100. sayıya ulaşmak için tıklayın

Transkript

100. sayıya ulaşmak için tıklayın
Marksizm-Leninizm Işığında
Parababalarına ve Emperyalizme Karşı
Yaşasın İşçi Sınıfının
Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi
Yaşasın Proletarya
Enternasyonalizmi!
Yaşasın DSF!
Yaşasın Nakliyat-İş
13’te
15’te
Yıl: 10 Sayı: 100 1 Haziran 2016
Siyasi Gazete
www.kurtulusyolu.org
1 TL
HKP’den 17-25 Aralık için yeni suç duyuruları
2’de
Nasıl da birbirlerine
benziyorlar
4’te
Nelson Mandela
ve CIA
3’te
Savaş Köpeği ABD
Venezuela’yı; Iraklaştırmak,
Libyalaştırmak,
Suriyeleştirmek istiyor
“Çölün Gelini”
özgürlüğünü kutladı
3’te
Selam Haksızlıklar
karşısında boyun
eğmeyene, selam
onurunu kaybetmemek
için direnene, selam
Fransa İşçi Sınıfına!
4’te
5’te
HKP; Vatan topraklarımızı
(Ege Adalarını)
peşkeş çekenlerin peşini bırakmıyor
5’te
Şanlı Gezi İsyanı’mız
3 yaşında
15’te
Özel İstihdam Büroları
Köle Pazarlarıdır
14’te
Malum Kişi
Fatih ve Fetih
16’da
Başyazı
HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut:
Belki de o günleri yaşamaktan daha çok,
o günler için savaşmak güzeldir
verdiğimiz ender durumlarda otururdum kürsüye. Çünkü anlayışımıza
göre, öğretmenliğin gerçek anlamda
hakkını verebilmek için öğretmenin
sürekli ayakta olması gerekir. Öğretmen yoldaşlarımızın da, eğitim
emekçisi yoldaşlarımızın da takdir
edebilecekleri gibi öğretmenin dolaşması gerekir sıraların arasında.
Tabiî oturduğunuz zaman sadece
elinizi, kolunuzu, yüzünüzü hareket
Nurullah Ankut tarafından Halkın
ettirirsiniz ama ayaktayken tüm beKurtuluş Partisi Üçüncü Olağan
deninizi de ifadelendirerek sözleriniGenel Kurulu’nda yapılan gündem
ze eklersiniz. O ifadeyi, anlamlandırdeğerlendirmesini aynen sunuyoruz.
manız daha da güçlenir, pekişir.
Bildiğimiz gibi insanların saderamızda Arif, Özler gibi öğretce sözleri değildir karşısındakine
menlik sürecimize öğrenci ola- mesaj veren; psikoloji eğitimi alan arrak tanık olan yoldaşlarımız var. kadaşlarımız da bilirler yani kılıkları,
Ayakta konuşmamla ilgili mazeretimi an- kıyafetleri, giyinişleri, oturuşları, yülatmak için buna değiniyorum. O zaman rüyüşleri, bakışları, gülüşleri, saçlarıda, arkadaşlarımızın hatırlarındadır, hiç nı tarama stili hepsi aslında bir mesaj
oturmazdım ders anlatırken. Ancak ders verir topluma, çevresine. O bakımdan
bittikten sonra üç dakika kalır, beş dakika ben de anlatacaklarımı daha da iyi ifade
kalır; bazen de rica ederlerdi çok önemli edebilmek için ayakta konuşurken daha
sınavları olurmuş o gün; “Hoca’m bu saat iyi hissediyorum kendimi.
ders yapmasak da çok önemli bir sınavımız var ona hazırlansak” diye, öyle izin
A
8’de
2
Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
HKP’den 17-25 Aralık için yeni suç duyuruları
HKP’nin İtanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Muammer Güler, Zafer Çağlayan,
Erdoğan Bayraktar, Egemen Bağış, Reza
Zarrab, Emine Erdoğan, Beyhan Bağış
ve Süleyman Aslan hakkında suç duyurularında bulundu. Bunlardan Recep Tayyip
Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu hakkındaki
suç duyurusu metnini aynen yayımlıyoruz.
İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına
Suç Duyurusunda Bulunan: HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ
Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin
Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar
Çıngı, Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran,
Av. Azime Ayça Alpel, Av. Halil Ağırgöl,
Av. Doğan Erkan, Av. Pınar Akbina
Atatürk Bulvarı Emlak Bankası Blokları B Blok K:4 D:16 Fatih/İstanbul
Şüpheliler:
1- Recep Tayyip Erdoğan
2- Ahmet Davutoğlu
Suç:
Suç işlemek için Örgüt Kurmak (TCK
220. Md.)
Zimmet (TCK 247. Md.)
İrtikap (TCK 250. Md.)
Görevi Kötüye Kullanma (TCK 257.
Md.)
Konusu: 17-25 Aralık Yolsuzluk eylemleri suçlamasıyla başlayan ancak
takipsizlik kararları verilerek kapatılan
soruşturma dosyaları ile bağlantılı olarak ABD Savcısı Preet Bharara tarafından yürütülen soruşturma kapsamında
çıkan delillere dayanılarak şikâyet edilenler hakkında soruşturma açılarak
cezalandırılmaları talebinden ibarettir.
Beyanlarımız:
Bildiğimiz gibi 2013 yılının Aralık
ayında Türkiye, iktidar kavgaları nedeniyle tarihinin en büyük hırsızlık ve yolsuzluk
iddiaları ile gündeme geldi ve bu süreç tüm
dünya kamuoyunda ülkemizin onurunu zedeledi. Devam eden süreçte Ülkemizde işletilmesi gereken yargı süreci işletilmediği
için, ABD’li bir Savcı bir anda ülkemizde
fenomen haline gelebilmektedir. İran asıllı Türk vatandaşı Reza Zarrab’ı ABD‘de
tutuklatan ve bir anda Türkiye’de de tanıdık bir isim haline gelen Savcı Preet Bharara, Türkiye ile ilgili, “Ne kadar güçlü,
ne kadar zengin olduğunuz ya da hangi bağlantılara sahip olduğunuz önemli
değil. Eğer kanunları çiğnediyseniz ve
biz bunu ispatlayabiliyorsak, o zaman
konuyu adalete taşıyacağımızdan emin
olabilirsiniz. İster Türkiye’de, ister
ABD’de olsun; biz kimseden korkmadan işimizi yapacağız” dedi.
Savcı Bharara, konuşmasında Türkiye’deki basın özgürlüğüne de değinip, bu
konuda kendi görüşünü değil, uluslararası
örgütlerin verdiği rakamları paylaştı. Bharara ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın,
aralarında gazeteciler ve çocukların da bulunduğu 1800’den fazla kişiye kendisine
hakaret ettikleri gerekçesiyle dava açtığını
hatırlattı.
Bharara, şu ifadeleri kullandı:
“Zarrab’ın tutuklandığı gün Twitter‘da 8100 takipçim vardı. Sonraki 4
günde neredeyse tamamen Türk milletinden olmak üzere takipçilerime 270
bin kişi daha eklendi. Bunun sebebi kısmen birçok yerde de bahsettiğimiz o ülkede yolsuzluğa karşı gereken önlemin
alınmadığına dair kanaat idi. Bu konuda bir yorumda bulunmayacağım ama
böyle bir kanaat var. Bir başka sebep
ise yine birçok yerde yayınlandığı üzere oradaki insanların özgür bir basına
sahip olmadıkları kanaatinden ötürü,
sosyal medyanın özgür ortamına gösterdikleri rağbet idi. 2015 yılında Freedom
House, Türkiye’deki basın özgür değil
olarak niteledi.”
Son günlerde basında çıkan haberlere göre:
“New York Güney Bölgesi Başsavcısı
Preet Bharara, tutuklu bulunan Reza Zarrab’ın kefalet talebini neden reddettiğini
açıkladı. Bharara Reza Zarrab’ın kefaletle serbest bırakılması yönündeki talebinin
reddedilmesi için 17 Aralık iddianamesini
delil gösterdi.
“Bharara, bugün açıkladığı belgelerde
17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasında
adı geçen eski bakanlardan Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Halk
Bankası eski Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın da isimlerine yer verdi.
“Bharara, Zarrab’ın kefalet talebini
reddedilmesi gerektiğini detaylı bir şekilde açıkladı. Başsavcının hâkime sunduğu
gerekçede Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın kurucusu olduğu TOGEMDER de dosyaya girdi.
“ERDOĞANLAR VE BAĞIŞ AİLESİ
EK İDDİANAMEDE
“Öte yandan Amerika’daki Türk gazetecilerden İlhan Tanır da Twitter adresinden, “Zarrab’ın TOGEMDER bağış listesiyle, Emine Erdoğan, Tayyip Erdoğan,
Egemen Bağış’ın eşi Beyhan Bağıs da
Bharara’nin ek iddianameye girdi” diye
yazdı.
“Zaman Amerika’nın davayı takip eden
muhabiri Sıtkı Özcan ise Twitter hesabından iddianameye girdiğini söylediği belgeleri paylaşarak, “Ve beklenen oldu. Emine Erdoğan, resmen Bharara’nın Zarrab
dosyasında ve Tayyip Erdoğan da Bharara’nın dosyasında.’Zarrab’la yakın ilişki
içindeki üst düzey yetkili’ olarak geçiyor.
Zarrab, kefalet başvurusuna Togemder’i
sokarak Bharara’ya müthiş bir asist yaptı.
Savcı da bunu kaçırmadı. Erdoğan ailesi
artık dosyada” diye yazması dikkat çekti.
“ERDOĞAN’DAN GELEN SİYASİ
BASKILAR...
“Amerika’nın Sesi’nin haberine göre
Sarraf’ın Türkiye’de hükümet yetkilileriyle
rüşvet ağıyla ilişkiler kurduğu vurgulandı.
Dilekçede, bu ilişkilerin ortaya çıkması
sonrasında yakalanan ve 72 gün süreyle
tutuklu kalan Sarraf’ın yine bu ilişkiler sayesinde serbest kaldığı belirtildi.
“Sarraf’ı yakalayan polisler ve yargılayan adli makamların ya görevinden alındığı ya da tutuklandığı belirtildi. Rıza Sar-
raf dosyasının Türkiye’de kapatılmasının
o dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın makamından gelen siyasi baskılar sonucu olduğu vurgulandı. Bazı video
görüntüler ve fotoğraflar da ek belgelerde
sunuldu.”
“(http://odatv.com/abddeki-zarrab-sorusturmasi-onlara-uzandi-2505161200.html)
“Yeni belgelerde, 17 Aralık soruşturmasının fezlekesinden bazı bölümler dava
dosyasına girdi. Türkiye’de rüşvet aldığı
iddia edilen bazı bakanların tapeleri ve
para trafiğiyle ilgili çeşitli belgeler yayınlandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın adli ve kolluk kuvvetleri üzerinde
siyasi baskı kurup 17/25 Aralık soruşturmasını kapattırdığı belirtildi.
“Amerika’nın Sesi’ne konuşan hukukçular, son belgelerin kefalet talebine karşı
hazırlanmış çok güçlü belgeler olduğuna
işaret etti.
‘ÇOK SAYIDA YENİ DELİL İDDİANAMEYE KONULABİLİR’
“Akbulut şöyle konuştu: “Son belgelerde Sarraf’ın, Türkiye’de hükümet ile
kurduğu kirli rüşvet ilişkileri ve kapatılan
soruşturmaya ait detaylar yer alıyor. Bu
yönünden ele aldığımız zaman soruşturmada dava sürecinin başlamasıyla birlikte,
anılan bazı isimlerin de Sarraf’ın suçlandığı kara para aklama ve İran’a yönelik
uluslararası ambargoları delmek gibi bazı
suçlara ortak olduklarını olarak gösteren
yeni bir iddianame gelebilir. Çok sayıda
belge iddianameye eklenebilir.”
‘TÜRKİYE’YE KAÇARSA BİZE
GERİ VERMEZLER’
“New York Barosu Avukatı Arda Beşkardeş ise iddia makamının ellerindeki
kartların çok azını gösterdikleri görüşünde. Bazı yeni delillerin yer aldığı ek bir
iddianamenin de dosyaya girebileceğine
işaret eden Beşkardeş, “Kefalet davasında
bu kadar kanıt göstermeleri çok enteresan.
Aşırı detaya girilmiş aslında, ‘Bu adam
Türkiye’ye giderse bir daha gelmez’ diyorlar. Türkiye’de daha önce en üst seviyeye kadar verdiği rüşvetlerle hapisten çıktığına işaret edip, ‘Türkiye’nin adalet sistemine bu yüzden saygımız yok’ diyorlar.
Türkiye ile suçlu geri iade anlaşmamız var
ama orada bu kadar güçlü ilişkileri olan
bir adam Türkiye’ye kaçarsa, Türkiye bu
adamı bize geri vermez diyorlar. Kefaletin
bağlayıcı olamayacağını ve Sarraf’ın kaçabileceğini vurguluyorlar” diye konuştu.
‘ÖZELLİKLE ERDOĞAN’I İŞARET
EDEN KONUŞMALAR SEÇİLMİŞ’
“Yayınlanan 17/25 süreciyle ilgili kullanılan belgelerde rüşvet aldığı iddia edilen bakanların belgelerde ortak bir noktası
olduğunu vurgulayan Beşkardeş, şöyle devam etti: “O ortak nokta da hepsinde ‘Başbakan Erdoğan’a ulaştırayım’ veya ‘bir
görüşeyim’ gibi ifadeler var. Konuşmaların ana teması Erdoğan olmuş. Burada tüm
bu olanlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
bilgisinde olmuş şeklinde bir mesaj verilmiş. Konuşmaların çoğunda ‘(dönemin)
Başbakan(ı) Erdoğan’ın da bundan haberi vardı’ iması yapılmış. Özellikle seçilip
konmuşlar. Davanın bundan sonraki aşamasında kefalet duruşmasında Türkiye’den
adı geçen kişiler suç işledikleri iddiasıyla
Türkiye’den talep edilebilirler. Sanık değil
de, tanık olarak da çağrılabilirler. Amerika
ile bu konuda ikili anlaşmalarımız var.”
“http://odatv.com/erdogani-isaret-eden-konusmalar-secilmis-2605161200.
html
“ABD’li Savcı Preet Bharara’nın hazırladığı iddianamede eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da yer alıyor.
“Davutoğlu’nun Başbakanlık koltuğunu bırakmasıyla ilgili bir bölümün bulunduğu iddianamenin sonunda sadece
Davutoğlu’nun kendi isteğiyle değil de
yapılan bir müdahale ile görevi bıraktığı
vurgulanıyor. O bölümde bu konuda yapılan bir habere yer verilerek “Davutoğlu,
Reza Zarrab’ın İran’a olan 2.7 milyar
dolarlık borcu ödemediği için mi işinden
oldu?” ifadeleri kullanılıyor.”
“http://odatv.com/reza-zarrab-idd i a n a m e s i n e - d a v u t o g l u - d a - g i rdi-2605161200.html
Bilindiği gibi bazı kamu kurumlarına
ve savcılığa yapılan rüşvet, görevi kötüye
kullanma ve ihalelere fesat karıştırma ihbarı üzerine 13 Eylül 2012, 21 Eylül 2012
ve 14 Şubat 2013 tarihlerinde yolsuzluk soruşturmaları başlatılmıştı. Başsavcılık tarafından görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı
Celal Kara’nın talimatı üzerine, 17 Aralık
2013 tarihinde şüphelilerin ev ve işyerlerinde arama yapılarak ele geçirilen çeşitli
eşya ve paralara el konulmuştu. Dönemin
İçişleri Bakanı Muammer Güler‘in oğlu
Barış Güler, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar’ın oğlu Oğuz Bayraktar, işadamı Ali Ağaoğlu, Halkbank Genel Müdürü
Süleyman Aslan ve Rıza Sarraf gözaltına
alınmıştı.
Soruşturma kapsamında gözaltına alınan 71 şüpheliden 24’ü çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmış, 38’i de adli kontrol
şartıyla serbest bırakılmıştı.
Şüpheliler arasında bulunan İçişleri
Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış hakkında cezai
kovuşturma yapılabilmesi için hazırlanan
fezlekeler, TBMM‘ye gönderilmek üzere Adalet Bakanlığı’na sunulmuştu.
25 Aralık’ta Savcı Muammer Akkaş
yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlattığı
soruşturma kapsamında Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan‘ı
şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırmak üzere bir belge hazırlamıştı. Ancak, Emniyet
Müdürü Selami Altınok, gözaltı ve arama
talimatını, gerekçe ve delillerinin yetersizliği nedeniyle geri çevirmişti. Yeni atanan
İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, Erdoğan’ların evinin çevresine Özel Tim yerleştirerek
olası gözaltına almaları engellediği basına
yansımıştı.
Tutuklanan şüpheliler, 28 Şubat 2014’te
serbest bırakılmıştı.
İçişleri Bakanlığınca, savcılığın gözaltı
ve mahkemenin arama kararlarını yerine
getiren adli kolluk amir ve memurlarının
önemli bir kısmının görev yerleri değiştirildi, görevden alındı veya meslekten ihraç
edildi. 29 Ocak 2014’te soruşturma savcısı
Celal Kara 1 Şubat 2014 tarihli HSYK ka-
yapılan iptal başvurusu üzerine, 11 Nisan 2014’te verdiği kararla, düzenlemenin
Adalet Bakanı’na verdiği olağanüstü yetkileri Anayasaya aykırı bularak iptal etti.
17 Aralık sürecinden sonra istifa eden
ya da görevden alınan bakanları araştırmak üzere 5 Mayıs 2014’te TBMM’de 15
kişilik bir komisyon kuruldu. Komisyon 5
Ocak 2015’e kadar çalıştı. Gelinen noktada
Mecliste yapılan oylama sonucu AKP’lilerin oylarıyla, bakanların Yüce Divan’a gitmemeleri yönünde karar çıktı.
Diğer yandan, süren soruşturmalarda,
polis ve savcılara gerekli gözdağı verilip
yeni ve revize edilmiş HSYK tarafından
atanan yeni savcılarca iki ayrı dosyada verilen “kovuşturmaya yer olmadığı” yönündeki kararlara, müvekkil parti tarafından
rarnamesi ile de, soruşturma iznini veren
İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Zekeriya Öz‘ün aralarında bulunduğu 166 hâkim ve savcının görev yeri değiştirildi.
Celal Kara 16 Ocak 2015’de soruşturma nedeniyle açığa alındı. Kara, 24 Ocak
2014’de Can Dündar ile yaptığı söyleşide
Rıza Sarraf’ın lider sıfatıyla örgütün faaliyetleri kapsamındaki tüm suçlardan sorumlu olduğunu, polis fezlekelerinde ve
Meclis’e yollanan bilgi notunda yer almasa
da dönemin başbakanı Erdoğan’ın da işin
içinde olduğunu düşündüğünü söyledi:
“Dönen işlerin Başbakan’dan habersiz,
bilgisiz ve izinsiz dönmesine imkân ve
ihtimal yok. Telefon konuşmalarına, aralarındaki
diyaloglara bakınca kesinlikle diyorsunuz ki, perde
arkasından bu işlere yol ve
izin veren, Başbakan’dır”
açıklamasında bulundu.
Bu
sürecin
ardından HSYK’nin yapısında
değişiklik öngören bir yasa
çıkarttı.
Düzenlemeyle
HSYK bünyesinde Adalet
Bakanı’na hâkim, savcı ve
adalet müfettişlerinin atanması, disiplin soruşturmaları, vb birçok konuda geniş
yetkiler verildi. Ayrıca düzenleme HSYK
Kurullarının yapısında değişiklik öngörüyordu ve düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle yönetim ve denetim kurulları ile Adalet Akademisi üyelerinin görevlerine son
verilmesini içeriyordu.
Yeni durum kamuoyunun büyük bir bölümü tarafından ”hükümet yargıyı kendine
bağladı” olarak yorumlandı. AB Komisyonu da hükümeti, atılan adımın “hukuk
devleti” ve “kuvvetler ayrılığı” ilkelerine
uymadığı gerekçeleriyle eleştirdi. Ayrıca
HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici, 66
sayfalık bir açıklama yaparak, değişikliğin
Anayasa’ya aykırı olduğunu söyledi.
Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle
itiraz edilmiş, itirazlarımızın reddi üzerine
de “etkili soruşturma” prensibinin ve “etkili başvuru hakkı”nın ihlalleri gerekçesiyle konu önce Anayasa Mahkemesi’ne,
ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderilmiştir. Ancak AİHM hiçbir
gerekçe göstermeden başvuruyu kabul etmediğini bildirmiştir.
Ancak ülkemizde yapılamayan ABD’de
yapılmıştır ve yukarıda yaptığımız alıntılarda da görüldüğü gibi sonuçları açık ve
nettir. Aynı uygulamanın ülkemizde de derhal yapılması gerekmektedir. 17-25 Aralık
soruşturmalarının etkin şekilde yeniden yapılması gerekmektedir.
Sonuç ve İstem:
17-25 Aralık soruşturma dosyaları ile
ilgili verilen kovuşturmaya yer olmadığına
dair kararın kaldırılarak, İran İslam Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri
makamlarından ilgili dosyaların istenerek
soruşturmanın yeniden başlatılmasını ve
yukarıda belirtilen şüphelilerin üzerine atılı suçlardan cezalandırılmalarını bilvekale
talep ederiz. Saygılarımızla. 27.05.2016
Halkın Kurtuluş Partisi Vekilleri
Av. Ayhan Erkan
Av. Ali Serdar Çıngı
Av. Pınar Akbina
Selam Olsun Bizden Önce Geçene!
Selam Olsun Savaşırken Düşene!
Kazım Sümer
Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Değer Yıldız
ISSN 1305-8975 Yayın Türü: Yaygın Süreli
web: www.kurtulusyolu.org
Yönetim Yeri: İnebey Mah. İnkılap Cad. Otohan No: Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık/Telsizler Mevkii Beşyol Mah.
e-posta: [email protected]
43/514 Fatih-İSTANBUL Telefaks: (0212) 512 43 95 Akasya Sok. No: 23/A K. Çekmece/ İstanbul. Tel: (0212) 426 63 30 facebook:www.facebook.com/halkinkurtulusyolu
twitter: www.twitter.com/KurtulusYoluGz
3
6 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
Nelson Mandela ve CIA...
Mandela, ABD Başkanı George W. Bush tarafından da 2002 yılında “Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı Özgürlük Madalyası”na layık(!) görülmüştür. Ama
aynı ABD yönetimi, tâ 2008 yılında çıkarmıştır ABD’nin “terörist” listesinden Nelson
Mandela’yı...
Biz, on yıllardır, dünyadaki bütün kötülüklerin, savaşların, katliamların, doğanın
ve çevrenin katledilmesinin biricik sorumlusu ABD’dir diyoruz.
ABD Emperyalistleri çıkardıkları savaşlarla, yarattıkları iç savaşlarla ve bölgesel savaşlarla on milyonlarca insanın kanına girmişlerdir, diyoruz.
Afrika’nın Ortadoğu’nun, Balkanlar’ın
ve Kafkaslar’ın, Asya’nın ve Latin Amerika’nın mazlum uluslarının çektikleri acıların birinci derecede sorumlusu ABD Emperyalistleridir, diyoruz.
“Bugün Katil ABD! Ortadoğu’dan
Defol! diyemeyen ya gafildir ya hain!”
diyoruz.
Ve bu dediklerimize de onlarca, yüzlerce, binlerce kanıt sunuyoruz. Bunların
yaptıkları kötülükleri elimizle tutuyor, gözümüzle görüyor, kulağımızla duyuyoruz.
İşte en yakınımızda, hemen sınırlarımızda; Irak’ta ve Suriye’de yaptıkları
apaçık ortada. Hiçbir gizli saklı yanı yok.
Her gün yaşıyoruz bu kanlı zalimin yaptığı-yaptırdığı kötülükleri halklara.
Ama bizim kimi aklıevvel “sosyalistlerimiz”, özellikle de Amerikancı Kürt
Hareketinin temsilcileri, yandaşları, hınk
deyicileri, bizim bu söylediklerimiz karşısında; “Her şeyde, her olayda ABD Emperyalizmini aramak akıl işi değildir.”, diyorlar. ABD Emperyalistlerini eleştirenleri;
“Amerikan fobisi” var diye eleştiriyorlar.
Öyle görüyorlar, öyle yazıyorlar, çiziyor-
lar...
Onlar bugün; “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol!” diyemiyorlar. Böyle diyenleri de eleştiriyorlar.
Niye böyle yapıyorlar?
Devir, Amerikancılık devridir de ondan. Devir, ABD önderliğinde, onun kara
gücü olarak savaşmak, “devlet” kurmak
devridir. Hem de “en devrimci devleti”
kurmak devridir. ABD Emperyalistlerinin
aktif silah, mühimmat, lojistik ve savaş
uçaklarının desteğiyle Rojava’yı kurtarmak, “Yeni Stalingrad”(!) olarak değerlendirilir. Kim ki buna karşı çıkar; o ulusalcıdır, faşisttir vb.dir onlara göre... Biat
edilmelidir ABD’ye, kabul edilmelidir
gücü. Ve eleştirilmemelidir. Karşı çıkılmamalıdır. Yoksa?..
Yoksa kurdurmaz Kürdistan’ı. Vermez
“özgürlükleri”, getirmez “demokrasi”yi!
Bunlar, ABD ve AB Emperyalistleriyle, onların her türden temsilcileri ve kurumlarıyla, onların deyişiyle “Sivil Toplum
Örgütleri (NGO)”larıyla içli dışlıdırlar.
Birbirlerini çok iyi tanırlar. Birlikte çok iş
yaparlar ABD ve AB’nin ajan örgütleriyle. Onlardan aldıkları paralarla “Proje”ler hazırlarlar. Onların ajan örgütlerinden
“Ödül”ler alırlar habire. O yüzden de böyle
yazarçizerler, böyle değerlendirirler.
Oysa Kahraman Gerilla Che Yoldaş;
“İnsan soyunun en büyük düşmanı” olarak adlandırmıştı ABD Emperyalistlerini.
Küba Halkının önderi Fidel Yoldaş
da; “ABD ve AB Emperyalistleri İkinci
Dünya Savaşı’ndan bu yana uyguladıkları ekonomik zulüm politikalarıyla, tertipledikleri faşist darbelerle, çıkardıkları savaşlarla, Birinci ve İkinci Dünya
Savaşı’nda ölen masum insanlardan çok
daha fazlasını katletmişlerdir. O yüzden
bu alçaklar da Nürnberg benzeri bir
mahkemede insanlık suçundan yargılanmalıdırlar”, diyordu.
Venezuela’nın yiğit başkanı Hugo Chavez yoldaş da: “Şeytan” diye nitelendirmişti ABD Emperyalistlerini BM’deki bir
konuşmasında.
Diyorlardı ama bu devrimci önderleri
kim dinler, kim itibar ederdi?.. Devir, başka
devirdi artık...
Hatta: “Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez De Kirschner, Birleşmiş
Milletler’de ABD Başkanı Barack Obama’nın gözünün içine baka baka, “Suriye’de, Libya’da, Afganistan, Lübnan, Irak
ve Filistin’deki katliamlardan, IŞİD’den
ve radikal İslam’dan sen sorumlusun”,
demişti geçtiğimiz yıllarda. (http://odatv.
com/solcu-hukumetler-bir-biri-ardina-neden-yikiliyor--2405161200.html)
İnsan soyunun en büyük düşmanı
ABD’dir
Ama hayat, Sevrci Soytarı Sahte Solcuları ve bu Amerikancı Hareketleri ve kişileri değil, her zaman ve her olayda bizi
doğruladı. Doğrulamaya da devam ediyor...
Nedir bizi bunları yazmaya iten olay?
Şudur:
Nelson Rolihlahla Mandela ya da kabile adıyla Madiba, ya da halkının verdiği
isimle “Ulusun Babası”, bildiğimiz gibi,
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin efsanevi
lideridir. Irkçı beyazların yönetimindeki
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde verdiği
devrimci mücadele yüzünden 1962 yılından 1990 yılına kadar 27 yılı aşkın süre
cezaevinde kalmıştır. Uluslararası baskı
yüzünden 1990 yılında salıverildikten sonra da mücadelesine devam etmiş ve 1994
yılında Güney Afrika Cumhuriyeti Devlet
Başkanlığına seçilmiştir. 5 yıl başkanlık
yapmış ve 2013 yılında da (95 yaşında) yaşama gözlerini yummuştur.
Mandela verdiği kararlı ve yiğit mücadelesinin sonucu olarak; 1962’de Lenin Barış Ödülü’ne, 1979’da Nehru Ödülü’ne, 1981’de Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü’ne, 1983’te UNESCO’nun Simon Bolivar Ödülü’ne layık görülmüştür. 1993’te De Klerk ile birlikte Nobel
Barış Ödülü’nü almıştır. Toplamda 250’nin
üzerinde ödül kazanmıştır.
Mandela, ABD Başkanı George W.
Bush tarafından da 2002 yılında “Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı Özgürlük Madalyası”na layık(!) görülmüştür.
Ama aynı ABD yönetimi, tâ 2008 yılında
çıkarmıştır ABD’nin “terörist” listesinden
Nelson Mandela’yı...
Peki, Mandela’nın 27 yıl cezaevinde
kalması sürecini başlatan kim ya da kimlerdir? Ya da başka bir anlatımla kim yakalatmıştır Mandela’yı Irkçı Rejime?
Tabiî ki CIA!
“Eski CIA ajanı: Nelson Mandela’yı
biz yakalattık
“Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın (CIA) eski üyesi Donald Rickard’ın 27 yıl hapiste kalan Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela’nın 1962’de yakalanmasında kilit
rol oynadığını söylediği ortaya çıktı.
“İngiliz Sunday Times’ın haberine
göre geçen martta Rickard, Mandela’nın
yakalanmadan önceki silahlı mücadele
dönemini filme çeken İngiliz yönetmen
John Irvin’e konuştu. Eski ajan bu görüşmeden iki hafta sonra da öldü. Ric-
İşte böyle!
ABD gerçeği bu kadar açık, bu kadar
net!
Çok uzağa gitmeyelim. Hemen yanıbaşımızdaki İmralı Adası’nda yatan
“Kürt Halk Önderi” Abdullah Öcalan’ı
Avrupa’dan (Yunanistan’dan) Afrika’ya
(Kenya’ya) kim göndertti ve kim yakaladı
Nairobi’de ve kim teslim etti paket olarak
Türkiye’ye?
CIA!
Şek şüphe yok bu konuda. Bunda herkes, Amerikancı Kürt hareketi de dahil,
mutabık.
Yani Horatius’un dediği gibi anlatılan
onların hikayesidir alsında ama anlamak
isteyen kim?..
Buna rağmen onlar için ABD, yine bir
PKK Önderinin sözleriyle; “uzaklardan
gelen dost”tur!
Gerisi... Gerisi laf-ı güzaftır onlar için.
O zaman fazla söze ne hacet: Yeter ki
gerçekleri görelim. Ya da gerçekleri görmek isteyelim.
Ya gerçekleri görmek istemeyenler için
kard, o dönem Mandela’yı, “Sovyetler
Birliği’nin dışında dünyanın en tehlikeli
komünisti” olarak gördüklerini söylemiş. Eski ajanın anlattığına göre Afrika Ulusal Kongresi’ndeki (ANC) muhbirlerden alınan bilgilerle CIA, Mandela’nın bir araçta şoför kıyafetiyle arka
koltukta Durban’dan Johannesburg’a
yolculuk ettiğini öğrenmiş. Güney Afrika polisi de bu bilgiyi kullanarak Mandela’yı yakalamış.” (http://www.hurriyet.
com.tr/eski-cia-ajani-nelson-mandelayi-biz-yakalattik-40104306)
Haberde adı geçen ve “(...) 1970’lerin
sonunda emekli olana kadar Güney Afrika’da diplomatlık yapan ve gayriresmi
olarak CIA için çalışan Donald Rickard”ın bu açıklamasıyla “(...), Mandela’nın
gözaltına alınmasındaki rolü ve Apartheid yönetimine destek verdiğine ilişkin
iddiaları açıklığa kavuşturacak belgelerin yayınlanması için CIA’ya baskıyı
artırması öngörülüyor. CIA, bu yöndeki
çağrıları kabul etmemişti.” (http://www.
ntv.com.tr/dunya/mandelayi-cianin-ele-verdigiiddia-edildi,jtYQe6xt7kesol06mypX-A)
ne yapılabilir?
Onu da bir Rus atasözü söylüyor:
Görmek istemeyen göz kadar kör göz
olamaz!
İşte bizim Sevrci Soytarı Sahte Solcular
ve Amerikancı Kürt Hareketinin savunucuları, yandaşları bu kategoriye girenlerdir.
Onlar için ne söylesek, ne yazsak, hangi
kanıtı göstersek boştur.
Buraya kadar söylediklerimizden,
ABD’nin yenilmeyeceği-yenilemeyeceği
anlamı çıkar mı?
Asla!
Biz ABD Emperyalistlerini ve yerli
işbirlikçilerini önce ülkemizden ve bölgemizden, sonra da tüm dünyadan defedeceğiz ve kendi ülkesine göndereceğiz. Sonra
da kendi halkı o emperyalist çakalları tüm
takım taklavatlarıyla birlikte iktidardan
alaşağı edecek ve halk iktidarını kuracak.
Buna inancımız tam.
Biz haykıralım gerçeği en gür sesimizle
ve yıkalım bu kahpe düzeni:
Katil ABD Ortadoğu’dan Defol!
İnsan soyunun en büyük düşmanı
ABD’dir!q
“Çölün Gelini” özgürlüğünü kutladı
IŞİD’li canilerin elinden kurtulan Palmira Antik Kenti’nde düzenlenen
iki konser umudu yeşertiyor, gelecek güzel günleri müjdeliyor.
H
atırlayacağımız gibi, gazetemizin
Nisan sayısında “Çölün Gelini”
ya da “Çölün İncisi” diye de
adlandırılan Suriye’deki Antik Kent Palmira’nın, Mart ayında Ortaçağcı IŞİD’li
canavarlardan kurtarıldığını yazmıştık
Suriye Ordusu ve müttefikleri tarafından.
İşte “Çölün Gelini” Özgürlüğünü kutladı geçtiğimiz günlerde... Ardı ardına İki
müzik etkinliğine sahne oldu.
Yine bildiğimiz gibi, Palmira’daki
Antik Tiyatro, dünya çapında konserlere
ev sahipliği yapmış, Kent Meydanı’nda
klasik müzik konserleri verilmişti senelerce ve dünyanın dört bir yanından gelen yüzlerce, binlerce seyirci tarafından
izlenmişti bu sanat faaliyetleri.
İlk konser, Palmira’nın kurtarılması esnasında yaşamını yitiren Rus asker
Aleksandr Prohorenko başta olmak üzere
kentin IŞİD’den kurtarıldığı operasyonlarda ölenler anısına ve UNESCO’nun
yürüttüğü restorasyon çalışmalarına destek amacıyla 5 Mayıs’ta düzenlendi.
Ve “Palmira İçin Dua Et: Müzik
Antik Kalıntıları Canlandırıyor” temasıyla gerçekleştirildi.
Konseri, Rusya’nın ünlü Mariinskiy Tiyatro Orkestrası, Rus orkestra
şefi Valeriy Gergiyev’in yönetiminde verdi. Konserde, Johann Sebastian Bach, Sergei Prokofiev ve Rodion Shchedrin’in parçaları çalındı.
Konser, Rus televizyonları tarafından da
canlı yayımlandı.
Konseri, Suriye lideri Beşşar Esad da
izledi.
Rusya lideri Putin ise bir video-konferans yöntemiyle konsere canlı bağlandı
ve Suriyeli yetkililere, şef Gergiyev’e,
orkestradaki müzisyenlere, UNESCO büyükelçilerine, Palmira’nın sakinlerine ve
bilim insanlarına bu etkinlik için teşekkür
etti.
Rus ve Suriye Ordusu
tarafından organize edilen
konsere katılan Rusya’nın
en büyük müzesi Hermitage’nin Müdürü Mihail
Piotrovski, konserde yaptığı konuşmada başta ABD
olmak üzere Batılı Emperyalistleri eleştirerek:
“İnanıyoruz ki Palmira korunabilirdi. Coğrafi
durumu görüyorsunuz:
Kent için verilen savaşın uzun sürmesi
birçok eserin çalınmasına fırsat verdi.
Buraya doğru yaklaşan IŞİD yarım
günde yerle bir edilebilirdi. Fakat yapmadılar. O zaman bizim askerlerimiz
de burada değildi” dedi.
Halid Esad unutulmayacak
Konserde, Antik kentin ortaya çıkarılışında ve dünyaya tanıtılmasında büyük
emek harcayan, sonrasında ise IŞİD’in
işgaline uğramasına rağmen Antik Kenti korumak için Kent’ten ayrılmayan ve
sonunda IŞİD’li caniler tarafından başı
kesilerek katledilen, bedeni ise Palmira’daki Roma Sütunlarına asılan Palmira
Tarihi Eserler ve Müzeler Dairesi Başkanı Arkeolog Halid Esad anısına da saygı
duruşunda bulunuldu.
Özgürlüğüne kavuşmasından sonra
ikinci konsere 7 Mayıs’ta ev sahipliği
yaptı “Çölün İncisi”.
Bu kez de Suriye Ulusal Senfoni Orkestrası Arapça eserlerin seslendirildiği
bir konser verdi.
Böylece, IŞİD’den önce müzik, opera ve bale gösterilerine sahne olan Palmira’daki antik sahne, bir kez daha eski
kimliğine kavuşmuş oldu.
Bu neyi gösterir?
