin o dille almayalım?” diyorlar. Bunun için Kürtçe diye
bir seçmeli dersin açılmasının bir başlangıç olarak, hatta simgesel bir olay olarak oldukça anlamlı
olacağını söylüyorlar.
Kampanyanın birinci çıkış noktası bu.
Sorunu daha açmayı sağlayacak bir olanak da, üniversite bölümlerinin, kürsülerinin Kürtçe dilini
tartışmaya başlaması. Çünkü, üniversiteler, Hitit dili, Sümer dili, Urdu dili gibi zaman zaman
mizah konusu da olan binlerce yıl önce konuşulan ya da hangi halkın konuştuğunun bile pek
bilinmediği diller için kürsüler, dersler açıyor. Açması da normaldir, üniversitenin görevidir.
258
Ancak Kürtçe, bu sayılan ve benzeri dillerden de farklı olarak bugün, bizim topraklarımızda, hâlâ
yaşayan bir halkın konuştuğu bir dildir.
Kürtçeye karşı, kuşkusuz politik nedenlerle alınan bu tavır, halk için bilim kaygısı güden öğrenci
ve akademisyenlerin elinde yok olup gidecektir. Başta her üniversitede bulunan Türk dili
bölümleri, ya da kimilerindeki Kürtçe ile aynı dil ailesindeki Farsça gibi dillerle ilgili bölümler,
akademik sorumluluklarının gereği olarak, Kürtçenin nasıl bir dil olduğuna ilişkin bir tutum
almalıdır. Psikoloji vb. bölümlerde, eğitim fakültelerinde de yine, anadilde eğitim görmemenin yol
açtığı zorluklar, kişinin öğrenim hayatında, kişisel gelişiminde sahip olduğu önem pekâlâ
tartışmaya açılabilir.
Bu, YÖK’ün anlayıp dinlemeden yasaklar koyma çabasını da zora sokacaktır. Daha da önemlisi,
bilimsel sorumluluğunu hisseden bilim insanlarını ve doğrudan anadil sorununu duymayan Türk
öğrencileri de, “Kürtçe’nin tarafında” olmaya zorlayacaktır. Bunun “demokratik üniversite
mücadelesinin bir parçası” olduğunu söylemek, o zaman anlamlı olacaktır, çünkü öylelikle
üniversitenin “üniversite olmak” çabasına dahil olacaktır.
Bu talebin “bölücü” olma ya da kendisinden başka kasıtlar içermesi suçlamalarından
kurtulmasının en kolay yolu da, Kürt öğrenciler dışındaki kesimlerin Kürtçe eğitim talebi için
harekete geçmelerinin, Kürtlere destek vermenin ötesine geçmesini sağlamaktır.
Üniversitenin “halk için bilim” yapmak görevini bırakıp “YÖK için bilim” yapmasının önüne
geçilmesi de, Kürtçe ve anadilde eğitim konularını kantinlerin değil, tam anlamıyla üniversitenin
gündemi haline getirmekle mümkün. Bu, YÖK’le de çok ciddi bir hesaplaşma anlamına gelecek.
Pantolon yasağı ve Kürtçe
07 Aralık 2001 Radikal
Hakkı Devrim
Kamu çalışanı hanımlar haklı. Demet Bilge'nin yazdığı gibi, 1982 tarihli (bu demektir ki 12 Eylül
ürünü) kılık kıyafet yönetmeliğine isyan ediyorlar. Đmza toplamaya başlamışlar. Kamu Emekçileri
Sendikaları Konfederasyonu (KESK'in) öncülüğünde. 11 ocak 2002 cuma günü Meclis'in kapısına
dayanıp, pantolon yasağının kaldırılmasını isteyecekler.
- Kışın üşüyoruz, rahat hareket edemiyoruz, diyorlar.
Özel işyerlerinde hanımlar (bizim gazete ve televizyonlarda, hele kış ayları yüzde yüze yakını)
pantolon giyiyor. Kamudakilerin günahı nedir?
*
Benim bir kabahatim var bu konuda. Otuz beş yıl kadar önce, dergi-kitap-ansiklopedi ürettiğimiz
işyerinde (Meydan Larousse), pantolonlu bir hanım görünce pek hayret ettim. Đşyeri ciddiyetine
uymaz, bu hanımı uyarın dediğim bir hanım arkadaşım:
«Alışırsın alışırsın», diyerek beni durdurdu.
Durdurmasaydı, sonradan dediğimden utanmış olmakla kalmayacak, o gün orada, çoğu genç
259
üniversite mezunu olan hanım arkadaşlarıma rezil olacaktım. Sahiden hayret ederim, hele kış
aylarında pantolonun hanımlar için ne kadar sağlıklı ve şık bir kıyafet olduğunu, nasıl olup da o
gün idrak edemedim, diye...
Doğrular sadece toplumdan topluma, insandan insana değişmiyor; devirlerin farklı doğruları
olduğu gibi, bir insanın ömrü boyunca da doğruları değişebiliyor.
*
Günah çıkarmaya devam...
Behice Boran, Urfa Milletvekili sıfatıyla mı, yoksa TĐP Genel Başkanı olarak mı bilemeyeceğim,
Diyarbakır'da bir konuşma yaptı. Ertesi sabah neler dediğini gazetede okuyordum, kahvaltı
masasında. Gülseren Hanım'a dedim ki:
-
Solculuğunu tartışmıyordum, ama şimdi ben de Behice Boran adlı hanım cezalandırılmalıdır,
diyorum.
Behice Hanım, Kürtçe de nihayet bir toplumun dilidir; evlerde olduğu gibi okullarda da
konuşulmalı, öğretilmeli, geliştirilmelidir, demişti özetle. 60'lı yılların sonuna doğruydu. Cemal
Gürsel'in Güneydoğumuzun bazı tatsız hadiselere gebe olduğu gerçeğini, ancak Çankaya'ya
çıktıktan sonra fark etmesini çok yadırgadığımız yıllar. Siyasete bilimden gelmiş Behice Hanım'ın,
endişe edilen, beklenen yangına körükle gitmesine isyan ediyordum.
Bugün, tartışılması gereken bir görüşü tereddütsüz mahkûm edişimi kınıyorum.
- Yeri mi, zamanı mı, hazır mıyız biz bu tartışmaya, diye karşı çıksaydım, belki daha isabetli bir
davranış olurdu.
Behice Boran'ın o tarihte bizim bir gerçeğimizi işaret etmiş olduğunu aradan geçen zaman bana da
öğretecekti. Benzer, benzemez konuları bugün de tartışıyoruz. Katı ve kesin tavırların, ihmaller
kadar zararlı olabileceğini hatırlamakta fayda var.
Đnadına Kürtçe eğitim
8 Aralık 2001 Yedinci Gündem
Rıza Yıldız*
Binlerin katılımıyla "Kürtçe Eğitim Kampanyası" tüm hızıyla sürüyor. Kampanyada belirtilen
istemlerin siyaset üstü insani talepler olduğu, bu nedenle yasakçı zihniyete karşı bunun
savunulmasının ne kadar meşru bir hak olduğu aşikardır. Savunulan şey insanın olmazsa olmaz
koşularından olan anadile dair şeylerdir . Dilin bir insanın ifade biçimi, düşüncesi, ilişkisi, diyaloğu
vb. dolayısıyla yaşamsal fonksiyonu; bir toplumunda halklaşmasının, uluslaşmasının diğer
uluslardan ayrışma sürecine girmesinin, kendisini yaşamsal fonksiyonla elde ettiği kültürel,
düşünsel, sanatsal, eğitsel ve benzeri birikimlerle yarınlara taşmasının yegâne aracı olduğu bilimsel
ve tarihsel verilerle kanıtlıdır.
Dilin insan yaşamı ve sosyalitenin sağlıklı gelişimi açısından önemi böyle bakıldığında anlaşılır.
Toplumların hoşgörü ve barış erdemiyle kaynaşmaları, tarihsel, kültürel birikimlerin insanlığın ve
uygarlığın hizmetinde olacak şekilde paylaşımından, alış-verişinden geçer. Burada kardeşlik esastır.
Tahakküm söz konusu değildir. Bir birlerinin gözlerinin içine bakarak bir ilişkilenme ve diyalog
düzeyi söz konusudur; birisinin bastırmasıyla sayılması değil. Đnsanı insan yapan, dilin özgür ve
eşit koşullar altında kullanımı tüm halk ve hürriyetleri temelini oluşturur. Halk ve hürriyetlerde
mahrum bırakılmanın yada hak ve hürriyetlerin gaspını dilden başladığı ve bu yönlü asimilatif
260
fiiliyatlarda bulunulduğu siyasal-sosyal tahakümünü yapılanmaların tarihinde görülmüştür. Aslında
hiç de yabancısı olmadığımız Türkiye'nin ekonomik-sosyla-siyasal yapısındaki çürumüşlüğün hep
nedeni olagelen Kürtlerin durumu bunun tarihsel süreciyle hem de aktüel politik gelişmelerde ne
bir şekilde gösteriyor.
Bu anlayış doğrultusunda şekillenen Türkiye'nin en büyük sorunu olan Kürt sorunu çözümüne ve
Türkiye'de demokratik yapının gelişimine katkıda bulunacağını inancıyla başlatılan "Kürtçe Eğitim
Kampanya"nın meşruyeti iyi anlaşılmalıdır. Bu politik bakış açısı bile Türkiye'nin demokratik
uygarlık çizgisinde güçlenmesi, güven düzeyi tutturmasını isteyenlerin bu tür işlemlere sahip
çıkmasının kaçınılmaz kılmaktadır. Hem insani, hem de böyle siyası yönü olan Kürtçe Eğitim
istemine duyarsız kalmak, buna karşı üç maymunları oynamak Türkiye'nin demokratik gelişimini
istemeyen anlayışla aynı potada olmak demektir.
Bu da böylesi gerici anti-demokratik eğilimleri güçlendirici işlev görüyor. Bu açıdan yaklaşımları
önemlidir. Bu Türkiye'de yürütülen tartışmaları demokratik tarzda sorun olması için ne
yaklaşımlar zorunludur. En son 12 Eylül anti-demokratik sistemin ürünü olan, hiç bir meşru yönü
bulunmayan kuruluş amacı zaten hak ve hürriyetleri kısıtlamak olan YÖK'ün açıklamaları da
belirleyici olacağa benziyor. Önemli olması neyin meşru haklığı olduğunu cesurca ortaya
koyabilmektir.
Günümüz çağ koşullarıyla hiç bir şekilde bağdaşmayan uygulamalarından duyulan rahatsızlığın
devletin en yetkili ağızlarınca da dile getirildiği demokratik talep ve gelişmelerin önemli statükocu
anti-demokratik ve keyfi uygulamalarıyla ülkemin bölünmez bütünlüğü jandarması rolünü
oynayan YÖK'ün ciddiye alınacak hiç bir yönü yoktur. Böyle bir zihniyetin yapabileceği tek şey
eğitim harcamaları polisiye önlemlere ayırmak okulları kışlalaştırmak yada abluka altına almak
bilimi devletin bütünlüğünü koruma silah olarak ele olmak, bilim adamının polisleştirmek ve antidemokratik zihniyetin somut savunmaları haline getirmektir. Türkiye'de değişimi gününde geniş
toplumsal muhatabın bulunduğu 12 Eylül Anayasası'yla beraber gereksizleşen ve meşruyeti
olmayan yapılanmanın da Türkiye'nin demokratikleşmesine hizmet edecek şekilde değiştirilmesi
yada tamamen kaldırılması gerekir.
En son olarak Kürtçe Eğitim başvuruları konusunda tehditler savuran, hiç bir haklı gerekçeye
dayanmadan keyfi uygulamalarda bulunan ve öğrencilerin en doğal haklarından olan dilekçe
hakkının da elinden alınmasını isteyen YÖK gerçekliğini ve demokratik gelişimin önünde ne
kadar aşındığını bir kes daha gösterdi. Aslında YÖK'ün "bölücü" demogojisini yapması
demokratik gelişmesini önündeki acizliğini gösteriyor. Kürtlerin ve dillerin zenginliğini bölücülüğü
getirmediği aksine gönenç düzeyini yükselttiği, sağlıklı bir ilişkilenme ve gelişmeyi doğurduğu
günümüz demokratik devlet yapılanmalarında görülmektedir. Bu anlayış, sosyal barışın,
kardeşliğin ve "bütünlüğün" garantisidir. YÖK'ün orayla burayla ilişkilendirip öğrencileri
yaftalandırmaları aynı zamanda hakaret olup suç duyurusuna neden teşvik etmektedir. Bu nedenle
meşru ve haklı olanın ne olduğu iyi bilinmelidir. Kürtçe eğitim isteminin Türkiye'nin
demokratikleşmesi sunacağı katkıların ve Türkiye'nin bu doğrultuda kardeşlik ve barış erdemiyle
sağlayacağı güçlü bütünlüğün garantisi olduğunun görülmesi gerekir.
Bu açıdan insan haklarında yana, Türkiye'nin güvencini isteyen ilerici ve demokrat herkesi Kürtleri
en insanı talebi olan Kürtçe Eğitim istemini duyarsız kalmaması, buna aktif destek sunması
gerekiyor. Bu misyon en önemli yurttaşlık görevi olarak algılanmalı.
Öğrenci
261
Kürtçeye özgürlük
15 Aralık 2001 Radikal
Murat Çelikkan
Üniversitelerde yürütülen 'Kürtçe Eğitim ve Öğretim Kampanyası'ndan haberdar mısınız?
Nedense 'Ey Türk Gençliği!'ne ilişkin haberlere medya, 12 Eylül'den bu yana itibar etmez oldu.
Bu kampanyayı, Kürt Öğrencileri Girişimi yürütüyor. Kürtçe dilinin üniversitelerde seçmeli ders
olarak okutulmasını istiyorlar. Anayasa'da Kürtçe’yi yasaklayan bir madde olmadığını, Kopenhag
Kriterleri'nin Kürtçe diline yasağa imkân tanımadığını belirtiyor ve demokratik, çok kültürlü bir
toplum çağrısı yapıyorlar. Öğrencilerin 200 dilekçeyle Đstanbul Üniversitesi'nde başlattığı
kampanya bu güne kadar Türkiye çapında 7 bin dilekçeye ulaşmış durumda. Bu kampanya
karşısında önce devletin resmi ajansı AA'dan Emniyet güçleri kaynaklı "terör örgütü PKK'nın,
üniversitede okuyan sempatizanlarından, dilekçe verme yöntemiyle üniversitede gerginlik
çıkarmasını istediği" haberleri gelmeye başladı. Sonra YÖK kararı geldi: "Kürtçe eğitim isteyeni
üniversiteden atın!" YÖK, üniversitelerde afiş kampanyası başlattı ve öğrencilere dilekçelerini geri
alma talimatı verdi. 200 öğrenci buna uydu. Sonra Diyarbakır'ın Çarıklı beldesinde anadilde eğitim
istemiyle yürüyüş yaptığı iddia edilen 6 ilkokul öğrencisi çocuk gözaltına alındı, ifadeleri alındı
akşam serbest bırakıldı. Đzmir'de dilekçe veren 900 öğrenciyle ilgili başlatılan soruşturma
kapsamında 13 öğrenci gözaltına alındı. Diyarbakır Dicle Üniversitesi'nde topladıkları 1500 imzayı
rektörlüğe götüren üç öğrenci gözaltında.
Ağrı Dağı tartışması
"Kente, tarihimize adını veren dağa sahip çıkmaya kalkıyorsunuz. Adını değiştirmek istiyorsunuz.
Bu dağ bizimdir." "Hayır, bu dağ bizim il sınırlarımız içinde. Ermenilerin Ağrı adını değiştirerek
Ararat koymasına siz de tepki gösterin. 100 dönüm araziniz var diye şov yapmaktan vazgeçin!"
Söz konusu dağ, Ağrı ya da Ararat. Hayır, bu tartışma Ermeniler ile Türkler arasında değil. O dağı
paylaşamayan Iğdır ve Ağrı valilikleri. Đl encümen üyeleri, turizm canlanırsa bundan her iki ilin de
yarar göreceğini söyleyerek tartışmayı noktalamış. Ermeni kökenli Kanadalı yönetmen Atom
Egoyan'ın Đstanbul Film Festivali'nce de programdan çıkartıldığı söylenen filmi Ararat'ın galasını
bu iki ilden biri talip olsa, hem turizm de canlanır.
19 yıl sonra Dev-Yol
22 kişi, dün Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı. Dava, 18 Ekim 1982'de Ankara 1
No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde başlamıştı ve tam 574 sanığı vardı. Ana Dev-Yol davasıydı. Bu
dava başladığında, bugünün dilekçeci gençleri henüz doğmamıştı bile. Sanık sayısının 723'e ulaştığı
davanın ilk etabı, 19 Temmuz 1989'da sona erdi. Beş yıl sonra, 24 Aralık 1996'da Yargıtay 11.
Daire, bu davadan yargılanan 22 kişi için verilen cezayı az buldu ve idam cezası verilmesi
doğrultusunda bozulmasına karar verdi. 19 Kasım 2001'de savcı tarafından hazırlanan mütalaada,
sanıkların hepsinin idam ile cezalandırılması
istendi. Dün bazı sanıklar savunma yaptılar, dava ertelendi. 12 Eylül sıkıyönetim
mahkemelerinden miras kalan bu dava 19 yıldır sürüyor. Bazı sanıklar Avrupa
Đnsan Hakları Mahkemesi'nde bu dava nedeniyle Türk devletini tazminat ödemeye mahkûm
ettiler, olsun dava hâlâ sürüyor. Resmi ideoloji 12 Eylül öncesinde yaşanan çatışmayı 'sağ-sol
kavgası' olarak adlandırmıştı.
262
O dönemin solcuları, gördüğünüz gibi hâlâ yargılanıyor. Sağcıları ne mi oldu? Ne olacak,
milletvekili!
Kürtçe'ye Özgürlük
AYDIN BOLKAN
15 Aralık 2001 Özgür Politika
Đstanbul'da bulunan üniversitelerde başlatılan ana dilde eğitim ve üniversitelerde Kürt kürsülerinin
kurulması kampanyası ülkede yaygınlaşarak devam ediyor. Şu ana kadar üniversitelere verilen ya
da verilmeye çalışılan dilekçe sayısı 15 bini aştı. Bu dilekçelerin verilmesinin ardından öğrencilere
yönelik baskı da arttı. Öğrencilerin dilekçeleri alınmamaya, alınan dilekçeler ise işleme
konulmadan iade edilmeye çalışılıyor. Üniversite kampusları ablukaya alınarak dilekçelerin
verilmesi engelleniyor.
Bazı üniversitelerde bölüm başkanları ya da hocalar öğrencileri çağırarak, "Bu dilekçeler PKK'nin
siyasallaşmasına katkı sunuyor. Dilekçeni çekersen hiçbir işlem yapmayacağız. Çekmezsen idari
soruşturmaya tabii tutulursun, bir de DGM'lik olursun" tehditlerini savuruyor. Ve bu tehditlerin
bir kısmı da YÖK'e karşı çıkan, özerk demokratik bir üniversiteyi savunan, yeri geldiğinde kendini
solcu ve ilerici olduğunu açıklayan hocalardan doğru geliyor.
Dilekçe vermek Anayasal bir hak. Anayasa'nın 74. maddesi, "Vatandaşlar ve karşılık esası
gözetilmek kaydıyla Türkiye'de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve
şikayetler hakkında yetkili makamlara ve TBMM'ye yazı ile başvurma hakkına sahiptir.
Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir"
deniliyor.
3071 sayılı yasanın 7'inci maddesinde "Dilekçe sahiplerine iki ay içerisinde cevap verilir" deniliyor.
Bu dilekçelere zamanında olumlu ya da olumsuz yanıt verilmemesi idari ve adli kovuşturmayı
gerektiriyor.
Ve verilere baktığımızda binlerce insan bu dilekçe hakkını kullanmış. 1984 yılından 2000 yılına
kadar TBMM'ye dilekçe ile yapılan başvuru sayısı 14 bin 769. Haziran 1999 ve Ekim 2000 tarihleri
arasında Başbakanlık ve bakanlıklara 71 bin 348, Cumhurbaşkanlığı makamına ise 16 Mayıs 2000
Kasım 2001 tarihleri arasında 100 bin 26 adet dilekçe sunulmuş.
Bu dilekçelerin geri çekilmesi için neden baskı yapılmıyor, dilekçe sahipleri çağrılarak bunları geri
çek denmiyor? Yargının adil ve bağımsız olmadığına, idarenin yaptığı haksız işlemlere kadar bir
yığın şikayet bulunuyor ve bunlar olumlu ya da olumsuz yanıtlanıyor, kimileri ise yanıtsız kalıyor.
Üniversiteler de bu dilekçeleri kabul etmek zorunda, isterlerse olumlu, isterlerse olumsuz isterlerse
de hiç yanıt vermeyebilirler. Ama yanıtlanmayan ya da olumsuz olarak yanıtlanan her dilekçeye
yanıt AĐHM'den karar olarak geri dönecek. Sahte demokratikleşme söylemleri ve uygulamaları
açığa çıkacak.
Ve belki bu gün üniversitelerin ısrarla kaçındıkları ana dil hakkı, yine bir uluslararası mahkemenin
263
içtihat kararıyla yaşamımızda yerini alacak. Üniversitelerin tutumu bu ama bir de demokratik
örgütlerin bu konudaki tutumlarına bakmak gerekir.
Kürtçe Eğitimi ve Öğrenimi için Ankara öğrenci Girişimi bir hafta boyunca siyasi partileri,
milletvekillerini, yazarları, aydınları, şairleri, kültürevlerini gezerek 13 Aralık günü ĐHD Genel
Merkezi'nde yapacağı basın toplantısına davet etti.
Bir kısmı katılacaklarını beyan etmelerine karşın gelmediler. Bir kısmı ise "Biz gelmeyeceğiz ama
size baskı olursa buna karşı gereken kamuoyu oluşması için açıklamalar yapabiliriz" dediler. Ama
basın açıklamasına ĐHD yöneticilerinin dışında HADEP Ankara Đl Başkanı, SES MYK üyesi ve
Yedinci Gündem Gazetesi Ankara Temsilcisi katıldı. Bırakın sol, demokrat aydın geçinen
çevreleri, kendilerini yurtsever olarak adlandıran bu konuda her her türlü bedeli göze alanlar dahi
katılmadı. Bu ilgisizliğe sessiz kalmamak gerekir.
Ve sormak gerekir hani sokaklarda haykırdığınız, bültenlerinizde kocaman puntolarla öne
çıkardığınız sloganınız vardı ya: "Halkların kardeşliği" bunun gereğini neden yerine getirmezsiniz.
Neden kardeşlerinizin ana dil eğitimi konusunda yaptıkları girişimleri desteklemez neden bu
konuda olumlu ya da olumsuz adımlar atmazsınız.
Aydınlar, yazarlar, şairler, alternatif sol partiler, sol oluşumlar ve aklımıza gelen tüm bireyler, tüm
demokratik kuruluşlar ana dil konusunda susuyor
Kendilerine Komünist adı verip, koca koca tabelaları ışıklandırıp caddelere asanlar, sonra
üniversitelere ana dil konusunda verdikleri dilekçeleri gidip geri alarak, "Bizim bu konuda merkezi
kararımız yok" diyorlar. Neden yok?
Ana dil eğitimi konusunda resmen 12 Eylül sonrasının suskunluğu yaşanıyor.
Milyonların kapısında sıraya girdiği Türkiye'nin en iyi üniversitelerinde okuyan yüzlerce genç
okuldan atılma pahasına ana dilde eğitim konusundaki ısrarını sürdürüyor. Ve onurlarının,
vicdanlarının sesini dinleyen 15 bini aşkın genç, YÖK'ün, idarenin, polisin baskısıyla karşı karşıya
ve onlar her şeye rağmen anayasal bir hak olan dilekçe hakkını sonuna kadar savunmaya kararlı
görünüyorlar. Ya demokrasi güçlerinin sessizliği? Buna da diyecek bir şey yok. Her şey ortada.
Onlar kendilerine sosyalist, kendilerine demokrat, kendilerine aydın...
`Dillerimizin sınırları dünyamızın sınırlarıdır`
Hicri Đzgören
19 Aralik 2001 Evrensel
Bağrında değişik kültürler barındıran toplumlarda demokratikleşme, bu farklı kültürlerin varlığının
kabul edilmesi ve onlara gelişimlerini sürdürebilecekleri olanakların sağlanmasına bağlıdır.
Toplumsal kutuplaşma ve bunalımın yaşandığı bir ortamda en akılcı yol; farklı kimlik ve
kültürlerin birbirlerini karşılıklı olarak görmesi ve benimsemesi olarak ifade edilebilir.
“Đnsan toplumsal bir yaratıktır” saptamasında onun kültürel bir varlık oluşununun da ifadesi
vardır. Yaşam ve doğa içindeki çeşni, bu varlığın farklı oluşumundan alır zenginliğini...
Bir kültürü başka bir kültürün insanına empoze etmek, diğer bir deyişle asimilasyoncu politikalar
izlemek artık günümüz insanının kabulleneceği bir durum olmamalıdır.
264
Her türlü kimliğin temel ve zorunlu öğesi dildir. “Dil-kimlik” ilişkisini ünlü tarihçi F. Bradulel;
“Kimlik eşittir dil” özdeşliği olarak kurar.
Her dil güzeldir, bir başka evrendir. Çoğunluklu dilini, tek resmi dil olarak kabul eden, “öteki”
dillerin zaman içinde gündelik kullanımdan düşmesini hedefleyen zihniyetler bu süreci
hızlandırmak için eğitim kurumlarında bu dillerin kullanımını yasaklama yoluna giderler.. Oysa her
insanın anadilinde eğitim görmesi kadar doğal ve masumane bir hak düşünülemez. Kişi ya da
topluluğun herhangi bir nedenle bu haktan mahrum edilmesi, doğrudan insanlığa yapılmış bir
saldırıdır. Farklı kültüre dayalı bir kimliğin kendini ifade olanaklarının engellenmesi de doğadan
bir rengin silinmesi anlamına gelir. Oysa değişik kültürler çokkültürlü bir yapılanmada birbirlerine
karşılıklı olarak, yeni boyutlar, yeni nitelikler kazandırırlar. Bu sayede çağın ve yaşamın gereklerine
uymayan, birlikte var olamayı zorlaştıran ve gelişmeyi önleyen öğelerin ayıklanması da kolaylaşır.
Değişik kültürlere serbestçe gelişme imkânlarının sağlanması, demokratik bir birliktelik, ortak bir
gelecek oluşturabilmelerini de pekiştirir.
Çoğulculuk esasına dayalı bir politika; kültürel politikaları merkezileştirmek yerine onları koruma,
geliştirme ve tanıtmayı öngörür. Oysa yürürlükteki katı merkezci tutum ve anlayış; ulusçuluk adına
ırkçılığa varan bir tutumdur. Yıllardır süren bu anlayışa çanak tutan sözümona kimi aydınlar (!) da
en az yönetenler kadar militarist ve ırkçıdırlar! Ve ne yazık ki bu vebali boyunlarında bir tasma
gibi taşıdılar hep. Halil Cibra’nın deyişiyle; “Zalim zulmünü işletirken ak ellilerin elleri temiz
olamaz.”
Kimliği ve kültürü yok sayılanlar da Apol Lianaire’nin şu sözünü hiçbir zaman unutmamalıdırlar;
“... Bir başka kimliğin kültürüne teslim olmak, silah zoruyla teslim olmaktan daha tehlikelidir.”
Üniversiteli öğrencilerin, “Ana Dilde Eğitim Hakkı” çervesinde başlattıkları, “Kürtçe’nin seçmeli
dersler arasına alınması” talepleri; okuldan atılma tehdidi, ülkücü saldırılar, polis baskısı ve
gözaltılarla devam ediyor... V. Wittgenistein’in sözünü şiar edinmişler; “Dillerimizin sınırları
dünyamızın sınırlarıdır”. Đzliyor ve duyuyor musunuz?
Kürt dili hem sembol hem de ihtiyaçtır
22 Aralık 2001 Yedinci Gündem
Hesenê Qazi
Bir konunun oturmuş bir teorik alt yapısı olmadığı zaman, açık ve net gözükmeyeceği, ele
alınmasının, güçlü ve sağlam olmayacağını tekrar etmeye gerek yok.
Kürt dilinin Türkiye'deki durumuna ilişkin eğer gerçekçi olmak gerekirse, durumu ortaya koyacak
teorik bir ölçü kullanılmıyor, daha çok duygusal ve dile yabancı bakış açısıyla bakılıyor.
Enerji ve çabanın çoğu da bu yöntem ve tarzda harcanıyor. Dili diriltme süreci artık başlamıştır ve
bu gerçeğin kabul edilmesi o kadar haklı ve uygun ki dil düşmanları bu durumun karşısında
duramıyorlar.
Ancak bu yeterli değil. Enerji, emek ve çalışma, çok hızlı bir şekilde teorik bir alt yapının
oluşmasına doğru yol almalıdır. Sık sık dilimizin serbestçe konuşulmasından bahsedemeyiz; ancak,
bunu nasıl pratikleştireceğimizi de bilemiyoruz. Kürtlerin zihninde dilin bir kimlik olduğunu,
265
günlük yaşamın bir parçası olarak sürdürmenin nasıl olacağını da söylemek gerekiyor.
Yasak ve engellemelerin, Kürt dilini sembolikleştirmeye doğru götürdüğü tespiti doğrudur. Fakat,
bu dönem yeni bir aşamaya varmış bulunuyoruz. Bu nedenle hem kendimizin hem de dili yok
etmek isteyenlerin er geç dilin bu gerçekliğini kabul etmeleri için dilin pratik bir ihtiyaç durumuna
gelmesi sorunu ortaya çıkıyor.
Eğer konuşma, bilimsel bir altyapıya oturtulmak istenirse, o zaman bir planlamaya ihtiyaç olur. O
planlamanın da adım adım yürütülmesi gerekir. Örneğin: Kürtlerin hakları için mücadele eden bir
kurum, birincisi doğal tecrübelerini derleyerek ve biraraya getirmeli ayrıca, kendi içindeki alış
verişleri Kürtçe ile yürütmelidir. Böyle bir yapıda ilişki kurma dili Kürtçe olmalıdır. Böylece kısa
bir süre içinde sembolik olarak kullanılan Kürtçe, giderek düşünsel etkileşimi sağlayan pratik bir
işleve kavuşur.
Bir söz vardır, söylenir: "Tecrübenin değeri bir aydır", yani deney ve tecrübe ölçü olabilir. Varsın
bizi de bu şekilde denesinler. Eğer biz Kürt dili ile onun koşullarının değişimi için düşüncemizi
değiştirme çabasında olursak, bunun sonucu olarak bir başka değişime de yol açabiliriz.
Kürtçe neye göre evrensel değil?
26 Aralık 2001 Evrensel
Çetin Diyar
Kürtçe’nin, radyo ve TV yayınlarında kullanılmasının önündeki engeller, iniş çıkışlı olarak da olsa,
hükümeti oluşturan partilerden MGK’ya, sermaye örgütlerinden medyaya kadar geniş bir egemen
çevrede tartışılıyor. Dünkü köşe yazısını bu konuya ayırmış olan Hürriyet yazarlarından Sedat
Ergin, Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin önüne koyduğu tam üyelik koşulları içinde yer tutan bu
konuda Anayasa metninde değişikliğe gidildiğini, ancak RTÜK Yasası’nda bulunun engelleyici
hüküm nedeniyle yasağın devam ettiğini hatırlatıyor. Konu içindeki önemi bakımından RTÜK
Yasası’nın söz konusu 4. maddesindeki sınırlamayı buraya da alalım: “Radyo ve TV yayınlarında
ancak evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasında katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi
veya bu dillerde haber iletilmesi amacıyla bu diller kullanılabilinir...” Sedat Ergin, AB ile ilişkilerin
tıkanmaması için, Anayasa ile RTÜK’ün bu maddesi arasındaki çelişkinin giderilmesini, bu
maddenin yasadan çıkarılmasını öneriyor, ancak şu ifadeleri kullanmayı da ihmal etmiyor: “Kürtçe,
evrensel kültür ve bilime katkısı olan bir dil olarak değerlendirilmediğinden, RTÜK Yasası’ndaki
bu ifadeyle doğrudan yasaklama kapsamı içinde kalıyor.”
DĐLĐN EVRENSELLĐĞĐNE RTÜK MÜ KARAR VERECEK?
Kürtçe kime ve neye göre, evrensel kültür ve bilime katkısı olan diller sınıfına sokulmuyor?
Buna RTÜK mü karar verecek? Binlerce yıllık tarihi olan, binlerce ürün verilmiş olan bir dili
“katkı” olarak görmeyen bir kültür anlayışı nasıl evrensel olabilir? Böyle bir anlayış ancak
“evrensel bir gericilik” olarak tanımlanabilir. Ancak kaldı ki, söz konusu sınıflandırma evrensel
değil, belli ülkelerin gerici yönetim ve kurumlarının sınıflandırmasıdır. Herhalde Kürtçe’nin, onu
“evrensel” bulmayan RTÜK’ten ve bu yasal düzenlemeye gerek duyan yönetenlerden çok daha
evrensel olduğunu aklı başında herkes kabul edecektir.
KÜLTÜR BAKANLIĞI KÜRTÇE KASETLERE BANDROL VERĐYOR
266
Ayrıca, gelişmeleri iyi izleyen akıllı bir okur şu soruyu sormadan edemeyecektir: “Türkiye’nin
Kültür Bakanlığı’nın bandrolünü taşıyan, onun onayından geçmiş Kürtçe kasetler piyasada
satılırken, diğer bir kurumunun yasasındaki bu engel neyle açıklanacak? Bunu Türkiye
Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın evrensel olanla olmayanı ayıramadığına mı yormak gerekir?”
Ancak, süreç iyi izlendiğinde tüm bunların, sıradan çelişkiler olmadığı, ya da kurumlararası algı
sorunu ile açıklanamayacağı da açıktır. MGK’nın konuya yaklaşımı, AB kapılarını Türkiye’ye
kapatmayacak kadar “kontrollü bir demokrasi” uygulamak biçiminde. Yani şimdilik Kültür
Bakanlığı’nın denetiminden geçen kasetleri dinlemekle yetinsinler, yolu tamamen düzledikten,
“zararlı unsurları” temizledikten sonra diğerlerine de bakarız deniliyor.
AB VE TÜRKĐYE ARASINDAKĐ BĐR SORUN DEĞĐL
Kaset, kitap vb. şeylerin, dolaşım bakımından radyo ve TV’ye göre çok daha sınırlı bir etkiye sahip
olduğu noktasından hareket edildiği için, bugünkü dengeler içinde bununla yetinilmesi isteniyor.
RTÜK Yasası’ndaki “evrensel kültür ve bilime katkısı olan bir dil” sınırlaması, MGK’nın bu
tercihi bakımından bir tutamak noktası işlevini görüyor. Elbette bu sorun, AB ile Türkiye
yönetenleri arasındaki bir sorun olarak daraltıldığında, “AB şunların burnunu sürtse de sorun
çözülse” anlayışı, beklentisi aşılamayacaktır. Sürece irade koymak, müdahale etmek, anadilde yayın
ve eğitim hakkını kazanılmış bir hakka dönüştürmek gerekiyor. Đçinde yaşadığımız dönemde
evrenselliğin çağrıştığı olumlu değerleri temsil etme yeteneğine sahip tek sınıf işçi sınıfıdır. Ve
onun değerleri içinde de, her halkın dilini tercih etme özgürlüğü en doğal haklardan biridir. Đşçi ve
emekçilerin iktidarda oldukları bir Türkiye’de, “evrensellik” sınıflaması da ona göre yapılacak,
Kürtçe bunun içinde yerini alırken, tüm gerici burjuva sınıflamalar da kapı dışarı edilecektir.
Hollanda'da anadil ve kültür eğitimi
5 Ocak 2002 Yedinci Gündem
Piro Kaplan*
Anadil ve kültür eğitimi, kişinin doğuştan sahip olduğu ve olması gereken temel bir insan hakkı
olduğu ve bunun hiç bir şekilde engelenmeyeceği, hiç bir devlet ve zümrenin bunu başkalarına
karşı bir lütuf gibi sunamayacağı gerek Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nde gerekse Avrupa Birliği
Nihai Senedi'nde açıkça dile getirilmiştir.
Avrupa'nın herhangi bir ülkesinde yaşayan göçmen toplulukları, Türk, Kürt, Marokan ve diğerleri
bu ülkelerde gidici olmadıklarını anladıkları seksenli yıllardan itibaren bu hakkın elde edilmesi için
bir çaba içerisine girdiler. Nitekim söz konusu tarihe kadar, Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan
göçmen toplulukları misafir işçi, "gastarbeider" olarak anılıyorlardı. Bir çoğu buralarda yalnız
başına ve bekar yaşıyordu; eş ve çocuklarını geldikleri ülkelerde bırakmışlardı. Seksenli yıllarda
kısmi geri dönüş yapanlar ise büyük oranda hüsrana uğradılar. Biriktirdikleri üç beş kuruşu
gittikleri Türkiye gibi ülkelerdeki rejimlerin ortaya çıkardığı kapkaççı tefecilere kaptırdılar.
Bu yıllarda insanlarda farkedilen en önemli özellik, büyük bir heyecan ile geldiği ülkeye dönüp
orada birikimlerini kullanma hırsı oldu. Böylesi örnekler sonucu bu eğilim bir anda kesiliverdi.
Üstelik Hollanda hükümetinin daha sonra uygulamaya koyduğu geri dönüşü teşvik amaçlı
ekonomik yardım ve diğer kolaylıklar da pek işe yaramadı. Bu konu epey geniş, ancak bu yazının
konusu olmadığı için şimdilik bunu özet olarak geçiyorum. Evet ne diyorduk Anadil ve kültür
eğitiminin önemi üzerinde duruyorduk.
Dolayısıyla, 1980'li yılların sonunda Türkiye'de cunta sonrası Avrupa'ya yönelik yoğun entellektüel
267
göçün de katkısı ile burada, yani Hollanda'nın geniş demokratik ortamı içerisinde bu hakkı dile
getirmek pek de zor olmadı.
Zaten Hollanda gibi ülkelerin temel özelliği, gelişmeleri önceden görebilen ve bu konu da
uzmanlaşmaya önem veren, gelişmeleri önceden görmenin kolaylığı ile bunun kanallarını da
zamanında açabilen bir özelliğe sahip olmalarıdır. Ta başından beri, tüm göçmen kurumları, yerel
ise belediyelerden, ülke düzeyinde ise ilgili bakanlıklardan büyük oranda parasal destek gördüler.
Bu arada belediyeler, yerel yönetim organı olarak Türkiye ile kıyaslanmayacak kadar geniş yetki ve
olanaklara sahipler. Örneğin, polis teşkilatının bir kısmından tutun da maliye, eğitim ve kültür
politikları büyük oranda belediyelere bağlıdır.
Tabi bu yardımlar belli sosyal kültürel çalışmalar için veriliyordu. Bunların başında kendi dilini ve
Hollandaca'yı öğrenme kurslarından tutun da mesleki çalışmalara kadar. Ne varki bu deneyler pek
başarılı olmadı. Çünkü hükümet, öz örgüt denilen göçmen örgütlerinin bu paraları rasyonel
kullanmadıkları noktasından hareketle mesleki uzmanlık isteyen anadil eğitimi vs. çalışmaları
okullarda sürdürmeyi ve anadil öğreten öğretmenler yetiştirmeyi ve aynı zamanda Türkiye'de
mesleği öğretmen olan insanlardan da yararlanarak bu güne kadar başta ilk okullarda olmak üzere
ülkesel ve bölgesel çok sayıda okulda anadil eğitimi verilmektedir. Ayrıca göçmen toplulukların
kendi kurumlarında da devletin parasal desteği ile ana dil eğitimi verilmektedir. Her ne kadar 80'li
ve 90'lı yılların başında anadil ve kültür eğitiminin önemini anlatmak gerektiyse de, bu konunun
önemi en azından Hollanda gibi kendisini multi-kültürel (çok kültürlü) bir toplum olarak
adlandıran ülkenin ilgililerince yeteri kadar bilindiği için bu konuda uzun bir çabaya gerek kalmadı
denilebilir.
Bugün Hollanda'da onlarca dilden eğitim yapılabilmektedir.
Đlkokullarda ders saatlerin dışında başta Türkçe ve Arapça olmak üzere ders verilmektedir. Bunun
dışında belli toplulukların bulundukları yerlerdeki okullarda farklı ana dillerde de eğitim
yapılabilmektedir.
Türkiye'de öcü olarak görülen Kürtçe anadil eğitimi de bir çok yerel belediyede Kürtçe Anadil
Kursu adı altında yapılmaktadır. Şimdi bu yazıyı okuyan okuyan sivri zekalı bir Türk yetkilisi hangi
belediye bünyesinde Kürtçe eğitim veriliyor diye, gidip bunu engellemek isteyebilir. Ama alacağı
cevabı ben size söyleyeyim "bayım sen hangi yüzyılda yaşıyorsun" olacaktır. Çünkü, Türk devlet
geleneği, başta Kürtler olmak üzere çok kültürlü yaşama karşı despotluğu ile bilinir.
Bu yaklaşım ise ne Türkiye'nin içinde yer almaya çalıştığı dünya gerçekliği ile ne de Türkiye'nin
sahip olduğu zengin halklar mozaiği ile bağdaşmaktadır. Türkiye'den de ısrarla istenen budur.
Yukarıda anadil ve kültür eğitiminin tarihçesi hakkında kısaca bir şeyler dile getirmeye çalıştım.
Đşin güzel yanı bu toplulukların her birinin buradaki geçmişi çok yakın olmasına karşın elde edilen
kazanımlar bu ülkenin demokrasisi ve insan halkarı açısından büyük bir kazanımdır. Üstelik,
kimsenin burnu bile kanamadan kazanılmış haklardır. Yani kazanılmış derken de öyle Türkiye gibi
ülkelerde alışkın olduğumuz meydan muharebeleri gibi de değildir. Bu tamamen Hollanda'daki
sistemin, kendi yapısını diğer topluluklara da açması kısacası kendi demokrasilerine
güvenmelerinden kaynaklanıyor.
Demokrasi deyince Türkiye'deki gibi değil elbette.
Đşte, bir Avrupa topluluğu üyesi ülke ile bu topluluğa üyelik başvurusunda bulunan Türkiye'nin ne
kadar farklı olduğu sanırım yukarıda dile getirdiklerimizlerden anlaşılıyordur.
268
Bu arada Hollanda'ya gelen bir Türk üst düzey devlet yetkilisinin bir ara bana sorduğu bir soruyu
da aktarmak istiyorum; Şöyle demişti: "Peki orada bu kadar anadilde eğitim yapılıyor, özgürce
radyo ve televizyon yayınları yapılıyor, peki o ülke bölünmüyor mu?" Böyle bir soruyu
Hollanda'da kimseye soramazsınız. Çünkü ne dediğinizi anlamazlar.
Çünkü, bir ülkenin bölünmesi ile anadil ve kültür eğitimi arasında bir bağ kurulmaz ve de
kurulamaz. O zaman da bu soru sorulduğu sırada beni bir gülme tutmuştu, ama soru soranın
Türkiye kökenli olmasına saygı duyarak bunu belli etmedim. "Ne bilsin adamcağız" demiştim
içimden. Sonra, neden böyle bir bağ kurulamayacağını ona anlatmıştım. Bu arada kendisine
demiştik ki, "bakın, Türkiye'de Kürt dili ve kültürü üzerindeki yasakları kaldırın, o zaman sorun
kalacak mı görürsünüz."
Ne yapalım tek diyebileceğim Allah hepimize, özelikle de Türkiye'de yaşayan Türk, Kürt halkına
ve diğer azınlıklara geniş sabırlar versin. Kolay değil dinazorların yönettiği bir ülkede yaşamak...
*Hollanda göçmen işleri görevlisi
Anadili yasaklamak şiddettir
5 Ocak 2002 Yedinci Gündem
Ergülen Top / Ankara
Üniversitelerde Kürtçe seçmeli ders verilmesi amacıyla kampanya başlatan öğrencilere, yıllardır
üniversitede Đngilizce ders veren Prof. Dr. Yusuf Eradam destek çıktı. Ankara Üniversitesi Dil
Tarih Coğrafya Fakültesi Amerikan Kültür ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Bölüm Başkanı Eradam
ile anadilde eğitim, Kürt sorunu ve Türkiye'nin Kürtçe fobisi üzerine konuştuk. Prof. Dr.
Eradam, 2001-2002 eğitim yılının başında kurulan Yeniden Yapılandırma Kurulu çalışmaları
sırasında üniversitede Kürtçe eğitim verilmesi için talepte bulunduğunu ancak bunun Dekanlık
tarafından reddedildiğini kaydediyor.
Kürt öğrencilerin Kürtçe seçmeli ders için talepleri var. Türkiye'nin en eski
üniversitelerinden biri olan Ankara Ünviversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Amerikan
Kültür ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Bölüm Başkanı olarak bu talebi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Kürtçe'nin eğitim dili olarak, yurdumuzdaki Kürtlere kullanma hakkı olarak verilmesini iki açıdan
konuşabiliriz. Birincisi; iktidar siyasi açıdan bunu tehlikeli buluyor. Bunun önüne geçmeye
çalışıyor. Đkincisi ise akademik toplantılarda bile bu 'tu kaka' konulara girilmemesi gerektiğini
savunan bazı bağnaz ve yobaz akademisyenlerimiz var. Şimdi Türkiye'yi oluşturan 77 milletin
kendi evlerinde, sokaklarında kullanabildikleri dillerini kullanmaları zaten doğal bir haktır. Buna
kimse karışamaz, ananızın sütü kadar helaldir. Mesala Almanya'da doğmuş orada büyümüş ve
kendini Alman gibi hisseden bir çocuğun sırf anası babası Türk diye Türkçe öğrenme zorunluluğu
yoktur. Bir insanın doğduğu yer başka olabilir ama kendine ait hissettiği kimliğinin en önemli
parçası olarak gördüğü dilini kullanmasını yasaklamak ona uygulayacağınız en büyük bir şiddettir.
Öğrencilerin başlattığı "Seçmeli Kürtçe dersi" kampanyasından önce aynı talebi ben götürdüm
üniversiteye. Ben fakültenin Yeniden Yapılanma Kurulu'nda iken Kürtçe'nin yardımcı dil olarak
okutulması için dekana yazılı bir metin sundum. Ancak bu talep dekan tarafından kabul edilmedi.
269
Ben de bunun üzerine Yeniden Yapılanma Komisyonu'nundan istifa ettim. Dekan da kurulu
lağvetti.
Seçmeli Kürtçe ders talebinde bulunmaya nasıl karar verdiniz?
Neden olmasın. Bir sürü saçma sapan, kullanılmayan ölü dil var. Ve bunu kullanacak insanların
olduğu bir ülkedeyiz. Yani bu ülkede yaşayan insanların dilleri öncelikle öğretilsin. Ben istemez
miyim, Kürt bir öğrencimle oturup, öğrenebildiğim kadar Kürtçe bir kaç laf edeyim.
Öğrencilerinizden şimdiye kadar böyle bir talep gelmiş miydi?
Gelmedi ama ben hocalığımın ilk yılında şöyle bir tecrübe yaşadım. 80 darbesi öncesi Türkiye'nin
en karışık olduğu bir dönem. Sınıfta ders veriyorum. Kapıda da jandarma duruyor. Đçerden bir
gürültü oldu mu içeri dalıyor bu jandarma. Ve ben "yasaktır" kelimesinin Đngilizcesini
öğretiyorum. Ben Türkçe konuşmamaya çalışaraktan "Forbiden" kelimesini anlatıyorum. Tahtaya
bir daire çizdim, üstüne de bir köpek resmi yaptım. Hani sağda solda köpek resmi olur, üstüne de
çizersiniz "Yasaktır, girilmez" diye. Ben tam resmi bitirdim, arkadan "Köpekler giremez" diye
Kürt öğrencilerden bir tanesinden ses çıktı. Ama bunu kast ettiği kişiye doğru söyledi. Oradan da
"Sen kime köpek diyorsun, pis komünist" diye başladılar iki grup kavga etmeye. Gürültü üzerine
jandarma içeriye daldı "bir şey mi var hocam" diye. Yok bir şey dedim. Sonra aynı çocuk bana
"Hocam vallah billah ben Türkçe'yi zor konuşiyem, sen bana Đngilizce'yi öğretmeye çalışisen" dedi
ben o sırada fark ettim.
YÖK'ün Kürtçe eğitim kampanyasına yönelik büyük baskıları var. Öğrencilere
soruşturmalar açıldı, okuldan uzaklaştırılanlar oldu, göz altına alınan ve tutuklananlar da
var...
Bence bu durum korkudan. Yani ülkenin temellerinin zayıf olduğunu zannetmelerinden
kaynaklanıyor. Türkiye bölünecektir diye korkuyorlar. Bu korku nerden geliyor? Sen temelini
doğru atmadın mı korkarsın. Bazıları Kürtçe'nin eğitim dili olmadığını iddia ederek karşı çıkılyor.
Bir yapılsın, görelim. Yapılamayacaksa da yapılmayacaktır zaten. Eğer yapılamıyorsa,
uygulanamıyorsa kendiliğinden düşsün. 'Yapılamaz' deyip de baştan reddetmek, bence çok
mesnetsiz, dayanak noktası olmayan bir iktidar zorlaması. O da yapılsın. Niye Fildişi sahilindeki
arkadaşımın kaynanasını anlaması için onun dilini öğrenmesine engel olmamışlar. Bir de gençlere
soruşturma açmak yanlış. Gençler bunu hep yapacaklardır. Gençlerin böyle gözü kara olmaları,
cesur düşünceleri savunmaları hep olagelmiştir ve olması da gereklidir. O yüzden de ben hiç bir
zaman 'biz de gençliğimizde böyleydik, neyi değiştirdik' diyen hocalardan değilim. Gençlerin
dünyayı daha iyiye değiştirmek için böyle bir dinamikleri vardır. Bir pozisyon edinmiş, köşe
başlarını tutmuş titr sahibi insanların da bunları desteklemeleri, yönlendirmeleri gerekir, diye
düşünüyorum. Gerisi bağnazlıktır, yobazlıktır, iktidarın uşaklığıdır.
Ölü dil, yaşayan dil kavramlarından bahsettiniz. Bunları biraz açar mısınız?
Ölü diller, insanoğlunun tarihini, nereden gelip nereye gideceğine ışık tutacak verilerin olduğu
kaynakları okuyup araştırmamız için gerekli. Bunlar ana bilim dalı olarak kalmalı, yani o
uzmanların öğrenmesi gereken bir dil. Ama öte yandan yaşayan diller var. O yaşayan dilleri
öldürmemek gerekiyor. Dünya Yazarlar Konferansı'nda bu yüzyıl içinde yeryüzünde iki bin dilin
yok olduğunu öğrendim. Bu nasıl mümkün olabilir? Bir de bunun müzesi olduğunu söylediler.
Dehşet verici bir fikir. Öyle bir müzeye girmeyi kimse hakketmiyor. Đktidar hangi dildeyse onun
global iktidarı olacaktır o dil aracılığıyla. Herkes, ürününü, malını da satmak istese iletişimini artık
Đngilizce kullanmak zorunda.
270
Mevcut durumda Kürtçe konuşma konusunda bir yasaklama görünmüyor ama
bütünlüğü bozar iddiasıyla eğitim konusunda sorun çıkarılıyor. Türkiye'de iki dilde
eğitim olamaz mı?
Tabii olabilir. Dünyada öyle yerler de bol miktarda var. Đskoçya'da sınıf arkadaşlarım, Fildişi
sahilinden ya da Afrika'nın değişik yerlerindendi.
