2009 Nisan-Mayıs - Mülkiyeliler Birliği

Transkript

2009 Nisan-Mayıs - Mülkiyeliler Birliği
NİSAN-MAYIS 2009
SAYI 2009-4
1 MAYIS
Barış İçinde Kardeşce Yaşama İsteğimizi
Savaşsız, Sömürüsüz Bir Dünya İsteğimizi
Gelecek Korkusu Olmadan İnsanca Yaşayacağımız Eşitlikçi ve Özgür Bir Ülke İsteğimizi
Tekrarlayacağımız Bir Gündür
MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ
İÇİNDEKİLER
mülkiye’den
Editörden............................................................................................................................................................3
Söyleşi / Beş sanatçıyla mülkiye.......................................................................................................................4
Panel / Seçimleri Okumak.................................................................................................................................6
Hakan Burhan Esari ..........................................................................................................................................9
Konser / Bahara Aryalarla Merhaba..................................................................................................................13
Konser / Türk Halk Müziği................................................................................................................................14
Basın açıklaması / Türkan Saylan......................................................................................................................15
Basın açıklaması / 1 Mayıs................................................................................................................................16
1 Mayıs’ın kısa tarihi.........................................................................................................................................17
1 Mayıs fotoğraf sergisi.....................................................................................................................................24
Ankara’da 1 Mayıs............................................................................................................................................25
Tiyatro gösterisi / Mülkiye Sahnesi...................................................................................................................27
Geleneksel İnek Bayramı Şenliği......................................................................................................................28
Mülkiye Araştırma Merkezi (MAR)................................................................................................................................... 32
şubelerden
Adana.................................................................................................................................................................33
Bursa..................................................................................................................................................................33
İstanbul..............................................................................................................................................................33
Mersin................................................................................................................................................................34
İzmir...................................................................................................................................................................35
mülkiyede öğrenci olmak
Cevat Vural........................................................................................................................................................38
üyelerden
Alime Mitap.......................................................................................................................................................39
Hamit Tiryaki.....................................................................................................................................................42
konuk yazarlar
Ömer Madra / Belirtiler Çoğalıyor – Doğa ve Gençler Kazanacak...................................................................52
mülkiye’li şairler
Naim Kandemir.................................................................................................................................................58
mülkiyeden duyurular.
ankara tarihi
Bizans Döneminde Ankara................................................................................................................................60
şiir seçkisi
Şükrü Erbaş........................................................................................................................................................62
Orhan Veli / Azer Yaran ....................................................................................................................................63
kitap seçkisi
Barış Özgür........................................................................................................................................................64
yayınlarımız
E-Bülten Mülkiyeliler Birliği’nin Yayınıdır. Mehmet ÖZER tarafından hazırlanmaktadır.
mülkiye’den
YENİ BİR SAYIYLA MERHABA,
Geçen sayımızdan bu tarafa yine hem genel merkezimizde
hem de şubelerimizde önemli panel, söyleşi, konser, hatıra ormanı
dikimi ya da farklı etkinlik gerçekleştirildi ve gerçekleştiriliyor.
Bilgisine ulaşabildiğimiz ya da bize ulaştırılan etkinliklere ilişkin
duyuru, bilgi ve yazıları sayfalarımızdan sizlerle paylaşıyoruz.
Şubelerimizdeki etkinlikleri bizimle daha fazla paylaşmanızı
istiyor, etkinliklerle ilgili mümkünse fotoğraflı ama mutlaka
kısaca bilgi içeren e-postalarınızı bekliyoruz.
Genel Merkezimize ait internet sitemiz yenilendi. (http://
www.mulkiye.org.tr) Arkadaşlarımızın çoğunluğu haberdardır
diye düşünüyorum fakat sık sık ziyaret etmeyenler varsa biz haber
vermiş olalım. Hem işlevsellik hem de içerik açısından gelişen
sayfalarımız için emeği geçen arkadaşlarımızı tebrik ediyoruz.
Türkiye’de sürekli yoğun ve oldukça sık değişen gündemlerle
karşı karşıya kalıyoruz. Bu durum yalnızca son dönemde içinden
geçmekte olduğumuz “hassas ve kritik” günlerden kaynaklanmıyor
elbette. Çünkü Türkiye’de kuruluşundan beri hassas ve
kritik olmayan dönem pek yaşan(a)madı. Fakat bu durumun
değerlendirmesini yapmak içerik ve hacim olarak yazımızın ilgi
alanına girmiyor; burada yapabileceğimiz yalnızca bir saptamada
bulunmaktan ibaret.
“Barış içinde kardeşçe yaşama isteğimizi savaşsız, sömürüsüz bir
dünya isteğimizi gelecek korkusu olmadan insanca yaşayacağımız
eşitlikçi ve özgür bir ülke isteğimizi tekrarladığımız bir gün” olan
1 Mayıs, en güncel gündemimizdi. Mülkiyeliler Birliği olarak
yine pankartımızla birlikte katıldığımız Ankara’daki miting
başta olmak üzere, üyelerimizin bulunduğu yerlerde 1 Mayıs
kutlamalarında yerimizi alarak Bayramımızı coşkuya kutladık.
Fakat beklentimiz gelecek yıl daha kalabalık ve daha coşkulu bir
şekilde pankartımızın arkasında sıralanmak.
1 Mayıs, ABD’de 4 yiğit işçi önderinin idamı ve yüzlerce
işçinin katliamı ile gelişen örgütlü mücadelenin anısını da
yaşatmak üzere, 1889’da Paris’te düzenlenen “Uluslararası İşçiler
Kongresi”nde 1890’dan başlamak üzere Dünya emekçilerinin
“Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak
kabul edildi. O günden beri hem dünyada hem de Türkiye’de
emekçilere ve 1 Mayıs’a saldırılar sürüyor. Türkiye’de 1 Mayıs
saldırılarının en kanlısı 1977’de Taksim’de gerçekleşti. “Beşyüzbin”
emekçinin hınca hınç doldurduğu Taksim’de coşku doruktayken
alana bilinen “gizli” ellerce açılan yaylım ateş ve panzerlerle
yaratılan panik ortamında “36 can”ımız alındı. O tarihten beri
Türkiye emekçileri için Taksim yalnızca bir meydan değil, bir
semboldür, bir gelenektir; Taksim, 1 Mayıs meydanıdır. Bu
nedenle 30 yıl aradan sonra yapılan bu yılki gösteriler yalnızca
bir başlangıç kabul edilmelidir. Çok bedeller ödenen Taksim için
“makul” çoğunluk beşbin değil, yüz binlerdir.
Yine önemli bir gündemimiz yerel seçimlerdi. Bütün hile ve
seçim yolsuzluklarıyla, seçim rüşvetleriyle, demokrasinin tecellisi
iddialarıyla, karmaşalarıyla bir yerel seçim dönemini daha
geçirdik. Her siyasi parti ve medya organı oy kullanan milyonlarca
seçmenin verdiği “mesajı” kendince yorumladı. Ortaya haritalar
çıkarıldı, seçim sonucu uzmanları günlerce analiz yaptı. Siyasi
partiler de kendilerince sonuçlar çıkarıp, hepsi kendisini bir açıdan
“başarılı” ilan etti. Sonuçta oy veren çoğunluğun aydınlanmak
yerine “kullandığı oyla aslında ne demek istediği” konusunda
aklı iyice karıştı. Yapılan tüm analizler bir yana, AKP’nin oy
kaybının başladığını, CHP’nin politika ve siyaset etme tarzıyla
geniş yoksul ve emekçi kesimlere güven vermediğini, Türkiye’de
3
soldaki siyasi parti boşluğunun hala yerinde durduğunu ve
AKP’ye bir alternatifin yine büyük olasılıkla aynı anlayışa sahip
taraflardan çıkacağını söylemek yanlış olmasa gerek. Genel
Merkez Binamızda 21 Nisanda gerçekleştirdiğimiz ve değerli
katılımcıların konuştuğu “Seçimleri Okumak” panelinde son
seçimlerle ilgili de konuşuldu. Fakat nedendir bilinmez, yeterince
katılımcı geldiğini söylemek güç.
Son süreçte yaşanan önemli bir gelişme de, gittikçe “hukuku
siyasallaştırdığı ve bir yıldırma operasyonuna dönüştüğü
izlenimi ve kaygıları yaratan” Ergenekon isimli ve numaralanan
operasyonların son dalgasında, değerli bilim insanı ve “Ne darbe,
ne şeriat” diyerek tavrını koyan Türkan Saylan ve temsilcisi olduğu
derneğe yapılan saldırılar oldu. Fakat emekler boşa gitmemiş ki,
“belirli” merkezlerden gelen tüm saldırı ve karalamalara rağmen,
toplumdan gelen destek çığ gibi büyüdü. Bu konuda Yönetimimiz
adına yapılan açıklamayı da sayfalarımızda bulacaksınız.
Camiamızın tavrı nettir: “Mülkiye topluluğu darbelere ve
darbecilere karşıdır.” Yapılan operasyonların hedefi eğer gerçekten
darbe planlarını ortaya çıkarmak ve yargılamaksa, darbenin
yapılmışı ve en önemli temsilcisi hala karşımızdadır netekim;
işe oradan başlansın ki, Türkiye’de yapılan darbelerin nerelerde
planlandığını, nasıl planlandığını ve finanse edildiğini, hangi
strateji ve taktiklerle yürürlüğe konulduğu, sonunda kimlerin
“güldüğünü” ve şimdi bir darbe ihtiyacı olup olmadığını hepimiz
öğrenebilelim.
“Hüseyin” Obama’nın Türkiye ziyaretinden kısa da olsa
bahsetmeden geçmek olmaz. Nasıl olduysa oldu, Obama’nın
söylediklerinden herkes kendine olumlu şeyler çıkardı ve bütün
çevreler memnun kaldı. Çok değil 2 yıl önce Kurtlar Vadisi – Irak’da
Polat Alemdar 3 kişilik ekibiyle Amerikalılara dünyayı dar ediyor
ve ortalık Amerikan düşmanlığından inliyor, herkes ABD’den
nefret ediyorken, birden yeniden ABD’yi dost belleyenlerin sayısı
inanılmaz arttı. “Bush”un yerine ailesinde Müslümanlar olduğunu
söyleyen “Hüseyin Obama” gelip, Irak’tan zamanla çekileceğini
de söyleyince, ABD yeniden dostumuz oluverdi. Üstelik bizi
AB için sonuna kadar desteklemiş, NATO genel sekreterliği
kararımız için bazı tavizler koparmış ve bize bir “NATO zaferi”
yaşatmıştı. Gerçi her ikisi de halkla ilişkiler çalışması için boş ve
“sallama” haber çıktı ama olsun, “bizler” kendisini pek bi sevdik
ve heyecandan bu zaferleri bize yaşatanlara sonucun ne olduğunu
da sormak aklımıza gelmedi. Zaten böyle kötü alışkanlıklarımız
yoktur, fikri ve olayları takip edemeyiz.
Seçim sürecinde bir “helikopter kazası”nda Muhsin
Yazıcıoğlu’nun ölmesinin, Sivas belediye başkanlığını partisinin
kazanması dışında ne tür sonuçları olacağını da ilerde göreceğiz.
Bazı hesaplar ve defterler şimdilik kapatıldı ve nasıl olduysa sürekli
suikast ve kaza yerinin kasıtlı bulunamadığından bahseden kitlesi
de söyledikleri gibi “ortalığı yakıp, yıkmadı”. Bu konuyla ilgili
görüş ve komplo teorisi çok, fakat bizler, bütün bu açıklamaları
dinlerken, gürültü patırtı içerisinde sadece, geçmişte bu ekip
tarafından katledilen yüzlerce insanımızı hatırladık.
Son söz olarak, göndereceğiniz etkinlik haber ve materyalleri
dışında, konuk yazar dahil tüm bölüm başlıklarımıza sizlerden
yazı beklediğimizi söylemek istiyorum. Lütfen sadece bültenimize
öylesine bir göz atmakla kalmayalım; bültenimiz gittikçe
sönümlenmesin.
Yeni bir sayıda buluşmak dileğiyle.
A.Raif FALCIOĞLU
SÖYLEŞİ
BEŞ SANATÇIYLA MÜLKİYE
Mülkiyeliler Birliği, Siyasal Bilgiler Fakültesi
Öğrencileri Dayanışma Derneği, Siyasal Bilgiler
Fakültesi Tiyatro Topluluğu 10. Yıl etkinlikleri
kapsamında “5 Sanatçı ile Mülkiye” söyleşisi
düzenledi. Etkinlik 19 Mart 2009 Perşembe günü
saat 13.30’da Siyasal Bilgiler Fakültesi prof. Dr. Aziz
Köklü Salonunda gerçekleştirildi. Arkadaş Zekai
Özger’in anısına armağan
edilen etkinlik, FotoğrafçıŞair Mehmet özer’in Arkadaş
Zekai Özger’in “Sevdadır”
şiirini okumasıyla ve Mehmet
Özer’in “Yaşam Bir An’lar
Toplamıdır” Sinevizyon
gösterisiyle başladı. 5 Sanatçı
İle Mülkiye söyleşisine; Ali
Osman Coşkun, Nurhayat
Bezgin, Sırrı Süreyya Önder,
Seyhmus Diken ve Ülker
Köksal Katıldı. Mehmet
Özer’in Arkadaş Zekai
Özger’in yaşam öyküsünü anlatımından sonra ilk
konuşmayı Yapan Ülker Köksal yaptı. Ülker Köksal
“…Mülkiye her zaman sanat ve
kültürle ilişkili olmuştur. Acaba bu
ilişki hangi alanlarda, nasıl ortaya
çıktı. Bunu belli kategorilerde
toplamamız olası. Şöyle kil siyasal
bilgiler fakültesi o dönemde
tiyatro ile çok güzel kaynaşma
ve buluşma yaptı. Bunun tanığı
benim. İkincisi, edebiyat, şiir
dallarında yazım alanında son
derece güzel atılımlar oldu.
Üçüncüsü siyasal bilgiler fakültesi
olarak bir Mülkiye dergisi çıkardı.
Derginin adı Kültür Sanat Dergisi
idi. Dördüncüsü, bütün öğretim
üyesi hocalarımız bize mutlaka
sanat ve kültürle ilgilenmemiz
konusunda yarış edercesine
olanaklar sunarlardı, bizi teşvik
ederlerdi. Her hafta üniversite öğrencileri için konser
verilirdi. Ve bizim Mülkiyedeki hocalarımız da bu
konsere gidip gitmediğimizi denetlerlerdi. Sorular
sorarlardı. Nasıl bulduğumuzla ilgilenirlerdi. Bunun
sonucu olarak da biz kendi aramızda şiir toplantıları,
Türkiye’nin sorunları konuşulan gibi özel bir takım
toplantılar yapardık” dedi.
Sırrı Süreyya Önder, öğrencilik yıllarına ilişkin
anılarını genç siyasallılarla paylaştı. Sırrı Süreyya
Önder “… Sanatı biraz Tuzluçayır, Nato Yolu,
Mamak, Misket Mahallesi falan oralarda kovalamaya
başladık. Mülkiye ile ilişkimiz fiilen ve fiziken kesildi.
Ama bizim de afişlerimiz vardı ama altında aranıyor
yazıyordu. Öyle olunca
Mülkiyeye gelemedik.
Bir afişide Mülkiyenin
kapısına yapıştırmışlardı.
Ben bundan garip
bir haz duymuştum.
Belki afişlere çıkma
güdüsünü 12 Eylül
bu şekilde tetiklemiş
olabilir. Yakalanınca
afişler indirildi tabi. Bir
müddet sonra o afişlerin
önemli bir kısmı hep
toplama kamplarına falan alındılar. Mülkiyenin ben
şöyle bir hayrını gördüm. İçeriye kitap alınmıyordu.
Bir istisnası vardı. Öğrenci olanlar, okullarının
öğrenci sekreterliğinden kitabı,
ders kitabıdır diye kaşelettirirlerse
o kitaplar yine bir denetime tabi
tutularak içeriye alınıyordu. Halen
benim kitaplığımın en güzide
parçalarından biridir görüldü
damgalı kitaplar.”
Mülkiyeli
S anatçılardan
Nurhayat Bezgin “…benim Ülker
hanımefendinin ve Süreyya beyin
anlattıkları gibi çok eğlenceli
bir dönemimiz olmadı. 71-75
dönemi, son derece ağır, son
derece zor, yurtların kapalı olduğu,
kafeteryaların kapalı olduğu bize her
zaman suçlu muamelesi gösterildiği
bir dönemdir. Biz onun içini sanat
kültür faaliyetlerimizi değişik
boyutlarda sürdürdük. Bir kere çok
okurduk. İnanılmaz okurduk. Her türlü konferansı,
her türlü toplantıyı, paneli mutlaka şenlendirirdik.
Kendi deyimimizle şenlendirdik. Çünkü çok
önemliydi o kalabalıklar. Biz topluca giderdik. Mesela
Ruhi Su konserlerini hiç kaçırmazdık. Sinematek
4
toplantılarımız vardı. Bilgi ve toplum yayınevlerinin
o toplantılarına mutlaka giderdik. Tabi klasik müzik
bizim için olmazsa olmazdı. Devlet opera ve balesi
herhalde o dönemin öğrencileriyle dolar taşardı.
Ankara Sanat Tiyatrosu’nun tabi müdavimleriydik.
Bu aktivitelerimizin yanında da çok çalışkan da
öğrencilerdik.
analizleri yaptı. Üstünde durduğu nokta şu idi.
Emperyalist güçlerin, özellikle ODTÜ, İTÜ gibi
teknik okulları sabote etmeye yönelik girişimleri
olduğunu anlatmıştı uzun uzun. Ve Mülkiyenin
adı hiç geçmemişti. Konuşmasını bitirip kitaplarını
imzalamaya başladığında ben hemen yanına koşturup,
yani devrimcilikten, şundan bundan bahsediyorsak,
Mülkiyeli sanatçılardan dördüncü konuşmayı Ali Mülkiyeyi niye anmadınız diye, heyecanlı bir genç
Osman Coşkun yaptı. “…Siyasal bilgiler fakültesine olarak bulaşmıştım. Yüzüme baktı, gülümsedi ve
gelme konusunda bir ikilem içindeydim. Güzel biliyorum, biliyorum demişti.”
sanatlar eğitimine mi gideceğim. Yoksa devrimci
Şeyhmuz Diken “... 1974 yılında Siyasal Bilgiler
Mülkiyeye mi gideceğim şeklindeydi. Resimle Fakültesine, Hırant’ın ifade ettiği gibi ürkek bir
ilgim hep vardı dediğim gibi ama devrimci görev güvercin gibi Diyarbakır’dan kopup gelmiştik.
duygusu öne çıktığı için resmi de paranteze aldığım İşte 1974 yılı bundan tam 35 yıl önce. Geldiğimde
bir dört yıl yaşadım açıkçası. Sadece vakit buldukça Diyarbakır’da bir tane askeri parkam vardı, yeşil bir
arkadaşlarımın portrelerini falan karalardım. Onun parka. Yine Diyarbakır’ı bilenler mutlaka bilir. Eski
dışında uzun boylu bir sanat faaliyetim olduğunu balıkçılar orada kör Yusuf diye eski bir Keldani ustanın
söyleyemem öğrencilik yıllarım içinde.Mesela AST şimdiki varislerinin devraldığı bir aktar dükkanı var.
önemlidir Biz eski Mülkiyeliler gibi pek klasik müzik Anam oradan bir siyah boya almıştı. Ve benim yeşil
konserlerine gitmiyorduk. Biraz bizim kuşakla birlikte, parkamı siyaha boyamıştı evde bir kazanın içinde.
kırsal kesimden gelen arkadaşların beğenileri daha öne Siyah bir parkam vardı. Bir daha ayağımda dar paça, 18
çıktığı için saz, folklor biraz öne çıkmıştı sanıyorum. O santimlik kadife pantolon vardı. Bir de Diyarbakır’da
yıllarda Cem Karacanın, Timur Selçuk’un konserleri pazardan aldığım bir askeri postal. Saçım uzundu
olurdu. Bir de Şinasi sahnesi vardı. O zamanlar çağdaş ve ilk tanıştığım Pala Mustafa idi. Pala beni kapıda
sahne idi orası. Ve sinematek vardı ve sinemalarda SBF-Der adına yakalamıştı. Hele bir keklik düştü
göremeyeceğimiz filmleri orda görme imkânı olmuştu. bakalım bu neyin nesidir. Anadolu’dan geldi. Nedir,
Yani dünya sinemasıyla temas sağlama imkânı vardı. bundan ne çıkarırız diye. Neyse pala ile muhabbet
Sonra söyleşiler yapılırdı. O dönemin ünlü şairleri, ettik. Anlattım. İşte boş olmadığımızı kendine göre
yazarları ve politik figürler diyeyim öne çıkmış anladı. SBF-Der’in de o dönemdeki üyelik formunu
isimler çeşitli toplantılara çağırılırdı. Böyle verimli verdi. Mediko Sosyal’e nasıl gideceğimi, nasıl kayıt
temaslarımız olurdu. Ben mesela o yıllardan Attila yapacağımı anlattı. 3 gün önce de telefon açtığında
İlhan ile bir anekdotumu aktarayım. Atilla İlhan dedim kendisine, gideceğim okula, okulda senin adını
ulusalcılığı hep üstünde olmakla birlikte hayatının da anacağım, haberin olsun. Böyle işte... “
son yıllarına kadar sivrilmiş değildi belki. Solcu şair Beş sanatçı ile Mülkiye söyleşisi dinleyicilerin
olarak koşturup gittik dinlemeye. Kendinde Türkiye soruları ve sanatçıların yanıtlarıyla sona erdi.
5
PANEL
SEÇİMLERİ OKUMAK
“Siyasal, Toplumsal ve Tarihsel Boyutlarıyla
Seçimleri Okumak” paneli 21 Nisan Salı günü saat
18:30’da Genel Merkez Binamızda gerçekleştirildi.
Prof. Dr. Tuncer Bulutay, Prof. Dr. Sencer Ayata
ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan’ın katıldığı
panelde, konuşmacılar tarafından hem güncel 29
Mart seçimlerinin değerlendirmesi yapıldı, hem de
Türkiye’de seçimlere ilişkin siyasal, toplumsal ve
tarihsel bakış açıları sunuldu.
İlk konuşmayı yapan Sn. Prof.
Dr. Tuncer Bulutay, önce
panelin konusu ile ilgili genel
bir bilgilendirme yaptığı ön
konuşmasında, konukları da
tanıttı. Konuşmasında daha çok
seçimlerin toplumsal ve siyasal
yönüne değinen Sn. Tuncer
Bulutay, konuşmasında özet
olarak şunları ifade etti;
“Seçimler bir toplumun ne
yöne gittiğinin en önemli
göstergesidir. Türk siyasal
hayatında demokrasi önemli
bir yer tutuyor. Kesintili de
olsa, zaman zaman başarısız da
olsa, Osmanlı’dan beri seçim
denemeleri vardır. Bu kadar
darbe ve kesintiye rağmen, sonuçta demokrasi daima
temel yaşam biçimi olarak kalabildi.
Her dönem kimsenin gelecekte silineceğine ihtimal
vermeyeceği bazı partiler silinip gittiği halde her
dönem cumhuriyetin temel ilkelerini savunan
CHP ayakta kalabilmiştir. CHP, temelde toplumsal
gelişmeyi yukardan getirmeye çalışan orta sınıfın
oylarını temsil etmektedir. Seçimlerde ise çoğunlukla
bu sınıfa karşı oy veren yoksul ve alt kesimlerin
oylarıyla sağ partiler hükümete gelmiştir. Fakat
bu oyları alan parti her dönem
değişmiştir. Şimdi bu oyları alan
AKP de yeni seçim sürecinde
yerini başka partilere bırakacaktır.
Temsil ettiği sınıf niteliği
dolayısıyla CHP hiçbir dönem
solcu bir parti olamamıştır.
Demokrasi Türkiye’de şöyle
işliyor; bir grup bir proje öne
sürüyor. Bu grup hükümet
olduğunda ise grubun etrafında
halkalar halinde genişleyen ve iç
halkadan dışa doğru çıkar sağlayan
bir taraftar topluluğu oluşuyor.
Temel hedef toplumsal adalet
getirmek olmadığı için, geniş
kesimler için popülist politikalar
izleniyor. AKP de farklı bir proje
getirmediği için, ANAP ya da
DYP’den daha kalıcı olacağını zannetmiyorum.
1960’lardaki seçim haritası bugünkünden çok
6
farklıydı. İç ve Doğu Anadolu’da CHP’nin kalesi
olarak tabir edilen iller vardı. Bugün bu durum
değişti. CHP’nin deniz kıyısındaki illerden daha çok
oy almasının nedeni, buralarda orta sınıf ve okumuş
kesimin daha fazla olmasıdır.
AKP oransal olarak, gözükenin aksine, daha çok oy
aldığı İç Anadolu’da oy kaybetti.
Seçimlerde ekonomik nedenlerin önemi dinsel
nedenlere göre daha fazladır. Çoğunluk olan yoksul
kesim her seçimde başka bir partiyi deniyor, aradığını
bulmayınca oy verdiği partiyi değiştiriyor.
Sağ partiler daha çok küçük kasaba, küçük ilçe ve
küçük şehirlerden oy alıyorlar. 2007’de AKP’nin
oyunun artmış olmasının nedeni, bence, daha önceki
seçimlerde oy alamadığı köylerden de oy almış
olmasıdır.
AKP’nin yarattığı ümitlerle görülmemiş oranda
köylerden kentlere göç yaşanmıştı; son krizin
etkisiyle şimdi bu göç tersine dönmeye başladı.”
zenginleştirmesinden de aldığı güçle hizmet eksenli
bir propaganda yaptı. En çok üzerinde durduğu konu
demokrasi ve vesayet konusuydu. Belki de kendine
güvenin azalması nedeniyle, CHP’nin geçmişini çok
fazla öne çıkardı; oysa kendilerinin, ortaya çıkarılması
durumunda oldukça risk yaratacak bir geçmişleri
vardı. CHP, en çok demokrasi, laiklik ve yaşam
biçimlerinin savunulması üzerinde durdu ve daha çok
kriz, yoksulluk ve iktidar baskısını öne çıkardı.
İktidarın demokratik yöntemlerle sınırlandırılması
çok önemlidir. Bu seçimde CHP’ye giden oyların
çoğu geliştirilen politikalara duyulan güvenle değil
AKP’ye karşı bazı değerler savunuluyor diye verildi.
Bu seçimlerde sanılanın aksine oy akışkanlığı
yavaşladı. 2002’de % 50’ye yakın iken, son genel
seçimlerde % 25 civarındaydı. CHP’ye verilen oylar
daha istikrarlı iken, AKP’nin oyu, daha çok lidere ve
icraata verildiği için, çok rahat değişir durumdadır.
1950’lerde iki partinin oyların % 90’ından fazlasını
Daha sonra Prof. Dr. Sencer Ayata söz alarak
Türkiye’de seçim süreçleri üzerine bazı bilgiler verdi.
Sn. Sencer Ayata, konuşmasında özet olarak şunları
ifade etti;
“AKP 29 Mart seçimlerinde, belli kesimleri
aldığı bir sistem varken, daha sonra çok partili bir
sistem oluştu. 2007’de iktidar partisinin oylarının,
kendisine en yakın partiyi ikiye katladığı bir seçim
yaşamıştık, şimdi yeniden iki partili bir sisteme
dönüş eğilimi ortaya çıktı.
7
Parti oyları çok önemli olsa da, birçok yerde
başkanlara da ciddi oy verildi. Kente göç eskisine
oranla azaldı ve kentlerin altyapı yatırımları önemli
ölçüde tamamlandı. Belediyelerin gelirleri eskisine
oranla çok arttı. Bu gelirle çevresel yatırım yapan
AKP’li belediye başkanları çok prim yaptıysa da, bu
çevresel yatırımı yapan diğer partilerden başkanlar da
ciddi oy aldılar.