IŞİD’lilerin; Tarihe, Kültüre, Sanata
olan düşmanlıklarını. Toplumun geçmişine, bugününe ve yarınına sahip çıkmak
bir yana, insanlık mirasını yeryüzünden
silmeyi amaçladıklarını. Ve Ortaçağ’ın
karanlıklarında yaşamak istediklerini.
Ve Suriye Halkının ve yönetiminin de
insanlığa, insanlığın değerlerine sahip
çıktıklarını Başka bir şeyi değil.
Suriye Halkları, Suriye liderliği ve
onların Önderi Beşşar Esad (ve müttefikleri), tüm insanlığa büyük
bir mesaj vermiş oldular bu
konserlerle.
Bir yandan “Çölün İncisi”nin, “Çölün Gelini”nin
özgürlüğünü, yani zaferi
kutladılar, diğer yandan da
Tarihe, Kültüre ve Sanata
yani İnsanlığa sahip çıktıklarını gösterdiler.
IŞİD ve El Nursa, El Kaide benzeri onlarca, yüzlerce
Ortaçağcı örgütleri yaratan
kimdir?
ABD’dir, AB’dir.
Onlarla savaşan kimdir?
Antiemperyalist Suriye Halkları ve
Suriye liderliğidir. Ve onların müttefikleridir.
(Burada tabiî ki, Rusya kendi emperyalist amaçları doğrultusunda davranmaktadır ama konumuz o değildir. Bu
olayda gösterdiği tutumdur.)
Dünyanın tüm ilerici insanlarının,
yani İnsanlığın yüreği bugün Suriye Halkıyla birlikte atmaktadır. Onların zaferi,
insanlığın zaferidir. Onların yenilgisi, insanlığın yenilgisidir.
Ama bugün için kazanan Suriye Halkıdır, dünya insanlığıdır.
Şan olsun Suriye Halkına!
Şan Olsun Dünya İnsanlığına!q
4
Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
Nasıl da birbirilerine benziyorlar?
D
oğada ve toplumda benzerler birbirini bulurmuş. Hacı hacıyı Arafat’ta... der ya halkımız, bunlar da
aynen öyle. Birbirlerini buluyorlar. Hem
de ne bulma...
Hatırlayacaksınız, büyük Reis, bir zamanlar “ben adeta vatanı pazarlamakla
mükellefim” demişti. Allah için pazarlamacılığı güzel yaptı. Vatanı parsel parsel
pazarladı. Hatta işi o kadar ileri boyutlara
taşıdı ki, vatanın gerçek anlamda pazarlanması ve bölünmesi olan “Büyük Ortadoğu Projesi”nin Eşbaşkanlığını bile yaptı.
Bir diğeri, Maliye eski Bakanı Kemal
Unakıtan; “Sümerbank’ın izini tozunu
tarihten sileceğiz” demişti. O da dediğini yaptı. Sadece Sümerbank’la kalsalardı
neyse. Neredeyse tüm Kamu Mallarını
yerli yabancı Parababalarına üç kuruşa pazarladılar, adlarını da Tarihten sildiler elbirliğiyle.
Şimdi sıra yeni yetmede: Damat’ta...
O da bunlarla aynı soydan, aynı anlayıştan
geldiğini her geçen gün biraz daha kanıtlıyor. Zaten de “yok aslında birbirlerinden
farkları”. Biri Ali Hoca, diğeri Hoca Ali.
Yoksa öz olarak, anlayış olarak, tiynet olarak, ahlâk olarak, vatan düşmanı olarak
aynılar. Aynı vatan pazarlamacılığını hiç
tereddütsüz yapıyorlar hepsi de...
Bir de tabiî boynuz kulağı geçermiş,
Damat da kulağı geçecek gibi görünüyor.
Örneğin bir zamanların Maliye Bakanı K.
Unakıtan’ı geçecek gibi görünüyor. Reis’e
yetişir mi?..
Zor ama... Umutsuz vaka da değil.
Gelecek vaat ediyor denilebilir. Hele de
geçtiğimiz günlerde, maden işverenleriyle
yaptığı bir toplantıda söylediklerini okuyunca...
Bir de malum, Başkanlık sistemine
geçtik. Başkanlık sistemi aynı zamanda ve-
liahtlık sistemi de demektir, hele de bizim
gibi yarısömürge ülkelerde. Hele de özenilen, varılmak istenen yer Osmanlı’yı diriltmek olunca. İşte o bakımdan Damat’ın
geleceği parlak. Bilal Oğlan’ın durumu
ortada... Ondan veliaht meliaht olmaz. Görünen en iyi veliaht, Damat. İşte o yüzden
65’inci hükümette de Damat aynı bakanlığa devam ediyor. Yani pişiyor. Hazırlanıyor veliahtlığa...
Böyle bakanlara böyle
bürokratlar
Ha bu arada, Reis, bakan, damat böyle
olur da onların bürokratları farklı mı olur?
Hayır! Onlar da bunlara benzer. Daha
doğrusu onları o görevlere getirirken, kendilerinin benzerlerini getirirler.
Önce Damat’ın, 20 Nisan’da Ankara’da gazetecilerle yaptığı sohbette ne dediğine bakalım:
“Kılçıksız teslimat
“Enerji bakanı Albayrak kömürde
süregelen sorunları çözmek için kolları
sıvadıklarını dile getirerek “Yatırımcı
ben girdim aldım ama beni Ankara kapılarında süründürmeyin istiyor. Biz tabiri caizse kılçıksız yatırımcıya sunalım
istiyoruz” dedi.” (http://www.hurriyet.
com.tr/enerji-bakani-berat-albayrak-yatirimcilari-bekletmek-istemediklerini-soyledi-40091996)
“Kılçıksız teslimat”!
Damat nasıl böyle pervasız?
Çünkü halkımız, halklarımız örgütsüz.
Kendi hak ve çıkarlarını savunan gerçek
sosyalistleri henüz tanımıyor, bilmiyor.
Allah’la aldatılarak vurgunculara, soygunculara, vatan satıcılara kendisini oy davarı
haline getirtiyor. Veriyor oyları, veriyor
oyları... Onlar da bizi halk seçti, diyerek
her türlü zulmü, zalimliği yapıyorlar. Hem
de oylarıyla kendilerini o koltuklara getirenlere. Hem de hiç acımıyorlar. Hiç vicdan azabı duymuyorlar. Hiçbir sorumluluk
hissi taşımıyorlar halka karşı. Varsa yoksa
yandaş Parababası, yerli-yabancı Parababasının çıkarı ve onlardan aldıkları komisyonlar. Tek dertleri, tek düşündükleri bu.
Vuruyorlar-vurduruyorlar, satıyorlar-komisyon alıyorlar. Vurgun vurgunu doğu-
ruyor... Allah’tan korkmuyorlar, kuldan
utanmıyorlar.
***
Dediğimiz gibi, Bakan-Damat böyle
derse de onun bürokratı da şöyle söyler:
‘Kendimizi feda ettik’
“EPDK Başkanı Yılmaz, kayıp-kaçak konusunda şirketleri mağdur etmemek için kendilerini ortaya koyduklarını
belirterek, “Bu konuda hakkımda savcılığa yapılmış dünya kadar şikâyet var”
dedi.”
(http://www.hurriyet.com.tr/kayip-kacakta-sirketleri-koruduk-40101537)
Böyle Bakana böyle bürokrat normal
mi diyelim? Ya da yakışır mı diyelim? Ne
diyelim?..
İş, halkı gönendirmeye, mutlu etmeye,
yaşama ve çalışma şartlarını insanca düzeye getirmeye gelince hiçbiriniz kendinizi
öne atmazsınız, sorumluluk almazsınız,
bırakalım feda etmeyi...
Ama iş işverenlere, Parababalarına
Kamu Mallarını peşkeş çekmekte ya da
onlara yapacakları yatırımlarda her türlü
kolaylığı gösterirsiniz. Hem de ne gösterme: “Kılçıksız teslimat” yapmayı en büyük
görev bilirsiniz. Ve bunu da utanmadan
söylersiniz bir olumluluk ya da halk yararına iyi bir şeymiş gibi...
Yeni baş”bakan”dan inciler...
Buraya kadar aktardıklarımız geçtiğimiz günlerin haberleriydi. Oralardan aktarmıştık. Ama şimdi aktaracağımız yeni bir
haber. Haber yeni ama anlayış eski, aynı
anlayış; Damat’ın, Bürokratın anlayışı.
Şimdi o kendisini başbakan sanan birisinin, 23 Mayıs’taki sözlerini aktaralım:
“BAŞBAKAN Binali Yıldırım, ekonomiye ilişkin ilk önemli mesajını yatırımlar konusunda
verdi.
“(...)
“(...) Yıldırım,
partisinin dünkü
Meclis grubunda
şöyle konuştu:
“Yeni dönemde
önemli konulardan
biri de ekonomi.
Ekonomi demek
banka demek değil, para demek
değil.
Ekonomi
demek
üretmek
demek, üretmek.
Alın terini akıl terine katmak demek. Gençlerimize, kadınlarımıza
iş bulmak demek.
Yeni dönemde Türkiye’nin mali disiplininden asla taviz vermeden yatırımların
artırılması, Türkiye’nin her bölgesine
yatırım yapılması için üretimi, istihdamı
tüm gücümüzle teşvik edeceğiz, destekleyeceğiz. Adeta yatırımcının önüne turkuaz halı sereceğiz. (abç, Kurtuluş Yolu)
Üretmeyen, iş, aş oluşturmayan, ürettiğini satamayan pastasını, ekmeğini,
somununu büyütemez. Bunu yaparken
elde edilen bütün katma değerin, bütün
refahın, vatandaşların bütün kesimleri
arasında mümkün olduğunca adil paylaşımını sağlayacağız. Bunun da tedbirini alacağız. Emeklimize, çalışanımıza,
iş âlemimize, kamu çalışanlarına, çiftçimize, köylümüze, engellimize her türlü
hakları, her türlü imkanı eldeki bütçe
büyüklüğüyle orantılı olarak bugüne
kadar nasıl verdiysek bundan sonra da
gelir dağılımını daha da iyileştirerek
yapmaya devam edeceğiz. Ama birinci ve vazgeçilmez önceliğimiz üreterek,
iş, aş oluşturarak büyüyen bir ekonomi olacak.” (http://www.hurriyet.com.tr/
yatirimcinin-onune-turkuaz-hali-serecegiz-40108490)
Bu konuşmadaki önemli noktalar bizce
şunlar:
Ekonomiyi büyütmek için yatırımlara
ve yatırımcılara önem vereceklermiş. Öyle
ki: “Adeta yatırımcının önüne turkuaz halı
serece”klermiş.
Ekonomi büyürken de; “elde edilen
bütün katma değerin, bütün refahın, vatandaşların bütün kesimleri arasında mümkün
olduğunca adil paylaşımını sağlayaca”klarmış.
Bunu yaparken de; “Emeklimize, çalışanımıza, iş âlemimize, kamu çalışanlarına, çiftçimize, köylümüze, engellimize her
türlü hakları, her türlü imkanı eldeki bütçe
büyüklüğüyle orantılı olarak bugüne kadar
nasıl verdi”lerse “bundan sonra da gelir
dağılımını daha da iyileştirerek yapmaya
devam edece”klermiş.
Miş mişleri, cek cakları bir kenara bırakırsak, burada somut olan şey şu:
Yatırımcıların yani işverenlerin yani
yerli-yabancı Parababalarının “önüne tur-
kuaz halı serece”kleri ve elde edilecek gelirin de aynı Parababalarına aktarılacağıdır.
Çünkü şu ana kadar biz İşçimize, Köylümüze, Esnafımıza, Kamu Çalışanlarına
bir şey verdiklerini görmedik. Aksine hep
aldılar bizden. Bizden aldılar, “iş alemine”
aktardılar. Bir de kendileri paylarını aldılar
bunlardan. Başka bir şey yapmadılar şu ana
kadar...
aksini
kim söyleyebilir
bunun?
Ki gelir paylaşımı rakamlarına baktığımızda
da bizi doğrular.
Gelirin paylaşımı
en adaletsiz olan
ülkelerden biriyiz ne yazık ki...
Neyse sözü
uzatmayalım.
Derdimiz çok yazacak olsak...
Satışpeşkeşte gelinen-ulaşılan son
nokta:
Milli Piyango Özelleştirmesi
Bakın vatanı pazarlamada, Kamu Mallarını peşkeş çekmede geldikleri-ulaştıkları
son nokta nedir:
“Piyango sevinci”
Ne piyangosunun sevinci?
Bizzat, piyangonun kendisinin yani
Milli Piyango’nun özelleştirilmesinin sevincinden söz ediyoruz.
Kimin için sevinç?
Sizin-bizim için değil tabiî... Yerli-yabancı Parababaları için sevinç.
Bildiğimiz gibi elde kalan son Kamu
Malı kırıntılardan olan Milli Piyango İdaresini de özelleştiriyor AKP’giller. Hürriyet Gazetesi’nin 16 Mayıs tarihli Vahap
Munyar imzalı haberine göre, AKP’giller
Milli Piyongo’yu, Parababalarına “Kılçıksız teslimat” için her türlü kolaylığı hazırlamışlar. İş sadece almaya kalmış Parababaları için.
Peki kim alacak madem bu kadar kolay?
Haa, onu belirleyecek olan verilecek ya
da alınacak komisyona bağlı. Bir de tabiî
AKP’giller’den hangisinin tercih edileceğine bağlı. Yoksa hukuken bir şey yapmak
gerekmiyor. Yani elini sallayıp taş mı atacaksın, durumu söz konusu bu özelleştirmede. AKP’giller gerçekten bu özelleştirmeyle kendilerini aşıyorlar...
Neyse sözü uzatmayalım ve olayı aktaralım:
“ÖZELLEŞTİRME İdaresi, geçen
hafta Milli Piyango’nun satışıyla ilgili İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde
Başkan Mehmet Bostan liderliğinde bir
road show gerçekleştirdi. Yatırım bankaları, danışman şirketler dahil katılımcı sayısının 110 dolayında olması Özelleştirme İdaresi’ni memnun etti. Bostan,
şimdiden şartname alan sayısı 5’i bulan
Milli Piyango’yla ilgilenen yatırımcılara
öncelikle şu mesajı verdi:
“- Şartnameyi kafanızı aydınlatacak,
netleştirecek şekilde yeniden düzenledik.
“Ardından şartnamedeki yeni ve
önemli maddelerin ayrıntılarına girdi:
“- Daha önceki şartnamede “münhasırlık” konusu net değildi. Malumunuz,
Milli Piyango’yu 10 yıl süreyle özelleştiriyoruz. Alacak yatırımcının bu süre, yani
10 yıl boyunca “münhasırlık” hakkı olacak. Karşısına rakip çıkarmayacağız.
“Önceki şartnamede peşinatın yüzde
40 olduğunu anımsattı:
“- Yatırımcıya şirketi alır almaz yatırım yapacağı, işletmeye koyacağı kaynak
kalabilsin diye peşinatı yüzde 20’ye indirdik. Bir yıl sonra ikinci yüzde 20’lik dilimi
isteyeceğiz. İki yıl sonra yüzde 30, en son
dilim yüzde 30 da onu izleyen dönemde
tahsil edilecek.
“Yüzde 20’lik peşinat sonrası kalan
bölüme uygulanacak faiz bilgisini de
paylaştı:
“- Ödeme dolar bazında olursa “Libor
+ 2”, TL bazında olursa “Sabit getirili
kamu borçlanma aracı faiz oranı + 1” faiz
uygulayacağız.
İhalede yarışın ABD Doları bazında
olacağının altını çizdi:
“- İhaleyi kazanana sözleşmenin imzası aşamasında ödeme konusunda ABD
Doları veya TL ödeme hakkı tanınacak.
“Yatırımcıyı rahatlatacak en önemli
ayrıntıya işaret etti:
- İhaleyi kazanan yatırımcı, Milli Piyango’yu devralmadan hisseleri rehin
verme yoluyla kaynak arayışına girebilecek. Geçmişte böyle bir hak yoktu.
“Önceki şartnamede bulunan 100
milyon dolarlık teminat mektubuna vurgu yaptı:
“- O teminat mektubu hem sistem ku-
rulumu, hem de devletin geliri için garanti gibi düşünülmüştü. Teminat mektubunu da kaldırdık.
“Yatırımcılara devir sonrası tanınan
yeni haklara da dikkat çekti:
“- Milli Piyango’da aynı oyun için
günde bir çekiliş söz konusuydu. Aynı
oyunda 24 saatte iki çekiliş yapabilme
hakkı tanındı. Yatırımcı Milli Piyango’nun oyun sayısını artırıp, çeşitlendirebilecek. Ayrıca yeni bayilikler verebilecek.
Böylece bayi sayısı da artacak.
“Mehmet Bostan’la road show
sonrası buluştuk,
şu noktanın altını
çizdi:
“- Yatırımcının özelleştirmeye
ilgisini Milli Piyango ile test edeceğiz.
“Şartnamede
yatırımcı lehine
önemli değişiklikler var...
“Sağlanan
kolaylıklar, Milli
Piyango’ya yatırımcı ilgisini artıracak gibi görünüyor...
“Bakalım şartnamedeki kolaylıklar
ihalede ortaya çıkacak fiyata nasıl yansıyacak?” (http://sosyal.hurriyet.com.tr/
yazar/vahap-munyar_44/piyango-sevin-
ci_40104320))
Alıntımız uzun oldu ama satışın daha
doğrusu peşkeşin somutça görülmesi için
zorunluydu.
İşte okuduk, biz böyle bir satışı-peşkeşi, özelleştirmeyi ilk kez duyduk...
İşi, “kılçıksız teslimat”ı o noktaya getirdiler ki, insanın aklı havsalası almıyor
yapılan-yapılacak işi. Bir türlü anlayamıyorsunuz böyle bir şey nasıl yapılır, nasıl
cesaret edilir diye ama onlar yapıyorlar ve
cesaret ediyorlar.
Ha, sanıyorlar ki köpeksiz köyde değneksiz geziyorlar.
Yanılıyorlar, hem de fena halde yanılıyorlar!
Yaptıkları, yapacakları bütün halk
düşmanı uygulamaların hesabı bir bir sorulacak. Hem de son kuruşuna kadar...
Yaptıkları hiçbir halk düşmanı uygulama
yanlarına kâr kalmayacak. Bunu akıllarına
çivi gibi çaksınlar. Ve özelleştirdikleri tüm
Kamu Malları onlardan alınacak ve hem de
bilimin son sözüyle donatılmış olarak tekrar kamunun hizmetine sunulacak.
Ya bu işi-işlemleri planlayanlar-uygulayanlar-alanlar ne olacak?
Onlar Partimizin dediği gibi:
Nereye çıkarlarsa çıksınlar
Nereye giderlerse gitsinler
Er ya da geç çelik bilezikle tanışacaklar.
Çünkü hükm-ü avam istinafsızdır!
(Halkın Adaletinin temyizi yoktur!)q
Selam Haksızlıklar karşısında
boyun eğmeyene, selam onurunu
kaybetmemek için direnene
selam Fransa İşçi Sınıfına!
K
ahraman Gerilla Che, bir Devrimcinin en önemli özelliğini;
Dünyanın neresinde olursa olsun
her haksızlığı kendinize karşı yapılmış
gibi hissetme kabiliyetinizi koruyabilmek, olarak tanımlıyor.
Fransız Finans-Kapitalistleri Fransa
İşçi Sınıfına karşı saldırıya geçmiş durumda. Bu saldırılar bizim hiç de yabancısı olmadığımız saldırılar. Parababalarının milliyetleri, dilleri farklı da olsa ezilen, sömürülen emeçlilere karşı tutumları
hiç değişmiyor. İşçi Sınıfının canı kanı
pahasına, bileğinin hakkına elde ettiği
bütün hakları geri alabilmek için dünyanın neresi olursa olsun Parababaları farklı
davranmıyor. İşçi Sınıfının kazanımlarını
ortadan kaldıran yasaları gündeme getiri-
biz devrimcileri o derece umutlandırıyor,
heyecanlandırıyor, mutlu ediyor. Fransa
İşçi Sınıfının, Fransız Parababalarının bu
saldırılarına haftalardır kararlılıkla devam eden başkaldırışını, mücadelesini,
direnişini bu duygularla selamlıyoruz.
Fransa emekçileri tüm dünyaya, insanların sürgit hayvan yerine konulamayacağını, sürü hayvanı gibi güdülemeyeceğini
gösteriyorlar.
Ve İsyan ateşi sadece Fransa’da kalmıyor, Belçika başta olmak üzere Avrupa’ya
yayılıyor. Yüz binler sokaklara çıkıyorlar,
emekçiler Parababalarının saldırılarına
grevlerle yanıt veriyorlar, çatışıyorlar,
direniyorlar. Tabandan gelen tazyikle İşçi
Sendikaları da direnmek zorunda hissediyorlar kendilerini. Ayrıca kendi varlıkları
yorlar ilk elden. İşçi Sınıfının bu geriye
gidişe karşı isyanını da, Devlet çarkını
elinde bulundurmanın gücü ile bastırmaya çalışıyorlar.
Fransa’da son günlerde yaşananlar,
Parababalarının Fransa emekçilerine karşı pervasız saldırılarına karşı, emekçilerin
direnişidir. Parababalarının hizmetindeki
iktidar, haftalık çalışma saatlerini arttıracak, ücretlerini düşürecek, izinlerini kullanma konusunda inisiyatifi işverenin insafına bırakan ve en önemlisi de, şirketlere gereklilik hissetmeleri durumunda
işçi haklarını koruyan ulusal yasalardan
muaf kalma hakkı tanıyan, yani rahatlıkla işten çıkartma hakkı tanıyan yasaları
üstelik reform paketi olarak gündeme
getiriyor.
Bizler devrimciyiz. Kahraman Gerilla’nın tarif ettiği devrimcilerdeniz.
Dünyanın neresinde olursa olsun bir
insana veya bir hayvana yapılmış haksızlığı kendimize yapılmış gibi hissederiz. Fransa emekçilerine yapılan bu
haksızlığı da kendimize yapılmış gibi
derimizde, etimizde hissediyoruz. Bu
saldırıların yabancısı olmasak da, kat
be kat fazlası bizlere yerli Parababaları
ve Ortaçağcı AKP’giller tarafında reva
görülüyor olsa da, Fransa emekçilerine
yapılan saldırıya öfkeleniyor, Parababalarına karşı öfkemiz, hıncımız, kinimiz
daha daha bileniyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun yapılan her haksızlığı kendimize karşı yapılmış gibi hissediyorsak, dünyanın neresinde olursa olsun yapılan haksızlığa karşı direniş, başkaldırı, isyan, mücadele de
için de direnmek zorundalar. Çünkü Parababalarının istediği yasalar yürürlüğe
girmiş olsa sendikaların varlık nedeni ortadan kalkıyor. Sendikalar da ortaklaşıyor
ve emekçilere eylemleri yoğunlaştıralım
çağrısında bulunuyorlar.
Sonucu ne olursa olsun bu direniş
şimdiden kazanılmıştır. Bu isyan başarıya
ulaşmıştır. Çünkü haksızlıklar karşısında
direnileceğini, haksızlığa boyun eğilmeyeceğini tüm dünyaya göstermiştir Fransa İşçi Sınıfı.
Fransa İşçi Sınıfı Halklara da örnek
ve umut olmakta, birlik olunursa, birlikte
mücadele edilirse, Parababaları ne kadar
güçlü olurlarsa olsunlar; baskı, zor zulüm
aracı olan Devlet gücünü ne kadar pervasızca kullanırlarsa kullansınlar, her kahrı,
her acıyı göze almış emekçiler karşısında nasıl yönetemez duruma düştüklerini
göstermektedirler. Tıpkı bugünlerde yıldönümünü kutladığımız Şanlı Gezi İsyanı’mız’da olduğu gibi, Fransa Emekçilerinin ayağa kalkışı Parababalarını tir tir
titretmektedir.
Halkın Kurtuluş Partisi Olarak
Fransız İşçi Sınıfının Bu Direnişini Selamlıyoruz!
Şan Olsun Direnen İşçi Sınıfına!
Şan Olsun Onurunu Kaybetmemek
İçin Direnen Fransa Emekçilerine!
İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!
30.05.2016
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
5
Yıl:10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
HKP’den Recep Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım hakkında
“Anayasayı İhlal”den dolayı suç duyurusu
H
KP Genel Başkanlığı, Recep
Tayyip ERDOĞAN Binali YILDIRIM ve Sorumluluğu tespit
edilecek diğer AKP yöneticileri hakkında,
Anayasayı İhlal suçu işledikleri için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.
ANKARA CUMHURİYET
BAŞSAVCILIĞINA
Başvuruda Bulunan: Halkın Kurtuluş
Partisi Genel Başkanlığı Karanfil Sokak
No:24/15 Kızılay/Ankara
Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin
Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar
Çıngı, Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran,
Av. Halil Ağırgöl, Av. Pınar Akbina, Av.
Doğan Erkan
Ortak Adres: Sezenler Cad. No: 4/15
Sıhhıye/Ankara
Şüpheli:
1- Recep Tayyip ERDOĞAN
2- Binali YILDIRIM
3- Sorumluluğu tespit edilecek diğer
AKP yöneticileri
Konusu: Anayasa’nın 105’inci Maddesi ile 5237 Sayılı TCK’nun Suç İşlemek
Amacıyla Örgüt Kurma (md 220) ve Anayasayı İhlal (md 309) ihlal eden şüpheliler
hakkında soruşturma başlatılmasına karar
verilmesi istemidir.
Açıklamalar:
Bilindiği gibi şüpheli R. Tayyip Erdoğan; 10 Ağustos 2014 tarihinde Adalet ve
Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanıyken Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ancak,
Cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte, Anayasa’nın ve ilgili mevzuatın öngördüğü hükümleri fütursuzca çiğnemekte, Anayasayı
İhlal ve Vatana İhanet Suçlarını işlemektedir. Bu duruma şu anda AKP yöneticisi konumunda olan kişiler de ortak olmaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticileri
örgütlü bir şekilde anayasal düzenin yerine
başka bir rejimi, fiili olarak uygulama gayreti içersindedirler.
Anayasaya göre hiçbir siyasi partiyle
bağı olmaması gereken Cumhurbaşkanı,
yetkisini de aşarak görev başındaki Başbakan ve AKP Genel Başkanı olan şahsın
istifa etmesini sağlamış ve başka bir kişiyi
başbakan ve parti başkanı olarak kendisi
atamıştır. Tarafsız olması gereken Cumhur-
başkanlığı makamındaki kişinin tüm direktiflerinin emir telaki edileceği, 22 Mayıs
2016 tarihinde yapılan AKP kongresinde,
bizzat divan kurulu başkanı tarafından deklere edilmiştir. Parti pankartlarıyla birlikte
posterleri asılan Cumhurbaşkanının mesajı
tüm salonca ayakta dinlenmiş ve Nasyonal
Sosyalistlerin kongrelerini aratmaz görüntülerin ortaya çıkması sağlanmıştır.
Bahsettiğimiz hükümetin düşürülmesi ve başbakanın istifa ettirilmesi
olayının yanı sıra şüphelilerin örgütlü
şekilde “Anayasayı İhlal” suçunu nasıl
işledikleri aşağıda belirtilen olaylardan
da anlaşılmaktadır;
Bunlardan en çarpıcı olanı AK Parti
Genel Başkan Yardımcısı ve Bitlis Milletvekili Vedat Demiröz’ün Manisa’da yaptığı
konuşmadır.
Demiröz, 26 Mayıs 2016 tarihinde Bitlisliler Kültür ve Dayanışma Derneğinin
etkinliğinde, ülkede Başkanlık sisteminin
fiilen başladığını ve milletvekilleri olarak
anayasayı statüye uyduracaklarını söylemiştir. Başkanlık sistemine ilişkin açıklamalar yapan Demiröz; “Türkiye’de Başkanlık sistemi fiilen başlamıştır. Şu anda
fiili olarak Başkanlık sistemi var. Biz
milletvekillerine düşen bundan sonra
TBMM’de anayasayı statüye uydurmaktır. Bundan sonraki tek amacımız budur.”
şeklinde beyanat veriştir. (Doğan Haber
Ajansı)
Bugün başbakanlık koltuğunda bulunan ve kendisinin de belirttiği üzere Cumhurbaşkanının teveccühü üzerine bu makama gelen Binali Yıldırım da 27.04.2016
tarihinde Milliyet Gazetesinde yayımlanan
röportajında;
“Şunu bilelim; bakın Ak Parti’nin kurucusu Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bugün de
lider Recep Tayyip Erdoğan’dır. Ak Parti camiası da öyle bilir, Türkiye de öyle
bilir, dünya da öyle bilir. Peki Sayın Ahmet
Davutoğlu nedir; başbakandır, genel başkandır. Hem anayasal olarak, hem konum
olarak Ahmet Davutoğlu ile Recep Tayyip
Erdoğan’ın aynı seviyede, birbiriyle fikir
ayrılığına düşer konumda göstermek doğru değil. Recep Tayyip Erdoğan, ülkenin
birliğini, güvenliğini temsil eden, kurumların uyum içinde çalışmasını sağlayan,
yasaları onaylayan ve icranın aynı zaman-
da başı. İstediği zaman bakanlar kuruluna
başkanlık edebiliyor, MGK’nın başkanı.
Cumhurbaşkanımızın Türkiye siyasetindeki yeri sembolik cumhurbaşkanlığı olan
ülkeler gibi değil. Güçlü cumhurbaşkanlığı. Hele seçimle geldikten sonra fiilen de
böyle. Yapmamız gereken fiili duruma
uygun anayasa değişikliğini yapmak.
Ülke zaman kaybetmemeli.” İfadelerini
kullanmıştır.” (http://www.milliyet.com.
tr/-b-plani-hemen-devreye-girer/siyaset/
ydetay/2234526/default.htm)
Anayasa’nın 104. Maddesine göre devletin başı olan Cumhurbaşkanı, bu sıfatla
Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil ettiği gibi Anayasanın
uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmekle
Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki çerçevenin anayasal olarak
kesinleştirilmesidir.” demiştir.
Dolayısıyla, bu sözler yürürlükte bulunan Anayasa’ya göre seçilen bir Cumhurbaşkanı’nın darbe yapıp Cumhuriyet rejimini yıkmaya teşebbüs ettiğinin itirafıdır.
Ya da kişi diktatörlüğüne geçildiğinin ilanıdır. Tüm bu beyanatlar, aynı örgütlü yapı
içerisinde belirlenen sistematik bir anlayışla, bugün Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının nasıl bir anda işlevsiz hale getirildiğini,
anayasal rejimin gayri meşru yollarla nasıl
sona erdirilmek istendiğini göstermektedir.
Rejimin fiili olarak değiştiğini ilk söyleyen
Recep Tayyip Erdoğan olmuştur. Kendisini lider-öncü olarak benimseyen kişiler de
bu fiili rejimi halka benimsetmek için çaba
sarf ettiklerini alenen dile getirmektedirler.
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eden, Türk Silahlı Kuvvetleri-
görevlidir. Ancak başta Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan şüpheli gelmek üzere
tüm şüphelilerce bu anayasal kural yok
sayılmakta devlet ve halkımız bir karanlık kaosun içerisine itilmektedir. Zira bu
röportajdan birkaç gün sonra yasal olarak
kurulmuş bir hükümet bir anda lağvedilmiş
ve bu sözleri sarf eden kişi bir anda başbakan seçilmiştir. Bu durum kanaatimizce
sorgulanmaya değerdir.
Şüpheli R. Tayyip Erdoğan da bu açıklamalardan çok önce 14 Ağustos 2015
günü Rize’de yaptığı bir konuşmada da;
“Türkiye 10 Ağustos 2014 tarihinde, milletin doğrudan cumhurbaşkanını
seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan
bir cumhurbaşkanı var. (...) İster kabul
edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir.
nin kullanılmasına karar veren, Genelkurmay Başkanını atamak gibi yetkilere de
sahip olan bir kişinin rejimin fiili olarak
değiştiği açıklamasını yapması ve kendisini mutlak öncü olarak benimseyen şahısların da bu açıklamaları tekrar tekrar deklare etmesi varlığı anayasal rejim açısından
durumun vahameti ortaya çıkmaktadır. Bu
kişilerin, ellerinde bulundurdukları silahlı
güçle Anayasayı işlevsiz hale getirmek için
her an cebir ve şiddet kullanabileceği de
açıktır.
“Anayasayı ihlal” suçunun maddi
unsurunu, Anayasa hükümlerinin tamamının veya bir kısmının ihlal edilerek
veya uyulmayarak değiştirilmesi oluşturmaktadır. Bu durum yukarıda ayrıntılı
şekilde belirtildiği üzere vakidir. Tayyip
Erdoğan fiilen yönetimi altındaki kolluk
kuvvetleri ile cebir unsuruna her koşulda
Savaş Köpeği ABD Venezuela’yı; Iraklaştırmak, Libyalaştırmak,
Suriyeleştirmek istiyor
oligarşi, tekeller ve medya patronlarından
da destek alarak istikrarsızlık ve kaos yaratmak istediklerini, daha sonra bu kaos
durumunu ülke içişlerine karışma ve iktidara müdahale için bahane olarak kullandıklarını belirtti. Bunun örneklerini daha
önce Libya, Irak ve Suriye’de de gördüklerini vurgulayan Maduro; “Bugün Irak terörizmin, siyasi bölünmenin ve ölümün
yönetimindeyse, bunun sorumlusu kim?
Suriye’den milyonlarca mülteci yollardaysa, soğuktan ölüyorsa, Akdeniz’de
çocuklar ölüyorsa bunun sorumlusu
kim? Bugün Venezuela’ya saldıranlarla
aynı odaklar.” dedi.”
Umudumuzu yeniden arttıran sözler
bunlar. Chavez Yoldaş’ın emeklerinin boşa
gitmediğini gösteren, bir devrimcinin ağzından çıkabilecek en hoş kokular bunlar.
Bu atılımları, Finans-Kapital ekonomisinin, medyasının, diğer örgütlerinin dağıtılması ve ekonomik sömürü düzenlerinin
parçalanması, yerine Sosyalist bir ekonominin örgütlenmesinin adımları olarak
görüyoruz ve heyecanlanıyoruz; “Yeni ve
daha güçlü bir devrimin zamanı gelmiştir.”, sözlerini duyunca.
Halkın Kurtuluş Partisi olarak; Maduro
Yoldaş’ın ve Venezuela Halkının, ABD ve
AB Emperyalistlerinin Yerli İşbirlikçilerle
S
adece bedence aramızdan ayrılan,
ama anısı her zaman Devrimci Mücadelemizde yaşayacak olan, Dünya
Halklarının dostu Hugo Chavez Frias Yoldaş, “Savaş Köpeği” olarak adlandırmıştı,
ABD Emperyalistlerinin kuklası Devlet
Başkanlarını.
Kahraman Gerilla Che Yoldaş da;
“İnsan soyunun en büyük düşmanı” olarak adlandırmıştı ABD Emperyalistlerini.
Küba Halkının önderi Fidel Yoldaş
da; “ABD ve AB Emperyalistleri İkinci
Dünya Savaşı’ndan bu yana uyguladıkları ekonomik zulüm politikalarıyla, tertipledikleri faşist darbelerle, çıkardıkları savaşlarla, Birinci ve İkinci Dünya
Savaşı’nda ölen masum insanlardan çok
daha fazlasını katletmişlerdir. O yüzden
bu alçaklar da Nürnberg benzeri bir
mahkemede insanlık suçundan yargılanmalıdırlar”, diyordu.
İnsan soyunun başdüşmanı bu Savaş
Köpeği alçaklar, şimdi kanlı ellerini Venezuela Halkının ve önderinin boynuna
geçirmeye çalışıyor. Dünya Halklarının
kanları bulaşmış çizmeleriyle Venezuela
topraklarını kirletmek için ortam yaratıp,
Chavez Yoldaş’ın anısını, eserlerini, yeşerttiği umutları yoka çevirmeye, izini tozunu silmeye uğraşıyor.
ABD Emperyalistleri adım atarak kirlettikleri her toprakta yaptıkları gibi, Venezuela’da da para gücünü askeri gücünü,
casus gücünü ve yerli işbirlikçilerini kullanıyor.
Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de işini bitiren, Ortadoğu Halklarına
kan, zulüm ve gözyaşını tattırıp buraları
parçalayan, kendine bağlı ve sürekli birbir-
leriyle dalaşan devletçikler yaratan ABD,
şimdi de gözünü Chavez Yoldaş’ın Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’ne dikmiş
durumda.
ABD Emperyalizminin casus örgütü
CIA; “Venezuela’daki potansiyel siyasi ve
ekonomik erime nedeniyle kaygıların arttığı ve Devlet Başkanı Maduro’nun görev
süresini tamamlayamayacağı” kehanetinde
bulunuyor, bunun rüyasını görüyor. Muhalefetteki Yerli Satılmışlar da Venezuela’yı;
“her an patlayabilecek bir saatli bombaya”
benzetiyorlar ve “Kuyrukların olmadığı,
ilaç alabileceğimiz bir ülke istiyoruz. Değişim istiyoruz.”, diye haykırıyorlar.
Dünya Halklarının çektiği acıları, ekonomik sıkıntıları, siyasi çürümüşlüğü yaratan ve sürekli hale getiren ABD Emperyalistlerinin bizatihi kendisidir. Bunlardan
beslenir zaten emperyalistler. Dolaysıyla
kaygılanmazlar ABD Emperyalistleri, tam
tersine sevinirler, mutluluk çığlıkları atarlar, çalışmalarımız başarılı oldu, diye. Ve
de esas hedeflediklerini de kusuyorlar insan soyunun en büyük düşmanı emperyalistler:
Chavez Yoldaş’ın Venezuela Halkına
kendinden sonra önder olarak bıraktığı
Maduro Yoldaş’ın görev süresini tamamlayamadan Başkanlıktan indirilmesi!
