PDF ( 6 )

Transkript

PDF ( 6 )
K›fl / Winter 2009
Say›/Issue 3
Cilt/Volume 7
civilacademy
Ümit KURT
12 Eylül Rejimi'nin Resmi ‹deolojisi Olarak “Türk-‹slam Sentezi Doktrini”:
Devlet'in ‹deolojik Ayg›t› Olarak “Ayd›nlar Oca¤›”
Rümeysa ÖZCAN
Aletheia”in Curls of the Memory of Proust, The Way By Swann's
‹lker ERDO⁄AN
Türkiye'de Medya Gündeminin Belirlenmesinde Bask› Gruplar›n›n Rolü:
Avrupa Birli¤i Müzakere Süreci Örne¤i
Elif Gizem U⁄URLU
Tarihsel Süreç ‹çinde Annelik Rolünün Kuruluflu ve Televizyon Reklamlar›nda
Annelik Rolünün Sunumu
Elif RE‹S
The Bastard of Istanbul: An Alternative Perspective of a Turkish-Armenian Issue
H. Kamil B‹Ç‹C‹
Mu¤la Turgutreis Akçal› Köyü Yukar› Mahalle Mezarl›¤›
Mezar Tafllar›ndan Örnekler
ISSN 1304-9119
9
771304 911002
c i v i l a c a d e m y . f a t i h . e d u . t r
‹letiflim Adresi / Correspondence Address
civilacademy Sosyal Bilimler Toplulu¤u
Fatih Üniversitesi
34500 Büyükçekmece/‹stanbul
Tel: + 90 212 886 33 00
E-mail: [email protected]
K›fl/Winter 2009
civilacademy
Civilacademy
Journal of Social Sciences
civilacademy
Sosyal Bilimler Dergisi
Fatih University
2009
I
civilacademy
Civilacademy
Cilt / Volume 7
Sayı / Issue 3
Kış / Winter 2009
Sahibi / Owner
Civilacademy Sosyal Bilimler Topluluğu
Civilacademy Social Sciences Society
Editör / Editor
Ertuğrul Gündoğan
Yardımcı Editörler / Co-editors
Gülşah Neslihan Demir, Ömer Akkaya, Tamer Güven
Baskı / Printed in:
Elma Basım
0212 697 30 30
İletişim Adresi / Correspondence Address
Civilacademy Sosyal Bilimler Topluluğu
Fatih Üniversitesi Büyükçekmece Kampüsü
34500 Büyükçekmece / İstanbul
Tel: + 90 212 866 33 00
Web: Civilacademy.fatih.edu.tr
E-mail: [email protected]
II
civilacademy
Danışma ve Hakem Kurulu / Advisory Board*
Abdülkadir Civan (Fatih Ünv.), Ali Murat Yel (Fatih Ünv.),
Ali Yaşar Sarıbay (Uludağ Ünv.), Alpaslan Açıkgenç (Fatih Ünv.),
Atilla Girgin (Marmara Ünv.), Bedriye Saraçoğlu (Gazi Ünv.),
Berdal Aral (Fatih Ünv.), Elif Ekin Akşit (Ankara Ünv.),
Erdoğan Keskinkılıç (Fatih Ünv.), Ertuğrul Gündoğan (Fatih Ünv.),
Ferda Keskin (Bilgi Ünv.), Fuat Keyman (Koç Ünv.),
Gökhan Bacık (Zirve Ünv.), İdil Işık (Fatih Ünv.),
İrfan Erdoğan (Gazi Ünv.), Kemal Karpat (Wisconsin Ünv.),
Kemal Özden (Fatih Ünv.), Kevin J. McGinley (Fatih Ünv.),
Mehmet İpşirli (Fatih Ünv.), Mete Tunçay (Bilgi Ünv.),
Mümtaz’er Türköne (Gazi Ünv.), Nihat Solakoğlu (Bilkent Ünv.),
Nizamettin Bayyurt (Fatih Ünv.), N. Gökhan Torlak (Fatih Ünv.),
Ömer Çaha (Fatih Ünv.), Ralph J. Poole (Salzburg Ünv.),
Recep Şentürk (FatihÜnv), Savaş Genç (Fatih Ünv.),
Sezai Coşkun (Fatih Ünv.), Şammas Salur (Fatih Ünv.),
Şengül Çelik(Fatih Ünv.), Şükran Esen (Marmara Ünv.),
Talip Küçükcan (İSAM), Visam Mansur (Fatih Ünv.),
Yasin Aktay (Selçuk Ünv.)
İngilizce Redaktörler / English Redactors
Betty and Barrie Eichhorn
Türkçe Redaktörler / Turkish Redactors
Mehmet Kutalmış
Civilacademy Sosyal Bilimler Dergisi (ISSN 1304-9119) yılda üç defa yayınlanır.
Civilacademy Journal of Social Sciences (ISSN 1304-9119)
is published three times in a year periodically.
Civilacademy Dergisi ‘Gale Cengage Learning’ tarafından indekslenmektedir.
Civilacademy Journal of Social Sciences is indexed in ‘Gale Cengage Learning ’.
* İsme göre alfabetik olarak sıralanmıştır.
Listed alphabetically by name.
III
civilacademy
Amaç ve Kapsam
Civilacademy Sosyal Bilimler Dergisi, disiplinler arası, hakemli, Türkçe ve İngilizce dillerinde yayınlanan bir sosyal bilimler dergisidir.
Civilacademy Sosyal Bilimler Dergisi, insanları ve toplumu ilgilendiren tüm konulara sosyal bilimler perspektifinden yaklaşan, mevcut ve alternatif paradigmaların tartışmaya açıldığı
bir platform olmayı amaçlamaktadır.
Aims and Scope
Civilacademy Journal of Social Sciences is a peer reviewed interdisciplinary bilingual (both
Turkish and English social science journal.
The aim of Civilacademy Journal of Social Sciences is to provide an intellectual platform
for social-scientific studies, a platform in which research in alternative paradigms for social inquiry could be jointly presented and debated and is to publish conceptual, research, and/or case
based works that can be of practical value to the people interested.
IV
civilacademy
İçindekiler / Contents
Editör’ün Notu / Editor’s Note
VIII
Ümit KURT
12 Eylül Rejimi’nin Resmi İdeolojisi Olarak “Türk-İslam Sentezi Doktrini”:
Devlet’in İdeolojik Aygıtı Olarak “Aydınlar Ocağı”
1
Rümeysa ÖZCAN
Hafızanın kıvrımlarında “Aletheia”: The Way by Swann’s, Marcel Proust
19
İlker ERDOĞAN
Türkiye’de Medya Gündeminin Belirlenmesinde Baskı Gruplarının Rolü:
Avrupa Birliği Müzakere Süreci Örneği
27
Elif Gizem UĞURLU
Tarihsel Süreç İçinde Annelik Rolünün Kuruluşu ve Televizyon Reklamlarında
Annelik Rolünün Sunumu
55
Elif REİS
Baba ve Piç: Ermeni Sorununa Alternatif Bir Bakış
75
H.Kamil BİÇİCİ
Muğla Turgutreis Akçalı Köyü Yukarı Mahalle Mezarlığı Mezar Taşlarından Örnekler
87
V
Civilacademy
Journal of Social Sciences
Sosyal Bilimler Dergisi
VII
civilacademy
Editör’ün Notu
Civilacademy Sosyal Bilimler Dergisi’nin dergisinin 21. sayısı ile karşınızdayız. Bu sayıya
katkıda bulunan yazarlarımıza, dergimiz ve okurlarımız adına teşekkür ediyoruz.
Türkiye’de ve dünyada önemli olaylar, değişimler ve gelişmeler yaşanıyor. Bunların kalıcı
etkileri önümüzdeki yıllarda daha görünür hale gelecek. Global etkileri de olabilecek, yerel ya
da küresel olaylar/oluşumlar üzerine yapılmış projeksiyonlara, tahlillere ve yeni perspektiflere
Civilacademy’de her zaman yer olacaktır.
Civilacademy’de yoğun olarak sosyo-kültürel, sosyo-politik, sosyo-ekonomik ve felsefi bakış
açılarından insanlığın karşı karşıya bulunduğu sorunları, dünyada olup bitenleri bilimsel yöntemlerle ele alan ve çözümleyen yazılara yer vermek istiyoruz. Alan araştırmaları, ampirik ve
analitik çalışmalar ve çözümlemeler için bir kalıcı platform/ özgür bir okul olma çabası içindeyiz. Yazılan etkili bir yazıya bir sonraki sayıda verilen güçlü bir cevapla ve yapılan eleştirilerle,
dinamik bir tartışma ortamının da oluşmasından yanayız. Yazarların ve okuyucularımızın bunlarla ilgili her türlü eleştiri ve önerilerini önemsiyor ve bekliyoruz.
Sosyal bilimlere ve insanlığa daha fazla katkı sunabildiğimiz yeni sayılarda buluşmak
üzere.
Saygılarımla,
Ertuğrul Gündoğan
VIII
civilacademy
Editor’s Note
We are again here with the 21st issue of the Civilacademy Journal of Social Sciences. We
thank to the authors of this issue in the name of our readers and our Journal.
Major events, changes, and developments have been going on in the contemporary Turkey
and in the world. More lasting effects of these will reveal and be distinguished in the coming
years. The projections, analysis, and new perspectives made on global effects of local or global
events / occurrences will always take place in Civilacademy.
We would like more articles in which socio-cultural, socio-political, socio-economic, and
philosophical perspectives on the humanity problems are focused on using scientific methods to
take place in our journal. We are in an effort to become a permanent platform / free school for
field research, theoretical, empirical and analytical studies. We believe in the importance of that
some arguments, thoughts, and proposals in any article published in the previous issues of
Civilacademy will be criticized, answered, or rejected in different articles of later issues of
Journal.
Civilacademy’s editorial policy and practices and the publication processes strongly and
directly concerns the authors and readers of the Journal. We are looking forward to any kind of
criticism, comments, and contributions of them. We are in aware of the need of taking this kind
of return into account.
We wish to meet in the new issues of Civilacademy which we hope to provide more contributions to humanity and social sciences.
Best Regards,
Ertugrul Gundogan
IX
civilacademy
12 EYLÜL REJİMİ’NİN RESMİ İDEOLOJİSİ
OLARAK “TÜRK-İSLAM SENTEZİ DOKTRİNİ”:
DEVLET’İN İDEOLOJİK AYGITI OLARAK
“AYDINLAR OCAĞI”
The Doctrine of “Turk-Islam Synthesize” As Official Ideology of the
September 12 1980 and the “Intellectual Hearts”
As the Ideological Apparatus of the State.
civilacademy
Ümit Kurt1*
“... Gerçekten, ordunun Atatürkçü geleneğini İslami kurumlarla bağdaştırmak
çok zordu. Kaldı ki muhafazakâr grubun ortak bir ideoloji oluşturmak konusunda
zorlandığı tek husus ordu değildi. Bu sorunun yanısıra, kavmiyetçiliği reddeden
İslamiyet ile ırkçı Türkçülük nasıl bağdaşacaktı?” (Güvenç, Şaylan ve Turan,
1991: 11).
“Evet, Türk-İslam Sentezi Terkibi tezimizin 1980 sonrasında Devlet katında
bir kabul ve itibar gördüğü doğrudur. Çünkü bu, aklın ve ilmin ortaya koyduğu bir
vakıadır. Nitekim Atatürk Yüksek Kurulunun Türk-İslam Sentezini benimsemesi
bizim için sevindirici olmuştur. Niye böyle oluyor? Sağa sola bakıyorlar, başka
çıkış yolu bulamayınca bu fikre geliyorlar.” (Kafesoğlu, 1987, aktaran Güvenç,
Şaylan ve Turan, 1991: 39)
ABSTRACT
Within a particular social formation, there does not exist merely one dominant ideology,
rather there are many antagonistic ideologies. The dominant ideology per se becomes dominant
as long as it suppresses other ideologies not by applying violence or force. Instead, dominant
ideology can manage to do it through the support of ideological apparatuses of the state. This
article, in the sense of theoretical and conceptual framework drawn above, focuses on the
Intellectual Hearts (Aydınlar Ocağı) as one and the most important of the ideological
1
* Zirve Üniversitesi, Öğretim Görevlisi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi ve Boğaziçi Üniversitesi, Doktora Adayı, Siyaset
Bilimi ve Uluslararası İlişkiler. [email protected]
1
Ümit Kurt
apparatuses of September 12 regime and tries to analyse its “Turk-Islam Synthesis Doctrine”,
which constitutes the cement of social formation of dominant ideology of the dominant class.
In this article, there will be observations and considerations by following 1970s and September
12 1980 military coup period as a historical theme regarding the changing nature of the
Intellectual Hearts particularly after the 1980 period that neoliberalism and globalization
gained momentum in Turkey.
Key Words: Intellectual Hearts, Ideological Apparatuses of the State, “Turk-Islam
Synthesize” doctrine, 12 September 1980, neoliberalism.
ÖZET
civilacademy
Bir toplumsal formasyonda yalnızca bir egemen ideoloji bulunmaz, birbirleriyle çelişkili
birçok ideoloji veya ideolojik alt sistemler vardır. Bizzat egemen ideoloji, ancak bu ideolojilere
veya ideolojik alt sistemlere baskın çıkmayı başardığında egemen ideoloji olabilmektedir. İşte
bu da, devletin ideolojik aygıtlarının desteği ile yapılmaktadır. Bu makalede, yukarıda
betimlemeye çalıştığımız teorik-kavramsal çerçeve bağlamında, 12 Eylül rejiminin ideolojik
aygıtlarından biri olan Aydınlar Ocağı tarafından formüle edilen, devlet iktidarını ve devletin
baskı aygıtını tek başına ya da sıklıkla olduğu gibi sınıf fraksiyonları veya sınıf ittifakları ile
elinde tutan ve toplumsal formasyonun çimentosunu oluşturan egemen sınıfın ideolojisi olarak
“Türk-İslam Sentezi” doktrini üzerinde durulacaktır. Makale, kronolojik izlek olarak, 1970’ler
ve 12 Eylül 1980 askeri darbe dönemini takip ederek ve özellikle Türkiye’de neoliberalleşme ve
küreselleşmenin dozajını arttırdığı 1980 sonrası dönemde Aydınlar Ocağı’nın değişen doğası
hakkında tespitlerde bulunacaktır.
Anahtar Kelimeler: Aydınlar Ocağı, Devletin ideolojik aygıtları, “Türk-İslam Sentezi”
doktrini, 12 Eylül 1980, neoliberalizm.
Baskıcı Devlet Aygıtı ve Devlet
Aygıtları Olarak İdeolojik Aygıtlar
ideoloji olarak, “bir toplumsal kuruluşta
sınıfların temel iktidarını oluşturur”
(Poulantzas, 2004: 351). Her şeyden önce,
Gramsci (2005), devletin basit olarak salt bir
“kuvvet” işlevi görmediği, fakat aynı şekilde
bir ideolojik işlevi de (hegemonya da
denebilir) olduğu konusu üzerinde ısrarla
durarak, devletin hegemonyanın örgütleyicisi
olarak da değerlendirilmesi gerektiğine işaret
etmiştir. Egemen ideoloji, toplumun bağrında
bir dizi aygıtların ve kurumların içinde
somutlaşır. Bu aygıt ve kurumlar arasında,
Gerçekte, ideoloji sadece düşüncede
yer almaz, ayrıca, kelimenin tam anlamı ile
“kavramsal bir sistem” oluşturmaz
(Poulantzas, 2004: 351). İdeoloji,
Gramsci’nin (2005) önemle belirtmiş olduğu
gibi, gelenek ve göreneklere, bir toplumdaki
bireylerin hayat tarzlarına kadar nüfuz eder.
Böylece ideoloji, toplumsal pratiklerde
somutlaşır. Öte yandan, ideoloji, egemen
2
civilacademy
gerçekleşen de, bütün çelişkileriyle birlikte,
sonuçta egemen sınıfın ideolojisinin bizatihi
kendisidir. Althusser’in önemle vurguladığı
gibi, “hiçbir sınıf devletin ideolojik aygıtları
içinde ve üstünde kendi hegemonyasını
uygulamadan devlet iktidarını kalıcı olarak
elinde tutamaz” (Althusser, 2003: 172).
Bu aygıtlar, göreceli olarak, devletin
“baskı aygıtından” (ordu, polis, idare,
mahkemeler, hükümet) ayrıdırlar; ana
görünümü örgütlü fiziki baskı olan ve rolünü
devletin yasal tekeli altında yerine getiren bu
aygıt dar anlamda “devlet aygıtı”dır
(Poulantzas, 2004: 351). İdeolojik aygıtların
ana görünümü ise ideolojik hazırlama ve
doktrinizasyondur. Poulantzas’a göre bu tür
aygıtların, birer devlet aygıtı olarak
değerlendirilmesinin sebebi, ideolojinin
toplum içinde “tarafsız” bir şey olmaması;
toplumda sınıf ideolojisinden başka
ideolojinin bulunmamasıdır (2004: 352).
Karmaşık bir sistem olan “devletin ideolojik
aygıtları” sistemi içinde var olan egemen
ideoloji, çok uzun süren, sert bir sınıf
mücadelesinin sonucudur (Althusser, 2003:
130–131). İktidar ilişkilerinin baskın olduğu
bu sert sınıf mücadelesi sürecinde siyasal
egemenliği ele geçiren sınıf bunu yalnızca
fiziksel baskı ve şiddet araçlarıyla
sağlayamaz. Bunun yanında “ideolojinin
kesin ve dolaysız olarak devreye girmesini
gerektirir” (Poulantzas, 2004: 352–353).
Marksizm’in klasiklerine göre, devlet
(sınıf devleti) yalnız fiziki baskı gücünü
elinde tutması ile değil, toplumsal ve siyasal
işlevleriyle de tanımlanır. Sınıf devleti, bir
sınıf mücadelesi sisteminde, siyasal
egemenliğe sahip olan sınıfın güvencesidir.
İdeolojik aygıtların gördüğü işlev işte tam da
bu noktada kendini gösterir. Genellikle
egemen ideoloji, toplumsal formasyonun
harcını oluşturur (Poulantzas, 2004: 353).
Devletin baskı aygıtı büyük ölçüde kendi
yeniden üretimine katkıda bulunmakla
kalmaz, aynı zamanda ve özellikle, baskı
yoluyla devletin ideolojik aygıtlarının
işleyişinin siyasal dinamiklerini sağlar.
Althusser’in ifadesiyle, egemen ideolojinin,
yani devlet iktidarını elinde tutan egemen
sınıfın ideolojisinin rolü de ağırlıklı olarak
burada zuhur eder. Özetlemek gerekirse,
gerçekte, devlet aygıtının dar anlamda hiç
çatlaksız yekpare bir gövdeden oluştuğunu
düşünmek yanlış olur (Poulantzas, 2004:
357). Bizzat devletin baskı aygıtı uzmanlaşmış
kollar olarak ifade edilecek olan ordu, polis,
idare ve benzerlerinden oluşmaktadır. Fakat
devletin ideolojik aygıtları, birbirleriyle
karşılıklı ilişkilerinde ve devlet aygıtı ile
olan ilişkilerinde, devlet aygıtı kollarının
sahip olmadığı bir “göreceli özerklik” biçimi
ve derecesine sahiptirler (Poulantzas, 2004:
357). Devletin ideolojik aygıtlarına malûl
olan bu “göreceli özerklik” durumu, başta
ideolojik alanda sınıf mücadelesinin temel
civilacademy
kiliseler (dini aygıt), siyasal partiler (siyasal
aygıt), sendikalar (sendikal aygıt), okullar ve
üniversiteler (öğretim aygıtı), iletişim
araçları (gazeteler, radyo, sinema, t.v.),
“kültürel” yayınlar, aile sayılabilir. Bunlar
“Devletin
İdeolojik
Aygıtları”dırlar
(Althusser, 2003: 168–169).
Eğer ilke olarak “egemen sınıf”ın devlet
iktidarını tek başına ya da sıklıkla olduğu
gibi sınıf fraksiyonları veya sınıf ittifakları
ile elinde tuttuğunu, dolayısıyla devletin
baskı aygıtını elinde bulundurduğunu
düşünürsek, egemen sınıfın devletin ideolojik
aygıtlarında da etkin olduğunu kabul etmemiz
gerekir. Çünkü devletin ideolojik aygıtlarında
3
Ümit Kurt
Türkiye Siyasal Tarihinde Aydınlar
Ocağı
civilacademy
verilerine dayanmaktadır. Bir toplumsal
formasyonda yalnızca bir egemen ideoloji
bulunmaz, birbirleriyle çelişkili birçok
ideoloji veya ideolojik alt sistemler vardır.
Bunlar, Poulantzas’ın (2004: 358) deyimiyle,
mücadele halindeki çeşitli sınıflara
ilişkindirler. Bizzat egemen ideoloji, ancak
bu ideolojilere veya ideolojik alt sistemlere
baskın çıkmayı başardığında egemen ideoloji
olabilmektedir. İşte bu da, devletin ideolojik
aygıtlarının desteği ile yapılmaktadır
(Poulantzas, 2004: 358). Devletin baskı
aygıtı (uzmanlaşmış kollardan oluşan
bürokrasi ve ordu), devletin özünü
oluşturduğundan egemen sınıf veya fraksiyon
genellikle bu aygıtta iktidarı elinde
tutmaktadır. Devletin ideolojik aygıtları ise,
egemen olmayan sınıf veya fraksiyonların
yoğunlaşmasına en yatkın olan aygıtlardan
oluşmaktadır. Böylece, bu aygıtlar, söz
konusu sınıfların “hem ayrıcalıklı sığınakları
hem de en mükemmel yağma alanlarıdır”
(Poulantzas, 2004: 359–360).
Bu makalede, yukarıda betimlemeye
çalıştığımız kavramsal çerçeve bağlamında,
12 Eylül rejiminin ideolojik aygıtlarından
biri olan Aydınlar Ocağı tarafından formüle
edilen, devlet iktidarını ve devletin baskı
aygıtını tek başına ya da sıklıkla olduğu gibi
sınıf fraksiyonları veya sınıf ittifakları ile
elinde tutan ve toplumsal formasyonun
çimentosunu oluşturan egemen sınıfın
ideolojisi olarak “Türk-İslam Sentezi”
doktrini üzerinde durulacaktır. Makale,
kronolojik izlek olarak, 1970’ler ve 12 Eylül
1980 askeri darbe dönemini takip ederek ve
özellikle Türkiye’de neoliberalleşme ve
küreselleşmenin dozajını arttırdığı 1980
sonrası dönemde Aydınlar Ocağı’nın değişen
doğası hakkında tespitlerde bulunacaktır.
4
Sol düşünce 1960’lı yıllarda, 1961
anayasasının sağladığı geniş özgürlüklerin
de katkısıyla, Türkiye’nin siyasi ve kültürel
hayatında ağırlıklı bir konum kazanmaya
başladı. İşte bu yıllarda sağ görüşlü
muhafazakâr bir grup üniversite hocası,
gazeteci ve yazar seslerini duyurarak sola
karşı bir alternatif yaratmak için bir araya
geldiler. Amaç sol düşüncenin yayılmasına
karşı mücadele etmek, Türk Sağı’nı
birleştirmekti. Önce 1965’de Aydın Kulübü
arkasından, İbrahim Kafesoğlu, Altan
Deliorman, Muharrem Ergin, Ahmet Kabaklı
gibi muhafazakâr çevrenin önemli isimlerinin
içinde yer aldığı, isim babası Necip Fazıl
Kısakürek olan Aydınlar Ocağı 56 kurucu
üyesi ile 14 Mayıs 1970’de kuruldu. Aydınlar
Ocağı Türkiye’deki muhafazakâr aydınların
bir araya gelip memleket meseleleri üzerine
fikir yürüttüğü ve düzenledikleri panel ve
konferanslarla bu fikirleri kamuoyuna açtığı
bir düşünce üretim merkezi olarak çalışmaya
başladı. Nihayetinde, bu fikir kulübü çok
geçmeden büyük bir etkinlik kazandı.
1969’da toplanan II. Milliyetçiler
Kurultayı’nda alınan kararlar doğrultusunda
1970’te İstanbul’da kurulan Aydınlar
Ocağı’nın
harcında,
muhafazakâr
entelijansiyasının sağ iktidar bloğu ve sağ
kitle tabanının bölünmesi karşısında duyduğu
kaygı vardı (Bora ve Can, 1991: 131). Türk
milliyetçiliği ile İslam ümmetçiliğini
uzlaştırma çabası üzerine çatısı çatılan
Aydınlar Ocağı, ilk resmî görüşünü 1973’te
kitaplaştırarak yayınlar. “Aydınlar Ocağı’nın
Görüşü: Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri”
adını taşıyan 406 sayfalık kitapta 12 Eylül
1980 Askerî Darbesi’ne düşünsel, ideolojik
ve siyasal alanda yol göstericiliğini yapan
civilacademy
1960’ların sonlarında iktidardaki Adalet
Partisi (AP), sermaye içi çelişkilerin
çatallaşıp keskinleşmesine ve “eski” orta
sınıfların gerileyerek fraksiyonlaşmasına
bağlı olarak, burjuvazinin ve mülk sahibi
orta sınıfların genel ortalama çıkarını temsil
eden “büyük sağ federasyon” niteliğini
yitirmekteydi (Bora ve Can, 1991: 131).
Nitekim Milliyetçi Hareket Partisi (MHP),
Demokrat Parti (DP) ve Milli Selamet
Partisi’nin (MSP) kurulması bu sınıfsaltoplumsal ayrışmanın siyasal düzlemdeki
izdüşümüydü. Tanıl Bora ve Kemal Can’ın
da vurguladığı üzere “DP ve daha önemlisi
MSP ile MHP’nin özgül söylemlerinin
tahkim edilerek kemikleşmeleri sonucunda
sağın kalıcı bir şekilde bölünmesi tehlikesi
belirdi” (1991: 131). Bu durumu tehlike
olarak mutaala edenlerin başında muhafazakâr
entelijansiyanın mensupları gelmekteydi. Bu
grup, 60’ların sonu 70’lerin başında
Türkiye’de sol rüzgârların şiddetli bir
biçimde esmesiyle birlikte, sosyal demokrat
çizgiye yönelen Cumhuriyet Halk Partisi’ne
(CHP) ve devrimci harekete bakarak, tehlike
olarak nitelendirilen bölünmeden doğan
zaafın komünizme kanalize olacağı
kanısındaydı. Bu bağlamda, Aydınlar
Ocağı’nın kuruluşunun altında yatan en
önemli tarihsel saiklerden biri ve belki de en
önemlisi, “büyük sağ federasyon”da oluşan
parçalanmayla birlikte ayrışan iktidar
söyleminden doğan yeni söylemlerin ortak
paydasını kurgulayıp yayarak, bu tehlikeye
karşı koymaktı (Bora ve Can, 1991).
civilacademy
“Türk-İslam Sentezi” doğrultusundaki
görüşler yerli yerine oturtulur ve
sistemleştirilir.
gibi), Abdurrahman Dilipak’ın tanımlayışıyla
“ne AP kadar mason çevrelerin, ne MSP
kadar dini çevrelerin ve ne de MHP kadar
milliyetçi çevrelerin etkisinde olan, her
kesime yakın ama hiçbirini temsil etmeyen”
(1985: 50–61) unsurlardır. Bu argüman, esas
itibariyle Aydınlar Ocağı’nın sahip olduğu
siyasal-ideolojik omurgasızlığı ortaya
koyması açısından kayda değerdir. Ancak,
ilk başkan İbrahim Kafesoğlu’nun ve
derneğin gündelik siyaset alanındaki
ideoloğu sayılan Muharrem Ergin’in Türkçümilliyetçi geçmişleri, ayrıca kuruluşta antikomünist parametrenin ağırlık merkezi
oluşturması, Aydınlar Ocağı’nın siyasal
olarak AP ile MHP arasında köprü kurma
işlevinin ağır basmasında oldukça etkili oldu.
Bunun yanında, İslam’ın Ocak ideolojisindeki
konumuna baktığımız zaman, Ocak’ın İslam
hususunda oldukça araçsal bir kavrayışı
sahip olduğunu ancak İslam’ı belirleyici bir
kerte ve kategori olarak algılamadığını
söyleyebiliriz. Örneğin, Ocak çevresi,
Erbakan’ın Milli Nizam Partisi girişimine
destek vermemiştir. Bu anlayış, doğal olarak
MSP’yle ilişkilerin daha mesafeli olmasını
getirmiş, MSP’nin 1973/74’de CHP’yle
koalisyon kurması karşısında duyulan tepki,
bu yönelimi pekiştirmiştir (Bora ve Can,
1991: 132).
Aydınlar Ocağı’nın siyasal arenadaki
ilk reel politik görünümü, 1. Milliyetçi
Cephe’nin (MC) kuruluşunda üstlendiği
roldü. Bu rolün içeriğini, Ocak mensuplarının
yazılarının yayınlandığı Ortadoğu gazetesi
ve özellikle Muharrem Ergin’in önderliğinde
milliyetçi partilerin anti-komünizm ekseninde
birleşmesini öngören bir kampanya faaliyeti
oluşturdu. Ondört Ocak’lı profesör bu
doğrultuda bir çağrı yayımladılar. Başlangıçta
bu cephenin oluşturacağı hükümette Aydınlar
Kurucular (İbrahim Kafesoğlu, Altan
Deliorman, Muharrem Ergin, Ahmet Kabaklı
5
Ocağı’ndan bir profesörün başbakan olması
fikri ortaya atıldı. Bu önerinin gerçekçi
olmadığı görülünce Demirel’in başbakanlığı
savunuldu. “Gittikçe ilerleyen 565 bin oyu
ile kudretli gençliği ile yılmaz kararlığı ile
vazgeçilmez bir kuvvet olan MHP’nin”
koalisyona dâhil edilmesi konusunda
özellikle ısrar edildi (Ergin, 1976: 204).
Süreç içerisinde Aydınlar Ocağı, 1. MC’nin
entelijansiya içindeki kaldıraç ve motoru
olarak, egemen blok ve MC partileri nezdinde
enikonu bir itibar kazandı. Kuşkusuz, bu
egemen blok içinde MHP’nin ayrı ve özgül
bir yeri vardı. 1970lerin ortalarına doğru,
MHP’nin söyleminde İslami motiflere ağırlık
vermeye başlaması, Aydınlar Ocağı ile
uyumunu artırdı. Ancak bu uyumun ve iyi
ilişkinin, daha ziyade, Türkeş ve yakın
çevresindeki “asker-sivil bürokrat kökenli
devletlû kesimle” (Bora ve Can, 1991: 132)
sınırlı olduğu söylenmelidir.
civilacademy
Ümit Kurt
Aydınlar Ocağı’nın 12 Eylül’e yol
göstericiliği yapan düşünsel, ideolojik ve
siyasal konumuna gelmeden önce, onun
geleneksel Kemalist asker-sivil bürokrasi
geleneğiyle olan organik uyuşmasına elveren
ideolojisi ve teknokratik bir yapısını
vurgulamak gerekir. Her şeyden önce
Aydınlar Ocağı, bütün siyasal angajmanlarına
rağmen, kendisini “partilerüstü bir uzmanlarseçkinler heyeti” (Bora ve Can, 1991: 132)
olarak kavramış, öyle sunmuştur. Ocak üyesi
olan İstanbul Üniversiteli bazı ünlü ekonomi,
mühendislik ve tıp profesörleri, derneğin
politikalarında aslında sosyal bilimci
“hocalar” kadar ağırlıkta olmamalarına
rağmen, bu “seçkin uzman heyeti” (Bora ve
Can, 1991: 133)
imajının oluşmasını
sağlamışlardır.
Aydınlar Ocağı’nın egemen devlet aygıtının ajanları olarak Kemalist asker-sivil
bürokrasi ile, Türkiye’de sağa mündemiç
popülizm ile ciddi biçimde çelişen özdeşleşme düzeyi, Ocak’ın entelijansiyasının öne
çıkan mensuplarının 27 Mayıs’ı muhakeme
ve yorumlayış tarzlarında kendisini dışa vurur.
Ocak’ın belli başlı ideologlarından olan
Muharrem Ergin Türkiye’nin Bugünkü
Meseleleri adlı kitabında DP’yi “memleketin
yüzde sekseni köylüdür, biz yalnız ona dayanarak 2000 yılına kadar iktidarda kalırız”
(Ergin, 1973: 219) düşüncesine kapılmakla
eleştirmekte, 27 Mayıs’ın temel nedenini de
“memur ve münevverin Türk tarihinde görülmemiş şekilde ihmal edilmesi, müşkül duruma düşürülmesi” (Ergin, 1973: 235) ile açıklamaktadır. Kemalist devrimin savunuculuğu
adı altında, daha çok Demokrat Parti’nin
Ordu’nun prestijini tehlikeye atan ve özelikle
uyguladığı enflasyon politikasıyla askerlerin
maaş ve ücretlerinde büyük bir hasara yol
açan uygulamalarına karşı tabanını Silahlı
Kuvvetlerin alt ve orta kademelerinin oluşturduğu bir hareket olarak da değerlendirilebilinecek bir hamle olan 27 Mayıs, bu bağlamda
Aydınlar Ocağı’nı asker-sivil bürokrasi ile
aynı çizgiye taşımıştır (Ahmad, 1993).
27 Mayıs’a yönelik tutumu Türk sağının alışık olmadığımız biçimde, genel çizgisinden ve adeta onunla özdeşleşen popülist
demokrasi söyleminden bir sapmayı gösterse
de, bu hiç kuşkusuz Ocak çevresini bürokrasi ve özellikle ordu nezdinde sempatik kılan
bir
sapmadır.
Ocak
söyleminde,
“Atatürkçülük”le ve Atatürk’le olan belirgin
bir pozitif ilişki mevcuttur. Bu pozitiforganik ilişkinin en çarpıcı tezahürlerini
Ocak’ın “Atatürk İnkılâpları ve Atatürk
prensipleri” ile ilgili Türkiye’nin Bugünkü
Meseleleri kitabında yer alan metinlerde
6
civilacademy
“yüzde 75–80 aynı” olduğunu açıkça söyleyebildiler (Umur ve Bora, 1987: 10–18).
Aydınlar Ocağı’nın 12 Eylül ve sonrasındaki
etkinliği, resmi ideolojinin yeniden yapılandırılmasındaki ağırlıklı ve etkin rolüne bağlı
olmuştur.
Ocağın
sunduğu
“Milli
Mutabakatlar”, 1980’lerde resmi ideolojinin
çekirdeğini ve temel veçhelerini oluşturmuştur. Bu bağlamda Taşkın, Ocak’ın girişimlerini, “devlette etkin ‘seçilmiş ve seçilmemiş
seçkinlerin’ gözünde en ideal organik entelektüeller olarak tanınma çabası” (2007:
247) olarak değerlendirir.
“Milli Mutabakatlar” ve Türk-İslam
Sentezi Doktrinine Tarihsel Bir Bakış
civilacademy
görmek mümkündür. Bu metinlerde,
“Atatürkçülük” doktriner bir düzeyde ele
alınır ve metinlerde anlatılanların
“Atatürkçülük”ün en doğru ve saf hali olduğu iddia edilir. Aydınlar Ocağı’nın temsil
ettiği entelijensiya, Cumhuriyet’in ilk dönemini, gerçek bir “asr-ı saadet” gibi algılar.
Atatürk’ün ve Atatürk devrinin sahiplenilmesi ve benimsenmesi, önemli ölçüde bu
metinlerde yaratılmaya çalışılan “en ileri
Türk Milliyetçisi olarak Atatürk” (Ergin,
1973: 320–323) tasarımına ve Atatürk döneminde devletin “milli kültürü esas aldığı”
(Ergin, 1973: 312–313) saptamasına bağlıdır. Toplumsal yapıyı ve süreci biçimlendirme ve yönlendirmeye dönük yetkinin, meşruiyetini milli kültüre uygunluktan aldığını,
dolayısıyla, milli kültüre bağlılığın siyasal
otoriteyi meşru saymaya yeterli olduğunu
savunan bu faşizan otoriteryanizm, halk iradesini milletle, millet iradesini dil, tarih,
kültür birliğinin ezeli-ebedi geçerliliğini
cisimleştiren Devlet’le özdeşleştiren
Kemalist otoriteryanizm ile paralel ideolojik
parametreler barındırmakta hiç zorluk çekmemiştir (Köker, 1990: 79–85, 115–117).
Ocak’ın düşünsel-zihinsel haritasında
ve ikliminde “ordu-millet” özdeşliğine paralel bir milli unsur olarak, Türk ordusunu
şoven, saldırgan ve anti-komünist etmenlerle
yücelten bir yaklaşım her zaman mevcuttu.
Aydınlar Ocağı, 12 Eylül’den sonra Türklerin
“ordu-millet” özelliğini iyice vurgulayarak
askeri yönetimi kayıtsız şartsız destekledi ve
askerlerle sağlam ilişkiler kurmaya büyük
önem verdi. Bunun bir getirisi olarak olsa
gerek, kurumlar adına öneri yapılmasının
yasaklandığı 1982’de, hazırladığı Anayasa
taslağını bizzat MGK’ya iletme ayrıcalığına
sahip oldu. Hatta Aydınlar Ocağı yöneticileri
1982 Anayasasının hazırladıkları taslakla
İlk elden söylenmesi elzem olan nokta,
Aydınlar Ocağı’nın savunuculuğunu ve ideolojik taşıyıcılığını yapmış olduğu Türkİslam Sentezi doktrininin, Ocak’ın ve faşist
entelejensiyanın 12 Eylül sonrasındaki etkinliğinin temel aracı ve sembolü olduğudur.
Türkiye entelejensiyasında Türklük,
İslamiyet ve Batı arasında sentez kurma
çabaları, Cumhuriyet öncesi döneme kadar
uzanır. Taha Parla’nın vurguladığı gibi,
“Türk yönetici sınıfının 250 yıllık kültürel
kimlik arayışında, ‘Türklük, İslamiyet ve
Batı(cılık)’ unsurları esas olagelmiş, farklılıklar bu üç unsurun nasıl, hangi vurgularla
ve hangi sıraya göre sentezlendiğine göre
belirmiştir. Resmi ideoloji olan Kemalizm
de, İslamiyet unsurunu dışlama ölçüsünde
marjinalleştiren, önem sırasına göre, BatıTürklük-İslam sentezini ifade eder” (Parla,
1986: 40–41).
Asker-sivil bürokratik yönetici sınıf ve
entelijansiyanın yeni sentez arayışlarına
dayalı ideolojik mücadelelerinin, 1960’lardan itibaren “milliyetçi-muhafazakâr” olarak
tanımlanan sağ bloğun Türklük ve İslamiyet
7
Ümit Kurt
1991: 138). “Batı” unsuru, MHP’de salt teknoloji ve anti-komünist ittifak mantığı dolayımında, önem sırasına göre üçüncü sırada yer
alırken, MSP’de dışlanma ölçüsünde marjinalleştirilmiştir (Bora ve Can, 1991: 138).
Aydınlar Ocağı’nın Türk-İslam Sentezi doktrini, pratik siyasal anlamıyla, MHP-MSP
odaklı bu iki tasarım ile resmi ideoloji veya
resmi sentez (Milliyetçi-Muhafazakârlıkla
eklemlenen Sağ Kemalizm veya Cumhuriyetçi
Muhafazakârlık) arasında ortak payda ve bir
köprü oluşturma girişimidir.
civilacademy
vurgularını koyulaştırma çabası ile kızıştığı
söylenebilir. 1960’ların ortalarından itibaren,
sağ-sol kutuplaşmasının siyasal hayatı tanzim eden bir yapı olarak oturması ve bu
çerçevede anti-komünizmin kuvvetli bir sol
karşıtı asgari müşterek hükmü kazanmasıyla
birlikte, Kemalizm’in sağ yorumlarının rejimin bekasıyla ilgili tehdit hisseden bütün
kesimleri kavradığı bir evreye girilir.
Genellikle CHP geleneği içinde sosyalleşen
ve politikleşen “asker-sivil aydın zümreler”
de bu etkinin dışında kalmamıştır (Bora ve
Taşkın, 2001: 540–541). Dolayısıyla, bu elitin Cumhuriyetçi söyleminin rejimi takviyeyi önceleyen muhafazakâr bir çizgiye oturma
süreci, sağ Kemalist dinamikler içinde değerlendirilmelidir. Zira Sağ Kemalizm’inin
(Cumhuriyetçi Muhafazakârlık olarak da
okunabilir) taşıyıcı öğesi, Atatürkçülüğü
esasen milliyetçilik olarak değerlendirmesidir. Bu kertede, Türk-İslam Sentezi doktrini
sağ Kemalizm’in milliyetçi-muhafazakârlıkla
daha örgün bir eklemlenmeye girmesini sağlamıştır. Muharrem Ergin (1973: 320–321),
Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri adlı kitabında, bu eklemlenme de başat rolü oynayan
milliyetçiliği şöyle tanımlar:
Milliyetçilik, Atatürk doktrininin esasını
teşkil eden ve bütün diğer prensipleri etrafında toplayan temel prensiptir. Atatürkçülük
milliyetçilik ve onun icapları demektir. Yani
Atatürk’te milliyetçilik esas, diğer prensipler
onun tamamlayıcıları durumundadır.
1960’lardan itibaren “milliyetçimuhafazakâr” olarak tanımlanan sağ bloğun
Türklük ve İslamiyet vurgularını koyulaştırma mücadelesinde, MHP ve MSP iki ana
akımı temsil ederler. MSP İslam’ın hegemonik olduğu, MHP ise Türklüğün temel/başat
kategori olduğu Türklük-İslamiyet sentezi
tasarımlarına yönelmişlerdir (Bora ve Can,
8
Böyle bir siyasal tasarımın “doktrin”
olarak sunulmasının sebebi, pratik siyasal
geçerlilik kazanmış ve bir ideolojik kimlik
dayanağı haline gelmiş olmasıdır. Bunun,
tümleşik bir kuramdan ziyade, eklektik ve
vulger bir söylem olduğu söylenebilir.
“Başarısı”, bu söylem temelinde sunduğu
otoriter faşizan rejim tasarımının, 12 Eylül
yönetiminin ideolojik bagajını oluşturması
ve ideolojik destek ve meşruiyet ihtiyacına
denk düşmesinden ileri gelmiştir (Bora ve
Can, 1991: 138). 12 Eylül 1980 askeri darbesinin başında, rejimin restorasyonu çabalarının yüksek siyaset ve kültür kurumlarıyla
sınırlandırılmasının kitlesel destek ve kalıcı
başarılar sağlamaya yetmeyeceği aşikârdı
(Bora ve Taşkın, 2001: 540–541). 1970’lerdeki sağ-sol çatışmasına dayalı siyasal
kutuplaşma, “o zamana kadar doktriner ve
programatik içerikten yoksun, muğlâk,
kristalleş(e)memiş bir boş çerçeve arz eden
Atatürkçülüğü, tam da bu niteliğiyle hegemonik kodları olan bir güç oluşturma
imkânından yoksun bırakmıştı” (Bora ve
Taşkın, 2001: 540–541). Atatürkçülük bu
haliyle egemen bir ideoloji olmaktan, toplumsal/moral bir meşruiyet ve kitlesel destekten yoksundu. Bu minvalde, 12 Eylül
yönetimi muhtaç olduğu bu desteği Aydınlar
civilacademy
Ocağı etrafındaki milliyetçi-muhafazakâr
seçkinlerle yaptığı ittifakta aramıştır.
civilacademy
Türk-İslam Sentezi doktrininin, 12
Eylül yönetimine sağladığı en önemli
“katkı”, İslam’ın resmi ideolojiye eklemlenmesini sağlamak olmuştur. Tanıl Bora ve
Kemal Can’ın (1991: 139) belirttiği gibi,
“bunu Türklük ve Batı unsurlarının ağırlıklarını azaltma pahasına yapmaması, resmi
ideolojiyle bağdaşmasını kolaylaştırmıştır”.
Nitekim Türk-İslam Sentezi doktrininin
Aydınlar Ocağı’nca konan adı, “Türk-İslamBatı Sentezi”dir. Teknoloji ve iktisadi, siyasal ve askeri ittifaklar düzeyinde Batı’yı
sentez dışı bırakmaması, Türk-İslam Sentezi
doktrinini, MSP’den çok MHP’nin tasarımlarına yakın kılan bir niteliktir (Bora ve Can,
1991: 139). Türk-İslam Sentezi, bileşenlerinden ziyade tasarımı bakımından “yeni”
bir formüldür; bürokratik-otoriter devlet
geleneğinin taşıyıcılarının konumlarını meşrulaştırma ve sağlamlaştırma saikine hizmet
etmesi bakımından ise, hiç de “yeni” sayılamaz. Özetlersek, Türk-İslam Sentezi doktrininin kimyasını, Türklük ile İslamiyet arasında kurguladığı sentezin kavrayıcılığı
değil; bu sentez arayışlarını ortalama, vulger
ve eklektik bir söylem ekseninde otoriterfaşizan bir rejim tasarımıyla örtüştürmesi,
bütünleştirmesi oluşturur (Bora ve Can,
1991: 139). Sentez’in bu içeriği, Aydınlar
Ocağı tarafından “Milli Mutabakatlar” adı
altında, yazılı olmayan bir Anayasa gibi ortaya konulmuş ve özü itibariyle yazılı-resmi
anayasanın da (1982 Anayasası) temel mantığını oluşturmuştur. 12 Eylül rejimiyle oldukça organik bir bütünlük içeren ve rejimin
temel parametreleriyle örtüşen öneriler demeti, 1980’lerde Aydınlar Ocağı’nın 2. başkanı
olan ve MC hükümetlerinin kuruluşundan
beri Ocak’ın gündelik siyasal stratejilerinin
belirlenmesinde ağırlıklı rol oynayan,
Türkoloji profesörü Muharrem Ergin’in
Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri kitabındaki
yaklaşım ve öneriler, Ocak’ın Eylül 1984’de
düzenlediği “Ülkemizi 12 Eylül’e Getiren
Sebepler ve Türkiye Üzerindeki Oyunlar”
seminerinde “Milli Mutabakatlar” başlığı
altında, kırk maddede özetlenerek toparlanmıştır. Türk-İslam (-Batı) Sentezi siyasalideolojik bir öncül olarak ilk kez bu “Milli
Mutabakatlar” bildirisinde ortaya atılmış ve
“Türk-İslam sentezinin değişmez öz, Batı
kolunun ise değişen ve gelişen unsur olduğu”
(Bora ve Can, 1991: 139–140) belirtilmiştir.
9
Muharrem Ergin’in kitabının ağırlıklı
konusu ve “Milli Mutabakatlar”ın en önemli
meselesi Türkiye’nin “beka davası”dır.