Bir tanesi 8 dil birden konuşuyordu. Bizim öyle burun kıvırdığımız 'Afrikalı zenciler' diye
aşağıladığımız adam 8 dil konuşuyor. Anadili dışında, diyelim kaynanasıyla anlaşacak, kaynanasının
kabilesinin konuştuğu dili öğreniyor, alışveriş yaptığı bir köye gittiğinde oradakilerle anlaşabilmek
için onların dilini bilmek zorunda. Bu arada o ülkenin üzerinden Fransa geçmiş. Fildişi'nde resmi
dil Fransızca. Fransızca'yı çatır çatır konuşuyorlar ve bundan hiçbir rahatsızlık da duymuyor.
Türkiye'de bu duruma 'bölücülük' olarak bakılıyor....
Evet bölücülük olarak bakılıyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın Afrika ülkelerinden birine gönderdiği
bir arkadaşımız şöyle bir şey söylemişti: "Osmanlı biraz daha güneye inseydi, bu Allah'ın zencileri
şimdi çatır çatır Türkçe konuşuyor olacaklardı." Ardından üzülmüştü.
Burada şöyle bir sorun var. O milliyetçi arkadaşımız kendisine şu soruyu sormayı akıl etmiyordu:
"Ben niye Türkçe'den başka bir dil öğrenmiyorum?"
'Allah'ın zencisi' çatır çatır Fransızca konuşuyor ve aynı zamanda kendi dilini de konuşuyor.
Kendisinin Đngilizcesi bile çok kötüydü. Đki dil birden bence de olabilir. Keşke Cumhuriyet
kurulduğunda, Türkiye'yi oluşturan ulusların birbirlerine 'öteki' gibi, hasım gibi, bir düşman gibi
gösterilmeden, kültürel zenginliklerini yaşatmaları değil, zenginleştirmeleri için olanak sağlansaydı.
Siz, Türkçe dışında başka diller de öğrendiniz. Yeni bir dil öğrenmek bir insana neler
kazandırabilir?
Yeni bir dil öğrenmek Đngilizce de olsa başka bir dil de olsa ben bunu yaşadığım için biliyorum, o
dilin ürünlerini okuyabilmek, dinleyebilmek, o dilin nüanslarında size ulaşan bir imgenin tadına
sadece sizin varabilmeniz ve bir çeviriyle kaybolacak bir ek anlamı, bir yan anlamı sadece sizin
kavrayabilmeniz büyük bir keyif.
Peki kendi anadilini öğrenemeyen neler kaybeder?
Anadil ne demek onu da bilmiyorum. Siz Diyarbakır'da doğmuşsanız, Kürtçe'yi konuşuyorsanız,
Kürtçe'nin anadiliniz olduğunu düşünüyorsanız, ait olduğunuz kimliğin, ait olduğunuz bütünün
parçası olduğunu düşünüyorsanız doğaldır. Ama Almanya'da doğmuş kendisini Alman gören
anası Türk birisinin anadili Almanca'dır bana kalırsa. Bunun zorlamanın alemi yoktur. "Senin
anadilin Türkçe'dir" diye zorlayan bir anlayış ancak kuşaklar arası bir çatışmayı doğurur.
Bunun örnekleriyle dolu Amerika. "Benim anadilim budur" dediğin şey neyse o dilin engellenmesi
o insanı başka bir dil öğrenmesine ket vuracaktır. Çünkü bir insanda kimlik çatışması yaratmak da
kimin ekmeğine yağ sürer onu bilmiyorum. Bu benim anadilim ve ben bunu tercih ettiğim halde
konuşamıyorum, diyorsanız, elbette ki çok zor bir durum bu. Đktidarla çatışmayı getirebilir, bir
insanın kendi kimliğini oluşturamamasına yol açar. Öylesine kötü bir şeydir, bir şiddet
yaşıyorsunuz, demektir.
271
Handan Đpekçi'nin yönettiği ''Büyük Adam Küçük Aşk" filminde alt yazıların Kürtlerin Türkçe'yi
kullandığı biçimde yazılması da çok zekiceydi. Yani çocuğun kullandığı Kürtçe'nin tercümesini
oraya "Ben annemi istiyorum" diye yazmamıştı, "Annemi istiyem" diye yazmıştı. Orda
yönetmenin anlatmak istediği şey "Ben senin dilini kullanmıyorum, buna dilim dönmüyor"
Çeviride bile sokakta Kürtçe zannettiğin şekilde söylüyorum. Mesela "değıldır", "Nereye
gidiyorsun da" bunları Lazca zannettiğimiz gibi. Oysa değil, bu bir ağız. "Gelmiyem, bilmiyem"
başka. "Nave te çiye?" başka. O soru bir öykümde benim de öykümün başlığını oluşturmuştur.
Kimlikte çok önemli bir şey belki. Filmde de çok sık kullanıldı "Nave te çiye?", "Đsmin
ne?"Amerikalıların çok sık başvurduğu bir araçtır bu. Bu konuda biraz temkinli olmak gerektiğini
düşünürüm hep. "Adın nedir?"demek "Kimliğin nedir? Sen kimsin?". Sen kimsin, kimliğin ne
demek denildiği zaman, hangi dili konuşuyorsun, konuş bakayım. Bu birinci akla gelen insanın
anadilidir sorduğunuz şey. Dolayısıyla onun konuşturulmaması, kullandırılmaması uygulanabilecek
en büyük şiddettir. Aynı zamanda da Amerikanın bugün körüklediği desteklediği bir tuzak var,
globalleşme yolunda.
"Ez dixwazım" cümlesinin Türkçe'deki tam karşılığı olan "Ben istiyorum" olarak
verilmesi yerine "Ben istiyem" denmesi "Kürtler, Türkçe'yi ancak bu kadar konuşabilir"
şeklinde de algılanamaz mı?
Yok. Bana ulaşan anlam, Handan Hanım'ın çok başarılı bir şekilde verdiği şey şuydu: "Ben senin
dilini konuşmak istediğim zaman da al işte ancak bu kadar konuşurum. Đstediğim gibi konuşurum.
Senin de beklentine peşkeş çekmem bu alt yazıyı. Dilimiz dönmüyor, işte bu kadar dönüyor.
Demek ki farklı dilleri konuşuyoruz. Biz farklıyız." Ben böyle anladım.
Filmi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Filmi iki kere izledim. Đkisinde de hüngür hüngür ağladım. Yargıcın evi simge olarak Türkiye'ydi.
O evde yaşamak Hejar için misafirlikti. Hejar annesinin, babasının öldürüldüğünü bile bile geri
dönmek istiyor. Çocuğun inatla finalde evden çıkışı ve de tam da yargıç onu benimsemişken.
Yargıç olarak seçilmesi de ayrı bir simge, Türkiye Cumhuriyeti'nin yasalarını simgeliyor. Ki bir
sahnede de yerlerini değiştirdi Hejar, yargıçla Avdo'nun. Avdo'yu yargıcın masasına oturttu,
kendisi ortada durdu, tedirgince oturulan misafir koltuğuna da ev sahibini oturttu. Bir gece yarısı
uyandığında da yargıcın cüppesini giydi.
Yani kendi geleceğini kendisinin karar vermesini yönelik bir mesaj vardı orada. Çekip gittiğinde de
kendi elbiselerini giydi. Fakat yargıç ona gene "Bu senin" diye aynı elbiseleri verdi. Ama o kılık
onun kılığı değildi. O kılık ona yargıç tarafından verildi ama Hejar'ın da hoşuna gitti. Hejar onu
bir kez üstünden çıkardı. O da parkta salıncakta salınmak istediğinde, "zamanı değil" diye yargıç
reddedince o sırada "Sen bana elbise aldın diye, bana bunu giydirdin diye her istediğini yapacağını
zan ediyorsan yanılıyorsun" deme, yani iradenin onda olmadığını bir şekilde gösterme
ihtiyacındaydı. Bazı simgeleri hep devirdi, işte oğlunun üniformalı o resmi gibi. Onu irticalen
yaptı. Çünkü o çocuğun belleğinde o üniforma başka bir anlam taşıyor, yargıç için başka bir anlam
taşıyor. Finalde gidiyor olması, elbisesiyle gidiyor olması iki yönlüydü. Bir, "Ben kaderimi kendim
tayin ederim, sen bana karışamazsın, evlatlığın değilim ben senin." Đkincisi de gidecek yeri yok ki
nereye gidecek?
Evin hizmetçisinin kimliğini uzun bir süre saklamasını nasıl değerlendirdiniz?
Evin hizmetçisinin kimliğini saklaması bence doğru bir gözlem. Saklamaması gerekir tabi ki. Bu
çok simgesel bir şey. Kimliğinizi saklarsınız çünkü Kürt olduğunuz zaman o evde gördüğünüz o
sıcak ilgiyi göremeyeceğiniz zannedeceğiniz bir aşağılanma sürecinden geçmişsinizdir. O ev öyle
272
olmayabilir dikkat ettiyseniz. Siz hizmetçi diyorsunuz ama bana hizmetçi gibi görünmüş olmasına
karşın anahtarla evin kapısını yargıç kadar rahat olmasa da yani temkinlice de olsa kendi başına
açması, evin ikinci sahibesi gibiydi. Kadın kendini bu evde aşağılanmış gibi hissetmiyordu. Ama o
eşikteki bir karakter, ne Hejar gibi çekip gidiyor, gidebilecek çocuk masumiyete sahip, ne de yargıç
gibi evin gerçek sahibi. Ama sonunda bir şekilde söylüyor gerçek adını yani o filimde değişen
karakter bir şekilde yargıç oluyor. Türkiye değişiyor, değişmek zorunda mesajı geldi bana. Yargıç
"hayır efendim" diye itiraz etmedi ve gerçek ismini o da telaffuz etti. Kabul etti yani kadının
kimliğini.
Türkiye eninde sonunda değişecek mi, diyorsunuz?
Evet ama bu da çok yönlü. Yani burada tartışmamız gereken kabul etmek mi? Yani kimin kimin
kimliğini kabul etme hakkı var. Benim sizin kimliğinizi kabul etme ne haddime ki. Bu konular çok
rahatsız eden konulardır. Yani tahammül etmek, hoşgörü göstermek konuları derslerde de
işlediğim bir konudur. "Hoşgörü ortamı yaratılmalı" falan derler ya siyasilerimiz. Hoşgörüyü
gösterendedir iktidar. Ben size hoşgörü gösteriyorsam, bilirim burası benim bürom. Benim
büromda yaptığınız ters bir davranış, çalışma ortamımı rahatsız eden bir davranışa karşı
çıkmıyorsam size tahammül ediyorum demektir. Bir daha da gelmenizi istemeyebilirim, izin de
vermeyebilirim.
Anadil Eğitiminde Öncelikli Hak Sahipleri
10 Ocak 2002 Özgürpolitika
Ali Dağdeviren
'Ana-Babalar, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikle hak sahibidir.' Altına Türkiye'nin de
imzasını koyduğu insan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 26/3 maddesi böyle istiyor. Bu ifade,
demokrasi ile yönetilen tüm ülkelerin anayasalarında, anayasalarla uyum içindeki alt yasalarda da
yerini alıyor. Ancak bir polis devleti olmaktan bir türlü kurtulamayan Türkiye ise üniversiteli Kürt
gençliğinin öncülüğünü yaptığı ve her gün genişleyerek ülke geneline yayılan Kürtçe anadil hakkı
istemini çağımıza uymayan şoven / ırkçı bir öfkeyle engellemeye çalışıyor. Ayrıca bilimsel bir
çalışma ile Kürtçe anadil hakkının yaşama geçirilmesi görevi bulunan üniversite sorumlularından
bir kısmının polis şefleri gibi davranmaları, bu şovenizm dalgasının ne denli tehlikeyi boyutlara
ulaştığının göstergesi olmaktadır.
Bir ülkede iktidar partisi / partileri, başbakan, bakanlar ve muhalefet partileri olması, o ülkede
demokrasinin yeşerip yerleştiği anlamına gelmez. Günümüzde uygarlığın ve gelişmenin ölçütü, o
ülkenin insan temel hak ve özgürlüklerine yaklaşımı ile değerlendirilmektedir. Bu açıdan
bakıldığında Türkiye'nin durumu utanç vericidir. Her ne kadar Türkiye Osmanlı’lardan miras
aldığı hile-i şeriyye (yani şeriata karşı hile yapmak) felsefesi ile kitabına uydurmaya çalışsa da
inandırıcılığını her gün biraz daha yitirmektedir. Türkiye'nin uluslararası oturumlarda zor durumda
kalması bunun açık örneğidir.
Herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim görme hakkı; Türkiye'nin de altına imza koyduğu Đnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi, Birleşmiş Milletler Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO kararları,
Helsinki Konferansı Nihai Belgesi, Roma Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerle kabul edilen
evrensel bir ilkedir. Türkiye bu evrensel ilkeye karşı duramaz / durmamalıdır. Bunu, bu haklı
273
barışçıl istemi şiddet yoluyla bertaraf etmeye kalkıştığında, Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin
Başlangıç bölümünde "Đnsanın zorbalık ve baskıya karşı son bir yol olarak ayaklanmaya başvurma
zorunluluğu" ile karşılaşabileceği de düşünülmelidir.
Bu, Kürtlerin isyan edeceği anlamına alınmamalıdır. Üniversiteli Kürt gençliği gibi öğrenci
velilerinin de barışçıl yasal yolu seçmeleri bunu ifade etmektedir. Demokrasi özlemi, ona hizmetle
ölçülür. Kürtlerin bu haklı istemi, Türkiye'ye gerçek demokrasinin yerleşmesi çabalarına somut bir
katkıdır. Türkiye demokrasi rayına oturduğu zaman kendi vatandaşı olan Kürt halkının
demokratik istemlerini yerine getirecektir. Hal böyle olunca Türkiye'ye gerçek demokrasinin
yerleşmesi, Kürt sorununun barışçıl/demokratik çözümüne bağlıdır. Bu gerçek, tüm demokrasi
güçlerinin ortak noktası olmalıdır.
Vatandaşına saygılı davranan bir devlet, hiç şüphe yok ki vatandaşından da saygı görür. Kürtler,
Kürtçe anadil isteminin hemen bugün yarın çözülecek kadar basit olmadığını bilir. Devletten
olumlu bir yaklaşım gördüğü anda, kendi yardımlarını esirgemez. Nitekim son birkaç yıldan beri
Türkiye'de kayda değer bir demokrasi mücadelesi görülmüyor. Demokrasi ve özgürlük
egemenlerce bağışlanan değil, demokrasi güçlerince kazanılan değerlerdir. Egemenlerin bağışı her
an geri alınabilir ama demokrasi güçlerinin kazanımı kolay kolay alınamaz.
Herkes şunu iyi bilmelidir ki, hiçbir sebep, şartlar ne olursa olsun, hür, onur ve haklarda eşit
doğan insanların temel hak ve özgürlükleri tüm baskı ve şiddeti aşarak başarıya muhakkak
ulaşacaktır.
Genç olmak kolay değil
12 Ocak 2002 Radikal
Murat Çelikkan
Üniversitelerde kayıtlı öğrenci sayısı 1 milyon 607 bin 388. Bu yıl üniversite giriş sınavları için tam
1 milyon 542 bin genç başvuruyor. Bu gençlerin üçte ikisi, yani en az 1 milyonu, kontenjan
yetersizliği nedeniyle üniversiteye giremeyecek. Bu yarışta 1 milyon genç ortada kalacak. Önemli
bir kısmı muhtemelen tekrar sınava girmek için bir yıl boş gezecek, sonra yine giremeyecek. Her
yıl üniversite kapısında umutlarını ellerine tutuşturup geri gönderdiğimiz genç sayısı 1 milyon.
Üniversiteye girenleri de başka sorunlar bekliyor.
YÖK'ün de desteklediği yeni yasa tasarısına göre, üniversite eğitimi artık paralı olacak. Katkı
payları, öğrenci başına cari hizmet ödeneğinin yarısı kadar artırılabilecek. Bu da, rakam yanlış
değilse, ortalama 550 dolarlık bir artış demek. Dünya Ticaret Örgütü, bütün dünyada
üniversitelerde de liberalleşme talep ediyor. Buna karşı kurulan Eurodusnie adlı küreselleşme
karşıtı örgüt, Hollanda'da başlattığı eylemlerle şunları talep ediyor: Okullarda ve üniversitelerde
reklama hayır. Öğretmen ve öğrenci sponsorluğuna hayır. Araştırma sponsorluğuna hayır. Herkes
için ücretsiz eğitim (yasadışı göçmenler dahil).
Afyon'da örnek tavır
274
Belediyeler ve yan kuruluşlarının ihale ve harcamalarında yolsuzluklar, devleti aratmıyor. Çünkü
yerel yönetimlerde de şeffaflık hak getire. Afyon Belediyesi, bu konuda bir ilke imza attı. Çöplerin
toplanması, sokakların süpürülüp temizlenmesi ve çöp mahalline taşınması işleri, 4 bölge olarak
ihaleye çıkarılacaktı. Belediye temizlik işi ihalesini, belediye encümeni
ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile basın mensupların huzurunda gerçekleştirdi. Afyon
Belediye Başkanı Hayrettin Barut, Bu tür ihaleler hiçbir şaibe bırakmaz. "Diğer belediyelere örnek
olsun" diyor.
Kürtçe kampanyası
Üniversitelerde öğrencilerin, Kürtçe’nin seçimli ders olarak okutulması için dilekçe kampanyası
sürüyor. Öğrenciler gözaltına alınıyor, saldırıya uğruyor, disiplin kurullarına sevk ediliyor.
Anadilde eğitim hakkı için kampanya, üniversite dışına da taşmış durumda. Diyarbakır'ın Çarıklı
beldesinde ilköğretim öğrencileri, Kürtçe eğitim talebiyle derslere girmedi ve 46 öğrenci ve okulun
öğretmeni gözaltına alındı, sonra serbest bırakıldı.
Mersin'de 20 kadın, Milli Eğitim Müdürlüğü'ne, "Çocuğumun yaşamında ve eğitiminde daha
başarılı olabilmesi için kendi anadili olan Kürtçe ile eğitim almasını istiyorum" yazılı dilekçe
vermek istedi. Polis, izin vermedi ve dilekçelerini ellerinden aldı. Adana'da 300 kadın, çocuklarının
Kürtçe eğitim görmesi için Seyhan Đlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe verdi. ĐHD, 40 kadının
evlerinden gözaltına alındığını açıkladı. Batman Milli Eğitim Müdürlüğü'ne Kürtçe eğitim
verilmesini isteyen dilekçe verdikleri gerekçesiyle evlerinden gözaltına alınan sekiz kadın,
mahkemece serbest bırakıldı. Velilerden Saime Onar, "Biz sadece çocuklarımıza seçmeli olarak
Kürtçe derslerinin verilmesini istedik. Bu talebimiz karşısında gözaltına alınacağımızı
beklemiyorduk" dedi.
Anadil takvimi
16 Ocak 2002 Evrensel
Çetin Diyar
Avrupa Konseyi karşısında dersine çalışmamış öğrencinin öğretmeni karşısındaki mahcubiyeti ve
atlatma numaralarıyla “sınav atlatan” egemen sınıfın temsilcileri bir kez daha “baltayı taşa
vurdular”! Demokratikleşmeyi “takvime bağlayanlar” HADEP’in takvimini beğenmediler! Ayların
Türkçe, Đngilizce ve Kürtçe olarak basıldığı takvime “suçüstü” yaptılar. Kürtçe ay isimlerini
yazarak bölücülük, dahası “yardım ve yataklık” yapanlar gözaltına alındılar. Gözaltına alınanlar
demokratikleşmede hızla yol aldığı söylenen Türkiye’deki muhtelif karakollarda gerekli
muameleden geçirildiler, bir kısmı serbest bırakılırken, suçlananlar tutuklandılar, hâlâ arananlar
var. Bir zamanlar çatılarda çanak anten toplayanların düştükleri aciz ve komik durumla bir kez
daha başka bir biçimde karşı karşıyayız. Halkın iradesiyle tercih ettiğini baskıyla, zor ve tehditle
engellemek yok etmek mümkün olmuyor. Çanak anten kullandığından dolayı kovuşturmaya
uğrayan baskı görenlerden özür bile dilemeyenlerin giderek yaygınlaşacak bu talep karşısında
gerçeği kabul etmek zorunda kalacakları da söylenebilir.
275
ÜNĐVERSĐTELERDE SÜREK AVI DEVAM EDĐYOR
Günlerdir üniversitelerde gözaltı ve tutuklamalarla süren baskılar sürek avına dönüşmüş durumda.
Bölgedeki üniversitelerde baskı ve şiddet giderek artıyor. Üniversiteler jandarma ve polis
kuşatmasından kurtulamıyor. Bölgede, Kürtler ve Araplar ve Türkler tarafından soğuktan
korunmak için kaşkol yerine kullanılan, yediden yetmişe hemen herkesin boynuna bağladığı puşi
suç unsuru olarak değerlendiriliyor, takanlar takibe alınıyor. Anadilde eğitim hakkı talebiyle dilekçe
verenler gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Parti binaları basılıyor, takvimlere el konuluyor,
binalarda kim varsa, ancak diktatörlükle yönetilen ülkelerde görülebilecek uygulamalarla arabalara
dolduruluyor ve sorgulanmak üzere merkezlere toplanıyor. Van ĐHD şubesinin açıklamasına göre
526 üniversite öğrencisi Van Jandarma Alay Komutanlığı’nda iki gün boyunca gözaltında
tutulmuş, sorgulanmış ve 13 öğrenci sadece dilekçe verdiklerinden dolayı suçlu olarak kabul edilip
tutuklanmıştır.
DEMOKRATĐK YOLLA HAK ARAMAYA TAHAMMÜL YOK
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi tank ve panzerlerin, asker ve polislerin kuşatması altında
bulunuyor. 500 öğrenci gözaltında bulundukları sürede, insan hak ve özgürlükleriyle bağdaşmayan
uygulamalarla karşılaştıklarını belirterek ĐHD’ye suç duyurusunda bulunmuşlar. Tüm bu
baskınların, arama, soruşturma, gözaltı ve tutuklamaların nedeni anadilde eğitim talebidir. Üstelik
oldukça pasif, “demokratik” bir yolla dilekçe vererek dile getirmektedirler. Ancak, baskıların
nedeni inkar ve baskıda ısrarı sürdürme kaynaklıdır. Kürt sorununu dışarıda “demokratikleşmenin
kriteri” olarak değerlendirmek isteyen gerici egemen sınıflar, içeride ise Kürt sorununu ırkçı ve
şoven propagandanın malzemesi yapmak istemektedirler. Ekonomik krizin derinleştiği, açlık ve
sefaletin arttığı, IMF ve DB’nın istediği tüm yasaları harfiyen yerine getirenlerin Kürtlerin
demokratik talepleri, doğal ve insani istemleri karşısında bu denli saldırgan bir tutum almaları
boşuna değildir. Yalan ve demagojiyle “demokratikleşiyoruz” gülücükleri dağıtanlar, Kürtlerin bu
talebi karşısında suratlarındaki maskeyi fırlatıp atarak gerçek yüzlerini bir kez daha göstermiş
oluyorlar. Kürtlerin “anadilde” yani Kürtçe veya Türkçe ifade ettikleri anadil de eğitim hakkı
karşısındaki bu saldırgan tutumla bir yere varılamayacağı açıktır.
ÖĞRENCĐLERE AÇILAN SORUŞTURMALAR DURDURULMALI
AB’ne girmek için rapor ve programlar hazırlayarak “Uyum için ne gerekiyorsa yapıyoruz ve
yapacağız” açıklamaları yapan gerici egemen sınıflar ve onların politik temsilcileri taahhüt ettikleri,
hatta uyguladıklarını söyledikleri demokratik hak ve özgürlüklerin, Kürtler tarafından, yani ihtiyacı
olanlar tarafından dile getirilmesine bile tahammül etmemektedirler. Ulusal Program’ın “siyasi
kriterler” kapsamında bulunan anadilde eğitim hakkı için gerekli atımların atılacağı sözü bir yerde
dururken üniversite öğrencileri ve halkın talebine bu denli saldırgan tutum karşısında işçi ve
emekçilerin suskun kalmayacağı gözükmektedir. 19 Mart 2002 tarihine kadar yerine getirilmesi ve
gereğinin yapılması taahhüt edilen “Ana dilde eğitim ve yayın” hakkı talebine yönelik bu pervasız
saldırılar kabul edilemez. Dilekçe verdiklerinden dolayı tutuklanan, haklarında soruşturma açılan
ve okuma haklarının elinden alınmasıyla tehdit edilen binlerce öğrencinin başlattığı bu talebin
giderek yaygınlaşacağı da görülmelidir. Kürtçe’nin seçmeli ders olmasını talep eden ve bugün
öğrenci olan gençler hakkında başlatılan soruşturmalar derhal durdurulmalı, bu gençlerin
üniversitelerde okuma hakkı ellerinden alınmamalıdır. Hiç kuşku yok ki; Kürtlerin hak ve
özgürlük talepleri bununla da sınırlı değildir.
276
Kürtçe eğitim
17 Ocak 2002 Radikal
Tarhan Erdem
Son günlerin haberlerinden biri Kürtçe eğitim. Önce Marmara Üniversitesi'nde, sonra Trakya,
Van ve Hacettepe üniversitelerinde Kürtçe eğitim dilekçesi verenlerin gözaltına alındığı,
mahkemenin bunlardan bir kısmını tutukladığı geçen haftanın haberleri arasındaydı. Dünkü
gazetelerde de, ilköğretim okullarında Kürtçe eğitim verilmesi için imza topladığı öne sürülen ve
çoğu kadın 34 kişinin gözaltına alındığı haberi yayımlandı.
Hükümet bu konuda strateji ve politika belirlemediği için, güvenlik güçleri yerine ve duruma göre
değişik uygulamalarla olayları geçiştirmeye çalışıyor.
Kürtçe eğitim isteği yeni çıkmamıştır; yıllardan beri açık veya kapalı ifade edilmektedir. Anayasa
tartışmaları sırasında konu 'Kürtçe konuşma' ile sınırlı görülmüştür. Oysa konunun özü konuşma'
değil, 'devlet okullarında Kürtçe eğitimdir.
Pek çok ülkede, resmi dilden farklı olan bir dili geleneksel olarak kullanan gruplar yaşar. Bizde de,
sadece Kürtçe değil başka dilleri konuşanlar vardır. Bölgesel ve azınlık dillerinin korunması ve
gelişmesi uluslararası anlaşmaların konusu olmuştur. Geçen mart ayında açıklanan, Avrupa
Birliği'ne verdiğimiz Ulusal Programda konu 'Resmi dil Türkçe'dir' denilerek geçiştirilmiştir.
Belirsizlik bugün de devam etmektedir.
Resmi dil dışında eğitim isteyenlerin de ne istediklerini açıklıkla bildiklerini sanmıyorum:
Kürtçe konuşan insanlar, ülkemizin pek çok yerine dağılmıştır. Doğu illerinin bir kısmında
yaşayanların çoğunluğunun Kürtçe konuştuğu söylenir. Kürtçe eğitimi nerede, hangi ayrımda,
kimlere verilecektir?
Eğitim Kürtçe’nin hangi ağzıyla verilecektir? Bilindiği gibi ülkemizde Kürtçe bir tek ağızla değil,
değişik yerel ağızlarla konuşulmaktadır.
Đlk, orta ve yüksek eğitim kurumlarıyla, devletin ve özel kişilerin okullarında, resmi dil dışındaki
eğitim ayrı ayrı ele alınmalıdır.
Kürtçe eğitim alanının, burada saydıklarımızla birlikte, çözümlenmesi gereken birçok tarafı vardır.
Toplumsal sorunlar karakollarda ve yargı salonlarında tartışılmaz. Önce sorunun adını açıkça
koymalıyız. Konunun her tarafını göz önüne alarak, konuşmadıklarımızı konuşarak tutarlı ve uzun
süreli politikamızı, hedeflerimizi ve tavrımızı belirlemeliyiz. Kürtçe eğitim toplum düzeniyle ilgili
siyasal bir konudur, siyaset adamları düşüncelerini tek anlama gelecek cümlelerle açıklamalıdır.
Sadece siyaset adamlarımız değil, aydınlarımız ve sivil toplum kuruluşları da bu konuda
durumlarını açıklamalı, tartışmalıdırlar. Bu anlayışla ben kendi yaklaşımımı belirteyim:
Eğitim dili, kaynaklarımızla sınırlı genel eğitim politikasının bir parçasıdır. Devlet bölgesel ve
azınlık dillerinin korunması ve gelişmesine yardımcı olmalıdır. Đlköğretim resmi dil ile yapılır. Bu
eğitimin dışında ve devamında istenen okul açılabilir, istenen dilde eğitim yapılabilir. Eğitim
kurumları yerel yönetimlerce de kurulup çalıştırılabilmelidir. Bakanlığın müfredat programı asgari
koşuldur. Birim kararıyla müfredat programı genişletilebilir.
Hükümetin politika belirlemekte gecikmesinin sakıncaları giderek artacaktır. Bugünkü koalisyon
277
hükümetinin yapısı, eğitim dili politikasının toplumca benimsenmesine çok uygundur. Bu fırsat
kullanılmalıdır.
Çıkmaz yolda ısrar neden?
19 Ocak 2002 Cumartesi Yedinci Gündem
Ahmet Turan Demir
Halk arasında; "Bir musibet, bin nasihatten iyidir" diye bir deyim kullanılır. Yani yaşanan bir
olumsuzluktan önemli sonuçlar çıkarılacağına, ders alınacağına vurgu yapar. Boşuna bir söz değil.
Nitekim her birimiz bireysel yaşamımızda da başımızdan geçen bir olay sonrasında "Bu bana ders
oldu" demez miyiz?
Lakin deyimin muhatabı Türkiye'yi yönetenler olunca durum değişiyor. Bizdeki egemenlere bir
değil bin musibet de hayır etmiyor. Ve onlar yeni yeni musibetler peşinde koşmaktan bir türlü
vazgeçmiyorlar.
Bu coğrafyada 15 yıl silahlı çatışma oldu ve otuz bin insan öldü. Çatışmanın durması, nispeten bir
sükunet havasının görülmesi, toplumsal barışa olan umutları güçlendirmiş, sorunun çok geç de
olsa doğru kavranıp çözümü için uygun adımların atılacağına dair beklentileri arttırmıştı. Fakat
olaylar aksine gelişiyor, toplum adım adım bir gerilimin içine çekilmek isteniyor.
HADEP'e duyulan husumet, şu günlerde histeri halini aldı. Aylardır yapılan "Parlamentoya nasıl
sokmayız" tartışmaları, boyutlanarak ve fiiliyata da dökülerek komple bir saldırıya dönüştü.
Başsavcının bir sabah hidayete ererek "Ülke bütünlüğünün korunması" adına HADEP
davasının sonuçlandırılması için Anayasa Mahkemesi'ne serzenişte bulunmasının ardından,
partinin il ve ilçe örgütlerine baskınlar, gözaltı ve tevkifatlar furyası başlatıldı. Anayasa Mahkemesi
Başkanı "yetkilerini aştı" diyerek başsavcıya cevap verirken, davanın seyrinin hızlandırılacağını
söyledi. Öyle de oldu. Sonuç nasıl olur bilemeyiz. Ama bildiğimiz bir şey var, o da HADEP'in
Türkiye'deki siyasi partiler içinde açık, dürüst, takiyyesiz, özüyle sözü bir olan, lekesiz ve
toplumun ihtiyaç duyduğu bir parti olduğudur. Gördüğü bunca zulme rağmen, verdiği onlarca
şehit pahasına inançlarından taviz vermemiştir, vermeyecektir. HADEP'liler, kendilerine reva
görülen bu hukuksuzlukları, serinkanlı ve büyük duyarlılıkla değerlendirip hiçbir haksızlığa baş
eğmeden, hak bildikleri yolda, halkın kendilerine yüklediği Türkiye'nin demokratikleştirilmesi
görevini yerine getirmenin çalışmasını azim ve kararlılıkla devam edeceklerdir.
Bilinmelidir ki, -bilindiğini sanıyoruz- HADEP'i var eden ideoloji, elbette her şart altında kendini
ifade etme yeteneğini gösterecektir.
Bugünlerde gazetelerde çıkan manşet haberlerden bazılarına bakalım: "Bölücü takvime suçüstü.
Ay isimlerini Kürtçe yazmak, PKK'ye yardım ve yataklık sayıldı." "Kürtçe eğitim dedi, tutuklandı"
"Kürtçe için dilekçe verenler, DGM'de yargılanacaklar.""Kürtçe'nin seçmeli ders olmasını isteyen
öğrenci TMY'nin 168. maddesinden yargılanacak."
Yine bir gazetede okuduğum habere göre, Đçişleri Bakanı, Kürtçe'nin seçmeli ders olarak
278
okutulmasını talep eden öğrencilerle ilgili olarak Adalet Bakanı'na gönderdiği bir raporda,
masumane gözüken bu talebin arkasındaki "tehlike"ye işaret edip savcıların harekete geçirilmesini
istiyor. "Adalet Bakanı" da bunun üzerine, savcılara "cezalandırın" talimatını veriyor.
Gazetecilere verdiği bir akşam yemeğinde, bir gazetecinin, "Đçişleri Bakanı'nın gönderdiği rapor
üzerine savcılıklara talimat gönderdiniz mi?" sualine karşı "PKK'nin siyasallaşması söz konusu.
Bu, Türkiye'nin kayıtsız kalacağı bir konu değildir" demiş. Tabi layıkı olan cevabı da almış.
Bunlardan sonra Adalet Bakanı'nın "adalet anlayışı" üzerine herhalde söylenecek başka söz
kalmıyor.
Kendilerince kolayını da bulmuşlar. Her demokratik talebin önünün; "Bu istek masumane ama
PKK siyasallaşır" deyip kesilmesinin mümkün olduğunu sanıyorlarsa fena halde yanılıyorlar.
Aristo'ya binlerce rahmet okutacak bu mantıkla varılabilecek bir yer yoktur. Çıkmaz sokakta
yürümenin boşa enerji tükettirmekten başka yürüyeni ulaştıracağı bir menzil de yok.
Anadilde konuşmak, yazmak, okumak, öğrenmek; insanın doğuşuyla birlikte elde ettiği, havayı
teneffüs etmek kadar en tabii hakkıdır. Eğitimin ancak anadilde yapılması halinde amacına
ulaşabileceğine dair bilimsel olarak kanıtlanmış ve kabul görmüş dünya kadar belge var. Onun
içindir ki, eğitim emekçilerinin hazırladığı raporlar cezaya uğratılamamıştır.
Türkiye'de her yurttaşın dilekçe verme, talepte bulunma, mevcut kanunların herkese tanıdığı bir
haktır. Veliler ve öğrencilerin yaptığı da kendilerine tanınan bir hakkın kullanımından ibarettir.
Türkiye'de anadilde eğitim talebini suç sayan bir kanun da yoktur. Öyle ise bu gözaltı, eza, cefa,
tutuklamalar neden? Adalet Bakanı'nın talimatları yerine gelsin diye mi? Gönlünden, anadilinde
eğitim görmeyi geçirmeyen Kürt hemen hemen yok gibi. Yarın bu niyetin yüz binler halinde isteğe
dönüşmesi söz konusu olursa ne olacak? Üstelik hapishanelerin kapasitesi ağzına kadar dolmuş
durumda.
Üzerinde uğraştığımız bu sorunlar, günümüz dünyasının gündeminden çıkmış, geride kalmıştır.
Onun bir parçası olan bizim de, genele tabi olmaktan başka bir seçeneğimiz yok. Aksine
davranışlar bizi ilerletmez, sorunlarımızı daha da ağırlaştırır.
Farklılıkların kabulü, eşitliği ve kendilerini serbestçe ifade etme şartları, nerede ne kadar varsa,
orada birbirlerini benimseme ve bir arada yaşama arzuları da o kadar güçlüdür. Bölücülük,
objektif olarak bu gerçeğin tersine hareket etmektir.
Sayın Adalet Bakanı'na hep sorduk. Sonuç alıncaya kadar da soracağız. Bir yıl önce devletin
garnizonunun kapısından girip geri çıkamayan Serdar Tanış ile Ebubekir Deniz, hâlâ yoklar.
Devletin tepe noktalarında yıllarını eskitmiş eski bir devlet "adamı" "Fırat'ın kenarında kaybolan
kuzunun hesabı devletten sorulur" diyordu. Sayın Adalet Bakanı bu konuyla ilgili de savcılara bir
talimat verdi mi acaba?
Arkadaşlarımız bulununcaya kadar ellerimiz sorumluların yakasında olacaktır.
Ecevit'e Lo Çiller'e Lê
19 Ocak 2002 Cumartesi Yedinci Gündem
Şakir Kakaliçoğlu
Hayal kırıklığı içindeki birilerinin dilinden şunlar dökülür: "Peki, şimdi halimiz n'olacak
279
barbarlarsız?/Onlar bir tür çözümdü bizim için"
1998 yılında Malatya'da KESK öncülüğünde ve ağırlıklı olarak HADEP destekli bir miting yapıldı.
Mardin, Adıyaman, Antep, Batman, Diyarbakır vb. illerden akın akın gelen konvoylar şehre
girdiğinde, bir ilk de gerçekleşmiş oluyordu. Miting, 12 Eylül sonrası, şehirde gerçekleşen ilk
muhalif-sol gösteriydi. Yürüyüş sırasında polis tarafından apar topar el konulduğuna göre, Batman
HADEP'in taşıdığı pankartta ne yazıldığına biraz daha yakından bakmalıyız. Polisin ilgisine
fazlasıyla mazhar olan "bölücü" sözcükler üç dilde yazılmıştı; Türkçe, Kürtçe, Đngilizce. Suçlu
sözcüklerimiz şunlar: Yaşasın Barış, Bıjı Aşiti, Longlive Peace. Olaydan dört yıl sonra, zihniyet
pek değişmemiş olmalı ki bu kez Hakkari'de sözcükler kelepçelendi. Sözcükler yine Türkçe,
Kürtçe, Đngilizce.
Farklı olan, sözcüklerin ay isimlerini belirtmeleri ve bu kez yaman bir takip sonucu, pankart
üzerinde değil takvim üzerinde derdest edilmeleri.
Kim gözaltı ve tutuklama ister yarışmasından kazık bir soruyla yazımıza devam edelim. Baraj
sorumuz şu: Panzerle dilekçe arasında ne ilişki vardır?
Hayal gücümüzü ne kadar zorlarsak zorlayalım, böyle bir soruya cevap vermek güç. Fakat 2002
yılı Ocak ayında Batman Milli Eğitim Müdürlüğü önündeyseniz, bütün güçlükler kolaylığa döner.
Efendim, sözcükler aralarındaki her türlü ayrılığı bir kenara bırakıp cümleler haline gelmiş,
bununla da yetinmeyip "Kürtçe anadilde eğitim" isteyen dilekçe kuyruğuna girmişlerdir. Sonuçta,
panzerlerle dilekçelerin güvenliği sağlanmış, necip milletimize yönelik bir "terörist" tehlike daha
bertaraf edilmiştir.
Enver Gökçe bugün yaşasaydı, şu olaylar karşısında, "Panzerler üstümüze kalkar" dizesini
kuvvetle ihtimal, "Panzerler dilekçelerin üstüne kalkar" olarak değiştirir, belki de şairlikten istifa
edip, mizah yazarlığına soyunurdu.
Madem gündemimiz anadil kampanyası, dilin büyük ustalarından olan iki şairden bahsetmenin
yeridir.
Uzun yıllar birlikte yaşadığımız Greklerin ünlü ozanı Konstantinos Kavafis, bir zamanlar
Đstanbul'da yaşamış bir kavafın oğluydu. Sürgün ve ülke özlemi, eserlerinin başlıca konusudur.
Onca şiiri içinde gündemimize cuk diye oturan bir şiiri var ki, anımsamadan geçemeyiz. Şiirimizin
adı "Barbarları beklerken." Siz, gündemimizle bağıntıyı kurabilmek için "barbarlar" sözcüğü yerine
"teröristler", ya da "bölücüler" sözcüklerini koyabilirsiniz. Şiir'de, bütün siyasal yapılanmasını
"Barbarlar gelecek" diye biçimlendiren bir ülkeden söz edilmektedir. Bekleyişin sonunda, evinin
yolunu tutar herkes. Çünkü barbar marbar yoktur ortada. Hayal kırıklığı içindeki birilerinin
dilinden şunlar dökülür: "Peki, şimdi halimiz n'olacak barbarlarsız? / Onlar bir tür çözümdü
bizim için."
Susurlukçuları çaresiz bırakan Kavafis'i karşı yakada bırakıp ülkemize geçelim. Türk dilinde
yazılmış, en ünlü sürgün ve ülke özlemi şiirleri hiç şüphesiz Nazım Hikmet'e aittir.
100. doğum yıl dönümü nedeniyle Nazım yılı ilan edilmişken, şairimizin sürgündeyken Celadet
Bedirxan'a yazdığı mektubu yayımlamak çok anlamlı olacak. Böylece, gecikmişte olsa Nazım
Hikmet-Hakkari-Diyarbakır-Batman köprüsü kurulabilir, kurulmalıdır.
280
Anadil
19 Ocak 2002 Cumartesi Yedinci Gündem
Selahattin Erdem
Farz edelim ki, okullarda Kürt çocukları ve gençleri Türkçe ile birlikte, Kürtçe okuyup yazmayı da
öğreniyorlar. Eğitimlerini kendi anadillerini de kullanarak yaptıkları için duygu, düşünce ve
kişiliklerini daha güçlü geliştiriyorlar.
Farz edelim ki, yüzlerce Türkçe gazete, dergi, radyo ve televizyon yayını yanında, Kürtçe gazete,
radyo ve televizyon yayınları da yapılıyor. Đsteyen Türkçe gazeteyi okuyup televizyon izlediği gibi,
Kürtçe gazete okuyup televizyon izleme imkanı da buluyor. Farz edelim ki, Kürt dilinin ve
kültürünün geliştirilmesi için kurumlar kurulup özel çalışmalar yapılıyor. Zengin Kürt müziği her
tarafta ruhları rahatlattığı gibi, Kürtçe sinema ve tiyatro ile Kürt insanının eğitilmesi ve güzel
davranışlar kazanması sağlanıyor.
Böyle daha bir çok şey sıralayabiliriz. Peki bütün bunlar oldu diye, gerçekten Türkiye bölünür
mü!?
Türkiye'de Türkçe dışında bir çok dilde gazete çıkartılıp, radyo ve televizyon yayını yapılıyor.
Hatta devlet televizyonunun kendisi Türkçe dışındaki dillerde yayın yapıyor. Belli başlı bütün
dillerin öğrenilip konuşulması için orta ve yüksek okullarda eğitim görülüyor. Hatta Türkçe dışı
dillerde eğitim veren okullar var. Türkiye sokaklarında Đngilizce, Fransızca, Arapça türküler her
tarafı çınlatıyor.
Peki Türkçe dışındaki bu dillerde eğitim ve yayın yapıldığı için, hatta bunların büyük çoğunluğunu
bizzat devlet yaptığı için Türkiye bölünüyor mu!?
Avrupa ülkelerinde ve dünyanın dört bir yayında toplumlar artık tek dille düşünüp yaşamayı geri
buluyorlar. En az iki veya daha fazla dili konuşup, bu dillerde eğitim görüyor ve çeşitli yayınlar
yapıyorlar. Devlet ve toplum birden fazla dilde düşünen, çalışan ve yaşayan insanlar
yetiştirebilmek için özel kaynaklar ayırıp çalışmalar yapıyor.
Peki böyle yapıyorlar diye Avrupa ülkeleri ya da demokratik gelişme sürecine girmiş olan
dünyanın diğer ülkeleri bölünüyorlar mı?
Birden fazla dili konuşup çalışma yaptığı için dünyanın hiçbir yanında ülkelerin ve toplumların
bölünmediği, tersine böyle bir durumun bireyin ve toplumun demokratik ve özgür gelişme
düzeyini belirlediği, toplumların çağdaş demokratik uygarlığa ulaşma ölçüsünü verdiği açıktır.
Türkçe dışındaki dillerde eğitim ve yayın yaptığı için Türkiye'nin ülkesi ve milleti ile bölünmediği,
tersine bu durumun Türkiye'yi çağdaş uygarlık doğrultusunda ilerlettiği ortadadır.
Bunlar böyle olduğu gibi, Kürtçe eğitim ve yayın yapmanın da Türkçe'yi zayıflatmayacağı, tersine
daha saf ve güçlü hale getireceği; Türkiye'nin ülkesi ve toplumuyla birliğini ve bütünlüğünü bölüp
parçalamayacağı, tersine daha bilinçli, istekli ve sağlam bir birlik ve bütünlük ortaya çıkartacağı
açıktır.
281
Düşünelim bir kere, Kürtçe eğitim ve yayın yapmak Türkçe'yi niçin zayıflatsın? Kürt insanının
kendi anadilini konuşması, yazması, onunla eğitim yapması Türkiye'yi neden bölsün? Esas
Türkçe'yi zayıflatan kendi anadiliyle okuyup yazması yasaklanan Kürt insanına, Türkçe okuyup
yazma zorunluluğu getirmek değil mi? Esas Türkiye'yi ve toplumu bölen, Kürt insanının kendi
anadiliyle eğitim ve yayın hakkını elinden alıp yasaklamak olmuyor mu?
Dikkat edilirse, günümüz Türkiye'si ve toplumu büyük bir kargaşa içinde yaşıyor. Sokağa şöyle bir
göz gezdirilse, kimin hangi dilde konuştuğu hiç anlaşılmıyor. Sözde herkes Türkçe konuşuyor
ama, konuşulana Türkçe demek bin şahit istiyor. Đşte Türkçe'yi zayıf, Türkiye toplumunu geri
bırakan gerçek budur. Bunun da mevcut politikalarla yaratıldığı, oligarşik düzenin eseri olduğu
açıktır.
Demek ki, anadil üzerindeki yasağın kaldırılması, Kürtçe eğitim ve yayın hakkının yasal güvenceye
kavuşturulması, Türkçe'yi güçlü ve Türkiye'yi ileri hale getirecektir. Türkiye'de demokrasinin
gelişmesine yol açacak, Türkiye'yi çağdaş ve demokratik uygarlık düzeyine ulaştıracaktır.
Dolayısıyla, Kürt gençlerinin büyük bir özveriyle geliştirdikleri anadilde eğitim kampanyası,
Türkiye devletini ve toplumunu demokratik gelişmeye uğratacak, Türkiye'yi demokratik uygarlık
düzeyine taşıyacak en temel güçtür. Türkiye de bölünme korkusunu yenerek, gerçek temellerde
sağlam bir özgür birliğin gelişmesine yol açacaktır. Kendi anadilinde eğitim görerek gelişecek olan
Kürt kişiliği, Türkiye yaşamına en güçlü ve sağlam katılımı sağlayacak, Türkiye'nin demokratik
gelişimine önemli katkılar sunacaktır.
Bu nedenle Kürt gençleri ve kadınları, doğru yolda olduklarına, halka ve demokrasiye büyük
hizmette bulunduklarına derinden inanarak, başlatmış oldukları görkemli barış ve demokrasi
mücadelesini her türlü yaratıcı demokratik yöntemi kullanarak ne kadar geliştirseler azdır.
Ancak bu tarihi mücadeleyi sadece Kürt gençlerine ve kadınlarına bırakmak yeterli ve doğru
olmaz. Türkiye'deki bütün gençlik ve kadınlar dayanışmanın ve kardeşleşmenin en şahane
örneklerini vererek bu mücadeleye katılım göstermelidir. Zira yürütülen mücadele sadece Kürt
kadın ve gençlerinin mücadelesi değildir. Tersine Türkiye'nin özgürlük, barış ve demokrasi
mücadelesidir. Dolayısıyla Kürt kadını ve genci kadar, belki de daha fazla Türkiye gençliğinin ve
kadınlarının yararınadır. Çok iyi biliniyor ki, Kürt çocuğu ve genci anadilinde eğitim göremezse,
Türkiye'de demokrasi, Türkiye insanı ve toplumu için özgürlük olamaz. Bir eğitim ve yayın dili
olarak Kürtçe kullanılıp gelişmezse, Türkçe'nin de gelişip güçlenmesi ve zenginleşmesi mümkün
olmaz.
Demek ki, her gün polis saldırısını ve tutuklama tehdidini göze alarak Kürt gençlerinin geliştirdiği
anadil mücadelesi Türkiye'de yaşayan herkesin mücadelesidir. Dolayısıyla barış, demokrasi ve
özgürlük isteyen herkes bu mücadele sahip çıkmak, omuz vermek ve katılım göstermek
durumundadır. Basın, aydınlar, sanatçılar, toplumun duyarlı ve ahlaklı olan tüm kesimleri, mevcut
sessizliği bozarak onuruna yakışanı yapmalı, Kürt gencinin yükselttiği demokrasi çağrısına yanıt
vermelidir. Bölünme korkusunu yaşayan Türkiye'yi bu birleştirecek, muğlaklık ve gerilik içindeki
Türkiye'yi bu ilerletecek, herkes için yaşanır bir demokratik Türkiye'yi bu yaratacaktır.
Özgürlükler dinamitleniyor, Đstanbul hançerleniyor
282
19 Ocak 2002 Yeni Şafak
Nazlı Ilıcak
Kürtçe eğitimin -seçmeli olarak- verilmesini isteyenler var. Bunlar, yetkili mercilere dilekçe
sunuyorlar ve gözaltına alınıyorlar.
Đçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen, taleplerin Anayasa'ya aykırı olduğunu söylüyor ve kendince,
tutuklamaları haklı göstermeye çalışıyor. Acaba -önce kanunu, sonra da Anayasa'nın ilgili 26'ncı
maddesini değiştirerek- yasak dil ayıbının kaldırılmasını takiben, Kürtçe eğitim istemek,
Anayasa'nın hangi hükümlerine aykırı?
"Türkiye Devleti'nin dili Türkçe'dir" diyen 3'üncü maddesine mi? Ülke bölünmezliğini teminat
altına alan 14'üncü maddesine mi?
Eğer Kürtçe konuşmayı bölücülük ad'ederseniz, haklısınız, bu dilde eğitim görme taleplerinin de
Anayasa'nın 14'üncü maddesini çiğnediğini düşünebilirsiniz.
Türkiye Cumhuriyeti Kürtçe konuşa konuşa mı bölünecek?
Kaldı ki, Anayasa'da ve yasalarda sınırlama dahi bulunsa, özgürlüklerin genişletilmesi
istikametindeki bu talepler, hiçbir surette suç sayılmaz.
Şu anda, eğitim, kanun, tüzük ve yönetmeliklere göre Türkçe yapılıyor. Fakat, herkes, mevcut
kanun ve yönetmeliklerin değişmesi talebini seslendirebilir.
Diyelim ki, hükûmetin "demokratikleşme" adı altında getirdiği 312'nci madde tasarısı kanunlaştı; o
zaman en masum istekler dahi, bu kapsama girecek. Ancak o takdirde bugün suç sayılmayan çok
sayıda eylem cezalandırılabilecek.
312'nci madde, 1'inci fıkra
Dün yazdım, ama bugün gene hatırlatmakta fayda var. Zira, AK Parti Genel Başkanı Tayyip
Erdoğan'ın demeçleri, muhalefetin konuyu pek iyi kavramadığını gösteriyor. Evet, belki, 312'nci
maddenin 2'nci fıkrasının değiştirilmesi, AK Parti Genel Başkanı'nın işini kolaylaştıracak; iyimser
bir yorumla, milletvekili seçilme engelini kaldıracak. Ama 312'nci maddenin 1'inci fıkrası ile,
düşüncelere idam sehpası kuruluyor. Haberiniz olsun!
