PDF formatı için tıklayınız.

Transkript

PDF formatı için tıklayınız.
edaktüel içindekiler
Yıl 3 • Sayı 15
Mart - Nisan 2015
İmtiyaz Sahibi EDAK Adına
Ecz. Emre Bacanak
[email protected]
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Ecz. Ayşem Jale Kıhtır
[email protected]
Yayın Koordinatörü
İ.Hakkı Kesirli
[email protected]
Genel Sağlık Editörü
Ecz. Meltem Kortel
[email protected]
Genel Koordinatör
Yeşim Erdemir
[email protected]
Ürün/Reklam Koordinatörü
Burcu Yaylacık
10 Bahar geliyor, doğa
uyanıyor... Ya siz?
Dosya: Baharı karşılamak, doğanın
uyanışına katılmak...
20 Kalbinden sen
sorumlusun
Doç. Dr. Ozan Kınay yazdı
21 Eczacınız sizi dinliyor
[email protected]
Siz sordunuz eczacınız yanıtladı
Yayına Hazırlayanlar
22 Çocuklarda ev
kazalarında boğulma
• Alpay Sönmez
• Deniz Çaba
• Elif Aydoğdu
• Nezlihan Acu
• Handan Korhan
• Işık Teoman
• Paşa Tars
Ecz. Meltem Kortel yazdı
44 Cemal Hünal
Sanat üzerine sıcak bir söyleşi
50 Doğru beslenme
üzerine...
Eczacı Adnan Aygan yazdı
54 Çocuk yogası
4-12 yaş arası çocuklar için yoga
58 İple yüz estetiği
Op. Dr. Eser Aydoğdu yazdı
62 Umudun adı
tüp bebek
Op. Dr. Kaan Bozkurt yanıtladı
64 Organ Bağışı
İzmir İl Sağlık Eski Müdürü yanıtladı
68 Rafting
Bu sayıda katkıda bulunanlar
Adrenalin dorukta
• Doç. Dr. Ozan Kınay
• Dr. Göktuğ Faik Önder
• Doç. Dr. Dilşah Çoğulu
• Ecz. Adnan Aygan
• Op. Dr. Eser Aydoğdu
• Ecz. Ali Es
72 Biyoteknolojik ilaçlar
Koçak Farma Yönetim Kurulu
Başkanı Dr. Hakan Koçak ile söyleşi
74 Blog yazarlığı
Barış Ünver ile blog yazarlığı üzerine
24 Su Uçuran Şelalesi
Su Uçtu'dan Su Uçuran'a gezi
Yönetim ve İletişim
EDAK S.S. İzmir Eczacılar
Üretim Temin ve Dağıtım Kooperatifi
Karacaoğlan Mahallesi 6173 Sokak 4,
35030 Işıkkent İzmir • 232.488-1919
[email protected]
İçerik ve tasarım Shift-İzmir
Hürriyet Bulvarı 10, Hür Han Kat:7
35210 Çankaya İzmir • 232.445-3055
26 Mideniz rahat mı?
Dr. Göktuğ Faik Önder yazdı
30 Erken çocukluk
dönemi diş çürükleri
Doç. Dr. Dilşah Çoğulu yazdı
34 Eczanede alışveriş
Eczanenizden ürün önerileri
Kuzeyde bol baharat, Güneyde bol acı
Baskı Metro Matbaacılık
Yahya Kemal Beyatlı Cad. 94, BEGOS 3. Bölge
35400 Buca İzmir • 232.290-3311
78 Dijital projemize
İZKA'dan destek
E-Dönüşüm ve İzlenebilirlik Projesi
fon almaya hak kazandı...
1 Mart 2014 tarihinde basılmıştır
Edaktüel Dergisi EDAK Ecza Kooperatifi ücretsiz yerel
süreli yayınıdır. İki ayda bir yayınlanır. Dergi tüm yayın
hakları EDAK Ecza Koop'a aittir. Yayınlanan yazı ve
fotoğraflar tamamen veya kısmen dahi olsaizinsiz
kullanılamaz, çoğaltılamaz. Yayınlanan yazıların ve
ilanların sorumluluğu sahiplerine aittir. Edaktüel Dergisi
basın ve meslek ilkelerine uymayı kabul ve taahhüt eder.
4
edaktüel mart•nisan 2015
76 Hint mutfağını
denediniz mi?
38 Yamaç paraşütü ile
uçtunuz mu?
Eczacı Ali Es ve yamaç paraşütü
84 Sinema
Ayakkabı tamircisinin hikayesi
"The Cobbler"
edaktüel başkandan
Ecz. Emre Bacanak
EDAK Yönetim Kurulu Başkanı
Tamamen doğal mı?
Değerli EDAKTÜEL okurları,
Geçmişte kullanılan ya da moda olan, zaman ilerledikçe
popülerliğini yitiren ama daha sonra değeri yeniden anlaşılan
ve yeniden kullanılmaya başlanan ya da moda olan şeylere
hayatımızda sıkça rastlarız. Kıyafet tarzı, saç modeli vs..
Bunlardan bir tanesi ve belki de en önemlisi doğal yollarla
beslenme ve tedavi olmalıdır. Geçmişte insanlar beslenme ve
tedavi olma konusunda neredeyse tüm ihtiyaçlarını toprak
anadan temin ederken sanayi devriminden sonra hemen her
alanda üretilen ürünler hızlı tüketim ürünü haline dönüştü ve
ticaretin alanı genişledikçe de her ürünün raf ömrünü
uzatmak için bir takım kimyasal yollara başvuruldu. Nerdeyse
vücudumuza aldığımız bütün ürünlerin içinde onların çabuk
bozulmasın önleyecek koruyucu maddeler bulunmakta. Bu
koruyucu maddelerin bazılarının vücudumuza zarar verdiği
ortaya çıktıkça doğala olana rağbet artmaya başladı.
Şimdilerde ise toplumun zihninde kimyasal ya da sentetik olan
her şey kötü, doğal olan her şey ise iyidir algısı yerleşti. Birçok
ürünün pazarlamasında “Tamamen doğal” cümlesi çok prim
yapar hale geldi. Yediğimiz yiyeceklerde veya aldığımız gıda
takviyelerinde ya da hastalandığımızda iyileşmek için
başvurduğumuz yollarda artık “Organik, doğal, bitkisel veya
geleneksel vs.” gibi özelliklerin varlığına dikkat ediyoruz.
Toplumun ilgisi ve tüketim alışkanlıkları bu yöne kaydığında
piyasa da buna göre kendini şekillendiriyor. Piyasanın topluma
göre kendini yeniden şekillendirmesi gayet doğal bir süreçtir.
Ancak bu durum bazı yanlış bilgileri ve bu yanlış bilgilerden
nemalanan bir takım şarlatanları da beraberinde getiriyor.
Radyo reklamlarında “Tamamen doğal, üstelik bir kutu fiyatına
üç kutu birden hemen arayın alın” konsepti ile satılan ürünler
ve nerden hangi şartlarda toplandığı ve içinde ne kadar etkili
madde olduğu bile belli olmayan bitki öbeklerinin satıldığı
“Aktar” diye bilinen dükkânlarda şifa diye dağıtılan umut
bunlardan sadece birkaçı.
Peki ne yapmalıyız?
Öncelikle temel bazı kavramları doğru bilmeliyiz.
"...Su, tabiattaki en basit kimyasal moleküldür..."
Kullandığımız ürünler için “Doğal / Kimyasal” diye bir ayrım
yapmak doğru değildir. Bakıldığında her şeyin bir kimyası
vardır ve her şey doğal ya da doğaldan türetilmiştir. Ve doğal
olan şeylerin tamamen zararsız olduğu söylemi ise tamamen
yanlıştır. Bunun en iyi örneklerinden bir tanesi “Su” dur.
Bildiğimiz her gün ortalama 1,5-2 litre tükettiğimiz ve
hayatımızdaki en önemli madde olan sudan bahsediyorum.
6
edaktüel mart•nisan 2015
Su tabiattaki en basit kimyasal moleküldür. Kimyasal yapısı
(H2O) olarak herkes tarafından bilinir ve hayatımızdaki en
doğal ve zararsız bildiğimiz maddedir. Hem doğal hem de
kimyasaldır. “Tamamen doğal ve zararsızdır” tanımlamasını en
çok hak eden maddedir. Ama suyu günde 2 litre yerine 5-6
litre tüketirseniz vücudunuzda elektrolit seviyesi azalır,
hipotansiyon başta olmak üzere vücudumuzda gerçekleşen
birçok kimyasal reaksiyonun dengesi bozulur.
Buradan anlamamız gereken şey şu ki; yediğimiz içtiğimiz her
şeyi mümkün olduğunca tabiatın bize sunduğu gibi tüketmek
en doğrusudur. Ancak bundan daha önemlisi yediklerimizin
miktarı ve çeşitliliğidir. Ancak konu sağlık olduğunda ise olay
çok daha fazla hassasiyet gerektiren bir hal alıyor. Çünkü
sağlığımız için kullandığımız tüm ürünler çok ufak miktarlarda
büyük etkiler gösteren maddelerdir.
Bu demek oluyor ki sağlığımız için kullandığımız her ürün için
ister eczaneden aldığımız kutu içinde satılan fabrikasyon
ürünler olsun iste tabiat ananın bize bahşettiği tıbbi bitkiler
olsun eğer bunları sağlığımızı korumak ya da tedavi olmak için
kullanacaksak çok dikkatli olmalıyız. Bu ürünlerin kullanım
dozu, kullanım şekli, kullanım süresi, diğer ilaç ve besinlerle
olan etkileşimleri ve dikkat edilmesi gereken her husus için bir
uzmandan faydalanmak hayatınızı korur. Konu sağlık için
kullanılan ürünler olduğunda ise danışacağınız tek uzman
mahallenizdeki eczacınızdır.
"...Farmakoop kuruldu..."
Değerli EDAKTÜEL okurları,
Biliyoruz ki, bitkisel tıbbi ürünler ile ilgili toplumumuz çok ciddi
oranda suiistimal edilmektedir. EDAK Eczacıları olarak bizlerin
kooperatifleşmek ve bu yolla hizmet verdiğimiz alanlarda
yüksek standartlar getirmek konusunda çok ciddi
deneyimlerimiz bulunmaktadır. Tıbbi bitkilerin tedavide
kullanılması konusunda da bir şeyler yapmaya karar verdik ve
bu kararımızı da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Geçtiğimiz aylarda Manisa, İzmir ve Aydın’dan bir grup eczacı
meslektaşımız yeni bir kooperatif kurdular. Bu Kooperatifin
ismi FARMAKOOP oldu. EDAK Eczacıları tarafından hızla
büyütüleceğine inandığımız Farmakoop Tıbbi amaçla kullanılan
bazı bitkisel ürünler başta olmak üzere eczacılık bilimi ışığında
yüksek standartlarda sağlık ürünleri üretmeyi hedefliyor. Bu
kooperatif büyüdükçe ve geliştikçe inanıyorum ki, tıbbi bitkiler
ile tedavi alanındaki suiistimaller giderek azalacak ve
toplumumuz daha sağlıklı bir yaşama kavuşacak.
Hepinize saygılar sunarım...
edaktüel sunuş
Ecz. Ayşem Jale Kıhtır
EDAK Yönetim Kurulu
Sekreter Üyesi
Baharın
İlk
Sabahları
Tüyden hafif olurum böyle sabahlar Karşı
damda bir güneş parçası
Içimde kuş cıvıltıları, şarkıları,
Bağıra çağıra düşerim yollara,
Döner başım havalarda,
Sanırım ki günler hep güzel gidecek…
Ne iş gelir aklıma,
ne yoksulluğum…
……….
Orhan Veli Kanık
Şairin dediği gibi hepimiz baharı bekleriz
çocuklar gibi, hepimiz baharda çiçeklenip derdi
kederi unuturuz, hepimiz her bahar yeniden
başlarız hayata, baharla yeşerir tüm hayaller ve
baharla başlar aydınlanmaya umutlar…
Uzun ve yorucu bir kışın ardından yorgun
düşse de bedenler hayaller baharın ilk
ışıklarıyla can suyu olmayı başarır
hayatımızda…
Yenilenmeye başlarız bizde doğayla birlikte
sadece bedenimiz değil, ruhumuz da evimiz de
her şey hazırdır yenilenmek için… İçimiz kıpır
kıpırdır. Aşk mevsimidir, bahar âşıkların
mevsimidir, en güzel aşk şiirleri bu mevsimi
anlatır, hayata tutunmaktır… Bahar yaşamın
olağanüstü güzelliklerini görebilme
mevsimidir…
Bizde bu sayımızda bu duyguyu size
aktarabilmek istedik, sıcacık bahar tadında bir
sayı hazırladık sizler için neler mi var
içeriğinde?
Bebek sahibi olmak isteyen çiftlere yeni bir
şans veren tüp bebek tedavisi, bahar geldi
yemek alışkanlıklarımız değişecek…
Peki, midemiz rahat mı? Kalp damar
8
edaktüel mart•nisan 2015
hastalıkları bizde şu an olmayabilir ama yine
de kalp sağlığımız için sorumluluklarımızı
almanın zamanı geldi.
Sevgili meslektaşım Meltem Kortel, en
değerlimiz çocuklarımızın başına gelebilecek
olası yaralanmalara karşı neler yapabilirizi
anlatmaya devam etti. Hayat kurtaran bu
önerileri mutlak okuyun. Yine değerli
meslektaşımız Adnan Aygan da doğal destek
ürünler hakkında yazdı. Unutmayın, sizin için
en doğru ürünü, doğru miktarda ve doğru
danışmanlıkla ancak eczanelerinizden
alabilirsiniz. O nedenle sağlığınız için
hekiminize ve en yakın sağlık danışmanınız
olan eczacınıza danışın…
Bebeklerin dişleri neden çürür ve alınması
gereken önlemler nelerdir? Doç. Dr. Dilşah
Çoğulu bizi bilgilendirdi. Meslektaşımız Ecz. Ali
Es Fethiye'de Yamaç Paraşütü ile uçmaya ve
ucurmaya devam ediyor. Bir gün ben de
deneyeceğim.
Beş parmağında beş marifet olan Aktör Cemal
Hünal söyleşisini ilgiyle okuyacağınızı tahmin
ediyorum. Yoganın çocuklarımıza
kazandırdıkları, yaşlılığa meydan okuyan
örümcek metodu ile yapılan estetik
operasyonlar, blog yazarlığına başlamak, organ
bağışında ülkemizin geldiği nokta bu
sayımızda sizlerle buluşturduğumuz konular.
Kadınların her yıl olduğu gibi bu yıl da bir kez
daha seslerini yükselteceği "8 Mart Dünya
Kadınlar Günü' için dileğimiz: Kadınların
hunharca katledilmediği, sevildiği, sayıldığı,
değer gördüğü 8 Mart’lar olmasıdır…
Sevgilerimle…
edaktüel dosya
Bahar geliyor, doğa uyanıyor, ya siz?
• Deniz Çaba •
İlkbahar yeniden
doğuş ve yenilenme
mevsimi…
Güneş sıcak yüzünü
gösterecek ve
hava yumuşayacak,
doğa renklenipcanlanacak.
Peki, siz baharı nasıl
karşılayacaksınız?
10 edaktüel mart•nisan 2015
Evlerde bahar temizliği yapmalı. Yaşam alanları nisan ayının tazeliğiyle canlanmalı.
Vücudumuzun da bir detoksa ihtiyacı var;
bunun için ise bir program gerekiyor.
Psikolojimizin zaman zaman desteğe ihtiyaç
duyduğuna kuşku yok. Mevsimsel duygu
değişimlerine karşı önleminizi alın. Artık
eve kapanma günleri de sona eriyor. Peki,
bir etkinlik ajandası oluşturdunuz mu?
Baharı zinde ve sağlıklı karşılamak için
kendinize bir plan yapabilirsiniz. Diyetisyen
Buket Adanç, size bir reçete sunuyor.
Şehrin sokaklarını keşfetmek ya da tatile çıkmak isteyebilirsiniz. Belki uzun zamandır
yapmak istediğiniz ama hasıraltına ittiğiniz
planlar için bahar ayları bir başlangıç zamanı
olabilir. Bütün bunları sizler için düşündük
ve işin uzmanlarına sorduk.
Sıvı tüketimi şart!
Sizde havalar soğuduğu anda kendinizi eve
kapatan, nasılsa kıyafetler kapatıyor diye tatlı
kaçamaklarını abartan kış tembellerinden
misiniz? Bu sorunun cevabı "Evet" ise baharı
sağlıklı ve formda karşılamak için bu yazıyı
okumadan geçmeyin derim...
Sağlıklı bir yetişkinin metabolik faaliyetlerini
gerçekleştirebilmesi için günde 2,5-3 litre su
tüketmesi oldukça önemli... Eğer meyve
suları, çay, kahve ve asitli içecekler ile sıvı
aldığınızı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
Kan şekerini dengeleyen
Öğün Atlama!
besinlere menünüzde yer verin! Düzenli yeme alışkanlığı en önemli püf nokŞekersiz kurutulmuş yaban mersini, yulaf
ezmesi, tarçın, elma sirkesi ve kurubaklagiller kan şekerinizi dengede tutmaya yardımcı
olur. Böylece hem insülin dengenizi hem de
iştah kontrolünüzü sağlamış olursunuz.
tasıdır. 3 ana öğün ve en az 2 ara öğün
olmazsa olmaz!
Metabolizma hızınızı arttıran besinler:
Hindi, kuşkonmaz, yaban mersini, ananas,
tarçın, zencefil, maydanoz, yulaf ezmesi, yağsız süt, kefir gibi metabolik hızınızı yükselten besinler kilo kontrolü için oldukça
önemli...
Özellikle son yıllarda meyve ve sebze tüketimi konusunda pek çok farklı görüş olsa da
bu besinleri tüketmenin vitamin ve mineral
alımı açısından önemi bilimsel bir gerçektir.
Mutlaka günde 4-5 porsiyon meyve-sebze
tüketmelisiniz.
Meyve-sebze tüketmeyi ihmal
etme!
Diyetisyen
Buket
Adanç
Harekete geç!
Aksine bu içecekler içerisinde bulunan kafein ve tanen maddeleri nedeni ile vücudun su
kaybetmesine sebep oluyor. Su içmeyi sevmiyorsanız suyunuzu limon, kabuk tarçın,
elma kabuğu gibi besinler yardımı ile aromalandırabilirsiniz...
Metabolizmayı hızlandıran
bitki çayları...
Öncelikle, hiçbir besinin doğrudan yağ yakımına katkıda bulunmadığını ve uygun şekilde kullanılmadığı zaman yararından çok
zararının olacağına dikkat çekmek isterim...
Yeşil çay, beyaz çay ve zencefil-tarçın çayının
metabolizma hızını arttırdığı bilimsel olarak
kanıtlanmıştır. Ancak bitki çaylarını demlerken uçucu yağ asitlerinin kaybolmaması için
kapalı kaplarda demlemeye ve günde maksimum 3-4 fincan tüketmeye özen gösterin...
Hem formunuzu hem sağlığınızı korumak
istiyorsanız mutlaka harekete geçmelisiniz.
Vaktim yok gibi bahaneler üretmek yerine
45 dakika erken uyanmayı deneyin. Salon
sporu şart değil! Sadece 45 dakika yapacağınız tempolu yürüyüş veya koşu hem metabolizmanızı hızlandıracak ve yağ kaybınıza
neden olacak hem de vücudun seretonin
(mutluluk) hormonu salgılamasını sağlayacak...
Şok diyet listelerinden
uzak durun!
Sağlıklı Beslenme günlük veya haftalık
uygulanacak bir method değil , bir yaşam
biçimidir. Bu nedenle kısa zamanda hızla
kilo kaybedeceğinizi vaadeden diyet listelerinden uzak durun! Kısa vadede iyi sonuç
alacağınız kesin fakat uzun vadede bu listeler
pek çok metabolik hastalığa sahip olmanıza
neden olabilir. Unutmayın, beslenme kişiye
özeldir ve ancak alanında uzman kişiler tarafından hazırlanabilir....
2015 mart•nisan edaktüel 11
edaktüel dosya
E
vinizde bahar temizliği yapmak, öncelikle ruhunuza iyi gelecektir. Ancak evdeki
her eşya yerinden kaldırılıp temizlenmezse o temizlik, bahar temizliği olmuyor.
Rutin temizliğinizde, banyo ve mutfağa gösterdiğiniz ekstra özeni bahar temizliğinde evin her köşesine göstermeniz lazım. Halılar temizlenecek, koltuk takımları
elden geçecek ve duvarlar silinecek... Kısacası, ev ufukta görünen sıcak günler için
hazırlanacak. Evinizi kendiniz temizleyebileceğiniz gibi, temizlik şirketleriyle de anlaşabilirsiniz. Kendiniz yapmaya niyetliyseniz işte size birkaç ipucu:
Evinizi de bahara hazırlayın
n Önce dolaplarınızı düzenlemeye başlayın. Tam olarak yazlıkları çıkarmasanız
da çok kalın kazakları kaldırabilirsiniz.
Böylelikle ruhunuzun da açıldığını ve
ferahladığını hissedeceksiniz.
Temizliğe başlamadan önce evde bir
tur atıp etrafı toparlayın. Evi toparlarken
elinize bir sepet alıp bütün yayıntıları
biriktirirseniz hem daha az yorulur hem
de daha az zaman harcamış olursunuz. n
Eğer toz bezleri sildiğiniz yüzeye toz
bırakıyorsa her toz alışınızdan sonra
durulama suyuna bir miktar gliserin
koyun. Bir dahaki sefere toz beziniz toz
bırakmayacaktır. n
n Cam silerken silme suyuna tuz koyulduğunu hiç duydunuz mu? Camlarınızı
silerken suyun içine biraz tuz koyarsanız
daha kolay temizlenir. n Hasır iskemleleri ve masaları, oksijenli
su ile silerseniz, pırıl pırıl görünümlerini
korunduklarına şahit olursunuz.
Duvar kağıdı üzerindeki kurşun kalem,
parmak izi ve kir lekelerini deterjanla silmeye kalkışmayın. Bu lekeleri bir silgiyle
silerek kağıtlarınızı temizleyebilirsiniz.
n
12 edaktüel mart•nisan 2015
n Evinizin güzel kokması için yer silme
suyuna birkaç damla parfüm damlatmanız yeterli olacaktır. Evinizin uzun süre
mis gibi koktuğunu göreceksiniz.
n Sigara külünden kararmış tablaları
limon suyuyla ovun. Zifti kolayca temizlenir. Ayrıca küllüklerdeki lekeleri, tuzlu
limonla ovarak temizleyebilirsiniz.
n İnatçı cam lekelerinden kurtulmak
sandığınız kadar zor değil. Sakın bu lekeleri tel veya benzeri cisimlerle çıkarmaya
çalışmayın. Orlonbez ve krem deterjan ile
temizleyin. Camı çizmemiş olursunuz.
n Elektrik süpürgesi olmadan da koltuklarınızın tozunu alabilirsiniz, işte size
yöntem; tozunu alacağınız eşyanın üstüne nemli bir bez yayın, beze sopa ile
vurarak tozunu çıkarın. Çıkan toz nemli
beze yapışacağından hem oda tozlanmaz, hem de koltuğunuz tertemiz olur.
n Ütünüzün altı kirlendiyse, bir parça
pamuğu sirkeye batırın; yavaş yavaş
ovun. Kirden eser kalmayacak. Ayrıca ütü
sıcakken, altını iki damla zeytinyağı damlatılmış nemli bir bezle silerseniz, göz
kamaştıran bir temizlik elde edersiniz.
Bahar insan psikolojisi üzerinde
nasıl bir etkiye sahip?
Uzman Klinik Psikolog Neşe Coşkun
Özyavru’ya göre özellikle mevsimsel değişimlerin etkisiyle depresyonda olduğumuzu
hissedebileceğimiz bazı belirtilerle karşılaşabiliriz. Özyavru, bu gibi duygularla nasıl
başa çıkabileceğimizi anlatıyor.
Bahar, diriliş mevsimidir. Bahar, kapalı odaların pas kokularından arınıp dışarı çıkmaktır.
Tembelliğin ağır yükünden kurtulup hafiflemektir. Loş ışıkların ruhlara verdiği bedbinliği, karamsarlığı; ancak güneşin ışığı yok edebilir. Doğa bizi dışarıya davet eder: Badem
ağaçlarının tohumları uyanır önce. Kırmızı
dipli çiçekleriyle güneşi görür görmez gülercesine açıverir. Kuşların sesi şarkılara döner.
Kumrular insana yaklaşır korkmadan.
Sokakta başıboş dolaşan köpekler sahipsizliklerini, evsizliklerini unutup ılık güneşte
yerlere uzanıverirler.
yaşadığını canlılığını hissettiren bir evren,
baharla beraber karşımızda duruyor. Bitkiler
ve hayvanları canlı, bunların dışındaki tüm
varlıkları cansız kabul etmemizin ne kadar
yanlış olduğunu haykıran bir güzellik örtüsü
ile kaplanan, nefes alan bir doğa ile karşı karşıyayız.
İnsan doğasında olup-biten
Peki, doğadaki değişimler tüm gerçekliğiyle
gözümüzün önünde yeşerirken insanın
doğasına ne oluyor? Elbette doğanın bir parçası olan insan, insanın bir parçası olan ruh
da değişimin etkisi altında kalıyor.
Kalıyor; ama nasıl?
Mevsimsel değişikliklerin ruhsal durum,
enerji düzeyi, uyku süresi, iştah, yemek seçimi, sosyal faaliyetleri etkileme derecesi her
insanda farklılık gösterebilir.
Uzman
Klinik
Psikolog
Neşe
Coşkun
Özyavru
Toprağın kış boyunca içinde sakladığı
tohumlar akıl almaz bir hızla, rengârenk her
yeri kaplar. Renklerin oluşturduğu büyüye
kapılı verirsin. Dükkânların önüne atılıvermiş sandalyelerde oturan insanların güneşle
buluşmasını, toprağın yağmura hasretinin
yok oluşunu, nicedir görmediğin gökkuşağının olağanüstü güzelliğini, gençlerin umursamaz kahkahalarını, bebeklerin ışığa bakamayan kısık gözlerini, delikanlıların delidolu
sevgilerini görürsün.
Bahar kapalı kapıların
açılmasıdır.
Bahar yüreklere doğan aydınlıktır. Pek çok
değişimden geçerek tazelenme mevsimidir.
Güneşin parlak ışıkları altında renklenen bir
dünya; taşıyla, toprağıyla, göğüyle, yıldızıyla
Mevsimsel değişikliklerin insanlar üzerindeki psikolojik etkilerini fark eden ve bu konuyu bilimsel olarak ele alan Norman E.
