“Türk usulü” çözümler - III

Transkript

“Türk usulü” çözümler - III
DİZİN
Sayı 9 - OCAK / ŞUBAT
bu sayımızdaki
bazı başlıklar
haşereler ile
mücadele
06
bulaşıkta karşılaşılan problemler
ve çözümleri
08
12
önüm arkam sağım solum
Baskı:
Doğa Matbaa
0212 612 61 70
Baskı Tarihi: 26.04.2011
Yerel Süreli / 2 Aylık
GENEL KOORDİNATÖR
Taner RENDA
0555 503 33 09
[email protected]
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Erol AYDIN
0542 427 72 92
otellerin sorunları ve
türk usulü çözümler - III
TÜYİB DER
Tüm Yiyecek İçecek Bölümleri Temizlik ve Malzeme Teminatçıları
Derneği
adına imtiyaz sahibi Erol AYDIN
GÖRSEL YÖNETMEN
Mehmet İLHAN
0532 588 79 44
Dergide yer alan makalelerdeki
fikirler yazarlarına aittir.
Yayınlanan ilanların sorumluluğu
ilan sahiplerine aittir.
Yazılar,
kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
TÜYİB-DER İletişim Adresi
Kocatepe Mh. Taksim Cd.
No: 29/4
Beyoğlu / İSTANBUL
DANIŞMA
KURULU
reklam
16
24
26
kanser ailesel midir?
soya çeker mi?
30
otel
dekorasyonu
38
sağlık hizmetleri
nereye gidiyor?
44
içimizden biri
hamza uysal
48
english summary
abstracts
52
torakçılar
torlukçular
A.Ünv.
Gıda Mühendisliği
Mustafa EMİRLİ
54
EcoLab
Sosyolog
Ağaoğlu Otel
Memet KAYA
Homatex
Mete KOÇAK
Ceylan
Intercontinental
Doç. Dr. Nezih MÜFTÜGİL
Ahmet SEYMEN
atları da
vururlar
Prof.Dr. Ertan ANLI
Rafet İNCE
18
arkadaşım
haralambos
The Marmara Otel
H. Taner GÜREL
medya ve
mutfak kültürünün gelişimi
Nedim AKBAYRAK
Turkish DO & CO
CVK
Turizm Bölüm Bşk.
Sarper SUNER
REKLAM DİZİNİ
DIVERSEY ................................................................... Ön kapak iç
GÜREN METAL............................................................................. 1
ÜÇGEN.......................................................................................... 3
ÖZTİRYAKİLER ............................................................................. 5
HOTEC .......................................................................................... 7
YAKAMOZ .....................................................................................11
MİLE...............................................................................................17
ORMEL ..........................................................................................21
ENGİN ÇADIR BRANDA...............................................................28
HAVEL DİYAN................................................................................29
KÜTAHYA PORSELEN ............................................................32-33
WİNTERHALTER ..........................................................................37
JUMBO ..........................................................................................39
HOMATEX .....................................................................................43
V PLEKSİ.......................................................................................45
ABDULLAH EXPORT....................................................................49
ERA ...............................................................................................50
ERSOY MUTFAK ..........................................................................51
BEYHAN GÜMÜŞ .........................................................................53
CAMBRO .................................................................... Arka kapak iç
DIVERSEY..................................................................... Arka kapak
Yenilendik
ve güçlendik
Refreshed and
powerful
ç yıl geçmiş, koskoca üç yıl. Ve biz yenilenmeyi seven bir
dernek olarak, kendimizi de yeniledik. Hem de gençleşerek yenilendik. Bir sonraki döneme hazırlıklı olarak yenilendik. Üyelerimiz, demokrasi bilinci gelişerek, katılımlarını
çoğaltarak bu sefer de oylarını kullandılar. Yeni arkadaşlarımız,
yeni dönem için özveriyle çalışmalarına başladılar. Peki, sadece
yönetim olarak, her taşın altından tek başımıza kalkabilir miyiz?
Belki de ama bu bizim için kabul edilebilir bir durum mudur? Asla,
her bir üye, kendi çalıştığı otellerden, bizlere katkı sağlamazsa;
eksik kalırız. Yeni yönetim ile birlikte, tüm arkadaşlarımız, birbirlerine kenetlenmeliler.
Our general assembly took place recently and our members
voted showing their attention to democracy and participation.
The new colleagues on the board have already started with a
dedicated work.
Dernek yönetimine yeni seçilen arkadaşlarımız: Hilton 'dan Müslüm Yetişoğlu/ Dernek Saymanı, Swiss'den Murat Doğan/Dernek
Sekreteri ve Holiday Inn’den Mehmet Ali Öztürk ise üye olarak
seçildiler. Bu arkadaşlarıma hoş geldiniz derken, yönetimden ayrılan Rahmi Ören, Sabahattin Güven ve Kemal Atakulu arkadaşlarımıza da, tüm çalışmaları için en içten teşekkürlerimi ediyorum.
Our new colleagues on the bard are: Müslüm Yetişoğlu (Hilton)
as Accountant, Murat Doğan (Swiss Hotel) as Secretary of the
Association and Mehmet Ali Öztürk (Holiday Inn) as Member
of the Board. Let me welcome our new board members warmly
and express my gratitude to Rahmi Ören, Sabahattin Güven
and Kemal Atakulu, the previous board members, for their valuable contribution.
Ü
Artık geleneksel hale getirdiğimiz yeni yıl yemeğimizi, bu sene
seçim sonrası Crowne Plaza Harbiye'de yaptık. Sayfalarımızda,
bu geceye ilişkin fotoğrafları bulacaksınız. Güzel olan bir başka
yön ise; turizm basını bize olan ilgisini gün geçtikçe arttırıyor.
Bu arada, 24 Nisan 2012 tarihinde, Çırağan Kempinski 'de Yiyecek İçecek Sektöründe Yeni Ürünler Çalıştayı isimli bir çalışmamız da başarıyla tamamlanacak. Bu çalıştayda: beş yıldızlı
otellere mal ve hizmet vermede başarılarını kanıtlamış sektör firmalarından bazıları, yeni sunacakları ürünlerini tanıtmak ve buraya davet ettiğimiz İstanbul'da faaliyet gösteren beş yıldızlı
otellerin başta genel müdürleri olmak üzere, yiyecek içecek müdürleri, aşçı başları, satın alma müdürleri ve steward şefleri ile
yeni eğilimler ve isteklerin kaynaştırılması konularında yakın temaslarda bulunacaklar.
W
e left 3 long years behind by having done our best
to be always “new, young and refreshed” in order to
be ready for the coming future.
However the board of the association cannot do everything
alone unless each member contributes through the hotels they
work for. A visible teamwork and solidarity is needed.
Our traditional New Year dinner took place in the hotel Crown
Plaza (Harbiye) following our general assembly the photos of
which you can see in coming pages. We were glad to see that
the professional media pays more and more attention to our
association.
We have an important event titled “Workshop on the New Products in the Food & Beverage Sector” that will take place on
24th April, in the Hotel Çırağan Kempinski. This event will be a
unique opportunity to come together for the successful providers of 5-stars hotels to launch new products and for the large
audience of our business including general managers of the 5stars hotels in Istanbul as well as purchasing managers, F&B
Managers, head cooks and steward chiefs etc.
Sektörümüzde pek çok fuar yapılmaktaysa da, ürün seçme ve
satın almada en temel belirleyen kişilerin, mal ve hizmet sunanlarla bire bir son derece rahat bir ortamda buluşabilmeleri, sık
rastlanan bir olanak olarak pek rastlanmamaktadır. Biz, TÜYİB
DER olarak bu hizmeti vermeye soyunduk ve geldiğimiz nokta
da başarımızı kanıtlar nitelikte olmuştur. Elbette ilk oluşu nedeniyle eksikliklere rastlanacaktır. Biz, eksikliklerimizi de görebilecek
ve ondan gerekli dersleri çıkarabilecek olgunluğa erişme yolunda
olduğumuzun bilincindeyiz.
Although there are many fair-organizations in our sector, it is
still an important need to bring offer and demand together in a
convenient atmosphere where products and services can be
promoted and evaluated correctly. Our association aims to
meet this need and this first event showed us that we are in
the right direction. There are always some rooms for improvement for sure; I am confident that we will discover al those points in order to organize more effective and successful events
in the future.
Yeni dönemde bizlere güç verecek tüm arkadaşlarımıza ve dostlarımıza, şimdiden teşekkür ederiz.
I would like to thank in advance to all colleagues and members
who will contribute in the new working period of our association.
Sevgi ile kalın.
Sincerely yours,
Başkan
President
Erol AYDIN
Erol AYDIN
HİJYEN
Haşereler
ile
Mücadele
ıda üretimi yapan kuruluşlarda, belirli zaman aralıklarında ilaçlama yapılması
yasal bir zorunluluktur. İlaçlama, yani pest kontrol hizmetleri uçan haşere, yürüyen haşere ve kemirgenleri hedef almakta, bu canlıların kimyasal ya da biyolojik önlemler ile yaşam alanlarını yok etmeyi hedeflemektedir.
G
Pest kontrol hizmeti, konusunda uzman kişiler tarafından verilmesi gerekli olan bir uy- E. Gaye UYSAL
gulamadır. Uzman olmayan kişiler tarafından alınan hizmet; hem bizler, hem de ilaçla- Gıda Mühendisi
mayı yapan kişiler için çok tehlikelidir. Bu şekilde bilinçsiz kişilerden alınan hizmet
sonucunda; haşere problemlerinin giderilmesi mümkün değildir. Kullanılan ilaçlar mutlaka Sağlık Bakanlığı tarafından onaylanmış, insan sağlığını tehdit etmeyen ilaçlar olmalıdır.
Haşereler ile mücadelede sanitasyon kurallarına uymanın önemi unutulmamalıdır. Kir ve mikroorganizmaların taşıyıcılığını yapmakta olan haşerelerin ortamdan yok edilmesinde, hijyen kuralları büyük rol oynamaktadır.
Hizmet alınan firmanın kullandığı ilaç miktarı, firma performansı ile alakalı olup, yüksek oranda ilaç kullanmanın iyi
bir ilaçlama yapıldığı anlamına gelmediği bilinmelidir. Aynı zamanda kullanılan ilaçların belirli periyotlarda değiştirilmesi, haşerelerin ilaca karşı direnç kazanmasını engelleyecektir. Var olan probleme yönelik hedef odaklı ilaçlar kullanılmalı, etkin önlemler alınarak haşerelerin çoğalıp yayılması engellenmelidir. Hijyenik ortamlar sağlanıp, yapısal
koşullar iyileştirildikten sonra, periyodik takipler ile haşere ile mücadele hizmetinde başarılı olunması mümkündür.
Haşere kontrolü kapsamında;
• Yürüyen haşere (hamam böceği, karınca vb)
• Uçan haşere (sinek, sivrisinek, arı vb.)
• Kemirgenler (fare, sıçan) hedef alınmalıdır.
Hizmet aldığımız ilaçlama firmalarında;
• İlaçlama işlemini gerçekleştirecek kişilerin eğitimli olmasına,
• İlaçlama hizmeti aldığımız firmanın Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsatlı olmasına,
• Sağlık Bakanlığı tarafından onaylı, insan sağlığını
tehdit etmeyen pestisitler kullanmasına,
• Kullanılan ilacın kaliteli olmasına,
• Firmanın bizlere kalıcı çözümler getirmesine,
• İlaçlama hizmeti alındıktan sonra, mutlaka ilaçlama
raporu, pestit çizelgesi, ışıklı tuzak çizelgesi, kemirgen
kontrol çizelgesi gibi evrakları teslim etmelerine dikkat
etmeliyiz.
Sağlık ve hijyen dolu günler dileğiyle... ■
STEWARD’IN ELBAŞLIK
KİTABI
Bulaşık’ta karşılaşılan
problemler
ve
çözümleri
ulaşık yıkama belirli lekelerin, su durumunun, yıkanacak maddenin fiziksel özelliklerinin, bulaşık
makinesinin durumunun neticeyi etkilediği bir operasyondur. Bulaşıkta başarılı sonuç alabilmek ve mümkün olduğu kadar ucuza bunu yapabilmek için aşağıdaki
konulara dikkat edilmesi gerekir.
B
Problem 1
Ocak //Şubat
Şubat--2012
2012--Sayı:9
Sayı:9
Steward
HOPAL
Ataköy Sheraton Hotel
Steward Şefi
Deterjan köpüğünü azaltıcı
maddeler pompaların tıkanmalarını önler ve bulaşık makinesinin tam kapasite ile çalışmasını sağlar.
-Puslu ve lekeli bardaklar, kir tabakası oluşmuş porselenler.
Problem 2
-Bulaşık makinesinin yıkama kazanındaki köpük, pompalamaya etki eder ve iyi sonuç alınmamasına neden
olur.
- Lekeli melamin ve plastik yiyecek takımları, çelik yüzeye konulmaları sonucu tabakların altın da oluşan koyu
renkli leke tabakaları
Nedeni
8
edin. Bu maddeler deterjanın etkisini arttırdığı gibi daha kolay
ve çabuk etkisini gösterdiği için
daha ekonomik olur.
- Tabak ve bardaklarda ki su lekeleri
Suda çözülmüş ya da yiyecek lekesinin içerisinde bulunan mineraller, bardakların üzerlerinde daha önceden birikmiş minerallerle birleşir.
Nedeni
1. Yumurta, süt ve et gibi proteinli yiyeceklerden oluşan
lekeler, köpüklenmeye neden olur.
2. Eğer lekeli kahve fincanları çok bekletilirse; leke problemi daha büyük boyutlara ulaşır.
2. Köpük yıkama pompalarını tıkar ve pompalamayı
%50 azaltır.
3. Vim, tel gibi sert yüzeyli temizlik ekipmanları plastik ve
melamin yüzeylerdeki koruyucu tabakanın kaybolmasına
ve alttan çıkan tabakanın lekelenmeye daha açık olmasına neden olur.