***
Mevcut birinci fıkra, "halkı kanuna itaatsizliğe tahrik eden kimseyi" cezalandırıyordu.
Yeni şeklinde "kişileri kanuna uymamaya tahrik eden kimse" cezaya çarptırılıyor.
"HALK" yerine "KĐŞĐLER" demek suretiyle, meselâ Kürtçe eğitim isteyenleri haklı bulanlar da,
312 kapsamına girecek. "Halk"a göre çok daha küçük bir topluluğun, haklarını genişletme çabasını
övmek, suç işlemeye tahrik sayılacak.
283
Sadece kanuna değil, tüzük ve yönetmeliğe aykırı davrananlara destek vermek de, bundan böyle
312 kapsamında mütalâa ediliyor. 312'nci madde değişikliğinin gerekçesinde, muhteva açık bir
dille, şu şekilde tarif ediliyor:
"Maddede yer alan suç bakımından 'kanun' sözcüğüne, her türlü düzenlemeler girmektedir.
Böylece tüzük ve yönetmeliklere, yönetim gücünün düzenleme yetkisi çerçevesinde çıkardığı
bütün diğer işlemlere uymamaya tahrik halleri de, suçu meydana getirir. Madde, kişilerin kanunlara
uymamaya tahrik edilmeleri bakımından yapılacak hareketleri teker teker belirleyip göstermemiştir.
O halde, maddi unsurun değişik şekillerde gerçekleşebileceği meydandadır. Đşlenmiş olan bir
suçun failini veya kanuna uymayan kişiliğini, sırf bu fiilleri işlemiş bulunması nedeniyle övme
halinde, suçu övmenin oluşmuş bulunacağı kabul edilmelidir. Zira, bu hallerde fail, kişi marifetiyle
fiili övme veya iyi görme beyanında bulunmuş olmaktadır."
"Derin" tehlike
Derin devlet, tehlike olarak değerlendirdiği iki konuda, "bölücülük ve irtica", mengeneyi iyice
sıkıştırmak istiyor. Ama Kürtçe eğitim, bölücülükle bir tutulamayacağı gibi, başörtüsü de irtica
anlamına gelmez. Hatalı tariflerden yola çıkarak önce hayali tehditler ve korkular inşa ediyorlar,
sonra da, bunlarla mücadele gerekçesiyle, hak ve hürriyetlerin canına okuyorlar.
Elbette 11 Eylül'den sonra olumsuz bir atmosfer meydana geldi ama, ABD veyahut Avrupa'nın
Đslâmiyet'i tehdit olarak algılaması başka, bir Müslüman devletin kendi halkının inancından, bu
inancını dışa vurmasından korkması başka.
Amerika'da Bülent Ecevit, Kürtçe eğitim yolundaki taleplerin tutuklamalarla sonuçlanmasının,
demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmadığı sorusuna muhatap oldu. "Biz ülkenin bölünmez bütünlüğü
konusunda çok hassasız" cevabını verdi.
Herhalde başörtülü eğitimin yasaklanmasını soran çıksaydı, ona da, Türkiye Cumhuriyeti'nin
irticaya ilişkin duyarlılığını dile getirecekti.
Ama o zaman, rejimin adına demokrasi demekte zorlanırız, öyle değil mi?
Olasılık meselesi
312'nci maddenin 1'inci fıkrası, yeni şekliyle kabul edildiği takdirde, dün de yazdığımız gibi,
üniversitelere başörtülü kızların gerebilmesini savunmak, YÖK yönetmeliğine aykırı olduğu için,
suç işlemeye tahrik sayılacak. Hatta, eylemi yapan genç kızları desteklemek bile, bu bağlamda
değerlendirilecek.
Sivil itaatsizlik, demokratik mücadelenin bir parçasıdır. Yeni düzenlemeden sonra, bu fiiller hep
312'nci maddenin kapsamı içine giriyor.
Kaldı ki, "kamu düzenini bozma olasılığını ortaya çıkaracak bir şekilde, insanları birbirine karşı
düşmanlığa ve kin beslemeye tahrik" şeklindeki ikinci fıkra değişikliği de yeterli değil.
***
Evet, bu noktada, çok ufak da olsa bir adım atılıyor. "Halkı düşmanlığa ve kin beslemeye tahrik"
önceleri, kitleleri birbirine karşı tahrik olarak anlaşılıyordu. Halkın bir kısmının, diğerine karşı
284
düşmanlık beslemeye tahrik edilmesi söz konusu olmadığında ise, 312'nci maddenin 2'nci fıkrası
uygulanmıyordu. Yargıtay 8'inci Ceza Dairesi'nin kararları da bu istikametteydi.
Fakat daha sonra yorum değişti: Sınıf, din, mezhep, ırk ve bölge farklılığına dayanarak halkın bir
kesimini, diğer bir kesimine karşı kışkırtmanın yanı sıra, halkı, devlete ve diğer kamu kurumlarına
karşı kışkırtmak da, 312/2'nin muhtevasına alındı.
Yeni düzenleme bu hatalı yorumun önünü kesecek; çünkü, "insanları birbirine karşı kışkırtmanın
suç olduğu" tasarı metninde belirtiliyor. Dolayısıyla, kişileri devlete ve diğer kamu kurumlarına
karşı kışkırtmak 312/2'nin kapsamına giremeyecek.
Buna rağmen, "insanları birbirine karşı" demek yerine, "halkı birbirine karşı" demek daha doğru
olacaktır. Zira "insanları" sözü ile, kalabalık kitleler değil, bir kaç kişilik gruplar da kastedilebilir.
***
159'uncu maddenin yeni şeklinin doğuracağı tehlikeleri dünkü yazımda uzun uzun belirtmiştim.
Özellikle, tahkir ve tezyif bahsinde, kurumları bir bir sıraladıktan sonra "veya bunları temsil eden
bir kısmını" ibaresiyle, kapsamın çok genişlediği hususu üzerinde durmuştum.
Demokratikleşme paketi, zaten sınırlı olan hürriyetleri berhava etmeye hazır bir bomba gibi.
Dikkat!
Đstanbul hançerleniyor
Đstanbul'u hedef alan bir başka bomba Çankaya'da patladı. 8.1.2002'de, Meclis'ten Đstanbul
Büyükşehir Belediyesi'ni ilgilendiren bir kanun geçti. Bu kanunla, Maliye Bakanlığınca, o kentte
toplanan vergilerden Büyükşehir Belediyeleri'nin aldığı % 5'lik payın, hükûmet tarafından % 3'e
indirilebileceği veya % 6'ya çıkarılabileceği kabul ediliyor. Ayrıca, Büyükşehir Belediyeleri,
paylarının % 40'ını alacak, % 60'ı ise, Büyükşehir Belediyeleri arasında nüfuslarına göre taksim
edilmek üzere, Đller Bankası'na devredilecek. Böylece, düşük gelirli ama kalabalık nüfuslu
belediyelere kaynak aktarılması planlanıyor.
Đstanbul Belediyesi'nin yaptığı hesaba göre, Đstanbul için kayıp 2002 yılında 600 trilyon liraya kadar
çıkabilecek. Eğer hükûmet Đstanbul'un vergi payını % 3'e indirmeyip, bugünkü gibi % 5'te tutarsa,
% 60'ın Đller Bankası'na devri yüzünden 300 trilyon liralık bir kaynak azalmasıyla karşı karşıya
kalınacak. Pay % 3'e indirilirse, gelirin sadece % 40'ını alacağı ve geri kalan bölüm bütün
Büyükşehir Belediyeleri arasında nüfusa göre pay edileceği için, kayıp 600 trilyon liraya kadar
çıkacak.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmeye çalışıldığı bir devirde, çark aksine çevriliyor. Đstanbul eski
yoksulluk dönemine geri döndürülüyor. Çivi üzerine çivi çakılmadığı, çakılamadığı dönemlere.
Đstanbul'un halâ kaynakları yetersizken, bu kentte yaşayanların vergi gelirleri, bütün Anadolu'yu
kalkındırırken, şimdi o zenginliği üreten koca Đstanbul'a daha da küçük bir pay ayrılacak.
Cumhurbaşkanı kanunu onayladı. Ne siyasi partiler, ne sivil toplum örgütleri, ne de Đstanbul halkı,
olan bitenin farkında değil.
285
Toplum hayatını ilgilendiren bu gibi önemli meseleler hep, gözlerden kaçırılıyor. Aş bir yerlerde
pişiriliyor, tabldot mönü, müzakeresiz kabul ediliyor.
Van'da bir çığlık 'dilimin sınırı, dünyamın sınırıdır!
19 Ocak 2002 Cumartesi Yedinci Gündem
Delil Karakoçan
Haykırmak istiyorum.... Anadilde eğitim istiyorum!
Sonra az biraz büyüyorum. 'Dilimin sınırı, dünyamın sınırıdır' diyorum.... Dünyamda anadilim
kadar geniş ve zengin... Sonsuz ve mavi.... Ve masmavi umutlarla Đstanbul'a dönüyorum... Đşte
Van Gölü Đşte Ax Tamara...
'Şu!' diyor yanımdaki ve ceylan gözlü genç bir kızı gösteriyor. Saygıyla selamlıyorum; gülümsüyor...
Adı Tamara. Tatlı bir telaş içinde Tamara...
Oturuyoruz... Tamara 100. yıl Üniversitesi 5. sınıf öğrencisi. Đlk aklıma gelen soru; biraz da merak
'Van'da katılım neden yüksek oldu?' oluyor ve soruyorum. Ceylan gözlü kız Tamara ciddiyetle
yanıtlıyor:
-'Geçen yazdan projemiz vardı, ama netleştirilememişti. Sonra dosya hazırladık. Kampanya öncesi
duyarlılık çalışmaları yaptık. Seminerler, paneller düzenledik. Kürtçe dil dersleri verildi. Böylece
belli bir düzey oluştu.... Ayrıca dil birimleri yaratıldı..' Anlıyorum... Önemsemiş ve kampanyaya
ciddiyetle hazırlanmışlar. Başarılarının sırrı da bu.
-'Ya şaşırtıcı olan?' diyorum,
-'Türk, Laz, arkadaşların, Đslami kesimlerin, hatta bazı ülkücü öğrencilerin imza vermiş olması...'
diye cevaplıyor. Seviniyor ve önemli bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Ve mavi dünyamda
sessiz düşünüyorum. 'Dil, aynı zamanda bir iletişim aracı.... Her halk, toplum ya da birey, kendini
en iyi kendi diliyle ifade eder.' Sonra ceylan gözlü kıza bakıyorum. Kararlı, kendinden emin bir
yürek görüyorum.
Van'da bahardan kalma güzel bir gün! Güneş, bu güzel yürekli, güzel dilli gençleri sımsıcak
sarıyor. Đl binasındayız. Đçeri tıklım tıklım ve ceylan gözlü kız anlatıyor; dinliyorum:
-'3 Aralık'ta başlattığımız etkinlikte ilk etapta
2050 imza topladık. Rektörlük kabul etmedi.' diyor. Ve devam ediyor, 'sonrasında da imza
toplanmaya devam edildi. Gevaş, Tatvan, Bitlis, Hakkari'de de çalışmalar yapıldı...'
Her yer kar altındayken, buz kesmişken Van'ın, neden böyle sıcak olduğunu daha iyi anlıyorum:
Dil ısıtıyor... Rektörlük, öğrenci gençliğin kararlı duruşunu kırmak için arayışlara yöneliyor,
'Dilekçeleriniz noter onaylı olacak' diyor.
Sonrası mı? Sonrası yaşanan toplu gözaltılar...
-'Tepkiniz ne oldu? Diye soruyorum bu kez, duraksamadan yanıtlıyor:
286
-'Arkadaşlar gözaltına alınmak istenince sessiz
yürüyüş yapıldı.'
Gençler yılmıyor, Van mavi mavi gülüyor. ' Dilimin sınırı, dünyamın sınırıdır' diyen gençler, yeni
bir dünyanın kapısını aralıyor. Sonra 2500 dilekçe veriliyor. Rektör kabul etmiyor, 'toplu değil,
bireysel verin dilekçeleriniz kabul edilecek' diyor. Sonra dilekçeler tek tek veriliyor. Bireysel
başvurular hemen o anda 500'ü aşıyor...
Kampanya tüm hızıyla devam ediyor. Öğrencilerde bir koşuşturma... Ve ben, Van kedisini şimdi
çok daha seviyorum! Orada- meydanda bir heykeli var Van kedisinin; bir gözü mavi... Derin
bakıyorum masmavi gözün derinliklerinde kendini bulmuş, kimliğini bulmuş gençlerin güleç
yüzünü görüyorum... Düş değil, gerçek! Ve gerçek Van'a daha yakın! Ceylan gözlü kız Tamara
birazda sitemkar devam ediyor:
-'546 arkadaş Alay Komutanlığına götürüldü. Komutan hatırı 'sayılır misafirleri ayırdık, aşağı aldık
(aşağı: bodrum, nezarethane, işkencehane) sizlerde dilekçelerinizi geri alın' dedi.'
Van kedisinin bir gözü sarı. Nedendir bilinmez. Ama sarı, bir leke gibi durur bazen. Anadilde
eğitim talebi, Van kedisinin mavi gözü, mavişi...
Dilekçelerini geri alanlarda olmuştur. 170 kişi geri alıyor dilekçesini... 170 sarı göz, geri çekiyor
dilekçesini ama, 300'den fazlası geri çekmiyor mavi mavi duruyor; Van gölünün maviliği kadar
duru ve derin.. derin algılıyor eylemini... dört gün dört gece düğün dernek olmuyor, dört gün dçrt
gece gözaltında tutuluyor gençler. Sonra 13'ü tutuklanıyor.
13 mavi göz, mavi dil, maviş... Ve kedinin gözleri hala mavi... Ve ceylan gözlü kız maviliğin olanca
derinliğinde hala, 'Dilimin sınırı, dünyamın sınırıdır.' Diyor...
Bu gün pazartesi.
-'Şimdi durum ne diye soruyorum, umutla. O cevaplıyor:
-'Dilekçelerini geri çekenler dahil 300 kişi tekrar bireysel başvuru yaptı. Üniversite karakol gibi
kullanıldı, 228 kişi gözaltına alındı. Yine ifadeler alındı... Yine 16 kişi alaya götürüldü. 7 arkadaş
mahkemeye çıkarıldı ve serbest bırakıldı.'
Sarı değil gözleri kedinin... Masmavidir şimdi... Bugün Salı...
Đlk kez geldiğim ve anadil gibi benimsediğim Van'da ikinci günüm. Toprağın dili tanıdık geliyor,
toprağı dinliyorum... Her şey bana çok yakın... Her şey mavi... Bugün de 100 kişilik bir başvuru
yapılıyor. Dil dönüyor. Van sokakları satıcılarla dolu. Kürt müziği akşamın soğuk yüzünü ısıtıyor.
Kürtlüğümü daha derinden yaşıyorum... Sokaklarda halkım... Sokaklar ana-baba.. Sokaklar bacıkardeş... Sokaklar mavi...
Ve sokaklar beni çekiyor, sokakağa atıyorum kendimi, sonra dönüyorum; yüreğimde
mavi bir heyecan:
-'100 kişi yeni başvuru yaptı.'
-'Başvurular devam ediyor...'
Seni seviyorum Van. Seni seviyorum mavi göl ve sevdiğine kavuşamayan Ax Tamara! Seni
seviyorum mavi gözlü kedi... hırçın çığlık... Ve anamın doğurgandili... Seni seviyorum... Ve anaları
soruyorum, dilin yürek bekçilerini... Maviyi yaratan 'Sevgi Suyu'yu... Ax Tamara'ya gömülü aşkı....
287
Analar, aileler... acının, yaralanmışlığın tanıdık dili, acılım..., acılım.... soruyorum bir genç
cevaplıyor:
-'Analar, aileler basın açıklamsı yaptı. Açıklama
yapan ailelerin içinde tutuklanan 13 arkadaşın aileside var.' Güzel, güçlü bir dayanışma. Aileler
basın açıklamalarında, rektörlüğün tutumunu kınadıklarını, anadilinin insani bir talep olduğunu,
desteklediklerini belirtiliyor. Kürt kadını, Kürt anası bugünde önde, bugünde ana!
Sonra 100 kadar kadın Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvuru yapıyor... Kadın dilini, aile evladını
sahiplenince ilkokullarda da başvurular başlıyor. Lise, dersane öğrencileri de katılıyor bu kervana.
Kervan, dille buluşuyor ve kendi diliyle yürüyor... Toplu yürüyüşler, basın açıklamaları,
afişlemeler, kuşlamalar gerçekleştiriliyor. Van'a cepheden bakan yalçın kayalıklara yazılan 'Ne
Mutlu Türküm Diyene' sözü, kılıç gibi keskin duruyor. Ancak kılıç, dili kesemiyor. Dil, direniyor!
Dersaneler, lise ve ilkokullar 3 günlük Kürtçe konuşma kampanyası gerçekleştiriyor. 3 gün... 3
mavi gün... Yorgun görmüyorum bu mavi kentin insanlarını. Kılıç kıramamış iradelerini... Ve Muş
sırtlarına yazılan 'Önce Vatan', ' Ara, Bul, Vur!' kuruyup kalıyor yerinde.
-'Moral bozukluğu, umutsuzluk var mı' diye soruyorum,
-'Hayır kararlılık var. Daha ne yapılmalı' diye soruyor insanlar. Ben sormaya devam ediyorum...
-'Baskılara karşı ne düşünülüyor?'
-'Rektörlük ve Jandarma hakkında suç duyurusunda bulunma, Cumhurbaşkanı'na ve Adalet
Bakanı'na protesto faksları çekme....'
-'Peki bu da olmazsa?'
-'Hepimiz gidip bu 'Suçu' bizde işledik diyeceğiz' Bu söz sessiz bir çığlık gibi düşüyor yüreğime.
'Bu suçu biz işledik'. 'Suç' işlemek istiyorum... Mavi gönlüm, ceylan gözlü kızın maviş gönlüne
yakın duruyor, soruyorum;
-'Kurumların desteği nasıl?' Duraksıyor, yüz hatları değişiyor
Tamara'nın, yanıtlıyor:
-'Van'da ĐHD, KESK vb. kurumlara gittik. ĐHD'liler 'gözaltına alının', sonra yardımcı oluruz, "Biz
burda basın açıklaması yaparsanız biz kapatılırız, sonra size kim sahip çıkacak" dediler.
Dışarı çıkıyoruz. Seyyar satıcının teybinde Kürtçe kasetler. Diyar söylüyor şimdi... Ve tanıdık bir
yüz heyecanla yaklaşıyor, 'Az önce 100 kadar ilkokul öğrencisi okul çıkışı yürüyüş yapmış' diyor.
Heyecanlanıyorum. O devam ediyor.
-'Anadilde eğitim istiyoruz' diye de slogan atmışlar.' Haykırmak istiyorum.... Anadilde eğitim
istiyorum!
Sonra az biraz büyüyorum. 'Dilimin sınırı, dünyamın sınırıdır' diyorum.... Dünyamda anadilim
kadar geniş ve zengin... Sonsuz ve mavi.... Ve masmavi umutlarla Đstanbul'a dönüyorum... Đşte
Van Gölü Đşte Ax Tamara... Yaralı bir yürek Ax Tamara!.....
288
Anadilde eğitim: Hukuksal bir bakış
19 Ocak 2002 Yedinci Gündem
Av. Mahmut Vefa
Son dönemde geliştirilen önemli bir olay olan anadilde eğitim istemi, başta YÖK ve MGK olmak
üzere bir çok merkezi kurumda büyük tartışmalara yol açtı. Merkezi hükümeti temsil eden bu
kurumlar, "Anadilde eğitim istemi-sorununu" yine klasik bastırma yöntemleri ile ortadan
kaldırmaya çalışmaktadır. Ancak burada iki handikap söz konusu: Birincisi; Avrupa Birliğine giriş
süreci ve Türkiye'nin verdiği Ulusal programdaki taahhütler, Đkincisi ise; Olayın son derece
demokratik, insani ve masum oluşu.
Bu yaklaşım temelinde, Eğitim-Öğretim ve polis kurumları olaya oldukça sert bir yaklaşım
geliştirdiler. Đstanbul, Ankara, Diyarbakır, Van, Hatay vb. yerlerde binlerce öğrenci polis
merkezlerinde sorgulanırken YÖK, yayımladığı genelge ile üniversitelerin dilekçe veren
öğrencilerin disiplin soruşturmalarına sevk edilmesini sağladı. Bu, klasik bir bastırma ve sindirme
olayından başka bir şey değildir.
Ancak, bu süreçte "Anadilde Eğitim -sorunu- istemi" konusu değişik yönlerden, siyasal kültürel ve
hatta polisiye yönleri ile tartışılırken olayın hukuksal boyutlarının tartışılmaması, ortaya
konulmaması temel bazı eksiklikleri ve sakıncaları da beraberinde getirmektedir. Unutulmamalıdır
ki hukuk yeni yüzyılda, önceki dönemlerin aksine öteki alanlardan etkilenen değil, bu alanları
etkileyen ve hatta değiştirebilen bir boyut kazanmıştır. Bu durum özellikle uluslararası hukuk
açısından daha da belirleyicidir.
Anadilde Eğitim olgusu hukuksal boyutları ile tartışılırken, olayın ulusal ve uluslararası boyutuna
bakmakta yarar var.
Anadilde Eğitim, temel insan hakları metinlerinde düzenlenmiştir. Bu belgeler, BM Kişisel ve
Siyasal Haklar Sözleşmesi - KĐSHUS (md. 27), Avrupa insan hakları Sözleşmesi 1 No'lu Protokol
(md.2), Ulusal Azınlıkların ve Anadillerinin Korunmasına Dair Sözleşme, Çocuk Haklarına Đlişkin
Sözleşme... Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme (UNESCO) ve Ulusal Azınlıkların
Korunmasına Dair Sözleşmelerde düzenlenen konularda anadilde eğitim olgusu ile ilgilidir.
1.Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi; Kısaca KĐSHUS olarak adlandırılan bu
sözleşmenin 27. maddesi şöyledir:"Etnik ve dinsel azınlıklarla dil azınlıklarının bulunduğu
devletlerde bu azınlıklardan olan kişilerin, grupların dahi öteki üyelerle birlikte topluluk olarak
kendi kültürlerinden yararlanmak,.... ya da kendi dillerini kullanmak hakları yadsınamaz."
KĐSHUS'un bu maddesi, özellikle dilsel azınlıkların dillerini yaşamın her alanında kullanmalarını,
kültürlerini geliştirmelerini ve eğitim görme haklarını garanti altına almaktadır.
2.Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunmasına Đlişkin Çerçeve Sözleşme(ULAZ): Bu
sözleşmenin 9, 10/1, 10/2, 11 ve 12. maddeleri azınlık dillerinin günlük kullanımı dahil, yer ve kişi
adlarının bu dilden olmasını vs. düzenlerken; aynı sözleşmenin 13 ve 14. maddeleri, tamamen
289
anadilde eğitim hususunu düzenlemektedir.
Adı geçen sözleşmenin 13. maddesi şöyledir; "Madde-13. 1)Taraflar eğitim düzenleri
çerçevesinde, ulusal azınlığa mensup kişilerin kendi özel eğitim ve öğretim kurumlarını kurma ve
yönetme hakkına sahip olduğunu tanırlar. 2) Bu hakkın kullanımı Taraflara herhangi bir mali
yükümlülük getirmez."
Bu maddeye göre azınlıklar, anadillerinde özel eğitim ve öğretim kurumları kurabilirler. Ancak,
sözleşmeye taraf devletler herhangi bir mali yükümlülük altına girmezler. Sözleşmenin 14.
maddesi ise anadili öğrenme ve bu dilde eğitim olgusunu düzenlemektedir. Madde metni şöyledir:
("Madde-14. 1) Taraflar, ulusal azınlığa mensup her kişinin kendi azınlık dilini öğrenme hakkına
sahip olduğunu tanırlar. 2) Ulusal azınlıklara mensup kişilerin geleneksel olarak ya da önemli
sayıda yaşadıkları bölgelerde, yeterli talep varsa, Taraflar, mümkün olduğu ölçüde ve kendi eğitim
düzenleri çerçevesinde, bu azınlıklara mensup kişilerin azınlık dilinin öğretilmesi ya da bu dilde
eğitim görmeleri için yeterli fırsatlara sahip olmasını sağlamaya gayret ederler. 3) Bu maddenin 2.
paragrafı, resmi dilin öğrenilmesi ya da bu dilde eğitim yapılması saklı tutularak uygulanır."
Bu sözleşme, anadil ile ilgili önemli hükümler getirmekte ve bir çok sorunu, şiddet dışında çözme
anlamında önemli bir işlev görmektedir.
Avrupa konseyinin Belçika, Finlandiya, Đsveç vb. gibi bir çok ülkesi bu sözleşme çerçevesinde
yaptıkları düzenlemelerle, anadil ile ilgili temel sorunlarından bir çoğunu demokratik temelde
çözmüşlerdir.
Ulusal program ve Avrupa Birliği sürecinde, Türkiye'nin ev ödevlerinden biri de bu sözleşmedir.
Ancak ülkede halen güçlü bir reaksiyon mevcuttur. Bu sözleşmenin onaylanması, Türkiye'de bir
çok temel sorunu çözecektir. Kamuoyunun bu konuda talepte bulunması gerekir.
3. Birleşmiş Milletler Çocuk hakları Sözleşmesi: Bu sözleşmenin 30. maddesi şöyledir: "Madde-30.
Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu devletlerde, böyle bir
azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri
ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve kendi dilini kullanma hakkından
yoksun bırakılamaz." Sözleşmenin bu maddesi ülkedeki resmi dilden farklı dil konuşan çocukların,
kendi dillerini kullanma haklarını düzenlemektedir.
4. Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'nde Konunun
Yargılanması: Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan bu sözleşme, ana metin ve 11 Protokolden
oluşmaktadır. Bu sözleşme, yukarıda belirtilen uluslararası belgelerden farklı olarak, düzenlenen
hak ve özgürlüklerin ihlali halinde, bir yargılama mekanizması getirmektedir.Üstelik benzer bir
konuda Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'nin (AĐHM), somut olarak incelediği ve bazı sonuçlara
vardığı "Eğitim Dili Davası/BELÇĐKA" vakası, ülkemizdeki tartışmalara da ışık tutacak
niteliktedir.
Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesine ek 1 Nolu Protokolün 2. maddesi şöyledir: "Madde-2. Eğitim
Hakkı. Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine
aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dini ve felsefi inançlarına
uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir."
Bu madde genel olarak sözleşmeyi imzalayan üye ülkelerin, vatandaşlarına eğitim olanakları
sağlamasını öngörmektedir. Bu maddeyi sadece "anadilde eğitim" imkanı temelinde yorumlamak
doğru değildir ve sınırlı bir yaklaşımdır. Bu maddeyi daha çok, eğitim olanaklarının sağlanması ve
290
anadilin öğretilmesi temelinde yorumlamak gerekir.
Sözleşmenin bu maddesini, 8. maddedeki "aile yaşamı" ve 14. maddedeki "ayrımcılık yasağı" ile
birlikte değerlendirmek daha uygun olur.
Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi, sözleşmenin bu maddesini 8 ve 14. maddelerle bağlantılı olarak
23 Temmuz 1968 tarihli "Belçika Eğitim Dili" davasında yorumlamış ve bazı temel kriterler
koymuştur.
Davanın Özeti;
Belçika vatandaşı olan başvurucu anne-babalar, hem kendileri adlarına hem de sayıları 800'ü bulan
çocukları adına Komisyona başvurmuşlardır. Fransızca konuşan kişiler olduklarını belirten ve
kendilerini daha çok Fransız olarak ifade eden başvurucular, çocuklarının Fransızca eğitim
görmelerini istemektedirler. Altı başvurudan beşini imzalayan aileler kanunen Felemenkçe
konuşulan bölge olarak kabul edilen bölgede yaşamaktadırlar. Bu beldelerin hepsinde nüfusun bir
kısmı, bazen büyük bir kısmı Fransızca konuşmaktadır.
Başvurucuların benzer noktaları şöyle özetlenebilir: a) Belçika Devleti başvurucuların yaşadıkları
beldelerde Fransızca eğitim veren okullar açmamakta, özel statülü bölgelerde açsa bile bu eğitim
yetersiz kalmaktadır. b) Bu beldelerde eğitim dil mevzuatına uygun düşmeyen kurumlara devlet
tarafından maddi destek verilmemektedir. c) Bu tür kurumların verdiği diplomalara denklik
verilmemektedir. d) Başvurucuların çocuklarının bazı bölgelerde Fransızca sınıflara alınmalarına
izin verilmemektedir. e) Aileler çocuklarını, kendi inançlarına aykırı gördükleri yerel okullara
yazdırmaya veya çocuklarını, çocuğun anadiline göre eğitim alabileceği Brüksel Büyükşehir
bölgesine ya da Fransızca konuşulan bölgelere göndermeye zorlanmaktadırlar. Böylesi bir eğitim
göçü ciddi riskler ve zorluklar taşımaktadır.
Belçika eğitim dili mevzuatı, tek dilli olarak gösterilen bölgelerdeki eğitim dilinin o bölge dili
olmasını; çift dilli olarak gösterilen bölgelerdeki eğitim dilinin çocuğun anadiline göre
belirlenmesini; özel statülü altı bölgedeki eğitim dilinin, aile reisinin bu bölgede oturması şartıyla
ilköğretimde seçmeli olmasını öngörmektedir. Belçika hükümetinin görüşüne göre, Mahkemenin
önüne gelen sorunlar Sözleşme ve 1. protokole girmemekte ve fakat Belçika hukuk düzeninin
münhasır alanına girmektedir.Hükümete göre dil ve eğitim konuları ile ilgili mevzuat, büyük
ölçüde Devletin siyasal ve sosyal yapısının bütünleyici parçasıdır; bu mevzuat açıkça münhasır
ulusal alan kapsamında yer alır. Hakları beyan eden belge olan Sözleşme hükümet makamlarının
organizasyonu ile ilgili değildir; Sözleşmenin onaylanması sırasında Belçika Danıştay'ı ve
Parlamentosu konuyu bu şekilde anlamışlardır. Bu nedenle Mahkemenin bu konuda yargı yetkisini
kullanamayacağına dair içkin bir sınırlama vardır. Bu sınırlama, Sözleşmede açık bir hüküm yer
almasına veya 64. madde bakımından bir çekince konulmasını gerektirmeyecek kadar aşikardır.
Belçika Hükümetinin ileri sürdüğü münhasır ulusal alan kavramı, yetkisizlik konusunda yaptığı
itirazın bir başka yönüdür ve esasa ilişkindir. Mahkeme bu itiraza katılmamıştır. Çünkü; normal
olarak sözleşmeci tarafların iç hukuk düzenine giren konuları düzenleyen Sözleşme ve Protokol,
devletlerin egemenlik alanlarında bulunan kişilerle ilişkilerinde, bu devletler tarafından uyulması
gereken bazı standartları ortaya koymayı amaçlamaktadır. Mahkeme, münhasır ulusal alan
kavramına dayanan itirazı ret etmiştir. (...)
Mahkeme sonuç olarak; yediye karşı sekiz oyla, Fransızca eğitim veren okullara çocukların sadece
anne- babalarının ikametgahı dolayısıyla gitmelerini engellediği ölçüde, 2 Ağustos 1963 tarihli
yasanın 7. maddesinin üçüncü fıkrasının , sözleşmenin 14. maddesi ile birlikte ele alınan 1 nolu
291
protokolün 2. maddesine aykırı olduğuna karar vermiştir.
Anadilde eğitim ve iç hukuk:
Türkiye'de anadilde eğitim sorunu ve istemi konusunda hukuksal mevzuat nedir? Yasalarda ve
diğer hukuksal belgelerde durum nedir? Bu soruların yanıtlanması son derece önemlidir. Đç
mevzuat incelenirken Türkiye'nin temel kuruluş belgesi olan Lozan anlaşmasına bakmakta yarar
vardır.Lozan anlaşmasının 38 ve 39. maddeleri incelendiğinde, bu sözleşmenin sözleşeme de
tanımlanan gayrimüslim azınlıklar dışındaki vatandaşların dil ve eğitim sorunlarını çözdüğü açıkça
anlaşılmaktadır.Ancak bu hükümler, sonraki süreçte yok sayılarak uygulanmamıştır.
Türkiye cumhuriyeti Anayasası incelendiğinde, 42. maddede bazı yasaklamaların düzenlendiği
görülmektedir.Anayasanın 42. maddesi son fıkrası şöyledir: " Türkçe'den başka hiçbir dil , eğitim
ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez...
milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır." Bu hüküm ilk bakışta, kesin bir yasaklama getirmiş gibi
görülmesine rağmen, özellikle ülkede Đngilizce, Fransızca , Almanca ve Đtalyanca eğitim veren
okulların varlığı düşünüldüğünde ,bu hükmün kesin yasaklamalar getirmediği görülmektedir.
Özellikle Lozan anlaşmasının 38 ve 39. maddeleri incelendiğinde, olayın hukuksal boyutları daha
iyi ortaya çıkmaktadır. Lozan anlaşması milletlerarası bir antlaşma olduğundan, bu antlaşma
hükümleri geçerlidir ve dolayısı ile anadilde eğitim ve öğretim yapılmasına ilişkin anayasal bir
engel bulunmamaktadır. Anayasada bu madde dışında kısıtlama getiren bir hükümde yoktur.
Türkiye de Anayasanın bu hükmü dışında, eğitim ve öğretim ile ilgili temel mevzuat, 3 mart 1340
tarihli ve 430 sayılı tevhidi tedrisat kanununda, 1739 sayılı Milli Eğitim temel kanununda,
4.11.1981 tarih ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim kanunda (YÖK) düzenlenmiştir.
Bu mevzuat incelendiğinde, anadilde eğitimi yasaklayan veya engelleyen hiçbir hükmün olmadığı
açıkça görülmektedir. 1739 sayılı Milli Eğitim temel kanunu madde 10." .. Türk dilinin
geliştirilmesine çalışılır", madde.20." ... çocukların Türkçe'yi doğru ve güzel konuşmaları
sağlanacaktır" hükümleri getirilmiştir. 2547 sayılı YÖK kanunun 5. maddesi 1. fıkrası " Yüksek
öğretim kurumlarında ........ Türk dili zorunlu derslerdendir." hükmünü getirmektedir. Dolayısı ile
bu yasaların hiç birinde anadilde eğitimi yada anadilin öğretilmesini yasaklayan bir hüküm yoktur.
Türkiye yasal mevzuatında, basın-yayın, konuşma, yazma vb. alanlarda, derneklerde, partilerde
anadilde konuşma ve ilgili diğer bir çok mevzuatta yasaklamalar söz konusu iken, eğitim ile ilgili
yasaklamalar bulunmamaktadır. Bu gerçekten ilginç bir durum ortaya çıkarmaktadır. Zanederim,
kanun koyucu ve hükümetler, vatandaşlarının anadilde eğitim isteyebilecek kadar cesur
olamayacaklarını düşündüklerinden bu konuda düzenleme ya da yasaklama getirmemişlerdir.!!!! Bu
durumu kanun koyucunun istemeden de olsa demokrasiye katkısı olarak değerlendirmek gerekir!!!
Resmi makamların tutumu
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, son günlerde özellikle üniversite öğrencilerinin okudukları okul
yetkililerine verdikleri binlerce dilekçe ve bu dilekçeler üzerine yaşanan olaylar gerçektende
vahimdir. Öğrencilerin dilekçelerini sunmalarında sonra, hemen hemen tüm üniversitelerde
öğrenciler hakkında disiplin soruşturmaları açıldı ve polis ve jandarmanın yoğun göz altıları
görüldü. Bu öğrenciler hakkında bir çok Devlet Güvenlik Mahkemesinde TCK.m.168 ve 169'a
muhalefetten soruşturma ve davalar açıldı.
Her şeyden önce öğrenciler, anayasanın 74. maddesine göre dilekçe haklarını kullanmışlardır. Đdari
makamlar, bu dilekçelerde talep edilen istemleri kabul veya ret edebilirler.Ancak vatandaşların-
292
öğrencilerin verdikler dilekçeler nedeni ile takibata uğramaları, disiplin soruşturmalarına alınmaları
ve hatta eğitim haklarının ortadan kaldırılacağı tehditleri ne yasal ne de anayasal hiçbir gerekçe ile
açıklanamaz. Bu durum, tamamen bu kurumların hukuki değil ama siyasi saiklerle hareket
ettiklerini gösterir. Yargıdaki durumda gerçekten vahimdir. Gerçi şu ana kadar mahkemelerce bu
konuda verilen bir karar yoktur. Ancak bir çok öğrenci sadece dilekçe verdikleri için , Devlet
Güvenlik Mahkemelerinde yasadışı örgüt üyesi olmak veya bu örgütlere yardım yataklık yapmak
suçlaması ile tutuklanmış ve haklarında dava açılmıştır. Bunu hukuk ile bağdaştırmak gerçekten
güçtür. Her şeyden önce ceza hukukunun temel prensibi olan "kanunsuz suç ve ceza olmaz"
maddesi karşısında, yapılan bu soruşturmalar,hukuki değil, tamamen hukukun zorlanması ve hatta
siyasi olarak yorumlanması sonucu ortaya çıkmaktadır. Türkiye'deki tüm ceza mevzuatı taransa
bile "anadilde eğitim istemenin" suç olmadığı bu hususun hiçbir maddede düzenlenmediği, böyle
bir suçun olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Buna rağmen Savcılıkların olayı örgütsel bir çerçeveye
çekmeleri hukuken kabul edilebilir bir durum değildir. Bu aynı zamanda Türkiye'nin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelere de açıkça aykırıdır.
SONUÇ
a) Türkiye de anadilde eğitim hakkı önünde anayasanın 42. maddesindeki kısıtlama dışında bir
yasaklamanın olmadığı, bunun ise Lozan anlaşmasındaki hükümler ile birlikte değerlendirildiğinde
hükümsüz olacağı,
b) Anadilde eğitim hakkının yada anadilin öğrenilmesi hakkının bir bütün olarak engellenmesinin
Avrupa Đnsan hakları sözleşmesinin 8 ve 14. maddeleri ile sözleşmeye ek 1 nolu protokolün 2.
maddesinin ihlalini oluşturacağı,
c) Anadilin öğrenilmesi-eğitimi hususundaki engellemelerin konu ile ilgili uluslararası sözleşmelere
açıkça aykırı olduğu,
d) Öğrenciler hakkında başlatılan soruşturmaların Anayasanın 74.maddesine aykırı olduğu,
hukukun temel prensiplerinin çiğnendiği,
e) Üniversite öğrencileri ve diğer vatandaşların verdikleri dilekçeler nedeni ile eğitim haklarından
mahrum edilmeleri ve takibata uğramalarının başta Avrupa Đnsan Hakları sözleşmesi olmak üzere
hukuka aykırı olduğu, bu kişiler hakkında disiplin veya cezai sonuçların ortaya çıkması halinde,
Türkiye'nin başta Avrupa Đnsan hakları Mahkemesi olmak üzere uluslar arası hukuk kurumları
karşısında zor duruma düşeceği ve tazminat ödemek zorunda kalacağı unutulmamalıdır.
*Diyarbakır Barosu Genel Sekreteri
Bırakın siyasallaşsın...
20 Ocak 2002 Sabah
Gülay Göktürk
Teröre karşı demokratik mücadeleden yana olan herkes yıllarca Kürtlere aynı şeyi söyledi:
Terörden uzak durun, sorunlarınızı şiddet yoluyla çözemezsiniz. Demokratik yoldan siyasi
mücadele verin. Ancak o zaman başarı kazanabilirsiniz.
293
Şimdi Kürtler bunu yapıyor. Okullarda Kürtçe'nin seçmeli ders olması için imza topluyor. Yani
demokratik bir hak için siyasi bir kampanya açıyor.
Peki devlet ne yapıyor? Đmza toplayanları ve verenleri hapse yollayıp bu kampanyayı önlemeye
çalışıyor. Gerekçe de, bu kampanyanın arkasında PKK'nın oluşu...
Bilmiyorum, belki gerçekten de imza kampanyasının arkasında PKK vardır. Ama bilelim ki bu
PKK, başka PKK... Şiddeti değil, demokratik mücadeleyi savunan bir PKK... Bu değişim, Đçişleri
Bakanlığı açısından hiçbir anlam ifade etmiyor mu?
***
PKK'nın siyasallaşmasını "yeni bir tehlike" olarak algılayanların anlayamadıkları şu ki;
siyasallaşmak, PKK'nın PKK olmaktan çıkması anlamı taşır. Çünkü PKK deyince aklımıza gelen
en temel özelliği bir terör örgütü olmasıdır. Terörden vazgeçmiş bir terör örgütü olabilir mi? Artık
o örgüt, adı aynı kalsa da aslında başka bir örgüttür.
Siyasallaşmak Đçişleri Bakanlığı'nın sandığı gibi korkulacak bir şey değil, tam tersine, örgütün
içinde taşıdığı bütün hastalıkların panzehiridir.
Demokratik parlamenter rejimi savunanlar, sadece Kürt hareketinin değil, o ülkede varolan bütün
farklı menfaat gruplarının, etnik ve dinsel farklılıklara sahip bütün toplumsal grupların
siyasallaşmasını ve böylece taleplerini meşru kurumlar içinde ortaya koymalarını tercih ederler.
Siyasileşen bir örgüt, artık siyaset yaptığı ülkenin koşullarını gözetmek, halkın nabzını tutmak, o
halkın desteğini almak zorundadır. Geniş kitlelerle kucaklaşmak için, temsil ettiği kitlenin haklı
taleplerini meşru zeminlere aktarmak, demokratik çözüm yolları bulmak, haklı zeminde kalmaya
çalışmak, somut kazanımlar uğruna gerektiğinde uzlaşmayı, geri adım atmayı bilmek zorundadır.
Elbette PKK "artık siyasal mücadele vereceğim" demekle, terör örgütü olduğu döneme ilişkin
suçlarının sorumluluğunu taşımaktan kurtulamaz. O dönemin hesabını vermeye, cezasını çekmeye
devam eder.
Ama eğer örgütün hayatında ikinci bir sayfa açılmışsa ve bu yeni sayfanın temel özelliği terörden
vazgeçmekse, bu değişimi "yeni bir tehdit" olarak değerlendirmek yerine, olumlu karşılamak,
samimiyetini sınamak için bir şans vermek gerekir.
***
Bugün yerim biraz dar. O yüzden, son günlerde basına yansıyan ve "Güvenlik birimlerince"
hazırlandığı söylenen rapor üzerinde bir sonraki yazımda duracağım.
Kürtçe konusu ile devekuşu mantığı...
20 Ocak 2002 Milliyet
Hasan Cemal
294
Ankara'dan yapılan açıklamalara göre, 17 üniversitede 5103 dilekçe verilmiş Kürtçe eğitim için...
Resmi odaklar, eylemlerin siyasallaşma çabası içindeki PKK tarafından düzenlendiğini söylüyor.
Çok sayıda gözaltı var.
11 de tutuklama...
Kürtçe!
Muhsin Kızılkaya'nın Yılmaz Erdoğan'ı anlattığı 'Yılmaz' isimli güzel kitabının bir yerini
işaretlemiştim:
"Hakkari'ye geldiğinde Ankara'yı özledi, Ankara'ya gittiğinde Hakkari burnunda tüttü.
Đki dilli bir çocuk olarak büyüyordu. Hakkari'de evde daha çok Kürtçe konuşuluyordu. Ankara'da
evde ise daha çok Türkçe... Hakkari'de sokakta herkes Kürtçe konuşuyordu, Ankara'da herkes
Türkçe...
Annesiyle Kürtçe konuşuyordu, babaannesiyle Türkçe... Hakkari'de başka bir Türkçe
konuşuluyordu, Ankara'da başka... Hakkari'nin Türkçe’si Kürtçe'ye yakın bir Türkçe'ydi,
Ankara'nın Türkçe’si düzgün bir Türkçe...
Onun için Ankara'dan Hakkari'ye Ankara'da öğrendiği her şeyi unutarak gidiyordu, Hakkari'den
Ankara'ya geldiğinde de Hakkari'de öğrendiklerini...
Kafasının içinde hep iki kasetle dolaşıyor gibiydi; Hakkari'ye ulaştığında Ankara'nın kasetini
çıkarıp Hakkari'ninkini takıyor, Ankara'ya gittiğinde de Hakkari'ninkini...
Hakkari'ye geldiğinde düzgün Türkçe’siyle alay ediliyordu. Tam dilimi düzelttim, artık kimse
benimle dalga geçemez dediği bir anda Ankara'ya gidiyor, bu kez bozuk şivesiyle Ankara'dakiler
dalga geçiyordu." (Sel Yayıncılık, sayfa 79)
Evet, ne olacak Kürtçe?..
Yılmaz Erdoğan'ın anadili Kürtçe. Ama o sahneye çıktığında milyonları Türkçe'yle
dalgalandırıyor, çoşturuyor.
Ne yapacaksınız Kürtçe'yle?..
Milyonlarca vatandaşımızın anadili Kürtçe. Konuşmak serbest. Kürtçe yazmak serbest. Kürtçe
gazete çıkarmak serbest. Dergi de kitap da çıkarabilirsin.
Kürtçe kaset doldurup satabilirsin. Bütün bunlar serbest.
Ama iki yasak var:
Kürtçe radyo televizyonla eğitim...
Bütün bunları yapabilirsiniz, ama iş radyo ve televizyonlardan Kürtçe haber ya da müzik yayına
gelince yasak. Bütün bunları yapabilirsiniz, ama örneğin iş köşe başında bir kurs, bir derslik açıp
Kürtçe öğretmeye gelince yasak.
Bugün televizyonlarda Türkiye dışından yayın yapan Kürtçe televizyon kanalları var. Özellikle
Güneydoğu'da çanak antenlerle PKK'nın yayınları da izlenebiliyor. Kuzey Irak'tan, Đran'dan,
Ermenistan'dan Kürtçe yayın yapan televizyon programları da yok değil. Bütün bu yayınlarda
295
Kürtçe de öğretiliyor.
Biz ne yapacağız?
Deniyor ki Ankara'da:
"Kürtçe radyo ve televizyon serbest bırakılırsa, Kürtçe öğretilirse, Kürtçe eğitime izin
verilirse, Kürt milliyetçiliği gelişir, bu da ayrılıkçılık fikrini güçlendirir."
Bunda gerçek payı var.
Ancak tersten düşünelim:
Kürtçe'yi, Kürt kimliğini yok saymaya devam etsek, bütün bu yasakları Türkiye Cumhuriyeti'nin
sınırları içinde devam ettirsek, Kürtçe yok mu olacak? Hayır. Kürt milliyetçiliği yok mu olacak?
Hayır.
Türkiye'nin komşusu birçok bölge ülkesinde, birçok Avrupa ülkesinde Kürt dili geliştiriliyor,
öğretiliyor. Birçok yerde Kürtçe eğitim var. Enstitülerde Kürt kimliği araştırılıyor, geliştirilmek
isteniyor. Bütün bu ortamlarda tabii Kürt milliyetçiliği de varlığını gösteriyor.
Kürtler yalnız Türkiye'de yaşamadıklarına göre ne yapacağız? Bugüne kadarki yasaklarımızı devam
ettirmenin mantığı nedir?
Bu biraz da devekuşu mantığı!
Öyle değil mi?
Başımızı kuma gömmekle artık bir yere gidemeyiz. Bu resmi mantığın Ankara'da gözden geçirilip
değiştirilmesinin zamanı çoktan geldi. Önce radyo ve televizyona izin verilmesinde, sonra eğitim
konusunun düzenlenmesinde yarar var.
Devlet mi yapsın?
Özel ellere mi bırakılsın?
Đkincisi, yani konunun bireysel haklar çerçevesinde düzenlenmesi daha doğru olabilir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının anadillerine, kimliklerine saygı ve duyarlık gösterilmesi, bu
topraklarda yalnız barış ve esenliği değil, aynı zamanda devletin temellerini güçlendirir
Bazı şeyleri konuşmak neden bu kadar zor...
21 Ocak 2002 Sabah
Mehmet Tezcan
Daha kuruluş günlerinde isyanın her türlüsünü gören, yaşayan bir ülkede..
Uzun yıllar her türlü terörün acısını çeken bir ülkede..
296
Etnik teröre de..
Dinsel teröre de..
Đdeolojik teröre de on binlerce kurban veren bir ülkede..
Bazı şeyleri konuşmak çok zor oluyor..
Devlet de, toplumun bazı kesimleri de, anında tepki gösteriyor..
Çoğu zaman tepki refleks olarak ortaya çıkıyor..
Bu reflekssel tepki, aslında geçmişte yaşananların bilinç altında bıraktığı derin izlerin ürünü..
Bakın, üniversitelerde bir kampanya sürdürülüyor..
Kürtçe eğitim için 5103 dilekçe verilmiş..
Belli ki örgütlü bir eylem..
Bu ayrı bir konu..
Benim değinmek istediğim alan farklı..
Bir grup yazar Kürtçe radyo ve televizyon yayınının sakınca doğurmayacağını, Kürtçe eğitim
konusunun düzenlenebileceğini söylüyor..
Ankara'nın resmi görüşü ise.. Bu, ayrılıkçı akımı güçlendirir..
Peki devletin bu konuda çok hassas olmasının, ayrılıkçı rüzgâr estirir diye karşı çıkmasının ardında
yatan ne?..
Gelin bugün bu bilinç altına bakalım..
Varlık vergisi konusundaki incelemesiyle gündeme gelen Doç Dr. Ayhan Aktar resmi ideolojinin
oluşumunu bakın nasıl anlatıyor:
"Cumhuriyet'in kurucu heyeti uzun bir savaş yaşadı. Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı ve Đstiklal
Savaşı..1912 ile 1922 arasında bu ülkeyi yönetenler on yıl savaştılar.. Bu insanlar ihaneti, işgali,
milliyetçi hareketleri gördüler, mağlubiyeti yaşadılar. Savaş, ve toprak kaybettiler.. Farklı etnik ve
dini gruplardan insanların Osmanlı şemsiyesi altında var olma anlayışı,1912'deki milliyetçilik
akımlarının yarattığı Balkan Savaşı'yla terk edildi.. Yönetici seçkinlerin doğduğu yerler gitti.
Atatürk biliyorsunuz Selanik doğumludur. Bir insanın doğduğu yere bir daha gidemeyecek
olmasının yarattığı bir travma vardır. Cumhuriyet'i kuran kadronun kemiklerine işlemiş bölünme
korkusu bu yıllara dayanır. O neslin bireysel tecrübesi bizde resmi görüş haline geldi. 30-40
yaşında olanlar böyle bir travmayı yaşamadılar.. Onlar kendilerine, topluma ve dünyaya daha çok
güvenerek bakıyorlar."
Đşte Kürtçe konusundaki tartışma da bu noktada düğümleniyor..
297
Ülkeyi yönetenlerde, Balkan Savaşı'yla başlayan, PKK ile yeniden güçlenen 'bölünürüz düşüncesi'
şimdilik ağır basıyor..
Dostum'un kirli ellerini sıkan Türkiye...
21 Ocak 2002 Yeni Şafak
Koray Düzgören
Türkiye'de yazacak çok şey var. Argo tabiri ile hepsi de faullü… Alın bir tek günün haberlerini, alt
alta yazın, Türkiye'nin halini daha iyi anlayacaksınız:
'Siyasal Đslam'la haşır neşir olan ya da devletin 'bölücü' diye nitelendirdiği partilerin içinden gelen
ve 'her nasılsa halkın oyunu alıp yerel yönetimlere seçilen', istenmeyen unsurlara karşı alınan
tedbirlere bakın:
Yerel yönetimlerin can damarları kesiliyor. Gelirleri azaltılıyor. Yetkileri kısılıyor.