Rosenthal’dan sonra bu konu ile ilgili olarak
pek çok araştırma yapılmıştır. Yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre
insanların mevsim değişikliklerine gösterdiği
tepki iki temelde incelenebilir:
İnsanların bir bölümü büyük ölçüde ilkbahar ve yaz aylarında kendilerini daha iyi hissettikleri, kısa ve soğuk kış günlerinde ise
daha az enerjik, karamsar ve daha az sosyal
oldukları ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan özellikle ilkbaharın gelmesiyle
beraber başlayan enerji azlığı, yorgunluk,
konsantrasyon bozukluğu, mutsuzluk, sıkıntı, uykusuzluk, iştah değişiklikleri gibi belirtilerin ortaya çıkmasının görülmesidir.
2015 mart•nisan edaktüel 13
edaktüel dosya
Bu durumda bazı insanların baharla beraber
daha canlı ve mutlu hissetmeleri söz konusuysa neden diğer bazıları bahar depresyonuna girebiliyor?
Bunun en önemli nedeni biyolojik faktörlerdir. Genetik yatkınlığı bulunan kişilerde
bahar depresyonu daha sık görülür. Çünkü
her mevsim geçişinde insan bedeni yeni
biyo-psiko-sosyal bir ritme adaptasyon
geliştirmeye çalışır. Bazı kişilerde biyolojik
saat yeni duruma ayak uydurmakta zorlanmaktadır. Enokrin sisteme ait olan bazı hormonların (seratonin, melatonin gibi) baharla beraber düzeylerindeki değişimler, kişinin
depresif duygular hissetmesi tetikleyebilir.
Tüm bunlara ek olarak anemi, vitamin
eksiklikleri, tiroid hastalıkları gibi fizyolojik
ve organik nedenler de bahar depresyonuna
zemin hazırlayabilir.
Sizde hangi belirtiler var?
Elbette yalnızca biyolojik etkilerle yönetilmeyen insan, psikolojik nedenlerle de depresif duygu durumuna girebilir. Kişinin psikolojik yaşam öyküsü içindeki olumsuz
yaşantılar, geçmişe ait kişisel sorunlar, gelecek kaygıları, yeni duruma uyum sağlamakta
güçlük çekme yalnızca bahar dönemlerinde
değil, her zaman için depresyona girmemize
neden olabilir. Özellikle mevsimsel değişimlerin etkisiyle depresyonda olduğumuzu
gösteren bazı belirtiler olabilir:
• Kendini üzgün ve boş hissetme
• İlginin azalması, zevk alamama
• Uykusuzluk veya aşırı uyuma
• Nedensiz kilo alma veya kaybetme
• Yersiz aşırı hareketlilik veya uyuşukluk
• Sürekli nedensiz yorgunluk, enerji kaybı
• Değersizlik, suçluluk duygusu
• Düşünme ve konsantre olma yetisinin
azalması
• Ölüm ve intihar düşünceleri
İçinde bulunduğumuz mevsim, yaşam
koşullarımız, geçmiş deneyimlerimiz, diğer
insanlar bizim üzerimizde çeşitli etkilere
sahiptir. Ancak hangi koşullarda olursa
olsun, içinde bulunduğumuz duruma nasıl
bir tepkide bulunacağımıza, biz karar veririz.
Etkilenmeyi kabul edebiliriz de, kabul etmeyebiliriz de. İçinde bulunduğumuz koşulların ve çevremizdeki insanların bizim üzerimizde yarattığı baskıyı, değişik şekillerde
karşılamak mümkündür.
14 edaktüel mart•nisan 2015
Bu baskı ne şekilde olursa olsun bizim buna
tepkimiz bile yaptığımız bir seçimin sonucu
olarak ortaya çıkan bir davranıştır.
Yaşamımızı yönlendirme gücü ellerimizdeyse demek ki bundan sonra yeni kararlar alarak yaşamımızı yeniden düzenleyebiliriz.
İstersek mevsim değişimlerinin etkisinin
üzerimizde yarattığı sıkıntılara odaklanarak
mevsimsel depresyonun kollarına kendimizi
bırakırız. İstersek yaşama olumlu bakmanın
yollarını arayıp depresif bir ruh halinden
kurtulmanın yollarını bulmaya çalışırız.
Bahar depresyonundan kurtulmanın yolları
Vücudun biyolojik ritmini en iyi düzenleme
yolu uykudur. Erken yatıp, erken kalkmak,
kaliteli ve düzenli uyumak yorgunluk ve
stresi azaltacaktır.
Havaların ısınmasıyla vücudun artan su ihtiyacını gerekli kadar karşılamak için su tüketimini arttırmak gereklidir. Aşırı kafein, sigara, alkol gibi kötü alışkanlıklardan uzak
durarak doğanın canlanması gibi bedenimizin de canlanmasına fırsat vermeliyiz.
Düzenli egzersiz yaparak iyi hissetmemize
neden olan hormonların salınımını arttırabiliriz. Güneşin varlığından faydalanmak,
güneşli günlerde açık hava yürüyüşleri yapmak mevsimsel depresyondan korunmanızı
sağlayabilir.
Beslenmemize özen göstermek, vücudumuzun ihtiyacı olan besinleri ne eksik ne de
fazla ölçüde temin etmek, daha dinç ve
enerjik hissetmemize yol açacaktır.
Adeta mutsuzluklarını saçan ve her şeyden
yakınan insanlarla beraber olmaktan kaçınarak daha canlı ve doğal bir mutluluğu olan
kişilerle zamanımızı geçirmeye çalışmak iyi
hissetmemize yardımcı olacaktır. Çünkü psikolojik kaynaklı olan duygular tıpkı virüsler
gibi bulaşıcı olabilir.
Doğayla daha çok vakit geçirmeye çalışmak,
bize dünyada yalnız olmadığımızı hatırlatan
bitki ve hayvanlarla vakit geçirmek, mümkünse onlara bakmak depresif duygularımızın dağılmasına yardımcı olabilir.
Ne yaşamış olursak olalım veya gelecek ile
ilgili ne kaygımız olursa olsun yaşadığımız
ana odaklanarak anın içindeki mutluluk
noktalarını yakalamaya çalışmalıyız. Bu
bakış açısı yalnız mevsimsel depresyondan
değil, birçok psikolojik kökenli hastalıktan bizi koruyan bir kalkan görevi görecektir. Tüm bu yollar yetersiz kaldığında ise
mutsuzluğumuzu kabullenmeden önce
mutlaka psikolojik yardım almak için bir
uzmana başvurmalıyız.
Mutluluk
Sağlıklı bir psikolojik uyumu; mutluluğu bir
sonraki bahara ertelemeden, en yakınımızda, kendi içimizde keşfetmeliyiz. Çünkü
mutluluk ne gelecek bir gündedir ne de
uzun uzun yaşanan, bitmeyen bir süreçtir.
Mutluluk bir yaz denizinin karşısında öylece
durmak ya da bir ağaç gölgesinde dinlenmektir. Üstünde tatlı bir uykuya kendimizi
bırakıverdiğimiz bir toprak parçasındadır.
Ilık bir meltem rüzgarının verdiği ferahlatıcı
duygudadır. Güvenli, sıcak bir yuvanın kuytusundadır. Yakın ve ilgili bir sesin titreşimindedir. Kana kana içilen bir yudum suda,
açlıkla yutulan bir lokma ekmektedir. Uzun
boşluklardan sonra bir insanın sevgisiyle
dolan kollarınızdadır. Çocuğunuzun gülüşlerinin, kıkırdamalarının arasında öylece
durandır. Yaşamınızı dürüstçe sürdürmeni
verdiği huzurdadır. Kendiniz ve sevdikleriniz
için kurmaya çalıştığınız size ait dünyanıza
verdiğiniz emekte, gösterdiğimiz sebahatkarlıkta, özveridedir. Mutluluk ne geçmişte, ne
gelecekte, ne bahardadır. Mutluluk şimdide,
yaşadığınız anda nefesinizin henüz soğumayan sıcaklığındadır.
edaktüel dosya
“Baharda yapılması gerekenler” listeniz hazır mı?
Kış soğuklarından bezmiş halde olanlar için
güzel günler yakındır. Yeni bir mevsim başlarken sizin bir planınız var mı? Siz baharı
nasıl karşılayacaksınız? Doğa uyanırken siz
de eve kapanmayın. Nisan ve mayıs ayları
açık havaya çıkmanın, doğa ile buluşmanın,
yeni yolculukların, renkli etkinliklerin zamanı! İşte size birkaç öneri:
D vitamini için yürüyün
Baharı tümüyle duyumsayabilmek için uzun
yürüyüşlere çıkıp, vücudunuzu güneşin
etkilerine bırakın. D vitamini için ön önemli
kaynak, güneş. Klinik belirti vermeyen D
vitamini yetersizliği osteoporoz gelişimine
yol açabildiği gibi yetişkinde kırık riski ve
düşme riskini de artırdığı için özel bir dikkati hak ediyor. Bu yüzden bahar aylarını iyi
değerlendirmek gerek. Öncelikle doğrudan
güneş ışığı ve deri temas etmeli. Yani pencere camının arkasından bu iş olmaz. Çünkü
cam ultraviyole B ışığını geçirmez. Güneş
koruyucu kremler de altı faktörlerden itibaren yine D vitamini oluşumunu engeller.
Yani her gün en az 30 dakika, saat 10.0015.00 arasında yürüyüşe çıkmak en ideali.
Çıplak tenin direkt olarak güneşi görmesi
gerekir. Vücudun yüz ve el ayalarını içeren
en az yüzde 8’lik bölümünün güneş alması
da yeterli olabilir.
Doğanın renklerini keşfedin
İsterseniz dağ yürüyüşüne çıkıp doğanın
değişimine tümüyle de tanık olabilirsiniz.
Dünyanın dört bir yanındaki yürüyüş rotaları, sizi arabayla ulaşamayacağınız harika
noktalara götürüyor. Likya Yolu, bunlardan
biri. Fethiye’den Antalya’ya uzanan Likya
Yolu, dağ ve deniz manzaralarını buluşturan
orta zorluktaki parkuruyla, dünyanın en iyi
uzun mesafe yürüyüş yollarından biri.
Parkur üzerinde, karşınıza muhteşem manzaralar çıkıyor. Uzunyurt (Faralya) köyü,
16 edaktüel mart•nisan 2015
Dodurga köyü, Sdyma, Pınara, Letoon ve
Xanthos antik kentleri, Patara, Antiphellos,
Apollonia, Simena, Myra, Limyra,
Rhodiapolis, Gagai, Melanippe, Gelidonia,
Edrassa, Olympos, Chimaera (Çıralı) ve
Phaselis adeta sizi çağırıyor.
Şehrin en keyifli zamanı
Şehir en hareketi dönemine giriyor. Yaz
gelince kent merkezleri boşalacak ve o kalabalık olmayacak. Bunun keyfini çıkarın.
Bahar gelince festival ve konser etkinlikleri
de artar. Kendiniz için bir ajanda tutun.
Müzeler, kafeler, kitapçılar, antikacılar, eskicilerden oluşan özel bir adres listesi de hazırlayabilirsiniz.
Bir tatil planı yapın
olmadığı için bilet ve konaklama daha
uygun fiyatlarla yapılabilir. Örneğin çetin
kışları ve kavuran yazları ile meşhur New
York’u gezmek için bahar en doğru zaman.
Bir diğer ilgili çekici nokta, İtalya’nın şarap
bağları ile meşhur Toskana bölgesi.
Otomobil kiralayın, Ortaçağ’dan izler
taşıyan ve sarının tonları ile bulaşacağınız
küçük şehirleri keşfedin.
Doğa sporları için tam zamanı
Doğa sporları için en uygun zaman yine
bahar ayları. Patikatrek Doğa Sporları aracılığıyla katılabileceğiniz dağcılık, rafting, kaya
tırmanışı, kanyoning, yamaç paraşütü, fotoğraf gezileri ve jeep-safari ile kendi sınırlarınızı zorlayabilirsiniz.
Yenilenmek istiyorsanız uzun vadeli bir tatil
planı da yapabilirsiniz. Karadeniz sahilleri ve
Ege'nin dağ köyleri bunun için son derece
ideal. Yeşilin tüm tonlarını bir arada
görebileceğiniz Karadeniz, en iyi renklerini
Nisan ayında veriyor. Doğayla iç içe
olabileceğiniz Kaz Dağları ya da Gümüşlük
de iyi seçenekler olabilir.
Başlama noktası belirleyin
Detoks kamplarını takip edin
Doğayı anlamak için bir kursa katılın
-Baharda doğayı evinize taşıyın. Hep çiçek
yetiştirmek istediyseniz balkonunuzda
küçük bir yer ayırın. Belki kendi organik
Vücudunuzdaki toksinleri atmak, meditasyon, doğa yürüyüşleri ve diğer zihinsel ve
bedensel faaliyetler için detoks kampı prog-
ramlarını takip edin ve katılın. Bunun için
size iyi bir adres verebiliriz: http://www.thelifeco.com/tr
Yenilik isteyenlere
yurt dışı turları
Yenilik arayışında olanlar için yurt dışı
turları çok daha cazip duruyor. Bu aylar,
Türkiye dışındaki pek çok başka şehrin de
en güzel zamanları. Üstelik yüksek sezon
Bahar mevsimi, planlayıp da bir türlü başlayamadığınız işler için bir başlangıç noktası
olabilir. Yeni bir dil öğrenmek, spora başlamak gibi. Artık zamanıdır! Soğuktan iş çıkışı
doğrudan eve gittiğiniz günleri de geride
bırakın. Uzun zamandır görmediğiniz arkadaşlarınıza vakit ayırın.
domatesini yetiştirmek istersiniz. Hatta daha
da işin içine girmek istiyorsanız şehirde de
permakültür mümkün. 23 Mayıs 2015’te
Marmariç’te “Permakültüre Giriş Kursu” var.
Bu kurs, permakültürün ne olduğunun
özünü kavramak isteyen herkesin faydalanabileceği iki günlük bir etkinlik. Katılım için
herhangi bir ön koşul yok. Ayrıntılı bilgi için
Permakültür Araştırma Enstitüsü’nün sayfasını inceleyebilirsiniz.
edaktüel sağlık
Kalbinden sen sorumlusun!
• Doç. Dr. Ozan Kınay •
Özel Tınaztepe Hastanesi
Kardiyoloji
Neden kalp damarları tıkanıyor, ne önlemler alalım, kendimizi nasıl kontrol ettirelim?
Bu sorular kalp ve damar hastalıkları ile ilgilenen doktorların
hemen hemen her gün defalarca
işittiği sorulardır. Birçok insan,
toplumdaki her iki kişiden birinin ölümüne neden olan kalp
damar hastalıklarından korkar;
sakınmak için önlemler almak
ister ama çoğu kez bu konuda
başarılı olamaz. Zira bilinç altımız bize şunu telkin eder;
“Aman gidelim bir doktora
muayene olalım, bize bazı testler yapılsın da hasta olmadığımızı görelim, rahatlayalım”.
Sonrası adeta halk arasındaki
tabiri ile “Eski hamam eski
tas”... Kaldığımız yerden devam
edelim. “Vur patlasın, çal oynasın”. Maalesef rutin bir poliklinik gününde, defalarca tekrar
edilmiş (birçok laboratuvar
neticesi elde var) ve kolesterol
yüksekliği olduğu neredeyse
onlarca kere görülmüş ancak bu
problemin çözümü ve dolayısı
ile kalp hastalığından korunmak adına gerekli adımlar atılmamış; hekimler önerilerde
bulunmuş olsa bile gereği hastalar tarafından yerine getirilmemiş pek çok hastam olmakta... Öyle düşünüyorum ki pek
20 edaktüel mart•nisan 2015
çok kişi doktora giderek, o an
için bir kalp damar hastalığı
olmadığı cevabını doktordan
duymak istiyor ve bu şekilde
içini rahatlatmayı (maalesef
sadece içini rahatlatmayı)
hedefliyor, ama asıl önemli olan
önlem alınması eylemi savsaklanıyor. Bu aslında bir insan olarak anladığım bir davranış biçimi olmakla birlikte, kesinlikle
tasvip edilmemesi gereken bir
durum.
insan bilir ki bir tarlada bir
tohum ya da fidenin ekilmiş
olması, o tarlada iyi ürün alacağımız anlamına her zaman gelmez. Tarladaki tohumu genetik
yatkınlığa benzetirsek, o tarlanın gübrelenmesi, sulanması
veya çapalanması gibi bakım
işlemlerini ise risk faktörlerine
benzetirim. Eğer tarlada tohum
olsa bile (biz genetik olarak
kalp damar hastalığına yatkın
olsak bile), bu hastalık tohumu-
Biz hekimlerin hastalarına kalp
damar hastalığını kolaylaştırdığı
gösterilmiş faktörleri çok iyi
anlatması gerekir. Bu faktörlere
risk faktörleri diyoruz. Bu risk
faktörleri çoğu kez hastalar
tarafından direkt hastalık sebebi
olarak algılanabiliyor. Risk faktörünün ne olduğunun hastalarımız tarafından daha iyi kavranabilmesi için biz hekimlerin
bazı benzetmelerden faydalamasının işi kolaylaştırabileceği
düşüncesindeyim. Kendi klinik
pratiğimde, kalp damar hastalığının gelişimini kolaylaştıran
risk faktörlerini hastalarıma
anlatırken, bir tarla ya da bahçenin bir çiftçi tarafından bakımının yapılması eylemine benzeterek söze başlarım. Birçok
nun yeşermesi için kolaylaştırıcı
bakım işlemlerinin yapılmaması
yani risk faktörlerinin ortadan
kaldırılması hastalık tohumlarının çimlenmesinin önüne geçecektir. Hastalık tarlası çorak
kalacaktır.
Peki, nelerdir kalp damar hastalığı tarlasının bakım işleri,
gübreleri vb...
Hipertansiyon, şeker hastalığı,
kolesterol yüksekliği, sigara içilmesi, şişmanlık, kötü diyet alışkanlıkları, hareketsizlik...
Kısaca özetlediğimiz bu risk
faktörlerinin var olması durumunda, risk faktörlerinin ortadan kaldırılması için yılmadan
savaşılmalıdır. Ancak işte ger-
çek hayatta bu savaş çoğu kez
verilememektedir. Ama hekimler yüzünden, ama sağlık sistemi yüzünden ve belki en acısı
ama hastaların bu konuda yeterince gayret sarf etmemeleri
yüzünden birçok hastalık tarlası
hem gübrelenmeye, hem sulanmaya ve hem de çapalanmaya
devam etmektedir. Birçok kişi
bir kalp doktoruna gidelim,
check up yaptıralım; mesela
efor testi vb tarama testlerine
tabi tutulalım da, doktor bunların temiz olduğunu söyleyiversin, ama alınması gereken koruyucu hekimlik önlemlerini pek
de umursamayalım yönünde
hareket etmekte. İşte bunun
sonucunda elinde sayfalarca tetkik sonucu olan hastalar poliklinikleri doldurmakta; yani
defalarca yapılan tahlillerde
kolesterol yüksekliği vb. sorunların var olduğu görülmekte
ama çözüm eylemine geçilemeden adeta nafile namaz kılar
gibi doktora gelinip gidilmekte;
içimiz rahatlamakta ama aslında
hiç yol alınamamakta.
Günlük hayattan verdiğim
örneklerle, görünürde sağlıklı
kişilere veya kalp hastalarına,
hasta olmamak veya var olan
hastalığın ilerlemesinin önlenmesi adına, durumun sadece
ortaya çıkarılmasının yetmediğinin (hastalık olmadığının söylenmesi veya hastalığın teşhisinin konulmasının); asıl önemli
olanın tedavi ya da koruyucu
yaşam değişikliği önlemlerinin
kararlı biçimde devreye sokulması ve ısrarla sürdürülmesi
olduğunun altını çizmek istedim. Tüm insanların sağlıklı bir
yaşam sürmeleri temel dileğimdir.
Eczacınız sizi dinliyor
Siz sordunuz, eczacınız yanıtladı...
n Kimler vitamin kullanmalı?
• 65 yaşın üzerindeki
kişiler Folik Asit veb1,
B6 B12 ve D vitamini
almalıdır.
• Menopozdaki kişiler
• Diyet yapan kişiler
• Öğün atlayanlar
• Sigara içenler,
• Aşırı alkol tüketenler
• Bağırsak rahatsızlığı
olup bağırsaktan
besinlerin emilimi
yapılamadığı durumlarda
ihtiyaç olan vitaminler
kullanılmalıdır.
Bahar yorgunluğunu
atlatmak için neler
yapılmalı?
Bahar yorgunluğu havadaki negatife ve
pozitif iyonların dengesizliğinden kaynaklanmaktadır, bu durumda antioksidan alımını artırmak, her gün yarım saat yürüyüş, bol
vitamin ve mineral alımı bu duyguyu azaltmaya yardımcı olmaktadır.
Yeni doğanda
göbek bakımı
Yeni doğanın göbek bölgesi mikropların giriş
kapısı olacağından mutlaka çok iyi temizlenmelidir. Anneler göbek temizliği yapmadan
elleri çok iyi yıkayıp daha sonra alkol ile temizleyip steril bezler ile sarmalıdırlar. Normal şartlarda göbek 7-8 gün içinde düşer.
n Adet sancılarının nedenleri ve önlemleri
Adet sancısı kadınların regl
dönemindeki rahmin kasılıp,
gevşeme hareketlerinden
kaynaklanır. Adet döneminde
rahim hareketinin yanı sıra
prostaglandin denilen kimyasalların salımı artar ve bu da
ağrının şiddeti artırır.
Nasıl azaltılır?
• Stresten uzak durarak
• Egzersiz yaparak
• Masaj yaparak
• Sıcak uygulayarak
azaltılabilir
Kramp nedir? Neden oluşur?
Kas krampları kasları ağrılı olarak istemsiz kasılmasıdır. Çoğu
zaman hareketsizlik, vitamin eksikliği, hamilelik dolaşım
bozukluğu, vücudun susuz kalması gibi nedenlerle oluşur
eğer mineral desteği magnezyum, potasyum gibi geçmiyorsa
mutlaka bir hekime başvurulması gerekmektedir.
2015 mart•nisan edaktüel 21
edaktüel gündem
Çocuklarda
ev kazalarında
boğulma tehlikesi
Ele avuca sığmayan dünya tatlısı
çocuklarımızı evde bekleyen
tehlikeleri bir önceki sayımızda
incelemiştik. Bu sayı da boğulma tehlikelerini, önlemleri ve ilk
yardımı anlatmak istiyorum.
Çünkü maalesef bu kazalar arasında en çok ölümle sonuçlanan
grup boğulma tehlikeleri oluyor.
0-6 yaş grubu çocuklarda
boğulmalar;
• Suda boğulma
• Yanlış yatış, duruş sebebiyle
havasız kalarak boğulma
• Yabancı cisim yutmalarından
boğulmalar olarak gruplandırabiliriz.
Amerika’da yılda ortalama 8 bin
boğulma olayı meydana gelirken bunun yüzde 40’ının 6 yaş
altı çocuklarda meydana geldiği
görülmüştür. Bu yüzden alınacak tedbirler çok önemli…
Yanlış yatış-duruş
boğulmaları
Bebeğinizi hiçbir zaman yumuşak bir zeminde yüzüstü yatırmayın. Bebeğin yatağında peluş
oyuncaklar, battaniye, yastık,
yumuşak örtü bırakılmamalıdır.
Şilte karyolaya uygun ölçüde
olmalı ve sıkı sıkıya gergin yerleştirilmelidir. Bebek yetişkin
yatağında da yatırılmamalıdır.
Yabancı cisim
yutmaları-küçük
objeler,
oyuncaklar
Yeni doğan ve küçük bebeklerde gırtlak kasları henüz gelişmemiştir, küçük soluk borusuna
sahiplerdir. Bu yüzden yüksek
boğulma riskine sahiptirler. 1
yaş üstü bebekler de ellerine ne
geçirirlerse önce ağızlarına ala22 edaktüel mart•nisan 2015
• Eczacı Meltem Kortel •
Havasız kalma
sebebiyle
boğulmalar
rak cismi tanımaya çalıştıklarından boğulma riski yüksektir.
Bu refleks onların doğal gelişimlerinin bir parçasıdır ve engellenmelidir, çünkü 6 yaşına kadar
çocuklarda kendini koruma
kavramı oluşmamaktadır.
Boğulmalara gıda maddelerinin
dışında, bilye, küpe, madeni
para, saat pili, patlamış balonlar
gibi objeler sebep olmaktadır.
Yabancı cisim soluk borusunu
tıkayarak boğulmaya sebebiyet
vermektedir. Amerika’da yılda
2800 kişi yabancı cisim yutmalarından boğularak hayatını kaybetmektedir. Bu sayının 2/3’ü 3
yaş altı çocuklardır.
Alınacak önlemler; bebeğin
üzerinde bulunduğu zemin
sürekli olarak temizlenmeli, toplanmalı, küçük cisimler bebeğin
ulaşabileceği her yerden kaldırılmalıdır. Oyuncak bebeklerin
aksesuarları, bozuk para, çengelli iğne, ataç, zımba teli, takılar vb.
bebeğin ulaşamayacağı yerlere
kaldırılmalıdır. Küçük çocukların oyuncaklarını seçerken “3
yaş altı çocuklar için uygundur”
uyarısının olup olmadığına dikkat edin. Küçük parçalar içeren
oyuncaklar kesinlikle alınmamalı, uygun yaşa göre uygun
oyuncak seçimi yapılmalıdır.
Patlamış balon parçacıkları da
boğulma vakalarında sık rastlanır bir objedir, dikkat edilmeli.
Çocuk için tehlikeli olabilecek
kibrit, elektrik aletleri, kumandalar, cep telefonları gibi çıkarılabilen parçaları olan aletler
çocuktan uzak tutulmalı.
Ebeveyn çantasında anahtar,
tükenmez kalem, bozuk para,
ruj gibi objeler olabilir. Büyük
risk oluşturur, dikkat edilmeli.
Bu tür objeleri çocuğunuzun
erişebileceği masa üstü, tezgâh
üstü, çekmece gibi yerlerde de
bulundurmayın. Pişmemiş
nohut, fasulye, bilye, draje gibi
şeylerle oynamasına izin vermeyin. Çengelli iğne çocuğun erişemeyeceği bir şekilde uygulanmalıdır. Emziğin yumuşak
kısmı, sert kısmına sağlam tutmalıdır, peluş oyuncakların
burun, göz ve diğer parçaları
sağlam dikilmiş olmalıdır.
Kesinlikle 1 yaş altı çocuklarda
yastık kullanılmamalıdır, daha
büyük çocuklarda sıkı ve çok
ince bir yastık olabilir. Şiltenin
ve yastığın ambalajları çıkarılmalıdır. Yatmadan önce çocuğun içindeki önlük, kurdela,
bağcıklı giysiler üzerinden çıkarılmalıdır. Çocuğun yatağında
uzanabileceği bütün sarkan
materyaller uzak olmalıdır.
