şafii mezhebine göre islam ilmihali

Transkript

şafii mezhebine göre islam ilmihali
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ……………………………………………………………………. 28
GİRİŞ
İMAM ŞÂFİÎNİN HAYATI VE MEZHEBİ………………………………. 30
ÖLÇÜLER TABLOSU…………………………………………………… 37
BİRİNCİ BÖLÜM
DİN
Dinin Tanımı ve Kapsamı ………………………………………………. . . . . . 37
Dinin Boyutlar
Dinlerin Tasnifi…………………………………………………………………. 39
İslâm Dininin Ortak Özellikleri………………………………………………39
Dinin Önemi…………………………………………………………………. 40
İslâm Dininin Kaynakları……………………………………………………. 41
a)
Kitap…………………………………………………………………. 41
b)
Sünnet………………………………………………………………. . . 41
Sünnetin Dinde Hüccet Kabul Edilişi
c) İcma …………………………………………………………………. . . 41
İcmanın Kısımları………………………………………………………………42
d) Kıyas …………………………………………………………………. 42
Kıyasın Kısımları……………………………………………………………. 43
e) Örf ……………………………………………………………………. 44
Örf İki Kısma Ayrılır…………………………………………………………. . 44
Örfün Hüccet Oluşu. …………………………………………………………45
f) İstihsan ………………………………………………………………… 45
g) Maslahat …………………………………………………………………46
h) Şer’u Men Kablena ………………………………………………………47
Genel Hükümler ---------------------------------------------------------------------48
Zamanın Değişmesiyle Hükümler Değişebilir Mi? -------------------------------49
UBUDİYET
Allah’a Kul Olmanın Gereği…………………………………………………. . 50
EF’ALİ-İ MÜKELLEFİN
Mükelleflerin Fiilleri
1- Farz
2- Vacip
3- Sünnet
Muhaddislere Göre Allah Rasûlü’nün Fiilleri
Sünnetin Genel Kısımları
Muhaddislerin Yanında Sünnet Üç Türlüdür
Sünnetin Fıkhî Hükümleri
Sünnetin Kısımları
Sünnetin Teşrideki Yeri
Sünnet Âyeti Nesh Edebilir Mi?
4- Müstehap
5- Mubah
6- Haram
Haramın Kısımları
7- Mekruh
8- Müfsit
FIKIH
Fıkhın Tanımı
İslâm Fıkhının Birkaç Devir Geçirerek Oluşması
İslâm Fıkhının Gayesi ve Özellikleri
Fıkhının İçerdiği Dinî Hükümler
Fıkhın Tedvini
İLİM
İlmin Tanımı
Genel Bilgi
İlmin Genel Kısımları
İlmin Zıddı Cehalet
GÜNAHLAR
a) Büyük Günahlar
Büyük Günahlardan Bazıları
c) Küçük Günahlar
ELFAZ-I KÜFÜR
Küfür Kaç Kısımdır
Kişiyi Hükmen Küfre Düşüren Bazı Haller
İSLÂM
Müslüman Olmamın Şartları
İslâm’ın Rükünleri
Şart ve Rüknün Tanımı
İMÂN-İSLÂM İLİŞKİSİ
İKİNCİ BÖLÜM
AKAİD
Akaid İlminin Doğuşu
EHL-İ SÜNNET VE’L CEMAAT
2
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------MEZHEB VE İÇTİHAD
Mezheplerin Ortaya Çıkışı
Mezheplerin Tasnifi
A) AKİDEVİ MEZHEPLER
AKAİD İMAMLARI
1) İmam Eş’arî
2) İmam Maturidî
VEHHABİLİK
Vehhabilerin Temel Ekolu
Selefilik ve Tanımı
B) SİYASİ MEZHEPLER
Siyasi Mezheblerin Kısımları
1- Şiilik
İmamiyye Mezhebinin Temel Görüşü
2- Hâricilik
Hâriciye Ekolu
Küfre Götüren Mezhepler
1- Bahailik
2- Kadyanilik
Bid’i Sayılan Bazı Kelami Mezhepler
1- Mutezile
2- Cebriye
3- Kaderiye
C) AMELÎ MEZHEBLER
Amelî Mezhebler ve İmamları
Caferi Mezhebi
Zeydiye Mezhebi
Hanefî Mezhebi
Mâlikî Mezhebi
Şâfiî Mezhebi
Hanbelî Mezhebi
Zâhirî Mezhebi
İbadiye Mezhebi
İmamların Anlayışı ve Aralarındaki Saygı
İÇTİHAD
İçtihad Kaç Şartla Yapılabilir?
Müçtehidlerin Tabakaları
Günümüzde İçtihad Yapılabilir mi?
Sahâbeler Devrindeki İçtihad
Haberi Vahidle İlgili Müçtehidlerin İzledikleri Yol
TAKLİD
Taklidin Hükmü
Taklidin Şartları
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İMÂN VE KAPSAMI
İMÂN
İmânla İlgili Bazı Meseleler
İmânla İlgili Bazı Soru ve Cevaplar
a)
Amel İmândan Bir Cüz Müdür ve Eksilip Çoğalır Mı?
b)
Mukkalidin İmânı Makbul Mudur?
c)
Tebliğ Görmeyenin İmânı İle İlgili Hüküm
d)
İcmali ve Tafsili İmân
İnkar ve Tasdik Bakımından İnsanlar Beş Kısma Ayrılır?
a)
Mü’min
b)
Kâfir
c)
Münafık
d)
Mürted
e)
Fasık
İMÂNIN RÜKÜNLERİ
ALLAH’A İNANMAK
Allah’ın Sıfatları
a) Zâtî Sıfatlar
b) Subutî Sıfatlar
MELEKLERE İMÂN
Meleklerin Özellikleri
Dört Büyük Melek Vardır
Diğer Melekler ve Görevleri
Cinler
Şeytanlar
KİTAPLARA İMÂN
Vahiy
Vahyin Geliş Şekilleri
Suhuf
SEMAVÎ KİTAPLAR
1- Tevrat
2- ZEbûr
3
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------3- İncil
4- Kur’ân
KUR’ÂN-I KERÎM
Kur’ân-ı Kerîm’in Toplatılması
Kur’ân’ın Toplatılması Üç Aşamayla Gerçekleşmiştir
a) Allah Rasûlü Döneminde Kur’ân’ın Zapta Alınması
b) Hz. Ebû Bekir Döneminde Kur’ân’ın Toplatılması
c) Hz. Osman Döneminde Kur’ân’ın Çokaltılması
Kur’ân’ın Harekelenmesi
Kur’ân-ı Kerîm’in Bölümleri
Kur’ân’ın İçindeki Hükümler
Kur’ân’a Gösterilmesi Gereken İhtimam
PEYGAMBERLERE İMÂN
Peygamberlerin Bazı Vasıfları
MUCİZELER
Tanımı
Peygamberlerin Mucizeleri
Hz. Muhammed’in Peygamberliğini Belgeleyen Mucizeler
Peygamberimizin Hayatında Bazı Önemli Tarihler
PEYGAMBERİMİZİN HAYATI
Peygamberimizin Çocukları
Peygamberimizin Hanımları
Peygamberimiz (s.a.v.)’in Gerçekleştirdiği En Büyük İşler
Peygamberimizin Ümmeti Üzerindeki Hakları
AHİRETE İMÂN
İnsan İçin Dört Âlem Vardır
Kabir Sorgusu:
Ba’s
Haşır
Havz
Mizan
Sırat
Cennet ve Cehennem
A’raf
Şefaat
KIYAMETİN ALÂMETLERİ
a) Küçük Alâmetler
b) Büyük Alâmetler
KADERE İMÂN
Kaderin Tasnifi
Kader Değişir Mi?
BİD’AT
Bid’atlerin Bazı Tehlikeleri
İşlenen Bazı Bid’atlere Örnekler
Bid’atın Hasenesi Olur mu?
MEVLİD
Mevlidin Dindeki Yeri
Kürtçe Mevlitten Birkaç Mısra
Aşırı Övgüden Rahatsız Olan Peygamberimiz
KERAMET
ABDALLAR (GİZLİ ORDU)
MEHDİ İNANCI
DECCAL’IN VARLIĞI
TASAVVUF
Tasavvufla İlgili Adap ve Hükümler
İSLÂM’DA MUSKANIN YERİ NEDİR?
İSLÂM’DA KEHANETİN HÜKMÜ
DİNDE UĞURSUZLUK VAR MIDIR?
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İBADET
İbadetin Tanımı
İbadetin Kısımları
TEMİZLİK BÖLÜMÜ
Necasetin Kısımları
Kendisiyle Temizlik Yapılabilen Su Çeşitleri
Genel Manada Sular Kaç Kısma Ayrılır
Temizleme Vasıtaları Kaç Tanedir
Kolonya Necis midir?
Kaplara Dair Hükümler
TUVALET ADABI
Peygamberimizin Tuvalet Adabı
ABDEST BAHSİ
Abdestin Farzları
Abdestin Sünnetleri
Abdestin Adapları
Abdestin Mekruhları
4
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Mendup Olan Abdestler
Abdestsiz Olan Bir Kimseye Yasak Olan Şeyler
Abdesti Bozan Şeyler
MEST KONUSU
Meshin Ölçüsü ve Şekli
Mest Üzerine Meshin Şartları
Meshin Müddeti
Meshi Bozan Şeyler
TEYEMMÜM
Teyemmümün Farzları
Teyemmümün Sünnetleri
Teyemmümü Bozan Şeyler
Teyemmümün Geçerli Olmadığı Haller
YARA ÜZERİNE MESHİN HÜKMÜ
Mesh ve Teyemmümün Vakti
Cünüp Olan Bir Kimseye Yasak Olan Şeyler
HAYIZ (ADET GÖRME)
Hayız Esnasındaki Temizliğin Hükmü
Hayızla Meydana Gelen Hükümler
Hayızın İhtilaflı Halleri
Nifas
Hayız ve Nifaslı Kadına Yasak Olan Şeyler
İSTİHAZE
GUSÜL
Guslü Gerektiren Müşterek Haller
Kadınlara Has Haller
Guslün Farzları
Guslün Sünnetleri
Guslün Adapları
Sünnet olan Gusüller
NAMAZ BÖLÜMÜ
NAMAZ
Namazın Önemi
Namazı Terk Edenlerin Cezası
Namazın Farz Olmasının Şartları
FARZ NAMAZLARIN VAKİTLERİ
Uzak Kıtalarda Namaz Vakitleri
Kerahet Vakitleri
MESCİTLERLE İLGİLİ HÜKÜM VE ADAPLAR
Namaz Kılmanın Caiz Olmadığı Mekanlar
Namaza Başlamadan Önceki Sünnetler
a) EZAN
Ezanın Sıhhat Şartları
Ezanın Sünnetleri
b) KAMET
NAMAZIN ŞARTLARI
Namazın Ön Şartları
NAMAZIN RÜKÜNLERİ
Fatihayı Başka Arapçadan Başka Bir Dille Okumanın Hükmü
Namazın İçindeki Sünnetler
Namazın Ebadları
Kunut Duası
Namazın Hey’etleri
Namazın Adapları
Namazın Mekruhları
Namazı Bozan Şeyler
Namazın Kılınış Şekli
SEHİV SECDESİ
TİLAVET SECDESİ
Tilavet Secdesinin Hükmü
Secdede Okunacak Dua
Secde Âyetleri
ŞÜKÜR SECDESİ
Şükür Secdesinin Adapları
NAMAZIN CEMAATLE KILINMASI
Cemaatla Namaz Kılmanın Önemi
Cemaatla Namaz Kılmanın Hükmü
İmamda Aranan Şartlar
İktida Adabı
İmama Uymanın Sıhhat Şartları
Cemaata Gitmemeyi Mubah Kılan Özürler
İmama Uymanın Kuralları
İmamlık İçin Tercih Edilen Meziyetler
Namazda İmam ve Me’muminin (Cemaatin) Yeri
Kadınların Cemaatle Namaz Kılmaları
Bu Konuda Müçtehid İmamların Görüşleri
5
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Namazda Kadınların Erkeklere Muhalefet Edecekleri Hususlar
Müdrik, Lahik ve Mesbuk Kimlere Denir?
Namazı Kesmeyi veya Ertelemeyi Caiz Kılan Sebepler
Namazların Kazası
NAFİLE NAMAZLAR
Vitir Namazı
TERAVİH NAMAZI
Teravih Nemazının Rekât Sayısıyla İlgili Rivâyetler
Diğer Bazı Nafileler
SEFERİ (YOLCU) NAMAZI
İbedetlerde Tahfif (Kolaylaştırma) Sebebi
Yolcunun Namaz Kılış Şekli
Seferde Değişen Hükümler
Mesafenin Ölçüsü
Bu Konuda Müçtehidlerin Görüşleri
Çağımızda Seferin Hükmü
Seferin Mahiyeti
Sefere Başlangıç yeri
İkamet Edilen Yerde Müddet Miktarı
Seferi Olmanın Şartları
Seferde Sünnetin Durumu
Vatanın Kısımları
NAMAZLARI CEM ETMEK
Bu Konudaki İmamların Görüşü
Namazı Cem Etmek İçin Gereken Şartlar
Seferin Adapları
CUMA NAMAZI
Cuma Namazıyla İlgili Genel Bilgi
Cuma Namazının Farz Olmasının Şartları
Cumanın Sıhhatı İçin Düzgün Kıraat Şart Mıdır?
Cuma Namazının Sıhhat Şartları
Cuma Namazında Gereken Sayı
HUTBE
Hutbenin Şartları
Hutbenin Rükünleri
Hutbenin Sünnetleri
Cuma Namazı Kimlere Farz değildir
Cumadan Sonra öğle Namazının Hükmü
BAYRAM NAMAZLARI
Bayram Namazıyla İlgili Bilgi ve Hükümler
Allah Rasûlü’nün Bayram Namazlarını Kılışı
Teşrik Tekbirleri
GÜNEŞ VE AY TUTULMASI NAMAZI
YAĞMUR DUASI NAMAZI
Yağmur Duasında Bazı Ameller
CENAZE BAHSİ
Ölünün Techizi
Ölünün Kefenlenmesi
CENAZE NAMAZI
Cenaze Namazının Rüknü ve Kılınış Şekli
Giyabi Cenaze Namazının Hükmü
Düşük ve Şehidin Hükmü
ŞEHADET
Şehadetin Mükafatı
Şehid Kime Denir?
Şehidle İlgili Bazı Özel Hükümler
Şehadetin Kısımları
Namaz Kılmayanın ve İntihar Edenin Cenaze Namazı Kılınır Mı?
İsyancının Cenaze Namazı Kılınır Mı?
Kadınların Cenaze Namazına Katılmaları Caiz Midir?
CENAZENİN DEFNİ
Ölünün Defni İle İlgili Hükümler
Defnin Usûlü ve Adapları
Bilinen Telkinin Hükmü Nedir?
Kabir Ziyaretinin Adapları
Kabir Ziyaretinin Mekruhları
AĞIT VE YAS
TAZİYE ADABI
Taziyenin Kural ve Hükümleri
Ölüye Faydalı Olan Şeyler Nelerdir?
Ölü İçin Özel Geceler Tertiplemek
Ölü İçin Okunan Kur’ân-ı Kerîm’in Faydası Var Mıdır?
Ölü Seti Denen Tehilil ve Senelik Devirlerin Hükmü
İSKAT BAHSİ
İskatın Tanımı ve Hükmü
İskat Merasimi
6
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Açıklamalar
İslâm’da Hileyi Şer’iyenin Hükmü Nedir?
Şemrah Meselesi Nasıl Gelişti?
Yemin ve Oruç Kefâreti Ne Zaman Verilmelidir?
YEMİN BAHSİ
Yeminin Hükmü ve Kısımları
Yeminin Çeşitleri
KEFÂRET BAHSİ
Kefâretin Tanımı
Kefâret Çeşitleri
a) Yemin Kefâreti
b) Oruç Kefâreti
c) Hataen Adam Öldürmenin Kefâreti
d) Zıhâr Kefâreti
e) Hac ve Umrede İşlenen Suçların Kefâreti
ZEKÂT BÖLÜMÜ
Zekâtın Tanımı ve Fazileti
Zekâtın Hükmü
Zekât Vermenin Hikmetleri
Zekâtın Farz Olmasının Şartları
Hangi Çeşit Maldan Zekât Verilir?
a) Hayvanların Zekâtı
Zekât Olarak Verilecek Hayvanın Nitelikleri
b) Meyvelerin Zekâtı
c) Hububatın Zekâtı
Yer Mahsulatında Çıkan Masrafın Hükmü
d) Madenlerin Zekâtı
e) Altın ve Gümüşün Zekâtı
Ortak Malların Zekâtı
Kadınların Zinet Eşyasında Zekât Var Mıdır?
f) Ticaret Malın Zekâtı
Ticaret Malının Zekâtıyla İlgili Hüküm
Ticater Malları Nasıl Hesap Edilir?
Ticaret Malının Aynısından Zekât Verilmesinin Hükmü
g) Bina ve Sanayi Tesislerinin Zekâtı
Muaccel Zekâtın Tarifi ve Hükmü
Alacağı Zekâta Saymanın Hükmü
Vergi Zekâtın Yerine Geçer Mi?
Borç Zekâtın Vucubunu Kaldırır Mı?
Alacağın Zekâtı Ne Zaman Verilir?
FİTRE ZEKÂTI
Fitre Sadakası Kimlere Vaciptir?
Fitrede Kıymetin Ödenmesi
Fitre Kaç Şartla Vacip Olur
Fitre Hangi Maldan ve Nasıl Verilmelidir?
Fitre Vermek İçin Devir Şart Mıdır?
ZEKÂT KİMLERE VERİLİR?
Zekâta Ehil Olan Sınıflar
Cami İmamlarına Zekât Verilir Mi?
Zekâta Ehil Olmayana Zekât Verilmesinin Hükmü
Zengin Kimlere Denir?
Zekât kimlere Verilmez?
Bir Kadın Kocasına Zekât Verebilir Mi?
ORUÇ BÖLÜMÜ
Orucun Tanımı
Orucun Faydaları
Ramazan’da Vuku Bulmuş Tarihi Olaylar
Orucun Çeşitleri
a) Farz Oruçlar
b) Sünnet Oruçlar
Hilâlin Tesbiti
Bu Konuda Müçtehidlerin Görüşü
İhtilaf-i Metali (Yerlere Göre Ayın Doğuşu)
Orucun Vücûb Şartları
Orucun Farzları
Orucu Bozan Şeyler
Orucu Bozmayan şeyler
Orucun Mekruhları
Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Özürler
Oruç Tutmanın Haram Olduğu Günler
Oruçla İlgili Bazı Meseleler
Orucun Kefâreti
Kefâreti Gerektiren Hususlar
Kefâret Çeşitleri
Oruç Kazasını Geciktirmenin Hükmü
İTİKÂF
7
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------İtikâfın Şartları
HAC BÖLÜMÜ
HAC VE UMRE
Haremin Sınırları
İslâm’da Haccın Önemi
Haccın Faydaları
Haccın Farz Olmasının Şartları
Kadınlara Özel Şartlar
HACCIN RÜKÜNLERİ
a) Niyetle İhrama Girmek
İhramın Mikatları
b) Arafatta Vakfe Yapmak
Vakfeyle İlgili Bazı Hükümler
c) Kâbe’yi Tavaf Etmek
Tavafın Çeşitleri
Tavafın Şartları
Tavafın Sünnetleri
Adetli Bir Kadının Hacca Gitmesinin Hükmü
Hacerü’l-Esvedin Mahiyeti
d) Safa İle Merve Arasını Say Etmek
Sa’yin Sahih Olmasının Şartları
Sa’yin Sünnetleri
e) Traş Olmak
HACCIN VACİPLERİ
a) Mikatta İhrama Girmek
b) Muzdelife’de Vakfe Yapmak
c) Beytûte
d) Şeytanları Taşlamak
e) Kurban Kesmek
Kurban Kesmenin Vakti
HACCIN SÜNNETLERİ
BEDEL HAC
Başkasına Vekaleten Hac Yapmak Caiz Midir?
Başkasının Adına Hac Yapmanın Şartları
İhramlıya Yasak Olan Hususlar
Bu Konuyla İlgili Bazı Meseleler
İhramlının İşlediği Suçlardan Dolayı Vacip Olan Cezalar
HACCIN ÇEŞİTLERİ
UMRE BAHSİ
Umrenin Rükünleri
Umrenin Mikatı
Hac ve Umreye Engel olan Hususlar
Mescidi Nebevî’nin Fazileti
KURBAN BAHSİ
Kurbanın Tanımı
Kurbanla İlgili Ön Bilgi
Kurban Kesmenın Hükmü
Kurban Hangi Çeşit Hayvanlardan kesilir
Başkasının Adına Kurban Kesmek
Kurban Edilmesi Caiz Olmayan Özürlü Hayvanlar
Kurban Kesmekle Mükellef Olanlar
Kredi Kartıyla Kurban Almanın Hükmü
Kurban Kesmenin Vakti
Kurbanla İlgili Bazı Meseleler
Kurbanda Ortaklık
Kurbanın Eti ve Derisiyle İlgili Hüküm
Kurban Kesme Adabı
Kurban Kesme Duası
Kurban Çeşitleri
NEZİR BAHSİ
Nezrin Rükünleri
Nezir Eden Kişide Aranan Şartlar
Nezir Edilen Şeyde Aranan Şartlar
Nezrin Hükmü
Nezirle Vacip Olacak Şeyler
Nezrin Çeşitleri
Nezirle İlgili Bazı Meseleler
AKÎKA KURBANI
Akikanın Tanımı ve Hükmü
İslâma Göre Uygun Olmayan Bazı İsimler
ETİME BAHSİ
Eti Haram Olan Hayvanlar
Eti Helâl Olan Yabani Hayvanlar
a) Karada Yaşayan Hayvanlar
b) Suda Yaşayan Hayvanlar
Bitkinin Hükmü
8
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Sigaranın Hükmü ve Zararları
ZEBH (HAYVAN KESİMİ)
Kesim Şartları
Modern Mezbahalardaki Kesimin Hükmü
Kesim Şekilleri
Kesimin Adap ve Sünnetleri
Hayatın Çeşitleri
Kesilmesi Gereken Organlar
Müçtehidlerin Bu Konudaki Görüşleri
Hayatın Çeşitleri
AV VE AVCILIK
Avcılığın Hükmü ve Şartları
CİHAD BAHSİ
Cihadın Tanımı
İslâm’da Cihadın Önemi
Cihadın Mertebeleri
a) Nefse Karşı Yapılan Cihad
b) İlim İle Yapılan Cihad
c) Dil ile Yapılan Cihad
d) Mal ile Yapılan Cihad
e) Siyasi Cihad
YÖNETİM ÇEŞİTLERİ
BEŞİNCİ BÖLÜM
MUAMELAT
Muamelatla İlgili Ön Bilgi
BEY’ AKTİ
Bey’ Aktinin Rükünleri
Alıcı ve Satıcıda Aranan Şartlar
Sığanın Şartları
Muata ile Yapılan Alışverişin Hükmü
Telefonla Yapılan Alım-Satımın Hükmü
Akde Konu Olan Malda Aranan Şartlar
Teslim Alınması Gereken Malın Kısımları
Amanın Alışverişi Caiz Midir?
Alışverişte Yemin Etmek
Alışverişte Aldatma
İY’NE SATIŞI
İy’ne Satışı Caiz Midir?
Müçtehidlerin Bu Konudaki Görüşleri
Bey’ Aktinde Muhayyerlik
İslâm’da Kar Haddi Var Mıdır?
İmamların Bu Konudaki Görüşleri Nelerdir?
Haram Olan Bazı Akitler
Bazı Meselerin Hükmü
Sahih veya Fasid Olan Bazı Şartlar
Kaporalı Alışverişin Hükmü
İhaleli Alışverişin Hükmü
VADE FARKI
Vade Farkı Caiz Midir?
Vade Farkının Caiz Oluşunun Şartları
Vade Farkıyla Ev veya Araba Almanın Hükmü
RİBA (FAİZ) BAHSİ
Daru’l-Harpte Faizin Hükmü
İmamların Bu Konudaki Görüşleri Nelerdir?
SARF AKTİ
Altın, Gümüş Ve Diğer Paraların Birbiriyle Mübadelesi
Tedavülde Olan Kağıt Para Dinen Para Sayılır Mı?
Dalgalı Para Sistemlerindeki Faizin Hükmü Nedir?
Altını Vade Farkıyla Satmak Caiz midir?
Ribânın İlleti
Ribânın İlleti Mezheplere Göre Değişir Mi?
Zaruret Halinde Faiz Almanın Hükmü
Bankalardan Alınan Nemanın Hükmü Nedir?
Banka Kredisiyle Emekli Olmanın Hükmü
Kredi Kartı ile Alışveriş Caiz Midir?
Faizli Krediye Kefil Olmanın Hükmü
İslâm’da Çek ve Senet Kırdırmanın Hükmü
Borçların Zamanında Ödenmesinin Önemi
Borcu Erken Ödeme ve Fiyattan Düşürme Caiz Midir?
MÜRABAHA
Murabahanın Tanımı ve Hükmü
İKALE
İkalenin Tanımı
SELEM BAHSİ
Selemin Tarifi
Seleme Konu Olan Malda Aranan Şartlar
9
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Selemin Sahih Olmasının Şartları
Hangi Maddelerde Selem Caiz Olur?
SANAT AKTİ
KARZ (ÖDÜNC)
Karza Dair Hüküm ve Rükünler
HAVA PARASI CAİZ MİDİR?
HİBE
Hibeye Dair Hükmü
Hibeden Dönmek Caiz Midir?
MUDAREBE
Mudarebenin Tanımı ve Hükmü
Sermayede Aranan Şartlar
Sahih Mudarebenin Hükmü
REHN BAHSİ
Rehnin Tarifi ve Hükmü
Rehnin Rükünleri
VEKALET
Vekaletin Tanımı ve Hükümleri
Vekalet Hangi Hallerde Caizdir?
Vekaletin Sıhhat Şartları
İFLAS
İflasın Tanımı ve Hükmü
Hâkim Hangi Şartlarla Haciz Koyabilir?
SULH
Sulhun Hükmü ve Çeşitleri
Sulhun Kısımları
HAVALE
Havale ile İlgili Terimler
Havalenin Şartları
KEFALET
Kefaletin Hükmü ve Kısımları
Kefilde Aranan Şartlar
Alacaklıda Bulunması Gereken Şartlar
VEDİA (EMANET)
Vedianın Rükünleri
Emanetle İlgili Hükümler
Emanetin Tazmin Sebepleri
ARİYE BAHSİ
Ariyenin Tanımı
Ariyenin Rükünleri
Ariye ile İlgili Hükümler
GASP
Gaspın Tanımı
Gasple İlgili Hükümler
ŞUF’A
Şuf’anın Tanımı
Şuf’anın Hükmü
Şuf’anın Şartları
ŞİRKET
Şirket Çeşitleri
İnan Şirketinin Hükmü ve Rükünleri
Hayvan Yetiştirme Şirketi
İCARE (KİRA)
Ücretle Kur’ân Öğretimi Caiz Midir?
İslâm’a Göre İşçi ve İşverenin Hakları
Bir İşçi Zâyettiği Bir Eşyadan Sorumlu Mudur?
Haram İşleyen Yerlerde Çalışmak Caiz Midir?
Kadınların Devlet Dairelerinde veya İş Yerlerinde Çalışması Caiz Midir?
LUKATA (YİTİK)
Lukatanın Tanımı ve Hükmü
Lukata Çeşitleri
VASİYET
Vasiyetin Çeşitleri
Vasiyetin Kısımları
Vasiyetin Rükünleri
Yazı İle Vasiyet
Vasiyetten Caymak Caiz Midir?
VAKIF
Vakfın Tanımı ve Hükmü
Vakfa Lâyık Olanlar
Vakfın Rükünleri
İHYA BAHSİ
İhyanın Tanımı
Ölü Arazilerin İhyası ve Hükmü
Arazideki Suyun Kullanmasına Dair Hükümler
İKTA’ VE HİMA
10
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Madenlerin Hükmü
Suların Hükmü ve Çeşitleri
MÜSAKAT
Müsakatın Tanımı ve Hükmü
MÜZARAA
Müzaraa ile Mühaberanın Tanımı ve Hükmü
CEALE
Cealenin Tanımı ve Akti
MÜSABAKA
Müsabakanın Tanımı ve Hükmü
Müsabaka Çeşitleri
Müsabakanın Şartları
MÜNADALE
Münadalenin Tanımı ve Hükmü
Yasak Olan Bazı Oyun ve Eğlenceler
Bazı Meşru Eğlenceler
SATRANÇ
Satrancın Hükmü
İKRAH
İkrahın Tanımı ve Hükmü
İkrahın Şartları
ALTINCI BÖLÜM
CİNÂYET
Cinâyet Çeşitleri
İkrah Yolu İle Cinâyet İşlemek
Cinâyette Uygulanacak Cezalar
KISAS
Kısas Katilin Günahına Kefâret Olur Mu?
Kısas İle Had Arasındaki Fark
Kısasta Denklik
Kısas ve Diyette Sulh Caiz Midir?
Diyetin Çeşidi ve Miktarı
Öldürme Dışındaki Cinâyetler
Organlara Göre Diyetin ve Erşin Hükmü
Hükümet-i Adl’ın Hükmü
KEFÂRET
SİYAL
HADLER
Haddi Gerektiren Suçlar
a) Zina Haddi
b) Hırsızlık Cezası
Hırsızlık ve Cezası Hakkında Bir Açıklama
Hırsızlığın Hükmü
c) İçkinin Cezası
d) Kazf Haddi
e) Yol kesme Cezası
Genel Hükümler
İRTİDAD
Riddetin Kapsama Alanı
a) Riddetin Hakikatı
b) Riddetin Hükmü
İMAMET VEYA HİLAFET
İmameti Zorunlu Kılan Hususlar
İmametin Temel Şartları
Cami İmamlarının Durumu
KADILIK
Kadının Adapları
Kaza’nın (Hükmün) Rükünleri
Kadıda Aranan Şartlar
İçtihatta Gereken Ehliyet
Genel Hüküm
Bir Kadı Hangi Hallerde Hüküm Veremez?
Kadı Hangi Sebeplerle Azl Edilebilir?
Genel Hüküm
FETVA BAHSİ
MÜFTÜ VE FETVALAR
Müftüler Kaç Kısma Ayrılır?
MÜSTEFTİ
Müstefti Kimdir ve Adapları Nedir?
Müsteftinin Adaplarından Bazıları
Hangi Hallerde Fetva Verilmemesi Gerekir?
Fetvanın Bazı Adapları
DAVALAR VE DELİLLER
Genel Hüküm
ŞAHİDLİK
Şahitte Aranan Şartlar
11
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Şahitliği Gizlemek veya İnkar Etmek Caiz midir?
Şahitlikten Dönme Hangi Durumlarda Geçerlidir?
Kadınların Şahitliği
Şahitliği Kabul Olunmayanlar
Şahitlikte Sayı
Şahitlikte Bilgi Şartı
İKRAR BAHSİ
Mukirde Aranan Şartlar
Teklifle İlgili Haklar
İkrardan Dönmenin Hükmü
KÖLELİK
Köleye Dair Hüküm ve Bilgiler
İslâmın Köleliği Kademeli Olarak Bitirmeye Teşviki
Cariyenin Statüsü
İslâmın Kölelere Verdiği Değer
Kölelere Dair Özel Hükümler
FERAİZ BAHSİ
Genel Bilgi
Mirasın Taksimi
Erkeklerden Kimler Varis Olabilecek?
Kadınlardan Varis Olabilecekler Kimledir?
Varisler Kaç Kısma Ayrılır?
Mirasçı Olmaya Mani Olan Haller
Allah’ın Kitabında Mükadder Olanlar
Pay Alanlar
Hacb Meselesi
Asebe kimlerdir?
Kelale Kimlere Denir?
YEDİNCI BÖLÜM
AHVALİ ŞAHSİYE
NİKÂH BÖLÜMÜ
Evliliğin Başlıca Gayeleri Şunlardır
Nikâhın Tarifi
İYİ BİR ZEVCE SEÇİMİ
İYİ BİR KOCA SEÇİMİ
Karı ile Kocanın Karşılıklı Hakları
Karının Kocası Üzerine Olan Hakları
Sahâbenin Kızlarına Tavsiyeleri
Kadında Bulunması Gereken Meziyetler
Erkek Kadına Kaç Sebepten Dolayı Bakabilir?
Nişan Yapmak Nikâh Hükmüne Geçer Mi?
Evlilikte Kefaet (Denklik) Şart Mıdır?
Denkliğin Sözkonusu Olan Nitelikler
Nikâhın Rükünleri
Velâyet Konusunda Müçtehidlerin Görüşleri
Velide Aranan Şartlar
Nikâhta Vekalet Caiz Midir?
Belediye Nikâhı Geçerli Midir?
Şahitlerde Aranan Şartlar
SIĞA
Kumaya Dair Hükümler
BİRBİRLERİNE HARAM OLANLAR
a) Sürekli haram Olanlar
b) Hısımlık Sebebiyle Haram Olanlar
c) Geçici Olarak Haram Olanlar
d) Rebabet Sebebiyle Haram Olanlar
c) İrtidad Sebebiyle Haram Olanlar
e) Red’a Sebebiyle Haram Olanlar
f) İddet Sebebiyle Haram Olanlar
g) Dörtten Fazla Kadınle Evlenmek
CAHİLİYE DÖNEMİNDEKİ BAZI NİKÂH ÇEŞİTLERİ
a) Şığar Nikâhı
b) Makt Nikâhı (Menfur Evlilik)
c) İki Kız Kardeşi Bir Arada Nikâhlamak
d) Evlilikte Sınır Tanımamak
e) Tebenni
f) Zıhâr Meselesi
g) Talâk Konusu
k) Hulle Nikâhı
MUT’A BAHSİ
Mut’a Nikâhının İslâm’daki Yeri Nedir?
Mut’a Nikâhı İle İlgili Hükümler
MEHİR
12
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Mehrin Tanımı
Mehrin Hükmü
Mehrin Ölçüsü
Evlilik İçin Verilen Başlık Parası Helâl Mıdır?
Döğün Öncesi Verilen Hediyelerin Hükmü
Velime Yemeğinin Hükmü
Naşize Kadınla İlgili Hüküm
Kadınların Eğitimi İle İlgili Birkaç Söz
KADININ GİYİM VE KUŞAMI
Tesettürle İlgili Hükümler
Müslümanın Gayri Müslimlerden Ayrı Özel Bir Giysisi Var Mıdır?
Mü’minlere Yasaklanan Bazı Giysiler
Giyim ve Kuşamda Gayri Müslimlere Benzemek
EL VE YÜZ AVRET MİDİR?
Dine Rağmen Gelenek
Giyim ve Kuşamda Gayri Müslime Benzemek
MÜSLÜMAN BİR KADIN OKUMAK İÇİN BAŞINI AÇABİLİR Mİ?
Zaruret Halinin Şartları
Devletin Başörtüyü Yasaklaması Mazeret Midir?
ESKİ KÜLTÜR VE MEDENİYETLERDE KADIN
PERUK TAKMAK
Peruğun Tanımı ve Hükmü
Türban Üzerine Peruk Takmanın Hükmü Nedir?
Eski Kültür ve Medeniyette Kadın
RED’A
Red’anın Tanımı ve Hükmü
Neseb İle Sütün Fark Ettiği Yerler
Süt Emme Yaşı
Emzirmeden Doğan Hükümler
Süt Sebebiyle Nikâhı Haram Olanlar
Süt Emme İle Haramlık Kaç Şartla Sabit Olur
Süt Emmenin Diğer Etkileri
BOŞAMA BÖLÜMÜ
A) MUHÂLÂA
Muhalaanın Tanımı ve Hükmü
Muhalaanın Rükünleri
B) TALÂK
Talâk Sözleri
Talâk Kaç Vecih Üzerine Vaki Olur
Talâk Hakkını Kadına Vermek Caiz Midir?
Boşamanın Vaki Olup Olmadığı Sözler
Boşama Çeşitleri
a) Sünni Talâk
b) Bid’i Talâk
Bid’i Talâk Kaç Şekilde Meydana Gelir?
c) Ric’î Talâk
d) Bain Talâk
Talâkın Rükünleri
Talâkın Şartları
Talâk İle Fesih Arasındaki Fark
BOŞAMADA İKRAH
İkrah Kaç Şartla Geçerli Olur?
İkrah İle Boşamanın Hükmü
Kızgınlık Anındaki Boşama
Şaka İle Boşama
Hastanın Nikâhı ve Talâkı Geçerli Midir?
TALÂKIN SAYISI
Üç Talâkı Bir Defada Kullanmanın Hükmü
Fukahanın Bu Konudaki Görüşü Nedir?
İslâma Göre Boşama Nasıl Olmalıdır?
C) HULLE
Hullenin Tanımı ve Hükmü
Hulle Konusunda Müçtehidlerin Görüşü
D) ÎLA
İlanın Tarifi ve Hükmü
E) ZIHÂR
Zıhârın Tarifi ve Hükmü
Zıhârın Rükünleri
Zıhârın Kefâreti
YAZI İLE BOŞAMA
Yazı İle Boşamanın Hükmü
13
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------İDDET VE İSTİBRA
İddetin Çeşitleri
a) Vefat İddeti
b) Boşama İddeti
Boşama İddetinin Türleri
İddetle İlgili Hüküm
Müçtehidlerin Görüşü
Müçtehidlere Göre Ye’s Yaşı
İddet Bekleme Müddeti
Erkek İçin İddet Gerekir Mi?
KOCASI KAYIP OLAN KADININ İDDETİ
Müçtehidlerin Bu Konudaki Görüşleri
Tedahululu İddeteyn (Boşama İddetinden Vefat İddetine Geçmek)
Kadının Yas Tutma Yöntemi
İddet Bekleyen Kadına Neler Yasaktır?
NAFAKA
Nafakanın Vücûb Sebebi
Nafaka Konusunda Naşize Kadınların Durumu
Kadının Nafakası Kaç Şartla Vacip Olur?
Nafakayı Gerektiren İddet Kaça Ayrılır?
Kocanın Malî Durumuna Göre Nafaka Değişir Mi?
Nafakası Vacip Olanlar
Kocanın Nefakadan İmtina Etmesi
Hangi Şartlarla Nafaka Vacip Olur?
Hayvanların Nafakası Vacip Midir?
SEKİZİNCİ BÖLÜM GÜNCEL MESELELER
DOĞUM KONTROLÜ
Doğum Kontrolünün Hükmü ve Yöntemi
SUNÎ İLKÂH VE TÜP BEBEK
Konu İle İlgili Bir Fetva
İSLÂM’DA SUNİ BEKARETİN HÜKMÜ
Bekareti Yenilemek Caiz Midir?
Bu Konudaki Genel Bilgi
HAYVAN İÇİN SUNİ AŞI CAİZ MİDİR?
ESTETİK AMELİYAT
Estetik Ameliyatın Hükmü
ORGAN NAKLİ
Organ Naklı ile İlgili Hüküm
Müslüman Olmayana Organ Bağışı Caiz Midir?
Organ Satmak Caiz Midir?
Yumurtalığın Naklı Caiz Midir?
KARŞI CİNSLERİN BİRBİRİNİ TEDAVİ ETMESİ CAİZ MİDİR?
SİGORTA
Sigorta Genel Olarak İkiye Ayrılır
Sigorta İle İlgili Bir Fetva
İşyeri ve Arabaların Sigortası
14
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------ÖNSÖZ
‫بسم هللا الرحمن الرحيم‬
‫الحمد هلل نحمده ونستعينه ونستهديه ونستغفره ونعوذ باهلل من شرورانفسنا ومن سيات اعمالنا من يهديه هللا فال مل له ومن يلل فال ااى له ونشهد ان ال اله اال هللا وحده ال‬
‫شريك له ون شهد ان محمدا عبده ورسوله والصالة والسالم على سيدنا محمد سيد االولين واالخرين وعلى اله وصحبه ومن ااتد بهديه الى يوم الدين‬
Bismillahirrahmanirrahim
Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd ve sena, Rasûlü’ne, temiz ehl-i beytine ve ashabına salât ve selâm olsun. Müslümanların istifadesine
sunduğum elinizdeki “Şâfiî Mezhebine Göre İslâm İlmihali” adlı kitab, bir yaşam kitabı olduğundan hüküm çıkarma konusunda iki yüze
yakın kaynaktan istifade etmem kaçınılmaz olmuştur. Malumdur ki mezhepler arasında ihtilaflar olduğu gibi herhangi bir mezhebin kendi
içinde de ihtilaflar bulunmaktadır. Bu sebeple kaleme aldığım fıkhî konularda mu’temed (güvenilir) kaynak kitaplardan faydalanarak fetva
çıkarmak temel ilkem olmuştur.
Şâfiî kaynaklı delillerle te’lif edilen bu kitabın Müslümanların dinî meselelerine, özellikle de güncel meselelerine cevap olacağına
kanaat etmekteyim.
Bu kitabı içtihadın zenginliğinden istifade ederek, müçtehidlerin görüş ve delillerini açıklayarak Müslümanların dinî hizmetine sunmuş
olmak benim için mutluluk kaynağı olmuştur. Bu kitap din, akaid, ibadet, muamelat, evlenme, boşanma ve güncel meseleler gibi birçok
önemli konuyu içermektedir. Halkın, özellikle de gençlerin kolayca kavrayabileceği ihtilaflı meseleleri ayrıntılı ve sade bir uslupla işleyen,
Müslümanların imân, ibadet ve ahlâk konularını ve asrın yeni meselelerini içeren bir Şâfiî ilmihal kitabına şiddetle ihtiyaç duyduğu bir
gerçektir. Bu nedenle ben de bu ihtiyacı karşılamak üzere Şâfiî Mezhebine Göre İslâm İlmihali” yazmayı gerekli gördüm. Benim amacım
insanlığın yegane kurtuluş ve mutluluğunu teminat altına alan yüce İslâm dininin kolayca anlaşılmasıdır.
Dinî konularda isabetli fetva alarak yaşamak ibadet sayıldığı kadar, bu hususta İslâm’a uygun ve isabetli fetva vermekte bir o kadar
ibadet sayılmaktadır. Özellikle güncel meselelerde Müslümanların kafalarını karıştıran birçok önemli konu gündeme gelmektedir. Bu
konuları uzmanından öğrenip hayata geçirmek her Müslümanın temel görevidir.
Dünyanın küçülmesiyle birlikte ilim tekniği de hayli değişmiştir. Bu nedenle Şâfiî İlmihali yazarken Müslümanların günlük hayatına
girmiş olan önemli meselelerde mezhep taassubunu aşarak diğer mezheplere de yer vermek gerekli görülmüştür. Bu kitapta işlenen tüm
konuların hüküm ve delilleri açıklanmıştır. Bazı meselelerde konunun sonunda “bana göre bu görüş daha isabetlidir” şeklindeki tercihimi
belirtmem benim körü körüne bir taklidçi olmadığımı kanıtlar. “Yaşayan Fıkıh” adlı kitabımda izah edildiği gibi genel anlamda üslup ve
imlada herhangi bir hata veya ihmal varsa okurların beni bağışlayarak ıslah etmeleri bir erdemliliktir. Çünkü ‫“ االنسان منشأ النسيان‬İnsan
unutkanlık kaynağıdır.” Allah’tan başarılar dilerim.
Beni Şâfiî mezhebine göre İslâm ilmihal yazmaya sevk eden neden ise Şâfiî mezhebine göre yazılmış veya tercüme edilmiş eserlerin
yok denecek kadar az oluşudur. Diğer taraftan neredeyse bu mezhebin Türkiye’de unutulacak hale gelmiş olmasıdır. Bundan dolayı Şâfiî
mezhebine göre kendini geliştirmiş ve eğitimini almış bir kişi olarak bu milletin mezhebine göre ilmihal yazmanın üzerime bir vecibe olduğu
kanaatindeyim.
Diğer taraftan halkının büyük bir kısmının Şâfiî olan Doğu ve Güneydoğu bölgesinde Şâfiî mezhebine mensup İmam-Hatip
öğrencilerine Hanefî fıkhının uygulandığı ve diğer okullarda Din Kültürü derslerinin Hanefî mezhebine göre verildiği, sınavlarda sorulan
soruların yine aynı mezhebe göre sorulduğu ve cevapların da Hanefî mezhebine göre değerlendirildiği, İlâhiyat Fakültelerinde Şâfiî
öğrencilere Nevevî’nin Minhac’ı yerine el-İhtiyar’ın okutulduğu, Akaid derslerinde yalnız Maturidî Akaidi’nin tatbik edildiği bir ülkede
acaba özgürlükten, eşitlikten ve adaletten bahis edilebilir mi? Keza halkı Şâfiî olan köylere Hanefî imamların atandığı, Şâfiî kürsülerine
Hanefî vaizlerin çıkarıldığı, Şâfiîlere fetvaların Hanefî fıkhına göre verildiği bir ülkede insan haklarından bahs edilebilir mi? Hulasa Şâfiî
olan bir ölüye Hanefî muamelesi yapılan bir ortamda eşitlikten söz edilebilir mi? İmamdan başka herkesin Şâfiî olduğu bir mescitte Hanefî
mezhebine göre uygulama yapmak resmen hak olan bir mezhebe ipotek koymaktan başka bir şey değildir. İşin daha da vahim olanı ise
bölgeye giden imamların büyük bir kısmının halkın dilinden, mezhebinden, kültür ve asayişinden habersiz olmalarıdır. Bu hususta
hükümetten daha önce diyanetin bir açılıma acilen ihtiyacı vardır ve dinler arası diyalogdan önce meşru mezhebler arasında bir diyaloga
gidilmesi gerekir.
Fahrettin ŞEKER
Kasım 2012 Erzurum
GİRİŞ
İMAM ŞAFİÎNİN HAYATI VE MEZHEBİ
Mezhebin kurucusu Muhammed, babasının adı İdris’tir. Bütün rivâyetler, İmam Şâfiî’nin H. 150/M. 767 yılında Cuma sabahı Receb
ayının son günü Gazze şehrinde Fatma hanımdan doğmuş olduğunda birleşir. O, kıyas imamı ve Irak fakihlerinin başı olan İmam Ebû
Hanife’nin vefat ettiği sene dünyaya gelmiştir. İmam Şâfiî’nin, Hz. Osman (r.a.)’ın torunu olan Hamide binti Nafi adındaki hanımla H. 197
yılında evlendiği ve Muhammed adında bir erkek Fatma ve Zeynep adlarında da iki kız çocuğu olduğu rivâyet olunur. Oğlu Muhammed’in
ilim alanında yükselerek Haleb’e kadılık yaptığı rivâyet edilir. İmamın bir de cariyesinden Hasan adında bir oğlu olmuş ve çocukken vefat
etmiştir.
İttifakla rivâyet edildiğine göre Şâfiî’nin babası Kureyş kabilesine mensup olup Peygamber (s.a.v.)’in dedesi olan Haşim’in kardeşi
Muttaliboğullarına dayanır. İmam Mekke, Medine, Kûfe, Mısır, Harran ve Bağdat’ta öğrenim görmüş, bir süre İmam Mâlik’in yanında
kalmıştır. Harun-i Reşid tarafından da bir dönem zindana atılmıştır.1 İmam Şâfiî”nin mezheb hocası sahâbeden büyük müfessir Abdullah b.
Abbas’tır. İmam Ahmed b. Hanbel: “Fıkıh kapalı idi ancak İmam Şâfiî’nin gelmesiyle açıldı” der.
Şâfiî Mezhebinin Fıkhı İki Yoldan Tedvin Edilmiştir.
1- İmam Şâfiî, bizzât kendisinin yazdığı veya yazdırdığı eserlerde fıkhî görüşlerini toplamıştır. Yukarıda izah edildiği gibi el-Umm ve
el-Hucce onun fıkıh kitaplarıdır. Er-Risale ise onun fıkıh usûlü sahasında yazdığı ilk kitaptır. El-Umm adlı kitabı talebesi er-Rebi b.
Süleyman el-Muradi rivâyet etmiştir.
2- Talebeleri Şâfiî fıkhını kendi eserlerinde toplamışlardır. İmam Şâfiî’nin Iraklı ve Mısırlı birçok talebesi vardır. Iraklı talebeleri onun
kadim mezhebini Mısırlı talebeleri ise onun cedid mezhebini yazmışlardır.
Iraklı Talebeleri Arasında Meşhur Olanlar
a) Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)
b) Hasan b. Muhammed ez-Zaferani (ö. 260
c) Ebû Ali Hüseyin b. Ali el-Kerabisi (ö. 245)
d) Ebû’l-Abbas Ahmed b. Sureyc (ö. 306)
Bunlar Irak’taki kadim mezhebini rivâyet edenlerdir.
Mısırlı Talebelerinden Meşhur Olanlar
a) İsmail b. Yahyâ el-Muzenî (ö. 264)
1
Ebû Zehra, Mezhebler Tarihi.
15
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------b) Yusuf b. Yahyâ el-Büveyti (ö. 231)
c) Reb’i b. Süleyman el-Muradi (ö. 246)
d) Harmele b. Yahyâ (ö. 243)
Bunlar da el-Umm’de yer alan cedid mezhebini rivâyet edenlerdir.
Şâfiîlerde fetvaya esas olan cedid/yeni mezheb görüşleridir. Çünkü İmam Şâfiî eski mezhebinden rücû etmiş ve benden kim bunları
rivâyet ederse ona hakkımı helâl etmiyorum demiştir. Ancak 17 veya 22 kadar meseleler bundan müstesnadır. İmam Şâfiî, hadis sahih olursa
o benim mezhebimdir, demiştir.2
İmam Şâfiî’ye Ait Mutemed Bazı Fıkıh Kitapları
1- el-Umm. Mısır’da cedid kavlini içeren on iki ciltlik bir eserdir.
2- er-Risale. İçtihad camiasında ilk olarak tedvin edilen usulû’l-fıkıh kitabıdır.
3- el-Emali.
4- el-İmla.
5- el-Hucce. Irakta yazılan ve imamın kadim kavlini içeren dört ciltlik bir eserdir.
7- Muhtasaru’l-Buveyti. Mısır’da kaleme alınan cedid kavline ait bir eserdir.
8- Muhtasaru’l-Muzni. Mısırda kaleme alınan ve cedid kavlını içeren bir eserdir.
9- Muhtasaru’l-Kebir. Buraya kadar olan eserler İmam Şâfiî’ye ait olup talebeleri tarafından kadim ve cedid diye ondan rivâyetle
alınarak tashih edilmiştirler. Ahkamu’l-Kur’ân, es-Sünen, İhtilafu’l-Hadis, el-Mevaris, Musnedu’ş-Şâfiî, Edebû’l-Kadı, el-Eşribe, Fezail-i
Kureyş, es-Sebku ve’r-Remyi gibi İmam Şâfiî’nin birçok değerli eseri bulunmaktadır.
Şâfiî Mezhebine Mensup Olan Fukahanın Bazı Fıkhî Eserleri
1- Ebû Zekerya Yahyâ b. Şeref en-Nevevî, el-Mecmu vel Minhac.
2- Rafii Muharrer, Fethu’l-Aziz.
3- Gazalî, el-Veciz.
4- Şirazî , el-Mühezzeb.
5- Remli, Nihâyetu’l-Muhtac.
6- Şirbini, Muğni’l-Muhta.
7- Heytemi, Tuhfetu’l-Muhtac.
8- İmamu’l-Harameyn el-Cuveyni, Kitabu’l-Burhan.
Şâfiî mezhebine mensup olan daha birçok imtiyazlı ve mutemed, saygın ilim ehli ve onların değerli eserleri bulunmaktadır. Örneğin
İmam Suyutî, İmam Subkî, İmam İz b. Abdisselâm, İmam İbn Dekiku’l-İd, İmam Sıracuddin el-Belkini, İmam İbn Rislan, İmam Mutevellî,
İmam Ravyanî, İmam Amidi, İmam Kadı Hüseyin, İmam Fahruddin er-Razi ve Acluni gibi.
Şâfiî Mezhebindeki İhtilaflar Üç Kısma Ayrılır
a) Akval: İmam Şâfiî’nin görüşleridir.
b) Evcuh: Şâfiî fakihlerin Şâfiî’nin kaide ve usullerine göre ortaya koydukları görüşlerdir.
c) Turuk: Râvilerin mezhebin yorumunda düştükleri ihtilaftır.3
İmam Şâfiî Arap dilini iyi bildiği için âyet ve hadislerden hüküm çıkarma konusunda Kura’n’ın tercümanı olarak bilinen Abdullah b.
Abbas’ın ilminin nakledildiği Mekke’de yetiştiğinden dolayı orada nesih konusunu öğrenmiştir.
İmam Şâfiî’nin Istılahatı
1- el-Ezher: Bu kelimeden Şâfiî’nin zâhire karşı ve daha kuvvetli olan görüşü kasd edilir.
2- el-Meşhur: Bu kelimeden Şâfiî’nin görüşleri arasından meşhur olanı kasd edilir.
3- el-Essah: Şâfiî’nin ashabının onun usûlüne göre çıkardıkları ya da kaidelerinden hareketle ortaya koydukları iki veya daha fazla
görüşten en sahih olanıdır.
4- es-Sahih: Bu kelimeyle iki veya daha fazla görüşten sahih olanı kastedilir.
5- el-Mezheb: İki yoldan veya yollardan her birine denir.
6- en-Nas: Şâfiî’den gelen nas, metin demektir.
7- el-Cedid: (Yeni) kadim mezhebinin karşıtıdır.
8- el-Kadim: (Eski) İmam Şâfiî’nin Irak’ta el-Hucce kitabında tasnif ederek veya fetva vererek söyledikleridir. İmam Şâfiî’nin kadim
mezhebinin râvileri arasında İmam Ahmed b. Hanbel, ez-Zaferani, el-Kerabisi ve Ebû Sevrî’dir. İmam Şâfiî kadim görüşlerinden dönmüş ve
o görüşlerle fetva verilmesini yasaklamıştır. Bir meselede kadim ve cedid diye ayrı görüşler varsa onun arkadaşları hep cedid görüşle amel
etmişlerdir, ancak yaklaşık on yedi veya yirmi iki meselede kadim görüşe göre fetva vermişlerdir.
Şâfiî mezhebinde ‘Şeyheyn’ denildiği zaman bununla er-Rafii ve en-Nevevî kast edilir.
Mezhepler arasındaki taklid konusunda Şâfiî fakih İbni Hacer şöyle der: “Mezhepte zayıf görüş ile amel etmek caiz değildir. Bir
meselede aynı anda iki görüşü birleştirmek olacak iş değildir. Meselâ aynı namazda köpeğin temizliği hakkında İmam Mâlik’i, başın bir
bölümünü mesh etme konusunda ise İmam Şâfiî’yi taklid etmek olmaz. Ama bütün yönleriyle bir meselenin tamamında (amelden sonra da
olsa) başka mezhebi taklid edip ona göre amel etmek caizdir.4
Şâfiî mezhebi Mısır, Suriye, Yemen, Irak, Malezya, Endonezya, Maveraünnehir, İran, Kafkas ve Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu
bölgelerinde yaygındır. Özellikle Mısır’da yönetim Eyyûbilerin eline geçince Şâfiî mezhebi daha da güçlenmiş, hem halk arasında hem de
devlet üzerinde büyük bir otoriteye sahip olmuştur.
İmam Şâfiî’ye İsnad Edilen Bazı Önemli Sözler
1- “Her insana Allah Rasûlü (s.a.v.)’nin istisnasız tüm sünneti ulaşmamıştır. Dile getirdiğim görüşlerde ve belirlediğim prensiplerde,
Allah Rasûlü'nün sünnetine aykırı bir durum varsa, bu durumda Allah Rasûlü'nün hadisi, benim görüşümdür.
2- “Hadis sahih olduğunda o benim mezhebimdir.”
3- “Allah Rasûlü’nden sabit olan sahih bir hadise rağmen benim ona ters bir söz söylediğimi görürseniz bilin ki aklım gitmiştir.”5
4- “Hangi âlimle münazaraya girdiysem onu yenmişimdir, fakat hangi cahille tartışmaya girdiysem de o beni yenmiştir.”
5- “Tek bir harfin bile bana isnat edilmemesi için herkesin bu ilmi öğrenmesini isterdim. Ben mağlup etmek için hiçbir kimseyle
münazaraya girmedim. Fakat iki elim üzerine hakkın izharı için gayret ettim.”
6- “Kitabımda Allah Rasûlü (s.a.v)'nin sünnetine ters bir şey bulursanız, Allah Rasûlü (s.a.v.)'nin sünnetiyle amel edin, benim görüşümü
bırakın.”6
7- “Hadis âlimleri tarafından benim görüşlerime aykırı olan sahih hadis rivâyet edilecek olursa, ben hadise muhalif olan görüşlerimden
2
el-Fevaidu’l-Mekkiye, 35.
el-Fevaidu’l-Mekkiye, 35.
4
Büceyrimi, el-Hatib, 1/51; Zuhaylî, 1/48.
5
İbn Ebû Hatim, Adabu’ş-Şâfiî, s. 93.
6
el-Mecmu, 1/63.
3
16
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------sağlığımda da, öldükten sonra da vazgeçtim.”7
8- “Benim görüşüm bana göre doğrudur, fakat yanlış olma ihtimali de vardır. Benim hâricimdekilerin görüşü de bana göre yanlıştır,
fakat doğru olma ihtimali de vardır.”
9- “Bilgiyi kanıtsız olarak talep eden kimse, gecele odun toplayan kişiye benzer. Sırtında taşıdığı odun demetinin içinde bir engerek
yılanı vardır. Yılan kendisini zehirlediği halde o bunun farkında değildir.”8
İmamın Hocaları
Mekke’deki Hocaları: İsmail b. Kustantin, Sufyan b. Uyeyne, Müslim b. Halid ez-Zenci, Saîd b. Salim, Dâvûd b. Abdurrahman ve
Abdulmecid b. Abdulaziz gibi zâtlardır.
Medine’deki Hocaları: Mâlik b. Enes, İbrahim b. Sad el-Ensâri, Abdulaziz b. Muhammed, İbrahim b. Ebi Yahyâ, Muhammed b. Saîd
ve Abdullah b. Nafii gibi zâtlardır.
Yemen’deki Hocaları: İmam, hadis ve fıkıh ilmini Metref b. Mazın, Hişâm b. Yusuf, Amr b. Ebi Salt ve Yahyâ b. Hisan’dan almıştır.
Irak’taki Hocaları: Hadis, fıkıh ve Kur’ân ilmini İmam Muhammed eş-Şeybani, Veki’ b. Cirah, Hammâd b. Usame, İsmail b. Ulbet ve
Abdulvehhab b. Abdulmecid gibi yüksek meziyetli ulemadan almıştır. Böylece İmam ilmini on dokuz âlimden almış oluyor.
İmamın Meşhur Olan Bazı Talebeleri
İlk olarak İmam Ahmed b. Hanbel
Hasan b. Sabbah ez-Zaferani
Hüseyin el-Kerabisi
Ebû Sevr İbrahim b. Halid el-Kelbi
Ebû’l-Abbas Ahmed b. Sureyc
Ebû İbrahim İsmail b. Yahyâ el-Muzni
Ebû Muhammed er-Rebi’ b. Süleyman el-Muradi
Er-Rebi’ b. Süleyman el-Cizi
Ebû Yakup Yusuf b. Yahyâ el-Buveyti
Ebû Hafs Harmele b. Yahyâ
Ebû Yusuf Yunus b. Abdilaala
Muhammed b. Abdullah el-Mısri
Abdullah b. Zubeyr el-Hamidi gibi içtihad derecesine ulaşmış daha birçok talebeleri bulunmakta idi. Bunların yanı sıra birçok kadının
da imamdan ilim tahsil ettiği rivâyet olunur. Şâfiî fukahası arasında meşhur olan İmam Muzni’nin kız kardeşi ‘Seyyide’ hanım onlardandır.
İmam Şâfiî mutlak bir müçtehid olup, fıkıh, hadis ve usulde imamdır. Ahmed b. Hanbel onun hakkında şöyle demiştir: “Şâfiî, Allah’ın
kitabı ve Rasûlü’n sünneti konusunda insanların en fakihi idi.”
Şâfiî Mezhebinin Usûlü
İmam delil olarak kitap, sünnet, icma ve kıyasa dayanırdı. İmam Şâfiî, Mâlikî ve Hanefilerin delil olarak aldıkları istihsan ve mesalihi
mürseleyi reddeder. Bağdat ahalisi ona ‘sünnetin yardımcısı’ lakabını vermişlerdi. İmam Şâfiî, sukûtî icmayı reddeder. Çünkü müçtehidlerin
bir konuda susması, onların açıklanan görüşe katıldıklarını gösterebileceği gibi, bu durum başka bir nedenden de kaynaklanabilir. İmam Şâfiî
istihsanı da reddeder. Hatta bu konuda ‘İbtalu’l-İstihsan’ adlı bir risale yazmıştır.
Şâfiî Mezhebine Göre Bazı Usul Meseleleri
a) Şâfiî mezhebine göre dinî hükümler daru’l-İslâm’da uygulanabileceği gibi daru’l-harbte de uygulanabilir.
b) Şâfiî mezhebinde sebep ile illet, farz ile vacip, fasid ile batıl aynı şeylerdir.
c) Şâfiî mezhebinde mekruh birdir o da tenzihi olan mekruhtur.
d) İmam Şâfiî önce fıkıh usûlünü kurmuş sonra furu’unu.
e) İmam Şâfiî’ye göre Allah bir şey emrettiği veya helâl kıldığı için güzeldir. Keza bir şeyi haram veya yasak kıldığı için kabihtir.
f) İmam Şâfiî’ye göre akıl ile nakil çatıştığında hüküm nakle göre verilir.
g) İmam Şâfiî’ye göre ahad haber am olan âyetleri tahsis eder.
h) İmam Şâfiî’ye göre hadis âyeti nesih edemez. Çünkü İmam Şâfiî’ye göre hadis Kur’ân’dan ayrı olarak melek vasıtasıyla gelen haber
olmadığı için âyeti nesih etmeye kabil değildir.
İmam Şâfiî’nin İstinbat Metodu
İmam Şâfiî istinbat kaidelerini tedvin eden ilk kişi olmaya lâyık olmuştur. Zira Arap dilini Kur’ân ve hadis ilmini inceden inceye
biliyordu. İmam Şâfiî tahsil etmiş olduğu fıkıhtan öncekilerin görüşlerini ölçecek ve sonrakilerin istinbatları için esas teşkil edecek en
yüksek içtihad derecesine ulaşmıştı. İmam Şâfiî’nin fıkıh usûlünü tedvin edişindeki öncülüğü konusunda fakihlerin cumhuru ittifak etmiştir.
İmam Şâfiî’nin İçtihad Metodu
İmam Şâfiî, bir hüküm istihrac ederken önce Kur’ân’a, sonra sünnet’e müracaat ederdi. Bu iki kaynakta hüküm bulamadığı meseleler
için icma’a müracaat ederdi. Bazen de ashabın ittifak ettiği kaviller ile hüküm verirdi. Mürsel hadisle amel konusunda ise şartlı davranırdı.
Râvisi güvenilir haberi vahidi kıyasa tercih ederdi. Kıyastan sonra örf ve adet de onun için hüküm kaynağı idi. İmam Şâfiî mesalihi mürsele
ve istihsanı delil kabul etmezdi.
İmam Şâfiî’nin İstihsana Karşı Çıktığı Deliller
1- Şer’î hükümler ya doğrudan nassa (âyet-hadis) veya kıyas yoluyla nassa dayanır. İstihsan bunlardan birsine dahil ise bunun için ayrı
bir terime ihtiyaç kalmaz.
2- Kur’ân’da Allah ve Rasûlü’ne itaat emredilmekte, nefsi isteklere uyulması yasaklanmakta ve anlaşmazlık çıktığı takdirde kitap ve
sünnete başvurulması istenmektedir.9
3- Allah Rasûlü (s.a.v.) istihsan ile fetva vermez, hevasından konuşmazdı. Allah Rasûlü’nün zıhâr meselesi ve la ilâhe illallah diyen
şahsı öldüren Usame’e olayında takındığı tavır bunun en bariz örnekleridir.
4- İstihsan bir kural, hak ile batılı karşılaştıracak bir ölçüsü olmadığından dolayı aynı konuda farklı birçok fetvanın ortaya çıkmasına
neden olur.
5- Eğer sadece akla dayanan bir istihsan anlayışı ortaya çıkarsa, o zaman kitap ve sünnetten habersiz olan kimselerin de bu metodu
kullanmaları caiz olur.10
İmam Şâfiî’nin dört halife gibi sözleri kabul edilebilen sahâbi kavli delil olarak aldığı, talebesi Rebi’ b. Süleyman el-Muradi tarafında
rivâyet edilir. İmam Şâfiî ahad hadisin delil alınması gerektiğini delillerle kanıtlar. İmam Şâfiî’nin dördüncü kaynak olarak kabul ettiği delil
ise kıyastır. İmam Şâfiî’nin kriterlerine göre sahâbeler arasında bir rivâyet hakkında ihtilaf olduğunda onunla amel etmeyip kıyasa
başvururdu.
7
Ebû Nuaym, el-Hilye, 9/107; İbn Kayyim, İ’lamu’l-Muvakiin, 2/363.
el-Karadavî, Ç. M. Fetvalar, 3/197.
9
Nisâ, 4/59; Ahzab, 33/36.
10
el-Umm, 6/271, Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkıh, 271.
8
17
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Alevilikle suçlanan ve 184 yılında Mecran’da baş gösteren bir ayaklamanın zanlısı olarak dönemin halifesi Harun Reşid karşısına
çıkarılan İmam Şâfiî, kendisine isnat edilen bu suça rağmen Ali oğullarına karşı beslediği muhabbetten vazgeçmemiş, onlara beslediği
muhabbeti bir şiirle ifade etmiştir. “Eğer Muhammed’in ehl-i beytini sevmek Rafızîlik ise cinler ve insanlar şahit olsun ki ben Rafızî’yim.”
İmam Şâfiî, iki sene Bağdat’ta ikamet ettikten sonra Mekke’ye döndü ve orada uzun süre kalıp ilim tedrisatına devam etti.
İmam Şâfiî’nin Vefatı
İmam Şâfiî, H. 30 Receb, 204/M. 821 yılında Mısır’da vefat etmiştir. İmam Muzenî, İmam Şâfiî’yi son günlerinde ziyaret edip
durumunu sorunca İmam şöyle cevap vermişti: “Vallahi bilemiyorum acaba ruhum cennete mi gidecek kutlayayım, yoksa cehenneme mi
gidecek başsağlığı dileyeyim?” Daha sonra başını yukarı kaldırarak şu anlamlı beyitleri irad buyurmuştur:
* ‫ولما قسا قلبى وضاقت مذاابى جعلت الرجا منى لعفوك سلما‬
* ‫تعاظمنى ذ نبى فلما قرنته بعفوك ربى كان عفوك اعظما‬
Kalbim sertleşip eklemlerim daralınca,
Bendeki ümidi affına merdiven kıldım.
Ya Rabbi, günahlarım bana ağırlık yaptı.
Senin affınla tartınca affını daha geniş buldum.11
Allah’ın rahmeti ve bereketi hepsinin üzerine olsun.
ÖLÇÜLER TABLOSU
Bir Mısır ziraı 46,2 sm.
Bir mil 400 zira veya 1848 m.
Bir fersah üç mil, o da 5544 m. eder.
Bir berid dört fersah o da 22176 m. eder.
Kasır mesafesi dört berid eder, o da 16 fersah eder o da 88. 704 km.ye tekabul eder.
Bir sa’ dört avuç demektir. Bu da 2176 grama tekabul eder.
Bir müd (avuç) 675 gr. demektir.
Bir Bağdat rıtlı 408 gr. eder.
Bir dirhem ortalama olarak üç gr. eder.
Bir miskal veya dinar 4.25 gr. eder.
Bir vesk 60 sa’ eder. 60 sa’ ise 653 kg. eder.
Bir fels üç gr. gümüş demektir.
Bir kıntar 2. 564 kg. demektir.12
BİRİNCİ BÖLÜM DİN
DİN VE KAPSAMI
Dinin Tarifi: Din, insanları iyliğe yöneltmek için yüce Allah’ın, elçileri vasıtasıyla bildirdiği emir, yasak ve hükümlerdir.
Sözlükte Din: Egemenlik, mülk, yönetim, gidişat, idare, hüküm ve deyn (ödünç) anlamlarında kullanılmaktadır. Nitekim bir hadis-i
şerifte Allah Rasûlü (s.a.v.) “akıllı kişi nefsine hâkim olandır” ‫ألعاقي من ىان نفسه‬13 buyurmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte ise “nasıl davranırsan, öyle karşılık görürsün”14 ‫ كما تدين تدان‬şeklinde, hâkimiyet ve ceza (karşılık), anlamında
kullanılmıştır.
Aynı kökten gelen ve yüce Allah’ın bir sıfatı olarak kullanılan “ed-Deyyan” yapılan işlerin karşılığını veren, kahreden ve hiçbir amelî
karşılıksız bırakmayan demektir.
Din kelimesi Arapça’da ceza, kahr, hal, adet, hesap manasında kullanılıp esasen millet ve şeriat anlamlarına gelir.
Din ıstılahta ise şöyle tarif edilmiştir: ‫“ ألدين وضع الهى سائق لذو العقول باختيارام المحموى بما او خير لهم فى الدارين بالذات‬Din, akıl sahibi
insanları kendi iradeleriyle bizzât iki cihanda hayırlı olan şeylere götüren ilâhî bir kanundur.” Din bu anlamda hem inanç hem de
amel konularını kapsamaktadır. Din akla hitap eder. Çünkü insanı sorumlu kılan akıldır ve din irade sahibi olan akıl sahibi kişileri muhatap
alır. Din, Allah tarafından insanların faydasına konulmuştur. Dolayısıyla Allah tarafından konulmamış bir din kabul edilmez. Din, insanı
dünya ve ahirette kurtuluşa götürür. Din ve türevleri olan kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de yüze yakın yerde tekrarlanmaktadır.
Din, müsteşriklerin dediklerinin aksine ne bir kalıntı ne bir üst yapı kurumu ne de bir medeniyetin unsurudur. Din, insanların kendi
aklının örünü değildir ancak ilâhî bir nizamdır ve ezelidir. Durum böyle olduğuna göre tek ve geçerli din İslâm’dan başkası olamaz. َ‫اِنَّ ال ّدين‬
15
ْ ‫ال ْسالَ ِم ىينًا فَلَنْ ي ْق َب َ ِم ْنه َوا َو ِفى ا‬
ْ ‫“ َو َمنْ َي ْبت َِغ َغي َْر ا‬Kim İslâm’dan başka bir din
‫هللا ا ِال ْسالَم‬
ِ ّ ‫“ ِع ْن َد‬Allah katında geçerli din İslâm’dır.” َ‫ال ِخ َر ِة مِنَ ْالخَاسِرين‬
ararsa, ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olur.”16
Din, tüm peygamberlerin ortak değeridir. Allah Rasûlü (s.a.v.) “biz peygamberler topluluğunun dini birdir; baba bir kardeşler gibiyiz”17
buyurmuştur.
Din, Kur’ân-ı Kerîm’de tevhid, hesap, hüküm, yönetim ve millet gibi manalarda kullanılmıştır.18
Din, her zaman için bir ilâhî ifade ve ona zaruri olarak itaati ve teslimiyeti gerektirir. Bu manada diyanet, dindarlık demektir. Yani o
ilâhî hükme kulluk etmek ve kanunlarına teslim olmak demektir. Maalesef bu kalıbın içinin boş olduğunu görmekteyiz. Din, diğer taraftan
irade ve akıl sahipleri arasında anlaşmazlıkları bir yana bırakıp toplumsal barışı sağlayan bir kanundur. Bununla yalnızca insanlar arasında
uyumu değil, insanlarla Allah arasında da bir uyum sözleşmesi vardır. Din sayesinde yaratıcının iradesi ile yaratılanın iradesi arasında bir
uyum sağlanmış olur. Herşeyin üstünde olan dinin muhafazası, temel bir vecibedir.
Din Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmekle ve kitabın hükümlerine teslimiyet göstermekle yaşanır. İnsan mal, can, akıl ve nesil gibi öz
değerini ancak dini yaşayarak teminat altına alabilir. Din aslında bir sistemin adıdır ve hayatın her alanına müdahildir.
Dindar ile dincinin farkı şudur. Dindar dinî bilgiye sahip olup samimi olarak dini yaşayıp ve yaşatandır. Dinci ise samimiyetten uzak ve
kendisi dini yaşamayıp ve yaşanmasını da önemsemeyerek başkasına pazarlayandır.
11
el-Umm, Giriş.
Zuhaylî, 1/125.
13
Tirmizî, Kıyamet; İbn-i Mâce, Zühd.
14
Buhârî.
15
Al-i İmran, 3/19.
16
Al-i İmran, 3/85.
17
Buhârî, Müslim.
18
3/19, 39/2, 30/32, 31/32, 1/4, 37/20, 56/86, 24/24, 12/76, 9/33, 61/9, 22/78,
Mukatil b. Süleyman, el-Vucuh ve’n-Nezair; Rağib el-Isfehani, Müfredat.
12
18
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Dinin Boyutları
Dinin ilişkili olduğu alanlar; din ile devlet, din ile dünya, din ile aile hukuku, din ile toplumsal kurumlar ve din ile ekonomi gibi birçok
alan bulunmaktadır.
Genel anlamda din beş boyutta gerçekleşir.
a) Dinin inanç boyutu: Dinin inanç boyutu ile dindar insanın belli inanç ilkelerini bileceği ve onlara inanacağı beklentisini ifade eder.
Çünkü birtakım temel inançlara dayanmayan bir din tasavvur edilemez.
b) Dinin pratik boyutu: Dinin pratik boyutu din mensuplarının yerine getirdikleri bütün dinî pratikleri içine alır. Çeşitli ayinler,
törenler ve İslâm’daki belli başlı ibadetler bu gruba dahildir. Aslında dinin şu iki boyutu birbiriyle çok yakından ilişkilidir. Çünkü imân ile
amelin birbirini tamamladığını, yani ne imânsız amelin ne de amelsiz imânın tek başına bir anlam ifade etmeyeceğini İslâm âlimleri ittifakla
belirtmişlerdir.
c) Dinin tecrübe boyutu: Dinin tecrübe boyutu ile dindar insan inandığı dinin tecrübi esaslarını, hayatının herhangi bir döneminde
yaşadığı âlemde bu tecrübe ile yolunu doğruladığı kolayca anlaşılır.
d) Dinin bilgi boyutu: Dinin bilgi boyutu ile bütün din mensuplarının bilmeleri istenen temel inanç ilkelerinin ve kutsal kaynaklarının
gösterdikleri doğrultuda amel etmeleri gerçeğidir.
e) Dinin etkileme boyutu: Dinin etkileme boyutu diğer boyutlardan farklıdır. Çünkü bu boyut ile birey olarak insanın dinî inancı,
pratiği, tecrübesi ve bilgisi bütün dünyevi sonuçları özetlemiş olmaktadır. Dinin bu boyutu insan-yaratıcı ilişkisinden çok insanlar arası
ilişkilerde ortaya çıkmaktadır. İnsanı beşeriyetten insanlığa ulaştıran en büyük etken mutlak olarak dindir. Çünkü insanın sosyal varlık
olabilmesi için onun din, hukuk, eğitim, siyaset ve devletin varlığına ihtiyaç duymasından kaynaklanmaktadır. Dinin yayılması ve
mensularının artması ve daha güçlü hale gelmesi için acilen teşkilatlanmaya şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır.19
DİNLERİN TASNİFİ
a) Hak Din: Allah tarafından vahiy yolu ile indirilen, peygamberler tarafından tebliğ edilen, insanların dünyada ve ahirette kurtuluşuna
vesile olan itikadî ve amelî nizama din denir. Allah katında hak din İslâm’dır. Peygamberimizin ve diğer peygamberlerin temsil ettikleri din
İslâm dinidir.
Semavî dinler, Âdem (a.s.) ile başlayıp Muhammed (s.a.v.) ile son bulan tevhid inancını telkin etmiştir. Semavî dinler arasında sadece
bazı ibadetler, beşeri münasebetler ve muameleler bakımından farklılıklar olmuştur. Bu da ayrı kültür ve medeniyetler oluşları, nüfus artışı
ve ihtiyaçların çoğalması ile ilgilidir. Bugün yeryüzünde gerçek din, ancak İslâm dinidir. ‫اال ْسالَم‬
ِ ‫هللا‬
ِ ّ ‫“ اِنَّ ال ّدينَ ِع ْن َد‬Şüphesiz, Allah katında din,
İslâm’dır.”20
b) Muharref Din: Bu dinler aslında geçerli din iken sonradan müntesipleri tarafında tahrife uğradılar. Bu dinler geçmiş peygamberlerin
dinleri (şeriatlarıdırlar). Her peygamberin şeriatı kendi döneminde geçerli idi. Fakat daha sonra gelen peygamberle bir önceki peygamberin
şeriatı değiştirildi. Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi. Tevrat, Zebûr ve İncil, kendi dönemlerinde, birer kutsal kitap olarak amel edilen metinler
iken, tarihi süreç içinde değişikliğe uğramışlardır. Bu üç kitaba topluca Kitab-ı Mukaddes denir. Kur’ân bu kitapların hükümlerini içine alır.
c) Batıl Dinler: Bunlar, herhangi bir kitabı ve peygamberi olmayan, insanlar tarafından uydurulup inanılan dinlerdir. Bunların kaynağı
vahiy değil, insandır. Mecusilik, Budizm, Satanizm, Putperestlik vs. Bunlar batıl ve kaynaksız dinlerdir. Bu dinlere inanmak küfürdür.
Aslında batıl dinler, hak dinlerin çeşitli nedenlerle bozulması sonucu ortaya çıkmıştırlar. İnsanlar hak dinden uzaklaştıkça yanlış ve batıl
inançlar yerleşmeye başlar.
HAK DİNLERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ
1- İslâm'ın en mükemmel bir din olması
2- Allah inancı
3- Melek inancı
4- Kutsal kitaplara inanmak inancı
5- Peygamberlik inancı
6- Ahiret inancı
7- Herkese eşit yükümlülük inancı: Yani herkese gücünün yettiği ölçüde yükümlülük getirilmesi gibi. Bütün ilâhî dinler bu ortak
özelliklere sahiptirler.
DİNİN ÖNEMİ
Din bir ihtiyaçtır. Dinsiz bir fert veya bir toplumun insanca yaşaması asla mümkün değildir. Tüm hak dinlerin kaynağı ilâhî vahiydir.
Dinin lügat manalarından birisi de borç (deyn) demektir.
Bundan dolayı kul her zaman yaratıcısına borçludur. Dolayısıyla dindar gerek ilâhî gerekse ibadi olsun borcunu vaktinde ödeyen kimse
demektir. Dinsiz ise borcunu ödemede imtina etmiş insan demektir. Allah Teâlâ insanı yaratmış, onu mükellef kılmış ve öncelikle yaratanını
tanımasını, onun varlığına ve birliğine imân etmesini istemiştir. İlâhî din bu tevhid akidesine istinat eder. İnsanın yaratılış sebebi de Allah
Teâlâ’yı tanıyıp ona kulluk (ibadet) etmesidir. Bu hususta Allah Teâlâ: ‫ون‬
ِ ْ ‫“ َو َما خَ لَ ْقت ْال ِجنَّ َو‬Ben cinleri ve insanları ancak bana
ِ ‫اال ْن َ اِ َّال لِيَعْبد‬
kulluk etsinler diye yarattım.”21
‫“ َواعْب ْد َربَّكَ َحتّى يَاْتِيَكَ ْاليَقين‬Sana yakin (ölüm) gelinceye kadar rabbine ibadet (kulluk) et!”22 buyurmuştur.
İSLÂM DİNİNİN KAYNAKLARI
İslâm dininde dünyaya ve ahirete ilişkin bütün bilgi ve hükümler ittifak edilen dört
kaynaktan elde edilir.
1) Müslümanların ittifakıyla delil kabul edilen kaynak kitab ve sünnettir.
2) Cumhurun ittifakıyla kabul edilen kaynak ise icma ve kıyastır. Mutezileden Nazzam ile bazı Hâriciler icmaı, Caferiler ile Zâhirler de
kıyası dinde delil olarak kabul etmezler.
3) Cumhurun ihtilaf ettiği meselelere gelince örf, istishab, istishan, mesalihi mürsele ve şer’u men kablena gibi meselelerdir.
Müçtehidler bunlar hakkında ihtilaf etmişlerdir.23 Bunların ilk ikisi (kitab ve sünnet) nakli delil, diğerleri ise akli delil olarak tanınmıştır.
Bunların izahı aşağıda sırayla açıklanmıştır.
a) Kitap: Kitap, Allah’ın, Rasûlü Muhammed (s.a.v.)’e indirdiği, mushaflara yazılıp bize kadar tevatüren nakledilen Kur’ân-ı
Kerîm’dir. Kur’ân inanç kitabı olmakla birlikte ibadet, ahlâk alanında ictimai, iktisadi ve sosyal alanda da hüküm süren bir kanun kitabıdır.
19
Din Sosyolojisi, s. 49.
Al-i İmran, 3/19.
21
Zariyat, 51/56.
22
Hicr, 15/99.
23
İbn Hazm, Usuli’l-Ahkam, 7/53.
20
19
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Bu vesile ile Kur’ân bu dinin temel kaynağıdır. َ‫َاب تِ ْبيَا ًنا لِك ِّ ش َْى ٍء َوا ًد َو َرحْ َم ًة َوب ْشر لِ ْلم ْسلِمين‬
َ ‫“ َونَ َّز ْلنَا َعلَيْكَ ْال ِكت‬Biz bu kitabı sana herşey için bir
açıklama, bir yol gösterme, bir rahmet ve teslim olanlar için bir müjde olarak indirdik.”24
ْ ‫“ َما فَر‬Biz kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık. Sonra rabbinize döndürüleceksiniz.”25
َ‫ب ِمنْ ش َْى ٍء ث َّم اِلى َربِّ ِه ْم يحْ شَرون‬
ِ ‫َّطنَا فِى ْال ِكتَا‬
26
َ‫ْب في ِه ا ًد لِ ْلمتَّقين‬
َ ‫“ ذلِكَ ْال ِكتَاب َال َري‬Şüphesiz bu kitap muttakiler için bir hidâyet kaynağıdır.”
Kitapla ilgili bilgi kitaplara imân bahsinde genişçe izah edilmiştir.
b) Sünnet: Kaynak olarak Allah Rasûlü (s.a.v.)’nin söz, fiil ve takrirleri bütün müçtehidlerce kabul edilmiştir. Bu konuda Allah Rasûlü
ّ ‫هللا اس َْوةٌ َح َسنَةٌ لِ َمنْ َكانَ يَرْ جوا‬
söz, fiil ve takriri ile ümmete örnek olmuştur. ‫هللا كَثيرً ا‬
ِ ّ ‫ول‬
َ ّ ‫هللاَ َو ْاليَوْ َم ْاال ِخ َر َو َذ َك َر‬
ِ ‫“ لَقَ ْد َكانَ لَك ْم فى َرس‬Ant olsun ki
Rasûlullah'da sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için en güzel örnekler vardır.”27
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Dünyanıza ilişkin işleriniz size aittir. (Onu siz daha iyi bilirsiniz). Dininize ilişkin işleri de ben
bilirim.”28
Sünnetin Dinde Hüccet Kabul Edilişi
Delil olma bakımında sünnet, mütevatir, meşhur ve ahad olarak tasnif edilmiştir. Mütevatir sünnetin hükmü şöyledir. Ahkamla ilgili
Allah Rasûlü’nden kati olarak rivâyet edilen mütevatir sünnetle amel etmek vaciptir. Ancak zanni bir lafızla gelen mütevatir sünnet
müstesnadır. Meşhur sünnet, sem’a ve zapt bakımında adil ve sağlam en az iki veya daha fazla kimse tarafından Allah Rasûlü’nden rivâyet
edilen sünnete meşhur sünnet denir. Meşhur sünnetin hükmü ise yakine yakın zanni bir delil teşkil eder. Kur’ân’da meşhur sünnetle mutlak,
takyid, am ve tahsis edilebilir. Ahad sünnete gelince ahad sünnet, Allah Rasûlü’nden bir kişinin rivâyet ettiği sünnettir. Ahad sünnetin
hükmü ise yakin değil ancak zannidir. Bunun içindir ki ahad sünnete akidevi hükümlerde itimad edilmez. Ancak bazı mezheblerde şartlı
olarak amelî konularda ahad sünnetle hüküm edilebilir. Ahad sünnetle hüküm verilip verilmeyeceğine dair kitabımızın içtihad bahsine
bakılabilir.
c) İcma: İcma, sözlükte, bir meselede iki veya daha fazla kişi tarafından görüş birliği yapmak ve ittifak etmek demektir.29 Istılahta ise
‫او اتفاق جميع المجتهدين من المسلمين فى عصر من العصور بعد وفاة النبي على حكم شرعى‬
Anlamı: “İcma, Peygamberimiz (s.a.v.)’in vefatından sonra ümmetinden olan müçtehidlerin herhangi bir asırda şer’î hükümler hakkında
görüş birliğine varmalarıdır.” Bu tarifen anlaşılacağı üzere ne Medine’nin ne Mekke’nin ne Mısır’ın ne de Kûfe’nin ve ne ehl-i beytin ne de
yalnız halifelerin icmaı şer’î icma sayılmaz. Bu tanıma göre icmada şu şartlar aranmaktadır.
1- Delillerden dinî hükümler çıkarma yeteneğine sahib müçtehid olmayanların ittifakı dinî bir hüccet olmaz.
2- İcma, bir asırdaki bütün müçtehidlerin ittifakı olmadan gerçekleşmez. Bir müçtehid dahi meseleye muhalefet ederse icma düşer.
3- Müçtehidlerin ittifakı, dinî bir meselenin hükmü üzerinde ilk fikir belirtildiği ve ilk fikir birliği meydana geldiği zaman aranır. Yani
sürekli ve ümür boyu ittifak şart değildir.
4- İcma, ancak dinî bir meselede olur. Dinî olmayan konularda bilginlerin ittifakı, icma değildir. Bu şartlar yerine geldiği zaman icma
dinde delil olur.
5- Bir bölgenin veya bir grubun icması olmaması gerekir.
İmam Şâfiî’ye göre asıl icma sahâbilerin ve ümmetin icmasıdır. Bu nedenle mezheplerin icması, bölgeler icması veya gruplar icması
gibi icmalar bütün Müslümanları bağlamaz ve içtihadda söz hakkına sahip olmayanların icması da dinde görüş birliği sayılmaz. Çünkü icma,
yakin bir hüküm ifade eden şer’î bir hücettir. İcmanın bir hüccet olduğu âyetler ve hadislerle sabittir.
ْ ‫ق الرَّسو َل ِمنْ بَ ْع ِد َما تَبَيَّنَ لَه ْالهد َويَتَّبِ ْع َغي َْر َسبي ِ ْالمؤْ مِنينَ ن َولِّه َما ت ََولّى َونصْ لِه َجهَنَّ َم َو َسا َء‬
Âyetle delil: ‫ت َمصيرًا‬
ِ ِ‫“ َو َمنْ يشَاق‬Her kim kendisine hak zâhir
olduktan sonra Peygambere muhalif bir vaziyet alır ve mü’minlerin yollarından başkasını takip ederse biz onu kendi haline bırakır ve
cehenneme atarız. O ne fena gidiştir.”30
Hadisle delil: “Ümmetim, delalet üzerine icma etmez.”31 Hadisi bize müçtehidlerin şer’î bir hükümde hatadan uzak ve hakka yakın bir
şekilde ittifak etmeleri durumunda, uyulması vacip bir hüccet olur. Amidi, İmamü’l-Haremeyn, Esnevi ve İbn Hacib gibi bazı fukahaya göre
icmayı inkâr etmek küfürü gerektirmez. Ancak beş vakit namaz ve oruç gibi ibadetlerin veya tevhid, risalet ve nübüvet gibi vücûbu kati olan
itikadî bir hüküm üzerine olan icmayı inkâr etmek müstesnadır.32
Günümüzde İcma Mümkün Müdür?
Mutezileden Nazzam ve Hâricilerden bazıları hariç fakihlerin cumhuruna göre günümüzde icma mümkündür. Dinî meselelerin
çözümünde içtihadın kapısı açık olduğuna göre meydana gelebilecek asri meseleler için asrın âlimlerinin bir hüküm üzerine icma etmeleri de
mümkündür. Hele dünyanın bu denli küçüldüğü, ulaşım ve iletişimin rahatlıkla sağlanabildiği günümüzde İslâm diyarındaki asrın ulemasının
her altı ayda veya yılda bir kez bir vecibe gereği toplanıp günün meseleleri üzerinde tartışıp icma etmeleri, geçmiş asılara göre daha kolay ve
mümkündür.
Sahâbe döneminde icmanın vaki olduğuna dair cumhur görüş beyan etmiştir. Meselâ Kur’ân’ın bir mushafta toplatılması, nineye
mirastan altıda bir pay verilmesi, kabz etmeden önce gıda maddesinin satılmaması, gasp edilen eşyanın kıymeti veya misliyle zamin olunup
ödenmesi, Müslüman bir kadının gayri müslim bir kimseyle evlenemeyeceği, mehir zikr edilmeden nikâh aktinin sahih olacağı, evlilikte
zevce ile halasının veya teyzesinin bir arada tutulamaması gibi sahâbe tarafından üzerinde icma edilmiş birçok şer’î mesele bulunmaktadır.33
İcma Sarihî ve Sukûti olmak Üzere İki Kısma Ayrılır
a) Sarihî icma: Sarihî icma herhangi bir zamanda ve bir mekanda bütün müçtehidlerin bir meselenin hükmüne dair görüşlerini tek tek
açıklamaları suretiyle ortaya çıkan fikir birliğidir.
b) Sukûtî icma: Sukûtî icma herhangi bir meselede birkaç müçtehidin görüş belirttikten sonra bu görüşe mutali olan o devirdeki diğer
müçtehidlerin açık şekilde bu görüşe katılma veya itiraz beyanında bulunmaksızın sukût etmeleridir. Şâfiîler ile Mâlikilere göre sukûtî icma
ne delil ne de icma kabul olur. Ancak Hanefilerle Hanbelilere göre sukûtî icma hem delil hem de icma kabul edilir.
Usul ulemasına göre icma aktedilmiş olan bir asırdan sonra tekrar aynı mesele üzerine bir icma vuku bulursa, bu ikincisine itibar
edilmez. Çünkü ikinci icma, birincisini nesh etmiş olur ki Allah Rasûlü (s.a.v.)’in irtihalinden sonra nesih yoktur.
d) Kıyas: Kıyas, sözlükte iki şeyi birbiriyle ölçmek veya karşılaştırmaktır. Istılahta ise ‫القياس او اظهار مث حكم معلوم فى معلوم اخر ال شتراكهما فى‬
‫“ علة الحكم عند المثبت‬iki bilinen şeyden birinin nassla sabit olan hükmünü, aralarındaki müşterek illetten dolayı diğerinde de izhar etmektir.”
24
Nahl, 16/89.
En’am, 6/38.
26
Bakara, 2/2.
27
Ahzab, 33/21.
28
İbn-i Mâce.
29
el-Ahkam fi Usuli’l-Ahkam, İbn Hazm, 1/62
30
Nisâi, 4/115.
31
İbn-i Mâce, Fiten.
32
Zuhaylî, el-Veciz Fi Usulu Fıkıh, s. 50.
33
İbn Hazm, Meratibu’l-İcma.
25
20
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------ْ ‫او رى الفرع الى ا‬
İmamu’l-Haremeyn el-Cuveyni (ö. 478), Verekât adlı eserinde kıyası şöyle tarif etmiştir. ‫ال ص فى الحكم بعلة تجمعهما‬
“Kıyas, ortak bir illetle ikisini cem edecek fer’in asle haml edilmesidir.”34
Kıyas ile yeni bir hüküm konulmuş olmaz. Ancak kıyas ile Kur’ân ve sünnet tarafından konulmuş, fakat gizli olan bir hüküm ortaya
çıkarılmış olur.
Kıyasla İlgili Birkaç Örnek:
35
a) Kur’ân’da َ‫سلَف‬
َ ‫“ َواَنْ تَجْ َمعوا بَيْنَ ْاال ْختَي ِْن اِ َّال َما قَ ْد‬İki kız kardeşi bir nikâh altına almak yasaklamıştır.” Allah Rasûlü buna kıyasen
“kadının halası veya teyzesi kendisiyle birlikte bir nikâh altına alınmaz”36 buyurmuştur.
b) Varis, murisini öldürdüğü zaman, mirasdan mahrum olur. Bu hüküm “katil, mirasçı olamaz” hadisiyle sabittir. Mirastan mahrum
olmanın illeti, bir an önce mirasa sahip olma isteğidir. Buna kıyasla bir kimse kendisine vasiyet edeni öldürünce mirastan mahrum olur.
Çünkü katil bu öldürme ile bir an önce maktulun vasiyet ettiği mala kavuşmayı murad etmiştir.
c) İbn Abbas’ın nakline göre bir adamın gelip Allah Rasûlü (s.a.v)’e: “Babam İslâm’a girmiş, hac kendisine farz olmuştur, ancak çok
yaşlı olduğundan bineğe binme imkânına sahip değildir, bu durumda ben onun yerine hac yapabilir miyim? sorusu üzerine Allah Rasûlü
bedenî ibadet olan haccı, kul hakkına kıyasla şöyle buyurdu: Babanın büyük çocuğu sen misin? Adam, evet dedi. Bilmez misin? Babanın bir
borçu olsa, sen ödediğinde o borç babandan sakıt olmaz mı? Adam, elbette dedi. Allah Rasûlü (s.a.v): “O zaman babanın yerine hac yap”37
buyurdu.
d) Hz. Ömer oruçlu bir kimsenin eşini öpmesi hakkında sorarken Allah Rasûlü (s.a.v.) kıyas yaparak şöyle buyurdu: “Oruçlu iken
ağzına su vermende herhangi bir zararı var mıdır? Hz. Ömer, hayır dedi. Allah Rasûlü (s.a.v.) o zaman bu endişen nedir?” diye buyurdu.
e) Karısı siyahi bir çocuk doğuran bir kişi Allah Rasûlü’ne çocuğun kendisine ait olup olmadığına dair endişelerini dile getirip şikâyet
edince Allah Rasûlü (s.a.v.) kıyas yaparak şöyle buyurdu: “Senin develerin var mıdır? diye adama sordu. Adamın, evet demesi üzerine
renkleri nedir? diye sordu. Adam, kırmızı dedi. Hiç siyah doğuran var mıdır? Adam, evet dedi. Allah Rasûlü niçin dedi. Adam, bir
ırktan/damardan gelmiş olabilir, dedi. Allah Rasûlü (s.a.v.) adamın endişelerini gidererek, bu da soyunun bir damarına çekmiş olabilir,” diye
buyurdu.38 Gerek Allah Rasûlü (s.a.v.)’in gerekse sahâbenin bunun gibi birçok konuda kıyasla hüküm verdikleri bilinmektedir.
Kıyasın Kısımları
Kıyas, derece itibarıyle üç kısma ayrılır:
1- Evlâ Kıyas: Bu fer’deki illetin aslındaki illetten daha kuvvetli olduğu kıyastır. Meselâ ‫“ فَ َال تَق ْ لَه َما افٍّ َو َال تَ ْنهَرْ ا َما َوق ْ لَه َما قَوْ ًال كَري ًما‬Anne
babana öf bile deme ve onları mahrum etme ve onlara keremli söz söyle.”39 âyeti, ebveyne öf bile demeyi haram kılmaktadır. Bu hükmün
illeti eziyettir. Dolayısıyla ebeveynin dövülmesi, öf demeye göre daha ileri olduğu için daha kuvvetli bir kıyasla haram olmuş olur.
2- Müsavi Kıyas: Bu fer’deki illetin asıldaki illete eşit olduğu kıyastır. Meselâ, ‫ال ْاليَتَامى ظ ْل ًما اِنَّ َما يَاْكلونَ فى بطونِ ِه ْم نَارً ا‬
َ ‫اِنَّ الَّذينَ يَاْكلونَ اَ ْم َو‬
‫“ َو َس َيصْ لَوْ نَ َسعيرًا‬Yetimlerin malını haksız olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş doldurmuş olurlar ve onlar saire uğrayacaklardır.”40
âyeti, yetim çocukların malını haksız olarak yemeyi haram kılmaktadır. Hükmün illeti ise çocuğun malını telef etmektir. Yetimin malını
haksız yere yakmak ise haksız yemeye, illet bakımında eşittir. Bu sebeple çocuğun malını haksız yere yakmak veya telef etmek de haram
olur.
3- Edna Kıyas: Bu fer’de illet olan vasfın, asılda illet olan vasıftan daha düşük olduğu kıyastır. Meselâ bazı içkilerdeki iskar vasfı
şaraptaki iskar vasfından daha az açıklıkta bulunur. İşte böyle bir maddenin şaraba kıyaslanarak haram kılınışı edna kıyastır.
İslâm hukukunda kitap, sünnet ve icmadan sonra dördüncü delil kıyastır. Ancak kıyas diğer deliller gibi kesin bilgi ifade etmez. Kıyas
üç mezhep imamına göre kuvvetli delil kabul edilirken İmam Ahmed b. Hanbele göre zorunlu bir hal olmadıkça kıyas delil kabul edilmez.
Zâhiriler ile Caferiler kıyası red ederler.41 Bazı müçtehidlere göre bahsi geçen dört esastan başka İslâm’da delil olarak kabul edilen şu
kaynaklarda vardır.
c) Örf: Örf, toplumda teamül edilen, tanınıp benimsenen, alışkanlık haline gelen ve hakkında yasaklayıcı nas bulunmayan güzel
davranışlardır.
Kur’ân ve sünnetle çelişen örfler geçerli olmayıp İslâm’da bağlayıcı tarafları da yoktur. Meselâ günümüzde insanlar arasında faizcilik,
içki, açılıp saçılma, ticari kuralları aşma, zaruri olmayan bazı menhiyatlar gibi toplumun damarlarına girmiş birçok ahlâk bozucu, gayri
meşru örf ve adetler, merduttur.
Hakkında nas bulunan dinî meselelerde örf geçersizdir. Zamanların değişmesiyle değişen hükümler nas üzerine kurulmayan
hükümlerdir. Nas üzerine kurulan hükümler, zamanın ve örflerin değişmesiyle asla değişmezler. Ancak örf üzerine kurulan hükümler
zamanın değişmesıyle değişebilirler. 42
Fakihler genelde örf ve adeti aynı manada kullanırlar ve şu şekilde tarif ederler: “İnsanlar arasında alışkanlıkla yapılagelen ve
aklıselimin güzel kabul ettiği şeydir.” Şâfiîler’den Şirazî ve Subkî gibi bir kısım fukaha amelî örfü huccet kabul etmemişlerdir. Onlara göre
insanların amelî dinde huccet değildir ve din insanların adetleri üzerine kurulmamıştır.43
Örf İki Kısma Ayrılır:
a) Kavli Örf: Bu bir toplumun herhangi bir kelimeyi veya bir cümleyi alışkanlık haline getirip devamlı olarak sözlük manasından başka
bir manada kullanmalarıdır. Meselâ sobayı yak, kapıda dur, dünya sıcaktır tabirler gibi. Sobayı yak yani sobanın içindeki yakacağı yak
demektir. Kapıda dur yani kapının dış kısmında dur demektir. Dünya sıcaktır yani içinde bulunduğumuz bölgenin iklimi sıcak demektir.
b) Amelî Örf: Bu da herhangi bir topluluğun bir işi, bir hareketi belli bir şekilde devamlı olarak yapmalarıdır. Meselâ karşılıklı rızaya
delalet eden fiili tebadül (takas) tarzındaki alışveriş (teati bey’i), sipariş üzerine sanata dayalı işler, mevatı ihya etmek için bazı işaretlerin
konulması gibi birçok örneği vardır.
c) Umumi Örf: Bu bütün bölgelerde insanların üzerinde birleştikleri genel bir örftür. Meselâ bütün bölgelerde insanlar, içerisinde kalış
müddeti ve harcanan su miktarı tayin edilmeksizin hamamlara girip yıkanmayı bir adet haline getirmişlerdir. Bu adet cumhurca meşru kabul
edilmiştir. Aynı şekilde bütün bölgelerde insanlar sipariş suretiyle bazı eşyaları yaptırmayı adet haline getirmişlerdir. Bu akit şekli de
fukahanın çoğunluğunca kabul edilmiştir. Hatta Hanefiler bu örf karşısında kıyası terk ederler.
Örfün Hüccet Oluşu
Müçtehidler, örf ve âdeti hükümlerin istinbat kaynaklarından biri olarak kabul etmişlerdir. Meselâ ‫وف‬
ِ ‫َو َعلَى ْال َموْ لو ِى لَه ِر ْزقهنَّ َو ِكس َْوتهنَّ ِب ْال َمعْر‬
34
Cuveyi, Verekât.
Nisâ, 4/23
36
Buhârî, Nikâh
37
Buhârî, Hac; Müslim, Hac; Ebû Dâvûd, Menasik; Nesâî, Menasik.
38
Zuhaylî, el-Veciz, 60.
39
İsra, 15/23.
40
Nisâ, 4/10.
41
A. Kerim Zeydan, el-Veciz, 148; İbn Hazm, Ahkamu’l-Usul, 7/53.
42
Karrafi, el-Furuk, 1/176; el-Veciz, 258.
43
İlm-i Hilaf, 116.
35
21
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------“Annelerin maruf vech ile (örf ve adete göre) yiyeceği, çocuk kendisinin olana (babaya) aittir.”44 ‫وف‬
ِ ‫“ َو َمنْ َكانَ َفقيرًا َف ْليَ ْاك ْ بِ ْال َمعْر‬Kim fakir ise
örfe göre yedirsin.”45 gibi âyetleri örf ve adetin şer’î bir delil olduğunu göstermektedir.
Keza şari’ Arapların İslâma aykırı olmayan bazı örflerini meşru saymıştır. Meselâ mudarebe şirketi İslâm’dan önce de vardı. Bu
şekildeki şirket akti İslâm’da da devam ettirildi. Meselâ şahsın yanında hazır olmayan bir şeyin satılması yasaklandı. Ancak Medineliler
yanında örf olarak cereyan eden selem akti yasaklanmadı.
a) İstihsan: İstihsan bir şeyi güzel bulmak demektir. Hanefilere göre istihsan, kıyası terk edip insanlar için en uygun olanı almaktır.
Onlara göre şahıs veya toplum bir meselede sıkıntıya düşünce müsamaha, kolaylık ve ruhsatlarla amel edebilir. Örneğin yırtıcı kuşların
artığı, yırtıcı diğer hayvanlara kıyas edilmeyerek, tersine gagaları temiz olduğu için insana kıyas edilerek artıkları temiz kabul edilmiştir ve
yine Allah Rasûlü: “Bana ve ehl-i beytime zekât helâl değildir.”46 buyurmuştur. Fakat Ebû Hanife ve Mâlik devlet tarafından onlara maaş
verilmediği için Haşimoğullarına zekât verilebileceğine dair hüküm vermişlerdir.
Hanefî fukahası kendi devirleri ile daha önceki imamların devirlerindeki şartlar arasındaki değişikliği dikkate alarak Kur’ân-ı Kerîm
öğretimi, imamlık ve müezzinlik gibi bazı diğer ibadetler karşılığında ücret alınabileceğine fetva vermişledir. Bunun gibi daha birçok örnek
gösterilebilir.
İmam Şâfiî başta olmak üzere tüm Şâfiî fukahası istihsanı şiddetle red ederler. Onlara göre şeriatın hükümleri ya naslara dayanır ya da
kıyas yoluyla naslara hamledilir.47 Şâfiîler birçok âyet ve hadisi delil göstererek istihsanın dinde delil sayılamayacağını savunmuşlardır. ‫َو َما‬
ّ ‫لى‬
‫ض َال ًال مبينًا‬
َ َّ ‫ض‬
َ ‫هللا َو َرسولَه فَقَ ْد‬
َ َ‫“ َكانَ لِمؤْ ِم ٍن َو َال مؤْ ِمنَ ٍة اِ َذا ق‬Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği
َ ّ ِِْ‫هللا َو َرسوله اَ ْمرً ا اَنْ يَكونَ لَهم ْال ِخيَ َرة ِمنْ اَ ْم ِراِ ْم َو َمنْ يَع‬
zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.”48
İmam Şâfiî, ‘istihsan dinde delil kabul edilseydi usulden bihaber bazı ilim ehli güzel gördükleri şeyleri mubah kabul edip amel etme
imkânına sahip olmuş olurlardı’ demiştir.
b) Maslahat: Maslahat, kamu yararına olana güzel imkân sunan, dinde zorunlu hale gelen, insanlara yarayan veya zararı def eden, fakat
geçerli veya geçersiz olduğuna dair belirli bir delili bulunmayan ve insanlara kolay gelen bir davranıştır. Şâfiîlere göre maslahat istihsandan
sayıldığı için red edilmiştir ve Ali (r.a.)’ın, “ben maslahatla amel etseydim mestin üstüne değil altına mesh ederdim” sözünü delil kabul
etmişlerdir.
Edille-i şer’iye dediğimiz dört esas olan Kur’ân, sünnet, icma ve kıyasdan başka birkaç madde daha bulunmaktadır. Bunların bir kısmını
yukarıda açıklamış olduk, bunlara ekleyeceğimiz bazı maddeler de vardır. Örneğin önceki peygamberlerin şeriatı, sahâbe sözü ve istishab
gibi. Fakat ilk dört delil, müçtehidlerin ittifakıyla kabul edilmiştir. Diğerleri ise bazı müçtehidler kabul etmişler, diğer bazı müçtehidler ise
red etmişlerdir.
Sahâbe Mezhebi
Sahâbe mezhebinden maksat tüm içtihadi görüşler ve Allah Rasûlü’nün ashabından sabit olan fıkhî fetvalar demektir. Allah Rasûlü
(s.a.v.) tarafından gelen tevkifi hükümlerde re’ye ve içtihada mecal olmadığı için sahâbenin kavlini hücce kabul etme hususunda ihtilaf
yoktur.
Keza sahâbenin icma ettiği hükümlerde de ihtilaf sözkonusu değildir. Ancak şer’î delil kabul edilip edilmediğine dair ihtilaf, tabiin ve
sonrakilere göre sahâbenin mahz içtihadle olan fetvalarında sözkonusudur. Sahâbenin kavliyle amel konusunda müçtehidler iki ayrı görüşe
sahiptirler.
Birinci görüş sahâbenin mahz içtihadı mutlak delil kabul edilemez görüşüdür. Bu da Şâfiîlerin, Eş’arilerin, Mutezile ve Şianın
görüşüdür. Dayandıkları delil ise şudur. Sahâbe sözü, yalnız kendilerini bağlayan mücerred bir görüşten ibarettir. Diğer müçtehidler gibi hata
ve sehiv içerebilen, masum olmayan bir içtihaddır. Çünkü tabiilerin sahâbe içtihadına muhalif görüşlerine rastlamak mümkündür. Şâyet
sahâbe sözü başkasına hüccet olsaydı tabiinlere bu içtihada mesağ olmayacaktı. Meselâ Hz. Ali’nin içtihadında evladın ebeveyne şaditliği
sahih kabul edilirken, kadı Şurayh bir muhakemede Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ı kendisi için şahid göstermesini red etmiştir. Dolayısıyla Ali’ye
muhalefet etmesi bunun delilidir. Keza çocuğun süttn kesilme konusun’da Mesruk’un İbn Abbas’a muhalefet etmesi, Enes b. Mâlik’in
sorulan bazı meselelerde bu konuyu mevlamız Hasan el-Basrî’ye sorunuz demesi sahâbe sözünün başkası için hüccet olmadığını
göstermektedir.
İkinci görüşün dayandığı delil ise şöyledir: Sahâbe diğerleri gibi her ne kadar içtihadda hata yapmaya müsait iseler de kamil bir ilim,
adalet, Peygamberin tasarrufatına şahid olmaları ve şeriatın mekasıtları hakkındaki bilgilerinden dolayı galip olarak hakka ve savaba
muvafık hüküm verirlerdi. Netice olarak sahâbenin re’yi başkasına tercih hususunda bize daha evlâdır. Ancak kitab ve sünnet gibi amelin
vücûbuna şer’î delil teşkil etmez.49
Şer’u Men Kablena
Tanımı: Şer’u men kablenadan maksat enbiya ve rasûllerin üzerine indirilen ve bizden önceki ümmetlere teşri edilen hükümler
demektir. Fıkıh usûlü ilminde şu ifadelerle yer almaktadır. -‫شرائع من قبلنا شريعة لنا اذا قلها هللا ورسوله – وبتعبير اخر شريعة من قبلنا شريعة لنا ما لم تنسخ‬
Bilindiği üzere bütün peygamberlerin getirdikleri dinlerde itikad açısında pek farklılık olmamıştır. Ancak farklılıklar ibadet, muamelat
ve ceza konularında olmuştur.
Fakat önceki şeraitlerin bizim için bağlayıcı olup olmaması konusunda ulema ihtilaf etmiştir. Bu ihtilafa değinmeden önce ihtilaf
mevzusunu beyan etmekte fayda görmekteyim.
Bizi ilgilendirip ilgilendirmeyeceği konusunda öncekilerin şeriatı hüküm bakımında üç kısma ayrılır.
Genel Hükümler
a) Diğer semavî dinlerde olup da ne kitabımızda ne de sünnette zikri geçmeyen bazı hükümler. Bu hükümler fukahanın ittifakıyla bizi
bağlamaz.
b) Kitab ve sünnette geçtiği halde bizim için hükmünün baki kalıp kalmadığına dair müçtehidlerin ihtilaf ettiği hükümler. Örneğin “Biz
onda (Tevrat), onların üzerine yazdık: Can'a can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve (bütün) yaralara (karşılık da) kısas
vardır. Ama kim bunu sadaka olarak bağışlarsa o kendisi için bir kefârettir. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim
olanlardır.”50
Hanefilere göre bu hüküm bize de intikal etmiştir. İmam Şâfiî de bu âyetin şumülü ile ilgili “ben bu âyetin bu ümmet hakkında da
hüküm sürdüğüne dair bir ihtilaf görmuyorum” der.51 Diğer bazı fukahaya göre ise bu hükmün bizim için şer’î ve bağlayıcı bir tarafı
44
Bakara, 2/233.
Nisâ, 4/6.
46
Müslim, Zekât.
47
el-Umm, 6/276; er-Risale, 221.
48
Ahzab, 33/36.
49
Zuhaylî, el-Veciz, s. 105.
50
Maide, 5/45.
51
Ahkamu’l-Kur’ân li Şâfiî, 1/280-281.
45
22
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------yoktur.52
Sonuç olarak ben şu kanaatteyim ki bu âyet her iki görüşe göre de bizim hakkımızda mamuldur. Çünkü başka deliller bunu destekler
mahiyettedir. Meselâ “Öldürülen için size kısas hakkı vardır.”53 âyeti ile “Kimin öldürülen bir yakını varsa o şu iki tercih arasında
muhayyerdir. Ya fidye almayı ya da kısas uygulamayı hak eder.”54 hadisi buna delildir. Başka bir hadiste “Kim ki ona kan veya yara isbet
ederse o şu üç şey arasında muhayyerdir. Ya kısas ya diyet ya da afetmek.”55
Bu naslardan da anlaşılacağı üzere bizden öncekilere teşri edilen kısas âyetinin hükümleri bizim şeriatımızdaki başka delillerle bizim
hakkımızda da sabit olur.56
c) Allah’ın kitabında ve Rasûlü’n sünnetinde varid olmayan hükümler. Bu tür hükümler ihtilafsız olarak bizim için şeriat sayılmazlar.
d) Allah Teâlâ kitabında zikretmiş veya Allah Rasûlü’nün sünnetinde gelmiş hükümler. Bu da dört kısma ayrılır.
1- Bize nisbetle delil kaim olan hükümler. Bu da ittifakla bizim için şeriat kabul edilip ona göre amel etmemizi gerektiren hükümlerdir.
Yani neshedilmeyip Kur’ân veya sünnette yer alan, aynen veya değişitirilerek yürülükte kalan hükümler. Bu hükümler, önceki ümmetlere
farz kılındığı gibi ihtilafsız bize de farz kılındığına dair naslarla kaim olan hükümlerdir. Örneğin farz olan namaz, oruç, hac, zekât ve kurban
gibi. Bu hükümler genel manada tüm ümmetleri kapsar.
2- Kur’ân’da kıssa edilen veya Rasûlü’n diliyle zikredilen ve bizim için ne inkâr ne de ikrar edilmeyen, keza şeriatımızda onun neshine
ve kaldırılmasına dair herhangi bir delilin bulunmayan ihtilaflı hükümler. Örneğin yukarıda geçen organlardaki kısasla ilgili hükümler gibi.
Meselâ Maide 45. “Orada (Tevrat’ta) cana can, göze göz, kulağa kulak…yazdık.” âyetine dayanarak gayr-i müslim birini öldüren bir
müslümanın kısas yoluyla öldürüleceğini istidlal etmişlerdir.
3- Diğer ümmetlerde olduğu gibi bu ümmette de mevcüd olup ancak değişikliğe uğratılmış hükümler. Meselâ diğer ümmetlerin
şeriatlarında elbisenin necis olan kısmının kesilip atılması gerekirken bizim şeriatımızda üç defa yıkamakla temiz sayılmıştır. Meselâ önceki
şeriatlarda malın dörtte birinde zekât gerekirken bizim şeriatımızda kırkta bir veya onda bir teşri olunmuştur. Meselâ diğer ümmetlerdeki
tevbe şekli, tayin edilen mekanın dışındaki namaz kılmanın caiz olmaması, gerek kasten gerek hataen adam öldürene kısasın uygulanması ve
ganimet gibi meseleler sayılabir.
4- Hakkımızda nesh edildiği ve bizden hükmü kaldırıldığı ittifakla kabul edilen hükümler. Örneğin İsrailoğullarına haram kılınan bazı
etler, cumartesi günü alışverişin yasak olması, namazda ellerini boyunlarına bağlamaları ve kendilerini ibadete bağlamak maksadıyla
boyunlarına zincir ve ağır cisimler bağlamaları gibi İsrailoğullarının taşıdıkları bazı zorlukları İslâm kaldırıp onun yerine kolalığı
getirmiştir.57
Bu konunun açıklaması şöyledir: Ey Muhammed, Mekke kâfirlerine de ki: "Allah’ın bana vahyetiği Kur’ân'da, herhangi bir insan için
haram kılınmış bir şey göremiyorum. Ancak yenilmesi istenen şey lâşe veya akan kan olursa, yahut domuz eti olursa onu haram kılmıştır.
Çünkü domuz, pislik yemeğe alıştığı için onun eti pis ve necistir. Veya dikili taşlar üzerine yani putlar adına kesilen hayvan gibi Allah'tan
başkasının adı anılarak kesilen hayvanlar benzeri bir fısk olursa, bunları haram kılmıştır. Putlar adına kesildiği için, sanki fıskın kendisi
olmuş gibi mübalağalı bir mana ifade etmek maksadıyla bu hayvana "fısk" denilmiştir.
“De ki: Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten
murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum… Yahudi olanlara her tırnaklı
(hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını
da onlara haram kıldık. Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları nedeniyle onları böylece cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru
olanlarız.”58
Müfessir Ebû Hayyan bu âyetin tefsirinde şöyle der: “Bunlar Allah’a iftira ederek şöyle dediler: Bizim haram kıldığımız şeyler ancak
Allah’ın haram kıldığı şeylerdir.” Bu iftiraya karşı Allah Teâlâ onlara haber vermek üzere Peygamberine şöyle emretti: “Haram kılmak
ancak vahiy ve şeriatla mümkün olabilir. Heva ve nefisle Allah ile ihtilafa düşmekle değil.59
Ebû Suud ise bu âyetin tefsirinde şunları demektedir. “Bu bir ilandır ki helâl ve haram kılma kaynağı vahiydir. Allah Rasûlü (s.a.v.)
kendisine vahyedilene tabi olmuş ve haramları açıklayarak şöyle buyurmuştur: “Ben, bana vahyolunan haram ile onların kendilerine haram
kıldıkları haramı araştırdım, fakat bir alaka bulamıyorum.”60 De ki: Bana vahyedilenler arasında, sizin haram dediklerinizi –ki yiyecek kişi
için murdar olduklarından dolayı- ölüden, dökülen kandan, domuz etinden -ki pistir- ve Allah'tan başkası adına kesildiği için fısk olandan
başka haram bir şey bulamıyorum. Haddi aşmamak ve istemeyerek, kim de bunlardan yemeye mecbur kalırsa, muhakkak ki rabbin
Ğafûr'dur, Rahim'dir.”
Allah Teâlâ kulu ve elçisi Muhammed (s.a.v.)’e emrederek şöyle buyuruyor: Allah'a iftira edip O’nun rızık olarak verdiklerini haram sayan
şu heriflere söyle: Bana vahyolunanlar arasında yiyecek kişiye haram olan bir şey bulamıyorum. Bunun anlamının; bana vayholunanlar
dışında sizin haram kıldıklarınızdan hiçbir şeyi haram olarak görmüyorum, şeklinde olduğu söylenmiştir.61
“Tevrat indirilmezden önce İsrail’in kendisine haram kıldıklarından başka, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğulları için helâldi. De ki:
Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat’ı getirip okuyun.”62
“Yahudi olanların zulümlerinden dolayı kendilerine helâl kılınan temiz şeyleri üzerlerine haram ettik.”63
Bu âyetler Yahudiler için haram kılınan hayvanların Müslümanlara helâl kılındığını göstermektedir. Aynı şekilde hadiste şöyle
buyurulmuştur: “Bana ganimetler helâl kılındı. Bu benden önceki ümmetlerden hiç kimseye helâl kılınmamıştı.”64
İmam Şâfiî (r.a.) yukarıdaki âyette vehm edilen hasrın defi için şöyle bir açıklama getirmiş ve âyetin indiriliş sebebini şöyle izah
etmiştir. Kâfirler, Allah’ın helâl kıldığı şeyleri kendilerine haram ve haram kıldığı şeyleri de kendilerine helâl kıldıklarından dolayı, onların
gayelerine muhalif olacak yukarıdaki âyet nazil olmuştur. Sanki Allah Teâlâ isyanlarından dolayı ceza olarak kendilerine bazı şeylerin haram
kılınması hususunda şöyle buyurmuştur: Sizin kendinize haram kıldığınızıdan başka helâl yoktur ve sizin kendinize helâl kıldığınızdan başka
da haram yoktur. Allah burada helâl olanı değil haram olanı isbatlamayı murad etmiştir. İmamu’l-Haremeyn el-Cuveyni şöyle der: Gâyet
52
el-Mustasfa, s. 132; Amidi, Usulu’l-Ahkam, 4/186; İbn Hazm, el-Ahkam, 5/724.
Bakara 178.
54
Şeyh Abdullah b. Muhammed, Akdiyetu’r-Rasûl, s. 9.
55
Neylu’l-Evtar, 7/7.
56
A. Kerim Zeydan, el-Veciz, s. 263-266.
57
Bahru’l-Muhit, 4/403.
58
En’am, 6/145-146.
59
Bahru’l-Muhit, 4/242.
60
İrşadu’l-Akli’s-Selim, 4/328.
61
Tefsiri İbn Kesir.
62
Al-i İmran, 3/93.
63
Nisâ, 4/160.
64
Ahmed b. Hanbel, Musned, 2/252- 412.
53
23
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------güzel olan bu açıklamada İmam Şâfiî’yi geçen kimse olmamıştır.65
Zamanın Değişmesiyle Hükümler Değişebilir Mi?
Bu konuda İmam Karrafi şöyle der: Muhakkak ahkam zaman ve adetlere göre ayarlanır. Diğer usul fukahasına göre, örf ve adet üzerine
bina olunan ahkam, zaman ve adetlerin değişmesiyle değişebilir. Örneğin muamelattaki para birimi, mebi’de bulunan ayıplar ve insanların
ihtiyaç duydukları günlük maslahatlar gibi örfe dayalı hükümler, örf ve zaman değiştikçe değişebilirler. Yani insanlar arasında verilen
hüküm ve fetvalar örf yenilendikçe onlarda ona göre ayarlanırlar.66 Meselâ Allah Rasûlü (s.a.v.) fıtır sadakası olarak hurma, arpa, üzüm veya
peynirden bir sa’ yani dört avuç vacip kılmıştır. Bunlar o dönem Medine ehalisinin galip yiyeceklerinden olduğu için böyle buyurmuştu.
Fakat günümüzde kuru (yiyecek maddeleri) denince daha farklı yiyecekler akla gelir. Buna göre bugün soframızda bulunan yiyecek
maddelerinden fitre verilmesi gerekmektedir.67
Burada bilinmesi gereken en önemli husus şudur. Ahkamdaki değişiklik ancak örfe dayalı olan hükümlerde sözkonusudur. Çünkü
şeriatin getirdiği kati hükümler, zaman ve örfe göre ayarlanamaz. Bu hususta İmam Şatıbi farklı bir yaklaşımla şöyle der: Adetler ihtilaf
ettiği zaman her adet şer’î aslına döndürülüp hükmün onun üzerine bina edilmesi gerekir.68
UBUDİYET
Tanımı: Ubudiyet Arapça bir kelime olup Türkçe karşılığı kulluk, kölelik gibi manalara gelmektedir. Istılahta ise Allah’ın emir ve
yasaklarına boyun eğerek teslim olmaktır. Çünkü yeryüzünde canlı ve cansız hiçbir varlık başıboş yaratılmamıştır. Evrende her varlığın bir
yeri ve değeri vardır. Kâinattaki tüm varlıkların insanın hizmetine sunulması, insanlığın ehemiyetine işarettir. Durum böyle olunca insan
varlığının daha çok üstün amaçlar için olması gerekir. O da yüce Allah'a kul olma şerefine nail olmaktır. Nitekim Alah Teâlâ: “Ben cinleri
ve insanları ancak bana ibadet etsinler (beni tanısınlar) diye yarattım.”69 buyurmuştur.
Allah Rasûlü (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: “Yedi sınıf insan vardır ki Allah, onları kıyamet günü arşın gölgesinde barındırır. Bunlar
adil devlet başkanı, Allah’a kulluk ile yetişen genç, Allah için sevip Allah için buğz eden kişi, Allah’ı anarak gözlerinde yaş akan kimse,
soylu ve güzel bir kadın kendisini sevişmeye çağırdığı halde “ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım diyen adam, bir vakit namaz kılıp
gelecek vakitleri bekleyen kimse ve Allah yolunda gizlice sadaka verip, sağ eliyle verdiğinden sol elinin haberi olmayan kimsedir.”70
Ebû Ali ed-Dekkak şöyle demiştir: Kulluktan daha şerefli bir şey yoktur. Allah (c.c.) kullarına abd (kul) kelimesinden daha güzel bir
isim yakıştırmamıştır. Bundan dolayıdır ki en şerefli gece olan İsra gecesinde Allah Teâlâ Nebisine ‫ سبحان الذ اسر بعبده ليال‬Abdim yani
kulum diye hitap etmiştir.
“Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu (Muhammed’e) Furkanı indiren O Allah ne yücedir!”71 “Eğer kulumuza indirdiklerimizden
herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin…”72
Burada amaçlanan şey, ilâhlık makâmı ile kulluk makâmının karışmasıdır. Çünkü Hz. İsa'dan sonra, doğumu ve vefatına ilişkin birtakım
gizemler ve kendisine verilen birtakım mucizeler nedeniyle, Hristiyanlık inancında ilâhlık ve kulluk makâmları birbirilerine karışmıştı.
Nitekim insanların bazıları Hz. İsa'ya verilen bu mucizeleri, kulluk makâmı ile, ilâhlık makâmını karıştırmak için birer gerekçe olarak
görmüşlerdir. İşte burada kulluk sıfatına dikkat çekilmesi ile İslâm inancının sadeliği, berraklığı garanti edilmiş ve yüce Allah’ın zâtına
yakından veya uzaktan ortak koşma veya varlıklara benzerlik gibi şaibelerden arındırılması sağlanmıştır. Allah Teâlâ bu nendenle abd
kelimesi kullanmıştır. Zinnun el-Misri şöyle demiştir: “Ubudiyet, nasıl ki Allah daima senin rabbindir, demek ki sen de daima O’nun
kulusundur.” Cerir şöyle demiştir: “Nimetin kulları çoktur, ama nimet verenin kulları azdır.”
Allah’a Kul Olmanın Dört Temel Essası Vardır:
a) ‫ حفظ الحدوى‬Hudutları korumak: Allah’a kul olmanın gereği Allah’a teslimiyetle boyun eğmek, emir ve yasaklarına titizlikle uymak ve
isyandan kaçınmakla gerçekleşir. Bu Allah’ın belirlemiş olduğu hudutları bilmek ve onları iyi korumakla mümkündür. Kur’ân ve sünnetle
çizilmiş olan emir ve yasakları, helâl ve haramları veya emri bilmaruf ve nehyi anilmünker dediğimiz bu hudutları İslâm’ın özüne uygun
olarak korumaktır. “Sizinle savaşanlar ile siz de Allah yolunda savaşın. Fakat ölçüyü kaçırmayın, saldırgan olmayın. Çünkü Allah
ölçüyü elden bırakan saldırganları sevmez.”73
Kul, Allah’ın hakkıyla beraber yine Allah’ın belirlemiş olduğu kul hakkını da korumalıdır. Bunun başında insanın canı, malı ve namusu
gibi dokunulmazlarına yönelik olan tecavüz ve haksızlıklar yeralır.
b) ‫ الوفاء بالعهوى‬Ahde vefa göstermek: Yani kulun kendisiyle yaratıcısı olan Allah arasındaki ahdi bilmesi, ona vefa göstermesi gerekir.
Kul, rabbiyle sözleştiği maddeleri hiçbir zaman unutmamalıdır. Bu maddeleri tek kelime ihtiva eder. O da “belâ (evet), sen bizim
rabbimizsin” sözüdür. Kul bu sözleşmeyi imzaladıktan sonra yapıp yapmama konusunda seçme (hüriyet) hakkını elde etmiş olur ve
tabiatıyla tüm İslâmî yükümlülükleri kabullenmiş olur ve Allah’ın karşısında yükümlüdür. “Hayır, öyle değil. Kim sözünü yerine getirir ve
günahtan sakınırsa bilsin ki Allah kesinlikle takva sahiplerini sever.”74
c) ‫ الرضى بالموجوى‬Elde var olana razı olmak: Yani kulun elindekine razı olması demektir. Bu hususta başkasını kıskanmadan Allah’ın
kendisine lâyık gördüğü tüm nimetleri beğenip şükür etmesi gerekir. Bütün bu nimetlere, beden, mal, mülk, evlat ve dünyalık ne varsa, ona
razı olmak kulluğun gereğidir. “İmân edip iyi ameller işleyenler, Allah'tan korkup imân ettikleri, arkasından yine Allah'tan korkup
mü’minliklerini devam ettirdikleri ve sonra yine Allah'tan korkup iyilik yaptıkları takdirde vaktiyle tattıkları haram yiyecek ve
içeceklerden dolayı sorumlu tutulmazlar. Hiç kuşkusuz Allah, iyilik yapanları sever.”75
d) ‫ الصبر على المفقوى‬Kaybedilene sabr etmek: Yani kul elindekini kaybedince inna lillah ve inna ileyhi raciûn; biz Allah’tan geldik ve
yine Allah’a döneceğiz, deyip sabretmelidir. Kayba karşı, ön hazırlık olarak da elinde ne varsa hepsinin emanet olduğuna inanmalıdır. “Nice
peygamberler vardır ki, çok sayıda taraftarı kendisi ile birlikte savaştı. Bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler,
yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.”76
MÜKELLEFİN FİİLLERİ
65
Suyutî, Kitabu’l-Itkan.
el-Karrafi, 1/176.
67
İ’lam, 3/9
68
el-Muvafakat, 2/282.
69
Zariyat, 51/56.
70
Buhârî, Ezan; Müslim Zekât.
71
Furkan, 24/1.
72
Bakara, 2/23.
73
Bakara, 2/190.
74
Al-i İmran, 3/76.
75
Maide, 5/93.
76
Al-i İmran, 3/146.
66
24
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Mükellef, yükümlü, sorumlu insan demektir. Mükellef dinî konularda Allah’a ve kullara karşı muhatap kabul edilen akıllı, ergen ve hür
olan herkese denir. Başka bir tarifle mükellef, dinin emirlerini yapmak ve yasaklarından sakınmakla sorumlu olan kimse demektir. Mükellef
olmak için ergenlik çağına gelmiş ve akıllı olmak şarttır.
Mükellefin Fiilleri Şunlardır:
1- Farz: Dinimizce yapılması kesinlikle Allah veya Rasûlü’nden sübutu ve delaleti kati olan delillerle emredilen fiillere farz denir. Farzı
terk etmek günah, inkârı ise küfürdür.
Farzın Arapça tarifi şöyledir: ‫الفرض او طلب الفع طلبا جازما بحيث يثاب المرء على فعله ويعاقب بتركه ويكفر جاحده‬
Anlamı: Farz, bir fiil kati olarak talep edilip işlemesinde sevap, terkinde günah ve inkarı küfrü gerektiren bir hükümdür.
Farzlar İki Kısma Ayrılır:
a) Farz-ı Ayn: Farz-ı ayn, her yükümlü Müslümanın bizzât yerine getirmesi gereken görevlerdir. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi…
b) Farz-ı Kifaye: Her Müslümana ayrı ayrı değil de bütün Müslümanlara topluca emredilen şeylerdir. Yani bu farzlar bir kısım
Müslüman tarafından ifa edilince diğerler Müslümanlardan sakıt (duşmuş) olur. Bazı önemli ilimleri okumak, şahitlik yapmak, iyiliği
emredip kötülükleri def etmeye çalışmak, toplumun ihtiyaç duyduğu (tıp, mühendislik gibi) bazı sanatları öğrenmek ve cenazeye gerekli bazı
vecibeleri yerine getirmek gibi şeyler farz-ı kifayedir.
2-Vacip:
‫الواجب او ما طلب الشارع فعله على وجه اللزوم بحيث يعاقب تاركه و يثاب فاعله وال يكفر جاحده‬
Tanımı: Vacip, şari’in luzumi olarak yapılmasını taleb ettiği ve yapılması sevab, terki günah olup fakat inkârı küfrü gerektirmeyen
şeylerdir. Hanefiler vacibi farzdan ayrı tutarak şöyle tarif ederler: “Vacip, sübutu kesin, delaleti zanni olan delil ile sabit olan şeylerdir.” Bu
77
deliller, te'vile açık olan âyet ve hadisler olabilir. Meselâ; ْ‫ص ِّ ِل َربِّكَ َوا ْن َحر‬
َ َ‫“ ف‬Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” kurbanla ilgili âyet gibi.
Meselâ; “Fatihasız namaz kılmak yoktur.”78 hadisini açıklayan Hanefiler, “içinde Fatiha okunmayan her bir namazın eksik olduğuna”79
Fatihanın namazda okunmasının farz değil vacip olduğuna hükmederler. Çünkü Hanefilere göre bu hadis haber-i vahid niteliğinde olup ve
delaleti zannidir.
Cumhura göre bazı istisnai durumlar dışında farz ile vacip aynı şeylerdir. İkisi de aynı hükümleri taşır. Bayram namazı kılmak, fitre
vermek ve kurban kesmek gibi ibadetler, Hanefilere göre vacip, cumhura göre ise müekked sünnetir. Vacip, Allah ve Rasûlü tarafından
Müslümanlardan yapılması istenen bir yükümlülük olup, fakat hakkındaki delil zanni olduğu için farz mesabesinde değildir. Farzın inkârı
küfrü gerektirirken vacibin inkârı küfrü gerektirmez ve vacibi terk eden farzdan daha az bir cezayı hak eder.
3- Sünnet:
‫السنة اى طلب الفع طلبا غير جازم بحيث يثاب المرء على فعله وال يعاقب بتركه‬
Tanımı: Sünnet, ıstılahi manada, bir fiilin normal tarzda talebi olup yapılması sevap terki günah olmayan şeylerdir. Sünnet sözlükte; iyi
ahlâk, iyi veya kötü yol, kanun, kural (sünnetullah), gidiş ve prensip gibi manalara gelmektedir. Sünnet, hadisin eylem tarzıdır.
Sünnet, fıkhî terim olarak, Allah Rasûlü’nden nakledilen söz, fiil ve takrirlerdir.
Kur’ân’da geçen sünnetullah (Allah’ın sünneti) değişmeyen kanun, kural, prensip ve metodu ifade eder. ً‫“ َوالَ ت َِجد ِلسنَّ ِتنَا تَحْ ويال‬Bizim
sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.”80 ً‫هللا تَحْ ويال‬
ِّ ‫ت‬
ِ َّ‫هللا تَبْديالً َولَنْ تَ ِج َد لِسن‬
ِّ ‫ت‬
ِ َّ‫“ فَهَ ْ يَ ْنظرونَ اِالَّ سنَّتَ االَوَّلينَ فَلَنْ تَ ِج َد لِسن‬Onlar öncekilere uygulanan
ْ َ‫قَ ْد خَ ل‬
kanunlardan (sünnetten) başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın kanununda (sünnetinde) bir değişme bulamazsın.”81 ٌ‫ت ِمنْ قَ ْبلِك ْم سنَن‬
“Sizden önce nice milletlerin vakıaları gelip geçmiştir.” 82 âyetlerindeki sünnet ise şeriat, ahlâk ve yol şeklinde ifade edilir.
Sünnetin Dindeki Yeri
Sünnet, Kur’ân-ı Kerîm'den sonra ikinci ana kaynaktır. Sünnet, hadis-i şerifte yol ve çığır anlamında kullanılmıştır. “Her kim İslâm’da
iyi bir sünnet (yol) açarsa onun ve ondan sonra bununla amel edecek kimselerin sevabı kadar o iyi yolu açana gider. Kim de kötü bir sünnet
(yol) açarsa onun ve ondan sonra bununla amel edecek olanların günahı kadar o kötü yolu açana gider.”83
Sünnet aynı zamanda bid’at ve delalet karşıtı olarak da kullanılmaktadır. Bunun içindir ki her bir bid’at bir sünneti yok eder, denilmiştir.
Sünnetin temel kaynağı vahiydir. “O kendi heva ve hevesiyle konuşmaz. O ancak vahiyle konuşur.”84
Muhaddislere Göre Allah Rasûlü’nün Fiilleri Üç Kısma Ayrılır:
a) Dini açıklama bakımında işlediği işler. Meselâ namazın kılınış şekli, oruç tutma şekli, hacın yapılış şekli, zekât verme kuralları,
ticaret durumu ve diğer uygulamalar gibi. Allah Rasûlü’nün bu tür fiilleri ümmet için sünnet olduğu ve bunlara uyma hususunda ittifak
edilmiştir.
b) Peygamber (s.a.v.)’e ait olan özel fiil ve davranışlar. Meselâ dörtten fazla kadınla evlenmesi ve gece namazını kılması bunlardandır.
Bunlar ve benzeri olan özel hal ve hareketleri ümmet için geçerli veya bağlayıcı olmadığı cumhur tarafından kabul edilmiştir.
c) Allah Rasûlü’nün gelenek olarak yapmış olduğu bazı fiiller. Meselâ yemesi içmesi, giyinmesi kuşanması, bazı renkleri tercih etmesi
ve diğer bazı davranış tarzı gibi şeyler. Allah Rasûlü bir beşer fıtratının gereği ve içinde bulunduğu toplumun yaşadığı bir gelenek olarak
yapmıştır.
Allah Rasûlü (s.a.v.)’in bazı fiillerinin sünnet olup olmadığı konusunda ihtilaf edilmiştir. Meselâ yapılan bazı işler adet olduğu için mi,
yoksa şeriatın bir gereği mi, konusunda ihtilaf vardır.
Sünnet, Genel Olarak Üç Kısma Ayrılır:
a) Kavli sünnet: Yani Allah Rasûlü’nün sözlü ifadeleri. Kavli sünnete şu hadisi örnek verebiliriz. “Sizden biriniz kendisi için sevip
istediğini din kardeşi için de sevip istemedikçe imân etmiş olamaz.”85
Allah Rasûlü’nün sözleri, dinî hükümleri açıklama mahiyetinde ise dinin kaynağıdır.
b) Fiili sünnet: Yani Allah Rasûlü’nün dinî, siyasi, ekonomi vb. konulardaki uygulamalarıdır. Allah Rasûlü’nün örnek hayatı (yaşantısı)
fiili sünnetini teşkil etmektedir. Bu da pratiğe dayalı olduğu için daha sahih kabul edilmektedir. Fiili sünnete örnek olarak namazın
rekâtlerını rükün ve vaciplerini eda etmesi, bir şahid ve davacının yeminini kabul edip hüküm vermesi gibi fiilleri örnek gösterilebilir.
c) Takriri sünnet: Yani Allah Rasûlü’nün sahâbe tarafından söylenen bir söz veya davranışları güzel gördüğü için sükut edip
reddetmediği sünnettir. Takriri sünnete örnek olarak Allah Rasûlü’nün yanında söylenen bir söze veya yapılan bir işe karşı susması yahut
yapıldığını duyduğu bir iş hakkında ses çıkarmaması takriri sünnete örnektir. Örneğin gazvelerden birisinde ihtilam olup zarurete binaen
teyemmüm ederek arkadaşlarına namaz kıldıran Amr b. As’ın durumu Allah Rasûlü’ne bildirilmesi üzerine, Allah Rasûlü (s.a.v.) durumu
77
Kevser, 108/2.
Tirmizî, Salât.
79
İbn-i Mâce, İkame.
80
İsra, 17/77.
81
Fatır, 35/43; Fetih, 48/23; Ahzab, 33/62.
82
Al-i İmran, 3/137.
83
Müslim.
84
Necm, 53/3-4.
85
Buhârî.
78
25
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------bizzât kendisinden dinlemek isteyince o da “ben “Kendinizi helak etmeyin, çünkü Allah size karşı çok merhametlidir.”86 âyetini
hatırladığım için böyle yaptım demesi üzerine Allah Rasûlü gülümseyerek sukût etmesi fıkıhta takriri sünnet olarak kabul edilmiştir. Bu
hadisi Buhârî istihrac etmıştır.87
Muhaddislerce Sünnet Üç Türlüdür:
a) Cebrail’in Allah’tan getirmiş olduğu sünnet: Buna misal “Bir kadın halası ve teyzesi üzerine nikâh edilemez.”88 “Nesepte haram olan
red’a ile de haramdır.”89 “Ne bir emme ne de iki emme haram kılmaz.”90 “Diyet akilenin üzerinedir.”91 Usulda geçen bunlar gibi birçok
ahkam hadisleri örnek verilebilir.
b) Allah Teâlâ teşr-i hususunda peygamberi muhayyer kılıp kendi reyiyle amel etmesini serbest bıraktığı sünnet: Meselâ Allah Rasûlü
(s.a.v.)’in illet ve özür hasebiyle kişilere ruhsat vermeye yetkili kılınması. “Erkeklere ipek kullanmayı yasaklayıp hastalık sebebiyle
Abdurrahman b. Avf’e izin mermesi.”92 “Mekke’nin ağaçları kesilmez hükmünden amcası Abbas “ızhar” ağacı müstesna olsun isteği üzerine
ızhar hariç diye istisna etmesi gibi.”93 Burada Allah Teâlâ, Peygamber’ine izin vermeseydi amcası Abbas’ın bu isteğine uymazdı. Ancak
sözkonusu olan ağac ihtiyaç duyulduğu için maslahat gereği mustesna kılmıştır. Keza kurban etinin stoğı için ve bilahere kabir ziyareti için
izin vermesi gibi buna daha birçok örnek verilebilir.
c) Ümmetin te’dibi için teşr-i kıldığı sünnet: Bu tür sünnetleri işlemek fazilet sayılır, terk etmek ise günah değil. Örneğin seferde
namazları kasr etmek ve mest üzerine mesh etmek gibi serbestlik taşıyan sünnet çeşitleri. İsa b. Yunus’den rivâyet edilir ki, Evzaî Yahyâ b.
Kesir’den naklen o şöyle demiştir: “Sünnet kitaba hükmeder fakat kitab sünnete hükmetmez.” Yani sünnet Allah’ın irad ettiği gibi kitabı
açıklar fakat kitab sünneti açıklamaz.94
Sünnetin Fıkhî Hükümleri
1) Farz olan fiiller: Beş vakit namazın kılış şekli ve rekât sayısı, Cuma namazının iki rekât olarak kılınışı, belirlenen mallarda kaçta
kaçın zekât verileceği gibi.
2) Sünnet olan fiiller: Farz namazların öncesinde ve sonrasında kılınan nafile namazlar ve tutulan sünnet oruçlar gibi.
3) Haram veya mekruh kılınan fiiller: Katır, eşek, aslan, kartal ve şahin gibi hayvanların etlerinin haram kılınışı gibi. Bunlardan veya
benzeri şeylerden sakınmak ümmet için bağlayıcıdır.
4) Mubah olan fiiller: Hakkında olumlu veya olumsuz herhangi bir hüküm bulunmayan şeyler bu türdendir.
Sünnet, Müekked ve Gayri Müekked Diye İki kısma Ayrılır:
a) Müekked sünnet: Allah Rasûlü’nün bazen terk etmiş ise de titizlikle üstünde durduğu amellerdir. Bu gibi sünnetleri terk eden cezayı
hak etmemekle birlikte azarlamayı hak etmiş olur. Diğer bir görüşe göre sünneti basite alarak bile bile terk eden Peygamberin şefaatinden
mahrum olur. Namazların içinde işlenen bazı sünnetler ve farz ibadetlerle beraber işlenen bazı sünnetler gibi.
b) Gayri müekked sünnet: Peygamberimizin sürekli olarak yapmayıp çoğu zaman terk ettiği amelleridir. Bu sünnete müstehap veya
mendup da denilebilir. Örneğin ikindi ve yatsı namazından önce kılınan dört rekâtlı sünnetler, teravih namazının sekizden fazla kılınan
sünnetleri ve öğlenin ilk iki sünneti gibi.
Hanefiler dışındaki cumhura göre bu gibi sünnetlerin hangi çeşidi olursa olsun farz ve vacip niteliğinde olmadığı için işlenmesinde
sevap vardır fakat terkinde günah yoktur. Vahye dayanmayan Allah Rasûlü’nün özel bazı hal ve hareketlerine zevaid sünnet denir. Meselâ
yukarıda geçtiği gibi Peygamberin yemesi içmesi, giyim kuşamı ve bazı renkleri tercih etmesi gibi…
Sünnetin Teşrideki Yeri
Kur’ân-ı Kerîm Allah Rasûlü (s.a.v.)’e itaati ve sünnetine temessük etmeyi emreder. Bu konuda İslâm âlimleri sahih hadislerin dinde
huccet (delil) olduğuna dair ittifak etmişlerdir.
”‫فليحذر الذين يخالفون عن امره أن تصيبهم فتنة‬
"Peygamberin emrine muhalefet edenler, başlarına bir bela gelmesinden sakınsınlar.”95 İmam Şâfiî’nin hadise ne denli değer
verdiğini er-Risale adlı eserinde görmekteyiz. O “sünnetlerin Kur’ân-ı Kerîm’de mutlaka bir aslı vardır” demiştir.
Meselâ sünnet, Kur’ân’da açıklama ihtiyacı duyulan bazı mübhem veya mücmel olan âyetleri açıklar. Sünnet, nuzulu am olan âyetleri
tahsis eder veya nuzulu has olan âyetleri tanzim eder. Kur’ân’da bu kısım âyetlere çokça rastlamak mümkündür. Sünnet, müteşâbih âyetleri
açıklar. Sünnet, Kur’ân’da geçmeyen bazı hükümleri açıklar. Örneğin namazın rekâtları ve kılınış şekli. Zekâtın hangi malda vacip olduğu
ve kaçta kaçının verileceği. Buna benzer hac menasiki, mirasın bazı meseleleri. Eti yenmeyen hayvanlar ve insanın hayat tarzını belirleyen
sünnetler gibi daha birçok sünnetin teşri-i hükmü vardır. Yine Kur’ân’da diyetin mahiyetiyle ilgili bir açıklama yoktur. Bunu Allah Rasûlü
(s.a.v.) detaylı şekilde açıklamıştır. Sünnet, Kur’ân’ın meskut kaldığı yerlerde doğrudan doğruya hüküm koyup teşri kaynağı olduğuna dair
şu misallar verilebilir. Süt kardeşliği, “neseple haram olan reda’da da haramdır.”96 Erkeklerin ipek elbise giymelerinin haram veya mekruh
olduğu, şuf’a hakkı, vitir namazı ve ramazan orucunu bozana kefâret lazım geldiği hükümler gibi.
Sünnet Âyeti Nesh Edebilir Mi?
Sünnetin (hadisin) âyeti nesih edip etmeyeceği hususunda İmam Şâfiî’nin dışında kalan müçtehidlere göre âyet âyeti nesh ettiği gibi
sünnette âyeti nesh eder. Dayanakaları da şudur: Cebrail Allah Rasûlü (s.a.v.)’e Kur’ân-ı indirdiği gibi sünneti de o indirmiştir.
İmam Şâfiî sünnetin âyeti nesh etmesini kabul görmeyerek şöyle demiştir: Allah Rasûlü’ne Cebrail tarafından vahiy olarak yalnız
Kur’ân indirilmiştir. İmamların söyledikleri sünnetin şerhidir, bütün sünnet Kur’ân’ın şerhidir. İmama göre sünnet Kur’ân mesabesınde
olmayıp ancak her sünnetin aslı Kur’ân’da vardır. İmam iddiasını dört delil ile kanıtlamaktadır. İzahı için Sabuni’nin Revaiu’l-Beyan adlı
eserine bakabilirsiniz. Helâl, haram, dinî konuları açma hususunda sünnetin büyük yeri vardır. Bu hususta Allah Rasûlü (s.a.v.) gelecek
çağları ve o zamanda kitab ile sünneti birbirinden ayıran, sadece kitabla amel eden insanlardan haber vermiş, onların vahim hatalarını ve
doğru yoldan saptıklarını bize şu anlamlı ve veciz sözleriyle tasvir etmiştir: “Dikkat edin ki bana Kur’ân ve onun bir misli daha verilmiştir.
Karnı tok bir halde rahat koltuğunda oturarak şu Kur’ân’a sarılınız; bunda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl kabul ediniz, neyi de haram
görmüşseniz onu haram biliniz, diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir. Şüphesiz ki Allah Rasûlü’nün haram kıldığı şey, Allah’ın haram
kıldığı şey gibidir.97
86
Bakara, 2/195.
Neylu’l-Evtar, 1/285.
88
Müslim, Tirmizî, Nesâî.
89
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî.
90
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî.
91
Buhârî, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî.
92
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî.
93
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî.
94
İbn Kuteybe, Te’vilu’l-Muhtelifi’l-Hadis, s. 260-266.
95
3/31, 59/7, 33/36, 4/65 24/63.
96
Cemaat rivâyet etmiştir.
97
Ebû Dâvûd, Darimî, İbn-i Mâce.
87
26
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Kur’ân-ı Kerîm’in Rasûlullah’in kalbine indirilmesi ile bazı ahkam hadisleri için kendisine ilham verilmesini birbirinden ayırmak
gerektiği ve vahyin sadece Kur’ân’a mahsus olduğu kanaatindeyiz. Zâten Allah Rasûlü (s.a.v.) nazil olan vahiy ile Allah’ın ilhamı diye bahs
ettiği hadislerini birbirinden açık bir şekilde ayırırdı. Bu sebeple içinden geçen sırf insani düşünce ve fikirleri, ilâhî kelam ile karıştırması
mümkün değildir.98
Bazıların aksine Al-i İmran 164. âyette geçen “Onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor.” hikmetten maksat Allah Rasûlü’ne bildirilen şeriat,
talimat, yerine ve zmana göre söz ve fiiliyatıdır. İmam Şâfiî’nin de dediği gibi kullarına kitabı ve hikmeti öğretmek lütfunda bulunmuştur.
Buna göre -Allah bilir- burada hikmetten maksat sadece Rasûlullah’ın sünnetidir demek caiz değildir. Zira hikmet, Kur’ân-ı Kerîm’le
birlikte bu vasfı taşır.99
4- Müstehab: ‫ المستحب او ما يحب ويرجح وما ير حسنا‬Müstehab, sevimli olan, tercih edilen, güzel görünen amel demektir. Bazı nafile
namaz ve oruçlar gibi. Hanefilerin dışındaki cumhura göre sünnet, mendup, müstehab, nafile ve tetavu eş anlamdırlar ve aralarında herhangi
bir fark yoktur.
5- Mubah: ‫ المباح او ما خير المكلف بين فعله وتركه‬Müslümanların yapıp yapmamaları için herhangi bir emir ve yasak bulunmayan, serbest
bırakılan fiillere mubah denir. Caiz ve helâl da bu anlamdadır. Eşyada asıl olan helâlliktir. Hakkında yasaklayıcı bir hüküm olmayan
yiyecek, içecek ve giyim kuşam gibi.
6- Haram: ‫الحرام او طلب الشارع الكف عنه على وجه الحتم وااللزام‬
Tanımı: İşlenmemesi için hakkında kati delil olan ve şari’in kesin olarak yasakladığı hükümlere haram denir.100
Hakkında yasaklayıcı delil olarak âyet ve sahih hadis olan her fiil ve davranış haramdır. Kur’ân’da bu yasak birkaç farklı kavramla
beyan edilir. Meselâ sizin için bu fiil haram kılındı veya senin için bu helâl değildir yahut buna yaklaşmayın veya bundan sakının gibi bazı
kavramlar gibi.101
Hanefilerin dışındaki cumhura göre hakkında ister kat’i ister zanni deliller olsun bir şeyin yapılmaması muhataptan istenirse o haram
sayılır. Fakat Hanefiler haramın sabit olması için kat’i bir delile dayanmasını şart koşarlar. Onlar zanni bir delile dayanan bir harama
tahrimen mekruh derler.
Haramlar İki Kısma Ayrılır:
a) Haramun lizâtihi: (Kişinin kendisine haram olan): İçki içmek, kumar oynamak, zina etmek ve adam öldürmek gibi kişinin kendi
nefsine haram olan şeyler.
b) Haramun ligayrihi: (Başkasına haram olan): Meselâ başkasına bağlantılı olan fiiller. Kişinın bakılması haram olan kadının avret
yerlerine bakması, Cuma saatinde alışveriş yapmak ve gasp edilen yerde namaz kılmak gibi. Çünkü Cuma saatinde alışveriş her ne kadar
haram ise de geçerlidir. Keza gasp edilen arazide namaz kılmak haram olmakla beraber kılınan namaz sahihtir. Fakat haramun liaynihi akitle
ilgili ise, bu hem haram olur hem de o akit sahih olmaz. Meselâ ayıplı mal satmak hem haram, hem de o akit sahih değildir. Haram liaynihi
zina ve adam öldürmenin dışında ancak kuvvetli zaruret olduğu zaman mubah olur. Zaruret halinde murdar eti yemek ve zaruret anında
orucu bozmak bunun gibidir. Fakat adam öldürme ve zina etmekk hiçbir zaruret durumunda mubah olmaz.
7- Mekruh: ‫ المكروه ما او تركه اولى من فعله‬Mekruh, yapılmaması yapılmasından evlâ olandır. Daha geniş bir tanımla “Allah ve Rasûlü
tarafından yapılmaması için yasaklayıcı kesin bir delil olmayan çirkin fiil ve davranışlara mekruh denir. Hanefilere göre mekruh tahrimen ve
tenzihen diye iki kısma ayrılır.
a) Tahrimen mekruh: Harama yakın olan mekruhtur. Tahrimen mekruhu işlemek cezayı gerektirir. Tahrimen mekruhun delili zannı bir
delil olduğu için haram değil fakat harama yakın olur. Örneğin Hanefilere göre erkeklerin altın yüzük takması tahrimen mekruh sayılırken
cumhura göre direk haram sayılmıştır. Hanefiler dışındaki müçtehid imamlar tahrimen mekruhu da haram kapsamına alırlar. Onlara göre
mekruh yalnız tenzihi mekruhu ifade eder.
b) Tenzihen mekruh: Tenzihen mekruhu işlemek cezayı ve taziri gerektirmez. Fakat İslâmî edeplere aykırıdır. Sarımsak ve soğan gibi
toplumu rahatsız edecek kerih kokulu yiyecekler yedikten sonra camiye veya topluma girmek tenzihen mekruhtur. Çok sıcak veya çok soğuk
yiyecek ve içecekleri yiyip içmek tenzihen mekruhtur.
8) Müfsit: ‫ والعم المفسد او ما أفسد العباىة‬Bir ibadeti bozan veya bir muameleyi sakatlayan fiil ve davranışa müfsit denir. Gerek ibadet ve
gerekse muamelatta bir şart eksik olunca (abdestsiz kılınan namaz gibi) veya lüzumsuz bir şart ileri sürülünce, -örneğin bu mala dokunmakla
sana satılmış sayılır- bununla tüm akitler fasid olur. Muamelat konularında, Hanefiler dışında cumhura göre fasid ile batıl eş anlamlıdır.
FIKIH USÛLÜ
– ‫ اي القواعد التى يتوص بها المجتهد الى استنباط اآل حكام الشرعية‬-‫أصول الفقه‬
Tanımı: Müçtehidlerin, tafsili şer’î delillerden istinbat ettiği şer’î amelî delillerdir.
Meselâ, fakih fer’i bir olayın hükmünü tesbit etmek istediğinde, sözünü ettiğimiz usul kurallarını alır o fer’i olayla ilgili delille uygular.
Örneğin namazın ilgili hükmünü tesbit etmek istediğinde, namaz ile ilgili tafsili delilleri araştırır ve namaz kılın âyetini bulur ve buna göre
namazın hükmünü açıklar.
Fıkıh Usûlünün Doğuşu
Fıkıh usûlü ilmi hicrî 2. asrın sonlarında yani sahâbe ve tabiun devirlerinden sonra ortaya çıkmıştır. Çünkü Peygamber devrinde
hükümler bizzât kendisinden öğreniliyordu. Ondan sonra ifta ve kaza (yargı) görevini müçtehid sahâbeler yürütüyordu. Sahâbelerden sonra
ise Saîd b. Museyyeb, Urve b. Zubeyr, Kadı Şurayh, İbrahim Nehaî, Atâ, Tâvûs, Mücâhid, İkrime gibi tabiun müçtehidleri de aynı yolu takip
ettiler.
Fıkıh Usûlü Alanındaki İlk Tedvin
Bu ilmin kurallarını müstakil bir eser halinde ilk defa tedvin eden 204 yılında vefat eden İmam Şâfiî’dir. İmam Şâfiî, Risale adlı eserini
Abdurrahman b. Mehdi’nin isteği üzerine ortaya koymuştur. Ondan sonra Kadı Abdülcebbar (ö. 415) el-Umde’sini, İmamu’l-Haremeyn
Abdulmelik b. Muhammed b. Abdillah el-Cuveyni (ö. 478) el-Burhan’ını yazmıştır.
Ebû Hamid Muhammed el-Gazalî (ö. 505) el-Mustasfa’sını yazmıştır. Fahruddin Muhammed b. Ömer er-Razi (ö. 606) el-Mahsul’ünü
yazmıştır. Seyfuddin el-Amidi (ö. 631) el-Ahkam’ını yazmıştır. Bunlardan sonra da Sıracüddin el-Urmevi (ö. 606) et-Tahsil’ini ve Tacuddin
el-Urmevi (ö. 656) de el-Mahsul adlı kitabı yazmıştır.
Caferilerden ilk yazılan önemli eserler şunlardır: Seyyid Şerif el-Murteza’nın (ö. 336) Kitabu’z-Zeriet ila Usululi’ş-Şeriet, Tusi’nin (ö.
460) Uddetu’l-Usul’u gelmektedir.
Hanefî fukahasından bu alanda yazılan ilk eserler, Ebûbekir Ahmed el-Cessas’ın (ö. 370) el-Usulu, Ebû Zeyd Ubeydullah b. Ömer edDebûsi’nin (ö. 430) Takvimu’l-Edille adlı eserler. Daha sonra Şemsu’l-Eimme es-Serahsî’nin (ö. 483) de el-Usulu ve Fahru’l-İslâm Ali b.
Muhammed el-Pezdevî’nin (ö. 482) el-Usulu yazılmıştır.
Mâlikilerden İmam Karrafi (ö. 684) el-Furuku yazmıştır. Hanbelilerden ise İbn Receb gibi bu alanda eser yazan birçok zavat
98
Subhi Salih, Mebahis fi Ulumi’l-Kur’ân, s. 32.
er-Risale, s. 78.
100
İbn Hazm, el-Ahkam, 3/321.
101
4/23, 5/3, 17/32, 5/9.
99
27
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------bulunmaktadır.
FIKIH ve ANLAMI
Fıkıh genel anlamda şeriatın amelî yönüdür. Çünkü şeriat Allah Teâlâ’nın kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. Fıkıh, lügatta bir şeyi
bilip fehm etmek, herhangi bir meselenin ne demek olduğunu anlamak ve olaylara vakıf olmak demektir. Fıkhın tarifi fukaha ıstılahıtnda ise
şöyledir: ‫الفقه – او العلم باالحكام الشرعية العملية المكتسبة من أىلتها التفصيلية‬
Anlamı: Kesbi ve amelî olan şer’î hükümleri tafsilatlı delillerle bilmektir.102 Başka bir tanımla herhangi bir kimsenin lehine veya
aleyhine olan amelî hükümleri bilmesidir.
Yukarıda geçtiği üzere fıkıh ilmi, ulemanın samimi gayretleriyle ve müçtehidlerin Kur’ân ve sünnetten istinbat ettikleri usul üzerine
İslâm şeriatına hizmet etmek ve ümmete kolaylık sağlamak amacıyla insanlara amelî ve cüzi hükümlerin yollarını açmaktır.
Kur’ân’da fıkıh kelimesi mutlak ilim için değil, ince anlayış ve konuşanın gayesini anlamak manalarında kullanılmıştır.103 Değişik
âyetlerde kâfirler için ‫’‘ ’قالوا يا شعيب ما نفقه كثيرا مما تقول فما لهؤالء اليكاىون يفقهون حديثا‬Dediler ki ey Şuayb! Söyledıklerinin çoğunu
anlayamiyoruz.’’ denilmektedir.104
Hadisi şerifte “Allah kimin için hayrı dilerse onu dinde fakih kılar.”105 Yani dinî hükümlerin inceliğini kavrayan bilgin kılar diye
buyurulmaktadır.
Şu halde fıkıh, bir şeyin hakikatine vakıf olmak ve o şeyi delilleriyle bilmek demektir.
Amelî olan bu şer’î hükümlerin kesbi (teorik ve pratik yollarla tafsili delillerden istifade etmek) olması şarttır. Durum böyle olunca
Allah’ın veya Peygamberin ahkamını bilmesi veya mukallidin bilgisi, ıstılahta fıkıh sayılmaz ve sahibine de fakih denmez. Çünkü Allah’ın
ilmi, zâtına bağlı olan ilim olup o hem hükmü hem de delili bilendir. Peygamberin ilmi ise vahiyden istifade etmiştir, yani kesbi değildir.
Mukallidin ilmine gelince o nazari ve içtihadla değil bilakis taklid yoluyla elde edilmiştir. Yukarıdaki tarife misal olarak şu âyeti verebiliriz.
‫“ حرمت عليكم أمهاتكم‬Sizine anneleriniz haram kılınmıştır.”106 tafsili bir delildir. Yani cüzi olup has bir meseleyle alakalıdır. O has mesele de
annelerin nikâhı olup muayyen bir hükme delalet eder. O muayyen hüküm de nikâhın hürmetidir. Keza Allah Rasûlü (s.a.v.)’in “amden
adam öldürmek kavdı (kısası) gerektirir” sözü cüzi bir delil olup has bir meseleye ilintilidir. O da amden öldürmektir ve onun hükmüne
delalet edende kısasın varlığıdır.107
Sahâbe döneminde fıkıh kelimesi ile ilim kasd ediliyordu. Fıkhı ekber tabiri, akaid ve tevhid ilmini kapsar. Mutlak fıkıh ise amelî
konuları kapsamaktadır. Fakih, bilen kimse demektir. Çoğulu fukaha olan fakih, müçtehid anlamında kullanılır. Sahâbe ve tabiinden fukaha
olarak bilinen zâtlar, mezhep çığırı açmış olanlardır. Bunlar dört halife, Âişe, (r.) Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b.
Mes’ûd, Muâz b. Cebel, Zeyd b. Sabit, Ubeyy b. Ka’b vb. Tabiinden Nafi, Alkame, Saîd b. el-Musayyeb, Zuhrî ve Hasan el-Basrî, Atâ gibi
zâtlardır.
İslâm âlimleri iki ana kaynak olan Kur’ân-ı Kerîm ve Sünneti Nebevî’de bildirilen Allah’ın mesajını bir bütün olarak anlayıp amel
etmek ve sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde aktarabilmek için büyük çabalar sarf etmişlerdir. Bu kapsamlı çalışmalar sonucunda tefsir ve
hadis ilimlerine dair zengin bir ilim serveti miras bırakmaları bir gerçektir. Temel İslâmî ilimlerden birisi olan bu ilim dalının konusu
insanoğlunun fert ve toplum olarak hem dünya hem de ahiret hayatında mutlu olmasını sağlamak için Allah tarafından belirlenen hayat
(yaşayış) prensipleridir. Hayatın her karesini kapsayan bu prensipler, başta insanın Allah ile münasebetlerini düzenlediği gibi insanın diğer
insanlarla olan ilişkilerini de düzenlemektedir. İşte fıkıh ilmi, insanın doğuşundan ölümüne kadar olan zaman diliminin her safha ve her türlü
davranışında Allah rızasını hedefleyen bir hayat tarzıdır. Fıkıh ilminin konusu olan deliller tafsili deliller iken fıkıh usûlü ilminin konusu
olan deliller ise icmali delillerdir. Ayrı bir tanımla fıkıh ilminin konusu olan hükümler cüz’i hükümler iken fıkıh usûlünün konusu olan
hükümler külli hükümlerdir.
Fakih ile âlimin arasındaki fark şöyledir: Fakih şer’î hükümleri delilleriyle çıkaran kimsedir. Âlim ise şer’î hükümleri delilli veya
delilsiz bilendir. Durum böyle olunca her fakih âlimdir fakat her âlim fakih olmayabilir. Fıkhın diğer bir adı olan şeriat ise siyasi literatürde
İslâmın anayasası olarak bilinmektedir.
İslâm Fıkhının Birkaç Devir Geçirerek Oluşması
a) Allah Rasûlü (s.a.v.)’in devri: Bu devirde, fıkhın asıl kaynakları olan Kur’ân ve sünnet hâkimdi.
2) Sahâbe devri: Bu devir, ahkamla ilgili âyet ve hadislerin sahâbe tarafından tefsir ve izah edildiği devirdir.
3) Müçtehid imamlar devri: Fıkıh meselelerinin yazılmaya başlanması ve büyük müçtehidlerin ortaya çıktıkları devirdir. Bu devir İslâm
fıkhının gelişmesi ve olgunlaşması için altın devirdir.
4) Taklid devri: Bu devir de fıkıh ilmi için duraklama devridir.
İslâm Fıkhı Şu Özellikleri Taşımaktadır:
1- Fıkıhta hükümlerin esası vahye dayanır. Kitap ve sünnette açıkça ifade edilen kesin hükümler hiçbir şahıs veya kurumun tasdikine
gerek olmaksızın geçerli olup bütün mü’minler için bağlayıcıdır. Fıkhın temelinde kanun koyucu Allah’tır. Beşeri hukuklarda ise kanun
koyucu insandır ve her zaman değiştirilebilir.
2- Fıkıhta ittifakla bağlayıcı delil Kur’ân, sünnet, icma ve kıyastır.
3- İslâm fıkhının kapsamı insanın kendisi, toplum ve yaratıcıyla olan münasebetlerini düzenler. Çünkü fıkıh hem dünyevi hem uhrevî
niteliğe sahiptir. Fıkıh hem din hem devletir ve kıyamete kadar hüküm sürer.
Fıkhın İçerdiği Dinî Hükümler
Fıkhın ihtiva ettiği mükelleflere ait söz, fiil, akit, ahlâk ve tasarruflar beş ana unsuru kapsar.
a) İbadetlere ait hükümler: Bu da temizlik, namaz, oruç, zekât, adak, kurban, kefâret ve yemim gibi insanla rabbi arasındaki
münasebetleri düzenleyen hükümlerdir. Bu hükümlerle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de yaklaşık yüz kırk âyet bulunmaktadır.
b) Muamelata ait hükümler: Muamelatla ilgili hükümler birkaç dala ayrılır. Örneğin alışveriş, selem, icare, havale, rehn, kefalet, karz,
şirket, şahitlik ve kadılık gibi hükümlere yer verilmektedir. Fertler arasındaki malî ilişkileri düzenleyen ve hak sahibinin hakkını koruyan
hükümler bu niteliktedir. Bu hususta da yaklaşık yetmiş âyet bulunmaktadır.
c) Ukubata ait hükümler: İçki, hırsızlık, zina, adam öldürme ve kazf gibi cürümlerle suç ve ceza gibi insanların birbirleriyle ve
toplumla olan münasebetlerini düzenleyen hükümler. Bu konuda yaklaşık otuz âyet bulunmaktadır.
d) Aile hukuku ile ilgili hükümler: Bununla ilgili fıkıhta şu dallar bulunmaktadır. Nikâh, talâk, iddet, nafaka, mehir, neseb, miras ve
süt emme gibi esaslara yer verilmiştir. Bu hususta Kur’ân’da yaklaşık yetmiş âyet bulunmaktadır.
e) Devlet işleri ile ilgili hükümler: Adaleti hâkim kılarak zulmü engellemek ve hükümleri infaz etmek gibi görevler. Böylece İslâm
fıkhının bu hükümleriyle insanların muhtaç oldukları herşeyi kapsadığını görmekteyiz. Fıkhın kapsadığı diğer bir hükümse ceza hukukudur.
Bunlar mükellefin işlediği suçlar ve uygulanacak müeyyidelerle ilgilidir. Bundan amaç can, mal, ırz gibi öz değerleri korumak suçlu ile
102
Amidi, el-Ahkam, 1/7.
Nisâ, 4/78, Hud, 91.
104
A’raf, 7/179, Hud, 11/91, Tevbe, 9/122.
105
Buhârî, ilim, Müslim, İmare.
106
Nisâ, 4/23.
107
A. Kerim Zeydan, el-Veciz, s. 8-9-10.
103
28
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------mağdur ve toplum arasındaki ilişkileri düzenleyip güveni sağlamaktır. Bu hususta yaklaşık otuz âyet bulunmaktadır. Fıkhın içerdiği usul
hukuku ile ilgili yirmi ve iktisadla ilgili de on âyet bulunmaktadır.108
Fıkhın Tedvini
İslâm coğrafyasındaki fukaha tarafından İslâm fıkhı tedvin edilerek siyer, cihad, ibadet, muamelat, aile hukuku ve devlet hukuku gibi
birçok bölüm ve bablara ayrılmıştır. Bize ulaşan tedvin edilmiş fıkıh kitabı İmam Zeyd b. Ali (ö.122)’nin el-Mecmuu’l-Fıkhîye adlı eserdir.
Bu kitab, hadis ve fıkıhtan oluşan birçok bölüm içermektedir. Emevî döneminde ilk tedvin edilen devlet kanunu olarak Halife Ömer b.
Abdulaziz’in eseridir. Hatta İslâm âleminde ilk hadis tedvinini gerçekleştiren de odur. Bunu muteakib İmam Mâlik’in (ö.179) Muvatta’sı
gelmektedir. İlk te’lif edilen fıkıh kitabları sırasıyle İmam Muhammed b. Hasan el-Şeyban’nin (ö.189) es-Siyer adlı meşhur eseridir. Bu eser
te’lif edilen eski kitapların en genişi ve kapsayıcı olan bir eser olup İslâm devleti hukukunu konu alan imtiyazlı bir fıkıh kitabıdır. Bunun
gibi devlet hukukunu içine alan çok ehemiyetli ve eski döneme ait İmam Ebi Yusuf’un te’lif ettiği el-Harrac adlı kitabıdır. Bu kitabı Abbasi
Halifesi Harun Reşid devletin resmi kanunu kılmıştır. Bunun peşinde İmam Şâfiî’nin (ö.204) cedid mezhebini oluşturan el-Umm adlı kitab
gelmektedir. Fıkıh konusunda te’lif edilen diğer kitaplar Ebi Ya’la’nın ve Maverdi’nin el-Ahkamu’s-Sultaniye adlı eserleridir. 109
İslâm Fıkhının Gayesi ve Özellikleri
Fıkhın gayesi, insanın Allah Teâlâ’ya imâna sımsıkı bağlı olması ve İslâm inancıyla birebir alakalı olmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ’ya
sağlam imân, kişiyi dinî hükümlere bağlanma ve bu hükümleri uygulama hususunda daha çok istekli hale getirir. Kur’ân-ı Kerîm’de fıkhın
imânla olan bağını beyan eden birçok âyet bulunmaktadır. Örnek olarak şu âyetleri verebiliriz: ‫يَااَيُّهَا الَّذينَ ا َمنوا اِ َذا ق ْمت ْم اِلَى الصَّلو ِة فَا ْغ ِسلوا وجواَك ْم‬
‫“ َواَ ْي ِديَك ْم اِلَى ْال َم َرافِقِ َوا ْم َسحوا بِرؤ ِسك ْم َواَرْ جلَك ْم اِلَى ْال َك ْعبَي ِْن‬Ey imân edenler! Namaza durmak istediğiniz zaman yüzlerinizi dirseklere kadar ellerinizi
yıkayın…”110 َ‫“ اَلَّذينَ يقيمونَ الصَّلوةَ َويؤْ تونَ ال َّزكوةَ َوا ْم ِب ْاال ِخ َر ِة ا ْم يوقِنون‬O mü’minler ki namazı kılar, zekâtı verirler ve ahirete de kesin olarak imân
ederler.”111 َ‫هللا َو َذروا َما َب ِق َى مِنَ الرِّبوا اِنْ ك ْنت ْم مؤْ مِنين‬
َ ّ ‫“ َيا اَيُّ َها الَّذينَ ا َمنوا اتَّقوا‬Ey imân edenler! Allah’tan korkun, eğer inanıyorsanız faizden geri
kalan kısmı bırakın.”112 Burada Allah (c.c.) fıkıh hükümlerinin imânla olan bağını vurgulamak istemiştir.
İslâm fıkhının zorluğu kaldırıp yerine kolaylığı yerleştirme konusunda büyük bir fonksiyon üstlendiğini görmekteyiz. İslâm dini
kolaylığı tercih eden bir nizam olduğuna şahit olarak şu âyet yeterlidir: ٍ‫ّين ِمنْ َح َرج‬
ِ ‫“ َو َما َج َع َ َعلَيْك ْم فِى الد‬Allah dinde size bir güçlük
yüklemedi.”113
İslâm fıkhının kolaylaştırdığı dinî meselelere örnek olarak şunları verilebilir. Meselâ seferde dört rekâtlı namazların kısaltılması, orucun
bozulabilmasi, mest üzerine mesh müddetinin uzatılması, Cuma ve bayram namazlarının sakıt olması, hasta için oturarak namaz kılabilmesi
ve zaruret halinde su yerine teyyemmümün yapılabilmesi, ikrah ve baskıyla vaki olan boşama ve irtidadın geçersiz sayılması gibi daha
birçok kolaylık sayılabilir.
İLİM
Tanımı: İlim, vakıaya uygun olan kesin bilgidir. Başka bir ta’rifte ise ‫“ صفة تتجلى بها المذكور لمن قامت اى به‬Aklın ve duyuların mevzuuna
giren herşeyin tanınmasını sağlayan bir sıfattır.” 114
Curcanî de ilmi şöyle tarif etmiştir: ‫“ صفة توجب تمييزا بين معانى ال يحتم ضله‬İlim, zıddına ihtimal verilmeyecek şekilde manaları
birbirinden ayırt etme sıfatıdır.”
Hukemaya göre ilim, bir şeyin zihinde şekillenmesidir. İlmin karşıtı cehalettir. Cenab-ı Allah’ın sıfatlarından biri de ilimdir. Yüce Allah
dinde derin bilgi sahibi olmayı öğütlemiştir. Bu konuda şöyle buyurmuştur: ‫ّين‬
ِ ‫َو َما َكانَ ْالمؤْ ِمنونَ لِيَ ْنفِروا كَافَّةً فَلَوْ َال نَفَ َر ِمنْ ك ِّ فِرْ قَ ٍة ِم ْنه ْم طَائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهوا فِي الد‬
َ‫“ َولِي ْن ِذروا قَوْ َمه ْم اِ َذا َر َجعوا اِلَ ْي ِه ْم لَ َعلَّه ْم يَحْ َذرون‬Mü’minlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dinî
konularda geniş bilgi elde etmek ve halkını savaştan döndüklerinde ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.”115
Peygamberimiz (s.a.v) “İlim öğrenmek her mü’min erkek ve kadının üzerine farzdır.”116 buyurmuştur. Allah Rasûlü (s.a.v.) ilmi şöyle
tarif etmiştir. “İlim, İslâm’ın hayatı ve imânın direğidir. Kim ki ilim öğrenirse Allah (c.c.) ecrini tamamlar. Kim ki öğrenir ve amel ederse
Allah ona bilmediğini öğretir.”117 Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur: “İlim hazinedir. Onun anahtarı da soru sormaktır. Öyle ise sorun,
Allah’ın rahmeti üzerinize olsun. Çünkü bu hususta dört kimse ecir alır. Soran, öğreten, dinleyen ve onlara muhabbet besleyen.”118 İlim,
hakkı elde etmek için tahsil edilirse ilim olur. Yoksa ilim zulüm olur. Sihir, büyü, kehanet, falcılık, bid’at ve hurafecilik ilmi gibi ilimleri
elde etmek haram ve bu ilimlerle insanları tevhidî çizgiden uzaklaştırmakta küfürdür.
