2009 Nisan-Mayıs - Mülkiyeliler Birliği
Transkript
2009 Nisan-Mayıs - Mülkiyeliler Birliği
NİSAN-MAYIS 2009 SAYI 2009-4 1 MAYIS Barış İçinde Kardeşce Yaşama İsteğimizi Savaşsız, Sömürüsüz Bir Dünya İsteğimizi Gelecek Korkusu Olmadan İnsanca Yaşayacağımız Eşitlikçi ve Özgür Bir Ülke İsteğimizi Tekrarlayacağımız Bir Gündür MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ İÇİNDEKİLER mülkiye’den Editörden............................................................................................................................................................3 Söyleşi / Beş sanatçıyla mülkiye.......................................................................................................................4 Panel / Seçimleri Okumak.................................................................................................................................6 Hakan Burhan Esari ..........................................................................................................................................9 Konser / Bahara Aryalarla Merhaba..................................................................................................................13 Konser / Türk Halk Müziği................................................................................................................................14 Basın açıklaması / Türkan Saylan......................................................................................................................15 Basın açıklaması / 1 Mayıs................................................................................................................................16 1 Mayıs’ın kısa tarihi.........................................................................................................................................17 1 Mayıs fotoğraf sergisi.....................................................................................................................................24 Ankara’da 1 Mayıs............................................................................................................................................25 Tiyatro gösterisi / Mülkiye Sahnesi...................................................................................................................27 Geleneksel İnek Bayramı Şenliği......................................................................................................................28 Mülkiye Araştırma Merkezi (MAR)................................................................................................................................... 32 şubelerden Adana.................................................................................................................................................................33 Bursa..................................................................................................................................................................33 İstanbul..............................................................................................................................................................33 Mersin................................................................................................................................................................34 İzmir...................................................................................................................................................................35 mülkiyede öğrenci olmak Cevat Vural........................................................................................................................................................38 üyelerden Alime Mitap.......................................................................................................................................................39 Hamit Tiryaki.....................................................................................................................................................42 konuk yazarlar Ömer Madra / Belirtiler Çoğalıyor – Doğa ve Gençler Kazanacak...................................................................52 mülkiye’li şairler Naim Kandemir.................................................................................................................................................58 mülkiyeden duyurular. ankara tarihi Bizans Döneminde Ankara................................................................................................................................60 şiir seçkisi Şükrü Erbaş........................................................................................................................................................62 Orhan Veli / Azer Yaran ....................................................................................................................................63 kitap seçkisi Barış Özgür........................................................................................................................................................64 yayınlarımız E-Bülten Mülkiyeliler Birliği’nin Yayınıdır. Mehmet ÖZER tarafından hazırlanmaktadır. mülkiye’den YENİ BİR SAYIYLA MERHABA, Geçen sayımızdan bu tarafa yine hem genel merkezimizde hem de şubelerimizde önemli panel, söyleşi, konser, hatıra ormanı dikimi ya da farklı etkinlik gerçekleştirildi ve gerçekleştiriliyor. Bilgisine ulaşabildiğimiz ya da bize ulaştırılan etkinliklere ilişkin duyuru, bilgi ve yazıları sayfalarımızdan sizlerle paylaşıyoruz. Şubelerimizdeki etkinlikleri bizimle daha fazla paylaşmanızı istiyor, etkinliklerle ilgili mümkünse fotoğraflı ama mutlaka kısaca bilgi içeren e-postalarınızı bekliyoruz. Genel Merkezimize ait internet sitemiz yenilendi. (http:// www.mulkiye.org.tr) Arkadaşlarımızın çoğunluğu haberdardır diye düşünüyorum fakat sık sık ziyaret etmeyenler varsa biz haber vermiş olalım. Hem işlevsellik hem de içerik açısından gelişen sayfalarımız için emeği geçen arkadaşlarımızı tebrik ediyoruz. Türkiye’de sürekli yoğun ve oldukça sık değişen gündemlerle karşı karşıya kalıyoruz. Bu durum yalnızca son dönemde içinden geçmekte olduğumuz “hassas ve kritik” günlerden kaynaklanmıyor elbette. Çünkü Türkiye’de kuruluşundan beri hassas ve kritik olmayan dönem pek yaşan(a)madı. Fakat bu durumun değerlendirmesini yapmak içerik ve hacim olarak yazımızın ilgi alanına girmiyor; burada yapabileceğimiz yalnızca bir saptamada bulunmaktan ibaret. “Barış içinde kardeşçe yaşama isteğimizi savaşsız, sömürüsüz bir dünya isteğimizi gelecek korkusu olmadan insanca yaşayacağımız eşitlikçi ve özgür bir ülke isteğimizi tekrarladığımız bir gün” olan 1 Mayıs, en güncel gündemimizdi. Mülkiyeliler Birliği olarak yine pankartımızla birlikte katıldığımız Ankara’daki miting başta olmak üzere, üyelerimizin bulunduğu yerlerde 1 Mayıs kutlamalarında yerimizi alarak Bayramımızı coşkuya kutladık. Fakat beklentimiz gelecek yıl daha kalabalık ve daha coşkulu bir şekilde pankartımızın arkasında sıralanmak. 1 Mayıs, ABD’de 4 yiğit işçi önderinin idamı ve yüzlerce işçinin katliamı ile gelişen örgütlü mücadelenin anısını da yaşatmak üzere, 1889’da Paris’te düzenlenen “Uluslararası İşçiler Kongresi”nde 1890’dan başlamak üzere Dünya emekçilerinin “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildi. O günden beri hem dünyada hem de Türkiye’de emekçilere ve 1 Mayıs’a saldırılar sürüyor. Türkiye’de 1 Mayıs saldırılarının en kanlısı 1977’de Taksim’de gerçekleşti. “Beşyüzbin” emekçinin hınca hınç doldurduğu Taksim’de coşku doruktayken alana bilinen “gizli” ellerce açılan yaylım ateş ve panzerlerle yaratılan panik ortamında “36 can”ımız alındı. O tarihten beri Türkiye emekçileri için Taksim yalnızca bir meydan değil, bir semboldür, bir gelenektir; Taksim, 1 Mayıs meydanıdır. Bu nedenle 30 yıl aradan sonra yapılan bu yılki gösteriler yalnızca bir başlangıç kabul edilmelidir. Çok bedeller ödenen Taksim için “makul” çoğunluk beşbin değil, yüz binlerdir. Yine önemli bir gündemimiz yerel seçimlerdi. Bütün hile ve seçim yolsuzluklarıyla, seçim rüşvetleriyle, demokrasinin tecellisi iddialarıyla, karmaşalarıyla bir yerel seçim dönemini daha geçirdik. Her siyasi parti ve medya organı oy kullanan milyonlarca seçmenin verdiği “mesajı” kendince yorumladı. Ortaya haritalar çıkarıldı, seçim sonucu uzmanları günlerce analiz yaptı. Siyasi partiler de kendilerince sonuçlar çıkarıp, hepsi kendisini bir açıdan “başarılı” ilan etti. Sonuçta oy veren çoğunluğun aydınlanmak yerine “kullandığı oyla aslında ne demek istediği” konusunda aklı iyice karıştı. Yapılan tüm analizler bir yana, AKP’nin oy kaybının başladığını, CHP’nin politika ve siyaset etme tarzıyla geniş yoksul ve emekçi kesimlere güven vermediğini, Türkiye’de 3 soldaki siyasi parti boşluğunun hala yerinde durduğunu ve AKP’ye bir alternatifin yine büyük olasılıkla aynı anlayışa sahip taraflardan çıkacağını söylemek yanlış olmasa gerek. Genel Merkez Binamızda 21 Nisanda gerçekleştirdiğimiz ve değerli katılımcıların konuştuğu “Seçimleri Okumak” panelinde son seçimlerle ilgili de konuşuldu. Fakat nedendir bilinmez, yeterince katılımcı geldiğini söylemek güç. Son süreçte yaşanan önemli bir gelişme de, gittikçe “hukuku siyasallaştırdığı ve bir yıldırma operasyonuna dönüştüğü izlenimi ve kaygıları yaratan” Ergenekon isimli ve numaralanan operasyonların son dalgasında, değerli bilim insanı ve “Ne darbe, ne şeriat” diyerek tavrını koyan Türkan Saylan ve temsilcisi olduğu derneğe yapılan saldırılar oldu. Fakat emekler boşa gitmemiş ki, “belirli” merkezlerden gelen tüm saldırı ve karalamalara rağmen, toplumdan gelen destek çığ gibi büyüdü. Bu konuda Yönetimimiz adına yapılan açıklamayı da sayfalarımızda bulacaksınız. Camiamızın tavrı nettir: “Mülkiye topluluğu darbelere ve darbecilere karşıdır.” Yapılan operasyonların hedefi eğer gerçekten darbe planlarını ortaya çıkarmak ve yargılamaksa, darbenin yapılmışı ve en önemli temsilcisi hala karşımızdadır netekim; işe oradan başlansın ki, Türkiye’de yapılan darbelerin nerelerde planlandığını, nasıl planlandığını ve finanse edildiğini, hangi strateji ve taktiklerle yürürlüğe konulduğu, sonunda kimlerin “güldüğünü” ve şimdi bir darbe ihtiyacı olup olmadığını hepimiz öğrenebilelim. “Hüseyin” Obama’nın Türkiye ziyaretinden kısa da olsa bahsetmeden geçmek olmaz. Nasıl olduysa oldu, Obama’nın söylediklerinden herkes kendine olumlu şeyler çıkardı ve bütün çevreler memnun kaldı. Çok değil 2 yıl önce Kurtlar Vadisi – Irak’da Polat Alemdar 3 kişilik ekibiyle Amerikalılara dünyayı dar ediyor ve ortalık Amerikan düşmanlığından inliyor, herkes ABD’den nefret ediyorken, birden yeniden ABD’yi dost belleyenlerin sayısı inanılmaz arttı. “Bush”un yerine ailesinde Müslümanlar olduğunu söyleyen “Hüseyin Obama” gelip, Irak’tan zamanla çekileceğini de söyleyince, ABD yeniden dostumuz oluverdi. Üstelik bizi AB için sonuna kadar desteklemiş, NATO genel sekreterliği kararımız için bazı tavizler koparmış ve bize bir “NATO zaferi” yaşatmıştı. Gerçi her ikisi de halkla ilişkiler çalışması için boş ve “sallama” haber çıktı ama olsun, “bizler” kendisini pek bi sevdik ve heyecandan bu zaferleri bize yaşatanlara sonucun ne olduğunu da sormak aklımıza gelmedi. Zaten böyle kötü alışkanlıklarımız yoktur, fikri ve olayları takip edemeyiz. Seçim sürecinde bir “helikopter kazası”nda Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölmesinin, Sivas belediye başkanlığını partisinin kazanması dışında ne tür sonuçları olacağını da ilerde göreceğiz. Bazı hesaplar ve defterler şimdilik kapatıldı ve nasıl olduysa sürekli suikast ve kaza yerinin kasıtlı bulunamadığından bahseden kitlesi de söyledikleri gibi “ortalığı yakıp, yıkmadı”. Bu konuyla ilgili görüş ve komplo teorisi çok, fakat bizler, bütün bu açıklamaları dinlerken, gürültü patırtı içerisinde sadece, geçmişte bu ekip tarafından katledilen yüzlerce insanımızı hatırladık. Son söz olarak, göndereceğiniz etkinlik haber ve materyalleri dışında, konuk yazar dahil tüm bölüm başlıklarımıza sizlerden yazı beklediğimizi söylemek istiyorum. Lütfen sadece bültenimize öylesine bir göz atmakla kalmayalım; bültenimiz gittikçe sönümlenmesin. Yeni bir sayıda buluşmak dileğiyle. A.Raif FALCIOĞLU SÖYLEŞİ BEŞ SANATÇIYLA MÜLKİYE Mülkiyeliler Birliği, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrencileri Dayanışma Derneği, Siyasal Bilgiler Fakültesi Tiyatro Topluluğu 10. Yıl etkinlikleri kapsamında “5 Sanatçı ile Mülkiye” söyleşisi düzenledi. Etkinlik 19 Mart 2009 Perşembe günü saat 13.30’da Siyasal Bilgiler Fakültesi prof. Dr. Aziz Köklü Salonunda gerçekleştirildi. Arkadaş Zekai Özger’in anısına armağan edilen etkinlik, FotoğrafçıŞair Mehmet özer’in Arkadaş Zekai Özger’in “Sevdadır” şiirini okumasıyla ve Mehmet Özer’in “Yaşam Bir An’lar Toplamıdır” Sinevizyon gösterisiyle başladı. 5 Sanatçı İle Mülkiye söyleşisine; Ali Osman Coşkun, Nurhayat Bezgin, Sırrı Süreyya Önder, Seyhmus Diken ve Ülker Köksal Katıldı. Mehmet Özer’in Arkadaş Zekai Özger’in yaşam öyküsünü anlatımından sonra ilk konuşmayı Yapan Ülker Köksal yaptı. Ülker Köksal “…Mülkiye her zaman sanat ve kültürle ilişkili olmuştur. Acaba bu ilişki hangi alanlarda, nasıl ortaya çıktı. Bunu belli kategorilerde toplamamız olası. Şöyle kil siyasal bilgiler fakültesi o dönemde tiyatro ile çok güzel kaynaşma ve buluşma yaptı. Bunun tanığı benim. İkincisi, edebiyat, şiir dallarında yazım alanında son derece güzel atılımlar oldu. Üçüncüsü siyasal bilgiler fakültesi olarak bir Mülkiye dergisi çıkardı. Derginin adı Kültür Sanat Dergisi idi. Dördüncüsü, bütün öğretim üyesi hocalarımız bize mutlaka sanat ve kültürle ilgilenmemiz konusunda yarış edercesine olanaklar sunarlardı, bizi teşvik ederlerdi. Her hafta üniversite öğrencileri için konser verilirdi. Ve bizim Mülkiyedeki hocalarımız da bu konsere gidip gitmediğimizi denetlerlerdi. Sorular sorarlardı. Nasıl bulduğumuzla ilgilenirlerdi. Bunun sonucu olarak da biz kendi aramızda şiir toplantıları, Türkiye’nin sorunları konuşulan gibi özel bir takım toplantılar yapardık” dedi. Sırrı Süreyya Önder, öğrencilik yıllarına ilişkin anılarını genç siyasallılarla paylaştı. Sırrı Süreyya Önder “… Sanatı biraz Tuzluçayır, Nato Yolu, Mamak, Misket Mahallesi falan oralarda kovalamaya başladık. Mülkiye ile ilişkimiz fiilen ve fiziken kesildi. Ama bizim de afişlerimiz vardı ama altında aranıyor yazıyordu. Öyle olunca Mülkiyeye gelemedik. Bir afişide Mülkiyenin kapısına yapıştırmışlardı. Ben bundan garip bir haz duymuştum. Belki afişlere çıkma güdüsünü 12 Eylül bu şekilde tetiklemiş olabilir. Yakalanınca afişler indirildi tabi. Bir müddet sonra o afişlerin önemli bir kısmı hep toplama kamplarına falan alındılar. Mülkiyenin ben şöyle bir hayrını gördüm. İçeriye kitap alınmıyordu. Bir istisnası vardı. Öğrenci olanlar, okullarının öğrenci sekreterliğinden kitabı, ders kitabıdır diye kaşelettirirlerse o kitaplar yine bir denetime tabi tutularak içeriye alınıyordu. Halen benim kitaplığımın en güzide parçalarından biridir görüldü damgalı kitaplar.” Mülkiyeli S anatçılardan Nurhayat Bezgin “…benim Ülker hanımefendinin ve Süreyya beyin anlattıkları gibi çok eğlenceli bir dönemimiz olmadı. 71-75 dönemi, son derece ağır, son derece zor, yurtların kapalı olduğu, kafeteryaların kapalı olduğu bize her zaman suçlu muamelesi gösterildiği bir dönemdir. Biz onun içini sanat kültür faaliyetlerimizi değişik boyutlarda sürdürdük. Bir kere çok okurduk. İnanılmaz okurduk. Her türlü konferansı, her türlü toplantıyı, paneli mutlaka şenlendirirdik. Kendi deyimimizle şenlendirdik. Çünkü çok önemliydi o kalabalıklar. Biz topluca giderdik. Mesela Ruhi Su konserlerini hiç kaçırmazdık. Sinematek 4 toplantılarımız vardı. Bilgi ve toplum yayınevlerinin o toplantılarına mutlaka giderdik. Tabi klasik müzik bizim için olmazsa olmazdı. Devlet opera ve balesi herhalde o dönemin öğrencileriyle dolar taşardı. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun tabi müdavimleriydik. Bu aktivitelerimizin yanında da çok çalışkan da öğrencilerdik. analizleri yaptı. Üstünde durduğu nokta şu idi. Emperyalist güçlerin, özellikle ODTÜ, İTÜ gibi teknik okulları sabote etmeye yönelik girişimleri olduğunu anlatmıştı uzun uzun. Ve Mülkiyenin adı hiç geçmemişti. Konuşmasını bitirip kitaplarını imzalamaya başladığında ben hemen yanına koşturup, yani devrimcilikten, şundan bundan bahsediyorsak, Mülkiyeli sanatçılardan dördüncü konuşmayı Ali Mülkiyeyi niye anmadınız diye, heyecanlı bir genç Osman Coşkun yaptı. “…Siyasal bilgiler fakültesine olarak bulaşmıştım. Yüzüme baktı, gülümsedi ve gelme konusunda bir ikilem içindeydim. Güzel biliyorum, biliyorum demişti.” sanatlar eğitimine mi gideceğim. Yoksa devrimci Şeyhmuz Diken “... 1974 yılında Siyasal Bilgiler Mülkiyeye mi gideceğim şeklindeydi. Resimle Fakültesine, Hırant’ın ifade ettiği gibi ürkek bir ilgim hep vardı dediğim gibi ama devrimci görev güvercin gibi Diyarbakır’dan kopup gelmiştik. duygusu öne çıktığı için resmi de paranteze aldığım İşte 1974 yılı bundan tam 35 yıl önce. Geldiğimde bir dört yıl yaşadım açıkçası. Sadece vakit buldukça Diyarbakır’da bir tane askeri parkam vardı, yeşil bir arkadaşlarımın portrelerini falan karalardım. Onun parka. Yine Diyarbakır’ı bilenler mutlaka bilir. Eski dışında uzun boylu bir sanat faaliyetim olduğunu balıkçılar orada kör Yusuf diye eski bir Keldani ustanın söyleyemem öğrencilik yıllarım içinde.Mesela AST şimdiki varislerinin devraldığı bir aktar dükkanı var. önemlidir Biz eski Mülkiyeliler gibi pek klasik müzik Anam oradan bir siyah boya almıştı. Ve benim yeşil konserlerine gitmiyorduk. Biraz bizim kuşakla birlikte, parkamı siyaha boyamıştı evde bir kazanın içinde. kırsal kesimden gelen arkadaşların beğenileri daha öne Siyah bir parkam vardı. Bir daha ayağımda dar paça, 18 çıktığı için saz, folklor biraz öne çıkmıştı sanıyorum. O santimlik kadife pantolon vardı. Bir de Diyarbakır’da yıllarda Cem Karacanın, Timur Selçuk’un konserleri pazardan aldığım bir askeri postal. Saçım uzundu olurdu. Bir de Şinasi sahnesi vardı. O zamanlar çağdaş ve ilk tanıştığım Pala Mustafa idi. Pala beni kapıda sahne idi orası. Ve sinematek vardı ve sinemalarda SBF-Der adına yakalamıştı. Hele bir keklik düştü göremeyeceğimiz filmleri orda görme imkânı olmuştu. bakalım bu neyin nesidir. Anadolu’dan geldi. Nedir, Yani dünya sinemasıyla temas sağlama imkânı vardı. bundan ne çıkarırız diye. Neyse pala ile muhabbet Sonra söyleşiler yapılırdı. O dönemin ünlü şairleri, ettik. Anlattım. İşte boş olmadığımızı kendine göre yazarları ve politik figürler diyeyim öne çıkmış anladı. SBF-Der’in de o dönemdeki üyelik formunu isimler çeşitli toplantılara çağırılırdı. Böyle verimli verdi. Mediko Sosyal’e nasıl gideceğimi, nasıl kayıt temaslarımız olurdu. Ben mesela o yıllardan Attila yapacağımı anlattı. 3 gün önce de telefon açtığında İlhan ile bir anekdotumu aktarayım. Atilla İlhan dedim kendisine, gideceğim okula, okulda senin adını ulusalcılığı hep üstünde olmakla birlikte hayatının da anacağım, haberin olsun. Böyle işte... “ son yıllarına kadar sivrilmiş değildi belki. Solcu şair Beş sanatçı ile Mülkiye söyleşisi dinleyicilerin olarak koşturup gittik dinlemeye. Kendinde Türkiye soruları ve sanatçıların yanıtlarıyla sona erdi. 5 PANEL SEÇİMLERİ OKUMAK “Siyasal, Toplumsal ve Tarihsel Boyutlarıyla Seçimleri Okumak” paneli 21 Nisan Salı günü saat 18:30’da Genel Merkez Binamızda gerçekleştirildi. Prof. Dr. Tuncer Bulutay, Prof. Dr. Sencer Ayata ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan’ın katıldığı panelde, konuşmacılar tarafından hem güncel 29 Mart seçimlerinin değerlendirmesi yapıldı, hem de Türkiye’de seçimlere ilişkin siyasal, toplumsal ve tarihsel bakış açıları sunuldu. İlk konuşmayı yapan Sn. Prof. Dr. Tuncer Bulutay, önce panelin konusu ile ilgili genel bir bilgilendirme yaptığı ön konuşmasında, konukları da tanıttı. Konuşmasında daha çok seçimlerin toplumsal ve siyasal yönüne değinen Sn. Tuncer Bulutay, konuşmasında özet olarak şunları ifade etti; “Seçimler bir toplumun ne yöne gittiğinin en önemli göstergesidir. Türk siyasal hayatında demokrasi önemli bir yer tutuyor. Kesintili de olsa, zaman zaman başarısız da olsa, Osmanlı’dan beri seçim denemeleri vardır. Bu kadar darbe ve kesintiye rağmen, sonuçta demokrasi daima temel yaşam biçimi olarak kalabildi. Her dönem kimsenin gelecekte silineceğine ihtimal vermeyeceği bazı partiler silinip gittiği halde her dönem cumhuriyetin temel ilkelerini savunan CHP ayakta kalabilmiştir. CHP, temelde toplumsal gelişmeyi yukardan getirmeye çalışan orta sınıfın oylarını temsil etmektedir. Seçimlerde ise çoğunlukla bu sınıfa karşı oy veren yoksul ve alt kesimlerin oylarıyla sağ partiler hükümete gelmiştir. Fakat bu oyları alan parti her dönem değişmiştir. Şimdi bu oyları alan AKP de yeni seçim sürecinde yerini başka partilere bırakacaktır. Temsil ettiği sınıf niteliği dolayısıyla CHP hiçbir dönem solcu bir parti olamamıştır. Demokrasi Türkiye’de şöyle işliyor; bir grup bir proje öne sürüyor. Bu grup hükümet olduğunda ise grubun etrafında halkalar halinde genişleyen ve iç halkadan dışa doğru çıkar sağlayan bir taraftar topluluğu oluşuyor. Temel hedef toplumsal adalet getirmek olmadığı için, geniş kesimler için popülist politikalar izleniyor. AKP de farklı bir proje getirmediği için, ANAP ya da DYP’den daha kalıcı olacağını zannetmiyorum. 