“Beka davası”nın önemi, klasik antikomünist soğuk savaş söylemi içinde, uzun
uzadıya, 12 Eylül yönetiminin ve genel olarak ordu kurmaylarının da gözde temalarından olan “dört yanı düşmanlarla çevrili
Türkiye” tasvirleriyle ortaya konulur (Ergin,
1973: 74–76). Bu “tehdit miti”, Bora ve
Can’ın vurguladığı üzere (1991: 140) ırkçışoven bir “Türklük” anlayışı ve adeta “tarihin motoru” olarak sunulan “milli kültür”
(anti-Marksist bir bağlamda) kavrayışıyla
uyumludur: “İnsan cemiyetlerinin en
mütekâmili, en sağlamı, en gerçeği ve en
büyüğü millettir. Millete bu vasfını veren,
onu bu yapıya kavuşturan şey ise kültürdür,
kültür unsurlarıdır” (Ergin, 1973: 19). Türk
kültürü ise “yeryüzünde mevcut en büyük
birkaç beşer kültürden biridir, dünya tarihine
istikamet veren örnek bir cemiyet şekli ortaya koymuştur” (Ergin, 1973: 19). Muharrem
Ergin’e göre 12 Eylül öncesindeki “çöküş”ün
sebebi, milli devlet olmanın şartlarının yeri-
ne getirilememesi, yani milli kültür politikasının uygulanılmamış olmasıdır. 12 Eylül’ü
“bir daha ele geçmeyebilecek bir fırsat” olarak değerlendiren Ergin, milli kültürü yeniden egemen kılma ve Atatürk’ünkinden
sonra ikinci “Türk rönesansı”nı gerçekleştirme doğrultusunda 12 Eylül’ü bir yol ayrımı
olarak görür (Ergin, 1973: 211–213). Ancak,
gerek bu “Türk rönesansı”nı gerçekleştirmek, gerek bütün acil sorunların çözümü
için, “beka davası”ndan sonra en önemli
mesele olan “siyasi huzur”un sağlanması
şarttır. Ergin’e göre, Türkiye’de siyasi huzur
özellikle Atatürk devri ve 1938–1945 dönemlerinin ardından gelen demokrasi devresinde
bozulmuştur. Ergin, bunun nedenini “yanlış
demokrasi” olarak imler. Ona göre, demokrasi Türkiye’de yanlış uygulanmıştır ve bu
yanlışlıkta, milli kültürün hegemonik konumunu yitirmesinin ağırlıklı yeri vardır (Bora
ve Can, 1991: 141). Muharrem Ergin’in
demokrasi anlayışına göre: “demokrasi milli
irade demek... milli irade ise milli kültür
demektir” (Ergin, 1973: 230). Görüldüğü
üzere, Ergin, “milli kültürü” her açıdan siyasetin odağına yerleştirir ve her sorunun
pratik-siyasal çözümünü adeta sihirli bir
kavram haline getirdiği bu sözcükte arar. Bu
bakımdan, Ergin için, 12 Eylül’ün “milli
kültüre dönüş hamlesi”ni başlatması son
derece yerindedir. Zira Ergin’e (1973: 239)
göre, 12 Eylül, “yanlış demokrasi”ye müdahale
edip,
“Türkiye’nin
çökerek
Ortadoğu’daki hassas dengenin bozulması
ve hür dünyanın komünist dünya karşısında
dayanma stratejisinin altüst olması gibi”
aslında “ ‘milli kültür’den çok ‘Pentagon
kültürü’nü hedef alan bir felaketi önleyişiyle, mübarek bir harekettir” (Bora ve Can,
1991: 140–142).
civilacademy
Ümit Kurt
Gerek Aydınlar Ocağı mensubu veya
çevresindeki entelijansiya, gerekse MHP’ye
daha yakın olan muhafazakâr aydınlar ve 12
Eylül döneminde ülkücü hareketin sözcülüğünü yapan Bakış, Yeni Hamle, Tercüman,
Yeni Düşünce gibi yayın organları, ABD’nin
Ortadoğu stratejisiyle tamamen uyum içerisinde bir tavır aldılar. Ergin’in Türkiye’de
1945’den sonraki demokrasinin “yanlışlığını”, milli kültür ölçütünün geçerli kılınmayışı ile birlikte; devleti yüceleştiren, sınıfsız,
ideolojisiz, doktrinsiz, sağ-sol çatışmasına
dayanmayan faşist-korparatist bir toplum
modeli ve rejim tasarımı öngören tasavvurları, Kenan Evren’in 12 Eylül dönemindeki
açıklamaları ve 12 Eylül’ün kurumlaştırmaya giriştiği siyasal rejim ile tam anlamıyla
bir yol gösterme ve meşrulaştırma ilişkisi
içindedir. Ergin (1973: 242), 12 Eylül’ün,
“Türkiye’nin belki de en az yüz yıllık ihtiyacını karşılayan 1982 Anayasası” ile “demokrasinin Atatürkçülüğü esas alan restorasyonunu” (237) ve “uluorta değil, cemiyetin
bünyesine göre demokrasi” (253) biçiminde
özetlediği, “disiplinli demokrasiyi” gerçekleştireceği kanaatindedir.
Ergin’e göre “İktisadi kalkınmanın
sükûnetle rayına sokulamayıp lüzumsuz ve
kısır çekişmelerin konusu yapılmasına; siyasi huzur, istikrar ve rejim meselesinin Arap
saçına dönmesine; memleket güvenliğinin
tehlikeye düşürülmesine” (1973: 283) yol
açan temel bir mesele de, “aklın ve ilmin
hâkimiyetinin sağlanmaması”dır (283). Bu
tespit Tanıl Bora ve Kemal Can’ın da (1991)
işaret ettiği üzere her alanda yetkinin ve
gücün, siyasal değerlendirmelerden etkilenmeksizin, “nesnellikle” iş görecek olan
uzmanlara, teknokratlara aktarılması gerektiği düşüncesini yansıtır (143). Aklın ve
ilmin hâkimiyeti şiarı, önemli toplumsal-
10
civilacademy
Türk-İslam Sentezi Doktrini ve 12
Eylül
civilacademy
siyasal sonuçları olan tercihlerin “politika
dışı” sayılmasını vaaz eder (Bora ve Can,
1991: 143). Ergin’in “akıl ve ilim ışığında
tekniğin ve medeniyetin alınması” (1973:
325) olarak tanımladığı Batılılaşma kavrayışı ile yukarıda anlatılan pozitivist kavrayış,
Aydınlar Ocağı ideolojisinin Kemalizm’e
eklemlenmesinde önemli gönderim noktalarıdır. Bu bağlamda, belirtilmesi icap eden bir
diğer önemli gönderim noktası, Aydınlar
Ocağı’nın Eylül 1984’de düzenlediği seminer sonrasında ortaya resmen attığı “Milli
Mutabakatlar”a esas sayılan tam adı “Türkİslam-Batı Sentezi” olan Türk-İslam
Sentezi’nin Kemalizm’in “müspet ilimcilik”
olarak algılanan Batılılaşma-modernleşme
misyonuna, Ziya Gökalp’ın hars (kültür)medeniyet ayrımını vurgulayarak sahip çıkması ve Atatürkçülüğü bu eksende yeniden
tanımlamasıdır (Bora ve Can, 1991: 143–
144). Muharrem Ergin’e göre, “yanlış
demokrasi” gibi bir de “yanlış Atatürkçülük”
sorunu vardır. “Doğru Atatürkçülük”, insanlığın temelini ve toplumsal gelişmeyi millet
esasına ve onun özünü oluşturan milli kültüre göre açıklayan ‘kültür milliyetçiliği veya
ilmi milliyetçilik’”tir (Ergin, 1973: 310312). Bu kertede, Atatürk’ün Türk kültür
milliyetçiliğinin kurucusu ve babası olan
Ziya Gökalp’ı aştığı belirtilirken, Gökalp’ın
hars-medeniyet ayrımı uçlaştırılarak uygulanır; yani bu ikisi “birbirinden tamamen yalıtılır, uygarlık-kültür arasında ve kültürler
arasında zenginleştirici/geliştirici etkileşim
imkânı yok sayılır” (Bora ve Can, 1991:
144). Ergin hars-medeniyet ve Türkleşmemuasırlaşma kavram çiftlerini birbirlerinden
tamamen yalıtarak kullanmasına bağlı olarak; Gökalp’te rastlanmayan, ırkçı bir “milli
hars” kavramı ve “Türk” kimliği ortaya
koyar (1973: 294–303).
11
“Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri” ve
“Milli Mutabakatlar” ile ilgili muhtelif argümanları sunduktan sonra; buradan hareketle
Türk-İslam Sentezi Doktrini’ni, bu doktrinin
12 Eylül’ün İslam Politikası ve muhafazakâr
entelijansiya ile olan ilişkisini irdeleyebiliriz. Türk-İslam Sentezi doktrininin isim
babası ve bu öğretiye dayanarak oluşturulan
tarih tezinin sahibi, Aydınlar Ocağı’nın ilk
başkanı olan Kafesoğlu’dur. Kafesoğlu
“Türk-İslam Sentezi”nden ilk olarak 12
Mayıs 1972’deki bir konferansında söz
etmiş, bu tanım 1975’den itibaren Aydınlar
Ocağı’nca benimsenerek kullanılmıştır.
Kafesoğlu, bu “sentez” tezini “Türk- İslam
Sentezi” adıyla kitaplaştırmıştır (1985).
Esasında Kafesoğlu’nun Türk-İslam
Sentezi’ndeki bakış açısı, özellikle İslam’ın
ele alınışı bakımından, romantik Türkçülük
dönemindeki yaklaşımından özde farklı
değildir. Düşüncelerinde, Türklük-İslam ilişkisini veya sentezini ırkçı-Türkçü bir tarih
tasarımının odağındaki “Türk’ün cihan
hâkimiyeti ülküsünün” bir aşaması olarak
kavraması bakımından kesin devamlılık vardır (Bora ve Can, 1991: 145). Türk milli
kültürünün ve kültür milliyetçiliğinin unsurlarından birisi olmanın dışında İslam, kategorik bir önceliğe ve aşkınlığa sahip değildir.
Bu nedenle, milli kültür ve kültür milliyetçiliği motifleri, İslami damara baskın çıkar ve
onu önceler. İslam’ın milli kültür kavramının yanında tali bir unsur olarak varlığı,
Kafesoğlu’nun kitabında daha da somutlaşır.
Kafesoğlu’na göre, Türklerin tek tanrıcılığı,
Gök-Tanrı inancının özellikleriyle gerekçelendirilir. Türklerin bütün varlıkların yaratıcısı olarak gördükleri göğün ebedi, uçsuz
bucaksız, cisimsel olmayan, soyut bir varlık
Ümit Kurt
Türklük kavramının birincil öncül olarak
değerlendirilmesiyle birlikte, İslam’la olan
eklemli ilişkisine atıfta bulunarak, Türkİslam Sentezi yatağına ulaşır.
Türk-İslam Sentezi’nin temel savı,
Türklerin İslamiyet’i yalnızca siyasal olarak
kurtarmakla kalmayıp, onu bir dizi ‘gerçekçi’, ‘akılcı’, geliştirici revizyona tabi tuttukları doğrultusundadır” (Bora ve Can, 1991:
147). Bu tez, Kafesoğlu’nun “romantik
Türkçülük” döneminin ürünü olan Türk
Milliyetçiliğinin Meseleleri kitabında
Türklük-İslam ilişkisi üzerine yazdıklarıyla
paralellik gösterir. Kafesoğlu, bu eski çalışmasında laiklik ilkelerinin uygulamasının ilk
olarak Türk tarihinde görüldüğünü; Türklerin
kendi toplum yapılarında var olan bu laikliği
İslam’a taşıyarak önemli bir tarihi misyonu
yerine getirdiklerini yazmıştır (Kafesoğlu,
1966: 89–96). Bu laiklik operasyonuyla kastedilen, Selçuklu İmparatorluğu’nun kuruluşunda hem dini önder, hem devlet başkanı
olan halifenin yetkilerinin din alanıyla sınırlanarak, dünyevi işlerin idaresini Türk
Sultanlarına bırakmasıdır (Bora ve Can,
1991: 147). Türk-İslam Sentezi’nde bu tespit
daha büyük önem atfedilerek tekrarlanır.
Kafesoğlu’nun kitabında işlediği bu tezler,
civilacademy
olması, buna uyarlı, soyut bir tanrı kavrayışının doğuşuna kaynaklık etmiştir (Kafesoğlu,
1985: 67–72, 88–92). Bu bağlamda,
Kafesoğlu, İslam’ın Türklerin tek tanrıcılığa
çok uyumlu bir din olduğu saptanmasından
geçişle, bir etnisite olarak Türklerle
Müslümanların bütünleşmesini “rahatlıkla”
açıklar. Gök-Tanrı inancının İslamiyet’le
uyumluluğu, “Türklerin adeta yeni bir dine
girdiklerini değil, kendi kadim inançlarının
çok daha sağlam, kitabi, inandırıcı bir sisteme
kavuştuğunu” düşündüklerini ifade edecek
ölçüde abartılı bir biçimde sunulur (Bora ve
Can, 1991: 146). Böylece, Türklerin kitleler
halinde İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte;
Türk-İslam sentezi de gerçekleşme yoluna
girmiştir (Kafesoğlu, 1985: 159–164).
12
“Milli Mutabakatlar”ın çerçevesi ve
Türk-İslam Sentezi doktrini, 12 Eylül’ün
İslam’a yönelik politikasının payandalarını
oluşturmuştur.
Muharrem
Ergin’in
Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri’nde kullandığı formül bu politikanın sarih bir özetidir:
“Türkiye dinci olmayacak, fakat daima dindar kalacaktır” (1973: 199–207). Ergin’e
(1973: 199–207) göre, bir huzur ve sükûn
müessesesi olarak dinin toplum hayatındaki
yeri büyüktür ve İslam “Türklüğü koruyan
çok kuvvetli bir manevi silah”tır. Ergin
(1973: 199–207), tarikatların güçlenmelerinin ve örgütlenmelerinin Türkiye’nin bünyesinde “çağdaş dünyanın icaplarına ayak
uydurmak zorunda olan modern bir cemiyet
için mühim ayak bağları” oluşturan meseleler olduğu kanaatindedir. O halde Türkiye’de
dinden beklenen işlevlerin, devletin müdahalesiyle gerçekleştirilmesi gereklidir. Bu
yaklaşım, Kemalizm’in, dini kontrol altında
tutarak, sivil bir din yaratmaya çalıştığı din
politikası ve Kemalizm’e özgü laiklik politikasıyla uyum içindedir. Nitekim Türk-İslam
Sentezi doktrininin 12 Eylül ideolojisindeki
rolünün en belirgin biçimde tezahür ettiği
veya 12 Eylül’ün bu doktrinden en somut
biçimde yararlandığı (devletin ideolojik
aygıtı olması saikiyle) alan, kuşkusuz din
politikasıdır. Zira Aydınlar Ocağı, bu ideolojinin yaygınlaştırılması (kendini yeniden
üretmesi) doğrultusunda, 9–10 Mayıs
1981’de “Milli Eğitim ve Din Eğitimi” konulu bir seminer düzenleyerek “devletin zorunlu din eğitimi vermesi”, “laikliğin zorunlu
din eğitimiyle çelişen yönünün bulunmadığı” görüşünü ortaya attı (Bora ve Can, 1991:
148). Türk-İslam Sentezi doktrininin 12
Eylül’ün resmi ideolojisine eklemlenmesi
doğrultusunda sergilediği bu duruş,
muhafazakâr entelijansiya ve MHP’ye yakın
olan aydınların büyük çoğunluğu tarafından
benimsendi ve desteklendi. Sonuç olarak,
ortaöğretimde zorunlu din dersi uygulaması,
1982 Anayasası’nda da belirtilerek yürürlüğe kondu. Türk-İslam Sentezi doktrininin 12
Eylül’ün resmi ideolojisine eklemlenmesi,
devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak
toplumsal alanın her veçhesine nüfuz etmesi
(kendi rıza mekanizmalarını üreterek) adına
diğer önemli bir gelişme, bu doktrinin
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
tarafından resmi kültür politikasının çerçevesini çizmek için önerilmiş olmasıdır. Bu
olay, Türk-İslam Sentezi doktrininin, resmi
ideolojinin asli kollayıcısı olan ordu nezdinde kabul görmesi bakımından çarpıcı bir
gelişmedir.
Aydınlar Ocağı’nın “dinci olmayan ama
dindar olan devlet” yaklaşımı, 12 Eylül rejimince kabul gördüğü gibi ANAP iktidarı
döneminde kurumsallaştı. Böylece, Türkİslam Sentezi çevresinde zerk edilen söylemin resmi söylem üzerindeki etkisi güçlendi.
Ancak, bu kertede vurgulamamız gerekir ki,
Türk-İslam Sentezi’nin siyasal-sosyalkültürel etkinliğini mitleştirmek ve sentez
söyleminin kesin ve kalıcı ideolojik hegemonyasından söz etmek pek isabetli olmayacaktır. Zira “egemen blok içinde ağırlıklı bir
konuma sahip olan tekelci büyük sermayenin önemli bir kesiminde, ayrıca bizatihi
ordunun kendisinde, bu doktrine tamamen
bel bağlamaktan ziyade, onun bazı motiflerinden yararlanma eğilimi baskındı” (Bora
ve Can, 1991: 151). Türk-İslam Sentezi,
Aydınlar Ocağı’nın hayat damarı ve kuruluş
ethosu olan, Türk sağının iki ucundaki ideo-
civilacademy
civilacademy
lojik açılımları sentezleyerek/kuşatarak merkezde/iktidarda bütünleştirme amacını realize etmeye de yaramadı. Yazının en başında
da belirttiğimiz üzere, ideolojik bakımdan,
doktrine şamil olan had safhadaki eklektisizm, pragmatizm ve araçsallık bunu engelledi. Türk-İslam Sentezi doktrini, İslami
entelijansiyaya kıyasla, muhafazakâr entelijansiya tarafından daha fazla benimsenmişti.
Bunda hem ideolojik sebepler, hem de siyasal anlamda stratejik ve klientelist hesaplardan ileri gelen sebepler vardı. İdeolojik
bakımdan, Türk-İslam Sentezi doktrininin
açık bir biçimde “Türklük” önceliğine dayanması, muhafazakâr entelijansiyanın onunla
özdeşleşmesinde etkili olmuştur (Ortaylı,
1988: 46–47). Muhafazakâr entelijansiyanın,
anti-komünizmle bezenmiş vulger ve ajitatif
“milliyetçi-muhafazakârlık” söylemi, bu
doktrinde iman tazeleme ve ritüelleşme olanağını bulmuştur. 1982–1983 döneminde,
siyasal kimliğini, 12 Eylül’le özdeşleştirerek
savunma ve yeniden üretme yolunu tutan
MHP kurmaylarıyla uyum içinde davranan
bu kesim, Türk-İslam Sentezi doktrininin
resmi ideolojiyle olan organik ilişkisini,
“fikri iktidarda kendi zindanda” şiarını açıkça doğrulayan bir gelişme olarak kucaklamıştır (Bora ve Can, 1991: 154).
Aydınlar Ocağı’nın Değişen Doğası
ve Tarihsel Uzlaşma: “Kızılelma
Koalisyonu”
12 Eylül rejiminin resmi ideolojisi olan
“Türk-İslam Sentezi” doktrininin taşıyıcıları
olarak Aydınlar Ocağı, devlet-toplum ilişkilerinin hatırı sayılır değişim ve dönüşümler
geçirdiği 1980’li yıllarda ciddi bir kriz dönemine girdi. Hâkim sınıfın hâkimiyet altında
bileşeni milliyetçi muhafazakâr Aydınlar
Ocağı entelijansiyası yeni sağ politikaların
13
Ümit Kurt
arasında yeni bir mücadele boyutunu temsil
etmektedir. Çünkü AKP, İslami, muhafazakârdemokrat görünümü ardında, Türk Devriminden
alınacak etnik bir intikamı temsil etmektedir.
AKP lideri ve yakın çevresi ile bu partinin üst
düzey yönetimi büyük bir milli kimlik sorunu
içindedirler. AKP lideri ve çevresinin içinde
olduğu milli kimlik sorunu Türkiye için bir
ulusal güvenlik tehdidi oluşturmaktadır (Özdağ,
2003: 5–22).
civilacademy
ve küreselleşmeyle birlikte hızla yaygınlaşan
neoliberal ekonomik ve toplumsal düzene
uyum sağlamakta bir hayli zorlandılar. Soğuk
Savaş dönemindeki anti-komünizme karşı
milli kültürü ihya ederek devletlû kesimin
nezdinde saygın ve korunaklı bir yer edinen
bu cenah, Sovyetlerin çöküşü ve Soğuk
Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte bu
itibarlı ve ayrıcalıklı rolünü kaybetti ve
büyük kısmı Soğuk Savaş’a özgü fikir ve
pratikleriyle, piyasanın artan gücüne ve
büyük bir hızla yaygınlaşan popüler kültüre
karşı savunmasız kaldı. Özellikle, 1999
Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin Avrupa
Birliği’ne (AB) adaylık statüsü kazanması
ve 17 Aralık 2004’de müzakere tarihi almasıyla birlikte Avrupa Birliği’yle ilişkilerin
getirdiği siyasal ve kültürel demokratikleşmenin yarattığı pozitif momentum, bu gelişmelere adapte olmakta zorlanan ve direnen
milliyetçi muhafazakâr Aydınlar Ocağı’nı
içe kapanmacı, savunmacı ve kuşkucu hale
getirdi. Zira artık bu cenah milli kültür üzerindeki ipoteğini, inhisarını ve son sözü
söyleme ayrıcalığını yitirmişti. Bahsetmiş
olduğumuz bu sebeplerle, AB’ne entegrasyon sürecinin bayraktarlığını yapan ve kendisini merkez sağa aday gören Adalet ve
Kalkınma Partisi’ne, Aydınlar Ocağı’nın
başını çektiği milliyetçi muhafazakar çevreler bu denli mesafeli ve öfkeli yaklaşmışlardır. Taşkın bu durumu milliyetçi muhafazakar seçkinlerin, sağ iktidarlarla kurmaya
alışkın oldukları yakın markaj ve fayda ilişkisi geleneğinin kırılması olarak değerlendirir (bkz. Taşkın, 2007: 391). Örneğin,
ASAM’ın eski başkanı Özdağ’ın Türk Yurdu
dergisindeki AKP değerlendirmesi, bu
bakımdan son derece açıklayıcıdır:
AKP’nin iktidara gelişi, Türkiye
Cumhuriyeti ulus-devleti ile II. Cumhuriyetçiler
14
Yukarıda açımlamaya giriştiğimiz bu
“yeni” dönemden son derece olumsuz
etkilenerek eski ayrıcalıklı konumlarını
yitiren Aydınlar Ocağı ve çevresi AB
süreciyle gelişen demokratikleşmenin yol
açtığı güç kaybını bir zamanlar düşman
olduğu, ayrı ideolojik kamplarda yer aldığı
ve kendi meşrebine aykırı görünen “Ulusalcı
Sol” veya “Türk Solu” gibi çevrelerle ittifak
kurarak telafi etmeye çalışmıştır. Ocağ’ın
“Ulusalcı Sol/Türk Solu” ile kurduğu
söylemsel düzeydeki uzlaşma, izdüşümlerini
Türk Solu dergisinde bulmuştur. Dergi’nin
“Türk’ün Ateşle İmtihanı” başlıklı 35.
sayısında yer alan yazılarda işlenen bütün
tematikler neredeyse aynı içeriktedir.
Aydınlar Ocağı’nın milliyetçi sağ
muhafazakâr seçkinleri ve ulusalcı sol
çevreler, “Batı’nın Türklük üzerindeki
menfur emelleri”, “Batı’nın Hıristiyanemperyalist bir küstahlıkla Türkiye’yi kendi
arasına almaya tenezzül etmemesi”, ve “dört
yanımız düşmanlarla çevrili, Sevr’i yeniden
diriltecekler” gibi söylemlerle bezenen antiAB’ci ve anti-küreselleşmeci söyleme sıkı
sıkıya sarılmışlar; Kıbrıs sorununa, Irak’ta
11 Türk askerinin gözaltına alınmasına, AB
uyum yasalarına ve ABD’ye hemen hemen
aynı içerikte tepkiler göstermişlerdir. “AB
ve ABD’nin Türkiye’yi bölme, parçalama
civilacademy
planları”ndan bahseden bu yazılarda, AB
uyum yasalarının ‘Türkiye’nin bölünme’ ve
‘ülkenin satılma’ planının bir parçası olduğu
ileri sürülmüş ve yeni bir Kuvayı Milliye
hareketinin acil gerekliliğinin altı çizilmiştir.
Geçmişte birbiriyle çatışan ve siyasal
yelpazenin sağında ve solunda yer alan bu
iki grubun ortak paydalarının söylemsel
düzeyde nasıl ve hangi saiklerle örtüştüğünü
Aydınlar Ocağı’nın bugünkü başkanı Erkal’ın
şu ifadeleri açık bir şekilde ortaya koyar:
“Kızılelma Koalisyonu” yukarıda
söylemsel düzlemde nasıl bir ortak paydada
buluştuklarını anlatmaya çalıştığımız Türkİslam sentezinin koyu milliyetçi muhafazakârları
ve kendini sol olarak tanımlamakta ısrar eden
otoriter ve milliyetçi kadim eğilimin ortak
söylemlerini sergileme ve eyleme dökme
imkânı bulduğu bir mecradır.
Sonuç Yerine
civilacademy
Türkiye’nin bugün AB, IMF vb.
ilişkilerde karşı karşıya kaldığı sorunları
anlayabilmek için değişen dünya şartlarını,
küreselleşmeyi ve onunla gelen istilayı
yakalamak lâzım. Bugün milli devletlerle
küresel güç ve bloklar arası bir mücadele
var. Ulus-Devlet düşmanlığı, çağdaş
sömürgecilik olan “küresel entelektüel
bağımlılık” fark edilmeli. Ne zaman ki iki
kutuplu denge; yerini tek kutuplu, tek
patronlu bir dünyaya bıraktı, ABD tek patron
olarak gündeme geldi, komünizm bir tehlike
olmaktan artık çıktı. Yerine İslâm oluşturuldu
ve hedef önü açılan Türkiye oldu. Türkiye’nin
üzerine gelinmeye başlandı, sosyal yapısı
laboratuvara alındı (Erkal, 2003).
duruş farkları doğmuştur. Sağ olup da bölücü,
liberal, radikal dinci veya ikinci cumhuriyetçi
olanlarla Türk milliyetçileri aynı safta yer
alamaz (Erkal, 2003)1∗.
Türk-İslam sentezi, 14 Mayıs 1970
yılında “milli kültür ve şuuru geliştirmek
suretiyle Türk milliyetçiliği fikrini yaymak”
amacıyla kurulan Aydınlar Ocağı çevresinde
bir araya gelen sağcı siyasetçilerin ve fikir
adamlarının çerçevesini çizdiği, onların
deyişiyle bir “terkib”, “ülkü” ya da
“sentez”dir (Çiller, 2006). Sentez, 12 Eylül
darbesi sonrasında olağanüstü koşulların
yaşandığı bir dönemde, yitirilen toplumsal
düzenin yeniden sağlanacağı, birliğin ve
1
∗ A.g.e. Burada vurgulanması gereken önemli bir nokta
vardır. O da şudur: Aydınlar Ocağı’nın şimdiki başkanı
olan Erkal’ın buradaki ifadeleri Ocak’ın tüm üyeleri
tarafından paylaşılan düşünceler değildir. Bu bağlamda
Ocak’ın düşünsel ikliminin geçmişe nazaran daha yekpare
olduğunu söylemek çok güçtür. Zira Erkal bu yazısındaki
bu ifadelerden sonra şunları da ekler: “Gaflet ve delalet
içindeki iktidar mensupları arasında Aydınlar Ocakları’nda
görev yapmış olanlar da vardır. Bunlar, bu dıştan kumandalı
tezgâha, ihanete daha ne kadar tahammül edeceklerdir?”
(Erkal, 2003). Bu noktada Erkal’ı ve onu destekleyenleri
Aydınlar Ocağ’ın “sol” kanadı olarak değerlendirmek
mümkündür. Bu kanadın Ocak’ın kadim ideolojisi olan
‘Türk-İslam Sentezi’ doktrininin önemli bir bileşeni olan
İslam’ın Türkleştirilmiş versiyonunu benimsedikleri
söylenebilir. Bu minvalde, Erkal kanadı için Türklük başat
unsurdur. Bu bir bakıma Erkal’ın ulusalcı solla Kızılelma
düzleminde bir araya gelmesini kolaylaştıran bir
dinamiktir.
Ulusalcı solun anti-emperyalizm
retoriğini kullanarak küreselleşmenin ve onun
aktörlerinin hegemonik pozisyonuna karşı
ulus devleti savunma misyonunu benimseyen
Erkal’ın, ulusal sol ile olan yakınlaşması şu
cümlelerde iyice kristalize olur:
Türkiye’ye karşı ihanette bir ittifak
vardır. Buna karşı Cumhuriyet’ten, üniter ve
milli devletten yana olanlar da bazı farkları
bir tarafa koyarak birlikte hareket etmelidirler.
Sağ-sol ayrımı anlamını yitirmiştir. Stratejik
15
bütünlüğün ilelebet korunacağı vaadini
örgütleyerek ideolojik fantezi ufkunu çizdi.
12 Eylül 1980 darbesinin resmi ideolojisi
olması sıfatıyla, devlet ve toplum arasındaki
ilişkilerin yeniden yapılandırılmasına tekabül eden bu süreçte, Türk-İslam Sentezi
siyasal, sosyal ve kültürel bir kodlamalar
manzumesine sahip hegemonik bir ideoloji
olmaya çalıştı. Bu bağlamda, devletin ideolojik aygıtı işlevini gördü. Türk-İslam sentezinin fantezi çerçevesi ya da uzamı,
“Türklüğün ancak Müslüman olmak koşuluyla mümkün ve sürdürülebilir olduğu”
vurgusunu merkeze alır (Çiller, 2006). Bu
ideolojinin esas iddiası, Türklük ve
Müslümanlık arasındaki ilişkinin bir uyum
ilişkisi olduğudur. Buna göre, Türk milleti,
İslam’ın yayılma tarihindeki öncü rolüyle
ayrıcalıklı bir konum edindi ve tevhid (birlik, bütünlük) ilkesine sahip çıkarak, millet
olma özelliğini kazandı. İman birliği ve din
kardeşliğine dayalı ümmetçilik, sentezde
“Allahın iradesine teslimiyetten ibaret bir
insan topluluğunun peşinden koşulmasıdır”
(Ergin, 1973: 199–207). Milliyetçilik ise
insanın kendi milletini bilmesiyle ilgili bir
“idrak” olarak tarif edildi. Böyle ortaya
konulduğunda sentezde, millet idraki ile
Allah’ın buyruk ve iradesine teslimiyet anlamındaki ümmet idraki arasında herhangi bir
uyuşmazlık ya da gerilim mevcut değildir.
Türk-İslam sentezi, milliyetçilik ve ümmetçilik arasında 19. yüzyıldan itibaren
Osmanlı’da açıkça gelişen tarihsel yarılmanın üstesinden gelmeye çalışan bir ideolojidir. İdeal olan, senteze göre, bütün
Müslümanların tek bir ümmet olma idrakine
sahip olmasıdır. Ancak, bütün Müslüman
grupların birleşme ülküsünü özümsememesi
göz önüne alındığında, milliyet önemli hale
gelmektedir. Bu durumda, Türk milleti,
civilacademy
Ümit Kurt
“kâfirlere karşı Allah yolunda cihad etmek”
bakımından çeşitli İslam milletleri arasında
“en fazla rahmaniyete mazhar olmuş (Ergin,
1973: 199–207) bir millet olarak ayrıcalıklandırılmıştır. Tam da böyle bir ayrıcalıklı
olma hareketi ile sentezin milliyetçi ve
ümmetçiliğe dayalı farklı kimlik öğeleri bir
eklemlenmeye dayanabilmiştir. Sentez ideolojisinde, Müslümanlık ile Türklük arasındaki imgesel bağlantı güçlendirilmiştir. 1980
askeri darbesi öncesinde Türklüğün
Müslüman olmakla olanaklılığını vurgulayan bu ideolojik uzam, 12 Eylül sonrasında
arzulanan “birlik ve bütünlük” için toplumsal alanı yapılandırıcı çerçeveye dönüştü.
Dönemin otoriter politik rejimini ve değişime dirençli politik toplumsal ortamı sürdürebilmek amacıyla, Türk-İslam sentezinin bu
fantazi uzamı devreye sokuldu.
Kurulduğu günden itibaren Türkiye’de
kimlerin iktidara geleceğinde önemli bir rol
oynayan, Türk-İslam sentezi fikrini savunan,
sağın en önemli fikir kulübü işlevini gören
Ocak şimdilerde kendine yeni bir rota çiziyor. Türk-İslam Sentezi fikrini savunarak
sağda toparlayıcı bir şemsiye işlevi gören
Ocak’ın İstanbul kanadının ulusalcı solla
Kızılelma koalisyonu adı altında birlikte
hareket etmesi ve birbiriyle kavgalı iki eski
grubun neredeyse aynı söylemi benimsemeleri şaşırtıcı olmakla birlikte, aslında Ocak’ın
ideolojisinin eklektik ve kaygan zeminini bir
kez daha gözler önüne seriyor.
Kaynakça
Ahmad, Feroz. The Making of the
Modern Turkey, London: Routledge, 1993.
Althusser, Louis. İdeoloji ve Devletin İdeolojik
Aygıtları, İstanbul: İthaki Yayınları, 2003.
16
civilacademy
Bora, Tanıl, Taşkın, Yüksel. “Sağ
Kemalizm”. Kemalizm. İletişim Yayınları,
2001: 540–541.
Türk Yurdu, Sayı: 9: 5–22.
Bora, Tanıl, Can, Kemal. Devlet, Ocak,
Dergâh: 12 Eylül’den 1990’lara Ülkücü
Hareket, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991.
Poulantzas, Nicos. Faşizm ve
Diktatörlük, İstanbul: İletişim Yayınları,
2004.
Dilipak, Abdurrahman. Türkiye Nereye
Gidiyor?, İstanbul: Risale Yayınları, 1998.
Şaylan, Gencay. İslamiyet ve Siyaset,
Ankara: Verso Yayınları, 1987.
Parla, Taha. Dinci Milliyetçilik. Yeni
Gündem. 19/05/1986.
Çiller, Dursun. “Türk-İslam Sentezi
İdeolojisinin Failini Tanımak”. Radikal İki,
28/05/2006.
Taşkın, Yüksel. Anti-Komünizmden
Küreselleşme Karşıtlığına: Milliyetçi
Muhafazakâr Entelijansiya, İletişim
Yayınları, 2007.
Ergin,
Muharrem.
Milliyetçiler
Korkmayınız Birleşiniz, Ankara: Ekonomik
ve Sosyal Yayınları, 1976.
Umur, Mehmet., Bora, Tanıl. “Türk
–İslam ‘Masonları’ ”. Yeni Gündem,
22/02/1987.
Erkal, Mustafa (2003). “Kuvayı Milliye
şuurundan yana olanlar birleşmelidir”. Türk
Solu, Sayı: 35. bkz. http://www.turksolu.
org/35/erkal35.htm
civilacademy
Ergin, Muharrem. Aydınlar Ocağı’nın
Görüşü: Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri,
İstanbul: Garanti Matbaası, 1973.
Gramsci, Antonio. “Hegemony”.
Power: A Critical Reader. Upper Saddle
River, NJ: Pearson Prentice Hall, 2005.
Kafesoğlu, İbrahim. Türk-İslam Sentezi,
İstanbul: Aydınlar Ocağı Yayını, 1985.
Kafesoğlu,
İbrahim.
Türk
Milliyetçiliğinin Meseleleri, Ankara: Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları,
1966.
Köker, Levent. Modernleşme, Kemalizm
ve Demokrasi, İstanbul: İletişim Yayınları,
1990.
Ortaylı, İlber (1988). “Türk İslam
Sentezinde Batılı Olan Nedir?”. Mülkiyeliler
Birliği Derneği: 46–47.
Özdağ, Ümit (2003). “Yeniden Türk
Milliyetçiliği, Daima Türk Milliyetçiliği”.
17
18
civilacademy
civilacademy
ALETHEIA” IN CURLS1 OF THE MEMORY OF
PROUST, THE WAY BY SWANN’S
Hafızanın kıvrımlarında “Aletheia”: The Way by Swann’s, Marcel Proust
Rümeysa ÖZCAN2∗
ABSTRACT
In this paper, the Greek word A-letheia—uncoveredness, clearness, truth— revised and
reconceptualized by Martin Heidegger in the article “The Origin of the Work of Art” will be
investigated tracing the passages of The Way by Swann’s by Marcel Proust discussing in what
ways the memory operates in the novel. The novel, written in a stream of conciousness, is examined as a piece of work of art in which the memory works in the construction and manifestation
of that aletheia-truth throughout the lines observing the act of writing with the help of evocation
and movement of déjà vu.
Key Words: Aletheia, Martin Heideggeir, Marcel Proust, Dwelling and déjà vu in Writing,
Performative Writing, The Way by Swann’s
ÖZET
Bu makalede, Martin Heideggeir’in “The Origin of the Work of Art” yapıtında yeniden
kavramlaştırıp tartıştığı Yunanca kelime A-letheia—açığa çıkma, örtüsünü kaldırma, hakikat—
Marcel Proust’un The Way by Swann’s romanından bazı pasajlar ele alınarak hafızanın yazı
akışında nasıl işlediği inceleniyor. Bilinç akışı tekniği ile yazılan roman, déjà vu’yu bir edebi
yöntem gibi ele alarak hafızanın etkisiyle Aletheia’nın (hakikat) satırlarda ne şekilde belirdiği
yorumlanıyor. Bizzat Proust’un kullandığı dil ve yazma tekniği vasıtasıyla, yazarın hafızasının
kıvrımlarına Heidegger’in deyimiyle bir “örtüsünü kaldırma” (unconcealment) eylemi
gerçekleştiriliyor.
Anahtar Kelimeler: Aletheia, Martin Heidegger, Marcel Proust, Yazımda Mesken Tutma
ve Déjà vu, Gerçekleştirici Yazım (Performative, Edimsel), The Way by Swann’s
1
The word “curl” used here in the sense the translation of Turkish word “kivrim” which has a significant meaning as a poetic
expression , means something in the “depth” of something; the curve, the spiral shape signifies the profoundness of something as
the circle signs the perfection and excellence of something in the Aristotelian onthology. For this reason, I cannot help but use
this word to emphasize the profound and inspiring nature of memory as a “poetic expression”.
2
* Mezun, İngiliz Dili ve Edebiyatı,
Beykent Üniversitesi, [email protected]
19
tance from the past and detached himself in a
way by being in a state of between sleepy (out
of consciousness- dreams) and (half) awake
in which first is the act of forgetting it then
re-remembering it in order to make the story
memory through the language—which shows
man only dwells upon through constituting
the place and time through the memory.
civilacademy
Stream of memory, then consciousness in
the midst of that flowing memory actively, in
the sense of dwelling, through but the language
makes The Way by Swann’s by Marcel Proust a
“story memory” in where the readers observe
the activity of remembering through the language and memory enables the only dwelling
and the unconcealment of being: aletheia. In
Proust’s act of writing, the remembrance of the
past turns to be an active memory as the story
memory in which it reveals itself as a revelation
just because of the language in the sense of
poeisis—poetry as the essence of art. His pen
perforce then transforms the remembrance in
the form of an art in a sense as discussed by
Heidegger. In this paper, in the light of the
conception of “aletheia”—the concept developed and discussed by Heidegger—some parts
from the act of Proust’s writing in the novel
will be perceived, observed and dwelled in the
curls of his past memory—like being in a conceit déjà vu as a device—demonstrating in
what ways memory operates in the novel in the
sense of as a piece of artwork and truth being.
The opening section of The Way by
Swann’s has been introduced “all the principal
characters and themes which [the author]
intends to develop in the four-thousand-pages
of In Search of the Lost Time (Hindus, 1962:
16)”. The narrative begins with “for a long
time” and telling the incident of the way falling asleep of the narrator. The opening hint of
the novel is the time as a theme of the novel
as pronouncing the first phrase as “for a long
time” and “described … of Proust’s
Remembrance is sleep… sleep as the element
of unreason… A man in his sleep may be
changed not only into another person but into
a thing and even into an abstraction (Hindus,
1962: 17)”. Beginning with the sign of sleep
and time exposes that Proust keeps his dis-
But it was enough if, in my own
bed, my sleep was deep allowed my
mind to relax entirely; then it would
let go of the map of the place where I
had fallen asleep and, when I woke in
the middle of the night, since I did not
know where I was, I did not even
understand in the first moment who I
was; all I had, in its original simplicity,
was the sense of existence as it may
quiver in the depths of an animal. . .
but then the memory- not yet of the
place where I was, but of several of
those where I had lived and where I
might have been- would come to me
like help from on high to pull me out
of the void from which I could not
have got out on my own; I passed over
centuries of civilization in one second…(Proust, 2003: 9)
The passage of the sequence of the
phrases in the narrative above, hints the serenity of the sleep upon the mind and then the
blur of half awakening into time, place and
being, which the latter could quiver him, then
the memory comes to help, eases this heavy
sense of existence, memory like an extraordinary power comes to being in the lines of
Proust, virtually in the conscious memory of
Proust. The act of memory as a technique
used throughout the novel, the piece of art
work, creates much of the essential intrinsic
power of the texture itself. The authentic
20
civilacademy
dwelling (in the sense discussed by Heidegger)
comes into view through this act of conscious
memory in which memory of time and place
constructs possibility of one’s own having
existed. Not Proust calculate what he is going
to write on but through the move of his pen,
through the very act of language, the memory
activate itself, the consciousness rises to the
surface out of the depths of the memory. The
more Proust writes- or sets the narrative to
music- by the stream of consciousness, the
more the truth being comes to existence in the
very act of dwelling.
“the unconcealment of beingsthis is never a merely existent state,
but a happening. Unconcealment
(truth) is neither an attribute of matters
in the sense of beings, nor one of
propositions… To know means to
have seen, in the widest sense of seeing, which means to apprehend what is
present, as such. For Greek thought
the essence of knowing consists in
aletheia, that is, in the revealing of
beings (1993: 179–184)
civilacademy
The Greek word “a-letheia”, the state of
not being hidden, the state of being evident or
unconcealment of being-- has been reconceptualiazed by Heidegger in his article “The
Origin of the Work of Art” discussing
Heidegger gives the example of Van
Gohs’ painting of a peasont’s shoes- this work
of art- which illustrates the whole toil and labor
of the owner of the shoes, “reveals the world of
the peasant”, which mirrors the peasant’s existence as the reflection of being-in-the-world.
“For the Being of beings, the coming to presence of things, is the original self showing by
which entities emerge from hiddenness...
beings that are works of art manifest their origin in a special way. Heidegger therefore calls
art the becoming of truth, the setting to work of
the truth of beings (1993: 140)”. In the questions regarding the origins of art, Heidegger
makes relation the “matter of art to truth as
aletheia or unconcealment”. “Art then is a
becoming and happening of truth, (Heidegger,
1993: 197)”. Truth then, as a process, unconceals itself in the works of art, “happens in
being composed”. According to Heidegger,
“all art, as letting happen of the advent of the
truth of beings, is such; in essence, in poetry
...Poetry is the saying of the unconcealment of
beings... Language itself is poetry in the essential sense…it is the primal poesy; rather, poesy
propriates in language because language preserves the original essence of poetry (1993:
197-199)”. In a nutshell, in the sense of “Art, as
the setting-into-work of truth, is poetry
(Heidegger, 1993: 197-199). it is therefore
aletheia in the performance of a literary art
work, the revealation or the unconcealment,
kind of clearing of the truth.
Coming back to Proust, illuminated
with aletheia, the truth being, mentioned
above, is in the very rhythm of Proust’s lines
flowing through the mind by the very power
of memory as Proust himself expressed on the
first passage as memory comes forth as the
extreme source of spirit and energia. It itself
is aletheia which Proust tries to be existed
again in the depths of memory. The Madeleineand-tea episode of the novel, which may be
the best sample for the aletheia and an advent
of truth, the sensation and then its evocation
to the past of that particular experience, opens
a horizon to the memory.
I carried to my lips a spoonful of
the tea in which I had let soften a piece
of madeleine. But at the very instant
when the mouthful of tea mixed with
cake-crumbs touched my palate, I
21
quivered, attentive to the extraordinary thing that was happening in me.
A delicious pleasure had invaded me,
isolated me without my having any
notion as to its cause. It had immediately made the vicissitudes of life
unimportant to me, its disasters innocuous, its brevity illusory, acting in the
same way that love acts, by filling me
with a precious essence: or rather this
essence was not in me, it was me. I
had ceased to feel I
The taste sensation at once brings forth
an extra ordinary state of mind, in which the
pleasure of Madeleine-and-tea taste evokes
some kind of weird euphoric condition-- “the
essence was
not in me, it was me”-- that the statement
is itself such an unconcealment in which the
piece of incident the narrator experienced
provokes a revelation- “aletheia”- through the
narration that exposes the very truth being. As
Kant’s distinction between phenomena
(appearances) and noumena (“things-in-themselves”) which our minds make sense of
things, Proust arrives this utmost perception
of that “things-in-themselves” contemplating
and constantly dwelling through the language
itself. “The extreme slowness of narrative
movement (Hindus, 1962: 16)” which flows
on over pages and pages signs how the operation of memory with sensory perceptions
comes into existence in search of dwelling in
which aletheia occurs in the manoeuvre (in
the sense of “curl” explained in the beginning) of his memory. The extreme pleasure
taken from the taste as expressing “a delicious
civilacademy
was mediocre, contingent, mortal. Where could it have come to me
from—this powerful joy (Proust,
2003:47)?
pleasure had invaded me, isolated me… I had
ceased to feel I was mediocre, contingent,
mortal” add another dimension far from being
on earth and mortal in which unutterable and
effable revelation are come in sight by the
very existence of language. Derrida correlates
that the language with the power as “[f]ostering the belief that writing befalls power…that
it can ally itself to power, can prolong it by
complementing it, or can serve it, the question
suggests that writing can come [arriver] to
power or power to writing (1998: 50)”. That
said power of writing is to be the very transformative and performative activitiy which
gets the aletheia or déjà vu to be manifested
over the lines. At this juncture, Derrida even
explains himself the literature obscurely as
well as explicitly as “nothing to this day
remains as new and as incomprehensible to
me, at once very near and very alien, as the
thing called literature. Sometimes and especially—I will explain myself—the name without the thing (2000: 20)”.
Back to the novel, the sensory perception of the madeleine dipped into lime-blossom tea triggers the memory to take a journey
going back into past story. Then at the end of
the passage above déjà vu-like questioning is
the foreshadowing of the childhood memory:
And suddenly the memory
appeared. That taste was the taste of
the little piece of Madeleine which on
Sunday mornings at Combray…my
Aunt Léonie would give me after dipping it in her infusion of tea or limeblossom… the forms – and the form,
too, of the little shell made of cake, so
fatly sensual within its severe and
pious pleating—had been destroyed,
or, still half asleep, had lost the force
of expansion that would have allowed
22
civilacademy
them to rejoin my consciousness. But,
when nothing subsists of an old past,
after the death of the people, after the
destruction of things, alone, frailer but
more enduring, more immaterial more
persistent, more faithful, smell and
taste still remain for a long time, like
souls, remembering, waiting, hoping,
on the ruin of all the rest, bearing without giving way, on their almost impalpable droplet, the immense edifice of
memory (Proust, 2003: 49-50).
civilacademy
The enigma of déjà-vu like euphoria of
the first tasting the Madeleine-and-tea is just
dissolved by the very act of memory praising
the memory itself mostly. “The forms… had
been destroyed” not only the shape of the
cake fades away by time, but any other kind
of “forms” of that world—images, visions-within being in a “still half asleep” that it is
the sign of “forgetful” nature of memory: we
all are-in-the-world, live and constantly forget
the things that consequently memory gets into
play with that half-asleep state of mind. “The
forms… had lost the force of expansion” that
would “rejoin my consciousness” but not
because of that “still half asleep”. In the last
instance, everything evident, historical, and
phenomenon including man himself vanishes
into the blue, fades away from the scene, yet
“smell and taste still remain for a long time,
like souls, remembering, waiting, hoping, on
the ruin of all the rest, the immense edifice of
memory”, smell and taste in the fortress of the
memory in search of the lost time, in realm of
the revelation are all at work. Furthermore,
memory, as the feeling of déjà vu reiterates on
and on in respect of the aletheia and dwelling
throughout the unceasing pages all the rest in
the novel. Déjà vu, the instant in the sense of
past life regression, remembrance of a past
event, (re-)creating the history is used here in
the novel as a kind of literary device, déjà vu
in the sense in clearing the being-into-truth
like extended metaphor throughout the novel.