İslâm’ın ilme verdiği önemi hiçbir millet vermemiştir. Kur’ân gerek ilim gerekse aynı kökte gelen akıl, fikir ve zikir gibi diğer
kelimeleri yaklaşık bin defa zikretmiştir. Küfür ve şirkin ana kaynağı cehalettir. Bu nedenle Allah Teâlâ, Peygamberimize hitaben “Sakın ha
cahillerden olma!”119 buyurmuştur. “Kulları içerisinde Allah’tan ancak âlimler korkar.”120 Keza Kur’ân-ı Kerîm’de bilenlerle
bilmeyenlerin bir olmayacağı açıkça ifade edilmiştir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”121
Allah Rasûlü (s.a.v.) ilmi ve âlimleri överek şöyle buyurmuştur: “Kim ilim tahsil etmek için evinden veya yurdundan çıkarsa geri
dönünceye kadar Allah yolundadır.”122 “Âlimler yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin halifeleridirler. Onlar benim ve diğer
peygamberlerin varisleridirler.”123 İlim dünya ve ahret saadetin anahtarıdır. İlim, amellerin en faziletlisidir. İlim, dünyada insanların
ekonomik, sosyal, dinî ve dünyevi bütün durumlarını düzenleyici ve insanları birleştirici tek etkendir. Helak edici nefsi ahlâksızlıklardan
temizler, insanlara yol göstererek iki cihan saadetine kavuşturur. İlim, Allah Teâlâ’nın kemal sıfatıdır. Âlim ise topluma doğru yolu gösterici
olması bakımından ilâhî emirlere muhatap olan peygamberlerin varisleridirler.
Genel Bilgi
108
A. Kerim Zeydan, el-Veciz, s. 156.
A. Kerim Zeydan, el-Medhal, s. 416.
110
Maide, 5/6.
111
Neml, 27/3.
112
Bakara, 2/278.
113
Hac, 22/78.
114
Teftazani, Şerhu’l-Akaid, s. 25.
115
Tevbe, 9/122.
116
Ahmed b. Hanbel, Taberânî.
117
Suyutî, el-Durru’l-Mensur, 1/373.
118
Ebû Nuaym, Hilye, 3/363.
119
En’am, 6/35.
120
Fatır, 35/28.
121
Zümer, 39/9.
122
Tirmizî, İlim.
123
Keşfu’l-Hafa.
109
29
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------İlim ehli, ilmini gizleyemez. Allah Rasûlü (s. a. v): “Bildiği bir şey kendisine sorulup da onu gizleyen kimseyi, Allah, kıyamet gününde
ateşten bir gem ile gemleyecektir”124 buyurmuştur. Abdullah b. Amr’den gelen bir rivâyette Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah
Teâlâ insanların göğsünden ilmi almaz. Ancak ilmi âlimlerin alınmasıyla (vefatıyla) alır. Öyle bir gün gelecek ki yeryüzünde hiçbir âlim
kalmayacaktır. O zaman insanlar kendilerine cahil reisler edinecekler ve onlara sorular soracaklar onlarda ilimsiz fetva vereceklerdir. Hem
onlar delalete düşecek hem de başkalarını delalete düşüreceklerdir.”125 Âlimler sahip oldukları ilmi başkalarına aktarmak
mecburiyetindedirler. Münazara ve münakaşa da muhaliflerini yenmek için veya nefsini tatmin etmek için, ilim tahsil etmek tahrimen
mekruhtur. İmam Mâlik b. Enes: “Bu ilim dindir, kimden öğreneceğinize dikkat ediniz” der.
İLMİN GENEL KISIMLARI
İlim Kadim ve Hadis Olmak Üzere İki Kısma Ayrılır:
a) Kadim ilim: Bu Allah’ın zâtı ile ilgili ilimdir ki yaratılmış olanın bilgisine benzemez.
b) Hadis ilim: Hadis ilim, insanların iradesiyle elde edilen ilimdir. Hadis ilim ancak şu vasıtalarla elde edilebilir.
1- Duyular: Bunlar da işitme, görme, koklama, tatma ve dokunmadır.
2- Doğru haber: Doğru haber, peygamberlerin Allah’tan getirmiş oldukları haber ve gösterdikleri mucizeler ile doğruluğu te’yid
olunmuş haberdir.
3-Akıl: Bu da bilgi edinme yollarından biridir. Bir şey akıl vasıtasıyla bilinirse buna “istidlali” ilim denir. Şâyet hiç düşünülmeden
bilinirse buna da “bedihi” ilim denir. Akıl vasıtasıyla meydana gelen ilim de altı kısımdır:
a) Zaruri ilim: Zaruri ilim, fazla düşünmeye gerek kalmadan ve delile başvurmadan, kendiliğinde meydana gelen bilgidir. Örneğin
kişinin kendi varlığını, açlık ve susuzluğunu, sevinç ve üzüntüsünü bilmesi gibi değişik hallerini hisedip kesin bir şekilde bilmesidir.
b) Fıtri ilim: Aklın çok kolay bir kıyasla verdiği hükümdür. Örneğin çocuğun süt emmeyi, balığın yüzmeyi ve kuşun uçmayı doğrudan
öğrenmesi gibi.
c) Tecrübelerle bilinen ilim: Meselâ havanın bulutlu olmasının yağmura delalet etmesi ve yükselen dumanın ateşe delalet etmesi gibi.
d) Mütevatirlar: Mütevatir ilim, defalarca işitilen haberlerdir.
e) Nazari ve istidlali ilim: Nazari ilim, bakmak ve görmekle meydana geldiği gibi araştırma ve mukayese yolu ile de bilinen bir ilimdir.
f) Kesbi ilim: Kesbi ilim, meslek ve sanat gibi kulun kendi gayret ve iradesiyla meydana getirdiği bilgidir.
İlim, Farz-ı Ayn ve Farz-ı Kifaye Olmak Üzere İkiye Ayrılır:
a) Farz-ı ayn olan ilim: Bu ilmi her Müslümanın öğrenmesi farzdır. Örneğin ibadet, haram, helâl, emir ve yasakla ilgili ilimler.
b) Farz-ı kifaye olan ilim: Bu tür ilimler, ümmetin tümüne farz olmayıp her dalda bir kısım insanın öğrenmesiyle, farziyeti,
diğerlerinin üzerinden kalkar. Kura'n-ı Kerîm ve hadis ilmi, usul-i fıkıh, Arapça'nın gerekli ilimleri, tıp ve mühendislik ilmleri gibi ilimlerin
öğrenilmesi farz-ı kifayedir.126 Müslümanın ilim öğrenmesi farz olduğu gibi, onunla amel etmesi de farzdır. Allah Resûlü (s.a.v.): “Bir kimse
bildikleriyle amel ederse, Allah (c.c.) da o kişiye bilmediklerini öğretir”127 buyurmuştur.
CEHALET
İlmin ziddi olan cehaletin tanımı: Cehalet, ilmin karşısında olmak, bilmemek, gerçeği görmemek gibi manalara gelmektedir. İlim,
hayırlı ve faydalı olan herşeyin anahtarı olduğu gibi cehalet de kötü ve zararlı olan herşeyin anahtarıdır. İlim sahibi faziletli, yüce kişi
sayılırken cahil insanlarda bilgiye karşı daima aşağılanan kişiler olarak bilinirler. Kur’ân-ı Kerîm inkârcı, sapık, gafil ve bozguncuları cahil
kişiler olarak zikretmektedir. (51/11) Yine cahillerden sakınmak için “Af yolunu tut, bağışla, maruf olan şeyleri emret, cahillerden yüz
çevir.”128 buyurulur. Cahil insanlar körler gibidirler. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”129 “Aynen görenle görmeyen bir olmadığı gibi.”
Cahil kişiler kendini olduğundan büyük görme hastalığına tutuldukları için faziletli, doğru ve ilim adamlarından kaçıp onlara düşmanlık
beslerler. Cahil herşeyin dış yüzünü görür. Onun için Hz. İsa (s. a.): “Cahil yaşayan ölüdür. Ben ölüleri dirilttim fakat cahilleri diriltemedim”
buyurmuştur. İmam Şâfiî şöyle diyor: “Ben hangi cahille tartıştıysam o beni yenmiştir.” Halk arasında “akıllının düşmanlığı cahilin
dostluğundan daha hayırlıdır” denilmektedir. Eskiden suç işleyen âlime verilen en büyük ceza cahillerle birlikte hapsetmekti. “Cahile para
verin, ama yüz vermeyin” deyimi yerinde bir sözdür. Cahil olan bir kimse Allah’ı gereği gibi tanıyamaz. Yaptığı amellerde ilâhî hükümlere
değil de heva ve hevesine uyması, beşerin koyduğu emir ve yasaklara, siyasi sistem ve düşüncelere inandığı içindir. “Onlar hala cahiliye
devri hükmünü mü istiyorlar?”130 buyurulur. İslâm’ın hâkim olmadığı ortamlar cahiliye ortamlarıdır. Çünkü cahiliye insanları, Allah’ın
varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı. Cahiller, günümüzde olduğu gibi canlı ve cansız sahte ilâhlara inanarak derler ki: “Allah
katında bize şefaatçi olacaklarına inanarak, biz onlara ancak bizi daha çok Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.”131 Cahili toplum
kumar, içki, faiz, fuhuş, tefecilik, asabiyet ve zulümün reva görüldüğü toplumdur. Cahiliye, insan iradesinin dışında insanı insana ve topluma
köle yapan bir sistem olup, insanları Allah’a ibadetten uzaklaştırıp, herhangi bir adla anılan beşeri sisteme itaate zorlayan yönetimin adıdır.
Kısaca cahiliye Allah’ın hükmünden başka hüküm arayan ve Allah’ın hükmünden başka hükme rıza gösterenlerin sistem biçimidir.
GÜNAHLAR
Günah: Allah’ın buyruklarına aykırı düşen, dinde suç sayılan davranışlar. İslâm şeriatının ve temiz insan fıtratının yapılmamasını
emrettiği hususlardır. Arapça’da günah kelimesinin karşılığı olarak, ism, zenb, isyan ve cürm kelimeleri kullanılır. Arapça’da ism, Türkçe’de
günah kavramının karşılığıdır. Zenb (cürm): İnsanın, Allah’ın rızasını kazanmasını engelleyen bir davranıştır. İsyan ise Allah’a itaat
etmemek demektir.132 Yahudi ve Hıristiyanlar dinlerinin birçok esası bozdukları gibi günah kavramını da kendi emel ve arzularına uygun
olarak değiştirmişlerdir. Yahudiler, Allah’ın seçilmiş kulları oldukları inancıyla, kendi ırklarından olmayan insanlara yaptıkları kötülükleri
mubah kabul ederler ve Yahudi olmayan kimselere faizli para vermenin caiz olduğuna inanırlar.
Hıristiyanlar ise Âdem (a.s.)’ın işlediği ilk günahtan dolayı bütün insanların günahkâr doğduğuna; Hz. İsa (a.s.)’ın kendini feda ederek
insanların günahlarını temizlediğine inanırlar. İsa (a.s.)’ın ölümü temsil eden vaftiz ayini ile çocukların günahlarından temizlendiğini kabul
ederler. Böylece bağışlama yetkisini Allah’tan alarak papazlara verirler. İlk defa 1215 yılında günah çıkarma kararı alınmıştır.
İslâm bir ırk ve sınıfın imtiyazını, insanların günahlı doğduklarını, günahın şahıslar tarafından affedilebileceğini kabul etmez. Allah
Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Doğan her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra anası babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi
124
Ebû Dâvûd.
Buhârî, Müslim, Tirmizî.
126
el-Mecmu, 1/26.
127
Keşfu’l-Hafa, 2/265.
128
A’raf 7/199.
129
Zümer 39/9.
130
Maide 7/50.
131
Zümer 39/3.
132
Curcanî, et-Tarifat.
125
30
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------yapar.”133
Her bir günahın içinde küfre gidecek bir yol vardır. Günah istiğfar (tövbe) ile hemen yok edilmezse kalbi kötülüğe sürükler ve onu
Allah’ın itaatından çıkmış bir kalp haline getirir.
Günah, amel konusunda düşünceden pratiğe geçmemişse cezası olmaz. Allah Rasûlü (s.a.v.) “Allah Teâlâ ümmetimi, nefislerinde
yapmayı arzuladıkları şeyleri yapmadıkları ve konuşmadıkları müddetçe, affetti.”134 buyurmuştur.
Sorumluluk ve ceza açısından günahlar Kebair (büyük) ve Seğair (küçük) diye iki kısma ayrılır.
Büyük Günahlar
Kebair denilen büyük günahlar: Allah’ı tanımaya engel olan ve yapılması halinde şer’î ceza gereken büyük suçlar ve davranışlar
demektir. Bir başka tabirle, Allah Teâlâ’nın işleyeni cehennem azabıyla tehdit ettiği büyük suç ve davranışlardır. Bir başka görüşe göre,
Allah’ın yasakladığı herşey büyük bir günahtır.
Büyük günahların sayısı rivâyet edilen hadislere göre üç, yedi, dokuz, yetmiş, iki yüz olarak tespit edilmiştir.135
Ehli sünnetin inancına göre büyük günah işleyen kimse bu günahın haram oluşunu inkâr etmediği sürece günahkâr mü’min sayılır, fakat
fasık olur. Eğer ölmeden tövbe ederse Allah’ın af kapısı açıktır.136 Ancak işlediği günahı helâl sayarak işlerse o zaman kâfir olur.
Büyük Günahlardan Bazıları Şunlardır:
1.
Allah Teâlâ’ya şirk koşmak.
2.
Haksız yere adam öldürmek.
3.
Sihir ve büyü yapmak.
4.
Ana-babaya asi olmak.
5.
Bile bile yalan söylemek.
6.
Yalan yere şahitlik yapmak.
7.
Yalan yere yemin etmek.
8.
Savaştan kaçmak.
9.
Faiz yemek.
10. Zina etmek
11. Hırsızlık yapmak.
12. İffetli kadınlara zina iftirasında bulunmak.
13. Koğuculuk yapmak.
14. Yetim malı yemek.
15. İçki içmek.
16. Gıybet yapmak.
17. Haram yemek.
18. Hileli alışveriş yapmak.
19. Zulmetmek.
20. Ailenin ve Müslümanların sırrını ifşa etmek.137
Küçük Günahlar
Seğair denilen küçük günahlar: Dünyada cezayı, ahirette de azabı gerektirmeyen küçük suçlardır. Devamlı işlendiğinde küçük günah
olmaktan çıkar. Büyük günah istiğfarla, (tövbeyle) küçük günah ise ikrarla (kabullenmekle) af edilebilir. Ancak küçük günahlar Allah’tan
korkulmaz, hafife alınır, önemsenmez, haya edilmez ve devamlı olarak yapılırsa büyük günah hükmüne girerler. Günahlardan sakınmak,
farzları yapmaktan önce gelir. Önce kalp günahtan temizlenir, sonra farzları yapmakla süslenir.
ELFAZ-I KÜFÜR
Küfür, lügatta örtmek, kapatmak, nankörlük etmek demektir. Istılah olarak küfür imânın zıddı yani imânsızlıktır. Başka bir deyişle
Allah’ın varlığını ve birliğini, peygamberliği, Muhammed (s.a.v.)’in Allah katından getirdiği kesin olarak belli olan şeyleri inkâr etmektir.
Küfür kalben olabildiği gibi söz ve davranışla da olabilir. Zorlamayla imân geçerli olmadığı gibi ikrah ile meydana gelen küfür de geçerli
olmaz. Bu konu, tehdit ile boşama bahsinde daha geniş izah edilmiştir.
Küfür Üç Kısımdır:
a) Cehlî Küfür: Cehalet ve bilgisizlik sebebiyle inkâr etmek ve inanmamaktır.
b) İnadî Küfür: Kişinin, Allah Teâlâ’nın varlığını, herşeyi yoktan yarattığını bildiği halde kibir, gurur, makâm ve mevkinin elden
gideceği, itibarının yok olacağı veya kınanma, ayıplanma endişesiyle inkâr etmesidir.
c) Hükmî Küfür: İmân edilmesi gereken İslâmî esasları hafife almak ve küçümsemektir.
Kişiyi Hükmen Küfre Düşüren Bazı Haller Şunlardır:
1- Haramı helâl saymak.
2- Helâlı haram saymak.
3- Kur’ân hükümlerini yalanlamak.
4- Mütevatir hadisleri kabul etmemek.
5- İslâm’la ve dinî hükümlerle alay etmek, hafife almak.
6- Allah’ın rahmetinden ümit kesmek.
7- Allah’ın azabından emin olmak.
8- Gaipten haber vermek ve verilen gaybi habere inanmak ve tasdik etmek.
9- Kur’ân ve sünnetin zâhirî manalarını reddedip batıni manaları olduğunu kabul etmek.
10- Beşerî sistemlerin ilâhî sistemden üstün olduğunu iddia etmek.
11- İslâmî hükümlerin çağdışı kaldıklarını iddia etmek.
12- Öbür dünyadan başı kanlı gelen kimse var mı? gibi sözlerle ahiretin var olduğundan şüpheye düşmek.
13- Dua ederek ölülerden bir şey istemek, kabirleri tapınak yapmak.
14- Onlara benzemek için zünnar ve şapka gibi gayr-i müslimlerin dinî simgeleri olan özel giysilerini kullanmak. Bu alâmetler her asra
ve bölgeye göre değişebilir. Buradaki temel espiri İslâm’ın dışındaki dinleri benimsemektir.
15- Allah’ın kitabına rağmen halkı beşeri sistemle yönetmek veya o sistemi meşru görüp onunla yönetilmeye rıza göstermek gibi küfrü
gerektiren birçok söz ve davranış vardır.
133
Buhârî, Müslim.
Buhârî.
135
Tâhâvî, Şerhu’l-Akaid, s. 295.
136
Nisâ, 4/31-48-116, Zümer, 39/52.
137
Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd.
134
31
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------İSLÂM
Tanımı: İslâm teslim olmak, itaat etmek, bağlanmak, boyun eğmek, selâmette olmak, sulh, huzur, güvenlik ve eman gibi manalara gelir.
İslâm’ı kabul eden, kendi iradesini Allah ve Rasûlü’nün iradesine tabi kılan kimseye “Müslim” veya “Müslüman” denir. Ayrıca İslâm
kelimesi ve türevleri genel olarak tüm semavî dinler için kullanılmıştır. Çünkü vahyin kaynağı tekdir. O kaynakta yüce Allah’tır. ‫ال لَه َربُّه‬
َ َ‫اِ ْذ ق‬
138
) َ‫ال اَ ْسلَ ْمت لِرَبِّ ْال َعالَمين‬
َ َ‫“ اَ ْسلِ ْم ق‬Bir zaman rabbi ona: “İslâm ol” dediğinde, (İbrahim) “âlemlerin rabbi olan Allah’a teslim oldum demişti.”
Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiği gibi tüm Peygamberler, ümmet ve evlatlarına şu ortak vasiyette bulunmuşlardır: “Sadece Müslüman
olarak ölünüz.”
İslâm diğer dinler gibi belirli bölgelere ve asırlarla sınırlı olmayıp cihan şumül, bütün yeryüzü halklarının kıyamete kadar olan
ihtiyaçları dikkate alınarak indirilmiştir.
Allah Rasûlü (s.a.v.): “Bana beş özellik verilmiştir” diye buyurur.
a) Bir aylık mesafedeki düşmanın kalbine korku salmakla yardım olundum.
b) Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı, bu ümmetim için de geçerlidir.
c) Bana ve ümmetime ganimetler helâl kılındı.
d) Önceki peygamberler belli bir kavme gönderilirken, ben bütün insanlara gönderildim.
e) Bana şefaat makâmı verildi.139
İslâm’ın Getirdiği Bazı Güzellikler:
İslâm, can, mal, akıl, din ve nesli teminat altına almıştır. İslâm, ırk, renk, dil, servet ve bölge farkı gözetmeksizin insana insanlık değeri
vermiş ve üstünlüğün ancak imân, takva ve güzel ahlâkta olduğunu belirtmiştir.
İslâm, zulmü, adaletsizliği, tefeciliği, insanları sınıflandırmayı, ırkçılığı ve bölgeciliği yasaklamıştır. İslâm, kullara kul olmayı reddedip
yerine yaratıcıya kul olmayı emreder. İslâm beden, ruh ve çevre temizliğine önem vermiştir. İslâm, dünya ve ahiret arasında bir denge
kurarak her ikisi için çalışmayı emretmiştir. İslâm, devamlı güzel ahlâkı, ana babaya itaati, akraba hakkını gözetmeyi, büyüklere saygıyı ve
küçüklere de merhameti emreder. İslâm kendi aleyhimize olsa bile doğru olmayı, ticari hayatımızda dürüst olup haktan ayrılmamayı
emretmiştir.
İslâm, cahiliyedeki Arapların kabul edilemez içtimai hayatlarındaki bazı kötülükleri köklü bir şekilde değiştirip yerine yeni esaslar
getirerek içinde bulundukları yıkıcı ahlâklarının yerine daha hayırlı ve kalıcı bir nizam getirmiştir. İslâm açık ve kuvvetli bir tarzda kabile
asabiyetinin kökünü kesip onun tüm şerrini izale etmiştir. İslâm, onlara “onu (ırkçılığı) bırakın, o kokuşmuş bir leştir” demiştir. İslâm,
kabileler arası savaşları sona erdirmiştir.
İslâm, Araplardaki erkeğin önemini artırıp kadını küçük düşürme gibi tutum ve davranışları sona erdirmiştir. İslâm, insanlara kendi
aralarında adaletli olup mazluma taraf olmayı önermiştir. İslâm, Arapların en vahim geleneklerinden olan “kızları diri olarak toprağa
gömmeyi” şiddetle rededip yasaklamıştır. İslâm, iki kız kardeşle birlikte evlenmeyi, şığar nikâhı ve övey anneyle evlenme gibi Araplarda
yaygın olan bazı nikâh çeşitlerini kaldırıp yalnız günümüzde meşru olan nikâhla sınırlandırmıştır.
İslâm, daha önceden Arapların günlük hayatlarına girmiş ve vazgeçilmez bir hal alan kölelik sistemini tedrici olarak kaldırmayı
göndemine alıp kölelik sebebini yalnız savaşla sınırlandırmıştır. İslâm, bunun gibi birçok kötü ahlâk ve alışkanlığı kaldırıp yerine adil, insan
hak ve hukukuna uygun bir nizam getirmiştir. İslâm, Arapların evlat edinme, nesepleriyle övünme ve yeminleşip birbirlerinden miras almak
gibi daha birçok kötü adeti ortadan kaldırmıştır. Bununla beraber ahde vefa, doğru sözlu olma, komşu hakkına saygı, şecaat ve sehavet gibi
Arapların bazı insani olan güzel geleneklerini sabit bırakıp aynen devam ettirmiştir. Sonuç olarak İslâm, cahiliye Araplarının güzel olan
adetlerini sabit bırakıp kötü olanlarını da ilga etmiştir.140
Müslüman Olmanın Şartı Altıdır:
‫شروط اال سالم ستة بال اشتباه عق وبلوغ وعدم اكراه‬
‫والنطق بشهاىتين و الولى والترتيب اعلم فاعلما‬
“İslâmın şartı altıdır. Bunlar aşağıda sırasıyla belirtilmiştir:
1) Akıllı olmak: Deli olan bir kimse İslâmiyetten sorumlu değildir.
2) Buluğ çağına ermiş olmak: Çocuk İslâmiyetten sorumlu değildir.
3) İstekli olmak: Baskı olmadan İslâmiyeti kabul etmek.
4) Velâyet: İmân konusunda başkasına bağlı olmamak, bağımsız olmak.
5) Şehadet getirmek: Yukarıdaki şartlar oluşunca sözlü olarak şehadet kelimesini dille söyleyip kalben tasdik etmek.
6) Tertib: Yani kişinin sırasıyla bu şartlara haiz olması demektir.
İslâm’ın Rüknü Beştir:
1) Şehadet getirmek.
2) Günde beş vakit namaz kılmak.
3) Senede bir ay oruç tutmak.
4) Varsa malın zekâtını vermek.
5) Şartlar uygunsa hac yapmak.
Şart ve Rüknün Tanımı:
‫الشرط ما يتوقف عليه صحة المشروط واو خارج من المشروط‬
“Şart, bir müsebbebin varlığı kendi varlığına bağlı olmakla birlikte, onun yapısından bir parça teşkil etmeyen iş ve vasıf demektir.”
Örneğin namaz için abdest, setri avret ve istikbali kıble gibi şartlardan birisi bulunmayınca namazın geçerli olduğu söylenemez. Bunlar
namaz için birer şart oldukları halde namazdan birer cüz’ değildirler. Yani bu şartlar bulunmadan namaz kılınmaz. Meselâ nikâh için şahitler
de böyledir. Şahitsiz nikâh kıyılsa de geçerli değildir.
‫الركن ما يتوقف عليه صحة الشئ ولكن او ىاخ في الشئ‬
Rükün ise bir müsebbebin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça teşkil eden şeydir.”141 Örneğin namaz için
kıyam, kıraat, secde ve teşehhüd gibi rükünler namazın sıhhatı bunlara bağlı olmakla beraber her biri namazın birer parçası durumundadır.
Durum böyle olunca yukarıda sıralanan maddeler, kişinin İslâmiyeti için rükün değil birer şarttırlar. Çünkü akıllı veya baliğ olmak
İslâm’ın dışında olan İslâm’ın birer öncü şartlarıdır.
Her defa da İslâmın şartları diye sıralanan ve okutulan esaslar (sevm, salât, hac, zekât ve kelimeyi şehadet) bunlar şart niteliğine haiz
olamazlar, ancak rükün olarak kabul edilmiştirler. Allah Rasûlü (s.a.v.) : ‫“ بنى االسالم على خم‬İslâm beş esas üzerine kurulmuştur,” buyurur.
İslâm beş şarta bağlıdır dememesi bunun delilidir.
İslâm’ın Rükünleri Beştir:
138
Bakara, 2/131.
Buhârî, Salât.
140
A. Kerim Zeydan, el-Medhal.
141
Curcanî, et-Tarifat.
139
32
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------a) Kelime-i şehadet: Allah’tan başka ilâh olmadığına, Hz. Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmek demektir. Bunu
söylerken kalple tasdik de şarttır.
b) Namaz kılmak: Dinimizin direği olan namaz, akıllı olan ve buluğ çağına eren her Müslüman kadın ve erkeğe farz-ı ayındır. Farz
olan namazlar günde beş vakittir. Sabah iki, öğle dört, ikindi dört, akşam üç, yatsı dört rekât olarak farz kılınmıştır. Namazı inkâr etmek
küfrü gerektirir; terk etmek ise büyük günahtır. Namaz beş vakit olarak hicretten önce M. 620 yılında miraçta farz kılınmıştır.
Namaz, kelime-i şehadetten sonra İslâm’ın en mühim esaslarındandır. Namaz, fıkıh kitaplarında beyan edildiği gibi muayyen şartlar
dahilinde tekbirle başlanıp selâm ile sona eren hususi söz ve fiillerden ibarettir.
c) Zekât vermek: İslâm’ın beş esaslarından biri de zengin olan kimsenin zekât vermesidir. İslâm’a göre zekât fakirin, zenginin malı
üzerindeki hakkıdır. Zekât sosyal yardımlaşmadır. Zekât hicretin 2. yılında (m. 623) farz kılınmıştır.
d) Oruç tutmak: Oruç, bedenî ibadet olup nefsi terbiye konusunda en büyük ameldir.
Oruç her yıl Ramazan ayında tutulur. Oruç hicretin 2. yılında (m. 623) da farz kılınmıştır.
Oruç mükellefin imsaktan akşama kadar yemeden içmeden, cinsi ilişkiden ve her türlü menhiyattan kendini alıkoymasıdır.
e) Hac yapmak: Hac, dinen zengin sayılan ve sıhhatlı olan her Müslümana farzdır. Hac ibadeti, Arafat’a çıkmak, Muzdelife’de
gecelemek, şeytanı taşlamak, Beyt’i tavaf etmek, Safa ile Merve arasında say yapmak ve başını traş etmekten ibaret olan bir ibadettir.
Zikredilen bu nusukların ihramlı olarak yapılması şarttır. Hac hicretin 6. yılında (m. 628) farz kılınmıştır. Bu esasların genişçe açıklaması
ibadet bölümünde izah edilecektir.
İMÂN-İSLÂM İLİŞKİSİ
İmân ile İslâm ehl-i sünnetin cumhuruna göre aynı şeylerdir. Zâhirî ulemasına göre ise ayrı ayrı değerlerdir.
Ehl-i sünnete göre “imân” Aziz ve Celil olan Allah’ın, haber verdiği emir ve yasaklarını tasdik etmekten ibarettir.
“İslâm” ise O’nun ulûhiyetine boyun eğip itaat etmekten ibarettir. O halde taşıdıkları hüküm bakımından imân İslâm’dan ayrılmaz bir
bütündür. َ‫ض َاللَتِ ِه ْم اِنْ ت ْس ِمع اِ َّال َمنْ يؤْ ِمن ِبايَاتِنَا فَه ْم م ْسلِمون‬
َ ْ‫“ َو َما اَ ْنتَ ِبهَا ِى ْالع ْم ِى َعن‬Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getirecek değilsin.
Ancak âyetlerimize inanıp da Müslüman olanlara duyurabilirsin.”142
Ahmed b. Hanbel’in Musned’inde geçen bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) imân ile İslâm’ı şöyle tarif etmiştir: “İslâm dışta ve görünürde
imân ise içte ve kalpte olandır.” İmân ile İslâm kimi zaman ayrı ayrı anlamlarda kullanılmış ise de taşıdıkları özellikler aynıdır.143
İKİNCİ BÖLÜM
AKAİD
Akaid, akd kökünden türetilmiş olan akide kelimesinin çoğuludur. Akide, sözlükte gönülden bağlanılan, düğüm atmışçasına sağlam bir
şekilde inanılan şey demektir. Dinî literatürde akide, sözleşme, akitleşme ve inanılması zorunlu olan ilke (imân esasları olan amentuya
inanmak), akidenin çoğulu olan akaid kelimesi ise İslâm dininde inanılması farz olan hususlar, imân esasları, dinin temel kural ve hükümleri
anlamına gelmektedir.
Akaid, Müslümanın inanıp bağlanması gereken şeylerdir. Müslüman ibadetini, amelini, ferdi ve toplumsal hareketlerini bu esaslar
üzerine bina eder. Saadet asrında tedvin edilmiş herhangi bir İslâmî ilim olmadığı gibi akait ilmi de o dönemde tedvin edilmemişti. Çünkü
diğer alanlarda olduğu gibi imân esasları (akaid) alanında da bir müşkülle karşılaşan sahâbe henüz hayatta olan vahyin kaynağı Peygamber
(s.a.v.)’e başvurarak sualin cevabına kavuşuyordu.
Akaid İlminin Doğuşu
Akaid ilmi ile ilgili ilk fikir hareketlerin Allah Rasûlü (s.a.v.)’in vefatından sonra başladığını ve hicrî 1. asrı içine aldığını söylememiz
mümkündür. Bilindiği üzere Allah Rasûlü’nün vefatını müteakip Müslümanlar halife meselesi ile karşılaşmış ve bu mevzuda ihtilafa
düşmüşlerdir.
Hulefa-i Raşidin’den sonra İslâm coğrafyasının genişlemesiyle beraber değişik toplum ve coğrafyalarda yeni yeni problemler türemeye
başladı. Özellikle halife seçimi, Osman (r.a.)’ın şehadeti (H. 35/M. 656) Cemel vakıası ile Sıffin savaşının zuhur etmesi, büyük günah
işleyenlerin durumu, Allah’ın sıfatları, irade hüriyeti ve kader meselesi gibi çeşitli meseleler, muhtelif fırkalarca tartışılmaya başlandı. İtikadî
problemlerin çoğalması gibi peş peşe gelen hâdiseler Müslümanlar üzerinde büyük tesirler bırakmıştır. Bu nedenle akaidin bir ilim dalı
olarak ortaya çıkmasını zorunlu kılmıştır.
EHL-İ SÜNNET VE’L CEMAAT
Ehl-i sünnet: Peygamber (s.a.v)’in sünnetine ve ashabının (r.a.) yoluna bağlı olan ve onların izlediği dinî yol ve metodu benimseyip,
kitap ve sünnet üzerinde ittifak etmiş, dinde münakaşaya sebep olan hususlarda aklı değil kitap ve sünneti kaynak alan, nasları esas kabul
eden topluluktur. Başka bir tabirle, Allah Rasûlü’nün sünnetine tabi olanlara ehl-i sünnet, onun sahâbelerini adil kabul ederek onların din
hususundaki metodunu takip edenlere de ehl-i cemaat, ikisine birlikte “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” denilmiştir.
İslâm tarihinde ilk defa cemaat kelimesi, terim olarak, Hz. Hasan (r.a.)’ın hilafeti Muaviye’ye devrettiği yıl kullanılmıştır.
Müslümanların birliğini temin ettiği için bu yıla “senetu’l-cemaa” (birlik yılı) denilmiştir. Ehl-i sünnet kendi arasında Selefiyye, Maturidiyye
ve Eş’ariyye olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır. “Ehl-i sünnet” terimini ilk kullanan ise Muhammed b. Sirin (ö. 110/728)’dir. Ehl-i sünnet
ve’l-cemaat, siyasi, fıkhî ve itikadî olarak birçok meselede birbirleriyle bağlantılıdır. Aynı mezhep içinde birçok farklı eğilim
bulunabilmektedir. Meselâ; fıkhî, amelî konularda sünnilerin önemli bir kısmı, Hanefî’dir. Hanefilerin büyük çoğunluğu itikadî konularda
Maturidî’dir. Ehl-i sünnetten Şâfiî ve Mâlikî olanların çoğu itikadda Eş’arî, Hanbeliler ise selefidirler.
Sünnilik, Şiilik, Vehhabilik vs. söylemle değil eylemle gerçekleşir. Ben Sünniyim, falanca Şiidir veya Vehhabidir gibi sözler anlamsız
ve yersizdir. Ancak kişi yaşamakla Sünni olabilir. Çünkü mezhepler ve meşrepler yaşanmakla gerçekleşir.
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) bazı tutum ve görüşleriyle çoğunluğa muhalefet etmişken bazı arkadaşları ona, yoksa sen cemaate tabi
olmuyor musun? diye sormaları üzerine onlara şu cevabı vermiştir. ‫“ الجماعة ما وافق الحق ولو كنت وحدك‬Cemaat hakka uygun olandır. Sen tek
başına olsan da bu böyledir.”
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatın Bazı Prensipleri Şunlardır:
1- Allah Teâlâ’nın zâtından ayrılmayan çeşitli ezelî sıfatları vardır.
2- Allah ahirette mü’minler tarafından görülecektir.
3- Kader haktır, fakat kul icbar altında değildir.
4- Peygamberler ve mucizeleri haktır.
5- Kelamullah kadimdir, ses ve harflerden müteşekil değildir.
6- Ahiret ve ahvali, cennet, cehennem, sırat, hesap, mizan, şefaat haktır.
7- Peygamberden sonra en faziletli kişi Ebû Bekir’dir. Ondan sonra sırasıyla Ömer, Osman ve Ali’dir.
8- Ehl-i kıbleden olan bir kimse işlediği günah sebebiyle tekfir edilmez. Mü’mine kâfir diyenin küfründen korkulur.
142
143
Neml, 27/81.
Maturidî, Tevhid, 394.
33
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------MEZHEB VE İÇTİHAD
Mezhebin Tanımı: Mezhebin sözlük anlamı gitmek, izlemek, gidilen yol demektir. Mecazi olarak kişisel görüş, inanç ve doktrin
karşılığında da kullanılır. Mezhep, terim olarak bir müçtehidin, dinin ayrıntılarına ilişkin, kendine özgü kural ve yöntemlerle oluşturduğu
inanç ya da hukuk sistemini dile getirir.
Mezheblerin Ortaya Çıkışı
Mezhep kavramı asrı saadette kullanılmadığı bilinmektedir. Ancak mezhep kavramı ve olgusu diğer bütün düşüncelerin sistemleştiği
Abbasi döneminde ortaya çıkmıştır. Peygamberimiz hayatta iken Müslümanlar İslâm’ın hükümlerini anlamada karşılaştıkları zorlukları
Peygamberimize soruyor ve gereken cevabı de rahatlıkla alabiliyorlardı. Ayrıca Peygamberimiz aralarında çıkan her türlü ticari, ekonomik,
ilim, toplumsal ve ferdi anlaşmazlıkları da çözüme kavuşturuyordu. Maalesef Peygamberimizin vefatından sonra bu imkân ortadan kalktı.
Artık Müslümanlar günlük problemlerini çözebilmek ve İslâm’ın hükümlerini anlamak için güvendikleri bir âlime gidiyor ve konuyla ilgili
farklı bilgiler alıyorlardı. Bu farklı cevaplar farklı anlayışların oluşmasına neden oluyordu. İşte bu anlayışlar zamanla sistemleşerek mezhep
adını almıştır.
Bu anlayışın gittikçe katılaşarak mezhepçiliğe ve mezhep taassubuna dönüştüğünü müşahede etmekteyiz.
Mezhepler, Kelami, Siyasî ve Amelî Olmak Üzere Üçe Ayrılır:
a) Kelami Mezhepler
Bu mezhepler, akaid (kelam) konusunda birbirleriyle ihtilafa düşen mezheplerdir. Ancak kelam âlimleri arasındaki bu ihtilaflar, akaidin
özünde değil de cebr ve ihtiyar gibi diğer bazı akidevi meselelerin yorumu hakkında cereyan etmiştir. İslâm akidesinin özü olan
“vahdaniyet” (Allah’ın birliği) gibi diğer zâti ve subuti sıfatlar ilkesi üzerinde ittifak etmişlerdir.
Akaid İmamları
Halk Arasında Bilinen İki Akaid İmamı Vardır
1-İmam Eş’arî
2-İmam Maturidî
Aslında amelî mezhebte olduğu gibi kelami mezhebin de imamları vardır. Ancak avam nasılki dört mezheb, dört kitap, dört halife, dört
büyük melek diye sayıyor ise akaid imamlarını da iki şeklinde öğrenip öyle inanmak istemiştir.
a) Eş’arilik: Eş’ariliğin kurucusu İmam Eş’arî, adı Ali, babasının adı İsmail, künyesi Ebû Hasan el-Eş’arî’dir. Künyesinden de
anlaşılacağı üzere kendisi sahâbe olan Ebû Musa el-Eş’arî’nin soyundandır. H. 266/M. 874 yılında Basra’da doğmuş, H. 324/M. 936 yılında
Bağdat’ta vefat etmiştir.
O tarihlerde Müslümanlar arasında felsefi görüş ve inanç ayrılıkları ortaya çıkmıştı. Bu çeşitli görüşler karşısında artık sahâbe devrinde
olduğu gibi saf inanç kafi gelmiyordu. Birçok meselede Müslümanlıkla çatışan ve çeşitli görüş ayrılıklarına sebep olan bu değişik inançlar
karşısında İslâm’ın esaslarını savunmak için aklın verilerinden, felsefe ve mantık kurallarından istifade etmek zorunlu hale gelmişti. O
zaman gerek İmam Eş’arî olsun gerekse İmam Maturidî olsun İslâm itikadının kitap ve sünnete uygun bir şekilde akli izahını yapmışlar ve
ehl-i sünnet yolunu sapıklara ve bid’atçılara karşı savunmuşlardır.
İmam Eş'arî hayatın ilk dönemlerinde Mutezile mezhebinden idi. O kelam ilmini Mutezile olan Ebû Ali el-Cubbai’den öğrenmişti.
Sonra “üç kardeş ve ahiretteki yerleri” meselesinden dolayı Mutezile'den ayrılarak Ehl-i sünnet akidesine yönelmişti. Bazı kaynaklara göre
Eş’arî'nin 300’e yakın eser yazdığı rivâyet edilmektedir. El-Mucezu’l-Kebir, el-Umd, el-İstihsan, El-Ebnan Fî Usuli’d-Diyan, el-Luma’ ve
Makalatu’l-İslâmiyyin adlı eserler bunlardan bazılarıdır.144
İmam Eş’arî’nin amelî olarak hangi mezhebe mensub olduğu konusunda ihtilaf vardır. Kadı Ebû Bekir el-Baklanî’nin Mâlikî olduğunu
söyler. İmam Tacuddin es-Subkî’ye göre Şâfiîdir. Makrizî’ye göre ise İmam Eş’arî, Hanefî mezhebine mensuptur.
b) Maturidilik: Maturidiliğin kurucusu İmam Maturidî, Adı Muhammed, baba adı Muhammed, künyesi, Ebû Mansur’dur. Doğum yeri
Semerkant'ın Maturid mahallesidir. Vefat tarihi H. 333/M. 944'tür. Meşhur eserleri Fıkhu’l-Ekber Şerhî, Kitabu’t-Tevhid, Meahızu’l-Şerai’
gibi değerli eserlerdir.145
Maturidî akidesinin esasını, Ebû Hanife’nin düşüncesine dayandırımaktadır. Çünkü Ebû Hanife’nin fıkıhtan önce kelam ilmi ile
uğraştığı bilinmektedir. Bu konuda da birkaç eseri vardır. Bu iki İslâm bilgini de batılı filozofların İslâm’a saldırdıkları bir dönemde yetişip
kendilerini geliştiren birer mütekellimlerdir. Onlar İslâmı kitap ve sünnete uygun ve akli verilerden yararlanarak savunmuşturlar. Hanefiler,
Maturidî’yi, Şâfiîler de, Eş’arî’yi taklid ederler. Akaid (kelam) konusunda ikisinin arasında elliye yakın meselenin yorumunda ihtilaf vardır.
Meselâ Maturidî imânın bir bütün olup eksilip çoğalmaz görüşünü savunurken Eş’arî imânın artıp eksilebileceğini söylemiştir. Maturidî,
mukallidin imânı geçerli olduğunu söylerken Eş’arî aksini düşünmüştür. Bunun gibi bazı feri meseleler vardır. Meselâ tebliğ görmeyenin
hükmü, imânın amelden bir cüz olup olmaması meselesi gibi. Maturidî’ye göre akıl ile nakil birbirilerine tearuz ettiğinde akla göre hüküm
verilir nakil ise te’vil edilir. Fakat Eş’arî’ye göre ise akıl ile nakil birbirine muhalefet ettikleri meselelerde nakle yer verilir akılda arıza
olduğuna hüküm edilir. Her iki imam “husun” ile “kubuh” meselesi gibi birçok meselelerde ihtilaf etmişlerdir.
c) Vehhabilik: Vehhabilik, eş-Şeyhu’n-Necdî lakabıyla bilinen Muhammed bin Abdulvehhab et-Temimi en-Necdî 1703 yılında
Riyad’ın Uyeyne kasabasında doğmuş ve 1791 yılında Deriye’de vefat etmiştir. Vehhabilik, Selefi düşüncesi çevresinde oluşan İslâm dairesi
içerisinde dinî ve siyasî bir harekettir. Karşıtlarınca harekete Vehhabilik adı yakıştırıldı. Hareket içinde yer alanlar, kendilerine Muvahhidun
(tevhidciler) derler ve Hanbelî mezhebini İbn Teymiyye yorumuna uygun biçimde sürdürdüklerini söylerler. Vehhabilik bir inanç hareketi
olarak başlamakla birlikte, kısa zamanda siyasî bir nitelik kazandı. Arap yarımadasında etkinlik kurarak devlet durumuna geldi. Günümüzde,
Suudi Arabistan’ın resmî mezhebi durumundadır. Vehhabiler düşüncelerini Deriye emiri Muhammed bin Suud’un gücü ile yayarak
Arabistan’a hâkim olma imkânına kavuştular. Vehhabilik hareketi Osmanlı için bir tehdit oluşturduğundan dolayı Osmanlı Sultanı II.
Mahmud tarafından bu hareketi bastırmak üzere Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya talimat verildi. Mehmet Ali Paşa birkaç çıkarma yaparak
hareketi bastırıp 1814’te vefat eden Abdulaziz bin Abdullah ve çocuklarını esir alarak İstanbul’a gönderdi. Abdullah ve bazı dava arkadaşları
1819’da asılınca hareketin ilk dönemi kapanmış oldu.
İkinci Vehhabilik hareketi 1821’de yeniden başlamış oldu. Bu süreç 1901’e kadar sürmüş ve Abdulaziz bin Suud 26 Aralık 1916’da
İngilizlerle yapılan tarihi anlaşma ile Arabistan’ın birçok merkezi yerlerini hükümetine katmış oldu. Osmanlının yenik düşmesiyle
Vehhabiler, kalan diğer merkezi yerleri de ele geçirerek 1926 yılında Abdulaziz Hicaz’ın kralı olarak kabul edildi. 1927’de İngilizlerle
yapılan Cidde antlaşmasıyla tam bağımsızlığını ilan etti.
Vehhabilik bazıların iddia etiklerinin aksine bir İslâmî hareket olup tevhid hamiliğini üstlenerek bid’at ve hurafeden arınmış, Kur’ân ve
sünnete dayalı bir din anlayışı içerisinde bazı aşırılıklarla birlikte mücadele vererek günümüze kadar devam etmiştir. En fazla saldırının
tasavvuf ehlinden gelmesi Vehhabiliğin bazı tarikat önderlerinin rantlarına engel olduğunu akla getirmektedir.
Vehhabiler, “arabayı sağ şaranpolden kurtarmak için direksiyonu sert kırıp sol şaranpola bırakma” misali tevhidi koruyup bid’at ve
hurafelere karşı mücadele verirken aşırılığa kaçmışlardır. Vehhabiliği oluşturan düşünceler, birçok aydın Müslüman düşünürün inanç
kaynağı olmuştur. Bazıları tarafından Vehhabiliğin ana fikrini ve ekolünü bilmeden birçok aydın din adamına Vehhabilik yakıştırması
yapılmaktadır ve ilmi yetenekten ve bilgiden mahrum olan okumuş birçok cahilin saldırısına hedef olmuşlardır.
Vehhabiliğin Temel Ekolu
144
145
Subki, Tabakat, 2/248.
Tevhidi, Maturidî.
34
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------1- Allah’ı üç boyut ile birlemek:
a)
Rububiyette birlemek.
b)
Ulûhiyette birlemek.
c)
İsim ve sıfatlarında birlemek.
2- Şefaat konusu: Onlara göre şefaat tek ve yalnız Allah’ın yetkisindedir. Yani kul Allah’tan başka Peygamberler başta olmak üzere
hiçbir kimseden şefaat isteme hakkına sahip değildir.
3- Tevesül: Onlara göre gerek ölü gerekse sağ olsun hiçbir zât Allah ile kul arasında aracı kılınamaz. Meselâ onlara göre şifa, medet,
evlad, rızık vs. Allah’a özel olan görevleri başkasından beklemek ve salih kulların kabirlerini teyemmün ve teberrük amacıyla ziyaret etmek
ve istiğasede bulunmak şirktir.
4- Bid’at ve hurafelere karşı olan hassasiyetleri: Onlara göre muska, boylama, nazar boncuğu asmak, sihir, yıldız falı gibi şeylerin
yapılması haramdır.
5- Tazim: Vehhabilere göre herhangi bir kimseye kalben ve bedenen tazimde bulunmak ve bu konuda aşırı gitmek şirktir.
6- Teşbih ve tecessüm: Vehhabilere göre yüz, el, göz ve kulak gibi Allah’a has olan cisim ve organlar vardır. Vehhabiler bu altı ana
maddeyi de âyet ve sahih hadislerle kanıtlarlar.
d) Selefiyye: Halefin zıddı olan selef öncekiler anlamına gelir. Daha çok bir kelam ilmi terimi olarak kullanılan selefilik kelime, selefin
mezhebi ve görüşü anlamına gelir. Akaid konu ve meselelerinde nas (Kur’ân-ı Kerîm ve hadis) da varid olan hususları müteşâbih olanlar da
dahil olmak üzere, olduğu gibi kabul edip, teşbih ve tecsime (benzetme ve cisimlendirme) düşmemekle birlikte, te’vile (yoruma) de
başvurmayan ehl-i sünneti hassaya Selefiyye denmiştir. Bunlar, Hz. Peygamber ile sahâbenin akaid (inanç) hususlarında takip ettikleri yolu
olduğu gibi izleyenler diye bilinirler.
Selefilik, hicretin 5. yüzyılında ortaya çıkmış ve Hanbelî mezhebi mensupları tarafından ortaya atılmıştır. Özellikle İbn Teymiyye (ö.
728/1328) tarafından bu mezhebe yeni fikirler eklenmiştir. Örneğin niyet talâk olmaksızın talâkla yapılan yeminin boşama olmayıp ancak
kefâret gerektiren bir yemin sayılması, bir lafızla yapılan üç boşamanın bir boşama sayılması ve hayızda yapılan boşamanın geçersiz
sayılması gibi. Keza İbni Teymiyye, vaktin geçmesinden endişe eden özürsüz bir kimsenin teyemmüm edip vakit namazlarını, Cuma ve
bayram namazlarını kılmasının geçerli olduğunu ileri sürmüştür. Kasıtlı olarak namazı terk edenlere namazı kaza etmenin bir fayda
vermeyeceğini ve sefer için bir mesafe ölçüsünün gerekmediğini, tilavet secdesi için abdestin şart olmadığı vb. gibi bazı yeni fikirleri
Hanbelî mezhebine eklemiştir. Selefiyenin temsilcileri arasında İbn Teymiyye, (ö. 728/1328) Et-Tahâvî (d. 731/ö. 792) İbn Kayyim elCevziyye, (ö. 751/1350) Muhammed b. Abdulvehhab, (ö. 1787) Şevkanî (ö. 1250/1834) ve Muhammed el-Alusî (ö. 1324/1924) gibi zâtlar
sayılabilir.
b) Siyasî Mezhebler
Bu mezhepler, halife seçimi gibi konularda ihtilaf eden mezheplerdir. Bunlar da Şiîlik ve Hâricilik olmak üzere ikiye ayrılırlar.
1) Şiilik: Şia taraftar, parti ve destekleyen demektir. Şiilik, Peygamber (s.a.v.)’in vefatından sonra imametin Ali ve evlatlarına (r.anhum)
ait bir hak olup nas ve tayinle gerçekleşeceğini iddia eden birbirlerinden farklı mezheplerin müşterek adıdır. Şiilik, günümüze kadar varlığını
sürdüren, İslâm dünyasında siyasî, itikadî ve fıkhî mezheplerin en eskisidir. Şiiler ve mezhepleri Osman (r.a.)’ın son dönemlerinde ortaya
çıkmış Ali (r.a.)’ın döneminde ise gelişip yayılmıştır. Şianın İslâm’da söz sahibi olduğu üç büyük kolu vardır. Bunlar, İmamiyye, Zeydiyye
ve İsmailiyye’dir. İmamiyye kolu Şianın en büyük koludur. Buna İsna Aşeriyye (on iki imamcı) de denir.
İmamiyye Mezhebinin Temel Görüşü
a) İmamet: İmamet inancı dinde gereklidir. Bundan dolayı her zaman bir imamın bulunması vaciptir ve her müslümanın o imama bi'at
etmesi de vaciptir. Benim tercihim de bu yöndedir.
b) Hilafet: Ali (r.a.)'ın Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından halife tayin edildiğine ve bu sürecin kıyamete kadar devam edeceğine
inanmak.
c) Masumiyet: İmamlar büyük, küçük, kasıtlı veya kasıtsız günah işlemezler ve imamların masum olduğuna inanmak.
d) On iki imamcılık: İmamların yalnız on iki olduğuna inanmak.
e) Mehdicilik: On ikinci İmam Muhammed el-Mehdi'nin kurtarıcı olarak zûhur edeceğine inanmak. Şiada on iki imam inancı hâkimdir
ve aşağıda bu imamların isimleri verilmiştir.
On İki İmam
1- Ali el-Murteza -------(ö. 39/661)
2- Hasan el-Mücteba ---(ö. 50/670)
3- Hüseyin eş-Şehid ----(ö. 61/681)
4- Ali Zeynelabidin -----(ö. 94/713)
5- Muhammed Bakır --(ö. 113/731)
6- Cafer es-Sadık ---------(ö. 148/765)
7- Musa Kazım ---------(ö. 183/799)
8- Ali Rıza ---------------(ö. 192/808)
9- Muhammed Cevad --(ö. 220/835)
10- Ali el-Hadi ----------(ö. 254/868)
11- Hasan el-Askeri ----(ö. 260/874)
12- Muhammed el-Mehdi. Şiaya göre bu imam H. 260/M. 874’te ortadan kaybolmuştur. Kaybolan imamı bekleme inancına mehdicilik
denir.
Şianın ehli sünnetten farklı düşündüğü bazı özellikleri şunlardır: Yalın ayağa mesh meselesi, günde üç vakit namaz meselesi, secdede
taş kullanma meselesi ve muta nikâhı gibi bazı amelî meselelerdir. Bunların hiçbiri de imâni bir meseleler olmayıp amelî meselelerdirler.
Dolayısıyla bunların doğruluğunu iddia eden veya amel eden kimse tekfir edilemez. İmamiyye mezhebi, dinî konularda ehl-i sünnet
mezhebleri arasında en çok Şâfiî mezhebine yakın olduğu görülmektedir.
2) Hâricilik: Hâricilik, Hz. Ali döneminde ortaya çıkan siyasî ve itikadî bir mezheptir. Mezhebe Hâricilik adının verilmesi konusunda
çeşitli yorumlar yapılır. Mezhep tarihçilerince en çok kabul gören yoruma göre, mezhep üyeleri, ümmetin başındaki hak imam olan Hz.
Ali’ye karşı çıkarak itaattan ayrıldıkları için Havâric (Hâriciler) olarak anılmış, mezheblerine de Hâricilik adı verilmiştir. Kendi ifadelerine
göre ise, Allah yolunda huruc etmelerinden dolayı Hâricîler adını almışlardır.
Hâriciye Ekolu
a) Günahı kebair işleyenler dinden çıkar.
b) Günah işleyen devlet reisine itaat edilmez.
c) Gerçek Müslüman ancak kendileridir.
Küfre Götüren Mezhepler
1)
Bahaîlik: Bahâullah Mirza Ali (1820’de İran’ın Şiraz kentinde doğmuş ve 1892 ölmüş)’nin kurduğu batıl bir mezheptir. Bâb
lâkabıyla tanınan Mirza Ali Muhammed 1844 yılı Mayıs ayında insanlığa yeni bir haber getirdiğini bildirip, Babilik mezhebini kurdu. Devlet
güçlerine başkaldırmaları sonucu Bâbilerin birçoğu öldürüldü. Bâb Mirza Ali Muhammed 1850 yılının Temmuz ayında irtidad suçuyla
Tebriz’de kurşuna dizildi.
Bu Mezhebin Kurucusu Olan Mirza Ali’inin Ortaya Attığı Bazı Görüşler
35
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------a) Ahiret gününe, mü’minlere vad edilen bir cennetin ve asilere vaid edilen bir cehennemin varlığına inanmaması.
b) Kendisinin tüm peygamberlerin temsilcisi olduğu ve tüm ilâhî risaletlerin kendisinde toplandığı iddiası.
c) Hulul (reankarnasyon) iddiası ve Allah’ın bilfiil kendisine hulul ettiğine inanması.
d) Hz. Muhammed’in son peygamber olduğuna inanmaması.
e) Sayıların önemine ve özellikle 19 sayının apayrı ve üstün bir öneme haiz olduğuna inanması gibi birçok batıl inanca sahip oldukları
bilinmektedir.
2) Kadiyânîlik: Mirza Gulam Ahmet Kadiyânî (d. 1835 /ö. 1908) tarafından Hindistan Pencap-Kadiyân’da 19. yüzyılın sonlarına doğru
kurulan dinî bir harekettir. Kıyamete dair haberler üzerine kurulan Kadiyânilik, Mirzaiye ve Kadiyâniye adlarıyla da anılmakla birlikte hem
kurucu ve bağlıları, hem de resmi belgeleri esas alan araştırmacılarca Ahmediye adıyla anılırlar. Kendilerinin ayrı bir din ya da mezhep üyesi
gibi görülmesini istemeyen Kadiyânîler, hareketlerini Ahmediye Hareketi olarak adlandırırlar. Bununla birlikte İslâm dünyasında daha çok
Kadiyânilik olarak tanınmıştır.
Gulam Ahmed’in Ortaya Attığı Bazı Görüşler
a) Hz İsa’nın kabrini bulan odur. Gulam Ahmed, Keşmir yakınlarında Serencar’da Yusuf Asaf adında bir veliye ait olduğu söylenen bir
mezarı bulmuş ve o mezarda yatan kişinin İsa (a.s.) olduğunu iddia etmiştir. Onlara göre bu buluş sebebiyle İsa’nın ruhu ve gücü ona
geçmiştir. Beklenen Mehdi de kendisidir.
b) Gulam Ahmed, mehdilik iddiasıyla yetinmeyerek Bahaîler gibi ilâhın kendi bedenine hulul ettiğini (girdiğini) iddia etmiştir.
c) Gulam Ahmed, H. 1312 Ramazan’ında güneş ve ay tutulmasının kendi eliyle gerçekleştiğini iddia etmiştir.
d) Gulam Ahmed, Allah tarafından gönderilen bir elçi olduğunu da iddia etmiştir. Gulam Ahmed’in Hakikatu’l-Vahy, et-Tealim gibi
bazı eserler yazmıştır.146
Bid'atçı Sayılan Bazı Kelami Mezhepler
1) Mutezile: Mutezile sözlükte kovulanlar, kenara çekilenler ve terk edilenler gibi anlamlara gelmektedir.
Mutezililer, büyük günah işleyenin imânla küfür arasında bir mertebede olduğunu söyleyerek, Ehl-i sünnet bilginlerinden Hasan elBasrî’nin (ö. 110/728) derslerini terk edip Mutezile inancının mimarlarından Vasıl b. Atâ (ö. 131/748)’ya tabi oldular. Mutezile inancının
temsilcileri arasında Vasıl b. Atâ, Ebû Ali el-Cubbai, Abdulcebbar el-Mutezilî gibi zâtlar vardır.
Mutezilenin Esas Aldığı Beş Prensip
a) Tevhid: Allah zât ve sıfatları ile tektir.
b) Adl: Kul Allah’ın müdahalesi olmaksızın özgür iradesiyle iş yapar.
c) Vad ve vaid: İylik yapana mükafat, kötülük yapana da ceza vardır.
d) El-menzile beyne’l-menzileteyn: Büyük günah işleyen imânla küfür arasında fasıklık derecesinde kalır.
e) Emri’l-bil-maruf: İyiliği emir ve kötülükten nehy etmek her müslümana farzdır.
2) Cebriye: Cebriye, kader konusunda Kaderiye fırkasının tam aksini düşünen bir akımdır. Muhtemelen dönemin yöneticilerinin
(Emeviler) aşırı baskı ve zulümlerine karşı kaderci bir tevekküle saplanmış kimselerin aksine bunlar da bu durumun bir kader olmadığını
savunarak işe başlamış olup kaderi tamamen inkâr etmeye kadar gitmişlerdir. Onlara göre kul tamamen yetkisizdir, herşey Allah’ın irade ve
yetkisiyle meydana gelir. Cebriye kendi emel ve görüşlerine birtakım âyet ve hadislerden istidlal ederek bir görüşü ortaya koymuş ve
görüşün esasını de şu şekilde ifade etmiştir. Kul fiilerinde mecburdur, onun kendisine has hiçbir gücü ve iradesi yoktur.
3) Kaderiye: Kaderiye, kader inancını reddeden düşünce ve inanç akımıdır. Bunlar Allah’ın belirlediği bir kaderin olmadığına inanırlar.
Onlara göre insan kendi kaderini belirler. İnsan kendi fiilinin halıkıdır. Onlara göre ezelde insanın hayat projesi Allah tarafından
çizilmemiştir. Bu inancı gündeme getiren ilk kişinin Ma’bed b. Halid el-Cuheni (ö. 85/704) olduğu nakledilir.
Mezhep tarihçilerine göre bu akıma Emeviler döneminde Haccac tarafından öldürülen Ma’bed el-Cuheni (ö. 80/699) öncülük etmiştir.
İmam Müslim’in kaydettiğine göre daha Abdullah b. Ömer (ö. 73/693) hayatta iken Kaderiye (kaderi inkâr edenler) zuhur etmiştir. Abdullah
b. Ömer’e Ma’bed el-Cuheni’nin kaderi inkâr ettiğini haber vermişler, o da kendisinin öylelerinden beri olduğunu söylemiştir.147
Bu olaydan sonra Kadercilik ilmi olmaktan çok siyasi nitelik kazandı. Bu durumda Kaderiye’nin haklı olarak Emevî yönetimine karşı
olan tutumları sertleşerektir. Çünkü onlar Emevilerin yaptıkları zulmü bir ilâhî takdire bağlılığı olmaksızın sorumluluğun tamamen onlara ait
olduğunu ifade ediyorlardı. Bu tutum tüm Kaderilerin ortak özelliği olmuştu. Kaderiye ekolu, Cuheni’den sonra Süleyman b. Abdulmelik
tarafından öldürülen Gaylan b. Müslim el-Kıpti tarafından geliştirilerek savunuldu.
Kaderiye’den bazılarına göre iyi işler Allah'tandır, kötü işler ise insandandır. Onlara göre insan Allah'tan hiçbir direktif ve yardım
almadan iyi ve kötü işleri yapma yetkisine sahiptir. Yani onlara göre kulun iradesi Allah’ın iradesine bağlı değildir. Onlara Allah’ın elinde
olsaydı zina çocuğunu yaratmaz, hırsızlığa, yolsuzluğa, cinâyete, zinaya ve tüm menhiyatlara müsaade etmezdi.
AMELÎ MEZHEPLER
c) Amelî Mezhepler
Hicrî 2. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, mezheplerin kurucuları, değişen şartlar ve ortaya çıkan yeni meselelere bağlı olarak, akaid ve
fıkıh alanında görüşlerini beyan etmeye başladılar. İçtihad ehliyeti olmayan halk, bunların görüş ve açıklamalarına itibar edip benimsedi.
Böylece bu zâtların görüş ve içtihadları halkın anlayışlarında bir mezhep olarak yerleşip kalmıştır.
Mezhep sahibi olan büyük âlim ve imamlar, hiçbir zaman, “biz bir mezhep kuracağız, bize uyunuz” diye halkı kendi görüşlerine uymaya
çağırmadılar. Hükümdar ve emir gibi kimselerin güdümünde hareket ederek mezhep kurmaya da yeltenmemişlerdir. Meşhur mezhep
imamları, halka yük olmamak için kendi el emekleriyle geçimlerini sağlamaya çalışmışlardır.
Mezhep, zarûrat-ı diniyyeden olmayıp imân edilmesi gereken imân esaslarından da değildir. Mezhep dinle eşdeğerde olmadığı gibi
dinden ayrı düşünülmesi de mümkün değildir.
Hicrî 2. asrın başından 4. asrın ortalarına kadar içtihad altın çağını yaşamıştır. Bu devirde içtihadi görüşleri tedvin edilip taklid edilen
birçok müçtehid ortaya çıkmıştır. Bunlar: Mekke’de Sufyan b. Uyeyne, Medine’de Mâlik b. Enes, Basra’da Hasan Basrî, Kufe’de Ebû
Hanife ve Sufyan es-Sevrî, Şam’da Evzaî, Mısır’da Şâfiî ve Leys b. Sa’d, Nişabur’da İshâk b. Rahaveyh, Bağdat’ta Ebû Sevr, Ahmed,
Dâvûd ez-Zâhirî ve İbni Cerir gibi zâtlardır. Ancak bu mezheplerin çoğu tebaları kalmadığı için sadece kitaplarda kaldılar. Bazıları da
günümüze kadar ayakta kalmayı başararak meşhur olmuşlardır. Bunlar arasında ehl-i beyt imamlarına nısbet edilen mezhepler de vardır.
Sayısı kesin olmamakla birlikte zamanla birçok amelî mezhep ortaya çıkmıştır. Şuanda mensubu bulunan belirli mezheplerin imamları
ve bu imamların özgeçmişleri hakkında ortaya çıkış tarihlerini dikkate alarak kısa bilgiler vermeyi faydalı görmekteyim.
A) CAFERİ MEZHEBİ
Bu mezhebin İmamı, İmam Caferi Sadık’tır. Babasının adı Muhammed Bakır’dır. M. 699 yılında Medine’de doğmuş ve M. 765 yılında
yine Medine’de vefat etmiştir. On iki imamdan altıncısıdır. İmam Caferi Sadık, tabiilerden büyük fakihi olan ez-Zuhrî’den ilmi eğitimini
almıştır. İmam Caferi Sadık’tan ders alanlar oğlu Musa Kazim, Ebû Hanife, İmam Mâlik, İmam Sevrî ve Sufyan b. Uyeyne, Yahyâ b. Saîd,
İbn Cureyc’dir. Bu fukaha ve muhaddislerin ondan ilim öğrendikleri ve hadis ilminden istifade ettikleri rivâyet edilmektedir. Bunun içindir
146
147
Şehristani, el-Milel’u-ve n-Nihal; Ebû Zehra, Mezhebler Tarihi.
Müslim, İmân.
36
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------ki, İmam Numan b. Sabit: ‫“ لوال سنتان لهلك نعمان‬İki sene olmasaydı Nu’man helak olurdu”148 demiştir.
İmam Caferi Sadık, “Siz, âlimlerin zenginleri sevdiğini gürünce onun dünya ehli olduğunu, sultana bağlılıklarını gürünce onun hırsız
olduğunu biliniz” demiştir. Emevilerin yıkılışının ilk günlerinde, Ebû Müslim el-Horasanî, İmam Cafer’e gelerek, “Ben ordumla senin
emrindeyim. Gel devletin başına geç, sana itaet edelim” diye bir teklifte bulununca İmam, “Ne sen benim adamımsın; ne de zaman benim
zamanımdır” diye cevap vererek, ilkeleri belli olan ve İslâmî ahlâk taşımayan bir rejimin sorumluğunu alamayacağını ifade etmek istemiştir.
İmam M. 766 yılında Abbasi halifesi Mansur’un emriyle Medine’de zehirlenip şehid edilmiştir.
B) ZEYDİYE MEZHEBİ
Bu mezhebin İmamı, İmam Zeyd bin Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Tâlib, 699 yılında Kûfe’de doğmuş, 740 yılında Emeviler tarafından
şehid edilmiştir. Kûfeliler devrinin büyük âlimi ve fakihi olan Zeyd'e başvurarak bey'at etmek istediler. O da bey'atlarini kabul etmiş ve
Emevilere karşı mücadele etmeye karar vermişti. Fakat Kûfeliler devlet kuvvetleriyle karşılaşınca (tıpkı babasına ve dedesine yaptıkları gibi)
geri adım atmaya başladılar. İmam Zeyd savaş meydanında on beş bin savaşçıdan onu terk etmeyen iki yüz kadar sadık kişi ile beraber
savaşmış ve şehid edilmişti. (122/740) Zeyd’in oğlu Yahyâ da bir müddet Emevilerle savaşmış, daha sonra o da şehid edilmiştir.
İmam Zeyd, Mutezile’ye mensup olan Vasıl b. Atâ’dan ders almıştır. Zeydiye mezhebi günümüzde Yemen’de yaygındır. Bu mezhebin
birçok âlimi, yazılmış eserleri ve tedvin edilmiş fıkıhları vardır. İmam Ebû Hanife, Zeyd b. Ali’nin haklı davasını ve o günkü ceberutlara
karşı olan mücadelesini talebeleri ile birlikte desteklemiştir.
İmam Zeyd, İslâm coğrafyasında re’y ve ilimle tanınmıştı. İmam Zeyd, Müslümanlar arasında siyaset, usûlu’d-din ve fıkıh ilminde
görüş sahibi idi. Mehdi inancını gizlice reddetmekle birlikte, masumiyet hususunda ehl-i sünnet, kebair konusunda da Mutezile gibi
düşünüyordu. İmam’ın (Mecmu’ayn) Mecmuu’l-Hadis ve Mecmuu’l-Fıkıh adlı iki değerli eseri vardır.
C) İBADİYE MEZHEBİ
Bu mezhep Hâricilerde en mutedil grubun mensup oldukları mezheptir. Bu mezhebin imamı H. 80. yılında vefat eden Abdullah b.
İbad’dır. Bu mezhep birçok konuda ehl-i sünnetle ittifak halindedir. Bu mezhebin mensuplarına göre hilafet ancak Müslüman ve hür olan
kimselerin ihtiyariyle caiz olabilir. Bu mezhebin ana kaynağı Kur’ân ve sünnetten sonra Şerhu’l-Neyl ve Şifau’l-Alil gibi mutemed eserlerdir.
Bu eserler Muhamed b. Yusuf’a aittir. Bu mezhep Arap ülkelerinde Mağrip ve Uman gibi merkezlerde faaldır.149
D) HANEFÎ MEZHEBİ
Bu mezhebin kurucusunun adı Numan, babasının adı Sabit, künyesi Ebû Hanife’dir. İmam M. 699 yılında Kûfe’de doğmuştur. İmam
yedi sahâbe ve doksan üç tabii görmüştür. Bu nedenle tabiinden sayılır. İmam’ın mezhep hocası büyük sahâbî, Abdullah b. Mes’ûd’dur.
İmam Numan b. Sabit’e azam (en büyük) lakabı vefatından yıllar sonra talebeleri ve mensupları tarafından yakıştırılmıştır.
İmam Numan, M. 767 yılında Bağdat’ta Abbasî Halifesi Mansur tarafından zindanda işkenceye maruz bırakılmak suretiyle, vefat
etmiştir. Başka bir rivâyette de Halife süte zehir katıp içirerek İmam’ın şehadetine sebep olmuştur. Eserleri: el-Fıkhu’l-Ekber, el-Fıkhu’lEbsad, el-Âlim ve’l-Muteallim, er-Risale, el-Vasıyye ve Musnedi Ebî Hanife gibi değerli eserleri vardır.
İmam’ın dedesi “Zevta” Afganistan’ın Kâbil şehrinden gelip Kûfe’ye yerleşmiştir. İmam Numan b. Sabit’in hocaları İmam Cafer esSadık, Muhammed Bakır, Hammâd, İbrahim en-Nehaî ve Alkame gibi zâtlardır. İmam'ın meşhur talebelerinden İmam Ebû Yusuf, İmam
Muhammed, İmam Züfer ve İmam Hasan’dır. Bunların hepside içtihad derecesine yükselmiştirler.
İmama, Emeviler ve Abbasiler tarafından kendisine baş kadılık teklif edilmiş o, mevcut yönetimin yaptığı zulme alet olmamak için, bu
teklifi reddetmiştir. Hatta Halife Ebû Cafer Mansur, kendisine baş kadılık konusunda çok israr edince o, şöyle cevap vererek öz kimliğini
ortaya koymuştur: “Ben malum görevi alacak olursam doğruyu söylersem, sen düşman olursun yalan söylersem, Allah düşman olur.”
İmam Ebû Hanife, “hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir. Nereden aldığımızı bilmedikçe hiçbir kimseye bizim görüşümüzle
amel etmesi helâl değildir. Başka bir rivâyette, delilimi bilmeyen kimsenin görüşlerimle fetva vermesi haramdır. Allah’ın kitabına ve
Muhammed (s.a.v.)’in hadislerine aykırı bir görüş bildirirsem, o görüşümü almayın” diye buyurmuştur. Kendisine “senin verdiğin fetvalar
şüphesiz hak fetvalardır” denilince, o, “bilemiyorum, Allah korusun, ya hep batıl fetvalar olursa” diye mukabelede bulunmuştur. Talebesi
İmam Züfer’e “benden duyduğunuz herşeyi yazmayın, zira bugün söylediğimi yarın daha kuvvetli delil bulursam terk edebilirim” buyurarak,
mezhepte tekelleşmenin önüne geçmiştir. 150
Hanefî mezhebi Irak’tan yayılarak Horasan, Türkistan, Hindistan, Pakistan, Afganistan ve Türkiye gibi İslâm coğrafyasında mensubu
bulunmaktadır. Bu mezhep Osmanlı’da olduğu gibi Türkiye’nin de resmi mezhebi haline gelmiştir. İmam gerek Emevilere gerekse
Abbasilere karşı mücadele veren Zeyd b. Ali’ye de ilmi ve maddi desteğini açıkça sürdürmüştür.
E) MÂLİKÎ MEZHEBİ
Bu mezhebin kurucusu Mâlik b. Enes’tir. En sağlam rivâyete göre İmam Mâlik, H. 93/M. 716 yılında Medine’de Yemen kabilesine
mensup Arap asıllı bir ana-babadan doğmuştur. Babası Yemenli Zû Asbah kabilesine mensup olup adı Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir elAsbahi’dir. Annesi de yine Yemen’in Arab kabilelerinden el-Ezd kabilesine mensup olup adı Âliye Binti Şureyk el-Ezdiyye’dir. İmam
Mâlik’in babası ve dedesi tabiilerin büyük âlimlerinden idiler.
İmam fetva konusunda çok ihtiyatlı idi. Çoğu zaman sorulan sorulara “bilmem” cevabıyla mukabelede bulnurdu. İmam’ın bazı
nasıhhatleri şöyledir. “Dikkat edin bu ilim dindir. O halde kimden dininizi öğrenmiş olacağınıza bakınız.” “Ben Mescidi Nebevî’nin şu
direğinin altında Allah Rasûlü’nün şöyle şöyle dediğini rivâyet eden 70 kişiye ulaştım, fakat onlardan hiçbirisinden bir şey ahzetmeye
(almaya) cesaret etmedim.”
İmam Mâlik’in görüş ve düşünceleri, genelde, Ömer (r.a.)’ın oğlu Abdullah ve Âişe (r.)’nın görüşlerine dayanmaktadır. İmam Mâlik,
Medine’de hadis rivâyeti bakımında merkezi bir durumda idi. İmam’ın istifade ettiği hocaları şunlardır: İbn Hürmüz, İbn Ömer'in azadlı
kölesi Nafi ve Rebia gibi bazı tabiiler. İmam Mâlik'in hüküm çıkarmada İmam Ebû Hanife gibi kitap, sünnet, icma, kıyas, sahâbe sözü, örf,
istihsan gibi delillerin yanında mesalihi mürsel ve seddi zerai gibi feri delillere de başvurduğu bilinmektedir.
Mâlikî mezhebi Hicaz bölgesi Mısır, Kuzey Afrika, Sudan ve bir dönem Endülüs Emevî Devleti'nin resmi mezhebi haline gelmişti.
İmam Mâlik’in Muvatta, er-Reddu Ale’l-Kaderiye, er-Risalet ile’r-Reşid, el-Medinetu’l-Kubra gibi değerli eserleri vardır. İmam H. 179/M.
795 yılında yine Medine’de vefat etmiştir. İmam Mâlik şöyle demiştir: “Ben bir insanım; doğruya ulaştığım da olur, yanıldığım da olur.
Benim görüşlerime bakın; onlardan kitap ve sünnete uyanları alın, onlara uymayanları bırakın. Allah Rasûlü (s.a.v.)'den başka herkesin sözü
alınır da, terk edilir de.”151
F) ŞÂFİÎ MEZHEBİ
148
Mezhebler Tarihi, 37-39.
el-Medhal fi Ta’rid, 123.
150
Mezhebler Tarihi.
151
İbn Abdu’l-Berr, el-Cami’ 2/32; İbn Hazm, Usulu’l-Ahkam, 6/149.
149
37
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Bu mezhep ve imamı hakkında kitabın başında genişçe bahsedilmiştir.
G) HANBELÎ MEZHEBİ
Bu mezhebin kurucusu, İmam Ahmed b. Hanbel’dir. H. 164/M. 780 yılında Bağdat’ta doğmuş ve H. 241/M. 855 yılında yine Bağdat’ta
vefat etmiştir. Hadis ilmini tahsil etmek için Şam, Yemen, Hicaz ve el-Cezire gibi memleketleri dolaşmıştır. Mutezile görüşüne karşı tavizsiz
bir tutum sergilediği için, Halife Mutesim tarafından hapsedilmiş ve her gün kırbaçlanarak şehit edilmiştir. Uzun süre İmam Şâfiî’nin
öğrencisi olmuştur. İbn Hanbel diğer mezheplerden istifade ederek kendisini zengin bir fıkıh serveti içinde bulmuştur.
İbn Hanbel gerek ibadet gerekse muamelat konularında selefi olarak naslara sıkı sıkıya sarılmıştı. İbn Hanbel hadis ilmini rivâyetiyle
beraber fıkhî anlam ve maksatlarını da araştırırdı. İmam Ahmed müçtehid âlimler arasında en fazla hadis toplayan ve hadise en çok bağlanan
kişidir. Hadise bağlılığından dolayı dinî ayrıntı ve reyle ilgili konularda kitap kaleme alınmasını hoş görmemiştir.
İmam Ahmed şöyle demiştir: “Beni taklid etmeyin. Mâlik'i de, Şâfiî'yi de Evzaî'yi ve Sevrî’yi de taklid etmeyin. Onlar bilgiyi nereden
aldılarsa, sizde oradan alın.” İbn Hanbel re’y ve kıyastan ziyade âyet, hadis ve sahâbe sözü gibi nakli delillere dayanırdı. İbn Hanbel’den
Buhârî, Müslim ve diğer muhaddisler hadis rivâyet ettiler. Hanbelî mezhebine sonraki dönemlerde İbn Teymiyye ve İbn Kayyim elCevziyye eserleriyle katkı sunmuşlardır.
Son iki yüzyılda Arap dünyasında Vehhabilik hareketi özellikle inanç alanındaki görüşleri ve selefi tavırları sebebiyle Hanbelî mezhebi
başta Hicaz olmak üzere Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’da yaygın olup bugün Suudi Arabistan’da resmi mezhep konumundadır. 30 bin hadis
içeren, Musnedu Ahmed b. Hanbel adlı değerli bir eseri vardır.152
H) ZÂHİRÎ MEZHEBİ
Bu mezhebin İmamı, Dâvûd b. Ali el-İsbahani H. 202/M. 815 yılında Kûfe’de doğmuş H. 270/M. 883 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.
Asıl adı Dâvûd b. Halef el-İsbahani’dir. Fıkıh tahsilini Şâfiî’nin talebelerinden yapmış ve onun yanından ayrılmayan birçok arkadaşıyla
görüşmüştür. O, İmam Şâfiî’ye son derecede hayranlık duyardı. Hatta Şâfiî’nin faziletlerini anlatan bir de eser yazmıştır.
İslâmî hükümleri Kur’ân ve sünnetin zâhirî (lâfzî) anlamlarından çıkarmayı temel aldığı için Zâhiriye olarak adlandırıldı. Bu yaklaşımla
kelam alanında da diğer mezheplerden farklı görüşler ortaya koymuştur. Bilahare bu mezhebi geliştirerek sistemleştiren ise İbn Hazm’dır.
Endülüs’teki Zâhirilerin imamı Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm’dır. İbn Hazm H. 384 yılında Endülüs’te doğmuştur. Rivâyete göre İmam İbn
Hazm’ın 4 yüz cilt kitabı vardır.
Zâhirî mezhebine göre İslâm hukukunun temel kaynakları kitap ve sünnettir. Zâhirilere göre te’vil ve kıyasa gidilmesi haramdır. Onlara
göre âyet âyeti nesh ettiği gibi hadis de âyeti nesh eder. Yine onlara göre hakkında nas bulunmayan konularda istishab (sahâbe görüşü) ve
ibahatı asliye (herşeyde asıl helâlliktir) ilkesine göre hüküm verilir.
Şâfiî mezhebinde olduğu gibi Zâhirilerde de ribâ yalnız hadiste geçen altı madde de oluşur ve onlara göre Kur’an’ın zâhirine bakarak bir
yolcunun seferi sayılabilmesi için iki veya üç konaklık mesafe şartı aranmaz. Onlara göre herhangi bir yolcu seferi sayılır.
Zâhiriler yalnız fıkıhta değil aynı zamanda itikatta da diğer mezheplere muhalefet etmişlerdir. Meselâ onlara göre halife seçimi vaciptir.
Tevhid konusunda da titiz düşünerek Allah'tan başka bir varlığı aracı edilerek Allah'a yaklaşılmaz gibi temel meselelerde tevhidi korurlar.
Allah’ın rahmeti ve bereketi hepsinin üzerine olsun.
Zâhirî olan İbn Hazm’a göre taklid haramdır ve herkese içtihad vaciptir. Fıkhî mezheplerin hepsi de Kur’ân ve sünneti esas alırlar.
Müntesibi bulunup bulunmaması bakımından müçtehidler iki kısma ayrılırlar.
a) Bugün tebaası (mensubu) bulunan mezhepler. Bunlar, İbadi, Caferî, Zeydî, Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî ve Zâhirî mezhepleridir.
b) Tebaası bulunmayan mezhepler. Bunlar da Abdullah bin Şubrume (ö. 144), Abdurrahman el-Evzaî (ö. 157), Sufyan es-Sevrî (ö. 161),
Ebû Leys es-Semerkandî (ö. 175), Ebû Leylâ (ö. 148), İshâk b. Rahaveyh (ö. 238), İbn Cerir et-Taberî (ö. 310) Muzenî (ö. 244) gibi daha
birçoğunu sayabiliriz. Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerlerine olsun.
İMAMLARIN ANLAYIŞI VE ARALARINDAKİ SEVGİ
Gerek mezhep imamları gerekse diğer müçtehidler olsun son derece mütevazı idiler. Birbirilerine saygı duyar ve birbirilerini övgüyle
yâd ederlerdi.
İmam Şâfiî, Ebû Hanife’nin mezarına yakın bir yerde namaz kılarken ona gösterdiği saygının bir nişanesi olarak kunut duası okumamış
ve şöyle demiştir: “Iraklıların mezhebine girdik.”
Hanefî mezhebinin ikinci imamı Ebû Yusuf hakkında şöyle bir rivâyet vardır. O, cuma günü hamama gidip gusül abdesti aldıktan sonra
insanlara cuma namazı kıldırır, sonra insanlar dağılıp gidince hamam kuyusunda ölü bir farenin bulunduğu kendisine haber verilir, bunun
üzerine şöyle der: İmam Mâlik’i kast ederek “biz de Medineli kardeşlerimizin görüşüne uyarız.”153 Burada imamların dahi birbirlerinin
mezhebini taklid etmeleri sözkonusudur. Bu hâdiseden aynı zamanda, taklidi ba’del vuku’un olabileceğini de öğrenmiş bulunuyoruz.
Harun Reşid, kan aldırdığı halde imam olarak namaz kıldırmış, Ebû Yusuf’ta onun arkasında namaz kılıp ve namazını iade etmemiştir.
Çünkü İmam Mâlik, Harun Reşid’e kan aldırmanın abdesti bozmayacağına dair fetva vermiştir.154 İmam Ebû Hanife: “Bu benim
görüşümdür. Bugüne kadar karşılaştığım görüşlerin en iyisi budur. Kim bundan daha iyisini getirirse onu kabul ederiz” demiştir.
İmam Şâfiî: “Benim görüşümün aksini ifade eden sahih bir hadis gördüğünüz zaman, benim görüşümü alıp duvara vurun ya da kanıt
bulduğunuzda biliniz ki o benim görüşümdür” demiştir. Yine İmam Şâfiî: “Benim görüşüm doğrudur, fakat yanlış olma ihtimali vardır.
Benim dışımdakilerin görüşü de bana göre yanlıştır, fakat doğru olma ihtimali de vardır” der. İmam Ebû Hanife’nin talebeleri yüzlerce
meselede ona muhalefet etmişlerdir. Bu onların yeni deliller bulmalarından ya da yeni rivâyetlere ulaşmalarından ileri geliyordu.
İÇTİHAD
İçtihad, güç, takat ve çaba sarf etmek demektir. Fukaha ıstılahında şöyledir: ‫االجتهاى او بذل المجتهد وسعه فى طلب العلم باال حكام الشرعية بطريق‬
‫ االستنباط‬Bir müçtehidin hükümlerin istinbatı için ilim talebinde cehd ve gayretini sarf etmesidir.
İçtihad kelime olarak Kur’ân’da zikredilmemiştir. Ancak dolaylı veya dolaysız olarak içtihada teşvik edildiği görülmektedir.155 Fakat
hadisi şerifte içtihad değişik manalarda yer almaktadır. Örneğin Allah Rasûlü (s.a.v.) Muâz b. Cebel’i Yemene kadı olarak tayin ederken ona
“hangi esasa göre hüküm vereceksin ya Muâz? diye sordu. Muâz cevaben: Allah’ın kitabına göre, onda bulamazsam sünnet ile, ondan da
bulamazsam kendi reyimle içtihad ederim, dedi. Allah Rasûlü bu cevaptan son derece memnun olmuş ve duada bulunmuştur.156 Yine Allah
Rasûlü (s.a.v.): “Bir hâkim hükmederken içtihad eder ve içtihadında isabet ederse iki, hata ederse bir sevap vardır”157 buyurmuştur.
Meymun b. Mehran’dan gelen rivâyete göre Ebû Bekir (r.anhum)’a bir husumet intikal ettiğinde önce Allah’ın kitabına bakarak onunla
152
İbn Kayyim, el-İlam, 2/302.
el-Bezaziye.
154
Karadavî, Ç. M. Fetvalar, 3/207.
155
Bakara, 150, Nisâ, 59, Şura, 38, Al-i İmran, 155.
156
Ebû Dâvûd, Akdiye.
157
Ebû Dâvûd, Akdiye.
153
38
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------hüküm ederdi. Şâyet Allah’ın kitabında bulamasaydı Peygamberin sünnetine müracaat ederdi. Ondan da bulamasaydı müçtehid sahâbelerle
istişare ederek hüküm verirdi. Hz. Ömer de Kûfe valisi olan Şurayh’e şöyle derdi: Önce Allah’ın kitabı ile hüküm et. Ondan bulamasan
Rasûlü’ün sünnetiyle hüküm et. Ondan da bulamazsan hidâyete ermiş fukahadan sana ulaşan fetvalarla hüküm et. Yoksa görüşünle içtihad
ederek ilim ve salah ehli ile istişare et. Keza Abdullah b. Mes’ûd’un böylece hüküm verdiği rivâyet olunur.158
Bir terim olarak içtihad, en eski fıkıh usûlü kaynağı olan Şâfiî (ö. 204/819)’nin er-Risalesi’nde şöyle tarif edilmiştir: “Her hâdise
hakkında ya ona ait bir hüküm veya hak olan hükmün yolunu gösteren bir delalet vardır. Hâdisenin açık hükmü varsa ona uymak gereklidir.
Eğer muayyen bir hüküm yoksa hâdisenin hak olan hükmüne götüren yolun delili içtihad ile aranır. İçtihad ise kıyastan ibarettir.”159
Âyet ve hadislerden amelî hükümler çıkarma gücüne sahip olan fakihe “müçtehid” denir. Hakkında sarih (açık) âyet, hadis ve icma
bulunan konularda içtihad yapılamaz. Çünkü “nassın varid olduğu yerde içtihada mesağ yoktur” ilkesi bulunmaktadır. İslâm hukukunda,
“icmaı ümmet” tabiri sahâbenin icmaı anlamında kullanılmıştır.
İçtihad Kaç Şartla Yapılabilir?
Bir müçtehidin içtihad yapabilmesi için şu sekiz şarta haiz olması gerekir:
1) Arap lügatını iyi bilmek: Çünkü ana kaynaklar olan Kur’ân-ı Kerîm ve hadisi şerifler Arapça’dır. Bu sebeple müçtehidlerin
naslardan hüküm çıkarabilmesi için Arapçayı iyi bilmeleri gerekir. Bu hususta bir müçtehidin Arapçanın sarf, nahiv, belagat, meani ve beyan
gibi lisan ve edebiyat ilmini öğrenmesi zorunludur.
2) Kur’ân ilimlerini iyi bilmek: Çünkü Kur’ân bu dinin temel direğidir. Dolayısıyla en az beş yüz kadar olan hüküm âyetlerini bilemek
gereklidir. Bu âyetlerin amm (genel anlam), has (özel anlam), mutlak-mukayyet, nasih-mensuh, muhkem-müteşâbih ve sünnetle ilgili
durumlarını iyi bilmek gerekir. Bir müçtehidin Kur’ân âyetlerinin icmali bir surette bilmesi ahkâm âyetlerini de tafsilatlı ve en ince
teferruatına kadar bilmesi şarttır.
3) Sünneti iyi bilmek: Bir müçtehidin, sünnetten nelerin sahih, nelerin zayıf olduğunu, hadis rivâyetlerin hallerini, durumlarını,
senedlerini ve vurud sebeplerini, nasih ve mensuh olanlarını bilmesi gerekir.
Bunda tüm âlimler müttefiktir. Keza hadislerin amm-has, mutlak-mukayyet gibi durumlarını, rivâyet yollarını, râvilerin derece ve
hallerini, adalet ve zapt gibi vasıflarını bilmesi gerekir. Hadisleri ezbere bilmek şart olmayıp, ihtiyaç duyulan hadisleri yerinde bulabilecek
durumda olmak yeterlidir.
4) İcmanın tüm konularını iyi bilmek: Yani sahâbe, tabiin ve müçtehidlerin ihtilafa düştükleri konuları bilmek gerekir.
5) Kıyası iyi bilmek: Çünkü kıyas kendi alanında istinbatın aslıdır ve içtihadın ruhudur. Çünkü İmam Şâfiî’ye göre “içtihad, kıyastan
ibarettir.160
6) Hükümlerin maksatlarını iyi bilmek: Çünkü hükümlerin istihracı için maksadı iyi değerlendirmek şarttır. Şatıbi şöyle der: “İnsan,
Allah ve Rasûlü’nün amaçlarını bütün meselelerde anlayacak bir dereceye gelirse, o, ilim öğrenme, fetva verme ve Allah’ın bildirdiği
hükümleri açıklamada Peygamber (s.a.v)’in varisi olma özelliğini kazanmış olur.”161
7) Sağlıklı bir anlayış ve güzel bir takrire sahip olmak: Bununla müçtehid diğer ilim ricallerine göre imtiyaza kavuşmuş olur.
8) İyi niyet ve sağlam inanç sahibi olmak: Bütün büyük müçtehidler, fıkıhla şöhret yapmadan önce, ihlâs ve takvalarıyla meşhur
olmuşlardır. İhlâslı kimse, gerçeği nerede bulursa bulsun kabul eder, taassup göstermez. Büyük imamların hepsi “bizim görüşümüz
doğrudur, ama yanlış olma ihtimali de vardır” demişlerdir.
Müçtehidlerin Tabakaları
1) Dinde (Şeriatte) Müçtehid: Bunlar, hükümleri doğrudan kaynağından çıkaranlardır. Bunlar Saîd b. Museyyeb, İbrahim en-Nehaî ve
mezhep sahipleri olan Caferi Sadık, Muhammed Bakır, Zeyd b. Ali, Numan b. Sabit, Muhammed b. İdris, Mâlik b. Enes, Ahmed b. Hanbel,
Dâvûd, Evzaî, Leys b. Saîd, Sufyan es-Sevrî ve diğer mezhep imamları gibi…
2) Mezhebte Müçtehid: Bunlar, usulde mustakil imamlara intisap edip furû’da ise bağımsız hüküm istihrac edebilenlerdir. İmam Ebû
Yusuf, Muzni, İbn Vehb gibi imamlardır.
3) Meselede Müçtehid: Bunlar, hakkında mezhep imamından rivâyet bulunmayan meselelerde içtihad yapabilen müçtehidlerdir.
Nevevî, Rafiî Hassaf, Ebû Cafer Tahâvî, Ebû’l-Hasan el-Kerhî, Hulvanî, Serahsî, Pezdevî, Kadıhan ve diğer mezheplerin bu derecedeki
müçtehidler gibi.
4) Ashabı Tercih: Bunlar, içtihad yapamazlar. Ancak meseleler arasında tercih yapabilenlerdir.
5) Ashabı Tahriç: Bunlar, tercih yapamayıp ancak delillerde muvazene yapabilenlerdir.
6) Ashabı Temyiz: Bunlar, içtihad yapamazlar. Ancak sahih ile zayıfı birbirinden ayırabilenlerdir.
7) Ashabı Taklid: Bunlarda ne içtihad ne de temyiz yapabilirler. Ancak imamın görüş ve delilini bilerek cem ve tedvin yapabilirler.
Zamanımızda İçtihad Yapılabilir Mi?
İçtihadın kapısı kapanmış mıdır? Sorusuna gelince, içtihad kapısının kapanmasına yönelik ne bir âyet ne de bir hadis varid olmuştur.
Çünkü içtihad kapısının açılmasına dair tarih olmadığı gibi kapanmasına dair de bir tarih sözkonusu değildir. Ancak içtihadın kapısı bu dinin
gelişiyle açıldı. Öyleyse din devam ettiği müddetçe içtihadda var olacaktır. Üstelik günümüzde önceki kuşakların sahip olmadıkları iletişim,
matbaa, bilgisayar vb. gibi bilimsel araç-gereçler ve teknik imkânlara sahibiz.
Şâfiîler ve Hanefilerin çoğuna göre içtihadın kapısının açık olduğu kabul edilirken sonraki mezhepçilerin bu kapıyı kapatmak
istediklerini görmekteyiz. Mâlikiler ise buna yakın bir görüştedirler. Onlara göre her ne kadar mutlak müçtehid olmadan birkaç asır geçmiş
ise de diğer müçtehidlerin olmadığı bir zaman dilimi mümkün değildir.
Hanbelî, Zâhirî ve Ehl-i Beyt imamlarına göre içtihadın kapısı tüm nevileriyle açıktır. Onlar bu konuyu şöyle delillendirmektedirler.
Hanbelî olan İbn Akil ve İbn Hamdan (H. 756), kendi zamanlarını kast ederek, şöyle demişlerdir. Günümüzde önceki dönemlere nispeten
içtihad yapmanın yolları daha da kolaydır. Çünkü hadis ilmi tedvin edilmiş, gelişmiş, tahlil edilmiş ve Kur’ân âyetleri, Usûlü’l-Fıkıh, arabi
ilimler vs. yeterince izah edilmiştir. Fakat eksik olan gayret, cehd, himmet, rağbet ve samimiyettir.
Amidî, ikinci görüşü şu iki akli delille açıklar. Birincisi: Dinde tefekkuh ve içtihad kifaye olarak farzdır. Öyle ise farzı terk etmek
ittifakla günahtır. Bu nedenle asrın âlimleri hata ve dalalet üzerine ittifak etmiş olur ki bu da Allah Rasûlü (s.a.v.)’nin “Kıyamet gününe
kadar ümmetimden bir taife hak üzere kalacaktır”162 hadisiyle çelişki arz eder. İkincisi ise şöyledir: Şer’î hükümler ancak içtihadla
tanınabilir. Şâyet müçtehidsiz bir asrın geçmesi mümkün olsaydı o zaman şer’î hükümler ta’til eder ve ahkamlar da münderis olmaya
mahküm olurdu. Bu da var olan delillerle mümkün değildir.163
Sahâbeler Devrinde ki Bazı İçtihadlar
Sahâbiler iyiliği teşvik, kötülüğü önlemek ve amme menfaatını gözönünde bulundurarak illetlerin değişmesiyle örfe dayalı bazı
hükümleri değiştirirledi.
158
el-Veciz, s. 151.
Şâfiî, er-Risale.
160
er-Risale
161
el-İtisam
162
Hâkim sahih bir isnatla Ömerden rivâyet etmiştir.
163
Amidi, Usulu’l-Ahkam, 2/455.
159
39
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Bu devrede maslahat, seddi zerai esaslarına göre yapılmış içtihadlardan örnekler:
1- Ömer (r.a.)’ın müellefe-i kulübten zekât hissesini kesmesi.
2- Ömer (r.a.)’ın kıtlık senesi hırsızlık cezasını uygulamaması.
3- Ömer (r.a.)’ın hilafetine kadar teravih namazı cemaatle kılınmıyordu. Bu devrede farz namazlarla karışması ihtimali ortadan kalktığı
için cemaatle kılınmaya başlanması.
4- Peygamber (s.a.v.) Ebû Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)’ın ilk iki yılına kadar geçen devrede, bir mecliste söylenen üç talâk, bir talâk olarak
kabul ediliyordu. Ömer (r.a.) boşamalarda önemli bir ölçüde artış olunca tedbir olarak bir mecliste söyleneni üç talâk olarak kabul etti ve
böylece büyük ölçüde boşamaların önünü kesmiş oldu.
5- Kur’ân-ı Kerîm ehli kitaptan kadınlarla evlenmeye izin verdiği halde164 Ömer (r.a.)’ın Medain valisine gönderdiği bir mektupla bunu
menetmesi.
6- Ömer (r.a.) iddeti bitmeden bir kadınla evlenen erkeğe, ebedî olarak kadının nikâhını yasaklaması.
7- Hz. Ömer kendi devrinde fethedilen yerlerin gayri menkul arazisinin Müslüman fatihlere dağıtılmasını uygun bulmayarak bu arazinin
eski sahiplerinde kalması, buna mukabil harac vergisi alınmasını uygun bulması.
8- Hz. Ömer zamanına kadar geçen sürede bir şahsın vermesi gereken diyeti, o şahsın mensub olduğu kabile ödüyordu. Hz. Ömer
zamanında divan teşkilatı kuruldu ve bundan böyle divan kabile yerine geçti ve akrabanın diyet gibi malî sorumlukları, bu divana
yüklenmesi.
9- Hz. Ömer devrine kadar sanatkar nezdinde onun taksiri olmadan zayi olan eşya ödetilmezken bundan sonra insanların ahlâkî
durumlarında değişiklik göz önünde bulundurularak ödetilmesi.
10- Hz. Ömer devrine kadar birkaç kişi birlikte bir kimseyi öldürdüğü takdirde yalnız diyet uygulanırken Hz. Ömer’in maslahat gereği
katillerin hepisine kısas uygulaması.
11- Hz. Osman (r.a.) ölüm döşeğinde iken karısını boşayan kimsenin talâkını geçersiz sayması ve karıyı ona mirasçı kılması gibi bazı
içtihadi uygulamaları olmuştur.165
Vahid haberle İlgili Müçtehidlerin İzledikleri Yol
Bu konuda müçtehidlerin ittifakı olmamıştır. Bilakis farklı görüşler beyan etmişlerdir. Bu hususta müçtehidlerin ihtilafa düşüp
izledikleri yol aşağıda delilleriyle izah edilmiştir.
a) Hanefilerin izledikleri yol: Hanefiler, dinde delil olabilmesi için haberi vahidle gelen ihbarları üç şarta bağlamışlerdir.
Birincisi: Râvinin rivâyet ettiği haberin aksine amel atmemesi gerekir. Örneğin Hanefilere göre Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği “köpek
kabınızın içine ağzını batırdığı zaman içindekini dökün ve biri toprakla olmak kaydıyla yedi suyla yıkayın” kendi hadisine muhalefet edip üç
kere yıkamakla yetindiği sahih rivâyetle varid olmuştur. Bu nedenle onlar yukarıdaki hadisi delil kabul etmeyip ancak böyle bir durumda üç
kez yıkanması kafidir demişlerdir.
İkincisi: Sayıca çok olan bir toplumun huzurunda cereyan eden haberlerden olmayacaktır. Bu niteliği taşımayan haberi vahid
Hanefilerce delil olarak kabul değildir. Örneğin rükûya giderken ve kalkarken el kaldırmak gibi sahâbe topluluğunun görüp rivâyet etmesi
zaruri olan bir hâdise gibi. Bu olay sadece Abdullah b. Ömer’in rivâyetiyle gelen haber olduğu için onlara göre delil olarak kabul edilemez.
Üçüncüsü: Kıyas ve şeri usule muhalefet etmeyip dört halife, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes’ûd gibi fıkıh ve içtihadla tanınmış
sahâbeden rivâyet edilmesi gerekir. Meselâ Hanefilere göre Enes b. Mâlik ve Bilâl gibi içtihadla meşhur olmamış kimselerden gelen vahid
haberler delil olarak alınmazlar.
b) Mâlikilerin izlediği yol: İmam Mâlik’in haberi vahidin sened olabilmesi için tek bir şart ileri sürdüğü bilinmektedir. O da Medine
ehlinin ameline muhalif düşmemesidir. Yani Mâlikilere göre vahid haberle gelen hadislerin sened olabilmesi için Medine ehlinin ameline
uygun düşmesi gerekir. Örneğin “alıcı ile satıcı birbirinden ayrılmaksızın caymaya muhayyerdirler” hadisiyle amel etmezler. Çünkü Medine
halkının böyle bir amelî olmamıştır.
c) Şâfiîlerin izledikleri yol: Şâfiîler, haberi vahidle amel ancak dört şartla mümkün olabilir demişler.
a) Senedin ve itisalin sağlam olması.
b) Râvinin dininde sadık, konuştuğunu fehm edip taakkul etmesi.
c) Râvi rivâyet ettiğinin bilincinde olup ve zabt edebilmesi.
e) Râvinin rivâyet ettiği haberin ilim ehlinin hadislerine muhalif olmaması gerekir.
Bu nedenle Şâfiîler, Saîd b. Museyyeb, Hasan el-Basrî, Şabi ve İbn Sirin gibi fukahanın dışında gelen mürsel hadislerle amel
etmezler.166
Örneğin Hz. Âişe’nin rivâyet ettiği bir hadiste şöyle demiştir: “Ben ile Hafsa nafile oruç tutmuşken komşudan bize bir yiyecek gelmişti,
biz de orucumuzu bozduk. Sonra Allah Rasûlü (s.a.v.) yanımıza geldi ben de durumu ona izah ettim, Allah Rasûlü bize bir gün oruç
tutmamızı emretti.” Şâfiîlere göre bu hadis mürsel olup delil kabul edilmez. Çünkü bu hadisi rivâyet eden Zuhrî Âişe’den değil Urve b.
Zubeyr’den rivâyet etmiştir. Bu nedenle Şâfiî mezhebinde nafile orucun kazası yoktur. Hanbeliler de bu konuda Şâfiîler gibi düşünürler.167
TAKLİD
Taklid, bir müçtehidin delilini bilmeksizin görüşüyle amel etmektir. Bazı usulcülere göre ise, taklid eden kişi taklid ettiği imamın
görüşüyle birlikte delilini de bilmelidir. Kişinin buna kalbiyle niyet etmesi yeterlidir. Müçtehid olmayanın bir müçtehidi taklid etmesi
vaciptir. Fakat içtihad yapabilen, tetkik ve araştırmaya kabil olanın herhangi bir meselede başkasını taklid etmesi haramdır.
Kişi meşru mezheplerden dilediği birini taklid edebilir. Dilerse bütün konularda başka mezhebe intikal eder, dilerse bazı konularda
başka bir mezhebi taklid edebilir. Hicrî 2. yüzyılın ortalarına doğru ortaya çıkan taklidin cevazı, dördüncü yüzyıldan bu yana tartışıla
gelmiştir. Herhangi bir hak mezhepten birine bağlı hukukçular taklidin cevazına hatta vucûbuna fetva vermiş, Kur’ân ve sünnetten delil
getirmişlerdir. ‫“فاسئالوا اَ ْا َ ال ِّذ ْك ِر اِنْ ك ْنت ْم َالتَ ْعلَمونَ ا‬Bilmiyorsanız, zikir ehline sorunuz.”168 Peygamberimiz (s.a.v) “Başından yaralı birine guslün
gerekli olduğunu söyleyerek ölümüne neden olan bazı sahâbeler için “mademki bilmiyorlardı, bilenlere sorsaydılar ya! Cehaletin şifası
sormaktır” buyurmuştur.
Taklidin cevazına fetva verenler olduğu gibi karşı çıkanlar da olmuştur. Örneğin İbn Hazm, İbn Teymiyye, İbnu’l-Kayyim, Şevkanî ve
Abduh gibi bazı İslâm bilginleri taklidi bid’at olarak nitelendirmişlerdir.
Dört imamın dışındaki bir müçtehidi taklid etmekte caizdir. Çünkü peygambere uymakta bir taklittir. Ayrıca din alanında belli bir
düzeyde ihtisas görmüş bir kimsenin doğrudan Kur’ân ve sünnete uyarak amel etmesi de, içtihadın şartlarına haiz olmak şartıyla, caizdir.
İçtihad kabiliyetine haiz olan bir kimse için bilinen mezheplerden herhangi birisine uyması ve mezhep imamlarının her dediğini taklid etmesi
ne farzdır ne de sünnettir. Bazı yazarların “belli bir imamı taklid etmek vaciptir” şeklindeki sözleri ise ancak avam için geçerli olabilir.
164
Maide, 5/6
Fahrettin Atar, Fıkıh Usûlü, s. 352.
166
Amidi, el-Ahkam, 1/304, Zuhaylî, el-Veciz, 43
167
Zekiyuddin Şaban, Usulu’l-Fıkıhıl-İslâmî, s. 69-76
168
Nahl, 16/43.
165
40
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Yoksa günümüzde olduğu gibi araştirma kabiliyetine ulaşmış ve ihtisas görmüş bir kimsenin tembelik yaparak gözü kapalı herşeyi taklidle
hal etmeye çalışması caiz olmadığı gibi bu onun üretici değil tüketici konumuna düşmesine sebep olur.
TAKLİDİN ŞARTLARI
Taklidin Dört Şartı Vardır
1- Taklid eden kişinin, taklid edeceği meselede, kendisini taklid ettiği kimsenin o meseleyle ilgili şart ve vaciplerini bilmesi gerekir.
Meselâ: Şâfiî olan birisi, İmam Ebû Hanife’yi, şehvetsiz olarak kadına dokunmanın abdesti bozmayacağı hususunda taklid etmek isterse
İmam Azam’ın abdest konusunda vacib olduğunu ileri sürdüğü hususları bilmesi gerekir ki sözkonusu hususta onu taklid edebilsin.
2- Bazı müçtehidlere göre taklidin, “kable’l-amel” diye bildiğimiz amelden önce olması, fiilin vuku bulmasından sonra olmaması
gerekir. Meselâ Şâfiî olan biri cinsel organına dokunur ve sonra Hanefî mezhebinde cinsel organına el sürmek abdesti bozmaz diye Hanefî
mezhebini taklid ederek o abdestle namaz kılamaz. Fakat bazı müçtehidlere göre taklid amelden sonra da yapılabilir.169
3- Taklid ettiği kişinin müçtehid olması. Bu müçtehid mezhep imamları olduğu gibi diğer sınıflardaki imamlar da olabilir. Meselâ İmam
er-Rafiî, en-Nevevî, eş-Şirazî, es-Serehsî ve Kudurî gibi imamlar. Yani fetvada müçtehid olan bir imam da olabilir.
4- Telfikin olmaması. Telfik dinî konularda bir meselede mezhep müçtehidlerinin biribirine zıt olan görüşlerini birleştirme işidir. İki
içtihadın arasını uzlaştırmak caiz değildir. Meselâ, hem yabancı kadına dokunan hem de vücudundan kan gelen bir kimse, kan konusunda
Şâfiî’yi, dokunma konusunda da Hanefî’yi taklid ederek o abdestle namaz kılamaz veya aynı namazda köpeğin temizliğinde Mâlikî’yi,
başının bir bölümünü meshte Şâfiî’yi taklid etmek gibi. Çünkü bunu yapmakla mezhebler arasında kolaylık aramış olur. Bu da caiz değildir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İMÂN
İmânın anlamı: Emn veya emniyet kökünden gelen imân, lügatta inanmak, tasdik etmek, doğrulamak, güvenmek, güven vermek ve
güvende olmak demektir. Istılahta (dinde) ise Peygamberimiz (s.a.v.)’in Allah’tan getirdiği herşeyi gerçek ve doğru olduğuna kalp ile tasdik
etmek (onaylamak) ve dil ile de ikrar etmektir. Başka bir tarif ile İmân dil ile söylemek kalp ile inanmak ve organlarla da amel etmek
demektir.
Aslında imânın dört merhalesi vardır.
a) Marifet: Yani imân edilmesi gereken esasları iyi tanıyıp bilmek.
b) Önce kalp ile içten tasdik etmek.
c) İçten inandığını dil ile de ikrar etmek.
d) İnanıp ikrar ettikten sonra da imâna şahitlik edecek olan organlarla amel etmektir.
İmânın kalben inanmaktan ibaret olduğunu gösteren çokça âyet ve hadis vardır. ‫ارعونَ فِى ْالك ْف ِر مِنَ الَّذينَ قَالوا ا َمنَّا‬
ِ ‫يَا اَيُّهَا الرَّسول الَ يَحْ ز ْنكَ الَّذينَ ي َس‬
‫ب‬
ِ ‫“ بِاَ ْف َوا ِا ِه ْم َولَ ْم تؤْ ِمنْ قلوبه ْم َومِنَ الَّذينَ اَاىوا َس َّماعونَ لِ ْل َك ِذ‬Ey Nebî! Kalpleri inanmadığı halde, ağızlarıyla inandık diyenlerden ve Yahudilerden
ّ ‫“ فَ َمنْ ي ِر ِى‬Allah, doğru yola iletmek istediği kimsenin kalbini, İslâm’a
küfür için koşuşanlar seni üzmesin.”170 ‫ال ْسالَ ِم‬
َ ْ‫هللا اَنْ يَ ْه ِديَه يَ ْش َرح‬
ِ ‫صد َْره ِل‬
açar.”171
Allah Rasûlü (s.a.v.) kalpteki imânla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Allah cennet ehlini cennete, cehennem ehlini de cehenneme
koyacak sonra da bakın kalbinde hardal kadar imânı olan birisini bulursanız, onu cehennemden çıkarın diyecektir.”172
Ehl-i sünnet itikadına göre imânda kalbin tasdiki yeterlidir, dil ile ikrar yalnız dünyevi hükümler için gerekli görülmüştür. Buna dilsizin
imân etme biçimi, Ammar b. Yasir’in işkenceler karşısında imânını gizli tutması173 ve Usame b. Zeyd’in öldürdüğü bir adam için Allah
Rasûlü’ne korkudan imân etti demesine karşılık Allah Rasûlü’nün “kalbini yarıp baktın mı?”174 cevabı delil gösterilebilir.
Fakat dilsizlik veya küfre zorlama gibi zaruret kabul edilen bir özür olmadığı halde dil ile takrir imânda şarttır. Çünkü imânın açığa
vurulmaması kişi hakkında belirsizlik meydana getirir ve dinî hükümlerde dengesizlik doğurur.
Ebû Hanife ve mensupları dışındaki cumhura göre ise imân, inanılması gereken şeyleri kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve İslâm'ın esaslarının
yerine getirilmesidir. Burada amelin imândan bir cüz olduğu ve imân artar ve eksilir görüşü de ortaya çıkar.
İmânla İlgili Bazı Önemli Meseleler
1) İmân konusunda her türlü şüpheden uzak durmak gerekir. İmân esaslarına içten inanıp şüphe etmemek gibi.
2) İmân bir bütündür. Bu bütünlük daima korunmalıdır. İnanılması gereken tüm peygamberlere, Kur’ân’ın bütün âyetlerine inanmak
gibi. Kişi, bir peygambere, bir kitaba veya Kur’ân’ın bir hükmüne inanmadığı zaman inandığı diğer şeyler boşa gider.
3) Muteber olan imân, gayba olan imândır. Kişinin gözüyle görmediği halde Allah’a ahiret gününe ve meleklere imân etmesi gibi.
İmânla amel kavram olarak ayrı ayrı şeyler olabilir. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, ne imân amelsiz, ne de amel imânsız
geçerlidir. İkisi birbirini tamamlayan iki kavramdır. İmân ettiğini iddia eden bir insan imânın gereği olan amelleri yerine getirmiyorsa, o
kimsenin imân iddiası boştur ve bu iddia sadece bir hayalden ibarettir.
İmânla İlgili Bazı Önemli Soru ve Cevaplar
a) Amel imândan bir cüz müdür ve eksilip çoğalır mı? Şâfiîlerin dışındaki cumhura göre amel imândan bir cüz değildir ve eksilip
çoğalmaz. Onlara göre imânda güçlü veya zayıf olma bakımından farklılık olabilir. Kur’ân’da “imân edenler ve salih amel işleyenler” diye
başlayan pek çok âyet vardır.175 Bu görüşü savunanlar, imânla amelin ayrı ayrı zikredilmesi bu ikisinin bir bütün olmadığına işaret eder,
derler. Kur’ân’da imânla birlikte büyük günah bulunabileceği hakkında âyetleri de buna delil getirirler.176
Amelin imândan bir cüz olduğunu ve eksilip arttığını savunanlar ise, İmam Şâfiî, İmam Eş’arî, Ehl-i Beyt İmamları ve Hâricilerdir. Her
iki tarafın da kendilerine göre Kur’ân’dan ve sünnetten delilleri vardır. Kur’ân âyetlerinde imânın artabileceği ifade edilir.177 Bu görüşü
savunanlar şu âyetleri de delil gösterirler: ‫ون‬
ِ ْ ‫“ َو َما خَ لَ ْقت ْال ِجنَّ َو‬Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye
ِ ‫اال ْن َ اِ َّال لِيَعْبد‬
yarattım.”178 ‫ق ْال َموْ تَ َو ْال َحيوةَ ِل َيبْل َوك ْم اَيُّك ْم اَحْ َسن َع َم ًال َوا َو ْال َعزيز ْالغَفور‬
َ َ‫“ اَلَّذ خَ ل‬Hanginizi daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı
ّ ‫“ اِنَّ َما ْالمؤْ ِمنونَ الَّذينَ اِ َذا ذ ِك َر‬Mü’minler o kimselerdir ki, (yanlarında)
ْ َ‫ت قلوبه ْم َواِ َذا تلِي‬
ْ َ‫هللا َو ِجل‬
yaratan odur.”179 َ‫ت َعلَ ْي ِه ْم ايَاته زَ ا َى ْته ْم اي َمانًا َوعَلى َربِّ ِه ْم يَت ََو َّكلون‬
169
Buceyrimi, el-Hatib, 1/51.
Maide, 5/41.
171
En’am, 6/125.
172
Buhârî, İmân, Müslim, İmân.
173
Nahl, 16/106.
174
Müslim, İmân, Ebû Dâvûd, Cihad, İbn-i Mâce, Fiten.
175
Bakara, 2/277, Yunus, 10/9, Ankebut, 29/7.
176
Hucurat, 49/9, Bakara, 2/278, Tahrim, 66/8.
177
Enfal, 8/2, Fetih, 48/5, Al-i İmran, 3/73, Tevbe, 9/124.
178
Zariyat, 51/56.
179
Mülk, 67/2.
170
41
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Allah anıldığı zaman, yürekleri ürperir, kendilerine Onun âyetleri okunduğu vakit imânları artar ve yalnız Allah’a dayanıp
güvenirler.”180 ‫“ َويَ ْزىَا َى الَّذينَ ا َمنوا اي َمانًا‬Allah imân edenleri imânını artırır.”181 Bana göre tercih edilen ikinci görüştür. Çünkü bu âyetlerde
amelsiz imânın makbul ve geçerli olmadığını ve Allah (c.c.) cinleri ve insanları yalnız imân etmelerini değil, imânla birlikte amel etmelerini
de istediğini anlıyoruz.
b) Mukallidin imânı makbul mudur? Ebû Hanife, Sufyan-i Sevrî, Mâlik, Evzaî ve birçok hadisçilere göre mukallidin imânı sahihdir.
Ancak mukallid, imânı istidlalsiz kabul ettiği için günahkârdır.
Şâfiî, Eş’arî ve Mutezile’ye göre bu imân sahih değildir. Taklid bahsinde açıklandığı gibi amelde dahi taklid edilen müçtehidin görüşü
ile birlikte delilini de bilmek şartı ileri sürülmüş iken imân konusunda elbette mukallid olan kişi imân ettiği şeyin mahiyetini bilmelidir.
c) Tebliğ görmeyenin imânı. Bu konu kelamcılar arasında ihtilaflı olup herkesin kendine göre delilleri vardır. Eş’arilere göre İslâma ait
bir davet ulaşmayan ve herhangi bir peygamberin varlığını duymayan bir kimse mükellef değildir. Dolayısıyla ahirette azaba mustahak
olmaz. Hatta İmam Gazalî “Allah Rasûlü’nün davetini duymamış, kendisiden de haberdar olmayan kişiler kesin cennetliktir” demiştir.
َ ‫“ َو َماكنَّا م َع ِّذبينَ َحتّى نَ ْب َع‬Biz herhangi bir topluma Rasûl göndermedikçe onları azaplandırmayız.”182
Delilleri ise şu âyetlerdir: ً‫ث َرسوال‬
-‫“ ”رسال مبشيرين ومنذرين لئال يكون للناس على هللا حجة بعد الرس وكان هللا عزيزا حكيما‬Yerine göre müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler
gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.”183
‫ض َال ٍل‬
َ ‫ت قَالوا بَلى قَالوا فَاىْعوا َو َما ىعؤا ْالكَافِرينَ اِ َّال فى‬
ِ ‫“ قَالوا اَ َولَ ْم تَك تَاْتيك ْم رسلك ْم ِب ْالبَيِّنَا‬Cehennem bekçileri) size peygamberleriniz açık açık deliller
getirmediler mi? derler. Onlar da evet getirdiler derler. (Bekçiler ise), o halde kendiniz yalvarın, derler. Hâlbuki kâfirlerin, duası heder
olmaktan başka hiçbir değere haiz değildir.”184
Eş’ariler husun (güzellik) ve kubuhun (çirkinlik) akılla bilinemeyeceğini, bunun ancak âyetlerle bilinebileceğini belirtirler. Yani onlara
göre iyi ve kötü işler Allah’ın bildirmesiyle bilinebilir. Bu sebeple kendilerine Allah’ın emir ve nehiyleri gelmeyen veya ulaşmayan bir
kimse iyi ve kötüyü bulmakla mükellef değildir. Dolayısıyla fetret devrinde yaşayan insanlar ile kendilerine şeriat ulaşmayan kimseler
ahirette mesul tutulmazlar.
Maturidilere göre ise tebliğ görmeyen de mükelleftir. Delilleri: Hz. İbrahim’in imân etme biçimdir. Maturidiler bir yerde Mutezile gibi
düşünerek aklı daha önde tutarak iyi ve kötünün akılla bilinmesi mümkündür, demişlerdir. Onlara göre fetret devrinde yaşayan insanlar da
akıllarıyla Allah’a imân etmenin güzel olduğunu anlayabilirler. Bu sebeple onlar Allah’ın varlığına inanmak mecburiyetindedirler.
Dolayısıyla ahirette bu konuda sorumlu tutulacaklardır.
Bana göre birinci görüş daha isabetlidir. Çünkü adil olan Allah; ‫ق ْال َموْ تَ َو ْال َحيوةَ لِيَبْل َوك ْم اَيُّك ْم اَحْ َسن َع َم ًال َوا َو ْال َعزيز ْالغَفور‬
َ َ‫“ اَلَّذ َخل‬Ölümü ve
hayatı kimin daha güzel amel edeceğini sınamak için yaratığını”185 beyan etmiştir. Bundan dolayı tebliğ ulaşmayan fert veya bir topluluk
ile Allah katında tebliğ almış ve herşeyi ayan beyan görmüş kişiler arasındaki hüküm ve yargılama eşit değildir.
d) İcmali ve tafsili imân. Allah tarafından Peygamberimize getirilip haber verilen herşeye topluca inanmaya “icmali” imân denir.
Meselâ, inanılması gereken imânın altı esasına imân etmek gibi. Tafsili imân ise, Peygamber tarafından tebliğ edilen şeylere detaylı bir
şekilde inanıp amel etmeye denir. İcmali imân yalnız kişiyi küfürden kurtarır fakat mü’mini kâmil yapmaz. Fakat tafsili imânla kişi salih
amel işlemek, haramdan sakınmak ve dinî hükümleri bilip iyi yaşamakla mü’mini kâmil olabilir.
İnkâr ve Tasdik Bakımında İnsanlar Birkaç Kısma Ayrılır:
a) Mü’min: İmân esaslarına kalben inanıp tasdik eden kimseye “mü’min” denir. Mü’minler ahirette cennete girecek ve orada ebedî
kalıp zevk ve safa süreceklerdir.
b) Kâfir: İmân esaslarına inanmayan ve dinde zaruri olan bir hükmü inkâr eden kimsedir. Allah'ı inkâr etmemekle birlikte, başka
birisini veya bir tabiat gücünü ona ortak (şirk) sayan kimseye de müşrik denir. Allah’tan rol çalmak veya o rolü başkasına yakıştırmak da
şirktir. Meselâ Allah’ın kanun koyucu sıfatını kendinde görmek veya başkasına lâyık olduğuna inanmak gibi. Allah’tan başka kişilerden
medet ummak ve gaybi bilgileri Allah’tan başkasına da isnat etmek gibi şirke götüren birçok söz, fiil ve davranış vardır.
c) Münafık: İnanılması gereken İslâmî esaslara kalp ile inanmayıp ve tasdik etmeyen fakat mü’minleri aldatmak ve İslâmî nimetlerden
yararlanmak için sözle inandığını söyleyenlere münafık denir. Ayrı bir tabirle içi dışı bir olmayan ve ikiyüzlü olana münafık denir.
Münafığın içi bilinmediği için dünyaya ait hükümler bakımında Müslüman gibi muamele görür. Kestiği yenir, miras alır, nikâhlanır ve
cenaze namazı kılınır. Fakat ahirette kâfirler gibi ikaba tabi tutulur.186
Kur’ân’da münafıkların kâfir olduğu hatta cehennemin en alt tabakasında oldukları haber verilir. ‫اهلل َوبِ ْاليَوْ ِم ْاال ِخ ِر َو َماا ْم‬
ِ ّ ِ‫اس َمنْ يَقول ا َمنَّا ب‬
ِ َّ‫َومِنَ الن‬
َّ‫اال ْسفَ ِ مِنَ الن‬
َ ْ ‫“ اِنَّ ْالمنَافِقينَ فِى الدَّرْ ِك‬Şüphe yok ki
َ‫“ ِبمؤْ مِنين‬İnsanlardan bazıları imân etmedikleri halde imân ettik derler.”187 ‫ار َولَنْ ت َِج َد لَه ْم نَصيرً ا‬
ِ
münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla yardımcı bulamazsın.”188
ْ ‫َو َمنْ يَرْ تَ ِد ْى ِم ْنك ْم َعنْ ىينِه فَيَم‬
d) Mürted: Daha önce Müslüman iken herhangi bir nedenle dininden dönenlere mürted denir. َ‫ت َوا َو كَافِ ٌر فَاولئِك‬
ْ َ‫“ َحبِط‬Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların dünya ve ahirette
َ‫ار ا ْم فيهَا خَالِدون‬
ِ َّ‫ت اَ ْع َماله ْم فِى ال ُّد ْنيَا َو ْاال ِخ َر ِة َواولئِكَ اَصْ َحاب الن‬
amelleri boşa gitmiştir. İşte cehennemlikler onlardır. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.”189
e) Fasık: Dinî yasaklara uymayıp ilâhî emirlere aykırı hareket eden günahkâr, kötülükleri alışkanlık haline getiren bir kimseye fasık
denir. Başka bir tabirle büyük günah işleyen veya küçük günahta ısrar edene fasık denir. Fasık işlediği günahı helâl saymadıkça kâfir olmaz.
Kur’ân’da fısk birkaç manaya gelmiştir. Hacda yapılan fısk, besmelesiz kesilen hayvanın etini yemek veya iffetli bir Müslümana iftira
edenin fısk hali gibi.190
İmânın Rükünleri
İnanılması gereken imân esasları temelde altı esasa dayanır:
1) Allah’a inanmak
2) Meleklere inanmak
3) Kitaplara inanmak
4) Peygamberlere inanmak
5) Ahirete inanmak
180
Enfal, 8/2.
Müddesir, 74/31.
182
İsra, 17/15.
183
Nisâ, 4/165.
184
Mü’min, 40/50.
185
Mülk, 67/2.
186
Maturidî, Tevhid, 374.
187
Bakara, 2/8, Hucurat, 49/14.
188
Nisâ, 4/145.
189
Bakara, 2/217, Al-i İmran, 3/86-91-106, Nisâ, 4/89-115.
190
Bakara, 2/197, En’am, 6/121, Nur, 24/4.
181
42
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------6) Kadere inanmak
ALLAH’A İNANMAK
İmân esaslarından ilki ve en önemlisi Allah’a inanmaktır. Bunu kısaca şöyla izah edebiliriz. Allah’ın varlığına, birliğine, noksan
sıfatlardan münezzeh olduğuna, kemal sıfatlarla muttasıf olduğuna, eşi ve benzeri olmadığına ve herşeyi bir nizam içinde yarattığına
inanmak.
Allah’ı herşeyden çok sevmek, her zaman ve her yerde O’nu hatırlamak. Bütün amel ve davranışlarımızda, bizi her an ve her yerde
görüp ve gözetlediği için O’ndan utanmak ve korkmak. O’nu görüyormuşçasına hareket etmek ve bizleri kesin görüyor inancıyla
davranmaktır.
ALLAH’IN SIFATLARI
Allah’ın sıfatları, zâtî ve subutî olmak üzere ikiye ayrılır. Bunların altısı zâtî sıfatlar, yedisi de subutî sıfatlar olmak üzere, toplam on
üçdür.
A) Zâtî Sıfatlar: Allah’ın zâtıyla birlikte olan ve ondan ayrı kabul edilmeyen sıfatlardır. Allah'tan noksan sıfatları kaldırdığı için
bunlara selb-i sıfatlar da denir
1) Vücûd: Allah’ın var olması. Allah’ın varlığı ile kâinat var olmuştur ve bizim varlığımız onun varlığına şahittir. İnsanın dünyaya
gelişi, dünyaya sahiplenmesi için değil bilakis kâinatı müşahede etmekle, Allah’ın varlığına ve birliğine şahid olmak içindir. Kur’ân-ı
Kerîm’de Allah’ın varlığını, birliğini, kudretinin büyüklüğünü anlayabilmek için şu muhteşem kâinata bakmamız, tabiat olaylarını
ْ ‫ض َو‬
َ ْ ‫ت ِالو ِلى‬
düşünmemiz için dikkatimizi çekiyor: ‫ب‬
ٍ ‫ار َال َيا‬
ِ ‫اال ْل َبا‬
ِ ‫اخ ِت َال‬
ِ ‫َّموا‬
َ ‫ق الس‬
ِ ‫“ اِنَّ فى خَ ْل‬Görklerin ve yerin yaratılışında, gecenin
ِ ‫ف الَّ ْي ِ َوالنَّ َه‬
ِ ْ‫ت َو ْاالَر‬
ve gündüzün gidip gelişinde, elbette düşünenler için ibret verici deliller vardır.”191
2) Kıdem: Varlığının başlangıcının olmaması ezelî olmak demektir. Allah (c.c.)’ın varlığının başlangıcı olmadığı gibi bütün varlığın
başlangıcı da ona bağlıdır. Allah’ın bütün sıfatları ezelî ve kadimdir. Kâinatta bütün varlıkların bir öncesi vardır. Ancak Allah (c.c.)
zamandan ve mekândan münezzehtir ve öncesi yoktur. Zaman kavramı yaratılanlar için geçerlidir. Öncesi olmayana kadim sonradan olana
da hadis denilir.
3) Bekâ: Varılığının sonu olmamak demektir. Yani Allah ebedidir. Sonu olana fani sonu olmayana da baki denir. Allah sonsuz kudret
ٌ ِ‫هللا اِلهًا اخَ َر َال اِلهَ اِ َّال ا َو ك ُّ ش َْى ٍء اَال‬
sahibidir. Onu yok edecek hiçbir güç de yoktur. Kur’ân’da; َ‫ك اِ َّال َوجْ هَه لَه ْالح ْكم َواِلَ ْي ِه ترْ َجعون‬
ِ ّ ‫“ َو َال تَدْع َم َع‬Herşey
helak (yok) olur. Allah’ın zâtı müstesnadır. Hüküm de onundur ve en son ona döndürüleceksiniz.”192 buyurulur.
4) Vahdâniyet: Bir ve tek olmak demektir. Bu sıfat Allah'a mahsustur. O ortak ve eşten münezzehtir. Allah (c.c.) zâtında, sıfatlarında ve
fiillerinde tektir. Eşi ve benzeri de yoktur. Yoktan var etme sıfatı Allah’a mahsustur. Allah’ın varlığına ve birliğine Kur’ân ve kâinat
delildir.193
İnsanlar tarih boyunca zaman zaman şeytana uyarak Allah’a eş koşup başka ilâhlar edinmiştir.
Allah'a Eş Koşma İki Türlüdür:
a) Allah ile birlikte başka varlıkları da ilâh kabul etmek. İnsan, hayvan, ağaç ve taş gibi cansızlar gibi.
b) İbadetlerde ve amellerde Allah’a eş koşmak. Amellerde riya, gösteriş, övgü almak gibi.
5) Muhâlifetun li’l-Havâdis: Yaratılanların hiçbirine benzememek demektir. Allah’ı yaratığı herhangi bir şeye benzetmek tasavvur
edilemez. Çünkü Allah kadim ve ezelidir, onun dışındaki tüm varlıkın ise bir başlangıcı ve sonu vardır. Diğer taraftan her mahlûkatın gücü
sınırlıdır. Ancak Allah’ın gücü sınırsızdır. Düşünüp tasavvur etmekle Allah’ın mahiyetine ulaşılamaz. Çünkü Allah Teâlâ cevher, araz, cismi
latif veya cismi kesif olarak düşünülemez. Kur’ân’da Allah’a atfedilen organlar başkasına benzeme anlamına gelmez. Bunların hepsi mecaz
anlamda kullanılmıştır. Allah’ın “eli” kudret, “yüzü” zât ve “arşa istivası”da hükmünü uygulama, olarak te’vil edilmiştir.194
6) Kıyam bi Nefsihi: Var olmak için başkasına muhtaç olmamak demektir. Zira herşey ona muhtaçtır. Allah’ın varlığı kendi zâtıyla
kaimdir. Allah vacib’ul vucud’dur. Yani akıl zorunlu olarak kabul eder. Allah’ın dışında bütün varlıklar mümkün varlıklardır. Akıl kabul
etmek zorunda değildir. Allah dilediği için kâinat var olmuştur, yok olmaları da Allah’ın dileğiyle olur. Bu saydıklarımız Allah’ın selbi
sıfatlarıdır.
B) Subutî Sıfatlar
1) Hayat: Diri olmak demektir. Herşeye hayat veren odur. Allah’ın hayatı diğer varlıkların hayatına benzemez. Hayatın zıddı ölümdür.
O da Allah hakkında düşünülemez. Allah’ın diriliği diğer varlıkların diriliği gibi geçici ve maddi değildir. ‫َوت ََو َّك ْ َعلَى ْال َح ِّى الَّذ َاليَموت َو َسبِّحْ بِ َح ْم ِده‬
195
ّ َ “O, öyle Allah’tır ki diri ve
‫ب ِعبَا ِىه خَبيرً ا‬
ِ ‫“ َوكَفى بِه بِذنو‬Ölmeyen diriye güvenip dayan ve onu övgüsüyle tesbih et.” )‫هللا الَ اِلهَ اِالَّ ا َو اَ ْل َح ُّى ْالقَيُّوم‬
herşeyi idare edicidir.”196
2) İlim: Bilmek demektir. Allah herşeyi bilendir. Allah’ın ilmi mutlak ve ezelidir. Allah hakkında ihmal, gaflet ve unutkanlık tasavvur
edilemez. Allah’ın bilgisi bir araç, alet, düşünce ve tefekkür vasıtasıyla değil, kendi zâtında vardır. Allah geçmişi, geleceği, gizliyi, açığı,
filozofların aksine bütün ve parçayı eşit olarak bilendir. Allah’ın ilm sıfatı ile ilgili Kur’ân’da pek çok âyet bulunmaktadır.197 Uzaklık,
yakınlık, gizlilik ve aşikârlık eşittir. O kuluna can damarından daha yakındır. Bu sebeple Allah’a rağmen uzakta olanı çağırıp medet ummak
Allah’ın semi’ sıfatına imân etmemek demektir.
3) Semi’: İşitmek demektir. Allah’ın işitme gücü sınırsızdır. En gizli sesi işitir. Diğer varlıkların işitme kabiliyeti sınırlıdır. Allah
işitebilmesi için herhangi bir aracıya ihtiyacı yoktur. Bazı tasavvufçuların, şeyhimiz bizimle Allah arasında bir aracıdır, iddiaları batıldır.
ّ ‫“ َو‬Allah herşeyi işitendir ve bilendir.”198
Çünkü Allah gizlinin gizlisini bilendir. Haşa aracıya ihtiyacı yoktur. ‫هللا َسمي ٌع عَلي ٌم‬
4) Basar: Görmek demektir. Allah herşeyi görür demektir. Allah gizliyi, açığı, uzağı, yakını ve kalptekini mutlak görür. Allah herşeyi
aniden, net ve mutlak görür. Diğer varlıkların görmeleri sınırlı ve mukayyettir. Allah’ın mutlak görücü olduğu pek çok âyetle sabittir. ‫يَ ْعلَم‬
ّ ‫اال ْعي ِن َو َما ت ْخ ِفى الصُّدور َو‬
َ ْ َ‫“ خَا ِئنَة‬O, gözlerin hain bakışlarını ve kalplerin
ِّ ‫هللا َي ْقلى ِب ْال َح‬
‫هللا ا َو السَّميع ْال َبصير‬
َ ّ َّ‫ق َوالَّذينَ َيدْعونَ ِمنْ ىو ِنه َال َي ْقلونَ ِبش َْى ٍء اِن‬
gizleyeceği herşey bilir. Allah adaletle hükmeder. O'nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemez. Şüphe yok ki Allah, işiten ve
görendir.”199
5) İrade: Dilemek demektir. Allah mutlak irade sahibidir. Dilediği herşey olur. Kâinatta cereyan eden hâdiselerin tamamı Allah’ın
bilgisiyle gerçekleşir. Allah tam ve kamil bir iradeye sahiptir. Bunun için kâinatı ezelî olan iradesine uygun olarak yaratmıştır. Allah’ın her
191
Al-i İmran, 3/190.
Kasas, 88.
193
İhlas, 112/1-4, Enbiya, 21/22, İsra, 17/42, Zumer, 39/4, Fatır, 35/3, Mü’min, 40/16
194
Fetih, 48/10, Rahman, 55/27, Taha, 20/5.
195
Furkan, 25/58.
196
Bakara, 2/255.
197
En’am, 6/59, Mücadele, 58/7, Mülk, 68/13.
198
Bakara, 2/137-181-124-224-227-256, Al-i İmran, 3/34-35-38, Maide, 5/76.
199
Mü’min, 19-20.
192
43
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------dilediği mutlak olur. ‫“اِنَّ َربَّكَ َفعَّا ٌل لِ َما يريد‬Senin Rab’in dilediğini mutlaka yapar.” 200
6) Kudret: Herşeye güç yetirmek demektir. O’nun herşeye gücü yeter ve hiçbir şeyden aciz değildir. Allah’ın gücü sınırsızdır. Allah
gücünü kullanırken zamana, mekâna ve yardıma ihtiyacı yoktur. Allah bu gücüyle yok olan bir şeye ol demesiyle var olur. Var olan bir şeye
yok ol demesiyle yok olur. Allah’ın kudreti ezelî ve ebedidir. ‫هللا عَلى ك ِّ ش َْى ٍء قَدي ٌر‬
َ َ‫ض َو َما اَ ْمرالسَّا َع ِة اِ َّال َكلَ ْمحِ ْالب‬
ِ ‫َّموا‬
ِ ّ ِ ‫َو‬
َ ّ َّ‫ص ِر اَوْ ا َو اَ ْق َرب اِن‬
َ ‫هلل َغيْب الس‬
ِ ْ‫ت َو ْاالَر‬
“Göklerin ve yerin görülmeyeni Allah'a aittir. Kıyametin kopması göz kırpması gibi ya da daha kısa bir zaman içinde olur. Gerçekten
Allah herşeye gücü yetendir.”201
7) Kelam: Konuşmak demektir. Yani Allah’ın ona lâyık konuşma sıfatı vardır. Allah (c.c.) konuşmada sese ve harfe muhtaç olmaksızın
ّ ‫َو َكلَّ َم‬
kendi kudretiyle konuşur. Allah’ın konuşması ya kitap göndererek, ya melek vasıtasıyla ya da bizzât tekellüm ederek olmuştur. ‫هللا موسى‬
‫“ تَ ْكلي ًما‬Allah, musa ile de bizzât konuştu.”202
Maturidiye mezhebi zikrettiğimiz bu sıfatlara tekvin sıfatını da eklemişlerdir. Onlara göre, subutî sıfatlar, tekvinle birlikte sekiz tanedir.
Eş’arilere göre ise tekvin kudretle eş anlamlıdır.
MELEKLERE İMÂN
Melek sözlükte haberci, elçi, güç ve kuvvet gibi manalara gelir. İmânın rükünlerinden ikincisi meleklere inanmaktır. Meleklere imân
Kur’ân âyetlerinde geçmektedir.203 Melek, erkeklik ve dişilik özelliği olmayan, yemeyen, içmeyen, evlenmeyen, doğmayan, doğurmayan,
normal gözle görülmeyen, Allah’ın emirlerine itaat eden ruhani ve nurani yaratıklardır. Allah Rasûlü (s.a.v.) “Melekler nurdan
yaratılmışlardır. Cinler de dumansız ateşten yaratılmışlardır.”204 buyurmuştur. Meleklerin varlığını tüm semavî kitaplar haber vermiştir.
Meleklerin Özellikleri
Melekler nurdan yaratılmış, şerefli varlıklardır. Temiz ve masumdurlar. Yemezler, içmezler ve görünmezler; fakat onlar bizi görürler.
Melekler son derece kuvvetli varlıklardır. Melekler insandan çok önce vardır.205
Allah’ın arşı dört melek tarafından taşınmaktadır. Melekler hızlı ve kanatlı varlıklardır. ‫ض َجا ِع ِ ْال َملئِ َك ِة رس ًال اولى‬
ِ ‫اط ِر السَّم َوا‬
ِ َ‫اَ ْل َح ْمد ِ ّهللِ ف‬
ِ ْ‫ت َو ْاالَر‬
َ ‫“ اَجْ نِ َحةٍ َم ْثنى َوث‬Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan
‫هللا عَلى ك ِّ ش َْى ٍء قَدي ٌر‬
َ ّ َّ‫ق َمايَشَاء اِن‬
ِ ‫لث َوربَا َع يَزيد فِى ْالخَ ْل‬
Allah'a hamd olsun!”206
Meleklerin erkeklik, dişilik, evlenme ve çoğalma gibi vasıfları yoktur. Melekler Allah’ın bildirmesi hariç gaybi bilgilere sahip değiller.
Örneğin daha önceden kimin ne zaman öleceğini, kıyametin ne zaman kopacağını bilmezler.
Dört Büyük Melek Vardır
1) Cebrail: Peygamberlere vahiy getirip, Allah ile peygamberler arasında elçilik görevini yapan melektir. Cebrail, Ruhü'l-Emin, Ruhü'lKudüs ve Ruh gibi isimlerle de anılır.207
2) Azrail: Canlıların ruhunu kabzetmekle görevli melektir. َ‫ت الَّذ و ِّك َ ِبك ْم ث َّم اِلى َربِّك ْم ترْ َجعون‬
ِ ْ‫“ ق ْ َيت ََوفّيك ْم َملَك ْال َمو‬De ki: Size vekil kılınan
ölüm meleği canınızı alacak, sonra da rabbinize döndürüleceksiniz.”208
3) İsrafil: Kıyamet gününde, sur’a üflemek suretiyle, kıyametin kopacağını bildiren ve yeniden diriliş için sur’a üfleyen melektir.209
4) Mikail: Tabiat olaylarıyla ilgilenen melektir. Meselâ, yağmurun yağması, rüzgârların esmesi, zelzele ve benzeri olaylarla ilgili
görevler ona aittir.210
Diğer Melekler ve Görevleri
1) Hamele’i Arş: Büyük arşın vazifesi kendilerine verilen meleklerdir.
2) Kiramen Katibin: Her insanın sağ ve sol omuzlarında bulunup sevabı ve günahı tespit ederek yazan meleklerdir.211
3) Münker ve Nekir: Bilinmeyen ve tanınmayan anlamına gelen münker ve nekir kabirde sorgu sual vazifesini gören meleklerdir.
4) Hafaza: İnsanları gerektiğinde kaza ve belalardan koruyan meleklerdir.
5) Hazene: Cennet ve cehennemde vazifeli olan meleklerdir.
Maddi Olmayan (Fizik Ötesi) Diğer Varlıklar
Melekler gibi cinler ve şeytanlar da beşere ait zâhirî duyu organlarıyla algılanmayan, varlıkları gerek Kur’ân’da gerekse hadislerde açık
bir şekilde haber verilen varlıklardır. Bu itibarla onların varlığını inkâr etmek, anlamları gâyet açık olan âyet ve hadisleri inkâr anlamına
gelir.
CİNLER
Cin, lügatta gizlenmek, gizli kalmak, gözle görülmeyen gizli kuvvetler demek olup duyular âleminin dışında kalan varlıklar için
kullanılan bir kavramdır. Cinler, insanlar yaratılmadan önce ateşten yaratılmışlardır. Onları göremeyiz, onlar bizi görürler; çünkü Allah
Teâlâ’nın bize verdiği görme duyusu sınırlıdır.
Cinler de insanlar gibi bir dereceye kadar sorumludur. Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah Teâlâ )‫ون‬
ِ ْ ‫“ َو َما خَ لَ ْقت ْال ِجنَّ َو‬Ben cinleri ve
ِ ‫اال ْن َ اِ َّال ِل َيعْبد‬
insanları bana ibadet etsinler diye yarattım.”212 buyurmuştur. ‫ب‬
َّ َ‫“ الَي‬Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce
ٍ ِ‫ال االَعْلى َوي ْق َذفونَ ِمنْ ك ِّ َجان‬
ِ ‫س َّمعونَ اِلَى ْال َم‬
topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.”213 Cinler insanlara göre bazı üstün güçlere sahip olsalar da gaybı bilmezler.214
Cinler insanlardan önce yaratılmışlardır. Kur’ân-ı Kerîm’de onların çok zehirli ateşten yaratıldıkları haber verilir.215
Cinlerin erkek ve dişi olanları vardır. Evlenirler, çoğalırlar, yerler, içerler. İhtiyar ve gençleri vardır. Cinler de mükelleftirler. Cinler
avamın bildiği manada insanlara dokunamazlar; fakat vesvese verip insanların kafalarını karıştırırlar. Birtakım hayallere müptela ederler. Bu
200
Hud, 11/107, Buruc, 85/16, Al-i İmran, 3/47-26.
Nahl, 16/77, Fatır, 35/1, Nur, 24/44.
202
Nisâ, 4/164, A’raf, 7/143, Kehf, 18/109.
203
Bakara, 2/177-285.
204
Müslim, Zühd, Ahmed bin Hanbel.
205
Bakara, 2/30.
206
Fatır, 35/1.
207
Şuara, 26/193-194, Nahl, 16/102, Kadr, 79/4.
208
Secde, 32/11.
209
Zümer, 39/68, Neml, 27/87.
210
Bakara, 2/98, Naziat, 79/5.
211
Kaf, 50/17-18, İnfitar, 82/10-12, Zuhruf, 43/80.
212
Zariyat, 51/56.
213
Saffat, 8, Cin, 72/9.
214
En’am, 6/100, Rahman, 55/15.
215
Hicr, 15/27.
201
44
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------hastalık öyle bir boyuta gelir ki artık beyne sirâyet eder. İnsan akli dengesini kaybedince anlamsız şeyler konuşmaya başlar. Gözler tersine
döner, eller yumulur. Bu hal genelde gençlerde görülür. Ayrıca cinlerin insanlara dokunabileceğine inanan veya iradesi zayıf olan kimselere
musallat olurlar. Genelde cinlerin varlığına inanmayan gayri müslim veya inancı sağlam olup ve Allah'a güvenip dayanan ve onun iradesi
dışında bir varlığın başka bir varlığa zarar veremeyeceğine inanan kimselere zarar veremezler. Bu sebeple şuurlu ve itikadı sağlam olan
Müslümanlarda bu hal pek görülmez, fakat mikrobun hasta beden üzerinde olumsuz etki yaptığı gibi cinlerde insanların zayıf bir yanından
veya moral yönünden zayıf olduğu bir durumundan yararlanarak insana zarar vermeye kabildirler.
Bu konuda İmam İbn Hazm şöyle der: “Şeytanın insanlara musallat oldup dokunduğu sahihtir. Ancak bu etkileme ile insan vücudundan
beyne yükselen gazların ve sevdanın (siyah bir maddenin) harekete geçmesine sebep olur. İşte o nedenle saralının çırpınmaları meydana
gelir.”216 İmam İbn Kayyim ise şöyle der: “Sara hastalığı iki türlüdür. Biri yeryüzündeki habis ruhlulardandır (cin ve şeytanlardandır). Diğeri
ise insanın vücudundaki kimyasal karışımların dengesizleşmesindendir. İşte doktorlar bu türden olan saranın tedavisine çalışırlar. Ancak
habis ruhluların sebep olduğu sarada ise tedavisi kuvvetli bir irade, sağlam bir inançla o habis ruhlara karşı direnç göstererek onu etkisiz hale
getirebilirler.217
Cinler, avamın bilip inandığının aksine görünüp yakalanmazlar, yakılmazlar ve bağlanmazlar. Günümüz cincilerinin iddia edip
yaptıkları birtakım uydurma işlemler, tamamen göz boyama ve hilebazlıktır. Bazen tas ve daireler konulması suretiyle bazı hastaların
iyileştiğini söyleyenler olabilir.
Şunu diyebiliriz ki, cin çarpmasına inanan bir kimsenin, kurulan tas ve dairelerin şifa vereceğine de inanması doğaldır. Bu sebeple
iradesi zayıf olanların, inandığı gayri meşru yöntemlerle, şifa bulması da doğaldır. Çünkü bu hastalık bedenî bir hastalık değil bilakis ruhi ve
psikolojik bir hastalıktır. Bu hastalık, ölçüsü ve yarası belli olmayan bir hastalık olduğu için tedavisi de bilinen bilimsel yöntemlerle
yapılmamaktadır. Bu hastalığın tedavisi ancak hastaya yapılan dua, verilen teselli ve gösterilen direnç ile mümkündür.
Atâ b. Ebi Ribah, Abdullah b. Abbas’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Bana “Ben sana cennet kadınlarından birini göstereyim mi?” dedi.
Ben evet göster, dedim. İbn Abbas (r.a.) “İşte şu siyahi kadındır” dedi. Bu kadın bir keresinde Allah Rasûlü’ne geldi ve “Ben sara nöbeti
geçiriyorum ve o esnada üstüm başım açılıyor. Benim için dua et” dedi. Allah Rasûlü (s.a.v.) “İstersen hastalığına sabret, bunun karşılığında
sana cennet vardır. İstersen sana şifa vermesi için Allah’a dua edeyim” buyurdu. Kadın, “Ben sabredeyim. Fakat benim üstüm başımın
açılmaması için dua et” dedi. Allah Rasûlü (s.a.v.) onun için dua etti.218 Burada Allah Rasûlü’nun duadan başka bir yönteme başvurmaması,
toplumda gayri meşru olarak yapılan cinciliğin ne kadar mesnedsiz olduğunu gözler önüne seren bir gerçektir.
Cinlerden korunma yöntemi şudur: Başta sağlam bir inanç ve itikada sahip olmak, Kur’ân ve sünnete aykırı olan şeylere inanmamak.
Cinler, cismi latif olan varlıklardır, dolayısıyla cismi kesif olan insanlara dokunamayacaklarına kesin kes inanmak ve silah olarak ta
Kur’ân’ın bazı âyet ve surelerini, özellikle, Âyete’l-Kürsi ve Muavvizeteyni (Felak-Nas) okumak.219 Sonuç olarak Kur’ân ve sünnet, sağlam
inançlı bir Müslümana, cinlerin dokunamayacağına dair garanti veriyor.
ŞEYTANLAR
Şeytan, kötü ruhun, kötü birinin, kötülüğe teşvik edenin, kötülüğün temsilcisinin, karanlık ve dalaletin önderinin, Allah’ın ve O’nu
seven, O’na kullukta bulunan herkesin büyük düşmanının müşahhaslaştırılmış şekli veya kötülüğün sembolü olmuş varlık demektir.
Şeytan, İbranice bir kelime olup rakip, muhalif anlamlara gelir. Arapça “şeytane” kökünden rahmetten uzaklaştı, haktan uzak oldu;
“şâta” kökünden ise, öfkeden tutuştu, helak olacak hale geldi gibi manalara gelip insanlardan, cinlerden ve hayvanlardan isyan eden ve zarar
veren herşeyin adı olmuştur. Bu manada bir canavar veya yılana da şeytan denilir. Aynı şekilde haset, öfke gibi insana mahsus olan her kötü
huy ve davranış da şeytan diye isimlendirilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm İblisin cinlerden olduğunu bildirir.220
Şeriat örfünde ise, Yüce Allah’ın Âdem’e secde emrine karşı gelip isyan ettiği için ilâhî rahmetten kovulan ve insanların amansız
düşmanı olan, cin taifesinin inkârcı kesiminden gizli bir varlıktır. Diğer isimleri ise Garûr, Vesvas, Hannâs, Kâfir, Sağîr, Mârid, Tâif, Fâtin,
Mel’ûn, Mez’ûm, Medhûr, Mekzû, Kefere, Hazûl, Aduvv, Mudill, Merid’dir.
Şeytan ateşten yaratılmıştır. Cinlerin babası konumundadır. Şeytan ırkçılığın ve kötülüğün mimarıdır. Hz. Âdem’den çok evvel
yaratılmış ve uzun müddet Allah Teâlâ’ya ibadet ve itaat ettiği için melekler arasında yer almıştır. Fakat Allah Teâlâ’nın, Âdem’e secde
etmeleri için meleklere verdiği emre karşı çıkmış, bunun üzerine rahmeti ilâhiyeden ebediyen kovulmuştur.
Hz. Âdem’i ve hanımı Havva’yı kandırıp, cennetten çıkmalarına sebep olmuş, daha sonra da bütün insaları kandırabilmek için her türlü
çare ve hileye baş vuracağına yemin etmiştir.221 Kendilerinin, insanlardan üstün olduklarına dair ilk itiraz meleklerden, ikincisi de şeytandan
gelmişti. Fakat melekler hakikatı görünce pişmanlık duyup itirazından vazgeçmişler.222 Irkçılığın mimarisi olan şeytan ise kibir ve
bencilliğini sürdürmesi sonucu mahlûkatın en rezili ve Allah’ın ve mü’minlerin amansız düşmanı olmuştur.
KİTAPLARA İMÂN
İmânın rükünlerinden üçüncüsü kitaplara inanmaktır. Kitaplardan bahsetmeden önce onlarla bire bir ilişkili olan vahiy hakkında kısaca
bilgi verelim.
Vahiy: Lügatta “gizli konuşmak, hızlı bir şekilde bildirmek, ima ve işaret etmek, emretmek, ilham etmek, fısıldamak, mektup yazmak,
vesvese vermek, elçi göndermek, acele etmek, seslenmek” gibi manalara gelen vahiy, ıstılahta ise “Yüce Allah’ın vasıtasız olarak veya
değişik vasıtalarla emirlerini peygamberlerine bildirmesi” anlamında kullanılmıştır.223
Vahiy lafzı Kur’ân’da türevleriyle birlikte seksene yakın âyette geçmektedir. Allah Teâlâ’nın insanla iletişim kurmasının ancak üç yolla
ّ ‫َر اَنْ ي َكلِّ َمه‬
gerçekleştiğini Kur’ân haber vermektedir. ‫وح َى بِاِ ْذنِه َما يَشَاء اِنَّه َعلِ كى َحكي ٌم‬
ٍ ‫اِ ِح َجا‬
ِ ‫ب اَوْ يرْ ِس َ َرسوالً فَي‬
ِ ‫هللا اِالَّ َوحْ يًا اَوْ ِمنْ َو َر‬
ٍ ‫“ َو َما َكانَ لِبَش‬Allah bir
insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi (melek) günderip izniyle ona dilediğini vahiy eder. O, yücedir
hâkimdir.”224
Vahyin Geliş Şekilleri
1) Vahyin ilk geliş şekli, Allah Rasûlü’nün uyku halinde iken gördüğü sadık rüyalardır. Bu rüyalara er-ruya’s-sadıka denilmektedir.
2) İlham: Aracı melek olmadan peygamberlerin kalbine bir mananın doğuşudur. İlham, peygamberlerin dışında her insana hatta bazı
hayvanlara da gelebilir.225
216
İbn Hazm, el-Fisal fi’l-Mileli ve n-Nihal, 5/13-14.
Zadu’l-Mead, 2/78.
218
Buhârî, Merda 6, Müslim, Bırr 54, Ahmed bin Hanbel.
219
Buhârî, Tıp, Tirmizî, Tıp, Ebû Dâvûd, Edeb.
220
Kehf, 18/50.
221
Fatır, 35/5-6, Taha, 20/117-121.
222
Bakara, 2/30-34, Kehf, 18/50.
223
Meryem, 19/11, Fussilet, 41/12, Zilzal, 99/4-5, Maide, 5/111, Nahl, 16/168, Muffredat.
224
Şura, 42/51.
225
Nahl, 16/68.
217
45
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------3) Çıngırak sesi veya arı uğultusu gibi bir sesle melek görünmeden gelen vahiylerdir. Allah Rasûlü’ne gelen vahyin en ağır şekli de bu
idi. Allah’ın sözünü dinlemek kendisine bir nevi heyecan ve korku verdiğinden, onun vahiy esnasında bazen buhranlı anlar geçirdiğine şahid
olunmuştur. Vücudu titrer, yüzünün rengi değişirdi. Vahiy esnasında en soğuk günlerde bile alnı terler, nefes alırken horultuya benzer bir ses
çıkarırdı.
Eğer vahiy, deveye binmiş olduğu bir zamana tesadüf etmiş ise manevi ağırlığa tahammül edemiyen deve çöker ve Allah Rasûlü (s.a.v.)
üzerinden inmek mecburiyetinde kalırdı. Bir defa da Allah Rasûlü (s.a.v.)’nin dizi, Zeyd b. Sabit’in dizi ile temas halinde iken vahiy gelmiş,
Zeyd o kadar bir ağırlık hissetmişti ki, bu ağırlık altında ayağı kırılacak gibi olmuştu.226
4) Cebrail (a.s.)’in asli suretinde gelmesiyle gönderilen vahiy şeklidir. Bu şekildeki görünüşü iki defa vaki olmuştur. Birincisi bi’setin
başında ve Hira mağarasında vuku bulmuştur. İkinci defa ise Miraç’ta vaki olmuştur.
5) Cebrail (a.s.)’ın insan kılığına girerek getirdiği vahiy şeklidir.
Lügat anlamında vahiy (ilham), peygamberlere geldiği gibi peygamber olmayana da gelirdi. Örneğin: Havarilere, Hz. Musa’nın
annesine ve Hz. Meryem’e geldiği gibi. Bu manadaki vahiy, canlıya geldiği gibi cansıza da gelebilir. Yere geleceği gibi.227 Herhangi bir
Peygamber tarafından tebliğ edilmeyen ve vahye dayanmayan hiçbir kitap, ilâhî kitap vasfı taşımaz.
Suhuf: Allah Teâlâ insanlara, peygamberler vasıtasıyla, dört büyük kitap göndermiştir. Bu kitaplardan önce okuma yazmanın çok sınırlı
olduğu eski dönemlerde bazı peygamberlere “suhuf” denilen yazılı kâğıt sahifeler halinde risaleler göndermiştir. Bunlar, bazı rivâyetlere
göre, Hz. Âdem’e 10, Hz. Şit’e 50, Hz. İdris’e 30 ve Hz. İbrahim’e 10 suhuf olmak üzere toplam yüz suhuftur. İlâhî kitap ve sahifelerin aslı
ّ ‫ب َو‬
“levh-i mahfuz”dadır. ٍ‫هللا ِمنْ َو َرائِ ِه ْم محيطٌ بَ ْ ا َو قرْ انٌ َمجي ٌد فى لَوْ حٍ َمحْ فوظ‬
ٍ ‫“ بَ ِ الَّذينَ َكفَروا فى تَ ْكذي‬İnkarcıların yalanladıkları o kitap çok şerefli bir
Kur’ân olup, koruma altıda bulunan bir levhadadır.”228
İnsanlığa gönderilen kitaplar sırasıyla şunlardır: Kur’ân’dan önceki kitaplar, Tevrat, Zebûr ve İncil’dir. Kendi dönemlerinde, kutsal
kitap olarak amel edilen metinler olmakla birlikte, tarihi süreç içinde değişikliğe uğrayarak günümüzde değişik yazarlar tarafından tahrife
uğratılmış hali ile mensuplarının ellerinde bulunmaktadır. Yukarıda sıraladığımız kitap ve suhufların dışında kalan daha birçok kitap ve
suhuflar olabileceğine kuvvetli ihtimaller bulunmaktadır. Çünkü tarif edildiği gibi Rasûller, kendilerine kitap veya suhuf gelenlerdir. Durum
böyle olunca o zaman üç yüzün üstünde Rasûl bulunduğuna dair sünnetten deliller olduğuna göre bu Rasûllerin bir çoğuna ya kitap veya
suhuf gelmesi de mühtemeldir.
SEMAVÎ KİTAPLAR
1) Tevrat: Kanun, şeriat anlamına gelen ve Hz. Musa’ya verilen bir kitaptır. Tevrat’ın aslının Allah tarafından, Hz. Musa’ya Allah
kelamı olarak verildiğine inanmak her Müslüman’a farzdır ve inkârı küfürdür. Kur’ân’da bu kitapların orijinallari hakkında pek çok âyetler
bulunmaktadır.229
2) Zebûr: Yazılı kitap anlamına gelen ve Hz. Dâvûd’a verilen bir kitaptır. Günümüzde elde bulunan Zebûr nüshaları şiir tarzında
ilâhilerden, Allah'a övgü, hikmetli ve birtakım öğütlerden meydana gelmektedir.
3) İncil: Müjde veya yeni öğreti anlamına gelen ve Hz. İsa’ya verilen bir kitaptır. Çıkar sağlamak için Hıristiyanlar tarafından yazılmış
çok sayıda bozulmuş İncil nüshası bulunmaktadır. Bunlardan kiliselerce kabul görülen, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleridir.
4) Kur’ân-ı Kerîm: Hz. Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla, bütün insanlara ve cinlere gönderilen en son ilâhî kitaptır.
KUR’ÂN-I KERÎM
Kur’ân’ın lügat anlamı: Okumak, toplamak, bir araya getirmek ve herşeyi kapsamak demektir. Bazıları tarafından, Kur’ân, kare'e
kökünden türediği iddia edilmiş ise de İmam Şâfiî’ye göre Kur’ân lafzı herhangi bir kökten türememiştir. Ona göre Kur’ân kıraat veya kare'e
mastarından türemiş olsaydı o zaman her okunan şeye Kur’ân denilmesi gerekirdi. Hâlbuki Kur’ân, Tevrat ve İncil gibi Allah kelamına
verilen özel bir isimdir.230
Istılah olarak Kur’ân, Hz. Peygamber’e vahiy yoluyla indirilmiş, mushaflarda yazılı, tevatürle nakledilmiş ve okunmasıyla ibadet edilen
ilâhî bir kelamdır.231
Kur’ân-ı Kerîm’in ilk inen âyetleri Alak suresinin ilk beş âyetidir. Sure olarak ilk inen sure ise Müddessir suresidir. Son inen âyeti ise
bazı görüşlere göre Maide suresinin üçüncü âyeti kabul edilse de başka ve sağlam rivâyetlere göre Bakara suresinin 281. âyetidir. Son inen
sure ise Tevbe suresidir.232
Kur’ân genel olarak kolaydan zora doğru bir seyri izlemektedir. Meselâ namaz ibadetinin önceleri iki vakit iken sonradan beşe
çıkarılması gibi. Meselâ içki, faiz ve cihadla ilgili âyetler gibi. Kur’ân kelimesi, Kur’ân’da altmış sekiz kadar âyette geçmektedir. Kur’ân-ı
Kerîm’in birçok isimi vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: el-Kitab, el-Furkan, ez-Zikr, en-Nur, er-Ruh, el-Huda, eş-Şifa, el-Mecid, etTenzil, vb.
Kur’ân Allah’ın yeryüzünün herhangi bir bölgesine gönderdiği her peygamberin, kendinden önce gelmiş olan peygamberlerin mesajını
tasdik ettiğini, onları reddetmek veya dinlerini ortadan kaldırıp yerine kendi dinini kurmak için gelmediğini, kutsal bir miras olarak
bıraktıkları görevi tamamlamak için geldiğini tekrar tekrar belirtir. Aynı şekilde, Allah, kitaplarından hiçbirini önceki kitaplarını reddetmek
için değil, aksine desteklemek ve tasdik etmek için göndermiştir.
Kur’ân’a Mushaf İsmi Nasıl ve Niçin Verildi?
Kur’ân bir komüsyon tarafından toplatılıp şimdiki hale getirilince sahâbe Kur’ân’a nasıl bir isim koyalım diye müzakere etmiştir.
Abdullah b. Mes’ûd’un “Ben Habeşistan’da bir kitap gördüm ona mushaf (sahifelerden meydana gelmiş kitap) adını vermişlerdi” demesi
üzerine halife Ebû Bekir tarafından bu isim uygun görüldü.233
Kur’ân-ı Kerîm’in inen her âyeti Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından vahiy katiplerine okunur, onlar da gereği gibi ezberlerdi. Ancak Allah
Rasûlü bunu yeterli görmemiş, ezberin yanı sıra yanlışsız olarak yazabilecek katipler edinmiş ve inen âyetleri bu katiplere yazdırmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm bu tedbirlerle beraber, âyette geçtiği gibi Allah tarafından koruma altına alınmıştır. ) َ‫“ اِنَّا نَحْ ن نَ َّز ْلنَا ال ِّذ ْك َر َواِنَّا لَه لَ َحافِظون‬Kur’ân'ı
kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.”234
Kur’ân-ı Kerîm’in Toplatılması
226
Ebû Dâvûd, Ahmed b. Hanbel.
Taha, 20/38, Meryem, 19/17, Zilzal, 99/5.
228
Buruc, 85/19-22.
229
Maide, 5/44, Enbiya, 21/105
230
Suyutî, el-Itkan.
231
Zerkani.
232
Vahidi, Esbabı Nuzul, 18, Sabuni, Tibyan, 15
233
El-Itkan fi-Ulumi’l-Kur’ân.
234
Hicr, 15/9.
227
46
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Kur’ân’ın Toplatılması Üç Aşamayla Gerçekleşmiştir
a) Allah Rasûlü (s.a.v.)’in Döneminde Kur’ân’ın Kayıt Altına Alınmas: Müslim ve Buhârî’nin Enes’ten rivâyet ettikleri hadise
göre Kur’ân’ı Ensâr’dan dört sahâbe cem etmiştir. Bunlar Ubeyy b. Ka’b, Muâz b. Cebel, Zeyd b. Sabit ve Ebû Zeyd Ahmed’tir.
Keza meşhur ve gövenilir birçok sahâbenin yanında özel mushaflar olduğu rivâyet edilir. Örneğin Ali’nin mushafı, Abdullah b.
Mes’ûd, Âişe validemiz, Ubeyy b. Ka’b ve Osman b. Affan (r.anhum)’un mushafı.
Bazı kaynaklara göre Hz. Muhammed’ın vefatı üzerine Hz. Ali evine kapanmış “Kur’ân-ı cem etmedikçe Cuma namazı dışında ridayı
(abayı) giymemeye yemin etmiş ve yine Kur’ân-ı cem etmedikçe Hz. Ebû Bekir’e biat etmemişti.235 Zeyd b. Sabit, biz Allah Rasûlü’nün
sağlığında Kur’ân’ı nüzul sırasına göre yazıp cem ediyorduk diye buyurur.
Âlimlerin ittifakıyla Kur’ân’ın âyet ve surelerinin bugünkü şekliyle yazılması tevkifidir, Allah’ın emriyle olmuştur.
Cebrail (a.s.) Allah Rasûlü’ne, ya Muhammed şu surenin başına şunu koy buyurarak gereken tâlimatı veriyordu. Allah Rasûlü (s.a.v.)’de
sahbelerine aynı şekilde talimat veriyordu.
Allah Rasûlü hayatta iken farklı kıraatlerle Kur’ân okunurdu. Hz. Ömer (r.a.) şöyle anlatıyor. “Ben Hişâm b. Hâkim’in Furkan suresini
Allah Rasûlü’nün bana öğrettiğinden başka bir şekilde okuduğunu duydum. Kendisine çok kızarak onu Allah Rasûlü (s.a.v.)’in yanına
götürdüm ve Hişâm’ın Furkan suresini yanlış okuduğunu Allah Rasûlü’ne bildirdim. Allah Rasûlü bana Hişâm’ın yakasını bırak dedi ve ona
oku buyurdu. O da okudu, Allah Rasûlü evet böyle nazil oldu dedi. Sonra bana dönerek oku dedi ben de aynı sureyi farklı okudum bana da
böylece nazil olmuştur dedi. Muhakkak ki Kur’ân yedi harf üzerine nazil olmuştur. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onu okuyunuz”236
buyurdu.
b) Hz. Ebû Bekir Döneminde Kur’ân’ın Toplatılması: Peygamber (s.a.v)’in vefatını takip eden Yemame savaşında yetmiş kadar
hafız (kurra)’ın şehid edilmesi Müslümanları telaşa düşürmüştü. Hz. Ömer de hafızların toplanması için Halife Hz. Ebû Bekir’e başvurarak
konunun görüşülmesini istemişti. Bunun üzerine Allah Rasûlü zamanında vahiy katipliği yapmış ve ashap içinde Kur’ân-ı en iyi hıfz edip en
iyi okuyan Zeyd b. Sabit başkanlığında Hz. Ömer’in evinde toplanan Ömer, Ali, Osman, Abdullah b. Mes’ûd, Abdullah b. Abbas, Abdullah
b. Ömer, Abdullah b. Zubeyr, Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Haris’in de aralarında bulunduğu 18 kişilik seçkin sahâbeden oluşan bir
komisyon tarafından, Kur’ân sahifeleri, Mekke lehçesi esas alınarak bir araya getirildi. Çünkü Kur’ân Mekke lehçesi üzerine nazil olmuştur.
Komisyon tüm âyet ve sureler üzerinde ittifak ederek büyük bir titizlikle bu görevi başardı. Ancak Tevbe suresinin son iki âyeti yazılı
olarak bulunmayınca ashap telaşa düştü ve sıkı bir aramadan sonra bu âyetler Ebû Huzeyme b. Sabit’in yanında bulundu.237 Çünkü
sahâbilerin çoğu bu âyetleri ezbere biliyordu. Hz. Ömer recm âyetini getirdi komisyon tarafından kabul edilmedi, keza Abdullah b.
Mes’ûd’un koymak istediği yeminle ilgili238 âyette ki “mutetabiat” (peş peşe) ilavesi ile “beş emzirme” ilavesi gibi bazı ilaveler de kabul
edilmedi. Çünkü komisyonun kriterinde mütevatir derecesinde olmayan rivâyetler kabul edilmiyordu.
c) Hz. Osman Döneminde Kur’ân’ın Kontrol Edilerek Çoğaltılması: M. 648’de birçok bölge fethedilince bölgeler arasında farklı
okuyuşlar ve şiveler ortaya çıkmış oldu. Hatta bu farklı lehçelerle okuyuş bazı kurraların birbirlerini tekfir etmelerine kadar ilerledi. Huzeyfe
b. el-Yemani, Halife Hz. Osman’a başvurarak bu durumun düzeltilmesini ve ihtilafın ortadan kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Halife Hz.
Osman, diğer sahâbeler ile de istişare ederek İslâm dünyasında yalnızca Hz. Ebû Bekir’in emriyle derlenmiş olan onaylı Kur’ân’ın
kullanılmasını ve bir başka lehçe yahut ağız ile yazılmış tüm diğer nüshaları yakıp ve kullanılmasının yasaklanmasını kararlaştırdı.
Hz. Ebû Bekir zamanında yazılan “İmam Mushaf”ı, Hz. Ömer’in ölümünden sonra kızı ve Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa’nın
yanında bulunuyordu. Hz. Osman zamanında bu nüshadan çoğaltılan mushafların altı nüsha olduğu söylenir. Bu nushalardan bazılarının
yakın bir tarihe kadar görüldüğü rivâyet ediliyor. Bunlar Medine, Mekke, Şam, Kufe ve Basra’ya gönderilerek müslümanlar arasında
çıkabilecek farklı okuyuşlar önlenmiş oldu.
Kur’ân’ın Harekelenmesi
Arapların dışındaki kavimlerin, İslâmiyete girmesinden sonra Kur’ân’ın okunuşunda dilde zorluk ve yanlışlıklar yaygınlaştı ve bu
kimseler harflerin okunuşunu birbirilerine karıştırdılar. Bu durum karşısında endişeler başladı. Bu sebeple Kur’ân’ın harekelenmesi
kaçınılmaz oldu. Bu harekelenme işi üç aşamayla gerçekleşti.
Birincisi Emeviler döneminde Irak Emiri tarafından tabiilerin büyüklerinden ve kıraatte uzman olan Ebû Esved ed-Dueli’ye (ö. 69/688)
halk için Kur’ân’ın okunuşunu kolaylaştıracak işaretler koyması teklifi geldi. Bunun üzerine Ebû Esved de mushafın kelimelerini harekeledi.
İkincisini de Haccac b. Yusuf es-Sekafi’nin emriyle Nasr b. Âsım (ö. 90/708) yaptı. Üçüncüsü ise Abbasiler döneminde Halil b. Ahmed (ö.
170/786) tarafından gerçekleştirdi.239
Kur’ân-ı Kerîm’in Bölüm ve Bazı Kavramları
Kur’ân sureleri bazen bir bütün olarak bazen de bölümler halinde indirildi. Bu sureler Mekkî ve Medenî olmak üzere iki kısma ayrılır.
Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in muhkem, müteşâbih, nasih, mensuh ve daha başka birçok kavramı vardır. Mekke döneminde inen âyet ve sureler
genelde İslâm inancı ve ahlâkı ile ilgili konuları kapsar. Allah’ın varlığı, birliği ve diğer imân esasları gibi tevhid inancına sıkça vurgu
yapılır. Şirkle mücadele metod ve yöntemlerinden bahsedilerek geçmiş bazı peygamberlerin hayatı ve milletlerin ibretli kıssaları
anlatılmaktadır.
Mekke’de inen âyetler genelde “ya eyyuhennas veya “ya beniadem” Mekke’de inen âyetlerde 30 yerde kasem ile gelmektedir. Keza
mukataa harflerle başlayan sureler iki sure hariç diğeri Mekke’de inmiştir. Medine’de inen âyet ve surelerde daha çok hukuk kuralları yer
almıştır. Aile ve devletin tanzimi, insanların birbiriyle ve devletle olan ilişkileri, akitler, sulh ve savaş halleri, emir ve yasak, helâl ve haram,
ibadet ve muamelat gibi hükümler açıklanır. Çünkü M. 622 tarihinden itibaren artık Medine’de bu hükümleri uygulamak için yeterli güce
sahip bir İslâm Devleti teşekkül etmişti. Bu devletin başında da Allah Rasûlü Hz. Muhammed bulunuyordu.
Allah (c.c.) hafifinden ağırına doğru bir yol izleyerek hükümler gönderiyor, Allah Rasûlü ve ashabı bunları vakit geçirmeden yaşayarak
uyguluyorlardı.
Kur’ân-ı Kerîm, bir benzeri yazılamayan en üstün edebiyat ve üsluba sahiptir. Kur’ân-ı Kerîm yalnız Arapları değil, yeryüzündeki tüm
insanları doğru yola iletmek için gelmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de Arapça olmayan bazı yabancı kelimelerin bulunduğuna dair rivâyetler
bulunmaktadır. Örneğin Ebarik, Azer, Ekvab, İstebrek, Havvariyun, Tennur, Ğassak, Kasvere, Kıstas, Mişkat ve el-Yehud gibi birçok
yabancı kelime bulunmaktadır.240
KUR’ÂN’DAKİ HÜKÜMLER
Kur’ân-ı Kerîm, insan hayatının bütün safhaları için hüküm koymuştur. Bu hükümleri üç ana başlıkta toplayabiliriz.
a) İtikadî hükümler
b) Ahlâkî hükümler
c) Amelî hükümler
235
el-Itkan.
Buhârî, Müslim.
237
Buhârî.
238
Maide, 5/89.
239
el-Itkan, Tibyan, Usulu’l-Fıkıh.
240
Suyutî, el-Itkan
236
47
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Amelî hükümlerle ilgili yaklaşık beş yüz âyetin bulunduğu ifade edilmektedir.
Amelî Hükümler de İki Kısma Ayrılır:
1- İbadetler
2- Muamelat
Muamelat, ibadetin dışında kalan amelî hükümlerdir. Bu hükümlerin gayesi ferdin ferd ile, ferdin cemiyet ile, cemiyetin cemiyet ile olan
münasebetlerini düzenlemektir.