Yerli İşbirlikçiler de kendilerine verilen
görev gereği, ABD Emperyalistlerinin Venezuela’da yarattıkları saatli bombanın pimini çekmek üzere zulada bekliyorlar. Ve
utanmadan; “Kuyrukların olmadığı, ilaç
alabileceğimiz bir ülke istiyoruz. Değişim
istiyoruz”, diyerek suyu bulandırıyorlar.
Chavez Yoldaş’ın Bolivarcı Devrimiyle ulaştı Refaha Venezuela Halkı. Sağlık,
Eğitim Chavez Yoldaş’la birlikte halk için
sorun olmaktan çıktı.
Yerli İşbirlikçileri rahatsız eden işte budur: Halkın mutluluğu, refah düzeyinin artması. ABD Emperyalistlerinin artıklarıyla
beslendikleri için, halkların acıları, gözyaşları, mutsuzluğu üzerine iktidarlarını inşa
ettikleri için, puslu havadan oksijenlerini
aldıkları için, Chavez Yoldaş ve arkadaşlarının yarattığı demokratik ortam hasta eder
işbirlikçileri. Eski günlerine dönmenin özlemiyle yanıp tutuşurlar.
Maduro Yoldaş
tüm cephelerde direniyor
Maduro Yoldaş, Chavez Yoldaş’ın Venezuela Halkına en değerli mirası. Direnecek, Chavez Yoldaş’ın emanetini, yarım
bıraktığı işi tamamlayacak. ABD Emperyalistlerinin ve yerli işbirlikçilerinin bu aşağılık saldırılarına, 60 günlük Olağanüstü Hal
Kararıyla yanıt verdi ve ABD Emperyalistlerini caydırmak için askeri tatbikatların
yapılması kararını aldı. ABD Emperyalistlerinin çakma siyahi kukla Devlet Başkanı
Obama’yı “Frankenstein” olarak adlandıran Maduro Yoldaş, ABD Emperyalistlerinin saldırılarına, zemin yaratıp müdahale
etme çabasına karşı; “Hodri Meydan”, diyerek “mücadele edeceğim, direneceğim”
mesajını verdi. Tıpkı Che gibi, Fidel gibi,
Chavez gibi Yiğitlik Vatanına sahip olduğunu gösterdi.
Ve Maduro Yoldaş, bizlerin umudunu
arttıran, heyecanlandıran bir mesaj daha
gönderdi ABD ve AB Emperyalistlerine
Odatv ile yapılan interaktif röportajında:
“Maduro ABD, AB ve tekellerin Venezuella’ya karşı yürüttüğü kampanya karşısında devrim ilkelerinden ve anayasadan
taviz vermeyeceklerini söyleyerek “Belki de yeni ve daha güçlü bir devrimin
zamanı gelmiştir” dedi. “Karşımızdaki
canavar bütün dünyanın önünde titremesini bekliyor, ama bu gerçekleşmeyecek” ifadesini kullanan Maduro,
emperyalizmin ve oligarşinin Libya’da ve
Irak’ta yaptığını Venezuela’da yapmasına
izin vermeyeceklerini, Millileştirme yoluna gideceklerini ve bölücü bir referanduma
izin vermeyeceklerini” vurguladı.
Başta ABD olmak üzere eski sömürgeci
ülkelerin petrol üreten ülkeleri hedef aldığını söyleyen Maduro, bu ülkeler içinde
E
sahiptir. Devlete ait kamusal güç kullanılmaktadır. Kısacası hak ve görevlerin
ardına saklanılarak bir suç işlenmektedir.
Şüpheliler ellerindeki bu kamu gücüyle bir
“karşıdevrim” yapmaktadır. Yukarıdaki
açıklamalardan başka bir anlam çıkarmak
mümkün değildir.
Halen 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yürürlüktedir. Ve bu Anayasa
hükümleri başta Cumhurbaşkanı olan şüpheliyi ve diğer herkesi bağlamaktadır. Halk
tarafından seçilmiş olmak da yürürlükteki
Anayasal, Yasal kurallara uymama keyfiyeti vermemektedir.
Bu nedenlerle şüphelinin baştan beri anlatılan konuşmaları ve eylemleri; TCK’nin
309’uncu maddede tanımlanan ANAYASAYI İHLAL suçunun kapsamındadır.
Dolayısıyla şüpheli, Cumhurbaşkanı
olarak Anayasanın üstünlüğünü yok sayarak, Anayasayı sürekli ihlal ederek,
Vatana İhanet Suçunu da işlemektedir.
Tüm bu gelişmeler işlenen anayasal
suçlar karşısında demokratik hukuk devletini ve hukukun üstünlüğünü savunması
gereken kurumlar ve kuruluşlar suskundur.
Hukuk Fakültelerinin Dekanları, Anayasa
Hukukçuları, Kamu Hukukçuları, Siyaset
Bilimciler, Barolar suskundur. Suçtan haberdar olduğu anda re’sen soruşturma başlatması gereken Cumhuriyet Savcıları da
maalesef yasal görevlerini yerine getirmemektedir. Tüm bu filler karşısında suskun
kalanları tarih affetmeyecektir.
İşte bu nedenle Halkımıza olan tarihi
sorumluluğumuzun bir gereği olarak, daha
önce de çeşitli gerekçelerle yaptığımız Suç
duyurularımıza ek olarak işbu dilekçemizle
şüpheli R. Tayyip Erdoğan’ın derhal görevden alınarak yargılanması talebiyle Sayın
Savcılığınıza başvuruyoruz.
Sonuç ve İstem: Yukarıda ayrıntılıca
açıklandığı üzere; 5237 Sayılı TCK’nin
309’uncu ve maddesinde belirtilen “Anayasayı İhlal” suçunu örgütlü bir biçimde
ihlal eden Cumhurbaşkanı görevini yürüten R. Tayyip Erdoğan ve diğer belirtilen
şüpheliler hakkında soruşturma başlatılarak yargılanmalarına karar verilmesini
vekâleten talep ederiz. 30.05.2016
Başvuruda Bulunan Halkın Kurtuluş
Partisi Genel Başkanlığı
Vekilleri
Av. Metin Bayyar
Av. Sait Kıran
Av. Doğan Erkan
birlikte Bolivarcı Devrim’e karşı yürüttükleri saldırılarına karşı verdiği mücadelenin
sonuna kadar arkasındayız. Bu saldırılara
karşı alınan tedbirlerin sonuna kadar savunucusu ve destekçisiyiz. Ülkemiz topraklarında Venezuela Halkıyla dayanışmak ve
en geniş kitleye yaymak konusunda elimizden ne geliyorsa yapmaya hazırız.
Çünkü Chavez Yoldaş’a, anısını mücadelemizde yaşatmaya sözümüz var.
Çünkü insan soyunun en büyük düşmanlarına karşı verilen mücadeleyi kendi
mücadelemiz olarak görüyoruz.
Çünkü Venezuela Halkının ve önderi
Maduro Yoldaş’ın Latin Amerika’dan esen
sol rüzgarları çok daha güçlü estireceğine
inanıyoruz.
Çünkü Venezuela Halkının ve önderi
Maduro Yoldaş’ın AB-D Emperyalistlerinin yeniden korkulu rüyası olacağına inanıyoruz.
Şan Olsun Chavez Yoldaş’a.
Şan Olsun Maduro Yoldaş’a.
Şan Olsun Venezuela Halkına.
Başaracaklar, yenecekler, umut olacaklar, buna inancımız tamdır.
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
HKP; Vatan topraklarımızı
(Ege Adalarını)
peşkeş çekenlerin peşini bırakmıyor
ge Denizi’nde Türkiye’ye ait 16
Ada 2014 yılından bu yana Yunanistan’ın işgali altındadır. Bugün
için işgal altındaki ada sayısı 17’ye çıkmış durumdadır.12 yılda Eşek, Koyun,
Hurşit, Bulamaç, Fornoz, Nergizçik,
Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba,
Ardacık, Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi olmak üzere 16
Ada işgal edildi. Son olarak Ardıççık’la
birlikte işgal edilen Ada sayısı 17 oldu.
Ancak ülkenin iktidar koltuklarını
işgal eden AKP’giller bu işgale seyirci
kaldıkları gibi, adaları peşkeş çekmektedirler. Meclisteki Amerikancı diğer muhalefet partileri de işgale sessiz kalmaktadırlar.
Partimiz, adalarımızın işgal edilmesi ile ilgili olarak 2015 yılı Mart ayında
Çeşme Adliyesinden verdiği dilekçe ile
suç duyurusunda bulunmuştu. Bu başvurumuza Ankara Cumhuriyet Savcılığı
Takipsizlik Kararı verdi. Ankara 2. Sulh
Ceza Hâkimliği hiçbir gerekçe belirtmeden itirazımızı reddetti. Savcılık ise, aylar
öncesi verdiği Takipsiz Kararın şikâyetçi
taraf olarak bize tebliğ dahi etmedi. Yani
AKP’nin hukuk bürolarına dönüştürülmüş olan yargının hali pür melali işte
böyle. Ne gerekçe belirtme ihtiyacı duyuyor, ne de verdiği kararları tebliğ etme...
İşte bu açık hukuksuzluk karşısında
Parti olarak 17 Mayıs 2016 günü Anayasa
Mahkemesine Bireysel Başvuru yaptık.
Başvuru formunu Anayasa Mahkemesine gönderilmek üzere İzmir Adliyesi
Asliye Ceza Mahkemeleri Ön Bürosuna
verdik.
Bakalım ülkenin en yüksek mahkemesi Vatan Topraklarımızın göz göre işgaline karşı ne yapacak?
İzmir’den Kurtuluş Partililer
6
Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
HKP, AKP’giller’in 1 Mayıs’taki hukuk tanımazlığına, zorbalığına
karşı suç duyurusunda bulundu
1 Mayıs’ta 1 Mayıs Meydanı olan Taksim’e gitmek için Beşiktaş’ta toplanan HKP’liler polisin zorbalığıyla gözaltına alınmıştı.
Kurtuluş Partili Hukukçular bu zorbalığı karşı suç duyurusunda bulundular. Kurtuluş Partili Hukukçular, “Bu durumun anayasal toplantı ve gösteri hakkının kullanılmasının engellenmesi nedeniyle TCK’nin belirtilen Maddelerini ihlal eden şüpheliler hakkında soruşturma başlatılması için bu suç duyurusunda bulunduk” dediler. Suç duyurusunda, Parti üyelerine karşı bu insanlık dışı muamelenin
kabul edilmeyeceğini vurgulandı.
İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA
Suç Duyurusunda Bulunan: Halkın
Kurtuluş Partisi Genel BaşkanlığıKaranfil
Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA
Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin
Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar
Çıngı, Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran,
Av. Ayça Alpel, Av. Halil Ağırgöl, Av. Pınar
Akbina, Av. Doğan Erkan
Şüpheli:
1- Ahmet DAVUTOĞLU ( Başbakan
Sıfatıyla)
2- Efkan ALA (İçişleri Bakanı Sıfatıyla)
3- M. Celalettin LEKESİZ (Emniyet
Genel Müdürü Sıfatıyla)
4- Vasip ŞAHİN (İstanbul Valisi Sıfatıyla)
5-Mustafa ÇALIŞKAN (İstanbul İl
Emniyet Müdürü Sıfatıyla)
6- Zafer AĞİRKAYA (Beşiktaş İlçe
Emniyet Müdürü Sıfatıyla)
7- Sorumluluğu tespit edilecek diğer
Polis Memurları
Suç: Kasten Yaralama, İşkence, Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Bırakma,
Siyasi Hakların Kullanılmasının Engellenmesi, İnanç Düşünce ve Kanaat Hürriyetinin Kullanılmasının Engellenmesi
Konusu: 1 Mayıs 2016 tarihinde anayasal toplantı ve gösteri hakkımızın kullanılmasının engellenmesi nedeniyle TCK’nun
belirtilen Maddelerini ihlal eden şüpheliler
hakkında soruşturma başlatılmasına karar
verilmesi istemidir.
Açıklamalar:
A- OLAY
Halkın Kurtuluş Partisi 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu’na göre kurulmuş ve
faaliyet gösteren bir siyasi partidir. Tüzük
ve programı incelendiğinde görüleceği
üzere Halkın Kurtuluş Partisi değer yaratan, alınteriyle geçinen halkımızın çıkarlarını asalaklaşmış vurguncu sınıf ve zümrelere karşı savunmaktadır.
Bu nedenle parti olarak, Uluslararası
İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma günü olan 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı, 1
Mayıs 2016 tarihinde, Beşiktaş’tan Taksim
Meydanı’na yürümek suretiyle silahsız ve
barışçıl şekilde kutlama kararı almıştır.
Bu karar doğrultusunda olay günü saat
09.30’da üyeleriyle Beşiktaş Meydanı’nda
toplanmaya çalışan Parti üyelerine hiçbir
uyarı yapılmadan müdahalede bulunulmuş,
doğrudan orantısız olarak cebir uygulanmış ve 69 kişi darp edilerek, biber gazı sıkılarak haksız ve hukuksuz şekilde gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınma işlemlerine
ilişkin tüm belgeler, ifade alma ve diğer
adli işlemleri yapan Beşiktaş ilçe Emniyet
Müdürlüğünde mevcuttur.
Aralarında 5 avukatın da bulunduğu
kişilerin gözaltına alınmaları sırasında ne
derece insanlık dışı bir şiddete maruz kaldıkları EK’te sunulan fotoğraf ve video görüntülerinden de anlaşılmaktadır.
B- HUKUKİ DURUM;
Yukarıda belirttiğimiz olay kolluk güçlerinin hukuka aykırı olmayan bir eyleme-etkinliğe müdahalesi olduğu gibi aynı
zamanda müdahale tarzı ve uygulanan yöntemler açısından da suç unsuru taşımaktadır. Şöyle ki;
1- Düşünceyi açıklama ve yayma hür-
riyeti başlıklı Anayasanın 26. ve Maddesi
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkı başlıklı 34. Maddesine göre “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya
toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu gibi herkes önceden izin
almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına da sahiptir.”
2- Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesiyle bağlantılı olarak ülkemizin de taraf
olduğu ve imzaladığı Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da “Toplantı ve Gösteri
Hakkı” ile ilgili iç hukukumuzda uygulanması gereken metinler haline gelmiştir.
3- Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin 20/1 maddesi ; “Herkesin silahsız ve
saldırısız toplanma, dernek kurma ve derneğe katılma özgürlüğü vardır.” Şeklindedir.
4- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
“Dernek Kurma ve Toplantı özgürlüğü”
başlıklı 11’inci maddesi de herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, hakkına
sahip olduğu belirtilmiştir.
C- BİR YCGK KARARI IŞIĞINDA
TOPLANTI ve GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ
HAKKI:
“Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir
hukuki sonuca ulaşabilmek için öncelikle
bu konudaki yasal düzenlemelerin ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
“Bir düşünce veya görüşün toplu olarak
açıklanmasını ifade eden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, uluslararası sözleşme
ve belgeler ile ulusal hukukta ayrıntılı bir
şekilde düzenlenmiştir.
“İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin
(İHEB) 20. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin barışçı toplanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, Birleşmiş Milletler Siyasi ve
Medeni Haklar Sözleşmesi”nin 21. maddesinde de; “Barışçıl bir biçimde” toplanma
hakkı hukuk tarafından tanınır. Bu hakkın
kullanılmasına ulusal güvenliği veya kamu
güvenliğini, kamu düzenini (ordre public),
sağlık veya ahlakı veya başkalarının hak ve
özgürlüklerini koruma amacı taşıyan, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve
hukuka uygun olarak getirilen sınırlamaların dışında başka hiçbir sınırlama konamayacağı hükmüne yer verilmiştir.
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(AİHS) 11. maddesinin 1. fıkrasında;
“Herkesin asayişi bozmayan toplantılara”
katılma hakkına sahip olduğu, 2. fıkrasında ise, bu hakkın demokratik bir toplumda,
zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal
güvenliğin, kamu emniyetinin korunması,
kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla
sınırlanabileceği belirtilmiştir.
“03.10.2001 gün ve 4709 Sayılı Yasanın 13. maddesi ile yeniden düzenlenen
Anayasamızın 34. maddesinde ise, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi
ile örtüşecek şekilde; herkesin, önceden
izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına
sahip olduğu belirtildikten sonra, bu hakkın ancak, milli güvenlik, kamu düzeni,
suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın
ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabileceği ve kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usullerin kanunda gösterileceği öngörülmüştür.
“TOPLANTI VE GÖSTERİNİN,
BU DÜZENLEMELER VE HAKKIN
GENEL NİTELİĞİ DİKKATE ALINARAK, DEVLETİN MÜDAHALE
ETMEMESİ GEREKEN BİR ÖZGÜRLÜK OLDUĞU YORUMU YAPILABİLİRSE DE, DEVLET BİR YANDAN
GEÇERLİ BİR NEDEN OLMAKSIZIN
TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜ İHLAL ETMEKTEN KAÇINIRKEN, DİĞER YANDAN DA BU HAKKIN KULLANILMASINI SAĞLAMAK İÇİN
GEREKEN ÖNLEMLERİ DE ALMAK ZORUNDADIR” (Yargıtay Ceza
Genel Kurulu, E:2004/8-65, K:2004/117,
T:11.05.2004 kararı)
D- AVRUPA İNSAN HAKLARI
MAHKEMESİ’NDE BARIŞÇIL TOPLANMA VE GÖSTERİ İLE TÜRKİYE
HÜKÜMETİNİN MAHKÛM EDİLDİĞİ KARARLAR:
– Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Ataman v. Türkiye, 74552/01,
– 05.12.2006 – kararı şöyledir:
“AİHM, devletlerin, sadece toplantı yapma hakkını korumakla kalmayıp, bu
hakkı dolaylı yoldan usulsüz bir şekilde
sınırlandırmaktan da kaçınmalarının gerektiğini not etmektedir. Son olarak AİHM,
11. madde koruma altındaki hakların kullanılmasında kamu güçlerinin keyfi müdahalelerine karşı kişiyi koruma amacını içeriyorsa, buna ek olarak bu hakların etkili
bir şekilde kullanılmasını sağlama pozitif
yükümlülüğünü de kapsadığına kanaat getirmektedir (Djavit An)…..
AİHM, ulusal mevzuat hükümlerini gözönünde bulundurarak, halka açık
gösterilerin düzenlenmesi için hiçbir izne
gerek olmadığını gözlemlemektedir. Olayların meydana geldiği dönemde, yetkili
makamlara yapılacak bildirinin olaydan
yetmiş iki saat önce yapılması gerekiyordu. İlke olarak benzeri düzenlemeler,
AİHS tarafından korunduğu şekliyle
TOPLANTI YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜNE
GİZLİ BİR ENGEL OLUŞTURMAMALIDIR.
AİHM, özellikle yetkililerin, İnsan Hakları Derneği adına düzenlenen gösteriye
son vermekte gösterdikleri sabırsızlığa anlam verememektedir.
AİHM için, göstericilerin şiddet içeren
faaliyetlerde bulunmadığında kamu güçlerinin, AİHS’nin 11. maddesi tarafından
güvence altına alındığı şekliyle toplantı özgürlüğünün geçerli olabilmesi için,
barış yanlısı toplanmalara hoşgörüyle
yaklaşması önem arz etmektedir.
Sonuç olarak AİHM, bu davada polisin zor kullanarak müdahale etmesinin
orantılı olmadığına ve AİHS’nin 11. maddesinin ikinci paragrafı uyarınca kamu
düzeninin korunması için gerekli bir tedbir oluşturmadığına kanaat getirmektedir.”
-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Karatepe ve diğerleri davası –
07.04.2009- verdiği karar ise şöyledir:
“Halka açık bir alanda gerçekleştirilen
her türlü gösteri günlük yaşamın akışına
belirli bir ölçüde bozacak bir karışıklığa
ve hasmane tepkilere yol açabilir. Ancak,
AİHM, durumun kurallara aykırı olmasının tek başına, toplanma özgürlüğüne
müdahaleyi haklı çıkarmayacağına itibar
etmektedir.
…
AİHM nezdinde göstericilerin şiddete
başvurmadıkları durumlarda, AİHS’nin 11.
maddesi ile garanti altına alınan toplantı
özgürlüğü kavramının içeriğinin boşaltılmaması bakımından kamu erkinin barışçıl
gösterilere belli ölçüde hoşgörü göstermesi
önem arz etmektedir.
Sonuç olarak AİHM, bu başvuruda polisin kaba kuvvet uygulayarak müdahale
etmesini ve başvuranların (eylemcilerin-nb) cezai yargılama konusu edilmesine orantısız olarak kabul etmektedir. Bu
tedbirler AİHS’nin 11. maddesinin ikinci
paragrafı uyarınca kamu düzeninin korunması bakımından gereklilik arz etmemektedir.”
-Balçık v. Türkiye, 25/02, 27.11.2007
kararı:
“Mevcut davada taraflar arasında,
başvuranların toplanma hakkına müdahalenin ilk ortaya çıkışına ilişkin ihtilaf
bulunmamaktadır. AİHM yerel mahkemenin başvuranları aleyhlerindeki suçlardan
beraat ettirdiğini doğrulamıştır. Ancak, bu
kararın 19 Eylül 2005’te, olaydan yaklaşık
5 yıl sonra verildiğini göz ardı edememektedir. Aynı zamanda başvuranların gösteri-
27.05.2010 kararı:
“AİHM bu bağlamda göstericilerin şiddet eylemlerinde bulunmadıkları durumlarda, AİHS’nin 11. Maddesince koruma
altına alınan toplanma özgürlüğünün esası
korunmuşsa, kamu makamlarının barışçı
toplantılara belirli derecede hoşgörü göstermelerinin önemli olduğuna ilişkin önceki kararlarını hatırlatmaktadır.”
E- Tüm bu nedenlerle Halkın Kurtuluş
Partisinin 1 Mayıs 2016 günü gerçekleştirmek istediği barışçıl, silahsız etkinlik suç
değildir. Bu durumun suç olmadığı artık
yerleşik yargı kararlarıyla da sabittir.
Örneğin 1 Mayıs 2014’te 1 Mayıs İşçi
Bayramını Valilikçe “yasaklama” kararı
verilmesine rağmen Taksim Meydanı’nda
kutlamak isteyen kişilere açılan davada
İstanbul 28. Asliye Ceza Mahkemesi şüpheliler hakkında 2014/339 Esas sayılı dosyasında beraat kararı vermiştir. Bu beraat
kararının gerekçe kısmında;
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11’inci maddesi aynı zamanda devlete
yetkili makamlar aracılığı ile vatandaşlarının ifade, toplanma ve örgütlenme
özgürlüklerini hayata geçirebilmeleri
için haklarına haksız müdahale etmeme
yükümlülüğü getirdiği gibi, kişilerin ve
örgütlerin haklarını kullanabilmelerini
sağlamak için önlemler almak, gerekli
ye katılarak o tarihte tartışmalı bir mesele
olan F-tipi cezaevlerine dikkat çekmeyi
amaçladıklarını kaydetmektedir. AİHM,
gösteriye müdahale edilmesinin, polisin
göstericileri dağıtmak için güç kullanmasının ve müteakiben cezai takibat başlatılmasının, caydırıcı bir etkiye sahip olmuş
ve başvuranların benzeri gösterilerde yer
alma hususundaki cesaretlerini kırmış olabileceği kanısındadır.
Bu nedenle AİHM, özellikle yetkili makamların gösteriyi sona erdirmedeki sabırsızlığını anlaşılır bulmamaktadır. Bu noktada AİHM ayrıca hiçbir bilgi verilmeme-
güvenlik koşullarını sağlamak yükümlülüğünü getirmiştir. Devlet olumlu ve olumsuz anlamdaki bu yükümlülüklerini yerine
getirmemiş, sanıkların yetkilisi oldukları
kurumları adına aldıkları izin doğrultusunda dahi gösteri haklarını kullanmalarını sağlayamamıştır.” ifadeleri yer almaktadır. (EK-2)
Ayrıca, barışçıl gösterilere müdahale
edilemeyeceği aksine kişilerin bu hakkının devlet tarafından korunması gerektiği,
bunun tersi davranış ve fiillerin Avrupa
İnsan Hakları sözleşmesine aykırı olacağı
bir çok Avrupa İnsan Hakları Mahkeme-
sine rağmen yetkili makamların, o tarihte
bu tür bir gösteri yapılacağına ilişkin bilgi
almış ve böylece önleyici tedbirler alabilmiş olduğunu hatırlatmaktadır.
AİHM, göstericiler şiddet içeren fiiller sergilemedikleri sürece, AİHS’nin 11.
maddesince teminat altına alınan toplantı
özgürlüğünün esasına bağlı kalınmak isteniyorsa, resmi makamların barışçı toplantılar hususunda belirli derecede hoşgörü
göstermelerinin önemli olduğu kanısındadır.”
-Aytaş ve diğerleri v. Türkiye, 6758/05,
08.12.2009 kararı:
“AİHM bilhassa yetkililerin bu gösteriyi sona erdirme konusundaki aceleciliklerine şaşırmaktadır (Bkz. sözü edilen Oya
Ataman ve a contario, Eva Molnar-Macaristan kararı no: 10346/05, 7 Ekim 2008).
AİHM’ye göre, AİHS’nin 11. maddesi
ile güvence altına alınan toplantı özgürlüğünün muhtevasından yoksun bırakılmaması amacıyla, kamu erklerinin, barışçıl
gösterilere belli ölçüde hoşgörü göstermeleri önem arz etmektedir.
Mevcut davada, AİHM, polisin güç
kullanarak müdahale etmesinin ve başvuranlar hakkında ceza davası açılmasının
orantısız olduğu kanaatindedir. Söz konusu
tedbirler, AİHS’nin 11. maddesinin 2. paragrafı uyarınca kamu düzeninin korunmasında gerekli tedbirler değildir.”
-Biçici v. Türkiye, 30357/ 05,
si Kararında belirtilmiştir. Bu kararlardan
biri 38676/08 başvuru nolu DİSK ve
KESK v. TÜRKİYE davasıdır. Bu dava
1 Mayıs 2008 tarihinde bazı sendikaların 1
Mayıs İşçi Bayramı kutlamalarını Taksim
Meydanı’nda gerçekleştirme isteklerinin
kolluk kuvvetlerince engellenmesi ve hukuksuz müdahalesi sonucunda açılmıştır.
AHİM bu kararında; göstericilerin
şiddete başvurmadığı durumlarda, kamu
yetkililerinin Sözleşmenin 11. maddesinde teminat altına alınan barışçıl toplantı
hakkının özünün zarar görmesini engellemek için, barışçıl toplantılara bir miktar
hoşgörü göstermeleri gerektiği, söz konusu davada polis memurları tarafından güç
kullanılarak yapılan müdahalenin orantısız
olduğu ve kamu düzeninin bozulmasına
engel olmak üzere gerekli olmadığı kanaatine varmıştır.
Böylelikle bu davada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1 Mayıs Bayramını Taksim’de kutlamak isteyen vatandaşların
engellenmesi, darp edilmesi ve gözaltına alınması nedeniyle tazminat ödemeye
mahkûm edilmiştir. (EK-3)
F- BİBER GAZI KULLANIMI
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ALİ
GÜNEŞ-TÜRKİYE davasında (Başvuru
no:9829/07) konuyu şu şekilde değerlendirmiştir:
7
6Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
“Mahkeme halihazırda, yasaların uygulanmasına ilişkin olarak “göz yaşartıcı gaz”
veya “biber gazı” kullanılması hususunu
incelemeye tabi tutmuş ve “biber gazı”
kullanımının solunum problemleri, bulantı,
kusma, soluk borusu irritasyonu, göz irritasyonu, spazm, göğüs ağrısı, dermatit ve
alerji gibi sorunlara yol açabileceği sonucuna varmıştır. Asırı doz halinde, bu gaz,
solunum ve sindirim borularında doku ölümüne, akciğer ödemi ve iç hemorajiye yol
açabilmektedir (böbrek üstü bezi hemorajisi), … Mahkeme, yasaların uygulanması
hususunda bu tür gazların kullanılmasına
ilişkin olarak, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya
Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT)
tarafından kaygıların ifade edildiğini belirtmektedir. CPT su kanaattedir:
“… Biber gazı potansiyel olarak tehlikeli bir maddedir ve kapalı alanlarda kul-
lanılmamalıdır. Açık havada kullanılması
halinde bile CPT’nin ciddi çekinceleri bulunmaktadır; istisnai olarak kullanılması
gerektiğinde, bölgede belirli güvenlik tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Örneğin, biber gazına maruz kalan kişiler derhal bir doktora ulaştırılmalı ve bu kişilere
panzehir sağlanmalıdır.”,
“… Avrupa Konseyi’nin birkaç Üye
Devletinde yürüttüğü teftişlerinde, CPT su
tavsiyelerde bulunmuştur:
“… Biber gazı kullanımının kontrolüne
ilişkin düzenlenen net bir yönetmelik en
azından şunları içermelidir:
“Biber gazının hangi durumda kullanılabileceğine dair talimatlar; biber gazının
kapalı alanlarda kullanılmaması gerektiğini açıkça belirtmelidir;
Biber gazına maruz kalan tutukluların
derhal doktora ulaştırılmalarına ve kendilerine kurtulma tedbirlerinin sunulmasına
dair hakları;
“Biber gazı kullanma yetkisi verilmiş
personellerin nitelikleri, eğitimleri ve yeteneklerine ilişkin bilgi; biber gazının kullanımına ilişkin yeterli bir raporlama ve
denetim mekanizması…”,
“Gazların neden olduğu etkiler ve içerdiği potansiyel sağlık tehlikelerini göz
önünde bulundurarak” (bkz. 37. Paragraf)
Mahkeme, yukarıda anlatılan koşullar
altında başvuranın yüzüne haksız yere gaz
sıkılmasının, kendisinin yoğun fiziksel ve
ruhsal acı duymasına neden olduğu ve başvuranı aşağılayabilecek ve itibarını düşürebilecek korku, acı ve aşağılanma duyguları
uyandırma niteliğinde bulunduğu kanaatindedir (bkz. gerekli değişikliklerle, Kudla v.
Polonya [GC], no. 30210/96, § 92, AİHM
2000-XI). Bu nedenle Mahkeme, polis memurlarının, başvurana bu şartlar altında
göz yaşartıcı gaz sıkarak, Sözlesme’nin 3.
Maddesi çerçevesinde, başvuranı insanlık
dışı ve aşağılayıcı muameleye maruz bıraktıkları sonucuna varmaktadır.”
DİĞER YANDAN, İstanbul’daki Gezi
olayları sebebiyle Kamu Başdenetçisi M.
Nihat ÖMEROĞLU tarafından hazırlanan
03.2013/310 Şikâyet ve 2013/90 Karar
no.lu kararda da belirtildiği üzere, barışçıl
olmayan bir gösteride dahi, biber gazı kullanılacaksa da, gaz kapsülünün göstericilere doğru fırlatılmış olmasının hak ihlali
olduğu, Abdullah Yaşa ve diğerleri – Türkiye (Başvuru numarası:44827/08) davası
16 Temmuz 2013 tarihli kararına atıf yapılarak ifade edilmiştir.
EKTE SUNDUĞUMUZ RESİMLERDEN GÖRÜLECEĞİ ÜZERE, MÜVEKKİL PARTİNİN ÜYELERİNE ETKİSİZ
HALE GETİRİLDİKTEN SONRA DAHİ
DOĞRUDAN YÜZLERİNE GAZ SIKILDIĞI GÖRÜLECEKTİR.
Bu fotoğraflardaki polislerden anılan
nedenlerle şikayetçiyiz.
G- Dolayısıyla özetlemek gerekirse
Halkın Kurtuluş Partisi ve üyelerinin 1
Mayıs 2016 tarihinde Beşiktaş Barbaros
Bulvarı ve Beşiktaş Meydanı’nda yasa dışı
bir faaliyetleri yoktur. Aksine Anayasa ve
Uluslararası Sözleşmelere uygun şekilde
barışçıl toplanma ve düşünce açıklama
hakkını kullanmak istemektedirler. Ancak
bu hakların kullanılması şüpheliler tarafından engellenmiştir.
1 Mayıs İşçi Bayramı’nın hem tarihsel
hem de sosyal olarak en anlamlı şekilde
kutlanabileceği yer olan Taksim Meydanı
Anayasa ve AHİS’e aykırı şekilde fiili zor
ve baskı kullanılarak vatandaşlara ve Halkın Kurtuluş Partisi ile üyelerine kapatılmıştır.
Sonuç olarak başta Başbakanlık makamında bulunan şüphelilerin yasa dışı talimatlarıyla kolluk güçleri anayasal barışçıl
bir etkinliğe müdahale etmiş, insanları darp
ederek gaz kullanarak gözaltına almıştır.
Böylelikle Halkın Kurtuluş Partisinin yapacağı açık yasal siyasi bir faaliyet engellendiği gibi partinin düşüncesini kamuoyu
nezdinde dile getirmesinin de önüne geçilmiştir.
Bu nedenlerle;
* Kamu görevlisi nüfuzu kullanılarak
parti üyelerine karşı gerçekleştirilen Yargıtay kararın göre silahtan sayılan biber gazı
ile yaralama TCK 86/d-e maddesine göre,
* Aralarında görevlerini yapmaya çalışan avukatların bulunduğu vatandaşlara
insan onuruna aykırı davranışla, ağızlarına,
yüzlerine kasti ve orantısız şekilde biber
gazı sıkılması, darp edilmesi sebepleriyle
TCK 94 ve 94/b maddelerine göre,
* Haksız, hukuka aykırı ve gerekçesiz
olarak kişilerin gözaltına alınması ve hürriyetlerinden yoksun bırakılması TCK 109.
Maddesine göre,
* Bir partinin toplanma ve barışçıl şekilde düşünce açıklaması yapmasını keyfi
şekilde engellenmesi TCK 114, 115 ve 119.
Maddelere göre suçtur.
Belirtilen bu suçlar silsile yoluyla kanuna aykırı emir vererek ve bu emirin uygulanması yoluyla gerçekleştirilmiştir.
Sonuç ve İstem: Yukarıda ayrıntılıca
açıklandığı üzere;
Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları
sözleşmesinde belirtilen toplanma ve düşünce açıklama hakkını yasa dışı yöntemlerle engelleyen, müvekkil parti üyelerini
darp ederek, işkence uygulayan şüphelilerin yukarıda belirtilen suçlar nedeniyle soruşturulmasını ve haklarında kamu
davası açılmasını vekâleten talep ederiz. 16.05.2016
Suç Duyurusunda Bulunan
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Başkanlığı
Vekilleri
Av. Pınar Akbina,
Av. Ayhan Erkan,
Av. Ali Serdar Çıngı
Halkın Kurtuluş Partisi (HKP)’den:
Genel Başkanımız Nurullah Ankut hakkında basında çıkan
“MİT TIR’ları-UCM davası”nda verilen ceza hükmüne dair haberler hakkında açıklamamızdır
P
artimiz, MİT TIR’ları ile Suriye’ye silah taşınmasını bir savaş
suçu olması sebebiyle ve yerel
adliyelerde hiçbir sonuç alınamadığından,
konuyu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne
taşımıştı.
Yalnızca bu şikâyet sebebiyle, “hak arama hürriyeti”nin kullanılmasını çok gören
AKP yargısı, Genel Başkan’ımız hakkında
1 yıl 2 ay hapis cezasına hükmetmişti.
Konuya duyarlı basın emekçilerimiz,
özellikle hukuka aykırı, şikâyet hakkını
hiçe sayan ve AKP önde gelenlerine methiyeler düzen “gerekçeli karar”ın çıkmasından sonra, dava ve karar hakkında haberler
yaptılar.
Ancak sürecin tam tarifi ve hukuksuzluğun gösterilmesi bakımından, bu gerekçeli karara karşı temyiz sebeplerimizden
de haberdar olunması “fikr-i takip” prensibi gereğince ihtiyaç olduğundan, aşağıda
özetçe AKP yargısının kararına karşı temyiz gerekçelerimizi paylaşıyoruz:
“Yerel mahkeme, yapılan başvurunun
içeriğinde kullanılan herhangi bir ifade biçimi sebebiyle değil, bizatihi uluslararası
mahkeme savcılığına yapılan başvurunun kendisinin suç olduğu düşüncesiyle
mahkûmiyet kararını ihdas etmiştir.
Bu tasavvur, yüzlerce yıllık evrensel bir
hak olan “HAK ARAMA HÜRRİYETİ”ni ve bunun doğal bir sonucu olan “İDDİA
DOKUNULMAZLIĞI”nı yok saymak
niteliğindedir.
UCM, Roma Statüsü’nü imzalamayan
ülkeler veya bu ülkelerin yöneticileri hakkında da dava başlatabilmektedir.
UCM bu yetkisini, Roma Statüsü’nde
yer verdiği “Uluslararası toplumu bir bütün olarak yakından ilgilendiren, en ciddi
suçların cezasız kalmaması”, “Bu suçların faillerinin, cezasız kalmasına son
verme ve böylece bu tür suçları önleme”
prensiplerine dayandırmaktadır.
Türkiye taraf olsun ya da olmasın,
uluslararası bir sözleşmede “savaş suçu”
olarak kavramlaştırılan bir suç tipine
atıf yaparak yargıya başvurmak, suçlama ve cezalandırma gerekçesi yapılırsa,
hiçbir suç tipi iddiası hukuksal olarak
ortaya atılamaz hale gelir. İDDİA DOKUNULMAZLIĞI ilkesi, tam da bunun
için vardır.
Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2/4. Maddesinde: “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal
bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in Amaçları ile bağdaşmayacak
herhangi bir biçimde kuvvet kullanma
tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına
başvurmaktan kaçınırlar.” denilmektedir.