Utanmasalar yerel yönetimleri tümden valilere ya da merkeze bağlayacaklar...
Bu da bir başka haber, Đçişleri Bakanı Yücelen'den yeni bir harika daha:
Bakan, yayınladığı genelge ile ana dilde eğitim isteyen Kürt gençlerini peşinen mahkum etmiş.
Mahkemeler dururken bakan kararını vermiş. Yasalarda olmadığı halde suçun tanımını bile
yapmış, savcılara talimat veriyor.
Kendini hem yasa yerine, hem polis yerine (zaten polis), hem de savcı ve yargıç yerine koyuyor.
Bir tek hangi cezaevine konulmaları gerektiğini bildirmemiş. O konuda da Adalet Bakanı'na
güvenmiş. Adalet Bakanı kendisine gereken yardımı nasılsa yapacak ve onları F tipine
yollayacaktır.
Böyle bir rejime ne ad verilebilir acaba?
Bir icraat da Cumhriyet Başsavcısı'ndan. Cumhuriyet Başsavcısı ise yine HADEP'in kapatılmasını
talep ediyor.
Onun da gerekçesi aynı...
HADEP'in ve HADEP'li yöneticilerin tabiri caizse‚ siyasi faaliyetler içinde olduğunu ve bu
faaliyetlerin devletin bölünmez bütünlüğünü tehdit ettiğini söylüyor.
Normal bir hukuk devletinde, benim, devletin başsavcısının 'saygın iddianamesi' hakkında bir
mütalaada bulunmam çok abes kaçabilir.
Tabii normal bir hukuk devletinde, böyle bir iddianame olmayacağı için, benim de böyle abuk bir
yazı yazmam gerekmez...
298
Daha bitmedi...
Emniyet Genel Müdürü de, ana dilde eğitim hakkı talep etmenin PKK'nın siyasallaşma
çabalarının bir parçası olduğunu açıklayıp bunun suç olduğunu ilan ediyor.
Bütün bunları alt alta yazın.
Devlet sanki Kürtler'in yasal değil, illegal faaliyet göstermesini istiyormuş gibi bir manzara ortaya
çıkıyor.
Kürtçe eğitim, anadillerinde eğitim istemek siyasallaşma olarak görülüp mahkum ediliyor.
Buna karşılık aynı devlet, ellleri kirli mi kirli, geçmişi karanlık mı karanlık bir adamın elini sıkıyor.
Afganistan'ın kuzeyinde yaşanan Cenk Kalesi katliamının en önemli sorumlularından biri olan
General Dostum'la cilveleşiyor.
Afganistan'da işbirliği yaptığı isme bakar mısınız?
Uluslararası Af Örgütü, Cenk Kalesi'nde bir insanlık suçu işlendiğini savunuyor.
Đnsan haklarına duyarlı dünya kamuoyu, yakında Dostum'un yakasına yapışacak. Bu kesin.
Dostum ise Türkiye'nin korumasında.
MIT'in güvenli evlerinde barındırılan ailesini ziyarete gelip, Genelkurmay'ın askeri hastanesinde
sağlık kontrolünden geçiriliyor.
MĐT'in uçakları ile dolaştırılıyor.
Peşinde bir gazeteci ordusu.
Cenk Kalesi katliamından söz eden yok.
Ön plana çıkarılan, Dostum'un şeriatçı olmadığı…
Bu yetiyor. Şeriatçı olmasın da, elleri kanlı olsun... Devlet için farketmez.
Bunlar yetmediyse başka haberler de var:
Ecevit'in sona eren ABD gezisine ne demeli?
Başbakan, ABD Başkanı Bush'un Irak'la ilgili açıklamalarından çok tatmin olmuş.
O kadar tatmin olmuş ki, Irak konusundaki endişelerini bile dile getirmemiş.
Onun, nasılsa Türkiye'nin endişelerini dikkate alacağını biliyormuş...
299
ABD Irak'a karşı harekata başladıktan sonra Türkiye'ye mutlaka haber verecektir, bundan ben de
eminim.
Türkiye dışarda, Dostum gibi şaibeli, eli kanlı liderlerin elini sıkıp sırtını sıvazlayarak, içerde kendi
vatandaşlarına karşı düşmanca bir politika izleyerek; yine dışarda ABD ve IMF'ye boyun eğip,
içerde şahinliğini ve zalimliğini sürdürerek nereye kadar gidebilecek?
Üstelik bunlar sadece bir günün tutarsızlıkları....
Pusulasız Kürt siyaseti
21 Ocak 2002 Radikal
Enis Berberoğlu
Siyasi sorunu hukuki çerçevede tartışmak zaten zordur. Hele Kürtçe eğitim ve yayın hakkı gibi
hukuken mayınlı sahaya girmek hepten akla ziyandır.
Köşe yazılarını kanun hükmünde kararname zihniyeti ve üslubuyla kaleme alanlara özendiğimizi
sanmayın. Ama teröre taviz veririz korkusuyla, Kürt oylarını toplama hevesi arasında sıkışan
siyasetin direksiyon hâkimiyetini kaybettiği kaygan hukuki zemini birkaç soru-yanıtla yoklamamız
zorunlu.
***
Soru bir: Kürtçe yasağı ne zaman konuldu, nasıl kalktı?
Yanıt bir: 12 Eylül yönetimi 2932 sayılı yasayla şu yasağı koydu: "Türk Devleti tarafından tanınmış
bulunan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklanması,
yayılması ve yayınlanması yasaktır."
Kürtçe herhangi bir devletin birinci resmi dili olmadığı için yasaklandı. 1991'de Körfez Savaşı
sırasında Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın isteğiyle Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen hükümle
bu yasa yürürlükten kaldırıldı. Böylece resmen yasaklı dil kalmadı, Kürtçe kitap, dergi ve gazeteler
yayımlandı, kaset, CD'ler çıktı.
Soru iki: O zaman Kürtçe TV neden hâlâ yasak?
Yanıt iki: RTÜK Yasası, son Anayasa değişikliğine rağmen şu hükmüyle Kürtçe TV'ye geçit
vermiyor: "Radyo ve TV yayınlarının Türkçe yapılması, ancak, evrensel kültür ve bilim eserlerinin
oluşmasında katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya bu dillerde haber iletilmesi amacıyla bu
dillerin kullanılması..."
Soru üç: Son Anayasa değişikliği ile Kürtçe eğitim serbest bırakıldı mı?
Yanıt üç: Hayır, Kürtçe eğitim Anayasa'nın 42'nci maddesine aykırı: "Türkçeden başka hiçbir dil,
eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez."
300
***
Son bağımsız Türk devletinin hukuk marifetiyle sergilediği siyasi komediye bakın.
Kürtçe kitap yazmaya, türkü yakmaya izin var. Ama bu kitapları okuyacak, müziği dinleyeceklerin
o dili öğrenmeleri kişisel gayretlerine bırakılmış. Resmi veya dershane gibi özel kurumlarda Kürtçe
öğretilmesi yasak!
Avrupa Birliği'nin gözünü boyamak için Anayasa'nın iki maddesi değişti.
"Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil
kullanılamaz" hükmü Anayasa'dan temizlendi. Ama TV'den Kürtçe kelam etmek yasak!
Doğaldır ki siyaset bu kadar saçmalamayı, çelişkiyi affetmez. Nitekim üniversitelerde seçmeli
Kürtçe ders konulmasını talep eden toplu dilekçeler verilmeye başlandı. Eylem Dicle
Üniversitesi'nden Trakya ve 100'üncü Yıl Van Üniversiteleri'ne yayıldı.
Đçişleri Bakanı Yücelen mesele asayişe tecavüz sınırına dayanınca hemen harekete geçti. Bakan
bey, Jandarma Genel Komutanlığı ile valileri 'PKK yeni eylemiyle Kürt kimliğini öne çıkarmayı
amaçlıyor' diye uyardı. (1992 ilkbaharında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ile Erdal
Đnönü'nün Diyarbakır'da Kürt kimliğini tanımalarının onuncu yıldönümü işte böyle kutlandı.)
Đçişleri Bakanı'nın 'Bu durum Anayasa'ya aykırıdır' uyarısına uyan güvenlik güçleri dilekçe
verenleri gözaltına almaya, DGM'ler inceleme açmaya başladı.
Durumdan vazife çıkaran YÖK Başkanı Kemal Gürüz dilekçe eylemcilerini üniversiteden bir-iki
yarıyıl uzaklaştıracak ve tamamen ilişkisini kesecek yönetmeliği işletti. Afyon Kocatepe
Üniversitesi'nde bu cezalar uygulandı. Anayasa korumasındaki dilekçe verme hakkı ayaklar altına
alındı...
***
Ama Türkiye Cumhuriyeti'nin kitleler halinde rejim düşmanı yaratma hünerine her zaman şaştık
kaldık. 12 Eylül öncesinde bu ülkedeki imanlı Marksist sayısı sanırız Sovyetler'den fazlaydı. Siyasi
Đslam yanlış politikalar sonucunda ülkenin ilk partisi haline geldi, iktidardan uzaklaştırılması
'postmodern darbe'yle mümkün oldu. Güneydoğu'daki yangın o ölçüde büyüdü ki, dönemin
Genelkurmay Başkanı 'Cudi'ye bayrak diktik' diye övündü. O nedenle Kürtçe eğitim deyip
geçmeyin.
Pusulasız Kürt siyasetinde despot devletimiz toplumu disiplin altına tutabileceği yeni öcüye
kavuşuyor. Kürt kanıyla beslenen PKK taban yaratacağı taze çelişki buluyor.
'Ne olursa olsun, ama kavga çıkmasın' derdimiz bu yüzden. Meselenin hak alma-verme ekseninde
tartışılması abestir. Siyaset kurumu ve devlet politikası ancak Kürtçenin resmi okullardaki
statüsüne karışabilir. Ama vatandaşın kendi parasıyla ve zamanıyla yapacağına kimse müdahale
etmemelidir. Dileyen Kürtçe öğrenir, isteyen Çinçe...
Đsteyen Almanca kursu açar, müşterisini bulan Kürtçe. Hani 'Konuşan Türkiye' vardı. Dilden bu
kadar korkulur mu?
Dilekçelerden görünenler
301
21 Ocak 2002 Evrensel
Gençliğin Sesi
Dilekçe nedir? “Ben şunun olmasını istiyorum” diye yetkili makamlara sunulan bir talep. Yani,
dilekçe yazma sebebi, olmayan, yapılmayan bir şeydir ki, “Bilginize arz ederim”, “Gereğinin
yapılmasını rica ederim” densin. Çoğu zaman, “Büyüğümsün, derdime bir çare” anlamına da gelir.
Sorun, birden çok kişinin sorunu ise, aynı taleple birden çok dilekçe verilmesinden, hatta bunun,
daha etkili olması için planlanarak yapılmasından daha doğal bir şey olamaz.
Bu kadar alçakgönüllü bir talep iletme biçimine, yetkili makamlar tarafından çeşitli karşılıklar
verilebilir. Örneğin, kabul edilebilir elbette. Kibarca reddedilebilir, sözgelimi, değerlendirmeye
alınır da bir türlü bir sonuç alınamaz vs. “Mümkünatı yok” diye açıklama yapılır. Hiç açıklama
yapılmaz, dilekçe sahipleri süründürülür. Daha bunun gibi ilginç karşılıklara bu topraklar üzerinde
yaşayanlar alışıktırlar.
Geçen haftalarda bir de, dilekçe vereni tutuklayıp DGM’de yargılamak çıktı. Gerekçe ise, “güler
misin, ağlar mısın?” türünden: Efendim, bölücü örgüt de aynısından istiyormuş, hem de onun için
harekete geçme talimatı vermiş. “‘Sivil itaatsizlik’ yapın” demiş.
Öyle ya, dilekçe verip, “gereğinin yapılmasını rica etmekten” daha büyük sivil itaatsizlik olur mu?
Sözü edilenin anadilde eğitim görmek için dilekçe veren Kürt öğrenciler olduğu anlaşılmıştır. Bu
ülkede ilk kez Kürtçe eğitim görme talebiyle harekete geçilmiyor. Önceden, hükümetlerin Avrupa
hayalleri şimdiki kadar “uçuk” olmuyordu ama, daha başka karşılıklar gösterilmesine alışmıştık.
“Anayasa’da yassak” diyorlardı ki, o zaman gerçekten de “daha” doğru oluyordu. Şimdi de
aynısını diyorlarsa da, laf olsun diye söyledikleri ortada. Çünkü anadilde eğitim talebinin uygun
olduğu yasal ve anayasal hükümler ve uluslararası antlaşmalar olduğu, hatta bir kısmının yeni
kabul edildiği biliniyor. Dilekçe sahibi öğrenciler tarafından, “Yok öyle bir şey” denebileceği de
tahmin edilmiş ki, dilekçe metninin çoğunu bu yasa, anayasa maddelerine ayırmışlar.
“Terörist örgüt de bunu istiyor” savunması ise, gençliğin taleplerinin egemenler için nasıl
algılandığının çok açık ve vahim bir göstergesi. Bu tuhaf savunma o kadar utanç verici ki, “Kürtçe
diye bir dil bile yok” iddiasını aratıyor. O en azından nesnel bir tartışmaya girmeye ve hatta
temelinde ikna etmeye dayalı bir iddiadır, gençlerin, halkın çoğu bunun doğru olmadığını bilse de.
Oysa, anadilde eğitim görmek isteyen Kürt öğrenciler, ilkokula kadar kendilerini bir dilde ifade
etmeye alıştıktan sonra, öğrenim hayatlarında başka bir dille karşılaştıklarında nasıl afalladıklarını
ifade ediyor, üniversite öğrencisi olmuş gençler, ne Kürtçe’yi ne Türkçe’yi doğru düzgün
konuşamadıklarını anlatıyorlar. Yetkililerin buna verdikleri karşılığın “Bunu bölücü örgüt istiyor”
olması, bu yüzden çok acı. Yalnızca bu karşılığı vermekle de kalmıyorlar, hem Türkçe’de hem
Kürtçe’de zorlanan öğrenciler bir çözüm yolu önerdiler diye DGM’lik olup, cezaevlerine
giriyorlar.
Bu, gençliğin, sorunlarına çözüm bulabilmek, sesini duyurabilmek için ne kadar sıkı bir
çalışmanın, hareketlenmenin, örgütlenmenin ihtiyacını duyduklarını çok acı biçimde yeniden
gösterdi.
302
Hatta birileri var...
21 Ocak 2002 Yeni Şafak
Ali Bayranoğlu
Pazartesi gecesi Adalet Bakanı'nın bir yemek daveti vardı, Yeni Şafak'tan Selahhattin Sadıkoğlu ve
Kürşat Bumin'le katıldık bu yemeğe. Yemek öncesi ayaküstü sohbette bakana, Genelkurmay
Başkanlığı'nın 8 ayrı şuç duyurusu üzerine, 8 ayrı dosyadan yargılandığım TCK'nın 159. Madde'si
hakkında bir soru sordum.
Sorum basitti:
"Çoğu ilk celsede beraatle sonuçlanan, herhangi bir suç unsuru bulunmayan yazılar hakkında dava
açılmasına neden izin veriyorsunuz; bu maddeden dava açılabilmesi, bir başka maddeye göre sizin
izninize bağlı, onay vermezseniz açılmaz?"
Yanıt da basitti:
"Hep karıştırılıyor, yasa izin için bakan değil, bakanlık diyor, izin veren bakanlık…"
Tekrar sordum:
"Ama izin adalet bakanı adına veriliyor, imza sizin adınıza atılıyor; söz konusu olan ülkenin
yazarları, aydınları olunca, neden bakan bu işe el atmaz?"
Bunun üzerine, "Genelkurmay'ın suç duyuruları değil mi" dedi, bakan, "Đşte bizim önümüze suç
duyurusu gelince, hüküm vermemiz olmuyor, mahkemelere havale ediliyor…"
Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, beğendiğim, karışık meselelerde zor işlerin altından kalktığına
inandığım bakanlardan birisiydi. Ne var ki, sadece 159. Madde konusunda değil, örneğin
hapishane operasyonlarının yapılış şekli konusunda ipi elden kaçırdığını, devletin derin
koridorlarında alınan kararları izlemek zorunda kaldığını, daha sonra bunlara aktif bir şekilde
katıldığını gördükçe, bu beğenim yara aldı. Yine de zaman zaman bir başkası yerine onun Adalet
Bakanı olmasının bir şans olduğunu düşünmüşümdür.
Ama o akşam Hikmet Sami Türk'te madalyonun diğer yüzünü gördüm.
Yemek esnasında Kürşat Bumin:
"Bildiğim kadar, dilekçe vermek bir haktır, Kürtçe eğitim konusunda dilekçe veren ögrencilere
Terörle Mücadele Yasası çerçevesinde soruşturma açılması için Adalet Bakanlığı'nın DGM
savcılarına genelge gönderdiği doğru mu?" diye sorunca, "Evet" dedi bakan ve ekledi: "Peki siz bu
dilekçeleri okudunuz mu? PKK'nın siyasallaşma çabalarından haberiniz var mı?"
303
Bence bu mantık bildik bir devlet bakışı olsa da, bir hukuk profesörü tarafından yürütülürse,
bardağı taşıran damla olur…
Birileri için hak olan bir eylem, başkaları için suç olarak değerlendirilirse… Üstelik bu kişilerin
eylemlerinden çok niyetlerinden yola çıkılırsa… Bu niyet tahmini devletin ne kadar manipülatif
olup olmadığı belli olmayan istihbarat raporlarınca ürettiği bilgiye dayanırsa… Ve takibata uğrayan
hukukun icap ettirdiği gibi tek tek kişiler değil, neredeyse dilekçe veren tüm öğrenciler ise, yani bir
kimlikse… Bardak taşar… Yönetemeyen bir yönetimin aczi ortaya çıkar ve aczin bedeli ne yazık
ki, hak gaspı ve otoriterleşme olur…
Demokrasiyi dilinden düşürmeyen bakanı anlamak zor…
Görünen o ki, istihbarat raporları Kürtçe eğitim talebini PKK'nın siyasallaşma çabasının ilk adımı
olarak tanımlayınca düğmeye basıldı. Đçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve YÖK aynı anda
harekete geçti. 1500 öğrenci hakkında soruşturma başlatıldı. Đvedi olarak 18 kişi tutuklandı, 162
kişi gözaltına alındı.
Çünkü istihbarat raporları, Kürtçe eğitim eyleminin PKK'nın 6. Konferansında alınan bir kararla
uygulandığını söylüyor.
Ne var ki, biz bu "raporların gerçeği mi yansıttığını yoksa sistemi sıkıştıran bir talebin
bastırılmasında kamuoyunu ve dış dünyayı tatmin edecek bir gerekçe olarak mı kullanıldığını
bilmiyoruz".
Şimdi soralım:
Eğer istihbarat raporları doğruysa, yani üniversitelerde binlerce, onbinlerce öğrenci PKK'nın
talebi üzerine bir anda harekete geçebiliyorsa, bu sorun siyasi önlemler almadan, "stratejik bilgi"
dışında "toplumsal bilgi" merkez alınmadan, salt asayiş tedbirleriyle çözülür mü yoksa azar mı?
159. Ve 160. Madde konusunda olduğu gibi belli ki hatta birileri var. Ve Adalet Bakanı örneğinin
işaret ettiği "yetkisi olmayan sorumlular cehennemi" her cephesinde alabildiğine yanmaya devam
ediyor… 11 Eylül destekli güvenlik akımı, siyaset ve hukuk alanında ilerlemeyi ve sorunlar içinden
çıkılmaz hale gelmeyi sürdürüyor.
Dilekçe vermek suç oldu
22 Ocak 2002 Evrensel
Çetin Diyar
Đçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, yayımladığı genelgede, Kürtçe eğitim için dilekçe verenlerin
sayısındaki artışa dikkat çekerek, bunun Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtmiş. “Kürtçe genelgesi”
304
olarak da adlandırılabilecek genelgede, “Bölücü terör örgütünün sivil itaatsizlik ve siyasal
başkaldırı adı verilen yeni bir stratejiyi uygulamaya çalıştığı” belirtilerek dilekçeler karşısında
“uyanık” olunmasını istemiş. Genelge 81 ilin valiliklerine ve Jandarma Genel Komutanlığı’na
gönderildi. Böylece, ezmek ve sindirmek mantığına sahip olanlarca, dilekçe vermenin masumane
bir tutum olmayacağı tespit edilerek gereğinin yapılması emredilmiş oluyor. Dilekçe verme hakkı
yıllardır başvurulan “bölücülük”, “terörizm”, “anarşi” vb. kavramlarla sarmalanarak, halkın
gözünde “vatan ve millet düşmanlarının bir eylemi” olarak mahkum edilmiş, bu suça teşebbüs
edenler de linç edilmeyi hak eden “vatan hainleri” olarak cezayı hak etmiş oldular!
Genelgeyle, dilekçelerle Kürt kimliğinin öne çıkarılmak istendiği belirtilmiş ve durumun
“bölücülük” ve “terörizm” kapsamındaki suçlara dahil edilmesi istenip, dilekçe verilen her yerde
karşılaşılan terör ve şiddet yasallaştırılmış oluyor.
HAK TALEBĐ ĐHTĐYAÇTAN DOĞAR
Kamuoyunun bilgisi dahilinde olduğu gibi, dilekçe verenlerin başına gelen pişmiş tavuğun başına
gelmedi! Dolayısıyla, genelge süregeleni ve onaylamış olmaktan öte bir işlev görmeyecektir.
Ancak, “Hukukun egemen olduğu bir ülkede dilekçe verme özgürlüğü vardır” laflarının nasıl bir
yalan olduğu bir kez daha sınanmış oldu. 34 maddelik Anayasa değişikliği ve uyum yasalarının ne
ifade ettiği de daha iyi anlaşılıyor. Ve aslında bu durum bir kez daha gösteriyor ki, işçiler ve
emekçiler, ezilenler ve sömürülenler haklarını ve özgürlüklerini mücadele ederek kazanırlar ve
kendi yasalarını kendileri yaparlar.
Yasal haklar kullanılsın diye vardır. Ama burjuva egemenliği, ya da burjuva diktatörlüğünün bir
karikatürü olan Türkiye’de her hakkın kullanımı sermayenin ve gericiliğin baskı ve saldırılarını
göğüslemeyi ve püskürtmeyi gerektirmektedir. “Demokratik hukuk devleti, uygar, eşitlikçi ve
bağımsız bir ülke” olduğu tekrar edilip durulan Türkiye’de vatandaşlar “Madem bu hakkımız
yasalarda var öyleyse biz de kullanabiliriz” dedikleri an bu durum değişiyor. Dilekçe verme
hakkının başına gelen de budur. Oysa, haklar insanların ihtiyaçları olarak ortaya çıkarlar ve söz
konusu hakkın daha önce olup olmadığına bakılmaksızın, ihtiyaca yanıt vermesi asıl olandır. Ama,
Đçişleri Bakanlığı’nın genelgesiyle, 21. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti’nde dilekçe verme hakkı
resmen yasaklanıyor.
BU GENELGE TARĐHĐ BĐR VESĐKADIR
Đçişleri Bakanı’nın yayınladığı bu genelge aslında hak ve özgürlüklerin öyle herkes tarafından ve
dilediğince kullanılamayacağı, hak kullanmanın ve dilekçe vermenin vatandaşın doğal hakkı
olduğu gibi safsatalara inanılmaması gerektiğini resmen tebliğ etmiş oluyor. Bu durumda, anadilde
eğitim hakkı talebinde bulunan Kürtlerin önce içeriğini izah ederek, nasıl bir dilekçe vermek
istediklerini, bu dilekçeyi verip veremeyeceklerini Đçişleri Bakanlığı’na, ya da devletin uygun
gördüğü makama sormaları ve yanıtını beklemeleri gerekecektir. Devlet uygun görürse dilekçe
vermelidirler! Bu trajikomik durum gerici egemen sınıfların yönetme tarzlarının bir göstergesi
olarak işlev görmektedir. On yıllardır gerici ve faşist yasaların hüküm sürdüğü yönetme tarzından
başka seçenekleri bulunmayan, demokrasi ve özgürlük düşmanı gerici egemen sınıflar işçi ve
emekçilerin ve halkların talepleri karşısında hep bu tutumu sürdürdüler. Vatandaşın dilekçe verme
hakkı karşısında devletin takındığı tutumun resmi belgesi olması bakımından Đçişleri Bakanlığı’nın
bu genelgesi tarihi bir vesika olarak işlev görecektir.
HUKUKÇULAR BU DURUMA SESSĐZ KALMAMALIDIR
Duruma hukuk çevreleri de duyarsız kalmaktadırlar. Dilekçenin içeriğine katılıp katılmamaktan
305
bağımsız olarak bir talebe yasaklama ve şiddetle yanıt verme tutumu kabul edilmemeli ve karşı
çıkılmalıdır. Ortada bir hukuk skandalı varken, vatandaşın dilekçe verme hakkının doğal bir hak
olduğu, dilekçenin içeriğinin ve dilekçeyle dile getirilenin talebin ne olduğundan bağımsız olarak
bu hakkın engellenemeyeceği ve hiçbir şarta bağlanamayacağı gibi bir gerçek varken ve bu durum
günlerdir şiddetle yanıt buluyorken barolar, hukukçu dernekleri, hukukçular ve kamuoyu bu
durum karşısında sessiz kalmamalıdır. Dilekçe vermeyi bile “vatanın bölünmez bütünlüğü” ile
ilişkilendiren ve “zorla değiştirme” kategorisindeki suçlara dahil eden baskıcı ve yasakçı yaklaşım
kabul edilmemelidir.
Eğitim dili, dil eğitimi
22 Ocak 2002 Radikal
Tarhan Erdem
Yaygın eyleme dönüşen 'anadilde eğitim' istekleri, 30 yıldır hastaneler, okullar, trafik.. yönetiminde
gösterilen beceri ve basiretle karşılanıyor! Başka türlüsü de beklenebilir mi?
Đçişleri Bakanlığı, Anayasa'nın, "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk
vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz" hükmünü içeren 42. maddesini hatırlatarak dilekçe
verenlerin 'Anayasa'nın 14. maddesindeki hükmü de ihlal ettiğini' söyledi. (19 Ocak tarihli
gazeteler)
Bakanlığın dilekçe vermeyi, 'devletin bütünlüğünü bozmayı, demokratik ve laik Cumhuriyet'i
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyet' olarak gördüğü anlaşılmaktadır.
'Dilekçe vermekle', 'bölünmez bütünlüğün' bozulacağının bağdaştırılabileceğini sanan yöneticiye
'basiretli' diyebilir misiniz?
Başbakan yardımcısının teşhisi de şöyle:
"Son zamanlarda bölücü unsurların, yeni stratejileri çerçevesinde, çeşitli eylemler geliştirdiği ve
amaçlarına dolaylı yoldan ulaşmak istediği anlaşılmaktadır." (Nevşehir, 20 Ocak)
Sayın Bahçeli'nin söylediği gibi, 'bölücü unsurların', 'Kürtçe eğitim' dilekçelerini
'amaçlarına dolaylı yoldan ulaşmak' için kullandıkları doğrudur. Bir başka doğru da, kampanyayı
başlatanların hükümetin tepkisini gerçekleştiği gibi tahmin etmiş olmalarıdır: Sorun çıkarmak
isteyenlerin tam istedikleri gibi, gözaltına almalarla konu eğitim dışına taşırılmıştır.
Rektörler, kaymakamlar, okul müdürleri.. dilekçeleri verenlere 'incelerim, elimden geleni yaparım'
deseler; konuyu koalisyon partileri konuşup inceleseler, kamuoyunun tartışma yolu açılsa, işin
sokağa dökülmesinden daha doğru olmaz mıydı? Sayın Bahçeli'nin sergilediği politikalarla devam
edilirse, önümüzdeki günlerde başımızın belaya gireceği açık değil mi?
Dönülmesi zor dehlizlere girmeden, saplantılarımızı irdelemeye başlamalı, olanaklarımızla insan
haklarının uyumunu sağlamaya çalışmalıyız. Hükümet, şöyle veya böyle, ama mutlaka, açık bir
politika belirlemelidir.
Politika belirlemeden; okullarda yabancı dillerin öğretilmesi, okullarda Türkçe dışında dillerde
eğitim yapılması, özel okullarla devlet okulları arasında yabancı dil öğretimi ve yabancı bir dille
306
eğitimde farklılık, devlet ve vakıf üniversitelerinde yerel dilleri inceleyen bölümlerin açılması, (...)
konularında açıklığa kavuşulmalıdır. Okullarda Đngilizce, Kırgızca öğretilmesiyle; bir okulda
matematik, kimya, coğrafya gibi derslerin Fransızca, Kürtçe anlatılması çok farklı şeylerdir. Özel
veya devlet okullarında Çerkezce öğretilmesi veya eğitim yapılabilmesi, devlet okullarında
Almancanın tercihli ders olması (...) açık politikalar yoksa nasıl kararlaştırılacaktır?
Resmi dil, Türkçe dışında anadille eğitim, ilköğretimde dil, bir dilin öğrenilmesi, eğitimin bir
yabancı dil ile yapılması, azınlık hakları, bireysel haklar, (...) kavramları değişik tanımlanıyor.
Türkçe dışında anadil nerede, hangi düzeydeki hangi okullarda öğrenilecek ve geliştirilecek,
bedelini kim ödeyecektir? Đlköğretim dışında ve devamında Kürtçenin öğretilmesini veya Kürtçe
eğitim yapacak okul kurmayı istemek azınlık hakkı ya da bireysel hak olarak mı görülüyor? Bana
göre bunlar azınlık hakkı değil, bireysel haklardır.
Konuları ve kavramları ortak tanımlara ulaştırıp, açık politikalar belirlemeye çalışmak yerine;
'42'nci madde', 'bölücülük', 'kamusal alan' gibi açıklamalarla sonuç alınamaz, huzur ve güven
bozulur.
Kürtçe eğitim
22 Ocak 2002 Evrensel
Kamil Tekin Sürek
Kürtçe eğitim talebinde bulunanlar beşer onar gözaltına alınıyor. Đçişleri Bakanı polise talimat
göndermiş. Fakat, savcılar gözaltına alınanları hangi suçla itham edeceklerini bilemiyor. Çünkü,
Kürtçe eğitim istemek bir suç değil. Bu nedenle birtakım zorlamalarla suç uydurulmaya çalışılıyor.
Đçişleri Bakanı polise gönderdiği talimatta suçu da belirtiyor: PKK örgütüne yardım ve yataklık
etmek. Yani, TCK 169. maddeyi ihlal. Peki, ‘Kürtçe öğrenmek istiyoruz, bunun için müfredatınıza
Kürtçe dersi koyun’ demek nasıl PKK’ye yardım ve yataklık etmek oluyor? Đçişleri onu da
düşünmüş elbet. Efendim, PKK, bilmem kaçıncı kongresinde Kürtçe eğitim konusunda karar
almış. Sadece PKK mi böyle karar almış. Başka parti yok mu Kürtçe eğitim konusunu
programında ya da kararlarında dile getiren? Var elbette. Benim bildiğim en azından EMEP
Kürtçe eğitim, Kürt kültürünü geliştirme, Kürtçe yayın haklarını savunuyor. CHP bile zamanında
bir Kürt Raporu hazırlamış ve sözde de olsa Kürtçe eğitim ve yayın hakkını savunmuştu. Demek
ki, PKK işin bahanesi. Devlet Kürtçe eğitim talebini kabul etmiyor.
Silahlı çatışmaların sürdüğü günlerde, pek çok aydın, yazar çizer ya da kendine demokrat diyen
zevat, “terör bitsin Kürtçe eğitim, Kürtçe yayın hakkını devlet tanıyacak” diye sabah akşam fetva
veriyordu. Hatta, bazıları bu sözleri devlet adına verdiklerini dahi ima ediyordu. Mesut Yılmaz
AB’ye giden yolun Diyarbakır’dan geçtiğini ilan etti.
AB sözcüleri ve Avrupalı devletlerin temsilcileri ise, Kürtçe eğitim ve yayın hakkını her
konuşmalarında dile getiriyordu.
Bu sözler, çok sayıda insanı kandırmaya yetti.
307
Aslında, devlet dört sene önce, silahlı mücadeleyi kazanmasının hemen ardından Kürt politikasını
ilan etmişti. Dağlara götürdükleri üniformalı gazeteciler aracılığıyla silahlı mücadelenin
kazanıldığını, bundan sonraki aşamanın asimilasyon politikasını hızlandırmak olduğunu açıkladılar.
Ecevit’in Köy-Kent Projesi de asimilasyon politikasının bir unsuru olarak yeniden hortlatıldı.
Diyarbakırspor’u birinci lige çıkarttılar.
11 Eylül’den sonra da AB’li devletlerin sözde insan hakları savunucusu sözcüleri Kürtçe eğitim ve
yayın hakkı vb. ağızlarına almaz oldular.
Gelinen noktada tecrübe ile bir kere daha sabit oldu ki, her türlü hak ve özgürlüğün kazanılması
için işçi sınıfı ve emekçi halkın mücadelesinden başka yol yoktur. AB’li ya da ABD’li
emperyalistlere güvenmenin, egemen güçlerin sözlerine inanmanın sonu hüsrandır.
Ne yapılacaksa işçi sınıfı ve emekçilerle yapılacak. ‘Đşçi sınıfı bizim sorunlarımıza duyarsız’ diye
bahane ileri sürmek de doğru değil. Đşçi sınıfının taleplerimize duyarsız olduğunu düşünüyorsak,
işçi sınıfını duyarlı hale getirmeye çalışacağız.
Avrupalı emperyalistleri ve burjuvaziyi duyarlı hale getirmek için sarf edilecek çaba, işçi ve
emekçileri duyarlı hale getirmek için harcansa, en azından işçi sınıfının sorunlarına ve eylemine bu
kadar uzak durulmasa, şimdi farklı bir noktada olunurdu.
Kürtçe dilekçeleri
23 Ocak 2002 Sabah
Okay Gönensin
Çeşitli üniversitelerde, Kürtçe’nin ders olarak okutulması için dilekçe veren öğrencilerin yarattığı
sıkıntı, bir sıkıntıyı çözmek yerine kendi kendimize büyütme kapasitemizin son örneğidir.
Olayın bir yanı, dilekçe "harekâtı"nın "örgütlü" olmasıdır. Birçok üniversitede yüzlerce öğrenci
koordine bir şekilde hareket etmiştir. Bu örgütlü hareket kuşkucu yanımızı canlandırmıştır.
Kimileri daha baştan bu eylemi "PKK'nın siyasallaşmasının bir parçası" olarak görmüştür.
Terörle herhangi bir sonuç almanın imkânsızlığının görülmüş ve kabul edilmiş olması, başlı
başına, terörden çok fazla acı çekmiş bir toplum açısından önemlidir. Dilekçe eyleminin ilk andan
itibaren PKK'ya bağlanması ise çok anlamlı değildir. Türkiye'de yaşayan Kürt kökenli Türk
vatandaşlarının tümünün PKK kontrolünde olduğunu düşünmek ve bundan kuşkulanmak hem
haksızlıktır hem de bu topluma güvensizliğin en tepe noktasıdır.
Abartılı tepki, tersine sonuç
Dilekçe eylemi kendi başına, yasalar açısından da temel hukuk kuralları açısından da suç değildir.
Bu eylemin yasa dışı bir örgüt tarafından düzenlendiği kanıtlanana kadar da bu eyleme katılan
öğrencilere "örgüt üyesi" ve "terör destekçisi" muamelesi yapılmasının, hukukun ötesinde vicdani
olarak anlamı da yoktur.
308
"Baştan vuralım ki iş büyümesin" mantığının hiçbir geçerliliği olmadığı da bundan önceki sayısız
örnekle kanıtlanmıştır. Ayrıca dilekçe eylemi bir süredir devam etmektedir. Dilekçeler kendi
hallerinde verilmeye devam ederken birden "ağır" bir tepki ortaya çıkmıştır.
Bu dilekçeleri alan yetkililer, üniversite yöneticileri basit cevaplarla olayı "kendi" boyutunda
tutabilirlerdi, yine de tutabilirler. Bu tarz bir eylemin gerçek anlamda siyasallaşması ve kendi
boyutunun dışına taşmasının en garantili yolu, ölçüsüz ve abartılmış tepkilerle karşılanmasıdır.
Türkiye demokrasiye alışmalı
Avrupa ile farklı bir süreç içine girildiğine ilişkin iyimser yaklaşımların öne çıktığı bir ortamda bu
tarz "zorlamalar"ın gündemin önüne yerleştirilmesi çabaları da başka kuşkular yaratmaktadır.
Asıl gündem, "uyum yasaları" adı verilen ve yasalarımızdaki çok açık anti-demokratik hükümlerin
temizlenmesi ve düzeltilmesidir. Böyle bir dönemde dilekçe eylemlerinin birdenbire büyük bir
mesele haline dönüştürülmek istenmesi, eylemin kendisinden daha tehlikelidir.
Türkiye, bütün anlamlarıyla, bütün içeriğiyle demokrasiye "alışmak" ve onu hazmetmek
aşamasındadır. Bünyede, alışmayı ve hazmetmeyi reddeden unsurlar vardır ve bunlar dilekçe
eyleminde aradıkları gerekçelerden birini bulduklarını düşünerek seslerini yükseltmeye
başlamışlardır.
Güvenliğin gerçek güvencesi
Kürtçe dilekçesi verenlerin tutuklanması, birilerinin yine Türkiye'nin güvenliği büyük bir tehdit
altına girmiş gibi bağırmaya başlamalarıyla ne Türkiye'nin güvenliği sağlanabilir ne de olaylar kendi
boyutları içinde tutulabilir.
Birileri Kürtçe için dilekçe versin, başkaları da başka diller için dilekçe versin ve bütün bunlara
tepkimiz kendine güvenen, demokrasiyi hazmetmiş bir toplumun hoşgörü sınırları içinde kalsın.
Türkiye'nin güvenlik ve bütünlüğünün gerçek güvencesi bu güven ve hoşgörüdür.
Anadil Varoluştur
23 Ocak 2002 Özgürpolitika
SUZAN SAMANCI
'Bir ulusu yok etmek istiyorsanız topa tüfeğe hiç gerek yoktur, anadilini kısıtlayın yeter" diyen
filozoftan sonra insan bir şey yazmak istemiyor doğrusu.
Anadilde eğitimin haklı talebi karşısındaki aymazlık ve sert duruşa bir anlam veremiyor insan!
Nedir bu inat ve paranoya? Bu yaratıcılık çağında, ortaçağ mantığıyla hareket etmek; erimeye ve
çürümeye evet demek değil midir?
Đnsan tarih boyunca kendisini dönüştüren bir tarihsel varlıktır. Ve her birey dilini ait olduğu
toplumdan edinir. Dil, duyularımızın ve düşüncelerimizin uzantısıdır, oluşumdur, iletişimdir.
Hayvanlar doğal yetileriyle yaşamlarını sürdürebilirler, oysa insan dil sayesinde iletişim kurar.
309
Bu nedenle dil: Duygu ve düşüncemizin en önemli aracı ve bütünleyici öğesidir.
Uygarlıklar, kültürler ve diller yarattı; bir çoğu tarihin çıkmaz sokaklarında boğulup kalırken, bir
çoğu da serpilip özgürleşti. Ancak dili olanın tarihi vardır; dili olmayanın tarihi de olamaz.
Düşünceyi oluşturan alt yapının kaynağı beyin ve dildir.
Özgürleşen toplumlar anadilde eğitim görenler ve dillerini koruyanlar olmuştur; dil varoluştur. Dil
konuşuldukça, düşünüldükçe, yazıldıkça doğurganlaşıp, esneklik kazanır. Hafıza: Düşüncenin
deposu, dil ise aracıdır. Đrade: Denetleyicisidir. Akıl: Yönlendiricisidir. Bilinç ise bunların en
üstünde yer alan parıldayan güneşidir.
Kendi dilimizi kendimiz belirleseydik, sanırım hiç kimse acı çeken, yok sayılan, kelepçeli bir dili
seçmek istemezdi. Asırlardır direnmiş ve bugünlere gelmiş Kürt Dili ne zincir vurup yadsımak
çağın gerçekliği karşısında başını kuma gömmektir.
Đnsan kendi özgürlüğünün bilincine vardığı anda başkasının özgürlüğüne de saygı duyar. Bırakalım
halkları, Türkiye'deki aydınlar bile Kürt sorununa gereken duyarlılığı göstermekten kaçınıyorlar.
Oysa başkasının özgürlüğü bizim özgürlüğümüzün ön koşuludur. Kendine istediğini başkasına
istemeyen nasıl bir aydındır bilemiyorum.
Anadil varoluşun ve kendine güvenin temelidir. Đki yıl önce, Diyarbakır'a gelen bir yazar
(zamanında Komünist damgasını yemiş ve hakkında davalar açılmıştı) insanların yüzüne şaşkınca
bakıyor ve susuyordu. Düşünce ve duygularını sorduğumda, "Đnsanlar kendilerine hiç
güvenmiyorlar, çok çok güvensizler" dedi. Bunu söyleyen bir yazardı. Yıllardır baskı altında
olmanın, aşağılanmanın, yok sayılmanın insanı güvensizliğe ittiğini bilmiyor muydu? Biliyordu
bilmesine de işine gelmiyordu.
Şimdi öğrenciler, analar, babalar bu tarihsel yanlışlığa karşı eylemleriyle tepkide bulunuyorlar.
Aşağılanmak, yok sayılmak başkaldırıyı doğurmuş, dil bilinci gelişmiş, toplumsal etkileşim süreci
içinde eyleme dökülmüştür.
Üç yıl önce 8 martta Boğaziçi Üniversitesi'inde konuşurken, karşımda elit ve rahat bir kitle vardı.
Onlara "Siz Kürtlüğünden utanarak büyümenin ne demek olduğunu biliyor musunuz?"
dediğimde, ortalığı suskunluk kaplamıştı. Çocukluğumu anımsıyorum da, Kürt sözcüğünü
ağzımıza alamadığımız gibi, konuşmaktan da utanırdık. Đnsanın belleği hiçbir şeyi unutmuyor,
değişim ve dönüşümler yaşanmadığında o bastırılan duygular rahatsızlık olarak eyleme dökülüyor.
Unutamadığım anlardan biri de: Đlkokul ikinci sınıftayım. Okula gelen stajyer bir öğretmen,
teneffüste başımı okşayarak, "Sen bizim Hocanın kızısın, Tu Kurmanci zani? (sen Kürtçe biliyor
musun?)" dediğinde, dilimi şaklatıp "nuç!" demiştim. Akşam bunu babama anlattığımda, babam
sinirlenip kızmış, "Yarın gidip o öğretmene, 'Ez Kurmanci zanım' (Ben Kürtçe biliyorum)
diyeceksin" dedi. Ertesi gün öğretmeni bulup söylediğimde, bana kokulu bir silgi almıştı.
Son dönem gençliğinde bu tür duygular çok belirgin değil, ama yine de gizli tahribatların oluşacağı
kaçınılmazdır. Türetilen aşağılayıcı deyimler, (Ağaçtan maşa olmaz Kürt'ten paşa olmaz, Gökten
nur yağsa da Kürt Allah Allah demez, Kürt'ten evliya olsa da sakın koyma avluya, Kürt çalar
çingene oynar, Kürt küveler...) Kart Kurt söylemlerinin hiçbir sonuç vermediği ortada. Ortak
paydalarda buluşup kalıcı çözümler üretmek, uygarlığın ve gelişmenin biricik gereğidir.
310
Avrupa'da "Türkçe", Türkiye'de Kürtçe 'Anadilimi Đstiyorum'
23 Ocak 2002 Özgürpolitika
Ali Ongan
Son günlerde Kürtlerin ve Türkiye'nin gündemine oturan Kürtçe anadilde eğitim kampanyası ve
bu kampanyayı sürdüren Kürtlerin karşılaştıkları baskılar ve yıldırma politikaları kamuoyu
tarafında yakından takip ediliyor.
Özü ve amaçları itibariyle tamamen politik çıkarlara dayalı buna benzer bir talep de Türkiye ve
Türkiye'yi dışarıda temsil eden birçok kurum, kuruluş, dernek ve birinci elden Türk
konsoloslukları tarafından uzun yıllardan beri "Türkçe anadilde eğitim" kampanyaları adı altında
sürdürülüyor. Biri copla, gözaltına alınmalarla ve tutuklanmalarla Türkiye'de sürerken, diğeri tam
bir ikiyüzlülükle içinde söz konusu Türk kurumları tarafından açık bir çifte standart ve büyük bir
adaletsizlikle Avrupa'da hayata geçirilmek isteniliyor. Uluslararası hiç bir mahkemenin ve birazcık
düşünme yeteneğine sahip hiç bir insanın kabul edemeyeceği bu çifte standarttan bir kaç örnek
vererek bu işgüzarlığı ve adaletsizliği belgeleyebiliriz.
1-Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı Đstemihan Talay: Türk dilinin Almanya'da yaygınlaştırılması
ve okullarda okutulması Alman demokrasisini güçlendirir. (Berlin-17 Ocak 2002 Hürriyet
Gazetesi)
2- Almanya Berlin Türk Büyükelçisi Osman Korutürk: Türkçe Almanya'da yaşayan Türklerin
varlık nedenidir. (Berlin 17 Ocak 2002 Hürriyet Gazetesi )
3- Almanya Türk Başkonsolosu Ahmet Akarçay: Almanya'da Türk dilinin ve kültürünün
yaygınlaşıp geliştirilmesi çalışmaları hız kazanmalıdır. (10 Ocak 2002 Milliyet Gazetesi)
4- Đsviçre Zürih Başkonsolosluğu Eğitim Müşaviri Ahmet Mutluoğlu: Đsviçre'de yaşayan birinci
kuşağı kaybetmek istemiyorsak, Türkçe anadil eğitimine önem vermeliyiz ve bu girişimlerimizi
burada bulunan okulların gündemine taşırmalıyız. Sivil toplum örgütleri öncü olabilirler. (20
Aralık 2001 Sera Dergisi-)
5- Danimarka Türk Büyükelçisi Fügen Ok: Danimarka'da Türkçe anadil eğitiminin resmi bir
şekilde geliştirilebilmesi için çalışmalarımız devam ediyor. (11 Kasım 2001 Milliyet Gazetesi)
6- Türk Dil Kurumu Başkan Vekili Hamza Zülfikar: Avrupa'da Türkçe'nin kullanılması AB
ilişkilerimizi olumlar. Bu hussustaki çalışmalara destekler katlanarak devam etmelidir. (23 Kasım
200 Yeni Şafak Gazetesi)
7- Toplumsal Gelişim Đçin Elele Platformu Basın Bildirisi: Dilimiz kimliğimizdir. Kimliğimizi
korumanın tek yolu Türkçe'ye önem vermekten geçer. (18 Mart 2001 dilimz.gen.tr internet sitesi)
8- Ege Üniversitesi Avrupa Diller ve Kültürleri Araştırma ve Uygulama Merkezi: Türk Milli
Eğitim Bakanlığı dünyada yaşayan tüm Türklerin Türkçe dilini geliştirebilmesi ve Türkçeyi
evrensel diller boyutunda değerlendirebilmesi için çabalarına hız vermelidir.
(2001 Avrupa Konseyi Avrupa Diller Yılı Basın Bildirisi )
9- Almanya Türk Veliler Derneği, Almanya Türk Akademisyenler Kuruluşu, Almanya Türk
Öğrenci Dernekleri Federasyonu, Wuppertal Veliler derneği, Đsviçre, Almanya ve Fransa
311
Atatürkçü Düşünce Dernekleri,Türk Dil Kurumu Almanya Temsilciliği, Marmara Koleji Sanayi
ve Ticaret A.Ş, Ankara Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi Türk Dilini ve
kültürünü geliştirme ve yaygınlaştırma birimleri sempozyumu sonuç bildirgesi: Bir halkın varlığı
anadilin varlığı ile mümkündür. Türkçe dilinin hukukunu oluşturmalıyız ve Avrupa'da yaşayan
Türkleri anadil eğitimi konusunda donatmalıyız. (Mayıs 1999 Hamburg. Cumhuriyet Gazetesi)
10- Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu: Avrupa'da geliştirilen Türkçe anadil eğitimleri,
Avrupa'nın ilgili kurumlarınca desteklenmelidir ki, bu Avrupa demokrasisinin bir görevidir. (26
Ekim 2001 TRT-ĐNT)
Yaşamın her alanında çifte standartlar uygulayan Türk Devleti ve onun resmi kuruluşlarının
yukarıdaki örneklerini siz okuyucularımızın yorumlarına bırakıyorum. Türk basınını birazcık takip
eden ve göz ucuyla sorunu birazcık araştıranlar bu ve buna benzer çalışmalara, söylemlere ve
icraatlara her zaman her yerde rastlayabilir.
Dünya ne uyku öncesi çocuk masallarında yaşıyor ne de Kürtler bu dünyanın masal
kahramanlarıdır ve bir kez olsun kendi çocuklarınızın gözlerine cesaretle bakın
'Deli' Emin'in Kaderi
23 Ocak 2002 Özgürpolitika
SELĐM FERAT
Kürd'e red! Kürtçe'ye red! Tüm kölelerini yitirdikten sonra, Kürdistan mührünü kaybetmek
istemeyen histerik bir hükümranlık haykırışıdır.
Türk ırkçılığı namına "gizli" tehdit olarak rezerve edilenlerden biri Çölaşan, Kürtçe diye bir dilin
olmadığını yazdıktan sonra, çeşitli yorumlar yapıldı. Bunlardan kısa olanları ve herkese ayan
olanları aktarıyorum: "Faşist, ırkçı; Kürt düşmanı; Kürtlerin kanını içse doymaz; bu adam herşeyi
haketti artık; barbar; inkarcı; kudurmuş melez; aşağılık duygusuyla çıldıran adı... vs. vs..."
Ancak, tüm bu kısa nefesli yorumlar ne Çölaşan'ın adına yazdığı kurumların, ne de O'nun halleti
ruhiyesini aksettiriyor.
Gerçek, Türkiye'de, anti-Kürt siyasetin tarihinin en derin krizini yaşadığıdır. Çölaşan'ın adına
konuştuğu, buzul Türk dünyasının başına inanılmaz bir felaket geldi: Milyonları temsilen Kürtler,
kendi dillerini okullarda öğrenmek için ayaklanacaklarının sinyalini verdiler. Ok yaydan çıkınca
Çölaşan, hükümranlar adına tarihi kartını oynamış oluyor, Kürt dilini inkar edince.
Yoksa Çölaşan, Kürt dilinin olmadığını savunacak kadar akıl fukarası biri değildir. Dünyadan
bihaber olmayan Hürriyet yazarı, aynı zamanda Öcalan'ın yüzlerce kez MED ve MEDYA
televizyonlarındaki açık oturumlarda Kürtçe konuştuğunu da biliyor. Aynı yazar, Kürtçe
isteyenlerin bazılarının, dilleri yaşaklandığı ve asimile edildikleri için ya dillerini hiç
öğrenmediklerini, ya da sadece "argo Kürtçe" konuştuklarını da biliyor.
Ve yine aynı Hürriyet yazarı, biri kendisine: "Lo Emin, bi rastî tu be fam, an jî rola kerêkî dilizî?"
derse, bunu anlamayacağını biliyordur. Önemlisi, bu cümleyi kendisine tercüme edeceklerin kim
312
olduğunu bilecek kadar becerikli biri olduğunu da biliyordur.
Çölaşan en akıllılar için değil, dipçik zoruyla düşünmesi engellenenler için yazıyor. Özel Tim ve
JĐTEM'e kurban edilmek üzere, reserve edilenlerin düşünmemesi için öğretim uzmanı oluyor,
Çölaşan.