“The essence of art is poetry, the essence of
poetry, in turn, is the founding of truth (1993:
199)” says Heidegger. Herein Proust’s poetic
memory in the sense of detecting the ultimate
hidden truth being creates the textual manifestation of the essence of being. “Proust’s
description of the thaumaturgic effects of sensory perceptions upon his memory is little
more than a formal device by which he manages to order his narrative (Hindus, 1962:
21)” remarks one of the critics. To tell the
truth, his description of the effects of sensory
perception upon his memory is just due to the
fact of the device he narrates: poetic memory
incarnated in language.
And along the Guermantes way I
would sometimes pass damp little
enclosures over which climbed clusters of dark flowers. I would stop,
thinking I was about to acquire some
precious idea, because it seemed to me
that there before my eyes I possessed a
fragment of that fluvial region I had so
much wanted to know ever since I had
seen it described by one of my favorite
writers (Proust, 1993: 173).
The instant —kind of evocation concerning the process of revelation; aletheia—
the narrator pauses to capture it triggered by a
visual sensation of clusters of dark flowers is
to be remembered through a description of a
writer. It just signs that “precious idea”, revelation of the evocation of the sensation by
memory, the aletheia, is genuinely possible
by poetic description: language. The thing
beyond expression is feasible by means of an
expression again. The realization of that truth
23
by the narrator in the excerpt is again the
example of the textual manifestation of the
essence being in which the narrative movement comes to consequence of a remembrance of the possession “a fragment of…
fluvial region” “before (his) eyes” seized it.
her the subjects of the poems that
I intended to compose. And these
dreams warned me that since I wanted
to be a writer some day, it was time to
find out what I meant to write. But as
soon as I asked myself this, trying to
find a subject in which I could anchor
some infinite philosophical meaning,
my mind would stop functioning, I
could no longer see anything but
empty space before my attentive eyes,
I felt that I had no talent or perhaps a
disease of the brain kept it from being
born (Proust, 2003: 173).
civilacademy
I dreamed that Mme de
Guermantes had summoned me there,
smitten with a sudden fancy for me; all
day long she would fish for trout with
me. And in the evening, holding me by
the hand as we walked past the little
gardens of her vassals, she would
show me the flower that leaned their
violet and red stems along the low
walls, and would teach me their names.
She would make me tell
Proust’s memory which is taken out of a
past time dream leads him into an investigation about himself. “Marcel is launched upon
the most painstaking, treacherous and uncertain of voyages—the quest for self-knowledge
and the finding of his true vocation (Hindus,
1962: 23)”. While he was dreaming of pleasant gardens and flowers, suddenly this fanciful dreaming flashes in his mind of his desire
of being a writer. The uncoveredness—ale-
24
theia—appears as “it was time to find out
what I meant to write” in the quest of the self
towards the very journey of himself from the
very act of memory. The revelation of Marcel’s
kind of “writer self” becomes visible in the
very lines of which comes out of the depth of
his memory. Levinas mentions Proust’s
“strange translation between self and self”
expressing it as “it is not the inner event that
counts, but the way in which the I grasps it
and is overcome by it, as if encountering it in
someone else (1996: 102)”. Asking himself of
that revelation—“it was time to find out what
I meant to write”—in order to find a philosophical meaning or some sort of in it, the
answer comes out light from the memory as
“I could no longer see anything but empty
space before my attentive eyes”, in which the
I as writer(who is writing at the same moment)
encounters as the other I comes out, in the
sense of Levinas’ point, “Proustian reflection,
dominated by a separation between the I and
its state, imparts its own accent to the inner
life by a kind of refraction (1996: 102) ”.
Undoubtedly, last couple of sentences might
be read by a metafictional gesture as well.
The lack of being able to find the philosophical meaning in writing, or lack of talent or the
brain disease kept him to write all the way
long might all be read as in the flowing lines
of book—piece of art work—of Proust is the
act of memory which not deals infinite philosophical meanings but it itself all is this meaning in the sense the memory with sensations
operates constantly as aletheia. Marcel struggles with himself; “behind the moving forces
of the soul, it is the quiver in which the I
grasps itself, the dialogue with the other
within the self, the soul of the soul (1996:
102)” deduces Levinas in the article The
Other in Proust. The dimension of aletheia
herein comes from the other in Proust. “At
civilacademy
Derrida, Jacques. “Scribble (writing
power)”. The Derrida Reader. Ed. Julian
Wolfreys. Lincoln, University of Nebraska
Press, 1998.
one in thus being entrusted to one another,
they are unconcealed (Heidegger, 1917:
173)”.
Heidegger. Martin. “The Origin of the
Work of Art”. Basic Writings. Ed. David
Farrel Krell. London, Routledge, 1993.
Heidegger, Martin. Poetry, Language,
Thought. New York, Evanston, San Francisco,
London, Harper & Row, Publishers, 1917.
Hindus, Milton. A Reader’s Guide To
Marcel Proust. London, Thames And Hudson,
1962.
Levinas. Emmanuel. Proper Names.
London, The Athlone Press, 1996.
Proust, Marcel. The Way By Swann’s.
London, Penguin Books, 2003.
civilacademy
After all, what Proust sets forth of the
streaming narrative by the very power of the
memory is that the things come to be uncovered in the very essence of the art work—
aletheia—, in the poetic memory in which the
textual manifestation of the essence of being
is carried out through but language. “In
Proust, the true emotion is always the emotion
of the emotion. The former communicates to
the latter all its warmth, and additionally all
its anxiety (Levinas, 1996: 102)” which is
effectuated by the intensity of the narration
success clearing the very form of memory.
Proust’s incessant déjà vu throughout the
novel unclothes the hidden depth of the
memory and self as well in the very process of
aletheia. “The mystery in Proust is the mystery of the other (1996: 102)” says Levinas
pointing the dialectic play of memory in quest
of the knowledge of the other self in the I. “Its
(Proust’s meaning) is despair is an exhaustible source of hope (Levinas, 1996:104)” by
means of dwelling Marcel who constantly has
recourse to via the act of writing triggered by
the memory. In a word, Proust makes his
intense flowing narration, then so his language—his home—in where he on and on
dwells there in order to be able to “pass(ed)
over centuries of civilization in one second
(Proust, 2003: 9)”.
Works Cited
Blanchot, Maurice; Derrida Jacques.
THE INSTANT OF MY DEATH / DEMEURE.
Translated by Elizabeth Rottenberg. Ed.
Werner Hamacher; David E. Wellbery.
Stanford, Stanford University Press, 2000.
25
civilacademy
TÜRKİYE’DE
MEDYA GÜNDEMİNİN BELİRLENMESİNDE
BASKI GRUPLARININ ROLÜ:
AVRUPA BİRLİĞİ MÜZAKERE SÜRECİ ÖRNEĞİ1*
The Role of Pressure Groups in Setting Media Agenda in Turkey:
Example of the European Union Negotiation Process
ABSTRACT
civilacademy
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN2**
In studies on agenda setting, which attempts to prove empirically the power of media within
the scope of liberal-pluralist paradigm and conventional mainstream communication researches,
it is not assessed who – how and for which purposes – is effective or active in setting (determining) the media (news media) agenda or in the construction of news content, and media agenda is
handled as given without taking into account whether political actors (especially pressure groups
and politicians) are effective or active in this process. In this respect, in recent years, scientists
who work in the field of political communication and media studies are focusing on the gradually increasing interest in the agenda building approach rather than investigating media’s function of agenda setting. Generally, agenda building approach assumes that media, politicians and
public opinion are mutually affecting one another. This assumption points at the relationship
between news source and media in media’s interaction with other institutions for setting (determining) public agenda. In this study, by focusing on the relationship between news source and
media, a sample case research was designed in order to determine the role or effect of especially
pressure groups in setting media agenda or constructing news content and in media’s selection
and presentation of news subjects related to political reality. At the end of the research, only a few
findings were obtained regarding the framing of media agenda by both the rhetoric of pressure
1
2
* Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından kabul edilen Türkiye’de Gündem Belirlemede Baskı Gruplarının Rolü:
Avrupa Birliği Müzakere Süreci Örneğinde Siyaset-Medya-Kamuoyu İlişkisi başlıklı yayımlanmamış doktora tezinden
derlenmiştir.
** Erciyes Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü, Merkez Kampüs, Talas-Kayseri, Tel: 0352 4375261 E-mail:
[email protected]
27
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
groups and the rhetoric and official view of politicians who are TBMM members, while it was
observed that media (news media) agenda in Turkey is dependent on politicians as news sources.
Therefore, these findings, regarding news framing, have not confirmed the two separate hypotheses anticipating a close relationship between media representations and frames supported by
pressure groups which are the organized form of public opinion and politicians. On the contrary,
these findings have revealed that media plays a more independent role politically in the process
of both setting media agenda and shaping public discussion.
Keywords: Agenda setting, agenda building, framing, media, pressure groups, Turkey,
European Union
civilacademy
ÖZET
Liberal-çoğulcu paradigma içinde ve geleneksel ana akım iletişim araştırmaları kapsamında medyanın gücünü görgül olarak kanıtlamaya çalışan gündem koyma ve saptama araştırmalarında, medya (haber medyası) gündeminin belirlenmesinde ya da haber içeriğinin yapılandırılmasında kimin ya da kimlerin, nasıl ve hangi amaçlarla etkin ya da etkili olduğu değerlendirilmemekte ve siyasi aktörlerin (özellikle baskı gruplarının ve siyasetçilerin) etkin ya da etkili olup
olmadığı dikkate alınmadan, medya gündemi verilen olarak ele alınmaktadır. Bu bağlamda, son
yıllarda, siyasal iletişim ve medya araştırmaları alanında çalışmalarını sürdüren bilim insanları,
medyanın gündem koyma ve saptama işlevini araştırmaktan ziyade, gündem kurma yaklaşımı
üzerinde giderek artan ilgiye odaklanmaktadırlar. Genel olarak, gündem kurma yaklaşımı, medyanın, siyasetçilerin ve kamunun karşılıklı olarak birbirlerini etkilediğini varsaymaktadır. Bu
varsayım da, kamu gündeminin belirlenmesi için medyanın diğer kurumlarla etkileşiminde, haber
kaynağı ile medya arasındaki ilişkiye işaret etmektedir. Bu çalışmada da, haber kaynağı ile medya
arasındaki ilişkiye odaklanılarak, medya gündeminin belirlenmesinde ya da haber içeriğinin
yapılandırılmasında ve medyanın siyasal gerçeklik ile ilgili haber konularının seçiminde ve sunumunda özellikle baskı gruplarının rolünü ve etkinliğini ya da etkilerini belirlemek için bir örnek
olay araştırması gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonucunda, Türkiye’de medya (haber medyası)
gündeminin haber kaynağı olarak siyasetçilere bağımlı olduğu görülürken, medya gündeminin
hem baskı gruplarının retoriği hem de TBMM üyesi siyasetçilerin retoriği ve resmi görüşü tarafından çerçevelendirildiğine dair çok az bulgu elde edilmiştir. Bu nedenle, söz konusu bulgular,
konu çerçeveleme bağlamında, kamuoyunun örgütlü biçimi olan baskı grupları ve siyasetçiler
tarafından desteklenen çerçeveler ile medya temsilleri arasında yakın bir ilişki öngören iki ayrı
hipotezi doğrulamamıştır. Aksine bu bulgular, hem medya gündeminin belirlendiği hem de kamusal tartışmanın şekillendiği süreçte, medyanın politik olarak daha bağımsız bir rol oynadığını
ortaya koymuştur.
Anahtar kelimeler: Gündem koyma ve saptama, gündem kurma, çerçeveleme, medya,
baskı grupları, Türkiye, Avrupa Birliği
28
civilacademy
GİRİŞ
1. Medya Gündeminin Belirlenmesinde
Baskı Gruplarının Rolüne İlişkin
Araştırmalar
civilacademy
Bu çalışmada, kamusal tartışmanın şekillenmesi ve sürdürülmesi sürecinde medyanın
merkezi bir rol oynadığı kabul edilmiştir. Bu
bağlamda, çalışmada, medya ve siyaset arasındaki ilişkinin farklı boyutları dikkate alınarak, siyasallaşmış medya formatlarının kamusal tartışma olanaklarını ne ölçüde genişlettiği
ve medyanın siyasal gerçekliği yapılandırmak
için kullandığı farklı sunum biçimleri araştırılmıştır. Siyasal iletişim ve medya araştırmaları bağlamında, medya gündeminin belirlenmesinde ya da inşa edilmesinde rol oynayan
siyasi aktörlerin (özellikle baskı gruplarının)
rekabet gücü ve medyanın, siyasal gerçeklik
ile ilgili haber konularının seçiminde ve sunumunda uyguladığı ölçütler incelenmiştir.
Medya gündeminin belirlenmesinde ya da
inşa edilmesinde özellikle baskı gruplarının
rolüne odaklanılarak, siyasi aktörlerin rekabet
gücü ve medyanın siyasal gerçeklik ile ilgili
haber konularının seçiminde ve sunumunda
baskı gruplarının etkileri ya da etkinliği belirlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda, araştırma, gündem kurma (agenda building) yaklaşımına dayanılarak gerçekleştirilmiştir.
üzerinde giderek artan ilgiye odaklanmışlardır. Genel olarak, gündem kurma yaklaşımı,
medyanın, siyasetçilerin ve kamunun karşılıklı olarak birbirlerini etkilediğini varsaymaktadır. Bu varsayım da, kamu gündeminin
belirlenmesi için medyanın diğer kurumlarla
etkileşiminde, haber kaynağı ile medya arasındaki ilişkiye işaret etmektedir (Tanner,
2004: 353). Dolayısıyla, gündem kurma yaklaşımına dayanan bu çalışmada da, haber
kaynağı ile medya arasındaki ilişkiye odaklanılarak, medya gündeminin belirlenmesinde
ya da inşa edilmesinde baskı gruplarının rolünü belirlemek için bir örnek olay araştırması
gerçekleştirilmiştir.
Son yıllarda, siyasal iletişim ve medya
araştırmaları alanında çalışmalarını sürdüren
bilim insanları, ilk kez 1972 yılında McCombs
ve Shaw tarafından ortaya konulan medyanın
gündem koyma ve saptama1 rolünü araştırmaktan ziyade, gündem kurma yaklaşımı
Baskı grupları, siyasi amaçları doğrultusunda üzerinde yoğunlaştıkları en önemli
konuyu ya da konuları gündeme getirmek için
sisteme girdi (bilgi) sağlayarak medya (haber
medyası) gündeminin belirlenmesinde etkin
olabilmektedirler. Ayrıca, baskı grupları, medyanın, gündemi belirlemek için bir konuya ya
da konulara ayırdığı yerin ve zamanın kısıtlılığını da dikkate alarak, gazetecilerle, siyasetçilerle ve halkla ilişkiler uzmanları ile medya
gündeminde yer alabilmek ya da gündeme
gelmesini istedikleri konu ya da konuları gündeme getirebilmek için rekabet etmektedirler.
Gündem kurma yaklaşımı bağlamında
gerçekleştirilen araştırmalarda, kamusal politika konularını, medya gündeminin üst sıralarına taşıyan en önemli etkenlerin başında
siyasal ileti mübadelesinin geldiği savunulmaktadır. Bu mübadelede de, çeşitli siyasal ve
ekonomik baskı grupları tarafından gerçekleştirilen kamuoyu oluşturma kampanyaları ile
siyasetçiler ya da resmi görevliler tarafından
yapılan açıklamalar büyük bir önem taşımak-
1 İngilizce karşılığı ‘agenda setting’ olan ‘gündem koyma ve
saptama’ kavramı, Türkçe literatürde yaygın bir kullanım alanı
bulurken, bazı çalışmalarda, gündem oluşturma, gündem kurma ve gündem belirleme gibi farklı kavramların da kullanıldığı
görülmektedir [Bakınız. GÜZ Nurettin (1996), “Türk Basınında
Gündem Oluşturma”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı (II) 12:
982-997, Bakınız. HAZAR Murat Ç (2002), “Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma”, Gazi Üniversitesi İletişim
Fakültesi Dergisi: İletişim 16: 47-69, Bakınız. YÜKSEL Erkan
(2001), Medyanın Gündem Belirleme Gücü, Konya, Çizgi Kitabevi Yayınları].
29
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
Bununla birlikte medyanın baskı gruplarının ve siyasetçilerin retoriğini pasif olarak
aktaran bir kanal ya da araç olmadığı da varsayılmaktadır. Bu nedenle, medya araştırmalarında, siyasi aktörlerin sözlerine ve eylemlerine odaklanan bir yaklaşımdan, siyasal söylemlerin, söylemsel alan içinde nasıl birbirlerine eklemlendiklerine ve yeniden kurulduklarına ilişkin tartışma fırsatı sunan bir başka
yaklaşıma geçişin benimsendiği de görülebilmektedir. Ayrıca, bu söylemler, medya metinlerinden, farklı söylemsel toplulukların (en
geniş anlamı ile kamuoyu) anlamlandırma
pratiklerine uzanan oldukça geniş bir söylemler ağını kapsamaktadır. Bu bağlamda, gündem kurma yaklaşımı da, siyasal söylemlerin,
söylemsel alan içinde nasıl birbirlerine eklemlendiklerini, medyanın, siyasetçilerin ve
kamunun birbirlerini nasıl etkilediklerini
belirlemeye çalışan araştırmaların kuramsal
temelini oluşturmaktadır.
civilacademy
tadır (aktaran Atabek, 1997: 1262). Bu nedenle, siyasal ileti mübadelesi aracılığıyla, kamusal politika konularının, bir başka ifadeyle,
siyasal ve ekonomik boyutları ile kamuoyunu
ilgilendiren politik konuların medya gündeminin üst sıralarına taşınmasında, baskı grupları tarafından gerçekleştirilen kamuoyu oluşturma girişimleri (bu grupların retoriği) ile
siyasetçilere ait retoriğin belirleyici olduğu
varsayılmaktadır. Dolayısıyla da, politik retorik üzerindeki kontrolün, kamuoyunu etkilemek için kullanılan temel bir araç olduğu ve
dolayısıyla da, bazı kavramların sağlamlaştırılmasının ve diğerlerinin yok olmasının genel
olarak siyasi başarının ya da yenilginin bir
işareti olduğu düşünülmektedir (Callaghan ve
Schnell, 2001: 184).
belirlemek için değişkenleri tanımlamaya
çalışmaktadır (Mathes ve Pfetsch, 1991: 34).
Ayrıca bu yaklaşım, medya gündeminin,
kamu gündemine aktarılan haberleri şekillendirmek için kullanılan haber kaynakları tarafından inşa edildiğini öne sürmektedir (aktaran Taner, 2004: 353). Bu bağlamda, gündem
kurma, özellikle baskı gruplarının kendi
amaçları için medyayı araçsallaştırmaya çalıştıkları etkileşimli bir süreç olarak da görülebilmektedir (Mathes ve Pfetsch, 1991: 34).
Bu nedenle, gündem kurma sürecinde2, baskı
gruplarının haber medyasına etkisini belirleyebilmenin önemi, bu grupların yanı sıra,
siyasal ve ekonomik iktidar alanında söz sahibi olan kişi ya da kurumların rolü ile de ilişkilidir. Bu ilişki bağlamında, medya gündeminin belirlenmesinde kimin ya da kimlerin
etkili olduğunu belirlemeye çalışan araştırmalarda, daha çok medya içeriğine odaklanılmaktadır. Dolayısıyla, baskı gruplarının
medya gündeminin belirlenmesindeki rolünün çözümlenebilmesi için gerçekleştirilen
araştırmalarda, çözümleme, medya içeriğinin
yapılandırılmasına ya da inşa edilmesine
odaklanılarak gerçekleştirilmektedir.
Ayrıca medya gündemini ve haber kaynaklarını belirlemek için araştırma yapmak,
haber medyası gündemini ve dolayısıyla da,
kamu gündemini kimin ya da kimlerin etkilediği sorusunu da kapsayan süreçlerin nasıl
işlediğini belirlemenin bir biçimi ya da yöntemi (Danielian, 1994: 71) olarak da görülmektedir. Liberal-çoğulcu kuramsal yaklaşım için
baskı grupları son derece önemlidir ve pek
çok iletişim araştırması, liberal-çoğulculuğun
test edilmemiş varsayımları çerçevesinde
2 Helena Catt’a göre (1999: 106), gündem kurma sürecinde,
baskı gruplarının, kamuoyunun, medyanın, siyasi partilerin,
parlamento üyelerinin ve bürokratların dahil olduğu bir aktörler
topluluğu faaliyet göstermektedir. Ancak, bu aktörler topluluğu,
özellikle basın ve ifade özgürlüğünün var olduğu ve medya ile
kamuoyunun politik olarak aktif olduğu liberal-çoğulcu toplumlarda görülebilmektedir.
Gündem kurma yaklaşımı, ‘medya gündemini kim belirler?’ sorusunu cevaplamaya
çalışmakta ve bir konunun medya gündeminde önemli bir konuma sahip olup olmadığını
30
civilacademy
1. 1. Medya Gündeminin Belirlenmesinde Baskı Gruplarının Rolüne İlişkin
Birinci Aşama (Geleneksel) Araştırmalar
Gündem kurma yaklaşımı bağlamında
gerçekleştirilen araştırmalara ilişkin literatür
incelendiğinde, medya gündeminin belirlenmesinde baskı gruplarının rolünü araştıran
çalışmaların genel olarak, içerik analizi yöntemini kullanan birinci aşama (geleneksel)
araştırmalar ile çerçeveleme analizi yöntemini kullanan ikinci aşama (çerçeveleme) araştırmalar (çerçeveleme sürecinin, çerçeve
kurma aşamasını çözümleyen) şeklinde iki
ayrı grupta toplandığı görülmektedir. Gündem
kurma yaklaşımı bağlamında medya gündeminin belirlenmesine ilişkin birinci aşama
(geleneksel) araştırmalarda, baskı gruplarının,
medya gündemindeki konuların önemini ya
da önceliğini nasıl ve ne ölçüde etkilediği,
ikinci aşama (çerçeveleme) araştırmalarda
ise, medya (haber medyası) içeriğindeki
konuların sunumunda kullanılan çerçeveleri
nasıl ve ne ölçüde etkilediği incelenmektedir
(Kiousis ve Wu, 2008: 60). Bu çalışmalardan
en önemlileri, Kyle Huckins’in, ‘Interest
Group Influence on the Media Agenda: A
Case Study’ adlı çalışması (birinci aşama
gündem kurma) ile Karen Callaghan ve
Frauke Schnell’in, ‘Assessing the Democrative
Debate: How the News Media Frame Elite
Policy Discourse’ (ikinci aşama gündem
kurma) adlı çalışmasıdır. Çalışmanın bu kısmında, söz konusu araştırmalar da dikkate
alınarak, baskı gruplarının medya gündeminin belirlenmesindeki rolü, baskı gruplarına
ilişkin gerçekleştirilmiş olan birinci ve ikinci
aşama gündem kurma araştırmaları bağlamında değerlendirilmektedir.
civilacademy
yapılmıştır ya da yapılmaktadır. Ancak iletişim araştırmacıları tarafından baskı gruplarına görece daha az ilgi gösterildiği ve söz
konusu araştırmacıların haber medyası kaynakları olarak baskı gruplarına görece daha az
odaklanmış (Danielian, 1994: 71) oldukları
görülmektedir.
Gündem kurma yaklaşımı bağlamında
gerçekleştirilen çok az sayıdaki karşılaştırmalı araştırmada, ‘haberlerin distilasyonu (özü
ya da ana fikri)’, yani haber kaynaklarının
konuları, bilgiyi ve kendilerini medyaya nasıl
sundukları ve bu sunumların etkilerinin ne
olabileceği sorgulanırken, haber kaynağı ve
gazeteci ilişkisini konu alan gündem kurma
araştırmaları, haberlerde yansıtılan imajları
ile ilgili özenli ve gayretli çalışmalar yapan
baskı gruplarından ziyade, seçilmiş seçkinlere
odaklanmıştır (Huckins, 1999: 76). Ayrıca,
medya gündeminin belirlenmesinde, baskı
gruplarına ilişkin haber kaynağı etkisini, grup
ve konu açısından takip etmeye çalışmış olan
araştırmaların potansiyeli ümit verici olmakla
birlikte, söz konusu etki başarılı bir şekilde
test edilmemiştir. Aynı zamanda, bu araştırmalar metodolojinin yarattığı engele de takılmışlardır (Huckins, 1999: 77-78).
Medya gündeminin belirlenmesinde,
devlet başkanı ya da siyasal seçkinler gibi
etkili haber kaynakları başta olmak üzere
diğer medya kaynakları3 (medyalararası gündem belirleme) ile toplumsal normlar ve gazetecilik gelenekleri de etkili olabilmektedir
(Weaver ve diğerleri, 2004: 257-282). Ayrıca
medya gündeminin belirlenmesinde, olağanüstü haber olaylarının dışında hem siyasal
kurumlar, siyasi partiler, siyasetçiler hem de
çıkarlarına uygun olarak kamusal iletişimi
3 Gündem kurma sürecinde, medyanın kendisi de aktif bir katılımcıdır. Bu nedenle, siyasal sistem ile medya sistemi arasındaki
karşılıklı ilişkinin incelenmesinde, bu dinamik sürecin tamamını
yeterli ölçüde çözümleyebilmek için medya sisteminin iç işleyişinin de incelenmesi gerekmektedir. Bu bakış açısı da, medyalararası gündem belirleme olarak değerlendirilen iç süreçlere
gönderme yapmaktadır. Medyalararası gündem belirleme de,
medya kurumları diğer medya kurumlarını nasıl etkilemektedir?
ve medya kurumları bir diğer medya kurumunun gündemini
nasıl belirlemektedir? sorusuna odaklanmaktadır (Mathes ve
Pfetsch, 1991: 34-35).
31
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
etkilemeye çalışan baskı grupları, ‘gündem
belirleyici’ler olarak etkili olabilmektedirler
(Mathes ve Pfetsch, 1991: 34). Siyasi çıkarları ile uyumlu olan sonuçları yapılandırma
çabası içinde olan siyasetçiler ve baskı grupları, kamusal tartışmaların niteliğini kontrol
etmek ve şekillendirmek çabası içindedirler.
Çünkü siyasetçiler ve baskı grupları, kasıtlı
olarak politik bilginin ve alternatiflerin dağılımını genişletmeye ve böylece de kamuoyunu
kontrol altına almaya çalışmaktadırlar4.
Bununla birlikte, medya gündeminde
yer alan konunun ya da konuların gündemde
kalma savaşını kazanabilmesi için eşgüdümlü
bir çabaya gereksinim duyulmakta ve konuyu
ya da konuları daha ileri aşamalara taşıyacak
önderlik kurumunun oluşumu önem kazanmaktadır. Bu tür bir önderlik rolü farklı
biçimler alabilmektedir. Birçok durumda
baskı grupları konular ile ilgili olarak girişimlerde bulunmakta ve söz konusu örgütlerdeki
profesyonel liderler, sorunların çözümü için
çalışmaktadırlar. Böylece, örgütlü liderlik,
açıklamada bulunma ve pazarlama yöntemleri ile konunun gündeme gelmesini sağlayabilmektedir (Waldahl, 1994: 67). Dolayısıyla,
baskı grubu liderinin sistematik biçimde
güçlü savlarla konuyu ortaya koyabilmesi
önem kazanmaktadır.
civilacademy
Bu bağlamda, Şekil 1’de görüldüğü gibi,
genişletilmiş gündem koyma ve saptama sürecinde, hem medyanın haber önceliklerinin
(haber değeri ve kamunun ilgisi önemli bir rol
oynamaktadır) hem de kamunun düşüncelerinin ya da tutumlarının; siyasal grupların ve
baskı gruplarının önceliklerinden etkilendiği
varsayılmaktadır (McQuail, 2000: 456).
ğu güven nedeniyle de, kamu politikası tartışmalarını kimin ya da kimlerin kontrol ettiğini
belirlemek büyük önem taşımaktadır
(Callaghan ve Schnell, 2001: 183-184). Kamu
politikası tartışmalarında, siyasal karar alma
sürecinde merkezi bir konuma sahip olan
baskı grupları da, kamuoyuna çağrıda bulunmayı, propaganda yapmayı, kamunun tercihlerini değiştirmek için kamuoyunu ikna etmeyi ve aynı zamanda, siyasetçilere kendi çıkarları doğrultusunda baskı uygulamayı da kapsayan etkileme yöntemlerinden biri olarak
‘politik taraftarlık’ı kullanmakta ya da uygulamaktadırlar (Danielian ve Page, 1994:
1056). Bu bağlamda, baskı grupları da, kamusal tartışmalarda konumlarını ya da tutumlarını açıkça ve doğrudan ifade etmekte, bir
başka ifadeyle, medya aracılığıyla politik
taraftarlığı benimsemekte ve kamu politikası
tartışmalarındaki pozisyonlarını ortaya koymaktadırlar.
1. 2. Medya Gündeminin Belirlenmesinde Baskı Gruplarının Rolüne İlişkin
İkinci Aşama (Çerçeveleme) Araştırmalar
Ayrıca kamuoyunun ve uzmanların,
‘medyanın şekillendirdiği’ gerçekliğe duydu-
Haber medyasında ileti (haber) sunumlarından hangisinin tutarlı bir şekilde gerçekleştiğinin belirlenmesinin, kamu politikası tartışmalarını kimin ya da kimlerin yönlendirdiğine
ilişkin son derece anlamlı ve açıklayıcı bir
açılım sağlaması beklenmektedir. Çünkü
haberde aktörlerden birinin verdiği mesajın
ağırlık kazanması, söz konusu baskı grubunun
ya da bir diğer siyasi aktörün, medyanın yönünü başarılı bir şekilde belirlemesi ve böylece
verdikleri mesaja kitleleri maruz bırakarak ve
problemin tanımı (çerçeve) üzerinde kontrol
sağlayarak kamuoyunu etkileme potansiyeline
sahip olması anlamına gelmektedir.
4 Politik bilginin ve alternatiflerin dağılımını genişletmeye ve
kamuoyunu kontrol altına almaya çalışan bir diğer önemli siyasi
katılımcı da medyadır.
Medya gündeminin belirlenmesinde
özellikle baskı gruplarının, siyasetçilerin ve
gazetecilerin faaliyetleri ile birlikte konu çer-
32
çeveleri de, belirli bir konu ile ilgili olarak
iletinin (haberin) hem gücü hem de niteliği
üzerinde etkili olabilmektedir (Scheufele ve
Tewksbury, 2007: 12). Bu bağlamda, haber
medyası tarafından sunulan iletinin (haberin)
kontrolü için siyasi katılımcılar (siyasetçiler
ve baskı grupları) arasında gerçekleşen rekabet, olası üç farklı sonuç yaratmaktadır. Bu üç
farklı sonuç kapsamında düşünüldüğünde,
kamuoyu tarafından tüketilen haberlerin
sunumu, ya bir tarafın (siyasetçiler ve baskı
grupları) haber yorumunun egemenliği altındadır, ya siyasi aktörlerin (bu çalışmada siyasetçiler ve baskı grupları üzerinde odaklanılmaktadır) görüşleri ile nihai hakem olarak
hareket eden medyanın görüşlerinin bir birleşimidir, ya da siyasi aktörlerin verdikleri
mesajları bir kenara bırakıp, onların retoriğinden farklı ve tamamen medyanın ürettiği bir
tartışma versiyonu yaratan bir bildiri niteliğindedir (Callaghan ve Schnell, 2001: 184).
Haber sunumunun, siyasi aktörlerin verdikleri mesajların ‘medya tarafından şekillendirilen’ bir karışım ya da sadece medyaya ait
olan bir retorik olması durumunda, medya,
politik mesajların şekillendirilmesinde, siyasi
aktörlerin çerçevelerini yeniden şekillendirerek ya da kendi konu yorumunu ortaya koyarak daha aktif bir rol oynayabilmektedir
(Callaghan ve Schnell, 2001: 184). Dolayısıyla,
medya gündeminde yer bulma isteğinin ötesinde medya çerçevelerini belirleyebilme
çabası da, siyasi aktörlerin medya ile ilişkisinde merkezi bir rol oynamaktadır. Ancak söz
konusu ilişkide son sözü söyleyen taraf medya
da olabilmektedir. Bilimsel araştırmalarda
ortaya konulan önemli sayıdaki bulgu, medyanın kamuoyunu ve ilgili siyasi algıları etkilemekte güç sahibi olduğunu öne sürmektedir.
Medya ilk olarak, hangi konuları işleyeceğine
karar vererek, kamu gündemini belirlemekte,
ikinci olarak da, belirli konuları diğerlerinin
üzerine çıkararak (öne çıkarma) kamuoyunun
civilacademy
civilacademy
siyasi aktörler hakkındaki değerlendirmesini
etkilemekte ve siyasi aktörlerin değerlendirileceği kriterleri değiştirmektedir (Weaver,
2007: 145). Ancak gündem koyma ve saptama
(agenda setting) ve bazı konuları öne çıkarma
(priming)5 medyanın elindeki alternatifsiz
güçler değildir. Kamusal politika konuları pek
çok farklı şekilde çerçevelenebilmekte ya da
sunulabilmektedir. Medyanın hangi çerçeveyi
kullanacağına dair yaptığı seçim de, kamuoyunun ve siyasi seçkinlerin konu hakkındaki
düşüncelerini ve politikayı destekleme düzeylerini etkileyebilmektedir. Konuları çerçeveleme (framing) imkanı, baskı grupları ve
siyasetçiler tarafından sunulan retorik arasından medyanın tercih ettiği retoriği seçme
yetisinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda,
medya diğer tüm siyasi aktörlerin bilgi girdilerini bir kenara bırakabilmekte ve tartışmanın sadece medya tarafından üretilmiş versiyonunu ortaya koyabilmektedir.
Bununla birlikte, medya, bir baskı grubunun spesifik mesajını kamuya sunarak bu
grubu teşvik edebilmektedir. Ancak medyanın, bu mesaja uyum sağlayacağını garanti
edebilmek mümkün olamamaktadır. Medya,
bir baskı grubunun temasını seçebileceği gibi,
grubun savunduğu pozisyon da, medya tarafından bütünlük içerisinde aktarılmayabilmektedir. Mesaj istenmeyen bir bağlam içerisine yerleştirilebilmekte ya da baskı grubunun
retoriği tamamen değiştirilebilmektedir. Bir
başka ifadeyle, baskı grupları kendi konu
yorumlarını ortaya koyduklarında, medyanın
bunu izleyen davranışları grubun kontrolü
5 Gündem koyma ve saptama (agenda setting), öne çıkarma
(priming) ve çerçeveleme (framing) arasındaki ilişkiyi daha
iyi kavrayabilmek için (a) haber metinleri nasıl üretilmektedir
(haber üretimi), (b) haber metinleri nasıl işlenmektedir (haber
işleme) ve (c) etkiler nasıl gerçekleşmektedir (etkinin konumu)
soruları arasında bir bağlantı kurmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Çünkü gündem koyma ve saptama, öne çıkarma ile çerçeveleme
etkilerini açıklayan bir kavramsal modelin gelişimi, bu üç soru
ile ilgili olarak bu yaklaşımlar arasındaki ilişkilere göndermede
bulunmaktadır (Scheufele ve Tewksbury, 2007: 12).
33
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
2. Medya Gündeminin Belirlenmesinde
Baskı Gruplarının Rolünün İçerik ve
Çerçeveleme
Analizi
Yöntemiyle
Çözümlenmesi: Avrupa Birliği Müzakere
Süreci Örneği
dışında (Callaghan ve Schnell, 2001: 187188) kalabilmektedir. Bu bağlamda, konunun,
medya tarafından üretilen gerçeklik versiyonuna uygun olarak sunulması, medyanın politik gücünün diğer bir göstergesidir (Callaghan
ve Schnell, 2001: 188).
Medya (haber medyası) gündeminin
belirlenmesinde baskı gruplarının rolünü, bir
başka ifadeyle, baskı gruplarının medya
(haber medyası) gündemi üzerindeki olası
etkilerini çözümlemek için gerçekleştirilen bu
çalışmanın araştırma bölümünde, Avrupa
Birliği Müzakere Süreci örnek olay olarak ele
alınmış ve gündem kurma yaklaşımı bağlamında, medya ile baskı grupları ilişkisi çerçeveleme analizi6 yöntemi uygulanarak çözümlenmeye çalışılmıştır.
2. 1. Araştırmanın Temel Sorunsalı
civilacademy
Gündem kurmada, medyanın rolünü
açıklamaya çalışan araştırmaların ilgi gösterdiği temel konulardan biri de, eylemleri ve
açıklamaları haber haline getirilen büyük güç
odaklarının politika önceliklerine medyanın
bağımlılık derecesi değil, belirli sorunları ya
da konuları kamunun dikkatini çekebilmek
için ön plana çıkarma noktasında medyanın
göstermiş olduğu özerkliğin ya da gücün
derecesidir (Gurevitch ve Blumler, 2002:
268). Çünkü medya, kamu gündemini belirlemenin ötesinde, baskı gruplarının ve siyasetçilerin sunduğu konu çerçeveleri arasından
seçim yaparak kamu söylemini aktif olarak
şekillendirme gücüne sahip olabilmektedir.
Ayrıca, medya profesyonelleri seçtikleri retoriğin gündemden düşmesi ya da gazetecilik
normlarına uymaması halinde, konu ile ilgili
olarak kendi tematik yorumlarını yaratmak ve
vurgulamakta özgür olmakta ve medya bir
çatışmanın egemen tanımını değiştirebilmektedir. Bu nedenle, siyasi aktörler (siyasetçiler
ve baskı grupları gibi), kendi konu çerçevelerinin haberleştirilmesini sağlayabilmek ve
bunu en üst düzeye çıkarmak için medya tarafından empoze edilen ve siyasetçiler tarafından bilinen sınırlar içerisinde çalışmak zorundadırlar. Dolayısıyla, siyasi aktörlerin ilginç
olaylar ve iyi görsel malzeme sunmaları, tartışmaları basitleştirmeleri, olaylar aracılığıyla
iletişim kurmaları ve genellikle geleneksel
haber anlatımlarına uymaları gerekmektedir
(Callaghan ve Schnell, 2001: 203). Ancak, bir
konunun, baskı grupları ve diğer siyasi aktörlerin egemenliği altında oluşturulan şekilde
sunulması da mümkün olabilmektedir.
34
Avrupa Birliği konusu, Türkiye’nin iç ve
6 Communication Abstracts’ indeksinde gösterilen verilere
bakıldığında, 1990’lı yılların ilk yarısından (1991-1995 yılları
arasında 31 araştırma makalesi yayımlanmıştır) günümüze kadar çerçeveleme araştırmalarında çarpıcı bir artışın meydana
geldiği, 1996 yılından itibaren de bu artışın önceki yıllara oranla
daha büyük olduğu görülmektedir (Çerçeveleme terimini kullanan ilk araştırma makalesi 1980 yılında Journalism Quarterly
dergisinde yayımlanmıştır). Bu artış, 1996-2000 yılları arasında
76, 2001-2005 yılları arasında da 165 araştırma makalesinin yayımlanması ile hız kazanmıştır (Weaver, 2007: 143-144). 1997
yılında yayımlanan ve İspanyol seçmenler ile ilgili olarak gerçekleştirilen bir araştırmada, seçmenlerin adaylara yönelik imajları ile medya haberleri ve reklamları arasında tutum transferini
gösteren anlamlı bir ilişki (pozitif) bulunmuş ve bu bağlamda,
medyanın insanların nasıl düşüneceklerini belirleme gücüne de
sahip olduğu öne sürülmüştür. Bu duruma, ‘İkinci Aşama Gündem Koyma ve Saptama (Second Level Agenda Setting)’ adı verilmiştir (McCombs ve diğerleri, 1997: 703-717). 2001 yılında
yayımlanan ve haber medyasının kamu politikası ile ilgili konuları nasıl çerçevelendirdiğini ve siyasi aktörlerin (baskı grupları,
siyasetçiler gibi) bu konuları çerçevelendirme sürecini ne kadar etkileyebildiklerini inceleyen (Callaghan ve Schnell, 2001:
183-212) bir başka araştırmada, çerçeveleme sürecinin birinci
aşamasına, yani gazeteciler ile seçkinler ve sosyo-ekonomik
gündem arasındaki sürekli etkileşime işaret eden ve haber metinlerinde açıkça görülebilen çerçevelere odaklanılmıştır. Bu
makale çalışmasında da, çerçeveleme araştırmalarında ele alınan
aşamalardan biri olan (çerçeveleme sürecinin birinci aşamasına,
yani medya çerçevelerinin ortaya çıkışına odaklanan) çerçeve
kurma-framing building aşaması araştırılmıştır. Bu bağlamda,
çalışmada, haber medyasının konuları nasıl çerçevelendirdiği ve
siyasi aktörlerin (baskı grupları, siyasetçiler gibi) konuları çerçevelendirme sürecindeki olası etkileri incelenmiştir.
civilacademy
leri ve medyanın sunduğu konu çıktıları
(Callaghan ve Schnell, 2001: 187) olmak
üzere söz konusu ilişkinin iki ayrı evresi üzerinde yoğunlaşılarak çözümlenmiştir. Ayrıca,
baskı gruplarının ve siyasetçilerin kendilerine
özgü politik mesajlarını etkili bir şekilde
kamuoyuna iletebilme ve bir konu ile ilgili
olarak haber medyasında yer alabilme kapasiteleri belirlenmiş ve bu bağlamda, genel olarak kamusal politika konularının ve özel olarak da Avrupa Birliği Müzakere Süreci’nin
medya gündeminde nasıl yapılandırıldığı ve
yorumlandığı ortaya konulmuştur.
dış politikasında siyasal söylemin vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir. Siyasal karar
alma mekanizmalarında bulunanlar (siyasetçiler) bu konu ile ilgili siyasal söylemden
etkilenmiş, medya, konu ile ilgili tartışmalarda siyasal iletişimin bir tarafı haline gelmiş,
siyasal iletişim aktörlerine yenileri eklenmiş
ve var olanlar da giderek güçlenmiştir (Aziz,
2007: v-vi). Bu yüzden, çalışmada, medya
araştırmalarının temel kuramsal yaklaşımlarından biri olan gündem kurma yaklaşımı
bağlamında, medya gündeminin belirlenmesinde rol oynadığı varsayılan ve siyasal iletişim aktörleri olarak kabul edilen baskı gruplarının (TÜSİAD ve TOBB), medya gündemi
üzerindeki olası etkileri, Türk siyasetinin en
önemli gündem maddelerinden biri olan
Avrupa Birliği Müzakere Süreci’ne odaklanılarak incelenmiştir.
civilacademy
Medya ve siyaset ilişkisini farklı biçimlerde ele alan iki temel bakış açısından birincisi, medyanın, yasama, yürütme ve yargı
güçlerini kamu adına denetleyen ve bu güçleri dengeleyen dördüncü güç olduğunu öne
sürerken, diğer bakış açısı, medyayı siyasetçilerin meşruiyet kazanma aracı olarak değerlendirmekte ve medya ile siyasetin karşılıklı
bağımlılık ilişkisi içerisinde olduğunu öne
sürmektedir. Bu ikinci bakış açısı bağlamında, medya ve siyaset ilişkisini ele alan araştırmalarda, genel olarak gazeteciler ya da haberciler ile haber kaynağı konumundaki iktidar
odakları (siyasetçiler, siyasi partiler, baskı
grupları vb.) arasında kurulan ilişkilerde (ilişkinin yönü ve derecesi anlamında ana akım
gazetecilik pratiklerinin sonuçları itibariyle)
ortaya çıkan etki mekanizmalarının söz konusu araştırmaların temel sorunsalı olarak algılandığı ve tartışıldığı görülmektedir. Bu
nedenle, bu çalışmada, haber medyası, baskı
grupları ve siyasetçiler arasındaki dinamik
ilişki, siyasal aktörlerin (baskı grupları ve
siyasetçiler) tartışmaya soktukları bilgi girdi-
2. 2. Araştırmanın
Sınırlılıkları
Amacı
ve
Bu çalışmanın temel amacı, TürkiyeAvrupa Birliği ilişkileri ve katılım müzakereleri sürecinde, baskı gruplarının medya gündeminin belirlenmesindeki olası rolünü ve
olası etkilerini ya da etkinliğini araştırmaktır.
Çalışmanın bu bölümünde, araştırma
materyalinin incelenmesi için ele alınan
zaman dilimi, Türkiye-Avrupa Birliği
Müzakere Süreci’nin (Müzakere Çerçeve
Belgesi’nin-MÇB imzalanması ile başlayan
süreç7) 3 Ekim 2005 tarihinde başlaması
nedeniyle, 3 Ekim 2005 ile 3 Ocak 2006 tarihine kadar olan dönemle sınırlandırılmıştır.
Ayrıca, bu çalışmada, ‘siyasal habercilik’ (bu
çalışmada ele alınan örnek olay ile ilgili politik haberler) bağlamında, ‘bilgi yoğun
habercilik’in ve medya içeriğinde sunulan
‘siyasal bilginin’ çözümlenmesi ile ilgilenil7 AB Konseyinin talebi üzerine Avrupa Komisyonu, 29 Haziran 2005 tarihinde, Aralık 2004 Brüksel Zirvesi’nde alınan ve
Haziran 2005 zirvesinde de onaylanan kararlar doğrultusunda,
Türkiye ile üyelik müzakerelerinin ilkelerini ve çerçevesini ortaya koyan bir ‘Müzakere Çerçeve Belgesi’ önermiştir. 3 Ekim
2005 tarihinde imzalanan bu belge ile aday ülke Türkiye’nin AB
müktesebatını ne şekilde ve hangi zaman dilimleri içinde kabul
edip uygulayacağını ve bu uygulama için gereken hukuki ve
idari yapılanmayı nasıl oluşturacağını belirleyecek olan Avrupa
Birliği’ne katılım müzakereleri süreci başlamıştır (Palabıyık ve
Yıldız, 2007: 88-89).
35
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
uygunluk olup olmadığı belirlenmeye çalışılmıştır.
miştir. Yine bu çalışmada, medya gündemi ile
gerçek dünya göstergeleri arasındaki ilişkiye
ve medyanın kamu gündemi ve kamunun da
siyasal gündemi üzerindeki etkilerine odaklanılmamıştır. Bu etkilerin, başka bir çalışmanın konusu olduğu düşünülmüştür. Bu örnek
olay çalışmasında, gündem koyma ve saptama ile gündem kurma yaklaşımları bağlamında gerçekleştirilen araştırmalarda sıklıkla
kavramsallaştırılan olay, olgu, konu gibi araştırma literatüründe yer alan kavramlar arasında bir ayırım yapılmamıştır. Ayrıca bu çalışmada, gazetelerde yayımlanan makaleler
(köşe yazıları) ile editöryal metinler de (röportajlar, mülakatlar, yazı dizileri gibi) çözümlemeye dahil edilmemiştir.
• Araştırma Sorusu (2): Medya gündeminin
belirlenmesinde haber kaynağı konumunda
olması beklenen baskı gruplarına ait iletilerin özniteliklerinde yapılan değişiklik (çerçeveleme), medya haberlerinin çerçevelenmesinde etkili midir? Bu soru, medya (haber
medyası) çerçevelerinin belirlenmesinde
baskı gruplarının (TÜSİAD’nin ve
TOBB’nin) olası rolüne ya da bir başka
ifadeyle, hem medya haber çerçeveleri hem
de baskı gruplarının çerçeveleri arasındaki
olası benzerliğe ya da farklılığa odaklanmıştır.
• Bununla birlikte, bu çalışmanın iki temel
varsayımı bulunmaktadır:
Bu çalışmada, daha önce belirtilen temel
amaç ve sınırlılıklar doğrultusunda ve Türkiye
özelinde genel olarak, ‘demokratik kitle örgütleri (baskı grupları), bir konunun medya
gündeminde ele alınmasında ne kadar etkilidir?’ (Yüksel, 2001: 182) sorusuna cevap
aranmıştır. Ayrıca, baskı gruplarının medya
gündeminin belirlenmesindeki rolünü ortaya
koyabilmek için iki temel araştırma sorusuna
da cevap aranmaya çalışılmıştır:
civilacademy
2. 3. Araştırmanın Soruları ve Hipotezleri
• Temel Varsayım (1): İzleyiciye-okura ulaşabilmenin medya dışında bir başka alternatifi olmadığını düşünen baskı grupları,
medyanın en yaygın üretim kodlarına uygun
bir şekilde hareket ederek, medya gündeminin belirlenmesinde ya da inşa edilmesinde
aktif bir rol oynamaktadırlar.