3. Yıkama prosedürünün etkisi azalır.
Çözüm
Ana madde olarak polyfosfat içeren deterjanları tecih
1. Kahve, çay, meyvelerdeki doğal maddeler, melamin
ve plastikler üzerinde lekelere neden olur.
4- Su koşullarına göre çalkalama ve durulama işleminin
yetersiz kalması bardak yüzeylerin de lekeler oluşma-
sına neden olur.
♦ Şişe, bardak ve tabakları karışık halde dizmeyin
Çözüm
♦ Kirli tabakları, bulaşık makinesinin basketlerine kirli
halde dizmeyin.
Bulaşık makinelerinizde etkili temizlik maddeleri kullanın.
Son durulama suyuna katacağınız katkı maddesi, bardaklar kuruduktan sonra üzerlerinde lekeler oluşmasını
önleyecektir.
Yap
♦ Masa takımlarını tekerlekli arabalara sofradan kaldırıldığı gibi yayın
♦ Kirli bardak ve tabakları tezgahların üzerine boyutlarına göre dizin. (decoy sistemi)
♦ Kase ve bardakları mümkün olan yerlerde başaşağı
dizin
♦ Kirli tabaklardaki artıkları bulaşık makinesinin raflarına
ve basketlere yerleştirmeden önce akıtın
♦ Basketlere yerleştirirken bardak ve tabakları yerlerine
dizin
♦ Bulaşık makinesini kullanırken makinenin ve deterjanın üzerlerinde yazan talimatlara uyun
Yapma
♦ Kirli takımları arabaların üzerine üst üste yığmayın
♦ Kirli bulaşıkları, masaların üzerlerine fırlatmayın.
♦ Tabakları artıklarıyla makineye sokmayın.
♦ Makineyi kullanırken ısı, su ve süreyi kontrol edin. ■
Tadımı
Şarap
Ocak //Şubat
Şubat--2012
2012--Sayı:9
Sayı:9
Steward
10
TANITIM
BAŞLIK
Aynı zamanda dergimiz yazarlarından olan
Prof. Dr. R. Ertan ANLI’nın
“Şarap Tadımı” isimli kitabı İnkilâp Yayınevi tarafından yayınlandı.
Ş
arap Tadımı kitabını kaleme alırken, bilimsel çizgiden kopmadan, popüler tarafını
da okuyucularıma aktarmaya çalıştım. Şarapta algılanan aromaların
kimyasal yapılarını verirken, şarapla yemeğin ilişkisini örneklerle siz okuyucularımla paylaştım.
Konuları, şarap tadımı üzerine derinleşmek isteyen amatör şarapseverlerin de anlayacağı bir dille açıklamaya, “duyusal analiz” ve “tadım teknikleri” gibi karmaşık kavramları ise şekillerle ve resimlerle zenginleştirerek kolay anlaşılır
hale getirmeye çalıştım. Kitabın birinci bölümünü “şarabın öyküsüne, tanımına ve bileşimine”, ikinci bölümünü “tadımın tarihine, özelliklerine ve farklı tadım tekniklerine” ayırdım. Son bölümde ise, şarap tadımı konusunda temel
tadım terminolojisini içeren küçük bir sözlük ekleyerek pratik uygulamalara da yardımcı olmayı amaçladım. ■
DERNEK
Üniversiteler bünyesindeki turizm fakülteleri ile tatil bölgelerindeki oteller ortak çalışarak, yeni bir plan hazırlamalıdırlar...
Güçlükle yaz mevsiminde bulunan personelin sezon bitince
gönderilmesi sorunu; ilgili fakültelerden karşılanacak öğrenci
personelle giderilerek, sezon bitiminde öğrencilerin okullarına
dönmeleri şekilde planlanabilir.
Otellerin sorunları ve
“Türk usulü”
çözümler - III
tellerin sorunlarını kökten çözmek istiyorsak; turizm meslek okullarının bünyesinde, beş yıldızlı otellerin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde eleman yetiştiren
bölümlerinin olması gerekiyor. Bu uygulama otelcilik mesleğini a’dan z’ye kadar
tüm bölümlerin birer uzmanlık alanı olarak, önce okullarda iyi bir eğitim, daha sonra
kendi bünyesinde bulunan beş yıldızlı otellerde staj yaptırmak suretiyle tamamlanacaktır. Böylece otellerde ileride istihdam edilecek olan bu yetişmiş kaynaklar, acemilik çekmeden, daha kolay alışma evresi geçirmeleri sağlanacak ve sorunları çözmede
yardımcı olacaktır. Böylece misafir memnuniyetini artıracak ve çalışanlar ile otel sahipleri de mutlu olacaklardır.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
O
Steward
12
Kenan DERDİYOK
TÜYİBDER
Başkan Yardımcısı
Bu konuya bir örnek vermek gerekirse; üniversiteler bünyesinde hastane bulunmaktadır.
Önce tıp okuyacak öğrenciler tıp fakültesinde genel dersleri okumakta olup, daha sonra uygulamaları üniversite
hastanesinde hastalara bakarak yapmaktadırlar. Daha sonra her öğrenci kendi dalında uzmanlaşana kadar asistan
olarak çalışmaktadır. Daha sonrada mastır ve doktora çalışmaları yapıla gelmektedir. Buna benzer uygulamalar birçok sektörde mevcuttur. Bu örneklerden yola çıkarak, tüm sektör çalışanlarının beli bir mesleki eğitimden geçtikten
sonra iş hayatlarında daha fazla başarılı olacaklarından eminim. Çünkü bu işin eğitimini almış ve staj yapmak suretiyle de uygulama fırsatı yakalamış kişiler, hiç bu işi yapmamış kişilere göre bir adım önde yarışa girmektedirler.
Biz dernek üyeleri ve çalışanları da bu yolda ilerlemek istiyoruz. Bu nedenle, ilk işimiz altyapımızı kuvvetlendirmek
olmalıdır. Ortak çalışma metotları geliştirmeye ve bunları günlük çalışma hayatımıza katmaya başlanılmalıdır. Der-
nekleşme işlemleri tamamlandı.
Şimdi artık eğitim ve gelişme dönemine giriyoruz. Bununla beraber çok
kısa bir zamanda eğitimleri tamamlanmış ve işlerinde uzmanlaşmış çalışma
arkadaşlarımız
olacak.
Gelişmekte olan bu mesleğin daha
neler yapabileceğini düşünmeye başladık artık…
Restaurantlar ve cafelerde çalışan
meslektaşlarımızı da nasıl geliştirebiliriz konusunu düşünmeye başladık.
Eğitimleri ve gelişimleri için nasıl yardım edebiliriz ve buna benzer konuları tartışmaya devam ediyoruz.
Üniversiteler bünyesindeki turizm fakülteleri ile tatil bölgelerindeki oteller ortak çalışarak, yeni
bir plan hazırlamalıdırlar. Özellikle turistik bölgelerdeki
oteller, yazın otellerde çalıştıracak personel bulmakta
zorlanmaktadırlar. Güçlükle yaz mevsiminde buldukları
personeli, sezon bitince göndermek zorunda kalıyorlar.
Bu yapılacak planla, kış aylarında fakülte eğitimlerine
devam edecek olan öğrenciler, sezon başında otellerde
çalışmaya başlayacaklar. Sezon bittikten sonra tekrar
okula dönecekler. Böylece iki sorunu birden halletmiş
olacağız. Birinci sorun, yazlık otellerde çalışanlar uzun
süre çalışmaktan kurtulacak, ikinci sorun çalışan bulmakta sıkıntı çeken otellerin açıkları kapanacak ve ma-
liyetleri düşecektir. Sonunda o ülkemizin ihtiyacı olan iyi
ve kaliteli yetişmiş çalışanların sağlanacaktır…
Otel bölümlerini ayırt etmeksizin bu projeye her bölümün
katılımı sağlanmalıdır. Şunlar önemli; ötekiler olmasa da
olur mantığını artık bırakmamız gerekmektedir. Her
bölüm olacak ve en iyi eğitimleri alacakları bir ortam yaratmak zorundayız ki: işsizlik azalabilsin ve insanlarımızı
daha iyi bir gelecek sağlana bilsin... Unuttum sanmayın,
bir sonraki yazımız üreticilerle birlikte neler yapmamız
gerektiği konusu olacaktır.
Görüşmek dileğiyle. ■
Bugün ortalama bir batılının günde 3000’den fazla reklama maruz
kaldığı söyleniyor.
Dünyanın yarısı, diğer yarısına bir şey satmaya, pazarlamaya çalışıyor
ve haliyle binlerce mesaj ile karşı karşıya kalıyoruz.
Televizyon reklamları hala rağbet görse de, iş şansa bırakılmıyor.
Gerilla pazarlama, mobil pazarlama, dijital pazarlama
derken dört bir yandan çevrelenmiş durumdayız.
Reklam
Önüm, arkam
sağım, solum
İLETİŞİM
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
ıllar önce bir reklam ajansı çalışanı olduğum dönemde
özellikle çamaşır ve bulaşık makinesi ürünleri ile Türkiye
beyaz eşya pazarına girmek isteyen bir marka bize gelmiş
ve ürününün tanınması ve talep yaratması amacıyla televizyon
ve basın için reklamlar hazırlamamızı istemişti. Öyle çok büyük
bir bütçe yoktu ve ajansın yaratıcı yönetmeni reklamda “fark yaratmak” üzerinde durdu, yapılacak reklamın alışılageldiği üzere
kirli-temiz çamaşır ya da bulaşık göstermeden yapılırsa dikkat
çekip, fark edileceğine inandı ve bir diğer unsur olarak siyah fonlar kullanarak, çok renkli diğer reklamların arasından sıyrılacağını düşündü. Marka böylece
fark edilecek ve reklam veren mutlu olacaktı, biz de o yıl düzenlenen törende Kristal Elma
alacaktık.
Steward
14
Y
Füsun BAYSAN
İletişimci
İkisi de olmadı tabii. Belki reklam fark yaratmada başarılı oldu ama reklam veren açısından önemli olan satış grafiklerinde minik bir kıpırdanma dışında başarı kaydedilemedi. O yıllarda tabii reklam sektörünün çalışma biçimi bugüne göre “masum” kalabiliyordu. Çamaşır-bulaşık göstermeden beynin gerekli eşleştirmeyi yapamayacağını
bilmiyorduk örneğin. Biz o zamanlar “Cııırt Ayşe Teyze”nin 22 yıldır aynı markanın yüzü olmak adına saçını bile değiştiremeyeceğini düşünemezdik bile. Çantasında sürekli çamaşır suyuyla dolaşan ve her lekeye yetişebilen Ayşe
Teyze’nin aslında sürekli aynı görüntülerle bilinçaltımıza ince ince işlediği, daha doğrusu çaktığı marka bilinirliğini,
nasıl marka sadakatine dönüştürdüğünün de farkında değildik elbette.
Bugün artık sinirbiliminde ve insan beyni üzerinde yapılan araştırmalarda gelinen noktalar yalnızca sinirbilimcilerin
değil, başta iletişimciler olmak üzere, politikacılar, reklamcılar, satış ve pazarlamacılar için de kıymetli referans noktalarını oluşturuyor. Artık biliyoruz ki, insanlar öğrenme yöntemleri olarak görsel, işitsel, dokunmatik olarak üçe ayrılıyor ve özellikle alternatif eğitim modellerinde fazlasıyla dikkate alınan bu bilgi, işi insanları etkilemek olan tüm
kişilerce kullanılıyor. Karşıya iletmek istediğiniz mesajı bu üç unsuru da içerecek şekilde formüle edebilirseniz, çok
daha fazla sayıda insanı etkileyebiliyorsunuz. Güzel bir görsel, etkileyici bir müzik ve duyulara
hitap eden bir kurgunuz varsa
başarılısınız demektir.
Son yıllarda kişisel gelişim alanında yazılan kitapların büyük çoğunluğunu beynimizin sırlarını
çözen ve onu daha nasıl etkin
kullanabileceğimizi anlatan kitaplar oluşturuyor. Kitaplarda yer
alan araştırmalar hep aynı hedefi
işaret ediyor: Bizi yöneten bilinçaltımız. Eğer bilinçaltımızın çalışma kurallarını öğrenir ve
önerilen uygulamaları yaparsak, bilinçaltımızı programlayabilir, kendimizi değiştirebilir, yepyeni bir insan olabilir ya da içimizde uyuyan
devi uyandırıp, dağları da devirebiliriz.
Bugün ortalama bir batılının
günde 3000’den fazla reklama maruz kaldığı söyleniyor. Dünyanın yarısı,
diğer yarısına bir şey
satmaya, pazarlamaya
çalışıyor ve haliyle
binlerce mesaj ile
karşı karşıya kalıyoruz.
Televizyon
reklamları
hala
rağbet görse de,
iş şansa bırakılmıyor. Gerilla
pazarlama,
mobil pazarlama, dijital
pazarlama
derken
dört bir
yandan
çevrelenmiş
durumdayız.
“Televizyonda reklam
kuşağı başladığında yerinden
mi kalkıyor musun? Yok, öyle, o zaman
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Daha yakın zamanlı bir araştırmayı da; London University College Kognitif Nörobilim Enstitüsü’nden Dr. Bahador Bahrami önderliğinde bir ekip yapıyor. Beyin
faaliyetleri MRI yöntemiyle taranıyor. Beynin
dikkat açısından boş kapasitesi olduğunda bilinçaltı imajları
kaydettiği belirleniyor.
Bahador Bahrami, yaptığı açıklamada “İlginç olan, siz
imajların farkında olmasanız ve hatta hiç farkında olmayacak olsanız da beyin kaydediyor. Beyin çevresinde
olan bitene açık ve eğer dikkat açısından boş bir kapasite varsa, bu kaynağını bilinçaltı aktiviteye ayırıyor”
diye açıklıyor vardığı sonucu.