Onun için Kürçe'yi kastederek: "Bu bir dil değil... çeşitli lehçeleri var... Kürtçe, aslında Arapça,
Farsça ve Türkçe karışımı bir dilcik" demenin, bir cümle içinde üç sivri çelişki anlamına geldiğini
biliyor ve kartını zamanına uygun ve barut yüklü oynuyor.
Bundan dolayı da, birincisi, Çölaşan'a, zavallı biri olduğu için çatmanın yararının olmadığını
düşünüyorum. Đkincisi, Çölaşan'a "sopalı" saldırı en kötü eylem biçimi olur. Çünkü, bunu özellikle
isteyen Çölaşan'dır. Üçüncüsü, Kürtlerin elinde hep bir sopa görmek isteyenlerin adresini Kürtler
öğrenmiş bulunuyorlar. Eskidendi: "Akıllı kolonizatör!" Türkler, "zavallı bir Kürdü", hile doludüzenbaz bir kapana alırlardı ve Kürt, hilenin kendisini düşüren düzenbazlığına yenilir, hemen ya
bir taşa, ya da sopaya sarılırdı. Elinde sopa olan Kürdü gören "akıllı Kolonizatör", amacına
ulaşınca, Kürdü işaret ederek, etrafındakilere: "Ben söylememiş miydim, bakın kaba ve geri Kürt,
nasıl hemen taşa-sopaya sarıldı, gördünüz mü?" der ve Kürt'ün "işini bitirirdi".
Tiyatro sahnesindeki oyun, bir başka oynanıyor şimdi: Kürt öğrencileri, kadınları ve ilkokul
çağındaki çocuklar, Kürtçe eğitimi mümkün kılan yasal düzenlemelerin gerçekleşmesini talep
ediyorlar. Bu kadar "human" bir talep, o kadar tehlikeli bir oyuna dönüşüyor ki!: Bir taraftan,
ilkokullara jandarma giriyor ve öğrencilerin Kürtçe konuşmaması için tehdit savunuyor, diğer
taraftan Hürriyet yazarı, Kürtçe diye bir dilin olmadığını savunuyor. Öyle olunca da, sopaya
sarılanların şimdi kimler olduğunu görebiliyor ve düşünüyorsunuz: "Kürçe konuşmayın!" diyenle,
"Kürtçe diye bir dil yok!" diyen aynı adresin iki konuşanı oluyorlar. Acaba bir şizofreni mi var işin
içinde?
Şizofreni var çünkü, milyonlarca Kürdün en tabii hakkını istemesi, militarist siyasetin bir ayağının
kaydığını gösteriyor. Bir ayağı ahirette, diğer ayağı "cennet"te yaşayan bir vücüdun hastalığı
oluyor, şizofreni.
Çölaşan'a gelince. Ağrılarını anlıyorum. Neden bu kadar derin bir çabayla "Kürt düşmanı" blokun
yazarlığını yaptığını; korumalarla gezmek mecburiyetini kendisine farz ettiğini de anlıyorum.
Ama o da biliyor: Şimdi milyonlarca Kürde "jenosit" uygulamak teknik olarak mümkün, ancak
"akıl" dünyasında mümkün değil. Yeni bir jenosit için, dünyadaki sistemin rasyonallerinin ortadan
kalkması gerekiyor.
Hürriyet'in yazarı Emin, delilik istiyor! Ama deli değil. Eğer geri gelirse delilik, o zaman deliliği
uygulayacak rezerve birliklere bilinç taşıyor Emin.
Arsız biri; irrasyonal ırkçı mefkürenin, bir ulusu beyinsizleştirme çabasının inat adamı oluyor
Emin. Şarkıya ve söze, kitaba ve kel‰ma saldıran olmaktan da kurtulmuyor.
Ya keder, ya da kader kurbanı oluyor Çölaşan...
Ahmak politikası
313
23 Ocak 2002 Evrensel
Çetin Diyar
Kürtçe ile ilgili başlayan tartışmalar sadece demokratik bir talebin baskı ve şiddet yoluyla yok
sayılmak istenmesini göstermiyor. Çünkü, asıl konu Kürt öğrenci ile velilerinin üniversite
rektörlüklerine ve milli eğitim müdürlüklerine verdikleri dilekçelere odaklanmış gibi gözükse de
sorunun temelinin uzun yıllara dayandığı açık. Elbette, Kürtçe’nin seçmeli ders olmasına bile
tahammül edemeyenlerin, yıllardır sürdürülen inkâr ve imha politikasının sıkı birer savunucuları
durumunda olduklarını görmek sürpriz olmayacaktır. Bu yüzden tahammülsüzlüğün ardında
ideolojik bir tutum olduğu ve bu ideolojik tutumun kırılması için verilecek mücadelenin birleşik
bir halk hareketine dayanmasının ne denli önem taşıdığı bugünlerde daha iyi anlaşılıyor. Đlk
bakışta, bir dosya kağıdına yazılmış, masum bir talep gibi görünen ve her vatandaşın doğal hakkı
olduğu söylenen dilekçeyi verenlerin karşılaştığı baskılar anlaşılmaz gibi görünebilir. Ama, basit bir
“dilekçe parçasının” sorunun içeriği nedeniyle “değer kazandığı” ve sırf bundan dolayı kabul
edilmediği, verenlerin işkence görerek tutuklandığı bir gerçek olarak duruyorsa, “rahatsızlığın”
sadece dilekçelerden kaynaklanmadığını kavramak zor olmaz.
SĐSTEMLĐ BĐR PROPAGANDA SÜRÜYOR
Kürtçe eğitim konusunda tıpkı Kürt sorunu dile getirildiği zamanki gibi inkârcı politikacılar ile
sermaye medyası aynı kulvarda kolayca buluşabiliyorlar. Hürriyet gazetesinden Ertuğrul Özkök,
kaynağını sakladığı “genelge” üzerine boşuna yazı yazmadı. Ardından Gülay Göktürk’ün, Enis
Berberoğlu’nun ve birkaç köşe yazarının daha bu genelge üzerine çıkan makaleleri ortak bir
noktaya değiniyordu. Bunların “sistemli bir propagandanın” ürünü olduğunu söylemek mümkün.
Kürt sorunu konusunda oynadıkları uğursuz rol için ellerinden geleni yapmaya başladılar. Yoksa,
onları Kürtçe hakkında yazmaya iten dilekçelerin çoğalması ve tutuklamaların yoğunlaşmasından
çok, Kürt sorununun daha kapsamlı bir şekilde önlerine çıkma olasılığıdır. Belki, bugün dilekçe
verenler, Kürtçe eğitim isteyenler bir şekilde zor kullanarak bastırılıp, etkisizleştirilebilir ama, yarın
öbür gün bu sorunu kavrayan, Kürtlerin demokratik hak ve taleplerini onaylayan ve isteyen Türk
işçi ve emekçilerinin de ortaya çıkması inkârcı takımının tümünü endişelendiriyor.
HASAN CEMAL SOKAK ĐSTEMĐYOR!
Milliyet gazetesinden Hasan Cemal, dünkü “Avrupa Birliği’yle Kürtçe’de ahmaklık örnekleri”
başlıklı yazısında gelişmelerin ucunu o bildik gerekçeye dayandırmaya çalışmış. Hükümetin tüm
temsilcilerinin açıkça söylediği ama, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin partisinin etiketini
kullanarak savunduğu görüşler ile Hasan Cemal’in yazısı yan yana koyulsa arada hiçbir farkın
olmadığı görülecektir. Hasan Cemal, Kürtçe’nin seçmeli ders olması talebinin ve onu izleyen
gelişmelerin Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilerini zedeleyeceğinin tedirginliğiyle,
ulaşabileceği her yere mesaj vermeye çalışıyor. Ama, yazısındaki temel nokta Kürtçe eğitim
talebinin ve onun için yapılan eylemlerin birer “ahmaklık” ürünü olduğudur. Hasan Cemal,
sokağın hareketlendirildiğini ve çözümü burada aramamak gerektiğini söylüyor.
NE OLACAK BU AHMAKLIĞIN SONU ?
Sokağı “ahmaklık” olarak gören Hasan Cemal’in Kürtlere tavsiyesi ise “Durun bakalım, acele
etmeyin. Devlet, size de bir çare bulur” şeklindedir. Bir anlamda Hasan Cemal, hem Kürtlerin
demokratik hak ve özgürlüklerini kendilerinin isteyip, tayin edemeyeceğini hem de isteklerinin
“terörle ilişkisi” bulunduğunu anlatıyor. AB’nin “terör listesi”ne bakıp aradığını bulamayan Hasan
Cemal’in Kürtçe eğitimle ilgili talebin giderek kitleselleşmesinde AB’nin de rolü olduğundan
314
yakınıyor.
Hasan Cemal ve diğerlerine göre AB, “PKK’yi terör listesine aldığı zaman” Kürtler hiçbir hak ve
talepte bulunmayacak. Kürtlerin kendi kültür ve dillerini savunamayacaklarını, hak ve özgürlükleri
için mücadele edemeyeceklerini ima eden Hasan Cemal’in bu söylediklerine bakan Kürtlerin, asıl
ahmağın kim olduğuna karar vermeleri zaman almaz. Ne yazık, Hasan Cemal ve türdeşleri bu
denli inkâr, yok sayma, başka türlü gerekçeler bulma ve alt etme politikasının sonu göremiyorlar.
Kürtçe sorunu
23 Ocak 2002 Evrensel
Ahmet Yaşaroğlu
Bir süredir Kürtçe sorunu yeniden güncelleşmiş durumda. Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim
yapmasını talep eden öğrenciler, 17 üniversitede bu amaçla dilekçeler verdiler. Ardından
tutuklamalar ve kovuşturmalar başladı. Devlet ve hükümet yetkililerine bakılırsa, bu “bir dili
öğrenmeye yönelik masumane bir hareket değil, ülkeyi bölmeye yönelik atılacak adımların ön
hazırlıklarından birisidir” Aynı amaçla gösteri yapan bir grup HADEP’li de aynı suçlamalarla
tutuklandı.
Öğrenciler Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim yapmalarını talep eden dilekçeleri ile, gerçekten
ülkeyi bölmeye yönelik bir hazırlığın adımlarını mı atmışlardı? Onların yaptıkları sadece anayasal
bir hak olan dilekçe haklarını kullanmak, dilekçe gibi bir yöntemle bu hakkın verilmesini talep
etmekten ibarettir. Dilekçenin verildiği merciler bu talebi ya kabul eder, ya da reddeder. Ayrıca
cezai bir soruşturma açılması, tutuklamalar yapılması, sadece demokrasinin olmamasının yeni bir
kanıtı; devletin, Kürtlerin bu en doğal haklarını vermeme konusundaki kararlılığının son örneğidir.
Kürtçe sorununu gündeme getirmek, ülkedeki Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim yapmasını
talep etmek gerçekten bölücü bir girişim midir? Bunun böyle olduğunun kanıtlanabilmesi için
tarihsel ve güncel, benzer örneklere bakmak gerekir. Geçmişte ve bugün sadece farklı dilleri
konuştukları için bölünmüş olan bir ülke var mı acaba? Sadece farklı dilleri konuştukları için
bölünmüş, birden fazla halkın yaşadığı tek bir ülke bile bulunmamaktadır! Ne zaman ki dil sorunu,
sistemleşmiş bir ulusal baskı politikasının en temel unsurlarından birisi haline gelmiş, işte o zaman
ayrılma ve bölünme yönünde hareketler güçlenmiş; bu, özellikle büyük dış devletlerin bu ülkeye
yönelik gerici ve emperyalist çıkarlarını sürdürecekleri uluslararası politikalarının malzemesi
olmaya başlamıştır.
Eski Yugoslavya’da olup bitenler de bunu kanıtlamaktadır. Bugün Balkanlar’da yeni devletler
oluşmuş durumdadır. Bu yeni devletlerin hiçbirinin halkı, dil talebini öne sürmemiş, ayrılma bu
yüzden gündeme gelmemiştir. Bu halklar zaten kendi dillerini konuşuyorlar, eğitimlerini
yapıyorlar, kültürlerini geliştiriyorlar, ülkede en yaygın olarak kullanılan dili de ikinci bir dil olarak bu örnekte Sırpça- öğreniyorlardı. Ancak Sırp milliyetçiliğinin gemi azıya alması ile iş temelden
değişti ve durum ulusal baskıya dönüştü. Emperyalist ülkeler kendi gerici politikalarını
uygulayacak zemini buldu ve işte o zaman bölünme gerçekleşti! Đsviçre gibi bir ülkede ise yaygın
olarak üç ayrı dil konuşulmakta ve eğitim yapılmaktadır. Ülkenin gündeminde bölünme gibi bir
sorun bulunmamaktadır. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir, ancak şimdilik yeterlidir.
Eğer tarihsel ve güncel gerçekler böyle ise, o zaman öğrencilerin dilekçelerini “bölücülüğe
hazırlık” olarak nitelendirmenin hiçbir temeli bulunmamaktadır. Sorun burada Kürtler üzerindeki
sistemleşmiş ulusal baskıdan ve demokrasi yoksunluğundan doğmaktadır. Ancak bu gerici
315
politikayı sürdürmekte ısrarlı olan bir devlet, potansiyel olarak bölünmeyi kendi içinde taşıyor
demektir. Bu, devletin ayrılığı ve bölünmeyi körüklüyor olması, sürgit devam edemeyecek olan,
zorla birlik politikasını sürdürmek istediği anlamına gelmektedir. Bu durumda sorun büyük
devletlerin dış politikaların bir unsuru haline de gelmekte, uluslararası konjonktüre göre
alevlenmekte veya durgunlaşmaktadır.
O halde Kürtçe’nin okullarda eğitim dili olarak kullanılması talebine karşı bilinçli işçilerin ve
sağduyu sahibi geniş halk kitlelerinin tutumu ne olmalıdır? Onlar Kürtler için Kürtçe’nin okullarda
eğitim dili olarak kullanılmasını savunmalıdırlar. Kürt çocukları kendi anadillerinde eğitim
yapabilmeli, ikinci ortak dil olan Türkçe’yi de bu süreçte öğrenmelidirler. Nüfusun sadece
Kürtlerden meydana geldiği yerler için bir sorun bulunmamaktadır. Ancak nüfusun karışık olduğu
yerlerde dikkat edilmesi gereken okulların ayrışmamasıdır. Yani Türk ve Kürt çoçuklarının aynı
okullarda, ama kendi anadillerinde eğitim görmelerinin sağlanmasıdır. Bilinçli işçilerin ve
sağduyulu halk kitlelerinin savunması gereken bu politika bölünmeyi değil, demokrasi içinde
gönüllü birliği sağlayan ve güçlendiren tek politikadır. Eğer bilinçli işçiler ve emekçi halk yığınları
bu konuda inisiyatif koyamazlarsa, sorun emperyalist devletlerin, işbirlikçi gericiliğin elinde bir
oyuncak haline gelecek, halkları biribirine kırdırmanın bir unsuru olacaktır.
Türkiye'nin aşamadığı 4 çıkmaz
23 Ocak 2002
Cüneyt Ülsever
TÜRKĐYE iç bünyesinde dört noktada tıkanıyor:
1) Kürtçe eğitim ve TV-radyo yayını.
2) Tesettürlü kıyafet ile üniversitede okumak.
3) TSK ile siyaset ilişkileri.
4) Yolsuzluklar.
***
Bu dört çıkmaz ülkeyi adeta sürekli olarak yakasından geri çekiyor. Ne zaman aramızda birileri
ileri fırlamak istese, diğerleri onu bu dört konuda sıkıştırıyorlar.
Bu dört çıkmaz da şu dört önyargı yüzünden etkin:
1) Tüm Kürtler potansiyel PKK'lıdır.
2) Tüm Müslümanlar potansiyel mürtecidir.
316
3) TSK olmasa Türkiye'yi siviller yönetemez.
4) Tüm işadamları potansiyel hırsızdır.
***
Açıkça ifade etmesek de, hatta inkárdan gelsek de, çoğumuzun düşünce sistematiğinin ardında bu
önyargılar var. Kiminde tamamı egemen, kiminde bir kısmı var. Hatta bir önyargının töhmeti
altında olduğu halde, diğer bir önyargı ile başkalarını yargılayanlar bile var.
Kendisinin ‘‘normal yurdum Kürdü’’ olduğunu haykırıp, dindarların irticacı olduğunu söyleyen;
kendisinin mütedeyyin olduğu konusunda ısrar ettiği halde Kürtlere herhangi bir hak sağlanırsa,
PKK'nın gemi azıya alacağını iddia eden bir sürü insana rastlamak mümkün.
Meclis'in askeri vesayet olmadan çalışamayacağını söyleyen işadamlarına veyahut işadamlarına çok
fazla yüz verildiğinden dem vuran siyasilere de rast gelmek gayet kolay.
***
Bu karmaşa içinde normal bir ülke olmayacağımızı gören insanımız hálá azınlıkta. Ancak,
demokrasi, insan hakları, hukuk devleti herkesin dilinde.
Hálá farkına varmadık ki, herkes hak kelimesinden sadece kendi haklarını kastediyor.
Birileri bizim 4 önyargımızdan işine geleni kaşıyarak, tutucu tavrını memleket meselesi gibi
savunuyor ve ne yazık ki taraftar topluyor.
O zaman da:
***
Soramıyoruz ki, eli kanlı PKK savunsa dahi anadilde eğitim hak mıdır, değil midir?
Soramıyoruz ki, madem Kürtçe bir dil değil, kimse Kürtçe öğrenmek istemiyor; o zaman neden
Kürtçe öğrenmek isteyenlere bu kadar kızıyoruz?
Soramıyoruz ki, Kürtler kendilerine anadilleri öğrenme hakkı verilirse, ‘‘şımarıp!’’ toprak da
isterlerse onlara ‘‘hayır’’ diyecek gücümüz ve özgüvenimiz yok mu?
***
Soramıyoruz ki, Stratejik Araştırmalar ve Etüt Merkezi (SAREM) kurulurken, TSK Başbakan'dan
izin aldı mı? Kendisine bilgi verdi mi? Bu merkezin raporları sivil hükümete verilecek mi?
Soramıyoruz ki, Milli Savunma Bakanı neden Genelkurmay Başkanı karşısında ayağa kalkar?
Soramıyoruz ki, TSK'nın tüm üyeleri sivil hükümetin emrinde, bizlerin ödediği vergilerle bizlere
hizmet etmek için görevlendirilmiş sivil hizmetkárlar değil midirler?
Türkiye'yi esas bölen bu dört önyargıya dayanan dört çıkmazdır.
317
Dilekçe ülkeyi böler mi?
Bir yandan sistemini Avrupa standartlarına çıkarmaya çalışan Türkiye, öte yandan
otoriteryen tavrında ısrarlı. Kürtçe eğitim talebiyle dilekçe verenlerin yargıya yollanması
bunun bir örneği
24 Ocak 2002 Radikal
Prof. Dr. Mustafa Erdoğan: Hacettepe Üniversitesi ĐĐBF öğretim üyesi
Son haftalarda çeşitli üniversitelerde bazı öğrencilerin Kürtçenin 'seçmeli ders' olması talebiyle
üniversite yönetimlerine verdikleri dilekçeler dolayısıyla başları derde girdi. Bu öğrencilerin pek
çoğunun gözaltına alındıklarını ve/veya yargılanmak üzere devlet güvenlik mahkemelerine sevk
edildiklerini duyuyor ve medyadan izliyoruz.
Gerçi böyle bir sürecin başlaması için bir tahrike ihtiyaç yoktu ama yine de Đçişleri Bakanı'nın,
'Bunun arkasında PKK var, amaçları Kürt kimliğini öne çıkarmak' yollu uyarısının bunda çok
etkili olduğu anlaşılıyor.
Meselenin politik yanına sadece işaret etmekle yetinelim. O da şu: Türkiye bir yandan sistemini
Avrupa standartlarına yükseltmek üzere resmi vaatlerde ve girişimlerde bulunurken, öte yandan
hâlâ eski otoriteryen kafa yapısını terk etmemekte
ısrarlı görünüyor. Avrupa nezdindeki taahhütlerinin ve kendi kendisini resmen angaje ettiği
ilkelerin kapsamlı Anayasa değişikliklerine gidilmesini gerektirdiği bir ortamda, meselenin hukuki
yönü ne olursa olsun, bu tür talepler karşısında daha soğukkanlı ve hatta anlayışlı davranmak
gerektiği halde, hemencecik asayiş mantığına dayalı tepkiler vermek, doğrusu çağdaşlık ve
medenilik iddiasındaki bir devlete hiç yakışmıyor.
'Diğer tedbirler'
Kaldı ki, Kürt sorunuyla ilgili bir süredir Türkiye'nin resmi iddiası 'Güneydoğu'daki terör'ün sona
ermesi sayesinde, 'diğer tedbirler'in artık daha rahat gündeme getirilebileceği yolunda. Şüphesiz,
burada sosyal ve iktisadi tedbirler de söz konusu, ama devletçe tanımlandığı şekliyle bu
pozisyonun mantıki sonucu 'diğer tedbirler' arasında siyasi kanalların da açık tutulmasıdır.
Şiddetin bir ifade biçimi olarak kullanılması istenmediğine göre, bu büyük ölçekli toplumsalkültürel sorunun barışçı-demokratik yoldan kendini siyasal alanda ifade etmesine fırsat vermekten
başka çıkar yol var mı?
Ne yazık ki, 'devlet eliti' bunun idrakinde olmak şöye dursun, medyaya yansıyan bilgiler doğruysa,
sadece Đslamcı partilere değil, Kürt vatandaşların taleplerini dile getirmek iddiasındaki parti veya
partilere de yeni engeller çıkarma arayışında. Dilekçeci öğrencilere suçlu muamelesi yapılması,
devletin çok daha mütevazı taleplere bile hışımla mukabele etme kararlılığında olduğunu
gösteriyor.
Hukuki durum
318
Meselenin anayasal-hukuki yanına gelelim. Bazı üniversite öğrencileri Anayasa'nın açıkça tanıdığı
dilekçe hakkını (Mad. 74), kullanarak yetkililere dileklerini iletiyor. Yetkililer de, 'Ardında PKK
var, amaç bölücülük' diyerek, öğrenciler hakkında ceza kovuşturması başlatılmasını sağlıyor. Yani,
anayasal bir haklarını kullandıkları için cezai müeyyide tehdidiyle karşı karşıya bırakılıyorlar.
Oysa, bir hakkın anayasal olarak tanınmış olması onun devlet tarafından bırakınız ihlal edilmesini,
ihlal etme ihtimali olanlara karşı güvence altına alınmasını gerektirirdi. Kaldı ki, Anayasa'ya göre,
dilekçe hakkını kullananlara ilgili makamın yazılı olarak cevap verme zorunluluğu vardır.
Bu olayda idari ve adli makamların hareket tarzı tamamen hukuk dışı. Bir kere, yürürlükteki
Anayasa'ya göre, dilekçe hakkının konu bakımından sınırı yoktur. Yani, 'Şu veya bu konuda
vatandaşlar kamu makamlarından dilekte bulunamazlar' denemez.
Son Anayasa değişikliği temel haklar için genel sınırlama nedenlerini kaldırdığına ve dilekçe
hakkını tanıyan 74. maddede özel bir sınırlama nedeni öngörülmediğine göre, bu hakkın herhangi
bir nedenle sınırlanması artık imkânsız. Bu durum, dilekçe hakkını kullananlara cezai müeyyide
uygulanmasına da engel. Sınırlanması mümkün olmayan bir hakkı kullanan yurttaşların cezaya
çarptırılması sadece vicdana değil akla da aykırıdır.
Burada dilekçe hakkının kötüye kullanılmış olduğu öne sürülebilir ve hakkın, norm alanının (yani,
onun koruduğu etkinliklerin kapsamının) daraltılması anlamına gelen
'sınırlama' ile, ceza gerektiren 'kötüye kullanmanın ayrı müesseseler olduğu hatırlatılabilir. Ne var
ki, bu olayda dilekçe hakkının kötüye kullanılmış olduğu da kategorik olarak söylenemez. Đki
nedenle: Birincisi, son Anayasa değişikliğinden sonra dil yasağı konusundaki durum konunun
uzmanı olmayanlar açısından belirsiz hale gelmiştir.
Bir süredir bu konularda herkesin kafası karışıktır. Bundan dolayı, herhangi bir yurttaş bu
konudaki hukuki durumu doğru değerlendiremediği için muaheze edilemez ve cezalandırılamaz.
Đkincisi, Anayasa madde 14'e göre, 'kötüye kullanmadan söz etmek için, 'Devletin ülkesi ve
milletiyle bütünlüğünü bozmayı amaçlamış' olmak gerek. Böyle bir amaç güdüldüğünün önceden
bilinemeyeceği ve toptan kararlaştırılamayacağı hususu bir yana bırakılsa bile, olayda dilekçe
hakkını kullananlar amaçlarını açıklamıştır: Anadillerinin müfredata seçmeli olarak konulması. Bu
açık ve eylemin öznesince deklare edilmiş amacın dışında bir amacı, başka ve olaya özgü olmayan
genel mülahazalardan hareketle özneye yakıştırmak hukuki muhakemeyle bağdaşır bir tutum değil.
Anayasal ve demokratik kanallar
Dilekçe sahiplerinin amacı, yani Kürtçe’nin seçmeli dil olmasını talep etmek -hatta okutmak- ise,
devleti ne 'milletinden ne de 'ülkesinden ayırır. Aksine böyle bir talep bütünleştiricidir, zira
çareyi/çözümü normal demokratik ve anayasal kanallarda aramayı tercih eden bir iradeye dayanır.
Devlet seçkinlerinin hoşlanacağı biçimde söylersek, bu girişim sisteme karşı değil 'sistem içidir.
Kaldı ki, bir hak kullanımının 'kötüye kullanma' olduğuna soyut olarak karar vermek, bir an için
bunun vaki olduğunu düşünsek bile, o hakkın öznesinin her zaman cezalandırılabileceği anlamına
gelmez. Cezalandırabilmek için, 'suçların kanuniliği'
ilkesi (Anayasa, Mad. 38/1) gereğince, kanunda olayın şartlarına uyan bir suç tipi olmalı. Yani,
ortada kanuni bakımdan suç teşkil ettiğinde şüphe bulunmayan bir fiil olmalı. Dolaylı akıl
yürütmelerle kişilere suç isnat edilemez.
Üniversitelerin tutumu
319
Peki kendilerine başvuru yapılan üniversite yönetimleri ne yapmalıydı? Öncelikle, dilekçeleri kabul
etmek ve yazılı cevap vermek zorundaydı. Cevap, dileği kabul etmek anlamına gelmez. Rektörler
maiyetlerindeki hukuk müşavirliklerinden ve/veya hukuk hocalarından görüş aldıktan sonra şu
mealde cevaplar yazabilirlerdi:
"Son Anayasa değişiklikleri, bu konuda olumlu bir hava yaratmış olsa da, yürürlükte bulunan
Anayasa'nın 42. maddesinin son fıkrasının açık buyruğu karşısında dileğinizi
yerine getirmek hâlâ hukuken mümkün görünmemektedir. Bu hukuki durumu değiştirmek
de bizim yetkimiz dahilinde olmadığından, dileğinizi usulüne uygun olarak yetkili makam olan
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yöneltmenizi tavsiye ederiz. Mamafih, biz de dilekçelerinizi
TBMM'ye havale ediyoruz. Konuyu artık oradan takip edebilirsiniz."
Sonuç olarak, Türkiye bu meseleyi serinkanlılıkla ve medeni bir ülkeye yaraşır şekilde çözüme
bağlamak zorundadır. Sadece Anayasayı ve ilgili yasaları değil, zihniyetimizi de 'insan onuru'
düşüncesine ve insan haklarının gereklerine uygun olarak değiştirmemiz gerekiyor. Bir dili
yasaklamakla onu yok edemez, bir insan hakkını tanımamakla da ona ilişkin talebin ahlaki gücünü
ortadan kaldıramazsınız. Gerçekten çağdaş ve uygar olmak istiyorsanız, her şeyden önce 'polis
devleti' mantığını terk etmek zorundasınız
Chomsky yargılanmaya geliyor!
24 Ocak 2002 Milliyet
Can Dündar
13 Şubat sabahı saat 9.00'da Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde çok ilginç bir duruşma var.
Medya ve siyaset alanındaki görüşleriyle Batı'da kendi başına bir muhalefet odağı sayılan Amerikalı
dilbilimci Noam Chomsky o gün, yazılarıyla DGM'de yargılanacak.
Kitapları Batı'da olduğu gibi Türkiye'de de iletişim fakültelerinde okutulan Chomsky'yi sanık
sandalyesine oturtan, onun Aram Yayınevi'nden çıkan makaleleri... Bu makaleler, Kürt sorunu
konusunda içerdiği görüşlerden dolayı hakim huzuruna çıkacak...
Ve o makalelerin yazarı da o gün orada olacak.
Türk hukuku, ifade özgürlüğü konusundaki tahammülsüzlüğünü, dünya çapında bir
entelektüeli yargılayarak evrensel düzeyde kanıtlamış olacak.
***
Son haftalarda dilekçe vererek "Kürtçe eğitim" isteyen üniversite öğrencileri yaka paça gözaltına
alınıyor, sonra da bölücülük suçlamasıyla tutuklanıyor.
Hükümete göre bu, "PKK'nın son siyasi atağı..."
Bence de öyle!..
320
Amaç, konuyu gündemde tutmak, Türkiye'nin insan hakkı ve düşünce özgürlüğü tanımaz yüzünü
teşhir etmek, sonra da mahkumiyet kararlarını Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıyıp
uluslararası camiada Türkiye'yi mahkum ettirmek.
Peki bu atağa karşılık Türkiye ne yapıyor?..
Tam da PKK'nın istediğini...
Dilekçeleri yırtıp parçalıyor, dilekçe verenleri doğduğuna pişman ediyor, Avrupa'dan döneceği
ayan beyan olan davalar açıp bir tuzağa zemin hazırlıyor.
Son eylem, gerçekten "Apo'nun bir tezgahı" ise, uzak bir adada tecritte tutulan adam, tek bir
talimatla ve bir hafta içinde Türkiye'nin insan hakları konusundaki samimiyetsizliğini ve "dilekçe
kağıdına bile" hoşgörüsüzlüğünü tüm dünyaya göstermeyi başarmış demektir.
"Askeri yenilgi"nin "siyasi zafer"e dönüşmesi böyle bir şey olsa gerek.
Hükümeti de bu başarıdaki katkısı nedeniyle kutlamalıyız(!).
***
Dilekçe vermek Anayasa'nın güvence altına aldığı demokratik bir hak mı?
Öyle!..
Kürtçe eğitim istemek, silahlı terör eylemi sayılır mı?
Hayır!..
Đnsanların siyasi taleplerini, silahla dağa çıkmak yerine, yasal yollarla dile getirmesi daha iyi değil
mi?
Kesinlikle öyle...
O halde nedir bu öfke?..
"Bölücü örgüt strateji değiştirmiş"miş?
Biraz o köhne kabuğunuzu kırın da siz de değiştirin o zaman!..
Şiddete başvurmadan hak aramanın yollarını açın; coplanmadan tartışmanın zeminini yaratın; en
temel insan haklarını askıya alarak "bölünürüz" paranoyasını aşamayacağınızı anlayın artık...
Bu kafayla 21. yüzyılla baş edemeyeceğinizi görün!..
***
Kaçış yok:
Türkiye, şiddet içermeyen muhalif düşünceye tahammülü, dilekçe hakkına saygıyı, "kim, ne
amaçla söylüyor" demeden farklı görüş dinlemeyi öğrenecek, öğreniyor.
321
Hükümetin, sabrının sınırlarını zorlayan örgütler karşısında yapması gereken şey, çekildiği tuzağa
gönüllü atlamak, "Batı'ya başka, kendi halkına başka" oynamak değil, hızla ve samimiyetle
demokratikleşmektir.
20. yüzyılı bu umudun peşinde tükettik.
Türkiye, hiç olmazsa 21. yüzyılın tarihine, dünya entelektüellerini yargılayan, dilekçe veren
üniversitelileri hapseden bir "lanetliler bahçesi" olarak değil, terör belasını ve bölünme
korkusunu demokrasi içinde aşabilmiş bir dünya numunesi olarak geçmelidir.
Bunu yapabilecek gücümüz var; sadece hükümetimiz yok.
Dilekçe eylemi
24 Ocak 2002 Yeni Şafak
Ahmet Taşgetiren
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74'üncü maddesi şöyledir: "Vatandaşlar, kendileriyle veya
kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne
yazı ile başvurma hakkına sahiptir."
"Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir."
Bu madde her Türk vatandaşına dilediği konuda dilekçe verme ve yazılı cevabını bekleme hakkını
vermektedir. T.C. yasalarının hiç bir yerinde, "dilekçede 'uygunsuz' bir talep dile getirildiğinde,
dilekçe sahibi veya sahipleri gözaltına alınır, hakkında soruşturma açılır veya tutuklanır" yolunda
bir hüküm yoktur. Eğer dilekçede devletin, herhangi bir sebeple karşılayamayacağı bir talep söz
konusu ise cevabı da o yönde vermek mümkündür.
Bir kısım vatandaşımız, "Kürtçe eğitim istiyorum" diye dilekçeler veriyor. Ve dilekçe verenler
topluca gözaltına alınıyor, sorguya çekiliyor ve bir kısmı tutuklanıyor.
Devlet olarak yaptığımız iş hukuki mi? Değil.
"Kürtçe eğitim istiyorum" diye dilekçe verene, "Anayasamız böyle bir talebin yerine getirilmesine
izin vermiyor" diye cevap vermek ayrı, dilekçe vereni tutuklamak ayrı. Birincisi, normal - hukuki
bir prosedür iken, yani "dilekçeyi cevaplandırma" prosedürü iken, ikincisi, insanları "anayasal bir
hakkı kullandıkları gerekçesiyle dövme" anlamına geliyor. Ve tabii ki hukuk dışı bir uygulama
niteliği taşıyor. Sonuç itibariyle de bu tavır, eğer "dilekçe eylemi" gerçekten planlı bir eylemse (ki
bana göre de öyledir) bu eylemi planlayanların hesabına uygun bir gelişme oluyor. Yani devlet tam
da işin arkasındaki güçlerin beklediği refleksi ortaya koyuyor ve Türkiye'de anayasal hakların
iktidarı elinde bulunduranlarca nasıl kolayca çiğneneceğini örnekliyor.
322
Şimdi gözaltına aldığınız, sonra tutukladığınız çoluk çocuk, kadın erkek yüzlerce, belki binlerce
insanı ne yapacaksınız? Yüz tane daha cezaevi, bin tane daha gözaltı odası mı inşa edeceksiniz?
Stadyumları veya kapalı spor salonlarını mı kullanacaksınız? Buralarda kaç bin kişiyi dünyaya
teşhir edeceksiniz? "Ben dilekçe vermekten başka bir şey yapmadım" diyen insanları neye göre
yargılayacaksınız? Hadi diyelim, ifadeleri muğlak bir madde bulup (tıpkı 312 gibi) yargıladınız,
mahkum ettiniz, (Adalet Bakanı Türk'ün tahmin ettiği gibi konu AĐHM'ye gidecek) AĐHM'de
durum ne olacak? AĐHM bölücülük işlerine RP davasında olduğu gibi yaklaşmadığına göre,
muhtemel ki ortaya Ankara'yı memnun edici bir karar çıkmayacak, AĐHM mahkumiyet
kararlarınızı bozunca ne yapacaksınız? O zaman bölücülük meselesi, bugünkünden daha canlı mı
olacak, yoksa başka bir şey mi?
Bir tıkanma bu.
Dünya değişti, "gözaltına aldım, oldu" diyemezsiniz. Öyle ki atılan her adım, her öfkeli refleks,
Kürt meselesinin halk kitleleri nezdinde siyasallaşması noktasında bir merhale niteliği taşıyor.
Bir ara yazılarımıza "şefkat harekatı" söylemi yansıyordu.
"Din unsuru"na vurgu yapıyorduk bu ülkenin insan unsuru arasındaki iletişimi ayakta tutma
imkanı açısından.
"Ekonomik restorasyon"dan söz ediliyordu...
Gittikçe bütün enstrümanlar etkinliğini yitiriyor, devre dışı kalıyor.
Ortaya kitlevi gözaltılar, tutuklamalar, korku-endişe-bölünme söylemleri, uluslararası koruma
girişimleri vs. geliyor.
Yani sanki Ankara, 'kaçınılmaz bir gelişmeye direniyor' görüntüsü içine sürükleniyor.
Bu tıkanmadır, diyorum.
Türkiye, meseleyi bu noktaya gelmeden çözmenin yolunu bulmalıydı. Hadi bugünden sonrası için
diyelim, daha da derinleşen bir krize dönüştürmeden çıkmanın yolunu bulmalı.
Bu, asla tv'lere yansıyan polis-halk didişmesi, kitlevi gözaltılar, tutuklamalar değildir. Bu
görüntülerin, evlerinde oturan ve gözaltına alınanlarla hissi yakınlıkları bulunan insanları bile
siyasal anlamda bileyeceği kesindir.
Öte yandan bir yabancı tv'ye bu polis-halk didişmesinin nasıl etnik boyutta yansıyacağı ve Türkiye
için nasıl imaj oluşturacağını düşünün bir.
Bugün artık Abdullah Öcalan'ın paketlenip kucağımıza bırakılan bir "sorun" haline geldiği açıktır.
Bugün artık HADEP'in konumunun her türlü durumda meselenin siyasal boyutunu derinleştiren
bir mahiyet kazandığı açıktır. Đster seçime sokun ister sokmayın, ister kapatın ister açık bırakın,
DEP'li milletvekillerini ister cezaevinden çıkarın ister 50 sene daha orada tutun...
323
"Kürtçe eğitim"i ister verin ister vermeyin, tüm bunlar yaralı bir alanı kaşımaktan öte anlam
taşımıyor ve acıyı derinleştiriyor. Ben sanmıyorum ki "Kürtçe eğitim" dilekçesi eylemini
başlatanlar, bunun pratik sonucunu arıyor olsunlar. Yoo, bunun amacı evet, siyasal kanamayı
derinleştirmektir. Bu eyleme zabıta marifetiyle müdahale etmek ise, tam da bu hesaba katkıdır.
Đşte tıkanma bu.
Ankara, bugüne kadar devreye soktuğu enstrümanlar üzerinde köklü bir özeleştiri yapma
noktasına gelmiştir. Bunu yapabilir mi, o noktada bile kuşku duymak yerindedir. Ankara, sancılı
alanları tedavi noktasında yeterli ufuk genişliğini sergileme başarısını göstermekte zorlanıyor.
Millet olmak öncelikle bir duygu bütünleşmesidir, kader bütünleşmesidir. O duygu-kader ortaklığı,
farklı kavimleri bir millet hamuru içinde karabilir. Bu toprakların tarihinde gerçekleşen de budur.
Bu asla zabıta tedbirleri ile olacak bir şey değildir.
Ankara başörtüsü olayında küskün milyonlar üretti.
Ankara, milyonların duygularını allak bullak eden "Kürt meselesi" üretti.
Ankara, cezaevi ölümleri üretti.
Ankara dindar kesimler arasında bir siyasal yasaklılar zümresi üretti.
Çözemiyoruz efendiler, çözemiyorsunuz.
Birlik-bütünlük nutukları değil bu işin çaresi. Alt kimlik üst kimlik gibi teorik tartışmalar da değil.
Cop da değil, cezaevi de değil, siyasal yasaklar da değil, silah da değil.
Bu ülke insanlarını bu topraklarda harman edecek duygu bütünlüğünü sağlayacak bir enstrüman
bulamadığımız takdirde ülke olarak işimiz zor.
Ben bu enstrümanın hâlâ mevcut olduğuna inananlardanım. Çünkü toplumda mevcut sevgi
atmosferi her şeye rağmen tükenmiş değil. Bunu belki medyanın Ankara'yı aşan "insan hakları
duyarlılığı"nda gözlemek mümkün. Bu noktada medyanın halkı Ankara'dan daha iyi okuduğu
tesbitine hak vermemek mümkün değil. Ankara'da hükümet edenlerin 312'deki kafa karışıklığını,
halkın bu konudaki hislerini doğru yakalayan medya gidermeye çalışıyor. Ankara'nın kendine çeki
düzen verme vakti daralıyor. Çünkü Türkiye tıkanıyor.
Halkların pratiği yolu açıyor
24 Ocak 2002 Evrensel
324
A.Cihan Soylu
Olayları, sorunların tersten gösterilmesi için kullanmak, burjuva politikasında “yöntem”lerden
biridir. Gelişmeler koşullardan ve nedenlerden koparılarak; çoğu kez olumsuz sonuçlar nedenlerin
reddi ve olumsuzlanması için kullanılarak, sorunlar birey ve toplulukların niyetleriyle açıklanmaya
çalışılır.
Böylece, düşünce ve eylemleri tehlikeli bulunan sınıf, kesim ve toplulukların tutumunun hangi
“tehlikeli niyet”e ilişkin olduğuna dair kendi kurgu ve teorilerini pazarlama olanağını daha fazla
bulmayı hedeflerler. Đşbirlikçi gericiligin ülke halkına düşman politikalarının “şirin” gösterilmesi
için olduğu kadar; emekçilerin politik, ekonomik, sosyal ve kültürel taleplerini reddedip,
“toplumsal huzura aykırı oldukları”nı “kanıtlamak” için de bu alçaklığı sürdürürler.
Bugünlerde holding gazetelerinin sayfalarına bakanlar ya da televizyon kanallarının haber-yorum
programlarını izleyenler “Kürtçe dil eğitimi”yle ilgili kara propagandanın tam da bu yöntemle
sürdürüldüğünü görürler. Kürt gençliğinin ve Kürt emekçilerinin saflarından yükselen “anadilde
eğitim” talebine ilişkin burjuva vaazında öne çıkarılan “karşı gerekçe”lerden biri, bu talebi ileri
sürenlerin “Kürtçe bilmedikleri” biçimindedir. Sefil ve “sefih” burjuva mantığı için, “Kürtçe
bilmeyenler”in “bilmek için öğrenme isteğini” anlamak mümkün görünmüyor! Ama Türkçe
bilmeyen Kürtler’e “Türkçe ögretilmesi”nde herhangi bir tuhaflık yok.
Kuşkusuz sorunu böyle görmek, -görmek istemek-, ve göstermek bir saptırmayı içeriyor. Đnkâr
edilenin her fırsatta varlığını ve haklarını ifade etme çabası, sermayenin kara propaganda
birliklerini rahatsız ediyor ve “Kürtün kimliği ve hakları” sorununu “PKK terörist örgütü”yle
ilişkilendirerek, halk kitleleri içinde oluşmuş bazı hassasiyetleri gerici amaçlarına alet etmek, “etkili
yöntem” sanısıyla kullanılıyor. Böyle olunca da, holding yazarı Çölaşan’ın deyişiyle “Kürtçe
bilmeyen PKK Kürtçüleri”nin, Kürtçe’nin seçmeli dil olarak öğretilmesini gündeme getirmeleri,
ve yayın organlarını “Türkçe çıkarmaları” bir “acaiplik” ve “masum olmayan bir istek” haline
gelmiş oluyor.
Olayların gelişmesi ve Kürt sorununun “sosyal-siyasal” bir yara olarak toplumun bünyesinde
sürekli kangrenleştirici işlev görmesine karşın, bu sorunun sür-git varlığını sürdürmesinden sistem
yararına “rant” getirisi beklentisinde olanlar, “15 yılda 100 milyar dolar harcanması”nı, Kürtlere
yönelik baskıcı, inkârcı devlet politikaları ve bu politikaların sonuçlarıyla değil ama, “PKK
terörü”yle izah ediyorlar. “Eger” diyorlar, “PKK olmasaydı, Türkiye şimdi bambaşka ve çok daha
gelişmiş bir Türkiye olurdu.” Burjuva propagandacıları, iş, ekmek ve özgürlük isteyen işçi ve
emekçinin eyleminin jop, dipçik, mermi ve bombayla bastırılması için harcanan milyar dolarları da
“emekçi terörü”yle izah etmeye çalışırlarsa, buna şaşırmamak gerekir.
Peki, Kürt varlığı ve politik olarak kendini bağımsız biçimde ifade etme hakkı kabul edilip; Türk,
Kürt ve diğer milliyetlerden emekçilerin kardeşçe birliğini dinamitleyen şoven, yok sayan devlet
politikası sona erdirilseydi, PKK gibi bir örgüt ortaya çıkar mıydı? Ya da sermaye ve gericilik,
burjuvazinin sınıf hakimiyetini sürdürmek için işçi sınıfı ve emekçi kitleleri baskı altında tutma
ihtiyacı duymasa; bu amaçla milyarlarca dolarlık saldırı ve savaş araçları almasa, bu türden büyük
paraların silahlanmaya ayrılmasına niye gerek olsundu; veya buna gerek olur muydu?
“Kürtçe eğitim” gibi, “duyarlı bir sorun”un “sokağa dökülmesi”nden rahatsızlıklarını açıklayan
H. Cemal, Taha Akyol gibi yazarların, sorunun sürüp gitmesine yol açan polititkaları değil ama bu
politikanın neden olduğu “sokağa dökülme”yi “suçlu” görmeleri de, olay ve gelişmeleri
sermayenin çıkarları yönünde tersten okuma mantığını açığa vuruyor.
325
Bu gerici mantık ve yöntemin Türkiye’nin toplumsal sorunlarının gerçek çözümü yönünde bir
“ilerleme”yi sağlayamacağı, esasen bu gerici grüh tarafından da biliniyor. 80 yıllık inkâr
politikasında ayak diremenin Türkiye’nin toplumsal açmazlarını derinleştirme dışında bir yararının
olmadığını onlar da, efendileri de görüyorlar. Korkuları, “yolun açılması”dır! Ezilenler, kendi
sorunlarını kendi güçleriyle çözme yolunda ilerleyip mevzi kazandıkça sermaye egemenliğinin
ölüm çanlarının çalmaya başlayacağını biliyor ve ürküyorlar.
Ama halkların pratiği yürünecek yolu hem gösteriyor, hem açıyor. Kürt işçi ve emekçileri
özgürleşecek, baskı altında kalmaksızın kendi dilleri ve kültürlerini serbestçe kullanacak;
Türkiye’nin bütün milliyetlerden işçi ve emekçileri sermaye hakimiyetine son vererek, halkların
kardeşçe birliğinin sağlanacağı demokratik bir ülkeyi; sömürünün ve baskının olmadığı bir
toplumu var edeceklerdir. Bu yürüyüş başlayalı hayli zaman oldu!
Talepler sisteme yedeklenmek isteniyor
24 Ocak 2002 Evrensel
Çetin Diyar
Kürtçe eğitim etrafında dönen tartışmalar, tartışmaya katılanların tüm resmi tarafların demokrasi
anlayışlarını bir kez daha gözler önüne sererek sürüyor. Hükümet ortaklarından MHP Genel
Başkanı Devlet Bahçeli, Kürtçe eğitim talebi ile dilekçe verilmesini “ülkeyi bölme” planının bir
parçası olarak nitelerken, aslında sadece bu konudaki bilinen şovenist tutumunu dile getirmiş
olmuyor, onunla birlikte, iktidara geldikten sonra, politika üretememe nedeniyle, ya da imza attığı
politikalar nedeni ile partisinin tabanında oluşan hoşnutsuzluğu tekrar toparlamayı da hesaplıyor.
Bununla birlikte, konu etrafından oluşan kutuplaşmanın geleneksel kanadında durarak, yıllardır
ülkenin bölüneceği paranoyası ile şekillendirilen geniş yığınların desteğini de arkasına almaya
çalışıyor.
MESUT YILMAZ’IN KURNAZLIĞI
Hükümetin diğer ortağı ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ise, böyle bir dilekçe eyleminin
önünde Anayasal açıdan engel bulunduğunu söyleyerek, hem MHP’nin, bu konuda geleneksel
endişelere sahip geniş halk yığınlarını arkasına alma planında gedik açmayı umuyor -en azından bu
kesimi karşısına almamaya özen gösteriyor- hem de, AB’nin, TÜSĐAD’ın ve onlarla birlikte
Türkiye’de demokratikleşmeyi sistem içi standartlarla sınırlı olarak algılayan genel “demokrat”
kesimler ile bazı Kürt siyasi çevreleri ile genel olarak Kürt tabanın desteğini arkasına almaya
çalışıyor. Yılmaz böylelikle, “MHP’nin bölücülüğe karşılığı güvenlik kaygılarını anlamıyor değiliz
ama, bu kaygıları her türlü demokratikleşme isteminin önüne geçirirsek, demokratikleşme
açısından adım atamayız” deme uyanıklığını gösteriyor. Dilekçe verenlere karşı daha yumuşak
olunması gerektiğini de zaten bu amaçla söylüyor. TÜSĐAD sermayesi tarafından kontrol edilen
ülkenin en büyük medya gruplarının konuyla ilgili yayınlarının da asıl olarak Yılmaz’ı güçlendirme
üzerine kurulduğunu da belirtmek gerekir.
ADALET BAKANI ORTADOĞU GAZETESĐNĐN MALZEMESĐ OLDU
Bunun dışında Ortadoğu gazetesi de dünkü sayısında MHP’ye karşı oluşan bu medya tepkisini
savuşturma kaygısı ile Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün, “Kürtçe eğitim için dilekçe verenler
326
konuyu Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıma peşinde” sözlerini manşetine taşımış.
Ortadoğu böylelikle, “Bakın bunu sadece biz (MHP) söylemiyoruz, DSP’li Adalet Bakanı da
söylüyor” demiş oluyor. Zaten Bakan Türk, MHP’ye ihtiyaç duyduğu her konuda destek
sunabilecek potansiyele sahip olduğu için Ortadoğu malzeme bulmak da güçlük çekmiyor. Bazı
politikacıların söylediklerinden “büyük haber” kurmak için satır aralarına dikkat etmek gerekir.
Ama Ortadoğu gazetesinin yazı işleri her gün Bakan Türk’ün ne dediğini şöyle bir üstten baksalar,
her tarafından kendileri için manşet çıkabileceğini kolaylıkla göreceklerdir.
DSP’NĐN ARADAN SIYRILMA HESAPLARI
Hükümetin en büyük ortağı konumundaki DSP ise, kendince “en uyanık” davranan ortak
durumunda. “Onlar -ANAP ve MHP- kendi aralarında kapışsınlar, nasıl olsa sonuç da ben
ikisinin ortasını bulan taraf olarak ortaya çıkar ve puanları toplarım” diye düşünüyor. Ecevit, Kürt
sorunu konusunda “milliyetçiliğini” kanıtlamış bir lider olduğu için MHP’ye bu konuda puan
kaptırmayacağını umarak, ama Yılmaz gibi de geleneksel dengeleri karşısına alan taraf olmama
“akıllılığını” gösteren taraf olarak hareket etmeye çalışıyor.
Muhtemelen önümüzdeki dönemde yapılacak “süper patronlar” toplantısının konularından birisi
de bu olacak ve oradan hem 11 Eylül sonrası ABD ile girilen ilişkileri, hem de AB’ye üyelik
gereklerini ortalayan, dengeleyen bir “öneri”yle çıkılacak. Ancak, tüm bunların ortak özelliği, Kürt
yoksullarının taleplerine tamamen sistemi güçlendirmek planı üzerinden yaklaşmalarıdır.
Dolayısıyla Kürt yoksulları hem, tüm bu güçlerin kendi aralarındaki çelişmeleri iyi izlemeli, hem
de onların, Kürt yoksullarının taleplerini sisteme yedeklemeye çalışmakta ortaklaştığını da gözden
kaçırmamalı.