• Temel Varsayım (2): Baskı grupları, diğer
siyasi aktörlerle rekabet etmekte ve ürettikleri retorik ile kamusal tartışmayı şekillendirmeye çalışmaktadırlar. Bu bağlamda,
baskı grupları, medya (haber medyası) gündemini çerçeveleyerek medya gündeminin
belirlenmesinde rol oynamaktadırlar.
• Araştırma Sorusu (1): Medya gündeminin
belirlenmesinde haber kaynağı konumunda
olması beklenen baskı gruplarının rolü,
baskı grubu ve medya gündemi ilişkisinin
yönü ve etkinin derecesi nedir? Bu soru,
baskı grupları ve medya arasındaki geleneksel gündem kurma işlevini ölçümlemek
için tasarlanmıştır. Bu soruya cevap verebilmek için gündem maddelerini içeren bir
liste, TÜSİAD’nin ve TOBB’nin haber bültenlerindeki konuların öncelik sıralamasına
göre özetlenmiştir. Bu konuların haber bültenlerindeki öncelik sırası ile medyadaki
(ulusal gazeteler) öncelik sırası arasında
• Araştırmanın hipotezleri ise şunlardır:
• Hipotez (1): Haber kaynağı konumunda
olması beklenen baskı grupları, medya
(haber medyası) gündemini belirlemiştir.
• Hipotez (2): Medya gündemindeki haberler
baskı gruplarının çerçevelerinin egemenliği altında yapılandırılmıştır.
• Hipotez (3): Medya gündemindeki haberler
siyasetçilerin çerçevelerinin egemenliği
altında yapılandırılmıştır.
36
civilacademy
kurum olan TBMM’nin Genel Kurul Tutanak
Kayıtları çözümlemeye dahil edilmiştir. Bu
çalışmada, kelime bazlı tarama sistemi8 ile
gerçekleştirilen işlemde, taranan anahtar kelimeler, çerçeveleme analizi yönergesinde yer
alan kategorilerdeki tanımlamalardan hareketle incelenmiştir.
• Hipotez (4): Medya, siyasi aktörlerin (baskı
gruplarının ve siyasetçilerin) çerçevelerini
ya aynen kullanarak ya da siyasi aktörlerin
çerçeveleri ile benzer çerçevelerin birleşimini yeniden şekillendirerek sunmuş, bazen
de siyasi aktörlerden bağımsız olarak konuyu çerçevelemiş ve kendi haber çerçevelerini sunarak gündemini yapılandırmıştır.
2. 4. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi
İçerik analizinde evren dört temel yaklaşımla sınırlanabilmektedir (Koçak ve Arun,
2006: 24): Nerede, ne zaman, hangi aracıyla
ve hangi konuda. Bu bağlamda, Türkiye özelinde gerçekleştirilen bu araştırmada, 3 Ekim
2005-3 Ocak 2006 tarihleri arasında yayımlanan ulusal gazete haberleri arasından örneklem alınabilmesi için gazetelerin bağlı oldukları medya-yayın grubu dikkate alınarak bir
seçim yapılmış, farklı medya-yayın gruplarına
bağlı olarak yayımlanan ve merkez sağ yazılı
medyayı temsil ettikleri düşünülen Hürriyet ve
Sabah (söz konusu dönemde, Sabah gazetesi,
Ciner Medya Grubu’na bağlı olarak yayımlanmaktaydı) gazeteleri ile Zaman (söz konusu
dönemde, net-fiili satış ortalamaları itibariyle,
en çok satan ikinci gazete konumundadır,
ancak, bu konumu abonelik esasına dayalı
olan satış sistemi ile elde ettiğini de belirtmek
gerekmektedir) gazetesi örnekleme dahil edilmiştir. Ayrıca, bu araştırmada, gazetelerin
gündemini yansıtması itibariyle, gazetelerin
yalnızca birinci sayfaları dikkate alınmıştır.
civilacademy
Bu araştırmanın evrenini, yazılı medya,
siyasetçiler ve Türkiye’de faaliyetlerini sürdüren baskı grupları oluşturmuş ve araştırmanın amacı ile sınırlılıkları da dikkate alınarak
evrenden ‘amaçlı örnekleme’ alınmıştır.
Son olarak da, araştırmanın amacına ve
sınırlılıklarına uygun olarak, Türkiye-AB ilişkileri ve AB katılım müzakereleri süreci kapsamında faaliyetlerini sürdüren TOBB ve
TÜSİAD örnekleme dahil edilmiş -TOBB ve
TÜSİAD, AB siyaseti konusunda görüşleri
daha fazla dinlenilen örgütlerdir (Doğan,
2006: 50-51)- ve çözümleme, söz konusu
grupların yayımladıkları haber bültenleri dikkate alınarak gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, araştırma bölümünde, farklı retorikler ürettiği ve
sunduğu varsayılan bu iki baskı grubunun
konuyu çerçeveleme stratejileri arasındaki
farklılıkların ya da benzerliklerin belirlenebilmesi için de söz konusu gruplar iki farklı
kategoriye indirgenmiştir.
2. 5. Araştırmanın Metodolojisi
Siyasal iletişim alanında gerçekleştirilen
ilk araştırmalar, özellikle siyasal seçim kampanyası dönemlerinde gerçekleştirilen kamuoyu araştırmaları ile medyanın etkileriyle ilgilenen medya etki araştırmaları şeklinde gerçekleştirilmiştir. Aslında ilk siyasal iletişim araştırmaları ‘etki araştırmaları’ niteliğindedir ve
8 1996 yılı itibariyle ‘TBMM Genel Kurul Tutanak Kayıtları’
(internet erşim adresi: http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/
tutanak_ss.sorgu_baslangic) bilgi işlem ortamına aktarılmış
ve kelime bazlı tarama sistemi yardımıyla gerçekleştirilen işlemler internet üzerinden yapılmaya başlanmıştır. Literatürde,
bu tür işlemlerin örneklerine rastlamak mümkündür. Örneğin,
ABD’de gerçekleştirilen bir araştırmada, siyasi aktörler tarafından sunulan bilgi girdileri ile ilgili olarak siyasa gündeminin değerlendirilebilmesi için ‘Kongre Kütüphanesi Web Sitesi’nden
online erişim yolu ile Congressional Record-Kongre Kayıtları
incelenmiştir (Bknz. Karen Callaghan, Frauke Schnell, 2001).
Bu makale çalışmasında da, siyasetçilerin konu ile ilgili görüşlerinin birincil göstergesi olarak ‘TBMM Genel Kurul Tutanak
Kayıtları’ kullanılmıştır.
Bununla birlikte, siyasetçilerin çerçevelerinin belirlenebilmesi için de, Türkiye’nin
en önemli sorunlarının görüşüldüğü ve çözüm
önerilerinin sunulduğu en yetkili siyasal
37
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
Bu bağlamda çalışmada, medya içeriğinin ve içeriğin kaynağının çözümlenebilmesi
için metin çözümleme araştırma yöntem ve
tekniklerinden hem nicel içerik analizi (quantitative content analysis) hem de çerçeveleme
analizi (framing analysis)9 yöntem ve teknikleri uygulanmıştır. Çalışmanın araştırma bölümünde, medya ve baskı grupları gündemini
belirleyebilmek için Avrupa Birliği Müzakere
Süreci’ni ele alan haber metinleri - medya ve
siyaset ilişkisi söz konusu olduğunda, ilk akla
gelen medya içeriği haber metinleridir - (İnal,
1999: 25) ile TÜSİAD’nin ve TOBB’nin
yayımladığı haber bültenlerinde10 yer alan
metinler, içerik analizi yöntemiyle çözümlenmiştir. Bu çalışmaya konu olan dönemde,
örnekleme dahil edilen gazetelere uygulanan
içerik analizi yöntemine bağlı olarak yönerge-
Medya araştırmaları alanındaki araştırma
yaklaşımlarından birincisi ‘Medya Merkezli’
(McLeod ve Reeves, 2003: 99) araştırma yaklaşımıdır ve bu yaklaşım, medyanın yapısı ile
içeriği üzerinde yoğunlaşmaya çabalamakta
ve sıklıkla medya içeriğini incelemektedir.
‘Önemli olayları’ ya da ‘örnek olayları’
çözümleme geleneğine dayanan medya merkezli araştırmalarda üzerinde yoğunlaşılan
temel sorunsallar, medya içeriği ile içeriğin
kaynağıdır. ‘Etki Merkezli’ (McLeod ve
Reeves, 2003: 100) ikinci araştırma yaklaşımı
ise, iletişim değişkenlerini, ilgi gösterilen
belirli bir etkiyi, söz konusu etki ile ilgili diğer
etkilerle ilişkilendirerek incelemektedir.
Medya araştırmaları alanında araştırma yapan
bilim insanları da, bu araştırma yaklaşımlarının her ikisini birden değil, yalnızca birini ya
da diğerini izleme eğilimi göstermektedirler.
Bu nedenle, bu çalışma da, medya merkezli
araştırma yaklaşımına odaklanarak, medya
araştırmalarına yol gösteren araştırmalardan
yalnızca metin çözümleme araştırmalarının
yöntem ve tekniklerini uygulayan bir araştırma olarak gerçekleştirilmiştir.
civilacademy
etki araştırmaları birbirine koşut iki ayrı alanda, yani, kültürel göstergeler de dahil olmak
üzere, tutum, inanç ve düşünce değişimi araştırmaları ile çoğunlukla seçim kampanyalarına
odaklanan siyasal iletişim araştırmaları alanlarında gelişmiştir (Erdoğan ve Alemdar, 2005:
183). 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında
gerçekleştirilen araştırmalar ise, genel olarak
metin çözümleme üzerinde (bu araştırmalarda genellikle içerik analizi ve söylem analizi
yöntem ve teknikleri kullanılmaktadır) odaklanmıştır (Aziz, 2007: 157). Bu çalışma da,
kuramsal yaklaşımı ve araştırma yöntem ve
teknikleri (metin çözümleme araştırmalarının
yöntem ve tekniklerinin - hem içerik hem de
çerçeveleme analiz yöntem ve tekniği ile - bir
sentezini sunmaktadır) itibariyle özgün bir
siyasal iletişim çalışmasıdır.
9 Metin çözümlemelerinde, -niteliksel içerik analizi yönteminin, -niceliksel içerik analiz yöntemi ile birlikte ya da ona
alternatif bir yöntem olarak kullanılabildiği görülmektedir. Bu
bağlamda, çerçeveleme analizi (framing analysis) de, alternatif
bir niteliksel analiz yöntemi olarak kullanılabilmektedir. Genel
olarak, çerçeveleme analizi, gazetecinin ya da haber kuruluşunun retoriğini belirlemek ve bu bağlamda çerçeve tanımlamak
için metni inceleyen araştırmacı tarafından kullanılan anlatı ya
da içerik analizinin bir türüdür. Çerçeveleme analizi, özellikle
gazeteciliğe özgü metnin siyasal bir rol oynayıp oynamadığını değerlendirmektedir. Çerçeveleme araştırması, çerçevelerin
siyasi aktörler tarafından nasıl desteklendiğini, gazetecilerin
haber metninin inşasında çerçeveleri nasıl kullandıklarını ve haber metinlerinin çerçeveleri nasıl eklemlediğini incelemektedir
(Carragee ve Roefs, 2004: 214-233). Haber metninde yinelenen
egemen çerçeveleri ortaya çıkarmaya çalışan çerçeveleme analizi, bir ölçüde söylem analizine (discourse analysis) benzeyen bir
analiz yöntemi olmakla birlikte, söylem analizi ile çerçeveleme
analizinin aynı metodolojik yaklaşıma dayandığını söylemek
mümkün değildir. Çünkü söylem çözümlemesini, niteliksel içerik analizinden ayıran en önemli fark, metni parçalara ayırmadan
bir bütün olarak ele alması ve metin içindeki egemen söylemin
nasıl inşa edildiğini ortaya koymasıdır (İrvan, 2000: 79, 81).
10 ABD’de baskı gruplarının medya gündemi üzerindeki etkilerini inceleyen bir örnek olay araştırmasında, araştırmanın
sürdürüldüğü zaman dilimi içerisinde, ‘Hristiyan Koalisyonu’
adlı baskı grubu tarafından yayımlanan gazetedeki metinler
çözümlenmiştir. Yılda dokuz ya da on iki kez yayımlanan ve
grubun ‘resmi gazetesi’ olarak afişe edilen Christian AmericanHıristiyan Amerikalı’da, grubun kendi haber ve görüşleri yer almıştır. Bu nedenle, bu gazetenin gündemi koalisyonun, ya da bir
başka ifadeyle, haber kaynağının ve dolayısıyla da baskı grubu
gündeminin bir temsili olarak ele alınmıştır (Huckins, 1999: 79).
Bu makale çalışmasında da, TOBB’nin ve TÜSİAD’nin yayımladıkları haber bültenleri çözümlenmiştir.
38
civilacademy
nin11 oluşturulması ve bu yönergede yer alan
kategorilerin belirlenmesi, söz konusu gazetelerin ön incelemesi sonucunda gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, medyanın ve siyasi aktörlerin
(özellikle baskı gruplarının ve siyasetçilerin)
konu çerçevelerini (genel ve konuya özgü
çerçeveler) belirleyebilmek için hem haber
metinleri hem de TÜSİAD’nin ve TOBB’nin
haber bültenleri ile TBMM Genel Kurul
Tutanak Kayıtları çerçeveleme analizi yöntemiyle çözümlenmiştir.
civilacademy
Çerçeveleme çözümlemesi, çerçeve kavramının sosyolojik ve bilişsel formülasyonları
arasındaki birleşme noktası üzerinde inşa edilen kuramsal bir yapı içerisine metin çözümlemesini yerleştirmektedir. Bu bağlamda, bir
araştırma yöntem ve tekniği olarak çerçeveleme, haber söylemini çözümlemek için temelde kamu politikası konuları hakkında kamusal
söylemin nasıl inşa edildiği ve nasıl müzakere
edildiği ile ilgilenmektedir. Bununla birlikte,
gündem koyma ve saptama ile gündem kurma
araştırmalarında, çerçeveleme çözümlemesi,
konuların nasıl kavramsallaştırılması gerektiğine ilişkin çeşitliliğin ve alışkanlığın incelenmesini, dolayısıyla da, politik konuların kavramsal gelişiminin daha verimli bir biçimde
çözümlenmesini mümkün kılmaktadır. Bu
nedenle, çerçeveleme analizi yöntemi, siyasal
iletişim sürecinin (siyasal sistemin işleyişine
ek olarak siyasetçilerin ifadeleri, medya içeriği ve izleyicilerin-okurların zihinlerindeki
temsiller) çeşitli aşamalarında uygulandığından araştırmacıları politik dili incelemek için
duyarlı hale getirmektedir (Pan ve Kosicki,
1993: 70-72).
sırasında eldeki materyalden doğmuş olan
konuya özgü çerçeveler dikkate alınarak
çözümlenmiştir. Belirli çerçeveler sadece
spesifik konulara ya da olaylara uygundur.
Bu tür çerçeveler konuya özgü çerçeveler
olarak sınıflandırılabilmektedir. Diğer çerçeveler tematik sınırlamaları aşmaktadır ve
farklı konularla ilişkili olarak tanımlanabilmekte, hatta bazıları zamanın ötesinde ve
farklı kültürel bağlamlarda tanımlanmaktadır. Bu çerçeveler de, genel çerçeveler olarak sınıflandırılmaktadır (Vreese, 2005: 54).
Bu bağlamda, çalışmada, ‘Avrupa
Birliği Müzakere Süreci’ örneğinde karşılaştırmalı bir çözümleme yapabilmek için hem
genel çerçeveler12 hem de konuya özgü çerçeveler dikkate alınmıştır. Ayrıca, bu çalışma, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği ile
ilgili medya (haber medyası) içeriğinde yer
alan özellikle iki önemli genel çerçevenin
varlığını (bu çerçeveler, -Türkiye için bir
fırsat olarak Avrupa Birliği üyeliği, - Türkiye
için bir risk olarak Avrupa Birliği üyeliği
şeklinde tanımlanmaktadır) da araştırmıştır.
Bununla birlikte, çalışmada genel olarak konuya özgü çerçeveler, tartışmanın
tematik olarak nasıl yapılandırıldığına, yani
konuya özgü çerçevelerin organizasyonu
aracılığıyla hangi tartışmaların ortaya konulduğuna ilişkin işletimsel olarak tanımlan12 ABD’nde gerçekleştirilen pek çok araştırmada, siyaset ve
ekonomi ile ilgili haberlerin sıklıkla çatışma açısından ya da
olayların, konuların ya da politikaların ekonomik sonuçları
açısından çerçevelendiği öne sürülmektedir (Vreese ve diğerleri, 2001: 109). Bu araştırma da, gazetecilik kuralları, normları
ve haber değerleri gibi daha genel haber yayımı özellikleri ile
ilişkilendirilen ve gazeteciliğin gelenekleri içerisinde yapılanan
genel haber çerçevelerine odaklanırken, Semetko ve Valkenburg
(2000: 93-109) tarafından belirlenen genel haber çerçevelerinden ‘çatışma’ ve ‘ekonomik sonuçlar’ çerçevelerini çözümlemeye dahil etmiştir. Ayrıca, bu genel haber çerçevelerinin, Avrupa hükümet liderleri ve Avrupa Birliği zirvesi ile ilgili değişik
konuların medyada ele alınmasının temelini oluşturmaları ve
Türkiye-AB müzakere sürecinde siyasi ve ekonomik kriterlere
yönelik tartışmaların ön planda olması da göz önünde bulundurularak, bu çalışmada Semetko ve Valkanburg tarafından belirlenen genel haber çerçeveleri dikkate alınmıştır.
Bu çalışmada, çerçeveleme sürecine
yönelik iki farklı ampirik yaklaşım -hem
tümevarım hem de tümdengelim- benimsenmiştir. Bu bağlamda, metinler hem önceden
tanımlanmış çerçeveler hem de analiz süreci
11 Bu çalışmanın araştırma bölümünde uygulanan içerik çözümlemesinin kodlama yönergesi EK 1’de yer almaktadır.
39
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
mıştır. Konuya özgü çerçevelerin listesi13
daha sonra AB Müzakere Süreci ile ilgili
bilimsel literatür analiz edilerek bir araya
getirilen olası çerçevelerin bir planı ile karşılaştırılmıştır. Ayrıca, çerçevelerin tam ve
güvenilir bir şekilde belirlenebilmesi için de
haber metinleri karşılaştırılmıştır. Çünkü
birçok çerçeveleme tekniği ile bazı çerçeveler ‘doğal’ olarak görülebilirken, bazı çerçeveler ‘dikkate değer olmayan’ kelimelerin ve
görüntülerin yardımıyla haber metinlerinin
içinde saklı kalabilmektedir (aktaran Kılıç,
2007: 73).
gerçekleştirilen iki ayrı araştırma kapsamında
değerlendirilmiş ve karşılaştırılmıştır.
2. 6. 1. 1. Medya Gündeminin
Belirlenmesine İlişkin Araştırma Bulguları
Avrupa Birliği Müzakere Süreci’ne ilişkin konuların, medya gündemindeki yerini ve
önemini belirlemek için elde edilen bulgular,
haber sayısı, haber kaynağı ve haber konusu
(gündem maddesi) olmak üzere üç temel kategori kapsamında değerlendirilmiştir.
Gündem kurma araştırmaları yöntembilimsel olarak farklı bakış açıları ile farklı
biçimlerde sınıflandırılmaktadır. Bu nedenle,
gündem kurma araştırmaları, geleneksel
(birinci aşama) ve ikinci aşama (çerçeveleme) gündem kurma araştırma gelenekleri ve
tasarımları dikkate alınarak iki temel kategoriye ayrılmaktadır.
civilacademy
2. 6. Araştırmanın Bulguları
Çalışmanın gerçekleştirildiği zaman periyodunda, Türkiye-Avrupa Birliği Müzakere
Süreci konusunun medya gündeminde nasıl
yer aldığını belirleyebilmek için içerik analizi
yöntemi uygulanmış, aşamalar (I, II ve II) ve
ele alınan zaman periyodunun tamamı itibariyle, gazetelerde yayımlanan haber sayıları Tablo
1’de sunulmuştur.
Tablo 1: Medyada Yayımlanan Avrupa
Birliği Müzakere Süreci İle İlgili Haberlerin
Sayısı
2. 6. 1. Avrupa Birliği Müzakere Süreci
Örneğinde Birinci Aşama (Geleneksel)
Araştırmanın
Gazeteler
Zaman Periyodu
Bulguları
Aşama I, 3 Ekim-2 Kasım
TürkiyeHürriyet Gazetesi Aşama II, 3 Kasım-2 Aralık
Avrupa
Birliği
Aşama III, 3 Aralık-3 Ocak
Müzakere Süreci
Toplam
Aşama I, 3 Ekim-2 Kasım
örneğinde elde ediSabah
Gazetesi
Aşama II, 3 Kasım-2 Aralık
len geleneksel günAşama III, 3 Aralık-3 Ocak
dem kurma araştırToplam
masının bulguları,
Aşama I, 3 Ekim-2 Kasım
medya ve baskı
Zaman Gazetesi
Aşama II, 3 Kasım-2 Aralık
grupları gündeminin
Aşama III, 3 Aralık-3 Ocak
Toplam
belirlenmesi için
Genel Toplam
13 Bu çalışmanın araştırma bölümünde uygulanan çerçeveleme
çözümlemesinin kodlama yönergesi EK 2’de yer almaktadır.
40
Haber Sayısı
(N=29)
(N=1)
(N=3)
(N=33)
(N=24)
(N=4)
(N=1)
(N=29)
(N=22)
(N=4)
(N=4)
(N=30)
(N=92)
civilacademy
sinde en fazla siyasetçilere başvurulduğu
ortaya konulmuştur.
Haber sayıları ile ilgili olarak bir başka
değerlendirmede, haber sayıları dikkate alınarak gazeteler arasındaki ilişki düzeyi (korelasyon katsayısı) belirlenmiştir. Araştırmada ele
alınan zaman periyodu içerisinde her üç aşamada tespit edilen haber sayıları birbirleri ile
ilişkilendirildiğinde, bütün gazetelerin haber
sayıları arasındaki ilişki düzeyinin anlamlı
olduğu görülmüştür. En yüksek ilişki düzeyi,
Hürriyet ve Zaman (,998*) gazeteleri arasında görülürken, söz konusu ilişki düzeyi, Sabah
ve Zaman (,993*) ile Hürriyet ve Sabah
(,983*) gazeteleri arasında da yüksektir.
civilacademy
Çalışmada örnek olay olarak ele alınan
Türkiye-Avrupa Birliği Müzakere Süreci,
araştırmanın yapıldığı zaman periyodunun (3
Ekim 2005-3 Ocak 2006) ilk aşamasında (3
Ekim-3 Kasım 2005) medyada geniş yer bulmuştur. Ancak, daha sonraki aşamalarda medyanın konuya göstermiş olduğu ilgi giderek
azalmıştır. Bununla birlikte, gazetelerin
tümünde her üç aşamada (araştırmanın gerçekleştirildiği zaman periyodu birer ay olmak
üzere üç ayrı döneme ayrılmıştır) ve genel
toplamda haber sayılarının birbirine yakın
değerler göstermiş olduğu da görülmüştür.
Haberlerin içeriği ile ilgili olarak elde
edilen bir diğer araştırma bulgusunu da, haber
konuları (gündem maddeleri) oluşturmuştur.
Türkiye-Avrupa Birliği Müzakere Süreci ile
ilgili haber konularının (gündem maddelerinin) dağılımına ve derece sırasına bakıldığında, her üç gazete de, Avrupa Birliği Müzakere
Süreci ile ilgili haber konuları (gündem maddeleri) arasında, birinci sırada üyelik müzakereleri konusuna önem ve öncelik verirken,
diğer haber konularına aynı ölçüde önem ve
öncelik vermemiştir. Bununla birlikte, her üç
gazetenin de, Türkiye-AB ilişkilerinde politik
çatışmanın1413 merkezinde yer alan, gazetelerin söylemlerinde en fazla ayrışmaya neden
olan ve Türkiye-AB ilişkileri ile doğrudan
ilgili olan Kıbrıs ve sözde Ermeni soykırımı
sorunlarına farklı ölçülerde önem ve öncelik
verdikleri görülmüştür.
2. 6. 1. 2. Baskı Grupları (TÜSİAD ve
TOBB) Gündeminin Belirlenmesine İlişkin
Araştırma Bulguları
Baskı gruplarının (TÜSİAD ve TOBB)
gündeminde yer alan ve AB Müzakere Süreci
ile ilgili konuların öncelik (önemlilik) sıralamasına ilişkin frekans sıklığı Tablo 2’de
sunulmuştur.
Haberlerin içeriği ile ilgili olarak elde
edilen bir diğer araştırma bulgusunu da, haber
kaynağı olarak siyasi aktörlerin ve medya
profesyonellerinin haber metinlerinde yer
alma sıklığı oluşturmuştur. Türkiye-Avrupa
Birliği Müzakere Süreci ile ilgili haberlerin
kaynaklarının dağılımına ve derece sırasına
bakıldığında, haberlerde en çok (1. sırada - %
28.15) Avrupa Birliği Parlamentosu’nun ve
üye ülkelerdeki siyasi partilerin üyelerine
(siyasetçilere), daha sonra da (2. sırada - %
14.86) hem Avrupa Birliği Dışişleri
Bakanlarına hem de TBMM’nin ve siyasi
partilerin üyelerine (siyasetçilere) ve (3. sırada - % 9.22) Türk Dışişleri Bakanı’na haber
kaynağı olarak başvurulduğu görülmüştür. Bu
bağlamda, araştırmada haber kaynakları içeri-
13 Türkiye-AB ilişkilerinde ve müzakere sürecinde, siyasi aktörlerin (baskı grupları ve siyasetçiler) politik çatışmayı çerçeveleme biçiminin, çatışmanın nedenlerinin, taraflarının, sonuçlarının
ve çatışmaya taraf olan aktörlerin görüşlerinin medyadaki sunumuna ilişkin değerlendirmeler ‘Avrupa Birliği Müzakere Süreci
Örneğinde İkinci Aşama (Çerçeveleme) Araştırma Bulguları’
başlığı altında ortaya konulmuştur.
41
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
Tablo 2: Baskı Grupları (TÜSİAD ve
TOBB) Gündemindeki Konuların Öncelik
Sıralaması (Önemlilik)
(% Kayıtlar) Konu Vurgusu ve
Derece Sırası
%a
Konular
TÜSİAD
N= 29
Genel Ortalama
N= 92
Üyelik Müzakereleri
% 34.15
1.0
% 72.73
1.0
% 51.35
1.0
Kıbrıs Sorunu
% 2.44
5.0
% 6.06
3.0
% 4.05
5.0
Türkiye Taraftarı
AB Ülkeleri
-
-
-
-
-
-
Türkiye Karşıtı AB
Ülkeleri
-
-
-
-
-
-
% 21.95
3.0
% 15.15
2.0
% 18.92
2.0
AB’nin Türkiye
Politikası
% 12.19
4.0
% 3.03
4.0
% 8.11
4.0
Ermeni Sorunu
-
-
-
-
-
-
Türkiye’nin AB
Politikası
% 29.27
2.0
% 3.03
4.0
% 17.57
3.0
civilacademy
Türkiye’nin AB’ne
Tam Üyeliği
TOBB
N= 30
% 100
% 100
N= Haber Bülteni Sayısı
a Ölçüm birimi olan cümlelerde ele alınan konuların frekans sıklığı ile ilgili yüzdeler
cümle sayısına göre belirlenmiştir. Ayrıca
paragraflarda ele alınan konuların frekans
sıklığını gösteren yüzdelerin toplamı % 100
şeklinde belirlenmiştir.
Derece
Sırası
% 100
2. 6. 2. Avrupa Birliği Müzakere Süreci
Örneğinde İkinci Aşama (Çerçeveleme)
Araştırma Bulguları
Araştırma bulgularının bu kısmında, hem
siyasal sisteme hem de medyaya bilgi (girdi)
sağlayarak medya gündemini belirleyen ve
dolayısıyla da hem kamusal söylem gündemini hem de kamusal politika tartışmasını ustaca
şekillendiren ya da öyle olduğu varsayılan
siyasi aktörlerin (baskı grupları ve siyasetçiler) genel ve konuya özgü çerçeveleri ele
alınmıştır. Ayrıca, haber metinlerinin (çıktılar)
çerçevelenmesinde genel ve konuya özgü
Tablo 2’de de görüldüğü gibi, hem
TÜSİAD’nin hem de TOBB’nin gündeminde
üyelik müzakereleri konusuna önem ve öncelik verilirken (1. sırada), Türkiye taraftarı ve
karşıtı AB ülkeleri ve sözde Ermeni soykırımı
sorununa yer verilmemiştir.
42
civilacademy
haber çerçevelerini kullanan medyanın haber
sunumu modelleri değerlendirilmiştir. Daha
sonra da, siyasi aktörlerin girdileri ile medya
haber metinleri (çıktılar) karşılaştırılmıştır.
2. 6. 2. 1. Baskı Gruplarının
(TÜSİAD
ve
TOBB)
Çerçevelerine İlişkin Araştırma
Bulguları
ğı, TOBB’nin ise konuyu nadiren ya da diğer
çerçeveye oranla daha az risk çerçevesi ile
çerçevelendirdiği görülmüştür (% 33).
(% Kayıtlar) Çerçeve Vurgusu ve
Derece Sırası
Baskı Grupları
Baskı gruplarının, AB
TÜSİAD
Müzakere Süreci konusunu çerçeveleme biçimine bakıldığında,
TOBB
hem TÜSİAD’nin hem de
TOBB’nin konuyu en çok ekonoGenel
mik sonuçlar çerçevesi ile çerçeOrtalama
velendirdiği (sırasıyla % 93 ve %
83), ancak her iki grubun da konuyu nadiren çatışma çerçevesi ile çerçevelendirdiği görülmüştür (sırasıyla % 7 ve % 17).
Fırsat Çerçevesi
Risk Çerçevesi
% 100
(n=5)
1.0
(n=5)
-
% 67
(n=4)
1.0
% 33
(n=4)
2.0
% 80
(n=9)
1.0
% 20
(n=9)
2.0
civilacademy
Tablo 4: Baskı Gruplarının (TÜSİAD
ve TOBB) Genel Çerçeveleri:
Fırsat ve Risk Çerçeveleri
(% Kayıtlar) Çerçeve Vurgusu ve
Baskı gruplarının retoriğine ve
Derece Sırası
dolayısıyla da, bu grupların konuya
özgü çerçeve kullanımına bakıldıBaskı
Çatışma
Ekonomik Sonuçlar
ğında ise, hem TÜSİAD’nin hem de
Grupları
Çerçevesi
Çerçevesi
TOBB’nin, Avrupa Birliği Müzakere
%7
% 93
Süreci ile ilgili kamusal politika tarTÜSİAD
2.0
1.0
(n=5)
(n=5)
tışmasının yapılandırılmasında rol
oynamak için ciddi girişimlerde
% 17
% 83
bulunmadıkları
görülmüştür.
TOBB
2.0
1.0
(n=4)
(n=4)
Bununla birlikte her iki grup, medyadan farklı olarak bazı temaları ön
Genel
% 12
% 88
2.0
1.0
plana çıkarmaya çalışmıştır. Örneğin,
Ortalama
(n=9)
(n=9)
TÜSİAD, yapısal reformlar üzerinde odaklanarak konuyu çerçevelemiştir. TOBB ise, limanların açılması üzerinTablo 3: Baskı Gruplarının (TÜSİAD
de odaklanarak konuyu çerçevelemiştir.
ve TOBB) Genel Çerçeveleri: Çatışma ve
Ekonomik Sonuçlar Çerçeveler
2. 6. 2. 2. Siyasetçilerin Çerçevelerine
İlişkin Araştırma Bulguları
Siyasetçilerin (TBMM’nde iktidar ve
muhalefet partisi temsilcisi siyasetçilerin), AB
Müzakere Süreci konusunu çerçeveleme biçimine bakıldığında, hem iktidar partisi hem de
muhalefet partisi temsilcisi siyasetçilerin
konuyu en çok genel çerçevelerden biri olan
Ayrıca, yine baskı gruplarının, AB
Müzakere Süreci konusunu çerçeveleme biçimine bakıldığında, hem TÜSİAD’nin hem de
TOBB’nin konuyu en çok genel çerçevelerden biri olan fırsat çerçevesi ile çerçevelendirdiği (sırasıyla % 100 ve % 67), ancak
TÜSİAD’nin risk çerçevesini hiç kullanmadı-
43
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
çerçevesini hiç kullanmadıkları görülmüştür.
çatışma çerçevesi ile çerçevelendirdikleri
(sırasıyla % 60 ve % 94), ancak, konuyu nadiren ya da diğer çerçeveye oranla daha az ekonomik sonuçlar çerçevesi ile çerçevelendirdik-
civilacademy
Tablo 6: TBMM’nde İktidarve Muhalefet
Partisi Temsilcisi Siyasetçilerin Genel
Çerçeveleri: Fırsat ve Risk
Çerçeveleri
(% Kayıtlar) Çerçeve Vurgusu ve
Derece Sırası
Ayrıca siyasetçilerin, AB
Müzakere Süreci ile ilgili
Çatışma
Ekonomik Sonuçlar
Siyasetçiler
söylemlerinde, müzakere
Çerçevesi
Çerçevesi
sürecine ilişkin teknik tartışİktidar Partisi
maların yanı sıra, Türkiye’nin
% 60
% 40
Temsilcisi
1.0
2.0
ulusal çıkarlarına ilişkin tar(n=4)
(n=4)
Siyasetçiler
tışmalar da egemen olmuştur
Muhalefet
(tüm konuya özgü çerçevelePartisi
% 94
%6
rin ilk beşi sırasıyla KKTC’ne
1.0
2.0
Temsilcisi
(n=6)
(n=6)
izolasyon % 21.30, tam üyeSiyasetçiler
lik % 15.74, yapısal reformlar
% 77
% 23
%13.90, AB hedefi (müzakeGenel Ortalama
1.0
2.0
(n=10)
(n=10)
relerin başlaması) % 12.96 ve
limanların açılması % 8.33).
Özellikle,
siyasetçiler,
leri görülmüştür (sırasıyla % 40 ve % 6).
Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ilişkin tartışmaTablo 5: TBMM’nde İktidar ve
larda, KKTC’ne izolasyon ve limanların açılMuhalefet Partisi Temsilcisi Siyasetçilerin
ması çerçevelerini öne çıkarmışlardır.
Genel Çerçeveleri: Çatışma ve Ekonomik
Bu çerçevelerin içeriğini oluşturan temaSonuçlar Çerçeveleri
ları da, genel olarak müzakere temasını içeren
Bununla
birlikte,
siyasetçilerin
tam üyelik, yapısal reformlar ve AB hedefi
(TBMM’nde iktidar ve muhalefet partisi temsil(müzakerelerin başlaması) çerçeveleri takip
cisi siyasetçilerin), konuyu yalnızca fırsat çerçeetmiştir. Ancak, tartışmanın boyutları değiştikvesi ile çerçevelendirirken (% 100) demokrasiçe sırasıyla, Türkiye’nin AB’ne üye ülkelerden
nin, özgürlüğün ve insan haklarının yaygınlaşözellikle Fransa ile çatışmasını vurgulayan
ması ya da ekonomik gelişme gibi potansiyel
sözde Ermeni soykırımı (% 5.55) ile küresel
olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin
açıdan
Türkiye’nin AB’ne üyeliğinin önemini
pozitif sonuçlarını vurguladıkları, ancak, risk
vurgulayan medeniyetler ittifakı (%
5.55)
çerçeveleri biraz daha az ön
(% Kayıtlar) Çerçeve Vurgusu ve
plana
çıkmıştır.
Derece Sırası
Siyasetçiler
Fırsat Çerçevesi Risk Çerçevesi
İktidar Partisi
2. 6. 2. 3. Medyanın
% 100
Temsilcisi
1.0
Çerçevelerine İlişkin Araştırma
(n=4)
(n=4)
Siyasetçiler
Bulguları
Muhalefet
Medyanın, AB Müzakere
Partisi
% 100
Süreci konusunu çerçeveleme biçi1.0
Temsilcisi
(n=6)
(n=6)
mine bakıldığında, her üç gazetenin
Siyasetçiler
de konuyu en çok genel çerçevelerGenel
% 100
den biri olan çatışma çerçevesi ile
1.0
Ortalama
(n=10)
(n=10)
44
civilacademy
gazetenin de konuyu nadiren risk çerçevesi ile
çerçevelendirdiği görülmüştür (Hürriyet %
29, Sabah % 8 ve Zaman % 11).
çerçevelendirdiği (Hürriyet % 85, Sabah % 60
ve Zaman % 75), ancak, her üç gazetenin de
konuyu nadiren ya da diğer çerçeveye oranla
Hürriyet
Sabah
Zaman
Genel
Ortalama
daha az ekonomik sonuçlar çerçevesi ile çerçevelendirdiği görülmüştür (Hürriyet % 15,
Sabah % 40 ve Zaman % 25).
Tablo 7: Medyanın Genel Haber
Çerçeveleri: Çatışma ve Ekonomik Sonuçlar
Çerçeveleri
civilacademy
Gazete
(% Kayıtlar) Çerçeve Vurgusu ve Derece
Sırası
Ekonomik Sonuçlar
Çatışma Çerçevesi
Çerçevesi
% 85
% 15
1.0
2.0
(n=33)
(n=33)
% 60
% 40
1.0
2.0
(n=29)
(n=29)
% 75
% 25
1.0
2.0
(n=30)
(n=30)
% 73
% 27
1.0
2.0
(n=92)
(n=92)
Tablo 8: Medyanın Genel
Haber Çerçeveleri: Fırsat ve
Risk Çerçeveleri
Araştırmanın gerçekleştirildiği toplam zaman süresinde,
AB Müzakere Süreci ile ilgili
tartışmanın yapılandırılması için
haber medyası tarafından kavramsal olarak 16 farklı haber
çerçevesi kullanılmıştır: Bunlar,
sırasıyla AB hedefi (müzakerelerin başlaması), KKTC’ne izolasyon, ortak gelecek, tam üyelik, yapısal reformlar, sözde
Ermeni soykırımı, medeniyetler ittifakı, ifade
özgürlüğü, Müslüman ülkeler, limanların açılması, insan hakları, azınlık hakları, kadın
hakları, Hıristiyan kulübü, Kopenhag kriterleri ve bölgesel güçtür.
Baskı gruplarının ve siyasetçilerin sağladığı girdiler ile haber medyası çıktılarının karAyrıca, her üç gazetenin de konuyu en
şılaştırılmasının ortaya koyduğu gibi, bu çerçeçok genel çerçevelerden biri olan fırsat çerçevelerden dördü (yapısal reformlar, KKTC’ne
vesi ile çerçevelendirdiği (Hürriyet % 71,
izolasyon, tam üyelik ve ortak gelecek) hem
Sabah % 92 ve Zaman % 89), ancak her üç
temeli baskı gruplarına ve siyasetçilere
ait resmi söyleme dayanan terminoloji ya
(% Kayıtlar) Çerçeve Vurgusu ve
Derece Sırası
da politik pozisyonlardan hem de haber
medyasının politik tutumundan kaynakGazete
Fırsat Çerçevesi Risk Çerçevesi
lanmıştır. Ancak, diğer haber medyası
% 71
% 29
çerçevelerinin, temeli spesifik baskı grup1.0
2.0
Hürriyet (n=33)
(n=33)
larına (TÜSİAD ve TOBB) dayanan terminolojiden
ya da bu baskı gruplarına ait
% 92
%8
Sabah
1.0
2.0
politik pozisyonlardan kaynaklanmadığı
(n=29)
(n=29)
da görülmüştür. Bununla birlikte, bu
% 89
% 11
Zaman
1.0
2.0
çalışmanın örneklemine dahil edilen
(n=30)
(n=30)
haber medyası tarafından kullanılan
Genel
% 84
% 16
Müslüman ülkeler çerçevesi, haber med1.0
2.0
Ortalama (n=92)
(n=92)
yası tarafından üretilen tek çerçevedir ve
örneklem içerisinde yalnızca Hürriyet ve
45
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
Aynı zamanda hem baskı gruplarının gündeminde hem de medya gündeminde yer alan
konuların öncelik sıralaması arasında benzerlik olmadığı da saptanmıştır.
Zaman gazeteleri tarafından kullanılmış ve
üretilmiştir. Müslüman ülkeler çerçevesi,
Türkiye’nin AB üyeliğinin bölgedeki
Müslüman ülkeleri de olumlu bir şekilde etkileyeceği yorumunu güçlendirmek için kullanılmıştır. Ayrıca, bu çerçeve ile bölgesinde güçlü
olan bir ülkenin modernizm ve demokrasi
örneği olarak Müslüman ülkelere ilham vereceği de vurgulanmıştır.
Bu çalışmada, araştırmanın sorularını
cevaplayabilmek ve hipotezlerini test edebilmek için gerçekleştirilen çözümleme, AB
Müzakere Süreci konusunda, bilgi girdileri
(baskı gruplarının ve siyasetçilerin retoriği) ile
medya çıktılarının (haber metinlerinin) karşılaştırılmasına olanak vermiştir. Bulgular, birinci aşama (geleneksel) ve ikinci aşama (çerçeveleme) araştırma ile medya gündeminin
belirlenmesi ya da çerçevelenmesi (haber içeriğinin yapılandırılması) sürecinde hem medya
müdahalesinin derecesini hem de medyanın
ve siyasi aktörlerin politik rolünü ya da politik
tutumunu ve taraftarlığını ortaya koymuştur.
Bulgular, baskı grupları, siyasetçiler ve medya
arasındaki rekabetçi ve aynı zamanda birbirine
bağlı ya da bağımlı olan ilişkinin ortaya konulmasına da katkı sağlamıştır.
civilacademy
Sonuç ve Tartışma
Bu araştırmada, medya (haber medyası)
çerçevelemesinin, baskı gruplarının retoriği
tarafından şekillendiğini gösteren herhangi
bir bulgu elde edilememiştir. Bununla birlikte, medya ve TÜSİAD arasındaki regresyon
analizi, medya haber metinlerinin % 35’inin
bu grubun ön plana çıkardığı çerçeveler ile
benzerlik gösterdiğini, medya haber metinleri
ile TOBB’nin ön plana çıkardığı çerçeveler
arasında ise anlamlı bir ilişkinin söz konusu
olmadığını ortaya koymuştur. Ancak, medyanın haber üretiminde baskı gruplarının aktif
bir rol oynamadıkları dikkate alındığında,
baskı gruplarına ait iletilerin özniteliklerinde
yapılan değişikliğin (çerçeveleme), medya
haberlerinin çerçevelenmesinde etkili olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Bu örnek
olay araştırmasının bulgularının da gösterdiği
gibi, hem medyanın kendisi hem de AB
Parlamentosu ile TBMM üyesi siyasetçiler,
gündem kurma sürecinde haber kaynağı olarak aktif katılımcılar ve gündem belirleyiciler
konumunda faaliyet göstermişlerdir.
Medya, haber kaynağı olarak başvurmadığı baskı gruplarının retoriğini göz ardı
etmiştir. Araştırma sonucunda, baskı gruplarının, medyaya oranla ekonomik sonuçlar çerçevesine daha fazla ağırlık verdikleri, medyanın da, baskı gruplarına oranla çatışma çerçevesine daha fazla ağırlık verdiği görülmüştür.
Ayrıca, baskı gruplarının, medyaya oranla
fırsat çerçevesine daha fazla ağırlık verdikleri
ve konuyu fırsat çerçevesi ile çerçevelendirirken, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin
pozitif sonuçlarını vurguladıkları da görülmüştür.
Çalışmada, medya gündeminin belirlenmesi ya da çerçevelenmesi (konu çerçeveleme) sürecinde baskı grupları ile siyasetçiler
arasındaki rekabete ve medya müdahalesinin
derecesine ilişkin öngörüler dikkate alınmıştır. Araştırma sorularının cevaplanması ve
hipotezlerin test edilmesi neticesinde elde
edilen sonuçlar ise şunlar olmuştur:
Bu araştırmadan elde edilen bulgular,
medyanın haber üretiminde, baskı gruplarının
aktif bir rol oynamadıklarını (haber kaynağı
konumunda değildirler) ortaya koymuştur.
Araştırma bulguları, genel çerçevelerin
yanı sıra, baskı grupları tarafından destekle-
46
civilacademy
ilişkisinin genel hatlarını görebilmek ve bu
bağlamda, Türkiye’de farklı konu alanlarında
gündem kurma sürecinin nasıl işlediğini belirleyebilmek mümkün olacaktır.
nen konuya özgü çerçeveler ile medya temsilleri arasında da yakın bir ilişki bulunmadığını,
aksine, medyanın, gündem kurma ve kamusal
tartışma oluşturma sürecinde politik olarak
daha bağımsız bir rol oynadığını ortaya koymuştur. Araştırma sonucunda da görüldüğü
gibi, medyada temsil bağlama göre değişmiş
ve gündem bu değişime bağlı olarak farklı
şekillerde çerçevelenmiştir. Bu nedenle,
medya gündemindeki haberlerin baskı gruplarının çerçevelerinin egemenliği altında yapılandırıldığını söyleyebilmek de olası değildir.
Atabek, Ümit. “İçerik Çözümlemesi:
İletişim Çalışmalarının Olağan Yöntemi”. (der.)
Gülseren Şendur Atabek ve Ümit Atabek. Medya
Metinlerini Çözümlemek: İçerik, Göstergebilim
ve Söylem Çözümleme Yöntemleri. Ankara:
Siyasal Kitabevi, 2007: 1-18.
Atabek, Nejdet. (1997). “Siyasal Gündem
ve Kamuoyu”. Yeni Türkiye Siyasette Yozlaşma
Özel Sayısı II, (13): 1257-1262.
Aziz, Aysel. Siyasal İletişim, Ankara:
Nobel Yayınevi, 2007.
civilacademy
Genel olarak araştırmada, konu çerçeveleme sürecinde medya müdahalesinin var
olduğuna, bir başka ifadeyle, medya gündeminin belirlenmesi ya da çerçevelenmesi
(haber içeriğinin yapılandırılması ve konu
çerçeveleme) sürecinde, medyanın bağımsız
bir rol üstlendiğine ilişkin bulgular elde edilmiştir. Baskı grupları, konu çerçeveleme sürecinin dışında tutulurken, medya, bazen kendi
çerçevelerini üreterek tartışmayı yapılandırmıştır. Ayrıca, örnekleme dahil edilen medya
kurumları, diğer medya kaynaklarının girdileri ile gündemlerini yapılandırırken, zaman
zaman da çerçeveleme sürecini kendileri
şekillendirmiştir.
Kaynakça
Callaghan, Karen ve Schnell, Frauke.
(2001). “Assessing the Democrative Debate:
How the News Media Frame Elite Policy
Discourse”. Political Communication (18):
183-212.
Carragee, Kevin M. ve Roefs, Wim.
(2004). “The Neglect of Power in Recent
Framing Research”. Journal of Communication
54 (2): 214-233.
Catt, Helena. Democracy in Practice,
London-New York: Routledge, 1999.
