cerrahi bakım ve yaşam kalitesi sempozyumu 04 mayıs 2012
Transkript
cerrahi bakım ve yaşam kalitesi sempozyumu 04 mayıs 2012
CERRAHİ BAKIM VE YAŞAM KALİTESİ SEMPOZYUMU 04 MAYIS 2012 Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı tarafından Türk Cerrahi ve Ameliyathane Hemşireleri Derneği ve Sağlıkta Yaşam Kalitesi Derneği desteği ile düzenlenmektedir MANİSA CERRAHİ BAKIM VE YAŞAM KALİTESİ SEMPOZYUMU 04 Mayıs 2012 C.B.Ü. Süleyman Demirel Kültür Merkezi/MANİSA SEMPOZYUM DÜZENLEME KURULU BAŞKAN Prof. Dr. Zeki ARI SEKRETER Yrd. Doç. Dr. Dilek ÇEÇEN DÜZENLEME KURULU ÜYELERİ Doç. Dr. Meryem YAVUZ Doç. Dr. Fatma DEMİR KORKMAZ Doç. Dr. Şenay KAYMAKÇI Yrd. Doç. Dr. Adalet KUTLU Yrd. Doç. Dr. Emel YILMAZ Yrd. Doç. Dr. Hakan BAYDUR ( SAYKAD adına) BİLİMSEL KURUL Prof. Dr. Güler AKSOY Prof. Dr. Neriman AKYOLCU Prof. Dr. Fatma ETİ ASLAN Prof. Dr. Ömer AYDEMİR Prof. Dr. Nurhan BAYRAKTAR Prof. Dr. Rukiye PINAR BÖLÜKTAŞ Prof. Dr. Teoman COŞKUN Prof. Dr. Nalan ÖZHAN ELBAŞ Prof. Dr. Fethiye ERDİL Prof. Dr. Erhan ESER Prof. Dr. Sevgi HATİPOĞLU Prof. Dr. Nevin KANAN Prof. Dr. Süreyya KARAÖZ Prof. Dr. Talha MÜEZZİNOĞLU Prof. Dr. Deniz ŞELİMEN Prof. Dr. İdil TEKİN Prof. Dr. Levent YOLERİ Doç. Dr. Sevim ÇELİK Doç. Dr. Koray ERBÜYÜN Doç. Dr. Neziha KARABULUT Doç. Dr. Özgül KARAYURT Doç. Dr. Nadiye ÖZER Doç. Dr. Deniz ÖZTEKİN Doç. Dr. Özge UZUN Doç. Dr. Ayla YAVA Bilimsel kurul soyadı sırasına göre alfabetik olarak oluşturulmuştur. 04 MAYIS 2012 SEMPOZYUM PROGRAMI 08.30-09.00 09.00-09.30 09.30-10.15 10.15-10.45 10.45-11.30 11.30-12.15 12.15-13.15 13.15-14.45 14.45-15.00 15.00-16.30 16.30-17.30 17.30-18.00 Kayıt Açılış Konuşmaları Prof. Dr. Zeki ARI C.B.Ü Manisa Sağlık Yüksekokulu Md. Prof. Dr. Ömer AYDEMİR Sağlıkta Yaşam Kalitesi Derneği Bşk. Doç. Dr. Şenay KAYMAKÇI Türk Cerrahi ve Ameliyathane Hemşireleri Derneği Bşk. Yrd. Konferans: Sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin kavramsal temelleri Oturum Başkanı/ Konuşmacı: Prof. Dr. Erhan ESER ARA Konferans: Türkiye’de hemşirelik alanında yaşam kalitesi Oturum Başkanı/ Konuşmacı: Prof. Dr. Rukiye PINAR BÖLÜKTAŞ Cerrahi hemşireliği ve yaşam kalitesi ile ilgili yapılan çalışmalar Ulusal ve Uluslararası Boyut Oturum Başkanı: Doç. Dr. Şenay KAYMAKÇI Konuşmacılar: Yrd. Doç. Dr. Emel YILMAZ- Ulusal Boyut Yrd. Doç. Dr. Adalet KUTLU- Uluslararası Boyut ÖĞLE YEMEĞİ Cerrahi uygulama alanlarında yaşam kalitesi Oturum Başkanları Prof. Dr. Teoman COŞKUN Yrd. Doç. Dr Türkan ÖZBAYIR Kronik yaralar ve yaşam kalitesi Doç. Dr. Filiz ÖĞCE Meme kanseri ve yaşam kalitesi Doç. Dr. Özgül KARAYURT Stomalı hastalarda yaşam kalitesi Yrd. Doç. Dr. Fatma VURAL Organ transplantasyonu ve yaşam kalitesi Yrd. Doç. Dr. Esma ÖZŞAKER ARA Oturum Başkanları Prof. Dr. İdil TEKİN Yrd. Doç. Dr. Dilek ÇAKIR UMAR Kalp damar cerrahisinde yaşam kalitesi Doç. Dr. Fatma DEMİR KORKMAZ Yaşlı cerrahisinde yaşam kalitesi Yrd. Doç. Dr. Dilek ÇEÇEN Üroloji’de yaşam kalitesi Yüksek Hemşire Zeynep DEMİRAY Plastik cerrahisi uygulamalarında yaşam kalitesi Yrd. Doç. Dr. Özlem BİLİK Bildiri Sunumları Oturum Başkanları: Prof. Dr. Eray KARA Yrd. Doç. Dr. Yelda CANDAN DÖNMEZ NE YAPMALI? Oturum Başkanları: Prof. Dr. Erhan ESER Prof. Dr. Rukiye PINAR BÖLÜKTAŞ ÖNSÖZ Günümüzde ”öznel sağlık algısı ya da yaşam kalitesi” kavramı, cerrahi kliniklerde hasta merkezli bakım yaklaşımının giderek benimsenmesi nedeniyle önem kazanmaktadır. Cerrahi alanda yaşam kalitesinin değerlendirilmesi, bakım gereksinimlerinin belirlenmesinin yanı sıra bakım hizmetlerinin geliştirilmesini de sağlamaktadır. Cerrahi hemşireleri olarak, cerrahi girişim nedeniyle yaşam kalitesi etkilenen hastaların bakımı ile ilgili sorunları tartışmak ve deneyimlerimizi paylaşmak amacıyla şehzadeler şehri Manisa C.B.Ü Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde sizlerle birlikte olmaktan onur ve mutluluk duyuyoruz. Bu amaca yönelik olarak düzenlediğimiz Cerrahi Bakım ve Yaşam Kalitesi Sempozyumu’nda iki konferans, üç panel, bir kurs, bir forum ve sözel bildiri sunumları yapılacaktır. Sempozyumun düzenlenmesinde destek veren değerli hocalarımıza, bilimsel kurulumuza, değerli bilgilerini bizlerle paylaşan tüm konuşmacılarımıza, bildiri ile ve dinleyici olarak gelen tüm katılımcılarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sempozyumda sunulan tüm bilgilerin toplandığı bu kitabın meslektaşlarımıza yararlı olmasını diliyoruz. İÇİNDEKİLER KONFERANSLAR KONUŞMA METİNLERİ Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesinin Kavramsal Temelleri Erhan ESER ……………………………………………………………………………………...... Türkiye’de Hemşirelik Alanında Yaşam Kalitesi Rukiye PINAR BÖLÜKTAŞ……………………………………………………………………...... PANEL BİLDİRİLER Cerrahi Hemşireliği ve Yaşam Kalitesi İle İlgili Yapılan ÇalışmalarUlusal Boyut- Emel YILMAZ………………………………………………………………….... Cerrahi Hemşireliği ve Yaşam Kalitesi İle İlgili Yapılan Çalışmalar- Uluslar Arası Boyut - Adalet KOCA KUTLU………………………………………………………............... Kronik Yaralar ve Yaşam Kalitesi FilizÖĞCE………………………………………………………………………………………...... Meme Kanseri ve Yaşam Kalitesi Özgül KARAYURT ……………………………………………………………………………...... Stomalı Hastalarda Yaşam Kalitesi Fatma VURAL…………………………………………………………………………………....... Organ Transplantasyonu ve Yaşam Kalitesi Esma ÖZŞAKER………………………………………………………………………………….... Kalp Damar Cerrahisinde Yaşam Kalitesi Fatma DEMİR KORKMAZ……………………………………………………………………...... Yaşlı Cerrahisinde Yaşam Kalitesi Dilek ÇEÇEN …………………………………………………………………………………… Üroloji’de Yaşam Kalitesi Zeynep DEMİRAY………………………………………………………………………………..... Plastik Cerrahi si Uygulamalarında Yaşam Kalitesi Özlem BİLİK……………………………………………………………………………………...... SÖZEL BİLDİRİLER Ameliyathane Hemşirelerin Ameliyatların Büyüklüğüne Göre Harcadıkları Zamanın Analizi Yıldırım SEVİNÇ, Sinan LEYLA …………………………………………………………......... Meme Kanserli Hastaların Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi Türkan ÖZBAYIR, Burçak ŞAHİN KÖZE, Damla ŞANCI, Derya MORADİ………...... Yoğun Bakımda Çalışan Hemşireler İle Yataklı Servislerde Çalışan Hemşirelerin Yaşam Kalitelerinin Karşılaştırılması Rabia SARI, Ayşegül YILMAZ, Dilek KÖKKAYA, Sebahat KÖKER, İbrahim YILMAZ, Gözde KÖMÜR, Selin KAYA, Şaban EKER ………………………………………………....... Hemşire ve Hastaların Postoperatif Ağrı Değerlendirmelerinin Karşılaştırılması Buket UYAR, Selcan DÜNDAR ……………………………………………………………........ Celal Bayar Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin Çalışma Yaşamlarının Yaşam Kalitelerine Etkisi Sergül KURBAN, Dilek ÇEÇEN, Nilüfer KARABAĞ, Nimet PETEK, Selvinaz ÇALKAN Ondokuz Mayıs Üniversitesi Hastanesi Cerrahi Kliniklerinde Yatan Hastaların Öğrenci Hemşirelerden Memnuniyeti Hüsniye AŞIK ……………………………………………………………………………………...... 2 5 11 19 22 29 33 39 52 60 68 73 77 78 79 80 81 82 Manisa İli Hastanelerinde Çalışan Yönetici Hemşirelerin İş Yaşam Kalitelerinin Belirlenmesi Selçuk DEMİRLER, Adalet KOCA KUTLU …………………………………………………....... Histerektomi Yapılmış Kadınlarda Cinsel İşlev Bozukluğu ve Yaşam Kalitesi Emel YILMAZ, Burcu KARATAŞ, Muzaffer SANCI ………………………………………...... Pilonidal Sinüslü Hastalarda Yaşam Kalitesi Tuğba AŞKIN, Emel YILMAZ ………………………………………………………………........ Üriner İnkontinansı Olan Kadınlarda Üriner İnkontinansın Risk Faktörleri ve Yaşam Kalitesine Etkisi Emel YILMAZ, Ayşegül MUSLU, Elif ÖZCAN……………………………………………....... Venous Insuffıcıency Epidemıologıcal and Economıc Study Qualıty of Lıfe/Symptoms (VEINES-OoL/Sym)- Ölçeğinin Türkçe Sürümünün Geçerlilik Ve Güvenilirliği Adalet KUTLU, Emel YILMAZ, Dilek ÇEÇEN, Alper ÖZBAKKALOĞLU, Erhan ESER 83 84 85 86 87 SAĞLIKLA İLGİLİ YAŞAM KALİTESİ Prof. Dr. Erhan Eser Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD. Manisa. Sağlıkta Yaşam Kalitesi Derneği (SAYKAD) Yönetim Kurulu Üyesi [email protected], [email protected] Yaşam Kalitesi : Neden? Yaşam süresinin uzaması ve yeni tedavi alternatiflerinin uygulanmaya başlanması, sağlık hizmeti çıktısının ölçümünde geleneksel göstergelerin yetersiz kalmasına yol açmıştır. Kökleri çok öncelere gitmekle birlikte 1980 ‘lerden başlayarak, bir klinik uygulamanın ya da sağaltım alternatifinin başarısı veya başarısızlığı, biyolojik ve demografik göstergelere ek olarak, o hastanın yaşam kalitesine yaptığı olumlu veya olumsuz gelişmelerle de değerlendirilmeye başlanmıştır. Yani sağlık girişiminin başarısı, hastalığın yol açtığı ağrı, halsizlik ve yeti yitimi (disabilite) ve daha geniş olarak da bireyin bedensel, psikolojik ve sosyal iyilik durumu ile değerlendirilmelidir. Nedir? Yaşam Kalitesi (YK), mutlu olma ve yaşamdan hoşnut olmayı içeren, genel olarak “iyi olma durumu” olarak kullanılan bir terimdir. Bir çok farklı tanımı olsa da “Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi (SYK)”, yaşamın çeşitli boyutları açısından kendinden hoşnut olabilmek ya da kişinin yaşamdan beklentileri ile elde edebildikleri arasındaki fark olarak tanımlanabilir. Bu tanımlar, SYK kavramının öznelliğini açıklıkla ortaya koyar. Sağlıkla ilgili bireysel (klinikte) ve toplumsal müdahalelerin (tedavi, program vb.) başarının değerlendirilmesinde iki ayrı grup tamamlayıcı ölçüt kullanılmaktadır. Bunlar, Nesnel (objektif) ölçütler ve Öznel (subjektif), yani “Hasta tarafından Bildirilen Sonuçlar (HBS)”dir. İngilizcede bu ölçütlere Patient Reported Outcomes (PRO) denir. HBS göstergeleri ise kendi içinde iki alt kategoride incelenirler. Bunlardan birisi İşlevsel (fonksiyonel) ölçütler, diğeri de SYK ölçütleridir. Birinci grupta yer alan işlev yitimini ölçen gereçler çoğu zaman “yanlışlıkla” SYK ölçekleri içinde değerlendirilirler. Oysa belirli bir eylemi geçekleştirememek (belirli bir mesafeyi yürümek, bir işi başarabilmek vb.) bir işlev kaybı olarak değerlendirilirken, bu eylemi yerine getirememenin kişinin yaşamının niteliği üzerine olan algılanan etkisi yaşam kalitesidir. Ölçümü? SYK’nin sağlık bilimlerinde bir sonuç göstergesi olarak yaygın kullanımına karşın gerek kavramsal anlamda gerekse bunu ölçmede kullanılacak en uygun yaklaşımın belirlenmesi anlamında henüz yeterli düzeyde bir fikir birliği sağlanamamıştır. Bununla birlikte, SYK hiçbir zaman geleneksel sağlık göstergelerinin bir alternatifi olmamalı ve ancak başarının değerlendirilmesinde bir tamamlayıcı ölçüt olarak kabul edilmelidir. Yaşam Kalitesi skorlarında dört çeşit farklılık gözlenebilir. Bunlar, birey düzeyde elde edilen kesitsel ve ileriye dönük farklar ve grup/toplum düzeyinde yine kesitsel ve ileriye dönük farklardır. SYK tek bir sayı (indeks ölçüt) ile veya bir profil ile ölçülebilir. İndeks ölçütler, doğrudan (Görsel Eşdeğerlik Ölçekleri = Visual Analog Scales veya tercihe dayalı ölçekler) veya dolaylı yoldan (birden çok indeks ölçütün toplanmasıyla) ölçülür. 2 Profil Ölçütler ise, SYK ‘nin bütününü belirleyen alt bileşenlerden oluşurlar. Bu alt bileşenlere boyut (dimension) veya alan (domain, veya scale), bunların da alt bileşenlerine ise bölüm (facet veya sub-scale)) denir. Profil ölçeklerin genellikle bir toplam puanı yoktur. Ölçek ister indeks olsun isterse profil, SYK ölçüm araçları şekil ve görünüm açısından, Genel amaçlı (generic) ve Özel amaçlı (specific) ölçekler olarak iki ana sınıfa ayrılır. Genel amaçlı ölçütler, SYK ilgilendiren geniş bir işlev kaybı ve genel olarak rahatsızlık spektrumunu içermeleri nedeniyle, toplumun tüm kesimlerinde; tüm hastalıklar ve durumlarda; çeşitli tıbbi girişimlerde kullanılırlar. Genellikle bunlardan içerdikleri boyut/alan sayısı kadar puan elde edilir. Yaygın olarak kullanılan SF-36, SF-12, Dünya Sağlık Örgütü SYK ölçeği (WHOQOL), Nottingham Sağlık Profili, Hastalık Etki Profili (Sickness Impact Profile) bu kategoriye örnek oluştururlar. Genel ölçütler içinde –bazı kaynaklara göre özel ölçütler olarak sınıflansalar da- bazı yaş grupları ve nüfus grupları için geliştirilmiş ölçekler de sayılabilir. Belirli bir nüfus grubuna özel olanlar için, çocuklara (KINDL, Kidscreen, CHQ, Disabkid, Pedsqol); yaşlılara (WHOQOL-OLD); ergenlere (Kiddo-KINDL, Kidscreen, PedsQoL, Life Satisfaction Index for Adolescents) özel ölçekler örnek verilebilir. Özel Amaçlı Ölçütler ise, belirli bir duruma veya hastalığa özel veya belirli bir işleve özel ölçekler olarak farklılaşırlar. Örneğin, WHOQOL-DIS engelliler, DLQI genel dermoloji, VSQ25 ise genel göz hastalıkları ölçekleridir. Bunun yanında hemen her hastalığa (ör: epilepsi, diyabet, romatoid artrit), duruma (ağrı) ve işleve (cinsel işlev, emosyonel durum, uyku) özel ölçekler de bulunmaktadır. Nöroloji alanında 100’e yakın HBS (fonksiyonel veya yaşam kalitesi ) ölçeği mevcuttur (Bknz Ek tablo). Bunlardan 26 ölçeğin Türkçe sürümü bulunmaktadır. Ancak geçerlilik çalışması yapılan ölçek sayısı 10’dur. Diğer tıp disiplinleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’de bu sayı önemli olarak kabul edilebilirse de Nöroloji bilim alanın yaşam kalitesi ile ilişkili geniş yelpazesi bu sayının yeterli olamadığını düşündürmektedir. Örneğin Türk Epilepsi ve Parkinson hastaları için kullanılabilir bir ölçeğin bulunmaması önemli bir eksik olarak dikkati çekmektedir. SYK değerlendirme ölçekleri için bir diğer sınıflama da ölçeğin “tercihe dayalı (preference/utility based” olup olmamasına göre yapılır. Yukarıda sözü edilen ölçekler “tercihe dayalı olmayan” ölçeklerdir. Bu sınıflamada ikinci bir ana grubu ise “tercihe dayalı ölçekler” oluşturur. Tercihe dayalı ölçekler (indeks ölçütler sınıflamasına girerler) sağlık ekonomisi alanında geliştirilen teorilere dayanılarak geliştirilmiş olan, Maliyet Yararlanım (cost utility) analizlerinde kullanılan ve en önemlisi Kalite Eklenmiş Yaşam Yılları’nı (QALY) hesaplamaya olanak tanıyan ölçekleridir. SYK 0 ile 1 arasında tek bir puana indirgenir. Kabaca değinmek gerekirse, ya puanları önceden belirlenmiş işlevlerle ilgili sorulara verilen yanıtlara göre ya da YK ‘nin farklı yönlerine verilen puanlara göre değerlendirilirler. Burada “0” ölümü, “1” tam iyilik halini ifade eder. 0 ile 1 arasındaki utilite puanının oluşturulması için bazı tercih yaklaşımları kullanılır. Bu ölçekler içinde en sık kullanılanları [(Quality of Well-Being Scale, EuroQol Instrument (EQ 5-D) ve Health Utility Index (HUI) ] dir. Yaşam kalitesini etkilediği varsayılan klinik durum ve girişimlerin sonuçlarının ölçümünde genellikle bir genel amaçlı ve en az bir hastalığa (duruma) özel ölçek kullanılması önerilmektedir. Hastalıkların veya tıbbi / cerrahi girişimlerin sonuçlarının genellikle kişinin yaşamını bir bütün olarak etkileme olasılığı nedeniyle Genel amaçlı ölçekler, yapılan tıbbi girişime bağlı değişimi daha duyarlı olarak ölçebilmeleri nedeniyle de hastalığa ve duruma özel ölçekler kullanılır. Yaşam kalitesi ölçekleri klinikte genellikle bir müdahalenin etkisini ölçmekte kullanıldığından, başlangıç ölçümünün ne zaman yapılacağını özenle belirlemek gereklidir. Bu ilk ölçüm, daha sonra yapılacak izleyen ölçümler için rehber olacaktır. İzleyen ölçümleri hastalığın seyri ve sağaltımın etkisini (değişime duyarlılığını-yanıtlılığını) ölçmeye yetecek 3 sıklıkta tekrarlamak gerekir. Diğer taraftan, ölçümleri yorumlarken mutlaka bireylerin sosyoekonomik göstergeleri hesaba katılmalıdır. Alt sosyoekonomik statüdeki bireylerin ve bazı demografik grupların (kadınlar, yaşlılar gibi) genel yaşam kalitesi puanlarının diğerlerinden daha düşük olduğu unutulmamalıdır. Kullanımı? Yaşam Kalitesi araştırmalarında dikkat edilmesi gereken noktalar ise şu şekilde sıralanabilir: 1- Yaşam kalitesi düzeylerinde önemli farklılık beklediğiniz araştırmaları tercih edin. 2- İdeal araştırma, yaşam kalitesini yaşam beklentisi ile karşılaştırırken, diğer klinik parametreleri ve fizyolojik değerleri de kapsamalıdır. 3- Yaşam kalitesi araştırmaları çoğunlukla örnek büyüklüğünün artmasını gerektirmez. Aynı bireylerde yapılan tekrarlayan ölçümler bu gereksinimi sınırlar. 4- Geçerli ve güvenilir olan yaşam kalitesi ölçeklerini kullanın. Kullandığınız ölçeğin özelliklerini ve sınırlılıklarını bilin. 5- Başlangıç ölçümünün ne zaman yapılacağına özenle belirleyin. Bu ilk ölçüm izleyen ölçümler için size rehber olacaktır. 6- Ölçümlerinizi hastalığın seyri ve sağaltımın etkisini ölçmeye yetecek sıklıkta tekrarlayın. Ölçümleri bazı hastaları hastalıkları şiddetlendiği zaman, bazılarını da iyi hissettikleri zaman yapmaktan kaçının. 7- İki ölçüm arasındaki sürenin 2-4 hafta olması genellikle önerilir. Müdahalenizin etkisi ölçmek istiyorsanız, ölçümünüzü girişimden hemen sonra ve bir sonraki girişimden hemen önce yapınız. 8- Hastaların tümünü hastalıklarının doğal sonucuna veya sağaltımın etkisi tamamen geçinceye dek izleyin. 9- Verilerinizi yalnızca ortalama hesaplayarak analiz etmeyin. Çok değişkenli varyans analizlerini tercih edin. 10- Son olarak da, yalnızca ölçeğin toplam puanı ile yetinmeyip, varsa alt boyut puanlarını da inceleyin. 4 TÜRKİYE’DE HEMŞİRELİK ALANINDA YAŞAM KALİTESİ Prof. Dr. Rukiye Pınar Yeditepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik ve Sağlık Hizmetleri Bölümü Aristo’ya kadar uzanan felsefi tartışmalardan kaynağını alan yaşam kalitesi kavramı günümüzde farklı çevrelerin üzerinde yoğunlaştıkları alan olarak dikkat çekmekte, felsefe, sosyoloji, sinema, mimarlık, psikoloji ve politikanın yanı sıra sağlık alanında da giderek artan bir şekilde kullanılmaktadır. Yaşam kalitesi kavramının içeriğinde çeşitli halk katmanlarının mutluluğu ve esenliğinden, çevresel kalite ve ekolojik yapılara dek uzanan çok çeşitli ve seçkisel değişkenler yumağını bulmak mümkündür (1-2). Yaşam kalitesine ilişkin sistemli çalışmalar 1960’lı yıllarda ABD başlamış, halkın yaşam kalitesinin iyileştirilmesi amacıyla hükümet tarafından daha iyi kazanç, daha iyi eğitim, daha iyi barınma ve sağlık koşulları gibi objektif göstergeleri içeren reform paketi hayata geçirilmiştir. 1970’li yıllarda psikoloji alanında yaşam kalitesi çalışmalarına ilgi artmış, psikologlar yaşam kalitesinin barınma, gelir gibi objektif durumların ötesinde barınma ve gelir durumundan doyum bulup bulmama ile ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir. Psikologlara göre yaşam kalitesi bireyin kendi yaşamına ilişkin doyumu ve mutluluk durumu ile ilişkilidir (3). Yaşam kalitesine ilişkin farklı disiplinlerde yapılan çalışmalarda kavram farklı perspektiflerden ele alınmış, bu farklı yaklaşımlar kavramın bir dereceye kadar çakışan, ancak eş anlamlı olmayan şekillerde tanımlanmasına neden olmuştur. Günümüzde de birçok tanım bulunmasına rağmen, yaşam kalitesinin evrensel olarak kabul görmüş bir tanımı yoktur. Mevcut tanımların da mutluluk, memnuniyet, yaşam doyumu, pozitif etki, negatif etki, bilişsel değerlendirme, sağlık, öznel ve psikolojik iyilik hali, sosyal yararlılık, duygusal ve ekonomik statü gibi birçok faktörden kaynağını aldığı görülmektedir (4-9). Hörnquist’e göre (4); yaşam kalitesi değerlendirmelerinde bu alanlarının hepsi incelenmelidir. O’na göre, yaşam kalitesinin farklı boyutları, bir bahçe içindeki farklı meyvalara benzer. Sonuçta elmalar elma, armutlar armut olarak kalır, ilişkili yönleri, aynı bahçe içinde olmaları ve meyva olmalarıdır. Bu nedenle yaşam kalitesini etkileyeceği düşünülen alanlar da birbiriyle ilişkili olsun ya da olmasın incelenmek durumundadır. Tanımların ortak noktalarına bakıldığında yaşam kalitesi “bireyin kendi yaşamını nasıl algıladığıdır, her algı gibi bireye özel ve subjektiftir”,“bireyin sahip oldukları ile hayal ettikleri arasındaki dengedir”, “mutluluk, doyum ve uyumdur”, “bireyin kendini iyi hissetmesidir” ve “bireyin kendi yaşamına ilişkin doyumu ve mutluluk durumudur”. Yaşam kalitesinin sosyal bilimlerde kullanılması tıp ve hemşirelik bilimlerini de etkilemiş; sınırlı sağlık kaynaklarının dağılımı, klinik karar vermenin kolaylaştırılması, bağımsız karar vermesi yönünde hastalara yardım edilmesi amaçları ile çeşitli hastalık durumlarında, farklı tedavi yaklaşımlarının etkinliğinin karşılaştırılmasında ve hastaya uygun tedavi kararlarının verilmesinde yaşam kalitesi araştırmaları yapılmaya başlanmıştır (5, 10). Bu durum sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi kavramını (SİYK) gündeme getirmiştir (9, 11). Yaşam kalitesinin sağlıkla ilişkilendirilmesi esasen Dünya sağlık örgütü’nün (DSÖ) 1946 yılında sağlığı “yalnızca hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, aynı zamanda fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali” olarak tanımlaması ile olmuştur (http://www.who.int/governance/eb/who_constitution_en.pdf, Erişim tarihi: 20 Nisan 2012). Ancak yaşam kalitesinin ilk kez sağlık alanında dile getirilmesi Yeni Delhi’de 1959 yılında yapılan “Uluslar arası Planlanmış Anne-Babalık Konferansı” nda ele alınmış, konferansta hızlı nüfus artışının olası sonuçlarından söz edilerek sayıdan ziyade nüfusun kalitesinin ön 5 planda olması gerektiği vurgulanmış ve konferans notları aynı yıl yayınlanmıştır (12). Long’un 1960 yılında Medical Times’ta yayınlanan “on the quantity and quality of life” isimli makalesinde sayı ve kalite kavramları ele alınmış (13); 1966 yılında ise Elkinton’un “medicine and the quality of life” makalesi ile yaşam kalitesinin sağlıktaki yeri artık tartışılmaya başlanmıştır (14). Carr, Gibson ve Robinson’a (15) göre SİYK, bir kişinin sağlık, hastalık, sakatlık ve tedavinin etkinliği gibi doğrudan veya dolaylı subjektif deneyimlerini tanımlamak için geliştirilmiş bir kavramdır. Ferrans ve ark. (11) SİYK kavramını, kişisel özellikleri ve yaşanan çevreyi dikkate alarak, bireylerin biyolojik fonksiyonları, hastalık semptomları, fonksiyonel durum ve genel sağlık algısının etkileşimi modeliyle açıklamıştır. DSÖ 1995 yılında yaşam kalitesini “Bireyin yaşadığı kültürel yapı ve değerler sistemi içinde amaçları, beklentileri, kriterleri ve sosyal ilişkilerine yönelik algısı” olarak tanımlamıştır. Kültürel yapıdan ilk defa DSÖ’nün tanımında söz edilmiştir. DSÖ’ye göre yaşam kalitesi bireyin fiziksel sağlığından, psikolojik durumundan, bağımsızlık düzeyinden ve içinde bulunduğu çevrenin özelliğinden, çevre ile ilişkilerinden etkilenir. Burada öncelikle yaşam kalitesinin subjektif doğasına değinilmekte, bu deneyimi bireyin daha önceki deneyimlerinin, mental durumunun, kişilik yapısının ve beklentilerinin etkileyebileceği ifade edilmekte, takiben gereksinimlerin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilediğinden söz edilmektedir. Böylece yaşam kalitesinin subjektif tanımı objektifliğe doğru değişmektedir, o halde yaşam kalitesinin subjektif ve objektif bileşenleri vardır (16): Hemşirelikte yaşam kalitesine yönelik uğraş verme, hastayı rahatlatmaya yardım etme, uygun bakım verme ve tamamı hemşireliğin alanı içinde olan yaşamın biyolojik, psikososyal ve sosyo-kültürel yönünü içeren esenlik durumunu yükseltmeyi hedefleyen hemşireliğin gerekliliğini ifade etme gerçeğine dayanmaktadır (1). Hemşire kuramcılardan Rogers (17) ve King (18) yaşam kalitesini yaşam doyumu olarak ele almışlardır. Yaşam kalitesi ile yoğun olarak ilgilenen bazı araştırmacılar da bu bakış açısını benimsemişlerdir. Örneğin Moons ve ark. (19) yaşam doyumunun yaşam kalitesini tanımlamada en uygun yaklaşım olduğunu belirtmiştir. Buna karşın Meeberg (20) yaşam doyumunun yaşam kalitesi ile aynı anlama gelmediğini ifade etmiştir. Meeberg’e göre subjektif göstergeler doğrudan yaşam deneyimlerini ifade eder, halbuki objektif göstergeler deneyimleri etkileyen tüm şeyleri ifade eder. Diğer taraftan hastalık, sakatlık ya da kayıp bağlamında yaşam kalitesinin objektif parametlerini ölçen birçok değerlendirme aracı mevcuttur. Buna karşın, objektif ölçütler sıklıkla sağlık durumunun subjektif değerlendirme ve göstergelerini yansıtır. Farklı disiplinlerde yaşam kalitesinin ne olduğu konusunda görüş ayrılıklarının aksine, hemşire kuramcılardan Rogers, King, Peplau, Leininger ve Parse’nin (17-18, 21-23) yaşam kalitesinin tanımları arasında fikirbirliği olduğu görülmektedir. Tüm bu kuramcılar yaşam kalitesini bireyin subjektif deneyimi olarak ele almışlardır. Ancak hem sosyal bilimlerde hem de hemşirelik biliminde sağlık ve yaşam kalitesi arasındaki farklılık ve ilişkilerin ne olduğu konusunda keskin sınırlar yoktur; bu iki kavram anlam olarak farklı olmalarına karşın güçlü ilişkiler içindedirler (24). Bu nedenle bütüncül bir bakış açısı ile DSÖ’nün tanımında ifade edildiği gibi, hemşireliğin çalışma alanı insanın olduğu her yerde ve her zaman sağlığın yanı sıra yaşam kalitesinin korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi yönünde olmalıdır. SİYK ölçümlerinin değerlendirilmesinde genel amaçlı ve özel amaçlı (spesifik) ölçekler kullanılabilir. Genel amaçlı ölçekler, toplumun tüm kesiminde ve tüm hastalık ve durumlarda kullanılır. Genel amaçlı ölçekler tercihe dayalı ve tercihe dayalı olmayan ölçekler olmak üzere kendi aralarında iki alt gruba ayrılır. Tercihe dayalı ölçekler sağlık ekonomisi alanında geliştirilen teorilere dayanılarak geliştirilen, maliyet fayda analizlerinde kullanılan ve kalite eklenmiş yaşam yıllarını hesaplamaya olanak sağlayan ölçeklerdir. Tercihe dayalı olmayan ölçekler ile yaşam kalitesinin değişik yönleri değerlendirilebilir. Bu ölçeklerden en 6 yaygın kullanılanları Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği, SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği, Nottingham Sağlık Profili ve Hasta Etki Profili’dir (25). Özel amaçlı ölçekler ise belli bir hastalığa, belli bir gruba, belli bir işleve (seksüel fonksiyon) veya belli bir probleme özel (ağrı gibi) ölçekler olarak gruplanırlar. Kanserli Hastalara Bakım Verenlerde Yaşam Kalitesi Ölçeği (The Caregiver Quality of Life Index Cancer Scale -CQOLC-) kanserli yakınlarına bakım verenlere özel, BD-QoL Behçet hastalığına özel, Kiddo-KINDL ergenlere özel, WHOOQL yaşlılara özel yaşam kalitesi ölçekleridir. Yaşam kalitesinin etkilediği varsayılan klinik durum ve girişimlerin ölçümünün değerlendirilmesinde genellikle bir genel amaçlı bir de en az bir hastalığa/duruma/gruba özel ölçek kullanılmasının ölçüm sonuçlarını daha değerli kılacağı belirtilmektedir. (10, 26-27). Hemşirelik alanında yaşam kalitesinin ele alındığı ilk çalışma 1970 yılında Nursing Outlook Dergisi’nde yayınlanan Callahan’ın “the quality of life” isimli makalesidir (28). Pubmed’te “quality of life” anahtar kelimeleri ile tarama yapıldığında her yıl yaşam kalitesi çalışmaların katlayarak arttığı görülmüş; toplam 179 877 çalışmaya ulaşılmıştır. Bu çalışmaların %7.4’ü hemşirelik dergilerinde yayınlanmıştır (Tablo 1). Yayınların çok az kısmı (n: 696) Türk araştırmacılara ait olup, bu konudaki ilk çalışma 1991 yılında yayınlanan Oto ve ekibine ait araştırmadır (29). Yayımlanan 696 çalışmanın 95’i hemşire araştırmacılara aittir (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/, Erişim tarihi: 20 Nisan 2012). Tablo 1. Pubmed’te Yaşam Kalitesine İlişkin Çalışmalar (1959-) Tüm Dergilerde Yayınlanan Hemşirelik Dergilerinde Çalışmalar Yayınlanan Çalışmalar 1959-1970 34 1 1971-1980 2051 280 1981-1990 8714 1043 1991-2000 356 86 3325 2001-2011 127 385 8457 20126007 193 179 877 13 299 TOPLAM Ülkemizde hemşirelik alanında ilk çalışma 1992 yılında “Hemodiyalize giren hastaların yaşam kalitesinin saptanması ve bilgilendirici hemşirelik yaklaşımlarının yaşam kalitesine olan etkisinin incelenmesi” isimli Akyol tarafından yapılan yüksek lisans tezidir (30); bu alandaki ilk doktora çalışması ise “Diyabetes mellitus’lu hastaların yaşam kalitesi ve yaşam kalitesini etkileyen faktörlerin incelenmesi” isimli tez ile 1995 yılında Pınar tarafından gerçekleştirilmiş (1); bu tarihten sonra hemşireler tarafından yapılan yaşam kalitesi araştırmaları ivme kazanmıştır. Yüksek Öğretim Kurumu resmi sayfasında yer alan tüm tezler “Quality of life”sözcükleri ile tarandığında toplam 686 teze ulaşılmış, bunların %28.3’ünün (n:193) hemşireler tarafından yapıldığı görülmüştür (http://tez2.yok.gov.tr/. Erişim tarihi: 20 Nisan 2012). Tezlerin %23.3’ü doktora düzeyindedir (Tablo 2). Tezlerde en fazla ele alınan konular sırasıyla onkoloji, kardiyoloji, kadın sağlığı ve nefroloji’dir (Tablo 3). Çalışmaların çok büyük çoğunluğu hastalar üzerinde yapılmıştır; beş çalışmada hastaların aile üyelerinin yaşam kaliteleri incelenmiş; altı çalışmada hasta ve aile üyelerinin yaşam kalitesi birlikte değerlendirilmiş; üç çalışmada ise hasta yakınlarının ve sağlık çalışanlarının hastalara ilişkin yaşam kalitesi değerlendirmeleri, hastaların kendi yaşam kalitesine ilişkin algıları ile karşılaştırılmıştır. Hemşireler tarafından yapılan tezlerin 11’i ölçek uyarlama çalışmalarıdır. Kalan 7 tez ise hemşirelerin, hemşirelik öğrencilerinin ve sınıf öğretmenlerinin yaşam kalitelerini ölçmeye yöneliktir. Yapılan tezlerin büyük çoğunluğu tanımlayıcı niteliktedir; yalnızca %20.7’si (n:40) girişimsel çalışma niteliğinde olup, bu çalışmaların tamamına 7 yakınında verilen hemşirelik eğitiminin etkinliği değerlendirilmiştir. 45 doktora tezinin 20’sinde (%44.4) girişimsel çalışma yapılmıştır. Bugün ülkemizde üniversiteler, mesleki örgütler ve medya kuruluşları tarafından yayınlanan 17 adet hemşirelik ile ilgili bilimsel dergi bulunmaktadır. Bu dergilerden online içeriğine erişilebilen 12 dergi incelenmiş, bu dergilerde toplam 2067 adet makale yayınlandığı, bu makalelerin ancak %1.95’inin yaşam kalitesi ile ilişkili olduğu belirlenmiştir (Tablo 4). Yayınlanan makalelerin %42.5’i (n:20) lisans üstü tez çalışmalarından üretilmiştir. Hem tezlerde hem de dergi makalelerinde yoğun olarak başta SF-36 olmak üzere genel ölçekler, sınırlı sayıdaki çalışmada hastalığa/duruma özgü ölçekler kullanılmış, yalnızca birkaç çalışmada genel ve spesifik ölçekler birlikte kullanılmıştır. Sonuç Sonuç olarak hemşirelerin yaptığı yaşam kalitesi çalışmaların sayısının yıllar içinde giderek arttığı, ancak araştırmalardaki kalite gelişiminin aynı paralelde olmadığı görülmüştür. Yapılacak yeni çalışmaların farklı hemşirelik girişimlerinin yaşam kalitesine etkisini ölçen, değerlendirmelerin hem genel hem de özel ölçeklerle yapılacak şekilde planlanması önerilmiştir. Tablo 2. Yapılan Lisans Üstü Çalışmaların Yıllara Göre Dağılımı Yıl Aralığı Yüksek Lisans Doktora 1992-2000 13 8 2001-2005 29 13 2006-2011 106 24 148 45 Toplam Tablo 3. Tezlerin Konu Alanlarına Göre Dağılımı Konu Alanı Sayı Onkoloji 33 Kardiyoloji 19 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları 19 Kronik Böbrek Yetmezliği, Diyaliz 14 Nörolojik hastalıklar (İnme/Epilepsi, Migren, 5/2/1/2/1=11 MS, Parkinson) Artrit (RA & OA), Behçet hastalığı 8/2=10 Inkontinans 10 Cerrahi girişimler 10 Organ transplantasyonu (Karaciğer/böbrek) 6/3=9 Solunum sistemi hastalıkları 5/3/1=9 (KOAH/Astım/TBC) Ruh Sağlığı ve Hastalıkları 8 Yaşlılık 6 Sindirim sistemi hastalıkları (reflü, hassas 1/2/1/1=5 barsak sendromu, peptik ülser, karaciğer hastalığı Diyabet 4 Hipertansiyon 5 Diğer (Kronik ağrı, Obezite, Psoriasis, 10 Uyku/apne sendromu, Fibromiyalji, Yanıklı hasta, Talasemi Görme kaybı) 8 Toplam 21 42 130 193 Hemşirelerde yaşam kalitesi Diğer (Öğrenci hemşirelerin, sınıf öğretmenlerinin yaşam kalitesi, eş şiddetinin yaşam kalitesine etkisi) Ölçek adaptasyon çalışmaları (hiperaktivite, kc hastalığı) 5 5 2 Tablo 4. Hemşirelik Dergilerindeki Yaşam Kalitesi (YK) Çalışmaları Dergi Adı Yayınlandı Yayınlana Toplam ğı yıllar n sayı makale sayısı 1) Anadolu Hemşirelik ve 1998-2011 42 480 Sağlık Bilimleri Dergisi 2) Cumhuriyet Üniversitesi 1997-2008 26 197 HYO Dergisi 3) Dokuz Eylül Üniversitesi 2008-2012 15 115 HYO Dergisi 4) Ege Üniversitesi HYO 2004-2011 19 241 Dergisi 5) Hacettepe Üniversitesi 1994-2010 31 238 Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 6) Hemşirelikte Araştırma 1999-2011 25 159 Geliştirme Dergisi 7) Hemşirelik Forumu 1996-2009 50 539 8) İ.Ü. Florence Nightingale 2002-2011 20 213 HYO Dergisi 9) Türk Kardiyoloji Derneği, 2010-2011 2 10 Kardiovasküler Hemşirelik Dergisi 10) Maltepe Üniversitesi 2008-2011 10 145 Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi 11) Psikiyatri Hemşireliği 20103 21 Dergisi 12) Türkiye Klinikleri 2009-2012 7 49 Hemşirelik Bilimleri Dergisi Toplam: 12 Dergi 250 2407 9 YK ile ilişkili makalelerin sayısı 6 3 0 10 4 7 7 8 0 0 1 0 47 KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. Pınar R. (1995). Diabetes Mellituslu Hastaların Yaşam Kalitesi ve Yaşam Kalitesini Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı, Doktora Tezi, (Danışman: Yard. Doç. Dr. B Yürügen). Mandzuk L, McMillan D. (2005). A concept analysis of quality of life. Journal of Oryhopaedic Nursing, 9:12-18. Flanagan JC (1982). Measurement of quality of life: Current state of the art. Arch Phys Med Rehabil, 63:56-59. Hörnquist JO. (1989). Quality of life: Concept and assessment. Scan J Soc Med, 18:69-79. Fitzpatrick R, Fletcher A, Gore S, Jones D, Spiegelhalter D, Cox D. (1992). Quality of life measures in health care. I: Applications and issues in assessment. BMJ, 305:1074-1077. Dedhiya S, Kong SX. (1995). Quality of life: An overview of the concept and measures. Pharm World Sci, 17(5):141-148. Chung MC, Killingworth A, Nolan P. (1997). A critical of the concept of quality of life. Int J Health Care Qual Assur, 10(2):80-84. Moons P. (2004). Why Call it health-related quality of life when you mean perceived health status? Eur J Cardiovasc Nurs, 3:275-277. Moons P, Budts W, Geest S. (2006). Critique on the conceptualisation of quality of life: A review and evaluation of different conceptual approaches. Int J Nurs Stud, 43:891-901. Guyatt GH, Feeny DH, Patrick DL. (1993). Measuring health-related quality of life. Ann Intern Med, 118:622-629. Ferrans CE, Zerwic JJ, Wilbur JE, Larson JL. (2005). Conceptual model of health-related quality of life. J Nurs Scholarsh, 37(4):336-342. Huxley J (1959). Population planning and quality of life Eugen Rev. 51(3): 149–154. Long PH. (1960). On the quantity and quality of life. Med Times. 