Bu hükümlerin bazı kısımları şöyledir:
a) Aile Hukuku: Kur’ân’da nikâh, talâk, iddet, nafaka, re’a, nesep, vasiyet ve mehir gibi konulara genişçe yer verilmiştir. Bu hükümlere
dair takriben 70 âyet bulunmaktadır.
b) Muamelat Hukuku: Kur’ân’da alım-satım, rehin, icare, kefalet, emanet ve vesâyet gibi akitlere dair yaklaşık 70 âyet bulunmaktadır.
c) İdare Hukuku: Allah Teâlâ Kur’ân’da idare edenler ile idare edilenler arasındaki münasebetleri düzenleyen birtakım kaideleri
hükme bağlamıştır. Bu hükümleri içeren takriben 10 âyet bulunmaktadır.
d) Ceza (Ukubat): Kur’ân suç ve cezalarla ilgili hükümleri, suçlulara verilecek cezaların genel prensiplerini açıklamıştır. Meselâ
hadler, hırsızlık, zina, kazf ve riddet gibi cürümlerle ilgili yaklaşık 30 âyet bulunmaktadır.
e) Devletlerle İlgili Hukuk: Bu hukuk dalı, İslâm devletinin, harp ve sulh zamanlarında diğer devletlerle olan münasebetlerini, müslim
ve zımmi vatandaşların haklarını düzenler. Bu konuda takriben 25 âyet bulunmaktadır.
f) Usul Hukuku: Kur’ân’da muhakeme usûlünü ilgilendiren hükümler yer almaktadır. Bu konuda yaklaşık 13 âyet bulunmaktadır.
g) Miras Hukuku: Genellikle Nisâ suresindeki miras âyetleri, terikenin mirasçılar arasında nasıl taksim edileceğini açıklamaktadır.
h) Maliye Hukuku: Kur’ân’da devletin gelir kaynakları ve harcama yerlerini gösteren 10 kadar âyet bulunmaktadır.241 Kur’ân-ı
Kerîm’de namaz, oruç, hac, zekât, cihad, yemin ve nezir gibi ibadetlerle ilgili yaklaşık 140 âyet bulunmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’e Gösterilmesi Gereken İhtimam ve Edep
İmam Nevevî bu hususta birkaç eserde, gereken ihtimamı göstererek Kur’ân’a gösterilmesi gereken edep ve saygıyı tasnif etmiştir.
Bunlardan birkaçı aşağıda izah edilmiştir:
1- Kur’ân-ı çokça okumak.
2- Okunup ezberlenen Kur’ân-ı unutmamak.
3- Kur’ân-ı abdestli okumak.
4- Kur’ân-ı temiz yerlerde okumak.
5- Müstehab olan Kur’ân-ı huşu ile kıbleye doğru oturarak okumak.
6- Kur’ân’a başlamadan önce euzu besmele çekerek okumak.
7- Kur’ân-ı tertille okumak.242
8- Kur’ân-ı tedebbürle, anlayarak ve tazim göstererek okumak.
9- İmkânlar dahilinde Kur’ân-ı güzel sesle okumak.
10- Riya şüphesi bulunan yerlerde Kur’ân-ı sessiz okumak.
11- Efdal olan Kur’ân’a bakarak okumak.
12- Dünyalık için imkânlar dahilinde kıraatı kesmemek.
13- Cumhura göre Kur’ân-ı Arapça’nın dışında başka lisanlarla okumamak.
14- Kur’ân-ı mushafın tertibine göre okumak.
15- Okunan Kur’ân-ı sukût edip dinlemek.243
16- Kur’ân’ın hatmi sırasında Duha suresinden itibaren her surenin bitimde tekbir getirmek.
17- Kur’ân-ı hatim ederken hatim duasını okumak.
18- Kur’ân-ı menfaat karşılığında okumamak.
19- Ben Kur’ân-ı unuttum dememek. Ancak Kur’ân bana unutuldu denebilir.244
Bunun gibi Kur’ân’a gösterilmesi gereken birçok edep ve adaplar gerekli kılınmıştır.
Kur’ân’ın ilke ve hükümleri cihan şumüldür. Kur’ân’ın, belağat, edebiyat, gelecek ve geçmiş çağlara ait olayları haber verme ve birçok
bilimsel gerçeğe atıfta bulunma gibi birçok mucizevi yanı vardır.
Kur’ân-ı Kerîm, ilâhî kanun olması hasebiyle, idare edenlerle idare edilenler arasında, adalet, şura, yardımlaşma, emir ve komuta
anlayışı, Rab ile kul münasebetleri, kullar arasındaki ilişkiler, ana-baba ve komşu hakları, aile hukuku, miras taksimi ve toplumun din, mal,
can, ırz ve aklın korunma gibi hususları detyalı bir tarzda beyan etmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm, ilâhî bir kanun, yaşam ve hidâyet kitabıdır. Mezarlıklarda okunan ticaret kitabı değildir. Sonuç olarak Kur’ân-ı Kerîm
bütün insanlık için bir hayat nizamı, bir hidâyet rehberi, evrensel bir mesaj ve en büyük mucizedir. Rabbim Kur’ân-ı Kerîm’i dünyada bize
rehber, kabirde arkadaş, sıratta nur, kıyamette şefaatçi, ateşten hicab, cennette delil ve imam kılsın.
PEYGAMBERLERE İMÂN
Peygamber, haber taşıyan ve elçilik görevini yapan demektir. Dinî terim olarak “Allah’ın kulları arasından seçtiği ve vahiy yoluyla emir
ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçiye peygamber denir. Arapça’da Peygamberin karşılığı Rasûl, Mursel ve Nebî
olarak geçer. Rasûl kendisine kitap veya suhuf verilenlere denir. Nebî ise kitabı olmayıp bir önceki Peygamberin kitabıyla Allah’ın emir ve
yasakarını insanlara tebliğ edendir. Fıkıh ve akaid bilginlerinin tarif ettikleri bu ikili sınıflandırmanın Kur’ân’a pek uymadığı görülür. Çünkü
Kur’ân kendilerine kitap gönderilmeyen peygamberlere Rasûl dediği gibi, kitap gönderilenlere de Nebî demektedir. Bazı yerlerde aynı
peygambere hem Nebî hem de Rasûl sıfatı verilmiştir.245 Bana göre en isabetli tarif şu olmalı: Rasûl denilmesi Allah’a izafeten, Nebî
denilmesi ise kullara nisbetendir. Yani O Allah’ın elçisi olması bakımından Rasûl, insanlara Allah’ın emirlerini tebliğ ve ihbar etmesi
bakımından da Nebî’dir.
Hz. Âdem (a.s.)’dan peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar gelen bütün Peygamberlere ayırım yapmaksızın inanmak, imânın
rükünlerindendir. Çünkü bütün peygamberler Allah tarafından gönderilmiş, Allah’ın seçkin kullarıdırlar. َ‫ا َمنَ الرَّسول بِ َما ا ْن ِز َل اِلَ ْي ِه ِمنْ َربِّه َو ْالمؤْ ِمنون‬
‫اهلل َو َملئِ َكتِه َوكتبِه َورسلِه الَ نفَرِّ ق بَيْنَ اَ َح ٍد ِمنْ رسلِه‬
ِ ّ ِ‫ ك ك ا َمنَ ب‬. “Peygamber de kendisine rabbi tarafından indirilene imân etti, mü'minler de. Her biri
Allah’a meleklerine, kitaplara, peygamberlerine imân ettiler. Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız.”246
İmân bakımında Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak veya peygamberlerin bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak
ً ‫ْض َويريدونَ اَنْ يَتَّ ِخذوا بَيْنَ ذلِكَ َس‬
küfürdür. ‫بيال) اولئِكَ ام ْالكَافِرونَ َحقًّا َواَ ْعتَ ْدنَا‬
ِ ّ َ‫اهلل َورسلِه َويريدونَ اَنْ يفَرِّقوا بَيْن‬
ِ ّ ِ‫اِنَّ الَّذينَ يَ ْكفرونَ ب‬
ٍ ‫هللا َورسلِه َويَقولونَ نؤْ ِمن بِبَعْضٍ َونَ ْكفر بِبَع‬
241
A. Kerim Zeydan, el-Veciz, 156, Menna’ Halil el-Kattan, Tarihu’l-Teşiri’l-İslâmî, 74.
Müzemmil, 73/4.
243
A’raf, 7/204.
244
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Hibban, Taberânî, Beyhâkî, Tirmizî, el-Itkan.
245
Meryem, 54; Şura, 16; Al-i İmran, 81; Ahzap, 7; A’raf, 158.
246
Bakara, 2/285.
242
48
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------‫“ لِ ْلكَافِرينَ َع َذابًا مهينًا‬Allah ile peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırıp “bir
kısmına imân ederiz ama bir kısmına inanmayız” diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyeler. İşte gerçekten kâfirler bunlardır
ve biz kâfirlere alçatıcı bir azap hazırlamışızdır.”247
Peygamberlerin Bazı Sıfatları:
1) Sıdk: Doğruluk demektir. Yani bütün peygamberler son derece doğru ve dürüst insanlardır. Kesinlikle peygamberler yalan
söylemezler. Doğruluk bakımında insanlara birer örnek olmuşturlar. Allah’ın mahiyetinde çalışan ve Allah tarafından gözetilip kollanan
peygamberler asla muhalefet etmezler.
2) Emanet: Her peygamber her bakımdan emin ve gövenilir insanlardır. Emanete asla hiyanet etmezler. Allah Teâlâ; َّ ‫َو َما َكانَ لِنَ ِب ٍّى اَنْ يَغ‬
248
ْ ‫ت َوا ْم َال ي‬
ْ ‫ت ِب َما َغ َّ يَوْ َم ْال ِقي َم ِة ث َّم ت َوفّى ك ُّ نَ ْف ٍ َما َك َس َب‬
َ‫ظلَمون‬
ِ ْ‫“ َو َمنْ َي ْغل ْ َيا‬Bir Peygamber için emanete hıyanet yakışmaz.” buyurarak bütün
peygamberlerin emin olduğunu beyan eder.
3) Tebliğ: Peygamberlerin, Allah tarafından kendilerine gönderilen şeriatı (vahiy) olduğu gibi insanlara ulaştırması anlamına gelir.
Tebliğin zıddı ketamettir. Peygamberler vahiy tebliğinde eksiltme veya artırma yapamazlar. َ‫يَا اَيُّهَا الرَّسول بَلِّ ْغ َما ا ْن ِز َل اِلَيْكَ ِمنْ َربِّكَ َواِنْ لَ ْم تَ ْف َع ْ فَ َما بَلَّ ْغت‬
ّ ‫هللا َال يَ ْه ِد ْالقَوْ َم ْالكَافِرينَ ِر َسالَتَه َو‬
‫هللا‬
ِ ‫“ يَع‬Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, Allah’ın
َ ّ َّ‫اس اِن‬
ِ َّ‫ْصمكَ مِنَ الن‬
elçiliğini tebliğ etmemiş olursun.”249
4) Fetanet: Yüksek bir akıl ve zekaya sahip olmak demektir. Peygamberler gerçekten insanların en akıllısı ve hikmet sahibi olanıdırlar.
Tarih boyunca geri zekalı bir peygamber görülmemiştir. Toplumu ikna etme kabiliyeti her peygamberin özelliklerindedir.
5) İsmet: Günahtan beri olmak demektir. Peygamberler hayatlarının hiçbir döneminde şirk, küfür ve büyük günah sayılan hiçbir günahı
işlemedikleri kesindir. İstisnai olarak bazı peygamberlerden günah sadir olmuşsa da Allah onları bağışlamıştır.250
6) Şecaat: Cesur olmak demektir. Hiçbir peygamber korkak değildir. Peygamberler ilâhî emirleri tebliğ etmede ve düşmana karşı
mücadelede hiçbir zaman korkmamışlardır.
7) Sehavet: Cömert olmak demektir. Hiçbir peygamber cimri değildir. Peygamberler devamlı maddi ve manevi imkânlarını
ümmetleriyle paylaşmışlardır.
8) Adalet: Adil olmak demektir. Hiçbir peygamber adaletsiz değildir. Peygamberler, gerek Allah’tan aldıkları mesaj da gerekse
verdikleri hükümler de kimseyi kayırmadan hakkın izharı için doğru hüküm verenlerdir.
Peygamberlik Hz. Âdem’le başlayıp Hz. Muhammed’le son bulmuştur.
Bir rivâyete göre, Peygamberlerin sayısı kesin olmamakla beraber 124 bin olup bunlardan 315'i Rasûldür.251 ‫“ َولِك ِّ ا َّم ٍة َرسو ٌل‬Her ümmetin
ّ ‫صصْ نَاا ْم َعلَيْكَ ِمنْ قَ ْب َورس ًال لَ ْم نَ ْقصصْ ه ْم َعلَيْكَ َو َكلَّ َم‬
bir elçisi vardır.”252 ‫هللا موسى تَ ْكلي ًما‬
َ َ‫“ َورسال قَ ْد ق‬Peygamberlerden kimisini sana anlattık, kimini de
sana anlatmadık.”253
Kur’ân’da İsmi Geçen Peygamber Sayısı 25’tir
Kur’ân’da adları geçen yirmi beş peygamberin geliş sıralaması şöyledir: Âdem, İdris, Nuh, Hud, Salih, Lut, İbrahim, İsmail, İshâk,
Ya’kub, Yusuf, Şuayb, Musa, Harun, Dâvûd, Süleyman, Eyyub, İlyas, Elyesa, Zülkif, Yunus, Zekeriyya, Yahyâ, İsa ve Muhammed. Üzeyr,
Lokman ve Zulkarneyn’in de adları Kur’ân’da geçer fakat peygamber olup olmadıkları hakkında görüş ayrılığı vardır. Allah’ın selâmı
hepsinin üzerine olsun.
Ulu’l-Azm Olan Peygamberler
Ulu’l-azm: Aldıkları çok önemli, ağır görev ve sorumluluk karşısında yılgınlık ve gevşeme göstermeksizin dinî görevlerini yerine
getirenelere Ulu’l-azm (kararlı) peygamber denir.
Bunlar:
1) Nuh
2) İbrahim
3) Musa
4) İsa
5) Muhammed
Hükümdar peygamberler iki kişidir:
a) Hz. Dâvûd
b) Hz. Süleymen.254 Allah’ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun.
MUCİZE
Mucizenin Tanımı: Mucize lügatta, insanı aciz bırakan, karşı konulmaz, olağanüstü, garip ve şaşırtan şey anlamına gelir. Dinî terim
olarak, Allah Teâlâ’nın peygamberler eliyle gerçekleştirdiği ve o peygamberi doğrulamak ve desteklemek için insanların benzerlerini
yapmaktan aciz bıraktığı olağanüstü olaylara mucize denir.
Bazı Peygamberlere Verilen Önemli Mucizeler
a) Nemrut tarafından ateşe atılan Hz. İbrahim’in ateşte yanmaması.255
b) Semud kavminin isteği üzerine Hz. Salih’in kayalıktan bir deve çıkarmas.256
c) Gözleri görmeyen Hz. Ya’kub’un yıllar sonra Hz. Yusuf’un gömleğini gözüne sürmesi ve görür hale gelmesi.257
d) Hz. Musa’nın elindeki asanın yılan haline gelmesi, denizin yarılması ve taştan su akıtılması gibi.258
e) Hz. Süleyman’ın emrine verilen rüzgârla, gidiş ve dönüşü birer aylık mesafe olan yolu bir günde kat etmesi.259 Yemen’de bulunan
kraliçe Belkıs’ın ünlü tahtını göz açıp kapayıncaya kadar Kudüs’e nakletmesi, kuşlarla konuşması, karıncanın konuşmalarını işitmesi.260
247
Nisâ, 4/150-151.
Al-i İmran, 3/161.
249
Maide, 5/67.
250
A’raf, 7/23, Kasas, 28/16, Tevbe, 9/43.
251
Ahmed b. Hanbel.
252
Yunus, 10/47.
253
Nisâ, 4/164.
254
Şura, 42/13, Ahzab, 33/7.
255
Enbiya, 21/58-69.
256
Şuara, 26/41-158.
257
Yusuf, 12/92-96.
258
Taha, 20/17-21-22-56-70, A’raf, 7/121-122, Neml, 27/12, Şuara, 26/61-66.
259
Sad, 38/35, Sebe, 34/12.
260
Neml, 27/18-19-20-28-39-40.
248
49
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------f) Hz. İsa’nın çamurdan kuş yapıp üfleyince Allah’ın izniyle canlanıp uçması ve yine Allah’ın izniyle ölüleri diriltmesi ve körleri
iyileştirmesi gibi.261
Hz. Muhammed'in Peygamberliğini Belgeleyen Mucizeler
a) Peygamberimiz (s.a.v.)’in en büyük mucizesi Kur’ân’dır. “Bana mucize olarak verilen ise ancak Allah’ın bana vahyettiğidir.”262
b) Hiçbir peygambere verilmeyen Miraç mucizesi, hicretten bir buçuk sene önce gecenin bir kısmında Mescid-i Haram’dan Mescid-i
Aksa’ya, oradan da sidreye Allah’tan mesaj almak için çıkmıştır.263
c) Ayın iki parçaya ayrılması.264
d) Taşın peygamberimizle konuşması.265
e) Medine’de daha önce üzerinde hutbe okuduğu hurma kütüğünün inlemesi ve Allah Rasûlü’nün eliyle dokunup onu susturması.266
f) Hayber fethi sırasında bir Yahudi kadın tarafından Hz. Muhammed’i öldürmek için zehirli etin ikram edilmesi, bunun üzerine
Peygamberimize bu ette zehir olduğunun haber verilmesi.267
Peygamberimize verilen en büyük mucize Kur’ân ve miraç olayıdır. Ancak bazı usulcülere göre bu iki büyük mucizenin dışında kalan
mucizeler hakkında varid olan hadislerin tümü ahad kabul edilmiştir. Çünka bu gibi harikulade ve olağanüstü olaylar büyük bir halk
topluluğunun şahidliğinde gerçekleşmedikleri için ahad haber hükmünde kabul edilirler.268 Bazı bilginlere göre diğer bazı peygamberlere
verilen açık mucizeler Peygamberimize verilmediğine dair delil ise İsra 59 âyetidir.
PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDAKİ BAZI ÖNEMLI TARİHLER
-Doğum Yeri ve Tarihi: Mekke, 20 Nisan 570
-Vefat Yeri ve Tarihi: Medine, 632
-Peygamber Oluşu 17 Ramazan, 610
-Hz. Hatice ile Evliliği, 595
-Habeşistan’a Hicret, 615
-Hz. Hatice’nin Vefatı, 620
-Miraç 27 Recep 621
-Medine’ye Hicreti 28 Haziran 622
-Bedir Savaşı Ocak 624
-Uhud Savaşı Ocak 625
-Hendek Savaşı Şubat 627
-Hudeybiye Antlaşması Şubat 628
-Hayber Savaşı Ağustos 628
-Mute Savaşı Eylül 629
-Mekke Fethi Ocak 630
-Huneyn Savaşı Şubat 630
-Taif Savaşı Şubat 630
-TEbûk Seferi Ekim 630
-Veda Haccı Mart 632
-Peygamberimizin Vefatı 20 Haziran 632
PEYGAMBERİMİZİN HAYATI
Peygamberimizin adı Muhammed, babasının adı Abdullah (ö. 570), annesinin adı Amine (ö. 576)’dir. Hz. Peygamber 20 Nisan 570
yılında (Fil yılı) Rabîu’l-Evvel ayının on ikinci gecesi, pazartesi günü, Mekke’de dünyaya teşrif buyurmuştur.269 Bu miladî takvime göre 570
yılının Nisan ayının yirmisi olarak hesaplanmıştır.
Rasûlullah (s.a.v.) doğduğu gece birtakım mucizevî olaylar zuhur etmiştir. Kisra’nın sarayındaki burçlar çatlamış, bin yıldan beri
yanmakta olan ateş sönmüş ve daha birçok mucize zuhur etmişti. Peygamberimizin 40. dedesi Hz. İsmail’e dayanmaktadır. Onlardan tespit
edilen 20 dedesi tüm tarihçi ve siyerciler tarafından doğrulanmaktadır. Adnan’dan önceki dedeleri ise kesin olarak tespit edilemediği için
kayda geçmemiştir.
Peygamberimizin 20. dedesi olan Adnan’dan aşağıya dedelerinin isimleri şöyledir:
20) Adnan
19) Ma’dd
18) Nizar
17) Mudar
16) İlyas
15) Müdrike
14) Huzeyme
13) Kinâne
12) Nadr
11) Mâlik
10) Fihr
9) Galib
8) Lüey
7) Ka’b
6) Mürre
5) Kilab
261
Maide, 5/110-115, Al-i İmran, 3/49.
Buhârî, İtisam.
263
İsra, 17/1, Necm, 53/13-18.
264
Kamer, 54/1, Buhârî, Müslim.
265
Müslim.
266
Buhârî, Menakib.
267
Buhârî, Tıp, Müslim, Selâm, Ebû Dâvûd, Diyat.
268
Amidi, Usulu’l-Ahkam, 1/284.
269
İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubra, 1/100-101.
262
50
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------4) Kusayy
3) Abdulmenaf
2) Haşim
1) Abdulmuttalib
Peygamberimiz (s.a.v.)’in anne ve anneannelerinin soy şeceresi şöyledir:
Amine binti Vehb
Fatıma binti Amr
Berre binti Abduluzza
Selma binti Amr
Atike binti Mürre
Habibe binti Huleyl
Fatma binti Sa’d
Hint binti Sureye
Mahşiye binti Şeyban
Muaviyye binti Ka’b
Atike binti Yahlud
Leylâ binti el-Haris
Cendele binti Amr
Atike binti Advan
Peygamberimizin çoçukları, üç erkek, dört kız olmak üzere yedi tanedir.
Erkeklerin isimleri şöyledir:
1- Kasım
2-Abdullah
3-İbrahim (annesi Mariye’dir.)
Kızlarının isimleri ise şöyledir:
1-Zeynep: Zeynep teyzesi oğlu Ebû’l-As b. Rebi’i ile evli idi. Kocası Bedir’de müşriklerin safında yer almış ve esir düşmüştü. Zeynep
M. 630 yılında vefat etmiştir.
2-Rukiye: Rukiye daha önce Ebû Leheb’in oğlu Atebe’yle nişanlı idi, sonra Hz. Osman ile evlendi ve kocası Hz. Osman’la birlikte
Habeşistan’a hicret etmiş ve Bedir günü 624 yılında vefat etmiştir.
3-Ümmü Gülsüm: Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb’in oğlu Uteybe’yle nişanlı idi, o ailenin peygambere olan aşırı
düşmanlıklarından dolayı iki kardeş de bu evliliklere son vermiştiler. Peygamberimiz Ümmü Gülsüm’ü ablası, Rukiye’nin vefatından, sonra
Hz. Osman ile evlendirdi. O da babasının sağlığında 630 yılında vefat etmiştir.
4-Fatımetü’z-Zehra: Fatıma H. Ali ile evli idi Hasan, Hüseyn, Ümmü Gülsüm ve Zeynep isminde dört çocuğu vardı. Fatıma, M. 633
yılında vefat etmiştir.
Peygamberimizin Hanımları:
1) Hatice: Huveylid’in kızıdır. Esed kabilesine mensup olup Mekkelidir. Peygamberimizin ilk hanımıdır. Kırk yaşında iken
peygamberimizle evlenmiştir. Peygamberimiz ile evlenmeden önce dul olup iki çocuk anası idi. Risaletin en büyük destekçisidir. M. 620
yılında vefat etmiştir. Peygamerimizin İbrahim dışındaki çocuklarının annesidir.
2) Sevde: Zam’a’nın kızıdır. Amir b. Lüeyy kabilesine mensup olup Mekkelidir. Kendisi evvelce Sükran b. Amr ile evlenmişti.
Kocasının İslâm’a girmesine neden olan Sevde kocasıyla müşriklerin zulmünden kaçıp Habeşistan’a hicret etmiş, bilahare kocası
Hıristiyanlığa geçip irtidad etmiş ve orada ölmüştür.270 Hanımı Sevde her halükârda dinini muhafaza edip sonra da Mekkeye dönerek
peygemberimizle evlenmiştir. M. 641 yılında vefat etmiştir.
3) Âişe: Ebû Bekir’in kızıdır. Teym kabilesine mensup olup Mekkelidir. Hicretten iki yıl evvel peygamberimiz kendisini nikâhladı.
Peygamberimiz (s.a.v) yanına, ancak olgunlaştıktan sonra varabildi. Hz. Âişe çok zeki ve maharetli bir hanımdı. Çok miktarda hadis
aktarmış, çokça askeri seferlerde bulunmuş ve bizzât savaş sırasında cesur bir hasta bakıcı hemşire olarak çalışmıştır. Onun hukûk, tıbb,
matematik, edeb, tarih, sportif ve folklorik meselelerdeki büyük kabiliyeti herkesçe bilinmektedir. M. 678 yılında vefat etmiştir.
4) Hafsa: Ömer’in kızıdır. Adi kabilesine mensup olup Mekkelidir. Önce Hüneys b. Huzafe ile evli idi. Pek erken İslâm’a girerek
Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmıştır. Kocası Uhud savaşında şehid edilince Hafsa 22 yaşında iken babası Ömer onu Ebû Bekir ve
Osman’a teklif etti. İkisi de bu teklifi kabul etmeyince Ömer durumu, Allah Rasûlü’ne, şikâyet mahiyetinde bildirdi. Allah Rasûlü, Hafsa’yı
kendine nikâhlamasını babasına teklif etti. Babası da memnuniyetle kabul etti. Aydın ve okumuş bir ailede yetişmiş olan Hafsa, o devrin
okuma-yazma bilen pek nadir hanımlardan biriydi. Hafsa Hanım, M. 665 yılında vefat etmiştir.
5) Zeyneb: Huzeyme’nin kızıdır. Ve Mekkeye gelip yerleşmiş Necdli bir hanımdır. Zeyneb daha önce iki kere evlenmiştir.
Peygamberimiz onun üçüncü kocasıdır. Çok iyiliksever bir kimse olduğu için kendisine Ümmül Mesakin (fakir-fukara annesi) lakabıyla
anılıyordu.
Zeyneb peygamberimizle az bir zaman yaşadı. Ve nihâyet M. 625 yılında vefat etmiştir.
6) Ümmü Seleme Hind: Ebû Ümeyye b. Muğire’nin kızıdır. Mahzum kabilesine mensup olup Mekkelidir. Hâlid b. Velid’in yakın
akrabasıdır. Bizzât kendisi ve eski kocası Ebû Seleme İslâm’ın ilk yıllarında İslâmiyeti kabul etmişlerdi. Ümmü Seleme hicret için birçok
engele rağmen dayanamayıp tek başına hicret etmeyi göze alarak Medine’ye varabilmiştir. Bilahere Allah Rasûlü kendisine çok acıdı ve
ilerlemiş yaşına, birçok çocuğunun bulunmasına rağmen ona, pek sevgili kocasının dünyadan ayrılışının acısını unutturabilmek için evlilik
teklif etti. Hicrî 61 yılında vefat etmiştir.
7) Zeyneb: Cahş’ın kızıdır. Mekke’ye gelip yerleşmiştir. Annesi Ümmü Eymen, Rasûlullah’ın halasıdır. Allah Rasûlü’nün bu evliliği
birçok boş münakaşaya sebeb olmuştur. Zeyneb Kur’ân’da ismi geçen sahâbî Zeyd’in hanımı idi. Zeyneb’in gerek Zeyd’den boşanması
gerekse peygamberimizle olan evliliği Allah Teâlâ’nın emri gereği olmuştur. Zeyneb Hanım M. 641 yılında vefat etmiştir.
8) Ümmü Habibe: Ebû Sufyan’ın kızıdır. Daha ilk yıllarda İslâm’a girmiş ve kocası Ubeydullah b. Cahş ile birlikte Habeşistan’a Hicret
etmiştir. Alkolik bir kimse olan kocası burada, İslâmı terkedip Hiristiyan dinine geçmiş ve kısa bir müddet sonra da ölmüştür. Bilahere
Rasûlullah tarafından Habeşistan’a bir elçi gönderildiğinde, bu hanım Necaşî’nin huzurunda, kendi arzusu ile Allah Rasûlü’ne nikâhlandı ve
hangi Müslüman hanım bu şerefli teklifi kabul etmezdi. Günün birinde babası Ebû Sufyan çok önemli bir sıkıntıdan dolayı Medineye gelimiş
ve kızı Ümmü Habibe’nin evine gidip Rasûlulah’ın minderinde oturmuştu. Kızı babasını kaldırıp altındaki minderi derhal dürüp kaldırdı.
Babasının niçin böyle yaptın sorusuna, kızı “bu Rasûlullah’ın yatağıdır. Sen ise bir müşrik ve putperestsin, buna oturamayacak kadar
necissin” diye cevap verdi. Birçok hadis rivâyet eden Ümmü Habibe M. 664 yılında vefat etmiştir.
9) Safiye: Huyey’in kızıdır. Hayberli Yahudilerden bir hanımdı. Hicrî 7. yılda fethedilen Hayber bölgesinin insanları ile birlikte esir
olarak getirilen Safiye genç ve dul bir hanımdı. Allah Rasûlü, değişmez politikasının bir neticesi olarak onu nikâhı altına aldı. Rivâyete göre
bu hanım rüyasında, ayın göğsünün üzerine düştüğünü görüp kocasına anlatınca o sen şu Medineli kral ile evlenmek istiyorsun dedi ve
270
Taberî, İbnu’l-Esir, 3/131.
51
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------suratına şiddetli bir şamar vurdu. O şamarın izi hâlâ devam etmekte idi. Allah Rasûlü suratındaki izin sebebini sorunca o da olayın gerçeğini
aktarmıştır. Safiye validemiz M. 672 yılında vefat etmiştir.
10) Meymune: Haris’in kızıdır. Rasûlullah’ın evlendiği Huzeyme kızı Zeyneb’in üvey kız kardeşidir. Rasûlullah hicrî 7. yılda onu
nikâhladığında Meymune 36 yaşında dul bir hanımdı. M. 671 yılında Mekkede vefat etmiştir.
11) Cuveyriye: Haris’in kızıdır. Beni Mustalik kabilesine mensuptur. Müslümanların üstün zaferiyle sonuçlanan Beni Mustalik
savaşında, çoğu kadın olmak üzere, yüzlerce esir alınmıştı. Bunlar arasında Cüveyriye hanımda vardı. Allah Rasûlü, esaretten kurtulması
için ona yardım edip hüriyetine kavuşturdu. Allah Rasûlü, Cüveyriye’nin talebi üzerine onunla evlendi. M. 679 yılında vefat etmiştir.
Hüzeyme’nin kızı Zeynep ile Hz. Hatice Peygamberimizin sağlığında vefat etmişlerdir.
Peygamberimizin İki de Cariyesi Vardı
a) Reyhane: Medineli bir Yahudi kabilesi olan Kurayza’ya mensup bir hanımdır. Hicrî 5. yılında bu kabile ile yapılan savaşın sonunda
Reyhane, Peygamber Efendimizin hissesine ganimet olarak düşmüştü. Bir müddet sonra İslâma girmiştir. Bu hanım M. 632 yılında vefat
etmiştir.
b) Mariye: Mısırlı olup Hıristiyan bir hanımdı. Hicrî 7. yılda Mısır’daki kıptilerin Mukavkıs’ı Rasûlullah’ın gönderdiği davet
mektubuna bir yazı ile cevap vermiş ve gönderdiği birçok hediye arasında bu cariyeyi de ona armağan etmiştir. Rasûlullah’ın Mariye’den
İbrahim adında bir erkek çocuğu olmuş ise de küçük yaşta vefat etmiştir. Mariye hanım M. 637 yılında vefat etmiştir.271
Peygamberimizin on amcası vardı. İsimleri şöyledir:
1- Haris
2- Ebû Tâlib
3- Zubeyr
4- Hamza
5- Ebû Leheb
6- Ğidak
7- Mukavvim
8- Derar
9- Abbas
10- Hacl
Peygamberimizin altı halası vardı. Bunların isimleri şöyledir:
1) Safiye
2) Berre
3) Atike
4) Erva
5) Ümime
6) Ümmü Hâkim272
Peygamberimizin dayıları üç olup isimleri şöyledir:
1) Esved
2) Umeyr
3) Abdul Yağus
Peygamberimizin Teyzeleri iki tanedir. İsimleri şöyledir:
1) Fureyse
2) Fahite
Peygamberimize ait 9 hizmetçi, 7 at, 6 katır, 2 eşek, 9 kılıç, 7 zırh (yelek), 5 yay, 3 miğfer, 2 mızrak, 5 harbi vardı.273
Peygamber (s. a.v)’in Gerçekleştirdiği Önemli İşler
a) Putperestliği kökünden kazıyıp yerine tevhid inancını yerleştirdi.
b) Cahiliye adet ve rezaletini ortadan kaldırıp yerine fazilet, edep ve terbiye koydu.
c) Büyük bir devrim yaparak toplumun akıl, ruh ve karekterini değiştirdi.
d) Arap milleti ile Arap olmayan Müslüman milletleri birleştirerek Kur’ân-ı Kerîm’in sancağı altında bir araya getirip kardeşlik bağı ile
birbirilerine bağladı.
Peygamberimiz (s.a.v) ahlâk ve şahsiyeti itibariyle insanların en mükemmelidir. Allah Rasûlü çok mühteşem bir ahlâka sahip idi.
Ticarette ahlâk, nübüvette ahlâk, aile içinde ahlâk, baba olarak ahlâk, koca olarak ahlâk, bunlar hepsi Allah Rasûlü’nde mükemmel bir
274
şekilde mevcud olduğu için Rabbimiz ‫َظيم‬
ٍ ‫قع‬
ٍ ‫“ َواِنَّكَ لَ َعلى خل‬Şüphesiz ki sen, büyük bir ahlâk üzeresin” diye buyurmuştur.
Bizzât Peygamberimiz “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”275 buyurur. Peygamberimizin güzel ahlâkı arasında
semahat (müsamahakarlık), sadakat, metanet, emanet belagat, sehavet (cömertlik), şecaat, adalet ve merhamet zirvede idi.
Peygamberimiz (s.a.v) Allah’ın Rasûlü ve İslâm devletinin başkanı olarak yönetimi elinde bulundurmasına rağmen, son derece
mütevazi, samimi ve daima sade bir hayat tercih ederdi. Fakir, zengin, büyük, küçük, efendi, köle, zenci, beyaz herkesle ilgilenirdi.
Peygamberimiz son derece cömert, iyliksever, merhametli ve sevecandi.
Diğer taraftan cesaret, şecaat, sabır, azim, ümit, müsamaha, iltifat ve şefkat O’nun belirgin ahlâkî özelliklerinden idi. Peygaberimiz, ruhi
temizliğin yanı sıra beden, giyim-kuşam ve çevre temizliği hakkında da son derece titiz idi. Peygamberimizin parlak bir zekâ, üstün bir
dirâyet, örnek şahsiyet, kesin bir kavrama gücü ve eşsiz bir muhakeme kabiliyeti vardı.
Peygamber Efendimiz, Hz. Hatice validemiz vefat edinceye kadar başka bir kadınla evlenmemişti. Hz. Hatice validemiz vefat ettiği
zaman Peygamberimiz elli yaşında idi. Daha sonraki yıllarda özel bazı sebep ve hikmetlerden dolayı birden çok evlilik gerçekleştirdi. Bu
evliliklerin sebeplerini, İslâm düşmanlarının iddia etikleri gibi nefsanî ve şehvanî arzulara bağlamak asla doğru değildir. Bu iddia bir
insafsızlıktır. Çünkü böyle bir iddia doğru olsaydı bu evlilikler peygamberin gençlik döneminde ve böyle bir duguyu arzu ettiği dönemlerde
gerçekleşirdi.
Peygamberimiz (s.a.v)’in birden fazla olan evliliklerinin sebebi müsteşriklerin zannettiği gibi değildir. Bazen evlilik dolayısıyla temas
kurulan, yakınlık sağlanan yeni kitlelere İslâmı ulaştırma düşüncesi, bazen evleneceği zeki, kabilliyetli ve bilgili eşi vasıtasıyla kadınları
İslâmî esaslara göre daha rahat eğitebilme arzusu, bazen aradaki kin ve düşmanlığı bertaraf etmek için eviliği aracı kılar ve bazen de savaş
nedeniyle dul ve kimsesiz kalmış kadınlara merhamet peygamberi olarak sahip çıkma ruhuyla böyle bir evlilik gerçekleştirirdi.
Dörtten fazla evliliğin yasak oluşu hükmünden peygamberimiz istisna edilmiştir. Peygemberimiz (s.a.v.) peygamberlik, devlet
271
İslâm Peygamberi, İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gabe, Taberî, İbn Hişâm.
İbn Kesir, Siyer 1/184.
273
Muhammed Rasûlullah, s. 391.
274
Kalem, 86/4
275
Muvatta.
272
52
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------başkanlığı, komutanlık, kocalık ve babalık gibi birçok önemli misyonu üstlenmişti.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Ümmeti Üzerindeki Hakları
Hz. Muhammed’e inanan mü’min kimsenin, O’nun kendisi üzerindeki çok sayıdaki hakkına riâyet etmesi ve bu hakları gözetmesi
gerekir. Bu hakların en önemlileri şunlardır.
1- O’nun sevgisini, kendisine, ailesine ve tüm insanlara tercih etmek.
2- Ona itaat etmek, ona uymak ve onu örnek almak.
3- Ona gerektiği gibi saygı göstermek ve ona karşı edepli olmak.
4- Sünnetini sevmek, sünnetine sımsıkı sarılmak, yaşamak ve sünnetini insanlara sevdirip ona davet etmek.
5- Adı anıldığı zaman ona salâtu selâm getirmek.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyumuştur: “İnsanlardan Yadudi olsun Hıristiyan olsun her kim beni duyar da sonra bana imân etmezse
muhakkak cehenneme girer.”276 ‫هللا كَثيرً ا‬
ِ ّ ‫ول‬
َ ّ ‫هللا َو ْاليَوْ َم ْاال ِخ َر َو َذك ََر‬
َ ّ ‫هللا ا ْس َوةٌ َح َسنَةٌ لِ َمنْ َكانَ يَرْ جوا‬
ِ ‫“ لَقَ ْد َكانَ لَك ْم فى َرس‬Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı
umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için Rasûlullah’da sizin için en mükemmel bir örnek vardır.”277
Allah Rasûlü (s.a.v.): “Dininizi benden öğrenin, hac menasiklerinizi benden alınız ve namazı kıldığım gibi kılınız.”278 buyurmuştur.
AHİRETE İMÂN
İmânın rükünlerinden birisi de âhiret gününe inanmaktır. “Son” ve “sonra olan” anlamında ve Arapça bir kelime olan “ahiret”, “ahir”
kelimesinin müennes şeklidir. Lügatta “evvel” kelimesinin zıddı olarak kullanılır. İslâm literatüründe bu kelime “öbür dünya” manasında
kullanılmıştır. Dünya, canlıların yaşadığı evvelki âlem, ahiret ise son âlemdir. Dünya, yakın ikamet yeri; ahiret, son ikamet mahallidir.
Ahiret, herşeyin sonu ve şu halin değişmesi demektir. Dinde ise insanların hesaba çekilmek üzere tekrar dirilip mahkemeyi kübraya
gitmeleri, sırat köprüsünden geçmeleri, cennetlik veya cehennemlik olacaklarının belirlenmesi hep ahiret gününde olur.
Ahiretin daha başka isimleri de vardır. Meselâ: Kıyamet günü, din günü, ceza günü, arasat, mizan ve mahkemeyi kübra günü… Ahirete
imân, imânın esaslarındandır. Ahirete inanmayan kâfir olur.
Kur’ân’ın üzerinde en fazla durduğu konuların başında ahirete imân gelir. İnsanların İslâm’a girmeleri, Allah’ın dinine teslim olmaları,
ancak bu imân ile mümkündür. Bunun için ahiret konusunun en fazla işlendiği sureler Mekkî surelerdir.
Ahiret inancı, imân esaslarındadır. Genellikle Kur’ân’da Allah’a imân ile ahirete imân peş peşe zikredilir. Allah Teâlâ; ‫اهلل َو َملئِ َكتِه‬
ِ ّ ‫َو َمنْ يَ ْكفرْ ِب‬
‫ض َال ًال بَعيدًا‬
َ َّ ‫ض‬
َ ‫“ َوكتبِه َورسلِه َو ْاليَوْ ِم ْاال ِخ ِر فَقَ ْد‬Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse o tam olarak
saptırmıştır.”279 buyurur.
İnsan İçin Dört Âlem Vardır:
1) Rahim Âlemi: Yani çocuğun ana rahmindeki 9 aylık âlemidir. İnsan bu âlemi hatırlayamaz.
2) Dünya Âlemi: İnsanın doğumundan ölümüne kadar olan âleme denir. İnsan için en önemli olan âlem dünya âlemidir. Çünkü insan bu
âlemde rabbini tanıyıp ona kulluk edebilir veya asi olup inkâr edebilir. Gerek kabir âlemi gerekse ahiret âlemi, dünyada elde edilebilen iyi,
kötü, hidâyet, dalalet, imân veya küfre göre değerlendirilir.
3) Berzah Âlemi: Ölümden kıyamete kadar olan kabir âlemine denir. Kabir ilk sorgulama karakoludur. Kabirde her kişinin rabbinden,
dininden, peygamberinden, kitabından ve kıblesinden mutlak sorulacaktır.
4) Ahiret Âlemi: Kıyametten sonsuza kadar olan âlemdir. Ahiretin yolu ölümden geçer. Ölüm, ruhun bedenden ayrılması olayıdır.
Ölüm insanın varlığı için bir âlemden diğerine intikal etmesidir. Bu anlamda ölüm yok olmak değildir. İnsan, ruh ile cesetten mürekkeb bir
mahlûktur. Yürüyen, oturup kalkan, yiyip içen cesettir. Düşünen, bilen, seven ve buğz eden ise ruhtur. Bunun için ölüm neticesinde cesedden
ayrılan ruhun şuuru ve idraki yerindedir. Hz. Âişe (r.a.) Hz. Ömer’ın defninden sonra, Ravza-i Muttahara’ya girdiğinde başını örttü ve dedi
ki: “Burada medfun olanlar babam ile kocamdı, Ömer ise yabancıdır.” Ölüm, kabirdeki sual, kıyamet, (yeniden diriliş) haşir, (bir araya
toplanmak) mahkemeyi kübra, (hesap verme) mizan, (sevap ve günahın tartılması), sırat köprüsünden geçiş, cennet, cehennem ve şefaat,
bunlar hepsi haktır. Bunların inkârı küfürdür.
Kabir Sorgusu
Kabir sorgusu, ölümden sonra insana iki meleğin gelip rabbini, dinini, kitabını ve peygamberini sormalarıdır. Kabir hayati bedenin
bütün uzuvları ile diri olması şeklinde değil, insanın lezzet veya elem hissetmesi tarzında anlamak gerekir. Kur’anı Kerim’de kabir hayatı ve
azabına açık bir şekilde delalet eden bir ayet bulunmamakla beraber sahih hadislerin mecudiyeti kafi gelmektedir. Son zamanlarda kabir
azanının olmadığına dair bazı bilginlerin açıklamaları talihsiz ve samimiyetten yoksun olduklarının kanaatindeyim. Çünkü bu zatların içinde
bulunduğumuz küfür, şirk ve her türlü melaneti görmezlikten gelip Müslümanların doğru bilip inandıkalrı kabir azabının vehhametinden
dolyaı kendilerini bir nebze de olasa frenlemeleri faydalı olurken ‘’kabir azabı yoktur’’ diyenlerin beyanlarını duyunca günaha cesaret
etmelerinin vebalı herhal fitneyi uyaran zatlardan sorulması gerek. Bu hocalarımız kusura bakmasınlar yinede tenzih ederim Müseylimetü’lKezzabin kendini ve karısı peygamber ilan ederken ‘’Ümmetimize ne ikram edelim istişare sonucu haydı sabah namazını kaldıralım’’misali
bizde ‘’bu ümmete kabir azabını kaldıralım’’ bir benzerlik arz edilmektedir. Dünya hayatında rabbini bilip emir ve yasaklarına itaat eden,
dinini gerçek yaşayan, kitabıyla dosdoğru amel eden ve peygamberinin yaşantısına ittiba edip izinden giden kimseler cavabını verir. İnkarcı,
müşrik, münafık ve fasık olanların ise cevapları şöyledir: “Bilmiyorum insanların bir şeyler söylediklerini duydum.”280 Bu sorular kabre has
değildir. İster ölü defn edilsin istersede defn edilmesin bu sorular mutlaka sorulacaktır. Kabir azabının sübütüna bu ayetle de istidlal
edilmiştir. * ‫النار يعرضون عليها غدوا وعشيا ويوم تقوم الساعة أىخلوا ال فرعون أشد العذاب‬
‘’ Sabah akşam onlar (firavnın ehli) ateşe arzedilirler. Kıyamet gününde de Firavn ailesini azabin en şiddetlisine
sokunuz.(denilecektir.’’)281
Abdullah b. Ömer’den rivayet edildiğine göre Allah Resulü(s.a.v.) ‘’Sizden biri öldüğü zaman, ona varıp oturacağı yeri sabah
akşam gösterilir. O kimse cennet ehlinden ise cennet; cehennem ehlinden ise cehennemden olan yeri gösterilir ve ona işte senin
oturacağı yer burasıdır, nihayet kıyamet günü Allah seni buraya gönderecek’’ denilir. 282
Kabir Azabının Başlıca Sebepleri Şunlardır:
a) Nemime yapmak. Yani ikiyüzlü olup insanlar arasında söz götürüp getirmek.283
b) Tahârette idrarin sıçramasından kendini korumayıp iyice temizlemeden kalkmak.284
276
Müslim.
Ahzab, 33/21.
278
Buhârî, 605.
279
Nisâ, 4/136.
280
Buhârî, Müslim.
277
281
282
Mü’min, 40/46
Buhari, Cenaız, 89, Müslim, Cennet, 65
283
Buhârî, Müslim.
53
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------c) İnsanların etini yemek. Yani giybet yapmak.285
d) Zina yapmak.286
e) Faiz yemek.287
Kabir Azabından Kurtulma Yolları
a) Azaba sebep olacak şeylerden korunmak.
b) Gece namazına devam etmek.
d) Kabir azabından korkup ona göre hazırlanmak.
e) Allah yolunda cihad yapmak ve o uğurda nöbet tutmak.
g) Adet edip devamlı Mülk suresini okumak.
Ba’s: Bas, sura ikinci defa üflenmesinden sonra ölülerin kabirlerinden çıkmalarıdır. ‫ق‬
َ ‫ص َد‬
َ ‫قَالوا يَا َو ْيلَنَا َمنْ بَ َعثَنَا ِمنْ َمرْ قَ ِدنَا ا َذا َما َو َع َد الرَّحْ من َو‬
َ‫“ ْالمرْ َسلون‬Eyvah! Bizi kabrimizde kim çıkardı?”288
Haşr: Haşr, hesap vermek için insanların mahşer meydanına toplanıp muhakeme olmaları demektir. Hz. Âişe’den gelen rivâyete göre
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar kıyamet günü yalın ayak, çırılçıplak haşr edilirler.”289
Diğer bir hadiste ise “Kıyamet gününde güneşin bir veya iki millik mesafeye kadar yaklaşacağı, herkes ameline göre etkileneceği
َ ْ ‫هللا غَافِ ًال َع َّما يَ ْع َم الظَّالِمونَ اِنَّ َما يؤَ ِّخرا ْم لِيَوْ ٍم تَ ْشخَِ في ِه‬
bildirilmiştir.290 ‫ْصار‬
َ ‫االب‬
َ ّ َّ‫“ َو َال تَحْ َسبَن‬Bugünün şiddetinden günahkârların gözleri dışarı
fırlar.”291 ‫احبَتِه َوبَني ِه لِك ِّ ا ْم ِر ٍء ِم ْنه ْم يَوْ َمئِ ٍذ شَاْنٌ ي ْغني ِه‬
َ ‫“ يَوْ َم يَفِ ُّر ْال َمرْ ء ِمنْ اَخي ِه) َوا ِّم ِه َواَبي ِه) َو‬Kimse kimseyi tanımaz olur. Kişi o günün dehşetinden
ِ ‫ص‬
ْ ‫ض َع‬
dolayı kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.”292 ‫ت َح ْم ٍ َح ْملَهَا‬
َ ‫ت َوت‬
َ ْ‫ض َعةٍ َع َّما اَر‬
ِ ‫َلع ك ُّ َذا‬
ِ ْ‫يَوْ َم ت ََروْ نَهَا ت َْذاَ ك ُّ مر‬
‫هللا شَدي ٌد‬
َ ‫اس سكَار َو َما ا ْم بِسكَار َول ِكنَّ َع َذ‬
َ َّ‫“ َوت ََر الن‬O günde çocuğunu emziren her kadın emzirdiği çocuğu unutacak, her gebe kadın
ِ ّ ‫اب‬
çocuğunu düşürecektir.” 293
Mahşerde kâfirler, zillet, alçaklık ve pişmanlık içinde olurlar. Amelleri tamamen boşa gitmiştir. Birbirlerini suçlayıp dururlar. Şeytan
onlara “beni kınamayın, ben sizi çağırdım sizde geldiniz, der. ‫“ َويَقول ْالكَافِر يَالَ ْيتَنى ك ْنت ت َرابًا‬Kâfirler ‘keşke toprak olsaydık’ derler.”294 ‫الَ يَحْ زنهم‬
َ‫“ ْالفَزَع االَ ْكبَر َوتَتَلَقّيهم ْال َملئِكَة ا َذا يَوْ مكم الَّذ ك ْنت ْم توعَدون‬Onları müjdeyle karşılarlar. Takva sabhibleri ise bu büyük korku onları üzmez ve
melekler.”295
Allah Rasûlü (s.a.v.) mü’minler için şöyle buyurmuştur: “Allah onları arşın gölgesinde gölgelendirir. Dünyada iken din kardeşlerinin
işini görüp kolayılaştıran, onların sıkıntılarını gideren ve onlara yardım edenlerin de kıyamet günü Allah sıkıntılarını giderir, Hesaplarını
kolayılaştırır ve onlara yardım eder.”296
Mü’minin kitabı sağ tarafından verilir. Kâfirlerin eli bükülür, kitabı arkadan verilir. ‫سب ِح َسابًا يَسيرًا َويَ ْنقَلِب اِلى‬
َ ‫فَاَ َّما َمنْ اوتِ َى ِكتَابَه بِ َيمينِه فَسَوْ فَ ي َحا‬
”‫“ اَ ْالِه َمسْرورًا َواَ َّما َمنْ اوتِ َى ِكتَابَه َو َرا َء ظَه ِْره) فَسَوْ فَ يَدْعو ثبورً ا َويَصْ لى سَعيرً ا‬Kimin kitabı sağınıdan verilirse, o kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve
sevinçli olarak ailesine dönecektir. Kimin de kitabı sırtının arkasından verilirse, derhal yok olmayı isteyecek ve alevli ateşe girecektir.”297
) َ‫“ اَ ْليَوْ َم ن َْختِم عَلى اَ ْف َوا ِا ِه ْم َوت َكلِّمنَا اَيْدي ِه ْم َوتَ ْشهَد اَرْ جله ْم بِ َما كَانوا يَ ْك ِسبون‬O gün onların ağızlarını mühürleriz yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da
şahitlik eder.”298 ) َ‫“ فَلَنَ ْ ََ لَنَّ الَّذينَ ارْ ِس َ اِلَ ْي ِه ْم َولَنَ ْ ََ لَنَّ ْالمرْ سَلين‬O gün herkes dünyada yaptıklarından sorguya çekilecektir. Hatta peygamberler
de sorguya çekilecektir.”299
Allah Rasûlü (s.a.v.) “Bir kul kıyamet günü şu dört şeyden sorguya çekilmedikçe ayakları bastığı yerden ayrılamaz. Ömrünün nerede ve
ne yaparak geçirdıği, ilmini nerede ve ne şekilde kullandığı, malını nereden kazandığını ve nerede harcadığını ve bedenini nerede ve nasıl
kullandığıdır.”300 buyurmuştur.
Sahih rivâyetlere göre o gün insanlar ilâhî haklardan ilk olarak namazdan, kul haklarından da ilk olarak adam öldürmekten hesaba
çekilecektirler.301
Havz: Havz hakkında varid olan hadisler mütevatir derecesine ulaşmış hadislerdir. Enes b. Mâlik’in rivâyet ettiği bir hadiste Allah
Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Havzımın mesafesi Eyle ile Yemen’in Sen’a şehiri arası kadardır. Ondan ilk su içen ben olacağım.” Bu
havzın özellikleri şunlardır. Abdullah b. Amr’den naklen “Bu su sütten daha beyaz kardan daha soğuk, baldan daha tatlı, kokusu miskten
daha güzeldir.”302
Mizan: Mizan hesaptan sonra kulun iyi amelleri ile kötü amellerinin onunla tartıldığı şeydir. Mü’minin terazisi ağır gelir, cennete girer,
ْ َّ‫اضيَ ٍة َواَ َّما َمنْ خَ ف‬
ْ َ‫فَاَ َّما َمنْ ثَقل‬
kâfirin terazisi ise hafif gelir, cehenneme girer. Allah (c.c.) şöyle buyurur: ‫َاويَةٌ َو َما‬
ِ ‫ت َم َوازينه فَه َو فى عي َشةٍ َر‬
ِ ‫ت َم َوازينه فَا ُّمه ا‬
ٌ‫“ اَ ْىريكَ َما ِايَ ْه نَا ٌر َحا ِميَة‬O gün kimin tartılan amelî ağır gelirse, işte o, hoşnut olunacak bir yaşayış içinde olur. Amelî hafif olana gelince, işte
ْ ‫َلع ْال َم َوازينَ ْالقِ ْسطَ لِيَوْ ِم ْالقِي َم ِة فَ َال ت‬
onun anası (yurdu) Haviye’dir. Nedir o Haviye birlir misin? Kızgın ateştir!”303 ‫ال َحبَّ ٍة‬
َ َ‫ظلَم نَ ْف ٌ ش َْيًَ ا َواِنْ َكانَ ِم ْثق‬
َ ‫َون‬
” َ‫“ ِمنْ خَرْ ى ٍَل اَتَ ْينَا بِهَا َوكَفى بِنَا حَاسِبين‬Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye hiçbir haksızlık adilmez.”304
Allah Rasûlü (s.a.v.) “İki kelime vardır ki söylemesi dile hafif ancak mizanda ağır, Rahman’a sevimlidir. Subhanellahi ve bi hamdihi.
284
Buhârî, Müslim.
Hucurat, 49/12.
286
Furkan, 25/68.
287
Bakara, 2/275.
288
Yasin, 36/52.
289
Buhârî, Müslim.
290
Müslim.
291
İbrahim, 14/42.
292
Abese, 80/34.
293
Hac, 22/2.
294
Nebe, 78/40.
295
Enbiya, 21/103.
296
Müslim.
297
İnşikak, 84/7-12.
298
Yasin, 36/65.
299
A’raf, 7/6.
300
Tirmizî, Darimî, Beyhâkî.
301
Nesâî, Taberânî, Ebû Ya’la.
302
Buhârî, Müslim.
303
Karia, 101/6-11.
304
Enbiya, 21/47.
285
54
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Subhanellahi’l-azim.”305 buyurmuştur. “Mizana konulacaklar arasında güzel ahlâktan daha ağır hiçbir şey yoktur. Şüphesiz güzel ahlâk
sahibi, bunun sayesinde (nafile) oruç tutan ve namaz kılan kimsenin mertebesine ulaşır.”306
Sırat: Sırat köprüsü ile iligili Kur’ân’da âyet bulunmayıp fakat sahih hadisler bulunmaktadır. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sırat
cehennemin iki tarafı arasında kurulur. Ben ve ümmetim onu ilk geçen oluruz. O gün ancak peygamberler konuşur. Peygamberlerin o günkü
duaları: Allah’ım kurtar, kurtar olacaktır.”307 Başka bir rivâyette ise Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurur: “Mü’min göz açıp kapayıncaya
kadar, yıldırım gibi, rüzgâr gibi, kuşlar gibi, asil atlar ve binek develer gibi sırattan gerçer. İnsanlardan kimisi esenliğe kavuşmuş ve
kancaların yakalamasından kurtulmuş, kimi yara bere alarak serbest bırakılmış, kimi de bu kancalara yakalanarak cehenneme atılmış
olcaktır.”308
Cennet ve Cehennem: Cennet ve cehennem haktır. İmân edilmesi gereken imânın esaslarındandır. İkisinin de inkârı küfürdür. Lügatta,
yeşiliklerle ve ağaçlarla örtülü bahçe anlamına gelen cennet, dinî terim olarak sürpriz nimetlerle donatılmış ve mü’minler için hazırlanmış
selâmet yurdudur. Cehennem ise sözlük olarak derin kuyu anlamına gelir. Terim olarakta kâfirlerin devamlı olarak, günahkâr mü’minlerin de
َ ْ َ‫ت اَنَّ لَه ْم َجنَّاتٍ تَجْ ر ِمنْ تَحْ ِته‬
cürümleri ölçüsünde cezalandırılmaları için hazırlanmış azap yurdudur. ‫ااال ْنهَار‬
ِ ‫“ َوبَ ِّش ِر الَّذينَ ا َمنوا َو َع ِملواالصَّالِ َحا‬İmân edip
salih amel işleyenlere içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele!”309
ْ ‫“ َواتَّقوا النَّا َر الَّتى ا ِعد‬Kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakının!”310 َ‫يَا اَيُّهَا الَّذين‬
Kâfirler için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: َ‫َّت لِ ْلكَافِرين‬
311
‫ارة‬
َ ‫“ا َمنوا قوا اَ ْنف َسك ْم َواَاْليك ْم نَارً ا َوقوىاَا النَّاس َو ْال ِح َج‬Ey imân edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.”
Cennet ile cehennemin şu anda mevcut olup olmadığına ve Hz. Âdem ahiretteki malum cennette mi yoksa dünya bahçerinden bir
bahçeye mi atıldığına dair kelamcıların ihtilafı vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de cennetin nimetleri ve cehennemin şiddeti ile ilgili çok sayıda âyet
bulunmaktadır. Rabbim bizleri cehennemin azabından koruyup cennettin nimetleriyle mükâfatlandırsın.
A’raf: A’raf, cennet ile cehennem arasında kalan yüksek bir mevki demektir. A’rafdakilerin kimler olacağı konusunda birçok görüş
bulunmaktadır. Bunlardan birkaçı şunlardır:
a) Delilerdir.
b) Kâfirlerin küçük yaşta ölen çocuklarıdır.
c) Sevabı ve günahı eşit olan mü’minlerdir.
d) Herhangi bir tebliğ görmeyenlerdir.
ŞEFAAT
Şefaat, sözlükte gerek iyilikte gerekse kötülükte başkasının elinden tutmak, yardım etmek ve yol göstermektir. Istılahta ise günahı olan
mü’minlerin günahının bağışlanması için günahı olmayanların da daha üst makâmlara yükselmeleri için, Peygamberler ve Allah katında
dereceleri yüksek olan kimselerin Allah’a yalvarıp dua etmeleri, ricada bulunmaları ve günahkârların kurtuluşları için aracı olmaları
demektir.
Şefaat inancı Kur’ân’ın icat ettiği bir inanç olmayıp bilakis daha önce müşriklerin geleneğinde olan bir inanç idi. Zaten onların müşrik
olmalarına asıl sebep de oydu. Çünkü onlar melekleri Allah’ın kızları kabul edip kendileri ile Allah arasında aracılar kılmaktaydılar. Bu
sebeple onlar adına heykeller yapıp Allah’a yaklaşmak amacıyla kendileri için şefaatçı kabul ederek onlara taptıkları bilinmektedir. Bundan
dolayı müşriklerin şirk bataklığına düşmelerinin asıl sebebi şefaat inancıdır.
Kur’ân bu hususu şöyle açıklar: “Onlar, Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek, yararları da dokunmayacak şeylere kulluk
ederler ve: “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” derler. De ki: “Siz, Allah'a göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber
veriyorsunuz? O, sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzak ve yücedir.”312
Şefaat inancı bir kısım İslâm uleması tarafından redd edilmişse de diğer bir kısımı hatta cumhuru ulema tarafından ahirette şefaatın
sözkonusu olabileceğine dair kuvvetle iddia edilegelmiştir. Şefaatin yalnız Allah’a ait olduğunu iddia edenlerin gösterdikleri deliller şu
َّ ‫هلل ال‬
âyetlerdir. َ‫ض ث َّم اِلَ ْي ِه ترْ َجعون‬
ِ ‫َّموا‬
ِ ّ ِ ْ ‫(“ ق‬Ey Muhammed!) de ki: Bütün şefaat Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü
َ ‫شفَاعَة َجميعًا لَه م ْلك الس‬
ِ ْ‫ت َو ْاالَر‬
O’nundur. Sonra hepiniz O’na döndürüleceksiniz.”313
ّ َ‫ض يَ ْغفِر لِ َمنْ يَشَاء َوي َع ِّذب َمنْ يَشَاء َو َكان‬
‫هللا غَفورًا َرحي ًما‬
ِ ّ ِ ‫“ َو‬Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar,
َ ‫هلل م ْلك الس‬
ِ ْ‫َّمواتِ َو ْاالَر‬
dilediğine de azab eder. Allah Gafur’dur Rahim’dir.”314 َ‫هللا شفَ َعا َء ق ْ اَ َولَوْ كَانوا َال يَ ْملِكونَ ش َْيًَ ا َو َال يَ ْعقِلون‬
ِ ّ ‫ون‬
ِ ‫“ اَ ِم اتَّخَ ذوا ِمنْ ى‬Yoksa Allah’tan başka
şefaatçiler mi edinirler? De ki: Onlar, hiçbir şeye güçleri yetmeyen, düşünmeyen olsalar da mı?”315
“Ey imân edenler, hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak
verdiklerimizden infak edin. Kâfirler, onlar zulmedenlerdir.”316
“De ki: “Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana
vahyedilenden başkasına uymam.” De ki: “Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?” Rablerine (götürülüp)
toplanacaklarından korkanları onunla (Kur’ân’la) uyarıp-korkut; onlar için ondan başka ne velileri vardır ne şefaatçileri. Umulur ki
korkup-sakınırlar.”317-‫واتقوا يوما التجز نف عن نف شيا وال يقب منها عدل وال تنفعها شفاعة وال ام ينصرون‬
“Ve hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden bir kurtuluş karşılığı (fidye) alınmayacağı ve hiç kimseden
bir şefaatin kabul edilmeyeceği ve yardım görülmeyeceği bir günden korkun.”318
Yukarıdaki âyetler bize şefaatın yalnız Allah’ın tasarrufunda olduğunu bildirmektedir. Yani, bunlar kendi kendilerine, bazı zâtların,
Allah yanında etkili olduğunu ve Allah’ın onların ricasını geri çevirmeyeceğini zannediyorlar. Oysa onların elinde bu konuda hiçbir delil
bulunmamaktadır. Ayrıca Allah’ın bazı kimselere yetki verdiğine dair, Allah tarafından verilmiş bir belgeleri de yoktur. Zaten peşinden
koştukları zevatta ellerinde Allah'dan aldıkları bir belgenin olduğunu söylemiyorlar. Tüm bunlara rağmen şefaatın asıl sahibi olan Allah'ı
bırakmış ve bu aracı kabul ettikleri zâtlara sarılmışlardır. Yani, hiç kimse, Allah’ın yanında kalkıp şefaat etmeye cüret edemez. Kime izin
305
Buhârî, Müslim.
Tirmizî mevkuf olarak Ebû Derdâ’dan rivâyet etmiştir.
307
Buhârî, Müslim, Tirmizî.
308
Müslim.
309
Bakara, 2/25.
310
Al-i İmran, 3/131.
311
Tahrim, 66/6.
312
Yunus, 10/18.
313
Zümer, 39/44.
314
Fetih, 48/14.
315
Zümer, 39/43.
316
Bakara, 2/254.
317
En’am, 6/50-51.
318
Bakara, 2/123.
306
55
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------verip, kime izin vermeyeceği, tamamen Allah'a kalmış bir iştir. Bu, müşriklerin alışılagelmiş bir adetidir. Hatta günümüzde olduğu gibi bazı
talihsiz müslümanlar dahi bu hastalığa yakalanmış ve müşrikler gibi aynı tavır içerisine girmişlerdir. Allah’a inandıklarını söylemelerine
rağmen, onlara sadece Allah’a kulluk etmekten bahsetseniz, hemen yüzlerini asar ve size derler ki: Bu adam evliyaya inanmadığı için,
sürekli Allah deyip duruyor.
Fakat onlara başka zâtlardan bahsederseniz, gözlerinin içi güler ve memnun olurlar. Bu davranışlarından, onların muhabbet ve ilgilerinin
kime daha fazla olduğu açıkça bellidir. Yine bazı şuursuz kimselere göre, “veliler Allah’dan daha çabuk duayı işitirler.”
Hz. Muhammed (s. a) Allah’ın Rasûlü olduğu iddiasını ortaya atınca, çağdaşları açıkladığımız türden aptalca düşünceleri ölçü kabul
ederek kendisinden iddiasını doğrulamasını istediler. Kendisine gayble ilgili sorular soruyorlar ve tabiat üstü mucizeler göstermesini
istiyorlardı. Onun kendileri gibi yiyeceğe ihtiyaç duyan ve su içen, karısı ve çocukları olan ve pazara çıkan, normal bir insan olduğu itirazını
yükseltiyorlardı. Bütün bunlara cevap olarak Allah, peygamberine kendisinin hiçbir zaman tabiat-üstünlük iddiasında bulunmadığını,
iddiasının yalnızca Allah’tan aldığı vahyi izlemek olduğu ve yalnızca bu ölçüye göre değerlendirilmesi gerektiğini ilân etmesini
söylemektedir.
Şefaat konusunda özellikle şia ve tasavvuf geleneğinde yaygın ve hâkim olan kanaat şöyledir: Peygamberler ve meleklerin yanında
evliya ve salih kişiler de şefaat edebilecektir. Delil olrak gösterilen âyetler “Allah’ın izin vereceği kimseler hariç hiç kimsenin ahirette
şefaatçi olamayacağı” mealindeki âyetlerdir. Bu âyetlerin bir kısmını izah etmeye çalışalım.
َّ ‫“ َال يَ ْملِكونَ ال‬Yalnız Rahman’ın
‫“ ما ِمنْ شَفيعٍ اِ َّال ِمنْ بَ ْع ِد اِ ْذنِه‬O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez.”319 ‫من َع ْهدًا‬
ِ ْ‫شفَا َعةَ اِ َّال َم ِن اتَّ َخ َذ ِع ْن َد الرَّح‬
huzurunda söz almış olanlardan başkaları şefaat edemez.”320 َ‫(“ َو َال يَ ْشفَعونَ اِ َّال لِ َم ِن ارْ تَلى َوا ْم ِمنْ َخ ْشيَتِه م ْشفِقون‬Onlar) Allah rızasına ulaşmış
olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar (peygamberler) Allah korkusundan titrerler.”321
“O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar
sağlamaz.”322
“Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiçbir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah’ın dileyip de razı olduğu kimseye izin
verdikten sonra başka.”323
Burada “şefaat” konusundaki sınırlamaların sebepleri anlatılmaktadır. Hiçbir melek, hiçbir peygamber, hiçbir aziz, ne de başka bir kimse,
başkalarının hesap (amel) defterini bilemez. Diğer taraftan Allah herkesin iyi ve kötü tüm amellerini, kimin cezayı kimin de mükafatı ve ne
kadar ceza ve mükafat hak ettiğini bilir. Bu nedenle eğer şefaat için sınırsız bir özgürlük olsaydı, insanın yaratılış amacı tamamen anlamsız
hale gelirdi. Bu âyete göre, şefaat kapısı tamamen kapatılmamıştır. Ayrıca kime şefaat için izin verilmişse, ancak o kimseye şefaat
edilebilir.324
Şefaatla iligili birçok hadis varid olmuştur. Enes b. Mâlik’ten gelen rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her
peygamberin Allah Teâlâ’dan bir dileği vardı, onu diledi ve Allah katında kabul edildi. Fakat ben duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat
için erteledim.”325 Câbir b. Abdullah’ın rivâyetine göre Allah Rasûlü (s.a.v.): “Benden önce hiçbir kimseye verilmedik beş şey hep birden
bana verilmiştir. Bunlardan biriside şefaattır.”326 buyurmuştur. Ebû Hureyre’den gelen başka rivâyete göre sahâbeler Allah Rasûlü’ne şöyle
sordular: “Ey Allah’ın Rasûlü, senin şefaatine ahiret gününde en lâyık kişiler kimlerdir? Peygamber şöyle cevap verdi: Şefaatime en lâyık
olnlar tam bir teslimiyetle Allah’tan başka tapınılacak kimse olmadığına şehadet edenlerdir.”327
Yukarıda geçen âyet ve hadislerden anlaşılacağı gibi şefaat yetkisi mutlak olmayıp bilakis Allah’ın iznine bağlıdır. Şefaat konusuna
ifratlı tefritli yaklaşanlar bulunmaktadır. Biz ifrat ve tefritten uzak ve mutedil bakışımızla şöyle inanıyoruz: Allah’ın izni olmadan hiçbir
kimse şefaat edemez! Yukarıda zikredilen âyetler bu konuda tereddüde yer vermeyecek kadar açıktırlar. Şefaat yetkisi tamamen Allah’ın
takdir ve tasarrufundadır. Ancak Yüce Allah kimden razı olursa ona şefaat etme izni verebilir. Çünkü Allah (c.c.) Nebe’ suresinin 38.
âyetinde şöyle buyuruyor: “O gün Rahman’ın izin verdiği kimseler hariç orada bulunanlar hiç kimse konuşamaz. Konuşan da doğruyu
söyler.”
Allah Teâlâ kime şefaat etme izni verirse ancak o kimse şefaat yapmaya kabildir. Keza kimlere ve kaç kişiye şefaat edilmeye izin verildi
ise ancak onlara şefaat edilecektir. Yani şefaat tek ve yalnız Allah’ın tasarrufundadır. Buna Nuh’un oğlu için, İbrahim’in babası için ve Hz.
Muhammed’in amcası için Allah’a yalvarıp menfi cevap almaları örnek verilebilir.
Konunun başında izah edildiği gibi şefaat günahkârların bağışlanmasına yönelik olduğu gibi cennettekilerin makâmlarının yükselmesi
için de olabilir.328 Değişik zamanlarda ve dünyanın muhtelif bölgelerinde şefaat hakkındaki yanlış düşünceler, Allah’ın zâtı ve sıfatları
hakkındaki bilgi eksikliğinden doğmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm müşriklerin ve bilgiden yoksun olanların yanlış şefaat düşüncelerini yalanlıyor. Çünkü onların, meleklerin,
peygamberlerin, velilerin ve diğer kimselerin Allah’ın dışında şefaat edebilecekleri düşünceleri ve dolayısıyla onlara gövenip ümit
bağlamaları tamamen yanlıştır.
Şâyet şefaat hakkı bunlara verilecek olsa bile bu ancak Allah’ın isteğiyle olacaktır. Durum böyle olunca Allah’tan başka kimseye duada
bulunmak veya aracı koymak yanlıştır, anlamsızdır. Çünkü aracı koyulan ve duada bulunulan kimseler kendilerini kurtarmaktan bile
acizdirler. Kendileri için dahi istediklerini yapmaya kadir değillerdir. Şefaati umulan zâtlara önceden şefaat yetkisi verilmemiştir ki
başkalarına yapacakları şefaat garanti olsun. - ‫ ق هلل الشفاعة جميعا‬-‫أم اتخذوا من ىون هللا شفعاء ق اولو كانوا ال يملكون شيئا وال يعقلون‬
“Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetirmezler ve akıl erdirmezlerse de mi (şefaatçi
olacaklar)? De ki: Bütün şefaat Allah’ındır.”329
Bu âyet bize şunu bildirmektedir: Hiç kimse kendiliğinden Allah’ın önünde ayağa kalkıp şefaat etmeye cesaret edemeyecekir. Ancak
Allah kime izin verir ve kimin hakkında şefaat edilmesini isterse, ancak o ölçüde şefaat yetkisine sahip olabilir.
Günümüzde olduğu gibi bazı kimselerin müridlerine verdikleri şefaat teahhüdü ve müridlerin de onlara garanti ile ümit beslemeleri
tamamen boş, hayal ve kuruntudan başka bir şey değildir. َ‫“ فَلَنَ ْ ََ لَنَّ الَّذينَ ارْ ِس َ اِلَ ْي ِه ْم َولَنَ ْ ََ لَنَّ ْالمرْ سَلين‬Elbette kendilerine peygamberler
319
Yunus, 10/3.
Meryem, 19/87.
321
Enbiya, 21/28.
322
Taha, 20/109.
323
Necm 53/26.
324
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’ân.
325
Buhârî.
326
Buhârî.
327
Buhârî.
328
Buhârî, Müslim.
329
Zümer, 39/43-44.
320
56
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------gönderilenlere de, gönderilen peygamberlere de soracağız.”330
Allah (c.c.) ümmetleri sorguya çekeceği gibi peygamberleri de tebliğ yapıp yapmadıklarına dair sorguya çekecektir. ‫ْض‬
َ ‫َولَوْ تَقَ َّو َل َعلَ ْينَا بَع‬
َ‫مين ث َّم لَقَطَ ْعنَا ِم ْنه ْال َوتين‬
ِ َ‫“ ْاالَقَاوي ِ َالَخَ ْذنَا ِم ْنه بِ ْالي‬Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kuvvetle yakalardık, sonra
onun can damarını koparırdık.”331
Şefaati ucuza satanların dikkatlerini bu âyetlere çekmek isterim: ‫ون‬
ِ ‫ئَاَتَّ ِخذ ِمنْ ىونِه الِهَةً اِنْ ي ِرى ِْن الرَّحْ من ِبل ٍّر َال ت ْغ ِن َعنّى َشفَاعَته ْم ش َْيًَ ا َو َال ي ْنقِذ‬
“O’ndan başka ilâhlar edinir miyim acep? Eğer çok esirgeyen Allah, bana bir zarar vermek dilese, onların şefaati bana hiçbir fayda
ّ َ‫َّمواتِ َالت ْغنى َشفَاعَته ْم ش َْيًَ ا اِ َّال ِمنْ بَ ْع ِد اَنْ يَاْ َذن‬
sağlamaz ve (onlar) beni kurtaramazlar.”332 ‫هللا لِ َمنْ يَشَاء َويَرْ ضى‬
َ ‫“ َو َك ْم ِمنْ َملَكٍ فِى الس‬Göklerde nice
melekler var ki onların şefaati hiçbir işe yaramaz. Ancak Allah dilediği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olabilir.”333
‫وات عليهم نبا ابراايم اذ قال البيه وقومه ما تعبدون قالوا نعبدوا اصناما فنظ لها عاكفين قال ا يسمعونكم اذ تدعون او ينفعونكم او يلرون قالوا ب وجدنا اباءنا كذلك يفعلون‬
‫قال أفرءيتم ما كنتم تعبدون انتم واباؤكم االقدمون فانهم عدو لي اال رب العالمين الذ خلقنى فهو يهدين والذ او يطعمنى ويسقين واذا مرضت فهو يشفين والذ يميتنى ثم يحيين‬
38-96=‫ الشعراء‬-‫والذ اطمع أن يغفر لى خطيئتى يوم الدين رب اب لى حكما والحقنى بالصالحين‬
“(Rasûlüm!) Onlara İbrahim'in kıssasını da naklet. Hani o, babasına ve kavmine, neye tapıyorsunuz? demişti. Birtakım putlara
taparız da onlar sayesinde toplanırız dediler. İbrahim peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı? Veya size fayda veya zararları
olur mu? Yok, dediler, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk. İbrahim dedi ki: İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun, neye
taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü? Hep onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur). O ki, beni yaratan
ve bana doğru yolu gösterendir. Beni yediren, içirendir. Hastalandığım zaman bana O, şifâ verir. O ki, benim canımı alacak, sonra
diriltecektir. Ve hesap günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur. Ya rab! Bana hikmet (hüküm) ver ve beni iyiler (zümresin)e kat.”334
Başkasına değil, yalnızca Allah’a ibadet etmenin nedeni, insanın Allah ile ilişkisinin yalnızca dünya hayatı ile sınırlı olmayıp
ölümünden sonraki hayata da uzanmasıdır. Kendisini vareden aynı Allah, bir gün onu çağırır ve dünyadan ayrılıp O’na dönüşü engelleyecek
hiçbir güç de yoktur. Hiçbir ilaç, hiçbir doktor, hiçbir sahte ilâh, insanı dünyadan alan ele yetişemez. O gün herkes, Allah’ın mahkemesine
çıkacak ve onun hükmüyle yargılanacaktır. O gün tek hâkim de yalnızca Allah’tır ve kimse hükmünde O’na hiçbir şekilde ortak olamaz.
Affetmek veya cezalandırmak bütünüyle Allah’ın elindedir.
Dünyada şefaatçi kabul edilenlerin tümü, affedilmeleri için, Allah’ın rahmet ve lütfunu umacaklardır.
Bu gerçekler karşısında, Allah’tan başkalarına ibadet eden bir kişi, kendi felaketini kendisi hazırlıyor demektir. İnsanın, dünyada ve ahirette
hayatını elinde tutan Allah’tan yüz çevirip yardım ve destek için bu noktada, bütünüyle güçsüz olanlara yönelmesinden daha büyük bir
talihsizlik olamaz.
İşte bu şekilde İbrahim’in babası ve milleti taptıklarına tapmaya devam ettikleri müddetçe inancıyla onlardan ayrılmasına, onların
ilâhlarına ve inançlarına karşı, hem kendisinin hem de milletinin eski ataları olmalarına rağmen, düşmanlığını açıkça ilan etmekten
çekinmemiştir! Kur’ân böylelikle mü'minlere de öğretiyordu ki, inanç konusunda ne millete ne de babaya hoş görünmek yoktur. En başta
gelen bağ, inanç bağıdır ve en başta gelen değer imân değeridir. Bunların dışında kalan bütün bağlar ona bağlıdır. Onlar neredeyse bunlar da
oradadır.
Bu kadar âyet ve hadisten şu sonuç ortaya çıkar. Allah’ın izni olmadan bütün melek, peygamber ve veliler bir araya gelseler ve bir
kimseye şefaat etmeye kalkışsalar yine Allah’ın izni olmadan hiçbir faydası olmayacaktır. Bazı kesimlere şaşmamak elde değildir. Çünkü
onlara göre şefaat ve şehadet kavramlarının içi boşaltılmış olduğu bir zaman ve zeminde herkes şehid ve şefidir. Amma tüm ilgili âyet ve
hadislerden şehadet ve şefaatin basit şeyler olmadıklarını anlamaktayız. Dolayısıyla herkes şehid olamayacağı gibi herkes şefi de olamaz.
Rabbim bizlere şehadeti ve şefaati ihsan eylesin.
KIYAMET ALÂMETLERİ
Kıyamet alâmetleri küçük ve büyük alâmetler olmak üzere ikiye ayrılır.
a) Küçük Alâmetler
Peygamberimiz (s.a.v.)’in bazı hadislerinden çıkarılan hükümlere göre şu durumlar kıyametin küçük alâmetlerini bildirmektedir.
1. Erkeklerin hanımlarına uyup, anne ve babalarına isyan etmeleri.
2. Güvenilir kimselerin azalması.
3. Çalgı ve oyun aletlerinin çoğalması.
4. Büyük ve yüksek binaların yapılması.
5. Zenginlere iltifat ve itibar edilmesi.
6. Cimriliğin artması.
7. Zekât vermenin ağır bir yük olarak görülmesi.
8. Herkesin kazanmadığından ve geçimsizlikten şikâyetçi olması, kanaatin ortadan kalkması.
9. İnsanlarda sevgi ve şefkatin azalması.
10. Hakkın tepki görüp, haksızlığın ise desteklenmesi.
11. Zinanın ve livatanın çoğalması.
12. Haram işlemeyi kolaylaştıracak yolların artması.
13. Günah işlemeye meyledilmesi.
14. Kadınların işi iyice azıtacak olması.
15. İbadetlerin ayıp sayılarak, ibadet edenlerin hor görülmesi.
16. Adam öldürme ve fitnenin çoğalması.
17. Bid’atların çoğalıp sünnetin unutulması.
18. Kadından haya, hâkimden adaletin kalkması ve yeryüzünde bereketin azalması.
19. İslâmın gerçek ruhu ve ilim mefhumunun ikinci plana atılması.
20. Dünyanın her bölgesinde zalim ve zorbaların çoğalıp haksız kazancın yaygınlaşması.
21. Günahların iyi, ibadetlerin kötü gösterilmesi.
22. Günümüzde olduğu gibi dolandırıcılar, tefeciler ve gayri meşru yollarla cebini dolduran üç kağıtçıların iyi görülüp bunlara
rağbetin artması.
23. Doğru söyleyenlerin baştan kovulmaya çalışılması.
24. Faizin normal görülüp, alışverişlerde kulanılması.
25. İmânı kalpte tutmanın, kor ateşi ele almak gibi zor olması.
26. Sonra gelen nesillerin, öncekilere (geçmişlerine) sövüp sayması.
330
A’raf, 7/6.
Hakka, 69/44-45-46.
332
Yasin, 36/23.
333
Necm, 53/26.
334
Şuara, 26/69-83.
331
57
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------27. Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm ile hükmetmenin ayıp sayılıp, günümüzde olduğu gibi artık çağdaş olalım, karanlığı ve gericiliği
bırakalım gibi sözlerin çok işitilmesi.
28. Yüce Allah’ı ve âyetlerini, açıkça inkâr edip buna herkesin seyirci kalması.
29. Görevlerin ehil olmayanlara verilmesi.
30. Dinî ve ilmî vezifelerin lâyık olmayana verilmesi.
31. Âlimlerin günah işleyenlerden, ibadet edenlerin de cahillerden olması.
32. Camilerin çokalıp süslenmesi.
33. Din ve sultan birbirinden ayrılması.
34. Dinî kavramların lafta kalması.
35. İrtidadın (dinden çıkma) çoğalması.
36. Fitnelerde en çok gençlerin rol alması.
37. Emniyet ve güvenin kalmaması.
38. Fitnenin girmeyeceği evin kalmaması.
Ebû Hureyre’den gelen bir rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Depremler çoğalmadıkça, zaman kısalmadıkça, fitne
açığa çıkmadıkça, öldürme hâdiseleri çoğalmadıkça, insanlar yüksek, binaların inşasında yarış etmedikça kıyamet kopmayacaktır.”335
Abdullah b. Amr tarafından rivâyet edilen bir hadiste kıyamet alâmetleri, bir ipe dizilmiş bulunan boncukların, ipin kopmasıyla birbirini
takip etmesi gibi peş peşe gelecekleri ifade edilir. İşte bu alâmetlerin bir kısmı yukarıda sıraladığımız gibi peş peşe zuhur etmiştir. Burada
şunu açıklamakta yarar olacağının kanaatındayım. Kıyamet alâmetlerinin mevcudiyeti hakkında yapılan tartışmamın bir imân esasına dayalı
olmadığı bir gerçektir. Çünkü Kur’ân’da, hadis kitaplarında sırayla anlatıldığı gibi olayların teker teker belli bir sıra halinde ortaya
çıkmasının ardından kıyamet kopacağına dair bir açıklamanın gözükmediği herkesçe bilinmektedir. Bazı ilim erbabına göre kıyamet
alâmetleri için rivâyet edilen hadislerin ahad kategorisinde oldukları bilinmektedir. Diğer taraftan bu alâmetlere delil gösterilen âyet ve
hadislerin hepsi müteşâbih olduğundan dolayı bu konu yoruma açıktır.
b) Büyük Alâmetler
Kıyametin büyük alâmetleri ise şunlardır:
1. Mehdi’nin zuhûr etmesi.
2. Decalin hurucu (çıkışı).
3. İsa’nın nüzûlü.
4. Ye’cüc ve me’cüc’ün zuhûr etmesi.
5. Dabbetü’l A-rz’ın çıkışı.
6. Ve son olarak ta güneşin batıdan doğması.
KAZA VE KADERE İMÂN
İmânın rükünlerinden birisi de kadere inanmaktır. Kader sözlükte, ölçme, takdir etme, şeklillendirme gibi manalara gelir. Istılahta ise
kader, kıyamete kadar dünya üzerinde vuku bulacak herşeyin daha evvel Allah tarafından bilinip ümmü’l-kitab’a yazılmasıdır.
Kaza ise: Allah tarafından önceden takdir edilen şeyin takdire uygun olarak meydana gelmesidir. Bu sebeble kader ile kaza arasında tam
bir uygunluk bulunmaktadır. Kader bir plan kaza ise plana uygun olarak yapılan iştir, denilebilir.
Olmuş ve olacak herşey Allah’ın takdiri iledir. Bu İslâm’ın esasları arasındadır. Çünkü Allah’ın ilmi herşeyi kuşatmıştır. Kadere imân
Kur’ân, sünnet ve icma ile sabittir. Kaderle ilgili bazı ayertlerden şu örnekler verilebilir. ‫َار‬
ٍ ‫“ َوك ُّ ش َْى ٍء ِع ْندَه ِب ِم ْقد‬Allah katında herşey bir ölçü
iledir.”336 ‫هللا َيسي ٌر‬
َ ‫ب ِمنْ قَ ْب ِ اَنْ نَب َْراَاَا اِنَّ ذ ِل‬
ٍ ‫ض َو َال فى اَ ْنف ِسك ْم اِ َّال فى ِكتَا‬
َ ‫ص‬
َ َ‫“ َما ا‬Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız
ِ ّ ‫ك َعلَى‬
ِ ْ‫اب ِمنْ مصي َب ٍة ِفى ْاالَر‬
hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (levh-i mahfuzda) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.”337
ّ ‫هللا فِى الَّذينَ خَ لَوْ ا ِمنْ قَ ْب َو َكانَ اَ ْمر‬
ّ ‫ض‬
‫هللاِ قَدَرً ا َم ْقدورً ا‬
َ ‫“ َما َكانَ َعلَى النَّبِ ِّى ِمنْ َح َرجٍ في َما فَ َر‬Allah’ın kendisine farz kıldığı şeyleri yerine getirmesi
ِ ّ َ‫هللا لَه سنَّة‬
konusunda Peygamber’e herhangi bir vebal yoktur. Daha önce gelip geçen (peygamberler) hakkında da Allah’ın adeti (kanunu) böyle
ّ ‫َب‬
idi. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.”338 َ‫هللا فَ ْليَت ََو َّك ِ ْالمؤْ ِمنون‬
َ ‫“ ق ْ لَنْ يصيبَنَا اِالَّ َما َكت‬De ki: Allah’ın
ِ ّ ‫هللا لَنَا ا َو َموْ لينَا َو َعلَى‬
ّ َ‫“ َواِنْ يَ ْم َسسْك‬Eğer Allah sana
bizim için yazdığından başkası bize asla erişemez.”339 ‫ك بِخَ ي ٍْر فَه َو عَلى ك ِّ ش َْى ٍء قَدي ٌر‬
َ ‫هللا بِلرٍّ فَالَ كَاشِفَ لَه اِالَّ ا َو َواِنْ يَ ْم َس ْس‬
bir sıkıntı veririse, O’ndan başka hiç kimse onu gideremez. Sana bir iylik verirse, kuşkusuz o, herşeye gücü yetendir.”340
‘’…Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını (yazgısını) tayin eden Allah, yüceler yücesidir.’’ 341
Burada görüldüğü Allah’ın takdiri olmadıkça insanlar topluca birisine ne bir yarar nede bir zarar getirmeye güçleri yetmez.
Kaza ve kadere imânla ilgili birçok hadis olmakla birlikte, özellikle Müslim, Ebû Dâvûd, İbn Mâce’nin rivâyet ettikleri meşhur “Cibrilin
hadisidir” kadere imânın, imân esasları arasında yer aldığını beyan edilmektedir. Kader konusunu fazla tartışmak pek uygun olmadığını
Allah Rasûlü’nün şu uyarısından anlıyoruz. Kaderi tartışan sahâbeleri uyararak: “Siz bununla mı emrolundunuz? Ya da ben bunun için mi
gönderildim? Şunu iyi biliniz ki, sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara daldıklari için helak olmuşlardır.” 342
Her ne kadar Kur’an da kader ve kaza konusu açık bir şekilde zikredilmemiş ise de fakat bu konuda hadis kitaplarında saihih
hadisler bulunmaktadır. Örneğin ‘’Allah Resülü(s.a.v.) Cebrail’in ‘’İman nedir’’ sorusuna cevaben şöyle buyurmuştur. ‘’İman
Allah’a , onun meleklerine,, kitabına, onun peygamberlerine, ölümden sonraki hayata ve kadere inanmaktır.’’343 Yine Müslimde
geçen bir rivayette de Yahya b. Ya’mer Abdullah b. Ömer’e ‘’kader yoktur, her şey burada başlar ve biter’’ diyenler hakkındaki
görüşünü soruyor ve o da ‘’İman Allah’a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerin ve kıyamet gününe inanmaktır, kadere
kadere, hayrına ve şerrine de inanmaktır’’ diye cevp veriyor.
Kader Konusuna İki Yönden Bakmak Gerekir:
a) İnsan iradesine bağlı olmayan olay ve hâdiseler. Buna icbari kader de denir. Meselâ, dünyaya gelişimiz, ne zaman öleceğimiz,
cinsiyetimiz, ırkımız, rengimiz, fiziki yapımız, nerde ve nasıl öleceğimiz gibi, kısaca insan iradesi dışında gelişen şeyler kaderin bu yönünü
oluşturur.
335
Buhârî, Müslim.
Ra’d, 13/8.
337
Hadid, 57/22.
338
Ahzab, 33/38.
339
Tevbe, 9/51.
340
En’am, 6/17.
336
341
Furkan, 25/2
342
Tirmizî, Kader.
343
Müslim, İman
58
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------b) İnsan iradesiyle (cüz-i ihtiyar) gelişen işler. Bunada ihtiyari kader de denir. Meselâ, yeme-içme, bir işi yapıp yapmama, günah veya
sevap işleme, alıp satma ve evlenme-boşama gibi birçok iş bu kısımdandır. İnsan kendi iradesiyle işlediği herşeyden sorumludur.
Çünkü ezelde insan özgürlüğünü almıştır. Allah (c.c.) insana seçim hakkını irad etmiş ve yapıp yapmama hüriyetine sahip kılmıştır.
Allah (c.c.), sebebleri yarattığı gibi müsebbipleri de yaratmıştır. Sebeblere tutunmak kadere aykırı değildir. Aksine kaderin
kendisindendir. Allah Rasûlü, “sebeplere tutunmak, Allah’ın kaderindendir” buyurmuştur. İbni Abbas’ın nakline göre Şam’da veba hastalığı
yayılınca, Hz. Ömer (r.a.) sahâbeyle istişare yaptıktan sonra herkes devesinin üzerine sabahlayarak Şam’a girmemeye ve beraberindekilerle
geri dönmeye karar verdiler. Bunun üzerine Ebû Ubeyde şöyle dedi: Allah’ın kaderindenmı kaçacaksınız? Ömer dedi ki: Evet keşke bunu
senden başkası söyleseydi. Biz Allah’ın kaderinden yine onun kaderine kaçıyoruz.344
Hz. Peygamberin yıkılmak üzere olan bir duvarın yanından hızla uzaklaştığını gören biri: “Allah’ın kazasından mı kaçıyorsun?” diye
sorunca, Allah Rasûlu: “Evet Allah’ın kazasından kaderine kaçıyorum” şeklinde çok anlamlı bir cevap vermiştir.
Allah Teâlâ ilk önce kalemi yarattı ve ona dedi ki: Yaz! Kalem, ey rabbim ne yazayım, dedi. Buyurdu ki: Kıyamete kadar gelecek
herşeyin kaderini yaz. Ubade bin Samit ölüm döşeğinde iken şöyle dedi: “Yavrucuğum ben Rasûlullah’ın şöyle dedidiğini işittim: “Bu
itikadın dışında ölen bizden değildir.”345
İnsanlar arasında kaza ve kadere inanıp en çok tedbir alan Allah Rasûlü olmuştur. Kadının biri Peygamberimize gelerek: “Benim devem
uyuz olmuş, ne kadar dua ediyorsam da faydası olmuyor diye şikâyette bulunmuş. Allah Rasûlü “duana birazda katran kat” (râvisi mechul)
diye mukabelede bulunmuştur.
Meselâ, savaş durumlarında, ordu hazırlamış, keşif ve gözlemciler göndermiş, zırh giymiş, başına miğfer geçirmiş, Medine çevresinde
hendekler kazdırmış, Habeşistan’a hicret için izin vermiş ve kendisi de hicret etmiş, hicret yolunda gereken tedbiri almiş, Medine’ye
giderken yolunu değiştirmiş, mağarada saklanmış, yol azığını almış ve geride kalan ailesinin bir yıllık ihtiyaçlarını depolamıştır. Peygamber
Efendimiz: “Devenizi iyice bağlayın sonra Allah’a tevekkül ediniz.”346 buyurmuştur.
Ashaptan bir kişi düşmanına mağlup olmuş ve hasbunallah “Allah bana yeter” deyince Allah Rasûlü ona kızarak: “Muhakkak Allah
acze düşmeyi hoş karşılamaz. İnsan takatını ve gücünü tam kullandıktan sonra Allah’ın kaderini özür olarak gösterip bu kaderdir, diye bilir.”
buyurmuştur.
Allah Rasûlü bu güzel davranışlarıyla bizlere en iyi örnektir.
Herkes yaptığı iyliklerin mükâfatını, kötülüklerin de cezasını görür. Hiçbir zaman kişi başına gelip-geçen olumsuz şeyleri, Allah’a isnad
edemez. Ne yapayım Allah kaderimde böyle yazmıştır deyip işin içinden çıkamaz. Çünkü Allah, onun bütün yapacaklarını gördükten sonra
kaderini yazmıştır. Allah’ın ezelî yazısıyla kulun bugünkü işlemiş olduğu, vakıaların tarihi aynıdır.
Hulasa, Allah katında dünyanın başıyla sonu birdir. Zaman, tarih, mevsimler, gece-gündüz insan için geçerlidir. Bundan dolayı insan
ihtiyarını (iradesini) kullanarak yapıp yapmamakla muhayyerdir. Allah yazdı diye kul bir işi yapmıyor bilakis Allah, kulun yapacağını ezelde
gördükten sonra yazmıştır. Bu sebeple mesuliyet insana aittir. Meselâ; dünyada mü’min olarak yaşayacak bir kimse hayır ve güzel amel
işlerse cenneti kazanacak, aksine başka bir kimsede dünyada inançsız olarak yaşayacak kendi iradesiyle kötülükler yapacaksa cehennemi
kazanacaktır. Allah (c.c.) kulun iradesini kullanıp çalışmasına göre karşılığını verir. İnsan kaderi sebep ve gerekçe göstererek yapmış olduğu
günah ve yanılgıları Allah’a isnad etmekle kedini kurtaramaz ve bu hakka da sahip değildir.
Hasan Basrî (r.a.) Hz. Hasan (r.a.)’a kader hakında bir soru mektubu yazmış, Hz. Hasan (r.a.): “Kim Allah’ın kaza ve kaderine, hayr ve
şerrine imân etmezse kâfir olur. Kim ki günahını Allah’a hamlederse facir olur. Allah’a zorla itaat edilmez. Kim ki halkı sevaba zorlarsa
zorlananın sevabı düşmüş olur. Aksine günaha zorlarsa zorlananın günahı zorlayana aittir. Eğer görevini ihmal ederse bu da iktidarsızlıktır.
Ancak onlar için ona gayb olan meşiyettir” diye cevap vermiştir.
İmam Şâfiî (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Bilgiyi kanıtsız olarak talep eden kimse, geceleyin odun toplayana benzer. Sırtında taşıdığı odun
demetinin içinde bir engerek yılanı vardır. Yılan kendisini soktuğu halde o, bunun farkında değildir.”
Kader Değişebilir Mi?
Kaderi levhi mahfuza yazan Allah bundan değişiklik yapacak olanda odur. Allah kulun dünyadaki iradesiyle çalışıp kazandığını istek ve
arzularına uyarak işlemiş olduğu fiillerini görür ve ona göre hayat projesini çizer. Bunu sabit bırakıp cezada verebilir veyahut silip
ّ ‫“ يَ ْمح‬Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit kılar”347
affedebilir. Kader değişir diyenlerin delili Kur’ân’da ki ‫ب‬
ِ ‫واهللا َمايَشَاء َوي ْثبِت َو ِع ْندَه ا ُّم ْال ِكتَا‬
ayetidir. Sünnetten delil ise şu hadisi şeriftir. “Sılayı rahim, güzel ahlâk ve iyi komşuluk ömürleri uzatır ve meskenleri tamir eder.”348
BİD’AT
Bid'at sözlükte, geçmiş bir örneği olmaksızın yeni icat, demektir. Âyette geçen ‘bedi’ veya ‘bid’an’ kelimeleri bu anlamdadır. Rağıb elİsfahani’ye göre ‘bid’at, kişnin şeriatın sahibine, şeriatın öğretilerine ve sağlam ölçülerine aykırı olarak söylediği ve yaptığıdır.’349
Bid’at; ıstılahi manada, Peygamberimizin ve ashabı kiram dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hatta bir benzeri olmayan
ve İslâm’da olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibadet kabul edilen görüş ve ameller, sünnete aykırı davranışlardır. Bid’at dini eksik
görüp ilave yapmak demektir. Allah (c.c.) ‫االس َْال َم ىينًا‬
ِ ْ ‫“ اَ ْليَوْ َم اَ ْك َم ْلت لَك ْم ىينَك ْم َواَ ْت َم ْمت َعلَيْك ْم نِ ْع َمتى َو َرضيت لَكم‬Bugün size dininizi ikmal ettim, nimetimi
üzerinize tamamladım ve size din olarak İslâm’a razı oldum.”350 buyurarak dinin eksiksiz ve tam olduğunu bildirmektedir.
Allah Rasûlü (s.a.v.) bid’atla ilgili şöyle buyurmuştur: “Benim ve raşid halifelerimin sünnetine bağlı kalın ve temessük edin. Her yeni
icatlardan sakının. Muhakkak (dinle alakalı) her yeni icad bid’attir ve her bid’at ise dalalettir ve her dalalette ateştedir.”351
İmam Nevevî Tezkire’de bid’at ehlinin bir özeliğini şöyle açıklıyor: “Dünyada nerede bir bid'atçı varsa o mutlaka hadis ehline kin
besler. Kişi bid’ata saplanınca hadisin tadı onun kalbinden çıkar.” Sufyan-ı Sevrî bid’ati çok manidar şu cümleyle tarif ediyor: “Bid’at şeytan
için her günahtan daha sevimlidir. Çünkü günahtan dolayı tevbe her zaman sözkonusu olabilir, fakat bid’at ibadet kabul edildiği için tövbe
edilmesi akla bile gelmez”352
İmam Evzaî şöyle demiştir: “Bid’atların açıkça işlendiği bir dönemde âlimler, müdahalede bulunmazsa o zaman bid’atlar sünnete
dönüşmüş olur.”
Bir kişinin İmam Şâfiî'ye bir fetva sormasına cevaben İmam “Allah Rasûlü’nün şöyle dediğini söyler, o kişi ya senin görüşün nedir,
sorusu üzerine İmam kızarak o adama sen beni kilisede mi sanıyorsun yoksa belimde zünnar mı görüyorsun? Ben Allah Rasûlü’nün şöyle
dediğini söyluyorum sen hala benim görüşümü soruyorsun.” der.
344
Buhârî, Müslim.
Ebû Dâvûd.
346
Tirmizî.
347
Ra’d, 13/39.
348
Ahmed b. Hanbel.
349
el-Mufredat, be-de-a maddesi.
350
Maide, 5/3.
351
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî.
352
Beğavî, Şerhu’s-Sunne.
345
59
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Huzeyfe b. el-Yemani’nin rivâyet ettiği bir hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah, bid’at sahibinin orucunu,
namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardım), şehadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm’dan
çıkar.”353 Abdullah b. Abbas (r.a.)’dan rivâyet edilen bir hadiste şöyle buyurulur: “Allah, bid’at sahibinin amelini, bid’atından vazgeçinceye
kadar kabul etmez.”354
Bid’atlerin Bazı Tehlikeleri
a) Bid’at, Allah ve Rasûlü’nün izin vermedikleri şeyleri dinde varmış gibi şeriat olarak göstermektir. “Bazı kavimlere ne oluyor da
benim işlediğim şeylerden sakınırlar. Allah’a yemin ederim ki Allah’tan geleni onlardan daha iyi bilir ve onlardan daha fazla Allah’tan
korkarım.”355
b) Bid’atçiler sünnet ve sünnet ehlinden hoşlanmazlar.
c) Bid’atçilerin amelleri merdut ve geçersizdir. Nitekim Hz. Âişe (r.)’dan rivâyet edilen bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: “Her kim bizim bu işimizde (dinimizde) ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o red edilip geri çevrilir.”356
d) Bid’at ehlinden genelde tevbe sözkonusu olmaz. Enes b. Mâlik’ten rivâyet edilir ki Allah Rasûlü (s.a.v.): “Şüphesiz Allah bid’atinden
vazgeçinceye kadar, her bid’at sahibinin tevbe etmesini engellemiştir.”357 buyurmuştur.
e) Bid’atçi sünnete muhalefet sebebiyle fitnenin içine düşer. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bana Kur’ân ve onunla beraber
(onun gibisi) sünnet verildi. Yakında karnı tok ve koltuğuna yaslanmış birileri çıkar “size bu Kur’ân yeter, onda neyi helâl bulursanız onu
helâl kabul ediniz, onda neyi haram bulursanız onu haram biliniz” diyecek kimseler çıkacak. Şunu iyi biliniz ki Allah Rasûlü’nün haram
kıldığı Allah’ın haram kıldığı gibidir.”358
f) Bid’atçi olan bir kimse hem kendisi hem de kendisine uyanların günahını yüklenir. Ebû Saîd el-Hudri’den gelen rivâyete göre Allah
Rasûlü (s.a.v.) ahirette havzın başında şöyle buyurur. “Şüphesiz havzımdan su içmek için gelenlerin bir kısmına engel olunacaktır. Ben,
onlar benim ümetimdendir, diyeceğim. Bana; senden sonra ne ortaya çıkardıklarını bilmezsin, diyecekler. Bunun üzerine ben; benden sonra
(dinimi ve sünnetimi) değişikliğe uğratan kimseler benden uzak dursun, benden uzak dursun, diyeceğim.”359
g) Bid’at, ümmetin birliğini dağıtır, vahdetini parçalar ve saflarını böler. Bunu yapanların durumunu ise Allah Teâlâ şu buyruğu ile
ّ ‫“ اِنَّ الَّذينَ فَرَّقوا ىينَه ْم َوكَانوا ِشيَعًا لَسْتَ ِم ْنه ْم فى ش َْى ٍء اِنَّ َما اَ ْمرا ْم اِلَى‬Dinlerini parça parça edip, fırka fırka ayrılanlar
anlatmıştır. َ‫هللاِ ث َّم ينَبِّئه ْم بِ َما كَانوا يَ ْف َعلون‬
var ya! Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.”360
h) Bid’at peygambere olan sevgi ve bağlılığı yok eder ve Allah’ın sevgisinden mahrum bırakır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
ّ ‫هللا َويَ ْغفِرْ لَك ْم ذنوبَك ْم َو‬
ّ ‫هللا فَاتَّبِعونى يحْ بِبْكم‬
‫هللا غَفو ٌر َرحي ٌم‬
َ ّ َ‫(“ ق ْ اِنْ ك ْنت ْم ت ِحبُّون‬Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi
sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayıcı, esirgeyendir.”361
Bir şeyi sevmek onu başkasına tercih etmekle olur. Yoksa o sevgi samimiyetten yoksun kalır. Allah Rasûlü’nü sevmenin alâmetleri
şunlardır. Ona iktida etmek, sünnetini işlemek, söz ve fiillerine tabi olmak, emirlerine itaat etmek, nehy ettiği şeylerden sakınmak, genişlikte
ve darlıkta onun adaplarıyla edeplenmektir. Buna şahit olarak ta Al-i İmran 31 âyeti vardır. İçkiden dolayı had edilen bir kimseye bazıları
lanet ederken Allah Rasûlü “Ona lanet etmeyin çünkü o Allah’ı ve Rasûlü’nü seviyor.”362 Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) şöyle der: “Sünneti kast
etmek bid’atta içtihad etmekten hayırlıdır.”
Hz. Ömer’in taş hakkındaki sözü bir örnektir.363 Peygamberi sevmek onun yolunda gitmek, onun sünnetini yaşayıp ve yaşatmak, onun
getirmiş olduğu dinini bid’at, hurafe ve gelenekten arındırmakla gerçekleşir. Peygamberi sevmek kutlu doğumunu tertiplemek, mesnetten
yoksun, bid’at ve hurafe dolu mevlid okutmak, şenlik yapmak, resmi bayramlar andıran tören ve merasimlerle süslemek, Peygamberin
yaşantısıyla uzaktan yakından alakası olmayan kimselerle meydanlarda gösteri ve şöhret amaçlı geceler düzenlemek gibi İslâmî olmayan
hatta siyasi yatırımlar maksatlı bir dizi bid’at ve hurafeler bulunmaktadır. Peygamberi sevmek onun yolunu takip edip sünnetini hayata
geçirmekle gerçekleşir. “Kim ki bana iktida ederse bendendir, kim ki sünnetimden burun dikerse benden değildir.”364 “Ümmetimin fesada
gideceği sırada sünnetime temessük edene yüz şehit derecesi vardır.”365 “Sünnetimle az amel bid’atle yapılan çok amelden hayırlıdır.”366
buyurulmaktadır.
Allah Rasûlü (s.a.v.) bid’at çıkaran kimsenin Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetini celbedeceğini beyan etmiştir.367 Bu
hadiste cemaati rahatsız eden, itaati terk edip başkaldıran, bid’ati sünnete tercih eden kimseden Allah ve Rasûlü’nün uzak olduğu ima
edilmiştir. Kitab ve sünnet esasına dayanmayan herşey merdut, yani kabul edilemez niteliktedir. Böyle bir şey dinden sayılmaz ve batıl
olarak adlandırılır. Bu husus, Peygamberimiz'in bir başka hadisinde daha net bir biçimde anlaşılmaktadır. Çünkü orada, sonradan ortaya
çıkarılan herşeyin bid’at, her bid’atın da dalalet, sapıklık olduğu beyan buyurulmaktadır. Bid’at, Kur’ân ve sünnete dayalı bir temeli ve bu
yönde ümmetin uygulaması bulunmayan şeydir. Daha dindar olabilmek veya öyle görünmek için Kur’ân’da ve Allah Rasûlü’nün sünnetinde
bulunmayan birtakım ibadetler veya Allah’a yakın olmaya vesile sayılabilecek bazı ameller ortaya çıkartan kimseler daha dindar değil, dine
ilavelerde bulunan bid’atçılardır. Dinimiz, ferdin ve toplumun yararına olan şeyleri yasaklamamıştır. Helâlleri ve haramları açıklamış, icma,
kıyas ve içtihadı serbest bırakarak, Kur’ân ve sünnetin naslarına aykırı olmamak şartıyla, kıyamete kadar ortaya çıkabilecek her konuya
içtihadla karar verme imkânı, yetki ve selahiyetini âlimlere ve onlara başvuracak yöneticilere bırakmıştır.
Bazı Bid’atlere Örnekler
Meselâ Rasûlullah’a salât ve selâm, Allah’ın emridir. Ama Rasûlullah’ı anmak için dinî törenler yapmak, mevlid okumak veya
okutmak, berat ve kandil gecelerini tertipleyip İslâm’da olmayan şeylerle ihya etmek kimin emridir? Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua
etmek sünnette vardır. Ama ölüler için mevlid okutup kırkıncı, elli ikinci geceleri tertip etmek İslâm’ın hangi hükmüne dayalıdır?
Allah için sadaka, zekât ve fitre vermek Allah’ın emri gereğidir. Ama ölen birisi için mahalle veya köy halkından altın toplayıp
353
İbn-i Mâce, Mukaddime.
İbn-i Mâce, Mukaddime.
355
Buhârî, Edeb.
356
Buhârî, Müslim.
357
Ebû Şeyh.
358
Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce, Hatib Tebrizi.
359
Buhârî, Müslim.
360
En’am, 6/159.
361
Al-i İmran, 3/31.
362
Buhârî, Hudut.
363
Buhârî, Hac, Müslim, Hac.
364
Buhârî, Nikâh, Müslim, Nikâh.
365
Mecmeu’l-Zevaid, 1/172; Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebir, 10/212.
366
Kenzu’l-Umal.
367
Buhârî, el-İ’tisam.
354
60
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------başkasının malıyla fakirleri aldatıp bir kg. altın gösterip yerine 20–30 tl vererek iskatı devir etmek ve bununla ölünün ibadet (namaz, oruç ve
yemin) borcunu düşürme töreni kimin emridir ve dinin kabul edebileceği hangi hükme girer?
Kabristana gidip oradaki ölülere dua etmek dolayısıyla ölümü hatırlamak sünnettir. Ama oradaki ölülerden şifa, medet, evlat gibi maddi
ve manevi yardım beklemek dinin hangi esasına dayanabilir? Hasta olan kimseye dua etmek veya doktora götürmek sünnettir. Ama şifa için
hastaya tas, daire kurmak ve bu metodla cinlerini yakalamaya çalışmak veya boylama yapmak gibi bu hurafeler hangi mantığa sığar?
Nikâh kıymak vaciptir. Nikâhta hutbe okumak sünnettir. Ama nikâh esnasında şifa için çakıyı yere batırmak, kapıyı açıp kapatmak ve el
hareketi yasağı kimin emridir ve hangi akidevî mezhepte vardır? Adına gerek bid’at diyelim gerekse hurafe, birçok yanlış görüş inanç ve
sapık uygulamalar bulunmaktadır. Bunlar ya kasıtlı veya halkın cehaletınden kaynaklanmak üzere günümüze kadar süre gelmiştir. Şimdi
dinimizde yeri bulunmayan batıl ve yanlış uygulamaların bir kısmını izaha çalışalım.
Bazı yörelerdede şifa için çocukları çöplükten geçirmek veya kuşburnu ağacını yarıp hastaları geçirmek, gece dışarda kalmış hayvanları
korumak için bıçağa bir nefesle Şems suresini okuyup kurdun ağzını bağlamak hangi akıl sahibinin kabul edebileceği işlerdir. Bunlar gibi
sayabileceğimiz daha birçok bid’at ve hurafe işlenmektedir. Bu bid’atler din adamlarının gözetiminde ve halen de yapılmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.v): “Dinde olmayıp sonradan dine sokulan her bid’at merduttur” buyurmuştur.368
Diğer bazı bid’at çeşitleri şunlardır: Ezan okunurken köpek havlaması, karga ve baykuş ötmesinin uğursuzluk sayılması. Cincilik,
falcılık, muska yazmak, nazar boncuğu takmak ve kurşun dökmek. Haftanın belli günlerinde işe başlamanın, temizlik yapmanın ve sefere
çıkmanın uğursuzluk sayılması. Geceleri dikiş dikmenin, traş olmanın, tırnak kesmenin, sakız çinemenin uğursuzluk sayılması. Türbelere
çaput bağlamak, para atmak, tatlı dağıtmak ve ölüden medet ve şifa beklemek. Anma törenleri, doğum ve ölüm yıl dönümlerinde kutlama ve
merasimler tertiplemek, kara bayram dedikleri ölümden sonra ilk bayramda ölü yakınlarına keder ve üzüntüyü hatırlatarak yeniden taziyede
bulunmak. Ölü helvası dağıtmak ve ölümün belli bir gününde (gün belirterek) yemek vermek. Camileri altın yaldızlarla süslemek ve
minareleri dikmek gibi birçok bid’at ve hurafe sayabiliriz.
Bid’atın Hasenesi Olur Mu?
Hasene ve seyyie olarak bid’at iki kısma ayrılabilir mi? Bazı insanlar, Hz. Ömer’in “ne güzel bid’at” sözünü esas alarak bid’at-ı
hasenenin de olabileceğini ileri sürmektedirler. Istılahta bid’at olarak isimlendirilen herhangi bir şeyin, hangi çeşidi olursa olsun, hasene
olması mümkün değildir. Aksine her bid’at seyyie ve dalalettir. Çünkü “her bid’at dalalettir” şeklindeki hadisin mutlak, am ve istisnasız
varid oluşu, bid’atın kısımlara ayrılmasına engeldir. Diğer tarafta ilmi usullerde her külli kaide veya şer’î delilin birçok yerde tekralanması
takyide ve tahsise mahal vermeyeceğine Necm suresinin 38. âyeti örnek verilebilir. Hem de şeriat, ilk bid’atın heva olduğuna delalet eder.
Bid’atı güzel ve çirkin diye iki kısma ayıranlar, akıllarına değil hevalarına uyarak nasları töhmet altına alan ve kendi emellerine göre nasları
te’vil edenlerdir. Başka bir gerçek vardır ki ilimde derinleşenler kimseler asla bid’ate sapmaz. Ancak ilimde basit olanlar bid’atle mübtela
olurlar.369
Nitekim hadisi şerifte “her bid’at dalalettir” buyurulmaktadır. Elbette lügat itibari ile “yeni bir şey” manasına gelen bid’atın hasenesi ve
seyyiesi olabilir. Hz. Ömer (r.a.)’ın teravih namazının cemaatle kılınması hakkında söylediği “bu ne güzel bid’attir” sözü ıstılahî anlamda
kullnılmayıp lügat anlamında kullanılmış olabilir. Onun içindir ki bu söz bid’atın bir hasene çeşidinin olabileceği şeklinde yorumlanamaz.
Şimdi Hz. Ömer (r.a.)’ın “ne güzel bid’at” dediği şeyin gerçekten şer’î ıstılahta bid’at olarak bildirilen manada bir bid’at olup olmadığına
bakalım. Meseleye teravih namazı yani Ramazan’da yatsı namazının ardından geceyi ibadet yaparak geçirmek açısından bakılırsa, bu, caiz
olmakla beraber mendup ve mesnundur. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu uygulamaya teşvik etmiş ve bunu başka günlerdeki gece
ibadetine tercih etmiştir. Kendileri de bu yönde amel etmişlerdir. Meseleye teravih namazının cemaatle kılınması açısından bakılırsa bu da
Peygamber Efendimizin zamanında ve onun bilgisi dahilinde uygulanmış ve hoş karşılanmıştır. Ahmed b. Hanbel’in Musned’inde Hz.
Âişe’den (r.a.) rivâyet edilen şu hadisi şerif bulunmaktadır: “Ramazan ayında Mescid-i Nebevî’nin değişik yerlerinde değişik insanlar gece
vakti namaz kılalardı. Kim ne kadar ezbere Kur’ân biliyorsa herkes o kadarını okurdu. Bazıları bir, bazıları beş, bazıları da yedi veya daha az
veya daha fazla kişi ile cemaat olurlardı.” Ondan sonra Hz. Ömer’in hepsini toplayıp cemaat halinde imama uyarak teravih namazı
kıldırtması hakkında da Peygamber Efendimizin uygulaması vardır. Tirmizî, Ebû Davûd ve diğer hadis kitaplarında, Ebû Zerr Gıfarî
(r.a.)’dan naklen şöyle bir olay anlatılmıştır: “Ramazan ayının bitmesine yedi gün kala gecenin üçte biri geçinceye kadar Peygamberimiz
bize namaz kıldırırdı. Bundan sonra da birer gün ara ile sahur vaktine kadar namaz kılardı.” Buhârî ve Müslim’de Hz. Âişe (r.) bir başka
Ramazan’ın durumunu şöyle anlatıyor. “Peygamber Efendimiz (s.a.v) iki veya üç gün üst üste teravih namazı kıldırdı. Sonra üçüncü veya
dördüncü gün insanlar namaz için tekrar toplandıklarında Peygamber Efendimiz, namaz kıldırmak için, evinden mescide çıkmadı. Sonrada
buna sebep olarak insanların teravih namazını farz olarak anlayabileceklerinden endişe ettiğini belirtti.
Burada teravih namazının bütün bu kılınış şekillerinin sünnet olduğu anlaşılıyor. Şimdi burada bizim yeni ortaya çıkan şey yani bid’at
diyebileceğimiz şey, Hz. Ömer (r.a.)’ın teravih namazının cemaatle kılınmasını sürekli bir hale getirmesi midir? Bu uygulamaya bazı
insanlar bid’at gözüyle bakınca Hz. Ömer “bu ne güzel bid’at” diyerek bid’at olabileceği şüphesini reddetmiştir. Elbette Hz. Ömer’in
uygulaması yeni bir şeydi. Fakat bu şeriatın kötü gördüğü bir bid’at değildi. Bu sebepten dolayı bütün sahâbe tarafından teravih namazının
cemaatle kılınmasını ittifakla kabul etmiş ve sonrada bütün ümmet bu şekilde amel etmiştir. Yoksa şer’î ıstılahta bid’at olan bir şeyi Hz.
Ömer’in uygulamaya koyacağını ve sahâbenin de bunu, gözü kapalı, kabul edebileceğini kim düşünebilir?
MEVLİD
Mevlid: Doğum, doğum yeri, doğum zamanı gibi anlamlara gelmektedir. “Mevlid Kandili”, “Mevlid Ayı”, “Mevlid Gecesi” gibi
kavramlar ise halk arasında Peygamberimizin doğumu anlamına gelmektedir. Rasûlullah (s.a.v) Fil yılında Rebîu’l-Evvel ayının on ikinci
gecesi, pazartesi günü, dünyaya teşrif buyurmuştur.370 Bu miladî takvime göre 570 yılının Nisan ayının yirmisi olarak hesaplanmıştır.
Rasûlullah (s.a.v) doğduğu gece birtakım mucizevî olaylar zuhur etmiş, Kisra’nın sarayındaki burçlar çatlamış, bin yıldan beri yanmakta
olan Mecusilerin ateşi sönmüş ve daha birçok mucize zuhur etmişti.
İslâm dünyasında mevlid merasimi ilk defa Mısır’da hüküm süren Fatimiler (1171) tarafından tertiplenmiştir. Fatimiler, Hz. Ali (r.a.) ve
Fatıma (r.)’nın doğum günlerinde de mevlid merasimi tertip ederlerdi. Sünni Müslümanlar arasında, ilk mevlid merasimi, hicrî 604 yılında,
Selahaddin Eyyubi’nin teklifiye, eniştesi olan Erbil valisi Melik Muzaferuddin tarafından tertiplenmiştir. Daha sonra mevlid merasimleri
İslâm coğrafyasının her tarafında birbirinden farklı şekillerde tertiplenmeye başlanmış ve bugüne kadar süre gelmiştir.
Rasûlullah (s.a.v)’ın doğumunu ve hayatını medh ve sena eden, mevlid adını taşıyan çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bu eserler daha sonra
kutsal birer kitap haline gelmiş ve birer ticaret metaı olmuştur. Artık ölünün kırkıncı, elli ikinci gecelerinde okutulmaya başlanmıştır. Hatta
Peygamberimizin değerli sünnetlerinden olan velime (düğün) yemeklerinde mevlid merasimi tertiplenmiştir. Daha da ileri gidilerek Kur’ân’a
gösterilmeyen ihtimam mevlide gösterilmiştir.
Olmuş bir hâdiseyi örnek velebiliriz. Bir ateistle iki bid’atçı arasında dinî konuları tartışılırken ateist olan kişi Allah, Peygamber, Kur’ân
gibi dinî mukaddesatları tamamen inkâra kalkışınca bid’atçı arkadaşlarından birisi diğerine “Aman fazla uzatma! Bu şimdi mevlidi de inkâr
eder” diye tartışmayı yatıştırarak mevlidin olağanüstü ve kutsal olduğunu ifade etmek istemiştir.
368
Buhârî.
Şatibi, el-İtisam, 116-119.
370
İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubra 1/100–101.
369
61
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Mevlidin Dindeki Yeri
Mevlid okumak veya okutmak ne farz, ne vacib ne de sünnettir. Ancak dinde olmayan ve varmış gibi ibadet çeşitleri arasına sokulmuş
bir bid’attir. Bununla beraber mevlid halk arasında büyük bir ibadet olarak kabul edilmekte, ölülerin ruhu için mevlidler okutularak onların
günahlarının bağışlanacağı zannedilmektedir. Halkın cehaletinden ve yanlış itikatlarından istifade eden mevlid okuyucuları bir piyasa
oluşturarak bunu ticarî bir çıkar aracı yapmışlardır.Özelikle diyanet camiasının kandil gecelerinde camilerde bid’at dolu bir ahing
tertipleyerek uzun havayla mevlid okutmaları Müslümanların inanç ve itikatlarını tahrip ettikleri göz ardı edilmemelidir.
Mevlid kitaplarına gelince, birçok dilde bu kitaplar medhiye olarak yazılmış, fakat bu yazılanların kaçta kaçının İslâmî olduğu ve doğru
olarak yazıldığı sorusu önemlidir. Evet, Rasûlullahı övmek, yüceltmek tüm ümmetin görevidir. Fakat övmek ne kadar sevap ve güzel ise
övgüde aşırı gitmek ve ölçüyü kaçırmakta o kadar günah ve çirkindir. Allah Rasûlü: “Nasranilerin Meryem oğlu İsa’yı aşırı övdükleri gibi
sizde beni aşırı övmeyin” diye buyurmuştur.371 Ve yine “Acemlerin birbirlerini tazim ederek ayağa kalktıkları gibi önümde kalkmayın”
buyurmuştur.372
Mevlid kitabındaki merhaba bölümü okunduğu sırada, tazim için, ayağa kalkmak Allah Rasûlü’nün bu önemli uyarısını çiğnemek
demektir. Rasûlulah’ın kendi sağlığında sahâbelerin tazimen önünde ayağa kalkmalarını yasaklaması bizim vefatından sonra ona medhiye
okunduğu sırada tazim olarak ayağa kalkmamız, Rasûlullah’ı ve uyarılarını dikkata almamamızdan ve onu yeterince tanımayışımızdan
kaynaklanır. İsteyen, bu konuda, İbn Hacer’in el-Fetava el-Hadisiyye adlı eserinin 80. sahifesine bakabilir.
Arapça, Türkçe, Kürtçe ve diğer birçok dilde yazılan mevlid kitapları bir dizi mubalağa, ilave ve uydurmalar içermektedir. Gerek
Süleyman Çelebi’nin yazmış olduğu Türkçe mevlid kitabında olsun, gerekse Ahmedê Bateyî (Huseyin el-Ertûşî)’nin yazmış olduğu Kürtçe
mevlid kitabında olsun birçok ilave ve mesnedsiz sözler bulunmaktadır.
Kürtçe Mevlidden Birkaç Mısra
Örneğin; Kürtçe yazılan mevlidi ele alırsak, başından sonuna kadar birçok mesnedsiz ve uydurma cümleler bulunmaktadır. Şöyle ki:
* ‫ار كسى كوادار مولوىا نبى * ىركهى مزكينيان ى لى وبى‬
Herkesê guhdarê mevlûda Nebî
Dergehê mizgîniyan dê lê vebî
* ‫كوت و بيغمبر عالى صفت * مولوىامن ار كسى مازن بكت‬
Got wî Peyxemberê alî sifet
Mewlûda min herkesî mezin biket
* ‫أز شفيع ويمه رجا محشر * ى وخوت أو تاسك اوا كوثر‬
Ez şefî‘ê wî me roja mahşerê
Dê vexwut ew tasek ava kewserê
Anlamı: Benim mevlidimi dinleyip yüceltenler için müjde kapısı açılacaktır. (Güya) bunu şanı yüce Peygamber buyurmuş ve şöyle
demiştir: Ben mahşer günü ona şefaatçi olacağım ve kevserimden de su içecektir.
Bu sözlerin Peygambere isnad edilmesi tamamen uydurmadır. Hiçbir siyer kitabında Peygambere ait böyle bir söze rastlanılmamıştır.
Peygamber ise; “Kim bana söylemediğim bir şey isnad ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.” buyurmuştur.373 Diğer tarafta şayet
Peygamber (s.a.v.) bunca önemli bir öneride bulunmuş olsaydı, muhakkak hadis olarak raviler tarafından rivayet olunurdu. Keza Allah
Rasûlü (s.a.v.) tarafından şefaat ve kevserden su içme ödülü garanti edilseydi onu bizlerden kat kat fazla seven sahâbe ve tabiinler bu sevabı
asla kaçırmazdılar.
* ‫ام زبو بكر عمر اات أو خبر * ام ز عثمان على جيبون اثر‬
* ‫ىرامك بت صرف مولوىا نبى * خيركى مازن زبو حاص ىبى‬
Hem ji bo Bekru Umer hat ev xeber
Hem ji bo Osmanu Elî çêbûn eser
Dirhemek bit serfa mevlûda Nebî
Xêyrekî mezin ji bo hasil dibî
Anlamı: Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’den de şu haber gelmiş ki: “Kim bir dirhem gümüşü Nebî’nin mevlidi için sarf ederse, ona
büyük bir sevap hasıl olacaktır.”
Bu da dört Halifeye isnad edilen uydurma bir haberdir. Hâlbuki hiçbir halife, sahâbe, tabiin ve mezheb imamı asla mevlid hakında
olumlu veya olumsuz söz etmemiştir. Çünkü yukarıda geçtiği gibi mevlid merasimi ilk olarak hicretin 604 yılında başlatılmıştır.
* ‫كرت يك قبله زنوا خوه خدا * كوته و كونى حبيبى أحمدا‬
Girt yek kabdeh ji nûra xwe Xuda
Gote wî kûnî hebîbî Ahmeda
Anlamı: Allah kendi nurundan bir avuç alarak ona Habibim Muhammed ol demiştir. Bu söz hem âyete hem de hadise ters düşmekte
olup Allah’a iftira edilmektedir. Çünkü Allah Teâlâ, Peygaberimize: ‫“ ق ْ اِنَّ َما اَنَا بَ َش ٌر ِم ْثلك ْم‬De ki: Ben yalnızca sizler gibi bir beşerim.”374
buyurmuştur.
Peygamberin, fiziki olarak diğer beşerlerden hiçbir farkının olmadığı birçok delille sabittir. Bu meyanda Peygambere birçok yakışıksız
ve ona lâyık olmayan mesnedsiz şeyler isnad edilmektedir. Örneğin Peygamberin gölgesinin olmadığı, önünü gördüğü gibi arkasını da
gördüğü, idrarının ilac olduğu ve benzeri iddialar yersiz ve yanlıştırlar. Hz. Peygambere, bu konuda birçok İsraili haber atfedilmiştir. Bu
sözler Peygamberlik makâmına zarar vermektedir. Akl-i selim sahibi olan hiçbir kimse bunları iddia edemez ve etmemelidir.
Burada onun kendileri gibi yiyeceğe ihtiyaç duyan, su içen, karısı ve çocukları olan ve pazara çıkan, normal bir insan olduğu itirazını
yükseltiyorlardı. Bütün bunlara cevap olarak Allah, peygamberine kendisinin hiçbir zaman tabiat-üstünlük iddiasında bulunmadığını,
iddiasının yalnızca Allah’tan aldığı vahyi izlemek olduğunu ve yalnızca bu ölçüye göre değerlendirilmesi gerektiğini ilân etmesini
söylemektedir.
Gerek ibni Hacer el-Heytemi’nin gerek Hüseyin Ertûşî’nin yazmış olduğu mevlid kitabında gerekse Süleyman Çelebi’nin yazmış
olduğu mevlid kitabında olsun bir çok mubalağalı ve uydurmalara rastgelmek mümkündür. Örneğin Hz.Âdem (a.s.)’ın yaratılış bahsindeki
bö Hz. Abdullah ile Hz. Amine’nin zifaf gecesinde yüz kadının ölmesi ve Hz. Amine’nin hamilelik süreci içerisinde peygamberlerin gelip
kendisini tebrik etmeleri ve doğum esnasında dört kadının orada bulunmalarıyla ilgili bölümü incelediğimizde çokça mesnetsiz, abartılı ve
iftiraya varan sözlerin mevcut olduğunu görebiliriz.
Süleyman Çelebi’nin yazmış olduğu Türkçe mevlid kitabına gelince; Osmanlı Padişahları tarafından ilk defa III. Murat zamanında
miladî 16. yüzyılın sonuna doğru resmiyet kazandırılmıştır. Bu tarihten itibaren Osmanlı’da mevlid merasimleri tertiplenmiş ve günümüze
371
Buhârî.
Ebû Davûd, İbn-i Mâce.
373
Mutevatir Hadis
374
Kehf, 18/110
372
62
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------kadar bazı değişklikler olmakla beraber süregelmiştir. Kürtçe mevlidde olduğu gibi Türkçe yazılan mevlid kitablarında da birçok ilave,
uydurma ve mubalağalar içerikli mısra bulunmaktadır.
Sonuç olarak mevlid kitapları kutsal değildirler. İçindeki sözlerinde hepsi kutsal değildir. Bunlar medhiye ve şiir kitaplarıdırlar.
Dolayısıyla bir Müslüman şair, dinde yeri olmayan sözlerle şiir kitabı yazmaya yetkili olamaz. Bir din adamı da Peygambere sevgi
bahanesiyle bunu dinî kalıba sokamaz. Aslında ben mevlid okutma dolayısıyla yemek vermeye karşı değilim, benim karşı olduğum sünneti
aşarak mevlid bahanesiyle birçok bid’at ve hurafanın işlenmesi ve özellikle de yukarıda örneklerini verdiğim mevlid kitablarında zikredilen
mesnedsiz, uydurma ve şirke varan iftiralara kudsiyet atfedilmesidir.
Aşırı Övgüden Rahatsız Olan Peygamberimiz
Bir hakikat elçisi olmanın yanısıra, dosdoğru hayat tarzının ve mükemmel bir kişiliğin insanlar için en güzel modeli de olan Hz.
Peygamber (s.a.v) kendisinin bir insan olduğunu risalet süresince her fırsatta vurgulardı. Müslümanları, Hz. İsa’ya bağlandıklarını
söyleyenlerin hatalarına düşmemeleri konusunda sıklıkla uyararak şöyle buyurmuştur: “Hıristiyanların İsa’yı övdükleri gibi sizde beni
övmeyin! Ben Allah’ın kuluyum. Benim için Allah’ın kulu ve Rasûlü deyin.”375
Düğünlerin birisinde şarkı söyleyen bir kadının “Muhammed yarın ne olacağını bilir.” demesi üzerine Peygamberimiz (s.a.v.): “Yarın ne
olacağını Allah’tan başka hiç kimse bilemez” diyerek ona müdahale etmiştir.376
O yüce Rasûl, yüceltme zihniyetinin kolaylıkla kutsamaya dönüşeceğini bildiği için kendisine yönelik övgülere hep müdahil olmuş,
kendisine “Ey yeryüzünün en hayırlısı” diye hitap eden kişiye “O dediğin İbrahim’dir.”377 karşılığını vererek övgüyü başka bir salih
şahsiyete isnad etmiştir. Çünkü O, bu tür övgülere ses çıkarmadığı takdirde, övgülerin ölçüsünün kaçacağını, gittikçe artıp sınırı aşacağını
çok iyi biliyordu. Yine aynı maksatla kendisini Hz. Musa ile karşılaştıran ve Allah’ın insanlar arasında en üstün kıldığı kişi
“Muhammed’dir.” diyene karşı “Beni Musa’ya karşı üstün tutmayın.”378 Başka bir rivâyette de “İnsanlar kıyamet günü bayılacaklar, ben de
onlarla birlikte bayılacağım. Ayıldığımda Musa’yı arşa sıkı sıkıya tutunmuş bir vaziyette göreceğim. Bilmiyorum o da bayılıp benden önce
mi ayılacak, yoksa Allah onu bundan müstesna mı tutacak!”379 cevabını verdi. Bir başka seferde ise: “İnsanların en muttakileri kimdir diye
sorarsanız o, Yusuf’tur” dedi ve ekledi o, Allah’ın dostunun oğludur. Allah’ın Peygamberinin oğludur. Allah’ın Peygamberidir.”380
Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur: Allah Rasûlü (s.a.v.)’in örnek tevazu göstererek “Beni Meta’nın oğlu Yunus’a üstün kılmayın
ve beni peygamberler arasında üstün kılmayın ve Musa’ya da tercih etmeyin.”381 “Eğer Yusufun kaldığı zindanda ben kalsaydım davete
icabet ederdim.”382 Yanına bir kişinin korku ve heybetle girdiğini fark eden Allah Rasûlü (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivâyet edilir: “Rahat
ol, ben melik falan değilim, ben ancak Kuryeş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.”383
Ebû Hureyre şöyle demiştir: “Ben Allah Rasûlü ile birlikte pazara gittim, o bir şeyler aldı o arada satıcı Allah Rasûlü’nün elini öpmek
istediğinde “senin bu yaptığın Acemlerin krallarına yaptığıdır. Ben ise kral değilim ancak sizden biriyim.”384 buyurdu. Sonra ben eşyasını
taşımak için elinden almak isteyince O şöyle dedi: “Eşyanın sahibi eşyasını taşımaya daha lâyıktır.”385 buyurdu. Böylece Allah Rasûlü
(s.a.v.) kendisiyle ilgili gelişecek olan potansiyel kutsama zihniyetinin önünü kesmeye çalışmıştır. Sahâbelerin kendisine secde etmek
istediklerini fark eden Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah’ın dışında hiçbir kimseye secde etmek caiz değildir. Keza Muâz b. Cebel
(r.a.)’ın kendisine secde ettiğini gören Allah Rasûlü’nün onu o davranıştan nehy ettiği rivâyet edilir.”386
KERAMET
Keramet: Sözlükte değerli, üstün, harikulade ve ikram manalarına gelir. Terim olarak, ilâhî emirlere titizlikle uyan, peygamberin yolunu
harfiyen takib eden ve dinî hükümleri eksiksiz uygulayan, Allah’ın sevgisini kazanmış bazı veli kişilerin elinde meydana gelen olağanüstü
hallere keramet denir.387 Bazı âlimler, bu konuda, Kur’ân’dan Meryem suresinin 24–26. âyetlerini, Kehf suresinin 37. âyetini,388 Hz.
Süleyman’ın tahtı meselesini, Ashab-ı Kehf kıssasını, Hz. Meryem’in yiyecek meselesini, Hz. Ömer’in komutan Sariye’ye komuta vermesi
olayını ve evliyanın bazı olağanüstü hallerini, keramete delil göstermişlerdir. Zira buralarda, bir harikuladelikten bahsedilmektedir. Salih
kimselerin eli üzerine bir harikuladeliğin yani kerametin vuku bulmasının mümkün olduğu iddia edilmektedir. Ancak kerametin hak olması,
velilerin hepsinde kerametin mevcut olmasını gerektirmez. Çünkü keramet velâyetin şartı değildir. Bazı âlimlere göre ise keramet, bir
maharet ve el çabukluğu ile meydana gelen olağanüstü bir hünerdir. En doğrusunu Allah bilir.
Ben de derim ki, keramet imânî bir konu değildir. Çünkü kerametle ilgili delil gösterilen âyetlerin hepsi müteşâbihtir. Bundan dolayı
kerametin var olması veya olmaması dinde hiçbir şeyi değiştirmez. Önemli olan kerametin hak olup olmaması değil, önemli olan kerametin
nasıl bir şey olduğu, ölçüsü, boyutu ve mahiyetinin ne olduğudur. Ona dikkat etmek gerekir. Eğer keramet kalbi okumak, gaybı bilmek,
yitiği bulmak ve gelecekten haber vermek ise bu temamen yanlıştır. Hatta bunu iddia eden şirke düşmüş olur. Kerametin reklamı yapılamaz.
Keramet şöhret aracı değildir. Keramet daha önceden planlanmış bir iş değildir. Keramet sahibi olan bir zât keramet anına kadar ne olacağını
bilmez. Keramet darda ve çaresiz kalan bir mü’minin Allah’a yalvarışlarıyla rabbin çaresiz kuluna ani ve habersiz bir lütfudur. Gerek mucize
gösteren Peygamberler ve gerekse keramet gösteren veliler bu şekilde Allah’ın lütfuna mazhar olmuşlardır. Konuyla ilgili Allah Teâlâ
ّ ‫ض ًّرا اِالَّ َما شَا َء‬
Peygamberimize hitaben şöyle buyurmuştur: ‫سنِ َى السُّوء اِنْ اَنَا اِالَّ نَذي ٌر‬
َّ ‫ْب َال ْستَ ْكثَرْ ت مِنَ ْالخَ ي ِْر َو َما َم‬
َ ‫هللا َولَوْ ك ْنت اَ ْعلَم ْال َغي‬
َ ‫ق ْ َال اَ ْملِك لِنَ ْفسى نَ ْفعًا َوال‬
َ‫ َوبَشي ٌر لِقَوْ ٍم يؤْ ِمنون‬. “De ki: Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben
gaybi bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı, ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı
ve bir müjdeleyiciyim.”389 Bir başka âyeti kerimede de şöyle buyurur: ‫ق ْ َماك ْنت بِ ْدعًا مِنَ الرُّس ِ َو َما اَىْر َماي ْف َع بى َو َال بِك ْم اِنْ اَتَّبِع اِ َّال َما يوحى اِلَ َّى َو َما اَنَا اِ َّال‬
ٌ‫“ نَذي ٌر مبين‬De ki: Ben Peygamberlerin ilki değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemem, ben sadece bana vahyedilene uyarım, ben
375
Buhârî.
Fethu’l-Bârî, 9/203.
377
Müslim, Fedail, Tirmizî, Tefsir, Ebû Dâvûd, Sünnet.
378
Buhârî, Husumat, Müslim, Fedail.
379
Nesâî dışındaki beşi rivâyet etmiştir.
380
Buhârî.
381
Buhârî, Müslim.
382
Buhârî, Bed’ul-Halk, Müslim, Fedail.
383
Suyutî, ed-Durru’l-Mensur, 6/111.
384
Suyutî, Menahilu’s-Sefa, 23.
385
Acluni, Keşfu’l-Hafa, 2/25.
386
Bahru’l-Muhit, 1/303.
387
Taftazanî, Şerhu'l-Mekasid.
388
Bkz. Razi, Tefsiru’l-Kebir; Tabatabaî, el-Mizan Fî Tefsiri’l-Kur’ân.
389
A’raf, 7/188.
376
63
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------sadece apaçık bir uyarıcıyım.”390 buyurmuştur. Burada Allah Teâlâ Peygamberimizin gaybı ve geleceğini bilmediğini bize bildirmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v) eğer gaybı bilseydi Bi’r-i Maune faciasında şehid edilen 70 mubelliğ sahâbeyi savunmasızca düşmanlarına teslim
etmezdi. Bir sefer sırasında, bir ara, Rasûlü Ekrem Efendimizin Kasva adlı devesi kaybolmuş, ashabı kiram bir süre aradılar ancak onu
bulamadılar. Münafıklar bunu fırsat bilerek Hz. Rasûlullah’ı rahatsız edici sözler söylemeye başladılar. Onlardan biri olan Zeyd b. Lusayt:
“Şaşılacak şey! Muhammed, Peygamber olduğunu söyler, gökten haber verir, fakat devesinin nerede olduğunu bilmez” diye söylendi.
Münafığın adice sarf ettiği bu sözkâinatın Efendisine ulaştırılınca, Rasûlullah: “Vallahi, ben ancak Allah’ın bana bildirdiğini bilirim, ondan
başkasını asla bilemem” buyurdu. 391
Allah Rasûlü (s.a.v.) gaybi bilseydi Hz. Âişe’ye yapılan iftırayı hemen anlar ve nifaka fırsat vermezdi. Savaşın birinde yere düşüp
şehadet getiren adamı öldüren Usame b. Zeyd’i hesaba çeken Peygamberimizin, “korktuğu için imân etti” sözü üzerine, “kalbini açıp baktın
mı?”392 sözü bize delil olarak yeterli değil midir?
Hz. Ömer, Medine’den gelen cenazelerden hangisinin münafık olup olmadığını, onları tanımadığı halde, biliyordu. Sahâbeler acep Ömer
gaybı mı biliyor? diye şüphe ettiler. Meğer Hz. Ömer münafıkları araştırıp Peygamberimize bildiren Huzeyfe bin el-Yemani’yi takip
ediyormuş. Huzeyfe’nin, cenaze namazını kılmadığı kişinin münafık olduğunu anlayarak kendisinin de onun namazını kılmadığı sonradan
ortaya çıkmıştı.393 Bunun gibi tam olarak halk arasında anlaşılmayıp ve keramet olarak kabul edilen birçok muamma vardır.
Burada işin garip tarafı kerametle ferasetin birbiriyle iltibas edilmesidir. Feraset her mü’minde bulunabilen ilâhî bir feyzdir. Her feraset
keramet olmadığı gibi her keramette ilâhî değildir. Konunun başında geçtiği gibi keramet bir hüner, el çabukluğu, beceri ve maharet olabilir.
Meselâ, dışarda kadınlara bakan birisi, Hz. Osman’ın yanına girince, “biriniz içeri girince iki gözünde zina eseri gözüküyor” demesi bir
ferasettir.394 Hz. İbrahim, ateşte yanmayacağını; Hz. Musa, Kızıl Deniz’i geçeceğini; Hz. Nuh, dünyanın deniz, kendisinin de kaptan
olacağını, Hz. Eyyup bir daha iyileşip gençleşeceğini ve kaybettiği herşeyin geri geleceğini bilmiyordu. Hz. Muhammed hicret yolunda
herşeyin normal gideceğini bilmiyordu. Özellikle Peygamberimiz (s.a.v) herşeyin normal gideceğini bilseydi hicret için bir dizi tedbir
almayabilirdi. Sonuç itibariyle kerameti inkâr etmek küfür olmadığı gibi yukarıda açıkladığımız manada kabullenmekte günah değildir.
ABDALLAR (GİZLİ ORDU)
Abdal, halk içinde dolaşan ve ermiş diye bilinen kişilere verilmiş bir lakaptır. Abdal ile ilgili malumat, hadis kitaplarından, sadece İbn
Hanbel’in Musned’inde geçmektedir. Peygamberimiz (s.a.v)’den nakledilen bir rivâyete göre, kırk, diğer bir rivâyette ise otuz abdalın
ümmet içerisinde bulunduğundan bahsedildiği görülmektedir.395 Maalesef Ahmed b. Hanbel dışında başka muhaddislerin abdaldan
bahsettiklerini göremiyoruz.
İmam Gazalî’nin, İhya adlı eserinde, abdallarla ilgili daha farklı bir tezi vardır. Bu tür bir kitlenin Allah tarafından gönderildiğine dair
İslâmî kaynaklarda herhangi sahih bir kayıt bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu durumun, halkın kendi hayali içerisinde ortaya çıkmış bir
efsaneden başka bir şey olmadığı söylenebilir. Abdalın, ilk dönemlerden beri gizli güçlere sahip ve sırlara vakıf olduğuna inanılan kimseler,
Hızır, İlyas, Mehdi gibi gizli şahsiyetler olduğu da bilinmektedir. Abdal ile ilgili hadislerin sıhhat derecesine kavuşmamış olması, bu
anlayışın kaynağının ehl-i sünnet dışında aranmasına yol açmştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) ve ashabtan gavs, kutub, evtad, nüceba vb.
ricalu’l-gayb’a ilişkin hiçbir sözün nakledilmediğini bilmeliyiz.
Tasavvuf kitaplarındaki ricalu’l-gayb ile ilgili rivâyetler tamamen mevzu rivâyetlerdir. Seleften bazıları, Hz. Peygamberden rivâyet
edilen abdala dair sözün zayıf bir hadis olduğunu söyler. İbn Teymiyye, ricalu’l-gayb olduğu söylenen bazı insanları, Allah’a ortak koşar
gibi, onlara olağan üstü yetkiler ve güçler nisbet etmenin İslâm akidesiyle bağdaştırılamayacağını söyler. Bu tür bir anlayışın, daha çok
Hıristiyanların, Şii fırkaların ve tasavvufçuların akidelerinden yansıtıldığı bilinmektedir.396
Bu konuda Hızır’la ilgili reddedici delillerin geçerli olduğu açıktır. Gavs, kutub, nükaba, nüceba ve abdaldan oluşan gizli bir ordunun
var olduğunu iddia edip ve saf köylülerin bulunduğu cemaatlerde abartarak anlatan din adamlarının hurafe ve bid’atten arınmış tertemiz olan
bu mukaddes dinden habersiz oldukları anlaşılmaktadır. Böyle bir ordu varsayımla kabul edilse abdalların, gavs ve kutubların merkezi olan
Irak’ta özellikle Bağdat’ta, Necef’te, Kûfe’de ve Basra’da tarih boyunca ve bugünlerde Müslümanlara yönelik olup biten vahşeti canlı olarak
muşahede etmekteyiz. Bu zâtların görevleri iddia edildiği gibi mazlumun yardımına kavuşmaksa ne zaman Çeçenlerin, Filistinlilerin,
Kürtlerin, Iraklıların ve dünya mazlumlarının yardımına koşacaklar ve bu sessiz kalışların hikmeti nedir. Rabbim bu ümmeti gafletten
uyandırsın, cümlesine şuur versin.
HIZIR SAĞ MIDIR?
Bazı insanlar Hızır hakkındaki şu iddiada bulunurlar. Hızır’ın, Hz. Musa ve Hz. İsa döneminden Hz. Muhammed (s.a.v)’e kadar yaşamış
olduğunu, günümüzde de hala yaşadığını ve kıyamete kadar da yaşayacağını söyler dururlar. Onun falan kimseyle karşılaştığını, elinde
kemik olmadığını ve muhakkak herkesle karşılaşacağına dair çeşitli hikâyeler, masallar ve rivâyetler anlatırlar. Dört peygamberin şu anda
hayatta oldukularına dair iddialar sergilerler. Bunlar İsa, İdris, İlyas ve Hızır’dır. Onların iddia ettiklerinin aksine Hızır’ın yaşamadığına dair
kesin deliller mevcuttur. Hatta yaşamadığına dair Kur’ân’dan, sünnetten, mantıkî delillerden ve muhakkik âlimlerin icmalarından deliller
vardır. Bu âlimler dinde asla kabul edilmeyen mevzu hadislerin tesbit edilmesine dair kuralları sıralamışlardır. Bu kurallar ve kaidelerden bir
tanesi şöyledir: Hızır (a.s.) hakkında ve onun yaşadığına dair rivâyet edilen bütün hadisler mevzudur. Hayatta olduğuna dair tek bir sahih
hadis bile mevcut değildir.
Baştan te’lifi İbn Hacer el-Heytemi’ye ait olan “el-Fetava el-Hadisiyye” adlı kitapta olmak üzere ve diğer bazı tasavvuf kitaplarında,
Hızır’ın hayatta olduğuna dair Hz. Ali ve İbn Abbas’a isnat edilen tüm rivâyetler mevzudur.
İmam Buhârî, Hızır’ın sağ olduğunu, reddedici bir üslupla ifade eder. İmam Müslim’in rivâyet ettiği bir hadisi şerifte Peygamberimiz:
“Yüzsene içinde bugün yeryüzünde bulunan hiçbir kimse kalmayacak” buyurmuştur. Allah Rasûlü Bedir gününde: “Ya rabbi, eğer sen bu
(mücâhidler) grubunu helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet eden kalmaz.” Bu kimseler yaklaşık üç yüz on üç kişiydiler, isimleriyle ve
babalarıyla ve hatta kabileleriyle tanınmaktaydırlar.
Peki, Hızır nerede? Şâyet Hızır o devirde yaşamış olsaydı gider peygamberimizle beraber savaşlara katılırdı. Çünkü Allah Rasûlü “Şâyet
Musa yaşamış olsaydı bana tabi olmaktan başka bir şey yapamazdı” der.397 Şâyet Hızır bir Peygamberse Hz. Musa’dan daha faziletli olamaz,
yok eğer veli ise o zaman Hz. Ebû Bekir’den daha faziletli olması beklenemez.
390
Ahkâf, 46/9.
Şifa 1/650.
392
Ebû Davûd, İbn-i Mâce.
393
Tecrid-i Sarih.
394
Nebhani, 862.
395
Ahmed b. Hanbel.
396
Minhacu’s-Sunne 1/ 22.
397
Ahmed b. Hanbel, Câbir bin Abdullah’dan rivâyet etmiştir.
391
64
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------398
َّ ‫ك ْالخ ْل َد اَفاَئِنْ ِم‬
Allah Teâlâ Peygamberimize, َ‫ت َفهم ْالخَالِدون‬
َ ِ‫َر ِمنْ َق ْبل‬
ٍ ‫“ َو َما َج َع ْلنَا لِبَش‬Senden önce hiçbir beşere ebedilik vermemişiz” diye
buyurmuştur. Hızır’ın, İlyas’ın, İdris’in, gavs veya kutbun hayatta olduklarına dair hiçbir bilginin bulunmadığını biliyoruz.399
MEHDİ İNANCI
Mehdi: Yol gösteren, hidâyete erdiren, doğru yolu bulan, Allah tarafından kendisine rehberlik edilen kimse demektir. Istılahta ise
kıyamete yakın dönemde zulüm ve adaletsizliğin her tarafı kapladığı bir zamanda gelip yeryüzünü adaletle dolduracağı ve İslâm’ı hâkim
kılacağı söylenen Ehl-i Beyt’ten birisidir.
Mehdi’nin ahir zamanda çıkacağına ve insanları hayır ve adalete yönelteceğine dair ahad haberler mevcuttur. Mehdi hakkında
nakledilen birçok hadis mevcuttur. “Mehdi bizden, Ehl-i Beyt’tendir. Allah onu bir gecede zafere erdirecektir. Mehdi, Fatıma
evladındandır”400 “Biz Abdulmuttâlib evladı cennet ehlinin efendileriyiz. Ben Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi.”401 “Dünya
hayatının sona ermesine bir gün bile kalsa, Allah zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracak, Ehl-i Beyt’ten birini gönderecektir.”402 Bu
gibi hadislerin yanısıra diğer muhaddislerin hadis kitaplarında da bazı ahad haberler bulunmaktadır. Bu hadisleri takviye edecek ne bir
mütevatir hadis ne de Kur’ân’da bir nass vardır. Ayrıca Mehdi konusu Maturidî ve Eş’arî gibi Ehl-i sünnetin temelini oluşturan akaide dair
eserler te’lif eden imamların eserlerinde işlenmemiş ve bu konu ele alınmamıştır. Dolayısıyla bu konu fer’i bir konu olduğundan ve ahad
habere dayandığından, inkârı küfre sebep olmaz. Bununla birlikte Şianın ve Ehl-i sünnetten tasavvufçuların bütün kollarında mehdicilik
önemli bir husus olup sürekli işlenen ve Mehdi beklentisinin hâkim olduğu bir inanç görülmektedir. “Şianın ğayb imamı Mehdidir.” Şiaya
göre bu gizlilik mutlaka bir gün sona erecek, yerüzündeki bu zulüm ve adaletsizlikler yok olacak ve tarih boyunca haksızlığa uğratılan Ehl-i
Beyt’in intikamı alınacaktır. Mehdi ile ilgili mesele İmam Sahavi, İbn Hacer el-Heytemi ve İmam es-Suyutî gibi âlimlerin yanı sıra birçok
zevat tarafından kaleme alınmış, birçok eser bulunmaktadır. Muhaddis olarak İmam Buharî ve İmam Müslim’in kitapları dışındaki hadis
mecmualarında yer alan bu hadislerin sıhhat dereceleri tartışılmış ve genellikle zayıf derecesinde hadis oldukları kabul edilmiştir.
Şiada Mehdi’nin on ikinci İmam olduğu ifade edilmekle birlikte daha önceleri beşinci İmam olan Muhammed Bakır’ın Mehdi olduğu da
ileri sürülmektedir. Hatta Caferi Sadık’ın da Mehdi olduğunu ifade eden görüşlere de rastlanmaktadır. Mehdi inancının kesin bir delile
dayanmaması İslâm tarihinde birçok kanlı çatışmaya neden olmuştur. Emevî ve Abbasî tarihleri boyunca ortaya çıkan birçok siyasî grup hep
liderlerinin Mehdi olduğunu ısrarla iddia edegelmişlerdir. Hatta Fatımilerde devletin ilk hükümdarının Mehdi olduğu inancı hâkimdi. Mehdi
inancı İslâm’da tebliğ misyonunu ve cihad ruhunu kırmakta, buna inanan Müslümanları rehavete sürüklemekte, tembelleştirmekte ve
gelecek kurtarıcı inancına ümit bağlamaya sevketmektedir.
Hadis tetkikçileri Mehdi’nin zuhuruna dair rivâyetlerle ilgili olarak o derece yoğun ve uzun araştırmalarda bulunmuşlardır ki bunlar da
bir Mehdi’nin zuhuruna inanıp deliller göstermede bayağı zorlanmışlardır. Diğer tarafdan bir kısım âlimler de böyle gizli bir imamın
çıkacağını kabul etmemişlerdir. Bu görüşte olan âlimlerden biri de İbn Haldun’dur. Kendisi Mukaddime adlı ünlü eserinde, Mehdi ile ilgili
hemen hemen tüm rivâyetleri ele almış ve bu hadisleri tek tek tetkik etmiştir. İbn Haldun’un beyanına göre, Mehdi hadislerini nakleden
muhaddisler şunlardır: Tirmizî, Ebû Davûd, İbn-i Mâce, Bezzar, Hâkim, Taberânî, Ebû Ya’la el-Mevsilî’dir. İbn Haldun’un yapmış olduğu
bu araştırmaya göre Mehdi’yle ilgili varid olan rivâyetlerin tümü tenkitten nasibini aldığını görmekteyiz.403
Mehdi’ye inanıp inanmamak imânî bir mesele ve İslâm’ın şartlarından olmadığından dolayı Mehdi inancını kutsallaştırmak tamamen
yanlıştır. Yine Mehdi’nin masum bir imam olacağına dair hadislerde hiçbir kanıt yoktur. Aslında Peygamberlerden başkasının masumiyet
fikri, Kur’ân ve sünnette hiçbir kanıtı bulunmayan bir düşüncedir. Varsayımla Mehdi’nin zuhuru kabul edilse şöyle bir soru gündeme
gelebilir. Bu modern dünyada, gelebilecek Mehdi klasik yöntemlerle mi gelecek yoksa modern arac-gereçle mi gelecek? Bu sorunun
cevabını Mehdi’nin geleceğine inanan kesimlerden beklemeliyiz. Mehdi’den öte faraza sünnetullah gereği bu ortamda bir peygamber gelmiş
olsaydı, o da tüm teknik, araç-gereç ve modern savunma silahlarına sahib olacaktı, uçağa binip araba sürecekti ve güneş gözlüğü takıp
çatalla yemek yiyecekti.
Sonuç olarak Mehdi ile ilgi üç görüş ortaya çıkmış olur:
a) Mev’ud olan Mehdi’nin zuhuruna inanan kesim.
b) Zuhurunu inkâr eden kesim.
c) Kıyamete yakın vad edilen değil de her asrın bir mehdisi ve müceddidi olabilecek görüşüne sahip olan kesim. Bize göre üçüncü şık
daha isabetli olacağından, ona inanmak gerekir.
DECCAL’IN VARLIĞI
Deccal, lügatta çok yalancı, aldatıcı, hilekâr ve müfsid gibi manalara gelmektedir.
Istılahta ise, kıyamete yakın bir dönemde çıkıp İslâm dinini ve İslâm ümmetini ifsad edip kötülüklere sürükleyecek olan ve aynı
zamanda kıyametin alâmetlerinden sayılan bir canlıdır.
Bu ümmetin yahudilerinden biri olup ahir zamanda çıkacak, ilâhlık iddiasında bulunacaktır. Yalancı olduğundan kendisine bu isim
verilmiştir.404 Kur’ân-ı Kerîm’de Deccal’dan bahsedilmez. Ancak sahih hadis kitaplarında Deccal ile ilgili pek çok rivâyet vardır. Allah
Rasûlü (s.a.v) bir hadisinde “Şüphesiz on alâmet zuhur etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Doğuda, batıda ve Arap yarımadasında birer yer
çöküntüsü, duman, Deccal, Dabbetü’l-arz, Yecüc ve Mecuc, güneşin battığı yerden doğması ve Aden toprağının sonunda (Yemen’den) bir
ateşin çıkarak insanları mahşere sürmesi” buyurmuştur.405
Gerek Deccal gerekse kıyametin diğer alâmetleri olsun bizim için gaybî şeylerdir. Özellikle Allah Teâlâ, Deccal’le kullarını imtihan
edecektir. Allah Rasûlü (s.a.v) “Hiçbir peygamber yoktur ki ümmetini tek gözlü, yalancı (Deccal)’den uyarmış olmasın. Dikkat edin ki onun
bir gözü kördür. Rabbiniz ise tek gözlü değildir. Körün (Deccal’in) iki gözü arasında KFR (kâfir) yazılmış olacaktır” buyurdular.406
Peygamber (s.a.v) Deccal’in bazı vasıflarını haber vererek ümmetini Deccal’e karşı uyarmıştır. Zira Deccal bazı harikulade (olağanüstü)
şeyler gösterecek ve tanrı olduğunu iddia edecektir.
Peygamber (s.a.v) Deccal’ın aldatmacasına karşı ümmetini şöyle uyarmıştır: “Ben Deccal’ın beraberinde olan şeyleri pekala biliyorum:
Onun beraberinde sudan bir nehir ve ateşten bir nehir olacaktır. Ama ateş gördüğünüz şey sudur, su gördüğünüz şey ise ateştir. Dikkat ediniz
sizden kim buna erişir de, su içmek isterse, ateş gördüğünüzden içsin, çünkü onu su bulacaktır”407 Demek oluyorki Deccal Allah (c.c.)
398
Enbiya, 21/34.
Alusî, Ruhu’l-Meani; Abdulvehhab en-Necar, Kasas’ul-Enbiya; Karadavî, Ç. M. Fetvalar.
400
İbn-i Mâce, Fiten, 34; Darimî, Mehdi.
401
Ebû Davûd, Tirmizî, İbn-i Mâce.
402
Ahmed b. Hanbel.
403
İbn Haldun, Mukaddime, 347-357; Mevdudi, Fetvalar 1/56.
404
İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Beyrut 1/389-948.
405
Müslim Fiten; Ebû Davûd, Melahim; Tirmizî, Fiten; İbn-i Mâce, Fiten.
406
Buhârî, Fiten; Müslim, Fiten; Tirmizî, Fiten.
407
Buhârî, Fiten; Müslim Fiten.
399
65
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------kıyametten önce insanları imtihan için göndereceği bir sihirbazdır. Yani cenneti cehennem gibi cehennemi de cennet gibi göstermeye
çalışarak fitne ve fesada sebep olacaktır. Kehf suresinin ilk ve son âyetlerini Deccal’e karşı okuyan mü’min onun fitnesinden korunmuş
olacaktır.408
Çağın Deccalları fitneyi, ahlâksızlığı, haramı ve tüm menhiyatı cennet gibi süslü göstererek yandaşlarını fitne batağına
sürüklemektedirler.
Deccal Konusunu İki Farklı Kategoride Ele Alabiliriz
Birincisi: Deccal’ın gelişi, şu sıfatları taşıması ve şöyle bir fitneye sebep oluşu. Bunların hepsi Allah tarafından Rasûlullah’a bildirilmiş
kesin haberlerdir. Bu konuda rivâyetler müttefiktir.
İkincisi: Deccal ne zaman, nerede zuhur edecek ve kimdir? Bununla ilgili rivâyetler, sadece farklı olmakla kalmayıp bunlarda birçok
şek, şüphe ve tahmine delalet eden lafızlar bulunmaktadır. Meselâ; İbn Seyyad’la ilgili olarak Peygamberimiz Hz. Ömer’e “eğer Deccal bu
ise onun katili sen olmayacaksın, eğer bu değilse, kendisiyle antlaşma yapılmış birini öldürmeye senin hakkın yoktur” buyurur. Başka bir
hadiste de Rasûlulah (s.a.v) “Eğer o benim zamanımda gelirse ben hüccetle ona karşı çıkacağım. Aksi takdirde benden sonra Rabbim her
mü’minin koruyucusu ve yardımcısıdır” buyuruyor. Diğer bir rivâyette hicretin dokuzuncu yılında Filistinli bir Hıristiyan rahip (Temimi edDari) gelip İslâm’ı kabul etmiş ve Rasûlullah’a şöyle bir hikâye nakletmiştir. Hikâyenin özeti şöyledir: “Temim hazretleri Müslüman
olmadan önce, bir seferinde gemiye binip seyahat ederken kimsenin bulunmadığı bir adaya ulaşmış, orada kendisinin (Deccal) olduğunu
söyleyen acaip bir yaratık ile karşılaşmıştır.” Bugün tüm tekniklerin geliştiği bir dünyadayız, yerüstü ve yeraltı tüm deniz ve adalar keşf
edildiğine göre böyle bir yaratığa rastlanmamış olması hikayenin sıhhatini tartışmaya müsait hale getirmiştir.
Bu konuda Müslümanın izleyeceği yol şu olmalıdır: Birinci bölümde geçtiği gibi Deccal’ın zuhuru, vasıfları ve birçok fitneye sebep
olacağına inanıp gelebilecek fitneden korunmak için Allah’a dua etmeleridir. Fakat ikinci bölümde de geçtiği gibi, Deccal kimdir, ne zaman
çıkacaktır, nerede zuhur edecektir? Acaba canlı bir nesne midir, yoksa bir rejim, batı kültürü, ahlâksızlık, fahişelik ve bugünkü ahlâk bozucu
iletişim aracları gibi oyun eylence, araç ve gereçler midir? Yoksa Deccal’ın sofrası dediğimiz faiz, haram kazanç, tefecilik gibi gayri meşru
ticaret ve servet midir? Eğer Deccal dediğimiz bu ikinci şıktaki şeyler ise o zaman Müslümanlar çağın Deccal’ına karşı çağın birer Mehdisi
olmaları gerekir.
TASAVVUF
Tasavvuf bir eğitim metodudur. Hemen hemen bütün dinlerde bulunur. Daha çok ruhanî tarafa dalmayı esas alıp bu konularla fazla
ilgilenmekten ibarettir. Tasavvuf, fizikî yapıya verdiği önemden ziyade ruhî yapıya yer vermektedir. Ama İslâm gelir gelmez, ruh ile beden,
akıl ile vücud hayatlarını eşit bir şekilde ölçüye koymuştur. İnsan beden, akıl ve ruhtur. Peygamberimiz (s.a.v.) ashabı arasında bu cüzlerden
birine daha fazla önem verenleri ikaz etmiştir. Nitekim devamlı oruç tutup hiç yemeyen, devamlı ibadet edip hiç uyumayan, ailevî ilişkilerini
tamamen askıya alan Abdullah bin Amr bin As’ın haberi Peygamberimize ulaşınca, O (s.a.v.) kendisine şöyle buyurmuştur: “Ey Abdullah!
Şüphesiz gözlerinin, ailenin ve vücudunun senin üzerinde hakkı vardır. O halde her hak sahibine hakkını ver.” Bunun gibi birçok örnek
verebiliriz. Tasavvuf önderlerinin eliyle birçok insan İslâma girmiş birçok günahkâr insan tövbe etmiştir.
İlk sufiler, kitap ve sünnete bağlı olarak tasavvufu sürdürmüşler idi. Ne yazık ki tasavvufçulardan birçoğu bu konuda çok aşırı giderek
işi aslından ve doğru yoldan saptırdılar. Öyle ki bazılarının İslâmî olmayan sözler söyledikleri herkesçe bilinmektedir. Meselâ, hakikat ve
şeriat mefhumları, bana rabbimden aktarıldı sözleri, ben vakit namazlarını hep Kâbe’de kılıyorum sözleri gibi. Siz ilminizi ölülerden
alıyorsunuz, biz ise ilmimizi hiç ölmeyen diriden (Allah’tan) alıyoruz. Yani kendileri doğrudan semadan vahiy almaktadırlar. Meselâ, Allah
dilediğini yapar, mülkünü sahibine bırak, etliye sütlüye karışma, kul ile Allah arasına girme, kimsenin hayrına-şerrine karışma işine bak gibi
toplumun ruhunu ve beynini uyuşturup pasifleştiren sözler onlara aittir. Bu olumsuz talimatlar emr-i bi’l-maruf, tebliğ ve cihad ruhunu yok
etmektedir. Yine buna benzer başka çeşidi de terbiye yönüyle müridin şahsiyetini yok sayarak şöyle denilmektedir: Şeyhinin huzurunda
mürid, gasilin önündeki ölü gibi olmalıdır. Kim şeyhine niçin derse felah bulamaz, kim ki, itiraz ederse dergâhtan kovulur. Meselâ bazılarına
göre mertebeye ulaşmış bir şeyhin artık Allah’a ibadet etmesi düşmüştür. Hâlbuki Allah Rasûlu ömrünün son saatinda dahi namaz kılmıştı.
Bazıları dinî prensipleri aşarak toplumun dikkatini çekmek için menhiyatları işlemeyi kendilerine mubah saymışlardır. Bazı
meşayihlarin ölüyü diriltiğine dair iddialar. Meselâ bir şeyhin ölen eşeği diriltip sahibine teslim etmesi gibi. Hizmetçisi tarafından öldürülen
kediyi diriltmesi gibi. Bazılarının yedikleri tavuğun kemiklerini bir araya getirip diriltmesi gibi. Bu iddialar tamamen hayali ve mesnetsizdir.
Yemen’deki bir şeyhin uzak doğuda zina yapmak üzere olan bir müridine ayağındaki papucunu atarak uyarması gibi.
Şeyh İsmail el-Hadramî’ye isnad edilen bir şatahat daha: “Kim benim ayağımı öperse cennete girecek” ve yine bir gün aynı şeyhin
güneşi bir saat durdurarak “biz Zebid şehrine girinceye kadar sen batmayacaksın” demesi ve güneşin bir saat kadar batmamış olması gibi.409
Bunun gibi yüzlerce şatahatlara tasavvuf kitaplarında rastlamak mümkündür. Bu hurafeler ya şeyhin kendi kendine olan ilavesidir veya
müritlerin şeyhlerine ettikleri iftiradır yahut bu mukaddes dine sokulmuş birer israiliyattır.
İslâm dini bunun gibi safsatalardan arınmış, temiz ve uzaktır. Ümit ederim ki bu şeyler, adı geçen zâtlara atıf edilen birer iftiradır.
Bunlar gibi kişiyi şirke düşürecek veya sapıklığa sevk edecek bazı hatalı inanç ve davranışlar asırlardır olmuştur ve halende olmaktadır.
Dünyada tedbir almayı tevekküle aykırı saymak, şeyhleri kutsal sayarak yüceltmek, özel giysiler giymek, tarikata girmeyi olmazsa
olmazlarından saymak, saç-sakal uzatıp toplumda farklı olmak gibi örnekler çoğaltılabilir.
Sonuç olarak İslâm’da ölçüler kitap, sünnet, icma ve kıyas gibi delillerle sabittir. Emir ve yasaklar bütün müslümanlar için bağlayıcıdır.
Tasavvuf da bu esasların çerçevesi dahilinde seyr ederse o zaman şeriat kalıbına girmiş olur. Yoksa her tarikatın kendine has birer adap ve
gelenekleri var ise (ki vardır) o zaman dinî kuralları aştığı için dinin aksine birer batıl davranışlardan başka bir şey olamaz.
İmam Mâlik (r.a.): “Dört çeşit insandan ilim alınmaz” buyurur.
a) İradesi zayıf, saf ve kolay aldanan kişi.
b) Heva ve hevesine uyup toplumu da hevasına çağıran kişi.
c) Halkın sözlerine yalan uyduranlar.
d) Söylediği anlaşılmayan (şifreli konuşan) fazilet ve ibadet sahibi olan bir şeyh.410
Dikkat ediniz ey Müslümanlar! Kur’ân ve sünnete dayalı olarak kurulan tarikatın Kur’ân ve sünnetten uzaklaştığını görüyoruz. Acaba
sahâbeyle Rasûlullah’ın ilişkileri böyle miydi? Yani sahâbe ölü müydü? Sahâbeye niçin ve neden sözleri yasaklanmış mıydı ve sahâbenin
ifade özgürlüğü yok muydu? Yoksa sahâbenin hayatına ipotek mi koyulmuştu? Bütün bu hareketler Müslümanların çocuklarının birçoğunun
azimlerini katletmekte ve onlarda olumsuz teslimiyet ruhunu oluşturmaktır. Her müslüman için lazım olanı, kişilerin inanç ve meşreplerini
Kur’ân ve sünnetle tartmasıdır.
Tebliğ, irşad ve dine hizmet amaçlı olarak kurulan tarikatların önderleri bu amaçla Müslümanlara hizmet etmek için gece gündüz
çalışıp, dünyayı amaç değil de araç olarak kullanmışlardır. Ama ne yazık ki bu zâtların evlatları, mürid dedikleri saf iyi niyetli insanları
soymaya yönelik bir politika izlemektedirler. Birçoğunun bir elini müridlerin ağzında diğer elini de ceplerinde görmekteyiz. Bunlar
Kur’ân’ın ahkâm âyetlerini ve sünnetin cihad bölümünü bırakıp yalnız ahlâkî âyetleri ve zühdî hadisleri kendi emellerine yönelik
408
Müslim, Fiten.
Heytemi, Fetava el-Hadisiye 310-316.
410
İbn Abdu'l-Ber, el-İntika, 15.
409
66
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------yorumlayarak işlemekteler. Birçok mutasavvuf âlim, Kur’ân ve sünnet ışığında, İslâm corafyasında, kendi dinî mukaddesatları için cihad
ruhunu yaşıyarak düşmanına karşı kutsal değerlerini savunmuş ve emperyalist güçlerin sömürü çemberini aşabilmişlerdir. İşin daha da
önemlisi, iyiyi kötüden, hakkı batıldan, doğruyu eğriden ayırabilmektir. Yukarıda geçtiği gibi Selef uleması, İslâmı bir bütün olarak kabul
eder ve dini oluşturan İslâm, imân ve ihsan mefhumlarını eşit ölçüde yaşıyorlardı. Asıl tasavvuf ise insanı herşeyden çekip yaratılışın son
gayesine ulaştırmaya çalışmaktır. O da yegane Kur’ân ve sünnete bağlı Allah’a gerçekten kul olmaktır. Ebû Hafs (k.s.) şöyle der: “Kim hal
ve hareketini kitap ve sünnetle tartmaz, kötülüklerini yenmezse divan-ı ricalden (meşayıhtan) sayılmaz.” Ebû Yezid el-Bestami (r.a.) der ki:
“Kendisine havada uçacak kadar kerâmet verilen bir adam görseniz onun Allah’ın emir ve yasaklarına karşı tutumuna, sınırları korumasına
ve şeriatı harfiyyen uygulamasına bakmadan kerâmetlerine aldanmayın. Devamla şöyle diyor: İnsanın insandan manevi medet beklemesi
ikisinin birlikte denize düşüp ve birbirinden yardım istemelerine benzer.” Şeyh Abdulkadir Geylani (k.s.) gerek cinni şeytan gerekse insi
şeytan tarafından sıkıştırıldığınız zaman tek ve yalnız Allah’a yönelin ve ondan yardım isteyin buyurmuştur.411
Şeyh ile Mürid Adabı
a) Şeyhin gönül verdiği herhangi bir kadının ebediyen müride haram oluşu inancı. Bu yasak tek ve yalnızca peygamberlere mahsustur.
O da nikâhladıktan sonra bu hüküm geçerli olur.
b) Dinen yasak olan bir şey şeyh tarafından işlendiği takdirde müridin onu yadırgaması veya niçin yaptın demesiyle müridin ebediyen
iflah olmayacağı inancı.
c) Şeyh müridine kendini ateşe at, bu emri ilâhî bir emirden daha önemli bularak müridin kendini ateşe atması gerekeceği adabı.
d) Müridin şeyhin huzurunda gasilin elleri arasında olan ölü gibi olmalıdır inancı.
e) Şeyhin huzurunda müridin devamlı yerde ve diz üstü oturması adabı…412
İSLÂM’DA MUSKANIN YERİ NEDİR?
Muska: Bazı hastalıkları, kötülülükleri ve nazarı uzaklaştırmak için boyuna asılan veya üstte taşınan yazılı üç köşeli şekilde katlanmış
bir kağıt parçasıdır. Muskalara âyet, hadis veya bir dua yazıldığı gibi, meleklerin, efsanevî kişilerin, (Ashab-ı Kehf) adları, anlaşılmaz
tılsımlı sözler, simgeler, yıldız işaretleri, rakamlar, rumuz, bazı insan ve hayvan resimleri ile garip harf şekilleri de yazılıp çizilmektedir.
Âyet, hadis ve dualar dışındakiler İslâm dışında ortaya atılan batıl inanç ve hurafelere aittir.
Hadiste geçen rukye (üfleme) anlaşılmaz şeyleri kişinin üzerine okumaktır. Bu şekilde yapılan rukye yasaklanmıştır. Yapılması caiz
olan rukye ise: Allah Rasûlü (s.a.v)’den rivâyet edilen dualarla yapılanıdır. Meselâ: ‫الهم رب الناس اذاب الباْس اشف انت الشافى ال شفاء اال شفائك شفا ء ال‬
‫“ يغاىر السقما‬Ey insanların rabbi olan Allah’ım, zorlukları gider. Sen şifa verensin, şifa ver! Senden başka şifa veren yoktur. Hiçbir hastalık
bırakmayacak gibi şifa ver.”413 gibi bazı dualar.
Âlimler Yapılacak Muskanın Üç Şart Dahilinde Caiz Olabileceğini Söylemişlerdir:
1) Allah Teâlâ’nın, isimlerinin söylenmesi; bunun dışında başka canlı ve cansız olan eşyanın ismlerini kullanmak caiz değildir.
2) Manasının anlaşılır olması ve okunan şeylerin Kur’ân ve sünnete uygun olması.