Sonuç olarak, AB Müzakere Süreci
konusu ile ilgili olarak gerçekleştirilen bu
çözümleme, belirli sınırlılıklar içeren ölçüde
hipotez üretmeye katkıda bulunmuştur. Ancak,
bu alandaki çalışmalar arttığı ölçüde, çalışmanın örnek olayı dışında kalan diğer daha az
görünür ya da değişken politik tutum tartışmaları, konu çerçevelemenin doğasına ilişkin
genel bir yorum yapılabilmesine olanak verecektir. Bu nedenle, ortak bir kuramsal çerçeve
geliştirebilmek için gelecekte yapılacak olan
araştırmalar, örgütlü olmayan kamuoyuna,
farklı kamusal tartışma konularına ve konu
tiplerine odaklanmalıdır. Çünkü farklı örnek
olay araştırmaları ile siyaset-medya-kamuoyu
Danielian, Lucig. “Interest Groups in the
News”. (ed.) J. David Kennamer. Public
Opinion The Press and Public Policy. CT:
Praeger, 1994: 63-79.
Danielian, Lucig ve Page, Benjamin.
(1994). “The Heavenly Chorus: Interest Group
Voices on TV News”. American Journal of
Political Science 38 (4): 1056-1078.
Doğan, Erhan. “AB Katılım Süreci, NeoKorporatizm ve Türk Siyasetindeki Korporatist
Kalıntılar”. (yay. haz.) Semra Cerit Mazlum ve
Erhan Doğan. Sivil Toplum ve Dış Politika:
Yeni Sorunlar, Yeni Aktörler. İstanbul: Bağlam
47
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
(1991). “The Role of the Alternative Press in
the Agenda-Building Process: Spill-over
Effects and Media Opinion Leadership”.
European Journal of Communication 6:
33-62.
Yayınları, 2006: 35-54.
Erdoğan, İrfan ve Alemdar, Korkmaz.
Öteki Kuram: Kitle İletişim Kuram ve
Araştırmalarının Tarihsel ve Eleştirel Bir
Değerlendirmesi, Ankara: Erk Yayınları,
2005.
McCombs, Maxwell ve diğerleri. (1997).
“Candidate Images in Spanish Elections:
Second Level Agenda Setting Effects”.
Journalism and Mass Communication
Quarterly 74 (4): 703-717.
Gurevitch, Michael ve Blumler, Jay G.
“Siyasal İletişim Sistemleri ve Demokratik
Değerler”. (der.) Süleyman İrvan. Medya
Kültür Siyaset. Ankara: Alp Yayınevi, 2002:
263-291.
McCombs, Maxwell. Setting the Agenda:
The Mass Media and Public Opinion, UK:
Polity Press, USA: Blackwell Publications,
2005.
İnal, Ayşe. (1999). “Medya Dil ve İktidar
Sorunu: İletişim Çalışmalarında Medya ve
Siyaset İlişkisini Nasıl Tartışmalıyız?”. Gazi
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi: İletişim
3: 13-36.
İrvan,
Süleyman.
“Metin
Çözümlemelerinde Yöntem Sorunu”. Medya ve
Kültür: 1. Ulusal İletişim Sempozyumu
Bildirileri: İletişim Dergisi Yayınları, 2000:
73-86.
civilacademy
Huckins, Kyle. (1999). “Interest Group
Influence on the Media Agenda: A Case Study”.
Journalism and Mass Communication
Quarterly 76 (1): 76-86.
McLeod, Jack M. ve Reeves, Byron.
“Medya Etkilerinin Doğası Üzerine”. (der. ve
çev.) Murat Sadullah Çebi. Medya Etki
Araştırmaları. Ankara: Alternatif Yayınları,
2003: 61-121.
McQuail, Denis. Mass Communication
Theory, London: Sage Publications, 2000.
Palabıyık, M. Serdar ve Yıldız, Ali.
Avrupa Birliği, Ankara: ODTÜ Yayıncılık,
2007.
Pan, Zhongdang ve Kosicki, Gerald. M.
(1993). “Framing Analysis: An Approach to
News Discourse”. Political Communication 10
(1): 55-75.
Kılıç, Deniz. (2007). “Türk Basınında
İran Nükleer Krizi’nin Sunumu: Haberin
Çerçevelenmesi”. Galatasaray Üniversitesi
İletişim Fakültesi Dergisi: İletişim 6: 67-86.
Scheufele, Dietram A. ve Tewksbury,
David. (2007). “Framing, Agenda Setting, and
Priming: The Evolution of Three Media Effects
Models”. Journal of Communication 57 (1):
9-20.
Kiousis, Spiro ve Wu, Xu. (2008).
“International Agenda-Building and AgendaSetting: Exploring the Influence of Public
Relations Counsel on US News Media and
Public Perceptions of Foreign Nations”. The
International Communication Gazette 70 (1):
58-75.
Schuck, Andreas R. T. ve Vreese, Claes
H. de. (2006). “Between Risk and Opportunity:
News Framing and its Effects on Public
Support for EU Enlargement”. European
Journal of Communication 21 (1): 5–32.
Koçak, Abdullah ve Arun, Özgür. (2006).
“İçerik Analizi Çalışmalarında Örneklem
Sorunu”. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dergisi: Selçuk İletişim 4 (3): 21-28.
Semetko, Holli A. ve Valkenburg, Patti
M. (2000). “Framing European Politics: A
Mathes, Rainer ve Pfetsch, Barbara.
48
civilacademy
Content Analysis of Press and Television
News”. Journal of Communication 50 (2):
93-109.
Taner, Andrea H. (2004). “Agenda
Building, Source Selection and Health News at
Local Television Stations: A Nationwide
Survey of Local Television Health Reporters”.
Science Communication 25 (4): 350-363.
Weaver, David H. (2007). “Thoughts on
Agenda Setting, Framing and Priming”.
Journal of Communication 57 (1): 142-147.
Vreese, Claes H. de ve diğerleri. (2001).
“Framing Politics at the Launch of the Euro: A
Cross-National Comparative Study of Frames
in the News”. Political Communication 18:
107-122.
civilacademy
Weaver, David H. ve diğerleri. “Agenda
Setting Research: Issues, Attributes and
Influences”. (ed.) Lynda Lee Kaid. Handbook
of Political Communication Research. NJ:
Lawrence Erlbaum Associates, 2004: 257282.
Vreese, Claes H. de. (2005). “News
Framing: Theory and Typology”. Information
Design Journal+Document Design 13 (1):
51-62.
Yüksel, Erkan. Medyanın Gündem
Belirleme Gücü, Konya: Çizgi Kitabevi
Yayınları, 2001.
49
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
Ek 1. İçerik Çözümlemesinin Kodlama
Yönergesi
1) Gazete Adı:
2) Tarih:
3) Haber Sayısı:
4) Manşet Haberlerin
Konusu:
5) Sürmanşet Haberlerin
Konusu:
7) Haber Kaynakları:
Üyelik Müzakereleri
Türkiye Taraftarı AB Ülkeleri
Türkiye Karşıtı AB Ülkeleri
Türkiye’nin AB’ne Tam Üyeliği
Türkiye’nin AB Politikası
AB’nin Türkiye Politikası
Kıbrıs Sorunu
Ermeni Sorunu
civilacademy
6) Gündem Maddeleri
(Gündem
Konularının
Kategorileri):
•
•
•
•
•
•
•
•
• Türk Siyasetçileri (Siyasi Partilerin ve
TBMM’ nin Üyeleri)
• Türk Dışişleri Bakanı
• Türk Bürokratlar
• AB Üye Ülke Siyasetçileri (Siyasi Partilerin
ve Avrupa Parlamentosunun Üyeleri)
• AB Dışişleri Bakanları
• AB Bürokratları
• İşadamları
• TÜSİAD
• TOBB
• Akademisyenler
• Uzmanlar
• Küresel Medya
• Ulusal-Yerel Medya
• Sivil Toplum Kuruluşları
EKLER
50
civilacademy
Genel Çerçeveler
Çerçeveler
Durum Tanımları1*
Çatışma Çerçevesi
Çatışma çerçevesi, bireyler, gruplar, kurumlar ya da ülkeler
arasındaki çatışmayı vurgulamaktadır.
Ekonomik Sonuçlar
Çerçevesi
Ekonomik sonuçlar çerçevesi, bir olayı, problemi ya da konuyu bir
bireyde, grupta, kurumda, dinde ya da ülkede yaratacağı ekonomik
sonuçlar açısından yorumlayarak sunmaktadır.
Risk Çerçevesi
Fırsat çerçevesi, demokrasinin, özgürlüğün ve insan haklarının yaygınlaşması ya da ekonomik gelişme gibi potansiyel olarak Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne üyeliğinin pozitif sonuçlarını
vurgulamakta, umudu ve güveni ifade etmektedir.
Risk çerçevesi, yüksek maliyetler, suç oranının artışı ve
istikrarsızlık gibi potansiyel olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
üyeliğinin negatif sonuçlarını vurgulamakta ve kaygıları ifade etmektedir.
Konuya Özgü Çerçeveler
Çerçeveler
AB Hedefi
(Müzakerelerin Başlaması)
Ortak Gelecek
Tam Üyelik
Limanların Açılması
civilacademy
Fırsat Çerçevesi
Durum Tanımları2**
Bu çerçeve, AB Konseyi’nin, 3 Ekim 2005 tarihinde, AB ile
Türkiye arasında katılım müzakerelerinin başlamasına ilişkin 9 maddelik bir açıklamada bulunmasını, Müzakere
Süreci ve Düzenleme İlkelerini (Müzakere Çerçeve BelgesiMÇB) kabul etmesini, Başkanlık Bildirisi’ni yayımlamasını
ve böylece AB ile Türkiye arasında müzakerelerin başlamasını vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, AB’nin Türkiye ile birlikte daha güçlü olabileceğini, AB’nin istikrarlı ve demokratik bir Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu ve Türkiye’ye ihtiyaç duyan AB’nin Türkiye
ile birlikte küresel bir güç olabileceğini vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, Türkiye’nin AB’ne üye olması halinde, AB
ülkeleri ile ‘ortak üye’ statüsünde ve onların yanında değil,
onlarla aynı ve eşit haklara sahip olarak Birlik içinde yer
alabileceğini vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Türkiye arasındaki ikili ilişkilerin normalleştirilmesi için limanların GKRY
gemilerine açılmasını öngören Müzakere Çerçeve
Belgesi’nin (MÇB) 6. maddesini vurgulamaktadır.
51
Yrd. Doç. Dr. İlker ERDOĞAN
Müslüman Ülkeler
Bu çerçeve, Türkiye’nin AB üyeliğinin bölgedeki Müslüman
ülkeleri de olumlu yönde etkileyeceğini öngören yorumları
vurgulamaktadır.
Medeniyetler İttifakı
Bu çerçeve, Türkiye’nin AB üyeliğinin İslam dünyasının
modernleşme hareketlerini hızlandıracağı görüşünü ve
medeniyetler arasındaki barışı vurgulamaktadır.
KKTC’ne İzolasyon
Bölgesel Güç
İfade Özgürlüğü
İnsan Hakları
Kopenhag Kriterleri
Sözde Ermeni Soykırımı
Yapısal Reformlar
Kadın Hakları
Azınlık Hakları
Bu çerçeve, AB’nin küresel bir güç olma fırsatını kaçırma
ihtimalini vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, KKTC’ne yönelik ekonomik izolasyonun kaldırılmasına ilişkin AB Konseyi tarafından alınan karara atıfta
bulunan Avrupa Parlamentosu kararını vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, ulusal çıkarlarını ve istikrarını koruyabilen
Türkiye’nin gücünü ve stratejik önemini vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, ifade özgürlüğünün Avrupa’nın öz değerlerinden biri olduğunu ve AB’ne katılmak isteyen bir ülkenin
ifade özgürlüğüne saygı göstermesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, Türkiye’nin temel hak ve
özgürlüklere ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne
uyumunu vurgulamaktadır.
civilacademy
Hıristiyan Kulübü
Bu çerçeve, demokrasinin güvence altına alınmasını, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve azınlık haklarına saygı
gösterilmesini, işleyen serbest piyasa ekonomisini ve birlik
içindeki piyasa güçleriyle rekabet edebilme yeteneğini ve
aday ülkeler tarafından AB müktesebatının kabulünü ve
uygulanmasını kapsayan kriterleri vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, Fransa Parlamentosu’na sunulan ve sözde
Ermeni soykırımının meydana gelmediğini iddia edenlerin
cezalandırılmasını öngören yasa tasarısını vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, siyasal ve ekonomik reform sürecinde başta
demokratik reformlar olmak üzere kapsamlı bir kamu reformu ile tarım, eğitim, sosyal güvenlik alanlarındaki
reformları vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, temel hak ve özgürlükler
kapsamında kadın hakları ile ilgili olarak
Türkiye’den beklentileri vurgulamaktadır.
Bu çerçeve, özellikle din özgürlüğü alanında ilerlemelerin
kaydedilmesini ve kültürel çeşitliliğin sağlanmasını isteyen
AB’nin taleplerini ve Türkiye’ye ilişkin beklentilerini vurgulamaktadır.
52
civilacademy
DİĞER
GÜNDEMLER
MEDYA
GÜNDEMİ
KAMU
GÜNDEMİ
[Haber Değeri] Konular
Konular
Kurumlar
Baskı Grupları
Halkla İlişkiler
Siyasal Kampanyalar
Konular
Dikkat Çekiciliğin Aktarımı
Öznitelikler
[Haber Değeri] Öznitelikler
Öznitelikler
** Karluk, Rıdvan. Avrupa Birliği ve
Ek 2. Çerçeveleme Çözümlemesinin
Kodlama Yönergesi
civilacademy
Şekil 1. Gündem Koyma ve Saptamanın
Genişletilmiş Bir Görünümü
Türkiye. İstanbul: Beta Kitap, 2007.
Kaynak: McCombs, Maxwell. Setting
the Agenda: The Mass Media and Public
Opinion. UK: Polity Press, USA: Blackwell
Publications, 2005: 99.
(Footnotes)
* Semetko, Holli A. ve Valkenburg, Patti
M. (2000). “Framing European Politics: A
Content Analysis of Press and Television
News”. Journal of Communication 50 (2):
93-109, Schuck, Andreas R. T. ve Vreese,
Claes H. de. (2006). “Between Risk and
Opportunity: News Framing and its Effects
on Public Support for EU Enlargement”.
European Journal of Communication 21 (1):
5-32.
53
civilacademy
TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE ANNELİK ROLÜNÜN
KURULUŞU VE TELEVİZYON REKLAMLARINDA
ANNELİK ROLÜNÜN SUNUMU1*
Representation of Motherhood in Turkish Television Commercials
Elif Gizem UĞURLU2∗∗
ABSTRACT
civilacademy
Motherhood is located in a private field as a result of gender segmented division of labor.
This comes from gender identity of motherhood. Stated identity covers bearing baby, traditional
housekeeping and other related. This growing circle strengthens itself with its ongoing
determined charasteristics and the role of media takes an important role in this process in this
study, motherhood in Turkey, within its histoircal context, is tried to be examined in terms of its
own structure and how Turkish commercials represent role of the mother.
Key words: Gender, motherhood.
ÖZET
Bütün canlıların biyolojik olarak üreme işlevi açısından ikiye ayrıldıkları sosyologlar,
antropologlar, psikologlar gibi bu konuda araştırma yapan kişiler tarafından da kabul
görmektedir. Bunun yanı sıra; toplumsal yaşamda kadınla erkekten beklenen davranışlar,
nitelikler, belirtkenler (karakteristikler), kısacası kadınla erkek kimlikleri aynı olmamaktadır.
Biyolojik cinselliğe, toplumsal ilişkilerle ve içinde bulunulan kültürel yapı ile şekillenen
toplumsal cinsellik de eşlik etmektedir. Annelik rolü, toplumsal ve kültürel olarak belirlenmekte,
bir toplumdan diğerine annelik değerlerine yüklenen değerler değişmekte ve tarihsel süreçten
etkilendiği görülmektedir.
Bir toplumsal cinsiyet kavramından bahsediliyor ise bu toplumu oluşturan bireylerden
1
* Bu makale, Türkiye'de Ulusal Televizyon Kanallarında Yayınlanan Reklamlarda Annelik Rolünün Sunumu" başlıklı
Yüksek
Lisans tez çalışmasına dayanmaktadır.
2
** Arş. Gör., Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi, Sinema ve Televizyon Bölümü
55
[email protected]
Elif Gizem UĞURLU
de bahsediliyor demektir. Bu bireylerin gösterdiği davranış kalıplarının genellenmesi ile
oluşturulan bu adlandırma bireylerin sergiledikleri davranışlarla açığa çıkmaktadır. Kadın ya
da erkek olarak doğmanın biyolojik bir olgu olduğu kabul görmektedir. Ancak; kişi, kadın ya
da erkek olmayı toplumsallaşma süreci içinde öğrenmektedir. Bu çalışmada, tarihsel süreçte
annelik rolünün nasıl kurulduğu, Türkiye’de nasıl yapılandırıldığı ve televizyon reklamları
aracılığı ile nasıl yapılandırıldığı 57 ay boyunca televizyonda yayınlanan 14472 adet reklam
izlenerek, tekrarlar çıkartıldıktan sonra annelik rolü bulunan 190 reklamın görsel ve işitsel
kodları incelenerek yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimler: Toplumsal cinsiyet, tarihsel süreçte annelik rolü, televizyon
reklamları.
Anne, Meydan Larousse’ ta (1969: 549):
“Çocuğu olan kadın” olarak tanımlanmaktadır.
Coward (1995: 88) “Annelik, ... kadınların
nasıl olmaları ve neyi başarmaları gerektiğine
ilişkin reçetelerin en katı olduğu alandır”
tanımlamasını yapmaktadır. Badinter (1992: 10),
annelik kavramının çift anlamlı kullanımıyla
güçlendiğini iddia etmektedir. Birincisi, dölütün
sağ kalmasını ve embriyonun gelişmiş bir bireye
dönüşmesini sağlayarak eseri meydana getiren
annelik, ikincisi de şefkat ve eğitim ile bireyi
yetiştiren annelik.
civilacademy
1. Annelik Rolü
tespit etmiştir; annelik rolünün dişiliğe etkisi
olduğunu savunmaktadır (Haralambos, 1984:
372). Beauvoir (1993a: 111), kadının vücut
yapısının bütünüyle insan türünün devamına
dönük olmasından dolayı bedensel yazgısını
annelikle tamamladığını anneliğin onun doğal
görevi olduğunu ifade etmektedir. Ancak
örneklerle açıkladıktan sonra “analık ‘içgüdüsü’
diye bir şey yoktur hiç değilse, bu insan
türüne uygulanamaz” (1993a: 145) ifadesini
kullanmakta, annenin çocuk karşısındaki
tutumunu toplum içindeki durumu ile anneliği
yüklenişine bağlamaktadır.
Lipovetsky (1998: 162), bu tarihi düzeni
bir modern icat olarak düşünmek gerektiğini,
çünkü annelik işlevinin idealleşip toplumda
değer kazanmasına yönelik olağandışı bir
sürecin beraberinde geldiğini savunmaktadır.
İnsanlığın varoluşundan bu yana, dişil
etkinliklerin sistematik olarak küçümsenmiş ya
da sessizce geçiştirilmiş olduğunun altını
çizmekte, doğurganlığın, toplumsal değerini
koruduğunu, ancak anne sevgisi ve bakımı,
doğal ve kendiliğinden davranışlarla bir
tutulduğu için hiçbir özel övgü görmediğinden
yakınmaktadır. Annelik rolü, toplumsal ve
kültürel olarak belirlenmekte, bir toplumdan
diğerine annelik değerlerine yüklenen değerler
değişmekte ve daha ileride de açıklanacağı gibi
Haralambos (1984: 372)’un yorumuna
göre; Parsons, çekirdek aileden modern endüstri
toplumundaki aileye kadar her dönemde
bir annenin en önemli sorumluluğunun ve
genç bir kadının en keskin rolünün bir çocuk
dünyaya getirmek ve onunla yakın ilişki
kurup ona bakmak olduğunu, ifade etmekte
kadının ailedeki rolü için ‘sıcak’, ‘güvenli’
ve ‘duygusal destek verici’ terimlerini
kullanmaktadır. Kadının bu rolünün de bir
gencin sosyalleşmesinde büyük önem taşıdığını
eklemektedir. Parsons gibi John Bowby de
kadının evdeki yerinin bebeklik çağındaki
çocuğuna bakmak olduğunu iddia etmektedir.
Çalışmalarında erken yaşlarda anneden ayrılan
çocuklarda psikolojik rahatsızlıklar oluştuğunu
56
civilacademy
Kadınlar artık yalnızca “ev kadını ve
anne” olarak görülmekten endişe duymaya
başlamaktadırlar (Coward, 1995: 91). Ancak
Nancy Chodorow (1979: 71)’un da belirttiği
gibi kadının anne oluşu, kız ve erkek çocuklarının farklı kimlik yapılanmalarını ortaya çıkarmakta ve gencin kadın veya erkek olarak toplumsal cinsiyet rollerini üstlenmesi cinsel olarak eşit olmayan toplumun ve annelik rolünün
yeniden üretilmesine neden olmaktadır.
Araştırma kapsamındaki annelik rolü
konusuna daha yakından bakmak için önce
annelik rolü çerçevesinde, tarihsel süreci ve
yaklaşımları da incelemek gerekmektedir.
1.1. Sanayi Devriminden Önce Annelik
Rolü
civilacademy
tarihsel süreçten etkilendiği görülmektedir.
Giddens (1994: 45), farklı kültürlerde çeşitli
şekillerde temsil edilen, her cinsin öteki için
bir sır olduğu düşüncesinin eski bir düşünce
olduğunu, ancak anneliğin kişilik nitelikleri ile
kadın kimliğinin birbirinden ayrı olmamasının
diğer bir değişle bu ikisinin birleştirilmiş
olmasının kadın cinselliği anlayışlarına da
sızmış önemli bir nokta olduğunun altını
çizmektedir. Ann Dally (1983), Inventing
Motherhood adlı kitabında 18. yüzyıl
sonlarından itibaren Romantik aşk karmaşasının
doğduğunu ve kadınları etkileyen birçok etki
kümesiyle ilişkili olduğunu ifade etmektedir.
Bunlardan birincisinin evin yaradılışı olduğunu,
ikincisinin, ebeveynler ile çocukları arasındaki
değişen ilişkiler olduğunu, üçüncüsünün de,
bazılarının “anneliğin icadı” diye adlandırdığı
şey olduğunu, kadının konumu açısından da
tüm bunların sıkı sıkıya bütünleşmiş olduklarını
belirtmektedir (Giddens, 1994: 44).
Tarihsel süreçte annelikten bahsetmeden
önce de tarih yazımında ve yorumlanmasında
erkek bakış açısının etkili olduğunu hatırlatmak
uygun görünmektedir. Berktay (2003: 20),
“Tarihin Cinsiyeti” adlı kitabında, Tarih’in
“bilimsel” bir disiplin olarak kabul edildiği 19.
yüzyıldan bu yana, kadınların tarihteki rolünün,
tarihçilerin kendi bakış açılarına göre farklılık
gösterdiğini, yakın zamanlara kadar, “bu
tarihçilerin cinsiyetler arasındaki ilişkilere bakış
açıları ataerkil toplumsal cinsiyet kalıplarının
etkisi altında” olduğunu savunmaktadır.
Ancak, bu tutumun günümüzde belli ölçülerde
değişmesinde ve tarihçilerin sorgulayıcı
bir içgörü kazanmasında postmodernist ve
feminist eleştirinin epey etkisi olduğunu da
eklemektedir.
Sanayi öncesi toplumlarda, hamilelik
gerektirdiği sürece ve bebek bakıma ihtiyaç
duyduğu dönemler dışında ev işlerinin kadın
etkinliklerinde baskın bir yer kaplamaktan uzaktı.
Halk katmanlarında, kadınların temel görevleri,
evin içinden çok dışına yönelik olduğu, evinin
çevresinde ancak geçim sağlayıcı etkinliklere daha
çok zaman ayırdığı bilinmektedir. Lipovetsky de
benzer yaklaşımla VIII. yüzyıla kadar, halkın
yaşayış biçimlerinde ev işlerine çok az zaman
ayrılmakta olduğunu, kadınların süt bebeğinin
rahatına, bilinçlenmesine, kişiliğinin gelişmesine
çok az önem vermekte, köylü kadınlar saatlerce
evden uzak kalmakta, bebeklerinin altını geniş
aralıklarla değiştirmekte, onları beşiklerinde
ağlarken bırakmakta, onlarla çok az konuşmakta
olduklarını belirtmektedir. İlkel topluluklardan
Annelik rolü ile ilgili bir toparlama yapmak
gerekirse, kadın doğası gereği anne olma,
neslin devamını sağlayacak canlıyı üretme
yetisine sahiptir. Ancak annelik, kadının genetik
olarak getirdiği bir durum olmayıp sosyal bir
yapılandırmadır. Toplumlar çocuğun yaşaması
için anneye gereksinim duyduğunu kavramakta ve
ekonomik üretimin çocuğa verdiği kıymetle birlikte
toplumda annelik değer kazanmakta, annelik ideali
de bu koşullarda oluşmaya başlamaktadır.
57
Elif Gizem UĞURLU
uygar toplum düzenine geçiş sırasında kadın
– erkek arasındaki iş bölümü gelişmekte ve
pekişmektedir. Şenel (1995: 199), gerek bitki,
gerek hayvan yetiştirmenin ev ekonomisi içindeki
uzantıları olan işlerin de kadınlar tarafından
görüldüğünü böylece ev ekonomisi ve ev dışı
ekonomi birlikte göz önüne alındığında, kadınların
ekonomik etkinlik alanında erkeklerden daha
büyük rol oynadıklarını ifade etmektedir.
civilacademy
Beauvoir (1993: 68), tarih öncesinin
ve budunbilimin sağladığı verileri varoluşsal
felsefenin ışığında yeniden ele alarak incelemekte,
cinslerarasındakibasamaklandırmanınnasılortaya
çıktığının bu şekilde daha kolay kavranabilmesine
olanak sağlamakta olduğunu belirtmektedir.
Budunbilimcilerin ilkel insan toplumu biçimleri
ile ilgili bilgilerinin çok çelişkili olduğunu
ve kadının tarım öncesi dönemdeki durumu
konusunda fikir sahibi olmanın son derece güç
olduğunu ifade etmektedir. Ancak erkekler ve
kadınların kanlı savaşlara birlikte katıldıklarına
dair var olan belgelerden kadınların da erkekler
kadar yiğit ve acımasız olabildiklerinden söz
edilmekte olduğunu ama o dönemde bile bu gün
olduğu gibi erkeklerin bedensel güç ayrıcalığı
bulunduğuna dikkat çekmektedir. Ancak
Amazon kadınlarının çocuk doğurma işinin
getirdiği yük altında ezildiklerini ve anne olmak
istemediklerinin göstergesi kabul edilecek
biçimde memelerini kestiklerinin anlatıldığını
ifade etmektedir. Gebeliği önleyecek bir çarenin
yokluğuna değinen Beauvoir, yaşam şartların
zorluğunun yavrularını düşmanlardan ve yırtıcı
hayvanlardan korumalarını zorlaştırmakta
olduğunun altını çizmektedir.
yayılan, birçok ulus, uygarlık ve kültürlerde
değişik adlarla anılan Anadolu’nun Ana
Tanrıçası’nın Kybele olduğu belirtilmektedir.
Doğayı, bütün canlılığı, bereketi ve
doğurganlığı, “çocuk büyütmeyi ve gelişmeyi”
(Gündüz, 1998: 31) simgelemektedir. Hiçbir
mitolojide hiçbir tanrı Ana tanrıça kadar
çeşitli adlarla adlandırılmamaktadır. Kültepe
tabletlerinde adına Kubaba olarak rastlanmakta,
Lydia’da adı Kybebe, Phrygia’da Kybele
olarak geçmektedir. Hitit kaynaklarında Hepat
diye adlandırılmakta, Tokat bölgesinde ve
Kapadokya’da adı Mâ olmaktadır. Sümer’de
Marienna, Hitit’te Arinna, Mısır’da İsis,
Suriye’de Lat, Girit’te Rhea, Efes’de Artemis,
İtalya’da Venus olarak anılmaktadır (Erhat,
1989: 199; Beauvoir, 1993: 82).
Bir başka anne anlatımı da Kurt Anne’dir.
Bahaeddin Ögel (1971: 17), “Türk Mitolojisi”
adlı kitabında Orta Asya Türk kavimlerinin
bazılarında “kurt, ana şeklinde görülmüş ve
bazılarında da bir baba gibi” anlatıldığından
bahsetmektedir. Uygurlar ve daha önceki
dönemlerde ana ailesi (ana soylu) düzeninin
olduğu ancak, Göktürkler döneminde tamamen
baba ailesi (baba soylu) düzenine dönüş
yapıldığı görülmektedir. Göktürklerde annenin
kurt olduğu, babanın ise insan olduğu efsaneleri
bulunmaktadır. Böylece kurt anneden doğan
insan babanın çocuğu baba soyu düzenine göre
insan gibi yetiştirilebilmektedir.
Sanayi öncesi toplumlarda annelik
konusuna tarihsel akış içerisinde yaklaşmanın
ve Eski Taş Çağı’ndan başlamanın anlatımı
kolaylaştıracağı düşünülmektedir.
Mitoloji kitaplarında ve sözlüklerinde
(Erhat, 1989: 199; Grimal, 1997: 411; Bonnefoy,
2000: 99; Bayladı, 1996: 128), tek tanrılı
dinlerin yerleştiği dönemlere kadar uzanan ve
Akdeniz yöresini kaplayıp, bir yandan kuzey
ülkelerine diğer yandan Asya’nın içlerine dek
Leakey (1971: 8-9), taş devrinin insan
ve kültürleri hakkında çok kıymetli bilgiler
verdiğini iddia etmektedir. Erkeklerin yiyecek
temini için vahşi hayvanları avladıkları taş
devrinde kadınların av esnasında erkeklere
yardım ettikleri gibi, yenecek meyveleri
58
civilacademy
kabuklu yemişleri ve kökleri topladıklarını ileri
sürmektedir. Çelebi (1990: 7), bu antropolojik
bulgulardan yola çıkarak “insanlığın ilk
dönemlerindeki sosyal organizasyonlarda
kadının, kadını biyolojik kategori kılan
karakteristiğinin, kadının toplum içindeki
statüsünü düşürtücü olması bir yana,
yükseltici bir rol oynadığı” şeklinde bir yorum
getirmektedir.
Ortaçağınortayaçıkardığı“kamuotoritesinin
bölünmesi, feodalizmden kaynaklanan ademi
merkeziyetçiliğin
güçlenmesi,
ideolojik
üstyapılara dinin egemen olması, piyasa için
üretim yapılmasının yaratılması, burjuvazinin kent
ve ülke parlamentolarında temsil edilmesi”nin
(Gümüş vd., http://www.mfa.gov.tr/turkce/
gruph/ha/ha02htm/02.htm, 2003) sağlanması
gibi önemli özellikler, aileyi ve annelik rolünü
etkilemektedir.
civilacademy
Antropologlar ve sosyologlar günümüzden
8–12 bin yıl kadar önce insan yaşamında ve
toplumun gelişmesinde sanayi devrimi kadar
önemli başka bir devrim olduğu konusunda
birleşmektedirler. Bu, insanların toplayıcılık
ekonomisinden, yiyecek üretimi ekonomisine
geçtikleri yeni taş çağı (neolitik) devrimi olarak
adlandırılmaktadır. Yeni taş çağında kadın
çiftçilik yaparken, erkeğin de avcılık ve hayvan
yetiştiriciliği ile uğraşmasının yanı sıra yerleşik
düzene geçilmesinin ilk adımları bu dönemde
görülmektedir ve anaerkil aile düzeni dikkat
çekmektedir. “Kadının bu üstünlüğüne uygun
bir ideoloji (din) geliştirilmiştir. Anadolu’da
Kubaba, Kybele gibi baş tanrıçanın “ana
tanrıça Kybele” olduğu” (Şenel; 1978: 30) yeni
taş çağı toplumları olarak bilinmektedir.
ailenin bekçisi ve koruyucusudur” aktarmasını
yapmaktadır. Yeni taş çağında da çocuk bakımı
ile annelik arasında bir bağ kurulmaktadır.
Reed (1994: 23), İlkel toplumda “ana”
sözcüğünün bir aile değimi değil de, işlevsel
bir klan değimi olduğunu, bir erkeğin kendi
klanında bulunan her yaş kümesindeki dişilerin
tabu kabul edildiğini belirtmekte, öncü
insanbilimcilerin, çeşitli araştırmalar sonucu
uygarlaşmış ataerkil toplumdan önce anasoylu
bir toplumsal örgütlenme biçiminin varlığını
ortaya çıkardıklarını ancak araştırmaların
ilk evresinde neden toplumun baba-ailesi ile
değil de anasoylu klanla başladığına cevap
veremediğini ifade etmektedir. Bu dönem için
Edward Westemark’ın The History of Human
Marriage kitabından “Yeni doğan çocuklara
bakma görevi daha çok anaya düşer, babaysa
Beauvoir (1993: 95), Ortaçağ’ı kadın
açısından değerlendirdiğinde kadın, rızası
alınmadan evlendirilmekte olduğunu, yaşam
hakkına kocası tarafından karar verildiğini ve
kocası istediği an boşamakta, hizmetçi gibi
davranılmakta olduğunu ifade etmektedir.
Kocasının malı, çocuklarının anası olduğu için,
yasalarca korunduğuna dikkat çekmektedir.
Engels (1992: 144) de Ortaçağ’a kadar
analık hukukunun izlerine rastlandığını
ancak ortaçağda babalık hukukunun öne
çıktığını, analık ya da babalık hukukunun
varlığını da çocuğa kalacak olan miras ile
ilişkilendirmektedir. Bu nedenle çocuğun
soyunun bilinmesi önem kazanmaktadır.
Modern anlamda çocuk ve çocukluk
terimlerine Ortaçağ’da da rastlanmamakta
olduğunu belirten Emine Akyüz (2001: html),
Fransız nüfus bilimcisi ve sosyal tarihçisi
Aries’in Eski Devirlerde Çocuk ve Aile Yaşantısı
adlı kitabında çocukluğun değişmez bir olgu
olduğu konusundaki geleneksel varsayımları
eleştirmekte olduğunu ve Ortaçağ Batı
toplumlarında modern anlamda bir çocukluk
kavramının bulunmadığını ileri sürdüğünü
ifade etmektedir.
17. yüzyılın sonuna kadar, Hıristiyanlık,
“kilise babaları arasında en önemli ve etkili
59
Elif Gizem UĞURLU
Donovan (1997: 19), “17. ve 18. yüzyıllar
boyunca - öncesinde ve sonrasında - kadının eş
ve anne olarak evine ait olduğu” varsayımının
neredeyse evrensel olduğunu ifade etmektedir.
Din bilimcilerin, 16. yüzyılda annelerin
çocuklarına gösterdikleri şefkati günah
sayıp uyarırlarken, 18. yüzyıla gelindiğinde
şefkat göstermeyen anneleri kınadıkları
görülmektedir. Badinter (1992: 75), 17. ve
18. yüzyılların özellikle olanakları elverişli
kadınların kendilerini kadın olarak tanımlamayı
denedikleri bir dönem olduğunu bu girişimin,
toplumun henüz çocuğa günümüzde ona
tanınan yerin verilmemesiyle kolaylaştığını
ifade etmektedir. Sanayi devrimi tam bir
başlangıç noktası olmasa da insan ihtiyacının
belirmesi ile çocuğa verilen değer artmakta,
yaşaması için ideolojik destekle orantılı olarak
toplumsal destek de artmaya başlamaktadır.
Çocuğa verilen değer Ortaçağ sonunda
artmaktadır. Bunun nedeni de daha önce
belirtildiği gibi insan gücüne olan ihtiyacın
artması olmaktadır. Geleceğin yetişkini olacak
olan çocuğun yaşayabilmesi için annenin
sütüne ve bakımına olan ihtiyaç bilinmektedir.
Çocuğa verilen değer ile doğru orantılı olan
anneliğe verilen değer de artmaktadır.
civilacademy
yazar” (Sarıkçıoğlu, 1983: 16), Aziz Augustin’in
imgelemesini onaylamakta, çocuğun kötü
güçlerin sembolü ve bir günahkâr olduğu
düşüncesi ile ana babaların çocuklarına karşı
soğuk davranmalarını öğütlemektedir. Annenin
çocuğuna gösterdiği şefkat ve hoşgörü ise günah
olarak değerlendirilmektedir. Hatta annenin
çocuğunuemzirmesibile,anneninşehvetlebaştan
çıkması olarak yorumlanmaktadır (Badinter,
1992: 35-65). Annelerin de günah korkusunun
yanı sıra ilk bir yıl içinde ölme olasılığı yüksek
olan küçük varlığa ilgi duymasının ölümünden
sonra yaratacağı üzüntüyü düşünerek kayıtsız
kaldığı tarihi dokümanlardan ve edebiyat
eserlerinin yansıttıklarından çıkarılan bir yorum
olarak karşımıza çıkmaktadır (Dally, 1983: 28).
Badinter, yaygın bir anlayışı tersine çevirmek
zorunda kaldığından bahsetmektedir: “Çocuklar
sinekler gibi öldükleri için anneler ilgisiz değildi,
anneler ilgilenmediği için çocuklar bu kadar çok
sayıda ölüyorlardı” (Badinter, 1992: 35-65).
Uygarlaşma ile iş bölümü gelişmekte,
“iş bölümü”, geliştikçe zanaatkârlar ortaya
çıkmaktadır (Şenel 1978: 7). Zanaatçilerin ve
küçük tüccarların karılarının da dükkânda ya da
atölyede yardımcı olabilmek için çocuklarını
sütanneye bıraktıkları anlatılmaktadır. Çiftliği
idame etmek, dokuma işinde kocaya yardımcı
olmak, çocuk bakımından önce gelmektedir.
XIX. yüzyılın yarısına dek, Kuzeyli
burjuva kadınlar dükkânla, hesap işleriyle,
işletmenin organizasyonuyla ilgilenmektedirler
(Lipovetsky, 1999: 156). Bu örneklerden
de anlaşılabileceği gibi kadının toplumsal
üretimdeki katkısıyla eş rolü, annelik rolünün
önüne geçmektedir. Lipovetsky, ev işlerine
mahkûm olan kadının bile, kelimenin tam
anlamıyla “ev kadını”, bir başka deyişle salt
ev işleri ve çocukların gaspı altında olmadığını
belirtmektedir.
Badinter de 17. yüzyıldan itibaren ele
aldığı annelik sevgisi konusunda 17. yüzyıldan
önce de annelerin çocuklarına ve bebeklerine
karşı ilgisiz olduğunun altını çizmekte ancak,
bunun toplumsal yapılandırma ve ideoloji ile
ilişkisini göz önüne sermektedir. Dally (1983:
25–26), İngiltere ve Galler’de 1872’de çalışan
annelerden doğan çocukların % 68,6’sının,
çalışmayan annelerden doğan çocukların %
45,5’i daha beş yaşına gelmeden öldüklerini
resmi açıklamalara dayanarak ifade etmektedir.
Badinter, 1780’de Paris’te bir yılda doğan
21.000 çocuktan ancak bin kadarının anneleri
tarafından emzirildiğini; bin kadarının da
60
civilacademy
Konuya tarihsel süreç içinde Anadolu
ve Doğu’daki annelik rolünün yapılanmasına
bakarak devam etmek uygun olacaktır. Bu
uygarlıklarda toplumsal yapı ve anneliğe
verilen önemin bilinmesi annelik rolünün
yapılanmasını anlamaya yardımcı olacaktır.
Anadolu’da tarihî çağlar Asur tüccarlarının
Anadolu’da kurdukları ticaret kolonileri ile
M.Ö. 2. bin yılında başlamaktadır. Paleolitik
çağlardaki Anadolu kadını hakkında hemen
hemen hiç bilgiye rastlanmamaktadır.
“Anadolu’da özellikle Çatal Höyük ve sonra
Hacılar’da bulanan duvar fresklerinde görülen
kadın figürlü kompozisyonlar ve kadın
heykelcikleri, “bunların erkek eşli ve çocuklu
grupları neolitik ve onu izleyen kalkolitik
toplumda kadına verilen önemi dinî alanda
olduğu gibi çağın ilkel cemiyetlerinde de en
önde gelen yerini belli etmektedir” (Darga,
1984: 1). Bu bulgular ışığında Muhibbe Darga
(1984: 2), “Büyük olasılıkla bu toplumda anaerkil bir aile düzeni ve geleneği egemendi”
yorumunu getirmektedir.
civilacademy
evde sütanneler tarafından emzirildiğini geri
kalan 19.000 kadar çocuğun anne kucağından
uzaklarda yetiştirilip emzirilmek üzere ücretli
annelere verildiğini aktarmıştır. Buna bağlı
olarak da annesi ile hiç tanışmadan ölen sayısız
çocuk bulunduğu, evine birkaç yıl sonra
dönebilenlerin de annesine yabancı oldukları
ifade edilmektedir (Badinter, 1992: 9). Anne
sütü ve bakımıyla yaşam şansı yakalayabilecek
çok sayıda bebeğin günümüzün değer
yargılarına ters düşecek bir şekilde bakımsız
bırakıldığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Badinter,
bunu 18. yüzyılda annelerin “duygusuz” ve
“ilgisiz” oluşuna bağlamaktadır. Ancak 19.
ve 20. yüzyılda annelik anlayışında meydana
gelen değişimle annenin “ilgili”, “şefkatli”
olduğunu ifade etmektedir.
Türkler’in İslâmiyet’ten önce Orta
Doğu, Orta Asya ve Avrupa olmak üzere
üç bölgede yaşadıkları bilinmektedir. Orta
Doğu’da Hititler ve Sümerler medeniyetleri
etkisindeyken o devrin kadınının sadece kişisel
hakları üzerinde değil, eşyaları üzerinde de söz
sahibi olduğu ve kadına daima değer verildiği o
devre ait belgelerden anlaşılmaktadır. Türklerin
ana vatanı olarak kabul edilen Orta Asya’da
da Hun devri sırasında Devleti “Hakan’ın
Karısı” sıfatı ile temsil eden kadın, aile içinde
annenin çocuklarına velilik etmeye yetkili ve
evin mutlak idarecisi olduğu yazılı belgelerden
de anlaşılmaktadır. Eski Türk aile sisteminde
ana ve baba eşit sorumluluklara sahiptiler.
Avrupa’daki Türk kadını ise göçebe ya da
yerleşik düzende olmalarına göre toplumda
farklı rollerde karşımıza çıkmaktadır (Onay,
1969: 4-18). Her ne kadar aile içinde evin
idarecisi olarak görünse de kendi adı ve sıfatı
ile değil, Hakan’ın ya da kocasının sıfatı ile
temsil gücüne sahip oluşu, kadının ikincil
konumda olduğunu göstermektedir.
Altındal (1991: 34) Eski Anadolu
Uygarlıkları’nda kadının Ortaçağ kadınının
durumundan göreceli olarak daha iyi olduğunu
savunmaktadır. Hıristiyanlıkta ve İslamiyet’te
kadının “kayıtsız – şartsız” teslim olduğunu
ancak bu dönemde bazı hakları olabildiğini
anlatmakta bunu da “görece iyi” olarak
yorumlamaktadır. Ali Bardakoğlu’nun da
ifade ettiği gibi, Eski Türkler’de aile, baba
hâkimiyetine dayalı ataerkil bir karakter
taşımaktadır. Kadın, babasının veya kocasının
velayeti altında olmakla birlikte toplum
hayatında oldukça saygın konuma sahip olup
merasimlerde, çarşıda, tarlada kocasının
yanında bulunmaktadır. Yıllarca devam eden
savaşlar, seferler, kadına ev işlerini idarede geniş
serbesti ve aktif bir rol sağlamış bulunmaktadır
(Bardakoğlu, 1990: 11). Sümerler’de Kadın
61
Elif Gizem UĞURLU
düzenlemenin, diğer bir deyişle kadının
erken evlilikle erkek reisli hane halkı içine
katılmasının, açıkca oğlan çocuk tercihinin, kız
çocuğun değersizleşmesinin, kadın ve erkek
alanlarının ikisinde de görülen yaş hiyerarşisinin
kesinlikle sadece İslamî toplumlara özgü bir
durum olmadığını belirtmektedir. Hindistan ve
Çin gibi Güney ve Doğu Asya toplumlarında
da bunun tipik örneklerine rastlandığını
savunmaktadır.
İskitler, Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar’da
da ataerkil aile düzenin egemen olması kadına
verilen değer konusunda Sümerlerle benzerlik
göstermekle beraber Altındal (1991: 36)’a
göre İskitler’de, Göktürkler’de ve Uygurlar’da
kadının ata binmesi ve silah kullanmakta beceri
göstermesi evlenme çağındaki geç kızların
tercih edilmesinde önem teşkil etmektedir.
Diğer taraftan, Dede Korkut Destanları’nın
Eski Türklerde “anne” ve “eş” olarak kadına
toplum içinde verdiği değeri gösteren önemli
bilgiler içerdiğine dikkat çeken Emin Işık
(1990: 29), Eski Türkler’de kadından annelik
ve evini çekip çevirme becerisinin beklendiğini
ifade etmektedir.
Türkler’in
Anadolu’da
kurdukları
ilk büyük devlet olan Selçuklular’dan
Osmanlılar’a dek kadının toplumsal ve siyasal
hayatta “varlığını ve sesini duyuramayacak
hale geçişinin süreci” (Altındal; 1991: 66)
yaşanmaktadır.
Osmanlı
İmparatorluğu
kuruluşundan
Türkiye
Cumhuriyeti’nin
kuruluşuna kadar geçen yaklaşık 600 yıllık
dönemde saray çevresi kadınları ile köylü
kadınlar arasında uçurum artmakta (Altındal;
1991: 81), ancak her iki kesim için de İslam
Hukuk’u geçerli sayılmaktadır. Bu da konunun
başında anlatılan eşitlik ve değer anlayışının
devamı olmakta, cennet ise hala annelerin
ayakları altında bulunmaya devam etmektedir.
civilacademy
mahkemede tek başına tanık olabilmekte,
mallarının yönetimine sahip olabilmekte ve
istemediği takdirde kocasından boşanmamak
için mahkemeye başvurabilmektedir ancak
çocuğu olmayan kadının üstüne kocasının
yeni bir kadın alma hakkına sahip olabileceği
yazılı belgelerden anlaşılmaktadır (Altındal,
1991: 35). Kadının doğurganlığının, anne
olabilmesinin önemi bir kez daha karşımıza
çıkmaktadır.
Nermin Erdentuğ (1971: 131), yaptığı
araştırmaya dayanarak İran - Pakistan ve
Türkiye’nin geleneksel köy-kır toplumları
arasında İslam kültürü çevresine mensup
olmaları bakımından aile ve akrabalık gibi
toplumsal yapı özellikleri arasında dikkate
değer ortak kültür elemanları olduğunun
altını çizmektedir. Bu açıdan bakıldığında
bu toplumların anneliğe bakış açılarının da
benzerlikler gösterdiği düşünülmektedir.
Aişe Aslı Sancar (1999:10), Osmanlı
Kadınları’nın, “kadınların Allah emaneti
olarak kabul edildiği, anneliğin kutsal vazife
olarak görüldüğü bir ortamda yaşadıklarını”
iddia etmekte, “bir kadın olarak sevilmiş, saygı
görmüş ve taktir edilmiş” olduğunu ve “cinsel bir
obje ya da iktisadi üretimin bir parçası olarak”
görülmediğini ifade etmektedir. Valide Sultan
örneği ile Osmanlı toplumunda anne rolünün
sahip olduğu saygı ve statüyü anlatan Sancar,
Valide Sultan’ın diğer erkek doğuran kadınlara
göre de yüksek mertebede olmasına dikkat
çekmektedir. Ancak bir annenin Valide Sultan
olsa dahi Hakan’dan daha üst statü dercesine
sahip olamayacağı, erkek doğurmak sureti ile
belli bir mertebeye yükselebileceği umudu
Kandiyoti (1997: 79), ataerkil geniş
ailede kadının yaşam döngüsünün niteliğinin
bize gerek Ortadoğu’da kadınların ikincil
konumunu, gerekse bu konumun psikolojik
içselleştirilmesiyle ilgili önemli ipuçları
sağlamakta olduğunu, bu tip hane içi
62
civilacademy
taşıdığı, bu şekilde erkek çocuğa verilen değer
ile kız çocuğun değerinin düşürülmesi burada
gözden kaçan noktalar olarak görünmektedir.