88:613-9. Elkinton JR. (1966). Medicine and the quality of life. Ann Intern Med. 64(3):711-4. Carr AJ, Gibson B, Robinson PG. (2001). Measuring quality of life: Is quality of life determined by expectations of experience?. BMJ, 322:1240-1243. The World Health Organization Quality of Life assessment (WHOQOL): position paper from the World Health Organization. (1995). Soc Sci Med, 41(10):1403-9. Rogers ME (1994). The science of unitary human beings: current perspectives. Nurs Sci Quaterly, 7:3335. King IM. (1994). Quality of life and goal attainment. Nurs Sci Quaterly, 7:29-32. Moons P, Budts W & De Geest S (2006). Critique on the conceptualization of quality of life: A review and evaluation of different conceptual approaches. Int J Nurs Stud, 43: 891-901. Meeberg GA (1993). Quality of life: A concept analysis. J Adv Nurs, 18(1): 32-38. Peplau HE (1994). Quality of life: An interpersonal perspective. Nurs Sci Quaterly, 7, 10-15. Leininger M (1994). Quality of life from a transcultural nursing perspective. Nurs Sci Quaterly, 7, 2228. Parse RR (1994). Quality of life: Sciencing and living the art of human becoming. Nurs Sci Quaterly, 7, 16-21. Low G, Molzahn AE (2007). Replication of a quality of life model for older adults. Research in Nursing and Health, 30:141-150. Boer A, Spruijt R, Sprangers M, Haes J. (1998). Disease-specific quality of life: Is it one construct?. Qual Life Res, 7:135-142 . Van den Bos GAM, Triemstra AHM. (1999). Quality of life as an instrument for need assessment and outcome assessment of health care in chronic patients. Int J Qual Health Care, 8:247-252. Fayers P. (2003). Measuring disease: A review of disease-spesific quality of life measurement scales (second edition). Qual Life Res, 12:1147-1148. Callahan CL. (1970). The quality of life. Nurs Outlook, 18(8):19. Oto MA, Müderrisoglu H, Ozin MB, Korkmaz ME, Karamehmetoglu A, Oram A, Oram E, Ugurlu S. (1991). Quality of life in patients with rate responsive pacemakers: a randomized, cross-over study. Pacing Clin Electrophysiol, 14(5 Pt 1):800-6. Akyol A (1992). Hemodialize giren hastaların yaşam kalitesinin saptanması ve bilgilendirici hemşirelik yaklaşımlarının yaşam kalitesine olan etkisinin incelenmesi. Ege Üniversitesi - Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç.Dr. Kamile Ergin 10 CERRAHİ HEMŞİRELİĞİ VE YAŞAM KALİTESİ İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR- ULUSAL BOYUT Yrd. Doç. Dr. Emel YILMAZ Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Hastalıkların ve tedavi yöntemlerinin getirdiği kısıtlamalara rağmen doyum verici bir yaşam için; hastaların kendilerini iyi hissetmelerini ve sağlık bakım olanaklarının arttırılmasını sağlamak, günlük aktivitelerini sürdürmelerine yardımcı olmak, öngörülen tedavi programlarına uyum sağlanmasına yardım etmek sağlık hizmetlerinin önemli hedefleri haline gelmiştir. Bu noktada sağlık hizmeti sunan profesyonellere büyük sorumluluk düşmektedir (1). Yaşam kalitesi (YK); kişinin yaşadığı kültür ve değer sistemleri çerçevesinde, amaçları, beklentileri, standartları ve ilgileri ile ilişkili olarak yaşamdaki pozisyonunu algılaması şeklinde tanımlanmaktadır. Kişinin fiziksel sağlığı, psikolojik durumu, inançları, sosyal ilişkileri ve çevresiyle ilişkisinden karmaşık bir yolla etkilenen geniş bir kavramdır (2). Sağlıkla ilgili yaşam kalitesi (SYK) ise; esas olarak kişinin sağlığı tarafından belirlenen, klinik girişimlerle etkilenebilen genel yaşam kalitesinin bir bileşenidir. Kişinin, hastalığı ve uygulanan tedavilerin fonksiyonel etkilerini nasıl algıladığı ile ilişkilidir (3). SYK kavramı fiziksel, psikolojik ve sosyal alanlarda bireyin deneyimleri, inançları, beklentileri ve algılamalarından etkilenen sağlık algılarını içermektedir (4). YK kavramının hemşirelik alanında kullanımı 1980'li yıllardan bu yana gelişmeye başlamıştır. YK, sağlıklı ve kronik hastalığı olan bireylerle; tedaviye yönelik girişimsel yöntemler uygulanan ve akut bakım sonrasında bireylerin hemşirelik bakımı sonuçlarının incelenmesinde önemli bir değerlendirme yaklaşımı olarak kabul görmüş ve yaygınlaşmıştır (5,6). Günümüzde hemşirelikte bütüncül yaklaşım önem kazanmıştır. Hemşirelik, insan yaşamıyla, yaşamın kalitesiyle, bireylerin, ailelerin, toplumların sağlığının kalitesiyle ilgilidir ve bireylerin en üst düzeyde sağlıklı olmalarına yardımcı olmayı amaçlar (7). Sağlık hizmetleri felsefesine göre; hemşireler, hastalarının yaşam kalitesini yükseltmede, karşılıklı saygı ve işbirliğine dayanan holistik bir yaklaşım içinde yaşam kalitesini değerlendirmelidirler. Yaşam kalitesini değerlendirmede hemşireler anahtar rolü oynayan kişilerdir. Bu nedenle hemşire yaşam kalitesi ile ilgili kavramları ve felsefeleri sorgulamalı ve hemşirelik uygulamalarının dayandığı fiziksel ve psikolojik iyilik hali felsefesini geliştirici modeller oluşturmalı, var olanları benimsemelidir (5). İnsan sağlığına herhangi bir sapma olduğunda, yaşamdan doyum sağlama etkilenebilir. Bu noktada hemşireliğin amacı ve işlevi; bireye kendi bakımını yapar hale gelinceye dek yardımcı olmak, en kısa zamanda bireyin kendi bakımını üstlenmesini ve gereksinimlerini karşılayabilmesini sağlamak ve tüm bu süreçlerde yaşam doyumunu maksimum düzeye çıkarmaktır (8). Yaşam kalitesinin ölçülmesi, bakım hizmetlerinde bir farklılık ortaya çıkarıp çıkarmadığını belirlemeyi amaçlar. Veri çalışmalarının ana odak noktası bakımın hastalara dağılımı ile hemşirelik işlemleri sonucunda hemşirelerin hastaları için yapabilecekleri ile hemşirelik hizmetlerinin sonucunda ortaya çıkacak olan ve arzu edilen sağlık felsefeleri arasındaki rakamsal ilişkiyi kurarak bu konuda bilgi vermesidir. YK, hemşirelik bakımının etkilerini değerlendirmede uygun sonuçlar verir. Hasta bakımından hemşirenin rolü; sıklıkla tedavinin yan etkilerinden koruma, vücut imajı, fonksiyon ve fiziki görünümdeki sürekli değişikliklere uyumunu sağlamaktadır (9). SYK çalışmaları ile hastanın tedavi sonucu ne 11 kazandığı veya ne kaybettiği hakkında fikir edinilebilir. SYK’ni ölçme, hastanın fonksiyonlarını normal hale getirmenin amaçlandığı uzun dönemli hastalıklarda ve kronik hastalıklarda önem taşımaktadır (10). Hastaların yaşam kalitesini etkileyen faktörler arasında hemşirelik bakımının oldukça etkili olduğunu vurgulanmıştır (11). Hastanın kaliteli bir yaşam sürdürmesi, kişisel gücüne ve hastanın gereksinimleri doğrultusunda hemşirelerin gerekli bakımı yapabilme yeteneğine bağlıdır. Sadece rutin işlevleri yapmakla sınırlı olmayan profesyonel hemşirelik, hastanın bireysel özelliklerini değerlendirme, duygularını kontrol etme ve bireysel haklarını korumayı gerektirir (5). Son yıllarda yaşam kalitesinin değerlendirilmesinin önemi daha iyi anlaşılmasına ve İngiltere ve Amerika’da yapılan çalışmalarda yaşam kalitesinin değerlendirilmesinin kolay, ucuz ve uygulanabilir olduğu tespit edilmesine rağmen rutin kullanımının artırılması için yoğun çalışma ortamlarına entegrasyonu gereklidir. Klinisyenler yaşam kalitesi ölçümlerinin gerekliliği konusunda olumlu görüş bildirirken, günlük uygulamalarında sık kullanmadıkları da bilinmektedir (12). Ülkemizde yaşam kalitesine ilişkin çalışma ve yayınların son yıllarda arttığı, ancak hemşirelerin hastaların yaşam kalitelerini incelediği çalışmalara ise daha az rastlandığı görülmektedir. Google Akademik veri tabanında Nisan 2012 itibari ile “Cerrahi hemşireliği ve sağlığa ilişkin yaşam kalitesi” konu başlığını içeren 381 bilimsel dokümana ulaşılmıştır. Aynı veritabanında “cerrahi hemşireliği ve yaşam kalitesi” konu başlığını içeren 644 dokümana erişilmiştir. Bu bilimsel dokümanların çoğu derleme niteliğinde olup araştırma makalesi olanlar az sayıdadır. Ulakbim, Türk Medline veri tabanlarında ve Yükseköğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezinde bu konu başlıklarını içeren dokümana ulaşılamamıştır. Konuya ilişkin yapılmış araştırmalara örnekler aşağıda sıralanmıştır. Histerektomi ameliyatı olan kadınların yaşam kalitesinin incelendiği tanımlayıcı ve analitik çalışmada; araştırmaya katılan 82 kadına WHOQOL-BREF yaşam kalitesi ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda kadınların eğitim durumlarının, mesleklerinin, eşlerinin mesleklerinin, gelir düzeylerinin, yerleşim yerlerinin, eşlerinin eğitim durumlarının yaşam kalitesi ortalamalarını etkilediği bulunmuştur. Eğitim düzeyi arttıkça yaşam kalitesi ortalamalarının arttığı, aynı şekilde gelir düzeyleri arttıkça da yaşam kalitesi ortalamalarının arttığı saptanmıştır (13). Böbrek transplantasyonu yapılan hastaların yaşam kalitesinin incelendiği bir çalışmada; en az 3 ay önce transplantasyon yapılmış 40 hastaya WHOQOL-BREF ölçeği uygulanmıştır. Çalışma sonucunda; hastaların transplantasyon öncesine göre yaşam memnuniyetini çok iyi olarak değerlendirenlerde, iyi ve orta olarak değerlendirenlere göre bedensel alanda ve çok iyi olarak değerlendirenlerin orta olarak değerlendirenlere göre ruhsal ve sosyal alanda yaşam kalitelerinin daha yüksek olduğu bulunmuştur (14). Böbrek nakli yapılan bireylerin yaşam kalitesini değerlendirmek amacıyla yapılan bir çalışmada; böbrek nakli yapılan 50 hastaya SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda bireylerin SF-36 alt boyutlarından fiziksel fonksiyon (69.20±25.45), ağrı (64.0±31.17) ve mental sağlık (60.48±19.18) puan ortalamalarının daha iyi olduğu saptanmıştır. Nakil süresi bir yıldan fazla olan hastaların yaşam kalitesinin anlamlı oranda arttığı belirlenmiştir (15). Kalıcı abdominal stomalı hastalarda beden imajı değişiminin yaşam kalitesi üzerine etkisini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmış çalışmaya, en az 4 ay önce kalıcı abdominal stoma açılmış 58 hasta alınmış ve hastalara SF-36 ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda; kalıcı kolostomili hastaların fiziksel, sosyal ve psikolojik sorunlar yaşadıklarını gösterilmiştir. Stomanın koku yapacağından endişe duyan bireylerin fiziksel ve sosyal fonksiyon puanları ileri düzeyde düşük ve ameliyattan sonra beden imajı nedeniyle üzüntü duyan, stomanın kendisini çirkinleştirdiğini düşünen bireylerin yaşam kalitesi puanları düşük 12 tespit edilmiştir. Stoma, bireylerin partnerleri ile ilişkilerini, cinsel ve sosyal yaşamlarını olumsuz olarak etkilemiştir (16). Mesane tümörlü hastaların ameliyat sonrası yaşam kalitelerinin değerlendirildiği tanımlayıcı bir çalışmada; mesanesine cerrahi girişim uygulanmış 84 hastaya SF- 36 yaşam kalitesi ölçeği uygulanmıştır. Mesane tümörü nedeni ile cerrahi girişim uygulanan hastaların SF- 36 alt boyut puan ortalamalarının 50’nin altında ve düşük olduğu belirlenmiştir. En düşük yaşam kalitesi puanının emosyonel rol kısıtlılıkları alt grubunda, en yüksek yaşam kalitesi puanın fiziksel fonksiyon alt grubunda alındığı ve mesane tümörü nedeni ile cerrahi girişim uygulanan hastaların yaşam kalitesi puanlarının düşük olduğu belirlenmiştir. Çalışma sonuçlarına bakıldığında mesane tümörlü hastalara uygulanan cerrahi girişimlerin hastaların yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkilediği görülmektedir. Mesanelerine cerrahi girişim uygulanan hastaların günlük yaşantıları fiziksel, emosyonel birçok yönden etkilenerek yaşam kalitelerinde negatif etkiler ortaya çıkardığı saptanmıştır (17). Selim prostat hiperplazili hastalarda uygulanan ameliyat öncesi bakım ve eğitiminin ameliyat sonrası yaşam kalitesi üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapılan tanımlayıcı ve analitik türdeki çalışmaya 60 (30 deney -30 kontrol) hasta alınmış ve hastalara SF-36 ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda; ameliyat öncesi bakım ve eğitim yapılan deney grubundaki hastalarda, kontrol grubuna göre, semptomlarda azalma olduğu ve yaşam kalitesi değerlerinde artma olduğu saptanmıştır (11). Total kalça protezi ameliyatı öncesi hasta eğitiminin ameliyat sonrası fiziksel uyum ve yaşam kalitesine etkisinin değerlendirildiği deneysel çalışmaya 48 hasta alınmıştır. Hastalara SF- 36 ölçeği ve kalça değerlendirme anketi, ameliyat öncesi ve ameliyattan 3 ay sonra uygulanmıştır. Araştırma sonucunda deney grubu hastaların SF- 36 ölçeği puan ortalamalarının kontrol grubundaki hastalardan fazla olduğu bulunmuştur (8). Yüz bölgesinde uygulanan estetik ve rekonstrüktif cerrahinin yaşam kalitesi üzerine etkisini belirlemek amacıyla prospektif ve tanımlayıcı olarak yapılan çalışmaya yüz bölgesinde 43 estetik amaçlı ve 48 rekonstrüktif amaçlı cerrahi girişim uygulanan toplam 91 hasta alınmıştır. Hastalara ameliyattan önce ve cerrahi girişimden 3 ay sonra Vücut Algısı Ölçeği ve SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda SF-36 Yaşam kalitesi ölçeğinin değerlendirilmesinde, rekonstrüktif cerrahi olgularının girişim sonrası sosyal fonksiyon, fiziksel rol fonksiyon ve emosyonel rol fonksiyonlarının ve mental sağlık, zindelik/yorgunluk ve genel sağlık durumunun girişim öncesine oranla çok daha iyi olduğu belirlenmiştir. Estetik cerrahi olgularında SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği alt parametrelerinden sosyal fonksiyon, zindelik/yorgunluk, mental sağlık ve emosyonel rol fonksiyonu durumlarının girişim sonrası öncesine oranla çok daha iyi olduğu saptanmıştır. Elde edilen sonuçlar doğrultusunda estetik ve rekonstrüktif cerrahinin beden algısını pozitif yönde etkilediği ve bireylerin yaşam kalitesi üzerine olumlu etkisinin olduğu belirlenmiştir (18). Ülseratif kolit hastalarının yaşam kalitelerinin incelendiği retrospektif bir çalışmada; ülseratif kolit nedeniyle cerrahi girişim (total proktokolektomi ileoanal J poş anastomoz – IPAA) uygulanan hastalar (hastalar ile geçici ileostomileri kapatıldıktan en az 6 ay sonra görüşülmüştür) ile poliklinikte takip edilen ve ilaç tedavisi gören 55 hasta araştırma kapsamına alınmıştır. SF- 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Cleveland Global Quality of Life (CGQL)-Fazio Score ölçeği ile veriler toplanmıştır. Araştırma sonucunda gerek ilaç tedavisi, gerekse cerrahi tedavi sonrası hastaların yaşam kalitelerinin, öncesine göre daha iyi düzeylerde olduğu; cerrahi tedavi sonrası, fonksiyonel sonuçların ve yaşam kalitelerinin ilaç alan gruba göre daha tatminkar olduğu, hastaların cerrahi girişimden memnun oldukları ve diğer hastalara da önerdikleri belirlenmiştir (19). Fakoemülsifikasyon ve göz içi lens implantasyonu uygulamasının kataraktlı olgularda yaşam kalitesi ve görme fonksiyonlarına etkisinin değerlendirildiği prospektif çalışmada; 104 kataraktlı olgunun ameliyattan bir hafta önce ve ameliyat sonrası 5. haftada görme fonksiyonu 13 (GF) ve yaşam kalitesi değerlendirilmiştir. Çalışma sonuncunda; katarakt olgularının büyük çoğunluğunda fakoemülsifikasyon cerrahisinin Snellen eşeli ile saptanan görme keskinliği değerlerinde, bir ay gibi erken bir dönemde görsel fonksiyonlar ve yaşam kalitesinde anlamlı değişiklilere olduğu belirlenmiştir. Hastalarda postoperatif birinci ayda görsel fonksiyon artışı ile birlikte hareketliliğin ve sosyal iletişimin artması fakoemülsifikasyon cerrahisinin yaşam kalitesini arttırdığı saptanmıştır (20). Son dönem karaciğer yetmezliği olan hastalarda, karaciğer transplantasyonunun yaşam kalitesine etkisinin incelendiği tanımlayıcı çalışmada; canlı ve kadavra donörden en az 3 ay önce karaciğer transplantasyonu uygulanan, gönüllü ve poliklinikte izlenen 52 hastaya SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda; fiziksel sağlık yaşam kalitesi puan ortalaması; 50.98±9.60; mental sağlık puan ortalaması 40.95±7.40 olarak bulunmuş ve transplantasyonun yaşam kalitesini yükselttiği ve sürdürdüğü gösterilmiştir (21). Karaciğer transplantasyonu öncesi ve transplantasyonu sonrası üçüncü ayda yaşam kalitesi ve etkileyen etmenlerin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı türde yapılan araştırmada; araştırmaya katılan 65 hastaya ameliyattan önce ve ameliyattan 3 ay sonra Nottingham Sağlık Profili anketi uygulanmıştır. Karaciğer transplantasyonundan sonra üç ayını tamamlayan hastaların öncesine göre yaşam kalitesi “ağrı, enerji düzeyi, emosyonel reaksiyon, fiziksel mobilite, sosyal izolasyon ve uyku” alt boyut puanlarında anlamlı düzeyde yükselme olduğu ve karaciğer transplantasyonunun hastaların yaşam kalitesini geliştirdiği saptanmıştır (22). Karaciğer transplantasyonlarında karaciğer sağ lop donörlerinin yaşam kalitelerinin retrospektif olarak incelendiği çalışmada; çalışmaya dahil edilen 63 donöre organ bağışından en az 3 ay sonra SF-36 ölçeği uygulanmıştır. Donörlerin yaşam kalitesi fiziksel sağlık puan ortalamaları; 53.42±8.00, mental sağlık puan ortalamaları 48.31±5.74 olarak bulunmuş ve donörlerin ortalama sağlık skorlarında önemli bir değişme olmadığı ve canlı donör transplantasyonlarının donörlere sağlık açısından önemli bir yük getirmediği saptanmıştır (23). Karaciğer nakli olan hasta ve hasta yakınlarının psikososyal durumlarının yaşam kalitesi üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapılan tanımlayıcı ve kesitsel çalışmada; 36 kişiye Beck Depresyon Ölçeği, SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Durumluk- Sürekli Kaygı Ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda; hasta ve hasta yakınlarında görülen depresyonun yaşam kalitesi alt boyutlarından fiziksel fonksiyon ve fiziksel rol güçlüğü başta olmak üzere diğer alt boyutlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu, depresyonun artışı ile yaşam kalitesinin azaldığı sonucuna varılmıştır. Kaygı düzeyindeki artışın yaşam kalitesi üzerine olumsuz etkileri olduğu bulunmuştur (24). İki taraflı total diz protezi uygulanan kadın hastalarda yaşam kalitesinin değerlendirildiği çalışmada; tüm hastalara (50 hasta) ameliyat öncesinde ve ameliyat sonrasında üç kez (6. hafta, 3. ay, 6. ay) olmak üzere SF- 36 ve Diz Derneği (Knee Society) Klinik Değerlendirme Sistemi uygulanmıştır. Araştırma sonucunda total diz protezi uygulanan kadın hastaların ameliyat sonrası altı hafta içinde yaşam kalitelerinde anlamlı düzelme olduğu ve daha sonraki dönemde, SF-36 alt boyutlarından yalnızca fiziksel fonksiyon alt boyutunda, Diz Derneği (Knee Society) Klinik Değerlendirme Sistemi’nin ise ağrı alt boyutunda anlamlı düzelmenin sürdüğü saptanmıştır (25). Total kalça protezi uygulamasının, hastaların yaşam kalitesi üzerine etkisini değerlendirildiği çalışmada; total kalça protezi ameliyatı yapılan 30 hasta alınmıştır. Hastalara ameliyat öncesinde ve ameliyattan 1.5 ve 3 ay sonra uygulanmıştır. Cerrahi sonrası üçüncü ayda yapılan ölçümlerde, cerrahi öncesinde ve cerrahiden 1.5 ay sonra yapılan ölçüm sonuçlarına göre SF-36’nın tüm boyutlarında anlamlı düzelme görülmüştür. Kalça protezi uygulanan hastalarda yaşam kalitesinde büyük düzelme görülmekte, bu durum hasta memnuniyet düzeylerini de artırmaktadır (26). 14 Gonartrozlu hastalarda total diz protezinin yaşam kalitesi üzerine etkisinin incelendiği betimleyici bir araştırmada total diz protezi ameliyatı yapılan 48 hastaya SF-36 ölçeği ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası (ameliyatlarından 6 ay sonra) olmak üzere iki kez uygulanmıştır. Hastalarının ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası SF 36 alt boyutlarının karşılaştırılmış ve hastaların ameliyat öncesi SF 36 alt boyutlarının (genel sağlık algılamaları, fiziksel fonksiyonellik, fiziksel rol kısıtlanması, ağrı, enerji, sosyal fonksiyonellik, emosyonel rol kısıtlanması, mental sağlık) ameliyat sonrasına göre düşük olduğu bulunmuştur. Çalışma sonunda çalışmada gonartrozun tedavisinde total diz protezi ameliyatının hem yaşam kalitesi hem de diz fonksiyonları üzerine olumlu etkisinin olduğu görülmüştür. Çalışmada, TDP’nin gonartroz tedavisinde ağrıyı geçiren, diz fonksiyonlarında belirgin artış sağlayan, insanların yaşam konforunu arttıran etkili bir tedavi yöntemi olduğu saptanmıştır (27). Skolyoz ameliyatı olan hastaların, yaşam kalitelerini değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılan çalışmada; en az 3 ay önce skolyoz ameliyatı yapılan 99 hastaya Skolyoz Araştırmaları Derneği-22 (SRS-22) ölçeği uygulandı. Alana özgü SRS-22 alt boyutlarından (ağrı, genel görünüm, ruh sağlığı, omurga fonksiyonları, tedaviden memnuniyet ve genel toplam) puan ortalamaları yüksek bulunmuştur. Puanların yüksek olması skolyoz ameliyatı olan hastaların ameliyat sonrası iyi durumda olduğunu ve yaşam kalitelerinin olumlu yönde etkilediğini göstermiştir (28). Lomber disk hernisi ameliyatı olan hastaların yaşam kalitesini incelediği tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türdeki çalışmada 50 hastaya SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (Multidimensional Scale of Perceived Social SupportMSPSS) uygulanmıştır. Hastaların SF- 36 ölçeği alt boyutlarından en az fonksiyonel alandan, en fazla genel sağlık anlayışı alanından puan aldıkları ve kişilerin fonksiyonel durumunun, sağlıklarına bakış açılarının ve yaşam kalitesinin normal sınırların altında olduğu bulunmuştur (29). Septorinoplasti (SRP) ameliyatı yapılan hastalarda ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası yaşam kalitesi değişiminin araştırıldığı çalışmada; 41 hastaya SF –36 ölçeği ameliyattan önceki gece, ameliyattan üç ay ve bir yıl sonra tekrar dolduruldu. Çalışma sonucunda SRP ameliyatı yapılmış kişilerde genel sağlıkla ilişkili yaşam kalitelerinde ve burun ameliyatlarına spesifik yaşam kalitelerinde iyileşme olduğu, mevcut burun tıkanıklıklarının düzeldiği tespit edilmiştir. SRP ameliyatları uygun endikasyon ve doğru cerrahi teknikle yapıldığında hastaların yaşam kalitesi üzerine pozitif etkilerde bulunduğu saptanmıştır (30). Histerektomi ameliyatı olan kadınlara ameliyat öncesi ve sonrası verilen danışmanlık hizmetinin yaşam kalitesi ve cinsel sorunlara etkisini araştırmak amacıyla tanımlayıcı ve analitik olarak yapılmıştır. Araştırmaya benign nedenlerle histerektomi ameliyatı olan 60 hasta alınmıştır. 30 hasta deney ve 30 hasta kontrol grubu olarak ayrılmıştır. Deney grubundaki hastalarla 6-8 kez görüşme yapılmış ve danışmanlık eğitimi yapılmıştır. Hastalara ameliyat önceki gün ve ameliyatın 7.5 ayında SF-36 ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda danışmanlık hizmeti verilen deney grubundaki hastaların ameliyat öncesi dönemde, fonksiyonel durum (X=56.43), esenlik (X=46.84), genel sağlık anlayışı (X=20.83) ve global yaşam kalite puan ortalamaları (X=37.50) düşük iken, ameliyattan 7.5 ay sonra yükseldiği ve bu artışın istatistiksel olarak da önemli olduğu saptanmıştır. Ameliyat sonrası dönemde danışmanlık hizmeti verilen deney grubundaki hastaların ameliyat sonrası tüm yaşam kalite puanlarının kontrol grubundan daha yüksek olduğu ve deney ve kontrol grubu arasındaki farkın tüm yaşam kalite alanlarında istatistiksel olarak önemli olduğu saptanmıştır (31). Meme kanserli hastaların cerrahi tedavi öncesine göre cerrahi tedavi sonrası erken ve geç dönemde anksiyete, depresyon ve yaşam kalitesini değerlendirmek amacıyla yapılan prospektif çalışmaya 84 meme kanserli hasta alınmıştır. Hastaların yaşam kalitesi, anksiyete ve depresyon düzeyleri cerrahi tedavi öncesi (pre-op), cerrahi tedavi sonrası (post-op) 1-3 ay 15 ve 9-12 ay arasında olmak üzere üç kez değerlendirilmiştir. Hastaların yaşam kalitesi WHOQOL-BREF TR ölçeği ile değerlendirilmiştir. Araştırma sonucunda hastaların yaşam kalitesinin fiziksel, psikolojik, sosyal ilişkiler alanı, genel algılanan yaşam kalitesi ve algılanan sağlık durumu puanlarının hem post-op erken dönemde, hem de geç dönemde preop döneme göre düşük olduğu saptanmıştır (32). Meme kanseri nedeni ile mastektomi sonrası değişik zamanlarda ve tiplerde uygulanan rekonstrüktif cerrahinin hastaların yasam kalitesi üzerine etkisini değerlendirmek amacıyla retrospektif ve tanımlayıcı olarak yapılan çalışmaya mastektomi ile birlikte erken rekonstrüksiyon uygulanmış 28 kişi ve mastektomiden aylar sonra geç rekonstrüksiyon uygulanmış 23 kişi olmak üzere toplam 51 kişi alınmıştır. Araştırmada SF- 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği, kanserli hastalar için EORTC QLQ-C30 yaşam kalitesi ölçeği ve psikopatolojik durumu değerlendirmek için de SCL-R-90 Semptom Belirleme Listesi kullanılmıştır. SF 36 yaşam kalitesi ölçeğinin değerlendirilmesinde fiziksel fonksiyonların erken rekonstrüksiyonlu olgularda daha iyi olduğu, EORTC QLQ C 30 yaşam kalitesi ölçeğinde genel iyilik halinin, fiziksel ve ruhsal fonksiyonların erken rekonstrüksiyonda pozitif yönde daha yüksek olduğu belirlenmiştir (33). Kalıcı ve geçici ostomi yapılmış kişilerde yaşam kalitesi, depresyon ve anksiyete durumlarını karşılaştırmak amacı ile yapılmış çalışmaya kalıcı ostomi yapılmış 22 ve geçici ostomi yapılmış 31 hastaya ostomili hastalar için geliştirilmiş 20 maddelik yaşam kalitesi ölçeği, SCID-I’in depresyon ve yaygın anksiyete ile ilgili bölümü, Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeıi ve Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri uygulanmıştır. Araştırma sonucunda ostominin, kalıcı veya geçici olmasına bakılmaksızın fiziksel, sosyal ve psikolojik alanlarda yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyip yaygın şekilde depresyon ve anksiyeteye yol açtığı saptanmıştır (34). Kalp hastalığı olan ve kardiyak cerrahi uygulanan hastalarda, ameliyat sonrası erken evrede ne kadar iyileşme sağlandığı, geçirilen ameliyatın hastanın yaşamını ne derece etkilediğini tespit etmek amacıyla yapılan prospektif çalışmaya 65 yaş ve üstünde olan 40 hasta alınmıştır. Hastalara ameliyattan önce ve bir ay sonra olmak üzere SF- 36 anketi uygulanmıştır. Tüm hastalarda ameliyat öncesi döneme göre kalp cerrahisi sonrası özellikle vücut ağrısı, mental sağlık, vitalite ve sosyal fonksiyonda belirgin düzelme saptanmıştır (35). Laparoskopik veya açık inguinal herni operasyonu geçiren hastalarda yaşam kalitesinin incelenmesi amacıyla yapılan çalışmaya 50 hasta (laparoskopik (25), açık (25) hasta) alınmıştır. Hastalara preoperatif, postoperatif birinci günde ve 10. günde SF-36ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda laparoskopik herni ameliyatı yapılan hastaların, açık herni ameliyatı yapılan hastalara göre yaşam kalitelerinin daha iyi olduğu gözlenmiştir (36). Genel ya da bölgesel anestezi ile ameliyat olan kasık fıtığı hastalarında anestezinin uyku ve yaşam kalitesi üzerine etkisinin karsılaştırılması amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. 32 genel anestezi, 32 bölgesel anestezi ile ameliyat olmuş toplam 64 hastaya Berlin Uyku Ölçeği ve SF-36 Yaşam Kalitesi ölçeği ameliyat öncesi, ameliyat sonrası 1. ve 3. ayda uygulanmıştır. Araştırma sonucunda; genel anestezi alarak ameliyat olan hastalarda ameliyat sonrası 1. ayda ameliyat öncesi döneme göre SF-36 yaşam kalitesi alt boyutları fiziksel fonksiyon, emosyonel problemler nedeniyle rol kısıtlaması, ağrı, enerji, sosyal fonksiyon ve mental sağlık puanlarında anlamlı artış, ameliyat sonrası 3. ayda da bu artış emosyonel problemler dışındaki tüm boyutlarda devam etmiştir. Bölgesel anestezi alarak ameliyat olan hastalarda ameliyat sonrası 1. ayda ameliyat öncesi döneme göre SF-36 yaşam kalitesi ölçeği alt boyutları fiziksel fonksiyon, fiziksel problem nedeniyle rol kısıtlaması, ağrı enerji, sosyal fonksiyon, emosyonel problemler nedeniyle rol kısıtlaması ve mental sağlık puanlarında anlamlı artış tespit edilmiştir. Ameliyat sonrası 3. ayda bu artış enerji alt boyutu dışında devam etmiştir (37). 16 Yukarıda yapılan çalışmalarda görüldüğü gibi cerrahi girişim hastaların yaşam kalitesinin arttırmaktadır. İleride yapılacak daha fazla çalışma ile hastaların yaşam kalitesinde hemşirelik bakımının etkilerinin değerlendirilebileceği ve literatüre katkı sağlanacağı düşünülmektedir. KAYNAKLAR 1. Gotardo DR, Strauss E, Teixeira MC, Machado MC. Liver transplantation and quality of life: relevance of a specific liver disease questionnaire. Liver International 2007; 28:99-106. 2. The WHOQOL Group. The development of the World Health Organisation quality of life assessment instrument (the WHOQOL). In: Orley J, Kuyken W, eds. Quality of Life Assessment: International Perspectives. Heidelberg: Springer Verlag, 1994:41-57. 3. Juniper EF. How important is quality of life in pediatric asthma? Pediatr Pulmonol, 1997; Suppl 15:17-21. 4. Ware JE. The Status of Health Assesment 1994. An Rev Pub Health 1995;16:327. 5. Akyol A. Yaşam kalitesinin hemşirelik yönünden önemi. Ege Üniversitesi Hemsirelik Yüksekokulu Dergisi 1993; 9(3) :71-75. 6. Glenda AM. Quality of life: a concept analysis. Journal of Advanced Nursing, 1993; 18: 32-38. 7. Erdil F. Son 20 yılda Hemşireliğin Stratejisi. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 1994 (1):1-7. 8. Şendir M. Total kalça protezi ameliyatı öncesi hasta eğitiminin ameliyat sonrası fiziksel uyum ve yaşam kalitesine etkisi. T. C. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, 2000 İstanbul. 9. Özyürek P. lomber disk ameliyatı olmuş erişkin hastaların genel sağlık statüsü boyutlarının ölçülmesi. Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2000 İzmir. 10. Kaya N. Romatoid Artritli Bireylerde Sağlığa İlişkin Yaşam Kalitesi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitütü Doktora Tezi, 2002 İstanbul. 11. Kaya H. Selim prostat hiperplazili hastalarda uygulanan ameliyat öncesi bakım ve eğitiminin ameliyat sonrası yaşam kalitesi üzerine etkisi. T.C. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 1997 İstanbul. 12. Muldoon MF, Barger SD, Flory JD. What are quality of life measurements measuring? BMJ 1998;316:542– 545. 13. Esen E, Çam O. Histerektomi olmuş kadınların yaşam kalitesinin incelenmesi Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 2006; 22 (1) :107-117. 14. Özşaker E. Böbrek transplantasyonu olan hastalar ve yakınlarının yaşam kalitesinin saptanması ve yaşam kalitesini etkileyen faktörlerin incelenmesi. Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2002 İzmir. 15. Üstündağ H, Gül A, Zengin N, Aydın M. Böbrek Nakli Yapılan Hastalarda Yaşam Kalitesi. Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi 2007 2(6): 117-126. 16. Mutlu S. Kalıcı abdominal stomalı hastalarda beden imajı değişiminin yaşam kalitesine etkisi. T.C. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2006 İstanbul. 17. Kulu A. Mesane tümörlü hastalara uygulanan cerrahi girişimler sonrası yaşam kalitesinin değerlendirilmesi. T.C. Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksek Lisans Tezi, 2010 Edirne. 18. Yıldız T. Yüz bölgesinde uygulanan estetik ve rekonstrüktif cerrahinin yaşam kalitesi üzerine etkisi. T.C. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, 2009 İstanbul. 19. Akyüz N, Balık E, Kanan N, Yamaner S, Kaymakoğlu S, Akyüz A, Özdil S, Bulut T, Büyükuncu Y, Sökücü N, Buğra D. Ülseratif kolitte cerrahi tedavinin hastaların yaşam kalitesi üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi. Kolon Rektum Hast Derg 2007;17:88-101 20. Kamış Ü, Zengin N, Öztürk BT, Özkağnıcı A, Kılınç AC. Katarakt Cerrahisinin görme fonksiyonu ve yaşam kalitesine etkisi. Glo-Kat 2006;1:127-132. 21. Bozdemir H. Karaciğer transplantasyonu uygulanan hastalarda yaşam kalitesinin incelenmesi. T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2006 İzmir. 22. Sarıgöl Y. Karaciğer transplantasyonu öncesi ve sonrası yaşam kalitesinin incelenmesi T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2008 İzmir. 23. Yamantaş Ö. Karaciğer transplantasyonlarında sağ lop vericilerinin yaşam kalitelerinin incelenmesi. T.C. Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2010 İstanbul. 17 24. Kaçmaz N. Karaciğer nakli yapılan hasta ve hasta yakınlarının psikososyal durumlarının yaşam kalitesi üzerine etkisi. T. C. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2011 İstanbul. 25. Kılıç E, Sınıcı E, Tunay V, Hasta D, Tunay S, Başbozkurt M. Evaluation of quality of life of female patients after bilateral total knee arthroplasty. Acta Orthop Traumatol Turc 2009;43(3):248- 253. 26. Sınıcı E, Tunay S, Tunay V, Kılıç E, Primer kalça protezi uygulanan hastalarda yaşam kalitesinin 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. değerlendirilmesi. Acta Orthop Traumatol Turc 2008;42(1):22-25 Yıldız Ö. Gonartrozlu hastalarda total diz protezinin yaşam kalitesi üzerine etkisi. T. C.Afyon Kocatepe Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Afyonkarahisar 2010. Bakın D. Skolyoz ameliyatı olan hastaların yaşam kalitesi. T.C. Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2011 İstanbul. Köçkar Ç, Uzun Ö. Lomber disk herni ameliyatı olan hastalarda algılanan sosyal destek ile yaşam kalitesi arasındaki ilişkinin incelenmesi, Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 2007; 10(4)30-41. İhvan Ö. Septorinoplasti ameliyatı yapılan hastalarda ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası yaşam kalitesi değişiminin araştırılması. T.C. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Uzmanlık Tezi 2008 Eskişehir. Saylam M. Histerektomi ameliyatı olan kadınlara ameliyat öncesi ve sonrası verilen danışmanlık hizmetinin yaşam kalitesi ve cinsel sorunlara etkisi. T.C. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi 2005 Ankara. Yıldırım NK, Özkan M, Özkan S, Özçınar B, Güler SA, Özmen V. Meme Kanserli Hastaların Tedavi Öncesi ve Sonrası Anksiyete, Depresyon ve Yaşam Kalitesi: Bir Yıllık Prospektif Değerlendirme Sonuçları. Archives of Neuropsychiatry 2009; 46: 175-81. Göktaş SB. Meme kanserinde mastektomi sonrası uygulanan erken ve geç rekonstrüksiyonun hastanın yaşam kalitesi üzerine etkisi. T.C. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, 2008 İstanbul. Yaşan A, Ünal S, Gedik E, Girgin S. Kalıcı ve geçici ostomi yapılmış kişilerde yaşam kalitesinde deşişim, depresyon ve anksiyete. Anatolian Journal of Psychiatry 2008; 9:162-168 Aydın S, Yavuz T, Düver H, Kutsal A. 65 yaş üstü hastalarda koroner bypass operasyonlarının yaşam kaliteleri üzerine erken dönem etkisinin SF- 36 testi ile tespiti. Geriatri 2002; 5 (2): 64- 67. Çolak T, Akça T, Kanık A, Yaylak F, Dirlik M, Çağlıkülekçi M, Aydın S. Laparoskopik veya açık inguinal herni operasyonu geçiren hastalarda yaşam kalitesinin SF-36 kullanılarak karşılaştırılması. Klinik Bilimler ve Doktor 2002; 8: 717-721. Savaş Y. Genel ya da bölgesel anestezi ile yapılan kasık fıtığı onarımlarının uyku ve yasam kalitesi üzerine etkisi. T.C. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2009 Afyonkarahisar. 18 CERRAHİ HEMŞİRELİĞİ VE YAŞAM KALİTESİ İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR- ULUSLARARASI BOYUT Yrd. Doç. Dr. Adalet KOCA KUTLU Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı “Yaşam Kalitesi” kavramı, geçmişte sosyolojik, tıbbi ya da felsefi boyutlarda ele alınmıştır. Aristo, insanların eylemlerindeki temel amacın iyiyi aramak olduğunu ve aradıkları o en iyinin ise “mutluluk” olduğunu söyler. Mutluluk için ya da başka bir deyişle “iyi bir yaşam” için de erdemli olmaktan bahseder. Erdemleri de denge, uyum ve ölçülülükle ifade eder. Aristo’nun bu yaklaşımı sağlık’ı içinde barındırır. Sağlığın yaşamdaki ifadesi de “Yaşam Kalitesi”’dir (2). Yaşam Kalitesi(YK), Dünya Sağlık Örgütü tarafından ”Bireyin içinde yaşadığı kültürel değerler sistemi ve kendi beklentileri açısından yaşamdaki durumu ile ilgili algısı” şeklinde tanımlamıştır. Başka bir ifadeyle YK, bireyin beklentileri ile yaşadıkları arasındaki fark olarak da ele alınabilir(1,2). YK içinde, işlevsel yeterlilik, hastalık, tedavi ve bakımla ile ilişkili yakınmalar, psikolojik ve sosyal işlevlerde yeterlilik önemsenmektedir. YK pek çok alanı kapsayan çok faktörlü bir kavramdır. YK kavramında yaşam doyumu, öznel iyi olma, mutluluk, işlevsel yeterlilik, sosyal iyilik gibi bileşenler ön plana çıkmaktadır (2). Sağlıkta yaşam kalitesi (SYK) ya da Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi-SİYK (“healthrelated quality of life”, “HRQoL”) ise yaşam kalitesinin bir alt bileşeni olarak ele alınmaktadır. Bu yüzden bu iki kavram birbirleriyle yakından ilişkilidirler. SYK, “Hastalığın ve tedavisinin hasta üzerindeki etkilerinin yine hasta açısından değerlendirilmesi” olarak tanımlanabilir (1,2). Bu çalışmada, aralarında belli farklar olmasına rağmen YK daha kısa olduğu için SİYK ya da SYK yerine kullanılacaktır. “Yaşam Kalitesi” kavramına karşı ilgi son 20 yılda oldukça artmıştır. Medline veri tabanında sadece “quality of life -Yaşam Kalitesi’ anahtar sözcüğü ile yapılan incelemede; ” 178146 (37229 derleme), “quality of life in nursing-Hemşirelikte yaşam kalitesi-” 15143 (2967 derleme), “Health related quality of life -Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi” ile girildiğinde 30899 makale (4744’ü derleme), “Health related quality of life in nursing-Hemşirelikte sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi” ile 2694 (447 derleme), “Health related quality of life surgical 19 nursing-Cerrahi Hemşireliği’nde sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi” için ise 99 makale (19 derleme) yer almaktadır (3). Yapılan bu çalışmaların büyük çoğunluğu 2000’li yıllarda yapılmıştır. Bu sonuç, bu dönemlerde YK’ne olan ilginin arttığını göstermekle birlikte internet kullanımı, veritabanlarının yaygınlaşması gibi nedenleri de göz ardı etmemek gerekir. Medline taraması sonucunda elde edilen veriler incelendiğinde; SİYK alanında araştırma yapanların büyük bir çoğunluğu (yaklaşık %70) hekimlerden oluşmaktadır, hem hekim hem de hemşirelerin bulunduğu çalışmalar genel olarak değerlendirildiğinde oldukça yetersizdir. Hemşirelerin SİYK ile ilgili yaptıkları çalışmaları, genellikle cerrahi girişim gerektiren hastalıklarda YK oluşmaktadır ve ameliyat sonrası dönemlerde yapılmıştır.SİYK çalışmalarının yapıldığı cerrahi alanlar sırasıyla; cerrahisi (Coronary Arter Bypass Kalp cerrahisinde özellikle koroner arter Grafting-CABG), Meme kanseri (Mastektomi), Transplantasyon cerrahisi (Renal, karaciğer, kalp ve akciğer), Ürolojik cerrahi girişimler (sistektomi, mesane kanseri, üriner diversiyon, bening prostat hiperplazisi, prostat kanseri, inkontinans vs.), geriatrik cerrahi, stoma cerrahisi, baş-boyun cerrahisi ve günübirlik cerrahi sonrası YK şeklinde sıralanmaktadır. Koroner arter cerrahisi sonrası YK yanı sıra CABG ile koroner anjioplastinin YK sonuçlarının karşılaştırıldığı makaleler bulunmaktadır. Meme cerrahisinde YK ile ilgili çalışmalarda mastektomi sonrası longitudinal değerlendirmeler, mastektomi+kemoterapi+radyoterapi YK sonuçları, mamoplastide YK ve beden imajına ilişkin çalışmalarla sıklıkla karşılaşılmaktadır. Meme cerrahisi sonrası ve yapılan hemşirelik uygulamalarının YK’ya etkileri ile ilgili araştırmalar cerrahi hemşireliği literatüründe çok fazla bulunmaktadır. Transplantasyon ve YK ile ilgili çalışmalarda renal transplantasyon ve hemodiyaliz sonuçları karşılaştırılmış ve renal transplantasyon lehinde sonuçlar elde edilmiştir. Renal transplantasyon dışında karaciğer, kalp transplantasyonu ve canlı verici – alıcının YK’leri de değerlendirilmiştir. Özellikle 2000 yılından sonra transplantasyon cerrahisinin artmasına paralel olarak YK’ne etkilerini ele alan çalışmalarda da belirgin bir şekilde artma olduğu göze çarpmaktadır. Üroloji’de sıklıkla sistektomi ve üriner diversiyonlarla ilgili YK sonuçları ele alınmıştır. Geriatrik Cerrahisinde yaşlı bakım evlerinde yaşayan hastaların YK’leri incelenmiştir ve hemşirelik girişimlerinin etkileri değerlendirilmiştir. Stoma cerrahisi ve yaşam kalitesine etkisi cerrahi hemşireliğinde gerek beden imajını ve sosyal yaşamı etkilemesi gerekse hastanın özbakım gereksinimleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinden daha fazla önemsenmesi gereken alanlardan birisidir. Baş-boyun cerrahisi sonrasında hemşirelik girişimlerinin YK’ne etkilerinin 20 incelenmesi gereksinimi vardır. Günübirlik cerrahinin kısa vadeli etkilerinin yanında uzun vadeli sonuçları ve dolayısıyla günübirlik cerrahi ve YK konusu da üzerinde durulması gereken alanlardandır. Ayrıca İngilizce geliştirilmiş YK ölçeklerinin başka dillerdeki geçerlilik ve güvenilirlik çalışmalarına da rastlanmaktadır. Hemşirelerin yaşam kalitelerini ele alan çalışmalar sınırlıdır. SİYK ile ilgili yapılan çalışmalarda sıklıkla SF 36 Yaşam Kalitesi ölçeği kullanılmıştır. SF 36 yanı sıra WHOQoL-Bref Yaşam Kalitesi Ölçeği, EQ-5D genel ölçekleri kullanılmıştır. Bunların dışında hastalıklara özel geliştirilmiş yaşam kalitesi ölçekleri (EORTC QLQ-C30 gibi)’nin de kullanıldığı saptanmıştır. Ayrıca SYK ile ilgili hem tıp hem de hemşirelik alanından uluslar arası dergilerde Türkiye’den yapılmış çalışma çok azdır. 