Đnkar ve Şiddet=Çözümsüzlük
24 Ocak 2002 Özgür Politika
M. ÖZTÜRK
Đnsanı insan yapan, insana bir sıfat ve kişilik kazandıran, yaşamı anlamlı kılan, kimi doğuştan, kimi
de sonra kazanılan bazı haklar var.
Büyükten küçüğe her bireyin, her halkın ve her ulusun bu haklarını özgürce kullanma hakkı
vardır. "Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" başta olmak üzere, bu çerçevede hazırlanan birçok
sözleşme ile bu hakların kullanımı, güvence altına alınmasına rağmen, bunlar hep ihlal edildi.
Herkesin kendisine göre yorumlamayacağı bu evrensel kavramlar da, çıkarlara göre yorumlanarak
uygulandı. Dolayısıyla da kullanılması gereken bu halkların birçoğu engellendi.
Bu haklarını kullanmaktan alı konulan halkların en istisnası da Kürtler oldu.
Dünyadaki en küçük bir olaya müdahale eden BM, yaşamı tehlikede olan 40 milyon Kürt
karşısında "üç maymunları" oynadı. BM'in tutumuna benzer tutum takınan, Kürtlerin bugünkü
statüsünü çizen, bu statüyü Kürtlere dayatan, Kürtlere yapılan baskı, zülüm ve katliamların
arkasında olan "uygar Batı da" Kürdün yaşama hakkı başta olmak üzere, tüm haklarının
327
engellemesine seyirci kaldı.
Đnsan hakları ve temel özgürlüklerin bir garantörü konumunda olan BM'in, çifte standartlı bu
yaklaşımından ve AB'nin yıllardır sürdürdüğü faydacı tutumundan cesaret alan TC, Kürt halkına
inkar ve imhayı dayatmaya devem ediyor. Kürt halkının en masum ve en insani taleplerine bile
tahammül etmiyor.
Şimdiye kadar Kürt halkının demokratik taleplerine baskı, işkence, hapis, sürgün ve katliamlarla
yanıt veren TC, aynı tutumunu Kürtlerin kendi diline sahip çıkma konusunda da sürdürüyor.
Đnsanın en temel hakkı olan, anadilini konuşma, geliştirme ve okuma gibi hiç kimsenin karşı
çıkamayacağı "Anadilde eğitim" isteme taleplerini şiddetle engellemeğe çalışıyor. Anayasasında yer
alan dilekçe verme hakkını da ihlal ederek, "Ana dilde eğitim" istemi ile üniversite rektörlerine ve
okul müdürlüklerine dilekçe veren Kürt öğrencileri ve bunları destekleyenleri suçlu ilan ediyor.
Dilekçe sahibi öğrenciler ve bunlara destek verenler gözaltına alınıyor, işkenceden geçiriliyor ve
tutuklanıyor.
Kürtlerle ilgili her şeyi yasak, her etkinliği de bölücülük olarak niteliyor. Bir bölücülük
sendromuna yakalanan TC, Kürtlerin dilini, kültürünü, tarihini, coğrafyasını, silahlı ve siyasi
mücadelesini, dostluklarını, ilişkilerini, diplomasisini, kısaca Kürtlükle ilgili her şeyi ve Kürtlerin
her türlü demokratik istemlerini bölücülük sayıyor.
Yasal bir zeminde de olsa demokratik haklarının kullanmasına tahammül etmiyor. Yasal ve
demokratik taleplere terörle karşılık veriyor.
Bu tavrı ile TC, başta kendi anayasasını, Đnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni, insan hakları ile
ilgili sözleşmeleri ve Kopenhag Kriterleri de ihlal ederek suç işliyor. Ölüm sessizliğine bürünen
BM başta olmak üzere, Kürt dili üzerendeki devlet terörüne kimse ciddi bir tepki göstermiyor.
Sık sık demokratikleşmekten söz eden, zaman zamanda Kürt sorunun çözümünü gündeme
getiren AB'den sorumlu devlet bakanı Mesut Yılmaz da, bu hususta takkiye yapıyor. Kendi
partisine mensup Đçişleri Bakanı Kazım Yücelan'inin uygulamaları karşısındaki suskunluğu
kendisini ele veriyor.
Devletin son günlerde Kürt dili karşısında aldığı tutum ve uyguladığı şiddet de, devletin kendisine
has yasakçı geleneğinin bir ürünü oluyor.
Deneyimler göstermiştir ki yasak ve baskı çözüm getirmiyor. Yasak ve şiddetle bir sonuç alınsaydı.
TC çoktan bir sonuç alır, ortada Kürt diye bir şey kalmazdı. Yetmiş yıllık inkar, şiddet, sürgün,
katliam ve asimilasyon politikası Kürtleri bitirmedi. Ulusal taleplerinin de önüne geçemediği gibi,
Kürt ulusal hareketinin gelişmesini ve Kürt halkı ile bütünleşmesini engelleyemedi. Bilakis inkar,
yasak ve şiddet mantığı, siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda TC'ye çok şey kaybettirdi.
Her gün binlerin katılımı ile dalga dalga yükselen, Kürt halkının yoğun desteği ile bir halk
serhildanına dönüşen "Ana dilde eğitim" talebi karşısında Türk devletinin takındığı tavır, gereksiz,
anlamsız bir tavırdır.
Türk halkına olduğu kadar devlete de bir şey kazandırmayan beyhude bir zorlamadır.
Çözümsüzlükle birlikte, işi yokuşa sürmedir.
Bunun için de her iki halkın yararına çözümü kolaylaştıran yaklaşımlar esas alınmalı,
328
Şiddet yanlısı MHP'ye, rantçı çetelere, savaş kışkırtıcılığı yapan Emin Çölaşan gibi satılık kalemlere
itibar edilmemelidir.
Sadece talep etmek yetmiyor
25 Ocak 2002 Özgür Politika
UFUKTAN
Kürdistan ve Türkiye'de gündemin en sıcak tartışma konusu olan anadilde eğitim konusunda,
ağırlıklı olarak Kürtleri ve demokrasi güçlerini ilgilendiren birkaç noktaya yeniden vurgu yapmakta
yarar var. Çünkü yürütülen kampanya birden bire ortaya çıkan ve yine kısa ömürlü olacak bir
girişim değil. Kürt olgusuna yaklaşımda inkar ve imhayı öngören ve her türlü farklılığı düşmanlık
olarak kabul eden Türk siyasi sisteminin doğurduğu bir sonuç olarak karşımızda duruyor. Bu
konudaki başarı, oligarşik sistemin geleceği, dolayısıyla halkların demokrasi içerisinde kardeşçe
yaşamı konusunda da belirleyici olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, tekçi zihniyeti gibi merkezi idari yapılanmasını da Osmanlı'dan devraldı.
Bunun içindir ki toplumsal yapılanma, üstten alta hiyerarşik bir öze sahiptir. Özgürlüklerin sınırı,
ufkun genişliği üstten belirlenen kadardır. Aşırı merkeziyetçi otorite, devleti hükmeden, vatandaşı
da sadece hizmet eden bir konuma getirmiştir. Vatandaş düşünemez, kendi kaderini belirleyemez;
sadece emir komuta zinciri içerisinde hareket eder bir konuma getirilmiştir. Devlet herşeydir.
Bu yaklaşım, doğal olarak Türk toplumunun da kıblesi olmuştur. Bu anlayışı eleştiren sol ve
entelektüel çevreler bile kısırdöngünün dışına çıkamamış, değişim gücünü ortaya çıkaramamıştır.
Günümüzde de yaşanan biraz budur.
Dikkat edilirse herkes anayasadan, partiler konumundan, hak ihlalleri ile düşünceye kısıtlama
getiren uygulamalardan şikayet ediyor. Bunlara göre devlet değişmelidir. Ancak sorun da burada
başlıyor zaten. Devleti kim değiştirecek, nasıl değiştirecek? Yüzyıllardır tüm değerlerin üzerinde
oturan oligarşik bir yapılanmadan gönüllülük temelinde tüm imtiyazlarından feragat etmesi
beklenemez herhalde. Yine özgürlüklerin genişletilmesi, sistemin demokratikleşmesi için bu
çevrelerin elini ateşe atmasına umut bağlanamaz herhalde. Özgürlükleri, ancak bunu isteyen ve
demokrasiye su ve ekmek kadar ihtiyaç duyanlar getirebilir.
Şimdi gelelim asıl meselemize. Talepleri sadece "devlet versin" noktasında tıkamak, bizi yeniden
başarısızlığa götürecektir. Anadil kampanyasında şimdiye kadar yürütülen mücadeleyle önemli bir
mesafe kat edildi. Sorunun yakıcılığı kadar sistemin bununla yüz yüze gelmek zorunda olduğu
ispatlandı. Kuşkusuz devlet gerekli düzenlemeyi yapmak, yasaları değiştirmek ve uygulamanın
hayat bulması için sorumluluklarını yerine getirmek durumundadır.
Ancak kampanyayı yürütenlerin de yükümlülükleri vardır. Demokrasi ve özgürlük, devletin
bahşedeceği bir olgu değildir. Mücadeleyle, pratik adımlarla kazanılır. Onun için devletin
değişmesini dayatmakla birlikte, paralelde pratik bazı adımlar atılarak, şimdiye kadar kazanılan
mevziler somut ürün verecek bir konuma getirilmelidir. Bunun yolu, her köyde, her mahallede;
evde, işyerinde, okulda; kısacası yaşamın her alanında Kürtçe konuşmaktan, Kürtçe kurslar
açmaktan, gazete, dergi çıkarmaktan ve herşeyden önce bunun bilimsel zeminini yaratmaktan
geçiyor. Tarih, dil araştırmaları, sosyolojik veriler; bunların ekonomi, siyaset ve edebiyat alanına
yansımaları; toplumsal yaşam içerisindeki yeri gibi konular, tam da şimdi mercek altına alınmalı,
329
alttan bir üretim olayı geliştirilmelidir. Böyle yapıldığında haklı talepler ile pratik üretim
birleştirilerek, hiçbir gücün karşısında duramayacağı bir süreç başarıya kavuşturulmuş olur.
Demokratik Hukuk Mücadelesi
25 Ocak 2002 Özgür Politika
D. ALĐ KÜÇÜK
Öğrencilerin anadilde eğitim hakkı, Kürtçe'nin seçmeli ders yapılması yönündeki dilekçe
başvurularına yönelik tepkiler sürüyor. ANAP'ın esnek yaklaşımı dışında hükümet doğrudan karşı.
Đçişleri Bakanı genelgesi, eski zihniyetin tam devamı olduğu gibi, meseleyi özünden saptırıp
geçmiş yaklaşımların bir devamını sergiliyor.
Adalet bakanı H. Sami Türk, cezaevlerine yönelik kasaplığı dile yönelik olarak da yapıyor.
Gazetecilerin "esnek yaklaşılsınî sorularına alaycı ve terbiye sınırlarını aşan cevaplar veriyor.
Güvenlik güçlerinin hemen ilgilendiğini söylüyor.
Dilekçeyle başvuru hakkı varmış, ama siyasi olmaması gerekiyormuş. Kürtçe dil hakkını istemek
doğrudan siyaset yapmak ve PKK'li olmakmış. Ayrılıkçılık körükleniyormuş. Kürtçe serbest
olursa Türkiye bölünecekmiş. Türkiye'nin bölünmemesi için Kürt dili ve kültürünün yasak olması
gerekiyormuş. Bunun için Türkiye'ye demokrasi gelemiyormuş. Hikayeleri, senaryoların, fantezi ve
şovenist dalganın iniş-çıkışlarını çoğaltmak mümkün.
Kürtçe'ye yönelik yasakçı, baskıcı ve inkarcı eğilimi sürdüren MHP ve onu onaylayan ortağı
DSP'dir. Coşkun Kırca, çetecilik ve rantçılıkla geçinen YÖK "bilimi adamlarıî ve gazeteci-köşe
yazarı türünden bazıları da aynı kafada. Bu politikaları hükümet sürdürüyor. Son kamuoyu
yoklamalarında verilen destek % 2'nin (yüzde iki) altına düşmüş. Türkiye istikrar içinde yürüyor;
demokratikleşme, dil ve kültür istemleri, ekonomik talepler olmasa ne güzel yürüyecek(!)... Masal
aynı masal. Yıllardır dinliyorsunuz. Neredeyse gerekçeleri de benzer.
Medya ve çeşitli çevrelerdeki ikinci eğilim ise, Kürtçe olabilir, kişisel ve özel olmak kaydıyla.
Anadilde eğitim bildirimi yöntemiyle olmaz. Ayrılıkçılıktan vazgeçilsin. PKK olmasın, demokratik
güçlerin siyasalaşması da olmasın.(!) Peki nasıl olacak?Bir yöntem siz söyleyin. Yapınız, doğrusunu
yaptığınıza halk inansın. Medyanın tanınan bu tür bazı köşe yazarları vb. şahsiyetler; eğer tavır
sahibi olamazsanız birileri işini yürütür, yürütüyorlar da.
Ayrılık isteyen yok. Siz de gerçekten demokrat, Türkiye'nin AB'ye katılımını istiyorsanız, şimdiye
kadar PKK'yi gerekçe yaparak hep Kürtlerin aleyhine yazdınız.
Devlete güven verin mantığından vazgeçmek gerekiyor. Devletin buna ihtiyacı da yok. Tahrip
eden devlettir. Halkın bir şeyi tahrip ettiği yok, tersine devlete karşı zayıf durumdadır. Artık biraz
güven de halka verseniz sanırız hiç de fena olmaz.
Üçüncü eğilim Kürtçe'nin serbest olmasına, anadilde eğitim ve yayın hakkına tam ve kısmen
katılanlardan oluşuyor. Bunun için TÜSĐAD, ÖDP, CHP'nin önemli bir kısmını, HADEP, yeni
oluşacak sosyal demokrat eğilimi, Đslami eğilimin değişimden yana olan kesimini KESK, ĐHD vb.
330
sivil toplum örgütlerini, Kürtlerin, hatta Türklerin önemli bir bölümünü sayabiliriz. Ki, bu eğilim
demokratikleşme ve değişimin yapılması gerektiğine –farklılıklara rağmen- inanıyor, bunun
mücadelesini vermeye çalışıyorlar.
Devletin de demokratikleşmenin gereği olarak "Türkiye'nin anadili Türkçe'dir" ibaresinin
değiştirilip "Türkiye'nin resmi dili Türkçe'dirî ibaresini koyması yerinde olur. böylece anadiller de
kendini ifade etmeleri kolaylaşır. Yapılması gereken Türkiyeli olma kimliğinin ve böyle bir
yurtseverliğin, buna uygun onun yasal vatandaşlık kavramının geliştirilmesidir. MHP'nin istediği
dogmatik ve putçuların katıldığı "kimlik" çağdışı, Türkiye ve dünya gerçeğine uymuyor.
Irak anayasası Araplar ve Kürtler oluşumu kabul ediyor. Kürdistan-Kürt kavramına karşı değiller.
Đran'da Azerbaycan eyaleti olduğu gibi Kürdistan eyaleti de vardır. Üniversitelerde Kürtçe
bölümler de var, kaba bir inkar yürütülmüyor. Radyolarda Kürtçe yayınlara da yer veriliyor.
Bunlardan dolayı kimse Đran'ın bölüneceğini tartışmıyor. Dil ve kültür zenginliğinden dolayı
ülkelerin bölündüğü görülmemiştir.
Kürt yoktur, her şeyi yasaktır, Kürt ve Kürdistan kavramları dünyanın neresinde olursa olsun
kullanılamaz. Đnkar, ezme ve baskıyı sürdürmek, özgürce, demokratikleşme temelinde nasıl bir
arada, iç içe yaşanacağının ölçü ve yaklaşımlarını belirlememek orunu sürüncemeye bırakmak ve
ayrılıkçılığın teşvik edilmesi oluyor.
Ayın Taha Akyol ve benzerlerinin hala ayrılıkçılığı getirip Kürtçe'nin ve kültürel zenginliğinin
önüne koyması anlaşılır değlidir. Eskiden vardı, ama bugün ayılmayı dayatan fazla kimse yoktur.
Geçmiş argümanlara sığınmak Đçişleri Bakanının zihniyetine hak vermek olur.
Bilimle uğraşanlar bilir; Kürt kimliği, kültürü, dili siyasi ve düşünülmüş politikalarla siyasi bir inkar
kararı olarak dayatılıyorsa kültür, dil, kimlik bildiriminde bulunmak ister grupsal olsun,
demokratik bir içerikte olduğu gibi belli yönüyle istense de istenmese de siyasi bir anlam içerir.
Çünkü siyasi bir yasağın ve inkar anlayışının kaldırılmasını öngörüyor. Bu yönlü irade beyanında
bulunuyor.
Her şeye karşın Türkiye'deki tablo olumluyu yansıtıyor. Dillerin-kültürlerin sahiplenmesi gelişiyor.
MHP gibi mezarlıkların, suskunlukların üzerine değil, uygarlık ve kültürel zenginliklerimizi
keşfedip, büyütüp demokratik uygarlıkla birleştirme gün ışığına çıkıyor ve kendine yer arıyor.
Kürtler inkarcı ve imhacı mantık ve uygulamalara gösterdikleri tepkilerini daraltmadan sabırlı ve
direngen çalışmayla birlik esprisi için demokrasi ve hukuk mücadelesini sürdürür, dillerini ve
kültürlerini her düzeyde uygun yöntemlerle geliştirerek yürüyebilirler. Sivil toplum örgütlenmesi
ve bulunduğu her alanda bunu yapmaya çalışırken, aydın ve politikacıları bilimsel araştırma ve
uygun yollarla bunu bütün hukuk ve demokrasi platformlarına taşıyabilirler.
MGK'dan hayırlı bir şey çıkmaz. Đç ve dış güvenlik diyerek aynı nakaratı tekrarlayacak, Kürtçe
konusunda yok deyip MHP'yi onaylayacak. Çünkü çözümsüzlük, inkar MHP zihniyetine pirim
verir.
Nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar, demokratikleşme, kimlik, dil-kültür mücadelesi; üç kuşak hakları,
AĐHS, anayasal demokratik hak ve özgürlükler için yürütülen meşru bir çıkıştır. Bunlar, pazarlık
ve geri adım atmanın değil, ilerlemenin konusudurlar
Kürtçe kampanyasında tuzağa düşüyoruz
331
25 Ocak 2002 Hürriyet
Mehmet Ali Birand
Kürtçe öğretimi ile ilgili dilekçe kampanyasında, Devlet son derece hatalı davranıyor. Bu
yaklaşımdan dönülmezse, ardından gelecek yeni kampanyalarda, kendi kendimizi işin içinden
çıkılmaz bir duruma sokmuş olacağız
Kürt kökenli gençler bir süredir, çeşitli üniversitelerde bir kampanya sürdürüyorlar. Bunun bir
merkezden ve koordineli şekilde yönlendirildiği açıkça belli. Bu konuda hiçbir kuşku yok.
Đstedikleri, son Anayasa değişikliğinden ( 26'ncı madde) yararlanarak, Kürtçe'nin seçmeli dil olarak
kabul
edilmesi ve öğretilmesi. Son derece dikkatli yazılmış bir metin. Üniversitelerdeki
derslerin Kürtçe okunması talep edilmiyor. Kürtçe'nin, Đngilizce veya Almanca gibi seçmeli dil
olması üstünde duruluyor.
Kürtçe konuşma yasağı zaten 1987 yılında kaldırılmıştı. Anayasa'daki son değişiklikle de
Kürtçe'nin (anadil eğitimi hariç) öğretimine kapı açılmıştı. Bunun özel dershanelerde mi, yoksa
devlet üniversitelerinde mi verilebileceği ise açık bırakılmıştı. Şu anda, Kürtçe sadece RTÜK
çerçevesinde yasaklı. Türkiye bu yasayı da değiştireceğini AB'ye bildirdi.
Medyanın en tutucu kalemleri dahi Kürtçe öğretimin özel dershanelerde serbest bırakılması
konusunda görüş birliği içindeler. Yani, bu konuda toplumun önemli bir bölümünde görüş birliği
var.
Ben burada Kürtçe'nin ne şekilde serbest bırakılması gerektiğini tartışmak istemiyorum. Dilekçe
veren gençlere karşı devletin tutumuna dikkat çekmek istiyorum.
Gereksiz ve büyük bir hata işleniyor
Başta da söylediğim gibi, bunun siyasi bir kampanya olduğundan ve bir merkezden
yönetildiğinden hiç kimsenin kuşkusu yok. Ancak ortada bir de Anayasa'ya uygun bir yaklaşım
var.
Kürt kökenli gençlerin verdikleri dilekçelerden bazılarını gördüm. Anayasa'ya aykırı hiç bir söz
yok. Sadece, seçmeli ders olarak Kürtçe öğretim sağlanması isteniyor, o kadar.
Şimdi "dilekçe vermenin" suç
olup olmadığına bakalım.
Anayasa'da yapılan son ( 3 Ekim) değişiklikle birlikte, 74’üncü madde çok açık:
"... Vatandaşlar, kendileriyle veya kamuyla ilgili dilek ve şikayetleri hakkında yetkili makamlara ve
TBMM'ye yazı ile başvuru hakkına sahiptir. Başvuruların sonucu da gecikilmeksizin dilekçe
sahiplerine yazılı olarak bildirilir."
Yani, bu öğrenciler anayasal haklarını kullanıyorlar ve Anayasa'da yazılı olduğu şekilde de bir yanıt
istiyorlar.
Devletin bu kampanyaya tepkisi ise, dilekçe verenleri tutuklamak, bazılarını üniversitelerden
atmak, polislere coplatmak, direnenleri hapsetmek oluyor. Bu şekilde gerilim yükseliyor, gösteriler
332
artıyor ve olayın boyutları her geçen gün büyüyor.
Sizlere sormak istiyorum, başvuru dilekçeleri alınsa ve her başvuruya "Đsteğinizi karşılayabilmemiz
bugünkü yasalarla mümkün görülmemektedir. Saygılarımızla üzüntülerimizi kabul ediniz..." gibi
bir yanıt verilse devlet ne kazanır, ne kaybeder?
Hiçbir şey kaybetmez.
Tam aksine kazanır.
Kendi kendimizi aldatmayalım. Türkiye eninde sonunda, özel dershanelerde Kürtçe dili
öğrenimine izin verecektir. Bu kampanyaya yumuşak şekilde yaklaşılmış olsa, hem biraz zaman
kazanılmış, toplumun kendini hazırlama imkanı sağlanmış, hem de ülkede bir gerilim başlangıcı
önlenmiş olmaz mı?
Bu sertlik gösterisiyle, göz göre göre, kimden ve nereden kaynaklandığı bilinen bir kampanyanın
tuzağına düşülüyor. Gerginlik artıyor.
Devlet sinirlenip hoyratlaştıkça, karşı taraf daha da üstüne gidecektir. Yakında, köy isimleri eskisi
gibi Kürtçe olsun denecektir. Bu bitmeden nüfus kağıdıma Kürt kimliğim yazılsın istemi ortaya
atılacaktır.
O zaman ne yapılacak ?
Yine, her dilekçe veren hapishaneye mi yollanacak? Yüz binlerce insan dilekçe verdiklerinden
dolayı hapishaneleri mi dolduracak ?
Doğrudur, Kürt sorunu siyasallaşmaktadır.
Siyaset engellenemez. Hele polis önlemiyle hiç önlenemez. Tam aksine siyasallaşmanın zararlı
noktaya gelmesi, devletin yapısının bozulması demokrasi içinde durdurulabilir. Devlet
demokrasiyle daha kolay savunulur. Örneğin, silahlı mücadele sırasında PKK ile mücadele etmek
daha kolaydı. Đnsanların hayatına maloluyordu, ancak sonunda güçlü olan kazanıyordu. Siyasal
alandaki mücadele çok daha zordur. Akıl ve mantık ister. Bu yaklaşım, siyasallaşmış hareketleri
daha da güçlendirir.
T.C. Devleti bu tutumuyla büyük bir hata işlemektedir.
Yaklaşımını değiştirmediği taktirde, büyük bir tuzağın içine düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Bu kampanyayı yapanlar da hatalı davranıyorlar
Türkiye son 20 yılının en önemli demokratikleşme sürecine girmiştir. Avrupa Birliği'ne doğru
adımların atıldığı ve tüm temel yasaların gözden geçirildiği bir sırada bu kampanya Türk
toplumunun bir bölümüne "Đşte görüyor musunuz, Kürt milliyetçileri fırsat bekliyorlarmış. Zaten
PKK hâlâ ayakta ve bu gençleri yönlendiriyor" dedirtmekten başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Türk devleti sergilediği bu tutumunda ne kadar hatalı
davranıyorlar.
ise, Kürt gruplar da aynı şekilde hatalı
333
Nasıl Avrupa Birliği, aynı konuda hatalı davranıyorsa,
PKK da güç gösterisiyle hatalı bir politika uyguluyor.
Artık herkesin yeni bir başlangıç yapması gerekiyor.
Bahaneler bitmez
26 Ocak 2002 Yedinci Gündem
Editör'den
Kürtçe eğitim meselesi geçen haftanın gündemiydi. Öğrencilerin bir ay önce dile getirdiği talep ay
sonuna doğru ses getirdi.
Şu anda ortalık toz duman... Yazılı ve görsel basına yansıyanlara bakılırsa, kafalar oldukça karışık.
En büyük karışıklık da Hükümet ortaklarında. Her biri ayrı telden çalıyor. Çözüm gücü olan
iktidar topu sağa sola atıyor. Hükümetteki çarpıklık diğer kesimlere de zuhur etti.
Son bir kaç günlük basına bakıldığında bunu rahatlıkla görmek mümkün.
Bütün bunlara sebebiyet veren neden ise Kürtçe seçmeli ders talebini içeren ve anayasal bir hak
olan "dilekçe girişimi". Geçmiş dönemlerde yaşanan şiddet, güç gösterisi, kırma dökmeden eser
yok.
Buna rağmen bu girişimin karşılaştığı tutum tirajı komik.
Dilekçe eylemine Đçişleri Bakanlığı gözaltı emri verdi. Adalet Bakanı ise Kürt sorununu
"Uluslararası boyuta taşımak" olarak niteledi. Rektörler ise ispiyonlamaya devam ediyor.
Hukukçular işe el atınca durum anlaşıldı: Suç işleyen öğrenciler değil, Đçişleri Bakanı'nın kendisi.
Ancak bu gözaltıları ve tutuklamaları durduramadı.
Hükümet, talebi boşa çıkarmak için dilekçeleri "PKK'nin siyasallaşma girişimi" gibi göstererek
boşa çıkarma çabasında ancak, öğrencilerin talebi öyle çok da kolay savuşturulabilecek gibi
gözükmüyor.
Bundan dolayı olmalı ki, bir çok öğrenci gözaltına alındı, işkence gördü, tutuklandı. Kürt inkarı
üzerine şekillendirilmiş 79 yıllık sistem zorlanıyor.
AB yolu Diyarbakır'dan geçer diyen Mesut Yılmaz bile kaçamak yanıt verdikten sonra işin rengi
ortaya çıkıyor.
Bu arada dikkatlerden kaçan en önemli nokta, olan bitene yol açan Kürtçe ile eğitim isteğinin hak
olup olmadığıdır. Yetkililer bundan mümkün olduğunca kaçmaya çalışıyor. Kürt deyince, arı
yuvasına çomak sokulmuşcasına bir celallenme yaşanıyor. Ancak yapılan işin oldukça makul ve
334
mantıklı oluşu ise yetkililer açısından durumu çıkmaza sokuyor. Đşi, savaş dönemindeki gibi
zıtlaşmaya çekerek ortadan kaldırma zemini de yok. Öğrenciler de tümüyle yasal çerçeve içinde
hareket edince devlet zor durumda kalıyor.
Sorunun şimdilik çıkmaz gibi gözüküyor. Ancak, demokrasi testinde devlete ter döktüren
öğrenciler, böyle sürmesi halinde kendi kendilerine eğitim vereceklerini belirtiyorlar.
Ancak, sorunun sadece öğrencilerin Kürtçe ders isteğiyle de ilgili olmadığı da biliniyor. Öyle
saysak bile HADEP'in Ankara'daki gecesinde Kürtçe türkü söylemenin yasaklanmasına,
Batman'da Kürtçe kasetlerin toplatılmasına, Đstanbul'un göbeğinde Kürtçe tiyatro oyununun
engellenmesine, mahkemelerde Kürtçe dilin kabul edilmemesine, sokakta Kürt kimliği nedeniyle
yaşanan gözaltılara, Gani Şavata'nın iki yıldır gösterimde olan ve Kürt sorununa değinen Sınır
filminin Muş'ta gösteriminin yasaklanmasına ne denilmeli?
Yaşananlar 20. yüzyılın ortalarına kadar Amerika'daki zencilerin durumun andırıyor.
Beyaz adamın zenci fobisi Türkiye'de PKK ve Kürt şeklinde zuhur etti.
Kültür devrimine doğru...
26 Ocak 2002 Yedinci Gündem
Pınar Selek
Gözaltılara, tutuklamalara, tehditlere, disiplin kurullarına, olağanüstü açıklamalara bakmayın,
anadil talebi şimdiden zafere ulaştı. Kültürel hak taleplerinden korkanlar, bu talepleri terörize
etmeye çalışanlar, artık geçmişteki destekçilerini yanlarında tutamıyorlar. "Resmi çevreler" Kürt
sorunuyla doğrudan bağlantılı olan bir konuda ilk defa bu kadar yalnızlaştılar. Üstelik öğrencilerin
ve ailelerin talepleriyle öne çıkan Kürtçe eğitim hakkı sorunu geçen seneki Kürtçe televizyon
tartışmalarından çok daha ileri bir noktaya ulaştı. Hatırlanacağı gibi, Kürtçe televizyon tartışmaları
daha çok Avrupa Birliği'yle ilişkiler kapsamında gerçekleşmiş, bu ilişkiler gerginleşince de rafa
kaldırılmıştı. Anadil talebi ise yediden yetmişe, ülkenin her yanından sivil halk inisiyatifleriyle
gelişti. Şimdiden önemli bedeller ödendi. Tutuklamalar bir yana binlerce öğrenci okuldan atılma
tehlikesiyle karşı karşıya. Üstelik bu kampanyaya velilerin de destek vermeye başlaması
önümüzdeki günlerde anadilde eğitim hakkı için yüz binlerce, hatta milyonlarca insanın harekete
geçebileceğini gösteriyor. Henüz çok başında olan ve tamamen sivil güçlere dayanan bu
kampanyanın ülke kamuoyunda bu kadar etkili olması, tartışmaların salt Avrupa Birliği'ne uyum
kapsamında değil, halkı harekete geçiren bu sorunu savaşsız çözmek kaygısıyla yürütülmesi
toplumsal dönüşüm için çok önemli bir imkanın doğduğunu gösteriyor.
Ancak coğrafyamızda devrim anlamına gelebilecek bu toplumsal dönüşümün başarıya
ulaşabilmesi için hâlâ üzerimizde etkisini sürdüren kimi alışkanlıkları hızla aşmak zorundayız.
Bilindiği gibi, anadil ve tüm kültürel haklar mücadelesinin hukuki ve siyasi boyutları var. Ancak
bizler siyaseti de, hukuku da hep erkek eksenli öğrendik. Bu nedenle, siyasal ya da hukuki
mücadelelerimizin yaşama yansıyışı oldukça geri bir düzeyde oldu.
Siyasetin yaşamdan uzaklaşması ataerkilliğin en temel özelliğidir. Bu siyaset ölüdür. Yaşamda
335
karşılığı yoktur. Bu nedenle maskelerle yapılır. Đki yüzlülüğe dayanır. Bu siyaset insanda en basit,
en ucuz duyguları perdeleme yeteneğini geliştirir. Örneğin, güçlenen kadından korkan, ilişkilerinde
sürekli egemenliği üreten erkeğe, kadın özgürlüğü üstüne nutuklar attırır. Bu siyaset, dışlanan, hor
görülen insanlara dönüp göz ucuyla bile bakmayanlara devrimcilik yaptırır. Kendinden başka
kimseyi sevmeyen kariyeristleri halk adına öne çıkarır. Bu siyasetin bizimle ne ilgisi var,
demeyelim. Bu topraklarda bambaşka bir gelenek yeşermekte olsa da, biz eski siyasetle yoğrulduk.
Ona alıştık. Aşmaya çalışsak da kolay olmuyor. Yaşamla kucaklaşamıyor, yaşamı dönüştürme
iradesini henüz tam olarak gösteremiyoruz. Örneğin Azadiya Welat, ana dil talebinin bunca
yükseldiği bir dönemde satış rekorları kırmalıydı. Ama böyle olmuyor. Satışlarda bir artış değil,
azalma var. Kampanyayı yürütenler, dilekçeler verenler, bu kampanyaya destek olanlar Azadiya
Welat'ı sürekli takip ediyorlar mı? Eylem yapmak kadar, uğruna mücadele ettiğimiz talepleri
gündelik hayatımızda ne kadar yaşamsal kılıyoruz? Her mahallede bir ev bir dil kursuna
dönüşemez mi? Özel alanları birer kültür odağı haline getiremez miyiz? Kadınlar ana dillerinde
okuma yazma kampanyası başlatamazlar mı? Bu kampanya her mahallede en az yüz kadının iki ay
içinde kendi dilinde okuma yazma öğrenmesini hedefleyemez mi? Bunun için ille de kurumsal
yapılara ihtiyaç yok. Herkes kendi bulunduğu yerde bu kampanyayı yaşamsal hale getirebilir.
Böyle olursa, siyasal ve hukuki alanda, kültürel haklar kapsamında süren ana dilde eğitim
mücadelesinin zemini daha da güçlenir. Biz, devletten çok toplumun dönüşmesine, kültürel ve
sosyal devrimlere ihtiyaç duyuyoruz. Bu ülkede Kürt kültürünün gelişmesi, yazılı-görsel, tüm ifade
biçimleriyle dile geliyor oluşu, hakim kültürün tek rengini çoğaltacak, bizi zenginliğe boğacaktır.
Hiçbir çarpıtma, hiçbir zorbalık, hiçbir komplo sokak sokak büyüyen toplumsal dönüşümün
önüne geçemez.
Rönesans, Engizisyon mahkemelerinin en çok cadı avına çıktığı, insanların yığınlarca yakıldığı bir
dönemde gerçekleşti. Bu topraklarda da öyle oluyor. Bize düşen bu dinamizmi kendi
yaşamlarımıza taşımak, kendimizi kültür devriminin özneleri olarak görmektir. Örneğin, bu
kampanyayı eylemlerle, hukuki ve siyasal kurumların zorlanmasıyla sınırlı ele almamaktır.
Yukarıdan aşağıya gerçekleşen kültürel müdahalelerin bizleri ne kadar büyük acılara boğduğu
ortada. Madem bu sorun açığa çıktı, betonlanmış bir gerçek yaşam ağacı gibi yeşerdi, o halde
çözüm bizde. Daha fazla acı çekmemek için biz boy verelim, biz serpilelim, biz güzelleşelim, biz
renklenelim, biz zenginleşelim. Ben kendi adıma, bir yerine iki Azadiya Welat almaya, bunlardan
birini her seferinde başka bir arkadaşa hediye etmeye söz veriyorum...
Đnsanlık kültürü olarak anadil
26 Ocak 2002 Yedinci Gündem
Celal Beşiktepe
Türkiye'de gündemde olan "Kürtçe Öğrenim" kampanyasını ve dolayısıyla Anadil konusunu daha
kapsamlı ele almak gerekiyor. Konu, Kürt sorununun demokratik çözümüyle doğrudan ilgilidir.
Bu sorun çözüme bağlanmadıkça, Türkiye'nin uygar bir ülke olarak, ekonomik, politik ve kültürel
alanlarda büyük hedeflere yönelmesi mümkün görülmüyor. Türkiye'nin geleceği ve uygar bir ülke
336
olarak dünya insanlık ailesi içindeki onurlu yerini alıp almayacağıdır söz konusu olan.
Đnsanlar arasında iletişimi sağlayan sesli ya da yazılı simgeler sistemi olan dilin, birçok tanımı
yapılmıştır. Ansiklopedik tanıma göre: Dil, bir yaklaşıma göre, düşüncelerin, sözcük haline
getirilmiş sesler aracılığıyla anlatılmasıdır. Bu tanım düşünce öğesine ağırlık vermiştir. Dil, düşünce
dışında kalan, bilinçsiz varlık alanlarını, duyguları, düşleri de kapsar.
Çoğunlukla insanlar önce bir tek dil öğrenirler. Çocuğun ailesinin ya da doğup büyüdüğü
ortamdaki insanların konuştuğu bu dile anadili adı veriliyor. Bir çocuğun iki dili birden öğrenerek
büyüdüğü durumlar enderdir. Bu özellikleriyle dil, insana özgü bir yetenektir.
Dilin önemi ve gücü ilk çağlardan beri vurgulanmıştır. Dilbilim, dili ve dilleri bir sistem olarak
gören ve niteliğini, yapısını, tarihini bilimsel olarak inceleyen bilim dalı olarak bilinir.
Dilbilimcilere göre: Düşünme ve dil arasındaki ilişkiler sorunu, felsefe tarihinin derinliklerine
götürür insanı. Her iki varolan alanını (düşünme-dil) kendi iç ilişkileri çerçevesinde ele almak
bilimsel bakış açısının bir gereğidir.
Noam Chomsky, Dil ve Zihin adlı kitabında "Zihnin doğasıyla, daha doğrusu, insan dilinin
doğasıyla ilgili inceleme ve kurgulama tarihine dönersek, dikkatimiz doğal olarak 17. yüzyılda,
çağdaş bilimin temellerinin sağlam olarak atıldığı ve bugün de bizi şaşırtan sorunların gözle
görülür bir açıklık ve beceri ile dillendirildiği 'deha yüzyılı' üzerinde toplanır" diyor. Konuya daha
geniş bir perspektifle bakan bilim insanları, dil incelemeleri aracılığıyla aslında, insan doğasını
anlamlandırma çabalarına katkıda bulunmuşlardır. Chomsky'nin de sorduğu "Dil incelemelerinin
insan doğasına anlamamıza katkısı ne olabilir?" Chomsky bütün dillerde evrensel düzenlerin,
örüntülerin bulunduğunu öne sürmektedir.
Felsefe tarihinde Platon, Aristoteles, John Locke, David Hume, John Stuart Mill, Immanuel Kant
gibi filozoflar dil felsefesi alanında çalışmalar yapmışlardır. Aristoteles'e göre "Konuşma, zihnin
yaşantılarının temsil edilmesidir"
Kültürü ve bilimi bir tek insan değil, milyonların emeğine dayanan insan toplumu yaratmıştır.
Antropolojik anlamıyla kültür, insan yaşamının toplumsal ilişkilerinden doğan bütün yönelerini
kapsamaktadır. Bu anlamda kültürle dil, birbiriyle iç içe geçmiş olgulardır. Bir toplumun kültürü,
değerleri, becerileri ve bütün bilgisi insanlığa dil yoluyla aktarılıyor. Dille kültür arasındaki ilişki:
Dil, bireylere kültürün bir parçası olarak aktarılır, ama kültür de gene dil yoluyla aktarılır şeklinde
özetlenebilir. Ve toplumsal gelişmenin dille gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Dillerini görsel simgeler aracılığıyla yazıya geçiren ilk insan toplulukları Mezopotamya'nın
kuzeyinde yaşayan Sümerler ve Eski Mısırlılardır. Sümerler ve Eski Mısırlılardan kaldığı bilinen en
eski yazılar Đ.Ö. 3500 yılına aittir. Bugün dünyada konuşulan üç bini aşkın dil olduğu
bilinmektedir. Dünyadaki çeşitli insan topluluklarının doğalcı yaklaşımla betimlenmesi ve
yorumlanması olarak tanımlanan Antropoloji (insan bilimi), insanları, etkinliklerini, kültürlerini ve
ürünlerini araştırır. Đnsanbilimci için bir ulusun kültürü onun tüm yaşam biçimini kapsar. Bir
halkın sahip olduğu, yaptığı, düşündüğü, inandığı ve çocuklarına aktardığı her şey kültür
kavramının bir öğesidir.
Çevre bilim olarak bilinen ekoloji, canlılar ve onları çevreleyen canlı ve cansız ortam arasındaki
ilişkileri inceleyen bilim dalı olarak çeşitli disiplinlerle yakından ilişkilidir. Bunlar arasında
antropoloji ve pedoloji de vardır. Ekolojik bakımdan insan öteki canlılar arasında başka bir
canlıdan ayrı bir varlık olmayıp o da diğer yaşam biçimleri gibi doğanın denge yasalarına bağlı bir
canlı türünden başka bir şey değildir. Önceki koşullarda yaşayıp da değişen yeni koşullara geçme
337
imkanları ortadan kaldırılan canlılar ise yıkıma uğrar, yok olurlar. Canlı yaşamın sürekliliğinin
korunması, sürdürülebilir yaşam ortamlarının yaratılması, canlıların geleceğini belirler.
Orman yangınları sonucunda fiziksel çevre geçici bir süre için de olsa değişime uğrar. Yangın
yalnız ormanın ağaçlarını yok etmekle kalmayıp bu ağaçların üstünde ve altında yaşayan canlıları
da yok eder. Ama çevre yaşamındaki bir kopukluk uzun sürmez. Zamanla, önce çeşitli yaban
çiçekleri, taneli bitkiler ve otgiller gibi mevsimlik bitki türleri yetişmeye başlar. Yanan ağaçlardan
sonra engelsiz bol güneş alan ormanın tabanı bu tür bitkilerin ve onlardan besinlerini sağlayan
hayvanların üremesi için elverişli bir ortam haline gelir. Yeni bir ormanın oluşması ise süre
alacaktır. Ama yangın yeri, orman dışı bir kullanıma konu olursa, yeni ormanlar yetişmeyecektir.
Đnsanlık, yeryüzünün biyolojik çeşitliliğinin toptan azalması ile tehdit eden bir süreci yaşamaktadır.
Jeremy Rıfkın, Biyoloji Yüzyılı adlı kitabında "sorunun büyüklüğünü perspektif içinde ortaya
koymuş olmak için, dinazorlar çağı sırasında türlerin yaklaşık bin yılda bir oranında azalmaya
başladığı tahmin edilmiştir. Sanayi Çağının ilk aşamalarındaysa, türler ortalama on yılda bir
oranında yok oluyorlardı. Bugün her saat üç türü yitirmekteyiz.
Dünyada konuşulan diller de her geçen gün birer birer yok olmaktadır. Bir kültürün ortadan
kalkması olan bu olgu ile ekolojik yok oluş arasında doğrudan bir bağ vardır. Çünkü, yok edilen
canlı bir türdür. Kültürün ve bilimin yaratıcısı olan insanın içinde serpilip geliştiği bir orman yok
edilmektedir. Canlı yaşamın ve kültürlerin korunması sözleşmeleri, insan hakları belgeleri bu yok
oluşu engellemek için düzenlenmiştir. Türkiye'nin de çok sayıdaki belgenin altında imzası
bulunmaktadır.
Anadilde eğitim sorunu, yalnız Kürt öğrenci ve velilerin değil, ülkesini onurlu bir geleceğe taşımak
isteyen herkesin sorunudur. Toplumumuzun bilimsel ve kültürel alanda açılıp serpileceği koşulları
yaratmanın yolu, Anadolu'nun uygarlık birikimine sahip çıkan bir anlayıştan geçiyor. Bu yolun
nirengi noktalarından birincisi bilimsellik, ikincisi de özgürce tartışmaktır.
Kürtçe Sendromu
26 Ocak 2002 Özgür Politika
AYŞE GÖKKAN
Mezra-Botan coğrafyasının tanığı, sanığı, davacısı Ape Musa, köy karakoluna tayin edilen subayın
dramını anlatırdı:
"Komutan köye adım atar atmaz, muhtara köylülerle tanışmak istediğini bildirir. Başlar ilk günden
kanunu, nizamı, yasağı anlatmaya. Evler tek tek aramadan geçirilir. Halılar, kilimler, örtüler, kazak,
çorap ne varsa sarı-kırmızı-yeşil renkleriyle işlendiğini görünce çılgına döner, bağırır, çağırır. Köy
sakinleri anlaşılmaz bir şaşkınlıkla seyreder. Muhtara haber yollanır. Komutan, üç rengi yan yana
görünce baş ağrısından deliye döndüğünü söyler. O da köylülere komutanın derdini hüzünle
anlatır. Köylüler üzüntü içinde kara kara düşünürler. Evlerini ateşe veremezler, renkleri
yeryüzünden kaldıramazlar. Komutana da acırlar. Son çare olarak aralarında para toplayıp,
komutanı tedaviye göndermeye karar verirler."
338
Son aylarda bazı Genel Kurmay komutanları, rektörler, gazetecilik adıyla geçinenlerin uykularına
bir karabasan gibi çöken anadil talebini kapıdan atarlarken, bacalarından içeri girer. Kimi geri
kalmışlığından, kimi çarasizlikten, kimi korkudan, kimi de ret-inkar geleneğine karşı
çıkamadığından ne yapacağını şaşırır.
Ülkeyi yöneten bazıları, yasaları çıkarıp bölüp çarpanlar, her sabah anadil eğitim talebiyle
başvuranları duyunca, başta Emin Çölaşan çığlık çığlığa uyanır, gece uykuları haram olur. "Anadil"
denince Kürtçe terörist olup kabus gibi çöker. Ülke parçalanır, bölünür naraları atılır. (Sanki
Karaman otogarında kocaman hevhanın üzerindeki "Türkçe Konuş, Türkçe Yaz" sloganı
bölmezmiş gibi.) En acısı Çölaşan rüyalarını Kürtçe görmeye başlar. Derdine derman arar.
Dostlarını çağırır. Kürtçe masum mu, yasal mı, yenir mi, içilir mi, yazılır mı, okunur mu,
konuşulur mu tartışmasını sürdürür. Yine de adını koyamaz. Araştırmacılar, biraz aklı başında
olanlar anlatır, dünyadan örnekler verir, "Fransa'da 6 dilde eğitim verilir ve sadece 85 bin kişi
Korsikaca dilini özgürce konuşur. Đsviçre'de bir avuç yerde 7 milyon nüfusla dört dil konuşulur
yine de bölünmez" dense de Kürtçe karabasanı beyinlerine çöker.
Allah kimseyi dünyaya rüsva etmesin. Gözü dönünce, ne yapacağı belli olmaz. Demokrasi, insan
hakları, anadilde eğitim hakkını savunan partiye saldırır, kapatmayla tehdit eder, valiliklere özel
genelgeler gönderir, binlerce kişiyi gözaltına alır. Ankara polisi gibi HADEP'in düzenlediği Kadın
Kültür Şenliği'nde Kürtçe müziği durdurur. Kitle ezgiler eşliğinde Kürtçe söyleyip halay çekince,
"Anadilde eğitimin önemi" panel başvurusunda "Türkçe Dilinin eğitimdeki önemi" anlatılmazsa
yasaya aykırılık gerekçesiyle engelleneceği söylenir.
Dünyanın hiçbir yerinde "Anadil eğitimde önemli değildir" tartışması yapılmamıştır. Milli Bilim
zihniyetini taşıyanlar hariç.
Utanç mı, Gurur mu?
27 Ocak 2002 Özgür Politika
ARMANÇ GOÇKAR
Kürt gençlerinin Kürdistan ve Türkiye'de başlattıkları ana dilde eğitim kampanyası yaygınlaşıyor,
büyüyor. Üniversite öğrencilerinin başlattığı bu kampanyaya öğrenci velilerinin de yaygın katılımı,
yıllardır her biçimde inkar edilen Kürt halkının varlığını tartışmalarına farklı bir boyut kazandırdı.
Kampanyayı takip ederken büyüklerimizden duyduğumuz, ya da kitaplardan öğrendiğimiz inkar
ve asimilasyon politikalarının uygulanma biçimleri geliyor aklıma. Đnsana 'bu kadar da olmaz'
dedirten yaklaşımları, hiçbir biçimde açıklanamayacak bir paranoyayı Kürt halkı kendi eylemiyle
ortadan kaldırmanın mücadelesini veriyor. Yıllardır bu paranoya Kürt halkının başına her tür
baskıyı geliştirirken, yine de büyük bir alçakgönüllülükle, sabırla bunu halkların lehine değiştirmek
yine Kürt halkına kaldı. Bunu daraltan, yalnız Kürtlerin sorunuymuş gibi yansıtan, kendi özgürlük
mücadelesiyle bağını kurmayan yaklaşımlar maalesef Türkiye cephesinden aşılmış değil.
Bu kampanyayı izlerken yıllar önce bu inkarcı zihniyetin bize karşı uyguladığı bir yöntem geliyor
aklıma.Yıllarca bundan dolayı Kürt olduğumu bilmeden, kendimi tümüyle Atatürkçü Türklüğe
yatırarak büyüyüşüme yüreğim burkulsa da, bu gerçeği bugün halk olarak değiştirmemiz en büyük
339
anlamı ifade ediyor.
Sanırım Kürdistan'ın birçok yerinde uygulanan bir yöntemdi: '80'lerde cuntanın hemen ertesindeki
yıllarda Kürtleri Türkleştirme politikasının bir sonucu olsa gerek, anadilimizi konuşmanın cezası
ertesi gün "temiz" bir dayak yemek oluyordu. Okullarda -ki Kürdistan'ın küçük bir köyündeydiköğretmenlerimiz bize Türkçe dışında bir dili konuşmayı yasaklamıştı. Sadece okulda olsa iyi;
evlerimizde bile Türkçe bilmeyen ailelerimizle konuşmanın cezası dayaktı. "Zazaca kolu
başkanları!" gizli seçilir, kim olduğunu bilmediğimiz bu öğrenciler geceleri gizlice gezer, Zazaca
konuşan çocukların isimlerini yazar, hiçbir şeyden haberi olmayan öğrenci de sabah sopayla iyi bir
dayak yerdi. Öyle bir uygulama ki, korkunç bir şüphecilikle birlikte bir sindirme psikolojisi o yaşta
hepimizin ruhuna sindirilirdi. Benden bir sınıf üstte olan ablam benden, ben ondan
şüphelenirken, Türkçe bilmeyen yengemle Türkçe konuştuğumuz için iyi de bir küfür yerdik.
Sanırım bir iki yıl boyunca bu korkuyla kendi anadilimizi rahatça konuşamadık. Ve tabii en
önemlisi de kendimizi, dilimizi, halk gerçekliğimizi küçümsemeyi, inkar etmeyi, bundan yıllarca
gizliden gizliye utanç duymayı öğrendik..
Ne yazık ki bize bilimi, bilmeyi, öğrenmeyi, sevmeyi öğretme iddiasında olan öğretmenlerimiz
bize inkarı, utancı, nefreti öğretiyordu. Bu örnek inkarcı devlet politikasının en küçük köylere
kadar nasıl girdiğini, bizlere çarpıcı bir biçimde gösteriyor.
Değerli Kürt aydını Musa Anter'in bahsettiği cezaları okuyunca bu uygulamalar hep bir acı olarak
içimde yeniden yeşerirdi. Bugün de süren bir yara gibi. Ama binlerce insanımızın yaşamına mal
olan uzun bir mücadele sonucunda Kürt çocukları şimdi sokaklarda, alanlarda, okullarda, her
yerde dillerinin onurları olduğunu haykırıyor. Bu politikaların bize yıllardır kaybettirdiği birçok
şeye rağmen onurumuzu, içimizde gizli kalan o gizli intikamı kaybettirememesi ne iyi. Kendi dilini,
kültürünü, kimliğini sevmenin, yaşamanın, özgürce kendini ifade etmenin intikamını.