1. 2. Sanayi Devriminden Sonra
Annelik
18.
yüzyılın
sonunda
devletler
zenginliklerini oluşturacak insan gücüne
ihtiyaç duymaya başlamıştır. Bu, insan
kaybını önlemek diğer bir deyişle bebeklerin
hayatta kalabilmelerini sağlamak anlamına
gelmektedir. Çocuğun emzirilmesi tekrar
değer kazanmaya başlamaktadır. Annelerin
bu eyleme yönlendirilmeleri ve buna ikna
edilebilmeleri eşitlik ve mutluluk söylevleriyle
desteklenmektedir. Erkekler de bu durumdan
ekonomik ve sosyal faydalar sağlamaktadırlar.
Annelere telkin edilen, iyi anne olmaları
durumundamutlulukvesaygınlıkkazanacakları,
aile içinde vazgeçilmez olacakları ve bu şekilde
vatandaşlık hakkı verilebileceği olmaktadır.
Anneler de bu vaatlere inanmakta üstelik
erkekler tarafından gerçekleştirilemeyecek bu
görevi mutlulukla yapmaktadırlar. Bu vaatlere
inanmayıp direnen kadınlar da bulunmaktadır
ancak büyük çoğunluk içinde erimektedirler
(Badinter, 1992: 116).
civilacademy
Osmanlı topraklarında olduğu gibi Batı
dünyasında da hayat devam etmektedir. Sanayi
devriminden önce ve sanayi devriminden
sonra, olmak üzere iki ana bölüme ayırarak
incelediğimiz bu iki dönem arasında annelik
konusunda kesin çizgilerle çizilmiş bir ayrım
bulunmamaktadır. Ancak araştırmanın akışı
içerisindeki tarihsel sıralama da dikkate
alındığında annelik rolü konusundaki
taşların yerine oturması bakımından kolaylık
sağlayacağı
düşünüldüğünden
Sanayi
Devrimi’nden sonraki gelişmeleri içeren
bölümle konuyu incelemeye devam etmek
gerekmektedir.
Çocukların yaşam şansını arttırmak
için, kadınlara anneliğin olumlu yönlerinin
gösterilmesi ve bunu yeniden tadabilmeleri
için üç söylemle desteklenmeleri gerektiğini
ifade eden Badinter, sadece aydın erkeklere
hitap eden ekonomik söylemin yanı sıra her
iki cinse de hitap eden felsefi ve psikoanalitik
söylemden bahsetmektedir. Aydın erkeklere
hitap eden ekonomik söylem; bir ulus için
nüfusun önemini ve sağlayacağı sosyal
faydaları bilince yerleştirmeye yönelik
olmaktadır. Devlet büyükleri tarafından
çocuğun ekonomik anlamda da bir zenginlik
olduğunun anlaşılması ile çocuk ticari bir değer
kazanmış, canlı varlıkların ekonomik gücünün
yanı sıra askeri gücünün de önemi nedeni ile
çocuk, değerli bir maddeye dönüşmüştür.
Her iki cinse de hitap eden söylemlerden biri
aydınlanma felsefesi doğrultusunda verilen
mutluluk ve eşitlik vaatleridir. Bu şekilde anne
saygınlık ve aile içinde vazgeçilmezlik istemine
kavuşacak, baba otoritesi zayıflayacaktır.
Bir diğeri psikoanalitik söylem olup, anneyi
çocuğun mutluluğundan sorumlu kişi sıfatına
yükseltmektedir (Badinter, 1992: 118).
Bu işleyen söylemler sayesinde annelik
imgesi yüceltilmeye, anne rolü içindeki
kadın çocuğun toplumda değer kazanması
ile kocasına da yaklaşmaya başlamaktadır.
Baba otoritesinin zayıflaması, kocanın da
karısına arkadaş olduğu söyleminin yavaş
yavaş yerleşmesi ile annelik kadın tarafından
da gönüllü olarak benimsenen bir imgeye
dönüşmektedir. Anneler kendiliklerinden
çocuklarına yönelirken bir yandan da toplum
tarafından destek görmektedirler. Hatta bir
süre sonra bu durum eskiye bakarak çocuğunu
emzirmeyen annelerin kınanmasına bile neden
olmaktadır (Badinter, 1992: 119). 18. yüz yılın
ortasından itibaren ve özellikle 19. yüzyılın
başında tarihsel dönüşümler, özellikle de sanayi
63
Elif Gizem UĞURLU
Badinter (1992: 118), majesteleri kral için
itaatkâr uyruklar yetiştirecek, hatta yaratacak
olan kadının anne olarak yüceltilmesinin
altında devletin zenginliğini oluşturacak
olan insan varlığının öneminin keşfedilmiş
oluşuna bağlamaktadır. İnsanın ekonomik
değerinin farkına varılması, nüfusun armasının
sağlanması için çalışmalara yöneltmektedir.
Bu da bebek ölüm oranın azaltılması anlamına
gelmektedir. Bunun için annelerin bebeklerine
süt vermeleri, onları önemsemeleri ilk haftalarda
gerçekleşen bebek ölümlerini azaltmak için ilk
tedbir olmaktadır. Annelerin de bebeklerine ilgi
göstermeleri annelik idealinin yüceltilmesi ile
doğru orantılı olacağından ekonomik ve felsefi
söylemlerin yanı sıra, annelere anneliğin ve
annelik sevgisinin duygusal bağlamda mutluluk
vereceği söylemleri de devlet tarafından
desteklenmektedir (Badinter, 1992: 118).
civilacademy
devrimi, kadını özel alana tecrit etmekte, iş yeri
ile ev mekânını da birbirinden ayırmaktadır
(Donovan, 1997: 19). Başat ideoloji çocuğun
yaşaması için gerekli olan anneyi ve annelik
rolünü yücelterek bu ideali desteklemektedir.
Anneler üzerlerine yüklenen misyonla
özdeşleşmeye başlarken, babanın otoritesi
altında olmaya da devam etmekte, her
yerde iyilik, şefkat, sevecenlik imajı
desteklenmektedir. Çocukların eğitim işlevinde
annenin denetimi ve hakimiyeti ön plana
çıkmaktadır. Lipovetsky (1999: 161)’ye göre;
annelerin tek eğitmenler olduğu ilan edilip
yüceltilirken, “analık sadakati” ve “çocukların
ilk eğitmeni” sıfatları modern anneye
yüklenmektedir. “Modernlerle birlikte anne,
laik kült nesnesi haline getirilir” (Lipovetsky,
1999: 161). Badinter (1992), annenin, babanın
ve çocuğun rollerinin yaşadıkları toplumun
egemen değerlerine ve gereksinimlerine göre
belirlenmekte olduğunun da altını çizmektedir.
Lipovetsky (1999: 161)’ye göre; ev
kadını ideali, kadınları ailenin kapalı mekânı
içinde tutmaya, onları kamu görevlerinden
uzaklaştırmaya, kızların yüksek öğrenim
görmeleriniengellemeyekatkıdabulunmaktadır.
Ancak, bu “kapalılık” kadınların geleneksel bilgi
ve yöntemlere açılmasını başlatan eşzamanlı
bir süreci engellememektedir. Okul, kızları
kilisenin etkisinden koparmakta, tıp camiası da
bebekleri besleme, yıkama ve kundaklamaya
ilişkin yeni kuralları annelere aşılamaktadır.
Zamanla kadınları bilimsel bilgilerle eğitmek,
geleneksel yöntemlerden arındırmak, çocuk
bakımı ve sağlığa uygunluk ile ilgili yeni
kuralları öğreterek kadınları yönlendirmek söz
konusu olmaya başlamaktadır. Annelik rolü
toplumsal olarak yüceltildikçe annelik içgüdüsü
bilimsel ve tıbbi organizmaların talimatlarıyla
çerçeve içine ve disiplin altına alınmaktadır.
Kadınlar da ev işlerine layık görüldükçe,
atalarından kalma şartlanmalardan kurtulup
tıp camiasının dikte ettiği normlara daha fazla
açılmaktadırlar. Kadınların dışarıya açılması ile
annelik davranışları yeniden biçimlenmekte,
geçmişten miras kalmış düşünce tarzlarını
değiştirmeye yönelik tamamen modern istenç
devreye girmektedir (Lipovetsky, 1999: 161).
Giddens (1994: 44), ailelerin küçüldükçe ve
çocukların incinebilir ve uzun vadeli duygusal
eğitim ihtiyacında olan varlıklar olarak
görülmeye başlandıkça kadınların çocuk
yetiştirme üzerindeki kontrolünün arttığını
ifade etmektedir.
20. yüzyılın başlarında artık kadınlar
toplum içerisinde daha iyi bir yer almaya
başlamışlardır. Teknolojik ve ekonomik
değişikliklerin kadının rolünü de etkilemeye
başlaması kadını değiştirmektedir. Anne sütü
yerine geçebilecek yiyeceklerin bulunması,
kadını çocuğunu emzirmek için zorunlu olarak
evde kalmaktan kurtarmaktadır. Böylece
64
civilacademy
“Modern
toplumlarda
kadınların
toplumda var olma nedenlerinin anneliklerine”
indirgendiğini savunan Atabek (1999:
121) de, kadınların nasıl anneler olmaları
gerektiği, çocukların nasıl yetiştirileceği gibi
konulara simgesel anlamlar yüklendiğini ifade
etmektedir. Çocuk yetiştirme yöntemlerinin,
psikolojinin sosyolojinin, tıbbın, politikanın
konusu haline geldiğini, “eski düzenin
“karanlıklar içinde bırakılmış anne” imgesi
yerine, yeni düzenin simgesi olarak “namuslu
ve şefkatli anneler” imgesinin” kullanılmaya
başlamasını, modernleşme sürecinin en önemli
özellikleri arasında saymaktadır.
kadının Cumhuriyet döneminde sahip olduğu
haklar ve olanaklar ile anneliği ve annelik
rolünü yapılandırması arasında da bir bağ
bulunmaktadır. Aşağıda da görüleceği gibi,
yapılan araştırmalar bu görüşleri destekler
niteliktedir.
civilacademy
kadınlar daha fazla boş zamana ve özgürlüğe
kavuşmaktadırlar. Aynı zamanda
“19.
yüzyıldan itibaren kadınların eğitim görmeleri”
(Abadan-Unat, 1998a: 6) ile eğitim düzeyi de
yükselmeye başlamıştır. İnsana ve emeğe
olan ihtiyacın artması ve eğitimli kadınların
olduğu kadar değişik toplumun her sınıfından
kadına göre iş imkânlarının bulunması ile bu
asrın sonlarına doğru çalışan ve evli olarak
çalışan kadınların toplam iş gücündeki oranı
da artmaya başlamıştır. Kadın hareketlerinin
başlaması ile de kadınlar modern teknoloji
sayesinde daha fazla güç ve kuvvet isteyen
işlerin onlar tarafından da yapılabileceğini öne
sürmekte, böylece fiziki farklılığın ortadan
kalkacağını savunmaktadırlar. Özkalp (1985:
172), diğer bir farklılık olan psikolojik
farklılıkların ise (aşırı duygusallık, rekabetçi
olmama gibi) kişinin toplumsallaşması
sonucunda oluştuğundan, bunun önemli bir
fark olmadığını öne sürmektedir.
Bireylik, “modern topluma özgü bir
varoluş biçimi” (Bora, 1998: 9) olarak
tanımlanmaktadır. İnsanı insan yapan özelliği
Modernist kurama göre açıklayan Bora,
“başkalarının iradelerinden bağımsız” olmanın
önemine dikkat çekmektedir. Bu bağımsızlığın,
“bireyin ‘kendi çıkarları’nı gözeterek girdiği
ilişkilerin dışında başka hiçbir zorlayıcı ilişkiye
girmeme özgürlüğü” anlamına geldiğini,
bireyin, “toplumdan bağımsız olarak (topluma
hiçbir borcu olmaksızın) kendi bedeninin
ve yeteneklerinin” sahibi olduğunu ifade
etmektedir (1998: 12). Bu noktadan yola
çıkarak annelik rolünün kadını modern birey
tanımından uzaklaştırdığı düşünülmektedir.
Çünkü Bora’nın da iddia ettiği gibi, “kadınlar,
çocuk doğurdukları ve çocuklara baktıkları
için, modern birey tanımının özünde yatan
bağımsızlığa sahip değildirler” (1998: 12).
Bu görüşleri tartışabilmek için Türkiye’de
kadının anne olarak konumunu ve annelik rolü
hakkındaki verileri incelemeye devam etmek
gerekmektedir.
Kırkpınar (1998: 13), Türkiye Tarihi
boyunca kadın-erkek eşitliğinin sağlanması
yönünde dev adımlar atıldığını, Tanzimat
ile birlikte başlayan çağdaşlaşma hareketi
çerçevesinde de Türk kadınının, gerek düşünce
alanında gerekse doğrudan doğruya siyasi
ve toplumsal haklar yönünde ciddi adımlar
atabildiğini ifade etmektedir. Tanzimat’tan
sonra, düşünce dünyasında ve siyasal yaşamda
zaman zaman geriye dönüşlerin olduğunu
ancak, “imparatorluk sosyal yaşantısında,
dünyada gelişen yeni siyasi akımların etkisiyle,
1.3. Türkiye’de Annelik Rolü
Tanzimat döneminden, Cumhuriyet’e
gelene kadar olan dönem içerisinde kadına
tanınan haklar ile annelik rolü arasında bir
bağ olduğu düşünülmektedir. Aynı şekilde
65
Elif Gizem UĞURLU
özellikle II. Meşrutiyet Dönemi’nde radikal
kırılmalar” görüldüğüne dikkat çekmekte,
kadın sorunları açısından, ilk ciddi gelişmelerin
de bu dönemde yaşandığını ifade etmektedir.
sağlığı, artan doğum sayısı, sıklaşan doğum
aralığı ve düşüklerle ciddi bir biçimde tehlikeye
atılmaktadır. Kolankaya (2001: 157), kadın
sağlığının belli bir toplumsal yapılanma içinde
toplumun kadını algılayış biçiminden ve kadına
verilen değerden etkilendiğini, kadının toplum
içindeki statüsü ile doğurganlığı arasında
zıt bir ilişki bulunduğunu statüsü düştükçe
doğurganlığının arttığını ve bu artışın sağlığını
olumsuz yönde etkilediğini, üstelik hastalanma
ve ölüm riski getirdiğini savunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile
birlikte, 1923-1938 yılları arasında Türk kadını
artık yeni bir düzen anlayışının kadını olmakta,
“kendisine, okuyup öğrenme, kamusal yönetime
ortaklık,toplumdatırmanmayapabilme,seçicilik,
çağına uygun duyuş / düşünüş / davranış olanak
ve hakları” (Altındal, 1991: 119) tanınmaktadır.
Kırkpınar (1998: 15), “Cumhuriyet kadınının,
bölgeler ve kültürler arasındaki farklılıklara
ve yaşanan yoğun çelişkilere rağmen, önceki
dönemlerle kıyaslanmayacak ölçüde farklı
olduğunu, bu farklılığın, yalnızca kadının dış
görünüşünde değil, toplumsal statüsünde,
kültürel yapısında, kişilik tanımlamasında
tanık olunan çok yönlü bir farklılık olduğunu
belirtmektedir. Ancak Cumhuriyet döneminde
izlenen iki ayrı nüfus politikasında kadının bazı
yönlerden ihmal edildiği ortaya çıkmaktadır.
1965 yılına kadar doğumları teşvik edici
politika ile kadın sağlığından çok ülke yararı
gözetilmektedir. Doğumları teşvik edici
politikayla kadınların bakmakla yükümlü
oldukları çocuk sayısı arttırılırken, kadın
civilacademy
İsviçre Medeni Kanunu’ndan esinlenerek
hazırlanan Türk Medeni Kanunu’na göre çok
karılılık (eşlilik) yasaklanmakta, her iki eşe de
eşit boşanma hakkı ve çocukların velayet hakkı
tanınmakta, birey sıfatı ile kadın - erkek eşitliğine
yer verilmekte, Türk kadının önündeki hukuksal
engeller “hiç olmazsa soyut yasa kurallarıyla”
(Koyuncuoğlu, 1998: 58) kaldırılmaktadır.
Kadınların siyasal ve toplumsal hayatta önünü
açan, Türk Medeni Kanun’u l935’den beri süren
değişiklik çalışmaları sonucunda Yeni Türk
Medeni Kanun’u olarak l Ocak 2002 de yürürlüğe
girmiştir (DİE,http://www.die.gov.tr/tkba/mevzuat.
htm#medeni, bağlanma tarihi, 2003).
Annelik olgusunun çoğunlukla kadının
ayrılmaz bir özelliği, üzerinden atamadığı bir
görev, bir zorunluluk haline getirildiği gerçeği
genel kabul görmektedir. Bu olgu, “toplum
tarafından kadınlara dışsal etkilerle benimsetilmiş ve sonradan kadınlar tarafından içselleştirilmiş ve yalnızca kadınlara yüklenmiş bir
görev olarak” (Atabek, 1999: 7) annelik kavramı üzerinde yüklenmektedir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda çalışan kadınlar ancak mükemmel bir ev kadını ve anne oldukları sürece
başarılı görülmektedirler, çalışan ya da çalışmayan tüm kadınlarda onaylanan ve hedeflenen temel ölçüt onların kadınlık özelliklerinden
uzaklaşmamış olmalarıdır. Toplum tarafından
onaylanan şefkatli, yumuşak, anlayışlı iyi bir
eş, aynı zamanda fedakar bir anne olmaları ve
bunlara ek olarak modern hayatın getirdiklerine uyum sağlayabilen özelliklere sahip olmalarıdır (Atabek, 1999: 5).
Arat (1994: 47), Türkiye’de geleneksel
altyapının çok yavaş değiştiğini, kadınların
büyük çoğunluğunun ailede, toplumda ve ekonomide erkek egemen kurumlara koşullanmış
olduğunu, pek çok, geleneksel, hukuksal zorlukla ve ayrımcılıkla karşılaştığını, ifade
etmektedir. Gelişmekte olan bu ülkede kadınların, dünyanın her tarafında olduğu gibi, ancak
eğitim düzeylerini yükseltebildikleri zaman
erkek egemen iş dünyasında kendilerine yer
66
civilacademy
Televizyon programları da reklam
yayınları da toplumsal değerlerden beslenmekte
ve bunları tekrarlayarak ihtiyaçları hatırlatma
ve ihtiyaç uyandırma ile kendine tüketici kitlesi
yaratmaya çalışmaktadır. Kimi zaman
toplumsal, geleneksel değerleri vurgulayarak
ödül vaadinde bulunmakta ya da bu ödülden
yoksun kalınabileceği ima edilmektedir.
Basmakalıp örnekleri taklit etme, özdeşleşme
kurma gibi taktikler kullanılabildiği gibi, bir
gruba dahil olma gereksinimini, gıpta etme ve
imrenme duygularını da kullanmaktadır. Bu
şekilde göze hoş görünme ve izleyiciyi ekran
karşısında tutma amacını taşımaktadır.
açabileceklerini savunmaktadır. Ancak
Kandiyoti’nin yaptığı araştırma sonucu kadınların başarılı olmanın ilk koşulu olarak kendi
rollerini “iyi bir anne ve eş” şeklinde tanımlamakta ısrar ettikleri görülmektedir.
Oktik (2001: 205)’in son yıllarda yaptığı
bir araştırmanın bulguları da günümüzde kadının toplum tarafından kabul edilen birincil
rolünün, aileyi ve yüksek statü atfedilen anne
ve eş pozisyonlarını sürdürmesi olduğunu
kanıtlar niteliktedir. Bu durumu erkek tarafından sergilenen rollere kıyasla daha aşağıda
bulunmaktadır.
Televizyonun pek çok toplumda olduğu
gibi Türk toplumunda da önemli ve etkili bir
kitle iletişim aracı olduğu bilinmektedir.
Televizyon, eğitim düzeyi, toplumsal sınıfı ne
olursa olsun, cinsiyet ya da yaş grubu
gözetmeksizin büyük bir kitle tarafından
izlenmekte, programlar her kesimden izleyiciyi
çekebilecek şekilde tasarlanmaya çalışılmakta,
yayın saatleri mümkün olan en çok izleyici
kitlesini yakalamaya yönelik olarak
planlanmaktadır. Yazılı basın, radyo ve internet
de kitle iletişiminde önemli araçlardır.
Televizyonun sunduğu görsel zenginlik ve
yaygınlık televizyonu bir adım daha öne
çıkarmaktadır.
civilacademy
a. Kitle İletişim Araçlarında Kadının
Konumlandırılışı ve Annelik Rolü
Televizyon “sadece bir teknoloji değil,
aynı zamanda toplumsal, kültürel ve
endüstriyel” (Mutlu, 1992: 16) bir gerçek
olarak da karşımıza çıkmaktadır. İzleyicilerin
içinde bulunduğu çevreyle, işleyiş süreci iç içe
geçmiş olan televizyon, toplumsal yaşamın
ayrılmaz bir parçası, aynı zamanda da sosyal
öğrenmede önemli rolü olan bir araç konumunda
bulunmaktadır.
Bir televizyon reklamının süresi
bir program yayınının süresi kadar uzun
değildir. Reklamın kısa sürede iletisini
alıcıya göndermeye çalışma gibi bir uğraşısı
daha vardır. Zamana karşı yapılan bu yarış
içinde defalarca tekrarlanacağı düşünülerek
hazırlanan reklamın her karesinin amaca
yönelik bilgileri içeren şekilde düzenlenmesini
gerektirmektedir. Bu nedenle baştan beri
ifade edilmeye çalışılan toplumsal değerlerin,
geleneğin, ödül ve cezalandırmanın ve
diğerlerinin reklamın kısacık zaman diliminde
yansımasını bulabilmesi için basmakalıp
örneklerden yararlanılmaktadır. Bir oyuncu
anne rolünü oynayacaksa bakışı, duruşu, saçı,
giyimi, tutumu ile bir karede mümkün olan
en fazla mesajı vermeye çalışacak şekilde
tasarlanmaktadır. Böylece toplumda var olan
bir imaj yeniden düzenlenerek reklam yolu ile
tekrar sunulmaktadır.
Anneliğin öğrenilme sürecinde medyanın
da çok büyük önemi olduğunu vurgulayan
Atabek (1999: 123)’e göre; annelik rolü ve
davranışları “aile içinde anne tarafından,
medyada da film, reklam ve benzeri birçok
sunum içindeki simgeler aracılığı ile”
öğretilmektedir. Öğrenme sürecinin temel
67
Elif Gizem UĞURLU
seçilerek incelenmesinin araştırma amaçlarına
ulaşabilmek açısından en uygunu olduğu
düşünülmektedir. 57 ayda yayınlanan
toplam 14472 adet reklamdan annelik rolü
bulunan 257 reklam tespit edilmiş, tekrarlar
çıkarıldıktan sonra 190 reklam kaydedilmiştir,
yapılan inceleme ile bu reklamların içinde 207
annelik rolü görülmüştür. Bu reklamlar görsel
ve işitsel kodlar olarak ayrılıp incelenmiş ve
yorumlanmıştır.
öğrencisinin kız çocuk olduğunu ancak, baba
ve erkek çocuğun da bu sürecin içinde yer
aldıklarını belirtmektedir. Timisi (1998: 423),
kitle iletişim araçlarının aracılığı ile sunulan
yazı, ses ve görüntülerin gerçeğin bire bir
kendisi olmadığını, belirli öncelik ve dünya
görüşlerini yansıtan bir seçme sürecinin
sonucu olduğunu, bu seçimlerin de toplumsal
cinsiyet hakkında belirli varsayımlar ürettiğini
belirtmektedir.
2. AMAÇ VE YÖNTEM
3. BULGULAR VE YORUM
civilacademy
Timisi
(1998:
409),
televizyon
programlarında kadın karakterlerin toplumsal
rollerinin
zaman
içerisinde
değişiklik
gösterebildiğini ancak evlilik ve aile kurumunun
kadın kimliğinin tanımlanmasında önemli rol
oynadığını ileri sürmektedir. 1969-1975 yılları
arasındayeralanprogramlardakadınkarakterlerin
toplumsal rollerini inceleyen araştırmaları örnek
göstererek, “televizyon karakterleri içerisinde
kadınların yarıdan fazlasının anne ve eş olarak”
sunulduğuna dikkat çekmektedir.
Araştırmada kaynak taramasının yanı sıra
seçilen televizyon reklamlarının görüntü ve
ifadelerin çözümlemesi yapılmıştır. Sistematik
bir program çerçevesinde görüntülerden ve
ifadelerden alınan veriler ışığında araştırma
problemini çözmeye yönelik veriler toplanmıştır. Görüntü ve ifadelerin çözümlemesi için
görüntüye ve diyaloglara uygulanmak üzere
çalışmanın amaçlarına ulaşmak doğrultusunda
bir sormaca kullanılmıştır.
Sormacada yer alan kategoriler ve kodları
aşağıda sıralanmaktadır. Bu kodlardan alınan
veriler açıklanmıştır.
2.1. Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın amacı, Türkiye’de ulusal
televizyon kanallarında yayınlanan reklam
filmlerindeki annelik rolünün nasıl sunulduğu
ortaya çıkartmak olmuştur.
• Reklamı yapılan ürün kategorileri,
• Temizlik, gıda, bebek, ev eşyası, içecek,
diğer.
• Annelerin giyim renkleri
• Beyaz, pembe-bej, mavi tonlar, yeşil tonlar,
kahverengi-siyah, diğer.
2.2. Araştırmanın Yöntemi
Bu araştırma kapsamında Türkiye’de
ulusal televizyon kanallarında yayınlanan
reklamlar çalışma evrenini oluşturmaktadır.
Bu evren içerisinden 1998 yılı ocak ayı ile
2002 yılı Ekim ayı arasında ulusal kanallarda
yayınlanan televizyon reklam yayınlarından
amaçlı örnekleme yöntemlerinden tipik
durum örneklemesi yöntemi (Yıldırım vd.
1999: 69) ile annelik rolü bulunan reklamların
• Annelerin giyim çeşitleri
• Gömlek, bluz, kazak, elbise, gecelik,
pyjama, eşofman, diğer.
• Annelerin saç renkleri
• Kahverengi, siyah, sarı, kızıl, diğer
• Annelerin saç biçimleri
• Toplu, kısa, dağınık, topuz, diğer
68
civilacademy
Reklamı yapılan ürünler altı ana bölümde
toplanmıştır. Gıda, içecek, temizlik, bebek, ev
eşyası, diğer. Bebek olarak ayrılan bölümün
içinde bisküvi, mama, ıslak mendil, çocuk
bezi, salıncak; ev eşyası bölümünde pencere,
yatak, halı, tencere ve mobilya; diğer
bölümünde ise diş macunu, araba, banka, kağıt
havlu, tuvalet kağıdı ve kadın bağı
bulunmaktadır.
• Annelerin reklam süresince eylemleri
• Çocuk bakımı, servis, yemek, çamaşır,
temizlik, bulaşık, diğer.
• Annelerin eylem sırasında kullandıkları
araçlar
• Çocuk bakımına ait ürünler, yemek yapım
gereçleri, servis gereçleri, çamaşır yıkama
gereçleri, bulaşık yıkama gereçleri, yok,
diğer.
• Annelerin çalışma durumları
• Çalışmıyor, çalışıyor, belirsiz.
• Annelerin reklam boyunca bulundukları
mekânlar
• Mutfak, salon, oturma odası, kamusal alan,
bebek odası, balkon, bahçe, banyo, diğer.
• Özel alan, mağaza, okul, oyun parkı, iş yeri,
sokak, araba, banka, diğer.
• Annelerin kamusal
bulundukları kişiler
alanda
birlikte
civilacademy
• Annelerin kamusal alanda bulundukları
mekânlar
• Özel alanda, çocuğu ile, çocuğu ve kocası
ile, yalnız, diğer,
Anne, en çok (% 34.3) temizlik ürünleri
reklamlarında görülmektedir. 207 reklam filmi
içinde 71 temizlik ürünü reklamında anne
kullanılmaktadır. Bu kadının anne olmasının
yanı sıra temizliğe de önem veren, evde bu
kararı veren kişi olduğunun pekiştirilmesidir.
Annenin gıda, bebek ürünleri, ev eşyası ve
içecek reklamlarında da kullanıldığı
görülmektedir. Bu ürünlerin hepsi, özel alana
ait ürünlerdir ve kadının sorumluluğuna
atfedilen temizlik, beslenme, çocuk bakımı,
evin derlenip toplanması rollerinin anneye ait
olduğunun hatırlatılması üzerine kuruludur.
Kamusal alana ait ürünlerde yer almıyor
olması, kamusal alanın anneleri dışlayan
yapısını pekiştirdiğini düşündürmektedir.
• Reklamlarda duyulan dış ses
• Erkek, kadın, çocuk, yok, diğer,
SONUÇ
• Annelerin konuşma konuları
Türkiye’deki batılılaşma çabalarının
anneliği ve annelik rolünün yapılandırılmasına
etkide bulunduğu yapılan araştırmalarca da
desteklenmekte ancak kadının anne oluşu ile
modern birey tanımına mesafeli durduğunu
göstermektedir. İnançlar, toplumsal değer ve
yargılar, hukuki, sosyal ve siyasal hayattaki
reform çalışmalarına ve gelişmelere rağmen
annelik rolüne yüklenen değerlerin köklerinin
sağlam olduğu anlaşılmaktadır. Toplumsal
yaşamın bir parçası haline gelen kitle iletişim
araçlarının da bu rolleri yineleyerek pekiştirdiği
görülmektedir.
• Duruma dair, ürüne dair, çocuğa dair,
kendine dair, konuşmuyor, diğer
• Annelerin çocuklarına karşı olan tutumları
• İlgili, şefkatli, anlayışlı, güler yüzlü, birebir
ilgilenmiyor, diğer.
• İşitsel kodlar;
• Annelerin kendilerini tanımladıkları,
• Annelerin anneliği tanımladıkları,
• Annelerin duygularını ifade ettikleri,
• Dış sesin anneliğe dair ifade ettikleri
olarak ayrılmıştır.
69
Elif Gizem UĞURLU
ya da erkeğe atfedilen eylemler ve araçları
kullanmamaktadırlar. Bu şekilde toplum içinde
erkek ve kadın rollerinin toplumdaki yerleri
ve kullandıkları araçlar ayrıştırılmakta ve
sabitlenmektedir.
Televizyon reklamlarında annelik rolünün
1998-2002 yılları arasındaki sunumunu
incelemek için 190 reklamın görüntü ve
ifadelerin çözümlemesi yapılmıştır. Bu
çömlemelerden çıkan sonuçlara göre; annelik
rolünden beklenen, temizlik gıda ve bebek
ürünleri reklamlarında sıklıkla kullanılarak,
anne olmasının yanı sıra, temizliğe önem veren,
beslenmeden ve çocuk bakımından sorumlu
olan kişi olduğu görüşünü pekiştirmektedir.
Televizyon reklamları içinde annelerin
mesleki statüleri farklılık göstermekle birlikte,
annenin profesyonel yaşamdaki konumundan
çok, ev yaşamı ön plana çıkartılmakta, ev
dışında çalışıyor olsa bile, kadının birincil ilgi
alanı olarak ev yaşamı gösterilmektedir.
Ev içinde giydiği profesyonel yaşamı
sembolize eden kıyafetleri ile cinsiyete dayalı iş
bölümünü kıyafetlerinden yansıyan mesajlarla
meşrulaştırmaktadır. Cinsel kimliğinin öne
çıkarılmasından kaçınıldığı ve üzerine yüklenen
görevlerin vurgulandığı bir yaklaşım dikkati
çekmektedir. Annenin özel alanı kamusal
alan olarak kabullenmesine verilen destek bu
mesajlar içinde yer almaktadır.
civilacademy
Yarattığı psikolojik etkiden ve geleneksel
ön yargılardan yararlanarak annenin giyiminde
tercih edilen açık renkler ile annenin, temiz,
titiz, sevecen, huzur ve güven verici, uyumlu
bir kişi olduğu kalıpları tekrar edilerek yerinin
sabitleştirilmesine çalışılmaktadır.
Annenin fiziksel görünümünde göze
çarpan bir özellik de saçların siyah ve kahverengi
oluşudur. Sarı saçın yarattığı cinsel cazibeden
kaçınılmakta koyu renklerin yarattığı, sağlıklı,
enerjik ve çocuk yetiştirebilme anlamlarını
vurgulayan renklerin tercih edilerek, annelik
rolü için koyu saç renklerinin uygun görüldüğü
ortaya çıkmaktadır. Sosyal kontrol altında ve
disiplinli olma anlamına gelen kısa ve toplu saç
biçiminin tercihi de anneye atfedilen bu rollerin
pekiştirilmesidir.
Türk kadınlarının çalışıyor olsa bile,
aile içindeki statüsü ya da üzerine yüklenen
görevler değişmemektedir. Annenin evinin
kadını çocuklarının bakıcısı olması, zamanını
ev işine temizliğe, bakımına ayırması gerektiği
görüşlerini pekiştirmektedir. Ayrıca toplumsal
üretimdeki rollerinin azımsanması düşüncesinin
meşrulaştırılmasına yardımcı olmaktadır.
Annelik rolünün özel alanda
konumlandırılışı, cinsiyete dayalı iş bölümüne
göredeyenidenüretimilesınırlandırıldıklarından
kamusal olanın uzağında tutulmaktadırlar. Bu
da annelik rollerinin üzerine yüklenmiş olan
işlevlerini yerlerine getirirken harcadıkları
zaman yüzünden onları kamusal alanın
etkinliklerine uzaklaştırmakta, özel alanda
kalmalarına neden olmaktadır.
Annelerin üzerlerine atfedilen rollere
uygun görülen sabit işlevli mekânlarda bulunmaları gün içinde zamanlarının bu mekanlarda
geçtiği görüşünün sunulması bu alanları annelere ait göstermek diğer alanları anneden ayırmakta ve bunun meşrulaştırılmasına katkıda
bulunmaktadır. Reklamlarda annenin kamusal
alanda çok gösterilmemesi de bu durumu desteklemektedir. Nadiren göründüğü kamusal
alanda da ailenin bir üyesi kimliği ile bulunması, sosyal dayatmaların ve sınırlandırmaların
annenin aile içinde konumlandırıp sabitlenmesinin göstergesi olmaktadır. Anneler çocukları-
Anneler eylemlerinde ve eylemleri
boyunca kullandıkları araçlarda da toplumsal
cinsiyet rollerinin üzerine yüklediği eylemleri
yerine getirmektedirler. Özel alan içerisinde bile
kamusal alana ait olduğunu düşündürebilecek
70
civilacademy
saç biçimi, saç şekli, eylemleri ve diğerleri
ile tekrarlanmaktadır. Annelik rolünün
yüceltilmesi ile annenin yaptığı seçimler
özendirilmektedir. Reklamı yapılan ürün satın
alındığında, kullanıldığında, önerilen şekilde
davranıldığında kadının toplumsal olarak
ödüllendireceği vaadi sunulmaktadır.
na karşı yüzyıllardır uygun görüldüğü biçimde
şefkatli, ilgili, anlayışlı, güleryüzlü bir tutum
sunmaktadırlar ve günümüzde de bu tutum
toplumsal kabul görmektedir.
Özel alan içinde dahi annenin kullandığı
ürüne ve eylemlerine dair son söz erkek ses
tarafından söylenmekte, bunun da var olan
erkek egemen söylemin bir göstergesi olarak,
toplumsal kabul gören bir olgunun yansıması
olduğu anlaşılmaktadır. Annelik rolündeki
kadının reklam içersinde çok konuşkan
gösterilmemesi annelik rolünden bir başka
beklenti olarak sunulmaktadır. Konuşma
konusu ise çok gerekmedikçe kendi hakkında
olmamaktadır. Annelerin kişilik özellikleri,
beğeni ve istekleri önem dercesine göre en son
gelmekte ve bunun günümüzde de toplumsal
olarak onaylandığı düşünülmektedir.
Abadan Unat, Nermin. İdeoloji Açısından
Kadın Araştırmaları, Türkiye ve Orta Doğu
Amme İdaresi Enstitüsü Yay no: 285: Ankara:
1998.
Altındal, Aytunç. Türkiye’de Kadın,
İstanbul: Anahtar Kitaplar,1991.
Arat, Necla. Türkiye’de Kadın Olmak,
İstanbul: Say, 1994.
civilacademy
Anneler kendilerini temiz, titiz olarak
tanımlamakta, bu şekilde toplumsal kabul görüp
övüldüklerini; anneliği de tutumlu, çalışkan
özenli olarak tanımlamakta, toplumsal olarak
yüklenmiş görevlerin bilimcinde olduklarını
ifade etmektedirler.
Kaynakça
Anneler mutluklarını ve kendilerini şanslı
hissetmelerini ise evlilik kurumunun kanatları
altında olmaya ve babaya bağlamaktadırlar.
Toplumsal olarak beklenilenin tersine anneye
yardımcı olarak rolünde değişime uğramış
babanın dünya üzerinde bulunması zor ve
normal olmayan bir durum gibi gösterilmektedir.
Bu değişimin anne tarafından da şaşkınlık ile
karşılanacağının altı çizilmekte ve yerleşik
olan cinsiyetçi kalıpların hatırlatılması yolu ile
sabitleştirilmesi sağlanmaktadır. Dış ses de anne
hakkında konuştuğunda da toplumsal olarak
anneliğe yüklenen görevleri tekrarlamaktadır.
Atabek, Gülseren Şendur. Türkiye’de
Anneler Gününde Yayınlanan Reklam
Fotoğraflarında Annelik İmgesinin Değişimi.
Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Eğitim Programları ve Öğretim
(Güzel Sanatlar Eğitimi), Anabilim Dalı
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1999.
Badinter, Elisabeth. Annelik Sevgisi, Çev:
Kamuran Çelik. İstanbul: Afa, 1992.
Bardakoğlu, Ali. “Aile Hukukumuzun
Tarihi Gelişimi”, Tarihi Akışı İçerisinde
Türklerde Aile Yapısı Sempozyumu Bildirileri.
Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınları No:9,
1990.
Beauvoir, Simone De. Kadın İkinci Cins
Evlilik Çağı, Çev: Bertan Onaran. İstanbul:
Payel Yayınları, 1993.
Berktay, Fatmagül. Tarihin Cinsiyeti,
İstanbul: Metis, 2003.
Bütün bunlar reklamın şık ve çekici
görüntüleri eşliğinde özendirici bir biçimde
sergilendiği için annelerin kullandıkları ürünler
kadar, toplumsal cinsiyet kalıpları giyimi,
Bonnefoy, Yves. Mitolojiler Sözlüğü,
Çev: L.Yılmaz. Ankara: Dost Kitabevi, 2000.
71
Elif Gizem UĞURLU
Gümüş, Okan, Aziz Sevi. Uluslararası
İlişkiler Sözlüğü. http:/www.mfa.gov.tr/turkce/
gruph/ha/ha02htm/02.htm, 2003.
Bora, Aksu. Türk Modernleşme Sürecinde
Annelik Kimliğinin Kurulması, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998.
Gündüz, Şinasi. Din ve İnanç Sözlüğü.
Ankara: Vadi Yayınları. 1998.
Childe, Gordon. Kendini Yaratan İnsan,
İstanbul: Varlık, 1996.
Haralambos, M. Sociology Themes and
Perspectives, Bungay, Suffolk: University
Tutorial Press, 1984.
Chodorow, Nancy. The Reproduction of
Mothering, (Psychoanalysis and the Sociology
of Gender) London: University of California
Press, Ltd. 1979.
Çelebi, Nilgün. Kadınlarımızın Cinsiyet
Rolü Tutumları, Konya: Sebat Ofset, 1990.
Kandiyoti, Deniz. Cariyeler Bacılar
Yurttaşlar, İstanbul: Metis Yayınları, 1997.
DİE. http//www.die.gov.tr/tkba/mevzuat.
htm#medeni 2003
Kırkpınar, Leyla. “Türkiye’de Toplumsal
Değişme Sürecinde Kadın”. 75 Yılda Kadınlar
ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları,
1998.
Dally, Ann. İnventing Motherhood, New
York: Shocken Books 1983.
Darga, Muhibbe. Eski Anadolu’da
Kadın, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları, 1984.
civilacademy
Coward, Rosalind. Şu Hain Kalplerimiz,
Çev: A. Bora, A. Emre. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları, 1995.
Işık, Emin. “Türk Aile Yapısı’nda İslâmi
Dönem”. Tarihi Akışı İçerisinde Türklerde
Aile Yapısı Sempozyumu Bildirileri. Kayseri:
Erciyes Üniversitesi Yayınları No:9, 1990.
Donovan, Josephine. Feminist Teori,
İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.
Erdentuğ, Nermin. “Türkiye, Pakistan ve
İran Köy-Kır Toplumlarının Karşılaştırmalı
Etnolojik İncelemesi”. İran Şehinşahlığı’nın
2500. Kuruluş Yıldönümüne Armağan. İstanbul:
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Yay. 1971.
Kolankaya, Tolunay. “Türkiye’de Doğum
Kontrolü Alanına Bir Bakış”. Yerli Bir
Feminizme Doğru, Yayına Haz: Aynur
İlyasoğlu, Necla Akgökçe. İstanbul: Sistem.
2001.
Koyuncuoğlu, Tennur. “Medeni Kanun
ve Kadın Hakları”. 75 Yılda Kadınlar ve
Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 1998.
Leakey, L.S.B. İnsanın Ataları, Çev: G.
Arsebük. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1971.
Erhat, Azra. Mitoloji Sözlüğü, İstanbul:
Remzi Kitabevi, 1989.
Engels, Friedrich. Ailenin Devletin ve
Özel Mülkiyetin Kökeni, Çev: Kenan Somer.
Ankara: Sol Yayınları, 1992.
Lipovetsky, Gilles. Üçüncü Kadın, Çev:
Deniztekin, F.N.İstanbul: Varlık, 1999.
Meydan Larousse, Meydan Larousse-Büyük
Lügat ve Ansiklopedi. Yayımlayanlar: Safa
Giddens, Anthony.
Mahremiyetin
Dönüşü. Çev: İdris Şahin. İstanbul: Aytıntı
Yayınları, 1994.
Kılıçlıoğlu, Nezihe Araz, Hakkı Devrim.
İstanbul: Meydan Yayınevi, c.1, 1969.
Grimal, Pierre. Mitoloji Sözlüğü Yunan
ve Roma. Çev: S. Tongüç. İstanbul: Sosyal
Yayınlar, 1997.
Mutlu, Erol. Televizyonu Anlamak.
Ankara: Gündoğan Yayınları, 1991.
72
civilacademy
Oktik, Nurgün. “Tarladan Turizm
Sektörüne”. Yerli Bir Feminizme Doğru,
İstanbul: Sel Yayıncılık, 2001.
Onay, Perihan. Türkiye’nin Sosyal
Kalkınmasında Kadının Rolü, Ankara: Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, 1969.
Ögel, Bahaeddin. Türk Mitolojisi,
İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1971.
Reed, Eveleyn. Kadının Evrimi, Çev: Ş.
Yeğin. İstanbul: Payel, 1994.
Sancar, Aişe Aslı. Osmanlı Toplumunda
Kadın ve Aile, İstanbul: Hanımlar Eğitim ve
Kültür Vakfı Yayınları, 1999.
Şenel, Alaeddin. İnsanlık Tarihi, Ankara:
İmaj Yayıncılık, 1995.
Timisi, Nilüfer. Yeni İletişim Teknolojileri
ve Demokrasi, Dost Kitabevi, Ankara. 2003
civilacademy
Sarıkçıoğlu,
Ekrem.
Başlangıçtan
Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul: Bayrak
Yayımcılık, 1983.
73
74
civilacademy
civilacademy
THE BASTARD OF ISTANBUL: AN ALTERNATIVE
PERSPECTIVE OF A TURKISH-ARMENIAN ISSUE
Baba ve Piç: Ermeni Sorununa Alternatif Bir Bakış
Elif REİS1*
ABSTRACT
civilacademy
Intense political debates about the Armenian issue have been fruitless because the social
aspects of the issue have been mostly ignored. Elif Shafak, in her novel The Bastard of Istanbul,
approaches the issue with an aim to create a mutual understanding of the trauma that the issue
has caused to Turkish and Armenian societies. This paper analyzes the reasons why Turkish and
Armenian characters of The Bastard of Istanbul perceive 1915 events differently and states that
understanding the underlying reasons of such varying perceptions will promote a social awareness towards the resolution of the issue.
Key Words: Armenian Issue, Bastard of Istanbul, collective memory, collective amnesia,
national identity
ÖZET
Ermeni meselesi üzerindeki yoğun siyasi tartışmalar konunun toplumsal yönleri gözardı
edildiğinden çözüme ulaşmaktan uzaktır. Elif Şafak’ın Baba ve Piç romanında, yazarın konuyu
siyasi boyutundan uzaklaştırıp, iki ülkenin toplumları üzerindeki etkisine yoğunlaşması karşılıklı bir anlayışın oluşmasına katkı sağlamaktadır. Bu çalışmada, romandaki Türk ve Ermeni
karakterlerin 1915 olaylarını algılayış tarzları ve bu olaylara karşı aldıkları tavırların farklı
olmasının sebepleri incelenmekte ve bu sebeplerin anlaşılmasının meselenin çözümü için gerekli toplumsal farkındalığın oluşmasında olumlu bir etkisinin olacağı söylenmektir.
Anahtar Kelimeler: Ermeni Meselesi, Baba ve Piç, toplumsal hafıza, toplumsal amnezi,
milli kimlik
1
* Yüksek lisans öğrencisi, Kültürel İncelemeler, Bilgi Üniversitesi
75
The Bastard of Istanbul is a controversial
novel by Turkish author Elif Shafak, focusing
on the conflicts between the Armenians and
the Turks. The novel carries both social and
literary importance by breaking a silence on
this issue and presenting an unconventional
perspective. The novel approaches the
unresolved issue between the Armenians
and Turks not by approaching it as genocide,
as it is generally discussed, but by offering
a sympathetic perspective of the trauma
experienced on both sides. Shafak sets out to
understand how the Armenians and the Turks
perceive this trauma. More importantly,
she examines how their perceptions of this
trauma differ; she also investigates how the
dynamics within each nation caused such
varying perceptions and the consequences
of these viewpoints. Elif Shafak depicts the
Turkish-Armenian issue as a story of memory,
silence, and national identity. The characters
in the novel depict segments of people from
both nations, bringing a balanced, alternative
perspective. The Bastard of Istanbul is an
attempt to create an understanding between
Armenians and Turks by analyzing their
responses to the events of 1915, illustrating
their perceptions of history and memory,
through which both nations have constructed
their national identity. This paper analyzes
the characters and theme of the novel from
the perspective of breaking silence as a
constructive step and alternative approach
in establishing the future of the ArmenianTurkish peace formation.
1.
civilacademy
Elif REİS
however, that curiosity, rather than courage,
motivated her. Shafak’s novels, in general,
reflect her cosmopolitan background and
position both as a native of and a stranger
to her homeland. Her personal experience
as a young expatriate contributes to her
appreciation of different cultures. Having
been born in France and lived in cities like
Madrid, Amman, and Koln, she became
alienated from her mother tongue; however,
Shafak found inspiration in this alienation.
Shafak said in an interview during the
International Literary Conference in Holland
that estrangement from her mother tongue
led her to approach language with a curiosity
that earned her a rich linguistic background
(Shafak, The Interview with Hendrik Bakker).