3) Şifanın, okunan şeyden değilde Allah’tan geleceği inancıyla okunması. İslâm şifa amacıyla takılan veya asılan boncuk, halka, bid’at
ve hurafe içeren tüm muskaları yasaklamıştır.
On kişiden oluşan bir heyet biat etmek üzere Allah Rasûlü’nün yanına gelmişti. Allah Rasûlü dokuzuyla biatlaşmış onuncu kişiye
gelince elini çekmişti. Sebebi sorulunca, onun elinde nazarlık olduğunu söylemişti. Bunun üzerine o kişi nazarlığı alıp parçalamış ve sonra
da Allah Rasûlü ile biatlaşmıştır. Bunun üzerine Allah Rasûlü “Kim muska (nazarlık) takarsa şirk koşmuştur” diye buyurmuştur.
İmam Ahmed b. Hanbel, İmran b. Hasin’den şu şekilde rivâyette bulunmuştur: “Peygamber (s.a.v) bir adamın kolunda bakırdan bir
bilezik görünce onun ne olduğunu sordu. Adam da omuzundaki bir hastalıktan dolayı taktığını söyleyince Allah Rasûlü şu cevabı verdi:
“Ama bu, senin hastalığını daha fazlalaştırır. Çıkar onu, şâyet bu senin üzerinde iken ölecek olursan ebediyyen felah bulamasın.” Tüm
bunlardan dolayı gerek sahâbe gerek tabiin ve gerekse müçtehid imamlar, muskayı şiddetle yasaklamışlardır. Hatta Huzeyfe b. Yemani (r.a.)
bir adamın üzerinde bu muska görünce ona Allah Teâlâ’nın şu âyetini okumuş; ) َ‫اهلل اِ َّال َوا ْم م ْش ِركون‬
ِ ّ ِ‫و َما يؤْ ِمن اَ ْكثَرا ْم ب‬.
َ “Onlar şirk koşmadan
Allah’a imân etmezler.” 414
Saîd bin Câbir şöyle demiştir: “Kim bir kimsenin boynundan muskayı çıkarıp da atarsa köle azad etmiş gibidir.” Tabiinin ileri
gelenlerinden İbrahim Nehaî de “sahâbeler ister Kur’ân âyetlerinden olsun ister başka me’sur dualar olsun muska takmayı hoş
karşılamazlardı” demiştir. Bazı âlimler bu tür muskalara ruhsat verirken bazıları da yasaklamıştır. Tercih edilen ise muskanın bütün
türlerinin yasak sayılmasıdır. Çünkü itibar edilen deliller bunu göstermektedir.
Yasaklayıcı Deliller
a) Yasaklayıcı olarak gelen hadislerin tümü, genel bir yasaklayıcılık özeliğine sahiptir.
b) Günahlara sebep olacak yolları engellemek. Bugün Kur’ân âyetleri yazılı bir muska takan bir kimse yarın başka şeyler yazılı
muskalar takmaya başlar. Bunu gören bir kimse onun Kur’ân muskası mı yoksa başka bir muska mı olduğunu nereden bilecek. Zira Kur’ân
âyetli muskaları taşımak Kur’ân’ın değerini düşürür. Çünkü kişi ister istemez necis yerlere girecek, cünüp olacağı günler olacaktır. Kadınlar
ise aybaşları geçirecekleri için onların da üzerlerinde muska taşımaları pek uygun olmayacaktır. Bir zaman sonra Allah şifa verir, iyileşir
veya ihtiyacı kalmaz ve yahut düşürmüş olur. Bu muska çöplükte veya başka uygunsuz bir yere düşebilir. Bunun vebali hem yazana hemde
yazdırana aittir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şifa üç şeydedir: Bal içmek, hacamat (kan aldırmak) ve ateşle (yarayı)
dağlatmaktadır.”415 Şifa Allah’tandır, diğerleri sebeptir. Allah Rasûlü kendisi de tedavi olmuş, hacamat yaptırmış, sahâbilere doktor
göndermiştir. Aynı zamanda sahâbilerine ve ümmetine de tedavi olmalarını emretmiştir. Bizim için en faydalı olanı Allah Rasûlü’nün
sünnetine uymak ve bu tür meselelerde sebeplere tutunmaktır. Allah’tan tek dileğimiz, bizi kendi rızasına ulaşmakta muvafak kılmasıdır.
Bu konuda dikkat edilecek husus toplumla şu batıl inanç arasına perde çekmektir. Tevhid inancıyla bağdaşmayan bir hurafe ve bid’at
dolu eylem ve söylemler günümüzde dahi cereyan etmektedir. Muska dediğimiz metodlarla güya koca-karı veya aralarında evlilik bağı
olmayan kadın erkek arasını bulmak ve onları birbirilerine sevdirmek, mahkemede davayı kazanabilmek için hâkimin ağzını bağlamak,
alışverişte çok para kazanabilmek ve tüm hayatta şanslı olabilmek için muska yaptırıp taşımak gibi İslâm inancına taban tabana zıt bu
davranışlar haramdır. Tevhid akidesine halel getiren batıl bir inanıştır. Bunun yanısıra tas-daire kurup cin yakalamak, yitiği bulup hırsızı
teşhis etme iddiası daha vahim bir hastalıktır.
Herkes bilmelidir ki cinler cismi latiftirler. Görünmezler, tutulmazlar, yakalanmaz ve yakılamazlar. Ancak böyle bir iddiada bulunan cin
avcıları cinlerin aksine hastanın cebindeki parasını yakalamayı başarabilmişlerdir. Allah Rasûlü, “bizi aldatan bizden değildir” buyurmuştur.
Geniş bilgi kitabımızın “cinler” başlıklı konuda daha geniş bir şekilde izah edilmiştir. Rabbim bu millete şuur, irade kuvveti ve sağlam akide
ihsan eylesin.
411
Şeyh Abdulkadir el-Geylani, Fethu’r-Rabbani.
Tenvir'ul-Kulub, 528.
413
Ahmed, Buhârî.
414
Yusuf 12/106.
415
Buhârî.
412
67
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------İSLÂM’DA KEHANETİN HÜKMÜ NEDİR?
Kehanet, kâinatta gelecek zamanda vuku bulacak olaylardan haber verme, bazı sırları keşfetme, yitiği bulma ve hırsızı bilme vs. gibi
bazı kâhinlerin ortaya attıkları uydurma şeylerdir. Kâhinlik İslâm’dan önce de vardı. Günümüze kadar da devam etmiştir. Onlar, güya,
gaybten haber verirler. Kehanet dinen haramdır. Hatta şirke götüren tarafları da vardır. Çünkü gaybtan haber vermek ancak Allah’a
416
ّ ‫ْب اِ َّال‬
mahsustur. َ‫هللا َو َما يَ ْشعرونَ اَيَّانَ ي ْب َعثون‬
َ ‫ض ْال َغي‬
َ ‫“ ق ْ َاليَ ْعلَم َمنْ فِى الس‬De ki: Allah’tan başka, yerde ve gökte hiç kimse gaybı bilemez.”
ِ ْ‫َّمواتِ َو ْاالَر‬
ْ
ْ
ّ
ْ
ْ
ْ
َّ
ً
ْ
َ
َ
َ
َ
َ
َ
َ
َ
ْ
َ‫خ‬
َ
َ
َ
َ
ْ
ْ‫ر‬
ْ
ّ
Yine Kur’ân’da gaybı bilenin sadece Allah olduğu sıklıkla tekrar edilir. ‫ْب الستكث ت مِنَ ال ي ِر‬
َ ‫ضرا اِال َما شَا َء هللا َولوْ كنت اعلم الغي‬
َ ‫ق ْ ال ا ْملِك لِنفسى نفعًا َوال‬
َّ ‫“ َو َما َم‬De ki: Allah’ın dilemesi dışında ben kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip
َ‫سنِ َى السُّوء اِنْ اَنَا اِ َّال نَذي ٌر َوبَشي ٌر لِقَوْ ٍم يؤْ ِمنون‬
değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir
kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”417 ٌ‫“ ق ْ َماك ْنت ِب ْدعًا مِنَ الرُّ س ِ َو َما اَىْر َماي ْف َع بى َو َال ِبك ْم اِنْ اَتَّ ِبع اِ َّال َما يوحى اِلَ َّى َو َما اَنَا اِ َّال نَذي ٌر مبين‬De ki: Ben
Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben apaçık bir uyarıcıyım.”
418
Kâhinlik şirk olduğu gibi onların bu iddialarını doğrulayan kimseler de Allah’ın indirdiği apaçık âyetleri inkâr etmiş olur. Allah Rasûl
(s.a.v.): “Kim bir kâhine gider de dediklerini tasdik ederse, şüphesiz Muhammed’e indirileni inkâr etmiş olur.”419 buyurur. Başka bir hadisi
şerifte de “Kırk günlük namazı kabul olmaz.”420 buyurmuştur. Bununla birlikte toplumumuzda, gaybı bildiğini ve gaybdan haber verdiği
izlenimini veren, hatta bunu açıkça ileri süren şahısların, dinî konularda yeterince bilgisi bulunmayan kesimleri, sıkıntı ve ihtiyaç içindeki
kimseleri acımasızca sömürdüğü bilinen bir gerçektir. Bunu önlemenin tek yolu ise, İslâm dininin doğru bir şekilde öğrenilmesi ve
öğretilmesidir. Bu kadar âyet, hadis ve ögütlere rağmen milletimiz halen çalınmış veya kaybolmuş eşyayı kehanet yoluyla bulma oyunlarına
aldanıp, müracat ettikleri sahtekarların sözlerine inanarak, Allah ve Rasûlü’nün uyarı ve yasaklarını çiğnemektedirler. Gelecekten haber
vermek, geleceği görmek, yitiği bulmak ve cinlerle irtibata geçmek gibi iddialarda bulunmak tevhid inancına ters düşen ve Allah’tan rol
çalmak gibi insanı şirke götüren davranışlardan sakınmak farz-ı ayndır. Bu sapık inanışa karşı savaş açmak ve ilmi mucadele vermek her
müdrik Müslümanın temel görevidir.
DİNDE UĞURSUZLUK VAR MIDIR?
Uğur ve uğursuzluk: Herhangi bir şeyde bulunduğu zannedilen ve işlerin ters gitmesine sebep olarak ileri sürülen bir batıl inançtır.
Değişik çağlarda pek çok kişi ve toplum çevrelerinde gördükleri birtakım eşyada, hayvanlarda ve tabiat olaylarında uğursuzluk bulunduğuna
inanmıştır. Çağımızda bu uğursuzluk anlayışını üzerinden atamamış pek çok insan görülür. Aslında hiçbir şeyde uğursuzluk yoktur. Hiçbir
şey doğuştan da uğurlu değildir. Halk arasında sık sık kullanılan “uğurlu geldi” veya “uğursuz geldi” gibi sözler birer zan ve kuruntudan
ibarettir.
Allah Rasûlu (s.a.v.) bir hadisi şerifinde: “İslâm’da teşa’um (uğursuz sayma, kötüye yorma) yoktur, en iyisi tefeul (iyiye yorma)’dır.”421
buyurarak, bu zararlı anlayışın İslâm’da bulunmadığını ifade etmiştir. Diğer bir hadiste ise “eşyada uğursuzluk yoktur, Safer ayında
uğursuzluk yoktur, baykuşun ötmesinde bir uğursuzluk yoktur” 422 buyurmuştur. Sonuç olarak şöyle denilebilir: Ay ve güneş tutulması,
köpek havlaması, baykuşun ötmesi, kedi ve tilki gibi bazı hayvanların yolcu olan bir kişinin karşısına çıkması, merdiven altından geçmek, on
üç rakamı, salı günü işe başlamak veya yola çıkmak, gece aynaya bakmak veya tırnak kesmek, yeni doğum yapmış bir kadının evinden ateş
almak, eşikte oturmak, boş kovayla sağım hayvalarının arasında geçmek vb. gibi. Pek çok şeyde uğursuzluk bulunduğuna inanmak batıldır,
hurafedir. Zira böyle şeylerde, ne iylik ne de kötülük vardır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İBADET
İbadetin tanımı: Yaratılışın gayesi olan ibadet, tapmak, itaat etmek ve kulluk yapmak demektir. İbadet Allah Teâlâ’ya saygı ve
tazimden ibarettir. İbadetle mü’minin imânı olgunlaşır, kemale erer. İbadet sadece namaz, oruç, hac ve zekât değildir. Allah rızası için
yapılan herşey ibadettir. Başka bir ifadeyle ibadet marufu yerine getirip münkerden (kötü şeylerden) kaçınmak demektir. Daha geniş bir
ifadeyle İslâm’da ibadet, Allah Teâlâ’nın sevip razı olduğu açık ve gizli söz ve amellerin tümüne birden verilen isimdir. Açık ibadetlere,
kelime-i şehadeti telafuz etmek, namaz, zekât, oruç, hac, Allah yolunda cihad etmek, iyiliği emredip kötülükten menetmek, muhtaç olanların
yardımına koşmak, Allah’ın dinine davet etmek gibi ibadetler örnek gösterilebilir.
Gizli ibadetlere ise Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberine, ahiret gününe, kaza ve kadere inanmak, Allah’tan korkmak, O’na
tevekkül edip dayanmak, O’ndan yardım istemek, O’nun için sevip, O’nun için buğz etmek gibi ibadetler örnek verilebilir. ‫ص َالتى َونسكى‬
َ َّ‫ق ْ اِن‬
َ‫هلل َربِّ ْال َعالَمين‬
ِ ّ ِ ‫“ َو َمحْ يَا َ َو َم َماتى‬De ki: Şüphesiz benim namazım da, ibadetlerim de, hayatım ve ölümüm de âlemlerin rabbi olan Allah
içindir.”423
İbadet Üç Kısma Ayrılır:
a) Bedenle yapılan ibadetler: Namaz ve oruç gibi ibadetler bu çeşide girer. Bedenle yapılan ibadetlerde başkasını vekil tayin etmek
caiz değildir. Ancak hacda şeytan taşlama bundan müstesna tutulmuştur.
b) Mal ile yapılan ibadetler: Malla yapılan ibadetler zekât, fitre, kurban ve kefâretler gibi. Malla yapılan ibadetler için vekil tutulabilir.
c) Hem mal hem de beden ile yapılan ibadetler: Hac, cihad, yardımlaşma ve ilim tahsili gibi.
TAHÂRET BAHSİ
Tahâret sözlükte kir ve necis sayılan şeyleri, ayıp ve masiyetler gibi manevi pisliklerden temizlenme ve kurtulmadır. Istılahi manası ise
necasetten temizlenme demektir.
Tahâret ibadetin anahtarı ve namaz, tavaf gibi bazı ibadetlerin sıhhat şartlarından olduğu için fukaha hep tahâret konusuna öncelik
vermişlerdir. Çünkü şart meşruttan önce gelmektedir. Bu konuda Allah Rasûlü (s.a.v.) “Namazın anahtarı temizlik, başlangıcı tekbir, bitişi
ise selâmdır.”424 Ebi Mâlik el-Eş’arî’den rivâyet edilen başka bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurur: “Temizlik imândan bir
parçadır, Allah’a hamd mizanı doldurur, subhanallah velhamdulillah yer ve gök arasını doldurur, namaz nurdur, sadaka delildir, sabır
aydınlıktır, Kur’ân ya senin lehine veya aleyhine hüccettir. Her insan nefsini satarak sabahlar. Ya (dizginleyerek) azad ettirir ya da
416
Neml, 27/65.
A’raf, 7/188.
418
Ahkaf, 46/9.
419
Ebû Davûd.
420
Müslim, İbn-i Mâce.
421
Buhârî.
422
Müslim.
423
En’am, 6/162.
424
Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce.
417
68
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------(kaçırarak) helak ettirir.”425
Tahâret hadesten tahâret ve necasetten tahâret olmak üzere iki kısma ayrılır. Hadesten tahâret dediğimiz gusül ve abdest demektir.
Necasetten tahâret ise beden, giysi ve yer temizliği demektir. İslâm müslümanları maddi ve manevi yönlerden daima temizlenmeye davet
eder. İslâm Müslümanları insanlar arasında iç ve dış temizlik konusunda seçkin, model ve iyi örnek olma vasfına çağırır. Allah Rasûlü
(s.a.v.) ashabına şu tavsiyede bulunması bizim için güzel bir örnektir. “Siz kardeşlerinize gidiyorsanız; bineklerinizi ve elbiselerinizi düzeltin
ki insanlar arasında bir ben gibi olabilesiniz. Allah çirkini ve çirkinliği istemez.”426
Yüce dinimiz İslâm ruh, fikir, kalp ve ahlâk temizliğine önem verdiği gibi beden, elbise ve çevre temizliğine de gerekli önemi vermiştir.
Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse hadisi şeriflerinde temizlikle ilgili birçok âyet ve hadis bulunmaktadır. Mekke döneminde inen âyetlerde
şöyle buyurulur: ْ‫“ َيا اَيُّ َها ْالم َّدثِّر ق ْم فَاَ ْن ِذرْ َو َربَّكَ فَ َكبِّرْ َو ِث َيابَكَ فَطَهِّر‬Ey bürünüp sarılan (Rasûlüm)! Kalk artık insanları uyar. Sadece rabbini tanı.
Elbiseni temiz tut.”427 َ‫ْرفين‬
sırasında güzel
ِ ‫ْرفوا اِنَّه َال ي ِحبُّ ْالمس‬
ِ ‫“ يَا بَنى ا َى َم خذوا زينَتَك ْم ِع ْن َد ك ِّ َمس ِْج ٍد َوكلوا َوا ْش َربوا َو َال تس‬Ey Âdem oğulları! Her namaz
429
giysilerinizi giyin.”428 َ‫هللا ي ِحبُّ التَّوَّا بينَ َوي ِحبُّ ْالمتَطَهِّرين‬
َ ّ َّ‫“ اِن‬Şüphesiz Allah çok tevbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.” Burada Allah
(c.c.) manevi kirlerden temizlenme olan tövbe ile maddi temizlenmeyi birlikte zikretmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) yukarıda geçtiği gibi temizliğin önemini şöyle belirtmiştir: “Temizlik imândandır.”430 “Allah temizdir, temizliği
sever.”431
Yukarıda bahsi geçen temizlikle ilgili âyet ve hadisler maddi temizlikle birlikte manevi temizliği de ihtiva eder. Maddi temizliği
gerektiren yerler: Beden, elbise, namaz kılınacak yer, çevre, evde kulanılan kap-kaşık ve araç-gereç gibi şeylerdir.
Manevi temizliği gerektiren hususlar ise haram yemek, yalan söylemek, gıybet yapmak, emanete hıyanet etmek, iffetli kimselere iftira
atmak, zina ve hırsızlık gibi menhiyatlardan temizlenmektir. Diğer taraftan kalbini hased, kin, kibir, riya, hırs, ırkçılık ve bencilik gibi çirkin
şeylerden temizlemektir. Bunun yerine imân, ihlâs, takva, tevhid, ümmetçilik ve güzel ahlâkla bezemesidir.
Genel Olarak Necaset İki Kısma Ayrılır:
a) Cemadat: Cemadat hayvan ve hayvan parçası olmayana denir. Cemadatlardan içki, tezek ve dışkı dışında ağaç, taş ve toprak gibi
herşey temizdir.
b) Hayvanat: Hayvanat ise köpek ve domuz dışındakiler temizdir veya temizliği kabul edendir. Hayvanlardan meytet denen ölü
hayvanlardan balık ve çekirge hariç hepsi necistir. Sinek ve kurbağa gibi kanı olmayan hayvanlar ve meyve kurtları temizdir. Yünü ve kılı
hariç hayvanlardan koparılan tüm organ ve et parçası necistir. Temiz olan hayvanın salyası, teri ve gözyaşı da temizdir. Eti yenen ve
yenmeyen hayvanların kanı, bevli ve dışkısı mutlak necistir. Eti yenen hayvaların sütü de helâldir. Buna göre insan dışında eti yenmeyen
hayvanın sütü de necistir. Eti helâl olanın yumurtası da temiz ve helâldir. Necis olan maddenin dumanı da necistir. İnsanın ağzından akan su
sade olmak şartıyla temizdir. Hayvanların yiyip dışkı olarak bıraktıkları hububat ise sert ve tohum olarak ekilmeye elverişli olmak şartıyla
yıkanmakla temiz olur ve yenebilir. 432
İnsanın saçı, kılı, diğer organ ve et parçası temizdir. Şâfiî mezhebinde insan menisi temizdir. Delil ise Hz Âişe(r.)’nin şu rivâyetidir. O
şöyle buyurmuştur: “Allah Rasûlü’nün elbisesindeki meniyi ufalardım ve Allah Rasûlü gider onunla namaz kılardı.”433 İttifak edilen bir
rivâyette de Hz. Âişe (r.) şöyle buyurmuştur: “Allah Rasûlü’nün elbisesindeki meninin kurusunu ufalar ve yaşını da yıkardım.”434
Necaset Kendi İçinde de İki Kısma Ayrılır:
a) Necisu’l-ayn (bizzâtihi necis olan): Bu tür necisler hamr (içki) ve deri müstesna hiçbir zaman temizlenmez. Hamr uzun süre
bekletildikten sonra sirkeye dönüşmesiyle temiz olur. Deri ise domuz ve köpek derisi hariç tabaklama ile temizlenir.
b) Necisu’l-ayn olmayan: Yani kendisi temiz olup herhangi bir nedenle necis olandır. Bu da iki kısma ayrılır. Görünen ve
görümeyendir. Bunların hükmü ise şöyledir: Görünen necasetin eseri yok oluncaya kadar yıkanması gerekir, görünmeyen ise suyu üzerine
dökmekle temiz sayılır. Örneğin bir yere bevl edilmiş ve kurumuşsa o yerin üzerine üç kere su dökmekle temizlenir.435
Necisu’l-ayın olan Necasetler de Üç Kısma Ayrılır:
a) Necaset-i galize (ağır necaset): Şâfiîlere göre domuz ve köpeğin bulaştığı herhangi bir şeyi temizlemek için temiz ve temizleyici
olan su ile yedi defa yıkamak gerekir. Bir defasında suya temiz bir toprağın karışması şarttır. Dayandıkları delil ise Ebû Hureyre’nin rivâyet
ettiği şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Birinizin kabını köpek yaladığı takdirde onu döksün, sonra biri toprak olmak üzere
yedi defa yıkasın.”436
Hanefiler için toprak kullanmak şart değildir. Onlara göre üç temiz su ile yıkandıktan sonra sorun kalmaz. Delilleri ise Darekutni’nin
nakline göre hadise rağmen Ebû Hureyre’nin kendi fiiliyatıdır. Yani Ebû Hureyre böyle bir durumda üç defa su ile yıkaması Hanefiler için
delil kabul edilmiştir.
Şâfiîlerin ikinci ve sahih kavle göre sabun gibi mikrobu kaldırıcı olan temizlik ürünleri toprak yerine geçebilir.437 Hızla gelişen
dünyamızda çok etkili sabun ve deterjanlar bulunmaktadır ve toprağın yok edemediği necasetleri giderici güce sahip olan bol çeşitli deterjan
ürünleri uzmanlarca yeterli görülmektedir. Dolayısıyla toprağın bulunmadığı şehir gibi merkezi yerlerde toprak kulanmak yerine temiz
deterjan çeşitlerini kullanmak kafi gelebilir kanaatındayim.
b) Necaset-i hafife (hafif necaset): Gıda olarak sütten başka bir şey yememiş ve iki yaşını henüz doldurmamış olan bebeğin idrarıdır.
Bunun üzerine temiz su dökmek yeterlidir. Çünkü Hz. Âişe şöyle der: “Allah Rasûlü’ne henüz yiyecek yemeyen bir çocuk getirildi ve Allah
Rasûlü’nün kucağında bevl etti Allah Rasûlü su istedi ve üzerine döktü.”438
Harisin kızı Lubabet der ki: “Hz. Hüseyn Allah Rasûlü’nün kucağında bevl etti. Ey Allah’ın Rasûlü başka elbise giyinin onu yıkıyayım
dedim. Allah Rasûlü (s.a.v.) “Ancak kız çocuğunun bevli yıkanır. Erkek çocuğun bevli ise üzerine su dökülür.”439 buyurarak kız çocuğunun
425
Müslim, Nesâî, Tirmizî.
Ahmed, Ebû Dâvûd, Beyhâkî.
427
Müdessir, 74/1-4.
428
A’raf, 7/31.
429
Bakara, 2/222.
430
Müslim, Tahâret, Ahmed.
431
Tirmizî, Edeb.
432
el-Ravda, 1/30-33.
433
Buhârî hariç cemaat rivâyet etmiştir.
434
Mutefekkun aleyh.
435
er-Ravda, 1/40.
436
Beşi rivâyet etmiştir.
437
el-Mecmu, 2/536.
438
Müslim, Tahâret.
439
Ebû Dâvûd, Ahmed, Hâkim.
426
69
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------bevlinin daha katı olduğunu söylemek istemiştir.
c) Mutevassıt (orta dereceli necaset): Yukarda 1. ve 2. maddelerde açıklananlar dışında kalan necasetlerdir. Meselâ, idrar, dışkı ve kan
gibi. Bunun temizlenmesi ise değdiği yerin üç defa su ile yıkanmasıdır. Delil ise Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği şu hadistir: “Bir Arabinin
mescitte bevl ettiğini gören ashab adama sert çıkışlar yapıp azarlayınca Allah Rasûlü: “Onu rahat bırakın ve o yere bir kova su dükün. Sizler
ancak kolaylaştırıcı olarak gönderilmişsiniz zoralaştırıcı değil” buyurmuştur.440
Yağ ve pekmez gibi sıvı şeylere gelince, bunlara necaset düştüğünde elbiseye kıyasla üç sıcak su ile yıkamakla temiz olur denilmiştir.
İmam Nevevî’nin Mecmu’nda zikredildiği gibi fare gibi necis bir nesne sıvı yağa düştüğü zaman üç defa sıcak su düküp iyice karıştırılarak
yıkanır sonra her üç seferinde de yağ dondukten sonra suyu dökülür. Birçok müçtehide göre bu şekil yıkanan yağ ve benzeri şeyler temiz
sayılır.441
Kendisi ile Temizlik Yapılabilen Su Çeşitleri İkidir:
a)
Gökten inen
b)
Yerden çıkan
Gökten inen sular şunlardır: Yağmur, dolu ve kar suyu. Bunun delili ise Allah’ın şu buyruğudur: ‫س َما ِء‬
َّ ‫اس اَ َمنَةً ِم ْنه َوين َِّزل َعلَيْك ْم مِنَ ال‬
َ ‫اِ ْذ ي َغ ّشيكم النُّ َع‬
َّ ‫ب َع ْنك ْم ِرجْ زَ ال‬
َ ْ ‫ان َولِيَرْ بِطَ عَلى قلوبِك ْم َويثَبِّتَ بِ ِه‬
‫اال ْقدَا َم‬
َ ‫“ َما ًء لِيطَه َِّرك ْم بِه َوي ْذ ِا‬Sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (verdiği vesveseyi) sizden gidermek,
ِ َ‫ش ْيط‬
kalplerinizi birbirilerine bağlamak ve savaşta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu.”442 ‫س َما ِء َما ًء طَهورً ا‬
َّ ‫َواَ ْنزَ ْلنَا مِنَ ال‬
“Biz gökten tertemiz su indirdik.”443
Kar ve dolu suyu için Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği şu hadistir. O şöyle demiştir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) taharrüm tekbiri ile kıraat
arasında hafifçe durur şu duayı okurdu. Allah’ım benim hatalarımı kar ve dolu suyu ile yıka.”444
Yerden çıkan su ise kuyu, göze (çeşme) suyu, nehir suyu ve deniz suyu. Deniz suyunun temizliği hususundaki delil Ebû Hureyre’nin
rivâyet ettiği şu hadistir: Bir adam Allah Rasûlü (s.a.v.)’ne şöyle sordu: “Biz deniz yolculuğuna çıkarken beraberimizde az su alıyoruz, eğer
o su ile abdest alırsak susuz kalacağız, biz deniz suyu ile abdest alabilir miyiz? Allah Rasûlü, evet onun suyu temiz ve ölüsü de helâldır.”
buyurdu.445 Keza Allah Rasûlü’nün “Bidaet” kuyundan abdest aldığı rivâyet olunur.446 İmam Nevevî el-Mecmu adlı eserinde iki hadisin de
sahih oduğunu söyler. Şâfiî mezhebinde temiz olan su temizleyici olma vasfına da haizdir.447
Sular Dört Kısma Ayrılır:
Su temizleyici maddeler arasında en etkin temizleyici unsurdur.
1) Temiz ve temizleyici olup kullanılması mekruh olmayan su: Bu su mutlak olan sudur. Yağmur, kar, deniz, nehir, kuyu, göze, baraj ve
gölet suları gibi kaydı olmayan mutlak sulardır.
2) Temiz ve temizleyici olup kullanılması tenzihen mekruh olan su: Bu su güneşte bekletilmış ve güneşten etkilenip vücuda zararlı olan
sudur. Delil ise “Allah Rasûlü (s.a.v.) Hz. Âişe’nin göneşte su ısıttığını görünce “Ey Humeyra öyle yapma, o şekil ısınan su vücuda
zararlıdır.”448 buyurmuştur. Fakat vücuda zararlı olmayan güneşte ısınmış sular mekruh değildir. Teknik olarak ısıtma sistemiyle evlerde
kullanılan su gibi.
3) Temiz olup temizleyici olmayan su: Bu su abdest veya gusülde kullanılan sudur. Bu su İmam Şâfiî'nin bir görüşüne göre temiz ve
temizleyicidir. Fakat tekrar abdest ve gusülde kullanılması tenzihen mekruhtur. Hanefilere göre bu su temizleyici değildir ve necis sayılır.449
4) Necis olan su: Bu su temiz olmadığı gibi temizleyici de değildir. Bu su kulleteynden az olup içinde necaset bulunan sudur. Bir
kulleteyn yaklaşık iki yüz kg.’a tekabul eder.
Temizleme Vasıtaları Dörttür:
1- Su: Su necaseti giderme ve ibadet amaclı kullanma bakımında asıl temizleyici unsurdur. “Biz gökten temizleyici su indirdik.”450
2- Toprak: Mikrobu gidermek bakımından temiz ve ham toprağın temizleyici olduğu birçok müçtehid tarafından kabul edilmiştir.
3- Taş: Temiz ve kaldırıcı olan taş dinen temizlik vasıtası olarak kabul edilmiştir.
4- Tabaklamak (deri için): Domuz ve köpek dışındaki evcil ve yabani hayvanların derisi tabaklamayla temiz olur. Delil ise İbni
Abbas’ın rivâyet ettiği şu hadistır: “Herhangi bir deri tabaklamakla temiz olur.”451 Yine İbni Abbas’ın rivâyet ettiği başka bir hadiste Allah
Rasûlü’nün hanımlarından “Hz. Meymune’nin bir koyunu murdar olmuştu. “Allah Rasûlü (s.a.v.) “Siz derisini alıp tabaklayıp istifade
etseydiniz ya! buyurunca Hz. Meymune o murdar olmuştur demesi üzerine Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Sadece onun yenmesi haram
olmuştur.”452
Şâfiî mezhebinde eti yenmeyen hayvanlar kesimle derisi temiz sayılmaz. Ancak tabakamakla temiz olabilir. Bir deri tabaklandıktan
sonra her şekilde kullanılması caizdir ve üzerine namaz da kılınabilir. Şâfiî’nin cedid görüşüne göre tabaklanmış murdar olan hayvan
derisinin alım-satımı sahihtir. Fakat dabaklanmamış bu gibi derinin alım-satımı sahih değildir. Sadece sahibi tarafından kullanılması caizdir.
Hanefî mezhebinde murdar hayvanın derisi necis olmuş elbise gibidir, onun alım-satımı tabaktan önce de sahihtir.
Hanefilerin hilafına Şâfiî mezhebinin sahih kavline göre murdar hayvanların tüyü, kemiği ve tırnakları da necistir. İnsan dışında eti
yenmeyen canlıların sütü de necistir. Hayvanların tüm organlarının tedavide kullanılması caizdir. Hanefilerin dışındaki cumhura göre sarhoş
edici her sıvı madde necistir.453
KOLONYA
Kolonya, günümüzde bilhassa güzel koku ve temizlik gibi amaçlarla yaygın bir kullanıma sahip, alkol ihtiva eden bir maddedir. Alkol
ihtiva eden tüm sıvı maddelerin içilmesi ve kullanılması haramdır. İslâm dini sarhoşluk veren maddelerin içilmesini kesin olarak
yasaklamıştır. İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre ne maksatla olursa olsun sarhoş edici içkilerin azınında, çoğununda içilmesi haramdır.
Hal böyle olunca içerisinde alkol bulunan kolonyanın içilmesi ve zaruret olmaksızın kullanılması haramdır. İçkinin içilmesinin haramlığı
440
Beşi rivâyet etmiştir.
Muğni’l-Muhtac, 1/86.
442
Enfal, 9/11.
443
Furkan, 19/48.
444
Buhârî, Müslim.
445
Beşi rivâyet etmiştir.
446
Tirmizî.
447
el-Mecmu, 1/124.
448
Darekutni, Ebû Nuaym, Beyhâkî.
449
el-Hidaye, 1/25.
450
Furkan, 25/48.
451
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî.
452
Buhârî, Zekât, Müslim, Tahâret.
453
el-Mecmu, 1/286-304.
441
70
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------üzerinde tüm müçtehidler ittifak etmişlerdir.
Alkollü içeceklerin sarhoş edici vasfından dolayı, içilmesi yasaklanmıştır.454 Fakat temizlik gibi başka amaçlarla kullanılmasının yasak
(haram) olduğuna dair bir delil bulunmadığı için müçtehidler necis olup olmadığı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Başta Şâfiîler olmak üzere
çoğu müçtehid şarap ve içki ihtiva eden kolonya, parfüm ve ispirto gibi sıvı maddelerin necis olduğuna ittifak etmişlerdir.455
Ebû Hanife ve Ebû Yusuf’tan alınan görüşlere göre bunlar necis değildir. Yani içilmesi haram fakat elbiseye veya namaz yerine
dökülmeleri halinde namazın geçerliliğini etkilemez. Sonuç olarak müslüman olan bir kimseye dinin gereği kolonyayı kullanmamak tavsiye
edilir. Şâyet irade zayıflığından dolayı kullanan bir kimse varsa elini ve yüzünü yıkasın.
KABLAR KONUSU
Mezhebin sahih ve meşhur görüşüne göre zaruret olmaksızın altın ve gümüş kaplar, araç ve gerçelerin kullanılması haramdır. Delil ise
Huzeyfe b. el-Yemani’nin rivâyet ettiği şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Altın ve gümüş kaplarda su içmeyin ve yemek yemeyin. O ikisi
de ahirette sizin ve dünyada onlarındır.”456 buyurmuştur. İmam Şirazî, Irak âlimleri, Kadı Hüseyin, Mutevellî ve Beğavî’ye göre tenzihi
olarak mekruhtur.
Altın ve gümüş kapların kullanılması konusunda erkekle kadın eşittir. Kullanılma dediğimiz içinde yemek yeme, su içme, abdest ve
gusül alma ve alet olarak kullanmak arasında bir fark yoktur. Fakat ihtilafsız olarak altın ve gümüş kaplarla alınan abdest ve gusül almak,
gasp edilen yerler de namaz kılmaya kıyasla sahihtir. Çünkü Şâfiî mezhebinde gasp suyu ile abdest veya gusül almak, gasp edilen yerin
içinde namaz kılmak ve gasp edilen biçakla hayvan kesmek sahihtir.457
Zinet içn kullanılan altın ve gümşün hükmü böyledir. Fakat ihtiyaç gereği kullanılsa o zaman ruhsat vardır. Çünkü Enes’in rivâyet
ettiğine göre “Allah Rasûlü (s.a.v.)’in maşrapasının ağzı kırlınca dudakların yerine gümüşten bir parça atmıştı.”458
Yine Enes’in rivâyetine göre “Allah Rasûlü (s.a.v.)’in kılıcının alt kısmında gümüşten bir yama bulunuyordu.”459
Müşriklerin kap-kaşık ve giysilerin kullanılması mekruhtur. Çünkü Ebû Salebe şöyle rivâyet eder: “Ben Allah Rasûlü’ne dedim ki biz
ehli kitabın topraklarındayız ve onların kaplarında yemek yiyoruz. O mecburiyet olmaksızın onların kaplarında yemeyin mecburiyetiniz
varsa yıkayın sonra içinde yemek yiyin” buyurdu.460
Zaruri hallerde yıkadıktan sonra onların kaplarında yemek içmek caizdir. Çünkü Buhârî ve Müslim’in, İmran b. Hasin’den aldıkları
rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.)’in “Müşrike bir kadının kabından su içtiği olmuştur.”461
Müşriklerin gerek kapları olsun gerekse giysileri olsun Müslümanlar için kullanılması mekruhtur. Ancak bir Müslüman zaruri olarak
kullanacak olursa yıkadıktan sonra kullanması gerekir. Keza mahiyeti belli olmayan tüm eski giysi ve kapların hükümü de böyledir.
Bir müslümanın yapması gereken şudur: Evdeki kapların ağzını kapatmak ve yatarken ışıkları sündürmektir. Çünkü Câbir şöyle rivâyete
ediyor: “Allah Rasûlü (s.a.v.) gece olunca siz akşamladığınız vakit çocuklarınızı engelleyin. Çünkü şeytanlar o sırada yayılırlar, geceden bir
süre gidince kapıları kitleyin ve Allah’ın ismini zikredin çünkü şeytan kilitli kapıyı açamaz, su kabınızın ağzını besmeleyle kapatın,
kaplarınızı besmeleyle örtünüz ve çıranızı sündürün.”462
TUVALET ADABI
Büyük veya küçük abdest bozan kimsenin şu hususlara dikkat etmesi gerekir.
1) Üzerinde Allah’ın veya Hz. Muhammed'in ismi veyahut Kur’ân yazılı bir şeyle tuvalete girmemek. Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle
demiştir: Peygamber (s.a.v.) üzerine “Muhammedun Rasûlullah” yazılı yüzüğünü tuvalete girdiğinde çıkarırdı.”463
2) Tuvalete girmeden önce Peygamber'in okuduğu şu duayı okumak. ‫“ (اللهم انى اعوذ بك من الخبث والخبائث ) رواه الجماعة‬Allah’ım, erkek ve
dişi şeytanların şerinden sana sığınırım.”464 Tuvaletten çıkınca şu duayı okumak. ‫“ (الحمد هلل الذ أذاب عنى اآل ذ وعافانى) رواه ابن ماجه‬Allah’ım!
Benden eziyeti giderip ve afiyetli kıldığın için sana hamd olsun.”465
3) Tuvalette dünya ve ahiretle ilgili bir şey konuşmamak.
4) Tuvalete girerken sol ayak ile girmek.
5) Kıbleye yönelik oturmamak. Hanefî mezhebinde bu hal gerek tuvalette olsun gerek ise sahrada olsun değişmez.
6) Rüzgâra karşı hacet yapmamak. Çünkü rüzgâr o kerih kokuyu topluma ulaştırabilir.
7) Herhangi bir özür yoksa ayakta bevl etmemek. Bunun üç sebebi vardır: Ayakta bevl edenin idrari kendisine sıçrayabilir. Ayakta bevl
edenin avret mahali gözükebilir. Ayakta bevl edenin tam temizlenmemesi sözkonusu olabilir.
8) Karınca ve benzeri böceklerin yuvalarına ve yer yarıklarına hacet yapmamak.
9) Her zaman kimsenin göremeyeceği tenha ve müsait bir yerde haceti yapmak.
10) Yollarda, durgun sularda, meyve ağaçların altında, insanların toplantı yerlerinde hacet yapmamak.
11) Tuvalette otururken ağırlığı sol ayak üzerine vermek.
12) Sol el ile temizlik yapmak.
13) Avret yerlerine ve çıkan necasete bakmamak.
14) Necasetten iyice temizlendikten sonra yıkanmak.
15) Bevl ederken sağ elle zekerini tutmamak.466
Büyük ve küçük abdest yaparken su ile iyice temizlenmek vaciptir. Suyun bulunmadığı yerde taş ile temizlenmek caizdir. Taşı
kullanırken tek sayı (1-3-5-7) şeklinde kullanmak müstehaptır. İstincada kemik, kömür, yün, yiyecek türü, bez parçası, vs. şeyleri kullanmak
caiz değildir.467
Peygamerimizin Tuvalet Adabı
454
Seyid Sabık, Fıkhu’s-Sunne, 1/493.
el-Mecmu, 2/520, Muğni’l-Muhtac, 1/77.
456
Buhârî, Etime, Müslim, Libas Nesâî, Zinet.
457
el-Mecmu, 1/310-312.
458
Buhârî, Eşribe.
459
Tirmizî, Cihad, Ebû Dâvûd, Cihad.
460
Buhârî, Zebaih, Müslim, Seyd, İbni Hibban, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî.
461
Buhârî, Teyemmüm, Müslim, Mesacid.
462
Buhârî, Bedi’l-Halk, Müslim, Eşribe, el-Mecmu, 1/329.
463
Ebû Dâvûd, Tahâret, Tirmizî, Libas, İbn-i Mâce, Tahâret.
464
Cemaat rivâyet etmiştir.
465
İbn-i Mâce.
466
Altı hadis imamı ve Ahmed b. Hanbel rivâyet etmiştir.
467
er-Ravda, 1/64
455
71
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------a) Peygamberimiz (s.a.v.) ihtiyaç görmek istediği vakit toplumdan uzak ve görünmeyecek bir yerde ihtiyaç görürdü.
b) Ya bir tepe ya da bir bahçe duvarı arkasında ihtiyaç görürdü.
c) Helâya girmeden önce yüzüğünü çıkarırdı.
d) Helâya girmeden önce yukardaki duayı okurdu.
e) Helâda iken yere yaklaşmadan elbisesini yukarı toplamazdı.
g) Hacet için otururken iki kerpiç üzerine otururdu.468
Hz. Selman şöyle rivâyet eder: Bana sorulduki “sizin Peygamberiniz size herşey öğretmiş hatta tuvalette hacet adabını dahi öğretmıştır.
Ben evet dedim. O, bize tuvalette kıbleye doğru oturmamayı, sağ elle avret yerlerimizi yıkamamayı, tezek ve kemikle istinca yapmamayı
hacete çıktığımızda toplumda uzak veya bir kum yığını arkasında hacet yapmayı ve dişlerimizin arasındaki yiyecekleri yememeyi
öğretmiştir.”469
ABDEST KONUSU
Abdest Farsça bir kelime olup el suyu anlamına gelir. Arapçada “vudu” adı verilmiştir. Abdestle el, yüz, ağız, burun, diş, kulak ve
ayaklar gibi kirlenmeye açık olan yerler günde birkaç kez yıkamakla kir ve mikroplar önlenmiş olur. Böylece Allah’ın huzuruna tertemiz
çıkılır. Abdest, İsra gecesi beş vakit namazla birlikte farz kılınmıştır. Abdestin farziyeti Kur’ân, sünnet ve icma ile sabittir. Abdest namazın
ön şartlarındandır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle zikredilir: ‫يَااَيُّهَا الَّذينَ ا َمنوا اِ َذا ق ْمت ْم اِلَى الصَّلو ِة فَا ْغ ِسلوا وجواَك ْم َواَ ْي ِديَك ْم اِلَى ْال َم َرافِقِ َوا ْم َسحوا بِرؤ ِسك ْم َواَرْ جلَك ْم اِلَى‬
‫“ ْال َك ْعبَي ِْن‬Ey imân edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirsekle beraber ellerinizi yıkayın, başınızı meshedin ve topuklarla
beraber ayaklarınızı da (yıkayın).”470
Abdestin fazileti ile ilgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in birçok hadisi vardır. “Kim, emr olunduğu gibi abdest alır ve emr olunduğu şekilde
namaz kılarsa, geçmiş günahları mağfiret olunur.”471 “Din temizlik üzerine bina edilmiştir.”472 “Bir kimse abdest alıp, yüzünü yıkayınca,
yüzündeki azalarının işlediği bütün günahları, el ve ayaklarını yıkadığında, bunlarla işlediği günahları su damlalarıyla birlikte akıp gider ve
kendisi de tertemiz olur.”473
Abdestin Farzları altıdır:
1) Niyet etmek (yüzünü yıkarken).
2) Yüzünü yıkamak.
3) Dirseklerle birlikte her iki eli yıkamak.
4) Başın bir kısmını mesh etmek.
5) Topuklarla birlikte her iki ayağı yıkamak.
6) Tertip: Yani sıraya yazıldığı gibi riâyet etmek.
Temizlik genelde iki çeşittir. Hadesten temizlik ve necasetten temizlik, hadesten temizlik için niyet şarttır fakat necasetten temizlik için
niyet gerekli değildir.
1) Niyet
Niyet: Yapılan işin kasten ve bilerek yapmak demektir. Abdest almak isteyen kimse abdestsizliği kaldırmaya samimiyetle, ihlâsla ve
Allah’a yaklaşma dileğiyle niyet eder. Yüz yıkanırken niyet edilir. Niyet şöyle edilir: Abdest almaya niyet ettim veya namazı mubah kılmaya
niyet ettim yahut namaz kılmayı kendime helâl etmek için niyet ettim şeklinde niyet edilir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ameller niyetlere göredir ve her kişiye niyet ettiği vardır.”474
2) Yüzün Yıkanması
Yüzün sınırı uzunlamasına, alından saçın bittiği yerden çenenin altına kadar; enlemesine de kulaktan kulağa olan kısımdır. Belirlenen
sınırlar içerisindeki yüzün tümünü ıslatmak lazım gelir. Yüz ve kolların yıkanması üçer defadır. Biri farz, ikisi de sünnettir. Sakal, bıyık ve
kaşların altına suyun ulaşması gerekir.
3) Kolların Yıkanması
İki eli dirsekle birlikte yıkamak farzdır. İki elin üzerinde bulunan kılların, köküne işleyecek şekilde, yıkanması farzdır. Abdestin sahih
olabilmesi için yıkanması gereken organların üzerinde, suya engel olacak hiçbir şeyin bulunmaması gerekir. Meselâ yağlı boya, mum ve
yapışkan gibi suyun vücuda ulaşmasına engel olan maddeler gibi şeylerin bulunmaması gerekir. Kolu dirsekten kesilmiş olan bir kimsenin
kesilen yerin baş kısmını yıkaması farzdır. Şâyet kolun dirsekten yukarısı kesilmişse o kemiğin yıkanması sünnettir.
4) Başı Mesh Etmek
Başın hududunda bulunan ten veya saçın bir kısmını ıslak bir el ile mesh etmektir. Başın ön kısmını mesh etmek daha faziletlidir.
Hanefilere göre başın dörtten birini, Mâlikî ve Hanbelilere göre ise bütününü mesh etmek farzdır.475
5) Ayakları Yıkamak
Ayakları iki topukla birlikte yıkamak farzdır. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Vay ateşten o topukların haline”476 buyurmuştur.
Parmakların arasını ve varsa ayak çatlaklarını yıkamak farz olduğu gibi üzerinde ve tırnaklar altında bulunan kir ve benzeri şeyleri de
gidermek ve topukla beraber yıkamak lazımdır. Her ne kadar bazı müçtehidlerin âyetteki “başınızı mesh edin” cümlesinin peşinden gelen
“ayaklarınızı da” ifadesini farklı yorumlayarak ihtilafa yol açmış ve Şianın Ehl-i sünnete yakın kolu olan Caferiler “ayaklarınızı da mesh
edin” anlamını vermişlerse de bu böyledir. Ancak muhakkik âlimler yukarıda geçen hadisi delil göstererek ayakları yıkanmanın farz
olduğuna hüküm etmişlerdir.
6) Tertip
Tertip: Yukarıda zikrettiğimiz gibi sıraya riâyet etmek, demektir. Yani önce niyet etmek sonra yüzü yıkamak, elleri kollarla beraber
yıkamak, başı mesh etmek, sonra da ayakları yıkamak gelir. Şâfiîler âyetteki sırayı dikkate alarak tertibi farz saymışlardır. Şâfiîlere göre
abdest niyetiyle bir kişi suya dalıp ve abdest alınacak kadar beklerse sahih kavle göre abdesti sahihtir. Şâyet suya dalıp hemen çıkarsa
abdesti sahih olmaz. Fakat İmam Nevevî’ye göre suya dalıp hemen çıkanın abdesti de sahihtir.
Abdestin Sünnetleri
1) Abdeste besmele ile başlamak: Bir hadisi şerifte: “Kim abdest alır, besmele çekerse bütün bedeni için temizleyici olur. Kim de abdest
468
Cemaat rivâyet etmiştir.
Cemaat rivâyet etmiştir.
470
Maide, 5/6.
471
Buhârî, Vudu, Ebû Dâvûd, Tahâret.
472
Taberânî.
473
Müslim, Tahâret.
474
Buhârî, Müslim, Nesâî.
475
İbn Rüşd, Bidâyetu’l-Muctehid, 1/11.
476
Buhârî, İlim, Müslim, Tahâret.
469
72
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------alır da Allah’ın adını anmazsa, sadece abdest azaları için temizleyici olur.477 buyurulmaktadır.
2) Elleri yıkadıktan sonra su alacağı kaba batırmak: Ellerini yıkamadan önce kaba batırmak sünnete aykırıdır.
3) Ağza su vermek ve mazmaza yapmak: Ağza su alınıp temizlenmesine mazmaza denir. Önce ağza sağ elle su verilir ve sağ elin
şehadet parmağıyla içi temizlenir.
4) Burna su vererek istinşak yapmak: Burna su alınıp temizlenmesine istinşak denir. Burna sağ elle su verilir fakat sol elle temizlenir.
Ağza ve burna su vermede sıra gözetilir. Yani önce ağız sonra burna su verilir.
5) Başın tamamını mesh etmek: Abdest alan bir kimsenin başının tamamını meshetmesi sünnetir.
6) Yeni bir su ile kullakların dışını ve içini mesh etmek: Hanbelilerin dışındaki müçtehidlere göre kulakların meshi sünnettir.
Hanbelilere göre ise kulakları mesh etmek vaciptir. Delilleri ise şu hadistir.”Allah Rasûlü abdest alırken kulaklarını mesh etmiş ve kulak
kafadan sayılır buyurmuştur.”478
7) Gür ve sık olan sakalı oğuşturmak: Abdest alan bir kimsenin varsa sakalını parmaklarıyla karıştırıp dibini ıslatması sünnetir. Allah
Rasûlü bir avuç suyla sakalını karıştırarak “Rabbim bana bu şekilde emretti” dediği rivâyet edilir.479
8) El ve ayak parmaklarının arasını ovalamak:
9) Her uzvu üçer defa yıkamak: Abdest organlarını bir defa yıkamak farz, iki defa da sünnettir. Üç defadan fazla yıkamak sünnete
aykırıdır.
10) Uzuvları ard arda yıkamak: İmam Şâfiî’nin cedid kavline göre yıkanan bir organ kurumadan diğerini yıkamak sünnettir.
Abdestin Adapları
1) Abdest alırken misvak kullanmak: Asrı saadet döneminde diş temizliği misvakla yapılırdı. Misvak bilinen arak ağacının dalıdır.
Misvak dişleri temizler, ağız kokusunu giderir, ağız, diş etleri ve mide sağlığına faydalıdır. Bugün mevcud olan fırçalardan yararlanarak ağız
temizliği yapılabilir.
2) Abdest aldıktan sonra elleri silkelememek.
3) Abdest alırken başkasından yardım istememek.
4) Abdesten sonra kurulanmamak. Hanefilerde ise temizlik ve sağlık bakımından kurulanmak adaptır.
5) Kıbleye karşı durup abdest almak: Çünkü kıble yönlerin en değerlisidir ve ona karşı durup yapılan dualar makbuldur.
6) Abdest alırken konuşmamak: Bir mazeret bulunmadıkça abdest esnasında başkasıyla konuşmak adaba aykırıdır.
7) Abdest alırken suyu yüzüne çarpmamak.
8) Suyu kullanırken iktisatlı olup israf etmemek: Nehir veya deniz kenarında bile su israfı mekruhtur.
9) Abdest alırken uzuvların farz olan yerinden daha fazlasını yıkamak: Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) “Sizler abdest azalarınızı yıkarken
geniş tuttuğunuz için kıyamet gününde “el gurru'l-muhaccilun” (yüzleri ve ayakları beyaz) olan bir ümmetsiniz.” buyurur.480
10) Abdest aldıktan sonra kıbleye dönüp kelime-i şehadet getirerek dua etmek:
Abdest duası şehadetle birlikte şöyledir: ‫“ اللهم اجعلني من التوابين واجعلني من المتطهرين واجعلني من العلماء العاملين واجعلني من الصلحاء الصالحين‬Ya
rabbi! Beni tövbe edenlerden, kalbi temiz olanlardan, ilmiyle amil olanlardan ve salih kullarından eyle!”
11) Abdestten sonra kerahet vakti değilse, abdest sünneti diye iki rekât namaz kılmak:
Abdestin Mekruhları
1) Suyu israf etmek.
2) Sol uzvu sağ uzvundan önce yıkamak.
3) Organları üç defadan fazla yıkamak.
4) Gerekmediği halde başkasından yardım istemek.
5) Oruçlu iken mazmaza veya istinşak yapmak.
6) Abdest esnasında dünya kelamı konuşmak.
7) Özürsüz olarak abdestten sonra kurulanmak.
8) Boyunu mesh etmek.
9) Helâ gibi uygun olmayan yerlerde abdest almak.
10) Abdest alırken suyu yüze çarpmak.
11) Daha önce açıklanan abdest sünnetlerinden herhangi birini terk etmek.
Mendup Olan Abdestler
Mendup olan abdestin bir kısmı şunlardır:
1- Devamlı abdestli kalmak.
2- Abdestli olarak uyumak.
3- Gıybet, koğuculuk, yalan, kötülük ve benzeri bir günah işledikten sonra kefâret olarak abdest almak.
4- Öfkelenme halinde abdest almak.
5- Ölüyü yıkadıktan sonra abdest almak.
6- Kahkaha ile güldükten sonra abdest almak.
7- Dinî kitapları okumak için abdest almak.
8- Ezan okumak için abdest almak.
9- Müçtehidlerin muhalefetinden kurtulmak için abdest almak. Örneğin Hanefî olan bir kimse eli kadına değdiği için Şâfiîlere riâyet
olsun diye abdest alması menduptur. Keza Şâfiî olan bir kimse vücudundan kan geldiğinde Hanefilere riâyet olsun diye abdest alması
menduptur.
Abdestsiz Olan Bir Kimseye Üç Şey Haramdır:
1) Namaz kılmak: Bu namaz, farz, nafile, şükür ve tilavet secdesi ve cenaze namazı olsun fark etmez.
2) Kâbeyi tavaf etmek: Kâbe’yi tavaf etmek gerek farz gerek vacip gerese nafile tavaf olsun hüküm aynıdır.
3) Kur’ân-ı Kerîm’e el sürmek ve taşımak: Abdestsiz Kur’ân’a dokunulup dokunulmıyeceğı hususunda fukaha arasında ihtilaf vardır.
Bir kısım müçtehidlere göre abdestsiz olan bir kimsenin Kur’ân’a dokunmasi caiz değildir. Bu görüş Ali, İbn Mes’ûd, Sa’d b. Ebi Vakkas,
Saîd b. Zeyd, Atâ, Zuhrî, en-Nehaî, Mâlik ve İmam Şâfiî’nin görüşüdür. Dayandıkları delil ise şu âyet; َ‫“ الَ يَ َمسُّه اِالَّ ْالمطَهَّرون‬Ona ancak çokça
temizlenmiş olanlar dokunur.”481 ile Abdullah b. Ebi Bekir’in rivâyet ettiği şu hadistir: Allah Rasûlü (s.a.v.) Yemen’de vali olan Amr b.
Hazm’a göndermiş olduğu mektupta şöyle buyurmuştur: “Kur’ân’a ancak temiz olanlar dokunsun.” Hadisi İmam Mâlik mürsel olarak, Nesâî
ve İbn Hibban ise mevsul olarak rivâyet etmiş ve malul bir hadistir.482 demiştir. Abdullah İbn Ömer’den rivâyet edilir ki Allah Rasûlü
477
Neylu’l-Evtar, 1/155.
Neylu’l-Evtar, 1/180.
479
Zeylai, 1/23.
480
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/17.
481
Vakıa, 56/79.
482
Buluğu’l-Meram, abdest bölümü, Subulu’s-Selâm, s. 86
478
73
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------“Kur’ân’a ancak temiz olanlar dokunabilir.”483 buyurmuştur. Abdestsiz Kur’ân’a el sürülebilir diyenler ise selefi salihinden şunlardır: İbn
Abbas, İkrime, Şa’bi, Dehhak, Zeyd b. Ali, Hakem, Hammâd b. Ebi Süleyman, Dâvûd, İbn Hazm ve Ebû Hanife’den bir görüş ile.484
Abdestsiz Kur’ân’a el sürülebilir diyenler muhliflerinin delil olarak gösterdikleri gerek Vakıa 79. âyette gerekse de hadisteki "‫ المطهرون‬temiz
olanlar” kelimesinin abdestli olma manasına geldiği gibi diğer birçok manaya da geldiğini iddia ederler. Yani onlara göre âyet muhkem
olmayıp te’vile açıktır. Meselâ bazıları ancak günahtan beri olanlar dokunabilir demiştir. Bunlar Saîd b. Cubeyr ve Enes b. Mâlik gibi
zevattır. İmam Kelbi’ye göre ise sadece cenabet ve necasetten temizlenenler dokunabilir. Hüseyin b. Fadl’e göre Allah’ın şirk ve nifaktan
temiz kıldığı kimseler Kur’ân’ın tefsirini yapabilirler demiştir. Bazıları ise onun sevabına ancak mü’minler erişebilirler şekilinde tefsir
etmiştir. Diğer taraftan Ebû Bekir İbn Arabî ve İbn Hacer el-Askalani’ye göre “abdessiz Kur’ân’a dokunulmaz” hükmüne delil gösterilen
Abdullah b. Ebû Bekir’in naklettiği hadisin senedinde Suveyd İbn Ebi Hatem yer aldığı için zayıf kabul edilmiştir. Keza Nevevî ve İbn
Kesir’e göre Amr b. Hazm’ın hadisi zayıf sayılmıştır.
Ayrıca İbn Arabî’nin tercih ettiği görüşe göre âyetteki sözkonusu lafzın haber mahiyetinde olup emir kabul edilmemiştir. Dolayısıyla
Kur’ân’a dokunmak için abdestli olmak şartı ortadan kalkmış olur. Bazı müfessirlere göre ise ‫ ال يمسه‬zamiri ile Kur’ân’a değil Levhu’lMahfuza işaret edilir.485 İbn Cerir et-Taberî, İmam Mâlik’ten nakl eder ki Kur’ân öğrenen ve öğreten abdestsiz bir kimse için Kur’ân’a
dokumak ve taşımak caizdir. Velev ki bu aybaşı ve lohusa bir kadın olsun. Fakat cünüp için bu caiz değildir. Çünkü cünüp olanın temizleme
imkânı vardır.
Elhasıl abdestsiz Kur’ân-ı Kerîm’e el sürülebilir hükmünü tercih edenlerin dayandıkları deliller daha inandırıcı olmakla birlikte abdestin
önemine ve Kur’ân’ın ehemiyetine binaen ihtiyatlı davranmak tercihimdir. Çünkü abdestsiz Kur’ân’a dokunulabilir fetvası Kur’ân’ın azamet
ve kutsiyetine halel getireceği gibi “Müslüman her zaman abdestli olmalıdır” uyarısına ve önemine de gölge döşüreceği kesindir. Diğer
taraftan hem Kur’ân’ın hem de abdestin kadru kıymeti kalkmış olur. Bu hususta Müslümanların izleyeceği yol şu olmalıdır. Aciliyet ve
zaruriyet olmaksızın Kur’ân’ı Kerîm’i abdestli olarak ele alıp okumaları daha evlâdır. Ancak avamın inandığı gibi Kur’ân’a asla abdestsiz el
sürülemez anlayışı da yanlıştır. Çünkü bu inanç günlük hayat nizamımız olan Kur’ân ile Müslümanlar arasına ciddi bir engel koyacağı gibi
abdestsiz bir Müslümanın necis olduğunun inancını da doğurur. İmam Şâfiî abdestsiz Kur’ân’a dokunulması caiz değildir hükmünde şu
istisnayı da ihmal etmemiştir. Kur’ân’ın yanmasından, uygunsuz bir yere düşmesinden ve art niyetli olan kâfirin eline düşmesinden endişe
edildiği vakit bir Müslümana abdestsiz, hatta cenabet ve hayızlı kadına onu kaldırıp mühafaza etmesi vaciptir.486demiştir.
ABDESTİ BOZAN ŞEYLER
1) Ön veya arkadan herhangi bir şeyin çıkması. Şâfiîlere göre ön veya arkadan başka vücudun herhangi bir yerinden çıkan kan ve
benzeri sıvı maddeler abdesti bozmaz. Dayandıkları delil, şu hadistir. Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle nakleder: “Peygamber (s.a.v.) kan aldırdı ve
abdest almadan namaz kıldı. Kan aldırdığı yerleri yıkamanın dışında bir şey yapmadı.”487
Hanefilere göre ise gerek adet yerinden olsun gerekse vücudun diğer yerlerinden olsun çıkan idrar, dışkı, kan, irin veya başka bir madde
abdesti bozar. Delilleri ise: “Her akan kandan dolayı abdest almak gerekir.”488 hadisidir.
2) Makadı iyice yer almamış halde uyumak: Aklın idrak gücünü gideren her durum abdesti bozar. Bağdaş kurarak uyumanın dışında her
hal üzerine uyumanın abdesti bozduğuna dair Şâfiî fukahası ittifak etmişlerdir. Dayandıkları delil şu hadisi şeriftir. Allah Rasûlü “Göz
makadın bağıdır. Bundan dolayı uyuyan kimse abdest alsın.”489 buyurur.
Diğer bir hadisi şerifte de “Göz makadın bağıdır. Gözler uyuduğu zaman bağ çözülmüş olur.”490 buyurulur.
3) Hastalık, sara nöbeti, bayılma ve sarhoşluk haliyle aklın kaybolması.
4) Perdesiz olarak nikâhı düşen erkek ve kadının vücudlarının birbirilerine dokunması. Şâfiîlere göre erkeğin nesep, süt veya sihri
hısımlık gibi mahremleri dışında kalan, eşi veya yabancı bir kadına aralarında perde olmaksızın kasıtlı veya unutarak olusun dokunması her
ikisinin de abdestini bozar. Bundan saç, diş ve tırnak müstesnadır. Delilleri ise şu âyettir. “Yahut da kadınlara dokunmuşsanız.”491
Hanefilerde galiz şehvet olmaksızın dokunmayla abdest bozulmaz. “Peygamber (s.a.v.) eşlerinden birisini öper, sonra da abdest almadan
namaz kılardı”492
5) İnsanın tenasül uzvuna elin iç kısmıyla dokunması. Delil ise şu hadisi şeriftir. Busret b. Safvan’dan rivâyet edilirki Allah Rasûlü
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim ki elini avretine dokundurursa o abdest almadan namaz kılmasın.”493 Ebû Hureyre’den gelen bir rivâyette
de Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz eliyle fercine perdesiz dokunduğu takdirde abdest alsın.”494
6) Dübür (makat) halkasına elin iç kısmının dokunması. Hanefî mezhebinde bu iki durumda da abdest bozulmaz. Dayandıkları delil ise
Talk b. Ali’nin rivâyet ettiği şu hadistir. O şöyle demiştir: Biz Allah Rasûlü’nün yanında idik. Bedevi bir adam geldi ve şöyle dedi: “Ey
Allah’ın Nebisi! Bir kişinin abdest aldıktan sonra zekerine elle dokunmasına ne dersin. Allah Rasûlü (s.a.v.) o ancak onun bir parçasıdır
buyurdu.”495
Mezhebin sahih görüşüne göre hayvanın fercine dokunmak abdesti bozmaz. İmamu’l-Harameyn Cuveynî: “Velev ki bir kimsenin elini
(doğurtmak için) hayvan fercinin içine götürse de ittifakla abdesti bozulmaz” der.496
MEST KONUSU
Mest üzerine mesh etmek bu ümmet için kolaylık olsun diye Allah Rasûlü (s.a.v.) hicretin dokuzuncu yılında meşru kılmıştır. Ayağa
giyilen ve mest niteliğini taşıyan veya mest hükmünde bulunan şeylerin üzerine abdest alınırken mesh edilmesi caizdir. Özellikle soğuk
memlekette mest giyinip üzerine mesh edilmesi İslâm dininin getirmiş olduğu bir kolaylıktır.
Meshın Ölçüsü
Mesh denilebilen ayak parmaklarının ucundan başlayarak Şâfiîlere göre elin en az bir parmağıyla bir defa yukarıya doğru sürmektir ve
483
Heysemi, Mecmeu’l-Zevaid.
el-Mecmu, 2/89, Fıkhu’s-Sunne, 1/42.
485
Tefsiru’l-Kurtubi, 17/146, el-Mecmu Haşiye, 2/82, Neylu’l-Evtar, 1/229.
486
Zuhaylî, 1/536.
487
Buhârî, İlim, Müslim, Hayız, Nesâî, Tahâret, İbn-i Mâce, Tahâret.
488
Zeylai, Nasbu’r-Raye, 1/37.
489
İbn-i Mâce, Vudu, Ebû Dâvûd, Tahâret, İbn Hanbel.
490
Darimî, Vudu.
491
Maide, 5/6.
492
Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce.
493
Sünen sahipleri rivâyet etmiş ve sahihtir.
494
Şâfiî, Ahmed, Hâkim.
495
el-Taç, 1/97, Karrafi, el-Furuk, 1/27.
496
el-Mecmu, 2/48-49.
484
74
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------mestin altını da mesh etmek müstehaptır.497
Meshın Şekli
Islak elin parmaklarını açarak sağ elle sağ ayağı sol elle sol ayağı meshetmektir. Allah Rasûlü’nün bu şekil yaptığı rivâyet edilir.498
Bezle mesh yapmak veya su dökerek mesh etmek cevazla birlikte sünnete aykırıdır.
Meshle ilgili tevatür derecesine ulaşmış hadisler vardır. Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: “Maslahat olsaydı, mestlerin üst kısmı değil alt
kısmının meshedilmesi daha uygun olacaktı. Ben Allah Rasûlü (s.a.v.)’in mestlerin üstünü mesh ederken gördüm.”499
Muğire b. Şu’be (r.a.)’dan şöyle nakledilmiştir: “Ben Allah Rasûlü’nün abdest alırken mestlerini çıkarmak için davrandım. O, “onları
bırak, çünkü ben onları abdesli iken giydim”500 buyurdu. Safvan b. Assal’ın “Allah Rasûlü (s.a.v.) bize abdestli olarak giydiğimiz takdirde,
eğer yolculukta isek üç, mukim isek bir gün bir gece süreyle mestler üzerine meshetmemizi, ister büyük ister küçük abdest sebebiyle onları
çıkarmamayı, ancak cünüblük nedeniyle çıkarmayı emretti.”501
Bu hadis meşhurdur. Hz. Ömer, Huzeyme b. Sabit, Ebû Saîd el-Hudri, Safvan, İbn Abbas ve Hz. Âişe validemiz gibi muteber sahâbiler
topluluğu tarafından nakledilmiştir. İmam Mâlik’in dışındaki müçtehidlere göre mest üzerine mesh gerek yolculukta gerekse haderde olsun
meşru kılınmıştır. İmam Mâlik ise meshi yalnız yolculukta caiz görmüştür. Delili ise mest hakkında varid olan hadislerin çoğunun seferde
vaki olmasıdır.502
Mest Üzerine Mesh Etmek Üç Şartla Caizdir:
a) Mestin abdest tamamlandıktan sonra giyilmesi. Meselâ bir ayağı yıkayıp o ayağın mestini giymek uygun olmaz. Ancak abdestin
kemalindan sonra giyilmesi gerekir.
b) Mestin ayakları aşık kemiklerinin üstüne kadar örtmüş olması. Ayakları topukla birlikte örtmeyen mestin üzerine mesh etmek caiz
değildir.
c) Giyilen mestlerle bir müddet yol yürüme imkânı (mestlerin sağlam) olması. En sahih kavle göre suyun ayaklara ulaşmasına engel
olmayan dokuma mestlere mesh etmek caiz değildir.
Mest üzerine giyilen kalın çorap veya mestin üzerine giyilen ikinci mesti mesh etmek İmam Şâfiî’nin kadim kavline ve i’mam Rafii’ye
göre caizdir. Fakat İmam Şâfiî’nin cedid kavline ve mezhebin diğer imamlarına göre ise caiz değildir.503 En sahih kavle göre ön kısmı açık
olup bağcıklarla bağlanmış olan mestler üzerine mesh etmek caizdir.504
Hanefilere göre keçe veya kalın dokunmuş çorap üzerine mesh etmek caizdir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.)’in abdesten sonra iki çorabı
ve iki papucu üzerine mesh ettiği rivâyet edilir.505 Çorabın kalınlığıdan maksat onunla yol yürümek mümkün olan çorap olmalıdır ki mest
hükmünü alsın.
d) Mestlerin deliksiz ve sağlam olması. Şâfiî mezhebinde bir parmak sığacak kadar delik olan mesh özeliğini kaybeder.506
Meshin Müddeti
Mukim olana bir gün bir gece misafir olana ise üç gün üç gece mestler üzerine mesh etmesi caizdir. Şâfiî mezhebinde mukim olan bir
kimse mesh ettikten sonra sefere çıkarsa veya misafir memleketine dönerse her iki durumda da mukim müddetini uygular.
Şâfiîlere göre hırsızlık veya yol kesmek gibi mubah olmayan bir yolculukta mesh süresi yirmi dört saattir. Mestleri giydikten sonra
müddetin başlangıcı, abdestin bozulduğu zamandan başlar. Meselâ sabah saat 5’te abdest alıp mest giyen kimsenin, abdesti saat 12 de
bozulursa, onun meshetme süresi 12’den sonra işlemeye başlar.
Üç Şey Meshi Bozar:
Abdesti bozan herşey meshi da bozar. Bunun dışında meshi bozan bazı hususlar aşağıda belirtilmiştir.
1) Mestlerin ayaktan çıkartılması. Bu sırada abdestli ise Şâfiî, Mâlik ve Hanefi’ye göre ayaklarını yıkaması yeterlidir.
2) Guslü gerektiren herhangi bir durumun oluşması.
3) Mest müddetinin dolması. Mâlikilerin dışındakilere göre meshin yukarıda belirtildiği gibi gerek mükim gerekse misafir olsun tayin
edilmiş süreleri vardır. Mâlikilere göre meshin bir süresi yoktur.507
TEYEMMÜM
Teyemmüm sözlükte bir şeyi kast etmek, ona yönelmek demektir. Istılahata ise abdest, gusül veya yıkanması lazım gelen bir uzvun
yıkanması yerine toprağı el ve yüze sürmektir.
Teyemmüm diğer ümmetlere verilmeyip, Allah tarafında bu ümmete lütfedilen bir kolaylıktır. Teyemmüm, abdest ve gusül yerine geçen
sembolik bir işlemdir.
Teyemmümün Yapılış Şekli Şöyledir
Abdestsiz olan veya gusül yapması gereken bir kimse iki elini temiz toprağa veya toprak cinsi yer madenine bir kere vurup yüzünü mesh
eder. Sonra iki elini bir daha vurup, bununla da dirseklerine kadar iki kolunu elle birlikte mesh eder.
Maide suresi 6. âyette abdest alırken ellerin dirseklere kadar yıkanması gerektiğini, teyemmümde ise toprağın ellere sürülmesi gerektiği
ifade edilmiştir. Şâfiîler bu durumda mutlakı mukayyede hamlederler. Yani onlara göre teyemmümde de dirseklere kadar toprağın sürülmesi
gerekir. Ancak Hanefilerde durum farklıdır. Onlara göre mutlak mukayyede hamledilmez. Namaz kılmak, Beyti tavaf etmek veya Kur’ân’a
el sürmek gibi abdestle helâl olabilen herşey teyemmümle de helâl olur.
Teyemmüm, hicretin beşinci yılında meşru kılınmıştır. Teyemmümle ilgili âyet Beni Mustalik gazvesi sırasında, nazil olmuştur. ‫َواِنْ ك ْنت ْم‬
ّ ‫صعيدًا طَيِّبًا فَا ْم َسحوا ِبوجو ِاك ْم َواَيْديك ْم ِم ْنه َما يريد‬
ْ‫هللا لِيَجْ َع َ َعلَيْك ْم ِمن‬
َ ‫سفَ ٍر اَوْ َجا َء اَ َح ٌد ِم ْنك ْم مِنَ ْالغَائِ ِط اَوْ ل َمسْتم النِّ َسا َء فَلَ ْم تَ ِجدوا َما ًء فَتَيَ َّمموا‬
َ ‫جنبًا فَاطَّهَّروا َواِنْ ك ْنت ْم َمرْ ضى اَوْ عَلى‬
َ‫“ َح َرجٍ َول ِكنْ يريد لِيطَه َِّرك ْم َولِيتِ َّم نِ ْع َمتَه َعلَيْك ْم لَ َعلَّك ْم تَ ْشكرون‬Hasta yahut yolculuk halinde bulunursanız yahut biriniz tuvaletten gelirse yahut
kadınlara dokunmuşsanız ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla o zaman teyemmüm edin, yüzünüzü ve ellerinizi onunla
meshdin.”508
Teyemmümün Altı Şartı vardır:
497
İbn Rüşd, Bidâyetu’l-Muctehid, 1/13.
Ebû Dâvûd, Tahâret, A. b. Hanbel.
499
Ebû Dâvûd, Tahâret, İbn Hanbel.
500
Buhârî, Vudu, Müslim, Tahâret, Ebû Dâvûd, Tahâret.
501
Tirmizî, A. b. Hanbel, Nesâî, İbn-i Mâce.
502
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/13.
503
er-Ravda, 1/108.
504
el-Mecmu, 1/569.
505
Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce, A. b. Hanbel.
506
Muğni’l-Muhtac, 1/67.
507
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/15.
508
Maide, 5/6.
498
75
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------1) Hastalık, soğuk veya yolculuk gibi bir özrün bulunması: Suyu kullanmaktan dolayı ölüm, organ kaybı veya hasta olma endişesi veya
hastalığın iyileşmesinin gecikmesi teyemmümü meşru kılar. Câbir (r.a.) şöyle anlatır: “Bir yolculuğa çıkmıştık. Bizden birisine bir taş isabet
etti, başı yarıldı. Sonra ihtilam oldu ve arkadaşlarına teyemmüm yapıp yapamayacağını sordu. Onlar da “sen su kullanma imkânına sahip
olduğun için sana ruhsat olduğunu sanmıyoruz” dediler. Bu kişi suyla boy abdesti aldı ve arkasından da hastalanıp öldü. Durum Allah
Rasûlü’ne iletildi o da şöyle buyurdu: “Onu öldürdüler, Allah onların iyiliğini versin! Bilmedikleri bir şeyi niçin sormadılar? Şüphesiz bir
konuda bilgilenmenin yolu soru sormaktır. O kişiye teyemmüm etmesi ve yarasının üzerine bir sargı sarıp üzerini meshetmesi ve vücudunun
diğer yerlerini yıkaması da yeterli olurdu.”509
Gazvelerden birisinde ihtilam olan Amr b. As su çok soğuk olduğu için teyemmüm ederek arkadaşlarına sabah namazı kıldırmıştı.
Durumun Allah Rasûlü’ne bildirilmesi üzerine, Allah Rasûlü (s.a.v.) durumu bizzât kendisinden dinlemek istedi. Amr’ın cevabı şöyle oldu:
510
Ben, َ‫هللا ي ِحبُّ ْالمحْ سِنين‬
ِ ّ ِ ‫“ َواَ ْنفِقوا فى َسبي‬Kendinizi helak etmeyin, çünkü Allah size karşı çok merhametlidir.”
َ ّ َّ‫هللا َو َالت ْلقوا بِاَيْديك ْم اِلَى التَّهْل َك ِة َواَحْ ِسنوا اِن‬
âyetini hatırladığım için böyle yaptım. Bu söze karşı Allah Rasûlü gülümsedi ve hiçbir şey söylemedi.”511 Bu hadisi Buhârî istihrac
etmiştr.512
2) Namaz vaktinin girmiş olması. Şâfiî mezhebinde farz namazın vakti girmeden yapılan teyemmüm geçerli değildir. Vakitleri belli olan
revatib ve bayram namazları da böyledir. Bir teyemmüm ile bir farz ve istenen mikdarda nafile namaz kılınabilir.
Hanefî mezhebinde vakit girmeden teyemmüm yapmak sahihtir ve bir teyemmüm ile istenen miktarda farz namaz vakit içinde
kılınabilir. Onlara göre cenaze, bayram ve kusûf namazı gibi bir namazın cemaatle kılınmasını kaçırmaktan korkmak gibi özürle teyemmüm
mubah kılar. Delil ise İbn Abbas’ın uygulamasıdır.513
3) Suyun bulunmaması: Seferde olan bir kimse suyun olmadığını kesin olarak kanaat ederse su aramadan teyemmüm yapabilir. Yolcu
bildiği suyu canına ve malına zarar gelmeyeceğinden emin ise gidip suyu alması vacip olur. Vaktin sonunda suyun bulunacağına emin ise
namazı son vakite ertelemesi daha evlâdır. Suyun bulunmayacağını zan eden bir kimse namazı tehir etmeden teyemmüm eder. Kişinin
bulunduğu arazi düz ise dört etrafını araştırıp bakmalıdır. Keza arkadaşlarından sorup öğrenmek ve suyu değerinde satın almak gereklidir.
Bulunan su abdeste yeterli değilse ezher kavle göre önce var olan suyu kullanır ve kalan uzuvlar için teyemmüm eder.
4) Su bulunduğu halde kullanılmasının mahzurlu olması: Suyu kullanmanın sağlık açısından tehlikeli olması. Özellikle kışı şiddetli
geçen bölgelerde bu ruhsat daha da netleşir. Suyu elde etme araç ve gereçlerinin bulunmaması gibi. Örneğin suyu kuyudan çekmek için kova
veya ipin bulunmaması veya suya ulaşmaya başka engellerin bulunması. Var olan su piyasa değerinden fazlaya satılıyorsa veya borç ödeme
aciliyeti varsa o zaman suyu satın alma mecburiyeti yoktur ve teyemmüm edilir. Ya da var olan suya içmek için kendi veya önemli bir
hayvanın ihtiyacı sözkonusu ise o zaman su kullanılmaz teyemmüm edilir. Bu durumlarda suya ulaşmanın güç olduğundan dolayı
teyemmüm yapmak caizdir ve başkası tarafından hibe edilen suyu kabul etme mecburiyeti vardır.
5) Abdest veya gusle yetecek miktarda suyun bulunmaması. İmam Şâfiî’nin meşhur görüşüne göre namaza girmeden önce su bulan bir
kimsenin teyemmümü batıl olur. Eğer namaz esnasında suyu görecek olursa ve mukim ise teyemmümü de namazı da batıl olur. Şâyet seferi
ise kabul edilen görüşe göre teyemmümü geçerli olur.
Mukim olan bir kimse namazı bitirdikten sonra suyu görecek olursa namazı iade eder. Hastalık veya soğuk nedeniyle teyemmüm eden
bir kimse de namazını kaza eder.
6) Temiz ve tozlu toprakla yapılması. Açıklanan şartlar oluştuktan sonra, gerek abdest, gerekse gusül için teyemmüm yapılabilir.
Abadestsiz olan bir kimse yaralı organı yıkadığı vakit, arkasından teyemmüm etmesi essah kavle göre şarttır. Abdest organlarından iki
tanesi yaralı ise iki teyemmüm gerekir. Şâyet yara üzerindeki sargının çıkarılması zor ise sağlam olan kısmı yıkar, sargı altında kalan uzuv
için teyemmüm eder ve sargı üzerini mesh eder. İmam Nevevî’ye göre ikinci bir farz için teyemmüm eden kimse ilk abdest veya
teyemmümü bozulmamışsa gerek cünüp gerekse abdestsiz kimsenin tekrar yıkaması veya mesh etmesi gerekmez. Farz namazların vakti
girmeden teyemmüm yapılmaz. Keza sahih kavle göre bayram ve revatib namazı gibi vakitleri belli olan namazlar için de bu hüküm
geçerlidir.
İmam Şâfiî’nin cedid kavline göre su ve toprak bulamayan bir kimse vakit namazları abdestsiz de olsa kılar sonra iade eder. Keza
mukim olan bir kimse su bulamadığı için teyemmüm ederek namaz kılmışsa sonradan iade eder. Fakat yolcu olan bir kimse namazını kaza
etmez. En sahih kavle göre yolculuğunda asi olan bir kimse ile şiddetli soğuktan dolayı teyemmüm edip namaz kılan bir kimse sonradan
kaza eder. Abdestinde tüm azalarında veya sarılı olmayan yaralı organda suyu kullanamayan kimse teyemmümle yarasından fazla kan
gelmemek şartıyla kıldığı namazı kaza etmez. Yine yara üzerine sargı abdest alındıktan sonra sarılmış ise ezher kavle göre kaza etmez.
.
Teyemmümün Farzları
1) Niyet etmek. Niyeti toprağı yüze nakletmekle birlikte söylemek farzdır.
Niyet şöyle getirilir. Namazı mubah kılmaya niyet ettim diye niyet edilir.
Bir kimse farz ve sünnet namazları kılmayı niyet ederse bir farz ve istenen miktarda nafile namaz kılabilir. Essah kavle göre bir
teyemmümle bir farz ve birkaç cenaze namazı kılınabilir.
2) Toprakla yüzünü mesh etmek. En sahih kavle göre yüzdeki toprağı kollara sürmek yeterlidir.
3) Dirseklerle birlikte el ve kolları mesh etmek.
4) Sıraya riâyet etmek. Şâfiî mezhebinde abdestte olduğu gibi teyemmümde de tertibe riâyet etmek farzdır.
Teyemmümün Sünnetleri
1) Besmele çekmek. Besmele Hanbelilerde vacip diğer mezheblerde ise sünnettir.
2) Sağ uzvu sol uzuvdan önce mesh etmek.
3) Muvalat, yani uzuvları ara vermeden ard arda mesh etmek.
Teyemmümü Bozan Şeyler
1) Abdesti bozan herşey teyemmümü de bozar. Çünkü teyemmüm abdesti temsil eder.
2) Namaza başlamadan suyu görmek. Namaza girmeden suyu bulmak veya teyemmümü mubah kılan özürlerin ortadan kalkması
teyemmümü bozar.514
3) İrtidad etmek, yani dinden çıkmak. Dinden çıkan bir kimse dinin getirmiş olduğu birçok değer ve kolaylıkarı kaybettiği gibi
509
Ebû Dâvûd, Beyhâkî.
Bakara, 2/195.
511
Ahmed, Ebû Dâvûd, Darekutni.
512
Neylu’l-Evtar, 1/285.
513
Zuhaylî, İslâm Fıkhı, 1/422.
514
Muğni’l-Muhtac, 1/98.
510
76
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------teyemmümü de kaybeder.515
YARA ÜZERİNE MESH ETMEK
Abdestli iken yarası üzerine sargı saran yaralı kimse sargının üstünü mesh eder, abdesti tamamladıktan sonra Şâfiî’nin ikinci kavline
göre teyemmüm eder ve namazını kılar. Daha sonra namazını kaza da etmez. Su ile yıkanmak sağlık açısından zararlı ise bu sargıyı
çözmeyip, üzerine mesh edilmesiyle kâfi gelir. Çünkü sargı giyilen mestin hükmünü alır.
Sargı üzerine meshin meşruluğu sünnetle sabittir. Hz. Ali (r.a.)’dan naklen o şöyle demiştir: “Bileğim kırılmıştı. Peygamber (s.a.v.)’e
sordum, bana sargının üzerine meshetmemi bildirdi.”516
Câbir (r.a.) şöyle der: “Başından yaralanan ve boy abdesti gerektiği için arkadaşlarının fetvası üzerine soğuk su ile gusül yaptığından
dolayı hastalanıp ölen bir kimsenin durumunu Peygamberden şöyle duyduk: “Allah onları öldürsün, nasıl ki adamı öldürdüler,
bilmiyorlardıysa bilenlere sorsaydılar ya! Cehaletin şifası sormaktır. Teyemmüm etmesi yarasına bir bez bağladıktan sonra oraya mesh
etmesi ve bedenin geri kalan kısmını yıkaması onun için yeterliydi.”517 Evzaî bu hadisi Atâ’dan o da İbn Abbas’tan rivâyet etmiştir. Beyhâkî
bu hadisin sahih olduğunu söyler.
İslâm’da temel bir kural vardır. “Zaruretler mahzurları (sakıncalı olan şeyleri) mubah kılar.” “Din kolaylıktır, zorluk değildir.” Sargı
üzerine mesh bir defa yeterlidir. Özür devam ettiği sürece sargı üzerine mesh devam eder. Şâfiî mezhebinde sargı konulan yerin temiz olması
şarttır. Hanefilere göre sargı ister abdestli iseter abdestsiz veya cünüp olarak sarılsın üzerine mesh edilmesi caiz olur.
Herhangi Bir Organı Sarılı Olan Kimsenin Üç Şey Yapması Gerekir:
a) Sağlam kalan yerlerin yıkanması.
b) Sargı üzerine mesh edilmesi. Mesh yıkanamayan yara yeri için yapılır.
c) Teyemmümün yapılması. Teyemmüm de sargı altında sağlam kalan vücud için yapılır.
Meshin ve Teyemmümün Vakti
Cünüp olan bir kimse gusül yaparken sargı üzerine meshi istediğı zaman yapabilir. Yani ister gusül esnasında isterse gusülden sonra
mesh edebilir. Abdest alan bir kimese sargılı organına sıra geldiğinde mesh eder.
Teyemmüm ise Şâfiî mezhebinin meşhur kavline göre cünüp olana gusülden sonra, abdest alana da abdestten sonra teyemmüm yapılır.
Vücudun üzerine sargı olan bir kimse ihtilam olursa gusül için sargıyı kaldırması gerekmez. Namazda iken sargının düşmesiyle namaz
bozulur.518
Cünüp Olan Bir Kimseye Beş Şey Haramdır:
1) Namaz kılmak: Cünüp olan bir kimseye farz, sünnet, cenaze, husûf, kusuf ve benzeri namazları kılıması caiz değildir.
2) Kur’ân-ı Kerîm okumak: Bu konuda Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Ne adetli ne de cünüp kimse, Kur’ân’dan bir şey
okuyamaz.”519 Hz. Ali şöyle nakleder: “Allah Rasûlü (s.a.v.) abdest bozduktan sonra çıkar bizimle ekmek ve et yer, Kur’ân okurdu,
cünüplük dışında hiçbir şey onu Kur’ân’dan ayırmazdı.”520
Cünüp bir kimsenin gusül yapmadan hadis rivâyet etmesi, dinî kitaplar okuması, İslâmî hükümler vermesi, elini ve ağzını yıkamadan
yiyip içmesi mekruhtur.
Şâfiîlere göre bir kimse abdestsiz Kur’ân okuyabilir. Fakat eline alarak okuyamaz.
3) Kâbe’yi tavaf etmek: Bu tavaf nafile olsa bile caiz değildir. Çünkü tavafın bir çeşit namaz olduğu hadisi şerifle sabittir.
4) Kur’ân-ı Kerîm’e el sürmek veya taşımak:
5) Mescitte (camide) durmak:
HAYIZ (ADET GÖRME)
Kadınların fiziki yapılarından kaynaklanan birtakım özel durumlar vardır. Bunlar erkekler için sözkonusu değildir. Kadınların temizliğe
bağlı harama düşmemeleri için kendileriyle ilgili birtakım hükümleri iyi bilmeleri gerekir. Hayız sözlükte akıntı ve seyl gibi manalara gelir.
Istılahta ise yaratılıştan kadın raminin en alt kısmından belirli vakitlerde gelen bir çeşit kandır.521
İslâm dini kadına ruhsal ve fizik bakımından sıkıntı veren hayız ve nifas günleriyle ilgili olarak birçok kolaylık ve koruyucu hükümler
getirmiştir. Kur’ân ve sünnette kadınların özel halleriyle ilgili çeşitli hükümler bulunmaktadır.
Bir Kadının Cinsel Organında Üç Türlü Kan Gelebilir:
a) Hayız kanı
b) Lohusalık (nifas) kanı
c) İstihaze (özür) kanı
Hayız: Belirli yaşlarda ve belirli vakitlerde kadının rahminden gelen tabii bir kandır. Halk arasında “adet görme”, “aybaşı”, “kirlilik”,
“ay hali”, “ket çekan (elbiseye girdi)” ve “namazsızlık” gibi kelimeler kullanılır.
Adet görme, yani hayız, kadını erkekten ayıran özelliklerden birisi olup anormal ve çirkin bir olay değil, normal ve kadının yaratılışının
gereği olan doğal bir olaydır. İslâmiyetin ortaya çıktığı sırada cahiliye devri Arapları adetli kadına arkadan, Hıristiyanlar önden ilişkide
bulunurlardı. Yahudiler ve Mecusiler ise, böyle bir kadından uzak dururlar, hatta temizlendikten sonra da bir hafta süreyle onlarla bir arada
kalmazlar, birlikte yiyip içmezlerdi.522
İslâm dini kadının üzerindeki bu aşağlayıcı imajı gidermek için koruyucu bazı hükümler getirdi. Allah Teâlâ; ‫حيض ق ْ ا َو‬
‫َويَ ْ ََ لونَكَ ع َِن ْال َم‬
ِ
ْ َ‫(“ اَ ًذ فَا ْعت َِزلوا النِّ َسا َء فِى ْال َمحيض َو َالتَ ْق َربوانَّ َحتّى ي‬Ey Rasûl) senden kadınların
ّ ‫طهرْ نَ فَاِ َذا تَطَهَّرْ نَ فَاْتوانَّ ِمنْ َحيْث اَ َم َركم‬
َ‫هللا ي ِحبُّ التَّوَّا بينَ َوي ِحبُّ ْالمتَطَهِّرين‬
َ ّ َّ‫هللا اِن‬
ِ
hayız halınden sorarlar. De ki: O, kadına eziyet veren bir haldir. Hayız halindeyken kadınlardan uzak durun ve temizlenınceye kadar da
onlara yaklaşmayın. Temizlendiktan sonra onlara Allah’ın emrettiği gibi yaklaşın.”523 buyurur.
Allah Resûlü şöyle buyurur: “Bu hayız, Allah’ın Âdem (a.s.)’ın kızlarına yazdığı bir şeydir.”524 Adet gören kadından tamamen uzak
durmak mı gerekir? diye soranlara Allah Resûlü şu cevabı vermiştir: “Cinsel ilişki dışındaki şeyler, normal zamanlardaki gibi yapılabilir.”525
515
er-Ravda, 1/83-99.
el-Mecmu, 2/347.
517
İbn-i Mâce, Beyhâkî.
518
el-Mecmu, 2/343-346.
519
Tirmizî, Tahâret, İbn-i Mâce, Tahâret.
520
İbn-i Mâce, Tahâret.
521
er-Ravda, 1/112.
522
Müslim, Ebû Dâvûd.
523
Bakara, 2/222.
524
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd.
525
Müslim, Nesâî, İbn-i Mâce.
516
77
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Allah Resûlü (s.a.v)’in eşleriyle diz ve göbek arası dışında normal ilişkilerini sürdürdüğü bilinmektedir.526
Adetli kadının temiz olmayan yönü sadece adet kanıdır. Onun tükürüğü ve teri pis değildir. Pişirdiği yenir ve yemek artığı da temizdir.
Hz. Âişe validemizden şöyle rivâyet edilir. “Ben adetli iken, kemikli eti ısırır, sonra Peygambere verirdim. Peygamber onu alır ve benim
ısırdığım yerden ısırırdı. Yine adetli iken su içtiğim kabı O’na verirdim, alır ve ağzını benim ağzımın koyduğum yere koyar ve içerdi.”527
Ebû Hureyre şöyle anlatır: “Ben bir gün cünüp iken Allah Rasûlü ile karşılaştım ve tokalaşmak üzere bana elini uzattı, ben elimi geri
çekerek cenabetim ya Rasûlullah deyince o, subhanallah mü’min asla necis olmaz.”528 buyurdu.
Burada mü’mine kadınların yapması gereken şey şudur: Adet kanını öğrenip tanıması, adet günlerini iyi sayması, adet ve temizliğini
kocasına doğru bildirmesi, adet halinde iken yasaklara tam uyması ve temizlendikten sonra gusül yapmadan dinen helâl veya farz olan
normal hal ve ibadetlerine başlamamasıdır.
Kız çocukları en az dokuz yaşında buluğ çağına ererler ve ondan sonra hayız olmaya yani adet görmeye başlarlar.529
İmam Şâfiî şöyle der: En tez adet gören kadınlardan Tihame kadınlarını işitim. Onlar dokuz yaşında hayız görürlerdi. Tihame, Necd
bölgesinin diğer bir adıdır. Yine İmama isnad edilen bir rivâyete göre “Ben Sen’a da yirmi bir yaşında nine olmuş ve on yaşında doğum
yapmış kadın gördüm”530 demiştir.
Şâfiî mezhebinde hayız yaşının sonu yoktur. Fakat hayızdan kesilme yaşı genelde 62 yaşından sonradır. İki hayız arasında ki temizlik
müddeti on beş gündür. Temizlik süresinin çoğu için bir sınır yoktur. Şâfiîlere göre hayızın en az müddeti, kesilmemek üzere, bir gün bir
gecedir. En fazla hayız müddeti ise geceleriyle birlikte on beş gün olup genel olarak hayız süresi 6-7 gündür. Kimi kadınlar için bölgelere
göre az veya çok olabilir.531
Hanefî mezhebinde hayzın en az müddeti üç gün ve en fazla müddeti de 10 gündür ve yeis yaşı da elli beştir. Delilleri ise şu hadistir.
“Aybaşının bakire kız ve evli kadın için en az süresi üç gün, en azami de on gündür.”532 Birçok muhaddise göre bu hadis zayıftır.533
Temizliğin asgari süresi cumhura göre on beş gündür. İmam Şâfiî’nin cedid kavline göre farazi olarak hamile bir kadının görmüş olduğu
kan hayız kanı sayılır. Fakat onunla iddet bitmiş sayılmaz.534
Hayız Esnasındaki Temizliğin Hükmü
Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:
a) Hayız süresi içinde kanın görülmediği sürelerin de hayız kabul edilmesidir. Bu görüş Hanefiler ile Şâfiîlerin cedid olan görüşüdür.
Her iki mezhebe göre adet günleri arasında olan temizlik hayız kabul edilir. Meselâ Ramazan ayında adet olan bir kadın beş gün adet
gördüktan sonra üç gün temiz kalıp sonra iki gün daha kan görse hepsi hayız sayılır. Yani o temizlik geçerli olmayip adet günlerinden
sayılmaktadır. Fakat bu hüküm lohusalık için geçerli değildir. Yani lohusa olan bir kadın lohusalık süresi içinde görmüş olduğu temizlik
süresi lohusalıktan sayılmaz ve temizlikten kabul edilir.535
b) Hayız müddeti içerisinde kan görülmeyen günleri temizlik olarak kabul etmektir. Bu da Mâlikî ile Hanbelî ve Şâfiî’nin kadim
görüşüdür. Bu görüşe göre aybaşı olan bir kadın adet günleri arasında birkaç gün temizlik görse kan gördüğü günleri üst üste ekler ve geri
kalan günleride temizlik olarak kabul eder. Bu görüşe göre adet günleri arasında birkaç gün temiz kalan bir kadın gusül yaparak namazını da
kılar, orucunu da tutar ve sonra kaza etmeye de gerek kalmaz.536
Bana göre ikinci görüş daha isabetlidir. Çünkü ilâhî adalette bunu gerektirir. Yani bir kadın kendi dış görünümünden sorumludur onun
için kan olduğu günler hayız sayılır ve ona birçok şey yasak kabul edilir. Keza kan görmediği günler ise onun için temizlik kabul edilir,
dolayısıyla mükellef olduğu bazı şeyler ona helâl sayılır. Çünkü kan hayza işaret ettiği gibi temizlikte tuhre (temizliğe) delalet etmelidir.
Hayızla Meydana Gelen Hükümler Şunlardır:
1- Hayız, akıl baliğ olmaya delalettir.
2- Kocası ölmüş veya boşanmış kadının iddeti hayız görmekle tamamlanır.
3- Hayızda yapılan boşama bid’i talâk kabul edilir.
4- Hayız, peş peşe tutulması gereken kefâret orucunun tetabu (peş peşe)’na engeldir.
5- İbadet niyetiyle tahâret yapmak haram olur.
6- Namazın farziyeti kalkar.
7- Orucun farziyeti geçici olarak kalkar.
8- Kur’ân okumak ve taşımak haram olur.
9- Mescitte durmak haram olur.
10- Veda tavafı düşer.
11- Cima (cinsi ilişki) yapmak haram olur.
12- Temizlenmesiyle gusül gerekir.537
Hayızın İhtilaflı Halleri
Kan hayızın en fazla müddeti olan on beş günlük süreyi aşarsa, kadın şu hallerin birinde bulunmuş olur:
a) Mübtedie ve mümeyyize kadın: Bu adet görmeye yeni başlamış kuvvetli (siyah) kan ile zayıf (kırmızı) kanı birbirinden fark
edebilen kadındır. Bu kadının zayıf olan kanı istihaze, kuvvetli olan kanı ise hayız kanı sayılır. Fakat olan kanın hayızın en az müddetinden
noksan süreli olmaması ve en fazla müddeti aşmaması şarttır.
b) Mübtedie fakat mümeyyize olmayan kadın: Bu kadın kuvvetli olan kan ile zayıf olan kanı birbirinden ayırt edebilecek durumda
olmayan kadındır. Yani kanın tek bir renkte aktığını görür veya kanları birbirinden ayırt etme şartını unutmuş ise en zâhir kavle göre hayız
müddeti bir gün bir gecedir. Temizlik müddeti ise yirmi dokuz gündür.
c) Mü’tade kadın: Bu da daha önce hayız ve temizlik müddetini görmüş kadındır. Meselâ adeti ayda beş gün hayız görmek ise geri
kalan yirmi beş gün temizlik halidir. Adet ise bir defa hayız görmekle sabit olur. Bazılarına göre adet ancak iki defa hayız görmekle sabit
olur. En essah olan kavle göre mü’tade ve mümeyyize olan kadının hayız ve temizlik hali temyizle yani kuvvetli ile zayıf kanı birbirinden
526
Buhârî, Darimî.
Müslim.
528
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce.
529
Envar, 1/44.
530
el-Mecmu, 2/374.
531
el-Mecmu, 2/375, Neylu’l-Evtar, 1/271
532
Taberânî, Darekutni.
533
Nasbu’r-Raye, 1/191.
534
el-Mecmu, 2/385.
535
el-Mecmu, 2/386, Muğni’l-Muhtac, 1/119, Mezahibu’l-Ebaa, 1/127.
536
Muğni’l-Muhtac, 1/119.
537
el-Mecmu, 2/368.
527
78
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------fark etmekle sabit olur.
d) Mütehayyire kadın: Bu kadın adet görmüş, fakat kuvvetli kan ile zayıf kanı birbirinden fark edemeyen ve adetin vakit ve miktarını
unutan ve sürekli kanama hali yaşayan kadındır. Mezhebin muteahirin fukahasına göre bu mütehayyire olan kadının adeti mübtedie olan
kadının adeti gibidir. Yani hayızın süresi bir gecedir, temizlik süresi ise yirmi dokuz gündür. Bu haldeki kadın namazı kılar. Ancak her
namaz için gusül etmesi gerekir. Fakat namazın dışında Kur’ân okuyamaz ve kocasıyla cinsi ilişkide bulunamaz. Bu görüşü destekleyen
Cahşın kızı Hamne’yle ilgili hadistir.538
Mütehayyire kadının, geçireceği sürenin temizlik süresi olabilme ihtimali olduğundan Ramazan orucunu tutması lazımdır. Keza
geçireceği sürenin içinde on beş gün hayız olma ihtimali olduğundan dolayı Ramazan ayından sonra da tam bir ay oruç tutması gerekir.
Ancak ihtiyat olarak iki gün oruçlu kalır. Böylece her aydan on dört gün oruç tutmuş olur. Çünkü ayın on altıncı günü orucunun fasid olma
ihtimali sözkonusudur. Zira kanın herhangi bir gün gelip, yine herhangi bir gün kesilmesi muhtemeldir. Buna göre iki aydan on dörder gün
hesabıyla yirmi sekiz gün oruç tutmuş olur. Geriye iki gün kalır. Bu iki günün yerine bir ayın on sekizinci günün başından üç gün ve
sonundan da üç gün olmak üzere altı gün oruç tutar.
Yukarıda açıklanan mütehayyire kadının oruç tutmasıyla ilgili olan hüküm muteahir âlimlerin ortaya koydukları görüştür. Bunun da
içinden çıkılmaz bir durum olduğu malumdur. Hatta bazılarına göre bu haldeki kadının yüz kırk gün oruç tutması gerekir.539
İmam Şâfiî ve mutekadimun olan Şâfiî ulemasına göre mütehayyire bir kadın Ramazan orucu tutar ve sonra tam bir ay daha oruç
tutması gerektiğine dair ittifak etmişlerdir. Ancak ihtilaf edilen mesele şudur: Kadının tutuğu bir aylık oruçtan on beş gün mü sayılacak
yoksa on dört gün mü? İmam Şâfiî ve mutekadimun olan arkadaşlarına göre bu haldeki bir kadın Ramazan orucundan sonra yalnız bir ay
daha oruç tutar. Çünkü İmama göre hayızın en çoğu on beş gün olduğundan kadının tutuğu her ay da on beş gün oruç tutmuş sayılır.
İmam Şâfiî’yi destekleyen İmam Taberî, Şeyh Ebû Hamid, Mehamili, Ebû Ali es-Senci, Maverdi, Darimî ve el-Cuveyni gibi fukahadır.
Buna uygun olarak Ebû Hanife’nin arkadaşı İmam Muhammed b. Hasan da bu durumdaki bir kadının tuttuğu Ramazan ayında on gün hayız
yirmi günde temizlik sayılır demiştir. Allah Rasûlü’ne soru soran Cahşın kızı Hamne’nin meşhur hadisi bu niteliktedir.540
NİFAS
Nifas kanı, çocuk doğurduktan sonra rahimden gelen kandır. Şâfiîlere göre bu kanın en az müddeti bir lahza, en çok müddeti 60 gündür.
Genelde kan görülen müddet 40 gündür.
Hamileliğin en az müddeti 6 ay olup genelde 9 aydır. Bu müddet 4 seneye kadar uzayabilir. Bu Şâfiî mezhebi için geçerlidir. Hayızlı
kadına haram olan herşey nifaslı bir kadına da haramdır. İlac ile çocuğunu düşüren bir kadına essah olan kavle göre kanama süresince
geçirdiği namazları kaza etmez. Kırk günü tamamlamadan nifasdan temizlenen bir kadın gusül yaptıktan sonra namaz kılabilir, oruç tutabilir
ve kocası ile ilişki kurabilir.541
Hayızlı ve Nifaslı Kadına Sekiz Şey Haramdır:
Hayız ve nifas halinde yapılması yasak olan haller şunlardır:
1) Namaz kılmak: Adet halinde kılınması yasak olan namazlar kaza da edilmez. Bu görüş cumhurun ittifakıyla kabul edilmiştir.
2) Oruç tutmak: Cumhura göre adetli bir kadına oruç tutmak haramdır. Dayandıkları delil ise Hz. Âişe (r.) ve Ebû Saîd el-Hudri
(r.a.)’ın rivâyet ettikleri şu hadislerdir: Hz. Âişe’nin hadisi şöyledir: “Allah Rasûlü (s.a.v.)’in döneminde aybaşı olurduk, bize orucu kaza
etmemizi emrettiği halde namazı kaza etmemizi emretmezdi.”542
Ebû Saîd el-Hudri (r.a.) ise Allah Rasûlü (s.a.v.)’in kadınları kast ederek şöyle dediğini rivâyet eder: “Ben akıl ve din hususunda sizden
noksan olanı görmedim. Çünkü günlerce namaz kılmamanız ve Ramazan’da oruç tutmamanız din bakımında noksanlığınızın alâmetidir.”543
Bazı fukahaya göre bu hadisler, orucun adet halinde tutulmasının, hastalık ve sefere kıyasen haram olmadığına hükmetmişler. Keza “adetli
bir kadın oruç tutamaz” hükmü hakkında Kur’ân’ın herhangi bir âyetine ve sarih herhangi bir hadise rastlanılmamış olması, onların bu
konuda kati bir delil bulunmadığı kanaatına varmalarına yol açmıştır.
Bu görüşü destekleyenler Kadı Hüseyin, İmamu’l-Haremeyn, İmam Gazalî, el-Mutevellî, Ravyanî ve başkalarıdır. Bu fukahaya göre
adetli bir kadının oruç tutması vaciptir. Çünkü onlara göre eğer hayızlı bir kadına oruç tutmak vacip olmasaydı bilahere kazası gerekmezdi.
Fakat muhakkik âlimler bu görüşe katılamayarak sahâbenin bu konudaki icmaını ve yukarıda geçen Hz. Âişe ile Ebû Saîd el-Hudri’nin
hadislerini delil göstermişlerdir.544
Bazı fukaha demiştir ki: “Adetli bir kadın oruç tutamaz” hükmünün idrak edilir bir yanı yoktur. Çünkü temizlik orucun şartlarından
olmadığı gibi yukarıda delil gösterilen hadisin de sarih (açık) bir ifadeyle varid olmayışı, âyet ve hadiste hayız halinin bir eziyet veya
hastalık hali olarak tanımlanması, onların durumunu hasta kimseye benzetir. Durum böyle olunca hayızlı bir kadın hasta veya yolcu bir
kimse gibi orucu tutup tutmamakta muhayyerdir.
Bana göre bu yaklaşım ve kıyas ihmal edilecek bir yaklaşım olmamakla beraber, dolaylı da olsa hadislerin varid oluşu, sahâbenin icması
ve müçtehid imamların bu konudaki görüşleri adetli bir kadının oruç tutamayacağına delil teşkil eder.
3) Kur’ân okumak: Şâfiîlerin meşhur görüşlerine göre hayızlı kadının cünüp olan bir kimse gibi Kur’ân okuması haramdır.
Dayandıkları delil ise İbn Ömer’in rivâyet ettiği şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Hayız olan bir kadın ile cünüp olan bir kimse Kur’ân’dan
hiçbir şey okumasın.”545 buyurmuştur. Bu görüşü destekleyenler şunlardır: Hz. Ömer, Hz. Ali, Câbir, Hasan el-Basrî, Katâde, Atâ, Zuhrî,
Ahmed vb. Bunlara göre cünüp, hayız ve nifasdaki bir kadının Kur’ân-ı okuması yasaktır, fakat âyet başları ve harf harf okuması ile zikir ve
tehlil yapması caizdir.
Mâlikiler ile Ebû Hanife’nin bu konuda iki görüşü vardır. Birinci görüşe göre adet halindeki kadının Kur’ân okuması haramdır. İkinci
görüşe göre ise caizdir. Bu ikinci görüşü Ebû Dâvûd, İbni Abbas, İbni Museyyeb, Ebû Tayib ve İbni Münzir gibi fukaha desteklemiştir.
Dayandıkları delil ise Hz. Âişe’den rivâyet edilen şu hadistir. Hz. Âişe (r.) “Ben adetli iken Allah Rasûlü’nün isteği üzerine Kur’ân-ı Kerîm’i
okurdum” buyurur.546
4) Kâbe’yi tavaf etmek: Cumhurun ittifakıyla hayızlı ve nifasdaki bir kadın Kâbe’yi tavaf edemez. Delil ise Allah Rasûlü (s.a.v.)’in
Hz. Âişe’ye olan sözüdür. “Hacıların yaptıklarını yap, fakat Beyti tavaf etme.”547 buyurmuştur. Hac bahsinde bu konu ile ilgili geniş izahat
yapılmış ve müçtehidlerin farklı görüşlerine yer verilmiştir.
538
el-Mecmu, 2/375.
el-Mecmu, 2/378; Muğni’l-Muhtac, 1/113.
540
el-Mecmu, 2/375-431.
541
el-Mecmu, 2/479-490.
542
Müslim, Hayız, Nesâî, Ebû Dâvûd.
543
Buhârî, Hayız, Müslim, İmân.
544
el-Mecmu, 2/357, Neylu’l-Evtar, 1/307, Bidâyetu’l-Muctehid, 1/58, Muğni’l-Muhtac, 1/1099.
545
Tirmizî, Tahâret, İbn-i Mâce, Tahâret.
546
Buhârî, Müslim, Nesâî, el-Mecmu, 2/179-359.
547
Buhârî, Müslim.
539
79
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------5) Camiye girmek: Cumhurun ittifakıyla adetli ve lohusa olan bir kadın camiye giremez. Fakat Şâfiîlere göre adetli ve lohusa olan bir
kadın kendini iyice bezleyerek iki kapılı mescidin içinden geçebilirler.
6) Kur’ân-ı Kerîm’e el sürmek: Şâfiîlere göre cünüp ile adetli ve lohusa olan bir kadın Kur’ân-ı Kerîm’e el süremez. Delilleri ise
Vakıa suresinin 79. âyetidir.
7) Cinsi ilişkide bulunmak: Cumhura göre adetli ve lohusa olan kadınla cinsi ilişki haramdır. Dayandıkları delil ise âyet ve sahih
hadislerdir. Ancak böyle bir olay yaşayan bir Müslümanın çokça istiğfar edip bolca sadaka vermesi gerekir. İmam Şâfiî’nin cedid görüşüne
göre hayız ve nifasda olan kadınla bilerek cinsi ilişkiye giren koca günah işlemiş olur, fakat buna kefâret gerekli değildir. Ancak çokça tevbe
edip yalvarması gerekir.
Diz kapağıyla göbek arasında kalan kısımla oynamak Şâfiîlerin ittifakıyla haramdır. Delil ise Bakara 222 âyeti ile Buhârî ve Müslim’in
rivâyet ettikleri Meymune’nin şu hadisidir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) ancak peştamal üzerine hanımlarıyla oynaşırdı.”548
Bir kadın hayızdan temizlendikten sonra ona oruç tutmak, talâk ve zıhâr helâl olur. Fakat namaz, tavaf ve Kur’ân okumak, taşımak ve
cinsi ilişki ancak gusülden sonra caiz olur.
8) Tahâret: Şâfiîlere göre adetteki bir kadına kirden temizlenme müstesna gusül veya abdest niyetiyle tahâret etmek yasaktır.549
İSTİHAZE
İstihaze kanı: Yukarıda tarif edilen hayız ve nifas kanının özelliklerini taşımayıp daha değişik durumlarda gelen bir çeşit hastalık
kanıdır. Böyle bir durumda olan kadın her vakit için abdest alır, her türlü ibadetini yapar ve helâliyle de yatabilir.
İstihaze kanının belirli bir vakti ve kuralı yoktur. Namaz kılmak, oruç tutmak Kur’ân okumak, Kâbe’yi tavaf etmek ve kocasıyle cinsi
ilişkide bulunmak gibi hayız ve nifasla yasak olan ibadetler istihazeli bir kadına yasak değildir. Ancak müstehaze bir kadın fercini (avret
yerini) yıkayıp bezle bağlar ve her namaz vakti için abdest alması gerekir.
GUSÜL
Gusül lügatta yıkanmak demektir. Istılahta ise cünüplük, hayız ve nifas gibi bazı durumlarda namaz kılmak, Kâbe’yi tavaf etmek ve
Kur’ân okumak gibi bazı ibadetleri kendine helâl kılmak için belirli şartlarla vücudun tamamını yıkamak manasına gelir.
Guslün farziyeti, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis-i Nebevî ile açıkça sabit olduğundan onu inkâr etmek küfürdür. Guslü gerektiren haller altı
tanedir. Bunların üçünde kadın ile erkek müşterek olup her ikisinin de gusletmesi gerekir. Diğer üç tanesi ise kadınlara hastır.
Guslü Gerektiren Müşterek Haller:
1) Meni gelmese de, cinsi münasebette bulunup haşefenin yani sünnet yerinin duhul etmesidir. Dübür-kubul (ön ve arka), insan-hayvan,
ölü ve diri olmasında fark yoktur.
2) İttifakla meninin cinsi münasebet olmadan, bakmak veya dokunmak suretiyle az ve lezzetsiz de olsa normal yoldan çıkması.
3) Şehid olmayan Müslümanın ölmesi.
4) Rüyada ihtilam halinde meninin görünmesi: Rüyada cinsi ilişkide bulunduğunu görüp bir ıslaklığın olamadığına kanaat eden bir
kimseye gusül gerekmez.
Kadınlara Özel Haller
1) Hayız (adet-aybaşı) kanının kesilmesinden sonra.
2) Nifas kanının kesilmesinden sonra.
3) Çocuk doğurmak veya düşük yapmakla gusül gerekir.
Buluğ Çağına Gelen Kimsenin Dört Çeşit Suyu Vardır:
a) İdrar
b) Meni
c) Mezi
d) Vedi
Bunlardan guslü gerektiren yalnız menidir
Meninin üç ayrıcı özelliği vardır
1- Sıçrayarak çıkması.
2- Lezzet hâsıl olması.
3- Yaş iken hamur, kuru iken yumurtanın beyaz kısmının kokusunu andırması.
Mezi şehvetle gelir, ama guslü gerektirmez.
Vedi ise, idrardan sonra gelen ince bir sudur. O da guslü gerektirmez ama ikisi de necistir. Yıkanması lazım gelir. Meni ise Şâfiî
mezhebinde necis değildir, dolaysıla yıkanması şart değil, fakat yıkanması daha evlâdır. Hanefî mezhebinde meni necistir ve yıkanması
vaciptir. Meninin necis olup olamaması ve delilleri necaset bahsinda izah edilmiştir.
Şâfiîlerde Güslun Farzları üçtür:
1) Gusül yaparken gusül yapmaya niyet etmek.
2) Vücut üzerinde varsa necaseti gidermek.
3) Vücudun bütün kıllarını ve derisini su ile ıslatmak.
Diş Dolgusu Veya Kaplaması Gusle Engel midir?
Diş ve ağız sağlığının önemi her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Diş temizliği ile ilgili Allah Rasûlü (s.a.v.)’in şu güzel ve örnek
sözü sağlık açısında çok önemlidir.”Ümmetime ağır gelmeyeceğini bilseydim, her namaz için misvak kullanmayı emrederdim.”550
Asrı saadette Arfece adındaki bir sahâbenin burnuna gümüşten bir burun takmıştı, fakat bir süre sonra gümüş koku yapmıştı. Bunun
üzerine “Allah Rasûlü (s.a.v.) ona altından bir burun edinmesini emretmişti.”551
Bu örnek bize zaruret halinde vücuda takılan bir parçanın abdest veya gusülün sıhhatına engel olmadığını bildirmektedir. Diş takma,
doldurma, kaplama ve protez yaptırmak gibi tedavilerin ağız sağlığı açısında önemi büyüktür. Dolayısıyla gerek abdeste gerekse gusüle diş
takmak, kaplamak veya protez yapmak engel teşkil etmez.
Mezhep imamları abdest veya gusül esnasında ağza verilen suyun takılan dişlerin altına veya içine girmesi hususunda gürüş beyan
etmemişlerdir. Ancak bazı mezheblere göre boy abdesti için ağza ve burna su vermek vacib iken Şâfiî mezhebi başta olmak üzere diğer
bazılarına göre ise sünnetir. Burada mutlakiyyet vardır. Yani ağza ve burna su verildikten sonra suyun her yere ulaşması kayda
bağlanmamıştır.
Diğer yandan abdest ve gusülde sargı üzerine mesh caiz olduğu gibi ağzında kaplamalı veya dolgulu dişi bulunan kimsenin de suyu
çalkalaması yeterli olacaktır. Çünkü dolgunun içine veya dişin altına suyun geçmesi hem zarar hem de güçtür. Hulasa zaruretler mahzurları
548
Buhârî, Hayd, Müslim, Hayd.
el-Mecmu, 2/353-365.
550
Buhârî.
551
Ebû Dâvûd.
549
80
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------mubah kılar.
Guslün Sünnetleri
1) Gusle besmele ile başlamak.
2) Gusülden önce abdest almak. Bu abdest normal namaz abdesti gibi alınır.
3) Vücudu elleriyle ovalamak.
4) Tertip: Sıra ile yıkamak. Yani varsa önce kirin yıkanması, sonra tahâretin alınması, sonra abdestin alınması ve en sonunda guslün
yapılması sünnettir ve önce başına sonra sağına sonra soluna su dökmek de sünnettir.
Guslün Adapları
1) Mazmaza ve istinşak yapmak yani ağza ve burna su verip yıkamak adaptır. Hanefî mezhebinde gusül yaparken ağza ve burna su
vermek vaciptir.
2) Organları peş peşe yıkamak.
3) Kıbleye çıplak olarak dönmemek.
4) Suyun sıçramasından korunmak.
5) Yalnız da olsa avret yerlerini örtmek.
Sünnet Olan Gusül On Yedidir
1) Cuma namazı için.
2) Her iki bayram namazı için.
3) Yağmur duası namazı için.
4) Güneş tutulması namazı için.
5) Ay tutulması namazı için.
6) Cenaze yıkayan kimse için.
7) Yeni Müslüman olmuş kimse için.
8) Delirme halinden kurtulan kimse için.
9) Sarhoşluktan kurtulduktan sonra.
10) Hac ve umre ihramına girmek için.
11) Mekke-i Mükerremeye girmek için.
12) Arafat vakfesi için.
13) Muzdelife vakfesi için.
14) Hacda şeytan taşlamak için.
15) Kâbe’yi Muâzzemeyı tavaf için.
16) Safa-Merve’yi say etmek için.
17) Resûlullah (s.a.v.)’in Medinesine girerken.
NAMAZ BÖLÜMÜ
Namaz, ibadet sayılan ve Allah’ın hoşnut olduğu her fiil ve davranışın başında gelir. Namaz ve oruç bedenî, zekât malî, hac ise hem
malî hem de bedenî ibadetlerdendir. Bu ibadetler Kur’ân-ı Kerîm’de mücmel olarak yer almaktadır. Fakat Allah Rasûlü (s.a.v.) tarafından
söz ve fiilleri ile açıklanmış ve ikmal edilmiştir. Bunun için İslâm ulemasının bunlar üzerinde yorum ve içtihadla değişiklik yapma hakları
yoktur. Nitekim Allah Rasûlü “Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi namaz kılınız. Yine hac menasikini benden alınız”552 diye
buyurmuştur.
Namaz sözlükte; dua etmek, övmek, tazim göstermek demektir. Namaz fıkıh termolojisinde muayyen şartlar dahilinde tekbirle başlayıp
selâm ile sona eren hususi söz ve fiillerden oluşan bedenî ibadettir.
Namazın Önemi
Namaz bir muhatap olunuştur. Yaratıcıyla yarattıkları arasında her gün belirli vakitlerde bir buluşma noktasıdır. İslâm’da imândan sonra
namaz gelir. Çünkü namaz dinin direğidir. Namaz nurdur. Namaz mü’minin miracıdır. Namaz ahirette delildir. Namaz kulluğun belgesidir.
Namaz kulun Allaha verdiği tekmildir. Namazın beş vakit olması özellikle mirac gecesinde emredilmiştir. Namaz ahirette sorulacak ilk
ibadettir.
Namaz bir vuslat anıdır. Kulun rabbi ile buluşmasıdır. Allah Rasûlü (s.a.v) “Namaz, gözümün nurudur; namaz sevgilimdir.”553
buyurmuştur.
Namaz: Tahâret, abdest, kıble, kıraat, rükû, secde ve selâmdan ibaret olan bedenî bir ibadettir. Namazı terk etmek büyük günahtır ve
inkârı küfürdür.
Namaz, tevhid mücadelesinin temel direğidir. Namaz her peygamberin şeriatında vardır. Namaz, bedenî bir ibadettir. Dolayısıyla bedeni
yormaktır. Nefsi ve şeytanı kahretmektir. Hakkıyla kılınan namaz rabbı hoşnut eder. Namaz kulu tüm kötülüklerden alıkoymaktır. Namaz
miladî 620 yılında farz kılınmıştır. Şüphesiz namaz ancak temekkun (ağır başlılık) tevazu, tazarru (yalvarma) ve teabbuddur. Namaz günde
beş vakit kulun yaratıcısıyla buluşmasıdır.
Namazı Terk Edenlerin Cezası
Namazı terk edenler iki kısımdır:
a) Namazı farz olduğuna inanmayarak terk edenler. Bunun hükmü irtidad eden kimsenin hükmü gibidir. Küfre girmiş olur.
b) Farziyetine inandığı halde tembelliğinden dolayı kılmayanlar. Bunun hükmü ise tövbe edip namaza başlamasıdır. Eğer tövbe edip
namaza başlamazsa Şâfiîler, Mâlikiler ve birçok Selef ve Halefe göre namazın farziyetini inkâr etmeyip tembellikten dolayı kılmayan kimse
mürted olmaz fakat öldürülür. Delilleri ise şu âyettir. ‫ّللا َغفُو ٌر َرحي ٌم‬
َ ‫“ فََ اِنْ تَابُوا َواَقَا ُمواالصَّلوةَ َواتَ ُواالزَّكوةَ فَ َخلُّوا‬Eğer tevbe eder, namazı
َ ‫سبيلَهُ ْم اِنَّ ه‬
dosdoğru kılar zekâtı da verirlerse artık onların yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.”554
Hanefiler, İmam Muzni ve Kûfe ulemasına göre namazı tembelik sebebiyle kılmayan fasık olur. Böyle bir kimse tövbe edip kılıncaya
kadar hapsedilip, dövülür. Delilleri ise İbn Mes’ûd’un şu hadisidir: Allah Rasûlü (s.a.v.) “Müslüman bir kimsenin kanı ancak şu üç şeyden
birisiyle helâl olur. Zina eden evlenmiş kadın ve erkek, cana karşı can ve dininden irtidad edip cemaattan ayrılan kişi”555 buyurmuştur.
Mürted olur diyenler, Hz Ali, İbn Mübarek, İshâk, Mansur ve Ahmed b. Hanbel’dir. Delilleri ise Câbir’in şu hadisidir. Allah Rasûlü (s.a.v.):
“Muhakkak kişi ile küfür arasındaki fark namazı terk etmektir”556 buyurmuştur. Allah Rasûlü “Bizim ile onlar arasındaki ahd namazdır. Kim
ki namazı terk ederse kâfir olur”557 buyurmuştur. Tirmizî, Hâkim ve Zehebi bu hadise sahih demişler.558
552
Ahmed b. Hanbel.
Ahmed b. Hanbel.
554
Tevbe, 8/5.
555
Buhârî, Diyat, Müslim, Kısamet, Nesâî, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce.
556
Müslim.
557
Tirmizî, Nesâî, Ahmed, İbn-i Mâce, Darekutni, Beyhâkî, Hâkim.
553
81
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Namazı hakkıyla kılanların mükafatı ve kılmayanların ikabı hakkında çok sayıda uyarıcı âyet ve hadis bulunmaktadır. Namaz, oruç
zekât ve hac gibi ibadetlerin farziyetini, zina, faiz ve içki gibi günahların haramlığı, eşit olarak havas ve avam tarafından bilinen bir şeyin
inkârı küfürdür. Fakat üzerine icma olunan iddetli bir kadının nikâhı ve miras paylaşımı gibi avamın bilmemesi doğal olan şeylerin avam
tarafından inkâri küfür değildir.
Namazın Farz Olmasının Şartı Üçtür:
Namaz, ancak Müslüman, baliğ, akil ve tahir (temiz) olan kimseye farz olur. Cinnet geçirerek veya hastalıkla aklı zail olan veya aslen
kâfir olan kimselere geçirdikleri namazları kaza etmeye yükümlü değiller. Ancak mürted/dinden çıkmış olan kimse tekrar dine döndüğü
takdirde geçirdiği namazı kaza etmek zorundadır. Yedi yaşına girmiş çocuklara namaz emredilir. Müslümanlar arasında yaşayıp namaz,
zekât, oruç ve hac gibi naslarla sabit olan farzları inkâr eden veya faiz, içki, kumar ve zina gibi haramlığı üzerine icma olan haram bir şeye
helâl diyen bir kimse kâfir olur.
a) Müslüman olmak: Kâfire namaz farz değildir. Çünkü kâfirin namazı sahih değildir.
Kâfir bir kimse Müslüman olunca geçmiş namazları kaza etmesi ittifakla gerekmez. Fakat Şâfiî mezhebinde mürted (dinden dönmüş)
olan bir kimsenin riddet düneminde geçirdiği namazları kaza etmesi gerekir.
Cumhurun ittifakıyla namaz, oruç, hac ve zekât gibi furuzatların yapılması kâfire farz değildir. Dayandıkları delil ise şu âyettir: َ‫ق ْ لِلَّذين‬
ْ ‫ل‬
َ ْ ‫ت سنَّت‬
َ‫االوَّلين‬
َ ‫“ َكفَروا اِنْ يَ ْنتَهوا ي ْغفَرْ لَه ْم َما قَ ْد َسلَفَ َواِنْ يَعوىوا فَقَ ْد َم‬İnkar edenlere (sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmiş (günahlarının)
bağışlanacağını söyle.”559
Diğer bazı müçtehidlere göre asıl kâfir olan imânın aslından mükellef olduğu gibi namaz, oruç, hac ve zekât gibi farzlardan da
sorumludur. Keza onlara göre kâfir faiz, zina, kumar ve hırsızlık gibi günahlardan dolayı da muhatap tutulur. Çocuk hariç namaza mükellef
olmayan kimselere namaz teklifi yapılmaz.560
b) Buluğ çağına girmiş olmak: Çocuklara namaz farz olmadığı gibi kazasıda yoktur. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Üç kişiden kalem
kaldırılmışıtır: Aklı başına gelinceye kadar deliden, uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik çağına girinceye kadar çocuktan”561 buyurmuştur.
Namaz her ne kadar çocuğa farz değilse de anne ve babanın sorumluluğu altındaki çocuklara tahâret, abdest ve namaz gibi dinde
yapılması zaruri olan şeyleri öğretip emretmeleri gerekir. Keza bir anne ve babaya dinen yasak ve nahoş şeylerden sakındırmaları ve gereken
teribiyeyi vermeleri gerekir. On yaşına girip namaz kılmayan çocukları veya gayri meşru şeylerle uğraşan çocukları hafifçe dövmeleri
gerekir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurur: “Yedi yaşında çocuklarınıza namaz kılmayı emredin ve on yaşında yataklarını ayırın.”562
Allah Teâlâ: ‫ك َو ْال َعاقِبَة لِلتَّ ْقو‬
َ ‫“ َو ْامرْ اَ ْالَكَ بِالصَّلوةِ َواصْ طَبِرْ َعلَ ْيهَا َالنَ ْ ََ لكَ ِر ْزقًا نَحْ ن نَرْ زق‬Ailene namazı emret; kendin de ona sabır ile devam
et!”563 buyurur.
Şâfiî mezhebinde çocuk namaz kıldıktan sonra vakit içinde akılbaliğ olursa tekrar namaz kılması gerekmez. Fakat diğer üç mezhebe
göre ise bu durumdaki bir çocuk tekrar o vaktin namazını avde etmesi gerekir.564
c) Akıllı olmak: Namaz deliye farz değildir. Çünkü teklifin dayanağı akıldır. Mubah bir sebebten ötürü aklını kaçıran kimselerin
kılmadıkları namazları kaza etmelerı gerekmez. Çünkü delirme, baygınlık ve cinnet geçirme gibi durumlar özür sayılabilen hastalıklardır.
Fakat işki gibi gayri meşru sebeblerle aklını kaçıran bir kimse geçirdiği namazları kaza etmesi gerekir.
d) Temiz olmak: Adet olan kadınlarla lohusa kadınlardan namazın hem edası hem de kazası kaldırılmıştır. Bu lohusalık darp, ilaç ve
benzeri sebeplerle meydana gelse de hüküm değişmez.565 Fakat uyku sebebiyle namazını geçiren kimselere kaza gerekir. Delil ise Ebû
Hureyre’nin rivâyet ettiği şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Bir namazı uyku sebebiyle kılmayan yahut unutan kimse,
hatırladığı zaman onu kaza etsin.”566
FARZ NAMAZLARIN VAKİTLERİ
Vakit, farz namaz ile bunların sünnetleri ve bayram namazları için şarttır. Vakit girmeden kılınacak bir namaz eda yerine geçmediği
gibi, vaktinden sonra kılınacak namaz da eda değildir. Bu sebeple özürsüz olarak bir namazı kazaya bırakmak büyük bir sorumluktur. Namaz
vakitleri kitap ve sünnetle belirlenmiştir.
İmam Mevdudi ise namaz vakitleriyle ilgili âyetler hakkında şu açıklamalarda bulunmaktadır: İsra 78. âyetindeki Arapça metindeki ‫لدلوك‬
‫“ الشم‬güneşin kayması” diye tercüme ettik. Bazı sahâbe ve tabiin bunun “güneşin batışı” anlamına geldiğini söyler. Fakat sahâbenin ve
tabiinin çoğunluğu bunun “güneşin zirveden kayması” anlamına geldiği görüşündedirler.
Hz. Ömer, İbn Ömer, Enes bin Mâlik, Ebû Berzet el-Eslemî, Hasan Basrî, Şa’bi, Atâ, Mücâhid ve bir kavle göre İbn Abbas (Allah
hepsinden razı olsun) bu görüştedir. Muhammed Bakır ve İmam Caferi Sadık da bu görüştedir. Bunların yanısıra, her ne kadar senedi
kuvvetli değilse de Hz. Peygamber (s.a.v.)’den bu görüşü destekler nitelikte hadisler de rivâyet edilmiştir. Bazılarına göre ise Arapça
metindeki kelimeler, “gecenin tamamen kararması”, bazılarına göre de “gece yarısı” anlamına gelir. Birinci görüş kabul edilirse bu, İşa
(yatsı) namazanın başlangıç vakti, ikinci görüş kabul edilirse de yatsı namazının vaktinin sona erdiği sınır anlamına gelir.
Müslümanlara, engeller ve zorluklar anlatıldıktan hemen sonra namazı ikame etmeleri emredilmektedir. Bu, zor durumlara göğüs
germek için gerekli olan dayanıklılığın ancak namazla elde edilebileceği anlamına gelir ki Kur’ân’ın bazı âyetlerinde “namaz ve sabırla
yardım isteyin” şeklindeki ikazla namazın önemine işaret edilmektedir.
Fecr kelimesinin anlamı “şafak” yani “gecenin karanlığından sonra sabahın başlaması”dır. Burada “sabahın Kur’ân’ını okumak”, sabah
namazı demektir. Çünkü Kur’ân bazı yerlerde ‘salât’, namazı kastetmek için kullanmış, bazen de namazın herhangi belirli bir bölümünü, tüm
namazı kastetmek için kullanmıştır. Örneğin tesbih, hamd, zikir, kıyam, rükû, sücud. Aynı şekilde “sabahın Kur’ân’ını okumak” sadece
Kur’ân okumak demek değil bilakis namaz sırasında okumak demektir. Böylece Kur’ân salâtı oluşturan bölümleri salât yerine kullanmış ve
Hz. Peygamber (s.a.v.)’den bugün müslümanların kıldığı şekilde namazı formüle etmesine yol göstermiştir.
Hadislerde açıklandığına göre sabah namazına melekler şahitlik eder. Melekler her namazı ve her iyi amelî gözlediği halde, sabah
namazına verilen özel önemi gösterir. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.v.) sabah namazında Kur’ân’dan çok uzun bölümler okurdu. Onun
örneğini sahâbe de devam ettirmiş ve sonraki âlimler bunu müstehap görmüşlerdir.
Bu âyetle, Miraçta belirli vakitler için farz kılınan namazın nasıl kılınacağı kısaca ele alınmıştır.
İlk namazın güneşin doğmasından önce ve geri kalan dört namazın güneşin kaymasından gecenin karanlığına kadar olan zamanda
kılınması gerektiği bildirilmiştir. Daha sonra Cebrail (a.s.) gelmiş ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e her namaz vaktinin sınırlarını bildirmiştir. Ebû
558
el-Mecmu, 3/17, Bidâyetu’l-Muctehid, 1/88.
Enfal, 8/38.
560
el-Mecmu, 3/5-15.
561
Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî, Hâkim.
562
Ahmed, Ebû Dâvûd, Hâkim.
563
Taha, 20/132.
564
el-Mecmu, 3/13.
565
el-Mecmu, 3/7-9.
566
Müslim.
559
82
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Dâvûd ve Tirmizî’de kaydedilen İbn Abbas’tan rivâyet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cebrail bana beş
vakit namazı Kâbe’nin yanında iki kez kıldırdı. İlk günde Zuhr’u (öğlen namazı) hemen güneşin zirveden kaydığı ve herşeyin gölgesinin çok
kısa olduğu zamanda kıldırdı. Sonra Asr’ı (ikindi namazı) herşeyin gölgesinin kendi boyuna eşit olduğu zamanda kıldırdı. Mağrib’i (akşam
namazı) orucun iftar edildiği zamanda, İşa’yı (yatsı namazı) alaca karanlığın kaybolduğu zamanda ve Fecri (sabah namazı) oruç tutmak
isteyenin yemek ve içmesinin haram olduğu zamanda kıldırdı. Ertesi gün Zuhr’u herşeyin gölgesinin kendi boyuna eşit olduğu, Asr’ı
herşeyin gölgesinin kendisinin iki katı olduğu zamanda kıldırdı. Mağrib’i bir önceki gün gibi kıldırdı, İşa’yı gecenin üçte biri geçtikten
sonra, Fecr’i de aydınlık ortalığa yayıldığında kıldırdı. Bundan sonra Cebrail bana döndü ve dedi ki: “Ey Muhammed, bunlar
peygamberlerin kıldığı namazların vakitleridir.567 En doğru vakit tayini iki vakit arasında olanıdır. “Cebrail’in ilk gün kıldırdığı namaz
vaktin başı, ikinci gün kıldırdığı namaz vaktin sonudur. Buradaki son ifade, ikisinin ortasının daha kolay tespit edebileceğine işaret
etmektedir. Kur’ân’da bu beş vakit namaza çeşitli yerlerde işaret edilir:
1) “Gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl.”568
2) “Güneşin doğuşundan önce (Fecr) ve batışından önce (Asr) rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümümde (İşa) ve gündüzün
uçlarında (Fecr, Zuhr, ve Mağrib) tesbihte bulun.”569
3) “Öyleyse akşama girdiğiniz de, sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin. Göklerde ve yerde de, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz
vakitte de hamd O’na mahsustur.”570
4) “Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl, fecir vakti Kur’ân’ını (namazını) da. Çünkü fecir vakti (namazda
okunan) Kur’ân şahid olunandır.”571
Namazın zamanlarının böyle belirlenmesinde büyük bir hikmet vardır. Bunlardan biri güneşe tapanların ibadet ettikleri zamanlarda
namaz kılmamaktır. Çünkü güneş her çağda müşriklerin en büyük ilâhlarından biri olmuştur, onlar da genellikle güneşin batımında ve
doğumunda ibadet ederlerdi. Bu nedenle bu iki vakitte namaz tamamen yasaklanmıştır. Bunun yanısıra onlar güneşin tam zirvede olduğu
zeval vaktinde de ibadet ederlerdi. Bu nedenle İslâm, müslümanlara gündüz kılınan iki namazdan birini güneş doğmadan önce (Fecr)
diğerini de güneş zirveden kaydıktan sonra (Zuhr) kılmalarını ve gecenin ilk namazı olan akşamı da göneşin batışından sonra kılınmasını
emretmiştir.
Bazı müfessir ve müçtehidlere göre İsra 78, Hud 114 ile Taha 130 de geçen namaz emri sadece Peygamberi ilgilendirmektedir. Farz
namazlara gelince, bunların Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- mütevatir hadisleri ve tevatüre dayalı amelî sünneti tarafından
belirlenen vakitleri vardır. Bazıları “dulukû’ş-şems” kavramını güneşin gökyüzünün tam ortasından batıya doğru kaymasıdır. “Gasak” ise
gecenin başlangıcıdır derler. “Fecir Kur’ân’ını” da sabah namazı diye yorumlarlar. Ve bu ifadelerden beş vakit namazın vakitlerini çıkarırlar.
Bunlar: Öğle, ikindi, akşam, yatsı güneşin gökyüzünde tam ortaya dikildikten sonra batıya kayıp gecenin başlangıcına kadar süren zaman
diliminde kılınan namazlardır ve sabah namazıdır. Bunlara göre sadece gece kılınan teheccüt namazı Peygambere mahsustur. O bu namazı
kılmakla yükümlüdür. Biz birinci görüşün daha doğru olduğuna taraftarız. Buna göre, bu âyetlerde sözkonusu edilen herşey,
Peygamberimize salât ve selâm üzerine olsun mahsustur. Farz namazların vakitleri ise, kavli ve fiili sünnet ile sabittir.
Farz Namazlar On Yedi Rekâttır
1- Sabah namazı iki rekât
2- Öğle namazı dört rekât
3- İkindi namazı dört rekât
4- Akşam namazı üç rekât
5- Yatsı namazı dört rekât
Farz Namazlar Beş Vakittir
Bu vakitlerin delili ise yukarıda dipnotunu verdiğim âyetler ve Cibril’in meşhur hadisidir.
1- Öğle namazı: Bu namazın ilk vakti, güneşin zevala girmesiyle başlar. Son vakti ise zeval gölgesinin dışında herşeyin gölgesi kendi
misli oluncaya kadar devam eder.
Öğle Namazının Üç Vakti Vardır
a) Fazilet vakti: Bu vakit öğlenin ilk vaktidir. Şiddetli sıcak olmadığı günlerde öğle namazını ilk vakitte kılınması evlâdır.
b) İhtiyar vakti: Bu vakit fazilet vaktinden başlar sonuna kadar olan vakittir.
c) Mazeret vakti: Bu vakit namazları cem vaktidir.572
Gerek İmam Şâfiî olsun gerekse diğer fukaha olsun fıkıh kitablarında namaz vakiteleri arasından öğle ile başlamalarının delili şudur.
Beş vakit namaz miraç gecesinde vuku bulmuş ise de ilk kılınan namaz öğle namazıdır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) her ne kadar sabaha
doğru miraçtan dönmüş ise de sabah namazını nasıl kılacağını bilmediği için Cebrail Kâbe girişinde Allah Rasûlü’ne imamlık yapmış ve
namazların kılınış şeklini ve vakitlerini öğreterek ilk kıldırdığı öğle namazı olduğundan dolayı tüm fukahanın namaz vakitlerini öğle ile
başlamalarının bu nedenle olduğu anlaşılmaktadır.573
2- İkindi namazı: Bu namazın vakti, öğlenin son vaktinden sonra başlar güneşin batışına kadar devam eder. İkindi namazı için de
fazilet, ihtiyar ve kerahet vakti vardır. Fazilet vakti ilk vakitten başlar herşeyin gölgesi onun bir buçuk katı oluncaya kadar olan vakittir.
İhtiyar vakti de herşeyin gölgesi onun iki katı oluncaya kadar olan vakittir. Kerahet vakti ise güneş sararıp batıncaya kadar olan vakittir.
İkindi namazını özürsüz olarak bu vakite ertelemek mekruhtur. Çünkü Hz. Enes (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) o
vakit için şöyle buyurmuştur: “O münafıkların namazıdır. Otururlar güneşi beklerler ta ki güneş şeytanın iki boynuzu arasına gelince
kalkarlar dört kere yeri gagalalar ve ancak o namazda Allah’ı çok az zikrederler.”574
3- Akşam namazı: Bu namazın vakti, güneş tam battıktan sonra başlayıp yaklaşık 30 dakika kadar olan zamandır veya batıdaki kırmızı
şafağın kaybolmasına kadar devam eden zamandır. Mezhebin meşhur ve imamın cedid olan görüşüne göre akşam vakti tek bir vakittir. Delil
ise Abdullah b. Amr b. As’ın rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) “Akşam vakti (kırmızı) şafağın kaybolmasına kadar olan
vakitir.”575 buyurmuştur. Ancak sabah vakti hariç diğer dört vakit için de özür sebebiyle olan vakitler bulunmaktadır. O da cemi takdim ve
cemi tehir olan vakitleridir.576
4-Yatsı namazı: Bu namazın vakti, ufuktaki kırmızı şafağın kaybolmasından başlar gecenin yarısına kadar devam eder. Çünkü
567
Cemaat rivâyet etmiştir. el-Mecmu, 3/21.
Hud, 11/114.
569
Taha, 20/130.
570
Rum, 30/17-18.
571
İsra, 15/78.
572
el-Mecmu, 3/27.
573
el-Mecmu, 3/27.
574
Müslim, Tirmizî, Nesâî, Beyhâkî, Ahmed.
575
Müslim.
576
el-Mecmu, 3/36.
568
83
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Abudullah b. Amr b. As’ın rivâyet ettiği sahih bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yatsı namazın vakti gecenin yarısına
kadar olan vakittir.”577
Yatsı Namazı İçin Dört Vakit Vardır
a) Fazilet vakti: Bu vaktin ilki demektir.
b) İhtiyar vakti: Bu da fazilet vaktinden sonra gecenin üçte birine kadar olan vakittir.
c) Cevaz vakti: Bu da imsaka kadar olan vakittir.
d) Özür kabul edilen vakit: Bu vakit de yolculukta veya diğer özürlerden dolayı yatsının akşama takdim edilme vaktidir. Yatsı
namazından önce uyumak mekruhtur. Çünkü Ebû Berze’nin rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.): “Yatsı namazından önce
uyumamızı ve sonrasında da dünya kelamı etmemizi bize nehyi etmişti.”578
5-Sabah namazı: Bu namazın vakti ikinci fecirden başlar; güneşin doğuşuna kadar devam eder. Şâfiî mezhebinde fecir ikidir.
a) Birinci fecir veya kazıb fecir: Birinci fecir doğu tarafından gök eteğinde kurdun kuyruğu gibi uzanan bir beyazlık olup yaklaşık
yarım saat sonra kaybolur ve arkasında ikinci fecir çıkar.
b) İkinci fecir veya sadık fecir: Şâfiî mezhebine göre hükümler ikinci fecirden sonra başlar. Meselâ sabah namazının vakti, oruca
başlama, yiyeceğin yasak oluşu, gecenin bitişi ve gündüzün başlangıcı gibi hükümler ikinci fecirle başlar. Müçtehidlerin ittifakıyla birinci
fecirle hiçbir hüküm ilişkili değildir.579
Açıkladığımız vakitlerin hepisi Peygamberimizin Cebrail ile birlikte namaz kılıp ve belirledikleri vakitlerdir.580
Namazların Faziletli Vakitleri
Şâfiî mezhebinde yatsı namazı hariç diğer namazları ilk vakitte kılmak daha evlâdır. Sabah namazını da ikinci fecir doğduktan sonra
geciktirmeden kılmak daha efdaldır.
Çok sıcak olmadığı zamanlarda öğle namazını ilk vakitte kılmak daha efdaldır. Keza ikindi ile akşam namazları de vaktin ilkinde kılmak
daha efdaldır. Fakat İmamın cedid kavline göre yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir edip sonra kılmak daha efdaldır. Çünkü Ebû
Hureyre’nin rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ben ümetime acımasaydım onlara yatsı namazını gecenin
üçte birine veya yarısına kadar ertelemelerini emrederdim.”581
Beş vakit namaz arasında en önemlisi orta namazdır. Orta namaz hakkında müçtehidler ihtilaf etmişlerdir. İmam Ebû Hanife ile İmam
Mâlik’e göre orta namaz ikindi namazı kabul edilirken İmam Şâfiî’ye göre orta namaz sabah namazı kabul edilmiştir. Kimilerine göre orta
namaz Cuma namazı kabul edilmiş iken kimilerine göre ise orta namaz beş vakit namazın hepsi kabul edilmiştir. Fakat sahih hadislere göre
orta namaz ikindi namazı olarak belirlenmiştir. Allah Rasûlü (s.a.v.) Hendek günü “Allah onların evlerini ve kabirlerini ateş doldursun ki
bizi orta namaz/ikindi namazından alıkoydular.”582
Şâfiî mezhebinde vaktin sonunda bir rekât namaz sığacak kadar bir zamanın bulunması vakit olarak yeterlidir. Kerahetle beraber o
namaz eda kabul edilir. Dayandıkları delil ise Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği şu hadisi şeriftir: “Bir kimse güneş doğmadan evvel sabah
namazının ilk rekâtına yetişirse sabah namazına yetişmiş sayılır. Güneş batmadan önce de ikindi namazının bir rekâtına yetişen bir kimse
ikindi namazına yetişmiş sayılır.”583
Herhangi bir namazın son vaktinde akıl baliğ olan çocuğa, küfürden dönmüş kişiye, aklı başına gelmiş mecnuna, hayız ve nifastan
temizlenen kadına o vaktin kılınması farzdır, bir rekât sığacak kadar zaman varsa o vaktin namazı kendilerine farz olur. Şâyet namaz sığacak
kadar zaman kalmamış iken deliren, adet gören ve nifas olan bir kimseye mezhebin sahih kavline göre namaz vacip olmaz.
Namazların tehiri için uyku, unutkanlık ve ikrahın (zorlamanın) dışında hiçbir mazeret kabul değildir. Herhangi bir özürden dolayı
namazı kazaya kalan bir kimseye hemen kaza etmesi gerekir. Şâyet birkaç namaz kazaya kalmış ise tertible kaza etmesi müstehaptir. Çünkü
Allah Rasûlü (s.a.v.) Hendek günü kazaya kalan dört namazı tertiple kıldığı rivâyet olunur.
Şâfiî mezhebinde kaza namazı eda namazına rastlarsa önce eda sonra kaza kılınır. Hangi namazın kazaya kaldığını bilmeyen bir kimse
için bir günlük namazı kaza etmesi gerekir ki unutuğu namazı kılmış sayılsın.584 Bu konu ile ilgili namazların kazası bahsin de geniş bilgi
bulabilirsiniz.
Uzak Kıtalarda Namaz Vakitleri
Bu bölgelerde namaz vakitleri için iki görüş bulunmaktadır:
a) Bir yerde namaz vakitlerinden biri veya ikisi gerçekleşmezse, o vakitlere ait namazlar, o bölgenin halkına farz olmamış olur.
Meselâ, bazı kıtalarda yılın bir mevsiminde daha akşam vakti bitmeden sabahın ikinci fecri doğmuş olur. Bu konuda abdest organı olan
bir veya iki kolunu kaybeden bir kimsenin yıkama yükümlülüğünün düşmesine kıyas yapılarak yatsı namazının da düşeceğine fetva
verilmiştir.
b) Bazı fakihlere göre bu gibi yerlerde yaşayan Müslümanlar da beş vakit namaz kılmakla mükelleftir. Bunun delili nakl edilen Deccal
hadisidir. Allah Rasûlü Deccalla ilgili bilgi verirken “o yeryüzünde kırk gün kalacak, fakat bu sürenin ilk günü bir yıl, ikinci günü bir ay,
üçüncü günü bir hafta kadar olacak ve geri kalan günleri sizin normal günleriniz gibi olacaktır. Onun üzerine sahâbeler: Ey Allah’ın Rasûlü!
Bir yıl uzunluğunda olan bir gün içinde bize bir gün ve bir gece namazı yeterli olacak mı? diye sorunca Allah Rasûlü şöyle buyurdu: Hayır,
fakat o günün miktarını takdir ediniz.”585
Burada Allah Rasûlü sahâbelere normal günlük namazınız gibi zaman takdir ediniz demek istiyor. Şâfiîler bu konuda hadisi dikkate
alarak takdir etme görüşünü benimsemişler. Tercih edilende budur.586 Farz namazlar için müstehap vakitler olduğu gibi, namaz kılmanın
mekruh olduğu vakitler de vardır. Bunların bir bölümünde hiçbir namaz kılınmaz iken bir bölümünde de yalnız nafile namazlar kılınmaz.
Kerahet Vakitleri
Bir gün ve bir gecedeki mekruh vakitler beş tane olup bunlardan üçü, Ukbe b. Amir el-Cuheni (r.a.)’ın naklettiği şu hadiste zikredilir:
“Üç vakit vardır ki Rasûlullah (s.a.v.) bize, bu vakitlerde namaz kılmamızı ve ölülerimizi defn etmemizi yasakladı.
a) Güneş doğduğu zaman yükselinceye kadar.
b) Güneş tepe noktasına geldiği zaman zevalina kadar.
577
Müslim.
Müslim.
579
el-Mecmu, 3/45.
580
el-Mecmu, 3/21, Neylu’l-Evtar, 1/300.
581
Tirmizî, Ebû Dâvûd. Sahih hadistir.
582
Müslim, Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesâî, el-Mecmu, 3/59-65.
583
Müslim, Nesâî, Tirmizî.
584
el-Mecmu, 3/70-77.
585
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce.
586
el-Mecmu, 3/49.
578
84
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------c) Güneş batmaya meylettiği zaman batıncaya kadar.587
Diğer iki vakit de Ebû Saîd el-Hudri (r.a.)’dan rivâyet edilen şu hadiste bildirilir. O Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu duydum
der: “Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar namaz yoktur. İkindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz yoktur.”588
İmam Şâfiî, Umm adlı eserinde Buhârî ve Müslim’in rivâyet ettikleri hadisleri delil göstererek yukarıdaki vakitlerde namaz kılınmasının
mekruh olduğunu kayd ederek şöyle der: “Allah Rasûlü ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar, sabah namazından sonra güneş
doğuncaya kadar ve Cuma günü müstesna güneş tepede iken batıya kayıncaya kadar namaz kılmayı yasaklamıştır.”589
Yukarıda izah edilen vakitlerden bazı namazlar müstesna kılınmıştır. Bunlar sebebli namazlardır. Meselâ Cuma günü istiva vaktin de
kılınan namaz, kazaya kalan namazlar, nezir edilen namazlar, tilavet secdesi, ihrama girme namazı, cenaze namazı, kusuf namazı, tahiyatu’lmescid ve tavaf namazı gibi sebebe dayanan namazlar için Şâfiî mezhebinde kerahet vakti yoktur. Şâfiî mezhebinde sahih ve meşhur görüşe
göre bu vakitlerde Mekke’de kerahet yoktur.590
MESCİTLERLE İLGİLİ HÜKÜM VE ADAPLAR
Mescitlerele ilgili hüküm ve adaplar aşağıda izah edilmiştir. Cünüp, hayız ve nifaslı olan bir kimseye camide kalması haramdır. Camide
ihtilam olan bir kimse zaruret olmaksızın hemen çıkması vaciptir. Fakat canından veya malından endişe eden bir kimse için zarurete binaen
camide beklemesi caizdir.
Abdestsiz olan bir kimseye dinî bir maksat için camide oturması ittifakla caizdir. Namaz vakitlerini beklemek için camilerde uzanıp
uyumak caizdir. Asrı saadette bunun izlerine çokça rastlanmıştır. Camilerde soğan, sarımsak ve sigara gibi rıhatsız edici şeyleri kullanmak
mekrutur. Fakat temiz yiyecek içecek için birçok fukaha tarafından fetva verilmiştir. Camilerde tükürük ve benzeri kirleri yere atmak
haramdır.
Camilerde alışveriş yapmak, tartışmak veya yüksek sesle konuşmak mekruhtur. Hayvan, deli ve mümeyiz olmayan çocukların camiye
girmesi mekrutur. Fakat camiye alıştırmak için bezli ve eğitimli çocukarın gelmelerinde ruhsat vardır.
Camilerde terzilik gibi sanat işlemek mekrutur. Ancak ilim öğrenmek için camilerde sürekli kalmak mecburiyetinde olan kimseler için
yırtıklarını dikmek, ütü yapmak, diğer ihtiyaclarını görmek mubahtır.
Camilerde ilim halkaları oluşturmak, müzakere yapmak ve dinî tedrisat görmek caizdir. Camileri temizlemek, yıkamak ve mevcut olan
kirleri gidermek sünnettir.
Camilerde ihtiyaç dışı kandil yakmak, israf ve bid’attir. Özellikle günümüzde senenin belirli gecelerinde caminin içinde ve dışında
israflı bir şekilde ışıkların yakılması haramdır.
Mescidin iç ve dış duvarı mescidin hükmündedir. Dolayısıyla duvarın kirletilmesi mescidin kirletilmesi gibidir.
Mescide girerken ) ‫“ (أعوذ باهلل العظيم وبوجهه الكريم من الشيطان الرجيم بسم هللا والحمد هلل والصالة والسالم على رسول هللا‬Merdud olan şeytanın şerinden
azim olan Allah’a, kerim olan zâtına ve kadim olan sultanına sığınırım” dusını okumak sünnettir.
Camileri süslemek, nakş etmek, zinet eşyası asmak, namaz kılanların kalbini meşgul ettiği için mekruhtur. Bu hususta Allah Rasûlü
(s.a.v.) “Camileri bina ediniz, onları sade tutunuz.”591 buyurmuştur. Abdullah b. Ömer “Biz zinetli camilerde namaz kılmaya men edildik” 592
buyurur.
Günümüzde olduğu gibi ihtiyaç olmadığı halde büyük paralar hacrayarak minareler inşa etmek ve mescitlerin iç ve dış kısmını
süslemek, yaldızla duvarına yazılar yazdırmak israftır. İbn-i Mâce, şöyle der: “Amelî bozuk olan kavimler mescitleri süsletmeye kalkışırlar.”
Camilere ait kilim, halı, taş, toprak ve diğer araç gerecin alınması haramdır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) “Camiden alınan taşlar, alanı
azarlar.”593 buyurmuştur.
Virane olmuş kilise, havra ve kabristan gibi yerlerde kabristanın toprağını kazımak şartıyla mescid inşa etmek caizdir. Enes b. Mâlik
(r.a.), Mescid-i Nebevî’nin yerinin müşriklerin mezarlığı olduğunu ve kazıldıktan sonra mescid bina edildiğini rivâyet eder.594 Camilere
giren bir kimse için iki rekât tahiye namazı kılmak sünnettir.595
Namaz Kılmanın Caiz Olmadığı Mekanlar
Namaz kılınan yerin temiz olması, namazın sıhhat şartlarındandır. Hz. Ömer’in rivâyetine göre Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Sekiz mekanda namaz caiz değildir.
1- Hayvanların kesildiği yerlerde. Yani mezbahanelerde.
2- Çöplüklerde. Gerek çöplükler olsun gerese çöplerin atıldığı sokaklar olsun uygun olmayan bu gibi yerlerde namaz kılınmaz.
3- Kabristanlarda. Kabirstanda iki sebeple namaz kılınmaz. Birincisi kabristanın toprağında devir olduğu için necaset olabilme ihtimalı
vardır. İkincisi ise mezarlara karşı kılınma ihtimali bulunduğunda namaz kılmak mekruh olur.
4- Hayvanların toplandıkları yerlerde. Bu gibi yerler necis olma hasebiyle namazın sıhhat şartlarına aykırıdır.
5- Hamamlarda. Hamamlarda genelde insanlar çıplak dolandıkları ve kir bulunduğu için yine namaz kılmak mekruh veya yerine göre
caiz değildir.
6- Yollarda. Yollar da namaz kılmak gelip geçenlere engel ve namaz kılanların da huşu ve ihlâsını dağıtır.
7- Gasp edilen yerlerde. İttifakla gasp edilen yerlerde namaz kılınmaz. Çünkü gasp edilen yerlerin normal hayatta kullanılması haram ise
elbette o gibi yerlerde namaz kılmak şiddetle haram olur.
8- Kâbe’nin üstünde.”596 Kâbe’nin üstünde namaz kılmak caiz değildir.
EZAN
Namaza Başlamadan Önce İki Şey Sünnettir
a) Ezan
b) Kamet
Ezan, Müslümanlara günde beş kez, belli bir yerde namaz kılmaları ve namaz için toplanma vaktinin geldiğini ilân etmek ve namaz için
yapılan çağrı demektir. Arapça bir kelime olan ezan; bildirmek, ilân etmek demektir. Bir yörenin Müslüman olup olmadığı tesbitinde, orada
ezan okunup okunmadığı, dikkate alınır. Essah olan kavle göre günde beş vakit ezan okumak sünneti müekkededir.
587
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce, Ahmed, Darimî.
Buhârî, Ebû Dâvûd, Tirmizî.
589
el-Umm, 1/147.
590
el-Mecmu, 4/153-158.
591
Beyhâkî.
592
Beyhâkî.
593
Ebû Dâvûd.
594
Buhârî, Müslim.
595
el-Mecmu, 2/196-207.
596
Tirmizî.
588
85
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Ezanın meşruiyeti sünnetle sabittir. Ezan hicretin birinci yılında Medine’de Mescid-i Nebevî’nin inşaatı tamamlandıktan sonra meşru
olmuştur. Medine’de, namaza çağırma vasıtası için istişare edildiği günlerde, başta Abdullah b. Zeyd ve Hz. Ömer olmak üzere bazı
sahâbeler ezanı, rüyada, bugün okunan şekliyle öğrenmiştiler. Allah Resûlü’de kendisine gelen ilhamla bunu kabul ederek: “Ey Bilâl kalk
namaz için ezan okuyarak onları çağır demişti.”597
Ezan ancak beş vakit farz namazlar için meşru kılınmıştır. İttifakla beş vaktin dışında ezanın okunması meşru değildir. Farzların
dışındaki bu namazlar gerek nezir gerek cenaze namazı gerekse bayram namazları olsun fark etmez.
İmam Şâfiî’nin el-Umm kitabında geçtiği gibi ezan okumak yani müezzinlik yapmak imamlıktan daha faziletlidir. Birçok müçtehide
göre bu böyledir. Dayandıkları delil ise şu âyet; َ‫ال اِنَّنى مِنَ ْالم ْسلِمين‬
َ َ‫صالِحًا َوق‬
َ َ ‫هللا َو َع ِم‬
ِ ّ ‫(“ َو َمنْ اَحْ َسن قَوْ الً ِم َّمنْ َىعَا اِلَى‬İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş
yapan ve ben Müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel kim olabilir.”598 ile şu hadisi şeriftir: Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: “İmamlar cemaatın kefilleridir, müezzinlerde en eminleridir. Allah imamları irşad etmiş ve müezzinlere de mağfiret etmiştir.”
bu hadisi İbn Hibban ve Ahmed b. Hanbel istihraç etmiştir ve birçok muhaddis tarafından sahih kabul edilmişir.599
Şâfiîlerin çoğuna göre bir kimsenin hem imam hem de müezzin olması mekruhtur. Ancak müezinlik yapacak kimsenin olmadığı zaman
bu kerahet kalkar. Birkaç vakit namazı kaza etmek isteyen bir kimse için ilk vakitte bir ezan ve her vakit için birer kamet getirmek sünnettir.
Sabah namazı müstesna vaktinden önce ezan okunması caiz değildir.
Ezan’ın Okunuş Şekli Şöyledir
ْ‫اََ هلل أَكْ ََ بَرْ َهللا أ ْكبَر‬
ْ‫َهللا أ ْكبَرْ َهللا أَ ْكبَر‬
‫أَ ْشهَد أنْ الَ ِالهَ اِالّ هللا‬
‫أ ْش َهَى اَنْ ال اِل َه اِالّ هللا‬
ِ‫أ ْشهَد اَنَّ م َح َمداً َرسول هللا‬
ِ‫أ ْشهَد اَنَّ م َح َمداً َرسول هللا‬
َ ‫الصال ِة َح ِّى عَلى‬
َ ‫َح ِّى َعلَى‬
ِ‫الصالة‬
ِ‫َح ِّى عَلى الفَالحَِِ َِ َح ِّى عَلى الفَالح‬
‫َهللا أ ْكبَرْ َهللا أ ْكبَر ال اِلهَ اِالّ َهللا‬
Eşhedu en Lâilâhe İllallah
Eşhedu en Lâilâhe İllallah
Eşhedu enne Muhammeden Rasûlullah
Eşhedu enne Muhammeden Rasûlullah
Hayye ala’s-Salah
Hayye ala’s-Salah
Hayye ale’l-Felah,
Hayye ale’l-Felah
Allahu Ekber, Allahu Ekber
Lâ İlâhe İllallah
Ezanın Sahih Olması İçin Şu Şartlar gereklidir
Müezzin İçin Gerekli Şartlar:
1- Müslüman olmak: Müslüman olmayan kimsenin ezana inanmadığı için ezan okuması sahih olmaz.
2- Mümeyyiz olmak: Mümeyyizliğin ilk sınırı 7 yaşından başlar. Çünkü mümeyyiz olmayan çocuğun ezan okuması muteber değildir.
3- Erkek olmak: Kadının ezan okuması caiz değildir. Çünkü kadının sesi erkeklere avret sayıldığı için ezanı de sahih olmaz.
4- Tertiple okumak: Yani meşru olduğu gibi sırayla okumak.
5- Kelimeleri arka arkaya (ara vermeden) okumak.
6- Yüksek sesle okumak: Çünkü gizli okunan ezanın bir anlamı kalmayacağı için özelliğini kaybetmiş olur.
Ezanın Sünnetleri
1- Müezzinin kıbleye dönmesi.
2- Büyük ve küçük hadesten temiz olması.
3- Ayakta okunması.
4- Başını sağa sola çevirmek.
5- Müezzinin güzel ahlâklı ve adil olması.
6- Ezanı ağır ağır okumak.
7- Terci yapması yani şehadet kelimesini önce alçak sonra sesini yükselterek okumak.600
8- Tesvib yapmak. Yani sabah namazında “Hayye ale’l-Felah’tan sonra es-Salâtu Hayrun min’en-Nevm (namaz uykudan hayırlıdır)
demek.601
9- Dinleyenlerin, ezanı müezzinle tekrarlaması. Allah Rasûlü (s.a.v.) “Ezanı işittğiniz zaman, müezzinin söylediklerini siz de
söyleyin.”602 buyurmuştur. Ancak Hayye ale’s-Salah ile Hayye ale’l-Felah cumleleri okunduğu zaman ‫“ ال حول وال قوة اال باهلل‬La havle ve la
kuvvete illa billahi” (koruma ve güc ancak Allah iledir) demesi sünnettir.
10- Ezanın bitiminde bilinen ezan duasını okumak.603
Ezan ve Kametten Sonra Okunacak Dua:
Hem ezanın hem de kametin akabinde: ‫“ اللهم ربنا ورب اذه الدعوة التامة والصالة القائمة اتى سيدنا محمد الوسيلة والفليلة وابعثه مقاما محموىا الذ وعدته‬
Okunuşu: Allahumme rabbe hazihi’d-daveti’t-tameti ve’s-salati’l-kaimeti ati Muhammeden el vesilete ve’l fadilete veb’eshu mekamen
mahmuden ellezî va'adtehu inneke latuhlifu'l-miad” duasını okumak sünnettir.
Anlamı: “Ey şu mükemmel olan davetin ve kaim olan namazın sahibi, Muhammede vesile’yi ve fazileti ver. Onu va’d ettiğin övülmüş
makâma yükselt.”
“Allah Rasûlü (s.a.v.): Ezanı işttiği zaman yukardaki duayı okuyan, kimselere kıyamet gününde şefaatının helâl olacağını
bildirmiştir.”604
597
Buhârî, Müslim.
Fussilet, 41/33.
599
el-Mecmu, 3/84.
600
Müslim.
601
Ebû Dâvûd.
602
Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce.
603
Buhârî.
604
Buhârî, Müslim, Nesâî, Ebû Dâvûd.
598
86
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Gerek ezan gerekse kamet yalnız farz namazlarda okunur. Bu namazlar, gerek cemaatla, gerekse münferid olarak, gerek haderde,
gerekse seferde, gerek eda ve gerekse kaza olarak kılınsın fark etmez. Çünkü “Allah Rasûlü (s.a.v.)’in kazaya kalmış bir namazı kılmak için
Bilâl’e, ezan okumasını emretmiştir.”605 Şâfiî mezhebinde cemaatla namaz kılan kadınlar için ezan değil fakat kamet getirmek menduptur.606
Ezan Ücretle Okunablir mi?
Osman b. Ebi’l-As’ın rivâyet ettiği hadise göre müezzin ezanı ücretsiz okumalıdır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) görevlendiridiği Osman
b. Ebi’l-As’a “Sen onların imamısın, en zayıflarını ölçü al ve okuyacağı ezandan dolayı ücret almayan bir müezzin edin.”607
Fakat İmam Mâlik böyle bir ücrette sakınca görmezken Şâfiîler ücretsiz okuyan olmadığı zamanlarda ücretle okumak caiz olur demişler
ve bu ücrette ancak beytulmaldan verilebileceği söylemişlerdir.608 Hanefilerden muteahirun (sonraki) âlimler imamlık, müezzinlik, Kur’ân
öğreticileri ve müftülük gibi hizmetler için bir bedel alınabileceğine fetva vermişlerdir.
KAMET
Kamet ezan gibi sünnettir. Ancak aralarında şu farklar vardır:
1- Kametin kelimeleri, başındaki “Allahu Ekber ve Kat Kameti’s-Salât” lafızları müstesna, birer defa okunur. Hanefî mezhebinde ikişer
defa okunur.
2- Kamette “Hayye ale’l-Felah” denildikten sonra “Kad kameti’s-Salât” demek sünnettir. Fakat ezanda sünnet değildir.
3- Kamet, Şâfiî mezhebinde erekler için sünnet olduğu gibi kadın cemaati için de sünnettir. Fakat Ezan sünnet değildir.
4- Kameti süratle, ezanı ise yavaş yavaş okumak sünnettir.
5- Terci, seslice iki şehadeti söylemeden evvel gizlice söylemek ezanda sünnettir. Fakat kamette sünnet değildir. Şâfiî mezhebinde
namaz için şart, rükün, eb’ad, hey’at gibi bölümleri vardır. Bunları sırasıyla geniş olarak izah etmeye gayret edeceğiz.
NAMAZIN ŞARTLARI
Şart: Bir şeyin meydana gelebilmesi için, bağlı olduğu bir husustur. Ancak şart, o şeyden bir parça değildir.
Namaza Başlamadan Önce Gerekli Olan Şartlar Beştir:
1. Setri avret:
Yani avret mahalini örtmek. Avret, başkası tarafından görülmesi günah sayılan
yerlerin adıdır. Avret kabul edilen yerlerin namazda olduğu gibi namaz dışında da örtülmesi gerekir. Örtünün sık dokunmuş, altını
göstermeyecek kalınlıkta olması gerekir. Örtünme de farz olan, derinin rengini belli etmeyecek şekilde olması gerekir. Şâfiîlere göre avret
yerlerini örten şeyin temiz olması farzdır.
ّ ‫اح َشةً قَالوا َو َج ْدنَا َعلَ ْي َها ا َبا َءنَا َو‬
Setri avretle ilgili şu âyet şöyledir: َ‫هللا َم َاال تَ ْعلَمون‬
ِ ّ ‫هللا َال َياْمر ِب ْالفَحْ شَا ِء اَتَقولونَ َعلَى‬
ِ َ‫“ َواِ َذا فَ َعلوا ف‬Onlar bir
َ ّ َّ‫هللا اَ َم َرنَا ِب َها ق ْ اِن‬
kötülük yaptıkları zaman “babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emetti” derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah’a
karşı bilmediğiniz şeyleri mi sölüyorsunuz.”609 İbn Abbas’a göre âyetteki kötülükten maksat Beyti çıplak tavaf etmeleri idi. Hadis olarak
birçok hadis bulunmaktadır. Allah Rasûlü (s.a.v.) bir sahâbeye şöyel buyurmuş. “Hanımın ve cariyen müstesna avretini muhafeze et.”610
Normal hayatta avretin örtünmesi gerektiği gibi namazda da gereklidir. Hz. Âişe’nin rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: “Adet görecek yaşa gelmiş bir kadına örtünmeden namaz kılması kabul değildir.”611 Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur:
“Allah başörtüsü takmadığı takdirde kadının namazını kabul etmez.”612
Şâfiî mezhebinde namazda, tavafta, erkeklerin önünde ve mahrem kadınların yanında erkeklerin avret mahalli göbeği ile diz kapağı
arasıdır. Hür kadınlar için el ve yüz hariç tüm bedeni avret sayılır. Namaz da kadının eli ve yüzünün açık olması gerekir. Çünkü Allah
Rasûlü (s.a.v.) ihramli kadınlara eldiven ve peçeyi yasaklamıştır.613
Küçük erkek ve kız çocuğun avret yerleri büyüklerin avret yerleri hükmündedir. Setri avret vücud rengini gösterecek kadar şefaf
olmamalıdır. Şefaf ve vücudun kalıbını gösterecek kadar dar elbise giymek caiz olmadığı gibi namazın sıhhatına da engeldir.
Namaz esnasında avreti herhangi bir sebeple açılan bir kimse hemen örterse namaz bozulmaz. Fakat gücü yettiği halde açılan avreti
örtmeyenin veya kendi iradesiyle avretini açanın namazı bozulur.
Kişinin kendi avret yerine bakması mekruhtur. Erkeğin kadın avret yerine kadınında erkeğin avret yerine bakması haram olduğu gibi
erkeğin erkek avret yerine kadının da kadın avret yerine bakması da haramdır. Delil Ebû Saîd el-Hudri’nin rivâyet ettiği şu hadistir: “Erkek
erkeğin avret yerine bakmasın. Kadın da kadıların avret yerine bakmasın. Tek bir örtü içinde erkek erkek ile kadın kadın ile baş başa
yatmasın. Kadının avret yerleri namaz içinde el ve yüz hariç bütün bedeni avrettir. Kadının namaz dışındaki avret ölçüsü ile ilgili bilgi nikâh
bahsinda delilleriyle genişçe izah edilmiştir.
Takkeyi örtmek kibir veya modadan dolayı yahut giyinilmesini ayip sayılarak baş açık namaz kılmak mekrutur. Bu hüküm kolsuz
gömlekle namaz kımayıda kapsar. Yani eğer modaya özenerek giyilse kerahet işlenmiş olur. Şâyet memleketin genel adeti olarak veya çok
sıcaktan dolayı giyinilse o zaman bir beis yoktur. Keza gecelik olarak kulanılan pijamayla namaz kılmak da mekruhtur.
Başkasının elbisesini izinsiz giyip namaz kılmak caiz değildir. Gasp elbisesi veya izinsiz elbise giyinmekten ise çıplak olarak namaz
kılmak gerekir. Zarurete binaen çıplak kılınan namazın avde edilmesi de gerekmez.
2- Hadesten tahâret:
Yani abdestli olmak. Abdesti olmayan, cünüp, adetli veya lohusa olan kimselerin durumuna hades hali denir. Abdestsizliğe küçük
cünüplük ve hükmünde olanlara da büyük hades denir. Abdestsiz hiçbir namaz sahih değildir. Çünkü namazın sıhhat şartlarından biri de
abdesttir. Hal böyle olunca namazda iken abdesti bozulanın namazıda bozulmuş olur.
Gerek hadesten tahâret gerekse necasetten tahâret namazın sıhhatı için şarttır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah
hiyanetle verilen zekâtı ve tahâretsiz namazı kabul etmez.”614
3- Necasetten tahâret:
Şâfiî mezhebinde necasetten tahâret namazın sıhhat şartlarındandır.
Yani namazda iken kişinin gerek bedeni gerek namaz kılınacak yeri ve gerekse giysisi temiz olmalıdır. Bu temizlik namazın ön
şartlarındandır. Şâfiîlere göre necaset, gözle görülecek kadar idrar, kan, insan ve hayvan dışkısı, şarap gibi katı ve sıvı bir şey bulunmasıyla
605
Müslim.
Muğni’l-Muhtac, 1/135.
607
Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce, Ahmed.
608
el-Mecmu, 3/133.
609
A’raf, 7/28.
610
Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî.
611
Tirmiz, Ebû Dâvûd, Hâkim.
612
Ebû Dâvûd, Salât.
613
Buhârî, Ebû Dâvûd.
614
Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Mâce.
606
87
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------namaz sahih olmaz. Çünkü Ebû Saîd el-Hudri’nin rivâyet ettiği bir hadiste şöyle der: “Allah Rasûlü (s.a.v.)’in ashabına namaz kıldırırken o
arada iki papucunu çıkarıp sol tarafına koyduğunu gören sahâbiler de ayakkabılarını çıkarmaya başladılar. Namaz bittikten sonra Allah
Rasûlü “Sizi ayakkabınızı çıkartmaya sevk eden ne idi diye sorması üzerine ashab biz senin ayakkabını çıkardığını görünce biz de çıkardık
dediler. Allah Rasûlü “Cibril (a.s.) bana geldi ve senin iki pabucunda necaset var diye haber verdi, dedi.”615 Hâkim bu hadisin Müslim’in
şartlarına göre sahih olduğunu söyler.616 Bu hadiste temiz olan ayakkabıyla namaz kılınabileceği hükmü de çıkar.
Unutarak veya bilmeyerek necasetle kılınan namaz sahih değildir. Böyle bir namazın avde edilmesi lazımdır. Necaset iki türlüdür;
birincisi gözle görünendir, bundan af yoktur ancak yıkanması gerekir. Yoksa bununla kılınan namaz sahih değildir. İkincisi ise gözle
görümeyendir. Bu tür tecaset af edilir. Çünkü bunun tesbiti zor olduğu için onunla namaz sahihtir. Bedende necaset olup onu giderecek su
bulunmazsa onunla namaz kılınır ve sonra avde edilir. Necis bir kemiğin veya ilacın bedende kulanılması, başka temiz maddeler
bulunmamak veya uygun gelmemek şartıyla caizdir ve onunla kılınan namaz da sahihtir.