Seçmen davranışı içerisinde sağ-sol ayırımı halen
oldukça önemli ve blok oylar çok fazla değişim
göstermiyor. Türkiye’deki % 30 - % 70’lik denge son
seçimlerde yine yakalandı. Önümüzdeki seçimlerinde
sol oyların % 35’e doğru artacağını göreceğiz.
Belediye seçimleri yalnızca kazananı verdiği için
harita çok net gözüküyor. Oysa oy dağılımı haritası
daha karışıktır. Türkiye’nin bölündüğü renklerdeki
nüansı iyi okumak gerekir. İç Anadolu’da daha çok
sağ partiler arasında bir çeşitlenme gözükürken,
sanılanın aksine asıl çeşitlenme kıyı kesimlerdedir.
AKP’nin yedi yıldır iktidarda olduğu düşünülürse,
bu seçimlerde aldığı sonuç çok da başarısız sayılmaz.
Fakat AKP’yi bu seçimde asıl yıpratan kriz, yolsuzluk
ve iktidar baskısı gibi ağırlıkla yeni gündeme gelen
konular olduğu için, oy kaybı henüz yeni başladı.
Birçok yazar “AKP toplumun asıl kültürünü temsil
eden partidir” yorumun yapmışlardı. Bu süreç parti ve
çevresinde moral kaybına neden oldu.
AKP çok hızlı bir sermaye birikimi yaratmaya
girişmişti. Bu süreç son derece dışlayıcı oldu
ve zenginleşen sınıfla kendi tabanı arasında da
farklılaşma yaşanmaya başladı. Kaynak kesilince bu
sınıf içerisinde de kavgalar yaşanacak ve özellikle
Saadet Partisi’nin sınıfsal temelde bu olgu üzerinden
AKP’ye yükleneceği beklenebilir.
AKP bu ekonomik güç elitlerini eskisi kadar
besleyemez hale gelince, mutabakat bozuldu ve
karşıdaki büyük sermayenin sesi de daha çok çıkmaya
başladı.”
En son söz alan Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan,
konuşmasında daha çok sürecin tarihsel boyutuna
değindi. Sn. Mehmet Alkan, konuşmasında özet
olarak şunları ifade etti;
“Son seçimlerde ortaya çıkan haritanın altını biraz
kazırsak, özellikle Kürt sorunu, siyasal islam sorunu
ve kadın sorununu görüyoruz.
2007’ye kadar ülkede 27 tane genel seçim yaşadık.
Belediye seçimleri 1969’dan sonra önem kazanmaya
başladı. Daha önce, dikkat edersek, genellikle
Belediye Başkanları aynı zamanda Vali’dir; ya da
tersi. Oysa 1830’ların sonunda yaşanan ilk seçimler
yerel seçimlerdi. İlk belediye de 1856’da kuruldu.
İlk genel seçimler 1877’de yapıldı ve ilk meclisimiz
açıldı.
Bu kadar eski bir demokrasi deneyimine
rağmen demokratikleşmenin neresindeyiz?
Demokratikleşmenin oluşma, çiçeklenme, gelişme ve
daralma dönemleri vardır. Son süreçte gördüğümüz
ve yukarda ifade ettiğimiz temalar hemen her
dönemde kendisini göstermiştir. 1876, 1908, 1919
gibi dönemler açılma dönemleridir. 1920’de bütün
yetkiler mecliste toplandı. 1930, 1940, 1960 hep
açılma ve kapanma yılları olmuştur.
Cumhuriyet sonrasında esas olarak hep “Kürtçü”
ve “Siyasi İslamcı” partiler kapatılmıştır. Kapatılma
gerekçelerinde hep programlarında ya Kürtlere ya
da siyasal islama yer vermiş olmaları gösterilmiştir.
Türkiye’de militan laikliğin başladığı tarih 1925’tir.
Çünkü bu tarihlerdeki Kürt isyanı da militan İslam
üzerinden yürüyordu.
Kadın sorunu da daha çok bu iki konu arasında,
zaman zaman da bağımsız bir konu olarak karşımıza
çıkmıştır. Türban sorunu da aslında bir kadın
sorudur.
1850’lerden beri toplum 4-5 tane çatışma konusu
etrafında toplandı:
- Üniter yapı
- İdari yapı (merkeziyetçilik – âdemi
merkeziyetçilik)
- Din (laik – muhafazakar)
- Elitler
- Devletçilik
- Atanmışlar – Seçilmişler
Hemen her dönem Türkiye toplumu bu çatışma
konuları ekseninde ve üç temel konu üzerinden
bölünmüştür:
- Sol – Sağ
- Din
- Milliyetçilik
Son seçim haritalarında da bunu görmek
mümkündür.”
Daha sonra soru cevap kısmında bazı konular biraz
daha açılarak panel bitirildi.
8
HAKAN BURHAN ESARİ
KATİL OLİGARŞİ
Hakan Yurdakuler
“Sonra her zamanki gibi, son zamanların şu bir
tatlı kaşığı solcu, bir çay kaşığı sağcı gazetelerinden
istedim. Onlardan başka bir şey okumaz olmuştum.
Makul bir alışveriş vardı o gazetelerle aramızda.
Onlar zekice kurgulanmış, çıkıntıları budanmış yasal
öfkeler, incesinden yazılmış sinema yazıları arz ediyor,
benimse en azından neye öfkelenilmesi gerektiğinden
ve Amerikan filmlerinden haberim oluyordu.” Bir intikam romanından, Tol’dan alıntı bu cümleler. Geçen hafta yapılan cenaze
töreninden sonra Tol’daki
tanıma uyan gazetelerden
neler öğrendik? Artık geride bırakılması
gereken duyguların hangileri
olduğunu;
zamanların
değiştiğini ve değişmiş olan
zamanların hangi duygulara
cevaz verip hangilerini
kınadığını; ölenin ne melun biri
olduğunu bilsek, talimatıyla
işlenen cinayetlerden haberdar
olsak ve canileri halen de
örgütlemekte
olduğuna
kani olsak dahi cenazesi
kaldırılırken ardından "iyi
bilirdik" dememiz gerektiğini
öğrendik. 9
Gazetedeki fotoğrafında sarkık bıyıklarının tepesinden
maziye mi, atiye mi olduğu belirsiz bir zamana ters
ters bakan köşe yazarı haddini bildirdi ve paylayıverdi
öfkesini ehlileştirememiş olanları:
“Bu arada, böylesine bütün milleti BÜYÜK BİRLİK
durumuna getiren bir acı olayda bile, içlerindeki hasta
dünyayı bilgi ağına (internet) ve gazete yorumlarına
taşıyan zavallılara da acil şifalar dilemeliyiz. Aynı
hücrede birlikte yattığı sol militan onu överken, eski
kabilesinin mensubiyet kaygısı
ile ağızlarında bir şeyler
geveleyenlere de...”
Önem verdiği kelimeleri
kafamıza kakmak için büyük
harflerle bezemişti yazısını. Hoca efendilerinin kazaya
dair suikast imasına büyük
büyük atıfta bulunduktan
sonra, cinayet şebekesinin
sabık başkanına yeterli saygıyı
gösterememiş olanlara hitaben
“BÜYÜK BİRLİK camiasının
alabildiğine tahrik edilmesine
yol açan duyarsızlıklar
sonucunda
ALPEREN
GENÇLİK
istenmeyen
yönlere sürüklenebilirdi...”
deyiveriyordu. Şu pek kolay
tahrik olan, ancak belli ki bozuk zamanede yeterince
kadri bilinmeyip tahkir edildiği kanaatiyle içten
içe hayıflandığı, beyaz bereli katiller güruhunu
aba altından sopa niyetine işaret etmeyi de ihmal
etmiyordu henüz şifa bulmamış olan solculara.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=Radi
kalYazarYazisi&Date=&ArticleID=929418
Hafıza karartma seferberliğine katılan bir başka
köşeci de, bir okur mektubundan şu parçayı alıntılamış
yazısında:
“Sayın Yazıcıoğlu'na yiğit demeye getiremiyorsa
dilini, o dilden bu ülke hayrına işitilecek ne söz çıkar?
Ergenekon orada, burnumuzun ucunda dururken,
AKP düşmanlığını seçen solcu, bir kütüphane dolusu
kitap hatmetmiş olsa ne yazar? Uzun sözün kısası,
sayın Türköne, Sol'un tümden yıkılıp çok daha
başka değerlerle yeniden inşası,
bir sorumluluk. Ama, yalnızca
ideolojik bir sorumluluk değil bu,
yalnızca Leninizm, Kemalizm vb.
budalalıklardan arınmaktan ibaret
bir sorumluluk değil. Bu aynı
zamanda, yiğit olana yiğit demekte
hiçbir beis olmadığını da anlama,
idrak etme sorumluluğu. Ezber
bozan seslere çok çok ihtiyacımız
var..." http://us.zaman.com.tr/ustr/yazarDetay.do?haberno=39964
Aynı mektupta solun yeniden
inşasına dair iri kıyım sözlerin
devamında, yüreğini MHPli bir
militana hangi koşullarda açtığını
anlatan okur, - kendisinden çok daha uzun boylu
olduğunun olayla bağlantısını anlayamadığımızbir faşist tarafından ilk kez kucaklanınca nasıl da
hislendiğini anlatıyor. Gençlik yıllarımızda “bir samimi
merak, içten bir tanıma isteği yaratılamadığından”
vaktiyle oldurulamamış bu kucaklaşmadan
duygulanması gerekiyor okurların da bu satırları
okuyunca, üslup öyle kurulmuş. Ne var ki, unutulan
bir şey var: köşesinde bu mektuba yer verenleri de, aba
altından sopa gösterenleri de o yıllarda da gayet iyi
tanırdık. Şimdi de çok iyi tanıyoruz her gördüğümüz
yerde, her okuduğumuz yazılarında onları.
Her dönemin danışılanı, sahte nedamet uzmanı
yazar: “70'li yıllarda hayatını kaybedenlerin tamamını
saygıyla anıyorum” diye yazmış. Bu sene 8 Nisan’da,
70'li yıllarda hayatını kaybeden onlarca arkadaşımızdan
biri olan Hakan Yurdakuler öleli 33 yıl oldu. Yani,
Mümtazer Türköne’nin kendi ifadesiyle “Mülkiye'de
liderdim, Ülkü Ocağı Başkanı'ydım. Ülkü Ocakları
Genel Merkezi'nde yöneticilik yaptım. Gençlik
liderleri sınıfındandım.” dediği günlerde öldürüldü
yanı başımızda Hakan.
8 Nisan 1976 günü faşistler tarafından basıldı
Türköne’nin kapısına yanaşmadığını söyledikten
sonra kendini ‘lideri’ olarak tanımladığı Mülkiye.
Okul kapısının önünde üçüncü sınıf öğrencisi
Hakan Yurdakuler ve iki arkadaşımız vuruldu o gün.
Hastaneye kaldırılan Hakan Yurdakuler’in ölümü
üzerine faşist saldırıyı protesto eden devrimci gençler,
ertesi gün Kurtuluş Meydanı’nda toplandılar. Polisin
devrimcilerin üzerine ateş açması sonucu Eşari Oran
ve Burhan Barın isimli iki devrimci
öğrenci öldürülürken, 20 devrimci
de yaralandı.
MHP genel başkanı Alparslan
Türkeş (*) 11 Nisan'da olaylara
ilişkin açıklama yaparken şöyle
övmüştü faşistleri: "Ülkücüler devlet
güçlerine yardımcı oluyor!"
Devlet güçlerine yardım, devlette
danışmanlığa terfi ettikten sonra
da devam ediyor haliyle. Zamanın
Çiller danışmanı, bir söyleşisinde
“Tansu Hanım terörle mücadele
ve Susurluk konusunda çok naifti.
Birikim olarak bu işlerden anlaması
mümkün değildi.” demişti. Birikim
olarak bu işlerden anladığından olsa gerek, “Devlet
için kurşun atan da yiyen de birdir!” vecizesinin mucidi
olarak hafızalara kaydolmuştu Türköne.
Bunca gayretkeşlik, hafıza kaydının hafıza kaybına
dönüşmesinin yüceltilmesi, şifa dilekleri, ezber bozma
safsatası ne için peki? O yıllarda devlete yardımcı
sonraki yıllarda da yardakçı olanların işledikleri ya
da azmettirdikleri cinayetleri unutma hakkı kimden
istenecek? Burhan’dan mı, Eşari’den mi, Hakan
Yurdakuler’den mi, Hakan Şenyuva’dan mı, Diyarbakır
cezaevi mahkûmlarından mı, Hrant Dink’ten mi,
Madımak’ta yanan arkadaşlarımızdan mı yoksa? Bu konuda ezber bozma korosu genişliyor, ille de
dostun bir tek gülü yaralıyor bunca akortsuz ses
arasında. Baskın Oran hocamız anlatıyor: " 2005’te
10
Yazıcıoğlu Fener Patriği’yle görüşme talep ediyor.
Yemekte ikisi ve Kezban ve Prof. Hatemi bulunuyor.
Yazıcıoğlu özetle şöyle diyor: “Önyargılar, atgözlükleri
atılmalı. Aynı zihniyetten ben de çok mağdur oldum.
Çok işkence gördüm. Yanlış tarihî birikim insanları
bu hale getiriyor. Ama tanışınca bunlar düzelebilir.
Geçmişteki hataların tekrarını önlemeliyiz” diyor.
Samimidir, değildir, bilemem; Türkiye siyasal
hayatında fevkalade önemli bir girişimdir onu
bilirim. Ama burada benim derdim bambaşka:
Hangi
taraf
daha
açık
fikir li?
Yazıcıoğlu gibi geçmişi olan birinden söz ediyoruz."
(http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=Rad
ikalEklerDetay&ArticleID=929676&Date=09.04.20
09&CategoryID=42#)
yıldı değil mi? Madımak katliamının sanıklarına
destek vermek için mahkemelerde boy gösteriyordu
Yazıcıoğlu, hatırlar mısınız? Kendi örgütlediği Maraş
Katliamı'nın sorumlusu olarak utanmadan Hrant
Dink'i gösterenin Yazıcıoğlu ve kabilesi olduğunu da
mı unuttunuz?
Robert Louis Stevenson’ın Dr. Jekyll ve Mr. Hyde
adlı eserinde Jekyll der ki: "Eskiden suç işlemek için
kendilerine yardakçı bulmak zorunda kalırdı insanlar,
böylece de kendilerini gizlediklerinden saygınlıkları
sarsılmamış olurdu… Böylece toplumun gözünde
saygıdeğer bir kişilik bir an sonra kravatı, ceketi
üzerinden fırlatıp atarak özgürlük denizine dalıveren
bir okul çocuğu gibi kendisini daraltan bu ödünç
boyunduruklardan soyunabilirdi. Üstelik kimseyi de
kuşkulandırmadan.”
Muhsin Yazıcıoğlu’nu bilirdik eskiden, hem Dr. Jeykll
hem de Mr. Hyde idi. Şimdi ise Yazıcıoğlu’nun sadece
Dr. Jeykll kimliğini görmemiz isteniyor. Mr. Hyde’ın
yaratıcısının Jeykll olduğunu unutarak hem de…
Yüceliğinin idraki halkımızın yüksek irfanına havale
edilen ve adam gibi adam nitelemesiyle göklere
çıkarılan Yazıcıoğlu’nu doğru değerlendirmek,
bilincimizi Dr. Jekyll Mr. Hyde yarılmasından
korumak zor gerçekten.
Biraz da sizin moda haline getirdiğiniz terimle ezber
bozmaya çabalarken yeni yalan ezberler getirmemeye
dikkat etmeli sevgili Hocam. Daha bugün İstanbul'da
otobüs durağında bekleyen bir grup öğrenciye tekbir
getirerek satırlarla, sopalarla bıçak ve coplarla saldırdı
Yazıcıoğlu'nun yetiştirmeleri. Sonuç: 2 yaralı. Hikâye
tanıdık değil mi?
İyileşecek yaraları olduğu sürece, geçmiş bugün olarak
kalır sevgili Hocam. Geçmiş yaraları iyileştirmeden
atılacak her adım da, bugünün yaralarını kanatır bu
haberdeki gibi.
Kimden ve nasıl bir geçmişten söz ediyoruz sahi
Baskın Hocam? MHP yöneticilerinden Nevzat
Kösoğlu, 1977 yılında yaptığı bir konuşmada demişti
ki: "İktidarın yolu okullardan geçer. Biz MHP
olarak önce okullarda ve devlet dairelerinde kendi
kadrolarımızı yetiştirdik. Sayın Genel Başkanımız
A.Türkeş'e önce herkes güldü; '3-5 çocukla, gençle
mi iktidar olacak dediler: (...) Ama biz sabırla
çalıştık, okullarda ve devlet dairelerinde kadroları ele
geçirdik." Bu sabırlı (!) gençlerin arasında da değil,
başında sizinle buluşma muradına eremeden ve hiçbir
cinayetin hesabını vermeden ölen Muhsin Yazıcıoğlu
vardı. 1977-78 yıllarının Ülkü Ocakları başkanı yani!
Onlarca cinayetin, Bahçelievler katliamının sorumlusu
Yazıcıoğlu! 8 Nisan 1976'da sizin öğrencilerinizi
okuldan çıkarlarken taratanlar arasındaydı, "geçmişteki
hataların tekrarlanmamasından" bahseden Yazıcıoğlu!
Biz, bu 8 Nisan'da da Hakan Yurdakuler'in mezarı
başındaydık Hocam. Onu ve o cinayet şebekesinin
katlettiği bütün arkadaşlarımızı andık yine.
Arkadaşlarımızın kaybı "telafisi mümkün hatalar" Çıkıntıları budanmamış, adresini doğru bellemiş
arasında mıdır sizin için? Fikrin bu kadar açık olanından öfkeye ve faşiste faşist diyen evcilleşmemiş bir dile her
ve girişimin bu denli önemlisinden kuşkulanmak ezber zamankinden çok ihtiyaç var bugünlerde.
tazelemek değil, ölen arkadaşlarımızın hatırasına
saygıdır sevgili Hocam. Haydi, sizin için uzakta kaldığı
Füsun ÇİÇEKOĞLU
anlaşılan geçmişi bir yana koymaya pek merak sardınız
birden diyelim o zaman daha yakın geçmişe gelelim
isterseniz. Bahsedilen yemeğin yenildiği 2005 yılı,
Beyoğlu'nda 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili açılan fotoğraf
sergisinin Yazıcıoğlu'nun kabilesi tarafından basıldığı
11
SBF-DER BAŞKANI HAKAN YURDAKULER MEZARI BAŞINDA ANILDI
Arkadaşımız Hakan Yurdakuler, Öldürülüşünün otuz üçüncü yılında mezarı başında arkadaşları ve S. B. F.
Öğrencileri tarafından anıldı. Arkadaşları adına konuşma yapan Füsun Çiçekoğlu “ … ölümünün üzerinden
tam otuz üç yıl geçti, ama biz ne Hakan’ımızı unuttuk ne de katilleri. Hakan’ın gülümseyen yüzü asılı durur
gözlerimizin ayasına ve hala sımsıcak durur düşlerimizde, düşleri ve gülüşleri” dedi. Saygı duruşundan
sonra mezarına karanfiller bırakılarak gelen senede buluşmak sözüyle Hakan’ı karanfiller içinde bırakarak
mezarlıktan ayrıldık
12
KONSER
MÜLKİYELİLER BAHARI ARYALARLA KARŞILADI
Birliğimizin 08 Nisan 2009 tarihinde Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi konser salonunda, Sanat
Akademinin katkılarıyla gerçekleştirdiği konserde keyifli anlar yaşadık. Sanatçıların seslendirdiği şarkılar ve
türküleri soluksuz dinleyen Mülkiyeliler ve konukları, etkinliği gerçekleştiren Mülkiyeliler Birliği yönetimini
ve sanatçıları ayakta alkışladı. Dinlediğimiz ezgiler iyi ve güzel bir baharın muştucusuydu.
13
KONSER
Mülkiye Türk Halk Müziği Topluluğu şef Recai Şen yönetiminde 2009 yılı konserini Siyasal Bilgiler Fakültesi
Prof. Aziz köklü salonunda verdi. Katılım ve ilginin yoğun olduğu konserde mapushane türküleri söylendi.
Dinleyiciler solo ve koro olarak söylenen türkülere eşlik ettiler. Birlik ve Vakıf yöneticilerimizin de katıldığı
konser istek üzerine ikinci kez sözleri Sabahattin Ali’ye ait olan “Aldırma Gönül” adlı türküyle son buldu.
14
BASIN AÇIKLAMASI
Sayın Türkan Saylan,
Perşembe günü İstanbul’a geleceğim için
sizi ziyaret ederek ifade etmeyi planladığım
düşüncelerimi, hastaneye yatmanız dolayısıyla
bu mektubu yazarak paylaşmak durumunda
kalıyorum.
Sayın Saylan,
Sizi öncelikle bir bilim insanı olarak tanıdık.
Lepra hastalarına yaklaşımınız, onların
sağaltımınızdaki emeğinizle hepimizin
gönlündeki yeriniz her zaman çok özel oldu.
Daha sonra Çağdaş Yaşamı Destekleme
Derneği Başkanı olarak özellikle kız
çocuklarımızın eğitimine dönük projelerinizle
bu yer daha da perçinlendi. Son olarak,
“Cumhuriyet Mitinglerinin” doğru rotada
ilerlemesindeki, İstanbul Mitinginin “Her
türlü otoriter eğilime karşı olma” teması
üzerinden gerçekleşmesindeki çabalarınızı,
kürsüden ve televizyondan “ne şeriat ne darbe”
isteğinizi açıkça ifade etmenizi takdirle ve
saygıyla izledik. Sizin şahsınızda ve tavrınızda
her zaman gerçek bir Türkiye aydınını gördük.
Her dalgada “muhalif aydınların sindirilme
operasyonuna” dönüştüğü izlenimi kuvvetlenen
Ergenekon davasının 12 nci dalgasında
özellikle Size ve Derneğinize dönük hoyratlığı
büyük bir elemle izledik. Bu muamele
karşısında kendisine insanım diyen, bir yürek
ve vicdan taşıdığını söyleyenlerin vicdanının
bırakın sızlamasını o vicdanlardan oluk oluk
kan akmaması olanaklı değildir kanımca.
28 Şubat darbesine kimi sivil örgütler aracılık
ederken karşı durma cesareti gösteren az
sayıda örgütten biri olan Mülkiyeler Birliğinin
o dönemdeki Genel Sekreteri olarak her
türlü darbe tertipçilerinin yargılanması ve
cezalandırılması konusunda ortak düşüncelere
sahip olduğumuza dair hiçbir kuşku
duymuyorum. Mülkiyeliler Birliği, hiçbir
zaman “zinde güçleri” göreve çağıran darbe
yandaşları ile siyasal İslamcılar arasında tercih
yapmamış otoriter eğilimlere karşı her zaman
halktan, demokrasiden, evrensel hukuktan,
insan hak ve özgürlüklerinden, barıştan,
emekten, kamu yararından ve sosyal adaletten
yana olagelmiştir. Bundan tam 150 yıl önce
bu ülkenin daha çağdaş bir yönetim anlayışına
kavuşması için aklın ve bilimin öncülüğünde
yönetici yetiştirmek üzere kurulan Mülkiye
mezunları ve Mülkiyeliler Birliği üyeleri
olarak Size ve Derneğinize yapılan muameleyi
kınıyor ve yanınızda olduğumuzu bilmenizi
istiyorum.
En derin saygılarımla,
Ali Çolak
Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı
Türkan Saylan’ın Anısına saygıyla.
E-bültenimizi yayın için hazırladıktan
sonra üyelerimize göndermeye
hazırlanırken, maalesef Sayın Türkan
Saylan’ın ölüm haberini aldık.Yönetim
kurulumuz ve Mülkiye topluluğu büyük
bir üzüntü içindedir. Fakat, değerli bir
Bilim insanı ve demokrasi savaşçısı
olan Türkan Saylan’ın karanlığa karşı
her alanda sürdürdüğü aydınlanma
mücadelesini, öğrencileri, ülkemizin
aydın insanları, bilim ve sanat insanları
ve demokrasi mücadelesi veren
kuruluşların sürdüreceğine inancımız
tamdır. Yukarıdaki basın açıklaması,
Türkan Saylan’ın şahsına ve temsil
ettiği kuruluşlara da yönelik olan bir
hukuksuzluğa karşı olduğu için, kurumsal
tutumuzu ifade etmesi nedeniyle
yayınlıyoruz.
15
Mülkiyeliler Birliği
BASIN AÇIKLAMASI
1 MAYIS
Barış İçinde Kardeşce Yaşama İsteğimizi
Savaşsız, Sömürüsüz Bir Dünya İsteğimizi
Gelecek Korkusu Olmadan İnsanca Yaşayacağımız Eşitlikçi ve Özgür Bir Ülke İsteğimizi
Tekrarlayacağımız Bir Gündür.
Türkiye kamu yönetiminin temelini yurttaşlara değil, piyasa sistemi aktörlerine dayandıran, sosyal devleti ortadan kaldırarak devletin temel felsefesini
değiştiren ve böylece emeği ile geçinen , sosyal devlet şemsiyesi altında olması gereken toplumun çalışan kesimlerini olumsuz yönde etkileyen bir
dönüşüm süreci yaşamakta iken, 2008 yılında yaşanan neoliberalizmin yapısal krizi, bu olumsuzluğu daha da derinleştirmiştir. Ücretlerdeki azalış, işten
çıkarılmalarla ciddi boyutlara ulaşan işsiz sayısındaki artış krizin çalışanlar üzerindeki yaşamsal etkisini gözler önüne sermektedir. AKP hükümetinin,
krizin etkilerini ortadan kaldırmak adına aldığı/almayı planladığı önlemlerin tamamı sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir. Sermayenin krizi de
emekçileri vurmuştur, krizden çıkma adına alınan önlemler de. Emekçilerin birlik ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ın terörize edilmeye çalışılmasının
altında yatan da, krizin faturasını ödemek istemeyen bir toplumsal muhalefetin ortaya çıkmasını önleme çabasıdır. AKP hükümeti bir yandan 1 Mayıs’ı
resmi tatil ilan ederek “evcilleştirme” çabası içine girerken, diğer yandan da bazı sendikalar eliyle Taksim Meydanı odaklı 1 Mayıs kutlamasını manipüle
etmeye çalışmaktadır. Ülkenin daha demokratik, yurttaşın daha özgür ve eşit olması için çaba göstermekle yükümlü siyasi iktidar, bu görevlerini yok sayarak toplumu bölmekte,
gerilimler yaratarak ülkeyi yönetmeye çalışmaktadır. 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılması tartışmalarında da siyasal iktidarın dayatmacı ve anti
demokratik tutumu bir kez daha açığa çıkmaktadır. Bütün dünyada işçilerin, emeği ile geçinenlerin dayanışma iradelerini egemen güçlere gösterdikleri bir
gün olan 1 Mayıs, ülkemizde siyasi iktidarın gücünü ve otoritesini ispatladığı bir gün haline getirilmiştir. Kamu görevlisi olarak bu görevlerini siyasi görüşlerinin dışında sürdürmeleri gereken İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü ise, futbol takımı taraftarlarına,
konserlere, polis haftasında yürüyen polislere, hatta yılbaşı eğlencelerinin değişmez figürleri tacizcilere bile sonuna kadar açık olan Taksim Meydanını
sadece emekçilere yasaklamaya çalışmaktadır. Kendi vatandaşına güvenmeyen, ondan korkan ve alenen ona gözdağı vermekten çekinmeyen otoriter
bir rejimin hakim olduğu bir ülkenin bürokratı gibi davranan ve İstanbul’a geçen yıl yaşattıkları işkenceyi bir kez daha yaşatacak gibi görünen İstanbul
Valiliğinin özellikle DİSK Merkez Binasını kameralarla izlemeye alması, siyasal iktidarın emek düşmanı tavrı ile büyük bir paralellik içerisindedir. Neo liberal küresel sermaye, bugün tıpkı 1 Mayıs’ın doğduğu vahşi kapitalizm dönemindeki çalışma ve yaşama koşullarını emekçilere yeniden
dayatmaktadır. Bu nedenle, küreselleşmenin yarattığı ağır sorunlara ve tahribata karşı, bir başka seçenek için, çağdaş çalışma standartlarının ve sosyal
hakların küreselleşmesi için 1 Mayıs önemli bir simge olmaya devam etmektedir. 1 Mayıs’ın sadece bir gelenek değil, aynı zamanda emeğin güncel
toplumsal ve siyasal talepler ile kendini yeniden ürettiği bir mücadele zemini olduğu bilincinde olan üyeleriyle Mülkiyeliler Birliğinin alanlarda olacağını
kamuoyuna saygı ile duyururuz.
Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu
16
1 MAYIS’IN KISA TARİHİ
Dünya emekçilerinin birlik ve dayanışma günü olan 1
Mayıs, Amerika’da işçi sınıfının verdiği mücadele sırasında
doğdu.
açıldı ve 4 işçi yaşamını yitirdi, 1400 işçi de işten atıldı.
1800'li yıllar, çalışma şartlarının çok kötü ve çok ağır
olduğu yıllardı. İş yerlerinde ağırlıklı olarak güce dayalı kol
emeği kullanılıyordu. Küçük çocukların karın tokluğuna
çalıştırılması, 14-15 saati bulan iş günleri sıradan
uygulamalardı. Şirketler hızla sermayesini büyütürken,
işçilerin en temel haklarını dahi tanımayan bir sistem vardı.
ABD işçi sınıfının 19. yüzyılın birinci çeyreğinde işgücünün
kısaltılması için başlattığı mücadele ilk sonuçlarını 1835’te
verdi. İşgünü 10 saate indirildi. Bu süreçten sonra mücadele
başta 8 saatlik işgünü olmak üzere en temel sendikal
hakların kazanılması yönünde gelişti.
Bir proleter bayram gününü, sekiz saatlik iş gününü elde
etme aracı olarak kullanma düşüncesi ilk kez Avustralya'da
doğdu. Avustralyalı işçiler, 1856'da, sekiz saatlik işgünü
lehinde gösteriler yaparak, toplantılar ve eğlenceler
düzenleyerek, hep birlikte bir günlük iş bırakmaya
karar verdiler. Bu kutlamanın yapılacağı gün olarak da
21 Nisan tarihi saptandı. Avustralyalı işçiler bu kararı,
yalnızca 1856'da uygulamaya niyetlenmişlerdi. Ama bu
ilk kutlamanın Avustralyalı proleter kitleler üzerinde çok
büyük etkisi oldu, onları canlandırıp yeni bir heyecana yol
açtı ve bu kutlamanın her yıl tekrarlanmasına karar verildi.
“Gerçekten işçilere, kendi kendilerine kararlaştırdıkları bir
anda, kitle halinde işi bırakmaktan daha fazla cesaret ve
kendi gücüne güven duygusunu ne verebilirdi? Fabrikaların
ve atölyelerin ebedi kölelerine, kendi öz birliklerini
toplamaktan daha fazla ne cesaret verebilirdi?” (Rosa
Luxemburg – Şubat 1894)
Avustralyalı işçilerin örneğini ilk izleyen Amerikalılar
oldu. 1881 yılında kurulan “Örgütlü Meslek ve Emek
Birlikleri Federasyonu” 8 saatlik iş günü amacıyla mücadele
başlattı. ABD'nin Chicago kentinde 40 bin tekstil işçisinin
gerçekleştirdiği eylem kanla bastırıldı. Aynı kentte, bir
fabrikada 8 saatlik işgünü için greve çıkan işçilere ateş
Saldırılar, işçilerin mücadelesini daha da yükseltti. ABD
ve Kanada'da sendikalar ve diğer örgütlerin öncülüğünde
1 Mayıs 1886'da yüz binlerce işçi greve çıktı. İşçiler
üretimden gelen güçlerini kullanıyordu. Tarihte ilk defa
işçi sınıfının böylesine örgütlü ve kararlı mücadelesi
yaşanıyordu. Neredeyse tüm ülkede yaşam durmuştu.
Gazete haberlerine göre “fabrika ve imalathanelerin uzun
bacalarından hiç bir duman yükselmiyordu ve her şey Sebt
Günü (Musevilerin çalışmadıkları cumartesi günü) benzeri
bir görünümdeydi". Gösteriler ertesi günlerde de sürdü.
Chicago’da 3 Mayıs ve 4 Mayıs’ta yeni olaylar çıktı ve yeni
ölümler yaşandı. Chicago eylemlerin ana merkeziydi.
Haymarket Alanı’nda bir Protesto Mitingi
gerçekleşti ve August SPIES ile beraber sendika
hareketinde etkin olan iki diğer işçi lideri Albert
Parson ve Samuel Fielden katılanlara seslendi.
Konuşma boyunca kalabalık oldukça düzenliydi. Hatta
mitingin başından beri yakınlarda bulunan Vali Carter
Harrison "polis müdahalesini gerektirecek bir şey olacağa
benzemiyor" sonucuna vararak, Polis şefi John Bonfield'e
de bu yönde tavsiyelerde bulundu ve karakolda beklemekte
olan büyük sayıdaki yedek polis gücünün evlerine
gönderilmesini bildirdi. Fielden toplantıyı sona erdirirken
saat geç olmuş ve bir taraftan sağanak halinde yağmur
yağdığı için alanda yalnızca 200 civarında insan kalmıştı.
Ansızın Bonfield komutasındaki bir polis birliği toplantıya
müdahale ederek, insanlara hemen dağılmalarını emrettiler.
Fielden "biz barışçılız" diyerek bunu protesto etti.
Tam bu sırada bir yerlerden polislerin arasına bir bomba
fırlatıldı. Bomba, polislerden birisini öldürürken, altı tanesi
ağır olmak üzere 70 kadarını da yaraladı. Polis işçilere ateş
açmaya başladı. Burada öldürülen ve yaralananların kesin
rakamı hiç bir zaman açıklanmadı. Bu olayın ardından
tüm Chicago'da bir terör rüzgarı başladı. Basın ve vaizler
bombanın anarşist ve sosyalistlerin işi olduğunu söyleyerek,
17
intikam çağrıları yapıyorlardı. Toplantı salonları, sendika
büroları, yayınevleri ve evler basıldı, tüm bilinen sosyalist ve
anarşistler toplandı. Hatta sosyalizm ve anarşizmin anlamı
hakkında bilgisi dahi olmayan pek çok kişi tutuklandı
ve işkenceye uğradı. Devlet Savcısı Julius Grinnell'in
kamuyuna yaptığı bir açıklama "önce baskını yap, yasayı
ondan sonra ara"ydı.
açıkça belirtti. Onlar yaratılan “terör ve histeri, ayarlanmış
taraflı bir jürinin" kurbanlarıydılar.
İşçilerin bu topyekun isyanına karşı cepheden gelmeye
başlayan Devletin düzenlendiği saldırıların yanında,
işverenler grev kırmak için sokak çetelerini de kullanmaya
başladı. Çeteler hem işçilere saldırıyor, hem de grev kırıcılığı
yapıyorlardı. Bu saldırılarda da çok sayıda işçi yaşamını yitirdi.
Hükümet ve işverenlerin işçilere karşı ortak tavrıyla, 1
Mayıs sonrası işten atmalar, saldırılar ve baskılar da iyice
yoğunlaştı. Polisin saldırısı ve vahşi tavrı ortadayken,
olaylara neden oldukları gerekçesiyle 8 işçi hakkında
idam istemiyle dava açıldı. Dört yiğit işçi önderi Albert
PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve
August SPIES, 1886
yılında 8 saatlik iş günü
mücadelesinde önderlik
yaptıkları için, göstermelik
bir yargılamadan sonra,
11 Kasım 1887’de idam
edildiler. 1 işçi önderi
ise kaldığı hücrede “ölü”
bulundu. Mahkemede
Jüri, özel savcı tarafından
atanan bir hakimce seçildi,
hiçbir kanıt ya da bombayı
atanlara ilişkin bir tanık
yoktu. (Daha sonra bir
polis ajanı tarafından
atıldığına dair kanıtlar ortaya çıktı) Bu olay
işçi sınıfı tarihine “Kara Cuma” olarak geçti.
Albert PERSONS, özür dilemek şartıyla affedileceğinin
söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe
geçecek sözlerini söyledi: "Bütün dünya biliyor suçsuz
olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi
olduğumdan asılacağım." August Spies de yargılandığı
mahkemede şöyle haykırıyordu: “Bizi asarak işçi hareketini,
milyonları, yoksulluk içinde çalışan milyonlarca işçiyi
kendisine çeken bir hareketi yok edeceğinize inanıyorsanız
durmayın, bizi asın! Burada bir kıvılcımı yok edeceksiniz,
ama orada, önünüzde ve arkanızda, her yerde başka
kıvılcımlar çakacaktır. Bu, içten içe yanan bir ateş. Bu ateşi
söndüremezsiniz.”
İşçi önderlerinin cenaze törenine 600.000’den fazla emekçi
katıldı. Diğer tutuklular Neebe, Schwab ve Fielden'i
serbest bıraktırmak için başlatılan kampanyalara devam
edildi. Bu üç kişi de 26 Haziran 1893'de Vali Altgeld
tarafından serbest bırakıldılar. Vali bu insanların yeterince
acı çektiklerine inandığından değil, yargılandıkları davada
suçsuz olduklarını bildiği için onlara af imkanı tanıdığını
Mayıs’ta yüz binlerce Amerikalı işçi iş bıraktı ve 8 saatlik
işgünü talebinde bulundu. Daha sonra uygulanan polisiye
ve yasal baskılarla, işçilerin bu ölçekte bir gösteriyi
tekrarlaması birkaç yıl engellendi. Yine de 1888’de bu yolda
yeniden karar aldılar ve gelecek gösterinin 1 Mayıs 1890’da
olmasını kararlaştırdılar.
ABD'de yaşanan bu olaylar uluslararası işçi örgütlerini
de harekete geçirdi. Amerikan işçilerinin mücadelesini
desteklemek amacıyla dünya çapında gösteriler düzenlendi.
Avrupa'daki işçi hareketinin en güçlü ifadesi olarak, II.
Enternasyonal’in 1889'da Paris'te düzenlediği ve 400
delegenin katıldığı “Uluslararası İşçiler Kongresi” nde,
sekiz saatlik işgünü talebinin en başta yer alması gerektiği
yolunda karar alındı. Bunun üzerine Fransız sendikalarının
temsilcisi, Bordeaux'lu işçi Lavigne, bu talebin tüm ülkelerde
evrensel bir iş bırakma ile
dile getirilmesini teklif
etti. Amerikan işçilerinin
temsilcisi, yoldaşlarının
1 Mayıs 1890'da grev
yapılması yolunda aldığı
karara
dikkat
çekti
ve Kongre, bu tarihte
uluslararası bir proletarya
gününün kutlanmasına
karar verdi ve 1 Mayıs'ı
1890'dan başlamak üzere,
"U luslararası
Birlik,
Mücadele ve Dayanışma
Günü" olarak kabul etti.
İlk 1 Mayıs’ta sekiz saatlik işgününün uygulanması talep
edildi. Ama bu hedefe ulaşıldıktan sonra da, 1 Mayıs’ın
kutlanmasına son verilmedi. İşçilerin burjuvazi ve egemen
sınıf karşısındaki mücadelesi devam ettiği sürece ve tüm
talepleri karşılanmadığı sürece, 1 Mayıs, işçi sınıfının bu
taleplerinin her yıl dile getirildiği gün olacaktır.
TÜRKİYE'DE 1 MAYIS'LAR
Dünyada yüzyirmi yılı aşkın süredir kutlanan 1 Mayıs’lar,
ülkemizde de 1905 yılından beri kutlanmasına rağmen,
hala işçi sınıfınca özgürce kutlanması tartışma konusu
olmayı sürdürüyor.
Bu yıl, Bakanlar Kurulu'nun 1 Mayıs'ın resmi tatil ilan
edilmesi ile ilgili olarak almış olduğu kararı, 27 Nisan 2009
tarih ve 27212 sayılı Resmi Gazetede “Ulusal Bayram ve
Genel Tatiller Hakkında Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun” olarak yayımlandı. Anılan Kanun ile yapılan
değişiklikle “1 Mayıs” günü "Emek ve Dayanışma Günü"
olarak kabul edildi. Fakat ülkemiz tarihinde yalnızca bir
meydan olmanın ötesinde sembol anlamı olan Taksim,
yıl içerisinde her türden ve kitlesel kutlamaya açık olduğu
18
halde, insanların gözünün içine bakarak söylenen yalan
gerekçelerle hala emekçilere açılmamaktadır.
Mütarekeden sonra ve 1919 ve 1923 arasında başta İstanbul,
İzmir, Zonguldak, Eskişehir, Edirne, Konya ve Adana’da
19 grev gerçekleşti. Bu grevler ağırlıkta İstanbul’da yapıldı.
Yabancı sermayenin elindeki demiryolları grevlerin merkezi
işlevini gördü.
Türkiye’de 1 Mayıs kutlamalarının kökleri 20. yüzyıl
başlarına dayanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu
zamanında, II. Meşrutiyet’in ilanıyla işçi hareketlerinde
de önemli gelişmeler yaşandı. Peş peşe yaşanan grevler işçi
sınıfının haklarını almadaki kararlığını gösteriyordu. İşçiler
yeni örgütlenmelerle bir araya gelerek, çalışma ve yaşam
koşullarını iyileştirmeyi amaçladı. İşçi sınıfının yaşadığı bu
şekillenme sürecinin en önemli göstergelerinden biri de 1
Mayıs kutlamaları oldu.
1919 yılında İzmir ve İstanbul’da binlerce kişinin katıldığı
mitinglerde işgal protesto edildi. 1919 öncesi sosyalist
hareket politik örgütlülüğe sahip olmasa da, Osmanlı
Sosyalist Fırkası’nın devamı olarak Türkiye Sosyalist
Fırkası, Sosyal Demokrat Fırkası, Müstakil Sosyalist Fırkası
gibi küçük ilişki ağlarıyla kendini ifade ediyordu. Ağırlıkta
bu yapılar bir boyutuyla yardımlaşma sandığı, bir boyutuyla
sendika ve basit örgütsel formlarla kendini gösteriyordu.
Anadolu'da 1 Mayıs ilk kez Osmanlı döneminde, 1905
yılında İzmir'de kutlandı. Bunu 1909 Üsküp kutlaması
izledi. Üsküp’te yapılan bu kutlama 1 Mayıs’ın anlamına
yakışır bir içeriğe sahipti. Bulgar, Sırp ve Türk kökenli 100’ün
üzerinde işçi, ellerinde bayraklarla
yürüyüş yaptı ve taleplerini haykırdı.
Aynı gün Bulgar sosyal demokratları,
Selanik’te bildiri dağıtarak, Osmanlı
İmparatorluğu’nun sınırları içinde
yaşayanlara seçme ve seçilme hakkının
tanınmasını, işçilerin haklarını
düzenleyecek yasaların çıkarılmasını,
grev mevzuatının genişletilmesini istedi.
İstanbul'da 1 Mayıs kutlaması ilk
kez 1910'da yapıldı. 1910da 1 Mayıs,
İstanbul dışında başta Selanik olmak
üzere birkaç Rumeli kentinde de
kutlandı. Selanik’teki kutlamalar
değişik sosyalist ve işçi örgütlenmeleri
önderliğiyle yapıldı.
1911 yılında yapılan 1 Mayıs gösterileri,
döneminin en kitlesel kutlamaları oldu.
Kutlamalar Üsküp, Selanik, İstanbul,
Edirne ve bazı Trakya şehirlerinde
yapıldı. Selanik’te yapılan miting enternasyonal görünüme
sahipti. Mitinge 14ten fazla sendika ve Yahudi, Bulgar,
Yunan ve Türk kökenli 2000in üzerinde işçi katıldı. Aynı
gün, araba sürücüleri, mavnacılar ve liman işçileri de iş
bıraktı.
1912 yılında 1 Mayıs, Selanik ve İstanbul’da kutlandı.
İstanbul’daki kutlama, Dersaadet Tecebbuat-ı İçtimaiye
Cemiyeti – İstanbul Toplumsal İncelemeler Derneği ve
ona bağlı işçi dernekleri aracılığıyla, Belvü Bahçesi’nde
yapılan toplantıyla gerçekleştirildi. Selanik’te ise
7000’in üzerinde işçi iş bıraktı. İşçilerin bir parkta
toplanmaya başlaması üzerine, güvenlik güçleri
harekete geçti. İşçilerin toplantı yapması engellendi.
1. Dünya Savaşı’nın yaklaştığı bu dönemde işçi hareketi
üzerindeki baskılar arttı. 1913 yılında engellemelerle 1 Mayıs
kutlamaları yapılamadı. 1. Dünya Savaşı yılları boyunca
da (1914-1918) 1 Mayıs kutlamaları gerçekleştirilemedi.
1920 yılı 1 Mayısı'nda işgal idaresinin ve Osmanlı
hükümetinin yoğun baskılarına karşın
1 Mayıs İşçi Bayramı olarak kutlandı.
Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde bir
dizi işgal aleyhtarı miting düzenlendi.
Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF) ve bir
gurup işçi “Türkiye müstakil olacak”
pankartıyla Haliçten başlayarak
Karaköy üzerinden Beyoğlu'na kadar
bir yürüyüş yaptılar. Mustafa Suphi
1920de Bakü’den işçi sınıfına şöyle
sesleniyordu: “Ey dünyanın yapıcısı olan
işçiler… (1 Mayıs) bütün dünyadaki
mazlum insanların bekledikleri mutlu
gün, bütün dünyadaki mazlum halkların
kaderlerini birbirine bağlayan büyük bir
bayram(-dır)! … Düşününüz ki, en şanlı
şenlikler, kendi kaderinizi ellerinize
alacağınız günlerde gerçekleşecek(-tir)!
1921 yılında 1 Mayıs işgal güçlerinin
tüm yasaklamalarına rağmen TSF
önderliğinde İstanbul’da kutlandı.
İstanbul'un hemen tüm işçileri, özellikle şirket-i Hayriye,
Seyrü Sefain, Haliç idaresi ve Tramvay şirketi çalışanları
ile bazı fabrikalarda çalışan işçiler iş bıraktı. Kağıthane’de
gerçekleştirilen kutlamalarda işçi marşları çalındı, işçiler
birbirleriyle bayramlaştı. TSF “Mayıs’ın 1. günü amelenin
en mukaddes bayram günüdür. Bu mukaddes bayram
gününün kutlanması bütün amele için bir vazifedir.” diye
açıklama yaptı.
1922 yılında 1 Mayıs İstanbul, Ankara ve İzmir’de
kutlandı. İstanbul’da ağırlıkta sol parti ve örgütlerin
oluşturduğu “1 Mayıs Komisyonu” öncülüğünde kutlamalar
gerçekleştirildi. Şefik Hüsnü’nün önderliğindeki Türkiye
İşçi ve Çiftçi Fırkası (TİÇSF) 1 Mayıs’ın kutlanmasında
önemli rol oynadı. Sultanahmet Meydanı’nda toplanan
işçiler Kağıthane’ye yürüdü. O yıl Ankara’da ilk 1 Mayıs
kutlaması yapıldı. İmalat-ı Harbiye ve demiryolu işçileri
iş bırakarak aileleriyle birlikte bir toplantı düzenledi.
Toplantıda işgal güçleri kınanarak Mustafa Kemal’e ve
19
kurduğu hükümete destek verildiği açıklandı.
1923 yılında 1 Mayıs Ankara’da, İzmir ve Adapazarı’nda
kutlandı. İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamaları, İstanbul
Umum Amele Birliği tarafından gerçekleştirildi ve
Cumhuriyet hükümetine ve Enternasyonal’e kutlama
mesajları yollandı. Gösteride özellikle Mesai Kanunu’nun
çıkarılması istendi. İstanbul’da ayrı bir kutlama da,
Mürettibin Cemiyeti ve TİÇSF tarafından organize edildi.
Toplantıda İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenen ilkelerin
hayata geçirilmesi için çabaların yoğunlaştırılması kararı
alındı. Ankara ve Adapazarı’nda 1 Mayıs kutlamaları
İmalat-ı Harbiye işçileri tarafından gerçekleştirildi. Çok
sayıda yerli ve yabancı işletmede çalışan işçi greve çıktı.
İşçi taleplerinin arasında, "yabancı şirketlere el konulması,
1 Mayıs'ın resmen işçi bayramı olarak tanınması, sekiz
saatlik işgünü, hafta tatili, serbest sendika ve grev hakkı"
vardı. 1 Mayıs sonrasında TİÇSF ve bazı siyasal çevrelere
yönelik tutuklama operasyonları başlatıldı ve birçok işçi
tutuklandı.
1924 yılında 1 Mayıs kutlamaları
hükümetçe yasaklandı. Yasaklamaya
rağmen İstanbul’da Türkiye Umum
Amele Birliği, Ankara’da İmalat-ı
Harbiye işçileri yaptıkları toplantılarda
1 Mayıs’ı kutladılar. Sekiz saatlik işgünü
için bildiri dağıtan birçok işçi tutuklandı
1925 yılında Şeyh Sait İsyanı gerekçe
gösterilerek 4 Mart’ta çıkarılan Takrir-i
Sükun Kanunu sonrasında kutlamalara
izin verilmedi ve 1935 yılına kadar
hemen hemen her yıl gizli kutlanabildi.
Yasayla tüm muhalif örgütler ve
yayın organları kapatıldı. İktidarın
hegemonyasını yayma aracı olarak
İstiklal Mahkemeleri devreye sokuldu.
Her türlü işçi hareketi fiilen engellendi.
Amele Teali Cemiyeti’nin 1 Mayıs
kutlamaları için sınırlı izin verildi. Cemiyete verilen izin,
cemiyet üyelerine yönelik bir operasyona dönüştü. Üyeler
hakkında yasal kovuşturmalar açıldı ve bazı yöneticiler
tutuklanarak İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandı. Bu
yöneticiler 7 ila 15 yıl arasında cezaya çarptırıldı. 1925
yılından sonra 1 Mayıslar gizlilik içinde kutlanmaya
başlandı ve 1 Mayıs'ın bundan sonraki tarihi de daha çok
"yasak" larla yazıldı. Her 1 Mayıs yaklaştığında tutuklama
kampanyaları başlatıldı. 1 Mayıs’ı çeşitli biçimlerde
kutlama girişiminde bulunan işçilere muhtelif baskılar,
cezalandırmalar uygulandı. Her şeye rağmen işçi sınıfı
ve emek yanlısı güçler 1 Mayısları örtük biçimde de olsa
kutlamaya devam etti.
1927 yılında Amele Teali Cemiyeti’nin belirli şartlar
altında kutlamasına izin verildi. Cemiyetin merkezinde
yapılan bayramlaşmadan sonra Kağıthane’de toplanılarak
eğlenildi. Kutlamaya sözde “izin” verilmesine rağmen 1
Mayıs’a katılan bazı işçiler cezalandırıldı, bazıları ise işten
çıkarıldı.
1927 yılından sonra her 1 Mayıs toplumsal muhalefetin
bastırılmaya, ezilmeye veya sindirilmeye çalışıldığı bir gün
oldu. Egemen güçler, 1 Mayıs öncesinde çeşitli muhalif
yapılara ve kişilere yönelik polisiye operasyonlar düzenlemeyi
adet edindi. 1 Mayıs’ın anarşi ve terörle anılmasını
sağlayacak dezenformasyon faaliyetleri yürütüldü. Bu
havanın yaratılması için azami gayret gösterildi. Egemen
güçler, bu çabalarında istediği sonuçları elde etti. İşçi sınıfı
saflarında bile zaman zaman kadar böylesi eğilimler etkisini
gösterdi. Her şeye rağmen, 1 Mayıs’ın örtük bir şekilde de
olsa piknik yapma, kır gezileri, küçük toplulukların bir
araya gelmesi, simgesel bazı şeylerin takılması, el ilanı ve
bildiri dağıtılması gibi hareketlerle kutlanması geleneği
sürdürüldü.
1935 yılında çıkarılan "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller
Hakkında Kanun"la 1 Mayıs "Bahar
ve Çiçek Bayramı" olarak genel tatil
günlerine dahil edildi. 12 Eylül 1980
faşist darbesine kadar da resmi tatil
olarak kaldı. 1 Mayıs’ın içeriğini
boşaltmayı, sıradan bir tatil gününe
indirgemeyi amaçlayan bu politikalar,
özünde 1930’wwlu yıllarda CHP’nin
izlediği işçi örgütlenmelerini vesayet
altına alma politikalarının bir
devamıydı.
1940’lı ve 1950’li yıllar boyunca 1
Mayısların kutlanmasının yasaklanması
devam etti. 1 Mayıs öncesinde
çeşitli sol, muhalif işçilere, aydınlara
ve gruplara yönelik gözaltına alma
ve tutuklama operasyonları sürdü.
Demokrat Parti iktidara, işçi sınıfına
çeşitli vaatlerde bulunarak gelse
de, yine yöneldiği, baskı ve kontrol
altında tutmaya çalıştığı kesim işçi sınıfı oldu. Bütün
baskı ve tehditlere karşın 1 Mayısların kutlanma geleneği
bu yıllarda da gizli de olsa sürdü, gelenek yaşatıldı.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra 1 Mayıs öncesinde
yapılan gözaltına alma ve tutuklama operasyonlarına son
verilse de, değişik "yasaklar" yine yaşandı. Toplu Sözleşme,
Grev ve Lokavt Kanunu'nun kabul tarihi olan 24 Temmuz,
işçi sınıfına 1 Mayıs'ın yerine bayram olarak dayatıldı.
Ancak bu girişimlerin hepsi, kararlı mücadeleler sonucu
geri döndü. Yine de 1960’lı yıllarda kitlesel ve yasal 1
Mayıs kutlamaları yapılamadı. 1 Mayıslar genellikle lokal
düzeyde ve kalabalık olmayan gruplar tarafından kutlandı.
12 Mart darbesi, Türkiye’yi yeni bir karanlık döneme
sürükledi. İşçi sınıfına ve örgütlenmelerine yoğun baskılar
uygulandı. Fakat 1973 sonlarından itibaren Türkiye’de
toplumsal muhalefet hızla yükseldi. Uzun bir aradan
20
sonra ilk açık 1 Mayıs kutlaması 1975 yılında bir salon
toplantısıyla gerçekleştirildi. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi
(TSİP)‘in İstanbul’da Tepebaşı Gazinosu’nda organize
ettiği bu toplantı yeni bir dönemin habercisi oldu.
de simgeledi.
1978 yılında, bir önceki yıl çıkan olaylara rağmen
tahminlerin ve beklenenin aksine, önceki yıl yitirilen 37
insanın acısını içinde yaşayan yüzbinlerce emekçi insan
yine Taksim Alanı'ndaydı. 1 Mayıs 1978, bir önceki yılla
hemen hemen aynı yoğunlukta kutlandı. DİSK tarafından
düzenlenen yürüyüş ve mitinge yine yüz binler katıldı.
Taksim alanında 1 Mayıs 1977 katliamını lanetlendi.
Türkiye’de o güne kadarki en kitlesel 1 Mayıs, 1976'da
kutlandı. Bu miting DİSK'in öncülüğünde ve çok
sayıda siyasi parti ve demokratik kitle örgütlünün
katılımıyla Taksim Meydanı'nda yapıldı. Beşiktaş’tan
başlayan yürüyüş Taksim Meydanı’nda yapılan mitingle
son buldu. O gün Taksim Meydanı' nı 400 binden
fazla emekçi doldurdu. Taksim’e çıkan bütün yollar
kilometrelerce insan seli ile doldu. Bu görkemli 1 Mayıs
kutlaması dosta düşmana işçi sınıfının gücünü gösterdi
Bu yüzden 1977 yılındaki gösterilerin daha bir görkemli
kutlanmasından tedirgin olan kesimler bulunmaktaydı.