İşte Nurullah ANKUT’un Genel Başkanı olduğu Partinin, MİT TIR’LARI İLE
SİLAH TAŞINMASINI UCM’ye ihbar etmesinin sebebi tam da budur. Uluslararası
Hukuka göre hiçbir devlet bunu yapama-
malıdır.
Türk Ceza Kanununun 128. Maddesine göre “yargı mercileri veya idari
makamlar nezdinde yapılan yazılı veya
sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut
isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez.”
Bu açık yasal hükmün açıklayan bir
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI şöyledir: “hak arama özgürlüğü, hukuk devletinin başlıca ölçütlerinden, demokrasinin
en çağdaş gereklerinden, vazgeçilmez koşullarından biridir.”
Yerel mahkeme, Genel
Başkan’ımızca UCM Savcısına yapılan başvuruyla
ilgili “hiçbir inceleme
ve soruşturma işlemi yapılmayan” diyebilmiştir.
Oysa UCM’den gelen,
Genel Başkan’ımızı temsilen avukatlarına yapılan,
başvuruyla ilgili “başvurunuzun kabul edildiği anlamına gelmemekle birlikte, başvurunuz incelemeye alınmıştır” şeklindeki
cevabi yazıyı dosyaya
sunmuştuk.
Demek ki UCM, inceleme yapmamış değil,
bilakis, BAŞVURUYU
İNCELEMEYE
ALMIŞTIR.
Dolayısıyla yerel mahkeme hâkimi, tümüyle
kendi öznel yaklaşımıyla,
UCM’den gelen cevabı
görmezden gelmiş, dahası
tersyüz etmiştir.
Peki yerel mahkeme hâkimi, dosyaya biz
savunmanların sunduğu
UCM’NİN
İNGİLİZCE CEVABİ YAZISINI
TÜRKÇEYE ÇEVİRTME İHTİYACI HİSSETMİŞ MİDİR?
HAYIR!
Zira mahkeme hâkiminin zihninde vereceği önyargılı ve siyasi karar önceden kuruludur. Dolayısıyla da UCM’den
tarafımıza gelen yazıyı yokmuş gibi algılamakta ve bu hukuki olmayan öznel algı
ve değerleri üzerinden hüküm kurmaktadır.
Tam da yerel mahkeme hâkiminin dayandığı tez bakımından, hem “isnadın
ispatı”, hem “iddia dokunulmazlığı”nın
kabul edilebilirliğini göstermek açısından
UCM BAŞVURUSUNUN AKIBETİNİN SORULMASINI TALEP ETMİŞTİK. YEREL MAHKEME BUNU DA
REDDETMİŞTİR!
Bu durumda yerel mahkeme hâkimi, akıbetini sormayı reddettiği Ulus-
lararası Ceza Mahkemesi başvurusu
konusunda HİÇBİR SORUŞTURMA
İŞLEMİ YAPILMADIĞINI NEREDEN
ANLAMIŞTIR? Yerel mahkeme hâkimi
acaba hukuksal olmayan, dava dosyasında
da bulunmayan harici bir bilgi mi almıştır?
Yoksa yine zihninde peşinen verdiği karar
onu bu yanılsamaya mı sürüklemiştir?
Yerel mahkeme, dosyada var olan incelemeye başlama kararını görmezden gelmek ve başvuru akıbetinin araştırılmaması
yoluyla hukuka aykırı davranmış, eksik
incelemeyle şahsi yorum yapmış ve araştırmadığı başvuruyu meşru olmayan bir
yöntem olarak nitelendirerek iddia dokunulmazlığı dışında ilan etmiş, hâsılı kendi
eksikliğini kendi hükmüne gerekçe yapmıştır.
Tersi durumda, mahkeme şayet başvuru
akıbetini araştırsaydı, soruşturma başladığını göreceğinden kararının gerekçesi ortadan kalkacaktı. Dolayısıyla önden verilmiş
siyasi ve hukuksuz kararın gerekçesini korumak adına yerel mahkeme, bu incelemeyi iradi olarak yapmamıştır.
Yerel mahkeme akıbetini araştırmamayı uygun gördüğü başvuru makamını
(UCM’yi), “hukuken soruşturma yap-
ması mümkün olmayan” olarak nitelendirmiş, böylece de kendisini UCM yerine
koymuştur. Yerel mahkeme uyuşmazlık
mahkemesi değildir. UCM savcılığının
soruşturma yürütmesinin mümkün olup olmadığına kendisi karar veremez.
Yerel mahkeme yine başvurunun sonuçsuz olacağını, hiçbir araştırma yapmadan hükmetmek yoluyla, Genel Başkan’ımızın, devletin yönetim kadrosunda bulunan katılanların saygınlıklarını
RENCİDE ETMEYE DÖNÜK KASITLA
HAREKET ETMESİ, dahası DEVLETİ
MAHKÛM ETTİRME GAYRETİ olarak
nitelendirmiştir.
Böylece devlet yöneticilerine karşı başvurulabilecek tüm iddia ve hak
arama yollarının bu bakış
açısıyla engellenebileceği
bir fiili engel yolu yaratmıştır.
Şikâyet/ihbar hakkını kullanan kişinin, ihbar
edilenin devlet yöneticisi
olması halinde, saygınlığının rencide olup olmayacağını düşünme yükümü yoktur.
Yerel mahkeme hâkiminin, Genel Başkan’ımızca yapılan başvuruyu
ÜLKE ÇIKARLARI İLE
BAĞDAŞMAZ nitelemesine gelince, tam da bu
nokta yerel mahkeme hâkiminin siyasal saiklerini
saklama gereği duymadığı, hatta alenen ilan ettiği
yerdir.
Ne demiş Genel Başkan’ımız UCM Savcılığına ihbarında?
“Hemen her gün bir
yeni örneği ile karşılaştığımız
uygulamalarla, egemen bir devletin
(Suriye’nin) toprağına
saldırı amacı taşıyan
güçlerin ülkemizde örgütlendiklerini hatta bu
güçlerin kontrolsüz bir
şekilde kendi halkımıza
karşı da saldırganlaştıklarını görmekteyiz.”
Türkiye’de sayıları 4 milyona yaklaşan
Suriyeli mülteci, Uluslararası Terörün Önlenmesi Sözleşmesine göre açıkça Suriye
egemen devletine karşı terörist bir örgütlenme olan (buna rağmen iddia makamının iddianamesinde açıkça savunabildiği)
ÖSO’nun, IŞİD’in bölgemizi ve ülkemizi
kan gölüne çevirmesi, Suriye devletinin ve
halkının ve bu sebeple İran, Suriye ve diğer komşularımızın neredeyse tamamının
Türkiye’ye düşman olduğu, Türk jetlerinin
düşürüldüğü, Türk tanklarının henüz geçtiğimiz günlerde IŞİD tarafından vurulduğu,
IŞİD’in Diyarbakır, Suruç, Sultanahmet,
Ankara ve Beyoğlu katliamları gerçekleştirdiği bir TÜRKİYE MİDİR ÜLKE ÇIKARINA OLAN?
Bu davanın müştekileri, Suriye’ye karışmadan önce, bu olayların hangisi yaşanmıştır Türkiye’de?
Müştekilerden Recep Tayyip Erdoğan,
MİT TIR’ları için “velev ki silah taşıyorlardı” demişti yakın zamanda.
Egemen Suriye devletine karşı ayaklanmış çetelere silah göndermek, Türkiye’nin
de taraf olduğu Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’nin açıkça ihlali değilse nedir?
Yerel Mahkeme hâkimi -hangi yetki ve
yetkinlikle böyle bir değerlendirme yapar
bilemiyoruz- ancak şu sözleri gerekçeli kararında kullanabilmiştir:
“(…) BAZI SOL GÖRÜŞLÜ PARTİLER, ULUSLARARASI HUKUK
DEĞERLERİNİ
BENİMSEMEKTE,
ULUSAL DEĞERLER GÖZARDI EDİLMEKTEDİR.”
Bu cümle, gerekçeli kararı başlı başına
bozma sonucuna götürmelidir. Zira:
Sanığın genel başkanı olduğu partinin
sol bir parti olmasıyla hâkim neden ilgilenmektedir? Bunu karar gerekçesinde belirtme ihtiyacı hissetmesi nedendir? Sol parti
genel başkanı olması suçun unsurlarından
birisi midir, yoksa bir algı yaratma, ya da
peşin kararın algısının kabul görmesini
sağlama saiki mi vardır?
Sol parti değerlendirmesi, hukuksal bir
değerlendirme midir, yoksa siyasal bir değerlendirme midir?
Bu yorumda örtülü bir “argumentum a
contrario” (mefhumu muhalif) HUKUKSAL İKRAR VARDIR. “uluslararası hukuk değerlerini benimsemek…”. demek ki
genel başkanımız, benimsediği uluslararası hukuk değerlerine göre bir başvuru
yapmıştır!
“Uluslararası hukuk değerleri”ne
göre yapılan bir başvuru ise suçlama konusu olamaz.
“ulusal değerleri gözardı etme…” değerlendirmesini Genel Başkan’ımız hakkında yapmak ise, yerel mahkeme hakimi
de dahil hiç kimsenin vazifesi değildir.
Böyle bir değerlendirme kabul edilemez.
Genel Başkan’ımız, Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’nın Kuvayimilliye
Komutanlarından, bu toprakların yetiştirdiği en büyük Sosyalist olan, Hikmet KIVILCIMLI’nın en yetkin öğrencisi, O’nun önderliğinin yaşayan mirasçısı, devamcısıdır.
Genel Başkan’ımızın, ulusal değerleri korumak için yaptıklarından, mücadelesinden
ve eylemlerinden, yerel mahkeme hâkimi
bihaberdir.”
Özetlediğimiz temyiz gerekçelerimizi
basının ve konuya duyarlı basın emekçilerinin dikkatine sunarız. 13.05.2016
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Başkanlığı
8
Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
Başyazı
HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut:
Belki de o günleri yaşamaktan daha çok,
o günler için savaşmak güzeldir
Baştarafı sayfa1’de
ABD, her zaman en korkakları
en hainleri destekler
Yoldaşlar,
Bu kongreyi farklı bir ortamda yapıyoruz, diğer kongrelerimizden farklı olarak.
En önemli farkımız ne?
Artık Türkiye’de, özellikle düşman
(her boydan ve her soydan kesimiyle) artık
bizi tanıyor. Yani siyasileri tanıyor, medyadaki yazarçizerleri tanıyor, akademisyen
maskeli burjuva Amerikancı bilim adamları tanıyor, hepsi tanıyor. Ve aydın gençliğimiz tanıyor bizi. Halkımızınsa ne yazık ki
çok az bir bölümü tanıyor. Yani bilinmez
olmaktan bir ölçüde, halkımızı ayrı tutarsak, kurtulmuş durumdayız.
Ama Parababalarının elbette, bu susuş
suikastı dediğimiz ablukası bize karşı bütün katılığıyla sürmeye devam ediyor bildiğimiz gibi.
Bizim AKP’giller’le, onların savaş
suçlularıyla ilgili davamız bitti. İşin özüne gelirsek; bizim onları yargılamamız ve
mahkûm edişimiz bitti. Onlar da ellerinin
altındaki mahkemeleriyle bize ceza verdirdiler.
Medyada ne kadar yer bulduk, arkadaşlar?..
Hepimizin gözüne çarpmıştır bu, sosyal medyayı bir kenara bırakırsak…
Ama işte Amerika’nın, Avrupa Birliği’nin, Joe Biden’ın, Amerikan Dışişlerinin sözde kahramanları yani Can Dündar,
Erdem Gül ki bunlar CIA’nın yürüttüğü
“Ergenekon Davası” adlı operasyonunun
destekçilerindendi.
Erdem Gül Yasemin Çongar’lı Ahmet
Altan’lı, Emre Uslu’lu Taraf Gazetesi’nin bir çalışanıydı.
Öbürü ise meşrebine uygun olarak, ikili oynayarak, sinsi bir şekilde destek veriyordu. “Eskiden darbeciler bunları içeriye
tıkarlardı. Şimdi bunlar darbecileri içeriye
tıktılar.”, diyordu.
Yani bunların ikisi de Silivri’de
mahkûm edilen, tutsak edilen yurtseverleri
suçluyorlardı ve onlara saldırıyorlardı.
Dünyanın dört bir tarafından ses geldi
değil mi bu Amerikan uşaklarının mahkûmiyeti üzerine?
Tabiî bize öyle bir destek gelseydi, biz
durumumuzu gözden geçirirdik, Amerika’dan, Avrupa Birliğinden bir onay gelseydi...
Ne yaptık biz, bu işimizin neresinde
yanlış yaptık, Halka zararlı bir şey yaptık
ki düşman bizi sahipleniyor, bizi övüyor
diye gözden geçirirdik durumumuzu.
Yani o da işin doğasına uygun olarak
yürüyor. AB-D Emperyalistleri hizmetkârlarını sahipleniyorlar; yurtseverleri,
antiemperyalistleri ve devrimcileri düşman
olarak görüyorlar ve düşman ilan ediyorlar.
Tabiî ki öyle yapacaklar.
Ve Parababalarının tüm hizmetkârlarının tavşan kadar yürek taşımadığını söylüyoruz bir de değil mi, arkadaşlar?
İşte bunlardan en önde gelen kişinin;
Cumhuriyet’i de Taraf, Özgür Gündem,
Radikal İki’nin sentezi haline getiren Can
Dündar’ın, ne menem bir yürek taşıdığını
hepimiz üzülerek gördük. İnanın ben çok
üzüldüm. İnsanın o kadar korkak olması
üzüyor beni.
Biz üç defa üzerimize kurşun yağdığını
biliyoruz, hatırlıyoruz. Biri 1 Mayıs’taydı
işte geçenlerde sözünü ettik açıklamamızda. İnanın soğukkanlılığımdan hiçbir şey
kaybetmedim ve asla kaçmaya tenezzül
etmedim. Yani öleceksek öleceğiz ya... En
utanç verici ölüm, insanın kaçarken sırtından vurulup ölmesidir. Ama göğsünden,
alnından, yiğitçe, çarpışarak ölmek bizim
özlediğimiz bir şey. Yatakta ölmeyi tercih
etmeyiz biz. Anlayışımız bu. Önderimizin
anlayışı da buydu. İlkel Komünal Toplum
şefi atalarımızın anlayışı da buydu. O bakımdan o dünyanın insanları bize anlaşılmaz geliyor ve acıklı geliyor.
Yine iktidarın tepesindeki AKP’giller’in önde gelenlerine baktığımız zaman
aynı yüreksizliğe sahip olduğunu görürüz.
İşte Ankara’da, İstanbul’da bir yerden bir
yere gidecekleri zaman yollar trafiğe kapatılıyor saatler öncesinden. 1500, 2000,
3000 kişilik koruma ordularının içinde
dolaşıyorlar. Bugün harcanan Davutoğlu,
geçen bayramdaydı değil mi; Diyarbakır’a
gitti. Bayram namazını Diyarbakır’da meşhur Ulu Cami’de kıldı. Yani korkusundan
10 ay ancak.
Nurullah Ankut Yoldaş: Müeyyidesi
de iyi halden 10 aya düşer ama bunlar bu
işte, yoldaşlar. Yani Amerika böylelerini
kullanır.
Daha önce de söylemiştim, babam hep
hatırlatırdı; oğlum cesur adamdan korkma,
derdi. Düşmanınsa da korkma, dostunsa
zaten o senin çok önemli bir desteğindir.
Düşmanınsa da korkma çünkü düşmanlığını sana açıktan belli eder, sen onun ne
yapacağını bilirsin. O söyler, gizlemez
planını. Sen de ona göre tedbirini alırsın,
derdi. Ama korkak düşmandan kork, ona
karşı çok tedbirli ol, derdi. Çünkü o sinsidir, kalleştir, kaypaktır; yüzüne güler, senin
en savunmasız anında sırtından seni vurur,
derdi.
Yani o bakımdan işte Amerika böylelerini kullanıyor. Hiçbir ahlâki, insani değer
taşımayan insanları özellikle seçiyor; onları destekleyerek getiriyor iktidara. Defalarca söylemiştik AKP’giller’in normal, sıradan bir siyasi parti olmadığını. Bunların
arasında dostluğun, güvenin, sevginin, saygının (içtenlikli saygının tabiî) zerresinin
bulunmadığını; bunların çıkar amaçlı bir
suç örgütü olduğunu söylemiştik. İşte en
son ayrışma bunu bir kez daha belgelemiş
oldu, pekiştirmiş oldu, ortaya sermiş oldu.
317 milletvekili çıkardı ve o oyla, o partinin seçtirdiği bir Başbakan.
Şimdi ne oldu?
Kaçak Saraydakinin bir sözüyle bir
anda işi bitti ve hiç kimse de onu sahiplenemiyor dikkat edelim. Bu nedir, bu nasıl
demokrasi anlayışıdır, bu ne hukuksuzluktur diye yandaş medyadan, akademisyenler
televizyonlara çıkıyorlar bu konuda tık çıkmıyor... Akşam yine vardı. Tahammül edemeyiz onların yüzlerini görünce. Prof. ünvanlı biri, Mustafa Yoldaş kanaldan kanala
geçerken gördük,
hepsi Kaçak Saraydakinin yanında şu
anda. Yani bunların
demokratlığı da bu
Hukuktan
İşin doğasına uygun olarak yürüyor. AB-D Emperyalistleri hizmet- kadar.
anladıkları, hukuka,
kârlarını sahipleniyorlar; yurtseverleri, antiemperyalistleri ve devrim- insanlığa saygıları
bu kadar bunlacileri düşman olarak görüyorlar ve düşman ilan ediyorlar. Tabiî ki öyle da
rın. Meclisteki diğerleri de öyle, bunyapacaklar.
farklı değil.
Ve Parababalarının tüm hizmetkârlarının tavşan kadar yürek taşı- lardan
Ne diyor aynı
grup konuşmasında
madığını söylüyoruz bir de değil mi, arkadaşlar?
Davutoğlu?
Muhalefet
de
hakkını helal etsin
diyor.
gideceğini haber veremiyor medyaya ve
Dikkat edelim, konuşmayanlar hep duİlk atılan kim?
çelik yelek giymedim diye de övünüyor rumu gözlüyor. Ağırlıklı olan, daha doğPartililer: Kılıçdaroğlu.
o kadar koruma ordusunun içinde. Yahu rusu kazanacak kimse onun safında yer
Nurullah Ankut Yoldaş: Kılıçdaroğlu.
sen bir yere gizli gidiyorsun hırsız misali, almak istiyor. O bakımdan şu anda renk Evet, hakkımızı helal ediyoruz. Bizim de
bunu da sadece çelik yelek giymedim diye vermiyorlar. Bakalım kim kazanacak, ona helalliğimizi aldın, diyor.
övünme vesilesi yapacak kadar durumunu göre pozisyonlarını belirleyecekler. DavuOysa Aile ve Sosyal Politikalar Bakaalgılamaktan, değerlendirmekten uzaksın. toğlu’nun da konuşmasında hiç kimse bir nının o içler acısı, utanç verici açıklaması
Bunlar anlayışça, seviyece düşük insanlar. ses çıkarmıyor. 40 dakika mı Mustafa Yol- üzerine girdikleri polemikte aynı DavutoğTepedeki de öyle. Daha önce de konu et- daş? 40 dakika mı konuşuyor?
lu ne demişti bunun için? Hatırladınız mı?
Mustafa ŞahAv. Tacettin Çolak Yoldaş: “Adam debaz Yoldaş: Evet.
ğilsin.”, demişti.
Nurullah AnNurullah Ankut Yoldaş: “Adam değilkut Yoldaş: Konuş- sin.”, dedi. Daha bir ay ancak geçti değil
masını yapmış. Bir mi aradan? Ya, sıradan insani ilişkilerde,
tek kişi, işlerin bu bir insan başka birine “adam değilsin” denoktaya gelmesi- diği anda orada kavga olmalı yani kavga
ne üzüldüm, diyor. olur. Bir daha yüz yüze bakılmaz. Ama işte
Onun dışında hiç bunun kalitesi de bu. Ve ben şunu da söylekimse ses çıkarmı- miştim: Bunların halka bütün söyledikleri
yor. Yani onların yalan ama birbirleri hakkında söyledikleri
derdi koltuk, çıkar- doğru. Tek doğruları birbirleri hakkında
ları. Yoksa tepede söyledikleri… İşte böylelerini görünce inkimin
kazandığı, san... Az da değil sayıları, arkadaşlar. İnkimin
kaybettiği sanın hayvanseverliği daha da pekişiyor,
değil. Kim güçlüyse artıyor. Öyle mi Arif Yoldaş? Yani hayvanondan yana oyna- larda hiç böyle örneklerle karşılaşmazsınız.
yacaklar ki mevcut
Bir Partili Yoldaş: Hoca’m, Özler de
konumlarını koru- var burada.
yabilsinler. Onların
Nurullah Ankut Yoldaş: Arif’le göz
derdi o. İşte ne yazık ki 1950’den bu
yana Türkiye böyle
insanlar tarafından
yönetiliyor.
Tabiî bu yönetim bir taşeron
yönetimi,
gerçek
anlamda bir yönetim değil. Gerçek
anlamda yönetici;
miştik: Nuh Mete Yüksel TCK 159’dan Washington’da, Pentagon’da. Onlarca kisorguluyor bunu DGM’de. Rize’de mey- tap yazıldı Tayyip Erdoğan’ın, AKP’gildanı boş bulmuş Laik Cumhuriyete haka- ler’in nasıl keşfedilip, seçilip getirildikleriretlerle bindirmiş. Nuh Mete Yüksel ça- ni, partileştirildiklerini anlatan. Biz de bunğırıyor; sen küfür etmişsin Cumhuriyet’e, lardan referansla defalarca yazdık, anlattık.
diye. Okuyor söylediklerini, konuşma metO bakımdan işte Türkiye’de ne demoknini, dediği aynen şu: “Bunları söylemesi rasinin zerresi var, ne özgürlüğün zerresi
için insanın deli olması lazım.” diyor. Ve var. Yani ne medya özgür, ne düşünce özdizleri titriyordu diyor Nuh Mete Yüksel. gürlüğü var, ne bilim var. Her şey gösterOysa yargılandığı 159’dan Orhan Yoldaş melik, her şey sahte...
ne kadar alır?
Şimdi görünüşe bakarsak yani kâğıt üsAv. Orhan Özer Yoldaş: Bir yıl.
tündeki pozisyonları dikkate alarak değerNurullah Ankut Yoldaş: Bir yıl alaca- lendirme yaparsak, Ahmet Davutoğlu’nun
ğı ceza.
liderliğindeki AKP’nin % 49,48 değil mi
Av. Tacettin Çolak Yoldaş: İyi halden aldığı oy oranı? Bununla iktidara geldi.
gözeydim de ondan.
(Gülüşmeler…)
Özler de iyi bir hayvansever.
Hayvanlar ihanet etmez, satmaz insanı.
İşte örnekler var. İngiltere’de, İtalya’da,
Japonya’da, söz ettik; sahibi ölen köpek
Haçiko, 9 yıl her gün sahibinin gittiği tren
istasyonuna gidiyor, döneceği saatte bekliyor, dönüyor. Ve Ölünceye kadar vazgeçmiyor beklemekten. Ve bildiğimiz gibi
köpekler sahibini korumak için ölebiliyor,
arkadaşlar. Yani hayvanların en çirkini, en
yırtıcısı bile bunların yanında bin defa daha
fazla kaliteye sahip.
Bunların daha işbaşına geldikleri anda,
biz ne olduklarını, bütün sınıfsal temelleriyle birlikte, en açık şekilde ortaya koyduk
değil mi?
Çünkü bizde şaşmaz bir pusula var, teori var: Marksizm-Leninizm ve onun Lenin
sonrasındaki geliştiricisi, o hazinenin en
güçlü yeni silah üreticisi Hikmet Kıvılcımlı’nın teorisi var. O, Türkiye orijinalitesinden hareketle tüm Doğu toplumlarıyla birlikte ve özellikle de ülkemizdeki sınıf ilişki
ve çelişkilerini işleyerek teorileştirdi ve
bilimin ışığını düşürerek bizim yolumuzu
aydınlattı. Hep örnek veririz, 1969 yılında “Türkiye’de Sınıflar ve Politika” adlı
eserinden Usta’mızın değil mi?
Bunların ne olduğunu, Usta’mız orada
apaçık bir şekilde ortaya koyuyor. Bunların
belirleyici özelliği; vurgunculukları, asalaklıkları ve alınteriyle geçim sağlayanlara
karşı, özellikle onların haklarını savunan
devrimcilere, sosyalistlere karşı sınırsız bir
saldırganlıkla, bitmez tükenmez bir kinle
mücadele etmeleridir. Onların en büyük
düşmanı biziz, arkadaşlar. Çünkü halkımızın çıkarlarını gerçek anlamda savunan
biricik hareket, gerçek devrimci harekettir.
Sağ ve Solun ayrımı da budur.
Sağ; sömürgen sınıfların yani sermaye
sahibi sınıfların, elinde sermayenin gücüyle değer yaratan insanların yarattığı değeri,
emeği gasp eden sınıfların yani Modern
Parababalarının ve bu AKP’giller’in sınıf
temeli olan Tefeci-Bezirgân Sermayenin
çıkarlarını savunan, dünya görüşünü savunan siyasi hareket demektir.
Sol da; onların ezip, sömürdüğü, bir
sermayesi olmayan, sadece sahip olduğu
işgücünü ücret karşılığında bunlara satarak (günlük, aylık, yıllık) geçim sağlayan
insanların hak ve menfaatlerini savunan
harekettir. Başka hiçbir anlamı yok sağ’ın
ve sol’un.
9
6Yıl:10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
Solun da o mücadeleyi bilimin ışığında
yürüten kesimi gerçek Sol’dur. Biz buna
İşçi Sınıfı Hareketi, İşçi Sınıfı Sosyalizmi, diyoruz. Bilimsel Sosyalizm, diyoruz.
İşte bu sebeple bilimin ışığında Usta’mız
bunların ne olduğunu 1969’da koymuş.
Biz de, iktidara geldikleri anda, bunların kimliklerini ortaya koyduk. Bunlarda
en ufak ne hukuk, ne hak, ne insan sevgisi,
ne vicdan, ne ahlâki, ne insani hiçbir değerin bulunmadığını ortaya koyduk. “Tayyipgiller Kökeni ve Sınıf Yapısı I-II” adlı
kitaplarımızda.
Üçüncü baskısını Gürdal Yoldaş, Mustafa Yoldaş, İlhami Yoldaş çalışıyorlar.
Yeniden hazırlayacaklar bittiği, tükendiği
için.
Ama bizim dışımızdaki hiçbir hareket,
bunların gerçek sınıfsal kimliklerini ve siyasi programlarını anlayamadı. Ve o yüzden, şöyle ya da böyle onları desteklediler.
Biz bunların dünya görüşünün Muaviye-Yezid dininin Şeriat anlayışı olduğunu
koyduk. Yoksa gerçek İslam’ın değil yani
Kur’an’ın, Hz. Muhammed’in ve Dört Halife’nin savunduğu İslam’ın değil…
O İslam, bir yönüyle sosyalizmdir ve
Hz. Muhammed’in gönlünden de geçen
sosyalist düzendir.
Çünkü kendisi de bir yaşında sütanneye
verilmiş. Bedevi yani Göçebe, İlkel Komünal Toplum düzeninde yaşayan bir Arap
kabilesine verilmiş.
Sütannesinin adı da nedir Reycan?
Reycan Yoldaş: Halime.
Nurullah Ankut Yoldaş: Halime evet,
arkadaşlar. Halime adı da oradan referansla
kadınlarımızda sık sık görülen, kullanılan,
taşınan bir addır.
Tabiî İlkel Komünal Toplum düzeninde
olduğu için Arap Bedevi denilen göçerleri
yani hayvancılıkla geçim sağlayan insanlar.
Özel mülkiyet yok kabile arasında. Kabile
içinde bir eşitlik var ve Askercil Demokrasi dediğimiz bir demokrasi var. Beş yaşına
kadar orada yaşıyor ve o toplum değerlerini benimsiyor. Yani İlkel Komünal Toplum
değerlerini benimsiyor ve o insanların, o
kabile insanlarının nasıl içtenlikli olduklarını sevgiyle, hoşgörüyle, eşitlik anlayışıyla yüklü olduklarını görüyor.
Eğitim Psikolojisiyle ilgilenen yoldaşlarımız bilirler, insanların insani yönlerini
yani bilinçlerini oluşturan değerler sistemi
3 ile 12 yaşa arasında yükleniyor çocuklara. Buna “kritik süreç”, “kritik eşik”
deniyor, bu terimle adlandırılıyor bu süreç.
Yine bazı eğitim psikologlarının tezine
göre; kritik süreçte “ya hiç ya hep” kanunu işler. Yani o süreç içinde bu değerleri
çocuğa yüklediniz yüklediniz, yüklemediyseniz ondan sonra ya hiç yükleyemezsiniz
ya da çok azını, çok zor bir şekilde yüklersiniz.
İşte AKP’giller, Meclisteki diğer Amerikancı partilerin mensupları da bu kritik
süreci (yöneticileri bazında söz ediyoruz)
heba etmiş insanlardan oluşuyor. İnsani,
ahlâki değerler yüklenmemiş o süreçte.
Ondan sonra da bir şey anlatamazsınız o
insanlara. Onları yeniden ahlâklı yapamazsınız. O yüzdendir bunların ayar tutmamaları, oradan oraya oynamaları, bir uçtan
öbür uca zıplamaları, savrulmaları.
İşte Hz. Muhammed o dönemde o değerleri edindiği için ruhunun derinliklerinde o değerler hep kalıyor. Ve Mekke’deki
Tefeci-Bezirgân düzenine bakıyor, bu değerlerin pek çoğu yok. Çok az insanda var.
İşte o yüzden o düzene tepkiyle ortaya çıkıyor İslamiyet. Bir tepki olarak doğuyor
o düzene.
Ve zenginler, vurguncular hep yerilir
Kur’an’da. Onlarca ayetle yerilir. Hep bu
sebepten... Ama daha fazlasına gücü yetmediği için tümden vurgunu, sömürüyü
yasaklayamıyor. O da bir insan ve ne zor-
luklar çektiğini ancak gerçek İslam tarihini
okuduğunuz zaman görürsünüz, nasıl büyük zorluklarla mücadele ettiğini. O kadarını başarabiliyor.
Çağı içinde buna Önderimiz ne diyor?
Bir “Tarihsel Devrim” diyor, çok doğru olarak. Çok net bir şekilde görüyor. Ama
bizim dışımızda bunu da gören yok.
Bu gerçek İslam’la
hiç ilgisi olmayan Muaviye-Yezid İslamı var. Yani
İslam’ın sadece biçimini,
belli kalıplarını, ritüeller
denen, yani dini ibadet şekillerini kılığını, kıyafetini, saçını, sakalını, cübbesini, sarığını alıp; ruhunu
tümüyle reddeden Muaviye-Yezid
İslamı’nın
temsilcisidir bunlar dedik,
AKP’giller için. Ve bunların önderi Molla Necmettin’in liderliğindeki diğer
öncül partileri için.
Aynı ortak bildirilere imza atıyorlardı,
HÖC’ün Grup Yorum’u gelip konserler
veriyordu değil mi Beyazıt Meydanı’nda
bunlara?
Evet.
Yine üniversitelerde, aktardık, Boğaziçi Üniversitesinde bizim hatırladığımız
mesela, bütün bu gruplar tüm Ortaçağcılar-
HKP’nin Laikliği
kararlıca savunduğu
dönemde öteki “Sol”
ne yapıyordu?
Bunların onulmaz bir
şekilde Laiklik düşmanı
olduklarını koyduk. Ve
Laikliğin bir toplum için
ne denli büyük önem taşıdığını savunduk.
Bizim dışımızda Laikliğin önemini savunan bir
Sol Hareket var mı?
Yok arkadaşlar.
Bir Partili Yoldaş:
Yeni yeni, altı aydır falan...
Nurullah Ankut Yoldaş: Şu anda... Artık bunu
yaşayarak gördüler.
Ama bilimin, teorinin
önemi ne? Görevi ne?
Önceden görmek. Net
görmek, önceden görmek...
Yaşadıktan sonra herkes görür, yaşıyorsun çünkü bilime gerek yok ki o zaman.
Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin
katledildiğinde, bizim cenaze töreninde attığımız sloganı ve açtığımız pankartı hepimiz biliyoruz değil mi? Televizyon ekranlarında da saatler boyu dalgalandı.
Av. Tacettin Çolak Yoldaş: Kocatepe’de.
Nurullah Ankut Yoldaş: Evet. Zaten
la beraber türban eylemi yapıyorlardı.
Biz hep neyi söyledik, arkadaşlar?
Türban kadının özgürlüğü değil esaretinin simgesi!
Tabiî biz insanların tercihlerine asla
karışmayız. Ama onu bir siyasi hareketin
enstrümanı olarak, bir aracı olarak kullanıyorlardı, kullandılar. Ve biz ona karşı çıktık. Kur’an’da da başörtüsüyle, örtünmeyle
ilgili ilk ayet, İslamiyet’in ilanından 10 yıl
sonra geliyor.
Biz hep neyi söyledik, arkadaşlar?
Türban kadının özgürlüğü değil esaretinin simgesi!
Tabiî biz insanların tercihlerine asla karışmayız.
Ama onu bir siyasi hareketin enstrümanı olarak, bir
aracı olarak kullanıyorlardı, kullandılar. Ve biz ona
karşı çıktık.
ondan sonra AKP’giller cenaze törenlerinde pankart taşınmasını yasakladı. Sadece
bizim o pankartımız üzerine.
Ne diyorduk?
“Şeriat Ortaçağdır.” Ortaçağ düzenidir, arkadaşlar.
Av. Sait Kıran Yoldaş: Hoca’m, Ahmet Necdet Sezer de Cumhurbaşkanlığı
makam aracını durdurdu bize selam verip
öyle geçti.
Nurullah
Ankut
Yoldaş: Bize selam verip geçti değil mi?
Evet. O da böylesine
dürüst… Küçükburjuva
dünya görüşüne sahip
yani burjuva anlamda
demokrat bir insan ama
sosyalist anlamda demokrat değil tabiî.
Burjuva
demokratizmiyle
sosyalist
demokratlık, demokratizm tümüyle farklı birbirinden. O zaman bize
karşı çıktılar bu Sevrci
Soytarı Sahte Sol dediğimiz Sol.
O zaman ne yapıyordu bunlar okullarda,
Beyazıt Meydanı’nda
tüm Ortaçağcılarla beraber, bunların örgütleriyle beraber?
Tayyip Erdoğan’la,
Abdurrahman
Dilipak’la beraber türban
eylemleri yapıyorlardı,
değil mi bunlar?
Yani bu, bu kadar zorunlu, kadınlar için
acil bir şey olsa ilk anda açıklanması, ortaya konulması gerekir değil mi?
Biz hep, her şeyi diyalektik mantığımız
ve metodumuzla değerlendiririz. Sonrasındaki ayetler de 13 yıl sonra geliyor. Ve başta Hz. Ömer olmak üzere, diğer Sahabilerin zorlamasıyla, başka sebeplerden dolayı
geliyor. Yoksa Hz. Muhammed’in gönlünden böyle bir şey geçmiş değil. Yahut da
isteyerek yaptığı bir şey de değil.
Kadının cinsel çağrışım yaratmaktan en
uzak organı, parçası nedir?
Saçı değil mi?
Bir kadın saçıyla erkek saçını yan yana
koyduğumuz zaman, çıplak gözle kimse
ayırt edemez.
Bu yasak kılınır da yüzü, gözü, ağzı,
burnu niye yasak kılınmaz? Niye örtülmez?
Yani burada bile bu işin İslam’ın özüyle ilgili olmadığı apaçık meydanda. Tabiî
bu, anlattık, metinlerimizde var, tâ Sümerler’den gelen bir gelenek, kadınların başlarını örtmeleri. Sümer’den Babiller’e geçiyor, oradan Tevrat’a geçiyor, oradan Hıristiyanlığa İncil’e geçiyor. Rahibe kıyafetleri
de bildiğimiz gibi aynı. Oradan da işte bazı
Sahabilerin zorlamasıyla Kur’an’a ve İslam’a geçiyor. Pek çok şey, mesela eski
gelenekler, İslam’a geçiyor.
Mesela en açığı Kâbe’de tavaf değil
mi?
Kadınlarla erkekler orada yan yanalar,
yüzleri açık yan yanalar, birlikteler, hiç
ayrım yok. Çünkü İslam öncesi aynı ritüel var. Kâbe etrafında şarkılar söyleyerek,
el ele tutuşarak, halay çeker gibi yedi defa
Kâbe’nin etrafını dolaşıyor, tavaf ediyor
kadınlar ve erkekler. Tümüyle oradan ge-
çiyor yani. Hacer-ül Esved denilen kara
taş yine tümüyle İslam öncesi bir nesne, bir
sembol, arkadaşlar. Gök taşı bildiğimiz gibi
başka hiçbir özelliği yok. Kâbe’nin köşe
duvarında o da neyin simgesi arkadaşlar?
Av. Doğan Erkan Yoldaş: Şamanizm
değil mi Hoca’m?
Nurullah Ankut Yoldaş: Hayır.
Neyin simgesi? Kara
taş neyin simgesi?
Av. Sait Kıran Yoldaş: Cennetten geldiği,
beyaz taş olduğu söyleniyor sonradan insanların
günahları…
Nurullah Ankut Yoldaş: Şimdi arkadaşlar
burada, bağışlayın, bir
serzenişte
bulunayım,
çok dikkatli okumuyorsunuz literatürümüzü. Daha
yakında çıkan “Kadın”
kitabımızda bunun Ana
Tanrıçanın-Kibele’nin
simgesi olduğunu yazdık.