Çocuğun karyolasındaki parmaklık aralığı 5-6 cm’den büyük
olmamalıdır. Plastik poşetler
düğümlenip kaldırılmalı çünkü
küçük çocuklar sıkça oyun
olsun diye kafalarını geçirebiliyorlar. Pudra serpme işlemi dikkatli yapılmalı çünkü pudra
çocuğun nefesini tıkayabilir.
Taneli gıda
boğulmaları
Küçük çocuklar tüm dişleri
henüz çıkmadığından dolayı
büyük parçalı yiyecekleri çiğneyemezler, bu da boğulma riskini
çoğaltır. Öncelikle; çocuğunuza
oturarak yemek yeme alışkanlığı
kazandırın. Arabada şeker ve
sakıza izin vermeyin, elinde
yiyecek bir şeyler olmasın.
4 yaş altı çocuklarda risk oluşturacak, soluk borusunu tıkayabilecek sert besinler; kuruyemişler, çekirdekli vişne, çiğ havuç,
kereviz, bezelye, patlamış mısır,
sert şeker, elma, armut parçacıkları. Bu besinlerin rendelenip
yedirilmesi gerekir yumuşak
besinlerden; peynir, sosis,
yumurta, üzüm vb. ince ince
kesilerek, dilimlenerek verilmelidir.
Suda boğulmalar
Banyo küvetleri, evde kullanım
için biriktirilen suların doldurulduğu kaplar, tuvalet klozetleri,
bahçe de sokakta oluşan su birikintileri ve yüzme havuzları
çocuklarımız için boğulma riskinin olduğu alanlardır.
Çocuklarımız 4-5 yaşına kadar
tehlike içgüdüleri gelişmediğinden sudan da korkmazlar. 5
cm’nin üzerindeki su seviyelerinde boğulma riski meydana
HEİMLİCH MANEVRASI
Acil durumlarda gerekli
çocuk doktoru, zehir danışma merkezi, telefon numaraları yakınınızda olmalı.
Boğulma vakalarında hayat
kurtaran HEİMLİCH manevrasının tüm aile bireylerince
bilinmesi de önemli
gelmektedir. Banyoda bebekler
bir an bile yalnız bırakılmamalıdır, başka çocuklara emanet
edilmemelidir. Birikmiş su kovasının yakınında çocuk yalnız
bırakılmamalıdır. Bebeğinizin
içine düşmemesi için klozet kilidi kullanın. Boğulmaların yüzde
90’ı evlerin havuzlarında meydana gelmektedir.
3 yaşından itibaren çocuklarınıza yüzmeyi öğretseniz bile,
kontrolsüz bir düşme hareketi
kaç yaşında olursa olsun çocuğunuzu boğulma riskiyle baş
başa bırakır. Denize girerken de
çocuğunuzu gözünüzün önünden ayırmayın. Sudaki kuralları
sıkı sıkıya öğretmeye çalışın,
arkadaşlarıyla birbirlerini itmeleri en tehlikeli hareketlerdendir.
Bütün bu boğulma olasılıklarına
karşı alınacak önlemleri belirttik, kaza gerçekleştikten sonrası
daha zordur, önlem almak daha
kolaydır. . Tüm ailelere sağlıklı,
mutlu, güvenli, kazasız günler
dilerim.
Bilinci açık kişilerde
Heimlich manevrası:
• Hasta ayakta ya da oturur
pozisyonda olabilir,
• Arkadan sarılarak gövdesi
kavranır,
• Bir elin başparmağı midenin üst kısmına, göğüs
kemiği altına gelecek şekilde yumruk yaparak konur.
• Diğer el ile yumruk yapılan
el kavranır,
• Arkaya ve yukarı bastırılır,
• Hareket yabancı cisim
çıkıncaya kadar tekrarlanır,
• Şah damarından nabız ve
solunum değerlendirilir,
• Tıbbi yardım istenir (112).
Bilinci kapalı kişilerde
Heimlich Manevrası
• Hasta yatırılır, yan pozisyonda sırta 5 kez vurulur,
• Tıkanma açılmadığı taktirde hasta düz bir zeminde
başı yana çevrilir,
• Hastanın bacakları üzerine
ata biner şekilde oturulur,
• Bir elin topuğunu göbek
ile göğüs kemiği arasına
yerleştirilir, diğer el üzerine
konur,
• Göbeğin üzerinden kürek
kemiklerine doğru eğik bir
baskı uygulanır,
• Şah damarından nabız ve
solunum değerlendirilir,
• İşleme yabancı cisim çıkıncaya kadar devam edilir,
• Tıbbi yardım istenir (112),
• Bu hareketi 5-7 kez yabancı cisim çıkıncaya kadar ya
da yardım gelinceye kadar
devam edin,
Bu tür olgularda havayolu
tıkanıklığından şüphelenildiğinde, ilkyardımcılar
Temel Yaşam Desteği uygulamalarını yapacaklardır.
Kurtarıcı nefes verdikten
sonra hava gitmiyorsa tıkanıklık olduğu düşünülür, ilkyardımcı ağız içinde yabancı cisim olup olmadığını
kontrol etmeli, yabancı
cisim görüyorsa çıkarmalıdır. Havayolu tıkanıklığı
varsa havayolunu açacak
manevraları profesyonel acil
yardım ekibi uygular.
Bebeklerde
tam tıkanıklık olan
hava yolunun
açılması:
• Bebek ilkyardımcının bir
kolu üzerine ters olarak yatırılır,
• Başparmak ve diğer parmakların yardımıyla bebeğin çenesi kavranarak boynundan tutulur ve yüzüstü
pozisyonda öne doğru eğilir,
• Baş gergin ve gövdesinden aşağıda bir pozisyonda
tutulur,
• 5 kez el bileğinin iç kısmı
ile bebeğin sırtına kürek
kemiklerinin arasına hafifçe
vurulur,
• Diğer kolun üzerine başı
elle kavranarak sırtüstü çevrilir,
• Yabancı cismin çıkıp çıkmadığına bakılır,
• Çıkmadıysa başı gövdesinden aşağıda olacak sırtüstü
şekilde tutulur,
• 5 kez iki parmakla göğüs
kemiğinin alt kısmından
karnın üs kısmına baskı
uygulanır,
• Yabancı cisim çıkana kadar
devam edilir,
• Tıbbi yardım istenir (112).
2015 mart•nisan edaktüel 23
edaktüel gezi
Suuçtu’dan Su Uçuran’a
• Işık Teoman •
Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesindeki Suuçtu Şelalesi’ne gitmiş
ve tadına doyamamıştık. Bu kez
yolu İzmir’e düşen veya bu bölgeye gezi planlayan doğa severlerin
de ilgisini çekeceğini düşündüğüm
Suuçtu Şelalesi ile adaş bir şelaleye Aliağa Su Uçuran Şelalesi’ne
götüreceğim sizi...
Umarım santral falan
kurmaya kalkmazlar
Birçok insan bu ismi ilk defa duymuş
olabilir, çok yakınlarda keşfedilmiş bir doğal
güzellik, umarım başına bir iş gelmez,
santral falan kurmaya kalkmazlar. Şelale
yakın olunca günübirlik program yaptım.
Ama gittiğimde gördüm; kamp kurmak için
öyle uygun, öyle güzel yerleri gözüme
kestirdim ki… Bizim ekip ile önümüzdeki
süreçte bir plan yapabiliriz. Bu kez ailece
kalkıştık. Hava kapalı, bulutlu, sıkıcı ve
yağmurlu gibi göründüğü için sabah gidip
gitmemekte kararsız kaldık. Öğlene doğru
bulutlar çekilip güneş biraz yüzünü
gösterince bilgisayarın başına oturdum ve
güzergahı belirledim. Menemen üzerinden
Çukur Köy yoluyla bir gidiş var. Ayrıca
24 edaktüel mart•nisan 2015
Aliağa’dan Türkmen Köyü yolundan da
ulaşılıyor. Menemen’in Buruncuk mevkine
varmadan önce, Çukur Köy yoluna giriş
yaptık. Eski Gediz köprüsünü geçtikten
sonra Çukur Köy’e yöneldik. Ancak bilgi
almak için yolda durdurduğumuz köylüler
bu yoldan şelaleye gitmenin çok zor
olduğunu ve yola çok erken çıkmak
gerektiğini söyleyince güzergah otomatik
olarak değişti ve Aliağa’ya yöneldik.
kestirdiğimiz asırlık meşe ağacının altına
otomobilimizi park ettik. Yemyeşil otların
arasında ve hayvan sulağının hemen önünde
küçük taşlardan yaptığım ocakta, odun ateşinin üzerinde sucuklar cızırtılar arasında
pişerken, Ayşe gazete okuyor; Ezgi de etrafı
keşfetmeye ve börtü böceklerden uzak durmaya çalışıyordu. Karnımızı doyurduktan
sonra yine köylülerden tarif aldık ve yola
koyulduk.
Horoz sesleri,
tezek kokuları
Uzun bir yürüyüş yaptık
Aliağa’ya varmadan önce yağmur atıştırmaya ve hava kapanmaya başlayınca biraz tadımız kaçtı. Merkezde alışveriş yaptıktan
sonra Aliağa girişinin tam karşısındaki yolu
takip ederek aracımızla zirveye tırmanmaya
başladık. Karakuzu Köyü’ne vardıktan sonra
kahvede biraz nefes aldık. Karakuzu
Köyü’nden sonra Otmanlar Köyü’ne ulaştığımızda güneşin yüzünü göstermesini fırsat
bilen köyün genç kızlarının rengarenk yerel
giysiler içinde çimlerin üzerindeki sohbeti
görülmeye değerdi. Otmanlar Köyü’nden
sonra yaklaşık on dakikalık yolculuğun
ardından kırmızı kiremitleri, horoz sesleri ve
tezek kokularıyla Türkmen Köyü karşımıza
çıktı. Köye girmeden önce asfalt yolun
sağından toprak yola yöneldik. Gözümüze
Yer yer çamur ve toprak yolu takip ederek
taş ocağına ulaşmaya çalışırken, yolda park
etmiş üç-beş araç sahibi otomobil ile devam
etmenin mümkün olmadığını söyleyince biz
de park ederek yürümeye başladık. Çam
ormanlarının arasında kuş sesleri ve yol
kenarında akan derenin şırıltısını dinleyerek
yaklaşık 20 dakika sonra tarif üzerine terk
edilmiş taş ocağını bulduk. Ancak her hangi
bir işaret ve yol levhası bulunmadığından
serseri mayın gibi bir oraya bir buraya çıkış
yolu aramaya başladık. Yardımımıza geri
dönüş yapan doğa severler yetişti. Onlardan
aldığımız tarifle derenin karşı yakasına geçerek zirveye tırmanmaya başladık. Tekrar
bulutlanan ve kararan hava nedeniyle sıcaklık artınca biraz sıkıntılı bir yolculuk yaptık.
Ancak asırlık ağaçlar, rengarenk çiçekler,
zeytin ağaçları, erguvanlar, binbir çeşit otların yaydığı mis gibi kokular arasında yolumuzu tekrar kaybettik. Yeni keşfedilen yerlerde yaşanan bildik sıkıntılardı bunlar.
Yanlış yol
şelaleye ulaştırdı
Şansımıza dönüş yapan birinin yardımıyla
ağaçların arasından, kayaların üzerinden, dar
yollardan geçerek o muhteşem şelalenin
gözesine ulaştık.
Minicik bir suyun yarattığı görkemli görüntü hemen altımızdaydı, sesini duyuyor ama
biz onu yine göremiyorduk. Büyük şelaleye
ulaşmak isterken kaynağı bulmuştuk. Yön
levhaları olmadığı için bulmakta oldukça
zorlandığımız şelaleden havanın kararması
nedeniyle tam umudumuzu kesmişken yanlış girdiğimiz bir yoldan o muhteşem görüntüye ulaştık ve derin bir nefes aldık. Yaklaşık
40 metreden süzülen şelalenin zemine ulaştığında çıkardığı ürkütücü sesi dinledik, bize
ulaşan serinliğin keyfini çıkardık.
Dinlendik,yorgunluk çıkardık,şelaleyi hayranlıkla izledik. Akşam karanlığı çökmeden
dönüşe geçtiğimizde Su Uçuran Şelalesi’nin
tadını çıkarmak için erken yola çıkmanın su,
bağ bıçağı ve aperitif yiyecek gibi malzemeleri almanın gerekliliğini düşündük. Yarım
gün de olsa İzmir’den ulaşmanın çok kolay
olduğu bu doğal güzelliğin doyumsuz keyfini çıkarmanın mutluluğunu yaşadık.
2015 mart•nisan edaktüel 25
edaktüel sağlık
M
ide hastalıkları günümüzde
oldukça sık görülmektedir,
toplumda görülme sıklığı bir yıl
içinde yüzde 25-30'lara varmaktadır.
Başka bir deyişle her 4 kişiden biri
bir yıl içinde mide şikayeti ve rahatsızlığına maruz kalmaktadır.
Gastroenteroloji polikliniklerine başvuran hastaların da yaklaşık yüzde
60'ı mide problemi yaşayan hastalardır. En sık karşılaştığımız mide hastalıkları “fonksiyonel dispepsi” ve
“gastroözofageal reflü hastalığı”dır.
Bunun yanında polikliniğe mide
yakınması ile başvuran hastalarda,
halk dilinde mide ülseri olarak bilinen peptik ülser, safra yolu taşları,
• Dr. Göktuğ Faik Önder •
Gastroenteroloji Uzmanı
Buca Tıp Merkezi
psikiatristin yardımı belirgin fayda
sağlar. Bir de peptik ülsere bağlı dispepsi dediğimiz grup vardır, bu hastalarda bulgular daha şiddetlidir,
genellikle akuttur ve endoskopi
yapılarak ülserin görülmesi ile tanıya
gidilir. Genellikle ağrı kesici ilaç
kullanımı ve midede varlığını sürdüren Helikobakter pylori bakterisinin
sebep olduğu gastrit en önemli sebebidir.
içinde de mide kanserine neden
olduğu bildirilmiştir. Neyse ki mide
kanseri çok sık değildir ve herkeste
ortaya çıkmamaktadır. Endoskopi
ile Helikobakter bakterisine bağlı
gastrit saptandığında antibiyotik
tedavisi ile ortadan kaldırılabilmektedir.
Günümüzde çok sık duyduğumuz
Reflü Hastalığı da toplumda çok sık
görülür ve batı tipi beslenme dediğimiz hazır gıdaların, kola ve hamburger tüketiminin artması, obezitenin
yaygınlaşması bu hastalığı ülkemizde de sık görülür hale getirmiştir.
Reflü kelime anlamı itibariyle mide
Mideniz rahat mı? Değilse, yapmanız gerekenler...
pankreas hastalıkları, mide polip ve
kanser hastalığı, kalp hastalıkları da
sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
Dispepsi halk arasında karnın üst
kısımında belirgin, dolgunluk, sişkinlik, erken doygunluk, hazımsızlık, bulantı kısacası rahatsızlık hissi
şeklinde ifade edilen bulguların
tümünü içeren tıbbi bir terimdir.
Bunun yanında mide bölgesinde
ağrı, ekşime ve yanma da sıklıkla
görülür. Bu şikayetlerle polikliniğe
başvuran hastaların yarıdan fazlası
fonksiyonel dispepsidir, yani bu
hastalara endoskopi yapıldığında
gastrit dışında bir bulgu yoktur,
ülser eşlik etmez. Bu şikayetler de
genellikle tekrarlayabilir ve benzer
şikayetlerle sık doktora başvuru
görülür. Hastalığın etyolojisinde,
mide beyin arasında iletişimi sağlayan sinirlerde aşırı uyarı, midenin
spazm yapması ve çeşitli nedenlerle
midenin aşırı asit salgısı suçlanmaktadır ve doktor kontrolünde ilaçlarla
genellikle bulgular yatışır.
Psikososyal faktörler, yoğun stres bu
hastalığı tetikleyebilir, gereğinde bir
26 edaktüel mart•nisan 2015
Günümüzde Helikobakter pylori
bakterisinin sebep olduğu gastrit ve
buna bağlı gelişen peptik ülser
oldukça yaygındır. Bu bakteri Türk
toplumunda hastaların yüzde
70-80'inde vardır, mideye genellikle
çocukluk çağında bulaşır, kötü hijyen, yediğimiz-içtiğimiz şeylerle
bulaştığı düşünülmektedir, midede
gastrite, yani mide çeperinin yangısına neden olur ve hayatımızın bir
döneminde mide-oniki bağırsak
ülserlerine ve nadiren uzun yıllar
içeriğinin, en sık da asitin geriye
yani yemek borusuna kaçması,
bazen boğaza da gelerek buralarda
tahrişe neden olmasıdır. En sık
bulgu göğüste yanma-ağrı, boğaz
yakınmaları, daha az olarak da
yutma güçlüğü, öksürük, ses kısıklığıdır. Endoskopi yapıldığında
yemek borusunda reflüye bağlı değişiklikler, varsa mide fıtığı görülmektedir. Günümüzde medikal tedavi
ile kontrol altına alınabilmektedir.
Diyet ve kilo verilmesi de öneril-
edaktüel yeni ürünler
mektedir. Özellikle gece ağır yemeklerden kaçınılması, yemek sonrası
hemen yatılmaması gece reflüsünü
önlemede önemlidir. Çeşitli kardiyak hastalıkları, hatta kalp krizini
taklit edebilmekte ve karışabilmektedir. Elbette göğüs ağrısı olduğunda
öncelikle bir kalp doktorunun kontrolünden geçmek gereği vardır. Bazı
hastalarda reflü şiddetli ve tekrarlayıcıdır ve bu durumda sürekli ilaç
kullanımı önerilir. Bu durumda bazı
seçilmiş hasta grubuna reflü cerrahisi ya da endoskopik reflü tedavileri
önerilebilir.
Gastroenteroloji polikliniklerine
mide şikayetleri ile başvuran hastaların bir bölümünde safra kesesi taşı
sıklıkla karşımıza çıkmakta ve mide
hastalıkları ile karışmaktadır. Tanıda
karın ultrasonografisi kolay ve
çabuk uygulanır bir yöntemdir ve
tanı konulduğunda yakınmalar safra
kesesi taşına bağlı ise tedavi cerrahi
olarak kesenin alınmasıdır.
Bir de mide hastalıklarında alarm
semptomları dediğimiz şikayetler
vardır, yani ağızdan ya da dışkıda
kan gelmesi, şiddetli kusmalar, kilo
kaybı, açıklanamayan şiddetli karın
ağrısı, kan tetkiklerinde kansızlık
saptanması durumunda en kısa
sürede bir uzmana başvurmak
zorunluluğu vardır. Bu tür hastaların endoskopi ile tetkiki uygun olacaktır. Günümüzde endoskopi sedoanaljezi yöntemi ile uygulanmakta
olup hastanın konforu ön plandadır.
Hastalar damar yolu açıldıktan sonra
verilen ilaçlarla uyutulmakta ve
işlem uygulanmaktadır. İşlem bize
yararlı bilgiler vermekte, mide anatomisi ve mide çeperinin değerlendirilmesini, biyopsi alınarak
Helikobakter pylori gastriti ve olası
tehlikeli mide hastalıklarının erken
tanı ve tedavisine olanak sağlamaktadır. Mide hastalıklarının tanı ve
tedavisinin bir uzman tarafından
yapılması uygun olacaktır. Uzun
zamandır olan ve sık tekrarlayan
şikayetler ya da ani başlayan mide
yakınmalarının olması durumunda
bir uzmana başvurulması önerilir.
2,50 TL
8,25 TL
Golden Rose
Tırnak Sertleştirici
Black Diamond Hardener, mikro siyah
elmas tozu ve sertleştirici bileşenlerle
zenginleştirilmiş çift patentli formülü ile
tırnak üzerinde parlak, sert ve koruyucu bir
tabaka oluşturarak kolay kırılan, yumuşak
ve güçsüz tırnaklar anında kuvvetlenir.
Çabuk kuruyan sertleştirici film tabakası ile
tırnaklarınızın soyulma, kırılma ve kat kat
ayrılmasını önlemeye yardımcı olur.
İçeriğindeki UV filtresi ile tırnaklarınızı
güneşin zararlı ışınlarına karşı korur.
Golden Rose
Oje 01 Color Expert
Golden Rose'dan yepyeni Color Expert oje
serisi, tek katta kapatıcılık özelliği ve
ekstra geniş fırçası ile kolay uygulama
sağlar. 105 trendy renk seçeneği , parlak
ve kalıcı formülasyonu ile göz alıcı
tırnaklar yaratmanızı sağlar.
49 TL
Kelo-Cote
Yara izi jeli 15
Yaralarla ilgili
kaşıntı ve
rahatsızlıkları
giderir.
29,50 TL
Dr. Nemo Omega 200 ml
Çocuklarda hafıza ve konsantrasyon
desteği sağlar.
59,90TL
Şişedeki Eldiven
240ml
Şişedeki Eldiven (Gloves in a bottle)
koruyucu losyon egzama ve cilt kuruluğu
tedavisine yardımcı olup nemlendirme
işlemini başarıyla gerçekleştirir çünkü
yapay nemlendiricilerin tersine Şişedeki
Eldiven cildin üst tabakasındaki hücrelere
tutunarak görünmez bir eldiven gibi cildi
kaplayan bir kalkan oluşturur.
25,90 TL
Dynabelle
Çocuk Kavanoz
Arı Sütü ve Çam Balı karışımı
2015 mart•nisan edaktüel 27
edaktüel sağlık
• Doç. Dr. Dilşah Çoğulu •
EÜ Diş Hekimliği Fakültesi
Pedodonti Anabilim Dalı
Diş çürükleri, çocuklarda görülen en yaygın
hastalıklardan birisidir. Erken çocukluk
dönemi çürüğü, 71 aylık (6 yaş) ve daha
küçük çocuklarda çürük diş ya da çürük
nedeniyle dolgu yapılmış, çekilmiş diş varlığı olarak tanımlanmaktadır. Küçük yaş grubunda sütün biberon ile içilmesi, özellikle
geceleri bal, pekmez ya da şeker ilave edilerek hazırlanan süt ile uykuya dalınması
nedeni ile ilk olarak 1960’lı yıllarda bu
çürükler “biberon çürüğü” olarak adlandırılmıştır. Günümüzde biberonla alınan gıdaların diş çürüklerinin oluşmasında tek etken
olmadığı, birçok faktörün çürük gelişiminde
etkisinin olduğu düşünülerek bu çürükler
için “Erken çocukluk dönemi çürüğü” terimi
kullanılmaktadır.
Diş çürüğünü önlemeye yönelik koruyucu
uygulamalara rağmen, erken çocukluk
dönemi çürüğü, tüm dünyayı ilgilendiren
bir sağlık sorunu olmaya devam etmektedir.
Erken çocukluk dönemi çürüğü, çürük yapıcı mikroplar ve uygun olmayan beslenme
alışkanlıklarının sebep olduğu çok faktörlü
bir hastalıktır. Çürüğe neden olan faktörler
arasında, ailelerin sosyoekonomik seviyeleri
ve eğitim düzeylerinin yanı sıra flor alım sıklığı ve ağız bakım alışkanlıkları gibi faktörler
de yer almaktadır.
Çürük yapan mikroplar özellikle anneden
bebeğe kolaylıkla geçmektedir. Bebek ile
aynı kaşığın kullanılması, dudaktan öpme ve
annenin bebeğinin emziğini temizlemek
amacıyla kendi ağzına götürmesi bu geçişi
kolaylaştırmaktadır.
Annenin geceleri emzirmesi, biberonla verilen süt ya da mama, uykuya geçtikten sonra
dişlerin üzerine birikmektedir. Uyku sırasında tükürük salgısı da azaldığı için dişler
30 edaktüel mart•nisan 2015
Erken çocukluk dönemi çürükleri
temizlenememekte ve ağızda daha önceden
var olan çürük yapıcı mikropların asit oluşturmasına elverişli ortam meydana gelmektedir. Bu asitler diş minesinin mineral yapısını bozarak, önce tebeşirimsi beyaz renkte
lekelerin görülmesine, daha sonra da sarı
kahverengi çürük oluşmasına neden olmaktadır. Bu çürükler, önce üst çenedeki kesici
dişlerin ön yüzlerinden başlar, daha sonra
diğer dişlere yayılır.
Erken çocukluk dönemi çürüklerine neden
olan faktörler arasında, hazır meyve suları,
bisküvi, çikolata gibi hazır gıdalar, şekerli
sakızlar, tadı kabul edilebilir olsun diye özellikle şurup formundaki ilaçlara ilave edilen
şekerler sayılabilmektedir. Bunların yanında
dişin mineral yapısının zayıf olması, diş yapısının gıda birikimine elverişli olması, tükürük ile ilgili bir takım faktörler de bu çürüklerin gelişiminde etkili olabilmektedir.
Süt dişlerinin değişecek olması nedeniyle
bu dişlerde oluşan problemlerin ciddiye
alınmaması en büyük hatadır. Çünkü süt
dişleri çiğneme ve beslenmeyi sağlayarak
büyüme ve gelişime yardımcı olmaktadır.
Süt dişlerinde meydana gelen sorunlar;
büyüme ve gelişimin olumsuz etkilenmesine sebep olmaktadır. Süt dişleri alttan gelecek olan daimi dişlerin yerlerini korumaktadır. Aynı zamanda özellikle ön dişlerdeki
problemler konuşmayı da etkilemektedir.
Bunun yanında çocuklarda dişlerin çürük
olması ve diş kayıpları estetik kaygı oluşturarak psikolojik soruna neden olabilmektedir.
Yine zamanından önce çürük nedeni ile
kaybedilen dişler ileride yer kayıplarına
neden olarak ortodontik tedavi gereksinimini ortaya çıkaracaktır. Tedavi edilmeyen
erken çocukluk dönemi çürükleri, ağrı ve
enfeksiyon sonucu öğrenme ve yeme
sorunlarına da neden olabilmektedir. Buna
bağlı olarak çocuğun hem okul başarısı
düşecek, hem de gelişimi diğer arkadaşlarına göre daha yavaş olacaktır.
Erken çocukluk dönemi çürüklerinin tedavisinde dolgu ya da çürüğün sinire kadar
ilerlediği durumlarda kanal tedavisi uygulanabilmektedir. Tedavisi mümkün olmayan
durumlarda dişin çekimi gerekmektedir.
Başlangıç düzeyindeki çürüklerin ilerlemesi,
beslenmenin düzenlenmesi, yanlış alışkanlığın durdurulması, ağız bakımının yeterli
düzeyde sağlanması ve çürük önleyici yöntemler ile kontrol altına alınabilmektedir.