Bugün de Kürt çocukları okullarda, sokaklarda, her yerde özgürce konuşmanın mücadelesini
veriyor. Bu ne büyük bir gurur! Sesini yükselterek dilini, dünyasını, kaybettirilen sevgi gücünü
istiyor. Bu istem dalga dalga büyüyor, bütün gizli kalmış, bastırılmış özgürlük duyguları yüreklere
işleyerek yayılıyor. Bunu durdurmak artık imkansız. Beyhude bir çaba.
Bu utancın kendisine ait olmadığının bilincini edinmek ne büyük bir özgürleşme imkanı! Ve bu
utancı ortadan kaldırmak genç ve çocuk yüreklere düşüyor bugün. Đnsanlığın, kendisine 'insan,
demokrat' diyenlerin bu kahrolası gerçeğini büyüyen, özgürleşen Kürt gençleri ve yeni oluşan
Kürt kuşağı gerçekleştiriyor. Biz o zaman buna korkuyla uyarken, şimdiki çocuklar bunu büyük
bir cesaretle reddediyor.
Bu inkarcı zihniyetin yıllarca Türkiye için hiçbir fayda getirmediğini ne zaman anlayacaklar diye
düşünmeden edemiyor insan. Çölaşan gibi şaklabanların aklına uyarak nasıl hasta, paranoyak bir
toplum yarattıklarını düşünmek ve bundan vazgeçmek daha hayırlı olur Türkiye için. Kürt halkı
mücadelesindeki kararlılığını gösterdi. Demokratik mücadelesini kazanma Türkiye'yi bu
paranoyadan kurtarmayla mümkündür. O nedenle bu, Kürt halkının kendi kimlik ve kültürel
özgürlük mücadelesi olduğu kadar, Türk halkının da özgür ve kendisi olma mücadelesidir.
Bütün yasakçı zihniyetleri yıkmanın en iyi yolu, yasaklı şeyi uygulamadaki ısrardır. Kürtçeyi her
yerde, yaşamın her alanında konuşmak, öğrenmek, öğretmek, bilimsel incelemelerle Kürt tarihini
ortaya koymak, öğrenmek en iyi mücadele yöntemi olmaktadır. Bugün Kürt gençlerinin, Kürt
kadınlarının yaptığı bu eylemler de, yine yaşamda, çalışmada Kürtçe konuşma eylemleri inkarcı
mantığa en iyi cevap olmaktadır. Kürt halkı kendi geleceğini kendi elleriyle yaratıyor bugün.
Özgürlük bu mücadeleye ortak olmakla gerçekleşir...
340
Kürtçe ve siyasallaşma
Dilekçe hakkına gözaltı ve dava açma gibi totaliter tınısı yüksek otoriter tepkiler
27 Ocak 2002 Radikal
AHMET ĐNSEL
Bazı öğrencilerin ve velilerin, ilköğretim kurumlarına ve üniversitelere Kürtçe eğitim istemiyle
dilekçe vermesi karşısında hükümetin aldığı tavır, bugün Türkiye yönetimine hakim olan siyasal
aczin en saf haliyle dışavurumu. Farklı toplumsal istemlerin siyasal alanda dile getirilmesini bir suç
olarak algılayan bu kahredici otoriter zihniyet, geçmişte "Aydınlar dilekçesi" nedeniyle ihdas ettiği
"dilekçe verme" suçunu, bugün yeniden canlandırıyor. Dönüp dolaşıp, 12 Eylül rejiminin en
karanlık günlerinin devlet reflekslerine geri dönüyoruz.
Yakın zamana kadar Kürtlüğün etnik, kültürel kimliğe tekabül etmediğini, Kürtçe diye bir dil
olmadığını, bunların aslında dağlı Türkler olduklarını ve Kürt tabirinin de "dağda yürürken 'kart,
kurt' diye çıkan seslerden" geldiği türünden derin bilimsel doğruları empoze ettiler. Sonra "hangi
Kürtçe, bir tane değil ki" diye sorma cin fikri akıllarına geldi. Türk dilinin farklı lehçeleri karşısında
heyecanlanıp, sevecen gözyaşları dökenler, Kürtçe'nin farklı lehçeleri olmasını bir aşağılama veya
yetersizlik unsuru olarak gördüler.
Bunun ardından, Türkiye'de yaşayan Kürtlerin büyük bölümünün Kürtçe bilmediği, Kürtçe
öğrenme talebinin sahte veya maksatlı bir talep olduğu iddiası geldi. Almanya'da doğmuş, Alman
vatandaşı ama Türkçe bilmeyen Türkleri görünce, yüzlerinde bir aşağılama ifadesiyle "buna
anadilini, Türkçe'yi öğretin" diye ahkâm kesenler, Kürt ana babadan doğmuş ama Kürtçe
bilmeyen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının anne ve babalarının dilini öğrenme talepleri
karşısında kızdılar. Bundan daha esaslı bir bölücülük faaliyeti olamazdı!
Daha sonra, Kürtlerin esasen Türk soyundan geldikleri resmi iddiası, pek dile getirilmez
oldu. Artık varlıklarını resmen tanıdığımız Talabani ve Barzani'yi de dağ Türkü diye tanımlayacak
değildik ya! Kürtçe diye bir dilin hiç olmadığını söyleyenler, "iyi ama hangisi?" demeye başladılar.
Bütün bu safsata ve yalanları, devlet ciddiyeti ve sorumluluğu içinde geçmişte gözümüzün içine
baka baka söyleyenler, bugün halen iktidar mevkiindeler. Geçmiş inkâr ve yalanlarının yarattığı
toplumsal yıkımın hesabını vermeden, şimdi oturmuş "dilekçe verme" suçu ihdas ediyorlar.
Türkiye'de PKK'nın Kürt sorununu silahlı bir ayaklanma teşebbüsüne çevirmesine imkân sağlayan
zemini, bu yukarıdaki inkârcı ve bir o kadar da baskıcı anlayış hazırladı. Kürtçe konuşmanın bile
yasaklanması, PKK'nın 1984 yazında açıkça ayaklanma eylemine girişmesinden sonra değil, ondan
önceydi.
Kürt kimliği
PKK'nın hızla gelişip güçlenmesine katkıda bulunan inkârcı, riyakâr ve devletin şiddete başvurma
hakkını bir devlet terörüne çeviren bu anlayış, son on beş yılda yaşanan şiddetten PKK kadar
siyasal olarak sorumlu. Bugün de, Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için asgari hiçbir adım
341
atmamakta direnen bu zihniyet (dil eğitimi hakkından daha asgari ne talep olabilir?), Kürt kimliği
üzerinden sürdürülen siyasallaşmanın PKK güdümünde kalması için sanki el altından çaba
gösteriyor. Bilmektedir ki, bugün Türkiye'de Kürt kimliği eksenli her türlü hareket ve, daha genel
olarak, Kürt kimliğinin de kendini ifade etmesini sağlayacak her türlü ileri demokratik adımın
arkasında PKK umacısını göstererek, bu girişimleri gayrımeşru ilân etme ve bastırma silahı
işlemeye devam edecektir.
Kürt sorununun silahlar aracılığıyla değil, siyaset aracılığıyla tartışılmasının adıdır
"siyasallaşma". Demokratik bir düzende, demokrasi güçleri sorunların siyasal alana taşınmasını
isterler. Bunu teşvik ederler. Çünkü siyasallaşma, meşruiyetini fiziki güç kullanmadan, yurttaşlar
topluluğunun bir kesiminin onayını ve desteğini, siyasal yollardan kazanma mücadelesidir. Köy
ilkokulunu silahla basarak, Türkçe öğretilmesini engellemek şiddet yöntemidir.
Đlköğretim veya üniversite yönetimine dilekçe vererek, "Kürtçe dersi" talep etmek bir siyasal
girişimdir ve Anayasa ile korunmuş bir yurtttaşlık hakkıdır. Anayasa, sadece anayasada izin verilen
konularda dilekçe verilir, bunun dışında dilekçe vermek
suçtur demiyor. Üstelik idarenin her dilekçeye olumlu cevap verme yükümlülüğü olduğunu
sanırım kimse iddia etmiyor.
Bu girişimlerin arkasında PKK olduğunu bilmek, bu girişimlerin suç olarak damgalanmasına,
dilekçe verenlerin gözaltına alınmalarına, tutuklanmalarına neden oluşturamaz. Eğer
oluşturuyorsa, o zaman devlete totaliter zihniyet hakimdir demektir.
Reddedileceğini bile bile bu dilekçelerin verilmesinin nedeni, ardından AĐHM'ne gitme gerekçesi
hazırlamak içinse eğer, bu da meşru bir taktiktir. Zaten siyasal mücadele böyle bir şeydir.
Bugün bazı Kürtler, "Anadilde Eğitim Kampanyası" yürütüyor. Bunun anadilde eğitim görme
talebi mi, yoksa Abdullah Öcalan'ın birkaç gün önce Özgür Politika'da yayımlanan demecinde
"resmi cumhuriyet dili" olarak tanıdığı Türkçe'nin yanında, bir ikinci dili öğrenme talebi mi
olduğunu bile doğru dürüst öğrenemiyoruz ve sağlıklı biçimde tartışamıyoruz. Đçişleri bakanlığı,
fiilen dilekçe verme anayasal hakkını askıya alan bir genelge yayımlayarak, şevkle yangına körükle
gidiyor. Böylece PKK'ya, Türkiye'deki
Kürt kimliği alanında inisyatif tekelini koruma olanağı sağlanıyor. Bunu tamamlayıcı unsuru olarak
da, PKK'ya 12 maddelik "uygun siyasallaşma reçetesi", dolaylı biçimde iletiliyor. Diğer yandan da,
Kürt sorununu demokratik siyasal platforma taşıyabilecek, özerk Türkiyeli Kürt girişimlerinin
PKK'yla hesaplaşmalarının, ondan bağımsız bir siyaset etme alanı yaratmalarının önünü kesmek
için ne gerekiyorsa yapılıyor.
PKK tekeli
"Kürtçe eğitim" istemiyle dilekçe verme girişimini PKK'nın da desteklediğini, hatta bu girişimin
PKK'nın siyasallaşma çabalarının bir parçası olduğunu söylemek, malumu beyan etmektir.
Avrupa'da faaliyetlerini sürdüren PKK'nın yayın organlarında geçen ilkbahardan beri, "sivil
itaatsizlik" eylemleri teşvik ediliyor. PKK sözcüleri bu girişimleri,
"Demokratik Halk Đnisyatifi" olarak tanımlıyorlar. PKK yönetimi, bu tür inisyatiflerle, hem
Avrupa nezdinde Türkiye'deki rejimin baskıcı karakterini teşhir etmeyi, hem de PKK'nın denetimi
dışında gelişebilecek Kürt hareketlerinin önünü kesmeyi, inisyatif üstünlüğünü elinde tutmayı
planlıyor. Devletin ve hükümetin, en azından yöntem olarak meşruiyeti tartışılamaz eylemler
karşısında, gözaltına alma, tutuklama, dava açma gibi totaliter tınısı yüksek otoriter tepkiler
göstermesi, PKK'nın Kürt siyasal alanında egemen konumda varlığını sürdürmesine imkân
veriyor. Böylece PKK'nın varolduğundan beri sergilediği hunharlık, her türlü iç ve dış ihtilafta
başvurduğu son derece vahşi şiddet, Türkiye'deki Kürtlerin bu politikalar nedeniyle ödediği bedel,
342
bunun Türkiye'de demokratikleşme sürecine vurduğu ağır darbenin yanında, Türkiye'de Kürt
sorununu uluslararası kamuoyuna kabul ettirme başarısı gibi, PKK'nın geçmiş politikalarının
önce Türkiye Kürtleri tarafından toplu bir muhasebesinin yapılması engelleniyor. Bu ise, PKK'dan
bütünüyle bağımsız olarak Türkiye'de siyasal alanda Kürt kimliğiyle yer almak isteyen girişimlerin
önünü bütünüyle tıkıyor. Bugünkü resmi devlet politikası, Kürt kimliğiyle siyaset alanını fiilen
PKK'nın tekelinde kalması için sanki elinden geleni yapıyor. Buna siyaset dilinde, nesnel ittifak
denir.
Dilimi istiyorum
27 Ocak 2002 Evrensel
Ali Balkız
Ben bir Türk’üm.
Hay olmaz olaydım demiyorum. Gerçekten Türk’üm ve bununla öğünüyorum.
Öğünecek ne çok şeyim var. Onların soyundan geldiğim atalarım, insanlık alemine ne çok şey
katmışlar. Ne destanlar yaratmış, ne ozanlar yetiştirmiş, ne çok hikayeler uydurmuş, ne çok
gülmeceler türetmişler.
Kim öğünmez, Yunus Emre’nin, Emrah’ın, Karacaoğlan’ın Dadaloğlu’nun torunu olmakla. Kim
öğünmez Baba Đshak’ın, Hacı Bektaş Veli’nin, Mevlana’nın, Pir Sultan’ın, Şeyh Bedrettin’in
torunu olmakla. Kim öğünmez Yaşar Kemal’le, Orhan Kemal’le Sabahattin Ali ile, Nazım’la aynı
dili konuşmakla...
Dilimi seviyorum. Türkçe’mi.
Đlk onunla “ınga” dedim. Đlk onunla ağladım. Ekmek dedim onunla, su dedim. Sonra ‘cızz’ı
öğrendim. Ana dedim, baba...
Ali bal al...
Karga karga gak dedi, çık şu dala bak dedi...
Bunu öğrendim.
Dilimle heveslendim, dilimle sevdim, coştum, düştüm, koştum...
Sıfat, isim, yüklem...
Dilimle öğrendim.
‘Hayır’ı öğrendim, ‘evet’i ve ‘belki’yi de...
343
Đlk şiiri dilimle okudum. Đmgeyi, uyağı, anlamı, sözü onunla öğrendim.
Dünya’yı onunla tanıdım, kendimi onunla anlattım. Anlamadıklarımı, bilmediklerimi onunla
sordum.
Annemi onunla yolcu ettim, kardeşimi onunla karşılarken. Sorguda bilerek unuttum onu, koğuşta
konuşurken...
Kekliğe onunla seslendim, kargayı kovalarken...
Seni seviyorum dedim, çirkini sevmezken...
Dilimi istiyorum.
Arı duru Türkçe’mi.
Dolmuşta konuştuğum, mitingde haykırdığım, mutfakta mırıldandığım...
Kaşgarlı Mahmut’u severim. Ali Püsküllüoğlu’nu ve Emin Özdemir’i de. Hulki Aktunç’u da aynı
nedenle.
Öğrendiklerimi öğrettim.
Öğretmenlerime öğretmişlerdi zira.
Her öğrenci de, dönüp kendi öğrencisine öğretiyor çünkü.
Her anne-baba’nın kendi çocuğuna, her çocuğun da dönüp kendi çocuğuna öğrettiği gibi.
Dilim Türkçe’nin güzelliklerini, inceliklerini, tuzaklarını, çözümlerini, başka dillere bakınca daha
da çok seviyorum.
Ben onunla oynarken, asıl onun benimle oynadığını anlıyorum.
Dilsizlere “lal” denildiğini bile dilimle öğrendim.
Her dilde “lal” ın bir karşılığı olmalı.
Đngilizce’de nedir bilmem.
Kürtçe’de nedir bilmem.
Her Đngiliz bilmeli, “lal”, ne demek?
Her Kürt bilmeli...
“Kuş dili” konuşamayacaklarına, okuyup yazamayacaklarına göre... Lallık olamayacaklarına göre...
Benim dilim, öbür diller var olduğu için güzel, onlarla güzel...
344
Dünya’da herkes Türkçe konuşuyor, düşünüyor, yazıyor...
Ne korkunç... Ne fakir...
Ey Kürt kardeş, kendi açından, sen de mi benim gibi düşünüyorsun yoksa?..
Deve Kuşu
28 Ocak 2002 Özgür Politika
Hüseyin Akar
20 Ocak 2002 tarihli Milliyet'te Hasan Cemal. "Kürtçe konusu ile deve kuşu mantığı" başlığında
Muhsin Kızılkaya'nın Yılmaz Erdoğan'ı anlattığı "Yılmaz" isimli kitabından söz ettikten sonra
şunları yazıyordu:
Milyonlarca vatandaşımızın anadili Kürtçe. Kürtçe konuşmak serbest, Kürtçe yazmak serbest,
Kürtçe gazete çıkarmak serbest, dergi de kitap da çıkarabilirsin. Kürtçe kaset doldurup satabilirsin.
Ama iki yasak var: Kürtçe radyo ve televizyonla eğitim...
Deniyor ki Ankara'da:
"Kürtçe radyo ve televizyon serbest bırakılırsa, Kürtçe öğretilirse, Kürtçe eğitime izin verilirse,
Kürt milliyetçiliği gelişir, bu da ayrılık fikrini güçlendirir...
Türkiye'nin komşusu birçok bölge ülkesinde, birçok Avrupa ülkesinde Kürt dili geliştiriliyor
öğretiliyor. Birçok yerde Kürtçe eğitim ver. Enstitülerde Kürt kimliği araştırılıyor, geliştirilmek
isteniyor.
Bugüne kadarki yasaklarımızı devam ettirmenin mantığı nedir?
Bu biraz da deve kuşu mantığı, öyle değil mi?
Başımızı kuma gömmekle artık bir yere gidemeyiz. Bu resmi mantığın Ankara'da gözden geçirilip
değiştirilmesinin zamanı çoktan geldi. Önce radyo ve televizyona izin verilmesinde, sonra eğitim
konusunun düzenlenmesinde yarar var.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının anadillerine, kimliklerine saygı ve duyarlılık gösterilmesi, bu
topraklarda yalnız barış ve esenliği değil, aynı zamanda devletin temellerini güçlendirir."
Kalemin körelmesin, doğru olandan, birlikten yana, sağlıklı düşüncene kurban Cemal!
Ne ki aynı gün Milli Savunma Bakanı Çakmakoğlu "Ülkemizin birlik ve bütünlüğü, bölünmezliği
için bizim savunduğumuz görüşler bellidir" diyerek kırmızı ikaz düğmesine basmıştı. Çakmakoğlu,
doğru olandan söz etmiyor, "savunduğumuz görüşler belli" demekle başınızı kumdan çıkarmayın
uyarısında bulunuyordu. Hasan Cemal boş bulunmuş, başını kumdan çıkarınca (bakan da
345
gecikince) "savunulan görüşlerin" tam olmasa da gördüğünün ayırdına varmış "biraz da deve kuşu
usu mantığı" deyivermişti. Peki şimdi ne olacaktı?
Üzerinden ancak bir gün geçti. Cemal başını kuma gömüverdi: Aynı Hasan Cemal, aynı sütunda
"Kürtçe eğitim gibi Türkiye'de sabır ve özen istiyen duyarlı bir sorunu sokağa dökmenin nasıl bir
ahmaklık olduğu inşallah anlaşılır" diye yazıyordu. Böylece bir gün önce yazdıklarını "ahmaklık"
olarak niteliyor; bir biçimde af diliyordu. Basının tüm yazarlarının "düğmeye basılmasıyla
bukalemun gibi renk değiştirebileceği" kişilikte olamayacağı, yine de Hasan Cemal'ın: "Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının anadillerine, kimliklerine saygı ve duyarlılık gösterilmesi bu
topraklarda yalnız barış ve esenliği değil, aynı zamanda devletin temellerini güçlendirir"
tümcesinin altını çizerek 'doğru'dan sapmıyoruz.
Ne ki ülkenin kaderine hakim olan çifte standartın, birçok köşe yazarının kişiliklerinde yer ettiği,
ülkenin bu noktaya gelmesinin bir nedeni oldukları su götürmez.
Aynı gazetenin baş temsilcisinin ertesi gün benzer görüntü vermesi rastlantı olamaz.
Güvendiğim az kişilerden, başını kuma sokacağını beklediğim Taha Akyol şöyle diyordu:
"Elbette bazı Kürt vatandaşları samimi otantik kimlik duygusuyla Kürtçe tv. istiyor, kurs istiyor,
ders istiyor. Bu duygularını anlıyorum ve saygı duyuyorum.
Ama terör yapılması devam ederken, militan etnik milliyetçiliği diri tutmak kastıyla yürütmekte
olan "Kürtçe eğitim" kampanyasını çok yanlış buluyorum.
Yürütülen kampanya bir "terör ikamesidir".
Kürtlerin duygularını anlıyorum ve saygı gösteriyorum... Kürtçe eğitim kampanyasını yanlış
görüyorum". Đki tümcede iki çelişki ve çifte standart yanyana.
Akyol'un Kürtçe ile ilgili daha önceki söylemlerini bilmesem içim yanmazdı...
Demek ki düğmeye basanlar çok iyi yerlerine basıyor. Đnanmak istemediğimiz, ancak "köşe olan"
birçok köşe yazarının, belirsiz yerlerden aylık aldıkları, siyasi otoritenin emrinde oldukları,
otlandıkları, "gündem değiştirmeci" olarak kullanıldıklarını yine medyamız (çıkar çatışmasında)
isimleriyle de açıklıyor. Bir çokları da abartılarını, gerçek dışılığını "bunu bana kuşlar cıvıldadı"
diye "kuşbeyinliliğe" yormaktan geri kalmıyor.
Yapılan anketlerde, bu hükümete halkın güveni %2'ye düşmüştür. Bu yönetim, dünyanın en
güvenilmeyen iktidarıdır. 'Devekuşu politikası' ile çetelerin devleti soymasını gizleme, içte ve dışta
-Türk hariç- herkesi düşman görme, halkı sefalete, ülkeyi ĐMF'nin ayağına düşürdü.
Medyada "köşe" olanların ülke geleceğini, hükümetin yerde sürünen ayakları ucunda izlemesi
talihsizliği halka yansıyor, yanlış görüntü kitleyi yanıltıyor.
Kürtçe Üstüne Đnciler
28 Ocak 2002 Özgür Politika
346
YAŞAR KAYA
Kürtlerin Anadili Kürtçe'dir. Kürtler binlerce yıldır, kendi yurtlarında bu dili kullanarak,
konuşarak, yazarak yaşadılar. Üstelik Kürtçe çok zengin bir dildir, üstelik Kurmanci, Sorani Dimili
(Zazaca) ve Hevremani (Larû Kelhur) şiveleri de hesaba katılınca, bugün Konya'dan Mahabat'a,
Erzincan'dan Süleymaniye'ye kadar, bu dört büyük lehçe ile Kürtler yalnız konuşma değil, dünya
klasikleri arsında yer alan ölümsüz Ahmedê Xani'nin Memû Zin'inden, Diyarbekirli Melle
Evdırahman'e Axtepi'nin divanına kadar binlerce eser yazmışlardır. Osmanlılar döneminde
Kürdistan'daki -o dönemin üniversiteleri olan- medreselerde bir çok ders Kürtçe okutuluyordu.
Cumhuriyet döneminin Kürt imha ve inkarı, beyaz katliam olarak da Kürt dili edebiyatı ve
kültürünü katletti. Bugünkü Kürt yazar, akademisyen ve aydın kuşağı her tartışmada bunu
inkarcıların, gözüne sokacak kadar güçlü ve donanımlıdırlar, neden ödünüz kopuyor. Kendinize
güveniyor iseniz, işte size hodri meydan. Size bir Ermeni vatandaşımız olan Agop Dilacar
öğretmedi mi ve bu Dilaçar soyadını Mustafa Kemal ona vermedi mi?
Devlet ve holding basınında her gün en az onbeş yirmi kalem erbabı (!) Kürtlere kin ve kan
kusarak saldırıyor. Kötü yerde yakalandınız. Kürtler dillerini konuşacaklar, yazacaklar, Kürtçe okul
onların hakkıdır, çünkü onlarda insandırlar, insanın en doğal hakkı olan dilimize seksen yıl makas
uzattınız, bir çoğunun dilini kestiniz, ama bundan sonra buna gücünüz yetmeyecektir. Dilekçe
veren bir milyon üniversiteliyi, dilekçe veren bir milyon ana babayı, dilekçe veren bir milyon ilk
okul ve orta okul öğrencisini hapsetsenize baba yiğitliğinizi görelim.
Bu konuda çeşitli alçaklıklara başvuranları sıra ile teşhir etmeden evvel söyleyeceklerimiz var. Örfi
Đdare Mahkemelerinde, DGM'lerde kart dilinin olmadığını iddia eden savcılara rahmetli Musa
Anter, savcı bey tavukların bile bir dili var, siz Kürtçe mütehassısı mısınız, yoksa savcı mısınız
diye tersliyordu. Ondan ders almadılar, çünkü esas görev; bu inkar ile Kürt dilini toprağın altına
gömmekte başarılı olamadılar, bugün yine gülmecelere konu olan bir sürü zılgıt, yediler.
Bunda başarılı olmayınca, başka saldırılara geçtiler. Neymiş efendim, Abdullah Öcalan Kürtçe
bilmiyormuş. Bekaa'da dersler Türkçe imiş, eğitim kitapları Türkçe yayınlınıyormuş. Sanki Harran
Üniversitesinde Kürdoloji fakültesi vardı da sayın Öcalan gidip Kürtçe öğrenmedi, seksen yıllık
asimilasyon ve Kürt dilini inkar ve yok etme sizin ayıbınızdır. Saygısız Kürt kolonyalistleri bu bir,
ikincisi Abdullah Öcalan Kürt televizyonunda saatler süren Kürtçe konuşmalar yaptı, bunları
banta almayı galiba kaçırdınız. Başta MEDYA TV, MED TV. Kuzey Irak dediğiniz Güney
Kürdistan'da Kurtsad ve Hindistan TV, Đran'da günde beş saat yayın yapan Đran Devletinin resmi
televizyonu SAHAR televizyonu, günde 3 saat Kürtçe yayın yapan Saddam yönetiminin devlet
televizyonu kuşdili ile mi yayın yapıyorlar. Yorgan kaydı, kıçınız gözüküyor, artık kıçınızın üstünü
örtecek ne çul ne de yorgan var (Đran'ın sesi radyosu Kürtçe kısmı daha dün benimle uzun bir
konuşma yaptı) gülünç olmak herhalde buna derler. Bu safsata da tutmayınca, Çöl Ajanı gibi
'kundoloğlar' efendim; Soranice konuşanlar Kurmanc'ıyı, Lorice konuşanlar Zazaca'yı
anlamıyorlar. Herhalde sizin Raşit Dostumu anladığınızın on misli daha biz birbirimizi anlıyoruz.
Beş yıl süren sürgünde Kürdistan Parlementosu'nun resmi dili Kürtçe idi. Zazası, Soranı, Goranı,
Kurmancı herkes kendi şivesi ile konuştu. Herkeste herkesi anladı. Şimdi ateş bacayı sarmış, feryat
figan etmeniz bundandır. Neden bu kadar korkuyorsunuz, bu işe yaramayan zayıf Kürtçe'den.
Yumurtladıkları bir başka inci daha var: Efendim Kürtçe eğitim istemek; PKK'nin tahriki imiş.
1963'te Musa Anter'in yayınladığı Kürtçe KIMIL, şiiri de PKK'nin mi tahrikiydi. O şiir iddianame,
savunma ve serüveni ile kitap oldu. Bindokuzyüzaltmışüç de, yarı Kürtçe yarı Türkçe çıkan
DENG Dergisi PKK'nin mi tahrikiydi? Bu tarihten günümüze de bu Kürtçe yayınlar devam edip
347
geldi. Bu selin önünde duramazsınız, Kürtlerın doğal hakları olan kendi dillleri ile konuşmak
istiyorlar, bunun ötesi var mı? Şimdi Türkiye'yi bölmekten bizler sizi yargılayacağız. Devran
döndü, işte o günlerde geldi. Birileri çıkıp dört yüzyıl evel Ahmedê Xaniye Memû Zin siparişini de
PKK verdi derse, hiç şaşırmayacağım. Genelde Kürt masası uzmanı geçinen Taha Akyol, Güneri
Civaoğlu, Çöl Ajanı Emin başta olmak üzere, Türkiye basınının en az günde yedi-sekiz kalemi
Kürtlere kin kusuyor ve açıktan düşmanlık yapıyor. Kendi yaptıkları şovenizmi, milliyetçiliği,
inkarı, imhayı göz önüne alamadan Kürtçe eğitim için Kürtleri milliyetçilik yapmakla suçluyorlar.
Eğer Kürtçe eğitim istemek milliyetçilik ise bırakın Kürtlerinde o kadarcık milliyetçilik yapma
hakları olsun. Đmha edenler suçlu değil, kendisini, kimliğini, dilini savunanlar suçlu göstereliyor.
Buna alçaklık denmez, buna düpedüz jenosit, vandalizm denir.
Kürtçe eğitim üstüne bu saldırgan takımın yazdığı incileri özetlememiz ve onlardan alıntılar
yaparak teşhir etmemiz ne yazıkki bu köşeye sığmaz. Ama onlarında köşeye sıkışmış bu devleti de,
kendilerini de kurtarma şansı yok.
Kürtçe Levhalar
29 Ocak 2002 Özgür Politika
Ali Can
Düşünün bir kaç ay sonra da başta bekçi, ondan sonra birinci, ikinci ve bilmem kaçıncı aza,
ardından muhtar, encümen, taa belediye başkanına kadar olan yöneticiler 'Kürtçe Levhalar' için
gerekli yerlere dilekçe verecekler. Şimdiden önlem alınsın diye değil. Bu işin nereye varacağını
devlete ön uyarı olarak şikayet etmek istiyorum. Bu istemlerin ardı kesilmeyecek. Dil sorununun
yaşanmadığı aşamaya gelinceye kadar bu kampanya sürecek.
Anadilde eğitim için kampanya Türkiye'yi esir almış durumda. Buradan geriye dönüş yok. Ya
Kürtçe konuşulacak, ya da Türkçe unutulacak. Tüm Kürtler Đngilizce öğrensin ve tüm resmi
yazışmalarını da bu dilde yapsın, bakalım bu devlet daireleri o zaman ne yapacak. Kürtçe
konuşmak serbest olduğu için ki bu da beyaz adamdan Kürtlere verilmiş çok büyük bir lütuftur.
Kürtçe eğitim dedik. Ardından Kürtçe Levhalar; yani tüm Kürt yerleşim yerlerinin isimleri Kürtçe
yazılmalı. Biz Türk devletinden daha demokrat olduğumuz için sadece Kürtçe yazılsın demiyoruz.
Đki dilli levhalar olsun. Onlar Türkçe bilmeyen bazılarımızı düşünmediler, biz de Kürtçe bilmiyen
ve hizmette kusur etmeyen memurlar zorluk çekmesin istiyoruz. Avrupa'nın birçok yerinde
uygulanıyor diye değil. Kendimiz için istiyoruz. Köyümüzün yeni ismini ninem bir türlü aklından
tutamıyor. Aile içi iletişimin kolaylığı için istiyoruz, yoksa siyasi bir niyet yoktur.
Tabi, levhalar Kürtçe olduğu için köyden şehre gitmede artık zorluk çekmiyoruz. Şehre vardık,
bürokratik işlemlerimiz için devlet dairesinin de yolunu bulduk. Kapıdan içeri girdik al sana bir
başka sorun. Hani Türkçe bilmediği için tekniki hatadan dolayı tedavi edilemeyen hastayı
hatırlarsınız ya, aynı sorun yaşanmaması için, üçüncü talebimizi de açıklıyorum: Kürt bölgelerinde
çalışacak memurlar Kürtçe de bilmek zorunda. Türkçe'yi zaten yasaksız biliyorlar. Siyasi olarak bu
devlette hiç bir şey istenmeyeceği sıkça vurgulandığı için farklı formüle etmek istiyorum. Tüm
devlet daireleri ve özel dairelerde özel bir genelge ile "iki dilli hizmet" tavsiye edilmeli. MGK'nin
parlamentoya yaptığı gibi. Sadece tavsiye şeklinde olmalı. Yoksa, MGK'nin ki de yasadışı olur.
348
Çünkü MGK'nin şu ana kadar parlamentoya yaptıklarınının bir anayasal veya başka yasal dayanağı
yok. Onun için öneri ve tavsiye şeklinde oluyor. Bizimkisi de öyle bir şekilde formüle edilir. Hatta
daha da genişletilir ve "Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki tüm kuruluşlarda çalışan tüm
elemanların Türkçe esas olmak kaydıyla, Kürtçe de bilmek zorunluluğu vardır. Bunun tek amacı,
bu devletin tüm vatandaşlarına sorunsuz hizmet vermesidirÉ" şeklinde formule de edilebilir.
Daha başka önerilerim de var, ama hepsini birden istedin mi işin ucu biraz siyasete kaçıyor ve
devlet 'bunlar tam bağımsızlık istiyor' diye huylanabilir. Onun için sadece yukarıda saydıklarımla
falanca ve filanca kriterlerle gerekçeleştirebilirim. Hatta, 'biz bunları istiyoruz' diye devlet bunlarla
yetinmek zorunda değil, bir kaç şey daha verebilir. Mesela, "Ülkemin en köklü zenginliği olan
Kürt kültürünü geliştirme ve yaygınlaştırma" teşvik bütçesi ayırabilir. Ya da OHAL'ı kaldırabilir.
Korucuları, Bulgar soydaşları ile kaynaşsınlar ve ülkelerine olan sevgilerini geliştirsinler diye
Trakya'ya yerleştirebilir. Çünkü zavallılar sadece köyünü görmekle bu kadar ülke sevgisini
geliştirip kanları ile savunuyorlar. Bir de asıl yerleri görseler, kimbilir bu ülke için ne tür
fedekarlıklar yaparlar. Vallahi tüm milli maçlarda gerekirse, Kürtçe slogan bile atarlar. Devletin
yapacakları tabiki bitmez. Planladığı barajlardan Munzur ve Ilısu'dan vazgeçebilir. Çünkü, bu
vatandaşlarını yersiz yurtsuz nasıl seveceksin. Su üzerinde yaşanılmıyor.
Tabi tüm bunları yapan devlet reformlar ve bu anayasal değişiklikleri yaptıktan sonra da, adını
federatif yönetim ya da otonomi koyabilir. Biz şahsen itiraz etmeyizÉ
Kolay kaybettik, zor (la) alıyoruz!
Đşin ciddiyetine dönersek. Đş gerçekten ciddi. Bu devletten bir şey istemeye insan utanıyor. Đşin
seviyesi çok düşük. Hangi mantık benim hangi dili kullanacağıma kısıtlama getirebilir. Benimle
hiçbir maddi, manevi bağı olmayan herhangi bir Avrupai dili istediğim şekilde ve yerde kullanma
hizmeti tanı, benim dilimi yasakla. Bu çok hainane ve art niyetli bir tutum. Dua edin ki Kürtler
bugüne kadar Kürtçe'yi unutmadı. Şu an 70 bin kelime hazineli diye, sözlüklere yazılan Türkçe,
başta Kürtçe olmak üzere diğer bölge dillerinden besleniyor. Belki de korkunuz ondandır.
Suç biraz da biz Kürtlerindir. Doğuştan sahip olduğumuz şeyleri çok kolay kaybettik. Eee
tarihlerdir sizinleyiz. Bize ait olandan çok başkalarınınkisi ilgimizi çekmiştir. Đsyanları bol bir halk
sürekli mağdurdur veya haksızlığa uğramış diye bir kural yok. Siyasi açıdan belki de isyanlarımız
haklıdır, ama işin özünde ise biz çoğu zaman asıl kendi kendimizi budamışız. En başta dil, kültür,
sanat vb. konularda erken pes etmiş ve işin gürültüsüne kapılmışız. Tabi ki siyasi bilinçle alakalı
olan bir durumdur. Eğer zamanında gerekli hasasiyeti gösterip, bazı şeyleri kolay kaybetmeseydik,
bugun kendimiz kaybettiklerimizi almada bu kadar zorlanmazdık. Ama bedeli ödendi, son
perdedeyiz. Efendilerin hoşuna gitmese de yakında Kürtçe herkesin çok hoşuna gidecek. Biz
bundan sonra hep Kürtçe konuşacağız. Kürtçe yazacağız. Zaten bizi Türkçe ile dahi
anlamıyorsunuz, biz de Kürtçe anlatalım. Belki anlarsınızÉ
Bu arada bir Türk şahsiyeti çıkıp, Kürtçe serbest bırakılana kadar Kürtçe öğreneceğim deyip, bir
kampanya başlatsa, bize iyi bir jest olurdu, ama buna biraz romantizm gerekÉ
Ben Türküm, Kürtçe Öğrenmek Đstiyorum
29 Ocak 2002 Özgür Politika
349
Fehmi Erbaş
Kürt arkadaşların Avrupa'da başlayan kimlik bildirimi ile birlikte, Türkiye metropollerinde ve
Kürdistan'da kendi dillerini kullanma ve seçmeli ders olması istemleri ile başlattıkları eylemlilikler,
oligarşinin şiddetine rağmen devam etmektedir. Analarımız, bacılarımız ve kardeşlerimiz
saçlarından sürüklenerek tutuklanmakta ve işkencelere maruz kalmaktadır.
Bir Türk devrimcisi olarak, bu haftaki köşe yazımı bir türlü öğrenemediğim Kürtçe ile yazarak
onların haklı taleplerini desteklemek istiyorum. Ve böylece Türkiyeli devrimciler ve aydınları bu
kampanyayı desteklemeye çağırıyorum.
Her netewek xwediyê zimanekî ye. Jê re zimanê dayikê tê gotin. Sedema wî pir vekirî ye. Ji ber ku,
em zimanê xwe, dayika ku me neh mehan di zikê xwe de digire, em ji wê hîn dibin. Bawer dikim
rola cografyayê pir ne girîng e.
Bi naskirina wan pir bextewar im, min gelek hevalên Ezidî nas kirin. Zarokên wan li Ewrupayê ji
dayîk bûne lê dîsa jî min şahidiya axavtina wan a Kurdîyeke bê kêmasî kiriye.
Çawa ku tê zanîn ziman, amrazeke vegotinê ye û di heman demê de pêkarek hebûna netewî ye.
Wê çaxê kesekî xwe wekî endamê netwekî îfade dike, divê di bin kîjan sîstemê de û li kuderê be,
di bikaranîna zimanê xwe de azad e. Azadiya ziman mecbûriyek e. Ev yek bi tu egereka qanûnî
nayê agihandin.
Ser de jî, ne raste rast be jî, zimanekî hebûna wî bê pejirandin, ango qedexekirin û cezakirina
zimanê Kurdî ji derveyî mantiqê ye.
Lê olîgarşî kirinên xwe yên bêpaxav wekî doh, îro jî berdewam dike. Beriya salan Poloniyên koç
kiribûn Amerîkayê bi rewşeke azad xwe 'Amerîkayî' binav kiribûn. Lê dema min Poloniyên
koçber bi rewşeke vesarî, ji bo ku zimanê xwe yê dayîkê jibîr nekin, li Amerka ya 'azadîperwer' di
dibistanên 'legal zimanê Polon' xwend, ez şaş bûm û destxistina wan ya mafê hînbûna ziman bi
min xerîb hatibû.
Hey mirovno, hûn nizanin çi dikin. Çavbirçitiya desthelatiyê, ya ku ji fikarên wendakirina rayan
pêk tê, deynin aliyekî, qet nebe, li bavê xwe yê ku hûn hertim jê his digirin mêze bikin. Eger ew
nebe jî, ji Saddamê kû doh bi hezaran Kurd bi çekên biyolojîk kuştine, dersê bigirin. Lewre wî jî
berî çend rojan dest bi weşandina televîzyona Kurdî kir, sedema polîtîk çi dibe bila bibe. Baş e ez
dipirsim. Hûn dema kesekî Tirk li cîhê lê perwerde dibe bibêje, "Ez dixwazim wek zimanekî
duyem Kurdî hînbibim" hûn vê daxwazê jî wekî cûdaxwaziyê dinirxînin? Eger wisa be hûn çima
Đngilîzi, Almanî, Yewnanî, Fransî û hwd digirin nav sîstema xwe?
Lê hûnê bibêjin dewleta wan heye! Dema Kurd ne bi daxwaza dewletbûnê werin, xwe li ser
Tirkiyê îfade bikin û mafên xwe yên hemwelatiyê bigirin û bijîn, wê bibin sucdar? Nexêr begino.
Çawa ku netewên cûre bi cûre dibêjin em Swîsrî, Bekçîkî û Amerîkayî ne, di çarçova zagonan de
mafên xwe bikartînin û bi zimanê diaxivin, Kurd jî wekî van netewan dixwazin bi zimanê xwe
biaxivin! Dema hûn vî mafî nedin, cudayîxwaz hûn in! Gelê bi salan e hûn pê re dijîn, înkara vî
gelî bi we tiştekî nade qezenckirin!
Divê drûşma we û drûşma me "Ne înkar, ne cûdabûn, Komara Demokratîk" be.
350
Beklemek Ömür Tüketmektir
29 Ocak 2002 Özgür Politika
NURETTĐN YILDIRIM
Kürtçe eğitim kampanyası dilekçeler, yasal demokratik mücadele, ölüm oruçları, tutuklamalar,
ölümler çoğalıp giden hareketli dalgalanmalar ve beklentiler.
Bu kadar gelişmelerden sonra Türkiye'de kendiliğinden iyi şeylerin olacağını beklemek hele bunu
devletten umut etmek ham hayallerle kendini kandırmaktır. Türkiye aydınından sürüp gelen bir
gelenektir devletten beklemek. Beklemeyle Türkiye'de bugüne kadar bir şey değiştiğini gördünüz
mü hiç? Çok bekleyenler oldu, ömürleri geldi geçti, tükendi ama değişen bir şey olmadı. Đşte
bugün yaşananlar karşısında bazı Türk aydınlarının sergilediği tavır, yine bekle-gör yaklaşımıdır.
Neden bu kadar kıyametler koparılıyor? Ana dil isteminde bulunmak, ana dil hakkını kullanmak
niye suç oluyor? Dünyanın neresinde bu var? Şimdi sormak gerekir; suçlu kim? Üniversitelerdeki
öğrencilerin yasal yollardan Kürtçe ana dilde eğitim talepleri neden çok görülüyor ve suçlu olarak
lanse ediliyor. Devlet bunu anlayışla karşılayacağına bu gençleri "Terör örgütü üyesiî koyuyor. Ne
hakla? Türkiye işi bu kadar zavallılığa vardırıyor.
Dilekçenin içeriği ne olursa olsun öğrencilerin geliştirdiği eylem anayasal bir haktır. Bu hak hiçbir
şekilde baskıyla karşılanamaz. Genelde hukukçularında dile getirdiği, Dilekçe vermenin kapsamı
ne olursa olsun bir anayasal hak olduğu, bu nedenle dilekçe sahiplerinin, yasal olarak tutuklanıp
cezalandırılamayacaklarıdır. Bu savdan yola çıkıldığında kanunsuzluğu yapanın devlet olduğu
apaçık ortadadır. Türkiye devleti Kürt kimliğini inkar etmekle kendini kabul ettirme şansını
yitiriyor.
Türkiye'yi bu zihniyetle yönetenler egemenliklerinde tuttukları ayrıcalık, güç ve imkanlarla
değişime rıza gösteremeyeceklerini ortaya koymaktadırlar. Onlar için hukuk, yasa hepsi kendileri
için işleyen bir mekanizmadan ibarettir. Halkların acı çekmesi, özgür, onurlu, hakça yaşam isteğini
hiçbir anlamı yoktur. Kitap ve kanunlarında varsa yoksa egemenlik, bastırma, baskı şiddet
uygulamalarıdır.
Bizim sözümüz aydınlaradır. Đnsanlar acı çekiyor. Kendini ifade edemiyor, konuşamıyor. Yasal
yoldan hak isteyenler, hukuk arayışında olanlar, siyasal mücadele diyenler "teröristî oluyor.
Terörizm adı altında tutuklanıyor, ölüme terk ediliyor. Ölüm orucu eylemlerinde ortaya çıkan
tablo tam bir faciadır. Vicdanları uyandıran ve derinden gelen "imdatî nidaları gündelik yaşama
oturdu. Şimdi bu seslenişlere cevap vermek insan olup olmamanın, hele bu bir aydınsa, deneyi
olmaktadır. Kaostan beter olan Türkiye gerçeği karşısında korku ve endişelere düşmemek,
sorgulamamak mümkün mü?
Đnsan vicdanını yaralayan gelişmeler karşısında durup beklemek, seyretmek, devletten bekleyen
lakayt tutumlar en büyük vicdansızlıktır. Türk yazar çizerleri, aydınları sorunları eveleyip
geveleyeceğine daha cesur ve açıkça tavır koymalıdırlar. Daha ne güne duruluyor, toplumun
böylesine hiçleştirilmesine, insanların çok vahşice kırılıp dökülmesine, ana babaların acı çekmesine
daha ne kadar kayıtsız kalınacak. Bu insanlara yazık. Sahip çıkılması gereken bu insanlara sahip
çıkmak en başta aydınların görevidir. Bilinç, vicdan ve irade gücü olabilecek, insanların Çar çur
edilmesine dur diyecek gelişmelere katkı sunmak aydın olmanın gereği değil midir?
Aydınlar seslerini yükseltmelidir. Halkın sorunlarına çözüm üretmede çok önemli bir rol
351
oynayabilir. Halkın beklentilerine, dertlerine en iyi tercüman olacak aydınlardır. Türkiye'deki kötü
yönetimin ve kötü gidişatın karşısında önce düzeyde tavır belirlemesi gereken aydınlar bu yönüyle
isterlerse halka çok iyi öncülük edebilirler. Ama Türk aydını bu rolünden hayli uzak bir konumu
yaşıyor. Sessizliği, tavırsızlığı, rejime ve başındaki gerici güç odaklarına cesaret veriyor. Antidemokratik uygulamalarla ortamı velveleye vererek bundan siyasi çıkar güden rantçı çetecilerin de
istemi budur. Oligarşinin demagojisine karşı özgür birlik temelinde Türkiye halkını
bilinçlendirmeli, halkı demokratik mücadeleye kanalize etmelidir. Aydın yaklaşımı bu temelde
olmalıdır. Halkın hiçbir sorununu şu bu gerekçeyle sağa sola çekiştirmeden sahiplik edilmelidir.
Türkiye'nin gündeminde olan değişim ve dönüşüm gerçeğine en büyük katkıyı sunarak kimliğine
yaraşır olmasını bilmelidir.
Dil, kültür, kimlik mücadelesi, hak arayışları, ölüm orucu eylemlerini, Türkiye'nin uluslar arası
sözleşmeleri ve Avrupa Đnsan Hakları kriterlerine uyum sağlaması yönünde zorlayıcı gücünü
kullanarak ağırlığını göstermenin zamanıdır. Beklemek ömür tüketmektir, sorululuklar altında
ezilmektir.
Klasik bir filmin fragmanları
29 Ocak 2002 Sabah
Metin Münir
Klasik bir filimin fragmanlarını yeniden görmeye başladık.
Küçük gruplar şurada burada Kürtçe dilinde eğitim için nümayiş yapıyorlar. Gösterileri izinsiz
olduğu için polis tarafından dağıtılıyor. Coplananlar. Saçlarından sürüklenen kadınlar. Çığlıklar.
Süklüm püklüm genç insanların DGM tarafından tutuklanması.
Sonra malum insanların, malum argümanları, malum mekânlardan -otomatiğe bağlanmış bir radyo
istasyonu gibi- yayınlanmaya başlıyor: "Bunlar adam olmayacak! Taktik değiştiriyorlar! Kürtçe
eğitim ayrılık yolundaki ilk adım! PKK siyasileşiyor! Türkiye'yi içeriden ve dışarıdan bölmeye
çalışanlar var!"
Filmin son bölümünde, her zaman olduğu gibi serteşme ve sessizlik olacak. Strateji Mori'nin yeni
bir araştırması Türkiye'de yaşayanların yüzde 32,2'sinin Kürtçe konuştuğunu gösteriyor.
Ama Türkiye Kürtçe konusundaki politikalarını en ekstrem uçların davranışlarına göre
şekillendirmeye devam ediyor.
Sokakta birkaç yüz kişi gösteri yapıyor. Onların davranışı "Türkiye'yi içeriden ve dışarıdan
bölmeye çalışanlar var!" şeklinde değerlendiriliyor.
Politikalar sokağa dökülmeyenlerin sessizliğine göre değil, sokaktakilerin gürültüsüne göre tanzim
ediliyor. Ama sokaktaki insanlar toplamın yüzde kaçıdır? Kaç kişi Kürtçeyi bölünmenin ilk adımı
olarak görüyor? Ve PKK, istediği kadar uğraşsın, etkin bir siyasi güç haline gelebilir mi?
352
Eğer Kürt kökenli insanların tümü Abdullah Öcalan'n peşine düşmüş olsaydı Türkiye Somali'ye
dönebilirdi.
Öcalan'ın başarılı olmamasının nedeni, ona karşı etkin bir savaş verilmiş olması kadar, Kürtler'in
çok küçük bir bölümü tarafından desteklenmiş olmasıdır. Bunun bir anlamı, değeri ve sonucu
olmalı.
Kürtler'in ezici bir çoğunluğu, mutluluk ve refahı Türkiye hudutları içinde kovalamak istiyor. O
zaman Türkiye'nin politikalarını teröristlere ve nümayişçilere (nümayiş yapmanın nesi kötü, o
başka mesele) göre değil bunlara göre formüle etmesi gerekmez mi? Çünkü aksi bir
mantıksızlıktır.
Hiçbir şeyin değiştiremeyeceği bazı gerçekler var. Şiddet, sertlik, kör milliyetçilik, duyarsızlık,
demagoji çözüm değildir. Olsaydı, Cumhuriyetin ilanından bu yana her 15-20 yılda bir, her biri bir
öncekinden daha uzun, kanlı ve yıkıcı başkaldırı yaşamazdık.
Neden bizim yaşadıklarımızı çocuklarımızın da yaşayacağını neredeyse garanti eden politikalarda
ısrar ediliyor?
Her nesil ille bu acıyı en az bir defa yaşamak mecburiyetinde mi?
Sertliğe alternatif yok mu?
Đnternet çağında yasakçı mantıkla nereye?..
29 Ocak 2002 Milliyet
Hasan Cemal
Avrupa Birliği isteniyor mu, istenmiyor mu? Đktidar ya da muhalefette olsun Meclis'teki bütün
partiler istiyor. Hepsi AB'den yana.
Kamuoyu da öyle.
Bütün araştırmalarda Avrupa'ya evet diyenlerin oranı yüzde 80'in üzerine çıkıyor, 75'in altına
düşmüyor.
Đyi, güzel.
Fakat AB üyeliğinin birtakım ilke ve kuralları var. Bunları benimsemeden, yerine getirmeden
AB'ye girmek olanaksız. Briç kulübünde pişpirik oynamak yasak!
Bu da malum.
Hiç olmazsa kağıt üstünde öyle. Türkiye bin yıldır AB'ye nasıl girileceğini biliyor. Bunun için
devlet olarak imzalanan çok sayıda belge var. Üstelik bunların bir bölümünün gereği de yapılmış
durumda.
353
Nitekim, AB'nin 1999 sonundaki Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığı, geçen yılın
sonundaki Laeken Zirvesi'nde de Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerine yaklaştığı resmen
kaydedildi.
Ama daha çok iş var.
Üstelik duyarlı konular! Çoğu ince ayarı gerektiriyor. O yüzden bunlar gündeme geldikçe, işler
zorlaşıyor, çetrefil hal alıyor.
Örnek: Đdam cezası.
Avrupa'da idam cezasını kaldırmayan tek ülkeyiz. Bu konuda sorun, Öcalan. Koalisyon
ortaklarından MHP, idamın Öcalan idam edildikten sonra kaldırılmasını istiyor.
DSP ve ANAP farklı görüşte. Ancak Ecevit iyimser. Bahçeli'yle MHP'nin zaman içinde ikna
edileceğini umuyor.
Aklın yolu da bu.