1960’lardaki seçim haritası bugünkünden çok 6 farklıydı. İç ve Doğu Anadolu’da CHP’nin kalesi olarak tabir edilen iller vardı. Bugün bu durum değişti. CHP’nin deniz kıyısındaki illerden daha çok oy almasının nedeni, buralarda orta sınıf ve okumuş kesimin daha fazla olmasıdır. AKP oransal olarak, gözükenin aksine, daha çok oy aldığı İç Anadolu’da oy kaybetti. Seçimlerde ekonomik nedenlerin önemi dinsel nedenlere göre daha fazladır. Çoğunluk olan yoksul kesim her seçimde başka bir partiyi deniyor, aradığını bulmayınca oy verdiği partiyi değiştiriyor. Sağ partiler daha çok küçük kasaba, küçük ilçe ve küçük şehirlerden oy alıyorlar. 2007’de AKP’nin oyunun artmış olmasının nedeni, bence, daha önceki seçimlerde oy alamadığı köylerden de oy almış olmasıdır. AKP’nin yarattığı ümitlerle görülmemiş oranda köylerden kentlere göç yaşanmıştı; son krizin etkisiyle şimdi bu göç tersine dönmeye başladı.” zenginleştirmesinden de aldığı güçle hizmet eksenli bir propaganda yaptı. En çok üzerinde durduğu konu demokrasi ve vesayet konusuydu. Belki de kendine güvenin azalması nedeniyle, CHP’nin geçmişini çok fazla öne çıkardı; oysa kendilerinin, ortaya çıkarılması durumunda oldukça risk yaratacak bir geçmişleri vardı. CHP, en çok demokrasi, laiklik ve yaşam biçimlerinin savunulması üzerinde durdu ve daha çok kriz, yoksulluk ve iktidar baskısını öne çıkardı. İktidarın demokratik yöntemlerle sınırlandırılması çok önemlidir. Bu seçimde CHP’ye giden oyların çoğu geliştirilen politikalara duyulan güvenle değil AKP’ye karşı bazı değerler savunuluyor diye verildi. Bu seçimlerde sanılanın aksine oy akışkanlığı yavaşladı. 2002’de % 50’ye yakın iken, son genel seçimlerde % 25 civarındaydı. CHP’ye verilen oylar daha istikrarlı iken, AKP’nin oyu, daha çok lidere ve icraata verildiği için, çok rahat değişir durumdadır. 1950’lerde iki partinin oyların % 90’ından fazlasını Daha sonra Prof. Dr. Sencer Ayata söz alarak Türkiye’de seçim süreçleri üzerine bazı bilgiler verdi. Sn. Sencer Ayata, konuşmasında özet olarak şunları ifade etti; “AKP 29 Mart seçimlerinde, belli kesimleri aldığı bir sistem varken, daha sonra çok partili bir sistem oluştu. 2007’de iktidar partisinin oylarının, kendisine en yakın partiyi ikiye katladığı bir seçim yaşamıştık, şimdi yeniden iki partili bir sisteme dönüş eğilimi ortaya çıktı. 7 Parti oyları çok önemli olsa da, birçok yerde başkanlara da ciddi oy verildi. Kente göç eskisine oranla azaldı ve kentlerin altyapı yatırımları önemli ölçüde tamamlandı. Belediyelerin gelirleri eskisine oranla çok arttı. Bu gelirle çevresel yatırım yapan AKP’li belediye başkanları çok prim yaptıysa da, bu çevresel yatırımı yapan diğer partilerden başkanlar da ciddi oy aldılar. Seçmen davranışı içerisinde sağ-sol ayırımı halen oldukça önemli ve blok oylar çok fazla değişim göstermiyor. Türkiye’deki % 30 - % 70’lik denge son seçimlerde yine yakalandı. Önümüzdeki seçimlerinde sol oyların % 35’e doğru artacağını göreceğiz. Belediye seçimleri yalnızca kazananı verdiği için harita çok net gözüküyor. Oysa oy dağılımı haritası daha karışıktır. Türkiye’nin bölündüğü renklerdeki nüansı iyi okumak gerekir. İç Anadolu’da daha çok sağ partiler arasında bir çeşitlenme gözükürken, sanılanın aksine asıl çeşitlenme kıyı kesimlerdedir. AKP’nin yedi yıldır iktidarda olduğu düşünülürse, bu seçimlerde aldığı sonuç çok da başarısız sayılmaz. Fakat AKP’yi bu seçimde asıl yıpratan kriz, yolsuzluk ve iktidar baskısı gibi ağırlıkla yeni gündeme gelen konular olduğu için, oy kaybı henüz yeni başladı. Birçok yazar “AKP toplumun asıl kültürünü temsil eden partidir” yorumun yapmışlardı. Bu süreç parti ve çevresinde moral kaybına neden oldu. AKP çok hızlı bir sermaye birikimi yaratmaya girişmişti. Bu süreç son derece dışlayıcı oldu ve zenginleşen sınıfla kendi tabanı arasında da farklılaşma yaşanmaya başladı. Kaynak kesilince bu sınıf içerisinde de kavgalar yaşanacak ve özellikle Saadet Partisi’nin sınıfsal temelde bu olgu üzerinden AKP’ye yükleneceği beklenebilir. AKP bu ekonomik güç elitlerini eskisi kadar besleyemez hale gelince, mutabakat bozuldu ve karşıdaki büyük sermayenin sesi de daha çok çıkmaya başladı.” En son söz alan Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan, konuşmasında daha çok sürecin tarihsel boyutuna değindi. Sn. Mehmet Alkan, konuşmasında özet olarak şunları ifade etti; “Son seçimlerde ortaya çıkan haritanın altını biraz kazırsak, özellikle Kürt sorunu, siyasal islam sorunu ve kadın sorununu görüyoruz. 2007’ye kadar ülkede 27 tane genel seçim yaşadık. Belediye seçimleri 1969’dan sonra önem kazanmaya başladı. Daha önce, dikkat edersek, genellikle Belediye Başkanları aynı zamanda Vali’dir; ya da tersi. Oysa 1830’ların sonunda yaşanan ilk seçimler yerel seçimlerdi. İlk belediye de 1856’da kuruldu. İlk genel seçimler 1877’de yapıldı ve ilk meclisimiz açıldı. Bu kadar eski bir demokrasi deneyimine rağmen demokratikleşmenin neresindeyiz? Demokratikleşmenin oluşma, çiçeklenme, gelişme ve daralma dönemleri vardır. Son süreçte gördüğümüz ve yukarda ifade ettiğimiz temalar hemen her dönemde kendisini göstermiştir. 1876, 1908, 1919 gibi dönemler açılma dönemleridir. 1920’de bütün yetkiler mecliste toplandı. 1930, 1940, 1960 hep açılma ve kapanma yılları olmuştur. Cumhuriyet sonrasında esas olarak hep “Kürtçü” ve “Siyasi İslamcı” partiler kapatılmıştır. Kapatılma gerekçelerinde hep programlarında ya Kürtlere ya da siyasal islama yer vermiş olmaları gösterilmiştir. Türkiye’de militan laikliğin başladığı tarih 1925’tir. Çünkü bu tarihlerdeki Kürt isyanı da militan İslam üzerinden yürüyordu. Kadın sorunu da daha çok bu iki konu arasında, zaman zaman da bağımsız bir konu olarak karşımıza çıkmıştır. Türban sorunu da aslında bir kadın sorudur. 1850’lerden beri toplum 4-5 tane çatışma konusu etrafında toplandı: - Üniter yapı - İdari yapı (merkeziyetçilik – âdemi merkeziyetçilik) - Din (laik – muhafazakar) - Elitler - Devletçilik - Atanmışlar – Seçilmişler Hemen her dönem Türkiye toplumu bu çatışma konuları ekseninde ve üç temel konu üzerinden bölünmüştür: - Sol – Sağ - Din - Milliyetçilik Son seçim haritalarında da bunu görmek mümkündür.” Daha sonra soru cevap kısmında bazı konular biraz daha açılarak panel bitirildi. 8 HAKAN BURHAN ESARİ KATİL OLİGARŞİ Hakan Yurdakuler “Sonra her zamanki gibi, son zamanların şu bir tatlı kaşığı solcu, bir çay kaşığı sağcı gazetelerinden istedim. Onlardan başka bir şey okumaz olmuştum. Makul bir alışveriş vardı o gazetelerle aramızda. Onlar zekice kurgulanmış, çıkıntıları budanmış yasal öfkeler, incesinden yazılmış sinema yazıları arz ediyor, benimse en azından neye öfkelenilmesi gerektiğinden ve Amerikan filmlerinden haberim oluyordu.” Bir intikam romanından, Tol’dan alıntı bu cümleler. Geçen hafta yapılan cenaze töreninden sonra Tol’daki tanıma uyan gazetelerden neler öğrendik? Artık geride bırakılması gereken duyguların hangileri olduğunu; zamanların değiştiğini ve değişmiş olan zamanların hangi duygulara cevaz verip hangilerini kınadığını; ölenin ne melun biri olduğunu bilsek, talimatıyla işlenen cinayetlerden haberdar olsak ve canileri halen de örgütlemekte olduğuna kani olsak dahi cenazesi kaldırılırken ardından "iyi bilirdik" dememiz gerektiğini öğrendik. 9 Gazetedeki fotoğrafında sarkık bıyıklarının tepesinden maziye mi, atiye mi olduğu belirsiz bir zamana ters ters bakan köşe yazarı haddini bildirdi ve paylayıverdi öfkesini ehlileştirememiş olanları: “Bu arada, böylesine bütün milleti BÜYÜK BİRLİK durumuna getiren bir acı olayda bile, içlerindeki hasta dünyayı bilgi ağına (internet) ve gazete yorumlarına taşıyan zavallılara da acil şifalar dilemeliyiz. Aynı hücrede birlikte yattığı sol militan onu överken, eski kabilesinin mensubiyet kaygısı ile ağızlarında bir şeyler geveleyenlere de...” Önem verdiği kelimeleri kafamıza kakmak için büyük harflerle bezemişti yazısını. Hoca efendilerinin kazaya dair suikast imasına büyük büyük atıfta bulunduktan sonra, cinayet şebekesinin sabık başkanına yeterli saygıyı gösterememiş olanlara hitaben “BÜYÜK BİRLİK camiasının alabildiğine tahrik edilmesine yol açan duyarsızlıklar sonucunda ALPEREN GENÇLİK istenmeyen yönlere sürüklenebilirdi...” deyiveriyordu. Şu pek kolay tahrik olan, ancak belli ki bozuk zamanede yeterince kadri bilinmeyip tahkir edildiği kanaatiyle içten içe hayıflandığı, beyaz bereli katiller güruhunu aba altından sopa niyetine işaret etmeyi de ihmal etmiyordu henüz şifa bulmamış olan solculara. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=Radi kalYazarYazisi&Date=&ArticleID=929418 Hafıza karartma seferberliğine katılan bir başka köşeci de, bir okur mektubundan şu parçayı alıntılamış yazısında: “Sayın Yazıcıoğlu'na yiğit demeye getiremiyorsa dilini, o dilden bu ülke hayrına işitilecek ne söz çıkar? Ergenekon orada, burnumuzun ucunda dururken, AKP düşmanlığını seçen solcu, bir kütüphane dolusu kitap hatmetmiş olsa ne yazar? Uzun sözün kısası, sayın Türköne, Sol'un tümden yıkılıp çok daha başka değerlerle yeniden inşası, bir sorumluluk. Ama, yalnızca ideolojik bir sorumluluk değil bu, yalnızca Leninizm, Kemalizm vb. budalalıklardan arınmaktan ibaret bir sorumluluk değil. Bu aynı zamanda, yiğit olana yiğit demekte hiçbir beis olmadığını da anlama, idrak etme sorumluluğu. Ezber bozan seslere çok çok ihtiyacımız var..." http://us.zaman.com.tr/ustr/yazarDetay.do?haberno=39964 Aynı mektupta solun yeniden inşasına dair iri kıyım sözlerin devamında, yüreğini MHPli bir militana hangi koşullarda açtığını anlatan okur, - kendisinden çok daha uzun boylu olduğunun olayla bağlantısını anlayamadığımızbir faşist tarafından ilk kez kucaklanınca nasıl da hislendiğini anlatıyor. Gençlik yıllarımızda “bir samimi merak, içten bir tanıma isteği yaratılamadığından” vaktiyle oldurulamamış bu kucaklaşmadan duygulanması gerekiyor okurların da bu satırları okuyunca, üslup öyle kurulmuş. Ne var ki, unutulan bir şey var: köşesinde bu mektuba yer verenleri de, aba altından sopa gösterenleri de o yıllarda da gayet iyi tanırdık. Şimdi de çok iyi tanıyoruz her gördüğümüz yerde, her okuduğumuz yazılarında onları. Her dönemin danışılanı, sahte nedamet uzmanı yazar: “70'li yıllarda hayatını kaybedenlerin tamamını saygıyla anıyorum” diye yazmış. Bu sene 8 Nisan’da, 70'li yıllarda hayatını kaybeden onlarca arkadaşımızdan biri olan Hakan Yurdakuler öleli 33 yıl oldu. Yani, Mümtazer Türköne’nin kendi ifadesiyle “Mülkiye'de liderdim, Ülkü Ocağı Başkanı'ydım. Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nde yöneticilik yaptım. Gençlik liderleri sınıfındandım.” dediği günlerde öldürüldü yanı başımızda Hakan. 8 Nisan 1976 günü faşistler tarafından basıldı Türköne’nin kapısına yanaşmadığını söyledikten sonra kendini ‘lideri’ olarak tanımladığı Mülkiye. Okul kapısının önünde üçüncü sınıf öğrencisi Hakan Yurdakuler ve iki arkadaşımız vuruldu o gün. Hastaneye kaldırılan Hakan Yurdakuler’in ölümü üzerine faşist saldırıyı protesto eden devrimci gençler, ertesi gün Kurtuluş Meydanı’nda toplandılar. Polisin devrimcilerin üzerine ateş açması sonucu Eşari Oran ve Burhan Barın isimli iki devrimci öğrenci öldürülürken, 20 devrimci de yaralandı. MHP genel başkanı Alparslan Türkeş (*) 11 Nisan'da olaylara ilişkin açıklama yaparken şöyle övmüştü faşistleri: "Ülkücüler devlet güçlerine yardımcı oluyor!" Devlet güçlerine yardım, devlette danışmanlığa terfi ettikten sonra da devam ediyor haliyle. Zamanın Çiller danışmanı, bir söyleşisinde “Tansu Hanım terörle mücadele ve Susurluk konusunda çok naifti. Birikim olarak bu işlerden anlaması mümkün değildi.” demişti. Birikim olarak bu işlerden anladığından olsa gerek, “Devlet için kurşun atan da yiyen de birdir!” vecizesinin mucidi olarak hafızalara kaydolmuştu Türköne. Bunca gayretkeşlik, hafıza kaydının hafıza kaybına dönüşmesinin yüceltilmesi, şifa dilekleri, ezber bozma safsatası ne için peki? O yıllarda devlete yardımcı sonraki yıllarda da yardakçı olanların işledikleri ya da azmettirdikleri cinayetleri unutma hakkı kimden istenecek? Burhan’dan mı, Eşari’den mi, Hakan Yurdakuler’den mi, Hakan Şenyuva’dan mı, Diyarbakır cezaevi mahkûmlarından mı, Hrant Dink’ten mi, Madımak’ta yanan arkadaşlarımızdan mı yoksa? Bu konuda ezber bozma korosu genişliyor, ille de dostun bir tek gülü yaralıyor bunca akortsuz ses arasında. Baskın Oran hocamız anlatıyor: " 2005’te 10 Yazıcıoğlu Fener Patriği’yle görüşme talep ediyor. Yemekte ikisi ve Kezban ve Prof. Hatemi bulunuyor. Yazıcıoğlu özetle şöyle diyor: “Önyargılar, atgözlükleri atılmalı. Aynı zihniyetten ben de çok mağdur oldum. Çok işkence gördüm. Yanlış tarihî birikim insanları bu hale getiriyor. Ama tanışınca bunlar düzelebilir. Geçmişteki hataların tekrarını önlemeliyiz” diyor. Samimidir, değildir, bilemem; Türkiye siyasal hayatında fevkalade önemli bir girişimdir onu bilirim. Ama burada benim derdim bambaşka: Hangi taraf daha açık fikir li? Yazıcıoğlu gibi geçmişi olan birinden söz ediyoruz." (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=Rad ikalEklerDetay&ArticleID=929676&Date=09.04.20 09&CategoryID=42#) yıldı değil mi? Madımak katliamının sanıklarına destek vermek için mahkemelerde boy gösteriyordu Yazıcıoğlu, hatırlar mısınız? Kendi örgütlediği Maraş Katliamı'nın sorumlusu olarak utanmadan Hrant Dink'i gösterenin Yazıcıoğlu ve kabilesi olduğunu da mı unuttunuz? Robert Louis Stevenson’ın Dr. Jekyll ve Mr. Hyde adlı eserinde Jekyll der ki: "Eskiden suç işlemek için kendilerine yardakçı bulmak zorunda kalırdı insanlar, böylece de kendilerini gizlediklerinden saygınlıkları sarsılmamış olurdu… Böylece toplumun gözünde saygıdeğer bir kişilik bir an sonra kravatı, ceketi üzerinden fırlatıp atarak özgürlük denizine dalıveren bir okul çocuğu gibi kendisini daraltan bu ödünç boyunduruklardan soyunabilirdi. Üstelik kimseyi de kuşkulandırmadan.” Muhsin Yazıcıoğlu’nu bilirdik eskiden, hem Dr. Jeykll hem de Mr. Hyde idi. Şimdi ise Yazıcıoğlu’nun sadece Dr. Jeykll kimliğini görmemiz isteniyor. Mr. Hyde’ın yaratıcısının Jeykll olduğunu unutarak hem de… Yüceliğinin idraki halkımızın yüksek irfanına havale edilen ve adam gibi adam nitelemesiyle göklere çıkarılan Yazıcıoğlu’nu doğru değerlendirmek, bilincimizi Dr. Jekyll Mr. Hyde yarılmasından korumak zor gerçekten. Biraz da sizin moda haline getirdiğiniz terimle ezber bozmaya çabalarken yeni yalan ezberler getirmemeye dikkat etmeli sevgili Hocam. Daha bugün İstanbul'da otobüs durağında bekleyen bir grup öğrenciye tekbir getirerek satırlarla, sopalarla bıçak ve coplarla saldırdı Yazıcıoğlu'nun yetiştirmeleri. Sonuç: 2 yaralı. Hikâye tanıdık değil mi? İyileşecek yaraları olduğu sürece, geçmiş bugün olarak kalır sevgili Hocam. Geçmiş yaraları iyileştirmeden atılacak her adım da, bugünün yaralarını kanatır bu haberdeki gibi. Kimden ve nasıl bir geçmişten söz ediyoruz sahi Baskın Hocam? MHP yöneticilerinden Nevzat Kösoğlu, 1977 yılında yaptığı bir konuşmada demişti ki: "İktidarın yolu okullardan geçer. Biz MHP olarak önce okullarda ve devlet dairelerinde kendi kadrolarımızı yetiştirdik. Sayın Genel Başkanımız A.Türkeş'e önce herkes güldü; '3-5 çocukla, gençle mi iktidar olacak dediler: (...) Ama biz sabırla çalıştık, okullarda ve devlet dairelerinde kadroları ele geçirdik." Bu sabırlı (!) gençlerin arasında da değil, başında sizinle buluşma muradına eremeden ve hiçbir cinayetin hesabını vermeden ölen Muhsin Yazıcıoğlu vardı. 1977-78 yıllarının Ülkü Ocakları başkanı yani! Onlarca cinayetin, Bahçelievler katliamının sorumlusu Yazıcıoğlu! 8 Nisan 1976'da sizin öğrencilerinizi okuldan çıkarlarken taratanlar arasındaydı, "geçmişteki hataların tekrarlanmamasından" bahseden Yazıcıoğlu! Biz, bu 8 Nisan'da da Hakan Yurdakuler'in mezarı başındaydık Hocam. Onu ve o cinayet şebekesinin katlettiği bütün arkadaşlarımızı andık yine. Arkadaşlarımızın kaybı "telafisi mümkün hatalar" Çıkıntıları budanmamış, adresini doğru bellemiş arasında mıdır sizin için? Fikrin bu kadar açık olanından öfkeye ve faşiste faşist diyen evcilleşmemiş bir dile her ve girişimin bu denli önemlisinden kuşkulanmak ezber zamankinden çok ihtiyaç var bugünlerde. tazelemek değil, ölen arkadaşlarımızın hatırasına saygıdır sevgili Hocam. Haydi, sizin için uzakta kaldığı Füsun ÇİÇEKOĞLU anlaşılan geçmişi bir yana koymaya pek merak sardınız birden diyelim o zaman daha yakın geçmişe gelelim isterseniz. Bahsedilen yemeğin yenildiği 2005 yılı, Beyoğlu'nda 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili açılan fotoğraf sergisinin Yazıcıoğlu'nun kabilesi tarafından basıldığı 11 SBF-DER BAŞKANI HAKAN YURDAKULER MEZARI BAŞINDA ANILDI Arkadaşımız Hakan Yurdakuler, Öldürülüşünün otuz üçüncü yılında mezarı başında arkadaşları ve S. B. F. Öğrencileri tarafından anıldı. Arkadaşları adına konuşma yapan Füsun Çiçekoğlu “ … ölümünün üzerinden tam otuz üç yıl geçti, ama biz ne Hakan’ımızı unuttuk ne de katilleri. Hakan’ın gülümseyen yüzü asılı durur gözlerimizin ayasına ve hala sımsıcak durur düşlerimizde, düşleri ve gülüşleri” dedi. Saygı duruşundan sonra mezarına karanfiller bırakılarak gelen senede buluşmak sözüyle Hakan’ı karanfiller içinde bırakarak mezarlıktan ayrıldık 12 KONSER MÜLKİYELİLER BAHARI ARYALARLA KARŞILADI Birliğimizin 08 Nisan 2009 tarihinde Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi konser salonunda, Sanat Akademinin katkılarıyla gerçekleştirdiği konserde keyifli anlar yaşadık. Sanatçıların seslendirdiği şarkılar ve türküleri soluksuz dinleyen Mülkiyeliler ve konukları, etkinliği gerçekleştiren Mülkiyeliler Birliği yönetimini ve sanatçıları ayakta alkışladı. Dinlediğimiz ezgiler iyi ve güzel bir baharın muştucusuydu. 13 KONSER Mülkiye Türk Halk Müziği Topluluğu şef Recai Şen yönetiminde 2009 yılı konserini Siyasal Bilgiler Fakültesi Prof. Aziz köklü salonunda verdi. Katılım ve ilginin yoğun olduğu konserde mapushane türküleri söylendi. Dinleyiciler solo ve koro olarak söylenen türkülere eşlik ettiler. Birlik ve Vakıf yöneticilerimizin de katıldığı konser istek üzerine ikinci kez sözleri Sabahattin Ali’ye ait olan “Aldırma Gönül” adlı türküyle son buldu. 14 BASIN AÇIKLAMASI Sayın Türkan Saylan, Perşembe günü İstanbul’a geleceğim için sizi ziyaret ederek ifade etmeyi planladığım düşüncelerimi, hastaneye yatmanız dolayısıyla bu mektubu yazarak paylaşmak durumunda kalıyorum. Sayın Saylan, Sizi öncelikle bir bilim insanı olarak tanıdık. Lepra hastalarına yaklaşımınız, onların sağaltımınızdaki emeğinizle hepimizin gönlündeki yeriniz her zaman çok özel oldu. Daha sonra Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı olarak özellikle kız çocuklarımızın eğitimine dönük projelerinizle bu yer daha da perçinlendi. Son olarak, “Cumhuriyet Mitinglerinin” doğru rotada ilerlemesindeki, İstanbul Mitinginin “Her türlü otoriter eğilime karşı olma” teması üzerinden gerçekleşmesindeki çabalarınızı, kürsüden ve televizyondan “ne şeriat ne darbe” isteğinizi açıkça ifade etmenizi takdirle ve saygıyla izledik. Sizin şahsınızda ve tavrınızda her zaman gerçek bir Türkiye aydınını gördük. Her dalgada “muhalif aydınların sindirilme operasyonuna” dönüştüğü izlenimi kuvvetlenen Ergenekon davasının 12 nci dalgasında özellikle Size ve Derneğinize dönük hoyratlığı büyük bir elemle izledik. Bu muamele karşısında kendisine insanım diyen, bir yürek ve vicdan taşıdığını söyleyenlerin vicdanının bırakın sızlamasını o vicdanlardan oluk oluk kan akmaması olanaklı değildir kanımca. 28 Şubat darbesine kimi sivil örgütler aracılık ederken karşı durma cesareti gösteren az sayıda örgütten biri olan Mülkiyeler Birliğinin o dönemdeki Genel Sekreteri olarak her türlü darbe tertipçilerinin yargılanması ve cezalandırılması konusunda ortak düşüncelere sahip olduğumuza dair hiçbir kuşku duymuyorum. Mülkiyeliler Birliği, hiçbir zaman “zinde güçleri” göreve çağıran darbe yandaşları ile siyasal İslamcılar arasında tercih yapmamış otoriter eğilimlere karşı her zaman halktan, demokrasiden, evrensel hukuktan, insan hak ve özgürlüklerinden, barıştan, emekten, kamu yararından ve sosyal adaletten yana olagelmiştir. Bundan tam 150 yıl önce bu ülkenin daha çağdaş bir yönetim anlayışına kavuşması için aklın ve bilimin öncülüğünde yönetici yetiştirmek üzere kurulan Mülkiye mezunları ve Mülkiyeliler Birliği üyeleri olarak Size ve Derneğinize yapılan muameleyi kınıyor ve yanınızda olduğumuzu bilmenizi istiyorum. En derin saygılarımla, Ali Çolak Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı Türkan Saylan’ın Anısına saygıyla. E-bültenimizi yayın için hazırladıktan sonra üyelerimize göndermeye hazırlanırken, maalesef Sayın Türkan Saylan’ın ölüm haberini aldık.Yönetim kurulumuz ve Mülkiye topluluğu büyük bir üzüntü içindedir. Fakat, değerli bir Bilim insanı ve demokrasi savaşçısı olan Türkan Saylan’ın karanlığa karşı her alanda sürdürdüğü aydınlanma mücadelesini, öğrencileri, ülkemizin aydın insanları, bilim ve sanat insanları ve demokrasi mücadelesi veren kuruluşların sürdüreceğine inancımız tamdır. Yukarıdaki basın açıklaması, Türkan Saylan’ın şahsına ve temsil ettiği kuruluşlara da yönelik olan bir hukuksuzluğa karşı olduğu için, kurumsal tutumuzu ifade etmesi nedeniyle yayınlıyoruz. 