Kibele’nin Semit ve Akad
kürtürlerindeki karşılıkları ise Astarte ve İştar’dır.
Yazılı şekilde var değil mi
Mustafa Yoldaş?
Ali Özçelik Yoldaş:
Var, var.
Mustafa Şahbaz Yoldaş: Var
Nurullah Ankut Yoldaş: Var değil mi?
Evet.
Niye Kibele’nin simgesi?
Çünkü Ana Tanrıça en
değerli varlık. İnsanlığın
en değerli örneği Ana Tanrıça. Göktaşı da öyle binde
bir bulunur yahut çok az
bulunur. İşte bir Artemis
Tapınağı’nda vardı, bir
de Kâbe’de var. Gökten
düştüğü için işte o yüzden
Ana Tanrıçanın simgesi,
Ana Tanrıçayı işaret ediyor yani göktaşı. Bu da aynen İslamiyet’e
geçiyor değil mi Hacer-ül Esvet de oradan.
Yoksa bir göktaşında ne kutsallık olabilir.
Zaten Hz. Ömer de diyor ki bir Kâbe ziyaretinde:
“Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer
Resulullah öpmemiş olsaydı seni asla
öpmezdim.”
Yoksa onun dışında bir kutsallık olmadığını biliyor.
Bir taşta kutsallık olur mu?
Olmaz.
Yani bunun gibi pek çok ritüel tamamen
İslam öncesinden gelmedir. Mesela namaz
var, oruç var, kurban var İslamiyet öncesinde. Hatta Cuma namazı var, Cuma Hutbesi
var. Bunları yazdık, kanıtlarıyla gösterdik,
değil mi? Oradan geçiyor.
Yani başörtüsü de bu ritüellerden biri.
İşte bunun eylemini yaptılar. Çünkü teori
yok ki, bilim yok bu insanlarda. AKP’giller’in neden kadını bu işte kullandıklarını,
öne sürdüklerini bilmiyorlar ki onlar. Sanıyorlar ki kadının özgürlüğü. Hayır, hiçbir ilgisi yok. Laikliğin de önemini kabul
etmediler, değil mi yoldaşlar? Özellikle
gençlik toplantılarımızda...
Bir Partili Yoldaş: Karşı çıktılar bildiriye onu koymaya.
Nurullah Ankut Yoldaş: Karşı çıktılar. Metinlerimize Laikliğin konmasına
karşı çıktılar, savunulmasına karşı çıktılar.
Bunlar Kemalistlerin işi, niye koyuyoruz,
dediler.
Bilmiyorlar ki Laikliğin önemini. Laikliği çıkardığın anda toplum Ortaçağa gider;
ne bilim kalır, ne demokrasi kalır...
O zaman insanlar din ve mezhep temelinde birbiriyle boğazlaşmaya girer. Bu kadar önemli bir ilkedir Laiklik.
Nitekim burjuva devrimlerinin ayrıl-
de?
Evrenin merkezi dünyadır. Güneş, ay
ve yıldızlar dünyanın etrafında döner. Hadis kitaplarında var. O kadarını tabiî Hz.
Muhammed nereden bilsin.
Soruyor bir Sahabiye, Ebu Zerr’e; “Güneş gece nereye gider?”, diyor?
Sahabi diyor ki; “Doğrusunu muhakkak
ki Allah ve Resulü bilir.”
“Gece dünyanın altında Rabbine secde etmeye gider.”, diyor Hz. Muhammed,
böyle yorumluyor.
İncil’de çok daha katı bu. Şimdi anlayış
bu olunca, siz ne dünyanın yuvarlaklığını
herhangi bir şekilde ortaya koyabilirsiniz,
ne dünyanın döndüğünü, ne de dünyanın
güneş etrafında döndüğünü, ne de milyarlarca gökcismi olduğunu, sonsuz sayıda
gökcismi olduğunu...
Nitekim ilk bilim adamları ne oldu?
Engizisyon mahkemesinde idama
mahkûm edildi; Bruno Bauer, Galileo
Galilei. Bilim gelişmez. Çünkü genel geçer, dünyanın sonuna kadar geçerli olacak
bütün genel doğrular kutsal kitapta konmuştur, dedin mi bilimi tümüyle reddetmiş
olursun. Bütün dinler aynı şeyi, der. E, öyle
olunca bilime, doğa bilimine gerek kalmaz
ki. Değil mi?
Bilim dedin mi (ki ilim deniyor o zaman) yani şeyleri birbiriyle ilişkilendirmekten, bağ kurmaktan geliyor ilim kelimesi. O zaman ilim, dini yorumlamaktan
ibaret kalır, başka bir bilim olmaz, gerek
kalmaz. O zaman bilim de olmaz, özgür
oüşünce de olmaz, demokrasi de olmaz.
İslam Tarihine dönersek; Hz. Muhammed sonrası toplum önderi kim olacak
sorusu günün en önemli sorusudur. Hz.
Muhammed sonrası yerine geçen Ebu Bekir, Ömer ve Osman halifelerdir, değil mi?
Yani Hz. Muhammed’in temsilcisi, onun
yerine geçen insanlar, halefleridir. Hz. Ali,
bunu kabul etmiyor bildiğimiz gibi değil
mi? Benim hakkım yendi, gasp edildi diyor. Ki İslamiyet’in ruhunu tümüyle gerçekçi bir gözle araştırdığımız zaman, Hz.
Muhammed (tabiî demokrasiye inancından
dolayı) o İlkel Komünal Toplum geleneğinden getirdiği inançtan dolayı, açıkça
işaret etmiyor yerine geçecek olan insanın
Hz. Ali olduğunu ama dolaylı yoldan hep
Hz. Ali’yi işaret ediyor. Veda Haccı’nda da
öyle;
“Ali ben demektir, ben de Ali.” diyor.
Ali Özçelik Yoldaş: Daha ne desin...
Nurullah Ankut Yoldaş: Daha ne desin. Ve ölüm döşeğinde. Tabiî sadece başta
Ayşe olmak üzere, eşleri var yanında. Bana
Ali’yi çağırın, diyor. Menenjitten ölüyor,
yoldaşlar. O zaman yaygın, kurtuluşu da
yok. Yani seferlerinden birinde kaptığı varsayılıyor değil mi Reycan?
Arif Çakır Yoldaş: Veya zehir verildiği, öyle de bir komplo teorisi var. Zehirlenmiş olabileceği söyleniyor.
Nurullah Ankut Yoldaş: Yok, değil,
arkadaşlar. Tüm belirtiler, menenjit belirtileri.
Hz. Ömer’in kızı Hafsa var. O da
eşlerinden biri, Hz. Muhammed’in yanı
başında. “Ömer’i çağırsak olmaz mı ey
Allah’ın Resulü?”, diye söylüyor. Ayşe hemen atılıyor; “Ebu Bekir’i çağıralım ya Resulullah.”, diyor. Ayşe de Ebu Bekir’in kızı
bildiğimiz gibi. Bir tartışmaya giriyorlar
yani. Ve sonunda Ebubekir geliyor, Ömer
geliyor. Ali çağrılmıyor.
Ve yine son anda, bildiğimiz gibi; “Bir
kâğıt kalem getirin size nasihatte bulunayım ki kıyamete kadar doğru yoldan sapmayasınız.”, diyor.
Hz. Ömer hemen atılıyor: “Bu adam
sayıklıyor, diyor.” Aynen dediği bu. “Bu
adam sayıklıyor”, diyor. “Doğru yoldan
ayrılmamamız için Kur’an ve Sünnet yeter,
daha başka şeye gerek yok.”, diyor. Kadınlarından bazıları, getirelim, diyorlar, bağrışmaya başlıyorlar Hz. Muhammed, tabiî
hekim yoldaşımız Mustafa Yoldaş daha iyi
bilir, yüksek sesler (ve ışık zaten kapalı)
menenjit hastalarını çok rahatsız eder. Yani
İstanbul Üniversitesi önünde türbana destek eylemi
maz bir parçası, kilisenin devletten tümüyle ayrılması ve etkisizleştirilmesi, devletin
hiçbir kurumuyla kilisenin bağının kalmaması. Yoksa gelişmez ki… Bilim gelişmez,
demokrasi gelişmez Laiklik olmazsa.
Ne diyor bütün dinler, her üç kutsal din
bu bağrışma o kadar rahatsız ediyor ki;
“Kesin, çıkın.”, diyor, “Hiçbir şey istemiyorum”, diyor.
10
Yani bütün bunlar bize anlatıyor ki Hz.
Muhammed’in gönlünde yatan Ali’nin
geçmesidir. Sağlığı yerindeyken de açıktan
açığa benden sonra Ali’ye biat edeceksiniz,
demiyor. Dememesi de gerekirdi zaten; en
doğrusunu yapıyor. Sadece işaret ediyor
dolaylı olarak. Yani benim gönlümden geçen Ali ama bunu siz seçeceksiniz, demiş
oluyor.
Ali de en halkçı Halife bildiğimiz gibi,
değil mi arkadaşlar?
En halkçı olan... Mal mülk, para pul
hiçbir şeyle ilgilenmeyen biri. Sadece seferden sefere koşan biri...
Alevi yoldaşlarımız düş kırıklığına uğramasınlar, Cem Evlerindeki Ali’yle hiç
ilgisi yok suretinin de ha... O tamamen stilize edilmiş, uydurulmuş bir resim. Yoksa
orta boylu yani aşağı yukarı biz boyda, kel
kafalı, enli tabiî, çıkık göbekli ve kendi deyimiyle çöp bacaklı, ince bacaklı biri. Alnının ortasında da Hendek Savaşı’ndan kalma derin bir yara izi var. Çünkü Arapların
yani putperest Arapların, Mekkelilerin ünlü
kahramanıyla savaşıyor ya meydan okuduğunda Amr’la, işte onun ilk kılıç darbesini
kalkanıyla karşılıyor ama o denli güçlü ki
o büyük savaşçı, o güne kadar karşısına
çıkan herkesi parçalamış kılıcıyla, vurup
ortadan ikiye ayırırmış, o denli güçlü. Onu
anlatmıştık, arkadaşlar. Ali’nin kalkanını
yarıyor, alnına değiyor ama kalkan büyük
ölçüde o gücü emdiği için kafa tasını yarıp,
öldürmesini engelliyor. Tam o boşluğu yakalayarak, Ali de düşmanın kılıcını karşıladığı anda, düşmanın kılıcı kafasına değdiği
anda, elindeki kılıcı Amr’ın yani Mekkeli
savaşçının omuzuna indiriyor ve deviriyor
yere. Yani kontra bir saldırıyla işini bitiriyor.
Sporda da bu çok önemli biliyorsunuz.
Güreşte olsun, boksta olsun... Zaten usta
sporcular, aynı Ali’de olduğu gibi, hasım
saldırdığı anda boş, açık verir. Anında, çok
hızlı ve tam hedefe isabet ettirici saldırı yapamazsa o anda verdiği açığı, onu hemen
savuşturup karşı sporcu kullandığı anda,
devirir hasmını. Güreşte tuş eder, boksta
indirir yere. Ali de aynı şeyi yapıyor. Ne
yapar boksörlerin gardı? Hasmın yumruklarına karşı sporcuyu korur. Kalkan olur.
Siz yumruğu uzattığınız anda ne olur? Çeneniz açıkta kalır, gardınızı açmış olursunuz. Yumruğunuzu isabet ettiremediğiniz
anda karşı sporcu eğer iyi bir sporcuysa
bu açığı değerlendirir. Kroşe tabir edilen
yumruğu çenenize indirdiğinde, sizin hiç
şansınız kalmaz. Yerdesinizdir. Ali de aynı
şekilde indiriyor rakibini. Tabiî yumruğun
yerine kılıcını kullanarak. O, rakibinin kılıcı tam kalkanını yarmış ve oraya sıkışmış
durumdayken kılıcını sallıyor ve tek darbede deviriyor Amr’ı.
Neyse, biraz çağrışımlı gidiyoruz Sait
Yoldaş...
Av. Sait Kıran Yoldaş: Daha var biraz
zaman.
Nurullah Ankut Yoldaş: Var mı zamanımız biraz?..
Ortadoğu’daki mezhep
savaşları Laiklikliğin ne
kadar elzem olduğunu
göstermektedir
Yani Laiklik olmadığı anda toplumlar
Ortaçağa döner. Din ve mezhep savaşları
alır başını gider. İşte ne yazık ki ABD-AB
Emperyalistleri, İslam dünyasını Ortaçağa
götürdüler. Mezhep savaşlarıyla çalkalanıyor İslam dünyası. Halklar birbirini boğazlıyor. Bunun sonu gelmez.
Bir Partili Yoldaş: Yeni yeni mezhep
Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
sayılmıyor. Hiçbirini saymıyor Celal Şengör. Özellikle doğa bilimleri açısından hiç
birini saymıyor.
Onun ölçütü ne?
Oradaki bilim adamları dünya çapındaki bilimsel dergilerde kaç referans aldılar.
Yani o bilim adamlarının yayınlarına kaç
referans yapıldı uluslararası bilim dergilerinde, onu ölçüt alıyor. Doğru ölçüt bu diyor. Ona göre bir tek üniversitemiz yok, diyor. Ki bence de bu doğru. Doğa bilimleri
açısından doğru. Sosyal bilimler açısından
zaten, uluslararası üniversiteleri de, ulusal
üniversiteleri de, önderimiz de, biz de bir
felaket olarak değerlendiriyoruz. Hepsi Parababalarının hizmetkârı, arkadaşlar.
Dönemimizde Türkiye’nin en ünlü ve
en Laik, bilimsel kapasitesi en yüksek diye
bilinen İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünde okuduk, Marksizm semineri yaptıramadık hiçbir hocamıza. Yani oranın da
Felsefede bile durumu bu...
Av. Ayhan Erkan Yoldaş: Hem de o
yıllar...
Nurullah Ankut Yoldaş: Hem de o yıllar. Yani devrimci hareketin tüm dünyada
hızla yükselişte olduğu yıllar. UNICEF’in
araştırma sonucuna göre, Lenin’in dünyada
en çok okunan yazar olarak kabul edildiği
yıllar, arkadaşlar 1969 sanıyorum. Böyle
bir zamanda bile İstanbul Üniversitesinin
durumu buydu. Dönemin en demokrat felsefe tarihçisi Macit Gökberk Hoca’mızın
(rahmetli oldu) Felsefe Tarihi var. Türkiye’de o zaman tekti Felsefe Tarihi olarak.
Şimdi birkaç tane daha çıkmış da onları
incelemedim.
Marks, hatırladığım kadarıyla, bir buçuk ya da iki sayfa anlatılır o kitapta, büyük boy 600 küsur sayfalık Felsefe Tarihi
kitabında. Mesela bir Spinoza, sanıyorum
on üç sayfa anlatılır yani durum buydu.
Daha önce de söylemiştim, Nermi Uygur
Hoca’mız vardı, pozitivist dünya görüşü
açısından Bertrand Russell’cı. “Hoca’m
bir Marks Semineri yapalım.”, dedim. İki
okulda iyidir. Yani dersleri.
Daha önce de söyledim, polise düştük
mü (sık sık düşerdik) işkenceci polisler sorarlardı işkence sonrası:
“Derslere niye çalışmıyorsun? Annen
baban seni okusun diye gönderdi, niye bu
işlerle uğraşıyorsun?”
“Benim derslerimin hepsi 100.”, derdim.
“Hadi be! Bizimle dalga mı geçiyorsun?”, derdi.
“Telefon aç, kaleme sor bakalım, bir
tane 99 bulabilecek misin?”, derdim.
“Adama bak yahu, hem her gün komünist eylem yapıyor hem de dersleri
100’müş.”, diye birbirlerine anlatırlardı.
Yani demek istediğimiz, benim dersim
var diye devrimci görevlerini aksatmayacak iyi bir devrimci. Ben devrimciyim
diye de annesini babasını üzmeyecek. O
sorumluluğu da yerine getirecek. İkisini
de yapmak zor değil.
Evet, yine çağrışımlı oldu biraz, arkadaşlar.
Şimdi yoldaşlarımızın da söylediği
gibi, bizim Soytarı Sol da artık Laikliğin
önemini anladı, değil mi? Hatta Sahte KP
Laiklik bildirileri filan yayımlıyor değil
mi?
Av. Tacettin Çolak Yoldaş: Onlar kazanacakmış, Laikliği kazanacakmış.
Mustafa Şahbaz Yoldaş: Aydınlanmacılar.
Nurullah Ankut Yoldaş: Evet.
de türettiler.
Mustafa Şahbaz: Yoldaş Laiklik ve
Nurullah Ankut Yoldaş: Yeni mezhep
Aydınlanmacılar.
de türer, eski mezhepler de birbirini kâfir
Nurullah Ankut Yoldaş: Evet. Aydınilan ediyor değil mi? Mesela yıllarca beralanmacılar.
ber işbirliği yaptıkları İŞID’in liderleri ne
Bir Partili Yoldaş: Gerçek Laikliği de
diyor Tayyip için?
savunmuyorlar Hoca’m, ikiyüzlüler.
Tagud diyor değil mi? Yani puta tapıcı.
Nurullah Ankut Yoldaş: Bilmezler taRamazan Kap Yoldaş: Aynı mezhebin
biî.
tarikatları da birbirini kâfir ilan ediyor.
Büyük bir çelişki içindeler bu KP’liler.
Nurullah Ankut Yoldaş: Birbirlerini
Bir taraftan bizim Demokratik Devrim
kâfir ilan ediyor tabiî kendi içinde de hepanlayışımıza karşı çıkıyorlar, Leninci İki
Basamaklı Devrim anlayışımıza. Birincisi Demokratik Halk
Devrimi, ikinci basamak oradan
sıçranacak olan Sosyalist Devrim. Buna karşı çıkıyorlar, progniye sosyalizm geçmiBiz; halkların kardeşliğine ve milletlerin eşitliğine inanıyoruz. ramınızda
yor? falan diye, bize çömezlerini
Tabiî ki Tarihimize sahip çıkıyoruz. Tarihimizdeki tüm saldırtıyorlar. Diğer taraftansa
bizim Demokratik halk Devrimi
devrimlere, tüm olumluluklara...
Programımızın sadece LaiklikAma bu, kalıtsal olarak milletimizin yani insanlarımızın, diğer le ilgili ilkesini savunuyorlar.
ki onu da sınıf temelinden
milletlerin insanlarından daha üstün, daha değerli, daha asil Kaldı
kopuk olarak savunuyorlar. Mubir kana sahip olduğu anlamına gelmez. Bunu savunursak, aviye-Yezid dinini siyasi ideoloji
Ortaçağın Tefeci-Beziro zaman şovenist oluruz. Yani başka milletlerden kendi belleyen
gân sınıf temelinden kopuk olarak savunuyorlar. Savunmaya çamilletimiz daha üstündür, deriz.
lışıyorlar diyelim daha doğrusu...
Biz milletlerin eşitliğine inanıyoruz.
Çünkü dini gericiliği, siyasi ideoloji halini getirip sürekli ürettiği
için bu Antika sınıfın (ki üretim
dışıdır, asalak ve sömürgendir),
kez arka arkaya, bir geçen sene, bir sonrasi. O zaman katliamların sonu gelmez ki. ki sene Bergson semineri koydu ki bir sö- toplumda kökleri kazınmadan dini gericilik
Sonu gelmez... İşte o yüzden İslam dünyası mestr devam ediyor.
yok olmaz. Laiklik egemen kılınmaz.
kan denizine döndü bugün.
Bizim Soytarı Sahte KP’liler, bir yanBergson, benim papaz felsefesi olarak
Ama Laiklik; insanların dinini, ina- nitelediğim bir felsefeye sahip, sezgici bir dan Sosyalist Devrim Programı derken,
nışını tümüyle insanların özel hayatına filozof. O dönem, 20’nci Yüzyılın ilk yarı- diğer yandan Demokratik Devrim prograindirgemektedir. Yani özel hayatında in- sında moda Avrupa’da bu felsefe. Özellikle mının bile üç vazgeçilmez prensibini, sınıf
san istediği şekilde (önderimiz de der ya, sosyetenin ve sosyete hanımlarının filan temelleriyle birlikte görüp savunamıyorlar.
programımız da der) su içer, nefes alır gibi rağbet ettiği bir felsefe akımı bu sezgicilik.
E, hani sen Sosyalist Devrimciydin?..
ibadetinde, inancında serbest olacak. Hiç Yani bilginin kaynağı ne deneydir, ne akılOysa bizim demokratik devrim anlayıkimse, kişi ya da devlet karışmasına uğ- dır; sezgilerdir. O zaman her insana göre şımızın ilkeleri belli değil mi?
ramayacak. Ama devletin, toplumun tüm farklı bilgiler var. Ne kadar insan varsa
Bu Sosyalist Devrim Programı değil
kurumları; başta hukuk ve eğitim olmak hepsinin sezgisi ayrı. Yani bunu savunan ki, Minima Program, diyoruz. Demokraüzere, dini kurallarla değil; aklın, bilimin, bir anlayış.
tik Halk Devrimi programı bizim şu anki
insanlığın ortak değerlerinin kurallarıyla
“Hoca’m, bu metafizik anlayışı iki defa
yönetilecek, işletilecek, oluşturulacak. La- koyuyorsunuz, bir de Marks Semineri yaiklik bu, arkadaşlar.
palım. Dünyanın yarısı bu insanı biricik
Yani kamusal hizmet alanı, dinden tü- filozof diye tanıyor, dünyanın yarısı da
müyle ayrıştırılacak. Din, insanların sade- bu adama düşman. Bize bunu anlatmadan
ce özel hayatına mahsus bir alan olacak. okulu bitirteceksiniz.”, dedim.
İnsan orada isterse günde yüz rekât kılar,
“Sen Marks semineri mi yapmamızı isister bin rekât, ister hiç kılmaz. İster yılda tiyorsun?”, dedi.
10 ay oruç tutar, ister hiç tutmaz. Hiç kim“Evet.”, dedim.
se ona karışmayacak. Ne devlet, ne toplum,
“Ben de istersem yaparız.”, dedi. Yapne insan, ne kişi...
madı...
(Gülüşmeler…)
Ama eğitim Laik olacak. Yani bilimsel
Son sene, onu daha önce de anlattım,
eğitim verilecek. Doğanın bilinmezlerini,
baktım bir hangi seminerler yapılacak diye.
gerçeklerini ortaya çıkaran ve onları insanÖzler Yoldaş bilir, ilan edilir tabloda. Şimlığın çıkarı için, hayatı kolaylaştırmak için
di öyle mi Özler Yoldaş?
kullanan bir eğitim olacak. Yani matematik
Panoda ilan edilir, bölümün panosunda;
ve doğa bilimleri öğretecek, sosyal bilimhangi hoca hangi seminerleri yapacak.
lerde de insanlığın ortak kültürel değerleÖzler Çakır Yoldaş: Şimdi artık öyle
rini, varlıklarını öğretecek. Dilimizi öğreseminerler de olmuyor.
tecek. Yani böyle bir bilim olacak eğitim
Nurullah Ankut Yoldaş: Bir sömestrbilimi.
lik seminerlerin hepsi ilan edilirdi. Evet.
Bunlar ne yaptılar, tümüyle imam haBaktım bu yok. Ben de gitmiyorum dedim.
tipleştirdiler değil mi?
Artık bu zırvaları dinlemeye daha fazla taO zaman da eğitim ne hallere düşürül- hammül edemem. Yani dördüncü sene bir
tek derse girdim. Bir buçuk saat sürüyordu,
dü...
İşte YGS’ye giriyor öğrenciler, sonuç- iki ders arka arkaya yapılıyordu seminerler
kesilmesin diye, bir buçuk saatlik bir derse
lar yürekler acısı.
Üniversitelerimiz de öyle. Dünya ça- girdim, bir baktım yine aynı zırvaları anlapında bilimsel bakımdan en iyi üniversite- tıyorlar bir daha girmedim. İşte tek ortayı
ler sıralamasında ilk 500’e giren kaç üni- da o sene aldım. Arkadaşların notlarından
baktım, sekiz gün çalıştım orta aldım. Onversitemiz var?
dan önce hepsi 100’dü notlarımızın tama5 üniversite değil mi?
Onlar da Bilkent, ODTÜ, Boğaziçi, Sa- mı.
O yüzden öğrencilere de derim, iyi
bancı ve Koç Üniversiteleridir.
devrimci;
hem devrimcilikte iyidir hem
Celal Şengör’ü referans alırsak, hiçbiri
programımız. Sosyalist program değil.
Yani devrimimizin birinci basamağının
programı.
Bunları
üç
ilkede
özetledik
biz, değil mi arkadaşlar?
Bir; Antiemperyalizm. Yani Kuzey
Amerika-ABD Emperyalizmine, Avrupa
Birliği Emperyalistlerine şiddetle karşı olacağız ve onların yerli ortaklarına, yerli işbirlikçilerine, Parababalarına... Çünkü ikisi birbirinden ayrılmaz. Birine vurmadan
öbürüne vuramazsınız, birine dokunmadan
öbürüne dokunamazsınız, bir bütün.
İki; Antifeodalizm. Yani tüm Ortaçağcı sınıf ve tabakalara ve onların dünya
görüşlerine, Muaviye-Yezid dininin Şeriat
anlayışına karşı olacağız. Ya da başka türlü
ifadelendirirsek; Laikliği savunacağız.
Üç; Antişovenist olacağız.
Son gelişmeler ışığında
ABD-AKP-PKK üçgeni ve
Kürt Meselesi
Şovenist olmak ne demek? Biliriz değil
mi?
Kendi ulusunun biyolojik, kalıtsal özelliklerinin diğer ulusları oluşturan milletlerden daha üstün, daha yüksek, daha değerli
olduğunu öne süren anlayıştır şovenizm.
Biz; halkların kardeşliğine ve milletlerin eşitliğine inanıyoruz.
Tabiî ki Tarihimize sahip çıkıyoruz.
Tarihimizdeki tüm devrimlere, tüm olumluluklara...
Ama bu, kalıtsal olarak milletimizin
yani insanlarımızın, diğer milletlerin insanlarından daha üstün, daha değerli, daha asil
bir kana sahip olduğu anlamına gelmez.
Bunu savunursak, o zaman şovenist oluruz.
Yani başka milletlerden kendi milletimiz
daha üstündür, deriz.
Biz milletlerin eşitliğine inanıyoruz.
Türkiye özelinde de, Türkiye’nin en yakıcı sorunu olan Kürt Sorunu’nun eşitlik,
özgürlük, kardeşlik temelinde çözümünden
yanayız ve onu savunuyoruz.
Antişovenist olmanın yerel, özgül anlamı da budur, arkadaşlar. Ve bunu da hep
tekrarlıyoruz.
Bilmezlikten geliyor Sevrci Soytarı
Sahte Sol değil mi?
Zırvalarla bize saldırıyorlar, demagoji
üretiyorlar yani Nazi yöntemiyle, Goebbels yöntemiyle bize saldırıyorlar. Biz de
hep tekrarlıyoruz:
Edirne’den Doğu Türkistan da dâhil
olmak üzere Çin sınırına kadar, TürkKürt Halk Cumhuriyeti diyoruz.
Kürt Sorunu’nu çözüm anlayışımız bu
bizim. Bunu Önderimiz o günkü şartlara
uygun olarak 1933’de koydu, biz bugünkü
şartlara uygun olarak bu şekilde formüle
ediyoruz.
Ortadoğu’da bir Kürt Sorunu var, yoldaşlar değil mi?
Bu millet dört parçaya bölünmüş durumda. En ağırlıklı parçası da şu anda
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde. Bu
azınlık sorunu değil. Hep öyle karıştırıyorlar bazıları. Hayır, azınlık sorunu değil bu;
milli sorun, millet sorunu. Yoksa her milletin içinde azınlıklar olur, saf millet dünyada
yok. Ama bu azınlık sorunundan apayrı bir
millet sorunu. Yani Türkiye’nin Kürdistan
denen bir bölgesi var değil mi, Türkiye’de
bir bölgesi var. Ve diğer komşu üç ülkede
de Kürdistan’ın diğer parçaları var.
11
6 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
.
n
k
y
a
n
n
a
t
ü
l
Bu sorunu biz devrimci bir tarzda çözmezsek biraz önce dediğimiz formüle uygun
olarak, Amerika çözüyor değil mi?
i
Çözüyor.
O nasıl çözüyor?
O elbette kendi çıkarlarına uygun bir
şekilde çözüyor. Biz Türk-Kürt Halk Cum. huriyetini kurunca bu, emperyalizme karşı
aşılmaz bir kale oluşturacak; hem ülkemizde, hem Ortadoğu’da, hem Asya’da. Emn peryalizmi bölgemizden, Ortadoğu’dan ve
Asya’dan kovacak.
Amerika’nın; PKK, HDP, PYD aracılı. ğıyla gerçekleştirmek istediği çözüm amaç. lıyor?
z
Bırakalım Amerika’yı kovmayı tam tersine Amerika’yı bölgeye patron olarak daha
da güçlü bir şekilde yerleştirmeyi amaçlıyor.
Amerika’ya bölgede ikinci bir petrol bekçisi
, devlet oluşturmayı amaçlıyor, ikinci bir İsn rail oluşturmayı amaçlıyor.
Bu sorun mutlaka çözülecek artık. Ya
devrimci bir tarzda ya Amerikancı bir tarzda. Artık bugüne kadar olduğu gibi kalmasına imkân yok. Şu an itibarıyla dünyanın
ı içinde bulunduğu, bölgemizin içinde bulunduğu, ülkemizin içinde bulunduğu şartlarda
i bu sorun mutlaka acil bir şekilde çözülmeyi
bekleyen bir sorundur ve çözülecek.
e
İşte Demirtaş bir hafta önce Amerika’ya
gitti geldi değil mi?
Orada hem Obama’nın yardımcılarıyla
görüştü hem de CIA’nın düşünce kuruluşlarıyla görüştü.
Ve Tayyip’in restini gördü, geldiği zaman yaptığı açıklamasında değil mi?
a
Demirtaş hiç bugüne kadar böyle bir
ü
açıklama yapmamıştı.
e
Ne dedi?
“Arkadaşlarımız tutuklanır vekilliklerinin düşürülmesine kadar gidilirse hiçbir seçenek bizim için tartışılmaz olmayacak. Halk isterse birden fazla parlamento
a kurar”
Bu nedir?
u
na? Senin, evladımdan hiçbir farkın yoktu
benim için. Ama sen özgür doğdun, özgür
yaşamalısın ve özgür ölmelisin yine. Bunun
için senden ayrılacağım.”, diyor.
Gözlerinden yaşlar böyle süzülüyor, arkadaşlar adamın...
Ve götürüyor Kartalı. Yine özel başlıkla... Başlığı çıkaramadığınız sürece hareket
etmez, diyor. Avı gördüğü anda başlığını çıkarıyor, Kartal anında avı görüyor ve 300
km hızla avına uçuyor. Yaklaşıyor, diyor.
Müthiş bir hız yani. Anında, pençeleri altına
aldığı anda öldürüyor avını. Bu sefer götürüyor, başlığını çıkarıyor;
“Kartalım, hadi.”, diyor... Kartal uçuyor. Kendisi hızla geri dönüyor, kartal geri
gelmesin diye. Yavrular yapacak ve doğada özgür yaşayacak, diyor. Yani ben bunu
yakaladım, bu kadar eğittim, uğraştım, hep
av yapayım bununla demiyor. Üç yıl diyor
süresi.
Yani oradan hareketle... Oğlu okula
gidiyormuş bir tek. Bir gün gelmiş, bizim
gençler gibi yani, iki dizinin üzerinde oturmuş, saygıda kusur etmiyor; “Ben okula gitŞimdi Özbeklerle konuştuğumuz za- meyeceğim, senin gibi çoban olacağım ve
sahip çıkıyor. Ve şu kadarını öldürdük diye
Kartalım olacak baba.”, diyor.
övünüyorlar. Aslında bu parçalanmanın, bu man... Birbirimizi nasıl anlıyorsak...
“Oğlum, bu hayat çok zor bir hayat. Ben
gidişinin belirtisi. Çünkü insanlar ağaç koBen tanık oldum, bizzat Marmaray’da
senin
bir büroda çalışarak yaşamını sağlavuklarından doğmuyorlar, mağaralardan yaşadım. Özbek bir anne ve iki çocuğunun
manı
isterdim.”,
diyor.
doğup gelmiyorlar değil mi? Analar doğu- bütün konuşmalarını anladım. Yani aynen
“Hayır,
ben
atalarım
gibi ve senin gibi
ruyor, babaları var, kardeşleri var, yeğenleri bizim Türkçemiz, biraz farklı ağızda konuyaşamayı
seçtim.”,
diyor.
var, amcaları var, dayıları var.
şuyorlar.
“Peki, öyleyse.”, diyor.
Şimdi o insanı öldürdüğünüz zaman büBen, “Türkmen misiniz?”, dedim anneDemek istediğimiz arkadaşlar, sosyatün (o en azından yakın çevresini oluşturan) ye.
lizm
ancak okula gitme imkânı sağlayabilinsanlar size ne yapacak?
“Özbek.”, dedi.
miş
isteyen
gençlere. Onu da zorunlu kılmıSonsuz bir kin ve
yor, öyle anlaşılıyor.
nefret besleyecek.
Ve günlük ekoO kinler arttıktan
nomik
hayat 100 yıl,
sonra artık parçalan200
yıl,
300 yıl önMiras kavgasına girince, Pensilvanyalı bunların
ma durdurulamaz.
cesi
nasılsa
öyle...
Şimdi deniyor ki, evlerine ateşler yağdırdı, bu da onlara haşhaşi
Giyinişleri
de
öyle,
Demirtaş’ın dediğini
davranışları
da
öyle,
yaptırmayız, öyle mi? dedi, darbeci dedi. Artık demediğini bırakmadı. Hep
kültür
de
öyle,
geleHadi Diyarbakır’da söylediğimiz
gibi, bunların arasında, halkımızın nekler de öyle, maddi
kurdurmadın.
hayatı kazanma biO zaman ne ya- arasındaki anlamıyla; dostluktan, sevgiden, bağlılıktan,
çimi de öyle. Ne acı
par?
vicdandan eser yoktur. Menfaat şebekesidir bunlar; ki, bu sosyalizm de
Rojova’ya gider
miras kavgasına girince birbirlerinin düşmanı oldular. tabiî bizim teorik oladeğil mi?
rak benimsediğimiz,
Kandil’e
gider,
Marksizmin-LeninizErbil’e gider orada
min ortaya koyduğu
Meclisini kurar.
bilimsel sosyalizm
Ve iş neye kalır?
değil.
Onu
görüyoruz,
arkadaşlar.
Amerika’nın (aynen bilgisayarda bir
“Buraya gelince hiçbir iletişim, anlaşma
Bir
Partili
Yoldaş:
Formel, Formel
sayfayı açmak için bir tık yaparsınız ya) bir güçlüğü yaşadınız mı?”, dedim.
Sosyalizm.
tıka ihtiyaç var değil mi?
“Yo, yaşamadım.”, dedi.
Nurullah Ankut Yoldaş: Evet, evet.
Amerika’nın bir sinyaline, bir tıkına ihti“Orada da aynen böyle mi konuşuyorFormel,
biçimsel sosyalizm yani.
yaç var. Birleşmiş Milletler o Meclisi tanıdı- dunuz?”
Biçim
olarak sosyalizm ama ruhu yok,
ğı anda, iş sonuçlanmıştır. İş oraya gidiyor.
“Evet, aynı. Dilimiz bu bizim.”, dedi.
özü
yok.
Bir partili Yoldaş: Hoca’m kaldı ki zaAzerbaycan’da aynı şekilde, arkadaşlar,
ten AKP’giller de bölünmenin bir parçası.
Nurullah Ankut Yoldaş: Bölünmenin
bir enstrümanı, bunların hepsi onun parçası, buna da böldür, diyorlar. Böldürerek yol
alınıyor, oraya doğru yol alınıyor. Tabiî bu
arada parçalanacak, Amerikancı Kürt Devleti kurulacak.
Ama ondan sonra da bu iki halk birbirinden tümüyle kopmayacak. Biz devrimci
anlayışımızı, devrimci inancımızı, devrimci
a
e
e
İki Meclis, iki ayrı devlet demektir, arkadaşlar.
Buna ne diyebildi AKP’giller?
Hiç, tık yok.
Çünkü Amerika olsun, Avrupa Birliği
olsun artık bu meselenin arkasında, acilen
ikinci İsrail’i, Müslüman İsrail’i oluşturmak
istiyor. Ve on yıllardan bu yana söylediğimiz
gibi, bu gerçekleşecek ne yazık ki. Devrimci
çözümü bunun önüne geçirecek kitle gücüne
sahip değiliz biz şu anda ne yazık ki. Amerikancı çözüm geçecek hayata, arkadaşlar.
Bunu önleyebilecek bizim dışımızda başka
hiçbir güç yok.
Şimdi bazıları ne diyor milliyetçi, ırkçı
partilerin ve söylemlerin etkisiyle halkımızdan da sıradan bazı insanlar?
Ordu bölücü terörü ezecek, bitirecek, bu
iş sonlanacak.
Hayır, öyle bir şey yok. Bir milleti öldürmekle tüketemezsiniz. O savaşan insanlar,
o bölgede, oradaki halkın en az % 65’inin
oyunu almış durumdalar ortalama olarak.
O halk, o insanları destekliyor, o insanlara
duygularımızı, kardeşçe düşüncelerimizi ve
ideolojimizi o insanlarla paylaşmaya, onlara
aktarmaya devam edeceğiz. Ve bin yıldan bu
yana bir arada yaşadığımız gibi, yeniden bir
arada yaşamanın metot, biçim ve şartlarını,
şeklini bulacağız. Ama bu daha uzun bir yol
olacak... Ne yapalım 50, 100 seneler insanlığın, hele de doğanın tarihini göz önüne aldığımız zaman, bir göz kırpımı kadar kısa
mesafelerdir.