Ama her şeye rağmen Taksim Alanı'na beşyüzbin emekçinin
akması engellenemedi. Yine DİSK’in düzenlediği ve 1976
1 Mayıs’ından daha yoğun bir katılımla gerçekleşen bu
kutlamada, Türk-İş üyesi sendikalar, bağımsız sendikalar,
çeşitli demokratik kitle örgütlenmeleri ve siyasi partiler
yer aldı. Türkiye’nin her yerinden işçiler, emekçiler,
öğrenciler, kadınlar, çocuklar bayramlarına sahip çıkmış,
Taksim Meydanı’na gelmişti. Saat 14.30'da başlayacak
olan kutlamalar için alan, sabahın erken saatlerinde
itibaren dolmaya başladı. Taksim alanında, “iğne atsan
yere düşmeyecek” bir kalabalık vardı. Alanın hınca hınç
dolmasının yanında yürüyüş kollarının güzergahı da
tamamen dolu ve halen yürüyüşlerin başlangıç noktalarından
hareket dahi edememiş gruplar bulunmaktaydı. Dönemin
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in konuşmasının
sonlarına doğru, Taksim Meydanı’nı gören çevredeki bazı
yüksek binaların üzerinden, bilinen bazı karanlık odaklarca
görevlendirilmiş kişilerce, halkın üzerine yaylım ateşi
açıldı. 1 Mayıs 1977 katliamının gerçekleştiği dönemde
İstanbul'da Jandarma İl Alay Komutanı olarak görev yapan
Ömer Öziskender, 4 Mayıs günü savcılığa verdiği ifadesinde
şunları söylüyordu: “Alanda biriken büyük kalabalık esasen
tabanca seslerinden ziyade büyük patlamalar sonucu
husule gelen sesten paniğe kapıldı ve kalabalıkta büyük
dalgalanmalar ve şuursuz bir biçimde kaçmalar başladı.
Yığın, yani toplum, özellikle Kazancı Yokuşu'nun başına ve
diğer kesimi Tarlabaşı önüne kaçmaya başladı. (...) Benim
duyduğum sese göre bu patlamadan mütevellit o bölgede
muhakkak tahribat olması lazımdır. Eğer dinamit olsa
dahi bir iz bırakması gerekir. Ben bomba veya dinamit
atıldığını zannettiğim yerleri dolaştım, bundan mütevellit
bina ve sair yerlerde tahribat görmedim. Büyük gürültü
çıkaran patlayıcı maddeler panzerlerde görevli emniyet
mensuplarında bulunmaktadır." Açılan ateşin ardından
panzerlerin 'sinyal çalarak, su sıkarak ve gürültü bombası
atarak' yarattığı paniğin ardından 36 insanımız yaşamını
yitirdi ve yüzlerce kişi yaralandı. Olay tarihe “Kanlı 1 Mayıs”
olarak geçti. 1 Mayıs 1977 katliamı, yükselen toplumsal
muhalefeti boğmak, kitle hareketini parçalamak ve bir
iç savaş sürecinin zeminlerini örmek amacıyla organize
edilmişti. 1 Mayıs 1977 bu anlamda kritik bir dönemeci
1979 yılında Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul'da 1
Mayıs kutlamalarını yasaklandı ve sokağa çıkma yasağı
ilan edildi. 1 Mayıs’ın meşruluğunu göstermek için sokağa
çıkan ve aralarında Türkiye İşçi Partisi (TİP) lideri Behice
Boran, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) lideri Ahmet
Kaçmaz ve DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk'ün
de bulunduğu protestocular, çeşitli siyasi parti üyeleri,
sendikacılar ve 1000'e yakın kişiyle birlikte gözaltına
alındı. Behice Boran ve 330 Türkiye İşçi Partili 6 Mayıs'ta
tutuklandı. 1979 yılında Türkiye çapında 1 Mayıs, kitlesel
olarak İzmir Konak Meydanı'nda kutlandı. DİSK’e bağlı
bir grup sendika İzmir'de "izinli" 1 Mayıs kutlaması yaptı.
1980 yılında İstanbul ve İzmir’de 1 Mayıs yasaklandı. DİSK
ve Türk-İş’e üye bazı sendikalar 30 Nisan’da yasaklamayı
protesto eylemleri yaptı. 1 Mayıs günü İstanbul ve İzmir’de
izinsiz gösteriler yapıldı. DİSK, 1 Mayısı sıkıyönetimin
bulunmadığı Mersin’de kutladı.
1980 sonrası 12 Eylül faşist darbesinin yasaklar zincirinin
ilk halkalarında 1 Mayıs da yer alıyordu. Böylece
yeni bir yasaklı dönem başladı ve Türkiye tekrar faşist
karanlığın pençesi altına girdi. DİSK kapatıldı, Türk-İş’in
faaliyetlerine önemli kısıtlamalar getirildi. Binlerce işçi
önderi, sendikacı gözaltına alınıp, işkenceden geçirilerek
tutuklandı. 1 Mayıs kutlamalarına yasak getirilerek, 1
Mayıs’ın tatil günü olması kaldırıldı. İşçi sınıfının bayramı,
birlik, mücadele, dayanışma günü olan 1 Mayıs “yasadışı” bir
olay gibi gösterilmeye, bu yönde yoğun anti-propagandalar
yapılmaya başlandı. Ama tüm yasaklara ve engellemelere
rağmen, birçok işyerinde kısa süreli iş bırakmalar,
bayramlaşmalar ve bildiri dağıtılması gibi etkinliklerle,
birçok yerde yapılan korsan gösterilerle bu onurlu
günün anısının belleklerden silinmesine izin verilmedi.
7 yıllık aradan sonra 1987 ve 1988 yıllarında, sendikalar
öncülüğünde bazı milletvekilleri, aydın, sanatçı ve bilim
adamları ile birlikte yaklaşık kalabalıkilik bir grup Taksim
Anıtı'na 1 Mayıs şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak
istediler. Polis sadece milletvekillerinin anıta ulaşmasına
izin verdi. 1 Mayıs, yurdun dört bir tarafında yapılan fiili
gösteriler ve eylemlerle kutlandı. Yüzlerce kişi gözaltına
alındı. 12 Eylül rejiminin korku duvarı yıkılıyordu.
1989 ve 1990 yıllarında 1 Mayıs İstanbul’da yasal
olmayan bir gösteriyle ve binlerce kişinin katılımıyla
kutlandı. Değişik kollardan Taksim'de “izin”siz biraraya
gelen ve çok sayıda farklı gruptan meydana kitleye polis
21
saldırdı. Burada saatlerce süren, dağılan, tekrar toplanan
gösterilerde polisin açtığı ateş sonucu 1989 yılında
Mehmet Akif Dalcı isimli bir işçi yaşamını yitirirken, 1990
yılında İTÜ Öğrencisi Gülay Beceren yaralanarak felç
oldu. Geniş gözaltına alma operasyonlarında yüzlerce kişi
gözaltına alındı. Uzun zaman 1 Mayıs’a mesafeli yaklaşan
Hak-İş de kendi tarihinde ilk defa 1 Mayıs’ı kutladı.
1991 yılında İstanbul Saraçhane’de bir gösteri yapıldı. Türkİş dokuz ilde ve genel merkezinde 1 Mayıs dolayısıyla salon
toplantıları yaptı. Hak-İş 1 Mayıs’ta Ankara’da bir panel
düzenledi.
1997 ve 1998 yıllarında 1 Mayıs Türk-İş, DİSK ve KESK
tarafından Şişli Abide-i Hürriyet Meydanı’nda kutlandı.
Ayrıca Ankara, İzmir ve Türkiye’nin diğer illerinde 1 Mayıs
kutlamaları yapıldı. Önceki yıl yaşanan olaylar sonucu
katılımda belirli oranda azalma olsa da, yine de onbinlerce
kişi alanlarda toplandı.
1992 yılında 1 Mayıs İstanbul Gaziosmanpaşa’da yasal bir
mitingle kutlandı. Türk-İş, DİSK ve Hak-İş “1 Mayıs güç
birliği ortak bildirisi”ni yayımladı.
1993 yılında Türk-İş 1 Mayıs’ı İstanbul Abide-i Hürriyet
Meydanı’nda yaptığı yürüyüş ve mitingle kutlarken, DİSK
ise Pendik’te yaptığı mitingle kutladı. Hak-İş Taksim
Meydanı’na çelenk koydu. Mitinglerde on binlerce kişi
alanları doldurdu.
1999 yılında 1 Mayıs’ı DİSK ve KESK İstanbul’da Şişli
Abide-i Hürriyet Meydanı’nda yürüyüş ve gösteriyle
kutlarken, Türk-İş ve Hak-İş ise 1 Mayıs’ı salonlarda kutladı.
1994 yılında 1 Mayıs’ı,
içinde Türk-İş, DİSK,
Hak-İş ve Kamu
Çalışanları Sendikası
Platformu’nun
yer
aldığı
Demokrasi
Platformu tarafından
İstanbul’da Abide-i
Hürriyet Meydanı’nda
kutlandı. Alan on
binlerce işçi tarafından
dolduruldu. Ayrıca
Türkiye’nin değişik
yerlerinde (Ankara,
İzmir, Kayseri, Bursa,
Samsun ve Antalya’da)
kutlamalar yapıldı. 1 Mayıs kutlamalarında, farklı sendikal
örgütlerin bütün görüş ayrılıklarına ve farklı sendikal
politikalarına rağmen, işçi sınıfının birliğini ve gücünü
göstermesi açısından önemli bir adım atılmış oldu. Uzun
süre devam eden 1 Mayıs’a mesafeli yaklaşımlar böylece
kısmen aşıldı. 1 Mayıs’ın anlamına yakışır tarzda kutlamalar,
işçi sınıfının genelini kapsayan bir içerik kazandı. İstanbul
ve Ankara'da 1 Mayıs'ı kutladıktan sonra dağılan gruplar
polis tarafından coplandı. Sosyal Demokrat Halkçı Parti
Milletvekili Salman Kaya da polisten dayak yedi. İki gün
sonra milletvekili Salman Kaya'yı döven 3 polis ve Ankara
Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar görevden alındı.
1995 yılında 1 Mayıs yine Demokrasi Platformu’nun
organizasyonuyla İstanbul, İzmir, Adana ve Ankara’da
kutlandı. Hak-İş 1994 1 Mayıs’ında bazı sol grupların
tavrından duyduğu rahatsızlığı gerekçe göstererek
kutlamalara katılmadı. Türkiye’nin dört bir yanında on
binler 1 Mayıs’ı büyük bir coşkuyla karşıladı.
1996 yılında 1980 sonrasının en kitlesel mitingi Türkİş, DİSK, Hak-İş ve KESK tarafından Kadıköy’de
gerçekleştirildi. Çok sayıda sendika, siyasi parti ve sivil
toplum örgütü ile birlikte gelen 150 binden fazla insan
Kadıköy'ü doldurdu. Toplantının başladığı saatlerde polis
tarafından açılan ateş sonucu 3 işçi (Hasan Albayrak, Yalçın
Levent ve Dursun Odabaşı) yaşamını kaybetti, onlarca kişi
yaralandı. Geniş gözaltına alma operasyonu yapıldı.
2000 yılında ise 1
Mayıs yine DİSK,
Hak-İş, KESK, Türkİş tarafından İstanbul
Şişli Abide-i Hürriyet
Meydanı’nda yapılan
yürüyüş ve gösteriyle
kutlandı.
Ayrıca
Ankara, İzmir ve diğer
illerde de 1 Mayıs
kutlamaları yapıldı.
2001 yılında 1 Mayıs
44 ilde gerçekleştirildi.
Türk-İş, Hak-İş, DİSK
ve KESK’in organize
ettiği İstanbul’daki
Abide-i
Hürriyet
Meydanı’nda yapılan gösteriye 100.000’e yakın kişi
katıldı. Kitleler IMF politikalarını, yolsuzlukları ve F tipi
cezaevlerini protesto etti.
2002 ve 2003 yıllarında Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve
KESK’in organizasyonuyla 1 Mayıs başta Şişli Abide-i
Hürriyet Meydanı olmak üzere tüm Türkiye’de kutlandı ve
100 binlerce kişi katıldı. İzmir’deki 1 Mayıs’a 50.000’den
fazla kişi iştirak etti. Adana’da son yılların en büyük kitlesel
gösterisi yapıldı. Ayrıca çok sayıda bölgede renkli ve
coşkulu 1 Mayıs kutlamaları gerçekleştirildi. Kitleler IMF
politikalarına ve programlarına karşı yoğun tepki gösterdi.
Krizin yıkımını yaşayan işçiler, özellikle IMF ve Dünya
Bankası sloganlarla alanları doldurdu. 1 Mayıs gösterisi,
2003 Yılında daha çok, savaş karşıtı bir içeriğe büründü.
Başta ABD olmak üzere emperyalizm lanetlendi.
2004 yılı 1 Mayıs gösterileri başta İstanbul, Ankara, İzmir
olmak üzere elliye yakın merkezde yapıldı. Sendikalar
22
Meydanı’na girişler sırasında, bazı gruplarla polis arasında
gerginlik yaşandı. Kısa süreli gerginlikten sonra binlerce
kişinin katılımıyla miting ve kutlamalar devam etti. Hakİş ise Ankara’da 1 Mayıs kutlamaları kapsamında ''Barış
ve Demokrasi Şimdi'' sloganıyla Tandoğan Meydanı'nda
miting düzenledi.
1 MAYIS MARŞI
Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde
1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı
İstanbul’da iki ayrı alanda 1 Mayıs’ı kutladı. Türk-İş, Şişli
Abide-i Hürriyet Meydanı’nda, DİSK, KESK, TTB,
TMMOB ise Saraçhane Meydanı’nda 1 Mayıs gösterilerini
organize etti. Saraçhane’deki miting daha geniş katılımlı
gerçekleşti. Ama 1 Mayıs’ın iki ayrı meydanda kutlanması,
gerekçesi ne olursa olsun işçi sınıfının birliğini ve ortak
duruşunu zedeledi.
Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından
Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından
Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir
1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı
2005 ve 2006 yılı 1 Mayıs’ı Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve
KESK’in önderliğinde başta Kadıköy olmak üzere 40’dan
fazla merkezde kutlandı.. Bu gösterilere yüzbinlerce kişi
katıldı. Sosyal güvenlik ve sağlığın özelleştirilmesiyle ilgili
yasanın meclisten geçirilmesi protesto edildi. Türk-İş 2006
yılında Ankara merkezli kutlamalar yaptı.
Vermeyin insana izin kanması ve susması için
Hakkını alması için kitleyi bilinçlendirin
Bizlerin ellerindedir gelen ışıklı günler
1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı
2007 yılında İşçi örgütleri 1 Mayıs’ı, 1977 1 Mayısının 30.
yıldönümü nedeniyle Taksim Meydanı’nda gerçekleştirmek
istedi. Çok sayıda grup binlerce kişiyle Taksim
yakınlarında buluşarak kitlesel olarak Taksim’e yürümeye
çalıştı. İstanbul’da neredeyse sıkıyönetim ilen edilerek
mitinge katılacağından şüphelenilen herkes toplu taşıma
araçlarından ve sokaklardan toplandı. Hem bu şekilde hem
de Taksim civarında gösterilerde binlerce kişi tutuklandı
ve tutuklular spor salonlarına götürüldü. Saldırılarda çok
sayıda emekçi yaralandı.
2008 yılının 1 Mayıs kutlamaları İstanbul’da yine devlet
terörü altında geçti. Günler öncesinden tırmandırılan
gerginlikler ve sıkı güvenlik önlemleriyle Taksim Meydanı
yine işgal altına alınarak kutlamalara izin verilmedi.
Uygulanan güvenlik önlemleri nedeniyle şehrin önemli
ulaşım aksları olan bazı yollar, tren ve deniz ulaşım araç
seferleri iptal edildi. Doğrudan sendika ve siyasi parti
binalarına yapılan gaz bombalı saldırılarla insanlar
binalardan dışarı bile çıkarılmadılar. Saldırılardan hastane,
tüm sokak ve caddeler, pastane, restoran ve alışveriş yerleri
de nasibini aldı. Günün sonunda ortaya çıkan bilanço;
İstanbul genelinde yüzlerce gözaltı, onlarca yaralı, savaş
meydanına dönen bir şehir oldu. Polisin son derece sert
tavrına rağmen yine de 1 Mayıs kararlılıkla kutlandı.
Ankara’da da Türk-İş’e bağlı sendikaların Ankara Şubeleri,
KESK Ankara Şubeleri Platformunun öncülüğünde
bazı sivil toplum kuruluşları ve siyasi partileri üyelerinin
katıldığı 1 Mayıs kutlamalarının yapılacağı Sıhhiye
Ulusların gürleyen sesi yeri göğü sarsıyor
Halkların nasırlı yumruğu balyoz gibi patlıyor
Devrimin şanlı dalgası dünyamızı kaplıyor
Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz gider
Devrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider
(1 Mayıs marşı, B. Brecht'in, Gorki'den sahneye
uyarladığı Ana adlı tiyatro oyunu için 1974'te
bestelenmiştir. Söz ve müziği Sarper Özsan'a ait
olan marş, Cem Karaca ve Dervişan tarafından
seslendirilmiştir.)
(Yazı içerisinde kullanılan bilgiler için değişik
kaynaklardan yararlanıldı)
A.Raif FALCIOĞLU
23
1 MAYIS FOTOĞRAF SERGİSİ
Mülkiyeliler Birliği, Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve AFSAD Mehmet Özer Toplumcu Gerçekçi Belgesel
Fotoğraf Atölyesinin birlikte düzenlediği “İrade ve Israr Yaşasın 1 Mayıs” fotoğraf sergisi 27/ 30 Nisan
tarihlerinde Konur Sokak’ta sergilendi. Emek mücadelesinin 129 yıllık öyküsünü anlatan sergi 1 Mayıs’ın,
100. Kutlama yılının anısına açıldı. Sokak sakinlerince ilgiyle izlenen sergi üç gün açık kaldı.
24
ANKARA’DA 1 MAYIS
Dünya işçileri ve emekçilerinin bayramı 1 Mayıs Ankara’da kitlesel bir katılımla ve coşkuyla kutlandı. Yıllar
süren mücadele ve tüm baskılara rağmen 1 Mayıs’ı işçi bayramı olarak kutlama ısrarı sonucunda 1 Mayıs
İşçilerin bayramı ve 1 Mayıs gününün de tatil olarak kabul edilmesi katlımı ve coşkuyu artırmıştır. Krizin
ağır yükünü omuzlarında hisseden emekçiler Ankara Garı önünden Sıhhiye’ye doğru taleplerini ifade eden
sloganlarla yürüdüler. Saygı duruşu ve yeryüzünün tüm işçilerine, emekçilerine aydınları ve kadınlarına
gönderilen selamdan sonra yapılan konuşmalarla zorlu mücadelenin kazanımları anlatıldı ve krizin yükünün
patronlara ödetilmesi gereğinin vurgusunu yaptılar. Mülkiyeliler Birliği ve Vakıf Yöneticilerin ve işçilerimizin
katıldığı 1 Mayıs Günyüzü’nün türküleri ile sona erdi.
Üyelerimiz, Birlik ve Vakıf yöneticilerimiz 1 Mayıs alanındaydı.
Birlik çalışanları, işçilerimiz Mülkiyeliler Birliği pankartı altında yürüdüler.
25
1 MAYIS MİTİNGİNDEN GÖRÜNTÜLER
Fotoğraflar: Nilgün YALÇIN
26
TİYATRO GÖSTERİSİ
Mülkiye Sahnesi, Cebeci kampüsü çevresinde ve ağırlıklı olarak da Siyasal Bilgiler Fakültesi Tiyatro
Topluluğu’nda amatör tiyatro ile ilgilenmiş bir grup tarafından 2006 yılının sonbaharında kuruldu. Bir
mezunlar topluluğunun kurulmasına dair hayaller, öğrencilik yıllarında etkin olarak tiyatro yapıldığı
dönemlerden kökenlenmektedir. Kuruluş tarihinden bugüne kadar geçen aşağı yukarı iki yıllık dönemde
verilen emeklerin ve atlatılan türbülansların nihayetinde topluluk, 2007 baharında “Titanik Orkestrası” ile
ilk kez seyirci karşısına çıkmıştır. Mülkiye Sahnesi'nin 2009 sezonu oyunu 2 Mayıs 2009 Cumartesi günü
Ankara Sanat Tiyatrosu'nda saat 19:00’da seyircisinin karşısına çıktı. Mülkiye Sahnesini sahneye koyduğu
Bay Kolpert genç Alman yazar Gieselmann’ın Alfred Hitchcock’un “İp” filminden esinlenerek yazmış olduğu
oyun, gündelik hayattan ve toplumun getirdiği fırsatlar ve sınırlardan sıkılmış bir çiftin “insan olmak” için
gidebileceği uç noktaları tartışmaya açıyor. Sarah ve Ralph biraz eğlenmek için akşam yemeğine arkadaşları
olan bir diğer çifti davet ederler. Sıradan bir başlangıç, garip durumlar, tuhaf sürprizlerle açılarak oyunun
sonunda sağ kalanların normallik sendromuna kadar varır. Mülkiye Sahnesi oyuncuları ayakta alkışlandı.
27
GELENEKSEL İNEK BAYRAMI ŞENLİĞİNE ÖĞRENCİLERİN TALEPLERİ DAMGASINI VURDU
Fakültemizin
geleneksel
inek
bayramı şenliğine
katılan
öğretim
üyeleri, 68 mezunları
ve öğrenciler Prof.
Dr. Aziz köklü
Salonuna sığmadı.
Coşkulu
bir
kalabalığın katıldığı
açılış
etkinliği,
Dekan
Celal
Göle’nin sevgili
ineklerim
diye
başlayan konuşması
sık sık “ olsaya olsaya küçük anfi sahne olsaya” talebi
ve alkışlarıyla kesildi. Dekan Celal Göle “ … İnek
bayramı bir bahar bayramı değil bir özeleştiri günüdür.
Doğu ve batı kültürünün birlikte yaşandığı” bir gün
olduğunu söyledi. Dekan Celal Göle öğrencilere,
İletişim Fakültesi’nin Gölbaşı’na taşınacağını ve
tarihsel uzantımız olan bu mekanlarda tiyatro yapacak
olan arkadaşlarında yararlanabileceğini müjdesini
verdi ve Kurumlar geleneklerine sahip çıktıkları
sürece yükselirler yücelirler 150 yılıllık bir geleneğe
sahip çıkıyor” dedi. Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı
Ali Çolak konuşmasında”… 150 yıl önce kurulan
fakültemiz ilkleri ve gelenekleri ile anılır. Osmanlı’nın
ve Türkiye’nin ilk öğrenci isyanı mülkiyede yapılmıştır
Mülkiye’ye yakışanda budur. Mezunlar derneğini
1908 yılında ikinci meşrutiyetin ilanından birkaç ay
sonra mülkiyeliler kurmuştur. Bundan 100 yıl önce ilk
öğrenci derneğin de mülkiyeliler kurmuştur. Bu gün
herkesin öykündüğü ve bahar bayramı olarak kutladığı
öğrenci bayramını da Mülkiyelilerindir. İnek bayramı
kendi başına bir öğrenci isyanıdır. Eğitim sistemine,
28
yönetim anlayışına isyan vardır. Kazgan dergisi de aynı
şekildedir ve Kazan adıyla çıkmıştır. Mülkiyeliler 70
yıl önce öğrenciler kazan kaldırıyor diye yasaklanması
üzerine Kazgan ismini alarak isyana devam etmiştir.
1968 öğrenci isyanının lideri de mülkiyeliler olmuştur.
1978 yılında devrimci öğrenci hareketinde de hep
mülkiyeliler olmuştur. Eski Yunanlı düşünürler insanı
farklı şekillerde tanımlarlar; “insan siyasal bir hayvandır,
insan toplumsal bir hayvandır, insan düşünen bir
hayvandır” derler. Ama sadece düşünmek hindilere
özgüdür, düşüncelerin ifade edilmeye ve örgütlenmeye
ihtiyacı vardır. Ancak o özgürlükler sağlandığı takdirde
düşünce özgürlüğü anlam kazanabilir Düşünce ifade
ve örgütlenme özgürlüğünün yokluğu durumunda
insanlar bunların kıymetini daha fazla anlıyorlar. Biz
öyle bir dönemde öğrenci olduk öyle bir dönemde
okuduk siz bugün çok şanslı bir dönemde okuyorsunuz.
Bizim öğrencilik dönemimizde bu fakültede protesto
gösterisi yapmak değil halk oyunları oynamak yasaktı.
Neden biliyor musunuz? Diyarbakır yöresi ezgileri
isyanı çağrıştırdığı için yasaktı, tiyatro yasaktı, öğrenci
derneği yasaktı. Bugün siz küçük anfi sahne olsun
diyorsunuz ve belki de küçük anfi sahne olacak.
Sahip olduğunuz özgürlüklerin kıymetini onları
kaybetmeden önce bilmenizi diliyorum. Hiçbir hak
ve özgürlük başkalarının hak ve özgürlüğünü ortadan
kaldırmak amacıyla kullanılamaz der evrensel bildirge.
Hiçbir hak ve özgürlüğün ve hiçbir provokasyon
beklentisinin Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanının
kapısını kırılmasını haklı göstermez. Mülkiyeliler
birliği böyle bir şeyi haklı göremez. Sizlere düşen hak
ve özgürlük alanlarınızı genişletmektir. Başkalarının
hak ve özgürlük alanının kısıtlamak değil. İzninizle
sizinle inek bayramı günü ne denk gelen bir anımı
paylaşmak istiyorum. Biz bu fakültede sadece
öğrenci derneği kurup solculuk yapmadık. Bizim
kurduğumuz bir başka derneğimiz daha vardı. Adı
MAFDER’di, yani mafya derneği. Bizim bir babamız
vardı Adanalı Baba Yaşar. Sürekli takım elbiseyle
dolaşırdı. MAFDER’in bir anayasasını hazırladık bir
de politbürosunu ve merkez komitesini oluşturduk.
1981 yılında yasaklana inek bayramı altı yıl aradan
sonra 1987 yılında yeniden kutlanmaya başlandı. O
dönemde Baba Yaşar geldi ve “babalıktan ayrılmak”
istediğini söyledi. Nedenini sorduğumuzda, “babalık
anayasasını ihlal” ettiğini söyledi. Hangi madde
olduğunu sorduk “babanın zaafları olamaz maddesini
ihlal ettiğini ve aşık olduğunu” söyledi. O dönemde
toplu dilekçe vermek yasaktı. Tarih kitaplarından
hatırlayın “Aydınlar
Dilekçesi” yüzünden
bir
çok
aydın
yargılanmıştı. Biz
de o dönemin
geleneğine uygun
olarak bir sevda
dilekçesi hazırladık
ve birkaç saat içinde
350 imzaya ulaştık.
İnek bayramından
kısa bir süre önce
babamızın
aşık
olduğu kıza bu sevda
dilekçesini verdik.
Sevda dilekçemizi
babanın aşık olduğu
kıza verenlerden birisi şu anda fakültemizde öğretim
üyesidir. Konuşmamı inek bayramı geleneğine
uygun bir dua ile bitirmek istiyorum, sayın
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Celal Göle’nin
dekanlık süresi kadar olmayacağından eminim
ama hiç değilse onun yarısı kadar Mülkiyeliler
Birliği Genel Başkanlığını nasip eyle yarabbi.
Teşekkür ederim saygılar sunarım inek bayramınız kutlu
olsun. A. Ü. Rektörü konuşmasında Mülkiyelilerin
her yıl kutladığı bu bayramın TOKİ’nin evlerine
benzemediğini bir benzerinin olamayacağını ancak bu
şenliği gerçekleştirmenin mülkiyelilere yakıştığını, İnek
bayramının 12 dönemine bir tepki olduğunu söyledi.