Devletle siyaset kurumunun Öcalan'ı idam ederek aklını ekmek peynirle yiyeceğine ihtimal
veremiyorum. Öcalan'ın ömür boyu Đmralı'da oturması, çok daha akıllıca bir tercih.
Çünkü Öcalan'ın idamı, Türkiye'yi karıştırmaktır. PKK'da şiddet ve teröre bel bağlayanları
yeniden canlandırmaktır. Türkiye'nin AB ile ilişkilerini torpillemektir. Türkiye'nin iyiye giden
ekonomik beklentilerini gölgelemektir.
Onun için de aklını ekmek peynirle yemek istemeyenler, ölüm cezasının bir an önce
kaldırılmasından yanadır.
Bir başka konu:
Kürtçe radyo, televizyon.
DSP ile ANAP evet, yine MHP hayır diyor. Oysa MHP'nin karşı çıkışı, pratikte hiçbir şeyi
değiştirmiyor. Çünkü, isteyen herkes çanak anteni koyup PKK'nınki dahil Kürtçe televizyon
kanallarını kaç yıldır seyrediyor.
O zaman bu yasakta ısrar niye? PKK'nın kanalı, Barzani ve Talabani'nin televizyonu seyredilsin
diye mi? Yoksa şimdilik tribüne mi oynamak?..
Bir başka hassas konu:
Kürtçe eğitim.
Kürtçe anadili, konuşuyor. Yazması serbest. Şarkı kaseti çıkarıyor. Kürtçe kitap, dergi, gazete de
serbest.
Ama öğretmek yasak.
Eğitime geçit yok.
354
Bunun mantığı nedir? Đnternet çağı değil mi yaşadığımız? Bilgisayarın önünde oturanca, internete
girince Kürtçe öğrenmiyor mu? Kürt tarihiyle, edebiyatıyla, folkloruyla ilgili bilgiler edinmiyor
mu? Yurtdışından yayın yapan Kürtçe televizyon kanallarında bunların hepsi yok mu?
O zaman?..
Bu konudaki duyarlığı anlıyorum. Hak verdiğim yanları da var. Ama kafamızı kuma gömmenin bir
yararı yok.
"Kürtçe eğitim, Kürt kökenli vatandaşlara iyilik mi, kötülük mü? Kürtçelerin hangisiyle eğitim?
Kim verecek? Hangi kitaplarla?" diye soranlar var.
Bırakalım onlar düşünsün!
Devlet ille de işin içinde olmasın. Kolektif değil, bireysel haklar çerçevesinde yapılsın
anadilde eğitim.
Demokrasinin, AB'nin gereği bu da. Tıpkı 159, 312'nin iyileştirilmesi, yani ifade özgürlüğü
alanının genişletilmesi gibi...
Bütün bunlar, devleti ve bayrağı tek olan, resmi dili ve genel eğitimi Türkçe olan Türkiye'de
yapılır. Yapılmalıdır. Böylece, hem demokrasi ve Avrupa yolunda ilerleriz, hem de iç barışın
temellerini sağlamlaştırırız.
2002 kritik yıl!
Soğukkanlı, akılcı düşünüp hızlı adım atmak zorundayız hem siyasette, hem ekonomide...
Kürtçe eğitim tabu sayıldı
30 Ocak 2002 Radikal
Enis Berberoğlu
Milli Güvenlik Kurulu'ndaki gündem ve tartışmalar gizlidir, kamuoyuna açıklanması yasaktır. Bu
yüzden medya, MGK bildirisi ile yetinir, satır aralarını çözmeye çalışır.
Bu kez oldukça uzun süren toplantının ardından yapılan MGK açıklamasında geçen ve Kürtçe
eğitim için dilekçe eylemlerini değerlendiren şu ifade önemlidir:
"...Özellikle terör örgütü tarafından yönlendirilen, resmi dilden başka bir dil ile eğitim
konusundaki ayrılıkçı faaliyetlerle..."
Sanırız bu kısa ifadeyle devlet politikasının sınırı çizildi: Anayasa zaten devlet okullarında Kürtçe
eğitime kapalıydı. Dilekçe eylemlerinin bölücü örgüt (PKK) ile irtibatlı görülmesi farklı formül
umutlarını da -örneğin özel dil kurslarına izin verilmesi gibi- en azından yakın gelecek için boşa
çıkardı. Dahası Kürtçe eğitim konusu, tıpkı bir zamanlar Kürtçe TV yayınında olduğu gibi tabu
355
kategorisine sokuldu. Kürtçe eğitim yönündeki her talebin kaynağından bağımsız olarak bölücü
niyet taşıyabileceği izlenimi yaratıldı. Bu genelleme ile örneğin AKP lideri Recep Tayyip
Erdoğan'ın da Kürtçe eğitimine belli koşullar çerçevesinde sıcak baktığı göz ardı edildi. Kişisel
görüşümüze gelince.
Bu ülke tartışılmaz kabul edilen tabulardan çok çekti, yenilerine ihtiyaç yoktu!
***
Ne var ki biz tabulardan kaçarken sanki birileri yolumuza mayın döşüyor gibi. Örneğin uyum
yasalarında Türk Ceza Kanunu'nun 159'uncu maddesine ek yapılıyor.
Asker ve polisin bir kısmına hakaret ve alay tamamına yönelik sayılmak isteniyor. Zaten bırakın
maddenin kurgusunu, gerekçesi bile açık niyeti sergiliyor: "Tahkir (hakaret) ve tezyif (alay)
suçunun işlenmiş sayılması için fiilin bu kuvvetlerin tümüne yönelik olarak işlenmesi gerekmez,
örneğin sadece Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri'nden birine ya da polis veya jandarmaya karşı
işlenmesi de yeterlidir." (Kaynak: Birinci Madde gerekçesi)
Topuna birden hakaret suçu zaten vardı. Devlet memuruna hakareti düzenleyen hükümler de
mevcuttu. Durduk yerde tekine sövmenin hepsine hakaret sayılması neden? 'Hepimiz birimiz,
birimiz hepimiz için' ruh haliyle hukuka meydan okuma niçin?
Anayasa'ya bu ölçüde aykırı maddelerin Çankaya'dan geri döneceği kesin gibidir.
Ancak veto ne işe yarar ki?
Veto Anayasa değişikliği ile sağlanan özgürlüklerin kısıtlanmasını önler, bu doğru. Ama aynı
özgürlükler ancak yasa değişikliği yürürlüğe girerse uygulama şansı bulur. Dolayısıyla toplumsal
muhalefetin öncelikli hedefi vetodan çok yasanın gerçek
Anayasa'ya uyumlu ve özgürlükçü hale getirilmesi olmalıdır. Veto son çaredir.
Vetolu Bankalar Yasası'na ilişkin hazırlık, hükümetin Çankaya ile kavgaya girerek çamura yatma
niyetine diğer bir işarettir. Çankaya'dan veto yiyen üç maddenin ayrıntısına girilirse:
1) Yöneticilere özel hukuk koşulu zaten başka hukuki yollardan da sağlanabilir,
2) Sayıştay denetimine ilişkin madde Kamu Bankaları Ortak Yönetimi'ni değil BDDK'yı
ilgilendirir, acil değildir.
3) Ziraat ve Halk Bankası'nın özelleştirilmesi açısından kritik önem taşıyan hüküm, şube kapatma
ve personelin başka göreve transferine imkân verecek hukuki düzenlemedir.
Çankaya'nın bu maddede takıldığı ifade takvime ilişkindir. Veto gerekçesinde bankaların
personelinin özelleştirmeye hazırlık sürecinin tamamlanacağı 25 Kasım 2003'e kadar kamu
görevlisi sayılmasını isteyen Cumhurbaşkanı'nın hukuki talebini yerine getirmenin zor olmadığı
ortadadır.
Nitekim Kamu Bankaları Ortak Yönetimi veto üzerine sorunlu üç maddeden ikisinden şimdilik
vazgeçilmesini, üçüncü maddenin de Çankaya'nın takvim hassasiyetine uygun olarak
değiştirilmesini, yasanın yeni haliyle onaya sunulmasını önerdi. Ama hükümet yasanın ilk -ve
Çankaya'ya göre Anayasa'ya aykırı- halinde direndi, siyaseten meydan okumayı seçti.
Hükümetin, sıkıştığı yerde düşman yaratma eğilimi ortada... Anayasa'ya aykırı yasa mı çıkardı,
suçlusu ya Avrupa ya da Çankaya!
356
Hay hepsinin ve tekinin. Hatırını sorayım, hazır yasa çıkmadan.
Balans ayarı
30 Ocak 2002 Özgür Politika
UFUKTAN
Milli Güvenlik Kurulu, son ayların en uzun toplantısını gerçekleştirerek, 6 saat gibi bir sürede
"Türkiye'nin iç ve dış sorunlarını" ele aldı. Toplantıdan sonra yapılan basın açıklamasında, Kürtçe
anadilde eğitim kampanyasının ana konu olarak ele alındığını çağrıştıracak belirlemelere yer
veriliyor. MGK açıklamasında, Kürtçe anadil kampanyasının PKK tarafından yönlendirildiği ileri
sürülerek, girişim "ayrılıkçılık" olarak nitelendiriliyor. Sonra da buna karşı alınan ve alınması
gereken "önlemler" üzerinde durulduğu kaydediliyor.
Anadilde eğitim kampanyası ve bununla birlikte sürdürülen demokratikleşme mücadelesi,
Türkiye'de önemli bir zemin yakaladı. Toplum ve siyasi yelpazenin bütün renkleri, Türkiye
tarihinde bir ilke imza atarak, sorun karşısındaki pozisyonunu tartışma ahlakı içinde kalarak
kamuoyuna yansıttı. Bu anlamda kimisi böyle bir girişime destek çıktı, kimisi de dünya görüşü
gereği karşı cephede yer aldı. Ama önemli olan, tartışma üslubunun bir nebze de olsa
yakalanmasıydı.
Ancak dün yapılan MGK toplantısıyla birlikte, bu sürece müdahale edildiği belirtilebilir. Anlaşılan,
MGK şimdiye kadar kampanya karşısında ortaya konan duruşu "pasif" bir duruş olarak niteledi ve
"aktifleştirilmesi" için karar aldı. Bunu da "PKK yönlendiriyor, ayrılıkçılık yapılıyor" biçimindeki
klasik yaklaşımına dayandırdı.
Bu şu anlama geliyor: Anadil ekseninde yürüyen demokrasi mücadelesi, şimdi daha fazla hedef
tahtasına konacak, süreç ısınacak. Isınması, tartışma sürecinin emir-komuta zinciriyle kesilerek,
yeniden şiddetin öne çıkarılması biçiminde olacak.
Oysa unutulan bir gerçeklik var; Türkiye, çatışma ortamından yeterince zarar gördü. Kürdistan'da
yürütülen savaş, sadece son 20 yılda 40 bin insanın yaşamına, onbinlercesinin yaralanmasına yol
açtı. Köy boşaltmalar, faili meçhul cinayetler, işkence ve her türden hukukdışılık, bir toplumun
kaderi haline getirildi. Türkiye sadece askeri, ekonomik ve siyasi alanda kaybetmedi, aynı zamanda
toplumsal çürümenin giderek derinleştiği bir ülke haline getirildi.
PKK tarafından son 3 yılda yürütülen politikalar, kötü gidişattan kurtulmanın,
demokratikleşmenin yolunu açtı, tartışma kültürünün oluşmasında belirleyici rol oynadı. Böyle bir
süreçten sonra yeniden savaş naraları atmanın, toplumu kamplara bölmenin, şiddet ile göz
konkutmanın kimseye faydası olmayacaktır. Darbeler, balans ayarları ile ulaşılacak boyut daha çok
çöküş olacaktır.
Türkiye, içte olduğu gibi dışta da önemli bir süreçle karşı karşıya. Avrupa Birliği üyeliği yolunda
artık somut adım atması bekleniyor. Bölgenin yeniden düzenlendiği bu dönemde Türkiye'nin
model olabilmesi için gelişim ve istikrara ihtiyacı var. Dolayısıyla, doğru olan, bu misyona cevap
verebilecek açılımları yapmaktır. Süreci gerginleştirenlerin, yeniden şiddete sarılanların bunun
farkında olması; balans ayarlarının toplumsal destek bulmadığını artık bilmesi gerekir
357
Kürtleri ve Kürtçeyi Đnkar Çıkmazı
30 Ocak 2002 Özgür Politika
NACĐ KUTLAY
26 Ocak 2002 gecesi Hulki Cevizoğlu'nun yönettiği "Ceviz Kabuğu' programında Kürtçe ve
eğitimi konusu konuşulurken, tartışma sırınları siyasi ve lengüistik yanları da içerdi. Katılımcılar
HADEP Gen. Baş. Yard. Osman Özçelik, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı doçent bir
hukukçu, Diyarbakır milletvekili Segbatullah Seydaoğlu ve bir süre önce bakanlıktan uzaklaştırılan
MHP'li Prof.A.Haluk Çay'dı.
Ancak tartışmaların haksız, insafsız ve hoşgörüden uzak davranışlar içerdiğini görerek üzüldüm.
Programı yöneten Cevizoğlu, katılımcılara eşit olanak tanımıyordu ve özellikle Kürt kökenli iki
katılımcıya karşı tutumu, Olağanüstü Hal Bölgesi'ndeki sorgulamacılarınki gibiydi. Soruların
bazıları da provokatifti.
Eskiden Kürtler, Türkçe'yi unutan Türklerdi, karda yürürken kart-kurt sesi çıkaran dağlılardı.
Bilim dışı bu anlayış aşınıp terkedildiyse de yineleyenler hala var. Şimdilerde, 'Kürt var da Kürtçe
yok' mantığını anlamak zor. Porf.A.Haluk Çay birkaç kez dile getirdi. Konuşanlar dil bilimci
değildi. Bildiğim kadarıyle Özçelik Kürtçe yazıyor ve dil sorunlarına özel ilgi gösteriyor.
Telefonla katılanla da dahil, Kürtçe'yi yadsıyanlar, Kürtçe bilmediklerini söylediler. Kürt dilini ve
Kürtleri inkar eden bu katılımcılar, kendileri söyleyip ve onayladıkları "Bir Kürtçe yok, birçok
Kürtçe var ve dolayısıyle Kürtçe'den söz edilemez" dediler. Bilmem ki, yok olan dilden niye
korkulur?
Derin araştırma ve analizlere gereksinim duyulmasına karşın, objektif ve önyargısız herkesin kabul
edebileceği ve orta aydınların bildiği yanları var dilin. Dil, toplumlara ait tüm diğer yanlar gibi
gelişir ve değişir. Ancak, dilin değişimi çok yavaş olur. Liberal ve sosyalistlerin birleştiği, dilin bir
üst yapı kurumu oluşu, kapitalizmin gelişmesiyle standardize olduğu ve lehçelerin ortadan kalktığı
ya da farklılıklarının azaldığı gerçeği tartışmalara az yansıdı. Kürtçe'nin lehçelerini ayrı birer dil
olarak sunmaya çalışan MHP'li prof. Çay Turki Cumhuriyet başkan ve heyetlerinin Türkiye'de
tercüman aracılığı ile konuştuklarını unuttu. Azerbaycan ve Türkmenistan dışındaki Orta Asya
Cumhuriyetleri vatandaşları rahatça anlaşamıyor. Bu gerçeği görüp yaşadım. Duruma şaşmamak
gerek, doğal bir olay. Dillerin birlik ve yakınlaşmaları uzun bir süreç işidir.
Prof Çay, Segbatullah Bey'in elindeki Kürtçe sözlükteki bir kelimeye itiraz etti ve Farsça olduğunu
söyledi. Oysa bu da doğaldır. Avrupalılar buna, "borç kelime alma" der, ama bu kelimeleri alır
sahiplenirler. Böylece kökü bir dile ait ama "ortak" kullanılan kelimelerden söz edilir. Bu yönüyle
Türkçe zengindir. Örneğin, katılımcıların tümü, Hulki, Osman, A.Haluk, Segbatullah ve bu anda
ismini unuttuğum müsteşar yardımcısı hukukçu, Arapça isimlere sahiptiler. Ülkemizdeki günlük
büyük gazetelerin tümünün isimleri de öyle. "Hürriyet, Cumhuriyet, Milliyet, Sabah, Vakit,
Zaman, Yeni Şafak" Arapça ve bu arada "Radikal"de Latin kökenlidir. Bence bu da doğal, bu
isimler artık bizim de malımız olmuş. Kürtçe'de olunca, nedense Prof. Çay'ın duyarlılığı artıyor.
Ziya Gölalp ve Yusuf Akçura gibi Türkçü önderler yok artık. "Türkçülüğün Esasları"ndaki
358
Türkleşme, muassırlaşma, Đslami değerler ve Batılılaşma ya da Akçura'nın "Üç Tarzı Siyaset"teki
anlayışlarından çok, bu yenilerde ırkçı, yayılmacı ve diğer toplulukları inkar etme egemen. Prof.
Çay da bunlardan. Keşke Feqiy'ê Teyra'yı okuyup Yunus Emre'nin yalnız olmadığını görebilseydi.
Đnsanlar kendilerine ait nesneleri güzelleştirmek, geliştirmek ve olumlulaştırmak ister. Dil de
bunlardan biri. Anadilini iyi öğrenmek, zenginleştirmek ve geliştirmek istemi bundandır. Anadilini
bilemez duruma gelenler ya da iyi bilmeyenler bu eksikliği gidermek ister. Cezizoğlu Özçelik'e
"Kürtçe ne işinize yarayacak?" diye sordu, ingilizce ve diğer dilleri önerdi. Bilimi, uygarlığı değil de
"tüccar"ca itici sorular yöneltti.
Türkiye'deki Kürtler Kurmançca ve %10-15 kadarı da Zazaca konuşuyor. Çoklukla
anlaşabiliyorlar. Zazaların tümüne yakını Kurmançca biliyor. Soranice Đran ve Irak Kürtleri
arasında konuşulur ve Kurmançca'nın bir biçimi kabul edilir. Şeyh Sait ve Seyit Rıza Zaza idiler.
Kürtçe'ye yayın özgürlüğünü istemeyenler Nasrettin Hoca'nın yaptığı gibi ipe un sermeye
çalışıyorlar.
Kürçe'nin seçmeli ders olması tartışıldı. Vatandaşlarımızın dilekçe verme hakkı var ve yazılı
yanıtını alma ise Anayasa emridir. Bu dilekçede yer alan istemlerin başka birey, legal ya da illegal
örgütlerce paylaşılması bu hakkı ortadan kaldırmaz.
Demokratik istemler yasal ve demokratça karşılanmazsa sorunlar daha da derinleşip karmaşıklaşır.
Yasaklarla yasal hakların önüne geçmek çağdışı olduğu gibi yeni bir yasadışılık olur.
"Yasaklı dil" olan Kürtçe daha sonra bu durumdan kurtarıldı ve konum kısmi de olsa toplumu
rahatlattı. Ayrılıkçılık korkusunu taşıyanların yersiz bir kuşkuya kapıldıkları görüldü.
Kültürel kimlikler doğuştan ve yaşamda hep beraber olduğumuz bir yanımızdır. Onun üzerindeki
baskılar yaşam boyunca bireyleri ve toplumları mutsuz kılar. Anayasa'da resmi dilin Türkçe oluşu
tartışma dışıdır, ama resmi dilin dışında değişik anadillerin varlığı da bir gerçektir.
Dilekçe sahiplerinin kendilerini ve istemlerini anlatmalarına olanak verilmiyor. Kaldı ki,
yasalarımızda vatandaşların bu istemlerini yasaklayan maddeler olmadığı bilinince, bu kez de
götürüp "PKK'ye yardım ve yataklık" eylemleriyle ilişkilendirmek, ülkemizi hem içerde ve hem de
dışarda zor durumda bırakıyor.
Sendikalardan, yazarlardan ve sivil toplum örgütlerinden kimseler de toplumsal barış ve
demokrasi adına giderek dayanışma gösteriyorlar.
Đstem sahipleri ve devlet yöneticileri gerginliğe fırsat vermeden, yasaların dışına çıkmamaya özen
göstermeli diye düşünüyorum. Soruna soğuk kanlı yaklaşılmalı. Devlet yöneticileri anadil eğitimi
ile Kürtçe'nin seçmeli ders olmasının farklı şeyler olduğunu bilerek gözden kaçırıyor. Kamuoyu
bu farkı açıklıkla görmeli.
Kürtçe TV bizi böler mi?
31 Ocak 2002 Radikal
Enis Berberoğlu
359
Kürtçe eğitim talebinin MGK bildirisinde kategorik olarak bölücü terörle irtibatlı görülmesiyle
yeni bir tabu yaratılmasını sakıncalı bulduğumuzu dün bu köşede ifade ettik. Doğaldır ki Kürtçe
eğitim eylemlerinin PKK tarafından organize edildiği yönündeki istihbarat raporlarını tartışacak
bilgiye sahip değiliz. Ancak Kürtçe eğitim talebi ile Kürtçe eğitim için dilekçe eylemleri arasında
fark gözetilmesinin daha genel ölçekteki yorumların önünü açacağını düşünüyoruz. Kürtçe TV ve
eğitim gibi toplumsal nitelikli taleplerin sadece terör veya örgüt odaklı tartışılmasının siyasi
tuzaklara açık olduğunu hatırlatıyoruz.
***
Profesör Baskın Oran'ın Siyasal Bilgiler Fakültesi üçüncü sınıf öğrencilerine verdiği 'Küreselleşme
ve Azınlıklar' dersinin kitap olarak toplanmış notları çok eğitici.
Notlarda Kürtçe TV veya eğitim gibi ilk bakışta radikal gelen taleplerin tartışılmasında hangi
somut kriterlerin kullanılması gerektiği örneklerle aktarılıyor. Tabii ki tek kriter kitapta sayılanlar
değil. Ama hiç değilse 'alırım-asla vermem' inadı yerine uluslararası kabul görmüş kriterler
ekseninde tartışma yolunu hatırlatması hakikaten faydalı. Yanıtları beğenmeseniz bile en azından
sorulara kafa yormak mümkün.
Eğer hazırsanız gelin Kürtçe TV ve eğitim talebini elekten geçirelim.
Đlk kriterimiz, 'Azınlığın kendisini çoğunluktan soyutlamak mı istediği, yoksa çoğunluğun
yaşamına kendi kimliğini koruyarak mı katılmayı mı amaçladığı?' sorusu olsun.
Varsayalım ki Kürtçe kursları açıldı, RTÜK Yasası değişti ve Kürtçe TV'ye izin çıktı. Kürtçe TV
yayını Kuzey Irak'tan veya Bağdat'tan yapılmayacak, bugünkü gibi yıkıcı-bölücü mihrakların
tekelinde kalmayacak. Kürtçe eğitim müesseseleri de Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim
Bakanlığı'na, TV ve radyo istasyonları RTÜK'e bağlı olacak. Gerçekçi olalım; Türkiye
Cumhuriyeti, Kürtçe TV izni vermiyor diye kimse Kürtçe TV izlemiyor mu? Güneydoğu'da MED
TV'ye çevrilmiş çanak antenleri tencere kapağı mı sandınız? MĐT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un
bile gönlünden geçen Kürtçe TV modelinin aslında 'Kürt TRT'si' olduğunun da mı farkında
değilller.
***
Geçelim ikinci kriter sorusuna:
'Talepler sadece bu yaşam biçimini seçenleri mi yoksa ülkenin genel kamu düzenini mi
ilgilendiriyor?'
Farklı bir örnekten yola çıkarsak. Siyasal Đslam'ı yaşam biçimi olarak benimseyenler, cuma
günlerinin hafta tatili ilan edilmesi, ramazan ayına özel mesai saatleri uygulanması talebiyle ortaya
çıkabilir. Ne var ki bu durumda herkesin mesaisi ve tatili değişeceği için kararın çoğunluğa
bırakılması zorunludur. Oysa Kürtçe eğitim ve TV yayını farklıdır. Kürtçe eğitim öğrenci ve
velilerinin tercihidir; TV'de Kürtçe türkü dinlemek, müzik zevkiyle alakalıdır. Siz çocuğunuzu
Kürtçe eğitim veren kursa yollarsınız, ben Đngiliz veya Fransız kolejine, siz Kürtçe kanal izlersiniz,
ben Almanca. Birbirimize karışmadan/kamu düzenini bozmadan yaşar gideriz.
Tartışma ekseni açısından diğer bir kriterimiz de, 'Eğer kamusal düzen bir ölçüde değişecekse, bu
değişikliğin toplumda daha fazla entegrasyona mı olanak vereceği, yoksa toplumsal barışın ve
insan haklarının daha mı fazla bozulmasına yol açacağı?' yönünde olsun.
Đmam nikâhı bu konuda iyi örnek. Đmam nikâhlı yaşayanlar kamu düzenine tehdit sayılmaz, farklı
hayat biçimini benimseyenleri rahatsız etmez. Ama imam nikâhının medeni hukuka göre kadın
360
haklarını sınırladığı da açık seçik gerçektir. Đmam nikâhı mirası engeller, mal bölüşümü hakkını
yok sayar. Kanun karşısında hükümsüzdür. Kürtçe TV ve eğitim, talep sahiplerini toplumdan
soyutlamaz, hatta tam aksine toplumsal uzlaşmayı, kenetlenmeyi güçlendirir.
***
Unutmayın ki bu ülke, Güneydoğu'daki yangın sırasında çok daha açık ve yakın tehdit altındayken
bile 'ver kurtul-vur kurtul' tuzağına düşmedi. Şimdi krampsız düşünme zamanıdır.
Vardı da...
31 Ocak 2002 Özgür Politika
UFUKTAN
Ünlü fizikçi Albert Einstein, "önyargıları parçalamanın atomu parçalamaktan daha zor olduğunu"
dile getirmişti bir dönemler. Bu sözün en fazla doğrulandığı ülkelerin başında Türkiye geliyor.
Çünkü Türkiye'nin siyasal sistemi ile zihniyeti önyargılar, korkular ve tabular üzerine kurulmuştur.
Kitabı toplatılan gazeteci Celal Başlangıç, zihniyet ve uygulamalar ile ülkeyi birleştirerek, bunu
"Korku Tapınağı" olarak nitelemiş. Đlk göze çarpan da bu tapınağın kontları, feodal beyleri ile
rahipleri. Günümüz nitelemesiyle hükümeti, bakanları, askerleri...
Ülkenin başbakanı konuşuyor: "Kürtçe eğitim olmaz. Kürtçe eğitimi kabul etmek, ödün
vermektir." Bu da yetmiyor, yardımcısı sözü alıyor: "Türkiye bu tür oyunlara gelmemeli. Türkçe
dışında bir dille eğitim yapılamaz. Bizim bu konuda hiç kimseye taahhüdümüz yok. Bu
kampanyanın amacı, Türkiye'de dil yasağının tekrar gelmesi ve Türkiye'nin AB sürecinden
uzaklaşmasıdır. Üç-beş tane bölücünün Türkiye'nin AB sürecini engellemeye hakkı yoktur.
Bölücülerin isteği gibi bu eyleme destek vermek, bu alanda siyasi rant sağlamaya çalışanların
değirmenine su taşımaktır."
Öncelikle; demokrasinin kurumsallaşması, toplumsal uzlaşıya dayalı ve yasaların güvencesindeki
bir hak kullanımı, "ödün vermek" değildir. Demokrasi, sadece çoğunluğun belirlediği yaşam
biçimi ya da kuralların hayat bulması değildir. Belki ondan daha fazla, farklılıkların kendini ifade
etmesi, yaşam alanı bulmasıdır. Ki sonuçta bu ülkede toplumun hemen hemen tümüne yakını
siyasal sistemden, onun idari çerçevesini çizen anayasadan şikayetçidir. O halde Ecevit'in "ödün
verilmez" dediği şey, bir avuç imtiyazlının çıkarları ile toplumu yüzyıl önceki geri mantıkla
yönetme sevdasından vazgeçmeyen ideolojinin tabularıdır.
Kürtler, yürüttükleri demokrasi mücadelesiyle ödün almayı hedeflemiyor; kimseden ödün
istemiyor. Bu ülkeyi oluşturan temeldeki harç olduğunun, asli öge olduğunun bilinciyle, ortak
yaşamın en vazgeçilmez gereklerinin yerine getirilmesini istiyor. Đki halk sürekli etle tırnak gibi iç
içe geçmiş biçiminde ele alınır. Biz de bu görüşe katılıyoruz. Ama Kürtler sürekli tırnak, Türkler
de et olmamalı. Çünkü tırnak uzadığı yerde koparılıp atılır. Türk şovenizminin et-tırnak ilişkisine
getirdiği yorum da ne yazıkki böyle.
Đkincisi; Kürtlerin yürüttüğü mücadele, Türkiye'nin önünü açan, ona yeni gelişim imkanları sunan
bir perspektife sahiptir. Bu açıdan "Kürtler, süreci provoke ederek geriletiyor" biçimindeki bir
değerlendirme kesinlikle yanlıştır. Süleyman Demirel'in "petrol vardı da biz mi içtik" sözünü şimdi
döneme uyarlayarak bu beylere hatırlatmakta yarar var. Demokrasi vardı da Kürtler mi
361
bozgunculuk yaptı? Okullarda Kürtçe eğitim başlatıldı da, Kürtçe TV açıldı da Kürtler mi
engelledi? Đnsan hakları vardı da Kürtler mi bunun gereklerini yerine getirmedi? Memleket medeni
topluma katıldı da Kürtler mi kapıdan geri çevirdi? Sosyal adalet vardı da Kürtler mi hortumculuk
yaptı?
Bu ülkeyi yönetmek adına yola çıkanlar, topu şuna buna atmadan, tabularını başkasına
maletmeden; gerçek demokrasinin gereklerinin art arda hayat bulması için sorumluluklarını yerine
getirmelidir. Kürtler, sorumluluklarının bilincindedir ve bunları gerektiğinde fedakarlık da yaparak
yaşamsal kılmaktadır.
Yardım yataklık suçu ve dilekçe
31 Ocak 2002 Radikal
Đsmet Berkan
Dilekçe hakkı, en temel anayasal hakların başında geliyor. Bu nedenle de, dilekçe vermek yoluyla
yapılan demokratik hak talepleri, olabilecek siyasi eylem biçimlerinin en masumu, hatta deyim
yerindeyse en çocukçası.
Bir süreden beri Türkiye'de yeni bir dilekçe eylemi yaygınlaşıyor. Gün geçmiyor ki, birileri
okullarda Kürtçe eğitim de verilmesi için dilekçesini ilgililere ulaştırmaya çalışmasın.
Önce üniversite öğrencileri başladı, ardından ilk ve ortaöğrenimdeki öğrencilerin velileri de katıldı.
Kürtçe eğitim isteğini içeren on binlerce dilekçe hazırlandı, ilgili mercilere sunulmak istendi.
Ancak, ilgili kurum ve kuruluşların bu dilekçelere tepkisi çok sert oldu. Üniversiteler, Kürtçe
eğitim isteyen öğrenci dilekçelerine 'Bu isteğinizin yerine getirilmesi Anayasa'ya aykırıdır' diye
cevap vermek yerine öğrencilere okuldan uzaklaştırma cezaları yağdırdı.
Tabii olay üniversite yönetimlerinin verdiği idari cezalarla da sınırlı kalmadı. Onlarca insan polis
tarafından gözaltına alınıp Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne sevk edilmeye başlandı. Sadece
üniversite öğrencileri de değil, ilk ve ortaöğrenimde çocuğu olan ve Kürtçe eğitim dilekçesi veren
veliler de nasibini aldı, onlar da DGM'lere sevk edildi.
DGM savcılıkları dilekçe veren bu insanlar hakkında iki ceza yasası maddesinden soruşturma
yürütüyor. Şimdilik herhangi bir dava açılmış değil ama eli kulağında herhalde.
Soruşturmaların yürütüldüğü Türk Ceza Yasası maddeleri 168 ve 169. maddeler. Bu maddelerden
birincisi 'örgüt üyesi olmayı' cezalandırıyor, ikincisi ise 'örgüte yardım ve yataklık' suçunu.
Anlaşıldığı kadarıyla bu dilekçelerin verilmesi için önayak olan, düzenleyici gibi gözüken zanlılar
168'den, eyleme masumca katılanlar ise 169'dan soruşturuluyor.
'Örgüt üyesi olmak' Türkiye'de ispatı hem zor hem de kolay bir suç. Genellikle polisin topladığı
deliller mahkemeler tarafından peşinen kabul ediliyor, savunmanın ne dediğinin çok bir önemi
kalmıyor. O yüzden duvara yazı yazan gençten bir protesto gösterisine katılanına kadar pek çok
kişi, eli silahlı katillerle, teröristlerle aynı muameleyi görüyor, aynı ceza maddesinden yargılanıp
362
hapse giriyor.
'Yardım yataklık suçu' ise iyice bir âlem. TCK'nın en az 312 ve 159. maddeleri kadar meşhur olan
169. maddesi en çok can yakan maddelerden biri. Güneydoğu Anadolu'da PKK'nın köyleri
bastığı, zorla yiyecek-içecek topladığı dönemde, caydırıcı olması bakımından bu madde (Terörle
Mücadele Kanunu'nun 4. maddesiyle birlikte) oldukça geniş yorumlandı ve uygulandı.
Madde aynen şöyle:
"64 ve 65. maddelerde beyan olunan hal haricinde her kim, böyle bir cemiyete ve çeteye hal ve
sıfatını bilerek barınacak yer gösterir veya yardım eder yahut erzak veya esliha ve cephane veya
elbise tedarik eder veya her ne surette olursa olsun hareketlerini teshil ederse üç seneden beş
seneye kadar ağır hapis ile cezalandırılır."
Bu maddenin oldukça karışık eski Türkçesinin bizim açımızdan en önemli bölümü son bölümü:
"...her ne surette olursa olsun hareketlerini teshil ederse..."
Bilmeyenler için söyleyeyim, 'teshil'in anlamı 'kolaylaştırmak.' Yani, ne biçimde olursa olsun terör
örgütünün hareketlerini kolaylaştırırsanız 3-5 yıl hapis tehlikesiyle karşı karşıyasınız.
Peki ama 'kolaylaştırmak' ne demek? Bu konuda mahkemelerin bir sürü gerekçeli kararı,
Yargıtay'ın bir sürü gerekçesi var. Var, çünkü bu madde özellikle son on yıldır, siz örgütün üyesi
ya da sempatizanı olmasanız, hatta örgütün düşmanı bile olsanız sizi örgütle bağlantılandırmak
için kullanılıyor. Bu nedenle hapislerde yatan binlerce kişi vardı, son af yasasıyla çıktılar.
Bu maddenin andığım bölümü artık o kadar esnek kullanılıyor ki, Adalet Bakanlığı bir ara ölüm
oruçlarıyla ilgili 'Yahu şu çocuklar da o kadar haksız değil, onları F tipine koyunca tecrit etmiş
oluyorsunuz' gibisinden masum eleştiriler yazanları bile bu madde kapsamına almaya kalkıştı.
Bakanlığa göre bu eleştiriler, 'terör örgütünün hareketlerini kolaylaştırıyor'du çünkü.
Şimdi de Kürtçe eğitim için dilekçe verenler aynı maddeden topun ağzındalar. Binlerce kişilik
toplu davalar geliyor dilekçe vermek isteyen insanlar hakkında. Tam da Türkiye'nin insan hakları
sicilinin düzeldiği iddia edilen bir dönemde böyle bir yola girmek siyaseten ne kadar doğru acaba?
Acaba onlar dilekçe verdikleri için mi bu olaylar büyüdü, yoksa devletin gösterdiği gereksiz
sertlikteki tepki yüzünden mi? Ne olurdu sanki dilekçeleri alıp sonra da içinde 'Anayasa'nın ilgili
maddeleri izin vermediği için dilekçeniz işleme konamamıştır' diyen iki satırlık bir cevap
verilseydi? Ama hayır, biz bu meseleyi de bir asayiş meselesi haline getirdik, en sonunda konuyu
Milli Güvenlik Kurulu seviyesine kadar taşıdık.
Arkada PKK'nın oyunu var ya da yok, önemli olan bu değil ki... önemli olan, Türkiye'nin dilekçe
veren insanlara ne yaptığı.
Bir Tartışmanın Düşündürdükleri
31 Ocak 2002 Özgür Politika
Veysel Kızılırmak
Türkiye'de herkes Kürtçe dil tartışmasına katılmak zorunda kaldı. Halbuki sürekli var olan bir
tartışmaydı. Türk siyasetçileri hep görmezlikten geldi. Tabi halkın demokratik mücadelede basit
363
ama etkili bir yöntemle egemen politikayı sorgulaması herkesi şok etti.
Mücadeledeki yöntem ve anlayış deşikliği alışılmış siyaset tarzını da sorgulatıyor. TV.8'de ayın
22'sinde yapılan tartışmada bunu görmek mümkündü. Bir tarafta yeni anlayışın gelişmesi gerektiği
hissedilirken, diğer taraftan geleneksel politikaların inceltilmiş bir şekilde sunulması yaşanıyordu.
Örneğin, SP adına konuşan katılımcının yorumu bu konuda dikkat çekiciydi. Kürtçe dil hakkı için
verilen dilekçeler karşısında resmi politikanın çözümsüzlüğünü şöyle anlatıyordu: "Bugün dilekçe
verenlerin sayısının on bin olduğu söyleniyor. Yarın bunlar yüz bin olabilir. Biz bunların hepsine
'Terörist' dersek felaket olur." SP'li katılımcının değerlendirmesi böyleydi ama 'Felaketi' önlemek
için kendisi de bir çözüm önerisi getirmiyordu. Sonuç olarak; söylediği "Bırakınız dilekçe
versinler, devlet de görmezlikten gelir olur biter."
Ama, bu tavır bile Türkiye'de ileriye doğru atılan bir adım olarak değerlendirilmek zorunda.
Çünkü çözüm önerisi yok. Stüdyonun katılımcılarından çıkan en ileri düşünce bu. Artık kimse
Kürtleri kolayca inkar edemiyor. Bunu dil üzerine yapılan tüm tartışmalarda görmek mümkün.
Kürtçe'nin kullanılmaması için hepsinin ortak tekerlemesi belli; "Bu eylem PKK'nin sivil itaatsizlik
stratejisinin ürünüdür, Batı'nın dayatmasıdır. Ülkemizin parçalanmasının ilk adımıdır vb... Bunun
için engellemek zorundayız" yani PKK'ye ait olan her şey dışlanmalı, kabul edilmemeli.
Bu kadar saplantılı bir politikayla ayakta durmaya çalışıyorlar. Eğer, Kürt sorunu bu şekilde
halledilseydi, cumhuriyet seksen yıllık ömrü içinde zaten hallederdi. Dolayısıyla söylenenler yeni
değil.
O zaman şunu söylemek gerekir; Kürtlerin bir sorun olarak sürekli gündemde kalması, hakim
siyasetin işine geliyor. Bu Türkiye'nin faydasına olmasa da, bir taraftan sorgulansa da sistem Kürt
inkarına, Kürt sorununa dayanarak onun üzerinde şekillenmiştir. Çıkış çabası olsa da hakim
siyaset aşılamıyor. O zaman bu politikadan kim sorumlu? Türkiye'yi inkarcı politikaya, Kürtleri
geleneksel isyancılığa sürükleyen, siyaseti bu kapana sıkıştıran egemen politika kime ait?
Halklarımızın son iki yüzyıllık tarihine bakıldığında, bunu Ortadoğu'ya dayatanın egemen Batı
sistemi olduğu kolayca görülür. Ama herkes kendisine göre bir yönünü görüyor.
Ama şu gerçek, Kürtler de Türkler de kendilerine biçilen bu Batı orjinli siyasetin dışına çıkmayı
bir türlü başaramadılar.
Bunu panelde de görmek mümkündü. MHP sözcüsü, Kürt isyanlarında Đngiliz oyunundan
bahsederken, bunun diğer yüzü olan ve en fazla kendilerinin sarıldığı inkarcı, ilkel milliyetçiliğin de
aynı kaynaktan beslendiğini görmek istemiyor. Herkes bu siyaset tarzına alıştırılmış. Kürtler adına
tartışmalara katılanların da söylemlerinden hissedilen budur.
Sorunu ortaya koyuş tarzlarında; geleneksel yaklaşım hissediliyor. Çünkü, hala Kürt sorununun
çözümünü ya da gündemde olan Kürt dilinin kullanım hakkına "Türkiye AB'ne girmek için
tanımak zorunda, dünyanın da ABD'nin de istediği budur" anlayışını savunarak yaklaşmak ya da
bunu hissettirmek ancak böyle açıklanabilir. Çünkü genelde Kürt sorunu üzerine yapılan
tartışmalarda böyle bir yaklaşım var. Bazı Kürt çevreleri hala batıyı, ABD'yi kurtarıcı olarak
görmek istiyor. Halbuki sorunun asıl yaratıcıları bunlardır. Onların Ortadoğu'ya oturttukları
sistemdir.
PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan'ın son üç yıldır sürdürdüğü ısrarlı çabası, sorunu bu
364
eksenin dışına çıkarma çabasıdır.
Artık batının dayattığı Kürt siyasetçiliğinden de, Türk egemen siyasetçiliğinden de vazgeçilmelidir.
Çünkü şu tehlike vardır. Nasıl ki geçmişte Kürt isyancılığı ve Türk inkarcılığı sayesinde
emperyalist güçler Ortadoğu'da kolayca hakim olmuşlarsa; demokratik siyasete bu anlayışın
yansıtılması, gölgesinin düşürülmesi yine Batı'nın işine gelecektir. Egemen politikanın bu şekilde
yaşatılmasına izin vermemek için duyarlı olmak şarttır.
Dil bölü toplum formülü
1 Şubat 2002 Radikal
Murat Belge
Bugünlerde Kürtçe eğitim konusu gündeme geldi. MGK'da bunun bir 'bölünme tehlikesi' arz
ettiğinin ve zaten bir PKK talebi olduğunun söylendiğini gazetelerde okuduk. Böyle dendiyse,
bundan böyle bu konuda herhangi bir şey yapılmayacağı da belli olmuştur. Zaten medyada haber
her zamanki üslupla verildi: 'MGK son sözü ve doğru sözü söyledi' edasıyla. Dolayısıyla konuyu
tartışan da pek yok.
Oysa söylenecek çok şey var. Söylenenin bu koşullarda herhangi bir etkisi olmadığını,
olamayacağını bilsek de, hiç değilse aklımızdakini söylemiş olalım.
Önce şu konudan başlayarak asıl soruna gideyim. Bugün dünyada siyasi sorunların çözümünde
insan bilimlerinin, tarih, sosyoloji, toplumsal psikoloji ve siyaset bilimi gibi disiplinlerin önemli bir
rol oynadığı ortada. Sorunlar üstüne karar verme konumunda olanlar, mümkün olduğu kadar,
işlemeyeceği bilimsel bulgulara göre belli olan kararlar vermekten sakınmak istiyorlar. 'Think-tank'
falan dedikleri, hep bu çerçevede oluşmuş kurumlar. Var olan bilimsel birikimle siyasi karar
arasındaki 'kerte' olmaya çalışıyor bu kurumlar.
Ama tabii toplumsal bilimler, olan ve olacak şeyleri pozitif bilimlerin dakikliğiyle bilmiyor ve
bilemeyecek (onun için de 'pozitivist' ideoloji hiçbir yerde işlemedi); ikincisi, 'siyasi görüş' diye bir
şey de her zaman var olacaktır.
Gene de, bu çağın genel yapısı ve genel mantığı, gerek siyasi kararların verilmesinde, gerekse bu
kararların toplum nezdinde meşrulaştırılmasında, toplumsal bilimlerin birikiminden azami
derecede yararlanmayı zorunlu hale getiriyor.
Her yerde mi? Yoo, her yerde değil tabii. Bilime gerçekten saygı duyulan yerlerde. O yerlerde de
365
bilime saygı duyan çevrelerde. Dolayısıyla, 'En hakiki mürşit ilimdir' gibi bir söz bu çağda her
yerde genel kabul görecektir; ama 'ilim'den gerçekten yararlanmak, söz konusu toplumun bilimle
ilişkisinin gerçekliğine göre değişecektir. Yerine göre, tam tersine süreç işler, ben kararımı
kendime göre veririm, birilerine de, 'Şimdi buna bilimsel görünüşlü gerekçeler bulun' diyebilirim.
Şu son aşamaya gelmeden önce, Kürtçe eğitim gibi konular açıldıkça, bildik bütün ideolojik
retoriğin yanı sıra, böyle bilimsel görünen daha az hacimde sözler de işitiliyordu. Örneğin,
milliyetçiliğin temel direğinin dil olduğu söyleniyordu. Dilde ayrılığın başlamasının siyasi planda da
ayrılıkçılığı güçlendireceği ima ediliyordu. Bunlar öyle kolayca reddedilmeyecek görüşler, çünkü
tarihte örnekleri var. Öyle olduğu için, dünyanın başka sorunlu bölgelerinde de tartışılmaları
sürüyor.
Ama yeterli de değiller. Çünkü karşıt örnekler de fazlasıyla var. Dil özgürlüğü tanınmayan, ama
ayrılığın gerçekleştiği (veya ayrılıkçılığın ayyuka çıktığı) yerler olduğu gibi, dil özgürlüğü tanınan
ama ciddi bir ayrılık tehdidi yaşanmayan örnekler de var. Bu konular bizi ilgilendiriyorsa ve
bilimsel birikime cidden önem veriyorsak, tartışacak örnek-durum çok.
Đkincisi, dille ilgili bu tespit, daha çok işin başında geçerli. Bu ülkede Cumhuriyet boyunca Kürt
isyanı görüldü. Ama son 20 yıldır yaşananlar, sorunu bambaşka bir yükseltiye taşıdı. Bu
koşullarda, 'Dil milliyetçiliği güçlendirir' diye konuşmak biraz abesleşti. 'Dil serbest kalırsa
ayrılıkçılık güçlenir' demek mi 'bilimsel' bugün? Yoksa, 'Bu koşullarda dil serbest kalmazsa
ayrılıkçılık güçlenir ve sertleşir' demek mi?
Sonuçta, evet, bilimden ne anladığımıza ve bilimden hangi hizmeti istediğimize bağlı bunun
cevabı.
Özgürlükten korkmak
1 Şubat 2002 Radikal
Đsmet Berkan
Ne tuhaf değil mi, aynı anda gündeme gelen birkaç konu var ve hepsi de kişi temel hak ve
özgürlükleriyle ilgili.
Alın şu Kürtçe eğitim meselesini. Eğitim dilinin Kürtçe olması zaten pek mümkün gözükmeyen
bir talep. Anayasa'daki engeli bir yana bırakacak olsak bile Kürtçenin bütün dersleri öğretmeye
yetecek bir dil olup olmadığı tartışmalı. Ayrıca Türkiye'nin Avrupa Birliği çerçevesinde yapması
gereken anadilin öğrenilmesini sağlamak, bütün eğitimin bu dilde olmasını sağlamak değil. Bu da
Kürtçe ya da Gürcüce ya da Boşnakça gibi Türkiye'de konuşulan dillerin okullarda seçmeli ders
olarak ya da dersanelerde özel kişiler tarafından öğretilmesi demek.
Ancak bu mesele böyle tartışılmıyor. Konuşulan şey, anadilde eğitimi talep
etmenin PKK'nın görüşü olduğu, dolayısıyla bu talebi yerine getirmenin PKK'nın siyasallaşmasına
katkıda bulunacağı.
Ben bu mantığı anlamakta güçlük çekiyorum. Hem Türkiye'de bazı insanların Türkçe
366
konuşulmayan evlerde doğduğunu kabul edeceksiniz, o dillerin varlığını inkâr etmeyeceksiniz hem
de o dilin okullarda ya da dersanelerde öğretilmesinin ülkeyi bölebileceğini söyleyeceksiniz.
Bu bakış açısı, sonunda diyelim Kürtçe konuşan ve çocuğunun Kürtçe öğrenmesini isteyen
herkesi 'Türkiye'yi bölmek isteyen Kürt milliyetçisi' olarak görmeye varmaz mı?
Anadili farklı olan insanlara bunu söylemeye, 'Sizler birer potansiyen
vatan haini ve bölücüsünüz' demeye hakkımız var mı?
Son haftalarda yaşananların kendi vatandaşlarımızı nasıl rencide ettiğinin farkında değil miyiz?
Sonra neden hiç kimse şu ana kadar dilekçe hakkının gasp edilmesinden söz etmez?
Özgürlükten, kendi vatandaşının özgürlüğünden korkmak Türk politikacısına özgü bir tutum olsa
gerek.
Radikal'in bugünkü manşeti, aslında bir komedi şaheseri bana göre. Devlet Bahçeli, partisinin
savunduğu 159. maddeyi ihlal eden sözleriyle, bu maddenin siyasi eleştiriyi nasıl sınırladığına iyi
bir örnek vermiş oluyor.
Konuşmayı, düşünceyi ifade etmeyi engellemek kime ne kazandırıyor? Bir ülke, illa bir şeyden
korkacaksa bu düşüncenin ifade edilmesi değil tam tersine ifade edilememesi olmalı.
Anlaşılan o ki, gelecekte fikirler karaborsaya düşecek.
Kürtçe eğitim talebi ve aydın sorumluluğu!
01 Şubat 2002 Evrensel
Çetin Diyar
Başbakan Bülent Ecevit, CNN Türk'teki konuşmasında Kürtçe'nin "seçmeli ders olarak
öğretilmesi" yönündeki kitlesel talebe ilişkin olarak, "Olacak şey değil" diyordu. O'na göre "Bu,
ucu bazı Avrupa ülkelerine kadar giden çevrelerin Türkiye'yi bölmek için çocukları, gençleri
kullanarak yaymaya çalıştıkları bir tertip" idi!
Ecevit'in "Kürtçe eğitim"e ilişkin "sert çıkışı" ve "olacak şey değil" buyruğuyla MHP'nin
"başkurdu" Devlet Bahçeli'nin "olamaz" fetvası çakışıyordu ve holding basınının gerici papazları
"olamaz"ın sözde dayanaklarını tefrika etmeye devam ediyorlar.
Ecevit'lerin "aile gazetecisi" olarak "ti"ye alınan Fikret Bila, Ecevit, Bahçeli ve Genelkurmay'ın
"hasasiyeti"ne işaret ettikten sonra şöyle yazıyordu: "15 yıldır çok ağır terör saldırısı altında kalan
ve bu saldırıyı başarısız kılmayı başarmış olan Türkiye'nin, ulusal bütünlüğünü zedeleyecek veya
zayıflatacak bir sürece sokulmak istendiği günümüzde Ankara, çok ileriyi düşünerek hareket
etmek durumun sarsılmak ve gevşetilmek istenen Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleridir. Yerinden
oynatılmak istenen Atatürk Türkiyesi'nin temel taşlarıdır."
OHAL Bölge Valisi de, "Gençleri ideolojik yönlendirmelerden kurtarmak için Đngilizce öğretmeye
çalıştıkları"nı açıkladı.
TALEP EMEK CEPHESĐ SORUMLULUĞUNDADIR
367
Sermaye ve gericilik adına "görüş bildiren" ya da "açıklama yapan" çok çeşitli kesimlerin hemen
hemen aynı kavramlarla ve benzer bir mantık yürüterek redettikleri "Kürtçe'nin seçmeli ders"
olarak öğretilmesi talebinin Kürtlerin, anadillerinde eğitim de dahil, dil ve kültürlerini serbestçe
geliştirme ve kullanma hakkının tanınması ve bunun ulusal baskı politikasının bütünüyle ortadan
kaldırılmasına genişletilmesi "genel" talebiyle ilişkili olduğu kesindir. Sermaye ve gericiliğin
politikalarını seslendiren politikacı ve yazarların büyük çoğunlukla aynı gerekçeyle bu talebe karşı
çıktıkları da...
Bu talep demokrati

Benzer belgeler