Erken Çocukluk Dönemi Çürükleri
Nasıl Önlenir?
n Bebeğin biberon ile uyumasına izin verilmemelidir.
n Bir yaşından sonra gece beslenmesi bırakılmalıdır.
n İlk diş sürdüğü andan itibaren dişler, beslenme sonrası ya diş fırçası ve macun ile ya
da işaret parmağına sarılan nemli gazlı bez,
parmak fırçaları ile temizlenmelidir. Her ikisinin de yapılamadığı durumlarda çocuğa su
içirilmelidir.
n Çocuk ile ortak kaşık, çatal, diş fırçası vs
kullanımı engellenmelidir.
n Dişler üzerine yapışıp kalan, şekerli gıdalar yerine sebze ve meyve ağırlıklı lifli besinler tercih edilmelidir.
n İçeriğinde şeker bulunan özellikle şurup
formundaki ilaçların kullanımı sonrasında
dişler temizlenmelidir.
n Çocuk bir yaşından itibaren düzenli olarak diş hekimine muayeneye götürülmelidir.
Üç yaşından itibaren 6 ayda bir diş hekimi
tarafından koruyucu flor uygulamaları yapılmalıdır.
eczanede alışveriş
NEUTROGENA
VISIBLY CLEAR • SİYAH NOKTA
TEMİZLEME PEALING JEL 150 ml
WEEWELL
14,90 TL
GÖĞÜS UCU KREMİ 10 gr
14,50 TL
Siyah noktaların oluşmasını
engellemeye yardımcı olur:
İçeriğindeki siyah noktalarla
savaşan bileşenler
sayesinde gözenekleri
derinlemesine temizler,
3 hafta boyunca siyah
noktaları uzak tutar. Siyah
noktaları uzun süreli azalttığı
klinik olarak kanıtlanmıştır.
Meme ve cilt
tahrişlerini giderir.
Antioksidan ve
koruyucu içermez.
%100 doğaldır.
Yumuşaktır ve
rahatça sürülür.
NEXCARE
KORUYUCU SPREY YARA BANDI
26,00 TL
Küçük çizik ve yaralanmalar için
ideal. Alkol içermez. Yakmayan
özel formülü ile cilde zarar
vermez. Suya dayanıklıdır. 24
saat boyunca koruma etkisini
gösterir. 90 kullanımlıktır.
Pompa uygulaması ile
ekonomiktir, bir pompalama ile
yara tamamen kapatılabilir. 30
saniyede kurur.
GOLDEN GOAT
14,50 TL
Bebek Bakım Kremi 60
Sudocream’in koruyucu bir bariyer oluşturan su
itici tabanı vardır, bu taban cilt ile temas eden
herhangi bir tahriş edici etkeni durdurmak için
yardımcı olur. Sudocrem, yumuşatıcı etkisi ile
cildi yumuşak bırakarak acıyan iltihaplı bölümü
yatıştırmaya yardımcı olur.
LANSİNOH
LANOLİN KREM
32,50 TL
Lansinoh HPA® Lanolin meme uçlarınızın ağrısını
dindirmeye ve korumaya yardımcı olur. Lansinoh HPA® Lanolin en güvenli ve en saf
meme ucu kremidir ve tamamen hipoalerjeniktir.
Lansinoh HPA® Lanolin, İngiliz Alerji Vakfının
onayını almayı başarmış tek lanolin ürünüdür.
KEÇİ SÜTÜ BAZLI DEVAM SÜTÜ
NEUTROGENA
38,90 TL
VISIBLY CLEAR PORE SHINE
GOLDEN GOAT®2, büyüyen
bebeğinizin 6.ayından itibaren ihtiyaç
duyacağı beslenme değerlerini
karşılayacak şekilde geliştirilmiş olup,
bu dönemde diğer besinlerle beraber
güvenle kullanabileceğiniz keçi sütü
bazlı bir üründür.
14,90 TL
Tıkalı gözenekleri
temizlemeye yardımcı olur.
Duru bir görünüm için cildi
derinlemesine temizler.
Parlaklığı gözle görünür bir
şekilde azaltır.
LEAFY
PAPATYA BEBE ÇAYI
3.50 TL
LEAFY Papatya
Bebe Çayı
İçindekiler: Glikoz,
Maltodekstrin,
Papatya
34 edaktüel mart•nisan 2015
Sudocream
ZADEVİTAL
HİNDİSTAN CEVİZİ YAĞI
69 TL
Soğuk pres Hindistan cevizi yağı içeriğinde
yüksek miktarda MCT (orta zincirli trigliserid)
bulunmaktadır.
eczanede alışveriş
MAYBELİNE
BABY LIPS
GARNIER
6,25 TL
Bebeksi yumuşaklıkta dudaklar için
yoğun dudak bakımı sağlar. Özel
formülüyle dudaklarını tam 8 saat
nemlendirir. Şeffaf formları SPF20 ile
güneşin zararlı etkilerine karşı korur.
SAF & TEMİZ 3’Ü 1 ARADA
TEMİZLEYİCİ, PEELING, MASKE
14 TL
Karma ve yağlı ciltler için
yağlanma ve pürüzlere karşı
3'ü 1 arada çözüm: • Temizleyici: Cildi arındırır.
• Peeling: Tıkanmış
gözenekleri açar.
• Maske: Cildi matlaştırır
ve dengeler.
LANOLİNE
GÖĞÜS UCU KREMİ
24,90 TL
Ürün % 100 doğal lanolin
içerir ve kokusuzdur. Doğal
olduğu emzirmeden önce
silinmesine gerek yoktur.
Emzirmeden sonra
uygulanılması önerilir.
DURA NYT
BİT LOSYONU SPREY 100 ml
19,95 TL
Duranyt, saça yerleşmiş olan bit
ve yumurtalarından kurtulmaya
yardımcı olmak için kullanılır.
Bitleri ve yumurtaları kaplayarak
kapsülleşme yoluyla ölmelerini
sağlar. Böcek ilacı içermez.
Kokusuz ve renksizdir. Kolayca
sürülür ve saç kremi gibi
hissedilir. Çift taraflı ince dişli
tarak ile birlikte.
REDSMAC
KRİLL YAĞI 90 KAPSÜL
112,90 TL
Klasik balık yağlarından
farklı olarak dha-epa
yağ asitleri fosfolipid
formunda omega 3 yağ
asitlerini içeren özel
formüldedir.
OZON THERAPY
ŞAMPUAN
17,50 TL
Ozon (O3) ile zeytinyağının
müthiş uyumu ve şifa gücünü
ışıldayan saçlarınızda
hissedeceksiniz. Saçınızı ve
saç derinizi hiç olmadığı
kadar temiz ve kuvvetlenmiş
hissedeceksiniz. Ozon ve
zeytinyağı saçlarınızı dipten
uca temizleyip saç derisini
besler.
PEDİLUX 4
AYAK KOKUSU ÖNLEYİCİ KREM
48,50 TL
Ayak kokusu önleyici bir kremdir, özel
çorabı ile birlikte sunulmaktadır.
Dermatologlar ve doktorlar tarafından
önerilen, reçetesiz kullanılabilen OTC
ürünüdür. Tek kullanımda 90 gün
etkisini korur. FDA onaylı, Amerika’da
satışa sunulmuş, konusundaki ilk Türk
ürünüdür. Doğal, güvenli ve etkilidir.
SYNCHROLİNE
AKNİCARE GENTLE CLEANİNG GEL
75 TL
Aktif aknelerin hızla iyileşmesini
sağlarken yeni oluşumları azaltır. Cilt
yağını dengeler, komedonları giderir
porlu görüntüyü azaltır. Rahat ve
güvenli kullanım sağlar.
36 edaktüel mart•nisan 2015
EQUİLİBRA ALOE DERMO-GEL EXTRA 32 TL
Ciltte oluşan her türlü tahriş, güneş ve diğer yanıklar,
iltihaplanmalar, su toplanması, kızarıklıklar, terleme ve
sürtünmeye bağlı tahriş, epilasyon ve traş nedeniyle oluşan
kızarıklık ve tahrişleri iyileştirmeye yardımcıdır. %100 doğaldır,
hiçbir sentetik ve katkı maddesi içermez. edaktüel spor
Yoksa siz hala
uçmayanlardan mısınız?
• Deniz Çaba •
Yamaç paraşütü ile hayatına yeni bir yön vermiş olan
eczacı Ali Es, Richard Bach’ın bir sözüyle sesleniyor:
“Bach, ‘Uzak diye bir yer yoktur’ derken ışınlanmaktan
bahsetmiyordu. Yoksa siz hala uçmayanlardan mısınız?”
Herkesin bir hobisi olmalı... Rahatladığını
hissettiği, hayatın rutininden ve sorunlarından uzaklaştığı bir alan… Fethiye’de eczacılık yapan Ali Es, bunu başarabilmiş isimlerden. Lise yıllarından beri tutkuyla sevdiği
yamaç paraşütünü hayatının önemli bir parçası haline getirmiş. 1989’da Türk Hava
Kurumu’nun amatör paraşütçülük kurslarına katılmış ve gerisi gelmiş: “1991 yılında
Eczacılık Fakültesi’ni kazandım ve aynı yıl
Ege Üniversitesi Havacılık Kolu’nun
(EHAVK) temellerini attık. Sadece bir avuç
38 edaktüel mart•nisan 2015
öğrenciydik o zamanlar. Şu an EHAVK üniversiteler arasında yamaç paraşütü konusunda en hatırı sayılır kulüp.”
Uçak ve yamaç paraşütü
Es, 1991’den beri yamaç paraşütü yapıyor. 5
bin saat üzerinde uçuş tecrübesi var. Ancak,
“Uçak paraşütü ve yamaç paraşütünü birbiriyle karıştırmamak gerek” diyor:
“Birbirinden tamamen farklı sporlar. Uçak
paraşütünde serbest düşüş sonrası açılan
paraşüt uçmaz, süzülerek inişe geçer. Fakat
Eczacı Ali Es
yamaç paraşütü sizi saatlerce havada tutabilir; çok alçak irtifadan termik adı verilen
sıcak hava akımlarını yakalayarak saatler
süren uçuşlar gerçekleştirebilirsiniz. En
popüler yamaç paraşütü yarışma branşı da
bu esasa dayalıdır. Yükselerek uzak mesafeler-rotalar gerçekleştirmek.”
Paramotor uçuş
ayrı bir deneyim
uçuşlar yapamazsınız. Ancak yüksek irtifa
uçuşlarınızı ve SIV eğitiminizi tamamladıktan sonra orta seviye bir pilot unvanını elde
edersiniz.”
Es, 1996 yılından beri de paramotorla uçuyor. Bu da ona göre apayrı bir deneyim:
“Paramotorda eğimden yamaç paraşütü ile
koşarak kazanılan hız ile paraşütün üst ve alt
yüzeyinde oluşan basınç farkıyla meydana
gelen kaldırma kuvveti sonucu uçuş gerçekleşiyor. Paramotor sistemli yamaç paraşütünde prensip, aynı kaldırma kuvvetinin
motor gücü ile itiş sonucu kazanılmasıyla
uçuşun gerçekleşmesi. Paramotor ile uçuş
için koşu yapılabilecek uygun bir kalkış pisti
yeterli. Hafif eğim kalkışı kolaylaştırıyor.
Ancak Paramotor eğitimi için ileri düzey
yamaç paraşütü pilotu olunması gerek.”
Bir çift kanat
takmak gibi
SIV, stabil olmayan uçuş teknikleri anlamına
geliyor. Uçuş esnasında bir pilotun olumsuz
etkenlerden dolayı başına gelebilecek acil
durumları kendi manevraları ile yapması ve
bunlardan kurtulma çalışmaları. Es’in söylediğine göre, dünyada en çok SIV eğitimi
verilen yer Ölüdeniz. Stabil bir rüzgar ve
yedek paraşütün güvenle açılabileceği, altında deniz olan oldukça yeterli bir irtifa var.
Dünyanın
en çok uçuş yapan
pilotları Ölüdeniz’de
Es, aynı zamanda Ölüdeniz Yamaç Paraşütü
Derneği Başkanı. Anlattığına göre Hava
Sporları Federasyonu iki yıl önce feshedildi.
Sivil havacılık, THK ve diğer havacılık dernekleri yeni ve daha sağlam temellere dayanan federasyon için çalışma içinde. Bu
konuda onlar da çaba sarf ediyorlar. “Çünkü”
diyor Es: “Ölüdeniz dünyanın en çok uçuş
yapılan bölgesi ve dolayısıyla Ölüdeniz’deki
pilotlar dünyanın en çok uçuş yapan pilotları. Turistik ve ticari yamaç paraşütü faaliyetleri il/ilçe idari amirlikleri bünyesinde kurulan Sportif Faaliyet Kurulları tarafından
denetleniyor ama amatör uçuşlarda ciddi bir
denetleme mekanizması yok. O nedenle
yamaç paraşütü sporunu yapmak isteyenlere
tavsiyem ilk önce bir tandem uçuşu, yani
profesyonel pilotlar eşliğinde Babadağ’dan
bir uçuş yapmaları; böylece bu sporun kimyalarına uyup uymadığına karar verebilirler.”
Tandem uçuş görüntüleri.
“Eğitim hafife alınamaz”
Es’in anlattığına göre eğitim aşaması ciddi
bir süreç; en az aralıksız bir haftanızı vermeniz gerekiyor. Başlangıç aşaması için en önce
öğrenilmesi gereken de kalkış ve iniş pratiği:
“Başlangıç eğitimi 100 metrelik tepelerden
kalkış ve iniş çalışmasıdır aslında. Tabii ki
teorik eğitim işin vazgeçilmezi. Teorisine
hâkim olmadığınız her manevra istenmeyen
sonuçlara neden olabilir... Bütün doğa sporları için geçerlidir bu felsefe. Başlangıç eğitimi sonrası eğitmen kontrolsüz ve telsizsiz
Es, “Yamaç paraşütü bir çift kanat takmak
gibi. Ancak kanatlarınıza hükmetmeniz
lazım” diyor: “Tüm doğa sporlarında olduğu
gibi yamaç paraşütü sporunda da kurallara
uyulmadığı zaman, uygulamada sorun yaşamak olası. Eczacılık için de benzer bir
durum söz konusu. Bizler fakültede eczacılık
işletmesi ve muhasebesi eğitimini eksik
aldık. Ne oldu? Pratik uygulamada kayıplar
verdik, zararlar ettik. Bu yüzden EDAK tarafından verilen eczane finansı eğitimleri çok
önemli. Her serbest eczacının katılması
lazım.”
Tandem için teorik eğitim gerekli değil
Tandem uçuşa gelince... Es, bunun için hiçbir teorik bilgiye ihtiyaç olmadığını söylüyor. Pilotun komutuyla beraber rüzgâr durumuna göre sadece birkaç adım atarak uçuşa
geçiyorsunuz ve eşsiz manzara ayaklarınızın
altında. Es, o görüntüyü ve hissi şöyle anlatıyor: “Dünyaya kuşbakışı bakmanın zevkini
çıkarın, kalkış sonrası hava açık ve bulutsuz
2015 mart•nisan edaktüel 39
edaktüel spor
1978’den bugüne
1978 yılında üç Fransız dağcı ve aynı zamanda
serbest paraşütçü, paraşütleriyle tepelerden
koşarak kalkış fikrini geliştirdiler. Bundan bir yıl
sonra da dünyanın ilk yamaç paraşütü okulu
1979 yılında Fransız Alplerinde kuruldu.
İlk yamaç paraşütleri, uçaktan yapılan serbest
atlayış paraşütlerinin açılışı sırasındaki basınca
dayanıklılığına göre dizayn edildi. Daha sonra
buna gerek olmadığı görüldü ve kubbeler hava
geçirmez kumaştan üretilmeye başlandı. Bu
sporun kitlelerin yapabileceği kadar düzenli
hale gelmesi ise 1986’yı buldu. İlk Yamaç
Paraşütü Dünya Şampiyonası da Avusturya’da
yapıldı.
1987 yılında yamaç paraşütü üreticileri çift
kişilik, yani tandem yamaç paraşütleri yapmaya başladılar ve kısa bir süre içinde alternatif
turizm sektörüne giren bu uçuşlar, birçok ülkenin turizm posterlerinde yer almaya başladı.
Ölüdeniz’in yükselişi
ise tam karşı istikamette Rodos’u göreceksiniz. Belcekız Plajı boyunca uzanan otellerin
havuzları çok farklı bir görüntü veriyor.
Metrelerce yüksekten, Bild Dergisi tarafından dünyanın en güzel plajı seçilen
Ölüdeniz Plajı üzerinden terkedilmiş tarihi
Rum evlerinin bulunduğu Kayaköy’e doğru
uzanan uçuş, Gemiler Koyu’nun ve Saint
Nicholas Adası’nın güzel görüntüsüyle
devam ediyor. Bu, 30-45 dakika arası süren,
belki hayatınızın en güzel anları.”
“Karar alma
sürecinizi bile
olumlu yönde etkiliyor”
Es’in yamaç paraşütü tutkusu, iş hayatında
da olumlu sonuçlar doğurmuş. “Macera
sporlarına bir şekilde bulaşmak insana
rutin/iş hayatında daha hızlı-isabetli ve
cesur kararlar vermesini sağlıyor” diyor:
“Birçok büyük kurumsal şirket, üst düzey
yöneticilerine paraşüt-kayak-dalış gibi doğa
sporlarını yapması için imkân sağlıyor.
Bunun bilimsel açıklamasında vücudun salgıladığı endorfin hormonu var bence. Belki
40 edaktüel mart•nisan 2015
Babadağ denize yakın ve yüksek bir dağ olmasından dolayı yamaç paraşütünün dünyadaki
gelişimine paralel bir hızda keşfedildi. 1989
yılında Stephan adında Alman bir pilot ilk
uçuşu bölgede gerçekleştirdi, aynı yıl Murat
Öneş tarafından Pink Team adıyla ticari tandem uçuşları yapılmaya başlandı. 1991’de
Dominic adında Fransız bir pilot bölgede bir
süre kalarak uçuşlar gerçekleştirdi.
Babadağ pistinden
kalkış, 1700 metre.
de risk faktörünün başarı ile doğru orantılı
olması.”
Ölüdeniz’de her yıl 50 bin üzerinde tandem
uçuşu gerçekleşiyor. Yerli katılımcı sayısı her
geçen yıl artıyor ama Es’e göre hala olması
gerekenden çok daha az: “Bölgeye Teleferik
yapılacağına dair şehir efsanesi her geçen yıl
bir adım yaklaşıyor gerçeğe. Teleferik yapılmasının yamaç paraşütü sektörüne ne kadar
faydası olur konusu da apayrı bir münazara.
Sonuçta Türkiye’den daha çok insanın gelmesi lazım. Dünyanın çok uzak bölgelerinden Babadağ’a sadece yamaç paraşütü için
gelenler var.”
Bu gelişmelere paralel olarak yamaç paraşütü
1990’lı yılların başında yine serbest paraşütçü
öğrencilerin başını çektiği üniversite havacılık
kolları bünyesinde bir havacılık faaliyeti olarak
başladı. Üniversite havacılık kollarından ilk
yetişen pilotların yolları Ölüdeniz’de ticari tandem faaliyeti bünyesinde birleşti; aynı zamanda bölgeyi keşfeden birkaç Avrupa kökenli okul
tarafından eğitim alan lokal turizm personelleri kendini sektörün içinde buldu.
Alpler, Nepal, Brezilya, Yeni Zelanda, Peru,
Lima ve tabii ki Ölüdeniz-Babadağ ticari tandem yamaç paraşütü uçuşlarının yapıldığı bölgeler olarak ön plana çıkıyorlar. Bu bölgelere
daha sonraki yıllarda Hawai-Bali-Hindistan ve
ülkemizde Kaş-Assos ve Antalya Tahtalı Dağı
eklenecek...
edaktüel söyleşi
Cemal Hünal:
"İnsanlar hızlı tüketilen, çabuk kavranan
karakterleri seyretmek istiyorlar."
O
na herkes “Issız Adam” diyor. Oysa
bu film, onun hayatının ve oyunculuğunun sadece bir bölümü.
Cemal Hünal onca romantik rolden sonra
şimdilerde Paramparça dizisinde bir kötü
adamı oynuyor. Onunla “Aşk Kokusu”
oyunu için geldiği İzmir’de söyleştik.
Çağan Irmak'ın yönetmenliğini yaptığı Ulak
filminde Ali İbrahim’i, Issız Adam’da Alper’i,
Romantik Komedi’de ise Mert’i, Kırmızı'da
Umut'u canlandırdı. Asi dizisinde Kerim,
Kış Masalı’nda Ali Murat, Adanalı’da ise
44 edaktüel mart•nisan 2015
Alex’ti. Ardından “8 Ülke, 8 Yönetmen ve
Sinan” projesinde Mimar Sinan oldu.
İlk tiyatro deneyimi olan “Aşk Kokusu” ile
turneye çıktı. Oyun çeşitli aralıklarla sahne
almaya devam ediyor. Hünal, bir yandan da
senaryo yazıyor ve yeni projelere hazırlanıyor. Ancak Cemal Hünal’ın hayatı bunlardan
ibaret değil; çok daha fazlası var. Tam bir
doğa tutkunu; tüketim toplumunun köleleştirdiği kentli bireylerden değil. Ok, yay, mızrak, kama, bıçak, kılıç, cirit ve topuz koleksiyonu yapıyor; atlara da tutkun.
Cemal Hünal, İstanbul’da yaşıyor ama baba-
annesi İzmir’de oturduğu için çocukluğunun büyük kısmı İzmir’de, Alsancak’ta geçmiş. O yüzden “İzmir’i çok seviyorum”
diyor: “Dünyanın en güzel şehirlerinden
biri. Burada tiyatro oynayabilmek benim
için çok büyük nimet.”
İngiltere ve ABD
Cemal Hünal’ın hayatına dair her şey, biraz
geçmişinden getirdikleri, biraz da sonradan
üstüne eklenenler. Öncelikle aileden gelen
bir sanat ruhu var. Erkek kardeşi çizgi film
"Issız Adam" ile
yıldızı parladı
yapıyor; annesi tasarımcı ve iç mimar; babası yarış için yelkenli tekne tasarlıyor, klasik
gitar çalıyor, şarkı söylüyor, yağlı boya tablo
yapıyor ve Himalaya’ya tırmanmış.
Entelektüel birikimin ardında ise elbette eğitim var. Hünal, liseyi Saint Benoit Fransız
Lisesi ve İskoçya’daki Gordonstoun’da okumuş; İngiltere’de tasarım, ABD’de oyunculuk eğitimi almış. London Film School'da,
Los Angeles Ucla Extension'da, Santa
Monica Collage'da tiyatro ve sinema üzerinde uzmanlaşmış. ABD'de çeşitli kısa filmlerde rol almış.
Kültür Başkenti olması nedeniyle çekilen "8
Ülke, 8 Yönetmen ve Sinan" drama belgeselinde Hürrem Sultan’ı Hülya Avşar, Mimar
Sinan'ı ise Hünal canlandırmış. Osmanlı
İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü 8 ayrı
ülkede (Türkiye, Bosna-Hersek, Bulgaristan,
Yunanistan, Ukrayna, Suriye, İsrail-Filistin,
Macaristan) ve sekiz yönetmen tarafından
çekilen belgesel, Hünal için ayrıca önem
taşıyor. “Çünkü” diyor: “Belgesel sinemaya
Bir Zamanlar Osmanlı Kıyam dizisi
"Kırmızı"
filminde
Hayatı, atları
Londra ve Los Angeles gibi büyük kentler,
onun doğaya olan tutkusunu körükleyen
deneyimler. Şehir hayatının samimiyetsizliğinden dem vuran Hünal’ın doğayla olan
ilişkisi o denli güçlü ki, bu, hobilerine, yaşam
biçimine ve hatta işine bile sirayet etmiş.
Örneğin ateşli silah öncesi silahlara yoğun
ilgisi var. Ok, yay, mızrak, kama, bıçak, kılıç,
cirit, topuz topluyor, biriktiriyor.
Endonezyalıların Kali dövüş tekniğini,
Japonların kılıç çekme sanatı Iaido’yu, eskrimi ve Ortaçağ Avrupası’nda kullanılan tek el
ve çift el kılıç tekniklerini iyi biliyor. Atları
ise hayatı... Dedesi Soma Kömür
Madenleri’nin sahibi iken, orada sedir ağaçları ve yarış atlarıyla tanışmış. Amcasının da
küçük bir hayvanat bahçesi varmış. Yani
çocukluğunun büyük kısmı doğanın içinde
geçmiş, onun izleri bugüne taşınmış. Asi
dizisi için bulunduğu Antakya’da bile merkezde yaşamamış; köyde 35 metrekare bir
dam kiralayıp, yanına ahır yapmış. Amanos
dağlarının yamacında, televizyon ve internet
olmadan çekimler bitene dek yaşamış.
“Makyaj dört saat
sürüyor, beş saat
dayanıyordu”
Hünal’ın dünyası çok renkli. En başından
beri öyle olmuş. Örneğin uzun süre aşçılık
ve restoran işletmeciliği deneyimi var.
İstanbul’da Zaize’yi açarken, yıllarca o mutfakta yemek yapacağını düşlemiş ama beklemediği bir anda gelen oyunculuk teklifi…
Ardı sıra da film ve diziler. Issız Adam, elbette kariyerinde dönüm noktası. Orada yükselen eğri Mimar Sinan’ı canlandıracak prestiji
getirmiş ona. İstanbul'un 2010 Avrupa
“Aşk Kokusu” oyununda
başından beri ilgim var. Ancak bu tarz bir
belgeselde ilk kez çalışıyorum. Çok yoğun
ve zahmetli bir iş. Gerek sanat ekibi, gerek
de yönetmen için. Makyaj ekibi, sakal, yaşlılık makyajı gibi farklı türde çok zahmetli
makyajlar yaptı. Kostümler özenle hazırlanmıştı. Zaten proje bana geldiğinde ilk önce
projenin sanat yönetmeni ile tanışmak istedim. Bir dönem projesinde çalışırken, çalıştığınız malzemenin dokusu, size verdiği his
çok önemli. Daha doğrusu buna çok dikkat
etmek gerekiyor. Bütüncül bir doku yaratılamıyorsa o işin başarılı olması mümkün
değil. Bütündeki fikirler iyi idi. Yönetmeni
çok sevdim. İşinde beni bile isyan ettirecek
kadar titizdi. Mimar Sinan için bana yapılan
yaşlılık makyajı 4 saat sürüyordu, ömrü de 5
saatti. Nefes almak bile zordu. Çok ciddi ter
döktüm diyebilirim. Sürekli makyaj desteği
isteyen, oyunculuktan çok sabır gerektiren
bir projeydi kısacası. Ama tabii bu zahmetin
sonunda o sete girdiğiniz zaman çok büyük
mutluluk duyuyorsunuz. Bir oyuncu için en
önemlisi de o.”