1970’li yıllara kadar sağlık hizmetlerinin sonuçları morbidite, mortalite ve fizyolojik ölçümlere dayandırılarak yapıyorlardı. Ancak 1990’lı yıllardan sonra sağlığın kazanılmasındaki en önemli göstergeler arasında YK’ne de yer verilmiştir. Hasta bakım ve tedavisinin değerlendirilmesinde fiziksel ve fizyolojik parametrelerin ölçümü ile saptanabilen; yakınmaların azaltılması veya yaşam suresinin uzatılması gibi göstergeler yetersiz kalmıştır. Hastanın bakış açısını, algısını da içeren yeni ölçütlerin değerlendirmelere dahil edilmesi gerekmektedir. Günümüzde artık tıbbi bakım ve tedavinin birincil amacı YK’sinin artmasını sağlamaktır (2). Sonuç olarak, YK; çok faktörlü, hastanın tanımlamasına bağlı, zamanla değişkenlik gösterebilen ve öznel bir kavramdır. SYK alanındaki çalışmalar dikkatlice tasarlanmalı ve araştırmalarda uygun, özenle planlanmış ve değerlendirilmiş ölçekler kullanılmalıdır. SYK ve özellikle Cerrahi Hemşireliği alanlarında ve hemşirelerin YK’lerine yönelik araştırmaların arttırılması, disiplinler arası işbirliği yapılması ve Türkiye’den SYK ile ilgili çalışmaların uluslararası dergilerde yayınlaması önemsenmelidir. KAYNAKLAR 1. Eser E. Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesinin Kavramsal Temelleri ve Ölçümü. Sağlıkta Birikim 2006;1(2):1-5. 2. Müezzinoğlu T. Yaşam kalitesi. http://www.uroonkoloji.org/ebulten/pdf/pdf_URO_128.pdf-Nisan 2012. 3. www.ncbi.nlm.nih.gov 21 KRONİK YARALAR ve YAŞAM KALİTESİ Doç. Dr. Filiz ÖĞCE Ege Üniversitesi Atatürk Sağlık Yüksekokulu Normal iyileşme sürecindeki aşamaların düzenli olarak işlemediği ve uygun tedaviye rağmen 4 hafta içinde iyileşmeye başlamayan ya da 8 haftada iyileşmeyen yaralar kronik olarak kabul edilir (normal iyileşme süreci ortalama 3 hafta kabul edilir). Tüm kronik yaralar akut yara olarak başlar. Kronik yara, iyileşme fazlarının bir ya da birkaçında duraklamıştır ve genellikle çok uzun süre inflamatuar fazda kalır. Kronik yaranın moleküler ortamında yüksek düzeyde inflamatuar sitokinler ve proteaz enzimleri, yetersiz düzeyde büyüme faktörleri ve hücre proliferasyon yeteneğinin azalması gibi yara iyileşmesi için uygun olmayan değişiklikler meydana gelir. İnflamatuar fazda nötrofilleri fagosite etmekle görevli makrofajlar aynı zamanda çeşitli büyüme faktörleri ve nitrik oksit sentezini de gerçekleştirirler. Makrofaj eksikliğine bağlı nitrik oksit sentezinin engellenmesi de yara iyileşmesini geciktirmektedir. Bu değişiklikler iyileşme sürecini sonlandırır ve septik enfeksiyon riskini arttırırlar. Akut yaralarda, kollajen gibi moleküllerin üretimi ve yıkımı arasındaki hassas bir denge varken; kronik yaralarda bu denge kaybolmuş ve yıkım daha ön plana çıkmıştır. Aşağıda sıralanan iyileşmeyi engelleyen lokal ve sistemik faktörler de yaraların kronikleşmesinde rol oynamaktadır. Yara iyileşmesini engelleyen faktörler: Lokal faktörler Yetersiz kan akımı Artan cilt gerginliği Kötü cerrahi apozisyon Yara ayrılması Yetersiz venöz drenaj Yabancı cisim varlığı ve yabancı cisim reaksiyonu Mikroorganizmaların devam eden varlığı İnfeksiyon sistemik faktörler İleri yaş ve hareketsizlik Obesite Sigara tüketimi Malnütrisyon Vitamin eksikliği Sistemik malignensi Kemoterapi ve radyoterapi Immunsupresif ilaçlar Kortikosteroidler, antikoagulantlar Makrofaj aktivite yetersizliği 22 Kronik yaraların büyük çoğunluğu üç kategoride incelenebilir; - Venöz ve arteriyel yetmezliğe bağlı ülserler - Diyabetik ülserler ve - Basınç ülserleri Bu kategorilere girmeyen az sayıda yara da malignite, radyasyon ve lenfatik yetmezlik gibi nedenlere bağlı olabilir. Kronik Venöz Yetersizliğe (KVY) Bağlı Ülserler Kronik Venöz Yetersizlik insidansı erişkin nüfusta ve farklı çalışmalarda %0.5 ile %3 arasında bulunmuştur. Batı toplumlarında daha sık görülür ve kadınlarda 3 kat daha fazladır. Genellikle bacaklarda meydana gelen venöz ülserler, kronik yaraların %70-90’nını oluştururlar ve çoğunlukla yaşlıları etkiler. Kronik bacak ülserleri infeksiyon, hareket kısıtlılığı ve amputasyona kadar giden ciddi durumlara neden olabilmektedir. Sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde yılda yaklaşık 7 milyon kronik ülser vakası olduğu bildirilmektedir. Bu hastaların tedavisi ve bakımı için yılda 20 milyar dolar harcanmakta ve hesaplandığında yılda 2 milyon gün iş kaybına neden olmaktadır. Kronik bacak ülserlerinin %75'i venöz, %8'i arteriyel ve %17'si miks (arteriyel, venöz) tiptir. Konu ile ilgili yapılan çalışmalarda ülser büyüklüğü 2 cm üzerinde olan yaraların kronikleşme riski daha fazla olduğu saptanmıştır. Klinik bulgular; Kaşıntı Ağırlık hissi Şişlik hissi Gece krampları Acıma, uyuşukluk, karıncalanma Yaraya bağlı şikayetler Huzursuz bacak sendromu İlk belirti, simetrik yerleşimli, özellikle iç malleol çevresinde gelişen variköz damar genişlemeleri ve ödemdir. Ödem, venöz hipertansiyon nedeniyle kapiller basıncın artmasına bağlı gelişir ve hareket kısıtlılığı ile ağrı şikayetlerine yol açar. Ağrı orta şiddetlidir ve bacak elevasyonu ile azabilir. Dokuda biriken hemosiderin pigmenti tanıda önemli bir ayırıcı olarak deriye kahverengimsi - kırmızı bir renk verir. Patofizyoloji Bu konudaki mevcut teoriler; - Büyük ülserlere venlerdeki valvlerin yetersizliğine bağlı gelişen kronik venöz hipertansiyonun neden olduğu düşünülmektedir. Venöz basınç, 40 mm/Hg altında ise venöz ülser insidansı minimal, 80 mm/Hg üzerinde ise venöz ülser insidansı %80'den fazladır. - Kapiller mikrosirkülasyon bozularak kapiller mikrotrombozlar oluşur, buna bağlı lenfatik dolaşım bozulur ve doku düzeyinde hipoksi gelişir, - Kanın pıhtılaşmasıyla ilgili anormal yıkım; venöz basınç artışına bağlı damarların endotel boşluklarından sızan fibrinojen perikapiller bölgelerde birikerek bariyer oluşturur, oksijen perfüzyonunu bozarak iskemi ve sonunda ülserlere neden olur. - Lökosit aktivasyonu; venöz hipertansiyon kapiller basıncı ve akım hızını azaltır, buna bağlı olarak lökositler kapiller damarlar arasında birikerek damar akımını daha da azaltır ve sonuçta dokuda hipoksi ve hipoperfüzyon gelişir. Kronik Venöz Ülserli hastaların yaşam kalitesi ile ilgili yapılan çalışmalarda genç ve çalışan hastalar için bacak ülserlerinin çalışma zamanının kaybı, iş kaybı ve mali yükün artması anlamı taşıdığı ifade edilmektedir. Phillips ve ark.’nın yaptıkları bir çalışmada KVÜ hastaların %58’i ülser bakımını külfetli bulduklarını belirtmiştir. Yara bakımına ayrılan süre ile öfke ve kızgınlık duyguları arasında güçlü bir korelasyon olduğu saptanmış ve ülser 23 varlığının hastaların %68’inin hayatında korku, sosyal izolasyon, öfke, depresyon ve kötü beden imajı gibi negatif duygusal etkiler yarattığı bildirilmiştir. Bacak ülseri, hastaların yaşam kalitelerinin çeşitli boyutlarına önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Moffatt ve ark. ve Valencia ve ark. yaptıkları çalışmalarda da benzer olarak KVÜ %80 hastada hareket kısıtlılığına yol açtığı, %68 sosyal izolasyon ve depresyona neden olarak ciddi anlamda yaşam kalitesini bozduğu saptanmıştır. Hastalar için bacak ülseri deneyimi daha fazla depresyon riski ile kötü ruh sağlığı, algılanan sosyal desteğin az olması ve daha fazla sosyal izolasyon anlamı taşımaktadır. Tedavi: lokal yara bakımı, enfeksiyonla mücadele ve venöz ligasyon, yatak istirahati, bacak elevasyonu ve kompresyon çorapları uygulanabilir. Arteriyel Ülserler Arterlerin kronik tıkanmasına bağlı olarak ülserler genellikle pretibiyal alanda ve başparmakta gelişir. Sınırları belirgin, yara çevresi nekrotik kurutla çevrilidir. Derin dokulara yayılım gösterir. Ağrı özellikle geceleri artar ve ayaklar sarkıtıldığında azalır. Etkilenen bacakta soğukluk, deride solukluk, kıllarda dökülme görülür. Ağrı önceleri egzersizle başlarken sonraları dinlenme sırasında da belirir ki bu iskeminin arttığını göstermektedir. Tedavi: lokal yara bakımı, enfeksiyonla mücadele ve obstrüksiyonun giderilip arteryel kan akımını arttırmaya yönelik tıbbi ya da cerrahi müdaheleyi içerir. Diyabetik Ülserler Kronik yaraların diğer bir önemli nedeni prevalansı artmakta olan diyabettir. Diyabet epidemiyoloji çalışması –TURDEP verilerine göre Türkiye’de Tip 2 DM prevalansı %7,2 olarak bulunmuştur ve Türkiye’de 20 yaş ve üzeri nüfusta (47.467.350) karşılaşılan diyabet oranı %13,7’dir. Yapılan araştırmalarda, tüm diyabetlilerin ortalama %15’inde hayatlarının bir döneminde diyabetik ayak ülseriyle karşılaştıkları görülmektedir. Patofizyoloji Diyabetik ayak ülseri nöropatik, iskemik veya nöro-iskemik olarak sınıflandırılabilir. Diyabetin geç komplikasyonları olan periferik nöropati, periferik arter hastalığı ve bu komplikasyonlara sahip bir hastada meydana gelen bası travması ülserlerin nedenlerini oluşturmaktadır. Diyabetli kişilerde ayak lezyonlarının yarısının sorumlusu nöropatik ülserlerdir. Nöropati, beyinden omuriliğe, omurilikten beyne mesajları taşıyan vücut sinirlerinin zarar görmesidir. Diyabetli insanlarda oldukça yaygındır (% 90) ve sıklıkla ayak ve bacaklardaki sinirleri etkiler. Glikoz düzeyinin yüksekliğine bağlı olarak gelişir; karıncalanma, yanma, uyuşma, diken batmaları ve ağrı ile kendini belli eder ve giderek yerini his kaybına bırakır. Nöropati ve periferik damar hastalığı olan diyabetli hastalarda infeksiyonun da eklenmesiyle ayak lezyonları oluşturmaktadır (Şekil 1). Nöropati, duyusal, otonomik ve motor sinirleri etkiler: - Duyusal sinirler etkilendiğinde, ağrı, ısı ve dokunma hissi kaybı olur. - Otonomik sinirler terleme ve ısıyı düzenlerler. Terlemeyen ayağın derisi kurur ve çatlaklar oluşur. Koruyucu ısı algılaması bozulan hasta ayağını soğuk hisseder ve ısıtmak isterken yanıklara neden olabilir. - Motor nöropati sonucu kaslarda güçsüzlük, atrofi ve ayak deformiteleri gelişir. Periferal nöropatili hastalarda yüklenme topuk ve metatarsal bölgede artar, halluksda (başparmak) azalır. Halluksun işlevini yapmaması metatars başlarındaki basıncın artmasına ve bu bölgelerde ülser gelişimine yol açmaktadır. Diyabetik ayak ülserlerinin akıbetini belirleyen en önemli faktör periferik arter hastalığıdır. Perfüzyonu kötü olan dokularda travma sonrası iskemik ülserler gelişir. 24 NÖROPATİ • Charcot Deformitesi • Ortopedik Deformite Motor Duyusal Anormal Ayak Postürü Azalan Ağrı Duyusu Artan Basınçlı Yüklenme Travma Kallus Oluşumu Arter Hastalığı İskemi ÜLSER İnfeksiyon Şekil 1. Diyabetik Ayak Ülseri Etyolojisi. Diyabetik ayak ülserlerinden sorumlu bir diğer faktör ise, damar tıkanıklığı ve buna bağlı dolaşım bozukluğudur. Vasküler problemler, diyabetli hastalarda %20 oranında daha sık görülmektedir. Hem mikroanjiopati hem de makroanjiopati sıktır. Mikroanjiopati diyabete özgü bir damar komplikasyonudur; mikrosirkülasyondaki bozukluk, dokuların yeterince kanlanamamasına ve dolayısıyla oksijenlenememesine yol açmaktadır. Bu durum ülser oluşumunu kolaylaştırır. Makroanjiopati ise diyabetiklerde daha erken yaşta oluşur ve daha hızlı ilerler. Diyabete bağlı olarak oluşan iyileşmeyen ayak ülserleri, iş gücü kaybı, hastane giderlerinin ve kalış süresinin artması ve ikinci bir kişiye bağımlılığı beraberinde getirmektedir. Ayrıca bireyin ailesine olan desteğini azaltmakta, sorumluluklarını yerine getirmede yetersizlik gibi sosyal sorunlarını artırmakta, yaşam şeklinin değişmesine yol açmakta ve hastanın yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Tedavi: Lokal yara bakımı, enfeksiyonla mücadele, basınç azaltıcı önlemler, glikoz seviyesi kontrolü. 25 Basınç Ülserleri Kronik yaraların bir diğer türü, uzun süreli basıncın etkisinde kalmaya bağlı olarak deri ve deri altındaki dokularda, çoğunlukla da vücudun kemik çıkıntılarının üzerinde, oluşan lokalize doku zedelenmesi olarak tanımlanan basınç ülserleridir. Hastanede yatan bütün hastalar arasında BÜ prevalansı %3.5 – 29.5, insidansı ise %2.7 ile %29 arasındadır. Cerrahi hastalarında ise insidans %4,7 ile %66 arasında değiştiği belirtilmektedir. Ülkemizde yapılan çalışmalarda, cerrahi hastalarında BÜ prevalansı %7,8, insidansı %54,8 olarak belirtilmektedir. Basınç ülserlerinin oluşmasına yol açan risk faktörleri; Basınç; en önemli etkendir. Basıncın ülser oluşturmasında yoğunluğu, süresi, dokunun toleransı ve bireysel ya da çevresel diğer faktörler etkilidir. Uzun süreli düşük şiddette basınca maruz kalma ile kısa süreli yüksek şiddette basınca maruz kalma benzer şekilde doku hasarına yol açabilir. Sağlıklı bireylerde hareket etme ve duyu sorunu olmadığından basınca bağlı doku anoksisi geliştiğinde oluşan rahatsızlık hissedildiği an bireyin pozisyon değiştirmesiyle birlikte basınç noktaları başka alanlara kaydırılarak deri harabiyeti önlenmiş olur. Ancak hareket ve duyu kaybı olan bireylerde bu durum söz konusu değildir. Yapılan bir çalışmada, basınç ülserlerinin ortopedik yaralanmalar sonrasında %15, tekerlekli sandalye kullanımına bağlı olarak da %37 oranında görüldüğü belirtilmektedir. Patofizyoloji Kapiller basınç; sıvıyı damar dışına iten basınçtır ve Arteriyel uçta : 28-32 mm Hg (30-40 mm Hg) Venöz uçta : 9-12 mm Hg (10-14 mm Hg) Midkapiller alanda: 25 mm Hg (20-25 mm Hg) kadardır. Dışarıdan uygulanan basıncın kapiller basıncı aştığı durumlarda kapiller kollabe olur ve doku anoksisi gelişir. Sürtünme ve makaslama; dokunun yatak ya da tekerlekli sandalye gibi sert bir yüzey üzerinde hareket etmesiyle oluşan sürtünme epidermis ve dermis tabakasının aşınmasına neden olur. Sürtünme yer çekiminin etkisiyle birleştiğinde makaslama etkisi yaratarak daha derin dokuların hasarlanmasına yol açar. Yaş; basınç ülserlerinin gelişiminde yaşın ilerlemesiyle belirginleşen, doku perfüzyonu ve deri turgorunda azalma, doku elastikiyet kaybı, kolajen sentezinde azalma, immun yanıt yetersizliği, beslenme yetersizliği, serum albümin seviyesinde azalma da göz ardı edilmemesi gereken etkenlerdendir. Nem; aşırı nem maserasyona ve doku direncinin azalmasına neden olur. Yatağa bağımlı ve paralizili hastalarda gelişen fekal inkontinans üriner inkontinansa göre daha fazla risk oluşturmaktadır. Nemin azalması da derinin kurumasına ve daha çabuk yaralanmasına yol açması bakımından dikkate alınmalıdır. Düşük Kan Basıncı; Düşük kan basıncı doku toleransını etkiler; sistolik kan basıncı 100 mmHg, diyastolik kan basıncı 60 mmHg altında ise basınç ülseri gelişme riski artar. Beslenme; Protein kalori malnütrisyonu BÜ oluşumunda etkilidir. Proteinemide onkotik basınç azalmasına bağlı ödem gelişir, ödemli ve iskemik dokuda oksijen diffüzyonu ve besin transportu bozulur. Vitamin eksikliği özellikle de A, C ve E vitaminlerinin noksanlığında kollajen sentezi, epitelizasyon ve immun sistem zayıflar ve bağlı olarak enfeksiyona yatkınlık artar. Beden Isısının Artması; dokunun oksijen gereksinimini arttırır, buna bağlı gelişen hipoksi ya da anoksi durumunda ise basınç ülserlerinin gelişimi kolaylaşır. 26 Psikolojik Durum; Emosyonel stres basınç ülserleri ile ilişkilidir, stres kortizon salınımını arttırır, artan kortizon kolajen sentezini baskılar, kolajen sentezinin azalması da basınç ülserlerinin oluşumunu hızlandırır. Bunların dışında kan vizkositesinin artması, hematokritin yükselmesi ve dehidratasyon gibi etkenlerin de basınç ülserlerinin oluşumunda önemli olduğu unutulmamalıdır. Tedavi: Lokal yara bakımı, enfeksiyonla mücadele, basınç azaltıcı önlemler ve beslenme desteği. Yaşam Kalitesi Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1948 yılında yayınlanan deklarasyonda sağlık, “fiziksel, mental ve sosyal açıdan tam bir iyilik hali, hastalık durumunun olmaması” şeklinde tanımlanmaktadır. Son zamanlarda bu kavrama bir de yaşam kalitesi (YK) kavramı eklenmiştir ki, artık günümüzde yapılan her yeni tedavi ve uygulama öncesinde kişinin yaşam kalitesinin ne yönde etkileneceği göz önünde bulundurularak uygulamaya karar verilmektedir. Yaşam kalitesi farklı bireylerde değişik anlamlar ifade edebilen bir kavram olmasına karşın, sağlık durumu, ekonomik ve sosyal çevreyi de kapsamaktadır. Özellikle kronik rahatsızlığı olan hastalara verilecek bakımda, bireyin fonksiyonel, tatminkar ve rahat bir yaşam sürmesi hedeflendiğinde, sağlıkla ilgili yaşam kalitesi ön plana çıkmaktadır. Kronik yaralar hiç iyileşmez ya da iyileşmesi çok uzun yıllar alır. Bu nedenle hastalarda ciddi duygusal ve fiziksel strese neden olmakla birlikte pansumanlar, hemşirelik bakımı, fiziksel terapi, beslenme desteği ve hekimlik hizmetleri dikkate alındığında tüm sağlık sistemi ve hastaya önemli bir maddi yük getirmektedir. Kronik yaralarda temel hedef yara iyileşmesinden çok semptomların kontrolü ve komplikasyonların önlenmesine ve bireyin yaşam kalitesini arttırmaya yönelik olmalıdır. Kronik yara ile yaşam; Herkes tarafından nihai hedefin yaranın iyileşmesi olduğu düşünülse de, bazen sebebi ne olursa olsun bunun mümkün olmayacağını kabul etmek gerekir. Kesinlikle esas olan, her durumda hastanın yaşam kalitesini artırmayı amaçlamaktır. İyileşmeyen yaraları olan hastaların çoğu duygusal, mali, fiziksel sağlık, günlük aktiviteler, arkadaşlıklar ve boş zaman aktivitelerinde zorluklardan şikayet ederler. Zira, düzenli ve sık olarak pansuman değiştirme zorunluluğuna bağlı günlük yaşantının bozulması, hareket kısıtlılığı, ağrı, uyku eksikliğine bağlı olarak gelişen yorgunluk, koku ve yara enfeksiyonu ve çoklu ilaç kullanmanın fiziksel ve psikolojik etkileri hastaların yaşam kaliteleri olumsuz yönde etkilemektedir. Yaşam kalitesinin arttırılmasının ilk adımı hasta ile güvene dayalı bir ilişki oluşturulması olmalıdır ve tedavi ve bakımda hastanın duygu ve düşüncelerinin öğrenilerek kararlara katılımının sağlanması oldukça önemlidir KAYNAKLAR Abbate S.L. Standards of Medical Care for Patients with Diabetes Mellitus, Clinical Diabetes. 2003, 21;27-37. Demir T., Akıncı B., Yeşil S. Diyabetik Ayak Ülserlerinin Tanı ve Tedavisi. DEÜ Tıp Fakültesi Dergisi. 2007, 21(1): 63-70. Broderick N. Understanding Chronic Wound Healing. The Nurse Practitioner. 2009, 34(10);17-22. Karadağ M.ve Gümüşkaya N. (2006). “The incidence of pressure ulcers in surgical patients: A sample hospital in Turkey”, Journal of Clinical Nursing, 15(4):413-21. Kaynak K. Venöz ülserlerin tedavisi. ‹.Ü. Cerrahpafla T›p Fakültesi Sürekli T›p E¤itimi Etkinlikleri. Cilt Hastalıklar› ve Yara Bakımı Sempozyumu,2001, İstanbul, s. 127-129. Moffatt C.J., Franks P.J., Doherty D.C., Smithdale R., Steptoe A. Psychological Factors in Leg Ulceration: A Case-Control Study The British Journal of Dermatology. 2009;161(4):750-756. Phillips T, Stanton B, Provan A, Lew R. A study of the impact of leg ulcers on quality of life: financial, social, and psychological implications. J Am Acad Dermatol 1994;31:49-53. Satman İ, Yılmaz MT , Şengül A, Popilation-based study of diabetes and risk caracteristics in Turkey: Results of the Turkish Diabetes Epidemiyology Study(TURDEP). Diabetes Care 25:1551-1556,2002 27 Tenbrook JA Jr, Iafrati MD, O'donnell TF Jr, Wolf MP, Hoffman SN, Pauker SG, Lau J, Wong JB Systematic review of outcomes after surgical management of venous disease incorporating subfascial endoscopic perforator surgery J Vasc Surg. 2004;39:583-9. Tsang, M.W., Wong, W.K.R., Hung, C.S., Lai, K.M., Tang, W., Cheung, E.Y.N. et al. (2003). Human epidermal growth factor enhances healing of diabetic foot ulcers. Diabetes Care. 26(6):1856-1861. Uzun Ö., Tan M. A Prospective, Descriptive Pressure Ulcer Risk Factors and Prevalence Study at a University Hospital in Turkey. Ostomy Wound Management 2007; 53(2): 44-56. Valencia IC, Falabella A, Kirsner RS, et al. Chronic venous insufficiency and venous leg ulceration. J Am Acad Der matol 2001;44:401-21. Yetzer E.A. Causes And Prevention of Diabetic Foot Skin Breakdown, Rehabilitaton Nursing, 2002, 27(2); 52-58. Young M.J. Foot Problems In Diabetes, Textbook of Diabetes, Ed. Jhon C. Pickup, Gareth Williams, 3rd Edition, USA, Blackwell publishing. 2003,57;1-19. Yaşar B., Pekcan Ş. Diyabetik Ayak, Sendrom Dergisi, Nisan, 2003;48-53. Yücel, A. Bası yaraları. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri. Cilt Hastalıkları ve Yara Bakımı Sempozyumu.18-19 Ekim 2001, İstanbul, s.131-150. 28 MEME KANSERİ VE YAŞAM KALİTESİ Doç. Dr. Özgül KARAYURT Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Meme kanseri, kadınlar arasında en sık (%28) tanılanan kanser çeşidi olup dünyada en sık (%15) ölüme yol açan malign tümördür (ACS, 2010a). Dünyada yaklaşık iki buçuk milyon meme kanseri olan kadın bulunmaktadır (ACS, 2010a). Türkiye’deki kanser oranlarına bakıldığında meme kanseri kadınlarda görülen kanserler arasında birinci sırada (yüz binde 37.60) yer almaktadır (T.C Sağlık Bakanlığı, 2006). Meme kanseri lokal ve sistemik bir hastalık olduğundan tedavisinde de lokal cerrahi ve radyoterapi (RT), sistemik kemoterapi (KT), hormonoterapi (HT) ve hedefe yönelik tedaviler yer almaktadır (Karamanoğlu ve Özer 2008). Meme kanserinin cerrahi tedavisine bağlı; ağrı, beden imajında ve cinsel yaşamda değişiklik, psikolojik sıkıntılar (depresyon, anksiyete), sosyal yaşamda bozulma, lenfödem gibi sorunlar yaşanmaktadır. Kemoterapiye ve radyoterapiye bağlı; cilt reaksiyonları, memede ödem, bulantı-kusma, nötropeni, trombositopeni, anemi, saç dökülmesi, yorgunluk gibi yan etkiler görülmektedir. Hormonoterapinin de; sıcak basması, vaginal kuruluk, osteoporoz gibi yan etkileri olmaktadır (Park ve ark., 2011, Cappiello ve ark., 2007, Shidmit-Buchi et al., 2008, Ganz, 2008, ACS, 2010b). Bu tedavilerin yan etkileri kadınların yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir (Hofso ve ark., 2011, Hack ve ark., 2010). Meme kanserinde erken tanı ve daha etkin tedavi ile sağkalım süresinin artması, bu tedavilere bağlı komplikasyoların azaltılması ve yaşam kalitesinin arttırılmasını gündeme getirmiştir. Son 30 yıl içerisinde yapılan çalışmalar, evre I ve evre II meme kanserli hastalara mastektomi veya meme koruyucu cerrahi yapılmasının, hastaların hastalıksız sağkalım ve toplam sağkalım süreleri arasında anlamlı farklılık olmadığını göstermektedir (Veronesi ve ark 2002; Noguchi, 2001). Bunlara ek olarak, meme kanserinin aksiller yayılımını tespit etmede sentinel lenf nod biyopsisi (SLNB)’nin aksiler lenf nod diseksiyonu kadar (ALND) kadar değerli olduğu, komplikasyonları azalttığı gösterilmiş ve SLNB klinik olarak aksillası negatif olan hastalarda standart bir yaklaşım olmuştur (Veronesi ve ark, 2005; Fisher ve ark 2002). Meme kanserine yönelik güncel tedavi yaklaşımlarında hedef, sadece hastalıksız ve genel sağkalımı uzatmak değil, tedavilerdeki başarıyla birlikte kadına iyi yaşam kalitesi sağlamak olmalıdır. Yaşam kalitesi, sağlık durumunun ve tedavilerin etkilerinin değerlendirilmesinde önemli bir sonuç ölçümüdür. Ancak farklı kişilere farklı şeyler ifade eden bir kavram olduğundan net bir tanım yapmak güçtür. Sadece hastalık olmaması değil, tam bir fiziksel, mental ve sosyal iyilik halidir (Başaran ve ark 2005). Yaşam kalitesi, sağ kalımdan sonra hasta izlenmesinde önemli değerlendirme ölçütü olarak belirlenen bir kavram olmuştur Sağlıkta yaşam kalitesi ölçümlerinin hedefi bir hastalık ve bu hastalığın tedavisinin yaşamın fiziksel, sosyal, emosyonel boyutları üzerine etkilerini incelemektir (Aydemir 2007). Yurt dışında meme kanseri ve yaşam kalitesine ilişkin yapılan tanımlayıcı çalışmalarda; tanı sırasında genç olan, sağlık durumu iyi olmayan kadınların semptomlarının daha kötü olduğu ve bu durumun kadınların yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediği belirtilmiştir (Janz ve ark., 2007, Leak et al., 2008, Cleeland 2007, Dodd ve ark., 2010, Kim ve ark., 2009). Meme kanser cerrahisi sonrası iki yıllık yaşam kalitesinin üç cerrahi girişimi karşılaştırarak incelendiği çalışmada cerrahi sonrası yaşam kalitesinin MKC sonrası en iyi, daha sonra MRM + Rekostriksiyon ve MRM uygulanan grupta en düşük olduğu saptanmıştır. 29 Ayrıca meme kanseri cerrahi sonrası yaşam kalitesinin sadece cerrahi tipinden değil hastaların preoperatif ve postoperatif fonksiyonel durumundan, yaşından, kemoterapi, radyoterapi, hormonterapi alma durumlarından ve ameliyat sonrası geçen süreden etkilendiği gösterilmiştir (Shia ve ark 2011). Meme kanseri nedeniyle RT öncesi KT alan ve almayan hastaların semptom deneyimi ve yaşam kalitesinin incelendiği çalışmada; RT öncesi KT alan hastaların daha fazla semptom deneyimlediği ve yaşam kalitelerinin olumsuz etkilendiği saptanmıştır (Hofsø ve ark 2011). Lemieux ve arkadaşlarının 2010 yılında 2001-2009 yılları arasında 190 Randomize Kontrollü Çalışmayı (RKÇ) dahil ettikleri bir sistematik incelemede, en yaygın kullanılan iki ölçeğin Avrupa Kanser Araştırma ve Tedavi Organizasyonu Yaşam Kalitesi Ölçeği (European Organization for Research and Treatment of Cancer QOL Questionnaire (EORTC QLQ)) ve Kaser Tedavisinde Fonksiyonel Değerlendirme/Kronik Hastalıkların Tedavisinde Fonksiyonel Değerlendirme (The Functional Assessment of Cancer Therapy/Functional Assessment of Chronic Illness Therapy (FACT/FACIT)) olduğu saptanmıştır. Ayrıca, yaşam kalitesinin incelendiği çalışmaların metadolojisinin geliştirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Yurt dışında meme kanseri ve yaşam kalitesine ilişkin yapılan girişimsel çalışmalarda da yaşam kalitesinin geliştiği gösterilmiştir. Duijts ve arkadaşları tarafından 2011 yılında 56 çalışmayı kapsayan meta analizde meme kanseri hastalarında ve yaşayanlarda davranışsal tekniklerin ve fiziksel egzersizin psikososyal fonksiyona ve sağlıkla ilgili yaşam kalitesine etkisi incelenmiştir. Meme kanseri hastalarında ve yaşayanlarda davranışsal tekniklerin ve fiziksel egzersizin psikososyal fonksiyonu ve sağlıkla ilgili yaşam kalitesini geliştirdiği belirtilmiştir. Yapılan yarı deneysel bir çalışmada, meme kanseri hastalarında cerrahiden bir hafta sonra telefonla destek girişiminin yaşam kalitesine etkisinin incelendiği çalışmada; telefonla danışmanlık verilen grupta, kontrol grubuna göre yaşam kalitesinin daha iyi olduğu belirtilmiştir. Telefonla danışmanlık verilen grupta beden imajının daha iyi olduğu, gelecek hakkında daha az endişelendikleri, ameliyat sonrası komplikasyonların daha az olduğu gösterilmiştir. Ayrıca hastalar, telefonla destek zamanının uygun olduğunu belirtmişlerdir (Salonen veark 2009). Türkiye’de Akın ve arkadaşları 2008’de kemoterapi alan meme kanseri olan kadınların yaşam kaliteleri ve öz yeterliliklerini tanımlamak amacıyla kanser tedavisinde fonksiyonel değerlendirme-meme kanseri (KTFD-MK) ölçeğini kullanarak yaptıkları çalışmada, yaşam kalitesi boyutlarının tümünün olumsuz olarak etkilendiğini belirtmişlerdir. Kemoterapinin başlangıcından itibaren fiziksel iyi olma, duygusal iyi olma ve ek endişe alt boyutu ve tüm KTFK-MK ve öz yeterliliklerinin olumsuz olarak etkilendiği bulunmuştur. Tedavi boyunca fiziksel semptomlar ve psikososyal sıkıntının arttığı ve aktivite düzeyinin olumsuz olarak etkilendiği saptanmıştır. Zanapalıoğlu ve arkadaşları (2009) meme kanseri nedeniyle meme cerrahisi sonrası adjuvan radyoterapi ve/veya kemoterapi ve/veya hormonoterapi uygulanmış kadınlarda; modifiye radikal mastektomi (MRM) ile meme koruyucu cerrahinin (MKC), yaşam kalitesi üzerine etkisi karşılaştırmışlardır. MKC yapılan hastaların iyilik, fiziksel semptom, rol performans, emosyonel durum, bilişsel durum, sosyal durum, semptom kontrolü, vücut görünümü, seksüel fonksiyon, cinsel tatmin, gelecek endişesi, kol semptomları, meme ile ilgili şikayetlerinde MRM oranla daha iyi yaşam kalitesine sahip olduğu saptanmıştır. Ülkemizde yapılan bir başka çalışmada, meme kanseri tanısı ile tedavi edilen kadınlarda uygulanan lokal tedavilere bağlı komplikasyonlar ve yaşam kalitesi incelenmiştir. Hastaların yarısından fazlasının meme kanseri tedavisi sonrası, kolda ağrı, omuz hareketlerinde kısıtlılık, kolun fonksiyonel kapasitesinde kısıtlılık, kolda şişlik, sertlik, his kaybı gibi komplikasyonların en az birinden yakındığı belirtilmiştir. SLNB yapılan, aksillaya RT almayan, dren konulup 10 günden önce çıkartılan hasta grubunda tedavi sonrası komplikasyon oranının düşük ve yaşam kalitesinin daha iyi olduğu saptanmıştır (Özçınar ve ark, 2010). Ülkemizde yapılan ileriye dönük bir başka çalışmada MKC uygulanan hastaların 30 yaşam kalitelerinin sağlıklı bireylere oranla fiziksel açıdan bozulduğu, mental açıdan etkilenmediği, MRM uygulanan hastalarla karşılaştırıldığında yaşam kalitelerinin hem fiziksel hem de mental açıdan daha iyi olduğu gösterilmiştir (Kement ve ark. 2011). MRM sonrası hemen rekonstriksiyon yapılan grup, geç rekonstriksiyon yapılan grupla karşılaştırıldığında, hastaların erken dönemde oldukları, dolayısıyla radyoterapiye daha az gereksinim duydukları saptanmıştır. Gecikmiş rekonstriksiyon, ALND yapılan ve adjuvan tedavi alan hastalara yapılmıştır. Hemen yapılan rekonstriksiyonun gecikmiş rekonstriksiyona göre yaşam kalitesini olumlu etkilediği belirtilmiştir (Baltacı Göktaş ve ark 2011). Bu alanda çalışan hemşireler, meme kanseri olan hastalara tanı aşamasından başlayarak tedavinin tüm aşamalarında yaptıkları eğitim ve danışmanlık ile hastaların yaşam kalitesini yükseltmede kilit rol oynadklarının bilincinde olup, bu rollerini yerine getirmelidirler. KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. American Cancer Society, Cancer facts & figures 2010. Atlanta, American Cancer Society, 2010a. American Cancer Society, Breast cancer facts & figures 2010. Atlanta, American Cancer Society, 2010b. Akın S, Can G, Durna Z, Aydiner A. The quality of life and self-efficacy of Turkish breast cancer patients undergoing chemotherapy. Eur J Oncol Nurs 2008; 12: 449–456. Aydemir Ö. Sağlıkta yaşam kalitesinin kinlik uygulamalarda kullanımı, Sağlıkta Birikim, 2007; 1(2): 913. Başaran S, Güzel R, Sarpel T. Yaşam kalitesi ve sağlık sonuçlarını değerlendirme ölçütleri. Romatizma 2005; 20(1): 55-63. Cappiello M, Cunningham RS, Knobf MT, Erdos D. Breast cancer survivors: Information and support after treatment Clin Nurs Res 2007 16: 278-293. Cleeland CS. Symptom burden: Multiple symptoms and their impact as patient-reported outcomes. J Natl Cancer Inst Monogr 2007; 37: 16 – 21. Dodd MJ, Cho MH, Cooper BA, Miaskowski C, The effect of symptom clusters on functional status and quality of life in women with breast cancer. Eur J Oncol Nurs 2010; 14(2): 101–110. Duijts SFA, Faber MM, Oldenburg HSA, Beurden M et al. Effectiveness of behavioral techniques and physical exercise on psychosocial functioning and health-related quality of life in breast cancer patients and survivors— a meta-analysis. Psychooncology 2011; 20: 115–126. Ganz PA. Psychological and social aspects of breast cancer. Oncology; 2008; 22(6): 642-650. Göktaş SB, Güllüoğlu BM, Şelimen D. Immediate or delayed breast reconstruction after radical mastectomy breast cancer patients: Does it make difference in the quality of life. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2011; 31(3): 664-73. Fisher B, Jeong JH, Anderson S, Bryant J et al. Twenty-fi ve-year follow-up of a randomized trial comparing radical mastectomy, total mastectomy, and total mastectomy followed by irradiation. N Engl J Med 2002; 347: 567-575. Hack TF, Kwan WB, Thomas-MacLean RL, Towers A et al. Predictors of arm morbidity following breast cancer surgery Psychooncology 2010; 19: 1205–1212. Hofsø K, Miaskowski C, Bjordal K, Cooper BA, Rustøen T. Previous chemotherapy influences the symptom experience and quality of life of women with breast cancer prior to radiation therapy. Cancer Nurs 2011; In Press. Janz NK, Mujahıd M, Chung LK, Lantz PM et al. Symptom experience and quality of life of women following breast cancer treatment. J Womens Health 2007; 16(9): 1348-1361. Karamanoğlu AY, Özer FG, Mastektomili hastalarda evde bakım. Meme Sağlığı Dergisi 2008; 4(1): 38. Kement M, Gezen C, Aşık A, Karaöz A ve ark. Meme kanserli türk kadınlarında meme koruyucu cerrahi ve modifiye radikal mastektomi; yaşam kalitesine yönelik ileriye dönük bir analiz. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2011; 31(6): 1377-84 Kim E, Jahan T, Aouizerat BE, Dodd MJ et al. Changes in symptom clusters in patients undergoing radiation therapy. Support Care Cancer 2009; 17: 1383–139. Leak A, Hu J, King CR. Symptom distress, spirituality, and quality of life in African American breast cancer survivors. Cancer Nurs 2008; 31(1): E15-21. 31 20. Lemieux J, Goodwin PJ, Bordeleau LJ, Lauzier S et al. Quality-of-Life Measurement in Randomized Clinical Trials in Breast Cancer: An Updated Systematic Review (2001–2009). J Natl Cancer Inst 2011; 103(3): 178-231. 21. Noguchi M. Sentinel lymph node biopsy as an alternative to routine axillary lymph node dissection in breast cancer patients. J Surg Oncol 2001; 76: 144-156. 22. Özçınar B, Güler SA, Özmen V, Güllüoğlu BM ve ark. Meme kanserinde lokal/bölgesel tedavi sonrası görülen komplikasyonlar ve bunların hasta yaşam kalitesi üzerine etkileri. Meme Sağlığı Dergisi 2010; 6(1): 9-16. 23. Park HJ, Bae SH, Jung YS, Kim KS. Quality of life and symptom experience in breast cancer survivors after participating in a psychoeducational support program: A pilot study. Cancer Nurs 2011; In Press. 24. Salonen P, Tarkka MT, Kellokumpu-Lehtinen PL, Astedt-Kurki P et al. Telephone intervention and quality of life in patients with breast cancer. Cancer Nurs 2009; 32(3): 177-190. 25. Schmid-Büchi S, Halfens RJG, Dassen T, Borne B. A review of psychosocial needs of breast-cancer patients and their relatives. J Clin Nurs 2008; 17: 2895–2909. 26. Shia HY, Uen YH, Yen LC, Culbertson R et al. Two-year quality of life after breast cancer surgery: A comparison of three surgical procedures. EJSO 2011; 37: 695- 702. 27. T.C Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı, 2004-2006 yılı Türkiye kanser istatistikleri, 2006 Ulaşım Tarihi:09.01.2010 http://www.kanser.gov.tr/index.php?cat=11 28. Veronesi U, Cascinelli N, Mariani L, Greco M et al. Twenty-year follow-up of a randomized study comparing breast-conserving surgery with radical mastectomy for early breast cancer. N Engl J Med 2002; 347: 1227-1232. 29. Veronesi U, Galimberti V, Mariani L, Gatti G et al. Sentinel node biopsy in breast cancer: early results in 953 patients with negative sentinel node biopsy and no axillary dissection. Eur J Cancer 2005; 41: 231-237. 30. Zanapalıoğlu Y, Atahan K, Gür S, Çökmez A ve ark. Meme kanseri hastalarında meme koruyucu cerrahinin yaşam kalitesi üzerine etkisi. Meme Sağlığı Dergisi 2009; 5(3): 152-156. 