15 Mülkiyeliler Birliği BASIN AÇIKLAMASI 1 MAYIS Barış İçinde Kardeşce Yaşama İsteğimizi Savaşsız, Sömürüsüz Bir Dünya İsteğimizi Gelecek Korkusu Olmadan İnsanca Yaşayacağımız Eşitlikçi ve Özgür Bir Ülke İsteğimizi Tekrarlayacağımız Bir Gündür. Türkiye kamu yönetiminin temelini yurttaşlara değil, piyasa sistemi aktörlerine dayandıran, sosyal devleti ortadan kaldırarak devletin temel felsefesini değiştiren ve böylece emeği ile geçinen , sosyal devlet şemsiyesi altında olması gereken toplumun çalışan kesimlerini olumsuz yönde etkileyen bir dönüşüm süreci yaşamakta iken, 2008 yılında yaşanan neoliberalizmin yapısal krizi, bu olumsuzluğu daha da derinleştirmiştir. Ücretlerdeki azalış, işten çıkarılmalarla ciddi boyutlara ulaşan işsiz sayısındaki artış krizin çalışanlar üzerindeki yaşamsal etkisini gözler önüne sermektedir. AKP hükümetinin, krizin etkilerini ortadan kaldırmak adına aldığı/almayı planladığı önlemlerin tamamı sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir. Sermayenin krizi de emekçileri vurmuştur, krizden çıkma adına alınan önlemler de. Emekçilerin birlik ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ın terörize edilmeye çalışılmasının altında yatan da, krizin faturasını ödemek istemeyen bir toplumsal muhalefetin ortaya çıkmasını önleme çabasıdır. AKP hükümeti bir yandan 1 Mayıs’ı resmi tatil ilan ederek “evcilleştirme” çabası içine girerken, diğer yandan da bazı sendikalar eliyle Taksim Meydanı odaklı 1 Mayıs kutlamasını manipüle etmeye çalışmaktadır. Ülkenin daha demokratik, yurttaşın daha özgür ve eşit olması için çaba göstermekle yükümlü siyasi iktidar, bu görevlerini yok sayarak toplumu bölmekte, gerilimler yaratarak ülkeyi yönetmeye çalışmaktadır. 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılması tartışmalarında da siyasal iktidarın dayatmacı ve anti demokratik tutumu bir kez daha açığa çıkmaktadır. Bütün dünyada işçilerin, emeği ile geçinenlerin dayanışma iradelerini egemen güçlere gösterdikleri bir gün olan 1 Mayıs, ülkemizde siyasi iktidarın gücünü ve otoritesini ispatladığı bir gün haline getirilmiştir. Kamu görevlisi olarak bu görevlerini siyasi görüşlerinin dışında sürdürmeleri gereken İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü ise, futbol takımı taraftarlarına, konserlere, polis haftasında yürüyen polislere, hatta yılbaşı eğlencelerinin değişmez figürleri tacizcilere bile sonuna kadar açık olan Taksim Meydanını sadece emekçilere yasaklamaya çalışmaktadır. Kendi vatandaşına güvenmeyen, ondan korkan ve alenen ona gözdağı vermekten çekinmeyen otoriter bir rejimin hakim olduğu bir ülkenin bürokratı gibi davranan ve İstanbul’a geçen yıl yaşattıkları işkenceyi bir kez daha yaşatacak gibi görünen İstanbul Valiliğinin özellikle DİSK Merkez Binasını kameralarla izlemeye alması, siyasal iktidarın emek düşmanı tavrı ile büyük bir paralellik içerisindedir. Neo liberal küresel sermaye, bugün tıpkı 1 Mayıs’ın doğduğu vahşi kapitalizm dönemindeki çalışma ve yaşama koşullarını emekçilere yeniden dayatmaktadır. Bu nedenle, küreselleşmenin yarattığı ağır sorunlara ve tahribata karşı, bir başka seçenek için, çağdaş çalışma standartlarının ve sosyal hakların küreselleşmesi için 1 Mayıs önemli bir simge olmaya devam etmektedir. 1 Mayıs’ın sadece bir gelenek değil, aynı zamanda emeğin güncel toplumsal ve siyasal talepler ile kendini yeniden ürettiği bir mücadele zemini olduğu bilincinde olan üyeleriyle Mülkiyeliler Birliğinin alanlarda olacağını kamuoyuna saygı ile duyururuz. Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu 16 1 MAYIS’IN KISA TARİHİ Dünya emekçilerinin birlik ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, Amerika’da işçi sınıfının verdiği mücadele sırasında doğdu. açıldı ve 4 işçi yaşamını yitirdi, 1400 işçi de işten atıldı. 1800'li yıllar, çalışma şartlarının çok kötü ve çok ağır olduğu yıllardı. İş yerlerinde ağırlıklı olarak güce dayalı kol emeği kullanılıyordu. Küçük çocukların karın tokluğuna çalıştırılması, 14-15 saati bulan iş günleri sıradan uygulamalardı. Şirketler hızla sermayesini büyütürken, işçilerin en temel haklarını dahi tanımayan bir sistem vardı. ABD işçi sınıfının 19. yüzyılın birinci çeyreğinde işgücünün kısaltılması için başlattığı mücadele ilk sonuçlarını 1835’te verdi. İşgünü 10 saate indirildi. Bu süreçten sonra mücadele başta 8 saatlik işgünü olmak üzere en temel sendikal hakların kazanılması yönünde gelişti. Bir proleter bayram gününü, sekiz saatlik iş gününü elde etme aracı olarak kullanma düşüncesi ilk kez Avustralya'da doğdu. Avustralyalı işçiler, 1856'da, sekiz saatlik işgünü lehinde gösteriler yaparak, toplantılar ve eğlenceler düzenleyerek, hep birlikte bir günlük iş bırakmaya karar verdiler. Bu kutlamanın yapılacağı gün olarak da 21 Nisan tarihi saptandı. Avustralyalı işçiler bu kararı, yalnızca 1856'da uygulamaya niyetlenmişlerdi. Ama bu ilk kutlamanın Avustralyalı proleter kitleler üzerinde çok büyük etkisi oldu, onları canlandırıp yeni bir heyecana yol açtı ve bu kutlamanın her yıl tekrarlanmasına karar verildi. “Gerçekten işçilere, kendi kendilerine kararlaştırdıkları bir anda, kitle halinde işi bırakmaktan daha fazla cesaret ve kendi gücüne güven duygusunu ne verebilirdi? Fabrikaların ve atölyelerin ebedi kölelerine, kendi öz birliklerini toplamaktan daha fazla ne cesaret verebilirdi?” (Rosa Luxemburg – Şubat 1894) Avustralyalı işçilerin örneğini ilk izleyen Amerikalılar oldu. 1881 yılında kurulan “Örgütlü Meslek ve Emek Birlikleri Federasyonu” 8 saatlik iş günü amacıyla mücadele başlattı. ABD'nin Chicago kentinde 40 bin tekstil işçisinin gerçekleştirdiği eylem kanla bastırıldı. Aynı kentte, bir fabrikada 8 saatlik işgünü için greve çıkan işçilere ateş Saldırılar, işçilerin mücadelesini daha da yükseltti. ABD ve Kanada'da sendikalar ve diğer örgütlerin öncülüğünde 1 Mayıs 1886'da yüz binlerce işçi greve çıktı. İşçiler üretimden gelen güçlerini kullanıyordu. Tarihte ilk defa işçi sınıfının böylesine örgütlü ve kararlı mücadelesi yaşanıyordu. Neredeyse tüm ülkede yaşam durmuştu. Gazete haberlerine göre “fabrika ve imalathanelerin uzun bacalarından hiç bir duman yükselmiyordu ve her şey Sebt Günü (Musevilerin çalışmadıkları cumartesi günü) benzeri bir görünümdeydi". Gösteriler ertesi günlerde de sürdü. Chicago’da 3 Mayıs ve 4 Mayıs’ta yeni olaylar çıktı ve yeni ölümler yaşandı. Chicago eylemlerin ana merkeziydi. Haymarket Alanı’nda bir Protesto Mitingi gerçekleşti ve August SPIES ile beraber sendika hareketinde etkin olan iki diğer işçi lideri Albert Parson ve Samuel Fielden katılanlara seslendi. Konuşma boyunca kalabalık oldukça düzenliydi. Hatta mitingin başından beri yakınlarda bulunan Vali Carter Harrison "polis müdahalesini gerektirecek bir şey olacağa benzemiyor" sonucuna vararak, Polis şefi John Bonfield'e de bu yönde tavsiyelerde bulundu ve karakolda beklemekte olan büyük sayıdaki yedek polis gücünün evlerine gönderilmesini bildirdi. Fielden toplantıyı sona erdirirken saat geç olmuş ve bir taraftan sağanak halinde yağmur yağdığı için alanda yalnızca 200 civarında insan kalmıştı. Ansızın Bonfield komutasındaki bir polis birliği toplantıya müdahale ederek, insanlara hemen dağılmalarını emrettiler. Fielden "biz barışçılız" diyerek bunu protesto etti. Tam bu sırada bir yerlerden polislerin arasına bir bomba fırlatıldı. Bomba, polislerden birisini öldürürken, altı tanesi ağır olmak üzere 70 kadarını da yaraladı. Polis işçilere ateş açmaya başladı. Burada öldürülen ve yaralananların kesin rakamı hiç bir zaman açıklanmadı. Bu olayın ardından tüm Chicago'da bir terör rüzgarı başladı. Basın ve vaizler bombanın anarşist ve sosyalistlerin işi olduğunu söyleyerek, 17 intikam çağrıları yapıyorlardı. Toplantı salonları, sendika büroları, yayınevleri ve evler basıldı, tüm bilinen sosyalist ve anarşistler toplandı. Hatta sosyalizm ve anarşizmin anlamı hakkında bilgisi dahi olmayan pek çok kişi tutuklandı ve işkenceye uğradı. Devlet Savcısı Julius Grinnell'in kamuyuna yaptığı bir açıklama "önce baskını yap, yasayı ondan sonra ara"ydı. açıkça belirtti. Onlar yaratılan “terör ve histeri, ayarlanmış taraflı bir jürinin" kurbanlarıydılar. İşçilerin bu topyekun isyanına karşı cepheden gelmeye başlayan Devletin düzenlendiği saldırıların yanında, işverenler grev kırmak için sokak çetelerini de kullanmaya başladı. Çeteler hem işçilere saldırıyor, hem de grev kırıcılığı yapıyorlardı. Bu saldırılarda da çok sayıda işçi yaşamını yitirdi. Hükümet ve işverenlerin işçilere karşı ortak tavrıyla, 1 Mayıs sonrası işten atmalar, saldırılar ve baskılar da iyice yoğunlaştı. Polisin saldırısı ve vahşi tavrı ortadayken, olaylara neden oldukları gerekçesiyle 8 işçi hakkında idam istemiyle dava açıldı. Dört yiğit işçi önderi Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES, 1886 yılında 8 saatlik iş günü mücadelesinde önderlik yaptıkları için, göstermelik bir yargılamadan sonra, 11 Kasım 1887’de idam edildiler. 1 işçi önderi ise kaldığı hücrede “ölü” bulundu. Mahkemede Jüri, özel savcı tarafından atanan bir hakimce seçildi, hiçbir kanıt ya da bombayı atanlara ilişkin bir tanık yoktu. (Daha sonra bir polis ajanı tarafından atıldığına dair kanıtlar ortaya çıktı) Bu olay işçi sınıfı tarihine “Kara Cuma” olarak geçti. Albert PERSONS, özür dilemek şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söyledi: "Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım." August Spies de yargılandığı mahkemede şöyle haykırıyordu: “Bizi asarak işçi hareketini, milyonları, yoksulluk içinde çalışan milyonlarca işçiyi kendisine çeken bir hareketi yok edeceğinize inanıyorsanız durmayın, bizi asın! Burada bir kıvılcımı yok edeceksiniz, ama orada, önünüzde ve arkanızda, her yerde başka kıvılcımlar çakacaktır. Bu, içten içe yanan bir ateş. Bu ateşi söndüremezsiniz.” İşçi önderlerinin cenaze törenine 600.000’den fazla emekçi katıldı. Diğer tutuklular Neebe, Schwab ve Fielden'i serbest bıraktırmak için başlatılan kampanyalara devam edildi. Bu üç kişi de 26 Haziran 1893'de Vali Altgeld tarafından serbest bırakıldılar. Vali bu insanların yeterince acı çektiklerine inandığından değil, yargılandıkları davada suçsuz olduklarını bildiği için onlara af imkanı tanıdığını Mayıs’ta yüz binlerce Amerikalı işçi iş bıraktı ve 8 saatlik işgünü talebinde bulundu. Daha sonra uygulanan polisiye ve yasal baskılarla, işçilerin bu ölçekte bir gösteriyi tekrarlaması birkaç yıl engellendi. Yine de 1888’de bu yolda yeniden karar aldılar ve gelecek gösterinin 1 Mayıs 1890’da olmasını kararlaştırdılar. ABD'de yaşanan bu olaylar uluslararası işçi örgütlerini de harekete geçirdi. Amerikan işçilerinin mücadelesini desteklemek amacıyla dünya çapında gösteriler düzenlendi. Avrupa'daki işçi hareketinin en güçlü ifadesi olarak, II. Enternasyonal’in 1889'da Paris'te düzenlediği ve 400 delegenin katıldığı “Uluslararası İşçiler Kongresi” nde, sekiz saatlik işgünü talebinin en başta yer alması gerektiği yolunda karar alındı. Bunun üzerine Fransız sendikalarının temsilcisi, Bordeaux'lu işçi Lavigne, bu talebin tüm ülkelerde evrensel bir iş bırakma ile dile getirilmesini teklif etti. Amerikan işçilerinin temsilcisi, yoldaşlarının 1 Mayıs 1890'da grev yapılması yolunda aldığı karara dikkat çekti ve Kongre, bu tarihte uluslararası bir proletarya gününün kutlanmasına karar verdi ve 1 Mayıs'ı 1890'dan başlamak üzere, "U luslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü" olarak kabul etti. İlk 1 Mayıs’ta sekiz saatlik işgününün uygulanması talep edildi. Ama bu hedefe ulaşıldıktan sonra da, 1 Mayıs’ın kutlanmasına son verilmedi. İşçilerin burjuvazi ve egemen sınıf karşısındaki mücadelesi devam ettiği sürece ve tüm talepleri karşılanmadığı sürece, 1 Mayıs, işçi sınıfının bu taleplerinin her yıl dile getirildiği gün olacaktır. TÜRKİYE'DE 1 MAYIS'LAR Dünyada yüzyirmi yılı aşkın süredir kutlanan 1 Mayıs’lar, ülkemizde de 1905 yılından beri kutlanmasına rağmen, hala işçi sınıfınca özgürce kutlanması tartışma konusu olmayı sürdürüyor. Bu yıl, Bakanlar Kurulu'nun 1 Mayıs'ın resmi tatil ilan edilmesi ile ilgili olarak almış olduğu kararı, 27 Nisan 2009 tarih ve 27212 sayılı Resmi Gazetede “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” olarak yayımlandı. Anılan Kanun ile yapılan değişiklikle “1 Mayıs” günü "Emek ve Dayanışma Günü" olarak kabul edildi. Fakat ülkemiz tarihinde yalnızca bir meydan olmanın ötesinde sembol anlamı olan Taksim, yıl içerisinde her türden ve kitlesel kutlamaya açık olduğu 18 halde, insanların gözünün içine bakarak söylenen yalan gerekçelerle hala emekçilere açılmamaktadır. Mütarekeden sonra ve 1919 ve 1923 arasında başta İstanbul, İzmir, Zonguldak, Eskişehir, Edirne, Konya ve Adana’da 19 grev gerçekleşti. Bu grevler ağırlıkta İstanbul’da yapıldı. Yabancı sermayenin elindeki demiryolları grevlerin merkezi işlevini gördü. Türkiye’de 1 Mayıs kutlamalarının kökleri 20. yüzyıl başlarına dayanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında, II. Meşrutiyet’in ilanıyla işçi hareketlerinde de önemli gelişmeler yaşandı. Peş peşe yaşanan grevler işçi sınıfının haklarını almadaki kararlığını gösteriyordu. İşçiler yeni örgütlenmelerle bir araya gelerek, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmeyi amaçladı. İşçi sınıfının yaşadığı bu şekillenme sürecinin en önemli göstergelerinden biri de 1 Mayıs kutlamaları oldu. 1919 yılında İzmir ve İstanbul’da binlerce kişinin katıldığı mitinglerde işgal protesto edildi. 1919 öncesi sosyalist hareket politik örgütlülüğe sahip olmasa da, Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın devamı olarak Türkiye Sosyalist Fırkası, Sosyal Demokrat Fırkası, Müstakil Sosyalist Fırkası gibi küçük ilişki ağlarıyla kendini ifade ediyordu. Ağırlıkta bu yapılar bir boyutuyla yardımlaşma sandığı, bir boyutuyla sendika ve basit örgütsel formlarla kendini gösteriyordu. Anadolu'da 1 Mayıs ilk kez Osmanlı döneminde, 1905 yılında İzmir'de kutlandı. Bunu 1909 Üsküp kutlaması izledi. Üsküp’te yapılan bu kutlama 1 Mayıs’ın anlamına yakışır bir içeriğe sahipti. Bulgar, Sırp ve Türk kökenli 100’ün üzerinde işçi, ellerinde bayraklarla yürüyüş yaptı ve taleplerini haykırdı. Aynı gün Bulgar sosyal demokratları, Selanik’te bildiri dağıtarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yaşayanlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasını, işçilerin haklarını düzenleyecek yasaların çıkarılmasını, grev mevzuatının genişletilmesini istedi. İstanbul'da 1 Mayıs kutlaması ilk kez 1910'da yapıldı. 1910da 1 Mayıs, İstanbul dışında başta Selanik olmak üzere birkaç Rumeli kentinde de kutlandı. Selanik’teki kutlamalar değişik sosyalist ve işçi örgütlenmeleri önderliğiyle yapıldı. 1911 yılında yapılan 1 Mayıs gösterileri, döneminin en kitlesel kutlamaları oldu. Kutlamalar Üsküp, Selanik, İstanbul, Edirne ve bazı Trakya şehirlerinde yapıldı. Selanik’te yapılan miting enternasyonal görünüme sahipti. Mitinge 14ten fazla sendika ve Yahudi, Bulgar, Yunan ve Türk kökenli 2000in üzerinde işçi katıldı. Aynı gün, araba sürücüleri, mavnacılar ve liman işçileri de iş bıraktı. 1912 yılında 1 Mayıs, Selanik ve İstanbul’da kutlandı. İstanbul’daki kutlama, Dersaadet Tecebbuat-ı İçtimaiye Cemiyeti – İstanbul Toplumsal İncelemeler Derneği ve ona bağlı işçi dernekleri aracılığıyla, Belvü Bahçesi’nde yapılan toplantıyla gerçekleştirildi. Selanik’te ise 7000’in üzerinde işçi iş bıraktı. İşçilerin bir parkta toplanmaya başlaması üzerine, güvenlik güçleri harekete geçti. İşçilerin toplantı yapması engellendi. 1. Dünya Savaşı’nın yaklaştığı bu dönemde işçi hareketi üzerindeki baskılar arttı. 1913 yılında engellemelerle 1 Mayıs kutlamaları yapılamadı. 1. Dünya Savaşı yılları boyunca da (1914-1918) 1 Mayıs kutlamaları gerçekleştirilemedi. 1920 yılı 1 Mayısı'nda işgal idaresinin ve Osmanlı hükümetinin yoğun baskılarına karşın 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak kutlandı. Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde bir dizi işgal aleyhtarı miting düzenlendi. Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF) ve bir gurup işçi “Türkiye müstakil olacak” pankartıyla Haliçten başlayarak Karaköy üzerinden Beyoğlu'na kadar bir yürüyüş yaptılar. Mustafa Suphi 1920de Bakü’den işçi sınıfına şöyle sesleniyordu: “Ey dünyanın yapıcısı olan işçiler… (1 Mayıs) bütün dünyadaki mazlum insanların bekledikleri mutlu gün, bütün dünyadaki mazlum halkların kaderlerini birbirine bağlayan büyük bir bayram(-dır)! … Düşününüz ki, en şanlı şenlikler, kendi kaderinizi ellerinize alacağınız günlerde gerçekleşecek(-tir)! 1921 yılında 1 Mayıs işgal güçlerinin tüm yasaklamalarına rağmen TSF önderliğinde İstanbul’da kutlandı. İstanbul'un hemen tüm işçileri, özellikle şirket-i Hayriye, Seyrü Sefain, Haliç idaresi ve Tramvay şirketi çalışanları ile bazı fabrikalarda çalışan işçiler iş bıraktı. Kağıthane’de gerçekleştirilen kutlamalarda işçi marşları çalındı, işçiler birbirleriyle bayramlaştı. TSF “Mayıs’ın 1. günü amelenin en mukaddes bayram günüdür. Bu mukaddes bayram gününün kutlanması bütün amele için bir vazifedir.” diye açıklama yaptı. 1922 yılında 1 Mayıs İstanbul, Ankara ve İzmir’de kutlandı. İstanbul’da ağırlıkta sol parti ve örgütlerin oluşturduğu “1 Mayıs Komisyonu” öncülüğünde kutlamalar gerçekleştirildi. Şefik Hüsnü’nün önderliğindeki Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası (TİÇSF) 1 Mayıs’ın kutlanmasında önemli rol oynadı. Sultanahmet Meydanı’nda toplanan işçiler Kağıthane’ye yürüdü. O yıl Ankara’da ilk 1 Mayıs kutlaması yapıldı. İmalat-ı Harbiye ve demiryolu işçileri iş bırakarak aileleriyle birlikte bir toplantı düzenledi. Toplantıda işgal güçleri kınanarak Mustafa Kemal’e ve 19 kurduğu hükümete destek verildiği açıklandı. 1923 yılında 1 Mayıs Ankara’da, İzmir ve Adapazarı’nda kutlandı. İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamaları, İstanbul Umum Amele Birliği tarafından gerçekleştirildi ve Cumhuriyet hükümetine ve Enternasyonal’e kutlama mesajları yollandı. Gösteride özellikle Mesai Kanunu’nun çıkarılması istendi. İstanbul’da ayrı bir kutlama da, Mürettibin Cemiyeti ve TİÇSF tarafından organize edildi. Toplantıda İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenen ilkelerin hayata geçirilmesi için çabaların yoğunlaştırılması kararı alındı. Ankara ve Adapazarı’nda 1 Mayıs kutlamaları İmalat-ı Harbiye işçileri tarafından gerçekleştirildi. Çok sayıda yerli ve yabancı işletmede çalışan işçi greve çıktı. İşçi taleplerinin arasında, "yabancı şirketlere el konulması, 1 Mayıs'ın resmen işçi bayramı olarak tanınması, sekiz saatlik işgünü, hafta tatili, serbest sendika ve grev hakkı" vardı. 1 Mayıs sonrasında TİÇSF ve bazı siyasal çevrelere yönelik tutuklama operasyonları başlatıldı ve birçok işçi tutuklandı. 1924 yılında 1 Mayıs kutlamaları hükümetçe yasaklandı. Yasaklamaya rağmen İstanbul’da Türkiye Umum Amele Birliği, Ankara’da İmalat-ı Harbiye işçileri yaptıkları toplantılarda 1 Mayıs’ı kutladılar. Sekiz saatlik işgünü için bildiri dağıtan birçok işçi tutuklandı 1925 yılında Şeyh Sait İsyanı gerekçe gösterilerek 4 Mart’ta çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu sonrasında kutlamalara izin verilmedi ve 1935 yılına kadar hemen hemen her yıl gizli kutlanabildi. Yasayla tüm muhalif örgütler ve yayın organları kapatıldı. İktidarın hegemonyasını yayma aracı olarak İstiklal Mahkemeleri devreye sokuldu. Her türlü işçi hareketi fiilen engellendi. Amele Teali Cemiyeti’nin 1 Mayıs kutlamaları için sınırlı izin verildi. Cemiyete verilen izin, cemiyet üyelerine yönelik bir operasyona dönüştü. Üyeler hakkında yasal kovuşturmalar açıldı ve bazı yöneticiler tutuklanarak İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandı. Bu yöneticiler 7 ila 15 yıl arasında cezaya çarptırıldı. 1925 yılından sonra 1 Mayıslar gizlilik içinde kutlanmaya başlandı ve 1 Mayıs'ın bundan sonraki tarihi de daha çok "yasak" larla yazıldı. Her 1 Mayıs yaklaştığında tutuklama kampanyaları başlatıldı. 1 Mayıs’ı çeşitli biçimlerde kutlama girişiminde bulunan işçilere muhtelif baskılar, cezalandırmalar uygulandı. Her şeye rağmen işçi sınıfı ve emek yanlısı güçler 1 Mayısları örtük biçimde de olsa kutlamaya devam etti. 1927 yılında Amele Teali Cemiyeti’nin belirli şartlar altında kutlamasına izin verildi. Cemiyetin merkezinde yapılan bayramlaşmadan sonra Kağıthane’de toplanılarak eğlenildi. Kutlamaya sözde “izin” verilmesine rağmen 1 Mayıs’a katılan bazı işçiler cezalandırıldı, bazıları ise işten çıkarıldı. 1927 yılından sonra her 1 Mayıs toplumsal muhalefetin bastırılmaya, ezilmeye veya sindirilmeye çalışıldığı bir gün oldu. Egemen güçler, 1 Mayıs öncesinde çeşitli muhalif yapılara ve kişilere yönelik polisiye operasyonlar düzenlemeyi adet edindi. 1 Mayıs’ın anarşi ve terörle anılmasını sağlayacak dezenformasyon faaliyetleri yürütüldü. Bu havanın yaratılması için azami gayret gösterildi. Egemen güçler, bu çabalarında istediği sonuçları elde etti. İşçi sınıfı saflarında bile zaman zaman kadar böylesi eğilimler etkisini gösterdi. Her şeye rağmen, 1 Mayıs’ın örtük bir şekilde de olsa piknik yapma, kır gezileri, küçük toplulukların bir araya gelmesi, simgesel bazı şeylerin takılması, el ilanı ve bildiri dağıtılması gibi hareketlerle kutlanması geleneği sürdürüldü. 1935 yılında çıkarılan "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun"la 1 Mayıs "Bahar ve Çiçek Bayramı" olarak genel tatil günlerine dahil edildi. 12 Eylül 1980 faşist darbesine kadar da resmi tatil olarak kaldı. 1 Mayıs’ın içeriğini boşaltmayı, sıradan bir tatil gününe indirgemeyi amaçlayan bu politikalar, özünde 1930’wwlu yıllarda CHP’nin izlediği işçi örgütlenmelerini vesayet altına alma politikalarının bir devamıydı. 1940’lı ve 1950’li yıllar boyunca 1 Mayısların kutlanmasının yasaklanması devam etti. 1 Mayıs öncesinde çeşitli sol, muhalif işçilere, aydınlara ve gruplara yönelik gözaltına alma ve tutuklama operasyonları sürdü. Demokrat Parti iktidara, işçi sınıfına çeşitli vaatlerde bulunarak gelse de, yine yöneldiği, baskı ve kontrol altında tutmaya çalıştığı kesim işçi sınıfı oldu. Bütün baskı ve tehditlere karşın 1 Mayısların kutlanma geleneği bu yıllarda da gizli de olsa sürdü, gelenek yaşatıldı. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra 1 Mayıs öncesinde yapılan gözaltına alma ve tutuklama operasyonlarına son verilse de, değişik "yasaklar" yine yaşandı. Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu'nun kabul tarihi olan 24 Temmuz, işçi sınıfına 1 Mayıs'ın yerine bayram olarak dayatıldı. Ancak bu girişimlerin hepsi, kararlı mücadeleler sonucu geri döndü. Yine de 1960’lı yıllarda kitlesel ve yasal 1 Mayıs kutlamaları yapılamadı. 1 Mayıslar genellikle lokal düzeyde ve kalabalık olmayan gruplar tarafından kutlandı. 12 Mart darbesi, Türkiye’yi yeni bir karanlık döneme sürükledi. İşçi sınıfına ve örgütlenmelerine yoğun baskılar uygulandı. Fakat 1973 sonlarından itibaren Türkiye’de toplumsal muhalefet hızla yükseldi. Uzun bir aradan 20 sonra ilk açık 1 Mayıs kutlaması 1975 yılında bir salon toplantısıyla gerçekleştirildi. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP)‘in İstanbul’da Tepebaşı Gazinosu’nda organize ettiği bu toplantı yeni bir dönemin habercisi oldu. de simgeledi. 1978 yılında, bir önceki yıl çıkan olaylara rağmen tahminlerin ve beklenenin aksine, önceki yıl yitirilen 37 insanın acısını içinde yaşayan yüzbinlerce emekçi insan yine Taksim Alanı'ndaydı. 1 Mayıs 1978, bir önceki yılla hemen hemen aynı yoğunlukta kutlandı. DİSK tarafından düzenlenen yürüyüş ve mitinge yine yüz binler katıldı. Taksim alanında 1 Mayıs 1977 katliamını lanetlendi. Türkiye’de o güne kadarki en kitlesel 1 Mayıs, 1976'da kutlandı. Bu miting DİSK'in öncülüğünde ve çok sayıda siyasi parti ve demokratik kitle örgütlünün katılımıyla Taksim Meydanı'nda yapıldı. Beşiktaş’tan başlayan yürüyüş Taksim Meydanı’nda yapılan mitingle son buldu. O gün Taksim Meydanı' nı 400 binden fazla emekçi doldurdu. Taksim’e çıkan bütün yollar kilometrelerce insan seli ile doldu. Bu görkemli 1 Mayıs kutlaması dosta düşmana işçi sınıfının gücünü gösterdi Bu yüzden 1977 yılındaki gösterilerin daha bir görkemli kutlanmasından tedirgin olan kesimler bulunmaktaydı. Ama her şeye rağmen Taksim Alanı'na beşyüzbin emekçinin akması engellenemedi. Yine DİSK’in düzenlediği ve 1976 1 Mayıs’ından daha yoğun bir katılımla gerçekleşen bu kutlamada, Türk-İş üyesi sendikalar, bağımsız sendikalar, çeşitli demokratik kitle örgütlenmeleri ve siyasi partiler yer aldı. Türkiye’nin her yerinden işçiler, emekçiler, öğrenciler, kadınlar, çocuklar bayramlarına sahip çıkmış, Taksim Meydanı’na gelmişti. Saat 14.30'da başlayacak olan kutlamalar için alan, sabahın erken saatlerinde itibaren dolmaya başladı. Taksim alanında, “iğne atsan yere düşmeyecek” bir kalabalık vardı. Alanın hınca hınç dolmasının yanında yürüyüş kollarının güzergahı da tamamen dolu ve halen yürüyüşlerin başlangıç noktalarından hareket dahi edememiş gruplar bulunmaktaydı. Dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in konuşmasının sonlarına doğru, Taksim Meydanı’nı gören çevredeki bazı yüksek binaların üzerinden, bilinen bazı karanlık odaklarca görevlendirilmiş kişilerce, halkın üzerine yaylım ateşi açıldı. 1 Mayıs 1977 katliamının gerçekleştiği dönemde İstanbul'da Jandarma İl Alay Komutanı olarak görev yapan Ömer Öziskender, 4 Mayıs günü savcılığa verdiği ifadesinde şunları söylüyordu: “Alanda biriken büyük kalabalık esasen tabanca seslerinden ziyade büyük patlamalar sonucu husule gelen sesten paniğe kapıldı ve kalabalıkta büyük dalgalanmalar ve şuursuz bir biçimde kaçmalar başladı. Yığın, yani toplum, özellikle Kazancı Yokuşu'nun başına ve diğer kesimi Tarlabaşı önüne kaçmaya başladı. (...) Benim duyduğum sese göre bu patlamadan mütevellit o bölgede muhakkak tahribat olması lazımdır. Eğer dinamit olsa dahi bir iz bırakması gerekir. Ben bomba veya dinamit atıldığını zannettiğim yerleri dolaştım, bundan mütevellit bina ve sair yerlerde tahribat görmedim. Büyük gürültü çıkaran patlayıcı maddeler panzerlerde görevli emniyet mensuplarında bulunmaktadır." Açılan ateşin ardından panzerlerin 'sinyal çalarak, su sıkarak ve gürültü bombası atarak' yarattığı paniğin ardından 36 insanımız yaşamını yitirdi ve yüzlerce kişi yaralandı. Olay tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçti. 1 Mayıs 1977 katliamı, yükselen toplumsal muhalefeti boğmak, kitle hareketini parçalamak ve bir iç savaş sürecinin zeminlerini örmek amacıyla organize edilmişti. 1 Mayıs 1977 bu anlamda kritik bir dönemeci 1979 yılında Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul'da 1 Mayıs kutlamalarını yasaklandı ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 1 Mayıs’ın meşruluğunu göstermek için sokağa çıkan ve aralarında Türkiye İşçi Partisi (TİP) lideri Behice Boran, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) lideri Ahmet Kaçmaz ve DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk'ün de bulunduğu protestocular, çeşitli siyasi parti üyeleri, sendikacılar ve 1000'e yakın kişiyle birlikte gözaltına alındı. Behice Boran ve 330 Türkiye İşçi Partili 6 Mayıs'ta tutuklandı. 1979 yılında Türkiye çapında 1 Mayıs, kitlesel olarak İzmir Konak Meydanı'nda kutlandı. DİSK’e bağlı bir grup sendika İzmir'de "izinli" 1 Mayıs kutlaması yaptı. 1980 yılında İstanbul ve İzmir’de 1 Mayıs yasaklandı. DİSK ve Türk-İş’e üye bazı sendikalar 30 Nisan’da yasaklamayı protesto eylemleri yaptı. 1 Mayıs günü İstanbul ve İzmir’de izinsiz gösteriler yapıldı. DİSK, 1 Mayısı sıkıyönetimin bulunmadığı Mersin’de kutladı. 1980 sonrası 12 Eylül faşist darbesinin yasaklar zincirinin ilk halkalarında 1 Mayıs da yer alıyordu. Böylece yeni bir yasaklı dönem başladı ve Türkiye tekrar faşist karanlığın pençesi altına girdi. DİSK kapatıldı, Türk-İş’in faaliyetlerine önemli kısıtlamalar getirildi. Binlerce işçi önderi, sendikacı gözaltına alınıp, işkenceden geçirilerek tutuklandı. 1 Mayıs kutlamalarına yasak getirilerek, 1 Mayıs’ın tatil günü olması kaldırıldı. İşçi sınıfının bayramı, birlik, mücadele, dayanışma günü olan 1 Mayıs “yasadışı” bir olay gibi gösterilmeye, bu yönde yoğun anti-propagandalar yapılmaya başlandı. Ama tüm yasaklara ve engellemelere rağmen, birçok işyerinde kısa süreli iş bırakmalar, bayramlaşmalar ve bildiri dağıtılması gibi etkinliklerle, birçok yerde yapılan korsan gösterilerle bu onurlu günün anısının belleklerden silinmesine izin verilmedi. 7 yıllık aradan sonra 1987 ve 1988 yıllarında, sendikalar öncülüğünde bazı milletvekilleri, aydın, sanatçı ve bilim adamları ile birlikte yaklaşık kalabalıkilik bir grup Taksim Anıtı'na 1 Mayıs şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler. Polis sadece milletvekillerinin anıta ulaşmasına izin verdi. 1 Mayıs, yurdun dört bir tarafında yapılan fiili gösteriler ve eylemlerle kutlandı. Yüzlerce kişi gözaltına alındı. 12 Eylül rejiminin korku duvarı yıkılıyordu. 1989 ve 1990 yıllarında 1 Mayıs İstanbul’da yasal olmayan bir gösteriyle ve binlerce kişinin katılımıyla kutlandı. Değişik kollardan Taksim'de “izin”siz biraraya gelen ve çok sayıda farklı gruptan meydana kitleye polis 21 saldırdı. Burada saatlerce süren, dağılan, tekrar toplanan gösterilerde polisin açtığı ateş sonucu 1989 yılında Mehmet Akif Dalcı isimli bir işçi yaşamını yitirirken, 1990 yılında İTÜ Öğrencisi Gülay Beceren yaralanarak felç oldu. Geniş gözaltına alma operasyonlarında yüzlerce kişi gözaltına alındı. Uzun zaman 1 Mayıs’a mesafeli yaklaşan Hak-İş de kendi tarihinde ilk defa 1 Mayıs’ı kutladı. 1991 yılında İstanbul Saraçhane’de bir gösteri yapıldı. Türkİş dokuz ilde ve genel merkezinde 1 Mayıs dolayısıyla salon toplantıları yaptı. Hak-İş 1 Mayıs’ta Ankara’da bir panel düzenledi. 1997 ve 1998 yıllarında 1 Mayıs Türk-İş, DİSK ve KESK tarafından Şişli Abide-i Hürriyet Meydanı’nda kutlandı. Ayrıca Ankara, İzmir ve Türkiye’nin diğer illerinde 1 Mayıs kutlamaları yapıldı. Önceki yıl yaşanan olaylar sonucu katılımda belirli oranda azalma olsa da, yine de onbinlerce kişi alanlarda toplandı. 1992 yılında 1 Mayıs İstanbul Gaziosmanpaşa’da yasal bir mitingle kutlandı. Türk-İş, DİSK ve Hak-İş “1 Mayıs güç birliği ortak bildirisi”ni yayımladı. 1993 yılında Türk-İş 1 Mayıs’ı İstanbul Abide-i Hürriyet Meydanı’nda yaptığı yürüyüş ve mitingle kutlarken, DİSK ise Pendik’te yaptığı mitingle kutladı. Hak-İş Taksim Meydanı’na çelenk koydu. Mitinglerde on binlerce kişi alanları doldurdu. 1999 yılında 1 Mayıs’ı DİSK ve KESK İstanbul’da Şişli Abide-i Hürriyet Meydanı’nda yürüyüş ve gösteriyle kutlarken, Türk-İş ve Hak-İş ise 1 Mayıs’ı salonlarda kutladı. 1994 yılında 1 Mayıs’ı, içinde Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve Kamu Çalışanları Sendikası Platformu’nun yer aldığı Demokrasi Platformu tarafından İstanbul’da Abide-i Hürriyet Meydanı’nda kutlandı. Alan on binlerce işçi tarafından dolduruldu. Ayrıca Türkiye’nin değişik yerlerinde (Ankara, İzmir, Kayseri, Bursa, Samsun ve Antalya’da) kutlamalar yapıldı. 1 Mayıs kutlamalarında, farklı sendikal örgütlerin bütün görüş ayrılıklarına ve farklı sendikal politikalarına rağmen, işçi sınıfının birliğini ve gücünü göstermesi açısından önemli bir adım atılmış oldu. Uzun süre devam eden 1 Mayıs’a mesafeli yaklaşımlar böylece kısmen aşıldı. 1 Mayıs’ın anlamına yakışır tarzda kutlamalar, işçi sınıfının genelini kapsayan bir içerik kazandı. İstanbul ve Ankara'da 1 Mayıs'ı kutladıktan sonra dağılan gruplar polis tarafından coplandı. Sosyal Demokrat Halkçı Parti Milletvekili Salman Kaya da polisten dayak yedi. İki gün sonra milletvekili Salman Kaya'yı döven 3 polis ve Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar görevden alındı. 1995 yılında 1 Mayıs yine Demokrasi Platformu’nun organizasyonuyla İstanbul, İzmir, Adana ve Ankara’da kutlandı. Hak-İş 1994 1 Mayıs’ında bazı sol grupların tavrından duyduğu rahatsızlığı gerekçe göstererek kutlamalara katılmadı. Türkiye’nin dört bir yanında on binler 1 Mayıs’ı büyük bir coşkuyla karşıladı. 1996 yılında 1980 sonrasının en kitlesel mitingi Türkİş, DİSK, Hak-İş ve KESK tarafından Kadıköy’de gerçekleştirildi. Çok sayıda sendika, siyasi parti ve sivil toplum örgütü ile birlikte gelen 150 binden fazla insan Kadıköy'ü doldurdu. Toplantının başladığı saatlerde polis tarafından açılan ateş sonucu 3 işçi (Hasan Albayrak, Yalçın Levent ve Dursun Odabaşı) yaşamını kaybetti, onlarca kişi yaralandı. Geniş gözaltına alma operasyonu yapıldı. 2000 yılında ise 1 Mayıs yine DİSK, Hak-İş, KESK, Türkİş tarafından İstanbul Şişli Abide-i Hürriyet Meydanı’nda yapılan yürüyüş ve gösteriyle kutlandı. Ayrıca Ankara, İzmir ve diğer illerde de 1 Mayıs kutlamaları yapıldı. 2001 yılında 1 Mayıs 44 ilde gerçekleştirildi. Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK’in organize ettiği İstanbul’daki Abide-i Hürriyet Meydanı’nda yapılan gösteriye 100.000’e yakın kişi katıldı. Kitleler IMF politikalarını, yolsuzlukları ve F tipi cezaevlerini protesto etti. 2002 ve 2003 yıllarında Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve KESK’in organizasyonuyla 1 Mayıs başta Şişli Abide-i Hürriyet Meydanı olmak üzere tüm Türkiye’de kutlandı ve 100 binlerce kişi katıldı. İzmir’deki 1 Mayıs’a 50.000’den fazla kişi iştirak etti. Adana’da son yılların en büyük kitlesel gösterisi yapıldı. Ayrıca çok sayıda bölgede renkli ve coşkulu 1 Mayıs kutlamaları gerçekleştirildi. Kitleler IMF politikalarına ve programlarına karşı yoğun tepki gösterdi. Krizin yıkımını yaşayan işçiler, özellikle IMF ve Dünya Bankası sloganlarla alanları doldurdu. 1 Mayıs gösterisi, 2003 Yılında daha çok, savaş karşıtı bir içeriğe büründü. Başta ABD olmak üzere emperyalizm lanetlendi. 2004 yılı 1 Mayıs gösterileri başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere elliye yakın merkezde yapıldı. Sendikalar 22 Meydanı’na girişler sırasında, bazı gruplarla polis arasında gerginlik yaşandı. Kısa süreli gerginlikten sonra binlerce kişinin katılımıyla miting ve kutlamalar devam etti. Hakİş ise Ankara’da 1 Mayıs kutlamaları kapsamında ''Barış ve Demokrasi Şimdi'' sloganıyla Tandoğan Meydanı'nda miting düzenledi. 1 MAYIS MARŞI Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde 1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı İstanbul’da iki ayrı alanda 1 Mayıs’ı kutladı. Türk-İş, Şişli Abide-i Hürriyet Meydanı’nda, DİSK, KESK, TTB, TMMOB ise Saraçhane Meydanı’nda 1 Mayıs gösterilerini organize etti. Saraçhane’deki miting daha geniş katılımlı gerçekleşti. Ama 1 Mayıs’ın iki ayrı meydanda kutlanması, gerekçesi ne olursa olsun işçi sınıfının birliğini ve ortak duruşunu zedeledi. Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir 1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı 2005 ve 2006 yılı 1 Mayıs’ı Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK’in önderliğinde başta Kadıköy olmak üzere 40’dan fazla merkezde kutlandı.. Bu gösterilere yüzbinlerce kişi katıldı. Sosyal güvenlik ve sağlığın özelleştirilmesiyle ilgili yasanın meclisten geçirilmesi protesto edildi. Türk-İş 2006 yılında Ankara merkezli kutlamalar yaptı. Vermeyin insana izin kanması ve susması için Hakkını alması için kitleyi bilinçlendirin Bizlerin ellerindedir gelen ışıklı günler 1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı 2007 yılında İşçi örgütleri 1 Mayıs’ı, 1977 1 Mayısının 30. yıldönümü nedeniyle Taksim Meydanı’nda gerçekleştirmek istedi. Çok sayıda grup binlerce kişiyle Taksim yakınlarında buluşarak kitlesel olarak Taksim’e yürümeye çalıştı. İstanbul’da neredeyse sıkıyönetim ilen edilerek mitinge katılacağından şüphelenilen herkes toplu taşıma araçlarından ve sokaklardan toplandı. Hem bu şekilde hem de Taksim civarında gösterilerde binlerce kişi tutuklandı ve tutuklular spor salonlarına götürüldü. Saldırılarda çok sayıda emekçi yaralandı. 2008 yılının 1 Mayıs kutlamaları İstanbul’da yine devlet terörü altında geçti. Günler öncesinden tırmandırılan gerginlikler ve sıkı güvenlik önlemleriyle Taksim Meydanı yine işgal altına alınarak kutlamalara izin verilmedi. Uygulanan güvenlik önlemleri nedeniyle şehrin önemli ulaşım aksları olan bazı yollar, tren ve deniz ulaşım araç seferleri iptal edildi. Doğrudan sendika ve siyasi parti binalarına yapılan gaz bombalı saldırılarla insanlar binalardan dışarı bile çıkarılmadılar. Saldırılardan hastane, tüm sokak ve caddeler, pastane, restoran ve alışveriş yerleri de nasibini aldı. Günün sonunda ortaya çıkan bilanço; İstanbul genelinde yüzlerce gözaltı, onlarca yaralı, savaş meydanına dönen bir şehir oldu. Polisin son derece sert tavrına rağmen yine de 1 Mayıs kararlılıkla kutlandı. Ankara’da da Türk-İş’e bağlı sendikaların Ankara Şubeleri, KESK Ankara Şubeleri Platformunun öncülüğünde bazı sivil toplum kuruluşları ve siyasi partileri üyelerinin katıldığı 1 Mayıs kutlamalarının yapılacağı Sıhhiye Ulusların gürleyen sesi yeri göğü sarsıyor Halkların nasırlı yumruğu balyoz gibi patlıyor Devrimin şanlı dalgası dünyamızı kaplıyor Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz gider Devrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider (1 Mayıs marşı, B. Brecht'in, Gorki'den sahneye uyarladığı Ana adlı tiyatro oyunu için 1974'te bestelenmiştir. Söz ve müziği Sarper Özsan'a ait olan marş, Cem Karaca ve Dervişan tarafından seslendirilmiştir.) (Yazı içerisinde kullanılan bilgiler için değişik kaynaklardan yararlanıldı) A.Raif FALCIOĞLU 23 1 MAYIS FOTOĞRAF SERGİSİ Mülkiyeliler Birliği, Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve AFSAD Mehmet Özer Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesinin birlikte düzenlediği “İrade ve Israr Yaşasın 1 Mayıs” fotoğraf sergisi 27/ 30 Nisan tarihlerinde Konur Sokak’ta sergilendi. Emek mücadelesinin 129 yıllık öyküsünü anlatan sergi 1 Mayıs’ın, 100. Kutlama yılının anısına açıldı. Sokak sakinlerince ilgiyle izlenen sergi üç gün açık kaldı. 24 ANKARA’DA 1 MAYIS Dünya işçileri ve emekçilerinin bayramı 1 Mayıs Ankara’da kitlesel bir katılımla ve coşkuyla kutlandı. Yıllar süren mücadele ve tüm baskılara rağmen 1 Mayıs’ı işçi bayramı olarak kutlama ısrarı sonucunda 1 Mayıs İşçilerin bayramı ve 1 Mayıs gününün de tatil olarak kabul edilmesi katlımı ve coşkuyu artırmıştır. Krizin ağır yükünü omuzlarında hisseden emekçiler Ankara Garı önünden Sıhhiye’ye doğru taleplerini ifade eden sloganlarla yürüdüler. Saygı duruşu ve yeryüzünün tüm işçilerine, emekçilerine aydınları ve kadınlarına gönderilen selamdan sonra yapılan konuşmalarla zorlu mücadelenin kazanımları anlatıldı ve krizin yükünün patronlara ödetilmesi gereğinin vurgusunu yaptılar. Mülkiyeliler Birliği ve Vakıf Yöneticilerin ve işçilerimizin katıldığı 1 Mayıs Günyüzü’nün türküleri ile sona erdi. Üyelerimiz, Birlik ve Vakıf yöneticilerimiz 1 Mayıs alanındaydı. Birlik çalışanları, işçilerimiz Mülkiyeliler Birliği pankartı altında yürüdüler. 25 1 MAYIS MİTİNGİNDEN GÖRÜNTÜLER Fotoğraflar: Nilgün YALÇIN 26 TİYATRO GÖSTERİSİ Mülkiye Sahnesi, Cebeci kampüsü çevresinde ve ağırlıklı olarak da Siyasal Bilgiler Fakültesi Tiyatro Topluluğu’nda amatör tiyatro ile ilgilenmiş bir grup tarafından 2006 yılının sonbaharında kuruldu. Bir mezunlar topluluğunun kurulmasına dair hayaller, öğrencilik yıllarında etkin olarak tiyatro yapıldığı dönemlerden kökenlenmektedir. Kuruluş tarihinden bugüne kadar geçen aşağı yukarı iki yıllık dönemde verilen emeklerin ve atlatılan türbülansların nihayetinde topluluk, 2007 baharında “Titanik Orkestrası” ile ilk kez seyirci karşısına çıkmıştır. Mülkiye Sahnesi'nin 2009 sezonu oyunu 2 Mayıs 2009 Cumartesi günü Ankara Sanat Tiyatrosu'nda saat 19:00’da seyircisinin karşısına çıktı. Mülkiye Sahnesini sahneye koyduğu Bay Kolpert genç Alman yazar Gieselmann’ın Alfred Hitchcock’un “İp” filminden esinlenerek yazmış olduğu oyun, gündelik hayattan ve toplumun getirdiği fırsatlar ve sınırlardan sıkılmış bir çiftin “insan olmak” için gidebileceği uç noktaları tartışmaya açıyor. Sarah ve Ralph biraz eğlenmek için akşam yemeğine arkadaşları olan bir diğer çifti davet ederler. Sıradan bir başlangıç, garip durumlar, tuhaf sürprizlerle açılarak oyunun sonunda sağ kalanların normallik sendromuna kadar varır. Mülkiye Sahnesi oyuncuları ayakta alkışlandı. 27 GELENEKSEL İNEK BAYRAMI ŞENLİĞİNE ÖĞRENCİLERİN TALEPLERİ DAMGASINI VURDU Fakültemizin geleneksel inek bayramı şenliğine katılan öğretim üyeleri, 68 mezunları ve öğrenciler Prof. Dr. Aziz köklü Salonuna sığmadı. Coşkulu bir kalabalığın katıldığı açılış etkinliği, Dekan Celal Göle’nin sevgili ineklerim diye başlayan konuşması sık sık “ olsaya olsaya küçük anfi sahne olsaya” talebi ve alkışlarıyla kesildi. Dekan Celal Göle “ … İnek bayramı bir bahar bayramı değil bir özeleştiri günüdür. Doğu ve batı kültürünün birlikte yaşandığı” bir gün olduğunu söyledi. Dekan Celal Göle öğrencilere, İletişim Fakültesi’nin Gölbaşı’na taşınacağını ve tarihsel uzantımız olan bu mekanlarda tiyatro yapacak olan arkadaşlarında yararlanabileceğini müjdesini verdi ve Kurumlar geleneklerine sahip çıktıkları sürece yükselirler yücelirler 150 yılıllık bir geleneğe sahip çıkıyor” dedi. Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı Ali Çolak konuşmasında”… 150 yıl önce kurulan fakültemiz ilkleri ve gelenekleri ile anılır. Osmanlı’nın ve Türkiye’nin ilk öğrenci isyanı mülkiyede yapılmıştır Mülkiye’ye yakışanda budur. Mezunlar derneğini 1908 yılında ikinci meşrutiyetin ilanından birkaç ay sonra mülkiyeliler kurmuştur. Bundan 100 yıl önce ilk öğrenci derneğin de mülkiyeliler kurmuştur. Bu gün herkesin öykündüğü ve bahar bayramı olarak kutladığı öğrenci bayramını da Mülkiyelilerindir. İnek bayramı kendi başına bir öğrenci isyanıdır. Eğitim sistemine, 28 yönetim anlayışına isyan vardır. Kazgan dergisi de aynı şekildedir ve Kazan adıyla çıkmıştır. Mülkiyeliler 70 yıl önce öğrenciler kazan kaldırıyor diye yasaklanması üzerine Kazgan ismini alarak isyana devam etmiştir. 1968 öğrenci isyanının lideri de mülkiyeliler olmuştur. 1978 yılında devrimci öğrenci hareketinde de hep mülkiyeliler olmuştur. Eski Yunanlı düşünürler insanı farklı şekillerde tanımlarlar; “insan siyasal bir hayvandır, insan toplumsal bir hayvandır, insan düşünen bir hayvandır” derler. Ama sadece düşünmek hindilere özgüdür, düşüncelerin ifade edilmeye ve örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Ancak o özgürlükler sağlandığı takdirde düşünce özgürlüğü anlam kazanabilir Düşünce ifade ve örgütlenme özgürlüğünün yokluğu durumunda insanlar bunların kıymetini daha fazla anlıyorlar. Biz öyle bir dönemde öğrenci olduk öyle bir dönemde okuduk siz bugün çok şanslı bir dönemde okuyorsunuz. Bizim öğrencilik dönemimizde bu fakültede protesto gösterisi yapmak değil halk oyunları oynamak yasaktı. Neden biliyor musunuz? Diyarbakır yöresi ezgileri isyanı çağrıştırdığı için yasaktı, tiyatro yasaktı, öğrenci derneği yasaktı. Bugün siz küçük anfi sahne olsun diyorsunuz ve belki de küçük anfi sahne olacak. Sahip olduğunuz özgürlüklerin kıymetini onları kaybetmeden önce bilmenizi diliyorum. Hiçbir hak ve özgürlük başkalarının hak ve özgürlüğünü ortadan kaldırmak amacıyla kullanılamaz der evrensel bildirge. Hiçbir hak ve özgürlüğün ve hiçbir provokasyon beklentisinin Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanının kapısını kırılmasını haklı göstermez. Mülkiyeliler birliği böyle bir şeyi haklı göremez. Sizlere düşen hak ve özgürlük alanlarınızı genişletmektir. Başkalarının hak ve özgürlük alanının kısıtlamak değil. İzninizle sizinle inek bayramı günü ne denk gelen bir anımı paylaşmak istiyorum. Biz bu fakültede sadece öğrenci derneği kurup solculuk yapmadık. Bizim kurduğumuz bir başka derneğimiz daha vardı. Adı MAFDER’di, yani mafya derneği. Bizim bir babamız vardı Adanalı Baba Yaşar. Sürekli takım elbiseyle dolaşırdı. MAFDER’in bir anayasasını hazırladık bir de politbürosunu ve merkez komitesini oluşturduk. 