Senaryo yazıyor
Hünal için Mimar Sinan’ı canlandırmak çok
farklı bir deneyim olmuş. Şimdi, “Böyle bir
karakteri oynamak büyük bir nimet” diyor:
“Oyunculuk adına daha fazla mesai yapabilmiş olmayı dilediğim bir roldü. Bir kişi
olmaktan ziyade, üretken bir varlık olabilmeyi başarmış bir kişi, farklı bir ermiş
Mimar Sinan. Varoluşun her anında sadece
yaptığı işi, yaptıklarını, yarattıklarını yapılandıran hiperaktif bir zeka. Durmayan bir
beyin, varoluşunu tamamen üretkenliğe teslim etmiş bir ermiş.”
2015 mart•nisan edaktüel 45
edaktüel söyleşi
Hünal, “dönem projeleriyle” çok ilgili. Kendi
aklında da böyle bir iş var. Çünkü yaklaşık
sekiz yıldır düzenli olarak atçılık, atlı okçuluk, geleneksel okçuluk ve diğer egzersizler
üzerinde çalışıyor. “Dolayısıyla” diyor: “Bir
dönem filmi olursa fırsatı iyi değerlendirebilmek, sahneyi iyi doldurmak isterim.
Aslında bir belgesel projem vardı. Ama şu
an için rafa kalktı. Şimdi senaryo yazıyorum,
tiyatro da çok yoğun.”
Rafa kaldırdığı projeyi hemen hayata geçirebilir aslında. Ancak işinde titiz ve iyi bir film
çekmek istiyor. Bu nedenle, “Bir belgesel pat
diye çekilmiyor” diyor: “Genellikle
Türkiye’de prodüksiyon şartları itibariyle
takvim de bütçe de dar. Ben de kısa zamanda sıradan bir iş yapmak istemiyorum.
Benim için zamanımın olması, malzememin
elimde bulunması çok önemli. Ancak bu
şekilde yeteri kadar görüntü elde edebilirim.
Çünkü montajla filmi kurtarmak iş değil.
Önemli olan iyi bir görsel zenginlik sunabilmek. Onun için proje bekleyecek.”
Belgesel sinema hem konusu bol bir alan,
hem de devlet tarafından destekleniyor.
“Yeter ki” diyor Hünal: “Siz tarihinde başvurunuzu yapın. Ve iyi bir proje sunun. Bu çok
önemli. Çünkü fikrinizi iyi anlatabilmeniz
lazım; o hissi, o bilgiyi verebilmeniz lazım.
Projenizi düzgün yazamıyorsanız zaten destek bekleyemezsiniz.”
“İnsan bilinci ve ilişkileri
kendi farkındalığıyla
kısıtlıdır”
Hünal’ın sinema ve televizyonda yaptıkları
ortada. Tiyatro ise henüz çok yeni. Tiyatro
ŞenAy’ın sahneye koyduğu “Aşk Kokusu”
46 edaktüel mart•nisan 2015
adlı oyunda Onur Şenay ve Akasya
Asıltürkmen ile birlikte oynamak bu nedenle onun için çok heyecan verici. Hünal,
“Bambaşka bir deneyim” diyor: “Sahneye
çıkıp iki saat boyunca kesintisiz bir performansı ayakta tutup, arkasında durmanız çok
farklı bir şey. Oyuncunun biri kes demeden
var olabileceği en uzun mesai.”
Televizyon projelerinde rol almayı seviyor
Hünal. Ancak, “hızlı tüketim malzemesi”
demeyi ihmal etmeden: “Çok iyi bir yönetmen, çok iyi bir yapım ile çalıştığınız zaman
o his bambaşka. Ama genellikle hazır gıda
sektöründe çalışmaya benziyor.”
Televizyonda izlediğimiz diziler için “Hep
aynı hikâyeler” diyoruz ya hep; bunda
senaryo yazarlarının mı suçu var? Hünal’a
göre olay bundan ibaret değil. “Birisi 3500
yıl önce Tevrat’ı yazıp bitirdiğinden yeni
hikâye çıkmadı” diyor Hünal: “Yunan mitolojisine de baksanız Türk destanlarına da
baksanız, bütün dünyada anlatılan
hikâyelerin ortak ögeleri vardır. Çünkü insan
bilinci ve ilişkileri kendi farkındalığıyla kısıtlıdır, bunun ötesine de geçemez. Sanatın
sınırları da orada zaten. Farklı bir görüşü,
değişik bir sunumu anlaşılabilir, hissedilebilir bir hale getirebiliyorsanız o zaman yeni
bir şey yapıyorsunuz. Ama onun dışında
hikâyelerde temelde gizlide, saklıda kalmış
pek bir şey yok. Sonuçta televizyon da sinema da çoğunlukla bir tüketim malzemesi.
Dolayısıyla insanlar hızlı tüketilebilecek,
çabuk kavranabilecek karakterleri seyretmek
istiyorlar. Sektör de onlara bunu veriyor.
Belli dönemde belli sanatçılar vardır. Büyük
heykeltıraşlar, yazarlar, yönetmenler…
Onlar yeni bir görüş sağlarlar ve onlar toplumun talebini değiştirebilirler. Ama o değişim
gelene kadar toplum her zaman elindekini
aynısını ve tekrarını ister.”
Atlı okçuluk merkezi
Hünal’a göre bu, modern tüketici toplumun
yapısı ile ilgili. Hazır gıdaya alışmış bir toplumu sağlıklı bir hale dönüştürmek için ise
çok özverili çalışmak gerekiyor. “Gerçeklik
sunmak lazım” diyor Hünal: “Yoksa o çizgiyi
kırmak mümkün değil. Cesur işler de yapılmıyor değil. Ancak birçoğu büyük uyanış
yaşayamıyor. Belli bir sanat kitlesi tarafından
saygı görüyorlar ama seyircinin ilgisini çekmeyi başaramayabiliyorlar. Başarabilenler
devrim yapanlar. Onlar zaten bazı şeyleri
kökten değiştiriyorlar ve başkalarına ilham
veriyorlar. Bir şekilde devinime sebep oluyorlar. Onlar çok kıymetli.”
Hünal, İstanbul’da yaşıyor ama doğayla da
hep yakın temasta. “Kilyos’ta atlarım var”
diyor: “Orada Atlı okçuluk için yeni bir platform yaratıyoruz. Filmler için eğitimli atlar
tedarik edeceğiz. Birkaç güzel atımız var;
hem güzel resim veren, hem de işlerini bilen.
Baharda hizmet vermeye başlayacağız.”
edaktüel haber
Eczacı Adnan Aygan:
“Doğru beslenme rejimini sağlayamadığımız ya da gerekli vitamin,
mineral ve yağ asitlerini alamadığımız takdirde yakın gelecekte
en basit hastalıkların bile tedavisinin güçleşeceğini artık biliyoruz.”
Vitamin, mineral, yağ asidi ve
birçok değerli elementi bünyesinde bulunduran bitki türleri
ve çekirdeklerinin sağlığımız
için ne kadar önemli olduğunu
biliyor musunuz? TABİA bu
yüzden tohum ve çekirdeklerden yağ üretip bu besin zincirine katılmamızı kolaylaştırıyor.
Çekirdeklerden, buğday
ruşeym, çörek otu, nar çekirdeği
yağı, keten tohumu yağı, kişniş
yağı, kayısı yağı, vişne yağı, şeftali yağları üretip, besin değeri
yüksek doğal ürünler ortaya
çıkartıyor. TEKB Yönetim
Kurulu Üyesi, ÇEKOOP 2.
Başkanı Ecz. Adnan Aygan ile
TABİA ürünleri üzerine konuştuk.
Bitkilerin tohum ve çekirdekleri neden bu kadar önemli?
Dünyadaki varlığı insanoğlundan eski, insanoğlunun yeryüzüne gelmesi ile ona kollarını
uzatan avucundakini ikram
eden, oksijen kaynağı bitkilerin
tohumlarından elde edilen yağlar sayesinde doğal vitamin, yağ
asitleri ve minerallere ulaşabiliyoruz. Günümüzde, gıda hızla
çoğalan insan nüfusuna yetersiz
gelmekte, buna bağlı olarak gelişen dünya yeni teknolojiler ile
bu besinleri hızla bizim önümüze sunmak için gıdanın besin
içeriğini bozmaktadır. Yediğimiz
birçok yiyecek o an için bizlere
enerji verse de besin değerinden
yoksundur. Besinlerin içeriklerinin korunması için eklenen
koruyucu maddeler ise, insan
sistemi tarafından yabancı
madde olarak algılanmakta ve
vücuttan dışarı atılamamaktadır.
Bu yabancı maddelerin dokularda birikmesi birçok kronik hastalığı da beraberinde getirmek50 edaktüel mart•nisan 2015
tedir. Doğru beslenme rejimini
sağlayamadığımız ya da gerekli
vitamin, mineral ve yağ asitlerini
alamadığımız takdirde yakın
gelecekte en basit hastalıkların
bile tedavisinin güçleşeceğini
artık biliyoruz.
Yüzyıllar öncesinden bugüne
kadar çekirdekleri (tohumları)
sayesinde kendisini koruyan
bitki türleri, çekirdeklerinin
içinde vitamin, mineral, yağ
asidi ve birçok değerli elementi
bulundurur. İnsan nüfusu bu
kadar artmamış, teknoloji bu
kadar ilerlememiş iken eski
insanlar, bugün bizlerin yaptığı
gibi ağacın verdiği meyveyi
yiyip, çekirdeğini çöpe atmıyordu. Bu çekirdeklerden yağ çıkarıp, bu doğal kimyasalları çeşitli
amaçlar için kullanıyordu.
Katkısız, saf yağlara bugün
ulaşmamız mümkün mü?
Bildiğimiz, tanıdığımız doğal
kimyasallara ulaşmak süper kritik karbondioksit (SC-CO2)
yöntemiyle, düşük sıcaklık ile
üretilen TABİA ürünleri ile bu
mümkün. SC-CO2 yöntemi,
dünyanın en ileri ekstraksiyon
yöntemidir. Çekirdeklerden,
buğday ruşeym, çörek otu, nar
çekirdeği yağı, keten tohumu
yağ, kişniş yağı, kayısı yağı, vişne
yağı, şeftali yağları vb. tam saflıkta elde edilmektedir.
Buğdayın embriyosu olan
ruşeym, sanayide un elde edilmesinde, unun mayalanmasını
uzatması, unu acılaştırması ve
ekmeğin raf ömrünü azaltması
nedenleriyle buğdaydan ayrılmaktadır. Buğdaydan ayrılan
ruşeymden elde edilen ruşeym
yağında omega 3-6 ve 9, A, D, E
vitamini ve diğer moleküller
bulunmaktadır. İçeriğindeki
oktakasanol maddesi, kas içi glikojen depolarını korur, hücrenin oksijen tutma kapasitesini
artırarak, vücudun enerji metabolizması düzenler. Fiziksel ve
mental performansın artmasına
yardımcı olduğu, yapılan çalışmalar ile ortaya konmuştur.
Ruşeym yağı, bağırsak
metabolizmasını düzenlemekte ve yararlı bakteri
sayısının artmasında prebiyotik olarak metabolize
olmaktadır. Dünya sağlık
örgütünün son yaptığı açıklamalarda, anne sütünü
artırıcı etkisi ile sağlık dünyasında ruşeym kendinden
sıkça bahsettirmektedir.
Peki, ya diğer yağlar?
En çok bilinen bir diğer yağ
çörek otu ise içeriğinde bulunan
103 farklı molekül ile araştırmacıların üzerinde birçok çalışma
yaptıkları besin takviyesi olarak
popülaritesini koruyor. Yapılan
son çalışmalar, SC-CO2 yöntemi ile elde edilen çörek otu
yağında bulunan timokinon
• Eczacı Adnan Aygan •
maddesinin, bağışıklık sistemini
düzenlediği, kan-şeker regülasyonunu sağladığı, antikonvülsan
etkinlik gösterdiği ortaya koymuştur. Alerjik hastalıklarda
astım, egzema, alerjik rinit endikasyonlarında tedaviyi desteklemek için önerilmektedir.
Keten tohumu yağı, 2015 yılının en çok konuşulan besin takviyelerinden olacak gibi görünüyor. Yapılan araştırmalar, anti
inflamatuar etkisi nedeniyle karpal tünel sendromu ve romatoid
artritte semptomların hafiflediğini göstermektedir.
Türkiye’de ilk ve tek olarak
SC-CO2 yöntemini kullanan
TABİA, yağlarını eczacıların
uzmanlığında halka sunuyor.
Eczacılar yönlendirme konusunda önemli bir aktör mü?
Eczanelerimiz için önümüzdeki
dönemde önemi daha da artacak olan koruyucu eczacılık
kavramı yeni bir kazanç kaynağı
olacak. Modern tıp insanoğlunu
hasta olduktan sonra gerek cerrahi gerekse sentetik kimyasallarla bir şekilde tedavi etmektedir. Sağlıklı kalmak ve doğru
beslenme bilinci hızla gelişirken
tohumlardan elde edilen sağlık
koruyucusu bu yağlar hızla öne
çıkıp ciddi bir ilgi çekmektedir.
Bilinçli insanlar sağlıklarını
korumak adına bu alana bütçelerinden ciddi harcamalar yapmaktadır artık. Endüstri atıklarının çevreyi kirlettiği gibi, serbest
radikal dediğimiz, endüstrinin
ürettiği gıdaların içinde bulunan
sentetik kimyasallar da insan
vücudunu kirletmektedir. Bize
düşen bu alanı uzmanlığımız ile
doldurarak doğru kişiye doğru
ürünleri vererek hem halk sağlığına hem de eczanemize katkı
koymak...
edaktüel haber
Çocuk yogası da var
4-12 yaş arasındaki çocuklar için yoga, sağlık
problemlerinin önlenmesinden, koordinasyon ve
konsantrasyon yeteneğinin gelişmesine, hatta okul
başarısının artmasına kadar birçok alanda fayda sağlıyor...
• Handan Korhan •
M
addi dünya içinde, günlük işlerinin hengamesine kapılmış
insanların doğadan ve evrenden
uzaklaşması birçok soruna neden oluyor. Bu
durum sadece yetişkinler için değil, çocuklar üzerinde de ileriye dönük bir takım sıkıntıların doğmasına sebep oluyor. Buna
çözüm yolu arayanlar için yoga iyi bir seçenek. 2001 yılında kurulan Yoga
Academy'nin antrenörlerinden Dilek İmre
ile daha sağlıklı nesiller yetişmesi için çocuk
yogasının önemi üzerine konuştuk.
Farklı gruplar için yoga
Kelime anlamı birleştirmek, bütünleşmek
olan yoga, günlük hayatta farkında olmadan
yaşadığımız bölünlemeler üzerinden gidiyor.
54 edaktüel mart•nisan 2015
Bedenimizin, duygularımızın, zihnimizin,
ruhumuzun bütünleşmesini sağlamak için
en etkili yolun yoga olduğunu söyleyen
İmre, "Normal yaşam içerisinde, insan gittikçe doğadan uzaklaşıyor ve doğadan uzaklaşması onun bedensel, zihinsel, ruhsal olarak
kendinden de uzaklaşmasını getiriyor.
Bunun sonucunda da bedendeki hastalıklar
ve duygusal-psikolojik rahatsızlıklar gibi
sonuçlar ortaya çıkıyor“ diyor: "Hem kendinden hem doğadan hem evrenden uzaklaşmış oluyor insan. Yoga Academy'de çok
çeşitli gruplar var; hamileler, anne-bebek,
çocuklar, bel-boyun problemleri olanlar, 60
yaş ve üstü, çiftler, sınava yönelik gençler
için ayrı yoga programları… Meditasyon ve
nefes teknikleri çalışmalarımız da var."
Dilek İmre
Bebek doğduğu zaman
en doğru nefesi alıyor
Uzun yıllardır çocuk yogası programının
uygulandığını belirten İmre, normal eğitimöğretim düzeni içerisinde pek çok şeyi yok
Çocuklar rekabetsiz
ortamda kendilerini rahat
ifade ediyor, bedenini
keşfediyor, koordinasyon ve
konsantrasyon yeteneği
gelişirken, sosyal gelişimi
de sağlanıyor. Yaptığı
işlerde başarı, sağlık ve
uyum içerisinde yetişen bir
birey oluyor.
saydığımız için şiddetten uzak ve sevgi dolu
bir nesil yetiştiremediğimizi belirtiyor:
"Bebek doğduğu zaman aslında en doğru
nefesi alıyor. Büyüdükçe hem nefesimiz
bozuluyor hem de duruştan kaynaklı omurga sorunları yaşanabiliyor. Bebeklikten çıkıp
okul çağına gelen çocukların sürekli oturarak ders çalışması, bilgisayar kullanması
sonucunda yanlış duruş ve hareketlerle
omurga esnekliğini ve doğal hareketini kaybediyor. Omurganın esnekliğini kaybetmesi
zaten ileriki yaşlarda da sorun olabiliyor.
Orijinal yoga sisteminde diyoruz ki 'Ne
kadar esnek omurgaya sahipseniz o kadar
genç bedene sahipsiniz.' Bedenin yaşı omurganın esnekliğiyle doğru orantılı. Özellikle
4-7 yaş arasındaki çocuğun aslında zihinsel
ve duygusal olarak gelişme döneminde
olduğu çok önemli bir dönem. Anne babasının koşuşturması, hayatın telaşı gibi şeyler
çocuğun da fark etmeden strese girdiği ve
gerildiği bir dönem yaratıyor."
etmiş oluyor. Bizim şu anda kullanamadığımız birçok yeteneğimizi çocuk daha çok
küçük yaşlardan itibaren kullanamaya başlıyor. Yaptığı işlerde de başarı, sağlık ve uyum
içerisinde yetişen bir birey oluyor. Ayrıca
sevgi de çok önemli çocuklar için, bu sevgi
ortamını da yaşamış oluyorlar. Örneğin
çocuğu sırt üstü yatırıp bir hikayeyle gevşemesini sağlıyoruz. Bu hikayede fantastik bir
şey yok, hep gerçek dünyayla bağlantılı hikayeler anlatıyoruz. Anlatılan hikayenin gerçek
bir masal gibi olması çok önemli. Örneğin
çocuk ormana gidiyor, karşısına ağaç çıkıyor, ağacın üzerindeki çiçeği kokluyor, hepsi
gerçek masal. En sonunda da hayal dünyasının gelişmesini sağlamış oluyoruz. Bu yaş
çocuklar aşırı stres ve gerilim altında bazen
gerçekliklerden kopuyor, tamamen hayal
dünyasında yaşayıp gerçekliklere uyum sağlayamıyor. Yoganın bu anlamda da çocuğun
anda olması, anda kalabilmesi üzerine bir
faydası var."
Rekabetsiz ortamda
çocuk kendini ifade edebiliyor
İfade yeteneği gelişiyor
İmre’nin anlattığına göre stres çocuklarda
çok fazla artmış vaziyette. 4-7 yaş döneminde çocuğun zihinsel gelişimi ve bedensel
farkındalığına ise en büyük katkılardan birini yoga yapıyor. Çocuğun girdiği her ortamda bir rekabet durumu var. Yoga sınıflarındaki en büyük özellik ise rekabetsiz bir
ortamda çocuğun kendini ifade edebilmesi.
Dersin akışı içerisinde küçük yaş grubunda
duruşlar oyun şeklinde yaptırılıyor.
Uyumu hiç kaybetmeden
hayatına devam ediyor
Çocuk yogasında işe nefes teknikleriyle başlanıyor. İmre, "Nefes tekniklerini çok güzel
yapıyorlar; çünkü çocuk doğru ve güzel
olana karşı uyum sağlıyor“ diyor: "Çocuğun
rekabetsiz ortamda kendini ifade edebilmesi, bedenini keşfetmesi, koordinasyon ve
konsantrasyon yeteneğinin gelişmesi, sosyal
gelişimi sağlanıyor. Bu ortamın içerisinde
çocuk farklılıkları da doğal ortamında kabul
Yoga sayesinde çocuğun kendini çok güzel
ifade edebildiğini söyleyen İmre, çocuğun
bedenini fark etmesinin de önemini vurguluyor. Bunların yanı sıra uygulanan duruşlarla kas, eklem gelişimi ve uyumu sağlanırken,
uykusuzluk, sindirim gibi problemler azalıyor. "Gerginlik stres gibi rahatsızlıklara, hatta
diş sıkma ve gıcırdatmaya kadar giden
sorunların da önüne geçiliyor. Çocuk hem
egzersiz yapıyor, hem de oyun oynuyor ve
kendi iç dünyasıyla bağlantı kurup aynı
zamanda dış dünyayla da iletişime geçmiş
oluyor. Her çocuğun içerisinde aslında çok
harikulade bir ışık var. Bu ışığı ortaya çıkarmış oluyoruz. Böyle çocukların yetiştiği bir
dünya düşünün. Yoganın kendi içerisinde
evrensel kontrol ve kişisel eylem kontrolü
vardır. Bunlar; şiddetsizlik, dürüstlük, çalmama, doğruluk, temizlik, eğitim, alçakgönüllük, hayırseverlik gibi eylem kontrolleridir
ve zaten yoganın basamakları içinde yer alır.
Bu şekilde yetişmiş çocukların olduğu bir
dünya barış ve huzur içerisinde olur."
2015 mart•nisan edaktüel 55
edaktüel sağlık
İple yüz estetiği
“Örümcek ağı” estetiği veya yöntemi nedir?
Cildimiz ve yüzümüz, boynumuz, kaşlarımız yılların geçmesi ile sarkma, kırışıklık,
gevşeklik gibi problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Yaşlanma ile beraber cildimizde su
kaybı, kollajen ve elastin lifler azalmakta,
ciltteki gerginlik azalmaktadır. Zamanla cildimiz mat gözükmeye başlar, parlak görüntüsü azalır. Bahsettiğimiz Ultra V lift yani
örümcek ağı yönteminde PDO (polydioxanone) adı verilen ip cilt altına yerleştiriliyor,
kolajen ve elastin üretimini artırıyor. Cilde
eski gerginliği kazandırılmış oluyor. Kısacası
bu işlem ameliyatsız bir yüz germe işlemidir.
Cilde uygulanan ipler ciltte kolajen üretimini artırarak yapıştırma etkisini sağlıyor. Bu
etki ile cilt toplanmış ve gerginleşmiş oluyor.
Bu uygulama krem ile lokal anestezisi sağlanarak yapılabiliyor. Ortalama 20-30 dakika
süren işlem sonucunda kullanılan ipler 6 ila
8 ay içerisinde kendiliğinden eriyerek kayboluyor. Kalıcılığı ortalama 2 yıl olan teknik
sayesinde uygulanan bölgede mikro kan
dolaşımı artıyor ve tamir mekanizmaları
harekete geçiyor, ciltte kollajen üretimi uyarısına neden oluyor.
Herhangi bir kesi olmadığı gibi uygulamadan hemen sonra denize girmek, güneşlenmek ve duş almakta herhangi bir engel yok.
Gerçek sonuç 1 ay sonra ortaya çıkıyor.
Bilinen diğer iple askılama tekniklerinden
etki mekanizması olarak tamamen farklı bir
teknik olan Örümcek Ağı yönteminde iplerin üzerine herhangi bir yük binmez.
Bundan dolayı ipin etkisinin kaybolması,
kısa süre sonra cildin eski haline dönmesi
58 edaktüel mart•nisan 2015
gibi ihtimal de mevcut değil. Yani ipin kopması mümkün değil, aynı zamanda gevşemez, asimetri gibi bir durum olması mümkün değil. Yani Ultra lift ya da örümcek ağı
estetiği uygulamasında öncelikle hastamızı
muayene ediyoruz, beklentilerini dinliyoruz.
Fotoğrafını çektikten sonra lokal anestezik
krem ile uyuşturuyoruz. Gereken bölgelerde
işaretlenen noktalara, çok ince iğnelerin
içindeki PDO (polydioxanone) ipleri uyguluyoruz. 20-30 dakikalık işlem sonrası kişi
hemen günlük hayatına dönebilir. PDO
iplere reaksiyon olarak vücut fibroblast ve
büyüme faktörü içeren kollajen üretmektedir. Etkisi 4 hafta sonra başlar ve 24 ay etkisi
devam eder.
Özellikle bu yöntemi erkeklerde çok fazla
uygulamaktayız. Sonucu doğaldır, etkisi
yavaş yavaş ortaya çıktığı için erkeklerin
beklentilerine uygundur. Aniden şişme,
dışarıdan belli olma özelliği yoktur. Cilt
dokularının altına yerleştirilen PDO’ lar 6
aylık bir süreden sonra yerini tamamen
doğal görünümlü vücudun kendisi tarafından üretilen kolajen yapıya bırakır. Yüz derisinde bulunan hücreler ve dokular yeni fibroblastlar ve kolajen üretmeye başlarlar.
Örümcek ağı estetiği herkese uygun olmayabilir. Uygun olup olmaması doktorunuzun muayenesi sonucu ortaya çıkacaktır.
Ultra V Lift yöntemi, sonuçta cilt gençleştirmede yeni bir teknolojidir. Farklı isimler
altında kullanılmaktadır. Örümcek ağı, ultraskin, altın iğne, iplikli mezoterapi şeklinde
farklı adlandırmaları vardır. Diğer klasik iple
Op. Dr. Eser Aydoğdu
askılama yöntemlerinden tamamen farklı
bir mekanizmaya sahiptir. Bu ameliyatsız yüz germe yöntemi, çok ince iğneler
içine yerleştirilmiş PDO (polydioxanone)
isimli ameliyat ipliğine benzer bir maddenin
cilt içine, sarkan ve gevşeyen noktalara konmasına dayanmaktadır. Bu işlemle cilt altında oluşan reaksiyonla bir tür yapıştırma
etkisi oluşur. Bu etki mekanizması ile sarkan
cilt toplanır. Yan etkisi yoktur. Lokal anestezik kremle uygulama yapılır. İşlem bölgesine göre 30-60 dakika arasında yapılır. İpliğin
ömrü normalde 6-8 ayda biterken, kollajen
sentezi uyarısı uzun süre devam ettiği için kalıcılığı 1,5- 2 yıl kadardır. Uygulama yapılan bölgede mikro kan dolaşımı artar, tamir
mekanizmaları harekete geçer, kolajen üretimi uyarılır. Yüz germe ameliyatı sonrası gibi
iyileşme süreci yoktur. İşlem sonrası, banyo,
deniz, güneşlenme gibi kısıtlanmalara gerek
yoktur. Gerçek yapışma ve sağlıklı, gergin
cilt, gevşekliklerde ve sarkmalardaki toparlanma hemen farkedilir., tamamen etkisi 4
hafta sonra ortaya çıkar, Yüzdeki, boyundaki
sarkmalarda lifting etkisi yapar. Alın bölgesi,
burun, yanaklar, elmacık kemikleri, çene
hattı, boyun, nazolabial çizgiler, glabella, kaş,
üst dudak uygulama bölgeleridir. Farklı bir
yöntem olarak ise iple yüz estetiği ile beraber kombine mezoterapi, kök hücre tedavilerinin bir arada yapılmasıdır. Sonuçta iple
estetik ameliyat istemeyen, ameliyata uygun
olmayan kişilerde tercih edilmektedir.
edaktüel haber
Umudun adı tüp bebek
• Handan Korhan •
Gelişen teknolojiyle birlikte
sorunlarımıza çözüm bulmak
daha da kolaylaştı. Birçok çiftin
bebek hasretini sonlandıracak
en iyi çözüm ise tüp bebek.