Her perspective as an outsider draws her closer
to Ottoman words, which were discarded
from the Turkish language as an endeavour
towards modernization during the regime
change of the early 1900’s. Kemalists criticize
her fascination with these words, which they
consider old fashioned.1 Further, her writing
in English has been condemned by both
Kemalists and conservatives.
The Bastard of Istanbul starts with an
epigraph that foretells its story: “Once there
was; once there wasn’t. God’s creatures were
as plentiful as grains and talking too much was
a sin, for you could tell what you shouldn’t
remember and you could remember what
you shouldn’t tell” (Shafak 354). A group
of Turkish lawyers thought that Shafak’s
writing pushed the limits of legality; she was
prosecuted for denigrating Turkishness based
on Article 301 of the Turkish penal code. This
The Bastard of Istanbul and its
Author
As a young woman writer, Shafak
demonstrates great courage by delving into
the dark silence of this subject. She expresses,
1
76
Kemalism is the founding ideology of the Republic of
Turkey. Republicanism, populism, secularism, nationalism, revolutionism, and statism constitute the essence of
Kemalism (See Zurcher).
civilacademy
mechanisms of silencing.
civilacademy
article imposes the six months’ to three years’
imprisonment of a person who denigrates
Turkishness, the Republic, or the Grand
National Assembly of Turkey. The Turkish
Parliament has since amended the article to
prevent the misuse of it by ultranationalist
groups2, but not before Turkish Nobel Prize
winner author Orhan Pamuk, Elif Shafak,
and several other authors and journalists were
prosecuted. Government officials realized the
severity of the issue when Armenian-Turkish
journalist Hrant Dink, who worked for peace
among Turks and Armenians, was assassinated
in January 2007. Dink was prosecuted under the
same code and consequently became a target
of ultranationalist groups. His articles and
public talks had been edited and manipulated
to indicate his guilt under Article 301, and
although Dink was acquitted posthumously,
some claim that much evidence suggests that
his prosecution led to his death. The inherent
problems with this controversial law have yet
to be resolved.
First, the claims surrounding the history
of the massacres of Armenians in 1915 that
kindled this conflict must be given context. The
Turks claimed that the deaths of the Armenians
were not deliberate but instead unfortunate
consequences of relocation. Turkish historians
claim that World War I conditions necessitated
the relocation of Armenians to decrease the
power of the Armenian gangs, which Russia
controlled and used against Ottoman state. The
general consensus in modern Turkey remains
that the government intended only to protect
the country by expelling a threat. No Turkish
government since the foundation of the
Turkish Republic has accepted responsibility
for the deaths. The complete denial of the
1915 massacres by ultranationalist groups and
Kemalists make true resolution of the issue
impossible.
The underlying reason behind the
prosecution of Shafak is that The Bastard
of Istanbul breaks a silence in her country
concerning the events that turned the
Armenians and Turks into enemies after
having lived together peacefully for centuries.
The silence about the events has further
contributed to the enmity between the two
nations. The breaking of this silence is crucial
for the realization of any positive step towards
the resolution. Nevertheless, groups who
insist on Turkey maintaining its status as
an insular and nationalistic country prevent
such a resolution through their systematic
On the other hand, Armenians claim
that the mass deaths constituted genocide3.
They argue that the killings took place
systematically. Survivors narrate tales of being
forced out of their homes with only what they
could carry, walking long distances with little
food or resources. Many did not survive the
torturous marches. People died of illnesses and
starvation or were killed by gangs or soldiers
who abused their positions. The claims of
genocide are perceived as calumnious in
Turkey; even using the word “genocide” in
the Armenian context has become taboo. The
insistance on using the term genocide angered
the Turks, who contended that because the
events took place before the foundation
of The Republic of Turkey, the current
2
3
These ultra-nationalist groups base their ideas on the racist
ideology of Turkism, which suggests the union of all
Turkic nations and the superiority of Turks over other
races.
77
I use massacre instead of genocide to refer to the systematic killings of the Armenians by the Ottoman authorities
because the term genocide has not been accepted by the
international courts.
Elif REİS
Armanoush grows up in between her
“proud but traumatized Armenian family
and a hysterically anti-Armenian mom”
(Shafak, The Bastard of Istanbul 119). She
later complains about her identity crisis: she
has to be an American with her mom and an
Armenian with her father’s family. In college,
she decides to confront her family’s past to
better understand her American-Armenian
identity. She plans to visit Istanbul, where
her grandmother Shushan’s family lived
before the forced relocation of 1915, during
which the authorities killed Shushan’s father.
Without telling her parents, Armanoush
secretly visits her stepfather Mustafa’s family
in Istanbul, hoping that they will help her find
her grandmother’s house.
state should not be held responsible. The
conflict has reached an impasse. Gradually,
ultranationalist groups and authorities as well
as the media started denying the sufferings and
killings of Armenians as a whole; they now
only allow usage of the word “relocation.” A
heavy blanket of silence persists, a silence The
Bastard of Istanbul attempts to break.
Summary of the Novel
The Bastard of Istanbul tells the
story of two families, the Kazancis and
the Tchakhmakhchians. The Kazancis are
a Turkish family based in Istanbul, and
the Tchakhmakhchians are an Armenian
family living in San Francisco. These two
seemingly unrelated families share a common
history upon which Shafak builds the novel,
shedding light on the issue using the personal
experiences of each family member.
Armanoush Tchakhmakhchian is a girl
with a multicultural American family whose
experiences present part of the framework of
the story. Her mother, Rose, is from a small
Kentucky town. Rose marries Armenian
Barsam, whose immigrant family intervenes
in their marriage and causes their divorce.
Rose blames Barsam’s four sisters and their
mother Shushan for the unhappy ending
of her marriage. Rose seeks revenge on
the “proud and puffed up” (Shafak, The
Bastard of Istanbul 46) Tchakhmakhchians
and discovers that the best way to anger her
former in-laws is to marry a Turk: the enemy
of the Armenians. She later meets and marries
Mustafa Kazanci, a Turkish student in the
US, and she receives the expected reaction
of the Tchakhmakhchians: They strongly
oppose the idea of a Turk raising their beloved
Armanoush, Rose and Barsam’s daughter.
civilacademy
2.
Mustafa, Armanoush’s stepfather, was
the long awaited son of the Kazancis, a
family whose sons traditionally died young.
Mustafa grew up with four sisters, enjoying
the privileges of being the only son and sole
successor of the family. However, his failure
to find the same treatment outside of the home
traumatized him. He grew up to be insecure
and “arrogantly antisocial” (Shafak, The
Bastard of Istanbul 32). Unlike his mother
and sisters, his authoritative, dominant father,
Levent, oppressed him. Levent’s children
believed that their father mistreated them out
of anger towards his own mother, Shushan.
He beat his children severely, and none
of them spoke against him except Zeliha,
whom Mustafa envied for her outspoken and
rebellious personality.
Long after their father died, trouble
arose between Mustafa and Zeliha. Due to
his problematic relationships with women,
Mustafa felt frustrated and challenged by
Zeliha’s physical appeal. In response, Mustafa
wanted to hurt his sister so badly that she would
78
civilacademy
never forget it. Blinded by rage, Mustafa raped
Zeliha. Out of shock, Zeliha told no one. Soon
after this incident, the family sent Mustafa
to America to avoid the haunting fate of the
family’s men. Meanwhile, Zeliha gave birth
to Asya. Other than Zeliha’s clairvoyant sister
Banu, the family never learns that the father
is Mustafa.
3.
When Armanoush visits the Kazancis in
Istanbul, only Banu recognizes the common
history between Armanoush and the Kazancis.
Armanoush’s grandmother Shushan is the
mother of their father, Levent. Although
Armenians and Turks share a common history,
4
Djinni are supernatural creatures. In the Islamic tradition,
djinni are believed to have the power of prophesying past
events.
5
A desert in today’s Syria, which was a state of the Ottoman
Empire at the time.
Armenians’and Turks’Perception
of History
It is striking to see how much
Armanoush’s and Asya’s perceptions of
history differ. Armanoush’s and Asya’s
attitudes towards their personal and national
history symbolize the attitudes of their nations
throughout history. While Armenians cling
to their memories and transfer them from
generation to generation, Turks live with
permanent amnesia. The differing responses
have been influenced through victimization
and by the dominant ideology in Turkey.
civilacademy
It is also Banu who learns of Armanoush’s
family history, through the testimonials of her
djinni.4 Banu wants to determine if the story
Armanoush tells about the events of 1915 is
true. Through her djinni, she learns that after
the government ordered Ottoman Armenians
to be relocated, Armanoush’s grandmother,
Shushan, lost most of her family. During
the inhumane forced marches towards the
uninhabitable Der-Zor,5 Shushan got lost.
Years later, Rıza Selim, the apprentice of
Shushan’s uncle Levon, found her in an
orphanage in Istanbul and married her to save
her from the life of an orphan. A few years
after their wedding, Shushan reunited with her
brother, leading her to abandon her husband
and son, Levent, to live with what remained
of her family in San Francisco. Rıza Selim,
who never forgave Shushan, took a second
wife, Petite-Ma. Levent never loved his
stepmother and always carried the scars of his
abandonment.
they cannot see it: many factors have driven
them to interpret the events of 1915 from
different perspectives.
79
To a certain extent, the Turks’ amnesia
is understandable. Based on the principle that
people tend to forget negative memories, it
would be expected that the Turks would attempt
to forget the events of 1915. However, such a
traumatizing event for the Armenian nation
should have left its scars on the Turkish nation
as well. On the contrary, the Turks seemingly
exclude these events from their collective
memory. Some claim that the Turkish
Republic’s ideology has played a significant
role in the denial of the massacre. When the
Turks founded the modern Republic in 1923,
they distanced themselves from the Ottoman
Empire. A series of reforms and revolutions
strived to make the country a modern state.
During this process, the administrative elite
realized cultural, social, and political reforms.
According to the new Republic, history began
in 1923. The Turkish political and military
elite of the new Republic focused on building
a future of their own. They aimed at building a
secular, Republican democracy and forgetting
their monarchic and religious Ottoman state
Elif REİS
heritage. The strength of the Republic came
from the promises of a future separate from
the so-called glorious past of the Ottoman
Empire. The Turkish characters in The
Bastard of Istanbul symbolize this ideology
of the Turks.
civilacademy
Asya’s and her aunts’ reactions when
Armanoush tells them about Shushan’s
family’s sufferings at the time of the massacre
is expected. The aunt listens to the story as if
the events occurred in a completely different
place. Auntie Cevriye, who ironically teaches
Turkish national history, asks Armanoush,
“Who did this atrocity?” (Shafak, The Bastard
of Istanbul 163). Even she, a teacher, is ignorant
of that side of the massacre. Apparently,
her professors had taught her the official
discourse of the Turkish Republic about the
Armenian issue. Since the foundation of the
Republic, the political and military elite of
the Republic gradually produced this official
discourse, which suggests that war conditions
in the country necessitated the “relocation”
of the Ottoman Armenians. This predominant
mentality claims that Armenians betrayed
the Ottomans by supporting Russians during
World War I and that the Armenians’ existence
in the country posed a great threat to villages
inhabited by Muslim Turks. This discourse
is the conceptual framework on which most
Turks’ ideas about the events of 1915 are based.
By producing this discourse, the administrative
elite aims to create a history free from atrocities.
Auntie Cevriye symbolizes the Turks who have
fallen victim to this discourse. When she hears
about the sufferings of the Armenians, she
sympathizes with them but does not go beyond
that. Shafak illustrates Cevriye’s reaction as
“drawing an impermeable boundary between
the past and the present” (Shafak, The Bastard
of Istanbul 164).
Asya consciously rejects the fetishism of
history, explaing, “Someone like me can never
be past-oriented… not because I find my past
poignant or that I don’t care. It’s because I
don’t know anything about it” (Shafak, The
Bastard of Istanbul 180). Asya, like most
Turks, lacks accurate information about her
past. Her mother, Zeliha, has never told her
who her father is, breaking the continuity of
her family history. Thus, as Asya cannot feel
attached to her past, she focuses on her future,
which she has the capability to change. Since
the Turks have been subject to systematical
misinformation about their national history,
they have become aware of the unreliability
of historical information and concentrate on
building a future. Armenians, on the other
hand, constitute strong bonds with their past.
Since ancient times, the Armenian
“homeland has been an exceptionally troubled
history of being repeatedly subjected to
invasion, looting, and massacre” (Herzig and
Kurkchiyan 1). Because of their troubled past,
a large number of Armenians live outside
the Republic of Armenia. Both those in the
diaspora and those in the Republic of Armenia
acquired a strong sense of community and
solidarity. Armenians base this solidarity on
their troubled history and enmity toward a
common enemy, the Turks. The Armenian
national history is the common ground for the
creation of an Armenian identity. They pride
themselves on their antiquity and authenticity.
Likewise, they build their nation on a myth
of being ancient. To keep the nation intact,
they pass on their pride and memories from
generation to generation.
Armanoush grows up with a strong
sense of Armenianness, sustained specifically
with genocide stories. Like most Diaspora
Armenians, she internalizes the sufferings
80
civilacademy
4.
The nation-state building processes of
Armenians and Turks caused the strikingly
divergent notions of time frames6, provoked
by the foundational myths of their states.
While Turks glorified the future, Armenians
took pride in their past. The Turks’ time
frame is ruptured and “multi-hyphenated”
(Shafak 165), while the Armenian time frame
is cyclical. As an Armenian, Armanoush
“embodie[s] the spirits of her people
generations and generations earlier, … the
average Turk had no such notion of continuity
with his or her ancestors” (Shafak, The Bastard
of Istanbul 164). One of Armanoush’s cyber
friends, Daughter of Sappho, summarizes the
situation: “The oppressor has no use for the
past. The oppressed has nothing but the past”
(Shafak, The Bastard of Istanbul 261). An
analysis of Armenian and Turkish perceptions
of history indicates how these perceptions
filter these two nations’ memories.
6
civilacademy
of massacre survivors. Armanoush tells
Asya, “Despite all the grief that it embodies,
history is what keeps [Armenians] alive and
united” (Shafak, The Bastard of Istanbul 179),
justifying why she values history so highly.
Armanoush and Asya’s dialogue about history
clearly shows their divergence. Armanoush
finds Asya too “impervious,” and Asya thinks
that Armanoush carries the memory of an
old person (Shafak, The Bastard of Istanbul
178). However, Armanoush still feels the
unbearable dilemma of her identity; she says,
“The remnants of the past pile up –a womb of
tenderness and sorrow, a sense of injustice and
discrimination. On the other hand glimmers
the promised future-- a shelter…, a sense of
safety …, the comfort of joining the majority
and finally being deemed normal” (Shafak,
The Bastard of Istanbul 116).
Collective Memory vs. Collective
Amnesia
Armenians’ and Turks’ divergent notions
of time periods affect the formation and
organization of their memories. As the Turks’
future-oriented notions focus on the future,
the past remains in the individual memory.
As a community, every society attempts to
forget traumatic events, especially those that
conflict with the national discourse. This
act of forgetting may even reach a level of
collective amnesia. The Turks’ collective
amnesia discloses itself in their reactions to
the Armenian massacres, which barely remain
in the collective memory of Turks. The
generation of Turks who witnessed the events
remembered them, but they did not pass their
memories on to the younger generations as
Armenians did. Instead of remembering the
events, the witnesses chose to neglect them
to move forward. The official discourse
of Turkey is the main factor precipitating
this collective amnesia of Turks; it denies
the massacres and accordingly deletes the
dreadful events from the history of the state.
This amnesia has constituted a silence about
the massacres. The silence of the authorities
reinforced the silence of people.
Armenians faced tragic events during
World War I. Almost one million Armenians
lost their lives under torturous circumstances
(Hovannisian 15). Those few who managed
to survive the massacres were obliged to leave
their homes and live in Diaspora communities.
Although they were traumatic, Armenians
never forgot these events; rather, they took
care to remember their sufferings. In Cultural
Memory, Jan Assman’s belief that remembrance
is a weapon against oppression (Assman 88)
explains the Armenians’ efforts to retain their
memories. By remembering the tragedies of
By “time frames,” I mean being past-oriented and futureoriented.
81
Elif REİS
their ancestors, Armenians feel a need for the
Turks’ confession of guilt. Armenians render
remembrance of the massacre through the
sustenance of their memories.
civilacademy
The survivors of the massacre told
their stories, and, in time, the people who
listened internalized these memories. People
sympathized with the sufferings of the survivors
and adopted their memories, which no longer
belonged to individuals but to the Armenians
as a whole. The Armenians’ common history
of the massacre constitutes their collective
memory. Each new member of the Armenian
nation is born into this collective memory. The
Armenians’ collective memory confirms Jan
Assman’s suggestion that societies determine
the individual’s memory (Assman 40). Even
young Armenians born almost a century
after the massacre internalize the sufferings
of their great-grandparents, made possible
through the efforts of sustaining an awareness
of Armenian identity. Uncle Dikran in The
Bastard of Istanbul, explains the importance of
these efforts: “Tt is because of this collective
spirit that the Armenian people have managed
to survive” (Shafak, The Bastard of Istanbul
56). Shafak shows how young generations of
Armenians acquire the collective memory of
the Armenian nation with Armanoush.
each other and talk about their families, Asya
comments that Armanoush is a young person
with an old memory (Shafak, The Bastard of
Istanbul 165). Armanoush, like many other
Armenians, carries with her the ghosts of
massacred Armenians. Asya’s attitude towards
memory contrasts with Armanoush’s beliefs.
Asya prefers amnesia to remembering and
feels living with the memories of the past is a
burden (Shafak, The Bastard of Istanbul 179).
Asya appreciates the continuity of history,
which she lacks, yet still chooses to forget
(Shafak 180). However, Armanoush clings to
the collective memories of the Armenians.
The Armenians’ endeavor to create
a collective memory is an act of breaking
silence. By writing memoirs and novels and
employing mediums like film and music—
even just by narrating their memories—they
guarantee remembrance of the massacre. Each
work contributing to the establishment of the
collective memory resists the Turkish denial
of the massacre. The
Armenians have not yet received the
apology they have been waiting for since 1915.
According to Armenians, the Turkish state and
administrators still deny the massacre. The
silence of Turkish academians and intellectuals
adds to the dismay of the Armenians, who still
expect an acceptance of guilt from the Turkish
community and government. The Turkish
systematic denial of the massacre has silenced
those who have dared to speak against the
national discourse, while Armenians strive to
break this silence and inform people worldwide
about their claim of genocide. Their efforts
have generally succeeded, but awareness of
the Armenian massacre in Turkey has been
constituted belatedly.
Shafak portrays Armanoush as a
paradigm of Armenian youth, surrounded by
stories of the massacre. Being a granddaughter
of survivors and living in the diaspora are the
definitive elements of her Armenian identity.
This collective memory enhances the sense
of community and solidarity, but it also holds
Armenians responsible for their nation. This
responsibility motivated Armanoush to go to
Istanbul to confront her past and acknowledge
her Armenian identity more fully. When
Armanoush and Asya share their opinions with
In Turkey, especially since the year
2000, memoirs, novels, and academic
82
civilacademy
studies7 have begun to be published about
the massacre. Although the academic works
have managed to break the silence among
intellectuals, the average Turk still bears
prejudices loaded with the national discourse.
However, the novels and memoirs are slowly
informing and changing readers’ opinions
about the massacre. The power of the novels
and memoirs come from their illustration of
the humane side of the issue, forcing Turkish
society to see beyond the policital aspects.
People who read them sympathize with the
sufferings of the Armenians during the World
War I, and a slow awareness of the Armenian
issue has begun to manifest.
5.
civilacademy
Fethiye Cetin’s book, My Grandmother,
has played a pivotal role in the formation of
Turks’ awareness of the Armenian massacres.
Cetin, in her narrative, tells the story of
her Armenian grandmother, whose family
died during the relocation of 1915. Cetin’s
grandmother keeps her identity secret until
one day, after almost sixty years of silence, she
asks Fethiye Cetin’s help to find her brother,
who also survived the massacre. Cetin notes
that her grandmother has never forgotten the
details of the events. Her memory bonds her
with her past and her Armenian identity. For
Turkish society, Cetin’s My Grandmother did
what politics and academics could not do for
years: it broke the silence.
received life-menacing threats (Sassounian).
However, the campaign was an important
step in the acknowledgment of the massacre
by society. The campaign’s importance
was affirmed when a group of Armenians
started an apology campaign as well, as
a supportive declaration of the previous
campaign. During this campaign, a group
of Armenians apologized from the Turks
for the massacres made by the Armenians.
These two campaigns called for great courage
considering the ultranationalist groups in both
Armenia and Turkey. Elif Shafak’s novel has
further contributed to this issue by raising
awareness.
See Cetin, Sernin, Gibbons, Chaliand, Oran, and Altinay
8
http://www.ozurdiliyoruz.com/
Perception of history and organization of
memory are entertwined constructive elements
of the national identities of Armenians and
Turks. Jeffrey C. Alexander argues in his
article “Toward a Theory of Cultural Trauma”
that remembering and amnesia are strategic
elements in the maintenance of the collective
values and integrity of groups (Alexander 1).
While Turks’ strategy is amnesia, Armenians’
strategy is remembering.
The Turks’ past-oriented history perception
resulted from the founding ideology of the Turkish
Republic, which focused on modernization
and rejected the Ottoman heritage. Fascination
with the past has been perceived in Turkey as
reactionism. The national discourse and national
education system emphasizes moving forward,
thus detaching from the past. Building a future is
an element of solidarity for the Turkish nation.
The growing awareness of the Armenian
issue continued with the publication of several
other books, including Shafak’s The Bastard
of Istanbul. In 2009, a group of intellectuals
started an apology campaign8 with over three
thousand participants. Nationalists criticized
the campaign, and some of the participants
7
Construction of National Identity
On the other hand, Armenians’ traumatic
history constitutes a common point for the
nation. Their shared pain unites them. Donald
and Lorna Miller explain in “Memory and
83
Elif REİS
6.
conflict requires political actions. However,
for a political resolution to occur, society’s
attitude must make a change that will only be
possible through an understanding of the issue
from a humane perspective. The memoirs and
novels about the massacre aim to generate this
humane perspective by letting people listen to
the witnesses.
civilacademy
Identity across Generations,” how “traumatic
events such as genocides … potentially serve as
the axial point for group and generational selfunderstanding. These traumatic events become
the template through which generations relate
to each other and through which group selfunderstanding evolves” (Miller and Miller
36). The Armenian national identity centers on
their traumatic history and their psychology of
victimization. As one of Armanoush’s cyber
friends, Miserable-Coexistence says, “For
most Armenians in Diaspora, Hai Dat is the
sole psychological anchor that [Armenians]
have in order to sustain an identity” (Shafak,
The Bastard of Istanbul 117). Another cyber
friend criticizes the foundation on which the
Armenian identity is built, saying, “Some
among the Armenians in the diaspora would
never want the Turks to recognize the genocide.
If they do so, they’ll pull the rug out from under
our feet and take the strongest bond that unites
us. Just, like the Turks have been in the habit of
denying their wrongdoing, the Armenians have
been in the habit of savoring the cocoon of
victimhood” (Shafak, The Bastard of Istanbul
263). As Cihan Tugal suggests, the 1915
massacres and the construction of these events
in Armenians’ collective memory was pivotal
in the formation of their identity (Tugal 139).
Conclusion
The Bastard of Istanbul attempts to
show an alternative approach to the Armenian
issue. Shafak suggests that more than political
problems influence the ways Armenians and
Turks perceive the massacre. While Armenians
expect an apology for the sufferings of their
ancestors, Turks systematically deny the
events even took place. The resolution of the
84
As suggested by the prosecution of
several intellectuals under article 301, the
assassination of Hrant Dink, and the severe
reactions to the apology campaigns both in
Turkey and Armenia, the breaking of prejudices
in these societies requires courage. However,
the severity of the issue inspires courageous
acts. Most prosecutions under article 301 end
in acquittal, and the amendments indicate
positive steps towards resolution. The recent
changes in the political and social arenas show
the power of literature in changing society.
The publishing of memoirs and novels has
attracted attention to the Armenian issue in the
mainstream media. People who read the witness
testimonials now realize the social aspects of
the issue, and the authorities have realized the
need to take political action. Thus as an indirect
result of these literary works, the Republic
of Armenia and the Republic of Turkey have
signed a protocol in order to promote relations.
The political actions towards a resolution and
the awareness of society prove literature’s
impact on an issue about which people have
long been silenced. The Bastard of Istanbul,
in this sense, has played a critical role in the
creation of social awareness, which in turn has
led to political action to form a more peaceful
relationship between Turks and Armenians
toward their common future, just as they have
shared their long rooted past.
civilacademy
Bibliography
Works Cited
Adler, Nanci. Memories of Mass
Repression. New Brunswick: Transaction
Publishers, 2009.
Alexander, Jeffrey C. “Toward a Theory
of Cultural Trauma.” Cultural Trauma and
Collective Identity. Eds. Jeffrey C. Alexander
et al. Berkeley: University of California
Press, 2004. 1-30.
Akcam, Taner. From Empire to Republic
Turkish Nationalism and the Armenian
Genocide. New York: Zed Books, 2004.
Assman, Jan. Kültürel Bellek. n.d.
Alayarian, Aida. Consequences of Denial.
London: Karnac Books , 2008.
Herzig, Edmund, and Marina Kurkchiyan.
The Armenians Past and Present in the
Making of National Identity. New York:
Routledge Curzon, 2005.
Alexander, Edward. A Crime of Vengeance:
An Armenian Struggle for Justice. New York:
Maxwell Macmillan International, 1991.
Hovannisian, Richard G. “The Armenian
Genocide.” Remembrance and Denial: The
Case of the Armenian Genocide. Ed. Richard
G. Hovannisian. Detroit: Wayne State
University Press, 1999. 13-22.
civilacademy
Miller, Donald E., and Lorna T. Miller.
“Memory and Identity Across the Generations:
A Case Study of Armenian Survivors and
their Progeny.” Qualitative Sociology (1991):
13-38.
Altinay, Ayse Gul, and Fethiye Cetin.
Torunlar (Grandchildren). Istanbul: Metis,
2009.
Sassounian, Harut. “Turks’ Apology for
Armenian Genocide: Good First Step, But
Not Good Enough.” The California Courier
18 December 2008.
Barthel, Diane. Historic Preservation:
Collective Memory and Historical Identity.
New
Brunswick: Rutgers University Press,
1996.
Birikim. Bir Zamanlar Ermeniler Vardı
[Once upon a time were the Armenians].
Istanbul: Birikim, 2008.
Bruner, Michael Lane. Strategies of
Remembrance. Columbia : University of South
Carolina Press, 2002.
Shafak, Elif. The Bastard of Istanbul.
London: Penguin Books, 1997.
Cetin, Fethiye. Anneannem
Grandmother). Istanbul: Metis, 2004.
Shafak, Elif. Interview with Hendrik
Bakker. 21-23 January 2005.
(My
Chaliand, Gerard. Hatıramın Hatırası
(Memoire de ma Memorie). Trans. Ruken Bağdu
Keskin. Istanbul: Avesta, 2006.
Tugal, Cihan. “Memories of Violence,
Memories of Nation.” The Politics of Public
Memory in Turkey. Ed. Esra Ozyurek. New
York: Syracuse University Press, 2007. 138162.
—. The Armenians from Genocide to
Resistance. London: Zed Press, 1983.
Cole, Norma. Collective Memory. New
York: Granary Books, 2006.
Cubitt, Geoffrey. History and Memory.
New York: Manchester University Press, 2007.
Dadrian, Vakahn. The Key Elements in the
85
Elif REİS
Turkish Denial of the Armenian Genocide.
Perspectives on the Cultural Landscape.
Burlington: Ashgate, 2007.
Cambridge: Zoryan Institute, 1999.
Nercessian, Andy. The Duduk and National
Identity in Armenia. Lanham: Scarecrow Press,
2001.
Diner, Dan, and Gotthard Wunberg.
Restitution and Memory. New York: Berghahn
Books, 2007.
Oran, Baskin. “M.K.” Adlı Çocuğun
Tehcir Anıları [Relocation Memories of a Child
Called
“M.K.”]. Istanbul: Iletisim, 2005.
Fournet, Caroline. The Crime of Destruction
and the Law of Genocide : Their Impact on
Ozyurek, Esra. The Politics of Public
Memory in Turkey. Syracuse: Syracuse
University Press, 2007.
Collective Memory. Burlington: Ashgate,
2007.
Gibbons, Halen Davenport. The Red Rugs
of Tarsus. Trans. Atilla Tuygan. New York: The
Pennebaker, James W., Darío Páez and
Bernard Rimé. Collective Memory of Political
Events.
Century Co, 1917.
Halbwachs, Maurice. The Collective
Memory. New York: Harper and Row, 1980.
Hutchison, Emma, and Roland Bleiker.
“Emotional Reconciliation: Reconstituting
Identity and Community AfterTrauma.”
European Journal of Social Theory (2008): 385404.
Saparov, Arseny. “The Alteration of Place
Names and Construction of National Identity in
civilacademy
Hovannisian, Richard G. Looking
Backward, Moving Forward. New Brunswick:
Transaction Publishers, 2003.
Mahwah: Erlbaum, 1997.
Soviet Armenia.” Cahiers du Monde russe
(2003): 179-198.
Sarat, Austin, Nadav Davidovitch, and
Michal Alberstein. Trauma and Memory.
Stanford:
Stanford University Press, 2007.
Iletişim. Kemalizm (Kemalism). Istanbul:
Iletişim, 2001.
Schivelbusch, Wolfgang. The Culture of
Defeat. New York: Metropolitan Books, 2003.
Iletisim. Milliyetcilik
Istanbul: Iletisim, 2002.
Sernin, Andre. Tokatlı Yetvart’ın Anıları
[Memoirs of Tokatian Yetvart]. Trans. Anais
Martin.
(Nationalism).
Irwin-Zarecka, Iwona. Frames of
Remembrance. New Brunswick: Transaction
Publishers, 1994.
Istanbul: Pencere, 2009.
Shafak, Elif. Baba ve Piç [The Bastard of
Istanbul]. Trans. Aslı Biçen. Istanbul: Metis,
2006.
Lewy, Guenter. The Armenian Massacres
in Ottoman Turkey. Salt Lake City: University
of Utah Press, 2005.
Smith, Anthony. National Identity. Reno:
University of Nevada Press, 1991.
Melson, Robert. Revolution and Genocide.
Chicago: University of Chicago Press, 1992.
Zurcher, Erik Jan. “Kemalist Düşüncenin
Osmanlı Kaynakları” [The Ottoman Sources of
the Kemalist Thought]. Istanbul: Iletisim, 2001.
44-55.
Moore, Niamh and Yvonne Whelan.
Heritage, Memory and the Politics of Identity :
New
86
civilacademy
MUĞLA TURGUTREİS AKÇALI KÖYÜ
YUKARI MAHALLE MEZARLIĞI
MEZAR TAŞLARINDAN ÖRNEKLER
Gravestones with Ornaments in Turgutreis Akçalı Village
(Yukarı mahalle) Cemetery
H. Kamil BİÇİCİ1*
ABSTRACT
civilacademy
Akçalı Village (yukarı mahalle) Cemetery is 2-3 km. away from Turgutreis and 18 km. away
from Bodrum. It’s near to the shore and a small cemetery. Ten Ottoman term ornamented gravestones were chosen to study. The oldest one is from 1804, the newest one is 1887. Two of them of
males, eight of them of females. The ornaments are mostly floral but there are also, objective and
written. The ornaments are antinaturalistic and partly naturalistic. They stylized with baroque
and rococo styles. The linear ornaments are also seen.
Key words: Cemetery, style, ornament, gravestones, floral.
ÖZET
Muğla iline bağlı Turgutreis Beldesinin yukarı mahalle Akçalı Köyü Mezarlığı Turgutreis’den
yaklaşık 2-3 km. uzaktadır. Bodrum merkeze uzaklığı 18 km.dir. Denize yakın küçük bir mezarlıktır. Süslemeli on mezar taşı seçilerek çalışma kapsamına alınmıştır. Mezar taşlarının en geç
tarihlisi 1804, en yakın tarihlisi 1887 yılına aittir. Mezar taşlarından iki tanesi erkeklere, sekiz
tanesi kadınlara aittir. Mezar taşlarında karşımıza çıkan en fazla süslemeler bitkisel olup, nesneli ve yazılı bezemeler de vardır. Süslemeler antinatüralist (doğa dışı) ve bir kısmı da naturalist
(doğaya özgü) formlarda ele alınmıştır. Barok ve rokoko üslubunun etkisiyle yapılmışlardır. Ayrıca
çizgisel üslupta verilmiş süslemeler de karşımıza çıkmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Mezarlık, üslup, süsleme, mezar taşı, bitkisel.
1
* Öğretim Görevlisi, Sanat Tarihi Bölümü,
Fen Edebiyat Fakültesi, Gazi Üniversitesi, [email protected]
87
H. Kamil BİÇİCİ
Giriş
civilacademy
Bodrum’a yaklaşık 20 km. uzaklıkta
bulunan Turgutreis, Bodrum’dan sonra
yarımadanın en kalabalık yerleşim merkezidir.
Turgutreis, kültür tarihinin beşiği Anadolu‘nun
koy, burun, yarımada ve adalar şöleni sunan
Ege’de kimine göre tarih, kimine göre deniz
demek olan Bodrum Yarımadası’nın en batı
ucunda hızlı ve dinamik bir gelişme gösteren,
doğal güzelliklere sahip bir kasabadır.
Batılıların “Dragut” adını verdikleri, Karabağ
Mahallesi’nde doğan ve Türk Denizcilik
Tarihi’nde yerini alan, 16. yüzyılın ünlü
denizcisi Amiral Turgut Reis’den adını alan
bu şirin beldenin özellikleri oldukça fazladır.
Turgutreis’in tarihi elbette Amiral Turgut
Reis’le başlamıyor, kıyı Ege’nin tamamında
olduğu gibi Antik Yunan’dan daha öncesi
olan Lelegler’e kadar gittiği söylenilmektedir.
Tatilciler ya da belediye tarafından yeteri
kadar ilgiye değer bulunmasa da Turgutreis
sırtlarında yer alan kaya mezarlar geçmişin
tanıklığını günümüzde de gösteren ilginç
anıtlar niteliğindedir. Turgutreis belde olarak
bakıldığında merkez dışında birçok yerleşime
sahiptir. Kadıkalesi, Akçabük, Akyarlar, Bağla
ve Aspat sınırları içinde olan belli başlı koylar
yerleşimin en çok olduğu ve oldukça rağbet
gören yerlerdir. Batı rüzgârlarına açık olduğu
için yazın en sıcak zamanlarında bile
Turgutreis ve çevresi yeterli rüzgâr almaktadır.
2 km. uzunluğundaki Turgutreis kumsalından
Yunan adalarıyla birlikte, irili ufaklı birkaç
ada da görülebilir. Bu adalardan biri olan
Yassıada 1961’den beri sualtı arkeolojik
araştırmalarına ev sahipliği yapıyor. Diğer
koylara kıyasla oldukça gelişmiş ve turizm
potansiyeli yüksek olan Turgutreis’te, her
türlü alışveriş ve konaklama imkânı
bulunmaktadır.
yukarı mahalle denilen kısmındaki yerleşim
yerlerine 300-400 m. kadar mesafede bulunan
mezarlık, XIX. yüzyıl Osmanlı mezar taşlarını
barındırdığı gibi, Cumhuriyet döneminden
günümüze kadar olan yakın tarihli mezarları
da barındırmaktadır. Mezarlık alanının etrafı
duvarlarla çevrilidir. 2006-2008 yıllarının yaz
dönemlerinde Gazi Üniversitesi Bilimsel
Araştırma Projeleri Birimi’nin sağladığı
destekle Turgutreis’e gidilerek, ilgili yerde
çalışmalar yapılmıştır.
Bu konuyu incelememizin sebebi,
Turgutreis mezar taşlarının insanlarımız tarafından bilinmediğidir. Ayrıca bugün var olan
taşların kaybolmadan veya bir tahribata uğramadan hususiyetlerini ortaya çıkartıp, Türk
Sanatı içerisinde hak ettiği yere koymaktır.
Öncelikle Turgutreis Beldesinin kimlik belgesini yansıtan mezar taşlarına eğilerek kime ait
olduğunun bulunması düşünülmüştür.
Günümüzde Turgutreis Beldesi daha çok kum
ve deniz aktiviteleri ile tanınmaktadır. Bu
özelliklerinin yanında kültür ve sanat yönünü
de ön plana çıkartacak olan bu çalışma ile
tarihi birer miras olan mezar taşlarının önemini ortaya koymak da amaçlanmıştır.
Mezarlıkta bulunan, nispeten iyi durumda
olan on tane mezar taşını araştırma kapsamına
aldık. Mezar taşlarından dokuz tanesi
süslemeli, bir tanesi sade ele alınmış olup,
döneminin kadın başlığıyla verilmiştir. Mezar
taşlarını en erken tarihten başlayıp, en geç
tarihe kadar sıralayarak bir katalog şeklinde
vermeye çalıştık. İncelenen bütün mezar
taşlarının çevresi beton ve taşla çevrilmiştir.
Osmanlı dönemi sekiz mezarda hem baştaşı,
hem ayaktaşı bulunmaktadır. Ancak İki mezar
taşı hariç ayaktaşlarında süsleme bulunmaması
sebebiyle değerlendirmeye almadık. Altı
mezarın ayaktaşı sade yapılmıştır. İki mezarın
da ayaktaşı bulunmamaktadır.
Turgutreis Beldesi’nin yaklaşık 3-4 km.
güneydoğusunda, Akçalı Köyünün (Fot. 1-2)
88
civilacademy
Mezar Taşı No : 1
minarenin bitişiğine iki adet servi ağacı tasvir
edilmiştir. Minarenin yanında üçgen çatılı,
dikdörtgen biçiminde içleri taralı birer penceresi olan üç adet ev betimlenmiştir. Evlerin
ortasından üste doğru bir gül çıkmaktadır.
Kitabenin bulunduğu gövde kısmıyla süslemelerin bulunduğu tepelik kısmını yatay bir
bordür ayırmaktadır. Bu bordürün altında
yarım yuvarlak kemer şekilli bir kuşak yer
almaktadır. Kuşağın iki yan köşesinin içlerinde stilize edilmiş akantus yaprakları dikkat
çekmektedir. Taşın kitabesi, silmelerin
oluşturduğu dikdörtgene yakın çerçevelerin
içerisinde, beş satır halinde, kabartma
görünümünde işlenmiştir.
Fotoğraf No: 1
Tarih: H.1219/M.1804
Kime Ait Olduğu: Gülsüm Kadın
Yeri: Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığı
Üslup: Antinatüralist verilmiştir.
Kitabesi:
- Hüve’l mu’in
- Hacı Memiş Ağa
- Kerimesi merhume
- Gülsüm kadın
- Ruhuna fatiha
- Sene 1219
Biçimi: Dikdörtgene yakın gövde formludur.
Türü: Kadın mezarıdır.
Malzeme:
kullanılmıştır.
Mermer
malzeme
Fotoğraf No: 2
civilacademy
Bugünkü Durumu : Sağlam durumdadır.
Mezar Taşı No : 2
Ölçü: Boy : 103 cm. En: 33 cm. Kal.: 5
Tarih: H.1226/M.1810
Kime Ait Olduğu: Zeyneb
Yeri: Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığı
Üslup: Antinatüralist verilmiştir.
cm.
Kitabesi:
Konu: Bitkisel (akantus, servi, gül),
nesneli (cami, ev) işlenmiştir.
- Hüve’l-ba’ki sene 1226
- Bir kuş idim uçtum yuvadan ecel
Tanım ve Kompozisyon: Şahide dikdörtgene yakın gövde biçimlidir. Taşın üçgen,
sivri kemer şeklindeki tepelik kısmının sol
yanında iki cepheli, kubbeli ve minareli bir
cami bulunmaktadır. Caminin kubbesi dilimlidir. Kubbenin altındaki cepheler yatay
birer kuşakla sınırlandırılmıştır. Üst cephede
içleri taralı üç adet pencere, alt cephede, dikey
bir çizgiyle iki kanada ayrılmış bir kapısı,
kapının yanlarında içleri baklava dilimleriyle
taralı kare şeklinde birer pencere göze
çarpmaktadır. Minare camiye sağdan bitişik
olup, şerefeli, mazgal delikli ve kapılı olarak
verilmiştir. Cami kubbesinin arkasına ve
- Ayırdı beni anamdan babamdan
- Abdullah oğlu İsa’nın kerimesi Zeyneb
- Ruhuna fatiha
Biçimi: Dikdörtgene yakın gövde formludur.
Bugünkü Durumu: Sağlam durumdadır.
Türü: Kadın mezarıdır.
Malzeme:
kullanılmıştır.
Mermer
malzeme
Ölçü: Boy: 75 cm. En: 30 cm. Kal.: 6 cm.
Konu: Bitkisel (akantus) işlenmiştir.
89
H. Kamil BİÇİCİ
Tanım ve Kompozisyon: Şahide alttan
üste doğru dikdörtgene yakın gövde biçimlidir. Taşın üst kısmında yer alan akantus
yaprak demetleri, üste doğru çıkmakta ve
yanlara doğru kıvrılmaktadır. Yazı şeritlerinin
bulunduğu gövde kısmıyla süslemelerin
bulunduğu tepelik kısmını yarım yuvarlak
kemer biçimli bir kuşak ayırmaktadır. Taşın
kitabesi, silmelerin oluşturduğu dikdörtgene
yakın çerçevelerin içerisinde, beş satır halinde, kabartma görünümünde verilmiştir. Taşın
çevresi beton ve taşla kapanmıştır.
dir. Taşın üçgen tepelik kısmının ortasında
kubbeli bir cami, yanlarında evler, kubbenin
yanlarında birer servi ağacı göze çarpmaktadır.
Evlerin duvarları baklava dilimleriyle taralı
olup, evler üçgen, kırma çatılıdır. Tek katlı
olan caminin, kubbesi dilimlidir. Kubbeyi
çevreleyen yatay kuşağın altında yuvarlak
kemer biçimli, dikey bir çizgiyle ikiye ayrılmış
iki kanatlı kapısı bulunmaktadır. Taşın üçgen
tepeliği ile gövdenin bulunduğu kitabe kısmını
yatay bir kuşak ayırmaktadır. Bu kuşağın
altında yarım yuvarlak kemer biçimli başka
bir kuşak daha yer almaktadır. Bu kuşağın iki
yan köşe kısımlarının olduğu yerde stilize
edilmiş irice birer kır çiçeği dikkat çekmektedir. Taşın kitabesi eğimli bir şekilde, beş satır
halinde, kabartma görünümünde işlenmiştir.
Mezar Taşı No : 3
Fotoğraf No: 3
Tarih: H.1229/M.1813
Yeri: Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığı
Üslup: Antinatüralist verilmiştir.
Kitabesi:
civilacademy
Kime Ait Olduğu: Gülsüm Kadın
- Hüve’l-mu’in
Mezar Taşı No : 4
Fotoğraf No: 4
Tarih: H.1285/M.1868
Kime Ait Olduğu: Ayşe
Yeri: Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığı
- Merhume ve mağfure
- Gülsüm kadın
Üslup: Antinatüralist verilmiştir.
- Ruhuna fatiha
Kitabesi:
- Hüve’l-ba’ki sene 1285
- Sene 1229
- Çakıroğlu Muhammed’in
Biçimi: Dikdörtgene yakın gövde formludur.
- Kerimesi Ayşe ruhuna
Bugünkü Durumu: Sağlam durumdadır.
Biçimi: Dikdörtgene yakın gövde formludur.
Türü: Kadın mezarıdır.
Malzeme:
kullanılmıştır.
Mermer
Bugünkü Durumu: Sağlam durumdadır.
malzeme
Türü: Kadın mezarıdır.
Ölçü: Boy : 65 cm. En: 29 cm. Kal.: 5 cm.
Malzeme:
kullanılmıştır.
Konu: Bitkisel (kır çiçeği, servi), nesneli (cami, ev) işlenmiştir.
Mermer
malzeme
Ölçü: Boy: 52 cm. En: 32 cm. Kal.: 4 cm.
Tanım ve Kompozisyon: Şahide alttan
üste doğru dikdörtgene yakın gövde biçimli-
Konu: Bitkisel (palmiye), nesneli (vazo)
işlenmiştir.
90
civilacademy
Tanım ve Kompozisyon: Mezar taşı
alttan üste doğru dikdörtgene yakın gövde
formludur. Taşın üst tepelik kısmında vazodan çıkan palmiye yaprakları, üste ve yanlara
doğru kıvrılmaktadır. Kitabenin bulunduğu
gövde kısmıyla süslemelerin bulunduğu tepelik kısmını yarım yuvarlak kemer biçimli bir
şerit sınırlamaktadır. Taşın kitabesi, silmelerin
oluşturduğu dikdörtgene yakın çerçevelerin
içerisinde, üç satır halinde, kabartma
görünümünde verilmiştir. Taşın alt kısmı
toprağa gömülü vaziyettedir. Mezarın etrafı
betonla çevrilmiştir.
Ayaktaşı:
Boy: 101 cm. En: 23 cm. Kal.: 5 cm.
Konu: Bitkisel (horoz ibiği,servi)
işlenmiştir.
Mezar Taşı No : 5
Fotoğraf No: 5-6
Tarih: H.1299/M.1881
Üslup: Antinatüralist verilmiştir.
Kitabesi:
civilacademy
Kime Ait Olduğu: Hasan
Yeri: Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığı
- Hüve’l-hayy sene 1299
Fotoğraf No: 7
Kime Ait Olduğu: Hatice
- Sakinlerinden olup
Yeri: Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığı
- Semercioğlu
- Hüseyin’in oğlu
Üslup: Antinatüralist verilmiştir.
- Hasan’ın ruhuna
Kitabesi:
- Fatiha
- Ah mine’l-mevt sene 1303
Biçimi: Dikdörtgene yakın gövde formludur.
- Ali Mülazım kerimesi
- Hatice ruhuna
Bugünkü Durumu: Kırık ve eksik
durumdadır.
- Fatiha
Biçimi: Dikdörtgene yakın gövde formludur.
Türü: Erkek mezarıdır.
Mermer
Mezar Taşı No : 6
Tarih: H.1303/M.1885
- Akçalık karyesi
Malzeme:
kullanılmıştır.
Tanım ve Kompozisyon: Baştaşı ve
ayaktaşı alttan üste doğru dikey şekilde
verilmiş olup, dikdörtgene yakın gövdeli bir
görünüme sahiptir. Baştaşının üst kısmında
bulunması gereken başlık yerinde yoktur.
Boynun üst kısmı kırılmış vaziyettedir.
Ayaktaşının ön yüzünde alttan üste doğru
giden, ucu sağa kıvrık bir servi ağacı tasvir
edilmiştir. Servi ağacının iki yanından birer
horoz ibiği çiçeği S ve C şeklinde kıvrılarak
üst kısma doğru gitmektedir. Kitabeler
baştaşının ön yüzünde dikdörtgene yakın silmelerin oluşturduğu diagonal çerçevelerin
içerisinde, 7 satır halinde, kabartma
görünümünde işlenmiştir.
malzeme
Bugünkü Durumu: Sağlam durumdadır.
Ölçü:
Türü: Kadın mezarıdır.
Baştaşı:
Malzeme:
kullanılmıştır.
Boy: 100 cm. En: 21 cm. Kal.: 5 cm.
91
Mermer
malzeme
H. Kamil BİÇİCİ
Ölçü: Boy: 77 cm. En: 26 cm. Kal.: 5 cm.
Konu:
işlenmiştir.
Bitkisel
(akantus,
Konu: Bitkisel (servi), nesneli (başlık)
işlenmiştir.
palmiye)
Tanım ve Kompozisyon: Baştaşı ve
ayaktaşı alttan üste doğru dikey şekil-de giden
görünüme sahiptir. Baştaşı fes türü başlıklıdır.