İmam Şâfiî Muhtasar adlı eserinde şöyle der: Bir kadının gerek insan gerekse eti yenmeyen hayvan kılları olsun kendi saçına eklemesi
haramdır. Bu saç gerek erkek gerekse kadın saçı olsun ve gerek mahremin gerekse yabancının saçı olsun fark etmez.617 Çünkü Hz. Âişe’den
naklen bir kadın Allah Rasûlü (s.a.v.)’ne gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü, benim kızımda bir hastalık peyda oldu ve saçları döküldü
ben kendi saçımdan onun saçına ekleyebilir miyim? diye sorması üzerine Allah Rasûlü şöyle dedi: “Allah saç ekleyene de eklenene de lanet
etmiştir.”618 Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur: “İsrailoğulları ne zamanki kadınları saç taktılarsa o zaman helak oldular.”619
Bir kimsenin namaz esnasında gerek bedeni temiz olan çocuk olsun gerekse dışı temiz olan hayvan olsun sırtına alıp namaz kılması
caizdir. Çünkü Buhârî ve Müslim’in rivâyetlerine göre Allah Rasûlü (s.a.v.)’in kızı Zeyneb’in kızı Ümame’yi omuzlarına alarak namaz
kıldığı olmuştur.
4- Vakit: Yani namaz vakti ve vaktinin girdiğini bilmek. Farz namazlar ile bayram namazları ve bazı sünnet namazları için vakit şarttır.
Günlük beş namaz vakitleri yukarıda genişçe açıklanmıştır.
5- İstikbali Kıble: Yani Kâbe’ye doğru durmak. Kıbleye doğru durup namaz kılmak namazın ön şartlarındandır. Sayılan şartların hepsi
teabudi ve disiplin gereğidir.
Allah Rasûlü (s.a.v.) sahâbilerle birlikte namazlarını Medine döneminin ilk bir buçuk yılına kadar, Mescid-i Aksa’ya doğru kılmışlardı.
Bedir gazvesinden iki ay kadar önce inen Bakara suresinin 144. âyetiyle kıble Kâbe’ye çevrildi.
Kıbleden başka tarafa doğru bilerek ve zaruret olmaksızın kılınan herhangi bir namaz sahih değildir. Kıbleyi inkâr etmek veya bilerek
kasıtlı olarak başka yönlere doğru namaz kılmak küfrü gerektirir. Şâfiîler dışındaki cumhura göre, Kâbe’yi görmeyenlerin Kâbe’nin
kendisine değil de Kâbe’nin yönüne kıbleyi isabet ettirmeleri gerekir.
İmam Şâfiî’ye göre ise Mekke’de bulunmayan kimsenin, namaz kılarken korku ve yolcunun nafile namazı müstesna, yönünü Kâbe’nin
ْ ‫َط َر ْال َمس ِْج ِد ْال َح َر ِام َو َحيْث َماك ْنت ْم فَ َولُّوا وجواَك ْم ش‬
ْ ‫“ َو ِمنْ َحيْث خ ََرجْ تَ فَ َولِّ َوجْ هَكَ ش‬Nerede bulunursanız,
kendisine isabet ettirmesi farzdır. Delil; ‫َط َره‬
yüzünüzü Mescidi Haram’a doğru çevir.”620 âyetidir.
Cumhura göre Kâbe’nin içinde namaz kılmak caizdir. Dayandıkları delil, “Allah Rasûlü’nün Kâbe içinde namaz kılmasıdır.” Kâbe’nin
içinde namaz kılan bir kimse herhangi bir duvara doğru kılabilir. Kıblenin hangi cihette olduğunu bilmeyen kimse, gövenilir bir kimseye
sormak, pusula ve benzeri aletler, güneş, ay, yıldız ve rüzgârın esme yönü gibi kanıtlara başvurması gereken bazı yöntemleri kullanarak
kıbleyi belirlemeye çalışır ve kanaat getirdiği cihete doğru namaz kılar.
İçtihadıyla kıblenin tam aksi yönüne doğru namaz kılan bir kimse sonra hatasını anlarsa namazını iade eder. Eğer kıblenin sağında veya
solunda kaldığı ortaya çıkarsa namazını iade etmez. Helâl olan seferde nafile namazı kılan bir kimse gerek binekli olsun gerekse yaya olsun
istediği yöne doğru namaz kılabilir. Fakat haderde olan kimselerin kıbleden başka yöne yönelmeleri caiz değildir ve kılanan namaz da sahih
olmaz.
Yolcu olan bir kimse için binek üzerinde veya taşıtın içinde namaz kılmak zarureti varsa kıbleye yönelerek namazını kılar ve daha sonra
da bu namazı kaza etmesi de gerekmez. Ancak bu namaz şu şartlarla caiz olur.621
a) Bu yolculuk mubah bir yolculuk olmalıdır.
b) İftitah tekbiri alınırken kıbleye yönelerek alınmalıdır.
c) Yolculuk namazın bitimine kadar devam etmelidir.
Namaza Gerekli Adaplar
Namaza neşeyle girmek. Kıraat, zikir ve duaları düzgün okuyup tedebbür etmek.
Namazı tek Allah’ın rızasını gözeterek kılmak. Zâhirî ve batıni olarak huşu ve hudu ile kılmak. Cemaatte yaşlı, hasta ve aciz kimseler
varsa namazı hafif tutmak.
Kılınan namazı vakit ve rekâtlarını bilerek kılmak. Kişi kıldığı namazın hangi vakit olduğunu bilmeden kılarsa o namaz sahih olmaz.
Kılacağı namazın içindeki farz ve sünneti birbirinden ayırması gerekir. Meselâ namazın içindeki tüm eb’adları farz bilip kılarsa o namaz
makbul olmaz. Bir günlük farz namazlar on yedi rekâttır. Bu rekâtların içinde, 34 secde, 94 tekbir, 17 rükû, 9 tahiyyat, 10 selâm, 153 tesbih,
126 adet rükün vardır.
NAMAZIN RÜKÜNLERİ
Şâfiî Mezhebinde Namazın Rükünleri On Üç Tanedir
1- Niyet Getirmek
Niyet lügatta kastetmek demektir. Istılahta ise Allah’a yakın olmak maksadıyla bir ibadeti yapmaya kalben azmetmektir.
Cumhura göre niyet ile tekbir arasında namaza yabancı olan bir fasıla olmayacak şekilde niyetin namaza bitişik olması yani niyet
teharrum tekbiriyle beraberlik arzetmesi gerekir ve kılınacak namazın türünü yani hangi vakit ve farz veya nafile namaz olduğunu kalben
belirlemesi şarttır.622 Şâfiîlere göre niyet namazın rükünlerindendir. Çünkü niyet halis yaklaşma olduğu için niyetsiz amel makbul değildir.
Delil ise şu hadisi şeriftir. “Ameller niyete göredir ve kişi neyi niyet ederse ancak o niyetiyle değerlendirilir.”623
Rekât sayısını niyet etmek şart değildir. En essah görüşe göre, kaza niyeti ile eda namazı eda niyeti ile kaza namazı kılmak sahihtir. Bir
kimse kılmakta olduğu namazın niyetinde şüpheye düşerse veya niyetini değiştirirse namazı batıl olur.
İmam olan kimsenin imam olmaya niyet etmesi şart değil, müstehaptır. Fakat imama uyan kimsenin imama uymaya niyet etmesi şarttır.
615
el-Mecmu, 3/139.
Ebû Dâvûd, Hâkim.
617
el-Mecmu, 3/145.
618
Buhârî, Müslim.
619
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Ahmed, İbn-i Mâce.
620
Bakara, 2/150.
621
el-Mecmu, 3/212-223.
622
el-Mecmu, 3/234.
623
Buhârî, Müslim.
616
88
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Çünkü başkasına uymakda bir ameldir.
Gerek cumhur gerekse Şâfiî mezhebine göre niyete telafuz etmek şart olmayıp yalnız kalben niyet etmek yeterlidir. Hatta bazı fukahaya
göre sözle niyet etmek bid’attir. Çünkü Allah Rasûlü’nden sözlü niyetin izine rastlanmamıştır.
2- Tahrim Tekbirini Getirmek
Tahrim tekbiri: Namaz kılan kişinin ayakta ve kendine işittirecek kadar sesli olarak Allahu Ekber demesidir. Tahrim tekbiri farzdır.
Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Namazın anahtarı abdesttir, tahrimi tekbirdir ve çözülmesi de selâmdır.”624
Tahrim adı verilmesinin sebebi: Namazdan önce yemek, içmek ve konuşmak gibi helâl olan bazı işleri namaz kılan kişiye haram kılıdığı
için böyle adlandırılmıştır.
Şâfiîlere göre tekbir şart değil rükündür. İmam Ebû Hanife’nin dışındaki cumhura göre tekbir, Arapça telafuz edebilen bir kimse için
Arapça’dan başka dil ile tekbir getirmesi caiz değildir. İmam Ebû Hanife’ye göre Arapça dışında bir dilde tekbir getirmek de yeterlidir.
Çünkü İmam’a göre tekbir namazın dışında kalan bir şart sayılır.
Arapça tekbir getirebilen kimse için Arapça’nın dışında herhangi bir dil ile tekbir getirmesi caiz olmadığı için namazı da sahih değildir.
Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Sizler benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız.”625 buyurmuştur. Muaviye b. elHâkim’in rivâyet ettiği başka bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak bu namazda insanların sözlerine yer yoktur.
Çünkü bu namaz tesbih, tekbir ve kıraattır.”626
Tekbir alırken iki elini omuzların hizasına kaldırmak müstehaptır. Çünkü “Allah Rasûlü (s.a.v.) namazda tahrim tekbiri alırken, rükûya
varırken ve rükûdan kalkarken iki elini omuzların hizasına kaldırıyordu.”627 El kaldırmanın hikmeti, bazı âlimlere göre kulağı ağır işiten
kimselere işaret olması içindir. Bazılarına göre ise teslimiyet işareti ve dünya işlerini geride bırakmak demektir.628
Tekbir aldıktan sonra müstehap olan sağ eli sol elin ve bileğin üzerine koymaktır. Delil ise Vail b. Hurc’un rivâyet ettiği şu hadistir. Vail
şöyle buyurur: “Ben Allah Rasûlü’nün nasıl namaz kılacağını görmek istedim ve dikkatle baktım ki Allah Rasûlü (s.a.v.) sağ elini sol elinin
dış kısmı ve bileğinin üzerine koyduğunu gördüm.”629 Sonra istiftah (vecehtu) duasını okumak. Bu dua namazın heyetleri bahsinde
açıklanmıştır. Sonra euzuyu okumak. Dört rekâtlı bir namazda yirmi iki, üç rekâtlı bir namazda on yedi ve iki rekâtlı bir namazda ise on bir
tekbir getirilmektedir.630
3- Gücü Varsa Kıyamda Durmak
Kıyam dik ve ayakta durmak demektir. Gücü yetenin farz ve vacip namazlarda en az Fatiha suresi okunacak kadar ayakta durması
farzdır. Buna göre ayakta durmaya gücü yeten kimsenin oturarak kılacağı farz namaz geçersizdir. Çünkü kıyam namazın rükünlerindendir.
Dolayısıyla özürsüz olarak bir farzı terk etmek namazın sıhhatına engel olur. Kıyamda iki ayak arası bir karış kadar açık olması müstehaptır.
Ayakta namaz kılmaktan aciz kalan hasta veya yaşlı bir kimse oturarak namaz kılabilir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.)’in Umran b.
Hasin’e: “Ayakta namaz kıl, buna gücün yetmezse oturarak kıl, ona da gücün yetmezse yan üzerine uzanarak kıl” buyurduğu rivâyet
olunur.631 Bu duruma göre, hasta ayakta namaz kılmaya güç yetirmez veya ayağa kalkınca hastalığının artmasından veya uzamasından ve
yahut da şiddetli ağrı duymasından endişe ediyorsa farz namazları oturarak kılmasında bir beis yoktur.
Bir kimsenin ayakta namaz kılması halinde vücuduna bir zarar dukunacağı uzman doktor tarafında belirtilmişse, Şâfiîlerin meşhur
görüşlerine göre sonradan avde etme gereği duymadan sırt üstü veya sağ yanı üzerine kıbleye doğru uzanarak namaz kılabilir.632
Bir hasta bir yere dayanarak ayakta namaz kılabildiği sürece farz namazları oturarak kılamaz.
Sünnet ve müstehap namazlar, bir özür bulunmasa da oturarak kılınabilir. Delil ise Allah Rasûlü’nün yük üzerine oturarak kılmasıdır.633
Çünkü nafile namazlar ihtiyari namazlardır. Diğer taraftan nafile namazlar çoktur. Ümmete kolaylık olsun diye çokça kılınan namazlarda
kıyam emri kalkmıştır. Bununla beraber nafileleri de ayakta kılmak daha efdaldır.
Namazda kıyamı uzatmak rükû ve secdeyi uzatmaktan, secdeleri uzatmak diğer rükünleri uzatmaktan daha efdaldır.
4- Fatihayı Besmele İle Beraber Okumak
Şâfiî mezhebinde besmele Fatihadan bir âyettir. Hanefilerin dışındaki mezheb imamlarına göre namazda Fatiha suresinin okunması
farzdır. Delil Allah Rasûlü (s.a.v.)’in şu buyruğudur: “Fatihayı okumayanın namazı yoktur.”634 “Fatihanın okunmadığı bir namaz yeterli
değildir.” Bu hadisi daha birçok muhaddis ve sahâbe farklı lafızlarla rivâyet etmiştir.635
Hanefilere göre bu hadis namazın kamil olmasını ifade eder. Onlara göre bu hadis ahad yolla gelen bir haberdir. Diğer taraftan Allah
Teâlâ’nın: ‫“ فَا ْق َرؤا َماتَيَس ََّر مِنَ ْالقرْ ا ِن‬Kur’ân'dan kolayınıza geleni okuyun.”636 âyetini delil göstermişlerdir. Hanefilere göre Fatiha namazın
rüknü olmayıp vaciptir. Fatihadan sonra namazların ilk iki rekâtında bir sure veya birkaç âyet okumak Hanefilere göre vaciptir. Cumhura
göre ise namazların ilk iki rekâtında Fatihadan sonra sure veya bazı âyetleri okumak sünnettir. Cumhurun dayandıkları delil Ebû Hureyre’nin
nakl ettiği şu hadistir: “Fatihadan fazla bir şey okumayanın namazı yeterlidir. Eğer fazla bir şey okursa bu hayırlıdır.”637
Şâfiî mezhebinde Fatiha her namazda ve namazın bütün rekâtlarında arapça okumaya gücü yeten kimselere farzdır. Bu farziyet, gizli,
aşikar, farz, nafile, kadın, erkek, misafir, mukim, tek veya cemaatle olsun geçerlidir. Fatihayı namazda unutarak veya bilerek terk eden bir
kimse araya başka rükünler girmiş ise terk edilen Fatiha için namazın sonunda bir rekât kılması lazım gelir ve sehiv secdesi de gerekir. Şâyet
rükûda veya sonraki rekâta kalkmadan hatırlarsa dönüp Fatihayı okuması sehiv secdesi etmesi lazım gelir.638
Fatihayı Başka Dille Okumanın Hükmü
İmam Ebû Hanife’nin dışındaki cumhura göre namazda Fatihanın tercümesini okumak Fatiha yerine geçmez ve caiz değildir. Cumhurun
delili Müzemmil suresinin yirminci âyetindeki; ‫ان‬
ِ ْ‫“ فَا ْق َرؤا َماتَيَس ََّر مِنَ ْالقر‬Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun” şeklindeki Kur’ân’dan” lafzı
mealin Kur’ân olmadığını dayanak göstermişler. Keza Hz. Ömer’in naklettiği, Müslim ve Buhârî’nin de rivâyet ettikleri hadistir.
624
Tirmizî.
Buhârî, Müslim.
626
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Beyhâkî, Ahmed.
627
Mâlik, Ahmed, Şâfiî, Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesâî, Darimî, Beyhâkî, el-Mecmu, 3/244.
628
el-Mecmu, 3/256.
629
Buhârî, Nesa, Ebû Dâvûd, Ahmed, İbn-i Mâce, Beyhâkî, Tahâvî, Darimî.
630
el-Mecmu, 3/351.
631
Buhârî, Müslim.
632
el-Mecmu, 4/269.
633
Buhârî, Müslim.
634
Buhârî, Ezan, Müslim, Selat, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Mâce, Beyhâkî, Ahmed.
635
el-Mecmu, 3/273.
636
Müzemmil, 73/20.
637
Buhârî, Müslim.
638
el-Mecmu, 3/273-278.
625
89
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Namazda gerek Fatiha olsun gerekse diğer kıraatlar olsun Arapça’nın dışında herhangi bir dil ile okunmak caiz değildir. Çünkü Allah
Rasûlü (s.a.v.): “Sizler benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılınız.”639 buyurmuştur. Keza Muaviye b. el-Hâkim’in rivâyet ettiği
başka bir hadiste de Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak bu namazda insanların sözlerine yer yoktur. Çünkü bu namaz
tesbih, tekbir ve kıraattır.”640
Şâfiî mezhebinde Fatihayı Arapça okumasını beceremeyen ve öğrenmek istediği halde öğrenemeyen kimseler için bildiği âyetlerden
yedi âyet okuması gerekir. Bunu da yapamayan bir kimse bir miktar zikir yapması veya Fatiha kadar ayakta beklemesi gerekir. Hulasa gerek
namazda olsun gerekse namazın dışında olsun Fatihayı Arapça dışında başka bir dilde okumak caiz değildir.641 Ancak namazların dışında
Fatiha veya Kur’ân’ın diğer âyetlerinin tercümesini okumakta bir sakınca yoktur. Ebû Hanife’ye göre Arapça’yı bilen bir kimse için dahi
başka dil ile Kur’ân-ı okumaları caizdir. Bazı Hanefî fukahası bunu Arapça’yı bilmemekle talil etmişlerdir.642
Ebû Hanife’nin delili ise En’am suresinin 19. âyeti ile tesbihlerin Acemce yazılabileceğine kıyas yapması ve Selman’ı Farisî’nin
naklettiği şu rivâyettidir: Hz. Selman şöyle buyurur: “Bana Fars bölgesinden bir topluluk gelerek benden Kur’ân’dan birkaç âyet yazmamı
istediler, bende onlara Farsça Fatihayı yazıp verdim.”643 İmama uyan kimsenin Fatihayı okuması cumhura göre farzdır. Hanefilere göre ise
gerekli değildir. Hanefilerin dayandıkları delil şu hadistir: “İmamın okuyuşu, kendisine uyan cemaatin de okuyuşudur.”644
Hanefilere göre bu hadis imamın genel vekalete haiz olduğunu gösterir. Eğer Hanefilerin iddia ettikleri gibi olsaydı kıraatın dışındaki
teşehhüd, Allahumme salli barik ve diğer tesbihler gibi birçok farz, vacip ve sünnetleri cemaat terk edebilmeliydi. Çünkü genel vekalet
sözkonusudur. Şâfiîlere göre kıraatı yerine göre sessiz veya sesli okumak farz değildir sünnettir. Fakat Hanefilere göre sessiz okunması
gereken yerde sessiz, sesli okunması gereken yerde de sesli okumak vaciptir.
Fatihayı okuyamayan bir kimse mümkün olana kadar ücretle de olsa öğrenmesi gerekir. Şâyet bir türlü öğrenemiyorsa Fatiha kadar olan
başka sure veya âyetleri okuması gerekir. Onu da bilmeyen varsa Fatiha kadar ayakta beklemesi lazim gelir. Şâfiî mezhebinde Arapça’nın
dışındaki dil ile Kur’ân okumak caiz değildir.645 Fatihadan sonra ilk iki rekâtta Kur’ân’dan bir sure veya birkaç âyet okumak müstehaptır. Bu
gerek tek olarak kılınan namaz olsun gerekse cemaatle olsun hem imamın hem de cemaatın okuması müstehaptır. Gizli okunacak rekâtlarda
me’mumi (cemaat) Fatihayı okuması farz, bir sure okuması da sünnettir.
İmamın sabah namazının her iki rekâtında akşam ve yatsının ilk iki rekâtında açıktan okuması müstehaptır. Şâyet açıktan okunacak
yerde gizli veya gizli okunacak yerde açık okunursa sehiv secdesi gerekmez. Cemaat olan bir kimse açıktan okunan rekâtlarda yalnız
Fatihayı okuması yeterlidir. Delil ise şu hadisi şeriftir: Allah Rasûlü (s.a.v.) sahâbilere: “Siz arkamda namaz kıldığınız zaman Ummul-Kitab
(Fatiha)’dan gayrı bir şey okumayın. Çünkü onu okumayanın namazı yoktur.” Fakat Cuma, iki bayram, istiska, teravih ve ay tutulması
namazlarında açıktan okunması sünnettir. Diğer nafile namazlarda gizli okunacaktır.646
5- Rükûya Varmak
Rükû, sırt ile boynun dümdüz olacak şekilde eller diz kapaklarının üstüne konularak yapılır. Rükû namazın rükünlerinden olduğu için
özürsüz terk edenin namazı sahih olmaz. Delil ise şu âyettir: َ‫“ يَا اَيُّهَا الَّذينَ ا َمنوا ارْ كَعوا َواسْجدوا َواعْبدوا َربَّك ْم َوا ْف َعلوا ْالخَ ي َْر لَ َعلَّك ْم ت ْفلِحون‬Ey imân edenler!
Rükû edin, secde edin ve rabbinize kulluk edin.”647
Ebû Humeyd (r.a.) Allah Rasûlü’nün rükû şeklini şöyle açıklar. “Nebî (s.a.v.) rükû yaparken, ellerini dizleri üzerine koyar, sonra sırtını
düzgün tutardı.” 648
Cumhura göre rükûda mutmain olmak (duraklamak) farzdır. Bunun en az sınırı üç defa ‫ سبحان ربى العظيم‬subhane rabbiye’l-azim (azim
olan Allah münezzetir) miktarınca azalarının istikrar bulmasıdır. Hanefilere göre rükûda durmak vaciptir.
Rükûda iki elin iki diz üzerine konması ve parmakların açık tutulması müstehaptır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) böyle rükû yaptığı
rivâyet olunur. Rükû da imama kavuşan bir kimse o rekâti imam ile kılmış sayılır. En efdal olanı rükûda erkeklerin dirseklerini yanlarına
yapıştırmamalarıdır. Rükûda üç kere subhane rabbiye’l-azim demek müstehaptır. Bunu beşe veya yediye tamamlamak daha efdaldır. İmamın
tekbirleri açıktan getirmesi sünnettir. Şâyet imamın sesi arkadaki cemaata ulaşamıyorsa o zaman müezzin veya mübelliğ olan birisinin
yüksek sesle tekbir getirmesi gerekir. Çünkü Câbir kendi rivâyetinde şöyle der: “Allah Rasûlü (s.a.v.) bize öğle namazı kıldırırken Hz. Ebû
Bekir bizim işiteceğimiz kadar yüksek sesle tekbir getiriyordu.”649
6- Rükûdan Kalkıp Doğrulmak
Rükûdan kalkıp doğrulmak rükündür. Yani onsuz namaz ittifakla sahih değildir. Hanefiler için rükûdan kalkmak sünnettir.
Rükûdan başını kaldırırken ‫ سمع هللا لمن حميده‬semiallahu-limenhamidehu (Allah ona hamd edeni işitir) demek ve doğrulurken ‫ربنا ولك الحمد‬
‫ م ء السماوات واالرض‬rabbena ve leke’l-hamd mul’e semavati vel-erdi (Rabbimiz, yer ve gök dolusu sana hamd olsun) demek müstehaptır.
Hanefilerin dışındaki cumhura göre rükûya giderken ve rükûdan kalkarken iki eli kaldırmak müstehaptır. Delil ise şu hadisi şeriftir: “Allah
Rasûlü rükûya varacağı ve rükûdan kalkacağı an ellerini kaldırırdı.”650 Bu hadisi başta Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Câbir, Enes,
Abdullah b. Zubeyr (r.anhum) olmak üzere birçok sahâbe, tabiin ve mezheb imamları rivâyet etmiştir. Bunun anlamına dair dünyayı arkasına
almak, teslimiyet göstermek ve cemaat içindeki sağır olanlara işaret vermek gibi yorumlar çıkabilir.651
Hanefiler, Sevr, İbn Ebi Leylâ ve diğer re’y sahiplerine göre namazda iftitah tekbirinden başka el kaldırılmaz. Dayandıkları delil ise
Berâ b. Azib’in rivâyet ettiği şu hadistir. Bera şöyle der: “Ben Allah Rasûlü’nü namaz kılarken gördüm, iftitah tekbiri alırken elini kaldırdı
ve daha da kaldırmadı.”652 Başka bir hadiste de Abdullah İbn Mes’ûd şöyle der: “Ben Allah Rasûlü’nün, Ebû Bekir ve Ömer’in arkasında
namaz kıldım iftitah tekbirinden başka el kaldırdıklarını görmedim.”653
Hanefiler Câbir’in rivâyet ettiği hadisi de delil gösterirler. Câbir, Allah Rasûlü (s.a.v.)’in namaz kılan sahâbilere şöyle buyurduğunu
639
Buhârî, Müslim.
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Beyhâkî, Ahmed.
641
el-Mecmu, 3/332.
642
Ebû Zehra, Usulu’l-Fıkıh, 81.
643
el-Mecmu, 3/331.
644
İbn-i Mâce.
645
el-Mecmu, 3/329-330.
646
el-Mecmu, 3/343-345.
647
Hac, 22/77.
648
Buhârî, Ezan, Ebû Dâvûd, Salât.
649
Müslim, el-Mecmu, 3/353-367.
650
Buhârî, Ezan, Ebû Dâvûd, Salât.
651
el-Mecmu, 3/256-354.
652
Ebû Dâvûd, Beyhâkî.
653
Darekutni, Beyhâkî.
640
90
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------rivâyet eder: “Bana ne oldu sizi güneşte kuyruk sallayan at gibi ellerinizi salladığınızı görüyorum. Namazda sakin olunuz.”654 Cumhur bu
konuda çok sayıda sahih hadisler delil göstererek iftitah tekbiri dışında da ellerin kalkmasının sünnet olduğunu söylerler.655
7- Secdeye Kapanmak
Secde şeriatta alnın en az bir kısmını açık olarak namaz kılınan maddelerin üzerine koymaktır. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyumuştur:
“Secde ettiğin zaman alnını yere yerleştir, kargaların gagalaması gibi secde etme.”656 Kulun Allah’a en fazla yaklaşacağı yerin secde olduğu
gerek âyette gerekse hadiste bildirilmiştir. Allah Rasûlü (s.a.v.). “Kulun rabbine en yakın olduğu zaman secde ettiği zamandır. Öyleyse onda
çok dua ediniz.”657 buyurmuştur.
Secdenin en mükemmel şekli, tekbir getirerek iki eli, iki dizi, iki ayağı ve alın ile birlikte burun kemiğini bir bütün halinde yere koyup
mütmain olmaktır. Şâfiî mezhebinde alın üzerine secde etmek farzdır. Fakat en evlâsı yedi organ üzerine secde etmektir. Bunlar burunla
birlikte alın, iki el, iki diz ve iki ayak parmaklarıdır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) “Ben yedi organ üzerine secde etmekle emrolundum.”658
buyurumuştur.
İmam Şâfiî ve arkadaşlarına göre erkekler için dirseklerini yanlarından ve karınlarını da uyluklarından açık tutmaları ve kadınlarında
bitişik tutmaları sünnettir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) böyle yaptığı rivâyet olunur.659
İzdiham sebebiyle yer üzerinde secde etmesi mümkün olmayan bir kimse için insan, eşya hayvan ve benzer şeyler üzerine secde etmek
caizdir. Secdede mutmain olmak farzdır.
Secdenin şekli konusunda sünnet olan budur; namaz kılan kişinin ilk önce iki dizini yere koyması, sonra iki elini koyması, sonra alnını
ve burnunu koymasıdır. Kalkış ise tam bunun aksinedir. Yani önce alnını sonra ellerini sonra dizlerini kaldırır.
Bunun delili ise Vail b. Hucr’un hadisidir. Vail şöyle der: “Allah Rasûlü (s.a.v.)’i secde ederken gördüm, secde ettiği zaman iki dizini
ellerinden önce yere kor, kalktığı zaman ellerini dizlerinden önce kaldırırdı.” Bu hadisi beş hadis imamı rivâyet etmiştir.660 Secdede bütün
organlar kıbleye gelecek şekilde konulmalıdır ve en az üç defa ‫ سبحان ربى االعلى‬subhane rebbiye’l-a’la (yüce rabbim, münezzehtir) demek
sünnettir.
Secde Edilecek Yer
Secde edilecek yer temiz, ağırlığı his edilecek kadar sert ve düz olmalıdır. Meselâ dövülmüş yün, pamuk, sünger ve yumuşak kar gibi
şeyler üzerine secde etmek mümkündür. Ancak bunlar ağırlık esnasında hacimleri his edilirse o zaman caiz olur.
Küçük veya sivri taşlar üzerine secde etmek caiz olmaz. Bir kimse sarık veya elbisesinin fazla ve temiz bir parçası üzerine secde
edebilir. Ancak buna da, gerek sarık gerekse elbise parçası olsun, uzun olup kişinin hareket etmesiyle o da birlikte hareket etmeme şartı
konulmuştur.661
Yer ve yerin cinsi olan şeyler üzerine secde etmek caiz olduğu gibi halı, kilim, tahta ve benzeri şeyler üzerine de secde etmek caizdir.
Erkeklerin dirseklerini yanlarından ve karnını uyluklarından açık tutmaları müstehaptır. Delil ise Allah Rasûlü (s.a.v.)’in bu şekil yaptığını
Ebû Katâde’nin sahih bir isnatle rivâyet etmiş olmasıdır.662
Sucudun Sahih Olabilmesi İçin Aşağdaki Hususlara Riâyet Etmek Gerekir
a) Alnı yere koyarken açık olması.
b) Secdenin yedi organ üzerine yapılması. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ben yedi organ üzerine secde yapmakla
emrolundum. Alın (ve eliyle burnuna işaret etti), iki elin avuçları, iki diz ve iki ayak uçları.”663
c) Arka tarafın baş tarafından yüksek olması.
d) Secde yaparken başka bir şey kast etmemesi.
e) Başının ağırlının secde yerine etki yapması.
8- İki Secde Arasında Oturmak
Şâfiîlere göre secdeden kalkıp iki secde arasında mutmain olacak şekilde oturmak rükün, Hanefiere göre ise başını secdeden kaldırmak
vaciptir. Şâfiîlerin delili ise Buhârî’nin rivâyet ettiği şu hadistir: “Sonra başını kaldır ve iki secde arasında mutmain oluncaya kadar otur.”664
Şâfiîlerde gerek rükû gerekse secde ve gerekse de secdeden kalkmak olsun hep kasıtlı olmalıdır. Yani rükûya varırken veya secdeden
başını kaldırırken rükûya varmaktan veya secdede kalmaktan başka bir şeyi kast etmemesi farzdır. Peşinde teşehhüd olmayan secdeden
kalkarken biraz duraklamak mezhebin meşhur görüşüne göre müstehaptır. Bir görüşe göre ise bu ancak yaşlı ve hasta için geçerlidir. İstiftah
ve niyetin dışındaki birinci rekâtta olan farz, sünnet ve müstehaplar diğer rekâtlarda da uygulanır.
Şâfiî mezhebi başta olmak üzere cumhura göre iki rekâttan fazla olan namazlarda birinci oturuş ve teşehhüd sünnettir. Yani öğle, ikindi,
akşam ve yatsı namazının birinci oturuşu sünnet kabul edilmiştir.665
9- Son Oturuş
Fıkhî ıstılahta buna ka’dei ahir denir. Şâfiîlere göre namazın sonunda teşehhüd ve salavat kadar oturmak rükündür.666 Hanefilere göre
son oturuştaki süre teşehhüd miktarıdır. İlk teşehhüdü okumak da vaciptir. Şâfiîlerde ezher olan görüşe göre ilk teşehhüdden sonra
Peygambere salavat getirmek sünnettir. Teşehhüdde oturmanın şekli şöyledir:
Birinci oturuşta iftraş ikinci oturuşta ise teverrük yapmak sünnettir. İftraş, sağ ayağı parmakları üzerine dikmek ve sol ayağıda yatırıp
üzerine oturarak her ikisinin de parmakları kıbleye gelecek şekilde tutmaktır. Teverrük ise iftiraş gibi olup aradaki fark sol ayağın sağ
taraftan çıkarılması ve onun üzerine ağırlık verilmesidir. Dayandıkları delil ise Ebû Hamid es-Saîdi’nin nakl ettiği şu hadistir: “Allah Rasûlü
(s.a.v.) namazın sona ereceği rekât gelince, sol ayağını geri çeker ve onun üzerine teverrük tarzında otururdu.”667 Tirmizî de bu hadis için
sahih demiştir.668
654
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Beyhâkî, Ahmed.
el-Mecmu, 3/357.
656
İbn Hibban.
657
Müslim, Nesâî, İbn Hanbel.
658
Buhârî, Müslim, Nesâî.
659
Müslim, el-Mecmu, 3/390.
660
Neylu’l-Evtar, 2/253.
661
el-Mecmu, 3/383.
662
Nesâî, Beyhâkî.
663
Buhârî, Müslim.
664
el-Mecmu, 3/401, el-Muğni, 1/522, Reddu’l-Muhtar, 1/432.
665
el-Mecmu, 3/403-412.
666
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/125, Muğni’l-Muhtac, 1/1273
667
Nesâî dışında beş hadis imamı rivâyet etmiştir.
668
el-Mecmu, 3/427.
655
91
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------10- Son Oturuşta Tahiyatı Okumak
Tahiyatın en mükemmeli ise İbn Abbas (r.a.)’ın hadisinde geçen rivâyettir. O şöyle demiştir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) bize teşehhüdü,
(tahiyatı) Kur’ân’dan bir sure öğretir gibi öğretirdi.669
Tahiyatın Metni Şöyledir
‫التحيات المباركات الصلوات الطيبات هلل السالم عليك ايها النبى ورحمة هللا وبركاته السالم علينا وعلى عباى هللا الصالحين اشهد ان الاله اال هللا واشهد ان محمدا رسول هللا‬
Türkçesi: “et-Tehiyyatu, elmubarekâtu, esselavatu ettayyibatulillahi, esselâmu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu,
esselâmu aleyna ve ala ibadillahi’ssalihine eşhedu enla ilâhe illallah ve eşhedu enne muhammeden Resûlullahi.”670
Anlamı: ‫ التحيات‬Hayat, ebedî varlık ve mülk, ‫ المباركات‬bütün dualar, ‫ الصلوات‬bedenî ve malî ibadetler, ‫ الطيبات هلل‬bütün övgüler Allah
içindir. ‫ السالم عليك ايها النبى‬Selâm sana ey Nebî, ‫ ورحمة هللا وبركاته‬Allah’ın rahmeti ve bereketi de üzerine olsun. ‫ السالم علينا‬Selâm bizim
üzerimize ‫ وعلى عباى هللا الصلحين‬ve Allah’ın salih kulları üzerine de olsun. ‫ اشهد ان ال اله اال هللا واشهد ان محمدا عبده ورسوله‬Ben Allah’tan başka ilâh
bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şahidlik ederim.”671
Teşehhüdün Arapça olması ve aralıksız okunması şarttır. Diğer kıraatte olduğu gibi teşehhüdde Arapça okuyabilen bir kimse için
Arapça okuması gerekir. Bir kimsenin Arapça’yı bilmesine rağmen Arapça’nın dışında herhangı bir dil ile okuması halinde namazı sahih
olmaz. Şehadet getirirken “illallah” derken sağ elin şehadet parmağını kaldırmak sünnettir.
11- Son Tahiyattan Sonra “Allahumme Salli”yi Okumak
Son teşehhüdden sonra salavatı şerfe okumak, Şâfiî mezhebinde ihtilafsız rükündür. Delil ise Hz. Âişe’nin rivâyet ettiği şu hadistir:
“Allah namazı ancak tahâret ve benim üzerime salavat getirmekle kabul eder.” 672Bu hadis bazı muhaddislere göre metruk bazılarına göre ise
zayıf sayılmıştır.673
Salavatın Lafzı Şöyledir
Arapçası:
‫اللهم ص على محمد وعلى ال محمد كما صليت على ابراايم وعلى ال ابراايم وبارك على محمد وعلى ال محمد كما باركت على ابراايم وعلى ال ابرايم فى العالمين انك حميد‬
‫مجيد‬
Okunuşu: Allahumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed. Kema salleyte ala İbrahime ve ala ali İbrahime fi’l-Âlemin’e
inneke hamidun mecid.674
Anlamı: Allah’ım! İbrahim’e ve ailesine rahmet ihsan ettiğin gibi Muhammed’e ve ailesine de rahmet ihsan et ve İbrahim’e ve ailesine
bereket ihsan ettiğin gibi Muhammed’e ve ailesine de bereketi ihsan et. Şüphesiz her bakımdan sen hamde lâyık ve ikramı bol olansın.”
Salavattan sonra dünya ve ahiretle ilgili normal namaz dışında okunması helâl olan dualarda bulunmak müstehaptır. Çünkü Ebû
Hureyre’nin rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurur: “Herhangi biriniz teşehhüd okuduktan sonra dört şeyden istiaze
etsin. Cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve ölüm fitnesinden ve mesih Deccalın fitnesınden. Sonra nefisine istediği duaları
yapsın.”675 Cemaatle kılınan namazlarda imamın zayıfların durumunu gözeterek namazdaki duaları uzatmaması efdaldır.
12- Birinci Selâmı Vermek
Şâfiîlere göre namazdan çıkmak için birinci selâmı vermek namazın erkanlarındandır. Selâmsız namaz geçerli ve sahih değildir.
Dayandıkları delil şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.): ”Namazın anahtarı, temizlenmektir, tahrimi tekbirdir ve çıkması ise selâm vermektir.”676
buyurmuştur. Hâkim bu hadisi yedi sahâbe rivâyet etmiş olup sahihtir, der.
Selâmın lafzı, en sahih kavle göre ‫ السالم عليكم ورحمة هللا‬Esselâmu Aleykum ve Rahmetullahi ifadesidir. Selâm sağa ve sola olmak üzere
iki defa verilir. Birincisi farz ikincisi ise sünnettir. Selâm verirken kişi sağındaki ve solundaki cemaatı görecek şekilde, sağa ve sola başını
çevirmesi sünnettir.677
Namazdan çıkma niyeti ise mezhebin essah görüşüne göre farz olmayıp ancak sünnet kabul edilmiştir. Şâfiî’nin zâhir görüşüne göre
cemaatın, imamın birinci selâmından sonra selâm vermesi müstehaptır. Mesbuk (sonradan namaza kavuşan) olan bir kimsenin namazın
kalan kısmı için imam iki selâmı verdikten sonra ayağa kalkması gerekir.678
13- Belirttiğimiz Şekilde Tertibe (Sıraya) Riâyet Etmek
Yani rükünler arasında sıraya uymak. Meselâ bir kimse rükûdan önce secde yapmak gibi sırayı kasten terk ederse namazı batıl olur. Bir
rüknü sehven terk edip başka rükünlere geçtiktan sonra veya selâmdan sonra hatasını anlarsa o, rükün için bir rekât namaz kılar ve sehiv
secdesi eder. Bir kimse başka bir rükne geçmeden hatasını anlarsa hemen terk ettiği rükne düner. Selâm verdikten sonra herhangi bir farzı
terk ettiğinden şüphe eden bir kimse bu şüphenin artık namaza bir tesiri olmadığı için herhangi bir tedarük gerekmez.679
Namazdan sonra bilinen tehlil, zikir ve tesbihatları yapmak müstehaptır. Çünkü Abdullah b. Zubeyr (r.anhuma) Allah Rasûlü (s.a.v.) her
namazın akabinde tehlil getirirdi, der.680
Namazı huşu ile kılmak, okunan kıraat ve zikirlerin manalarını düşünmek, namaza şevk ile başlamak, kalbi dünya ile ilgili şeylerden
temizlemek, secdelerde dua okumak, kalkarken ellere dayanarak kalkmak, birinci rekâtın kıraatını ikinci rekâtın kıraatından uzun tutmak,
namazdan sonra kişi kendi başına malum zikir ve duaları okuması ve nafile namazları mescidin arka kısmında veya evde kılması sünnettir.
TESBİHAT
Farz namazlardan sonra bilinen tasbihatları okumak müstehaptır. Allah Rasûlü’ne denildiki hangi dua makbuldır. Allah Rasûlü (s.a.v.):
“Gecenin sonuna doğru olan dua ile farz namazların peşindeki dualar”681 buyurdu.
Savban şöyle rivâyet eder: “Allah Rasûlü (s.a.v.) farz namazların selâmını verdiktan sonra üç kere istiğfar edip ve şöyle derdi: ‫اللهم انت‬
‫ اللسالم ومنك اللسالم تباركت يا ذالجالل واالكرام‬Allahume ente selâm ve minke selâm tebarekte ya zel celali velikram.682
Muğire b. Şu’be’den rivâyet edilirki Allah Rasûlü (s.a.v.) farz namazlardan sonra şu zikri yapardı: ‫ال اله اال هللا وحده ال له ال شريك له له الملك و له‬
669
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce.
Müslim.
671
el-Mecmu, 3/421.
672
Darekutni, Beyhâkî.
673
el-Mecmu, 3/428.
674
Müslim.
675
Buhârî, Müslim, Nesâî, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce.
676
Müslim.
677
Muğni’l-Muhtac, 1/77, el-Mecmu, 3/437.
678
el-Mecmu, 3/446, Darekutni, Beyhâkî.
679
Muğni’l-Muhtac, 3/178, Mezahibu’l-Erbaa, 1/204.
680
Müslim, Nesâî, Beyhâkî, Ahmed.
681
Tirmizî, Dua, Nesâî.
682
Buhârî’nin dışındaki hadis imamları rivâyet etmiştir.
670
92
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------‫الحمد يحى ويميت و او على ك شئ قدير واليه المصير أللهم ال مانع لما أعطيت وال معطي لما منعت وال راى لما قليت وال ينفع ذالجد منك الجد‬
Okunuşu: La ilâhe illellahu vehdehu la şerike lehu, lehul mulku ve lehul hamdu yuhyi ve yumit ve huve ala kulli şeyin kadir. Allahume
la manie lima a’teyte vela mutiye lima mene’te vela radde lima kadeyte vela yenfeu zel ceddu minkelced.683
Abdullah b. Zubeyr her farz namaza müteakip selâmdan sonra şu duayı okurdu: ‫ال اله اال هللا وحده ال شريك له له الملك وله الحمد يحى ويميت و او حي‬
‫ له النعمة وله الفل وله الثناء الحسن ال اله اال هللا مخلصين له الدين ولو كره‬-‫ ال حول وال قوة اال باهلل – ال اله اال هللا وال نعبد اال اياه‬-‫ال يموت بيده الخير واو على ك شىء قدير‬
-‫الكافرون‬
Okunuşu: La ilâhe illallahu vehdehu la şerike lehu lehulmulku velehulhamdu yuhyi ve yumit ve huve ala kulli şeyin kadir. La havle
vela kuvete illa billahi, la ilâhe illallahu vela na’budu illa iyahu lehu’nnimetu velehul fedlu velehu’ssenaulhasan la ilâhe illallahu muhlisine
lehu’ddine velv kerihel kâfirune.684
Anlamı: “Allah’tan başka ilâh yoktur. O tektir, Onun şeriki yoktur, mülk onundur ve hamd Onundur. Hayat veren ve öldürecek olan
O’dur ve O kendisi ölümsüz olarak sağdır. Tüm hayırlar Onun elindedir ve herşeye kadirdir. Koruma ve güc ancak Allah iledir. Allah’tan
başka ilâh yoktur ve ondan başkasına ibadet edecek değiliz. Tüm nimetler ve fazilet Onundur ve güzel senaler Onundur. Allah’tan başka ilâh
yoktur. (Biz) dini yalnız Ona halis kılarız velev ki kâfirler istemeselerde.”
Ebû Hureyre’den rivâyet edilirki Muhâcirlerin fakirleriden bir grup Allah Rasûlü’ne gelerek şöyle dediler: “Yüce derece sahipleri
gittiler, kalıcı nimetleriyle onlar da bizim gibi namaz kılıyorlardı, onlarda bizim gibi oruç tutuyorlardı ve onların fazlalık malları vardı,
onunla hac ve umre yaparlardı, cihad ediyorlardı ve sadaka veriyorlardı. Allah Rasûlü (s.a.v.) onlara şöyle buyurdu: “Ben size bir şey
öğreteyim mi? Siz onunla gidenleri ve sonrakileri de geçersiniz ve hiç kimse sizden faziletli olamaz. Ancak sizin yaptığınızı yapanlar
müstesna.” Muhâcirler evet ya Rasûlullah dediler. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her farz namaza müteakip otuz üç kere subhanellah,
elhamdullillah ve la ilâhe illallah ve Allahu ekber deyin.”685
Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurur: Allah Rasûlü (s.a.v.) farz namazın selâmını verdiktan sonra şu duayı okurdu. ‫أللهم اغفير لما قدمت وما أخرت وما‬
‫أسررت وما أعلنت وما أصرفت به انت االعلم منى أنت ألمقدم و أنت ألمئخر ال اله اال أهلل‬
Okunuşu: Allahumme iğfir lima kaddemtu vema ahhartu, vema esrertu, vema a’lentu, vema esreftu bihi ente e’lemu mini,
entelmukaddem ve entel muahhar, la ilâhe illallahu.686
Anlamı: “Allah’ım! Benim önceden işlediğim, bundan sonra işleyeceğim, gizli ve aşikar olarak işlediğim ve onunla sarf ettiğim tüm
günahlarıma mağfiret et. Sen benden daha iyi bilirsin, Sen ilerleten ve geri bırakansın. Allah’tan başka ilâh yoktur.”
Tesbihatları el ile saymak daha efdakdır. Çünkü ibadet yapmak için alete ihtiyaç yoktur. Son zamanlarda camilerde adet haline gelen
cemaatın birbirilerine tesbih ikram etmeleri sünnete aykırıdır. Allah Rasûlü (s.a.v.)’in tesbihatları parmaklarıyla saydığı, bazı sahâbelerin
düğümlü iple ve bazılarında taşlar ile tesbih ettiklerine dair rivâyet edilir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “İşlerin en kötüsü sonradan dine sokulan
şeylerdir”687 buyurmuştur.
NAMAZIN EB’ADLARI
Namaza Girdikten Sonraki Eb’ad Denen Sünnetler Üçtür:
1- Üç ve dört rekâtlı namazlarda ilk oturuş.
2- Birinci teşehhüdde tahiyyat okumak.
3- Sabah namazında ve Ramazan’ın ikinci yarısında, vitrin son rekâtının rükûundan kalktıktan sonra kunut duasını okumak. Bu
sünnetler terk edilince sehiv secdesi gerekir. Namazın sonunda selâm vermeden iki kez secde yapmaya sehiv secdesi denir. Bu secde
Hanefilerde selâm verdikten sonra yapılır.
KUNUT DUASI
Kunut lügatta lehte ve aleyhte olan duaya denir. Çünkü rivâyet edilen hadiste “kanete aleyhim” diye geçiyor. Istılahta ise sabah
namazının ikinci rekâtında rükûdan kalktıktan sonra okunan belirli bir duanın adıdır. Şâfiîlere göre kunut duası sabah namazının son rekâtın
rükûndan kalkarken okunması sünnettir. Delil Hz. Enes’in rivâyet ettiği şu hadistir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) Bi’r-i Maune faciasını
gerçekleştirenlerin aleyhine her namazda bir ay, fakat sabah namazında da vefat edinceye kadar iki elini yukarıya doğru kaldırarak
okumuştu.” Bu hadisi cemaat sahih bir isnatla rivâyet etmiştir. Keza Beyhâkî ile Darekutni de sahih turuklarla rivâyet etmişlerdir.
Abdullah b. Ma’kil, Ali b. Ebi Tâlib’in sabah namazında kunut okuduğunu rivâyet eder.”688 Berâ (r.a.)’dan edilen rivâyette Allah Rasûlü
(s.a.v.) hem sabah hem de akşam namazlarında kunutu okurdu.”689 Kunut duası okurken eller yukarıya doğru kaldırıp açmakta müstehaptır.
Cemaatle kılınan sabah namazında imamın kunut duasını cehri okuması essah görüşe göre müstehaptır. Cemaatın ise essah olan görüşe göre
okunan kunutun ilk beş mısrasında amin demesi, imamla birlikte okunmasından daha efdaldır.690 Sabah namazı dışındaki namazlarda
kunutun okunması İmam Şâfiî’ye göre semavî felaketlerde meşrudur.
Şâfiîlerin Kunut Duasının Metni Şöyledir
‫اللهم اادينى فيمن اديت وعافينى فيمن عافيت وتولنى فيمن توليت وبارك لى فيما اعطيت وقينى شر ما قليت فانك تقلى وال يقلى عليك انه اليذ ل من واليت وال يعز من‬
‫عاىيت تباركت ربنا وتعاليت فلك الحمد على ما قليت استغفرك اللهم واتوب اليك وصلى هللا على محمد و اله وصحبه وسلم‬
Okunuşu: Allahummehdini fîmen hedeyte ve afini fîmen afeyte ve tevelleni fîmen tevelleyte ve barik li fî ma a’tayte ve kini şerre ma
kadeyte, feinneke takdi vela yukda aleyke innehu la yezillu men valeyte ve la yeizu men adeyte tebarekte rebbena ve tealeyte fe lekel hamdu
ala ma kadeyte esteğfiruke’llahumme ve etûbu ileyke ve sallallahu ala muhammedin ve ala alihi ve eshabihi ve selem.691
Anlamı: “Allah’ım hidâyete erdirdiklerin arasında beni de hidâyete erdir. Afiyete erdirdiklerin arasında bana da afiyet ver. Himayene
aldıkların arasında beni de himayene al. Verdiğin şeyleri benim için bereketli kıl. Hükmettiğin şeylerin şerrinden beni koru. Şüphesiz sen
hükmedersin, sana hükmedilmez. Doğrusu, himayene aldığın kimse alçalmaz. Düşmanlık ettiğin kimse de yükselmez. Sen kutlu ve yücesin
ey rabbimiz! Verdiğin hükümden dolayı sana hamd olsun. Sana yönelip tövbe ediyor ve senden beni bağışlamanı diliyorum. Peygamberimiz
Muhammed’e onun ailesine Allah salâtu selâm eyle.”
NAMAZIN HEY’ATLARI
Hey’at Olup Eb’ad Olamayan Sünnetler
683
Buhârî, Müslim.
Müslim.
685
Buhârî, Müslim.
686
Ebû Dâvûd, el-Mecmu, 3/450.
687
Buhârî, Müslim, İbn-i Mâce.
688
Beyhâkî.
689
Müslim, Ebû Dâvûd.
690
el-Mecmu, 3/466.
691
Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce, Ahmed.
684
93
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Namazın hey’atı sayılan sünnetler on beş tanedir:
1- İftitah tekbirinde olduğu gibi rükûya giderken ve kalkarken elleri kaldırmak.
Bunun delili ise namazın rükünleri bölümünde açıklanmıştır. Şâfiîlere göre tekbir alırken erkekler için elleri omuzların hizasına kadar
kaldırmak müstehaptır. Dayandıkları delil ise Abdullah b. Ömer’in naklettiği şu hadistir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) namaza başlarken, iki elini
omuz hizasına kadar kaldırırdı.692
2- Kıyamda sağ eli sol elin üzerine koymak ve secde yerine bakmak, iki elin göbek üstüne konulması müstehaptır. Hanefilerde göbek
altından el bağlamak sünnettir. Mâlikilere göre ise namazda iki elin edepli bir şekilde yanlara bırakılması menduptur. Onlara göre farz
namazlarda el bağlamak mekruhtur. 693
3- İftitah tekbiri aldıktan sonra, “Veccehtu”yu okumak.
Veccehtu Duası:
‫وجهت وجهى للذ فطر السماوات واالرض حنيفا مسلما وما انا من المشركين ان صالتى ونسكى ومحيا و مماتى هلل رب العالمين الشريك له وبذالك امرت وان من المسلمين‬
Okunuşu: Veccehtu vechiyellezî feteressemavati ve’l-erdi hanifen muslimen vema ene mine’l-muşrikin. İnne selatî ve nusukî ve
mehyaye ve mematî lillahi rabbi’l-âlemin’e la şerîke lehu ve bizâlike umirtu ve ene mine’l-muslimin.694
Anlamı: “Ben hakka yönelen Müslüman birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben, Allah’a ortak koşanlardan
değilim. Şüphesiz benim namazım da diğer ibadetlerim de yaşamım da ölümüm de âlemlerin rabbi olan Allah içindir. Onun hiçbir ortağı
yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben Müslümanlardanım.”
4- Besmeleden önce ‘euzu’yu’ çekmek. Fatihadan önce gizli olarak “euzu”okumak ve diğer rekâtlarda yine Fatihadan önce yalnız
َّ ‫اهلل مِنَ ال‬
besmele okunması sünnettir. Delil şu âyettir: ‫َّجيم‬
ِ ّ ‫“ فَاِ َذا قَ َراْتَ ْالقرْ انَ فَا ْستَ ِع ْذ ِب‬Kur’ân okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allah'a
ِ ‫ان الر‬
ِ َ‫ش ْيط‬
sığın.”695 Şâfiîlere göre besmele Fatihadan sayıldığı için her rekâtın başında okunması gereklidir. Dayandıkları delil ise Ümmü Seleme ve
İbn Abbas (r.a.)’ın nakl ettikleri hadistir. “Allah Rasûlü (s.a.v.) besmeleyi okumuş ve bir âyet olarak saymıştır.”696
5- Kıraatı sesli okunacak yerde sesli sessiz okunacak yerde sessiz okumak.
Şâfiî mezhebinde cemaatla kılınan akşam ve yatsı namazının ilk iki rekâtında, sabah namazı, Cuma, bayram, teravih ve vitrin her
rekâtında (Ramazan’a özeldir) açıktan okumak namazın diğer rekâtlarda da gizli okumak müstehaptır. Delilleri ise Hz. Âişe’nin “Allah
Rasûlü bazen gizli bazen de açıktan okuyarak bunların hepsini yapardı” rivâyetidir.697
6- Fatiha bitince amin demek: Şâfiîlerde Fatihanın sonunda gerek imama gerekse cemaata amin demek sünnettir. Bunuda sesli okunacak
yerde sesli gizli okunacak yerde gizli demek gerekir. Delil, Ebû Hureyre’nin naklettiği şu hadistir: “İmam amin deyince siz de amin deyiniz.
Kimin te’mini meleklerin te’minine muvafakat ederse Allah (c.c.) geçmiş ve gelecek günahlarını affeder.”698
7- Fatihadan sonra bir sure veya birkaç âyet okumak: Şâfiîlere göre farz namazların ilk iki rekâtında, nafile namazların her rekâtında,
Fatihadan sonra birkaç âyet veya bir sure okumak sünnettir. Delilleri ise Ebû Hureyre’nin naklettiği şu hadistir: “Ummul-Kur’ân’a bir şey
eklemesen de sana yeterlidir, fakat bir şey (bazı âyetler) eklersen sana daha hayırlı olur.”699 buyurulur.
Hanefilerde ise Fatihadan sonra bir sure veya en az bir âyet okumak vaciptir. Ebû Saîd el-Hudri (r.a.)’in şöyle dediği nakledilmiştir:
“Biz namazda Fatiha ile birlikte kolayımıza gelen âyetleri okumakla emrolunduk.”700
8- Rükû ve secdelerde tekbir getirmek. Tekbir “Allahu Ekber” (Allah çok büyüktür) demektir.
9- Rükûden kalkarken “semiallahu limen hamideh rabbena ve leke’l-hamd” (Allah kendisini öven kimsenin övgüsünü işitir. Ey
rabbimiz, bütün övgüler senindir) demektir.
10- Rükûda “subhane rabbiyel azim” (Yüce olan rabbimi tesbih ve tenzih ederim) üç defa okumak sünnettir.
11- Secdelerde üç defa “subhane rabbiyel ala” (en yüce rabbimi tesbih ederim) demek müstehaptır.
12- Oturuşlarda ellerini uyluklarının üzerine koymak, et-tahiyatta, sol elini tamamıyla açık tutup sağ elini yumup sadece işaret
parmağını açık tutmak ve şehadet anında sağ elin şehadet parmağını kaldırmak müstehaptır. Delil ise Abdullah b. Zubeyr’in naklettiği şu
hadistir: “Nebî (s.a.v.) sağ elini uyluk üzerine koyar ve sağ elin şehadet parmağıyla işaret eder ve canlandırmazdı”701 Parmağı kaldırıp işaret
etmenin anlamı ihlâs ve tevhidi andırmaktır.702
Hanefilerde her iki elde açık bırakılır. “La ilâhe” denilince, sağ elin şehadet parmağı kaldırılır.
13- İlk oturuşlarda iftraş etmek. Yani sol ayağı yere yatırıp üstüne oturmak ve sağ ayağı parmakları üzerinde dik tutmak.
14- Son oturuşta teverrük etmek yani sol ayağını tamamen sağa doğru uzatıp ve ağırlığını üstüne vermek.
15- İkinci selâmı vermek. Namazın rükünleri bahsinde birinci selâmın farz ikinci selâmın da sünnet olduğu izah edilmiştir.
NAMAZIN ADAPLARI
1- Namazda dış görünüş ve tevazu, huzur ve huşu içerisinde bulunmak.
2- Kıyamda iken secde yerine bakmak. Bu tarz duruş vesvesenin önünü bir nebze de olsa almış olur.
3- Sukûnet içerisinde bulunup hareket etmemek. Namaz esnasında mümkün olduğu ölçüde öksürük, esneme ve geğirmeyi gidermek,
buna gücü yetmezse, ağzını kapamak veya sağ elinin arkası ile kapatmak müstehaptır.
4- Kıyamda vücut ağırlığını her iki ayak üzerine vererek durmak.
5- Rükûya varırken kollarını yanlarından uzak tutulması.703
6- Secdelerde erkeğin kollarını yanlarından uzak tutup ve karnını hafifçe yukarıya doğru kaldırması, kadınların ise bunu yapmaması,
yani kadın rükûlarda olduğu gibi secdelerde de kollarını yanlarına yapıştırması, karnını da eğerek toparlanması namazın adaplarındandır.
7- Namazda imam herhangi bir yanlış yaparsa cemaatın subhanallah deyip işaret vermesi. Kadınlar ise imamın yanlış yaptığı hallerde
sağ elini sol el üzerine sertçe vurarak uyarırlar. 704
692
Müslim, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce, Tirmizî.
Zuhaylî, 1/687.
694
Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî.
695
Nahl, 16/98.
696
Tirmizî, İbn Huzeyme, el-Mecmu, 3/297.
697
Nesa, Tirmizî.
698
Buhârî, Müslim, Mâlik, Ebû Dâvûd.
699
Buhârî, Müslim, Beyhâkî, el-Mecmu, 3/343.
700
Ahmed b. Hanbel.
701
Beyhâkî, Ebû Dâvûd.
702
el-Mecmu, 3/417.
703
Ebû Dâvûd.
704
Buhârî.
693
94
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------8- Kıyamda iken ellerin göbek üstünde bağlanması.
9- Kıyamda iken ayakların arasının açık tutulması.
Namazda terk edilen bir hey’at veya adap için sehiv secdesi gerekmez.
NAMAZIN MEKRUHLARI
Namazda yapılması hoş karşılanmayan davranışlara “namazın mekruhları” denir.
Kerahet cumhura göre tektir, o da tenzihidir. Hanefilere göre kerahet tenzihi ve tahrimi olmak üzere ikiye ayrılır.
Namazda Mekruh Sayılan Şeyler Başlıca Şunlardır:
1- Gaflet: Allah’ın huzuruna yakışmayan bir halde namaz kılmak.
2- Namazda sağa-sola, yukarıya bakmak veya sağa sola göz gezdirmek.
3- Namazda elbisesiyle oynamak, kaşınmak ve benzeri hareketlerde bulunmak.
4- Namazda kıyamın şeklini değiştirip bir ayak üzerinde durmak.
5- Namazda kadının kollarını açması; erkeğin de kollarını kapatması.
6- Namazda herhangi bir cisme yaslanarak namaz kılmak.
7- Cemaatla kılınan namazlarda tek durmak veya doldurma imkânı olan saf arasında açık yer bırakmak.
8- Kıyamda iken ayaklarını birbirine yapıştırılması mekruhtur.
9- Adap olanın dışındaki namazda gerekli olan duruş, vaziyet ve şeklini değiştirmek mekruhtur.
10- Esnemek, geğirmek ve zorunlu olmayan öksürük namazda mekruhtur.
11- Namazın sünnet, eb’ad ve hey’etlerinden birini terk etmek.
12- Okunan âyetleri saymak. Bir kimsenin namazda iken okunan âyet, zikir ve tesbihatları sayması mekruhtur.
NAMAZI BOZAN ŞEYLER
Namazı Bozan Şeyler Şunlardır:
1- Abdestin bozulması. Buna mestler üzerine alınan meshin müdetinin sona ermesi de dahildir.
İmam Şâfiî’nin cedid kavline göre namazda abdesti bozulan bir kimsenin namazı da bozulur. Bina etmeyip istinaf (namazı yeniden
kılmak) etmesi gerekir.
2- Namazda bir kelime de olsa kasten konuşmak. Namazda özürsüz olarak anlamsız tek harf ile konuşanın namazı bozulmaz. Özürlü
olarak veya unutarak yahut bilmeyerek az konuşmak ittifakla namazı bozmaz. Namazda olduğunu başkasına bildirmek veya hata yapan
imamı uyarmak yahut tehlikeye düşecek bir kimseyi subhanallah diyerek uyarmak namazı bozmaz.
3- Amel-i kesir (çokça hareket yapmak), bunun ölçüsü bir rükünde en az üç adım atmak veyahut üç defa elini götürüp getirmek gibi
hareket etmek.
4- Bedenine ve elbisesine veya namaz kıldığı yere necasetin isabet etmesi. Namazda necaset isabet eden bir kimse hemen o necaseti
üstünden atabilirse namazı bozulmaz.
5- Avret yerinin açılması. Şâyet gayri ihtiyari avret yeri açılmış bir kimse hemen örterse namazı bozulmaz. Fakat gücü yettiği halde
açılan avret yerini örtmezse namazı bozulur.
6- Niyetin değişmesi. Meselâ farz namazı nafileye çevirmek veya öğleyi ikindiye çevirmek veyahut tamamlanmayan namazdan çıkmayı
niyet etmek.
7- Kıbleye arkasını çevirmesi.
8- Namazda iken bir şeyi bilerek yemek veya içmek namazı bozar.
9- Sesli gülmek (kahkaha) atmak.
10- Mürted olmak (dinden çıkmak).
11- Fiili olan bir rüknü bilerek ve kasten tekrarlamak veya başka bir rükünden önce yapmak.
12- Kendisine uyulması caiz olmayan bir imama uyması namazı bozar.
13- Bile bile kısa olan bir itidali uzatmak. Meselâ itidali kıyam kadar uzatmak veya iki secde arasını bir secde kadar uzatmak gibi
anormal olan haller namazı bozar.
14- Özürsüz olarak fiili olan iki rüknü imamdan önce yapmak yahut imamdan sonraya bırakmak.
15- Yanlış olduğunu bildiği halde ayağa kalktıktan sonra birinci teşehhüd için geri dönmek. Eğer bu hareketi bilmeyerek yaparsa en
sahih görüşe göre namaz bozulmaz. Namazın sonunda sehiv secdesi eder.
16- Namaz esnasında aklını zayi etmek. 705
17- Rükû ve secde gibi namazın rükünlerinden birini terk ederek selâm verdiktan sonra araya dünya kelamı veya uzun fasıla girmişse
namazı bozulur. Şâyet sehven bir rüknü terk etmişse namaz içinde hatırlarsa veya selâmdan sonra araya fasıla gimeden hatırlarsa namaz
bozulmaz ancak kalkar bina eder. Yani terk edilen rüknü kılar ve sehiv secdesi yapar. Niyet veya teharrum tekbirini terk eden bir kimse
namaza girmemiş sayılır.
18- Bilerek namaza artış yapmak namazı bozar. Bilmeyerek namaza artış yapanın namazı bozulmaz. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.)
unutarak öğle namazında beşinci rekâta kalkmış ve ashabdan bir kısmı subhanallah diyerek onu uyarırlar. O da iki secde sehiv secdesi
yaparak selâm verir. Bu Abdullah b. Mes’ûd tarafından rivâyet edilir.706
Namazda ezber bilmeyen bir kimsenin Kur’ân’a bakarak okumakası namazı bozmaz.707
NAMAZIN KILINIŞ ŞEKLİ
Namazın kılınış şeklini doğrudan Hz. Peygamberden öğrenelim. Çünkü O, “namazı benim kıldığım gibi kılınız” buyurmuştur. Ebû
Hureyre’den naklen Allah Rasûlü namaza kalktığı zaman ellerini omuz hizasına kadar kaldırır tekbir alır, sonra bütün kemikler normal
duruma gelinceye kadar bekler, sonra okumaya başlar, sonra yine ellerini omuz hizasına kadar kaldırarak tekbir alır, sonra rükûya vararak
avuçlarının içini, parmaklarını açarak dizlerinin üzerine koyar, sonra başını ne aşağıya ne de yukarıya kaldırmaksızın düzgün bir şekilde
durur, daha sonra başını rükûdan kaldırarak “semiallahu li men hamideh” der, sonra mutedil bir vaziyette ellerini omuz hizasına kadar
kaldırır, sonra “Allahu Ekber” der, sonra yere inerek iki elinin arasını alnının sığacağı şekilde açar, başını koyar, sonra başını kaldırır, sonra
sol ayağını bükerek onun üzerine otururdu. Secdeye vardığı zaman iki ayağının parmaklarını büküp kıbleye çevirerek secde eder, sonra
“Allahu Ekber” diyerek kalkar, yine sol ayağını büker ve onun üzerine otururdu. Bu hareketi yaparken bütün kemikler, azalar yerine oturur,
sukûn bulurdu. Sonra diğer rekâtlarda da aynı şeyleri yapardı.708
SEHİV (YANILMA) SECDESİ
705
el-Mecmu, 4/82-102, Muğni’l-Muhtac, 1/194-207.
Buhârî, Müslim.
707
el-Mecmu, 4/105.
708
Buhârî, Ebû Dâvûd, Tirmizî.
706
95
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Şâfiî mezhebinde sehiv secdesi, namazın sonunda selâm vermeden önce yapılan iki secde olup namazın diğer secdeleri gibidir. Bu
secdeler edileceği zaman kalben niyet getirilerek “Allahu Ekber” diye tekbir alınıp secdeye varılır. Diğer secdelerde olduğu gibi malum üç
defa tesbih okunur. Sehiv secdesi etmek durumunda olupta bunu terkedip selâm veren kimse artık sehiv secdesini kaçırmış olur, dönüş
yapamaz. Namazda terk edilen (unutulan) fiiller üç şey olup bunlar, farz, sünnet ve hey’ettir. Terk edilen farz (rükün) ise sehiv secdesi tek
başına yeterli değildir. Ancak terk ettiği o farzı, zaman yakın ise, hemen yerine getirmek gerekir ve namazın sonunda sehiv secdesi lazım
gelir.
Şâfiî mezhebinde terk edilen sünnet ise ve o sünnetten sonraki rükne girilmemişse o sünnet yerine getirilir. Rükne girilmişse artık geri
dönülmez, namaza devam edilir, daha sonra yanılmış olduğu için sehiv secdesi yapar. Nemazın eb’adı sayılan kunut, kunut için kıyam, ilk
teşehhüdü okumak ve ilk teşehhüd için oturmak gibi bir fiil, keza en zâhir kavle göre, peygambere salât ve selâm sehven terk edilirse, sehiv
secdesi yapmak sünnettir.709
Terk edilen hey’et ise onun için herhangi bir şey yapılmaz ve sehiv secdesi de gerekmez. Namazın rekât sayısında şüpheye düşen kişi
kanaatına göre amel eder. Kanaatinde ise, en azını nazarı itibara alır. Meselâ 3. rekâtı mı 4. rekâtı mı kılıyorum? şeklinde şüpheye düşerse, 3
rekât diye kabul edip bir rekât daha kılar. Sonunda sehiv secdesi yaparak selâm verir. Çünkü Ebû Saîd el-Hudri’nin rivâyet ettiği bir hadiste
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kaç rekât kıldığına dair namazda şüpheye düşen herhangi biriniz şüpheyi atıp yakin üzerine karar
versin ve sonra selâm vermeden önce sehiv için iki secde yapsın.”710
Unutarak namazda bir veya iki rekât terk eden, rükû veya secdeyi unutarak terk eden bir kimse selâmdan sonra uzun fasıla girmeden ve
dünyalık bir hareket yapmadan hatırlayan bir kimse, hemen terk edileni bina eder ve selâm vermeden sehiv için iki secde yapar. Selâmdan
sonra şüpheye düşen bir kimsenin yapacağı bir şey kalmaz.711
Temelde secde iki şey için yapılır, ya namaza ilave için veya namazdan bir şey noksan yapmak için bunlarda, ya söz ya da fiildir.
Meselâ unutarak namaz ortasında selâm vermek gibi. Ya da unutarak konuşmak gibi her iki halde de sehiv için secde gerekir ve yeterlidir.
Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) “Dört rekâtlı bir namazın ilk iki rekâtının sonunda unutarak selâm vermiş, bunun üzerine Zilyedeyn adındaki bir
sahâbenin “Ey Allah’ın Rasûlü, siz sehiv mi yaptınız, yoksa namazı kasır mı etiniz?” diye sormasıyla Allah Rasûlü sehiv yaptığını anladığı
için namazın sonunda iki secde yaparak selâm vermiştir.”712
Namazda birden fazla sehiv için iki secde yeterlidir. Sehiv secdesi namazda genellikle yanılma sonucunda, bazen de bile bile vuku bulan
noksanlığı onarmak için meşru kılınmıştır. Bu secde imam ve tek başına namaz kılanlar hakkında sünneti müekkededir. Yani çok önemli
sünnetlerdendir. Sehiv secdesinde farz ve nafile namaz için hüküm aynıdır.
Namazın rükün, sünnet ve hey’etleri arasında niyet ve teharrum tekbiri için tedarrük ve secde yeterli gelmez. Ancak yeniden niyet edip
tekbir alınması gerekir. İmam sehiv secdesi yaparsa kendisine uyanların da yapması farz ve zorunludur. İmama uyan bir kimse sehiv secdesi
gerektiren bir hata yaparsa sehiv secdesi yapması gerekmez çünkü imam onun hatasını haml eder.713
TİLAVET SECDESİ
Tilavet secdesi: Kur’ân’da ki bir secde âyeti okuyan veya dinleyen bir Müslüman bir defa secde yapması gerekir.
Tilavet secedesinin meşruiyeti ile ilgili âyet şöyledir: Allah Teâlâ; َ‫ِ َعلَ ْي ِهم ْالقرْ ان الَيَسْجدون‬
َ ‫“ فَ َما لَه ْم الَيؤْ ِمنونَ َواِ َذا ق ِر‬Onlara ne oluyor ki imân
etmiyorler ve Kur’ân okunduğu vakit neden secdeetmezler.”714 buyurmuştur.
Hadis olarak İbni Ömer’in nakl ettiği şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.) bize sure okur, secde âyetini okurken hem kendisi secde eder,
hem de biz onunla beraber secde ederdik. Hatta öyleki bizden bazıları alnını koyacak yer bulamazdı.715
Ebû Hureyre’den gelen rivâyet şöyledir: “Âdemoğlu secde âyetini okuyup secde ettiği zaman şeytan ondan ayrılarak ağlamaya başlar ve
şöyle der: Eyvah! Âdemoğluna secde etmesi emredildi ve secde etti, dolayısıyla cennet onundur. Ben ise secde ile emrolundum, fakat isyan
ettim, cehennem de banadır.716 Başka bir rivâyette de “Allah Rasûlü (s.a.v.) bize Kur’ân okurdu, secde âyetine gelince tekbir alıp secde eder,
biz de O’nunla birlikte secde ederdik.”717
Tilavet Secdesinin Hükmü
Şâfiîlere göre secde âyetleri okunduğu vakit, okuyan, dinleyen ve işiten kimsenin tilavet secdesi yapması sünneti müekkededir. Nitekim
Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: “Ey insanlar! Biz secde âyetini okuyup rastlarız; secde eden sünneti yerine getirmiş olur. Secde etmeyene de
günah yoktur.”718
Şâfiîlerde namazın dışında secde âyeti okunduğunda oturduğu yerde, eller kaldırılarak iftitah tekbiri alınır ve tekrar secde için tekbir
alınır ve secdeye varılır, yine tekbir getirerek secdeden kalkılır ve oturarak selâm verilir.
Hanefilere göre tilavet secdesi vaciptir. Onlarda secde şöyle yapılır: Ayakta tekbir alarak secdeye varılır, üç kere tesbih getirdikten sonra
yine Allahu ekber diyerek secdeden kalkılır ve selâm verilmez.
Şâfiîlerde Secde de Şu Dua Okunur:
‫سجد وجهي للذ خلقه و صوره وشق سمعه و بصره بحوله و قوته واو على ك شئ قدير فتبارك هللا أحسن الخالقين‬Okunuşu: Secede vechi lillezi halekehu
ve sevverehu ve şekka semahu ve beserehu bi havlihi ve kuvvetihi fetebbarekellahu ehsenulhalikine.
Anlamı: “Yüzüm kendisini yaratan, şekillendiren, kulak ve gözü var eden Allah’a secde etmiştir. Yaratanların en güzeli olan Allah
yüceler yücesidir.”719 Tirmizî bu hadise sahih demiştir.720
Secde âyetleri on dört âyettir ve şunlardır: İki tanesi Hac suresinde olup, bu iki taneden ikincisi Hanefilerce “tilavet secdesi” âyeti kabul
edilmediği için Kur’ân-ı Kerîm’de bunun için secde işareti konulmamıştır. Bu âyet-i kerime Hac suresinin 77. âyeti kerimesi olup, Şâfiîlerin
özellikle buna dikkat etmesi, bu âyet okunduğu zaman, “tilavet secdesi” yapmaları sünnettir. Şâfiîlere göre Sa’d suresinde işaret edilen âyet,
tilavet secdesi olmayıp, şükür secdesidir.721 Diğer on dört âyeti kerime şu surelerde olup, genelde secde işaretleriyle gösterilmiştir.
Secde Âyetleri Şunlardır:
709
Nevevî, el-Minhac.
Müslim, Ebû Dâvûd.
711
el-Mecmu, 4/122.
712
Buhârî, Müslim.
713
el-Mecmu, 4/139-140.
714
İnşikak, 84/21.
715
Buhârî.
716
Müslim, İbn-i Mâce.
717
Ebû Dâvûd.
718
Buhârî.
719
Tirmizî, Ebû Dâvûd, Beyhâkî, Hâkim.
720
el-Mecmu, 4/73.
721
el-Mecmu, 4/68.
710
96
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------A’raf 206
Rad 15
Nahl 50
İsra 107
Meryem 58
Hac 18
Hac 77
Furkan 60
Neml 25
Secde 15
Fussilet 38
Necm 62
İnşikak 21
Alak 19 âyeti kerimeleridir.722
Namaz hâricinde bu tilavet âyetlerinden biri okunduğu zaman secde etmek gerekir. Namazda iken başka biri tarafından bu âyeti
kerimelerden biri tilavet edildiği zaman, namazdakiler için secde etmek caiz değildir. Şâfiîlerde tilavet secdesinin yapılma zamanı, secde
âyeti okunduktan sonra hemen yapılmasıdır. Aradan uzun bir fasıla geçerse artık secde yapılmaz. Secde âyeti tekrarlanırsa, tekrarlandığı
kadar secde yapılır.
Tilavet Secdesinin Rükünleri Şunlardır:
a) Niyet getirmek.
b) Tekbir almak.
c) Selâm vermek.
Şartları ise, hadesten tahâret, necasetten tahâret, setri avret, istikbali kıble gibi namazın şartlarıdır.
ŞÜKÜR SECDESİ
Şükür Secdesinin Adapları
Şükür secdesi sünnetle sabittir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim için rabbimden dilek ve şefaatte bulundum,
bana ümmetimin üçte birini bağışladı. Şükür için rabbime secde ettim, sonra başımı secdeden kaldırıp yine rabbimden dilekte bulundum,
bunun üzerine bana ümmetimin (kalan) üçte birini bağışladı, şükür için rabbime secde ettim, sonra başımı kaldırdıp yine rbbimden dilekte
bulundum, bunun üzerine bana son üçte birini bağışladı, ben de rabbime şükretmek için secdeye vardım.723
Şükür secdesi, bir nimetin verilmesi, yenilenmesi, arzulanan bir şeye kavuşulması ve bir musibet veya sıkıntının kalkması anında tilavet
secdesi gibi tek bir secde olarak yapılır. Cumhura göre bu gibi durumlar da şükür secdesi yapılması sünnettir.
Ancak şükür secdesi namazdayken yapılmaz. Şâyet namazdayken şükür secdesi yapılırsa namaz bozulur. Şükür secdesi malî veya
bedenî bir musibete maruz kalmış bir kimseyi gördüğümüzde biz de benzer bir musibete maruz kalmadığımız için gizli olarak yapmamız
sünnettir. Şâyet günah ve masiyet işleyen kimseleri gördüğümüzde benzer duruma düşmediğimiz için şükür secdesi yapacaksak, günah
işleyen kişilerin görebileceği bir mekanda yapmalıyız ki o kişiler düşmüş oldukları hatalardan vazgeçsinler. Yani bu durumda şükür
secdesini açıktan yamamız daha evlâdır.724
NAMAZIN CEMAATLE KILINMASI
Allah Rasûlü (s.a.v.) ve imân edenler Mekke döneminde müşriklerin tehdid ve baskılarına karşı cemaatle namaz kılmaları mümkün
olmadığı için cemaatle namaz kılmaya ancak Medine’ye hicretten sonra başlanmıştır.
Cemaatla Namaz Kılmanın Önemi
Cemaatle namaz kılmak Müslümanları bir araya getirip topluluk oluşturmak için sosyal bir vesile olmuştur. Cemaatle namaz kılmak bu
ümmetin özelliklerindendir.
Cemaat, imamla imama uyanlar arasında meydana gelen irtibattır. İslâm belli vakitlerde ibadetleri yerine getirmek için Müslümanlar
arasında birtakım vesileler, sosyal münasebetler tesis etmiştir. Günde beş vakit namazların bir arada eda edilmesi, haftada bir kere Cuma
namazının ve yılda iki kere bayram namazlarının her yerde cemaatle kılınması ve senede bir kere Müslümanların Arafat’ta bir araya
gelmeleri İslâm birliği ve beraberliği açısında son derece önemlidir.
Cemaatle namaz kılmanın hikmeti Müslümanlar arasında tanışma, kaynaşma ve yardımlaşmayı sağlamak, kalplerine sevgi tohumu
ekmek, sevinçli ve kederli anlarında, derece, rütbe, servet, makâm ve zenginlik farkı gözetmeksizin onlara aynı seviyede kardeşler ve
bibirinin yardımcıları oldukarını bildirmektir. Cemaatle namaz kılmak kitap, sünnet ve icma ile meşru kılınmıştır. Kitaptan delil Allah
Teâlâ’nın: َ‫“ َواِ َذا ك ْنتَ في ِه ْم فَاَقَ ْمتَ لَهم الصَّلوة‬Sen onlar arasında bulunup kendilerine namaz kıldırdığın zaman…”725 mealindeki âyettir.
Sünnetten delil ise Allah Rasûlü (s.a.v.) cemaatle namaz kılmayı bizlere şöyle önermiştir: “Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan
namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.”726
“Bir kimse temizliğini tam ve güzel yapar, sonra şu mescitlerden bir mescide gitmek için yola çıkarsa, Allah attığı her adım için bir
sevap yazar, onu bir derece yükseltir ve kendisinden her adım için bir günah siler.”727 Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Üç kişi bir
köyde veya sahrada bulunur ve aralarında cemaatle namaz kılınmazsa, şeytan onlara hâkim olur. Öyleyse cemaatten ayrılmayın. Çünkü
sürüden ayrılan koyunu kurt kapar.”728
Cemaatle namaz kılmak aynı zamanda kıyamet günü Müslümanın nurudur. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur: “Gece karanlıklarında
mescidlere giden kimseleri, kıyamet gününde tam bir nura kavuşmakla müjdeleyin.”729
Cemaatle Namaz Kılmanın Hükmü
Şâfiîlerde en sahih kavle göre farz olan namazlar için erkek, hür, mukim ve diğer şartlara haiz olanlara cemaatle namaz kılmak farz-ı
kifayedir. Şâfiî fukahasından İbn Münzir ve Ebû Bekir b. Huzeyme’ye göre cemaatle namaz kılmak farzı-ı ayndır.730 Böylece bir belde veya
722
el-Mecmu, 4/70, Muğni’l-Muhtac, 1/214.
Ebû Dâvûd, Cihad.
724
Zuhaylî, 2/251.
725
Nisâ, 4/102.
726
Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce, Mâlik, Darimî.
727
Müslim.
728
Ebû Dâvûd, Nesâî, Beyhâkî.
729
Buhârî, Müslim.
730
Muğni’l-Muhtac, 1/229, el-Mecmu, 4/161.
723
97
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------köy halkı cemaatle namaz kılmayı terk ederlerse herkes eşit olarak günah işlemiş olur. Dayandıkları Ebû Dâvûd’un rivâyet ettiği hadis ile
Câbir’in nakl ettiği şu hadistir: “Mescide komşu olanın namazı mescid dışında kabul değildir.”731 Hz. Ali, bu hadisi mevkuf olarak nakl
etmiştir. İbn Muin bu hadisi tenkit etmiş ve Buhârî’de münker demiştir.732
Hanefî ve Mâlikilere göre camaatle namaz kılmak Cuma namazı dışında erkekler için sünneti müekkededir. Hanbelilere göre ise
cemaatle namaz kılmak farz-ı ayndır. Delilleri ise Nisâ suresinin 102. âyetidir. Şâfiî mezhebinde gerek imam gerekse cemaat olsun müezzin
kameti bitirmeden önce kalkmamaları lazım gelir. Hanefî mezhebinde ise müezzin “hayye ale’s-selah” deyince kalkılır.
İmamda Aranan Şartlar:
a) Müslüman olmak. Kâfirin imamlığı caiz değildir. Çünkü kendisi namaza ehil olmadığı gibi namaz kıldırmaya da ehil olamaz.
b) Akıllı olmak. Delinin imamlığı sahih değildir. Bu nedenle imamın mecnun olduğu sonradan anlaşılsa ihtilafsız namaz avde
edilmelidir.
c) Baliğ olmak. Mümeyyiz olmayan çocuğun imam olması sahih değildir. Fakat mümeyyiz olan bir çocuğun imam olması caizdir. Delil
ise “Amr b. Selime’nin, Allah Rasûlü’nün sağlığında yedi yaşında iken büyüklere imamlık yaptığı rivâyet edilir.”733
d) Erkek olmak. Erkeğin kadın imama uyması ittifakla sahih değildir. Çünkü Câbir’in rivâyet ettiği hadisi şerifte “Allah Rasûlü (s.a.v.):
Bir kadın erkeğe imam olmasın.”734 buyurmuştur.
Şâfiî mezhebinde kadınların kadınlara imam olmaları caizdir.
e) Abdestli ve her türlü necasetten temiz olmak. Bir kimsenin bilerek abdestsiz namaz kılması veya kıldırması yahut abdestsiz olan
imama bilerek uyması günah olmakla birlikte namazı sahih olmaz ve avde etmesi gerekir. Keza imamın abdestsiz olduğu sonradan
öğrenilirse hem imamın hem de cemaatin o namazı avde etmeleri gerekir. Elbisesinde necaset olduğu halde cemaata namaz kıldıranın hükmü
abdestsiz namaz kıldıranın hükmü gibidir.
İmama Uymanın Sıhhat Şartları
1- İmam olan kişinin Müslüman ve itikadı sağlam olmalıdır. Yani kâfirin ve itikadı bozuk olan kimselerin arkasında namaz kılınmaz.
2- İmama uyan bir kimse, abdestsizlik veya başka sebeplerle imamın namazının batıl olduğunu bilmemelidir. Meselâ Hanefî olan bir
imamın avret yerine elin içiyle dokunduğunu veya yabancı kadına dukunduğunu gören bir Şâfiî’ye göre imam abdestsiz olduğu için o imama
uyan bir kimsenin namazı sahih olmaz.
3- Kendisine namazın kazası vacip olan bir kimse imam olduğu takdirde ona uyan kişinin namazı sahih değildir. Meselâ mukim olup
suyun genellikle bulunduğu bir yerde su bulamadığı için teyemmüm edenin arkasında namaz kılmak gibi.
4- İmam olacak kişi başkasına uymamalıdır. Başka imama uyan bir kimseye uymuş olanın namazı sahih olmaz. Çünkü bir kişi hem
imam hem de me'mumi olamaz.
5- İmam olup olmadığına şüphe eden bir kimsenin ona uyması sahih değildir.
6- Uyulan kişi ümmi olmamalıdır. Ancak kendisi gibi ümmi olan bir kimse ona uyabilir. Ümmi Fatihanın harflerini iyi çıkaramayan
yahut harflerin şeddesini ihlal eden kişidir. Ancak cemaat da imam gibi ümmi olursa o zaman kılınan namaz sahih sayılır.
7- Erkek kadına uymuş olmamalıdır. Şâyet uyulan kişi, deli, ümmi, kâfir veya başkasına uyduğu sonradan anlaşılırsa bunlara uyanın
namazını yeniden kılması gerekir.
Hür olan bir kişinin, köleye; ergenlik çağına girmiş bir kişinin, murahika (10-12 yaşına girmiş) uyması caizdir. Erkeğin, kadına; okumuş
olanın, ümmiye (okumamış) uyması sahih değildir.
8- İmama uyan kişi imama uymak için niyet etmelidir. İmama uyma niyeti getirmeden imamla beraber hareket edenin namazı mezhebin
essah ve meşhur görüşüne göre batıl olur.
İmamın imamet niyeti getirmesi şart değil, ancak imamet niyeti müstehaptır.
9- Cemaatın imamın hareketlerini bilmesi gerekir. Bu bilgi imamı veya ona tabi olmuş bir kısım cemaatı görmesiyle sağlanır.
10- İmam ile cemaat arasında fazla bir mesafenin bulunmaması gerekir.
Cemaate Gitmemeyi Mubah Kılan Özürler
a) Yağmur, soğuk hava, çamur, şiddetli rüzgâr ve karanlık gibi durumlar.
b) Yaşlılık, aşırı şişmanlık, hastalık ve hasta bakıcılığı gibi özürler.
c) Korkulacak bedenî veya malî zulüm ve ziyan gibi özürler cemaate gitmemeye ruhsat kabul edilir. Çünkü Abdullah b. Ömer’in
rivâyetine göre Allah Rasûlü (s.a.v.) yağmurlu veya karanlık sebebiyle müezine “Herkes kendi yükünün yanında namazını kılsın diye
emretti.”735 Keza kendi nefsinden veya malından endişe eden bir kimse ile hasta olan kimseler için de bu ruhsat doğabilir. Namaza giderken
normal bir halde gitmek müstehaptır. Çünkü Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.): “Sizler namaza gittiğiniz zaman
koşarak gitmeyin. Ancak normal yürüyüşle ve sekinetle gidiniz.”736 buyurmuştur.
İmama Uymanın Kuralları
Abdest alan bir kimse teyemmüm edene uyabilir. Ayakta olan bir kimsenin özürden dolayı oturarak namaz kılana uyması caizdir. Çünkü
Allah Rasûlü (s.a.v.) oturarak sahâbilere namaz kıldırmıştır.737 Farz kılan bir kimsenin sünnet namazı kılan kimseye uyması sahihtir. Delili
ise Muâz b. Cebel’in uygulamasıdır. 738
Nafile namaz kılan bir kimse cemaatle kılınan namaza yetişemeyeceğine kanaat ederse namazını yarıda kesip cemaate yetişmelidir.
İmama rükûda yetişen bir kimse bir rekât kılmış sayılır.739 Günde beş vakit cemaatle namaz kılınan bir mescitte imamın izni olmadan
ikinci cemaat oluşturmak sahih ve meşhur kavle göre mekruhtur. Cemaatin gerek fiil gerekse kıraatte olsun imamın önüne geçmemesi
gerekir. İmam abdesti bozulduğu için namazdan çıkarken cemaatten bilen birisini yerine halife olarak tayin etmesi İmam Şâfiî’nin cedid ve
sahih kavline göre caizdir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.)’in iki kez Ebû Bekir’i yerine halife tayin ettiği rivâyet olunur.740
İmamlık İçin Tercih Edilen Meziyetler Şunlardır:
a) Fıkhî bilgi: Çünkü namazın ilmihalini iyi bilen bir kimse namazda vuku bulan bazı hataları anlayıp telafı edebilir, dolayısıyla böyle
bir imamın olması kaçınılmazdır.
b) Düzgün kıraat: Kıraatı düzgün olanla fıkhî bilgisi fazla olan arasında fakih olanın imam olması daha evlâdır.
c) Vera (Allah korkusu): Vera mücerred adalet değil, bununla birlikte güzel ahlâk, iffet, şüpheli şeylerden sakınmak gibi diğer bazı
731
Beyhâkî, Darekutni.
el-Mecmu, 4/162-164.
733
Buhârî.
734
İbn-i Mâce, Beyhâkî.
735
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî.
736
Buhârî, Müslim.
737
Buhârî, Müslim.
738
el-Mecmu, 4/236.
739
el-Mecmu, 4/176-186.
740
Buhârî, Müslim.
732
98
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------önemli özelliklerdir.
d) Yaşlılık: Yaşlı olan bir kimse daha tecrübeli veya da huşulu olabilir kaanatı hâkimdir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Benim namaz
kıldığımı gördüğünüz gibi sizde namaz kılınız ve biriniz müezzinlik yapsın ve yaşça en büyüğünüz imam olsun.”741 buyurmuştur. Başka bir
hadisi şerifte şöyle buyurur: “Allah’ın kitabını iyi okuyup ve amel eden topluma imam olsun, bundan eşit iseler önce hicret eden imam
olsun, bundan da eşit iseler yaşça en büyükleri imam olsun.”742
e) Neseb: Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurur: “İnsanlar ‫( فى اذا ألشأن‬bu hususta) Kureyşilere tabidir. Müslümanları Müslümanlarına,
kâfirleri de kâfirlerine tabidir.”743 “Fi Haza’ş-Şe’n” sözünde hilafet kasd edilmiş ise de namaz için de geçerlidir.
f) Hicret: Hicretten gaye İslâm’da öncü ve menhiyattan hicret etmiş demektir. Şâfiî mezhebinde bunlar arasında fıkhî bilgi önde gelir
sonra kıraat sonra vera (takva) gelir.
Bu özelliklerde eşit olurlarsa ev sahibi öne geçer. Çünkü Abdullah İbn Mes’ûd’un rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: “Bir erkek diğer bir erkeğin evinde ve makâmında ona imam olmasın. Keza sahibinin izni olmadan yatağında oturmasın.”744
Hadisteki “tekrimet” yatak ve sergi manasına geldiği gibi sofra manasına gelir.
Misafir ile mukim bir kimse bir arada oldukları zaman, mukimin imam olması daha evlâdır. Farklı mezheblilerin durumuna gelince
imam hakkında kanaat şarttır. Meselâ Hanefiye mensub bir imama uyan Şâfiî bir kimse imamın onun mezhebine aykırı bir hareketini
görmezse o zaman uymada bir sakınca kalmaz.
İmam ve Me’muminin Namazdaki Yerleri
Cemaat bir kişi ise imamın sağında durması gerekir. Gelen ikinci cemaat imamın soluna geçer. Şâyet cemaat birden fazla ise imamın
arkasında saf almaları gerekir. Bir kişinin tek başına safta durması mekruhtur. Şâyet yer bulursa saftaki boşluğa girmesi gerekir, yoksa
imamın tam arkasında durup tekbir getirdikten sonra safta bulunanlardan birisini yanına çeker. Çekilen kimse de bu hususta eğitimli olmalı
ki kolaylık gösterebilsin.
Cemaat karışık ise önce erkekler sonra mümeyyiz çocuklar ve sonra da kadınlar saf alırlar.
Şâfiî mezhebinde cemaat olarak sağında veya solunda namaz kılan kadın olduğu takdirde hem imamın hem de cemaatın namazı
sahihtir.745
İmamın yerinin cemaatın yerinden daha yüksek olmaması gerekir. Delil ise “Huzeyfe b. el-Yemani’nin bir keresinde yüksek yerde
cemaata namaz kıldırırken Abdullah b. Mes’ûd’un onu geri çekerek ikaz etmesidir.”746 Keza cemaatın yeri imamın yerinden yüksek
olmaması müstehaptır. İmam Şâfiî’nin cedid kavline göre cemaatın imamdan ileri durması halinde namazları batıl olur. İmamın arkasındaki
birinci safta yer almak daha savaptır.747
Şâfiî mezhebinde mescid dışındaki safların birbirine fazla uzak olması, iktidaya (imama uymaya) engeldir. İmam Şâfiî bu mesafe için üç
yüz zirai (yüz elli metre) ölçü almıştır. Ses almaya engel olan duvar ve cam gibi perdeler imam ile cemaatın veya saflar arasında varsa yine
iktida sahih olmaz. Kapıları mescide açılan mescid odaları tek mescid hükmündedirler.
Günümüzde olduğu gibi mescidin dışında duvarların dibinde veya perdeler arkasında imam veya cemaat ile irtibatın kesik olduğu
yerlerde cemaate uyanın namazı sahih değildir.
Farz namazın selâmından sonra ya yer değiştirip nafileyi kılmak veya eve gidip sünnet namazları evde kılmak veya iki namaz arasında
biraz sohbet edip sonra sünnet namazı kılmak daha uygundur. Çünkü Muğire b. Şu’be şöyle der: Allah Rasûlü (s.a.v.): “İmam farz namazı
kıldığı yerden başka bir yerde sünnet namazı kılsın.”748 buyurmuştur. Muaviye’nin rivâyet ettiği bir hadiste şöyle der: Allah Rasûlü (s.a.v.)
bize Cuma namazı ile sünnet namazı arasında ya kısa bir sohbet ettiktan sonra veya mescitten çıkarak sünnetleri evde kılmamızı emretti.749
Nafile namazları evde kılmak daha efdaldır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Farz namazlar hariç diğer
namazlarınızı evinizde kılmanız daha faziletlidir.”750 Câbir’in rivâyet ettiği başka bir hadiste ise şöyle buyurmuştur: “Namazlarınızın bir
kısmını evinizde kılınız, evlerinizi kabristan yapmayın.”751
Namazlardan sonra gelenek olarak musafaha yapmak bid’attir. Ancak adet gereği değil de yeni gelenlerin halini sormak için musafaha
yapmak bundan müstesnadır.
Kadınların Cemaatle Namaz Kılmak İçin Camilere Gitmeleri Caiz midir?
Bazı müçtehidlere göre ihtiyar kadınların cemaatle namaz kılmak üzere mescitlere gitmeleri caizdir ve yaşlı bir kadının kocasının onu
cemaatle namaz kılmaktan alıkoyma hakkı yoktur. Fitneye sebep olma ihtimali olan genç kadınlar için mekruhtur. Her halukârda özellikle
günümüzde kadınların kendi evlerinde namaz kılmaları daha evlâdır ve tedbir bakımından da daha emniyetlidir.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: “Kadınları mescitlere gitmekten alıkoymayın. Evleri ise onlar için daha hayırlıdır.”752 Başka bir
hadiste de şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kadın kullarını Allah’ın mescitlerine gitmekten alıkoymayın. Onlar cemaate koku sürünmemiş
olarak çıksınlar.”753
Günümüzdeki kadınların büyük bir kısmının gerek namaza gerekse diğer toplumlara çıkarlarken en güzel giysilerini giyip ve güzel
şekilde süslenerek çıkacakları malumdur. Durum böyle olunca bu kadınların bu şekilde çarşı pazara çıkmaları sakıncalı olduğu gibi namaz
için mescitlere çıkmaları da sakıncalıdır. Kocanın bu şekilde dışarı çıkan kadınları alıkoyma hakkı doğar. Abdullah b. Mes’ûd’un rivâyet
ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Mescid-i Haram ve Mescidim hariç kadının kendi evinde kıldığı
namazdan daha efdalı yoktur. Fakat yaşlı olanı müstesnadır.”754
Kadınların mescide gitmeleri halinde koku sürmeden, zinet eşyasını takmadan ve özel elbiselerini giymeden gitmeleri gerekir. Çünkü
Allah Rasûlü (s.a.v.) kadınlara hitaben şöyle buyurmuştur: “Herhangi biriniz mescidlere gittiğinde koku sürünmesin.”755
741
Buhârî.
Buhârî’nin dışındaki cemaat rivâyet etmiştir.
743
Buhârî, Müslim, Ahmed.
744
Müslim.
745
el-Mecmu, 3/224.
746
Ebû Dâvûd, Beyhâkî, İbn Hibban.
747
el-Mecmu, 4/253-257.
748
Ebû Dâvûd.
749
Müslim, el-Mecmu, 3/454.
750
Buhârî, Müslim, Nesâî, Beyhâkî, Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî, el-Mecmu, 3/454.
751
Buhârî, Müslim.
752
İbn-i Mâce’nin dışında cemaat rivâyet etmiştir.
753
Ahmed, Ebû Dâvûd.
754
Beyhâkî.
755
Müslim, Nesâî, Beyhâkî, Ahmed.
742
99
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Hz. Âişe (r.a.) şöyle demiştir: “Allah Rasûlü kadınların sonradan bozulup ihdas ettikleri bazı uygunsuz hallerine ulaşmış olsaydı
kesinlikle Beni İsrailin kadınları ma’bedlerden men edildikleri gibi onlarıda mescidlerden men edecekti.”756
Bu Konuda Müçtehid İmamların Görüşleri Şöyledir:
Hanefi ve Mâlikilere göre genç kadınların cemaatle namaz kılmak için mescitlere gitmeleri mekruhtur. Şâfiî ve Hanbelilere göre ise
gerek genç gerekse yaşlı olsun güzel ve gösterişli olan kadınların erkeklere ait olan cemaatlere gitmeleri haramdır.
Arka saflarda kadınlar varsa o zaman erkekler kadınlar çıkmayana kadar saflarından geri dönmeleri uygun değildir. Çünkü bunu Allah
Rasûlü uygulamıştır.757
Namazda Kadınların Erkeklere Muhalefet Edecekleri Hususlar
Şâfiîlere göre kadınlar, namazın şurut, erkan ve eb’adlarında tamamen hey’atların bir kısmında erkeklere muhalefet ederler.
Kadınların erkeklere muhalefet etmeleri gereken haller şunlardır:
a) Kadınların cemaatle namaz kılmaları erkekler kadar sıkı değildir.
b) kadınlar cemaatle namaz kıldıkları zaman, kadın olan imamın onların hizasında durması gerekir.
c) Erkek imama uydukları zaman imamın tam arkasında durmaları gerekir.
d) Erkeklerle cemaat olarak namaz kıldıkları zaman en arka safta durmaları kadınlar için daha faziletlidir.
e) Rükû ve secdede kollarını yanlarına, karınlarını da dizlerine yapıştırmaları gerekir.
İmamlıkta Mekruh Olan Bazı Durumlar:
1- Fasık bir kişinin imamlık etmesi.
2- Bid’at ehlinin imamlık etmesi.
3- Yaşlı ve hastaların bulunduğu bir cemaatte imamın namazı uzatması. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara imamlık
eden kişi namazı hafif tutsun.”758
4- Cemaatin istemediği birinin imamlık etmesi.
5- Bazı harfleri doğru olarak telaffuz edemeyen bir kimsenin imam olması.
6- İmamın yerinin cemaatin yerinden yüksek veya alçak olması. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bir topluluğa
imamlık ettiğinde onların bulunduğu yerden daha yüksek bir yerde durmasın.”759
Müdrik, Lahik ve Mesbuk Kimlere Denir:
Müdrik: Namaza imamla başlayıp, aksatmadan yine imamla tamamlayandır.
Lahik: Namaza imamla başlayıp herhangi bir sebepten dolayı, namazın bir kısmını veya tamamını imamla kılamayan kimsedir.
Mesbuk: Namaza imamla beraber başlamayıp bir veya daha fazla rekât kılındıktan sonra imama uyan kişidir.
Namazı Kesmeyi Veya Ertelemeyi Caiz Kılan Bazı Sebepler
a) Zalimin yahut bir hayvanın saldırısına uğrayan veya suya düşmek, boğulmak, yanmak gibi durumlarla karşılaşan bir kismeyi
kurtarmak için namazı kesmek vacip olur.
b) Çocuğunun ölümünden veya başına bir hal gelmesinden endişe eden anne veya babanın da namazı kesmesi veya ertelemesi vaciptir.
c) Yırtıcı bir canavarın hayvanlara saldıracağını, bir körün kuyuya veya damdan düşeceğini kuvvetle zan eden bir kimsenin namazı
kesmesi vaciptir.
d) Bir malın çalınmasından kuvvetle endişe eden bir kimse için namazı kesmesı caizdir. Bu mal başkasına da ait olsa hüküm değişmez.
e) Hırsızdan, eşkiyadan, selden korkan yolcunun namazı vaktinden sonraya bırakması veya tehlikeyi gördüğü zaman namazı kesmesi
caizdir.
Namazların Kazası:
Namaz genel olarak üç farklı isimle anılır.
a) Eda: Eda vaktinde kılınan namaza denir.
b) Avde: Avde herhangi bir sebepten dolayı geçersiz sayılan bir namazın vakit içinde tekrar kılınmasına denir.
c) Kaza: Vakti çıktıktan sonra kılınan namaza kaza veya faite denir.
Keyfi veya meşru bir özür bulunmadan namazı kazaya bırakan bir kimse büyük günah işlemiş olur. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: “Sizden biri uyku sebebiyle yahut gafletle bir vakit namazı kılmazsa hatırladığı zaman onu kılsın. Çünkü Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: “Beni zikretmek için namaz kıl.”760
Umran b. Hasin (r.a.) şöyle rivâyet eder: “Biz Allah Rasûlü ile beraber bir seferde idik gecenin son saatine kadar yürüdük ve bir yerde
konaklayıp çok talı bir uykuya daldık ki hayatta öyle tatlı uyku gömemiştim, bizi güneşin kızgınlığı uyandırdı. Bizler bu durumu Allah
Rasûlü’ne bildirdik. O zarar yoktur yola çıkalım buyurdu ve çok gitmeden durduk. Allah Rasûlü abdest aldı ezan okundu ve orada insanlara
sabah namazını kıldırdı.761
Câbir (r.a.) şöyle der: “Hendek günü güneş batıktan sonra Ömer küffara söverek Allah Rasûlü’ne ben ikindiyi kılamadım demişti. Allah
Rasûlü bende kılamadım buyurdu. Betha denen yere gittik, orada önce ikidiyi sonra akşam namazını kıldık.”762
Meşru bir özür sebebiyle namazlarını kazaya bırakan bir kimse Allah katında mesul değildir. Çünkü Allah Rasûlü uyku sebebiyle
namazı kılmadıklarından şikâyet edenlere şöyle buyurmuştur: “Uyku ihmal sebebi değildir. İhmal ancak uyanıklık halinde olandır. Sizden
biri namazı unutur veya uyku yüzünden kılmazsa, hatırladığı zaman onu kılsın.”763
Meşru özürlerin bazıları şunlardır: Düşmanla şiddetli çarpışma halinde, düşman korkusu veya hayati önem taşıyan hasta ameliyatı
veyahut ebenin çocuk doğurtması gibi haller bu özürlerden sayılabilir. Abdullah b. Mes’ûd’un rivâyetine göre Allah Rasûlü (s.a.v.) Hendek
savaşında dört vakit namaz kılmaktan meşgul edilmiş ve gece o namazları cemaatle tertipli olarak kaza etmiştir.”764
Şâfiî mezhebinde mürted olmuş (dinden çıkmış) bir kimse tekrar dine dönünce irtidad günlerinde geçirmiş olduğu namazları kaza etmesi
gerekir. Çünkü Şâfiîlere göre mürted olup sonradan Müslüman olan kişi abdestsiz kimse gibidir. Bu durum oruç bölümünde de açıklanmıştır.
Şâfiî, Hanbelî, Ebû Sevr ve Dâvûd’a göre namazların kazasında tertip şart değil, müstehaptır. Hanefî ve Mâlikilere göre ise kaza
namazlarında beş vakti geçmemek şartıyla tertip gereklidir.
Cumhur namazı oruca kıyas ederek kasten terk edilen namazların da kaza edilmesi gerektiğini söylemiştir. Zâhirî mezhebinin
imamlarından İbn Hazm ve bazı diğer mezhep bilginleri cumhura muhalefet ederek yukarıda kaynak verdiğimiz hadisleri delil göstererek
756
Buhârî, Müslim.
Buhârî, Beyhâkî.
758
Müslim, Salât, Tirmizî, Salât.
759
Ebû Dâvûd, Salât.
760
Buhârî, Müslim, el-Mecmu, 3/74, Neylu’l-Evtar, 2/25.
761
Buhârî, Müslim.
762
Buhârî, Müslim.
763
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesai.
764
Tirmizî, Nesâî, Ahmed.
757
100
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------şöyle demişlerdir. Kasıtlı terk edilen namazların kazası yapılmaz. Ancak Allah’a çok yalvarıp tövbe ederek kazaya kalmış namazların
cezasından kurtulması mümkün olabilir.765
Bana göre İmam İbn Hazm’in ve fikir birliği yaptığı âlimlerin dayandığı delil sağlam görülmektedir. Çünkü hadisi şeriflerde namazı
kazaya bırakma sebebi olarak iki özür meşru sayılmıştır. O da uyku ve unutkanlıktır. Bunların dışında kalan sebepler özür telaki etmediği
için kaza, kasten terk edilen namazı telafi edemez. Çünkü asrı saadette gerek Peygamber (s.a.v.)’den gerekse sahâbeler (r.a.)’den olsun
özürlü terk edilen namazların dışında kalan keyfi olarak terk edilen namazların kazasıyla ilgili bir iz görülmemiştir.
Şâfiîlere göre seferi olan kimse dört rekâtlı namazları iki rekât olarak kaza eder. Onlara göre bu namazın seferde veya hader halinde iken
kazaya kalmış olması hükmü değiştirmez. Seferde kazaya kalan namaz ikamet halinde kaza edilince dört rekât olarak kaza edilir. Cumhura
göre mekruh olan ve olmayan bütün vakitlerde kazaya kalan namazların farzını kılmak caizdir.766
NAFİLE NAMAZLAR
Nafile Namazlar İki Kısma Ayrılır:
a) Cemaatle kılınması sünnet olan nafile namazlar. Bu namazlar beş kısımdır:
1- Ramazan bayramı namazı.
2- Kurban bayramı namazı.
3- Güneş tutulması namazı.
4- Ay tutulması namazı.
5- İstiska (yağmur) duası namazı.
6- Teravih namazı.
b) Cemaatle kılınması sünnet olmayan nafile namazlardır. Bunlar da farz namazlara tabi olan (revatıb) sünnetler olup şunlardır:
1- Sabah namazından önce iki rekât.
2- Öğle namazından önce dört rekât sonra iki rekât, Cuma namazından önce dört ve sonrasında da dört rekât namaz kılmak sünnettir.
3- İkindi namazından önce dört rekât.
4- Akşam namazından sonra iki rekât.
5- Yatsı namazından sonra iki revatıb, üç vitir olmak üzere beş rekât.
Yatsı namazından önce iki veya daha fazla rekât nafile namaz kılmak müstehaptır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) bilinen ezanla kameti
kast ederek şöyle buyurmuştur: “İki ezan arasında namaz vardır. Üç kere tekrar ederek sonunda isteyene.”767 sözünü eklemiştir.
Farz namazlara tabi olan nafile namazların vakti ise tabi oldukları namazların vakitleriyle başlar ve onların vaktiyle sona erer.768
Vitir Namazı
Vitir namazı Şâfiî mezhebinde müekked bir sünnettir. Bu görüş Hanefilerin dışındaki cumhurun görüşüdür. Cumhurun delili ise Ebû
Eyyub el-Ensâri’nin rivâyet ettiği şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Vitir namazı haktır vacip değildir. İsteyen beş rekât,
isteyen üç rekât ve isteyen bir rekât kılsın.”769 Hâkim, Zehebi ve İbni Hibban bu hadise sahih demişler. Bu hadisten de anlaşıldığı gibi vitrin
en azı bir rekât normalı ise üç rekâttır.
Vitir namazının vakti ise yatsı namazından sonra başlar fecrin doğuşuna kadar devam eder. Kunut duası Ramazan ayının on beşinden
sonraki günlerde vitrin son rekâtının rükûsundan kalkarken okunur.
Nafile Olarak Kılınan Müekked Namazlar Üç Kısımdır:
1- Teheccüd (gece namazı), en makbulu sabaha doğru kılmaktır. Kesin bir rekât sayısı yoktur.
2- Kuşluk namazı ve duha namazı, vakti, güneş bir mızrak kadar yükseldikten sonra başlar. En az iki, en çok sekiz rekâttır.
3- Teravih namazı: Ramazan ayında yatsı namazından sonra kılınır ve yirmi rekâttır.
TERAVİH NAMAZI
Teravih, oturmak istirahat etmek anlamına gelir. Teravih namazı kadın erkek her Müslüman için müekked bir sünnettir. Teravih namazı
oruca bağlı değildir. Mazeretten dolayı oruç tutamayan bir kimsenin de kılması sünnettir. Teravih namazı hakkında Kur’ân’da âyet
bulunmamaktadır. Fakat teravih namazı hakkında çok sayıda hadis zikredilmektedir. Ebû Hureyre’den naklen Allah Rasûlü şöyle
buyurmuştur: “Her kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan’ı ihya ederse geçmiş günahları bağışlanır.”770
Yine Ebû Hureyre (r.a.)’ın naklettiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir kulun kıyamet gününde ilk hesaba
çekileceği amelî namazdır. Eğer namazı dürüst (tam) çıkarsa, kurtulmuş ve kazanmıştır. Eğer namazı düzgün çıkmazsa kaybetmiş ve hüsrana
uğramıştır. Kulun farz namazları eksik çıktığında Aziz ve Celil olan Allah meleklere, bakınız, farzlardaki eksikliğini onunla tamamlamak
üzere, kulumun nafile namazı var mıdır? diye sorar. Diğer amelleri de bu şekilde muhasebe edilir.”771 Allah Rasûlü “Allah size Ramazan
orucunu farz kılmıştır, ben de size gece namazını (teravih) sünnet kıldım.”772 buyurmuştur.
“Allah Rasûlü iki gece mescitte teravih namazını sahâbelerle kıldı üçüncü gece çıkmadı. Ertesi gün ashabına şöyle dedi: Sizin teravih
namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu gördüm. Ancak sizin teravih namazını kendinize farz kılacağınızdan korktuğum için
çıkmadım.”773 buyurmuştur.
Ebû Hureyre’den gelen başka bir rivâyete göre “Allah Rasûlü, Ramazan ayında ashaptan bir grubu, Ubeyy b. Ka’b (r.a.)’ın arkasında
cemaatle namaz kılarken gördü ve “doğru yapıyorlar, yaptıkları şey ne güzeldir, diyerek onları tasvip ettiği haber verilmiştir.774
Teravih Namazının Rekât Sayısıyla İlgili Rivâyetler
Mâlikilerin dışındaki cumhura göre teravih namazmının rekât sayısı yirmidir. Delilleri ise Hz. Ömer’in Mescid-i Nebevî’de halifeliğin
son zamanlarında teravih namazını yirmi rekât olarak kıldırdığıdır.
Bazı fıkıh bilginlerine göre Hz. Ömer bu namazın cemaatle ve yirmi rekât olarak kılınmasını şahsı bir içtihada dayanarak yapmadığı gibi
bir bid’at olarak da emretmemiştir. O ancak Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bir vasiyetine dayanarak böyle yapmış olabilir. Fakat bu şekildeki
yaklaşımları bir mesnetle kanıtlanmamış ve içtihad camiasında bir kez daha tartışmalara yol açmıştır. Çünkü eğere Allah Rasûlü (s.a.v.)’in
böyle bir vasiyeti olsaydı birinci halife olan Hz. Ebû Bekir’e yapardı. Şâyet bu vasiyetin Hz. Ömer’e yapıldığını kabul etsek o zaman Hz.
Ömer neden hilafetin son ikini yılında bunu başlatmış oldu?
765
el-Mecmu, 3/76-77, Muğni’l-Muhatç, 1/127.
Muğni’l-Muhtac, 1/129, el-Muğni, 2/102.
767
Buhârî, Müslim.
768
el-Mecmu, 4/11-14.
769
Ebû Dâvûd, Nesâî, Darimî, Beyhâkî.
770
Buhârî, Müslim, İbn-i Mâce, Tirmizî.
771
İbn-i Mâce, Nesâî, Ahmed.
772
İbn-i Mâce, İbn Hanbel.
773
Muvatta, 1/113, Buhârî, Teheccud.
774
Ebû Dâvûd.
766
101
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Abdurrahman el-Kari’den gelen rivâyet şöyledir: “Ramazan ayında gece ben Hz. Ömer ile birlikte Mescid-i Nebevî’ye gittik,
sahâbilerden kimisinin tek başına kimilerinin de cemaatle teravih namazı kıldıklarını gördük. Hz. Ömer, ben bunları bir imamın arkasında
toplayabilsem emsal teşkil edeceğine inanıyorum dedi ve azimle dediğini uyguladı. Hepisini Ubeyy b. Ka’b’ın arkasına toplamayı emretti.
Râvi devamında şöyle der: Ben Ömer ile ikinci gece mescide gittik, ashabın cemaatle Ubeyy b. Ka’b’ın arkasında teravih kıldıklarını gören
Ömer bu ne güzel bid’attır dedi.”775
Burada Hz. Ömer’in “ne güzel bid’at dediği şey” büyük ihtimalla lüğavi manada olmalıdır. Çünkü teravih namazının gerek kılınması ve
gerekse de cemaatle kıldırılması bid’at olamaz. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) kendisi kılmış ve cemaatle kıldıran Ubeyy b. Ka’b’ı da tebrik
etmiştir. Saib b. Yezid’den gelen rivâyet ise şöyledir: Saib, Hz. Ömer (r.a.)’ın Ubeyy b. Ka’b’e ve Temimi Dari’ye insanlara on bir rekât
namaz kıldırmaları için emrettiğini duydum” der.776
Hz. Âişe (r.anha) “Allah Rasûlü, ne Ramazan’da ne de diğer zamanlarda (yatsı namazı dışında) farzdan sonra on bir rekâttan fazla
namaz kılmadı.777 diye buyurur.
Bütün bu rivâyetlerden anlaşılıyor ki teravih namazının sekiz rekâtının müekked sünnet olduğunda şüphe yoktur, sekizden fazlasının ise
müstehap olduğunu bazı âlimler söylemiştir.778
Allah Rasûlü (s.a.v.)’in teravih namazını yirmi rekât olarak kıldığına dair sahih bir rivâyete raslanmamıştır. Keza teravihin yirmi rekât
kılınması hakkında icma da yoktur.
İmam Suyutî Muvatta’nın Şerhi’nde Hafiz İbni Hacer’den naklen Allah Rasûlü (s.a.v.)’in yirmi rekât kıldığına dair İbni Ebi Şeybe’nin
İbni Abbas’dan nakl ettiği rivâyet zayıftır, der. Hem de Hz. Âişe’nin sahih hadisi buna muarezet eder. Çünkü Hz. Âişe, Allah Rasûlü’nün
gece halini daha iyi bilendir.779
İmam Beyhâkî Hz. Ali’nin de yirmi rekât kıldığını rivâyet eder.
Mâlikî mezhebinde teravih namazı 36 rekâttır. Delilleri ise Medine ehlinin böyle kılmalarıdır.780 Urve b. Zubeyr’den gelen rivâyete göre
“Hz. Ömer Ramazan ayında insanları toplamış ve Ubeyy b. Ka’b’a erkeklere, Süleyman b. Ebi Harise’ye de kadınlara teravih namazını
kıldırmayı emretmiştir.781
Şâfiî mezhebinde, hangi sünnet olursa olsun iki rekâtta bir selâm verilmesi gereklidir.
Teravih namazının kazası olmaz. Teravih namazında her iki rekâtta bir selâm vermek gerekir. Teravih namazı yatsı namazından sonra
kılınır. Vitir namazının ise teravih namazından sonra kılınması daha evlâdır. Şâfiî olup da Hanefî imamın arkasında namaz kılan bir kimse
gerek teravih gerekse diğer namazlar olsun cemaatle tefrikaya düşmemesi için tamamen imama uymalıdır. Bu hüküm Şâfiî imama uyan
Hanefiler için de geçerlidir.
Diğer Bazı Nafile Namazlar
Yukarıda zikrettiğimiz sünnet namazların dışında bazı müstehap namazlar da vardır. Bunlar sırasıla şunlardır:
1- Tesbih namazı. Tesbih namazının kılınış şekli şöyledir. Her rekâtta kıraattan önce on beş kere, rükûda on kere, itidalda on kere,
secdelerde on kere, secdeler arasındaki oturuşta on kere, her iki secdeden sonra ayağa kalkmadan istirahat oturuşunda on kere, teşehhüdden
evel on kere ‫ سبحان هللا والحمد هلل وال اله اال هللا وهللا اكبر‬Subhanallah velhamdulillah velailâhe illallah vellahuekber denir. Tesbih namazı iki veya
dört rekât olarak kılınabilir. Tesbih namazı cemaatle kılınabileceği gibi tek olarakta kılınabilir.
2- İstihare namazı. İstihare namazı hakkında hüküm olmayan ve iki tarafı eşit olan herhangi hayırlı bir iş yapmak isteyen kimsenin
kıldığı bir namazdır. İstihare namazından sonra kişinin meramına göre dualarda bulunması sünnettir. İstihare namazında rüya görmek esas
değildir.
3- Evvabin namazı. Bu namazın vakti akşam namazından sonra başlar ve en azı iki rekâttır.
4- Tevbe namazı. Bir kimse günah işlerse sonra günahından pişmanlık duyup tevbe etmesi gerekir. Bunun için de iki rekât namaz kılıp
Allah’a yalvarması sünnettir.
5- Tahiyatu’l-Mescid namazı. Bu namazı iki rekât olarak mecidlere her girişte kılınması müstehaptır. Bu namazı özürsüz terk etmek
kerahettir. Şâfiîlerde bu namazın kerahet vakti yoktur.782
SEFER (YOLCU) NAMAZI
İbadetlerde Tahfif (Kolaylaştırma) Sebebi Altıdır:
1- Yolculuk: İmam Nevevî yolculuk sekiz şeye ruhsattır der.
a) Kasır mesafesi olmak şartıyla namazı kasr etmek, iftar ve meshtir. Bu konuda müçtehidler ittifak etmişler.
b) Kasır mesafesi şart olmayıp Cumanın terkidir. Müçtehidler ittifak etmişlerdir.
c) Müçtehidlerin ihtilafıyla kasır mesafesi şart olan namazları cem etmektir.
d) Müçtehidlerin ihtilafiyla kasır mesafesinin şart olmadığı, at üzerinde sünnet namaz ve farziyeti düşüren teyemmümdür.
2- Hastalık: Hastalık birçok ruhsata sebebtir.
1- Teyemmüm.
2- Namazı oturarak kılmak.
3- Namazları cem etmek.
4- Cuma namazının düşmesi.
5- Ramazan’da orucun düşmesi.
6- İtikâftan çıkmak.
7- Hacda şeytan taşlamada vekil tutmak.
8- Fidye vermek şartıyla ihram yasaklarının bazılarının mubah olması.
9- Necis olan şeylerle tedavi olmak.
10- Tedavide doktorun mahrem olan yerlere bakma ruhsatı gibi normalde mubah ve caiz olmayan birçok şeyin hastalıkta mubah ve caiz
oluşu.
3- İkrah ve tehdid: Normal hallerde caiz olmayan bazı şeylerin ikrah (zorlama) ve tehdit karşısında caiz olacağına müçtehidler fetva
vermişlerdir.
İkrah iki çeşittir: Mülci ikrah ve gayri mülci ikrah. Mülci ikrah, bir kişinin başka birisine “şu işi yapmazsan seni öldürürüm, yaralarım
775
Buhârî, Beyhâkî, el-Mecmu, 3/37, Muvatta Haşiye, 1/114.
Muvatta, 1/115.
777
Buhârî, Müslim, Tirmizî, Heytemi, el-Fetava el-Kubra, 1/195.
778
Fethu’l-Kadir.
779
Tirmizî, Haşiye, 2/303.
780
el-Mecmu, 4/38, Muğni’l-Muhtac, 1/226.
781
Beyhâkî, Salât, el-Mecmu, 4/39.
782
el-Mecmu, 4/56-62.
776
102
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------veya uzun süre hapsederim şeklindeki tehdid ve zorlamasına mülci ikrah denir. Şu işi yapmazsan seni döverim veya kısa vadeli hapsederim
veya yirmi dört saat aç bırakırım şeklindeki tehdide ise gayri mülci ikrah denir. Bu konu ikrah bölümünde genişçe izah edilmiştir.
4-Unutkanlık: Unutarak işlenen bazı yasaklar ruhsata tabi olur. Örneğin unutarak orucu bozmak gibi. Buna hata da denir. Hata insanın
normal istediğinden farklı bir şekilde söz söylemesi yahut fiil yapmasıdır. Hata vücûb ve eda ehliyetini kaldırmaz.
5-Cehalet: Haram veya yasak olduğunu bilmeyen bir kimseye yapacağı bazı şeylerden dolayı vebal yoktur. Ancak bilmek kabiliyetine
haiz bir kimsenin bilmesi gereken bir şeyi öğrenmemesi bir cehl durumu değildir.
6-Zorluk ve genel belalar durumu: Korunması mümkün olmayan necasetlar gibi. Cuma ve cemaatle namaz gibi. Yağmur ve şiddetli
soğukta namazları cem etmek gibi durumlar.783
Yolcunun Namaz Kılış Şekli
Yolcu olan bir kimsenin dört rekâtlı namazları ikişer kılmasına seferi namazı denir. Bu şekilde kısaltarak namaz kılma Kur’ân, sünnet ve
َ ْ ‫ض َربْت ْم فِى‬
icma ile sabittir. Kur’ân’dan delil: ‫ض فَلَ ْي َ َعلَيْك ْم جنَا ٌح اَنْ تَ ْقصروا مِنَ الصَّلو ِة اِنْ ِخ ْفت ْم اَنْ يَ ْفتِنَكم الَّذينَ َكفَروا اِنَّ ْالكَافِرينَ كَانوا لَك ْم عَد ًّوا مبينًا‬
َ ‫“ َواِ َذا‬Eğer
ِ ْ‫االر‬
kâfirlerin size fitne vermesinden korkarsanız, yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazları kısaltarak kılmanızda bir beis yoktur.”784
Hadisten delil, Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Namazı kasr yapmak Allah’ın size verdiği bir bağıştır. Allah’ın sadakasından
yararlanın.”785
Abdullah b. Abbas’tan gelen rivâyette Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Namaz haderde dört rekât seferde ise iki rekât farz
kılınmıştır.”786
Seferde Değişen Hükümler Şunlardır:
a) Namazları kısaltmak veya cem etmek.
b) Üç gün mestler üzerine mesh etmek.
c) Kadınların mahremsiz yolculuğa çıkmaması.
d) Cuma ve iki bayramın düşmesi.
e) Nafile olan namazların bineklerin üzerinde kılınması.
g) Bazı müçtehidlere göre kurban ve fitrenin düşmesi.
Hanefilere göre seferde namazların kısaltarak kılınması vaciptir. Dayandıkları delil Hz. Âişe’nin nakl ettiği hadistir: “Namaz ikişer rekât
olarak farz kılınmıştır. Seferde iki rekât olarak ikrar edilmiş, hazerde ise namaza ilave yapılmıştır.”787
Şâfiîlere göre seferde namazları kısaltarak kılmak muhayyer olmak üzere ruhsattır. Delil oruca kıyas etmek: ‫َواَنْ تَصوموا خَ ْي ٌر لَك ْم اِنْ ك ْنت ْم‬
َ‫“ تَ ْعلَمون‬Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” 788 ile âyetindeki ْ‫“ فَلَ ْي َ َعلَيْك ْم جنَا ٌح اَنْ تَ ْقصروا مِنَ الصَّلو ِة اِن‬Sizin için namazları kısaltmakta bir
beis yoktur.”789 ruhsatıdır. Kısaltmanın bir sadaka olduğu hadisteki ifadeler gibi bazı delillere dayandırmışlardır.790
Seferde Namazları Kısaltmanın Hikmetleri
Hanefilerin dışındaki imamlara göre mubah olmak şartıyla uzun yolculuğun vereceği güçlük, sıkıntı ve zorluğa karşı bir kolaylık olsun
diye hükme bağlanmıştır. Fakat Hanefilerde seferin helâl oluşu şart değildir. Aslında şeriat dilinde hüküm, illet ve sebep diye üç kavram
bulunmaktadır. Seferde hüküm dört rekâtlı namazı ikişer kılmaktır. İllette yolculuktur. Sebep ise yolculukta vuku bulmuş meşakattır.
Mesafenin Ölçüsü:
Müçtehidlerin Bu Konudaki Görüşü
Namazları kısaltmak için aranan şartlardan biriside belli bir mesafenin olmasıdır.
Şâfiî mezhebinde namazı kasr etmek orucu bozmak ve diğer hükümler için iki gün yolculuk olması şarttır. Burada muteber olan mutad
bir yürüyüştür. Bu da teknik olarak yaklaşık 90 km.ye tekabul eder.
Hanefilere göre namazları kısaltmak için mesafenin asgari ölçüsü en kısa günlerde üç günlük yani on sekiz saatlik yol demektir.
Hanefilerin delili ise İbni Ömer’in şu rivâyetidir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Bir kadın mahremsiz üç günlük olan yolculuğa çıkmasın”791
buyurmuştur.
Hanefilerin dışındaki cumhura göre namazları kısaltarak kılınmasını mubah kılan yolculuk ortalama iki günlük yolculuktur. Buna yüklü
develerle konaklama, kalma, yeme, içme, namaz molaları dahildir. Cumhurun dayandığı delil ise İbni Abbas’ın nakl ettiği şu hadistir: Allah
Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ey Mekkeliler! Mekke’den Usfan’a kadar dört beritten daha az bir mesafede namazlarınızı
kısaltmayınız.”792
İmam Evzaî’ye göre namazları kısaltmak için tam bir günlük yol kafidır.
Zâhiriye mezhebine göre ise mesafenin azı veya çoğu fark etmez. Onlara göre bir insan tarlasına gitse bile seferi sayılır. Atâ şöyle der:
“Ben İbni Abbas’a Arafat veya Mina’ya giderken namazımı seferi kılabilir miyim diye sordum? O hayır dedi. Fakat Cidde veya Ufsan yahut
Taif’e giderken kasır (kısaltma) yapabilirsiniz” buyurdu. Bu hadisi Şâfiî, Sufyan’dan o da Amir’den od a Atâ’dan o da İbni Abbas’tan sahih
bir isnatle rivâyet etmiştir.793
Hulasa olarak müçtehidlerin genel kanaatlerine göre sefer ölçüsü, Usfan, Taif ve Cidde’nin Mekke’ye olan uzaklığı kadardır. Bu mesafe
de müçtehidlerin farklı görüşleriyle yaklaşık 80-90 km. eder. Bu mesafe İmam Şâfiî’nin cedid kavline göre 16 fersah veya 48 mil olarak
tesbit edilmiştir. Bunun delili ise İbni Abbas ile İbni Ömer’in bu mesafe içinde namazı seferi kılmaları ve orucu da bozmalarıdır.
Şâfiîlere göre bir mil altı bin zira kabul edilirken Mâlikilere göre ise bir mil üç bin beşyüz zira tesbit edilmiştir. Bu mesafe yaklaşık 89
km. eder. Bana göre tercih edilen görüşte budur. Çünkü Hanefilerin dışındaki müçtehidlere göre sefer mesafesi iki konaklık yol olduğuna
göre bir günlük yürüş mesafesi en azami 45 km. tesbiti ve Atâ’nın rivâyeti de bunu destekler. Yine Hanefilerin dışındakai müçtehidler
“Usfan veya Taif yahut Cidde ile Mekke arasındaki ölçü kasır mesafesi olduğu ve namazları kasır etmek ve orucu düşürmek için iki günlük
yol gidilmesi konusunda ittifak etmişlerdir. Ancak asıl ihtilaf milin kaç bin zira oluşudur. Şâfiî ulemasının bir milin altı bin zira olduğu
hesaplamaları çelişkiye sebep olmuştur. Çünkü bir mil altı bin zira ederse 48 mil yaklaşık 144 km. yapar. Bu da yukarıda zikredilen her iki
hadisle de çelişir.
Her ne kadar İmam Şâfiî’ye kasır mesafesi için yedi farklı görüş nisbet edilmiş ise de ancak İmamın cedid ve geçerli olan görüşüne göre
783
Suyutî, el-Eşbah ve Nezair, 77-78.
Nisâ, 4/101.
785
Müslim.
786
Müslim, Ebû Dâvûd, Ahmed, Beyhâkî.
787
Buhârî, Müslim.
788
Bakara, 2/184.
789
Nisâ, 3/101.
790
el-Mecmu, 4/283.
791
Müslim, Buhârî, Ebû Dâvûd.
792
Darekutni.
793
el-Mecmu, 4/276-277.
784
103
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------sefer mesafesi 4 berid veya 48 mildir. 48 mil de 1848 m.=88.704 km. yapar. Şâfiî mezhebinde bu mesafe sınırlayıcı olup, bundan daha kısa
olan mesafe de seferlik hükmü geçerli değildir.794
Bende geniş bir araştırmadan sonra bu ölçünün yaklaşık 89 km. olduğuna kanaat ettim. Çünkü Hanefilerde mesafe ölçüsü üç günlük
olduğuna göre bu da en azami 96 km olarak tesbit edilmiştir. Cumhura göre bu mesafe yüklü deve yürüyüşü veya yaya yürüyüşü ile iki
günlük olarak rivâyet edildiğine göre daha az bir oran çıkması gerekirdi. Yine hadiste “Usfan ile Mekke arasından az bir yolculukta namaz
kasır edilmeyeceği Allah Rasûlü tarafından açıklanmıştır.” Usfan ile Mekke, Taif ile Mekke ve Cidde ile Mekke arasının 144 km. olmadığı
açıktır. Ancak bu mesafe takriben 80-90 km. olarak tesbit edilmiştir.
Yine müçtehidlere göre gerek iki gerekse üç günlük yol dediğimiz normal yüklü deve veya yaya yürüyüşü baz alınmıştır. Bu yürüyüşle
günde 72 km. mesafe kat edilemeyeceği kesindir. Yukarıda geçtiği gibi cumhura göre en azami bir günde 45 km. yol kat edilebilir kanaatına
varılmıştır.
İbni Kudame, cumhurun delillerini ele alarak şöyle demiştir: “İbn Abbas ile İbni Ömer’den muhtelif rivâyetler edilmiştir ki tahdit
(mesafeyi sınırlandırma) Kur’ân’ın zâhirine muhaliftir. Çünkü Zâhirilerin dediği gibi Kur’ân’ın zâhirine göre, herhangi bir mesafe
sınırlaması koymaksızın, yeryüzündeki her türlü yolculuk için namazların kısaltılması mubahtır.795
Çağımızdaki Seferin Hükmü
Günümüzde ulaşım tekniği bir hayli ilerlemiştir. Bu nedenle müçtehidlerin farklı görüşlerini dikkate alarak şimdiki hızlı ulaşım araçları
ile daha erken gidilmesi ve seferi sayılabilmesinin ruhsata tabi olduğu hükme bağlanır. Bundan dolayı yaya veya deve yürüşüyle iki veya üç
günlük yolu uçak, araba veya trenle daha kısa bir zamanda katedilmesi sefer hükmünü ortadan kaldırmaz. Çükü seferilik dediğimiz gidilen
yolun dışında gidilen yerde de müctehilerin farklı görüşlerine göre dört veya on beş gün kalmak niyetiyle devam eder.
Âyetteki kısaltmanın korku şartına bağlanması da o günler için geçerlidir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.)’in birçok yolculuğu korkusuz
değildi. Fakat Allah Rasûlü’nün korkusuz yapmış olduğu bazı seferleri de olmuştur. Ashabı kiramdan Ya’la b. Umeyye (r.a.) Hz. Ömer’e
şöyle demiştir: “Biz neden namazları kısaltarak kılıyoruz, hâlbuki güven içindeyiz. Hz. Ömer bu soruya şöyle cevap vermiştir: Ben de aynı
durumu Allah Rasûlü’ne sormuştum, bana şöyle buyurmuştu: Bu Allah’ın size verdiği bir bağıştır, Allah’ın sadakasını kabul edin.”796
Seferin Mahiyeti
Hanefilerin dışındaki cumhura göre yol kesmek, şarap ve haram şeylerin ticaretini yapmak ve hırsızlık gibi Allah’a isyanın sözkonusu
olduğu yolculuklarda, sefere mahsus olan namazların kısaltılması, cem edilmesi oruçlunun iftar etmesi, mestler üzerine üç gün mesh
edilmesi, binek üzerine nafile namazların kılınması gibi ruhsatlar devreye girmez. Çünkü sefer ruhsatın sebebidir. Ruhsat ise masiyete
dayanak olamaz.
Hanefilere göre ister ibadet ve mubah olan işler için ister masiyet içeren bir maksat için olsun her türlü yolculuk esnasında namazları
kıslatmak caizdir. Delilleri ise ْ ‫“ فَلَ ْي َ َعلَيْك ْم جنَا ٌح اَنْ تَ ْقصروا مِنَ الصَّلو ِة‬Yeryüzünde yürüdüğünüz zaman sizin için namazları kısaltmakta bir beis
yoktur.”797 âyetin mutlak oluşudur.
Sefere Başlangıç Yeri
Müçtehidlerin ittifakıyla namazların kısalacağı, iftar ve benzeri ruhsatların kullanılacağı seferin başlangıç noktası kişinin bulunduğu
şehrin evlerinden dışarı çıkmakla başlar. İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşayanlar için oturdukları belediyenin sınırları baz alınır.
İkamet Edilen Yerde Müddet Miktarı
Şâfiîlere göre seferi olan bir kimse dört gün kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Delil şu hadistir: “Muhâcirler hacdaki
ibadetlerini yaptıktan sonra üç gün ikamet ettiler.”798 Allah Rasûlü (s.a.v.) Umre yaptığı zaman Mekke’de kaldığı halde namazlarını
kısaltarak kılıyordu.
Hanefilere göre seferi olan bir kimse gittiği yerde on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet edince mukim sayılır ve namazlarını tam kılar.
Delil olarak kadınların temizlik müddetine kıyas yapmak ve İbni Abbas ile İbni Ömer’den nakl edilen görüştür. Her iki sahâbe de şöyle
demiştir: Seferi olduğun halde bir beldeye girer ve bu beldede on beş gün kalmaya niyet edersen namazını tam kıl. Eğer buradan ne zaman
sefere çıkacağını bilmezsen namazlarını kısaltarak kıl.” Her iki İmama göre bu süreye giriş ve çıkış günleri hesaba dahil değildir.799
Hanefilerde müddet ne kadar uzarsa uzasın ikamet etmeye niyetlenmediği sürece namazların kısaltılarak kılınması caizdir. Şâfiîlere
göre, böyle bir kimsenin ancak on sekiz gün giriş ve çıkış günleri hariç, namazlarını kasr ile kılması caiz olur. Delil ise Allah Rasûlü (s.a.v.)
fetih yılında Hevazinlilerle savaşmak için Mekke’de bu kadar zaman kaldığı halde namazlarını kısaltarak kılmasıdır.800 Tirmizî bu hadise
hasen demiştir. Bu hususta başka rivâyetler de vardır.801
Seferi Olmanın Şartları
Yolcu olan bir kimse aşağdaki şartlarla seferi namazı kılabilir.
1- Yolculuğun günah maksadıyla olmaması. Bir kimse yol kesmek, hırsızlık yapmak cinâyet, zulüm ve kocasının izni olmadan
yolculuğa çıkmak gibi masiyet kabul edilen gayeler için sefere çıkarsa seferin getirmiş olduğu kolaylıklardan istifade edemez.
2- Yolculuğun mesafesinin iki konaklık olması.
3- Eda edilecek namazın dört rekâtlı namaz olması.
4- Namaza giriş tekbirini alırken seferi niyet etmesi. Bu Şâfiîlere göre şarttır. Hanefî ve Mâlikiler namazdan önce sefere niyet etmeyi
yeterli görmüşlerdir.
5- Mukim olan birine uymaması. Eğer mukime uyarsa icma ile namazını tam kılmalıdır.
6- Sefere çıkarken muayyen bir yere gitmeyi kast etmiş olması ve namazlarını kasr etmek için niyet getirmesi.
7- Kendi başına hareket etme hüriyetine sahip olması. Bir kimse eğer başkasına bağlı bulunursa, meselâ kadının kocasına, askerin
komutanına, hizmetçinin efendisine ve talebenin hocasına bağlılığı gibi. Bu durumlarda kişi serbest hareket edemediği için namazları kasır
edemez. Fakat İmam Ebû Hanife’ye göre bunlar arasında köle ve kadın için namazları kasır yapma ruhsatı vardır.802
8- Namazlarını kısaltan kişi mukim olan kişiye yahut namazlarını tam kılan bir seferiye uymamış olması. Şâyet böyle bir kimse mukime
veya namazını tam kılan seferiye uyarsa namazını tam kılması gerekir. Mukimin seferiye uymasının caiz olduğu hususunda ittifak edilmiştir.
Seferiye uyan mukim olan bir kimse imam selâm verdikten sonra kalan namazını tamamlar.
9- Şâfiîlere göre yolculuğun namazın başından sonuna kadar devam etmesi şarttır.803
794
el-Mecmu, 4/322-323.
el-Muğni, 2/257.
796
Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce.
797
Nisâ, 4/101.
798
Buhârî, Müslim.
799
el-Mecmu ve-Muhezzeb, 4/299.
800
Ebû Dâvûd, Tirmizî.
801
el-Mecmu, 4/300.
802
el-Mecmu, 4/280.
803
el-Mecmu, 4/286-291.
795
104
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------10- Kişi giriş ve çıkış günleri hariç kalmayı niyet ettiği sürenin dört günden fazla olmaması.
Şâfiîlerde mümeyyiz olan herkese seferilik hükmü geçerli iken Hanefilere göre ergenlik çağına girmiş bulunmak şarttır. Seferde kazaya
kalmış namazların tam kılınması gerekir. Keza haderde kazaya kalan namazların da tam kılınması gerekir.804 Vakit girdiktan sonra namazı
eda etme imkânı olduğu halde kılmayıp sefere çıkan bir kimse o namazı vakit içinde İmam Şâfiî’ye göre kasr edebilir.
Seferde Sünnetin Durumu
Cumhur seferde nafile namazların kılınmasının müstehap olduğunda ittifak etmişlerdir. Fakat vakit namazlarına bağlı olan sünnet
namazları hakkında farklı görüşler vardır. Cumhur bu sünnetleri de diğer nafile namazlar gibi müstehap kabul etmişlerdir. Cumhurun
dayadığı delil Allah Rasûlü (s.a.v.)’in Mekke feth edildiği gün kuşluk namazını kılması ve sabah namazının iki sünnetini de farz ile birlikte
eda etmesidir.
İbni Ömer’den şöyle bir rivâyet gelmiştir: “Allah Rasûlü (s.a.v) ile beraber bulundum. Seferde nafile namaz kıldığını görmedim. Başka
bir rivâyette de “O seferde iki rekâttan fazla namaz kılmazdı. Ebû Bekir ile Ömer ve Osman’ın da böyle yaptıklarını gördüm” demiştir.805
Hanefilere göre eğer kişinin seferi emniyet içinde bir yerde konaklayıp yerleşmiş ise, namaz vakitlarine bağlı bulunan sünnetleri de
kılar. Eğer işi acele veya zaman dar ise sünnetleri terkedebilir.806 Ben sünnet konusundaki çelişkiye dayanarak şu kanaata vardım, sünnetin
pazarlığı olmadığına göre kişi bu hususta muhayyer olmalıdır. Yani seferde imkân varsa sünnetin kılınması evlâdır. Şâyet kılmaya imkân
yoksa her halukârda terk etmesinde bir beis yoktur.
Vatanın Kısımları
Şâfiîlere göre vatan, yaz kış devamlı ikamet edilen yerdir. Bir kimse daimi ikamet yeri olmayan başka bir yere dönerse namazlarını
kısaltır. Gittiği bu yerde hanımı yahut aşireti bulunsa da hüküm aynıdır.
Hanefilere göre vatan üç çeşittir
a) Vatanı aslı: Kişinin doğduğu yahut evlendiği yahut orada sürekli yaşamayı düşündüğü yerdir.
b) Vatanı ikamet: Bir yerde on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet edilen yerdir.
c) Vatanı sükna: On beş günden daha az kalmaya niyet edilen yerdir.
Cumhura göre ailesi ile birlikte olmak ve başka bir evi olmamak şartıyla gemi veya arabayı ev olarak kullanan bir kimse için seyyar
olarak kullandığı araç onun evi sayılır. Yani bu kimse her ne kadar gezgin ise de mukim sayılır ve namazları tam kılacağı gibi seferin diğer
hükümlerinde de istifade edemez.
NAMAZLARI CEM ETMEK
Cemin Tanımı: Cem, öğle ile kindi, akşam ile yatsı namazlarının ya öne alınarak cem-i takdim veya ertelenerek cem-i tehir edilmesine
denir.
İmamların Bu Konudaki Görüşü
Hanefilerin dışında Şâfiîler başta olmak üzere diğer müçtehidlere göre yolcu olan bir kimse, öğlenle ikindiyi ve akşamla yatsıyı cem
edebilir. Bunun gibi Cuma ile ikindiyi de cem etmek caizdir. Şâfiî mezhebinde yolculukta gerek takdim gerekse tehir olsun her iki husus da
cem caizdir. Bu mesafe de kasır da olduğu gibidir.
Cemin cevazı birçok sahâbe, tabiin ve müçtehid imam tarafından kabul edilmiştir. Cem-i tehirin dayandığı delil, İbni Abbas, Muâz,
Enes ve İbni Ömer’in nakl ettikleri hadistir. Enes (r.a.) şöyle demiştir: Allah Rasûlü (s.a.v.) güneş meyletmeden yani öğle vakti girmeden
önce yola çıkınca, öğle namazını ikindi vaktine kadar tehir eder, sonra bineğinden inip ikisini beraber kılardı. Eğer yolculuğa çıkmadan önce
öğle vakti girmişse öğle namazını kılar, sonra devesine binip çıkardı.”807
Yine Enes rivâyet eder: “Allah Rasûlü (s.a.v.) seferde iken öğle vakti girince cem-i takdim yaparak öğle ile ikindiyi birlikte kılardı.”
Beyhâkî bu hadisi sahih bir isnadla rivâyet etmiştir. İbni Ömer şöyle der: “Allah Rasûlü (s.a.v.)’in acele sefere çıkacağı zamanlar da akşamı
yatsıya tehir edip yatsıyla birlikte kılardı.808 Birçok hadisçi bu hadise sahih demiştir.
Cem-i takdimin dayandığı delil ise Muâz’ın nakl ettiği şu hadistir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) Tebûk seferinde, öğle vakti girince öğle ile
ikindiyi birlikte cem-i takdim ederek kılmıştı. Keza akşam vakti girdikten sonra yola çıkınca yatsı namazını öne almış ve bu namazı akşam
namazı ile beraber kılmıştı.”809
Mâlikî, Hanbelî ve bazı Şâfiîlere göre sefer ve korkuda olduğu gibi, hastalıkta, çamur, karanlık ve yağmurlu havalarda veya etkili kar,
tipi, çok soğuk günlerde de mukim olan bir kimse cem edebilir. Delilleri ise İbni Abbas’ın nakl ettiği şu hadistir: “Allah Rasûlü (s.a.v.)
Medine’de korku ve yolculuk olmadığı zamanlarda da namazları cem ederdi.”810 İmam Nevevî der ki: “Bu rivâyet Habib b. Ebi Sabet’ten
nakl edilmiş ve onun adalet ve doğruluğu hakkında ittifak edilmiştir.”811 Ancak sayılan sebeplerin hepsinde zaruret ve meşakkat şartı
getirilmiştir. Örneğin o günkü Müslümanların, namazlarını mescitlerde cemaatle kılmaları için ve suyun her zaman bulunmadığı bir ortamda
oldukları için bu ruhsattan yararlanmaları meşru kılınmıştır. Fakat günümüzdeki Müslümanlar ise namazların çoğunu evde veya işyerinde
kıldıkları, her zaman ve her mekanda su bulunduğundan dolayı zaruri ve meşakkatli vakitlerin dışında namazları cem etmeleri ruhsata
bağlanamaz.
Ehl-i beyt İmamlarına göre cem işi zaruret olmaksızın normal hallerde de caizdir. Delilleri ise yukarıda geçen İbni Abbas’ın nakl ettiği
hadistir.
Mâliklere göre şu hallerde namazları cem-i takdim ve cem-i tehir ile kılmak caiz olur.
a) Yolculuk.
b) Yağmur.
c) Karanlık ve çamur.
d) Bayılma nöbeti.
e) Hastalık.
g) Arafat ve Muzdelife zamanı.
Hanbeliler bunlara çocuk emzirme, temizlemekte aciz kalma, istihaze ve benzeri maddi ve manevi sıkıntı ve meşakkat sözkonusu olan
durumları da eklemişlerdir.812
Uzun süre ameliyatta kalmak mecburiyeti olan bir doktor, ağır hasta bakıcısı ve hasta da namazını cem edebilir. Bunun gibi hayatî önem
804
el-Mecmu, 4/305.
Buhârî, Müslim.
806
Durru’l-Muhtar, 1/742.
807
Buhârî, Müslim.
808
Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî.
809
Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed.
810
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî.
811
el-Mecmu, 4/309-321, Muğni’l-Muhtac, 1/272-275.
812
el-Muğni, 1/271.
805
105
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------taşıyan tüm durumlarda namazı cem edebilme ruhsatı vardır. Gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’da çalışan memur ve işçilerin, her vakitte
namaz kılma fırsatı bulamadıkları takdirde öğle paydosunda öğle ile ikindiyi, gece vardiyesinde çalışanlar ise akşamla yatsıyı takdim veya
tehirle kılmalarında bir beis yoktur. Keza askerde olan bir kimse için de bu hüküm geçerlidir. Yani bir asker zaruret halinde namazları cem
edebilir.
İmam Nevevî Müslim Şerhi’nde şöyle der: Fukahadan bir topluluk haderde de ihtiyaçtan dolayı namazların cem işine ruhsat
vermişlerdir. Dayandıkları delil ise İbni Abbas’ın rivâyet ettiği hadistir. İbni Abbas’a göre Allah Rasûlü (s.a.v.)’in hiçbir mazeret olmadan
namazları cem etmesi ümmete kolaylık içindir. Yukarıda geçtiği gibi İbni Abbas şöyle der: “Allah Rasûlü (s.a.v.) Medine’de yedi veya sekiz
vakitte öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı korku, yağmur ve yolculuk olmadan cem ederek kılmıştır. Allah Rasûlü bundan amacı ne idi diye
İbni Abbas’a sorulunca “ümmet’e kolaylık olsun” diye cevap vermiştir.813
Yolcu öğle ile ikindiyi akşam ile yatsıyı cem-i takdim veya tehir ederek kılabilir. Şöyle ki; öğle vaktinde, önce öğleyi sonra ara
vermeden ikindiyi kılmaya cem-i takdim denir. Öğleyi tehir edip, ikindi vaktinde kılmaya da cem-i tehir denir. Hanefî mezhebinde namazı
cem etmek yalnız hacılar için Arafat ve Muzdelife’de geçerlidir. Delilleri İbni Mes’ûd’un naklidir. O şöyle demiştir: “Kendisinden başka bir
ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki Allah Rasûlü (s.a.v.) hiçbir namazı asla vaktinin dışında kılmamıştır. Ancak iki namaz
müstesnadır. Bunlar da ikindi ile öğle namazı, akşam ile yatsı namazlarının Arafat ve Muzdelife’de bir arada kılınmasıdır.814 Cem işini caiz
görmeyenler, İbni Mes’ûd, Hasan el-Basrî, İbni Sirin, Mekhul, en-Nehaî, Ebû Hanife ve arkadaşlarıdır.815
Namazları Cem Etmek İçin Gerekli Şartlar
1- Namazları birleştirmeye niyet etmek. Niyet birinci namaza başlarken getirilir.
2- Tertibe riâyet etmek. Yani önce öğle sonra ikindiyi keza önce akşam sonra yatsıyı kılmak.
3- İkisini birlikte kılmak. Yani iki namazı ara vermeden peş peşe kılmak.
4- İkinci namaza başlayıncaya kadar seferin veya diğer zaruretlerin devam etmesi.
Namazları cem eden bir kimse birinci namazın bir rüknünü terk ettiğini anlarsa her iki namaz da fasid olur. Yine namazları cem eden bir
kimse ikinci namazın vakti gelmeden önce özrü giderilse bu kimsenin her iki namazı da sahih değildir.
5- Cem-i tehirde birinci namazın vakti çıkmadan önce onu tehir ederek kılmaya niyet etmek.816
Seferin Adapları
Sefer Adaplarından Birkaçı Şöyledir:
1- Sefere çıkmadan önce vasiyetlerini yapmak ve helâllik istemek.
2- Hac, Umre ve benzeri ibadet sayılan bir sefere çıkarken tevbe ve istiğfarda bulunmak.
3- Anne, baba ve aileden izin almak.
4- Sefer esnasında helâl rızık almaya özen göstermek.
5- Çıkacağı seferin mahiyeti ile ilgili bilgi edinmek.
6- Sefer esnasında kullanılan araç-gereç ve yeme-içme konusunda takvalı davranmak.
7- Tek başına sefere çıkmamak ve yol arkadaşı olarak takvalı olanı seçmek.
8- İmkanlar dahilinde perşembe veya pazartesi günü sefere çıkmak.
9- Sefere çıkmadan önce iki rekât sefer namazı kılmak.
10- Sefere çıkmadan önce aile, akraba ve yakın komşuyla vedalaşmak.
11- Sefere çıkarken geride kalanlardan dua istemek.
12- Sefere çıkarken sadaka vermek.
13- Sefer için evden çıkarken besmele çekmek ve dönüşte hamd etmek.
14- Varsa cemaatle sefere çıkmak.
15- Sefer esnasında başlarına muttaki olanı seçip itaat etmek.
16- Seferde bineği hayvan ise ona şefkali davranmak.
17- Sefer esnasında arkadaşlarına iyi davranıp yardımcı olmak.
18- Sefer esnasında bolca duada bulunmak.
19- Sefer esnasında abdestli olmaya ve namaza özen göstermek.
20- Sefer esnasında girilen her eve veya yerleşim yerine “Allah’ın yaratığı şeylerin şerrinden Allah’a sığınırım” duasını yapmak.
21- İhtiyacını gördükten sonra eve dönmek için acele etmek.
22- Seferden dönerken aile efradına hediyeler getirip ikramda bulunmak.
23- Mümkün oldukça gece eve dönmemek.
24- Seferden dönen kimsenin ailesinin onu karşılaması sünnettir.
25- Seferden dönerken iki rekât eve dönüş namazı kılmak.
26- Seferden dönen kimselere arzuladığı yemekleri ikram etmek.
27- Sefere çıkan kadın ise mahremiyle çıkması gerekir.
Sıraladığımız bu maddelerin hepisinin hakkında Allah Rasûlü’nün tavsiyesi vardır ve sahih hadislerle delillendirilmiştir.817
CUMA NAMAZI
Cuma Namazıyla İlgili Genel Bilgi
Cuma namazın farz oluşuna delil kitab, sünnet ve icma vardır. Kitaptan delil şu âyettir: ‫يَا اَيُّهَا الَّذينَ ا َمنوا اِ َذا نو ِى َ لِلصَّلو ِة ِمنْ يَوْ ِم ْالجم َع ِة فَا ْسعَوْ ا اِلى‬
َ‫هللا َو َذروا ْالبَ ْي َع ذلِك ْم خَ ْي ٌر لَك ْم اِنْ ك ْنت ْم تَ ْعلَمون‬
ِ ّ ‫“ ِذ ْك ِر‬Ey imân edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman hemen Allah’ın zikrine koşun ve
alışverişi bırakın.”818
Cuma namazının farz oluşuna ve ehemiyetine delil ise birçok sahih hadis bulunmaktadır. Ebû Hureyre’den rivâyet edilen bir hadiste
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı Cuma günüdür. Âdem o günde yaratılmış, o günde
cennete girmiş ve o gün cennetten atılmıştır. Kıyamet ancak Cuma günü kopacaktır.”819
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Birtakım insanlar ya Cuma namazını terk etmeyi bırakırlar yahutta Allah onların kalplerini
mühürler artık gafillerden olurlar.”820 “Her kim önemsemediği için üç Cumayı terk ederse Allah onun kalbini mühürler.”821
813
Buhârî, Müslim, Fıkhu’s-Sunne, 1/220.
Buhârî, Müslim.
815
el-Mecmu, 4/309.
816
el-Mecmu, 4/313.
817
el-Mecmu, 4/323.
818
Cuma, 62/9.
819
Müslim.
820
Müslim.
814
106
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Cuma namazı özürlülerin dışında her Müslümana farzdır. Kimlerin özürlü sayılacağı konusu, “Cuma kimlere farz değildir” bahsinda
açıklanmıştır.
Cuma namazı, Cuma günü öğle namazı vakti içinde hutbeden sonra cemaatle ve cehren kılınan iki rekâtlı bir namazdır. Bu namaz farz-ı
ayndır. Cuma hakkında İbni Sirin’in rivâyeti şöyledir: “Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye hicret etmeden ve Cuma âyeti nazil olmadan önce
Medineliler Cuma namazını Es’ad bin Zürare’nin arkasında iki rekât kılarlardı. “İbn Abbas’tan gelen başka bir rivâyete göre “Allah Resûlü
(s.a.v.) hicretten önce Cuma namazının kılınması için Mus’ab b. Umeyr’e bir mekup yazarak Cuma namazını kıldırmasını emiretmişti.”822
İbn Hazm’a göre “Cuma ismi İslâmî olup, İslâm’dan evvelki günlerde kullanılmazdı. Cahiliye devrinde o güne “Arube” denilirdi. İslâm
döneminde o gün namaz için toplanıldığından Cuma ismi verilmiştir. Cumayı ilk kıldıranların Es’ad b. Zürare ile Mus’ab b. Umeyr oldukları
hakkındaki rivâyetlerin arasını birleştirmek gerekirse: Mus’ab’ın Medine’nin merkezinde ve Peygamberin emri üzerine Cuma namazı
kıldırdığı, Es’ad’ın ise Medine yakınında bir yerde ve Peygamberin emri gelmeden kıldırdığı söylenebilir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ilk Cuma namazını Medine ile Kuba arasında Rauna denilen bir köyde kıldırmıştır. Ömer b. Abdulaziz’in de
Medine valisi iken Suveyda denen bir köyde Cuma kıldırdığı rivâyet edilir.823 İbn Abbas, Medine’deki Mescid-i Nebevî’den sonra ilk Cuma
namazının Bahreyn’de “Huvasa” denilen bir karyede (köy) kılındığını söylemiştir.824
Hz. Ömer’in Ebû Hureyre’ye “nerede olursanız olunuz, Cuma namazını kılınız” sözü Cuma namazının köyde kılınabileceğine delildir.
İmam Mâlik, “nüfusu az olsun çok olsun her yerleşim merkezinde Cuma namazı kılınır” buyurmuştur.
Şâfiîlere göre Cuma namazı asil ve öğle namazından mustakil bir namaz ve öğle namazından ibaret olmadığı kesindir. İmam Şâfiî’ye
göre kırk akıllı, ergen, hür ve mukim olan erkekle senenin çoğunu iskan ettikleri herhangi bir merkezde cuma namazı kılmak farzdır. Hanefî
mezhebine göre ise Cuma kılınacak yerin şehir veya şehir hükmünde olması gerekir. Delilleri ise Hz. Ali’nin şu sözüdür. “Cuma namazı,
teşrik tekbirleri, Ramazan ve Kurban bayramı namazları, yalnız kalabalık şehir veya kasabalarda eda edilir.”825
İbn Hazm bu naklin sağlam olduğunu ortaya koymuşken, Şâfiîler yukarıda zikrettiğimiz İbn Abbas’ın hadisini delil götererek köylerde
de Cuma namazı kılınabilir hükmüne varmışlardır. Şâfiîlere göre Hanefilerin delil gösterdikleri Hz. Ali’nin hadisi mevkuf ve zayıftır.826 Şâfiî
mezhebinde Cuma namazı için izni amm (devletten izin almak) şart değildir. Fakat Hanefilere göre Cuma namazı için izni amm gerekli
olduğu gibi devlet başkanı veya valilerin yahut naiblerin bizzatihi kıldırmaları gerekir.
Cuma Namazının Farz Olmasının Şartları
1- Müslüman olmak. Cuma namazı gayri müslime farz değildir. Gayri müslim diğer ibadetlere ehil olmadığı gibi Cumaya da ehil
olmadığı için Cuma kendilerine farz değildir.
2- Ergenlik çağına girmiş olmak. Çocuklara Cuma namazı farz değildir. Câbir’in rivâyet ettiği bir hadisi şerifte Allah Rasûlü (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: “Cuma namazını cemaatle kılmak her müslümana vacip bir haktır. Ancak kadın, köle, çocuk ve hasta müstesnadır.”827
3- Akıllı olmak. Delilere diğer ibadetler farz olmadığı gibi Cuma namazı da farz değildir. Çünkü deliye teklif yüklenmemiştir.
4- Hür olmak. Cuma namazı köle ve esirlere farz değildir. Köle ve esir özgürlükleri başkasının elinde olduğu için Cuma namazı
kendilerine farz değildir.
5- Erkek olmak. Kadınlara Cuma namazı farz değildir. İttifakla Cuma namazı kadınlara ve eş cinsiyetli kimselere farz değildir. Fakat
İslâmî şartlara uygun olmak kaydıyla kadınların Cumaya gitmelerinde bir beis yoktur.
6- Mukim olmak. Misafirlere Cuma namazı farz değildir. Şâfiî mezhebinde mubah olan yolculuk diğer bazı hususlarda tahfife sebeb
olacağı gibi Cuma namazının farziyetini de kaldırır. Ancak imkânı olana Cuma kılmak müstehaptır. Diğer hususlada şart olan iki günlük yol
Cuma için şart değildir.
Mukim olup ezan sesi duyulmayacak kadar merkezden uzak olan kimselere Cuma namazı farz değildir. Ama imkânlar dahilin de
gitmeleri daha evlâ ve sevaptır. Fakat kendi köylerinde bazı bahanelerle cumayı tatil ederek başka yerlere gitmeleri günahkârlıktır. Cuma
namazının belde ve köylerin dahilinde kılınması gerekir. Yani binaların dışındaki sahrada Cuma namazı sahih değildir.828
7- Emniyette olmak. Kendi nefsinden veya malından korkan kimselere Cuma namazı farz değildir. Keza bayram namazları ve vakit
namazları için camiye gidip cemaatle namaz kılmakta bu hükme tabidir.
8- Yağmur veya şiddetli soğuk veya sıcaklık sebebiyle Cumaya giderken ciddi manada rahatsızlık sözkonusu olduğu zamanlarda
Cumanın farziyeti kalkar.
9- Sıhhatli olmak. Cumaya gidemeyecek kadar hasta bir kimseye Cuma namazı farz değildi.
10- Durumu Cuma kılmaya müsait olmak. Ağır hasta bakıcısına Cuma namazı farz değildir.
11- Düşmanı veya borçlu olduğu kimselerin bulunduğu zaman veya mekanlarda Cumanın farziyeti kalkar.829
12- Gezgin olmamak. Çadır hayatı yaşayan kimselere de Cuma namazı farz değildir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) “Medine çevresinde
ikamet eden bedevilere Cuma namazı kılmaları için bir emir buyurmamıştı.” Hasta, kadın ve yolcu gibi Cuma namazı kendilerine farz
olmayan kimselerin kıldıkları Cuma namazı ile öğle farziyeti kalkar öğleyi tekrar avde etmelerine gerek kalmaz.830
İmân ve itikadından şüphe edilen kimselerin arkasında Cuma veya diğer vakit namazların kılınması sahih değildir. Şehir gibi camileri
çok olan merkezi yerlerde Müslümanların sahih bir Cuma kılabilmeleri için itikadı sağlam olan imamlar bulunmazsa Cumanın farziyeti
düşer. Keza ulaşımı zor ve Cumaya gitmek için masraf gerektiren büyük şehirlerde de bu hüküm geçerlidir. Çoban, işçi ve memur gibi
başkalarının emri altında çalışanlar, eğer işi bırakmada bir engel veya maddi zarar sözkonusu ise o zaman bu kimselere Cumanın yerine
öğleyi kılma ruhsatı doğar.
Yukarıda izahına çalıştığımız Cumanın farziyetini kaldıran özürler hakkındaki deliller, sahih hadislerdir.
Günümüz Türkiye’sinde senenin bir bölümünde meşru olmayan nedenlerle Cumanın bir saat ertelemesinden dolayı öğle vakti girdikten
sonra Cumanın bitimini beklemeden öğleyi kılmak caizdir. Cuma namazı kendisine farz olan bir kimsenin Cuma namazı kılınmadan önce
sahih ve cedid kavle göre öğleyi kılması geçersizdir. Yani bu durumda olan bir kimsenin Cuma namazı kılındıktan sonra öğleyi tekrar avde
etmesi gerekir. Bu görüş Hanefilerin dışındaki cumhurun görüşüdür. Hasta, misafir, hapishanede kalan ve kadınlar gibi özür sahipleri için bu
821
Ebû Dâvûd.
Darekutni, Suyutî ed-Durru’l-Mensur.
823
Beyhâkî, Maverdi, Ahkamu’s-Sultaniye, 185.
824
Buhârî, Cuma.
825
Abdurezzak, İbn Ebi Şeybe.
826
el-Mecmu, 4 /424.
827
Ebû Dâvûd sahih bir isnadle rivâyet etmiştir.
828
el-Mecmu, 4/407-418.
829
el-Mecmu, 4/404-410, Mezahibu’l-Erbaa, 1/382.
830
el-Mecmu, 4/413.
822
107
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------hüküm geçerli değildir.831
Zaruret olmaksızın gittiği yol güzergahında Cuma namazını kılma ihtimali yoksa Cuma kendilerine farz olan kimselerin mecburiyet
yoksa sefere çıkmaları caiz değildir.
Cuma kendilerine farz olan kimselerin Cuma vaktindeki alışverişleri haramdır. Fakat Cuma namazı kendilerine farz olmayan hasta,
misafir, kadın ve köle gibi kimselerin Cuma saatindeki alışverişleri helâldır.832
Cumanın Sıhhatı İçin Düzgün Kıraat Şart Mıdır?
Bazı bölgelerde Cuma namazından sonra tekrar cemaatla öğleyi kılmaları yöresel bir adetten öte değildir. Bunu yapanların gösterdikleri
delil ise “cemaatten bazılarının Fatihası doğru olmayabilir faraziyesidir. Bu da varsayımla hükmetmektir. Bunu söyleyen cami imamları
acaba bütün cemaatin Fatihasını dinleyip tesbit etmişler midir veya zaman harcayıp Fatihayı cemaate doğru bir şekilde öğretmenin çok
önemli bir görev olduğunun farkına varmışlar mıdır?
Cuma kimlerle tamam olur? Fıkıh kitaplarına baktığımızda şu vasıflara haiz kimseler karşımıza çıkar. Müslüman, erkek, hür, yerli, akıllı
ve baliğ gibi bazı nitelikler. Bunların içinde kıraatı düzgün olma şartı yer almamıştır.
Ancak Muğni’l-Muhtaç gibi bazı fıkıh kitablarında şu ibareye rastlanır: “Cuma namazı kırk kişiden az olmamak ve o kişilerin
öğrenebilir imkânına sahip olan ümmi olmamaları gerekir. Çünkü hepsinin namaz sıhhatı birbirine bağlıdır.”833
“Birisinin kıraatı düzgün olmadığı zaman diğer otuz dokuz kişinin namazı geçersiz sayılır.” Buna binaen “birisinin elbisesi veya bedeni
temiz olmadığı zaman diğer insanların namazı olmamıştır” hükmü de çıkar. Ama buna dikkat eden yoktur. Bir Müslüman düzgün okumak
için gayret gösterdiği halde birtürlü öğrenemezse o kişinin namazı sahih olduğu gibi diğer 39 kişilerinde namazı sahihtir.
Diğer taraftan ümmi ile ammiyi birbirinden ayırmamız gerekirse içinde bulunduğumuz zaman ve ortama göre halkın çoğu ümmi değil
ammidir. Çünkü ümmi okuma ve yazması olmayıp ve öğrenmesi de güç olan kimselere denir.834
Ammi ise okuma ve yazması olup fakat tecvid kurallarına uymayan kimselerdir. Bu da bir gerçekdir ki dinî hükümler halkın bilgi
seviyesine göre verilir.
Bana göre kırk kişinin içinde bir kişinin Fatihası düzgün olmadığı için diğer otuz dokuz kişinin Cuması sahih olmaz görüşü baskıcı bir
görüştür. Çünkü Cuma sağır ve dilsize farz olduğuna ve Cuma sayısı onlarla tamamlandığına göre hem de dilsiz Fatihadan tek kelime dahi
telafuz edememktedir, nasıl olurda bir kişinin Fatihası düzgün olmadığı gerekçesiyle Cuma namazı geçersiz sayılabilir. O zaman o
kimselerin bütün namazları geçersiz sayılmalıdır. Bu da dinde zorlamayı getirir. Kişi Fatihayı düzgün okumak için çaba gösterdiği halde
öğrenemiyorsa o zaman namazı sahih olmakla birlikte sayı da onunla tamamlanır. Dinde herşey açık ve nettir helâller belli ve haramlar
bellidir. Dolayısıyla şartlara haiz olan Cuma namazını kılmak farzdır. Şâyet Cuma namazını kılmak için şartlar eksikse o zaman Cuma
namazı kılınmaz Cumanın yerine öğle namazı kılmak gerekir. En doğrusunu Allah bilir.
Cuma Namazının Sahih Olmasının Şartları
1- Merkez olmak: Hanefilerin dışındaki cumhura göre Cuma namazı kılınan yerin şehir veya köy olması ve binaların dahilinde
kılınması gerekir. Yani sahrada Cuma namazı kılınmaz.
Hanefilerde ise Cumanın sahih olabilmesi için mekezi bir yer olması şarttır. Onlara göre köylerde kılınan Cuma namazı sahih değildir.
Dayandıkları delil ise yukarıda bahsettiğimiz Hz. Ali’nin sözüdür.
2- Cemaat: Cuma namazının kendilerine farz olan kırk Müslüman tarafından kılınması.
Cuma Namazında Gerekli Olan Sayı
Câbir b. Abdullah şöyle rivâyet etmiştir: “Sünneti seniyyeye göre her kırk kişiye ve kırk kişiden fazla olanlara Cuma farzdır.”835
Şâfiîlere göre kendilerine Cuma namazı farz olan en az kırk Müslümanın mükellef, hür, erkek mukim olmaları gereklidir. Çünkü
Beyhâkî’nin İbn Mes’ûd’dan nakl ettiği rivâyete göre “Allah Rasûlü (s.a.v.) Medine’de Cumayı kıldırdığı vakit arkasındaki cemaatin sayısı
kırk kişi idi. İmam Şâfiî bunu delil kabul ederek bu sayıdan az kişiyle Cuma namazı sahih olmaz görüşü ile hükmetmiştir. Ebû Hanife ve
Muzni’ye göre imamla birlikte dört kişiyle Cuma mun’akid olur. İmam Sevrî “Cuma namazı diğer cemaat gibi iki kişiyle de olur” der.
İmam Mâlik ise, itibar sayı ile değil ancak yerleşimle olur. Binası, sokağı, mezarlığı ve hayvan toplama yeri olan merkezi bir yer ise
Cuma farz olur buyurur.836
Şâfiîler Allah Rasûlü zamanında kılınan Cuma namazlarında cemaat sayısının kırk kişinin altına düşmemiş olmasını delil olarak ileri
sürmüşlerdir. Dayandıkları delil ise Câbir’in nakl ettiği yukardaki rivâyettir. O şöyle demiştir: “Sünnet, her kırk veya daha fazla kişiye Cuma
namazının lazım olduğuna hükmetmiştir.”837
Hâlbuki Allah Rasûlü’nün emriyle Mus’ab b. Umeyr’in Medine’de 12 kişiyle Cuma namazı kıldırdığı rivâyet edilmektedir.838 Ayrıca
Allah Rasûlü (s.a.v.) Cuma namazını kıldırırken ticaret kervanlarının geldiğini duyan cemaatin mescidi terk edip alışverişe gittiğini ve
sadece 12 kişinin hutbeyi dinlemeye devam ettiği Câbir’in nakl ettiği sahih hadis kaynaklarında bildirilmektedir.839
Diğer taraftan Şâfiîlerin delil olarak gösterdikleri yukardaki Câbir’in hadisi zayıf senetle rivâyet edilmiştir. Çünkü bu hadis Abdulaziz b.
Abdurrahman’ın rivâyetidir. Onun hakkında ise İmam Ahmed, “onun hadisleri ya yalandır ya da uydurulmuştur” demiştir. Nesâî de sika
olmadığını söylemiştir. Darekutni münkeru’l-hadis olduğunu söylerken İbn Hibban da onun rivâyetlerinin delil olmayacağını söylemiştir. Bu
sebeple böyle hadisler cumayı kılacak kişilerin sayısı için delil gösterilemez.840 Aslında sayı konusunda Allah Rasûlü tarafından herhangi bir
söz rivâyet edilmemiştir. Ancak sahâbelerin farklı rivâyetleriyle yorum yapılarak yetinilmiştir.
Bana göre en isabetli görüş İmam Mâlik’in görüşüdür ve Cuma namazını kırk kişiye bağlamak pek isabetli bir görüş değildir. Çünkü
Cumanın şartlarından birisi de mutlak cemaattir. Şâyet kırk sayısı şart kabul edilse birçok yerleşim biriminde Cuma tatil edilmiş olur. Bu da
insanları çok önemli olan Cumanın feyiz, bereket ve ehemiyetinden uzaklaştırmaya sebep teşkil eder. En isabetli görüş, ufak bir köy veya
mezrada dahi Cuma namazının kılınmasıdır. Çünkü Cuma günleri Cumadan dolayı Müslümanların toplanmaları, görüşüp ziyaretleşmelerı,
gereken temizlikleri yapmaları ve vaz, nesihat ve hutbe dinlemeleri gibi birçok güzel şeylerin yapılmasına vesile teşkil eder.
3- Vakit: Cuma namazını eda etmek için, öğlen vaktinde cemaatle eda edilecek kadar vakit olması. Eğer vakit çıkarsa veya bu
şartlardan biri oluşmazsa öğlen namazı kılınmalıdır. Fakat şartlar oluşunca Cumadan sonra tekrar öğleyi avde etmek gerekmez. Şartlara
uygun olan Cuma namazından sonra öğleyi tekrar kılmak görüşü kişisel bir görüş olup mesnedi yoktur.
Türkiye’ye özel bir durum olan kısa günlerde Cuma namazını yaklaşık bir saat ertelemek, siyaseten ve diyaneten yanlış bir uygulama
831
el-Mecmu, 4/417.
el-Mecmu, 4/419.
833
Muğni’l-Muhtac, 1/282.
834
Muhammed b. Suleyman el-Kurdi el-Medini, 2/38.
835
Beyhâkî.
836
Maverdi, Ahkam, 185.
837
Darekuti.
838
Beyhâkî, Sünenu’l-Kubra, 3/179.
839
Müslim, Cuma.
840
el-Askalani, Buluğu’l-Meram Edilletil-Ahkam, Şerh, Safiyyurrahman Mübarek.
832
108
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------olmakla beraber cumanın sıhhatı için bir engel değildir. Çünkü Cuma namazının vakti öğlenin vaktiyle eşittir.
4- Hutbe: İki hutbe okumak Cumanın şartlarındandır. Çünkü Abdullah İbn Ömer’den gelen rivâyete göre “Allah Rasûlü (s.a.v.) Cuma
günü iki hutbe okur ve aralarında otururdu.”841 Selefe göre namazın kasr edilmesi iki hutbe içindir. Şâyet hutbe okunmazsa aslına döner.
Yani öğle namazı kılınması gerekir.
Hutbenin Şartları
1- Vakit: Yani okunacak hutbeler öğle vaktinde okunmalıdır.
2- Kıyam: Bu hutbeler ayakta okunur. Câbir’in rivâyetine göre”Allah Rasûlü (s.a.v.) hutbeleri ayakta okumuştur.”842
3- Culus: İki hutbe arasında oturmak. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) bu şekil hutbe okumuştur.
4- Cemaat: Yani kırk kişinin hutbeleri dinlemesi gereklidir. Cuma namazı için cemaat ve aded şart olduğu gibi hutbeler için de şarttır.
5- Namazdan önce okunmak: Çünkü hutbe Cumanın sıhhati için şarttır, şart ise meşruttan önce gelir.
6- Hadesten ve necasetten temiz olmak: İmam Şâfiî’nin sahih ve cedid kavline göre hutbe için tahâret şarttır.