Tıbbi ismi in vitro fertilizationvücut dışı döllenme olan tüp
bebek tedavi süreci ile ilgili
İrenbe Kadın Hastalıkları ve
Doğum Dal Merkezi'nden
Operatör Doktor Kaan Bozkurt
ile konuştuk.
Tüp bebek yöntemini nasıl
açıklıyorsunuz?
Tüp bebek vücut dışı döllenme
anlamına geliyor. Tüp denme
sebebi ise; ilk yapıldığında laboratuvar tüpleri içinde sperm ve
yumurta yan yana bırakılmış,
döllenmesi beklenmiş olmasıdır. Artık son zamanlarda mikroenjeksiyon dediğimiz yöntemle yumurtayı ve spermi ayrı
ayrı tutup sperm hücresini
yumurta içerisine mikroskop
altında direkt enjekte ediyoruz.
Yani artık döllenme tüpte değil,
bir yatay kapta oluyor.
Tüp bebek tedavisinin gerekli olduğu durumlar nelerdir?
Vücut içi döllenme sağlanmıyorsa vücut dışı döllenme uygulanır. Bunların başında; anatomik engeller gelir. Kadının ana62 edaktüel mart•nisan 2015
tomik yapısında, tüplerde,
doğuştan ya da sonradan gelişmiş sperm ve yumurtanın birleşmesini engelleyen bir problem varsa en iyi adaylar bunlardır. Yani yumurta ve sperm
problemi olmayan sadece
"kavuşma problemi" olan kadınlarda kullanılmaya başlandı bu
yöntem. Daha sonra diğer hasta
gruplarına geçildi. Son zamanlarda sperm sayısında ileri bir
azalma, erken menopoz ya da
yaş ilerlediği için çocuk isteğini
geciktirmiş kadınlarda yumurta
rezervinin azalması, ayrıca
yumurtlama problemi-polikistik yumurtalık gibi hastalıkların
bazılarında uygulanıyor. Bir
diğer grup da ortada bir engel
olmamasına rağmen çocuk
sahibi olamayan kişiler.
Türkiye'de çocuk isteyen çiftlerin yüzde 15'i bu durumda.
Bunlarda da tedaviler kolaydan
zora doğru basamak basamak
denenir, sonuç alınamayanlara
tüp bebek uygulaması yapılır.
Tüp bebek tedavisi için çiftler ne zaman başvurmalı?
Tüp bebek öncesi tedavileri
deneyip sonuç alamadı iseler,
gittiği sağlık kuruluşunda tüp
bebekten daha basit tedavilerin
denenip başarısız olunduğu ve
tüp bebek tedavisinin gerek
duyulduğu durumlarda ya da
ni görürsünüz, hekimle konuşursunuz, yani merkezler arasındaki farkı zaten hissedersiniz.
Bir merkezde karar kıldıktan
sonra sadece kendi sonucunuza
değil, diğer hastaların sonucunu
da takip edebilirsiniz. Çok kalabalık merkez iyi sonuç alıyor
demek değildir.
Operatör Doktor
Kaan Bozkurt
yaşı ilerlemiş kadınların tüp
bebek yapılsın yapılmasın ilk
başvuruyu tüp bebek merkezlerine yapmalarını öneririz. Yani
"Ben çocuk istiyorum" diyen 35
yaş üstü kadınların ilk görüşmesini tüp bebek merkezlerine
yapmasını öneriyoruz. Tüp
bebek menopoza kadar yapılabilir ama 40 yaş sonrasında
gebelik oranı yüzde 10'lar seviyesinde oluyor.
Tedavinin uygulanacağı merkezi seçerken dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?
Merkezler arasındaki esas fark
doğum oranı. Doğum başına ne
kadar maliyet ve zaman harcanıyor konusuna bakıp ona göre
merkez seçilmeli. Başarı oranı
çok önemli, bunu öğrenmek
için birkaç merkeze tedavi için
başvurmanız yeterli. Yüzyüze
görüşürken merkeze gelen gide-
Yumurta arttırıcı ilaçların
yan etkisi var mı?
Bunlar hormonal ilaçlardır.
Kadının kendi fizyolojisi içinde
beyinde hipofiz bezinden salgılanıp yumurtalığı uyaran hormonlar vardır. Bunları ilaç olarak dışardan veriyoruz. Kadın
normalde bir-iki yumurta üretebilecekken bu ilaçlarla çok sayıda yumurtma üretebiliyor.
İlaçların dozu ve kadının yanıt
yeteneğine bağlı olarak, yani
yumurta rezervinin durumuna
göre yumurtlama sayısı artıyor.
Tüp bebekte de fazla yumurta,
fazla embriyo olarak bize döndüğü için gebelik şansı artıyor.
Dondurup daha sonra kadının
yeniden o zahmetli tedavi sürecine girmesi engelleniyor.
Yumurtalıkta aşırı uyarılma
durumunu sıfıra indirmek
için yumurta çatlatma yöntemi uygulanıyor.
Bu ilaçların tek bir yan etkisi
var; ovarian hiperstimülasyon
sendromu dediğimiz yumurta-
lıkta aşırı bir uyarılma durumu.
Hastaların küçük bir yüzdesinde ya da yumurta rezervi çok
yüksek hasta grubunda bu yan
etki görülüyor. Son zamanlarda
bu tedaviler ve yumurta çatlatma seçenekleriyle bu risk sıfıra
indirildi artık. Bu ilacın yan etkisine aday olduğunu düşündüğümüz hastalarda yumurta çatlatma ilaçlarını farklı kullanıp
embriyoları da dondurup daha
sonra yerleştirdiğimizde bu hastalarda aşırı uyarılma riski sıfıra
düşmüş oluyor. Bu olay aşırı
cevap sendromudur, bir grup
hastada görülür. Esas sorun aşırı
cevap sendromu yaşayan kadının gebe kalması halinde ortaya
çıkıyor. Gebelikle birlikte bu
aşırı yumurtalık uyarılması artarak devam ediyor. Milyonda bir
olsa bile hayati riskler doğabiliyor. O yüzden aşırı uyarılmaya
aday kadınlarda embriyo dondurulur, yerleştirilmez. Yumurta
çatlatma iğnesi dediğimiz o
basamakta kullanılan ilaç, ona
sebep olmayacak seçenek kullanılarak tercih edilir.
Tedaviye başlangıç ve tedavi
süreci nasıl peki?
Tüp bebek tedavisinin aceleye
getirilmemesi gerekiyor.
Ülkemizde 120-140 adet tüp
bebek merkezi bulunuyor, rekabet var. Tüp bebek hastaları da
yıllarca beklemiş, bir an önce ne
olacaksa olsun istiyor. Hastanın
baskısı ve rekabet baskısıyla
ülkemizde de tüm dünyada da
hastalarda tüp bebek tedavisine
başlamada biraz acele ediliyor.
Yoksa tüp bebekte esas tedavi
basamağına geçmeden önce
kadında ve erkekte hazırlık
yapılması gerek. Hem psikolojik
hem de başta antioksidanlar
dediğimiz destekleri kadına ve
erkeğe kullandırarak başlamak
önemli bir nokta. Kilo vermesi
gereken hastalar kilo verdiriliyor, sigara kullanan hastaların
sigarayı bırakması gerekiyor, ön
hazırlık sürecinde. Tüp bebekte
kullanacağımız yumurta ve
sperm kalitesini önceden arttırıp, kadını da ruhen hazırlayıp
transfere geçtiğimizde başarı
şansı belirgin olarak artıyor. Tüp
bebek tedavisinde hasta adet
döneminin başlangıç günlerinde gelir, tedaviye başlanır ve iki
haftada biter. Tedavi gören
kadın 8-10 gün iğneleri kullanır,
yumurta alınır 3-5 gün sonra da
döllenmiş yumurta, embriyo
transfer edilir. Hepsi 15-20 günlük tedavi. Biz bunu önermiyoruz, bu yöntem başarı şansını
düşürüyor. Çiftin problemine
bağlı olarak en az 2-3 ay, bazen
daha uzun tüp bebek öncesi
hazırlık dönemi geçirmesini istiyoruz. Sperm ve yumurta kalitesinin artması, hastanın da kendine gelmesi, tüp bebek hastası
olduğunun bilincine varması en
önemli adım.
Tüp bebekte
acele etmek
iyi bir şey değil.
Taze embriyo transferini tercih etmiyorsunuz sanırım…
Evet, çünkü aşırı uyarılma riskini ortadan kaldırmak istiyoruz.
Diğer bir neden şu: Yeni
yumurta toplanmış, kadın ağrılar sızılar içinde transfere geliyor, bu da anne adayı için zor
bir durum. Son olarak; rahim içi
tabaka, kullanılan ilaçlardan
zaten olumsuz etkilenmiş oluyor, bu da gebelik şansını düşürebiliyor. Bizim tercihimiz hastaların tamamına yakınında embriyoları önce dondurup saklayıp, izleyen adet döneminde
rahim içini hazırlayıp, ondan
sonra yerleştirmek. Bu tedavinin yan etkilerini azaltıyor,
gebelik oranını arttırıyor. Tüp
bebekte acele iyi bir şey değil.
Tüp bebek tedavisi sonrasında neler yaşanıyor?
Gebelik olursa her şey güzel.
Gebelik takibine geçiliyor.
Gebelik sonucunu aldıktan sonraki ilk haftalar çok önemli,
gebeliğin sağlıklı gelişip gelişmeyeceği konusunda. Çünkü
gebelik kayıpları en çok ilk birkaç hafta içerisinde oluyor. 5
haftalık dönem sonucunda
gebelik ultrasonda görülmeye
başlar. Normal gebelikte ne
yapılıyorsa tüp bebek gebeliğinde de aynı şeyleri uyguluyoruz.
Biyokimyasal gebelik dediğimiz,
kan testinde gebe çıkıp ultrasonda görülecek büyüklüğe
ulaşmadan kan testindeki
bozulmalarla gebeliğin görünür
hale gelmediği bir durumla sık
karşılaşıyoruz. Tüp bebek uygulamalarının tutmadığı, yani
gebelik olmadığı durumlarda
tekrar tüp bebek mümkün.
İkinci ve üçüncü denemelerde
gebelik şansı var hastaların. İlk
denemede çok sayıda embriyo
elde etmişsek gebelik olmaması
halinde tekrar bir sürü ilaç kullanıp yumurta toplama zahmetine girmiyoruz. 35 yaş altında
başarı oranı yüzde 50'nin üstündedir. Yaş ilerledikçe bu oran
yüzde 50'nin altına düşmeye
başlar. Ülkemizde yumurta
dondurma serbest bırakıldı.
Yumurta rezervi azalan kadınlarda, o sırada çocuk sahibi
olmayı istemiyorsa, eğitim hastanesinden heyet raporu alıp
yumurta dondurma seçeneği
var artık. Laboratuvar ortamında kullanılan teknoloji de başarı
şansını etkiliyor. Tüp bebek ekip
işidir, hastanın geçireceği bütün
süreçlerde belli düzeyde hizmet
verecek ekibi ve teknolojiyi bir
araya getirmiş olmak lazım.
Devlet desteği nasıl oluyor
bu konuda?
Tüp bebek gerektiğine dair bir
heyet raporu alınıyor, kamuya
bağlı bir hastaneden. İlk sorun
burada başlıyor. Raporu vermekle yükümlü kişiler kendi
istediği bir merkezde tedavi
olunmazsa sorun çıkarıyor.
Örneğin o kamu kuruluşunun
kendine ait merkezi varsa oraya
zorluyor hastaları ya da raporu
veren yerin anlaştığı bir yer
varsa oraya yönlendiriyor.
İzmir'de heyet raporu alınabilecek 4 hastane var tüp bebek
için, bunların üçünde tüp bebek
merkezi var. Hasta orada tedavi
olmaya mahkum oluyor. Orada
tedavi olmazsa vermiyorlar. Bu
aslında yasada, yönetmelikte suç
ilan edilmiş, hatta ceza davası
bile söz konusu olabilecek bir
zorlama. Hastalar da haklarını
bilmiyor. Raporu alamıyorsun
ya da aylar sürüyor rapor almak.
Diğer bir sorunsa çok az bir katkısı var maddi olarak. Özel bir
merkezde her şeyi kendin ödeyerek tedavi olmakla, rapor alıp
tedavi olmak arasında toplam
fiyat farkı 1500-2000 lira. 6 ay
bunun için uğraşılıyor.
2015 mart•nisan edaktüel 63
edaktüel haber
• Handan Korhan •
2013 Haziran ayından
beri bağış listesi
bilgisayar ortamında
tutuluyor ve yeni
sisteme dahil olmak
için mutlaka yeniden
kayıt olmak gerekiyor.
Yani 2013 öncesinde
organ bağışında
bulananlar yeniden
bilgilerini güncellemeli.
İzmir İl Sağlık Eski
Müdürü Uzman Doktor
Bediha Türkyılmaz:
Organ bağışı konusunda yeterli bilinç olmadığı için hala yeterli nakil sayısına ulaşılamıyor. Türkiye'de organ bekleyen 28.593 hasta
var. Peki, "Bağış nasıl yapılıyor?" ya da
"Organ kimlere, nasıl ulaştırılıyor?"
Sorularımıza yanıt bulmak için İzmir İl
Sağlık Eski Müdürü Uzman Doktor Bediha
Türkyılmaz ile görüştük. Türkyılmaz, yapılan faaliyetlerle organ bağışının arttığını ama
hala büyük oranda organ bağışına ihtiyaç
duyulduğunu söyleyerek, atılacak adımlar
konusunda da yön gösterdi.
Organ bağışı için nasıl başvuru yapıldığına ilişkin bilgi verebilir misiniz?
Organlarını bağışlamak isteyen vatandaşlarımız bir kere bu kararı verdilerse her şekilde
organlarını bağışlayabilirler. Aile hekimine
ya da bir hastaneye, İlçe Sağlık
Müdürlüğü'ne gidebilirler. İIçelerde toplum
sağlığı merkezleri sorumlularımız var, onlara
da başvurabilirler. Hatta internet üzerinden
Sağlık Müdürlüğü'nün sitesinden organ
bağışı yapabilirler. Fakat bu formun ıslak
imzalı olması gerekir, bu süreci de biz
tamamlıyoruz. İlçe sağlık müdürlerimiz o
64 edaktüel mart•nisan 2015
"Haziran 2013'ten
önce organ bağışı
yapanlar sisteme
yeniden kayıt olmalı"
formu çıkarıp, bağış yapan kişinin bağış kartıyla birlikte evlerine götürüyor ve ıslak
imzalarını alıyorlar, bağış kartlarını veriyorlar. Organ bağışı yapmış bir kişinin organlarının alınabilmesi ancak beyin ölümü aşamasında olabiliyor. Bu aşama hastanelerin
yoğun bakım ortamlarında gerçekleşen bir
durum. Yani bir hastanenin servisinde tedavi görüyorken gerçekleşen bir ölümde organı alınıp bir başka hastaya nakledilemiyor.
Yoğun bakım şartlarında, beyin ölümü dediğimiz tıbben ölümün gerçekleştiği ama
cihazlara bağlı olarak 24-48 saat daha kan
akımının sağlanabildiği, geri dönüşün olmadığı durumlarda organların alınması lazım.
Bağış yapmış kişinin organları hangi
şartlar altında, nasıl alınıyor?
Cerrahi uzmanlarımız tarafından bir canlıya
yaklaşır gibi bir hassasiyetle, vücut parçalanmadan, ameliyat kesiğiyle; organ büyük bir
özenle alınıyor. Çünkü organın sağlam alınması lazım ki takıldığı kişiye faydası olabilsin. Bu işi yapan organ nakil koordinatörlerinden uzman hekime kadar her çalışan
organ bağışının ne kadar kıymetli olduğu-
nun bilincinde bir grup. Bağış yapanın vücut
bütünlüğü bozulmayacak bir şekilde organları alınıyor. Yüz bağışlandığında yerine
maske yapılıyor, kol bacak gibi bağışlarda
protez takılıyor bağış yapan kişiye. Kornea
bağışı biraz daha farklı. Gözün yerinden
çıkarılıp bir başkasına takılması gibi algılanabilir. Korneanın alınması dışarıdan fark edilmeyecek bir operasyon. Gözün üzerindeki
saydam tabaka ölüm gerçekleştikten 24 saat
içerisinde alınabiliyor. Onun dışındaki
bütün organların beyin ölümü aşamasında
alınması gerekiyor.
Bağışlanan organların hastalara ulaşması nasıl gerçekleşiyor?
Çoğu zaman şehirlerarası nakil gerçekleşebildiği için, helikopter ambulansımızla
organları ulaştırıyoruz. Sağlık Bakanlığı
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde Ulusal Organ Bankası var. Organ bekleyenleri orası listeliyor. Organ nakilleri pek
çok testin yapılmasını ve bu testlerin uyumunu gerektiriyor; doku uyumundan kan
uyumuna kadar. Bir hastanın organ beklediğini takipli olduğu hastane talep ediyor ve
Ankara'da Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğü nakil bekleyen hastayı listeye
alıyor, bilgilerini de kaydediyor. Beyin
ölümü gerçekleşmiş kişinin testleri yapıldıktan sonra, listede ilk sırada kim varsa ona
Organ Bağışı Bölge
Koordinasyon
Merkezleri
Türkiye'de dokuz bölge koordinasyon
merkezi var. (Adana, Ankara, Antalya,
Bursa, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir,
Samsun)
• İzmir Bölge Koordinasyon Merkezi‘ne
yedi il bağlı. (İzmir, Aydın, Denizli,
Kütahya, Manisa, Muğla, Uşak)
• İzmir Bölge Koordinasyon Merkezi,
Türkiye genelinde 16.245 bağış ile birinci
sırada.
• 2014 yılında İzmir Bölge Koordinasyon
Merkezi olarak, 329 böbrek nakli, 202
karaciğer nakli, 21 kalp nakli, 5 ince barsak nakli, 410 kornea nakli yapılmış.
• Türkiye'de organ bekleyen 28.593 hasta
bulunuyor.
• 2014 yılında İzmir'de organ nakil listesinde kaydedilen hasta sayısı 276 kişi.
organ ulaştırılıyor. Hakkaniyetle ve aciliyet
gözetilerek nakil işlemi gerçekleşiyor
Organ bağışını arttırmak için yürütülen
faaliyetler neler?
Organ bağışının önemini anlatmak için
çalışmalar yürütüyoruz. Başta müftülük
olmak üzere, milli eğitim, öğretmenler ve
muhtarları bilinçlendirerek paydaşlar oluşturmaya çalışıyoruz. Öğretmenler aracılığıyla 9. sınıf ve üzeri öğrencilere anlatıyoruz.
Muhtarların desteğiyle mahalle sakinlerine
ulaşmayı hedefliyoruz. Muhtarla birlikte o
semtin insanlarına gidip organ bağışı konusunda bilgi almak isteyip istemediklerini
soracağız. Çocuklara organ bağışını anlatan
tiyatrolar düzenliyoruz. Faydalı olacağına
inandığımız her tür projeyi kullanıyoruz.
Organ bağışı yapan kişiler sisteme
kayıtlı mı?
Sistemde kayıtlı olmayan bağışçıların tekrar
başvuru yapması ve sisteme girmesinde
fayda var. Belki ilerleyen zamanlarda listede
olanlara yönelik farklı avantajlı durumlar
ortaya çıkabilir. 2013 haziran ayından önce
yapılan bağışlar sistemde kayıtlı değil. Bu
tarihten itibaren bağışçılar sisteme kayıt
oldu. Bakanlığın teminatında bilgiler, kimseyle paylaşılmıyor.
Bağış aşamaları
Hastanelerin yoğun bakım ünitesinde iki
uzman hekim tarafından beyin ölümü
tanısı konulduğunda hastane koordinatörü
ailenin organ bağışı izninin olup olmadığını öğrenmek için aile ile görüşme yapar.
Aile, organ bağışını kabul ederse gerekli
olan formlar ve izinler alınarak hastane
tarafından İzmir Bölge Koordinasyon
Merkezi'ne (BKM) gönderilir. Gelen formlar
İzmir İl Sağlık Müdürlüğü Doku ve Organ
Nakli BKM tarafından kontrol edilir, eksik
varsa donör çıkan hastaneye tamamlattırılır. Bu işlemler tamamlandıktan sonra sisteme beyin ölümü-donör olarak girilir.
Gelen bütün evraklar Ulusal Koordinasyon
Merkezi'ne faks ile gönderilir. Ulusal
Koordinasyon Merkezi (UKM); hastanın
yaşına, hastalıklarına, laboratuvar bilgilerine göre hangi organların kullanılıp kullanılmayacağına karar verdikten sonra kullanılabilecek organlar önce Türkiye genelinde
acil bekleyen hastaya sunulur. Organ kabul
edilirse donör bilgileri hastaneye UKM
tarafından fakslanır. UKM, Türkiye genelinde organa uygun acil hasta olmadığına
karar verirse organ kullanılmak üzere İzmir
Bölge Koordinasyon Merkezi'ne bağlı hastanelere sunmak üzere İzmir BKM'ye verilir.
İzmir BKM'ye bağlı dokuz hastaneye, mevzuatta belirlenmiş sıralamaya göre hastane
sırasına göre sunum yapar.
Bölge Koordinasyon Merkezi
BKM; bölgesine bağlı bütün illerin organ ve
doku nakil hizmetleri ile ilgili koordinasyonu sağlar. Beyin ölümü ve organ bağışı
vakaları bildirildiğinde UKM tarafından
gerekli görülen hallerde vericiye ait doku
tiplemesinin yaptırılmasını sağlar ve sonucu UKM'ne bildirir. Organ ve doku naklinin
gerçekleşmesi ile ilgili verici adayı ve alıcı
ile ilgili yapılması gereken tıbbi, idari ve
hukuki işlemlerin yürütülmesini sağlar.
Organ ve doku alımı ekiplerinin, çıkarılan
organların ve nakil yapılacak hastaların
nakil merkezlerine ulaşımını organize eder.
Organ bağış kampanyaları düzenler. Sağlık
personeline ve halka eğitim verir. Bakanlık
tarafından organ ve doku nakli konusunda
düzenlenecek her tür eğitim ve kampanyalara bölgesinde iştirak edip destek verir.
2015 mart•nisan edaktüel 65
edaktüel haber
Doç. Dr Ünal Aydın:
"Avusturya'da organlar
devletin malı, bağış
yapılmasa da alınabiliyor.
Türkiye’de ise organlar
ölenin mirasçılarına ait"
Organ bağışında aile puan sistemi gibi bilmediğimiz, farklı uygulamalar da söz konusu. Örneğin ailenin bir üyesi normal bir
dönemde organ bağışı yaptıysa, ilerleyen
zamanlarda aynı aileden biri organ yetmezliğine maruz kaldığında iyi niyet puanı olarak
listenin üst sırasına ekleniyor. Bunun gibi
yeni gelişme ve süreçleri hakkında İzmir
Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi
Anabilim Dalı Başkanı Doçent Doktor Ünal
Aydın'dan bilgi aldık.
Farklı ülkelerde farklı sistemlerin olduğunu biliyoruz. Türkiye ile diğer ülke
uygulamalarını karşılaştırırsak nasıl bir
tablo ortaya çıkıyor?
Ülkelerin kanunlarına ve yönetmeliklerine
göre organ bağışının nasıl yapılacağı belirlenmiştir. Örneğin Avusturya'da ölen herkesin organları devletin kendi malı sayıldığı
için hiç organ bağışlanmadan organlar alınabilmektedir. Bizim ülkemizde ölen kişinin
cesedi mirasçılarının malı olduğu için kişinin ölümünden itibaren mirasçılarının ya da
birinci derece yakınlarının "ben organları
bağışlıyorum" demesiyle ancak bağış gerçekleşebiliyor. Biz organ bağışının önemini
sürekli anlatmaktayız. Bu anlamda Sağlık
Bakanlığı'nın kuruluşlarında ve Organ Nakli
Merkezleri'nin koordinatörleri vasıtasıyla
organ bağışı kartı doldurabilmekteyiz.
Ülkemiz kanunlarına göre ölen kişinin
organları mirasçılarının sahipliğinde olduğu
için ölümünden önce doldurulmuş olan
organ bağışı kartı tamamen sembolik bir
özellik taşıyor. Ölümünüzden önce organlarınızı bağışlasanız da, eğer aileniz kabul
etmez ise organ bağışı gerçekleşmemiş oluyor. Bu yüzden her sosyal çalışmamızda
organ bağışının öneminden bahsediyoruz.
Bundan daha önemlisi ailenize, akrabalarınıza organlarınızı bağışladığınızı deklare edin.
"Eğer ölürsem organlarımı bağışlayın" diye
vasiyet edin şeklinde ifade ediyoruz.
Ülkemizin kültürel alt yapısı göz önüne alındığında, genç kuşaktakiler organ bağışıyla
ilgili bilinçlenmede çok daha üst seviyeye
66 edaktüel mart•nisan 2015
gelmiş iken, söz konusu gençlerin ailelerinde bu bilinç yeterli değil. Dolayısıyla ailesi,
çocuğu organlarımı bağışlıyorum dediğinde
olayı çok dramatik algılıyor.
Organ bağışlama konusunda insanların
çekinceleri neler?
Konuyu bilmemeleri çekincelerinin büyük
bir kısmını oluşturuyor. "Biz kaza geçirirsek
ölmeden önce organlarımız alınır mı?" korkusu var. Asıl belirleyici, bilinçlenme süreci.
Büyük toplum hareketlerinde bilinçlenmenin kişilerin eğitimiyle değil, nesillerin eğitimiyle olabileceğini kabul etmek lazım. Bu
anlamda gençler arasında organ bağışı daha
yaygın. Organını bağışlamak isteyen kişilerin
organlarının ulaşacağı kişiler konusunda da
tereddütleri olabilir. Burada toplumsal barışın da sinyallerini görüyoruz. Bazen çok
inançlı bir insan "inançsız birine organlarım
giderse" gibi düşünebiliyor, bazen toplumdan dışlanmış olan bir grup "ben bugüne
kadar toplumdan dışlandım, organlarım
toplumun üst kısmından bir yere giderse"
diye yorumlarda bulunabiliyor.
Organ bağışı Avrupa standartlarına
göre hangi seviyede?
Avrupa standartlarının oldukça gerisindeyiz.