68 mezunlarının konuşmasından sonra öğretim üyeleri,
birlik ve vakıf yöneticileri öğrencilerle birlikte Kolej
kavşağına kadar süren geleneksel yürüyüşe katıldılar.
29
30
SBFDER WEB SİTESİ
AÇILDI
E – BÜLTEN / E – KİTAP
SBF
Öğrenci
Derneği
SBF<D>DER'in web sitesi yayın
hayatına başladı. Siteye, http://
www.sbfdder.org
adresinden
ulaşabilirsiniz.
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Herşey naylondandı o kadar
Her ay düzenli olarak
yayınlamaya çalıştığımız e –
bültenimizin dışında bir e –
kitap dizisinin çalışmalarına da
başladık. Arkadaşlarımız diziler
halinde panel, baskısı bitmiş eski yayınlarımız vb. e
kitaplarımızı okuyabilecekler.
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk…
(Turgut Uyar)
Ankara Üniversitesi ile Protokol İmzalandı...
Değerli Üyelerimiz,
Ankara Üniversitesi ile Mülkiyeliler Birliği Derneği arasında imzalanan protokol gereği, Birliğimiz
üyeleri, Ankara Üniversitesi Sosyal Tesislerinden Ankara Üniversitesi Mezunlar Derneği üyelerine uygulanan indirimli fiyatlarla
yararlanabileceklerdir.
Bilgilerinize sunulur.
Ankara Üniversitesi Sosyal Tesisleri ve indirim oranları:
Ankara Üniversitesi Olimpik Yüzme Havuzu
Beşevler – Ankara (Tel: 0312.215 55 52)
Bireysel üyelik (yıllık) 310 TL
Aile üyeliği (yıllık) 625 TL
Her girişte 4 TL
Akademi Restoran
A.Ü. Tandoğan Kampüsü Fen Fakültesi içi (Tel: 0312.215 63 13)
Hafta içi her gün öğle saatlerinde (14.30’a kadar) % 30 indirim
Diğer zamanlar % 20 indirim
Çınar Restoran
A.Ü. Cebeci Kampüsü içi (Tel: 0312.319 66 32)
% 10 indirim
A.Ü. Ilgaz Örsem Tesisleri
(Tel: 0366.239 10 61)
Mezunlar Derneği üyelerine uygulanan indirim
A.Ü. Manavgat Örsem Tesisleri
Tel: 0242.763 61 33)
Mezunlar Derneği üyelerine uygulanan indirim
Çanka Restoran
(Tel: 0312.436 63 21)
Mezunlar Derneği üyelerine uygulanan indirim
31
MÜLKİYE ARAŞTIRMA MERKEZİ (MAR)
YÖNETİM KURULU TOPLANTISI
Mülkiye Araştırma Merkezi (MAR) Yönetim Kurulu 8 Mayıs 2009 tarihinde toplandı. Rahmi Aşkın Türeli’nin
başkanlığında yapılan toplantıda yönetim kurulu üyeleri Prof. Dr. Aziz Konukman, Ahmet Erhan Çelik ve
Erdal Eren hazır bulunurlarken, Fikret Gülen rahatsızlığı nedeniyle toplantıya katılamadı.
Yönetim Kurulu toplantısında, MAR bünyesinde halen devam etmekte olan çalışmaların değerlendirilmesinin
yanında yapılması planlanan çalışmalara ilişkin hazırlıklar da konuşuldu.
Toplantıda öncelikle Kriz Çalışma Grubunun çalışmaları değerlendirildi. Uluslararası finansal krizin ülke
ekonomisine olan etkilerinin mevcut verilerin ışığında incelenmesi, hükümet tarafından halihazırda alınan ve
alınması planlanan önlemlerin temel politika dökümanları çerçevesinde tartışılması ve uygulamaya konulmasını
gerekli gördüğü politika önerilerinin geliştirilmesi çerçevesinde çalışmalarını sürdüren Kriz Çalışma Grubunun
elde ettiği sonuçlar ile görüş ve önerilerinin kamuoyu ile paylaşılmasına karar verildi.
MAR Yönetim Kurulunda toplumcu bir yerel yönetim anlayışının kuramsal ve uygulamadaki boyutlarıyla
tartışılacağı bir çalışma grubunun da oluşturularak faaliyete geçirilmesine karar verdi. Ülkemizde özellikle
1980’li yıllardan bu yana yürütülen ve toplumsal kesimlerin yerine piyasa aktörlerini temel alan liberal
muhafazakar belediyecilik ve yerel yönetim anlayışına karşı, toplum yararını ve toplumsal katılımı temel alan
bir belediyecilik ve yerel yönetim anlayışının yeniden ve günün koşullarına uyarlanarak hayata geçirilmesi
büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda, söz konusu çalışma grubunda, yerel yönetimler ve demokratik kitle
örgütleriyle işbirliği içinde, toplumcu bir belediyecilik anlayışının soyut ilkeleri ve somut politikalarının
geliştirilmesi temel amaç olarak kabul edildi.
Ayrıca, Kriz Çalışma Grubu bünyesinde faaliyet göstermek üzere “Tarım” ve “İşgücü Piyasası, İstihdam ve
Ücretler” konularında çalışacak iki komitenin kurulması için hazırlıklara başlanılmasına karar verildi.
MAR bünyesinde yapılacak çalışmaların Mülkiye topluluğuyla ve kamuoyuyla paylaşılması amacıyla kurulması
planlanan web sitesi hazırlıklarında ise son aşamaya gelindi.
32
şubelerden
adana şubesi
Mülkiyeliler Birliği ADANA ŞUBESİ 150. Yıl Hatıra Ormanı
Değerli Mülkiyeliler,
Bu yıl okulumuzun kuruluşunun 150. Yılıdır. Mülkiye 150. Yılı Hatıra Ormanını hep beraber kurmak
istiyoruz. Bu kapsamda, 22 Mart 2009 Pazar günü saat 11:00 da ağaç dikme törenimize sizleri, eşiniz,
çocuklarınızı kısaca tüm ailenizi bekliyor, sevincimizi paylaşmak istiyoruz. Mülkiye 150. Yıl Hatıra Ormanı
ağaç dikme törenimizde görüşmek üzere…
Adres:
Mülkiye 150. Yıl Hatıra Ormanı
Kurttepe Mevkii- Adana Barosu
Sosyal Tesisler İnşaatı Yanı
Çukurova- ADANA
bursa şubesi
Mülkiyeliler Birliği BURSA ŞUBESİ Nisan Ayı Etkinlikleri
'MÜLKİYE 150.YIL BALOSU'
18 Nisan 2009 Cumartesi Saat 20.00
Bursa Almira Oteli Divan Salonu.
Etkinliğimize, Bursa Valisi, Dekanımız ve Yardımcıları, Genel Başkanımız ve Genel Merkez Yönetim
Kurulu Üyelerimiz, Eskişehir Şube Başkanımız katılacaklardır.
KOMPOZİSYON YARIŞMASI
Yarışma kapsamında derneğimize ulaşan eserler, derneğimiz tarafından yarışma şartlarına uygunluk
açısından incelenmiş ve değerlendirme jüri başkanlığına teslim edilmiştir.
Yarışmaya katılan eserlerin çokluğu ve hemen hemen tamamının yarışma koşullarına uygun olması,
tarafımızca memnuniyetle karşılanmıştır.
istanbul şubesi
MÜLKİYE 150. YIL YÜRÜYÜŞÜ
150. Yıl Kutlama Programı kapsamında İstanbul’da Dekanımız, bazı Hocalarımız, Genel Merkez’den
başkan ve bazı arkadaşlarımız ile Şubelerimizin katılımıyla 18 Nisan 2009 Cumartesi günü “Mülkiye 150. Yıl
Yürüyüşü” düzenlendi.
Mülkiye’nin İstanbul’daki binalarını kapsayan yürüyüş, Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesinde yapılan “İstanbul’daki Mülkiye Binaları Sunumu” ile devam etti.
İstanbul’daki çok sayıda arkadaşımızın da katılım gösterdiği MÜLKİYE 150. YIL YÜRÜYÜŞÜ’nün
Programı şöyleydi:
10.30
10.30 – 11.45
11.45 – 12.30
12.30 – 13.30
Sultanahmet Meydanı Alman Çeşmesi Önünde Buluşma
Mülkiye Binalarını Kapsayan Yürüyüş
Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine Gidiş
İstanbul’daki Mülkiye Binaları Sunumu
(fotoğraf için http://www.mulkiyeistanbul.org/?action=galeri&id=25)
33
mersin şubesi
Mülkiyeliler Birliği MERSİN ŞUBESİ 150. Yıl Hatıra Ormanı...
Mülkiye 150.Yıl Organizasyon Komitesi Yürütme Kuruluna, Mülkiyeliler Birliği Mersin Şubesi olarak
yaptığımız aşağıdaki etkinliğimizi sunmak istiyoruz.
12 Nisan 2009 tarihinde 50 civarında Mülkiyeli, eşleri ve çocukları ile birlikte Mersin'in Kuyuluk
mevkiinde Mülkiye 150. Yıl Hatıra Ormanı sahasında ağaç diktik.
Haber çeşitli yerel gazete ve web sitelerinde de yayımlanmış olup, bunlardan Vilayet sayfasının adresi
http://www.mersin.gov.tr/topic.asp?TOPIC_ID=645&FORUM_ID=5&CAT_ID=2&Forum_
Title=Haberler&Topic_Title=%26%238216%3BM%DCLK%DDYE+150%2E+YIL+HATIRA+ORMANI
%26%238217%3B+NA+500+F%DDDAN dir. Sayfa ayrıca aşağıdaki şekildedir.
Bilgilerinize sunarım.
Saygılarımla
Çelik Cesuroğlu
Mülkiyeliler Birliği Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
"MÜLKİYE 150. YIL HATIRA ORMANI’ NA 500 FİDAN"
Mersin Valisi Hüseyin Aksoy, Çevlik Köyü sınırları içerisinde
bulunan ‘Mülkiye 150. Yıl Hatıra Ormanı’na fidan dikti.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye’nin kuruluşunun 150. yılı kutlamaları kapsamında
gerçekleşen fidan dikim etkinliğine ailesi ile birlikte katılan Vali Aksoy, hatıra ormanına fidan dikti.
Fidan dikimi öncesi duygularını dile getiren Vali Aksoy, Mülkiye’nin, Türkiye’de bir çok alanda nitelikli
insan yetiştirme adına faaliyet içerisinde olduğunu, ülkenin sosyal ve kültürel alanda kalkınmasına önemli
katkılarda bulunduğunu kaydederek, bu okulun mensubu olmaktan her zaman gurur duyduğunu söyledi.
Mersin’in, geçtiğimiz yıl, en çok fidan diken il olarak Türkiye birincisi olduğunu hatırlatan Aksoy,
“Hedefimiz, ağaçlandırma çalışmalarımızı bu yıl da aynı hızla sürdürmek ve yine birinciliği elde etmektir.
Bu anlamda, sosyal sorumluluk örneği olarak gördüğümüz ağaçlandırma çalışmalarımızın, o faaliyetlere de
katkısı olacaktır. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.”dedi.
Mersin Orman Bölge Müdürü Mustafa Gözükara da, içinde yaşadığımız yüzyılın en önemli sorunlardan
birisinin, küresel ısınma-iklim değişikliği olduğunu, bunun çözümünün ise, yeşil dokunun artırılmasından
geçtiğini söyledi.
Mülkiyeliler Birliği Mersin Şubesi Başkanı Celalettin Çıplak
ise, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin, ülkemize çağdaş, siyasal bilgilerle
donatılmış, iktisat sahibi yöneticikadrolar yetiştirmek üzere
kurulduğunu kaydederek, “1859 yılında kurulan okulumuzda
Bakanlarımız, Başbakanlarımız, Valilerimiz, Kaymakamlarımız,
Dışişleri mensuplarımız, Büyükelçilerimiz, bu ülkeye 150
yıldır hizmet etmektedirler. Onun için çok gururluyuz. Böyle
bir faaliyette yanımızda oldukları için sayın Valimize teşekkür
ediyoruz.”dedi.
Konuşmaların ardından Vali Aksoy, beraberindekilerle birlikte
Hatıra Ormanı’na fidan dikti.
Yaklaşık iki hektarlık alana, fıstıkçamı, defne, ıhlamur ve servi fidanları olmak üzere 500 fidan dikildi.
12.04.2009
34
izmir şubesi
MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ İZMİR ŞUBESİ 150.YIL
Nisan ayı etkinleri
Doğa Yürüyüşleri
05 Nisan 2009
Çukurköy-Suuçan Şelalesi
19 Nisan 2009
Hatundere-Dumanlıdağ
12 Nisan 2009
26 Nisan 2009
Çamiçi-Karaköy-Çamiçi
Belevi-Şirince
Sempozyum
10 Nisan 2009
DEÜ Prof.Dr. Hüsnü Erkan “Bilgi Çağında Farkındalık ve Kişisel Gelişim”
13 Nisan 2009 Bejan Matur şiiri üzerine
Şiir Gecesi
Söyleşi
17 Nisan 2009 Yılmaz Karakoyunlu “Güz Sancısı 6-7 Eylül Olayları”
18-26 Nisan TÜYAP İzmir Kitap Fuarına katılım.
Konser
24 Nisan 2009
Mülkiye İzmir THM Korosu
Felsefe Söyleşisi
30 Nisan 2009
Doç.Dr.Nilgün Toker “Geçmişten Geleceğe Demokrasi”
35
Doğa Yürüyüşleri
05 Nisan 2009
Çukurköy-Suuçan Şelalesi
19 Nisan 2009
Hatundere-Dumanlıdağ
12 Nisan 2009
26 Nisan 2009
Çamiçi-Karaköy-Çamiçi
Belevi-Şirince
36
Felsefe Söyleşisinden Fotoğraflar
Kitap Fuarından Fotoğraflar
37
mülkiye’de öğrenci olmak
cevat vural
Size şimdi çok nefis bir MÜLKİYELİ’den
bahsedeceğim. 1941-1953 yıllarında, Siyasal Bilgiler
Okulu ve Fakültesinde İdare Hukuku Profesörlüğü
yapan İsmail Hakkı Göreli Beyefendi'nin özgeçmişini
merak eden Mülkiye Tarihi'nden okuyup öğrenebilir.
Benim anlatacaklarım, hiçbir
yerde yazılı değildir.
Hangi şekilde olursa olsun, müdahale etmelerinin ne
kadar yanlış olduğunu uzun uzadıya anlattı.Karşılıklı,
okul hatıralarımızı konuştuk. Mitingin bittiği haber
gelince, aşağıya irdik, tekrar elini öpüp, hocamı
uğurladım.
Okulumuzda
hocalığa
başladığı ilk ayın sonunda,
maaş mutemedi, kendisine
ücretini götürünce, "Nedir bu,
Mülkiyelilere hocalık yapmak
şerefi bana yetmiyor mu ki,
bir de maaş getiriyorsunuz"
diyerek adamı geri çevirmiş,
İsmail Hakkı Göreli, bu
Profesörlüğü süresince, önceleri
iki atlı bir fayton, daha sonra
HİLMAN marka küçük,
külüstür bir otomobil olan, okul
müdürlüğünün makam arabası
ile gelip gitmişti. Aldığı bütün
ücret de bu nakliye hizmetinden
ibaretti.
15 gön sonra CHP adayları,
Derinkuyu'ya tekrar geldiler,
fakat aralarında hocam yoktu,
Adaylardan, halazadem olan
Gafur Soylu’ya İsmail Hakkı
Göreli Beyin niçin gelmediğini
sordum "Bırak yahu, ne biçim
adammış o hocanız, bütün
kaymakamlar benim örgencim,
ola kî bana yardım olsun
diye seçimlerde kanunsuz
bir davranışta bulunmaya
kalkışırlar, diyerek adaylıktan
istifa edip gitti” dedi.
Seçim
sonuçları
mı?
Demokrat Parti tulum çıkardı.
Nasıl çıkarmasın ki? Nevşehir’in
bir ilçesi olan Kaymakamlık
14 Mayıs 1950 genel seçimleri
dahil, bir çok köyümüzde
sırasında, Niğde İline bağlı
CHP’nin Yönetim Kurulu
Nevşehir İlçesi'nin Derinkuyu
Başkanı
ve
üyeleri
ile,
seçim
sandıkları başındaki parti
Bucağı'nda, Bucak Müdürlüğü stajımı yapıyordum.
temsilcileri bile, oylarını Demokrat Partiye vermişler,
CHP'nin milletvekili aday listesinde. İçişleri Bakanı CHP ye bir oy bile çıkmamıştı.
M. Emin Eriş İrgil, İzmir Valisi Şefik Soyer, Emniyet
Genel Müdürü Gafur Soylu ve bir de Profesör İsmail
Hakkı Göreli vardı. Ve bir gün, bu şöhretli adaylar,
Cüssesi çok küçük ve çelimsiz, fakat yüreği ve insan
seçim mitingi yapmak üzere Derinkuyu'ya geldiler.
sevgisi dev gibi olan bu Hocamı son defa. 1952 yılında,
Kimliklerini söylediğim bu zevata "Hoş geldiniz”
kaymakamlık kursu sonunda yapılan “İmtihan Heyeti”
demek için, Bucak Müdürlüğü binasının önüne
içinde gördüm. İmtihan heyetinin bir üyesi de İçişleri
çıkmamı çok görmezsiniz her halde öyle yaptım.
Bakanı Ethem Menderes'di, fakat Heyet Başkanı
Kapımın önünde elini öptüğüm hocam, diğerlerine Prof İsmail Hakkı Göre idi. Siyasi görüşleri birbirine
hoş geldiniz dememe bile fırsat vermeden koluma tamamen zıt olmasına rağmen, Ethem Menderes Bey,
girip "Hadi bakalım, bana Bucak Müdürlüğü binasını rahmetti hocamıza bir öğrencisi kadar kadar saygı
gezdir, makamında bir kahve İçir diyerek, beni tekrar gösteriyordu. Çünkü buna layıktı. Çünkü O, Mülkiyeli
binanın içine soktu, odama çıktık. İdare amirlerinin bir şövalye idi…
seçimlere ve seçim sonuçlarına,
38
üyelerden
alime mitap
Salihli’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi,
Siyaset ve İdare Bölümü’nü bitirdi.
İzmir’de Kadir ATA ve Fahir AKSOY atölyelerinde resim
çalıştı. İlk sergisini 1988’de İstanbul’da açtı. Bu sergide yer alan
tablolar, Belge Yayınevi’nce ‘EYLÜL KARANLIĞINDAN’ adı
altında bir kitap olarak yayınlandı. Sanatçının, 12 Eylül dönemindeki
siyasi tutsaklıklar ve cezaevleri sürecinde, doğrudan yaşamış olduğu ya
da tanık olduğu olaylara ilişkin izlenimlerini içeren bu resimleri, önce
İstanbul’da, daha sonra Ankara’da ve Dikili Festivali’nde; yurt dışında,
Almanya, Fransa, İsviçre ve Hollanda’da çeşitli kentlerde sergilendi.
1990 yılı Kasım ayında, aldığı davet üzerine Strasbourg’da
düzenlenen ‘Türkiyeli Sanatçılar Karma Sergisi’ ne katıldı.
Resimleri, yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli kurumlarda ve
bazı özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.
Mitap, 1990-2005 yılları arasında, Bornova Belediyesi Sanat Danışmanı olarak görev yaptı. Çok sayıda
kültür etkinlikleri düzenledi.
Deneme, öykü ve desenleri ile ‘Tarih Boyunca Sanat’ başlığı altındaki yazıları çeşitli gazete ve dergilerde
yayınlandı.
‘Eylül Karanlığından’ ın yanı sıra, Bornova Belediyesi
kültür etkinlikleri dokümanlarından yararlanarak hazırladığı ‘Kitap Günleri’ adlı derlemesi yayınlandı. Ayrıca,
John Stuart Mill’in ‘On Liberty’ (Özgürlük Üstüne) adlı kitabının çevirisini yaptı.
2004-2005 yıllarında Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi ikinci Başkanı olarak görev yapan Mitap, 2005
yılında Çiğli Belediyesi Kültür Müdürlüğü’ne atandı.
2008’de, Çiğli Belediyesi Kültür Müdürlüğü bünyesinde düzenlediği, İlköğretim okullarının 4. ve
5. Sınıfları arasında yapılan, “Dünya Yalnız Bizim Değil” adlı resim,şiir ve kompozisyon yarışmaları, ulusal
basında geniş yankı yaptı. Çevre savunucusu yazarlarca ve çeşitli çevre örgütlerince, Türkiye'de doğa ve hayvan
haklarının genel "hak mücadeleleri" ne eklemlenmesine yönelik gösterilen çabanın olumlu bir sonucu; genç
kuşaklara çevre bilinci vermeyi amaçlayan, önemli ve örnek bir girişim olarak değerlendirildi.
2008 Temmuzundan bu yana İzmir’de Çiğli Belediyesi Başkan Danışmanı olarak görev yapmakta
olan Alime Mitap, aynı zamanda 2008 Ağustosunda Allianoi Girişim Grubu dönem sözcülüğüne getirildi.
39
“YAŞAM BİZE ÇİRKİN YÜZLERİNİ GÖSTERSE DE, DOĞA’ NIN GÜZEL ÇİÇEKLERİNİ
TOPLAYIP, MASAMIZIN ÜSTÜNE KOYMASINI BİLİRİZ.”
Bu satırların yazılı olduğu kağıdı, Koral’ın ölümünden sonra, eşi Ayşe, bir kitabın sayfaları arasında
bulmuştu. Kargacık burgacık bir yazıyla, henüz elleri kalem tutabilirken yazmış olmalıydı bunu Koral.
Kitapta rastladığı bu satırlardan çok etkilenmişti belli ki.
1973-74 eğitim dönemiydi yanılmıyorsam. Bir gün Büyük Anfi’nin önünde, dersin başlama saatini
bekliyordum ki, Fakülte’nin koridorlarında bir kız öğrencinin kahkahaları yankılandı. Dönüp baktım. Bu
denli içten, böylesine güzel gülen kimdi ?!...
4-5 kişilik bir gruptu ilk bakışta gördüğüm. Koridorda yürüyorlar, bir yandan da hararetli, neşeli tavırlarla
konuşuyorlardı. Uzun kahverengi saçları olan, oldukça güzel kız, gülmeye devam ediyor; önde yürüyen
siyah, gür bıyıklı delikanlı, yüzünde muzip bir ifadeyle bir şeyler anlatıyordu. Diğerlerinin ancak koşarak
yetişebildiği bu parkalı genç, hızlı adımlarla ikinci katın merdivenlerine yöneldi. Ve hep birlikte gözden
kayboldular.
Ayşe ve Koral’dan başkası değildi o ikisi. Zaman içinde hayatlarını birleştirecekler; Siyasal’ın koridorundaki
o ışıklı yürüyüşlerini, yıllarca (yaşamları boyunca) sürdüreceklerdi.
12 Eylül karanlığı, bizim kuşağı darmadağın edip dört bir yana savurdu. Uzun süre haber alamadık
birbirimizden . Yıllar sonra (20-25 yıl ) İzmir’de karşılaştığımızda, geçen zamanın Koral’a hiç de adil
davranmadığını gördüm. Sinsi bir hastalık ağır ağır, içten içe avucuna almış; tekerlekli sandalyeye mahkum
etmişti onu.
Ancak, şaşkınlığım ve üzüntüm kısa sürdü. Çünkü Koral, yaşam doluydu. Karşılıklı konuşmalarımız sırasında
görüyordum ki, hastalık, onun beynine, düşüncelerine zarar verememiş, yaşama sevincini azaltamamıştı.
Ayşe, bütün sevecenliği ve neşesiyle yanıbaşındaydı. Bir de kardeşi Oral, hiç bırakmıyordu ağabeyini.
Toplantılara, kitap fuarlarına, 4 Aralık balolarına katılırlardı hepbirlikte. Oral’ın eşi Engin ve kızları da bu
sevgi çemberini tamamlıyorlardı.
40
- Babamın doğum tarihi 19 mayıs 1919. demişti bir gün Koral.
Şaka yaptığını sandım. Yüzüne dikkatlice baktım bir süre. Ama şaka değildi. Gerçekten de o tarihte
doğmuştu Orhan Amca.
- Babam, bunu çok önemser. diye eklemişti ardından.
O yaşlı çınarla (Koral’ın babasıyla) karşılaştığımda, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı gün yaşama
merhaba demiş bir insanla birarada olmanın heyecanını duymuştum…
Evleri yakındı. Son yıllarda, Koral biraz güçten düşmüştü. Ayşe, günün belli saatlerinde, Orhan Amca’nın
gelip Koral’a kitap okuduğunu anlatırdı .
88 yaşındaki bir babanın oğluna kitap okuması; kitaptaki konular çerçevesinde zaman zaman okumayı
bir yana bırakıp coşkulu sohbetlere dalmaları; sevgi ve
coşkuyla renklendirdikleri bu zaman dilimlerini doyasıya yaşamaları, ne denli hayranlık uyandırıcı bir olaydı.
Koral, son yıllarda konuşma güçlüğü çekmeye başlamıştı. Bu onu üzüyordu.
-Düşünüyorum, pek çok şey söylemek istiyorum ama bunu yapamıyorum. Bu, zor bir durum. diye yakınırdı,
birebir sohbetlerimizde.
Ben de ona, birçok sağlıklı insandan daha sağlam bir kafaya sahip olduğunu; konuşmakta zorluk çekse
de, önemli şeyler anlattığını söylerdim. Bunu, teselli olsun diye söylemiyordum. Gerçekten de tanıdığım birçok
“sözde sağlıklı” insandan daha derin düşünen, devrimci bakışıyla olayları doğru değerlendiren bir arkadaştı
Koral. “Sosyal demokrasiye” tahammülü yoktu.
Sohbetlerimiz sırasında,
-Sosyal demokrasi, uzlaşmacılık’tır. Varlık nedeni bu zaten. Ne beklenir sosyal demokratlardan!.. der; onların
işi, statükoyu savunmak ve korumak. diye eklerdi.
İnsanlık ve ülke sorunlarını kendisine öylesine dert ederdi ki, haber saatlerini hiç kaçırmaz; Demokrat
Radyo’daki “Çevre Programı” nı düzenli olarak dinlerdi. Bunu bilen çevre hareketi yürütücüsü arkadaşlar,
radyoda, sözgelimi, “Ormanlarımızın nasıl talan edildiğini” anlatırken, ara verip,
- Şu an bizi dinlemekte olan Sevgili dostumuz Koral Dünyaoğullarını buradan
selamlıyoruz . derlerdi.
İnsanoğlunun, özgürlük ve barış içinde, doğaya saygılı bir yaşam idealinin neferlerinden biriydi o. Her
anımsadığımızda, ilkeli duruşu, coşkulu tavırları
bize güç vermeye devam edecek.
2008’in 27 Şubat’ında yitirdiğimiz Koral Dünyaoğulları, bizim için, arkadaşları ve dostları için
yaşamın en güzel yüzlerinden biriydi.
Sevgili Koral, sen gideli bir yıl oldu. Ama öldüğüne hala inanamıyoruz. Sen, “Doğa’nın en güzel
çiçeklerini toplayıp, masana koymasını” bilmiştin. Biz de seni anılarımızın en üstünde bir yerde, çiçekler içinde
yaşatacağız…
Alime Mitap
2009
41
hamit tiryaki
Türkiye İş Kurumu Başmüfettişi
İşsizlik Sigortası Fonunun Cazibesi
Giriş
İşsizlik Sigortası Kanunu 25.08.1999 tarihinde kabul edilerek o zamana kadar tasarrufu teşvik adı altında
işçi ve işverenden kesilen paralar işsizlik sigortası primine dönüştürülerek işsizlik sigortası fonu oluşturulmuştur.