1981 yılında yasaklana inek bayramı altı yıl aradan sonra 1987 yılında yeniden kutlanmaya başlandı. O dönemde Baba Yaşar geldi ve “babalıktan ayrılmak” istediğini söyledi. Nedenini sorduğumuzda, “babalık anayasasını ihlal” ettiğini söyledi. Hangi madde olduğunu sorduk “babanın zaafları olamaz maddesini ihlal ettiğini ve aşık olduğunu” söyledi. O dönemde toplu dilekçe vermek yasaktı. Tarih kitaplarından hatırlayın “Aydınlar Dilekçesi” yüzünden bir çok aydın yargılanmıştı. Biz de o dönemin geleneğine uygun olarak bir sevda dilekçesi hazırladık ve birkaç saat içinde 350 imzaya ulaştık. İnek bayramından kısa bir süre önce babamızın aşık olduğu kıza bu sevda dilekçesini verdik. Sevda dilekçemizi babanın aşık olduğu kıza verenlerden birisi şu anda fakültemizde öğretim üyesidir. Konuşmamı inek bayramı geleneğine uygun bir dua ile bitirmek istiyorum, sayın Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Celal Göle’nin dekanlık süresi kadar olmayacağından eminim ama hiç değilse onun yarısı kadar Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanlığını nasip eyle yarabbi. Teşekkür ederim saygılar sunarım inek bayramınız kutlu olsun. A. Ü. Rektörü konuşmasında Mülkiyelilerin her yıl kutladığı bu bayramın TOKİ’nin evlerine benzemediğini bir benzerinin olamayacağını ancak bu şenliği gerçekleştirmenin mülkiyelilere yakıştığını, İnek bayramının 12 dönemine bir tepki olduğunu söyledi. 68 mezunlarının konuşmasından sonra öğretim üyeleri, birlik ve vakıf yöneticileri öğrencilerle birlikte Kolej kavşağına kadar süren geleneksel yürüyüşe katıldılar. 29 30 SBFDER WEB SİTESİ AÇILDI E – BÜLTEN / E – KİTAP SBF Öğrenci Derneği SBF<D>DER'in web sitesi yayın hayatına başladı. Siteye, http:// www.sbfdder.org adresinden ulaşabilirsiniz. Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta Herşey naylondandı o kadar Her ay düzenli olarak yayınlamaya çalıştığımız e – bültenimizin dışında bir e – kitap dizisinin çalışmalarına da başladık. Arkadaşlarımız diziler halinde panel, baskısı bitmiş eski yayınlarımız vb. e kitaplarımızı okuyabilecekler. Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı Ama geyikli geceyi bulmadan önce Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk… (Turgut Uyar) Ankara Üniversitesi ile Protokol İmzalandı... Değerli Üyelerimiz, Ankara Üniversitesi ile Mülkiyeliler Birliği Derneği arasında imzalanan protokol gereği, Birliğimiz üyeleri, Ankara Üniversitesi Sosyal Tesislerinden Ankara Üniversitesi Mezunlar Derneği üyelerine uygulanan indirimli fiyatlarla yararlanabileceklerdir. Bilgilerinize sunulur. Ankara Üniversitesi Sosyal Tesisleri ve indirim oranları: Ankara Üniversitesi Olimpik Yüzme Havuzu Beşevler – Ankara (Tel: 0312.215 55 52) Bireysel üyelik (yıllık) 310 TL Aile üyeliği (yıllık) 625 TL Her girişte 4 TL Akademi Restoran A.Ü. Tandoğan Kampüsü Fen Fakültesi içi (Tel: 0312.215 63 13) Hafta içi her gün öğle saatlerinde (14.30’a kadar) % 30 indirim Diğer zamanlar % 20 indirim Çınar Restoran A.Ü. Cebeci Kampüsü içi (Tel: 0312.319 66 32) % 10 indirim A.Ü. Ilgaz Örsem Tesisleri (Tel: 0366.239 10 61) Mezunlar Derneği üyelerine uygulanan indirim A.Ü. Manavgat Örsem Tesisleri Tel: 0242.763 61 33) Mezunlar Derneği üyelerine uygulanan indirim Çanka Restoran (Tel: 0312.436 63 21) Mezunlar Derneği üyelerine uygulanan indirim 31 MÜLKİYE ARAŞTIRMA MERKEZİ (MAR) YÖNETİM KURULU TOPLANTISI Mülkiye Araştırma Merkezi (MAR) Yönetim Kurulu 8 Mayıs 2009 tarihinde toplandı. Rahmi Aşkın Türeli’nin başkanlığında yapılan toplantıda yönetim kurulu üyeleri Prof. Dr. Aziz Konukman, Ahmet Erhan Çelik ve Erdal Eren hazır bulunurlarken, Fikret Gülen rahatsızlığı nedeniyle toplantıya katılamadı. Yönetim Kurulu toplantısında, MAR bünyesinde halen devam etmekte olan çalışmaların değerlendirilmesinin yanında yapılması planlanan çalışmalara ilişkin hazırlıklar da konuşuldu. Toplantıda öncelikle Kriz Çalışma Grubunun çalışmaları değerlendirildi. Uluslararası finansal krizin ülke ekonomisine olan etkilerinin mevcut verilerin ışığında incelenmesi, hükümet tarafından halihazırda alınan ve alınması planlanan önlemlerin temel politika dökümanları çerçevesinde tartışılması ve uygulamaya konulmasını gerekli gördüğü politika önerilerinin geliştirilmesi çerçevesinde çalışmalarını sürdüren Kriz Çalışma Grubunun elde ettiği sonuçlar ile görüş ve önerilerinin kamuoyu ile paylaşılmasına karar verildi. MAR Yönetim Kurulunda toplumcu bir yerel yönetim anlayışının kuramsal ve uygulamadaki boyutlarıyla tartışılacağı bir çalışma grubunun da oluşturularak faaliyete geçirilmesine karar verdi. Ülkemizde özellikle 1980’li yıllardan bu yana yürütülen ve toplumsal kesimlerin yerine piyasa aktörlerini temel alan liberal muhafazakar belediyecilik ve yerel yönetim anlayışına karşı, toplum yararını ve toplumsal katılımı temel alan bir belediyecilik ve yerel yönetim anlayışının yeniden ve günün koşullarına uyarlanarak hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda, söz konusu çalışma grubunda, yerel yönetimler ve demokratik kitle örgütleriyle işbirliği içinde, toplumcu bir belediyecilik anlayışının soyut ilkeleri ve somut politikalarının geliştirilmesi temel amaç olarak kabul edildi. Ayrıca, Kriz Çalışma Grubu bünyesinde faaliyet göstermek üzere “Tarım” ve “İşgücü Piyasası, İstihdam ve Ücretler” konularında çalışacak iki komitenin kurulması için hazırlıklara başlanılmasına karar verildi. MAR bünyesinde yapılacak çalışmaların Mülkiye topluluğuyla ve kamuoyuyla paylaşılması amacıyla kurulması planlanan web sitesi hazırlıklarında ise son aşamaya gelindi. 32 şubelerden adana şubesi Mülkiyeliler Birliği ADANA ŞUBESİ 150. Yıl Hatıra Ormanı Değerli Mülkiyeliler, Bu yıl okulumuzun kuruluşunun 150. Yılıdır. Mülkiye 150. Yılı Hatıra Ormanını hep beraber kurmak istiyoruz. Bu kapsamda, 22 Mart 2009 Pazar günü saat 11:00 da ağaç dikme törenimize sizleri, eşiniz, çocuklarınızı kısaca tüm ailenizi bekliyor, sevincimizi paylaşmak istiyoruz. Mülkiye 150. Yıl Hatıra Ormanı ağaç dikme törenimizde görüşmek üzere… Adres: Mülkiye 150. Yıl Hatıra Ormanı Kurttepe Mevkii- Adana Barosu Sosyal Tesisler İnşaatı Yanı Çukurova- ADANA bursa şubesi Mülkiyeliler Birliği BURSA ŞUBESİ Nisan Ayı Etkinlikleri 'MÜLKİYE 150.YIL BALOSU' 18 Nisan 2009 Cumartesi Saat 20.00 Bursa Almira Oteli Divan Salonu. Etkinliğimize, Bursa Valisi, Dekanımız ve Yardımcıları, Genel Başkanımız ve Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyelerimiz, Eskişehir Şube Başkanımız katılacaklardır. KOMPOZİSYON YARIŞMASI Yarışma kapsamında derneğimize ulaşan eserler, derneğimiz tarafından yarışma şartlarına uygunluk açısından incelenmiş ve değerlendirme jüri başkanlığına teslim edilmiştir. Yarışmaya katılan eserlerin çokluğu ve hemen hemen tamamının yarışma koşullarına uygun olması, tarafımızca memnuniyetle karşılanmıştır. istanbul şubesi MÜLKİYE 150. YIL YÜRÜYÜŞÜ 150. Yıl Kutlama Programı kapsamında İstanbul’da Dekanımız, bazı Hocalarımız, Genel Merkez’den başkan ve bazı arkadaşlarımız ile Şubelerimizin katılımıyla 18 Nisan 2009 Cumartesi günü “Mülkiye 150. Yıl Yürüyüşü” düzenlendi. Mülkiye’nin İstanbul’daki binalarını kapsayan yürüyüş, Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde yapılan “İstanbul’daki Mülkiye Binaları Sunumu” ile devam etti. İstanbul’daki çok sayıda arkadaşımızın da katılım gösterdiği MÜLKİYE 150. YIL YÜRÜYÜŞÜ’nün Programı şöyleydi: 10.30 10.30 – 11.45 11.45 – 12.30 12.30 – 13.30 Sultanahmet Meydanı Alman Çeşmesi Önünde Buluşma Mülkiye Binalarını Kapsayan Yürüyüş Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine Gidiş İstanbul’daki Mülkiye Binaları Sunumu (fotoğraf için http://www.mulkiyeistanbul.org/?action=galeri&id=25) 33 mersin şubesi Mülkiyeliler Birliği MERSİN ŞUBESİ 150. Yıl Hatıra Ormanı... Mülkiye 150.Yıl Organizasyon Komitesi Yürütme Kuruluna, Mülkiyeliler Birliği Mersin Şubesi olarak yaptığımız aşağıdaki etkinliğimizi sunmak istiyoruz. 12 Nisan 2009 tarihinde 50 civarında Mülkiyeli, eşleri ve çocukları ile birlikte Mersin'in Kuyuluk mevkiinde Mülkiye 150. Yıl Hatıra Ormanı sahasında ağaç diktik. Haber çeşitli yerel gazete ve web sitelerinde de yayımlanmış olup, bunlardan Vilayet sayfasının adresi http://www.mersin.gov.tr/topic.asp?TOPIC_ID=645&FORUM_ID=5&CAT_ID=2&Forum_ Title=Haberler&Topic_Title=%26%238216%3BM%DCLK%DDYE+150%2E+YIL+HATIRA+ORMANI %26%238217%3B+NA+500+F%DDDAN dir. Sayfa ayrıca aşağıdaki şekildedir. Bilgilerinize sunarım. Saygılarımla Çelik Cesuroğlu Mülkiyeliler Birliği Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi "MÜLKİYE 150. YIL HATIRA ORMANI’ NA 500 FİDAN" Mersin Valisi Hüseyin Aksoy, Çevlik Köyü sınırları içerisinde bulunan ‘Mülkiye 150. Yıl Hatıra Ormanı’na fidan dikti. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye’nin kuruluşunun 150. yılı kutlamaları kapsamında gerçekleşen fidan dikim etkinliğine ailesi ile birlikte katılan Vali Aksoy, hatıra ormanına fidan dikti. Fidan dikimi öncesi duygularını dile getiren Vali Aksoy, Mülkiye’nin, Türkiye’de bir çok alanda nitelikli insan yetiştirme adına faaliyet içerisinde olduğunu, ülkenin sosyal ve kültürel alanda kalkınmasına önemli katkılarda bulunduğunu kaydederek, bu okulun mensubu olmaktan her zaman gurur duyduğunu söyledi. Mersin’in, geçtiğimiz yıl, en çok fidan diken il olarak Türkiye birincisi olduğunu hatırlatan Aksoy, “Hedefimiz, ağaçlandırma çalışmalarımızı bu yıl da aynı hızla sürdürmek ve yine birinciliği elde etmektir. Bu anlamda, sosyal sorumluluk örneği olarak gördüğümüz ağaçlandırma çalışmalarımızın, o faaliyetlere de katkısı olacaktır. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.”dedi. Mersin Orman Bölge Müdürü Mustafa Gözükara da, içinde yaşadığımız yüzyılın en önemli sorunlardan birisinin, küresel ısınma-iklim değişikliği olduğunu, bunun çözümünün ise, yeşil dokunun artırılmasından geçtiğini söyledi. Mülkiyeliler Birliği Mersin Şubesi Başkanı Celalettin Çıplak ise, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin, ülkemize çağdaş, siyasal bilgilerle donatılmış, iktisat sahibi yöneticikadrolar yetiştirmek üzere kurulduğunu kaydederek, “1859 yılında kurulan okulumuzda Bakanlarımız, Başbakanlarımız, Valilerimiz, Kaymakamlarımız, Dışişleri mensuplarımız, Büyükelçilerimiz, bu ülkeye 150 yıldır hizmet etmektedirler. Onun için çok gururluyuz. Böyle bir faaliyette yanımızda oldukları için sayın Valimize teşekkür ediyoruz.”dedi. Konuşmaların ardından Vali Aksoy, beraberindekilerle birlikte Hatıra Ormanı’na fidan dikti. Yaklaşık iki hektarlık alana, fıstıkçamı, defne, ıhlamur ve servi fidanları olmak üzere 500 fidan dikildi. 12.04.2009 34 izmir şubesi MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ İZMİR ŞUBESİ 150.YIL Nisan ayı etkinleri Doğa Yürüyüşleri 05 Nisan 2009 Çukurköy-Suuçan Şelalesi 19 Nisan 2009 Hatundere-Dumanlıdağ 12 Nisan 2009 26 Nisan 2009 Çamiçi-Karaköy-Çamiçi Belevi-Şirince Sempozyum 10 Nisan 2009 DEÜ Prof.Dr. Hüsnü Erkan “Bilgi Çağında Farkındalık ve Kişisel Gelişim” 13 Nisan 2009 Bejan Matur şiiri üzerine Şiir Gecesi Söyleşi 17 Nisan 2009 Yılmaz Karakoyunlu “Güz Sancısı 6-7 Eylül Olayları” 18-26 Nisan TÜYAP İzmir Kitap Fuarına katılım. Konser 24 Nisan 2009 Mülkiye İzmir THM Korosu Felsefe Söyleşisi 30 Nisan 2009 Doç.Dr.Nilgün Toker “Geçmişten Geleceğe Demokrasi” 35 Doğa Yürüyüşleri 05 Nisan 2009 Çukurköy-Suuçan Şelalesi 19 Nisan 2009 Hatundere-Dumanlıdağ 12 Nisan 2009 26 Nisan 2009 Çamiçi-Karaköy-Çamiçi Belevi-Şirince 36 Felsefe Söyleşisinden Fotoğraflar Kitap Fuarından Fotoğraflar 37 mülkiye’de öğrenci olmak cevat vural Size şimdi çok nefis bir MÜLKİYELİ’den bahsedeceğim. 1941-1953 yıllarında, Siyasal Bilgiler Okulu ve Fakültesinde İdare Hukuku Profesörlüğü yapan İsmail Hakkı Göreli Beyefendi'nin özgeçmişini merak eden Mülkiye Tarihi'nden okuyup öğrenebilir. Benim anlatacaklarım, hiçbir yerde yazılı değildir. Hangi şekilde olursa olsun, müdahale etmelerinin ne kadar yanlış olduğunu uzun uzadıya anlattı.Karşılıklı, okul hatıralarımızı konuştuk. Mitingin bittiği haber gelince, aşağıya irdik, tekrar elini öpüp, hocamı uğurladım. Okulumuzda hocalığa başladığı ilk ayın sonunda, maaş mutemedi, kendisine ücretini götürünce, "Nedir bu, Mülkiyelilere hocalık yapmak şerefi bana yetmiyor mu ki, bir de maaş getiriyorsunuz" diyerek adamı geri çevirmiş, İsmail Hakkı Göreli, bu Profesörlüğü süresince, önceleri iki atlı bir fayton, daha sonra HİLMAN marka küçük, külüstür bir otomobil olan, okul müdürlüğünün makam arabası ile gelip gitmişti. Aldığı bütün ücret de bu nakliye hizmetinden ibaretti. 15 gön sonra CHP adayları, Derinkuyu'ya tekrar geldiler, fakat aralarında hocam yoktu, Adaylardan, halazadem olan Gafur Soylu’ya İsmail Hakkı Göreli Beyin niçin gelmediğini sordum "Bırak yahu, ne biçim adammış o hocanız, bütün kaymakamlar benim örgencim, ola kî bana yardım olsun diye seçimlerde kanunsuz bir davranışta bulunmaya kalkışırlar, diyerek adaylıktan istifa edip gitti” dedi. Seçim sonuçları mı? Demokrat Parti tulum çıkardı. Nasıl çıkarmasın ki? Nevşehir’in bir ilçesi olan Kaymakamlık 14 Mayıs 1950 genel seçimleri dahil, bir çok köyümüzde sırasında, Niğde İline bağlı CHP’nin Yönetim Kurulu Nevşehir İlçesi'nin Derinkuyu Başkanı ve üyeleri ile, seçim sandıkları başındaki parti Bucağı'nda, Bucak Müdürlüğü stajımı yapıyordum. temsilcileri bile, oylarını Demokrat Partiye vermişler, CHP'nin milletvekili aday listesinde. İçişleri Bakanı CHP ye bir oy bile çıkmamıştı. M. Emin Eriş İrgil, İzmir Valisi Şefik Soyer, Emniyet Genel Müdürü Gafur Soylu ve bir de Profesör İsmail Hakkı Göreli vardı. Ve bir gün, bu şöhretli adaylar, Cüssesi çok küçük ve çelimsiz, fakat yüreği ve insan seçim mitingi yapmak üzere Derinkuyu'ya geldiler. sevgisi dev gibi olan bu Hocamı son defa. 1952 yılında, Kimliklerini söylediğim bu zevata "Hoş geldiniz” kaymakamlık kursu sonunda yapılan “İmtihan Heyeti” demek için, Bucak Müdürlüğü binasının önüne içinde gördüm. İmtihan heyetinin bir üyesi de İçişleri çıkmamı çok görmezsiniz her halde öyle yaptım. Bakanı Ethem Menderes'di, fakat Heyet Başkanı Kapımın önünde elini öptüğüm hocam, diğerlerine Prof İsmail Hakkı Göre idi. Siyasi görüşleri birbirine hoş geldiniz dememe bile fırsat vermeden koluma tamamen zıt olmasına rağmen, Ethem Menderes Bey, girip "Hadi bakalım, bana Bucak Müdürlüğü binasını rahmetti hocamıza bir öğrencisi kadar kadar saygı gezdir, makamında bir kahve İçir diyerek, beni tekrar gösteriyordu. Çünkü buna layıktı. Çünkü O, Mülkiyeli binanın içine soktu, odama çıktık. İdare amirlerinin bir şövalye idi… seçimlere ve seçim sonuçlarına, 38 üyelerden alime mitap Salihli’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset ve İdare Bölümü’nü bitirdi. İzmir’de Kadir ATA ve Fahir AKSOY atölyelerinde resim çalıştı. İlk sergisini 1988’de İstanbul’da açtı. Bu sergide yer alan tablolar, Belge Yayınevi’nce ‘EYLÜL KARANLIĞINDAN’ adı altında bir kitap olarak yayınlandı. Sanatçının, 12 Eylül dönemindeki siyasi tutsaklıklar ve cezaevleri sürecinde, doğrudan yaşamış olduğu ya da tanık olduğu olaylara ilişkin izlenimlerini içeren bu resimleri, önce İstanbul’da, daha sonra Ankara’da ve Dikili Festivali’nde; yurt dışında, Almanya, Fransa, İsviçre ve Hollanda’da çeşitli kentlerde sergilendi. 1990 yılı Kasım ayında, aldığı davet üzerine Strasbourg’da düzenlenen ‘Türkiyeli Sanatçılar Karma Sergisi’ ne katıldı. Resimleri, yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli kurumlarda ve bazı özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Mitap, 1990-2005 yılları arasında, Bornova Belediyesi Sanat Danışmanı olarak görev yaptı. Çok sayıda kültür etkinlikleri düzenledi. Deneme, öykü ve desenleri ile ‘Tarih Boyunca Sanat’ başlığı altındaki yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayınlandı. ‘Eylül Karanlığından’ ın yanı sıra, Bornova Belediyesi kültür etkinlikleri dokümanlarından yararlanarak hazırladığı ‘Kitap Günleri’ adlı derlemesi yayınlandı. Ayrıca, John Stuart Mill’in ‘On Liberty’ (Özgürlük Üstüne) adlı kitabının çevirisini yaptı. 2004-2005 yıllarında Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi ikinci Başkanı olarak görev yapan Mitap, 2005 yılında Çiğli Belediyesi Kültür Müdürlüğü’ne atandı. 2008’de, Çiğli Belediyesi Kültür Müdürlüğü bünyesinde düzenlediği, İlköğretim okullarının 4. ve 5. Sınıfları arasında yapılan, “Dünya Yalnız Bizim Değil” adlı resim,şiir ve kompozisyon yarışmaları, ulusal basında geniş yankı yaptı. Çevre savunucusu yazarlarca ve çeşitli çevre örgütlerince, Türkiye'de doğa ve hayvan haklarının genel "hak mücadeleleri" ne eklemlenmesine yönelik gösterilen çabanın olumlu bir sonucu; genç kuşaklara çevre bilinci vermeyi amaçlayan, önemli ve örnek bir girişim olarak değerlendirildi. 2008 Temmuzundan bu yana İzmir’de Çiğli Belediyesi Başkan Danışmanı olarak görev yapmakta olan Alime Mitap, aynı zamanda 2008 Ağustosunda Allianoi Girişim Grubu dönem sözcülüğüne getirildi. 39 “YAŞAM BİZE ÇİRKİN YÜZLERİNİ GÖSTERSE DE, DOĞA’ NIN GÜZEL ÇİÇEKLERİNİ TOPLAYIP, MASAMIZIN ÜSTÜNE KOYMASINI BİLİRİZ.” Bu satırların yazılı olduğu kağıdı, Koral’ın ölümünden sonra, eşi Ayşe, bir kitabın sayfaları arasında bulmuştu. Kargacık burgacık bir yazıyla, henüz elleri kalem tutabilirken yazmış olmalıydı bunu Koral. Kitapta rastladığı bu satırlardan çok etkilenmişti belli ki. 1973-74 eğitim dönemiydi yanılmıyorsam. Bir gün Büyük Anfi’nin önünde, dersin başlama saatini bekliyordum ki, Fakülte’nin koridorlarında bir kız öğrencinin kahkahaları yankılandı. Dönüp baktım. Bu denli içten, böylesine güzel gülen kimdi ?!... 4-5 kişilik bir gruptu ilk bakışta gördüğüm. Koridorda yürüyorlar, bir yandan da hararetli, neşeli tavırlarla konuşuyorlardı. Uzun kahverengi saçları olan, oldukça güzel kız, gülmeye devam ediyor; önde yürüyen siyah, gür bıyıklı delikanlı, yüzünde muzip bir ifadeyle bir şeyler anlatıyordu. Diğerlerinin ancak koşarak yetişebildiği bu parkalı genç, hızlı adımlarla ikinci katın merdivenlerine yöneldi. Ve hep birlikte gözden kayboldular. Ayşe ve Koral’dan başkası değildi o ikisi. Zaman içinde hayatlarını birleştirecekler; Siyasal’ın koridorundaki o ışıklı yürüyüşlerini, yıllarca (yaşamları boyunca) sürdüreceklerdi. 12 Eylül karanlığı, bizim kuşağı darmadağın edip dört bir yana savurdu. Uzun süre haber alamadık birbirimizden . Yıllar sonra (20-25 yıl ) İzmir’de karşılaştığımızda, geçen zamanın Koral’a hiç de adil davranmadığını gördüm. Sinsi bir hastalık ağır ağır, içten içe avucuna almış; tekerlekli sandalyeye mahkum etmişti onu. Ancak, şaşkınlığım ve üzüntüm kısa sürdü. Çünkü Koral, yaşam doluydu. Karşılıklı konuşmalarımız sırasında görüyordum ki, hastalık, onun beynine, düşüncelerine zarar verememiş, yaşama sevincini azaltamamıştı. Ayşe, bütün sevecenliği ve neşesiyle yanıbaşındaydı. Bir de kardeşi Oral, hiç bırakmıyordu ağabeyini. Toplantılara, kitap fuarlarına, 4 Aralık balolarına katılırlardı hepbirlikte. Oral’ın eşi Engin ve kızları da bu sevgi çemberini tamamlıyorlardı. 40 - Babamın doğum tarihi 19 mayıs 1919. demişti bir gün Koral. Şaka yaptığını sandım. Yüzüne dikkatlice baktım bir süre. Ama şaka değildi. Gerçekten de o tarihte doğmuştu Orhan Amca. - Babam, bunu çok önemser. diye eklemişti ardından. O yaşlı çınarla (Koral’ın babasıyla) karşılaştığımda, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı gün yaşama merhaba demiş bir insanla birarada olmanın heyecanını duymuştum… Evleri yakındı. Son yıllarda, Koral biraz güçten düşmüştü. Ayşe, günün belli saatlerinde, Orhan Amca’nın gelip Koral’a kitap okuduğunu anlatırdı . 88 yaşındaki bir babanın oğluna kitap okuması; kitaptaki konular çerçevesinde zaman zaman okumayı bir yana bırakıp coşkulu sohbetlere dalmaları; sevgi ve coşkuyla renklendirdikleri bu zaman dilimlerini doyasıya yaşamaları, ne denli hayranlık uyandırıcı bir olaydı. Koral, son yıllarda konuşma güçlüğü çekmeye başlamıştı. Bu onu üzüyordu. -Düşünüyorum, pek çok şey söylemek istiyorum ama bunu yapamıyorum. Bu, zor bir durum. diye yakınırdı, birebir sohbetlerimizde. Ben de ona, birçok sağlıklı insandan daha sağlam bir kafaya sahip olduğunu; konuşmakta zorluk çekse de, önemli şeyler anlattığını söylerdim. Bunu, teselli olsun diye söylemiyordum. Gerçekten de tanıdığım birçok “sözde sağlıklı” insandan daha derin düşünen, devrimci bakışıyla olayları doğru değerlendiren bir arkadaştı Koral. “Sosyal demokrasiye” tahammülü yoktu. Sohbetlerimiz sırasında, -Sosyal demokrasi, uzlaşmacılık’tır. Varlık nedeni bu zaten. Ne beklenir sosyal demokratlardan!.. der; onların işi, statükoyu savunmak ve korumak. diye eklerdi. İnsanlık ve ülke sorunlarını kendisine öylesine dert ederdi ki, haber saatlerini hiç kaçırmaz; Demokrat Radyo’daki “Çevre Programı” nı düzenli olarak dinlerdi. Bunu bilen çevre hareketi yürütücüsü arkadaşlar, radyoda, sözgelimi, “Ormanlarımızın nasıl talan edildiğini” anlatırken, ara verip, - Şu an bizi dinlemekte olan Sevgili dostumuz Koral Dünyaoğullarını buradan selamlıyoruz . derlerdi. İnsanoğlunun, özgürlük ve barış içinde, doğaya saygılı bir yaşam idealinin neferlerinden biriydi o. Her anımsadığımızda, ilkeli duruşu, coşkulu tavırları bize güç vermeye devam edecek. 