Ayaktaşının ön yüzünde alttan üste doğru
devam eden, ucu sağa doğru kıvrık bir servi
ağacı bulunmaktadır. Kitabeler baştaşında silmelerin oluşturduğu dikdörtgene yakın çerçevelerin içerisinde, dört satır halinde, kabartma
görünümünde betimlenmiştir.
Tanım ve Kompozisyon: Şahide alttan
üste doğru dikdörtgene yakın göv-de biçimlidir.
Taşın üst tepelik kısmında akantus yapraklarının
arasından çıkan, üste ve yanlara doğru kıvrılan
palmiye yaprakları göze çarpmaktadır. Kitabenin
bulunduğu gövde kısmıyla süslemelerin
bulunduğu tepelik kısmını yarım yuvarlak
kemer biçimli bir kuşak ayırmaktadır. Taşın
kitabesi, silmelerin oluşturduğu dikdörtgene
yakın çerçevelerin içerisinde, dört satır halinde,
kabartma görünümünde verilmiştir.
Mezar Taşı No : 8
Fotoğraf No: 10
Tarih: H.1305/M.1887
Mezar Taşı No : 7
Kime Ait Olduğu: Fatma
Tarih: H.1304/M.1886
Kime Ait Olduğu: Mustafa
Yeri: Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığı
civilacademy
Fotoğraf No: 8-9
Üslup: Antinatüralist verilmiştir.
Yeri: Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığı
Üslup: Antinatüralist verilmiştir.
Kitabesi:
- Ah mevt sene 1305
- Hacı Ali oğlu
Kitabesi:
- Ali kerimesi Fatma
- Ah mine’l -mevt sene 1304
- Ruhuna fatiha
- Semerci oğlu Hüseyin
Biçimi: Dikdörtgene yakın gövde formludur.
- Oğlu Ahmet oğlu Mustafa
- Ruhuna fatiha
Bugünkü Durumu: Sağlam durumdadır.
Biçimi: Dikdörtgene yakın gövde formludur.
Türü: Kadın mezarıdır.
Bugünkü Durumu: Sağlam durumdadır.
Malzeme: Mermer malzeme kullanılmıştır.
Türü: Erkek mezarıdır.
Ölçü: Boy: 68 cm. En: 24 cm. Kal.: 5 cm.
Malzeme: Mermer malzeme kullanılmıştır.
Konu: Bitkisel (palmiye) işlenmiştir.
Tanım ve Kompozisyon: Taş dikdörtgene yakın gövde biçimlidir. Taşın üst tepelik
kısmında S şeklinde kıvrılan, yaprakların
arasından çıkan, üste ve yanlara doğru kıvrılan
palmiyeler tasvir edilmiştir. Kitabenin
bulunduğu gövde kısmıyla süslemelerin
Ölçü:
Baştaşı:
Boy: 74 cm. En: 22 cm. Kal.: 6 cm.
Ayaktaşı:
Boy: 67 cm. En: 30 cm. Kal.: 4 cm.
92
civilacademy
Mezar Taşı No : 10
bulunduğu tepelik kısmını yarım yuvarlak
kemer biçimli bir kuşak ayırmaktadır. Taşın
kitabesi, eğimli bir şekilde dört satır halinde,
kabartma görünümünde ele alınmıştır.
Mezarın çevresi betonla çevrilmiştir.
Fotoğraf No: 12
Tarih: Tarihi belli değil. XIX. yy. ilk
yarısında yapılmış olabilir.
Kime Ait Olduğu: Monna……
Yeri: Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığı
Mezar Taşı No : 9
Fotoğraf No: 11
Üslup: -
Tarih: H. 13…. / M. 1882 ile 1920
arasında yapılmış olabilir.
Kitabesi:
- Ya hu
Kime Ait Olduğu: Fatma
- Bir kuş idim uçtum cennet bağına
Yeri: Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığı
- Firakı kaldı valideyni canına
- Semerci oğlu Hüseyin
Üslup: Antinatüralist verilmiştir.
- Kerimesi merhume
Kitabesi:
- Monna…. ruhuna fatiha
- Ah mine’l-mevt sene 13..
- Sene……
- Kerimesi Fatma…….Hüseyin
Biçimi: Dikdörtgene yakın gövde formludur.
civilacademy
- Çavuş oğlu Habib Ağa
Biçimi: Dikdörtgene yakın gövde formludur.
Bugünkü Durumu: Sağlam durumdadır.
Türü: Kadın mezarıdır.
Bugünkü Durumu: Sağlam durumdadır.
Malzeme: Mermer malzeme kullanılmıştır.
Türü: Kadın mezarıdır.
Ölçü: Boy: 122 cm. En: 22 cm. Kal.: 5 cm.
Malzeme: Mermer malzeme kullanılmıştır.
Konu: Süslemesi bulunmamaktadır.
Ölçü: Boy: 60 cm. En: 30 cm. Kal.: 5 cm.
Tanım ve Kompozisyon: Şahide alttan
üste doğru dikdörtgene yakın bir görünüme
sahiptir. Taşın üst kısmında bir çeşit kadınlara
ait başlık bulunmaktadır. Taşın süslemesi
bulunmamaktadır. Kitabeler taşın boynun
altında silmelerin oluşturduğu dikdörtgene
yakın çerçevelerin içerisinde, yedi satır halinde, kabartma görünümünde verilmiştir.
Mezarın çevresi betonla çevrilmiştir.
Konu: Bitkisel (palmiye) işlenmiştir.
Tanım ve Kompozisyon: Mezar taşı
alttan üste doğru giden, dikdörtgene yakın
gövde formlu olarak yapılmıştır. Taşın sivri
kemer biçimli üst tepelik kısmında vazo biçiminde verilmiş olan palmiye ağacının gövdesinden çıkan palmiye yaprakları üste ve yanlara doğru kıvrılmaktadır. Kitabenin bulunduğu
kısımla süslemelerin bulunduğu tepelik kısmını
yarım yuvarlak kemer biçimli bir kuşak
sınırlamaktadır. Taşın kitabesi diagonal bir
şekilde, dört satır halinde, kabartma görünümünde ele alınmıştır. Taşın alt kısmı toprağa gömülü
vaziyettedir. Etrafı betonla çevrilmiştir.
Değerlendirme
Turgutreis Akçalı Köyü yukarı mahalle
mezarlığında incelenen mezar taşlarında
(Tablo), tarihleri bilinen örnekler 1804 ile
1887 yılları arasındadır. İki mezarın tarihi tam
93
belli değildir (No. 9-10). Fakat birinin tarih
kitabesi eksik olup, hicri XIII. yüzyıl ibaresi
vardır (No. 9). Bu mezar taşı 1887 ile 1920
yılları arasına, diğerini de XIX. yüzyılda sevilerek kullanılan kadın başlığına sahip
olmasından dolayı XIX. yüzyılın ilk yarısına
tarihleyebiliriz. Sekiz şahideli mezar kadınlara
ait, iki mezar da erkeklere aittir (No. 5-7).
Bütün mezar taşları oyma tekniğiyle yapılmış
ve süslendirilmiştir. Yazı şeritleri ve süsleme
kompozisyonu içinde yer alan öğeler kabartma görünümünde verilmiştir. Yazılı bezemelerin hepsi sülüstür. Ayrıca mezar taşı No. 1, 3,
5, 7 baştaşlarında ve ayaktaşlarında kazıma
tekniği de uygulanmıştır. Mezar taşlarının
boyları 52 ile 122 cm. arasında, enleri 21 ile
33 cm. arasında, kalınlıkları 4 ile 6 cm.
arasında yapılmıştır. İncelenen bütün mezar
taşları şahideli olup, mezar taşlarının hepsi
dikdörtgene yakın gövdelidir. Dikdörtgen
gövdeli mezar taşları kendi arasında tepelik
biçimine göre ayrılmaktadır. Baş ve ayaktaşı
da dahil olmak üzere üçgen tepelikli veya
alınlıklı mezar taşı iki (No .1,3), sivri kemere
yakın biçiminde tepelikli baştaşı ve ayaktaşı
yedi mezarda karşımıza çıkmaktadır.
Bezemeler içerisinde bitkisel bezeme; akantus
(Biçici, 2004:768-769; Biçici, 2005:2-7;
Biçici, 2007:192-194; Biçici, 2008a:454, 461;
Biçici, 2008b:313-314, 320; Biçici, 2008c:63,
68-69; Biçici, 2009:114-116, 118, 121-122,
124, 126-127, 129; Çal, 2007:310;
Ülker,1991:457-476), (Fot. 3, 4, 5, 6, 13, 14),
gül (Barışta, 1991:19-23; Barışta, 1993:42-44;
Çal, 2007:308; Biçici, 2004:771-772; Biçici,
2009:116, 118-119, 122, 127, 129; Ülker,
1991:457-476), (Fot. 3, 4), horoz ibiği (Biçici,
2004:772-773; Biçici, 2007:192; Biçici,
2008:64, 69; Biçici, 2009:121, 124; Tunçel,
1989:101-102, 202-203), (Fot.12), kır çiçeği
(Fot.7, 8), palmiye (Biçici, 2004:777; Biçici,
2009:118; Tunçel, 1989:25-29), (Fot. 9, 10,
civilacademy
H. Kamil BİÇİCİ
13, 14, 18, 19, 20) ve servi (Aydoğdu,
1997:244; Barışta, 1993:32; Barışta, 1992:12,
65, 74, 76; Barışta, 1991:12-13, 37; Biçici,
2004:778-780; Biçici, 2005:2-5, 7; Biçici,
2007:192-193; Biçici, 2008b:313-314, 320;
Biçici, 2008c: 64, 67-69; Oğuz, 1983:29, 31),
(Fot. 3, 4, 7, 8, 12, 16, 17) motifleridir. Nesneli
bezeme ise; fes (Fot.15, 17), kadın başlığı
(Fot. 21), vazo (Akar, 1969:268; Biçici,
2004:792-793; Biçici, 2005; Biçici, 2007:192,
195-196; Biçici, 2008c:64, 67-69; Çal,
2007:311; Laquer, 1984:265; Önkal, 1994:133,
res.4; Tunçel, 1989:31-33, 47-49, 57-58,
66-68, 90-94,183-184, 153-155, 173-174,
216-217), (Fot. 9,10) ve mimari özellikli
motifler şeklinde (Fot. 3, 4, 7, 8) işlenmiştir.
Stilize edilen bitkiler, tasvir edilen camiler ve
evler oldukça gösterişten uzak ve sadedirler.
Mimari özellikli süslemeler iki mezar taşında
karşımıza çıkmaktadır (Biçici, 2005:1-15;
Biçici, 2008c:67-68, 70; Tunçel, 1989). Bunlar
cami, ev (No. 1,3) şeklinde yer almıştır.
Mimari unsurların işlenişinde bir derinlik etkisi veya perspektif etkisi gözlenememektedir.
Bitkisel bezemeli (akantus, gül, palmiye,
servi) ve nesneli bezemeli (başlık, vazo)
mezar taşları aynı belde içerisinde Kadı Kalesi
Mezarlığında (Fot. 22), komşu belde Ortakent
Mezarlığında (Fot. 23-27) da karşımıza
çıkmaktadır. Kadı Kalesi ve Ortakent
Mezarlıklarında mimari bezemeli (cami, ev)
şahidelerin bulunmadığından dolayı, o dönemin yöre sakinleri tarafından tercih
edilmediğini anlamaktayız. Buradaki mezar
taşları üslup ve stil olarak Akçalı Köyü mezar
taşlarına benzemektedir. Birbirlerine yakın
yerleşim yerleri ve iletişim olduğu için etkilenmeleri
doğaldır.
Akçalı
Köyü
Mezarlığındaki mezar taşlarının onlara göre
daha sade ve gösterişten uzak yapılmış
oldukları görülmektedir.
94
civilacademy
Süslemede Seçilen Motifler
baş süslemesinde görülen gül Urartu dönemi
düğmeleri üzerinde de görülmektedir.
Müslüman toplumlardaki inanışa göre gül’ün
Hz. Muhammed’in kestiği tırnağından veya
terinden çıkarak hayat bulduğu inananlarca
ifade edilmektedir (Biçici, 2004:771-772).
Akçalı Köyü mezarlığında karşımıza
çıkan Osmanlı dönemi mezar taşları içerisinde bitkisel ve nesneli tasvirler dikkat çekmektedir. Bu tasvirlerin büyük çoğunluğu
ahiret hayatını, ebedi hayatı ve kutsallığı sembolize eden bitkisel unsurlardır. Bunun
yanında
da
müslümanların
kutsal
mekanlarından biri olan, beş vakit ibadet ettikleri camilerin ve insanların aile hayatı
yaşadıkları ve barındıkları evlerin tasvirlerinde yer almaları, günlük hayat ile, dini yaşamın
bir arada olduğunu vurgulayarak dünyanın
gelip geçiciliğinin yansıtılmasının hedeflendiği
düşünülebilir.
civilacademy
Akantus: Akantus yabani enginar
yaprağıdır. Hitit Sanatında, Yunan, Roma ve
Anadolu Selçuklu, Bizans Sanatında, sütun
başlıklarında beğeniyle kullanılmıştır.
Osmanlı Döneminde akantus motifi
batılılaşmayla birlikte gerek mimari plastikte,
gerek duvar resimlerinde ve gerekse mezar
taşlarında, barok ve rokoko döneminin antinatüralist yani stilize edilmiş ve türlü biçimlere girmiş olarak ortaya çıkmaktadır. Stilize
edilmiş akantus yaprakları genellikle mezar
taşlarını bir kemer gibi alınlığı çeviren bir
kuşak şeklinde, kitabenin üstünde, üçgen
alınlıkta, gövdenin köşeliklerinde, taşın
tepeliğinde C ve S kıvrımları oluşturacak
biçimde, taşın tepeliğini veya alınlığını bir
hotoz ve gelin başı gibi kaplayacak biçimde
alttan üste doğru yayılması şeklinde yer
almaktadır (Biçici, 2004:768-769).
Horoz İbiği: Yelpaze şeklini andıran bu
çiçek Gördes Üçgen alınlıkta mimari ve
bitkisel kompozisyon içinde çoğunlukla da,
ayak taşlarında servinin iki yanında duran,
çıkan dal üzerinde göze çarpmaktadır (Biçici,
2004:772-773).
Kır çiçeği: Stilize edilmiş olduğundan
kesin isim verilemeyen ve yöresel olduğu
düşünülen, bu çiçeklerin baş taşlarının
tepeliğinde, üçgen alınlığında, kitabenin
üstündeki köşeliklerde veya ayak taşında,
mimari bezemeler içinde, servi ve diğer bitkisel unsurlarla birlikte tasvir edildiği görülmektedir (Biçici, 2004:774).
Palmiye: Baş taşlarının tepeliklerinde,
üçgen alınlıklarında bitkisel ve mimari kompozisyonla beraber yer almıştır. Genelde
şemsiye veya mantarı andırır şekilde taşın
yüzeyinde, alınlığında mimari kompozisyon
ve diğer bitkisel unsurlarla birlikte palmiye
motifinin ele alındığı anlaşılmaktadır (Biçici,
2004:777).
Servi: Dalları dik çıkan servi ağacı alt
dallarını diğer ağaçlardan geç kaybetmektedir. Oldukça uzun ömürlü bir ağaç olup, yaz
kış yeşil duran bir özelliği vardır. Servi
Osmanlı sanatının neredeyse her kolunda
sevilmiş ve servili eşsiz eserler vermiştir.
Türk sanatında her zaman karşımıza hayat
ağacının ve ölümsüzlüğün simgesini servi
Gül: Dik, yatık gövdeli, dikenli, çiçekleri kokulu ve çiçekleri çeşitli renklerde olan,
hoş kokulu kıymetli bir süs bitkisidir. Hayat
ağacı motiflerinden biri olduğu söylenen ve
Hititlerde Kargamış Ana Tanrıçası Kubaba’nın
95
H. Kamil BİÇİCİ
Vazo: Vazoya çiçek yerleştirme mefhumunun Uzak Doğu’da ortaya çıkıp, Türklerin
Çin’le olan münasebetleri sonucu kaplı çiçek
motifinin Türklerce benimsendiği ifade edilmektedir. Vazo motifi duvar çinilerinde, seramiklerde, taş mermer üzerinde (özellikle
çeşmelerde ve mezar taşlarında), eski resim
ve minyatürlerde, tezhiplerde, tahta üzerindeki nakışlarda, sedef işlerinde, kağıt
oymacılığında, işlemelerde beğenilen bir
motif olarak çok kullanılmıştır. Vazo motifinin genellikle şahidenin tepeliğinde veya
vazo içerisinde akantus yaprakları, çiçeklerle,
meyvelerle birlikte ele alındığı görülmektedir.
Vazolardan bir kısmı bolluğun ve refahın simgesi olan bereket boynuzu şeklinde bir kısmı
kaideli, bir kısmı kulplu ve kaidelidir (Biçici,
2004: 792-793).
civilacademy
motifleri sembolize etmektedir. Mezar
taşlarında mimari kompozisyon içinde yer
alıp, bütünlük katan serviler hariç çoğunlukla
ayak taşlarına işlenen serviler tek olarak tasvir
edilmiştir. Ancak servilerin uçları bazıları
sağa, bazıları sola, çok azı da dikey vaziyette
taşlarda ele alınmıştır. Serviler şekil itibarıyla
düz ve sade olabildikleri gibi, genelde iki
yanında horoz ibiği çiçeği, kıvrık asma dalı ve
yıldız-hilal motifleriyle beraber mezarlıklarda
servi motifi tasvir edilmiştir. (Biçici, 2004:
778-780).
düzenleme bulunmaktadır. Genellikle bu tür
tasvirlerde bir derinlik etkisi veya perspektif
olmamakla birlikte bazı mezar taşlarında
kompozisyon içinde yapılar ve diğer unsurlar
arasında bir bütünlüğe yönelik çabalar, perspektif havası az da olsa sezilebilmektedir.
Mimari unsurların şahide üzerinde ele alınışı,
cami veya evin alttan üste doğru verilişleri,
öndeki veya arkadaki yapıların görünümleri
her ne kadar gerçeği yansıtmıyorsa da bir
derinlik taşıma havası yaratma kaygısı
çabaladıkları gözlenmektedir. XVIII ile XIX.
yüzyılda ortak beğeniler sonucu, mimari
bezemeli mezar taşları, yöresel bir etkinin
neticesi olarak Ege Bölgesinde ve çoğunlukla
kadın mezarlarında karşımıza çıkmaktadır.
İhtimal, bu tür tasvirlerle mevtanın dini bütün
bir müslüman olmasına işaret edebilmesinin
yanında, yaşadığı, gördüğü veya görmeyi çok
istediği bir yer ifadeye çalışılmış olmalıdır
(Biçici, 2004:793-803).
Sonuç:
Turgutreis Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığından Osmanlı dönemine ait, bu
çalışma kapsamına alınan on mezar taşı
bulunmaktadır. Malzeme olarak hepsi mermerdir. Mezar taşlarında taşçı veya mermer
ustası, hattat gibi meslek belirten bir ibareye
rastlanılmamıştır. Şahidelerin işlenişinde
oldukça sadelik ve çizgiselliğin hakim olduğu
göze çarpmaktadır. Süslemede seçilen kompozisyonlar, ele alınan motifler ve mimari
bezemeler bakımından İzmir, Manisa ve
kısmen Balıkesir gibi yakın bölgelerle bir
benzerlik gösterdiği, dolayısıyla Ege Bölgesi
ve çevresi ile bir iletişim içinde olduğu
düşünülmektedir.
Cami-Ev: Mimari kompozisyonlu
mezar taşlarında bitkisel unsurlarla birlikte
cami ve ev gibi şekiller yansıtılmaya
çalışılmıştır. Bazen cami, türbe, medrese ve
ev gibi unsurlar bir arada verilirken bazen
yalnızca caminin veya evin olduğu tasvirlerde
karşımıza çıkmaktadır. Tasvirlerde tek cami,
tek ev veya evler topluluğu, cami-ev gibi
çeşitli mimari unsurların da yer aldığı bir
Mezarlıkta daha çok bitkisel bezeme
olmak üzere, nesneli bezeme ve yazılı bezeme türleri öne çıkmaktadır. Bitkisel bezeme-
96
civilacademy
Akçalı Köyü’nün XIX. yüzyıla ait mezar
taşlarında meyveli ve çiçekli kâse, çiçek,
meyve, vazoların bu yüzyıldaki süslemelerde
fazla yer almadığı anlaşılmaktadır. Bitkisel
kompozisyonlar içinde, her yerde olduğu gibi
burada da akantus, palmiye ve servinin çok
sevildiği, bunun yanında Akçalı Köyü Yukarı
Mahalle mezarlığında Ege Bölgesi’nde sevilerek kullanılan birçok motifin benimsenmemesinin yanında duygu ifade eden unsurlar ve
üslup yönünden etkileşim göze çarpmaktadır.
Barok ve rokoko üslubunun yansımalarının
İstanbul ve Anadolu’nun birçok yerinde
karşımıza çıktığı gibi (Barışta, 2000:252-253;
Barışta, 2002:123-136; Çulpan, 1961; Ersoy,
2002:90-95; Tüfekçioğlu, 2002:759-774;
Ülker, 1985:1-20; Ülker, 1986:5-34; Ülker,
1988:11-42; Ülker, 1989:19-34; Ülker,
1999:230-237; Vatin, Zarcone, 1997:79-110;
Yardım, 2002) Turgutreis’in ekonomik yön-
den zayıf olan Akçalı Köyünde sade bir tarzda
ele alınmış örneklerde de çıkmış olması,
mezar taşı işçiliğinin anlatım dilinin önemini
göstermektedir.
civilacademy
ler mezar taşın alınlığında vazo içerisinden
çıkabildiği gibi serbest olarak demet şeklinde,
akantusla, tek veya başka çiçeklerle bir arada
verildiği de gözlenmektedir. Bazı bezemelerde stilize edilmiş, herhangi bir ad verilemeyen
kır çiçeklerinin de işlendiği görülmektedir.
Bitkisel bezemeler; akantus, gül, horoz ibiği,
kır çiçeği, palmiye ve servi olup, taşlar üzerinde yoğun olarak kullanılmamıştır.
Kullanılan motifler de kitabenin alınlığında
veya tepeliğinde, kitabeyi çeviren kuşağın üst
iki yan köşesinde, ayak taşlarında bazen tek
bazen diğer çiçekler, akantus ve servi
ağaçlarıyla birlikte kompozisyona katılmıştır.
Nesneli bezemeler ise; vazo, mimari bezemeler (cami, ev) ve başlıklar (fes, kadın başlığı)
şeklinde çıkmaktadır. Mimari bezemeli mezar
taşları, taşın üstünde, üçgen biçimli alınlık
kısmında yer almaktadır. Minyatür tarzını
hatırlatan iki boyutlu şematik anlayış ile
dikkat çekmektedir.
Turgutreis Beldesinde ele alınan on
mezar taşıyla ilgili sonuca varmak zordur.
Ama süslemeler yönünden incelediğimiz
şahideler, çoğunlukla bitkisel konuludur.
Mezar taşlarında dikkati çeken husus, süsleme kompozisyonlarının çok yoğun olmaması,
sadeliğin hakim olmasıdır. Bu durum Akçalı
Köyü yukarı mahallenin Osmanlı döneminin
sakinlerinin sosyo-ekonomik gücüne de işaret
etmektedir. Sade olup, ince işçilik özellikleri
göstermeyen mezar taşlarının çoğu bölgedeki
yerel taşçı ustalarına yaptırılmış, kısmen de
İzmir gibi yerlerden siparişle yaptırılarak,
getirilmiş olabilir. Bunun yanında Turgutreis’e
çok yakın bir yerleşim yeri olan Ortakent
(Müsgebi) Beldesinde yer alan mezar taşları
süslemeler bakımından daha zengin özellikler
göstermektedir. Buradaki mezar taşları neredeyse İzmir ve Ege Bölgesinde bulunanlarla
yarışacak düzeydedir. İhtimal, Ortakent’in
geçmişteki sakinlerinin ekonomik yönden
Turgutreis Beldesindekilerden daha iyi durumda oldukları sonucuna varabiliriz.
Osmanlı döneminin XIX. yüzyılına ait
bu taş eserlerin gerek taş işçiliği ve süsleme
özellikleri, gerekse bu taşların mevtalarla ilgili sunduğu bilgiler, Akçalı Köyünün Osmanlı
dönemindeki sosyal yapıyı anlatması açısından
önem arz etmektedir. Hayatın gelip geçiciliğini,
ölümü hatırlatan, çeşitli nasihatler sunan, bilgilendirirken de, aydınlatan mezar taşlarına
sahip çıkılmalıdır. Ne yazık ki, Türkiye’nin
bazı yerlerinde olduğu gibi buradaki mezar
taşları da ilgisizlikten, bakımsızlıktan dolayı
gün geçtikçe tahrip olmaktadır. İnsanlığın
görevi kültür hazinelerine sahip çıkmaktır.
97
H. Kamil BİÇİCİ
Kaynakça
Kadın Mezar Taşları”, VI. Ortaçağ ve
Türk Dönemi Kazı Sonuçları Toplantısı,
Sanat
Akar, Azade, (1969). “Tezyini
Sanatlarımızda Vazo Motifleri”. Vakıflar
Dergisi. Sayı: VIII,
Tarihi Sempozyumu 8-10 Nisan 2002,
Erciyes Üniversitesi, Kayseri, 123-136.
Ankara, 267-272.
Aydoğdu, Günnur, Amasya Mezar
Taşları, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Sanat
Biçici, H.Kamil, Manisa Gördes’te
Bulunan Osmanlı Dönemi Süslemeli Mezar
Taşları,
Tarihi Anabilim Dalı (Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1997.
G.Ü.Sos. Bil. Ens.(Basılmamış Doktora
tezi), Ankara 2004.
Barışta, H.Örcün, İstanbul Çeşmeleri,
Beyoğlu Cihetindeki Meyve Tabağı
Motifleriyle
Biçici, H.Kamil, (2005).”Gördes’te
Bulunan Mimari Bezemeli Mezar Taşı
İşçiliğinden Bazı
Bezenmiş Tek Cepheli Anıt Çeşmeleri:
Kaptan Hüseyin Paşa Çeşmesi, Topçubaşı
İsmail
Örnekler”. Manas Ünv. Sos. Bil. Der.,
Kırgızistan-Türkiye Manas Ünv. Yay. 66,
sayı:13,
Barışta, H. Örcün, İstanbul Çeşmeleri,
Ortaköy Damat İbrahim Paşa Çeşmesi,
Şişhane Hacı
Bişkek, 1-15.
civilacademy
Ağa Çeşmesi, Kemankeş Çeşmesi,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,1991.
Mehmet Ağa Çeşmesi, Taksim
Maksemindeki I. Mahmud Çeşmesi, Ankara
1992.
Biçici, H.Kamil, (2007). “Cumhuriyet
Dönemi (1929-1961) Gördes’in Geleneksel
Süslemeli
Mezar Taşlarından Bazı Örnekler”. A.Ü.
İlahiyat Fak.Der., C.47, S.1, Ankara, 170196.
Biçici,
H.Kamil,
(2008a).
“Turgutreis Kadıkalesi Mezarlığında
Bulunan Süslemeli Mezar
Barışta, H.Örcün, Kabataş Hekimoğlu
Ali Paşa Meydan Çeşmesi, Kültür Bakanlığı
Yayınları,
Taşları”. EKEV Akademi Dergisi,
yıl: 12, S.: 34, Kış, 445-461.
Ankara, 1993.
Barışta, H.Örcün, (2000). “Eyüpsultan
Cafer Paşa Türbesi ve Mezar Taşı
Süslemeleri
Biçici,
H.Kamil,
(2008b).”Safranbolu Yörük Köyü
Mezarlığında Bulunan Süslemeli
Üzerine”. Tarihi Kültürü ve Sanatıyla IV.
Eyüpsultan Sempozyumu, Tebliğler,5-7
Mayıs
Mezar Taşları”. Manas Ünv. Sos.
Bil. Der., Kırgızistan-Türkiye Manas
Ünv. Yay. 66,
Sayı:20, Bişkek, 298-320.
2000,İstanbul, 252-283.
Biçici, H.Kamil, (2008c).”Manisa
Müzesinde Teşhirde Bulunan Osmanlı
Mezar
Barışta, H.Örcün, (2002).“Göynük
Akşemsettin Türbesi Haziresindeki Bitkisel
Bezemeli
98
civilacademy
“Balıkesir
ve
Yöresinde
Araştırmaları, Mezar
Taşlarından Örnekler”. Uluçam
Armağanı, Van Çevre ve Kül.Der.Yay.,
Ankara, Mayıs, 55-70.
Taşları”. VI. Ortaçağ ve Türk Dönemi
Kazı Sonuçları Toplantısı ve Sanat Tarihi
Biçici, H.Kamil, (2009). “Tire
Müzesinde Bulunan Süslemeli Mezar
Taşlarından
Sempozyumu (8-10 Nisan 2002)
Bildiriler, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, 759774.
Örnekler”. A.Ü. İlahiyat Fak.Der.,
C.50, S.1, 109-150.
Ülker, Necmi, (1985).“İzmir’in Pınarbaşı
Mezar Kitabeleri I (XVIII-XIX. yüzyıl)”. II.
Çal, Halit, (2007).“Göynük (Bolu)
Mezar Taşları“. Vakıflar Dergisi, XXX,
Ankara, 310.
Araştırma Sonuçları Toplantısı, 16-20
Nisan 1984, Ankara, 1-20.
Ülker, Necmi,(1986).“Tire Müzesindeki
İslami Kitabeler”.III. Araştırma Sonuçları
Toplantısı,
Çulpan, Cevdet, Antik Devirlerden
Zamanımıza Kadar İlahiyat-Edebiyat-Tıp ve
Sanat
20-24 Mayıs 1985, Ankara, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara, 5-34.
İstanbul, 90-95.
civilacademy
Tarihlerinde Serviler, II, İstanbul 1961.
Ersoy, Ayla, (2002).“Eyüp’deki Mezar
Taşlarında Servi Ağacı Kültü”. Tarihi, Kültürü
ve Sanatıyla V. Eyüpsultan Sempozyumu,
Tebliğler, 11-13 Mayıs 2001,Eyüp
Belediyesi,
Laquer, Hans Peter, (1984).“Osmanlı
Mezar Taşlarının Süslemesinde Bitkisel
Motifler”. Suut
Ülker, Necmi, (1989). “İzmir Ali Ağa
Cami Haziresi Mezar Kitabeleri, (XVIII-XX.
yüzyıl)”.
Ülker, Necmi, (1991).“Balıkesir Şeyh
Lütfullah Camii Haziresi Mezar Kitabeleri
(XVIII- XX.
Oğuz, Burhan, Mezartaşında
Simgeleşen İnançlar, İstanbul 1983.
Önkal, Hakkı. (1994).“ Birgi Karaoğlu
Cami Haziresindeki Mezar Taşları”. Prof. Dr.
Yılmaz
yüzyıl)”.VIII. Araştırma Sonuçları
Toplantısı, 28 Mayıs-1 Haziran 1990, Ankara,
457-476.
Önge Armağanı, Selçuk Üniversitesi,
Selçuklu Araştırmalar Merkezi, Konya, 129138.
Ülker, Necmi, “Ege Bölgesi Osmanlı
Devri Mezartaşları”, Osmanlı, c.IX,
YTY,Ankara, 1999,
Tunçel, Gül, Batı Anadolu Bölgesinde
Cami Tasvirli Mezartaşları, Kültür Bakanlığı
230-237.
Vatin, Nicolas, Zarcone, T. (1997). “Le
Tekke Bektachi de Kazlıçeşme, I. Etude
Historique et
Yayınları, Ankara 1989.
Abdülhamid,
Ülker, Necmi,(1988).“İzmir Hacı
Mahmud Cami Haziresindeki Mezar
Kitabeleri (XVIII- IX. yüzyıl)”. V.Araştırma
Sonuçları Toplantısı 6-10 Nisan 1987,
Ankara,11-42.
Araştırma Sonuçları Toplantısı23-27
Mayıs 1988, Ankara, 19-34.
Kemal Yetkin’e Armağan, Hacettepe
Üniversitesi, Ankara, 263-274.
Tüfekçioğlu,
2001Yılı
(2002).
99
H. Kamil BİÇİCİ
Epigraphie”, Anatolia Moderna, Yeni
Anadolu, VII, Paris, 79-110.
26. Ortakent Mezarlığı
27. Ortakent Mezarlığı
Yardım, Ali, Alanya Kitabeleri, İstanbul
Fetih Cemiyeti, İstanbul 2002.
ÇİZİMLER
1.
No.1, Gülsüm, 1804.
2.
No.2, Zeyneb, 1810.
3.
No.3, Gülsüm, 1229.
4.
No.4, Ayşe, 1868.
5.
No.5, ayaktaşı, Hasan, 1881.
6.
No.6, Hatice, 1885.
7.
No.7, ayaktaşı, Mustafa, 1886.
3. No.1, Gülsüm, 1804.
8.
No.8, Fatma, 1887.
4. No.1, Gülsüm, 1804.
9.
No.9, Fatma, 19.yy.sonu.
HARİTA , FOTOĞRAF VE ÇİZİM
LİSTESİ
Harita, Turgutreis.
1. Google Earth, Turgutreis Akçalı
Köyü ve mezarlık
2. Akçalı Köyü Yukarı Mahalle
Mezarlığından görünüm.
5. No.2, Zeyneb, 1810.
7. No.3, Gülsüm, 1229
8. No.4, Ayşe, 1868.
9. No.4, Ayşe, 1868.
10. No.5, baştaşı, Hasan, 1881.
civilacademy
6. No.3, Gülsüm, 1229.
11. No.5, ayaktaşı, Hasan, 1881.
12. No.5, Hasan, 1881.
13. No.6, Hatice, 1885.
14. No.6, Hatice, 1885.
15. No.7, baştaşı, Mustafa, 1886.
16. No.7, ayaktaşı, Mustafa, 1886.
17. No.7, Mustafa, 1886.
18. No.8, Fatma, 1887.
19. No.8, Fatma, 1887.
20. No.9, Fatma, 19.yy.sonu.
21. No.10, şahide,19.yy.ilk yarısı.
22. Kadı Kalesi Mezarlığı
23. Ortakent Mezarlığı
24. Ortakent Mezarlığı
25. Ortakent Mezarlığı
100
Gülsüm
Ayşe
Hasan
Hatice
Mustafa
Fatma
Fatma
No.3
No.4
No.5
No.6
No.7
No.8
No.9
No.10
Zeyneb
No.2
MEZAR TAŞLARINDA KULLANILN
MEVTA İSİMLERİ
Gülsüm
101
No.1
MEVTA YAKINLARI İSİMLERİ
-
13..
Habib
Hüseyin
1305
Ali-Ali
1304
1303
Ali
Hüseyin-Ahmet
1299
1285
1229
1226
1219
HİCRİ
Hüseyin-Hasan
Muhammed
Abdullah-İsa
Memiş
MİLADİ
19.yy.
İlk
yarısı
19.yy.
sonu
1887
1886
1885
1881
1868
1813
1810
1804
ERKEK
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
KADIN
BAŞTAŞI
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
AYAKTAŞI
X
X
X
X
X
X
X
X
OYMA
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
AKANTUS
KAZIMA
BİTKİSEL
X
X
X
X
X
X
X
civilacademy
KABARTMA
TEKNİĞİ
SÜSLEME
X
GÜL
TÜRÜ
X
KIR ÇİÇEĞİ
X
PALMİYE
X
X
X
X
SERVİ
X
X
X
X
BAŞLIK (FES)
X
NESNELİ
X
KADIN
BAŞLIĞI
TARİHİ
HOROZ İBİĞİ
SÜSLEME KONUSU
VAZO
X
MİMARİ
X
X
CAMİ
YAPIM VE
X
X
EV
MİNARE
X
YAZI
X
X
X
X
X
X
X
X
X
X
SÜLUS
MEZAR TAŞI
TURGUTREİS AKÇALI KÖYÜ YUKARI MAHALLE MEZARTAŞLARI TABLO
MEZAR TAŞLARINDA ADI GEÇEN
UNVAN-MESLEKLER- LAKAPLAR
Semercioğlu,
monna
Çavuşoğlu
Hacı
Semercioğlu
Mülazım
Semercioğlu
Çakıroğlu
Hacı
civilacademy
H. Kamil BİÇİCİ
HARİTA, FOTOĞRAFLAR VE ÇİZİMLER
Harita, Turgutreis
Fot.1,Google Earth,Turgutreis Akçalı Köyü,mezarlık
102
civilacademy
Fot.2, Akçalı Köyü Yukarı Mahalle Mezarlığı
Fot.3, No.1
Fot.5, No.2
Fot.4, No.1
103
H. Kamil BİÇİCİ
Fot.6, No.3
Fot.7, No.3
Fot.8, No.4
Fot.9, No.4
104
civilacademy
Fot.10, No.5
Fot.13, No.6
Fot.12, No.5
Fot.11, No.5
Fot.14, No.6
Fot.15, No.7, baştaşı
105
H. Kamil BİÇİCİ
Fot.16,No.7,ayaktaşı
Fot.17, No.7
Fot.18, No.8
Fot.19, No.8
106
civilacademy
Fot.20, No.9
Fo.23, Ortakent Mez.
Fot.21, No.10
Fot.24, Ortakent Mez.
107
Fot.22, Kadı Kalesi Mez.
Fot.25, Ortakent Mez.
H. Kamil BİÇİCİ
Fot.26, Ortakent Mez
Çiz. 2
Fot.27, Ortakent Mez
Çiz. 3
108
Çiz. 1
Çiz. 4
civilacademy
Çiz. 5
Çiz. 6
Çiz. 7
Çiz. 8
Çiz. 9
109
civilacademy
YAZARA NOTLAR
Civilacademy
Sosyal
3) Çalışmaların ilk sayfasında;
a) Başlık,
Bilimler
Dergisi’nin her sayısı serbest konuludur.
Civilacademy Dergisi, disiplinler arası yeni
b) Yazarların ve (varsa) bağlı olunan
ve eleştirel yaklaşımlara, sosyal bilimler
kurumların adları,
alanında yayınlanan ve duyurulmasında
yarar görülen kitap incelemelerine yer ver-
c) Yazarların adresi, telefon ve faks
mektedir.
numaraları ve e-posta adresi,
Bir sosyal bilimler dergisi olarak
Civilacademy Sosyal Bilimler Dergisi, siya-
d)
set bilimi, iktisat, sosyoloji, antropoloji, kül-
Özet bulunmalıdır (Tercihen
türel çalışmalar, uluslararası ilişkiler, kamu
İngilizce ve Türkçe olmak üzere her iki
yönetimi, işletme, organizasyonlar, halk bili-
dilde).
mi, tarih, din, edebiyat ve dil bilimi, psikolo4) Çalışmalar A4 boyutunda geniş
kadın çalışmaları gibi konularda makalelere
kenarlıklı ve çift satır aralıklı olarak, 12
yer vermektedir.
Makalelerdeki görüş ve düşünceler
yazarlarına aittir. Civilacademy Sosyal
civilacademy
ji, felsefe, iletişim ve medya araştırmaları,
Bilimler Topluluğu’nun kurumsal görüş ve
Sosyal
sunulmalıdır.
5) Şemalar ve tablolar art arda numara-
düşüncelerini yansıtmazlar.
Civilacademy
punto ve Times New Roman yazı formatında
landırılmalıdır.
Bilimler
Dergisi’nde yayınlanması talebiyle gelen
6) Alıntılar, referans olarak belirtilmeli-
çalışmalar,
dir. Yazıda tartışılan her alıntı sırasıyla
“Notlar, Kaynakça veya Bibliyografi” başlı-
1) Hem İngilizce hem Türkçe olabilir.
ğı altında verilmelidir.
2) Daha önce başka bir yerde yayınlan-
7) Metinde içinde atıf, yazarın soyadı,
mamış veya yayınlanmak üzere kabul edil-
yayının tarihi ve sayfa numarası verilerek
memiş olmalıdır.
yapılmalıdır.
110
civilacademy
Kitaptan Bölümler:
a. Eğer yazarın soyadı metinde geçiyorsa yayımlanma tarihi ve sayfa numarası
Eagleton,
Terry.
“Phenomenology,
parantez içine yazılmalıdır. Örnek: “Crozier
Hermeneutics, Reception Theory”. Literary
(1964: 34)…”, “ Akkaya (2007: 73–76 )…”
Theory: An Introduction. London, Blackwell
Publishers, 1996.
b. Eğer yazarın soyadı metinde geçmiyorsa, parantez içinde hem yazarın soyadı,
Çeviriler:
hem yayının yayımlanma tarihi hem de sayfa
Jauss,
numarası yazılmalıdır. Eğer birden fazla
Hans-Robert.
Aesthetic
Experience and Literary Hermeneutics. Çev.
yayına atıf varsa, yazar soyisimleri alfabetik
Michael Shaw. Intro. Wlad Godzich.
sırayla yer almalı ve soyisimler birbirlerin-
Minneapolis, U of Minnesota P, 1982.
den noktalı virgülle ayrılmalıdır. Örnek:“…
(Mintzberg, 1983: 58; Preffer and Slancık,
Ansiklopedik Bilgiler:
1978: 76)…”
Anarchism. The Shorter Routledge
Encyclopedia of Philosophy. 2005.
fından yayımlanmışsa, ilk yazarın soyadı ‘ve
diğerleri” ifadesi ve sayfa numarası yazılmalıdır. Örnek: “…(Christen ve diğerleri, 1985:
57)…”
civilacademy
c. Eğer bir yayın ikiden fazla yazar tara-
İnternet kaynakları:
Godwin, William. (2006). In Britannica
Concise Encyclopedia. Erişim Tarihi, Aralık
7, 2006, Encyclopedia Britannica Online:
http://www.britannica.com/ebc/artic-
Kaynakça kısmında atıflar (referanslar)
le–9037183
alfabetik olarak sıralanmalı ve aşağıdaki
örnekler dikkate alınarak yazılmalıdır:
Sunumlar:
Kitaplar:
Gioia, D.A., Brass, D.J. ve Sims, H.P.,
Jr. “The Creative Use of Short-Cycle Video-
Said, Edward W. Şarkiyatçılık, İstanbul,
Tape Technology: From Single Student to
Metis Yayınevi, 1995.
Large Lecture Learning”. 8. Geleneksel
Organizesel Davranış Öğretimi Konferansı.
Makaleler:
Swart,
Koenraad
W.
(1962).
Boston, Massachusetts, Haziran 1981.
“
‘Individualism’ in the Mid-Nineteenth
Century (1826–1860)”. Journal of the History
of Ideas. Cilt 23, No 1.
111
civilacademy
GUIDE FOR AUTHORS
a. the title
Civilacademy Journal of Social Science
b. the
accepts submissions for an open topics issue.
name(s)
and
institutional
affiliation(s) of the author(s)
We seek fresh, critical approaches in interdisciplinary fields, as well as studies that
c. the address, telephone and fax num-
reflect new directions. Submission is open to
bers (as well as the e-mail address) of the
the general public.
corresponding author.
As a social science journal, Civilacademy
d. an abstract; at least in one language,
Journal of Social Science includes especially
but if possible both. (Turkish articles with
essays on politics, international relations,
English abstracts and English articles with
management, economy, public administrati-
Turkish abstracts)
on, communication, anthropology, folklore,
history, religion, sociology, literature,
4) Manuscripts should be double spa-
women’s or gender studies, cultural studies,
ced, Times New Roman font and font size 12
working-class studies, ethnic studies but the
fields are not limited.
civilacademy
psychology, philosophy, media studies,
point. Equations and symbols should be
typed as well.
The ideas belong to the authors and
5) Figures and tables should be num-
they do not reflect the opinions and the
bered consecutively.
policy of Civilacademy Social Sciences
Society.
6) Notes should be used to cite references. Any notes to supplement discussion
1) Papers might be in both Turkish
in the text should be numbered consecuti-
and English.
vely and placed at the end of the paper under
the
heading
“Notes,
References
or
Bibliography”.
2) Papers that are submitted to
Civilacademy Journal of Social Sciences for
publication should not be under review at
7) Reference to a publication should
other journals.
be made in the text by citing the surname of
the author, the year of publication, and the
page number.
3) The first page of the manuscript
should contain:
112
civilacademy
Chapters in Books:
a. When the surname of the author is
used in the text, only indicate the date in
Eagleton,
Terry.
“Phenomenology,
parentheses and the page number, e.g.,
Hermeneutics, Reception Theory”. Literary
“Crozier (1964: 34)…”, “ Akkaya (2007:
Theory: An Introduction. London, Blackwell
73–76 )…”
Publishers, 1996.
b. When the name of the author does
Translations:
not appear in the text, include in parentheses
Jauss,
the name of the author, the year of publicati-
Hans-Robert.
Aesthetic
Experience and Literary Hermeneutics.
on, and the page number. If more than one
Trans. Michael Shaw. Intro. Wlad Godzich.
publication are cited, the authors’ surnames
Minneapolis, U of Minnesota P, 1982.
should appear in alphabetical order and be
separated by semicolons, e.g., “…`(Mintzberg,
Encyclopedic Resources:
1983: 58; Preffer and Slancık, 1978: 76)…”
Anarchism. The Shorter Routledge
Encyclopedia of Philosophy. 2005.
two authors, cite the surname of the first author
followed by “et al.,” and page number, e.g.,
“…(Christensen et al., 1985: 57)…”.
civilacademy
c. When a publication has more than
Online Resources:
Godwin, William. (2006). In Britannica
Concise Encyclopedia. Date Retrieved,
December 7, 2006, Encyclopedia Britannica
References should be listed at the end
of the main text in alphabetical order under
Online:
http://www.britannica.com/ebc/
the title of “Works Cited”. The following
article-9037183
examples show the convention to be observed in References:
Presentations:
Gioia, D.A., Brass, D.J. and Sims, H.P.,
Books:
Jr. “The Creative Use of Short-Cycle Video-
Said, Edward W. Orientalism, Istanbul,
Tape Technology: From Single Student to
Large Lecture Learning”. The 8th Annual
Metis, 1995.
Organizational
Teaching
Conference, Boston, Massachusetts, June
Articles:
Swart,
Behavior
Koenraad
W.
1981.
(1962).
“‘Individualism’ in the Mid-Nineteenth
Century (1826-1860)”. Journal of the History
of Ideas Vol 23, No 1.
113
K›fl / Winter 2009
Say›/Issue 3
Cilt/Volume 7
civilacademy
Ümit KURT
12 Eylül Rejimi'nin Resmi ‹deolojisi Olarak “Türk-‹slam Sentezi Doktrini”:
Devlet'in ‹deolojik Ayg›t› Olarak “Ayd›nlar Oca¤›”
Rümeysa ÖZCAN
Aletheia”in Curls of the Memory of Proust, The Way By Swann's
‹lker ERDO⁄AN
Türkiye'de Medya Gündeminin Belirlenmesinde Bask› Gruplar›n›n Rolü:
Avrupa Birli¤i Müzakere Süreci Örne¤i
Elif Gizem U⁄URLU
Tarihsel Süreç ‹çinde Annelik Rolünün Kuruluflu ve Televizyon Reklamlar›nda
Annelik Rolünün Sunumu
Elif RE‹S
The Bastard of Istanbul: An Alternative Perspective of a Turkish-Armenian Issue
H. Kamil B‹Ç‹C‹
Mu¤la Turgutreis Akçal› Köyü Yukar› Mahalle Mezarl›¤›
Mezar Tafllar›ndan Örnekler
ISSN 1304-9119
9
771304 911002
c i v i l a c a d e m y . f a t i h . e d u . t r
‹letiflim Adresi / Correspondence Address
civilacademy Sosyal Bilimler Toplulu¤u
Fatih Üniversitesi
34500 Büyükçekmece/‹stanbul
Tel: + 90 212 886 33 00
E-mail: [email protected]
K›fl/Winter 2009