Türk Sorunu
Aynı anda bir de Türk Sorunu var arkadaşlar dünyada. Altı parçaya bölünmüş bir
de Türk Ulusu var. İşte Doğu Türkistan,
Uygur-Sincan Özerk Bölgesi dâhil olmak
üzere, beş tane de Türk Cumhuriyeti var
Asya’da değil mi?
Onlar da Türk, arkadaşlar; tarihimiz bir,
kültürümüz bir, dilimiz bir.
Bir Partili Yoldaş: Coğrafyamız bir.
Nurullah Ankut Yoldaş: Tabiî, tarihsel
coğrafyamız bir ve ekonomik çıkarlarımız
da aslında bir. O birlik de var.
anlaşılıyor.
Diğerleriyle de lehçe farkı var. Kırgızlarla, Kazaklarla, Türkmenlerle. Oralarda
da birkaç ay içerisinde anlaşma sağlanır.
Reycan Yoldaş: Yazı dili anlaşılıyor.
Ben Türkmenistan’a gitmiştim de. Konuşma anlaşılmıyor ama yazı dili anlaşılıyor.
Nurullah Ankut Yoldaş: Yazı dili anlaşılıyor. Aksandan dolayı konuşma anlaşılmıyor, yazı dili anlaşılıyor. Evet
arkadaşlar.
Geçen, National Geographic’de
bir belgesel izledim, yoldaşlara da
anlattım. Bu, Çin sınırları içindeki Kırgızların hayatını konu alan ve
hayvan sevgisini konu alan bir belgeseldi. Orada da cümle kuruluşları
aynı. Bazı kelimeleri, eklemeleri anlıyorsunuz ama cümlenin tamamını
bir anda anlayamıyorsunuz yani biraz
farklılaşmış.
Fakat bir de şunu gördüm yoldaşlar. Mustafa Yoldaş, Serdar Yoldaş’la
da paylaştık, 300 sene önce nasıl yaşıyorlarsa, şimdi de aynen o şartlarda yaşıyorlar, Çin Halk Cumhuriyeti
sınırları içinde olan Kırgızlar. Devletle bir temasları yok. Hayvancılık
yapıyorlar. Coğrafya kıraç ve dağlık. Yani tarıma asla elverişli değil.
Tarım yapılacak bir arazi yok. Onlar
da köylerde hayvancılık yapıyorlar,
küçükbaş hayvancılık. Atları var cılız, ufak.
İri, görkemli atlar değil. O da tabiî tarımda
kullanılmadığı için, binit olarak kullanılıyor. Binek hayvan olarak.
Hobileri de bakıyorsunuz (orada onu
işliyor esas), Kartalları evcilleştiriyor bazıları. En saygı görenleri onlar oluyor. Gidip
uçurumun kenarından, yavruyken, yuvadan
yavru Kartalı alıyor, sağlıklısını, onu büyütüyor. Alıştırıyor, kolunun üstünde, atının üstünde dağa gidip onunla av yapıyor.
Tavşan avlıyor. Onlar çok saygı görürmüş
toplumda.
Doğayla o kadar uyumlu ki... Üç yaşına
geldiğinde de Kartalı özgürleştiriyor. Yani
hâlâ İlkel Komünal geleneklerin bir yansıması bu. Ve en son Kartalından ayrılacağı
günkü konuşmalarını izletiyor belgeseli yapan, böyle loş bir odada, özel bir odası var
Kartalın, orada duruyor. Büyük bir dal var
onun üzerinde, kendisi de oturmuş böyle sedir gibi yapmış oraya;
“Sevgili Kartalım, ben sensiz nasıl yaşarım? Nasıl dayanacağım senin yokluğu-
“Ergenekon Davası”nın
cezası sonucunda değil
sürecindedir
Şimdi oradan hareketle 2007’den sonra
“Ergenekon Davası” diye bir CIA operasyonu oldu, değil mi, arkadaşlar?
Ne zamana kadar sürdü?
2013’e kadar değil mi?
AKP’giller’in Fethullah’la ayrışmaları,
miras kavgasına, paylaşım kavgasına girerek ayrışmaları, birbirlerini düşman ilan
etmeleri 2013’tü. 2013’e kadar sürdü. Ve
bu operasyonun, bu CIA operasyonunun ilk
adımında biz olayı gördük, değil mi?
İşte büyük boy iki sayfa bildirimizde
bunu ortaya koyduk. Bu bir CIA operasyonudur. Laik, yurtsever, antiemperyalist,
Mustafa Kemalci ve Birinci Kuvayimilliye
geleneğine sahip güçleri ezmeyi, sindirmeyi, bertaraf etmeyi amaçlıyor dedik. Ve
o süreç içerisindeki yazılarımızda da, bu
davanın cezası sonucunda değil sürecindedir dedik, değil mi? Bir başyazımızın
başlığı bu Kurtuluş Yolu’nda. Çünkü o süreç içinde o güçler bertaraf edildi, ezildi,
sindirildi, korkutuldu, tasfiye edildi. Şimdi
bazı soytarılar diyorlar ki; ya işte Silivri zindanlarını yıktık, operasyonu boşa düşürdük.
Yahu operasyon amacına ulaştı.
Operasyonun amacını AKP’giller’in en
önde gelen temsilcilerinden Hüseyin Çelik
nasıl açıklamıştı, arkadaşlar?
Ordunun görevi bir site güvenlikçisinin
görevi gibi olmalıdır. Yani bekçilik görevi...
Şimdi aynen site güvenlikçisi durumuna
düşürüldü mü ordu?
Düşürüldü, arkadaşlar.
Bir de o kadar Subayları, Komutanları
içeriye alındı, gık diyen oldu mu?
Olmadı.
Bir de CIA, komuta kesiminin ruhunu
boşaltmış. Bir tek yiğit, cesur, atak, hayatını
fedaya hazır komutan bırakmamış. Bir tek
komutan bıraksaydı, bu operasyon başarıya
ulaşmazdı. Bırakmamış...
Yahu, bu kadar alçakça, namussuzca,
vicdansızca, insan aklıyla alay eden bir operasyona insan nasıl boyun eğer?
Hiçbiri gık demedi.
O operasyon sürecinde en açık ve halkımızın deyişiyle en sert yazıları biz yazdık,
değil mi?
Ama bize dokunmadılar dikkat ederseniz, dava açmadılar bize.
Niye?
Bizi Silivri’ye alsalardı, işte orada o davayı boşa düşürecektik. Nasıl AKP’giller’in
tepesindeki dört savaş suçlusunu mahkemelerinde yargılayıp mahkûm etmişsek, orada
da Pensilvanyalı İblis Fethullah’ın yargıçlarını, savcılarını mahkûm edip ve AKP’giller’in adaletini mahkûm edip, diğer subaylarımızı da peşimize takıp o davayı boş
düşürecektik. Mecburen peşimize takılacaklardı, yoksa rezil olurlardı. İşte o yüzden
bize dokunmadılar o süreçte. Bunun dışında
da böyle bir karşı koyan olmadı. Duruşmaları izledik. Şimdi İlker Başbuğ’un kitapları çıkıyor “Atatürkçülük Nedir?” bilmem
ne şudur, budur habire de yazıyor.
Yahu sen içerden çıktın, Amerika bu
operasyonun içinde var mı? dediler.
Sen de; belge yok, dedin. Çıktıktan bir
sene sonra, iki sene sonra belki de tam hatırlayamıyorum röportajını. Amerika yok,
dedin. En sonunda yakın zamanda, birkaç
ay önce, Mustafa Yoldaş hatırlarsın, sadece
Bush diyor buna dâhil oldu.
Mustafa Şahbaz Yoldaş: Evet, Evet.
Nurullah Ankut Yoldaş: Yani kişiyle
sınırlıyor, kişiye indirgiyor. CIA yok, Pentagon yok, Washington da yok. Sadece Bush
kişi olarak biraz dâhil olmuş.
Şimdi bu adam neyi görür, Mustafa Kemal’den zerre bir şey anlayabilir mi?
Anlayamaz, arkadaşlar.
Bir Partili Yoldaş: Hoca’m son tahlilde
AKP’giller’i de aklıyor geçen haftaki söylemi.
Nurullah Ankut Yoldaş: Aklıyor, evet.
Tabiî... AKP’giller’i de akladı. Cumhurbaşkanımız da gördü bizim suçsuzluğumuzu...
Yani keriz yerine düşürüyor kendisini. Şimdi miras kavgasından birbirlerine girdiler.
Hâlbuki 2013’de baktılar ki Laik Cumhuriyetin işini bitirdik artık, o zaman devlet
kimin olacak?
O kavgaya girdiler. Fethullah da sinsi
tabiî.
Ne yaptı?
AKP’giller’in altını oymaya başladı.
Neyle?
Yargıyla, polis teşkilatıyla ve eğitimle;
Milli Eğitimi ele geçirerek. Şimdi Tayyip
bunu gördü tabiî. Artık belgeler hazırlamaya başladı Fethullahçılar. İşte 17-25 Aralık
belgeleri yani AKP’giller’in bütün yolsuzluklarını, bütün vurgunlarını, bütün kanunsuzluklarını hep kamerayla belgeledi, görüntülü ve sesli kayıtlarla belgeledi, belge
altına aldı. Bir de ilk vuruşunu MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yaptı, onun ardından
uzanacaktı yani kademeli olarak. Ve 17-25
Aralık’ı da patlatınca artık, tümüyle birbirlerini düşman ilan ettiler.
Ne diyordu beraberlerken, bu CIA operasyonunu yürütürlerken Tayyip:
“Bir kardeşimiz uzaklarda hasret çekiyor. Hasret acısı çok büyük bir acıdır. Biz
bu acının, bu hasretin bir an önce bitmesini, o kardeşimizi de aramızda görmeyi çok
arzu ediyoruz.”, diyordu değil mi Fethullah
için?
12
Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
Yine hep artık harcı âlemdir: “Cemaatçi kardeşlerimiz bugüne kadar bizden ne
istediler de vermedik?”, diyordu.
Ama miras kavgasına girince, Pensilvanyalı bunların evlerine ateşler yağdırdı,
bu da onlara haşhaşi dedi, darbeci dedi.
Artık demediğini bırakmadı. Hep söylediğimiz gibi, bunların arasında, halkımızın
arasındaki anlamıyla; dostluktan, sevgiden, bağlılıktan, vicdandan eser yoktur.
Menfaat şebekesidir bunlar; miras kavgasına girince birbirlerinin düşmanı oldular.
Bu CIA operasyonu sürecinde Zekeriya’nın altına (Fethullah’ın savcısı) zırhlı
arabasını veriyordu, değil mi?
Şimdi kırmızı bültenle arıyor. Çünkü
içtenlikli bir insani duygu ve değer yok.
Bugüne geldiğimiz zaman Ahmet Davutoğlu kardeşi idi, danışmanıydı, yoldaşıydı, dava arkadaşıydı değil mi?
Şimdi ne diyor?
O makamlara nasıl geldiğimizi unutmamalıyız, herkes haddini bilmeli, diyor.
Yani; ulan oraya seni ben çıkardım, diyor.
Haddini bil. Halkımızın deyimiyle deyiş
bu, arkadaşlar.
Şimdi nerede saygı, nerede sevgi? Zerresi var mı?
Yok.
Demokrasiye inancın zerresi var mı?
Yok.
Hukuka inancın zerresi var mı?
Yok.
Zaten hep diyoruz ya; bunların tamamı anayasa dışına düşmüş mücrimlerdir.
Hukukun zerresi olsa, bağımsız yargının
zerresi olsa bunların tamamı, her türlü suçtan, savaş suçu ve yüz kızartıcı suçların her
türünden yüzlerce yıllık cezalara mahkûm
olmuş, Silivri, Sincan zindanlarını doldurmuş olurlardı.
Sen de; belge yok, dedin. Çıktıktan bir
sene sonra, iki sene sonra belki de tam hatırlayamıyorum röportajını. Amerika yok,
dedin. En sonunda yakın zamanda, birkaç
ay önce, Mustafa Yoldaş hatırlarsın, sadece
Bush diyor buna dâhil oldu.
Mustafa Şahbaz yoldaş: Evet, Evet.
Nurullah Ankut Yoldaş: Yani kişiyle sınırlıyor, kişiye indirgiyor. CIA yok,
Pentagon yok, Washington da yok. Sadece
Bush kişi olarak biraz dâhil olmuş.
Şimdi bu adam neyi görür, Mustafa Kemal’den zerre bir şey anlayabilir mi?
Anlayamaz, arkadaşlar.
Bir Partili Yoldaş: Hoca’m son tahlilde AKP’giller’i de aklıyor geçen haftaki
söylemi.
Nurullah Ankut Yoldaş: Aklıyor,
evet. Tabiî... AKP’giller’i de akladı. Cumhurbaşkanımız da gördü bizim suçsuzluğumuzu... Yani keriz yerine düşürüyor kendisini. Şimdi miras kavgasından birbirlerine
Joe Biden
girdiler.
Hâlbuki 2013’de baktılar ki Laik Cumhuriyetin işini bitirdik artık, o zaman devlet kimin olacak?
O kavgaya girdiler. Fethullah da sinsi
tabiî.
Ne yaptı?
AKP’giller’in altını oymaya başladı.
Neyle?
Yargıyla, polis teşkilatıyla ve eğitimle;
Milli Eğitimi ele geçirerek. Şimdi Tayyip
bunu gördü tabiî. Artık belgeler hazırlamaya başladı Fethullahçılar. İşte 17-25 Aralık
belgeleri yani AKP’giller’in bütün yolsuzluklarını, bütün vurgunlarını, bütün kanunsuzluklarını hep kamerayla belgeledi, görüntülü ve sesli kayıtlarla belgeledi, belge
altına aldı. Bir de ilk vuruşunu MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yaptı, onun ardından
uzanacaktı yani kademeli olarak. Ve 17-25
Aralık’ı da patlatınca artık, tümüyle birbirlerini düşman ilan ettiler.
Ne diyordu beraberlerken, bu CIA operasyonunu yürütürlerken Tayyip:
“Bir kardeşimiz uzaklarda hasret çekiyor. Hasret acısı çok büyük bir acıdır. Biz
bu acının, bu hasretin bir an önce bitmesini, o kardeşimizi de aramızda görmeyi çok
arzu ediyoruz.”, diyordu değil mi Fethullah için?
Yine hep artık harcı âlemdir: “Cemaatçi kardeşlerimiz bugüne kadar bizden ne
istediler de vermedik?”, diyordu.
Ama miras kavgasına girince, Pensil-
vanyalı bunların evlerine ateşler yağdırdı,
bu da onlara haşhaşi dedi, darbeci dedi.
Artık demediğini bırakmadı. Hep söylediğimiz gibi, bunların arasında, halkımızın
arasındaki anlamıyla; dostluktan, sevgiden, bağlılıktan, vicdandan eser yoktur.
Menfaat şebekesidir bunlar; miras kavgasına girince birbirlerinin düşmanı oldular.
Bu CIA operasyonu sürecinde Zekeriya’nın altına (Fethullah’ın savcısı) zırhlı
arabasını veriyordu, değil mi?
Şimdi kırmızı bültenle arıyor. Çünkü
içtenlikli bir insani duygu ve değer yok.
Bugüne geldiğimiz zaman Ahmet Davutoğlu kardeşi idi, danışmanıydı, yoldaşıydı, dava arkadaşıydı değil mi?
Şimdi ne diyor?
O makamlara nasıl geldiğimizi unutmamalıyız, herkes haddini bilmeli, diyor.
Yani; ulan oraya seni ben çıkardım, diyor.
Haddini bil. Halkımızın deyimiyle deyiş
bu, arkadaşlar.
Şimdi nerede saygı, nerede sevgi? Zerresi var mı?
Yok.
Demokrasiye inancın zerresi var mı?
Yok.
Hukuka inancın zerresi var mı?
Yok.
Zaten hep diyoruz ya; bunların tamamı anayasa dışına düşmüş mücrimlerdir.
Hukukun zerresi olsa, bağımsız yargının
zerresi olsa bunların tamamı, her türlü suçtan, savaş suçu ve yüz kızartıcı suçların her
türünden yüzlerce yıllık cezalara mahkûm
olmuş, Silivri, Sincan zindanlarını doldurmuş olurlardı.
En yüce mahkeme kim mevcut devlet
sistemimizde?
Anayasa Mahkemesi.
Ne diyor?
“Ben bu mahkemenin kararına saygı
da duymuyorum, tanımıyorum da.”, diyor.
Ve yerel mahkemeye sen de tanıma, diyor.
“AİHM’e gider, oradan da ne çıkacağı belli.”, diyor. Oradan da para cezası çıkar, o da
çerez, diyor. Şimdi burada ne hukuk kalır,
ne devlet kalır, ne kanun kalır, ne mahkeme
kalır, hiçbir şey kalmaz...
Nihat Güldemir Yoldaş: Ne de kendisi
kalır.
Nurullah Ankut Yoldaş: Ne de kendisi kalır. Çünkü o Anayasaya göre seçildin ve o Anayasaya bağlılığa yemin ettin.
Sen ve diğer AKP yöneticileri o Anayasaya
göre o Meclisi, o kurumları doldurdular.
Sen onu reddettiğin anda artık aşiret ortaya
çıkar, derebeyleşmiş bir aşiret kalır ortada
modern devletten bir şey kalmaz geriye.
Ülkemiz nereye götürülüyor?
Ne yazık ki içler acısı durumumuz,
böyle bir yönetimin elinde
milletimizin 15
yıldan bu yana
tutsak alınmış
olması, tutulması…
Amerika’nın
hedefi
belli:
Yeni Sevr. Çok
açık.
İkiye
değil üçe bölecek
Türkiye’yi. Bir
de Ermenistan
bölümü var değil mi?
Onlar
da
açık, gizlemiyorlar hedeflerini, açıkça söylüyorlar. Biz bir yönetim boşluğu, güç zaafı oluşmasını bekliyoruz Anadolu’da, Türkiye’de, diyorlar. O zaman biz
de Tarihi topraklarımızı, Batı Ermenistan’ı
alacağız, diyorlar. Ve mevcut sınırlarımızı
tanımıyorlar. Kars ve Moskova Antlaşması’yla belirlenen sınırları tanımıyoruz,
diyorlar. Ermenistan Anayasa Mahkemesinin kararı bu. Şimdi bütün bunlar apaçık
ortadayken, BOP haritasının ne olduğu da
apaçık ortadayken... Çünkü Türkiye’nin de
dâhil olduğu 22 ülkenin sınırlarını yanlış
çizdik, diyorlar.
Kim diyor?
Av. Ali Serdar Çıngı Yoldaş: Biden,
diyor en son.
Nurullah Ankut Yoldaş: Biden, diyor
en son. Joe Biden diyor; yanlış çizmişiz bu
sınırları, diyor. Bozacağız, yeniden çizeceğiz, diyor. Yani sağmal sürü yerine koyuyor Ortadoğu Müslüman halkını. Harita
meydanda. O haritaya göre Türkiye de bölünüyor mu üçe?
Bölünüyor.
Şimdi bu Kaçak Saraydaki ne yapıyor?
Ben bu haritanın eş başkanıyım, diyor.
Yani bebeleri bile zor kandırırsınız böyle
bir işe. Ve iktidarda biraz daha kalabilmek
uğruna onların bütün emirlerini yerine getirdi.
Arap dünyasında Türkiye’nin dostu
olan, gerçek anlamda Türkiye’yi seven iki
ülkeye saldırdı: Libya’ya ve Suriye’ye.
Kıbrıs Harekâtı sırasında Kaddafi’nin
ve Libya’nın yardımlarını hepimiz biliyoruz, değil mi?
Dış ülkelerden bir tek Libya yardım
etti ve her türlü yardımı yaptı. Onun lideri
Kaddafi yaptı.
Kaddafi’ye yaptığı zalimliği hepimiz
biliyoruz, değil mi?
Nasıl utanç verici bir şekilde katledildiğini o liderin hepimiz biliyoruz ve şimdi devlet diye bir şey yok artık. Aşiretler
ülkesi Libya. Ve onun sonunda Türkiye
işadamları on milyar dolarını kaybettiler.
Alacakları olan, hak edilmiş olan on milyar dolar gitti. Devlet gitti çünkü ve tüm iş
imkânlarını da kaybettiler. Libya petrolleri;
Amerikan, Fransız ve İngiliz petrol şirketlerinin kasasına akmaya başladı.
Oradan Suriye’ye geldi. Bugün Suriye
de üçe bölünmüş durumda, değil mi arkadaşlar?
Meşru Beşşar Esad yani Baas iktidarının egemen olduğu topraklar, IŞİD’in
egemenliğinde olan topraklar ve PKK’nin,
PYD’nin egemenliğinde olan topraklar...
Üç parçaya bölünmüş durumda. Suriye’nin
cehennem haline çevrilmesi için her türlü
saldırıyı yaptı, ABD’ye her türlü hizmeti
verdi.
Ondan sonra sıra Türkiye’ye geliyor.
Sırayla gidiyor emperyalist haydut. Bunu
görmek için eğitime falan gerek yok, arkadaşlar. Siyaset bilmeye, strateji bilmeye de
gerek yok. Harita meydanda, sırayla geliyor.
Ve biz o zaman ne dedik?
“Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye
Sıra Sende Türkiye...”
Sıra Türkiye’ye geldi mi?
Daha o zaman bunlar PKK ile kankaydı, mutabakatlar yapıyorlardı, görüşmeler
yapıyorlardı. AKP’nin bakanları Abdullah
Öcalan’a methiyeler düzüyorlardı değil mi;
Dünyayı okuyan adam, vizyon sahibi adam
diye Beşir Atalay başta olmak üzere?..
Biz sıranın Türkiye’ye geldiğini söyledik. Nitekim 20 Temmuz 2015 sonrası bir
anda Türkiye de Suriyeleşmeye başladı.
Kim başlattı bunu?
Amerika başlattı ve artık fiiliyatta Kürt
illeri devletin egemen olduğu bölge olmaktan çıkmış durumda.
Sen zırhlı araçlarla girersin, bir sokağı
bir mahalleyi ele geçirirsin ama çıktığın
anda PKK birkaç gün içinde aynı şekilde
yerleşir o bölgeye, nitekim yerleşiyor. Ve
akan kan, yürüyen savaş sadece bu ayrışmayı, bu çatlağı genişletmekten öte hiçbir
işe yaramaz, hiçbir sonuç doğurmaz.
Eğer aldıkları bu kararı hayata geçirirlerse bu süreç çok daha hızlanacak. Yani
HDP milletvekillerini Meclis dışına püskürtmeyi başardıkları anda HDP de kendi meclisini Diyarbakır’da, olmadı Rojova’da, Erbil’de kuracak. Ve Birleşmiş
Milletler’e tanınma başvurusunda bulunacak. Gerisi de artık Amerika’nın sadece
sinyaline kalmış bir iş olacak.
Ne yazık ki bu gidiş vahim, halklarımız açısından acı verici bir gidiş ama
bunun asıl hazırlayıcıları da tepedekiler.
Hâlâ saray kavgası yapıyorlar, kongreler
düzenliyorlar Davutoğlucuları atacaklarmış, il ilçe yönetimlerinden; yerlerine
Tayyipçileri getireceklermiş.
Şimdi yüzde 80, yüzde 90 oy alarak
oraya gelsen ne çıkar?..
Yolun sonuna gelmişsin. Bu ülke
parçalandığı anda seni orada hiç kimse
tutamaz. Hiç kimse tutamaz, hiçbir güç
tutamaz... En yakınındaki en önemli düşmanın olur. Zaten sevgi diye bir şey yok
söylediğimiz gibi.
Beşşar Esad
onda birini, belki beşte birini yerlerdi. Biz Devletin görevlileri de bir an önce işimizi
çok daha ağırını yerdik ama asla işkenceci- bitirip gidelim, diyorlar.
lerin hakaretini sineye çekmezdik, küfürleYine edebiyat röportajında sevdiğimiz
rine küfürle, saldırılarına saldırıyla karşılık ve hakkı teslim edilmemiş bir ozanımızdan
verirdik çünkü. Bıyıklarımızı ondan uzatı- söz etmiştik değil mi? Kimdi yoldaşlar?
yoruz böyle; demetiyle yolarlardı çünkü işPartili Yoldaşlar: Arif Damar.
kenceciler, batardı onlara. O kadar adilerdi
Nurullah Ankut Yoldaş: Arif Damar
ki, baş edemedikleri için hırslarından tek- evet.
melerlerdi apış aramızı, erkekliğimize salArif Damar;
dırırlardı. Onların işkencecileri böyle ama
umurumuzda olmazdı bizim.
İlle de görmek için mi beklenir güzel
Hiç kimse namus bellediğimiz yoldan günler
bizi caydırmayı, geri durdurmayı başaraBeklemek de güzel
maz.
diyor.
(Alkışlar…)
İnsan doğduk, insan olarak, insanlığıBiz de diyoruz ki;
mızın hakkını vererek yaşadık ve son soluBelki de o günleri yaşamaktan daha
ğumuzda da insan olarak yaşamaya devam çok, o günler için savaşmak güzeldir,
edeceğiz ve öleceğiz, yoldaşlar.
yoldaşlar.
İnsan olarak ölmek; insani değerlerin
tümünü pervasızca, en atak şekilde savuna(Alkışlar…)
rak yaşamak ve ölmek demektir.
Geçen, kaçkınların 1 Mayısı’nda, BaHalkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
kırköy Pazar çukuruna kaçanları eleştirirken ne dedik?
(Alkışlar...)q
Teslim olmadığınız sürece yenilmiş
sayılmazsınız!
Sizleri daha fazla yormak istemiyorum.
KESK’teki Laiklik atağı üzerine…
Hiç teslim olmadık;
yenilmedik
Sevgi ve Saygıdeğer Yoldaşlar,
Bilimin ışında hareket ettiğimiz için
bütün bu süreçleri on yıllar öncesinden
gördük, gösterdik, işaret ettik ve onun
mücadelesini yaptık. Ve hiç kimse de bizi
korkutup sindiremedi ve asla bunu da yapamayacaklar, başaramayacaklar. Çünkü
biz gerçek anlamda devrimci kavgaya
girerken bunun kelleyi koltuğa almakla
mümkün olacağını ilk başta kabul etmişiz.
Hep söylediğimiz gibi, işte 12 Eylül
yıllarında 146-1’den idamla yargılandık.
Hiç umurumuzda olmadı. İşte “12 Eylül
Nedir?” kitabı bizim savunmamız. Orada
da o faşist cuntacıları mahkûm ettik. Nasıl
Ankara Adliyesinde AKP’giller’i savaş
suçlusu olarak mahkûm etmişsek...
Ölmemeye imkân var mı?
Geldik, öleceğiz.
Korkarak ölmek; ölümlerin en düşkünü, en düşüğüdür.
Biz hep yiğitçe, mücadele ederek ölmek isteriz, bir kavgada vurulup düşmek
isteriz.
Önderimiz de böyleydi bildiğimiz
gibi. İşkence odalarından işte bu yüzden
başı dik çıktı. Biz de işkencecilere meydan
okumayı öğrendik daha öğrenciliğimizde,
gençlik yıllarımızda. O yüzden başkaları
işkencede bizim yediğimiz sopanın belki
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), 28-29 Mayıs tarihlerinde; “Laik Eğitim, Laik Yaşam ve
İş Güvencemizden Vazgeçmeyeceğiz!
Baskı, Sürgün ve İşten Atmalara Karşı
Alanlardayız!” çağrısıyla bölgesel mitingler düzenleniyor.
Daha önce söylem ve eylemlerinden
laiklik sözünü çıkaran KESK’i bu noktaya
getiren nedir?
KESK’in laiklik ilkesini savunmamasının en kritik anı, şüphesiz 4+4+4 Kesintisiz Eğitim’e karşı 15 Eylül 2012’de yapılan
büyük Ankara mitingidir. Bu mitingte atılan sloganlarda laik eğitim savunusu yapılmaz. Laik eğitim sözünü bir pankart dışında diğer pankartlarda da bulamazsınız. Dağıtılan bildirilerde de laik eğitim savunusu
yoktur. Piyasacı, gerici, ırkçı eğitime karşı
çıkılır. Çocukların mahallelerinden uzak
okullara gönderilmesi eleştirilir.
KESK içinden ve dışından gelen eleştiriler nedeniyle Eğitim Sen Haziran 2013’te
bir laiklik broşürü hazırlar. (http://egitimsen.org.tr/wp-content/uploads/2016/02/
Bilimsel-ve-Laik-E%C4%9Fitimi-Neden-Savunuyoruz.pdf)
Bu broşürde ülkemizde laikliğin geçmişi anlatılmaz. AKP iktidarının gericiliği ve
muhafazakârlığı soyut bir şekilde eleştirilir.
Laiklik ile demokrasi arasında ne gibi bir
ilişki olduğundan söz edilmez. Ülkemize
laiklik nasıl gelmiş, II. Meşrutiyet (Jöntürk
devrimi), Kurtuluş Savaşı’mız, Cumhuriyet’in ilanı ve 27 Mayıs Politik Devrimi
gibi laik düzenin meydana getirilmesindeki
aşamalardan söz edilmez. Yine laik eğitimde çok önemli bir kurum olan Köy Enstitülerinden söz edilmez. Eğitim emekçilerinin
geçmiş mücadelesinden de söz edilmez.
Eğitim Sen, bu broşüründe TÖS’e ve TÖB-
DER’e de sahip çıkmaz.
KESK’teki siyasi anlayışlar, türbanı özgürlük diye savunup, eğitimde geldiğimiz
laiklik karşıtı ortama dolaylı da olsa destek olduklarının farkındadırlar. Üniversite,
Lise, Kamu kurumları derken anaokullarına kadar türban girmiştir. Yüzyıllar boyu
ülkemizde hiç görülmeyen bu örtünme
biçimi, ülkemizdeki laiklik karşıtlığının
simgesi olmuştur. Ortaçağcılar bu simgeyi koçbaşı gibi kullanıp, laik düzeni rafa
kaldırmak için araç olarak kullanmışlardır.
Yine Eğitim Sen şubeleri, Said-i Nursi için
anma toplantıları bile düzenleyebilmiştir.
Bazı anlayışlar “Özgürlükçü Laiklik” deyip, laik düzen karşıtlarına destek olmuşlardır.
KESK’in eylem ve söylemlerinde Ortaçağcı gericilerle, emperyalistlerin arasındaki ilişkiden söz edilmez.
Oysa ABD Emperyalizminin 70 yıllık
bir proje olan “Yeşil Kuşak Projesi”yle,
İlim Yayma Cemiyetleriyle, Komünizmle
Mücadele Dernekleriyle ve Ortaçağcı partileriyle, 12 Mart ve 12 Eylül Faşist Darbeleriyle bu laiklik karşıtı ortam yaratılmıştır.
Eğitim Sen’in “Bilimsel ve Laik Eğitimi Neden Savunuyoruz?” broşürünü yayınladığı günler, Haziran 2013 şanlı Gezi
Ayaklanmamızın olduğu günlerdir. Gezi
Ayaklanmasında pek çok kesimin ortaklaştığı görüş, “Halkın Laik Yaşam tarzına
sahip çıkmasıdır”. Eğitim Sen yayınladığı
bu broşürle Laikliğe sahip çıkamadığını da
göstermiştir.
KESK bugün, Laikliğe sahip çıkmak
adına mitingler düzenliyorsa bunun nedeni, tabanı kaybetme korkusudur. Çünkü
Birleşik Kamu İş Konfederasyonu, Aralık
2014’te “Laiklik Özgürlüktür” mitingiyle Laik düzene sahip çıktığını göstermiştir.
Eylem ve söylemlerinde laiklik ilkesini
gerçek anlamda savunmaktadır. Ülkemizin geçmiş ve gelecek tüm laiklik mücadelesine sahip çıkmaktadır. Bu sahip çıkış
zorunludur. Çünkü laiklik demokrasinin en
temel ilkesi olup bunun üzerine demokratik
devrimler inşa edilmiştir.
KESK içinde
gerçekten Laik
düzeni savunduğunu
söyleyen
arkadaşlara şunu
söyleyebiliriz.
Eğri oturup, doğru
konuşalım;
niyetler üzerinden değil, nesnel
olarak,
olaylar
üzerinden değerlendirme yapalım. Başımızı kuma gömmeyelim. KESK
gerçek anlamıyla laikliği savunmuyor, savunmak da istemiyor.
Kurtuluş Partili Bir Kamu
Emekçisi
13
6 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
Marksizm-Leninizm Işığında Parababalarına ve Emperyalizme Karşı
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi
E
mperyalizmin Dünya halklarına
karşı saldırganlığını azgınca artırdığı günümüzde başta ABD-AB
Emperyalizmi olmak üzere dünyadaki tüm
emperyalist devletlerin halk düşmanı, işçi
düşmanı politikalarına karşı DİSK/Nakliyat-İş Sendikası ve Dünya Sendikalar
Federasyonu (DSF) “Emperyalizme
Karşı İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi” başlıklı 2 gün
süren ortak bir konferans gerçekleştirdi.
Ağırlıklı olarak emperyalizmin azgın saldırılarına maruz kalan ülkelerden katılımcılarla bizzat emperyalist ülkelerde yaşayan
Marksist-Leninistler de konferansta hazır
bulundu.
Kazakistan, Güney Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Hindistan, Tunus,
Filistin, Mısır, Panama, Yunanistan, Peru,
Cezayir, Demokratik Kongo Cumhuriyeti,
Suriye, Rusya, İngiltere, Portekiz, İran’ın
İşçi Sınıfı Temsilcileri, 2 günlük Konferans
ve eylemler için İstanbul’da toplandı.
Konferansın birinci günü olan 27 Mayıs’ta Nakliyat-İş üyeleri, diğer ülkelerden
katılımcılar, Birleşik Metal-İş, Sosyal-İş
temsilcileri ve HKP’liler, ellerinde Che ve
emperyalizmi teşhir eden dövizler eşliğinde Taksim Tünel’den Galatasaray Lisesinin
önüne kadar Taksim’i inleten ve Emperyalizme karşı nefretlerini haykıran sloganlar
eşliğinde kitlesel bir yürüyüş yaptılar.
Yoğun bir şekilde yağan yağmur, emperyalizme karşı olan nefreti dindiremedi.
Dünyanın dört bir tarafında, ayrı ayrı ülkelerde yaşayan enternasyonalistler, sosyalistler hep bir ağızdan aynı canavara karşı
haykırdı:
Yankee Go Home!
Basın açıklamasında ilk olarak İşçi Sınıfının yiğit önderi, Dünya Sendikalar Federasyonu’na bağlı Uluslararası Taşımacılık, Denizcilik ve İletişim İşçileri Sendikaları Enternasyonali (TUI Transport,
Fisheries and Communication) ve Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza
Küçükosmanoğlu konuştu.
A. R. Küçükosmanoğlu konuşmasında ABD-AB Emperyalistlerinin dünyanın
dört bir yanında başta İşçi Sınıfları olmak
üzere halklara karşı büyük bir sömürü ve
zulüm uyguladığını, hak ve çıkarlarını gasp
ettiğini söyleyerek, Avrupa’dan Asya’ya,
Amerika’dan, Afrika’ya, Ortadoğu’ya kadar her gün yeni bir hak gaspıyla karşılaşıyoruz, dedi. Küçükosmanoğlu coşkulu
konuşmasına şöyle devam etti:
“Bugün Fransa’da Parababaları hükümeti, Fransa İşçi Sınıfına ve Halkına karşı
büyük bir saldırıya geçti. Meclisten çıkarmak istedikleri yasayla, işçilerin iş güvencesini ortadan kaldırıyorlar, ücretlerini düşürüyorlar, sosyal haklarını buduyorlar. Bu
yüzden de Fransa İşçi Sınıfı ve Halkı günlerdir eylemler yapıyor, bu gerici yasa tasarısına karşı militan bir mücadele sergiliyor.
Buradan günlerdir direnen Fransa İşçi Sınıfı ve Fransa Halkına dayanışma mesajımızı
gönderiyoruz. Zafer mutlaka direnen işçilerin ve direnen halkların olacaktır.”
Küçükosmanoğlu, ABD-AB Emperyalistlerinin sadece ekonomik sömürü ve
zulümle kalmadıklarını, askeri olarak da
halklara karşı saldırdıklarını, bunun en
somut örneğini Ortadoğu’da ve Afrika’da
gördüğümüzü söyleyerek, ABD ve AB
Emperyalistlerine karşı tüm dünya İşçi
Sınıfının ve Dünya Halklarının birleşmesi
Eylem sırasında; “Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Sosyalizm”, “Yaşasın
Enternasyonalist Dayanışma”, “ Katil
ABD Ortadoğu’dan Defol” gibi halkların başdüşmanı ABD Emperyalistlerini ve
AB Emperyalistlerini teşhir eden sloganlar
atıldı.
Galatasaray Lisesinin önüne gelen Nakliyat-İş üyeleri, DSF Temsilcileri, Kurtuluş
Partililer ve diğer demokratik kitle örgütü
temsilcileriyle burada görkemli bir basın
açıklaması gerçekleştirildi.
gerektiğini vurguladı. “Dünyanın dört bir
yanında işçilerin, halkların sorunları ortaksa mücadelenin de ortaklaştırılması, güçlerin birleştirilmesi gerekir”, diyen Küçükosmanoğlu halklar birleştiği zaman, ortak
mücadele yürüttüğü zaman emperyalistlerin mutlaka yenileceğini kaydetti.