2008’in 27 Şubat’ında yitirdiğimiz Koral Dünyaoğulları, bizim için, arkadaşları ve dostları için yaşamın en güzel yüzlerinden biriydi. Sevgili Koral, sen gideli bir yıl oldu. Ama öldüğüne hala inanamıyoruz. Sen, “Doğa’nın en güzel çiçeklerini toplayıp, masana koymasını” bilmiştin. Biz de seni anılarımızın en üstünde bir yerde, çiçekler içinde yaşatacağız… Alime Mitap 2009 41 hamit tiryaki Türkiye İş Kurumu Başmüfettişi İşsizlik Sigortası Fonunun Cazibesi Giriş İşsizlik Sigortası Kanunu 25.08.1999 tarihinde kabul edilerek o zamana kadar tasarrufu teşvik adı altında işçi ve işverenden kesilen paralar işsizlik sigortası primine dönüştürülerek işsizlik sigortası fonu oluşturulmuştur. İşsizlik sigortası, bir iş ya da iş yerinde çalışırken, çalışma istek, yetenek, sağlık ve yeterliliğinde olmasına karşın tamamen kendi istek ve kusuru dışında işini kaybeden çalışanlara bir yandan yeni bir iş bulunmasına gayret edilirken, diğer yandan da bunların işsiz kalmaları nedeni ile uğradıkları gelir kaybını kısmen de olsa karşılayarak, kendisinin ve ailesinin zor duruma düşmesini önlemek amacı ile belli süre ve ölçüde ödemeyi kapsayan, sigortacılık tekniği ile faaliyet gösteren, Devlet tarafından kurulmuş, zorunlu bir sigorta koludur. Çağımızın modern devletlerinde vatandaşların en önemli haklarından biri de sosyal güvenlik hakkıdır. Sosyal güvenlik hakkı, değişen toplum yapısı ve sosyal ilişkiler ağı içerisinde gittikçe gelişen ve önem kazanan kavramların başında gelmektedir. Günümüzde istihdam sorunu, tüm ülkelerde en önemli sorunlardan biri olmaya devam etmektedir. Bir ülkede üretimde bulunamayanların sayısındaki artış, sadece çalışanların üzerindeki yükü artırmakla kalmamakta, aynı zamanda pek çok ekonomik ve sosyal sorunu da beraberinde getirmektedir. İşsizliği toplum ve birey açısından olmak üzere iki biçimde tanımlamak mümkündür. Toplum açısından işsizlik, üretken kaynakların kullanılmaması anlamını taşır. Birey açısından ise, çalışma istek ve yeteneği bulunmasına ve çalışmaya hazır durumda olmasına rağmen, kişinin çalışma imkânı bulamamasıdır. Bunun sonucu ise, işten doğan gelirin kesilmiş olmasıdır. Ülkemizde ise hızlı nüfus artışı, köyden kente göç ile sanayi ve hizmetler sektörünün yeterince gelişmemesi gibi nedenlerle, temelde yapısal bir işsizlik sorunu vardır. Üretim sürecindeki değişikliklere bağlı olarak ortaya çıkan gizli işsizlik ve eksik istihdamın yanında çalışırken çeşitli nedenlerle işini yitirenlerin sayısı da giderek artmaktadır. 42 Bu nedenle ülkeler, işsizliğin sebeplerini gidermek amacıyla ekonominin istihdam kapasitesini genişletici, tasarrufu, yatırımları ve üretim teknolojilerini geliştirici, işgücü piyasasına dönük etkin önlemlere yönelik uzun vadeli politikalar ile işsizliğin sonuçlarını giderici, geçici gelir kayıplarını ya da azalışlarını tazmin edici, yeni iş bulununcaya ya da yeniden istihdam imkânı verecek olan eğitim tamamlanıncaya kadar gelir kayıplarını karşılayarak gelir devamlılığı sağlayacak politikaları uygulamak zorundadırlar Ekonomik büyümenin yanı sıra sosyal gelişmenin sağlanması ve gelirin topluma adil ve dengeli bir biçimde yaygınlaştırılması, sosyal adaletin sağlanması bakımından “Sosyal Devlet” anlayışının bir gereğidir. Nitekim, Anayasamızın “Çalışma Hakkı ve Ödevi” başlığını taşıyan 49 uncu maddesinde “Devlet işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır” denilmektedir. Gelir güvencesi hem çalışma hakkının bir uzantısı olmakta, hem de sosyal güvenliğin yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Sonuç olarak; çalışanlara işsiz kaldıkları dönemde gelir güvencesi getiren, işverenlere de teknolojik değişmelere bağlı yapısal bazı değişiklikleri gerçekleştirme imkânı sağlayan işsizlik sigortasının çalışma yaşamımıza getirilmesi hem sosyal devlet ilkesinin, hem de çağdaş ve demokratik dünya ile bütünleşme hedefimizin bir gereği olarak düşünülmektedir1. Yasama organının yukarıda belirtilen gerekçelerle kurduğu işsizlik sigortası fonunun 10 yıllık bir dönemde ulaştığı büyüklüğü ve yine yasama organınca çıkarılan yasalarla küçültülmesi makalemizin konusunu oluşturmaktadır. İşsizlik Sigortası Fonunun Yıllara Göre Büyümesi 1999 Yılında yasası kabul edilip 01.06.2000 tarihinden itibaren uygulanmaya başlayan işsizlik sigortası ve ödemelerin yapılacağı fonun 2008 sonuna kadar ulaştığı büyüklüğü, konsolide devlet bütçesinin gerçekleşen gelir ve gider rakamlarıyla yanyana sütunlarda göstermek istediğimizde ilginç sayısal veriler ve eğilimlere ulaşılmaktadır. Tablo:1 Türkiye Bütçesi ve Fon Mevcudu* (1000 TL) Yıllar 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Bütçe Büyüklükleri (Gerçekleşen) Gider Gelir İşsizlik Sigortası Fonu (Aralık sonu) 46.705.028 80.579.065 115.682.350 140.454.842 141.020.860 159.165.000 175.304.000 204.068.000 225.967.000 33.440.143 51.542.970 75.592.324 100.250.427 110.720.859 152.712.000 171.309.000 190.360.000 208.898.000 362.1271 2.207.558 4.979.089 8.928.984 13.302.295 18.003.411 23.683.009 30.641.836 38.256.993 Fon/bütçe Gider Gelir 1,08 4,28 6,58 8,90 12,01 11,78 13,82 16,09 18,31 0,77 2,73 4,30 6,35 9,43 11,31 13,50 15,01 16,93 Yeniden değerleme oranı (%) 56 53,2 59 28,5 11,2 9,8 7,8 7,2 12 *Tablo Maliye bakanlığı verilerinden ve işsizlik sigortası bültenlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Tablo 1’de görüldüğü gibi işsizlik sigortası fonunda 2000 yılı sonunda 362.127.000 TL var iken dokuz yıllık birikimin ardından büyüklüğü 38.256.993.000 TL’ye ulaşmıştır. Bu sayısal değer zaman içinde bütçenin gider/gelir büyüklüğü artışından çok daha fazla olmuştur. İşsizlik Sigortası Fonu ilk yıldan itibaren çevrilerek büyüyen kartopu gibi ilk yıllar bütçenin 1’i, 4’ü, 8’i iken sonraki yıllarda bütçenin %20 sini oluşturacak büyüklüğe ulaşacak kadar büyümüştür. Devlet bütçe gelir ve gider büyüklükleri zaman içinde istikrar gösterirken fon varlığı zaman içinde artma eğiliminde olmuştur. 1 İşsizlik Sigortası Fonu ile gider bütçesinin yıllar içindeki büyüklüklerinin sayısal İşsizlik sigortası kanunu genel gerekçesi. 43 değerleri bu dokuz yıllık süreç içinde artış eğilimine göre değerlendirildiğinde fon (diğer her şeyin eşit olduğunu varsaydığımızda) 2049 Yılında devletin gider bütçesiyle eşleşecek hatta %1,599 oranında da daha büyük olacaktır2. Aynı hesaplamayı bütçe gelirleri yönünden de yaptığımızda ise 2048 Yılında yani 39 yıl sonra işsizlik sigortası fonunun devlet bütçe gelirleriyle eşdeğer bir büyüklüğe ulaşacağını öngörmekteyiz. Kısaca fon bu haliyle gelecekte de büyümeye devam edecek ve yaklaşık 40 yıl sonra tüm Türkiye’nin bir yıllık tüm ihtiyaçları ve yatırımı için öngörülüp harcanan bir büyüklüğe ulaşacaktır. Sayısal değerlerin ve fon büyüme eğiliminin daha net görülebilmesi için sabit sayılarla değişim ve gelişimi ifade etmek için 2000 Yılından itibaren devlet bütçe gider ve gelirlerinde görülen değişimlerle fon mevcudundaki değişimleri daha rahat görebilmek için yeniden değerleme oranları esas alınarak ve 2000 yılındaki büyüklükleri 100 kabul ederek yaptığımız hesaplamaya3 göre yıllar içindeki değişim Tablo:2’de gösterilmiştir. Tablo:2 Sabit Fiyatlarla (Yeniden Değerleme Oranı) Bütçe ve Fon Büyüklükleri Yıllar 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Bütçe büyüklüğü (Gerçekleşen) Gider Gelir 100 111 104 79 62 63 63 68 70 İşsizlik Sigortası Fonu (Aralık sonu) İkinci Tüm Altı aylık Yıl dönem 100 100 391 195 575 288 649 324 752 376 916 458 1097 548 1317 658 1533 767 100 99 95 79 68 84 86 89 91 Tablo bütçe ve fon rakamlarının yeniden değerleme oranına göre 2000 yılı 100 esas alınarak hazırlanmış, tablo:1’de yer alan sayısal değerler dikkate alınarak hesaplamalar yapılmıştır. Tablo:2’de görüldüğü gibi yeniden değerleme oranları esas alınarak sabit fiyatlarla dokuz yıllık dönemde bütçe gelir ve gider büyüklüklerinin 2000 Yılına nazaran küçüldüğünü, daha fazla gelir elde edilirken daha az harcama yapıldığını buna karşın işsizlik sigortası fonunun sürekli bir şekilde büyüyüp 2000 yılına göre 8 - 15 kat artan bir hacme ulaştığını söyleyebiliriz. Yeniden değerleme oranlarının yıllık enflasyon (tüfe) rakamlarına göre daha yüksek olması karşısında 2������������������������������������������������������������������������������������������������������ Excel programı yardımıyla ilk dokuz yıldaki artış eğilimlerindeki değerler üzerinden seri örüntü ola� rak tamamlanarak 100 değerine 2049 yılına karşılık gelen satırda görülmüştür. 2000 Yılına ait işsizlik sigorta� sındaki mevcudu tüm yıla göre de hesapladığımızda yani temmuzdan aralık ayında kadar olan birikime göre 12 ayda olabilecek büyüklük esas alınarak yeniden hesaplama yaptığımızda aynı değerlere ulaşma süresinin sadece bir yıl uzadığı hesaplanmıştır. 3���������������������������� Yeniden değerleme oranı, enflasyon ������������������������������������������������������������������������ oranı esas alınarak bütçe gelir, gider büyüklükleriyle fon büyük� lüğünü sabit fiyatlarla hesaplamak için 2000 yılındaki verileri 100 sayısı ile gösterdikten sonra 2000 yılındaki rakam karşılaştırılacağı yıla kadar olan enflasyon/yeniden değerleme oranına göre artırılmış, 2000 yılındaki rakam 100 ise artırılan rakam (o yıla ait rakam) kaçtır hesaplaması yapılarak bulunan sayılar tabloda gösteril� miştir. 44 yukarıda yapılan hesaplama enflasyon oranlarına göre sabitlenerek aynı değerler Tablo:3’de gösterilmiştir. Tablo:3 Sabit Fiyatlarla (Yıllık Enflasyon Rakamlarıyla) Bütçe ve Fon Büyüklükleri Yıllar 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Bütçe büyüklüğü (Gerçekleşen) Gider Gelir 100 154 117 109 96 95 102 107 112 İşsizlik Sigortası Fonu (Aralık sonu) İkinci Tüm Altı aylık Yıl dönem 100 100 545 272 652 326 893 447 1168 584 1389 695 1781 891 2067 1034 2437 1219 100 138 107 109 105 128 140 139 144 Tablo:3’de de görüldüğü üzere gerçekleşen devlet bütçe gelir ve gider büyüklükleri dokuz yıllık zaman diliminde artma eğilimi içinde olmuş, gelirler giderlere nazaran çok daha fazla artmıştır. Farklı bir ifadeyle devletimiz elde ettiği gelirlere göre geçmiş dokuz yıllık süreçte daha az harcama yapmıştır. Buna karşın işsizlik sigortası fonunda biriken paralar bu dönemde yaklaşık 12 ila 24 4 kat artmıştır. Fon 2001 yılında bir önceki yıla göre 4,5 kat, 2002 yılında 0,70 oranında büyümüşken sonraki yıllarda büyümesi ortalama 0,20 civarında olmuş, bu eğilim az çok istikrar kazanmıştır. Her iki hesaplamanın ortaya koyduğu bir gerçek fon büyüklüğü düzenli olarak artmaya devam ederken devletin eskiye nazaran daha az gider yaptığı ama daha fazla gelir topladığıdır. İşsizlik sigortası fonu zaman içinde bu şekilde reel olarak büyürken fonun kendi içindeki gelir ve gider rakamlarına, fon büyüklüğünün nasıl değerlendirildiğine ilişkin reel değerlere de bakılmadığında büyümenin de fonun dönüşümü de rahat anlaşılmayacaktır. Tablo :4 İşsizlik Sigortası Fonu Gelir ve Giderleri* Gelir ve Giderler İşçi işveren primleri Gecikme zammı Hazine payı İdari para cezaları Faiz geliri İadeler Toplam gelir İşsizlik sigortası giderleri2 İşsizlere ödenen ödenekler Ücret garanti fonu gideri Ücret garanti fonu İşsizlik sigortası fonu TOPLAM FON VARLIĞI Kısa çalış.ödeneği ödemesi 30 Kasım 2008 İtibarıyla (1000 TL) Aralık /2008 12.884.508 274.182 297.395 4.365.117 11.744 23.371.435 26.733 40.956.934 1.564.803 1.828.703 9.614 92.371 37.461.442 37.553.813 97 3.719. 91.394 167 519.627 2.718 891.810 26.467 66.657 35 59 31.12.2008 itibarıyla 13.158.691 301.115 4.456.511 11.911 23.891.062 29.452 41.848.744 1.591.270 1.895.361 9.650 95.470 38.256.993 38.352.463 156 4 2000 Yılının haziran (haziran primleri ssk tarafından sonraki ayın 15’ınde Kuruma aktardığından) ayından itibaren işsizlik sigortası fonuna para akışı olduğundan için baz alınan yıla ait toplam rakamı iki katı olarak esas almak değerlendirmeyi daha sağlıklı yapacağı için yapılan hesaplama sonucunda 2000 yılana ait fon toplamını 724.254.000 TL olarak esas aldığımızda reel büyüme rakamı yaklaşık %800 çıkmaktadır. 45 *İşsizlik sigortası bültenlerinden derlenen rakamlarla tablo oluşturulmuştur. Tablodan da görüleceği üzere Ücret Garanti Fonu dahil İşsizlik Sigortası toplam fon varlığı 38 Milyar TL.’yi aşmıştır. Fon gelir kalemleri içinde en büyük kısmı yaklaşık 24 Milyar lira ile faiz geliri oluşturmakta, bunu işçi işveren primleri yaklaşık 13 Milyar lira ile izlemektedir. Fonun en büyük gideri ise işsizlere işsizlik ödeneği olarak ödenen yaklaşık 2 Milyar liralık ödemeyi, 1,5 Milyarlık işsizlik sigortası fonu giderleri izlemektedir. Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere 2008 Yılı sonu itibarıyla işsizlere fonun yalnızca %5’i nakit olarak ödenmiştir. İşsizlik sigortası fonunda biriken paraların dokuz yıllık süreçte yatırım araçlarında değerlendirilmesinden elde edilen gelir artışları oran olarak o yıla ait enflasyon ve yeniden değerleme rakamlarıyla birlikte Tablo:5’de gösterilmiştir. Tablo:5 Fon Varlığının Yıllar İçinde Değerlendirilmesi * Yıllar Fon Tüfe 2000 (temmuz-aralık dönemi) 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 23,3 107,3 68,8 49,6 29,3 21,3 17,9 16,4 17,1 11,9 88,6 30,8 13,9 13,8 2,6 11,5 5,9 8,1 Yeniden değerleme 56 53,2 59 28,5 11,2 9,8 7,8 7,2 12 *İşsizlik sigortası bültenlerinden ve Türkiye İstatistik Kurumu verilerinden yararlanılarak tablo oluşturulmuştur. Tablo:5’den de görüleceği üzere fon değerleri, uygun yatırım araçlarında yıllar içinde değerlendirildiğinde aynı dönemdeki fiyat artışlarından daha fazla bir getiri elde edilecek şekilde kullanılmıştır. Her yıl gerçekleştirilen bu reel gelir artışı fonun olması gerekenden daha büyük bir değere ulaşmasını sağlamıştır. İşsizlik Sigortası Fonu 1999 Yılında oluşturulurken biraz fazla tedbirli davranılarak fon kaynaklarının kısa sürede bitmemesi için gelirlerin yüksek, olası giderlerin ise (işsizlik ödeneklerinin) az olması amaçlanmış, ancak zaman içinde ilkelerde yenilenme yapılmadığı için çalışırken işsiz kalanların sorunlarını hafifletmekten ziyade ciddi kaynakların toplandığı kumbara haline dönüşmüştür. İşsizlik Sigortası Fonunu Etkileyen Yasal Değişiklikler 1999 yılında 4447 sayılı yasa ile kabul edilen İşsizlik Sigortası Kanunu 01.06.2000 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. İşsizlik Sigortası Kanunu bugüne kadar on ayrı kanunla değiştirilmiş, hemen hepsi fon büyüklüğünü azaltıcı düzenlemeler getirmiştir. Değişiklikleri tarih sırasıyla inceleyecek olursak: 46 1- 12.12.2001 tarihinde 4726 kanun numarası ile kabul edilen 2002 Mali Yılı Bütçe Kanununun 5 61 nci maddesinin (f ) bendi ile İşsizlik Sigortası Kanununun 49 ncu maddesi değiştirilmiştir. Değişiklikle, işsizlik sigortası primi, sigortalının 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 77 ve 78 inci maddelerinde belirtilen prime esas aylık brüt kazançlarından, % 1 sigortalı, % 2 işveren ve % 1 devlet payı olarak alınmaya başlanmıştır. Yasanın bu maddesi 01/01/2002 tarihinden itibaren uygulanmıştır. Değişiklikten önce aynı miktar üzerinden yüzde 2 sigortalı, yüzde 3 işveren ve yüzde 2 devlet payı olmak üzere her bir sigortalı için toplam yüzde 7 oranında prim ödenmesi gerekmekteydi. Bu yasayla fon gelirleri her bir işçi için brüt kazanç üzerinden %7 iken % 4’e düşmüştür. Prim gelirleri %45 oranında, işsizlik sigortası fon gelirleri ise6 yaklaşık binde 71 oranında azalmıştır. Bütçe Kanunu ile getirilen bu değişiklik yalnızca bir yıl uygulanacağından ertesi yıl bütçe kanununa benzer madde konulmuştur. 2- 31.03.2003 tarihinde 4833 kanun numarası ile kabul edilen 2003 Mali Yılı Bütçe Kanununun 7 51 nci maddesinin (e) bendi ile 49 ncu madde değiştirilmiş, önceki yıl bütçe kanunuyla getirilen düzenlemenin 2003 yılında da geçerli olduğu belirtilmiştir. 3- 05/07/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanununda8 da fon büyüklüğünün azalmasına neden olan düzenlemeler mevcuttur. İş yasasının 33. maddesi işverenin ödeme aczine düşmesi başlığını taşımakta olup işsizlik sigortası kapsamında ücret garanti fonunun oluşturulduğu belirtilmektedir. Yine aynı Kanunun 65. maddesinde kısa çalışma ve kısa çalışma ödeneği ile ilgili düzenlemelerde de finansmanın işsizlik sigortasından yapılacağı ifade edilmiştir. Sonradan bu düzenlemeler içeriği aynen korunarak İş Kanunundan çıkarılarak İşsizlik Sigortası Kanununa eklenmiştir. Ücret Garanti Fonu kapsamında 2008 sonuna kadar 9.650.032 TL ödenmiş olup fonun varlığı 95.470.484 TL’dir. Kısa çalışma ödeneği adı altında işsizlik sigortası fonundan yapılan ödemeler toplamı ise yine 2008 sonu itibarıyla 156.020 TL’dir. Ücret Garanti Fonu ile Kısa Çalışma Ödeneği adı altında 2008 sonu itibarıyla işsizlik sigortası fonundan ayrılan kaynak toplamı 105.276.536 TL olup yasayla getirilen bu düzenlemeler nedeniyle toplam fon varlığı (105.276.536./ 38.256.993.000= 0.0028) onbinde 28’i kadar azalmıştır. 4- Diğer bir kanun ise 4904 sayılı Türkiye iş Kurumunun Kuruluş Kanunudur9. Bu kanunun çeşitli maddelerinde işsizlik sigortasına atıf yapılmışsa da yapılan düzenlemeler bu konudaki görevlerin kurulan Türkiye İş Kurumu tarafından yerine getirileceğini içermekte, fon kaynaklarında herhangi bir azalışa neden olacak maddeler bulunmamaktadır. 5- 24/12/2003 tarihinde 5027 kanun numarası ile kabul edilen 2004 Mali Yılı Bütçe Kanununun10 49 ncu maddesinin (e) bendi ile 49 ncu madde tekrar değiştirilerek daha önceki dönemlerde getirilen düzenlemelerin 2004 yılında da uygulanmasına devam edilmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesinin11 “bütçe yasalarına yürürlükte olan yasaların bütçe yılı için uygulanmaması veya farklı uygulanmasını öngören kurallar konulamaz. 49. madde, uygulamama veya farklı uygulama biçimi öngörme yoluyla, madde başlığı altında sayılmış olan yasa kurallarını 2004 yılı için değiştirici bir nitelik taşımaktadır.” gerekçesiyle iptal edilmiştir. 5 22/12/2001 tarihli ve 24618 Mükerrer sayılı Resmi Gazete. 6����������������������������������������������������������������������������������������������� ( (274.182+91.394)x7/4)-274.182=274.182 TL.’lik gelirde eksilmeye, 38.256.993 TL’lik fon büyük� lüğünün her ay % 0.71 oranında azalmasına neden olmuştur. 7 31/03/2003 tarihli ve 25065 Mükerrer sayılı Resmi Gazete. 8 10/06/2003 tarihli ve 25134 sayılı Resmi Gazete. 9 05/07/2003 tarihli ve 25159 sayılı Resmi Gazete. 10 28/12/2003 tarihli ve 25330 Mükerrer sayılı Resmi Gazete. 11 19/07/2006 tarihli ve 26233 sayılı Resmi Gazetede Yayınlanan E. 2004/12, K. 2005/35 sayılı Kararı. 47 6- 17/09/2004 tarihinde 5234 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükminde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un12 19 ncu maddesi ile daha önce bütçe kanunlarıyla getirilen sigortalının prime esas aylık brüt kazançlarından, % 1 sigortalı, % 2 işveren ve % 1 devlet payı olarak alınacağına ilişkin düzenlemeyle İşsizlik Sigortası Kanununun 49 ncu maddesinin birinci fıkrası tekrar değiştirilmiştir. Bu değişikliğin toplam fon mevcudunu ne kadar azalttığı daha önce belirtilmişti. 7- 5754 sayı ile kabul edilen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun13 38 (e) bendiyle işsizlik ödeneği ve kısa çalışma ödeneği alanların genel sağlık sigortalısı sayılacağı belirtilmiştir. Kanunla genel sağlık sigortası kapsamında işsizlik sigortası fonundan yararlananların statüsü yeniden düzenlenmiştir. Kanunun, yalnızca işsizlik sigortası/bu fondan yararlananları dikkate almayıp genel olması nedeniyle fona ek maliyet getirip getirmediği hususu değerlendirilmemiştir. 5754 sayılı kanunun 90 ncı maddesi14 ile işsizlik sigortası gelirlerinden hiçbir vergi, resim ve harç kesintisi yapılmayacağı düzenlemesi getirilmiş, gerek bu maddenin gerekse de diğer maddelerin fonun gelir yapısını etkilemeyen düzenlemeler içerdiği görülmüştür. 8- 15/05/2008 tarih ve 5763 sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun birden fazla maddesiyle işsizlik sigortası fonunun giderlerini artırıcı maddeler içermektedir. 15 Amaç Başlığındaki Değişiklik 5763 sayılı Yasanın 13’üncü maddesi ile, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun 46’ncı maddesinin birinci fıkrası, “işsizlik sigortasının amacı; işsizlik sigortasına ilişkin kuralları ve uygulama esaslarını düzenlemek ve bu Kanunda öngörülen hizmetlerin verilmesini sağlamaktır.” şeklinde düzenlenmiştir. Kaldırılan ifade ise, “işsizlik sigortasının amacı; işsizlik sigortasına ilişkin kuralları ve uygulama esaslarını düzenlemek ve sigortalılara işsiz kalmaları halinde, bu Kanunda öngörülen ödeme ve hizmetlerin yerine getirilmesini sağlamaktır.” Eski düzenlemeden farkı “sigortalılara işsiz kalmaları halinde” ifadesinin çıkarılmasıdır. Salt bu değişiklikle yaklaşım ortaya çıkmakta İşsizlik Sigortası Kanununun hedef kitle olarak tanımladığı “sigortalı olup işsiz kalanların” artık dikkate alınan kesim olmadığı, bu kesimin yanında diğer işsizlere de devlete de ödemede bulunmak için var olduğu, böylesi bir dönüşüm geçirdiği, görülmektedir. Kuruma Kayıtlı İşsizlere Yapılacak Harcamalar 14 üncü madde ile “Ayrıca, sigortalı işsizler ile Kuruma kayıtlı diğer işsizlere; iş bulma, danışmanlık 12 21/09/2004 tarihli ve 25590 sayılı Resmi Gazete. 13 17/04/2008 tarih ve 26870 sayılı Resmi Gazete. 14 Bu yasa görüşülürken muhalefet milletvekilleri İşsizlik Sigortası Kanununun 49. maddesine ek bir önerge vererek işsizlik sigortası gelirlerinin vergiye tabi olmamasını oylattırdıkları esnada iktidar milletve� killerinin kuliste olmaları nedeniyle önerge kabul edilerek yasa metni içinde yer almıştır. Yabancıların bono ve tahvil faizi gelirlerinden alınan yüzde 15 vergi sıfıra indirildiğinden fon gelirlerinden de faiz alınmasın isteniyordu. Ancak İşsizlik Sigortası Kanununun 50 nci maddesi asgari ücretin net tutarını aşmayan işsizlik ödeneğinin, herhangi bir vergi kesintisine tabi tutulmayacağını düzenliyordu. Kısaca maddede fon gelirlerinin vergiye tabi olmayacağı ifade edilmediğinden bu yeni düzenleme yeni bir durum yaratmıyor, fon gelirleri es� kisi gibi stopaja tabi oluyordu. 15 26/05/2008 tarih ve 26887 sayılı Resmi Gazete. 