(http://news.bbc.co.uk/2/hi/health/6427951.stm)
15
Steward
Satış ve pazarlama alanında efsane olmuş ve 1950’li yıllarda geçen gerçek bir öykü aslında bu gelişmenin çok
önce keşfedildiğini de ortaya koyuyor. Öykü Amerika’da
geçiyor. James Vicary adlı reklamcı, sinema salonunda
bilinçaltı mesaj yöntemini kullanıyor. Bir fark ediliyor ki o
sinema salonunda patlamış mısır ve kola satışlarında
önemli bir artış sağlanıyor. Vicary’nin yaptığı şey, film izlerken saliselik zaman dilimleri içerisinde akan görüntülerde “patlamış mısır ye ve kola iç” gibi mesajları
izlettirmekten ibaret aslında. İzleyici bu görüntüleri hatırlamıyor ama bilinçaltına yapılan bu direktif ile film aralarında söylenen mesajı yerine getiriyor. Fark edilir edilmez
doğal olarak bu reklam yasaklanıyor.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Steward
16
ben de seyrettiğin programların arasına girerim” diyor
reklam veren. Kendisinden “geleceğin reklamcılığı” diye
söz edilen ürün yerleştirmeye şirketlerin büyük rağbet
gösterdiği söyleniyor. Herhangi bir ürün ya da markanın,
logonun bir medya dokümanı içine görünür bir şekilde
konularak, tüketicilerin ilgili ürün/markaya aşinalık sağlaması amacına hizmet eden ürün yerleştirme uygulaması ülkemizde Haziran 2011’de serbest oldu ve biz o
tarihten bu tarihe kadar, yaklaşık sekiz ayda televizyonda
dizi veya program seyrediyoruz sanıyorduk, bir öğrendik
ki, 35 saat reklam izlemişiz. Artık ulu orta en ciddi tartışma programlarında masanın üzerinde markası açıkseçik görünen bir içecek bulunabiliyor, dizi filmin içinde
ana karakter sokakta cep telefonuyla konuşurken ünlü
bir markanın reklam panosu önünde durabiliyor, alttan
bant geçerek “bu programda sanal reklam uygulaması
yapılmaktadır” diyerek tüketiciyi sözde uyarıp, bilinçaltımızı oya gibi işleyebiliyorlar.
Ortada çok büyük bir endüstri var. Yaratıcı yönetmenler,
reklamın dahi çocukları, filmciler, müzisyenler, teknoloji
ustaları, ünlüler, tiyatro ve sinema sanatçıları, metin yazarı rolünde kimi ünlü şairler, stratejistler, araştırma şirketleri, psikologlar ve sinir bilimciler el ele veriyor ve
maruz kaldığımız bu binlerce mesaj arasından sıyrılacak,
hem gözümüze, hem kulağımıza, hem duygularımıza
hitap edecek, fark yaratacak, yetmedi satın alma davranışına dönüştürecek, yetmedi marka bağımlılığı yarata-
cak reklamları üretmek için gece gündüz çalışıyorlar. Rekabet çok büyük ve hızla gelişen teknoloji, değişen tüketici davranışları, günlük yaşam alışkanlıkları pek çok yeni
reklam mecrası yaratırken, dağın başına gidip teknolojiden uzak yaşamıyorsan reklamdan da kaçamıyorsun.
Kaldı ki, dağın başına gittiğinde bile gökyüzü reklamcılığına maruz kalıp, tependen geçecek araçların bulutlara
ne yazacağını ya da kafana ne atacağını da asla bilemiyorsun.
Bugün alışverişe gittiğinizde satın alma davranışınızı etkileyen faktörler nelerdir? İstek, ihtiyaç, arzu mu? Sadece
ekonomik diye hiç bilmediğiniz bir ürünü alıp, sofranıza
koyar mısınız? Firmasını hiç duymadığınız, garanti belgesi olmayan elektrikli bir alete güvenliğinizi emanet eder
misiniz? Ya da size tanıtılmıyorsa şöyle hap gibi bilgiler
eşliğinde, günlük yaşamınızda kullandığınız pek çok ürünün özelliklerini araştırıp, keşfedecek, artık birer küçük
kitapçıklara dönüşen kullanım kılavuzlarını okumaya ve
seçimlerinizi ona göre yapmaya zamanınız var mı?
Ne demiş Bernard Shaw “ Akıllı adam, aklını kullanır.
Daha akıllı adam, başkalarının aklını da kullanır.” Çoğu
zaman yalnızca fark etmek bile, çok şeyi değiştirebiliyorken, belki de kritik soru yukarıdakilerin hiçbiri değildir.
Belki asıl soru, akıllı olmayı mı, yoksa daha akıllının
hedef kitlesi mi olmayı seçip seçmediğimizdir. ■
MUTFAK
Medya,
Türk mutfak kültürünü
geliştirmeyi
özendirmelidir.
ürkiye’nin gerçek anlamda gastronomi konularıyla ilgilenmesi yeni bir
olgu. Bu da son derece normal; zira toplumda gelir düzeyinin
artması
ölçüsünde
insanlar “temel” ihtiyaçlarını tamamlayıp, daha çok “deneRafet İNCE
yimsel” ihtiyaçların tatmini
arayışına yönelirler. Artık kuru Agaoğlu My City Hotel
fasulye ve rakıdan başka bir Exc Chef
şeyler de denemeliyiz” düşüncesi yaygınlaşıp, gastronomiye olan ilgi arttı. Bu ilgiyi tatmin
etmek isteyen bazı gazeteler de sayfalarında ‘gurme’ köşelerine yer vermeye başladılar.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
T
Steward
18
Oysa bizde neredeyse gastronomi demek Osmanlı demek,
Romalı gurme generaller falan demek. Unutmayın: ülkemizde gastronomiye artan ilgi, toplumun yükselen refahı nedeniyle oluşan yeni “deneyimsel” ihtiyaçların sonucunda
ortaya çıkmıştır. Okuyucu artık yemekle ilgili yeni “deneyimler” yaşamak istemektedir. Günlük hayatında ve bugünde.
Milattan önce ya da Osmanlı döneminde değil.
Türk mutfağı, temelinde gelişmeye çok müsait bir mutfaktır.
İhtiyaçlar farklılaştıkça; sunumlar da farklılaşmk zorundadır.
Dünyada yemek zevkleri giderek farklı bir hal alıyor, teknikler son derece gelişiyor, malzeme kullanımında ve yemek
hazırlamada şaşırtıcı devrimler yaşanıyorken, siz oturup
“Türk mutfağı dünyanın en iyi mutfağıdır” gibisinden bir
kelam edemezsiniz. Ederseniz gülünç olur. Böyle bir laf
etmek için önce dünyayı tanımanız gerekir ki; eğer tanırsanız bu sözün gerçek olmadığını anında kavrarsınız.
Türk mutfağı ham, kaba, ama işlenmeye müsait bir mutfaktır. O nedenle de toplum olarak mutfağımızın yeni zamanlara adapte olmasını sağlamak temel hedefimiz
olmalıdır. Aksi halde, çocuklarımız da dâhil, ileride bu
mutfağı beğenecek pek fazla insan kalmayacaktır.
Yemek yazarları, düşüncelerini ve kalemlerini bu çerçevede çalıştırıp topluma önderlik etmelidir.
Ülkemiz yemek yazarlığı kurumu, eski dönem gurmeyazar alışkanlıklarından vazgeçip, değinmiş olduğum bu
yeni toplumsal ‘ihtiyacı’ tatmin etmeye yönelik olarak,
toplumun yemek-içmekle ilgili görgü, bilgi, birikim, bilinç
ve teknik beceri düzeylerinin arttırılmasına katkıda bulunma amaçlı yazılar yazdığı sürece, insanlar daha fazla
donanıma, evlerimiz ve lokantalarımız dünyanın kıskanacağı bir mutfağa kavuşacaktır. ■
19
Steward
Bu, elbette yabancı mutfakların dışlanmasına davetkâr
bir kelam olarak algılanmamalıdır. Tüm dünya mutfaklarının tadı çıkarılmalıdır ama asıl hedef, dünyada hiçbir
yerde bulunmayan yaratıcı bir Türk mutfağını geliştirmek
olmalıdır.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Eğer toplumda mutfağımızın yenilenip gelişmesi bu şekilde ön plana çıkarılırsa; toplumun geri kalanı da hızla
bu yolda gelişmeye çalışacaktır.
Terim
Güneş
FUTBOL
opun, maça, oyunculara ve oyuna rağmen bu kadar
dramatik bir biçimde “öne çıkmasını” sağlayan şey, modern futbolun gerçek tarihsel koşullarından kaynaklanan, deneysel, bilmecemsi ve zengin çağrışımlı sistematik
karakteri değildi kuşkusuz; düpedüz Türkiye de oynanan futAli Fikri IŞIK
bolun “geçişsiz”liğidir
T
Topun bir yerden, istenilen bir başka yere gitmesi için, ne bir geçiş “tekniği” düşünülmüş,
ne alan ve zamanı “yorumlayan” bir yaratıcı “bilmece” kurgulanmış, ne oyunun dayanak
olabileceği kültürel bir “kimlik” öne çıkarılmış ve ne de oyunun yan anlamları, ortak “inanç”
çatısı olarak paylaşıma açılmış.
Kabak tadına helal getirmemek için ondan daha aşağı ve daha tatsız bir sebze arayışını
sürdüreceğim. Bildiğim bütün Gurme’lere sordum? Yemeğin “birincil lezzetinin üstünde gezinen ikincil lezzete” ağız tadı denir, dediler ağız birliği etmişçesine. Terim/Güneş ustanın pişirdiği şu “kapuska” nasıl diye
sordum? Boş bir tat tarafından desteklenen muğlâk bir tat, dibi olmayan “her şey mubah” sofrası, bereketsiz bir son bahar hasadı!
Terim/Güneş futbolu, daha doğrusu onun olağan, dolaşımda olan rutin varyantı, bir tür modern bütüncül bir oyun
üretmekten kaçmanın “elverişli” bir yolu olup çıktı. Guardiola, Bielsa ve benzerlerinin çalışmaları, naifçe, oyuncunun
ayaklarına dayalı oyun temsilini, oyun yapılarıyla değiştirerek, “klasik” oyun hakikatini, anlam ve oyun bilgisini temelde
sarstı.
Rahatsız edici soru şuydu? Eğer oyun, oyuncunun performansına göre değişen, kısmen mevcut, kısmen namevcut
olan yeteneğinin bir ürünüyse, belirlenmiş bir hakikat veya istikrarlı bir “oyun” anlamından nasıl bahsedebiliriz?
20
Telekom Arenada pişen beşinci sınıf bir çorbaya, bay Dilmen birinci sınıf bir ziyafet diyebilir. Artık bir sakıncası yok.
Çünkü pul ve para aynı şey! Çünkü topu “dep’mek” ve Çağdaş oyun “heman*” şeydir.
Steward
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Paranızı ödüyorsunuz ve önünüze konulan da bu tatsız tuzsuz yemek. Haydi tepki gösterelim! Bir futbol oyununu,
oyuncunun ayakları temsil etmez. Eğer bu doğru olsaydı benim de berber koltuğunda oturmam meşru olurdu. Hem
maç, hem tıraş. Hem hakem, hem terzi. Hem teknik adam hem manav!
Artık asabım bozuluyor, bu kadar kolay yalan söylemek niye? Hakikaten, bizler yani katıksız futbol severler, gözünüze
nasıl görünüyoruz? Alnımızda kocaman “ne verirsen yer bu aptallar” mı yazılı. Bize saygınız kaymadıysa bari kendinize saygı duyun yahu?
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Oyun denilen şey, bir
kaleden diğer kaleye giden
bir örüntüler haritasıdır. Yol tabela ve uyarı levhalarının toplamıdır.
Tipik
tren
raylarının
paralelliğidir. En karanlık labirentin bir
yerinde yanan yeşil çıkış işaretidir.
Aklın ve emeğin bulabildiği en
rasyonel organizasyon çözümleridir. Sorun çözmektir. Bilmecedeki sorunun önceden verilmiş,
bilinen yanıtıdır.
Steward
22
Terim’i anlarım. Çünkü bütün kariyeri irrasyonelist, kaotik, barbar ve skor bağımlısı bir kendi
kendine oyun içinde geçti. Nitekim maçın son yirmi dakikasını, hiç tereddüt etmeden “aklı” kıyma makinesine
attı. Terim, oyuna bütünüyle araçsal bir mesele gözüyle
bakan bir teknik adam. Kendi özüne yabancılaşmış bu
oyunu sorgulamak şöyle dursun, bu “pozitivist fanteziyi”
onaylar ve zayıf bir manevra yaparak onu daha iç
açıcı/açıtıcı bir şeyle yedeklemeye kalkar.
Ama ya Güneş, onun aklıyla bu zoru ne? Bir tek “dikine”
pastan hücum planı üretmek nerede görülmüş. Bu hafiflik niye?
Bir teknik direktör, merhametli bir annenin kızının saçlarını örerken o örgüye gösterdiği ihtimamı, oyuncular
arası işbirliğine göstermek zorundadır. Hepsi bu.
Bütün bu yokluk
ve yoksunluklardan iyi oyun,
güzel
oyun
çıkma ihtimali
var mı? Maçın
tutarsızlığı bir bakıma iki teknik adamın tutarsızlığıydı. Bir
bakımdan değil, neredeyse tüm bakımlardan. Modern futbol
açısından “maç” ile
“oyun” arasında açık
bir ayırım yoktur.
Terim/Güneş’in oynattığı davranışçı, nicelleştirici oyun modeli, miadı
çoktan dolmuş bir köksüzlüktür. Çözüm diye öne sürdükleri her müdahale aslında sorunun bir parçası. ■
ŞARAP
eynir;
tarihi M.Ö. 8 bin (koyunun
evcilleştirildiği tarih) ila 9 binli yıllara
kadar uzanan, geçmişi Orta- Asya ve Ortadoğu
coğrafyasına uzanan bir kültür gıdası... Bazı kaynaklar ilk peynirin Orta Asya’da göçebe Türkler tarafından
üretildiğini söylemekte... Peynir üretimine ilişkin ilk yazılı kaynaklar ise M.Ö. 2000’li yıllardaki Mısır mezar
anıtlarına uzanmakta... Antik zamanda üretilen peynirin
günümüzdeki beyaz peynire yakın olduğuna ilişkin tahminler de var...