Proletarya Enternasyonalizminin büyük önemini vurgulayan Küçükosmanoğlu,
üyesi oldukları ve 92 milyon işçiyi temsil
eden DSF’nin bu amaçlar için yiğitçe, militanca mücadele ettiğini, bu Konferansın
…
da DSF’yle birlikte düzenlendiğini belirtti.
Küçükosmanoğlu, “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol”, “Yankee Go Home”,”Yaşasın Fransa İşçi Sınıfının ve Halkını
Mücadelesi” diyerek İşçi Sınıfının zaferine olan büyük inancı ve coşkusuyla konuş-
Burada ilk olarak DİSK ve Nakliyat-İş’in şanlı tarihini konu alan ve anlatan
bir sinevizyon gösterimi gerçekleşti.
Sinevizyonu izleyen dünyanın dört bir
yanından gelen DSF Temsilcilerinin heyecanı görülmeye değerdi. Çünkü bu sineviz-
masını bitirdi.
Küçükosmanoğlu’ndan sonra da Taksim’i inleten sloganlar ve alkışlar eşliğinde, Dünya Sendikalar Federasyonu
(DSF) Genel Sekreteri George Mavrikos
söz aldı.
G. Mavrikos da yine aynı inanç, heyecan ve coşku ile Dünya İşçi Sınıfının
sorunlarını ve bu sorunların çaresi olarak
bütün dünya işçilerinin Emperyalizme karşı birleşik mücadelesinin gerekliliğini vurguladı.
Bu mücadelede Proletarya Enternasyonalizmine ve bugün bunu sağlayan
DSF’nin önemine değinen Mavrikos, ABD
ve AB Emperyalizmini teşhir etti somut örneklerle.
G. Mavrikos da Fransa’daki mücadeleye değinerek, buradaki eylemimiz ve Konferansımızla Fransa İşçi Sınıfına ve Halkına desteğimizi iletiyoruz, sonuna kadar
onların yanındayız, dedi.
Mavrikos’un konuşması boyunca coşkulu sloganlar atıldı, enternasyonal dayanışmanın en güzel örnekleri sergilendi.
Mavrikos konuşmasını şöyle tamamladı:
“Kapitalizmin sömürüsünden ve savaşlarından uzak, insanın insan tarafından sömürülmediği bir toplum için,
bize yakışan güzel bir gelecek için daha
mücadeleci ve direçli bir ruhla mücadele
bayrağını daha yükseklere taşıyacağımızı ifade etmek istiyorum.”
yon, Türkiye’deki yerli-yabancı Parababalarına karşı yıllardır verilen militan mücadelenin bir özetiydi. Ve Proletarya Enternasyonalizminin de bir göstergesiydi...
Hemen ardından konferansın açılış konuşmasını yapmak üzere Dünya Sendikalar Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi
ve Genel Sekreter Yardımcısı Swadesh
Dev Roy kürsüye geldi.
D. Roy, yaptığı kısa ama görkemli konuşması sonrası kürsüyü Ali Rıza Küçükosmanoğlu’na bıraktı. Küçükosmanoğlu
yaptığı kısa ama dolu dolu konuşmasında
emperyalistlerin yağmaladığı dünyanın
küçük bir panaromasını çıkardı. İşçi Sınıfının sorunlarının dünyanın her yerinde aynı
aynı olduğunu bir kez daha dile getiren Küçükosmanoğlu, uluslararası enternasyonal
dayanışmanın hayati önemini bir kez daha
vurguladı.
Küçükosmanoğlu’nun konuşmasından
sonra konuşma yapmak isteyen delegeler
isimlerini divana bildirdi ve teker teker
konuşma yapmak üzere kürsüye geldiler.
Latin Amerika’dan Avrupa’ya, Asya’dan
Afrika’ya konuşmacılar, emperyalistlerin
dünya halklarını nasıl yağmaladıklarını,
yarattıkları emperyalist savaşlarla insanları
nasıl katlettiklerini, masum insanları ülkelerinden göç ettirerek mülteci durumuna
düşürdüklerini, kendi bölgelerinden verdikleri örneklerle anlattılar. Konuşmacıların ortaklaşa değindikleri ana tema, işçi sınıfının ve tüm dünya halklarının ortak mücadelesi ve dayanışmasıydı. Konuşmacılar
ayrıca işçi düşmanı, halk düşmanı yasaları
Fransa halkına dayatan François Hollande
hükümetine karşı günlerdir direnen Fransa
halkına ve İşçi Sınıfına dayanışma mesajı
gönderdiler.
Konuşmacıların özellikle üstünde durduğu ve bastıra bastıra söylediği bir diğer
şey ise; Dünya İşçi Sınıfının mücadelesinin
büyütülmesi ve Lenin Usta’nın 1917’de
***
Bu coşkulu ve gerçekten görkemli,
heyecan verici ve ABD-AB Emperyalistlerine karşı mücadele azmimizi bileyen
eylemden sonra kısa bir yemek arasının
ardından “Emperyalizme Karşı Yaşasın
İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi” konulu Konferans için
Türk Tabipler Birliği’nin Cağaloğlu’ndaki
Konferans Salonu’na geçildi.
İşçi Sınıfının Emperyalizme Karşı
Uluslararası Mücadelesi ve Dayanışması Konferansı Sonuç Bildirgesi
27-28 Mayıs 2016 / İstanbul-Türkiye
Dünya Sendikalar Federasyonu
(DSF) ve Nakliyat-İş tarafından organize edilen “İşçi Sınıfının Emperyalizme
Karşı Uluslararası Mücadelesi ve Dayanışması” Konferansı, 27-28 Mayıs tarihlerinde Türk Tabipler Birliği’nin Konferans
Salonu’nda yapıldı. Türkiye’deki katılımcıların dışında; Kazakistan, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti, Güney Kıbrıs, Hindistan, Tunus, Filistin, Mısır, Panama, Yunanistan, Peru, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Rusya, İngiltere, Portekiz ve İran’dan
33 Delege konferansa katıldı.
Konferansın katılımcıları farklı ülkelerden gelmiş olsalar da konuşmalarında bazı
ortak noktaların altını çizdiler:
* Kapitalizmin en yüksek aşaması olan
emperyalizmin, sistemini ayakta tutabilmek için dünyanın dört bir yanındaki kaynakları sömürmesi kendisi açısından bir
zorunluluktur.
* ABD, AB ülkeleri ve diğer emperyalist devletler bugün dünyanın dört bir köşesinde zalimliklerini göstermektedirler.
Dünyadaki milyarlarca insan bu devletlerin
IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, NATO, CIA gibi ekonomik, askeri ve
casusluk örgütlerinden dolayı acı çekmektedir.
* Sovyetler Birliği’nin dağılmasından
bu yana başını ABD Emperyalistlerinin
çektiği emperyalistler insanlığa sömürü,
açlık, yoksulluk ve ölüm getiren bir
dizi ekonomik ve siyasi politikalar
uygulamışlardır.
* Onlar dünya halklarına ekonomik ve
siyasi zulüm uygulamaktadırlar; insanları
sömürmekte, savaşlarda milyonlarca insanı
öldürmekte ve milyonlarca insanı vatanından
koparak göçmen durumuna düşürmektedirler.
* Duruma bakıldığında tüm hükümetlerin, göçmenlerin acılarını ve ızdıraplarını
istismar ettiği görülmektedir. Tüm hükümetler göçmenleri daha fazla kâr elde etme
ve ucuz işgücü olarak kullanmanın derdindedirler.
* ABD ve diğer emperyalist devletler
dünyanın her yerinde ülkeleri küçük parçalara ayırmayı amaçlayan politikalar üretmektedirler. Ortadoğu’daki durum bunu
net bir şekilde kanıtlamaktadır.
önce Ortadoğu’da Irak, Libya ve Suriye’yi
bölmüşlerdir. Emperyalistlerin savaş örgütü NATO’nun temsilcileri bugünlerde
Libya’ya bir kez daha müdahale etmekten
bahsetmektedirler. 1948’de Ortadoğu’nun
bağrına ABD Emperyalistleri tarafından
bir hançer gibi saplanan İsrail Siyonizmi
binlerce Filistinliyi katletmiştir ve katletmeye devam etmektedir.
* Bu durumun nedeni kapitalizmin can
damarlarının, kan damarlarının, petrol da-
* 2003 yılında, daha sonra ABD Dışişleri Bakanı olacak olan Condoleezza
Rice “Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar
uzanan Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları yeniden çizilecek”, demişti. Bugün bu
plan “Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş
Kuzey Afrika Projesi” adı altında hayata
geçirilmektedir.
* Türkiye’yi de içine alan bölgede 3,5
milyonu Iraklı, 470 bini Suriyeli olmak
üzere yaklaşık 5 milyon insan katledilmiştir. Milyonlarca insan ülkelerini terk etmeye ve göçmen durumuna düşmeye zorlanmıştır. Yüzyıllar boyu barış içinde yaşayan
farklı etnik gruplar arasına düşmanlık tohumları ekmişlerdir. Bu şekilde kısa süre
marlarının Yakın Doğu bölgesinde olmasıdır. Emperyalistler herhangi bir yerde bir
hazine gördükleri zaman, onu aşırıp metropollerine götüremezlerse “böl ve güt”
politikasıyla o bölgeyi yangın yerine
çevirirler.
* Emperyalistler sadece Ortadoğu’ya
saldırmamakta, aynı zamanda halk düşmanı politikalarını neredeyse dünyanın her
köşesine yaymaktadırlar. Çıkarları uğruna
geçmişte Latin Amerika’yı bölmüşlerdir.
Bugünlerde ise emperyalistler, Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nin Başkanı
Maduro’yu devirmeyi amaçlayan faaliyetler yürütmektedir. Hepimizin bildiği gibi,
Balkanlar’da Yugoslavya emperyalistler
tarafından önce beşe, daha sonra ise yediye
bölünmüştür.
* Emperyalist devletler tarafından uygulanan politikaların bir sonucu olarak bugünün dünyasındaki ekonomik düzen gün
geçtikçe daha da adaletsiz hale gelmiştir.
Dünyanın her yerinde İşçi Sınıfı yoksullaşırken büyük tekeller daha da zenginleşmiştir.
* Oxfam kuruluşunun Londra’da yayımlanan ekonomik raporuna göre dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi dünyadaki toplam servetin yüzde 99’una sahiptir.
Bugün dünya nüfusu yaklaşık 7.4 milyondur. Yani 70 milyon insanın serveti 7 milyar 330 milyon insanın servetinden daha
fazladır. Dünyanın en zengin 62 kişisinin
serveti dünya nüfusunun yarısının servetine eşittir. En zengin 62 dolar milyarderinin
serveti 3.7 milyar insanın servetine eşittir.
* Dünyada her gün 800 milyon insan
aç uyumaktadır. Her gün ortalama 29 bin
insan açlıktan ölmektedir. Sadece 2014
yılında savaşlara 14.3 trilyon dolar harcanmıştır. 2015 yılında silahlanmaya 1.7
trilyon dolar harcanmıştır. İnsanlar her yıl
kozmetiğe toplamda 200 milyar dolar harcamaktadır. Bu miktar dünyadaki açlığı ortadan kaldırmaya yeter.
* Bugünün dünyasının resmi bize, sınırlarla ayrılmış durumda olsalar da insanlığın yaşadığı acıların ve ızdırapların
dünyanın her yerinde aynı olduğunu
göstermektedir. Bu gerçekliğin bir sonucu olarak; dünyanın farklı ülkelerindeki
İşçi Sınıflarının DSF’nin ilkeleri etrafında
bir araya gelmesi hayati derecede önemlidir.
* Dünya Sendikalar Federasyonu yürürlükteki tüm emperyalist savaşları ve
savaş suçlarını lanetlemektedir. Bu, sınıf
temelli sendikal hareketin vazgeçilmez bir
görevidir.
* Bugün yaşadığımız tüm zorluklara
rağmen DSF kapitalist tekeller ve emperyalist devletler tarafından uygulanan tüm
yaptığı gibi dünyada yeniden bir İşçi Sınıfı
Devriminin yapılması gerektiğiydi.
Konuşmacılar aynı zamanda AB-D
Emperyalizminin ekonomik, askeri ve casusluk örgütleri olan IMF, Dünya Bankası,
Dünya Ticaret Örgütü, NATO, CIA gibi suç
örgütleri de bir kez daha teşhir ederek, lanetledi.
Hemen hemen bütün konuşmaların
içeriği ve konuşmacıların öngörüleri Türkiye’nin gerçek devrimcileri olan Kurtuluş
Partililerin tahlilleri ve çözüm formülleri
ile paralellik gösterdi. Bu da HKP’lilerin
yani bu ülkenin tek ve gerçek devrimcilerinin doğru yolda olduğunu bir kez daha
somut bir şekilde gösterdi.
Konferansın bizim açımızdan en önemli yönlerinden biri de devrimci sendikal
mücadelenin soluğunu Partimizin kızıl soluğuyla birleştirmemiz oldu. İki gün süren
çeşitli etkinliklerde Dünya İşçi Sınıfının
temsilcileriyle sıkı bağlar geliştirdik, onlara Türkiye’de yürüttüğümüz devrimci
mücadeleyi, biricik devrimci hattı anlatma fırsatı yakaladık. Konukların bir kısmı
Partimizi merak ederek İstanbul İl Örgütümüze geldiler. Gelen konuklara Partimizin
yayınlarını, kitaplarını verdik. Belki de en
önemlisi; Türkiye Devrimi’nin Önderi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’yı tanıtma, anlatma fırsatı yakaladık.
Son söz olarak; konferansın dikkat çeken konuşmalarından birini yapan Hindistan İşçi Sınıfının Kadın temsilcisi Ismail
Vahitha Parveen’in yaptığı konuşmadan
bir pasaj aktarıyoruz:
“ABD dünyanın tüm emekçi halklarına savaş açmış durumda! İnsanlara
demokrasi getireceğiz diye ölüm getiriyorlar! Onlar kukla devletler istiyorlar!
Amerika, Brezilya’daki halkçı liderleri
iktidardan düşürdü.
Bunu Hindistan’da neden yapmıyor?
Çünkü ABD’ci bir hükümet var!
Lenin’in dediği gibi Kapitalizmin en
yüksek aşaması Emperyalizmdir. Dünyanın tüm işçilerine birleşmek düşüyor.
Biz milyonlarız. Üyelerimize siyasi bilinç
vermeliyiz. Bizim kaybedecek zamanımız yok! Uluslararası bir programa ihtiyacımız var; İşçi Sınıfının başka alternatifi yok! Ama Emperyalizmin alternatifi
var: SOSYALİZM!”
İşte böyle görkemli, coşkulu ve inançlı
bir günün ardından biz de buradan aldığımız bilinç ve İşçi Sınıfına olan inancımız
ile haykırıyoruz:
Kahrolsun Emperyalizm!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!
27.05.2016
İstanbul’dan
Kurtuluş Partililer
halk düşmanı ve işçi düşmanı politikalara
karşı mücadele edebilecek güçtedir. Bu
konferans, örgütümüzün daha da güçlenmesi yolunda Güney Afrika’da, Durban’da gerçekleştirilecek olan 17’nci Dünya Sendikalar Kongresi’nin hazırlıklarına
da katkıda bulunacaktır.
* Dünya Sendikalar Federasyonu, petrol depolama tesislerinin zorla tahliye edilmesine yönelik öfkesini dile getirmektedir
ve François Hollande’ın sosyal demokrat
hükümetine karşı mücadele yürüten Fransa’daki tüm işçilerle gönülden dayanışmasını ifade eder.
* Dünya Sendikalar Federasyonu, bu
kabul edilemez yasa tasarısı geri çekilene
kadar Fransa’daki mücadeleyi büyüten,
güçlendiren DSF üyesi FNIC-CGT Sendikası’yla gönülden ve kardeşçe dayanışmasını ilan eder.
* Dünya Sendikalar Federasyonu, Türkiye’deki İşçi Sınıfıyla, yoksul köylülerle
ve tüm halkla dayanışmasını ifade eder, demokratik ve sendikal haklar için verdikleri
mücadeleyi destekler.
* Dünya Sendikalar Federasyonu, işverenin insanlık dışı tutumuna bir cevap olarak 10 gündür açlık grevinde olan Zonguldak Kilimli maden işçilerinin mücadelesini
selamlar ve sonuna kadar destekler.
* Dünya Sendikalar Federasyonu adaletsiz biçimde hapiste tutulan DSF kadrolarına; Kolombiya’dan Huber Ballesteros, Paraguay’dan Ruben Villaba ve
altı reform yanlısı militan ve Guatemala’dan DSF Başkan Yardımcısı Amparo Lotan’a yönelik dayanışmasını ilan
eder.
* Dünya Sendikalar Federasyonu açıkça ilan etmektir ki, işçilerin hak ettiği gelecek için, kapitalizmin çürümüş sömürü
düzeninin ve bu düzenin yarattığı savaşların ortadan kalkması için, insanın insanı
sömürmediği bir toplum için verdiğimiz
mücadele daha militanca ve kararlı bir şekilde sürecektir.q
14
Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
Malum Kişi, Fatih ve Fetih
Baştarafı sayfa 16’da
Oysa durum tümüyle farklı. Bu toprakların en büyük devrimcisi Kıvılcımlı, bundan 60 yıl önce “Fetih ve Medeniyet” adlı
eserinde durumu tüm açıklığıyla koyar.
Kıvılcımlı, din bezirgânlarının Fatih’i
ve Fetih’i alet etmelerinin yolunu daha kitabının hemen başında tıkar.
“İstanbul’un fethini sırf bir Müslümanlık ve Hristiyanlık savaşına bağlamak, en az beş yüz yıl evvelki kafa ile
düşünmek olur.
“İstanbul’un fethi bir dinin öteki
dine karşı zaferi değil, ilerlemenin gerilemeye karşı zaferidir.”
Evet, Fetih ilerlemenin gericiliği yen-
toprak düzeni de kurarlar. Bu yenilik
Dirlik Düzeni’dir.” (H. Kıvılcımlı, Fetih
ve Medeniyet)
Biz devrimciler İstanbul’un Fethi’nin
tarihsel ve toplumsal yönlerini bilmek ve
halkımıza anlatmak zorundayız. Böylece
din bezirgânlarının sahtekârlıklarını da ortaya koyabiliriz. Yakın tarihimizde Mustafa Kemal, bu gerçeği gören bir başka
devrimcidir.
Osmanlı gericiliğe kardıktan sonra ihanete kadar varmış, İstanbul’u emperyalistlere teslim etmiştir. İşte Mustafa Kemal,
İstanbul’un II. Fethi’ni halkımıza tattıran
diğer bir devrimcidir. İstanbul’daki emperyalist güçlerine “Geldikleri gibi gidecekler” demiş ve bunu da Kuvayimilliye
Malum kişi ve zevceleri takma bıyıklı çakma yeniçeriler (zabıtalar).
mesidir. Devrimci bir eylemdir. Bu devrimci eylemin başındaki kişi, Fatih de en
büyük devrimcilerimizden birisidir. Diyalektik düşünemeyen, tarihe mekanik bakan
Sevrci Sol, bu gerçeği göremez. Çünkü
Osmanlı’yı hep gerici bir yönetim olarak
görür.
Oysa Osmanlı’nın kuruluşu demokratiktir, laiktir, eşitlikçidir. Dolayısıyla ilericidir. Osmanlı bu sayede genişlemiştir,
halkın Müslüman olmasa bile gönlünü kazanmıştır. Ancak, bu topraklar Nemrut’ların, Firavun’ların tanrılaştığı, Tefeci-Bezirgân sermayenin neredeyse içine işlediği topraklardır. Bu yüzden, çok geçmez,
Osmanlı da yozlaşır, Osmanlı yönetimi de
derebeyleşir.
İşte Fatih, bu derebeyleşmeye karşı
yürüttüğü reformlar sayesinde ve Osmanlı’nın başlangıçtaki adil toprak düzenini
yeniden kurarak Osmanlı’yı yeniden diriltir. Bu adil düzen, Bizans derebeyliğinin istibdadı altında inleyen Hıristiyan halk için
de kurtuluştur. Şöyle der Kıvılcımlı:
“Osmanlılığın, Hıristiyan halk yığınlarına hoş gelmesi, her şeyden evvel
Bizans’ta kördüğüm olmuş toprak münasebetlerini kesip atıvermesinden ileri
gelir. Osmanlılar, Bizans ilişkilerini yıkmakla kalmazlar. Onun yerine temiz göçebe ruhunu kaybetmemiş yepyeni bir
örgütlenmesiyle halkı harekete geçirerek
başarmıştır.
Malum kişi ve çevresinin bugün Fatih
ve Fetih’i saptırarak sahiplenmesi ve şatafata boğmasına gelince… Malum, Rüşvetçi Reza yargılanıyor ve marifetlerini döktürüyor. Dolayısıyla 17-25 Aralık yeniden
gündemde. Bu Malum Kişi’nin korkulu
rüyası… Malum Kişi’nin bir başka korkulu rüyası ise tam bu tarihte başlayan Gezi
Direnişi’miz. Malum Kişi, şatafatlı fetih
törenleriyle gülünç düşme pahasına, hem
Reza’nın ötüşünü, hem de Gezi’nin yıldönümünü örtbas etmek istiyor. Bu yüzden
563. yılda böyle büyük gösteriler düzenliyor.
Malum Kişi, törenlerin adını “Yeniden
Diriliş, Yeniden Yükseliş” koymuş. Oysa
Türkiye oldum olası bu derece batağa batmamıştı. Bu ne yaman çelişki?
Aslında, bu adlandırmayla da bir oyun
oynanıyor. Yeniden diriliş veya yeniden
yükseliş gibi iddialı sözler zaten Ortaçağcı
din bezirgânlarının ağzına yakışmıyor, yapay kalıyor.
Ama bu sözler biz devrimcilerin ağzına da, eylemine de yakışır. İkinci Kuvayimilliye hareketiyle İstanbul’umuzun
emperyalist uşağı din bezirgânlarından
kurtarılması, gerçek devrimcilerin eseri
olacaktır.q
İstanbul’un Fethi “yeniden doğuş”tur
ama AKP’giller için değil!
2
9 Mayıs 1453’te Osmanlı İlbleri’nin
geleneğinden gelen Fatih Sultan
Mehmet İstanbul’u, o zamanki
adıyla Konstantinopolis’i fethetti.
Fetih, “açmak” demektir.
Fatih neyi açmıştır?
İnsanlık Tarihi önüne bir moloz yığını
gibi yığılan Bizans Medeniyetini ortadan
kaldırarak İnsanlığın önünü açmıştır. İnsanlığa bir süre de olsa nefes aldırmıştır.
İşte bu yüzden İstanbul’un Fethi bir
büyük Tarihsel Devrim’dir.
İlkel Sosyalist geleneklerini sürdüren Osmanlı’da, Dirlik Düzeni hâkimdi.
Toprağın kullanım hakkı onu işleyenindi.
Osmanlı, fethettiği yerlere de bu düzeni
getiriyordu. Toprak meselesini kökünden
hallediveriyordu. Fethedilen topraklarda
yaşayan halklar da Osmanlı’ya kapılarını
açıyor, gönüllüce Osmanlı’yı kabul ediyor ve benimsiyorlardı.
İstanbul’un fethinde de; fethedenler
Müslüman olmasına rağmen, burada yaşayan çoğunluğu Hıristiyan ve Musevilerden oluşan halk, gönüllüce İstanbul’un
kapılarını Osmanlı’ya açmıştır. Osmanlı
da fetihten sonra Müslüman olmayanları köleleştirmemiş, herkesi inancında
ve yaşayışında serbest bırakmıştır. Halka karşı hiçbir yıkım, zulüm, kıyım uygulamamıştır. Musevi ve Hıristiyan halk da
Osmanlı’yı benimsemiştir.
İşte bugün bu büyük Tarihsel Devrim’in 563’üncü yıldönümünü kutluyoruz.
AKP’giller, Büyük Reis’lerinin yer
aldığı “Yeniden Doğuş, Yeniden Diriliş”
başlıklı afişleriyle kirlettiler İstanbul sokaklarını. Fethin gerçek anlamıyla “insanlığın önünü açmak”tan, “insanlığa nefes aldırmak”tan, ne anlar onlar? Onların
işi karanlıkla, onların işi insanlığı bugün
olduğu gibi acılara, kan ve gözyaşına
boğmakla. Onların işi İnsanlığı, kadın ve
çocukları Ortaçağın karanlık günlerine
götürmekle. Nasıl anlayabilir onlar İstanbul’un Fethi’ni? Onların bu Tarihsel Devrimi sözde “kutlamaları”ndaki tek amaç,
bunu bir siyasi rant olarak kullanmaktır.
İstanbul’un Fethi’nin İnsanlığın önünü
açan bir büyük Tarihsel Devrim olduğunu görebilen, anlayabilen tek siyasi parti
HKP’dir.
İstanbul’un Fethi, ne Ortaçağcıların
iddia ettiği gibi bir Hrisyanlık-Müslümanlık savaşıdır, ne de Sevrci Soytarı
Sol’un iddia ettiği gibi katliamlar-saldırılar savaşıdır.
Partimizin ilk Genel Başkanı Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın bu büyük Tarihsel Devrimi anlattığı “Fetih
ve Medeniyet” adlı bir de eseri vardır.
Kıvılcımlı Usta, Fethin iki din arasındaki kıyasıya savaşın çok daha ötesinde bir
önemi olduğunu şöyle ifade eder:
“İstanbul’un Fethi; bir dinin öteki
dine karşı zaferi değil, ilerlemenin gerilemeye karşı zaferidir.
“İstanbul’un Fethi, tarih yolu üstüne kâbus gibi çökmüş bir cesedin
(Bizans engelinin) kaldırılması, Bizans
çöküntüleriyle tıkanmış medeniyet yollarının -Yalnız Müslümanlara, Yalnız
Türklere değil- Tüm İnsanlığa yeniden
açılmasıdır.
“(…) Demek, İstanbul’un Fethi,
yalnız Türklerin değil, bütün dünyanın kutlayabileceği, kutlamakta haklı
-hatta bir dereceye kadar, insan olarak
görevli- sayılabileceği büyük Tarihsel
Devrimlerden biridir.”
Kıvılcımlı Usta, yine aynı eserinde İnsanlığın ilerlemesinin önünün nasıl açıldığını da şöyle özetler: “(…) Uzak dış
ticaretin zorunluluk haline gelmesi de,
ikinci Rönesans kültürünün tohumları
da, Osmanlı İmparatorluğu’nun (ikinci Osmanlı saltanatının) İstanbul’u fet-
A
Özel İstihdam Büroları; Köle Pazarlarıdır
KP’giller iktidarı; özlemini duyduğu ve toplumu hızla sürüklediği
Ortaçağın karanlığına doğru bir
adım daha attı.
6 Mayıs 2016 günü kabul edilen 6715
sayılı “İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun”la, Özel İstihdam Bürolarının faaliyet alanlarını genişlettiler. Ayrıca “Çağrı Üzerine Çalışma ve Uzaktan
Çalışma” gibi düzenlemeler getirdiler.
Böylece, Özel İstihdam Büroları (ÖİB),
işverenlerle imzalayacakları “geçici işçi
sağlama sözleşmeleri” ile bünyelerinde
topladıkları iş bekleyen işçileri bu işverenlere devredebilecekler. Yani ÖİB; işveren
ile işçi sağlama (kiralama), geçici işçi ile
de iş sözleşmesi imzalayacak. Kiralık işçiyi çalıştıracak olan işveren ÖİB’ye bir
bedel ödeyecek. ÖİB bu bedelden işçinin
ücretini ödedikten sonra kalanını da komisyon olarak kendisi alacak.
Yine Holding bünyesinde veya Şirketler Topluluğuna bağlı bir işyerinde
çalışan işçilerle de, başka bir işyerinde
görevlendirilerek, geçici iş ilişkisi kurulabilecektir. Böylece AKP’giller, müttefikleri Finans-Kapitalistlere de geniş hareket
olanağı tanımış oldular. Buralarda çalışan
işçilerin, “holding bünyesinde” gerekçesiyle sürekli bir rotasyon halinde tutulmaları ve hatta patronların istemedikleri işçiyi
bu işyeri değişiklikleriyle bıktırıp istifaya
zorlamaları da söz konusu olabilecektir.
ÖİB aracılığıyla kurulacak geçici iş ilişkisi; kadın işçilerin doğum izni ve doğum
sonrası kullandıkları süt izinleri süresince
de; askerlik gibi, “iş sözleşmesinin askıda
kaldığı diğer haller”de
de olabilecektir.
Hemen belirtelim
ki, “iş sözleşmesinin
askıda kaldığı haller”
sadece askerlikle sınırlı
değildir. Örneğin, işçinin doktor raporu ile
istirahatlı olduğu sürelerde de iş sözleşmesi
askıda kalır. Yapılan
bu değişiklikle raporlu
olan işçinin yerine de
geçici işçi çalıştırılabilecektir.
Yine işyerinde yıllık
izine çıkan işçinin yerine de “geçici işçi” çalıştırılabilecektir.
Mevsimlik tarım işlerinde veya temizlik işlerinde, hasta, yaşlı ve çocuk bakım
hizmetleri gibi ev hizmetlerinde, süre sınırı
aranmadan geçici iş ilişkisi oluşturulabilecektir.
İşletmenin günlük işlerinden sayılmayan ve aralıklı olarak gördürülen işlerde, iş
sağlığı ve güvenliği bakımından acil olan
işlerde veya üretimi önemli ölçüde etkileyen zorlayıcı nedenlerin ortaya çıkması halinde, işletmenin iş hacminin öngörülemeyen şekilde artması halinde ve mevsimlik
işler hariç dönemsellik arz eden iş artışları
halinde, en fazla 4 ay süresince geçici iş
ilişkisi kurulabilecek.
Görüldüğü gibi, getirilen bütün bu
hükümler son derece soyut ve suiistimale
açık düzenlemelerdir.
Çünkü; hangi işlerin “işletmenin günlük işlerinden” sayılıp sayılmayacağı,
hangi işlerin “iş sağlığı ve güvenliği açısından acil” olduğu, “üretimi önemli
ölçüde etkileyen zorlayıcı nedenlerin”
hangi hallerde ortaya çıktığı/çıkacağı ya
da “işletmenin iş hacminin hangi durumlarda artacağı” kim tarafından nasıl
belirlenecek?
İşverenlerin, bu tür soyut gerekçelerle
kiralık işçi istihdam ederek kıdemi fazla ya
da sendikalı olan işçiden kurtulmanın yollarını bulacağı açıktır. Çünkü uygulamada
patronlar, ilk bakışta işçi lehine olan ve
işverenin fesih hakkını daraltan bir düzenleme gibi görünen İş Güvencesi (İşe İade)
müessesesini bile kendi çıkarlarına yorumlayarak, çeşitli hak kayıplarına neden
olmaktadırlar. Hiçbir şey yapamazlarsa da
işe iadeden doğan tazminatları ödeyerek,
davayı kazanan işçiyi yine işsizlik cehennemine göndermektedirler.
Köle pazarlarını tanımaya devam ede-
lim;
Getirilen bu düzenleme ile geçici işçiyi çalıştıran işveren, hukuken bu işçinin
işvereni olmayacaktır. Ancak, geçici işçiye emir ve talimat verebilecektir. Ancak,
geçici işçi çalışırken verdiği zararlardan
işverene karşı sorumlu olacaktır. Kiralanan
işçinin ücreti ve sosyal hakları ile vergi,
sosyal güvenlik ve benzeri diğer ödemeleri
ÖİB tarafından ödenecektir. ÖİB’nin işveren olarak yükümlülüğü işçinin kiralık
çalıştığı süreyle sınırlı olacak. Yani işçinin yeni bir işte çalışmayıp iş bekleyerek
geçirdiği günler sigortasından sayılmayacak, bu günlerin ücreti ödenmeyecektir.
Bir aydan fazla süreyle geçici işçi çalıştıran işveren, ÖİB’nin işçinin ücretini ödeyip ödemediğini her ay kontrol edecek ve
ÖİB de her ay ödeme belgelerini işverene
vermekle yükümlü olacaktır. İşçinin ücretinin ödenmemesi durumunda işçi kiralayan işveren, ÖİB’in alacağından mahsup
etmek kaydıyla geçici işçilerin en çok üç
aya kadar ücretlerini ödemekle yükümlü
olacaktır.
Bu düzenleme ilk bakışta işçiyi koruyucu bir hüküm gibi görülmektedir. Ancak
ülkemiz gerçeğinde, aylarca ücreti ödenmeyen işçiler bulunmaktadır.
Örneğin; Zonguldak Kilimli’de ve Ermenek’te yeraltında çalışan maden işçileri
aylarca ücretleri ödenmediği için çareyi
açlık grevi yapmakta buldular. Kilimli’de
işçiler 12 gün açlık grevi yaptıktan sonra
dört aylık ücretlerinin ödenmesi ile eylemlerine son verdiler. Fakat kıdem tazminatlarını hâlâ alabilmiş değiller. Ermenek’tekilerin eylemi halen devam etmektedir.
hiyle yarattığı sonuçlardan doğmadır.
“İstanbul’un Fethi, o zamanki dünya ticaretinin en kesin düğüm noktasını
çözmekle, yeni bir İmparatorluk meydana getirerek Olumlu sonucunu verdi. Fethin Olumsuz etkileri ise, Batı’da
dünya ticaretine umulmadık ve beklenmedik yollar aranması ve bulunmasını
zorunlu kıldı. İstanbul’un Fethi Batı
ticaretine hem en büyük darbeyi vurdu,
hem en büyük gelişimi verdi.
“1453’te İstanbul fethedildi. 1494’te
Kolomb Amerika’yı keşfetti. Batı bezirgânlığı Akdeniz hegemonyasını kaybetmeseydi, Okyanusu denemeye kalkmazdı.”
İstanbul’un Fethi’ni gerçek anlamıyla anlayan ve kutlayan sadece partimiz
HKP’dir.
İstanbul’un Fethini çarşaf çarşaf ilanlarla kutlama çağrıları yapan AKP’giller,
bu Tarihsel Devrim’in aslında ezip geçtiği
gericiliğin temsilcileridir. İstanbul Fethi
bir Tarihsel Devrim’di. Kapitalizm öncesi
dönemlerde yani Antika Tarihte, İnsanlık
Tarihi’nin önünü tıkayan çürümüş Medeniyetleri kaldırmak için Barbar akınlarıyla
yapılan Tarihsel Devrimler adetti. Bugün
Modern toplumda yaşıyoruz, İnsanlığın
ilerlemesinin önünü tıkayan engelleri, gericiliği ortadan kaldırmak için artık Sosyal Devrimler yapmak gerekiyor. Her
Bunlar gibi yüzlerce örneğin bulunduğu
ülkemizde, işçi kiralayan işverenin, işçinin
en fazla üç aylık ücretini ödemekle sorumlu tutulması açık bir suiistimaldir.
Çıkartılan yasa ile sözde işçi kiralamanın çerçevesi, koşulları ve sınırları da belirlenmiştir.
Geçici işçi ilişkisi, mevsimlik işler hariç dönemsellik arz eden iş artışları haricinde, toplam 8 ayı geçmemek üzere en fazla
iki defa yenilenebilecek. Sürenin sonunda
aynı iş için 6 ay geçmedikçe geçici işçi çalıştırılamayacak. Yani, mevsimlik işlerde
ve belli dönemlerdeki iş artışlarında, örneğin turizm sektöründe sınırsız bir şekilde
geçici işçi çalıştırılabilecektir. Dolayısıyla
bu sektörlerde “kiralık işçi” uygulaması
zorunlu bir iş ilişkisi haline gelecektir.
Toplu işçi çıkarılan iş yerlerinde 8 ay
geçmeden geçici iş ilişkisi kurulamayacak.
Kiralık işçi sayısı toplam işçi sayısının
dörtte birini geçemeyecek. Ancak on veya
daha az işçi çalıştırılan işyerleri için on
kişiye kadar kiralık işçi çalıştırılabilecek.
Yani küçük işyerleri kiralık işçi cenneti haline gelecek
Kamu kurum ve kuruluşları ile yeraltında maden çıkarılan iş yerlerinde ve grev
ve lokavtın uygulandığı yerlerde geçici işçi
çalıştırılamayacak.
Geçici işçi ile yapılacak iş sözleşmesinde, işçinin ne kadar süre içerisinde işe
çağrılmazsa haklı nedenle iş sözleşmesini
feshedebileceği belirtilecek, bu süre üç ayı
geçemeyecek.
Görüldüğü gibi ÖİB ile iş sözleşmesi
yapan işçi, üç aya kadar çalıştırılmadığı ve
ücreti ödenmediği, sigorta primleri yatmadığı halde başka bir yerde iş bulsa dahi iş
sözleşmesini feshedemeyecek, üç ayın dolmasını bekleyecek.
Salt bu bile, kişinin Temel Hakların-
dan olan Çalışma Hakkını ortadan kaldıran bir düzenlemedir.
Oysa Anayasa’nın “Çalışma Hakkı ve
Ödevi”ni düzenleyen 49’uncu maddesinde; Çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi
olduğu, Devletin çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği
önlemeye elverişli ekonomik bir ortam
yaratmak ve çalışma barışını sağlamak
için gerekli tedbirleri alacağı yazılıdır.
Diğer yandan, ülkemizin imzaladığı çeşitli Uluslararası Sözleşmelerde de benzer
düzenlemeler bulunmaktadır ve bu sözleşme hükümleri de Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gereğince iç hukuk normu halindedir,
bağlayıcıdır. Hal böyle olunca, yukarıdaki
“kiralık işçi”lik düzenlemesinin Anayasa
ve Uluslararası Sözleşmelere aykırı olduğu
çok açıktır.