48 hizmetleri, mesleki eğitim, işgücü uyum ve toplum yararına çalışma hizmetleri verilir ve işgücü piyasası araştırma ve planlama çalışmaları yapılır. Bu kapsamda yapılacak giderler İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanır. Bu giderlerin yıllık miktarı, işsizlik sigortası primi olarak bir önceki yıl içinde Fona aktarılan Devlet payının yüzde otuzunu geçemez. Bu oranı yüzde elliye kadar çıkarmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir. Ancak, işsizlik ödeneğinden yararlanmakta olanlara yönelik hizmetler için bu sınırlama dikkate alınmaz. Bu fıkraya ilişkin esas ve usuller yönetmelikle belirlenir.” hükmü Kanunun 48. maddesine eklenmiştir. Kurum kayıtlı işsizlere iş bulma, danışmanlık, mesleki eğitim, işgücü uyum ve toplum yararına çalışma ... hizmetlerini bütçe olanaklarıyla sınırlı bir şekilde vermekteydi. Hizmetlerden yararlananlar ödenek alan sigortalı işsizler olduğunda ise herhangi bir sınırlama olmaksızın giderler fondan karşılanırdı. Yeni düzenlemeye göre bir önceki yıl devlet payı olarak fona aktarılan miktarın %30 ile ilgili sınırlama getirilmiş, ödenek alan sigortalılar için böyle bir sınırlamanın olmadığı belirtilmiştir. Bu miktarın büyüklüğünü 2008 verilerine göre yaklaşık olarak hesaplamak istersek16 onbinde 28 kadar olduğunu hesaplayabiliriz. İşsizlik Ödeneğinin Artırılması Yasanın 15. maddesinde ilk kez ödenek alan sigortalıların lehine olan bir düzenleme vardır. 4447 sayılı Yasanın 50 nci maddesinde ilk işsizlik ödeneği ödemesi ödeneğe hak kazanılan tarihi izleyen ayın sonunda yapılır, ifadesi değiştirilerek en geç izleyen ayın sonuna kadar yapılabileceği şartlar uygun ise daha erken bir tarihte de ödenebileceği yasal ortam sağlanmış, Kurum içi düzenlemelerde de müracaat edilen ayın sonunda ödenmesi konusunda çaba gösterilmesi hususu belirtilmiştir. Aynı maddede “Günlük işsizlik ödeneği, sigortalının son dört aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının yüzde kırkıdır. Bu şekilde hesaplanan işsizlik ödeneği miktarı, 4857 sayılı İş Kanununun 39 uncu maddesine göre onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücretin brüt tutarının yüzde seksenini geçemez.” ifadelerine yer verilmiş, önceki düzenlemede net %50%100 oranları yerine , brüt %40-%80 oranları 50 nci maddeye gir http://www.emekdunyasi.net/upload/data/ i%C5%9Fsizlikkkkk.gif miştir. Bu değişikliğin ödenek alan işsizlere ne kadar fazla ödeme getireceğini örnekle açıklayalım. Asgari Ücret (brüt) 666,00 İşsizlik Sigortası Fon kesintisi %1 6,66 Damga Vergisi %06 4,00 SSK primi%14 93,24 Gelir vergisi %15 Kesintiler Toplamı Net asgari Ücret 34,97 138,87 527,13 Önceki düzenlemeye göre 263,56 TL ile 527,13 TL arasında işsizlik ödeneği ödenirken yeni düzenlemeyle bu alt-üst sınırlar 266,40 TL ile 532.80 TL arasında olmuştur. İşsizlik ödeneği alanlara ödenen miktar yaklaşık % 1,1 oranında artırılmıştır. Bu artışın fon yapısına etkisini hesapladığımızda17 milyonda 17 kadardır. Güneydoğu Anadolu Projesine Aktarılan/Aktarılacak Miktarlar 16 ncı madde fon mevcudunu etkilemediğinden, 17 nci ve 18 nci maddelerle getirilen yenilikler İş Kanununda daha önce düzenlenip fona etkileri değerlendirildiğinden, yazı konumuza dahil edilmemiştir. 19 ncu maddenin (a) fıkrasıyla fonun 1.300.000.000 TL’lik kısmının hazineye aktarılacağı belirtilmiştir. Yasada bu büyük miktarın sigortalı işsizler ya da diğer işsizler için değil fonla hiçbir alakası olmayan Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki yatırımlar amacıyla kullanılacağı ifade edilmiştir. 1.300.000.000 TL. işsizlik sigortası fonundan Haziran/2008 de hazine hesaplarına aktarılmıştır. 16 17 ( (Aralık 2008 hazine payı 91.394.000 x 12 / 10 = 109.672.800 )/ 38.256.993.000 =0,0028) Aralık/2008 ayında işsizlere ödenen (66.657.000x0,011)/ 38.256.993.000 = 0.000017 49 İşsizlik sigortası fonundan sigortalı işsizlere yapılan ödemelere baktığımızda Mart 2002 tarihinden Kasım/2007 tarihine kadar 942.810 kişi işsizlik ödeneği almaya hak kazanmış, bu kişilere toplam 1.311.649.847 TL ödemede bulunulmuştur18. Kısaca fonun ilk çıkışından itibaren yararlanan 942 bin kişiye ödenen tutar (- ki bu miktarlar 68 aylık ödeme dönemini kapsamaktadır) tek bir seferde amaç dışında kullanılmak üzere fondan alınmıştır. Alınan miktar toplam fon varlığını19 binde 33 oranında azaltmıştır. 19 ncu maddenin (b) bendiyle 2009-2012 yıllarında yani dört yıl boyunca fon tarafından tahsil edilecek nema gelirlerinden dörtte birinin de Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki yatırımlara öncelik vermek suretiyle kullanılacağı, bu miktarların hazineye tahsil edildiği ayı izleyen ayın 15’ine kadar aktarılacağı, düzenlenmiştir. Hazineye bu kapsamda ne kadar aktarma yapılacağını hesaplamak istersek her ay değişmekle birlikte ortalama 520.000.000TL faiz geliri elde edildiğini varsaydığımıza20 işsizlik sigortası fonunun yüzde 16 azalmasına neden olacaktır. 19 ncu maddenin (c) fıkrasında “aktarılacak kaynakla gerçekleştirilecek yatırımlardan elde edilecek getiriler ile varlık satışlarından elde edilecek gelirlerin Yüksek Planlama Kurulunca belirlenecek oranı, kullanılan kaynak tutarını aşmamak kaydıyla Fona aktarılır.” düzenlemesi yer almaktadır. Yasada alınan miktarların ne zaman, ne şekilde, hangi faiz oranıyla geri ödeneceğine ilişkin net ifadeler yer almadığı için ileride yapılacak ödemelerin fondaki kayıpları telafi edici özellikten çok uzak kalacağı düşünülmektedir. Kadın ve Genç Erkeklerin İstihdamını Teşvik İçin Yapılacak Giderler 20 nci madde ile 18 yaşından büyük kadınlarla 18 yaşından büyük 29 yaşından küçük genç erkeklerin istihdamına teşvik getirilerek işyerinin son bir yıl içindeki ortalama işçi sayısını gelecek bir yıllık dönem içinde fazlalaştıracak şekilde yeni işe alım olursa ( işe alınan kişilerin işyerinin son altı aylık işçisi olmaması gerekir) bu işçilerin işveren sigorta primlerinin işsizlik sigortası fonundan 5 yıllık süre ile kademeli olarak karşılanacağı belirtilmiştir. Konu hakkında sağlıklı veriler elde edilemediğinden bir değerlendirme yapılamamıştır. 9 - 31.07.2008 tarihli ve 5797 Sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 9 ncu maddesiyle genç erkeklerin ve kadınların istihdamının teşvikiyle ilgili düzenlemeye 506 kanunun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıkların statülerine tabi personeli için de uygulanacağı ifadesi eklenmiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi konu hakkında sağlıklı veriler elde edilemediğinden bir değerlendirme yapılamamıştır. 10 – 18/02/2009 tarih ve 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 1 inci maddesiyle kısa çalışma ödeneğinden yapılan ödemelerin niteliği değiştirilmiştir. Yeni yasaya göre kısa çalışma ödeneği için öngörülen üç aylık süre, altı aya çıkarılmış, ödenek miktarı %50 artırılmış ve en önemlisi yapılan ödemelerin işsizlik ödeneğinden mahsup edilmemesi olmuştur. Yasanın yeni yürürlüğe girmesi nedeniyle işsizlik sigortası fonuna maliyeti net ortaya konamadığı için şu an için değerlendirme yapılamamıştır. 18 İşkur bülteni... 19 ( 1.300.000.000/ 38.256.993.000 = 0.033) 20 (520.000.000 x 48 ay x ¼ = 6.240.000.000 ) ödenecek olan toplam nema miktarı. Bu toplam da fon varlığının (6.240.000.000 / 38.256.993.000 = 0.16 ) %16 azalmasına neden olacaktır. 50 Yukarıda belirtilen on ayrı kanundan fon mevcudunu azaltıcı ve hesaplanabilir veriler elde edilen düzenlemelerin nasıl bir etki yarattığı oran olarak Tablo:6’da gösterilmiştir. Tablo:6 Kanunların Fona Oran ve Miktar Olarak Etkileri* Kanun Numarası Fona Etkisi (Oran Olarak) Fondaki Azalma (Miktar olarak) 4726/61 %3408 1.303.798.321 4833/51 Hesaplandı. 4857/33,65 %0.134 51.417.399 4904 5027 Hesaplandı. 5234 Hesaplandı. 5754/38 Genel uygulama. 5754/90 5763/14 %0.0112 4.284.783 5763/15 %0.00081 312.177 5763/19 (a) %0.33 1.300.000.000 5763/19 (b) %16 6.121.118.880 5838/1 TOPLAM 8.780.931.560 Bir yasadaki etki 4 yıl boyunca süreceği için tabloda diğer etkilenmeler de 4 yıl üzerinden hesaplanmıştır. Tablo:6’da da görüleceği üzere çıkarılan yasalar fon varlığını azaltacak içerikte olmuş, son dönemlerde çıkarılan yasaların fona olumsuz etkisi daha büyük boyutlara ulaşmış, fonun asıl hedef kitlesi olması gereken işsizlik ödeneği alan işsizler için yapılan iyileştirme (5763/15) azalmadaki en az miktar olarak kalmıştır. SONUÇ İşsizlik Sigortası Fonu 1999 Yılında oluşturulurken aktüerya hesaplamalarında fon kaynaklarının kısa sürede tükenmemesi amacıyla gelirleri yüksek, giderlerin ise az ve ciddi şartlara bağlanması nedeniyle gerekli birikimleri yapabilmiş, ancak ilk zamanlardaki ödeneğin ödenmesiyle ilgili şartlardaki ağırlık zaman içinde değiştirilemediğinden kendi halinde büyüyen dev haline gelmiştir. Çalışırken işsiz kalan, işsizlik sigortası fonuna az-çok işsizlik sigortası primi ödemesine rağmen gerekli şartlara sahip olmayanlara ödeme yapılmadığı gibi, ödenek alanlara da az süre ve miktarda kaynak aktarıldığı için fonun işsizlere pek de faydalı olamadığını söyleyebiliriz. Ancak fon gittikçe büyüyen hacmiyle hem hükümetlerin hem de sıkıntı içinde olan işverenlerin, esnafın her zaman ilgisini çekmiş, var olan sıkıntıları giderici sonsuz ve sahipsiz bir kaynak olarak algılanmaya başlanmıştır. Sınırlı kaynaklarla sorunlarını çözmeye çalışan ülkemizin bu birikimi amacına uygun olmak koşuluyla sigortalı işsizlere dönük yeni yaklaşımlarla kullanmasını, fonun gerçek sahiplerince sahiplenilmesini temenni ediyoruz. (Dipnotlar) 1 İşsizlik sigortası fonu için kesintilerin 01.06.2000 tarihinden itibaren başladığı ve ilk prim aktarmanın Temmuz/2000’den itibaren olduğu dikkate alınmalı, tabloda yer alan rakamın yılın ikinci yarısına ait bir toplam olduğu unutulmamalıdır. 2 4447 sayılı Kanunun 48. maddesi gereği, işsizlik ödeneği, hastalık ve analık sigortası prim ödemeleri, sigortalı işsizler ile Kuruma kayıtlı diğer işsizlere; iş bulma, danışmanlık hizmetleri, mesleki eğitim, işgücü uyum ve toplum yararına çalışma hizmetleri ile işgücü piyasası araştırma ve planlama çalışmalarına ait giderler, işsizlik sigortası hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için Yönetim Kurulunun onayı üzerine İŞKUR tarafından yapılan giderler, 4447 sayılı Kanunun ek 1. maddesi gereği Ücret Garanti Fonuna ayrılan pay, 4447 sayılı Kanunun geçici 6. maddesi gereğince, Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki yatırımlara aktarılan miktarlar ile 4447 sayılı kanunun geçici 7. maddesi gereğince, 18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük olanlar ile yaş şartı aranmaksızın 18 yaşından büyük kadınların prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisseleri giderlerinden oluşmaktadır. 51 konuk yazarlar ömer madra BELİRTİLER ÇOĞALIYOR – DOĞA VE GENÇLER KAZANACAK Acayip Havalar 2008’in Mayıs ayı başlarında Burma’da meydana gelen büyük siklon felaketinde en az 90 bin kişinin öldüğü, 56 binden fazla insanın kaybolduğu açıklandı. Bunlar, Burma hükümeti tarafından dünyaya açıklanan resmî rakamlardı. Ama, hükümetin sayıyı çok az bildirdiği, faciadan bir süre sonra da siyasi sebeplerle saymayı durdurduğu biliniyor. Gerçekte, Nergis adı verilen bu fırtına yüzünden toplam 1 milyon insanın ya zaten hayatını kaybettiği, ya da yardım yetersizliğinden yakın gelecekte ölmüş olacağından korkuluyor. Maddi zararın da 10 milyar dolar tutacağı tahmin ediliyor. Nergis felaketini, Mayıs ve Haziran aylarında Çin’de büyük seller ve heyelanlar izledi. Depremin yaralarını sarmaya uğraşan ülkede 170’in üzerinde insan sel sularına, çamur deryalarına kapılıp öldü ve en az 1 milyon 600 bin kişi yerinden yurdundan oldu. Yine aynı dönemde ABD’de Batı’da, California’da orman yangınları ortalığı kasıp kavururken, Ortabatı’da çok şiddetli yağmurların yol açtığı taşkınlar ve seller tarihte görülmemiş seviyelere ulaşıyor, nehir bentleri yıkılıyor, onlarca kişi sel suları ya da hortumlar yüzünden hayatını kaybediyor, Doğu yakasında ise bir çok insan sıcak dalgaları yüzünden hayatını kaybediyordu. Öte yandan, ABD, Avustralya, Türkiye gibi ülkelerin belli bölgelerinde rekor seviyede kuraklık haberleri birbirini izlemeye devam ediyordu. Türkiye’de Güneydoğu bölgesinde kuraklığın afet kapsamına alınması ve olağanüstü önlemler alınması önerilirken, ve bir 52 zamanların “tahıl ambarı” olan Konya Ovasının “çöl iklimi”ne özgü yağış sınırına gelip dayandığı açıklanıyordu. Haziran ortalarından itibaren Antalya’da, Alanya’da, Muğla’da, İzmir’de, Çanakkale’de, Güney Kıbrıs’ta ve Yunanistan’da peşpeşe çıkan orman yangınları büyük hasara yol açtı. Yine Türkiye’de sıcaklıkların artmasıyla Doğu’dan Batı’ya ağır ağır kayan kene “salgını” yüzünden ölenlerin sayısı üç düzineye yaklaştı. Haziran’ın son haftasına girilirken, Filipinler’de etkili olan Fengşen tayfunu hayatı felç etti, ülkenin güney ve orta kesimlerinde sel ve toprak kaymaları meydana geldi, tayfun nedeniyle yüzlerce kişinin öldüğü duyuruldu, binlerce kişi tahliye edildi, yollar kapandı, elektrikler kesildi. Tayfunun yarattığı büyük fırtınada, içinde 800’den fazla yolcu ve mürettebatın bulunduğu feribot alabora oldu; yolcuların pek çoğu bu trajedide hayatını kaybetti... Birkaç örneğini verdiğimiz bu genel tablo, objektif bir gözlemci için, havaların gitgide daha aşırı bir hal aldığını net olarak ortaya koyuyor. ABD’de, Britanya’da, Çin’de ve Afrika’da bazı yerlerde ortalığı seller götürürken, Avustralya’da, ABD’de, Türkiye’de, Çad’da kuraklık ve çölleşme yaygınlaşıyor, rekor sayıda orman yangınlarına tanık olunuyor, buzullar eriyor, hastalık taşıyan ve taşımayan birçok böceğin hayatiyeti ve cevvaliyeti artıyor. Genel olarak medyada bütün bunlar, birbirinden bağlantısız “doğal felaketler” olarak ele alınıyor, en fazlası “havalar acayipleşti” diye yorumlar getiriliyor. Herşey Bilim İnsanlarının Söylediğine Uyuyor Oysa, gerçekler böyle değil. Bundan 20 küsur yıl önce bilim dünyası bütün bunların olacağını öngörmüş, son derece açık bilimsel kanıtlarla ortaya koymuştu. Söylenen şuydu: Biz, ısı tutan sera gazlarını atmosfere gittikçe artan oranlarda boca ettikçe gezegen daha da ısınacak, bu da suyun yeniden dağılımı sürecini tetikleyecekti. ABD’nin ve dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinden Dr. James Hansen, yürüttüğü araştırmaların sonuçlarını 1981-82 yıllarında yayımlamış, bu konuda Kongre’ye de bilgi sunmuştu; ama bu sunumlar, (zamanın biraz fazla ilerisinde oldukları için olsalar gerek), Hansen’ın deyişiyle fazla “etki bırakmamışlar”dı. Ne var ki, Hansen’ın bundan tam tamına 20 yıl önce, 23 Haziran 1988’de ABD başkentinin gördüğü o en sıcak günlerde yine Kongre önünde yaptığı “tanıklık”, iklim değişikliğini ve küresel ısınmayı dünya “siyaset radarlarının ekranına” taşıyan – ve bir daha çıkmamasını sağlayan – en önemli tek “olay” oldu denebilir. Küresel ısınma ve sera gazı bağlantısı dikkatleri çekmeyi başarmıştı. Hansen’ın bundan bir yıl sonra Kongre’de yaptığı bilimsel tanıklık ise küresel ısınmanın yeryüzü su çevrimi üzerindeki etkisini şu şekilde ortaya koymaktaydı: “Küresel Isınma, atmosferde daha fazla nem oluşması demektir. Dolayısıyla, şiddetli sağanak olayları ve seller artacaktır. Bununla birlikte, nemin olmadığı yer ve zamanlarda kuraklığın şiddet ve yoğunluğu da artacaktır.”1 Bilim dünyasının “öngörüsü”, gayet somut ölçümlere, tarihsel verilerin incelenmesine ve bilgisayar modellemelerine dayanmaktaydı. Eğer gezegeni ısıtırsak, çorak ve kıraç bölgelerde toprağın nemi azalacak, dolayısıyla bu bölgeler daha kuru hale gelecektir. Oysa, küresel 53 ısınmayla su buharlaşması daha fazla olacağından, daha ıslak bölgelerde daha yoğun ve şiddetli sağnak yağışları, ve karların erken erimesi eğilimleri görülecektir. Bütün bunlar da selleri artıracaktır. Dolayısıyla, günümüzde görülen “aşırı hava olayları”nın tamamı, bilim dünyasının 20 küsur yıldan beri söylediği şeylerden ibaret.2 Küresel ısınma atmosferdeki su buharını artırıyor. Su buharının artması ise daha çok yağmura değil, çok kısa süre içinde “istenmeyen yerlere, istenmeyen miktarlarda” yağışlara, “tufan”lara yol açıyor. Küresel ısınmanın orman yangınları üzerinde çeşitli etkileri de bilim dünyasında öngörülmüştü. Elbette kurak mevsimin uzayıp, ağaçları “çıra” gibi yanıcı hale getirmesinin yanı sıra, böceklerin de önemli rolü olduğu belirtiliyor. Artık daha sıcak geçen kışları sağ salim atlatan larvalar, ağaç böceklerine dönüşüp milyonlarca ağacı kurutuyor. Ağaçların da böceklerle mücadele edecek özsuyu kalmamış oluyor. Karların erken erimesi de bir başka boyut olarak karşımıza çıkıyor. Yazları ve güz başları yağmur almayan yerlerde normal olarak, dağlarda yavaş yavaş eriyen karların dere ve çaylar halinde su ve nemi sağlaması gerekirken, küresel ısınma yüzünden erken erimeler oluyor ve ilkbahar sonu ve yaz başında taşan nehirler, ortalığı basan sel suları görülüyor. O zaman da yaz ortasından itibaren yaz sonuna kadar çok kuru ortamlarda orman yangınlarının sayısı ve şiddeti çok artıyor. 20 Yıl Sonra - 10 Yıl Kala Bilim dünyasının öngörülerinin tamamının gerçekleşmiş olduğunu söyledik. Yirmi yıl sonra durum nasıl peki? Dr. James Hansen’ın baş yazarı olduğu, dünyanın önde gelen üniversite ve bilim kuruluşlarına mensup 8 öğretim üyesinin imzasını taşıyan ve Science dergisine sunulan “Target Atmospheric CO2: Where Should Humanity Aim?” (Atmosferdeki Karbondiyoksit Hedefi: İnsanlık Neyi Hedeflemeli?) başlıklı makalede, şimdiye kadar bilimsel makalelerde kullanılması adet olan ılımlı dil de bir ölçüde bir kenara bırakılarak şöyle bir değerlendirmeye yer verildiği görülüyor: “İnsanlık, toplu olarak şu rahatsız edici gerçeklikle yüzleşmek zorunda: Endüstri medeniyetinin kendisi, kürenin ikliminin başlıca itici gücü haline gelmiş durumda. Bugünkü rotamızda gitmeye devam eder, enerji yoğun hayat tarzları için gittikçe büyüyen bir iştihayı beslemek için fosil yakıtları kullanmaya devam edersek, yakında Holosen çağı iklimini, yani insanlık tarihi dönemini geride bırakmış olacağız. Endüstri devrimi öncesinde atmosferdeki karbondiyoksit seviyesini iki katına çıkarmanın nihaî cevabı, büyük olasılıkla buzdan neredeyse tamamen arınmış bir gezegen olacaktır. (...) Eğer insanlık, üzerinde medeniyetin geliştiği ve Yeryüzünde hayatın uyum sağladığı gezegene benzer bir gezegeni muhafaza etmek istiyorsa, iklim tarihi verileri ve süregitmekte olan iklim değişikliği, CO2 miktarının, şu andaki 385 ppm (milyonda parçacık) seviyesinden, en fazla 350 ppm’ye indirilmesi gerektiğini gösteriyor.”3 Makalede, buzların erimesine bağlı olarak deniz seviyelerinde muazzam yükselmeler, yağış düzenlerinde müthiş değişiklikler de aralarında olmak üzere, geri döndürülemez nitelikte 6 ayrı “devrilme noktası” öngörülüyor. 54 Karbondiyoksit seviye artışının büyük bir hızlanma gösterip yılda 2.4 ppm’ye çıktığı, küresel kısınma üzerinde karbondiyoksitten çok daha büyük etkisi olan metan gazı seviyesinde ise, gezegeni bir insan ömrü içinde “iklim kıyametine” götürecek hızda bir artışa ulaştığı, Grönland’ın bir tek yıl içinde 2-4 derece (C) ısınabileceği, kuzey buz denizi buz örtülerinin her yıl şaşırtıcı bir şekilde hızlanarak eridiği ve 5 yıl içinde, hatta belki de bu yaz sonunda yaz buzunun tamamen ortadan kalkabileceği yolundaki bilimsel raporlar, aslında ne kadar kritik bir eşikte bulunduğumuzu ortaya koyan son uyarı fişekleri sayılabilir.4 Kritik eşiklerin aşılması anlamında âciliyet durumu nedir? Hansen ve meslekdaşlarının “Target CO2” makalesinde makalesinde anlatıldığı üzere “devrilme/eşik seviyesi” ile “geri dönüşü olmayan nokta” arasında bir ayrım yapılması gerekiyor. 1) Devrilme seviyesi, sera gazlarında büyük, istenmeyen, hatta feci denebilecek sonuçlara yol açacak seviye. Bazı önemli sonuçlar açısından devrilme seviyesine zaten ulaşılmış durumda. Dolayısıyla, CO2 miktarlarında en azından 350 ppm’ye ve muhtemelen daha da düşük miktarlara ulaşmamız şart. 2) Geri dönüşü olmayan nokta ise, sürecin dinamiklerinin kontrolü ele aldığı an. Sürecin artık bizim kontrolumuzdan çıktığı, bizim durduramayacağımız bir noktaya ulaştığı an. Örneğin, “artı geri besleme” (positive feedback) denen ve doğrusal olmayan, non-lineer gelişmeler veya zaten devam edecek olan ısınma yüzünden buzların erimesinin önüne geçilememesi. Kuzey buz denizindeki buz, ne yazık ki, artık geri dönüşü olmayan noktaya gelmiş durumda. Yani, önümüzdeki bir-iki onyıl içinde tüm yaz buzlarını yitirmiş olacağız.5 Esasen, tüm tedbirleri alıp derhal harekete geçmezsek, en fazla 10 yıl sonra büyük bir istikrarsızlık dalgası içine girmemiz işten bile değil. Gezegenin Kaderini Bir Avuç CEO’ya Terkedemeyiz Bilimsel gerçekleri yansıtan bütün bu raporlardan çıkan iç karartıcı tabloya rağmen, “herşeyin doğru yapılması” halinde karbon salımlarının oldukça hızlı bir şekilde düşürülebileceğini, okyanusların da CO2’nin bir kısmını atmosferden çektiğini görmemiz pekala mümkün. Ancak, bunun sağlanabilmesi için, dünyanın dörtbir yanındaki siyasi karar alıcıların büyük çapta ve zahmetli (sıkıntı verici) birçok tedbirin hepsini aynı anda ve şu anda almaya başlaması zorunlu görünüyor. Bunların hiç şüphesiz en önemlisi (ve mutlak öncelikli olanı) yeni yapılacak kömür yakıtlı elektrik santrallerine moratoryum getirilmesi. Yani karbon tutma teknolojisine sahip değillerse, tek bir yeni kömür santrali yapılmaması, mevcut santrallerin de önümüzdeki 20 yıl içinde aşamalı olarak ortadan kaldırılması. Bu konu, insanlığın ve bütün canlıların geleceği açısından yaşamsal önem taşıyor ve elbette Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için de her türlü hükümet politikasının özel bir dikkatle takibini gerektiriyor. 6 Kömürün önemli bir ek dezavantajı da, beraberinde getirdiği büyük hava kirliliği. “Temiz Kömür” diye bir kavram olmadığını da önemle belirtmek gerekiyor. Kömür mutlaka toprağın altındaki yerinde kalmalı! 