İşsizlik sigortası, bir iş ya da iş yerinde çalışırken, çalışma istek, yetenek, sağlık ve yeterliliğinde olmasına
karşın tamamen kendi istek ve kusuru dışında işini kaybeden çalışanlara bir yandan yeni bir iş bulunmasına
gayret edilirken, diğer yandan da bunların işsiz kalmaları nedeni ile uğradıkları gelir kaybını kısmen de olsa
karşılayarak, kendisinin ve ailesinin zor duruma düşmesini önlemek amacı ile belli süre ve ölçüde ödemeyi
kapsayan, sigortacılık tekniği ile faaliyet gösteren, Devlet tarafından kurulmuş, zorunlu bir sigorta koludur.
Çağımızın modern devletlerinde vatandaşların en önemli haklarından biri de sosyal güvenlik hakkıdır.
Sosyal güvenlik hakkı, değişen toplum yapısı ve sosyal ilişkiler ağı içerisinde gittikçe gelişen ve önem kazanan
kavramların başında gelmektedir.
Günümüzde istihdam sorunu, tüm ülkelerde en önemli sorunlardan biri olmaya devam etmektedir. Bir
ülkede üretimde bulunamayanların sayısındaki artış, sadece çalışanların üzerindeki yükü artırmakla kalmamakta,
aynı zamanda pek çok ekonomik ve sosyal sorunu da beraberinde getirmektedir.
İşsizliği toplum ve birey açısından olmak üzere iki biçimde tanımlamak mümkündür. Toplum açısından
işsizlik, üretken kaynakların kullanılmaması anlamını taşır. Birey açısından ise, çalışma istek ve yeteneği
bulunmasına ve çalışmaya hazır durumda olmasına rağmen, kişinin çalışma imkânı bulamamasıdır. Bunun
sonucu ise, işten doğan gelirin kesilmiş olmasıdır.
Ülkemizde ise hızlı nüfus artışı, köyden kente göç ile sanayi ve hizmetler sektörünün yeterince
gelişmemesi gibi nedenlerle, temelde yapısal bir işsizlik sorunu vardır. Üretim sürecindeki değişikliklere bağlı
olarak ortaya çıkan gizli işsizlik ve eksik istihdamın yanında çalışırken çeşitli nedenlerle işini yitirenlerin sayısı
da giderek artmaktadır.
42
Bu nedenle ülkeler, işsizliğin sebeplerini gidermek amacıyla ekonominin istihdam kapasitesini genişletici,
tasarrufu, yatırımları ve üretim teknolojilerini geliştirici, işgücü piyasasına dönük etkin önlemlere yönelik uzun
vadeli politikalar ile işsizliğin sonuçlarını giderici, geçici gelir kayıplarını ya da azalışlarını tazmin edici, yeni
iş bulununcaya ya da yeniden istihdam imkânı verecek olan eğitim tamamlanıncaya kadar gelir kayıplarını
karşılayarak gelir devamlılığı sağlayacak politikaları uygulamak zorundadırlar
Ekonomik büyümenin yanı sıra sosyal gelişmenin sağlanması ve gelirin topluma adil ve dengeli bir
biçimde yaygınlaştırılması, sosyal adaletin sağlanması bakımından “Sosyal Devlet” anlayışının bir gereğidir.
Nitekim, Anayasamızın “Çalışma Hakkı ve Ödevi” başlığını taşıyan 49 uncu maddesinde “Devlet işsizliği
önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır” denilmektedir. Gelir güvencesi hem
çalışma hakkının bir uzantısı olmakta, hem de sosyal güvenliğin yaygınlaşmasını sağlamaktadır.
Sonuç olarak; çalışanlara işsiz kaldıkları dönemde gelir güvencesi getiren, işverenlere de teknolojik
değişmelere bağlı yapısal bazı değişiklikleri gerçekleştirme imkânı sağlayan işsizlik sigortasının çalışma
yaşamımıza getirilmesi hem sosyal devlet ilkesinin, hem de çağdaş ve demokratik dünya ile bütünleşme
hedefimizin bir gereği olarak düşünülmektedir1.
Yasama organının yukarıda belirtilen gerekçelerle kurduğu işsizlik sigortası fonunun 10 yıllık bir
dönemde ulaştığı büyüklüğü ve yine yasama organınca çıkarılan yasalarla küçültülmesi makalemizin konusunu
oluşturmaktadır.
İşsizlik Sigortası Fonunun Yıllara Göre Büyümesi
1999 Yılında yasası kabul edilip 01.06.2000 tarihinden itibaren uygulanmaya başlayan işsizlik
sigortası ve ödemelerin yapılacağı fonun 2008 sonuna kadar ulaştığı büyüklüğü, konsolide devlet bütçesinin
gerçekleşen gelir ve gider rakamlarıyla yanyana sütunlarda göstermek istediğimizde ilginç sayısal veriler ve
eğilimlere ulaşılmaktadır.
Tablo:1 Türkiye Bütçesi ve Fon Mevcudu*
(1000 TL)
Yıllar
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Bütçe Büyüklükleri
(Gerçekleşen)
Gider
Gelir
İşsizlik
Sigortası
Fonu
(Aralık
sonu)
46.705.028
80.579.065
115.682.350
140.454.842
141.020.860
159.165.000
175.304.000
204.068.000
225.967.000
33.440.143
51.542.970
75.592.324
100.250.427
110.720.859
152.712.000
171.309.000
190.360.000
208.898.000
362.1271
2.207.558
4.979.089
8.928.984
13.302.295
18.003.411
23.683.009
30.641.836
38.256.993
Fon/bütçe
Gider
Gelir
1,08
4,28
6,58
8,90
12,01
11,78
13,82
16,09
18,31
0,77
2,73
4,30
6,35
9,43
11,31
13,50
15,01
16,93
Yeniden
değerleme
oranı (%)
56
53,2
59
28,5
11,2
9,8
7,8
7,2
12
*Tablo Maliye bakanlığı verilerinden ve işsizlik sigortası bültenlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Tablo 1’de görüldüğü gibi işsizlik sigortası fonunda 2000 yılı sonunda 362.127.000 TL var iken dokuz
yıllık birikimin ardından büyüklüğü 38.256.993.000 TL’ye ulaşmıştır. Bu sayısal değer zaman içinde bütçenin
gider/gelir büyüklüğü artışından çok daha fazla olmuştur. İşsizlik Sigortası Fonu ilk yıldan itibaren çevrilerek
büyüyen kartopu gibi ilk yıllar bütçenin 1’i, 4’ü, 8’i iken sonraki yıllarda bütçenin %20 sini oluşturacak büyüklüğe
ulaşacak kadar büyümüştür. Devlet bütçe gelir ve gider büyüklükleri zaman içinde istikrar gösterirken fon
varlığı zaman içinde artma eğiliminde olmuştur.
1
İşsizlik Sigortası Fonu ile gider bütçesinin yıllar içindeki büyüklüklerinin sayısal
İşsizlik sigortası kanunu genel gerekçesi.
43
değerleri bu dokuz yıllık süreç içinde artış eğilimine göre değerlendirildiğinde fon (diğer her
şeyin eşit olduğunu varsaydığımızda) 2049 Yılında devletin gider bütçesiyle eşleşecek hatta
%1,599 oranında da daha büyük olacaktır2. Aynı hesaplamayı bütçe gelirleri yönünden de
yaptığımızda ise 2048 Yılında yani 39 yıl sonra işsizlik sigortası fonunun devlet bütçe
gelirleriyle eşdeğer bir büyüklüğe ulaşacağını öngörmekteyiz. Kısaca fon bu haliyle gelecekte
de büyümeye devam edecek ve yaklaşık 40 yıl sonra tüm Türkiye’nin bir yıllık tüm ihtiyaçları
ve yatırımı için öngörülüp harcanan bir büyüklüğe ulaşacaktır.
Sayısal değerlerin ve fon büyüme eğiliminin daha net görülebilmesi için sabit sayılarla değişim ve
gelişimi ifade etmek için 2000 Yılından itibaren devlet bütçe gider ve gelirlerinde görülen değişimlerle fon
mevcudundaki değişimleri daha rahat görebilmek için yeniden değerleme oranları esas alınarak ve 2000 yılındaki
büyüklükleri 100 kabul ederek yaptığımız hesaplamaya3 göre yıllar içindeki değişim Tablo:2’de gösterilmiştir.
Tablo:2 Sabit Fiyatlarla (Yeniden Değerleme Oranı) Bütçe ve Fon Büyüklükleri
Yıllar
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Bütçe büyüklüğü
(Gerçekleşen)
Gider
Gelir
100
111
104
79
62
63
63
68
70
İşsizlik Sigortası Fonu
(Aralık sonu)
İkinci
Tüm
Altı aylık
Yıl
dönem
100
100
391
195
575
288
649
324
752
376
916
458
1097
548
1317
658
1533
767
100
99
95
79
68
84
86
89
91
Tablo bütçe ve fon rakamlarının yeniden değerleme oranına göre 2000 yılı 100 esas alınarak hazırlanmış, tablo:1’de yer
alan sayısal değerler dikkate alınarak hesaplamalar yapılmıştır.
Tablo:2’de görüldüğü gibi yeniden değerleme oranları esas alınarak sabit fiyatlarla dokuz yıllık
dönemde bütçe gelir ve gider büyüklüklerinin 2000 Yılına nazaran küçüldüğünü, daha fazla gelir elde
edilirken daha az harcama yapıldığını buna karşın işsizlik sigortası fonunun sürekli bir şekilde büyüyüp 2000
yılına göre 8 - 15 kat artan bir hacme ulaştığını söyleyebiliriz. Yeniden değerleme oranlarının yıllık enflasyon (tüfe) rakamlarına göre daha yüksek olması karşısında
2������������������������������������������������������������������������������������������������������
Excel programı yardımıyla ilk dokuz yıldaki artış eğilimlerindeki değerler üzerinden seri örüntü ola�
rak tamamlanarak 100 değerine 2049 yılına karşılık gelen satırda görülmüştür. 2000 Yılına ait işsizlik sigorta�
sındaki mevcudu tüm yıla göre de hesapladığımızda yani temmuzdan aralık ayında kadar olan birikime göre
12 ayda olabilecek büyüklük esas alınarak yeniden hesaplama yaptığımızda aynı değerlere ulaşma süresinin
sadece bir yıl uzadığı hesaplanmıştır.
3����������������������������
Yeniden değerleme oranı, enflasyon
������������������������������������������������������������������������
oranı esas alınarak bütçe gelir, gider büyüklükleriyle fon büyük�
lüğünü sabit fiyatlarla hesaplamak için 2000 yılındaki verileri 100 sayısı ile gösterdikten sonra 2000 yılındaki
rakam karşılaştırılacağı yıla kadar olan enflasyon/yeniden değerleme oranına göre artırılmış, 2000 yılındaki
rakam 100 ise artırılan rakam (o yıla ait rakam) kaçtır hesaplaması yapılarak bulunan sayılar tabloda gösteril�
miştir.
44
yukarıda yapılan hesaplama enflasyon oranlarına göre sabitlenerek aynı değerler Tablo:3’de gösterilmiştir.
Tablo:3 Sabit Fiyatlarla (Yıllık Enflasyon Rakamlarıyla) Bütçe ve Fon Büyüklükleri
Yıllar
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Bütçe büyüklüğü
(Gerçekleşen)
Gider
Gelir
100
154
117
109
96
95
102
107
112
İşsizlik Sigortası Fonu
(Aralık sonu)
İkinci
Tüm
Altı aylık
Yıl
dönem
100
100
545
272
652
326
893
447
1168
584
1389
695
1781
891
2067
1034
2437
1219
100
138
107
109
105
128
140
139
144
Tablo:3’de de görüldüğü üzere gerçekleşen devlet bütçe gelir ve gider büyüklükleri dokuz yıllık zaman
diliminde artma eğilimi içinde olmuş, gelirler giderlere nazaran çok daha fazla artmıştır. Farklı bir ifadeyle
devletimiz elde ettiği gelirlere göre geçmiş dokuz yıllık süreçte daha az harcama yapmıştır. Buna karşın işsizlik
sigortası fonunda biriken paralar bu dönemde yaklaşık 12 ila 24 4 kat artmıştır. Fon 2001 yılında bir önceki
yıla göre 4,5 kat, 2002 yılında 0,70 oranında büyümüşken sonraki yıllarda büyümesi ortalama 0,20 civarında
olmuş, bu eğilim az çok istikrar kazanmıştır.
Her iki hesaplamanın ortaya koyduğu bir gerçek fon büyüklüğü düzenli olarak artmaya devam
ederken devletin eskiye nazaran daha az gider yaptığı ama daha fazla gelir topladığıdır.
İşsizlik sigortası fonu zaman içinde bu şekilde reel olarak büyürken fonun kendi içindeki gelir ve
gider rakamlarına, fon büyüklüğünün nasıl değerlendirildiğine ilişkin reel değerlere de bakılmadığında
büyümenin de fonun dönüşümü de rahat anlaşılmayacaktır.
Tablo :4 İşsizlik Sigortası Fonu Gelir ve Giderleri*
Gelir ve Giderler
İşçi işveren primleri
Gecikme zammı
Hazine payı
İdari para cezaları
Faiz geliri
İadeler
Toplam gelir
İşsizlik sigortası giderleri2
İşsizlere ödenen ödenekler
Ücret garanti fonu gideri
Ücret garanti fonu
İşsizlik sigortası fonu
TOPLAM FON VARLIĞI
Kısa çalış.ödeneği ödemesi
30 Kasım 2008
İtibarıyla
(1000 TL)
Aralık /2008
12.884.508
274.182
297.395
4.365.117
11.744
23.371.435
26.733
40.956.934
1.564.803
1.828.703
9.614
92.371
37.461.442
37.553.813
97
3.719.
91.394
167
519.627
2.718
891.810
26.467
66.657
35
59
31.12.2008
itibarıyla
13.158.691
301.115
4.456.511
11.911
23.891.062
29.452
41.848.744
1.591.270
1.895.361
9.650
95.470
38.256.993
38.352.463
156
4
2000 Yılının haziran (haziran primleri ssk tarafından sonraki ayın 15’ınde Kuruma aktardığından)
ayından itibaren işsizlik sigortası fonuna para akışı olduğundan için baz alınan yıla ait toplam rakamı iki katı
olarak esas almak değerlendirmeyi daha sağlıklı yapacağı için yapılan hesaplama sonucunda 2000 yılana ait
fon toplamını 724.254.000 TL olarak esas aldığımızda reel büyüme rakamı yaklaşık %800 çıkmaktadır.
45
*İşsizlik sigortası bültenlerinden derlenen rakamlarla tablo oluşturulmuştur.
Tablodan da görüleceği üzere Ücret Garanti Fonu dahil İşsizlik Sigortası toplam fon varlığı 38
Milyar TL.’yi aşmıştır. Fon gelir kalemleri içinde en büyük kısmı yaklaşık 24 Milyar lira ile faiz geliri
oluşturmakta, bunu işçi işveren primleri yaklaşık 13 Milyar lira ile izlemektedir. Fonun en büyük gideri ise
işsizlere işsizlik ödeneği olarak ödenen yaklaşık 2 Milyar liralık ödemeyi, 1,5 Milyarlık işsizlik sigortası fonu
giderleri izlemektedir. Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere 2008 Yılı sonu itibarıyla işsizlere fonun
yalnızca %5’i nakit olarak ödenmiştir.
İşsizlik sigortası fonunda biriken paraların dokuz yıllık süreçte yatırım araçlarında
değerlendirilmesinden elde edilen gelir artışları oran olarak o yıla ait enflasyon ve yeniden değerleme
rakamlarıyla birlikte Tablo:5’de gösterilmiştir.
Tablo:5 Fon Varlığının Yıllar İçinde Değerlendirilmesi *
Yıllar
Fon
Tüfe
2000 (temmuz-aralık dönemi)
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
23,3
107,3
68,8
49,6
29,3
21,3
17,9
16,4
17,1
11,9
88,6
30,8
13,9
13,8
2,6
11,5
5,9
8,1
Yeniden
değerleme
56
53,2
59
28,5
11,2
9,8
7,8
7,2
12
*İşsizlik sigortası bültenlerinden ve Türkiye İstatistik Kurumu verilerinden
yararlanılarak tablo oluşturulmuştur.
Tablo:5’den de görüleceği üzere fon değerleri, uygun yatırım araçlarında yıllar içinde değerlendirildiğinde
aynı dönemdeki fiyat artışlarından daha fazla bir getiri elde edilecek şekilde kullanılmıştır. Her yıl gerçekleştirilen
bu reel gelir artışı fonun olması gerekenden daha büyük bir değere ulaşmasını sağlamıştır.
İşsizlik Sigortası Fonu 1999 Yılında oluşturulurken biraz fazla tedbirli davranılarak fon kaynaklarının
kısa sürede bitmemesi için gelirlerin yüksek, olası giderlerin ise (işsizlik ödeneklerinin) az olması amaçlanmış,
ancak zaman içinde ilkelerde yenilenme yapılmadığı için çalışırken işsiz kalanların sorunlarını hafifletmekten
ziyade ciddi kaynakların toplandığı kumbara haline dönüşmüştür.
İşsizlik Sigortası Fonunu Etkileyen Yasal Değişiklikler
1999 yılında 4447 sayılı yasa ile kabul edilen İşsizlik Sigortası Kanunu 01.06.2000
tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. İşsizlik Sigortası Kanunu bugüne kadar on ayrı kanunla
değiştirilmiş, hemen hepsi fon büyüklüğünü azaltıcı düzenlemeler getirmiştir. Değişiklikleri
tarih sırasıyla inceleyecek olursak:
46
1- 12.12.2001 tarihinde 4726 kanun numarası ile kabul edilen 2002 Mali Yılı Bütçe Kanununun 5
61 nci maddesinin (f ) bendi ile İşsizlik Sigortası Kanununun 49 ncu maddesi değiştirilmiştir. Değişiklikle,
işsizlik sigortası primi, sigortalının 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 77 ve 78 inci
maddelerinde belirtilen prime esas aylık brüt kazançlarından, % 1 sigortalı, % 2 işveren ve % 1 devlet payı olarak
alınmaya başlanmıştır. Yasanın bu maddesi 01/01/2002 tarihinden itibaren uygulanmıştır.
Değişiklikten önce aynı miktar üzerinden yüzde 2 sigortalı, yüzde 3 işveren ve yüzde 2 devlet payı
olmak üzere her bir sigortalı için toplam yüzde 7 oranında prim ödenmesi gerekmekteydi.
Bu yasayla fon gelirleri her bir işçi için brüt kazanç üzerinden %7 iken % 4’e düşmüştür. Prim gelirleri
%45 oranında, işsizlik sigortası fon gelirleri ise6 yaklaşık binde 71 oranında azalmıştır.
Bütçe Kanunu ile getirilen bu değişiklik yalnızca bir yıl uygulanacağından ertesi yıl bütçe kanununa
benzer madde konulmuştur.
2- 31.03.2003 tarihinde 4833 kanun numarası ile kabul edilen 2003 Mali Yılı Bütçe Kanununun 7 51
nci maddesinin (e) bendi ile 49 ncu madde değiştirilmiş, önceki yıl bütçe kanunuyla getirilen düzenlemenin
2003 yılında da geçerli olduğu belirtilmiştir.
3- 05/07/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanununda8 da fon büyüklüğünün azalmasına neden olan
düzenlemeler mevcuttur. İş yasasının 33. maddesi işverenin ödeme aczine düşmesi başlığını taşımakta olup
işsizlik sigortası kapsamında ücret garanti fonunun oluşturulduğu belirtilmektedir. Yine aynı Kanunun 65.
maddesinde kısa çalışma ve kısa çalışma ödeneği ile ilgili düzenlemelerde de finansmanın işsizlik sigortasından
yapılacağı ifade edilmiştir.
Sonradan bu düzenlemeler içeriği aynen korunarak İş Kanunundan çıkarılarak İşsizlik Sigortası
Kanununa eklenmiştir.
Ücret Garanti Fonu kapsamında 2008 sonuna kadar 9.650.032 TL ödenmiş olup fonun varlığı
95.470.484 TL’dir.
Kısa çalışma ödeneği adı altında işsizlik sigortası fonundan yapılan ödemeler toplamı ise yine 2008
sonu itibarıyla 156.020 TL’dir.
Ücret Garanti Fonu ile Kısa Çalışma Ödeneği adı altında 2008 sonu itibarıyla
işsizlik sigortası fonundan ayrılan kaynak toplamı 105.276.536 TL olup yasayla getirilen bu
düzenlemeler nedeniyle toplam fon varlığı (105.276.536./ 38.256.993.000= 0.0028) onbinde
28’i kadar azalmıştır.
4- Diğer bir kanun ise 4904 sayılı Türkiye iş Kurumunun Kuruluş Kanunudur9. Bu kanunun çeşitli
maddelerinde işsizlik sigortasına atıf yapılmışsa da yapılan düzenlemeler bu konudaki görevlerin kurulan
Türkiye İş Kurumu tarafından yerine getirileceğini içermekte, fon kaynaklarında herhangi bir azalışa neden
olacak maddeler bulunmamaktadır.
5- 24/12/2003 tarihinde 5027 kanun numarası ile kabul edilen 2004 Mali Yılı Bütçe Kanununun10 49 ncu
maddesinin (e) bendi ile 49 ncu madde tekrar değiştirilerek daha önceki dönemlerde getirilen düzenlemelerin
2004 yılında da uygulanmasına devam edilmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesinin11 “bütçe yasalarına yürürlükte
olan yasaların bütçe yılı için uygulanmaması veya farklı uygulanmasını öngören kurallar konulamaz. 49. madde,
uygulamama veya farklı uygulama biçimi öngörme yoluyla, madde başlığı altında sayılmış olan yasa kurallarını
2004 yılı için değiştirici bir nitelik taşımaktadır.” gerekçesiyle iptal edilmiştir.
5
22/12/2001 tarihli ve 24618 Mükerrer sayılı Resmi Gazete.
6�����������������������������������������������������������������������������������������������
( (274.182+91.394)x7/4)-274.182=274.182 TL.’lik gelirde eksilmeye, 38.256.993 TL’lik fon büyük�
lüğünün her ay % 0.71 oranında azalmasına neden olmuştur.
7
31/03/2003 tarihli ve 25065 Mükerrer sayılı Resmi Gazete.
8
10/06/2003 tarihli ve 25134 sayılı Resmi Gazete.
9
05/07/2003 tarihli ve 25159 sayılı Resmi Gazete.
10
28/12/2003 tarihli ve 25330 Mükerrer sayılı Resmi Gazete.
11
19/07/2006 tarihli ve 26233 sayılı Resmi Gazetede Yayınlanan E. 2004/12, K. 2005/35 sayılı Kararı.
47
6- 17/09/2004 tarihinde 5234 Sayılı Bazı Kanun
ve Kanun Hükminde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun”un12 19 ncu maddesi ile daha
önce bütçe kanunlarıyla getirilen sigortalının prime esas
aylık brüt kazançlarından, % 1 sigortalı, % 2 işveren ve
% 1 devlet payı olarak alınacağına ilişkin düzenlemeyle
İşsizlik Sigortası Kanununun 49 ncu maddesinin birinci
fıkrası tekrar değiştirilmiştir. Bu değişikliğin toplam fon
mevcudunu ne kadar azalttığı daha önce belirtilmişti.
7- 5754 sayı ile kabul edilen Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanunun13 38 (e) bendiyle işsizlik ödeneği ve
kısa çalışma ödeneği alanların genel sağlık sigortalısı
sayılacağı belirtilmiştir. Kanunla genel sağlık sigortası
kapsamında işsizlik sigortası fonundan yararlananların
statüsü yeniden düzenlenmiştir. Kanunun, yalnızca
işsizlik sigortası/bu fondan yararlananları dikkate
almayıp genel olması nedeniyle fona ek maliyet getirip
getirmediği hususu değerlendirilmemiştir.
5754 sayılı kanunun 90 ncı maddesi14 ile işsizlik
sigortası gelirlerinden hiçbir vergi, resim ve harç
kesintisi yapılmayacağı düzenlemesi getirilmiş, gerek
bu maddenin gerekse de diğer maddelerin fonun gelir yapısını etkilemeyen düzenlemeler içerdiği görülmüştür.
8- 15/05/2008 tarih ve 5763 sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun birden fazla maddesiyle işsizlik sigortası fonunun giderlerini artırıcı maddeler içermektedir.
15
Amaç Başlığındaki Değişiklik
5763 sayılı Yasanın 13’üncü maddesi ile, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun 46’ncı maddesinin
birinci fıkrası, “işsizlik sigortasının amacı; işsizlik sigortasına ilişkin kuralları ve uygulama esaslarını düzenlemek
ve bu Kanunda öngörülen hizmetlerin verilmesini sağlamaktır.” şeklinde düzenlenmiştir. Kaldırılan ifade ise,
“işsizlik sigortasının amacı; işsizlik sigortasına ilişkin kuralları ve uygulama esaslarını düzenlemek ve sigortalılara
işsiz kalmaları halinde, bu Kanunda öngörülen ödeme ve hizmetlerin yerine getirilmesini sağlamaktır.” Eski
düzenlemeden farkı “sigortalılara işsiz kalmaları halinde” ifadesinin çıkarılmasıdır. Salt bu değişiklikle
yaklaşım ortaya çıkmakta İşsizlik Sigortası Kanununun hedef kitle olarak tanımladığı “sigortalı olup işsiz
kalanların” artık dikkate alınan kesim olmadığı, bu kesimin yanında diğer işsizlere de devlete de ödemede
bulunmak için var olduğu, böylesi bir dönüşüm geçirdiği, görülmektedir.
Kuruma Kayıtlı İşsizlere Yapılacak Harcamalar
14 üncü madde ile “Ayrıca, sigortalı işsizler ile Kuruma kayıtlı diğer işsizlere; iş bulma, danışmanlık
12
21/09/2004 tarihli ve 25590 sayılı Resmi Gazete.
13
17/04/2008 tarih ve 26870 sayılı Resmi Gazete.
14
Bu yasa görüşülürken muhalefet milletvekilleri İşsizlik Sigortası Kanununun 49. maddesine ek bir
önerge vererek işsizlik sigortası gelirlerinin vergiye tabi olmamasını oylattırdıkları esnada iktidar milletve�
killerinin kuliste olmaları nedeniyle önerge kabul edilerek yasa metni içinde yer almıştır. Yabancıların bono
ve tahvil faizi gelirlerinden alınan yüzde 15 vergi sıfıra indirildiğinden fon gelirlerinden de faiz alınmasın
isteniyordu. Ancak İşsizlik Sigortası Kanununun 50 nci maddesi asgari ücretin net tutarını aşmayan işsizlik
ödeneğinin, herhangi bir vergi kesintisine tabi tutulmayacağını düzenliyordu. Kısaca maddede fon gelirlerinin
vergiye tabi olmayacağı ifade edilmediğinden bu yeni düzenleme yeni bir durum yaratmıyor, fon gelirleri es�
kisi gibi stopaja tabi oluyordu.
15
26/05/2008 tarih ve 26887 sayılı Resmi Gazete.
48
hizmetleri, mesleki eğitim, işgücü uyum ve toplum yararına çalışma hizmetleri verilir ve işgücü piyasası
araştırma ve planlama çalışmaları yapılır. Bu kapsamda yapılacak giderler İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanır.
Bu giderlerin yıllık miktarı, işsizlik sigortası primi olarak bir önceki yıl içinde Fona aktarılan Devlet payının
yüzde otuzunu geçemez. Bu oranı yüzde elliye kadar çıkarmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir. Ancak, işsizlik
ödeneğinden yararlanmakta olanlara yönelik hizmetler için bu sınırlama dikkate alınmaz. Bu fıkraya ilişkin esas
ve usuller yönetmelikle belirlenir.” hükmü Kanunun 48. maddesine eklenmiştir.