Teknik tanımı ile peynir, süt proteini “kazein”in peynir kültürü ile pıhtılaştırılması ve peynir suyunun uzaklaştırılması ile elde edilen fermente süt ürünü... Sonraki aşama
ise; peynirin tuzlandırılması ve olgunlaştırılması...
Şarap ise bir kültür içkisi... Yazılı kaynaklar M.Ö. 3000’li yıllara kadar uzanan bir tarihi olduğunu söylüyor... Anavatanı;
Kafkaslar, aşağı Mezopotamya ve Anadolu’yu içine alan
bölge... Tarih boyunca şarap, sadece bir içki değil, bir
yemek tamamlayıcısı olarak değer kazandı... Bu gelişimde
kuşkusuz şarabın gelişiminde önemli rol oynayan, üzerine
araştırma yapan manastırların etkisi büyük... Manastırlar
şarap ve yemek kültürüne de önemli katkı vermişler...
P
Şarabın peynirle olan uyumu birçok yazının konusu olsa
da, bu konu üzerine doyurucu, bilimsel yaklaşımda bulunan fazla yayın yok... Genellikle, Türk şarapları yüksek
tuz içerikleri nedeniyle peynirle zor uyum gösterirler.
Ancak, düşük tuz içeren ve şarapla iyi uyum sağlayan
peynirlerimiz de var... Artık, yerel piyasada yabancı kökenli peynirler de bulabiliyoruz. Şu halde, peynirleri şarap
uyumuna göre değerlendirelim:
- Bordeaux tipi kırmızı şarap : Brie, Camambert, Eski
kaşar, Gorgonzola
- Pinot noir
: Kars gravyeri, yağlıaz tuzlu
beyaz peynir, taze kaşar
- Kalecik Karası
: Kars gravyeri, Keçi peyniri,
Taze kaşar, Çökelek peyniri
- Boğazkere
: Eski kaşar, Mozzarella
- Öküzgözü
: Chedar, Gorgonzola, Brie
- Chardonnay
: Taze kaşar, Mozzarella,
Tulum, Gravyer, Emmental
- Sauvignon Blanc
: Mozzarella, Gravyer, Yağlı
beyaz peynir
- Narince
: Taze kaşar, Kars gravyeri
- Roze şaraplar
: Chedar, Emmental, keçi
peynirleri ■
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Bizde en bilinen peynirler; Ezine peyniri,
taze beyaz peynir, teleme peyniri, İstanbul’un çayır peyniri, Trabzon’un su peyniri, Siirt’in Köçer peyniri, Ordu’nun torba
peyniri, Bartın’ın manda peyniri, Kars
gravyeri, Kars kaşarı, Trakya kaşarı, Bergama tulumu, Denizli’nin Yörük peyniri...
Ancak, adını burada saymadığımız birçok yöresel peyniri de bu listeye katabiliriz…
Şarapla peynir ilk kez ne zaman evlendiler... Bu konuda kesin tarih vermek
olası değil... Ancak, özellikle Orta çağda
Hangi peynir? Hangi şarap?
23
Steward
Peynir ve
şarabın dansı
Peynir denildiğinde akla ilk gelen ülkeler Fransa, Hollanda ve İtalya... Ancak, Akdeniz havzasının hemen her
yerinde peynirin özel yeri var... Aslında ülkemiz bir peynir
cenneti... Ancak, çoğu yerel kalmış, Avrupa örneklerinde
olduğu gibi coğrafi işaretle tescillenmemiş... Zaman
içinde Anadolu’nun her yanında küp, çökelek, testi, sepet
vb. kaplar içinde farklı tip ve lezzette peynirler üretilmiş...
İşin içine bir de koyun, keçi, manda, inek ve diğer hayvanların sütleri girince çeşitlilik artmış...
Kuşkusuz, hayvanların ırk farklılıkları yanında, coğrafi bölge farklılığı yani, hayvanların beslendiği çayırlar, oksijen,
güneş, toprak, her şey lezzeti etkiliyor…
Çeşitlilik ve renk getiriyor... Örneğin,
Fransa’da 400’ün üzerinde farklı peynir
çeşidinden bahsediliyor. Bunların birçoğu da, çiğ sütten üretilen yerel peynirler... Unutmayalım ki peynir doğru
koşullarda işlenmezse insan hayatını
tehdit edebilecek bir gıda olabilir... Bizde
ise daha ziyade pastörize sütten peynir
üretimi yapılıyor...
Prof. Etan ANLI
Avrupa saraylarında
bu geleneğin yaygın
olduğunu biliyoruz...
Örneğin, Fransa
Kralı IV. Louis
şarap sever olduğu kadar, bir
peynir tutkunu
da... Peynir ve
şarabın ortak
noktası ise; her
ikisinin de bir
olgunlaşma süreci var.
Her ikisi de
belli bir düzeye kadar olgunlaştıkça gelişip, güzelleşiyor... Ancak,
bu süreç genellikle peynir de daha kısa süreli...
BİR ZAMANLAR ÇOCUKTUK
Haralambos
Arkadaşım
Aradan çok zamanlar geçti. Uzun bir mektup olduğunu
hatırlıyorum sadece. Bir de mektubun başlığını.
Büyük harflerle...
“ARKADAŞIM HARALAMBOS”
--çocuklardık
parlak yıldızlardık o zaman
ay büyülüydü, yakamoz, deniz
ardından koştuğumuz o baharlar
Şarkı sözü: Meral ÖZBEK (Günebakan)
---
ocukluğumun bir bölümü Trabzon’un Dernekpazarı ilçesine bağlı Kondu Köyü’nde geçti. Geçen sayıdaki
büyükçe bir fotoğrafını yayınladığımız o “masal evin”
bulunduğu köyün adıdır Kondu. Geriye dönüp baktığımda masal tadında yaşanmış o yılları bir daha hiç yaşayamadığımı düşünürüm hep. Dönemin özelliği miydi, biz mi
çocukluğun büyülü dünyası içerisinde her şeyi masal gibi görüyorduk bilemiyorum.
Ç
Ama güzeldi, büyülüydü, hayat ve coşku doluydu işte.
Zeynep GÜR
İlkokul 3. sınıfa geçtiğimde memleketimizden ayrılıp başka
bir diyara göç eyledik. Yine Karadeniz’deydik ama batıya
doğru da epeyce yol almıştık.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Bugün olduğu gibi o yıllarda da memlekete olan özlem depreşir ve kalkar yollara düşerdik.
Steward
24
1970’lerin sonlarına doğru bir bayramdı. Babam, elinde iki kişilik bir otobüs bileti ile kapıdan içeri girmişti.
Suratında gülümseyen muzip bir ifade ile;
- Ben gidecektim aslında ama artık siz de tek başına yolculuk yaşına geldiğinize göre gidin akrabalarımızı
görün, büyüklerin ellerinden öpün ve dedelerinizin mezarına uğrayıp dua edin. Alın, bunlar da biletleriniz, diyerek
otobüs biletlerini uzattı.
İlk defa bu kadar uzun bir yola yanımızda büyükler olmadan kardeşimle birlikte gitmemize izin vermişti babam.
Ben on üç kardeşim ise on bir yaşında henüz. Artık büyüyoruz ya çok hoşumuza gitmişti bu kendi başımıza yolculuk” durumu.
Uzun bir otobüs yolculuğu sonrası memleketimize vardığımızda hava çoktan kararmıştı. O saatte köye yürüyerek
gitmek gerekiyordu. Kardeşim hafif tedirgin olsa da ben o kadar eminim ki kendimden yolda kaybolabileceğimize
ihtimal bile vermiyorum. Ne de olsa çocukluğum o yollarda geçmiş hep.
Çocukluk ve gençlik arkadaşıymış. Yedikleri içtikleri ayrı
gitmezmiş.
Ama kaybolduk işte gecenin o saatinde.
Haralambos, delikanlı çağa gelince köyden bir kıza sevdalanmış. Kız da Haralambos’a sevdalanmış ama aile
bu evliliğe onay vermemiş. Haralambos o kadar üzülmüş ve küsmüş ki hayata terk etmiş doğduğu, büyüdüğü toprakları, arkadaşlarını ve de dostlarını.
- Girin bakayım diyerek bizi içeri aldı. Kimlerdensiniz,
nereden geldiniz sorularından sonra,
- Yatın bu akşam burada, sabah yavaş yavaş gidersiniz ben size yolu tarif ederim dedi.
Laf lafı açtı. O anlattı biz dinledik. Evde kendisi ve yaşlı
eşinden başka kimse yoktu zaten.
Sonra bir ara kalkıp eline bir kalem kâğıt aldı. Okuma
yazma bilmediğini, mektup yazdıracağını söylerken,
- Hanginizin yazısı güzel ise o yazsın demeyi de
ihmal etmedi.
O söyledi ben yazdım. Aradan çok zamanlar geçti.
Uzun bir mektup olduğunu hatırlıyorum sadece. Bir de
mektubun başlığını.
Büyük harflerle “Arkadaşım Haralambos” yaz diyerek
başlamıştı mektubunu yazdırmaya.
Ama çocukluk arkadaşı olan bizim Mehmet Amca ile
bağları hiç kopmamış. Bir daha yüz yüze hiç görüşemeseler de mektuplarla devam etmiş bu dostluk.
- Bu hayatta daha iyi bir dostum hiç olmadı dedi,
mektubunu yazdırırken tane tane. O zaman anladım
dostluğun ne denli derin bir bağ oluşturabildiğini ve de
ne kadar kalıcı olabileceğini.
Bu dünyayı hangisi daha önce terk etti, en son hangisinin mektubu cevapsız kaldı?
Kim bilir ne derin bir hüzün bırakmıştır, mektubuna
cevap almayan tarafta.
O bayramdan sonra bir daha hiç kaybolmadım.
Oysa ne çok isterdim tekrar tekrar kaybolmayı ve dinleyemediğim nice yaşanmış masalları sahiplerinin ağzından dinleyebilmeyi. ■
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Mehmet Amcayı o zaman tanıdım.
25
Steward
Hava zifir karanlık olup iyice korkmaya başlayınca bulduğumuz ilk evin kapısını çaldık.
İNSAN
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Atları da
Vururlar
Çaresiz kalmış, öfkeli ne yapacağını, nereye gideceğini bilemeyen işsiz,
aç, umutsuz insanları birilerinin eğlemesi gerekmektedir. O anda ortalığa çıkan organizatörler çılgın yarışlar düzenlemeye başlamışlardır.
Dibe vurmuş, çaresiz, umutsuz, işsiz insanlara kolay yoldan para, şöhret sağlamanın yollarını sunmaktadırlar.
Steward
26
926 yılında, bir yarımada olan Florida Eyaleti’nin, deniz,
kum, güneş dolu sahilleri yakında tatil cenneti olacağı
söylentisi kulaktan kulağa yayılmaktadır. Paraları olan insanlar telaşla toprak, gayrimenkul almaktadır. Paraları olma- Taner GÜREL
yan insanlar bankaların kapılarını aşındırıp aldıkları kredileri Sosyolog
yine toprak ve gayrimenkule yatırmaktadır. Ortalıkta tuhaf bir
bolluk olduğunu söylenmektedir. İnsanlar birbirlerine, çulsuz
olup borsada çuvalla dolar kazanan
adamların öykülerini, toprak alan insanların bir süre sonra büyük servetlere
kavuşacaklarını anlatmaktadırlar. Milyonlarca insanın içinden birkaç örnekte
çıkmıyor değildir. Bu da insanların hayallerini kamçılamaktadır. Parmak şaklatmakla zengin olma fikri insanların
hayallerini aşmış, borç harç demeden arkalarından biri kovalarcasına arsa, toprak, bina, hisse
senedi peşinde koşmaktadırlar.
1
18 Ekim 1928 günü okyanuslara açık Florida
eyaletinde, doğa için yüzlerce yıldır olağan olan
fakat insanlar için kâbus olan, bir kasırga patlamıştır.400 insan ölmüş, limanlarda tekneler, yatlar, lokantalar, oteller, eğlence mekânları
parçalanmıştır. Kentin iç mahallelerine ulaşan dalgalar konutları kullanılamaz duruma sokmuştur. Florida eyaletinde binlerce insan işsiz, evsiz, çaresiz sokaklarda kalmıştır.
Kredi taksitlerinin günü geldiğinde bankalar borçlulardan ne alabildi dersiniz! Florida, dramı yaşarken diğer Amerikan
eyaletlerinde yaşam akıp gitmektedir. “Dikkat! Bulutlar yağmur topluyor.” diyenler vardır. Oysa Amerika dikkatini 1.
Dünya Savaşı sonrası dünyanın yeniden düzenlenmesine vermektedir.
Derken ilk sıkıntılı haberler İngiltere ve Almanya da geldi.
Amerika’dan kredi alan İngiltere parasının değerini Altın
Standardı denilen usule göre yapmıştı. İngiliz parası, mal
ihracatı yapamayacak düzeyde değerlenmişti. İngiltere’de bir anda yaşam kitlenmişti. Mal ihraç edemeyince;
Borsalar çöktü
3 Ekim 1929 günü rekorlar kıran borsada alışılmadık bir
durum yaşandı. Büyük birkaç şirketin hisse senetlerinde
düşme olmuştu.