7- Setri avret: Namaz için gerekli olan örtünme hutbe için de gereklidir.
8- Her iki hutbeyi de sesli okumak: Cemaat duyacak kadar hutbeleri sesli okumak hutbenin şartlarındandır. Cuma namazını uzun,
hutbelerini de kısa tutmak daha evlâdır.
Ammar b. Yasir, Allah Rasûlü (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet eder: “Kişinin namazı uzun hutbesini kısa tutması anlayış, zeka ve
bilgisine işaret eder.”843
Şâfiî mezhebinin essah olan görüşe göre Cuma namazı asıl ve öğle namazından mustakil bir namazdır. Cuma günü öğle namazı
Cumanın fer’i (bedel)dir.844
Herhangi bir kimse imam namazda iken ikinci rekâtın rükûsuna yetişir ise o Cuma namazına yetişmiş olur. İmamın selâmından sonra bir
rekât daha kılmakla Cuma namazını kılmış olur.
Son rekâtın rükûsundan sonra yetişen bir kimsenin Cuma niyetiyle öğleyi kılması gerekir. Ebû Hanife’ye göre Cuma namazının
herhangi bir kısmında imama uyan bir kimse imamın selâmından sonra yalnız iki rekât Cuma namazı kılması gerekir. Cemaatle kılınan
namazda olduğu gibi abdesti bozulan imamın yerine halife olarak cemaattan birisinin geçmesi ezher kavle göre caizdir.845
Cuma Namazında Okunacak Hutbenin Rükünleri
Şâfiîlere göre hutbenin beş rüknü vardır.
1- Her iki hutbede Allah’a hamd etmek: Hamdın lafzı şarttır. Lafzın yerine manası veya Arapça’nın dışındaki lisanlarla hamd etmek
ittifakla kafi gelmez ve geçerli değildir.
2- Her iki hutbede Peygambere salat ve selâm getirmek: Keza hamd gibi salat ve selâm da Arapça olmalıdır.
3- Her iki hutbede cemaatin anlayacağı bir dilde tavsiyede bulunmak. Mezhebin sahih ve kat’i olan görüşüne göre vasiyet Arapça’nın
dışındaki lisanlarla da okunabilir.
4- Âyet okumak: Sahih ve mensus olan görüşe göre iki hutbeden herhangi birisinde âyet okumak yeterlidir.
5- Dua okumak: İkinci hutbede mü’minler için dua etmek Şâfiî fukahasından Buveyti ve Muzni’ye göre farzdır. Sultan için duada
bulunmak ne farz ne de müstehaptır ancak bid’attır. Fakat Müslümanların emirlerine hak ve adaletle hüküm vermeleri için, Müslümanların
birlik ve beraberliği için ve İslâm askerlerinin düşmana karşı galip gelmeleri için duada bulunmak ittifakla müstehaptır. 846
Maalesef günümüzde olduğu gibi bazı camilerde zalim, diktatör ve hain kişilere bel’amca dua edilmektedir. Bu da zalimin zulmüne
ortak olmaktır. Allah Rasûlü (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Kim ki zalimin bekası için dua ederse o yeryüzünde Allah’a isyan
edilmesini istemiş olur.”
Her İki Hutbenin Sünnetleri
1- Hutbenin rükünlerinin tertiple okunması.
2- Her iki hutbede cemaatin susması.
3- Hutbelerin minber veya buna benzer yüksek bir yerde okunması.
4- Hatibin hutbeye çıkınca yüzünü cemaate dönmesi.
5- Hatibin hutbeye çıkarken cemaate selâm vermesi.
6- Hatip minbere çıktıktan sonra ezanın okunması.
7- Hatibin, hutbeleri cemaatin anlayabileceği şekilde okuması.
8- Hatibin, eliyle ya bir değneğe ya da minberin kenarına dayanması.
9- Hatibin iki hutbe arasında oturup dua etmesi. Cuma namazına erken gitmek sünnettir. Cemaatin omuzlarından atlayarak ileri geçmek
sünnete muhaliftir. Camide sesle, davranışla ve nahoş kokularla cemaati rahatsız etmemek sünnettir.
Cuma Namazının Sünnetleri
1- Gusletmek.
2- Vücudu temiz tutmak.
3- Beyaz elbise giymek.
4- Tırnak ve benzeri şeyleri kesmek.
5- Güzel koku sürmek.
6- Hutbe okunurken dinlemek.
7- Hutbeden önce camide Kur’ân, zikir ve salavatla meşgul olmak.
8- İmama yakın oturmak.
Cumadan Sonra Öğle Namazının Hükmü ve İmamların Görüşü
Hanefî mezhebine göre, şehir veya beldede kılınan bütün cuma namazları sahihtir. Bu içtihadın dayanağı zorluğu gidermek keyfiyetidir.
Sahih bir Cuma namazından sonra cemaatle tekrar öğle namazını cemaatla kılmak tahrimen mekruhtur. Cumadan sonra öğle namazını zuhri
ahir diye yalnız başına kılmak isteyenlere bir engel yoktur. Fakat müslümanların birliğini korumak için Cuma namazından sonra öğle
namazını cemaatle kılmamak gerekir. Büyük şehirlerin durumu ve nüfus çokluğunun İslâmın ilk dönemlerindeki Medine’nin durumuna
kıyas edilmesi doğru değildir.847
Asrı saadet döneminde olsun ve sonraki dönemlerde olsun zuhri ahir diye bir namazdan bahs edilmemiştir. Doğrusu Cuma, vaktin asli
bir farzıdır. Bir şehirde birkaç Cuma kılınamıyacağı şartını ileri sürenlerin delili, İslâm’ın ilk dönemlerindeki amelî olmak ve vakıadan
841
Müslim Cuma.
Müslim, Ahmed, Beyhâkî.
843
Müslim, Cuma.
844
el-Mecmu, 4/451.
845
el-Mecmu, 4/476- 488.
846
el-Mecmu, 4/438- 440.
847
Zuhaylî, İslâm Fıkhı.
842
109
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------başkası değildir. Her ne kadar tek bir yerde Cuma namazı kılmak daha iyi ve faziletli ise de bu durum delil olarak ileri sürülemez. Çünkü
günümüzde olduğu gibi şehirlerin büyümesi ve nüfusun çoğalması bir camide cumanın kılınmasını tamamen imkânsız hale getirmiştir.
İbni Rüşd, birden fazla yerlerde Cuma namazı kılmaya engel olma hususunda sağlam bir delil bulunmadığını belirterek şöyle ifade eder:
Aksi halde bu ve bunun gibi önemli konularda Allah Rasûlü (s.a.v.)’in susmayıp açıklama yapması gerekirdi.848
Her ne kadar Şâfiî mezhebinde bir beldede ilk kılınmaya başlanan Cuma namazı muteber ise de fakat İmam Şâfiî’nin bir zaman yaşadığı
Bağdat gibi büyük yerleşim merkezlerinde birkaç camide Cuma namazının kılındığını bildiği halde karşı çıkmamış olması meseleyi daha da
netleştırır.849
Tek bir yerde Cuma namazının kılındığı Asrı saadet ve sonraki dönemlerde müslümanların sayısı az idi, halife Müslümanların hatibi
durumundaydı. Halifenin minberi, bütün müslümanlara cihad ilan etmenin, kıtlık ve veba hastalıkları gibi umumî bunalımlarda çarelerin
halka duyurulma yeri idi. Bazı tarihi sıkıntıları fetva kabul ederek İslâmın şiarı olan Cuma ve bayram namazları gibi çok önemli ibadeti
geçersiz sayıp tekrar öğle namazını halka iade ettirmenin gayri sahih olduğu kanaatindeyim.
Eğer bir belde büyük olup birkaç camide Cuma namazı kılmaya ihtiyaç duyulursa yahut günümüzde olduğu gibi bir belde çok geniş
alana dağılmış ise bu beldelerde birkaç yerde kılınan Cuma ve bayram namazları sahihtir.850 Şâfiî olan bazı âlimler Kahire, Bağdat ve Şam
gibi büyük şehirlerde Cuma namazını kılan bir kimseye tekrar öğle namazını kılmak gerekmez diye fetva vermişlerdir.851
Şâfiî mezhebinde sultanın izni olmadan Cuma namazını kılmak caizdir. Dayandıkları delil ise Hz. Osman mahsur iken Hz. Ali’nin
Cumayı kıldırmış olmasıdır. İmam Şâfiî’ye göre büyük şehir ve beldeler de Cuma namazı ancak tek yerde kılınabilir. İmam’a göre birden
fazla camide Cuma namazı kılındığı vakit ilk tekbir alınan yerin cuması geçerlidir. Günümüzde İmam Şâfiî’nin bu fetvasının Müslümanlara
zorluk getireceği bir gerçektir. Çünkü hangi mescitte kimin önce tekbir getirdiğinin bilinmesi mümkün değildir. Dolayısıyla örfe dayanan
hükümler zamana göre değişebilir diye usulcular feva vermişlerdir.
Diğer taraftan Şâfiî mezhebine mensup olan İbni Sureyc, el-Meruzi, Rafii, Ravyanî, Muzni, Gazalî, İbn Kec, Kadı Ebû Tayyib ve Hanati
gibi diğer bazı fukahaya göre Bağdat gibi büyük yerlerde bir camide cuma namazı kılmak zorlaştığı zaman birden fazla camide Cuma
namazı kılmak sahihtir. Delil ise Hac suresinin 78. âyeti ile İmam Şâfiî’nin Bağdat’ta iken en az iki veya üç değişik yerde Cuma namazı
kılındığı halde buna bir itiraz veya muhalefet etmeyişidir. Bu da yine Şâfiî fukahası tarafından rivâyet edilir. Buna delil olarak şöyle derler:
Çünkü Bağdat büyük bir şehir olduğundan Müslümanların bir yerde toplamaları sıkıntıya sebep olurdu. Durum böyle olunca Bağdat gibi
büyük şehirlerde birçok mescitte Cuma namazı kılmak caizdir. Bu da sahih bir vecihtir.852
Hanefilere göre güçlüğü ortadan kaldırmak için bir şehirde birkaç yerde Cuma namazı kılınabilir. Çünkü zaruret ve ihtiyaçlar bir tek
yerde Cuma kılmanın şart koşulmamasını gerektirir.
Eğer Cuma namazı şartlara uygun kılınmış ise hiçbir kimsenin öğle namazını iade etmesi gerekmez. Belki öğle namazını kılmak ya kaza
yerine geçer ya da sünnet olur. Çünkü farz namazların sayısı bellidir. Allah Teâlâ bir günde altı vakit namazı kullarına farz kılmamıştır.
Şâfiîlere göre Cuma namazına başka bir namazın bitiştirilmemesi sünnettir. Bunun sebebi ise sünnete uymaktır. Bunu, Müslim rivâyet
etmiştir. Gerek Cuma gerekse diğer farz namazlardan sonra kılınacak nafile namaz için yer değiştirmek veya benzeri şeylerle ayırmak
gerekir. Çünkü Muğire b. Şu’be şöyle der: “Allah Rasûlü (s.a.v.): İmam farz namazı kıldığı yerden başka bir yerde sünnet namazı kılsın.”853
buyurmuştur. Muaviye’nin rivâyet ettiği bir hadiste şöyle der: “Allah Rasûlü (s.a.v.) bize Cuma namazı ile sünnet namazı arasında ya kısa
bir sohbet ettiktan sonra veya mescitten çıkarak sünnetleri evde kılmamızı emretti.”854
Ebû Dâvûd’un rivâyetine göre bir adam Mescid-i Saadete girdi, farzı kıldıktan sonra kalkıp aynı yerde sünneti kılmaya niyet ederken
Hz. Ömer ona: “Otur, farz ile nafile arasına bir ara ver, bizden öncekiler böyle yapmamakla helak oldular” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü
“Ey Hattapoğlu, Allah seni doğruya isabet ettirdi, buyurdu.” Hz. Ömer bu şekilde nafile namazın farz namazla hemen bitiştirilerek hepsinin
farz namaz olduğu imajının doğmasını ortadan kaldırmak istiyordu.
BAYRAM NAMAZLARI
Arapça’da karşılığı “İd” olan bayram geri dönmek demektir. Bayramlarda her yıl sevinç, ferah ve akrabayı ziyaretle geri döner ve
tekrarlandığı için bu adı almıştır.
Bayram namazı hicretin birinci yılında meşru kılınmıştır. Delil olarak Enes b. Mâlik’in rivâyet ettiği şu hadistir: “Allah Rasûlü
(s.a.v.)Medine’ye gelince Medinelilerin eğlendikleri iki günleri vardı. Allah Rasûlü (s.a.v.), bu iki gün nedir, diye sordu. Onlar şöyle cevap
verdiler: Cahiliye döneminde bizler bu iki günde eğlenirdik. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah o iki gün yerine size
bunlardan daha hayırlısını vermiştir. Biri Kurban bayramı diğeri de Ramazan bayramıdır.”855
Bayram namazı ile ilgili delil âyet, hadis ve icmadır.856 Âyet Kevser suresinin ikinci âyetidir. Sünnetten delil İbni Abbas’ın rivâyet ettiği
şu hadistir. İbni Abbas şöyle demiştir: “Ben Allah Rasûlü (s.a.v.), Ebû Bekir ve Ömer ile beraber Ramazan bayramı namazlarında bulundum.
Hepsi bayram namazını hutbeden önce kıldırırlardı.”857
Şâfiîlere göre bayram namazları sünneti müekkededir. Delilleri ise şu hadistir: “Bir bedevi Allah Rasûlü (s.a.v.)’ne beş vakit namazdan
başka bir farz var mıdır, diye sormuş. Allah Rasûlü (s.a.v.)’de, hayır ancak nafile olarak kılarsan başka.”858 buyurdu.
Hanefilere göre bayram namazları Cuma namazı farz olan kimselere vaciptir ve Cuma namazında aranan şartlar bayram namazlarında
da gereklidir.
Şâfiîlere göre bayram namazı cemaatle kılındığı gibi yalnız başına da kılınabilir. Bu mezhepte köleler, kadınlar, yolcular ve çocuklar
için de bayram namazı meşrudur.
Şâfiî mezhebinde bayram namazı şöyle kılınır: Birinci rekâtta tahrim tekbirinden sonra yedi tekbir alınır. İkinci rekâta kalkış tekbirinden
ayrı yine kıraattan önce beş tekbir getirilir, eller kaldırılır ve bağlanır. Her iki namazda da kıraatın açık okunması hususunda müctehidler
görüş birliği etmişlerdir. Hanefilere göre de bayram namazlarının kılınış şekli şöyledir: İlk rekâtta kıraattan önce üç tekbir getirilir, ikinci
rekâtta da kıraattan sonra üç tekbir getirilir. Normal tekbirler hariç, artı altı tekbir alınır ve tekbirlerde eller kaldırılır; fakat bağlanmaz. İmam
bayram namazı tekbirlerin sayısını şaşırırsa cemaat ona uymaz.
848
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/152.
er-Ravda, 1/287.
850
Envar, 1/98, Mezahibu’l-Erbaa, 1/385, Tuhfetu’l-Muhtac, 2/427.
851
Remli, Nihâyetu’l-Muhtac, Cuma Bahsı.
852
el-Mecmu, 4/492.
853
Ebû Dâvûd.
854
Müslim, el-Mecmu, 3/454.
855
Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce.
856
Muğni’l-Muhtac, 1/310.
857
Buhârî, Müslim.
858
Buhârî, Müslim.
849
110
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Şâfiîlerin tekbir sayısı hakkındaki delilleri şu hadisi şeriftir. “Allah Rasûlü (s.a.v.) iki bayram namazında birinci rekâtta kıraatten önce
yedi, ikinci rekâtta yine kıraatten önce beş tekbir almıştır.”859 Bayram namazının vakti güneşin doğuşundan zavale kadar olan vakittir. En
efdalı güneş yeri doldurunca kılınmasıdır. Ramazan bayramı namazını namazdan önce fitre ödensin diye tahir etmek kurban bayramı
namazını de kurbanın kesilmesi için acele kılmak daha efdaldır. Her iki namazda da ezan ve kamet okunmaz. Sünnet olan “es-Salatu
camietun” demektir.
Bayram Namazından Sonra İki Hutbe Okunur
Cumhura göre bayram hutbesi sünnetir. Bu hutbeler Cuma hutbeleri gibidir. Ancak bu hutbeler namazdan sonra okunur ve hatip
minbere çıkınca oturmaz, ezan okunmaz. Hamdın yerine tekbirle başlanır. Birinci hutbede dokuz, ikinci hutbede ise yedi tekbir getirilir.
Bu hutbelerde bayramlarla ilgili vaazlar verilir. Müçtehidler bayram namazlarının vakti konusunda, tan yeri ağardıktan sonra başlaması
ve öğleye yakın bir zamana kadar devam etmesınde ittifak etmişlerdir. Cumhura göre birinci günü kılınamayan bayram namazları ertesi gün
de kılınabilir.860
Allah Rasûlü’nün Bayram Namazlarının Kılışı
Câbir (r.a.)’den şöyle rivâyet edilmiştir: “Bayram günü Peygamber (s.a.v.)
ile beraber bulundum. Hutbeden önce ezan ve kametsiz olarak namaza başladı, birinci rekâtın taharrum tekbirden sonra ve kıraattan
önce yedi tekbir getirdi ve kıraattan sonra rükû ve secde yaparak ayağa kalktı ve kalkış tekbirinden sonra ikinci rekâtta yine kıraattan önce
beş tekbir getirdi ve bayram namazını kıldıkten sonra Bilâl’e dayanarak ayağa kalktı ve insanlara Allah’tan korkmalarını emretti, Allah’a ve
Rasûlü’ne itaate teşvik etti, vaaz verdi ve bazı hatırlatmalarda bulundu. Sonra kadınlar tarafına geçerek onlara vaaz edip hatırlatmalarda
bulundu.”861
Teşrik Tekbirleri
Kurban bayramında eyamm-ı teşrik (teşrik günleri) üç gündür. Bugünlerde her farz namazına müteakip bir kere tekbir getirmek Şâfiîlere
göre her iki bayramda da sünnettir.
Bu tekbirlerin müddeti ise tercih edilen görüşe göre kurban bayramı günü sabah namazından başlar Zilhicce’nin on üçüncü gününün
ikindi namazıyla biter. Delil ise Hz. Ömer’in şu rivâyetidir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) sabah namazında başlar, eyyamu teşrik günlerini ikindi
namazıyla bitirirdi.”862
Ramazan bayramın tekbirleri ise arefe günü akşam namazından sonra başlar bayram namazına kadar devam eder. Bu tekbirler farz
namazlardan sonra getirilir. Okunuşu şöyledir: ‫ هللا أكبر هللا أكبر هللا أكبر ال اله اال هللا وهللا أكبر هللا أكبر وهلل الحمد‬Hacılar için bu tekbirlerin müddeti
ittifakla şöyledir: Bayram günü öğle namazından başlar teşrik günlerin sonuna kadar devam eder. Bu tekbirlerde erkek, kadın, cemaat,
münferid, misafir, mukim, büyük ve küçük herkes eşittir ve farz namazların peşinden tekbir getirmeleri sünnettir. Hanefî mezhebinde ise
teşrik tekbirleri vaciptir.
Bayramlarda Yapılması Gereken Güzel Ameller
a) Bayram gecelerini ibadet, dua ve istiğfarla geçirmek.
b) Namaza gitmeden önce gusül yapmak, tırnak kesmek ve hoş kokular sürmek.
c) Ramazan bayramında namazdan önce hurma gibi tatlı şeylerle iftar ederek mescide gitmek.
d) Aile fertlerine genişlik sağlamak, gücün dahilinde çokça sadaka vermek.
e) Akraba ve mü’min kardeşlerini ziyaret ederek onlara karşı güler yüzlü olmak.
g) Kabristana gidip ehline duada bulunmak.
h) Gelen ziyaretçilere ikramda bulunup, çocukları sevindirmek.
KUSÛF VE HUSÛF NAMAZLARI
Kusûf, güneş tutulmasına Husûf ise ay tutulmasına denir. Müçtehidlerin ittifakıyla ay ve güneş tutulması için iki rekât namaz kılmak
sünnettir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Güneşle ay kimsenin doğumu veya ölümü için tutulmaz. Ancak ikisi de Allah’ın alâmetlerindendir.
Sizler onları tutulmuş iken gördüğünüz zaman kalkınız ve namaz kılınız.”863 buyurmuştur.
Hanefilerin dışındaki cumhura göre her iki rekâtta da kıraat uzatılarak okunur. İkişer rükû yapılır. Rükû tesbihleri uzatılır. Secde
tesbihleri uzatılmaz. Hanefilerde bu namaz Cuma ve bayram namazları gibi kılınır. Bu namaz, sünneti müekkededir. Cemaatle kılındığı gibi
tek olarak da kılınır. Kusûf namazında kıraat gizli okunur, Husûf namazında ise kıraat aşikar okunur. Şâfiîlere göre kusûf ve husûf namazları
için namazdan sonra Cuma ve bayramlarda olduğu gibi iki hutbe okumak sünnettir. Buhârî ve Müslim’in rivâyetlerine göre Allah Rasûlü
(s.a.v.) bu namazı bu şekil kılmıştır.864
İSTİSKA NAMAZI
İstiska sözlükte sulamayı istemek demektir. Istılahta ise ihtiyaç duyulduğu zamanlarda Allah’tan yağmur yağdırmasını hususi
yöntemlerle talep etmektir.865 İstiskayla ilgili Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: ‫ت َويَجْ َع ْ لَك ْم‬
َّ ‫يرْ ِس ِ ال‬
ٍ ‫ال َوبَنينَ َويَجْ َع ْ لَك ْم َجنَّا‬
ٍ ‫س َما َء َعلَيْك ْم ِم ْدرَارً ا َوي ْم ِدىْك ْم بِاَ ْم َو‬
‫“اَ ْنهَارً ا‬Onlara şöyle dedim: Rabbinize istiğfar edin ki, gökten size bol yağmur indirsin, size çokça mal ve evlad ve bahçeler versin, nehirler
akıtsın.”866 ” َ‫س َما َء َعلَيْك ْم ِم ْدرَارً ا َويَ ِزىْك ْم ق َّوةً اِلى ق َّوتِك ْم َو َال تَت ََولَّوْ ا مجْ ِرمين‬
َّ ‫“ َويَا قَوْ ِم ا ْستَ ْغفِروا َربَّك ْم ث َّم توبوا اِلَ ْي ِه يرْ ِس ِ ال‬Ey kavmim! Rabbinize istiğfar edin, sonra
da ona tevbe edin ki gökten size bol miktarda yağmur göndersin ve sizin kuvvetinize kuvvet katsın.”867
İmam Şâfiî başta olmak üzere tüm Şâfiî fukahasına göre yağmur duası namazı bayram namazı gibi kılınır. Yani birinci rekâtta ihram
tekbirinden sonra yedi tekbir ikinci rekâtta da kalkış tekbirinden sonra beş tekbir getirilir ve kıraat açıktan okunur.868
İmam Ebû Hanife’nin dışındaki müçtehidlere göre yağmur duası namazı ihtiyaç duyulduğunda kılınması sünneti müekkededir. Çünkü
Ubbad b. Temim amcasından nakl etmiştir ki Allah Rasûlü (s.a.v.) yağmur duasına çıkıp iki rekât namaz kıldı, kıraatı aşikar okudu ve
ridasını tersine giyerek ellerini kaldırıp dua etti.”869
859
Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce.
Fetava Hindiye, 1/142, Muğni’l-Muhtac, 1/310.
861
Müslim.
862
Beyhâkî, Darekutni.
863
Buhârî, Müslim.
864
el-Mecmu, 5/51-64, Bidâyetu’l-Muctehid, 1/203, el-Muğni, 2/422, Muğni’l-Muhtac, 1/317, Durru’l-Muhtar,
1/788.
865
Muğni’l-Muhtac, 1/321.
866
Nuh, 71/10-12.
867
Hud, 11/52.
868
el-Mecmu, 5/74.
869
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî.
860
111
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------“Allah Rasûlü (s.a.v.) yağmur duasında hutbe okurdu sonra inip iki rekât namaz kılardı.”870 Yağmur duası namazı sünnettir. Devlet
başkanı veya naibi veyahut cami imamı halka tövbe etmeyi, sadaka vermeyi, zulümden kaçınmayı, kul hakkını ödemeyi, barışı sağlamayı ve
üç gün oruç tutmayı emreder. Dördüncü günü mütevazı bir kıyafetle ihtiyar, çocuk ve yaşlı kadınlar özellikle salih kimseler dahil olmak
üzere tüm halk ve bir kısım hayvanlar sahraya, yüksek bir yere çıkarılır ve bayram namazı gibi iki rekât namaz kılınır.
Cumhura göre namazdan sonra iki hutbe okunur, daha sonra üst giysinin yakası aşağı gelecek şekilde tersine giyilir. Bolca dua ve
istiğfar da bulunulur. Yağmur duasına salih kimseleri çıkarmak müstehaptır. Çünkü Hz. Ömer bir yağmur duasına Hz. Abbas’ı çıkararak
onunla birlikte Allah’tan yağmur istediler. Muaviye de Yezid b. Esvedi çıkararak şöyle demişti: Ey Yezid! Ellerini kaldır. Yezid de ellerini
kaldırıp Allah’a dua etti.”871 Bu hadis sağlam ve meşhurdur.872
Gerek Hz. Ömer olsun gerekse Muaviye olsun ölülerin yerine hayatta olan zâtlarla yağmur için dua istemeleri manidardır. Bazı
meşrepçilerin bunu tevessüle delil olarak göstermeleri isabetli bir husus değildir. Yağmur duası namazı kılmaksızın yağmur duası yapılması
caizdir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.)’in Cuma günü minberde iken yağmur için duada bulunduğuna dair rivâyetler vardır.873 Yağmur
namazından sonra iki hutbe okunur. Bu hutbelerde tekbir yerine istiğfar edilir. Birinci hutbede dokuz istiğfar, ikinci hutbede ise yedi istiğfar
edilir. Hutbelerde şu duayı okumak müstehaptır.
‫اللهم اجعلها سقيا رحمة وال تجعلها سقيا عذاب وال محق وال بالء وال ادم وال غرق اللهم على الظراب و االكام ومنابت الشجر وبطون االوىية اللهم حوالينا وال علينا أللهم أسقنا‬
‫ أللهم اسقنا الغيث وال تجعلنا من القانطين – أللهم انا نستغفرك انك كنت غفار ا – اللهم ظلمنا انفسنا و ان لم تغفر لنا و‬-‫غيثا مغيثا انيئا مريئا مريعا سحا عاما غدقا طبقا مجلال ىائما‬
‫ ال اله اال انت سبحانك انا كنا من الظالمين‬- ‫ترحمنا لنكونن من الخاسرين‬
Anlamı: Allah’ım! Vereceğin yağmuru rahmet yağmuru kıl ve azab verici, yok edici, bela verici, yıkıcı ve boğucu kılma. Allah’ım!
Dağlara, tepelere, ağaçların bittiği yerlere ve vadilere yağdır. Allah’ım! Yağmuru üzerimize değil, etrafımızdaki yerlere yağdır. Allah’ım!
Bize can kurtaran, içimize sinen, sonucu hayırlı, verimi artırıcı, toprağa iyi nüfüz edici, umumi, yeri kaplayan, yeryüzünü örten, devamlı
olan yağmur ver. Allah’ım! Bizi yağmurla sulandır ve bizi ümitlerini yitirmiş kimselerden eyleme. Allah’ım! Senden mağfiret diliyoruz.
Çünkü sen mağfireti bol olansın. Allah’ım! Biz nefimize zulm ettik, eğer sen bize mağfiret ve rahmet etmezsen biz husrana uğrayanlardan
olacağız. Senden başka ilâh yoktur, ancak sensin. Müşriklerin dediklerinden münezzehsin, ancak biz zalimlerden olduk.”874
Yağmur Duasında Müstehap Olan Bazı Ameller
1- İmam insanlara günahlarından tövbe etmelerini, iylik, hayır ve sadaka vermelerini, yaptıkları zulmü bırakmalarını ve varsa kul
haklarını sahiplerine ödemelerini emreder.
2- İmamla birlikte insanlar üç gün açık araziye yaya olarak çıkarlar.
3- Yağmur duasına çıkmak için gusül etmek, tırnak kesmek, etek traşı yapmak gibi temizliğe özen göstererek topluma çıkmak.
4- Duaya çıkan kişiler alçak gönüllü, zelil duruşlu, boyun eğmiş, yalvarır veziyette, eski ve temiz elbiselerle yağmur duasına katılır.
5- Allah’ın merhametini celb etmek, feryadlar, ile ihtiyaçlarını ortaya dökmek için baştan dindar ve salih kimseler, ihtiyarlar, takva
sahibi âlimler, yaşlı kadınlar, çocuklar ile dua da bulunmak.
6- Yılın ilk yağmuru yağınca herkesin mahrem olmayan bedenini açarak yağmurun değmesini sağlamak müstehaptır.
CENAZE BAHSİ
Ölüm, biri fani diğeri ebedî olan iki âlem arasında bir geçittir. Ölüm vakıası aslında bir âlemden diğerine intikal etmektir. Bu manada
ölüm yok oluş değildir. Ölüm sadece hayat değişikliği olup ruhun bedenden ayrılmasıdır. Çünkü ruh için ihtiyarlık, gençlik, eskime ve
çürüme olmadığı gibi ölmekte yoktur. Ölüm yok edicidir yok olucu değildir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Lezzetleri yok eden,
cemaatlari dağıtan ve çocukları yetim bırakan ölümü çokça hatırlayın.”875 Hastaları ziyaret edip ona dua etmek sünnettir. Çünkü Berâ b. Azıb
şöyle der: “Allah Rasûlü (s.a.v.) bize cenazelere tabi olmamızı ve hastaları ziyaret etmemizi emrederdi.”876
Ölüm döşeğinde olan bir kimse için sıkı bir tevbe, çokça şehadet getirmek ve vasiyet etmek Allah’a olan inancını kuvetlendirmek
gereklidir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ölülerinize la ilâhe illallahı telkin ediniz.”877 Diğer bir rivâyette buna şu ibareler ilave
edilmiştir: “Ölüm sırasında bir Müslüman bu kelimeyi söylerse, onu cehennem ateşinden kurtarır.” Muâz b. Cebel’den şu rivâyet intikal
edilmiştir. Allah Rasûlü: “Her kimin en son sözü la ilâhe illallah olursa cennete girer.”878 buyurmuştur. Bir rivâyette de “Ölecek kimselerin
üzerine Yasin’i okuyun.”879 Vesiyet ve tevbe ölecek kimseler için bir fırsattır. Füceten ölenler bu fırsatı kaçırmış olur. Bunun içindir ki Allah
Rasûlü (s.a.v.): “Her kul öldüğü hal üzerine dirilecektir.”880 buyurmuştur. Hz. Selman şöyle rivâyet eder: “Hz. Fatıma öleceği sırada şöyle
buyurdu: “Benim yatağımı şuraya kıbleye gelecek şekilde seriniz dedikten sonra kalkıp en güzel bir şekilde gusül aldı ve en güzel elbisesini
giydi ve şöyle dedi: Biliniz ki ben şu anda gidiciyim sonra kıbleye sağ yan üzerine uzanarak vefat etti.”881
Câbir’den gelen rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.): “Herhangi biriniz Allah’a olan inancını sağlamlaştırmadan ölmesin.”882 buyurarak
bir Müslümanın Allah onu affedeceğine inanarak huzura gitmesini talep ediyordu. Ani ölümü şöyle değerlendirmek yerinde olur
kanaatindeyim. Ölüme hazırlıklı olan mü’minler için, ölüm ve ötesinden habersiz olanlar için ani ölüm ayrı ayrı değerlendirilir. Mü’minler
için ani ölüm bir lütuf ve kolaylıktır. Fakat habersizler için de habersizce bir yakalanmadır. Hz. Âişe ve İbni Mes’ûd’dan şu rivâyet varid
olmuştur ki: “Ansızın ölmek mü’min için rahatlık, kâfirler için gazaba yakalanmadır.” Ani ölümle ölen peygamberler olduğuna dair rivâyet
vardır. İbrahim, Harun, Dâvûd, Süleyman bunlardandır. Allah’ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun.883
Ölüm düşeğinde olan bir kimseye şehadeti telkin etmek, Yasin yahut Ra’d suresini okumak müstehaptır. Ölüm döşeğinde olan kimselere
Allah’a husnü zanlı (Allah’ın onu affedeceğini ummak) olmayı tavsiye etmek müstehaptır. Cahiliyede olduğu gibi ölen kişinin üzerine
mersiyeler (şiir) okumak, hayatını ve eserlerini överek ilan etmek, haramdır. Hüzeyfe (r.a.) şöyle rivâyet etmiştir: “Allah Rasûlü (s.a.v.)’in
870
Ebû Dâvûd.
Buhârî, Hâkim, Ahmed, Nesâî, İbn-i Mâce.
872
el-Mecmu, 5/68.
873
Buhârî, Müslim.
874
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, el-Umm, 1/251.
875
Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce, Ebû Nuaym.
876
Buhârî, Müslim.
877
Buhârî dışında cemaat rivâyet etmiştir.
878
Ebû Dâvûd, Hâkim.
879
Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce, Ahmed, Beyhâkî, Beğavî, Hâkim.
880
Müslim, İbn-i Mâce.
881
el-Muhezzeb, Cenaze Bahsi.
882
Müslim, Ebû Dâvûd, Beyhâkî, Ahmed, İbn Hibban.
883
Muğni’l-Muhtac, 1/368.
871
112
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------cenaze ilanı vermeyi yasakladığını işitim.”884 İbni Ömer de şöyle demiştir: “Ölüyü ilan etmek, cahiliye dönemindeki ölü ilanıdır.885 Cenaze
namazı kılınmadan borçlarını ödemek, yemin ve oruç kefâretini vermek ve onun adına cemaatten helâllik istemek ölü için ferahlık, varisler
için de bir görevdir.
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ödeyinceye kadar mü’minin ruhu borcuna bağlıdır.”886 Allah Rasûlü (s.a.v.)’in üzerinde kul
hakkı bulunan kimselerin cenaze namazını kılmadığına dair sahih rivâyetler vardır. Techizatı tamamlanan cenazenin tehiri mekruhtur.
Günümüzde olduğu gibi uzaktan gelen yakınları için cenaze defnini ertelemek haramdır. Bu hususta sahih hadisler rivâyet edilmiştir.
Bunlardan biride Hz. Ali’nin hadisidir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Ey Ali! Üç şey tehir edilmez. Vakti gelince namaz, hazırlanan cenazenin defni
ve dengi bulunan bekar kızın evlendirilmesi.”887 buyurmuştur.
Ölü için Gerekli Olan Şeyler
1- Ölüyü yıkamak.
2- Ölüyü kefenlemek.
3- Namazını kılmak.
4- Defn etmek.
Ölüye yapılması gereken ilk techiz görevi onun yıkanmasıdır. Ölüyü yıkamak farzı kifayedir. Çünkü devesinden düşüp ölen bir kimse
için Allah Rasûlü (s.a.v.): “Onu sedir suyu ile yıkayın.”888 buyurmuştur. Ölüyü yıkamaya evlâ olan babası sonra dedesi sonra oğlu sonra
torunu sonra kardeşidir. Bunlar ancak ölünün katili kimseler ise yıkama yetkileri kalkar. Koca ölen karısına şehvetsiz bakabilir. Cumhura
göre ölen bir erkeki yabancı kadınlardan başka kimse bulunmadığı yerde yabancı kadın ancak ölüyü teyemmüm yapmakla yetkilidir.889
Ölüyü yıkamanın en azı, vücudunda bulunan necaset ve kiri giderdikten sonra bütün bedeni temiz su ile bir defa yıkamaktır. Ölüyü
yıkamanın en mükemmel şekli ise, avret yerinin örtülerek baş tarafı biraz yüksek tutulur. Sol el ile karnı üzerinden, yukarıdan aşağıya doğru
karnı sıvazlanır ki bir necaset varsa çıksın. Sonra ölüyü yıkayan sol eline bir bez sarar, ölü sırt üstü çevirilir, ön ve arka tarafı yıkanır. Daha
sonra sağ eline eldiven gibi ikinci bir bez sarılarak ölünün dişleri ve burun delikleri iyice yıkanır. Sonra canlı bir insan gibi ona abdest
aldırılır. Abdest aldırılırken ölüye sünnet olan abdesti aldırmaya niyet ettim denir.
Ölüyü yıkayan kişi, ölüye aldırdığı abdesten sonra ölüyü, önce başından ve yüzünden başlayarak sabun ve benzeri şeylerle yıkar. Saçını,
varsa sakalını tarar, dökülen kıl ve tüyleri toplar kefenin arasına koyar. Ölünün yıkamasından sonra çıkan necaset eğer ölü kefenlenmemişse
o zaman necaseti tekrar yıkamak gerekir. Şâyet kefenlendikten sonra herhangi bir yerinde necaset zuhur etmişse ihtilafsız ne abdeset
aldırmaya ne de necaseti yıkamaya gerek kalmaz. Keza kefenlendikten sonra yabancı olan birinin perdesiz cenazenin bedenine dokumasıyla
yine abdest aldırmaya gerek yoktur.890
Adetli kadın ile cünüp olan bir kimse için ölüyü yıkamak caizdir. Ölünün saç ve tırnakları kesilmez. Daha sonra yüzü sağ ve sol tarafı
yıkanır. Sağ yanı üzerine çevrilerek sırtının sol kısmı da yıkanır. Bu yıkama üç defa tekrarlanır. Ölü ihramda değilse yıkandıktan sonra da
kafur gibi güzel kokulu şeyler sürülür.891 Hanefilerin dışındaki cumhura göre hayatta olduğu gibi ölümünden sonra da eşlerin birbirini
yıkamaları caizdir. Cumhurun delili şudur: “Hz. Âişe bir keresinde “vay başım!”diye sızlanıyordum dedi. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Belki
benim vay başıma!” buyurdu. Benden önce ölsen, sana bir zarar olmaz. Ben seni yıkar, kefenler, sonra üzerine namaz kılar ve defn
ederim.”892 buyurdu. Hz. Ali de Hz. Fatıma (r.anha)’yı yıkamıştır. Hz. Ebû Bekir de hanımına kendisini yıkamasını vasiyet ettiğine dair
rivâyetler vardır.893
ÖLÜNÜN KEFENLENMESİ
Ölünün ikinci techiz işlemi kefenlenmesidir. Kefenin en azı vücudunu kapatacak bir örtü ile ölüyü kefenlemektir. İhramda iken ölen bir
kimseye koku sürülmez ve erkek olan ölünün başı örtülmez. Kefenin en uygunu gerek zengin gerekse fakir olsun ölünün malından olmasıdır.
Kefenin en uygunu ve ekmeli ise ölü erkek olursa, her biri ölünün başından ayağına kadar üç parça bez ile kefenlemektir. Dört veya beş
kefenle kefenlemek de caizdir. Çünkü Abdullah b. Ömer ailesini beş kefenle kefenlemişti.894 Bunlar, üçü boydan boya; biri sarık ve biri de
gömlektir. Şâfiîlere göre erkeği üç kadınları da beş kefenle kefenlemek müstehaptır.895
Hz. Âişe (r.) şöyle bir hadis rivâyet eder: “Rasûlullah (s.a.v) içinde gömlek ve sarık olmayan, bembeyaz pamuklu, üç katlı elbise ile
kefenlendi.”896 Eğer ölü kadın ise en uygunu kefenin beş parça olmasıdır. Bunlar üçü boydan, biri peştemal ve biri de gömlektir. Gömlek
yerine eşarp rivâyeti de vardır. Kefenin sünnet olanı beyaz olmasıdır.897
CENAZE NAMAZI
Cenaze namazı farz-ı kifayedir. Cenaze namazı, hicretin birinci yılında meşru kılınmıştır. Şâfiî mezhebinde cenaze namazı mescitte
kılmak caizdir. Çünkü Hz. Âişe (r.) Allah Rasûlü (s.a.v.)’in Suheyl b. Beyda’nın cenaze namazını mesitte kıldığını rivâyet eder.898 Cenaze
namazında efdal olanı cemaatle kılınanıdır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Herhangi bir Müslüman ölür de üç saftan oluşan Müslümanlar
onun cenaze namazını kılsalar cennet ona vacip olur.”899 buyurmuştur. Cenaze namazını tek tek kılmak da caizdir. Çünkü Allah Rasûlü’nün
cenaze namazını sahâbelerin tek tek kıldıkları İbn Abbas’tan rivâyet olunur.900
Cenaze namazı için ilan vermek Şâfiî fukahasının bazılarına göre mekruhtur. Delil olarak Huzeyfe b. el-Yemani’nin vasiyeti gösterilir:
884
Tirmizî.
Muhezzebi, Cenaze bahsi.
886
Ahmed, Tirmizî, İbn-i Mâce.
887
Ahmed, Tirmizî.
888
Buhârî, Müslim.
889
el-Mecmu, 5/119.
890
el-Mecmu, 5/136.
891
Buhârî, Müslim.
892
Ahmed b. Hanbel.
893
el-Mecmu, 5/113-122.
894
Beyhâkî.
895
el-Mecmu, 5/159.
896
Buhârî, Müslim.
897
Buhârî, Müslim.
898
Müslim.
899
Ebû Dâvûd, Tirmizî.
900
Beyhâkî.
885
113
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------“Ben ölünce benim cenaze namazım için ilan vermeyin.”901 Cenaze namazını kıldırmaya en evlâ baba sonra dede sonra oğul sonra torun
sonra kardeş sonra amca gelir. İmam Şâfiî’nin sahih görüşüne göre vali ile veli veya cami imamı ile veli bir araya gelseler velinin namazı
kıldırması evlâdır. Şâfiîlerin çoğuna göre cenaze namazı için başkasına vasiyet edilse bile cenazenin velisinin namazı kıldırması gerekir.902
Şâfiî mezhebinde diğer namazlarda aranan şartlar cenaze namazı için de gereklidir. Erkek kadın ve çocuklardan oluşan cenazeler arasındaki
sıralama şöyledir. Ön sırada yani kible tarafında kadınlar arkasında çocuklar ve en arkada yani imama en yakın erkekler dizilecek.
Cenaze namazının şartları diğer namazların şartlarıyla aynıdır. Yani cenaze namazında tahâret, abdest, kıble, setri avret ve kıyam gibi
gereken şartların bulunması lazımdır. Şâfiî mezhebinde su bulunduğu halde namazın fevtinden korkulsa bile teyemmüm caiz değildir.
Hanefilere göre namazın geçmesinden endişe edildiği takdirde teyemmüm yapılıp namaz kılınabilir. Keza Hanefî mezhebinde cenaze
namazındaki üçüncü tekbirden sonra Arapça’nın dışındaki lisanlarla da dua yapmak caizdir. İmamiye, Cerir et-Taberî ve Şabiye göre cenaze
namazı için tahâret şart değildir. Çünkü onlara göre cenaze namazı duadır. Bu nedenle kıraata gerek görülmemiştir.903
Cenaze Namazının Rükünleri ve Kılınış Şekli Şöyledir:
a) Niyet etmek. Yani cenaze namazını kılmaya diye niyet etmek gerekir.
b) Ayakta durmak. Yani cenaze namazında kıyam şarttır.
c) Başlangıç tekbirini almak. Yani teharrum tekbirini almak.
d) Dört zevaid tekbiri getirmek.
Niyet şöyle getirilir: Bu meyyitin, farz-ı kifaye olan, namazını kılmaya niyet ettim. Uydum imama Allahu ekber. Birinci tekbirden
sonra, Fatihayı şerif okunur. Şâfiî mezhebinde cenaze namazında Fatihayı okumak ittifakla farzdır. Cenaze namazı gerek gündüz gerekse
gece kılınsın kıraat gizli okunur. İkinci tekbirden sonra Peygamberimize salavat getirilir. Salavatın en uygunu namazda okunanıdır.
Üçüncü tekbirden sonra meyyite dua edilir. Meyyite şu dua okunur:
‫“ أللهم اغفر لحينا و ميتنا وشاادنا وغابنا وصغيرنا وكبرنا وذكرنا وانثانا اللهم من احييته منا فاحيه على االسالم ومن توفيته منا فتوفيه على االسالم وااليمان‬Ey Allah’ım!
Hayatta olanlarımıza, ölmüş olanlarımıza, hazır olanlarımıza, gayip olanlarımıza, küçüklerimize, büyüklerimize, erkeklerimize ve
kadınlarımıza mağfiret et. Ey Allah’ım! Bizden kime hayat verdiysen onu İslâm üzerine dirilt ve bizden kimi öldürdüysen onu İslâm ve imân
üzerine öldür.”
Dördüncü tekbirden sonra sağa sola selâm verilir. Dördüncü tekbirden sonra ‫ أللهم ال تحرمنا أجره وال تفتنا بعده‬duasını okuduktan sonra selâm
vermek daha evlâdır.
Cenaze namazına sonradan kavuşan kimseler imamın selâmından sonra kalan tekbirleri getirmeleri gerekir. Cenaze namazı kılındıktan
sonra acele defin edilmesi gerekir. Cenazenin bozulmasından endişe yoksa cenazenin velisini cenaze namazını kılması için beklemek caizdir.
Bir kere cenaze namazını kılanın tekrar kılmasında bir beis yoktur.904
Cenazeyi kabristana götürürken sesli olarak herhangi bir zikir veya tekbir getirmek bid’attır. Erkeklerin refakat etmesi sünnettir. Fakat
kadınların refakat etmeleri ve kabristanı ziyaret etmeleri mekruhtur. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) bunu yasaklamıştır.905
Peygamberimiz (s.a.v.) erkeklere cenazenin arkasından gitmeyi, hastayı ziyaret etmeyi, davete icabet etmeyi ve mazluma yardım etmeyi
emretmiştir.906
İttifakla Şâfiî mezhebinde Müslümanların ayrılmış organları üzerine cenaze namazı kılmak gerekir. Ancak Hanefilere göre cenazenin
yarısından fazla olmasıyla caiz olur. Şâfiî mezhebinde organın azı veya çoğu önemli değildir. Yani ölü olan bir Müslümanın ayrılmış bir
organı velev ki bir parmağı da olsa yine yıkanıp cenaze namazı kılınmalıdır. Sahibi hayatta olan bir kimsenin ayrılmış organı için cenaze
namazı kılınması meşru değildir.
Gıyabi Cenaze Namazının Hükmü
Gıyabi cenaze namazı kılmak caizdir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) sahâbilerle Necaşi’nin cenaze namazını gıyabi olarak kıldığına dair
sahih rivâyetler vardır.907
Ancak cenaze yakında veya aynı şehirde bulunursa o zaman gıyabi cenaze namazı caiz olmaz. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) ancak belde
de bulunup hazır olan cenazenin namazını kıldırmış olduğu bilinmektedir. Çünkü gıyabi cenaze namazından illet meşakatin mevcudiyetidir.
Şâfiî mezhebinde uzaklarda olan cenazenin gıyabi cenaze namazı caiz görülmüştür. Bu cenaze gerek kıble cihetinde olsun gerekse diğer
cihetlerde olsun fark etmez. Ancak cenaze namazı kılanın kıbleye doğru durması şarttır. Keza cenaze ile cemaat arasındaki mesafe uzaklığı
dikkate alınmaz. Yani cenaze dünyanın neresinde olursa olsun gıyabi cenaze namazına engel teşkil etmez.
Hanefî mezhebinde gıyabi cenaze namazı meşru değildir. Onlara göre Allah Rasûlü (s.a.v.)’in Habeş Necaşisi Eshame’nin gıyabi cenaze
namazını kılarken Allah tarafından yer dürülüp ve cenaze Peygamberin huzurunda bulunduğu için kılmıştır. İmam Nevevî bu hususta şöyle
der: Şâyet böyle bir kapı açılırsa o zaman şeriatın zâhirine itibar edilmez. Diğer yanda şâyet böyle bir olağanüstü bir durum olsaydı bu
rivayetin tevaturen nakl edilmesi gerekirdi. Tebûk’te Muaviye b. Muaviye el-Leysi’nin Cebrail’in Allah Rasûlü’ne haber verip ve yerin
katlanması ve gıyabi cenaze namazıyle ilgili Alla b. Zeyd’in rivâyet ettiği hadis ise zayıf oluşuna dair ittifak edilmiştir.908
DÜŞÜK VE ŞEHİDİN HÜKMÜ
Ölülerden iki sınıf var ki ne yıkanır, ne de namazları kılınır. Birincisi: Müşriklerle yapılan savaşta şehid düşen. İkincisi: Ana rahminden
düşük olarak doğup ses çıkarmayan ölü çocuk. Doğarken ağlama sesi gibi ses çıkardıktan sonra ölen bir çocuk hem yıkanır hem de cenaze
namazı kılırı. Çünkü Câbir’in rivâyetine göre Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Doğup ses çıkardıktan sonra ölen bir bebek yıkanır,
namazı kılınır, varis olur ve varis olunur.”909 Çünkü İslâm’da ona miras, diyet, yıkanma ve cenaze namazı gibi dünyalık bazı hükümler sabit
olur. Fakat doğup ses çıkarmadan ölen bir bebek için Şâfiî mezhebinin essah görüşüne göre yıkanmadığı gibi namazı da kılınmaz. Çünkü
ona dünyalık bir hüküm sabit olmaz. Ancak bir beze sarılıp mezarlığın içinde defn edilir.
ŞEHADET
Şehid Arapça bir kelime olup “şehide” fiilinden türemiş bir isimdir. Mastarı “şehadet” olan şehidin çoğulu “şuheda”dır. 910
Allah Yolunda Şehid Olmanın Mükafatı
Şehid türevleriyle Kur’ân’da elliye yakın yerde geçmektedir. Şehid aynı zamanda Yüce Allah’ın isimlerinden biridir. Allah Rasûlü
901
Tirmizî, İbn-i Mâce, Beyhâkî.
el-Mecmu, 5/175.
903
el-Mecmu, 5/177.
904
el-Mecmu, 5/200.
905
Buhârî.
906
Buhârî.
907
Buhârî, Müslim, Nesâî, Tirmizî.
908
el-Mecmu, 5/206.
909
Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce, Hâkim, Beyhâkî.
910
el-İsfahanı, el-Mufredat.
902
114
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------(s.a.v.) şehadetin yüksek derecesi ile ilgili şöyle buyurmaktadır: “Muhammed’in nefsini elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, Allah
yolunda savaşmak ve öldürmek, sonra savaşmak ve yine öldürmek, sonra yine savaşmak ve öldürmek isterdim.”911 Şehadet, imân ve akide
uğrunda canını veren kimse için en üstün mertebedir. Bu sebeple her devirde başta peygamberler olmak üzere ümmet ve cemaatler Allah’ın
dinini korumak için kendilerini ve evladlarını kurban vermişlerdir.
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cennete giren hiçbir kimse, velev ki dünya üzerindeki herşey kendisine verilsin, dünyaya
dönmek istemez, ancak şehid müstesna. Şehid göreceği ikramdan dolayı tekrar dünyaya döndürülüp on defa daha öldürülmeyi temenni
eder.”912 Şehidin kul hakkı olan borcu dışında bütün günahları mağfiret olunur.
Şehide şahidlik edecek birçok şey olduğundan kendisine bu ad verilmiştir. Meselâ kanı şahid, cennetlik olduğuna şahidlik edilmiş
olması ve rabbi katında yaşıyor olması gibi birçok şahidlik vardır.
Şehid Kime Denir?
Bu hususta müçtehidlerin farklı görüşleri vardır. Şâfiîlere göre şehid kâfire karşı cihad ederken savaş sona ermeden ölen müslüman
kişidir. Onlara göre savaş esnasında öldürülen bir müslüman ister düşman silahıyla ister yanlışlıkla arkadaşının silahıyla, ister kendi silahıyla
yahut başka bir sebeple öldürülsün şehittir.
Hanefiler ve Hanbelilere göre şehid harp esnasında düşmanlar tarafından öldürülen veya asiler, yol kesen eşkiyalar, evine baskın sonucu
hırsız ve gasıp tarafından öldürülen ve herhangi bir yerde can, mal ve namusuna yapılacak saldırıya karşı savunmada öldürülen kimsedir.
Dayandıkları delil ise Sa’d b. Ubade’nin naklettiği şu hadistir: “Her kim canını korumak için öldürülürse şehittir. Her kim malını korumak
için öldürülürse şehittir. Her kim aile ve namusunu korumak için öldürülürse o da şehittir.”913
Bu iki mezhebte de cünüplük, hayız ve nifasdan temizlenmiş olmak hüküm bakımında şarttır.914 İmam Ebû Hainfe'ye göre çocuk, akıl
hastası, cünüp, hayız ve nifasta olan kimsler şehid olurlarsa yıkanırlar. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) Hanzele için “Meleklerin onu yıkadığını
gördüm.” buyurmuştur.915 Mâlikilere göre şehid müşriklerle girdiği savaşta öldürülür veya düşmandan almış olduğu darbeyle komada savaş
alanından ayrılarak başka bir yerde ölen bir kimsedir. Şâfiîlere göre hayız, nifas ve cünüplük şehadetin hükmünü kaldırmaz.916
Şehidle İlgili Bazı Özel Hükümler
Şehidin defni, yıkanması, kefenlemesi ve namazının kılınması hususunda müçtehidlerin farklı bazı görüşleri vardır. Hanefilerin
dışındaki cumhura göre şehid yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine cenaze namazı kılınmaz. Ancak kan dışındaki necaset varsa yıkanır.
Cumhurun dayandıkları delil ise Câbir’in naklettiği Uhud şehidleri hakkındaki hadistir. O şöyle buyurur: Allah Rasûlü (s.a.v.) Uhud
şehidlerinin kanlarıyla gömülmelerini emretti, onları yıkamadı, üzerine cenaze namazı da kılmadı.”917 Cumhura göre cünüp, hayız, nifas ve
akıl baliğ olmayan kimseler savaş esnasında şehid olurlarsa diğer şehidler gibi yıkanmazlar. Şehidin kanı yıkanmaz, elbisesi çıkarılmaz.
Ancak üzerindeki kürk, silah, mest, silah ve benzeri giyim, kuşamı varsa çıkarılır. Allah Rasûlü (s.a.v.) “Onları kanları ile gömün.”918
buyurmuştur.
Şehid Üç Kısımdır:
a) Hem dünya hem de ahiret şehidi. Bu da savaşta öldürülen şehittir. Çünkü yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine cenaze namazı kılınmaz.
b) Dünya şehidi. Yani dünyalık için öldürüldüğü için yalnız dünya şehidi olur. Meselâ ganimet getirmek için veya gösteriş için yahut
toprak kazanmak için savaşıp öldürülen bu kısımdandır.
c) Ahiret şehidi. Yalnız ahiret şehidi şunlardır. Savaş dışında zülmen öldürülen, meşru olan gurbette ölen, karın ağrısından vefat eden,
suda boğularak ölen, ateşte yanarak ölen, doğum sancısından ölen, enkaz altında kalarak ölenler, zülme karşı çıkarken öldürülen, yırtıcı
hayvanlar tarafından parçalanarak ölen, can, mal ve namusunu korurken öldürülen kimseler ahiret şehididir. Yani yıkama, kefenleme ve
cenaze namazı gibi dünyalık olarak normal muameleler yapılacaktır.
Namaz Kılmayanın ve İntihar Edenin Cenaze Namazı Kılınır Mı?
Namazı kılınacak cenazenin Müslüman olması şartında ittifak edilmiştir. Delili, şu âyeti kerimedir: ‫ص ِّ عَلى اَ َح ٍد ِم ْنه ْم َماتَ اَ َبدًا َو َال تَق ْم عَلى‬
َ ‫َو َال ت‬
919
َ‫اسقون‬
ِ َ‫اهلل َو َرسولِه َو َماتوا َوا ْم ف‬
ِ ّ ِ‫“قَب ِْره اِنَّه ْم َكفَروا ب‬Onlardan (münafıklardan) ölen birinin namazını hiçbir zaman kılma” diye Allah Teâlâ
peygamberimizi uyarmıştır.
Hanbelî, Evzaî ve Ömer b. Abdulaziz’e göre intihar eden kimsenin cenaze namazı kılınmaz. Dayandıkları delil Câbir b. Semure’nin nakl
ettiği şu hadistir: “Allah Rasûlü (s.a.v.)’e kendisini enli oklarla öldüren biri getirildi. Allah Rasûlü cenaze namazını kılmadı.”920
İmam Ahmed: “Biz Allah Resûlü’nün intihar eden veya ganimet malına ihanet edenin dışında cenaze namazını terk ettiği bir kimseyi
bilmiyoruz” buyurmuştur.
Fakat diğer imamlara göre, herhangi bir sebepten dolayı intihar edenin, ganimet malında ihanet edenin, namaz kılmayanın ve zinadan
doğan çocuğun cenaze namazı kılınabilir.921 Delilleri ise şu hadistir: “İster takva ehli ister fasık olsun büyük günah işlese de her Müslüman
üzerine cenaze namazı kılmak farzdır.”922
Cumhura göre kısasdan, zina cezasından veya namazın terkinden dolayı öldürülen kimseler yıkanır, kefenlenir ve cenaze namazı da
kılınır. Çünkü İmran b. Hasin’in rivâyetine göre Allah Rasûlü (s.a.v.) recm edilenlerin cenaze namazını kılmıştır.923
İsyancının Cenaze Namazı Kılınır Mı?
Cumhura göre İslâm devletine karşı baş kaldırıp öldürülen kimselerin cenaze namazı kılınmaz. Fakat İmam Mâlik’e göre ise onun
cenaze namazı halk tarafından kılınabilir.
Şâfiî âlimlerinden Irakî (ö. H. 806)’ye göre Müslüman olan isyancılardan öldürülenler yıkanıp kefenlenirler ve cenaze namazı da
kılınır.924 Bu hüküm hak ve hakikatın korunması için var olan, dinî mukaddesatı gözeten, adalet ve doğruluktan ayrılmayan ilâhî hükümleri
icra edip hayata geçiren hükümete karşı baş kaldıranlar içindir. Aksi takdirde meşru olmayan hükümetlere karşı mücadele veren Müslüman
bir kimse asi değil bilakis mücâhittir. Böyle bir kimse öldürülürse şahadetinden dolayı müçtehidlere göre yıkanmaz ve namazı kılınmaz.
911
Buhârî, İmân, Müslim, İmân.
Buhârî, Cihad, Müslim, İmân, Nesâî, Cihad.
913
Müslim, İmân.
914
Durru’l-Muhtar, 1/848, el-Muğni, 2/535.
915
Neylu'l-Evtar, 4/29.
916
el-Mecmu, 5/223, Muğni’l-Muhtac, 1/350-361.
917
Buhârî, Müslim.
918
Nesâî, Cenaze, Ahmed, Beyhâkî.
919
Tevbe, 9/84.
920
Müslim.
921
el-Mecmu, 5/223.
922
Beyhâkî.
923
Buhârî, Müslim.
924
el-Mecmu, 5/223.
912
115
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Bugün hayasızlık, ahlâksızlık ve bütün sapık fikirlere karşı malıyla, bedeniyle, kalemiyle ve her türlü fikri çalışmarı ile İslâmî
mukaddesatları savunan kimseler cihad görevini bir nebze de olsa yapmış olur. Bu yolda ölenler şehadet derecesine kavuşmuş
bulunmaktadırlar. Günümüzde ucuzlanan şehadet, ne dünya ne de ahiret şehadetidir. Çünkü şehadetin içi boşaltılmış ve özünden
uzaklaştırlmıştır. Herkese göre onunki şehid ötekinin kanı helâldir. Bugünlerde ateist, dinî vecibelerden uzak, menhiyatları alabildiğine
işleyen ve şehadetin ne olduğunu bilmeyen kimselere şehid denilmektedir. Aslında şehadet ve şefaat Allah’ın yetkisindedir, Allah tarafından
şehidlik hükmü ve şefaat izni kimin hakkında verildi ise ancak o, şehid olabilir ve o kimselere şefaat edilebilir.
Diğer taraftan Allah kendisine imân etmeyen, şehadetin ne olduğunu bilmeyen, onun için yola çıkmayan ve şehadetin kaynağı olan
İslâm dininde haberi olmayan düşmanına ne diye ödül versin ki. Çünkü şehid olmada ölçü, Allah’ın rızasıdır. Allah rızası için mücadele
eden, O’nun adını yüceltmek için çaba sarf eden ve cihad içinde bulunmuş ve bu yolda canını veren bir kimse süper şehiddir. Şehadet, Allah
tarafından bedel ödeyen kullarına tebrik, takdir ve yüksek bir ödülle mükafatlandırmadır. ‫هللا اَ ْم َواتًا بَ ْ اَحْ يَا ٌء ِع ْن َد َربِّ ِه ْم‬
ِ ّ ِ ‫َوالَتَحْ َسبَنَّ الَّذينَ قتِلوا فى َسبي‬
َ‫“يرْ زَ قون‬Allah yolunda öldürülenleri, ölüler sanmayın! Bilakis onlar diridirler.”925
Cenaze Namazında Kadınlarla İlgili Hükmü
Cenaze namazında, özellikle kendilerini laik Müslüman diye takdim eden birtakım tesettürsüz kadınların, konu mankenliği yaparak
erkeklerin arasına karışıp cenaze namazı kılmaları medyanın oldukça ilgisini çekmiştir. Şimdi bu konuyla ilgili mezhep imamlarının
görüşlerini ele alalım: Şâfiîler kadınların cenazeye katılmalarını mekruh gürmüşlerdir.926
Hanefilere göre kadınların cenaze için çıkmaları tahrimen mekruhtur.927 Mâlikilere göre fitne olmadığı takdirde cenazenin birinci
derecede yakını olan kadınlar çıkabilirler. Aksi takdirde kadınların cenazeye iştirak etmeleri haramdır.928 İmam Mâlik ise şöyle demiştir: Her
halukârda kadınların cenazeye katılmaları mekruhtur.929 Hanbelilere göre kadının cenazeye katılması mekruhtur ve genç kadınların
katılmalarını haram saymıştırlar.930
CENAZENİN DEFNİ
Cenazeyi kabristana götürürken hızlı adımlarla gitmek müstehaptır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cenazeyi hızlı
götürün eğer salih biri ise hayra bir an önce kavuşsun, şâyet salih değilse bir an önce omuzlarınızdan indirmiş olursunuz.”931
Cenazenin arkasında yaya yürümek müstehaptır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) bize cenazenin arkasında gitmeyi, hastayı ziyaret etmeyi,
hapşıranı rahmetle anmayı çağırana icabet etmeyi ve mazluma yardım etmeyi emretti.”932 Gayri müslim olan akrabanın cenazesine katılmak
caizdir. Cenazenin arkasında sesli ağlamak ve ateş yakmak mekruhtur.
Ölünün Defni İle İlgili Hükümler
Ölü çürümeden yerine başka ölüleri defn etmek zaruret hali hariç caiz değildir.
Müslümanları kâfirlerin kabristanında kâfirleri de Müslümanların kabristanında defn etmek caiz değildir. Cenazeyi yıkama kimlerin
hakkıysa kabre indirme görevi de onların hakkıdır.
Namazı kılınmamış bir kimsenin cenaze namazını kabrin üzerine kılmak caizdir. Şâyet cenaze kıblenin başka yönlerine doğru konulmuş
ise veya yıkamadan defn edilmiş ise cenazenin bozulma endişesi yoksa çıkarılır ve yeniden yıkanır.933
Kabirde kıymetli bir mal unutulmiş ise tekrar açılır ve o mal çıkarılır. Keza tesbit edilen canlı çocuk veya kıymetli mücevher ölü
tarafında yutulmuşsa karnı yarılır o malı sahibine teslim etmek kaydıyla çıkarılır.934
En efdalı, kabri lahd olarak kazımaktır. Eğer toprak yumuşaksa kabrin ortasında bir kanal açarak cenazeyi oraya uzatmak caizdir. Kabrin
yüksekliği, bir adam boyu kadar olmalıdır. Eninin ise 90 cm. olması kafidir. Kabir üzerine bina yapmak, kabri süslemek, mermerlerle
bezemek, övgüyle yazı yazmak, kabri anıt haline getirmek, ziyaret ederken kabirdekine tazim göstermek, ondan şifa, evlat, medet beklemek,
kabrin taşını, toprağını öpmek veya teberrük niyetiyle getirip kullanmak, kabristanda kurban kesmek, ölüden dilek dilemek, kabristandaki
ağaçlara çaput bağlamak gibi tevhide aykırı ve kişiyi şirke götürecek davranışlar bid’attır, haramdır. Bu gibi hurafelerden sakınmak vaciptir.
Gerek ölülere gerekse dirilere tazimin haram olduğu herkesçe bilinmelidir. Fakat bazı saygı değer zâtlara saygı hürmet ve edep
insanlığın gereklerindendir. Kabristana gitmedeki amaç, oradaki ölülere Kur’ân okuyup dua etmektir. Gidip onlardan dua beklemek ise bu
cehalettir. İslâmî esasları görmezlikten gelmektir. Çünkü ölü kim olursa olsun ziyaretine gelenlerin ve geride kalanların dualarına muhtaçtır.
Bilinen Telkinin Hükmü Nedir?
Müçtehid imamlar telkin hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bu imamların kimisine göre, telkin sünnet, kimisine göre müstehap ve kimisine
göre de mekruhtur. Ebû Dâvûd ve Hâkim’in Hz. Osman’dan naklettiklerine göre, Allah Rasûlü bir meyyitin defin işlemini bitirince kabri
başında durdu ve şöyle dedi: “Kardeşinize istiğfarda bulununuz ve dilinin sabit kalması için dua ediniz! O, şu anda sorgulanmaktadır.”
Telkin Şâfiîler ve Hanbelilere göre, müstehaptır. Hanefilere göre mubah, Mâlikilere göre ise mekruhtur. İmam Nevevî telkinle ilgili
rivâyet edilen Ebû Emame’nin hadisinin zayıf olduğunu ve yalnız Şam ahalisinin onunla amel ettiğini söyler.935
Kabir Ziyaretinin Adabları
1- Abdestli olmak.
2- Kısa bir zaman için de olsa ahireti düşünmek.
3- Sağlığındaki yaklaşma ölçülerini, ziyaret esnasında da korumak.
4- Yanına vardığında Peygamber (s.a.v.)’in öğrettiği gibi selâm vermek. “Bu yurtta bulunan mü’min ve Müslümanlara selâm olsun,
inşallah bizde size yetişiriz, bizler ve sizler için Allah’tan afiyet dilerim”936
Kabir Ziyaretinin Mekruhları
1- Yukarıda zikredilen sünnetleri terk etmek.
2- Yüksek sesle ağlayıp gürültü yapmak.
3- Peygamberin kabri de olsa onun taş ve demirini öpmek, onlara asılıp yapışmak.
4- Erkek-kadın karışık olarak ziyaret etmek.
925
Al-i İmran, 3/169.
el-Mecmu meal Fethu’l-Aziz, 7/277.
927
İbn Abidin, Durru’l-Muhtar, 2/624.
928
el-Hurşi, 2/132.
929
Şerhu’z-Zerkani, 2/56.
930
el-Muğni ve Şerhu’l-Kebir, 2/364, el-Mebdu, 2/264.
931
Cemaat rivâyet etmiştir.
932
Buhârî, Cenaiz, Müslim, Cenaiz.
933
el-Mecmu, 5/260.
934
el-Mecmu, 5/263
935
Fetava İmam Nevevî.
936
Müslim.
926
116
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------5- Kabrin yanında mum yakmak, çaput bağlamak vs.
Kabirleri mermer ve diğer taşlarla süslemek haramdır. Çünkü bu tür şeyler ölüye hiçbir fayda sağlamaz. Bunlar sadece övünme ve
gösteriş manasına gelir. Bunun için harcanan paraların İslâm yolunda, hayır kurumlarına, fakirlere, vakf-ı cariye ve ihtiyaç duyulan yerlere
harcanması kat kat sevap kazandırır.
Bölgedeki halk arasında ziyaret denen kabirlere, kadın, erkek, gelin ve kızların süslenerek gitmeleri ve bazen de bunun İslâm dininde
meşru olmadığını bilerek, kabir başında kurban kesmeleri ve orada yatan kişilerden kader, şifa, evlad, rızık ve medet beklemeleri şirktir.
Bazı insanların kabir taşına yüz sürmeleri, öpmelerı, etrafında tavaf edercesine dönmeleri haramdır ve sakınılması vaciptir. Kabir
ziyaretinin amacı başta ölümü hatırlamak olmak üzere ölüye dua etmek, rahmet dilemek ve günahların affı için istiğfarda bulunmaktır. Allah
Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurur: “Ben annemin mağfireti için rabbimden izin istedim, bana izin vermedi. Fakat ziyaret için izin istedim bana
izin verildi. Çünkü ziyaret ölümü hatırlamadır.”937
Ölüden bir Peygamber de olsa, aff, şifa, rızık ve medet gibi Allah’a mahsus olan şeyler için dilekte bulunmak şirktir. Kabirler usûlüne
uygun ziyaret edilmelidir. Şirke ve küfre düşürücü hareketlerden kaçınılmalıdır. Dinde olmayan bir kısım hurafelere aldanmamalıdır. Ölüye
yapılan sevgi, hurmet ve saygı bahanesiyle dinimizde hoş olmayan bazı bid’at ve şirke düşürücü şeylerden uzak durulmalıdır.
Diğer taraftan cahiliye dönemi Araplarının putlardan medet umma konusundaki tavırları adeta bugün yapılan yanlış davranışların
aynısıdır. Hâlbuki insanların Allah’a ulaşması için bu manada bir aracıya ihtiyacları yoktur ve olamaz. Peygamberler bile kul ile yaratıcı
arasına girmemiştir. Onlar sadece tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. İslâm dışı bu davranışlardan son derece kaçınılması ve uzak
durulması gerekmektedir.
Kabir üzerine mescid bina etmek mekruhtur. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Benim kabrımı puthane edinmeyin,
çünkü İsrailoğulları peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiklari için helak oldular.”938
Başka bir hadiste şöyle buyurur. “Allah Yahudi ve Hıristiyanlara lanet etsin ki onlar peygamberlerin kabirlerini mescid edindiler.”939
Câbir b. Abdillah’tan gelen bir rivâyette Allah Rasûlü kabirleri betonla yapmayı, üzerinde oturmayı ve bina inşa etmeyi yasaklamıştır.”940
AĞIT VE YAS
İnsanın bir yakınının ölmesiyle duygulanması, gözyaşı dökmesi ve kendini kaybeder hale gelmesi fıtratında olan bir şeydir. Ancak bu
durum karşısında dövünmek, üst-baş yırtmak, bağırıp çağırmak doğru değildir ve cahiliye adetidir.
Peygamber (s.a.v.)’in bu konuda pek çok hadisi bulunmaktadır: “Ölüler için ağlarken yanaklarını döven, yakalarını yırtan ve cahiliye
âdeti üzere feryad eden bizden değildir.”941
“Ümmetimde cahiliye adetlerinden dört şey vardır ki, bunları bir türlü terk etmezler: Soylarıyla övünmek, ırklara sövmek, yıldızlardan
yağmur istemek ve ölü için sesli (ağıt yakmak) ağlamak.”942
Bir başka hadisi şerifte şöyle buyurur: “Eğer ölüye sesli ağlayan kadın tövbe etmeden ölürse, kıyamet gününde katrandan bir elbise ve
uyuz yapan bir örtüsü olduğu halde huzurda bulunur.” 943
Bir kadının ölen yakınının ardından, kocası hariç, üç günden fazla yas tutması haramdır. Bir insanın ölümünün yedinci, kırkıncı ve elli
ikinci gecelerinde tören yaparak mevlid okutmak, İslâm’ın en güzel bir şekilde yaşandığı devirlerde uygulanmayan bid’at davranışlardır.
Bunun yerine gün belirtmeden ölenin adına verilen sadakaların, usûlüne uygun olarak okunan Kur’ân-ı Kerîm’in ve yapılan duaların ona
faydası vardır.944
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ölüye, ailesinin kendisine ağlaması sebebiyle azab edilir.”945 Bu ikab, âlimlerin çoğunluğuna
göre ailesine, ağlamaları ve ağıt yakmaları istiyerek vasiyette bulunan kimseler içindir. Çünkü cahiliye arap kültüründe, ailelerine ağlamaları
için vasiyet etmek vardı. Hatta bu hususta “Nahiye” (ağlayıp ağıt yakıcı kadınlar) kiralanırdı. Herhangi bir vasiyeti olmayan bir kimse için
ağlayıp ağıt yakanlardan dolayı ölüye azap edilmeyeceği hususunda şu âyet delildir: ‫هللا اَبْغى َربًّا َوا َو َربُّ ك ِّ ش َْى ٍء َو َال تَ ْك ِسب ك ُّ نَ ْف ٍ اِ َّال َعلَ ْي َها َو َال‬
ِ ّ ‫ق ْ اَ َغ ْي َر‬
َ‫از َرةٌ ِو ْز َر ا ْخر ث َّم اِلى َربِّك ْم َمرْ ِجعك ْم فَينَبِّئك ْم بِ َما ك ْنت ْم في ِه ت َْختَلِفون‬
ِ ‫“ ت َِزر َو‬De ki: Allah herşeyin rabbi iken, ben O’ndan başka bir ilâh mı arayayım?
Herkesin işlediği kötülüğün sorumluluğu kendisine aittir. Hiç kimse başkasının kötülüğünün sorumluluğunu taşımaz. Sonunda
rabbinize döneceksiniz. O size anlaşmazlığa düştüğünüz meselelerin içyüzünü bildirecektir.”946 diye Allah Teâlâ buyurmuştur. Azap ancak
uygun olmayan davranışlarla yüksek sesle ağlayanındır.947
TAZİYE ADABI
Taziyenin Kural ve Hükmü
Taziye etmek, yani cenaze yakınlarına güç vermek, onları teselli etmek, onların acısını dindirmek ve onlara güzel söz söyleyip nasıhhat
etmek demektir.
Taziye sünnet-i müekkededir. Taziyenin müddeti üç gündür. Uzaktan gelenler için bu müddeti uzatmak caizdir. Taziye defin işlerinden
sonra başlar. Taziye İslâmî adaplara uygun yapılmalıdır. Örneğin taziyeye gidenler ölünün yakınlarına teselli, metanet ve güç vermelidirler.
Ölüyü hayırla anmak, ona duada bulunmak, onun iyiliklerinden bahsetmek gibi birtakım İslâmî ve insanî görevlerde bulunmak ve ölü
yakınlarına yedirip içirmek sünnettir.
Peygamberimiz (s.a.v.): “Kim başına bir felaket gelen kimseye taziyede bulunursa, aynen onun gibi ecir alır” buyurmuştur.948
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Mute savaşında şehid edilen Cafer (r.a.)’ın ailesine yemek yedirmek için kendi ailesine tavsiyede bulunduğu
rivâyet edilir.949 Peygamberimiz (s.a.v.) Yemen valisi Muâz b. Cebel (r.a.)’e ölen çocuğundan dolayı taziye mektubu gönderip sabır ve teselli
için tavsiyede bulunmuştur.950
Allah Rasûlü (s.a.v.)’in vefatınden sonra Hızır (r.a.)’ın gelip Ehl-i beyti’ne taziye verip dua etmesiyle ilgili İbn Mes’ûd’un nakl ettiği
937
Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce.
Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd, Ahmed.
939
Buhârî, Müslim.
940
Müslim.
941
Buhârî, Müslim.
942
Buhârî, Müslim.
943
Müslim.
944
Fetava İmam Nevevî, 92.
945
Buhârî, Müslim.
946
En’am, 6/164.
947
el-Mecmu, 5/274.
948
Tirmizî.
949
Tirmizî, Ebû Dâvûd.
950
Taberânî.
938
117
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------hadis hakkında İmam Tirmizî zayıf demiştir.951
Taziyeler İslâmî ölçüler dahilinde olmalıdır. Bu hususta sünnet aşılmamalıdır. Bazı yörelerde taziyeler sünnete göre değil de adet,
gelenek ve göreneklere göre yapılmaktadır. Örneğin kola, şeker, çay, kahve gibi bayramları andıracak ikramlarda bulunmak ölü evinde caiz
olmayıp bid’at sayılmıştır. Taziye günlerinde kederli ailenin ziyafet tertiplemesi gibi bid’at kabul edilen bazı törelerin yapılması sünnete
aykırıdır. Çünkü Cerir b. Abdullah, biz cenaze ehlinin yemek hazırlayıp taziyeye gelenlere yedirmelerini niyahattan (ağıt yakmak) sayardık,
demiştir. Ahmed b. Hanbel ve İbn-i Mâce bu hadisi sahih bir isnatla rivâyet etmişlerdir.952
Taziyede sünnet olan ölü yakınlarının gelenlerin taziyelerini kabul ettikten sonra mecliste oturmaları mekruhtur. Ancak herkesin kendi
ihtiyaçlarını görmek için dağılmaları selefi salihinin hediyesidir. İmam Şâfiî el-Umm adlı eserinde şöyle der: “Ben matemden ikrah
ediyorum. Matem ise taziye için toplanan cemaate denir. Bu tür gelenek velev ki ağlama ve ağıt olmazsa bile yine mekruhtur. Çünkü bu
üzüntüyü yeniler ve kederli ailenin külfetini artırır. İmam Nevevî, İmam Şâfiî’den naklen der ki: “Taziye için bir yerde oturup beklemek
mekruhtur. Bu ancak herhangi bir bid’at ve hurafeler içeren bazı davranış ve adaplarla karışmayacağı şartıyla caiz olabilir. Şâyet mecliste
sözü edilen haram olan bazı bid’atlar sözkonusu olursa o zaman en kabih haram sayılır. Çünkü sahih hadiste geçtiği gibi “her bid’at
delalettir.” Keza Hz. Âişe’nin rivâyet ettiği bir hadiste ise şöyle der: “Mute savaşında şehid edilen Cafer, Abdullah b. Revaha ve Abdullah b.
Harise’nin şehadet haberini alan Allah Rasûlü (s.a.v.)’in hüzünlü bir şekilde oturduğunu kapı arasından gördüm. O arada bir kişinin
“kadınların oturup sesli ağladığını” söylemesi üzerine Allah Rasûlü onları susturmak için emretti.953 Ancak Mâlikiler ile Hanefilerden eski
fukahaya göre mescitte oturmamak ve herhangi bir günah ve bid’at işlememek şartıyla caiz görülmüştür.
Günümüzde bazı yöre halkının taziye için çadır kurmaları veya taziye evleri inşa etmeleri zaruret hali hariç bid’attır. Keza övgüye
mazhar olmak ve rekabet etmek için taziyeye gelenlere tatlı, sigara, meşrubat ve zorunlu olmaksızın yemek gibi ikramlarda bulunmaları
bid’at olup sünnete aykırı olduğu için Müslümanlar, özellikle din görevlileri üzerine bu gibi geleneklerden halkı uzaklaştırmaları vaciptir.
Ayrıca bu oturumlarda her dakika başı “el-Fatiha” denilerek cemaatin gayri ihtiyari ve anlamsız bir şekilde el kaldırıp Fatiha okumasını
sağlamakla sünnete muhalefet edilmektedir. Çünkü toplum bu hususta yeterince bilgi sahibi olmadığı için okuyacağı Fatihanın basite
alınmasına sebep olmuş olur. En doğrusu ya Fatihanın sonunda el kaldırıp duada bulunmaları veya Fatihanın yerine malum ölüye duada
bulunmalarıdır. Her halukârda dua etmek daha evlâdır.
Üç günden sonraki taziye günlerinde kederli kimselerin dolayısıyla onların komşu ve yakınları onlara bakarak traş olmamaları, tırnak
kesmemeleri ve temizlik yapmamaları gibi şeyler İslâmî olmayan bazı geleneklerdir. Bu gibi gelenekler ise bid’at ve hurafe sayılmaktadırlar.
İslâmî olmayan bu geleneği kırmak için başta ölünün en yakını olan kimseler üç günden sonra gerek beden gerekse çevre temizliği yapmaları
erdemliliktir ve sünneti ihya etmek demektir. Nitekim Peygamberimizin hanımlarından Ümmü Seleme’nin, annesinin vefatından üç gün
sonra aynanın karşısına geçip sürme çekmesi üzerine bazıları bunu kabahat saymışken o şöyle demiştir: Ben Allah Rasûlü’nden “kadının
kocası hariç başka kimseler için üç günden fazla yas tutmasının haram olduğunu duyduğum için bu geleneği bozmak ve sünneti de ihya
etmek için bunu yaptım.”
Ölüye Faydalı Olan Şeyler Nelerdir?
Peygamberimiz (s.a.v.): “Bir kimse öldükten sonra dünya ile ilgili herşeyden alakası kesilir; ancak üç şey hariç: Bunlar salih evlad,
faydalı ilim ve sadakayı cariyedir”954 buyurmuştur.
a) Salih evlad: Salih evlad ebeveyne her zaman duada bulunur. Evladın ana-babaya yapacağı dualar makbuldur. Salih evlad yetiştiren
ana-babanın evlatların tüm hayır ve hasenatılarına ortak oldukları kesindir.
b) Faydalı ilim: Allah için okunan ve okutulan ilimdir. Peygamberimiz başta olmak üzere seleften halefe geçen ilim silsilesi kıyamete
kadar devam eder. Devam eden ilim halkalarından elde edilen sevap gerek hayatta olanlara ve gerekse ölenlere vasıl olur.
c) Sadakayı cariye: Allah rızasına vakfedilen ne varsa o vakıf işlendikçe sevabı sahibinin ruhuna devamlı ulaşır. Örneğin: Yol, köprü,
çeşme ve mescid gibi hayır kurumları inşa etmek, Kur’ân-ı Kerîm, dinî kitaplar veya araç-gereç, giyim-kuşam bu türden sadakalardır.
Hayırlara vesile olan herşey okundukça veya kullanıldıkça sadakayı cariye olarak ölünün ruhuna ulaşmış olur.
Bunların dışında gerek akrabanın ve gerekse tüm mü’minlerin birbirlerine yaptıkları dualar çok makbuldur. Allah Rasûlü “Kişinin
mü’min kardeşi için arkasından yaptığı dua geri çevrilmez”955 buyurmuştur. Müslüman, din kardeşinin hem gıyabında hem de yüzüne karşı
dua etmelidir. Çünkü müslümanın hayatında duanın çok mühim bir yeri vardır.
Ölü İçin Özel Geceler Tertiplemek Caiz midir?
Dinde kutsal ve özel sayılan bazı gün ve gecelerde ölen kimselerin durumu hakkında İslâm âleminde farklı görüşler ve beyanlar
olmuştur. Bu hususta Abdullah b. Amr b. el-As’ın rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Hangi Müslüman
Cuma günü veya gecesi ölürse Allah onu kabrin fitnesınden korur.” Tirmizî bu hadisi istihraç etmiş garip ve zayıf demiştir.956
Bid’atlar bölümünde geçtiği gibi ölü adına yapılan kırkıncı, elli ikinci gece merasimi ve halk arasında kara bayram denen ilk bayramda
yeniden ölü yakınlarına taziyede bulunmak İslâm’a uygun olmayıp bid’at hükmüne girmektedir. Kişi ölü için hayır ve hasenatta bulunmak
isterse gün belirtmeden yapmalıdır. Hulasa gelenekler sünnetlerin önüne geçmemelidir. Günlerce gelenlerin taziyelerini kabul için ölü
evinde veya çadır gibi mekanlarda oturmakta bid’attır.
Ölü İçin Okunan Kur’ân-ı Kerîm’ın Faydası Var Mıdır?
Bu konuda müçtehid imamların ihtilafı vardır.
Ehl-i sünnetin cumhuruna göre kişi nafile olan namaz, oruç, sadaka, kurban, nafile hac ve umre, malî ve bedenî ibadetler ve Kur’ân
tilaveti gibi amellerin sevabını başkasına dua ile bağışlayabilir. Bir Müslümanın bağışlayacağı malî veya bedenî ibadeti başkasına şöyle
bağışlamalıdır: “Ya rabbi! Yapmış olduğum ibadetimi benden kabul et ve bana vereceğin savab kadar şu şu kimserin ruhunada ulaştır”
diyerek Allah’a yalvarmalıdır. Yoksa ben şu amelimi falanca kimselere bağışladım demekle bağışlanmış olmaz. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: “İnsan öldüğü zaman üç şey dışında amelî kesilir: Cari (devam eden) sadaka, faydalanılan ilim ve kendisi için duada bulunan
salih evlat.”957
İmam Şâfiî namaz, oruç ve Kur’ân tilaveti gibi bedenî ibadetin başkasına bağışlanmasının caiz olmadığını ve başkasına sevabın
olaşamıyacağını söylemiştir. Delil olarak da Necm suresi 39. âyet ile Müslim’in rivâyet ettiği yukarıdaki hadisi şerife dayanmıştır. Âyet
şöyledir: ‫ان اِ َّال َما َسعى‬
ِ ْ ‫“ َواَنْ لَ ْي َ ِل‬Bilinsin ki insanın kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” Ancak Şâfiîlerin sonradan gelen fakihleri
ِ ‫ال ْن َس‬
ile İmam Ahmed Kur’ân okumanın sevabının ölüye duayla ulaşacağı hususunda görüş bildirmişlerdir. Bunlar İmam Şâfiî’nin delil olarak
göstermiş olduğu âyet için şöyle cavap vermişlerdir. Âyetin manası şöyledir: Yani kişi işlemediği amelin karşılığını isteyip faydalanamaz.958
951
el-Mecmu, 5/268.
el-Mecmu, 5/282.
953
Buhârî, Cenaiz, Müslim, Cenaiz, el-Mecmu, 5/271.
954
Müslim.
955
Müslim.
956
el-Mecmu, 5/286.
957
Müslim, Heytemi, Tuhfetu’l-Muhtac, 6/158.
958
Şerhu-Tahaviye, 378.
952
118
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------İmam Mâlik ve İmam Ebû Hanife’ye göre mezarlıkta Kur’ân okumak mekruhtur. İmam Ebû Hanife’ye göre mezarlıkta normal sesle
dahi Kur’ân okunması mekruh iken bu mezhebin mensuplarının normal sesle okumayla kalmayıp alabildiğine hoperlörleri açarak Kur’ân
okumayı gelenek haline getirmekle tahrimen kerahet işlemektedirler. Çünkü aynı mezhepte Kur’ân’ın dinlenmesi vaciptir. Maalesef Kur’ân
ile kazma kürek sesi birbirine karışmaktadır. Bu da Kur’ân’ın azametini basite almaktır.
İmam Şâfiî, İmam Muhammed, Kadı İyad ve Karrafi’ye göre mezarlıkta alçak sesle Kur’ân okumak mustehab iken İmam Ahmed’e göre
mubahtır.
Ölü Seti Denen Tehlil ve Senelik Devirin Hükmü Nedir?
Halk arasında “senelik devir”, “tehlil hatmesi”, ve “ölünün kırkı” diye, bir ölü seti olarak bilinen bu tür uygulamalar İslâm’da var mıdır?
Adı geçen bu yöntem, ne Allah Rasûlü ne sahâbe-i kiram ve ne de müçtehid imamlar döneminde uygulanmamıştır. Bunun eski mürşidlerin
iyi niyetlerinden ileri geldiğini öğrenmiş bulunmaktayız. Allah onlardan razı olsun. Onlar, Müslümanları bu gibi uygulamalara teşvik edip
Kur’ân’dan birkaç sure veya âyetler okuyarak ölülerin ruhuna bağışlamaları tavsiyesinde bulunmuşlardır. Fakat sonraki nesiller bir piyasa
oluşturup bu uygulamayı kendi tekellerine almayı başarmışlardır. Hatta daha da ileri giderek bu tür okumayı “ancak bizim gibi ermiş zâtlar
okuyabilir” iddiasında da bulunmaktadırlar. Bu tür iddialar yanlıştır her Müslüman, vekillere devretmeden sağlığında kendine veya
yakınlarına istediği kadar Kur’ân ve tehlil okuyabilir. Bunun aksini düşünmek İslâm ahkamlarından habersiz olmak demektir. Bu iddiayı
yapanların amacı Müslümanların ahiretini düşünmek değil tek amaçları kendi dünyalık ve çıkarlarıdır. Çünkü dedikleri gibi kabul edilirse
fakirin parası olmadığı için yine dünyada olduğu gibi ahirette de yalnız zengiler refah süreceklerdir. Bu da ilâhî adalete ters düşmektedir. Bu
zâtların iddia ettikleri gibi milletin genel vekaleti varsa, o zaman sekeratı mevtte onların yerine la ilâhe illallah desinler, kabirde
“menrebbuke” sualine rabbuhu (onun rabbi) Allah’tır diye cevap versinler ve mahkeme-i kübrada onların yerine ifade verip onları
savunsunlar.
Allah Rasûlü “kim ki lâ ilâhe illellah derse cennete girer”959 buyurarak vekil tutmayı değil herkesin kendine okumasını teşvik ettiğini
öğreniyoruz. Hulasa bu din birkaç zevatın tekelinde olmadığı gibi “vaftiz” ve “aforoz” dinî de değildir.
Diğer taraftan gelenek haline gelmiş şu yanlışlar da Müslümanların zihinlerini karıştırmıştır. O da şudur: “Bir kimsenin başkasına benim
yerime okuyamadığım veya dinleyemediğim şu cüzleri oku veya dinle. Keza ölen bir kimsenin adına okunacak hatmeyi tamamlamak için bir
kimsenin “daha önce okumuş olduğum birkaç cüzüm var onunla hatmeyi tamamlayın”demesi gibi yanlış anlayış ve mesnetsiz bir inanç halk
arasında cereyan etmektedir. Kur’ân-ı okumak veya dinlemek elbette sevaptır. Bu sevap ise ancak okuyan veya dinleyene hasıl olur.
Vekaleten okutmak veya dinletmek isteyene değil.
İSKAT BAHSİ
İskatın Tanımı ve Hükmü
İskat sözlükte düşürmek, gidermek ve izale etmek manasına gelir. Istılahta ise namaz, oruç, kurban, adak ve kefâret gibi ibadet ve
borçları ifa etmeden ölen bir kimseyi bu borçlardan kurtarmak için fakirlere fidye ödenmesi işlemine denir.
Düşürme anlamına gelen iskat tabirinin gerek Kur’ân’da gerekse sünnette bu kavramla yer almamıştır. Bu yöresel bir tabir olarak
ölünün namaz, oruç ve yemin kefâreti olarak cenaze sahibi ile yoksullar arasında devir işlemi yapılan bir yöntemin adı olarak sonradan
konulmuştur.
Bir kimse, üzerinde kazaya kalmış oruç ve yemin kefâreti olduğu halde ölse, bu kefâretin verilmesini vasiyet ederse, her bir gün oruç
için bir fitre miktarı kefâret verilir. Ancak yemin kefâreti farklıdır. Bir yemin için 10 fakiri sabahlı akşamlı doyuracak kadar yiyecek veya o
oranda paranın verilmesi gerekir.
Yemin kefâreti âyetle sabitken, oruç kefâreti ancak çok yaşlı ve sürekli hasta olan kimseler için geçmektedir. Allah (c.c.): ‫فَ َمنْ َكانَ ِم ْنك ْم‬
َ‫ْكين فَ َمنْ تَطَ َّو َع خَ يْرًا فَه َو خَ ْي ٌر لَه َواَنْ تَصوموا خَ ْي ٌر لَك ْم اِنْ ك ْنت ْم تَ ْعلَمون‬
َ ‫“ َمريلًا اَوْ عَلى‬Sizden her kim hasta veya
ٍ ‫سفَ ٍر فَ ِع َّدةٌ ِمنْ اَي ٍَّام اخ ََر َو َعلَى الَّذينَ يطيقونَه ِف ْد َيةٌ طَ َعام ِمس‬
yolcu olursa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutsun. İhtiyarlık veya (sürekli) hastalık gibi devamlı mazereti olup da oruç
tutmaya güçleri yetmeyenlere fidye gerekir. Fidye bir fakiri doyuracak miktardır.”960 buyurur.
Namaz kefâreti ise, ne Kur’ân’da ne de hadiste vardır. Namazın kefâreti olmadığına delil olarak şu hadisi gösterebiliriz. Allah Rasûlü
(s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Bir namazı unutan, hatırladığı zaman onu kılsın (kaza etsin). O namazın başka kefâreti yoktur.”961
Fakat bazı müçtehidler namazı oruca kıyas yaparak kefâretini de uygulamaya koymuşlardır. Mezhebin meşhur görüşüne göre ve İmam
Şâfiî’nin el-Umm adlı eserinde, bir kimsenin borç olarak kalmış namazı ya da itikâfı için fidye verilmeyeceği kayd edilir.962
Malumdur ki, Hanefî fukahası ibadetlerde zanni delil olan kıyasın yapılması için cevaz vermemişlerdir.963 Âyetin açık ifadesiden de
anlaşıldığı gibi oruç hakkındaki fidye, hastalık ve ihtiyarlık gibi mazeretler dolayısıyla eda veya kazaya imkân bulunmadığı zaman verilir.
Gerek kasıtlı gerekse herhangi bir özürden dolayı terk edilen orucun telafisi dört aşama ile yapılmaktadır.
a) Sağlığında imkân bulunduğu vakit hemen kaza edilmesi: Çünkü oruçla ilgili hükümler devamlı hastalık ve yaşlılık sebebiyle oruç
tutamayanlara mahsus olup bu iki durumun dışında kalan yolculuk, hastalık, gebelik, çocuk emzirme, ciddi manada açlık ve şiddetli
meşakkat gibi mazeretler tutmamaya veya başlanmış bir orucu bozmak için ruhsat teşkil etse de keyfi olarak tutulmayan oruçlar için fidye
verilmesini caiz kılmaz. Ne yazık ki son zamanlarda gerek yukarıda sayılan mazeretler için olsun gerekse kasıtlı terk edilen oruç ve namazlar
için olsun iskatçılar ölünün ömür boyu geçirdiklari oruç ve namaz borcunu yüklü bir emmareyle fakirlere devr edip fakat az bir parayla hileli
bir şekilde kapatmaya gayret içindedirler.
b) Kaza edemeyecek kadar düşkün olan bir kimsenin sağlığında ve peşinen fidye olarak kefâret vermesi: Özürlü terk edilen oruç kefâreti
için âyet ve hadis bulunmaktadır. Fakat namaz kefâreti için ne âyet ne de Allah Rasûlü’nün kavli veya fiili sünnetlerinin izine
rastlanmamıştır. Hatta mazeretsiz olarak kasten terk edilen namazların daha sonra kaza edilmesi gerektiğine ve bu kazanın kişiden namaz
borcunu düşüreceğine dair de açık bir nas bulunmamaktadır.
c) Kefâretini vermeleri için varislere vasiyette bulunması: Mazeretten dolayı Ramazan orucunu tutamayan ve üzerinde bu orucun kaza
borcu olduğu halde vefat eden kimse hakkında bazı müçtehidler, eğer bu kimse orucunu kaza etme imkânı bulamadan vefat etmışse yaşlı ve
sürekli hasta olan kimselere kıyasla varislerin fidye vermelerini vacip görmüşlerdir. Diğer bazı müçtehidlere göre ise mazeret sebebiyle bu
kimseden mükellefiyet ve kaza borcu sakıt olur. Varislerin de fidye vermeleri gerekmez. Fakat bir kimse imkân bulduğu halde orucunu kaza
etmeden ölürse çoğu müçtehide göre varislerin fidye ödemeleri gereklidir. Dayandıkları delil ise şu hadistir: Allah Rasûlü (s.a.v.) oruç
borcuyla ölen kimse adına her bir gün için bir fakirin doyurulması gerekir, demiştir.”964 Bu görüşü destekleyenler Hasan el-Basrî, Tâvûs,
Katâde, Zuhrî, Ebû Sevr ve kadim görüşünde İmam Şâfiî. Diğer Şâfiîler ise hacca kıyasla ölenin yakınları onun adına oruç tutmalarını ve
959
Ebû Dâvûd, Hâkim.
Bakara, 2/184.
961
Buhârî, Müslim.
962
el-Mecmu, 6/394.
963
Şatıbi, Muvafakat, 467.
964
İbn-i Mâce, Tirmizî.
960
119
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Allah Rasûlü’nün “oruç borcuyla ölen bir kimsenin adına velisinin oruç tutmasını tavsiye etmesi veya buna izin vermesini”965 delil
göstererek cevazına fetva vermişlerdir.
d) Vasiyet etmeden ölen bir kimsenin varislerin ölümünden sonra iskat olarak vermeleri: Yemin ve oruç kefâreti ancak sağlığında
ödemede aciz kalan kimseler için geçerlidir. Orucunu, keyfi veya kazaen veyahut mazeretle yiyen; fakat tutabildiği halde tutmayan, oruç ve
yemin kefâretini verebildiği halde vermeyen ve ödemeleri için de vasiyet etmeyen kimseler için bu iskat şer’an kefâret olarak geçerli
değildir. Ancak bir sevap olabilir.
Cumhura göre hastalık ve yolculuk gibi mazeretlerden dolayı orucu bozup kaza etme imkânını bulamadan ölen bir kimse için ne yerine
oruç tutma ne de kefâret verme gerekmez.966 İmam Muhammed (r.a.) Ziyadat adlı eserinde: “Namaz iskatı için bir kimse vasiyet etse bile bu
durum Allah Teâlâ’nın dilemesine bağlıdır” demiştir. Oruç hakkındaki nassın tutmamakla, acziyetle talil edilmiş olması konuya daha açık
bir hüküm ortaya koyar.
Hal böyle olunca acizlik olmadan terk edilen namaz hakkındaki vasiyet ve kefâreti ancak bir hayır olur.
Hz. Hasan (r.a.)’na “bir kimse ölüm hastalığında iken namazı için fidye verebilir mi? diye sorulmuş. Hz. Hasan da hayır veremez”
buyurmuştur. Bunun en basit örneği çok yaşlı veya müzmin hasta olan bir kimse, hayatta iken tutamadığı oruçların fidyesini bizzât kendisi
sağlığında verebilir ve vermesi de haktır. Ama kılamadığı namazların fidyesini veremez. Zira orucun fidyesi nasla sabit iken namaz için ise
nas mevcut değildir.
Oruçtaki fidyenin nas ile sabit olduğu, aynı durumun namazda bulunmadığı net bir şekilde ortadadır. İmam Muhammed’in namaz için
inşallah demesi, meselenin netliğini göstermektedir. Çünkü ibadette kesin hükümler vardır. İnşallah, belirsiz hükümsüz ve nassız olan
değerler için umuttur. Özellikle hiç namaz kılmayıp ve namaza önem vermeyen bir kimse için, namaz kefâretinin iskat olarak ölümünden
sonra verilmesi, dini basite almak ve şeriat-ı garraya ihanettir. Kasten namazı terk eden ve ölümünden sonra fidye ile bundan
kurtulacaklarını zannedenler hayal içerisindedirler. Zira müçtehidler acziyet halinde kazaya kalan namazlar için bile fidye verilebileceğini
söylememişlerdir.
Şâfiî mezhebinde meşhur ve bilinen görüşe göre üzerinde namaz ve itikâf borcu olupta ölen bir kimsenin yerine başkası tarafından eda
edilmesi veya fidye olarak verilmesi o borcu düşüremez. Çünkü öyle bir nas yoktur.967 Sonuç olarak kasden namaz ve orucu terk eden
kimseler için iskat-ı salât ve devir kat’iyyen yapılmamalıdır ki, ibadetlerin kadrı kıymeti bilinsin. Yoksa olan yine fakire olacaktır. Çünkü
durum böyle olunca zenginin malî gücü yeterlidir. Tutmadığı orucların ve kılmadığı namazların kefâretini verip kurtulmasına vesile olur;
fakat fakir ise böyle bir imkâna sahip olmadığı için Allah’ın huzuruna borçlu çıkmış olur.
İskatla ölünün bütün ibadet borçlarının sakıt (düşmüş) edilebileceği düşüncesinin avam ve bazı havaslara aks etmesi, bu yönde bir
uygulamanın hızla zihinlerde yer etmesi gibi zengin ve fakir arasında da bir ayırım ve sınıflandırma başlatmış oldu. Çünkü sözkonusu olan
anlayış ve uygulama gündeme geldiğinde, sadece malî imkânı olan zengin aileler ve mirasçılar, vefat eden yakınlarının yüksek meblağlı
fidye borcunu ödeme imkânı bulduğundan o günkü ulema fakire iylik olsun diye çareyi günümüzde işlenen hileli devir işleminde bulup bu
mesafeyi kapatmaya çalışmışlardır.
İskat Merasimi
Bugün yapılan iskat metodunun izlerine, Allah Rasûlü (s.a.v.), sahâbe, tabiin ve müçtehidlerin dönemlerinde rastlanmamış olması bu
anlam ve şekildeki uygulamanın bölgesel bir metot ve şahsi kanaate dayalı bir reform olduğuna inanmamıza neden oluyor. Kur’ân ve
sünnete uymayan bu uygulamanın yanlışlıklarını birkaç başlık halinde sıralayabiliriz.
1- Kişinin sağlığında verilmeyip, ölümüden sonraya bırakılması.
2- Hesaplamada uygulanan yanlışlık.
3- İbadet edenle etmeyenin bir tutulması.
4- Varsayımlarla hükm edilmesi.
5- Devir biçiminde olan yanlışlıklar.
6- Şâfiîlerin buğdaydan altına geçmeleri.
7- Dağıtımda adaletsizliğin olması.
8- Fakirlerin toplumda mahcub edilmesi.
9- Hile içeren bu metodun bazı hükümlere kıyasen yapılması.
Açıklamalar
1) İskatın eda zamanı: İskat sağlıkta ve peşinen verilmesi gereken malî bir ibadettir. Dünya, ahiretin tarlası ve sınav yeri olduğuna
göre, kul tüm yükümlüklerini dünyada iken ifa etmelidir. Bunun içinde eda, kaza, borç ve kefâretler olduğu gibi, iskat kefâreti de vardır.
Dolayısıyla gerek yemin gerekse oruç kefâreti dinen peşin ve bir defada verilmelidir. Tıpkı zekât, fitre ve bütün malî ibadetlerde olduğu gibi.
Böyle bir erteleme dinde meşru olsaydı diğer malî ibadetlerde de olurdu.
2) Hesaplama yöntemi: Hesaplama tamamen yanlış ve uygunsuzca yapılmaktadır. Örneğin ölünün 12 veya 15 yaşından sonrası
tamamen hesaba katılmaktadır. Hâlbuki sayılmakta olan yaş içerisinde kadınlara mahsus aybaşları ve nifas günleri sayıma dahil
edilmemelidir. Maalesef Allah, kadınların özel günlerini muaf kıldığı halde iskatçılar onlara borç çıkarma gayreti içerisindedirler.
3) İbadet edenle etmeyenin bir tutulması: Yani gerek erkek ve gerekse kadınlar olsun, tuttukları orucun ve kıldıkları namazın veya
vaki olmayan yemin kefâretinin ödetilmesi, burada iskatçı Allah Teâlâ’nın ahkamını hiçe sayıp keyfi bir uygulama için Allah’ın açık ve net
olan hükmüne rağmen beşeri uygulamadan dolayı günah işlemekte ve dinen mesul olmaktadır.
İşin garip tarafı ömründe hiç namazını ve orucunu geçirmeyen ve yemin ettiği hiç duyulmayan bir kimsenin de iskat vermeye mecbur
tutulmasıdır. Buna dinin açık ve net olduğuna halel getirmekten başka bir açıklaması yoktur. Bir Müslüman akıl baliğ olduğu günden
itibaren hiç namazını ve orucunu geçirmemişse veya geçirdiğini kaza etmişse ve belirli bir şer’î yemini olamamış veya olanın kefâretini
ödemişse, bu Müslümana ölümünden sonra iskat gerekmez. Borçlarına mahsuben verilen iskat kefâreti ancak sadaka olabilir.
4) Varsayımlarla hükmedilmesi: Belki kabul olmayan oruçları vardır diye böyle bir ameliyeye başvurmak caiz değildir. İslâm
ahkamında varsayımların yeri olmadığı açıktır. Çünkü eğer dinde varsayımlara yer olsaydı tüm bedenî ve malî ibadetlerde bu tereddüt
geçerli olacaktı ki, bu da İslâmî dengeleri bozmuş olurdu. İskatçının, “belki kabul edilmemiştir” vehmi yersizdir. Bu konu ile ilgili mevzuları
yeniden incelemesi gerekir. Kulun görevi emirleri yerine getirmektir kabulu ise Allah’a aittir. Her ibadetten sonra ellerimizi kaldırıp
Allah’ım sen kabul et demek zorunda kalışımız bu nedenledir.
5) Devir şekli: yapılan iskatın devir sistemi bölgesel bir sistem olup İslâm’ın özünde böyle bir uygulama bulunmamaktadır. Çünkü
“Edille-i Şer’iye” de böyle bir uygulama yer almamıştır. Bu tamamen asrî bir sistem olup daha ileri geçmemektedir. Devir işlemi olarak da
fevkalede yanlış ve gülünçtür. Müslümanların kafalarını karıştırmaktan başka bir şey değildir. Meselâ, iskatçı tarafından, geri almak şartıyla,
verilen buğday veya altın, fakir için ne kadar inandırıcı olabilir? ver al sayılarına göre bir fakirin eline binler geçmeli iken, maalesef bu
törenin sonunda fakirin göstermelik olarak alacağı 20-30 tl’yi geçmemektedir. Demek oluyor ki: Ben sana 20 tl vereceğim sen bunu 2 bin
yerine kabul et! Bura da mahcubiyet, hakka tecavüz, aldatma, hile ve siyaset sözkonusudur.
965
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd.
el-Mecmu, 6/395.
967
el-Mecmu, 6/394.
966
120
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Sonuç itibariyle, bu uygulama Kur’ân’da, sünnette ve sahâbenin veya müçtehid imamların bu şekil yapılan iskatın cevazı yönünde hiçbir
açıklaması yer almamıştır.
6) Diğer bir reforum da buğdaydan altına geçmek: 80-90 senelik bir uygulamanın ikinci reformu ise, Şâfiî mezhebinden Hanefî’ye
geçilmesidir. Başka bir mezhebi taklid etmenin caiz olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Ama hileye kaçmamak şartıyla olabilir kaydı vardır.
Meselâ mahalle halkından altın toplayarak babasının iskatını devr edip daha sonra toplanan altınları geri sahibine vermek siyasi bir
uygulamadır ve hilebazlıktır. Acaba iskatçı kimin malını kime verecekti. Bunun adını da hileyi şer’iye koyma yakıştırması da hilenin ikinci
hilesidir.
Yapılan bu oyun hileyi şer’iye değil de ancak hileyi ahlâkiye olabilir ve uyutma, aldatma ve göz boyama olabilir. Bu metodla dinin
mukadesatını ve ahkamını ayak altına almaktan başka bir şey olamaz.
7) İskatın Dağıtımı: İskat, zekât, fitre ve kurban eti gibi infak ve sadakalar bölgedeki fakirlerin hakkıdır. Buna göre bir bölgenin
fakirleri olduğu halde başka bir bölgedeki zâtlara iskatı ve benzerini göndermek başlı başına bir yanlıştır. Bütün kaynaklara göre malî ibadet
olan zekât ve benzerlerini bulunduğu yerden başka yerlere sevk etmek caiz değildir. Ancak orada şartlara uygun ehil insanlar bulunmaz ise
veya dışarıda durumu acil olan akraba var ise o zaman başka yerlere sevki caiz olur.
8) Fakiri sömürmek: Fakire yönelik bir sömürü de fakiri toplumda mahcup etmektir. Fakirler alacağı birkaç kuruşluk iskat için
topluma çağrılıp mahcup edilmesi gerçekten insanın izzetiyle oynamaktan başka bir şey değildir. Hangi tür malî ibadet olursa olsun ehlini
toplamadan veya ayağa çağırmadan mahcubiyet olmaksızın bulunduğu yerde verilmesi insanın onuruna en uygun davranıştır.
9) Hileyi şer’iyeye başvurulması: İskatta yapılan hileyi şer’iyeyi İslâm kaynaklarından delil bulamayıp diğer Peygamberlerin (Hz.
Eyyub ve Hz. Yusuf) şeriatından medet ummak ve ona kıyasen hüküm çıkarmak tartışılacak ayrı bir konudur.
İslâm’da Hileyi Şer’iyenin Hükmü
Tanımı: Hile, çözüm, çare, çıkış yolu ve aldatma anlamına gelen bir terimdir. Hile ya sözle veya fiille karşı tarafı etkilemek suretiyle
vuku bulur. Hile ıstılahta, bir şeyi helâl göstermek için ya bir hükmü düşürmek veya gayri meşru olan bir hükmü meşru göstermek
bahanesiyle tebdil temek demektir.968
Hile prensibi ilk olarak Hanefî müçtehidlerince özellikle İmam Yusuf tarafından İslâm hukukunu yürüyen hayatla uyumlu hale getirmek
için kullanılmıştır. Daha çok yemin, talâk ve faizden kurtulma gibi konularda uygulanmıştır. Keza bir şahsın zekât vermemesi için üzerinde
bir yıl geçmeden malı başkasına hibe edip sonradan hibesinden rücû edip malı geri alması gibi. Malumdur ki Hanefî mezhebinde evlad ve
ebeveyne yapılan hibe hariç kişinin hibesinden rücû etmesi caizdir. Kefâret orucu tutan bir şahsın, kefâret orucunu bitirmeden önce Ramazan
ayının gelmesi halinde sefere çıkması gibi. Çünkü Ebû Hanife misafirin Ramazan orucundan başka vacip bir oruca niyet ederse, niyetinin
sahih olduğunu ifade etmiştir.969
Hileyi en çok Hanefiler kullanmışlardır. Bu sebeple bu sahada en çok eser onlar tarafından yazılmıştır. Hileyi şer’iye usûlüne en büyük
tepki Hanbelilerden gelmiştir. Mâlikiler de hileye karşı çıkmışlardır. Hilenin meşruiyeti konusunda İmam Şâfiî kendisi karşı çıkmasına
rağmen ondan sonra gelen Şâfiî mezhebi âlimlerinden Gazalî ve İbni Ziyad hariç bu konuda eserler yazarak Hanefilerle hem fikir
olmuşlardır.
Hile ile amel eden müçtehidler onun meşruluğuna Eyyub (a.s.)’dan bahs eden âyeti delil gösterirler.970 Aynı şekilde hilenin meşruluğuna
sünnetten de bazı zayıf deliller zikrederler.971 Halk arasında iskat denilen kefâret verme metodundaki hile ise hiçbir delile dayandırılamaz.
İskatı gerek Eyyub (a.s.)’ın hâdisesindeki ‘Diğs’e gerekse sahâbenin (Şemrah) hâdisesine kıyasen hileyi meşru kılmak tartışılacak bir
konudur. Ebû Dâvûd’un rivâyet ettiği şemrah meselesini ele alalım. İmam Kurtubî: “Bu hadisin sıhhati tartışılır” der.
Hadisi sahih kabul etsek bile konumuz için delil teşkil etmez. Çünkü hem Eyyub (a.s.) ile hem de Şemrah meselesi ile ilgili hükümlerde
hayatî tehlike sözkonusudur. Dolayısıyla her iki hâdisede de zaruret vardır. Malumdur ki hükümler çok önemli bir zaruret olmadıkça
değiştirilemez ve hafifletilemez. İskatla ilgili hile ise keyfi ve bölgesel bir uygulama olup değiştirmeye yönelik hiçbir şer’î kategoriye
sokulamaz ve sokulması için de hiçbir zaruret ve zorunluluk yoktur.
Bazı müçtehidlere göre: Eyyub (a.s.)’ın hanımı yüz değeneği hak edecek bir cürüm işlemediği için Allah (c.c.) onun cezasını
hafifletmiştir. Keza bu yeminin mucibi sözlükte darptır darp ise gerek tek tek vurulsun gerekse toplu halde vurulsun fark etmez. O zaman
mutlakiyet bakımında bu fetva bu lafzın mucibidir. Durum böyle olunca burada hile sözkonusu olamaz.972
İşin daha da önemlisi geçmiş Peygamberlerin şeriatlerinin, bu ümmet için geçerli olup olmamasıdır. Bu konuda, iki görüş vardır:
a) Geçerliliğini savunanlar: Onlar şu hadisi delil gösterirler. “Bizden öncekilerin şeriatı, neshedilmediği müddetçe, bizim şeriatımızdır.”
Bu görüş Atâ, Ebû Leylâ, İmam Şâfiî ve İmam Ebû Hanife’nin görüşüdür.
b) Bu hüküm yalnız Eyyub’a hastır bizi bağlamaz diyenler: Mücâhid, İbni Abbas, İmam Mâlik ve İmam Hanbel gibi zâtlardır. Bunların
delilleri de şu âyettir. ‫“ لِك ٍّ َج َع ْلنَا ِم ْنك ْم ِشرْ َعةً َو ِم ْنهَاجًا‬Her ümmet için ayrı ayrı şeriat ve metotlar kılmışızdır.”973
Şemrah Meselesi
Şemrah hâdisesi şöyle rivâyet olunur. Ensârdan bazı sahâbelerden rivâyet edilir ki, yalnız bir deri bir kemik kalmış çok zayıf bir adam
odasına giren bir cariyeyle zina etmiş ve ziyaretine giden adamlarına olayın meydana gelişini anlatmış ve benim hakkımdan Allah
Rasûlü’nden ricada bulunun ki bana bir fetva versin diye ısrarda bulunmuştur. Bunun üzerine onlarda Allah Rasûlü’ne olayın aynısını
anlatmış ve eğer had ederseniz kemikleri ayrılacak diye eklemişlerdir.
Buna cevaben Allah Resûlü de adama acıyarak yüz çırpı deste edip bir kerede vurmalarını onlara emreder.974 Kanaatımızca yalnız bir
deri bir kemik kalan bir kimsenin zina yapacak kadar gücü ve takati olmayacağı rivâyet edilen hadisin zayıf olduğuna delildir. Ayrıca, acaba
Allah Rasûlü böylesine önemli olan bir hükmü hafifletmeye yetkili midir? Buda hadisi tartışma konusu kılar.
Hileyi Red Edenlerin Delili
Hileyi şer’iye usûlüne en büyük tepki Hanbelilerden gelmiştir. Mâlikiler ile İmam Şâfiî de hileye karşı çıkmışlardır. Dayandıkları delil
ise şu âyetler ‫وال تتخذوا ايات هللا ازوا‬
“Allah’ın âyetlerini oyuncak edinmeyin.”975
‫واذا خلوا الى شيا طينهم قالوا انا معكم انما نحن مستهزءون‬
)Kendilerini saptıran) şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise “biz sizinle beraberiz, biz ancak onlarla (mü’minlerle) alay ediyoruz”
derle.”976 ile sahih hadislerdir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Zekât artar veya eksilir korkusuyla ayrılmış mal birleştirilemez
968
Şatıbi, Muvafakat, 434.
Serahsî, Usul, 1/36.
970
Sad, 38/44.
971
Tirmizî, Bûyu’, 21.
972
Menna’ Halil el-Kattan, Tarihu’l-Teşiri’l-İslâmî, 231.
973
Maide, 5/48.
974
Sabuni, Ahkam, 2/406.
975
Bakara, 2/231.
976
Bakara, 2/14.
969
121
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------ve bir araya getirilip birleştirilmiş olanlar da ayrılamaz.”977 “Allah Yahudileri lanet etsin. Allah onlara hayvanların iç yağını haram kılmıştı
ama onlar yağı eritip sattılar ve parasını yediler.”978 İmam Şatıbi Muvafakat adlı eserinde şöyle der: İnsanların maslahatı için teşri olunan
hükümler, ancak tahakkuk etmekle anlam kazanır. Yoksa ahkamın teşri olması abes sayılır.979
İmam Alusî şöyle der: “Şer’î hükümleri iptal etmeye yönelik tüm hileler geçersizdir. Örneğin zekâtı ve istibrayı düşürme hilesi gibi.”
İmam Cassas da der ki: “Allah’ın furuzatından kaçmak ve vaciplerden kurtulmak için devreye sokulan hileler ne bir Müslümanın ne de selim
akıl sahibi bir insanın kabul edebileceği bir metottur” der. Çünkü furuzatlar eda edilsin diye emredilmiştir. Vaciplerde yeryüzünde işlensin
diye teşri edilmiştir.980
Yemin ve Oruç Kefâreti Ne Zaman Verilmelidir?
Aslında iskat denen yemin ve oruç kefâreti sağlıkta ve peşinen verilmesi gereken malî bir ibadettir. Dünya, ahiretin tarlası ve sınav yeri
olduğuna göre, kul tüm yükümlüklerini dünyada iken ifa etmelidir. Bunun içinde eda, kaza, borç ve diğer kefâretler olduğu gibi, iskat
kefâreti da vardır. Dolayısıyla gerek yemin gerekse oruç kefâreti dinen peşin ve bir defada verilmelidir. Tıpkı zekât, fitre ve bütün malî
ibadetlerde olduğu gibi. Günümüzde yaygın olduğu gibi böyle bir erteleme dinde meşru olsaydı diğer malî ibadetlerde de olurdu. Kulun
yükümlü olduğu gerek malî gerekse bedenî ibadetleri sağlında ifa etmesi gerekir. Kıyamet günü günahkârlar şöyle itiraf ederler: ‫يقول يَالَ ْيتَنى‬
ْ ‫“ يَوْ َم يَ ْنظر ْال َمرْ ء َما قَ َّد َم‬Kişi iki eliyle
ٌَ ‫(“ قَ َّد ْمت لِ َحيَاتى‬İşte o zaman insanlar) keşke hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim! der.”981 ‫ت يَدَاه‬
yaptıklarını göreceği bir gün için hazırlansın.”982
Yukarıda geçtiği gibi her Müslüman borçlu kaldığı tüm fidye ve kefâretlerini sağlığında hemen vermelidir. İslâmın özü budur. Tüm dinî
esaslar bu istikamette hüküm sürmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v)’in sahâbe, tabiin ve müçtehid imamların yaşadıkları bu meyanda idi. Bu kadar naslara rağmen hayatın da
vermeyip, borçlanan kimse için ölümünden sonra velisi bahsi geçen kefâreti verebilir. Ama İslâmî ölçüler dahilinde olmalıdır. Ölümden
sonra verilen kefâretler kazaya kalmış namazın sonradan kılınması gibi ibadetler için geçerli olur mu?
Yapılan iskat töreni etik olarak da şer’î olarakta yanlıştır. İslâm dinine karşı art niyetli kimseler bu uygulamayı görünce, dinin özünde
olan bir hüküm olduğuna inanarak yazıklar olsun demeden başka bir ifade kullanamaz. Asıl olan budur. Verilen para ne kadar ise yemin
kefâreti için en az on fakire tören ve devir olmaksızın ve fakirleri topluma çağırmaksızın kimin ne kadar hakkı varsa kapısına gidip kefâretin
niyet edilerek verilmesi en uygunudur. Allah sizin çok altın toplamanıza bakmaz, devir ve törenlerinize de bakmaz. Ancak kalplerinize ve
niyetlerinize bakar. Fakir de yapılan törenlerle ve altınların çokluğuyla sevinmez. Ancak alacağı bir miktar para ile sevinir.
Allah’ın farz kıldığı ahkamından kaçmaya vesile olan hileler ve Allah’ın insana vacip kıldığı şeylerden kurtuluş vesilesi olan hileler ne
selim bir akıl ne de sağlam bir kalp sahibi birinin kabul edebileceği bir tatbiktir. Çünkü farzlar eda edilsin diye farz kılınmış, vaciplerde
yeryüzünde işlensin diye teşri buyurulmuştur. Hem de Allah’ın ahkâmları oyun/hile vesilesi edilmemelidir.
YEMİN BAHSİ
Yemin sözlükte kuvvet, sağ taraf, sağ el, ant, kasem ve benzeri manalara gelmektedir. Istılahta ise bir kimsenin bir işi yapıp yapmaması
veya bir şeyin doğru olup olmaması konusunda söylediği sözünü, Allah’ın adını veya sıfatını zikrederek, kuvvetlendirmesini ifade eden bir
terimdir. Meselâ vallahi şu işi yapmam, vallahi şu yere gitmem, vallahi borcumu ödedim, vallahi bu eve bir daha dönmem gibi sözler. Bunun
dışında köle azad etme ve boşamaya bağlı olarak yapılan ve bazı fıkhî sonuçlar doğuran yemin çeşididir.
Allah’ın ismi ve sıfatları zikredilmeden söylenen sözün yemin sayılıp sayılmamasında toplumun örfü ve kutsal hakkındaki
değerlendirmesi ölçü alınır.
Toplumumuzda Kâbe hakkı için, Kur’ân çarpsın, ekmek çarpsın, anam avradım olsun gibi toplumun üst ve kutsal değerlerini, sözünü
te’yid etmek için kullanmada örfen yemin telakki edildiği sürece diğer yeminlerin tabi olduğu hükme tabidir.
Diğer taraftan toplumun alışkanlık haline getirdiği bazı gayri meşru sayılan yeminler. Örneğin ziyaret sayılan bazı evliyanın, şeyhlerin
ve şehidlerin kabirlerine yemin edilmesi veya falanca zâtın sarığıyla, cübbesiyle ve benzeri şeylerle yemin edilmesi bu türdendir. Allah
Resûlü (s.a.v) “Ya Allah ile yemin edin ya da susun” buyurmuştur. Kutsal sayılan canlı ve cansız şeylere yemin etmek haramdır, günahtır,
bazen de şirk olur. Diğer bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’tan başka bir varlıkla yemin ederse Allah’a ortak koşmuş olur.”
Sabit b. Dehhak Ebi Kılabe’ye, Rasûlullah (s.a.v.)’e ağacın altında bey'at ettiğini ve Allah Rasûlü’nün şöyle dediğini haber verdi: “Kim
İslâm’dan başka bir din adına yalan yere kasten yemin ederse, o kimse dediği gibi (o dinden) olur. Kim de kendini herhangi bir şeyle
öldürürse, kıyamet günü (kendini öldürdüğü) o şeyle azab olunur. Kişi sahip olmadığı bir şey hususunda adakta bulunamaz.”983
Yeminin Hükmü: Yemin genel manada hoş karşılanmamıştır. Çünkü kişi bazen etmiş ettiği yemini yerine getirmeye muktedir
olmayabilir veya yemin ettiği gibi çıkmayabilir. Ancak hayat şartları ve dünya olayları bazen yemini ya meşru hale getirir veya gerektirir.
İmam Şâfiî şöyle der: “Ben hayatımda ne doğru, ne yalan yere Allah’ı anarak yemin etmedim.”
Yemin Hüküm Olarak Şu Kısımlara Ayrılır:
1- Haram olan yemin: Günah içerikli bir işin yapılması veya bir vacibin terki için veya yalan yere yemin gibi yeminler haramdır. Bu
çeşit yemini yapan bir kimsenin tevbe etmesi gerekir yoksa günahkâr olarak Allah’ın huzuruna çıkacaktır. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v.)
şöyle der: “Her ne kadar yemin malı sattırsada, bereketi yok eder.”984
2- Vacib olan yemin: Yeminden başka bir çaresi olmayan durumlarda yemin vacib olur. Meselâ hakkı ortaya koymak için veya bir
mazlumu korumak için yapılan yemin gibi.
3- Mendub olan yemin: Bu yemin dinleyenleri etkilemek vesilesiyle yapılan yemindir.
4- Mubah olan yemin: Meselâ nafile namaz kılmak, oruç tutmak ve sadaka vermek gibi bir hayırlı iş yapmak veya kötü bir işten uzak
durmak için yapılan yemin gibi.
Yeminin Çeşitleri
Üç Çeşit Yemin Vardır:
a) Lağv yemin: Yanlışlıkla doğru olduğu sanılarak yapılan yemindir. Meselâ borcunu ödediğini sanarak borcumu ödedim diye yemin
ّ ‫اخذكم‬
etmesi, dil alışkanlığıyla hiçbir içerik taşımadan, vallahi böyle oldu, billahi şöyle oldu gibi yeminlerdir. ‫هللا بِاللَّ ْغ ِو فى اَ ْي َمانِك ْم‬
ِ َ‫“ َاليؤ‬Allah,
kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden (lağv yemininden) dolayı sizi sorumlu tutmaz.”985
b) Gamus yemin: Gamus yemin geşmiş zamanda yapılmış veya yapılmamış bir iş hakkında bile bile kasten ve yalan yere yapılan
977
Buhârî.
Buhârî, Bûyu’, Müslim, Müsakat.
979
el-Muvafakat, 437.
980
el-Cessas, Ahkamu’l-Kur’ân, 3/384.
981
Fecir, 89/24.
982
Nebe, 78/40.
983
Kutubî Sitte ve Ahmed b. Hanbel.
984
Buhârî, Müslim.
985
Maide 5/89.
978
122
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------yemindir. Örneğin bir kimsenin borcunu ödemediğini bildiği halde, ödedim diye yemin etmesi. Görmediği halde gördüm diye yemin etmesi
gibi, duymadığı halde duydum diye yemin etmesi gibi. İmam Şâfiî (r.a.)’ye göre gamus yemin için de kefâret gerekir. Allah Rasûlü
(s.a.v.)’in büyük günahlar arasında yalan yere yemini de sayması bizim için manidardır. 986
c) Mün’akit yemin: Yeminin terim anlamına uygun olan şekli olup mümkün ve geleceğe ait bir konuda yapılan yemindir. Meselâ bir
kimsenin şu tarihte borcunuzu vereceğim diye yemin etmesi, şu yemeği yemiyeceğim, falancanın evine gitmeyeceğim diye yemin etmesi
gibi. Birçok hususta yemin eden yeminini bozar ve yapmayacağım dediği şeyleri yaparsa bu kişinin kefâret vermesi gerekir.
KEFÂRET BAHSİ
Kefâretin Tanımı: Kefâret, sözlükte örtmek, düşürmek, gidermek ve setr etmek gibi anlamlara gelir.
Istılahta ise bilerek, yanlışlıkla veya zorlama sonucu işlenen günahların affedilmesi için İslâm’da gösterilen telafi yollarına kefâret denir.
Kur’ân’da kefâret, günahların bağışlanmasını ifade eder. َ‫ك ِذ ْكر لِل َّذاكِرين‬
َّ ‫“ اِنَّ ْال َح َسنَاتِ ي ْذ ِابْنَ ال‬İylikler kötülükleri giderir. Bu hatırlatmalar
َ ِ‫ت ذل‬
ِ َ‫سيِّا‬
ّ َ‫ت َو َكان‬
ّ ‫“ فَاولئِكَ يبَدِّل‬Allah kötülüklerinizi iyliklere çevirir.
öğüt alacak yetenekte olanlar için birer öğüttür.” 987 ‫هللا غَفورًا َرحي ًما‬
ٍ ‫هللا َس ِّيََ ا ِت ِه ْم َح َسنَا‬
Allah affedicidir ve merhametlidir.”988
Kefâret Çeşitleri
Kitap ve sünnette miktar ve çeşitleri açıklanan özel kefâret türleri dört tanedir:
a) Yemin kefâreti: Âyete uygun olarak on fakiri sabahlı akşamlı doyurmak veya giydirmek, imkânı yoksa bir köle azadetmek, bunu da
ْ ‫ط َعام َعش ََرةِ َمسَاكينَ ِمنْ اَوْ َس ِط َما ت‬
ْ ِ‫ارته ا‬
ّ ‫اخذكم‬
َ ْ ‫هللا بِاللَّ ْغ ِو فى اَ ْي َمانِك ْم َول ِكنْ يؤَ ا ِخذك ْم بِ َما َعقَّدْتم‬
bulamazsa, üç gün oruç tutmaktır. ْ‫ط ِعمونَ اَاْليك ْم اَوْ ِكس َْوته ْم اَو‬
َ َّ‫اال ْي َمانَ فَ َكف‬
ِ َ‫َاليؤ‬
ّ ‫ارة اَ ْي َمانِك ْم اِ َذا َحلَ ْفت ْم َواحْ فَظوا اَ ْي َمانَك ْم كَذلِكَ يبَيِّن‬
َ‫هللا لَك ْم ايَاتِه لَ َعلَّك ْم تَ ْشكرون‬
َ ِ‫صيَام ثَلثَ ِة اَي ٍَّام ذل‬
َ َّ‫ك َكف‬
ِ َ‫“ تَحْ رير َرقَبَ ٍة فَ َمنْ لَ ْم يَ ِج ْد ف‬Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren
yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize
yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azad etmektir. Bunları bulamayan üç
gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riâyet edin). Allah size
âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!”989
Bu Yedirme Üç Şekilde Olur:
a) Yoksulların doyurulması: Bu da kendi ev halkına verdiği normal yiyecekten doyuncaya kadar on fakire iki öğün yedirmektir.
b) Bu on kişiden her birine yarım “sa” (iki avuç) buğday veya hurma ya da başka gıda maddeleri verilebilir.
Bugünkü durumumuzu göz önünde bulundurursak iki avuç buğdayın yemin kefâreti olarak geçerli omayacağını anlarız. Ancak iki öğün
doyuracak kadar mutad gıda veya onun değeri kadar para verilmesi daha uygundur.
c) Verilecek yiyeceğin değerini vermek. Bu Ebû Hanife’ye göre caizdir ve yoksullar için özellikle günümüzde daha uygun ve tercihe
şayandır.
Kefâret Yemini Bozmaktan Öncede Verilebil mi?
Yemin kefâreti şu şartla önceden verilebilir. Şâyet kefâret orucun dışında yiyecek veya giyecek gibi başka bir şekilde eda ediliyorsa o
zaman yemin kefâreti yemin bozulmadan önce de verilebilir. Fakat oruç tutarak eda ediliyorsa o zaman yemin bozulmadan oruç tutmak caiz
değildir. Çünkü oruç bedenî bir ibadet olduğundan dolayı kefâretin sebepten önceye alınması caiz olmaz.
b) Oruç Kefâreti: Şâfiî mezhebinde kişinin başladığı Ramazan orucunun kefâreti yalnız imsak ile akşam arasında cinsi ilişkide
bulunmasıyla sözkonusu olur. Bunun da kazasıyla birlikte iki ay aralıksız olarak kefâret niyetiyle tutulması gerekir. Hanefî mezhebinde ise
başladığı farz olan Ramazan orucunu bir özür bulunmadan yeme, içme ve cinsi ilişki gibi şeylerle bozan bir kimsenin kazasıyla birlikte iki
ay aralıksız kefâret orucu da tutması gerekir.
c) Yalnışlıkla bir mü'mini öldürmenin kefâreti: Bu kefâreti öldürülenin mirasçılarına öldürenin diyet olarak vermesi gerekir. Ayrıca
bu diyeten başka mü’min bir köle azad emesi, buna gücü yetmezse peş peşe iki ay oruç tutması gerekir.990
d) Zıhâr kefâreti: Bir erkek eşine “sen bana annemin sırtı gibisin” veya eşinin başka bir dış organını annesinin veya diğer mahrem
olanların organına benzetmesiyle zıhâr yapmış olur. Böyle bir yemin yapan kişi eşiyle cinsel ilişkiden önce, bir köle azad edecek, buna gücü
yetmezse, aralıksız iki ay oruç tutacak, buna da gücü yetmezse, altmış yoksulu doyuracak. Sonra eşi ona helâl olabilir.991
e) Hac ve umre de işlenen suçların kefâreti: Yani ihramlının yapmış olduğu suçların kefâreti. Bu konu hac yasakları bölümünde
genişçe izah edilmiştir.
ZEKÂT BÖLÜMÜ
Zekâtın Tanımı ve Fazileti
Zekât, lügatta artma, çoğalma ve bereket gibi anlamlara gelmektedir.
Zekât ıstılahta ise mal türlerinin belirli bir kısmını Allah Teâlâ’nın belirlediği özel kimselere mülk olarak vermektir.992 Zekât, malın
temizlenmesı ve mal sahibinin ıslahıdır.
Zekât: İslâm’ın beş esasıdan birisi olan malî ibadetin adıdır.993
Zekât kavramı İslâm gelmeden önce maruf bir kavram olarak kullanılıyordu.
Zekât, hicretin ikinci yılında Ramazan ayında farz kılınmıştır ve Kur’ân-ı Kerîm’de zekât bahsi otuzu aşkın âyette geçmektedir. Zekât
anlamına gelen sadaka veya hak sözcükleri de kullanılır. Zekâtın namazla birlikte çokça zikredilmiş olması namaz ile zekât arasında sıkı bir
ilişkinin bulunduğunu gösterir. “Onlara iyilik yapmayı, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahiy ettik.”
Zekât önceki peygamberlerin şeriatında da namazla birlikte emredilmiştir. Hz. İsmail ile ilgili Allah tarafından şöyle buyurulur: ‫َو َكانَ يَاْمر‬
994
‫ضيًّا‬
ِ ْ‫“ اَ ْالَه بِالصَّلوةِ َوال َّزكو ِة َو َكانَ ِع ْن َد َربِّه َمر‬O, ailesine namazı ve zekâtı emrediyordu.”
Servet bakımından üstün olan zenginlere mallarının bir kısmını fakirlere vermelerinin zorunlu kılınmasının sebebi zenginin elindeki
ّ ‫َو‬
malın yalnız ona ait olmadığına dair onu uyarıp sınamak ve fakiri sevindirmekle aralarındaki dengeyi sağlamaktır. ‫ْض ِفى‬
َّ َ‫هللا ف‬
َ ‫ل َ َبع‬
ٍ ‫ْلك ْم عَلى َبع‬
995
)‫ق‬
ِ ‫“ الرِّ ْز‬Allah rızık konusunda sizin bazınızı bazınızdan üstün kılmıştır.”
986
Buhârî.
Hud, 11/114.
988
Furkan, 25/70.
989
Maide, 5/89.
990
Nisâ, 4/92.
991
Mücâdele, 58/1-4.
992
Curcanî, et-Tarifat.
993
Subkî, el-Menhel.
994
Meryem, 19/55.
995
Nahl, 16/71.
987
123
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------ّ ‫صلو َتكَ َسكَنٌ َله ْم َو‬
َ ‫ص َد َق ًة ت‬
Zekât insanlarda cimrilik duygusunu temizler. ‫هللا َسمي ٌع عَلي ٌم‬
َ َّ‫ص ِّ َع َل ْي ِه ْم اِن‬
َ ‫طهِّرا ْم َوتزَ ّكي ِه ْم بِهَا َو‬
َ ‫“ خ ْذ ِمنْ اَ ْم َوالِ ِه ْم‬Onların
mallarından sadaka (zekât) al ki, bununla onları temizleyip arıtmış olasın ve onlara dua et. Şüphesiz senin duan onlar için bir
sükünettir. Allah; işitendir, bilendir.”996
Zekâtle ilgili Kur’ân’da birçok âyet bulunmaktadır. َ‫ب َويقيمونَ الصَّلوةَ َو ِم َّما َر َز ْقنَاا ْم ي ْنفِقون‬
ِ ‫“ اَلَّذينَ يؤْ ِمنونَ بِ ْال َغ ْي‬Onlar ki gaybe inanırlar ve
‫“ َوفى اَ ْم َوالِ ِه ْم َح ك‬Onların mallarında yoksullar
ْ‫ح‬
namazlarını kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden de harcarlar.”997 ‫وم‬
‫ر‬
‫ق لِلسَّائِ ِ َو ْال َم‬
ِ
‫“ َوالَّذينَ فى اَ ْم َوالِ ِه ْم َح ك‬Zenginin mallarında dilenen ve mahrum olanlar için belli
ve muhtaçlar için de bir hak vardır.”998 )‫وم‬
ِ ‫ق َمعْلو ٌم لِلسَّائِ ِ َو ْال َمحْ ر‬
bir hak vardır.”999 ‫“ َواِ ْذ تَاَ َّذنَ َربُّك ْم لَئِنْ َشكَرْ ت ْم َالَزي َدنَّك ْم َولَئِنْ َكفَرْ ت ْم اِنَّ َع َذابى لَشَدي ٌد‬Eğer siz şükür ederseniz mutlaka nimetlerimi artırırım.”1000
Allah Rasûlü (s.a.v.) “İslâm beş temel esas üzerine kurulmuştur. Bunlardan biri de zekât vermektir.”1001 buyurmuştur. Başka bir hadiste
de şöyle buyurmuştur: “Mallarınızı zekât ile koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin ve belaya karşı duayı (bir kalkan olarak) hazır
tutun.”1002 Şâfiîlere göre gerek zekât gerek kefâret gerekse diğer infaklar olsun fakire bu benim zekâtımdır veya kefâretimdir demeye gerek
yoktur, bu hususta niyet yeterlidir.
Zekâtın Hükmü
Zekât, essah olan görüşe göre fevrî (hemen verilmesi gereken) bir farzdır. Yani engel olmaksızın şartlar uyunca kişi geciktirmeden
hemen zekâtını vermelidir. Aksi halde günahkâr olur. Zekât kendisine farz olduktan sonra verebildiği halde vermeyenin zekâtı boynunda
borç kalır varislerin onun terikesinden vermeleri gerekir.
Birkaç yıl zekâtını vermeyenin zekâtı hesap edilip tüm yılların zekâtı alınır. Bu kişi Müslüman olup ister daru’l-İslâm’da bulunsun ister
daru’l-harbte ister kişi bu hükmü bilsin ister bilmesin fark etmez.1003
Zekât herşeyden önce kulun, Allah’ın emrine itaat edip, kulluğunu göstermesinin en güzel nişanesidir. Çünkü zekât vermeyi Allah
emretmiştir. Kulun vazifesi öncelikle neden, için demeden ve araştırmadan rabbi tarafından kendisine emredilen şeyi yapmaktır.
Zekât fakirler açısından son derece önemlidir. Onlar için Allah’ın lütf ettiği hayat sigortasıdır. Çünkü o sadece fakirin hakkıdır ve
mutlaka fakirlere verilecektir. Zekât Kur’ân, sünnet ve icma ile sabittir. Zekât’ın farziyeti kitap ve sünnetle sabit olduğundan dolayı inkârı
küfür sayılır. Zekâtın farziyeti Kur’ân’la sabit olup fakat zekât malının türü ve oranı Hz. Peygamber tarafından tesbit edilmiştir.
Zekât Vermenin Hikmetleri:
Her emir ve yasağın hikmetleri olduğu gibi zekâtın da belirli hikmetleri vardır. Bu hikmetleri şöyle sıralayabiliriz.
‫َوالَّذينَ فى اَ ْم َوالِ ِه ْم َح ك‬
a) İslâm’ın getirdiği zekât uygulaması, zengin kesimlerle yoksul kesim arasındaki dengeyi sağlamak. ِ ِ‫ق َمعْلو ٌم لِلسَّائ‬
1004
‫وم‬
ِ ‫“ َو ْال َمحْ ر‬Zenginin malarından dilenen ve mahrum olanlar için belli bir hak vardır.”
b) Zekât, zenginle fakiri birbirine muhtaç kılıp zegin yaptığı yardımın sevincini, fakirde almış olduğu yardımın memuniyetini yaşar.
c) Zekât çalışmaktan aciz olana veya iş bulamayana normal bir hayat sürme imkânı sağlar.
d) Zekât, kişiyi cimrilikten korur cömertliğe alıştırır.
َ َ ‫“ لَئِنْ َشكَرْ ت ْم‬Eğer siz şükür ederseniz mutlaka nimetleri
e) Zekât, nimetlere karşı yapılan şükürdür. ”‫الزي َدنَّك ْم َولَئِنْ َكفَرْ ت ْم اِنَّ َع َذابى لَشَدي ٌد‬
artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç kuşkusuz azabım pek ağırdır.”1005
f) Zekât, insanlar arasındaki ilişkiyi, merhameti ve sıcak duyguyu artırır.
g) Zekât fakirler için hayat sigortasıdır.
h) Zekât, malı azaltmaz bilakis ziyadeleştirir ve bereketlendirir. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v.) “Sadaka ve zekât malı eksiltmez.”1006
buyurmuştur.
Zekâtın Farz Olmasının Şartları Altıdır:
1) Müslüman olmak: Gayri müslimlere zekât verme mükellefiyeti kaldırılmıştır. Çünkü zekât temizleyici bir ibadet olduğundan gayri
müslimin temizleme ehliyeti yoktur.
Fakat Şâfiîlere göre bir kimsenin irtidad etmesi daha önceki zekât borçlarını düşürmediği gibi irtidad esnasındaki süre zarfında diğer
malî ve bedenî ibadetlerde boynunda borç kalır. Senenin ortasında irtidad edip tekrar İslâm’a dönen bir kimsenin zekât yılı İslâm’a döndüğü
tarihten itibaren başlar.
Şâfiî mezhebinde çocuk ve akıl hastasının malında zekât vardır ve velileri veya vasileri tarafından zekâtın hesaplanıp ilgili yerlere
verilmesi gerekir.1007
Hanefilere göre zekâtın farziyeti için ergenlik ve akıllı olmak şarttır. Yani onlara göre deli ve çocuğun malında zekât yoktur.
2) Hür olmak: Zekât’ın kölelere farz olmadığına cumhur ittifak etmiştir. Kölenin sahip olduğu malın zekâtını efendisinin vermesi
gerekir.
3) Malın, nisap miktarına ulaşmış olması: Nisab, zekâta tabi olan her cinsi malın zekâtının ödenebilmesi için şart koşulan en az mal
meblağıdır. Yani mükellefin mülkiyetinde, bu meblağa ulaşmayan malın zekâtı farz değildir.
Malların nisabı şudur: Altının nisab miktarı yirmi miskal yahut yirmi dinardır. Gümüşün nisab miktarı iki yüz dirhemdir. Koyunların
nisab miktarı kırk, develerin beş, sığırların ise otuzdur. Tahıl ve meyvelerin nisab miktarı Hanefilerin dışındaki cumhura göre kuruduktan
sonra beş vesk (650 kg.)’dır. Cumhurun delili ise şu hadistir: “Beş veskten az olan ürünlerde zekât yoktur.”1008
Hanefiler göre ise toprak mahsullerinde zekâtın farz olması için nisab şart değildir. Dayandıkarı delil şu hadistir: “Göğün suladıklarında
ondan bir, kova veya dolaplarla sulananlarda yirmide bir zekât gerekir.” Bu hadise göre az veya çok olsun fark olmaksızın topraktan çıkan
ürünlerde mutlak zekât vardır ve Hanefilere göre has amma muarezet ettiği vakit has ammı tahsis edemez.1009
4) Havl: Zekâta tabi olan mal üzerinden, ay hesabıyla, bir yılın geçmiş olması: Bunun delili şu hadistir: “Üzerinden bir yıl geçmedikçe
996
Tevbe, 9/103.
Bakara, 2/3.
998
Zariyat, 51/19.
999
Mearic, 70/24-25.
1000
İbrahim, 14/7.
1001
Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî.
1002
Kutubî Sitte.
1003
el-Mecmu, 5/302.
1004
Mearic, 70/24.
1005
İbrahim, 14/7.
1006
Müslim.
1007
el-Mecmu, 5/295.
1008
Buhârî, Müslim.
1009
Zekiyuddin, Usulu’l-Fıkıh, 375.
997
124
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------bir maldan zekât vermek gerekmez.”1010 Keza Hz. Ali ile Hz. Âişe’nin rivâyet ettikleri bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Senesi dolmamış malın zekâtı yoktur.”
Şâfiîlere göre para, ticari eşya ve hayvanlarda bir yılın geçmiş olması zekât vermek için şarttır. Ancak zirai ürünlerde, maden ve
definelerde bir yıl geçme şartı yoktur.
Zekâta tabi olan bir mal, yıl içinde nisabın altına düşse, ona zekât gerekmez. Buna göre nisabın yıl içinde kesintiye uğraması durumunda
zekât yılı yeniden hesaplanacak. Meselâ; bir kimse Ramazan ayının ilk günü nisaba mâlik olsa, altı ay sonra o paradan harcar veya zarar edip
nisabın altına düşmüş olsa yılın sonuna doğru yine nisaba kavuşmuş olsa bu malda zekât gerekmez. Çünkü yılın tamamında nisabta kalma
şartı vardır.
Keza altı ay bir mala mâlik olan bir kimse bir sebebten dolayı mal mülkünde çıkmış ve bir ay sonra tekrar aynı mal mülküne geçmiş ise
o zaman o malın miladı yeniden başlar. Keza irtidad veya miras yoluyla malın intikal edilmesinde de hüküm böyledir. Yani muris tarafından
varisin eline geçen malın senesi yeniden başlar.
Hulasa Şâfiîlere göre senenin inkıtaı gerek malın mubadelesiyle olsun gerekse satışıyla olsun fark etmez. Bunun gibi senenin ortasında
satın alma, miras, hibbe ve vakıf gibi temellük edilen mal nisaba dahil olur fakat yıl malın elde edildiği tarihten itibaren başlar. Meselâ
senenin ocak ayında kırk koyun ve Mayıs ayında da kırk koyun elde eden bir kimsenin iki miladla zekât vermesi gerekir. Yani ilk kırkın
miladı Ocak’ta ikincinin miladı ise Mayıs’ta başlar.
Şâyet nisaba kavuşan yıl ortasında hayvanların doğmasıyla ikinci nisab tamamlanırsa yavrular analarına bitiştirilerek anaların senesinin
dolmasıyla yavrularla ikinci nisap tamamlanır. Delil ise Hz. Ömer’in Taif’e göndermiş olduğu mektupta valiye “çobanın eli üzerinde
getirdiği kuzuyu dahi say demesidir.” Bu hadisi İmam Mâlik ve Şâfiî sahih isnadla istihraç etmişlerdir.1011
Sene dolmadan doğan yavrular annelerin ölmesiyle onların nisabı baki kalır. Yani annelerin senesi yavrular tamamlar.
5) Hayvanların saime olması: Yani senenin çoğunu otlayarak geçirmesi.
Bu şart Mâlikiler dışındaki cumhura göredir. Dayandıkları delil şu hadislerdir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Otlakta yayılan
develerin her kırk tanesinde üç yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir.”1012 “Kendi ağzıyla otlayan kırk koyun olunca bir zekât
vardır.”1013
Hz. Ebû Bekir’in hilafeti döneminde zekâtla ilgili Bahreyn’e göndermiş olduğu kapsamlı zekât mektubunda şöyle yazmıştır: “Otlakta
yayılan kırk koyundan bir koyun zekât vardır.”1014 Saime merada ağzıyla otlayan hayvan demektir. Şâfiî mezhebinin ikinci görüşüne göre
saime olmayan hayvanlardan elde edilen kazancın yapılan masraflardan fazla olmak şartıyla zekât verilmesi şarttır. İmam Nevevî bu konuyu
el-Mecmu adlı eserinde geniş olarak ele almış ve fakihlerin görüşlerini ayrı ayrı açıklamıştır. Bu görüşler arasında ikinci görüş olarak gelirin
giderden fazla olması kaydıyla zekât vermenin gerektiği de yer almıştır.1015
Mâliklere göre ister otlak hayvanı olsun ister yem ile beslensin, isterse ziraatta çalıştırılsın zekât vermek gerekir. Delili ise Hz. Ebû
Bekir’in zekât listesindeki umumiyet ve mutlakiyet ifade eden hadisidir. Çünkü Buhârî’nin rivâyet ettiği: “Her kırk koyundan bir koyun
vermek gerekir” hadisinde mutlakiyet sözkonusudur.1016
6) Tam mülkiyet: Meselâ mescid, yetim ve fakirler gibi amme cihetiyle vakf edilen malda ihtilafsız zekât yoktur. Fakat şahıslara vakf
edilen malda ise iki görüşten essah olana göre zekât vacip değildir. Çünkü Şâfiî mezhebinde bir şeyi vakf etmekle vakfın mülkiyeti zail olur.
Şâfiîlere göre malda mülkiyetin aslının bulunması ve istenilen şekilde mala tasarruf yetkisinin bulunması gerekir. Bunun için mescidler,
medreseler ve belirsiz kimselere vakf edilen mallardan zekât vermek gerekmez.
Gaspedilmiş veya kaybolmuş malda geri gelmeyene kadar zekât yoktur. Bu tür mal, sahibine döndüğü takdirde İmam Şâfiî’nin cedid
görüşüne göre vekilin elindeki mal gibi zekât verilmesi gerekir. Keza satın alınan mal satanın elinde emanet veya rehin olarak bir yıl kalırsa
malın zekâtı müşteriye aittir. İmam Şâfiî’nin cedid görüşüne göre zekât kendisine farz olmuş bir kimsenin borcu varsa borç zekâta engel
değildir. Çünkü zekât malın kendisine ilhak ederken borç ise kişinin zimmetine ilhak eder.1017
Beş Çeşit Maldan Zekât Verilir
1) Ehlî (evcil) hayvanlar
2) Meyveler
3) Hububat
4) Yerden çıkarılan maden çeşitleri
5) Altın, gümüş ve para çeşitleri
6) Ticaret malı
İlim adamları hayvanlardan zekât vermenin farz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bunlarda yerli olmak şartıyla deve, sığır ve
koyunlardır. Bunlarda zekâtın farz oluşu sahih hadislerle sabittir. Bu tür malda artma, büyüme ve nesil çoğalması gibi menfaatın oluşu
nedeniyle zekât hükme bağlandı.
Ticari amaç taşımayan at, katır, eşek ve yabani keçide zekât yoktur. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Müslümanın kölesinde ve atında
zekât yoktur.”1018 buyurmuştur.
a) Hayvanların Zekâtı
Hayvanların Zekâtı Sırasıyla Şöyledir:
Devenin Zekâtı
Develerin nisabı beştir.
5 devede 1 şişek (bir yaşını bitrmiş koyun)
10 devede 2 şişek
15 devede 3 şişek
20 devede 4 şişek
25 devede bir yaşını bitirip ikinci seneye girmiş bir dişi deve verilir.
Sığırın Zekâtı
Sığır ve mandanın ilk nisabı 30’dur. 30 sığır veya manda veya sığır-manda karışık mala sahip olan bir kimse bir yaşını bitirmiş, ikinci
yaşına girmiş bir dişi sığır veya aynı yaşta bir manda verir. 40 sığır veya manda için 2 yaşını bitirip 3 yaşına girmiş bir dişi sığır verilir.
1010
Ebû Dâvûd, Darekutni.
el-Mecmu, 5/315-328.
1012
Ebû Dâvûd, Hâkim.
1013
Ebû Dâvûd.
1014
Buhârî, Ahmed, Nesâî, Ebû Dâvûd, Şâfiî, İbn-i Mâce, Beyhâkî.
1015
el-Mecmu, 5/315, Muğni’l-Muhtac, 1/380.
1016
Bidâyetu’l-Muctehid, 243, Mezahibu’l-Erbaa, 1/597.
1017
el-Mecmu, 5/305-309.
1018
Buhârî, Müslim.
1011
125
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Bundan sonra her 30 sığırdan bir tebi (bir yaşını bitirmiş iki yaşına girmiş bir dişi sığır verilir, 40 sığırdan bir müsine (2 yaşını bitirmiş 3
yaşına girmiş dişi bir sığır) verilir. Altmış sığır olunca iki tebi verilir. Bundan sonra her 30 adet için 2 yaşına basmış 1 adet erkek ve her 40
adet için 3 yaşına basmış dişi verilir. Delil olarak Muâz b. Cebel’in meşhur hadisi gösterilmiştir. Muâz şöyle der: “Allah Rasûlü (s.a.v.) veni
Yemen’e gönderirken her kırk sığırda bir sığır ve her otuz sığırdan bir dana almamı emretti.”1019
Koyun ve Keçilerin Zekâtı
Koyunların ve keçilerin ilk nisabı 40’tır. 40 koyunu veya 40 keçisi veya karışık olarak sahip olana bir şişek veya keçi düşer.
121’de 2 koyun
200’de 3 koyun
400’de 4 koyun düşer.
Bundan sonra her yüz koyun için birer koyun çıkarılır. Çıkarılacak koyun ya bir yaşını bitirmiş bir şişek veya iki yaşını bitirmiş bir keçi
olmalıdır. Koyun ve keçi de cinsler muhtelif olup her iki cinsin toplamı nisaba kavuşmuşsa hangisi fazla ise ondan veya hangisi fakire
faydalı ise ondan verilmelidir.
Zekât Olarak Verilecek Hayvanın Nitelikleri
Hepsi sağlam olan hayvanlardan hasta olanı zekât vermek caiz değildir. Keza çok yaşlı veya ayıplı olan zekât verilmez. Fakat hepsi
hasta veya ayıplı olan hayvanlarda hasta veya ayıplı olan verilebilir.1020
Hamile, emziren anne, tohumluk koç, yemek için özel bakılmış etlik ve malın en güzel olanı zekât olarak alınmaz. Çünkü Allah Rasûlü
(s.a.v.) “Muâz’ı Yemen’e gönderirken ona malın iyisinden alma ve mazlumun bedduasından sakın.”1021 buyurmuştu.
Şâfiî mezhebinde zekâtta malın kıymeti alınmaz. Onlara göre zekât kurban gibi Allah’a yaklaşmak olduğu için malın yerine kıymetin
verilmesi caiz değildir. Henefilere göre ise gerek ticaret malı olsun gerekse diğer canlı ve cansız eşya olsun malın kıymetini vermek caizdir.
Dayandıkları delil ise “Muâz b. Cebel’in Yemen halkına “bana arpa ve darı yerine parça kumaş veya giysi getirin, bu hem sizin açınızdan
daha kolay ve hemde Medine ahalisi için daha hayırlı olacaktır”1022 buyurmasıdır.
Özellikle günümüzde malın kıymetini vermek fakir açısında daha önemli ve harcama bakımında daha da kolaydır. Şâfiîlerin nas olarak
delil göstermemiş olmaları ve kurbana kıyas yapmaları Hanefilerin göstermiş olduğu Sahihi Buhârî’nin rivâyeti karşısında görüşleri zayıf
kalmaktadır.
b) Meyvelerin Zekâtı
Meyvelerde hurma ve üzümün kurusunda zekât vardır. Bu konuda delil gösterilen hadisin mürsel olduğunu söyleyen vardır. İmam
Şâfiî’nin kadim görüşüne göre zeytinde zekât vardır. İmamın cedid görüşüne göre ise incir, elma, armut, şeftali, nar, muz, domates, patlıcan,
biber, karpuz ve kavun gibi meyve ve sebzelerde zekât yoktur. Çünkü bunlar kut (gıda) sayılmadığı gibi iddihar yani stok yapmaya da
dayanıklı değildir. Şâfiî mezhebinin cedid görüşüne göre balla ilgili bir delilin olmayışı ve süte kıyas yapılarak balda zekât yoktur.
Şâfiîlerin genel içtihadı şöyledir: Kut (temel gıda) ve iddihar (stok) edilebilen yiyeceklerin dışındaki meyve ve sebzelerde zekât yoktur.
Hanefî mezhebinde odun, kamış ve emeksiz biten otların dışındaki tüm hububat, meyve, sebze ve emek sonucu elde edilen verimli
otlarda zekât vardır.1023
Ebû Hanifenin dışındaki cumhura göre hububatta olduğu gibi meyvelerde de nisab şarttır. Bunların nisabı da beş vesktir. Bir vesk
yaklaşık 650 kg.
c) Hububatın zekâtı
Tarım ürünlerinde zekâtın farz oluşu kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kitaptan delil; َ‫ت َما َك َسبْت ْم َو ِم َّما اَ ْخ َرجْ نَا لَك ْم مِن‬
ِ ‫يَا اَيُّهَا الَّذينَ ا َمنوا اَ ْنفِقوا ِمنْ طَيِّبَا‬
َ
ْ‫“ ْاالَر‬Ey imân edenler! Kazandıklarınızın ve sizin yerden
‫هللا َغنِ كى َحمي ٌد‬
‫ض َو َال تَيَ َّمموا ْال‬
ِ ِ‫خَبيث ِم ْنه ت ْنفِقونَ َولَسْت ْم ب‬
َ ّ َّ‫اخذي ِه اِ َّال اَنْ ت ْغ ِملوا في ِه َوا ْعلَموا اَن‬
ِ
çıkardıklarınızın en iyilerinden infak edin.”1024 Müçtehidlerin çoğuna göre bu âyetteki yerden çıkarılanın infak edilmesi emirinin hububata
dair olduğu kanaatı hâkimdir.
İnsanların emeğiyle yetiştirilen buğday, arpa, pirinç, mısır, darı, nohut, mercimek, fasulye ve çavdar gibi iddihar (stok) edilebilen, kut
(temel gıda) hükmünü taşıyan ve yerden çıkarılan her çeşit hububat türünde zekât vardır. Delil ise Muâz b. Cebel’in Allah Rasûlü’nden nakl
ettiği şu hadistir: “Gök, dere, nehir ve kuyu suyu ile sulanan arazide onda bir zekât vardır, dolapla sulanan arazide ise yirmide bir zekât
vardır. Bu da hem hububat ve hem meyveler için geçerlidir.” Bu hadisi Tirmizî ve Beyhâkî mürsel olarak rivâyet etmişlerdir.1025
Hububatın zekâtı eğer yağmur, nehir, dere, ırmak ve bunlar kanalı ile sulanıyorsa ürünün onda biri zekât olarak verilir. Şâyet kova,
dolap, motor veya ücretle alınan su ile sulanıyorsa yirmide bir olarak verilir. Günümüzde sulamanın yanında gübreleme, ilaçlama, mazot ve
işçilik gibi önemli ölçüde artan emek ve masraflar göz ününde tutularak bu gibi topraklardan elde edilen ürünün ücretle sulanan toprakların
ürününe kıyasla yirmide bir zekât olarak verilmesi hükme bağlanabilir.
Şâfiî mezhebinde hububatta nisap şarttır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Hurma ve hububatta beş veskten aşağıya zekât toktur.”1026
buyurmuştur.
Bir vesk 650 kg. kabul edilmiştir. Bundan fazla olanın zekâtı onda bir verilir. Şâfiîlerin ittifakıyla hububattan cinsler birbirinin nisabını
tamamlamaz. Yani arpa buğdayın, çavdar arpanın, nohut da mercimeğin nisabını tamamlamaz. Şâfiî mezhebinde bir sene içerisinde farklı
aylarda elde edilen aynı cins olan tarım ürünleri birbirilerine eklenerek nisaba kavuşması hükme bağlanır.
Hanefilerin dışındaki müçtehidlere göre kiraya verilen arazilerde tohum birisinin tarlada başkasının olursa zekât tuhum sahibine aittir.
Çünkü tarla tıpkı ticaret için kiralanan dükkan gibidir. Yani zekât dükkan sahibine değil tuccara aittir. Hanefilere göre ise arazi ekilmek
üzere belli bir ücretle kiraya verilirse çıkacak ürünün zekâtı arazi sahibine aittir. Yine Hanefilerin dışındaki çoğunluğa göre arazi çıkacak
ürünü toprak sahibiyle paylaşma (müzaraa) yöntemiyle kiralanmış ise elde edilecek ürünün öşürü toprak sahibi ve işletmeciden alınır.
Hanefilere göre ise öşür yalnız toprak sahibinden alınır.1027
Yer Mahsulatında Çıkan Masrafın Hükmü
Malumdur ki ziraatın zekâtı naslarla vacip kılınmıştır. Şurada öğrenmemiz gereken husus şudur: Ekilecek arazinin ekme, göbreleme,
temizleme, biçme, taşıma ve ayırtmak gibi masraflar çıktıktan sonra mı yoksa önce zekât mı çıkarılacaktır?
El-Cevap: Cumuhuru fukahaya göre önce mahsulün zekâtının çıkarılması lazım gelir. Çünkü şari bu masrafları dikkate alarak ölçüyü
koymuştur.
1019
Mâlik, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, el-Mecmu, 5/369.
el-Mecmu, 5/329.
1021
Buhârî, Müslim.
1022
Buhârî.
1023
el-Mecmu, 5/416.
1024
Bakara, 2/ 267.
1025
el-Mecmu, 5/444.
1026
Buhârî, Müslim.
1027
el-Mecmu, 5/449.
1020
126
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Burada farklı hüküm verenlerden İbni Abbas, İbni Ömer, (r.anhum) Mekhul, Atâ, Tâvûs ve Sufyan-ı Sevrî gibi zâtlara göre önce yapılan
masrafın borcu çıkarılacak sonra mahsulün zekâtı verilecektir. Ahmed İbn Hanbel’den nakl edilen iki görüşten birine göre ise bir ziraatçının
ailesine harcadığı masrafı değil fakat ziraat için harcadığı masrafı çıkarması caizdir.
İkinci görüşe göre borç zekâttan ileridir. Bu borç gerek aile için harcanan borç olsun gerekse ziraat için harcansın fark etmez. Bu ikinci
görüşü kabul edenlerin delilleri ise şunlardır:
1- Asıl nema fazlalıktır, öyle ise yapılan masraf sermayeden fazla değilse o zaman mal ziyadelik ve kazanc hükmünü almaz.
2- Şariin nazarında külfet ve masraf dikkate alınmıştır. Aletle sulamaya ve yemle beslenen hayvanlara kıyasla yerden çıkan mahsulün
önce masrafını çıkarması mümkündür. Meselâ bir çiftçi elde ettiği iki ton hububatın üçte biri değerinde masraf etmişse o zaman yalnız 1500
kg.ın zekâtını vermesi gerekir.
Bu konuda S. Arabistan’ın Cidde kentinde yapılan toplantıda fetva kurulunun aldığı kararda yerden elde edilen mahsulün masrafı, üçte
biri çıkarıldıktan sonra zekât verilecek hükmü üzerinde ittifak edilmiştir. İbni Arabî Tirmizî’nin Şerhî’nde şöyle der: En sahih olanı araziye
harcanan tüm nafaka ve masrafın düşmesidir. Bu hükmü tercih edenYusuf el-Karadavî şunu söyler: Şeriatın ruhuna uygun olan, ücretle
sulanan arazide yirmide bir gerektiğine kıyasla masrafa tekabul eden üründen zekâtın düşmesidir.1028
d) Madenlerin Zekâtı
Maden, altın, gümüş, bakır, kurşun gibi yerden çıkarılan kıymetli şeylerdir. Bunların zekâtı konusunda müçtehidlerin farklı görüşleri
vardır. Şâfiîler de yerden çıkarılan maden bir yıl geçme şartı olmaksızın ancak altın ve gümüşte zekât vardır. Şâfiî mezhebinde masrafsız
yerden çıkarılan saf külçe altının zekâtı beşte birdir. Bu da ancak cahiliyete ait olan malda geçerlidir. Meselâ çıkarılan altın İslâm’a ait ise o
zaman lukata (yitik) sayılır. Yani sahibine verilmek üzere bekletilir. Mâlikiler ve Hanbelilere göre ise yer madeninin tüm cinslerinde zekâtın
var olduğunu kabul edilmiştir.1029
e) Altın ve Gümüşün Zekâtı
Altın ve gümüşün zekâtı ile ilgili kitap ve sünnette kuvvetli deliller bulunmaktadır. ‫اس‬
ِ ‫ار َوالرُّ ْا َب‬
ِ َّ‫ان لَ َياْكلونَ اَ ْم َوا َل الن‬
ِ ‫َيا اَيُّ َها الَّذينَ ا َمنوا اِنَّ َكثيرً ا مِنَ ْاالَحْ َب‬
ّ ِ ‫اط ِ َويَص ُّدونَ َعنْ َسبي‬
‫ليم‬
َّ ِ‫َب َو ْالف‬
ٍ ‫هللا فَبَ ِّشرْ ا ْم بِ َع َذا‬
َ ‫هللاِ َوالَّذينَ يَ ْكنِزونَ ال َّذا‬
ِ ّ ِ ‫لةَ َو َال ي ْنفِقونَهَا فى َسبي‬
ِ َ‫بِ ْالب‬. “Ey mü’minler, birçok hahamlar ve rahipler insanların
ٍ َ‫ب ا‬
mallarını eğri yöntemlerle yerler ve halkı Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de bunları Allah yolunda
harcamayanları acıklı bir azapla müjdele!”1030
Allah Rasûlü (s.a.v.) “Altın ve gümşün hakkını eda etmeyen bir kimseye kıyamet günü kızgın ateşten demir parçaları onun yanlarına ve
sırtına yapıştırılacaktır.”1031 buyurmuştur.
Altın ve Gümüşün Zekâtı Aşağıdaki Şartlarla Vacib Olur
1) Kişinin bu malı ticaret amacıyla kullanması, çalıştırması veya elinde bulundurması.
2) Yukarıda açıklanan nisab miktarına ulaşmış olması.
3) Havl (senenin) dolmuş olması. Yani üzerinden bir sene geçmedikçe altın ve gümüşte zekât vacib olmaz. Çükü Allah Rasûlü (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: “Üzerinden bir sene geçmeyen bir malda zekât yoktur.”1032
Altının nisabı, yirmi miskaldir. Gümüşün ise iki yüz dirhemdir. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Sikkeli gümüşten beş okkanın
altında zekât yoktur.”1033 Bir okka 40 dirhemdir. Şâfiîler dışındaki cumhura göre nisabı tamamlamakta altın ve gümüşten her biri diğerine
ilave edilebilir.
Yine Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ne yirmi miskale ulaşmış olmayan altın da, ne de ikiyüz dirhemden az olan gümüşte
zekât vardır.” Asri âlimlere göre Şâfiî mezhebinde, bu miktar yaklaşık 72 gram; Hanefî mezhebinde ise 84 gramdır.
Hanefilerin dışındaki cumhur ile İmameyn’e göre bu limiti aşan paranın zekâtı yüzdelik hesabı ile verilir. Fazlalık az da olsa %2.5 zekâtı
vermek gerekir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) “Her kırk dirhemde bir dirhem paranızın zekâtını verin.”1034 buyurur.
Günümüzdeki Zenginlik Ölçüsü Nedir?
Her ne kadar o asırda zenginlik ölçüsü bu kadar idi desek de günümüzde hiçbir kimsenin 70-80 gram altınla zengin sayılmayacağı
malumdur. Hele hele gümüşün değerinin tamamen kaybolduğu bir dönemde.
Keza kadınların ziynet aşyası da asra göre değerlendirilir. En isabetlisi fakirlik ve zenginlik şeri ölçülere göre asırdan asıra değişebilir.
Meselâ eski dönemlerde temel ihtiyacların dışında kişi 80 gram altınla zengin sayılırken günümüzde hayat şartları göz ününde
bulundurularak aynı şahıs 200 gramla ancak zengin sayılabilir. Zenginlik ve fakirlik ölçüsü aşağıda izah edilmiştir.
Zekât vermenin nisabı yirmi miskal altın veya ikiyüz dirhem gümüş ölçüsünün baz alındığı dönemlerde bir koyun beş dirhem gümüşe
tekabul etmekteydi. Keza altının nisabı olan 80 gram altınla yaklaşık yüz on koyun alınırdı. Bugün yüz on koyun yaklaşık bir kilo gr. altına
tekabul eder. Dolayısıyla fakirlik ve zenginlik ölçüsü zamana göre kişiden kişiye değişebilir.
Şâfiîlere göre altın ve gümüş ayrı ayrı halis olarak nisap miktarına ulaşmadıkça onlardan zekât vermek gerekmez. Bu asırda piyasada
altın ve gümüş yerine evrak (kâğıt ve madeni) para yer almaktadır. Bu sebepten dolayı bu paralar altın ve gümüş hükmündedir. Onun için
nisab hususunda altının veya gümüşün değeriyle takdir edilir.
Altın ve gümüşün zekât miktarı kırkta birdir. Buna göre diğer paralarda kırkta bir verilecek. Senet, çek ve benzeri resmi evraklar da
böyledir.
Ortak Malın Zekâtı
Hayvanlarını birbirine karıştıran iki kişi sekiz şartla bir kişinin malı gibi zekât verirler.
1) Ağılları bir olacak
2) Meraları (otlak) bir olacak
3) Toplanma yerleri bir olacak
4) Cinsleri bir olacak
5) Koçları bir olacak
6) Sulama yerleri bir olacak
7) Bunları sağan bir olacak
8) Süt sağma yeri bir olacak
9) Ortakların zekâta ehil olması. Meselâ ortaklardan bir gayri müslim olursa o zaman onun malı müslümanın malıyla birleştirilemez.
İmam Şâfiî’nin cedid görüşene göre iki kişiye ait olan para veya diğer malların zekât nisabı bir kişinin sahip olduğu malın zekât nisabı
gibidir. Çünkü zekât şahıslara değil mala nisbetle verilir. Meselâ her birinin 20 koyunu olan iki ortak, yukarıda açıkladığımız şartlarla, bir
1028
Muhammed İbrahim Hafavi, Fetava Şer’iyetî Muasıra, 250.
el-Mecmu, 6/79.
1030
Tevbe, 12/34.
1031
Müslim, Ebû Dâvûd, Beyhâkî.
1032
Ebû Dâvûd.
1033
Müslim.
1034
Darekutni.
1029
127
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------koyun zekât verirler. Buna göre her birinin 40 koyunu olan iki ortak, bir koyun verecekler. Diğer hayvan ve ticaret mallarında da böyledir.
Bu hüküm Şâfiî, Ahmed ve Dâvûd’a göredir. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Zekât artar veya eksilir korkusuyla
ayrılmış mal birleştirilemez ve bir araya getirilip birleştirilmiş olanlar da ayrılamaz.”1035
Hububatta da kurutma, harmanlama ve depolama yerleri bir ise yine bir kişinin malıymış gibi zekâtları verilir. Koyun ve keçide cinsler
muhalif olup her iki cinsin toplamı nisaba kavuşmuşsa hangisi fazla ise ondan veya hangisi fakire faydalı ise ondan verilmelidir.1036
Kadının Zinet Eşyasında Zekât Var Mıdır?
Hanefilerin dışındaki cumhura göre kadının, israfa ve hileye kaçmamak şartıyla, her çeşit altın ve gümüşten oluşan, ziynet eşyası zekâta
tabi değildir. Fakat haddi aşıp israfa veya hileyi şer’iyeye kaçarsa o zaman tüm süs eşyasının zekâtını vermek mecburiyetinde olur. Bunun
ölçüsü de örfe göre belirlenir. Hanefî mezhebinde, kadının nisab miktarına ulaşmış ziynet eşyasında zekât vardır.
Şâfiîlerin dışındaki fakihlere göre zekât vermek farz olan zinet eşyasında muteber olan ağırlıktır, kıymet değildir. Şâfiîlere göre ise zekât
vermenin farz kılındığı helâl olan zinet eşyasında, kıymeti ile ağırlığı fark edilince ağırlığına değil kıymetine göre değerlendirilir.
Şâfiî fukahasının ittifakıyla evde kullanılan altın ve gümüşten oluşan kap, kacak, araç ve gereçte zekât vardır. Genel kural budur, sağlık
için kullanılan şeyler hariç kullanılması haram olan eşyada nisaba kavuşmak şartıyla zekât vermek gerekir.1037
f) Ticaret Malın Zekâtı
Ticaret Malının Zekâtıyla İlgili Hüküm
Ticaret mallarında zekâtın vacip olması için gerekli olan şartlar şunlardır:
1) Satın alma gibi bir alışverişle o mala sahip olmak. Çünkü ticaret malında esas olan alışveriştir. Kişinin bu malı ticaret amacıyla
kullanması, çalıştırması veya elinde bulundurması gerekir.
2) Bu alışverişin ticaret niyetiyle yapılmış olması. Eğer başka amaçla alınmış-satılmış ise ticaret malı sayılmaz. Dolayısıyla zekâta da
tabi olmaz.
3) Sırf biriktirmek niyetiyle alınmamış olması.
4) Ticaret mallarına sahip olduktan sonra üzerinden bir yılın geçmesi.
5) Yıl sonunda bu malların değerinin nisaba ulaşması.
6) Yıl içerisinde kendisiyle değerlendirildiği paraya dönüşüp, bu paranın nisap miktarından aşağı olmaması. Eğer sene içerisinde paraya
dönüşür ve bu para nisab miktarından aşağı olacak olursa sonra da bu paralarla ticaret niyetiyle mal alacaksa, yıl bu malı aldığı andan
itibaren başlar.
Cumhur ticari kârların sene sonunda sermayeye ilava edileceği hususunda ittifak etmişlerdir. Ticaret niyeti olduktan sonra sene
içerisinde değişik cinsler, nevler ve eşyalar değiştirilip başka mal almakla fark etmez. Meselâ 5 bin tl’yi 6 ay çalıştırıp sonra o parayla,
koyun, dana gibi canlı hayvan alınırsa, niyet ticaret olduktan sonra iki cinsin senesi aynıdır.1038
Eğer ikinci 6 ayda aldığı koyunları ev için almışsa yıl, koyunların aldığı tarihten başlar. Hizmet veya kazanç için alınan araç-gereç, gemi
ve uçak gibi demirbaş eşyaların zekâtı yoktur. Fakat bunların kazancından zekât vardır.
Şâfiîlerin essah olan görüşlerine göre elde edilen kar, ticari hayvanların yavruları ile ağaçların meyve, dal ve yaprakları, hayvanların
yünleri de ticari mal olup sermayeye ilave edilir.
Ticaret Malı Nasıl Hesap Edilir?
Zekât kendisine farz olmuş bir kimse zekât vermeyi kararlaştırdığı ay girince, dükkanındaki mevcut ticaret malları, varsa nakit parayı ve
müşterideki vakti gelmiş garantili alacaklarını toplu olarak hesap eder ve eldeki malı da toptan satış fiyatından hesap etmesi gerekir. Varsa
vadesi gelmiş vereceğini hesap edip çıkardıktan sonra elde kalanın %2.5’unu zekât verir. Örneğin mal varlığı piyasa değeri 45.000 bin tl’ye
ulaşmış bir tüccar 5000 bin tl vereceğini kabul edersek kalan 40.000 bin tl’nin zekâtını verecektir.
Çok ortaklı şirketlerde yıl sonunda yukarıda açıkladığımız gibi mal varlığı hesap edildikten sonra en doğrusu her ortağın kendisine
düşen payın zekâtını vermesidir.