Kurum kayıtlı işsizlere iş bulma, danışmanlık, mesleki eğitim, işgücü uyum ve toplum yararına çalışma
... hizmetlerini bütçe olanaklarıyla sınırlı bir şekilde vermekteydi. Hizmetlerden yararlananlar ödenek alan
sigortalı işsizler olduğunda ise herhangi bir sınırlama olmaksızın giderler fondan karşılanırdı. Yeni düzenlemeye
göre bir önceki yıl devlet payı olarak fona aktarılan miktarın %30 ile ilgili sınırlama getirilmiş, ödenek alan
sigortalılar için böyle bir sınırlamanın olmadığı belirtilmiştir. Bu miktarın büyüklüğünü 2008 verilerine göre
yaklaşık olarak hesaplamak istersek16 onbinde 28 kadar olduğunu hesaplayabiliriz.
İşsizlik Ödeneğinin Artırılması
Yasanın 15. maddesinde ilk kez ödenek alan sigortalıların lehine olan bir düzenleme vardır. 4447 sayılı
Yasanın 50 nci maddesinde ilk işsizlik ödeneği ödemesi ödeneğe hak kazanılan tarihi izleyen ayın sonunda
yapılır, ifadesi değiştirilerek en geç izleyen ayın sonuna kadar yapılabileceği şartlar uygun ise daha erken bir
tarihte de ödenebileceği yasal ortam sağlanmış, Kurum içi düzenlemelerde de müracaat edilen ayın sonunda
ödenmesi konusunda çaba gösterilmesi hususu belirtilmiştir.
Aynı maddede “Günlük işsizlik ödeneği, sigortalının son dört aylık prime esas kazançları dikkate
alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının yüzde kırkıdır. Bu şekilde hesaplanan işsizlik ödeneği
miktarı, 4857 sayılı İş Kanununun 39 uncu maddesine göre onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık
asgari ücretin brüt tutarının yüzde seksenini geçemez.” ifadelerine yer verilmiş, önceki düzenlemede net %50%100 oranları yerine , brüt %40-%80 oranları 50 nci maddeye gir http://www.emekdunyasi.net/upload/data/
i%C5%9Fsizlikkkkk.gif miştir.
Bu değişikliğin ödenek alan işsizlere ne kadar fazla ödeme getireceğini örnekle açıklayalım.
Asgari Ücret (brüt) 666,00
İşsizlik Sigortası Fon kesintisi %1 6,66
Damga Vergisi %06
4,00
SSK primi%14
93,24
Gelir vergisi %15
Kesintiler Toplamı Net asgari Ücret 34,97
138,87
527,13
Önceki düzenlemeye göre 263,56 TL ile 527,13 TL arasında işsizlik ödeneği ödenirken yeni
düzenlemeyle bu alt-üst sınırlar 266,40 TL ile 532.80 TL arasında olmuştur. İşsizlik ödeneği alanlara ödenen
miktar yaklaşık % 1,1 oranında artırılmıştır. Bu artışın fon yapısına etkisini hesapladığımızda17 milyonda 17
kadardır.
Güneydoğu Anadolu Projesine Aktarılan/Aktarılacak Miktarlar
16 ncı madde fon mevcudunu etkilemediğinden, 17 nci ve 18 nci maddelerle getirilen yenilikler İş
Kanununda daha önce düzenlenip fona etkileri değerlendirildiğinden, yazı konumuza dahil edilmemiştir.
19 ncu maddenin (a) fıkrasıyla fonun 1.300.000.000 TL’lik kısmının hazineye aktarılacağı belirtilmiştir.
Yasada bu büyük miktarın sigortalı işsizler ya da diğer işsizler için değil fonla hiçbir alakası olmayan Güneydoğu
Anadolu Projesi kapsamındaki yatırımlar amacıyla kullanılacağı ifade edilmiştir.
1.300.000.000 TL. işsizlik sigortası fonundan Haziran/2008 de hazine hesaplarına aktarılmıştır.
16
17
( (Aralık 2008 hazine payı 91.394.000 x 12 / 10 = 109.672.800 )/ 38.256.993.000 =0,0028)
Aralık/2008 ayında işsizlere ödenen (66.657.000x0,011)/ 38.256.993.000 = 0.000017
49
İşsizlik sigortası fonundan sigortalı işsizlere yapılan ödemelere baktığımızda Mart 2002 tarihinden
Kasım/2007 tarihine kadar 942.810 kişi işsizlik ödeneği almaya hak kazanmış, bu kişilere toplam
1.311.649.847 TL ödemede bulunulmuştur18. Kısaca fonun ilk çıkışından itibaren yararlanan 942 bin
kişiye ödenen tutar (- ki bu miktarlar 68 aylık ödeme dönemini kapsamaktadır) tek bir seferde amaç dışında
kullanılmak üzere fondan alınmıştır. Alınan miktar toplam fon varlığını19 binde 33 oranında azaltmıştır.
19 ncu maddenin (b) bendiyle 2009-2012 yıllarında yani dört yıl boyunca fon tarafından tahsil
edilecek nema gelirlerinden dörtte birinin de Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki yatırımlara öncelik
vermek suretiyle kullanılacağı, bu miktarların hazineye tahsil edildiği ayı izleyen ayın 15’ine kadar aktarılacağı,
düzenlenmiştir.
Hazineye bu kapsamda ne kadar aktarma yapılacağını hesaplamak istersek her ay değişmekle birlikte
ortalama 520.000.000TL faiz geliri elde edildiğini varsaydığımıza20 işsizlik sigortası fonunun yüzde 16
azalmasına neden olacaktır.
19 ncu maddenin (c) fıkrasında “aktarılacak kaynakla gerçekleştirilecek yatırımlardan elde edilecek
getiriler ile varlık satışlarından elde edilecek gelirlerin Yüksek Planlama Kurulunca belirlenecek oranı, kullanılan
kaynak tutarını aşmamak kaydıyla Fona aktarılır.” düzenlemesi yer almaktadır. Yasada alınan miktarların ne
zaman, ne şekilde, hangi faiz oranıyla geri ödeneceğine ilişkin net ifadeler yer almadığı için ileride yapılacak
ödemelerin fondaki kayıpları telafi edici özellikten çok uzak kalacağı düşünülmektedir.
Kadın ve Genç Erkeklerin İstihdamını Teşvik İçin Yapılacak Giderler
20 nci madde ile 18 yaşından büyük kadınlarla 18 yaşından büyük 29 yaşından küçük genç erkeklerin
istihdamına teşvik getirilerek işyerinin son bir yıl içindeki ortalama işçi sayısını gelecek bir yıllık dönem içinde
fazlalaştıracak şekilde yeni işe alım olursa ( işe alınan kişilerin işyerinin son altı aylık işçisi olmaması gerekir)
bu işçilerin işveren sigorta primlerinin işsizlik sigortası fonundan 5 yıllık süre ile kademeli olarak karşılanacağı
belirtilmiştir. Konu hakkında sağlıklı veriler elde edilemediğinden bir değerlendirme yapılamamıştır.
9 - 31.07.2008 tarihli ve 5797 Sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 9 ncu maddesiyle genç erkeklerin ve kadınların
istihdamının teşvikiyle ilgili düzenlemeye 506 kanunun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıkların
statülerine tabi personeli için de uygulanacağı ifadesi eklenmiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi konu hakkında
sağlıklı veriler elde edilemediğinden bir değerlendirme yapılamamıştır.
10 – 18/02/2009 tarih ve 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 1 inci
maddesiyle kısa çalışma ödeneğinden yapılan ödemelerin niteliği değiştirilmiştir. Yeni yasaya göre kısa çalışma
ödeneği için öngörülen üç aylık süre, altı aya çıkarılmış, ödenek miktarı %50 artırılmış ve en önemlisi yapılan
ödemelerin işsizlik ödeneğinden mahsup edilmemesi olmuştur. Yasanın yeni yürürlüğe girmesi nedeniyle
işsizlik sigortası fonuna maliyeti net ortaya konamadığı için şu an için değerlendirme yapılamamıştır.
18
İşkur bülteni...
19
( 1.300.000.000/ 38.256.993.000 = 0.033)
20
(520.000.000 x 48 ay x ¼ = 6.240.000.000 ) ödenecek olan toplam nema miktarı. Bu toplam da fon
varlığının (6.240.000.000 / 38.256.993.000 = 0.16 ) %16 azalmasına neden olacaktır.
50
Yukarıda belirtilen on ayrı kanundan fon mevcudunu azaltıcı ve hesaplanabilir veriler elde edilen
düzenlemelerin nasıl bir etki yarattığı oran olarak Tablo:6’da gösterilmiştir.
Tablo:6 Kanunların Fona Oran ve Miktar Olarak Etkileri*
Kanun Numarası
Fona Etkisi (Oran Olarak) Fondaki Azalma (Miktar olarak)
4726/61
%3408
1.303.798.321
4833/51
Hesaplandı.
4857/33,65
%0.134
51.417.399
4904
5027
Hesaplandı.
5234
Hesaplandı.
5754/38
Genel uygulama.
5754/90
5763/14
%0.0112
4.284.783
5763/15
%0.00081
312.177
5763/19 (a)
%0.33
1.300.000.000
5763/19 (b)
%16
6.121.118.880
5838/1
TOPLAM
8.780.931.560
Bir yasadaki etki 4 yıl boyunca süreceği için tabloda diğer etkilenmeler de 4 yıl üzerinden hesaplanmıştır.
Tablo:6’da da görüleceği üzere çıkarılan yasalar fon varlığını azaltacak içerikte olmuş, son dönemlerde
çıkarılan yasaların fona olumsuz etkisi daha büyük boyutlara ulaşmış, fonun asıl hedef kitlesi olması gereken
işsizlik ödeneği alan işsizler için yapılan iyileştirme (5763/15) azalmadaki en az miktar olarak kalmıştır.
SONUÇ
İşsizlik Sigortası Fonu 1999 Yılında oluşturulurken aktüerya hesaplamalarında fon kaynaklarının kısa
sürede tükenmemesi amacıyla gelirleri yüksek, giderlerin ise az ve ciddi şartlara bağlanması nedeniyle gerekli
birikimleri yapabilmiş, ancak ilk zamanlardaki ödeneğin ödenmesiyle ilgili şartlardaki ağırlık zaman içinde
değiştirilemediğinden kendi halinde büyüyen dev haline gelmiştir. Çalışırken işsiz kalan, işsizlik sigortası
fonuna az-çok işsizlik sigortası primi ödemesine rağmen gerekli şartlara sahip olmayanlara ödeme yapılmadığı
gibi, ödenek alanlara da az süre ve miktarda kaynak aktarıldığı için fonun işsizlere pek de faydalı olamadığını
söyleyebiliriz. Ancak fon gittikçe büyüyen hacmiyle hem hükümetlerin hem de sıkıntı içinde olan işverenlerin,
esnafın her zaman ilgisini çekmiş, var olan sıkıntıları giderici sonsuz ve sahipsiz bir kaynak olarak algılanmaya
başlanmıştır. Sınırlı kaynaklarla sorunlarını çözmeye çalışan ülkemizin bu birikimi amacına uygun olmak
koşuluyla sigortalı işsizlere dönük yeni yaklaşımlarla kullanmasını, fonun gerçek sahiplerince sahiplenilmesini
temenni ediyoruz.
(Dipnotlar)
1
İşsizlik sigortası fonu için kesintilerin 01.06.2000 tarihinden itibaren başladığı ve ilk prim aktarmanın Temmuz/2000’den
itibaren olduğu dikkate alınmalı, tabloda yer alan rakamın yılın ikinci yarısına ait bir toplam olduğu unutulmamalıdır.
2
4447 sayılı Kanunun 48. maddesi gereği, işsizlik ödeneği, hastalık ve analık sigortası prim ödemeleri, sigortalı işsizler ile
Kuruma kayıtlı diğer işsizlere; iş bulma, danışmanlık hizmetleri, mesleki eğitim, işgücü uyum ve toplum yararına çalışma hizmetleri
ile işgücü piyasası araştırma ve planlama çalışmalarına ait giderler, işsizlik sigortası hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için Yönetim
Kurulunun onayı üzerine İŞKUR tarafından yapılan giderler, 4447 sayılı Kanunun ek 1. maddesi gereği Ücret Garanti Fonuna ayrılan
pay, 4447 sayılı Kanunun geçici 6. maddesi gereğince, Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki yatırımlara aktarılan miktarlar
ile 4447 sayılı kanunun geçici 7. maddesi gereğince, 18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük olanlar ile yaş şartı aranmaksızın
18 yaşından büyük kadınların prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisseleri giderlerinden
oluşmaktadır.
51
konuk yazarlar
ömer madra
BELİRTİLER ÇOĞALIYOR – DOĞA VE GENÇLER KAZANACAK
Acayip Havalar
2008’in Mayıs ayı başlarında Burma’da meydana gelen büyük siklon felaketinde en az 90
bin kişinin öldüğü, 56 binden fazla insanın kaybolduğu açıklandı. Bunlar, Burma hükümeti
tarafından dünyaya açıklanan resmî rakamlardı. Ama, hükümetin sayıyı çok az bildirdiği,
faciadan bir süre sonra da siyasi sebeplerle saymayı durdurduğu biliniyor. Gerçekte, Nergis
adı verilen bu fırtına yüzünden toplam 1 milyon insanın ya zaten hayatını kaybettiği, ya da
yardım yetersizliğinden yakın gelecekte ölmüş olacağından korkuluyor. Maddi zararın da 10
milyar dolar tutacağı tahmin ediliyor.
Nergis felaketini, Mayıs ve Haziran aylarında Çin’de büyük seller ve heyelanlar izledi.
Depremin yaralarını sarmaya uğraşan ülkede 170’in üzerinde insan sel sularına, çamur
deryalarına kapılıp öldü ve en az 1 milyon 600 bin kişi yerinden yurdundan oldu. Yine
aynı dönemde ABD’de Batı’da, California’da orman yangınları ortalığı kasıp kavururken,
Ortabatı’da çok şiddetli yağmurların yol açtığı taşkınlar ve seller tarihte görülmemiş seviyelere
ulaşıyor, nehir bentleri yıkılıyor, onlarca kişi sel suları ya da hortumlar yüzünden hayatını
kaybediyor, Doğu yakasında ise bir çok insan sıcak dalgaları yüzünden hayatını kaybediyordu.
Öte yandan, ABD, Avustralya, Türkiye gibi ülkelerin belli bölgelerinde rekor seviyede
kuraklık haberleri birbirini izlemeye devam ediyordu. Türkiye’de Güneydoğu bölgesinde
kuraklığın afet kapsamına alınması ve olağanüstü önlemler alınması önerilirken, ve bir
52
zamanların “tahıl ambarı” olan Konya Ovasının “çöl iklimi”ne özgü yağış sınırına gelip
dayandığı açıklanıyordu. Haziran ortalarından itibaren Antalya’da, Alanya’da, Muğla’da,
İzmir’de, Çanakkale’de, Güney Kıbrıs’ta ve Yunanistan’da peşpeşe çıkan orman yangınları
büyük hasara yol açtı. Yine Türkiye’de sıcaklıkların artmasıyla Doğu’dan Batı’ya ağır ağır
kayan kene “salgını” yüzünden ölenlerin sayısı üç düzineye yaklaştı.
Haziran’ın son haftasına girilirken, Filipinler’de etkili olan Fengşen tayfunu hayatı felç etti,
ülkenin güney ve orta kesimlerinde sel ve toprak kaymaları meydana geldi, tayfun nedeniyle
yüzlerce kişinin öldüğü duyuruldu, binlerce kişi tahliye edildi, yollar kapandı, elektrikler
kesildi. Tayfunun yarattığı büyük fırtınada, içinde 800’den fazla yolcu ve mürettebatın
bulunduğu feribot alabora oldu; yolcuların pek çoğu bu trajedide hayatını kaybetti...
Birkaç örneğini verdiğimiz bu genel tablo, objektif bir gözlemci için, havaların gitgide
daha aşırı bir hal aldığını net olarak ortaya koyuyor. ABD’de, Britanya’da, Çin’de ve Afrika’da
bazı yerlerde ortalığı seller götürürken, Avustralya’da, ABD’de, Türkiye’de, Çad’da kuraklık
ve çölleşme yaygınlaşıyor, rekor sayıda orman yangınlarına tanık olunuyor, buzullar eriyor,
hastalık taşıyan ve taşımayan birçok böceğin hayatiyeti ve cevvaliyeti artıyor.
Genel olarak medyada bütün bunlar, birbirinden bağlantısız “doğal felaketler” olarak ele
alınıyor, en fazlası “havalar acayipleşti” diye yorumlar getiriliyor.
Herşey Bilim İnsanlarının Söylediğine Uyuyor
Oysa, gerçekler böyle değil. Bundan 20 küsur yıl önce bilim dünyası bütün bunların
olacağını öngörmüş, son derece açık bilimsel kanıtlarla ortaya koymuştu. Söylenen şuydu:
Biz, ısı tutan sera gazlarını atmosfere gittikçe artan oranlarda boca ettikçe gezegen daha da
ısınacak, bu da suyun yeniden dağılımı sürecini tetikleyecekti. ABD’nin ve dünyanın önde
gelen iklim bilimcilerinden
Dr. James Hansen, yürüttüğü araştırmaların sonuçlarını 1981-82 yıllarında yayımlamış,
bu konuda Kongre’ye de bilgi sunmuştu; ama bu sunumlar, (zamanın biraz fazla ilerisinde
oldukları için olsalar gerek), Hansen’ın deyişiyle fazla “etki bırakmamışlar”dı.
Ne var ki, Hansen’ın bundan tam tamına 20 yıl önce, 23 Haziran 1988’de ABD
başkentinin gördüğü o en sıcak günlerde yine Kongre önünde yaptığı “tanıklık”, iklim
değişikliğini ve küresel ısınmayı dünya “siyaset radarlarının ekranına” taşıyan – ve bir daha
çıkmamasını sağlayan – en önemli tek “olay” oldu denebilir. Küresel ısınma ve sera gazı
bağlantısı dikkatleri çekmeyi başarmıştı. Hansen’ın bundan bir yıl sonra Kongre’de yaptığı
bilimsel tanıklık ise küresel ısınmanın yeryüzü su çevrimi üzerindeki etkisini şu şekilde ortaya
koymaktaydı:
“Küresel Isınma, atmosferde daha fazla nem oluşması demektir. Dolayısıyla,
şiddetli sağanak olayları ve seller artacaktır. Bununla birlikte, nemin olmadığı yer ve
zamanlarda kuraklığın şiddet ve yoğunluğu da artacaktır.”1
Bilim dünyasının “öngörüsü”, gayet somut ölçümlere, tarihsel verilerin incelenmesine ve
bilgisayar modellemelerine dayanmaktaydı. Eğer gezegeni ısıtırsak, çorak ve kıraç bölgelerde
toprağın nemi azalacak, dolayısıyla bu bölgeler daha kuru hale gelecektir. Oysa, küresel
53
ısınmayla su buharlaşması daha fazla olacağından, daha ıslak bölgelerde daha yoğun ve
şiddetli sağnak yağışları, ve karların erken erimesi eğilimleri görülecektir. Bütün bunlar da
selleri artıracaktır.
Dolayısıyla, günümüzde görülen “aşırı hava olayları”nın tamamı, bilim dünyasının 20 küsur
yıldan beri söylediği şeylerden ibaret.2 Küresel ısınma atmosferdeki su buharını artırıyor.
Su buharının artması ise daha çok yağmura değil, çok kısa süre içinde “istenmeyen yerlere,
istenmeyen miktarlarda” yağışlara, “tufan”lara yol açıyor. Küresel ısınmanın orman yangınları
üzerinde çeşitli etkileri de bilim dünyasında öngörülmüştü. Elbette kurak mevsimin uzayıp,
ağaçları “çıra” gibi yanıcı hale getirmesinin yanı sıra, böceklerin de önemli rolü olduğu
belirtiliyor. Artık daha sıcak geçen kışları sağ salim atlatan larvalar, ağaç böceklerine dönüşüp
milyonlarca ağacı kurutuyor. Ağaçların da böceklerle mücadele edecek özsuyu kalmamış
oluyor.
Karların erken erimesi de bir başka boyut olarak karşımıza çıkıyor. Yazları ve güz başları
yağmur almayan yerlerde normal olarak, dağlarda yavaş yavaş eriyen karların dere ve çaylar
halinde su ve nemi sağlaması gerekirken, küresel ısınma yüzünden erken erimeler oluyor ve
ilkbahar sonu ve yaz başında taşan nehirler, ortalığı basan sel suları görülüyor. O zaman da
yaz ortasından itibaren yaz sonuna kadar çok kuru ortamlarda orman yangınlarının sayısı ve
şiddeti çok artıyor.
20 Yıl Sonra - 10 Yıl Kala
Bilim dünyasının öngörülerinin tamamının gerçekleşmiş olduğunu söyledik. Yirmi
yıl sonra durum nasıl peki? Dr. James Hansen’ın baş yazarı olduğu, dünyanın önde
gelen üniversite ve bilim kuruluşlarına mensup 8 öğretim üyesinin imzasını taşıyan ve
Science dergisine sunulan “Target Atmospheric CO2: Where Should Humanity Aim?”
(Atmosferdeki Karbondiyoksit Hedefi: İnsanlık Neyi Hedeflemeli?) başlıklı makalede,
şimdiye kadar bilimsel makalelerde kullanılması adet olan ılımlı dil de bir ölçüde bir kenara
bırakılarak şöyle bir değerlendirmeye yer verildiği görülüyor:
“İnsanlık, toplu olarak şu rahatsız edici gerçeklikle yüzleşmek zorunda: Endüstri
medeniyetinin kendisi, kürenin ikliminin başlıca itici gücü haline gelmiş durumda.
Bugünkü rotamızda gitmeye devam eder, enerji yoğun hayat tarzları için gittikçe
büyüyen bir iştihayı beslemek için fosil yakıtları kullanmaya devam edersek, yakında
Holosen çağı iklimini, yani insanlık tarihi dönemini geride bırakmış olacağız. Endüstri
devrimi öncesinde atmosferdeki karbondiyoksit seviyesini iki katına çıkarmanın nihaî
cevabı, büyük olasılıkla buzdan neredeyse tamamen arınmış bir gezegen olacaktır. (...)
Eğer insanlık, üzerinde medeniyetin geliştiği ve Yeryüzünde hayatın uyum sağladığı
gezegene benzer bir gezegeni muhafaza etmek istiyorsa, iklim tarihi verileri ve
süregitmekte olan iklim değişikliği, CO2 miktarının, şu andaki 385 ppm (milyonda
parçacık) seviyesinden, en fazla 350 ppm’ye indirilmesi gerektiğini gösteriyor.”3
Makalede, buzların erimesine bağlı olarak deniz seviyelerinde muazzam yükselmeler, yağış
düzenlerinde müthiş değişiklikler de aralarında olmak üzere, geri döndürülemez nitelikte 6
ayrı “devrilme noktası” öngörülüyor.
54
Karbondiyoksit seviye artışının büyük bir hızlanma gösterip yılda 2.4 ppm’ye çıktığı,
küresel kısınma üzerinde karbondiyoksitten çok daha büyük etkisi olan metan gazı
seviyesinde ise, gezegeni bir insan ömrü içinde “iklim kıyametine” götürecek hızda bir artışa
ulaştığı, Grönland’ın bir tek yıl içinde 2-4 derece (C) ısınabileceği, kuzey buz denizi buz
örtülerinin her yıl şaşırtıcı bir şekilde hızlanarak eridiği ve 5 yıl içinde, hatta belki de bu yaz
sonunda yaz buzunun tamamen ortadan kalkabileceği yolundaki bilimsel raporlar, aslında ne
kadar kritik bir eşikte bulunduğumuzu ortaya koyan son uyarı fişekleri sayılabilir.4
Kritik eşiklerin aşılması anlamında âciliyet durumu nedir? Hansen ve meslekdaşlarının
“Target CO2” makalesinde makalesinde anlatıldığı üzere “devrilme/eşik seviyesi” ile “geri
dönüşü olmayan nokta” arasında bir ayrım yapılması gerekiyor.
1) Devrilme seviyesi, sera gazlarında büyük, istenmeyen, hatta feci denebilecek sonuçlara
yol açacak seviye. Bazı önemli sonuçlar açısından devrilme seviyesine zaten ulaşılmış
durumda. Dolayısıyla, CO2 miktarlarında en azından 350 ppm’ye ve muhtemelen daha da
düşük miktarlara ulaşmamız şart.
2) Geri dönüşü olmayan nokta ise, sürecin dinamiklerinin kontrolü ele aldığı an. Sürecin
artık bizim kontrolumuzdan çıktığı, bizim durduramayacağımız bir noktaya ulaştığı an.
Örneğin, “artı geri besleme” (positive feedback) denen ve doğrusal olmayan, non-lineer
gelişmeler veya zaten devam edecek olan ısınma yüzünden buzların erimesinin önüne
geçilememesi. Kuzey buz denizindeki buz, ne yazık ki, artık geri dönüşü olmayan noktaya
gelmiş durumda. Yani, önümüzdeki bir-iki onyıl içinde tüm yaz buzlarını yitirmiş olacağız.5
Esasen, tüm tedbirleri alıp derhal harekete geçmezsek, en fazla 10 yıl sonra büyük bir
istikrarsızlık dalgası içine girmemiz işten bile değil.
Gezegenin Kaderini Bir Avuç CEO’ya Terkedemeyiz
Bilimsel gerçekleri yansıtan bütün bu raporlardan çıkan iç karartıcı tabloya rağmen,
“herşeyin doğru yapılması” halinde karbon salımlarının oldukça hızlı bir şekilde
düşürülebileceğini, okyanusların da CO2’nin bir kısmını atmosferden çektiğini görmemiz
pekala mümkün. Ancak, bunun sağlanabilmesi için, dünyanın dörtbir yanındaki siyasi karar
alıcıların büyük çapta ve zahmetli (sıkıntı verici) birçok tedbirin hepsini aynı anda ve şu anda
almaya başlaması zorunlu görünüyor.
Bunların hiç şüphesiz en önemlisi (ve mutlak öncelikli olanı) yeni yapılacak kömür
yakıtlı elektrik santrallerine moratoryum getirilmesi. Yani karbon tutma teknolojisine sahip
değillerse, tek bir yeni kömür santrali yapılmaması, mevcut santrallerin de önümüzdeki 20 yıl
içinde aşamalı olarak ortadan kaldırılması. Bu konu, insanlığın ve bütün canlıların geleceği
açısından yaşamsal önem taşıyor ve elbette Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için de her türlü
hükümet politikasının özel bir dikkatle takibini gerektiriyor. 6
Kömürün önemli bir ek dezavantajı da, beraberinde getirdiği büyük hava kirliliği. “Temiz
Kömür” diye bir kavram olmadığını da önemle belirtmek gerekiyor. Kömür mutlaka toprağın
altındaki yerinde kalmalı!
55
İkinci olarak da, kumul petrolleri, bitumen, zift gibi alışılmadık fosil yakıtlarının büyük
oranda çıkarılıp kullanılmasını önlemek için karbon salımlarına yeterince yüksek bir fiyat
konması. Fosil yakıt çağını birkaç on yıl içinde zaten geride bırakmak zorunda kalacağımız
besbelli iken bunu çabucak gerçekleştirmek ve yenilenebilir enerji (rüzgâr, güneş, jeotermal,
vb.) çağına geçmek, örneğin, temiz hava ve su, enerji bağımsızlığı, güvenlik sorunlarının
azalması, istihdam kaynaklarının artması, vb. birçok açıdan yeryüzündeki insanların ezici
çoğunluğu için son derece mantıklı görünüyor. Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji
kaynaklarının belki ilk bakışta göze çarpmayan bir avantajı da, su tüketimine pek ihtiyaç
göstermemeleri. 21. yüzyılın belki de en önemli krizini su kıtlığının oluşturacağı ihtimali ve
su kaynaklarının değerinin giderek müthiş arttığı gerçeği gözönüne alındığında, bunun ne
büyük bir avantaj oluşturduğu hemen anlaşılabiliyor.7
Tabii, fosil yakıt sektöründeki bir avuç şirket yöneticisini bu ezici çoğunluğun dışında
tutuyoruz! Ama ne yazık ki, bu bir avuç özel çıkar sahibi başta ABD olmak üzere pek çok
ülkede hem siyasetçiler, hem de medya üzerinde büyük bir nüfuza sahipler. Fosil çıkarlarının
küresel ısınma konusunda “tereddüt ve kuşku” yaratma konusundaki yoğun propaganda
çabaları, “yeşil badana” (greenwash) girişimleri hâlâ etkili olmaya devam ediyor.8
Gençlik, Aktivizm ve Umut
Bununla birlikte, özellikle son yıllarda başta ABD’de olmak üzere dünyanın birçok
ülkesinde, çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakacağımız gezegeni kasıp kavurmaya engel
olma konusunda yükselen büyük bir hareketin oluştuğu apaçık ortada. ABD’nin pek çok
eyaletinde, 500’den fazla şehrinde Kyoto Protokolü’nün öngördüğü kısıtlama tedbirlerin
çok ötesine geçen kararlar alındı. Aynı anda 1200 şehirde aktivist hareketleri yapıldı.