18 gün süren gergin bekleyiş, 21 Ekim günü Amerika’da
artık başka bir yaşama geçileceğinin sinyalini verdi. Yabancı yatırımcıların hisselerini elden çıkarmalarıyla bor-
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
1. Dünya Savaşı; kazanmasına karşın İngiltere’yi yıpratmış, savaşı kaybeden Almanya’yı perişan etmiştir. Amerika, dünya egemenliğini ele geçirme yarışında yarım
adım önde olan İngilizlere kendini toplasın diye kredi vermektedir. Almanlara da yeniden yapılansın diye kredi verilmiştir. Almanların başında bir de yitirdiği savaşın
tazminat belası vardır. Avrupa savaş sonrası kıvranırken
Amerika’da Ford, otomobili ucuz üretmiş, inşaat teknolojileri değişmiş, bina yapımı hızlanmıştır. Elektrikli aletlerin yaşamı kolaylaştırması ve hızlandırması gündelik
yaşama renk getirmiştir. Üretilen mallar insanların zihninde gereksinim durumuna gelince talep patlaması yaşanmıştır. Bankalar kredi dağıtmakta, şirketler hisse
senedi satmaktadır. Hoş O zamanlar ne bankacılık yasaları vardı ne de hisse senedi satan şirketlere ilişkin yeterince bilgi alınacak kurumlar. İnsanlar zamanın ruhuna
kendilerini kaptırmışlardı. Zamanın ruhuna bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler egemendi. Öyle ki Amerikan
ekonomisinin % 50’si üzerinde söz sahibi olan şirket sayısı 200 kadardı. Başkan Hoover ve uzmanlarının deneyimlerinden kuşkuya düşenler tehlikenin ayak seslerinde
söz ediyorlardı. Fakat dinleyen kim. Ortada parası olan için
bolluk vardı ve gözler kamaşmıştı. Yoksullar zaten olağan
yaşamlarını, sefil, aç, evsiz bir biçimde sürdürüyorlardı.
üretici ve tüketiciler sıkıntıya düşmüşlerdi. İngilizler aldıkları krediyi ödemede güçlük çekiyorlardı. Üstüne üstlük
Almanya da hem kendini yeniden kurmak, hem de savaş
tazminatlarını ödemek sarmalında kıvranıyordu. Oradan
da kredi ödemeleri geri dönmüyordu. Kaldı ki Amerikalılar verdikleri kredileri altın olarak istiyorlardı. Dünyada
zaten ciddi bir altın sıkıntısı vardı, ayrıca dünyadaki altın
stokunun önemlice bir bölümü Amerikalıların elindeydi.
Amerikalılar parayı kurtarmanın peşine düşmüşlerdi.
Çokbilmiş “bırakınız yapsıncı” uzmanlar, İngiliz ve Almanların borçlarını mal ve hizmet olarak ödemesi önerisini
yaptılar. Bu kez de ülke içindeki mal ve hizmet üretenler
zor duruma düştü. Çokbilmiş uzmanlar gümrük duvarlarını yükseltmeyi önerdiler. Gümrük duvarlarını yükseltince neticede ticaret daraldı. Amerikan ekonomisi
ısınmıştı. Telaşlı soluk alışını hissedenler vardı. Bay başkan liberal olduğu için danışmanlarıyla bırakınız yapsınlar inadını sürdürüyordu. Ticaretin kuralı bu, batan batar,
işsiz kalan işsiz kalır diyorlardı. Ortalıkta tarifsiz bir sıkıntı
vardı, uğultular duyuluyordu. İnsanlar birer ikişer işten
atılmaya başlanmıştı. Küçük işletmeler nefes alamıyordu. Ve yağmur toplayan bulutlar ilk şimşeği çaktılar.
27
Steward
Savaş sonrası yenidünya düzeni
lerin eline geçmiştir. Demek ki kriz çoğunluk için acı bir şeyken bir
kısım insan için tadından yenmez bir beslenme emtiadır.
Amerika’da varılan bu noktadan hareketle yaşama yeni bir başlangıç gerekmektedir. Herkese bir iş düşer, ekonomistler yeni “dünya
düzeni”nin nasıl olacağının ipuçlarını vermeye başlamıştır. Fakat
çaresiz kalmış, öfkeli ne yapacağını, nereye gideceğini bilemeyen
işsiz, aç, umutsuz insanları birilerinin eğlemesi gerekmektedir. O
anda ortalığa çıkan organizatörler çılgın yarışlar düzenlemeye başlamışlardır. Dibe vurmuş, çaresiz, umutsuz, işsiz insanlara kolay yoldan para, şöhret sağlamanın yollarını sunmaktadırlar. O dönemi
McCoy’un 1935 yılında yazdığı romandan aktaran Amerikalı yönetmen Sydney Pollack “ATLARI DA VURURLAR” filmiyle anlatmıştır.1500 dolar ödüllü bir dans yarışmasına katılan, umutsuz
insanların dayanılmaz ruhsal bozulmalarını, yaşama tutunma çabalarını göstermiştir.
İyilikseverlere aman dikkat!
sanın balonu patlamış, çözülme başlamıştı. 21-29
Ekim tarihleri arasında 4 bin banka batmış, irili ufaklı
şirketler el değiştirmiş, binlerce insan mal varlığını ve
akıl sağlığını yitirmişti. Milyonlarca insan işsiz, evsiz
kalmış, aileler dağılmıştı. Peki, herkes mi işini, evini,
parasını yitirdi! Yaşamın bir de o yüzüne kısaca göz
atmak gerekir. Tahterevalli gibidir ekonomik yaşam,
biri batarken biri yukarda kalır. O aralar servetler, şirketler el değiştirmiş, Amerikan ekonomisi artık tekel-
Günümüzde de ayni taktik yeniden sahnelenmekte. Bankalar bir
mesajla kredi vermekte ısrarlı. Ödeme kolaylıkları, kefilsiz, senetsiz
satış seçenekleri ile bankalar ve inşaatçılar adeta yarışmakta, bir
anne baba şefkati ile ahaliyi ev bark sahibi yapmak için çırpınmakta.
Anlayacağınız ortalıkta anlamsız bir bolluk var. Sistem çok yönlü çalışıyor. İnsanları oyalayacak televizyon gibi harika bir oyuncak da
var üstelik. Hadi hem eğlenin, hem para kazan taktiği ile yine sözde
fedakârca, para kazandırma çabaları, iyi kalpli TV yapımcılarının
halkımızın gözüne de hitap eden güzel ve akıllı sunucularla yuva
kurdurma gayretleri... Kısacası bin bir çeşit; bilgi, yetenek, şans, eş
bulma, lotolar, Var mısın yok musunlar, survivorler, sayısallar, şans
topları… Neyse ki fakiri fukarayı eğlendirme biçimi Romalılardan bu
yana biraz daha değişti. Yırtıcı hayvanlara insan parçalatma yerine,
insanları birbirlerine eziyet eder hale getirdiler. Oyunun bir yüzü sahnede böyle oynanırken, işin sorumluları da sanki bu düzenin dışındaymış gibi fısıldıyorlar; “Dikkat kriz kapıda! Demedi, uyarmadı
demeyin.“ diyerek sorumluluktan sıyrılıyorlar.
Atı vuran da, vurulan da değişmiyor. ■
Kanser ailesel midir?
Soya çeker mi?
SAĞLIK
BAŞLIK
Kişinin nasıl yaşadığı, kanser oluşmasında,
ailesel genlerin varlığından daha etkili görünmektedir.
ardeşim kolon kanseri bize de barsak incelenmesi
önerdiler.” Ya da annemi meme kanserinden kaybettik. Ya da “Babamı akciğer kanseri ve amcamı mide
kanserinden kaybettik. Genetik olarak bende kansere yatkınlık
var mıdır? Ben de kanser olur muyum?” Sık sorulan sorulardır.
“K
Doç. Dr.
Yakın akrabalarında kanser olan pek çok kişi kendisinin de
Sevil Çağıran KILÇIKSIZ
kanser olacağı kaygısını taşır. Kanser kişinin vücut hücreleRadyasyon Onkoloğu
rinde bulunan genler sonradan değişime uğradığı için yapısal
bozuklukla ortaya çıkar. Bu nedenle kanser genetik bir hastalıktır. Genler hasar gördükleri için hücreler denetimsiz ve aşırı çoğalarak tümörler oluştururlar. Ancak bu bozuğun genetik olması aileden geçtiği anlamına gelmez. Çünkü kusurlu
genler, pek çok vakada aileden aktarılmamıştır, sonradan oluşmuştur. Akciğer, meme, mide,
prostat, barsak kanseri gibi pek çok kanserin çoğunlukla (%90-95'inin) aileden geçmediği
bilinmektedir. Kansere yaşanılan çevre kirliliği, beslenme, kanser yapıcı maddeye maruz
kalmak, iş ortamındaki kanserojen maddeler (boya işçiliği gibi), sigara gibi faktörler neden
olur.
Ocak //Şubat
Şubat--2012
2012--Sayı:9
Sayı:9
Amerika'da neredeyse her beş ölümden birinin nedeni kanserdir. Dolayısıyla her ailede akrabalardan birden fazlasının kanserden kaybedilme şansı yüksektir. Bu durumda beklenilenden daha sık ölüm nedeninin kansere bağlı olması, kalıtsal olmasıyla doğrudan ilişkili
değildir. Akrabalardan ölen bu kişilerin hepsi eğer sigara içiyor olsaydı her 10 ölen kişiden
3 veya daha fazlasının kanserden ölmesi beklenecek ve şaşırtıcı olmayacaktır. Diğer bir
araştırmada: 2. Dünya savaşındaki askerlerden 15.000 ikizin savaştan sonra sağlık kayıtları
tutulmuştu. Tek yumurta izlerinde ikizlerinden biri kansere yakalanmışsa; diğer ikizin de yakalanma oranı toplumdaki
bireylere göre daha fazla değildi.
Steward
30
Kısacası kanserler yapısı bozulan genler sonucu ortaya çıkarlar. Ancak kanserlerin çok azı (%5-10) soyaçekim ilişkilidir. Kanserin soya çekmesi nadir bir durum olup, kalıtım / döl hücrelerinde bulunan bir hasarın bebeğe/yeni kuşaklara aktarılmasıdır. Kişinin tüm hücrelerinde bu hasarın bulunması ile oluşur. Kalıtsal olmayan kanserler ise
sonradan oluşur ve bebeğe geçmezler. Kalıtsal / ailesel grupta kansere duyarlı genler kuşaklara geçer ama bu
genler hemen doğrudan kansere neden olmaz. Daha açık deyişle bu tür ailesel genleri taşıyan kişiler, kansere neden
olan dış nedenlere (örneğin güneş ya da kimyasallar) başkalarından daha hassas hale gelirler.
Ailesel kanserler
Ailesel kanserler çocuklukta veya emsallerine göre daha genç yaşlarda görülebilir. Bu türler soydan geçişle yapıları
bozuk genlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan kanser çeşitleridir. Fakat anne-babada kanser görülmezken, çocukta çıkabilir. Araştırılırsa bu kişilerin daha eski kuşaklarında kanser olduğu ortaya çıkabilir. Ülkemizde aile kayıtları
pek olmadığı için dede / nenelerden aktarılmış olabilecek bu kanser riskini önceden bilmek pek mümkün olmamaktadır.
Soyaçekim ile ilişkili kalın bağırsak kanserleri, böbrek kanserleri, gözde retina denilen dokudan kaynaklanan kanserler, bazı meme kanser türleri sayılabilir. Yakın zamanda bazı kanserlerde belirgin gen çeşitleri tespit edilmiştir.
Vücudumuzda neredeyse tüm hücreler (kırmızı kan hücreleri hariç), döllenmiş yumurtada bulunan, ana babadan
Kanser oluşumunu geciktirmek ya da var olan kanserin
büyümesini engellemek
Kanser oluşumunu geciktirmek ya da var olan kanserin
büyümesini engellemek biraz da bize bağlıdır. Genlerimizi değiştiremeyiz. Bu durumda beslenme ve yaşam biçiminde yapacağınız akıllı tercihlerle kendimizi, bağışıklık
sisteminizi güçlü tutabilir ve kanseri önleyebiliriz. Bu nedenle yapabileceğimiz akıllı tercihler: Sigarayı bırakmak
(her yıl sigarayla ilişkili nedenlerle 3 milyon insan ölmektedir), hayvansal yağı azaltmak (daha çok zeytinyağı gibi
bitkisel yağları), sebze ve meye tüketimini arttırmak, kömürde pişmiş yiyeceklerden kaçınmak, katkılı hazır yiyeceklerden kaçınmak, alkolü günde bir kadeh ile
sınırlamak, şişmanlamaktan kaçınmak, güneşe maruz
kalmamaya çalışmak ve stresi azaltmak. ■
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Örneğin meme kanserlerinin yaklaşık %5-10’u aileseldir.
Ailede erken yaş meme veya yumurtalık kanseri olması,
birinci drece yakınların ikisi veya daha fazlasında meme
veya yumurtalık kanseri olması, kişinin her iki memesinde birden kanser bulunması meme kanserinin o kişinin ailesinde kalıtsal olabileceğine işarettir. Bu kişilerde
ilgili gen testleri ile meme kanserinin ailesel olup olmadığı
anlaşılabilir. Meme kanserinin ailesel olduğunu bilmek
neyi değiştirir? Bu ailenin bireylerinde ilgili hasarlı gen tespit edilirse; bu tip kişilerin yaklaşık yüzde 85’inde meme
veya yumurtalık kanseri ortaya çıkacak demektir. Bu risk
altındaki kişiler daha sık kontrol edilerek çok erken tanı
ve dolayısıyla da hayat kurtarıcı tedavi yapılabilir.
geçen, gelişimimizi sağlayan, genlerin ve kromozomların
kopyalarını taşır. Akciğer, barsak, mide gibi vücudumuzun herhangi bir yerinde bulunan hücrelerin içindeki genler çevre koşulları ile değişime/hasara uğrayarak normal
olan hücrelerin kanser hücrelerine dönüşümüne yol açabilir. Ama unutmamak gerekir ki: toplumumuzda oluşan
kanserlerin çoğu dölle aktarılan değil, bunun dışındaki
faktörlerden gelişen kanserler veya yaşlanmayla ortaya
çıkan kanserlerdir. Çoğunluğu oluşturan bu kanserlerin
oluşmasında bizim hala bilemediğimiz ortaya çıkaramadığımız nedenler vardır. Araştırmalar bu yönde sürmektedir. Kişinin nasıl yaşadığı kanser oluşmasında, ailesel
genlerin varlığından daha etkili görünmektedir.