55 İkinci olarak da, kumul petrolleri, bitumen, zift gibi alışılmadık fosil yakıtlarının büyük oranda çıkarılıp kullanılmasını önlemek için karbon salımlarına yeterince yüksek bir fiyat konması. Fosil yakıt çağını birkaç on yıl içinde zaten geride bırakmak zorunda kalacağımız besbelli iken bunu çabucak gerçekleştirmek ve yenilenebilir enerji (rüzgâr, güneş, jeotermal, vb.) çağına geçmek, örneğin, temiz hava ve su, enerji bağımsızlığı, güvenlik sorunlarının azalması, istihdam kaynaklarının artması, vb. birçok açıdan yeryüzündeki insanların ezici çoğunluğu için son derece mantıklı görünüyor. Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının belki ilk bakışta göze çarpmayan bir avantajı da, su tüketimine pek ihtiyaç göstermemeleri. 21. yüzyılın belki de en önemli krizini su kıtlığının oluşturacağı ihtimali ve su kaynaklarının değerinin giderek müthiş arttığı gerçeği gözönüne alındığında, bunun ne büyük bir avantaj oluşturduğu hemen anlaşılabiliyor.7 Tabii, fosil yakıt sektöründeki bir avuç şirket yöneticisini bu ezici çoğunluğun dışında tutuyoruz! Ama ne yazık ki, bu bir avuç özel çıkar sahibi başta ABD olmak üzere pek çok ülkede hem siyasetçiler, hem de medya üzerinde büyük bir nüfuza sahipler. Fosil çıkarlarının küresel ısınma konusunda “tereddüt ve kuşku” yaratma konusundaki yoğun propaganda çabaları, “yeşil badana” (greenwash) girişimleri hâlâ etkili olmaya devam ediyor.8 Gençlik, Aktivizm ve Umut Bununla birlikte, özellikle son yıllarda başta ABD’de olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde, çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakacağımız gezegeni kasıp kavurmaya engel olma konusunda yükselen büyük bir hareketin oluştuğu apaçık ortada. ABD’nin pek çok eyaletinde, 500’den fazla şehrinde Kyoto Protokolü’nün öngördüğü kısıtlama tedbirlerin çok ötesine geçen kararlar alındı. Aynı anda 1200 şehirde aktivist hareketleri yapıldı. Avustralya’da kuraklık ve aktivistlerin mücadelesi, seçimlerde liberal iktidarın tepetaklak gitmesine yol açtı, yeni gelen İşçi partisi hükümetinin ilk icraatı ise Kyoto Protokolü’nü imzalamak oldu. İngiltere’de yeni uçuş pistleri yapılmaması için Heathrow hava limanı önünde kamplar kuruldu, uçakların kuyruğuna, parlamento binasının tepesine esprili pankartlar asıldı, Britanya’da 30 yıl aradan sonra yeni kömür santralleri yapılması planları üzerine en büyük kömürlü santrale giden dev kömür trenleri durdurulup yükleri demiryoluna boşaltıldı, trenin üstüne “Kömür Toprakta Kalmalı” diye dev boyutlu bir pankart asıldı.9 Türkiye’de Kyoto’nun imzalanması için bir aydan biraz fazla bir süre içinde 170 bine yakın imza toplandı ve imzalar koliler halinde taşınıp TBMM’ye dilekçe olarak teslim edildi; son üç yılda küresel ısınmayı protesto için dünyanın belli başlı tüm ülke ve şehirleriyle eşzamanlı olarak binlerce insanın katıldığı 4 büyük gösteri yapıldı; nükleer santral ihalesini protesto eden genç aktivistler enerji bakanlığının çatısına çıkıp oradan “Bakan Çıplak, Nükleer Masala İnanma!” yazılı bir pankartı sallandırdılar; Kaz Dağlarında altın arama faaliyetlerine karşı güçlü protesto gösterileri yapıldı, “Kaz Dağı’nın Altı Değil, Üstü Altındır” pankartları asıldı ve benzeri çevre eylemleri birbiri ardınca sürüp gitti.10 Bu yöndeki gösteri ve protestoların dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de güçlenerek arttığı ve kamuoyu vicdanında giderek daha fazla yankı bulduğu gözleniyor. Yani, özet olarak, fosil yakıt çıkarlarının karşısında aktivistlerin, genç insanların, doğanın yanında yer bütün insanların, yaşama dürtülerini izleyerek şu yeryüzünde büyük bir dönüşüm gerçekleştireceklerini, mutlaka galip geleceklerini ve tek evimiz olan bu gezegeni bir avuç 56 şirket yöneticisine kesinlikle teslim etmeyeceklerini düşünmek için çok sebep var ortada. Büyük dönüşümler, çevre analisti Lester Brown’un söylediği gibi11, kimse farkında değilken, birdenbire oluşuveriyor. Berlin Duvarı’nın sessiz sadasız yıkılıvermesi,’68 hareketinin beş kıtanın sokaklarına bir bahar sabahı âniden yayılıvermesi gibi... Gezegenin fosil yakıt talancılarından kurtarılıp koruma altına alınması da böyle oluverecek muhtemelen – âniden ve kimse farketmeden. Velhasıl, görüldüğü gibi, belirtiler hızla çoğalıyor. O yüzden, biz mücadelemizi umut ve iyimserlikle sürdürmeliyiz. Ve evet, biraz da çabukça. Ömer Madra (SBF, ’68) İstanbul, 22 Haziran 2008 (Endnotes) 1 “James Hansen Talks About Climate Change,” www.worldwatch.org/node/5775 2 Bkz.; www.democracynow.org /2008/6/16/extreme_weather_global_warming_floods_in - 47k 3 Bill McKibben, “Civilizations’s Last Chance: The planet is nearing a tipping point on climate change, and it gets much worse, fast. www.latimes.com/news/printedition/opinion/la-op-mckibben11 2008may11,0,2392815.story 4 Bkz.: http://blog.wired.com/wiredscience/2008/05/could-methane-t.html; www.latimes.com/news/printedition/opinion/ la-op-mckibben11; http://news.xinhuanet.com/english/2008-03/01/content_7696460.htm; http://climateprogress.org/2008/06/19/science-greenland-can-warm-2-to-4-%c2%b0c-in-one-year/ ; http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/7461707.stm 5 www.worldwatch.org/node/5775 6 Bkz: Ömer Madra, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e Açık Mektup”, http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_ mv=a&aid=20894 TBMM’de 9/11/2007 tarihinde kabul edilen, 5710 Sayılı “Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun”un özellikle ölümcül kömür yakıtlı santralleri teşvik eden, hatta bunlara 15 yıl alım garantisi veren “Yerli Kömür Yakıtlı Santralların Teşviki” başlıklı Geçici 2. Maddesinin bilim dünyasının temel bilimsel verilerine aykırı ve gelecek kuşaklar için büyük riskler içeren bir hüküm olduğunu belirten bu “açık mektup”ta, Cumhurbaşkanı’ndan kanunun TBMM’ne yeniden görüşülmek üzere iadesi istenmiş, fakat bu durum gerçekleşmemişti. 7 www.columbia.edu/~jeh1/mailings/20080414_GovernorGibbons.pdf 8 www.worldwatch.org/node/5775; 9 Ömer Madra, “Kamusal Vatandaşlık ve Çevre Bilinci”, http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_ mv=a&aid=22688&cat=100 10 Ömer Madra, Ümit Şahin, Küresel Isınma ve İklim Krizi: Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz?, Agora Kitaplığı, 2008 (2. baskı), 2. Baskıya Önsöz; ayrıca Anka, AA, NTV/MSNBC haberleri. 11 Lester R. Brown’la söyleşi, Haziran 2008, Açık Radyo. 57 mülkiyeli şairler Naim Kandemir 1961 Samsun doğumlu. A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. İlk şiir kitabı Görüşmek Üzere 1983 yılında Mayıs Yayınlarından çıktı. Çanakkale'nin bir köyünde yaşamaktadır. ÖMRÜMDEN BİRİKTİRDİM SENİ Semaya GELDİĞİMDE SANA Geldiğimde sana Tüm dallar kuşlarını uçurmuş olacaktır Ve senin dalların kırık 0 an sözcükler küser dilim kitlenir Beni anlatacak bir bakışım kalır Başımı önünde kaldırabilirsem Boşluğa açılıyor evimin tüm kapılan Dışarıya hangi mevsim gelmiş bilemiyorum Yunuslar yok yaz bitmiş Üşüyor ellerim Haşim'in bir sokak ressamından getirdiği Kübalı kedileri seviyorum Sarı Küba sokakları gözlerimde yanıyor Ellerin alnımda kor olur birden Üşümüşlüğümü anlarım Yaşadığım yalnızlıklar, uçurumlar gelir aklıma Yığışır dilimin ucuna sözcükler Sözüm kendime Yaralarını deşmeyeceğim Bahar gelmiş duyuyorum kıpır kıpır Çocuk sesleri yükseliyor gökyüzüne Peşlerinden bakıyorum anlayarak Adının ne kadar yakıştığını sana Yırtıyorum zaman yazan tüm reçeteleri Neyi unutayım ki? ömrümden biriktirdim seni. İlişir gözüme son gecemizden kalan mum Kalkıp yakarım yıllar öncesi gibi Sarılırız birbirimize öksüzlüğümüz diner Sabahla hayata yeniden başlanz. 78 BUÇUK Nasıl yaşanır onca yıl? Aynı sokak, aynı ev, aynı masa Hep aynı saatleri aynı yerlerde geçirmek Ne tuhaf, şimdi bakmak gençlik yıllarına ALANLARA ÇIK ÇOCUK Saçlarının dağınıklığını özledim Başına tarakla yandan çekilmiş o çizgi Masaların da pranga olabileceğini söylüyor bana Hem yüreğe ve beyne vurulan en bela pranga Saçlarını rüzgâra bırak çocuk Sokak, ev, masa kıskacında Nasıl kurulur bir dünya? Hayat akıp giderken gözlerinizden Dil yorulmadı mı gözün gördüğünden? Ellerinin sıcaklığını özledim Anımsa ansızın bastıran kışlarda nasıl üşümediğimizi Bir çift dudak karşılar mı hayatın sıcaklığını? Adaif nın soğuyan ellerindeki sıcaklığı yakala Ellerini güneşe uzat çocuk Bağımlılık, düzen, bordro, güvenlik, Kuru bir çeşme kendine yük Kim kurtulmuş fırtınadan kapanarak kamaraya? Ayaklarının sekişini özledim Köşebaşlarında yitişini birden Şimdi emekleyerek de koşarız bu yolu Kaldır başını yalnızlığı yalnızlara bırak Alanlara çık çocuk. Bak nasıl da geçiyor dalgaların arasından eli burnunda bir taka 58 mülkiye’den duyurular 59 ankara tarihi mehmet özer BİZANS DÖNEMİNDE ANKARA yaygınlaştığı Ankara, zengin tüccarların, komutanların tatil beldesidir. Yollar, köprüler yapılmış kale surları tahkim edilerek onartılmıştır. Çok sayıda kilise bu dönemde inşa edilmiştir. Ankara’nın yolların kesiştiği ve yol ayrımlarının başladığı bir merkezde olması Ankara’yı sürekli bir istila tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Doğudan batıya yönelen Araplar ve Perslerin, batıdan gelen göç dalgaları (Avarlar-Slavlar) karşısında imparatorluk Bizans Mezarı- Roma Hamamı ULUS güçsüz duruma düşmüştür. Saldırıların sürekliliği Ankara, Roma İmparatorluğunun Doğu ve eyalet yönetiminde değişikliğe neden olmuş ve Batı Roma olarak ikiye ayrılmasından sonra Batı Ankara BUCELLARİON adlı yeni eyaletin başkenti Roma’nın (Bizans) egemenliğinde kaldı. Selçukluların fethine kadar Ankara Bizans için önemli bir kenttir. Diocletianes (284-305) döneminde olmuştur. Ankara, Galitia Eyaletinin başkentidir. Ankara’nın doğu ve batıyı birbirine bağlayan anayol üzerinde olması nedeniyle doğu seferlerinde stratejik bir öneme sahiptir. Bu dönemde kale surları onarılmış, ticari hayat canlanmıştır. İmparator Julianus’un Persler’le savaşmak için çıktığı seferde Ankara’ya uğramasıyla, Paganizmin gelişmesi için Hıristiyanlıkla ilgili çalışmaları yasaklamış imparatorun Ankara’ya gelmesinin anısına sütün dikilmiştir. Sutün, Julianus sutünü olarak anılmıştır. Bizans döneminde yapılan Aziz Clemens Kilisesi, Hıristiyanlığın yayılmasına katkıda bulunmuş Hıristiyanlar için önemli bir kilisedir. Beşinci yüzyılda Ankara, imparatorluğun askeri ve idari merkezidir. Ticari faaliyetin yoğunlaştığı, dinsel gelişmenin Doğudan gelen saldırılar durmamış, 1071 Malazgirt savaşından sonra Türkler Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemeyi sürdürmüştür. 60 AZİZ CLEMENS KİLİSESİ Bizans dönemine ait olan Aziz Clemens Kilisesi Anafartalar Caddesi, eski Ankara Adliye binasının arkasındadır. Ankara Piskoposu olduğu sanılan Aziz Klemens, Roma döneminde Hıristiyanlara karşı sürdürülen baskılar sonucunda yirmi yaşında öldürülmüş daha sonra Ortadoks Kilisesi tarafından Aziz ilan edilmiştir. Bizans döneminde ise adına kilise inşa edilmiştir. Yapıldığı tarihe ilişkin kesin bir bilgi yoktur. 5. ve 9. yüzyıl arasında yapıldığı sanılmaktadır. Sultan II. Murat döneminde ( 1438 ) Ahmet Bin Hızır Yeğen Bey tarafından camiye dönüştürülmüş, 1917 yılında çıkan yangınla kilise tamamen yıkılmıştır. Aziz Clemens Kilisesinden günümüze yalnızca zemin duvarları ve haç işlemeli bezeme taşlar kalmıştır JULIANUS SÜTUNÜ Roma imparatoru Julianus’ un Ankara’yı ziyareti anısına İ.S.362 yılında dikilmiştir. Sütun 14,5 metre yüksekliğindedir. Halk arasında ‘Belkıs Minaresi’ adıyla da anılır. Ulus semtinde, Ankara valiliğin önünde yer almaktadır. 61 şiir seçkisi şükrü erbaş TÖREN VE BEŞİK Ankara... ' Kravatlı bozkırım. Yazdıklarını birbirine mahcubiyet duygusuyla gösteren büyük acemiler; çocuk ustalarım... Sahip ve köle: Ey devlete gelen kasabalar, köyler... 1970'îerin Yozgat'ından ağzımda bin delice kuşuyla uçtuğum devrimin başkenti. Ağzınhan su içtiğini çocuk. Yıldızların yerine sokak lambalarını asan modernite, Atkestanelerinin cumhuriyeti. Yalanını, duanı, soyunduğum taş, giyindiğim gök; unuta unuta bulduğum dil. Ankara... Yüz bin kişiyle yürüdüğüm solum. Işıklı vitrinlerin acı okulu. Kravatlı bohemim. Ihlamur ağaçları altında ilk kez okuduğum kirpikler. Çocuk gelip çocuk gittiğim sonsuz ana rahmim... iki çocukla büyüdüğüm tenha. Harf harf açtığım korku; yarama bastığım gelecek; şiirle bağışladığım geçmiş. Çalıştığım devlet, anladığım devlet, sevmediğim devlet. Yağmur mu, akşam mı, ölümün sureleri mi; ey caddelerin dağılma vakti... Kumrular Sokak'tan Sakarya Caddesi'ne kirpik kirpik kurduğum göz yaşı beşiği... Bir günde kaldırdığım yirmi dört cenaze... Rakı bardağında eve geldiğim geceler... Hanımeli Sokak'taki dergi, Özveren Sokak'taki dernek, Konur Sokak'taki yayınevi...süren göğüm benim, ince kanatlarım. Tören. Tören. Tören. Vazelin kokulu çöl: Kalenin eteğindeki kan pıhtısı... Ey sonsuz basın açıklamaları, polis korumasındaki haklar!.. 62 bir destanda gençliğim gitti, savaşımın dip sarsıntısında orhan veli ALTINDAĞ Altındağ, Ankara'nın arka tarafında kurulmuş büyük bir fakir fukara mahallesidir. Aşağıda okuyacağınız parçalar bu mahalleden bahseden uzun bir şiirden alınmıştır. Sabaha karşı bütün Altındağ rüya görür. ürperen gölgelerle dalgalar sildi dizelerimi gölün yüzeyinden. Gençliğim gitti, ben yürüdüm ve koştum üzünçlenmeden, suyun görünen derininde kanımın damlaları kırmızı balıklar. Burada; sadece,-bir genç kızla bir lağımcının rüyasını okuyacaksınız. Kırda alnı akıtmalı bir tayın seğiriyor tüyleri, ateş soluyan usumun iç sarsıntısından yüzeye yansıyor ılık ikindi rüzgârı hayatımın. Biri bir koca görür rüyasında Yüz lira maaşlı kibar bîr adam Evlenir, şehire taşınırlar Mektuplar gelir adreslerine: Şen Yuva apartmanı, bodrum katı Kutu gibi bir dairede otururlar Ne çamaşıra gidilir artık, ne cam silmeye Bulaşıksa kendi bulaşıkları. Çocukları olur nur topu gibi; Elden düşme bir araba satın alınır. Kızılay Bahçesi'ne gidilir sabahları; Kumda oynasın diye küçük Yılmaz, Kibar çocukları gibi. Ben evrensel belanın biteviye eriminde ören yeriyim nükleer kül dökülü hüznün çatlaklarından derinlerime. Ve senin büyülü teleğin değiyor geçiyor ülkemin vurulmuş yüzeyinden büyülü ışınım toprağımın radyasyon özürlülerini iyileştiriyor dokunuyorsun sakatların eksiği tamamlanıyor, Lağımcının hamam rüyasıdır, Rüyaların en güzeli. Uzanır yatar göbek taşına; Tellâklar gelip dizilir yanı başına. Biri su döker, Biri sabunlar; Elinde kese sıra bekler biri. Yeni müşteriler girerken içeri, Lağımcı, körlüğün çocukları evrenin cidarını zorluyor görüş erimiyle, sağırlığın çocukları tanrıların antenlerinden sesler alıyor tanrıların antenlerine sesler yolluyorlar, azer yaran onlar evrenin zarının berisinde, ötesinde tanrısal akustiğe ulanıyorlar, ahraz ezilmişlik gökkuşağının sahnesinde orkestra yönetiyor, Samanyolu’na şarkılar dinletiyor. Pamuklar gibi çıkar dışarı. ANKARA SEĞMENLER BAHÇESİNİN KAYIN AĞACINA ŞARKI Benim yanık ormanımda kayın ağacı boyunun beyaz çeliği ayışığından tüllerini sürüyor. Uzay mavisi yıldız beyazı damıtıldı aydınlığının ruhuyla gönlümün ışınsal imbiğinden fısıldayan acının tortusuyla. Acımın bin yaş humusunda bilgece toprağa dönüyor aşkım bulutlarla fısıldaşarak yükselen narin ormanda Türkiye’nin bütün korularında. Ayışığının yalın çavlanı endamına düşüyor, ak giysilerin gecenin kenarına yığılıyor, aydınlığın ruhundan yaratılmış deviniyor tenin ateşböcekierinin oynar yörüngelerinden yıldızların evrensel naklen yayınında... Benim kavruluşumun gazelleri hışırdıyor köklerinde. Benim kanımın usunda kollarında benim kanımın beyaz bir aşkinlığın orman meleği hurisi tansıklar ülkemin ve devası öte acımın, Otlarla böceklerin dilindeki aşkım! Ve el atimaz sevgilisi benim tebdil gezen yuvasız serdengeçti şiirimin! yurdun bitek yamaçlarında cennet ağacım. Alev köpüklerime mavi su döküldü, duruldum, gölün ıssız yüzeyine kanımın damlalarıyla yazılı 63 kitap seçkisi “Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsü Olgusu” Barış Övgün Mülkiyeliler Birliği Vakfı yayınları tezler dizisinden Barış Övgün’ün “Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsü Olgusu” adlı yüksek lisans tezi yayınlandı. Prof. Dr. Birgül Ayman Güler kitabın önsözünde Barış Övgün’ün çalışması ile ilgili olarak övgüyle söz etmektedir. Prof. Dr. Birgül Ayman Güler “…piyasacı-devletçilik felsefesine ait kamu iktisadi teşebbüsleri dünyasının günümüze dek geçirdiği piyasa odaklı evrimini ve üçüncü dönüşüm adımı olan özelleştirme politikasıyla tasfiye sürecini ortaya koyup irdelemektedir. Yazar, Türk yönetim sisteminin en canlı ve belki de en karmaşık yönetim-örgütleme deneyimlerinden birini, bütünlüklü bir biçimde incelemeyi başarmış ve bize KİT deneyimi üzerine düşünme görevimiz olduğunu etkili bir biçimde göstermiştir” demektedir. Araştırmacı ve okuyucular kitabı vakfımızdan temin edebilir. 64 yayınlarımız MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ VAKFI YAYINLARI Arşiv:Baskısı tükenmiş olan yayın 1 Fehmi Yavuz, Anılarım, MBV Yayınları:1, Ankara 1985 Arşiv 2 Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, MBV Yayınları: 2, Ankara 1986 Arşiv 3 Tuncer Bulutay, Bilimin Niteliği Üzerine Denemeler Evrim ve Quantum Kuramları, MBV Yayınları: 3, Ankara 1986 Arşiv 4 Faruk Şen, Ege’nin İki Yakasında Ekonomi, MBV Yayınları: 4, Ankara 1987 Arşiv 5 Çarşamba Söyleşileri “86……87” Seçmeler, MBV Yayınları: 5, Ankara 1987 6 Zaferpark Dosyası, MBV Yayınları: 6, Ankara 1988 Arşiv 7 Bahri Savcı’ya Armağan, MBV Yayınları: 7, Ankara 1988 Arşiv 8 Sadun Aren’e Armağan, MBV Yayınları: 8, Ankara 1989 Arşiv 9 Cahit Talas’a Armağan, MBV Yayınları: 9, Ankara 1990 10 Türkiye’de Memur Sendikacılığı Uluslar arası Sempozyum (13-14 Eylül 1990-Ankara), MBV Yayınları: 10, Ankara 1991 11 Ernest Mandel, Ankara Konferansları: Doğu Blokunda Neler Oluyor? Neo-Liberalizm ve Dünya Ekonomik Bunalımı, MBV Yayınları:11, Ankara 1991 12 Samir Amin, Üçüncü Dünya-Demokrasi ve Sosyalizm, MBV Yayınları: 12, Ankara 1992 13 Hasan Tahsin Benli, Mülkiyeliler Birliği Dergisi Makaleler Bibliyografyası (1966-1992), Yayınları: 13, Ankara 1993 14 Alpaslan Işıklı, Küreselleşme ve Demokratikleşme, MBV Yayınları: 14, Ankara 1995 15 Prof. Bahri Savcı Kaynakçası, MBV Yayınları: 15, Ankara 1995 16 Selin Esen, İptal Davası ve İtiraz Yolunda Anayasa Mahkemesi’nin Yaptığı İlk İnceleme, MBV Yayınları: 16 Tezler Dizisi: 1, Ankara 1996 17 Ayhan Yalçınkaya, Alevilikte Toplumsal Kurumlar ve İktidar, MBV Yayınları: 17, Tezler Dizisi: 2, Ankara 1996 18 Hasan Tahsin Benli, Mülkiyeliler Birliği Tarihi 1946-1996, MBV Yayınları: 18, Ankara 1996 19 Ayşegül Kaplan, Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları, MBV Yayınları: 19, Tezler dizisi: 3, Ankara 1999 20 Funda Keskin, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, MBV Yayınları: 20, Tezler Dizisi: 4, Ankara 1998 Arşiv 21 Alpaslan Işıklı, Said Nursi-Fethullah Gülen ve “Laik” Sempatizanları, MBV Yayınları: 1, Ankara 1998 Arşiv 22 A.Argun Karacabey, A Tipi Yatırım Fonları Performanslarının Analizi ve Değerlendirilmesi, MBV Yayınları: 21, Tezler Dizisi: 5, Ankara 1998 23 Kudret Özersay, Türk Boğazlarından Geçiş Rejimi, MBV Yayınları: 22, Tezler Dizisi: 6, Ankara 1999 24 25 Nimet Özbek, Türkiye’deki Yabancıların Öğrenim ve Öğretim Özgürlüğü, MBV Yayınları: 24, Tezler Dizisi: 9, Ankara 2000 27 Cevat Geray’a Armağan, MBV Yayınları: 25, Ankara 2001 28 Erel Tellal, Uluslararası ve Bölgesel Gelişmeler Çerçevesinde SSCB-Türkiye İlişkileri 1953-1964, MBV Yayınları: 26, Tezler Dizisi: 10, Ankara 2000 29 Koray Karasu, Profesyonelleşme Olgusu ve Kamu Yönetimi, MBV Yayınları: 27, Tezler Dizisi: 11, Ankara 2001 30 Şenay Gökbayrak, Belediyeler, Özelleştirme ve Çalışma İlişkileri, MBV Yayınları: 28, Tezler Dizisi: 12, Ankara 2003 32 Arşiv Arşiv Arşiv Arşiv Serdar Şahinkaya, Sanayileşme Süreçleri ve Kalkınma-Yatırım Bankaları “Teorik Bir Çerçeve ve Türkiye Örneği”, MBV Yayınları: 23, Tezler Dizisi: 7, Ankara 1999 Erdem Denk, Egemenliği Tartışmalı Adalar: Karşılaştırmalı Bir Çalışma (Kardak Kayalıkları ve Spratly ve Senkaku/Diaouyu Adaları Örnekleri), MBV Yayınları: 24, Tezler Dizisi: 8, Ankara 1999 26 31 Arşiv Bülent Duru, Kıyı Politikası-Kıyı Yönetiminde Bütünleşik Yaklaşımlar ve Ulusal Kıyı Politikası, MBV Yayınları: 29, Tezler Dizisi: 13, Ankara 2003 Onur Kovancı, Kapitalizm, Yoksulluk ve Yoksullukla Mücadelede Tarihsel Bir Deneyim: İngiliz Yoksul Yasaları, MBV Yayınları: 30, Tezler Dizisi: 14, Ankara 2003 33 Sadun Aren’e 80. Yaş Armağanı, MBV Yayınları: 31, Armağan Dizisi: 5, Ankara 2003 34 Tayfun Çınar, Dünyada ve Türkiye’de Başkentlik Sorunu, MBV Yayınları: 32, Tezler Dizisi: 15, Ankara 2004 35 Nejat Bengül’e Armağan, MBV Yayınları: 33, Armağan Dizisi: 6, Ankara 2006 37 Uğur Emek, Bankacılık Sisteminde Rekabet ve İstikrar İkileminin Analizi: Türkiye Örneği, MBV Yayınları: 34, Tezler Dizisi: 16, Ankara 2007 38 Temurhan Öztürk, Ankara’nın Mülkiyesi 1936-2007, MBV Yayınları: 35, Ankara 2007 39 Özge Özkoç, Suriye Baas Partisi: Kökenleri, Dönüşümü, İzlediği İç ve Dış Politika (1943-1991), Mülkiyeliler Birliği Yayınları, Tezler Dizisi: 17 Ankara 2008 65 Arşiv MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ YAYINLARI 1 Ali Çankaya, Yeni Türkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (Mülkiye Şeref Kitabı), Ankara 1970-1971 (8 Cilt) 2 Mülkiyeliler Adres Rehberi (Mülkiye Şeref Kitabı) 1935-1995 Mezunları, Ankara 1997 3 Hikmet Yavuzyiğit, Mülkiye Tarihi 1859-1999, Ankara 1999 4 Mutlu Binark-Gani Çulha-Ishak Kocabıyık, Zaman ve Uzam İçinde Haydarpaşa Garı, Mülkiyeliler Birliği Yayınları, Ankara 2007 5 Özcan Yalım, Issızlıkta Elli Beş Yıldan Seçme Şiirler (1952-2007) Mülkiyeliler Birliği Yayınları, Ankara 2008 66 Arşiv