32 STOMALI HASTALARDA YAŞAM KALİTESİ Yard. Doç. Dr. Fatma VURAL Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Gastrointestinal sistem ağızdan anüse kadar bir bütünlük oluşturmaktadır; içerdiği organlardan herhangi birisinin geçici ve kalıcı olarak cilde ağızlaştırılması ostomi/stoma olarak isimlendirilmektedir. Ostomi, Yunanca’da ağız ve açıklık anlamına gelen bir kelimedir. Abdominal barsak ostomisi ise, barsağın geçici veya kalıcı olarak vücut yüzeyine yapay olarak ağızlaştırılmasıdır. Kalın barsağın cilde ağızlaştırılmasına kolostomi, ince barsağın cilde ağızlaştırılmasına ileostomi denilmektedir. İleostomi ve kolostomi hastada kalış sürelerine göre geçici ve kalıcı olabilmektedir. Geçici ostomiler 2- 6 ay süreyle uygulanırken, distalde yer alan organ veya organların rezeksiyonu ile boşaltımın bireyin yaşamı süresince batın duvarına alınması amaçlayan ostomiler ise kalıcı ostomilerdir (Black, 2000; Karadağ ve Menteş, 2001; Öncel, 2007). Ostomiler yapılış şekillerine göre; uç ostomiler ve loop ostomiler olarak sınıflandırılmaktadır. Kolon ya da ileumun tek bir açıklık ile vücut yüzeyine tüm lümenin ağızlaştırılması ile oluşan uç ostomi, kolon ya da ileum lümeninin bir kısmı kesilerek çift açıklık ile içerisinden cam ya da plastik bir çubuk geçrilerek vücut yüzeyine ağızlaştırılmasına loop ostomi denilmektedir (Hayland, 2002). İdrarın ise, mesaneden yeni bir yol oluşturularak vücut yüzeyine ostomi açılmasına genel olarak ürostomi denilmektedir. Ürostomi çeşitli yollarla oluşturulmaktadır ve oluşumlarına göre adlandırılmaktadır. Üreterlerin vücut yüzeyine ağızlaştırılmasına üreterostomi, ileumdan 12 cm kesilerek üreterlerin ileuma anastomozu yapılarak oluşturulan ostomiye ise; “ileal konduit üreterostomi” denilmektedir (Smeltzer ve Bare, 2005; Lewis ve ark., 2007). Ülkemizde ostomi açılmasını gerektiren hastalıkların ilk sıralarında yer alan kolon ve mesane kanseri oranları incelendiğinde 2006 Sağlık Bakanlığı verilerine göre, erkeklerde kolon kanseri insidansı % 10.7, rektum kanseri insidansı % 7.8, mesane kanseri insidansı % 20.2; kadınlarda kolon kanseri insidansı ise % 7.4, olarak bilinmektedir (saglikbakanligi.com,2006). Tablo 1: Ostomi Tipleri ve Endikasyonlarının Sınıflandırılması Ostomi Tipleri Endikasyonlar Kolostomi: Uç Kolostomi: Rektum kanseri, kolon kanseri ve kolon tümörleri divertikülit Akut kolon obstrüksiyonlarında dekompresyon için Ve ya Loop kolostomi: kolon perforasyonunda Travma, tümör, iflamasyonda ya da intesinal Çift ağızlı kolostomi: obstrüksiyon ve perforasyonda İleostomi: Uç ileostomi: Crohn, mezenter emboli, ülseratif kolit Loop ileostomi: İnflamatuar barsak hastalıkları Üriner diversiyon( neden olan faktörler; maligniteler, Ürostomi: Üreterostomi: konjenital anomaliler, nörojenik vezikal hastalıklar, üreter ve İleal conduit üreterostomi üretraya olan travma, kronik enfeksiyonun şiddetli üretral ve renal hasar yapması ) Smeltzer ve Bare, 2005; Ignatavicius ve Workman, 2002; Hyland, 2002; Lemone ve Burke, 2004 33 Ostomi Komplikasyonları Ostomi cerrahisini takiben birçok komplikasyon görülebilmektedir. Ameliyat sonrası dönemde 30 günden önce görülen ostomi komplikasyonlarına erken komplikasyonlar, 30 günden sonra görülen ostomi komplikasyonlarına ise geç komplikasyonlar denilmektedir. Ostomiye bağlı komplikasyonları arttıran faktörler; Boy kilo indeksinin fazla olması, ileri yaş, acil cerrahi uygulanması, inflamatuar barsak hastalığının olması, daha önceki cerrahi girişimler gibi bireye ait faktörlerin yanı sıra, cerrahın deneyimi ve stomaterapi hemşiresi ile ilişkilerin yetersiz olması gibi nedenlerle ostomi komplikasyonları gelişebilmektedir. Yapılan çalışmalar da hastaların %71 oranında ileostomi komplikasyonlarını, %43 oranında ise kolostomi komplikasyonlarını deneyimledikleri saptanmıştır. Bu komplikasyon oranları incelendiğinde; peristomal deri iritasyonu %15-%85, peristomal herni %1-%37, stomal prolapsus %2-%25, stoma stenozu %2-%10, stoma retraksiyonu %1-%11 oranında geliştiği görülmektedir. Ratliff (2005) makalesinde, Bass ve ark.’nın 593 planlanmış ostomi cerrahisi geçiren iki grup hastadan 292’i ameliyat öncesi ostomi hemşiresi tarafından değerlendirilmiştir. Hastaların sadece 95’ inde ameliyat sonrası komplikasyon görülmüştür. Geriye kalan 301 hasta ostomi hemşiresi tarafından değerlendirilmemiştir ve bu hastalarında 131’inde komplikasyon gelişmiştir (Ratllif ve ark., 2005; Pittman ve ark., 2008). Komplikasyon gelişimini önlemek için ostomi, ameliyat sonrası dönemde düzenli olarak kontrol edilmelidir. Ostomi; renk, ostomiden çıkan, derinin durumu, ostominin çapı, ağzı, dikişler ve ısısı ameliyat sonrası hemşire tarafından düzenli olarak değerlendirilmelidir (Vujnovich, 2008). Tablo 2: Ostomi Komplikasyonları OSTOMİ KOMPLİKASYONLARI Erken Komplikasyonlar Geç Komplikasyonlar Kanama Parastomal herni İskemi ve nekroz Prolapsus Mükokütanoz ayrılma Barsak tıkanması Retraksiyon Stoma stenoz Parastomal enfeksiyon Stomal fistül İritan dermatiti Karadağ ve Menteş, 2001; Butler, 2009; Black ve Hawks, 2005 Ostominin Birey Üzerindeki Etkileri Biyopsikososyal ve kültürel bir varlık olan insanın yaşamını sürdürebilmesi için temel gereksinimlerinden biri olan eliminasyon, fizyolojik ihtiyaçlar içinde bulunur ve sağlıklı bir yaşam sürdürmede önemli bir yer tutar. Sindirim sistemine bağlı olarak gelişen çeşitli nedenlerle hastalarda ostomi uygulamalarına gereksinim duyulabilmektedir (Üstündağ ve ark., 2007). Altta yatan patolojiyi ortadan kaldırmak ve hastanın durumunu iyileştirmek amacıyla açılan ostomiler aynı zamanda bireyin tüm yaşantısını etkilemektedir. Ostominin açılması hem ilk görüldüğü anda, hem de taburculuktan sonra bireylerin fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan çeşitli sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. Ostominin kalıcı ve geçici olmasına bakılmaksızın fiziksel, sosyal ve psikolojik alanlarda yaşam kalitesini olumsuz etkilediği, yaygın şekilde depresyon ve anksiyeteye yol açtığı bulunmuştur. (Nugent ve ark., 1999; Kılıç ve ark., 2007). Ostominin Fiziksel Alanda Etkisi Stomalı hastaların yaşam kalitelerini etkileyen fiziksel sorunların başında koku, gaz, dışkı sızıntısı, deri iritasyonları ve ostomi komplikasyonları gelmektedir. Erkeklerde rektum ve mesanenin çıkarılmasından, kadınlarda ise pelvik cerrahisi sonrası seksüel fonksiyon 34 bozuklukları da yaşam kalitesini etkileyen önemli fiziksel sorunlardandır (Mutlu ve Şelimen, 2006; Lewis ve ark., 2007). Goozsen ve ark.’nın (2000) yapmış oldukları çalışmada sızıntı, peristomal deri iritasyonu, retraksiyon ve prolapsus gibi komplikasyonların ostomili hastaların yaşamlarını önemli ölçüde etkiledikleri bulunmuştur. Ostomili bireylerin yaşadıkları sorunlar ve ortaya çıkan komplikasyonların ostomi fonksiyonlarını ve yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkilediği gösterilmiştir (Gooszen ve ark., 2000). Pittman ve ark.’nın (2008) yapmış oldukları çalışmada özellikle deri iritasyonları ve sızıntının yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen komplikasyonlar olduğu bulunmuştur. Ürostomili hastalarla yapılmış diğer çalışmalarda da bu bireylerin en sık fiziksel problemleri nedeniyle yaşam kalitesinin etkilendiği belirtilmektedir (Persson ve Hellstrom, 2002; Brown ve Randle, 2004; Pittman ve ark., 2008). Ostominin Psikolojik Alanda Etkisi Psikolojik sorunlar arasında beden algısının değişmesi, benlik saygısının azalması, cinsel işlevlerde bozulma, eş uyumu sorunları, ostominin sızıntı ve kokuya neden olacağı korkusuyla içe kapanma, yalnız kalma isteği, sosyal izolasyon ve depresyon olmak üzere çeşitli psikiyatrik bozuklukların yer aldığı belirtilmektedir (Karadağ ve ark., 2003; Kılıç ve ark., 2007). Piwonka ve Merino(1999)’un yapmış oldukları beden imajı çalışmasında, ostomi ameliyatı sonrası stomadan gelen sesler, koku ve kötü görüntünün nedeniyle duyulan endişelerin bedenle ilgili beğeninin azalmasında etken olduğunu saptamışlardır. Ülkemizde yapılan çalışmalarda ostomi açılan bireylerde, bireylerin ostomilerini ilk gördüklerinde üzüntü, öfke, utanma, şaşkınlık, korku gibi duyguları yaşadıkları belirlenmiştir. Ross ve ark.’nın (2007) yapmış oldukları çalışmada ostomili bireylerin depresyon düzeyleri oldukça yüksek bulunmuştur. Ostomili bireylerin partnerlerinin ostomiye olan tepkisi bireylerin cinsel yaşamlarını etkiliyebilmektedir. Birçok partner ostomiye zarar vermekten korktukları için eşlerine olumsuz veya önlem olarak tepki göstermektedirler. Partnerlerin olumsuz tepkisi cinsel arzularda istediği azaltmaktadır. Cinsel yaşamlarındaki bu sorunlar ostomili bireyleri psikolojik olarak da olumsuz etkilemektedir. Persson ve Hellstrom’un (2002) un altı aydır kolostomi, ileostomi ve ürostomiyle yaşayan hastalarla yaptıkları fenomonolojik çalışmada ise, bu hastaların fiziksel problemleri ile birlikte ruh sağlıklarının, cinsel yaşamlarının, ostomi ile yaşam hakkında belirsizlik gibi faktörlerin, sosyal yaşamlarının, spor ve boş zaman aktivitelerinin etkilendiği belirlenmiştir. Bir başka çalışmada ise evli olan ostomi hastaların yaşam kaliteleri daha yüksek olduğu bulunmuştur. (Ross ve ark., 2007; Persson ve Hellstrom, 2002; Özdemir ve ark., 2007; Sprunk, 1999; Baldwin ve ark., 2008 ). Ostominin Sosyal-Manevi Alanda Etkisi Ostomi açılan hastalar sadece hastalıklarını kabullenmek zorunda kalmamakta, aynı zamanda hayatlarını da ostomiye göre düzenlemek zorunda kalmaktadırlar. Ostomili birey gaz ve koku çıkması nedeniyle kendini toplumdan soyutlama ve kısıtlama eğilimindedir. Birçok hasta ameliyat öncesi yaptıkları aktiviteleri ameliyat sonrası yapmaktan vazgeçmişlerdir. Bireylerin aile ilişkileride etkilenmektedir. Engel ve ark.’nın (2003) yaptıkları çalışmada ostomili hastaların günlük işlerinde ve hobilerinde kendilerini sınırlandırdıkları, sosyal ve aile hayatlarının bozulduğu saptanıştır. Ayrıca ostomili bireylerin iş yaşantısı da olumsuz etkilenmektedir. Ameliyat sonrası işi bırakma, çalışma saatlerini azaltma, iş veriminde azalma ve iş değiştirme görülebilmektedir. Nugent ve ark.’nın (1999) yapmış oldukları çalışmada %8 kolostomili, %15 ileostomili hastanın işini değiştirmek zorunda kaldığı bulunmuştur. Ayrıca hastaların %80’nin yaşam tarzında değişikliklerle karşı karşıya kaldığı görülmüştür. Aydın ve ark.’nın (2006) da yapmış oldukları çalışmada ostomili bireyleri yaşam kalitelerinin normal populasyona kıyasla kötü olduğu belirtilmiştir. Yapılan çalışmada cinsiyet, yaşanılan yer, ostomi türü, ostomi kalıcılığı, patoloji, gelir seviyesi ve eğitim durumu gibi değişkenlerin 35 ostomili hastaların yaşam kalitelerine etkileri bulunmadığı da vurgulanmıştır (Nugent ve ark., 1999; Karadağ ve Menteş, 2001; Engel ve ark., 2003; Aydın ve ark, 2007) . Ostomi bakımını kendi yapabilen bireylerin ostomiye ve ostomili yaşama uyumları daha kolay olmakta ve yaşam kaliteleri yükselmektedir. Mutlu ve Şelimen’in (2006) yaptıkları çalışmada da çalışan ve stoma bakımını kendisi yapan bireylerin yaşam kalitelerinin olumlu etkilendiği bulunmuştur. (Mutlu ve Şelimen, 2006; Ayaz, 2007). Hangi nedenle olursa olsun ostomi açılması bireyin başkalarına bağımlılığına neden olduğu, fiziksel, psikolojik ve manevi anlamda kendini iyi hissetmesine engel olduğu için yaşam kalitesini olumsuz etkileyen faktörlerden biri olarak belirtilmektedir (Kılıç ve ark., 2007; Karadağ ve ark., 2003; Nilsson ve ark., 1981). Ostomi kalıcı ve geçici olmasına bakılmaksızın fiziksel, sosyal ve psikolojik alanlarda yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyip yaygın şekilde depresyon ve anksiyeteye yol açmaktadır Yapılan diğer çalışmalarda da yaşanan psikolojik sorunların ostomili bireylerin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediği görülmektedir (Yaşan ve ark., 2008). Yaşam kalitesi, bir kişinin görünürdeki fiziksel ve zihinsel zindelik durumudur. Birçok faktör yaşam kalitesine katkıda bulunabilir. Yaşam doyumu, öznel iyi olma, mutluluk, işlevsel yeterlilik, sosyal iyilik yaşam kalitesinin belirleyicileridir. Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi ise bireyin sağlığını etkileyen veya sağlığından etkilenen yaşam alanlarındaki doyum ve mutluluğu olarak tanımlanmaktadır (Güler, 2006). Yapılan çalışmalarda ostominin açılması, ostomi komplikasyonları, cinsel yaşamda azalma, uyku bozukluğu, yorgunluk, beden imajında bozulma, sosyal yaşam ve çalışma koşullarının etkilenmesi, maddi kaygılar gibi faktörlerden dolayı yaşam kalitelerinin azaldığı bulunmuştur (Krouse, Grant, Ferrell, Dean, Nelson ve ark., 2006; Gooszen, Geelkerken, Hermans, Lagaay ve Goozsen, 2000; Ross ve ark., 2007; Kuzu ve ark., 2002; Sideris ve ark., 2005). Ostomili bireylerin yaşadıkları sorunlar ve ortaya çıkan komplikasyonlar ostomili bireylerin rehabilitasyonunu dolayısıyla ostomi bakım hemşireliğini gündeme getirmiştir. Ostomi bakım hemşireliği ile hastaların hastanede kalış sürelerini azaltmak, fizyolojik psikolojik ve sosyal yönlerden desteklenerek yaşam kalitelerini arttırmak ve ostomili hastalara yönelik bilimsel faaliyetleri yürütmek amaçlanmıştır (Menteş ve Karadağ, 2001; Pittman ve ark., 2008). Ostomi Bakım Hemşireliği Ostomiye uyum devamlı bir süreçtir. Bu nedenle ostomili bireyin ev yaşamına hazırlıklarının, ameliyat öncesi dönemden başlanarak, ameliyat sonrası dönemide kapsayan uzun bir süre devam etmesi önemlidir. Hemşire ameliyat öncesi, bireyin problemlerini tanımlayabilir ve kişinin korkuları hakkında tartışıp bunlara çözüm getirebilir. Ostomili bireyin yaşadığı ortama döndüğünde sağlığını en iyi düzeyde sürdürebilmesi, tedavi, bakım ve günlük yaşam aktivitelerine ilişkin gereksinimlerinin karşılanması ostomi bakım hemşireliği ile gerçekleştirilebilir. Ostomi bakım hemşireliği ile bireylerin en kısa zamanda normal yaşantısına dönmelerine yardımcı olunacağı ve yaşam kalitelerinin artmasına katkıda bulunacağı düşünülmektedir (Black, 2000; Ayaz, 2007). Ma ve ark.’nın (2007) yapmış oldukları çalışmada özelleşmiş ostomi hemşirelerinin hastaların yaşam kalitelerini arttırmaya yardımcı olduğu bulunmuştur. Ostomi alanı işaretlenen hastalar üç alanda (cinsel tatmin, fiziksel fonksiyon ve rol fonksiyonu puanları) ostomi alanı işaretlenmeyenlere göre puan ortalamaları önemli oranda yüksek bulunmuştur. Ostomi alanı işaretlenen hastaların işaretlenmeyenlere göre yaşam kaliteleri oldukça yüksek bulunmuştur (Ma ve ark., 2007; Mahjoubi ve ark, 2010 ). Yapılan çalışmalarda da ostomi bakım hemşiresinin rollerinin hastaların yaşam kalitelerini fiziksel, psikolojik, sosyal ve manevi alanlarda arttırmada rol oynadığı 36 kanıtlanmaktadır. Ostomili bireyin eğitim ve bakımında iyi planlanmış hemşirelik girişimleri ile yaşanan sorunların azaltılması ve zamanla önlenmesi mümkündür. KAYNAKLAR 1. Ayaz S. Stomalı Bireylerde Hemşirenin Rolü, Türkiye Klinikleri J Med Sci, 2007;(27): 86-90. 2. Aydın H, Kement M, Zafer F, Öncel M. Stomalı hastaların yaşam kalitelerine etkili faktörler. Çukurova III Kolo- Proktoloji & Stoma –Terapi Sempozyumu Kitabı: 109, 2007, Adana. 3. Baldwin CM, Grant M, Wendel C, Rwal S, ve ark. Influence of intestinal stoma on spiritual quality of life of U.S. veterans. J Holistic Nurs 2008; 35(5): 493-503. 4. Black P. Practical stoma care. Nursing Standart, 2000; 14(41): 47-53. 5. Brown H, Randle J. Living with a stoma: a review of the literature. Journal of Clinical Nursing, 2004; 14: 74-81. 6. Engel J, Kerr J, Schlesinger- Raab A, Eckel R ve ark. Quality of life in rectal cancer patients: a fouryear prospective study. Ann Surg, 2003; 238(2): 203-13. 7. Gooszen AW, Geelkerken RH, Hermans J, Lagaay MB, ve ark. Quality of life with a temporary stoma: ileostomy vs. colostomy. Dis Colon Rectum, 2000;43(5):650-655. 8. Güler D. Mastalji, yaşam kalitesi ve depresyon. Uzmanlık tezi, İstanbul, 2006; 63-64. 9. Hyland P. The basics of ostomies. Gastroenterology Nursing, 2002; 25(6):241-244. 10. Karadağ A, Menteş B, Üner A. Impact of stomotherapy on quality of life in patients with permanent colostomies or ileostomies. Journal of Colorectal Dis, 2003; 18: 234-238. 11. Karadağ A. Menteş B. Kolostomili ve ileostomili hastaların bakımına yönelik rehber online kitap. Ankara, 2001 12. Kılıç E, Taycan O, Belli AK, Özmen M. The effect of permanent ostomy on body image, self-esteem, marital adjustment, and sexual functioning. Türk Psikiyatri Dergisi, 2007; 18(4): 1-7. 13. Krouse R, Grant M, Ferrell B, Dean G, ve ark. Quality of life outcomes in 599 cancer and non-cancer patients with colostomies. J Surg Res, 2007; 138: 79-87. 14. Kuzu MA, Topçu Ö, Uçar K, Ulukent S, ve ark. Effect of sphincter-sacrificing surgery for rectal carcinoma on quality of life in muslim patient. Dis Colon Rectum, 2002; 45: 1359-1366. 15. Lewis SL. Heitkemper MM. Dirksen SR. O’Brien PG. ve ark. Medical surgical nursing assessment and management of clinical problems. 7th Edition. Mosby Elsevier, St. Louis, 2007; 1069, 1189. 16. Ma N, Harvey J, Stewart J, Andrews L, ve ark. The effect of age on the quality of patients living with stomas : A pilot study. ANZ J. Surg, 2007;77:883-885. 17. Mahjoubi B, Goodarzi KK, Mohammad- Sadeghi H. Quality of life in stoma patients: appropriate and ınappropriate stoma sites. World J Surg, 2010;34:147-152. 18. Mutlu S, Şelimen D. Kalıcı abdominal stomalı hastalarda beden imajı değişiminin yaşam kalitesine etkisi. Marmara üniversitesi sağlık bilimleri enstitüsü, Yüksek Lisans tezi, 2006; 17. 19. Nilsson LO, Kock NG, Kylberg F, Myrvold HE, ve ark. I. Sexual adjustment ileostomy patients before and after conversion to continent ileostomy. Dis. Colon Rectum, 1981; 24: 287-290. 20. Nugent KP, Daniels P, Stewart B, Patankar R, ve ark. Quality of life in stoma patients. Dis. Colon Rectum, 1999; 42: 1569-1574. 21. Öncel, M. Kolostomi- ileostomi (etiyoloji, endikasyon ve çeşitleri). III Kolo-Proktoloji & Stoma-Terapi Sempozyumu Kongre Kitabı: 70, 2007 12-14 Nisan, Adana. 22. Özdemir S, Uludağ F, Bakır S. Kliniklerimizde Barsak Stoması açılan Bireylerin Psikolojik Durumlarının Değerlendirilmesi. III. Kolo-Proktoloji & Stoma- Terapi Sempozyumu kitabı:106-107, 2007, Adana. 23. Persson E, Hellstrom AL. Experiences of Swedish Men and Women 6 to 12 Weeks after Ostomy Surgery. Journal of Wound Ostomy and Continence Nursing, 2002: (29);103-108. 24. Pittman J, Rawl SM, Schmidt CM, Grant M, ve ark. Demographic and clinical factors related to ostomy complications and quality of life in veterans with and ostomy. J Wound Ostomy Continence Nurs 2008; 35(5): 493-503. 25. Pittman J, Rawl SM, Schmidt CM, Grant M, ve ark. Demographic and clinical factors related to ostomy complications and quality of life in veterans with and ostomy. J Wound Ostomy Continence Nurs 2008; 35(5): 493-503. 26. Piwonka MA, Merino JM, A multidimentional modeling of predictors influencing the adjustment to a colostomy. JWOCN 1999;26:298-235. 27. Ratliff CR, Scarano KA, Donovan AM. Descriptive study of peristomal complications. JWOCN, 2005; 32(1): 33-37. 37 28. Ross L, Abild-Nielsen AG, Thomsen BL, Karlsen RV. ve ark. Quality of life danish colorectal cancer patients with and without a stoma. Support Care Cancer, 2007; 15: 505-513. 29. saglikbakanligi.com,2006 30. Sideris L, Zenasni F, Vernerey D, Dauchy S. ve ark. Quality of life of patients operated on for low rectal cancer: ımpact of the type of surgery and patients’ characteristics. Dis Colon Rectum, 2005; 48: 2180-2191. 31. Smeltzer SC. Bare BG. Brunner & Suddarth's textbook of medical-surgical nursing. 10th Edition, USA, Lippincott, Williams & Wilkins, 2005; 1037-1350. 32. Sprunk E, Alteneder RR. The impact of an ostomy on sexuality. Clinical journal of oncology nursing, 1999;4(2): 85-88. 33. Üstündağ H, Demir N, Zengin N, Gül A. Stomalı hastalarda beden imajı ve benlik saygısı. Turkiye Klinikleri J Med Sci, 2007; 27:522-523. 34. Vujnovich A. Pre and post-operative assessment of patients with a stoma. Nursing Standard, 2008; 5056. 38 ORGAN TRANSPLANTASYONU VE YAŞAM KALİTESİ Yrd. Doç. Dr. Esma ÖZŞAKER Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Tedavisi mümkün olmayan hastalıklar nedeniyle görev yapamayacak derecede hasar gören organların yerine, canlı veya ölüden alınan yeni, sağlam organın konularak hastanın tedavi edilmesine organ nakli ya da organ transplantasyonu denir. Son yıllarda organ ve doku nakli alanında cerrahi yöntemlerin gelişmesi, immunsupressif, antimikrobial, antiviral tedavi yöntemlerinin kullanılması, tedarik ve ameliyat süreçlerinde zamanın daha etkin kullanımı bütün dünyada daha fazla sayıda hastanın organ ve doku naklinden yararlanmasına ve bu imkânlara daha kolay ulaşılabilmesine sebep olmuştur. Dünyada ilk başarılı organ naklini 1954’de Boston’da Peter Bent Brigham Hastanesi’nde Joseph E. Murray kadavradan böbrek nakli yaparak gerçekleştirmiştir. Türkiye’de ise ilk defa 1975 yılında Dr. Haberal ve ekibi tarafından canlıdan canlıya böbrek nakli yapılmıştır. Günümüzde sağlık hizmetinin en önemli hedeflerinden biri de, hastalığın tedavisinin yanı sıra hasta yaşam kalitesinin yükseltilmesidir. Transplantasyon, hastaların yaşam kalitesinin iyileştirilmesi için iyi bir alternatif olarak kabul edilmekte, hastalık nedeniyle oluşan sınırlamaların birçoğunu ortadan kaldırarak yaşam kalitesini artırabilmektedir. Transplantasyon ekibi içerisinde hemşirenin rolü, hastaların sorunlarının önlenmesi ve sağlığının yükseltilmesidir. Hemşireler hastanın danışmanı konumundadır ve yaşam kalitesini artırmak amacıyla önerilerde bulunur. Bu nedenle, hemşireler transplantasyon sürecinin tüm aşamalarında destek ve eğitimde önemli bir rol oynamaktadır. Transplantasyon, hastalarının yaşam kalitesinde önemli olumlu değişiklikler sağlayan en seçkin tedavi yöntemidir. Başarılı bir transplantasyon sonrası birçok hasta kendini çok enerjik ve iyi hisseder. Bir çoğu daha önce yapamadığı bedensel efor gerektiren işleri yapabilecek hale gelir, sosyal yaşama daha rahat ve etkin katılır. Böylece iş bulma ve çalışma şansları artar. Çocuk ve genç hastalar okullarına dönüp eğitimlerine devam edebilirler. Yapılan çalışmalarda, alt ölçek puanlarında farklılık olmakla birlikte, böbrek naklinin genel olarak yaşam kalitesini arttırdığı görülmektedir. Yatkın ve Çalışkan’ın (2009) böbrek transplantasyonu olacak hastalar ve vericiler ile yaptığı çalışmada, alıcı ve verici her iki grubun da nakil sonrası yaşam kalitesinin arttığı belirtilmektedir (Yatkın ve Çalışkan’ın 2009). Donör genellikle kan bağı olan ya da çok yakın ilişki içinde bulunulan kişidir. Çok sevdiği bir insanın hayatını kurtarmak veya ona sağlığını geri kazandırmak her insana manevi mutluluk hissettiren bir olaydır. Dolasıyla donörün ruhsal olarak duyacağı tatmin çok fazladır. Hastalar hazırlık aşamasında nakil için uzun süre beklemek zorunda kalmaktadır. Nakil yapıldıktan sonrada SDBH‘nin hastalar üzerinde belirgin etkileri uzun dönem devam etmektedir. Buna rağmen, başarılı böbrek transplantasyonlarından sonra diyaliz tedavisinin olumsuz yanları ortadan kalkar, hasta bağımsız bir hale gelir. Sağlıklı bir böbreğin tüm fonksiyonları yerine getirildiğinden, yasam kalitesi artar ve diyalize göre çok daha uzun bir yasam süresi sağladığı için fiziksel ve psikolojik olarak da birey kendini daha iyi hisseder ve topluma olan katkısı artar. Öğütmen ve arkadaşlarının kronik böbrek yetmezliğinde farklı yerine koyma tedavileri alan hastalarda yaptıkları çalışmada sonuçlar yasam kalitesi acısından karşılaştırıldığında böbrek transplantasyonu olan hastaların yasam kalitesi anlamlı olarak daha iyi bulunmuştur. 39 Karaciğer transplantasyonu hastaların yasam sürelerini uzatmakla kalmayıp aynı zamanda onların yasam kalitelerinde de giderek artan bir iyileşmeyi sağlamaktadır. Karaciğer nakli için aday pozisyonuna gelen hasta ölümü bekleyen hasta pozisyonundadır. Çünkü karaciğer, böbrek gibi periton diyalizi veya hemodiyaliz ile fonksiyonlarının bir kısmı karşılanabilecek ve uzun süre yaşam şansı olabilecek bir organ değildir. Son evre karaciğer yetmezliğine gelmiş bir kişinin ortalama yaşam süresi 2 yılın altındadır. Eğer bu kişi karaciğer tümörlü ise süre maalesef aylarla sınırlıdır. Bu yüzden bu hastalarda tek çare karaciğer naklidir. Hastaların nakil sonrası ortalama hasta sağ kalım oranları 1, 5 ve 8 yılda sırasıyla %83.0, %70.2 ve %60.9’dur. Karaciğer transplantasyonu hastaların, eşlerinin ve ailelerin yaşam kalitelerini yükseltmektedir. Karaciğer ve böbrek transplantasyonlarında olduğu gibi pankreas ve pankreas+böbrek transplantasyonlarından sonra da hastaların yaşam kalitesinde belirgin bir iyileşme olmakta ve tüm hastalar günlük yaşantılarının daha kolay ve daha kaliteli olduğunu ifade etmektedir. Elde edilen veriler, pankreas-böbrek transplantasyonu sonrası diyabete bağlı komplikasyonların, örneğin diyabetik retinopati ya da nöropatinin ilerlemesinin durduğunu hatta iyiye de gidebileceğini göstermektedir. Forsberg ve arkadaşları (1999) kalp, böbrek ve karaciğer transplantasyonu olan hastaların ağrı ve yasam kalitesini incelemislerdir. Kalp, böbrek ve karaciğer transplantasyonu olan hastaların yasam kalitesi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olmadığı bildirilmiştir Organ nakli olan bir hastanın yaşadığı dönemleri nakil öncesi, nakil ve nakil sonrası rehabilitasyon dönemi olarak üç başlık altında toplayabiliriz. Organ naklinin ilk dönemi olan nakil öncesi dönem; Yoğun hazırlıkların yapıldığı uzun bir bekleme dönemini içerir. Nakil aday sayısının artması ve az sayıda vericinin olması bekleme süresini arttıran sebeplerdendir. Beklemek başlı başına bir stres kaynağı olarak anksiyete, ajitasyon, korku, kızgınlık, çaresizlik ve zaman zaman umutsuzluk duygularına yol açabilmektedir. Hastaların büyük bir kısmı hastalığın getirdiği ağrı, yorgunluk ve depresif belirtilerle birlikte sosyal yaşamlarında kısıtlılıklar, fiziksel aktivitelerini gerçekleştirmede güçlük ve gelecek konusunda belirsizlik gibi nedenler ile hastalıkla baş etmede güçlük çekerler ve yaşam kaliteleri bundan etkilenir. KT öncesi bekleme listesinde olan hastaların yasam kalitesi ve diğer değişkenler ile olan etkileşimlerini inceleyen bir araştırmada; son dönem karaciğer yetmezliği olan hastaların en fazla yorgunluk, kas zayıflığı, abdominal distansiyon, kaşıntı ve sıvı retansiyonu semptomlarını yasadıkları belirtilmiştir. Ayni zamanda bu hastalarda yasam kalitesinin düşük olduğu rapor edilmiştir. Gelecek nakil adayları için belirsizdir. Organ naklini bekleyen bireyler ölüm ya da organ naklini olumsuz etkileyecek, imkansız kılacak tıbbi kötüleşmelerle her an yüz yüze gelme endişesi içindedirler. Genellikle nakil öncesi dönemde; majör depresyon, anksiyete, aile rollerinde değişim, başkasının organını almayla ilgili suçluluk duygusu gibi psikolojik problemler görülebilmektedir. Nakil dönemi; Hastada cerrahi girişime, ameliyatın başarısına, nakledilen organın uyum sağlayıp sağlayamayacağına ilişkin kaygılar görülür. Aynı zamanda kortikosteroidlerin kullanımına, elektrolit ve hormanal dengesizliklere homeostatik dengenin bozulmasına bağlı olarak organik beyin sendromu görülebilmektedir. Aras ve Şelimen’in yaptığı (2006) çalışmada, hastaların ameliyattan önceki gün sevdiklerinden uzak kalma, ölüm, normal yaşamının değişikliğe uğraması korkusu yasadığı saptanmış. Hastaların nakilden beklentileri sorulduğunda; %85.4’ü eski sağlığına kavuşmayı, %7.3’ü ağırlaşan durumun düzelmesini, %2.4’ü çevresinin sıkıntıdan kurtulmasını beklediğini ifade etmişler. 40 Nakil sonrası rehabilitasyon dönemi; Yaşam kalitesi konusunda olumlu umutları olan hasta transplantasyondan sonra bazı sorunlar yaşayabilir. Son dönem böbrek yetmezliği, hastanın yaşamında derin etkileri olan, birey, aile ve toplumu fiziksel, psikolojik ve sosyal boyutlarda etkileyen tedavisi zor bir hastalıktır. Böbrek nakli olan hastalar, böbreğin normal fonksiyonunun ve sağlığının eskisi gibi olacağını, nakille birlikte hayatlarının normale döneceğini ve daha aktif olacaklarını düşünmektedirler. Aslında, transplantasyon sonrası nakil olan hastanın hayatı kronik bir hastalıkla devam eder. Hastaların bir kısmında umutların, beklentilerin yanı sıra fiziksel, ruhsal sorunlar ile yeni duruma uyum sağlama güçlükleri ortaya çıkar. Böbrek nakli olan birey, sürekli bir rejeksiyon riski, belirgin yan etkileri olan ilaç tedavisine alışabilme ve düzenli kontrol zorunluluğu gibi birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Bunların yanı sıra, enfeksiyon riski, tekrar hastaneye yatma ve vücut görünüşünde değişiklikler gibi endişeler de hastalar için stres kaynağı olmaktadır. Bu stresörlerle mücadele edebilmek için, zihinsel ve davranışsal olarak yapılan çabalar hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilemektedir. Transplantasyon olan hastaların fiziksel, psikolojik ve sosyal güçlükler nedeniyle yaşam kaliteleri olumsuz olarak etkilenebilmektedir. Trasnplantasyonun Fiziksel Boyutta Etkileri; Nakil sonrası erken dönemin ilk günlerinde ameliyatla ilgili komplikasyonlar, sonraki günlerde de tıbbi ve immunolojik tedaviye sekonder komplikasyonlar gelişir. Takip eden bir yıl boyunca rejeksiyon, allogreft kaybı, fırsatçı infeksiyonlar, immünosupresif ilaçların yan etkileri en önemli sorunlardır. Uzun süre immünsüpresif ilaç kullanımı birçok vücut sistemini etkiler ve transplantasyonun geç döneminde enfeksiyonlar, obezite, koroner kalp hastalığı, hiperlipidemi, iyatrojenik cushing, su ve sodyum tutulmasına bağlı hipertansiyon, protein katabolizması, osteoporoz, hiperkalemi, hepatotoksik etkileri, glukoz intoleransı, katarakt, miyopati, cilt atrofisi ve malignite gibi sorunlara neden olabilir. Böbrek transplantasyonu olan hastaların yaşadıkları fizyolojik güçlükler, greft böreğe ilişkin fizyolojik güçlükler (Rejeksiyon, cyclosporin A nefrotosisitesi, akut tübüler nekroz, üriner enfeksiyon, renal arter stenozu), İmmünosupresyon nedeniyle oluşan fizyolojik sorunlar, enfeksiyonlar, sıvı elektrolit, asit baz dengesi bozuklukları, kardiyovasküler sistem komplikasyonları, gastrointestinal sistem komplikasyonları, malignite, hematolojik komplikasyonlar, metabolik ve endokrin komplikasyonlar, nörolojik komplikasyonlardır. Sainz Barriga ve arkadaslarinin Italya’da yapmis oldugu (2005), transplantasyon öncesi ve sonrasi 1.-2. yil, 3.-4. yil ve 5.-8. yillarda yasam kalitesi ve psikolojik durumda etkilenme durumlarını kesitsel olarak inceleyen çalışmasında (toplam n:126), fiziksel fonksiyonun, transplantasyon sonrası bütün gruplarda transplantasyon öncesine göre daha iyi olduğu bulunmuştur. Transplantasyon sonrası hastalar en çok uygun beslenme (% 29) ve düzenli egzersiz (% 27) konusunda uyumsuzluk göstermektedir. Bunu sigara içme (%19), immünosupresif ilaçların düzenli alınmaması (%17), diğer ilaçların düzenli alınmaması (%12), randevulara zamanında gelinmemesi (%10) ve alkol kullanımında sınırların aşılması (%3) izlemektedir. İmmünosupresif ilaçların düzenli alınmaması en önemli sorunu oluşturmaktadır. Nakillerin başarılı olması için ilaçların düzenli alınması şarttır. Bu konuda önlemler alınmalı ve ortak politikalar oluşturulmalıdır. Transplantasyon Sonrası takiplerde hastalara daha fazla sorumluluk verilmeli, bu konuda hasta teşvik edilmelidir. Verilen ilaçların düzenli alınması, kontrollere düzenli gelinmesi, diyet ve beslenmeye dikkat edilmesi, sağlıklı bir yaşam biçimi oluşturulması (sigara içmeyi bırakmak, alkol alımının azaltılması gibi) ve buna uyulması, düzenli egzersiz yapılması hastanın kendi oto - kontrolü altında olmalıdır. Böylece hastalar öz bakım becerilerini kazanır, özgüvenleri artar, hastalıkları ile ilgili bilinçleri pekişir ve 41 motivasyonları yükselebilir. Hastanın uyumu ve rehabilitasyonu etkili tedavi ve bakımı için son derece önemlidir. Kadın hastalarda menstural düzen değişiklikleri ve libido azalması, erkeklerde testesteronda ve spermatogeneziste azalma, her iki cinstede endokrin değişiklikler, böbreğe zarar verme korkusu ile cinsel fonksiyonların bozulduğu görülmektedir. Böbrek nakli yapılan erkek hastaların çoğu orta yaşlardadır ve bu hastalarda cinsel fonksiyonlar ve fertilite önemini korumaktadır. Böbrek yetmezliği olan hastalar farklı ilaçlar kullanmakta ve bunlarda cinsel işlev bozukluğuna zemin hazırlamaktadır. Psikolojik faktörler de böbrek yetmezliği olan hastalarda ED (Erektil disfonksiyon) sebebi olmaktadır. Erektil disfonksiyon (ED) böbrek nakli yapılan hastalarda sık görülen ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen önemli bir sorundur. Son dönem böbrek hastalığında ED sıklığı %20-60 arasında değişmektedir. Başarılı nakil sonrasında sertleşme fonksiyonlarında %75’e varan oranlarda düzelme bildirilmesine karşın, bu hasta grubunda ED sıklığı hala %48-56 gibi yüksek oranlarda görülmektedir. Nakil öncesi hemodiyaliz süresinin uzunluğu, nakil sonrası dönemde ED sıklığını artırmaktadır. Son dönem böbrek hastalığının erken döneminde böbrek nakli yapılmasının, nakil sonrası dönemde cinsel fonksiyon bozukluğu sıklığını azaltacağı, özellikle erektil fonksiyonlar olmak üzere diğer cinsel fonksiyon bozukluklarındaki iyileşmeyi artıracağı belirtilmektedir. Sağduyuve ark. (2006) yaptığı çalışmada nakil ameliyatı yapılan hastaların % 80’i cinsel sorunu olduğunu belirtmiştir. Böbrek naklinin erektil işlevler üzerine olumlu etkileri yapılan bir cok çalışmada kanıtlanmıştır. Salvatierra ve arkadaslari başarili böbrek nakli geçiren hastaları incelemişler ve %75’inde transplantasyon sonrası cinsel istekte artış olduğunu bildirmişler. Birçok hastada testosteron seviyesinin normal düzeye geldiği görülmüştür. Çoğu Avrupa ve Amerika kaynaklı olan yaşam kalitesi ölçüm çalışmalarında nakil hastalarının ilk kaygısı, nakil süresince ve ardından gelen takip dönemindeki masraflar olmaktadır.Hastaların çoğu, çalışma hayatında da yeterli iş rehabilitasyonu alamadığı için yaşamlarını maddi ve manevi olarak başkalarına bağımlı olarak devam ettirmek zorunda kalmaktadırlar. Bu bağımlılık hissi, yaşam kalitesini negatif yönde etkilemektedir. Ülkemizde, kronik böbrek yetmezliği son dönem hastalarının ve nakil hastalarının çoğu emeklilikten yararlanmaktadır ve sağlık harcamalarının büyük bir kısmı devlet bütçesi tarafından karşılanmaktadır. Yücetin ve ark.’ları tarafından Alman hastalar ve Türk nakil hastaları arasında karşılaştırmalı yapılan yaşam kalitesi çalışmasında da Türk hastalarının finansal ve sağlık harcamaları ile ilgili stresinin Alman hastalarına göre daha düşük olduğu gösterilmiştir. Türk hastaların gelir düzeyinden ve çalışma durumundan bağımsız olarak daha fazla hastalık ilişkili şikayetlerden ve stresten yakındıkları gösterilmiştir.toplumlarında daha çok önemsenen sağlık harcamalarının karşılanması ve tekrar çalışmak zorunda kalma korkusu Türk hastalarımızda gözlenmemektedir. Bu da yine mevcut sağlık politikalarının eksik bir yönüdür. Hastalar, fiziksel yeterliliği kazandıkları ve uzun dönemde sağlık sorunlarını çözdükleri halde çalışmak istememektedirler. Bu nedenle hastaların yaşam kalitelerini belirgin artıracak olan düzenli bir işte çalışma durumu ve verimli olabilme duygusu, Türkiye’de arka planda kalmaktadır. Özşaker ve Özbayır’ın (2002) yaptığı çalışma da tamgün ve yarım gün çalışanların çalışmayanlara göre ekonomik kriz ve sosyal açıdan ortaya çıkan sorunlar sonucunda kişilerin yaşam kaliteleri olumsuz olarak etkilenebilir. Çalışmanın yaşamı iyi olarak algılamada olumlu etkilerinin olduğu söylenebilir. Gökçay ve Cengiz’in çalışmasında (2009), gelir durumu ve çalışma durumu ile yaşam kalitesinin alt birimleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamış. Hastaların hastalıklarının tedavisinde ve takibinde finansal kaygı taşımadıkları, daha çok nakil sonrası rejeksiyon riskini düşündükleri ve bir kısmının da takiplerin sıklığından ve gidip – gelmenin 42 zorluğundan şikâyetçi olduğu belirtilmektedir. Bu da böbrek naklinin başarısını belirgin olarak etkileyen tedavi uyumsuzluğunu doğurmaktadır. Transplantasyon sonrası; işe gidemeyen ve sosyal güvencesi ailesine bağlı olan hastalar da sosyal güvencelerinin sona ermesi korkusu yaşanabilir. Çalışan hastalar da ise işten çıkarılma ve ilaçlarını almama korkusu yaşanabilmekte ya da hastalar sosyal güvencelerinin devam ettirebilmek için sağlık durumlarına uygun olmayan işlerde çalışmasına neden olabilmektedir. Hastalar tedavi ve bakımları sırasında sosyal güvencelerinin karşılamadığı çeşitli miktardaki parayı kendileri ödemek zorunda kalmakta, bu durum çeşitli ekonomik sıkıntılara ve kendilerini ailelerine yük olarak hissetmelerine neden olmaktadır. İşten çıkarılan hastalar ikinci bir iş bulana ya da tekrar sosyal güvenceleri başlayana kadar immünosupresif ilaçlarını yetirebilmek için ilaç dozunu kendilerinden düşürebilmekte yada ilaca ara verdiği gözlemlenmiştir. Bu durum hastaların rejeksiyon nedeniyle greft böbreklerinin sağ kalım sürelerinin kısalmasına neden olabilmektedir. Benzer şekilde tedavi merkezinden uzak olan hastaların sosyal güvenceleri konaklama, yeme içme, ulaşım gibi masrafları karşılamaması; hastaların kontrol zamanlarını kendilerinden erteleyebilmelerine yada acil olarak transplantasyon ünitesine gelmelerini gerektiren durumları atlamalarına neden olabilir. Trasnplantasyonun Psikolojik Boyutta Etkileri; Transplantasyon sonrası hastalar oldukça fazla psikolojik güçlük yaşamaktadır. Hastalar rejeksiyon ile ilgili duygularını ifade edememeleri, kaygı ve korkularını sözelleştirememeleri ve etkili baş etme yöntemlerini kullanamamalarının, bakım ve tedaviyi zorlaştırdığı; öfke, düşmanlık, suçluluk, güçsüzlük, ümitsizlik duygularına yol açtığı bilinmektedir. Hastalar; sürekli izlem, düzenli poliklinik kontrolü, ilaç tedavisi, beslenme, egzersiz ve kilo kontrolü açısından yaşam tarzı değişikliklerine uyumu içeren kompleks bir tıbbi rejimine uymaları gerekir. Ayrıca, immünosupresyon nedeniyle diğer hastalıklara ve enfeksiyonlara karşı daha savunmasız bir halde yaşarlar ve yabancı bir organın kendi vücudunun bir parçası olma fikrine alışmak zorunda kalırlar. Bu zorluklar birey üzerinde stres yaratır. Nakil sonrası hastaların ve ailelerinin psikososyal desteğe ihtiyaçları vardır. Hastanın; fonksiyon kaybı, işe dönüş, tıbbi bakım masrafı ve organın reddedilmesi ile ilgili kaygıları olabilmektedir. Ameliyat sonrası akut dönemde en çok deliryum ve depresyon görülebilmektedir. Akut dönemden sonra ise depresif mizaçlı uyum güçlüğü, psikoseksüel sorunlar, vücut imajı bozuklukları, tedavinin seyrini olumsuz etkileyen tedaviyi reddetme gibi sorunlar gelişmektedir. Transplantasyonlu hastaların kullandıkları immünosupresif ilaçların organik beyin sendromu, psikoz, deliryum, depresyon, anksiyete, huzursuzluk, duygulanım değişikliği, manik eksitasyon tablosu gibi etkilerinin olduğu saptanmıştır (Talas ve Bayraktar 2004). Yatkın ve Çalışkan’ın (2009) yaptığı çalışmada, vericilerin anksiyete puanlarının alıcılardan daha yüksek olduğu bununla birlikte alıcıların ve vericilerin ilk ayda anksiyete puanlarının arttığı, 6. ve 12. ayda bu puanların giderek düştüğü belirtilmiştir. Ancak hem alıcı hem de vericiler ilk ayda yüksek anksiyete yaşamakta ve böbreğin çalıştığını görmekle birlikte rahatlamaktadırlar. Hastalarda sık karşılaşılan bir diğer ruhsal bozukluk da depresyon olup; depresyon puanındaki yükselme ile tedaviye uyumun düştüğü, rejeksiyon riskinin arttığı ve yaşam kalitesinin bozulduğu belirlenmiştir. Hastalarda sık karşılaşılan ruhsal bozukluklardan depresyonun hastanın tedaviye uyumunu zorlaştırdığı, rejeksiyon riskini artırdığı ve yasam kalitesini bozduğu belirlenmiştir. Frey ‘in (1990) transplantasyon olan hastalar için geliştirilmiş bir stresör skalası ile yaptığı çalışmada, böbrek transplantasyonu olan hastaların 43 en çok yasadıkları beş stresörü sırasıyla “hastaneye tekrar yatma olasılığı, rejeksiyon olasılığı, tıbbi tedavinin maliyeti, geleceğin belirsizliği ve enfeksiyon olasılığı” olduğu belirlenmiştir. Rejeksiyon korkusu ne yazık ki transplantasyondan yıllar sonra bile devam eder. Böbrek transplantasyonu olan hastalardaki en önemli psikolojik stres kaynakları bilinmeyen korkusu, rejeksiyon korkusu, yeni böbreğin zedelenme korkusu, immunosupresif ilaçların maliyetini sigortasının karşılamaması kaygısı, boşanma olasılığı, cinsel fonksiyon kaybı/bozukluğu, rollerini yerine getirememe endisesi, sosyal aktivitede değişiklikler, kendi bakım gereksinimini karsılama güçlüğü, depresyon ve özgüven azlığıdır. Bobrek transplantasyonu olan hastalar ayrıca tedaviye uyumsuzluk, kendi bakımına ilişkin bilgi eksikliğine bağlı stres ve toplumu kendi sağlığı ile ilgili eğitme zorunluluğu gibi stresleri de yasayabilmekte ve yaşam kaliteleri etkilenebilmektedir. Transplantasyon sonrası geç dönemde hastalarda beden imajına ilişkin kaygılar daha fazla görülmektedir. Hasta, yeni organı vericinin özelliklerini kendilerine geçiren yabancı bir organ olarak görebilir; beynini, duygularını, kişiliklerini etkileyeceğini düşünürler. Örneğin, kadından organ alan bir hasta “kadınlaşır mıyım?” kaygısını yaşayabilir. Transplantasyon sonrası hastaların kullandıkları yüksek doz kortikosteroidlere bağlı kilo artışı, ay dede yüzü, ense karın bölgesi ve kalçalarda yağlanma olması ile ekstremitelerin zayıf kalması sonucu vücudun oransal olarak bozuk görünmesine neden olabilir. Transplantasyonlu hastalar ile hemodiyaliz hastalarının beden imajı doyum düzeyleri karşılaştırıldığında transplantasyonlu hastaların daha düşük olduğu saptanmıştır. Bu durum özellikle adölesanlarda tedaviyi reddetme davranışına yol açabilmektedir. Beden imajındaki değişim; hastanın kendisini yabancı hissetmesine, sosyal ilişkilerinin azalmasına, başkaları tarafından reddedilme korkusuna, bedeni hakkında olumsuz duygular yaşamasına, cinsel fonksiyonda sorunlara, özgüven kaybına, greft böbreğe gizli bir düşmanlık yaşamasına, kendine bakımın bozulmasına ve ümitsizlik duygularına yol açabilir. Hastalık sebebiyle ya da diyalizdeki süreçte zamanla uyku problemleri ortaya çıkmaktadır. Hastalığın yarattığı travma ve uyku düzeninin bozulması depresyon dediğimiz psikiyatrik hastalığın ortaya çıkmasına neden olur. Yaşam enerjisini ve isteğinin düştüğü yoğun umutsuzluk, yetersizlik ve çaresizlik duygularının yaşandığı bu hastalıkla baş edebilmek zordur. Ancak nakil sonrası genel sağlıktaki düzelme ile depresyon ortadan kalkar. Özşaker ve Özbayır’ın (2002) çalışmasında, transplantasyon öncesine göre yaşam memnuniyetini çok iyi olarak değerlendirenlerde yaşam kalitesinin tüm alt alanlarda yüksek olduğu, depresyon puanlarının ise düşük olduğu saptanmıştır. Trasnplantasyonun Soyal Boyutta Etkileri; Sosyal destek kronik hastalıkla yapılan mücadelenin önemli noktalarından birisidir ve yaş dikkate alınmaksızın sağlıkla ilgili sonuçlara olumlu etkileri olabilir. Transplantasyon ve rehabilitasyon sürecinde, transplantasyon alıcılarına tıbbi personel ve aileler tarafından psikolojik destek verilmesi transplantasyon programının önemli bir parçası olarak kabul edilmektedir çünkü sosyal destek transplantasyon sonrası yasam kalitesi ve hayatta kalmayı etkilemektedir. Transplantasyon sonrası dönemde bireyin sosyal yaşamında değişiklik olmaktadır. İmminosupresif ilaçların enfeksiyon olasılığını arttırması nedeniyle bireyin izolasyonu; hastanın okula yada işe gidememesine, sosyal aktivitelere katılamamasına bağlı olarak toplumdan uzaklaşmasına, akranlarından geride kalmasına ve sosyal desteğin azalmasına neden olabilir. Birey kendini güvensiz ve yalnız hisseder. Böbrek transplantasyonu olan hastalarda özellikle ilk üç aylık donemde geçici ve zorunlu izolasyon ve sosyal aktivitelerde azalma, transplantasyon merkezlerine yakın olmak için yaşadığı ortamı değiştirme ve bunlara bağlı desteğin azalması gibi sosyal sorunlar da görülebilmektedir. 