31
Steward
Bu genlerin çoğunun belirli organlarda (örneğin meme,
yumurtalık ya da barsak) kansere neden olduğu anlaşılmıştır. Meme ve yumurtalık kanserinin soyaçekiminde
rol oynayan genler, Wilms tümörü (böbrekte), ailesel
Adenomatöz Polipde (barsak kanseri gelişiminde önemli)
rol oynayan tümör baskılayıcı genlerdeki hatalar sonucudur. Polipsiz kalıtsal kalın barsak kanserinde ise kalıtım
ipliğindeki (DNA) hasarın tamirinde rol alan genlerindeki
hatalar sorumlu bulunmuştur. Sonuç olarak bu genlerin,
mutant (anormal) kopyalarını taşıyan kişilerde bazı kanser çeşitleri toplumdaki diğer insanlara nazaran daha sık
görülür. Oysaki kişinin nasıl yaşadığı (yeme alışkanlıkları,
sigara, alkol kullanımı) kansere oluşmasında, bu genlerin
varlığından daha etkili görünmektedir.
Sokak
Hayvanlarımız
BU DÜNYA HEPİMİZİN
Sokakta yaşamayı onlar seçmedi...
Mademki sokaklarımızın bir parçası onlar,
sahip çıkmalıyız onlara…
nu almaya Cağaloğlu’daki parka gittiğimde karşılaştığım manzaranın karşısındaki çaresizliğimi bugün gibi
hatırlıyorum. Bu işlere gönül vermiş birkaç insan tarafından kartondan yapılmış ve çöp poşetleriyle ıslanmasın diye
giydirilmiş, o minik güzel evin kapağını açtığım an, birbirine
sokulmuş yatan 4 tane küçücük kedi yavrusuyla göz göze geldiğimde, birini diğerinden ayırmadan hepsini kucağıma alıp,
annelerini de kucaklayıp evime götürmek istemiştim. Ama yaAyşe SOYDAN
pamadım tabi ki. Çünkü bahçeli bir evim yoktu… 5 tane canÇırağan Palace Kempinski
lının ev koşullarında sorumluluğunu
alacak zamanım yoktu Hemşire
ve apartman sakinlerinin hışmına uğramakta çok olasıydı... Beyaz
tüylü, alnında siyahları olan ve içlerinde en
cılız görünen kız yavruyu onların içinden alıp evime getirdim ve bugün
genç bir yetişkin olan kedim ipek
hanımla 2 yıldır mutlu bahtiyar
yaşıyoruz... O benim evimin bir
yaşayanı artık ve öyle de kalacak…
O
Asıl soru burada başlıyor;
Peki, ya diğerleri? Evleri yürüdüğümüz kaldırımlar, oturduğumuz banklar
olan sokağımızın diğer çocukları kedilerimiz, köpeklerimiz... Onları nasılsa biri
doyurur ya da başlarının çaresine bakarlar
deyip, boş mu bırakacağız?
Aç kalabileceklerini, açlıktan, soğuktan, susuzluktan, hastalıktan ölebileceklerini hatta öldüklerini görmek ve buna rağmen durmak,
duymamak hangi insanlık tanımlamasının bir
parçası olabilir ki?
Her gün evlerimizde, işyerlerimizde, restaurantlarda, cafelerde yenilen yemeklerden arta kalanlar,
tabağımızdan çöplere sıyrılıyor… Sıyırıyoruz… Sıyırıyorlar… Çöp oluyorlar… Oysa har tabakta artmış olan bir
parça, bir lokma bir araya gelebilse, işte sokaklarda
melül melül gözlerimizin içine bakan o can dostlarımızın
aç kalmak gibi bir riski taşıyor olmaları mümkün olmayacak… Unutmayalım, sokakta yaşamayı onlar seçmediği gibi, mademki sokaklarımızın bir parçasılar, sahip
çıkmalıyız onlara… Çalışıp para kazanıp, yiyecek satın
alamazlar, ev kiralayamazlar, hasta olunca parasını ödeyip doktora gidemezler, eczaneye uğrayıp, ilaçlarını alamazlar... Ama bizim sağduyumuzla yaşam konforları
artabilir… Sağlıklı ve tok yaşamalarını sağlamak için çok
büyük şeyler yapmak gerekmiyor, LOKMANI ONUNLA
PAYLAŞMAKLA BAŞLA!
İşyerlerimizde yediğimiz yemeklerden tabaklarımızda artakalanları, bireysel olarak değerlendirme zamanı olmayanlar, bu işe gönül vermiş sokak hayvanları
dernekleriyle işbirliği yapabilirler.
Bir kez sevginin kesiştiği yerde göz göze gelmek yeterlidir... Onlar bizi tanırlar, kokumuzu unutmazlar... Vefaları
ölünceye kadardır... Unutmayalım;
BU DÜNYA HEPİMİZİN!... ■
35
Steward
Hepimiz, kendi kapımızın önüne sahip çıkabiliriz... Evimizde olmaları mümkün değilse, onları dışarıda da sahiplenip takip edebiliriz...
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Doğanın içindeki döngüde hiç bir şey ziyan olmaz ve
edilmez… Kedilerden, köpeklerden artanları, kuşlar yer,
kuşlardan artanı börtü böcek, karıncalar yer…
MÜZİK
Yılmaz Kutlu SEMİZ
Müzik Öğretmeni,
Besteci,
Şair,
Oyuncu
azın açık havada, akşam yemeğine yakın vakitte, tam tan ağarmak üzereyken, dinlenen müzik genelde banttan ve hareketli kulüp müziğidir. Oysaki klasik batı müziğinin, yemek öncesinde, iştah açabileceğini düşünüyorum. İştah açmasa da, havanın ve görüntünün katacaklarını düşünemiyorum bile.
Şöyle bir hayalini kuralım; hava, tam kararmamış, ılımış, deniz çarşaf gibi, havuz başında minik hareketlilik
ile temizlik görün tüsü ve hafif bir melteme, piyanodan ince ince gelen, içimizi yumuştan melodilerin, eşliğini
dinliyor olmak. Ya da gitar, keman ikilisinden çok hafif sesle naif tınılar. İşin getirisini düşünecek olursak, ote
limizin kapasitesi ve tesis genişliğine göre, havuz başı eğlencelerini de göze alarak, (animasyon grupları
olabileceğini düşünüyorum ancak), büyük otellerde gündüz etkinliğinin ardından, piyano eşliğinde, güzel bir müzik
menüsü oluşturulursa, misafirlerimizin, oturup dinlemese de, kulağına gelecek seslerden hoşnut olacağı kesindir.
Eğer otelimiz küçük ise bir gitar ve bir kemanın çaldığı melodiler, yemek öncesi ve yemek esnasında, çok çekici
olacaktır.
Esas konumuz, yemeğin bittiği saat ile gece animasyonlarının arasında kalan (21.00-00.00) o geniş saat dilimini
nasıl değerlendireceğimizdir. Bence, her gün başka bir müzik aktivitesiyle değerlendirebilirsiniz. Nasıl mı? Hemen
cevaba gelelim; pazartesi; çift gitar ile Flâmenko ve tango esintisi, salı; Grek müzik gurubuyla eğlence, çarşamba
günü ise; bir piyano eşliğinde, klasikleşmiş dünya müziklerinden, keyifli parça menüsü ile oluşan, 60’s, 70’s, 80’s
dinletisi çok hoş olacaktır. Perşembe; keyifli bir Caz-Blues gecesi. Cuma günü içinse; Türk Sanat Müziği esintileri
ile başlayan Alaturka müzik yapılabilir. Cumartesi gecesi; en hareketli gecelerdendir, geniş repertuarlı bir pop müzik
grubu eşliğinde, gecenin hızlı dakikalarına hazırlık yapabilir. Pazar; dinlenme günüdür ancak, tek gitar-keman ile
Türkçe sözlü hafif müziğimizin, eski örnekleri çalınabilir.
36
Özetle, müzik ruhun gıdasıdır! Deniz, kum, güneş ve tabiatın sunduklarıyla, kısıtlı tatilimizin, çokça keyifli olmasını
sağlayacaktır, kanaatindeyim. Bu reçeteyi deneyin derim, ısrar ederseniz, bu koşullarda otelinizin ismi daha da yaygınlaşıp, parmakla gösterilen bir işletme halini alır.
Steward
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Y
Hepinize, bol kazançlı, bol müzikli, keyifli bir yaz sezonu dilerim. ■
İÇ MİMARİ
angi otele giderseniz gidin ilk göze çarpan, otelin dekorasyonudur. Henüz daha kayıt kısmında bile göz
gezdirilir ve dekorasyonu ile nasıl bir yer olduğuna dair
fikir sahibi olunmaya çalışılır. İlk anda ki fikir ve psikoloji müşterinin otelinizden nasıl ayrılacağına dairde bir ipucudur aslında. Bu yüzden otel dekorasyonu bir otelin sunduğu kalitesi,
mutfak çeşidi ya da odalarındaki konfor kadar önemlidir.
H
İnci YÜREKLİ
Ufacık kötü bir detay, müşterilerin keyfini kaçırabileceği gibi, İç Mimar
kolay kazanılmayan firma isimlerinin de kolayca yok olabilme- Yazar
sine yeterlidir ya da tam aksine, başarılı ve estetik bir otel de- [email protected]
koru o an bu güzellikten faydalanan müşteriye verdiği doyum
ile kalmayıp, aynı zamanda dışarıda olumlu yönde geri dönüşler ve bunlara bağlı olarak
müşteri artmasına kazanç sağlar. Bunu sağlayabilmek adına sürekli değişen ve yenilenen
dekorasyon dünyamızda otelinizin, profesyonel tasarımcıların ellerine teslim edilmesi gerekir.
İstisnalar dışında birçok yatırımcı yeni bir şey yapmaktan, ilkleri gündeme getirmekten korkuyor ya da risk
almak istemiyor. Falancanın restoranı, filancanın lobisi
gibi olsun şeklinde tanımlamalar yapmak yerine, özgün
ve benzersiz mekânlar yaratımları talep etmeleri hem
kendi yatırımlarının, hem de iç mimar ve mimarların
önünü açar.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Otel
Dekorasyonu
Önce tematik oteller furyası yaşadık, ardından daha minimal arayışlar geldi,
sonra dünya ile entegre olarak maksimalizm eğilimleri yaşandı.
Özellikle Antalya bölgesinde şu sıralar
biraz da müşteri portföyüne bağlantılı olarak
ihtişamlı ve gösterişli mekân tercihleri
üst sırada yer alıyor.
Bu konuda duyarlı ve vizyon sahibi yatırımcıların sayısının artmasını dileyerek, bu yazımda otel tasarımlarıyla
ses getiren değerli bir iç mimarımız ve yaptığı güzel örnekleri tanıtacağım.
Steward
38
Yeşim Hanım, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Yeşim KARACA
1996 yılında Hacettepe üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nden de-
rece ile mezun oldum. Aslında okulun bitmesini bekleyemediğim için 1994 yılında başlamış olduğum profesyonel
meslek hayatıma Ankara, İstanbul, Moskova ve Antalya’da yerli ve yabancı çeşitli firmalarda devam ettim.
Bu dönem içinde iç mimari proje, uygulama, şantiye ve
mobilya üretim departmanlarında, konusunda uzman
mimar ve iç mimarlarla çalışma fırsatı buldum. Bu sürecin son sekiz yılında otel projelerine yoğunlaşarak yurt
içi ve yurt dışında çoğunluğu 4-5 yıldızlı olmak üzere bir
çok projenin başından sonuna kadar konsept tasarımı,
sunum ve uygulama projelerinin hazırlanması ile ekip koordinasyonu görevlerini üstlendim.2009 yılından bu yana
da, kurmuş olduğum “Yeşim Karaca Interior Design Office” bünyesinde, ekibimle iç mimari projeler ve uygulama işleri yapmaya devam ediyorum.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Yeşim Hanım, bugüne kadar birçok başarılı projeye
imza attınız. Çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Steward
40
Firma olarak ana uzmanlık dalımız olan otel projeleri
ağırlıkta olmak üzere mağaza, konut, ofis ve restoranları
içeren geniş bir yelpazede iç mimari proje, uygulama ve
danışmanlık hizmeti veriyoruz. Kişisel olarak sektörde
çok uzun zamandır hizmet vermiş olmakla birlikte firma
olarak çok yeniyiz. Fakat bu kısa sürede farklı nitelikte
oldukça fazla proje yapma fırsatımız oldu. Bunlardan bazıları Alice Leather and Fur/Antalya, Diamond Beach
Hotel/Kumköy, Atlanta Fur/Antalya Kaleiçi, Mirilayon
Hotel/İstanbul, Thalia Resort Hotel/Side renovasyonu,
yakın zamanda hizmete giren Seamelia Beach and Resort Hotel/Ilıca, bu sezon açılacak Villa Side Resort and
SPA Hotel/Kumköy ve çalışmalarına devam etmekte olduğumuz Ottoman İmperial Hotel/İstanbul renovasyon
çalışmaları sayılabilir.
Çalışmalarınızda özellikle hangi noktalara dikkat edersiniz?