Prensip olarak herkes iş yerin yetkilisine vekaleten zekât dağıtmında izin verirlerse bir beis yoktur. Bu hüküm katılım bankalarındaki
ortaklık ve hisse senetleri için de geçerlidir. En makbulu her ortak yıl sonunda kendisine düşen kar ve sermaye payının zekâtını bizzâtihi
(kendisi) bildiği fakir yakın akraba veya komşularına dağıtmasıdır. Çünkü bugün zekât dağıtımında dahi siyasi yatırımlar veya ticari
beklentiler sözkonusu olmuştur.
Bunun bir benzeri son zamanlarda para yerine paket dağıtım modasını görmekteyiz. O da şu iki yönden endişe vericidir. Ya fakirin hiç
ihtiyaç duymadığı şeyler pakete konulur veya verilen paket içerisinde çok kalitesiz mallar çıkabilir. Bu da gıda serktörünün kazanç elde etme
planı olabilir şüphesini uyandırır. Bu nedenle verilecek paket yerine değerindeki nakit paranın verilmesi daha uygun olur.
İş yerine ait demirbaş eşya, araba ve araç-gerec zekâta tabi değildir. Çünkü Allah Rasûlu (s.a.v.) “Satışa arz edilmiş olan mallarda zekâtı
verin.”1039 buyurmuştur.
Cumhura hilafen Mâlikî mezhebine mensup bazı fukahaya göre bozulmuş veya defolu olmuş değeri düşük mallarda zekât vacip
değildir.1040 Günümüzde de Karadavî ve ez-Zerka gibi bazı İslâm âlimleri Mâlikilerin bu görüşünü benimseyip fetva vermişlerdir. Bu
imamların dedikleri geçerli kabul edilse o zaman enflasyonun yaygın olduğu ve malda zararın sözkonusu olduğu bekletilen menkul ve
gayrimenkullerde de bu hüküm geçerliliğini korumalıdır.
Ticari Malın Aynısından Zekât Verilebilir mi?
Bu konuda fakihler arasında iki görüş ortaya çıkmıştır. Hanefilerin dışındaki cumhura göre ticari malların kıymetini ödemek gerekir.
Malın kendisinden zekât vermek caiz değildir. Çünkü nisab kıymet üzerinde muteberdir.
Hanefilere göre ise ticari malın kendisinden vermek malın kıymeti gibidir. Bu sebeple mal sahibi muhayerdir. İsterse kıymet üzerinden
verir, isterse malın kendisinden verir.1041 Ancak Şâfiîler bu ve benzeri konularda Hanefî mezhebini taklid ederek malın aynısını veya
kıymetini verebilime imkânına sahiptirler.
Hanefiler bu ve benzeri konularda daha geniş düşünerek şöyle derler: Zekât olarak malın kendisi verilebileceği gibi kıymeti ve değeri de
zekât olarak verilebilir. Çünkü onlara göre Allah Teâlâ zekâtı farz kılmakla yoksulların ihtiyacına cevap vermeyi ve onlara bir rızık temin
etmeyi amaçlamıştır. Bu amaç ise malın kendisini zekât olarak vermekle gerçekleşeceği gibi onun kıymeti ve değerini vermekle de
gerçekleşebilir. Bu hüküm gerek zekât gerek fitre ve gerekse diğer kefâretler için de geçerlidir.
Bina ve Sanayi Tesislerinin Zekâtı
Asrımızda sermaye, toprak ve ticaret dışında gelir elde etmek için insanlar başka yönlere yönelmiştir. Kira elde etmek için işyeri ve
1035
Buhârî.
el-Mecmu, 5/389, Muğni’l-Muhtac, 1/385.
1037
el-Mecmu, 6/37.
1038
el-Mecmu, 6/51.
1039
Ebû Dâvûd.
1040
Desuki.
1041
el-Muğni, 3/31, Muğni’l-Muhtac, 1/399, el-Bidaye, 2/13.
1036
128
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------binalar yaptırma, üretim için tesis edilen fabrikalar ile uçak, gemi, tır ve diğer vasıtalar, sığır ve tavuk çiftlikleri kurma bu yönde yapılan
işlerdir. Bunların gelirlerinden ve kârlarından zekât vermek gereklidir.
Fakihlerin büyük çoğunluğu bu tür gelir getiren tesislerden ve binalardan zekât vemenin farz olduğu hususunda bir açıklamada
bulunmamışlar, ancak şöyle demişlerdir: Oturmak için elde bulundurulan evlerden, ihtiyaç duyulan ev eşyasından, iş aletleri ile tezgâhlardan
ve hayvan veya araba olsun koşu ve binek vasıtalarından hileyi şer’iyeye kaçmamak şartıyla zekât vermek gerekmez.
Fakat bugün binek veya ev eşyası adı altında değeri yüksek araç-gereç veya yedekte bekletilen dayanklı ev eşyası alınmaktadır. Dinî
hassasiyeti olan bir kimse israfa veya lükse giren bu gibi eşyaları her yıl hesap edip zekâtını vermelidir. H. 1385/M. 1965 yılında İslâm
âlimlerinin yaptıkları İslâmî araştırmalar toplantısında şu husus karara bağlanmıştır. Zekât vermenin farz olduğu hususunda nas bulunmayan
ve fikhî bir açıklama yapılmayan gelir getirici malların hükmü aşağdaki şekildedir.
Gelir getiren büyük binalarla sanayi tesisleri, gemiler, uçaklar ve benzeri malların ve vasıtaların aynında (kendisinde) zekât vermek farz
olmaz. Ancak bunların safi (sadece) gelirlerinden nisap şartı ile bir yıl geçme şartı bulununca zekât vermek gerekir. Bu gibi mallardan
verilecek zekât miktarı yıl sonu itibarıyla kırkta birdir.
Herhangi bir serbest sanatların neticesinde elde edilen kazancın zekâtı da böyledir. Yani nisap şartı ile bir yıl geçme şartı bulununca
zekât vermek vacip olur.1042 Tavuk, balık ve benzeri çiftliklerin zekâtı, insanların eliyle inşa edilen çiftliklerin durumu, diğer ticari
müessesler gibidir. Bunların gelirlerinden %2.5 zekât verilir.
Muacele Zekât
Henüz senesi dolmamış acele edip malın zekâtını vermek cumhura göre caizdir. Nitekim Allah Rasûlu “amcası Abbas’a senesi
dolmadan zekâtını vermesi için izin vermiştir.”1043 Yine Allah Rasûlu Hz. Ömer’e “Biz Abbas’ın zekâtını yılın başında aldık.”1044 buyurur.
Müçtehid imamlara göre muacele zekâtın sıhhatı şu şartlara bağlıdır:
a) Sene dolmadan zekâtı alan ehil kimsenin yıl sonuna kadar ehil olması.
Örneğin zekât alan fakir yıl ortasında aldığı zekâtın dışında herhangi bir gelirle zegin olmuşsa veya yıl içinde ölse veyahut irtidad (küfre
dönme) etse verilen zekât zekât olmaktan çıkar. Mal sahibinin ikinci kez o yılın zekâtını vermesi gerekir.
b) Zekâtı verilen malın nısabta kalması. Örneğin zekâtı verilen malın yıl ortasında hepsi veya nisabı düşürecek kadar bir kısmının telef
olması durumunda verilen zekât geçerliliğini kaybeder ancak sadaka olur.1045
Alacağı Zekâta Saymak
İslâm âlimlerinin çoğunluğun tercihine göre fakirdeki alacağın zekâta sayılması caiz değildir. Delilleri ise zekâtta şart olan kabz (teslim
alma) ve temellüktür. 1046
Çünkü fakirin boynundaki borcu zekâttan saymak zekât malını zenginden alıp fakire verme anlamına gelmez. İmam Nevevî şöyle der:
“Ödeme sıkıntısı çeken fakir bir kişide alacağı olan, bu alacağını zekâttan saymak isteyip de “ben alacağımı zekâtımdan saydım” dese bu
zekât geçerli değildir. Çünkü tesilimiyet ve temellük zekâtın sıhhat şartlarındandır.
Elde mevcut olmayan bir malı yalnızca niyetle başkasına devretmek zekât olarak kabul edilmez. Eğer borçlu olan şahıs gerçekten fakir
ve borcunu ödemek niyetinde ise o zaman alacaklı olan şahıs geri almak şartı olmaksızın zekâtı samimi bir niyetle naklen borçlusuna verir
ve borcu olan kişi ise almış olduğu malı borcuna mahsuben alacaklıya geri verebilir. Eğer alacaklının niyeti zekâtı vermek olmayıp amacı
borcunu kurtamak için zekât veriyorsa bu makbul olmadığı gibi art niyetinden dolayı mesuldur.
Hanefilerin dışındaki müçtehidlere göre fakire giysi, ekmek, şeker ve benzeri gıda maddesi vermek yahut fakire yemek yedirmek ve
elbise giydirmek gibi ikramda bulunmak zekât yerine geçmez. Hanefilerde ise ister hakkında nas bulunsun ister bulunmasın ister bu malın
cinsinden olsun veya olmasın fark etmez.
Hanefilere göre kaide şudur: Nafile olarak tasadduk edilmesi caiz olan her maldan zekâta saymak caizdir. Gerek zekât gerekse fitre
olsun Şâfiîler için hakkında nas olan zekât malının yerine kıymetini verme konusunda Hanefî mezhebini taklid ederek kıymetini vermenin
caiz olduğu hükme bağlanmıştır.1047
Vergi Zekâtın Yerine Geçer Mi?
Müçtehidlerin ittifakıyla vergi zekât yerine geçmez. Çünkü zekât Müslümanın Allah’a olan şükür borcudur. Dolayısıyla ibadet manasını
taşımayan vergi teabbudi olan zekât yerine geçmez.1048 Çünkü zekât fonu müstakil bir fon olduğundan genel hazineyle ilişkisi yoktur.
Hanefilerin dışındaki cumhura göre zekât kendisine farz olan bir kimse ödemeden ölürse o kişi Allah katında mesul olduğu için geride
bıraktığı malından bu zekât borcu vasiyet etmese de varisleri tarafından ödenmesi lazımdır. Çünkü ölümle bu borç düşmez.1049
Şâfiîlerce essah olan görüşe göre Allah’a olan borç ile kula olan borç birleşirse Allah hakkı öne alnır. Cumhura göre ise önce kul hakkı
sonra Allah hakkı ödenir. Hanefilere göre, zekâtı düşüren haller üçtür: Zekât borcu olan kimsenin vasiyet etmeden ölmesi, mürted olmak, yıl
tamamladıktan sonra ödeme imkânı elde edemeden malın yok olması.1050
Verilen Zekâtı Geri Satın Almak
Şâfiî ve Hanefilere göre bir kimse ehline verdiği zekâtı satın alması caizdir.1051 Fakat Mâlikelerle Hanbelilere göre zekât veren kişinin
verdiği zekâtı satın alması caiz değildir. Delilleri ise şu hadistir. Hz Ömer (r.a.) şöyle demiştir: “Bana Allah Rasûlü (s.a.v.) sadakanı geri
alma.”1052 buyurdu.
Borç Zekâtın Vucubunu Kaldırır Mı?
Borçların zekâtın vucubunu kaldırıp kaldırmaması konusunda üç görüş vardır:
a) Borç zekâtın edasına engel değildir. Bu İmam Şâfiî’nin cedid kavline göredir.
b) Borçlu olan bir kimse vereceği zekât yerine borcunu ödemelidir. Bu da Iraklıların hilafına imamın kadim kavline göredir.
İmam Mâlik bu borç ister günü gelmiş olan borç olsun ister günü gelmemiş olsun önce borcu ödemek mecburiyeti vardır der. Şâfiîler
dışındaki cumhurda bunun üzerine ittifak etmiştir.
c) Borç zekâtın vucubunu ancak altın, gümüş ve ticaret eşyasından kaldırır. Fakat ziraat, meyve, hayvan ve maden türündeki mallarda
borç zekâtın verilmesine mani değildir.
1042
Zuhaylî, 3/354.
Tirmizî, Zekât.
1044
Tirmizî, Zekât.
1045
Tirmizî, Zekât.
1046
Buhârî, Zekât, el-Mecmu, 5/199, Fetava Hindiye, 1/178.
1047
Fetava Kubra, 2/47.
1048
Karadavî, Fıkhu’z-Zekât, 2/997.
1049
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/241, el-Mecmu, 5/301, el-Muğni, 2/683.
1050
Zuhaylî, 3/379.
1051
Nevevî, Şerhu’l-Muslim, 2/62.
1052
Buhârî, Müslim.
1043
129
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Sonuç olarak Şâfiîlere göre zekât verilecek mal, gerek zâhirî olsun, ziraat, maden ve hayvan gibi gerekse batıni olsun altın, gümüş ve
ticaret malı gibi gerekse ilâhî hak olsun geçmiş zekât, nezir ve kefâret gibi yahut kul hakkı olsun İmam Şâfiî’inin cedid kavline göre borç
zekâta engel değildir.1053
Alacağın Zekâtı Ne Zaman Verilir?
a) Alacak vadesiz olup alınması mümkün olan bir alacak ise üzerinden bir yıl geçtikten sonra hemen verilmesi gerekir.
b) Alacak vadesiz olduğu halde, el darlığından veya inkârından dolayı alınması güç ise sene dolduktan hemen sonra değil de ancak
alındıktan sonra essah kavle göre zekâtı verilir. Keza denize düşmüş veya gasp edilmiş veya kaybolmuş bir malda da hüküm böyledir.
c) Alacak vadeli olup ödeme tarihi belli ise vadesi geldiğinde zekâtı verilir. Şâyet üzerinden seneler geçmiş ise mal sahibi her senenin
zekâtını vermekle mükelleftir.
Yukarıda geçtiği gibi bir kimsenin bir fakirde bulunan borcunu almadan, zekât olarak ona hesap etmesi caiz değildir. Çünkü zekâtta
temellük ve teslimiyet şarttır. O kimse şartsız olarak fakire zekât verdikten sonra fakirin de almış olduğu malı borcuna mahsuben mal
sahibine geri vermesi gerekir.
Borçların Zekâtı
Başkasının zimmetinde alacak olarak bulunan nisap miktarı malın üzerinden bir yıl geçmişse, Şâfiî mezhebine göre alacaklı alacağını
elde edince, eğer alacak para cinsinden veyahut ticari eşyanın karşılığı olan alacak ise geçmiş yılların zekâtını ödemesi gerekir. Eğer alacak
hayvan cinsinden yahut hububat ve meyve türü yiyecek maddeleri ise zekâtın verilmesi gerekmez.1054
SADAKA-İ FITIR
Fitre sözlükte yaratılmış manasına gelir. Dinî bir terim olarak Ramazan bayramına yetişen ve o günkü temel ihtiyacının dışında
verilecek fitre miktari kadar mal sahibi olanın vermesi gereken malî bir ibadetin adıdır.
Fitre hicretin ikinci yılında, Ramazan orucunun farz olduğu sene zekâttan önce vacip kılınmıştır. Fitrenin vacip olmasının delilleri
hadislerdir. İbni Ömer’den gelen nakle göre Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayında fitre sadakası bir sa’ hurma veya bir
sa’ arpa Müslüman olan hür, köle erkek ve kadınlara farz kılınmıştır.”1055
Ebû Saîd el-Hudri şöyle rivâyet eder: “Biz fitre zekâtını Rasûlullah (s.a.v.) aramızda iken, her büyük ve küçük, hür ve köle için yiyecek
maddelerinden bir sa’ (dört avuç) hurmadan veya buğdaydan yahut arpadan yahut kuru uzumden yahut keşkten (bir çeşit peynir)
veriyorduk.”1056
İbni Abbas şöyle der: “Rasûlullah (s.a.v.) fitreyi oruçluları lüzumsuz ve çirkin sözlerden temizlemek ve yoksullara yiyecek sağlamak
için vacip kılmıştır. Fitreyi kim namazdan önce öderse, bu makbul bir zekât kim namazdan sonra öderse, herhangi bir sadakadır.”1057
Fitre Sadakası Kimlere Vaciptir?
Fitr, zekât, kurban ve malî ibadet olan kefâret gibi Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmesi ve toplumsal dayanışmaya
katkıda bulunması hesabiyle günümüze kadar geleneğini sürdüre gelmiştir. Cumhura göre fitre hür, köle, küçük, büyük, erkek, kadın ve
Müslüman olan herkese vaciptir.1058
Üzerine fitre vacip olan kimse bunu ödemeden ölürse bıraktığı malından ödenir. Çünkü Allah hakkı ile kul hakkı ikisi de zimmette
kalırlar ve ölüm sebebiyle bu iki borçta düşmez.1059 Fakir olan bir kimseye fitre vacip değildir. Şâfiî mezhebine göre fitreden muaf tutulan
fakir şu kimsedir: Bayram günü ve gecesinde hem kendisine hem de nafakasından sorumlu olduğu kimselere yetecek kadar bir mala sahib
olmayan fakir sayılır.
Hanefî mezhebinde ise temel ihtiyaç dediğimiz mesken, elbise, binek ve elzem olan ev ihtiyacı ailenin bir aylık geçim masrafları ve
borçlarıdır. Buna göre hükmen fakir sayılan bir kimseye fitre sadakasının verilmesi vacip değildir. Şâfiî mezhebinde en essah kavle göre fıtır
sadakası bayram gecesinin ilk vaktinde yani akşam ezanınden itibaren vacip olur. Buna göre güneş battıktan sonra ölen bir kimsenin fitresi
verilmelidir. Fakat güneş battıktan sonra doğan bir çocuk için fitre vacip değildir.1060 Hanefilere göre fıtır sadakası Ramazan bayramının
birinci günü fecir doğuşu ile vacip olur.
Şâfiî mezhebinde Ramazan ayının başında fitrenin verilmesi caizdir. Hanefilerde Ramazan’dan önce de fitre vermek caiz olur. Mâlikî ve
Hanbelîlere göre fitrenin bayramdan bir veya iki gün önce verilmesi caiz olup fakat bundan önce verilmesi caiz değildir. Delilleri İbni
Ömer’in şu rivâyetidir: “Onlar (yani sahâbeler) fitreyi bayramdan bir yahut iki gün önce veriyorlardı.”1061
Fitrede Kıymet Ödemek Caiz Midir?
Hanefilerin dışındaki cumhura göre gıda maddesinin dışındaki maddelerden fitre vermek caiz değildir.1062 Hanefilere göre ise fitre için
geçerli sayılan bütün yiyecek ve nakdi maddeler için kıymet ödemek caizdir. Çünkü gerçekten vacib olan fakirin ihtiyacını gidermektir.
Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Böyle bir günde fakirlerin ihtiyaçlarını giderin.” Fitreden gaye fakirin ihtiyaçlarını
gidermek ise özellikle günümüzde kıymeti ödemenin daha kolay ve daha da makbul olacağı açıktır.
Zekât bahsinde geçtiği gibi fitrede de kıymet ödemek hususunda Hanefî mezhebini taklid etmek caizdir. Bu konuda İbni Hacer’in
“Fetava Kubra” adlı esrine bakılabilir.
Şâfiîlere göre fitrenin bir belde yahut bir mahallenin genel yiyecek maddelerinden verilmesi vaciptir.1063 Çünkü bu yiyecek maddeleri
bölgelere göre değişir. Bu da essah olan görüşe göre en fazla ihtiyaç duyulan ve kullanılan yiyecek olmasıyladır.
Cumhura göre bir ailenin fitresini bir fakire vermek caizdir. Şâfiîlerden de bazıları fitrenin bir kişiye verilmesinin caiz olduğu görüşünü
tercih etmişlerdir. Özellikle hayat şartlarının değiştiği bu asrımızda bu görüşü tercih etmek daha evlâdır.
Fitre Dört Şartla Vacip Olur:
1- Hüriyet: Köle olan bir kimsenin kendi firesini vermekle mükellef değildir. Kölenin fitresinin efendisi tarafından verilmesi gerekir.
2- İslâmiyet: Fitresi verilecek kişinin Müslüman olması şarttır. Yani gayri müslim fitre vermekle mükellef değildir.
3- Vakit: Yani Ramazan ayının son gününde güneşin batmış olmasıyla fitre vacip olur.
4- Nisap: Yani o gün kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin nafakasından fazla malı bulunması. Hanefî mezhebinde zengin
1053
el-Mecmu, 5/309.
el-Mecmu, 5/306.
1055
Cemaat rivâyet etmiştir.
1056
Buhârî, İbn-i Mâce.
1057
Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce.
1058
Muğni’l-Muhtac, 1/402, el-Muğni, 3/69-76.
1059
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/258.
1060
Nevevî, el-Minhac.
1061
Buhârî.
1062
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/272, Muğni’l-Muhtac, 1/405, el-Muğni, 3/60.
1063
el-Mecmu, 6/111.
1054
130
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------sayılacak derecede temel ihtiyaçların dışında nisap miktarı malı olan bir kimseye fitre sadakası vacip olur.1064
Fitre sadakası hicretin ikinci yılında Ramazan bayramından iki gün önce vacip kılınmıştır. Amaç oruçta vuku bulmuş risklerden
borçluyu temizlemektir. Çocuklar için ise onları korumaktır. Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle rivâyet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) oruçluları
gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek sağlamak için fitreyi vacip kılmıştır. Fitreyi kim namazdan önce öderse, bu
makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur.1065
Aile reisi önce kendi fitresini vermelidir sonra hanımının ve küçük çocuklarının ve daha sonra akılbuluğ olan diğer çocuk ve ev halkının
fitresini verir. Fitresi verilecek akılbuluğ olan kimselerden izin veya vekâlet almak şarttır.
Fitre Hangi Maldan ve Nasıl Verilmelidir?
Fitre sadakası, buğday, arpa, pirinç, kuru üzüm, nohut, mısır vb. halkın çoğunluğunun yediği gıdalardan verilir. Çünkü asrı saadette
yaygın olarak tüketilen buğday, arpa, hurma ve kuru üzüm gıda maddeleri kabul edilirken bugün bunlar temel gıda maddeleri olmaktan
çıkmıştır. Bunun yerine günümüzde herkes bir gün boyunca karnını ne ile ve ne kadarla doyuruyorsa, onu esas alması ve ile fitresini de
ailenin günlük mutfak masrafını esas alarak fitre hesaplaması gerekir. Çünkü herkesin günlük gıda harcamaları ekonomik durumuna göre
farklıdır.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) şöyle demiştir: “Biz Rasûlullah (s.a.v)’in zamanında Ramazan bayramı gününde fıtır zekâtını her çeşit gıdadan
bir sa’ (avuç) olarak verirdik. Bizim mutad olan gıdalarımız ise, arpa, kuru üzüm, peynir ve kuru hurma idi.”1066
Sahâbenin, bizim mutad gıdalarımız, beyanlarından şu hüküm ortaya çıkar. Günümüzde mutad gıdalarımız, pirinç, makarna, fasulye,
bulgur, et, pancar, sebze, bal, yağ, reçel, peynir ve çay gibi bol ve çeşitli gıdalardır. Durum böyle olunca şimdiki Müslümanların
Ramazan’da genelde yedikleri gıdaların ortlamasını bulup ona göre fitrelerini vermeleri gerekir.
Çünkü Peygamberimiz (s.a.v) in kut dediği şey gıda demektir. Öyle ise kimin kutu (gıdası) ne ise ondan fitre vermesi lazım gelir.
Peygamberimiz (s.a.v): “Fakirleri bugünde zenginleştirin” buyurmuştur. Zenginleştirme yiyecekle olduğu gibi nakit bir değerle de olur. Hele
hele bu asırda buğday ve arpa gibi gıdalar fakiri nakit para gibi zenginleştiremeyeceği ve onun gibi ihtiyacını göremeyeceği malumdur. Şâfiî
mezhebine göre bunların kıymeti verilmez, ancak Hanefî mezhebini taklid ederek bunların değerini para olarak verme de bir sakınca yoktur.
Fitre Vermek İçin Devir Şart Mıdır?
Bugünkü camilerde, 1-2 teneke buğday bulundurup tüm mahalle veya köy halkının oraya konulan buğdayla fıtır sadakası
devretmelerinin (alıp-verme) hiçbir anlamı kalmadığını aklı selim sahibi olan herkesçe bilinmektedir.
Fitrenin teşri amacı fakiri sevindirmek ise, fakir alacağı parayla sevinmektedir. Öyle ise fitre veren kimse camideki emanet buğdayla
fakiri sevindiremeyeceği gibi bilakis mahcup etmektedir. Bu siyasete ve hileye bir şekilde son verilmelidir. Rabbim şuur versin.
Eski zamanlarda devir yöntemine ihtiyaç duyulduğu bilinmektedir. Çünkü o zamanlarda insanların temel ihtiyacı hububat idi bu da
ancak harman mevsiminde bulunabilirdi. O nedenle cami imamlarının adet yerini bulsun diye bu devir törenini icat ettikleri sanılmaktadır.
Bu yöntem iskat hakkında da gerek görülmüştür.
Fitre verilecek yerler zekât verilecek yerlerin benzeridir. Fitre vermede niyet kafidir. Fakire bu benim fitremdir demek gerekli değildir.
Yukarıda geçtiği gibi Şâfiîlerin fitre vermede Hanefî mezhebini taklid ederek malın kıymetini vermeleri artık zaruri hale gelmiştir. Çünkü
buğdayla değil parayla herşeyin alınabileceği bir dönemde yaşıyoruz.
ZEKÂT VERİLECEK SINIFLAR
Zekâta Ehil Olan Sınıflar
Kur’ân-ı Kerîm’deki Tevbe suresinin 60. âyetin beyanına göre zekâtın verileceği yerler, âyeti kerimede belirtilen şu sekiz sınıftır:
1) Fakir: Şâfiîlere göre fakir ne malı ne de işi olandır. Başka bir tarifle fakir ihtiyaç duyduğu şeylerin onda üçünü ancak bulabilen
kimsedir.
Meselâ 100 tl ihtiyacına karşılık, 30 tl parası olan kimse fakir sayılır. Barınmak için evi, giymek için mevsimlik elbisesi olan bir kimse
fakirlikten çıkmaz. Zamana göre ihtiyacını karşılamayan ev, araba, tarla, çayır, meslek ve işçilik gibi gelir getirici şeylerle kişi fakir
sınıfından çıkmaz.
Çalışmak istediği halde iş bulamayan veya iş bulup herhangi bir mazeretten dolayı çalışamayan bir kimse yine zekât alabilir.
İmam Gazalî’ye göre müreffeh bir hayata alışmış olan bir kimse bedenen bir işte çalışamadığı için zekât alabilir.
Evlenmek için borçlanan veya barınmak için ev yapan veya satın almak için borçlanan kimseler borçlular sınıfında zekât alabilirler.
Öğrenci olup buluğ çağına eren ve özel mülkiyeti olmayanlar babaları zengin de olsalar fakir sınıfında zekât alabilirler. İşlerini yürütmek
için sermayeleri bulunmayan, kendisinin ve nafakasıyla yükümlü olduğu aile fertlerinin geçimini temini için çalışıp yeterince kazanç elde
edemeyen veya arayıp iş bulamayan kimseler zekât alabilirler. Fakirlik, işsizlik, sakatlık, iflas, evlenme ve konut edinme ihtiyacı gibi
problemi olan kimseler zekât almaya lâyıktır.
Okuyup meslek edinenlere, mesleğini yürütmek için gerekli aletleri almak için zekât verilir. İdareden aciz kimselere kazanç sağlayacak
araç, gereç ve benzeri gelir getirici aletleri almak için zekât verilir. Şâfiîlere göre bir adamın tarlası olur de geliri kendisine yetecek
miktardan az olursa, bu adam fakir yahut miskin sayılır. Kendisine yetecek kadar zekât verilir ve tarlasını satması için zorlanamaz.1067 Şâfiî
mezhebinde fakir zekât alabilmek için fakirliğini isbatlamak zorundadır yoksa zekât verilmez.
2) Miskin: Malı ve kazancı zaruri ihtiyacının, tamamını değil de yarısından fazlasını karşılayacak miktarda olan kimsedir. Meselâ 100 tl
ihtiyacına karşılık, 70 tl parası olan kişi miskin sayılır.
Şâfiîlere göre fakir miskinden daha kötü durumda bulunan kimsedir. Delilleri ise âyetin önce fakirlerden başlamasıdır. Hanefî ve
Mâlikilere göre miskin durumu fakirden daha vahimdir. Delilleri ise Beled suresinin 16. âyetidir.1068
3) Sai: Zekât toplayan, dağıtan, yazan ve bekçiliğini yapan kimseler. Bunlar zekât toplamakla görevlendirilen eğitimli memurlardır.
Bunlar zengin de olsalar zekât alabilirler. Bu terim âyette “amil” olarak geçer. Bunun yanında aynı manaya gelen aşir, cabi, hazin ve
musaddık terimleride kullanılır.
Günümüzde olduğu gibi devlet tarafından zekât toplama memuru olmadığı için her Müslümanın kendi zekâtını hesaplayıp ehillere
ulaştırması farzdır.
4) Müellefeti’l-Kulub: Kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenen kimseler. Kalpleri İslâma ısındırılmak istenenler iki kısımdır. Birincisi yeni
Müslüman olanlardır. İkincisi kâfirlerdir. Allah Rasûlü (s.a.v.)’in kâfirlerden kalpleri İslâm’a ısındırmak için bir kısım kâfirlere zekât verdiği
görülmüştür. Safvan ve Ebû Sufyan bunlardandır.1069
Şâfiî ve Hanefilere göre herhangi bir maksatla kâfirlere zekât verilmez. Onlar Allah Rasûlü’nun kâfirlere zekât vemesini İslâm’ın ilk
günlerindeki Müslümanların sayı bakımında az ve güçlerinin zayıf olmalarına talil ederler.
1064
el-Mecmu, 6/89.
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Mâce, Ahmed.
1066
Buhârî, Zekât, Ahmed.
1067
el-Mecmu, 6/179.
1068
el-Mecmu, 6/184.
1069
Müslim, Neylu’l-Evtar, 4/166.
1065
131
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------İmam Şâfiî’ye göre müelefe’i kulubun hükmü baki olup neshedilmemiştir. İhtiyaç duyulduğunda onlara zekât verilir.
5) Mükateb Köleler: Yani zekât alıp onunla azad olunabilme ihtimali olan kimseler. Sözleşmeli kölelere zekâttan bir şey vermenin
şartı, kölenin Müslüman ve muhtaç olmasıdır.
6) Borçlular: Mubah bir şekilde borç altına girenlere zekât verilir. Şâfiîlere göre bu borç ister şahsi için, ister kefaleten başkası için
borçlanmış olsun fark etmez. Yine ister ibadet için ister dünyalık için borçlansın değişmez. Eğer kişi kendisi için borçlanmışsa fakir
olmadıkça ona zekât verilmez. Fakat halkın maslahatı için borçlanmış ise o takdirde zengin de olsa zekât verilebilir. Ancak bu borcun içki,
kumar, mafya, tefecilik ve benzeri haram işlerde olmaması gerekir.
Şâfiî mezhebinin fukahasından İbni Kec’e göre halkın maslahatı için borçlanıp borç altında ölen bir kimse şâyet varisleri fakir iseler
Müslümanların zekâtıyla onun borcu ödenebilir. Fakat bunun gibi ölenlerin techizatı için zekât olarak ancak fakir varislere verilir.1070
7) Fisebilillah: Allah yolunda savaşanlar veya değişik yerlerde cihad edenler. Kur’ân’da fîsebilillah kelimesi şumüllü bir kelime olduğu
için imamlar farklı görüş beyan etmişlerdir. Meselâ Allah yolunda savaşmak, savaş yolunda hizmet etmek, bunun için ilim tahsil etmek gibi
alanı geniş bir şumüla sahiptir. Hanefilerin bir kısmı Allah yolunda terimini, Allah’a yaklaştıran bütün ameller olarak tefsir etmiştir.
Hanbeliler ile diğer bazı âlimlere göre haccetmek isteyen kimselere zekât verilebilir. Çünkü hac da Allah yolu kısımlarındandır.
Âlimlerin çoğu zekâtın, şahıslar dışında cemiyet, dernek, köprü, baraj, yol, cami, medrese ve ölünün tekfini gibi yerlere
verilemiyeceğine dair ittifak etmişlerdir.1071
Şâfiîlere göre Allah yolunda verilen zekât ancak savaş hazırlığı için verilen yardım zekâta ilhak eder. Fakat bazı diğer âlimler ise
fisebilillah kelimesinin şumülüne dayanarak Allah yolunda yapılan her türlü hayırlı iştir. Dolayısıyla bu işlerde çalışan herkese zekât
verilebilir, diye görüş beyan etmişlerdir. İmam Mâlik: “Allah yolları çoktur, fakat burada ‘Allah yolunda’ ifadesinden, O’nun yolunda
savaşmaktan başka bir anlam kast edildiğini bilmiyorum, demiştir.”1072
8) Yolda kalan kimseler: Şâfiî mezhebinde hac, ticaret, sılayı rahim gibi mubah olan bir şey için sefere çıkıp yolda parası tükenen
kimse, gitmek istediği yere ulaşabilmek için zengin de olsa ihtiyacı kadar zekât alabilir.1073
Bazı fıkıh kitapları, bir sınıfta bulunan mustehaklara veya gerekirse birine de verilebileceğini beyan ederler.
Cumhura göre fakir ve miskinlere, ihtiyacını giderecek kadar veya çalışabilecek güçte iseler, çalışmak için gerekli aletleri sağlayacak
kadar veyahut ticaret yapmak için gerekli sermaye kadar veyahut ihtiyaç duyduğu kadar ilmi eserler, adet olan kadının zinet eşyası zekât
almaya engel değildir. Delil ise şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Kişiye uygun bir yaşama seviyesine gelinceye kadar yahut yetecek ölçüde
bir yaşama imkânı elde edinceye kadar istemek helâl olur.”1074 buyurmuştur.
Hanefiler bir kimseye nisap miktarı kadar yani zengin kılacak kadar zekât vermeyi caiz görmemişler.1075 Gerek zekât, gerek fitre ve
gerekse iskat kefâreti olsun bulunduğu bölgedeki fakirlere dağıtılması vaciptir. Başka yerlere nakl edilmesi caiz değildir. Delil Allah Rasûlü
(s.a.v.) Muâz’a zekâtı Yemen halkının zenginlerinden al, yine Yemen halkının yoksullarına ver” 1076 buyurmasıdır. Ancak bulunduğu
bölgede şartlara uygun olan fakir bulunmazsa veya fakir akrabası bulunduğu yerde oranın zenginlerinen hak ettiği zekâtı alamıyorsa o zaman
kişi sorumlu olduğu yakınına verilmek üzere başka yerlere gönderebilir.
Mal sahibi bir yerde ve zekâtı verilecek malda başka yerde bulunursa malın bulunduğu yere itibar edilir. Yani o malın zekâtı oranın
fakirlerina verilir. Gezgin bir tüccarın zekâtı malın zekât havlı dolduğu yerin fakirlarine verilir. Değişik yerlerde ticaret yapıp yatırımı olan
bir tüccar her yerin zekâtını oranın fakirlerine vermesi gerekir.1077
Cami İmamlarına Zekât Verilebilir Mi?
Cami imamlarına zekât verilmesi ancak Kur’ân’da geçen sekiz sınıftan biri olmak şartıyla olabilir. Yoksa imamlık, âlimlik veya şeyhlik
sıfatıyla veya talebe okutma bahanesiyle, bunlar zekât alamaz. Günümüzde kadrolu imamların zekât almaları caiz değildir. Ancak almış
olduğu ücret, günün şartlarına kafi gelmiyorsa o zaman fakir veya miskin sıfatıyla alabilirler. Aksi takdirde onlara verilen zekât sahibinin
boynunda borç olarak kalır. Onların zekât almaları da haramdır. Fakirin hakkına tecavüz etmektir. Çünkü Kur’ân’da zekât ehlinin sayılması
çok önemlidir.
Allah (c.c.) zekâtın hangi cins maldan ve kaçta kaç verileceğini açıklamayıp Peygamberine bırakmıştır. Fakat zekâta müstehak olanları
ise bizzât kendisinin belirleyip sınıflandırması, bunun önemine işarettir. Peygamberimiz (s.a.v): “Allah (c.c.) zekâtın taksiminde ne
Rasûlü’ne ne de başkasına razı olmayıp kendisi bizzâtihi taksim etmiştir.”1078 diye buyurmuştur. Bu naslara rağmen devletten maaş alan veya
başka yönden zengin olan imamlar halen zekât almada ısrar ederlerse o zaman bunlar ancak “müellefei’-kulup” (kalpleri İslâma ısındırma)
vasfıyla zekât alabilerler.
Zekâta Ehil Olmayana Zekât Vermek
Hanefilerin dışındaki cumhura göre bir kimse zekâtını dış görünüşü itibariyle fakir sayılan yahut ben fakirim diyen bir kimseye zekât
verse, sonradan o kişinin zengin biri olduğu ortaya çıksa yahut Müslüman olduğunu zan ederek zekât verdiği kişinin gayri müslim olduğu
ortaya çıksa tercih edilen görşe göre verilen zekât geçerli değildir.
Bu ister zekâtı isteyen kişi zi şeref olduğundan ve isterse başka amaç için verilsin değişmez. Eğer zekât alan kişi iddia ettiği gibi
çıkmazsa yani zekâta ehil olduğunu söyleyen kişi araştırmadan sonra dediğinin aksi çıkarsa o zaman verilen zekât geçersiz sayılır geri
alınması gerekir eğer geri almak mümkün değilse o miktardaki zekâtı tekrar vermek gerekir.1079
Hanefiler göre zekât bir insana verilir de sonra onun zengin yahut zımmi olduğu yahut babası, oğlu, karısı yahut Hâşimi olduğu ortaya
çıkarsa tekrar vermesi gerekmez. Çünkü bu kişi gücü yeteni yapmıştır. Fakat araştırmadan vermışse verdiği zekât geçerli değildir.1080
Zengin Kimlere Denir?
Şâfiîlere göre zengin ortalama altmış iki senelik ömrünün büyük bir kısmınıda zamanın şartlarına göre kendisine yetecek kadar geçim
imkânı bulunan kimsedir. Fakir günümüzdeki şartları dikkate alarak emsallari gibi temel ihtiyaçlarını temin edip onlar gibi yaşayamayan
kimsedir. Şâfiîlere göre fakirin fakirliğini ortadan kaldıracak, ona bir ömür boyu yetecek ve bir daha zekât almaya muhtaç etmeyecek kadar
zekât vermek caizdir.
Çalışıp kazanma imkânına sahip olup çalışmayan fakir ve miskinlere zekât verilmez. Delil şu hadistir: “Zekâtta zenginler ile çalışıp
1070
el-Mecmu, 6/200.
Mezahibu’l-Erbaa.
1072
Zuhaylî, 2/45.
1073
el-Mecmu, 6/203.
1074
Müslim.
1075
Bidâyetu’l-Muctehid, 254, Durru’l-Muhtar, 2/88.
1076
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Mâce, Ahmed.
1077
el-Mecmu, 6/212.
1078
Ebû Dâvûd.
1079
el-Mecmu, 6/221, el-Muğni, 2/667.
1080
Durru’l-Muhtar, 2/93, el-Lubab, 1/157.
1071
132
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------kazanma gücüne sahip olanların nasibi yoktur.”1081
Bir kimse eğer ilimle meşgul olur da çalışmak onu ilimden alıkoyacaksa ve yedekte geçimini sağlayacak bir geliri de yoksa zekât
almaya müstehak sayılır.
Akrabanın verdiği nafaka ile geçinmek yahut kendisi ile ilgilenmeyen zengin olan kocasının bulunması da karının zekât almasına engel
değildir.1082
Hanefilere göre zengin hangi mal olursa olsun, asli ihtiyaçtan artan nisap miktarı mala sahip olan kimsedir.1083 Asli ihtiyaç ise ev, binek,
giyim-kuşam, kap-kacak ve gıda maddesi gibi şartlara göre elzem olan herşey demektir.
Zekât Kimlere Verilmez?
Yukarıda zekâtın verilebileceği sekiz sınıf açıklanmıştır. Zekât bunların dışında kalan sınıf ve kişilere verilmez. Fakat bazen bu sekiz
sınıfa giripte zekâtın verilemeyeceği kimseler de vardır. Bu kimseler şunlardır:
1) Mal ve servet varlığıyla zengin olanlara.
2) Kölelere. Çünkü bakımı ve nafakası sahibine aittir.
3) Beni Hâşim ve Beni Muttâliblere.1084
Hz. Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm, Mehran’dan naklen şöyle demiştir: “Allah Rasûlü Muhammed’in ali olan bizlere sadaka (zekât) helâl
değildir ve bu kavmin mevalisi de onlardandır.1085 Yukarıda adı geçen Mehran, Peygamber’in mevlası olup Abdullah İbn Abbas’tan fıkıh
ilmini almıştır.1086 Mehran hakkında İmam Suyutî Tedribu’r-Râvi adlı eserinde şöyle der: Yalanı duyulmamış sahâbe arasında Ebû Meymun
el-Kurdî de vardır. Bu zât Emeviler döneminde Cizre’de irşad ve tebliğ görevini almıştır.1087
4) Kişinin, fakir ve miskin adı altında nafakası kendisine ait olan anne, baba, dede, nine ve zevce gibi bakmakla yükümlü olduğu
kimselere fakir ve miskin adı altında zekât vermesi caiz değildir.1088 İmam Ebû Hanife’ye göre bunlara evlat ve eşler de dahildir.
5) Fakir olsa bile kâfirlere zekât verilmez. “İş sahası bulunduğu halde çalışmayan kişiye ve zengine zekât verilmez.”
6) Çocuk ve akıl hastası olanlara zekât verilmez. Ancak zekât bunların velilerine teslim edilir.
Kadının Kocasına Zekât Vermesi Caiz Midir?
Şâfiî mezhebinde zengin bir kadın fakir olan kocasına zekât verebilir. Çünkü Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’ın eşi Allah Rasûlü’ne gelerek
şöyle sormuştu: “Kocam ve himayemde bulunan yetimlerime zekât verebilir miyim? Allah Rasûlü (s.a.v.) şu cevabı vermiştir: “Evet, bunda
sana iki sevap vardır. Biri akrabalık, diğeri de zekât sevabıdır.”1089
Eşi Ümmü Seleme (r.) Allah Rasûlü’ne: “Ey Allah’ın Rasûlü (ölen kocam)ın çocuklarına zekât verirsem bana sevabı olur mu? Onlar
benim çocuklarmıdır” sorusu üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle cevap vermiştir: “Bu çocuklara infak et (zekât ver.) Bunlara verdiğin
zekâtın sana sevabı vardır.”1090
Verilen zekâtın en makbulu ehil olan hısım akrabadır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Yoksullara verilen sadaka bir sadakadır. Akrabaya
verilen sadaka iki sadakadır. Biri sadaka diğeri akrabaya iyliktir.”1091 buyurmuştur.
Hanefilerin dışındaki cumhura göre İslâm ülkesinde ticaret yapan zımmi ve harbilerde zekât, öşür (ondan bir) ticaret vergisi adı altında
alınır. Zekât kendisine vacip olan bir kimse ödeme imkânı olduğu halde zekâtını ödemeden ölürse mesuldur ve terikesinde malın zekâtı
çıkarıldıktan sonra mirasçılara taksimat yapılır. Bu görüş Hanefilerin dışındaki cumhurun görüşüdür. Dayandıkları delil ise hac ve oruca
kıyas yapılmasıdır. Hanefî mezhebinde ise kişinin ölümüyle zekât düşer. Onlara göre zekât vermek aciliyet gerektirmediği için ölüm onu
hükümsüz kılar.1092
ORUÇ BÖLÜMÜ
Orucun Tanımı: Orucun Arapça karşıtı olan sevm, lügatta, herhangi bir şeyden uzak durmak ve kendini tutmak demektir. Istılahta ise
oruç; tutmaya ehil kimselerin niyet ederek fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar, orucu bozan şeylerden korunmaktır.1093
Ramazan orucu hicretin ikinci yılında farz olmuştur. Orucun zamanı; fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar olan zamandır.
Gündüzlerin gecelere göre çok uzun olduğu yerlerde, yaşayan Müslümanlar o bölgeye en yakın olan memleketi esas alarak oruç takvimini
belirlerler. Orucun farziyeti kitap ve sünnetle sabittir.
Allah Teâlâ oruç hakkına şöyle buyurmuştur: َ‫ب َعلَى الَّذينَ ِمنْ قَ ْبلِك ْم لَ َعلَّك ْم تَتَّقون‬
َ ِ‫ب َعلَيْكم الصِّ يَام َك َما كت‬
َ ِ‫“ يَا اَيُّهَا الَّذينَ ا َمنوا كت‬Ey imân edenler! Takva
üzere olsanız diye sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç tutmak farz kılınmıştır.”1094
Allah Rasûlü (s.a.v.): “Oruç tutun, sıhhat bulun”1095 buyurmuştur. Diğer bir hadisi şerifte Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Ey gençler
topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan daha çok muhafaza eder, namusu daha fazla korur.
Evlenmeye gücü yetmeyenler oruç tutsun. Çünkü oruç bir kalkandır.”1096 Başka bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.): “İslâm beş esas üzerine
kurulmuştur. Allah’ın bir olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve oruç tutmak.”1097 buyurmuştur.
Oruç bir delildir. Günahlara karşı kalkandır ve büyük bir imtihandır.
Orucun Faydaları
Orucun ruhi ve bedenî yönden birçok faydası vardır. Oruç başta Allah’a itaat ve ibadettir. Çünkü oruç yalnız Allah içindir. Orucu
hakkıyla tutan bir kimse “Reyyan” denilen cennetin özel kapısından içeri girme hakkı elde etmış olur.1098 Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği bir
1081
Ebû Dâvûd.
el-Mecmu, 6/197, Muğni’l-Muhtac, 1/107.
1083
Durru’l-Muhtar, 2/88.
1084
Müslim.
1085
Musned-i Ahmed, 3/448-4/34.
1086
Vefayatu’l-A’yan, 2/30.
1087
Tedribu’r-Râvi, 2/178.
1088
el-Mecmu, 6/220.
1089
Buhârî, Zekât.
1090
Buhârî, Zekât.
1091
Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce, Ahmed, Darimî.
1092
el-Mecmu, 6/222.
1093
Muğni’l-Muhtac, 1/420.
1094
Bakara, 2/183.
1095
Ebû Nuaym.
1096
Mutevatir Hadis.
1097
Buhârî, Müslim.
1098
Buhârî, Müslim, Nesâî, Tirmizî.
1082
133
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Üç kişinin duası red edilmez. Oruçlu olan bir kimse, adil olan bir yönetici ve zülme
uğramış mazlum bir kimse.”1099
Oruç bedenî bir ibadettir. Oruç bedenin zikridir. Oruç kibri ve ucbu kırar. Oruç kalbi ve aklı nurlandırır. Oruç bedenin zekâtıdır. Oruç
sabrın yarısıdır. Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha sevimlidir. Oruç şeytana ve nefse karşı savaştır.
Oruç nizamı âlemdir. Oruç tok olanı aç olanlardan haberdar eder ve merhametli olmayı öğretir. Oruç ilâhî bir eğitimdir. Bu vesileyle
hakkıyla oruç tutanlar sınavı vermiş olur.
Oruç insanlara disiplin ve düzeni öğretir. Oruç diğer bazı ibadetler gibi Müslümanlar arasında beraber oruca başlayıp ve beraber bayram
etme birliğinin göstergesidir.
Ramazan’da Vuku Bulan Tarihi Olaylar
1-Kur’ân’ın nuzulu (17 Ramazan 610)
2-Büyük Bedir Savaşı (27 Ramazan 624)
3-Mekke’nin Fethi (10 Ramazan 630)
4-Tebûk Seferi (Ekim 630)
5-İslâm’ın Yemene yayılışı
6-Taifli Sakifoğullarının İslâmiyeti kabul etmeleri
7-Ayn-i Calut’ta Moğullara karşı Müslümanların (15 Ramazan 3 Eylül 1260) büyük bir zafer elde etmesi
8- Tarık b. Ziyad’ın komutası altında Endülüs’ün fethi (28 Ramazan 19 Temmuz 711)
Orucun Çeşitleri:
Oruç baştan farz ve sünnet olarak ikiye ayrılır. Farz oruçlar kendi aralarında dört kısımdır. Bunlar; Ramazan orucu, kaza orucu, kefâret
orucu ve nezir orucudur.
a) Farz Oruçlar
1- Ramazan orucu: Her yıl tutulması gereken Ramazan ayına ait oruçtur.
2- Kaza orucu: Ramazan’da özürlü olarak orucunu bozan bir kimsenin sonra tuttukları oruca kaza orucu denir.
3- Kefâret orucu: Ramazan ayında oruçlu iken bilerek cinsi ilişkide bulunan kişinin tutması gereken kefâret orucudur. Bu da ara
vermeden 60 gün üst üste oruç tutmaktır.
Kazaen adam öldürme veya zıhâr yapma kefarati, bu da 60 gün peş peşe oruç tutmaktır.
Yemin kefarati, üç gündür. Hacda işlenen bazı yasakların çiğnenmesiyle hacıya vacib olan oruç gibi.
4- Nezir orucu: Helâl olan herhangi bir nezirde bulunan kimsenin nezrettiği o şeyin gerçekleşmesiyle nezrettiği günler kadar oruç
tutması farzdır. Meselâ bir kimsenin oğlum gurbetten dönerse veya kızım yakalandığı hastalıktan şifa bulursa Allah için bir gün veya üç gün
oruç tutacağına nezir etmesi gibi. Bu konu nezir bahsinda genişçe izah edilmiştir.
b) Sünnet Oruçlar
Farz olmayıp tutulmasında sevap olan sünnet oruçlar:
1- Recep ve Şaban ayında tutulan oruç. Bu aylarda diğer aylara nisbetle daha fazla oruç tutmak efdaldır. Fakat halk arasında üç aylar
orucu denen bir oruç yoktur. Çünkü sahih rivâyetlere göre Peygamberimiz (s.a.v.) Ramazan ayının dışında tam bir ay oruç tutuğu
görülmemiştir.
2- Her aydan üç gün oruç tutmak. Bugünlere eyyam-ı biyd (gece ve gündüzü parlak) denilir. Eyyam-ı biyd her ayın 13. 14. ve 15.
günleridir.
3- Her hafta Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutmak.
4- Bayram günü hariç Şevval ayının ilk altı günü oruç tutmak.
5- Zilhicce ayının ilk dokuz günün de oruç tutmak.
6- Aşura Orucu: Muharrem ayının dokuz ve onuncu günleri oruç tutmak sünnettir. Bugünlerin faziletiyle ilgili çok sayıda sahih hadis
bulunmaktadır.
Hilâlin Tesbiti
Müslümanlar için Şaban ve Ramazan aylarının yirmi dokuzuncu günlerinde hilâli gözetmek ve araştirmak sünnettir. Çünkü Allah
Rasûlü (s.a.v.): “Hilâli görün oruç tutun ve hilâli görün iftar (bayram) edin.”1100 buyurmuştur. Hilâlin tesbiti konusunda müçtehidlerin farklı
görüşleri vardır.
Müçtehidlerin Görüşleri
Şâfiîlere göre Ramazan ve Şevval hilâli için halkın içinden adalet sahibi bir kişinin haber vermesi yeterlidir. Fakat bu kişinin adil,
Müslüman, akıllı, hür ve erkek olması ve şahitlik ederim demesi şarttır.1101
Bu konuda Şâfiîlerin dayandıkları delil şu haberdir: “İbn Ömer (r.a.) hilâli görmüş, bunu Allah Rasûlü’ne haber vermiştir. Allah Rasûlü
buna dayanarak hem oruç tutmuş hem de insanlara oruç tutmalarını emretmiştir. Ebû Dâvûd’un rivâyet ettiği bu hadis Müslim’in şartı
üzerine ısnadı sahihtir.1102
“Bir bedevi Allah Rasûlü’na gelerek: “Ben Ramazan hilâlini gördüm” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) kendisine: Allah'tan
başka bir ilâh bulunmadığına şahitlik eder misin?” buyurdu. O da “evet, dedi.” Allah Rasûlü (s.a.v.) “Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna
da şahitlik eder misin?” buyurdu. Adam yine evet dedi. Allah Rasûlü (s.a.v.) de “Ey Bilâl! İnsanlara yarın oruç tutmalarını duyur”
buyurdu.1103 İbn Hibban ve hâkim bu iki hadisin de sahih olduğunu söylemişlerdir.1104
Hanefilere göre gökyüzü açık olmak şartıyla en az iki kişinin hilâli görmesi gerekir.
Şâfiî ve Mâlikilere göre hilâlin tesbitinde kadının şahitliği kabul edilmez. Hanefilerle Hanbelilere göre kadının şahitliği geçerlidir. Bütün
müçtehid imamlara göre gündüz görülen hilâla itibar edilmez.
. İmam Savri, İbn Ebi Leyla, Ebu Yusuf ve diğer bazı müçtehitlere göre ise zevvaldan önce görünen hilal bir önceki geceye ait,
zevvaldan sonra görünen hilal ise bir sonraki geceye aittir. Bu da gerek ayın başında olsun gerekse sonunda olsun fark etmez. Dayandıkları
delil ise Beyhaki’nin İbrahim en-Nehaiye isnad edilen rivayette ‘’Ömer(r.a.) Utbe b. Ferkad’e göndermiş olduğu bir mektup’ta şöyle
demiştir. ‘’Siz hilali zevvaldan önce gördi iseniniz o bir önceki geceye olup iftar ediniz, şayet zevvalda sonra gördi iseniz o da bir sonraki
geceye ait olduğu için oruca devam ediniz. Bazı fukahaya göre gündüz görünen hilâl gelecek geceye aittir gerek öğleden önce olsun gerekse
öğleden sonra olsun fark etmez. İmsaktan önce görünen hilâl ise bir önceki geceye ait olduğu çoğu müçtehidlerce kabul edilmiştir.1105
1099
Tirmizî, İbn-i Mâce, Beyhâkî, Ahmed.
Buhârî, Müslim.
1101
Tuhfetu’l-Muhtac 3/375, Muğni’l-Muhtac, 1/420.
1102
el-Mecmu, 6/278.
1103
Tirmizî, Ebû Dâvûd.
1104
Zuhaylî, 3/138.
1105
el-Mecmu, 6/274.
1100
134
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------1106
İhtilaf-ı Metali (Yerlere Göre Ayın Doğuşu)
Ayın ve güneşin doğuşunun kıtalara göre farklı olmasından dolayı doğuda ve batıda bütün Müslümanların Ramazan’a tek bir vakitte
başlamasının farz olup olmaması konusunda müçtehidlerin görüşleri ikiye ayrılmaktadır. Cumhura göre ayın doğuş yerlerinin farklılığına
itibar edilmeyip bütün Müslümanların aynı zamanda oruç tutmaları gerekir. Buna göre Şâfiîlerin dışındaki imamlara göre hilâl bir ülkede
görüldüğü zaman ister yakın ister uzak olsun oruç tutmak veya bayram yapmak herkese farz olur. Bu konuda sefer mesafesine ve ayın doğuş
yerlerinin farklı olmasına itibar edilmez. Cumhura göre hilâlin tesbiti için İslâm ülkerinin herhangi bir yerinde en az adaletli iki kişi veya bir
topluluğun şahitliği gerekir.1107
Şâfiîlere göre ise uzak mesafelerde ayın doğuşunun farklılığına göre oruca başlamak veya bayram yapmak mümkündür. Şâfiî
mezhebinde bir beldede hilâl gürülünce, bunun hükmü sadece buraya yakın olan beldeleri bağlar. Onlara göre bu ayın doğuş yerlerine göre
fark eder. Bu farklılık yirmi dört fersahtan daha az mesafede olmaz.1108
Şâfiîlerin delilleri: Şâfiîler ayın doğuş yerlerinin değişik olmasına itibar ederken sünnete, kıyasa ve akla dayanmışlardır.
a) Sünnetten delil: Şâfiîler bu kunuda iki hadise dayanmışlardır. Birinci hadis Kureyb hadisi, ikincisi İbni Ömer hadisidir.
Kureyb hadisi şu şekildedir: “Ümmül-Fadl, Kureyb’i Şam’a göndermiştir. Kureyb şöyle demiştir: “Şam’a geldim ve Ümmül-Fadl’ın
ihtiyaçlarını giderdim. Ben Şam’da iken Ramazan hilâli girmişti. Cuma gecesi hilâli gördüm. Sonra ayın sonunda Medine’ye geldim.
Abdullah b. Abbas hilâldan bahsederek sorular sordu ve hilâli ne zaman gördünüz? Dedi, ben Cuma günü gördük dedim. İbn Abbas: “Sen
hilâli gördü mü?” diye sordu evet gördüm dedim. İnsanlar da hilâli görerek oruç tuttular. Muaviye de oruç tuttu dedim. İbn Abbas ise “biz
hilâli Cumartesi gecesi gördük, Ramazan’ı otuza tamamlayıncaya veya hilâli görünceye kadar oruç tutmaya devam edeceğiz” dedi.
Kendisine Muaviye’nin orucu ve hilâli görmesi ile yetinmeyecek miyiz?” dedim. İbn Abbas: “Hayır, Rasûlullah (s.a.v.) bize böyle emretti”
dedi. Bu hadisi Buhârî ile İbn-i Mâce dışındaki cemaat rivâyet etmiştir. Tirmizî bu hadis sahih, hasan, gariptir der.1109 Bu hadis uzak
mesafede olan bir memleket halkına, başka bir memleket halkının hilâli görmesi ile amel etmek gerekmediğine delalet etmektedir.
İbn Ömer hadisi ise şöyledir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ay yirmi dokuz gündür. Hilâli görmedikçe oruç tutmayın, yine
hilâli görmedikçe oruç bozmayın. Eğer hava bulutlu ise oruç için ayı sayı ile belirleyin.”1110 Şâfiîlere göre oruç farizası hilâli görmeye
bağlıdır. Fakat bundan kasdedilen her birinin hilâli görmesi değil, o bölgede bazılarının görmesidir.
b) Kıyastan delil: Şâfiîler ayın doğuş yerlerinin farklılığını, göneşin doğuş yerlerinin farklılığına benzetmişlerdir. Güneşin doğmasının
farklılığı ile nasıl namaz vakitleri de farklı oluyorsa, ayın doğuş yerlerinin farklı olmasından da Ramazan’ın başlangıç ve bitişlerinin farklı
olması gerekir.
c) Akli delil: Şeriat, orucun farz olmasını Ramazan ayının doğmasına dayandırmıştır. Ramazan ayının başlangıcı ise ülkelerin
birbirinden uzaklıklarına göre değişir. Bu durumda da ülkelerin, farklıklarına bağlı olarak, oruca başlama günlerinin farklı olması
gerekmektedir. Uzaklık ve yakınlık ölçüsü hakkında üç görüş bulunmaktadır. Birinci ve essah olan görüşe göre uzaklık metlaların ihtilafiyle
değişir bu da Hicaz ile Irak veya Irak ile Horasan gibi ülkekerin uzaklığı baz alınır.1111
Cumhurun delili: Cumhura göre “ayı görünce oruç tutun ayı görünce orucu bozun” hadis mutlaktır. Yani bütün Müslümanlara orucun
farz olmasının mutlak olarak hilâli görmeye bağlı bulunduğuna delalet eder. Dolayısıyla bir topluluğun yahut şahitliği kabul edilen kişilerin
hilâli görmesi gerek yakın gerekse uzakta olan tüm Müslümanları bağlar.
Cumhurun görüşü Müslümanları birleştirmesi ve çağımızda makbul olmayan ihtilafları ortadan kaldırması bakımından da tercih edilen
en kuvvetli görüştür.1112
Şafii mezhebinde uzakta olan bir memlekette görünen hilal başka bir memlketin halkı ona mütabaat edip etmeyeceğine dair iki görüşten
en essahıane göre diğer bölgenin halkına oruç tutmak veya bayram etmek lazım gelmez. İmam’ül-Haremeyn, el-Fewrani, el-Gazali, elBegawi ve diğer bazı fukahaya göre iki memleketin arasındaki uzaklık kasr mesafesi ba alınır. İmam Haremeyne göre astırnomik hesaplarla
tesbiti hilal şeran geçerli değildir. Keza imam Mawerdi bir görüşünde ve Hanefilerden imam Sarahsi de ‘’birbirinden uzak memlekette
görünen hilal uzakta olan başka memleketin halkını etkileyemez’’ beyan ederek şu aklı delille de tesbit etmişlerdir. O da şöyledir.
‘’Birbirinden uzak memleketlerde göneşte olduğu gibi hilal’ın doğuşu ve batışı farklı zamanlarda doğduğundan her bölgenin halkı ancak
kendi bölgesinden sorumlu olup ona göre oruç tutar veya bayram eder’’ hükmünü getirmişlerdir. İmam Şafii ise imam Malik ile imam Ebu
Hanife’yi kast ederek ‘’Ben Medineli ile Küfeli’nin bildiğinden başka bir şey bilemem’’ diyerek ‘’bir yerde görünen hilal tüm memleketleri
içine alır’’ görüşünü beyan etmiştir.1113
Bana göre her ne kadar cumhurun delili birlik bakımında tercihe şayan ise Şâfiîlerin gösterdikleri deliller de gerek akıl ve gerekse nakil
olarak itibar edilebilen delillerdir.
Orucun Vücûb Şartları
1) Müslüman olmak: Müslüman olmayana oruç farz değildir. Fakat Şâfiîlere göre mürted olan bir kimsenin irtidad döneminde hac
dışında geçirdiği oruç, namaz ve zekât gibi ibadetleri tekrar İslâm’a dönünce kaza etmesi gerekir.1114
Hanefilerin dışındaki cumhura göre küfür cezasına ek olarak diğer emir ve yasakların cezası da ilave edilir. Hanefilere göre ise gayri
müslimler İslâm’a ait, emir ve yasaklarla yükümlü değildir ve sonradan İslâm’a girince geçmiş yıllara ait namaz ve oruç gibi ibadetleri kaza
etmeleri de gerekmez. Onlara göre ahiret azabı tek olup bu da temeldeki küfrün cezasıdır. Delil olarak şu âyetı gösterirler. ْ‫ق ْ لِلَّذينَ َكفَروا اِن‬
ْ ‫ل‬
َ ْ ‫ت سنَّت‬
َ‫االوَّلين‬
َ ‫سلَفَ َواِنْ يَعوىوا فَقَ ْد َم‬
َ ‫“ يَ ْنتَهوا ي ْغفَرْ لَه ْم َما قَ ْد‬Kâfir olan kimselere söyle: Eğer küfürlerine son verirlerse geçmiş günahları
örtülür.”1115
2) Ergenlik çağına girmiş olmak: Çocuklara oruç tutmak farz değildir. Çocuğun yapmış olduğu bütün hayır ve hasenatların sevabı
ana-babaya yazılır. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Ergenlik çağına ulaşıncaya kadar çocuktan, iyileşinceye kadar
akıl hastasından, uyanıncaya kadar uyuyandan.”1116 buyurmuştur.
Müçtehidlerin çoğuna göre yedi yaşına girmiş ve oruca güç yetirecek durumda olan ve mumeyyiz (iyi ile kötüyü ayırt etmek) velilerin
çocukları oruca alıştırmaları gerekir. Mâlikilere göre oruç da namaz gibi ancak ergenlik çağına girmış çocuklara emredilir.
1106
el-Mecmu, 6/274.
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/278.
1108
el-Mecmu, 6/275-297, Muğni’l-Muhtac, 1/224.
1109
el-Mecmu, 6/273.
1110
Müslim, Ahmed.
1111
el-Mecmu, 6/275
1112
Zuhaylî, 3/145, İz b. Abdi’s-Selâm, Umdetu’l-Ahkam, 280.
1107
1113
1114
el-Mecmu, 6/275-276
el-Mecmu, 6/250.
Enfal, 8/38.
1116
Buhârî, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce.
1115
135
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------3) Hayız ve nifastan temiz olmak: Çünkü oruç bedenî ibadet olduğundan temizlik şarttır. Hayız ve nifas birer hastalık hali olduğu için
ilâhî merhamet olarak oruç onlardan kaldırılmıştır. Ramazan’dan sonra müsait günler de geçirdikleri günler sayısınca kaza edilir. Hz.
Âişe’den gelen rivâyet şöyledir: “Biz orucun kazasıyla emrolunduk fakat namazın kazasıyla emrolunmadık.”1117
Adetli olan bir kadının adet halinde oruç tutup tutmaması hakkında hayız bahsinde gereken bilgi verilmiştir.
4) Akıllı olmak: Sürekli akli dengesi yerinde olmayana oruç ve diğer ibadetler farz değildir. Şâfiîlere göre deliye oruç farz olmadığı
gibi akli dengesi yerine gelince de delilik süresince geçirdiği oruçları kaza etmesi de gerekmez. Şâfiîlere göre Ramazan ayında hastalık veya
ilaç sebebiyle sarhoş olmuş veya baygınlık geçirmiş bir kimseye namazın değil orucun kazası gerekir. Şâfiîlere göre oruç ile namaz arasında
fark olduğu gibi delilikle baygınlık arasında da fark vardır.
Hanefilere göre ise delinin Ramazan ayı içinde akli dengesi düzelirse o ayda geçirdiği günlerin kazası gerekir. Şâyet Ramazan ayından
sonra akli dengesi düzelirse delilik esnasında geçirdiği günlerin kazası gerekmez.1118
5) Zamanın oruca elverişli olması: Oruca elverişli olmayan zamanlar şunladır: Geceler, her iki bayram, teşrik günleri ve şek günü.
Bugünlerde oruç tutmak sahih değildir.
6) Sıhhatlı olmak: Bir kimse oruç tuttuğu takdirde ölmekten veya hastalığının artmasından veya uzamasından korkarsa, oruç
tutmayabilir veya tutmakta olduğu orucu açabilir. Eğer hastalık hayati önem taşımıyorsa ve beden üzerinde önemli bir zararı da yoksa o
zaman orucu bozmak caiz olmaz.
7) Mukim olmak: Şer’î ölçüler dahilinde yola çıkmış bir kimse için oruç tutmak farz değildir.
Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Hastalıklar Şunlardır:
a) Kalp hastalığı.
b) Yüksek tansiyon.
c) Dozu yüksek şeker hastalığı.
d) Mide kanaması.
e) Böbrek hastalığı gibi…
Bunlara benzer hayati önem arz eden hastalıklar, uzman doktorlar tarafından teşhis konulmuş ve tahribat boyutları tesbit edilmiş
herhangi bir hastalıktan dolayı oruç tutmama ruhsatı vardır.
Orucun Farzları
1) Niyet etmek: Niyet, bir şeyi kast etmek, kalpten bir işi yapmaya inanmak ve azm etmek demektir.
Oruca ister farz ister sünnet olsun niyet şarttır. Çünkü Hz. Ömer’in rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.): “Ameller niyete
göredir. Herkes niyet ettiği şeyin karşılığını görecektır.”1119 buyurmuştur. Keza Hz. Âişe’den rivâyet edilen bir hadisi şerifte Allah Rasûlü
şöyle buyurur: “Sabah vakti girmeden önce, her kim geceden niyet etmezse orucu yoktur.” Bu hadisin sukkat olduğu Darekuni tarafından
söylenmiştir.1120
Şâfiîlerin dışındaki müçtehidlere göre niyet şart olarak kabul edilmiştir.
Şâfiîler ise niyeti rükün kabul etmişler ve Ramazan orucu, kaza ve adak orucuna geceden niyetlenmek şarttır demişler. Fakat sünnet
oruçlar için gerek Hanefiler gerekse Şâfiîlere göre zevaldan önceye kadar niyetlemek caizdir.1121
Delil olarak şu hadisi gösterirler: “Allah Rasûlü (s.a.v.)’in Hz. Âişe’ye öğle yemeği hazırlayıp hazırlamadığını sorduğu, Hz. Aişe’nin
yiyecek bir şey olmadığını söylemesi üzerine Allah Rasûlü’nün o gün oruç tutuğu rivâyet edilir.1122
Niyetin yeri kalptir. Niyeti telefuz etmek ise müstehaptır. Müçtehid imamlara göre Ramazan’da her gece niyet getirmek şarttır.
Mâlikilerde ise aralıksız tutulan oruçlar için başta yapılacak tek niyet yeterlidir.1123 Niyetin zamanı akşam ezanından imsaka kadar olan
zamandır.
Oruçlu olan bir kimse orucu bozmaya niyet ettiği takdirde orucu bozulur. Çünkü niyet diğer ibadetlerde şart olduğu gibi oruçta da şarttır.
Dolayısıyla niyet bozulduğu vakit günün kalan kısmı niyetsiz kaldığı için oruç batıl olur.1124
2) Yemek içmekten sakınmak: Oruçlu olan bir kimsenin için imsak vakti ile güneşin battığı zaman arası içinde yeme, içme ve cinsel
ilişki arzularından uzak durması gerekir. Buna delil olarak Bakara 187. âyet ve birçok sahih hadis gösterilmiştir. Sigara, nargile gibi dumanlı
veya kokulu maddeler oruç yasaklarına girdiği gibi ağızdan alınan her türlü ilaç da orucu bozar. Bu konuda daha geniş bilgi orucu bozan
şeyler bölümünde açıklanacaktır.
3) Cinsi ilişkiden sakınmak: Normalda helâl olan cinsi ilişki oruçta yasak olur. Bu yasak imsak vaktinde başlar iftar vaktine kadar
devam eder.
4) Kasten kusmaktan sakınmak: Ağız dolusu kusmak orucu bozduğu için kasten kusmaktan sakınmak şarttır.
Orucun Sünnetleri
a) Akşam olduğunda acele iftar etmek
b) Sahuru ertelemek
c) Çirkin sözlerden kaçınmak
Orucu Bozan Şeyler
Orucu aşağıda saydığımız sekiz şey bozar:
1) Yemek-içmek: Burun, ağız, kulak, ön ve arka gibi bir menfezden veya mideye, boğaza, beyne ve mesaneye açılan yara yoluyla
bilerek, gıda veya ilac niteliği taşıyan herhangi bir maddenin içeriye sokulmasının orucu bozacağına İslâm âlimleri arasında görüş birliği
vardır. Bu madde gerek yenilecek madde olsun gerekse toprak, taş, bitki ve maden gibi maddeler olsun fark etmez.1125
Şâfiîler ve İmam Muhammed ile İmam Ebû Yusuf’a göre boğaza, mideye, beyne ve mesaneye açılan yaradan başka, herhangi bir yaraya
konulan ilaç ve benzeri şeyler orucu bozmaz. Bunun için adaleden veya damardan yapılan iğne oruca zarar vermez. Vücuda sürülen yağ,
göze konulan ilaç veya sürülen sürme eseri boğazda his edilse dahi orucu bozmaz.1126
Nefes darlığı hastalığına yakalanmış müzmin bir hasta için nefes açıcı sprey gibi ilacların kullanma ruhsatı vardır ve orucu bozmaz.
1117
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Darimî.
el-Mecmu, 6/251.
1119
Buhârî, Müslim.
1120
el-Mecmu, 6/293.
1121
Fethu’l-Kadir, 2/43, Muğni’l-Muhtac, 1/423.
1122
Darekutni.
1123
el-Mecmu, 6/293, Bidâyetu’l-Muctehid, 1/282.
1124
el-Mecmu, 6/302.
1125
el-Mecmu, 6/326.
1126
Durru’l-Muhtar, 2/132, Şerbasî, 1/144.
1118
136
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Şâfiî mezhebinde önden ve arkadan yapılan hukna (şırınga veya fitil ilacı) menfeze girdiğinden, orucu bozar.1127
Gerek Şâfiî mezhebinde gerekse Hanefî mezhebinde olsun bir kimse unutarak bir şey yese, içse veya cinsi münasebette bulunsa ve oruca
münafi olan herhangi bir şeyi unutarak işlese orucu bozulmaz. Bu konuda farz ile sünnet oruç arasında fark yoktur. Çünkü yanılma ve
unutma hali affedilmiştir.
Nitekim “Allah Rasûlü (s.a.v.) unutarak yiyip içenlerin oruca devam etmelerini onları Allah’ın yedirip içirdiğini söylemiştir.”1128
Mâlikilere göre böyle bir durumda oruç bozulur ve kazası gerekir. Çünkü orucun rüknü olan imsak (sakınma) ortadan kalkmış olur.
Ağzına veya burnuna su verirken midesine veya dimağına su kaçsa Şâfiî mezhebinde oruç bozulur. İmsak doğduğu halde doğmadığını
sanarak yiyen, içen veya cinsi ilikide bulunan bir kimseye kaza gerekir. Keza güneş batmadığı halde battığını zan ederek iftarını açan bir
kimse de böyledir.
Şâfiî mezhebinde cimanın dışında özürsüz orucunu bozan bir kimseye yalnız kaza gerekir. Fakat özürsüz orucunu bozan bir kimsenin
günün kalan kısmında yeme, içme ve diğer oruç bozucu şeylerden sakınması vaciptir.1129
2) Bilerek kusmak: Bütün müçtehid imamlara göre ağız dolusu bilerek kusmak orucu bozar ve yalnız kaza gerekir. Fakat unutarak
kusmak veya az kusmak orucu bozmaz.1130
3) Bilerek cinsi ilşikide bulunmak: Cinsi ilişkinin orucu bozup kefâret gerektiğine dair tüm müctehidler ittifak etmişlerdir.1131
Bu konuda oruç kefâreti ile ilgili Kur’ân’da sarih bir hüküm yoktur. Fakat Allah Rasûlü (s.a.v.) oruç kefâreti ile ilgili hükmü vuku bulan
bir adamın cinsi ilişki olayı üzerine vermiştir. Olay şöyle vuku bulmuştur: “Bir adam mahfoldum diyerek Allah Rasûlü’ne gelmiş ve
Ramazan’da gündüz eşiyle cinsi ilişkide bulunduğunu söylemişti. Bunun üzerine aralarında şu ifadeler geçmiştir: Allah Rasûlü ona köle azad
etme imkânın var mı? O adam hayır dedi. Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin? O adam hayır dedi. Altmış fakiri doyuracak kadar malî
imkânın var mı? O adam hayır dedi. Bu arada Allah Rasûlü’ne bir sepet hurma getirildi. Allah Rasûlü bu hurmayı adama vererek fakirlere
dağıtmasını söyledi. Adam bizden daha fakir kimse yoktur deyince Allah Rasûlü (s.a.v.) gülümseyerek bunları al ailene yedir” buyurdu.1132
Ramaznda bir günde iki veya daha fazla ilişde bulunmak bir kefâret gerektirir. Şâyet farklı günlerde iki veya daha fazla gün içinde ilişki
kurarsa her gün için bir kefâret gerektirir. Bu ilişki gerek önden gerekse arkadan olsun ve gerek insan gerek hayvanla olsun fark etmez.1133
4) Şehvetle oynamakla meninin gelmesi: Bir kimse meşru veya gayri meşru yollarla şehvetini tatmin ederek meninin gelmesine yol
açarsa orucu bozulur. Meni gelmemek şartıyla kişinin kendi hanımıyla oynaması orucu bozmaz. Çünkü Hz. Ömer Allah Rasûlü’ne gelerek
şöyle demiştir: “Ben bugün büyük bir olay işledim ya Rasûlullah! Ben hanımımı oruclu iken öptüm dedim. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Sen
oruçlu olduğun halde madmada yapsan (orucun bozulur mu diye sordu? Ben hayır dedim.”1134 Burada Allah Rasûlü (s.a.v.) öpmeyi
madmadaya kıyas yaparak cevap vermesi müçtehidler için bir delil oluşturmaktadır.
5) Hayız olmak: Bir kadın Ramazan ayında gündüzün adet görmeye başlarsa orucu bozulmuş olur. Artık adet günlerinde bulundukça
oruç tutması caiz olmaz.
6) Nifasa girmek: Yani çocuk doğurmak. Ramazan ayında gündüz çocuk doğuran bir kadının orucu bozulmuş olur ve temizlenene
kadar oruç tutamaz.
7) Delirmek: Gündüz cinnet veya baygınlık geçiren bir kimsenin orucu bozulur ve kaza etmesi gerekir. Şâyet günün bir kısmında aklı
başına gelirse orucu sahih kabul edilir. Fakat akşam oruca niyet edip gün boyu uykuda kalan bir kimsenin orucu sahihtir.1135
8) Mürted olmak: Yani dinden çıkmak. Dinden çıkan bir kimsenin diğer amelleri bozulduğu gibi Ramazan ayında gündüz irtidad
edenin de orucu bozulur.
Orucu Bozmayan Şeyler:
1- Unutarak yemek, içmek yahut cinsi ilişkide bulunmak. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Oruçlu olduğu halde unutarak yiyip
içen kimse orucu tamamlasın. Onu yedirip içiren ancak Allah’tır.”1136
2- Göze damla damlatmak yahut sürme çekmek orucu bozmaz. Çünkü Allah Rasûlü Ramazan’da oruçlu iken gözüne sürme sürmüştür.
Bu hadisi İbn-i Mâce, Hz. Âişe’den tahriç etmiş olup zayıftır.1137
3- Hacamat (kan aldırmak) orucu bozmaz. Çünkü İbn Abbas’tan naklen Allah Rasûlü (s.a.v.)’in ihramlı ve oruçlu iken kan aldırdığı
rivâyet edilmişir.1138
Fakat en evlâsı oruçlu iken kan aldırmamaktır. Çünkü kan vermekle zayıf düşüp oruç tutamama ihtimali yüksektir.1139
4- Gerek abdest ve gusülde olsun gerekse normal hallerde olsun ağza ve burna su vermek, gargara yapmadan çalkalamak, içeriye bir şey
kaçmamak şartıyla orucu bozmaz.
5- Serinlemek için yıkanmak veya ıslak havlu ile serinlemek orucu bozmaz.
6- Gayri ihtiyari toz, duman ve saman tozu gibi şeylerin boğaza kaçmasıyla oruç bozulmaz.
7- Gayri ihtiyari gelen kusuntu orucu bozmaz. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Üç şey orucu bozmaz. Kusmak, ihtilam ve hacamat/kan
aldırma.”1140 buyurmuştur.
8- Dişler arasındaki nohut tanesinden az olan yemek kalıntılarını gayri ihtiyari yutmak Şâfiî ve Hanefilere göre orucu bozmaz.1141
9- Gerek geceden ihtilam olup cünüp olarak sabahlamak gerekse gündüz uyuyup ihtilam olmak orucu bozmaz.
10- Güzel kokulu şeyleri koklamak orucu bozmaz.
11- Serum gibi gıda maddesi ihtiva etmeyen iğne orucu bozmaz. Fakat durum acil değilse akşam iğneyi kullanmak daha uygun olur.
Orucun Mekruhları
Oruçlu olan kimse için aşağıda zikredilen şeyler mekruhtur:
1127
el-Mecmu, 6/330.
Buhârî, Müslim.
1129
el-Mecmu, 6/335-338.
1130
el-Mecmu, 6/329.
1131
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/277.
1132
Nesâî dışında cemaat rivâyet etmiştir.
1133
el-Mecmu, 6/349-353.
1134
Buhârî, Müslim.
1135
el-Mecmu, 6/251.
1136
Nesâî dışında cemaat rivâyet etmiştir.
1137
Neylu’l-Evtar, 4/568.
1138
Ahmed, Buhârî.
1139
el-Mecmu, 6/364.
1140
Beyhâkî.
1141
el-Mecmu, 6/326.
1128
137
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------1) Başkasıyla kavga yapıp sövüşmek.
2) Güneşin batışı tahakkuk ettikten sonra iftarı geciktirmek.
3) Yemeği yutmadan tatmak.
4) Hacamat yapmak (kan aldırmak).
5) Şehveti tahrik edici şekilde öpüşmek.
6) Hamama girmek.
7) Zevaldan sonra misvak kullanmak.
8) Şehvet verici manzaralara bakmak.
9) Kokusu güzel olan şeyleri koklamak.
10) Tahrik edici sesleri dinlemek.
11) Göze sürme çekmek.
Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Özürler Şunlardır:
1) Yolculuk: Bütün müçtehidlere göre Ramazan’ı şerifte, kasır mesafesinde yolculuk yapan bir kimse orucunu bozabilir. Şâyet uçak
gibi bir vasıta ile kısa bir müddet içerisinde kat’ etse bile oruç tutmayabilir. Fakat zarar ve zorluk görmeksizin bir yolcunun oruç tutması
daha faziletlidir. Şâyet yolculuk esnasında zorluk ve şiddet varsa orucu bozmak daha efdaldır.
Şâfiî mezhebinin icması ile mubah olan seferde kasır mesafinden az olan yolculukta dahi bir yolcu orucunu bozabilir.1142
Şâfiîlere göre bir yolcu geceden oruç tutmayı niyet etse de gece yola çıkmak şartıyla orucunu bozabilir. Delil İbn Abbas’ın rivâyet ettiği
şu hadistir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) Ramazan ayında Mekke’nin fethi için yola çıktı. “Kuraa’l-Gamim” denilen yere varıncaya kadar oruç
tuttu. Orada kendisi ve diğer insanlar oruclarını bozdular.”1143 İbn Ömer’den gelen rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.) “Muhakkak Allah
(c.c.) masiyetten ikrah ettiği kadar ruhsatla amel etmeyi de sever.”1144
Hamza b. Amr şöyle rivâyet eder: “Ben Allah Rasûlü’ne ben seferde oruç tutmaya kabilim, oruç tutmam için bir beis var mıdır? diye
sordum. Allah Rasûlü o Allah’tan bir ruhsattır. Kim ki onunla amel ederse o güzel bir iş yapmıştır. Kim ki oruç tutmayı severse ona bir beis
yoktur.”1145
Enes b. Mâlik şöyle der: “Biz Allah Rasûlü ile birlikte yola çıkmıştık oruç tutan yiyeni, yiyen de tutanı ayıplamazdı.”1146
Fakat bir kimse oruca niyet getirip de gündüz sefere çıkar veya seferde oruca niyet getirip gündüz memleketine varırsa, şiddetli açlık
veya susuzluk gibi bir mazeret olmaksızın orucunu bozamaz.
2) Hastalık: Bir kimse nefsinin helak olacağından veya hastalığının artacağından veya uzamasından endişe ederse oruç tutmayabilir
veya bozabilir. Bu endişe, ya kendi tecrübesine veya Müslüman, adil ve uzman doktorun sözüne dayanmalıdır.
Misafir, Ramazan’ı şerifin akabinde mukim olur veya hasta iyileşirse Ramazan’dan sonra oruçlarını kaza eder. Müzmin bir hasta veya
devamlı sefer halinde olan bir yolcu zamanında oruç tutamadığı gibi kaza da edememektedir. Sürekli özürlü olan bu ikisi de mazeretleri ne
kadar devam ederse şer’î ruhsat da o kadar devam eder. Şâfiî mezhebinde yolcu ve hasta olan kimselerin önceden kazaya kalmış oruçları
tutmaları caiz değildir.
3) Gebelik veya emziklilik: Ramazan’ı şerifte hamile bulunan veya emzikli olan kadın kendine veya çocuğuna zarar geleceğinden
korkması durumunda oruç tutmayabilir. Onu başka zamanda kaza edebilir. Delil ise hem hastaya ve yolcuya kıyas etmek hem de Allah
Rasûlü’nün şu hadisidir: “Allah Teâlâ yolcudan orucu ve namazın yarısını kaldırmıştır, gebe kadınlarla emzikli kadınlardan da orucu
kaldırmıştır.”1147
İbni Abbas (r.a.)’dan naklen şöyle denilmiştir: “Hamile veya emzikli kadınlar kendi nefislerinden endişe ederlerse oruclarını bozabilirler
ve ikisine de kaza vardır fakat kefâret gerekmez.”1148 Şâfiîlere göre gerek kendi çocuğunu gerekse ücretle başkasının çocuğunu emziren bir
kadın kendi nefisinden endişe ederek oruç tutmazsa yalnız yediği günler kadar kaza etmesi gerekir. Şâyet çocuk hakkında endişe ederek
orucu bozarsa hem kaza etmek hem de fidye vermeleri gerekir.1149
Çocuktan endişe edip orucu bozan bir kadın için verilecek fidye çocuğu emzirene aittir. Hanefilere göre her iki durumda da kadına kaza
gerekir fakat hastaya kıyasla fidye gerekmez.1150
4) İhtiyarlık: Yaşı ilerlediğinden oruç tutamayan kimseler (erkek ve kadın) cumhura göre oruç tutmakla mükellef olmadıkları gibi kaza
etmeleri da gerekmez. Sadece her gün için bir fakiri doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. Kur’ân’da şöyle buyurulur: ٌ‫َو َعلَى الَّذينَ يطيقونَه فِ ْديَة‬
1151
‫ْكين‬
ٍ ‫“ طَ َعام ِمس‬Oruç tutmaya gücü yetmeyenlerin bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir.”
İbn Abbas’ın rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim ki ihtiyarlık onu yakalar ve oruç tutmaya göcü
yetmezse her gün için bir avuç buğday versin.”1152
İbn Ömer’in rivâyet ettiği başka bir hadiste de Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Oruç tutmada zayıf düşen bir kimse her gün için bir
avuç (buğday) versin.”1153
Keza müzmin bir hastalıktan dolayı oruç tutamayan kimseye de her gün için bir fakiri doyuracak kadar fidye lazım gelir.1154
Bir kimse vefat anına kadar devam eden yolculuk ve hastalık gibi bir mazeretten dolayı oruç tutamamış ise, kendisine ne fidye düşer ve
ne de Allah indinde mesul sayılır ve başkasının da onun yerine oruç tutmasına gerek kalmaz. Fakat eda edebilecek durumda olduğu halde
eda etmeden vefat ederse, oruç boynunda borç kalır ve Allah katında mesuldur. Ölü vasiyet etmese de terikesinden, (kalan mal) halkın
yedikleri şeyin cinsinden, her gün için birer müd (avuç) çıkarılacaktır. İmam Şâfiî’nin sahih ve muhtar olan kadim görüşüne göre meyyitin
baliğ bir akrabası veya izin almak şartıyla, yabancı bir kimsenin, yerine oruç tutmaları caizdir. Dayandıkları delil ise Hz Âişe’nin rivâyet
ettiği şu hadisi şeriftir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Kim oruç borcu olduğu halde ölürse onun velisi onun yerine oruç tutabilir”1155 buyurur.
İbn Abbas’ın rivâyet ettiği başka bir hadiste de şöyle denilmiştir. “Bir gün bir kadın Rasûlullah’a gelerek ya Rasûlullah annem,
1142
el-Mecmu, 6/260.
Buhârî, Müslim, Nesâî, Mâlik, Darimî.
1144
Ahmed, İbn Hibban, Huzeyme.
1145
Buhârî, Müslim, Nesâî, Beyhak, Ahmed.
1146
Buhârî, Müslim.
1147
Nesâî, Siyam, İbn-i Mâce, Siyam, Tirmizî, Edahi, Ahmed.
1148
Ebû Dâvûd.
1149
el-Mecmu, 6/268.
1150
el-Mecmu, 6/269.
1151
Bakara, 2/184.
1152
Buhârî, Beyhâkî, Darekutni.
1153
Mâlik, Şâfiî, Beyhâkî, Darekutni.
1154
Muhezzeb mea’l-Mecmu, 6/255.
1155
Buhârî, Müslim, Ahmed, Ebû Dâvûd.
1143
138
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------zimmetinde adak orucu olduğu halde vefat etti. Onun yerine oruç tutabilir miyim diye sordu? Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki: “Şâyet annenin
başka bir borcu olsaydı ödemez midiniz? Kadın evet, öderdim dedi. Allah Rasûlü o zaman annenin yerine oruç tut.”1156
Cumhuru ulemaya göre, namaz için ne fidye vardır, ne de namaz kılmayanın yerine, başkası kaza edebilir. Buna dair hiçbir şey varid
olmamıştır. Bazı âlimler namazı da oruca kıyaslayıp, onun için de hem fidye verilir, hem de kaza edilebilir, demişlerse de bu görüşe itibar
edilmemiştir. Bu konu iskat bahsinde da geniş bir şekilde izah edilmiştir.
5-Helak ihtimali: Ölüm, akıl noksanlaşması veya bazı duyguların yok olmasından endişe edilecek derecede şiddetli açlık ve susuzluk
tehlikesinin meydana geldiği kişilerin oruç tutmamaları veya tutuğu orucu bozmaları caizdir. Bu durumlarla karşılaşan kişilerin tutamadıkları
oruçlarını uygun günlerde kaza etmeleri gerekir. Piri fani olan bir kimse veya iyileşme ümidi olmayan bir hasta oruç tutmak için nezir ederse
bu nezir hükümsüzdür. Sabah vakti sıhhatlı olarak oruca başlarken günün ortasında hastalanan bir kimse zaruretten dolayı orucunu bozabilir.
Keza açlık ve susuzluk sebebiyle bedenine gelebilecek zararlardan endişe eden bir kimse sıhhatli ve mukim de olsa orucunu bozması
caizdir.1157
Bunun gibi tehdid ve baskı altında kalan kimsenin Şâfiîlerin dışındaki müçtehidlere göre orucu bozması sonradan kaza etmek şartıyla
mubahtır.1158
6-Zor İşlerde Çalışmak: Ramazan ayında ağır işlerde çalışmak zorunda kalan bir kimse eğer işini bırakmaktan ötürü maddi olarak
ciddi bir zarar bulunmazsa orucunu bozması caiz değildir. Aksi takdirde işini terk etmekle göreceği zarar ciddi manada bir zarar ise ve
Ramazan’dan sonra aynı işi bulmak fırsatı yok ise o zaman bahane aramaksızın sonra kaza etmek şartıyla orucunu bozmakta herhangi bir
sakınca yoktur. Çünkü Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: ٍ‫ّين ِمنْ َح َرج‬
ِ ‫“ َو َما َج َع َ َعلَيْك ْم فِى الد‬Allah dinde sizin üzerinizde herhangi bir zorluk
kılmamıştır.”1159
Enes (r.a.)’dan gelen bir rivâyette Allah Rasûlü (s.a.v.): “Kolayılaştırın zorlaştırmayın sevindirin nefret ettirmeyin.”1160 buyurmuştur.
Açlık veya susuzluk sebebiyle bedenine gelebilecek zarardan endişe eden bir kimse sıhhatli ve mükim de olsa, orucunu bozması caizdir.
Çok zor işlerde çalışan kimselerin orucu hakkında Ebû Bekir Acuri şöyle demiştir: Çalıştığı iş zor olan işlerden ise, kişi oruç tutuğu
takdirde bedenine bir zarar geleceğinden endişe ederse bakılır: İşi terk etmek hayatını (geçimini) sürdürmesine zarar verecekse orucunu
bozar ve sonra gününe gün kaza eder. Eğer işini terk etmekten ötürü zarar bulunmazsa orucunu bozmasında günah işlemiş olur.1161
Fakihlerin cumhuruna göre tarım işlerinde, ateşin karşısındaki fırın işçisi, demircilik ve maden işçiliği gibi ağır işlerde çalışan kimseler
akşam oruca niyet etmek şartıyla eğer çalışma esnasında şiddetli susuzluk ve açlıktan zarar gelmesinden korkarlarsa oruçlarını bozmaları
caizdir. Şâyet endişe edilen tehlike meydana gelirse o zaman iftar etmeleri vacip olur.1162
Deprem ve sel gibi aciliyet gerektiren inşaat, enkaz kaldırmakla görevli işçiler ile yangın sündürme görevi ile meşgul olan itfaiye erleri
ve modern tarım aletlerinin bulunmadığı bölgelerde kavurucu sıcağın karşısında çalışan tarım işçileri gibi mevsimlik ve ağır işlerde çalışan
işçiler bu ruhsattan yararlanabilirler. Çünkü bu işler mevsimlik işler olduğundan dolayı ertelenmesi mümkün olmayan işlerdir. Bu sebeple
bir işçi ya orucu bozma, yada işi bırakma arasında tercih yapmak zorunda kalırsa bu şartlar dâhilinde bahane olmaksızn ciddi bir mazeretten
dolayı sonradan kaza etmek şartıyla orucunu bozabilir ve helak olma şartı da aranmaz. Bu işçi gerek kendi işinde çalışmış olsun gerekse
başkasının işinde ücretle çalışsın fark etmez. Çünkü yukarıda geçtiği gibi hastalık, yolculuk, gebelik ve çocuk emzirme de oruç tumama
ruhsatı var iken bunlara kiyasen başka zamana erteleme imkânı olmayan ağır ve mevsimlik işlerde çalışan kimselere de bu ruhsat doğabilir
kanaatindeyim.
Hanbelî mezhebinde ateş veya suya düşmüş masum bir kimseyi kurtarmak için orucu bozmak gerekiyorsa orucunu bozması vaciptir.
Şâyet orucu bozmadan kurtarmak mümkünse o zaman orucu bozmak haram olur.1163
7- Ziyafet: Ziyafet vermek veya ziyafete davet olunmak özellikle velime (düğün yemeği) için nafile orucu bozmak özür sayılabilir.
Fakat en sağlam kavle göre ziyafet misafir veya ev sahibi için öğleden önceye kadar özür teşkil eder.
Şâfiîlere göre gerek özürle gerese keyfi olsun bozulan nafile oruç için kaza gerekmez.1164
Hanefilerde sahih olan görüşe göre bir kimse nafile oruca başladıktan sonra orucu özürsüz bozması caiz değildir. Şâyet başlamış olduğu
nafile orucu özürlü veya keyfi bozarsa kaza etmesi gerekir. Delil ise şu hadistir. Hz. Âişe (r.a.) şöyle demiştir: “Hafsa’ya bir yiyekecek
hediye edildi. O sırada ikimiz de nafile oruç tutmuştuk. Orucumuzu (bu yiyecekle) bozduk. Sonra Allah Rasûlü (s.a.v.) yanımıza girdi. “Ya
Rasûlullah! Bize bir yiyecek hediye edildi, canımız çekti ve orucumuzu bozduk, dedik. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü buyurdu ki: Zararı
yok, onun yerine başka bir gün oruç tutun.”1165
Bu hadis mürseldir. Çünkü Zuhrî bunu Hz. Âişe’den duymadığı halde rivâyet etmiştir. İmam Şâfiî'nin dışındaki müçtehidler bu hadisle
amel etmişlerdir.1166
Özürlü olarak orucunu bozan bir kimsenin, Şâfiîlere göre günün kalan kısmında yemek ve içmekten kaçınması müstehaptır. Hanefilere
göre günün kalan kısmında yemek ve içmekten kaçınması vaciptir.
Oruç Tutmanın Haram Olduğu Günler
1) Ramazan bayramı günü.
2) Kurban bayramı günü.
3) Teşrik günleri; teşrik günleri kurban bayramının 2., 3. ve 4. günleridir.
4) Şek günü. Yani Ramazan günü olup olmadığında şüphesi olan birisinin oruç tutması haramdır. Ancak kişinin adet ettiği güne denk
gelmişse bu müstesnadır. Nitekim Ammar b. Yasir (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şek gününde
oruç tutan Ebû’l-Kasıma isyan etmiş olur.” Cemaat rivâyet etmiştir. Her hafta yalnız Cuma günü oruç tutmak mekruhtur.
Oruçla İlgili Bazı Meseleler
1- Hilâl göründüğü vakit duada bulunmak.
2- Oruçlu iken dünya ve ahirete yönelik dua yapmak.
3- Ramazan da yapılan hayır ve hasanatları gizli tutmak.
4- Ramazan’da gün boyu susmamak. Çünkü oruç olduğu için susup konuşmamak cahiliye adetidir.
1156
Müslim, el-Mecmu, 6/389-390.
el-Mecmu, 6/257.
1158
el-Mecmu, 6/336.
1159
Hac, 23/78.
1160
Buhârî, Müslim.
1161
Keşşafu’l-Kına’, 2/361.
1162
Zuhaylî, 2/570.
1163
el-Munteha, 1/324.
1164
el-Mecmu, 6/423.
1165
Tirmizî, Beyhâkî, Mâlik.
1166
el-Mecmu, 6/424.
1157
139
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------5- Diğer vakitlerde olduğu gibi Ramazan’da daha fazla hayır ve hasenatta bulunmak.
6- Ramazan ayında çokça Kur’ân okumak, okutmak veya dinlemek.
7- Ramazan’da nefsi şehvani arzulardan sakındırmak.
8- Ramazan’da imsak atmadan cenabetten yıkanmak.
9- Ramazan’da öğleden sonra misvak kullanmamak.
10- Ramazan ayında özellikle son on günün de itikâfa girmek.
11- Kadir gecesini son on günün vitir günlerinde arayıp ihya etmek.
Orucun Kefâreti
Şâfiîlere göre malî haklar üç kısma ayrılır:
a) Kuldan kaynaklamayan haklar. Örneğin zekât, fitre gibi kul vücûb vaktinde ödemeye gücü yetmezse bu hak kulun zimmetinde
kalmaz.
b) Kulun mudahalesiyle vacip olan haktır. Örneğin avlanma cezası, hacda ihramli iken traş yapma veya dikişli elbise giymek gibi. Bu
hak kulun zimmetinde kalan haktır.
c) Kulun mudahalesiyle meydana gelen haklar. Örneğin Ramazan ayında gündüz cima yapmak gibi.
Kefâreti Gerektiren Hususlar Şunlardır:
Özellikle Ramazan orucunu bilerek kasden herhangi meşru bir özür olmaksızın bozmak. Bunun sebebi ise Ramazan’a gereken saygıyı
ihlal etmektir.
Bu kefâretin hangi durumlarda gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hususunda mezhep imamlarının görüşlerini izah edeceğiz. Ramazan
ayında imsak ile akşam ezanı arasındaki zaman içinde yapılan cinsi ilişkiden dolayı bütün mezhep imamlarının ittifakıyla kefâret gerekir.
Cumhura göre Ramazan’ın dışında bilerek ve kasdi de olsa bozulan herhangi bir oruç için kefâret gerekmez. Ancak farz ve vacip için
kaza gerekir. Meselâ, Ramazan kazası, kefâret oruçları, nezir orucu gibi vacip olan herhangi bir orucu bozan bir kimse bozduğu günler kadar
kaza eder.
Şâfiîlere göre Ramazan orucunu cinsi ilişki hariç bilerek bozmak kefâret gerektirmez. Ancak gününe gün kaza gerekir. Hanefilerle
Mâlikilere göre akşam oruca niyet ettiği halde Ramazan orucunu bilerek ve kasden yemek ve benzeri şeylerle orucu bozmak da kefâreti
gerektirir. Dayandıkları delil ise Allah Rasûlü (s.a.v.): “Kim Ramazan ayında kasden orucunu bozarsa, onun üzerine zıhâr yapan kimseye
gereken şey (kefâret) vardır” şeklindeki hadisin mutlak olarak geçmesidir.1167
Kefâret Çeşitleri:
a) Bir köleyi azad etmek.
b) İki ay oruç tutmak.
c) Altmış fakire yemek yedirmek.
Oruç kefâreti zıhâr kefâretinin aynısıdır. Önce bir köleyi azad etmek, buna güç yetmezse iki ay oruç tutmak, buna da güç yetmez ise
altmış fakiri sabah akşam doyurmaktır.
Ramazan’da gündüz bir günde birden fazla hanımıyla cinsi ilişkide bulunan bir kimseye İmam Ahmed b. Hanbel’in dışında cumhura
göre tek kefâret gerekir.
Ramazan’da gündüz birkaç kere farklı günlerde cima yapan bir kimseye ister birinci günün kefâretini vermiş olsun ister olmasın İmam
Ebû Hanife’nin dışında bütün mezhep imamlarına göre her gün için bir kefâret gerekir. Bu cinsi ilişki insan, hayvan, ön ve arka fark
etmez.1168
Üzerinde Ramazan orucu bulunan bir kimsenin ölmesi durumunda borcuna mahsuben her gün için bir müd (avuç) buğday terikesinden
çıkarılır ve fakirlere verilir. İşte iskat dedikleri kefâret budur. İşin gerçeği de budur. Törensiz, katkısız ve ilavesiz olarak her fakire bir gün
için bir müd (Şâfiîlere göre bir müd 544 gram eder. Bir sa’ ise 2176 gram demektir.) buğday değeri olarak oruç kefâreti verilir. Hanefilere
göre bunun ölçüsü her yoksul için fitre miktarı olup buğdaydan yarım sa’ yaygın kanaata göre bir sa’ 2. 751 kg.) eder.1169
Oruç tutamayacak derecede yaşlı olan kimse oruç tutmayıp her gün için bir fakire yediği yemek cinsinden yemek yedirecek. İyileşme
çaresi tükenen müzmin hasta da kefâretini bu şekilde verir. Şâfiî mezhebinde, ölen kişinin yerine başkasının kazaya kalan orucu tutması
caizdir.1170
Çocuğu için endişe eden hamile kadın ile çocuk emziren kadın orucunu bozabilirler. Fakat Ramazan’dan sonra uygun günlerde yediği
günleri kaza ile beraber her gün için bir fidye verirler.
Keza kendi nefsinden korkan hamile kadın, orucunu bozar ve uygun günlerde yediği günleri kaza eder ancak fidye vermez.
Hanefilere göre mutlak olarak yani gerek nefsinden ve gerekse çocuğundan endişe etmiş olsun hamile kadın ile emzikli kadınlara fidye
vermek gerekmez, ancak gününe gün kaza ederler. Dayandıkları delil şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ
yolcudan namazın yarısını, hamile ve emzikli kadınlardan orucu düşürmüştür.”1171
Kazayı Geciktirmenin Hükmü
Herhangi bir nedenle tutulmayan oruç daha sonra kaza edilerek tutulmalıdır. Bu kazanın süresi gelecek Ramazan ayı girinceye kadardır.
Hanefiler dışındaki cumhura göre, gelecek sene Ramazan’a kadar tutmayarak Ramazan’ın kazasında ihmal gösteren kimselere de kaza
ile birlikte fidye lazım gelir. Bu da orucun önemini hafife almanın cezasıdır.
Bilerek veya özrü telafi olup kaza etmeden bir sonraki Ramazan’a ulaşmış ise, o Ramazan ayından sonra kaza ile beraber ayrıca fidye
verir. Bu kefâret geciktirme kefâretidir.
Şâfiî mezhebinde kaç Ramazan geçmişse bir o kadar kefâret verir. Meselâ, 2001 yılında Ramazan’da 5 gün oruç yiyen bir kimse, 2006
yılın Ramazan’ına kadar kazasını tutmamış ise, bu kimse 5 gün kazayla beraber her gün için 5 fidye verecek. Böylece geçen Ramazanlar
sayısınca fidye vermesi lazım gelir. Bu hüküm Şâfiî ve Hanbeliler için geçerlidir. Diğer müçtehidlere göre kaç Ramazan geçerse geçsin kişi
yalnız geçirdiği günler kadar kaza eder ve fidye vermez.
İTİKÂF
Lügatta: Bir yerde bekleme, durma ve kendini orada hapsetme manasına gelen itikâf ıstılahta, akıl baliğ veya temyiz kudretine sahip bir
Müslümanın beş vakit namaz kılınan bir mescitte ibadet niyetiyle bir süre durması anlamında bir fıkıh terimidir. İtikâf, sünneti müekkededir.
İtikâfın Şartları
1) Müslüman, akıllı ve tahir olmak.
2) Niyet: Kalben niyet edilmelidir. İtikâfa niyet ettim demek de yeterlidir.
3) Mescidde durmak: Evlerde, namazgahlarda ve tekkelerde itikâfa girilmez. İtikâf camiye girip çıkmakla olmaz; ancak camiye itikâf
1167
Fethu’l-Kadir, 2/70.
el-Mecmu, 6/343-345.
1169
Hamdi Döndüren, İslâm İlmihali, 563.
1170
Buhârî, Müslim.
1171
Nesâî, Tirmizî, Ahmed, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce.
1168
140
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------niyetiyle girip bir müddet durmakla olur. İtikâfa giren kimsenin Müslüman, akıl baliğ olup hayız, nifas ve cünüplük gibi özürlerden beri
olması gerekir.
Nezir edilen itikâfın yerine getirilmesi vacip olur. Allah (c.c.) Kur’ân-ı Kerîm’de: ‫“ َواَ ْنت ْم عَا ِكفونَ فِى ْال َم َسا ِج ِد‬Mescidde, itikâfta iken
hanımlarınıza yaklaşmayın.”1172 buyurur. Kadının itikâfa girmesi ancak kocasının izniyle caiz olabilir.
İtikâfın en makbulu oruçlu olarak girmektir. Şâyet oruçsuz girilse de caizdir. İtikâf Ramazan’ın dışında da geçerli olabilir. Fakat en
makbulu Ramazan ayında girilmesidir.
İtikâf sünnettir ancak nezirle vacip olur. İtikâfa giren kişinin mazeret olmaksızın dışarı çıkması yasaktır. İhtiyaç için dışarı çıkmak itikâfı
bozmaz. Mescitte imkân yoksa itikâfa giren bir kimsenin yemek için evine gitmesi caizdir. Vacip olmayan itikâflıya hasta ziyaretini kısa
kesmek şartıyla caizdir.
İtikâfa giren şahısla ilgili insan haklarını içeren herhangi bir şahitlik için mescitten çıkması caizdir. Hastalık gibi önemli durumlarda
itikâftan geçici olarak çıkmak itikâfı bozmaz. Ancak basit sebeplerle çıkması halinde itikâf bozulur.
Unutarak itikâftan çıkmak itikâfı bozmaz. İtikâflı olan bir kimse hanımıyla şehvetle oynaması itikâfı bozar. İtikâflı olan bir kimseye
normal hallerde olduğu gibi yeme, içme ve giyim kuşamda sınır yoktur.1173
HAC BÖLÜMÜ
HAC VE UMRE
Haccın sözlük anlamı, kast etmek, yönelmek demektir. Istılahta ise rükünlerine riâyet etmekle birlikte ibadet için harem bölgesinde
bulunan Kâbe-i Muâzzamayı ve çevresindeki kutsal sayılan özel mekanları belirli vakitlerde ziyaret etmektir.
Haremin Sınırları
Haremin sınırları Medine istikametinde yaklaşık 6 km. Yemen istikametinde yaklaşık 13 km. Taif istikametinde yaklaşık 13 km. Ci’rane
yolunda ise yaklaşık 17 km. Cidde istikametinde yaklaşık 19 km. uzaklıktaki alanın çevrelediği bölgeyi içine alır. Haremin sınırları Hz.
Cebrail tarafından Hz. İbrahim’e gösterilmiştir. Allah Rasûlü (s.a.v.) Mekke fethinde harem için şöyle buyurmuştur: “Burası Allah’ın gökleri
ve yerleri yarattığı günde saygın (harem) kıldığı bir beldedir.1174 Medine’nin de harem bölgesi vardır. Haccın hicretin altıncı yılında farz
kılındığı hususunda da kuvvetli görüşler vardır. Dokuzuncu yılında farz olduğuna dair de rivâyetler bulunmaktadır. Hac İslâm’ın beş
esasından biri olup zaruri olarak bilinmesi gereken farzlardan biridir. Hac farziyetinin delili kitap, sünnet ve icmadır.
Haccın inkârı küfürdür. Allah (c.c.)
َ‫اس ِحجُّ ْالبَ ْيتِ َم ِن ا ْستَطَا َع إِلَ ْي ِه َسبِيالً َو َمن َكفَ َر فَإِنَّ هللا َغنِ كي ع َِن ْال َعالَمِين‬
ِ ّ ِ ‫َو‬
ِ َّ‫هلل َعلَى الن‬
“Ona yol bulabilenlerin Kâbe'ye haccetmesi Allah’ın, insanlar üzerinde hakkıdır. Kim küfrederse bilsin ki Allah âlemlerden
müstağnidir.”1175 buyurmuştur.
Ebû Hureyre’den gelen rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.)’e soruldu ki hangi amel daha efdaldır. Allah Rasûlü: Allaha ve Rasûlü’ne
imân dedi. Sonra hangisi diye soruldu? Allah Rasûlü hac dedi.1176 Yine Ebû Hureyre rivâyet ediyor: “Ben Allah Rasûlü’nün şöyle dediğini
işittim: “Kim ki fısk ve fucura girmeden hac yaparsa anasından doğmuş gibi döner.”1177 “Umreden diğer bir umreye kefârettir. Mebrur bir
haccın cezası ise ancak cennettir.”1178
İslâm’da Haccın Önemi
-Hac gerçek İslâm kardeşliğini canlandırır. Meselâ dillerin, ırkların, renklerin ve bölgelerin ayrımı yapılmaksızın İslâm kardeşliği inşa
etme hususunda en büyük etkendir.
-Hac Müslümanları tek bir vücut haline getirir ve kardeş olduklarını ilan eder.
-Hac Müslümanların eşit olduklarını ortaya koyar. Bütün rütbe ve mevkileri hiçe sayar. Yani amir, memur, efendi, hizmetçi, zengin,
fakir bir olur.
-Hac en büyük hatırlatıcıdır. Yani hac Müslümanlara geçmiş peygamberlerin ve ecdatlarının hallerini hatırlatır. Zira hacda her ibadetgah
ve ziyaret yerleri pek çok şeyleri hatırlatmaktadır.
-Hac vücuda bir terbiyedir. Yani hac zorluklara karşı sabırlı olmayı, zahmet ve meşakkatlere tahammüllu olmayı öğretir.
-Hac ahlâklı olmayı öğretir. Yani iyi geçinmeyi, müsamahalı olmayı ve tevazulu olmayı öğretir.
-Hac nefsi terbiye eder. Zira hac iyilik yapmayı, sadaka vermeyi, kurban kesmeyi ve cömert olmayı öğretir.
-Hac kalbi temizler ve onu günahlardan arındırır.
Hz. Âişe (r.) şöyle der: “Ben Allah Rasûlü’ne biz cihadı amellerin en efdali olarak görüyoruz biz de cihad yapmayacak mıyız diye
sordum? Bana hayır mebrur hac cihaddan daha efdaldır dedi.”1179
-Hac, kul hakkı dışında bütün günah ve hataların affına vesiledir. Çünkü kul hakkı zimmete ilişkin bir sorumluluktur.
-Hac, günahkârlar için son çaredir.
Hac ayları Şevval, Zilkade ayları ve Zilhicce’nin ilk on günüdür.
Allah Rasûlü’nden hangi amelin daha hayırlı olduğu sorulunca şöyle buyurdu: “Allah ve Rasûlü’ne imân sonra Allah yolunda cihad
sonra mebrur hac diye cevap verdi.”1180 Haccın fazileti ile ilgili birçok sahih hadis rivâyet edilmiştir.
Haccın Menasikleri Sırasıyla Şöyledir:
Mikat’ta ihrama girmek, Arafat’ta vakfe yapmak, Muzdelife’de gecelemek, cemerat (şeytan taşlamak), halk veya taksir yapmak (traş
olmak), Beyti tavaf etmek, sa’yi yapmak, kurban kesmek ve üç gece Mina’da beytûte (gecelemek) gibi birçok farz, vacip ve sünnetleri
vardır. Allah Rasûlü “Hac menasikinizi benden alın, benden gördüğünüz gibi yapın”1181 buyurmuştur.
Şâfiîlerin dışındaki cumhura göre hac ibadeti fevridir. Yani haccın farziyeti için gerekli şartlar oluşunca tehir etmeksizin hemen
yapılması gerekir. Dayandıkları delil İbni Abbas’ın naklettiği şu hadistir: “Kim haccı irad ederse acele etsin.”1182 Şâfiîlerin delili ise Allah
Rasûlü (s.a.v.)’in haccı terahi ile yapmasıdır. Haccın farziyeti ile ilgili âyet hicretin altıncı yılında indiği halde Allah Rasûlü (s.a.v.)’in
1172
Bakara, 2/182.
el-Mecmu, İtikâf Bahsi.
1174
Buhârî, İlim, 37, Sayd, 10, Tirmizî, Hac.
1175
Al-i İmran, 3/97.
1176
Buhârî, Müslim.
1177
Buhârî, Müslim.
1178
Buhârî, Müslim.
1179
Buhârî, Hac, Nesâî, Hac, İbn-i Mâce.
1180
Buhârî, Cihad, Müslim, İmân, Tirmizî, Mevakit.
1181
Müslim, Hac.
1182
Ebû Dâvûd, Beyhâkî.
1173
141
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------kendisinin hicretin onuncu yılında hac yapmış olması bunun delilidir.1183
Haccın Farz Olmasının Şartları
1) Müslüman olmak: Gayri müslimlere hac farz değildir. Bu vesileyle gayri müslim hac yaptıktan sonra İslâma girse veya bir
Müslüman hac yaptıktan sonra irtidad edip daha sonra yine İslâm’a dönse Şâfiîlerin dışındaki cumhura göre irtidad edene yeniden hac
yapmak farz olur. Şâfiî mezhebinde ise hac yaptıktan sonra irtidad eden bir kimse İslâm’a dönünce tekrar hac yapmasına gerek yoktur.
İslâm’da iken yaptığı hac geçerliliğini korur. 1184
2) Ergenlik çağına girmiş olmak: Çocuklar hac ile yükümlü değildir. Çocukların ergenlik çağından önce yaptıkları hac nafile sayılır.
Çocuğa hac farz değildir fakat yapacağı hac sahihtir. Gerek deli iyileşince gerekse çocuk akıl baliğ olunca hac yapmaya yükümlü oldukları
zaman yeniden hac yapmaları gerekir.
Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Herhangi bir çocuk hac yaptıktan sonra buluğ çağına erince ona yeniden hac yapmak gerekir”1185
buyurmuştur.
3) Akıllı olmak: Akıl hastası olan bir kimseye diğer ibadetler farz olmadığı gibi hac da farz değildir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Üç kişiden
kalem kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik çağına erişinceye kadar çocuktan, iyileşinceye kadar akıl hastasından.”1186
buyurmuştur.
4) Hür olmak: Köleye, esire ve hapiste bulunana hac farz değildir. Hac uzun ve çileli bir ibadet olduğu için hüriyet şart koşulmuştur.
Köle hüriyetten önce hac yapmış ise de hüriyete kavuştuktan sonra ittifakla tekrar hac yapması gerekir.1187
5) Yiyecek ve azığa sahip olmak: Hac süresi içinde kendi yol masrafı ve nafakasına yükümlü olduğu kimselerin nafakası, bunlarla
beraber nakil vasıtası gibi zaman ve adete göre zaruri ihtiyaçtan fazla olacaktır. Şâyet binek bulunup günümüzde olduğu gibi piyasa
değerinden fazla bir bedel isteniyorsa haccın farizası düşer. Keza hac yapacak kadar parası bulunup borcu olan bir kimseden de hac farziyeti
kalkar. Bu borç gerek hemen verilmesi gereken borç olsun gerekse bilahare verilsin hüküm değişmez. Çünkü haccın farziyeti fevri (acele)
değildir. Bunun gibi mesken veya hizmetçiye ihtiyacı olan bir kimse için de haccın farziyeti o an için kalkar.1188
6) Yolun emniyetli olması ve yola güç yitirebilmek: Hac mevsiminde mal veya can emniyeti olmazsa hacca gitme yükümlülüğü
kalkar. Bu emniyet maddi olduğu gibi manen de gereklidir. Örneğin hacca gidebilmek için rüşvet, toprak bastı, faiz gibi dinen yasak olan
bazı işlemler sözkonusu olunca haccın farziyeti kalkar. Çünkü usûlü dinde “ibadet masiyete sebep olunca o ibadetin farziyeti kalkmış olur”
kuralı vardır.1189
Hanbelilerin dışındaki cumhura göre haram parayla yapılan haccın farziyeti kalkmış olur fakat kabulü için hüküm vermek güçtür.
Delilleri ise hac özel menasiklerden oluşmaktadır, harcama ise bunun dışında kalan bir husustur. Hacı adaylarından istenen aşırı harcamalar
mecburiyeti de haccın farziyetini kaldırır.1190 Meselâ, pasaport masrafı, uçak bileti ve günümüzde olduğu gibi sistemin getirdiği bazı
zorluklar ve alınacak yüksek meblağ ödemeler gibi…
Kadınlar İçin Şu Şartlar Gereklidir:
a) Kocası veya herhangi bir mahremi beraberinde bulunması veya güvenilir en az üç kadınla birlikte gitmesi yeterlidir. Şâfiî
fukahasından Şirazî ve diğer bazılarına göre mahremi veya kadın topluluğu bulamayan bir kadının kendi başına hac yapma imkânı vardır. Bu
hükmün dayanağı “Çok yakın bir gelecekte bir kadın tek başına arkadaşı olmaksızın Hire’den çıkacak gidip Kâbe’yi tavaf edecektir”1191
hadisi ile daru’l-harbten daru’l-İslâm’a tek başına hicret edebilen kadına kıyasen verilmiştir. Fakat bu hükmün farz hac için geçerli oluğunu
bilmeliyiz.1192
Kadınların tek başına hacca gitmelerinin günümüzde daha da meşrulaştığını görüyoruz. Çünkü hacca giden kadınlar gerek otelde
gerekse arabada ve gerekse menasiklerde olsun hep grup halinde oldukları gözlenmektedir. Bu nedenle İslâm’ın endişe olarak ortaya
koyduğu bazı hususların emniyete kavuşmuş olması sakıncayı kaldırmış olur. Bu ruhsat farz hac için geçerli olup kendisine hac farz olmayan
kadınlar ise kadınlar için gerekli olan tüm şartlar oluşmadıkça yola çıkmamaları gerekir.
b) Ölüm veya boşama iddetine tabi olmaması. İddet bekleyen bir kadın normal sefere çıkamayacağı gibi hac ve umre için de sefere
çıkamaz.
HACCIN RÜKÜNLERİ BEŞTİR
1- Niyetle beraber ihrama girmek.
2- Arafat’a çıkmak
3- Kâbe’yi tavaf etmek.
4- Safa ile Merve arasında sa’y yapmak.
5- Halk veya taksir yapmak.
A) Niyetle Beraber İhrama Girmek: Hac veya umre ihramına girmek isteyen bir kimse için gusül yapmak sünnettir. İhrama girmeden
önce dikişli elbiseden soyunup koku sürmesi de sünnettir. Çünkü Hz. Âişe (r.) ben Allah Rasûlü (s.a.v.) ihrama girmeden önce onun
bedenine koku sürerdim1193 demiştir. İhramdan gaye yasaklara bürünmektir. Çünkü ihramla beraber birçok yasak meydana gelmektedir.
İhram yalnız dikişsiz elbiseden ve telbiyeden ibaret değildir. İhramdan gaye niyettir. Çünkü gerek ihram gerekse diğer nüsükler olsun ancak
niyetle gerçekleşir. İhrama giren ya mutlak şekilde ikisini niyet eder ya da hacca veya umreye niyet ederek ihrama girebilir. En faziletlisi hac
veya umreyi tayin ederek ihrama girmektir. Şâfiî mezhebinde hac ibadetiyle mükellef olanın umre yapması da vaciptir. Hanefî mezhebinde
haccın rükünleri Arafat’ta vakfe yapmak ve Kâbe-i Muâzzmayı tavaf etmektir. Şâfiî mezhebinde rükün sayılan diğer nüsükler Hanefiler için
vaciptir. Bir kimse hac aylarında mutlak şekilde niyet ederek ihrama girerse, sonradan niyetini hacca veya umreye çevirebilir.1194
İhram Mikatları
İhram mikatları konusunda üç farklı hüküm ortaya çıkmaktadır:
a) Afakî: (Uzak bölgelerden gelenler), bunların mikatları aşağıda sırasıyla belirlenmiştir.
1- Medine veya o yönden gelenler için Zülhuleyfe. Bu mikatın Mekke’ye olan uzaklığı yaklaşık 400 km.dir.
1183
el-Mecmu, 7/70.
el-Mecmu, 7/9.
1185
Şâfiî, Buhârî, Müslim, Beyhâkî.
1186
Ebû Dâvûd, Hudud, İbn-i Mâce, Talâk.
1187
el-Mecmu, 7/36.
1188
el-Mecmu, 7/45
1189
Heytemi, Tuhfetu’l-Muhtac, 4/21, Kadihan, 2/283.
1190
el-Mecmu, 7/44.
1191
Hâkim, Mustedrek, 4/564.
1192
el-Mecmu, 7/55.
1193
Buhârî, Müslim.
1194
Nevevî, el-Minhac.
1184
142
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------2- Irak veya o yönden gelenler için Zâturrıka. Bu mikatın Mekke’ye olan uzaklığı yaklaşık 100 km.dir.
3- Mısır veya Şam istikametinden gelenler için Cuhfe. Bu mikatın Mekke’ye olan uzaklığı yaklaşık 185 km.dir.
4- Necd veya Yemen tarafından gelenler için Karnul Menazil. Bu mikatın Mekke’ye olan uzaklığı yaklaşık 75 km.dir.
5- Yemen veya o yönden gelenler için Yelemlem. Bu mikatın Mekke’ye olan uzaklığı yaklaşık 92 km.dir. Şâfiî ve Hanbelilere göre her
mikat ehli kendi bulunduğu mikatta ihrama girmeleri şarttır. İster önün de başka mikat yeri bulunsun ister bulunmasın durum değişmez. Bu
mikatlar, kara yoluyla hacca gidenler için geçerlidir.
b) Mekke’de ikamet edenler: Bunların mikatı hacda haremdir. Yani Mekke’nin kendisidir. Dayandıkları delil ise İbn Abbas’ın nakl
ettiği hadistir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) mikatları tayin ederken Mekke’de oturanların mikatı da Mekke’nin kendisidir” demiştir.1195 Umre için
ise Mekke’nin dışında ve haremin dahilinde ihrama girmeleri gerekir. Müstehap olanı ise Curane veya Ten’im’dir.1196
c) Mekke’nin dışında kalan ve mikat dâhilinde yani hill bölgesinde oturanlar: Bunların mikatları ise Mekkelinin mikatı gibidir.
Yani herkes iskan ettiği yerde veya Mekke’de ihrama girebilir.1197
B) Arafatta vakfeye durmak: Vakfe, Zilhicce’nin dokuzuncu gününde öğleden sonra başlar. Sahih kavle göre bayram günün fecrine
kadar süresi olan ve hududu malum olan Arafat sahasında olması gerekir. Ancak Cebelu’r-Rahme’ye çıkmak şart değildir. Çünkü Allah
Rasûlü oraya çıkmayı emretmemiştir. Arafat’ta vakfe yapamayan bir kimse, ancak Umre haccına devam eder. Bu kimsenin daha sonra
haccını başka bir sene kaza etmesi gerekir. Ayrıca hediye kurbanı kesmesi lazım gelir.1198
Vakfe İle İlgili Hataya Düşmenin Hükmü
Yanlış zaman veya mekan da vakfe yapan bir kimsenin durumu şöyledir: Eğer Arafat’ın yerinde hataya düşülmüş ve tepeleri karıştırarak
başka yerde vakfe yapılmış ise bu vakfe geçerli değildir. Şâyet zamanda hata edilmiş ise bununda iki ayrı hükmü vardır.
a) Zilhicce’nin yedinci veya on birinci gününde vakfe yapılmış ise bu da geçerli değildir ve iki halde de kaza etmesi gerekir.
b) Zilhicce’nin sekizinci veya onuncu günün de vakfenin yapılması. Bu durumdaki bir kimse vakfesi geçerlidir. Çünkü günler birbirine
yakın olduğu için yanılma ihtimali yüksek olur.1199
C) Kâbe-i Muâzzama’yı Tavaf Etmek: Tavaf, Arafat’ta vakfe, Muzdelife’de geceleyip, Mina’da Cemretu’l-Akabe’ye yedi taş atarak,
kurban kesip, traş olduktan sonra Mekke-i Mükerreme’ye gidip, Tevaful-ifade yaptıktan sonra Safa ile Merve arası sa’y yapılır. Tavaf
esnasında yemek, içmek veya dünya kelamı konuşmak mekruhtur. Mutad olarak hacıların her tavaftan sonra gidip zemzem suyu içmelerinin
hac ile bir bağlantısı yoktur. Ancak tavaf yorgunluğu sebebiyle su içme arzusu meydana gelince sanki haccın vecibelerinden biriymiş gibi
adet haline getirilmiştir.
Tavaf Üç Çeşittir:
a) Kudum Tavafı: Kudum ilk geliş demektir. Bu tavaf cumhura göre sünnettir. Afakî olan bir kimse ifrad haccı niyet edenlerin
yapacağı ilk tavaf “Kudum tavafı” dır. Temettu ve kıran haccına niyet eden afakilerin ilk yapacağı tavaf “Umre tavafı” dır.
b) Ziyaret Tavafı: Bu tavaf farz olan tavafdır. Cumhura göre bu tavaf haccın en önemli rükünlerindendir.
Ziyaret Tavafın Şartları
1- İhramlı ve Arafat’tan sonra yapılmalıdır.
2- Hades ve necasetten temiz olmalıdır. Hanefilerin dışındaki cumhura göre tavafta temizlik şarttır. Hanefilerde ise vaciptir.
3- Namazda olduğu gibi setri avret.
4- Tavafın Hacerul-Esved’den başlaması.
5- Kâbe’yi soluna alarak tavaf yapmak.
6- Tavaf esnasında bütün vücudun Kâbe dışında olması. Hicr-i İsmail’in içinden geçerek veya şazıravan denen duvarın üzerinden
geçerek tavaf yapmak geçersizdir.
7- Mescidi-Haram’ın dahilinde tavaf etmek. Cevaz bakımından Mescidi-Haram’ın sahası içinde veya ikinci katında tavaf yapmak fark
etmez.
8- Tevafın yedi şavt olması. Hanefilerin dışındaki cumhura göre yediden eksik yapılan tavaf geçersizdir. Hanefî ve Şâfiîlere göre tavafı
peş peşe yapmak şart değildir. Meselâ onlara göre tavaf esnasında farz namazı veya cenaze namazı gibi ibadetler araya girirse kalan şavtlara
bilahare devam edilebilir. İfada tavafı Şâfiîler ile Hanbelilere göre bayram gecesinin yarısından itibaren yapılabilir. Hanefiler ile Mâlikilere
göre ise ancak imsaktan sonra yapılması caiz olur.
c) Veda Tavafı: Veda tavafı Mekkeli olmayan ve uzak yerlerden gelen Afakî hacıların Mekke’den ayrılmadan önce yapmaları gereken
en son tavaftır. Bu tavaf Mâlikilerin dışındaki cumhura göre vaciptir. Delilleri ise Müslim ve Buhârî’nin İbni Abbas’tan rivâyet ettikleri şu
hadistir.”Allah Rasûlü (s.a.v.) insanlara en son yapacakları ibadetleri Kâbe’yi tavaf etmeleri olsun diye emr etmiştir.” Veda tavafı yapmadan
Mekke’den ayrılan Afakî, mikat sınırları veya kasır mesafesini geçmeden önce geri dönüp bu tavafı yaparsa ceza düşer. Aksı takdirde bir
kurban kesme cezası gerekir. Veda tavafı Mekke’den ayrılırken yapılmalıdır. Veda tavafından sonra seferle ilgisi olmayan sebeplerden
dolayı Mekke’de kalan bir kimse tekrar veda tavafı yapmalıdır. Eğer bu kalış seferle ilgili ise, meselâ arabayı beklemek veya eşyasını taşıyıp
korumak gibi zorunlu sebeplerden dolayı bekleme gerekiyorsa veda tavafı tekrar gerekmez.
Tavafın Sünnetleri
1- Tavaf esnasında sağ omuzu açık bırakmak.
2- Reml yapmak. Yani tavafın ilk üç şavtında hafifce hızlanmak
3- Tavaf esnasında Hacerul-Esved’i selâmlamak veya yüzünü sürmek. Hacerul-Esved’e yüzünü sürmek için başkasını incitmek
tahrimen mekruhtur. İmam Şâfiî’nin rivâyetine göre Allah Rasûlü Hz. Ömer’e şöyle buyurmuştur: “Ey Hafs’ın babası sen güçlü bir adamsın,
taşa yönelme, çünkü sen zayıflara eziyet verirsin. Fakat fırsat bulunca selâm ver. Yoksa tekbir getir ve geç.”1200
4- Tavafı Kâbe’ye yakın yapmak.
5- Bilinen tavafın mesur dualarını okumak. Gerek tavaf gerekse diğer nüsüklerin duası olsun sesli veya koru şeklinde okumak
mekruhtur. Çünkü bu şekil yapılan duaların diğer haccıların ihlâs ve huşuna engel olabilme endişesi olabilir.
6- Tavafı huşu ve edeb içerisinde yapmak.
7- Tavafın iki rekât sünnet namazını kılmak.
8- Beytu’l-Haram’dan çıkarken taşa dönüp selâmlamak.
Adetli Kadının Hacca Gitmesinin Hükmü
Hayızda olan bir kadın veda tavafı yapmadan Mekke’den çıkabilir. Çünkü İbni Abbas’ın nakline göre Allah Rasûlü (s.a.v.) adet gören
Safiye (r.a.)’ya veda tavafı yapmadan çıkma emrini vermişti.” İmam Ravyanî’ye göre bu durumdaki bir kadına fidye gerekmez. Hacca giden
1195
Müslim, Buhârî.
el-Mecmu, 7/171-184.
1197
Mezahibu’l-Erbaa, 1/640.
1198
el-Mecmu, 8/216.
1199
el-Mecmu, 8/221.
1200
Fıkhu’s-Sunne, 1/510.
1196
143
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------bir kadın yolda iken ihramdan önce adet görür veya lohusa olur ise ihram için gusül abdesti alır, ihrama girer ve normal bir hacının yaptığını
yapar. Fakat temizleninceye kadar Kâbe’yi tavaf edemez. Fakat ihramdan sonra adet olur ise hüküm müçtehidlere göre değişir. Hanefilerin
dışındaki cumhura göre temizlik tavafın şartlarındandır. Bu sebeple cumhura göre adetli bir kadın Kâbe’yi asla tavaf edemez. Hanefiler göre
ise böyle bir kimse kendini iyice bezler ve diğer nüsükları ifa ettiği gibi Beyti de tavaf eder fakat bir fidye kurbanı keser. Çünkü Hanefî
mezhebinde tavaf için temizlik vaciptir şart değildir. Şâfiîlere göre tavafu’l-ifade (farz olan tavaf) yapmadan hayza giren bir kadın için üç
farklı görüş vardır.
a) İhramdan çıkmamak şartıyla ikinci seneye tekrar Mekke’ye dönüp tavaf yapmak mecburiyeti vardır.
b) Bazı âlimlere göre böyle bir duruma maruz kalan bir kadın muhsire (engellenmiş) sayılır ve yapacağı görev bir koyun kesip ihramdan
çıkmasıdır. Ancak başka bir hac döneminde yeniden gelip hac yapması lazım gelir.
c) Diğer bazı Şâfiî ulemasına göre ise ihramda iken adet gören bir kadın zaruretten dolayı bu konuda Hanefileri taklid ederek kendini
bezleyip Beyti tavaf edebilir, fakat bir kurban kesmek zorunda kalır. Ancak çokça tövbe etmelidir.1201 Bana göre zarurete binaen tercih
edilen en isabetli görüş budur. Çünkü Türkiye gibi ülkelerde oturanlar için ikinci sene tekrar hacca gitme şansı olmadığı bir gerçektir.
Aslında gelişmiş tıbbın imkânlarından faydalanmak gerekirse adet görecek yaştaki bir kadın hac veya umre yapmak istediği zaman uzman
bir doktorun kontrolunde ve eşlerin onayıyla adet önleyici ilaç veya iğne kullanması mümkün ve caizdir.
Haceru’l-Esved’in Mahiyeti
Hacerül-Esved, bilinen herhangi bir taştır. Rivâyetlere göre Hz. İbrahim (a.s.) Kâbe’yi inşa ederken Kâbe’nin yakınında ki Ebû Kubeys
dağında siyah ve güzel bir taş gördü. Çok hoşuna gittiği için onu alıp tavafa başlangıç noktası olarak Kâbe’nin köşesine yerleştirdi. Bu
sebeple bu taş Hz. İbrahim’in hatırası olarak kaldı. Peygamberimiz onu öptüğü için bizim onu öpmemiz de sünnet olarak kaldı. Ömer (r.a.)
“Peygamberin seni öptüğünü görmeseydim ben de seni öpmezdim” diyerek taşın kendi başına kutsal olmayacağını ifade etmiştir. HacerulEsved taşının cennetten geldiğine dair sağlam bir delil bulunmamaktadır. Çünkü bazı hadis tetkikçilerine göre İbni Abbas’tan rivâyet edilen
hadis merfu kabul edilmişken bazılarına göre ise hadis mevkuftur. Muhammed İbni Hanife b. Ali b. Ebi Tâlib der ki: “Haceru’l-Esved dünya
taşlarından bir taştır. Başka bir rivâyette de o şu derelerden bir derenin taşıdır. O şâyet müşriklerin hata ve günahlarından dolayı
siyahlaşmışsa o zaman mü’minlerin tavafıyla da beyazlaşması lazım gelir” der.1202
D) Safa ile Merve Arasında Say Yapmak: Sa’y, Safa ile Merve tepecıkler arasında yedi defa gidip gelmektir. Şâfiî mezhebinde her
yedisi de farzdır. Bu nüsük Hz. Hacer’in yaptığını taklid edip temsili bir ibadettir. Bunun delili ise Buhârî’nin rivâyet ettiği Hz. Hacer’in
meşhur hâdisesidir.
Sa’yin Sahih Olmasının Şartları
1- İhrama girdikten sonra yapılması.
2- Herhangi bir tavaftan sonra yapılması.
3- Safa’dan başlayıp Merve’den bitirmesi.
4- Yedi şavt yapılması.
5- Sa’y ile tavaf arasında başka bir rükün girmemesi.
6- Sa’yi meşru olan yerinde yapmak. Şâfiîlere göre sa’yi gerçek yerin paralelinde olan başka yerde yapmak caiz değildir. Çünkü sa’yi de
tavaf gibi belirli mekana münhasırdır.1203
Sa’yin Sünnetleri
1- Tavaftan sonra ara vermeden Sa’y yapmak.
2- Sa’ya başlamadan evvel Kâbe’yi selâmlamak.
3- Büyük ve küçük hadesten temiz olmak.
4- Safa ile Merve tepelerine çıkıp Kâbe’yi görecek kadar yükselmek.
5- Yeşil direkler arasında erkekler için hafif koşmak.
6- Allah Rasûlü’nün okuduğu mesur duayı okumak.
Duanın metni şöyledir. ‫رب اغفر وارحم وتجاوز عما تعلم وأنت األعز األ كرم = اللهم اتنا فى ىنيا حسنة وفى اال خرة حسنة وقنا عذاب النار‬
7- Özür olmaksızın sa’yi yaya yapmak.1204
E) Traş olmak: Traş olmak veya saç kısaltmak haccın bir rüknüdür. Kafa kısmından birkaç kıl yolmak da kâfi gelir. Kadınların traş
olmaları caiz değildir. Ancak başından birkaç tel almaları yeterlidir.
HACCIN VACİPLERİ
Vacibin tanımı: Vacibin terkiyle hac fesada gitmez fakat kurban kesmek vacip olur. Şâfiî mezhebinde haccın dışında farz ile vacip aynı
şeylerdir.
Haccın Vacipleri Şunlardır:
a) Mikatta ihrama girmek: Bu cumhura göre vaciptir.
b) Muzdelife denen yerde geceleyin vakfe yapmak: Muzdelife, Mina ile Arafat arasında yer alan ve harem sınırları içinde bulunan bir
yerdir.
Muzdelife’de geceleme zamanı, bayramın birinci gecesinin yarısından sonra bir lahza kadarda olsa vakfe yapmak kafidir. Mühassır
deresi hariç Mina ile Arafat arasında olan yer hepsi Muzdelife sayılır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Batnı Urne dışında
Arafat hepsi vakfe yeridir ve Mühassır dışında Muzdelife hepsi vakfe yeridir.”1205
Gecenin tamamını Muzdelife’de geçirmek ve ortalık iyice aydınlandıktan sonra Mina’ya hareket etmek cumhura göre sünnettir.
c) Beytûte: Yani eyyamı teşrikin bir, iki ve üçüncü geceleri en az gecenin çoğunu Mina’da geçiremek. Bu da cumhura göre vaciptir.
Hanefilerde ise sünnettir.
Gerek bilerek gerekse unutarak Mina’da gecelemeyi terk eden bir kimse için kurban gerekir.1206
d) Şeytanları taşlamak: Cemretu’l-Akabe’ye yedi taş atmanın vakti Muzdelife vakfesinden sonra bayram gecesinin yarısından itibaren
başlar ve aynı günün güneş batışına kadar devam eder. Bu vakit ihtiyari olan vakittir. Güneşin batışından sonra atılması da caizdir. Teşrik
günlerinde yani bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri taş atmanın vakti bugünlerin zevvalindan sonra başlar ve güneşin batışına
kadar devam eder. Ancak zarurete binaen bu vakit içinde taş atamayan bir kimse gece de atabilir.1207
Bayramın üçüncü günü güneş batmadan önce Mina’dan çıkmak şartıyla Mekke’ye giden bir kimseye hem dördüncü günün taşını atmak
hem de Mina’da gecelemek sakıt olur. Bu hüküm acele edip Mina’dan ayrılmak zorunda kalan hacıya kolaylık olsun diye Allah tarafından
1201
Muğni’l-Muhtac, 1/510.
İbni Kuteybe, Te’vilu’l-Muhtelifu’l-Hadis, 378, Şahveliyyullah, Huccetullahi’l-Baliğa, 2/101.
1203
el-Mecmu, 8/80.
1204
el-Mecmu, 8/78.
1205
Taberânî, Hâkim, Zuhaylî, 3/230.
1206
el-Mecmu, 8/177.
1207
Muğni’l-Muhtac, 1/271.
1202
144
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------bahşedilmiştir.1208
Taşları atamayacak kadar hasta veya ihtiyar olan bir kimse vekaleten başkasına attırabilir. Vekil ise önce kendi taşlarını sonra
müvekkilin taşlarını atar. Şâfiî mezhebinde teşrik günlerinde sırasıyla ve tek tek atarak şeytanları taşlamak şarttır. Yedisini birden atmak bir
sayılır.
Bir taşın terki için bir avuç, iki taşın terki için, iki avuç buğday veya onun değeri vacip olur. Üç ve daha fazlası için kurban gerekir.
Şeytanı taşlamak için toplanan taşların Muzdelife’de toplanması şart değildir. Atılan taşların ve mescitlerden alınan taşların dışında harem
bölgesinde herhangi bir yerin taşları kafidir.1209
e) Kurban kesmek: Temettu ve kıran haccı için kurban kesmek vaciptir. Hacda kesilecek kurban ile udhiye dediğimiz kurban arasında
yükümlülük bakımında birbirinden farklı ise de, kesilecek hayvan çeşitleri ve bunlarda aranan nitelikler bakımından aralarında bir fark
yoktur. Umre veya ifrad haccı için ceza gerektiren bir durum olmadıkça hediy kurbanı gerekmez.
Kurban Kesmenin Vakti
Cumhura göre kurban kesme vakti bayramın birinci günü Akabe cemresinden sonra başlar, bayramın üçüncü günün akşamına kadar
devam eder.
Şâfiîlerde bu süre dört gündür. Yani bayramın dördüncü günün akşamına kadar kesilebilir.
Cumhurun aksine Şâfiîlere göre temettu veya kıran haccı yapanlar için kurban vakti ihrama girmekle başlar. Yani ihrama girdikten sonra
bayramdan önce de kurban kesilebilir. Çünkü bu bizim bildiğimiz kurban değil, bu haccın menasikinde vuku bulmuş noksanlıkları telafi
etmek için kesilen hediye kurbanıdır. Ancak bu kurbanı bayramın birinci gününde kesmek daha faziletlidir.1210
Kurban bulamayan veya değerinde alamayan yahut almaya güç yetiremeyen bir kimse on gün oruç tutacaktır. Üç gününü harem
bölgesinde tutması gerekirken diğer yedi gününü de memleketine dönünce tutabilir.1211
HACCIN SÜNNETLERİ
1) Şâfiî mezhebinde ifrad haccı yapmak: Yani önce hac sonra umre yapmak.
2) Telbiye getirmek: Telbiye her namaza müteakip, kafileyle karşılaşırken, yokuşları çıkarken ve alçalırken, güneş doğarken ve batarken
getirmek müstehaptır.
Telbiye niyetle şu şekilde getirilir. ‫“ لبيك اللهم لبيك لبيك ال شريك لك لبيك ان الحمد والنعمة لك والملك ال شريك لك‬Lebbeyke Allahumme lebbeyk.
Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnnel’l-hamde ve’n-nimete leke ve’l-mulk, la şerike lek.1212
Anlamı: “Çağrına uyarak sözüm ve özümle geldim Allah’ım emrin baş üstüne. Çağrına uyarak sözüm ve özümle geldim ey hiçbir ortağı
olmayan sen! Emrin baş üstüne, hamd senin, nimet senin, mülk senin. Yoktur senin hiçbir ortağın.”
3) Kudum tavafı yapmak, yapılan ilk tavaftır. Kudum tavafı sünnettir. Mescidi harama girerken ilk yapılacak amel kudum tavafıdır. Farz
namazın dışında kudum tavafı her amelden öncedir. Bir hacının ilk ve son işi tavaf olmalıdır. Yani kudum tavafıyla başlamak ve veda
tavafıyla sona erdirmektir. Bu da ifrat haccı yapanlar için geçerlidir. Umre veya temettu haccı için ihrama girenlere kudum tavafı yoktur.
4) Muzdelife’de uyumak. Muzdelife’de bir lahza de olsa uyumak sünnettir.
5) Tavaftan sonra iki rekât tavaf namazı kılmak. Şâfiî fukahasının ittifakıyla tavaftan sonra makâmı İbrahim arkasında iki rekât namaz
kılmak müekked sünnettir. Bu namaz makâmda mümkün değilse mescidin başka yerinde de kılınabilir.1213
6) Arafat’a çıkmadan Mina’da gecelemek. Terviye günü olan Zilhicce’nin sekizinci günü Mina’ya çıkılır, orada öğle, ikindi, akşam,
yatsı ve sabah namazı kılınır. Güneş doğduktan sonra Arafat’a gidilir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) bu şekil yaptığına dair kuvvetli rivâyetler
vardır.
Haccu’l-Ekber İnancı
Haccu’l-Ekber hangi gündür ve neden bu ad verilmiştir? Bazılarına göre Haccu’l-Ekber Arefe günüdür, denilmişse de İmam Şâfiî ve
tüm Şâfiî fukahasına göre en sahih olanı Haccu’l-Ekber, bayram günüdür. Delil ise sahih hadislerdir. Haccu’l-Ekberden maksat umre olan
Haccu’l-Esgardan ayırt olmasıdır. Haccu’l-Ekber hicretin dokuzuncu yılı bazı ilanlar yapılarak bu adı almıştır. Meselâ Allah Rasûlü (s.a.v.)
Hz. Ebû Bekir’i hac kafilesi üzerine görevli olarak tayin ederek gönderdikten sonra arkasından bazı emirleri ilan etmek için Hz. Ali’yi
görevlendirmiş olup ve Hz. Ali de Mina’da şunları ilan etmiştir: “Bu yıldan sonra müşrikler ve hiçbir kimse çıplak Kâbe’yi tavaf
edemeyecektir” şeklindeki bildiriyi okumuştur.1214
Halk arasında bayramın Cuma gününe denk gelmesi dolayı Haccu’l-Ekber denilmesi mesnedsiz bir yorumdur.1215 İbn Kudame şöyle
der: Haccu’l-Ekberden maksat nahir (bayram) günü demektir. Çünkü bugünde Meşari’l-Haram’da vakfe, Mina’ya gidip şeytan taşlamak,
kurban kesme, halk veya taksir yapmak, tavafu’l-ifade ve beytûte (Mina’da gecelemek) için tekrar Mina’ya gitmek gibi birçok haccın
menasikleri yapıldığı için bu isim verilmiştir.1216
BEDEL HAC
Başkasına Vekaleten Hac Yapmak Caiz midir?
Başkasına vekaleten hac yapmak caiz midir? Şâfiî ve Hanbelilere göre vekil olan kişi kendi adına hac yapmış olması, yapılacak hac farz
olan hac olması, vekilin hac yapmaya ehil olması ve herhangi bir mikatta ihrama girmesi şarttır. Hanefî ve Mâlikilere göre kendisi için hac
etmemiş bir kimsenin, başkası adına hac etmesi mekruhtur. Şâfiî ve Hanbelilere göre, vekil kendisi için farz olan haccı yerine getirmemişse
başkası adına hac edemez. Dayandıkları delil ise İbni Abbas’ın rivâyet ettiği Şubrume’nin hadisidir. Allah Rasûlü (s.a.v.) bir adamın lebeyke
an Şubrume dediğini duyunca ona sen kendin için hac yapmış mısın? diye sordu. Adam hayır dedi. Allah Rasûlü ona önce kendin için hac
yap sonra Şubrume için dedi.1217 Keza hacca kıyasen kendisi için umre yapmayan bir kimse başkası için de umre yapamaz. Şâfiî mezhebinde
hac yapma imkânı olup ta yapmadan ölen bir kimse gerek vasiyet etsin gerekse etmesin terekesinden haccın yapılması farzdır. Hanefiler ile
Mâlikilere göre böyle bir kimsenin adına ancak vasiyeti varsa o zaman farz olur.1218
Başkası Adına Hac Yapmak Ancak İki Şartla Caiz Olur:
a) Ölünün yerine hac yapmak: Şâfiî mezhebinin iki görüşten meşhur olan görüşe göre gerek farz haccı olsun gerek kazaya kalmış hac
1208
Bakara, 2/203.
el-Mecmu, 8/212.
1210
Muğni’l-Muhtac, 1/516, el-Mecmu, 7/157.
1211
el-Mecmu, 7/159.
1212
Buhârî, Müslim.
1213
el-Mecmu, 8/56.
1214
Buhârî, Müslim.
1215
el-Mecmu, 8/161.
1216
el-Muğni, 5/77.
1217
Ebû Dâvûd, Beyhâkî, Darekutni.
1218
el-Mecmu meal Muhezzeb, 7/78-86.
1209
145
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------olsun gerekse nezir haccı olsun ölünün malından adına hac yaptırmak vaciptir. İster vasiyet etsin ister etmesin değişmez. Fakat nafile hac
için gerek ölü adına olsun gerekse müzmin bir hasta adına olsun hac yapmak caiz değildir.1219
b) Müzmin veya çok yaşlı bir kimse adına hac yapmak: Bineğin üzerine duramayacak kadar yaşlı ve müzmin hasta için hac yapılabilir.
Ancak başkası adına hac veya umre yapacak bir kimse kendi üzerine farz veya kaza yahut nezir haccı ve umresi bulunmamak şartıyla
olabilir. Delil ise Buhârî ve Müslim’in rivâyet ettikleri İbni Abbas’ın hadisidir. “Allah Rasûlü’ne bir kadın gelerek babasının binek üzerinde
duramayacak kadar yaşlı olduğunu söylemiş ve kendisinin onun yerine hac edip edemeyeceğini sormuş, Allah Rasûlü de buna izin
vermiştir.1220 Yine Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: “İslâm’da sayruret yoktur. Yani İslâm’da hiçbir kimse hacsız kalmasın ve ruhbanlar gibi
hanımından cinsi ilişkisini kesmesin.”1221
Şâfiî mezhebinde kendisine hac farz olduğu halde kendi adına değil de başkası adına hac yapan bir kimsenin bu haccı kendi haccı yerine
sayılır.1222 İyileşme ümidi olan bir kimse başkasını vekaleten yerine hacca göndermesi sahih olamaz. Bir kimse mal varlığı olduğu halde
bizzâtihi hac yapmaktan aciz durumda bulunmalıdır ki vekil tutabilsin. Buna göre malî durumu iyi olan ve bedenen hiçbir engeli
bulunmayan bir kimse kendi adına başkasına hac yaptıramaz. Bu görüş Mâlikilerin dışındaki cumhurun görüşüdür. Mâlikilere göre ise bir
insan hiçbir sebeple başkasını kendi yerine hacca gönderemez. Fakat ölü adına hac yaptırmak müçtehidlerin ittifakıyla caiz görülmüştür.
Ancak yukarıda açıklandığı gibi Hanefiler ile Mâlikilere göre ölünün vasiyeti şarttır. Şâfiîlere göre ise hac yapma imkânı olduğu halde
yapmayan ölü bir kimsenin adına vasiyet etmese de hac yaptırmak farzdır.
Hatta Şâfiîlerde kendisine hac farz olmadan ölen bir kimsenin adına nafile hac yapmanın geçerli olduğu hükmü verilmiştir.1223
Şâfiîler göre vekilin asilin mikatınden ihrama girip başlaması şarttır. Çünkü mikattan ihrama girmek haccın farzlarındandır. Başkası
adına hac yapan bir kimse onun izni olması şartıyla olabilir. Hac menasiklarını bilen bir kimse için yapacağı hizmet değeri kadar ücret
alması helâldir.1224
On Şey İhramlıya Yasaktır:
1) Erkeğin dikişli elbise giymesi: Bele bağlanan kemer ve atkı gibi şeylerle fidye vacip olmaz. Unutarak ve cahillikle dikişli elbise
giymek veya koku sürmek fidyeyi gerektirmez.
2) Erkeğin başını, kadının da yüzünü ve ellerini kapatması: Bedeni veya başı örtecek giysi veya örtü mahiyetinde olan herşey
yapıldığı takdirde fidye gerektirir. Gölgelenmek için şemsiye ve benzeri şeyleri kullanmak caizdir ve fidyeyi de gerektirmez. Kafanın
dışındaki vücudun üzerinde olan yaraya sargı bağlamak fidyeyi gerektirmez.
3) Saç ve sakalından kıl alması: Gerek saç gerekse vücudun diğer kılları olsun yolunması ve kesmesi haramdır. İhramlı olan bir
kimsenin ihramda olmayanın saçını traş etmesi durumunda fidye gerektirmez. Unutarak veya haram olduğunu bilmeyerek tırnak kesmek
veya traş olmak iki görüşten en sahih ve mensus olana göre fidye vacip olur. İhramlı olan bir kimse uykuda iken veya ikrah yoluyla saçı traş
olunsa fidye gerektiğine dair ittifak edilmiştir. Ancak fidyenin kime düşeceğine dair ihtilaf vardır. İmam Şâfiî’nin kadim görüşüne göre
vediaya kıyasen fidye traş edene düşer.1225
4) Tırnakları kesmek: Tırnak kesmek gerek kişi kendi tırnağını gerekse ihramlı olan başka birisinin tırnağını kesmiş olsun saça kıyasla
haramdır ve fidyeyi gerektirir.
5) Herhangi bir uzvunu traş etmek: Saç ve sakalda olduğu gibi vücudun herhangi bir bölgesinde en az üç tel koparmakla haram
işlenir ve fidye gerektirir.
6) Koku sürmek: Gerek erkeğe gerekse kadına insanlara hoş gelebilecek kokunun her çeşidi kullanması haramdır ve fidyeyi gerektirir.
Keza kokulu elbise veya ayakkabının bilerek giyilmesi de aynı hükme dahildir. Yağ veya meşrubat gibi yiyecek ve içecek olarak kullanılan
her madde helâldir ve fidyeyi de gerektirmez.
7) Av avlamak veya öldürmek: Bundan fevasık-ı hamse dediğimiz beş hayvan müstesnadır. “Karga, kartal, akrep, fare ve kudurmuş
köpek.”1226
Keza eti yenilmeyip ve zararlı olan hayvanların avlanmasıyla da ceza gerekmez. Gerek ihramlı kendisi öldürsün gerekse hayvanın
öldürmesine yardımcı olsun avlanan hayvanın eti ceza olarak kendisine haramdır. Avlanması haram olan hayvanın yumurtası da haramdır ve
değeri kadar fidye gerekir.1227
8) Nikâh kıymak: Gerek kendi nikâhı olsun gerekse veli veya vekil olarak başkasının nikâhı olsun kıyılması haramdır ve o nikâh batıl
sayılır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “İhramlı olan bir kimse ne kendine ne de başkası adına nikâh kıyamaz.”1228 buyurmuştur.
9) Cinsel ilişkide bulunmak: Her iki taahallulden yapılan cinsel ilişki haccı fasid kılar ve başka yılda kaza etmekle birlikte kefâret
gerektirir. Bu ilişki gerek ön gerek arkadan olsun gerek insan gerekse hayvanla olsun fark etmez. Unutarak ve bilmeyerek cinsi ilişkide
bulunmak haccı ifsad etmediği gibi kefârette yoktur.1229
Cinsi ilişkiden dolayı gereken cezalar ancak erkekleri ilgilendirir. Kadınlar ihramlı iken cinsel ilişkide bulunmaları sebebiyle hacları her
ne kadar bozulsa da kefâret vermeleri gerekmez. Fakat haram olduğunu bilerek ihramlıyken kasten ve kendi arzusuyla cinsel ilişkide
bulunan kadın günahkâr olur.1230
10) Şehvetle kadına dokunmak: Şâfiî mezhebinde ihramda iken şehvetle kadına dokunmak haramdır ve fidye olarak ya bir koyun veya
yiyecek vermesi yahut üç gün oruç tutması lazım gelir. Bu hüküm istimnayı da kapsar. 1231
Hac veya umrenin rükünlerinden birini terk eden bir kimse, onu yerine getirinceye kadar, ihramda kalması lazım gelir. Hacda herhangi
bir vacibi terk eden bir kimsenin, kurban kesmesi lazımdır. Sünneti terk edenlere herhangi bir fidye lazım gelmez.
Bu Konuyla İlgili Bazı Meseleler
1- İhramlı olan bir kimseye vücuduna veya elbisesine koku sürmekle ya da dikişli elbise giymekle veya başını örtmekle veya kadının
bedeniyle şehvetle oynamakla ittifakla fidye gerekir.
2- İhramlı iken bir mecliste hem koku sürmüş hem de elbise giymiş olan bir kimsenin iki fidye vermesi gerekir.
1219
el-Mecmu, 7/81.
el-Mecmu, 7/80-83.
1221
Ebû Dâvûd, Beyhâkî.
1222
el-Mecmu, 7/86.
1223
el-Mecmu, 7/81.
1224
el-Mecmu, 7/90.
1225
el-Mecmu, 7/307-310.
1226
Buhârî.
1227
el-Mecmu, 7/271-286.
1228
Müslim.
1229
el-Mecmu, 7/309.
1230
el-Cezirî, Mezahibu’l-Ebaa, 1/673.
1231
el-Mecmu, 7/259-348.
1220
146
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------3- Bir mecliste peş peşe birkaç kere koku sürmek veya üst üste elbise giymekle tek fidye lazım gelir.
4- Bir seferde başının tamamını traş eden bir kimseye tek fidye gerekir. Şâyet aralıklı olarak en az üçer üçer veya daha fazla kıl
koparırsa her keresinde bir fidye gerekir.
5- Gerek hac gerekse umre ihramına girip birinci tahallulden önce cima yapan bir kimsenin işlemiş olduğu nüsükleri fasid olur. Fakat
kalan nüsüklerini devam ederek kaza etmekle birlikte bir deve kesmesi lazım gelir.1232
İhramlının İşlediği Suçlardan Dolayı Vacip Olan Cezalar
1- Vaciplerden birini terk etmekle gerekli olan cezalar, sırasıyla şunlardır: Önce bir koyun keser. Koyunu bulamayanlar 10 gün oruç
tutar. Bunun üç gününü bayramdan evvel, zilhicenin 6, 7 ve 8. günlerinde tutar diğer 7 günü de memlekete dönünce tutabilir.1233
2- Halk veya taksirden dolayı gereken fidye. Şâfiî mezhebinde ister özürle isterse keyfi olsun en az üç kıl koparmakla sırasıyla ya bir
koyun kesmek veya üç gün oruç tutmak veya her gün için altı miskine ikişer avuç buğday veya değeri kadar sadaka vermektir. Fidye
hususunda traş etmek, yolmak, kesmek ve yakmak fark etmez. İhramda iken kaşınarak kıl koparmaya sebep olmak mekruhtur. Hanefilerde
bir organın dörtte birini traş etmekle fidye gerekir.1234
3- Cinsel ilişkiden dolayı vacip olan kanlar. Bu da şu sıraya göredir. Önce bir deve, deve bulunmazsa yedi koyun, koyunda bulunmazsa,
bir deve kıymetinde yiyecek tasadduk eder. Şâyet buna da gücü yetmezse devenin değerini müdlere böler ve her müd için bir gün oruç tutar.
Gerek kurban ve gerekse tasadduk, haremin dahilinde olacaktır. Oruç ise fark etmez. Gerek haremde gerekse memlekette tutulabilir. Uykuda
veya ikrahla ilişkiye maruz kalan ihramlı kadının haccı essah kavle göre ifsad olmaz.
4- Av hayvanını öldürmekle vacip olan kan. Av hayvanını öldüren kimse, aşağıdakilerden herhangi birisini yapmakla muhayyerdir.
Avlanan av hayvanın benzeri varsa onu kurban eder veya avladığı hayvanın değerini yiyecek olarak tasadduk eder yahut alması gerekli olan
yiyeceğe karşılık her müd (avuç) için bir gün oruç tutar. Eğer öldürdüğü av hayvanın benzeri yoksa değeri kadar sadaka verir ya da av
hayvanın değerini müdlere bölerek her müd için bir gün oruç tutar. İhramlının av hayvanı satın alması da caiz değildir.1235
5- Koku sürmek, tırnak kesmek, dikişli elbise giymek gibi fiillerden dolayı vacip olan cezalar. İhramlı iken bu fiillerden birini işleyen
kimse üç gün oruç tutar veya altı fakire buğdaydan ikişer avuç diğer maddelerden de birer fitre miktarı sadaka verir ya da bir kurban keser.
Şâfiî mezhebinde unutarak veya cahillikten dolayı elbise giymek, koku sürmek gibi yasaklardan dolayı herhangi bir ceza gerekmez.
Fakat unutarak traş olmak veya tırnak kesmek sahih kavle göre fidye gerektirir. Tırnak kesmenin hükmü kıl kesmenin hükmü gibidir.
6- İhsar: İhrama girdikten sonra hacca gitmekten herhangi bir sebeple alıkonanlar için vacip olan ceza. Bu durumda olanlar bir koyun
kurban eder ve ihramdan çıkarlar.
Harem bölgesine girdiği halde hac yapmasına engel olunan kişiye “muhssar” bu duruma da “ihsar” denir. Muhsar, bulunduğu yerde bir
koyun veya bir keçi ya da büyük baş hayvanın yedide birine ortak olarak kurban keser. Daha sonra traş olur böylece ihramdan çıkar.
İhsar konusunda müçtehidlerin farklı görüşleri vardır.
İbni Abbas, Mâlik ve Şâfiî’ye göre ihsar ancak düşman tarafından gerçekleşmesiyle mümkün olabilir. Hanefî ve Hanbeliler baştan
olmak üzere birçok ulemaya göre herhangi bir nedenle engellenen bir kimseye muhsir denir. Bu düşman da olabilir, hastalıkta olabilir ve
başka bir sebepte olabilir. Delilleri ise âyetin umumiyetidir. Tercih edilen görüşte budur.
Cumhura göre ihsarlı olan bir kimse haremde kurbanı kesebileceği gibi haremin dışında da kesebilir. Fakat Hanefilere göre bu kurban
ancak haremde kesilebilir. İhsarlı olan bir kimseye farz haccın dışında kaza yapmak mecburiyeti yoktur.
HACCIN ÇEŞİTLERİ
Üç Çeşit Hac Vardır:
1) İfrad Haccı: İhrama girerken sadece farz olan hacca niyet etmektir. Bu durumda haccın menasiki (ibadetlerini) tamamladıktan sonra
ihramdan çıkar. Daha sonra harem sınırı dışında; meselâ Ten’im veya Curane’ye gider umre için ihrama girer ve umre ameliyesini yapar.
Şâfiî mezhebinde, en faziletli hac şekli ifrad haccıdır. İfrad haccı yapanlar için kurban gerekmez.
2) Temetu Haccı: İhrama girerken sadece umre niyetiyle ihrama girilir.
Umrenin menasiki yapıldıktan sonra ihramdan çıkılır. Daha sonrada Mekke’de veya umre mikatında hac için ihrama girilir. Haccın
menasiki yapıldıktan sonra ihramdan çıkılır. Bu hac şeklinde kurban kesmek vaciptir.
Temettu haccı için ihrama giren kimsenin kurban kesmesi şu şartlarla vacip olur:
a) Kişi harem dahilinde oturanlardan olmamalıdır.
b) Temettu hacı yapan kişinin umresi, o senenin hac aylarında vuku bulmuş olmalıdır.
c) Temettu yapan kişi umreyi tamamladıktan sonra hac ihramına girmek için tekrar herhangi bir mikata geri dönmemelidir.
Temettu haccı için ihrama giren bir kimsye kurban vaciptir ancak kurban bulamayan veya bulup değeri kadar parası olmayan yahut
piyasada daha pahalıya satın alma mecburiyeti olan bir kimsenin zarurete binaen hac ihramına girdikten sonra on gün oruç tutması gerekir.
Bunun üç günü haremde ve arefe gününden önce tutması lazım gelir. Kalan yedi günü de ehline dönerken tutabilir.1236
3) Kıran Haccı: Hacı ve umreye birlikte niyet edilip ihrama girilir. Yalnız haccın menasiki yapılır. Böylece hem hac hem de umre
ibadeti ifa edilmiş olur. Bu hac şekli de kurban gerektirir.
UMRE BAHSİ
Umrenin Tanımı: Umrenin anlamı ise ziyaret, mamur bir yere gitmeyi kastetmek ve bütün bir ömür boyunca yapılabildiğinden bu adı
almıştır.
Şâfiîlere göre umre de hac gibi farz ve dinin esasıdır. Delilleri ise Bakara suresinin 196 âyetidir. Hanefilere göre ise umre sünnettir.1237
Peygamber (s.a.v): “Hac ve umre, ateşin demirdeki pası silip yok ettiği gibi, günahları yok ederler” buyurmuştur.
İmam Şâfiî’ye göre senenin her vaktinde umre için ihrama girmek ve bir senede iki veya daha fazla umre yapmak caizdir. Çünkü Allah
Rasûlü (s.a.v.) bir senede iki umre yaptığına dair Hz. Âişe’nin rivâyeti vardır. Biri Zilkade ayında diğeri de Şevval ayında gerçekleşmiştir.
Bununle ilgili hadisi Ebû Dâvûd sahih bir isnatla rivâyet etmiştir. Keza Hz. Âişe’nin peş peşe iki umre yapması da delil olarak gösterilmiştir.
Fakat Hicaz ahalisine göre bir senede birden fazla umre yapmak mekruhtur. Onlar Hz. Âişe’nin olayını ona özel bir durum olduğunu
ileri sürmüşlerdir.1238 Ancak hac ameliyesi bitmeden haccın umre ihramına girmek caiz değildir.
Şâfiî mezhebinde imkânı olan bir kimseye ömrün de bir hac ve bir de umre farzdır.
Allah Rasûlü (s.a.v.)’in ömrün de bir hac ve dört defa umre yaptığına dair rivâyetler bulunmaktadır. Bunların birincisi hicretin altıncı
1232
el-Mecmu, 7/329-336.
Bakara, 2/196.
1234
el-Mecmu, 7/316-327-328, Muğni’l-Muhtac, 1/521.
1235
el-Mecmu, 7/274.
1236
el-Mecmu, 6/153-155.
1237
el-Mecmu, 7/7.
1238
el-Mecmu, 6/117.
1233
147
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------yılında Hudeybiye’den dönerken, ikincisi yedinci yılında kaza umresi olarak yapmıştır. Üçüncüsü sekizinci yılda, yani fetih sırasında ve
dördüncüsü de onuncu yılda yani veda haccı ile birlikte gerçekleşmiştir.1239
Şâfiî mezhebinde hac ihramına giren bir kimse onu bozup umreye çeviremez. Keza umre ihramına girenlerde umreyi bozup hacca
çeviremez. Kadı İyad’a göre haccı umreye çevirmek ancak beraberinde hedyi götürmeyen sahâbelere mahsus bir durum olmuştur.1240
Şâfiîlere Göre Umrenin Rükünleri Şunlardır:
1- İhrama girmek.
2- Kâbe’yi tavaf etmek.
3- Sa’y yapmak.
4- Traş olmak veya kısaltmaktır.
Umrenin Mikatı:
Umre mikatları afakî (uzak memlekette gelenler) için hac mikatının aynısıdır. Bunlarda yukarıda zikredilen beş mevkidir. Gerek hac
gerekse umre için ihrama girmek isteyenin mikatları geldikleri memleketlere göre değişir. Dışarıdan gelen insanların her gün Ten’ime gidip
umre ihramına girmeleri bid’attir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.)’den böyle bir umre şekli vaki olmamıştır. Ancak Hz. Âişe’ye böyle bir hac
yaptırması özel bir durum olup diğer insanlar için geçerli değildir. Ayrıca sahâbeden de böyle bir umre izleri görülmemiştir.1241 Ancak
Mekkeliler için ihrama girme mikatı fakihlere göre değişir. Meselâ Şâfiîlere göre umre için en faziletlisi Cirane’dir. Dayandıkları delil ise
Allah Rasûlü (s.a.v.)’in buradan umreye başlamış olmasıdır.1242
Sonra sırasıyla Ten’im’dir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) Hz. Âişe’ye buradan umre yapmayı emretmiştir ve daha sonra Hudeybiye’dir.
Hanefî ve Hanbelilere göre de Ten’im’dir. Mâlikilere göre ise hangisinden başlanırsa fark etmez.
Hanefilerin dışındaki cumhura göre Allah Rasûlü (s.a.v.)’in ve sahâbenin (r.a.) uygulamasına uymak ittibariyle mikattan ihrama girmek
daha faziletlidir.1243
Hanefilere göre ise eğer kişi hac aylarına rastlıyor ve kendisinden emin bulunuyorsa kendi beldesinden ihrama girmesi daha
faziletlidir.1244
Hac ve Umreye Engel Olan Hususlar
1) Ebeveyn engeli: Bakılmaya muhtaç olan anne veya baba, evladının nafile hac veya umreye gitmesine engel olabilir. Delil olarak
Abdullah b. Ömer’den gelen bir rivâyete göre Adamın biri Allah Rasûlü’ne gelerek kendisine cihad izni vermesini istedi. Allah Rasûlü
ona “annen-baban sağ mı? diye sordu. Adam evet deyince ona öyleyse git onlara hizmette bulunarak cihad et!” dedi. 1245
2) Koca engeli: Şâfiî mezhebinde kocanın izni olmadan kadın nafile hac veya umreye gidemez.
3) Kölelik engeli: Köle efendisinin iznini almadan farz veya nafile haccı eda edemez.
4) Hapis engeli: Haksız yere veya ödeme imkânı olmadığı için borcu yüzünden hapse düşen kişi hac için ihrama girmiş olsa bile
ihramdan çıkabilir.
5) Borç engeli: Alacaklı kişi ödeme imkânı olduğu halde gerekli ödemeyi yapmayan borçlusunu hacca gitmekten men edebilir. Ancak
borçlu olan kişi ihrama girmiş ise onu ihramdan çıkaramaz.
6) İhsar engeli: Bir kimse ihrama girdikten sonra düşman engeliyle karşılaşırsa bir kurban keserek traş olup ihramdan çıkar.
7) Hastalık engeli: İhrama girdikten sonra hastalanan bir kimse ihramdan çıkabilir.1246
8) Evlenme engeli: Hac ve evlenmenin aynı zamana denk gelmesi durumunda bu kimsenin cumhura göre evlenmeyi tercih etmesi
gerekir çünkü evlenme hacca göre daha acildir.1247 Buna kıyasen kız ve erkek evladın evlendirilmesi hacca tercih edilemez. Yani çocuğu
evlenme çağına gelmiş durumdaki bir Müslüman önce hac yapmalıdır.
Mescid-i Nebevî’nin Fazileti:
Mekke’den sonra Müslümanlar için kutsal sayılan Medine şehrinin çevresinde de Mekke’de olduğu gibi harem bölgesi vardır. Bu
bölgenin merkezi Mescid-i Nebevî’dir. Allah Rasûlü (s.a.v.) ashabıyla birlikte bu mescidi 70x60 zira’ (arşın) genişliğinde inşa etmiştir.
Sonra, Ömer, Osman (r.anhuma) ve daha sonradan Velid b. Abdülmelik ve Mehdi tarafından genişletilmiştir. Medine’de bulunan Mescid-i
Nebevî, yeryüzünde bulunan üç kutsal mescitten birisidir.
Bu mescitte kılınan namazın diğer mescitlerde kılınacak namazdan daha faziletli olduğuna dair Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hariç diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir.”1248
Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği başka bir hadiste şöyle buyurulur: “Benim evimle minberim arasında kalan yer, cennet bahçelerinden bir
bahçedir.”1249
İmam Nevevî, bu faziletin “hadiste geçen şu mescidimde” ifadesine dayanarak Allah Rasûlü (s.a.v.)’in zamanındaki mescide mahsus
olduğu görüşünü beyan etmiştir.1250
Enes b. Mâlik’in rivâyet ettiği başka bir hadiste ise şöyle buyurulmaktadır: “Kim ki benim mescidimde hiç ara vermeden kırk vakit
namaz kılarsa ateşten berat edilmiş, azaptan berat edilmiş ve nifaktan berat edilmiş olarak yazılıp kayda geçecektir.”1251
Mescid-i Nebevî namazın dışında diğer hayırlı ameller için de fazilet kaynağıdır. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Mescidime bir hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelen, Allah yolunda cihad eden kimse gibidir. Bunun dışında gelen, başkasının
kazancını seyreden kimseye benzer.”1252 Ebû Hureyre’den rivâyet edilir ki Allah Rasûlü (s.a.v.): “Yılan deliğine çekilip yuvalandığı gibi
muhakkak imân da Medine’ye çekilecektir.”1253 buyurmuştur.
Allah Rasûlü (s.a.v.)’in kabri şerifin ziyaretiyle ilgili varit olan birçok mevzu veya zayıf hadis rivâyet edilmektedir. Onlardan birkaçı
1239
Buhârî, Müslim, Ahmed, Neylu’l-Evtar, 4/298.
el-Mecmu, 6/140.
1241
el-Mecmu, 7/171, Neylu’l-Evtar, 4/667.
1242
Buhârî, Müslim.
1243
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/314, Muğni’l-Muhtac, 1/475, el-Muğni, 3/264.
1244
el-Bidaye, 2/164.
1245
Buhârî, Cihad.
1246
Muğni’l-Muhtac, 1/222.
1247
el-Mecmu, 7/40-46.
1248
Buhârî, Müslim.
1249
Buhârî, Müslim, Nesâî.
1250
el-Mecmu, 8/206.
1251
Taberânî.
1252
Ahmed, 2/418.
1253
Buhârî.
1240
148
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------aşağıda izah edilmiştir: “Kim ki hac yaparda beni ziyaret etmese o bana cefa etmiştir.”1254 İbni Cevzi ile Sağani’ye göre bu hadis mevzudur.
“Kim ki kabrimi ziyaret ederse şefaatim ona vacip olur.”1255 şeklinde ki İbni Abbas’ın rivâyet ettiği hadis zayıf bir isnatla rivâyet
edilmiştir.1256 “Kim ki beni ve babam İbrahim’i bir sene içinde ziyaret ederse ben onun cenneti için kefil olurum.” şeklinde hadis olarak
geçen bu rivâyet batıldır ve bazı facirler tarafından konulmuştur. “Mescidi Kuba’da kılınan namaz umre gibidir.”1257 hadisine gelince Usayd
b. Zehre’den nakl eden Tirmizî bu hadisin hasen ve garip olduğunu söyler.
Câbir’in rivâyet ettiği “Zemzem suyu hangi niyetle içilirse öyle kabul edilir” hadisini ise Beyhâkî zayıf bir isnatla rivâyet etmiştir.1258
KURBAN BÖLÜMÜ
Kurbanın Tanımı: Kurban, kelime olarak yaklaşmak demektir. Kul, kurban kesmekle Allah’a yakınlaşır. Kurbanın Arapça karşılığı
udhiyedir. Udhiye ise kuşluk anlamına gelen duhadan türemektedir. Kurban da bu vakitte kesileceği için bu adı almıştır.1259
Kurbanla İlgili Ön Bilgi
Malî ibadet olan kurban Allah’a teslimiyet ve şükran borcunu eda etmek demektir. Kurban tarihi hemen hemen insanlık tarihi kadar
eskidir. Kurban tarihi Hz. Âdem’den başlayarak tüm peygamberlerle devam etmiş günümüze kadar gelmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, ilk peygamber Hz. Âdem (a.s.)’in iki oğlu arasındaki münakaşadan ve ardından Cenabı Hakk’a takdim ettikleri
kurbandan bahsedilir.1260
Tevrat’tan gelen rivâyetlere göre Habil hayvancılıkla meşgul oluyordu ve kurban takdim edilmesi sözkonusu olunca hayvanların en
iyisini, kendisi için en sevimli olanı tercih etmişti. Kabil ise ziraatla meşgul idi ve Allah’a sunmak için ekinin en değersiziyle Cenabı
Hakk’ın huzuruna çıkmıştı. Allah Teâlâ tarafından Habil’in kurbanı kabul edilip Kabil’inki kabul edilmemişti. Çünkü samimiyet ve
samimiyetsizlik vardı. Elbette, Cenabı Allah takva olanı kabul ederdi. Asıl Kabil’in Habil’i kıskanıp öldürme sebebi de bu idi.
Allah (c.c.) gerek elçilerini ve gerekse diğer kullarını kurban vermekle imtihan etme kuralını sürdüre gelmiştir. Hz. İbrahim
peygamberler arasında bu konuda en ağır imtihanı vermiştir. Bir diğer kurban sınavı da Hz. Musa ve İsrailoğulları ile alakalı olarak
geçmektedir. Kurban kesmek hemen hemen bütün dinlerde uygulanırdı. Birçok peygamberin şeriatında özellikle Yahudilikte kesilen
kurbanın eti yenilmeyip yakılıyordu. Hıristiyanların inanışına göre ise Hz. İsa son kurbandır ve ondan sonra kurban kesmek gerekmez.