Çünkü Avrupa'ya göre toplumsal barışımız
oluşmamış durumda. Toplumsal barış,
demokrasi, tıbbi süreçlerdeki bilinçlenmemiz konularındaki geriliğimiz kadar organ
bağışında da geriyiz. İspanya'da bir milyon
kişilik bir şehirde yıllık bağışlanan organ
sayısı 35'lere kadar çıkarken, ülkemizde bir
milyon kişilik bir şehirde yıllık bağışlanan
organ sayısı 3'lerde.
Bağış bekleyen hastaların listeye girmesi ve listede bekleme süresi nedir?
Herhangi bir öncelik durumu var mı?
Öncelikle hastalığın tanınması ve tanımlanması esasından geçiyor. Hastalığın tanımlanması artık çok kolaylaştı. Hastalar artık çok
rahat bir şekilde listeye girebiliyorlar.
Türkiye'de hemen hemen her bölgede
organ nakil merkezleri kuruldu. Organ nakil
merkezleri tarafından ilk değerlendirilmesi
yapılan ve organ nakline ihtiyacı olduğu
konsey tarafından karar verilen olguların
hemen hepsi kolaylıkla organ bekleme listesine kaydediliyor. Türkiye'de organ bağışı
yetersiz olduğu için bekleme listesinde uzun
süre beklemek durumunda kalıyor hastalar.
1 yıldan fazla olabiliyor, 2 yıl bekleyenler
oluyor. Organ bağışıyla ilgili bilinçlenme
için insanların gönlüne, ruhuna girip bu işin
önemini anlatabilmemizin mecburiyeti var.
Çünkü bu orandaki organ bağışıyla biz bu
hastaları kurtaramıyoruz. Organ bekleme
listesinde öncelik tanınması, bir puantaj sistemine göre oluyor. Amerika ve Avrupa'daki
sistemlerin bir benzeri Türkiye'de de kullanılıyor. Özellikle karaciğer naklinde meld
sistemi dediğimiz bir puanlama sistemiyle
hastalar sıralanıyor. Dolayısıyla hastalık
derecesi en ağır olan o yapılanmada hemen
gözüküyor ve en öne çıkıyor. Hastalığı daha
hafif olan hastalar da listenin arkasına doğru
düşüyor. Otomatik ve hakkaniyetli bir sıralama söz konusu oluyor.
Ülkemizde organ bağışı konusunda bölgesel farklılıklar var mı?
Bölgeler arasında organ bağışlama oranında
farklar söz konusu. Tüm dünya coğrafyasındaki entellektüel seviye, bilinçlenme, toplumsal barış, toplumsal huzur gibi konular
bu farkları etkiliyor. Ege ve Akdeniz
Bölgesi'nde daha çok organ bağışı yapıldığını biliyoruz. İç Anadolu, Doğu Anadolu,
Güneydoğu Anadolu bölgelerinde daha az
organ bağışı var ama artık oralarda da yavaş
yavaş bilinçlenme artmaya başladı.
Organ bağışının önemini daha güçlü
olarak nasıl anlatabiliriz?
Organ bağışını arttırmak için cezbedici bir
takım girişimler yapılıyor. Bunlardan birincisi aile puanı; eğer ailenin bir üyesi herhangi
bir dönemde organ bağışı gerçekleştirildiyse
ilerleyen zamanlarda o aileden biri organ
yetmezliğine maruz kaldığında, aciliyet listesi de göz önünde bulundurularak iyi niyet
puanıyla üst sıraya geçebiliyor. O insanların
çıkan organlardan daha kolay faydalanması
için bu sistem getirildi. İkincisi; bir yakınımızın beyin ölümü söz konusu olduğunda,
başka bir yakınımızın organ nakline ihtiyacı
var, örneğin "karaciğeri ona verirsek bağışlarız" isteğine karşılık bir yönetmelik söz
konusu. Fakat resmiyete geçmedi henüz.
edaktüel spor
Adrenalin dorukta
RAFTİNG
• Paşa Tars •
Rafting, raft adı verilen botlarla, tepesi yüksek nehirlerde yapılan bir spor. Raftingde
asıl hedef içinde bulunduğunuz raftı devirmeden, kürekle yönlendirerek kayalar ve
engeller arasından geçirmek. 6 ile 8 kişilik
takımlar halinde yapılıyor ve başarılı olabilmenin yolu tek vücut gibi hareket eden bir
takım olabilmekten geçiyor. Bu sporda akarsular zorluk derecesine göre altı dereceye
ayrılmış.
Hangi parkurlar, hangi
seviyede?
Türkiye'nin her bölgesinde rafting için elverişli nehirler var. Özellikle Köprüçay,
Dalaman Çayı, Alara Çayı, Dim Çayı,
Çoruh Nehri, Melen Çayı, Eşen Çayı,
Manavgat Çayı, Zamantı Çayı, Fırtına
Deresi, Maçka, Tortum, Kelkit Çayı ve
Barhal Çayı bunların en bilinenleri.
Havaların ısınması yakındır. Peki bahardan
başlayarak yaz dönemi boyunca yapabileceğiniz bir nehir sporuna ne dersiniz?
Türkiye'de müstakil bir rafting federasyonu
yok. Rafting “Türkiye Gelişmekte Olan
Spor Branşları Federasyonu” bünyesinde.
Ancak rafting federasyonu kurulması için
kamuoyu oluşturma çalışmaları sürüyor.
Şimdi en ünlü parkurlara bir göz atalım...
Dalaman Çayı-Muğla:
Rafting Ege’nin soğuk sularında daha bir
eğlenceli. Muğla’nın Dalaman ilçesinde yer
alan Dalaman Çayı özellikle turistlerin gözdesi. Dirmil yakınlarındaki Kocaş Dağı’ndan
doğan, antik ismi İndos olan Dalaman Çayı
Marmaris ve Fethiye arasında yer alıyor.
Toplam uzunluğu 229 kilometre olan çay,
Batı Toroslar’ın Göktepe ve Yaylacık dağlarından inen kolların birleşmesiyle büyüyor,
dar ve derin bir vadi içinde akarak,
Ortaca’nın 8 kilometre güneyinden denize
dökülüyor. Dalaman Çayı’ndaki parkur 12
kilometre uzunluğunda. Bu parkur, 2.5-3
saatte tamamlanabiliyor. Hem profesyonel-
ler hem de amatörlere uygun; çünkü farklı
zorluk dereceleri var. Sezon ise mayıs ayında
başlayıp, ağustos sonuna kadar devam ediyor. Dalaman’da rafting yaparken seyredilmeye doyum olmayan manzaralar eşliğinde,
tarihi köprüler altından geçiliyor. Fethiye,
Marmaris ve Bodrum’a yakın olduğu için
turistlerin de uğrak noktası halinde.
Bekili Deresi-Denizli: Burada yılın her
ayı rafting yapılabiliyor. Toplam uzunluğu
9.5 kilometre olan parkur yaklaşık 2 saatte
kat ediliyor. Ancak zorluk derecesi yüksek
olduğu için amatör raftingcilere uygun değil.
Su debisi saniyede 25 metreküpten fazla
olduğu zaman rafting yapmak tehlikeli olabiliyor. Aynı nehir üzerinde Çal
Regülatöründen başlayıp Hançalar
Köprüsü’ne kadar uzanan 11 kilometrelik
ikinci bir parkur daha var. Burada zorluk
derecesi 1 ve daha çok amatörler ve turistler
bu parkurda rafting yapıyor.
Uluslararası Zorluk
Dereceleri
Derece 1: Küçük kolay geçişler
Derece 2: Kolay geçişler, düzenli
akış, küçük kayalar ve dalgalar
Derece 3: Zor, düzenli büyük dalgalar, kısıtlı görüş mesafesi, küçük
düşüşler, etüt edilmesi gerekli
Derece 4: Çok zor, büyük dalgalar,
anaforlu sular, uzun ve hırçın geçişler, tehlikeli kayalar, büyük düşüşler,
etüt edilmesi zorunlu
Derece 5: Aşırı zor, yüksek debi ve
akıntı, tehlikeli kayalar, dik yamaçlar, arka arkaya gelen düşüşler, ilerlemede sınırlı geçişler, genelde
imkânsız.
Derece 6: Hemen hemen geçilemeyecek kadar zor.
68 edaktüel mart•nisan 2015
tingciler geliyor. Özellikle İngiliz, İsrail,
Avusturya ve Çekoslovakya’dan gelenler var.
Düzce Melen Çayı: Sakarya’nın Kocaali
ilçesine bağlı Ortaköy beldesinin Melen
Köyü’nden geçen nehir, aynı zamanda
İstanbul’a yakın olması itibariyle Türkiye’nin
en popüler rafting parkuru. Yaklaşık bir ya
da bir buçuk saat içinde tamamlanabilen
parkurun zorluk derecesi 3 olarak sınıflandırılıyor. Sezon dışı mevsimlerde 2’ye düşebiliyor. Köy çok otantik olduğu için rafting
sonrası da keyifli vakit geçirebiliyorsunuz.
Manavgat Çayı: Batı Torosların doğu
yamaçlarından doğan, 90 kilometre uzunluğundaki Manavgat Çayı, ovaya girmeden
önce sert konglomera tabakalarının üzerinden geçip Manavgat şelalesini oluşturarak
Akdeniz’e dökülüyor.
Köprüçay - Manavgat: Her yıl Türkiye
Rafting Şampiyonası’nın da düzenlendiği
Antalya’nın Manavgat İlçesi’ne bağlı Taşağıl
Beldesi sınırlarında bulunan Köprüçay
Rafting Merkezi, Selge Antik Kenti’nin 11
kilometre aşağısında. Parkurun zorluk derecesi 1-2. Yani en az tehlikeli gruplar arasında.
Yaklaşık 12 kilometrelik parkur 1 saat sonra
Karabük Köprüsü’nde sona eriyor. İsteyen
buradan ormanlık araziye çıkıp, dağ safariye
katılabiliyor.
Alara - Manavgat: Antalya’ya bağlı olan
Köprülü beldesindeki dağların eteklerinden
şelale yaparak doğan Alara Çayı,
Manavgat’ın Boztepe köyü yakınlarından
denize dökülüyor. Bahar ayları bu bölgede
rafting için en uygun sezon. Alara Çayı’nın
zorluk seviyesi 3-4 arası.
Dim Çayı - Alanya: Alanya’nın 6 kilometre doğusunda yer alan Dim Çayı, raftin-
ge yeni başlayanlar için son derece ideal.
Dim Çayı’nda rafting alanı 5,5 kilometre.
Akarsuyun zorluk seviyesi 1-2. Rafting parkuru Akköprü’de başlayıp 5,5 kilometre
sonra sona eriyor. Dim Çayı Torosların
eteklerinden çıkarak 60 kilometre sonra
Akdeniz’e dökülüyor.
Çoruh Nehri - Bayburt: Rafting denince sadece Türkiye’de değil dünyada ilk 10
arasına giren Çoruh Nehri’nin 169 kilometrelik bir parkuru var. Bu parkur, 10 gün içinde çevresinde kamp yapılarak tamamlanabiliyor. Kaçkar Dağları’ndan inen Çoruh
Nehri’nde zorluk derecesine göre 4 parkur
var. Mayıs ve haziran ayları en çok ilgi gördüğü dönemler. Özellikle Bayburt/
Yusufeli/Oltu arasında kalan kesiminde
uluslararası yarışmalar düzenleniyor.
Çevresinde Kaçkar Dağı tırmanışları yapılan
nehrin bulunduğu bölgede çok sayıda tarihi
Gürcü kilisesi var. Daha çok profesyonel raf-
Manavgat Çayı’nda başlangıç yeri için suyun
debisi önemli. Suyun debisinin uygun olduğu aylarda İbradı yakınlarındaki Şahap
Köprüsü civarından rafting çıkışı yapılabiliyor. Zorluk derecesi yüksek olan Manavgat
Çayı, amatör gruplar için tehlikeli olabilir.
Bu nedenle profesyonel sporcularla birlikte
ve yöreden bir kılavuz alınarak yapılmalı.
Raftinge, Şahap Köprüsü ile Sevinç Köyü
arasındaki 19 kilometre boyunca yer yer iki
tarafı dik ve aşılması güç kanyonlar içinde
devam ediliyor. Üç kanyonun yer aldığı bu
parkurda, 3-4-5 zorluk derecesindeki çağlayanlar ve bazen de şelalelerden geçiliyor.
Çağlayanların uğultusu duyulduğunda
kesinlikle kıyıya yanaşarak uygun geçiş noktasını belirlemek gerek. Geçilemeyecek
durumlarda kano karadan taşınarak veya
sporcu kıyıya çıktıktan sonra nehirdeki
kanoya bağlanan bir ip yardımıyla kano
yönlendirilip tehlikeli kısım aşıldıktan sonra
parkura devam ediliyor.
Zamantı Çayı - Yahyalı: Kayseri’nin
Yahyalı ilçesi sınırları içinde, 21 kilometrelik
bölümü rafting için elverişli. Ancak 13 kilometrelik bölümü kullanılıyor. Zorluk derecelerine göre 8 parkurdan oluşuyor. Daha
çok profesyoneller tercih ediyor.
Değirmenocağı ve Yerköprü mevkileri en
zor parkur olarak biliniyor. Burada kar sularının erimesine bağlı olarak mayıs ve haziran
aylarının tamamında ve temmuzun ilk iki
haftasında rafting yapılabiliyor.
2015 mart•nisan edaktüel 69
edaktüel spor
Fırtına Vadisi, İkizdere: Rize Fırtına
Vadisi, 57 kilometre uzunluğunda ve 23
kilometrelik bir parkura sahip. Zorluk derecelerine göre 3’e ayrılıyor; mevsime göre
değişmekle birlikte 3,4 ve 5 seviyelerinde.
Bu anlamda hem profesyonel hem de amatör raftingciler için uygun. Burası mayıs ve
haziran aylarında daha çok rağbet görüyor.
Fırtına Vadisi, Dünya Doğayı Koruma Vakfı
WWF’nin seçtiği, korunması gereken yerlerden biri aynı zamanda. Vadiden bölgenin
turizm merkezi sayılan Ayder Yaylası’na ulaşılabiliyor. Çat Yaylası ve tarihi Zil Kale de
bu bölgede yer alıyor.
Barhal: Artvin’de bulunan Barhal Çayı, 18
kilometre uzunluğa sahip. Zorluk derecelerine göre 4 parkuru var. Mayıs, haziran ve
temmuz en çok rağbet gören aylar. Barhal
Çayı’nın bulunduğu yer, bölgenin turizm
alanlarından biri aynı zamanda. Çayın çevresinde tarihi Gürcü kiliseleri ve kaleleri var.
Parkur ortalama iki saatte tamamlanıyor.
Rafting tehlikeli midir?
Peki, rafting tehlikeli midir? Uzun yıllardır
rafting yapan ve bu konuda ders veren Ali
Karaca, kolay bir parkur olarak gördüğü için
ilk etapta Dalaman Çayı’nı öneriyor:
“Dalaman Çayı daha önce hiç rafting yapmamış kişiler için bile gayet güvenli ve
eğlenceli bir parkurdur. Zorluk dereceleri 4
üzerinden 1 ve 2'dir. Ayrıca tüm katılımcılarımız suda batmayan özel yapım yelekler ve
koruyucu kask kullanır. Bu güven verici
ortama rağmen biz yine de profesyonellik
gereği tedbiri elden bırakmıyoruz. Her botta
profesyonel eğitim almış rehber bulunduruyoruz. Bununla birlikte tüm katılımcılarımız
sigortalı.”
Peki, kimler rafting yapamaz? Karaca, şöyle
açıklıyor: “Kalp rahatsızlığı olanlar, astım
hastaları, yüzme bilmeyenler, hamileler, kol
ve bacaklarında platin bulunanlar ve 7 yaş
altı çocuklar.”
Kıyafet seçimi önemli
Rafting aktivitesi yaparken mümkün olduğunca rahat kıyafetler giyilmesinde fayda
var. Karaca, “Kimi misafirlerimiz şort ve
tişört ile kimi misafirlerimiz bikini veya
mayo ile katılıyor” derken, suda batmayan
özel yelekler giydirildiğini de sözlerine ekliyor: “Raftingden sonra giyebilmek için
yedek kıyafet getirilmesini de tavsiye ediyo70 edaktüel mart•nisan 2015
Dalaman Parkur Tur
Programı;
ruz. Ayakkabı olarak da, suda bozulmayacak
bir spor ayakkabı veya ayağınızdan kolay
çıkmayacak bir sandalet giyebilirsiniz.
Dilerseniz özel deniz ayakkabılarından satın
alabilirsiniz. Bir de güneş gözlüğü, kol saati,
kolye gibi gibi aktivite esnasında düşüp kaybolabilecek eşyalar getirmemeniz tavsiye
edilir.”
Fotoğraf ya da video
İşin hatıra kısmı es geçilmemiş. Tüm gün
boyunca rafting ya da kanyon turu yaparken, köprü üzerinde, yüzme molalarında,
adrenalin bölgelerinde sürekli profesyonel
fotoğrafçılar tarafından fotoğrafınız ve videonuz çekiliyor. Aktivite bitiminde gidilen
açık alandaki mekânda tur esnasında çekilen videonun özel animasyon ve müziklerle
renklendirilmiş hali dev ekran televizyonlarda yayınlanıyor. Dileyen bu videoyu satın
alabiliyor.
09:00 Dalaman yol kavşağında
buluşma, araç değişimi
09:45 Gürlek Köyü'ne varış
09:50 Köy Kahvaltısı, Rafting hakkında brifing, sigorta kağıtlarının
imzalanması, Malzeme dağıtımı
10:45 Rafting alanına hareket
11:30 Rafting alanına varış, Bot
dağılımı, güvenlik brifingi
12:00 Rafting start
14:30 - 14:45 Rafting bitiş
15:00 Gürlek Köyü'ne varış, Öğle
yemeği, fotoğraf ve video görüntülerinin izlenmesi
16:00 Buluşma noktasına hareket
17:00 Dalaman yol kavşağına varış
Fiyat : 100 TL
Dahil Olanlar: Ferdi kaza sigortası,
Transfer, Sabah Kahvaltısı, Öğle
Yemeği, Rafting Malzemeleri,
Rahberlik
Hariç Olanlar: Fotoğraf ve Video
Çekimi
edaktüel söyleşi
Koçak Farma 'biyoteknoloji'de ilerliyor
1971 yılında İstanbul’da kurulmuş olan ve geçen 43 yıllık
sürede 300’ü aşan ürün yelpazesi ve teknoloji üreten Ar-Ge
merkezi ile Türkiye’nin en
büyük öncü kuruluşlarından
biri konumuna gelen Koçak
Farma Yönetim Kurulu Başkanı
Dr. Hakan Koçak ile ilaç sanayiinde biyoteknoloji üzerine
kısa bir söyleşi yaptık
Koçak Farma'nın Ar-Ge yapılanmanız ve çalışmalarınız
hakkında bilgi verir misiniz?
İlaç sektörünün geleceğini oluşturan biyoteknoloji dünyada
çok yeni. Biyoteknolojik ilaç
üretimi güçlü Ar-Ge desteği,
yüksek bilgi ve teknoloji, özel
altyapı donanımlı tesisi gerektiren zor ve masraflı bir süreç.
Biyoteknolojik ilaç üretimi ile
ilgili yatırımlarınız neler?
Türkiye’de ilk biyoteknolojik
ilaç olan “OKSAPAR” firmamız
tarafından üretildi. Keza
Türkiye’de ilk biyoteknolojik
ilaç üretim tesisinin temeli bu
yıl firmamız tarafından atıldı.
Koçak Farma biyoteknolojik
ilaç üretimi konusunda sektörde
İlaç sektöründeki teknolojik
gelişmeleri öğrenebilir miyiz?
İlaç sektöründe teknoloji çok
hızlı gelişiyor. Geleceğin ilaçları
hücre ve gen tedavisine yönelik,
biyoteknoloji ürünü, akıllı
“Öncelikli Yatırım Teşviki”
almıştır. Alınan 416 milyon
TL'lik bu teşvik ile birlikte yatırım teşviki toplamı 1,1 milyar
TL’ye ulaşmıştır. Bu yatırım,
ülkemizin ekonomisine ve ilaç
sektörünün geleceğine olan
güvenimizin tezahürüdür.
Biyoteknoloji konusunda öncü
nitelikteki bu yatırım, ülkemizde
biyoteknoloji kültür ve deneyiminin oluşmasına katkı sağlayacak ve yeni yatırımları teşvik
edecektir.
Kurumsal teknoloji yarışmalarına katıldınız mı, aldığınız
ödül var mı?
Dr. Hakan Koçak
moleküller olacaktır. “İlaç üretiminde Biyoteknoloji” günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde en çok yatırım yapılan
bilimsel araştırmaların ön sıralarında yer almakta ve hızla gelişmektedir. Biyoteknoloji ürünleri
yenilikçi yapıları ve tedavi etkinlikleri nedeniyle pazar payını
gittikçe artırmaktadır.
Türkiye’nin ilaç sektöründe
küresel rekabetde etkin bir
oyuncu olabilmesi için sanayimizin teknolojik yönden yapısal
bir değişikliği başarması gerekiyor. Ülkemiz ilaçta büyük oranda ithalata bağımlı. Türkiye’nin
katma değeri yüksek teknolojik
ilaç üreten yapısal değişikliği
gerçekleştirmesi ve küresel rekabet yapabilen Bölgesel ilaç
Ar-Ge ve üretim merkezi olarak
konumlanması gerekir.
72 edaktüel mart•nisan 2015
"Ülkemiz ilaçta büyük oranda ithalata bağımlı.
Türkiye’nin katma değeri yüksek teknolojik ilaç
üreten yapısal değişikliği gerçekleştirmesi ve
küresel rekabet yapabilen Bölgesel ilaç Ar-Ge ve
üretim merkezi olarak konumlanması gerekir. "
Ar-Ge çalışmalarımızı
Çerkezköy Organize Sanayi
Bölgesi’ndeki tesislerimizde sürdürüyoruz. Ar-Ge merkezimizde 70 civarında uzman ve bilim
insanı rekombinant DNA teknolojisi (klonlama) yöntemiyle
Analog İnsülinler, Monoklonal
Antikorlar (MAB), Bakteriyal ve
Viral Aşılarla ilgili araştırmaları
yürütüyor. Üniversiteler ve
Yabancı araştırma merkezleri ile
bilimsel ve teknolojik işbirliği
içinde yürüttüğümüz bu çalışmalar biyoteknoloji konusundaki global gelişmeleri yakinen
izlememize olanak sağlıyor.
öncü konumdadır. Günümüzde
biyoteknolojik ilaçlar tedavi
üstünlüğü nedeniyle Pazar payını hızla artırmaktadır. Dünya
biyoteknolojik ilaç pazarı 2012
yılında 170 milyar USD değere
ve toplam ilaç pazarının yüzde
18’ine ulaşmıştır. İlaç sektörünün geleceğini oluşturan katma
değeri ve ihracat olanakları yüksek biyoteknolojik ilaca
Türkiye’nin kayıtsız kalması
düşünülemez.
Şirketimiz bu düşüncelerle
Çerkezköy OSB’de 684,9
Milyon TL'lik bir sabit yatırım
için Ekonomi Bakanlığı’ndan
Kuruluşumuz oluşturduğu
“Onkoloji İlaçları ve Ham
Maddelerinin Yerli Üretimi
Projesi” dünyada ilk kez yaklaşık
68 onkoloji ilacının tek çatı
altında üretimini gerçekleştirip
ilaçta dışa bağımlılığı azaltmış,
Avrupa Birliği ülkeleri dahil
40’dan fazla ülkeye ihraç ederek
ulusal ekonomimize katkı sağlamıştır. TÜBİTAK- TTGVTÜSİAD tarafından düzenlenen “9.Teknoloji Ödülleri” yarışmasında Büyük Ölçekli şirket
“Ürün” kategorisinde “finale
kalan” bu proje, 2011 yılı “Altın
Havan” yarışmasında “Yılın
Sanayi Ürünü” ödülünü almıştır.
Halkımızın İnsülin ihtiyacının
tamamı ithalatla karşılandığından “Diyabet Tedavisinde
Kullanılan Biyobenzer ürün
yeni ürünler
Wee
İnsülin’in Etken Madde ve Bitmiş
Ürün Olarak Üretimi Projesi” gerçekleştirilmiştir. Bu proje Diyabet
Tedavisinde hayati önemi haiz
Analog İnsülinler GLARJIN ve
LISPRO’nun Ar-Ge bazında
rekombinant DNA teknolojisi ile
üretimine ilişkindir. Anılan proje
şirketimize, 2013 yılında 3.kez
“Altın Havan Yılın Ürünü” ödülünü
kazandırmıştır. Proje, “TÜBİTAKTTGV-TÜSİAD 12.Teknoloji
Ödülleri” yarışmasında da Büyük
ölçekli firma “Ürün” kategorisinde
finale kalmıştır.
Biyoteknolojinin sağlık sektörünün
geleceğini oluşturması, çalışmanın
ticarileşme potansiyeli, ulusal ve
kurumsal rekabet gücümüze, yenilikçi Ar-Ge ve teknolojimize ve ekonomimize sağlayacağı katma değer,
iç ve dış pazar olanakları değerlendirilerek “Akıllı Molekül Biyobenzer
Ürün Rituximab’ın Etken Madde
ve Bitmiş Ürün Olarak Üretimi
Projesi” başlatılmıştır. TÜBİTAK
TEYDEB tarafından da desteklenen bu proje şirketimize 4.kez Altın
Havan ödülünü kazandırmıştır.
İlaç sektöründe yerinizi nerede
görüyorsunuz?
Koçak Farma inovatif Ar-Ge çalışmaları, ileri teknoloji donanımlı
üretim tesisleri, bilgi birikimi ve
yenilikçi ürünleri ile dünya standart
ve kalitesinde ilaç üretimi yapan
öncü bir kuruluş. ISO’nun ilk 500
büyük sanayi kuruluşu arasında yer
alan şirketimizin; üretim, ihracat,
istihdam ve ciro verileri Türkiye
İlaç Sanayindeki öneminin göstergesi. Biz, yüksek katma değerli inovatif ürünler üretmek, halk sağlığını
ilgilendiren stratejik önemi haiz
ilaçta ithalata bağımlılığı ortadan
kaldırmak, ihracatla sektörel dış
ticaretin ekonomik büyümeye etkisini negatiften pozitife çevirmek ve
ülkemizin vizyon 2023 stratejik
planı çerçevesinde bölgesel Ar-Ge
ve teknolojik ilaç üretim merkezi
olma hedefine kilitlendik ve bu
yolda ilerliyoruz.
Geniş Ağızlı Cam Biberonlar
Isıya Dayanıklı Geniş Ağızlı
Cam Biberon Özel olarak saf
borosilikat camdan
üretilmiştir. Ağır metal ve
BPA maddesi içermez.