Kaldı ki, AKP’giller bu düzenlemeleri 2009 yılında da yasalaştırmışlardı. O
zaman üç işçi konfederasyonu bu ihanet
yasasına birlikte karşı çıkmışlardı. Bunun
üzerine dönemin Cumhurbaşkanı A. Gül;
(biraz da AKP’giller arasındaki çelişkide
ön almak için) “İşçinin emeğinin istismarı, insan onuruna yakışmayan durumlara yol açabilir” gerekçesiyle yasayı veto
etmişti.
Ancak bu “kölelik yasaları” sermaye
sınıfının ve Ortaçağcı AKP’gillerin sürekli
gündemlerindeydi. Süreç içinde Türk-İş’i
iyice kendilerine bağladılar. Hak-İş zaten
arka bahçeleriydi. DİSK ise beceriksiz,
korkak ve mücadele kaçkını yöneticiler
elinde “muhtac-ı himmet dede” haline getirilmişti.
Bu sendikalar 1
Mayıs’ta Taksim
Mücadelesini de
terk etmişken,
kendileri açısından uygun olan
bu ortamda ÖİB
düzenlemelerini
1 Mayıs’tan beş
gün sonra yasalaştırıverdiler.
Ö z c e s i
AKP’giller; ÖİB
ve kiralık işçilik
düzenlemeleriyle Ortaçağdan
kalma; “amele pazarı”, “dayıbaşılık”,
“elçilik” gibi köle pazarlarını meşrulaştırmış oldu.
Bu düzenlemelerle İşçi Sınıfının kazanılmış hakları da ortadan kaldırılacaktır.
Kiralık işçilerin sendika, toplu iş sözleşmesi hakları yoktur. Kıdem ve İhbar Tazminatı almaları, Yıllık İzin kullanmaları mümkün olmayacaktır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, ücretlerinin dahi garantisi yoktur.
Oysa ÖİB açan bir işveren ise hiçbir işletmesel riske girmeden, gazete ilanları ile
temin edeceği işçileri kiralayarak, onların
sırtından haksız kazanç elde edecektir.
Sonuç olarak; yaşadığımız Kapitalist
sömürü ve soygun düzeninde İşçi Sınıfımız, içine atıldığı İşsizlik ve Pahalılık Cehenneminde zaten Ortaçağın Köleleri gibi
yaşarken, artık bundan sonra iş bulmak ve
evine birkaç lokma ekmek götürmek için
işçi simsarlarının elinde tutsak edilecektir.
Örgütsüz, sendikasız, güvencesiz bir şekilde; üç gün bir işyerinde, beş gün başka bir
işyerinde dolaşıp duracaktır.
Bu yasa ile kişinin temel haklarından
olan, çalışma, beslenme, sosyal güvenlik,
örgütlenme gibi temel hakları ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle bu yasa uygulanamaz kılınmalıdır. Sendikaların ve diğer İşçi
Sınıfı örgütlerinin bu yasaya karşı mücadelesi yürürlükte olduğu sürece de devam
etmelidir. Eğer uygulamada bu yasa kabullenilirse, şimdilik getirdikleri dört aylık,
sekiz aylık süreleri daha da uzatacakları
gibi, süresiz hale de dönüştüreceklerdir.
Hatta Kamu işyerleri ve madenleri de bu
kapsama alacaklardır.
Bu nedenle yaşamın her alanında örgütlenip bu işçi düşmanı yasalara ve uygulamalara karşı mücadele etmek zorundayız.
Unutmayalım; Örgütsüz Halk Köle
Halktır. Örgütlü Halk Yenilmez!q
yanı dökülen bu Parababaları düzeni de,
AKP’giller de çürümüş Bizans gibi tarih
sahnesinden silinmeyi bekliyor.
Bunu yapacak olan da Fatih gibi İlkel
Sosyalist Toplum önderlerinin, Che gibi
İnsanlığın kurtuluşu uğruna gözünü kırpmadan kendini feda eden yiğit-kahraman
devrimcilerin, Hikmet Kıvılcımlı gibi bütün yaşamını İnsanlığın Kurtuluş davasına
adayan büyük devrimci Usta’ların devamcısı olan Kurtuluş Partisidir, Kurtuluş
Partililerdir. 29.05.2016
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
15
6 Yıl: 10 / Sayı: 100 / 1 Haziran 2016
HKP’den Soma Katliamının 2’nci Yıldönümünde:
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
Baştarafı sayfa 16’da
karışı direnen Fransa İşçi Sınıfı ve emekçileri ile dayanışma eylemi yapıldı. Fransa
hükümeti protesto edildi.
Polis, basın açıklamasının yapılacağı
Fransız Konsolosluğu önünde TOMA ve
çevik kuvvet ile yoğun güvenlik önlemi
aldı.
Basın açıklamasını Uluslararası Taşımacılık, Denizcilik ve İletişim İşçileri Sendikaları Enternasyonali (TUI
Transport, Fisheries and Communication) ve DİSK/Nakliyat-İş Genel Başkanı
Ali Rıza Küçükosmanoğlu yaptı.
Küçükosmanoğlu DSF’nin ve Nakliyat-İş Sendikası’nın Fransa’daki kölelik
yasalarına karşı direnen, mücadele eden
Fransa Halkı ve İşçi Sınıfı ile dayanışma
içerisinde olduklarını belirtti.
Fransa’daki İşçi Sınıfının mücadelesi
Avrupa’daki Asya’daki, Amerika’daki İşçi
Sınıfı mücadelesinde bağımsız değildir,
dedi. Dünyanın her yerinde emperyalistler,
örgütleri vasıtaları ile halkları, İşçi Sınıfı-
nı baskı altına almak istiyorlar. Daha fazla
kâr, daha fazla sömürü için halkı köleleştirmek istiyorlar, dedi.
Fransız işçi sınıfı ve halkı ile yüreklerimiz aynı atıyor, çünkü taleplerimiz aynı,
karşımızdaki mücadele ettiğimiz sermaye
aynı. Bu sermayeye karşı ancak birlikte
mücadele ederek kazanacağız, dedi.
Ali Rıza Küçükosmanoğlu’ndan sonra
katılımcı ülkelerin sendika temsilcileri geldikleri ülkelerin dilleri ile Fransız Halkı ve
İşçi Sınıfı ile dayanışma içerinde olduklarını coşkulu ve heyecanlı
bir biçimde belirttiler.
Bu kısımda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Dev-İş’ten Hasan
Felek, Güney Kıbrıs
PEO’dan
Christos
Tombazos, Hindistan
CITU’dan
Swadesh
Dev Roye, Hindistan
AITUC’tan Ismail Vahitha Parveen, Tunus OTT’den Ali Frihida, İngiltere RMT’den Edward Dempsey,
Rusya Immigrants Sendikasından Renat
Kerimov, Portekiz’den TUI PS adına Artur
Sequeira, Filistin Öğretmenler Sendikasından Madhat Ishtaya, Panama FAT’ten Alberto Reyes, Yunanistan PEME’den Kiki
Makri, İran Worker’s House’dan Kazem
Khalaji birer konuşma yaptılar.
Eylemde, “Yaşasın Fransız Halkının
Mücadelesi” yazılı Türkçe ve Fransızca
pankart, DSF ve Nakliyat-İş sendikası flamaları açıldı. Che posterleri taşındı.
“Bu acıları elbet bir gün dindireceğiz!”
Baştarafı sayfa 16’da
lara rağmen) göze alamayanlardır. Yine sınıf hareketini Amerikancı Kürt Hareketinin
yedeğine takanlardır.
Bu ekip, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da
bir gün önce mezar ziyareti yaparak yasak
savmış oldu ve madencilere sözde “sahip
çıkmış” oldu(!)
Ancak bugünkü mitingi düzenleyenler
de maalesef grupçuluk hastalığından kurtulamadıklarını bir kez daha gösterdiler.
Mitingin düzenleyicileri (resmi olarak)
“İşçi Aileleri ve Sosyal Haklar Derneği” olmasına
karşın, zaten
bin kişiyi bile
bulmayan cılız
katılım içinde
kendi gruplarını kortejin başına geçirmek
için binbir türlü Ali Cengiz
oyununa başvurdular. Bunun üstüne bir
de miting alanında sadece
CHP milletvekili ve Haziran
Hareketi’ne söz verince siyaset yasakçısı
yüzleri tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıverdi.
Böylece, bir kez daha, kendini halkımıza umut olarak yansıtan ama gerçek İşçi
Sınıfı mücadelesiyle ilgisi olmayanların
“koftiliği”, devrimcilikten anladıklarının
meydanlarda poz kesmekten başka bir şey
olmadığı görülmüş oldu.
Eğer katılan siyasi yapılara söz verilecekse, gerek katliamın yaşandığı günlerde, gerek Soma Katliamı’nın Akhisar’da
devam eden davasının en tutarlı takipçisi
olan, dışarıda yoldaşlarımızla, içerde Partimizin İzmir İl Başkanı ve Genel Sekreter
Yardımcısı Av. Tacettin Çolak başta olmak
üzere avukatlarımızla kararlıca davanın
peşini bırakmayan, “Soma’nın Katili Tayyipgillerin Bekçiliğini Yaptığı Sömürü
Düzenidir” pankartı nedeniyle hakkında
altı tane dava açılan Partimize de söz veril-
mesi gerekmekteydi.
Geçen yıl da benzer bir bezirgânlık yaparak CHP ve HDP Milletvekillerine söz
vermişlerdi. İki yıldır miting alanındaki
konuşmacılar arasında Partimize yer verilmemesi bir kez daha hareketimize sadece
burjuvazi tarafından değil, kendini sol olarak konumlandıran kurumlar tarafından da
ambargo uygulandığını gösterdi bize.
Biz de bugüne kadar bütün mitinglerde
sonuna kadar kalıp pankart ve bayraklarımızı toplamadığımız halde, bu bezirgânlığa tepki olması bakımından miting bitmeden alandan ayrıldık.
Varsın bazı siyaset bezirgânları, Parababaları ile birlikte bize susuş suikastı uygulasınlar. Bu katliamın (başta siyasi plandakiler olmak üzere) sorumlularının peşini
bırakmamaya, katledilen madenci ailelerinin yanında olmaya devam edeceğiz. Soma
Katliamı’nın hesabını er ya
da geç soracağız.
Bizler, bu ülkenin gerçek
devrimcileri, İşçi Sınıfının
ve halkların gerçek savunucuları, Soma Katliamı dahil
halkımıza yaşatılan tüm acıların hesabını soracağız.
İster açıkça sömürücü
sınıfın saflarında dövüşsün,
ister İşçi Sınıfını ağzından
düşürmeyip özünde İşçi Sınıfı mücadelesini baltalasın,
kimse bizi davamızdan yıldıramayacak.
Demokratik Halk İktidarını ve sosyalizmi kurup,
halkımızı bir daha bu acıları yaşamamak
üzere umut dolu günlere kavuşturacağız!
14 Mayıs 2016
Halkın Kurtuluş Partililer
Ortaçağcı gericiliğe, taciz ve tecavüze karşı emekçi kadınlar mücadele ediyor!
H
KP İstanbul İl Örgütü Kadın-Çocuk Komitesi olarak İşsizlik ve Pahalılığa Karşı Savaş
Derneği (İPSD) ile birlikte “Ortacağcı
Gericilik, Şiddet, Taciz, Tecavüz Kıskacında Kadın ve Çocuk” konulu bir konferans düzenledik. Konferansa konuşmacı
olarak her ikisi de alanında uzman ve ülkemizin değerli bilim insanları olan Eğitim
Bilimci Doc. Dr. Özler Çakır ve Psikolojik Danışman Cemal Akyürek katıldı.
Konferansa çağrı için hazırlanan davetiye dağıtımını, İstanbul’un çeşitli noktalarında halkımızla birebir görüşerek, sohbet
ederek, onların da desteğini alarak başlattık.
Konferansa çağrı afişleriyle İstanbul’un
çeşitli noktalarını baştanbaşa donattık.
28 Mayıs günü HKP Kadın ve Çocuk
Komitesi ve Partili
yoldaşlarla birlikte Kadıköy’de konferans davetiyelerimizi dağıttık.
Stant açarak, Genel
Başkanımız Nurullah Ankut’un kaleme
almış olduğu, Kadın
Sorunu’nun
tarihsel
kökenini, kadının nasıl
ezilen-alt cinsiyet durumuna düşürüldüğünü
ve sorunun çözümünü
derinlemesine ve çok
açık bir şekilde gözler
önüne serdiği “Kadın
İnsanlığa Geçiş Tarih
Sosyalizm” kitabını
Kadıköy Halkıyla buluşturduk. Ayrıca Kurtuluş Yolu gazetemizi
de sloganlar eşliğinde
halkımıza ulaştırdık.
Konferansımız 29 Mayıs Pazar günü
saat 14.00’da Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Bostancı’daki Konferans Salonunda
gerçekleşti. Konferansımız devrimci kadın
önderlerimiz, Kurtuluş Savaşı’nda cephede ve cephe gerisinde kahramanca savaşan
yiğit kadınlarımız, İnsanlığın Kurtuluş Davasında hayatını kaybeden devrimci kadınlar için saygı duruşuyla başladı. Ardından
konferansın yöneticisi olan HKP İl Başkanı ve İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Avukatı Pınar Akbina açılış konuşmasını yaptı. İl Başkanımız Pınar Akbina açılış konuşmasında bazı güncel istatistikleri
paylaşarak kadının maruz kaldığı şiddet,
taciz, tecavüz konularına değindi. Ardından sözü Doc. Dr Özler Çakır’a bıraktı.
Doc. Dr. Özler Çakır konuşmasına, kocası tarafından sürekli ve sistematik olarak
şiddet gören, başka erkeklere pazarlanmaya çalışılan Çilem Doğan’ın hâkim karşısında yaptığı savunmayla başladı.
Çilem, kendisini öldürmek isteyen kocasından korunmaya çalışırken kocasını
öldürmek zorunda kalan talihsiz bir kadındı. Belleklerimize “hep kadınlar mı
öldürülecek?” sözleriyle kazınmıştı. İşte
Çilem’in bu savunması, dinleyicileri hüzünlendiren aynı zamanda kadınlarımızın
maruz kaldığı durumu tasvir eden bir paylaşım oldu.
Çakır, kadının bugünkü ezilen, acı çeken, ikinci sınıf cinsiyet, ikinci sınıf insan
haline nasıl geldiğini-getirildiğini anlamak
için kadınının Tarihteki toplumsal konumunun öğrenilmesi gerektiğine değindi.
İlkel Komünal toplumun konakları olan
Vahşet Konağı (bu konakta kendi içinde
üç döneme ayrılır), Aşağı Barbarlık Konağı ve Orta Barbarlık Konağı’na kadar
aslında toplumu yönlendirenin, üremeyi,
neslin devamını sağlayanın kadın olduğunu belirtti. Ancak İnsanlığın Orta Barbarlık
dönemiyle beraber üretim ilişkilerinin bir
aşamasında ekonomik gücün erkeğin eline
geçmesiyle kadının bu konumunu kaybet-
tiğini belirtti. Bundan sonra artık toplumu
erkeğin yönettiğini, kanlar-aşiretler arası
savaşlarda yenilen toplumun malları, zenginlikleriyle beraber kadınlarının da yenen
toplum tarafından alıkonduğunu, cariyeleştirildiğini ifade etti.
Kapitalizme geçişle birlikte Batı’da
burjuva sınıfının, toplumun gelişiminin
önünde bir engel olan, toplumun üzerine
çöreklenen din baskısını Burjuva Demokratik Devrimlerle büyük oranda kaldırdığına değindi. Topluma, özellikle kadınlara
kısmen de olsa bir rahatlama getirildiğini
belirtti. Bizim ülkemizde ise sanayi devrimleri, Burjuva Demokratik Devrimi gerçekleşememiş, bunun yerine kapitalizmin
tekelci aşaması, emperyalizm yani Batı
gericiliği, daha kapitalizmle tanışma aşamasında hâkim olmuştur.
Aynı emperyalistlerin Osmanlı’yı Sevr
Anlaşmaları’yla bölüp parçalama planlarına karşı Mustafa Kemal’in önderliğinde
Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı
verilmiş ve zafer gelmiştir. Cumhuriyet
devrimi gerçekleşmiş, kadınlara ve halka
sınırlı da olsa özgürlükler ve laiklik getirilmiştir.
Cumhuriyet devrimi kapitalizm öncesi
egemen olan Tefeci-Bezirgân sermayeyi
ortadan kaldırmadığı için bugünlere gelindiğinde ideolojisi Ortaçağcı gericilik olan
Tefeci Bezirgân Sermaye yeniden hortlamıştır. Kendisinin özlemini duyduğu Ortaçağa ülkemizi götürmek için politikalar
yürütmektedir. Bu politikalar da ne yazık
ki, her gün yaşayarak gördüğümüz gibi en
çok biz kadınlara ve çocuklara acılar çektirmektedir.
Ustamız Hikmet Kıvılcımlı’dan aldığımız ideolojik birikimle, biz Kurtuluş
Partililer bulunduğumuz her ortamda ülkemizin Ortaçağa götürüldüğünü haykırdık.
On yıllardır laikliğe sahip çıkmamız bundandır, dedi Çakır. Biz halkımızı Ortaçağ
karanlığına sürükleniyoruz, diye uyandırmaya çalışırken, laikliği savunurken,
laiklik olmazsa bilim de, demokrasi de,
özgürlük de olmaz diye haykırırken Sevrci
Soytarı Sahte Solcular
türbana özgürlük adı
altında Ortaçağcılarla el ele kol kola eylemler yaptılar. Çakır,
hep birlikte döşediler
Ortaçağ
karanlığına
giden yolun taşlarını.
Bugün de hepsi rüzgâr
ne yöne eserse o yana
eğilmeyi adet edinmiş
bu güruh, daha yeni
yeni laiklik demeye
başladı. Onlara da günaydın, diyerek Sevrci
Sol’un aymazlıklarını
göze batırdı. Konuşmasının sonunda, kadınların kurtuluşu için
tek yol örgütlenmek
ve bizi mahveden bu
düzene karşı mücadele
etmektir, vurgusu yapan Çakır, James Oppenheim’ın Ekmek ve Gül adlı şiiriyle konuşmasını sonlandırdı.
Salondan “Halkız Haklıyız Kazanacağız!” sloganları ve alkışlar yükseldi.
Ardından etkinliğimiz sinevizyon gösterisiyle devam etti.
Sinevizyon gösteriminden sonra Çocuk
İhmali ve İstismarı başlıklı, görsellerle de
etkili ve canlı bir biçime kavuşturduğu konuşmasıyla Psikolojik Danışman Cemal
Akyürek sözü aldı. Cemal Akyürek, çocuklarla ilgili bölümü ikiye ayırdı. Birinci
bölümde çocuk ihmalinden bahsetti. Çocuğun fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının
ihmal edilmesinin çocuk üzerinde bıraktığı
olumsuz etkilerden etkileri anlattı. Çocuklarımızın her türlü ihmalinin önlenebilmesi, her türlü maddi ve manevi ihtiyaçlarının
giderilebilmesi ancak Sosyalist ülkelerde
mümkündür, dedi. İçinde bulunduğumuz
Parababaları düzeninde başta ekonomik sıkıntılar, işsizlik pahalılık gelmek üzere bu
düzenin sonuçları olan imkânsızlıklar yüzünden aileler çocuklarının eğitim, sağlık
gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamamaktadırlar, diyerek sözlerini sürdürdü.
İhmal ve istismarın birbirinden ayrıla-
mayacağını söyleyen Akyürek, ihmal edilen çocukların daha fazla istismar edildiğini dile getirdi. İstismarın da, çocukların
ucuz işgücü olarak kullanılması, psikolojik
istismar, cinsel istismar gibi çeşitleri olduğunu söyledi. Ülkemizin çocuk işçiler açısından ne yazık ki hiç iyi yerlerde olmadığını dile getirdi. Çocuklarımızı cinsel istismardan koruyabilmek, bunu anlayabilmek,
onların bize anlatabilmesini sağlayabilmek
için önemli ve aydınlatıcı açıklamalarda
bulundu.
Akyürek, çocukların, kadınların kısacası tüm İnsanlığın acılar içinde kıvranmadığı, aydınlık bir gelecek temennisiyle
konuşmasını noktaladı.
Programımız son olarak Sancaktepe
İlçe Örgütümüzden küçük yoldaşımız Kardelen’in piyano dinletisiyle devam etti.
Pınar Akbina yoldaşımız, bu dinletiden sonra kapanış konuşmasıyla etkinliğin
sona erdiğini duyurdu.
Gezi Direnişi’nin yıldönümüne denk
gelen Konferansımızın emekçi kadınların
mücadelesinde, kadının kurtuluşunda, bizlerin yolunu aydınlatması, emekçi kadınlara şevk ve coşku vermesi dileklerini iletti.
Kadının kurtuluşunun İşçi Sınıfının kurtuluşundan yana olduğunu, tek çaremizin
bizi ve çocuklarımızı Ortaçağ’ın karanlıklarına götürmek isteyen, şiddet, taciz ve tecavüz kıskacında acılar içinde kıvrandıran
gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadele
etmek olduğunu vurguladı.
Kapanışın ardından salondaki dinleyicilerle hep birlikte “Bu Daha Başlangıç
Mücadeleye Devam!”, “Kadının Kurtuluşu Sosyalizmde!” sloganları atıldı.
Biz de son söz olarak diyoruz ki, mademki yaşamın yarısı biziz kavganın yarısı da biz olacağız. 29.05.2016
HKP İstanbul İl Örgütü
Kadın-Çocuk Komitesi
Şanlı Taksim-Gezi İsyanı’mız, bir gün
mutlaka kazanacağımızın habercisidir
“
Üç günde sadece beş saat uyudum. Sayısız biber gazı yedim, üç
defa ölüm tehlikesi atlattım. Ve insanlar bana ne diyor biliyor musunuz;
‘Boş ver ülkeyi sen mi kurtaracaksın?’
Evet, kurtaramazsak da bu yolda öleceğiz. O kadar yorgunum ki, üç gündür
7 tane enerji içeceği, 9 ağrı kesici ile
ayaktayım, sesim kısık vaziyette. Ama
bugün yine saat 06.00’da ayaktayım,
sadece devrim için…”
Taksim-Gezi İsyanı şehidimiz Abdullah Cömert’in bu sözleri, aslında bu
topraklarda doğan en büyük isyan hareketini özetliyordu. O isyanın görkemi hep
hafızalarımızda. Nasıl unutulabilir Taksim-Gezi İsyanımız? Onunla ilgili en ufak
bir hatıra bile AKP’giller iktidarını titretirken, biz hafızamızdan silebilir miyiz?
Yaşamın kanunu gereği, zaman durmadı. O güzel günlerin üstüne, hoş olmayan hatırlarla dolu 3 yıl geçirdik. Önce,
AB-D Emperyalistlerine hizmette sınır
tanımayan Parababaları partileri, seçim
oyunu ile halkımızı oyaladılar, enerjilerini boşa harcadılar. Sonrasında BOP’u
hayata geçirenler yüzünden yüzlerce insanımız, AB-D Emperyalistlerinin beslediği örgütler tarafından Suruç’ta, Ankara’da, İstanbul’da, Kilis’te katledildiler.
Parababaları şirketlerinin kâr hırsı yüzünden, başta Soma’daki 301 madenci olmak
üzere binlerce işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Emperyalizmin egemen olduğu her yerde, halklar kanla ve gözyaşı
ile boğuldu, mutluluğu unuttu.
Ancak bu bir son muydu?
Hayır.
Bir umutsuzluk yaratmalı mıydı, pes
etmeli miydik bu haksızlıklar karşısında?
Yine hayır.
Biz, insanlığın insan olma mücadelesini kendisine görev bilmiş Kurtuluş
Partililer, tüm zorlu şartlara rağmen,
İkinci Gezi İsyanı’nı yaratmak ve yıllarca sürdürdüğümüz İkinci Kurtuluş
Savaşı’mız doğrultusunda Demokratik
Halk İktidarını kurmak yolundaki mücadelesini sürdürüyoruz. Her türlü ablukaya rağmen, bizleri tanıyan insanlarımızın
gözünde ana muhalefet partisi olarak tanımlanmamız, bu mücadelemizde en sonunda başarılı olacağımızın göstergesidir.
İstanbul’da, her şeyin başladığı o yerde, Taksim-Gezi İsyanı’mızın üzerinden
geçen 3. yılında ardından, bu duygularla
yer aldık Taksim Dayanışması’nın çağrısı ile gerçekleşen eyleme. AKP’giller, o
kadar korkmuşlardı ki eylemden, İstiklal
Caddesi boyunca kolluk kuvvetlerini, saldırmaya hazır şekilde sıraladılar karşımıza. Gezi Parkı’nı ise bariyerlerle sararak
kapattılar, 3 yıl önce sık sık yaptıkları
gibi. Sanıyorlar ki yüzümüz yere bakacak
ve susacağız. Kabul edeceğiz haksızlıkları, sineye çekmeyeceğiz.
Saat 19.00’da başlayan basın açıklaması sırasında, halkımızı tekrardan isyana çağıran, Taksim-Gezi İsyanı’mızı
hatırlatan sloganlarımızı attık. 3 yıl önce
dövüştüğümüz yerde, Taksim-Gezi İsyanı Şehitleri için saygı duruşunda bulunduk ve partimiz yine en ön saflardaki
yerini aldı.
Taksim-Gezi İsyanı, organize suç örgütü olarak tanımlanan AKP’gilleri korkutmaya devam edecek. Yılmayacağız ve
mücadeleye devam edeceğiz.
Her Yer Taksim, Her Yer Direniş!
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
İstanbul’dan
Kurtuluş Partililer
Malum Kişi, Fatih ve Fetih
“İstanbul, bizim tarihimizin
ve medeniyetimizin bir hülasasıdır”
Mustafa Kemal
Gerçek Temsilcileri Üç Fidan’ı Mezarı Başında Andı
6
Mayıs 1972’de 12 Mart Cuntasının göstermelik mahkemelerinin katlettiği Deniz
Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ı bedence aramızdan ayrılışlarının 44’üncü yıldönümünde mezarları başında andık.
6 Mayıs Cuma günü saat 18.00’de Karşıyaka
Mezarlığı İkinci Kapısı’nda buluştuk ve kortejimizi oluşturduk. “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür”, “Emperyalistler, İşbirlikçiler, Geldikleri Gibi Gidecekler” “Kahrolsun ABD-AB
Emperyalizmi” sloganlarıyla Üç Fidanın mezarlarına yürüdük.
Anma etkinliğimiz saygı duruşu ile başladı,
ardından Kurtuluş Partisi Gençliği adına Boran
Alp Yoldaş açıklamamızı okudu.
Açıklamada: “Deniz Gezmiş ve yoldaşları
emperyalizme, şovenizme ve Ortaçağcı gericiliğe karşı ciddi bir mücadele bayrağı dalgalandırdı. Kısa zamanda büyük eylemler örgütlediler. Çünkü onlar gerçek devrimcilerdi. Bugün
BOP adı altında ülkemizi ve Ortadoğu’yu dizayn etmeye çalışan emperyalistler durmadan
çalışmalarına devam etmektedir. Mevcut iktidar ve Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi eliyle bombalar patlatıp, halkları katledip, ülkemizi
parçalamaya ve Suriyeleşmeye götürmektedir.
Yaşasın
Proletarya Enternasyonalizmi!
2
Kurtuluş Yolu/İstanbul
8 Mayıs günü, Taksim’de şu
ana kadar görülmedik bir eylem vardı.
Taksim; İngilizce, Türkçe,
Fransızca, Arapça, İspanyolca,
Rusça, Hintçe, Yunanca, dillerinde
atılan sloganlarla inliyordu.
DİSK Nakliyat-İş Sendikası
ile Dünya Sendikalar Federasyonu
(DSF)’nin ortaklaşa düzenlediği
“Emperyalizme Karşı İşçi Sını-
fının Uluslararası Dayanışması
ve Mücadelesi” adlı iki günlük
Konferans için dünyanın dört bir
yanından İstanbul’a gelen İşçi
Sınıfının temsilcileri, heyecanla
Fransız Emperyalistlerine karşı
sloganlarını haykırıyorlardı Taksim’deki Fransız Konsolosluğu
önünde. Herhalde dünyanın başka hiçbir yerinde Fransa Halkı ile
böyle bir dayanışma eylemi ger-
çekleşmemiştir.
İşte bu eylem, İşçi Sınıfının
Uluslararası Dayanışmasının, Proletarya Enternasyonalizminin gücünü ve önemini gösterdi somutça.
“Emperyalizme Karşı İşçi
Sınıfının Uluslararası Dayanışması ve Mücadelesi” adlı uluslararası konferansa mücadeleci
örgütlerinin katılımcıları; Kazakistan, Güney Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Hindistan,
Tunus, Filistin,
Mısır, Panama,
Yunanistan, Peru,
Cezayir,
Demokratik Kongo
Cumhuriyeti,
Rusya, İngiltere, Portekiz, İran
ülkelerinden işçi
sınıfının mücadeleci örgütleri,
sendikaları
ve
işçi sınıfının temsilcileri, delegeleri Fransız Konsolosluğu önünde dayanışma eylemi
yaptı.
28 Mayıs 2016 Cumartesi
günü saat 10.00’da Taksim’de
bulunan Fransa Başkonsolosluğu
önünde yurtdışından gelen delegelerin katılımı ile Fransa’da işçi
düşmanı çalışma yasa tasarısına
15’te
Bizler de Denizler gibi bu emperyalist projeye
karşı mücadele etmekteyiz ve zafere ulaşana
kadar mücadeleye devam edeceğiz.
Onlar, bu emekçi, cefakâr halkımız için
gencecik bedenlerini feda ettiler. Bedreddin’in
yanındaki Börklüce Mustafa gibi; Demirci
Kawa gibi; Pir Sultanlar gibi; Yezid zulmüne
onlarca kişiyle isyan eden Hüseyinler gibi bir
an olsun ölümü düşünmediler. Tek hedefleri
vardı: Devrimi gerçekleştirmek. Çünkü kurtuluş için tek yol devrimdi!” denildi.
Denizler’e olan borcumuzu ancak Parababalarının saltanatını yıkarak; Demokratik Halk
Devrimi’ni gerçekleştirip Sosyalizmi kurarak
ödeyebileceğimizi söyledi.
Ardından İnanç Erdoğan Yoldaş’ımız devrimci şairimiz Nazım Hikmet’in “Güneşi İçenlerin Türküsü” şiirini okudu.
Anma etkinliğimizin ardından yeniden kortejimizi oluşturduk ve mezarlığın çıkışına kadar
sloganlarımızla, coşkulu bir şekilde yürüdük.
Eylemimizi “Yusuf-Hüseyin-Deniz, Yaşasın Kurtuluş Mücadelemiz” “Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız”, “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla sonlandırdık.
06.05.2016
HKP
Ankara İl Örgütü
HKP’den Soma Katliamının 2’nci Yıldönümünde:
1
“Bu acıları elbet bir gün
dindireceğiz!”
3 Mayıs 2014’te Manisa’nın
Soma ilçesindeki kömür madeninde yaşanan katliamın
üzerinden iki yıl geçti. Katliamın
ikinci yıldönümüyle ilgili düzenlenen mitingde HKP olarak
yerimizi aldık. Saat 13’te başlayacak miting için, miting alanına
uzanan Atatürk Caddesi girişinde
toplanarak sloganlarımızla alana kadar yürüdük. “Madencinin
Ahı Madende Kalmayacak”,
“İşçide Kömür
Karası AKP’de
Yüz Karası”,
“Soma’nın Katili
Sömürü
Düzeni”, “Gün
Gelecek Devran
Dönecek
AKP Halka Hesap Verecek”
sloganlarımız
ve “Soma’nın
Katili AKP’giller’in Bekçiliğini Yaptığı Sömürü Düzenidir” yazılı pankartımızla Soma
sokaklarını inleterek cadde boyunca yürüdük ve miting alanına
girdik.
Soma halkının, katledilen madenci ailelerinin birçoğu da dâhil
bu katliam karşısındaki ilgisizliği
ilk dikkat çeken olaydı.
Mitingde söz alan madenci
yakınları da esnaflar başta olmak
üzere Soma halkına, mücadelede
yer almayan madenci ailelerine
tepkilerini ve üzerinden iki yıl
geçmesine rağmen dinmeyen acılarını dile getirdiler.
Bizce bu ilgisizliğin bir sorumlusu da, Soma Katliamı’na
karşı gösterilecek tepkileri parçalayanlardır. Katliamda işverenin suç ortaklarından birisi olan
sanatına ilgi duyan, Yunanca ve
Latince bilen ve en ileri askeri
teknolojiyi kullanan birisi olarak görüp övünüyorlardı. Hatta, onun Ayasofya Kilisesi’ni
yıkmayıp camiye dönüştürmesini aydınlanmacı yapısına kanıt olarak gösteriyor, Mustafa
Kemal’in Ayasofya’yı müzeye
dönüştürmesinin de bu görüşü
desteklediğini öne sürüyorlardı.
“Hükümetin 500 yıllık Türk
İstanbul için düzenlediği 10
Malum Kişi, Fethin 563. Yıldönümünde Fatih pozlarında!
Mizansen şatafatlı!
“İstanbul’un surlarına benzer şekilde tasarlanan ve “dünyanın en büyük 3 boyutlu platformu” olarak tasarlanan gösteri alanında ise Fatih Sultan
Mehmet’i at üstünde gösteren
bir resim ve “Yeniden Diriliş Yeniden
Yükseliş” yazısı yer
alıyor.” (Gazeteler)
Neyin yeniden
dirilişi ve neyin yeniden yükselişi, orası da meçhul. Fatih’i
ve Fetih’i düşlüyor
desek, çelişki büyük. Duyarlı yazarıMalum kişi pislikleri örtbas ederken
mız Bekir Coşkun
yakayı ele veriyor. Çözüm: Helikopter!
çelişkiyi hemen koyuverdi:
günlük kutlamalar da benzer
“Kutladığın
İstanbul’un
şekilde laik ve Batıcıldı. BaloFethi, Orta Çağ’ı kapattı…
lar, açık hava partileri ve gece
Ama sen Orta Çağ’a dönmek
kutlamalarının yanı sıra, bir
istiyorsun, biz bırakmıyoruz…
opera, bir moda gösterisi dü“Şu kutladığın İstanbul’un
zenlenmiş ve Sultan’ı resmeden
Fethi Orta Çağ’ı kapattı, Yeni
özel bir sigara da üretilmişti.
Çağ’ı açtı… Sen hâlâ Orta
New York’ta Türk gurbetçiler
Çağ’dasın…” (Sözcü, 29 Mayıs
ise Büyülü İstanbul adıyla bir
2016)
kokteyl düzenlemişti.
Olayın özü budur. AKP’nin
“Geriye dönüp bakınca, bu
temsil ettiği sınıfın, Tefeci-Bedeğişikliğin Mehmet’in imajına
zirgânlığın, özlemi Ortaçağ’dır.
da yansıdığı görülüyor. Bir baDolayısıyla Malum Kişi’nin karkıma, 1953’teki kutlamaların,
nındaki de budur.
bugün Türk Hükümeti tarafınMalum Kişi’nin bu çelişkidan üstlenilen Yeni Osmanlı asli durumu Batı basınında da yer
keri geçit töreniyle benzer yanaldı. Batılılar da bir bakıma “kafa
ları da yok değildi: Tümüyle
buldu” bu çelişkili durumla. Yazıtaklit kostümler, sahte bıyıklar
nın başlığı şöyle:
ve bol bayrak gibi… Mehmet’in
“1453’te bu Osmanlı SulTürklüğü ve askeri kahramantanı Hıristiyan yönetimine son
lığı, öyle görünüyor ki, onun
verdi. Ama o iyi bir Müslüman
hem laik, hem de İslamcı haymıydı?”
ranlarına hitap ediyor”. (Nick
Şöyle diyorlar:
Danforth, Washington Post, 28
“Son zamanlarda Türkiye
Mayıs 2016)
politikasını izleyen herhangi
Durum böyle ne yazık ki! Fabiri, Sultan II. Mehmet’i Müstih gibi bir devrimciye, onu farklı
lüman dinciliğinin vücut buldubir kimliğe büründürerek din beğu kişi olarak gören iktidardazirgânları sahip çıkıyor. Üstelik
ki Adalet ve Kalkınma Partisi
bu büyük olayı karikatürize ede(AKP) sayesinde Osmanlı hikârek, gülünç kılarak.
yesinin İslamcı versiyonuna taBunda Türk Solu’nun günanıklık eder.
hı da çok büyük. Türkiye tari“(…) Ancak, bundan 60 yıl
hini dümdüz gören, yaşadıkları
önce, 1953’te Türkler İstantoprakları bilmeyen, halkımızı
bul’un 500. Fetih yıldönümünü
tanımayan, ezberci, şabloncu,
kutlarken durum çok farklıydı.
taklitçi, hatta gericilerin sola
O zaman Mehmet tümüyle laik
yakıştırdığı deyişle bir bakıbir yönetici olarak görülüyorma “kökü dışarıda” Türk Sodu. Türk aydınlar ve siyasetçilu’nun…
ler onu Batıya dönük, Rönesans
14’te
Nakliyat-İş Soma’daki İşçi Katliamının
2. yılında Soma’daydı, görevinin başındaydı
Türk-İş’e bağlı sarı-gangster sendika Maden-İş’e yönelik tepkilere
sahip çıkıp, Soma işçilerine DİSK
alternatifini sunamayanlardır. Bu
mücadelenin Soma’ya tabela asmakla olmadığını, zorlu ve kahırlı
bir çalışma gerektirdiğini (uyarı
15’te

Benzer belgeler

71.sayıya ulaşmak için tıklayınız

71.sayıya ulaşmak için tıklayınız Nurullah Ankut tarafından Halkın ettirirsiniz ama ayaktayken tüm beKurtuluş Partisi Üçüncü Olağan

Detaylı