44 Sarıgöl ve Dicle’nin (2008) yaptığı çalışmada, hastaların KT sonrası kullandıkları immunosupressif ilaçlara bağlı enfeksiyon yasamaktan korkmaları nedeniyle aile ilişkilerini sınırlaması ve çevresinden uzaklaşmaları sosyal izolasyon yasamalarını etkileyen bir faktör olarak gözlenmiş. Hastaların birçoğu “hastalığa yakalanmamak için sokağa çıkmıyorum, otobüse binmiyorum, arkadaş toplantılarına gitmiyorum. Hatta evde esime, çocuklarıma bile sarılmıyorum” diye ifade etmişlerdir. Gökçay ve Cengiz’in çalışmasında (2009), hastaların yeterli aile içi ve aile dışı sosyal destek aldıkları, yeterli sosyal desteğin genel sağlık durumu ve mental sağlık üzerinde pozitif etkisinin olduğu saptanmıştır. Bu destek de hastaların belirgin olarak mental sağlık durumlarını pozitif yönde etkilemekte, suçluluk duygusunu yaşam kalitelerini etkilemeyecek düzeye düşürmektedir. Transplantasyonda yaşam kalitesini etkileyen diğer faktörler; Eğitim ve Yaşam Kalitesi; Türkiye'de transplantasyon merkezlerinde preoperatif bakım hizmetlerinin yetersiz olduğu, postoperatif bakımında sadece fiziksel bakımı kapsadığı, nakil sonrası taburculuk eğitimi verilmediği ya da eğitimin taburcu olmadan önce bir gün ve tek bir seansta gerçekleştirildiği belirtilmektedir. Taburcu olduktan sonra da hastanın uyumu takip edilmemekte ve yeterince değerlendirilmemektedir. Böbrek nakli sonrası eğitimin temel amaçları hastanın kısa bir süre içinde sorun olmadan normal günlük yaşamına geri dönmesi için gerekli eğitimi vermek ve hastanın hem fizyolojik ve hem de psikososyal sorunları ile baş etmesine yardımcı olmaktır. Hastalara verilmesi gereken en önemli eğitim konuları; nakil sonrası ilaç kullanımı, enfeksiyonlardan korunma, beslenme ve diyet, stresle baş etme yolları ve kendindeki değişikliklerin farkında olabilme ve bu tür durumlarda neler yapmaları gerektiğidir. Bu eğitimlere hasta ile beraber aile bireylerinin de dahil edilmesi hem hasta hem de ailesi açısından önemli bir unsur teşkil etmektedir. Gerekirse hastanın aile ilişkileri irdelenmeli ve ailesiyle yaşadığı sıkıntılar mevcutsa aile bireylerine de eğitim verilerek sorunlar hastanın baş edebileceği seviyeye indirilmelidir. Bugüne kadar yapılan transplant hastalarının nakil sonrası dönemlerde karşılaştıkları birçok sağlık sorununun sebepleri arasında eğitim eksikliklerinin ya da hastanın sosyal düzeyine uygun olmayan şekilde verilen eğitimlerin yer aldığı görülmektedir. Sharif ve arkadaşları tarafından (2005) Karaciğer transplantasyonu öncesi karaciğer yetmezliği olan hastalara uygulanan psikoegitimsel girişimin yasam kalitesine etkisinin incelenmesi amacıyla yapılan çalışmada, transplantasyon öncesi hasta ve ailesine transplantasyon sonrası karşılaşabilecekleri durumları içeren eğitim verilen grubun eğitim sonrası abdominal semptomlarının, emosyonel fonksiyonlarının ve yasam kalitelerinin eğitim verilmeyen gruba göre daha iyi olduğu belirtilmiştir. Ayni zamanda, eğitim sonrası birinci günde eğitim uygulanan grubun yorgunluk ve emosyonel durumunun daha iyi olduğu fakat üçüncü ayda bu boyutlarda iki grup arasında fark olmadığı saptanmıştır. Böbrek naklinden sonra bireylerin beklentilerinin yüksek olduğu, nakilden sonra olası sonuçlar hakkında verilen bilgiyi açıkça anlamadıkları, bu durumun da ameliyat sonrası süreçte memnuniyetsizlik yarattığı ve yaşam kalitesini etkilediği bildirilmektedir. Yatkın ve Çalışkan’ın (2009) yaptığı çalışmada, nakil adaylarının üçte birinin hekimleri tarafından ameliyat hakkında bilgilendirilmedikleri saptanmıştır. Hastanın tedaviye uyumu nakil sonrası prognozu etkileyen önemli bir etkendir ve hastayı bilgilendirme konusunda daha özenli olunması gerekir. Bilgilendirme sürecinde; transplantasyonun bilinen risk ve yararlılık oranları, operasyonun olası komplikasyonları, kullanılacak ilaçların olası yan etkileri ve ilaç etkileşimleri, operasyon sonrası dikkat edilmesi gereken düzenlemeler ve kısıtlamalar hastaya açıklanmalı, hastanın beklentileri gerçekçi kılınmalı, varsa yanlış inanışlar düzeltilmeli ve her aşamada bilginin doğru anlaşıldığından emin olunmalıdır. 45 Ozşaker ve Özbayır’ın böbrek tranplantasyonlu hastalar üzerinde yaptığı çalışmada tedavi ve bakımlarına iliskin bilgi alan hastaların yasam kalitesi ölçeğinden aldıkları ortalama puanlar arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptamamış fakat bilgi alan hastaların yasam kalitesi puanlarının yükseldiği belirlemiştir. Cürcani ve Tan’ın yaptığı araştırmada, böbrek transplantasyonu yapılmış hastalara verilen eğitim sonrasında hastaların yasam kalitesinde artma olduğu, tedaviye uyum durumlarının arttığı ve verilen eğitimin hastaların anksiyete ve depresyon durumlarını azalttığı tespit edilmiştir. Benzer şekilde, Tsay ve arkadaşlarının yaptığı (2005) çalışmada da hastalara verilen eğitimin anksiyete ve depresyon seviyeleri üzerine olumlu etkisi olduğu, eğitim sonrası hastaların depresyon ve anksiyetelerinin azaldığı bulunmuştur. Yaş ve Yaşam Kalitesi; Hasta yaşı, yaşam kalitesini etkileyen en önemli faktörlerden biri olarak bildirilmektedir. Yaş ile yaşam kalitesi arasındaki negatif korelasyonu ve yaşın artması ile yaşam kalitesinin tüm alt birimlerinde düşme olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Böbrek nakli yapılmış hasta grubunda tedaviden en çok yarar gören ve yaşam kalitesinde en fazla düzelme tespit edilen hasta grubunu genç hastalar oluşturmaktadır. Yaşla beraber komorbid durumlarda artış, bedensel kuvvet kaybı, mental alanda gerileme, zihin fonksiyonlarında bozulma, sosyal yaşantıda sedanter yaşama bağlı kısıtlanma gelişmektedir. Tüm bu nedenlerle yaşla beraber yaşam kalitesinde gerileme görülmektedir. Fujisawa ve arkadaşları (2000), Balaska ve arkadaşları (2006) genç hastaların yaşam kalitesi puanlarının yaşlı hastalardan daha yüksek olduğunu belirlemişlerdir. Humar ve arkadaşları (2003), Ponton ve arkadaşları (2001), yaş ile yaşam kalitesi arasında anlamlı bir ilişki olmadığını belirlemişlerdir. Çalışmalardan da anlaşıldığı gibi yaşın, yaşam kalitesini etkileyip etkilemediği tartışmalı bir durumdur. Cinsiyet ve Yasam Kalitesi; Sağlıkta yasam kalitesi ölçüm sonuçları birçok faktöre bağlı olarak değişebilmektedir. Bu faktörlerden biriside cinsiyettir. Normal popülasyonda, iyi hissetme skoru bayanlarda erkeklerden daha düşüktür. Daha önceki çalışmalarda genel olarak başarılı bir nakil sonrası erkeklerin yaşam kalitesinde daha fazla iyileşme olduğu gösterilmiştir. Kadın hastaların erkek nakil hastalarına göre daha stresli olduğu ve mental sağlık alanında daha düşük skorlar aldığı görülmüştür. Sayıca az olsa da bazı çalışmalarda da cinsiyet ile yaşam kalitesi arasında ilişki olmadığı bildirilmiştir. Yurdakan-Gündoğdu ve Uslan tarafından (2007) yapılan çalışmada, Karaciger nakli yapılmıs hastalarda yasam kalitesi alt boyutları açısından cinsiyetler arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Karaciger transplantasyonu hem erkeklerin hem de kadınların yasam kalitelerini yükseltmektedir ancak bu yükselme iki cinsiyet için aynı düzeyde olmayabilir. Medeni durum ve Yaşam Kalitesi; Literatürde böbrek nakli olan evli bireylerin yaşam kalitesinin daha yüksek olduğu bildirilmektedir (Chisholm ve ark. 2007). Yıldırım (2006), Öğütmen ve arkadaşları (2006) çalışmalarında da evli hastaların yaşam kalitesinin bekar veya boşanmış kişilerden daha yüksek olduğunu saptamıştır. Yatkın ve Çalışkan’ın (2009) yaptığı çalışmada ise bulgular, bekar da olsalar aldıkları sosyal desteğin yeterli olması ile yaşam kalitesinin evlilerden farklı olmadığı yönündedir. Nakil Sonrası Süre ve Yaşam Kalitesi; Karaciğer transplantasyonunda yasam kalitesini, hastalarda görülebilecek psikolojik, psikososyal ve fiziksel semptomlarla ilişkisine göre inceleyen bir çalışmada; hastalarda transplantasyon sonrası geçen süre ile psikosomatik semptomların görülme durumu ve fiziksel semptomlar incelenmiş, transplantasyon sonrası geçen sürenin yasam kalitesini olumlu etkilediği vurgulanmıştır. Sarıgöl ve Dicle’nin (2008) yaptığı çalışmada, Karaciğer 46 Transplantasyonu sonrası üçüncü ayda öncesine göre yasam kalitesi “ağrı, enerji düzeyi, emosyonel reaksiyon, fiziksel mobilite, sosyal izolasyon ve uyku” alt boyutlarında anlamlı düzeyde yükselme olduğu saptanmıştır. Karaciğer Transplantasyonu sonrası altı ayı geçmiş olan hastaların (n: 107) yasam kalitesinin tüm boyutlarında iyileşme olduğu ve anksiyetedepresyon görülme oranlarında düşüş olduğu belirtilmiştir. Karaciğer transplantasyonundan sonra düzelmiş yasam kalitesi seviyesi uzun bir dönem sürmemekte, transplantasyondan 1-2 yıl sonra yasam kalitesi kötüleşmektedir. Transplantasyon sonrası yasam kalitesi psikolojik stres, cerrahi sonrası komplikasyonlar, immünsupressif tedavinin etkileri ve karaciğer hastalığının, özellikle de HCV enfeksiyonunun tekrarlanması gibi faktörlerden olumsuz yönde etkilenmektedir. Lumsdaine ve ark. (2005) tarafından yapılan çalışmada böbrek naklinden bir yıl sonra hastaların yaşam kalitelerinde ve mental skorlarında nakil öncesi döneme kıyasla belirgin yükselme olduğu belirtilmiştir. Yatkın ve Çalışkan’ın (2009) yaptığı çalışmada, nakil süresi bir yılı bulanlarda, genel olarak yaşam kalitesi puanlarının arttığı saptanmıştır. Alıcı grubundaki düzelme yüzde ortalamaları, mental sağlık alt ölçeği dışında (fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, ağrı, genel sağlık algısı, yaşam enerjisi, sosyal fonksiyon, emosyonel rol güçlüğü) vericilerden istatistiksel olarak yüksekti. Benzer şekilde üstündağ ve ark. (2007) yaptığı çalışmada nakil süresi bir yılı geçenlerde, genel olarak yaşam kalitesi puanlarının arttığı görülmektedir. Balaska ve arkadaşları (2006) nakilden bir yıl sonra genel sağlık, rol fiziksel fonksiyon, rol emosyonel fonksiyon ve zindelik boyutunun arttığını belirlemişlerdir. Pınar ve arkadaşları (1995) nakil süresi arttıkça fonksiyonel durum puanının arttığını saptamışlardır. Bu beklenen bir gelişmedir, çünkü nakilden sonra bir yıl içinde akut rejeksiyon riski arttmakta, daha sık kontroller gerekmekte ve immunsupresif tedavi ve onun yan etkilerine uyum bireylerin sağlık algısını değiştirmektedir. Bir yıldan sonra greft fonksiyonu ve genel sağlık ile ilgili daha stabil bir döneme girilmektedir. Gökçay ve Cengiz’in çalışmasında (2009), nakil sonrası süre ile yaşam kalitesi arasında anlamlı korelasyon saptanmamış. Neipp ve ark. (2006) tarafından yapılan çalışmada da benzer olarak nakil sonrası süre ile yaşam kalitesi arasında korelasyon olmadığı belirtilmiştir (Neipp ve ark. 2006). Nakil sonrası süre ile yaşam kalitesi arasında ilişkinin değerlendirilmesi için hastaların kendi içinde belirli aralıklarla yaşam kaliteleri ölçülmeli ve bunların zaman diliminde birbirleri ile karşılaştırması yapılmalıdır. Bu verilere ulaşmamızı sağlayacak çalışmaların yapılması ve hastaların düzenli aralıklarla yaşam kalitelerinin değerlendirilmesi hastaların tedaviden ne kadar yarar gördüğünü, ilaçların yan etkilerinin ne oranda yaşamlarını etkilediğini ve transplant böbreğinin ne kadar sağlıklı fonksiyon gördüğünü kanıtlayacaktır. Nakil Türü ve Yaşam Kalitesi; Yaşam kalitesinde donör tipi de önemli bir etkendir. Bazı çalışmalar canlı vericili nakillerde hastanın kendini donöre karşı suçlu hissetmesinin yaşam kalitesinde önemli olduğunu tespit etmiştir. Böbrek nakline göre çok daha riskli olan canlı vericili karaciğer nakillerinde vericilerin yaşamlarının daha iyi olduğu ve % 90’ının böyle bir durumda yine bağış yapacağı tespit edilmiştir. Nakil öncesi yaşam kaliteleri normal topluma göre daha yüksek olan bu kişilerin nakil sonrası komplikasyonlarının yaşam kalitesini değiştirmediği tespit edilmiştir. Yaşam kalitesi alt boyutlarından ruhsal sağlık alt boyutu ile nakil türü arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu görülmüştür. Kadavra vericiden nakil olan hasta grubunda ruhsal sağlık puanı daha yüksek bulunmuştur. Bu oranı, herhangi bir sağlık sorunu yokken yakınlarından birinin kendisi için ameliyat olma durumunun, hastada yarattığı stres etkiliyor 47 olabilir. Verbesey et al.’nın (2005) çalışmasında, donörlerin yaklaşık %34’ü alıcı ile ilişkilerinde nakil sonrası pozitif veya negatif bir değişiklik olduğunu belirtilmiştir. 47 donörün 44’ü bir yıl sonunda eski ilişki düzeyine geri dönmüşlerdir. Hastaların nakil türünün yaşam kalitesi ölçeğinin alt boyutlarından ruhsal sağlık alt boyutunda istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gösterdiği bulunmuştur. Özşaker ve Özbayır’ın yaptığı (2002) çalışmada, canlıdan yapılan nakillerde bedensel, ruhsal, sosyal alanlarda yaşam kalitesi daha yüksek bulunurken, kadavradan yapılan nakillerde depresyon ve anksiyete puanları yüksek bulunmuştur. Hastaneye Yatma ve Yaşam Kalitesi; Gökçay ve Cengiz’in çalışmasında (2009), hastalarımızın en sık hastaneye yatış nedenlerinin infeksiyon, kardiyovasküler hastalıklar ve mevcut kreatinin değerinde artış nedeniyle olduğu, son altı ay içinde hastaneye yatan hastaların sosyal rol, fiziksel fonksiyon ve yaşamsallık alanlarında yatmayanlara nazaran istatistiksel olarak anlamlı düşük skorlar gösterdikleri saptanmıştır. Kısa süre için de olsa hastaların hastaneye yatırılmaları hastaların mental sağlığını, yaşamsallığını ve sosyal rollerini kötü yönde etkilemektedir. Bu nedenle hastaların çok gerekli olmadıkça ve tetkiklerin hızlandırılması için hastaneye yatırılmaması en doğru çözüm olarak görülmektedir. Hastalar ve hasta yakınları için nakil bekleme süresi ve nakil sonrası hastanede kalış sürelerindeki artışın yaşam kaliteleri üzerinde olumsuz bir etkiye sebep olduğu bulunmuştur. Hastaneye yatma, özellikle de ani ve kritik hastalık durumları kişi ve ailesinin stres yasamasına neden olmaktadır. Yatısın ani olması, fizyolojik durum, yasamı tehdit eden durumlar, aile ve yakınlarından ayrılma, günlük aktivite ve rol biçimlerinin engellenmesi stres oluşumu için hazırlayıcı faktörlerdir. Bu dönem de aileye yapılan yardımların amacı ailenin streslerini azaltmak, sosyal destek sistemlerini bulunmasında aileye yardımcı olmaktır. İlaç Kullanımı ve Yaşam Kalitesi; Gökçay ve Cengiz’in çalışmasında (2009), hastaların aldıkları ilaç sayısı ile yaşam kalitesi alt birimleri arasında, özellikle sosyal rol, fiziksel fonksiyonlar ve yaşamsallık ile alınan ilaç sayısı arasında anlamlı negatif korelasyon olduğu belirtilmektdir. Hastaların aldığı ilaç sayısı, komorbid hastalık varlığı arttıkça hastaların tedaviye uyumsuzluğunun artmasına bağlı olarak yaşam kaliteleri etkilenmektedir. Sonuç olarak, transplantasyon olan hastaların yaşam kaliteleri fizyolojik, psikolojik ve sosyoekonomik güçlükler nedeniyle olumsuz olarak etkilenebilmektedir. Hastaların tedaviye uyum sağlamaları, yaşamlarını yönetme becerisi kazanmalarında etkin hemşirelik bakımının yeri büyüktür. Transplantasyon öncesi ve sonrasında fizyolojik, sosyoekonomik ve psikolojik problemlerin çıkma olasılığının yüksek olması dikkate alındığında; hastaların durumlarının sürekli olarak değerlendirilmesi ve daha sonra ortaya çıkacak problemlerin önlenmesinde ve yaşam kalitesinin arttırılmasından önemlidir. KAYNAKLAR 1. 2. 3. Andrews P.A .(2002),Renal Transplantion, British Medical Journal,London, 324(7336), Mar 2, 530534 Aras G. (2006). Karaciğer Transplantasyonunda Hastaların ve Ailelerin Sorunları, Gereksinimleri ve Bakıma Katılım Düzeylerinin İncelenmesi.M.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, (Danışman: Prof. Dr. D.Şelimen). Balaska, A., Moustaffellos, P., Gourgiotis, S., Pistolas, D., Hadjiyannakis, E, Vaugas, and Drakopoulos, S. (2006). “Changes in Health-Related Quality of Life in Grek Adult Patients 1 Year After Successful Renal Transplantation”, Experimental and Clinical Transplantation, 2:521-524. 48 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. Borchhardt K, Sulzbacher I, Benesch T, Födinger M, Sunder- Plasman G, Haas M. Low – Turnover Bone Disease in Hypercalcemic Hyperparathyroidism After Kidney Transplantation. American Journal of Transplantation 2007; 7 : 2515 – 2521 Bryce, C.L., Angus, D.C., Switala, J.A., Roberts, M.S., et al., Health Status Vertsus Utilities of Patients with End-Stage Liver Disease, Quality of Life Research, 2004; 13: 773-782 Chen CW, Chen CH, Lee PC, Wang WL. Quality of life, symptom distress, and social support among renal transplant recipients in southern Taiwan: a correlation study. Journal of Nursing Research, 2007; 15: 319-329 Cowling T., Jennings L.W., Goldstein R.M. et al. (2004) Liver transplantation and healt related quality of life: scoring differences between men and women. Liver Transplantation 10 (1), 88-96. Cürcani M., Tan M. (2008) Böbrek Transplantasyonu Yapılmış Hastalara Verilen Eğitimin Hastaların Yasam Kalitesi, Tedaviye Uyumları Ve Yasadıkları Ruhsal Sorunlar Üzerine Etkisi, Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı yüksek Lisans Tezi Çetingök M, Hathaway D, Winsett R. Differences in Quality of Life Before Transplantation Among Transplant Recipients With Respect to Selected Socioeconomic Variables. Progress in Transplantation 2005 ; 15 ( 4) 338-344 Diaz-Dominguez, R. , Perez-Bernal, J. , Perez-San-Gregorio, M.A. and Martin-Rodriguez, A. (2006). “Quality of Life in Patients with Kidney, Liver or Heart Failure Doğukan A, Tokgöz Bözşaker, Oymak O. ve ark. Böbrek transplantasyonu yapılan olgular: 5 yıllık sonuçların analizi. Erciyes Tıp Dergisi, 2003;25(2):86-91 Franke GH, Yücetin L, Yaman H, Reimer J, Demirbaş A. Disease – Specific Quality of Life in Turkish Patients After Successful Kidney Transplantation. Transplantation Proceedings 2006; 38: 457-459 Frauman AC. Rehabilitation and adaptive development of young renal transplant recipients. ANNA Journal, 1996; 23(5): 467-484 Fujısawa M. , Ichikawa Y, Yoshiya K, Isotani S , Higuchi A , Nagano S, Arakawa S, Hamamı, G. , Matsumoto, O. and Kamidona, S. (2000). “Assessment of Health-Related Quality of Life in Renal Transplant and Hemodialysis Patients Using the SF-36 Health Survey”, Urology, 56:201-206. Genç R.(2009). Türkiye’de ve dünyada organ transplantasyon cerrahisi: transplantasyon lojistiğinin yönetimi, Ulusal Cerrahi Dergisi 2009; 25(1): 40-4 Gökçay s., Cengiz k. (2009) böbrek nakil hastalarında yaşam kalitesi, ondokuz mayıs üniversitesi tıp fakültesi iç hastalıkları anabilim dalı uzmanlık tezi ,samsun Gündoğdu S. (2007). Kronik Karaciğer Hastalığı ile Karaciğer Nakli Yapılmış Hastaların Yaşam Kalitelerinin İncelenmesi. Afyon Kocatepe Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Afyon, (Danışman: Yard. Doç. Dr. İ.Uslan). Haberal M, Emiroğlu R.(2005) Böbrek transplantasyonu. Temel ve Sistematik Cerrahi. İzmir, İzmir Guven Kitabevi, 647-711. Halloran PF. Immunosuppressive Drugs for Kidney Transplantation. NEJM 2004; 351: 2715- 2729 Hongxia, L. (2006). Coping and Health-Related Quality of Life in Renal Transplant Patients, Thesis of Doctorate, May, Nashville. Howard A. Long- Term Posttransplantation Care: The Expandin Role of Community Nephrologists. American Journal of Kidney Diseases 2006 ; 47 ( 4 ), Suppl 2 : 111-124 Humar, A., Denny, R., Matas, A.J. and Najarian, J.S. (2003). “Graft and Quality of Life Outcomes in Older Recepients of a Kidney Transplant”, Experimental and Clinical Transplantation, 2:69-72. Kaçmaz N. ( 2003). Fiziksel Hastalığa Uyum Güçlüğü Yaşayan Hastalarda Konsültasyon Liyezon Hemşireliği Modeli Geliştirme Çabası. İ.Ü.Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, (Danışman: Yard. Doç. Dr.Y.Kutlu). Karabulut N, Kavurmacı M, Koc A. Böbrek nakli ve hasta eğitimi. Sendrom Aylık Aktüel Tıp Dergisi, 2006;18(8):72-76 Karakayalı H.(2011-a)Karaciğer Naklinde Merak Edilenler, Gaziosmanpaşa Hastanesi Önce Sağlık Dergisi Organ Nakli Özel Sayısı, Sayı 18; sf:32-33 Karakayalı H.(2011-b) Pankreas Nakli, Gaziosmanpaşa Hastanesi Önce Sağlık Dergisi Organ Nakli Özel Sayısı, Sayı 18; sf:37-39 Kaya D.(2011) Psikolog gözüyle Böbrek Nakli, Gaziosmanpaşa Hastanesi Önce Sağlık Dergisi Organ Nakli Özel Sayısı, Sayı 18; sf:28 Kong, I.L.L. and Molassiotis, A. (1999). “Quality of Life, Coping and Concerns in Chinese Patients After Renal Transplantation”, International Journal of Nursing Studies, 36:313-322. 49 29. Krasnoff et al, “Objective Measures of Health- Related Quality of Life Over 24 Months Post-liver Transplantation”, Clinicial Transplantation, 2005; Vol:19, Page:1-9. 30. Küçük L. (2006). Diyaliz Hastalarına Uygulanan Sorun Çözme Eğitiminin Anksiyete, Depresyon ve Baş etme Biçimlerine Etkisi. M.Ü.Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, (Danışman: Yard. Doç. Dr. Ö.Işıl). 31. Muehrer, R.M. and Becker B.N. (2005). “Life After Transplantation: New Transitions in Quality of Life and Psychological Distress”, Seminars in Dialysis, 18(2): 124-131 32. Oğütmen, B. , Yildirim, A., Sever M.S., Bozfakioğlu S., Ataman R., Erek, E., Cetin O. ve Emel, A. (2006). “Heath-Related Quality of Life After Kidney Transplantation in Comparison Intermittent Hemodialysis, Peritoneal Dialysis and Normal Controls”, Transplantation Proceedings, 38:419-421. 33. Öğütmen B, Yıldırım A. Ve ark. Kronik böbrek yetmezliğinde farklı yerine koyma tedavileri alan hastalarda yasam kalitesi. 1. Sağlıkta Yasam Kalitesi Sempozyumu Özet Kitabı, İzmir, 2004: 33 34. Özçürümez G, Tanrıverdi N, Çolak T, Emiroğlu R, Zileli L. ve Haberal, M. (2004). “The Psychosocial Impact of Renal Transplantation on Living Related donors and Recipients: Preliminary Report”, Transplantation Proceedings, 36:114-116 35. Parvizi G.(2011) Nakil Sonrası Hemşirelik Hizmetleri, Gaziosmanpaşa Hastanesi Önce Sağlık Dergisi Organ Nakli Özel Sayısı, Sayı 18; sf:41 36. Pascual M, Theruvath T, Kawai T, Rubin N, Cosimi B. Strategies to Improve Long – Term Outcomes after Renal Transplantation. NEJM 2002; 346: 580-590 37. Pınar, R., Çınar, S., İşsever, H., Albayrak, M. ve İlhan, S. (1995). “Hemodiyalize Devam Eren ve Transplant Olan Son Dönem Böbrek Yetmezlikli Hastaların Yaşam Kalitelerinin Karşılaştırılması”, Çınar Hemşire Dergisi, 1-5. 38. Ponton P, Rupolo G.P, Marchini F, Feltrin A, Perin N, Mazzoldi M.A, Giacon B, Baldan N. and Rigotti P. (2001). “Quality-of-Life Change After Kidney Transplantation”, Transplantation Proceedings, 33:1887-1889. 39. Sağduyu A, Özer S (2000) Böbrek nakli adaylarında ruhsal sorunlar ve yetiyitimi. Türk Psikiyatri Dergisi, 11:103-112. 40. Sağduyu A., Şentürk V., Sezer S., Emiroğlu R., Özel S. (2006) Hemodiyalize giren ve böbrek nakli yapılan Hastalarda ruhsal sorunlar, yaşam kalitesi ve Tedaviye uyum, Türk psikiyatri dergisi 17(1):2231 41. Sağıroğlı T., Yıldırım M., Meydan B.,Çobanoğlu M. (2009). Böbrek transplantasyonu hastalarının retrospektif analizi. Dicle tıp Dergisi, 36(2): 75-79. 42. Sainz-Barriga, M, Baccarani, U, Scudeller, L, Risalliti, A., et al., Quality-of-Life Asessment Before and After Liver Transplantation, Transplantation Proceesings, 2005; 37: 2601-2604 43. Sarıgül S. (2008). Karaciğer Transplantasyonu Öncesi ve Sonrası Yaşam Kalitesinin İncelenmesi. Dokuz Eylül Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, (Danışmanı: Yard. Doç. Dr. A.Dicle). 44. Sayın A, Mutluay R, Sindel S. Quality of life in hemodialysis, peritoneal dialysis, and transplantation patients. Transplantation Proceedings, 2007; 39: 3047-3058 45. Serin Y.İ.(2011) Böbrek Nakli ve Cinsel Yaşam, Gaziosmanpaşa Hastanesi Önce Sağlık Dergisi Organ Nakli Özel Sayısı, Sayı 18; sf:25 46. Sirivatanauksorn Y., Dumronggittigule W., Limsrichamrern S., Iramaneerat C., Kolladarungkri T., Kositamongkol P., Mahawithitwong P., Asavakarn S., and Tovikkai C. (2012) Quality of Life Among Liver Transplantation Patients, Transplantation Proceedings, 44, 532–538 (2012 47. (2009) Erkek hastalarda böbrek nakli sonrası cinsel işlevler, Turkish Journal of Urology 2009;35(1):23-27 23 48. Talas S., Bayraktar M. (2002) Böbrek Transplantasyonu Olan Hastaların Yaşadıkları Güçlüklerin İncelenmesi, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Programı, Doktora tezi, Ankara, 2002 49. Talas S., Bayraktar M. (2004) Kidney transplantation: determination of the problems encountered by Turkish patients and their knowledge and practices on healthy living, Journal of Clinical Nursing 13, 580–588 50. Tanrıverdi N, Özçürümez G, Çolak T, Dürü Ç, Emiroğlu R, Zileli L. Ve Haberal, M. (2004). “Quality of Life and Mood in Renal Transplantation Recipients,Donors and Control: Prelimanary Report”,Transplantation Proceedings, 36:117-119. 51. with end-stage renal disease. Journal of Advenced Nursing 2005; 50(1): 39-46 50 52. Ustundağ H. Renal transplantasyon uygulanan hastaların taburculuk eğitimi. Nefroloji Hemsireliği Dergisi, 2006 Temmuz-Ekim, 36-40 53. Üstündağ H., Gül A., Zengin N., Aydın M. (2007). Böbrek Nakli Yapılan Hastalarda Yaşam Kalitesi, Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, Cilt:2, Sayı:6, 117-126. 54. Van Der Plas S.M., Hansen B.E., Boer J.B. et al. (2003) Generic and diseasespecific healt related quality of life in non-cirrhotic, cirrhotic and transplanted liver patients: a cross-sectional study. BMC Gastroenterology 3:33. 55. Verbesey JE, Simpson MA, Pomposelli JJ, Richman E, Bracken AM, Garrigan K, Chang H, Jenkins RL, Pomfret EA. (2005). Living donor adult liver transplantation:a longitudinal study of the donor's quality of life. American Journal of Transplantation, 5(11):2770-2777. 56. Walter, M., Moyzes, D., Rose, M., Neuhaus, R., et al., Psychosomatic Interrelations Following Liver Transplantation, Clinical Translpantation, 2002; 16: 301-30 57. WHITE C. & GALLAGHER P. (2010) Effect of patient coping preferences on quality of life following renal transplantation. Journal of Advanced Nursing 66(11), 2550–2559 58. Yatkın I., Çalışkan M. (2009) Renal transplantasyon hastalarında ve vericilerde transplantasyon öncesi ve Sonrasında depresyon, anksiyete, yaşam Kalitesi ve sosyal destek, Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri kliniği uzmanlık tezi, İstanbul 59. Yildirim, A. (2006). “The Importance of Patient Satisfaction and Health-Related Quality of Life After Renal Transplantation”, Transplantation Proceedings, 38:2831- 2834. 51 KALP DAMAR CERRAHİSİNDE YAŞAM KALİTESİ Doç.Dr. Fatma DEMİR KORKMAZ Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı /İzmir Kalp Damar Hastalıkları Kalp ve damar hastalıkları 1900’lü yıllardan itibaren tüm dünyada belirgin şekilde artmaktadır. Gelişmiş ülkelerde kalp ve damar hastalıkları dünya genelinde ölümlerin %48’inden, gelişmekte olan ülkelerde ise % 25’inden sorumludur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre 2001 yılında yaklaşık 16.6 milyon insan kalp ve damar hastalıklarından yaşamını yitirmiştir. Ülkemizde 1985 yılında meydana gelen ölüm nedenlerinin üçte birini (%33.6) kalp damar hastalıkları oluştururken, son yıllarda bu oran % 45’e ulaşmıştır. Türk Kardiyoloji Derneği (TKD) tarafından 1990 yılından bu yana yürütülen TEKHARF (Türk Erişkinlerinde Koroner Risk Haritası ve Koroner Kalp Hastalığı) çalışmasının 10 yıllık izlem verilerine göre koroner arter hastalığının ülkemizdeki yıllık mortalitesi erkeklerde binde 5.1, kadınlarda ise binde 3.3’tür. Bu oranlarla ülkemiz Avrupa ülkeleri arasında en yüksek sıradadır. TEKHARF çalışması verilerine göre 2000 yılı itibariyle ülkemizde 2 milyon koroner arter hastası vardır ve bu rakam 2010 yılında yaklaşık 3 milyon dört yüz bine ulaştığı düşünülmektedir. Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi Yaşam kalitesi mutlu olma ve yaşamdan hoşnut olmayı içeren genel olarak “iyi olma” durumudur. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan tanıma göre yaşam kalitesi bireylerin amaçları, beklentileri, standartları ve ilgileri ile ilişkili olarak içinde yaşadığı kültür ve değerler sisteminde yaşamda bulunduğu yeri algılamasıdır. Sağlık alanında yaşam kalitesi fizyolojik fonksiyonlarını değerlendirmekten çok, hastanın algılamalarını ve hastalığın tedavisiyle ilgili yaşantılarını vurgular. Bu nedenle kronik hastalıkları ölçmede önemli bir göstergedir. Sağlıkla ilgili yaşam kalitesi ölçümleri, bireylerin kendilerini nasıl hissettiğini, günlük yaşam aktivitelerini nasıl yaptığını, hastalık durumunu ve hastalığın tedavisinden nasıl etkilendiğini, bireyin bakış açısıyla değerlendirme olanağı vermektedir. Bu nedenle sağlık hizmetlerinde yaşam kalitesi “bireyin içinde bulunduğu duruma emosyonel yanıtı” “hastalığın sosyal, emosyonel, mesleki ve aile yaşantısı üzerindeki etkisi”, “kişisel iyilik hali”, “kişinin beklentileri ve gerçek durumu arasındaki karsılaştırmalar” “fiziksel, sosyal ve emosyonel fonksiyonların doyumu”, “gereksinimleri karşılamada bireysel yeterlilik” şeklinde tanımlanmaktadır. Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi Yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde kişinin kendini ifade etmesi önemlidir. Çünkü yaşanan hissedilen şeyler kişinin kendi deneyimleridir. Yaşam kalitesinin ölçümü ile sağlık hizmetinin/tedavinin bireyin yaşamını ve iyilik halini ne ölçüde etkilediği, bireylerin neyi ne düzeyde yapabildiği belirlenebilir, tedavi/girişim alternatifleri değerlendirilebilir, yaşam kalitesine etki eden faktörler belirlenebilir ve sonuç olarak hastaya uygun tedavi ve bakım verilebilir. Bir başka deyişle yaşam kalitesi çalışmaları hastanın problemlerinin belirlenmesinde, tedavi önceliklerinin saptanmasında, girişimlerin yönlendirilmesinde, hastalık sürecinin izlenmesinde yarar sağlamaktadır. Yaşam kalitesinin değerlendirilmesi sağlık hizmetlerine egemen olan paternalistik bakış açısının terk edilerek hastanın bütüncül bakış açısıyla ele alınmasını sağlar. Hasta da elde edeceği iyilik durumunu, varacağı sonucu bilmekte tedaviye ve tedavinin 52 gereksinimlerine daha fazla uyum sağlamaktadır. Rutin uygulamada göz ardı edilen “hasta gözüyle hastalık yaşantısı” daha iyi anlaşılabilir. Hastalıkla ilişkili yaygın fakat göz ardı edilen sorunlar ortaya konabilir. Mesleki eğitimleri sırasında hastalara holistik bakım vermeyi ilke edinen hemşireler hastaların yaşam kalitesini değerlendirmede anahtar rolü oynayan kişilerdir. KALP DAMAR CERRAHİSİNDE SAĞLIKLA İLGİLİ YAŞAM KALİTESİ Kalp damar hastalıkları tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de başta gelen ölüm nedenleri arasındadır. Dünya’da yılda 17 milyon kişi, Avrupa Birliği’nde yılda 2 milyon kişi yaşamını kalp ve damar hastalıklarına bağlı nedenlerden kaybetmektedir. Teknolojinin hızlı gelişimi kalp damar alanındaki artan bilimsel bilgi birikimi yeni tedavi ve girişimlerin kullanılmasına yol açmıştır. Buna paralel olarak ta yaşam süresi uzamıştır. Ancak sağlık bakımının amacı sadece hastaların yaşamını uzatmak değil aynı zamanda bireylerin sorunları ile baş etme ve öz bakım gücünü geliştirerek yaşam kalitelerini yükseltmektir. Bu durum bir tedavinin yaşamı uzatmasının yanı sıra o yaşamın hangi koşullarda yaşandığının da değerlendirilmesi gerekliliğini beraberinde getirmiştir. Öte yandan yaşam süresi uzayan bireylerde farklı kronik hastalıkların bir arada bulunması ve yaşlanmanın vücut sistemleri üzerindeki etkileri nedeniyle kalp damar hastalarının profilleri de değişmiştir. Günümüzde oldukça karmaşık klinik durumlara sahip hastaların kalp damar cerrahisi kliniklerinde tedavi edilmesi söz konusudur. Son yıllarda hasta haklarının benimsenmesi, hastaların bilinçlenmeleri ve kendi tedavileri hakkında söz sahibi olmak istemeleri de sağlık hizmetlerinde yaşam kalitesinin değerlendirilmesini gerekli kılan bir diğer faktördür. Hastalıklarla veya spesifik girişimler sonrası yaşamak zorunda olan bireyler tedavi seçeneklerini ve yaşam kalitesine olan etkilerini bilmek istemektedir. Günümüzde kalp damar hastalıklarının birden fazla tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Elbette tedavi ve girişim yöntemleri bireyin klinik durumuna göre hekim tarafından belirlenir. Ancak tedavi seçenekleri arasında sağ kalım açısından fark olmadığı durumlarda sağlıkta yaşam kalitesi karar sürecini doğrudan etkilemelidir. Sağlıkta yaşam kalitesi sağ kalımdan sonra ikinci önemli değerlendirme ölçütü olmalıdır. Bu nedenle kalp damar cerrahisinde tedavi seçenekleri değerlendirilirken mortalite ve morbidite gibi geleneksel yöntemlerin yanında hastaların algıladıkları yaşam kaliteleri de ölçülmelidir. Bunun yanında kardiyovasküler hastaların fiziksel sağlık durumlarının yanı sıra sosyal aktivitelerinin ve zihinsel sağlık durumlarının sorgulanmasının tedaviye yön vermede olduğu kadar prognozun belirlenmesinde de önemi bulunmaktadır. Kalp damar cerrahisi hastalarının sadece geleneksel klinik faktörleri değil uzun süreli süreçlerinin de değerlendirilmesi gerekir. Sağlıkla ilgili yaşam kalitesi değerlendirmeleri genel yaşam kalitesi ölçekleri veya hastalığa özgü yaşam kalitesi ölçekleri ile yapılabilmektedir. Literatürde yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde genel ve hastalığa özgü ölçek kullanımı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Kronik hastalıklar çok boyutlu olduğu ve yaşamın tüm boyutlarının etkilenme olasılığı bulunduğu için holistik yaklaşım gereği hastaların bir bütün olarak ele alınması ve bu nedenle de genel ölçeklerin kullanılması gerektiğini savunan araştırmacılar çoğunluktadır. Burada önemli olan “Yaşam kalitesi’ kavramının “sağlık durumu”ndan ayrı bir kavram olduğu ve yaşam kalitesi ölçeklerinin sağlık durumunu belirleyen ölçeklerle karıştırılmaması gerektiğidir. Kalp damar hastalıklarında sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin subjektif ve objektif alanları bulunmaktadır. Subjektif alanlar fiziksel aktivite, mesleki aktiviteler, hastanın sağlık durumunun hasta ve çevresi tarafından nasıl algılandığı, psikolojik ve sosyal aktivitelerdir. Objektif alanlar ise; laboratuar ve tanısal testlerle ölçülen sağlık durumu, psikopatolojik, sosyo-ekonomik ve toplumsal destek durumunu kapsamaktadır. Literatürde objektif ölçeklerin yaşam memnuniyetini yansıtmada subjektif ölçeklere göre daha az duyarlı ve daha az anlamlı olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle hastaların sıkıntıları ve psikolojik durumları ile ilgili 53 yararlı bilgiler sunmaları açısından subjektif kanıtların rutin değerlendirmelere ve klinik uygulamalara dahil edilmesi önerilmektedir. Kalp damar cerrahisinde kullanılan genel yaşam kalitesi ölçeklerinden bazıları: Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOL-BREF) EuroQol-5D (EQ-5D) Kısa Form 36 (SF-36) Sintonen 15-D Sağlık Yarar İndeksi (The Health Utilities Index HUI) Nottingham Sağlık Profili (NHP) Hastalık Etki Profili (SIC) dir. Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOL) Bir uzun formu (100 soru) ve bir de kısa formu (26 soruluk WHOQOL-BREF) olan bu ölçek, önce 15 merkezde başlayan, daha sonra Türkiye'nin de içinde olduğu 40'dan fazla ülkenin dahil olduğu çok merkezli bir proje çerçevesinde geliştirilmiştir. Özelliği çok merkezli bir geliştirilme sürecine sahip olması ve kültürel çapraz geçerliliği olan bir ölçek olmasıdır. Uzun formun bedensel, psikolojik, sosyal ilişkiler, bağımsızlık düzeyi, çevre ve kişisel inançlar olmak üzere 6 boyutu vardır. Kısa ölçek ise bedensel, psikolojik, sosyal ilişkiler ve çevre alanlarını içerir. Ayrıca her kültür için kültüre özel sorular da vardır. EuroQol-5D (EQ-5D) Batı Avrupa Yaşam Kalitesi Araştırma Topluluğu olan EuroQol grubu tarafından 1987 yılında geliştirilmiş ve aralarında Türkçe’nin de dahil olduğu 60’tan fazla dile çevrilmiştir: Bunlardan birisi de Türkçe’dir. 1990 yılında ilk defa yayınlanmış ve 1991 yılından beri de aynı özelliğini (5 boyut) korumaktadır. Ölçek iki parçadan oluşmaktadır. EQ-5D indeks ölçek: Hareket (mobility), öz-bakım (self-care), olağan aktiviteler (usual activities), ağrı/rahatsızlık (pain/discomfort) ve endişe/depresyon (anxiety/depression) olmak üzere beş boyuttan oluşur. Her bir boyuta verilen cevaplar; problem yok, biraz problem var ve majör problem olmak üzere 3 seçeneklidir. Sonuç olarak ölçekle 243 (35=243) olası farklı sağlık sonucu tanımlanmaktadır. Ölçeğin 5 boyutundan -0.59 ile 1 arasında değişen indeks skor hesaplanır. Skor fonksiyonunda 0 değeri ölümü, 1 değeri kusursuz sağlığı gösterirken negatif değerler bilinç kapalı, yatağa bağımlı olarak yaşamak vb. durumları göstermektedir. EQ-5D VAS ölçek: Bireylerin bugünkü sağlık durumları hakkında 0 ile 100 arası değerler verdikleri ve bunu bir termometre benzeri ölçek üzerinde işaretledikleri görsel analog ölçek (Visual Analogue Scale) dir. Ölçekle 0-100 arasında değişen yaşam kalitesi skorları elde edilmektedir. SF - 36 (Medical Outcames Study 36- item Short Form Health Survey, SF-36) Otuz altı sorudan oluşan SF 36 pratikte en çok bilinen ve en sık kullanılan genel yaşam kalitesi ölçeğidir. Fiziksel işlevsellik, sosyal işlevsellik, rol güçlükleri (fiziksel ve emosyonel), ruhsal sağlık, canlılık (vitalite), ağrı ve sağlığın genel olarak algılanması gibi sağlığın 8 boyutunu 36 madde ile incelemektedir. Nottingham Sağlık Profili (Nottingham Health Profile, NHP) Çok kısa ve hızlı bir şekilde uygulanabilen NHP, iki bölümden oluşmaktadır. Bununla birlikte çalışmalar, kalp hastalarının sağlıklı kişilerden ayırd edilmesinde NHP'nin yetersiz olduğunu göstermektedir. NHP kardiyak cerrahi öncesi ve sonrasındaki genel sağlık durumu gibi büyük değişiklikleri saptamada kullanılırken gruplar arasındaki küçük farklılıkları göstermede yeterli duyarlılığa sahip değildir. Hastalık Etki Profili (Sickness Impact Profile) Sağlıkla ilgili 136 maddeden ve 12 bölümden oluşur. Ölçek iskemik kalp hastalığının sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde birçok çalışmada kullanılmıştır. Çeşitli sağlık sorunların değerlendirilmesinde ve iyilik durumunun düzenli izlenmesinde uygulanabilir bir ölçek olarak kabul edilmektedir. Anjina ve Mİ'de en uygun genel ölçek olarak kabul edilmektedir. 54 Kalp Damar hastalıklarında kullanılan hastalığa özgü yaşam kalitesi ölçeklerinden bazıları ise: Seattle Anjina Anketi (SAQ), Miyokart Enfarktüsü Sonrası Yaşam Kalitesi Anketi (QLMI), Minnesota Kalp Yetersizliği Yaşam Kalitesi Anketi, Miyokart Enfarktüsü Boyutsal Değerlendirme Ölçeği (MIDAS), Yaşam Kalitesi İndeksi (QLI) Kardiyak versiyonu, Kardiyovasküler Sınırlılıklar ve Semptom Profili (CLASP), MacNew Kalp Hastalığı Yaşam Kalitesi Anketi: Miyokard enfaktrüsü, angina pektoris ve kalp yetersizliğinde kullanılabilen ölçektir Seattle Anjina Anketi (SAQ) Anjinası olan olguların fonksiyonel kapasitelerinin değerlendirilmesi için tam psikometrik olarak tasarlanan hastalığa özgü bir ölçektir. Bu ölçek 19 maddeden ve klinik ile ilgili fiziksel sınırlılık, anjina stabilitesi, anjina sıklığı, tedavinin yararı ve hastalığı algılama/yaşam kalitesi olmak üzere 5 bölümden oluşmaktadır. Seattle anjina anketinde bulunan 19 maddeden 7'si emosyonel durumu ilgilendirdiği için bu ölçek sağlıkla ilgili yaşam kalitesi ölçeği olarak kullanılmaktadır. Miyokard İnfarktüsü Sonrası Yaşam Kalitesi Anketi (QLMI/MacNew) Miyokard İnfarktüsü Sonrası Yaşam Kalitesi Anketinin orijinal versiyonu karşılıklı görüşme ile uygulanan ve geniş kapsamlı kardiyak rehabilitasyonun etkinliğinin değerlendirilmesi için tasarlanmıştır. Çeşitli çalışmalarla geçerliliği test edilmiş olup semptomlar kısıtlılık, güven, özsaygı ve duygu durumu olmak üzere 5 bölüm ve 26 maddeden oluşmaktadır. Minnesota Kalp Yetmezliği ile Yaşam Anketi (MLHF) MLHF ölçeği, hayır, çok az veya çok iyiye kadar yanıt gerektiren ve sıfırdan 105’e kadar skorlanan 21 sorudan oluşmaktadır. Bu sorular kalp yetersizliğine bağlı semptom ve bulguları, fiziksel aktivite, sosyal iletişim, cinsel aktivite, iş yapabilme yeteneği ve emosyonel durumu içermektedir. Ayrıca kalp yetersizliği olan bireylerde "the Chronic Heart Failure Questionnaire", "the Yale Scale", "the Quality of life Questionnaire in Severe Heart Failure" ve "the Kansas City Cardiomyopathy questionnaire" isimli ölçekler de sıkça kullanılmaktadır. Miyokard Enfarktüsü Boyutsal Değerlendirme Ölçeği "Myocardial Infarction Dimensional Assessment Scale" (MIDAS) Bu ölçek, fiziksel aktivite, güvensizlik, duygu durumu, bağımlılık, diyet, tedaviler ve yan etkileri gibi 7 alan, 35 maddeden oluşan ve görüşme esasına dayanan bir anketten oluşmaktadır. Kardiyovasküler Kısıtlama ve Semptomlar Profili "Cardiovascular Limitations and Symptoms Profile (CLASP)” Kardiyovasküler kısıtlama ve semptomlar profili anjina, solunum yetersizliği, ayak bileğinde şişlik ve bitkinlik gibi 4 ana semptom ve fonksiyonel kapasite ile ilgili 5 alt alandan oluşan 37 maddelik bir ölçektir. Her alt skala 4-6 sorudan oluşmakta olup "normal" veya "hafif'ten "ileri"ye kadar skorlarla değerlendirilmektedir. Bu ölçek kronik stabil anjinalı hastalarda kullanılmış olup rutin kullanımı için ileri çalışmalara gerek duyulmaktadır. Koroner Arter Bypass Greft Hastalarında Yaşam Kalitesi Koroner arter hastaları özet olarak anjina, nefes darlığı, yorgunluk ve bitkinlik semptomlarının yanı sıra fiziksel aktivite ve egzersize karşı azalmış tolerans yaşamaktadır. Fiziksel aktivite ile ilişkili semptomlar arttıkça hastalar bu semptomlardan kaçınmak için fiziksel aktivitelerini azaltma yoluna giderler. Bu durum fiziksel, sosyal ve mental fonksiyonlarda azalmaya, sağlık algısının bozulmasına ve yaşam kalitesinin düşmesine yol açmaktadır. Bu hastalarda yaşamı uzatmak ve semptomları azaltmak için miyokarda kan akımını sağlayan koroner arter bypass greft ameliyatı (KABG) yapılmaktadır. Kronik bir 55 hastalık olan koroner arter hastalığının etkili ve güvenilir tedavi seçeneklerinden biri olan KABG Dünya’da en fazla yapılan ameliyatlar arasındadır. KABG ameliyatı angina ve dispneyi ortadan kaldırmakta, özellikle mental ve fiziksel fonksiyonlar açısından sağlıkla ilgili yaşam kalitesini arttırmaktadır. Bu nedenle KABG sonrası hastaların takiplerinde fiziksel sağlık durumlarının yanı sıra sosyal aktivitelerinin ve zihinsel sağlık durumlarının sorgulanmasının, tedaviyi yönlendirme ve hastalığın prognozunun belirlenmesinde önemi şüphesizdir. Kronik bir hastalık olan koroner arter hastalığının seyri KABG sonrası yaşam kalitesini etkileyebilir. Koroner arter hastalığının semptom ve bulgularının kontrol altına alınması amacıyla genellikle yaşam biçimi davranışlarında değişiklik yapılması gerekir. KABG hastalarının yaşam biçimi davranışlarını değiştirmesi, karmaşık tıbbi tedavilerini sürdürmesi (çoklu ilaç tedavileri), fiziksel ve emosyonel rahatsızlıkları (ağrı, depresyon, anksiyete, öfke vb) gidermesi, fonksiyonel sınırlılıklarını yönetmesi ve diğer kronik hastalıkların gerekliliklerini (diyabet, hipertansiyon, kalp yetersizliği vb) yerine getirmesi beklenir. Bu faktörlerin tümü hastaların yaşam kalitesini etkilemektedir. KABG hastalarında yaşam kalitesi etkileyen diğer faktörler fiziksel iyilik hali, sosyal destek varlığı, toplumsal ilişkiler, kişisel gelişim, kendini gerçekleştirme, öz güven, öz saygı, bağımsızlık, eğlence dinlence, ekonomik durum gibi birçok boyutlardır. Bu nedenle yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde bu faktörler ölçülmelidir. Literatürde KABG ameliyatından sonra ileri yaş, düşük sosyoekonomik durum, kadın cinsiyet ve azınlık grupta olmanın yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen faktörler arasında olduğu belirtilmektedir. Ameliyat öncesi diyabet ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı bulunmasının KABG hastalarının yaşam kalitesini olumsuz etkilediği belirtilmektedir. Buna karşın sosyal destek varlığı koroner arter hastalığında mortalite ve morbiditeye karşı koruyucu etkiye sahiptir ve yaşam kalitesini geliştirir. KABG sonrası özsaygının yüksek olması da depresyon ve gerilimi azaltarak sosyal, fiziksel ve psikolojik iyileşmeyi hızlandırır. Hastaların stresörlerle etkili bir şekilde baş edebilmesi de KABG sonrası yaşam kalitesini arttıran faktörler arasındadır. Etkili baş etme mekanizmalarına sahip hastalar kronik hastalığın gidişini etkileyen faktörleri düzenleyebilir, hastalık öncesi fonksiyon seviyesine dönmeye istekli olup, stabil ve unstabil dönemlerde hastalık gidişinin etkilerini minimumda tutabilir, hastalığın aile üzerindeki etkisini en aza indirebilir ve kronik hastalıkla birlikte anlamlı aktiviteler düzenleyebilir. KABG sonrası yaşam kalitesi Ulusal ve uluslar arası literatür incelendiğinde kalp damar cerrahisinde en fazla yaşam kalitesi çalışmasının KABG hastalarında yapıldığı görülmektedir. KABG hastalarında hem erken hem de geç dönemde yaşam kalitesini değerlendiren oldukça fazla sayıda çalışma bulunmaktadır. Erken dönem çalışmaları ameliyat öncesiyle birlikte genellikle ameliyattan hemen sonra, bir ay sonra, 3 ay sonra ve 6 ay sonrasını kapsarken geç dönem çalışmaları hastaların ameliyattan önce ve ameliyattan 1 yıl, 2 yıl, 3 yıl, 5 yıl hatta 10 yıl sonrası yaşam kalitelerinin değerlendirilmesini içermektedir. Çalışmalar KABG sonrası hastaların fizyolojik, motor ve psikolojik fonksiyonlarının ameliyat öncesine göre anlamlı derecede yükseldiğini göstermiştir. Székely ve arkadaşları 17 ülke 72 merkez ve 5,436 hastada ameliyat öncesi, ameliyattan hemen sonra ve ameliyattan 6 ay sonra yaşam kalitesini değerlendirmişler, KABG sonrası hastaların yaşam kalitelerinin arttığını ve Short-Form 12 (SF 36)’nin bu hastalarda güvenle kullanılabileceğini belirtmişlerdir. Literatürde KABG hastalarının geç dönemde yaşam kalitesi değerlendirildiğinde koroner arter cerrahisinin mükemmel sağ kalım ve yaşam kalitesi sağladığı belirtilmektedir. Dunning ve arkadaşları prospektif kohort çalışmalarında 1180 hastanın KABG geçirdikten 10 yıl sonra yaşam kalitesini (EQ-5D and a quality-of-life thermometer) değerlendirmişler ve sağlıklı popülasyonla eşit bulmuşlardır. Bu hastalarda on yıllık sağ kalım oranı %66, elektif 56 cerrahide sağ kalım oranı %70, on yıllık kardiyak sağ kalım oranı ise %82 bulunmuş ve hastaların %59’unda anjina ağrısının bulunmadığı saptanmıştır. Literatürde KABG sonrası düzenli egzersiz yapan bireylerin yaşam kalitesine etkisini değerlendiren çalışmalar da bulunmaktadır ve düzenli egzersiz yapan bireylerin yaşam kalitesinin sedanter yaşayanlardan daha yüksek olduğu belirtilmektedir. KABG sonrası yaşam kalitesini etkilediği düşünülen bir diğer faktör ileri yaştır. Literatürde KABG geçiren yaşlı bireylerin yaşam kalitesi değerlendirildiğinde 65 yaş üstü grupta da 80 yaş üstü grupta da KABG’in yaşam kalitesini arttırdığı ve semptomları düzelttiği belirtilmektedir. Örneğin; Gjeilo ve ark. KABG geçiren 203 yaşlı hastanın 3 yıl sonraki yaşam kalitesini (EQ-5D) sağlıklı Norveç’li bireylerle eşit bulmuşlardır. KABG hastalarında cinsiyetin yaşam kalitesine etkisi incelendiğinde kadınların morbidite ve sağlık hizmeti kullanımının daha fazla olduğu, kadınların yaşam kalitesinin erkeklere göre daha düşük bulunduğu ancak kadınların erkeklerden 6-8 yıl daha fazla yaşadıkları saptanmıştır. KABG ameliyatı geçiren erkeklerin mortalite hızları kadınlardan 5 kat fazla bulunmuştur. Kalp ameliyatları öncesi depresyon ve anksiyete seviyesi yüksek ise özellikle kadınlarda uzun süreli morbidite ve tekrar hastaneye yatışlar söz konusudur. Kardiyopulmoner bypass (KPB) tekniğindeki gelişmelere rağmen bu tekniğin kullanıldığı açık kalp ameliyatlarında hala en önemli dezavantaj nörokognitif komplikasyonlardır. Kardiyopulmoner bypass tekniğinin kullanıldığı (on-pump) ameliyatlar ile kullanılmadığı (off-pump) KABG ameliyatlarının yaşam kalitesine etkisi birçok araştırma ile değerlendirilmiştir. Kardiyopulmoner bypass (KPB) tekniğinin kullanılmadığı KABG ameliyatlarında hastaların hem klinik sonuçları hem de 1 yıl sonrası yaşam kalitesi sonuçları fiziksel rol ve emosyonel rol fonksiyonları açısından KPB kullanılan ameliyatlara göre daha yüksek bulunmuştur. Çalışmalar genellikle KPB’ın kullanılmadığı ameliyatlarda hastaların yaşam kalitesinin yüksek bulunduğunu göstermektedir. Buna karşın Tully ve arkadaşlarının 66 hastayı kapsayan randomize kontrollü çalışmasında KPB kullanılmadan yapılan KABG ameliyatlarında sanılanın aksine kognitif eksiklik daha az bulunmamış ve bu hastaların yaşam kalitesi de daha yüksek bulunmamıştır. Bu araştırmada sağlıklı popülasyon ile karşılaştırıldığında KPB kullanılmayan ameliyatlarda emosyonel, kullanılan ameliyatlarda hem emosyonel hem de fiziksel rol fonksiyonları kalp ameliyatı geçirmeyen sağlıklı bireylerden daha düşük bulunmuştur. KABG ameliyatında greft olarak radial arter ve safen kullanımı ile yaşam kalitesi arasındaki ilişki de incelenmiş, yaşam kalitesi ve maliyet açısından fark olmadığı saptanmıştır. Bununla birlikte radiyal arterin çıkarılmasının safen ven çıkarılmasından ortalama 31 dk fazla sürdüğü belirtilmiştir. Literatürde ameliyat öncesi diyabet varlığının KABG sonrası yaşam kalitesini olumsuz etkilediği belirtilmesine karşın KABG geçiren diyabetli hastalar ile diyabetli olmayan hastaların ameliyat öncesi ve ameliyattan bir yıl sonrası yaşam kalitesi değerlendirildiğinde bir birine benzer bulunmuştur. Kapak Cerrahisi ve Yaşam Kalitesi Kalp kapak hastalıklarının uzayan insan ömrü ile birlikte artan prevalansı ciddi bir ekonomik yüke neden olmaktadır. Kalp kapak cerrahisinde genellikle kapak onarımı ve kapak replasmanı uygulanmakla birlikte son yıllarda minimal invaziv cerrahi işlemler ve perkütan girişimler de söz konusudur. Literatürde protez kapak replasmanı sonrası yaşam kalitesinin ve efor kapasitesinin kapak onarımına kıyasla daha sınırlı olduğu belirtilmektedir. Biyoprotez kapaklarda yapısal dejenerasyon riski ve mekanik kapaklarda antikoagülan kullanımına bağlı tromboembolik komplikasyon ve kanama riski olduğu için kapak onarımı ile bu risklerin ve ameliyat sonrası enfektif endokardit gelişme riskinin azaldığı belirtilmektedir. Kapak cerrahisi hastalarında gerçekleştirilen yaşam kalitesi çalışmaları genellikle dışarıdan duyulan mekanik kapak seslerinin hastaların yaşam kalitesine olan etkisi üzerine odaklanmıştır. Otken ve ark. 57 aort kapağı için biyolojik kalp kapağı ile mekanik kapak replasmanının sağladığı akustik konforun hastaların yaşam kalitesine etkisini incelemişler ve herhangi bir ses çıkarmamaları nedeni ile biyolojik kapakların yaşam kalitesine olumlu katkısı olduğunu belirtmişlerdir. Bu alandaki bir diğer araştırma konusu ise yaşlılara uygulanan kapak cerrahisinin yaşam kalitesine etkisidir. Çalışmalar 75 yaş ve üzerindeki bireylerde kapak cerrahisinin mortalite ve morbidite oranının kabul edilebilir sınırlarda olduğunu ve yaşam kalitesinin mükemmel olduğunu belirtmektedir. Periferik Damar Cerrahisi ve Yaşam Kalitesi Periferik damar hastalığı (PDH) kronik, ilerleyici ve bireyin yaşam kalitesini olumsuz etkileyen sağlık problemlerinden biridir. PDH alt ekstremitenin aterosklerotik hastalığının göstergesidir. PDH için majör risk faktörlerinden birinin sigara diğerlerinin ileri yaş ve erkek cinsiyetinin olduğu, diyabet, hipertansiyon, iskemik kalp hastalığı, hiperlipidemi ve serebrovasküler hastalık gibi ikincil sağlık problemlerin bulunduğu bilinmektedir. Günümüzde hala PDH’ın tıbbi ve cerrahi girişimlerle tedavi ve iyileşmesinin tam olarak mümkün olmadığı, bu nedenle hastalığın tedavisindeki amacın, bireyin semptomlarını rahatlatmak ve yaşam kalitesini artırmak olduğu belirtilmektedir. PDH’ında, bireylerin yaşam kalitesinin bozulmasına neden olan semptom, iskemiye bağlı ortaya çıkan ağrı (intermittent klaudikasyo) dır. Ağrı, hareket sınırlılığına neden olarak yaşam kalitesinin bozulmasına neden olmaktadır. Ayrıca ağrı, anksiyete ve duygusal sıkıntı oluşturmakta; iyilik haline zarar vermekte; fonksiyonel kapasiteyi etkileyerek, ailesel, sosyal ve mesleki rolleri yerine getirme yeteneğini engellemekte ve dolayısıyla yaşam kalitesini etkilemektedir. Periferik damar hastalıklarında yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi, ekonomik gelir, yaşadığı ortamın ısınma tipi, sigara, yürüme mesafesi ve toleransı, baldır kas dokusu oksijenasyonunun yaşam kalitesini etkilediği belirtilmektedir. Periferik damar hastalarının yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde genel ölçeklerden SF- 36, Nottingham Health Profile ve EuroQoL 5-D, hastalığa özel ölçeklerden ise Intermittent Claudication Questionnaire (ICQ), Vascular Quality of Life Questionnaire, The Claudication Scale (CLAU-S), The Walking Impairment Questionnaire (WIQ) ve The Edinburgh Claudication Questionnaire (ECQ) genellikle kullanılmaktadır. Yapılan ulusal ve uluslar arası çalışmalar bir veya daha fazla cerrahi revaskülarizasyon uygulanan periferik damar hastalarının yaşam kalitesinin kontrol gruplarına göre daha düşük olduğunu göstermektedir. Hoogwegt ve ark. Hollanda’nın 11 hastanesinde 711 PAD cerrahisi hastası üzerinde gerçekleştirdikleri kohort çalışmasında ameliyattan sonraki 3 yıl içinde sigarayı bırakan hastaların 5. yıldaki yaşam kalitelerinin sigarayı bırakmayan hastalardan farklı olmadığını bulmuşlardır. Burada yaşam kalitesinin sağlık durumundan ayrı bir kavram olduğu sigarayı bırakmanın bu hastalarda hala primer hedef olduğu, sigaranın komplikasyonları ve mortaliteyi arttırdığı unutulmamalıdır. Yapılan bir randomize kontrollü çalışmada femoropoliteal bypass ameliyatından sonra ödemi önlemek için aralıklı pnömotik kompresyon cihazı ve kompresyon çorabı kullanımının yaşam kalitesine etkisi incelenmiştir. WHOQOL-BREF ölçeğinin kullanıldığı bu çalışmada ameliyattan 2 hafta sonra yaşam kalitesinin arttığı ve ödemin yaşam kalitesini etkilemediği saptanmıştır. Sonuç Araştırmalar kalp cerrahisi hastalarında yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde SF36 (short form health survey questionnaire) kullanımının, Nottingham health profile (NHP) ölçeğine göre daha uygun olduğunu göstermiştir. Kalp damar cerrahisi hastalarında yaşam kalitesi değerlendirilirken çok boyutlu bir kavram olduğu göz önünde bulundurulmalı bu nedenle klinik göstergelerle birlikte genel yaşam kalitesi ölçekleri kullanılmalıdır. 58 KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. Aydemir Ö. 2006. Sağlıkta yaşam kalitesinin klinik uygulamalarda kullanımı. Sağlıkta birikim; 1(2): 913. Aykut-Aka S, Orhan G, Şahin Ş, Tartan Z, Kurç E, Yücel O, Taşdemir M, Eren E. Sol ventrikül disfonksiyonlu ameliyat olmuş koroner arter hastalarında yaşam kalitesi ölçümü. Turkish J Thorac Cardiovasc Surg 2006;14(4):266-271. Dantas R.A.S, Motzer S.A, Ciol M.A. The relationship between quality of life, sense of coherence and self-esteem in persons after coronary artery bypass graft surgery. International Journal of Nursing Studies (2002) 39: 745–755. Dunning J, Waller JRL, Smith B, Pitts S, Kendall SWH, Khan K. Coronary Artery Bypass Grafting is Associated With Excellent Long-Term Survival and Quality of Life: A Prospective Cohort Study. Ann Thorac Surg 2008;85:1988 –93. Eser E. Sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin kavramsal temeller ve ölçümü. Sağlıkta Birikim Dergisi ISSN:1306-2891. Cilt:1 Sayı:2 Mayıs 2006,s:1-5. http://www2.bayar.edu.tr/saglik/sayi2_2.php Gjeilo KH, Wahba A, Klepstad P, Lydersen S, Stenseth R. Health-related quality of life three years after coronary surgery: a comparison with the general population. Scand Cardiovasc J 2006;40:29 –36. Herlitz J, Brandrup-Wognsen G, Caidahl K, Hartford M, Haglid M, Karlson BW, Karlsson T, Sjo¨land H. Determinants for an impaired quality of life 10 years after coronary artery bypass surgery. International Journal of Cardiology 98 (2005) 447– 452. Norris CM et al. Gender roles in persistent sex differences in health-related quality-of-life outcomes of patients with coronary artery disease. Gender Medicine/Vol. 7, No. 4, 2010. Oztürk C et al. Quality of Life in Perspective to Treatment of Postoperative Edema After Peripheral Bypass Surgery. Annals of Vascular Surgery, 11/15/2011. Ökten ME, Mataracı İ, Erkin A, Kocamaz Ö, Özer T, Kırali K. Stentsiz biyolojik aort kapak kullanımının akustik konforu. Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi. Temmuz 2010, Cilt 18, Sayı 3:167-171. Özbay A. Koroner arter hastalarında yasam tarzı değişikliği müdahalesinin yaşam kalitesine etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. 2010. Özen B. (Sabuncu N. Danışman). Sistolik Sol Ventrikül Disfonksiyonuna Bağlı Kalp Yetersizliğinde Sağlık Davranışları ve Yaşam Kalitesi Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi. Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. 2011. Pınar R. Kronik böbrek yetmezlikli hastalarda sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin kullanımı. Sağlıkta Birikim Dergisi ISSN:1306-2891. Cilt:1 Sayı:2 Mayıs 2006,s:71-76. Shapira OM, Kelleher RM, Zelingher J, Whalen D, Fitzgerald C, Aldea GS, Shemin RJ. Prognosis and quality of life after valve surgery in patients older than 75 years. Chest. 1997 Oct;112(4):885-94. Szekely A, Nussmeier NA, Miao Y, Huang K, et al. A multinational study of the influence of healthrelated quality of life on in-hospital outcome after coronary artery bypass graft surgery. Am Heart J 2011;161:1179-1185. Şekuri C. Sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin kardiyovasküler hastalıklarda kullanımı. Sağlıkta Birikim Dergisi ISSN:1306-2891. Cilt:1 Sayı:2 Mayıs 2006,s:64-70. Temizkan V, Uğur M, Yılmaz A.T. Kalp Kapak Hastalıklarında Onarım Tedavisi. Turkiye Klinikleri J Cardiol-Special Topics 2011;4(5):49-55. Treat-Jacobson, DJ, Lindquist R. Exercise, quality of life, and symptoms in men and women five to six years after coronary artery bypass graft surgery. HEART & LUNG VOL. 36, NO. 6:389-397. Tully, P.J., Baker, R.A., Kneebone, A.C., & Knight, J.L., 2008. Neuropsychologic and quality-of-life outcomes after coronary artery bypass surgery with and without cardiopulmonary bypass: A prospective randomized trial. Journal of Cardiothoracic and Vascular Anesthesia, 22(4), 515-521. Wagner et al. Costs and quality of life associated with radial artery and saphenous vein cardiac bypass surgery: results from a Veterans Affairs multisite trial. The American Journal of Surgery (2011) 202, 532–535. Yılmaz M, Oyan G. Periferik Arter Hastalığında Yaşam Kalitesi ve Etkili Bazı Faktörlerin Belirlenmesi. Turkiye Klinikleri J Cardiovasc Sci 2009;21(3):382-90. Hoogwegt M.T. Hoeks S.E. Pedersen S.S. Scholte op Reimer W.J.M. van Gestel YR.B.M. Verhagen H.J.M., Poldermans D. Smoking Cessation has no Influence on Quality of Life in Patients with Peripheral Arterial Disease 5 Years Post-vascular Surgery. Eur J Vasc Endovasc Surg (2010) 40: 355362 59 YAŞLI CERRAHİSİNDE YAŞAM KALİTESİ Yrd. Doç. Dr. Dilek ÇEÇEN Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yaşlanma; morfolojik, fizyolojik ve patolojik değişikliklerin olumsuz yönde ilerlediği, geriye dönüşü olmayan, fiziksel, fonksiyonel, mental ve psikososyal işlevlerde azalmaya neden olan, çeşitli hastalıkların bir araya geldiği, evrensel ve doğal bir süreçtir. Dünya sağlık örgütü (DSÖ) yaşlanmayı; "Çevresel faktörlere uyum sağlama yetisinin giderek azalması" şeklinde tanımlamaktadır. Demografik açıdan yaşlılığın sınırı 65 yaş olarak kabul edilmektedir. Türkiye nüfusu hakkında en güncel veri olan 2008 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA 2008)’nın bulgularına göre yaşlı nüfusun (65 yaş ve üzeri), tüm nüfus grupları içerisindeki oranı yaklaşık % 7 dir. Buna göre ülkemizdeki yaşlı nüfus dünyadaki birçok ülkenin toplam nüfusundan bile fazladır. Ülkemizde 2010 yılı nüfus sayımına göre 65 yaş üzeri birey sayısı 5.327.736 ve 65 yaş üzeri nüfus oranı yaklaşık %7,2’dir. Normal yaşlanma; zamanın geçişine bağlı olarak, hastalık söz konusu olmaksızın ortaya çıkan anatomik yapı ve fizyolojik işlev değişikliklerini tanımlamaktadır. Yaşlanma kavramı günümüzde; sadece kronolojik açıdan değil biyolojik, psikolojik ve sosyal boyutları ile de ele alınmaktadır. İnsanın doğumundan itibaren içinde bulunduğu zamana kadar geçen yıllara bağlı yaşlanma kronolojik yaşlanmadır. Biyolojik yaşlanma ise; bireysel farklılıkların söz konusu olduğu, emosyonel ve fiziksel sağlık, sosyoekonomik durum, kalıtım, kültür ve etnik köken gibi birçok faktörden etkilenen görünüş yaşlanmasıdır. Yaşlılardaki hücresel ve hücre dışı değişikliklerin, fonksiyonlarda gerileme ve fiziksel görünümde değişikliğe, organ ve sistemlerin tam olarak fonksiyon görememesine, hücre yenilenmesinde yavaşlamaya ve vücudun homeostazisi sürdürme yeteneğinde azalmaya yol açtığı belirtilmekledir. Normal yaşlanma sürecinin farklı kişilerde farklı hızlarda ilerlediği ayrıca bütün vücut sistemlerinin de aynı hızda yaşlanmadığı ve bireyler arasında büyük farklılıklar bulunduğu bildirilmektedir. Yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan fizyolojik, psikolojik, sosyolojik değişiklikler sonucu fonksiyon kayıplarının ortaya çıkması ve strese uyum yeteneğinin azalması nedeniyle kronik hastalıkların sıklığı artmaktadır. Tüm dünyada yaslılarda en sık görülen kronik hastalıkların sırasıyla kardiyovasküler sistem hastalıkları, hipertansiyon, serebro vasküler hastalıklar, diabetus mellitus, kanser, kronik obstrüktif akciğer hastalıkları, kas/iskelet sistemi hastalıkları (artrit, osteoporoz vb.), mental hastalıklar (demans, depresyon),görme kayıpları ve işitme bozuklukları olduğu bildirilmiştir. Yaşlanma ile birlikte fizyolojik fonksiyonlarda belirgin azalmalar gözlenmektedir. Özellikle yaş ilerledikçe, kişisel alışkanlıklar, çevresel faktörler, heredite, psikososyal faktörler, kültürel ve sosyoekonomik yapı gibi birçok etkene bağlı olarak değişebilmektedir. Bir diğer anlamda fizyolojik yaşlanma her zaman kronolojik yaşlanma ile orantılı olmayabilir. Bu nedenle yaşlanmanın etkileri ile ilgili çalışmalarda normal yaşlanma ile oluşabilecek fizyolojik kayıplar ile hastalıklar sonucu olaşabilecek fizyolojik kayıplar arasındaki farklılıkların saptanmasının önemi giderek artmaktadır. Yaşlılarda Cerrahi Girişim Uygulama Nedenleri Yaşlanma sürecinin neden olduğu anatomik ve fizyolojik değişiklikler ile 65 yaş ve üzerindeki bireylerin %80'inden fazlasında bulunan kronik hastalıklar, fonksiyonlarda bozulmayla sonuçlanmakta ve yaşlı bireyler bu bozukluklar nedeniyle hastaneye 60 yatırılmaktadırlar. Yaşlılarda hastaneye yatmakla sonuçlanan yaygın hastalıklar, aritmi, kalp yetmezliği, inme, sıvı elektrolit dengesizliği, pnömoni ve kalça kırıkları olup hastaneye yatan bireyler, sıklıkla çoğul sistem yetmezliği deneyimlemektedirler. Yaşlı nüfus giderek artmakta, bunların büyük bir kısmında değişik sağlık sorunları bulunmakta ve bu sorunların giderilmesinde de giderek artan bir hızla cerrahi girişimlere başvurulmaktadır. Literatürde bütün cerrahi işlemlerin yaklaşık %20'sini 65 yaş ve üstü grubun geçirdiği belirtilmektedir. Günümüzde, yaşam süresindeki uzama ve cerrahi ile anestezi alanındaki gelişmelere paralel olarak ameliyat olan yaşlı birey sayısı da artmaktadır. Çeşitli çalışmalarda perioperatif komplikasyonların yaşla birlikte arttığı ve daha önceden var olan kronik hastalıkların cerrahi süreçte yaşanan olumsuzlukları arttırdığı belirtilmektedir. Genel toplumda %1.2 olan perioperatif mortalitenin, 60-69 yaş grubunda %2.2, 70-79 yaş grubunda %2.9, 80 ve üstü yaş grubunda %5.8-6.2 olduğu saptanmıştır. Diğer taraftan, pek çok çalışmada yaşın tek basına cerrahi risk teşkil etmediği gösterilmiştir. Bu çalışmalarda, yaşla birlikte görülme sıklığı artan bazı faktörlerin cerrahi riski arttırabildiği saptanmıştır. Cerrahi riski yaşla beraber etkileyen faktörlerin; uygulanan cerrahinin tipi (acil veya elektif), sistemik hastalıklar, eşlik eden malign hastalıklar, yetersiz beslenme ve mobilitedeki bozulma seviyesi olduğu belirlenmiştir. Bu faktörlerin yanı sıra, yaşlılarda çoklu ilaç ile bitkisel ürün kullanımının, anesteziklerin etkisini değiştirerek cerrahi riski etkileyebildikleri gösterilmiştir. Günümüzde, yaşlı bireyler için elektif cerrahiden kaçınma nedeni olan yüksek cerrahi mortalite oranlarının, son yıllarda ameliyat ve anestezi teknikleri ve izleme sistemlerindeki ilerlemeler ve risk faktörlerinin ameliyat öncesi dönemde dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi ile önemli bir azalma kaydettiği belirtilmektedir. Yaşlı bireyler için cerrahi girişimler çok yaygın olarak, bir önceki yıldan daha fazla ve daha başarılı bir şekilde uygulanmakta ve yaşlıların yaşam kalitesini ve fonksiyonlarını düzelten önemli bir işlem olarak görülmekte, ayrıca nitelik, nicelik ve hızlı gelişme bakımından da laparoskopik cerrahi girişimlerden sonra ikinci sırayı aldığı bildirilmektedir. Palmer (1990), yaşlılarda en sık uygulanan 10 cerrahi girişimin; prostat bezi ameliyatları, total kalça replasmanı, koroner arter bypass greft (CABG), kalın bağırsağın kısmi olarak çıkarılması, göz ameliyatları (katarakt), pace maker yerleştirilmesi veya replasmanı, internal fiksasyonla kırığın açık redüksiyonu, koroner darlığın giderilmesi, santral sinir sistemi ameliyatları, kolesistektomi, olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Palmer, cerrahi girişimlerin türünü cinsiyetin etkilediğini, kadınlar için uygulanan en yaygın cerrahi girişimlerin, lens çıkarılması, kırık onarımı, kolesistektomi ve kalça replasmanı; yaşlı erkekler için ise, prostatektomi, inguinal herni onarımı ve lens çıkarılması olduğu bildirmektedir. Yaşlılarda cerrahi girişimler genel olarak; Sağlığın yükseltilmesi, Fonksiyon yetersizliğinin azaltılması, Kaçınılmaz ölümün ertelenmesi, Yaşam kalitesinin artırılması, en azından daha iyi hale getirilmesi, amacıyla uygulanmaktadır . Yaşlı Hastalarda Cerrahi Girişim Riskleri Cerrahi girişim için hastaneye yatırılan yaşlı bireylerin yaşadıkları en önemli sorunlar arasında, akut konfüzyonel durum (deliryum), nazokomiyal enfeksiyonlar ve tam olarak iyileşmeden erken taburcu olma nedeniyle gelişen sorunlar yer almaktadır. Cerrahi risk, ameliyat öncesi, sırası ve sonrası dönemde oluşabilecek morbidite ve mortalite olasılığını içerir. Cerrahi girişim nedeniyle oluşan morbidite ve mortalitenin, yaşlılarda, gençlerden daha fazla olduğu ve normal yaşlanmanın neden olduğu değişikliklerden daha çok patolojik değişiklikler sonucu meydana geldiği belirtilmektedir . Araştırmalarda, ameliyatın ve bakımın planlanmasında, risklerin değerlendirilmesinde sadece kronolojik yaşın değil, biyolojik yaş ile birlikle fiziksel durumun da göz önünde bulundurulması 61 gerektiğini vurgulamaktadırlar . Bu nedenle, yaşlı cerrahi hastasına bakım veren hemşirelerin, cerrahi girişim ve anesteziye bağlı olarak yaşlı hastaların komplikasyon gelişimi açısından daha fazla risk altında olduğunu, genç bir hastayı daha az etkileyebilecek bir olayın, yaşlı hastayı çok daha fazla etkileyebileceğini göz önünde bulundurması gerekmektedir. Yaşlanma, organ ve dokularda progresif atrofi, fibrozis ve elastisite kaybıyla karakterize bir durumdur. Yaşlı hastalar fizyolojik, farmakolojik, psikolojik ve sosyal yönden genç hastalardan farklı özelliklere sahiptir. Stres durumunda yaşlılar yeterli yanıt verememektedir. Cerrahi ve anestezi de bir stres kaynağıdır. Postoperatif morbidite ve mortaliteyi etkileyen faktörler arasında ileri yaşın da önemli olduğunu bildiren yayınlar bulunmaktadır. Ancak yaşın cerrahi ve anestezi için tek başına bir kontrendikasyon olamayacağını bildiren yayınlar da mevcuttur. “American Society of Anesthesiologists (ASA)”nın sınıflamasına göre yaş, anesteziye bağlı yan etkilerin ortaya çıkmasında tek başına kuvvetli bir etken değildir. “Cerrahi ve anestezi tek başına yaşa bakılarak reddedilmemelidir” denilmektedir. Yaş minör bir risk faktörüdür, esas olarak yaşla birlikte ortaya çıkan yandaş hastalıklar gözden geçirilmelidir. Yaşlıda perioperatif morbidite ve mortaliteyi etkileyen en önemli faktör kardiyovasküler, pulmoner, endokrin ve nörolojik sistemler başta olmak üzere organ ve sistemlerden kaynaklanan yandaş hastalıklardır. Yeni anestezi tekniklerinin, ilaçların, anestezi eğitiminin gelişmesiyle birlikte 2000’li yıllarda anesteziye bağlı mortalite oranı 100.000 ameliyatta 1’e inmiştir. Yapılan bir çalışmada, ABD’de 1999-2005 yılları arasında anesteziye bağlı mortalite oranlarını inceledikleri çalışmada, anesteziye bağlı mortalite oranı 75 yaştan itibaren yüksek bulunmuştur. Leung ve arkadaşları yaşlı cerrahi hastalarda postoperatif dönemde %21 oranında ve özellikle kardiyovasküler, nörolojik veya pulmoner sistemden kaynaklanan bir veya daha fazla olumsuz sonuçla karşılaşıldığını bildirmişlerdir. Geriyatrik cerrahiyi geliştirmek için dikkatli preoperatif değerlendirme, uygun cerrahi teknik ve anestezi yöntemi önemlidir. Yaşlı hastalarda anesteziye bağlı gelişebilecek problemleri azaltmak için preoperatif değerlendirme, cerrahi problem dışındaki yandaş dahili hastalıkların iyi değerlendirilmesi ve uygun anestezi yöntemi ve ilaçların seçilmesi önem kazanmaktadır. Yaşlı hastalarda bölgesel anestezi sonrasında genel anesteziye göre daha az postoperatif konfüzyon ve deliryum geliştiğini belirten çalışmalar bulunmaktadır. YAŞLILARDA YAŞAM KALİTESİ DSÖ Yaşlanma ve Sağlık Programı’nda yaşlı sağlığı ile ilgili olarak; “Yaşlı kişilerin sağlığı denildiğinde, belirleyici konu olarak yalnızca hastalık prevalansı ya da hastalığın yokluğu görülemez ve görülmemelidir. Yaşlı kişilerin büyük bölümü hastalıkları olsa da, hastalıklarının günlük hayatlarını ciddi olarak etkileyen olumsuz sonuçları ortadan kaldırılabildiği takdirde, kendilerini bütünüyle sağlıklı olarak hissedebilir.” ifadesi yer almaktadır. Bu nedenle “sağlığın özbildirimi” kavramı yaşlılık dönemi için büyük önem kazanmaktadır. Yaşam kalitesini etkileyen faktörler; Günlük yaşam aktivitelerinde bağımlılık İleri yaş Medeni durum Uyku problemleri Özürlülük Erkek cinsiyet Fonksiyonel kısıtlılıkları Depresyon Kötü sağlık durumu Kişinin yaşadığı ortam Yorgunluk Ek hastalık varlığı 62 Fonksiyonel durumda bozulma riskini artıran faktörler ise, Bilişsel sorunlar Sosyal ilişki azlığı Hastanede geçirilen gün sayısında artış Depresyon Düşük fizik aktivite Düşmeler Ek hastalık sayısında artış Alkol/ Sigara kullanmı Artmış veya azalmış kilo Sağlığını kötü algılaması Bacaklarda hareket kısıtlılığı Görmede bozukluk Kullanılan ilaç sayısında fazlalık olarak belirtilmektedir. Yaşlılarda yaşam kalitesini iyileştirmek için, yaşlının fonksiyonları korumak, bağımsız olmalarını sağlamak gerekmektedir. Fiziksel kısıtlılık ve fonksiyonel problemler; yaşam kalitesinde azalmaya, sağlık harcamalarında artış ve uzun süreli bakıma neden olmaktadır. İleri yaştaki genel sağlık durumu, kronik hastalıkların sayısı, günlük yaşam aktiviteleri, kan basıncı kontrolü, egzersiz ve cinsiyet yaşam kalitesinin belirleyicisi olarak bulunmuştur. Sağlık sorunlarının ya da cerrahi girişimin neden olduğu fonksiyonel değişiklikler ya da kayıplar yaşlı hastaların yaşam kalitesini etkilemektedir. Yaşlı hastaların fonksiyonları ve fiziksel durumundaki değişiklikleri hem yaşlı hasta hem de yakınlarının yaşam kalitesini etkilemektedir. Kronik ağrılarının yanı sıra cerrahi girişim sonrasında ağrı yaşanması, fonksiyonel kısıtlılık, bozulmuş uyku ve yaşam kalitesinde azalmaya neden olmaktadır. Sosyal ilişkiler: Yaşlı hastaların tedaviye yada cerrahi girişime karar aşamasında etkili olması, sağlık algılamasını ve kendini iyi hissetme düzeyini arttırmaktadır. Sonuçta da, duygu ve isteklerine verilen önemle yaşam kalitesi etkilenmektedir. Yaşlı kişilerin sosyal ilişki düzeyleri hastalık, ölüm ve fiziksel fonksiyonlarını etkilemektedir. Sık hastane yatış öyküsü olan yaşlılarda, kapsamlı geriatrik değerlendirme ve evde yapılan rehabilitasyon programları, özürlülükte azalma ve yaşam memnuniyetinde artışa yol açmaktadır. Bunun yanında, iş-uğraşı tedavisi ve çevre adaptasyonları da fiziksel fonksiyonları iyileştirmek açısından yararlı olmaktadır. Hastanın sağlık personeli ile karşılaştığı ilk andan itibaren tedavisi sonuçlanıncaya kadar devam eden tüm bu aşamalar hastanın yaşam kalitesini etkilemektedir. Süregen/ kronik hastalıklar: Çoğu yaşlı kişi süregen hastalıklar nedeniyle sağlık problemleri ve özürlülük ile karşı karşıya kalmakta ve yaşam kalitesi olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu durum görece olarak fizik aktivite eksikliğine bağlı olabilmektedir. Hareket kısıtlılığı, ağrı ve emosyonel problemlere bağlı bu aktivite azalması sonucu kısır bir döngü olmaktadır. Süregen hastalıkların çoğu zaman tam tedavisi olmadığı için, amaç kişiyi rahatsız eden problemleri ortadan kaldırmak ve yaşam koşullarını iyileştirme yönünde olmaktadır. Diyabet, astım, artrit ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) gibi görece olarak yaygın bu dört hastalık, fiziksel fonksiyonları etkileyerek sağlıklı yaşlanma üzerine olumsuz etki yapmaktadır. Özellikle de diyabet ve sağlıklı yaşlanma arasında görülen bu ilişkinin, kalp, ayak ve görme problemlerinin, bu kişilerde daha sık olması ile ilişkili olabileceği belirtilmektedir. Kronik hastalıklarda fiziksel aktivite düzeyindeki artışın yaşam kalitesini düzelttiği belirtilmektedir. Düşme: Yaşlı kişilerde düşmelerin önlenmesi önemli bir konudur. %30-50 arasında yaşlı, yılda en az bir defa düşmektedir. Düşmenin; kırık, düşme korkusu, fiziksel, psikolojik ve sosyal fonksiyon kabiliyetinde azalmaya neden olması, yaşam kalitesinin etkilenmesine neden 63 olmaktadır. Fiziksel kırılganlık ve düşme ile ilişkili yaralanmalar, yaşam kalitesini ve yaşlı kişinin genel fonksiyonlarını etkilemektedir. Hareket kaybı: Hareketsiz yaşam ve hareket kaybı, özürlülük açısından risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Hareket yeteneği ve günlük yaşam aktiviteleri, yaşam kalitesinin önemli elementleridir. Çalışmalarda, hareket edebilme yeteneği ve bağımsızlığın kaybı, ölüm ve bakımevlerine yerleştirmenin belirleyicisi olarak tanımlanmaktadır. Böylelikle hareket edebilme yeteneğinin korunması veya iyileştirmesi, ameliyat sonrası komplikasyon riskini azaltmakta ve yaşam kalitesini arttırmakta etkili olmaktadır. Depresyon: İleri yaşta görülen en sık ve özürlülüğe en fazla neden olan psikiyatrik hastalık olup, hastalık ve sağlık harcamaları açısından da önemlidir. Depresyon günlük yaşam aktivitelerinde bozulma ve yaşam kalitesi ile belirgin ilişkili görünmektedir. Tanı konmuş depresyon sıklığı düşük olsa da, depresif belirti ve bulguların klinik olarak anlamlı olduğu yaşlı yüzdesinin 15-25 arasında olduğu söylenebilir. Sosyal fonksiyonların ve yaşam kalitesinin azalması, fiziksel özürlülük ve kognitif etkilenmenin artışı ve intihar girişimi ile ilişkili görünmektedir. Anestezikler yada kullanılan ilaçların etkisi ile ameliyat sonrasında yaşlı hastalarda deliryum demans gibi psikiyatrik sorunlar yaşanabilmektedir. Cerrahi girişimi nedeniyle hareket kısıtlılığı, fonksiyon, organ kaybı olan yaşlı hastalarda depresif duygu durum görülebilmektedir. Bu durum yaşlı hastaların yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Enürezis: İdrar ve gaita kaçırma da önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır (%3.7-26). Yaşla birlikte sıklığı artmaktadır. Genellikle hekimler tarafından sorgulaması yapılmamakta, hasta tarafından da utanma, yaşlılığın normal seyri, tedavi olamayacak olması nedeniyle gizlenmektedir. Oysa sosyal, fiziksel ve hijyenik boyutu nedeniyle yaşam kalitesini belirgin olarak etkilemektedir. Hem hasta hem de bakıcılarında, depresif belirti ve bulgulara da yol açtığı bilinmektedir. İdrar kaçırması olan kişilerin daha depresif oldukları ve sağlık algılamalarının kötü olduğu görülmüştür. Çalışmalarda, yaşlı hastaların sadece %40 hastanın tedavi edici veya koruyucu önlem yöntem aldığı belirtilmektedir. Ağız sağlığı: Kişilerin fizyolojik ve fonksiyonel olarak iyi hissetmeleri açısından önemlidir. Çok ilaç kullanan yaşlı kişiler ağız sağlığı açısından sorun yaşamaktadırlar. Sistemik hastalıklar ve kullanılan ilaçlar oral fonksiyonları etkilemektedir. Hastalıklardan kaynaklanan olası fiziksel kısıtlılıklar ve hastaneye yatış yaşlı kişilerin ağız sağlığı konusundaki duyarlılığını ve kendine bakım kapasitesini etkiler ve böylece ağız hijyeni olumsuz etkilenir. Bu nedenle hastane bakımı çok önem taşımaktadır. Ağız sağlığı, tahmin edilenden daha fazla günlük hayatı etkilemektedir. Geride kalan diş sayısının azalmasının ve ağız kuruluğunun yaşam kalitesi ile ilişkili olduğu belirtilmektedir. Ağız bakımı, kişinin kendini iyi hissetmesi ve yaşam memnuniyeti ile ilişkili olup, yaşam kalitesi ağız bakımı ve diş tedavisi için geçerli sonuç göstergesi olarak tanımlanmaktadır. İşitme ve görme kaybı: yaşlılarda yaşam kalitesini etkileyen faktörler arasında sayılmaktadır. İşitme kaybı ile aslında diğer sistemlerdeki problemlerin ilişkili göstergesi olabilmektedir. Buna bağlı iletişim problemleri ve sosyal ortamlara girişte zorluklar yaşanması nedeniyle yaşlı hastaların yaşam kaliteleri etkilenmektedir. Yaşlı hastaya bakım veren hemşirelerin bu kayıpları dikkate alarak uygun sözlü ve sözsüz iletişim yöntemlerini kullanmaları (yaşlının görebileceği mesafede durarak, uygun ses tonuyla konuşma vb.) ve duyu kayıplarına bağlı travma riskine karşı önlem almaları gerekmektedir. Yaşlılarda kullanılan yaşam kalitesi ölçekleri Yaşlı nüfus içinde risk taşıyanları bulmak ve onlara yönelik hedef girişimler geliştirebilmek amacıyla, yaşam kalitesi değerlendirmeleri giderek daha fazla kullanılmaktadır, fakat değerlendirme araçlarının eksikliği nedeniyle yaşam kalitesini değerlendirmek pek kolay olmamaktadır. Genel amaçlı (jenerik) ölçekler, yaşlıların yaşam kalitelerini değerlendirmede özellikle önem taşır, çünkü bu yaş grubundaki bireylerin çoğunun yaşamlarında sağlığa ve toplumsal duruma ilişkin birden fazla problem vardır. Brown ve arkadaşları (1994), yaşlılıkta 64 yaşam kalitesini etkileyen faktörler arasında ilk üç sırayı toplumsal faaliyetler, boş zaman faaliyetleri ve sağlığın aldığını göstermiştir. WHOQOLOLD Çek Cumhuriyeti merkezi verileri, yaşlıların yaşam kalitesini etkileyen en önemli faktörün depresif duygudurum olduğunu göstermiştir. Molzahn ve Gail tarafından yapılmış bir çalışmada, ileri yaşta yaşam kalitesinin altında yatan kavramsal faktörlerin sağlık, mali durum ve yaşamın anlamı olduğu gösterilmiştir. Hasta tarafından bildirilen sağlık üzerine odaklanmanın sonucu olarak pek çok ölçek geliştirilmiştir ve çeşitli sağlık ve hastalık durumları için seçilmiş ölçekler bulunmaktadır. Hasta tarafından bildirilen sağlık ölçekleri iki kategoride sınıflandırılmaktadır: jenerik ve spesifik. Jenerik ölçekler yaş, hastalık veya tedaviye spesifik değildir, hem hasta hem de genel popülasyon ile ilgili SYK’nın çok yönlü kavramlarını kapsamaktadır. Bu nedenle her iki popülasyonda da uygulanabilir. Popülasyon temelli normal değerler hesaplandığından genel popülasyon ve spesifik hastalık gruplarından elde edilen verilerin yorumlanmabilkmektedir. Spesifik ölçekler özel bir hastalığa (diyabet gibi), hasta popülasyonuna (yaşlılar gibi), spesifik bir probleme (ağrı gibi) veya tanımlanmış bir fonksiyona (günlük yaşam aktiviteleri gibi) spesifik olabilir. Hastalık spesifik ölçekler içeriğinin spesifik olması nedeniyle daha fazla klinik uygulamaya sahiptir ve duruma spesifik değişikliklere artmış duyarlılık ile ilişkilidir. Jenerik ölçeklerin geniş içeriği spesifik ölçeklerle elde edilemeyen tedavi yan etkilerini ve eşlik eden bulguların saptanmasını sağlamaktadır. Bu nedenle bu ölçekler tedavi etkinliği belirsiz olan yeni sağlık bakım teknolojilerinin etkisini değerlendirmede yararlıdır. Ancak, geniş içerik küçük ancak önemli değişikliklere duyarlılığı azaltabilmektedir. Bu nedenle sağlık son durum değerlendirmelerinde jenerik ve spesifik ölçeklerin birlikte kullanılması önerilmaktedir. Yaşlı bireylerde uygulanacak ölçeklerin, güvenilir ve detaylı bilgi saptanması için güvenilirlik, geçerlilik, tekrarlanabilirlik, duyarlılık, kabul edilebilirlik, doğruluk ve uygulanabilirlik özelliklerine sahip olması gerekmektedir. Uygulanan ölçek o popülasyon için geliştirilmemiş ise tavan ve taban etkilerinin ortaya çıkma olasılığı yüksektir. İstatistiksel değerlendirmede tavan ve taban seviyelerde yoğunlaşan skorlar, yüksek ve düşük skoru olan katılımcılar arasındaki klinik farklılıkları belirlemeyi azaltmakta ve yaşam kalitesini doğru bir şekilde yansıtmamaktadır. Tavan ve taban aralığı küçük olan çalışmalarda, hastalığın veya tedavilerin etkilerini doğru bir şekilde değerlendirmek için hastalığa spesifik ölçümler de uygulanması önerilmektedir. Yaşlılarda yaşam kalitesini yaşlılara spesifik ölçeklerle değerlendiren 46 çalışmanın incelendiği bir derlemede 18 ölçeğin kullanıldığı saptanmış ve OARS Çok boyutlu Fonksiyonel Değerlendirme Anketi (OARS Multidimensional Functional Assessment Questionnaire; OMFAQ), Philadelphia Geriatrik Merkezi Çok seviyeli Değerlendirme Aracı (Philadelphia Geriatric Centre Multilevel Assessment Instrument; PGCMAI), Yaşam Kalitesi Profili-Yaşlı Sürümü (Quality of Life Profile- Seniors Version; QOLPSV) ve Yaşamın Kişisel Değerlendirilmesi Anketi’nin (Self-evaluation of Life Function Scale) geçerlilik, güvenirlik ve değişime duyarlılık açısından daha iyi kanıt düzeylerine sahip oldukları gözlenmiştir. Bunlardan farklı olarak ileri yaş grubu için kullanılabilecek diğer ölçeklerin; Araçsal Gündelik Yaşam Faaliyetleri (Instrumental Activities of Daily Living = IADL), Bedensel Kendini Sürdürme Ölçeği (Physical Self-Maintenance Scale) ve Londra Engelli Ölçeği (London Handicap Scale = LHS), Geriatrik Depresyon Ölçeği ( GDS) olduğu belirtilmektedir. WHOQOL Grubu tarafından bu gereksinimden yola çıkarak 22 ülkede eşzamanlı bir yaklaşım kullanarak yaşlılar için WHOQOL’un yaşlı modülü olanWHOQOL-OLD modülü geliştirilmiş ve ölçeğin Türkçe geçerlilik ve güvenilirliği eser ve ark ( 2010) tarafından yapılmıştır. 60 yaş ve üzeri kişilerde yaşam kalitesini jenerik ölçeklerle değerlendiren çalışmaların incelendiği bir derlemede güvenilirlik, geçerlilik ve değişime duyarlılık açısından Kısa Form36 (KF-36), Euro-QOL 5D (EQ-5D) ve Nothingam Sağlık Profili’nin güçlü kanıtlara sahip 65 oldukları saptanmıştır. KF-36; SYK’nın geniş ve kapsamlı olarak değerlendirilmesinin gerekli olduğu durumlarda önerilirken, EQ-5D; ise sağlık durumunun daha kısa ve özet olarak değerlendirilmesinin gerekli olduğu durumlarda önerilmiştir KAYNAKLAR 1. Bailes, B.K.(2000). Perioperative Care Of The E1derly Surgical Patient, AORN Journal, 72(2): 186207. 2. Browne JP, Boyle CA, McGee HM ve ark. (1994) Individual Quality Of Life İn The Healthy Elderly. Quality of Life Research, 3:235–244. 3. Dharmarajan, T.S., Unnikrishnan, D., Dharmarajan, L.(2003). Perioperative Medical Management. In: Dharmarajan TS, Norman RA (Eds). Clinical Geriatrics. Boca Raton (FL): Parthenon Publishing Group,: 115-26. 4. Dragomirecká E, Bartonová J, Eisemann M ve ark. (2008) Demographic and psychosocial correlates of quality of life in the elderly from a cross-cultural perspective. Clin Psychol Psychother, 15(3):193204. 5. Erdil, F.(2002). Yaslıların Perioperatif Hemşirelik Bakımı, İn Geriatri 2002, Y.G. Kutsal, Editor. Hacettepe Üniversitesi Geriatrik Bilimler Araştırma Ve Uygulama Merkezi: Ankara. S: 138-149 6. Eser E, Eser SY, Özyurt BC ve ark. (2005) Perception of quality of life by a sample of Turkish older adults: WHOQOL-OLD project Turkish focus group results. Turkish Journal of Geriatrics, 8(4): 169183. 7. Eser S,Saatlı G, Eser E, Baydur H, Fidaner C (2010), Yaşlılar İçin Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Modülü Whoqol-Old: Türkiye Alan Çalışması Türkçe Sürüm Geçerlilik Ve Güvenilirlik Sonuçları, Türk Psikiyatri Dergisi; 21(1): 37-48 8. Günaydın R. (2010), yaşlılarda yaşam kalitesinin değerlendirilmesi, Turkish Journal of Geriatrics; 13 (4): 278-284 9. Haywood KL, Garratt AM, Fitzpatrick R. Older people specific health status and quality of life: a structured review of selfassessed instruments. J Eval Clin Pract 2005;11:315-27. 10. Haywood KL, Garratt AM, Schmidt LJ, Mackintosh AE, Fitzpatrick R. Health status and quality of life in older people: a structured review of patient-reported health instruments report from the patientreported health instruments group to the department of health, 2004. (http://phi.uhce.ox.ac.uk). Erişim: 21.02.2012. 11. Heitkemper, M.M. (2004). Older Adults. İn : Lewis MS, Meitkemper MM, Dirksen RS Eds. Medical Surgical Nursing Assesment And Manegemenl Of Clinical Prolems. Vol 2 6lh Ed. Mosby, 58-80. 12. Hepaguslar, H., Elar, Z. (2003),. Geriyatrik Olgularda Genel Veya Rejyonel Anestezi Seçimi. Türkiye Klinikleri J Anestezi Ve Reanimasyon, (1):41-5. 13. Kuyumcu, A., Polat Düzgün, A., Uzun, S., Özmen, M., Coşkun, F., Besler, T. (2003). Major Abdomınal Cerrahi Geçiren Hastalarda Preoperatif Nutrisyonel Değerlendirme: İleri Yaş Radikal Cerrahiye Engel Midir?, Geriatri Dergisi, 6 (4): 128-134. 14. Leung, J., Dzankic, S.(2001). Relative İmportance Of Pre-Operative Healthstatus Versus İntraoperative Factors İn Predicting Post-Operative Adverse Outcomes İn Geriatric Surgical Patients. J Am Geriatr Soc; 49: 1080-5. 15. Lewis, M.C., Nevo I., Paniaqua M.A., Ben Ari, A., Pretto, E. Et Al. (2007), Uncomplicated General Anaesthesia İn The Elderly Results İn Cognitive Decline: Does Cognitive Decline Predict Morbidity And Mortality? Medical Hypothesis, (68): 484-492. 16. Li, G., Warner, M., Lang, B.H., Huang, L., Sun, L.S.(2009). Epidemiology Of Anesthesia-Related Mortality İn The United States, 1999-2005. Anesthesiology; 110: 759-65. 17. Liu, L. L., Leung, J. M. (2007). Perioperative Complications İn Elderly Patients. Syllabus On Geriatric Anesthesiology [Cited 2007 05/07]; Available From: http://www.asahq.org/clinical/ geriatrics/perio_comp.htm. Erirşim Tarihi: 18.10.2009. 18. Mayir, B., Altınel, Ö., Özerhan, İ.H., Ersöz, N., Harlak, A., Kılbaş, Z., Çolak, T., Erdoğan, O. (2010). Yaşlı Hastalarda Cerrahi Sonrası Mortaliteye Etki Eden Faktörler, Anatololian Journal Clinical Investigation, 4(1):32-35. 19. Meek, R.(2000). Surgery And The Older Person. İn : Manley K, Bellman L Eds. Surgical Nursing Advcmcıng Practıce. Haurcourt Publishers Limited, 204-221. 20. Molzahn AE, Gail L (2007) Predictors of Quality of Life in Old Age: A Cross-Validation Study. Research in Nursing & Health, 30, 141–150. 21. Oruç, M. T., Uzun, S., Salyam, B., Karakahya, M. ve ark ( 2004). İleri yaşta acil ve elektif şartlarda cerrahi tedavi, Türk Geriatri Dergisi 7 (1): 37-40. 66 22. Özer, S. (2004). Sık Rastlanan Psikiyatrik Sorunlar Yaşlılıkta Kaliteli Yaşam. Hacettepe Üniversitesi Geriatrik Bilimler Araştırma Ve Uygulama Merkezi, Bölüm:9. 23. Öztürk, L.,Erkılıç, E., Dal, H.,Gümüş, T., Kanbak, O.(2010). Altmış Beş Yaş Ve Üzeri Ameliyat Olan Hastalarda Cerrahi Bölüm Ve Anestezi Yöntemlerinin İncelenmesi, http://www.akadgeriatri.org/managete/fu_folder/2010-01/html/2010-2-1-040-044.htm, Erişim Tarihi: 05.07.2010. 24. Palmer, M.A. (1990). Care Ofthe Older Surgica Lpatient. İn : Eliopoulos C. Ed. Caring For The Elderly İn Diverse Care Settings. Lippincott Company, P: 350-366. 25. Türkiye Nüfus Ve Sağlık Araştırması - TNSA (2008). H.Ü Nüfus Etütleri Enstitüsü Ve T.C Sağlık Bakanlığı Aile Çocuk Sağlığı Ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü Ortak Yayını, Ankara. 26. Udelnow, A., Leinung S., Schreiter D. Et Al.(2005). Impact Of Age On İn-Hospital Mortality Of Surgical Patients İn A German University Hospital. Archives Of Gerontology And Geriatrics, (41): P. 281-288. 27. World Health Organization-(WHO): (2008). Definition Of An Older Or Elderly Person. Health Statistics And Health Information Systems 2008 [Cited 2008 05/09]; Available From: http://www.who.int/ healthinfo/survey/ageingdefnolder/en/ Erişim tarihi: 11.01.2011. 28. World Health Organization-(WHO): (2008). Definition Of An Older Or Elderly Person. Health Statistics And Health Information Systems 2008 [Cited 2008 05/09]; Available From: http://www.who.int/ healthinfo/survey/ageingdefnolder/en/ Erişim tarihi: 11.01.2011. 67 ÜROLOJİDE YAŞAM KALİTESİ Yük. Hemş. Zeynep DEMİRAY Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji ABD Üroloji; idrar oluşumunun başladığı böbrekten idrar atılımının son bulduğu üretraya kadar tüm üriner sistem ve erkek cinsel sisteminin patolojilerini inceleyen cerrahi bir bilim dalıdır. Hem ilgi alanındaki hastalıkların çeşitliliği hem de uygulanan cerrahi tekniklerin çeşitliliği hastaların yaşam kalitelerini çok farklı şekillerde etkileyebilmektedir.Ürolojide yaşam kalitesi değerlendirilmesinin kullanımı, 1991 yılında Paris’te yapılan Uluslararası Karar Toplantısı’nda(International Consensus Conference) benign prostat hipertrofili hastaların yakınmalarının değerlendirilmesinde hastanın yaşam kalitesinin de ölçülmesinin önerilmesiyle başlamıştır(1). Akut üriner sistem enfeksiyonlarında, cinsel fonksiyon bozukluklarında, üriner inkontinans ve nöro-ürolojik hastalıklarda sıklıkla yaşam kalitesi sorgulanmakta ve yaşam kalitesi ile ilgili araştırmalar yapılmaktadır.Ayrıca üro-onkolojik cerrahiler sonrası hastalarda gelişen sorunlar (inkontinans, erektil disfonksiyon,stomalı yaşam vb) hastaların yaşam kalitelerini oldukça etkilemekte ve bu konu üzerinde de ciddi araştırmalar yapılmaktadır. Ürolojik hastalıkların yaşam kalitesini değerlendirmede genel sağlık parametrelerini değerlendirmek için kısa form-36(SF-36) kullanılmaktadır.Üroonkolojik hastalıkların değerlendirilmesinde birçok ölçek kullanımakla birlikte genellikle EORTC QLQ-C (European Organization of Research and Treatment Cancer Quality of Life Questionnaire) kullanılmaktadır. Hastalığa özgü ölçeklere örnek olarak ise prostat kanseri için EORTC QLQ-PR25, mesane kanseri için ise QLQ-BLS24 VE QLQ-BLM30 verilebilir. Ürolojide Yaşam Kalitesini Etkileyen Bazı Hastalıklar Benign hastalıklar Benign prostat hipertrofisi Üriner sistem enfeksiyonları Stressürinerinkontinans Aşırı aktif mesane Erektildisfonksiyon Üroonkolojik hastalıklar Prostat kanseri Mesane kanseri Testis kanseri ÜrinerSistem Enfeksiyonları:Üriner sistem enfeksiyonları neonatal dönem dışında kadınlarda erkeklere göre daha sık görülmektedir. Seksüel geçişli olmayan üriner sistem enfeksiyonlarına bir yılda yaklaşık bir milyar kadının yakalandığı bilinmektedir(2). Görüldüğü gibi bu hastalıklar hem oldukça sık ve tekrarlayıcı hem de hasta açısından morbid hatta mortal seyredebilen hastalıklardır. Non-komplike alt üriner sistem enfeksiyonu yada kısaca sistit olarak bilinen hastalık; dizüri, pollaküri ve hematüri gibi hastayı oldukça rahatsız edebilecek semptomlarla ortaya 68 çıkar. Ellis ve Verma’nın Kısa form-36(SF-36) ölçeğini kullanarak 47 üriner sistem enfeksiyonlu kadın hastayı 71 sağlıklı kadın ile karşılaştırdığı çalışmada genel sağlık değerlendirmesi, sağlığa bağlı yaşam rolünde kısıtlama, emosyonel durum, emsoyonel iyilik hali, ağrı ve sosyal fonksiyonlarda anlamlı bir bozulma saptanmıştır(3). Sonuç olarak üriner sistem enfeksiyonları hastaların yaşam kalitelerin etkileyen ve etkin tedavi gerektiren hastalıklardır. Ürinerİnkontinans:İdrar kaçırma hem hastaların hem de hasta yakınlarının yaşamını fiziksel, psikolojik, sosyal ve hijyenik olarak etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. Kocak ve arkadaşlarının 2005te yaptıkları bir çalışmada idrar kaçırması olan hastaların %10-22’sinde yaşam kalitesinde orta veya ciddi düzeyde bozulma olduğu gösterilmiştir (4). SF-36 ölçeği kullanılarak yapılan romatoid artritli ve ürinerin kontinanslı hastaların karşılaştırıldığı Johannesson ve arkadaşlarının bir çalışmasında (1997)fiziksel fonksiyon ve rol, ağrı yakınması ve genel sağlık alanlarında üriner inkontinansı olan hastalarda romatoidartritli hastalar göre yaşam kalitesinin daha kötü olduğu belirlenmiştir(5). Üriner inkontinans kendi içinde stres, urge(aciliyet) ve mikst tip olarak üçe ayrılmaktadır. Bu üç grup incelendiğinde ise urge ve mikst tip inkontinansta stres inkontinansa göre yaşam kalitesinin daha fazla bozulduğu gösterilmiştir(6).Günlük yaşantıyı bu kadar etkileyen inkontinansın cerrahi tedavisinde vajinal sling(askı) ameliyatları, mesane kası içine botulinum toksin enjeksiyonları, nöromodülasyon, augmentasyon sistoplasti gibi birçok operasyon uygulanmaktadır. Benign Prostat Hipertrofisi:Benign prostat hipertrofisi (BPH) temel olarak prostat bezinde büyüme, idrar akım hızında azalma ve bunların yarattığı alt üriner sistem semptomlarının(AÜSS) varlığı olarak tanımlanmaktadır. Uzayan yaşam beklentisi ile birlikte toplumdaki BPH hastası erkek sayısı giderek artmakta ve bu hastaların tedavisi önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bu hastalar AÜSS şikayetleri ile üroloğa başvurmaktadırlar ve bu hastaların büyük çoğunluğunun yaşam kalitesi olumsuz etkilenmektedir(7). SF-36 kullanılan bir çalışmada; AÜSS ile yaşam kalitesi arasındaki ilişki gösterilmiştir(8). Yine Aki ve arkadaşlarının(2003) yaptığı ülkemizde BPH prevalansı için yaşam kalitesi etkilenen birey oranı %12-19 arasında tespit edilmiş; orta ve ciddi semptomatik bireylerde ise bu oran %55 ve %78 olarak saptanmıştır(9). Prostat cerrahisinin sonuçları üzerine Bruskewitz ve arkadaşlarının(1997) yaptıkları bir çalışmada; başarıyı belirlemede semptomlardan kaynaklanan rahatsızlık düzeyinin azalmasının semptomların derecesindeki azalmadan daha anlamlı olduğu gösterilmiş(10). Medikal tedavi seçeneklerin genişlemesiyle son yıllarda orta derecede semptomatik bireylere yapılan cerrahi sayısında azalma mevcuttur. Yaşam kalitesi anketlerinin tedaviyi değerlendirmede kullanılması bu durumun nedenlerinden biridir. Çünkü yaşam kalitesi açısından prostatın küçülmesi yada akım hızının artması değil, semptomların verdiği rahatsızlığın azalması daha önemlidir. Literatürde farklı medikal tedavilerle BPH’lı hastalarda yaşam kalitesinde anlamlı düzelme tespit edilmiştir(11). Diğer birçok hastalıkta eşlerin de yaşam kalitesinin etkilendiğinin gösterilmesi üzerine;BPH’lı hastaların eşleri de yaşam kalitesi açısından incelenmiştir. Sells ve MacDonagh’ın geliştirdiği ölçekle değerlendirilen eşlerin %71’i kanser riskinden, %69’u ameliyat olma riskinden korkmaktadır . Yine aynı çalışmada hastaların semptom düzeyleri ile eşlerin yaşam kaliteleri(SF-36 kullanılarak değerlendirilmiş) arasında anlamlı ilişki olduğu 69 gösterilmiş. BPH yol açtığı yakınmalar, cinsel fonksiyon bozuklukları, kanser ve ameliyat olma olasılığının neden olduğu korkuya bağlı olarak hem hastalarda hem de eşlerde yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir(12). Prostat Kanseri:Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen kanser olup, kansere bağlı ölümlerde ikinci sırada yer almaktadır. Lokalize prostat kanseri için tedavi seçenekleri beklegör, cerrahi, radyoterapi veya brakiterapi iken;metastatik hastalık için hormonoterapi ve kemoterapi seçenekleri bulunmaktadır. Sayılan bütün bu tedaviler yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Öyle ki bekle-gör tedavisi de kanserle yaşamanın verdiği korku nedeniyle yaşam kalitesini düşürmektedir. Litwin ve arkadaşlarının (1995) yaptığı bir çalışmada; beklegör seçeneği ile radikal prostatektomi veya radyoterapi arasında anlamlı fark izlenmemiştir(13). Cerrahi ve radyoterapinin yan etkileri arasında cinsel sağlıkta bozulma, işeme fonksiyonlarında bozulma(stres veya urge inkontinans,üretral darlıklar), bağırsak problemleri sayılabilir. Karşılaştırmalı çalışmaların çoğunda lokalize prostat kanseri tedavisindeki küratif yöntemlerin arasında yaşam kalitesi açısından anlamlı fark saptanmamıştır(14).Davis ve arkadaşlarının 2001 yılında 528 hasta üzerinde yaptığı bir çalışmada; cerrahi ve brakiterapi arasında anlamlı fark izlenmezken,radyoterapi alan hastaların yaşam kalitesinin daha kötü etkilendiği gösterilmiştir(15). Metastatik hastalıkta küratif tedavi seçeneği bulunmamakla birlikte palyatif olarak hormonoterapi; hormona direnç gelişen hastalarda kemoterapi seçenekleri bulunmaktadır. Metastatik hastalıkta özellikle kemik metastazlarına bağlı fiziksel aktivite kısıtlılığı ve ağrı hastaların yaşam kalitelerini olumsuz etkilemektedir. Yine hormonoterapiye bağlı gelişen kas güçsüzlükleri, cinsel yaşamda bozulma gibi yan etkilerde yaşam kalitesini etkilemektedir. Cerrahi (bilateral orşiektomi) ve medikal kastrasyon(LHRH analogları ve anti-androjenler) seçenekleri arasında yaşam kalitesi açısından anlamlı fark izlenmemiştir(16). Hormona direnç geliştiren hastalarda direnç gelişmeyen gruba göre yaşam kalitesinin daha kötü olduğu gösterilmiştir (17). Prostat kanseri ile yaşam kalitesi arasındaki bir diğer ilginç bulgu hasta eşleri ile olan etkileşimidir. Kornbilth ve arkadaşları (1994) hem hasta hem de eşlerin yaşam kalitelerini değerlendirmiş ve hastalığın ilerlediği dönemlerde eşlerin de yaşam kalitelerinin hastalığa paralel olarak bozulduğunu göstermiştir(18). Mesane Kanseri:Mesane kanseri üriner sistemi etkileyen en sık kanserdir. Kanser mesanede yaptığı invazyona göre kasa invaziv olmayan ve invaziv mesane tümörü olarak ikiye ayrılır. Hastalığın %60-70’i kasa invaziv olmayan mesane tümörleri olarak görülür. Yaşam kalitesi çalışmaları da bu iki başlık altında incelenir. Kasa invaziv olmayan mesane tümörlerinde yaşam kalitesini etkileyen en önemli faktörler tanı ve tedavi için gereken girişimlerdir. Tanı için yapılan sistoskopik inceleme, hem patolojik tanı hem de tedavi için yapılan transüretral rezeksiyon, takipler için yapılan düzenli sistoskopiler ve tedavi amaçlı yapılan intravezikal immunoterapiler ve kemoterapiler hastaların yaşam kalitesini etkilemektedir. Takip için yapılan düzenli sistoskopiler hastalarda önemli düzeyde ağrıya yol açmakta ve tekrarlayan girişimler sırasında hastaların ağrılarında azalma olmamaktadır(19). Yine Schover ve arkadaşlarının (1986) yaptıkları çalışmada sistsokopilere bağlı olarak penil kurvatür gelişimi ve ağrılı koitus rapor edilmiştir (20). İntravezikal immunoterapi olarak uygulanan Bacillus Calmette-Guerin(BCG); işlem sonrası hematüri, dizüri ve AÜSS gibi şikayetlere neden olmakta ve cinsel fonksiyon bozukluğuna 70 yol açmaktadır(21,22).Kasa invaziv olmayan mesane tümörleri için uygulanan tüm bu girişimlere rağmen hastaların yaşam kalitesi orta düzeyde etkilenmektedir. Kasa invaziv mesane tümörlerinde tedavi seçeneklerinin daha radikal olması sebebiyle bu hastaların yaşam kaliteleri kasa invaziv olmayan mesane tümörlerine göre daha fazla etkilenmektedir. Radikal sistektomi sonrası hastaya uygulanacak mesane rekonstrüksiyonları(ileal kondüit, kontinan diversiyonlar ve ortotopik diversiyon) arasında yaşam kalitesi açısından anlamlı fark izlenmemektedir(23,24).Radikal sistektomi ve üriner diversiyon sonrası görülen en sık problemler işeme fonksiyon bozuklukları, stoma bakımı, cinsel fonksiyon bozuklukları ve kadın hastalarda emosyonel bozukluklardır. Radikal sistektomi ve radyoterapinin karşılaştırıldığı bir çalışmada kısa dönemde yaşam kalitesi açısından radyoterapinin daha iyi olduğu, ancak uzun dönem(18 ay) takipler sonucunda arada anlamlı fark olmadığı tespit edilmiştir (25).Von der Maase ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada (2000); yaşam kalitesi açısından verilen kemoterapi rejimleri arasında anlamlı fark olmadığı gösterilmiştir(26). Testis Kanseri:Testis tümör 15-35 yaş arası erkeklerde en sık görülen kanserdir. Testis kanseri tedavisinde ilk tedavi basamağı radikal orşiektomidir ve hastanın yaşam kalitesindeki azalma testisin alınmasının getirdiği emosyonel fonksiyon bozukluğu ile başlamaktadır (27). Radikal orşiektomi sonrası yaşam kalitesini etkileyen en önemli faktörler nüks gelişme ve ölüm korkusu olarak belirlenmiştir(28). Cinsel yaşam, fertilite ve endokrin bozukluklar yaşam kalitesini etkileyen diğer faktörlerdir. Kemoterapi, radyoterapi ve izlem seçeneklerinin yaşam kalitesi üzerine etkisini inceleyen Arai ve arkadaşlarının (1996) yaptıkları bir çalışmada kemoterapide fiziksel fonksiyonlarda anlamlı azalma, izlemde ise yaşamdan doyum düzeyi daha düşük saptanmıştır(29). Böbrek Kanseri:Ultrasonografinin rutin kullanıma girmesiyle birlikte farklı şikayetlerle başvuran hastalarda böbrek tümörü tanısı konulması, böbrek tümörü insidansını arttırmıştır. Lokalize böbrek tümörlerinde tedavi seçenekleri açık veya laparaskopikparsiyel yada radikal nefrektomidir. Metastatik hastalıkta ise immunokemoterapiler kullanılmaktadır. Yapılan az miktardaki çalışmada parsiyel nefrektominin yaşam kalitesi açısından radikal nefrektomiye üstün olduğu gösterilmiştir (30,31). Yine Poulakis ve arkadaşlarının (2003) yaptıkları bir çalışmada radikal nefrektomi uygulanan grupta ağrı ve yorgunluk şikayetlerinin parsiyel nefrektomi uygulanan gruba göre daha fazla olduğu gösterilmiştir (32).Metastatik hastalık için değişik tedavi seçenekleri olmasına rağmen yaşam kalitesi ile ilgili olarak yeterli çalışma yoktur ve bu konu ile ilgili araştırmalara gereksinim vardır. Sonuç olarak; ürolojik hastalıkların toplumda görülme sıkılığı oldukça fazladır ve yine bu hastalıklar çok geniş bir tedavi spektrumuna sahiptir. Son yıllarda ürolojide yaşam kalitesi önemli bir konu haline gelmiş ve literatürde hem benign hem üro-onkolojik hastalıklarla ilgili olarak yeni bir çok yayın yerini almıştır. Bu hastalıkların kendilerinin, medikal ve cerrahi tedavilerinin, kısa ve uzun dönem sonuçlarının yaşam kalitesi üzerine etkilerinin araştırılması için daha geniş prospektif karşılaştırmalı çalışmalara ihtiyaç vardır. KAYNAKLAR 1. Meyhoff HH, Hald T, Nordling J, et al. A newpatientweightedsymptomscoresystem (Dan PSS 1). ScandJUrolNephrol(1993) 27:493-499 2.Reid G, Bruce AW. Urogenital infections in women: can probiotics help? Postgrad Med J. 2003;79:432. 3.Ellis AK, Verma S. Quality of life in women with urinary tract infections: is benign disease a misnomer? J Am Board FamPract. 2000;13:397. 71 4.Kocak I, Okyay P, Dündar M ve ark. Femaleurinaryincontinence in thewest of Turkey: Prevalence risk factorsandimpact on quality of life. EurUrol. 2005; 48:634-641. 5.Johannesson M, O'Connor RM, Kobelt- Nguyen G &Mattiasson A. Willingness to pay for reduced incontinence symptoms. British Journal of Urology 1997; 80:557-562. 6.Coyne KS, Zhou Z, Thompson C, et al. The impact on health-related quality of life of stress, urge and mixed urinary incontinence. BJU Int. 2003;92:731-735. 7.Doll HA, Black NA, Flood AB, et al. Patients- percieved health status before and up to 12 months after transurethral resection of the prostate for benign prostatic hypertrophy. Br J Urol 1993; 71:297-305. 8.Hunter DJ, Mckee M, Black NA, et al. Health status and quality oflife of British men with lower urinary tract symptoms: results from the SF-36. Urology 1995; 45:962-971. 9. Aki FT, Aygün C, Bilir N ve ark. Prevalence of low urinary tract symptoms in a community-based survey ofmen in Turkey.Int JUrol2003; 10:370. 10.Bruskewitz RC, Reda DJ, Wasson JH, et al. Testing to predict outcome after transurethral resection ofthe prostate. JUrol, 1997;157:1304. 11.Lukacs B, Grange J, McCarthy C, et al. Clinical uroselectivity: a 3-year follow-up in general practice. EurUrol 1998;33 [Suppl2]: 28-33. 12.Sells H, Donovan J, Ewings P, et al. The development and validation of a quality-of-life measure to assess partner morbidity in benign prostatic enlargement. BJUInt2000; 85:440-445 13.Litwin MS, Hays RD, Fink A, et al. Quality-of- life outcomes in men treated for localized prostate cancer. JAMA 1995; 273:129-135. 14.Penson DF, Litwin MS, AaronsonNK. Health related quality of life in men with prostate cancer. J Urol2003; 169:1653-1661. 15.Davis JW, Kuban DA, Lynch DF, et al. Quality of life after treatment for localized prostate cancer: differences based on treatment modality. J Urol 2001; 166:947 16.Litwin MS, ShpallAl, Dorey F, et al. Quality of life outcomes in long-term survivors of advanced prostate cancer. Am J ClinOncol 1998; 21: 327. 17.Curran D, Fossa S, AaronsonN, et al. Baseline quality of life of patients with advanced prostate cancer. European Organization for Research and Treatment of Cancer (EORTC), Genito-Urinary Tract Cancer Cooperative Group (GUT-CCG).Eur J Cancer 1997; 33:1809. 18.Komblith AB, Herr HW, Ofman US, et al. Quality of life of patients with prostate cancer and their spouses: the value of a data base in clinical care. Cancer 1994; 73:2791-2802. 19.Botteman MF, Pashos CL, Hauser RS, et al. Quality of life aspects of bladdercancer: A reviewoftheliterature. QualLifeRes 2003; 12:688 20.Schover LR, Evans R, vonEschenbach AC. Sexualrehabilitationandmaleradicalcystectomy. J Urol 1986; 136:10151017 21.Mack D and Frick J. Quality oflife in patients undergoing bacilleCalmette-Guerin therapy for superficial bladder cancer. Br JUrol 1996; 78:369371. 22.Schover LR. Sexuality and fertility in urologic cancer patients. Cancer 1987; 60(Suppl 3): 553558. 23.Fujisawa M, Isotani S, Gotoh A, et al. Healthrelatedquality of life withorthotopicneobladderversusilealconduitaccordingtothe SF-36 survey. Urology2000; 55: 862865 24.Kitamura H, Miyao N, Yanase M, et al. Quality oflife in patients having an ileal conduit, continent reservoir or orthotopicneobladder after cystectomy for bladder carcinoma. IntJUrol 1999; 6:393399. 25. Mommsen S, JakobsenA, Sell A. Quality oflife in patients with advanced bladder cancer. A randomized study comparing cystectomy and irradiation the Danish Bladder Cancer Study Group(DAVECA protocol 8201). Scand J UrolNephrolSuppl 1989; 125:115120. 26.Von der Maase H, Hansen SW, Roberts JT, et al. Gemcitabineandcisplatinversusmethotrexate, vinblastine, doxorubicin, andcisplatin in advancedormetastaticbladdercancer: Results of a large, randomized, multinational, multicenter, phase III study. J ClinOncol 2000; 18:30683077 27.Rieker PP, Edbril SD, Gamick MB. Curative testis cancer therapy: psychosocial sequelae. J ClinOncol 1985; 3:1117-1126. 28. YoungBJ, Bultz BD, RussellJA, et al. Compliancewithfollow-up of patients treatedfornonseminomatoustesticularcancer. Br J Can 1991;64:606-608 29.Arai Y, KawakitaM, Hida S, et al. Psychosocial aspects in long-term survivors of testicular cancer. J Urol 1996; 155:578. 30.Shinohara N, Harabayashi T, Sato S, et al. Impact ofnephron-sparing surgery on quality oflife in patients with localized renal cell carcinoma. Eur Urol2001;39:119. 31.ClarkPE, Schover LR, Uzzo RG, et al. Quality of life and psychological adaptation after surgical treatment for localized renal cell carcinoma: impact of the amount of remaining renal tissue. Urology 2001; 57:256. 32Poulakis V,Witzsch U, de Vries R, et al. Quality oflife after surgery for localized renal cell carcinoma: comparison between radical nephrectomy and nephron-sparing surgery. Urology 2003; 62:820. 72 PLASTİK CERRAHİSİ UYGULAMALARINDA YAŞAM KALİTESİ Yard. Doç. Dr. Özlem BİLİK DEÜ Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AD Geçmişten günümüze estetik, güzellik, iyi görünme gibi kavramlar bireylerin sağlığı algısından yaşam kalitesine, maneviyattan sanat anlayışına, gereksinimlerin karşılanmasından ürün satışlarına kadar toplumsal yapının pek çok alanını etkilemeyi başarmıştır. İnsanoğlu yalnızca bedensel ve ruhsal açıdan değil, dış görünüşleriyle de kendilerini iyi hissetmek istemektedir. Günümüzde birçok kişi fiziksel açıdan nasıl göründüğü ile yakından ilgilenmekte, beden algısı bireyin yaşamını doğrudan etkilemektedir. Bundan dolayı beden algısında ortaya çıkan herhangi bir değişiklik yaşamda çeşitli kayıplara yol açmaktadır. Beden algısı; bireyin bedenini ve bedenine ilişkin bütün duyumları zihninde canlandırmasıdır. Bebeklikten itibaren gelişen bu kavram yaşam döngüsünün her basamağında varlığını sürdürür. Kişinin bedeninde ya da dış görünüşünde herhangi bir fonksiyon kaybı ve şekil bozukluğu oluştuğunda beden algısı bireysel özelliklere göre değişen düzeyde bozulabilir. Bu değişim bireyin tüm yaşantısını etkileyerek iş, statü ve rol kaybına neden olabilir (Yıldız 2009). Bir aktrist ya da aktörün yüzünde oluşan bir kesinin, bedeni yanan bir çocuğun, el parmakları kopan bir terzinin, ayak bileği yaralanan bir balerinin fiziksel sağlığının yanısıra beden algısının nasıl olabileceğini gözönüne aldığımızda yaşam kalitesinin etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu görülür. Çünkü yaşanılan bu fonksiyonel kayıplar özgüven, benlik saygısı ve beden imajının zedelenmesine yol açabileceği gibi; bireyin psikolojisi, iş ve sosyal yaşantısına da etki etmektedir. Bundan dolayı vücudun birçok bölgesinde uygulanan plastik ve rekonstruktif cerrahi ameliyatları bireylerin yaşam kalitesini olumlu yönde etkiler. Yaşam kalitesi, bir kişinin görünürdeki fiziksel ve zihinsel zindelik durumudur. Yaşamın ”iyi” olması, kişinin mutluluğu ve başkalarına bağımlı olmadan işlerini yaparak yaşamın keyfini çıkarması gibi birçok etmen yaşam kalitesine katkıda bulunabilir. Yaşam kalitesi yaşam doyumu, öznel iyi olma, mutluluk, işlevsel yeterlilik, sosyal iyilik bileşenlerden oluşmaktadır. Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi, hastalıklar ve hastalıkların tedavisiyle etkilenebilen durumlarla ilgilidir. Yaşam koşulları içinde elde edilebilecek kişisel doyumun düzeyini etkileyen hastalıklara ve günlük yaşamın fiziksel, ruhsal ve toplumsal etkilerine verilen kişisel tepkileri gösteren bir kavramdır. İçinde kültür, değer yargıları, kişinin konumu ve amaçları bulunur. Dünya Sağlık Örgütü’nün 1948’de sağlığı sadece hastalık ve sakatlığın olmaması değil; fiziksel, ruhsal ve sosyal iyilik olma hali olarak tanımlamasından sonra yaşam kalitesi konusu sağlık bakım uygulamalarında ve araştırmalarında önem kazanmaya başlamıştır (Güler 2006). Plastik ve rekonstruktif cerrahi ameliyatı olmak için başvuran bireylerin özellikleri çeşitlilik gösterebilir. Fonksiyonel bir yetersizliğin giderilmesinin yanısıra estetik bir görünüm kazanmak için de kişi ameliyat olmayı tercih edebilir. Ameliyat sonuçlarının yaşam kalitesinin önemli bileşenleri olan memnuniyetinin artmasını, bozulan beden algısının düzelmesini ve bireylerin kendilerinden hoşnut olmalarını sağladığı açıktır (Cynthia 2003). Ayaz’ın (2008) yaptığı araştırmada plastik ve rekonstrüktif cerrahi kliniğine daha çok beden algıları bozulan bireylerin ve kadınların başvurduğu saptanmıştır. Sosyal alanda ilk karşılaşmada özellikle yüz bölgesi önemli olduğundan bireylerin yaşam kalitelerini düzeltme adına birçok cerrahi girişim yapılmaktadır. Bunlar içinde göz 73 kapağı sarkmalarının ve gözaltı torbalarının giderilmesi; yüz, alın ve şakak germe ameliyatları; çene ve burun estetiği, kepçe kulak ameliyatları, yüzdeki nevüslerin alınması ya da yara izlerinin giderilmesi amacıyla yüz ve baş bölgesinde birçok estetik girişim bulunmaktadır. Bir organ fonksiyonunun düzeltilmesi amacıyla cilt kanserleri, göz kapağı tümörleri, çene tümörleri, iş ve trafik kazaları, kriminal olaylar gibi nedenlerle oluşan doku ve organ kayıplarında da plastik ve rekonstruktif cerrahi ameliyatları uygulanmaktadır. Yıldız’ın çalışmasında (2009) yüz bölgesinde uygulanan estetik ve rekonstrüktif cerrahi girişimlerin, bireyde beden algısı ve benlik saygısını olumlu yönde etkilediği, duygusal, sosyal ve ruhsal alandaki olumlu yansımaların bireyin özgüvenini ve yaşam kalitesini yükseltmede etkili olduğu belirlenmiştir. Meme hipertrofisi fonksiyonel açıdan yetersizliğe yol açmasının yanı sıra, özellikle de üst beden ağırlığı açısından değerlendirildiğinde bireyin vücuduna uygun olmaması nedeniyle yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Meme küçültme, semptomatik kadınlarda meme ağırlığını azaltmak amacıyla uygulanan cerrahi tedavidir. Meme hipertrofisi olan kadınlar gerek dinlenme anında gerekse egzersiz sırasında boyun, omuz, sırt ve meme ağrısından şikayet ederler. Chao, Memmel, Redding ve arkadaşlarının (2002) yaptıkları çalışmada meme hipertrofisi nedeniyle meme küçültme ameliyatı yapılan kadınların ağrı, fonksiyonel kapasite, kas gücü ve postur açısından ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası altıncı aydaki sonuçlarında istatistiksel açıdan anlamlı fark olduğunu belirlemiştir. Blomqvist ve Brandberg’in (2004) yaptığı çalışmada da üç yıllık izlem sonuçları kadınların yaşam kalitesinin geliştiğini göstermektedir. Bunun gibi daha birçok araştırma plastik ve rekonstruktif cerrahi ameliyatlarının kadının yaşam kalitesini olumlu yönde etkilediğine işaret etmektedir. Meme şekillendirici ameliyatlardan sonra memnuniyetin artmasında etkili olan önemli konulardan biri de hastanın ameliyat öncesi hazırlığıdır. Bu bağlamda hastanın eğitiminden sorumlu kişilerden biri de hemşiredir. Özellikle genç hastalarda kendilerinin istediğinden çok memenin bedene uygun olan büyüklüğü, şekli, simetrisi vb konularda eğitim verilerek gerçekçi olmayan beklentilerinin değiştirilmesi son derece önemlidir. Meme büyütme ameliyatlarında psikolojik gereksinimlerinin belirlenmesi ve yönetilmesi diğer önemli bir konudur (Crerand, Infield and Sarwer 2009). Meme kanseri kadın sağlığı açısından çok önemli bir sorundur. Kanser olmanın yanı sıra kadının memesini kaybetmesi, memeye yüklenilen anlam gereği kadının cinselliği ve cinsel yaşamının da bozulmasına neden olmaktadır. Meme kanserinin cerrahi yönetiminde daha az invaziv işlem uygulamaya yönelik eğilimin olması, kadınların yaşam kalitesini geliştirme adına atılmış adımlardır. Edsander-Nord, Brandberg ve Wickman’ın (2001) yaptığı çalışma ve daha birçoğu meme kanseri sonrası uygulanan cerrahi girişimlerin kadınların yaşam kalitesini geliştirdiğini göstermektedir. Yanıklar hem estetik kaygılara yol açabilen hem de kontraktürlere neden olduğu için fonksiyonel kayıp yaşatan yaralanmalardır. Ciddi yanıkların tedavi sürecinin uzun olması ve tekrarlı ameliyatlar gerektirmesi nedeniyle ruhsal sağlık, beden algısı ve yaşam kalitesi bozulmaktadır. Anzarut, Chen, Shankowsky ve Tredget’in (2005) masif yanık yaralanması olan hastalar ile yaptıkları çalışmada, Kısa Form-SF 36’nın birçok boyutunda yaşam kalitesinin iyi olduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada yaralanmanın olduğu zamandaki fiziksel yaşam kalitesini etkileyen faktörler arasında total tam kalınlıktaki yaralanmanın büyüklüğü ve yaşın olduğu; ayrıca yaralanma sonrası dönemdeki mental yaşam yaşam kalitesini el fonksiyonu ve hastanın algıladığı sosyal desteğin geliştirdiği saptanmıştır. Vücut şekillendirme ameliyatları içinde en sık yapılan ameliyatlardan olan liposakşın, abdominopasti veya her ikisinin kombine kullanıldığı lipoabdominoplasti ameliyatları bireylerin memnuniyetini arttırarak yaşam kalitesini doğrudan etkilemektedir. Bu ameliyatların uygulandığı hastalarla yapılan bir çalışmada hastaların %85.8’i özgüvenlerinin, %69.6’sı yaşam kalitelerinin geliştiğini belirtmiştir (Swanson 2012). 74 Hemşireler plastik ve rekonstruktif cerrahi uygulanan hastaların genel ameliyat öncesi ve sonrası bakımın yanısıra bozulan beden imajlarının düzelmesine yönelik girişimlerde bulunarak hastaların yaşam kalitesinin artmasına katkı sağlayabilirler. Hemşire hastanın ameliyat öncesi dönemi mümkün olduğunca rahat geçirmesini sağlamak için destek olmalıdır. Bu amaçla anksiyeteyi azaltma, özgüven ve beden imajını geliştirme girişimleri yararlıdır (Heddens 2003). Sonuç olarak plastik cerrahi uygulamaları ile insanların yaşamına dokunularak fizyolojik, psikolojik ve sosyal boyutlarda yaşam kalitesinin gelişmesi sağlanmaktadır. KAYNAKLAR Anzarut A, Chen M, Shankowsky H, Tredget EE, Quality-of-Life and Outcome Predictors following Massive Burn Injury Plastıc and Reconstructıve Surgery, September 1, 2005, Vol. 116, No. 3 / Massıve Burn Injur: 791-797 Ayaz S, Estetik ve Rekonstrüktif Cerrahi Hastalarında Beden Algısı, Turkish Medical Journal 2008, 2:24-29 Blomqvist L, Brandberg Y, (2004) Three-Year Follow-Up on Clinical Symptoms and Health-Related Quality of Life after Reduction Mammaplasty, Plastıc and Reconstructıve Surgery, 114: 49 Chao JD, Memmel HC, Redding JF, et al. Reduction Mammaplasty Is a Functional Operation, Improving Quality of Life in Symptomatic Women: A Prospective, Single-Center Breast Reduction Outcome Study, Plastıc and Reconstructıve Surgery, December 2002, Vol. 110, No. 7 / Reductıon Mammaplasty: 1644-1652 Crerand CE, Infield AL, Sarwer DB (2009) Psychological Considerations in Cosmetic Breast Augmentation, Plastic Surgical Nursing, 29, 1: 49-57 Cynthia F. Self-esteem and cosmetic surgery: Is there a relationshhip between the two? Plastic Surgical Nursing; Spring 2003; 23, 1: 21-24 Edsander-Nord Å, Brandberg Y and Wickman M. (2001) Quality of Life, Patients’ Satisfaction, and Aesthetic Outcome after Pedicled or Free TRAM Flap Breast Surgery, PLASTIC AND RECONSTRUCTIVE SURGERY, April 15 Güler D (2006) Mastalji, yaşam kalitesi ve depresyon, Sağlık Bakanlığı Şişli Etfal Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği, Uzmanlık Tezi, İstanbul Heddens CJ (2003) A review of breast contouring, Plastic Surgical Nursing; 23, 3: 115 Swanson E. (2012) Prospective Outcome Study of 360 patients Treated with Liposuction, Lipoabdominoplasty, and Abdominoplasty, Plastic and Reconstructive Surgery, 965-978 Yıldız T (2009) Yüz Bölgesinde Uygulanan Estetik ve Rekonstrüktif Cerrahinin Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi, Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yayınlanmamış DOKTORA TEZİ, İstanbul 75 BİLDİRİLER 76 AMELİYATHANE HEMŞİRELERİN AMELİYATLARIN BÜYÜKLÜĞÜNE GÖRE HARCADIKLARI ZAMANIN ANALİZİ Yıldırım SEVİNÇ, Sinan LEYLA Hisar Intercontınental Hospıtal / İSTANBUL ÖZET Amaç: Bu çalışma, ameliyathanede görev yapan hemşirelerin ameliyatların büyüklüğüne göre harcadıkları zamanı analiz etmek amacıyla yapılmıştır. Gereç Yöntem: Çalışma altı salonlu bir ameliyathanesi olan özel bir hastanede Kasım 2010Ocak 2011 tarihleri arasında kesitsel ve tanımlayıcı olarak gerçekleştirildi. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan gözlem formu ile 596 ameliyat incelenerek toplandı. Yapılan ameliyatlar, süreleri ve büyüklükleri dikkate alınarak beş tipe ayrıldı. Her ameliyat tipi için ameliyat öncesi ve sonrası yapılan işlemlerin neler olduğu belirlendi. Bu işlemlere ortalama ayrılan süre kronometre tutularak ölçüldü ve gözlem formuna kaydedildi. Toplanan veriler SPSS programında analiz edildi. Bulgular: Ameliyathane hemşiresi sayısının en yüksek kısmının aynı zamanda en yüksek sayıda ameliyatın gerçekleştiği Aralık 2010 (%36) döneminde görüldüğü saptandı. Operasyonların %51,3’ünün 0-1 saat arasında gerçekleşen sürede Tip 1 tanımında gerçekleştiği, operasyon türlerinden en fazla Koroner Arter By-Pass Greft (%14,6) yapıldığı, ameliyat öncesi hazırlıklar işlem süreleri toplamının en uzun 4. tipteki ameliyatlarda (154 dakika) olduğu ve ameliyat sonrası yapılan işlemler için işlem süreleri toplamı da yine aynı şekilde en uzun 4. tipteki ameliyatlarda (55 dakika) olduğu saptandı. Sonuç: Ameliyathane hemşirelerinin ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası yaptıkları işlemler için harcadıkları zamanın ameliyatların büyüklüğüne paralel olarak artığı saptandı. Bu çalışma, çalışmanın yapıldığı ameliyathane ile sınırlıdır. Anahtar Kelimeler: Zaman Analizi, Hemşire, Ameliyathane. 77 MEME KANSERLİ HASTALARIN YAŞAM KALİTESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Yrd. Doç. Dr. Türkan ÖZBAYIR1,Arş. Gör. Burçak ŞAHİN KÖZE1, Damla ŞANCI2, Derya MORADİ3 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, İZMİR, 2 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İZMİR, 3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İZMİR. ÖZET Amaç: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Meme kanseri sonucu mastektomi uygulanan kadınlar kendilerini eksik, özürlü, cinsel yönden yetersiz ve yalnız olarak algılaması gibi psikolojik sorunlar yasamakta, günlük yaşamları bu durumdan olumsuz etkilenmektedir. Yaşam kalitesi bir bütün olarak yaşamın subjektif olarak değerlendirilmesidir. Yani bireyin ne algıladığının değerlendirmesini ve bunlardan aldığı doyumu içermektedir. Bu bağlamda sağlık hizmetleri, doyum ve memnuniyet verici kaliteli bir yaşama yönelik olmalıdır. Bu araştırma meme kanserli hastaların yaşam kalitesini belirlemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişkilendirici bir çalışmadır. Araştırma bir üniversite hastanesinin Onkoloji Anabilim Dalında, 30.12.2010 – 28.02.2011 tarihleri arasında yürütüldü. Araştırmanın örneklemini belirtilen tarihlerde klinikte tedavi ya da kontrol için bulunan, araştırmaya katılmayı kabul eden hastalar oluşturdu (n=106). Veri toplamak için, araştırmacılar tarafından hazırlanmış 18 sorudan oluşan anket formu ve Yaşam Kalitesi Ölçeği/Kanser Hastası kullanıldı. Elde edilen verilerin değerlendirilmesi SPSS for Windows 16,0 da yapılmış olup sayı yüzde ve ki-kare analizleri kullanıldı. Araştırmanın uygulanabilmesi için; Üniversite Hastanesinin Başhekimliğinden yazılı izin alındı. Hastalardan sözlü izinleri alındı. Bulgular: Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre, araştırmaya katılan meme kanserli hastaların %33.0’ünün (n=35) 51-60 yaş grubunda, %44.3’ünün (n=47) ilkokul mezunu, %79.2’sinin (n=84) evli, %30.2’sinin (n=32) 1-3 yıldır hasta olduğu, %98.1’inin (n=104) tanısını bildiği, %98.1’inin (n=104) hastalığı hakkında bilgi aldığı, %98.1’inin (n=104) ayaktan tedavi gördüğü, %89.6’sının (n=95) halen kemoterapi tedavisine devam ettiği görüldü. Hastaların yaşam kalitesi düzeyi incelendiğinde, toplam yaşam kalitesi puanı X= 5.63±1.22 ile orta derecede iyi olduğu bulundu. Yaşam kalitesi ölçeğinin alt boyutları değerlendirildiğinde, hastaların fiziksel iyilik durumunun X=7.17±1.71 ile orta derecede iyi, psikolojik iyilik halinin X=5.01±1.57 ile orta derecede iyi, sosyal iyilik halinin X=5.27 (SD=1.76) ile orta derecede iyi, manevi iyilik durumunun X=5.87 (SD=1.50) ile orta derecede iyi olduğu görüldü. Sonuç: Meme kanserinin ve uygulanan tedavi yöntemlerinin, yaşam kalitesinin fiziksel, ruhsal ve sosyal boyutlarını etkileyen önemli sorunlara neden olduğu görüldü. Anahtar Kelimeler: Meme kanseri, yaşam kalitesi, hemşirelik. 78 YOĞUN BAKIMDA ÇALIŞAN HEMŞİRELER İLE YATAKLI SERVİSLERDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN YAŞAM KALİTELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Rabia SARI* Ayşegül YILMAZ* Dilek KÖKKAYA* Sebahat KÖKER* İbrahim YILMAZ* Gözde KÖMÜR* Selin KAYA* Şaban EKER* *Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, Manisa ÖZET Amaç: Gerek yoğun bakım gerekse servislerde çalışan hemşireler normal çalışma saatleri dışında çalışma durumunda kalan, ağır görev ve sorumluluklara sahip,yoğun stres ve baskı altında çalışan bir gruptur.Bu nedenle hemşirelerin yaşam kaliteleri bireysel özellikleri kadar iş ortamında maruz kaldıkları stresten de etkilenebilmektedir.Bu araştırmada Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’nde yataklı servisler ile yoğun bakımlarda görev yapan hemşirelerde yaşam kalitelerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma, Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’nde yataklı servisler (n=35) ile yoğun bakımlarda (n=33) görev yapan hemşireler ile Şubat 2012-Mart 2012 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırmanın örneklemini araştırmanın yürütüldüğü tarihlerde, servis ve yoğunbakımlarda görev yapan ve araştırmaya katılmayı kabul eden hemşireler oluşturmuştur (n=68). Veri toplama yöntemi olarak araştırmacılar tarafından geliştirilen sosyo-demografik soru formu ve SF 36 yaşam kalitesi ölçeği kullanılmıştır. Etik kuruldan izin alınmıştır. Analizlerde aritmetik ortalama, standart sapma ile tanımlayıcı analizler yapılmıştır. Ki Kare Testi,bağımsız gruplarda T Testi (Student Testi) kullanılmıştır. Bulgular:Gruplar arasında SF-36 yaşam kalitesi ölçeği sonuçları analiz edildiğinde yoğun bakımlarda çalışan hemşireler ile yataklı servislerde çalışan hemşireler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır.(p>0,05) Sonuç: Çalışmamızda yoğun bakım ile yataklı servislerde çalışan hemşirelerin yaşam kaliteleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamış olması bizleri özellikle yoğun bakımda yıllarını geçirmiş deneyimli hemşirelerimizi şaşırtmış ve bu nedenle bu iki grup arasında yorgunluk, tükenmişlik, iş doyumu gibi farklı alanlarda bir çalışma yapmaya yöneltmiştir. Anahtar Kelimeler: Hemşire, Yaşam Kalitesi, Yoğun Bakım, Yataklı Servis 79 HEMŞİRE VE HASTALARIN POSTOPERATİF AĞRI DEĞERLENDİRMELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Buket UYAR(1) Selcan DÜNDAR(1) 1) Bornova Şifa Üniversitesi Hastanesi Yoğun Bakım Hemşiresi ÖZET Amaç: Bu çalışma; hemşire ve hastaların postoperatif ağrı değerlendirmelerinin karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. Gereç- Yöntem: Bu çalışma; Bornova Şifa Üniversitesi Hastanesi’nde Gerekli yasal izinler alınarak yapılmıştır. Çalışmanın evrenini cerrahi servisleri ve genel yoğun bakımda çalışan hemşireler ve hemşirelerin primer bakım verdikleri hastalar oluşturmaktadır. Çalışmanın örneklemini; post operatif 0-10. Gününde olan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 47 hasta ve bu hastalara primer bakım veren hemşireler oluşturmuştur. Hastalar ve hemşirelerin ağrı deneyimlerini ve bilgilerini sorgulayan iki farklı anket formu hazırlanarak; sorular yüz yüze görüşme yöntemiyle cevaplar alınmıştır. Anket formu; hasta ve hemşirelerin sosyo-demografik özelliklerini, ağrı deneyimlerini, geçirilmiş cerrahi operasyonlarını ve bu operasyonlara ait ağrı deneyimlerini ve hastaların o anki ağrı durumlarını ve hemşirelerin bu ağrıyı değerlendirmelerini sorgulamaktadır. Çalışmadan elde edilen veriler SPSS 16.0 programında değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde t test ve Korelasyon testi kullanılmıştır. Çalışmanın sonuçları yüzdelik hesaplamalarla belirtilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan hemşirelerin %66 si sağlık meslek lisesi mezunu, %83’ü 0-5 yıldır bulundukları bölümde çalışmaktadırlar. Hemşirelerin %95,7 si kadın % 48,9 ‘u önceden cerrahi operasyon geçirmiş; bunların %56,5 i kadın-doğum alanında operasyon geçirmiştir. Önceden cerrahi operasyon geçirmiş olanların %27.8 i şiddetli ağrıları olduğu belirlenmiştir. Çalışmaya katılan hemşirelerin %97,9 unun ağrı ve ağrı yönetimiyle ilgili bilgi aldığı belirlenmiştir. Çalışmaya katılan postoperatif dönemdeki hastaların %29,8 i 61-70 yaş grubunda %55,3 ü erkek, %85,1 i evli, %57.4 ü ilkokul mezunu, %29,8i emekli, %57,4’ünün geçirilmiş cerrahi operasyon öyküsü olduğu belirlenmiştir. Hemşireler primer bakım verdikleri hastalarının %68,1inin ağrısı olmadığını söylerken, hastaların %51,1i ağrısı olduğunu belirtmiştir. Hastalarının ağrısı olduğunu belirten hemşireler ağrı düzeyini 1-4 arası olarak belirtirken, ağrısı olduğunu ifade eden hastaların %27,7si ağrı düzeylerini 5-10 arası değer vererek skorlamıştırlar. Sonuç: Bu çalışma; subjektif bir veri olan ağrının değerlendirmesinde hasta ve hemşire arasında farklılık olduğunu göstermiştir ve hastaların ağrı düzeylerinin belirlenmesinde sorunlar yaşandığını göstermiştir. Bu çalışma doğrultusunda, hemşirelere ağrı ve ağrı yönetimi ile ilgili daha ayrıntılı ve güncel bilgiler verilmeli ve eğitimlerin belli aralıklarla tekrarlanması önerilmektedir. 80 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ ARAŞTIRMA VE UYGULAMA HASTANESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN ÇALIŞMA YAŞAMLARININ, YAŞAM KALİTELERİNE ETKİSİ Sergül KURBAN*, Dilek ÇEÇEN**, Nilüfer Karabağ* Nimet PETEK*, Selvinaz ÇALKAN* *CBÜ Araştırma ve Uygulama Merkezi Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğü **CBÜ Manisa Sağlık Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AB D. ÖZET Ülkemizde, hemşirelerin çalışma saatleri, ücretlerin düşüklüğü, bakım malzemelerinin yetersizliği, uzun çalışma saatleri, fazla sayıda hastaya bakım verme, olumsuz çalışma koşulları, otonomi azlığı, yükselme ve gelişme olanaklarının sınırlı oluşu hemşirelerin işlerinden doyum almamalarına ve tükenmişliğine ve yaşam kalitelerinde azalmaya neden olmaktadır. Olumlu çalışma koşulları yaratıldığında hemşirelerin yaşam kaliteleri artacak, çalışma alanlarından memnuniyet dolayısıyla iş doyumları da artacaktır. Kurumda verilen hemşirelik hizmetlerinin kalitesi de arttırılmış olacaktır. Amaç: Celal Bayar Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde çalışan hemşirelerin, çalışma alanları, çalışma yaşantısı özellikleri, mesleki deneyimi ve çalışma ortamlarının yaşam kalitelerine etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır. Gereç Yöntem: 15 Mart- 30 Nisan tarihleri arasında, CBÜ Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde çalışan tüm hemşirelere çalışma kapsamına alınmıştır (N= 250). Araştırmada örneklem seçme yöntemi kullanılmamış, çalışmanın yapılacağı tarihlerde izinli olmayan ve araştırmaya katılmayı kabul eden tüm hemşireler (n=169) dahil edilmiştir. Araştırmaya katılmayı kabul eden hemşirelere araştırmacılar tarafından ilgili literatür incelenerek hazırlanan 33 sorudan oluşan soru formu ile hemşirelerin yaşam kalitesini belirlemek amacı ile Türkler için Dünya Sağlık Örgütü yaşam kalitesi kısa formu WHOQOL BREF TR kullanılmıştır. Bulgular: Hemşirelerin yaş ortalaması 29,18± 5,49 ve % 65,7’si lisans mezunudur. Hemşirelerin, % 50,9’unun çalışma süresi 1-5 yıl arasındadır. Çalışma süreleri ile yaşam kalitesi puanları arasında fark saptanmamıştır. % 89,9’u çalıştıkları birimden memnun olduğunu ifade etmiş ve ölçeğin sosyal, ruhsal ve çevresel alan yaşam kalitesi puan ortalamaları ile anlamlı fark saptanmıştır. Araştırmaya katılan hemşirelerin n=55 ‘i cerrahi, n=54’ü dahili kliniklerde çalışmaktadır. Dahili kliniklerde çalışan hemşirelerin bedensel, ruhsal, sosyal,çevresel, çevresel –tr alan puan ortalamaları diğer kliniklerde çalışanlara göre çalıştıkları birimlere göre yaşam kalitesi puanları daha yüksek bulunmuş olup, karşılaştırıldığında sosyal alan puanları arasında fark saptanmıştır. Hemşirelik hizmetleri yöneticisine kolay ulaşabildiğini söyleyenlerin tüm alt alan puan ortalamalarının yüksek ve çevresel alan puanları ile anlamlı fark olduğu bulunmuştur. Sonuç: Kurumda çalışan hemşirelerin çalıştıkları birimlerden memnun oldukları, hemşirelik hizmetleri yöneticisine kolay ulaşabildikleri ve genel olarak yaşam kalitelerinin yüksek olduğu belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: hemşirelik, çalışma ortamı, yaşam kalitesi. 81 ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ CERRAHİ KLİNİKLERİNDE YATAN HASTALARIN ÖĞRENCİ HEMŞİRELERDEN MEMNUNİYETİ Hüsniye AŞIK* ÖZET Amaç: Araştırma cerrahi kliniklerde yatan hastaların, cerrahi hastalıkları hemşireliği dersi uygulamasına çıkan öğrenci hemşirelerden memnuniyet durumlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır Bu amaç doğrultusunda öğrenci hemşirelerin hastalara sunduğu hemşirelik hizmeti hasta gözüyle değerlendirilmiş olacaktır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı türde yapılan araştırma 21.02.2012 ve 09.03.2012 tarihleri arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi hastanesinin cerrahi kliniklerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini; araştırmaya katılmayı kabul eden, iletişim kurabilen okur yazar olan ve staj programının en az iki haftasında öğrenci hemşireleri uygulama alanında gören 18 yaş üzeri 150 hasta oluşturmuştur. Veriler Demir ve Eşer tarafından geliştirilen “Hastaların Hemşirelik Hizmetlerinden Memnuniyetleri” ölçeğinden yararlanılarak oluşturulan katılımcı bilgi formuyla toplanmış ve yüzdelik dağılım ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların % 64.6’sı kadın, % 44.6’sı ilkokul mezunudur. Öğrencilerin %54.6’sının kendilerini hastaya tanıttıkları, %62.6’sının taburculuk eğitimi verdikleri, %80’inin invaziv girişimleri başarı ile uyguladıkları, %86.6’sının herhangi bir uygulama öncesi hastalara açıklamada bulundukları, %78.6’sının uygulama öncesi hastalardan onay aldıkları ve %64’ünün yaşam bulguları ölçümüne ilişkin hastalara bilgi verdikleri hasta ifadelerinden saptanmıştır. Hastaların %85.3’ü öğrenci hemşirelerin her zaman kendilerini dikkatli bir şekilde dinlediğini, %83.3’ü mahremiyetlerine saygı gösterdiklerini, %82’si de öğrencilerin kendilerine değer verdiklerini hissettiklerini belirtmişlerdir. Hastaların en az memnuniyet ifade ettikleri konu ise %54.6 oranında çıkan kliniğe geldiklerinde kendilerini hastalara tanıtmadır. Ayrıca taburculuk eğitimi ve hastalığa ilişkin bilgilendirme gibi alanlarda %62.6-%58.7 arasında değişen bir oranda hasta memnuniyeti belirlenmiştir. Sonuçlar ve Öneriler: Çalışma sonunda teknik beceri, nezaket, iletişim becerisi ve yapılan uygulamaya ilişkin bilgilendirmeyi içeren alanlarda hastaların öğrenci hemşirelerden büyük oranda memnun oldukları saptanmıştır. Öte yandan taburculuk eğitimi ve hastalığa ilişkin bilgilendirme gibi alanlarda hasta memnuniyetinin daha az oranda olduğu belirlenmiştir. Hastaların en az memnuniyet ifade ettikleri konu ise kliniğe geldiklerinde kendilerini hastalara tanıtmadır. Bu sonuçlar doğrultusunda cerrahi hastalarının büyük oranda öğrenci hemşirelerden memnun olduğu söylenebilir. Az memnuniyet ifade edilen alanlara ilişkin olarak öncelikle öğrenci hemşirelere karşılarındaki hastaya kendilerini tanıtma adımını atlamamaları ve bu adımı rutin uygulama haline dönüştürebilmeleri için öğretim elemanlarının onlara rol modeli olmasının sağlanması ve öğrenci hemşirelerin bu konudaki gelişimlerinin gözlenmesi önerilebilir. Ayrıca öğrenci hemşirelerin hastaya gerek hastalığına ilişkin eğitim gerekse taburculuk eğitimi verilmesinin ne derece önemli olduğunu anlamaları için öğretim elemanı tarafından bu konuların daha çok vurgulanması ve klinikte staj sürecinde öğrenci hemşirelerin hastaya verilmesi gereken eğitimi verip vermediklerine ilişkin takibin öğretim elemanı tarafından yapılması önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Cerrahi hastası, hasta memnuniyeti, öğrenci hemşire 82 MANİSA İLİ HASTANELERİNDE ÇALIŞAN YÖNETİCİ HEMŞİRELERİN İŞ YAŞAM KALİTELERİNİN BELİRLENMESİ Selçuk DEMİRLER*, Adalet KOCA KUTLU** *C.B.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi **C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği A.D ÖZET İş yaşamında kalite, iş görenlerin fiziksel ve psikolojik iyilik düzeyini yükselten, organizasyon kültüründe değişimler yaratan ve tüm çalışanların değerini arttıran bir yönetim felsefesidir. Yaşam kalitesi ile iş yaşamı kalitesi arasında nasıl bir bağlantı olduğu konusunda tartışmalar devam etmektedir. Amaç: Bu çalışma Manisa ili hastanelerinde çalışan yönetici hemşirelerin yaşam kalitesi ve iş yaşam kalitelerini belirlemek amacıyla planlanmıştır. Gereç Yöntem: Çalışma etik kurul onayı aldıktan sonra Manisa İlindeki tüm hastanelerde (Üniversite, devlet ve özel hastaneler; 6 hastane) çalışan hemşirelik hizmetleri yöneticileri, başhemşire ve sorumlu hemşirelerin tamamına ulaşılması amaçlanmıştır. 13 yönetici hemşire çeşitli nedenlerle çalışmaya katılmamışlardır. Çalışmaya katılmayı kabul eden yönetici hemşirelerin (n=94) “Bireysel Bilgi Formu”, “Hemşirelik İş Yaşamı Kalitesi Ölçeği” ve WHOQOL-Brief(Tr) Yaşam kalitesi ölçeklerinin doldurması sağlanmıştır. Elde edilen verilerin analizleri için SPSS 15.0 programı kullanılmıştır. Tanımlayıcı testler, Anova, korelasyon ve Cronbach alfa katsayısı’na bakılmıştır. Bulgular:Çalışmaya katılan yönetici hemşirelerin % 55’i (54) 31-39 yaş grubunda, %79, 8(75)’i evli, %68’i (64) Sağlık Meslek Lisesi mezunu, %50 (47)’si Devlet Hastanelerinde görev yapmakta, %85.1(80)’i sorumlu hemşire, %63.8(60)’inin “Genel sağlık durumunu iyi, %52,1( 49)’i İş yaşam kalitesini orta olarak ifade etmişlerdir. Yönetici hemşirelerin iş yaşam kaliteleri ortalamaları 143,37±16,07, yaşam kalitesi alt boyut ortalamları ise; bedensel 65,23±12,57, ruhsal 66,79±12.07, sosyal 66,75±13,24, çevresel 59,30±10.45, çevresel (ulusal) 59.27±10,42 olarak bulunmuştur. Bu çalışmada Cronbach alfa katsayısı İş yaşam Kalitesi Ölçeği için 0,85, whoqol bref için 0,77 olarak saptanmıştır. Yönetici hemşirelerin yaşam kalitesi alt boyutları ile iş yaşam kaliteleri arasında anlamlılık bulunmamıştır. İş yaşam kalitesi 40 yaş ve üstü grupta en yüksek bulunmuştur. Mezun oldukları okul ve çalıştıkları kurum ile iş yaşam kaliteleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklarsaptanmıştır (p=0,01;P=0,03). Sonuç: Manisa İli hastanelerinde çalışan yönetici hemşirelerinin iş yaşam kaliteleri ile yaşam kaliteleri arasında sosyal alan ve çevresel alt boyutlarında ileri düzeyde korelasyon saptanmıştır(p=.001). Anahtar Sözcükler: yaşam kalitesi, iş yaşam kalitesi, hemşirelik. 83 HİSTEREKTOMİ YAPILMIŞ KADINLARDA CİNSEL İŞLEV BOZUKLUĞU VE YAŞAM KALİTESİ Emel YILMAZ* Burcu KARATAŞ** Muzaffer SANCI*** * C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği A.D ** C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü Öğrencisi *** T.C. Sağlık Bakanlığı İzmir Ege Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi ÖZET Amaç: Histerektomi bireyin vücut bütünlüğünü bozmanın yanı sıra üreme kapasitesi ve cinsel işlevleri tehdit etmektedir. Bu nedenle kadının yaşam kalitesi de olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu araştırma, histerektomi yapılmış kadınlarda cinsel işlev bozukluğu (CİB) ve yaşam kalitesi düzeyleri ve bunlara etki eden faktörleri belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak planlandı ve uygulandı Gereç ve yöntem: Araştırmaya, Türkiye’nin batı bölgesindeki bir hastanede bir yıl önce histerektomi ameliyatı yapılan, evli, kontrol için polikliniğe başvuran ve görüşmeyi kabul eden 224 kadın alındı. Veriler sosyodemografik özellikleri içeren anket formu, Kadın Cinsel Fonksiyon Sorgulama İndeksi (Index of Female Sexual Function –IFSF) ve SF-36 yaşam kalitesi ölçeği kullanılarak toplandı. Araştırma öncesinde etik kuruldan ve araştırmaya katılan kadınlardan onam alındı. Verilerin analizi SPSS 10.0 programında tanımlayıcı istatistikler Ki kare, Student t testi, Varyans analizi ile değerlendirildi. Bulgular: Araştırma grubunun yaş ortalaması 48.72±4.77’dir. Hastaların %58.9’unda CİB saptanmıştır. Hastaların SF-36 yaşam kalitesi ölçeği alt boyutları puan ortalamaları sırasıyla; fiziksel fonksiyon 56.43±10.95, fiziksel rol güçlüğü 91.96±27.25, ağrı 92.65±12.96, genel sağlık 72.26±8.70, vitalite 69.96±11.56, sosyal fonksiyon 86.94±11.22, emosyonel rol güçlüğü 91.96±27.25 ve mental sağlık 69.50±12.12’dir. CİB yaşama durumu ile SF-36 yaşam kalitesi alt boyutlarından genel sağlık ve sosyal fonksiyon alt boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı. CİB ile ameliyat sonrasında eş ve cinsel ilişkilerinde sorunu olma, ilişki esnasında vajinal kuruluk yaşama durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Sonuç: Araştırma sonucunda; histerektomi yapılmış kadınların yarıdan fazlasının CİB yaşadığı ve fiziksel fonksiyon hariç yaşam kalitelerinin yüksek olduğu saptandı. Anahtar kelimeler: Histerektomi, cinsel işlev bozukluğu, yaşam kalitesi. 84 PİLONİDAL SİNÜSLÜ HASTALARDA YAŞAM KALİTESİ Tuğba AŞKIN* Emel YILMAZ** * C.B.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi ** C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği A.D ÖZET Amaç: Pilonidal sinüs hastalığı, en sık olarak sakrokoksigeal bölge üzerinde orta hatta yerleşen, içerisinde kıl demetlerinin bulunduğu bir veya daha fazla sinüs ağzı ile karakterize, akut ve subakut enfeksiyon atakları ile seyreden kronik bir hastalıktır. Bu araştırma pilonidal sinüslü hastaların yaşam kalitesinin incelenmesi amacıyla yapıldı. Gereç ve Yöntem: Araştırmaya Türkiye’nin batı bölgesindeki bir askeri hastanenin genel cerrahi polikliniğine pilonidal sünüs şikayeti ile başvuran 62 hasta alındı. Araştırmadan önce etik kurul onayı ve çalışmanın amacı anlatılarak kişilerin yazılı ve sözlü onamları alındı. Veri toplama formu olarak sosyodemografik veri formu ve SF-36 yaşam kalitesi ölçeği kullanıldı. Veri toplama formları yüz yüze görüşme yöntemiyle dolduruldu. Verilerin analizi SPSS 15.0 programında tanımlayıcı istatistikler, Student t testi, varyans analizi ile değerlendirildi. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 23.42±2.56, beden kitle ortalaması 25.74±2.71’dir. Araştırma grubunun %27.4’ü ilköğretim mezunu, %22.6’sı evli, %79’u serbest meslek sahibi, %59.7’si ilde yaşıyor ve %71’i ortalama ve üzerinde gelir düzeyine sahipti. SF-36 ölçeği alt boyut puan ortalamaları fiziksel fonksiyon; 65.16±20.45, rol güçlüğü (fiziksel); 36.69±31.60, ağrı; 45.21± 9.45, genel sağlık; 52.97±16.23, vitalite (enerji); 53.95±10.01, sosyal fonksiyon; 55.85± 11.70, rol güçlüğü (emosyonel); 37.63± 34.93, mental sağlık; 58.97±10.01’dir.Sf-36 alt boyutları ile sosyodemografikler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Sonuç: Araştırma sonucunda pilonidal sinüslü hastaların yaşam kalitelerinin düşük olduğu saptanmıştır. Hastaların yaşam kalitelerini arttırmak için hemşirelerin pilonidal sinüse neden olabilecek risk faktörlerini daha yakından değerlendirmesi ve hastalığın önlenmesine yönelik eğitim ve danışmanlık hizmetlerini yapması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Pilonidal sinüs, yaşam kalitesi, hemşirelik 85 ÜRİNER İNKONTİNANSI OLAN KADINLARDA ÜRİNER İNKONTİNANSIN RİSK FAKTÖRLERİ VE YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİ Emel YILMAZ* Ayşegül MUSLU** Elif ÖZCAN** * C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği A.D ** C.B.Ü. Manisa Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü Öğrencisi ÖZET Amaç: Bu çalışma; üriner inkontinans şikâyeti olan kadınlarda üriner inkontinansın risk faktörleri ve yaşam kalitesi üzerine etkisinin araştırılması amacıyla yapıldı. Gereç ve yöntem: Araştırmaya kadın doğum polikliniğine üriner inkontinans şikayeti ile başvuran 200 kadın alındı. Araştırmadan önce etik kurul onayı ve çalışmanın amacı anlatılarak kişilerin yazılı ve sözlü onamları alındı. Veri toplama formları yüz yüze görüşme yöntemiyle dolduruldu. Veri toplama formu olarak sosyodemografik veri formu, İnkontinans Yaşam Kalitesi Ölçeği (I-QOL), Ürogenital Distres Envanteri (UDI-6) ve İnkontinans Etki Soru Formu (IIQ-7) kullanıldı. Verilerin analizi SPSS 15.0 programında tanımlayıcı istatistikler, Student t testi, varyans analizi ve korelasyon analizi ile değerlendirildi. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 54.17±15.34’tür. Araştırma grubunun ölçeklerden aldıkları puan ortalamaları; UDI-6 alt boyutları; İrritatif semptomlar; 67.00±23.86, stres semptomları: 60.25±27.03, obstruktif veya işeme güçlüğü semptomları: 18.08±17.66, IIQ-7; 28.14±27.59, I-QOL alt boyutları; davranışların sınırlandırılması: 47.48±26.94, psikososyal etkilenme 66.75±27.84, sosyal izolasyon 58.20±29.26’dır. Yaş, eğitim düzeyi ve menopoza girme durumu ile tüm ölçekler ve alt boyut puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. UDI-6 alt boyutları ile IIQ-7 arasında pozitif yönde, I-QOL alt boyutları arasında ise negatif yönde korelasyon ilişkisi saptandı Sonuç: Araştırma sonucunda hastaların orta düzeyde irritatif ve stres, daha az obstruktif ve işeme güçlüğü semptomlarını yaşadığı, üriner inkontinansdan hastaların az şikâyetçi olduğu ve yaşam kalitelerinin orta düzeyde olduğu saptandı. Bu nedenle sağlık ekibi içerisinde yer alan hemşirelerin üriner inkontinans şikâyeti ile başvuran kadınları bu şikayetine neden olabilecek risk faktörleri açısından değerlendirmesi ve korunmada gerekli tüm konuların ve danışmanlık eğitimlerinin yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: İdrar kaçırma, yaşam kalitesi, risk faktörleri, hemşirelik 86 VENOUS INSUFFICIENCY EPİDEMIOLOGICAL AND ECONOMIC STUDY QUALITY OF LIFE/SYMPTOMS (VEINES-OoL/Sym)- ÖLÇEĞİNİN TÜRKÇE SÜRÜMÜNÜN GEÇERLİLİK VE GÜVENİLİRLİĞİ Adalet KUTLU* Emel YILMAZ* Dilek ÇEÇEN* Alper ÖZBAKKALOĞLU** Erhan ESER** *C.B.Ü Manisa Sağlık Yüksekokulu,**C.B.Ü Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Amaç: Orijinal adı “Venous Insufficiency Epidemiological and Economic Study- Quality of Life/Symptoms (VEINES-OoL/Sym)” olan Venöz Yetmezlik YK ölçeğinin Kronik Venöz Yetmezliği (KVY) olan hastalarda Türkçe geçerlilik ve güvenilirliğinin test edilmesidir. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini, 12 Ocak-12 Şubat 2010 tarihlerinde Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi, İzmir Alsancak Devlet Hastanesi ve Manisa Devlet Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Birimlerine başvuran KVY tanısı almış hastalar oluşturmuştur (N=118). Hastalara standart çeviri (ileri, geri çeviriler, birleştirme ve konsensus sürümü) yöntemleri ile geliştirilmiş VEINES-OoL/Sym Türkçe sürümü ve eşzamanlı olarak SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır. VEINES-OoL/Sym, hastaların yaşam kalitesi ve belirtilerinin etkilerini ölçen, 26 madde ve 2 boyuttan (Yaşam Kalitesi ve Belirtiler) oluşan bir ölçektir. Ölçeğin ilk 10 maddesi hastalığın belirtileri, bir madde belirtilerin en yoğun yaşandığı zamanı (skorlama dışında) , 9 madde günlük yaşam aktiviteleri, bir madde geçen yıla göre değişiklik, 5 madde ise psikolojik boyutu ile ilgilidir. Puan yükseldikçe yaşam kalitesi artmaktadır. Yanıt seçenekleri maddelerin bazılarında dikotom bazılarında 7 belirteçlidir. Güvenilirlik çözümlemesinde ölçeğin her bir alt boyutu için Cronbach alfa katsayısı hesaplanmıştır. Geçerlilik analizlerinde yapısal ve kriter (ölçüt) geçerliliği yaklaşımları kullanılmıştır. Kriter geçerliliği ve duyarlılık analizleri için CEAP- KVY sınıflandırma sistemi kullanılmıştır. Yapısal geçerlilikte ise, birleşim-ayrışım geçerliliği (SF36 ile) ve bilinen gruplar geçerliliği uygulanmıştır. Bulgular: VEINES-QoL dağılım göstergeleri: Ortalama 50.0±10.0; Ortanca 49.6, Çarpıklık (skewness) – 0.02, basıklık (kurtosis) ise -0.66dır. VEINES-sym’ın dağılım göstergeleri: Ortalama 50.0±10.0; Ortanca 48.8, Çarpıklık (skewness) 0.14, basıklık (kurtosis) ise 0.52dır. Ölçeğin güvenilirlik analizinde Cronbach alfa katsayıları VEINES-QoL için 0.86, VEINESSym için 0.81) bulunmuştur. Madde çıkarılarak tekrarlanan iç tutarlılık analizlerde sorunlu soruya rastlanmamıştır. Ölçüt geçerliliği için kullanılan CEAP sınıflamasına göre VEINESQoL skorunun doğrusal bir eğilim gösterdiği (sınıflama kötüleştikçe skor da kötüleşiyor), ancak VEINES-Sym skorunun CEAB 2. ve 3. sınıf arasında farklılık gösterdiği anlaşılmaktadır. VEINES –Qol skorunun SF-36 boyutlarının hepsiyle iyi derecede (r= 0.430.66) korelasyon verdiği (Birleşim geçerliliği ) ; VEINES-Sym skorunun ise SF-36 ile daha zayıf korelasyon (r= 0.19-0.52) verdiği (ayrışım geçerliliği) gözlenmiştir. Bilinen grup açısından beden ağırlığına bakıldığında, beden ağrılığı arttıkça VEINES –Qol ve VEINESSym skorunun düştüğü izlenmektedir (r= - 0.25, p<0.05). Sonuç: Bu sonuçlar, VEINES-OoL/Sym’in KVY olan Türk hastalarda geçerli ve güvenilir olduğunu ve güvenle kullanılabileceğini göstermektedir. Anahtar kelimeler: Venöz yetersizlik, yaşam kalitesi, geçerlilik, güvenilirlik 87