İslâm’da Kurban kesme prensibi bize miras olarak peygamberimizden kalmış ve ilâhî lütuf olarak kurban kesen kişi sevap kazanmakla
birlikte etinde de istifade edebilme imkânını da elde etmiştir.
Kurban ibadeti de zekât, oruç ve bayram namazları gibi hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Kurbanın meşruiyeti kitap, sünnet ve
icma ile sabittir.
Kurbanla ilgili Kur’ân’da değişik âyetler mevcuttur. ‫ولك أمة جعلنا منسكا ليذكروا اسم هللا على ما رزقهم من بهيمة االنعام فالهكم اله واحد فله اسلموا وبشر‬
* ‫’’ المخبتين‬Biz her ümmete kurban kesmeyi ibadet olarak emrettirk. Amaç Allah’ın insanlara rızık olarak sunduğu hayvanları
keserken O’nun adını anmaktır. İlahınız tek bir ilahtır, yalnız O’na boyun eğin. Ey Muhammed, alçak gönüllüleri müjdele.’’1261
Ayetteki ümmet kavramı umum ifade ettiği için ümmet olan her kese kurban kesmek zorunluluğu getirlmiştir. Yani her ümmet ve imkanı
olan ferd kurban kesmeye mükelleftir. Çünkü İslam duygu ve düşünceleri birleştiren bir din olarak hepisini Allah’a yöneltir. Bu yüzden
kurbanınızı şırk ile leklendirmeyin. Kurban da olduğu gibi İslam, malı ve bedeni, ibadet ve ahlakı, inanç düşünceyi bir noktada birleştimeye
amirdir. Böylece tüm hayat onun boyasıyla boyanmış olur. Bundan hareketle Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar haram kılınmıştır.
Ayetteki ‘’Mensek’ kesilen kurbanlık hayvan olduğu gibi kurban kesme yerine de denir. ‫هللا لَك ْم فيهَا خَ ْي ٌر فاذكروا اسم هللا‬
ِ ّ ‫َو ْالب ْدنَ َج َع ْلنَااَا لَك ْم ِمنْ َش َعائِ ِر‬
-‫“ عليها‬Kurbanlık hayvanlara gelince, onları sizin için Allah’ın simgesi olarak belirledik. Onlarda sizin için hayır vardır. Allah’ın ismini
anınız.” ‫هللا لحومهَا َو َال ِى َماؤاَا َول ِكنْ يَنَاله التَّ ْقو ِم ْنك ْم‬
َ ‫“ لَنْ يَن‬Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a asla ulaşmaz. Fakat sizden ona yalnız takva
َ ّ ‫َال‬
ulaşır.”1262
Enes b. Mâlik’ten gelen rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.) beyazı siyahından çok ve boynuzlu iki koç kurban etmiş ve besmele
getirerek Allahu Ekber deyip kendi eliyle kesmiştir.1263 “Kurban kesiniz, şüphesiz bu babanız İbrahim (a.s.)’ın sünnetidir.”1264 diye
Peygamberimiz buyurmuştur.
Kurban parasıyla bir şeyler alıp fakirlere dağıtılması veya para olarak muhtaçlara verilmesi kurban yerini almayacağı gibi kurban
kesmek kadar da makbul olamaz. Allah Rasûlü (s.a.v.) “Kurban bayramı gününde Allah için infak edilen hiçbir şey, kesilen kurban kadar
faziletli değildir.”1265 buyurur.
Kurban Kesmenin Hükmü
Kurban kesmek Şâfiî başta olmak üzere çoğu müçtehide göre sünneti müekkededir. Delilleri ise Kur’ân’da açık hükmün bulunmaması
ve Saîd b. el-Museyyeb’in Ümmü Seleme’den nakl ettiği şu hadistir: Allah Rasûlü (s.a.v.) “Zilhicce’nin hilâlini gördüğünüzde sizden biriniz
kurban kesmek isterse, saçlarını ve tırnaklarını kesmesin.”1266 buyurmuştur. Bu hadis kurban kesme konusunda muhayyerliğin (serbestliğin)
delilidir.
Allah Rasûlü (s.a.v.): “Üç şey bana farz sizlere sünnettir. Bunlar kurban kesmek, vitir namazı ve bayram namazıdır.”1267 buyurmuştur.
Diğer taraftan Ebû Bekir ve Ömer (r.anhuma)’nın kurban kesmediklerine dair rivâyetler bulunmaktadır. Şevkani kurban kesmek sünnettir
diyenlerin dayandıkları hadislerin hiçbiri delil olarak ileri sürülecek nitelikte değildir der. Hanefî mezhebinde ise zengin sayılabilen her
mükellefe kurban kesmek vaciptir. Dayandıkları delil ise Mihnef b. Sülem’in rivâyet ettiği şu hadistir: “Hz. Peygamber ile birlikte
duruyorduk. Onun şöyle dediğini işittim: “Ey insanlar! Her ev halkına, her yıl için bir kurban gerekir.”1268 Allah Rasûlü: “Hali vakti yerinde
1254
Darekutni.
Darekutni.
1256
Keşfu’l-Hafa, 2/218-224, Şevkani, el-Fevaidu’l-Mecmua, 109-117.
1257
Tirmizî.
1258
el-Mecmu Haşiye, 8/195-206.
1259
el-Mecmu, 8/275.
1260
Maide, 5/27.
1255
1261
1262
Hac, 17/34
Hac, 22/36-37.
Müslim.
1264
İbn-i Mâce, İbn Hanbel.
1265
Beyhâkî.
1266
Müslim, Edahi.
1267
Beyhâkî.
1268
Tirmizî, İbn-i Mâce, Nesâî, Ahmed, Neylu’l-Evtar, 4/341.
1263
149
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------olup kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza gelmesin.”1269 buyurmuştur. Beyhâkî’nin rivâyet ettiği bu hadisin zayıf olduğu söyleniyor.1270
Kurban kesmenin hikmetlerinden en önemlisi, sayısız nimetlere karşı Allah (c.c.)’ın kullarını malî ibadet olan kurbanla denemesi, diğer
yandan fakir kullarını, zenginin kestiği kurban etiyle sevindirmek istemesidir. Kurban kesmek Şâfiî mezhebinde hali vakti yerinde olan her
ev halkı için sünneti müekkededir ancak iki sebepten dolayı vacip olur.
a) Kurban edilmeye elverişli bir hayvana işaretle bu benim kurbanımdır veya bunu kurban edeceğim sözüyle.
b) Allah’a yaklaşmak amacıyla kurban kesmek bana borç olsun veya nezir olsun diyerek sözle adak adayan kimselere kurban kesmek
vaciptir.
Kurban Hangi Çeşit Hayvandan Kesilir?
Kurban edilmesi meşru olan hayvanlar şunlardır: Deve, sığır, manda, koyun ve keçi cinsinden kurban kesmek meşrudur. Şâfiî
mezhebinde kıymet çokluğu sayı çokluğundan daha efdaldır. Kurban bu tür hayvanların erkek ve dişisinden olduğu gibi eş cinsiyetli
hayvanlardan da caizdir. Sayılanların dışında kalan başka hayvanlarda ve bu cinste olup yabani hayvan ve tavuk, hindi, kaz gibi evcil
hayvanlardan kurban olmaz.1271
Kurban bir yaşını bitirmiş koyundan, iki yaşını bitirmiş keçiden, iki yaşını bitirmiş sığırdan ve beş yaşını bitirmiş deveden olur.
Hanefilere göre yedi-sekiz aylık olan ve görüntü bakımında anasından fark edilmeyen kuzunun kurban edilmesi caizdir. Delil ise şu hadisi
şeriftir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Koyun türünden kurban olarak ceze’a yeterlidir.”1272 buyurmuştur.
Bazı âlimlere göre ceze’a bir yaşını tamamlamış koyun olduğu gibi altı ayını doldurmuş, fakat bir yaşındaki koyunlar kadar gösterişli
olan kuzuyu da ifade eder.
Fakat Şâfiî fukahasının çoğuna göre bu ancak bir yaşını bitirmiş koyunun kesilmesine güç yetiremeyen kimseler için geçerli
kılınmıştır.1273 Deve ile sığır yedi kişi için, koyun ve keçi ise bir kişi için kurban edilir. Bir koyun devenin ve sığırın bir hissesinden daha
efdaldır. Ev reisinin kestiği kurban bütün ev halkı için geçerli sayılır. Kurbanlık için belirlenmişi veya satın alınmış heryangi bir hayvanı
özrü olmaksızın başkasıyla değiştirmek caizdeğildir. Çünkü İbn Ömer’den nakl edilen bir rivayette ‘’Hz. Ömer’in kurban etmek üzere işaret
ettiği kıymetli bir deveyi 300 dinarla satıp başka bir deve alıp kurban etmek istediğini Allah Resulü’ne sorması üzerine Allah Resulü(s.a.v.)
‘’hayır onu kes.’’1274buyurmuştur.
Başkasının Adına Kurban Kesmek
Şâfiîlere göre izin olmadan sağ olan kimselerle vasiyet etmeden ölen kimseler adına kurban kesilemez. Delil olarak şu âyeti
1275
göstermişlerdir. ‫ان اِالَّ َما َسعى‬
Vasiyet edilen kurbanın etinden ne vasiyet edilen kişi
ِ ِ‫“ َواَنْ لَ ْي َ ل‬İnsan için çalıştığından başkası yoktur.”
ِ ‫ال ْن َس‬
ve nafakasına yükümlü olduğu ailesi ne de zenginler yiyebilirler. Ancak hepsinin yoksullara dağıtılması gerekir. Keza nezreden veya kişinin
kendine vacip kıldığı kurban da böyledir. Nezir de ancak sözlü olarak ifade edilse vacip olur. Yani sade niyetle kişi yükümlü olmaz.
Fakat ölen bir kimse için vasiyet etmeksizin kurban kesilebileceğini Şâfiî ulemasından İmam Ubbadi gibi bazıları fetva vermişlerdir.
İmam Beğavî ile İmam Rafii vasiyet eden bir ölü için ancak kurban kesilebilir şartını ileri sürmüşlerdir.1276
Hanefiler ve Hanbelilere göre ölen kimse adına kurban kesilebilir. Delil ise “Peygamber (s.a.v.)’in kesmiş olduğu iki koçtan birisinin
ümmet için kestiğidir. “Kişi kendi kurbanını başkası adına kesemez. İster izinleri olsun ister olmasın fark etmez.1277
Gerek kurban gerek ise başka malî veya bedenî ibadet olsun sevabını direk şahıslara bağışlamak uygun değildir. Meselâ kişi kılmış
olduğu sünnet namazını, tutmuş olduğu sünnet orucunu, okumuş olduğu Kur’ân’ını ve kesmiş olduğu kurbanını falanca şahsa veya şahıslara
bağışlaması prensip olarak da itikat olarak da yanlıştır. Çünkü kişi ibadeti yapmakla mükellef ve yetkilidir başkasına bağış da bulunmakla
yetkili değildir.
Cenaze bahsinde geçtiği gibi Müslüman işlemiş olduğu malî ve bedenî ibadetinin sevabını Allah’a yalvararak başkalarına ulaşmasını
dilemiş olur. Bunun kabulü ise Allah’a aittir.
Ancak kurban kesen bir kimse şu duayı yapabilir: “Ya rabbi! Kesmiş olduğum kurbanımı benden kabul et ve anamın, babamın, diğer
akraba ve dostlarımın ruhuna ilet.” Bu dua ile umulur ki Allah (c.c.) herkese bir kurban sevabını ulaştırmış olur. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.)
kesmiş olduğu kurbanı “Ya rabbi1 Muhammed’den, ali Muhammed’den ve ummeti Muhammed’den kabul et.”1278 diye kesmiştir.
Fakat ben şu kurbanımı babama veya başkasına verdim demekle kurban sevabı başkasına gitmiş sayılmaz. Çünkü ibadetlerin kabulü
Allah’a aittir. Dolayısıyla kişi dünyada istediği malını istediği kimselere verebileceği gibi Allah adına yapılan hayır ve hasenatları istediği
kişilere sarf edemez, ancak duayla bağışlayabilir.
Kurban Edilmesi Caiz Olmayan Özürlü Hayvanlar
1- Körlüğü belli olan.
2- Sürüden geri kalacak kadar topallığı belli olan.
3- Herhangi bir hastalığı belli olan.
4- Fazlaca zayıf olan.
5- Kuyruğu kesik olan. Yaratılışta kuyruğu olmayan hayvanın kurban olması caizdir.
6- Dişlerin çoğu dökülmüş olan.
7- Uyuz olan.
8- Yaradılışta kulaksız olan.
9- Memeleri sakat olan.
10- Boynuzunun çoğu kırılmış olan.
11- Gebeliği belli olan hayvan kurban olmaz. Fakat kesildikten sonra gebeliği ortaya çıkarsa bir sakıncası olmaz. Çünkü sıralanan
özürler hayvanın satış değerini düşürdüğü gibi zayıflığına da sebeptir.
12- Kulağı kesik olan. Dağlama sonucu kulağında bir delik olan hayvan kurban olmaya engel değildir.
Ebû Hanife’ye göre kulağın üçte birinden az kesilmiş olan hayvan kurban olmaya engel değildir. Şâfiîlerin essah olan görüşüne göre ise
kulaktaki noksanlık uzaktan fark edilirse kurban olmaya elverişli olmaz. Sığırda iki koyunda bir memesi sakat olan hayvan kurban olmaz.
Sonuçta şunu demek yerinde olur. Kurbanın gerçek değerini düşürecek her ayıp ve özür kurban olmaya engeldir.
Zengin olan bir kimse almış olduğu kurbanlık hayvanın ayağı veya boynuzu kırılsa yahut gözü kör olsa veyahut kulağı kesilse ikinci bir
1269
İbn-i Mâce, Edahi, Beyhâkî.
el-Mecmu, 8/278.
1271
el-Mecmu, 8/288, Muğni’l-Muhtac, 4/285.
1272
İbn-i Mâce, Ahmed.
1273
el-Mecmu, 8/289.
1270
1274
1275
Ahmed, Ebu Davu, Buhari
Necm, 53/39.
el-Mecmu, 8/299.
1277
Fetava el-Hindiye, 5/302.
1278
Müslim.
1276
150
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------kurbanlık alıp kesmesi gerekir. Şâyet ikinci bir kurbanlık alacak kadar zengin olmayan biri ise o zaman aynı hayvanı kesmede bir sakınca
olmaz. Yine kesim esnasında kurbanlık hayvanın ayağı kırılmış olsa veya özür sayılabilecek başka bir darbe alsa bu kurbanlık olarak
geçerlidir.1279
Kurban Kesmekle Mükellef Olanlar
1- Müslüman olmak. Gayri müslime kurban yoktur.
2- Akıllı ve ergen olmak. Cumhurun hilafına Şâfiîlere göre çocuk ve deliye zenginde olsalar kurban kesmek gerekmez.
3- Maddi güç ve imkâna sahip olmak. Fakirden kurban kesme yükümlüğü kaldırılmıştır. Kurban kesmekle yükümlü olan kimse
kendisinin ve ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü olduğu kişilerin ihtiyacından fazla olarak kurbanın kıymetine bayram günlerinde mâlik
olan kimse demektir.1280
Kredi Kartıyla Kurban Almak Caiz Mıdır?
İslâm’da peşin alışverişi caiz kılındığı gibi vadeli alışveriş de caiz kılınmıştır. Bu ikinci şık alışveriş ister çek-senet isterse kredi kartıyla
olsun değişmez. Ancak kredi kartının sözleşmesinde İslâm’a taban tabana zıt şartlar sözkonusu ise o zaman bu kartla diğer alışverişler caiz
olmadığı gibi önemli ibadetler olan hac ve umrenin yapılaması ve kurban alım-satımı da caiz olmaz. Örneğin kredi kartı veren banka
tarafından “gününde ödenmesı yapılmayan kredi kartına her ay şu kadar gecikme faizi tahakkuk edilecektir” gibi bir şerh koyulmuş ve kart
sahibi de buna evet deyip imza koymuş ise bu kartla yapılan tüm alım-satımlar dinen caiz değildir. Çünkü Kurban’da hedef Allah’a
yaklaşmak olmalı. Kurban’da gaye ihlâs, takva ve Allah rızası olmadıktan sonra kesilip dağıtılan etlerin hiçbir değeri yoktur. Zira Allah’ın,
insanın yaptığı hiçbir ibadete ihtiyacı olmadığı gibi keseceği kurbana da ihtiyacı yoktur. Gayesi Allah’a yakınlaşmak olan kurban ibadeti
ciddi bir samimiyet, ihlâs ve titizlik ister. Bunun en önemlisi kurbanı helâl ve şüphesiz maldan kesmektir. Hulasa bir Müslümanın yapması
gereken şudur. Ya helâl ve şüphesiz parayla kurbanılık hayvanı alıp kesmesi veya helâl para bulamadığı için kurban kesmeden muaf
olmasıdır.
Kurban Kesmenin Vakti
Bayram namazının kılınmasından sonra başlar, teşrik günlerinin son günü akşamına kadar devam eder. Bu cumhura hilafeten Şâfiîlere
göredir. Onlara göre kurban kesme süresi dört gün olup teşrik günlerinin sonuna kadar devam eder. Dayandıkları delil şu hadislerdir: “Arafat
bütünüyle vakfe yeridir ve bütün teşrik günlerinde kurban kesme zamanıdır.”1281 İbn Hibban bu hadisin sahih olduğunu söylerken İmam
Nevevî’ye göre bu hadis zayıftır.1282 Bayram namazından önce kesilen kurban geçerli değildir.
Kurbanla İlgili Bazı Meseleler
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Herhangi biriniz bayram namazı kılmadan kurbanını kesmesin.” Başka bir hadiste ise şöyle
buyurmuştur: “Sizden herhangi bir kimse acele edip namazdan önce kurban keserse kurbanını avde etsin/tekrar bir kurban daha kessin.”1283
İmam Mâlik dışındaki cumhura göre gece kurban kesmek kerahetle birlikte caizdir.1284 Kaybolan kurbanlık hayvan yerine başkası
kesilmeden kurban kesme günleri geçtikten sonra kaybolan kurbanlık hayvan bulunsa sahibi zengin ise onu tasadduk etmesi gerekir. Kişi
kendine vacip olmayan kurbalık hayvanı satıp yerine başkasını alıp kesebilir. Zengin bir kimse aldığı kurbanlık hayvan henüz kesilmeden
ölse ve kaybolsa yerine başkasını kesmesi gerekir. Kurban kesmekle yükümlü olan bir kimsenin satın aldığı veya belirlediği kurbanlık
hayvanda kurban olmaya engel olan kusurlardan biri meydana gelse yerine başkasını alıp kesmesi gerekir. Fakat fakir bir kimsenin aynı
hayvanı kesmesi caizdir ve tekrar bir kurban alıp kesmesi gerekmez.
Son zamnalarda kurban niyetiyle kesilen hayvanın etini tartarak alma modası çıkmıştır. Bu ise tamamen kurban kesmenin şer-i
geleneğine taban tabana zıt bir uygulamadır. Bunu yapan kişi ha kasaptan et almış ha bu şekil kurban niyetiyle hayvanı kesip etini tartıyle
almış hiçbir farkı yoktur. Çünkü kurban kesmek ibadettir. İbadet ise şer-i usullere göre yapılmalıdır. Mesela bir kimse kurban için alacağı
kurbanlık hayvanı önce satın alıp mülküne geçirmesi gerekir. Yaukarıda geçen kurban kesme yöntemi ise tamamen ete yönelik bir alış-veriş
yöntemidir. Zaten bu şekil kurban kesen kişinin gayesi et olup ilahi rızadan çıkmış olur.
Kişinin kendine vacip kılmadığı (sünnet olan kurbanlık) satın aldığı veya kurbanlık olarak beslemiş olduğu büyük baş kurbanlık
hayvana başkasını ortak etmesi caiz olmakla beraber mekruhtur. Ancak nezir veya kendine vacip kıldığı kurbanlık hayvana başkasını ortak
etmesi caiz değildir. Hanefî mezhebinde zengin olan yolcu veya misafir olan bir kimseye kurban kesmek vacip değildir.1285
Kurbanda Ortaklık Caiz mıdır?
Mâlikilerin dışındaki müçtehidlere göre kurbanda ortaklık caizdir. Dayandıkları delil ise Câbir’in rivâyet ettiği şu hadisledir. Câbir (r.a.)
şöyle der: Allah Rasûlü ile beraber bir deve ve sığırda yedi kişi için kurban kesiyorduk.1286 Allah Rasûlü (s.a.v.) bize yedi kişi bir deve veya
sığırda ortak olmamızı emretti.1287
Şâfiî, Hanefî ve Hanbelî mezhebinde bir kişi bir sığır veya bir deve kesebileceği gibi 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 kişi de ortaklaşa kesebilir. İmam
Mâlik’e göre mutlak olarak kurbanda ortaklık caiz değildir. Şâfiî mezhebinde bir kişi et niyetiyle de ortak olabilir. Hanefilere göre et
niyetiyle ortak olan veya gayri müslim olan bir kimse ortak olursa diğer ortakların kurbanı da fasid olur. İki kişinin ortaklaşa bir inek veya
bir deveyi kurban olarak kesmeleri muhtar olan görüşe göre caizdir.1288
Kurbanın Eti ve Derisiyle İlgili Hüküm
Sünnet olan kurbanın etinden yenmesi helâldir. En makbulü kişinin hem muhtaçlara dağıtıp hem de aile efradına yedirmesidir.
Adak veya kişi kendi nefsine vacip kıldığı kurbanın etinden kendisi ve ailesi yiyemeyeceği gibi zenginlere de dağıtamaz.
Kurban eti diğer infaklar gibi öncelikle o bölgede bulunan yakın akraba ve komşulara dağıtılır. Ancak daha fazla ihtiyaç duyulan
yerlerin bulunması müstesnadır. Bu gibi yerlere et olarak gönderilmesi caiz olduğu gibi kurban oralarda kesilip o bölgenin fakirlerine de
dağıtılabilir.
Kurban eti dağıtımında uzun süre et yemeyen kimselere ağırlık verilmesi hem insanlık adına hem de takva bakımında efdaldır.
Kurban etinin dağıtılması için en az üçe bölünmesi gerekir. Üçte birinin muhtaçlara, üçte birinin hısım-akrabaya ve kalan üçte birinin de
ev halkına yedirilmesi gerekir.
Şâfiîlere göre vacip olan kurban, yani adak veya kişinin “bu kurbanımdır” yahut “bunu kurban kıldım” gibi sözlerle tayin etmiş olduğu
1279
el-Mecmu, 8/294, Muğni’l-Muhtac, 4/286, Fetava el-Hindiye, 5/299.
Haşyetu’l-Bacuri, 2/304.
1281
Beyhâkî.
1282
Haşyetu’l-Bacuri, 2/304.
1283
Müslim.
1284
el-Mecmu, 8/284, Mezahibu’l-Erbaa, 1/722.
1285
El-Hindiye, 5/304.
1286
Müslim.
1287
Müslim, Ebû Dâvûd, Beyhâkî.
1288
el-Mecmu, 8/291, el-Hindiye, 5/305.
1280
151
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------kurban etinden yemesi caiz değildir.1289 Keza kurban derisi de fakirlerin hakkıdır. Kurban derisi kesinlikle hayır kurumundan veya ehil olan
şahıslardan başka yerlere verilemez.
Kurban sahibi kurbanın etinden yiyeceği gibi derisini de kullanabilir.
Günümüzde hayır kurumu adı altında kurban derilerini toplayan birçok kurum ve kuruluş bulunmaktadır. Müslüman gerek kurbanın eti
gerekse derisi olsun ehemiyetine binaen herkese ve her kuruma vermemelidir. Müslümanın burada izleyeceği metot iyice araştırıp ehlini
bulmasıdır. Hatta fıskı belli olan kimselerle ortak kurban kesmenin dinen sakıncalı olduğu söylenebilir.
Kurban eti ve derisinin satılması caiz olmadığı gibi kurbanı kesen kasaba da ücret olarak verilmesi de caiz değildir. Allah Rasûlü şöyle
buyurmuştur: “Kurbanın derisini satan kimselerin kurbanı olmaz.”1290
Hz. Ali’den naklen o şöyle demiştir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) dağıtmak üzere kurbanlık develerle ilgilenmemi emretti ve özellikle kasaba
ücret olarak bir şey vermememi emretti ve Allah Rasûlü şöyle dedi: Biz kasabın ücretini kendimizden vereceğiz.”1291 Kurbanlık olarak belli
olan kurbanın kesilmesinden önce sağılan sütü, kırpılan yünü ve doğmuş olan yavrusu tasadduk olarak yoksullara bağışlanır.
Kurban Kesme Adabı
Dinimize göre her ibadetin adapları olduğu gibi kurban kesme adabı da vardır. Kurbanlık hayvanlar şöyle kesilir:
1- Hayvana eziyet edilmeden kesim yerine götürülür.
2- Hayvana eziyet etmeden kıbleye gelecek şekilde yatırılır.
3- Bilinen kurban duası okunur.
4- “Bismillah Allahu Ekber” denilip sağ elle kesilir. Sağ eli müsait olmayan bir kimse için sol elle kesmesinde bir beis yoktur.
5- Hayvana eziyet etmemek için keskin bıçakla kesilir.
6- Kurbanın kanı ortalığa akmasın diye bir çukur eşilerek oraya akıtılır.
7- Hayvanın ruhu tam çıkmadan boyun kemiğini kırmamak gerekir. İzah edilen bu adaplar kesilecek diğer tüm hayvanlar içinde
gereklidir.
Kurban kesiminde müstehap olan sahibi tarafından kesilmesi veya Müslüman ve kesim adabını bilen bir kimsenin vekil edilmesi
gerekir. Kurban kesilirken niyet şart olduğu gibi izinsiz olarak başkası adına kesilen kurban da geçerli değildir.1292
Kurban Kesme Duası
‫هلل َربِّ ْال َعالَمينَ ال شريك له‬
َ َّ‫“ ق ْ اِن‬Şüphesiz benim namazım, kurbanım ve diğer ibadetlerim, diriliğim ve ölümüm
ِ ّ ِ ‫ص َالتى َونسكى َو َمحْ يَا َ َو َم َماتى‬
âlemlerin rabbi olan Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur.”1293 Kesilecek kurban teabbüdi olup Allah için kesilmelidir. “Biz de bu yıl
kurban kesmiş olalım, bari adet yerini bulsun diye kesenler, kurban kesmedi demesinler, çocuklar etsiz kalmasın diye kesenler, babamdan
kalan bu adeti devam edelim” diye kesenler ve buna benzer riya veya şöhret gibi düşüncelerle kesilen kurbanlar hiçbir zaman ibadet yerine
geçmez.
Kurban bayramında moda olarak gelinlere gönderilen kurbanlık koç, İslâmî olmayıp yörenin adet ve geleneği olarak toplumun inancına
yerleşmiş olan bid’at ve hurafeden başka bir şey değildir. Kurban kanını çocukların alnına sürmek Kureyşilerin İslâm’dan önce yaptıkları
cahili adeti idi. Müslümanların bu gibi davranışlardan uzak durmaları gerekir.
Bir başka bid’atta kurbanın kulağında okuyup kelle alma geleneğidir. Bu davranışın dinde yeri olmayıp bazı yörelerde din adamlarının
getirmiş oldukları gelenek ve bid’atten ibarettir.
Kurban Çeşitleri
a) Kurban bayramı günlerinde kesilen udhiye (kurban).
b) Adak kurbanı. Bu kurban hasta bir yakının şifa bulması için veya gurbette olan bir kimsenin sağ–salim dönmesi için vaatte bulunup
kesilmesidir.
c) Akika kurbanı. Bunun izahı aşağıda yapılmıştır.
d) Kıran ve temettu haccı yapanın kestiği kurban.
e) Hacda ihram yasaklarını ihlal edenin kestiği ceza kurbanı.
g) Şükür kurbanı. Bu kurban herhangi bir sıkıntıdan kurtulduktan sonra veya beklenen bir hasretin giderilmesinden sonra Allah’a şükür
edası olarak bir hayvanın kesilmesidir.
Kurban kesen kimsenin kurban etiyle iftar etmesi menduptur. Kesmeyenin de bayram namazından çıkıncaya kadar bir şey yememesi
menduptur.
NEZİRN BAHSİ
Nezrin Tanımı: Türkçe de karşılığı adak olan nezir sözlükte gerek hayra gerekse şerre dair vaatte bulunmak demektir. Şeriatta ise
yalnız hayırda vaad demektir. Bazı fakihlere göre ise umulan bir şeyin gerçekleşmesiyle Allah’a yaklaştırıcı bir işi vaad etmektir.1294
Nezrin ifasıyla ilgili Kur’ân’dan delil; ‫“ يَا اَيُّهَا الَّذينَ ا َمنوا اَوْ فوا بِ ْالعقو ِى‬Ey imân edenler akitlerinizi (sözlerinizi) yerine getiriniz.”1295
Sünnetten delil ise Allah Rasûlü’nün şu buyruğudur: “Kim Allah’a itaat etmeyi adamışsa ona itaat etsin. Kim Allah’a isyanı nezir etmişse
ona isyan etmesin.”1296 Yine şöyle buyurmuştur: “Kim adakta bulunur ve belirlerse belirtiği şeye vefa göstermesi onun üzerine borç olur.”1297
Nezrin Üç Rüknü Vardır:
a) Nezr eden.
b) Nezr edilen.
c) Nezir sığası. Yani şu işim gerçekleşirse Allah yolunda bir kurban kesmek veya bir sadaka vermek yahut bir gün oruç tutmak bana
borç olsun gibi sözlerle vaatte bulunmak.
Nezr Eden Kişiden Aranan Şartlar:
1- Ehliyetli olmak: Yani akıl baliğ olmak. Çünkü çocuk ve deli şeriatın ahkamından mükellef değildir.
2- Müslüman olmak: Çünkü kâfir nezir etmeye ehil değildir.
3- Muhtar olmak: Yani baskı ve tehdid altında bulunmamak.
Allah Resuü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, ümmetimin yanılarak, unutarak ve tehdit altında kalarak işledikleri günahları
1289
Muğni’l-Muhtac, 4/291.
Hâkim, Beyhâkî, el-Mecmu, 8/311.
1291
Buhârî, Müslim.
1292
el-Mecmu, 8/298.
1293
En’am, 6/162.
1294
Muğni’l-Muhtac, 4/354.
1295
Maide, 5/1.
1296
Mâlik, Nezir, Buhârî, İmân, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Beyhâkî, Ahmed.
1297
Ebû Dâvûd.
1290
152
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------bağışlamıştır.”1298 Sahih kavle göre sarhoşun nezri sahihtir.
Nezr Edilen Şeyden Aranan Şartlar:
1- Nezir edilen şeyin şer’an tasavvur edilebilir olması. Şer’an tasavvuru mümkün olmayan bir nezirde bulunmak sahih değildir. Meselâ
geceleyin veya bayram günü yahut kadının aybaşı olduğu günü oruç tutmaya nezir etmesi gibi. Çünkü bunun gibi şeylerin yapılması şer’an
düşünülmediği için bunların nezri de meşru değildir.
2- Nezir edilen şey Allah’a yaklaştıran şeylerden olmalı. Namaz, oruç, kurban ve hasta ziyareti gibi Allah’a yaklaştırıcı bir ibadet
olmayan şarap içmek, adam öldürmek ve zina yapmak masiyetler gibi şeylerin nezir edilmesi sahih olmaz ve bağlayıcı değildir.
3- Nezir edilen şeyin kendi zâtında maksat ve gözetilen bir yakınlık olması. Hasta ziyareti, abdest almak, camiye gitmek ve sılayı
rahimde bulunmak gibi. Bu şeyleri nezir etmekle nezir münakit olur.1299
4- Nezir edilen mal nezir edenin mülkü olması. Çünkü kişinin mâlik olmadığı bir malı nezir etmesi sahih değildir. Allah Rasûlü (s.a.v.)
“Allah’a masiyet hususunda nezir yoktur. Âdemoğlunun sahip olmadığı şeylerde nezir yoktur.”1300 buyurmuştur.
5- Nezir edilen şey farz ve vacip olmamalı. Farz olan namaz, oruç, hac ve zekât gibi farz veya vaciplerden herhangi bir şeyi nezir etmek
sahih değildir. Çünkü farz olan bir şeyi ayrıca kişinin kendi nefsine farz kılması mümkün değildir.
Nezrin Hükmü:
Şâfiî mezhebinde bir şey üzerine nezir yapmak tenzihen mekruhtur. Dayandıkları delil ise İbn Ömer’in rivâyet ettiği şu hadistir: “Nezir
bir şey geri çevirmez fakat nezir vasıtasıyla cimriden bir şey çıkartılır.” Başka bir lafızla: “O herhangi bir hayır getirmez.”1301
Şâfiîler nezrin keraheti üzerine şunu da söylemişlerdir. Şâyet nezir müstehap olsaydı Allah Rasûlü ve ashabı kiram da yapardı. Fakat
bununla beraber helâl olan nezrin ifası Kur’ân ve sünnetle vaciptir.1302
Hanefilerde nezir ister mutlak olsun ister mükayyed olsun ibadetler konusunda mubahtır. Nezir ancak sözle vacip olur. Yani Allah için
veya borcum olsun şunu yapacağım veya vereceğim gibi sözlerle ifade edilmesi gerekir ki nezrin ifası vacip olsun.
Nezirle Vacip Olacak Şey Üçtür:
1- Taata yönelik yapılan nezir: Bu çeşit nezir de üç kısma ayrılır.
a) Vaciplere nezir: Vacipleri yapmak için nezir münakit olmaz. Meselâ farz namazları kılmaya Ramazan orucunu tutmaya, hac
yapmaya veya zekât vermeye yönelik yapılan tüm nezirler gibi. Bu tür nezir kendi zâtında vaciptir. O zaman nezrin bir anlamı kalmaz.
b) Nafile olan ibadetlere nezir: Nafile namaz, oruç, hac ve nafile umre gibi. Bu tür nezrin yerine getirilmesi ihtilafsız vaciptir.
c) Tekarrub (Allah’a yaklaşmak) için yapılan nezir: Bu da amel ve ahlâk gibi şeriatın rağbet gördüğü güzel şeylerdir. Meselâ hasta
ziyareti, selâmlaşma, kurban kesme, sadaka ve benzeri güzelikler gibi. Bu tür nezrin ifası sahih kavle göre hadisin umumuna dayanılarak
vacip görülmüştür.
2- Mubah olana nezir: Bu da uyumak, yemek, içmek, oturup kalkmak gibi iki tarafı eşit olan hallerdir. Bu tür nezir de münakit olmaz.
Yani ifası lazım gelmez.1303
3- Günaha nezir: Günah işlemek için yapılan her nezir münakit değildir. Meselâ kişi içki içmeye, adam öldürmeye, zina yapmaya veya
abdestsiz namaz kılmaya, bayram günü oruç tutmaya, cenabet Kur’ân okumaya, kadının adetli oruç tutmaya nezir etmesi gibi nezirler
batıldır. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ne Allah’a asi olmada, ne de Âdemoğlunun sahip olmadığı şeyde nezir vardır.”1304
Keza haramı terk etmeye yönelik yapılan nezir münakit değildir. Meselâ bir kimse ben bundan sonra içki içmeyeceğim, yalan
konuşmayacağım diye nezir etmesi gibi. Bu tür yapılan nezirler münakit olmaz.
Münakit Olan Nezir İki Çeşittir:
Birincisi tebberrur nezri. Yani bir şeyden beri olmak için yapılan nezir. Meselâ Allah benim bu hastama şifa ikram edecek olursa veya
falan yakınım gurbetten selâmetle dönecek olursa yahut şu beladan kurtulacak olursam oruç tutmak veya nafile namaz, kurban, hac ve umre
gibi bir ibadeti yapmak üzerime borç olsun demesi gibi.
İkincisi ise lıcac (düşmanlık) nezri. Yani helâl olan bir işten kızıp kendini men etmesi gibi. Meselâ falanca adamla konuşacak olursam
veya şu eve girersem yahut buradan çıkmazsam bana Allah için bir ay oruç tutmak nezir olsun demesi gibi. Şâfiîlerin ezher olan görüşlerine
göre bu gibi nezirlerde bulunan kişi muhayyerdir. İsterse kendi nefsine borç kıldığı şeyi yerine getirir. İsterse de bir yemin kefâreti öder.
Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Nezir kefâreti bir yemin kefâretidir.”1305 buyurmuştur.
Şâfiîler ile Mâlikilere göre masiyeti gerektiren nezirlerde bir şeyin yapılması lazım gelmez ve kefârette yoktur. Çünkü Hz. Âişe Allah
Rasûlü (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Her kim Allah’a itaat etmeyi nezrederse ona itaat etsin, her kim de Allah’a asi olmayı
nezrederse sakın ona asi olmasın.”1306 İbni Abbas’tan gelen bir rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.) hutbe okurken bir adamın ayakta güneşte
beklediğini görünce onu sordu, sahâbeler o Ebû İsrail’dir, oruç tutmaya, oturmamaya, gölgelenmemeye ve kimseyle konuşmamaya nezir
etmiştir. Allah Rasûlü: “Ona söyleyin konuşsun, gölgelensin, otursun fakat orucunu tutsun.”1307 buyurmuştur.
Şâfiîlere göre muayyen bir şey için nezir yapılmış ise belirlenen o şey veya o günü tayin etmek gerekir. Şâyet kişi Allah için oruç
tutacağım demişse bir gün oruç tutmak vacip olur. Allah için namaz kılacağım demişse iki rekât namaz kılması vacip olur. Şu elbisemi
birisine veya şu şahsa hediye edeceğim veya şu koyunu keseceğim demişse neyi ahd etmiş ise onu ifa etmesi gerekir.1308
Nezirle İlgili Bazı Meseleler
Meselâ belirli bir koyunu nezir eden bir kimse aynı koyunu kesmeye götürürken değerini düşürecek bir özrün meydana gelmesiyle onun
kesilmesi caiz değildir. Ancak onun yerine benzeri başka bir koyun kesmesi gerekir.
Allah benim hastama şifa verecek olursa ya bir lirayı sadaka vereceğim ya da onunla ekmek alıp fakirlere yedireceğim demişse ona bir
lirayı sadaka vermesi gerekir. Ben şu koyunumu keseceğim fakat etini kimseye dağıtmayıp biz yiyeceğiz veya onun etinden biz hem yiyip
hem de dağıtacağız diye nezir ederse nezri münakit olmaz. Yani o etin hepsini fakirlere dağıtması gerekir.
Allah şu hastama şifa verecek olursa bir lira sadaka vereceğim diye nezir eden bir kimse o lirayı fakir olmak ve nafakasına yükümlü
olmamak şartıyla aynı hastaya verebilir. Bir ay oruç tutmayı nezir edip oruç tutmaya imkân bulamadan ölen bir kimse için İmam Nevevî’nin
1298
İbn-i Mâce, Talâk.
Muğni’l-Muhtac, 4/370.
1300
Müslim, Nezir, Ebû Dâvûd, Eyman.
1301
Buhârî, Müslim, Ahmed, Tirmizî.
1302
Muğni’l-Muhtac, 4/354.
1303
el-Mecmu, 8/344-346.
1304
Müslim, Nezir, Ebû Dâvûd, Eyman.
1305
Müslim, Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî.
1306
Mâlik, Nezir, Buhârî, İmân, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Beyhâkî, Ahmed.
1307
Mâlik, Buhârî, Ebû Dâvûd, Taberânî, el-Mecmu, 8/344, Neylu’l-Evtar, 8/242.
1308
el-Mecmu, 8/343.
1299
153
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------sahih kavline göre hiçbir şey gerekmez ve velileri de onun adına ne fidye vermeye ne de oruç tutmaya yükümlü değildirler.1309
AKİKA KURBANI
Akikanın Tanımı: Akika, yeni doğan kız ve erkek çocuğun yedinci gününde kesilen kurbandır.
Hanefilerin dışında cumhura göre baba veya dede tarafından yeni doğan çocuklar adına akika olarak kurban kesilmesi sünnettir.
Dayandıkları delil ise İbni Abbas’ın rivâyet ettiği şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.), Hz. Hasan ile Hz. Hüsey’in için birer koç akika
kesmiştir.”1310 Keza Semure b. Cündeb’den naklen Allah Rasûlü’nün şöyle dediği rivâyet edilir: “Doğan her çocuk kesilecek akikaya
rehindir, doğumun yedinci gününde akika kesilir, saçı traş edilir ve isim koyulur.”1311
Mâlikiler ile Hanbelilere göre baba ve dededen başkası akika kesemez. Akikanın eti fakir ve miskinlere dağıtılır veya yedirilir.
Kurbanda olduğu gibi akikanın sahibi etini ve derisini dağıtabileceği gibi kendisi de istifade edebilir. Akika, erkek çocuklar için kesileceği
gibi kız çocuklar için de kesilebilir ve yine sağ çocuklar için kesileceği gibi ölen çocuklar için de kesilebilir. Kurbanda bulunması gereken
özelliklerin akikada da bulunması gerekir. Kesilen akikanın kanını çocuğun alnına sürmek cahili adet olduğundan dolayı mekruhtur.
Peygamberimiz (s.a.v.) ve sahâbe-i kiram çocuk ve torunları için akika kurbanı kesmişlerdir. Akika, Allah’a şükretmek için kesilir ve
sünnettir. Vaktinde kesilmeyen akika bilahere de kesilebilir. Yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezan ve sol kulağına da kamet okuması
müstehaptır.1312 Çünkü şeytan ezan sesini duyduğunda dönüp kaçar.
Yeni doğan çocuğun babasının yapması geren hususlardan en önemlisi çocuğu için akika kesmesi, İslâm’a uygun güzel isim vermesi ve
uygun bir zamanda sünnet ettirmesidir. Şâfiîlere göre çocuğun sünneti farzdır. Bir babanın çocuğuna güzel isim seçmesi sünnettir. Çünkü
Allah Rasûlü (s.a.v.): “Sizler kıyamet gününde isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. O bakımdan isimlerinizi güzel
koyunuz.”1313 buyurmuştur.
Bir babanın bazı kesimlere özenerek İslâm’da olmayan batının İslâm âlemine ihraç ettiği isimleri çocuklarına vermesinden dolayı
kıyamet gününde hesaba çekileceğini bilmelidir.
İslâmî Olmayan İsimler
İçerik bakımından çirkin olan isimler, gayri müslim olan kimselerin isimleri, zalim ve fasıkların isimleri, anlamsız isimler, hayvanlara
ait isimler ve İslâmî olmayan bazı şöhret bulmuş kimselerin isimleri gibi özenerek koyulan bütün isim ve lakaplar haramdır. Baştan anneَ ْ ‫َو َال تَنَابَزوا ِب‬
baba ahirette mesuldur. Bu isim ve lakapları takan fısk işlemiş olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‫ان َو َمنْ لَ ْم‬
ِ ‫اال ْلقَا‬
ِ ‫ب ِب ْئ َ ِاالسْم ْالفسوق بَ ْع َد ْاالي َم‬
َ‫“ يَتبْ فَاولئِكَ ام الظَّالِمون‬Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmândan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte böylesi
kimseler zalimlerdir.”1314
Allah’a özel olan isimleri vermek, insanların hoşlanmadıkları lakapları takmak haramdır. En güzel isim Abdullah ve
Abdurrahmandır.1315
ETİME BAHSİ
Etimenin Tanımı: Etimenin Türkçe’de karşılığı yiyecek ve içecek olarak kullanılır. Kur’ân’da eti yenilen ve yenilmeyenler tek tek
sayılmayıp ancak iyi ve temiz şeylerin helâl, pis ve necis şeylerin de haram kılındığı ifade edilmekle yetinilmiştir.1316
Kur’ân’da haram olarak zikredilen etler şunlardır: Ölü hayvan eti, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvan eti, boğulmuş,
vurularak öldürülmüş, yüksekten yuvarlanıp ölmüş veya bir hayvan tarafından boynuzlanıp öldürülmüş olan hayvanların eti ile yırtıcı
hayvanların artığından ibaret olan altı madde bu kapsama girer. Yukarıda sayılan grupların dışında kalan hayvanların etlerinin yenip
yenmemesi hususunda Allah Rasûlü’nün haram ve helal kılma yetkisi ile helâl dediği helâl, haram dediği haramdır. Bu da temiz olanların
َ ِ‫ت َوي َحرِّم َعلَ ْي ِهم ْالخَ بَائ‬
yenmesi pis olanların yenmemesi ilkesine göre hareket edilerek belirlenmiştir. Kur’ân’da ‫ث‬
ِ ‫“ َوي ِح ُّ لَهم الطَّيِّبَا‬O Peygamber
onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri de haram kılar.”1317 buyurulur.
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyuruştur: “Bana Kur’ân ve onunla beraber onun gibisi (sünnet) verildi. Yakında karnı tok, koltuğuna
yaslanmış birisi size bu Kur’ân yeter; onda neyi helâl bulursanız, onu helâl kabul ediniz, onda neyi haram bulursanız, onu da haram biliniz,
diyecek. Şunu iyi biliniz ki Allah Rasûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.”1318
Yeryüzünde ne varsa hepsinin insan için yaratıldığı, göklerde ve yerde bulunan herşeyin insanın emrine verildiği yine Kur’ân’da
bildirilmiştir. Yenmesi helâl olanlar bitki ve hayvanlar olmak üzere iki kısma ayrılır. Hayvanlar da genel olarak iki türlüdür.
a) Karada yaşayan hayvanlar.
b) Deniz ve diğer sularda yaşayan hayvanlar.
Karada yaşayan hayvanlar da iki kısma ayrılır. Bunlar da evcil ve yabani diye iki kısma ayrılır.
Evcil olup helâl olan hayvanlar şunlardır: Sığır, deve, koyun, keçi, tavuk, kaz, ördek gibi hayvanlar ihtilafsız helâldir.
Evcil olup de necis olan hayvanlar ise domuz, köpek, eşek, katır, kedi, gibi hayvanlardır.
Yabani hayvanlara gelince bunlar genel olarak etleri helâl ve haram olmak üzere dört gruba ayılır.
Eti Haram Olan Hayvanlar Şunlardır.
a) Azı dişleriyle kapıp avlayan, parçalayan ve kendini savunan hayvanların etleri haramdır. Bunlar aslan, kaplan, kurt, çakal, sırtlan ve
ayı gibi parçalayan ve kendini savunan hayvanlardır. Ayı, Şâfiî ve Hanefilere göre haram, Mâlikî ve Hanbelilere göre ise helâldir. Zürafa
Şâfiîlerin dışındaki mezheplere göre helâldir. Tilki, Şâfiîler ile Hanbelilere göre helâldir. Hanefilerce de haramdır.
b) Pençeleriyle kapıp avlayan kuşların etleri haramdır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) pençeli olan yırtıcı kuşların etinden nehiy
etmiştir.1319
Bunlar yırtıcı olarak kartal, şahin, doğan, akbaba ve leş yiyiciler olarak karga, leylek, baykuş gibi kuşlardır.
c) Hakkında nas bulunmayıp yaratılış bakımında iğrenç olan ve insanlara tiksinti veren hayvanların etleri de haramdır. Fare, yılan,
akrep, kene, kurbağa, kaplumbağa ve sinek gibi haşeratlar bu cinstendir.
İnsanlara tiksinti verme meselesi iklim, bölge, kültür ve örfe göre değişebilir. Bu hususta Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle nakleder: “Ben
1309
el-Mecmu, 8/392.
Ebû Dâvûd, Nesâî.
1311
Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Mâce, Beyhâkî.
1312
Muğni’l-Muhtac, 4/296.
1313
Ebû Dâvûd.
1314
Hucurat, 49/11.
1315
Müslim.
1316
Maide, 5/3-5, Bakara, 2/173, En’am, 6/145.
1317
A’raf, 7/157.
1318
Ebû Dâvûd, Sünen, el-Hatib et-Tebrizi, Mişkat.
1319
Buhar, Seyd, Müslim, Seyd, Ebû Dâvûd, Etime, Tirmizî, Seyd, Nesâî, Seyd.
1310
154
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------ve Halid b. Velid Peygamberle birlikte Hz. Meymune’nin evinde iken önümüze kızartılmış bir keler konuldu. Allah Rasûlü (s.a.v.)
yemeyince ben bu hayvanın eti haram mıdır? diye sordum. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) hayır, fakat bizim taraflarda olmayan bir
yemektir, hoşuma gitmediği için yemiyorum” diye cevap verdi. Bunun üzerine Halid b. Velid önüne çekerek bu yemeği yedi ve Allah
Rasûlü’nden de bir tepki gelmedi.1320 Mâlikler ve Şâfiîler bu hâdiseyi delil göstererek kelerin etini helâl kabul etmişlerdir.
d) Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar. Allah’tan başkası için kesilen hayvanların yenmesi haramdır. Bundan dolayı kesilen her
hayvan mutlaka besmele ile kesilmelidir. Misafirlere ikram mahiyetinde kesilen hayvanların üzerine besmele çekilerek kesilirse bu
müstesnadır, başkası adına kesilmiş olmaz. Yoksa bilerek besmelesiz kesilen hayvanların eti Şâfiîlerin dışındaki cumhura göre haramdır.
Şâfiîlere göre ise mekruh sayılır.
Eti Helâl Olan Yabani Hayvanlar
Yabani olupta eti helâl olan hayvanlar şunlardır: Yabani sığır, geyik türü, yabani eşek, tilki ve tavşandır.
Temelde eti yenen ve yenmeyen hayvanlar iki kısma ayrılır.
a) Karada Yaşayan Hayvanlar: Sadece karada yaşayan hayvanlar da üç çeşittir:
1- Kanı olmayan çekirge, sinek, karınca, arı, böcek, akrep ve benzerleri. Çekirge dışında kalanların yenmesi ittifakla haramdır. Allah
Rasûlü (s.a.v.): “Bize iki ölü helâl kılındı. Bunlar balık ve çekirgedir.” buyurur.
2- Kanı olan hayvanlar. Bunlar da evcil ve yabani olarak iki kısımdır. Evcil olanlar, deve sığır ve koyun türleridir. Bunlar yukarıda
geçtiği gibi icma ile helâldir.
Şimdi de fakihlerin çeşitli görüşlerini ele alalım. Abdullah İbn Abbas ve Âişe (r.anhum) hayvanî yiyecekler içinde yalnızca bu dördün
(ölü-leş, akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın eti) haram ve tüm diğerlerinin helâl olduğu görüşündeydiler.
Fakat, bu dördün yanısıra, Hz. Peygamber'in (s.a.) evcil maymunlar, keskin dişli av hayvanları ve pençeli kuşlar gibi daha başka bazı
hayvanları da haram kıldığını veya onlardan iğrendirdiğini ifade eden hadisler vardır. Bu nedenle, fakihler yasağı yalnızca bu dörtle
sınırlamaz ve genişletirler.
Sonra, yasak üzerinde ve başka hangi hayvanların yasak olduğu konusunda da fakihler arasında görüş ayrılığı vardır. Sözgelimi, Hanefiler
leş yiyen hayvanları, av kuşlarını ve ölü etiyle beslenen hayvanları mutlak şekilde haram kabul ederken, İmam Mâlik ve Evzaî’ye göre av
kuşları helâl ve Leys’e göre de kedi helâldir, İmam Şâfiî’ye göre ise, yabani hayvan olarak yalnızca (arslan, kurt ve kaplan gibi insanlara
saldıran) hayvanlar haramdır. İkrime karga ve porsuğun helâl olduğu görüşündedir. Yine Hanefîlere göre tüm sürüngenler haramken İbn Ebi
Leylâ, İmam Mâlik ve Evzaî’ye göre yılan helâldir. Yukarda verdiğimiz bilgiler dikkatlice incelendiğinde Kur’ân’da anılan yalnızca dört
şeyin haram olduğu ve bunların yanısıra, çeşitli derecelerde iğrenç daha başka hayvanların bulunduğu ortaya çıkar. Dolayısıyla, sahih
hadislere göre Rasûlullah’ın iğrendiği hayvanlar da büyük ihtimalle haram olup, haklarında fakihlerin farklı görüşlere sahip olduğu
hayvanların iğrençliği ise şüphelidir.
Bazılarının kişisel olarak iğrendiği hayvanlara gelince, İslâm hukuku kimseyi sevmediği şeye zorlamaz. Aynı kural, bazı grup ve ulusların
belirli şeylerden iğrenmesi için de kullanılabilir. Buna karşı yasa herhangi bir kişi, topluluk veya ulusa başkalarına kendilerinin iğrendirdiği
şeyi haram saymaya zorlama veya haram saydıkarı şeyin kullanımını yasaklama izni vermez.
Şâfiîler ile Hanefilere göre eti yenen evcil hayvanlar ile eti yenilmeyen yabani hayvanlar arasında doğan bütün hayvanlar haramdır.
Mâlikiler ile Hanbeliler göre ise helâldir. Delilleri de “eşyada asıl olan ibahet” ilkesidir.
Şâfiîlere göre kirpi, tilki, sırtlan, kursak, cerbuğa ve samur gibi azı dişleri zayıf olan hayvanların yenilmesi helâldir. Dayandıkları delil
ise Arapların bu gibi hayvanları tiksinmeksizin yemeleridir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.): “Müslümanların güzel gördükleri şey güzel çirkin
gördükleri şey de çirkindir.” buyurmuştur.
İmam Şâfiî insanlar sırtlanı yiyorlardı ve Safa ile Merve arsında pazarlıyordular demiştir.
Câbir’den gelen bir rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sırtlan bir av hayvanıdır yenir ve ihramlı bir kişi onu
avlayacak olursa bir koç fidye vermesi gerekir.”1321 Mâlikilere göre bütün vahşi hayvanların eti kerahetle birlikte mubahtır.
At eti hakkında müçtehidler iki farklı görüş beyan etmişlerdir. Şâfiîlerle Hanbeliler ve Ebû Hanife’nin iki arkadaşına göre bütün
çeşitleriyle atların yenilmesi helâldir. Bunu birçok sahâbe tabiin ve selef uleması kabul etmiştir. Delilleri ise Câbir’in rivâyet ettiği şu
hadistir. Câbir şöyle der: “Hayber günü at, katır ve eşekleri kestik. Allah Rasûlü bize katır ve eşekleri yasakladı, fakat atları
yasaklamadı.”1322 Hz. Ebû Bekir’in kızı Esma şöyle buyurur: “Allah Rasûlü’nün döneminde at eti yerdik.”1323
Hanefilerle Mâlikilere göre ise at etinin yenilmesi tenzihen mekruhtur. Hanefiler at eti yiyenler günahkâr olur demişler. Dayandıkları
delil; َ‫َال َو ْال َحمي َر لِتَرْ كَبواَا َوزينَةً َويَ ْخلق َم َاال تَ ْعلَمون‬
َ ‫“ َو ْالخَ ْي َ َو ْالبِغ‬Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve süslenmeniz için (yaratık). Allah şu anda
bilemeyeceğiniz nice (nakil vasıtaları) yaratır.”1324 âyeti ile Halid b. Velid’in rivâyet ettiği şu hadistir: “Allah Rasûlü (s.a.v.) at, katır, eşek
ve bütün azı dişi olan yırtıcıların etinden nehiy etmiştir.”1325 Bir kısım hadis âlimleri bu hadise zayıf demişken bir kısmı da mensuh
demiştir.1326
Şâfiîler at etinin keraheti hakkında delil gösterilen âyetteki “Binmeniz ve süslenmeniz için yaratık” sözünden, yalınız buna münhasırdır
anlamı çıkmaz. Çünkü genel olarak atlar binek amaçlı kullanıldıkları için zikre has kılınmıştır.1327
Kuşlar da Evcil ve Yabani Olmak Üzere İki Kısma Ayrılır:
Şâfiî mezhebinde deve kuşu, turna, ördek, kaz, toy, tavuk, güvercin, keklik, serçe, bıldırcın, bülbül ve tarla kargası gibi kuşların eti
helâldir. Papağan, tavus, hudhud, baykuş, leylek, kartal, şahin, doğan, akbaba, kırlangıç, yarasa gibi kuşlar ise haramdır. Eti helâl olan
hayvanın sütü da helâldir. İmam Nevevî’ye göre hakkında nas bulunmayan ve isimleri bilinmeyen hayvanlar, Araplardan selim tabiat sahibi
kimselerin bolluk anlarında hoş ve güzel gördükleri hayvanların eti helâl, pis ve kerih gördükleri hayvanların eti ise haram kabul edilir.1328
b) Suda Yaşayan Hayvanlar: Sadece suda yaşayan hayvanların etine gelince imamlar iki farklı görüş beyan etmişlerdir.
Hanefilerin dışındaki cumhura göre yalnız suda yaşayan bütün hayvanlar helâldir. Dayandıkları delil şu âyeti celiledir: ‫صيْد ْالبَحْ ِر‬
َ ‫ا ِح َّ لَك ْم‬
” َ‫هللا الَّذ اِلَ ْي ِه تحْ شَرون‬
َّ ‫“ َوطَ َعامه َمتَاعًا لَك ْم َو ِلل‬Sizin için deniz avı yapmak ve o avı yemek size de yolcuya da
َ ‫َّار ِة َوحرِّ َم َعلَيْك ْم‬
َ ‫سي‬
َ ّ ‫صيْد ْالبَرِّ َما ى ْمت ْم حر ًما َواتَّقوا‬
faydalı olmak üzere helâl kılındı.”1329
1320
Tirmizî dışında beşi rivâyet etmiştir.
Ebû Dâvûd, el-Mecmu, 9/11, Neylu’l-Evtar, 8/121.
1322
Buhârî, Meğazi, Müslim, Seyd, Ebû Dâvûd, Etime, Nesâî, Tirmizî.
1323
Buhârî, Seyd, Müslim, Seyd, İbn-i Mâce, Zebaih, Beyhâkî, Şâfiî, Ahmed, Darimî, Darekutni.
1324
Nahl, 16/8.
1325
Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Mâce.
1326
el-Mecmu, 9/5.
1327
el-Mecmu, 9/5-7.
1328
Muğni’l-Muhtac, 4/303.
1329
Maide, 6/96.
1321
155
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “O (deniz) suyu temiz, ölüsü de helâl olandır.”1330 Bu hadisi birçok hadis imamı sahih kabul
etmiştir.
Hanefilere göre balığın dışında, suda yaşayan bütün hayvanlar hususunda karadaki hemcinslerine bakılır. Yani aynı cins karada helâl ise
denizde de helâldir.1331
Hem karada hem de suda yaşama şansı bulunan kurbağa, kaplumbağa, yılan ve yengeç gibi hayvanların eti haramdır. Çünkü bu tür
hayvanlar tiksinti veren habis hayvanlardır. Necis şeylerle beslenen hayvanların etini yemek Hanefilerin dışındaki müçtehidlere göre
tenzihen mekruhtur.1332
Hanefilere göre ise tahrimen mekruhtur. Ancak deve kırk, sığır otuz, koyun on ve tavuk, hindi ve kaz gibi hayvanlar da üç gün temiz
yiyecekle beslendikten sonra helâl olabilir.
Bitkinin Hükmü
Bitkiye gelince, vücuda veya akla zararlı olan herşey cinsine ve tesirine göre ya haram ya da mekruh olur. Meselâ uyuşturucunun her
nevi, zaruret olmaksızın kullanılması haramdır. Taş, toprak, cam parçası, kokmuş yiyecek ve midenin kabul etmediği şeylerin yenilmesi ve
içilmesi mekruhtur.
Zaruret halinde normal da helâl olmayan şeylerin yenilmesi, içilmesi ve ilaç olarak kullanılması helâl olur. Haramların umum haline
geldiği bir dönemde şiddetle ihtiyaç duyulan yiyecek ve içecek olarak herşey mubah sayılır. Çok şiddetli ihtiyaç duyulduğu günlerde insan
eti dahi helâl olur.
“Umumu belva” dediğimiz geneli haram olan, devletin halka verdiği maaş, yardım ve benzeri ianeler İmam Gazalî’nin aksine İmam
Nevevî’ye ve mezhebin meşhur görüşüne göre haram olmayıp ancak tenzihen mekruh sayılır.1333
Şâfiîlerle Hanefilere göre karnındaki çocuğun çıkartılması için ölmüş kadının karnının yarılması caizdir. Keza kefalet eden bir kimsenin
bulunmadığı ve terekesi olmayan ölmüş olan bir kimsenin karnında bulunan değerli bir mal için karnının yarılması caiz görülmüştür.1334
Cumhura göre değeri yüksek bir mal için hayatta olan bir kimsenin karnı yarılarak çıkartılması ise gelişen tıp tekniğine dayanarak ve
ölüye kıyasla sözkonusu şahsın hayati tehlikesi sözkonusu olmaksızın cevazına hüküm verilebilir.
Keza tıbbi veya hukuki meselelerde delil elde etmek için ölü üzerinde birtakım cerrahi mudaheleye zarurete binaen ihtiyaç halinde cevaz
verilebilir.1335
SİGARA
Bağımlılık yapan alkol ve uyuşturucunun yanısıra sigara, insan vücudunda bağımlılık meydana getirmekte, bırakılması giderek güçleşen
bir alışkanlık halini almaktadır. Ağız, boğaz ve üst solunum yollarında tahribata, mide ve kalp hastalıklarına, damarlarda, sinirlerde
foksiyonel bozukluklara yol açmakta olan sigaranın kanserle de yakın bağlantısının olduğu iddiası giderek kuvvet kazanmaktadır.
Sigara içmenin meydana getirdiği ağız, beden ve çevre kirliliği, diğer şahıslara verdiği eziyet de çok ciddi boyuttadır. Örnek kabilinden
sayılabilecek bu zararlar, haliyle sigara içmenin dinî hükmünü araştırmayı da gerekli kılmaktadır.
Sigara fıkıh tarihi içinde yeni bir mesele olduğundan ilk devir müçtehidlerinin konuyla alakalı görüşünün bulunmayacağı açıktır.
Günümüz İslâm bilginlerinin genel eğilimini değerlendirmek gerekirse şunlar söylenebilir. Herşeyden önce, sigara içme hakkında şer’î
hükümler, belli ilkelere dayalıdır ve birtakım gayelere yöneliktir.
1330
Mâlik, Ahmed.
el-Mecmu, 9/29, Durru’l-Muhtar, 4/214.
1332
Muğni’l-Muhtac, 4/304.
1333
Muğni’l-Muhtac, 4/305.
1334
Durru’l-Muhtar, 3/246, Zuheyli, 3/517, 518.
1331
1335
Zuheyli, 3/518.
156
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Naslar her mesele hakında genel ve kapsamlıdır. Bu itibarla sigara hakkındaki hükümleri üç boyutta ele alabiliriz.
a) Zarar: Sigaranın sağlığa zararsız olduğunu söylemek, artık bugün ilmen ve tıbben imkânsızdır. Bu meyanda Allah Teâlâ ِ ‫َواَ ْنفِقوا فى َسبي‬
1336
buyurmuştur.
َ‫هللا ي ِحبُّ ْالمحْ سِنين‬
ِ ّ “Kendinizi, elinizle tehlikeye atmayın.”
َ ّ َّ‫هللا َو َالت ْلقوا بِاَيْديك ْم اِلَى التَّهْل َك ِة َواَحْ ِسنوا اِن‬
Hz. Peygamber de: “Ne doğrudan zarar verme ne de zarara zararla karşılık verme vardır.” buyurmuştur.1337 “İnsanın bedenine zararlı
1338
olan herşey haramdır.”
Sigaranın zararlarının içene dokunduğu kadar çevreye dokunması da kaçınılmazdır. Cami, okul, kahvehane, toplu taşıt araçları gibi
yerlerde içilmese dahi kokusu büyük ölçüde hissedilmektedir. İçmeyeni haksız yere rahatsız etmektedir.
Annesinin rahmindeki bir cenin dahi sigara içen ana-babadan olumsuz etkilenmektedir.
b) İsraf: İsraf malı boş yere harcamaktır. Allah Teâlâ; َ‫ْرفين‬
ِ ‫ْرفوا اِنَّه الَ ي ِحبُّ ْالمس‬
ِ ‫“ َيا َبنى ا َى َم خذوا زينَتَك ْم ِع ْن َد ك ِّ َم ْس ِج ٍد َوكلوا َوا ْش َربوا َوالَ تس‬Yiyiniz,
içiniz, fakat israf etmeyiniz.”1339 buyurmuştur. Allah Resûlü de daima mutedil, ölçülü davranmayı emretmiştir.
c) Nafaka Yükümlülüğü: Aile reisi, mahiyetindeki fertlerin nafakalarını karşılamakla yükümlüdür. Böylece yükümlü olduğu
kimselerin nafakalarını aksatacak şekilde sigaraya para vermesi de hem insanî hemde dinî açıdan kabul edilmez bir durumdur.
Bilim adamların yaptıkları tesbitlere göre önümüzdeki 25 yılda 5 milyona yakın insanın sigaraya bağlı hastalıklardan öleceği ve yalınız
Türkiye ekonomisine yaklaşık 1.5 triliyon dolara mal olacağı tahmin edilmektedir. Sigaranın kanser, nefes darlığı, kalp, beyin, akciğer ve
damar hastalıkları gibi 20’den fazla öldürücü ve 50’nin üzerinde sağlığı ciddi manada olumsuz yönde etkili olacağı konunun uzmanları
tarafından belirtilmiştir. Yine yapılan araştırmalara göre 2005 yılında dünya genelinde 5 milyon kişinin hayatını kaybettiğini ve bu sayının
2030 yılına kadar her yılda 10 milyon kişiye yükseleceğinin tahmin edildiği ifade ediliyor.
ZEBH (HAYVAN KESİMİ)
Zebh, lügatta kesmek, koparmak, yaralamak ve hayatını sona erdirmek gibi manalara gelir.1340 Istılahta ise yenilmesini helâl kılmak için
yakalanabilen ve kendisine güç yetirilen hayvanın boğazının ve yemek borusunun kesilmesine denir.1341
Hayvan kesimi ile ilgili hükümler bütün semavî dinlerde vardır. Hayvanların kesimi konusundan, tüm fıkıh kitapları, detaylı bir şekilde
bahsetmektedir. Kesimden gaye, kanın akıtılıp boşaltılmasıdır ki, bu sağlık açısından son derece önemli bir meseledir. Kanın ete
bulaşmaması konusunda, kesim usûlünde mezheplerin farklı görüşleri vardır.
Meselâ: Şâfiîlerle bazı mezhep imamlarına göre kesilen hayvanın gırtlak (boğaz çıkıntısı)’nın kafayla birlikte ayrılması şarttır.1342
Hanefî mezhebinde ise böyle bir şartın olmadığını görüyoruz.1343
Eti helâl olan hayvanlardan balık ve çekirge dışında kalan diğer hayvanlar ancak kesimle helâl olur. Bunun delili ise Maide 3. âyet ile
İbni Ömer’in rivâyet ettiği şu hadistir. “Bize iki ölü ile iki kan helâl kılındı, onlar balık ile çekirge ve karaciğer ile dalaktır.”1344
Kesim Şartları
Hayvanı kesen kimsenin:
a) Akıl ve temyiz gücüne sahip olması.
b) Müslüman veya ehli kitap olması.
c) İhramda olmaması.
d) Kesimi kast etmesi şarttır.
Kestiği ittifakla helâl olan kimseler. Müslüman, akıllı ve mümeyyiz olandır.
Kestiği ittifakla kabul olmayıp haram olanlar. Mecusi, ateist, putperest, müşrik, mürted ve zındıklar gibi kitap ehli olmayan kâfirlerdir.
Ehli kitabın tapınak ve bayramları için kestikleri ile Hıristiyanların Mesih, Yahudilerin de Uzeyr adına kestikleri cumhurun ittifakıyla
ْ ‫“ حرِّ َم‬Allah’tan başkası adına boğazlanan size haram kılınmıştır.”1345
haramdır. ‫هللا ِبه‬
ِ ّ ‫زير َو َما ا ِا َّ لِ َغي ِْر‬
ِ ‫ت َعلَيْكم ْال َم ْيتَة َوالدَّم َولَحْ م ْال ِخ ْن‬
Şâfiî mezhebinde Tenuh, Behra’ ve Benu Teğalub gibi Arap olan milletlerin, Tevrat ve İncil’in tahrif ve tebdilinden sonra Yahudilik ve
Hıristiyanlığa giren ehli kitabın kestiği haramdır. Özetle nikâhı helâl olanın kestiği de helâldir.1346
Dış ülkelerde çalışan veya okuyan kimseler ehli kitabın kestiği kesin olmayan et mamulleri hususunda ihtiyatlı davranmaları
bakımından her markette alışveriş yapmamaları tavsiye edilir. Çünkü günümüzde ateist, Budist, Kominist, Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman
kimlikli kimseler birbirilerine karışmış ve ayırmak güçleşmiştir. Bu yerlerdeki et ve et mamulleri özellikle Şâfiîlerle Caferilere göre helâl
değildir.
Herhangi bir milletin Allah’ı inkâr etmediği sürece besmele çekerek kestikleri yenir. Çünkü Hz Âişe (r.a.) şöyle der: “Ben Allah
Rasûlü’ne şöyle sordum: Bize bazı kabilelerden et getiriliyor. Üzerine Allah’ın adının anılıp anılmadığını ve hangi millet tarafından
kesildiğini bilmiyoruz.” Allah Rasûlü (s.a.v.) de: “Besmele çekin ve yiyin” buyurdular.
Ehl-i Beyt imamlarına göre kitap ehlinin kestikleri helâl değildir. Çünkü onlar keserken ilâh dedikleri Mesih’in babası ve Uzeyr’in
babasını kast ederek keserler.
Kadının kestiği ile mümeyyiz çocuğun kestiği ittifakla helâldir. Çünkü Ka’b b. Mâlik’in cariyesinin kesmiş olduğu bir koyunun hükmü
Allah Rasûlü’ne sorulmuş: “Onu yiyin” buyurmuştur.1347
Hayız, nifas ve cünüplük hayvan kesme ehliyetine engel değildir. Ancak erkeğin ve temiz olanın kesmesi daha efdaldır.
Şâfiîlere göre delinin, mümeyyiz olmayan çocuğun, namaz kılmayanın, sarhoşun ve amanın kestiğini yemek haram değil, mekruhtur.
Keza sünnet olmayanın kestiği de helâldir. Fakat Şâfiîlerin dışındaki cumhura göre deli ve sarhoşun kestikleri haramdır.
Cumhura göre mükreh, (zorlanan) hırsız ve gasıpların (malı gasp eden) kestikleri helâldir. Delilleri ise kesimde maksadın bulunması ve
mülkiyetin kesim şartlarından olmayışıdır.1348
Modern Mezbahalardaki Kesimler
Hayvana eziyet vermeden tek gaye hayvanın direncini azaltmak amacıyla birtakım alet ve metotları kullanmakta bir beis yoktur. Buna
1336
Bakara 2/195
Ahmed, Muvatta, İbn-i Mâce.
1338
Genel Kural.
1339
A’raf, 7/31.
1340
el-Muncud.
1341
Muğni’l-Muhtac, 4/265.
1342
Muğni’l-Muhtac, 4/270.
1343
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/432.
1344
Buhârî, Müslim, Beyhâkî.
1345
Maide, 5/3.
1346
el-Mecmu, 9/72.
1347
Buhârî, Ahmed, Neylu’l-Evtar, 8/193.
1348
el-Mecmu, 9/74, Bidâyetu’l-Muctehid, 1/438.
1337
157
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------göre kesimden önce öldürücü olmayan birtakım uyuşturma metotlarının kullanılması helâldir. Bu da ancak bunları kullandıkları vakit kesim
esnasında, tabii hayatın varlığı zannı galib ile kabul ediliyorsa, hüküm böyledir.
Keza mekanik kesim de böyledir. Çünkü kesimden gaye kanı akıtmaktır ve kesen ise bıçaktır. Düğmeye basan kişi ile bıçakla kesenin
amaçları o hayvanın kanını akıtmak olduğundan dolayı her ikisi de besmele getirdikten sonra kesilen hayvanın eti helâl olur.
Şâfiîlere göre, bahsi geçen durumdaki hayvan kesildiği takdirde ve onda müstakar bir hayat yani hayatın varlığına delil olan açık bir
hareket veya kanın fışkırması gibi hayatta olduğuna dair bir belirti olduğu takdirde eti yenir. Buna da kesenin kanaatine göre hüküm verilır.
Kesim Şekilleri
a) İhtiyarî (tam kesim).
b) Izdırarî (hükmi kesim) olmak üzere ikiye ayrılır.
Eti yenen ehli hayvanların kesilmesi normal şartlarda, çenesinin altından, yemek ve nefes borusu ile kan taşıyan iki büyük damarın
kesilmesi suretiyle olur. Buna ihtiyari kesim denir.
Herhangi bir şekilde tepesi üstü bir kayalığa düşen veya kaçıp yakalanamayan bir hayvanı ok ile veya kesici bir alet ile yaralamak
suretiyle kesmeye de, ızdırari kesim tabiri kullanılır. İmam Buhârî’nin rivâyet ettiği bir hadiste peygamberimizin döneminde böyle bir kesim
vuku bulmuş ve Efendimiz de tasvip etmiştir.
Kesimin Adap ve Sünnetleri
Şefkatle kıbleye doğru yatırılıp sağ elle kesmek, keskin bıçakla kesmek, kesime besmele ile başlamak, hayvandan can çıkmadan boyun
kemiğini kırmamak gibi birçok adabı vardır. Bir hayvanı keserken diğer hayvanın görmemesine özen göstermek gerekir. Kesim adabı ile
ilgili bilgi, kurban bahsinde daha geniş izah edilmiştir.
Kesilmesi Gereken Organlar
Müçtehidlerin Bu Konudaki Görüşleri Şöyledir:
Şâfiîlere göre hulkumun (nefes borusu) ve yemek borusunun tamamen veya üçte ikisinin kesilmesi gerekir. Çünkü bunların kesilmesiyle
ancak hayat son bulur. Evdacın (iki can damarları) kesilmesi ise sünnettir.1349
Hanefiler ile Mâliklerin bir görüşüne göre hulkumun bir kısmı vücut tarafında diğer bir kısmı da kafa tarafında kaldığı takdirde, bir
sorun kalmaz. Fakat asıl sorun, hulkumun tamamen vücut tarafına geçmesi halinde başlar.
Mâliklerin meşhur görüşlerine göre hulkumun (nefes borusu) ve iki can damarın tamamen kesilmesi gerekir. Onlara göre yemek
borusunun kesilmesi şart değildir. Dayandıkları delil ise Rafi ile Ebû Ümame’nin nakl ettikleri şu hadislerdir. Birincisi: “Kanı akıtılan ve
üzerine Allah’ın adı anılan hayvanlardan yiyin.”1350 Sıhhatı üzerine ittifak edilmiştir.1351 İkinci hadis şöyledir: “Evdacı kesilmemiş hayvanın
eti helâl olmaz.”1352
Birinci hadiste sadece kan akıtmakla hayatına son vermek demektir. İkinci hadis de ise iki evdacın kesilmesi ile hayvanın hayatına son
vermek demektir. Bu da hulkumun kesilmesi ile mümkün olabilir. Hanefilere göre ise dört organdan en az üçünün kesilmesi gerekir. Yani
kesen kişi bu dört organdan birini terk edip kesmezse yine helâl olur. Hanefî mezhebinde tayin şart değildir. Yeter ki dört organdan üçü
kesilmiş olsun.
Şâfiîlerin dışındaki cumhura göre hayvanı keserken besmele çekmek şarttır. Kasten besmele terk edilirse kesilen hayvan helâl olmaz.
1353
ّ ‫َر اسْم‬
ٌ ‫هللاِ َعلَ ْي ِه َواِنَّه لَفِ ْس‬
Delilleri ise şu âyettir. ”‫ق‬
ile
ِ ‫“ َوالَ تَاْكلوا ِم َّما لَ ْم ي ْذك‬Üzerine Allah’ın ismi anılmayanlardan yemeyin, çünkü o bir fısktır.”
Buhârî ve diğer muhaddislerin rivâyet ettikleri hadistir.
Şâfiîlere göre hayvanı keserken besmele çekmek sünnettir. Dayandıkları delil ise şu âyet; ” َ‫هللا َعلَ ْي ِه اِنْ ك ْنت ْم بِايَاتِه مؤْ مِنين‬
ِ ّ ‫فَكلوا ِم َّما ذ ِك َر اسْم‬
“Üzerinde Allah’ın ismi anılanlardan yiyin.”1354 ile şu hadistir: “Üzerine Allah adı anılsın veya anılmasın müslümanın kestiği helâldir.”1355
Bana göre cumhurun göstermiş olduğu deliller daha isabetlidir. Şâfiîlerin gösterdikleri hadis ise mürsel olup senedinde kopukluk vardır.
Yani hadis sahâbe atlanarak tabiinden direk Allah Rasûlü’ne ulaştırılmaktadır.
Kesilen hayvanın gırtlağı gerek yanlışlıkla gerekse kesen Hanefî olduğu için kafa tarafına değil de gövde tarafına geçmiş ise Şâfiîlere
göre murdar sayılır. Fakat birçok konuda izah edildiği gibi, başka bir mezhebi taklid etmek dinen caizdir. Bu durumda Şâfiîlerin yapacakları
şu kolaylık vardır. O da bu konuda Hanefî mezhebini taklid etmektir. Buna da taklidi badel vuku denmez.
Ehli kitabın kestiği hayvanların kesiminin nasıl olduğu belli olmadığı halde bunlar ne Şâfiî ne de Hanefilerdir. Ancak Müslümanlar için
bu etin yenmesi helâldir. Kasaplardan alınan ve lokantalarda yenilen etlerin büyük bir kısmı Hanefilere göre kesilmektedir. Fakat tüm
Şâfiîler için bu eti yemelerinde bir sakınca yoktur. Dolayısıyla Hanefilere göre kesilen hayvan her halukârda Şâfiîler için de helâldir. Gerek
yanlışlıkla kesilsin gerekse kesen Hanefî olup kendi mezhebine göre kessin fark etmez. Keza Şâfiîlerin besmelesiz kestikleri da Hanefiler
için helâldir. İslâm’da mezhep vardır, fakat mezhepçilik yoktur. Taklid caizdir. Fakat mezhep taassubu haramdır.
Şâfiîlere Göre Hayat Üç Çeşittir:
a) Müstemir hayat (sürekli hayat): Bu hayat tabii hayattır ki ancak kesim veya benzeri yollarla bu durumdaki hayvanı helâl kılmak
suretiyle etkileyici olur.
b) Müstakir hayat: Bu hayat canlılığın varlığı ihtimali yüksek olmakla birlikte ihtiyari hareketin bulunduğu hayattır. Bu hayatın en açık
belirtisi, kanın fışkırması ve hareket etmesi gibi emarelerdir.
c) Bitkisel hayat: Bu da kesilirken hareketsiz kalan ve kanı fışkırmayan hayvan ki görmez, işitmez durumunda ki hayvandır. Meselâ
bitkisel durumundaki veya zehirli yiyecek yemiş ve can çekişir noktaya gelmiş bir hayvan mutemet olan görüşe göre murdardır. Ancak
kesenin kanaatine bakılır kesen kişiye hayat emmareleri görünmüş ise ona göre hüküm verilir.1356
Hayvanın, Allah adına kesilmesi gerekir. İster kurban etsin, ister adak etsin ve isterse misafirlere kesilsin niyet Allah rızası olmalıdır.
Bunun içindir ki Allah’ın adını zikretmeden din adamlarının adına, liderlerin şerefine kesilen hayvan murdardır. Hayvanı kesenin kadın veya
erkek olması fark etmez.
AV VE AVCILIK
Arapçası “seyd” av yakalamak demektir.
1349
el-Mecmu, 9/82, Muğni’l-Muhtac, 4/270.
Kutubî Sitte ve Ahmed.
1351
Neylu’l-Evtar, 8/463.
1352
Taberânî.
1353
En’am, 6/121.
1354
En’am, 6/118.
1355
Muvatta, İbn-i Mâce.
1356
Muğni’l-Muhtac, 4/271, el-Muğni, 8/583.
1350
158
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Mekke ve Medine Hareminin dışında ve ihramda olanların dışında kalan kimse için av avlamak icma ile meşrudur. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: ”‫ص ْي ِد َواَ ْنت ْم حر ٌم‬
َّ ‫“ َغي َْر م ِحلِّى ال‬İhramdan çıktığınız zaman avlanınız.”1357 ”‫ص ْي َد َواَ ْنت ْم‬
َّ ‫“ يَا اَيُّهَا الَّذينَ ا َمنوا الَ تَ ْقتلوا ال‬Ey imân edenler! İhramlı
olduğunuz takdirde avları öldürmeyiniz.”1358
Mâlikilerin dışındaki cumhura göre av hayvanı yakaladığı avdan bir kısmını yese helâl olmaz. Çünkü o avı kendi için yakalamış olur.
Allah Rasûlü (s.a.v.) Adiy b. Hatem’e “Köpeğini saldığın ve besmele çektiğin takdirde, o da yakaladığını tutup öldürürse, ondan ye. Şâyet
ondan kendisi bir şey yiyecek olursa, o avdan yeme. Çünkü o takdirde kendisi için yakalamış demektir.”1359 buyurmuştur.
Şâfiîlerin dışındaki müçtehidlere gör kesim de olduğu gibi avlamada da besmele şarttır. Şâfiîlere göre gerek avlamada gerekse kesim
esnasında besmele çekmek sünnettir. Delil Allah Rasûlü (s.a.v.)’in şöyle demesidir: “Müslüman besmele çeksin veya çekmesin o her
halukârda Allah adına keser.” Bu hadise, İbni Hibban sahih demiştir.
Şâfiîlerde essah olan görüşe göre amanın avlanması helâl değildir.
Şâfiî ve Hanbelilere göre köpeğin dişlediği yer necistir. Biri toprak olmak üzere yedi su ile yıkanması lazımdır. Yine iki mezhepte de
rast gele değil, belirli bir avı kast etmek gerekir.
Avcılığın Şartları:
Müçtehidlere göre avlanmanın mubah olması için aşağıdaki şartlar gereklidir.
1- Ehliyet: Avcının kesim yapabilecek ehliyette sahip olması. Yani şer’an kesimi kabul edilebilecek kimselerden olması gerekir. Bu
bütün müçtehidlerin ittifak ettikleri bir şarttır. Putperest, mürted, mecusi ve ateistin kestikleri helâl olmadıkları gibi bunların avı da ittifakla
caiz değildir.
2- Avlanmaya niyet etmesi veya fiilen avlayıcı hayvanı avın üzerine salması gerekir. Bu da ittifakla kabul edilmiştir.
3- Şâfiîlerin dışındaki cumhura göre kasten besmeleyi terk etmemesi gerekir. Şâfiîlere göre ise besmele sünnettir.
4- Avlayanın göndermesi ile avın yakalaması arasında herhangi başka bir engelin olmaması gerekir. Yani avcının av hayvanını
gönderirken veya okunu atarken takip edip izlemesi şarttır.
5- Avcının avını görmesi, yerini tesbit etmesi veya tahmin etmesi gerekir.
6- Avcının gözlerinin görmesi şarttır. Yani amanın avı helâl değildir. Bu da Şâfiîlerin essah olan görüşe göredir.
7- Av hayvanının yakaladığı avı yememesi gerekir. Çünkü yakaladığı hayvanı yerse o zaman avcı için değil kendi için yakalamış olur.
8- Gerek avcı gerekse avlayıcı hayvan eğitimli olması gerekir. Yani avlayıcı hayvan, sahibinin emriyle hareket etmesi şarttır.1360
Şâfiîlere göre ateşli silahlarla av yapmak caiz değildir. Çünkü gerek av tüfeği olsun gerekse başka otomatik silahlar olsun yakıcı olup
kesici özeliğine sahip olmadığından dolayı caiz görülmemiştir.1361
CİHAD BAHSİ
Cihadın Tanımı: Cihad; çalışmak, uğraşmak, çaba göstermek ve gayret sarf etmektir. Istılahta ise İslâm’ın yükselmesi, korunması ve
yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret göstermek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Daha açık bir ifade
ile Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedeni, malî ve zihni kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir.
İslâm’da Cihad
İslâm’da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur: ‫ب َعلَيْكم ْالقِتَال َوا َو كرْ هٌ لَك ْم َوعَسى اَنْ تَ ْك َراوا ش َْيًَ ا َوا َو خَ ْي ٌر لَك ْم َوعَسى اَنْ ت ِحبُّوا َش ْيًَ ا‬
َ ِ‫كت‬
ّ ‫“ َوا َو شَرك لَك ْم َو‬Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı.”1362 ‫اهلل َو َال ِب ْاليَوْ ِم ْاال ِخ ِر َو َال‬
َ‫هللا يَ ْعلَم َواَ ْنت ْم َال تَ ْعلَمون‬
ِ ّ ‫قَاتِلوا الَّذينَ َال يؤْ ِمنونَ ِب‬
ّ ‫“ي َحرِّمونَ َما َح َّر َم‬Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle
ِّ ‫هللا َو َرسوله َو َال يَدينونَ ىينَ ْال َح‬
َ‫صا ِغرون‬
َ ‫َاب َحتّى يعْطوا ْال ِج ْزيَةَ َعنْ يَ ٍد َوا ْم‬
َ ‫ق مِنَ الَّذينَ اوتوا ْال ِكت‬
savaşın.”1363
Allah Rasûlü: “Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır.”1364 buyurmuştur.
Fakat bu farz ikiye ayrılır: Farz-ı ayın ve farz-ı kifaye. Müslümanlardan bir kısmı diğer Müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve
haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o zaman cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer Müslümanların üzerinden sorumluluk
kalkar. Şâyet gücü yeten herkesin düşmana karşı koyma gereği varsa, örneğin düşman şehire, mahalleye girip kapıya dayanmışsa o zaman
cihad farz-ı ayın olur. Yani kadın, erkek, büyük, küçük ayrımı yapılmadan herkese cihad farz olur.
Cihadın gayesi, yer yüzünden küfür ve fitneyi kaldırıp yerine İslâm dinini hâkim kılıp ve ilâhî adaleti yerleştirmektir. İslâm’ın gayesi
fazla toprak ele geçirmek değildir. Gaye bütün insanlığa huzur ve refah getirmek için, çarpık beşerî sistemlerin yerine, âlem şumül Rabbanî
sistemi yerleştirmektir. Cihadın İslâm’da önemi büyüktür. Allah Rasûlü’ne hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, “İmân ve Allah
yolunda cihad”1365 buyurdu.
Cihadın hemen imândan sonra gelmiş olması imânın cihadsız varlığını koruyamayacağına işarettir. ‫اهلل َو َرسولِه ث َّم لَ ْم‬
ِ ّ ِ‫اِنَّ َما ْالمؤْ ِمنونَ الَّذينَ ا َمنوا ب‬
َ‫هللا اولئِكَ ام الصَّا ِىقون‬
ِ ّ ِ ‫“يَرْ تَابوا َو َجااَدوا بِاَ ْم َوالِ ِه ْم َواَ ْنف ِس ِه ْم فى َسبي‬Mü’minler, ancak Allah’a ve Resûlün’e imân eden, ondan sonra şüpheye düşmeyen,
Allah uğruna mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır.”1366
Allah Rasûlü (s.a.v): “Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.”1367 buyurmuştur.
Allah Rasûlü: “Ümmetime yöneticisinden çok şiddetli bir bela gelecek o beladan ancak Allah’ın dinini tanıyıp diliyle ve kalbiyle cihad
edenler kurtulacaktır.”1368 buyurmuştur. “Kim ki cihad yapmadan veya cihadı arzulamadan ölürse bir nevi nifak üzere ölmüş olur.”1369
Beşir b. Hasasi’ye anlatıyor: “Ben biat yapmak üzere Allah Rasûlü’ne gittim ve neyin üzerine benden biat alacaksın ya Rasûlullah
dedim, o da elini uzatarak: “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmek, her gün,
vaktinde beş vakit namaz kılmak, farz olan malın zekâtını vermek, senede bir ay oruç tutmak, şartlar mevcut olunca hac yapmak ve Allah
yolunda cihad etmek üzere senden biat alacağım.” buyurdu. Ben, ey Allah’ın Rasûlü hepsine güç yetire bilirim, fakat iki tanesi hariç, ben
zekât ve cihada güç yetiremem, dedim. Allah Rasûlü: “O zaman ne ile cennete gireceksin?” buyurunca ben elini uzat sana biat edeyim ya
1357
Maide, 5/2.
Maide, 5/95.
1359
Buhârî, Müslim, Ahmed.
1360
Bidâyetu’l-Muctehid, 1/443, Muğni’l-Muhtac, 4/275, el-Mecmu, 9/89.
1361
Heytemi, Fetava Kubra, 4/250, Fetava İmam Nevevî, 111.
1362
Bakara, 2/216.
1363
Tevbe, 9/29.
1364
Ebû Dâvûd.
1365
Tecridu’s-Sarih.
1366
Hucurat, 49/15.
1367
Müslim.
1368
Ebû Nuaym.
1369
Müslim, Ebû Dâvûd.
1358
159
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Rasûlullah dedim.”1370
Cihadın Mertebeleri
Cihad konusundaki diğer âyet ve hadisler de göz ününe alındığında, cihadın dört mertebeye ayrıldığını görüyorüz. Bunlar: Nefse,
şeytana, münafıklara ve kâfirlere karşı olan cihaddır.
a) Nefse karşı cihad: Şüphesiz en zor cihad insanın nefsine ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır. Müslüman gerçek cihadı
nefsine karşı verir. Nefsine karşı cihadı başaramayanın, düşmanın karşısında başarı elde etmesi güçtür. Peygamber (s.a.v): “Hakiki mücâhid
nefsine karşı cihad açan kimsedir.” buyurmuştur. Cihadın en faziletli olanı şiddete rağmen hak sözü söylemektir. Allah Rasûlü: “Hakiki
mücâhid Allah’ın rızası için nefsiyle cihad yapan ve gerçek muhâcir ise Allah’ın nehiy ettiği şeylerden hicret edendir.” buyurmuştur. Bu
sebeple nefisle olan cihad düşmana karşı yapılan cihaddan daha ileri ve daha asildir. Münafıklarla olan cihad kâfirlerle yapılan cihaddan
daha zordur. Bundan dolayı münafıklarla olan cihad bu ümmetin havvasına ve enbiyaların varisleri olan âlimlerine hamledilmiştir.
b) Şeytana Karşı Olan Cihad: Bu cihad iki mertebedir:
1) İmâna halel getirmek için Allah’ın kullarına şek, şüphe ve tereddüt ilka etmesidir.
2) Şehvet, kibir, riya, haset ve Allah’ın nehiy ettiği herşeyi insana teklif etmesidir.
Bu günahlara kaymaması için şeytana karşı mücadele ve cihad etmek kulluğun gereğidir.
Cihad ancak hicretle; hicret ve cihad da imânla gerçekleşir. Kişi ancak bu üç değerle Allah’ın rahmetine ulaşabilir. Allah Teâlâ: ‫اَلَّذينَ ا َمنوا‬
ّ ِ ‫َاجروا َو َجااَدوا فى َسبي‬
َ‫هللا َواولئِكَ ام ْالفَائِزون‬
َ ‫“ َوا‬İmân edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla
ِ ّ ‫هللاِ بِاَ ْم َوالِ ِه ْم َواَ ْنف ِس ِه ْم اَ ْعظَم َى َر َجةً ِع ْن َد‬
cihad edenler rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler, kurtuluşa erenlerde işte onlardır.”1371 buyurmuştur.
c) Kâfir ve Münafıklara Karşı Olan Cihad: Bu da dört kısımdır.
1- İlim ile cihad
2- Dil ile cihad
3- Mal ile cihad
4- Siyasi cihad
a) İlim ile Yapılan Cihad: Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Hakka ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması,
ondan uzaklaşması gerekir. Kul, ilim ile bid’at, hurafe ve büyücülükten kendini ve toplumu kurtarabilir. Bilginin ortaya koyduğu, delillerin,
gönüller üzerinde icra ettiği tesiri, silah gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: َ‫اىْع اِلى َسبي ِ َربِّك‬
َ‫ض َّ َعنْ َسبيلِه َوا َو اَ ْعلَم بِ ْالم ْهتَدين‬
َ ْ‫“ بِ ْال ِح ْك َم ِة َو ْال َموْ ِعظَ ِة ْال َح َسنَ ِة َو َجا ِى ْله ْم بِالَّتى ِا َى اَحْ َسن اِنَّ َربَّكَ ا َو اَ ْعلَم بِ َمن‬Ey Muhammed insanları rabbinin yoluna, hikmetle
güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en
iyi bilendir.”1372
Temeli ilim, tebliğ ve davete dayanan İslâmiyette, bu tebliğ failiyetinin adı “ilim ile cihaddır.” Buna Kur’ân ile cihadda denir. Allah
Teâlâ: ‫“ فَالَ ت ِطعِ ْالكَافِرينَ َو َجا ِادْا ْم بِه ِجهَاىًا َكبيرً ا‬O halde, kâfirlere boyun eğme ve bununla (Kur’ân ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir
savaş ver!”1373 buyurmuştur.
Allah Rasûlü: “En büyük cihad zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemektir.”1374 İlimle yapılan cihadın önemli
boyutu ilim öğretmek ve bu yolda talebe yetiştirip İslâm’a eleman kazandırmaktır.
b) Dil ile Yapılan Cihad: Dil ile cihad içerisinde ele alınacak olan ilk unsur, İslâm’ı tebliğ etmek, bildirmek ve anlatmaktır. Kâfirlere,
ّ ‫ك َواِنْ لَ ْم تَ ْف َع ْ فَ َما بَلَّ ْغتَ ِر َسالَتَه َو‬
münafıklara ve fasıklara karşı tüm hüccetleri ortaya koymaktır. Allah Teâlâ: َ‫ْصمك‬
َ ِّ‫يَا اَيُّهَا الرَّسول بَلِّ ْغ َما ا ْن ِز َل اِلَيْكَ ِمنْ َرب‬
ِ ‫هللا يَع‬
َّ‫“ مِنَ الن‬Ey Nebî! Rabbinden sana indirileni tebliğ et bildir. Şâyet yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış
َ‫هللا َال يَ ْه ِد ْالقَوْ َم ْالكَافِرين‬
َ ّ َّ‫اس اِن‬
ِ
olursun.”1375
Allah Rasûlü: “Benden, velev ki bir tek âyet olsun tebliğ edin.” buyurmuştur.
Dil ile cihad metodu içerisinde bir yöntem de vaaz, nasıhhat ve hatırlatmadır. Bu konuda İmam Gazalî (r.a.): “Vaaz yoluyla sakındırma,
ögüt verme, Allah ile korkutma gibi noktalar ancak emre yönelenler içindir.” diyor.
Dil ile Cihad Şu Mertebelerle de Yapılabilir
1- Tebliğ etmek (doğruya davet etmek), delilleri ortaya koymak ve gerçekleri açıklamak.
2- Vaaz, hatırlatmak, uyarmak, yumuşaklık ve şevkatle, dikkati çekilerek, Allah’tan korkmayı sağlamaktır.
3- Gerektiğinde azarlamak, Allah’ın azabıyla tehdit etmek ve gerekirse İslâm’a uygun müeyyide uygulamak ve mesafeli davranmaktır.
Allah Rasûlü şöyle buyuruyor: “İsrailoğulları masiyetlere dalınca, âlimleri kendilerini sakındırdılar, uyardılar, fakat onlar vazgeçmediler.
Buna rağmen âlimler, onlarla birlikte oturdular, onlarla beraber yediler ve birlikte içtiler. Böylece Allah (c.c.) bazılarının kalplerini
bazılarınınkine vurdu yani âlimleri de onların saflarına kattı ve onları Hz. Dâvûd’un diliyle lanetledi.1376 Ebû Saîd el-Hudri’den şöyle rivâyet
ediliyor. Allah Rasûlü: “Sizden kim bir münker görürse, hemen eliyle onu değiştirsin, şâyet güç yetiremezse, diliyle mani olsun, bunada güç
yetiremezse kalbiyle buğuz etsin. Bu ise imânın en zayıf derecesidir”1377 buyurmuştur
c) Mal ile Yapılan Cihad: Mal ile cihad, Allah Teâlâ’nın insana ihsan etmiş olduğu mal ve servetin yine Allah (c.c.) yolunda
harcanması demektir. Bilindiği gibi dünyada, özellikle bu asırda, dünya ve ahiretle ilgili herşeyin paraya, servete ve maddi güce bağlandığını
görmekteyiz. Hakkın korunması ve zafere ulaşması da paraya bağlıdır. Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür. Müslümanların, İslâm’ın
ve İslâmî değerlerin yücelmesi, Müslümanların şeref, haysiyet ve iffetinin korunması ancak malî cihad ile gerçekleşir. Allah Teâlâ: َ‫اِنَّ الَّذين‬
‫ْض‬
َ ‫اووْ ا َون‬
َ ‫“ا َمنوا َوا‬İmân edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla,
ِ ّ ِ ‫َاجروا َو َجااَدوا بِاَ ْم َوالِ ِه ْم َواَ ْنف ِس ِه ْم فى َسبي‬
َ َ‫هللا َوالَّذين‬
ٍ ‫َصروا اولئِكَ بَعْله ْم اَوْ لِيَاء بَع‬
ّ َ ‫ل‬
canlarıyla cihad eden, (mücahidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin velisidir.”1378 buyurur. ‫هللا ْالم َجااِدينَ ِباَ ْم َوالِ ِه ْم َواَ ْنف ِس ِه ْم‬
َّ َ‫ف‬
ً‫“ َعلَى ْالقَاعِدينَ َى َر َجة‬Allah, mallarıyla canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır.”1379
Kutubî Sitte’de rivâyet edilen bir hadisi şerifte Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim, Allah yolunda bir gaziyi donatırsa, o kimse
de gaza etmiş gibidir. Kim de savaşa katılan gazinin geride kalanlarının ihtiyacını giderirse, o da gaza etmiş gibidir.” Ebû Saîd demiştir ki:
Allah Resûlü’ne bir kişi yularlı dişi bir deve getirdi ve bu Allah yolunda sadakadır.” buyurdu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) dediler ki:
“Bundan dolayı kıyamet gününde hepsi de yularlı olmak üzere yedi yüz deve verilecektir.”
d) Siyasi Cihad: Gerek hükümetler, gerek sivil toplum örgütleri ve gerekse fertler olsun, bahsi geçen diğer cihad mertebeleriyle beraber
siyasi cihad da bunlar için gerekli görünmektedir. Hz. Ali (r.a.): “Siyaseti güzel olanın riyaseti devam eder” buyurmuştur. İslâm’da siyaset
1370
Ahmed, Taberânî.
Tevbe, 10/20.
1372
Nahl, 16/125.
1373
Furkan, 25/52.
1374
İbn-i Mâce.
1375
Maide, 5/67.
1376
İbn-i Mâce, Tirmizî, Ebû Dâvûd.
1377
Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce.
1378
Enfal, 8/72.
1379
Nisâ, 4/95-96.
1371
160
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------vardır ve siyaset yönetme sanatıdır, idarecilerin bir enerjisidir.
Peygamberimiz (s.a.v)’in Hudeybiye antlaşması denen muahedede Mekke müşriklerinin ileri sürdükleri zâhiren kabul edilemez olan
şartların bazı maddelerine evet demesi siyasî cihadın tipik bir örneğidir.
Allah, şeriatının zafere ulaşması için yolunda her çeşit cihadı farz kılmıştır. Ta ki tüm dünyada Allah’ın dini hâkim kılınsın. Küfrün
yerine hidâyet, zülmün yerine adalet, cahaletin yerine ilim, bid’atın yerine sünnet, ahlâksızlığın yerine İslâmî ahlâk, fuhşiyatın yerine iffet,
ihanetin yerine emniyet, milliyeçiliğin yerine ümmetçilik, köleliğin yerine hüriyet, hulasa vahşetin yerine insaniyeti hâkim kılmanın adı
cihaddır.
Yönetimler Üç Türlüdür
a) Adaletli İslâm yönetimi: Müslümanların böyle bir yönetime karşı görev ve tutumları itaat etmek, gereken nasıhhati yapmak, onu
korumak ve kendilerine karşı samimi olmaktır.
b) Adil olmayan İslâm yönetimi: Bu yönetime karşı Müslümanların görevi, kendilerine nasihat etmek ve onları doğruya yöneltmektir.
Allah Rasûlü: “Gerçekten cihadın en büyüğü zalim sultan yanında adil sözü söylemektir ta ki onları hakka yöneltip doğrultasınız.”1380 diye
buyurmuştur.
c) Gayri İslâmî yönetimi: Böyle bir yönetime karşı da Müslümanların yapacakları iş ve sorumluluk ona karşı gerekeni yapmak, onu
değiştirmek ve böyle bir yönetimin varlığına son vermektir.
Rabbimiz şöyle buyuruyor: )‫ور‬
ِ ّ ِ ‫َر َو‬
ِ ‫“ اَلَّذينَ اِنْ َم َّكنَّاا ْم فِى ْاالَرْ ضِ اَقَاموا الصَّلوةَ َواتَوا ال َّزكوةَ َواَ َمروا بِ ْال َمعْر‬Onlar (o mü’minler)
ِ ‫هلل عَاقِبَة ْاالم‬
ِ ‫وف َونَهَوْ ا ع َِن ْالم ْنك‬
ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehiy ederler. İşlerin sonu
Allah’a varır.”1381
ْ ‫هللا َوأَ ِطيع‬
ْ ‫اآلخ ِر َذلِكَ خَ ْي ٌر َوأَحْ َسن تَأْ ِويالً َيا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمن‬
Allah (c.c.) ‫ول َوأوْ لِي األَ ْم ِر ِمنك ْم فَإِن تَنَازَ عْت ْم ِفي ش َْي ٍء‬
َ ‫وا الرَّس‬
ِ ‫اهلل َو ْاليَوْ ِم‬
ِ ّ ‫ول إِن تؤمينون تؤْ ِمنونَ ِب‬
َ ّ ْ‫وا أَ ِطيعوا‬
ِ ‫َوالرَّس‬
ّ ‫فَرىُّوه إِلَى‬
‫هللاِ كنتم‬
“Ey mü’minler, Allah'a itaat ediniz; Peygambere ve sizden olan devlet yetkililerine de itaat ediniz. Eğer gerçekten Allah’a ve ahiret
gününe inanmışsanız herhangi bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüzde o meselenin çözümünü Allah’a ve Peygamber’e havale ediniz.
Bu sizin hesabınıza en hayırlı ve en iyi akıbet vaad eden bir tutumdur.”1382 buyurur. İbn Abbas başta olmak üzere birçok sahâbe, tabiin ve
müfessirlere göre “ulu’l-emir” ulemadır.
Yine Allah Resûlü başka bir hadisi şerifte de şöyle buyurmuştur: “Din nasıhhattır. Ya Rasûlullah kim için diye soruldu? Buyurdular ki,
Allah için, Rasûlu için, Müslümanların imamları için ve hepsi için.”1383
Allah Resûlü: “Kim itaatten çıkar, cemaatin birliğini bozarsa, ölünce, cahiliye ölümüyle ölmüş olur.”1384 Allah Resûlü (s.a.v.): “Üç
kimse var ki, Allah, kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları tezkiye etmez (günahtan temizlemez) ve onlar için acıklı bir
azap vardır. Umuma ait olan suyu gasp edip parayla halka satanlar, yeminle malını satanlar ve bir adam ki, sadece dünyalığı gaye edinip bir
imama biat eder, -günümüzdeki partilere bu amaçla oy vermek gibi- dünyalıktan istediğini alırsa vefakar olur alamadığında ise vefasızlık
yapar.” 1385 buyurmuştur.
Allah’ın gönderdiği kanunlar ve hükümler yerine kendi kanunlarını ve yaşama biçimlerini çeşitli yollarla İslâm ülkelerine yerleştiren
İslâm dışı güçler, hâkimiyetlerini sürdürmek için gece gündüz çalışmaktadırlar. İslâm dışı ideolojilerini Müslüman evlatlarının kafasına
yerleştirmek için bin bir çeşit hile ve oyun kullanmaktadırlar. Biz Müslümanlar eğer gelecek nesillerin beynine İslâmî düşünceleri
yerleştirebilirsek o zaman istikbal İslâm’ın olacaktır. Bu yolda yapılacak sistemli ve şuurlu çalışmalar bugün için en büyük bir cihaddır.
Günümüzde, İslâm beldelerinin hemen hemen hepsi müstemleke konumuna düşmektedirler. Görünüşte bağımsız olmalarına rağmen
müstemlekeci kâfirlerin kültür, eğitim, ahlâk, ekonomik ve hukuk sömürüleri ve baskılarının esiri olarak yaşamaktadırlar.
İslâmî her yönüyle hayata hâkim kılmanın tek aracı bilgi, şuur, azim, ketumiyet ve sabırla mücehhez nesiller yetiştirip çoğaltmak, İslâm
cemaatlerinin yapması gereken en büyük cihaddir. Müslümanlar, saydığımız bu üç hükümetten birisinin gölgesinde yaşamaktadır. Buna göre
Müslüman nasıl bir hükümet ortamında yaşıyorsa ona göre siyasi bir cihad yürütmek mecburiyetindedir. İşte size cihad nevilerini ve
şekillerini sunduk. Hükümetlerin değişik şekilde varlıklarını belirttik artık, Müslüman hangi hükümetin gölgesinde yaşıyorsa, ona göre bir
cihad yürütmek zorundadır.
BEŞİNCİ BÖLÜM
MUAMELAT
Muamelatla İlgili Ön Bilgi
ّ َّ ‫االبَيْع ِم ْث الرِّبوا َواَ َح‬
ْ ‫ك بِاَنَّه ْم قَالوا اِنَّ َم‬
َّ ‫اَلَّذينَ يَاْكلونَ الرِّبوا َال يَقومونَ اِ َّال َك َما يَقوم الَّذ يَتَخَ بَّطه ال‬
‫هللا ْالبَ ْي َع َو َح َّر َم الرِّبوا فَ َمنْ َجا َءه َموْ ِعظَةٌ ِمنْ َربِّه فَا ْنتَهى فَلَه َما‬
َ ِ‫ش ْيطَان مِنَ ْال َم ِّ ذل‬
ّ
َّ
َ
َ
َ
َ
َ
ْ‫ن‬
ْ‫ص‬
‫ن‬
‫ال‬
‫اب‬
‫ح‬
‫ا‬
‫ئ‬
‫ول‬
‫ا‬
‫ف‬
‫ى‬
‫َا‬
‫ع‬
‫م‬
‫و‬
‫هللا‬
‫ى‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ه‬
‫ر‬
‫م‬
‫ا‬
‫و‬
‫ل‬
‫س‬
“Faiz
yiyenler
şeytan
tarafından
çarpılmış
kimseler gibi ayağa kalkarlar. Bu onların
َ‫ار ا ْم فيهَا خَالِدون‬
َ‫ِك‬
َ
َ‫ف‬
َ
َ
ِ
ِ
ْ
َ
َ
َ
ِ
‘alışveriş de faiz gibidir’demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helâl, faizi ise haram kılmıştır. Kim kendisine rabbinden bir öğüt
gelir-gelmez faiz yemeye son verirse geçmişte aldığı faizler kendisinden geri alınmaz. Onun işi Allah’a kalmıştır. Fakat kimler tekrar
faizciliğe dönerlerse onlar, orada ebedî olarak kalmak üzere cehennemliktirler.”1386
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz ipini alıp dağa çıkıp sırtında bir demet odun getirip satarak şerefini koruması,
ona versinler veya vermesinler, dilenmesinden daha hayırlıdır.”1387 Mükellef olan bir Müslümanın Allah Teâlâ’ın ilgili konuda helâl ve
haram kıldığı hususları bilmeden o işe girişmemesi gerekir. Zira dinimiz alışverişi ve bu konu ile ilgili muameleler için helâl ve haram
sınırını tayin etmiştir. Kendisince şüpheli görülen herhangi bir şeyin durumu güvenilir bir yetkiliye sorulmadıkça o işe girişilmemelidir.
Edilen rivâyete göre, Hz. Ömer’in hilafeti döneminde alışveriş eğitimi almamış kimselerin, pazarlarda alışveriş yapmalarını yasaklamış
olması örnek bir icraattır. Allah (c.c.) madde için temel sayılan, çalışma, sanat ve ticaret gibi şeyleri emretmiştir. Cenab-ı Hakk, َ ‫ا َو الَّذ َج َع‬
ً ‫ض َذل‬
‫وال فَا ْمشوا فى َمنَا ِك ِبهَا َوكلوا ِمنْ ِر ْزقِه َواِلَ ْيهِ النُّشور‬
َ ْ‫“ لَكم ْاالَر‬Yeryüzünü size boyun eğdiren (ondan yararlanmanız için size itaat ettiren)
Allah’dır.”1388 buyurmuştur.
Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’dan rivâyet edilen bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Rızık sağlamak gayesiyle
çalışmak her Müslüman üzerine farzdır.”1389 Buna göre Müslümanlar helâl ve haramlara dikkat ederek kendilerinin ve aile fertlerinin rızkını
sağlamak zorundadırlar. Ancak bu rızkı elde etmek için çalışırken kul mutlaka Allah’ın rızası ve onun koyduğu hudutları gözetmelidir. Hz.
1380
Müslim, Nesâî.
Hac, 22/41.
1382
Nisâ, 4/59.
1383
Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce.
1384
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî.
1385
Müslim.
1386
Bakara, 2/275.
1387
Buhârî.
1388
Mülk, 67/15.
1389
Kutubî Sitte, Ahmed.
1381
161
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Ebû Bekir (r.a.)’ın, “haram ile beslenen bir vücuda ancak cehennem ateşi yakışır” sözü Müslümanın rızık temini ve alışveriş anlayışını en
güzel bir şekilde belirtmektedir. Ashabın helâl alışveriş yapmak ve haramdan uzak durmak için şüpheli olan hususları bile terk ettiklerini
biliyoruz.
Ticaretle uğraşan bir Müslümanın, İslâm’ın alışverişe dair koyduğu bütün hüküm ve kuralları ana hatlarıyla bilmesi gerekir. İslâm
fıkhına göre bir Müslüman’ın, kendisinin ve ailesinin nafakasını sağlamaya, varsa borçlarını ödemeye yetecek kadar para kazanması farzdır.
Buna göre İslâm, çalışıp kazanabilme gücüne sahip olan bir kimsenin dilenmesini yasaklamıştır. Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a yemin ederim ki sizden birinizin, ipini alıp da, dağdan bir bağ odun taşıyıp getirmesi ve bu odunu satıp onunla ailesinin ve
kendisinin geçimini sağlaması, başka birinden istemesinden çok hayırlıdır. Kim bilir yardım istediğiniz kimse, ya verir; minnetine girersiniz
yahut vermez; zilletini çekersiniz.”1390
İslâm’da rızık temin etmenin en faziletli yolu cihaddan (ganimet) sonra ticarettir. Sonra ziraat ve sonra da sanat gelir. Allah Resûlü
“Güvenilir, doğru ve Müslüman tacir, kıyamet günü şehitlerle beraberdir.”1391 diye buyurur. Allah Resûlü (s.a.v): “Kişinin eliyle yaptığı
çalışmada en mubah olan alışveriştir.”1392 buyurmuştur. Yine Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır: “İki kısım insan vardır ki onlara gıpta edilir.
1) Helâlinden mal kazanıp ve kazandığı malın mahkumu değil de hâkimi olan.
2) Allah için ilim ve hikmet tahsil edip ve elde ettiği ilim ve hikmeti yine Allah için sarf edendir.1393
Büyük sahâbe Abdurrahman b. Avf (r.a.) bir tacirde, dört haslet olmalıdır der:
a) Sıdk: Ticaretle meşgul olan bir kimse sadık, doğru ve dürüst olmalı ki, çevreye ve pazardakilere iyi örnek olabilsin.
b) Ehliyet: Ticaretle meşgul olan kimseler gereken alışveriş eğitimini, terbiye ve talimini almalı ki yapacağı alım-satımlarda İslâmî
kuralları yaşayarak pazardaki esnafa iyi örnek olabilsin.
Bir rivâyete göre Hz. Ömer (r.a.) hilafeti döneminde ehliyeti olmayana pazarda alışveriş yapma yasağı uygulamıştı.
c) Kabiliyet: Ticaretle meşgul olan kimseler gereken liyakatte, şartlara uygun olarak çarşı pazarda, bir Müslümana yakışır bir tarzla
alışverişin nasıl yapılacağını çevreye göstermelidir.
d) Müsamaha: Ticaretle meşgul olan kimselere sabır, uyum, müsamaha, alan-satan idareci olmalı ki tacir Müslümanlara güven, rağbet
ve teslimiyet gösterilsin. Câbir b. Abdillah Allah Rasûlü’nün şöyle dediğini nakl eder: “Allah, satarken, alırken ve hüküm verirken
müsamahalı davranan kimseleri rahmet etsin.”1394 İmam Muhammed, hakiki zahit çarşı ve pazarda belli olur diyerek çarşı ve pazarlarda
yapılan alışverişin önemine dikkatimizi çekmek ister.
BEY’ AKTİ
ّ َّ ‫“ َواَ َح‬Allah
Bey’in tarifi: Bey’ temlik olmak üzere mal karşılığında mal vermektir.1395 Bey’de asıl olan mubahlıktır. ‫هللا ْالبَ ْي َع َو َح َّر َم الرِّبوا‬
alışverişi helâl faizi de haram kılmıştır.”1396
Numan b. Beşir’den gelen bir rivâyette Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki helâl bellidir ve muhakkak haram da
bellidir. Fakat aralarında birçok insanın bilmediği şüpheli şeyler vardır. Kim ki şüpheli şeylerden sakınırsa hem dinini hem de namusunu
korumuş olur. Kim ki şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş demektir. Bir koruğun etrafında hayvanlarını otlatan çoban gibi nerdeyse
koruğun içine girecek. Dikkat edin her melikin bir koruğu vardır. Allah’ın koruğu da haramlardır. Dikkat edin cesette bir et parçası vardır
eğer o ıslah olursa cesedin tamamı ıslah olmuş olur. Şâyet o ifsad olursa cesedin tümü ifsad olmuş olur. Dikkat edin o da kalptır.”1397
Alışverişler Üç Çeşittir:
1) Görülen malın alışverişi. Bu caizdir.
2) Görülmeyip nitelikleri belirtilen zimmetteki malın alım satımı. Bu da caizdir.
3) Görünmeyip nitelikleri de belirtilmeyen mallar. Bu tür alım-satım caiz değildir.
Necis olan ve kendisinden faydalanılmayan hiçbir maddenin alışverişi sahih değildir.
Bey Aktinin (alışverişin) Üç Rüknü Vardır:
1) Alıcı ve satıcı. Yani alışverişte her iki tarafın bulunması şarttır. Bir kişi hem alıcı hem de satıcı olamaz.
2) Üzerine akit yapılan mal. Yani ortada şeriata göre satılması helâl olan eşyanın bulunması gerekir. Bu konu aşağıda izah edilmiştir.
3) Sığa. Yani icab ve kabul demek. Satıcı, şu malı şu fiyatta sana sattım, alıcı da bende o malı o fiyattan alıp kabul ettim demesi gibi.
Şâfiî fukahasının meşhur olan görüşlerine göre icab ve kabul lafızları olmadan yapılan alışveriş sahih olmaz.
Alıcı ve Satıcıda Aranan Şartlar Beştir:
a) Akıl ve baliğ olması. Buna göre deliye ve çocuğa herhangi bir şey satmak veya onlardan satın almak caiz değildir. Çünkü Hz. Âişe ve
Hz. Ali’den gelen rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.) buyurmuştur: “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Baliğ oluncaya kadar çocuktan,
uyanıncaya kadar uyuyandan ve aklı başına gelinceye kadar deliden.”1398 Bundan dolayı çocuğa teslim edilen bir malın telef olması
durumunda çocuk sorumlu değildir. Çocuğun gerek kavli gerekse fiili olsun tüm tasarrufatı batıldır.
b) Malın hacizli olmaması. Herhangi bir nedenle haciz konulmuş bir malı satmak caiz olmadığı gibi yapılan o akitte sahih olmaz.
c) Alıcı ile satıcının, bey’ konusu olan şeyin sahibi veya onun vekili yahut velisi olması. Buna göre kişinin temellük etmediği veya alımsatım yetkisini almadığı bir akti yapması caiz değildir.
d) Kur’ân-ı Kerîm, hadis ve İslâm dinine ait kitapları satın alan kimsenin Müslüman olması. İslâm hukukuna göre art niyetli gayri
müslime Kur’ân-ı Kerîm’i ve dinî kitapları satmak caiz değildir.1399
e) İhtiyar. Yani alıcı ile satıcının kendi istekleriyle alışveriş yapmaları gerekir. Bunun içindir ki bir kimse malını satmak istemediği
halde zor kullanmak suretiyle kendisine alışveriş yaptırılması sahih olmayıp, fasittir. Şâfiîlere göre haksız yere zorlananın riddeti, alışverişi,
nikâhı ve talâkı sahih değil ve geçersizdir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah (c.c.) benim için ümmetimin hataen,
unutarak, tehdit ve baskıyla yapmış olduğu amelinden vaz geçmiştir.” Bu hadisi İbn-i Mâce, Beyhâkî, Darekutni ve İbn Hibban Buhârî’nin
şartı üzerine rivâyet etmiştir. Fakat buna göre mürted ve kâfirin zor ve baskıyla imân etmeleri zâhiren sahihtir ve imânı da geçerlidir. Çünkü
imân etmek herkesin hakkıdır. Hanefî mezhebinde mükrehin (zorlananın) alım satımı sahihtir ancak ihtiyar anındaki icazetine bağlıdır. Yani
1390
Buhârî, Musakat, İbn-i Mâce, Zekât, Ahmed.
Buhârî, Musakat, İbn-i Mâce, Zekât.
1392
Hâkim.
1393
İbn-i Mâce, Ticaret.
1394
Buhârî.
1395
Muğni’l-Muhtac, 2/2.
1396
Bakara, 2/275.
1397
Buhârî, İmân, Müslim, Musakat, Ebû Dâvûd, Bûyu’, Nesâî, Bûyu’, İbn-i Mâce.
1398
Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî, Hâkim.
1399
el-Mecmu, 9/140.
1391
162
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------zorluk anında yapmış olduğu alım satımı serbestlik anındaki kabul veya red etmesine bağlıdır.1400 Darda kalmış ve bir malın satışına veya
alımına mecburi bırakılmış bir kimsenin alım satımı kerahetle sahihtir.
f) Görür olmak. Şâfiî mezhebinde amanın alım, satımı sahih değildir.
Sığanın Altı Şartı Vardır:
1) Satıcı ile alıcının sözleri arasında uzun bir fasılanın bulunmaması.
2) Yabancı bir sözün araya girmemesi. Şâyet satıcı alıcıya bu malı sana şu fiyatla sattım derse alıcıda araya başka konu atar veya uzunca
ara verdikten sonra ben o malı o fiyattan aldım derse bu akit sahih değildir.
3) Her iki sözün birbirine uyması. Meselâ satıcı, bu malı beş liraya sana sattım; alıcı da ben üç liraya aldım şeklinde konuşsalar, akit
sahih olmaz.
4) Hem alıcının hem satıcının akıl baliğ olması. Çocuğun ve delinin herhangi bir alışveriş yapması sahih değildir.
5) Şartlı olmaması. Meselâ satıcı, şâyet buradan göçüp gidersem bunu sana satarım veya sen bana evini satarsan ben de arabamı sana
satarım, şeklinde talik ederek akit yaparlarsa yapılan akit sahih değildir.
6) Muvakkat olmaması. Meselâ satıcı bunu sana bir aylığına sattım deyip akit ederse bu satış sahih değildir.
Muata İle Alışveriş Caiz midir?
Muata veya teati bey’i, icab ve kabul lafzı olmaksızın değeri verip malı almakla yapılan alım-satıma denir. Şâfiî mezhebinde “muata” ile
yapılan alım satım sahih bir akit değildir. Fakat İmam Ebû Hanife ile Şâfiî mezhebine mensup olan İmam Gazalî, İbn Sureyc, Rafii,
Mutevellî, Beğavî ve Ravyanî’ye göre toplumda adet olan ve fiyatları önceden bilindiği için bu tür alış, veriş sahihtir. İmam Mâlik ve bazı
Şâfiî fukahasına göre ise muata akdi gibi insanların rızasına dayanan ve örf olarak bey’ saydıkları herşey bey’dir ve sahihtir.1401 Günümüzde
muata alım-satımının cevazına hüküm edilebilen ve halk arasında cari olan bu alım satım genelde eczane, fırın, tüpçü ve büyük marketler
gibi bazı ticarethanelerde yapılmaktadır. Çünkü bu gibi yerlerde herşeyin fiyatı belli veya etiketli olduğundan pazarlığa veya icab ve kabule
gerek olmadan müşteri arzu ettiğini alır hesabını satıcıya veya kasaya verebilir. Bu hem toplumun örfü ve adeti olarak hem de maslahat
gereği olarak caizdir ve tercih edilir bir husustur.
Telefonla Yapılan Alışverişin Hükmü
Bu konuda Ezher üniveristesi ilim araştırma komisyonu nikâh akdi hariç telefon veya telsizle tarafların iradesini birbirini anlamak ve
ulaştırmak hususunda yapılan icab ve kabul, hazır olanlar arasında yapılacak akdin benzeri kabul edilmiştir. Bu sebeple telefon veya benzeri
iletişim araçlarıyla satım akdi yapmak mümkün ve sahihtir. Şâfiî mezhebinde anlaşılır bir tarzda yazılan mektuplarla yapılan alışveriş de
sahihtir. Keza vasıtasız alıcı ile satıcı arasındaki uzaklarda birbirine bağırarak yaptıkları akitte sahihtir.1402
Fakat komsiyona göre telefonla yapılacak nikâh akdi bundan farklıdır. Çünkü evlenecek kimselerin seslerinin başkası tarafından taklid
edilme ihtimali sözkonusu olunca o zaman bu konuya endişe ile bakılması gerekir. Diğer taraftan İslâm hukukunda şahidlerin huzurunda
yazılacak mektup vasıtasıyla uzakta bulunanların evlenmesine cevaz verilmiştir. Hatta denilebilir ki teknolojinin gelişmesiyle ses
kayıtlarından yola çıkarak evlenme konusunda da her iki tarafta sesleri tanıyan iki adil şahidin huzurunda telefon aracılığıyla nikâh akdi
yapılabilir kanaatı doğar. Çünkü buna benzer bir hükme Heytemi’nin el-Fetava el-Kubra adlı eserinde rastlanmaktadır. Hüküm şöyledir:
“Karanlıkta kıyılacak nikâhın şahitleri nikâhları kıyılacak eşleri görme imkânları olmadığı için onların veya vekillerinin seslerini duymak
kafi gelebilir mi? sorusuna İmam Ravyanî’den naklen şöyle denilmiştir: “Eşlerden başka kimsenin orada bulunmaması şartıyla görmeye
ihtiyaç olmadan sadece işitme yoluyla şahidlikleri geçerlidir.” İmam Evzaî de buna itimad etmiştir.1403
Nikâh akti dışındaki akitlerin Arapçanın dışındaki lisanlarla da yapılması caizdir. Mezhebin imamlarından Mutevellî ve diğer bazı
fukahaya göre nikâh akti teabbudi bir akit olduğundan dolayı Arapçanın dışındaki lügatlarla sahih olmaz. Bu imamlara göre akit içerisinde
en az bir kere Arapça olarak‫“ انكحت و تزوجت‬Enkehtu, tezevvectu” (nihak ettim ve evlendirdim) ve diğer tarafdan da ‫“ قبلت‬kabultu” (kabul
ettim) gibi sözlerin kullanılması gerekir.
Akde Konu Olan Malda Aranan Şartlar
Eşya iki kısma ayrılır. Ya temiz ya da necistir. Temiz olan da iki kısma ayrılır. Ya faydalı ya da faydasızdır. Şâfiî mezhebinde necis ve
faydasız olan malın alım-satımı caiz değildir. Bunun açıklaması sırasıyla şöyledir:
1) Malın temiz veya yıkamakla temiz olmaya kabil olması. Buna göre Şâfiî mezhebinde domuz, köpek, tezek ve içki gibi necisu’l-ayn
(bizzâtihi, kendisi necis) olan şeyleri satmak haram olduğu gibi temizlenme imkânı olmayan sıvı yağ gibi muteneccis şeyleri de satmak
haramdır. Fakat onları hibe veya tasadduk etmek caizdir. Tabaklamakla veya yıkamakla temizlenmesi mümkün olan muteneccis şeylerin
satılması caizdir. Şâfiîlere göre satışı caiz olmayanın telefi halinde kıymeti ödenmez. Delil ise Câbir’in rivâyet ettiği şu hadistir. Allah
Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak Allah içki, meytet, domuz ve heykellerin satışını haram kılmıştır.”1404 İbn Mes’ûd’un rivâyet
ettiği başka bir hadiste de “Allah, köpeğin, zina edenin ve kahinlerin ücretinden nehyi etmiştir.”1405 buyurulur. Şâfiîler hadislerde sayılanların
dışında kalan necisleri de onlara kıyas yaparak satışlarının haramlığına hüküm etmişlerdir.1406 Hanefî mezhebinde kendisinden istifade
edilebilen köpeklerin satışı caizdir. Dayandıkları delil ise Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği şu hadistir. Allah Rasûlü (s.a.v.) av köpeği dışındaki
köpeklerin satışında nehyi etmiştir.”1407 Hanefî mezhebinde buna kıyasla koruma amaçlı bulundurulan diğer köpeklerin satışı da caizdir.
Şâfiî mezhebinde domuz hariç satışı caiz olmayan koruma ve av için köpeğin kapıda tutulup bakılması caiz görülmüştür. Keza satılması caiz
olmayan tezek ve necis yağlar gibi eşyanın, gübre veya yakacak olarak kullanılması yahut aydınlatma amacıyla kulanılması kerahetle
beraber caizdir. Aslan ve maymun gibi hayvanların yavrularının beslenmesi mezhebin meşhur görüşüne göre caizdir.1408
2) Satılan malın kendisinden istifade edilir bir şey olması. Faydası olmayan herhangi bir eşyayı satmak caiz değildir. Örneğin havadaki
kuşlar ve yer haşeratı gibi faydasız olan hiçbir eşyanın alım-satımı sahih değildir.
Faydalı olupta satışı haram olan şey hür bir kimsenin alım satımıdır. Çünkü Ebû Hureyre’nin rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Rabbiniz kıyamet gününde ben üç sınıf insanın hasmıyım. Ben kimin hasmı olursam onunla muhasemet ederim.
Benim adımı kullanarak insanlara gaddarlık eden bir kimse, hür bir kimseyi satıp ücretini yiyen bir kimse ve işçiyi çalıştırıp işini gördüktan
sonra ücretini vermeyen bir kimse.”1409
3) Selem dışında hem satıcının hem de alıcının üzerine akit yapılan şeyin aynısını, miktarını ve vasfını bilmesi şarttır. Buna göre amanın
(kör) alışverişi caiz değildir.
1400
el-Mecmu, 9/151-153.
el-Mecmu, 9/155.
1402
el-Mecmu, 9/158-169.
1403
el-Fetava el-Kubra, 4/96.
1404
Buhar, Bûyu’, Müslim, Musakat, Tirmizî, Bûyu’, Ebû Dâvûd, Bûyu’, Nesâî, Bûyu’.
1405
Buhârî, Müslim.
1406
el-Mecmu, 9/213.
1407
Beyhâkî.
1408
el-Mecmu, 9/221.
1409
Buhârî, Bûyu’, İbn-i Mâce, Rehn, Beyhâkî.
1401
163
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------4) Amme hakkının bulunmaması. Vakfedilen mal, cami, medrese, mezarlık, köprü ve yol gibi şeylerin temellükü caiz olmadığı gibi
satılması da caiz değildir.
5) Bedelin temiz olması. Buna göre bir hayvanın bir köpekle satın alınması caiz değildir.
6) Semenin (paranın) müşterinin tasarrufu altında olması. Buna göre bir kimse gasp ettiği bir şeyle bir malı satın alırsa bu alışveriş
fasittir. Bunun için Müslümanlar dikkat etmelidir ki çalınan herhangi bir eşyayı satın almak veya haram parayla mal satmak haramdır ve bu
akit sahih değildir.
7) Muayyen olması. Bir kimse birisine “şu iki koyundan birisini, şu miktar paraya sana sattım” derse müşteri de kabul ettim” şeklinde
karşılık verse yapılan alışveriş sahih değildir. Çünkü hangi koyunu satın aldığı belli değildir.
8) Miktarının bilinmesi. Meselâ kaç çift, kaç tane, kaç kilo ve kaç metre gibi sayısı ve ölçüsü belli olmadan yapılan alışveriş sahih
değildir.
9) Hangi çeşit olduğunun bilinmesi ve kabız edilmesi. Meselâ yakalanması güc olan kaçan bir hayvanın, gasibin elindeki malın, firar
etmiş bir kölenin, havadaki kuşun ve sudaki balığın satışı caiz değildir.
Şâfiî mezhebinde bir kimse henüz kabz etmediği gerek menkul gerekse gayrimenkul olsun teslim almadan üçüncü bir şahsa satması caiz
değildir. Örneğin bu zamanda birçok tüccar, fabrikadan araba, yem, un vb. eşyaları alır, parasını yatırır ve henüz kabz edip teslim almadan
başkasına devreder. Böyle bir alışverişin batıl olduğunun herkesçe bilinmesi gerekmektedir. Bu nedenle Müslümanca yaşamak isteyen bir
kimse İslâmî kurallar çerçevesinde alışveriş yapmalıdır. Ancak şöyle bir istisna getirilebilir. “Mal sahibi tarafından taşımacıya falanca
fabrikadaki yem veya un yahut kömür gibi nakli güç olan eşyaları satmış olduğu şahsı kast ederek falanca adrese bırak” şeklinde bir talimat
verilirse bu caiz olur. Keza Hanefilere göre arsa ve ev hariç diğer eşyanın satışı teslim almadan başkasına satmak caiz değildir.
10) Hacizli olmaması. Herhangi bir nedenle haciz konulan bir malın yetkilisinin dışında başka bir kimse tarafından satılması sahih
değildir. Bu konu haciz bahsinde izah edilmiştir.
11) Mülkiyette olması. Fakihler satış akdinin sıhhat şartlarını belirlerken akit anında satıma konu olan şeyin mevcut ve satıcının
mülkiyetinde olmasını, bu şartlardan saymışlardır. Hâkim b. Hizam (r.a.) ben Peygamber (s.a.v.)’e sorarak dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü
herhangi birisi gelip yanımda olmayan bir şey kendisine satmamı istiyor. Ben de o malı pazarda onun adına alıp daha sonra ona satıyorum.
Allah Rasûlü (s.a.v.) tasarrufumda olmayan şeyi satmamı yasakladı.1410 Miktarı ve değeri belli olan devletin vatandaşına vereceği
kesinleşmiş bir malı teslim almadan başkasına satmak caizdir.1411
Teslim Alınması Gereken Mal Üç Kısımdır:
a) Akarat (arsa) ve ağaç üzerindeki meyveler: Bunların teslimi tahliye ile gerçekleşir. Yani meyveleri toplamak ve arsayı da boş
bırakmakla teslim almış olur.
b) Adet gereği nakli mümkün olan eşya: Gıda, giyim, inşaat malzemesi, beyaz eşya, odun ve hububat gibi maddelerin teslimi ancak
başka bir yere nakl etmekle olur.
c) Elden ele geçen eşya: Altın, gümüş, diğer paralar ve hacmi küçük olan maddeler gibi eşyanın teslimi ise ancak elden ele vermekle
gerçekleşır.
Alım satımda şahıslar bizzâtihi almaya ve vermeye yetkili oldukları gibi her ikisi de vekil vasıtasıyla bu işlemi yapabilirler.
Amanın Alışverişi Caiz midir?
Şâfiî mezhebinde amanın (görmeyen) alışverişi caiz değildir. Çünkü amanın alışverişi gayip olan bir kimsenin alım satımı gibidir.
Şâfiîlerin dışındaki cumhura göre amanın alışverişi caizdir.1412 Ama birkaç yerde görür kimselere tanınan şer’î haklardan mahrum kalır.
1- Temizlik hususunda kap ve elbisede içtihad yapamaz.
2- Yardımcısı olmadan müezinlik yapamaz.
3- Kiblenin tesbiti için içtihad edemez.
4- Kaid (rehber) olmadan kendisine hacc farz değildir.
5- Hayvan kesmesi tenzihen mekruhtur.
6- Alışveriş, icare, rehn ve hibe gibi muamelatlarda yetkili değildir.
7- Üstdüzeyde yönetici olamaz.
8- Cihad kendisine farz değildir.
9- Kadı olmaz.
10- Körlükten önceki haller hariç şahidliği kabul değildir.
Alışverişte Yeminin Hükmü
Pazarlık esnasında yalan yere yemin etmek caiz olmamakla beraber o, alım-satımda elde edilen kazanç da haram olur. Çünkü bu, basit
bir kazanç için Allah’ın adını istismar ederek müşteriyi kandırmaktır. Allah Rasûlü (s.a.v) “kıyamet günü Allah’ın, yüzlerine bakmayacağı
üç gruptan birinin, malını yeminle satan olduğunu beyan eder.”1413 Başka bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Ticarette
yemin etmekten çok sakının. Çünkü yemin sürümü artırır, fakat bereketi yok eder.”1414
İslâm dini, insanları ahlâka, fazilete ve tüm muamelelerde dürüstlüğe çağırır. Allah Resûlü (s.a.v) dürüst ticaret yapanları şu hadisi ile
övmüştür. “Sözü ve muamelesi doğru tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.”1415
Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur: “Doğru ve emin tüccar Peygamberler sıddıklar ve şehidlerle haşir olunur.”1416
Muâz b. Cebel’den gelen rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “En temiz kazanç konuştukları vakit yalan
konuşmayan, güvendirdiği vakit hiyanet etmeyen ve taahütte bulunduğu vakit ahdine muhalefet etmeyen tüccarların kazancıdır.”1417
İmam Müslim’in rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) “Doğru tüccarların cennette şehidlerle ve sıddıklarla beraber olacağını
haber verdiği gibi yalan söyleyen ve yalan yere yemin eden tüccarlara da Allah’ın ahirette yüzlerine bakmayacağını, onları
temizlemeyeceğini haber vermiştir.”
Sonuç olarak alışverişte her türlü yalan, yemin, hilebazlık ve aldatma haramdır; bu şekilde elde edilen kazançların bereketi yok olur ve
bu alışverişin idamesi kesilir.
Allah Rasûlü (s.a.v.) sabahın ilk saatlerindi işe başlayan tüccar ve amelelere şu duada bulunmuştur: “Allah’ım ümmetimin sabahları elde
ettikleri kazanclarını mübarek kıl.”1418
1410
İbn-i Mâce, Ticaret.
el-Mecmu, 9/254-257.
1412
el-Mecmu, 9/287.
1413
Buhârî, Müslim.
1414
Buhârî, Muskat, 5, Müslim, İmân, 46.
1415
Müslim, Musakat.
1416
Tirmizî, Bûyu’.
1417
Beyhâkî.
1418
Ebû Dâvûd, Cihad, Tirmizî, Bûyu’, İbn-i Mâce, Ticaret.
1411
164
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------Allah Rasûlü’nün duasına mazhar olmak isteyen Müslümanların sabahın ilk saatlerinde işe, ticarete, ilim tahsiline ve diğer hangi meslek
olursa olsun başlamaları çok önemli ve faydalıdır.
Alışverişte Aldatma
Müslüman her işinde olduğu gibi alışverişinde de dürüst olmalı, çok para kazanmak hırsıyla kimseyi aldatmamalı, sattığı malın
kusurunu gizlememeli, eline fırsat geçtiğinde malını piyasa değerinden fazlaya satmamalı, kalitesiz bir malı, kaliteli ve değerli bir mal diye
satmamalıdır. Değerini düşürmek için başkasının malını kötülememelidir. Bütün bunlar aldatmadır ve haramdır. Malın iyisi ile kötüsünü
karıştırmak da haramdır. Peygamberimiz (s.a.v.): “Bizi aldatan bizden değildir.”1419 buyurmuştur. Aldatılan taraf ister satan, ister satın alan
olsun; eğer alışverişte fahiş aldatma varsa tek taraflı olarak alışverişi bozabilir. Keza kusuru söylenmeden satılan malı, satın alanın da
pişmanlık hakkı vardır. Bir kimsenin bu malı nasıl olsa satacağım, insanlar bunu benden almaya mecburdur diye değerinden fazlaya satması
veya falan kimse çok sıkışmış malını satmaya mecbur kalmış, bunu benden başkası alamaz diye, değerinden ucuza alması caiz olmaz. Bu
şekilde kul hakkını ihlal etmek beraber kzancıda haram olur.
İY’NE SATIŞI
İy’nenin Tanımı: İy’ne satışının tarifi şöyledir: Alıcının peşin olarak satın aldığı bir malı teslim aldıktan sonra satıcıya vedeli ve yüksek
bir fiyatla satması veya satıcının vadeli olarak satmış olduğu bir malı alıcıdan tekrar peşin ve düşük bir fiyatla satın almasına iy’ne satışı
denir. İy’ne satışı faizli olarak borç almamaya çare olarak yapılan bir satış şeklidir.
İy’ne Satışı Caiz midir?
Müçtehidlerin Bu Konudaki Görüşleri
İy’ne satışı konusunda müçtehidler arasında üç farklı görüş bulunmaktadır.
a) Mutlak caiz değildir diyenler. İy’ne satışına mutlak batıldır diyenler İmam Mâlik ile İmam Ahmed b. Hanbel ve her iki mezhebe
mensup fukaha. İmam Mâlik ile İmam Ahmed şöyle demektedirler: Seddi zerai’ maksadıyla yani harama giden yolu kapatmak için bu akit
batıldır.
b) Şartlı caizdir diyenler. Şartlı caizdir diyenler İmam Ebû Hanife ve Hanefî mezhebine mensup fukaha ile İbn Hazm’dır. Ebû
Hanife’ye göre bu şekil olan satış ancak şu şartla caiz olur. O da şöyledir: Şâyet alan ile satan arasında üçüncü bir şahsın aracılığı bulunursa
bu akit caiz olur. Yoksa bu şekil alım, satım fasid olur. İbn Hazm ise alıcı ile satıcının akiten önce anlaşıp ittifak etmemelerı şartıyla iy’ne
satışı caiz olur demiştir. Diğer taraftan imamın dayandığı delil ise Zeyd b. Erkam’ın uygulamasına Hz. Âişe’nin karşı çıkışıdır. Zeyd b.
Erkam tarafından uygulanan bu satışı Hz. Âişe (r.) sert bir üslupla kınamış ve o alışverişi geçersiz saydığı Eyfa kızı Aliye tarafından rivâyet
olunur. Fakat Darekutni bu hadisi rivâyet eden Aliye hakkında şöyle der: Bu kadının rivâyeti mechuldur, onun rivâyeti delil olarak
gösterilmez.1420
İbni Ömer (r.a.)’den nakl edilen bir rivâyette o, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den şunu işittiğini söylemiştir: “İy’ne yöntemini kullanarak
alışveriş yaptığınız, öküzlerin kuyruklarına yapışarak tarıma bağlı kaldığınız ve cihadı terk ettiğiniz sürece Allah Teâlâ sizi zillete, rezilliğe
mahkûm eder. Tekrar dininize dönmedikçe de bu durumdan kurtulamazsınız.”1421 Şekvani bu hadisin zayıf olduğunu ileri sürmüştür.
c) Mutlak caizdir diyenler. Mutlak caizdir diyenler İmam Şâfiî ile tüm mezheb fukahası, İmam Dâvûd ez-Zâhirî ile İmam Ebû Yusuf
ve İmam Muhammed’dir. Şâfiî mezhebinde bu alım-satım akid esnasında satıcı veya alıcı tarafından geri verme veya alma şartı ileri
sürülmedikçe caiz olur.
İmam Şâfiî ile İmam Dâvûd ez-Zâhirî ve İmam Muhammed’e göre bu şekil yapılan akit kerahetle birlikte sahihtir. Çünkü bey’de rükün
olan icab ve kabul bu satışta bulunmaktadır. Bir akti iptal etmek için niyete itibar edilmez. Yani bu akti yapanın niyetini bilmediğimiz için
ancak zâhirî olarak hüküm edebiliriz. Niyeti ise Allah’a havale ederiz. Diğer taraftan İmam Şâfiî el-Umm adlı kitabında bu hadisi şöyle
yorumladığını öğrenmekteyiz. Şâyet Âişe bu alım-satımı ayıplamış ise ataya (belirsiz bir ödeme vakti) kadar olan vadeli bir alışverişi de
ayıplamıştır. Çünkü ata mechul bir müddettir. Bizim caiz gördüğümüz satışta ise bir kimse bir malı peşin satıp belirli bir vadeye kadar geri
satın almakta veya aksini yapmaktır.
İmam Şâfiî devamında şöyle der: Birinci aktin tam teşekküllü bir akit olduğuna dair bir itiraz var mıdır? Hayır denilse, peki ikinci akit
birinci aktin aynısı mıdır? Buna da hayır denilse peki bir kimsenin satmış olduğu bir malı tekrar yeni bir akitle geri alması haram mıdır?
Buna da hayır denilse o zaman haram olan nedir söyler misiniz?
Neticede İmam Şâfiî birinci hadisle ilgili olarak “bu hadis sabit değildir” demiştir. Ayrıca Zeyd’in Hz. Âişe’ye bu konuda muhalefet
ettiği de belirtilmiştir. Ashabı kiram ihtilaf ettiği takdirde bizim izleyeceğimiz yol, kıyastır, der. Şâfiîler ile Zâhiriler satış yapan tarafların
yaptıkları aktin zâhirini esas almışlar ve Yüce Allah’ın: “Allah alışverişi helâl kılmıştır.” âyetinin gereğince amel ederek bu aktin sahih
olduğuna hüküm vermişlerdir.1422
Diğer taraftan Ebû Saîd el-Hudri ile Ebû Hureyre’nin rivâyetlerine göre Hayber üzerine görevli olarak tayin edilen bir şahısın cenib
cinsinden bir çeşit hurma getirdiğini gören Allah Rasûlü: “Hayberin tüm hurmaları böyle midir?” diye sordu. Görevli olan kişinin vallahi ya
Rasûlullah biz bu cins hurmadan bir sa’ (dört avuç) verip iki sa’ alırdık ve iki sa’ verip üç sa’ alırdık demesi üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.)
“Hayır böyle yapma, ancak önce değeri düşük olan el-cumeyi (bir çeşit hurma) parayla sat sonra o parayla cenib olan hurmaları satın al.”1423
buyurdu. Bazı fukaha bu çeşit alım-satımı “iy’ne” aktinin cevazına delil göstermişleridir.1424 İmam Yusuf ile İbn Hazm: İy’ne satışı caizdir
ve sevabı vardır. Sevabının olması haramdan kaçmayı sağladığı içindir, derler.1425
Bey’ Aktinde Muhayyerlik ve Kısımları
Muhayyerlik, ıstılahta yapılacak herhangi bir akitte alıcı ve satıcıya cayma hakkının verilmesidir.
Muhayyerlikler Dört Kısımdır:
a) Hıyaru’l-meclis, alışverişte alıcı ile satıcı akit meclisinden ayrılmadıkça akitte muhayyerdirler. Yani Şâfiîlere göre yapılan alışverişi
devam ettirme veya cayıp geçersiz kılmada alıcı da satıcı da muhayyerdir. Dayandıkları delil ise İbn Ömer’in rivâyet ettiği şu hadistir. Allah
Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Birbirinden ayrılmadan önce alıcı da satıcı da veya onlardan birisi için cayma muhayyerliği vardır.”1426
İmam Mâlik ve Ebû Hanife’ye göre hiyaru’l-meclis sabit değildir. Bilakis bey’ icab ve kabul ile bitmiş sayılır.
b) Hıyaru’ş-şart, her iki taraf için akdin geçerliliğini şarta bağlamaktır. Hiyaru’ş-şartın müdeti Ebû Hanife ve İmam Şâfiîye göre üç
1419
Müslim, İmân, Ebû Dâvûd, Bûyu’, İbn-i Mâce.
Camiu’l-Usul, 1/478, Zuhaylî, 4/236.
1421
Ahmed b. Hanbel.
1422
el-Umm, 3/78.
1423
Buhârî, Müslim.
1424
Menna’ Halil el-Kattan, Tarihu’l-Teşiri’l-İslâmî, 231.
1425
Ebû Dâvûd, Bûyu’, Fetava Şer’iyetî Muasıra, 339.
1426
Buhârî, Bûyu’, Müslim, Bûyu’, Tirmiz, Nesâî, Ebû Dâvûd.
1420
165
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------gündür. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Hanbelilere göre ise şart muhayyerliğinin süresi taraflarca serbest olarak belirlenir.1427
Koşulan şartlar ölçüsünde olma koşuluyla üç güne kadar her iki tarafın cayma hakkı saklıdır. Örneğin alıcı ve satıcı ikimiz de üç güne
kadar cayabiliriz sözleriyle bu hakka sahip olabilirler. Müçtehidler buna şu hadisi delil göstermişlerdir. Allah Rasûlü (s.a.v.) bir sahâbiye
şöyle buyurmuştur: “Bir alışveriş yaptığında karşı tarafa de ki: Aldatma yok! Ve benim üç gün muhayyerlik hakkım olacak.”1428
c) Hıyaru’l-ayb, satılan malın değerini düşüren ve amaca zarar getiren herhangi bir aybın bulunmasıyla alıcıya cayma hakkı doğar.
d) Hıyaru’r-ru’yet (görme muhayyerliği): Alıcının bey’e konu olan malı gördüğünde satın alıp almama muhayyerliğine denir. Bu tür
alım satım caizdir. Ancak alıcı malı görüp teslim almadan bu akit geçerli olmaz.
Muhayyerliğin süresi içerisinde bey’e konu olan mal müşterinin elinde iken müşterinin kusuru olmaksızın telef olur veya bir özür peyda
olursa bey’ fesh olunur. Şâyet müşteriden kaynaklanan bir durum ise o zaman müşteri malın kıymetine zamin olur. Muhayyerlik süresi
içerisinde müşteri malın bedelini satıcıya vermek mecburiyetinde değildir. Keza satıcı da malı teslim etmek zorunda değildir.1429
İslâm’da Kar Haddi İçin Bir Sınır Var Mıdır?
Ekonomik hayatımızda belirli prensip ve kurallar vardır. Bu sebeple kar haddinin de tabii ve ahlâkî ölçüler içerisinde olması esas
alınmıştır. Ancak serbest piyasada rekabet esasını korumak ve temel ihtiyaçlarının istismarına engel olmak için gerekli önlemler alınmıştır.
Faizin, karaborsacılığın, yalan ve hilenin yasaklanması, karşılıksız kazanç yollarının kapatılması ve gerektiğinde piyasaya müdahale ederek
aldatmayı ve zülmü önlemek bunlardan sayılabilir. Aslında İslâm’da bir kar haddi belirlenmemiştir. Fakat serbest rekabet esasları içinde
tabii olarak oluşacak fiyatlar ölçü alınmıştır. Her ne kadar İslâm’da kar haddi belirlenmemiş olsa da kişi istediği tarzda fiyatı yukarı veya
aşağı çekme yetkisine sahip değildir. Bunun gibi yalan yere yemin, malın aybını gizleme, malda bulunmayan vasıflarla övme, maliyeti
yüksek gösterme, darlıkta yararlanarak fiyatı yüksek tutmak gibi fahiş fiyat uygulamakla müşteriyi olmusuz yönden etkileyecek şekilde
gayri meşru kazanç elde etmek satıcıya mubah değildir. Alışverişte hudut tanımayan Şuayb (a.s.)’ın kavminin başına gelen felaketi Kur’ân
bize açıklamıştır. Aldatma yolu ile fahiş fiyat uygulayan satıcının satmış olduğu malda alıcının cayma hakkı saklıdır. Aksi halde yalan, hile
ve aldatma olmayan bir satış da kara engel olmadığı gibi alıcı tarafından da cayma yetkisi yoktur.
Müçtehid İmamların Bu Konudaki Görüşleri
Şâfiîlere göre kar için takdir edilmiş bir sınır yoktur. Ancak bölgenin ve o malın emsallerine göre kar hakkı vardır. Şâyet piyasa
civarında seyr eden bir kar haddı uygulanmış ise o zaman sorun kalmaz. Bu konuda Allah Rasûlü (s.a.v.)’den piyasa fiyatlarına müdahale
etmesi ve kar haddinin belirlemesi için yapılan müracatta verdiği cevap önemli ve modern ekonomi için de model ve anlamlıdır. “Şüphesiz
fiyatı tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızkı veren Allah’tır. Ben sizden birinizin mal ve can konusundaki haksızlıktan dolayı, hakkını
benden ister olduğu halde rabbimin huzuruna çıkmak istemem.”1430 buyurur. Yine bazı sahâbelerin Allah Rasûlü’ne “bize nerh koy”
demeleri üzerine Allah Rasûlü “belki bu konuda Allah’a dua ederim, belki fiyatları ucuzlatan pahalandıran Allah’tır” diye cevap verdiği
rivâyet olunur.1431
Diğer yandan Hz. Ömer’in (ö. 23/643) hilafeti döneminde gereksiz yere üzüm fiyatlarını düşüren Hatib b. Ebi Belta’ya önce müdahale
ederek ticaretten menettiği, daha sonra evine kadar gidip ona şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Sana söylediklerim ne emir, ne de hükümdür.
Bu belde halkının maslahatı için istediğim bir şeydir. Şimdi serbestsin, nasıl ve nerede istersen malını satabilirsin.1432
Fakat İmam Şâfiî’nin, kıtlık yıllarında toplumun zarara uğramaması için çeşitli gıda maddelerine nerh uygulanmasını caiz görmüştür.1433
Şâfiîlere göre Ebû Hanife’nin kar haddini yirmide bir diye belirlemesinin kabul edilir bir yani yoktur. Çünkü kar örfe ve cinslere göre
değişir bazı mallarda kırkta bir, çok sayılırken diğer bazı mallarda da yirmide bir dahi az sayılabilir.
Mâlikilere göre malın değerinin üçte birinden daha fazlasıyla piyasa fiyatının üstünde satış yapmak veya aşağı düşürmek fahiş fiyat
sayılır. Dayandıkları delil ise vasiyete kıyas yapmaktır. Hz. Ebû Bekir’in hilafet döneminde bu uygulamanın izleri görülmüştür.1434
Günümüzde olduğu gibi çokça yalan, yemin ve aldatma ile alışveriş yapılmaktadır. Bu durumlar ise kazancı haram kılar. Bundan
kurtulmak mümkün değilse fakir ve miskinlere bolca bağış ve sadaka yapılmalıdır. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ey tüccar
topluluğu! Alışverişe boş söz ve yalan yere yemin çokça karışır. Bu eksiklikleri sadakalarınızla telafi ediniz.”1435
Müslüman, hayatını İslâm’ın ilkelerine göre belirler. Çünkü insan kul olduğu Allah’ın dinine göre yaşamını sürdürmelidir. İslâm
kapitalizmin aksine kişiye sınırsız hüriyet vermez. Çünkü sınırsız hüriyet insanı aşırılığa, İslâm’ın prensip ve kurallarını çiğnemeye sevk
eder. Karadavî bu konuda şöyle der: Ekonomi alanında İslâm’ın ortaya koyduğu hüriyet Şuayb (a.s.)’in kavminin “mallarımızı dilediğimiz
gibi kullanalım”1436 şeklinde ifade ettikleri gibi mutlak bir hüriyet olmayıp bilakis Allah’ın farz kılmış olduğu adaletle kayıtlı bir hüriyettir.
Haram Olan Bazı Akitler:
1) Fiyatta her iki taraf anlaştıktan sonra pazarlık üzerine pazarlık. Meselâ üçüncü bir şahsın araya girip pazarlık yapması haramdır.
Örneğin herhangi bir malı alan bir kişiye, sen bunu geri ver ben sana daha ucuza aynısını veya daha iyisini veririm gibi.
Ama açık artırma ile ortaya çıkarılmış bir mal olup henüz fiyat kesinleşmemişse burada açık bir rekabet sözkonusudur ki bu haram
değildir.
2) Pazardan malumatı olmayıp dışarıdan gelen birisinden, malı ucuza alıp pazarda pahalı satmak haramdır.
3) Herhangi bir malın ayıbını gizli tutarak o malı sağlam fiyatına satmak haramdır. Kurban olmayacak kadar kusurlu bir malı, kurbanlık
olarak alınacağını bildiği halde, müşteriye satmakta bu hükme girer.
4) Hayvanı, kesmeden önce etini, sağmadan sütünü ve kırkmadan yününü satmak caiz değildir. Fakat kesilen hayvanın üstündeki
yününü satmak caizdir. Keza kesilmiş fakat derisi üstünde alınmamış bir hayvanın etini satmakta ittifakla caiz değildir. Hayvanın karınıdaki
yavruyu satmak caiz değildir. Malın özünü değiştiren; dürbün, cam ve dereceli gözlük gibi böyüteçle mala bakılarak yapılan alım-satım
sahih değildir.1437
5) Bir satış içinde iki satış yapmak: Yani bir akitle iki satış yapmak caiz değildir. Bir kimse bir müşteriye şunu peşin olarak, bin tl’ye
vadeli olarak da bin iki yüz tl’ye sana sattım derse, müşteri de alıp kabul ederse, bu akit caiz değildir. Çünkü bu konuda bir belirsizlik vardır.
Fakat satıcı ile alıcı hem peşin ve hem de vadeli fiyattan ayrı ayrı söz edip sonra da birisinin üzerinde anlaşarak akit yapsalar o zaman sahih
1427
İbn Abidin, er-Risale, 2/60.
H. D. Ticaret İlmihali, s. 81-82.
1429
el-Mecmu, 9/208.
1430
Ebû Dâvûd, Bûyu’, Tirmizî, Bûyu’, İbn-i Mâce, Ticaret.
1431
Neylu’l-Evtar, 5/219.
1432
el-Umm, 2/209.
1433
Neylu’l-Evtar, 5/220.
1434
el-Mecmu, 13/518.
1435
Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce, Ahmed.
1436
Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Mâce.
1437
Muğni’l-Muhtac, 2/20.
1428
166
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------olur.
6) Ödeme tarihi ve fiyatı belli olmayan akitler caiz değildir. Meselâ harman vakti veya haccıların dönüşü gibi kesin tarihi belli olmayan
vakitlere tarih vermek caiz olmaz. Yine satıcı vadeli olarak satacağı eşyada şöyle bir sözleşme yapması gibi “satıcı satmış olduğu malın
fiyatını belirlemeden alıcıya sattı. Şâyet bu malın fiyatı düşerse bugünkü fiyattan tahsil edeceğim. Fakat malın fiyatı yükselirse o zaman o
günkü fiyattan ödeme yapacaksın” derse bu alım-satım caiz olmaz. Çünkü müşterinin almış olduğu malı kaça aldığı belli olmadığı gibi
müşterinin aldanması ve mağduriyeti de sözkonusu olmuş olur. Şâfiî mezhebinde insan sütünün satılması temiz ve faydalı olduğundan
kerahetsiz caizdir.1438
Şâfiîlere göre arının satışı caiz iken Hanefî mezhebinde haşere kısmına girdiği için caiz görülmemiştir. Şâfiîlerde gebe veya sütlü olduğu
şartıyla satın alınan hayvan satıcının dediği gibi çıkmazsa müşterinin cayma yetkisi vardır.1439
Satıcı ile alıcı arasındaki vadenin dolması halinde alıcının satıcıdan ek bir süre istemesi veya belirlenen vade dolmadan alıcı satıcıdan
vadenin uzatmasını istemesi hususunda Hanefilere hilafen Şâfiîlere göre alışverişte konulan vade bir ahd olduğu için değişmesi caiz
değildir.1440
Şâfiîler ibadetlere konulan takvime kıyasen bu hususta titiz davranarak üzerine akit yapılan vadeye bağlı kalmak şarttır. Dolayısıyla
gününde ödenmesi farz olduğu için alıcı ve satıcının bunu değiştirme yetkileri olmadınğına hüküm etmişler.
7) Neceş beyi: Neceş beyi şöyledir: Başkasına daha yüksek fiyattan satmak niyetiyle bir kimse satışa konu olan malın fiyatını artırarak
pazarlığı kızıştırması demektir. İmam Beğavî bu çeşit muamele de gaye başkasına hile yapmak ve aldatmak olduğu için ittifakla haramdır ve
bunu yapan kişi asi sayılır. Çünkü bu bir hilebazlıktır ve İslâm ahlâkına aykırıdır, der.1441
İslâm öncesi neceş beyi, mülamese (dokunma), eşyayı müşteriye atma veya taş koymak gibi cahiliye Araplarının akit kabul ettikleri
alım-satım türündendir.
İslâm âlimleri, afyon, eroin gibi uyuşturucuların bedene, akla, dine, ahlâka ve mizaca verdiği zararları açısından içkiden daha çok beter
olduğunu ittifakla belirtmiş ve içkiden daha zararlı olduklarını hükme bağlamışlardır. Bunların azı da çoğu da haramdır. Dolayısıyla bu tür
zararlı maddelerin ekilmesi, imal edilmesi alım-satımı ve kullanılması caiz değildir.
İmam Gazalî’ye Göre Bazı Meselerin Hükmü
Ev sahibi tarafından misafire bir yiyecek ikram edildiğinde misafirin o malın nereden gelidiği diye sormasına gerek yoktur. Haram
parayla bina edilen vakıf, mescid, mezarlık, medrese ve tekkeler gibi hayır kurumlarında zaruri bir durum olmadukça oturmak, ibadet etmek,
ölüyü defn etmek vb. istifadeler caiz değildir. Devletin zülmen inşa ettiği çarşı ve pazarlarda ticaret yapmak alışveriş etmek haramdır. Ancak
bu gibi yerleri kiralayıp kulanmak günahla beraber kazancı helâldır. İnsanlar daha temiz yerler bulmuşken bu gibi yerlerde alışveriş
yapmaları uygun değildir.
Elinde haram mal bulunan bir kimse tevbe edip temizlenmek istediğinde şâyet sahibi belli ise ona veya ölmüşse varislerine teslim etmesi
gerekir. Şâyet sahibi belli olmayıp ve bulunması da güç ise o zaman o malı mescid, Kur’ân kursları, çeşme ve yollar gibi kamu yararına sarf
etmesi gerekir. Elinde şüpheli mal bulunan bir kimse ihtiyacı yoksa o malı yoksullara dağıtması gerekir. Elinde haram maldan başka malı
olmayan bir kimseye hacc, zekât ve malı kefâret kalkar. Elinde helâl ve haram karışık olarak şüpheli mal bulunan bir kimse veya devlet, bir
kısım fukahaya göre onlarla alışveriş yapmak veya o maldan maaş almak caiz değildir.1442
Sahih veya Fasid Olan Bazı Şartlar:
Bu konuda şartlar beş kısma ayrılır.
a) Akitte gerekli olan şartlar. Meselâ malın teslimi, hiyaru’l-meclis, malın ayıpsız oluşu gibi şartlar caizdir.
b) Genelde akit için gerekli olmayan şartlar. Bu da alıcı ve satıcı yararına olan bazı akitler gibi. Meselâ üç günlük hiyaru’l-şartın
koşulması, parayı vadeyle ödenmesi, müşteriden rehin veya kefil istenmesi gibi bazı şartlar da caizdir.
c) Amacı aşan ve alıcı satıcı arasında sıkıntıya yol açan bazı şartlar. Meselâ satıcı, satacağım hayvana yoncadan başka yem vermemek,
arabaya kurşunsuz benzin koymak veya başkasını bindirmemek ve kiracıya eve beş nufusdan fazla insan almamak gibi lüzümsüz bazı
şartlarla yapılan akit geçerlidir, fakat koşulan şartlar batıldır.
d) Azad etmek şartıyla sana bu köleyi satabilirim diye koşulan şart. Şâfiîlerin meşhur ve sahih görüşlerine göre bu şart caizdir ve alıcı de
şartı kabul ettikten sonra köleyi azad etmek mecburiyetinde kalır.
e) Bey’e münafi olan bazı şartlar. Meselâ başkasına satmamak şartıyla bir şeyler satmak, bir müddet oturmamak şartıyla ev satmak veya
dikmek şartıyla kumaş almak gibi şartlar hem beyi hem de şartı fasid kılar.1443
Kaporalı (Pey Akçesi) Alışverişin Hükmü
Alışverişte bedelin tamamının ödenmediği durumlarda tarafların caymalarını önlemek amacıyla bedelin bir kısmının ödenmesine kapora
veya pey akçesi denir. Kaporanın Arapça karşılığı “arbun” kullanılır. Bu akdin hükmüne gelince fakihler bu tür alışverişin hükmü konusunda
ihtilafa düşmüşlerdir. Hanbelilerin dışındaki müçtehidlere göre kaporalı alışveriş caiz değildir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) bu alışverişi
yasaklamıştır.1444 Bu yasağın nedeni; garar, risk, başkasına ait malı bedelsiz olarak yeme veya satışta iki fasid şartın bulunmasır.
Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Sirin ve Saîd b. el-Museyyeb gibi zâtlar kaporalı alışverişin caiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ahmed
b. Hanbel kaporalı satışı yasaklayan hadisi zayıf saymıştır. Bu aktin cevazına delil olarakta Zeyd b. Esleme’nin nakl ettiği hadistir. Allah
Rasûlü’ne kaporalı satışın hükmü sorulmuş o, bunu helâl kılmıştır.1445 İmam Ahmed b. Hanbel ayrıca Nafi, Mekke’de Halife Ömer için
hapishane yapılmak üzere Safvan b. Umeyye’den dört bin dirhem karşılığında bir bina satın alıp ve eğer Ömer kabul ederse zaten akit
geçerlidir, yoksa kaparo olarak verilen dört yüz dirhem Safvan’ın olacak, şeklindeki akti delil göstermiştir.1446
Kadı Şurayh (ö. 87/705) de kaporalı alışverişi caiz görür ve şu delile dayandırır: Bir kimse zorlama olmaksızın kendi isteğiyle, kendi
aleyhine bir şart koysa bu onun aleyhine sabit olur.1447 Kadı Şurayh gerek Hz. Ömer gerekse Hz. Ali döneminde olsun başta Kûfe kadılığı
olmak üzere yetmiş yıl kadılık yapmış bir tabiidir.1448
İhaleli Alışverişin Hükmü
İhale iki çeşittir. Birincisi kapalı zarf usûlü ile yapılan alışveriştir ki bu fukahanın ittifakıyla red edilmiştir.
1438
el-Mecmu, 9/241.
el-Mecmu, 9/307.
1440
el-Mecmu, 9/321.
1441
el-Beğavî, Şerhu’l-Sunne, 4/298.
1442
el-Mecmu, 9/325- 334.
1443
el-Mecmu, 9/346.
1444
Ebû Dâvûd, Bûyu’, İbn-i Mâce, Ticaret, Mâlik, Muvatta, Bûyu’.
1445
Neylu’l-Evtar, 5/153.
1446
Buhârî, Husumet.
1447
Zuhaylî, 4/211.
1448
H. D. Ticaret ve İktisat İlmihali, 182.
1439
167
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------İkincisi de açık artırımla yapılan alışveriştir. Bu alışverişe Arap dilinde müzayede denir. Bir malı açık artırmaya çıkarıp en fazla veren
müşteride kalmak üzere satılması işlemine müzayede denir. Cumhura göre bu alışveriş caizdir.1449
Buhârî’nin nakline göre tabiinlerden Atâ b. Ebi Rabah; “ben ganimet mallarının açık artırma ile satıldığını gördüm, fakat buna kimsenin
ses çıkarmadığına şahid oldum” der. Câbir bin Abdullah’dan gelen rivâyete göre Allah Rasûlü bir kişiye ait olan bir köleyi göstererek “Onu
benden kim satın alıyor?” diye artırmaya sundu. Nuaym b. Abdullah (r.a.) şu fiyata onu satın aldı ve bedelini ödedi.1450
Enes b. Mâlik’ten gelen rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.v.) bir hasır parçası ile bir kabı şu şekilde sattı. Önce, bu hasır parçası ve kabı
kim satın alır? diye açık artırmaya sundu. Sahâbelerden biri ben onları bir dirheme satın aldım, dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.)
birkaç kez bu bir dirhemi artıran yok mu? diye tekrarladı. Başka bir kişi iki dirhem verdi ve Allah Rasûlü o eşyayı ona sattı.1451
Bu alışveriş “sizden biriniz kardeşinin yaptığı alışveriş üzerine yeni bir alışveriş teklifinde bulunmasın”1452 hadisi ile çelişmez. Hadisin
içeriği budur bir malı satan kişiye; “o akdi fesh et, ben sana daha fazlasını veririm veya satın alan kişiye; “o akdi fesh et, ben sana daha
ucuzunu satarım” diyerek yapılan bir pazarlığa mudahaledir. Fakat ihale usûlü ile yapılan alışveriş bir fiyat teklifinde bulunduğunda ona razı
olmayıp daha fazlasını talep ediyor ve taraflar fiyat üzerinde anlaşıp akit gerçekleşmeden artırma işlemi devam edip gidiyor. Müzayede
dediğimiz alışveriş ile naceş (müşteri kızıştırma) arasında bir benzerlik olsa da naceşte anlaşma var müşteri olduğu malı alma niyeti olmadığı
halde başkalarını aldatmak için fiyatını artırma yoluna gitmektedir. İbn Ömer (r.a.)’dan gelen bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v.) naceşi
yasaklamıştır.1453
Mülkiyete geçirip teslim almadan bir malı satmak caiz midir? Cumhura göre bir alışverişin sıhhat şartlarından biri de mülkiyettir ve akit
anında satışa konu olan şeyin mevcut ve satıcının mülkiyetinde olmasını şarta bağlanmıştır. Hâkim b. Hizam’ın rivâyetiyle Peygamber
(s.a.v) tasarrufta olmayan bir malın satılmasını yasakladı.1454
İslâma Göre Borsanın Hükmü Nedir?
Borsa, Allah’ın helâl kıldığı şirketlerde olduğu gibi ortakların paraları şirket veya ticaret şeklinde çalıştırıp hisselere göre pay vermeleri
şartıyla caiz olur. Fakat ortakların parası müdarebet şeklinde tedlis (çalma) ve ifsat kastıyla olursa o zaman caiz değildir. Çünkü burada
kumar çeşidi ve hile vardır.
VADE FARKI CAİZ MİDİR?
Dinimiz ister peşin ister vadeli olsun alışverişi mubah kılmıştır. Alışverişte normal bir kâr haddi konularak kârlı satış caiz olduğu gibi
vadeli alışverişte de fiyata vade farkı koymak veya taksitli alım-satım yapmak da caizdir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) bir Yahudiden
veresiye yiyecek satın almış ve zırhını ona rehin olarak bırakmıştır.1455
Bu çeşit alım-satım ancak insaf ölçüsünde, alıcıyı aldatmadan, belirtilen bir zaman ölçüsünde yapmak helâl olabilir. Örneğin araba,
traktör, hayvan ve beyaz eşya gibi canlı ve cansız ürünlerde peşin olarak alışveriş helâl olduğu gibi, aşağıda açıklanan İslâmî kurallara uygun
olmak şartıyla vadeli alım-satımı da helâldir. Peşin satışlarda kâr eklemek meşru olduğu gibi vadeli satışta da aylara göre kâr eklemek
caizdir.1456
Hatta vadeli satışta para bir süre bekletildiği ve enflasyona uğratıldığı için kâr oranı daha yüksek tutulabilir. Vadeli alışverişte üzerine
akit yapılan sürenin uzunluğuna bağlı olarak kâr haddi de satış esnasında artırılabilir. Meselâ altı aylık süre ile bir yıllık süre farklı
tutulabilir.
Vadeli alım-satım için gösterilen delil Bakara suresi 282. âyet ile bazı hadislerdir. Allah Rasûlü (s.a.v.) bir Yahudiden vadeli olarak gıda
maddesi satın almış ve zırhını rehin bırakmıştı.1457 Abdullah b. Ömer (r.a.) Allah Rasûlü’nün emriyle bir deveyi iki deveye karşılık vadeli
satın aldığını nakleder.1458
Fakat peşin olursa şu fiyat vadeli olursa bu fiyata diye iki fiyat üzerinde pazarlık yapılır ve hangi fiyatın üzerine akit yapıldığı
belirtilmezse o zaman böyle bir akit fasid olur. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v.) bir satış içinde iki satış yapmayı yasaklamıştır.1459
Alışverişte Vade Farkı Aşağdaki Şartlarla Caiz Olur
a) Farkı koyarken insaf ölçüsünü aşmamak, yani süreye göre ve enflasyona göre fark koymak gerekir. Alıcı ihtiyacından dolayı bu malı
almak zorundadır diye insaf ölçülerini aşarak aşırı fark koymanın helâl olmayacağı kesindir.
b) Ayrıntılı bir şekilde akitleşmek, yani alışverişte peşin veya vadeli olduğunu belirtmek ve ayrı ayrı pazarlık yapmak. Bedelin miktarı
üzerinde kesin olarak anlaşılmadığı yahut ödemenin peşin mi vadeli mi olacağı hususunda belirsizliğin bulunduğu alım-satım akti caiz
değildir.
c) Akit yapılırken, “ödemeler vaktinde yapılmadığı takdirde gecikme bedeli alınacağı” şartı koşulmamalıdır. Yukarıda geçtiği gibi
ödeme imkânı olup gününde ödeme yapmayan bir alıcıdan enflansyona uğramış malın o günkü fiyatına göre borcu tahsil etme hakkı vardır.
Fakat iflas etmiş veya ödeme gücünü kaybetmiş bir kimseden paranın aynısı alınacağına dair müçtehidler ittifak etmişlerdir. Cumhura göre
darda kalmış veya iflas etmiş böyle bir kimsenin durumu anlaşılıncaya kadar hapsedilir.
Banka Kredisiyle Ev veya Araba Almanın Hükmü
Her üründe olduğu gibi ev ve arabanın alım satımında da vade farkı caizdir. Herhangi bir bankadan kredi çekip ev veya araba almak ile
aynı bankadan vade farkıyla bir evi veya arabayı almak arasında bir farkın olmadığını iddia edenler yanılgıya düşmekle birlikte Müslümalara
mubah olan bir alışverişi yasaklamanın vebalinide beraberinde getirir. Muhakak her çeşit faiz haramdır, fakat her haram faiz değildir. Keza
her bankayla yapılan her türlü alışveriş de faiz değildir. Meselâ herhangi bir banka yetkilisi bir kimseye “bir daire veya araba beğen ben onu
sahibinden peşin alır sana vadeli normal farkla satayım” derse bu faize girmez. Ancak bankanın arabayı satıcıdan teslim aldıktan sonra
alıcıya teslim etmesi gerekir.1460
Çünkü bir taraftan ev veya araba var iken diğer taraftan ise para sözkonusudur. Malumdur ki faiz ikisi aynı cins olan bazı eşyaların
gerek peşin gerekse vade farkıyla birbiriyle değiştirilip fazlasını almaktır. Bugünkü galerilerden araba alım satım sistemine göz atalım. Bir
müşteri galeriyi muhatap alarak vade farkıyla araba alır, fakat almış olduğu arabanın senetlerini galerinin antlaştığı bankaya her ay ödeme
yapması ve arabaya banka tarafından hacizin konulması faiz anlamına gelmez. Bir müslümanın faizi, menhi (yasaklanan) olan alışverişi ve
1449
el-Muğni, 5/331.
Neylu’l-Evtar, 5/191.
1451
Buhârî, Bûyu’.
1452
Tirmizî.
1453
Müslim.
1454
Buhârî.
1455
Buhârî, İstikraz, Müslim, Musakat.
1456
Neylu’l-Evtar, 5/153.
1457
Tirmizî.
1458
Buhârî, Müslim.
1459
Ahmed, Nesâî, Mâlik, Muvatta, 2/663.
1460
Fetava Şeriati Muasıra, 334.
1450
168
İSLÂM (ŞÂFİÎ) İLMİHALİ
--------------------------------------------------------------------------------------------fasid bir bey’i birbirinden ayırması gerekir.
Fakat mevcut sistemin getirmiş olduğu bazı kural ve şartların İslâm’a taban tabana zıt olduğunu da unutmamak gerekir. Yukarıda
belirtiğimiz gibi her alışveriş faiz olmadığı gibi faiz hükmünü taşımayan her alım- satım da helâldır anlamı çıkmaz. Şâyet gerek galerici
gerekse başka bir satıcı müşterinin vekaletini alarak onun adına bankadan faizli kredi çekmesi sözkonusu olacak olursa o zaman haramlık
bakımından müşterinin bizzâtihi kredi çekmesi gibidir.
RİBA BAHSİ
Ribâ sözlükte fazlalık demektir. Istılahta ise faiz maddelerini içeren aynı malın fazlasını almak süretiyle yapılan alışverişin adıdır.
Ribânın Türkçe karşılığı faizdir. Faiz kitap ve sünnetle haram kılınmıştır. Başka bir tarifle faiz, akit yapıldığı zaman şeriat ölçüsüne göre eşit
olmayan veya eşitlikleri bilinmeyen veya ivazlardan (bedel) birisi veya her ikisi hazır olmayan ribevî şeyler üzerinde yapılan akittir. Başka
bir tanımla faiz, bedelli akitlerde birisinin lehine şart koşulan fazlalığa denir.
Faizin Hükmü
ّ َّ ‫“ َواَ َح‬Allah,
Faizin haramlığı hem Kur’ân-ı Kerîm, hem Hadisi Nebevî ile sabittir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: ‫هللا ْالبَ ْي َع َو َح َّر َم الرِّبوا‬
alışverişi mubah, ribâyı haram kılmıştır.”1461
Allah Resûlü (s.a.v.) “Allah, ribâ 

Benzer belgeler