Avustralya’da kuraklık ve aktivistlerin mücadelesi, seçimlerde liberal iktidarın tepetaklak
gitmesine yol açtı, yeni gelen İşçi partisi hükümetinin ilk icraatı ise Kyoto Protokolü’nü
imzalamak oldu. İngiltere’de yeni uçuş pistleri yapılmaması için Heathrow hava limanı
önünde kamplar kuruldu, uçakların kuyruğuna, parlamento binasının tepesine esprili
pankartlar asıldı, Britanya’da 30 yıl aradan sonra yeni kömür santralleri yapılması planları
üzerine en büyük kömürlü santrale giden dev kömür trenleri durdurulup yükleri demiryoluna
boşaltıldı, trenin üstüne “Kömür Toprakta Kalmalı” diye dev boyutlu bir pankart asıldı.9
Türkiye’de Kyoto’nun imzalanması için bir aydan biraz fazla bir süre içinde 170 bine yakın
imza toplandı ve imzalar koliler halinde taşınıp TBMM’ye dilekçe olarak teslim edildi; son
üç yılda küresel ısınmayı protesto için dünyanın belli başlı tüm ülke ve şehirleriyle eşzamanlı
olarak binlerce insanın katıldığı 4 büyük gösteri yapıldı; nükleer santral ihalesini protesto
eden genç aktivistler enerji bakanlığının çatısına çıkıp oradan “Bakan Çıplak, Nükleer Masala
İnanma!” yazılı bir pankartı sallandırdılar; Kaz Dağlarında altın arama faaliyetlerine karşı
güçlü protesto gösterileri yapıldı, “Kaz Dağı’nın Altı Değil, Üstü Altındır” pankartları asıldı
ve benzeri çevre eylemleri birbiri ardınca sürüp gitti.10 Bu yöndeki gösteri ve protestoların
dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de güçlenerek arttığı ve kamuoyu vicdanında
giderek daha fazla yankı bulduğu gözleniyor.
Yani, özet olarak, fosil yakıt çıkarlarının karşısında aktivistlerin, genç insanların, doğanın
yanında yer bütün insanların, yaşama dürtülerini izleyerek şu yeryüzünde büyük bir dönüşüm
gerçekleştireceklerini, mutlaka galip geleceklerini ve tek evimiz olan bu gezegeni bir avuç
56
şirket yöneticisine kesinlikle teslim etmeyeceklerini düşünmek için çok sebep var ortada.
Büyük dönüşümler, çevre analisti Lester Brown’un söylediği gibi11, kimse farkında değilken,
birdenbire oluşuveriyor. Berlin Duvarı’nın sessiz sadasız yıkılıvermesi,’68 hareketinin beş
kıtanın sokaklarına bir bahar sabahı âniden yayılıvermesi gibi... Gezegenin fosil yakıt
talancılarından kurtarılıp koruma altına alınması da böyle oluverecek muhtemelen – âniden
ve kimse farketmeden.
Velhasıl, görüldüğü gibi, belirtiler hızla çoğalıyor. O yüzden, biz mücadelemizi umut ve
iyimserlikle sürdürmeliyiz.
Ve evet, biraz da çabukça.
Ömer Madra (SBF, ’68)
İstanbul, 22 Haziran 2008
(Endnotes)
1 “James Hansen Talks About Climate Change,” www.worldwatch.org/node/5775
2 Bkz.; www.democracynow.org /2008/6/16/extreme_weather_global_warming_floods_in - 47k
3 Bill McKibben, “Civilizations’s Last Chance: The planet is nearing a tipping point on climate change, and it gets much
worse, fast. www.latimes.com/news/printedition/opinion/la-op-mckibben11 2008may11,0,2392815.story 4 Bkz.: http://blog.wired.com/wiredscience/2008/05/could-methane-t.html; www.latimes.com/news/printedition/opinion/
la-op-mckibben11;
http://news.xinhuanet.com/english/2008-03/01/content_7696460.htm;
http://climateprogress.org/2008/06/19/science-greenland-can-warm-2-to-4-%c2%b0c-in-one-year/ ;
http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/7461707.stm
5 www.worldwatch.org/node/5775
6 Bkz: Ömer Madra, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e Açık Mektup”, http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_
mv=a&aid=20894 TBMM’de 9/11/2007 tarihinde kabul edilen, 5710 Sayılı “Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi
ile Enerji Satışına İlişkin Kanun”un özellikle ölümcül kömür yakıtlı santralleri teşvik eden, hatta bunlara 15 yıl alım garantisi veren
“Yerli Kömür Yakıtlı Santralların Teşviki” başlıklı Geçici 2. Maddesinin bilim dünyasının temel bilimsel verilerine aykırı ve gelecek
kuşaklar için büyük riskler içeren bir hüküm olduğunu belirten bu “açık mektup”ta, Cumhurbaşkanı’ndan kanunun TBMM’ne
yeniden görüşülmek üzere iadesi istenmiş, fakat bu durum gerçekleşmemişti.
7
www.columbia.edu/~jeh1/mailings/20080414_GovernorGibbons.pdf 8 www.worldwatch.org/node/5775;
9
Ömer Madra, “Kamusal Vatandaşlık ve Çevre Bilinci”, http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_
mv=a&aid=22688&cat=100
10 Ömer Madra, Ümit Şahin, Küresel Isınma ve İklim Krizi: Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz?, Agora Kitaplığı, 2008 (2.
baskı), 2. Baskıya Önsöz; ayrıca Anka, AA, NTV/MSNBC haberleri.
11 Lester R. Brown’la söyleşi, Haziran 2008, Açık Radyo.
57
mülkiyeli şairler
Naim Kandemir
1961 Samsun doğumlu. A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu.
İlk şiir kitabı Görüşmek Üzere 1983 yılında Mayıs Yayınlarından
çıktı.
Çanakkale'nin bir köyünde yaşamaktadır.
ÖMRÜMDEN BİRİKTİRDİM SENİ
Semaya
GELDİĞİMDE SANA
Geldiğimde sana
Tüm dallar kuşlarını uçurmuş olacaktır
Ve senin dalların kırık
0 an sözcükler küser dilim kitlenir
Beni anlatacak bir bakışım kalır
Başımı önünde kaldırabilirsem
Boşluğa açılıyor evimin tüm kapılan
Dışarıya hangi mevsim gelmiş bilemiyorum
Yunuslar yok yaz bitmiş
Üşüyor ellerim
Haşim'in bir sokak ressamından getirdiği
Kübalı kedileri seviyorum
Sarı Küba sokakları gözlerimde yanıyor
Ellerin alnımda kor olur birden
Üşümüşlüğümü anlarım
Yaşadığım yalnızlıklar, uçurumlar gelir aklıma
Yığışır dilimin ucuna sözcükler
Sözüm kendime
Yaralarını deşmeyeceğim
Bahar gelmiş duyuyorum kıpır kıpır
Çocuk sesleri yükseliyor gökyüzüne
Peşlerinden bakıyorum anlayarak
Adının ne kadar yakıştığını sana
Yırtıyorum zaman yazan tüm reçeteleri
Neyi unutayım ki?
ömrümden biriktirdim seni.
İlişir gözüme son gecemizden kalan mum
Kalkıp yakarım yıllar öncesi gibi
Sarılırız birbirimize öksüzlüğümüz diner
Sabahla hayata yeniden başlanz.
78 BUÇUK
Nasıl yaşanır onca yıl?
Aynı sokak, aynı ev, aynı masa
Hep aynı saatleri aynı yerlerde geçirmek
Ne tuhaf, şimdi bakmak gençlik yıllarına
ALANLARA ÇIK ÇOCUK
Saçlarının dağınıklığını özledim
Başına tarakla yandan çekilmiş o çizgi
Masaların da pranga olabileceğini söylüyor bana
Hem yüreğe ve beyne vurulan en bela pranga
Saçlarını rüzgâra bırak çocuk
Sokak, ev, masa kıskacında
Nasıl kurulur bir dünya?
Hayat akıp giderken gözlerinizden
Dil yorulmadı mı gözün gördüğünden?
Ellerinin sıcaklığını özledim
Anımsa ansızın bastıran kışlarda nasıl üşümediğimizi
Bir çift dudak karşılar mı hayatın sıcaklığını?
Adaif nın soğuyan ellerindeki sıcaklığı yakala
Ellerini güneşe uzat çocuk
Bağımlılık, düzen, bordro, güvenlik,
Kuru bir çeşme kendine yük
Kim kurtulmuş fırtınadan kapanarak kamaraya?
Ayaklarının sekişini özledim
Köşebaşlarında yitişini birden
Şimdi emekleyerek de koşarız bu yolu
Kaldır başını yalnızlığı yalnızlara bırak
Alanlara çık çocuk.
Bak nasıl da geçiyor dalgaların arasından eli burnunda bir
taka
58
mülkiye’den duyurular
59
ankara tarihi
mehmet özer
BİZANS DÖNEMİNDE ANKARA
yaygınlaştığı Ankara, zengin tüccarların, komutanların
tatil beldesidir. Yollar, köprüler yapılmış kale surları
tahkim edilerek onartılmıştır. Çok sayıda kilise bu
dönemde inşa edilmiştir.
Ankara’nın yolların kesiştiği ve yol ayrımlarının
başladığı bir merkezde olması Ankara’yı sürekli bir
istila tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Doğudan
batıya yönelen Araplar ve Perslerin, batıdan gelen göç
dalgaları (Avarlar-Slavlar) karşısında imparatorluk
Bizans Mezarı- Roma Hamamı ULUS
güçsüz duruma düşmüştür. Saldırıların sürekliliği
Ankara, Roma İmparatorluğunun Doğu ve
eyalet yönetiminde değişikliğe neden olmuş ve
Batı Roma olarak ikiye ayrılmasından sonra Batı
Ankara BUCELLARİON adlı yeni eyaletin başkenti
Roma’nın (Bizans) egemenliğinde kaldı. Selçukluların
fethine kadar Ankara Bizans için önemli bir kenttir.
Diocletianes
(284-305)
döneminde
olmuştur.
Ankara,
Galitia Eyaletinin başkentidir. Ankara’nın doğu ve
batıyı birbirine bağlayan anayol üzerinde olması
nedeniyle doğu seferlerinde stratejik bir öneme
sahiptir. Bu dönemde kale surları onarılmış, ticari
hayat canlanmıştır. İmparator Julianus’un Persler’le
savaşmak için çıktığı seferde Ankara’ya uğramasıyla,
Paganizmin gelişmesi için Hıristiyanlıkla ilgili
çalışmaları yasaklamış imparatorun Ankara’ya
gelmesinin anısına sütün dikilmiştir. Sutün, Julianus
sutünü olarak anılmıştır.
Bizans döneminde yapılan Aziz Clemens Kilisesi,
Hıristiyanlığın yayılmasına katkıda bulunmuş
Hıristiyanlar için önemli bir kilisedir. Beşinci yüzyılda
Ankara, imparatorluğun askeri ve idari merkezidir.
Ticari faaliyetin yoğunlaştığı, dinsel gelişmenin
Doğudan gelen saldırılar durmamış, 1071 Malazgirt
savaşından sonra Türkler Anadolu’nun içlerine doğru
ilerlemeyi sürdürmüştür.
60
AZİZ CLEMENS KİLİSESİ
Bizans dönemine ait olan Aziz Clemens Kilisesi Anafartalar Caddesi, eski Ankara Adliye binasının
arkasındadır.
Ankara Piskoposu olduğu sanılan Aziz Klemens, Roma döneminde Hıristiyanlara karşı sürdürülen baskılar
sonucunda yirmi yaşında öldürülmüş daha sonra Ortadoks Kilisesi tarafından Aziz ilan edilmiştir. Bizans
döneminde ise adına kilise inşa edilmiştir. Yapıldığı tarihe ilişkin kesin bir bilgi yoktur. 5. ve 9. yüzyıl arasında
yapıldığı sanılmaktadır.
Sultan II. Murat döneminde ( 1438 ) Ahmet Bin Hızır Yeğen Bey tarafından camiye dönüştürülmüş, 1917
yılında çıkan yangınla kilise tamamen yıkılmıştır.
Aziz Clemens Kilisesinden günümüze yalnızca zemin duvarları ve haç işlemeli bezeme taşlar kalmıştır
JULIANUS SÜTUNÜ
Roma imparatoru Julianus’ un Ankara’yı ziyareti anısına
İ.S.362 yılında dikilmiştir. Sütun 14,5 metre yüksekliğindedir.
Halk arasında ‘Belkıs Minaresi’ adıyla da anılır. Ulus semtinde,
Ankara valiliğin önünde yer almaktadır.
61
şiir seçkisi
şükrü erbaş
TÖREN VE BEŞİK
Ankara...
'
Kravatlı bozkırım.
Yazdıklarını birbirine mahcubiyet duygusuyla gösteren
büyük acemiler;
çocuk ustalarım...
Sahip ve köle: Ey devlete gelen kasabalar, köyler...
1970'îerin Yozgat'ından ağzımda bin delice kuşuyla
uçtuğum
devrimin başkenti.
Ağzınhan su içtiğini çocuk.
Yıldızların yerine sokak lambalarını asan modernite,
Atkestanelerinin cumhuriyeti.
Yalanını, duanı, soyunduğum taş, giyindiğim gök;
unuta unuta bulduğum dil.
Ankara...
Yüz bin kişiyle yürüdüğüm solum.
Işıklı vitrinlerin acı okulu.
Kravatlı bohemim.
Ihlamur ağaçları altında ilk kez okuduğum kirpikler.
Çocuk gelip çocuk gittiğim sonsuz ana rahmim...
iki çocukla büyüdüğüm tenha.
Harf harf açtığım korku; yarama bastığım gelecek;
şiirle bağışladığım geçmiş.
Çalıştığım devlet, anladığım devlet, sevmediğim devlet.
Yağmur mu, akşam mı, ölümün sureleri mi;
ey caddelerin dağılma vakti...
Kumrular Sokak'tan Sakarya Caddesi'ne
kirpik kirpik kurduğum göz yaşı beşiği...
Bir günde kaldırdığım yirmi dört cenaze...
Rakı bardağında eve geldiğim geceler...
Hanımeli Sokak'taki dergi, Özveren Sokak'taki dernek,
Konur Sokak'taki yayınevi...süren göğüm benim, ince
kanatlarım.
Tören. Tören. Tören.
Vazelin kokulu çöl: Kalenin eteğindeki kan pıhtısı...
Ey sonsuz basın açıklamaları, polis korumasındaki
haklar!..
62
bir destanda gençliğim gitti, savaşımın dip sarsıntısında
orhan veli
ALTINDAĞ
Altındağ, Ankara'nın arka tarafında kurulmuş büyük bir
fakir fukara mahallesidir.
Aşağıda okuyacağınız parçalar bu mahalleden bahseden uzun
bir şiirden alınmıştır.
Sabaha karşı bütün Altındağ rüya görür.
ürperen gölgelerle dalgalar sildi dizelerimi
gölün yüzeyinden.
Gençliğim gitti, ben yürüdüm ve koştum üzünçlenmeden,
suyun görünen derininde kanımın damlaları
kırmızı balıklar.
Burada; sadece,-bir genç kızla bir lağımcının rüyasını
okuyacaksınız.
Kırda
alnı akıtmalı bir tayın seğiriyor tüyleri,
ateş soluyan usumun iç sarsıntısından
yüzeye yansıyor ılık ikindi rüzgârı
hayatımın.
Biri bir koca görür rüyasında
Yüz lira maaşlı kibar bîr adam
Evlenir, şehire taşınırlar
Mektuplar gelir adreslerine:
Şen Yuva apartmanı, bodrum katı
Kutu gibi bir dairede otururlar
Ne çamaşıra gidilir artık, ne cam silmeye
Bulaşıksa kendi bulaşıkları.
Çocukları olur nur topu gibi;
Elden düşme bir araba satın alınır.
Kızılay Bahçesi'ne gidilir sabahları;
Kumda oynasın diye küçük Yılmaz,
Kibar çocukları gibi.
Ben
evrensel belanın
biteviye eriminde ören yeriyim
nükleer kül dökülü
hüznün çatlaklarından derinlerime.
Ve
senin büyülü teleğin değiyor
geçiyor ülkemin vurulmuş yüzeyinden
büyülü ışınım toprağımın
radyasyon özürlülerini iyileştiriyor
dokunuyorsun sakatların eksiği tamamlanıyor,
Lağımcının hamam rüyasıdır,
Rüyaların en güzeli.
Uzanır yatar göbek taşına;
Tellâklar gelip dizilir yanı başına.
Biri su döker, Biri sabunlar;
Elinde kese sıra bekler biri.
Yeni müşteriler girerken içeri,
Lağımcı,
körlüğün çocukları evrenin cidarını
zorluyor görüş erimiyle, sağırlığın çocukları
tanrıların antenlerinden sesler alıyor
tanrıların antenlerine sesler yolluyorlar,
azer yaran
onlar
evrenin zarının berisinde, ötesinde
tanrısal akustiğe ulanıyorlar,
ahraz ezilmişlik gökkuşağının sahnesinde orkestra yönetiyor,
Samanyolu’na şarkılar dinletiyor.
Pamuklar gibi çıkar dışarı.
ANKARA SEĞMENLER BAHÇESİNİN KAYIN
AĞACINA ŞARKI
Benim yanık ormanımda kayın ağacı
boyunun beyaz çeliği ayışığından
tüllerini sürüyor.
Uzay mavisi yıldız beyazı
damıtıldı aydınlığının ruhuyla
gönlümün ışınsal imbiğinden
fısıldayan acının tortusuyla.
Acımın bin yaş humusunda
bilgece toprağa dönüyor aşkım
bulutlarla fısıldaşarak yükselen narin ormanda
Türkiye’nin bütün korularında.
Ayışığının yalın çavlanı endamına düşüyor,
ak giysilerin gecenin kenarına yığılıyor,
aydınlığın ruhundan yaratılmış deviniyor tenin
ateşböcekierinin oynar yörüngelerinden
yıldızların evrensel naklen yayınında...
Benim kavruluşumun gazelleri hışırdıyor
köklerinde.
Benim
kanımın usunda
kollarında benim kanımın
beyaz bir aşkinlığın orman meleği
hurisi tansıklar ülkemin
ve devası öte acımın,
Otlarla böceklerin dilindeki aşkım!
Ve el atimaz sevgilisi benim tebdil gezen yuvasız
serdengeçti şiirimin!
yurdun
bitek yamaçlarında
cennet ağacım.
Alev köpüklerime mavi su döküldü, duruldum,
gölün ıssız yüzeyine kanımın damlalarıyla yazılı
63
kitap seçkisi
“Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsü Olgusu”
Barış Övgün
Mülkiyeliler Birliği Vakfı yayınları tezler dizisinden Barış Övgün’ün “Türkiye’de Kamu İktisadi
Teşebbüsü Olgusu” adlı yüksek lisans tezi yayınlandı. Prof. Dr. Birgül Ayman Güler kitabın önsözünde Barış
Övgün’ün çalışması ile ilgili olarak övgüyle söz etmektedir. Prof. Dr. Birgül Ayman Güler “…piyasacı-devletçilik
felsefesine ait kamu iktisadi teşebbüsleri dünyasının günümüze dek geçirdiği piyasa odaklı evrimini ve üçüncü
dönüşüm adımı olan özelleştirme politikasıyla tasfiye sürecini ortaya koyup irdelemektedir. Yazar, Türk yönetim
sisteminin en canlı ve belki de en karmaşık yönetim-örgütleme deneyimlerinden birini, bütünlüklü bir biçimde
incelemeyi başarmış ve bize KİT deneyimi üzerine düşünme görevimiz olduğunu etkili bir biçimde göstermiştir”
demektedir. Araştırmacı ve okuyucular kitabı vakfımızdan temin edebilir.
64
yayınlarımız
MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ VAKFI YAYINLARI
Arşiv:Baskısı
tükenmiş olan
yayın
1
Fehmi Yavuz, Anılarım, MBV Yayınları:1, Ankara 1985
Arşiv
2
Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, MBV Yayınları: 2, Ankara 1986
Arşiv
3
Tuncer Bulutay, Bilimin Niteliği Üzerine Denemeler Evrim ve Quantum Kuramları, MBV Yayınları: 3, Ankara 1986
Arşiv
4
Faruk Şen, Ege’nin İki Yakasında Ekonomi, MBV Yayınları: 4, Ankara 1987
Arşiv
5
Çarşamba Söyleşileri “86……87” Seçmeler, MBV Yayınları: 5, Ankara 1987
6
Zaferpark Dosyası, MBV Yayınları: 6, Ankara 1988
Arşiv
7
Bahri Savcı’ya Armağan, MBV Yayınları: 7, Ankara 1988
Arşiv
8
Sadun Aren’e Armağan, MBV Yayınları: 8, Ankara 1989
Arşiv
9
Cahit Talas’a Armağan, MBV Yayınları: 9, Ankara 1990
10
Türkiye’de Memur Sendikacılığı Uluslar arası Sempozyum (13-14 Eylül 1990-Ankara), MBV Yayınları: 10, Ankara 1991
11
Ernest Mandel, Ankara Konferansları: Doğu Blokunda Neler Oluyor? Neo-Liberalizm ve Dünya Ekonomik Bunalımı, MBV
Yayınları:11, Ankara 1991
12
Samir Amin, Üçüncü Dünya-Demokrasi ve Sosyalizm, MBV Yayınları: 12, Ankara 1992
13
Hasan Tahsin Benli, Mülkiyeliler Birliği Dergisi Makaleler Bibliyografyası (1966-1992), Yayınları: 13, Ankara 1993
14
Alpaslan Işıklı, Küreselleşme ve Demokratikleşme, MBV Yayınları: 14, Ankara 1995
15
Prof. Bahri Savcı Kaynakçası, MBV Yayınları: 15, Ankara 1995
16
Selin Esen, İptal Davası ve İtiraz Yolunda Anayasa Mahkemesi’nin Yaptığı İlk İnceleme, MBV Yayınları: 16 Tezler Dizisi: 1,
Ankara 1996
17
Ayhan Yalçınkaya, Alevilikte Toplumsal Kurumlar ve İktidar, MBV Yayınları: 17, Tezler Dizisi: 2, Ankara 1996
18
Hasan Tahsin Benli, Mülkiyeliler Birliği Tarihi 1946-1996, MBV Yayınları: 18, Ankara 1996
19
Ayşegül Kaplan, Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları, MBV Yayınları: 19, Tezler dizisi: 3, Ankara 1999
20
Funda Keskin, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, MBV Yayınları: 20, Tezler Dizisi: 4,
Ankara 1998
Arşiv
21
Alpaslan Işıklı, Said Nursi-Fethullah Gülen ve “Laik” Sempatizanları, MBV Yayınları: 1, Ankara 1998
Arşiv
22
A.Argun Karacabey, A Tipi Yatırım Fonları Performanslarının Analizi ve Değerlendirilmesi, MBV Yayınları: 21, Tezler Dizisi: 5,
Ankara 1998
23
Kudret Özersay, Türk Boğazlarından Geçiş Rejimi, MBV Yayınları: 22, Tezler Dizisi: 6, Ankara 1999
24
25
Nimet Özbek, Türkiye’deki Yabancıların Öğrenim ve Öğretim Özgürlüğü, MBV Yayınları: 24, Tezler Dizisi: 9, Ankara 2000
27
Cevat Geray’a Armağan, MBV Yayınları: 25, Ankara 2001
28
Erel Tellal, Uluslararası ve Bölgesel Gelişmeler Çerçevesinde SSCB-Türkiye İlişkileri 1953-1964, MBV Yayınları: 26, Tezler
Dizisi: 10, Ankara 2000
29
Koray Karasu, Profesyonelleşme Olgusu ve Kamu Yönetimi, MBV Yayınları: 27, Tezler Dizisi: 11, Ankara 2001
30
Şenay Gökbayrak, Belediyeler, Özelleştirme ve Çalışma İlişkileri, MBV Yayınları: 28, Tezler Dizisi: 12, Ankara 2003
32
Arşiv
Arşiv
Arşiv
Arşiv
Serdar Şahinkaya, Sanayileşme Süreçleri ve Kalkınma-Yatırım Bankaları “Teorik Bir Çerçeve ve Türkiye Örneği”, MBV Yayınları:
23, Tezler Dizisi: 7, Ankara 1999
Erdem Denk, Egemenliği Tartışmalı Adalar: Karşılaştırmalı Bir Çalışma (Kardak Kayalıkları ve Spratly ve Senkaku/Diaouyu
Adaları Örnekleri), MBV Yayınları: 24, Tezler Dizisi: 8, Ankara 1999
26
31
Arşiv
Bülent Duru, Kıyı Politikası-Kıyı Yönetiminde Bütünleşik Yaklaşımlar ve Ulusal Kıyı Politikası, MBV Yayınları: 29, Tezler Dizisi:
13, Ankara 2003
Onur Kovancı, Kapitalizm, Yoksulluk ve Yoksullukla Mücadelede Tarihsel Bir Deneyim: İngiliz Yoksul Yasaları, MBV Yayınları:
30, Tezler Dizisi: 14, Ankara 2003
33
Sadun Aren’e 80. Yaş Armağanı, MBV Yayınları: 31, Armağan Dizisi: 5, Ankara 2003
34
Tayfun Çınar, Dünyada ve Türkiye’de Başkentlik Sorunu, MBV Yayınları: 32, Tezler Dizisi: 15, Ankara 2004
35
Nejat Bengül’e Armağan, MBV Yayınları: 33, Armağan Dizisi: 6, Ankara 2006
37
Uğur Emek, Bankacılık Sisteminde Rekabet ve İstikrar İkileminin Analizi: Türkiye Örneği, MBV Yayınları: 34, Tezler Dizisi: 16,
Ankara 2007
38
Temurhan Öztürk, Ankara’nın Mülkiyesi 1936-2007, MBV Yayınları: 35, Ankara 2007
39
Özge Özkoç, Suriye Baas Partisi: Kökenleri, Dönüşümü, İzlediği İç ve Dış Politika (1943-1991), Mülkiyeliler Birliği Yayınları,
Tezler Dizisi: 17 Ankara 2008
65
Arşiv
MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ YAYINLARI
1
Ali Çankaya, Yeni Türkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (Mülkiye Şeref Kitabı), Ankara 1970-1971 (8 Cilt)
2
Mülkiyeliler Adres Rehberi (Mülkiye Şeref Kitabı) 1935-1995 Mezunları, Ankara 1997
3
Hikmet Yavuzyiğit, Mülkiye Tarihi 1859-1999, Ankara 1999
4
Mutlu Binark-Gani Çulha-Ishak Kocabıyık, Zaman ve Uzam İçinde Haydarpaşa Garı, Mülkiyeliler Birliği Yayınları, Ankara 2007
5
Özcan Yalım, Issızlıkta Elli Beş Yıldan Seçme Şiirler (1952-2007) Mülkiyeliler Birliği Yayınları, Ankara 2008
66
Arşiv

Benzer belgeler