Yüksek ısıya ve ani ısı
değişiminden kaynaklanan
şok durumuna dayanıklıdır.
Güvenle ısıtılabilir ve
buzdolabında saklanabilir.
Hafif tasarımı sayesinde
120 ml 16,50 TL 180 ml
kolayca taşınabilir.
17,75 TL
250 ml
19 TL
Wee Mini Cam
8 TL
6,50 TL
Alıştırma Bardağı Seti 30 ml
Soda kireç camından üretilmiş ve
tamamen doğal içeriklidir. Bardak
başlığı ve biberon başlığı ile iki
fonksiyonlu kullanılabilir. Gıdayla
temasında hiçbir sakınca yoktur.
Yenidoğan 0-6 ay beslenmesinde
kullanılmak üzere mini boyda
tasarlanmıştır. Kaynatılıp sterilize
edilebilir.
Wee Mini Cam
Alıştırma Bardağı 30 ml
Soda kireç camından üretilmiş ve tamamen
doğal içeriklidir. Gıdayla temasında hiçbir
sakınca yoktur. Yenidoğan 0-6 ay
beslenmesinde kullanılmak üzere mini boyda
tasarlanmıştır. Kaynatılıp sterilize edilebilir.
4,50 TL
24,15 TL
Similac1 360 gr
Doğumdan itibaren 0-6 aylık bebeklerin
beslenmesi için formüle edilmiş, bebek
sütüdür. Anne sütü yetersizliği veya
eksikliği durumunda, Similac 1 bebeğin
eksiksiz beslenmesine yardımcı olur.
Wee Ateş Düşürücü Bant
Bölgesel soğutma etkisi ile ateşi
düşürmeye yardımcı olur.
Hidrojel içeriğinde doğal bileşen
Frescolat ML kristalleri vardır,
ilaçlarla birlikte kullanılabilir.
Ayrıca, baş ağrısı,diş ağrısı ve
kas ağrılarının giderilmesinde de
yardımcı olarak kullanılabilir.
2015 mart•nisan edaktüel 73
edaktüel hobi
Blog yazarlığına
nasıl başlanır?
Hem kendi kişisel bloğu olan
hem de çok yazarlı bir
düşünce platformuna
dönüştürdüğü “Beyn.org”da
yazan Barış Ünver ile “blog
yazarlığı” üzerine konuştuk.
Ona göre bu işte başarıya
ulaşmanın iki altın kuralı var:
Kaliteli içerik ve tanıtım
yeteneği.
Bir blog açmak ve o bloğun da internet dünyasında kalıcı olmasını istiyorsunuz. Hatta
bir adım ileri gidip, para da kazanmayı düşünüyorsunuz. Ancak blog dünyası sandığınız
kadar kolay bir mecra değil. Yazan ve üreten
çok; aradan sıyrılmak da belli koşulları sağlamayı gerektiriyor.
2008 yılında Blog Ödülleri'nde En İyi
Kişisel Blog ödülünü aldıktan sonra
"blogosfer"de tanınır hale gelen Barış
Ünver’e, blog yazarlığına dair aklımıza takılanları sorduk.
Blog yazarlığına nereden ve nasıl
başlamak gerekir?
Ücretsiz bir blog servisine kayıt olmak,
güzel bir başlangıçtır. Daha sonra dilerseniz
kendi adresinize geçebilirsiniz.
Ben WordPress.com üzerinden başlamıştım,
web tasarıma da ilgi duyduğum için birkaç
ay içerisinde çok az harcama yapıp Beyn.org
adresinde kendi bloğumu kurdum. Web
tasarıma ilgi duymayanlar da elbette kendi
adreslerinden yayın yapabilirler, blog servisleri bu seçeneği de ücretli olarak sunuyor.
Blog yazarı olmak isteyen kişi öncelikle neyi sorgulamalı? İyi yazı yazıpyazamadığı önemli ama o blog nasıl
okunur hale gelecek?
Şimdi düşününce aklıma üç özellik geliyor,
74 edaktüel mart•nisan 2015
önem sırasına göre yazayım: Kendini ifade
etme becerisi, bol bol okuma alışkanlığı ve
dil bilgisi konusunda yetkinlik.
Bunların dışında elbette kendi okur kitlenizi
oluşturmanız için, içeriğinizi nasıl ve nerelerde paylaşmanız gerektiğini bilmelisiniz.
Sosyal medyadaki etkinliğiniz bu konuda
yine önemli bir etmendir ancak yeni başlayanlar için şart değildir. Hatta yeni başlayanların okur kaygısı olmadan yazarak kendini
geliştirmesi bana daha doğru geliyor. Bu
arada "SEO" kelimesine çok prim vermeyin.
SEO, Arama Motoru Optimizasyonu
demek. Arama motorlarında sitelerin veya sayfaların üst sıralara çıkarılmasına yönelik yapılan çalışmaları
kapsıyor. Neden buna karşı durmak
gerekir?
Yani ne olduğunu bilin ama arama motoru
optimizasyonu yapmak adına, abuk subuk
yazılar yazmaya başlamayın. Bu kadar sert
bir cümle kurmamın sebebi şu: Yeni blog
yazarlarının en çok düştüğü hata, arama
motorlarından gelen ziyaretçi sayısına bakıp
daha fazla kişi gelsin diye arama motorlarına
uygun ama içi boş içerik üretip durmaktır.
Arama motorlarından gelen ziyaretçi geçicidir, kalıcı olan yazılarınızı beğenip sizi takip
edecek olan okurlarınızdır. Ziyaretçi sayısı
değil, sizi takip eden okurlarınızın sayısıdır
önemli olan.
Blog yazarı
Barış Ünver
Son yıllarda çok fazla blog var.
Bunların arasından sıyrılmak nasıl
mümkün olabilir?
Kaliteli içerik üreterek. İstanbul'da Bağdat
Caddesi üstündeki onlarca kafeden bir tanesi diğerlerinden daha çok müşteri çekiyorsa
veya Ankara'nın ara sokaklarında salaş bir
esnaf lokantası, adını elit iş adamları arasında duyurabiliyorsa, bunun sebebi onların
ortaya koydukları ürünlerin kaliteleridir.
Ama elbette tanıtım konusundaki yeteneğiniz de, kaliteli içeriğinizi insanlara ulaştırmak
adına önemlidir.
Türkiye'de blog yazarlığına baktığımızda nasıl bir eğri var? Hangi türde
bloglar yükselişte?
Maalesef Türkiye'de tür ayırt etmeksizin
bütün bloglar düşüşte. Bence bunun en
büyük sebebi, yukarıda bahsettiğim, arama
motorlarından ziyaretçi çekmek adına bütünüyle kalitesiz içerik üretmeye odaklanan
eczanede alışveriş
PEDİDERM
blogların bunaltıcı çokluğu. Bir sektörün geneline
bakınca çoğunluk kötü ve kalitesiz ise, kaliteliler aradan sıyrılabilse bile sektör genel olarak düşüşe geçer.
Türkiye "blogosferinde" de durum böyle, maalesef.
Ama kalite yükseldikçe, kaliteli yazarların sayısı arttıkça, bu durumun da tersine döneceğini ve blogların yükselişe geçeceğini biliyorum.
Kendi hikâyenizden söz eder misiniz? Nasıl
blog yazmaya başladınız?
İnternette düzenli olarak girip sohbet ettiğim forumlardan birinde tanıştım "blog" kavramıyla. Oradan
dolduruşa gelip WordPress.com üzerinde açtığım
kişisel bloğumu, birkaç ay içerisinde Beyn.org adresine taşıdım ve çok uzun bir süre kişisel bir blog olarak orada yazdım.
2008 yılında Blog Ödülleri'nde “En İyi Kişisel Blog”
ödülünü aldıktan sonra "blogosfer"de tanınmaya
başladım. Ama ülke çapında tanınmamı sağlayan şey,
sağ olsun, dönemin başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın 2010 yılında şahsıma (hapis istemiyle)
açtırdığı dava oldu. Yazdığım yazı, 2010 yılındaki
referandum hakkında bir siyasi yazıydı; Erdoğan'ın
dava açmasına sebep olan, kendi şahsına "hakaret"
olduğunu iddia ettiği söz ise aslında kendi sözünün
bire bir aynısıydı. 2011 yılının başında, ilk duruşmamdan önce pek çok gazete ve haber sitesinde
haberlerim yayınlandı, ismim duyuldu. 2011 yılında
iki, 2012 yılında da bir duruşmaya girip beraat ettim.
2015 yılı ocak ayı itibarıyla dosya hala Yargıtay'da.
Bunun haricinde 2014 yılının mart ayında da bir
yazım (Berkin Elvan'ın cenazesinin akşamında çıkan
olaylarda öldürülen, Burakcan Karamanoğlu hakkında bir araştırma yazısı) bir gün içerisinde çeyrek milyondan fazla kişi tarafından okunarak, bir daha ulaşacağımı zannetmediğim bir rekora imza atmış oldu.
Beyn, kişisel bir blog değil. Bunu nasıl
tanımlamak gerek?
2013 yılının haziran ayı itibarıyla, Beyn'i kişisel bir
blogdan çok yazarlı bir "düşünce platformu"na
dönüştürdüm; kişisel yazılarımı da BarisUnver.com
adresine taşıdım. Beyn'de siyasi olmayan pek çok
yazı olsa da, Erdoğan'ın açtırıp kaybettiği dava sayesinde, Beyn şu anda siyasi bir platform olarak tanınıyor ve anılıyor. Yine de Beyn, her konudan her yazara açık bir platform, hatta yakın zamanda üyelikleri
herkese açıp daha otonom bir yapıya kavuşturmayı
düşünüyorum.
Barış Ünver
http://beyn.org/
http://twitter.com/barisunver
http://fb.com/beyn.org
PİŞİK SPREYİ
39,50 TL
Pişik oluşumunu önler. Dünyanın en
ince yapılı çinko oksit spreyi, çinko
oksitin tüm faydalarını sunarak, bariyer
etki (koruma kalkanı) ile bebek derisini
dışkı ve idrar temasından korur; yara,
kaşıntı ve kızarıklık oluşumunu önler.
GOT2B
HACİM VEREN PUDRA
14,90 TL
Devrim niteliğindeki hafif formül
saç köklerinde maksimum hacim
elde etmek için saçın her bir
tutamına etki eder. Bir miktar
pudrayı avucunuza dökün ve
ellerinizi ovalayın. Pudranın
kaybolduğunu ama hala ellerinizde
hissettiğinizi göreceksiniz.
REVİTALİFT LAZER X3
YOĞUN YAŞLANMA KARŞITI BAKIM
47,50 TL
Bir hafta içerisinde kırışıklıklar azalıyor ve 4
haftada cilt, gözle görülür ölçüde dolgun
hale geliyor. Güçlü emülsiyon ve ultra
pürüzsüz cilt yüzeyi için yaşlanma karşıtı
bakım kremini keşfedin.
NEOSTRATA
90 TL
KREM
İleri düzeyde cildinde kuruluk ve
kabuklanma şikayeti (iktiyozis) olanlar için
günlük bakım ürünü. İçeriğinde cilt yenileyici
AHA - PHA kompleksi yer alır. Yenilenmiş
formülü %10 yerine %20 AHA - PHA
kompleksi içerir. Cilde nem kazandırır,
kabuklanmayı engeller.
SKİN MEDİCA TNS
GÖZ KREMİ
169 TL
İnce çizgilerin ve kırışıklıkların görünümünü
azaltmaya yardımcı olur. Göz çevresindeki
cilde parlak,pürüzsüz ve canlı görünüm
kazandırır.Gözaltı şişliklerinin ve
morluklarının giderilmesine yardımcı olur.
2015 mart•nisan edaktüel 75
edaktüel lezzet
Hint mutfağını denediniz mi?
Hint mutfağını bir türlü sevemedim diyenler kadar
“Öff! Ne lezzet ama…” diyenler de var.
Şimdi size Hint mutfağının özelliklerinden bir demet
sunalım. İster beğenin ister beğenmeyin, değişik tatları
denemek her zaman iyidir.
Hindistan büyük bir ülke, mutfağı da bu
büyük ülkeye yakışır çeşitlilikte ve her bölgenin kendine has mutfağı var. Aslında
baharat ve sos kullanımlarındaki farkları
ortadan kaldırsak bizim mutfağımıza benzer
tatlar Hint mutfağında da var.
Ülkenin kuzey bölgelerinde daha çok et kullanılırken, güneye gidildiğinde yemekler
Samosa
76 edaktüel mart•nisan 2015
sebze ağırlıklı bir vejetaryen mutfağına
dönüyor. Kuzeyde bol baharat, az acı formülü ile birlikte tahıl ürünleri ve ekmek fazla
tüketilirken, pirinç daha az kullanılıyor.
Güney bölgesinin lezzetlerinde ise acı bol ve
pirinç sofraların baş tacı... Güney mutfağının
önemli bir özelliği de bazı yemeklerin mutlaka elle yenmesidir.
Luvki Channa Dhal
Kutsal dana yerine tavuk ya da balık
Hint mutfağında dana eti yok. Tavuk veya
deniz ürünleri kullanılıyor. En ünlü ve
hemen hemen her et yemeği ile birlikte kullanılan Köri Sos Hint mutfağına özel bir
ürün. Bizim bildiğimiz köri soslardan değişik. İçine 15’e varan baharat çeşidi konulabiliyor. Soğan, domates, yoğurt, Hindistan
cevizi sütü ile birlikte tavuk ya da deniz
ürünü eti karışımın yoğunlaşmasını sağlıyor.
Genellikle çok acı olan Köri sosların acılığını azaltmak için yemekle birlikte tatlı
yoğurtlar ve meyveler kullanılıyor. Yani acıyı
azaltmıyor damağınızın en kuytu köşelerinde bile hissediyorsunuz ama dayanamadığınızda da yoğurt ve meyve kullanarak hafifletiyorsunuz. Acılı yemeklerin yanında sunu-
Paratha
Çapati ekmeği
lan garnilerin içinde de çoğunlukla ananas,
kuru üzüm gibi tatlı meyveler kullanılıyor.
Acı ve tatlı bir arada dayan dayanabilirsen…
Hint mutfağında pilav da Basmati adlı tatlımsı bir pirinçten yapılıyor. Unlu mamuller
ise “Roti” olarak adlandırılıyor. Örneğin
Çapati kepekli un ile tavada yağsız olarak
kızartılan bir ekmek. Çapatiyi sıcak sıcak
tereyağına veya dana kaymağına batırırsanız
adı “Pratha”, kızgın yağda kızartırsanız adı
“Puri” oluyor. Kachori, Çapatinin içine sebze
karışımları doldurulup kızartılan çeşidi.
Size Hint mutfağından mönü örnekleri
sayarak yazıyı tamamlayalım.
Sebzeli/Tavuklu/Balıklı Köri: Bu üç
çeşit köri yemeğinde temelde “ghee” denilen
bir tür tereyağı, fıstık yağı veya ayçiçek yağı
kullanılır. Genellikle pirinç pilavı (biryani)
ile servis edilir.
Dhal: Bir tür mercimek yemeği. Yanında
mutlaka sebze yemeği bulunur. En basit
Hint öğünü; dhal, pirinç pilavı ve çapatiden
oluşur.
Tandoori Set: Piliç, balık veya sebze tandırda yavaş yavaş pişirilir ve yemeklere birkaç çeşit baharat ve yoğurt eşlik eder.
Biryani Pilavı: Sarı-turuncu renkli bu
pilavın rengi safran denilen baharattan veya
daha ucuz olan zerdeçaldan gelir. Biryani
pilavının üzerine yer fıstığı, kuru üzüm ve
antep fıstığı gibi kuruyemişler de serpilir.
Samosa: Hamurun içine bol acılı patates
ağırlıklı sebzenin koyularak yağda kızartılması ile hazırlanır.
Chana: Acılı nohut yemeği... Üzerinde
baharatlarla ve puri ile birlikte servis edilir.
Tekrarlamakta yarar var, bir Hint restoranının önünden geçtiğinizde mutlaka içeri
girin. Etrafa yayılan koku sizi etkileyebilir…
Mutlaka bu lezzetleri deneyin.
Vejetaryen Chana Masala (4 kişilik)
Hızlı ve kolay yapılabilen bu nohut yemeği,
pilav üstü olarak servis edilir. Yemeği hakkını
vererek yapabilmeniz için malzemenin tamamını öncelikle hazırlayın. Gerisi çok kolay…
Malzemeler:
1 yemek kaşığı zeytinyağı,
1 ½ çay kaşığı kimyon tohumu,
1 baş soğan, doğranmış,
1 yemek kaşığı kıyılmış taze sarımsak,
1 yemek kaşığı kıyılmış taze zencefil,
1 yeşil biber,
1 ½ çay kaşığı öğütülmüş kişniş,
½ çay kaşığı zerdeçal,
¾ çay kaşığı ince taneli deniz tuzu,
¼ çay kaşığı kırmızı biber,
4 bütün soyulmuş iri domates,
3 su bardağı haşlanmış nohut,
1 su bardağı çiğ pirinç.
Yapılışı:
Pirinci hazırlayın: Büyük bir tencerede pirinci
suyunu çektirerek 30 dakika kadar kaynatın.
Suyu çektirdikten sonra 10 dakika tencerenin
kapağını kapatarak pirincin buharda demlenmesini sağlayın.
Chana masala’yı hazırlayın: Geniş bir sos kabında yağı kızdırın, kimyon tohumlarını yağda altın
sarısı oluncaya kadar çevirin. Orta ısıda soğan,
sarımsak, zencefil ve biberi ekleyerek 5 dakika
karıştırarak pişirin. Daha sonra kişniş, zerdeçal,
tuz ve kırmızı biberi de ekleyerek iki dakika
daha pişirin. Bütün soyulmuş domatesleri tencereye koyun ve bir tahta kaşık ile ezerek karıştırın. Isıyı biraz yükseltin ve haşlanmış nohutlarınızı ekleyerek 10 -15 dakika pişirin. Bu mükemmel lezzeti hazırladığınız pilav üstünde servis
edebilirsiniz.
Yemekten sonra, sıra tatlıda...
Hint mutfağında sütlü tatlılar oldukça
ünlüdür. Hemen her yemeğin sonunda
helva ya da sütlü tatlı mutlaka yenir.
Sütlü tatlılar temelinde manda sütünün
içine herhangi bir katkı maddesi eklemeden uzun süre kaynatılıp elde kalan tortusunun kullanılmasından elde edilir. Elde
kalan bu tortunun yani süt özünün toplar
halinde gülsuyu şerbetine batırılması ve
kaymakla süslenmesinden Rasagulla elde
edilir. Dondurmaya Kulfi adını verirler.
Bildiğimiz lokma tatlısını gülsuyu ile
yaparlar ve adı Gulab jamun’dur. Havuç
rendesiyle yaptıkları helvalar arasında en
ünlüsü Karachi ve Gajar helvadır. Chhenna poda dedikleri bir tür peynir tatlısı yaparlar. Chenna poda; peyniri şeker,
kajun fıstık ve kuru üzümle uzun süre pişirerek elde edilir.
2015 mart•nisan edaktüel 77
edaktüel haber
Dijital çevreci projemize İZKA’dan destek!
EDAK, 35. yılı nedeniyle başlattığı
değişim ve yenilenme hareketine, dijital alanda da
devam ediyor. Buna
göre; İzmir Kalkınma
Ajansı (İZKA)’nın
Bilgi İletişim
Teknolojileri Mali
Destek Programına
başvuran EDAK,
“E-Dönüşüm ve
İzlenebilirlik Projesi”
ile İZKA’dan fon
almaya hak kazandı.
Proje kapsamında EDAK’ın
günde 22 bin fatura kesilen
günlük iş hacmi ile tükettiği
yüksek miktardaki kağıt tüketimine de son verilecek. Ayrıca,
4260 eczacı ortağı ile arasındaki
dijital entegrasyonunda sağlanacağı proje ile eczacıların ilaç ve
ilaç dışı sağlık ürünleri tedariğinde ihtiyaç duyulan tüm
adımlara ve kayıtlara birbirine
bağlı ve kesintisiz olarak elektronik ortamda erişim sağlanacak.
384 bin TL’lik
proje
İZKA’nın İzmir Alsancak’taki
merkezinde düzenlenen imza
töreninde; “İzmir’in bilgi toplumuna dönüşüm sürecinin hızlandırılmasında, bu süreci destekleyecek uygulamaları yaygınlaştırmayı ve işletmelerin belirlenen öncelikli alanlarda kaliteli
bilgi iletişim teknolojileri üretmelerini sağlamayı amaçladıklarını kaydeden İZKA Genel
Sekreteri Murat Yılmazçoban,
78 edaktüel mart•nisan 2015
(soldan sağa)
İZKA İzleme ve Değerlendirme Birimi Uzmanı Ekrem Alp, EDAK Bilgi Sistemleri Yönetmeni Emine
Türkçü, EDAK Genel Müdürü Rüstem Karakaya, İZKA Genel Sekreteri Murat Yılmazçoban, EDAK
Yönetim Kurulu Başkanı Emre Bacanak, EDAK Bilgi Sistemleri Müdürü Mustafa Kılıç.
son yıllarda gelişen bilgi ve bilgi
iletişimi teknolojilerine uyum
sağlamanın dünyadaki tüm işletmeler ve kuruluşlar için vazgeçilmez hale geldiğini söyledi. 384
bin TL'lik projenin yüzde
75'inin İZKA tarafından karşılanacağının bilgisini veren
Yılmazçoban, projenin teknolojik ve çevreci bir proje olarak ön
plana çıktığını ve İZKA olarak
kent ekonomisine olan desteklerinin devam edeceğini sözlerine
ekledi.
Sektörde Bir İlk
Hayata geçirilecek projenin sektörde bir ilk olduğuna dikkat
çeken EDAK Yönetim Kurulu
Başkanı Emre Bacanak ise,
“Elektronik kayıt ve takip sistemine geçilmesiyle birlikte, bu
işlemler sırasında ortaya çıkan
yüksek miktardaki kağıt kullanımı en aza indirilerek sürdürülebilir ve çevreye duyarlı bir sisteme geçilecek” dedi. Kurulması
planlanan doküman yönetim ve
elektronik arşiv sistemi ile,
İzmir’de ilaç ve ilaç dışı sağlık
ürünlerinin tedarik sürecinde
ihtiyaç duyulan bütün adımlara
ve kayıtlara elektronik ortamda
birbirine entegre bir şekilde ve
kesintisiz olarak ulaşım sağlanabileceğini ifade eden Bacanak
sözlerini şöyle sürdürdü: “Proje
kapsamında yer alan sipariş teslimat prosedürü uygulaması da,
e-dönüşüm kapsamında ortamdaki kağıt çıktıların dijitalleştirilerek saklanmasını ve izlenebilir
olmasını sağlayacak.”
Dijital entegrasyon sağlanacak
"Bu proje ile yılda 8 milyon
metreküp’ü aşkın kağıt ve
değerli evrak işlemini kağıt
kopya yerine dijital ortamda
'soft copy' olarak bakiye edebilecek olan EDAK, operasyonlarını dijital platforma
taşımış olacak" sözleriyle
konuşmasına başlayan
EDAK Genel Müdürü
Rüstem Karakaya, sadece
günde 22 bin fatura kesilen
bir kurum olarak “e-dönüşüm
ve izlenebilirlik projesi”nin
çok önemli olduğunu ve
4260 eczacı ortağı ile dijital
entegrasyon sürecinin de bu
kapsamda hayata geçirileceğini ifade etti. Bir yıllık çalışma sürecinin öngörülenden
daha hızlı şekilde ilerleyeceğini söyleyen Karakaya sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsan ve
çevre sağlığı için bu denli
özverili çalışan kurumumuzun bu başarısı, sektörümüzde her zaman öncü olduğumuzu bir kez daha gösterdi.
Bu projeden dolayı her yıl
460 bin TL’lik kağıt tasarrufu
yapılacak. 460 bin TL’lik
kağıt tasarrufu demek, binlerce ağaç’ın nefes alması ve 460
bin TL’lik atık masrafının da
olmayacağı anlamına da
gelir.”
edaktüel sinema
The Cobbler
Hayatın İçinden (2003), The
Visitor (2007) ve Kazananlar
Kulübü (2011) gibi filmleriyle
öne çıkan Amerikalı yönetmen
Thomas McCarthy, Nisan ayında yeni filmi The Cobbler
(2014) ile beyazperdeye geri
dönüyor. Geçtiğimiz yıllarda
Pixar şaheseri Yukarı Bak
(2009) ile En İyi Orijinal
Senaryo dalında Oscar
Ödülü’ne aday gösterilen
McCarthy’nin yeni filminde,
ayakkabı tamircisi Max
Simkin’in hikayesi anlatılıyor.
The Cobbler’da her şey New
York’ta bir ayakkabıcı dükkanında tamir işleri yapan Simkin’in
yepyeni bir yeteneğini keşfetmesi ile başlıyor. Hayata dair tüm
ümitlerini yitirmiş ve bütün
beklentilerini rafa kaldırmış bir
insan olan Simkin, tamir ettiği
ayakkabıları ayağına geçirdiği
anda müşterilerinin kılığına
girebildiğini fark ediyor. Bu yeni
ve büyülü kabiliyet sayesinde
84 edaktüel mart•nisan 2015
tüm hayallerini gerçekleştirebileceğine ikna olan Simkin, dünyayı görmek ve farklı hayat tarzlarını deneyimlemek için kendisine sunulan bu fırsatı olabildiğince iyi değerlendirmeye çalışıyor. Ancak kendisine bahşedilen
bu gücün aynı zamanda tehlikeli sonuçları olabileceğini anlaması da fazla zaman almıyor.
Simkin’in farklı insanların hayatlarına gerçekleştirdiği bütün bu
yolculukların aslında kendisini
tanımak ve hayattan gerçekten
ne istediğini anlamak için bir
şans olduğunu keşfetmesi ise
önünde birçok yeni kapının
açılmasını sağlıyor.
Başrolünde Evlilik Öpücüğü
(1998), Süper Baba (1999),
Kazara Zengin (2001), 50 İlk
Öpücük (2004), Matrak
Adamlar (2008), Büyükler
(2010), Hayatım Yalan (2011)
ve son olarak da Karışık Aile
(2014) gibi unutulmaz filmleriyle aklımıza kazınan ünlü
komedyen Adam Sandler’ın yer
aldığı The Cobbler’ın oyuncu
kadrosunda Steve Buscemi,
Eller Barkin ve Dustin Hoffman
gibi ünlü isimler de bulunuyor.
Senaryosunu Thomas
McCarthy ve Paul Sado’nun
ortaklaşa yazdığı filmde, ünlü
rap yıldızı Method Man de boy
gösteriyor. Adam Sandler hayranlarının kaçırmaması gereken
bir çalışma olan The Cobbler, 3
Nisan’da sinemalarda...

Benzer belgeler