Proje çalışmalarımız, müşterimizin yatırımının, markası-
nın ve misyonunun anlaşılması ile başlıyor. Özellikle Antalya bölgesindeki turizm yapıları bilindiği üzere hızlı diyebileceğimiz bir süreç içinde projelendirme ve
uygulama aşamaları geçiriyor. Bu noktada bizde bilgi ve
tecrübelerimizi, uzmanlığımızı ve yeteneklerimizi birleştirerek kısa zamanda müşterinin hedeflediği sonuçlara
ulaşmak ve yeni standartlar oluşturmak adına, farklı
akılda kalıcı ve uygulanabilir konseptler üretmeye çalışıyoruz. Bu noktada bizce en önemli hususlardan biride
yatırımcı bütçesine paralel, fakat görsel unsurlardan çok
taviz vermeden denge yaratabilmek. Aslında doğru ilişkilendirilmiş mekân çözümleri, doğru fonksiyon, doğru
malzeme ve doğru ekiplerce uygulanmış uygulama kendiliğinden maliyetleri düşürür. Fakat bu denge bazen yatırımcıdan kaynaklı bazen de şantiyedeki organizasyon
eksikliklerinden dolayı sapma gösterebiliyor. Bu gibi durumlarda projeye sadık kalabilmek adına yatırımcı ile
doğru iletişim kurabilmeye gayret ediyoruz.
Kendi tarzınızdan bahseder misiniz? Hangi tarzda çalışmayı daha çok seviyorsunuz?
Genel hayat tarzı olarak da her zaman modern olana bir
eğilimim olmuştur. İç mimarlık gibi içinde sanatsal unsurlar bulunan mesleklerde iş ve hayat tarzının keskin çizgilerle ayrılabileceğine inanmıyorum. Fakat tek bir tarza
bağlı kalmanın da iç mimarın özgürlüğünü kısıtladığını
düşünüyurum. Bence tasarım ve süreci farklı yolculuklara çıkmak gibi, yolda farklı kültürden insanlarla karşılaşırsınız, etkilersiniz, etkilenirsiniz. Her yolculukta farklı
şeyler deneyimlersiniz. Hayat görüşünüz bakış açılarınız
farklı renkler ile zenginleşir ve bu deneyimler sizi başka
yolculuklara teşvik eder. Tasarımda benim için böyle bir
yol, şu an içinde olduğumuz modern ve teknolojik trendlere paralel ama içinde zaman zaman eklektik, geleneksel ya da klasiği de barındıran bir çizgide olduğumu
söyleyebilirim.
En çok sevdiğiniz çalışmanız hangisi?
Tasarımını yaptığım bütün mekânları severek, zevkle çalıştım. Hepsinde farklı deneyimler, farklı mücadeleler ve
kendine özgü başarılar olmuştur. Elbetteki bazıları daha
etkileyici olabiliyor. Bunlardan biri de Seamelia Resort
and Hotel SPA mekânı içinde bulunan Türk hamamı. Bu
mekân modern ve gelenekseli birlikte kullanmak ve kendi
kişiliğimi yansıtmak adına benim için önemli bir deneyim
oldu. Ama sizi en çok hangisi heyecanlandırıyor demiş
olsaydınız henüz başlamadığım diyebilirdim.
Otellerin iç mimarisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Uzun zamandır Antalya’da yaşadığım için öncelikle bu
bölge olmak üzere otel sektöründeki değişiklikleri trendleri, iniş ve çıkışları, ekonomik çalkantıları birebir yaşadım. İstanbul ve diğer büyük şehirlerde otel yatırımlarının
artması kısa bir süre öncesine denk geliyor. Bu döneme
kadar otel sektörünün başını Akdeniz ve Ege’deki otel
yatırımları çekiyordu Bu zamanlarda tematik oteller furyası yaşadık, ardından daha minimal arayışlar geldi,
sonra dünya ile entegre olarak maksimalizm eğilimleri
yaşandı. Özellikle Antalya bölgesinde şu sıralar birazda
müşteri portföyüne bağlantılı olarak ihtişamlı ve gösterişli
mekân tercihleri üst sırada yer alıyor. Artık 5 yıldız yetmiyor 7 yıldızlı oteller yapılıyor. Tabiki bunlar sektörün ihtiyaçlarından kaynaklanıyor, yatırımcılar doluluk oranını
arttırmak için farkı, kaliteyi, estetiği ve maliyeti aynı potada eritmek zorundalar. Bu sebeple restorasyon çalışmaları da hız kazandı. Bunu özellikle bu bölgedeki
Steward
41
rekabetin dolayısı ile kalitenin artması bakımından umut
verici buluyorum.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Otellerdeki iç mekânları tasarlarken nelere dikkat edilmeli?
Steward
42
Daha öncede bahsettiğim gibi doğru ilişkilendirilmiş
mekân çözümleri, doğru fonksiyon, iç mimarinin mimariye doğru entegrasyonu ve tabi ki bunların yatırımcının
bütçesi ile örtüşmesi çok önemlidir. Oteller sadece bulundukları konum itibarı ile bile farklı fonksiyon şemalarına sahiptir. Denize yakınlığı, uzaklığı, dağ oteli, şehir
oteli, butik otel. Hepsi farklı müşteri ve yatırımcı profiline
sahip ayrı projeler olarak değerlendirilip otel konusunda
deneyimi olan mimar ya da iç mimarlar tarafından tasarlanmalıdır. Çünkü kâğıt üzerinde görülmeyen basit bir
detay işletmenin açılması ile bir anda iş gücünün, zamanın ve harcanan enerjinin artması gibi istenmeyen işletme maliyetlerine neden olur. Her şeyi bir kenara
bırakırsak otel işletmeciliği başlı başına bir sektör. İşletmeci, mimar ve iç mimarın koordineli olduğu yatırımlarda
başarı garanti olacaktır.
Hangi renkleri kullanmayı seviyorsunuz?
Tasarladığım mekânın gerekliliklerine ve yaratmak istediğim ambiansa göre renk seçimlerim değişmekle birlikte
sıcak ve dingin mekânlar için vizon bej tonlarını, daha
hareketli ve dinamik mekânlar için ise yine bej tonlarını,
ama bu sefer kroması yüksek canlı renklerle kombine
ederek kullanmayı seviyorum.
Türkiye’deki iç mimari tasarım ve tasarımcıları dün-
yayla kıyaslayınca nasıl bir sonuca varıyorsunuz?
Bugün iç mimarlık ve tasarım sektöründe bulunduğumuz
noktanın dünya ile oldukça entegre hatta bazı ülkelerden
daha üst düzeyde olduğu düşüncesindeyim. Türkiye’de
inşaat ve yapı sektörü oldukça ciddi bir ivme ile gelişim
sürecine devam ediyor. Dünyada yaşanan gelişim ve değişimler, mimarlık ve iç mimarlık sektörlerini de doğrudan
ve olumlu etkiliyor. Gelişmiş ülkelerde insanlar yatırımları
ya da yaşam mekânları için mutlaka konusunda yetkin
profesyonellerle çalışmayı tercih ediyor. Ülkemizde de
nihayet bu sürecin doğru işlemeye başlaması, sektörel
bir hareketliliği beraberinde getirdi. Açıkçası yarattıkları
başarılı mekân tasarımlarıyla yurtdışında da adından
bahsettiren, yeni trendlere, akımlara sebep olan, bir birçok Türk iç mimarı ve tasarımcıyı, uluslararası platformlarda ve yazılı basında sıkça görmekten heyecan
duyuyorum. ■
Sağlık hizmetleri
nereye gidiyor?
SAĞLIK
on dönemde sağlık alanındaki gelişmeler toplumun gündeminde
önemli bir yer kaplıyor. Daha önce sadece hastalandığımızda
gündemimize giren hastaneler önce doktorundan hemşiresine
kadar sağlık çalışanları cephesinde yaşanan büyük değişimlerle öne
çıktı, şimdi ise hastalar açısından önemli değişikliklerle karşı karşıyayız.
S
Birkaç yıldır adını duymaya alıştığımız Genel Sağlık Sigortası (GSS)
1 Ocak 2012 itibariyle eksiksiz olarak yürürlüğe girdi. SSK, BAĞ-KUR,
Emekli Sandığı'nın birleştirilmesi daha önce tamamlanmıştı ancak
Yeşil Kart GSS kapsamına alınmamıştı. Yapılan son değişiklikle artık
GSS herkesi kapsıyor ve herkesten kapsadığı oranda prim alıyor. GSS
primlerinin yanı sıra sağlık hizmeti için ödediğimiz vergileri ve cepten
ödenen katılım paylarını da hesaba kattığımızda üç farklı ödeme yaptığımız ortaya çıkıyor.
Dr. Koray YALÇIN
GSS 'de yapılan değişikliklerle ortaya çıkan yeni durum şu maddelerle
özetlenebilir:
1- Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), aile hekimlerince yazılan reçeteler dâhil olmak üzere reçetede
yer alan üç kaleme/üç kutuya kadar ilaç/ilaçlar için 3 Türk Lirası, ilave her bir kalem/kutu ilaç için 1
Türk Lirası olmak üzere katılım payı tahsil etmeye yetkili olacak.
2- Yeşil Kartlı vatandaşlar Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamına alınacak.
3- Genel Sağlık Sigortası (GSS) primi ödeme gücü olmayan vatandaşlar sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına başvurarak gelir testi yaptıracaklar.
4- Sadece kişi başına düşen aylık geliri 295 TL’den az olan vatandaşlar fakir olarak kabul edilecek ve primleri devlet
tarafından ödenecek.
5- Aile içindeki kişi başı geliri asgari ücretin üçte birinden fazla olan bütün vatandaşlar bundan sonra Genel Sağlık
Sigortası primi ödemek zorunda kalacaklar. Geliri asgari ücretin üçte biri (295 TL) ile asgari ücret (886,5 TL) arasında
olanlar aylık 35,4 TL; asgari ücret ile asgari ücretin iki katı (1.773 TL) arasında olanlar aylık 106,38 TL, asgari ücretin iki katından
daha fazla olanlar 212,76 TL tutarındaki zorunlu primlerini ödeyecek.
6- Gelir testi yaptırmayan vatandaşların aylık geliri asgari ücretin iki katından (1.773 TL) fazla kabul edilecek ve aylık 212,76 TL
prim alınacak. (Gelir testi harcamalara göre yapılacak!)
7- SGK kapsamındaki diğer vatandaşlardan farklı olarak aylık geliri 295 TL’nin altında olanlar ile “65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç,
Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşları” üniversiteler ile “istisnai hallerde” özel sağlık hizmeti sunucularına ancak SGK tarafından
belirlenecek koşullarda müracaat edebilecek.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
8- Her türlü sağlık hizmeti SGK tarafından “kurumca finansmanı sağlanmayacak sağlık hizmetleri” olarak tanımlanabilecek ve
SGK tarafından “Temel Teminat Paketi” dışına çıkarılabilecek. (Bu durumda bütün bedel vatandaşlar tarafından ödenecek.)
Steward
44
2012 yılıyla birlikte getirilen bir değişiklik de hastanelerin acil servislerinde başlatılan Yeşil Alan uygulaması. Poliklinik başvurularından katkı payı alınmaya başlanmasıyla acil bir rahtsızlığı olmayan birçok hasta da katkı payı ödememek için acil servislere
başvurmaya başlamıştı. Doğal olarak acil servislerde yapılan işlemler için katkı payı ya da başka bir ücret talep edilemiyordu.
Ancak Yeşil Alan uygulaması ile acil olarak hastaneye gittiğinizde doktor bu acil hasta değil derse sizi yeşil alan hastası sayıyorlar
ve önce devlet hastanesi ise 5 lira, özel hastane ise 12 liralık muayene parası ile ilaveten 3 liralık eczane ilaç parasını eczaneye
gittiğinizde ödetiyorlar. Ayrıca, yeşil alan muayenesi için SGK sizin adınıza hastaneye 23,9 lira para ödüyor, acile gittiğiniz yer
özel hastane ise sizden yüzde 70 oranında (17 lira) ilave ücret de talep ediyorlar. Ne yazık ki özellikle özel hastanelerden bazıları
gerçekten acil olan hastayı sırf para almak için yeşil alan hastası gibi gösterebiliyorlar.
Başlıkta sorduğumuz sorunun yanıtı ne yazık ki pek iç açıcı değil. Sağlık hizmeti giderek daha fazla ticaretin konusu haline getiriliyor. Her vatandaş için bir hak olması gereken sağlık hizmeti için çeşitli isimler altında ek vergiler belirleniyor. Bu durum karşısında sağlığın bir hak olduğunu düşünen hastaların ve sağlık çalışanlarının birbirlerinin sorunlarına sahip çıkarak ortak
davranmaları gerekiyor. ■
BAŞLIK
MEHMET İHSAN MERMERCİ ANADOLU OTELCİLİK
VE TURİZM MESLEK LISESİ
A trip across Europe-Entrepreneurship and Tourism
Katılan Ülkeler: Austria, France, Germany, Holland, Slovakia, Spain, Türkiye
Proje Koordinatörü: Ahmet TEKİN
Toplantımızın amaçları ve sonuçları
- Öğrencilerimizin yabancı öğrencilerle tanışmaları ve kaynaşmaları,
- Katılımcı okulların sunumlarını gerçekleştirerek bizlere kendilerini tanıtmaları,
- Şirket ismi bulmak ve şirket kimliği oluşturmak,
- Gelecek toplantılarla ilgili kararlar almak ve planlamalar yapmak.
rojemizin ilk gününden itibaren katılımcı öğrencileri iletişime geçmeleri için cesaretlendirdik ve öğrencilerin
iletişimlerinin başarılı ve gayet dostça ilerlediğini görmek bizleri çok mutlu etti. Unutulmayacak arkadaşlıkların
temelleri atıldı. Bütün öğrenciler yapılan etkinliklere katılımcı ve paylaşımcı oldular, kendilerine verilen görevleri
eksiksiz yerine getirdiler. Şirket ismi olarak ‘EURODISCOVERY’ belirlendi ve şirket logosu belirlendi. Çalışma grupları
dışında organize edilen gezilere katılan öğrencilerimizin mutlulukları yüzlerinden okunuyordu. Başarılı geçen organizasyonumuzdan sonra misafirlerimizi yolcu ederken ailelerimiz ve yabancı öğrencilerin bu kısa sürede birbirlerine
ne kadar alıştıklarını gördük. Misafir öğrencilerin ve ailelerin ayrılık sahneleri gerçekten hüzünlü idi.
P
Projemiz onaylanmış olup, takvimimiz:
Ekim 2011 Türkiye,
Kasım 2011 Slovakya,
Şubat 2012 İtalya,
Mayıs 2012 İspanya,
Kasım 2012 Fransa,
Şubat 2013 Almanya,
Mayıs 2013 Hollanda gezileri yapılacaktır.
Teşekkürler
Bizlere bu organizasyonda yardımlarını esirgemeyen Zeytinburnu Belediye Başkanımıza ve Belediye çalışanlarına,
her zaman yanımızda olan Okul İdaremize, evsahipliği yapan ailelerimize, katkıda bulunan öğretmenlerimize, yardımlarını esirgemeyen Uygulama Oteli personelimize ve görev alan tüm öğrencilerimize çok teşekkür ederiz. ■
İçimizden biri
Hamza UYSAL
- 1966 yılında Çankırı’da doğdu.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
- 1980 yılında ortaokulu bitirdi ve iş hayatına Ankara’da muhasebe elemanı olarak başladı.
Steward
48
- 1991 yılından itibaren Swissotel The Bosphorus’da steward olarak başladığı turizmciliği, sırasıyla 1991’de depoculuk, 2000’de de supervisorlık olarak devam etti.
- 2007’nin ilk ayında Ceylan Intercontinental’de ise steward şefi olarak işe başladı. Halen de
burada aynı işini başarıyla devam ettirmekte.
- Hamza Uysal’ı herkes sevmeyebilir. Onun lafı kıvırmadan, olduğu gibi söyleme huyunu da
herkes bilir. Çok fazlaca tahsili yoktur ama uluslar arası bir otelin steward şefliğini bugüne kadar
başarıyla götürmesinde en önemli faktör; asla azla yetinmeyen ve sürekli yenilik peşinde koşan
yapısının da etkisi vardır.
- Derneğimizin ilk Kurucu Başkanı ve 2. Onursal Başkanı olarak, dernek tarihimizdeki yerini
şerefle almıştır. ■
ENGLISH SUMMARY
A SHORT ENGLISH SUMMARY
of the content in this issue
resident’s message in this issue is about our extraordinary general assembly, the
new board members, our traditional New Year dinner and our important event,
the “Workshop on the new products in F&B Sector”
P
Gaye Uysal mention the methods of the fight against insects in respect to keep hygienic
conditions in our working places.
Tamer Hopal, Chief Steward, focus this time on dish washing concerning the most frequent problems and solutions.
Ayşecan RENDA
Kenan Derdiyok, Vicepresident, Chief Steward, writes about the need of qualified employees in the hotels and their
education in the professional schools which will be a permanent solution for the hotels.
Füsun Baysan, Communications Expert, talks about advertisement and its new techniques used for influencing people in their decision for purchasing.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Rafet İnce, Senior Chef, emphasizes that traditional Turkish cuisine is very much open to new approaches for integrating with world’s different tests. He also underlines the point that personal efforts of cooks are not enough for
the progress and the support of media is needed.
Steward
52
Ali Fikri Işık, writes about football match between Galatasaray and Trabzonspor from a different angel with interesting
comments regarding Turkish football. He mention that there was no creative football in the match and both trainers
failed to create a new line for making progress in Turkish football.
Ertan Anlı, writes about the dance of the wine and cheese that reflects a perfect harmony coming from a long history.
Zeynep Gür mention friends and friendship with her nice writing style. She talks about our friends who might be
more close than family members.
Sociologist Taner Gürel’s article is about widely spread competition shows on TVs in other words “talent hunting”
shows. The writer mention that these are only an entertainment for desperate people and their necessity is questionable.
Dr. Sevil Kılçıksız, continues to write about cancer by mentioning that cancer is more about life style, stress, food
etc more than genetic factors. And she strongly recommends to start with quit smoking.
Ayşe Soydan, Nurse at the Hotel Çırağan Palace, shares
an anecdote from her life regarding animals on the streets and mention nice reflections of being close with animals in our and their lives.
Musician Yılmaz Kutlu Semiz, writes about different musics to be played in the hotels according to seasons,
hours of the day and the audience.
Architect İnci Yürekli, welcomes one of her colleagues
through a nice conversation which might be interesting
for investors and those who consider to renovate their
hotels.
Dr. Koray Yalçın, deals with medical treatments and payments which is an important subjects for many people
regardless of working place or terms.
Mehmet İhsan Mermerci Vocational School’s change
program aiming to share knowledge and experience with
similar education institutions in other countries is an important initiative.
Photographer Baytekin Kara, shares his nice photographs about charcoal workers in different regions of our
country.
PHOTOS from our activities such as excursion to Paşabahçe plant in Denizli, our new year dinner in the hotel
Crowne Plaza.. .. .. ■
Fotoğraflar: Doğan ALPAY
Torlukçular
Torakçılar
YAŞAM
teş, kül, duman, sigara, çay. Toz duman içinde,
ateşli bir öteki dünya.
Yeni bir yaz başlangıcındayız. Vazgeçilmez hafta
sonu tatlarımızdan mangal keyfi ve pikniklerin eli kulağında.
A
Ne çok odun kömürü tüketilecek ne çok.
Baytekin Kara
[email protected]
Binlerce torakta, torakçıların emeğinden, çekilen cefalardan,
olumsuz koşullardan, ormanda solunamayan havadan bihaber, tonlarca odun kömürü
tüketip, mangal keyfini yaşayacağız.
Has odalarımızın ortalarında yer alan mangal çevresi sohbetleri, telveli kahvelerimizin
ağır ateşte hazır hale gelmesi, küllenen ateşte kış gecelerimizin kestaneleri, sabahlara
hazır sıcak külde patateslerin yaşamlarımızın parçası olduğu yıllar da çok gerilerde değil.
Yanlış mangal kullanımının getirdiği felaket ölümler de hâlâ hafızalarda. Daha 20-30 yıl
öncesinde mangal ve mangal kömürü yaşamımızda daha çok şeye yanıt veriyordu. Türkiye denilince şiş kebabıyla,
mangal sevdasıyla anılır olduk. Mangalımızı 5 yıldızlı otellerin süit odalarına taşıdık. İyi ki mangal kömürüne giderek
daha az şey için ihtiyaç hissediyoruz. Mangal kömürü üretmek için yaşanan yaşamları biraz olsun bilmemiz eminim
ki tüketirken bir kez daha bir kez daha düşünmemize neden olacaktır.
Odun kömürü üretimi, üzeri toprakla örtülü bir çeşit odun ocağı toraklarda yapılıyor, binlerce torakçının emeğiyle,
çilesiyle ve ilkel koşullarda.
Odun kömürü üretimi için kurulan ocaklara, kuyulara torak (torluk), bu iş ile uğraşanlara torakçı (torlukçu) denilmekte.
Üretim, odun kömürü üretimine uygun meşe ağacı ormanlarında, ormana zarar verilmeyecek yerlerde yapılır. Torakçının gözettiği en önemli şey ormana zarar vermemektir. Bilir ki bundan en çok kendi zarar görür, orman zarar
görürse kendi de ekmeğinden olur.
Çalışılacak alan, rüzgârı en az alacak şekilde korumaya alınacak, bu aynı zamanda ormana ateş sıçramalarının da
önüne geçecektir.
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Genellikle ailece çalışılır. Çoluk çocuk, hanım yapılan işin bir ucundadır. Geçici yaşam alanları, sürekli çay, yoğun
is, dudak kenarında sigara, çile, göçebelik ortak görüntüleridir torakçıların.
Steward
54
Bir kenara yığılı kürekler, ağaç dişli tırmıklar, gelberiler, çalı süpürgeleri, faraşlar, herhangi bir yangın tehlikesinde
hemen devreye girecek paslanmış çok sayıda su dolu tenekeler hemen göze çarpanlardan.
Bekârlar içinse "Evli insanlar için çekilecek çile değildir." torakçılık.
Torak, eksene konan bir direğin etrafına belirli bir düzenle huni şeklinde dizilen odunların üstünün havayla temasını
kesmek için yapraklar, saman gibi yeşil kalıntıyla, toz, toprak, kömür tozundan oluşan toprak örtüyle kaplanmasıyla
hazırlanır. Toraklar hava almamalıdır. Odunlar 40-80 cm civarında kesilmiştir. Dizme işlemi 25-30 derecelik içe doğru
bir eğimle yapılır. Üç metreyi aşkın yükseltileriyle kubbeler oluşturulmuştur. Sonlamaya yakın işlemler merdivenlerde
yapılacaktır. Toprak örtü nemlendirilir. Torluk yakılmaya hazırdır artık. Yanmaya başlamak için rüzgârsız bir hava
seçilecek, torak içinde 240-280 derecelik sıcaklığa ulaşılacak, mazgallar oluşturularak ateşin içerde düzenli yanması
ve ilerlemesi kontrol edilecektir.
Tüm yanma işlemi pür dikkat gözetlenmelidir. Bu, 10
günlük bir süreçtir. Patlama olmamalı, olursa yangına
neden olunmayacak önlemler alınmalıdır. Ne kadar
yoğun bir sabır, emek, özveri gerektiren bir iş. Ve ne
kadar az getirisi olan bir iş. Bu gelire bu işi yapan insanlarımızın var olması utancımız değilse ne.
Torağın istenen kıvamda yanması önemlidir. Hızlı yanış,
olabilecek bir patlama tüm emekleri boşa çıkarabilir. Ba-
calar oluşturularak yanma kıvamı tutturulmaya çalışılır,
yanma hızlanırsa bacalar kapatılır. İçten içe yanan torak
günden güne çökmeye başlar. Torağın sökülme zamanının belirlenmesi tecrübe gerektirir, yanma dumanının beyazlaması sökülme zamanının geldiğinin göstergesidir.
Birkaç ton odun tüm bu işlemlerden geçecek, yanma işlemi sonlandırılacak. Torak bir-iki gün soğutulacak, sökülecek, dağıtım için torbalanacak ve mangal keyfimiz
için satıcılarda yerini alacaktır. Torlağın sökülmesi de ayrı bir dikkat ve özeni gerektirir. Oksijenle buluşunca yeniden alevlenmeye hazır
parçalar alevlenince hemen söndürülmelidir.100 kg civarında odundan 20 kg odun kömürü anca elde edilebilecektir. Yanma kontrol
edilmez, biraz hızlı olursa bu verimlilik 100 kilo
odundan 10 kiloya kadar düşer.
pıyorlar. Artık çalışanlar ancak göçmen işçilerden bulunabilmekte. Balıkçılık, ziraat gibi kimi
işlerin yanında ek gelir için yapanlara da rastlanmakta.
Sabır, özveri, alın teri ve çile dolu bir iş torakçılık. Şile,
Kocaeli, Istranca, Vize, Çatalca, Kandıra, Düzce, Akçakoca, Zonguldak, Karabük, Cide, Bursa, Çankırı gibi yurdumuzun birçok yöresinde yapılıyor. Her mevsim
uygunsa da, yangınlara neden olmamak için daha çok
eylül-nisan ayları arasında üretim yapılıyor.
Ustaların son dönemleri… Şimdilerde gençler okuyup bu
geleneksel üretimde yer almamayı seçiyorlar, iyi de ya-
Odun kömürüne olan ihtiyacın modern üretim
biçimleri ile giderilmesi mümkün ama gerçeğimiz; insanımızın getirisi bu denli az, çileli, kötü
koşullarda üretim yapmak zorunda kalması.
Geçici barınma olanaklarıyla yerleşim yerlerinden uzakta, elektriksiz zor bir yaşam. Öyle bir
yaşam ki her anı insan teninde temizlemekte
zorlanılan izler bırakmakta. Öyle bir yaşam ki
içten içten yanmanın dumanına, sigara dumanları eşlik
etmekte. Öyle bir yaşam ki bir yudum çay, bir lokma
yemek toz duman bileşenleriyle ulaşmakta mideye.
İnsan toza dumana karışmakta. Toz duman insana.
Mangal keyfini 5 yıldızlı otellerin süit odalarına taşıyoruz.
Türkiye denilince şiş kebapla, mangal keyfiyle anılıyoruz.
Ateş, kül, duman, toz, sigara, çay ve insanımız.■
Geleneksel Yeni yıl Yemeğimiz
üm Yiyecek İçecek Bölümleri Temizlik ve Malzeme
Teminatçıları Derneği olarak, her yıl geleneksel
olarak düzenlediğimiz yeni yıl yemeğinde üyelerimiz ve tüm dostlarımızla bir araya geldik…
T
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
19 Şubat Pazar akşamı Crowne Plaza Harbiye'de gerçekleşen gecede dernek üyelerimizin tümü hazır bulunurken aynı zamanda derneğe destek veren firmalar da,
bizlerle birlikteydiler.■
Steward
57
Steward
58
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Paşabahçe
Gezisi
Denizli
Steward
61
Ocak / Şubat - 2012 - Sayı:9
Fuarı
Otel Ekipmanları
Antalya

Benzer belgeler

Konaklama Sektöründe

Konaklama Sektöründe Bu arada, 24 Nisan 2012 tarihinde, Çırağan Kempinski 'de Yiyecek İçecek Sektöründe Yeni Ürünler Çalıştayı isimli bir çalışmamız da başarıyla tamamlanacak. Bu çalıştayda: beş yıldızlı otellere mal v...

Detaylı

Yeni Ürünler

Yeni Ürünler Bu arada, 24 Nisan 2012 tarihinde, Çırağan Kempinski 'de Yiyecek İçecek Sektöründe Yeni Ürünler Çalıştayı isimli bir çalışmamız da başarıyla tamamlanacak. Bu çalıştayda: beş yıldızlı otellere mal v...

Detaylı