Meclis`in sesi kadınlarla daha güçlü
Transkript
Meclis`in sesi kadınlarla daha güçlü
Parlamento Hakimiyet Milletindir Aralık 2013 Sayı: 9 Ayl ı k sürel i yay ı n 3 Aralık Dünya Engelliler Günü Engelleri kaldırmak mümkün İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu: Türkiye artık insan haklarında söz sahibi Bahtı ak, taşı kara şehrin yiğitleri: Seymenler Meclis’in sesi kadınlarla daha güçlü ISSN 2147-6616 9 772147 661000 09 Aralık 2013 Sayı: 9 Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Deniz Varol Elif Çelik Gökçe Doru Nehir Öztürk Pınar Ünsal Dr. Polat Safi Zeynep Yiğit Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Yusuf Karaca Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner Koordinasyon İsmail Demir TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cd. 13/5 Çankaya / ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Başak Matbaacılık ve Tanıtım Hiz. Ltd. Şti. T: 0312 397 16 17 Nuri USLU Genel Sekreter Yardımcısı 23. Dönem Uşak Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. A r a l ı k 2 013 İçindekiler KAPAK 18 Dünyaya örnek bir zafer serüveni 24 Milletvekilleri ne diyor? DOSYA 34 48 Yeşilin ortasında mahpare beyazı: Maslak Kasırları 54 Tayyibe Gülek: Siyaset halkla iç içe ve samimiyetle yapılmalı 62 Ayhan Sefer Üstün: Türkiye artık insan hakları alanında söz söyleyebilen bir ülke Engelleri kaldırmak mümkün 38 Abdurrahim Akdağ: En büyük engel zihinlerdeki ve gönüllerdeki engeldir 40 Mesut Dedeoğlu: Engellilerle beraber çalışmak bir tutkudur 42 Gürsoy Erol: El ele vererek, birlikte üreterek hedeflerimize ulaşacağız Aralık 2013 4 Başkanın Mesajı DÜNYAPARLAMENTOLARI 5Birlik’ten 10Haberler 14Dünyadan 16 İsmet Yılmaz: Millî savunmamız millî gücümüze dayanacaktır 66 Sükut mu itidal mi? Mehmet Akif TBMM kürsüsünde 73 Kasım 2013’te kabul edilen yasalar 30 Madalyonun iki yüzü Parlamento Sarayı 78 Tarih Sahnesi 86Kitap 87Müzik 44 70 74 88Film 89Televizyon 90 Vekiller ne okuyor / ne izliyor 92 Sosyal medya günlükleri 93 Gülsün Bilgehan ile sosyal medya söyleşisi 94Unutmayacağız 58 Bahtı ak, taşı kara şehrin yiğitleri: Seymenler Mehmet Keçeciler: Lezzet ustaları: Mutfak çalışanları Meclis’te tartışma olursa köy kahvesinde kavga çıkar 80 Klasik Türk Musikisi’nin bülbül-i nâlânı: Safiye Ayla 1908: “Doğmayan Hürriyet” 84 Kamu Yayıncılığında Özel Anlayış: Millî Saraylar Aralık 2013 6 Başkanın Mesajı Dünya insan haklarının neresinde? İNSAN hakları, dünyada ve Türkiye’de 20. ve 21. yüzyılların görünürde yükselen değeridir. Buna rağmen toplumumuz, insan haklarına yönelik tutumları ve ihlalleri genelde hassas bir konu olarak görmemekte, ekonomik nitelikli işsizlik, enflasyon gibi konulara karşı daha duyarlı davranmaktadır. Bu yanlış anlayışın da aslında yabana atılır bir tarafı yoktur. İnsan hakları ve demokrasi gibi kavramların refahla, toplumsal zenginlikle, yaşam kalitesiyle sebep sonuç ilişkileri bulunmaktadır. Vatandaşın toplumda kendi başına kalmaya başladığı bir dünyada, sahip olması gereken hakların nasıl korunacağı konusu felsefi ve kanun koyucu düzeylerinde birçok değerlendirmeye yol açmaktadır. Vatandaşın birey olarak ön plana çıkması ile gündeme gelen yabancılaşma, yalnızlaşma gibi hususlar insan hakları kavramını daha da önemli hale getirmiştir. İnsan hakları kavramının realitesinde de bu gerçeğin önemli bir yeri vardır. Toplumları yöneten ve sistemleri kuranlar, ancak çok acı tecrübeler yaşandıktan sonra insan hakları gerçeğini kabullenebildiler. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu konudaki en önemli uluslararası metindir. Kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere rağmen insan hakları konusunda çifte standart uygulamaları modern dünyanın en ciddi sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine sosyal açılardan marjinal kesimlerin varlığı sebebiyle insan hakları kavramı gerekli kuşatıcılığından ve kucaklayıcılığından yıllarca mahrum kalmış, geniş toplum kesimlerince genel bir kabule ulaşamamıştır. Dünyanın birçok yerinde modern Batılı ülkelerin uyguladığı insan hakları ihlallerine gerekçe olarak da marjinal grupların varlığı gösterilmiştir ve gösterilmeye de devam edilmektedir. İnsan haklarının pozitif hukukça tanınması şimdiye kadar sorunların çözümünde yeterli olmamıştır. Hâlâ savaşlar engellenemiyor, askerî darbelere dur denilemiyor. Hâlâ dünyada binlerce insan, şiddetin ve zulmün kurbanı olurken, koruma mekanizmaları bu kurbanların çok azına ulaşabiliyor. İki yüzyıldır hukuken yasak olan kölelik bile günümüzde varlığını devam ettiriyor. Kanunların suç saydığı işkence, bizatihi dünyadaki birçok devletin resmî organlarınca gerçekleştiriliyor. Bir devlet tarafından diğer bir devlet ablukaya alınıyor ve burada yaşayan insanlar temel haklarının tamamından yoksun hale getiriliyor. Burada önemli bir gerçek şudur ki insan hakları ihlallerinin nihai sorumlusu devletlerdir. Çünkü sıradan bir kişi dahi, bir başka kişinin insan haklarına halel getirdiğinde bunu engellemeyen ya da engelleyemeyen devlet, işlevini yerine getiremediği için sorumluluğu yüklenmiş oluyor. İnsan hakları konusunda Türkiye’ye baktığımızda ise sevindirici gelişmelerin yaşandığına şahit oluyoruz. 2002-2012 yılları arasında geçen on yıllık zaman dilimi, Türkiye tarihindeki demokratikleşme ve insan hakları konusunda en büyük adımların atıldığı dönem olmuştur. On yıllık dönemde demokratikleşme, insan hakları ve hukuk devleti ile ilgili gerçekleştirilen Aralık 2013 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı, Kahramanmaraş Milletvekili reformların bir kısmı anayasa değişikliği şeklinde, diğer kısmı ise kanuni düzenlemelerle olmuştur. Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun 2012 yılında kurulması da insan hakları konusunda atılan dev bir adım olmuştur. İnsan Hak ları Kurumu’nun insan hakları standardının yükselmesinde katkı sağlayacak, bu alandaki çıtayı yükseltebilecek bir kurum olması ülkemiz açısından bir şanstır. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının verilmesi de bir diğer önemli gelişmedir. Bireysel başvuru hakkının kabulü insan haklarına ilişkin hassasiyetin bir tezahürüdür. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ise gerek Türkiye’deki gerekse diğer ülkelerdeki insan hakları ihlalleri üzerine ciddiyetle gitmektedir. Türkiye’deki sığınmacıların durumundan cezaevlerindeki hak ihlallerine kadar her konu Komisyon gündeminde ele alınıyor. Bizim temennimiz, dünyanın hangi noktasında olursa olsun, insanların hak ve hukuklarının korunması, insan hakları ihlallerin son bulmasıdır. Birlik’ten Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi yenilendi Misafirlerinin memnuniyetini en üst seviyede tutmayı ilke edinen Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi, yenilenen haliyle hizmete açıldı. ÇANKAYA Gaziosmanpaşa’da hizmet veren Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi yenilenmiş haliyle misafirlerine kapılarını açtı. Ankara Hotel Pino ismiyle hizmet verecek Konukevi’nin açılış töreni 21 Kasım’da düzenlendi. Açılışa Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Genel Sekreter ve 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun, Sivas Milletvekili Ali Turan, 22. Dönem Van Milletvekili Cüneyt Karabıyık, Parlamento dergisi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet ve çok sayıda davetli katıldı. Konukevi, yenilenen haliyle davetlilerin büyük beğenisini kazandı. Konya Yolu, Oran ve Çankaya’nın kesişme noktasındaki Ankara Hotel Pino, misafirlerine orman ve şehir manzarası eşliğinde profesyonel bir hizmet sunuyor. Konuklarının memnuniyetini en üst seviyede tutmayı ilke edinen otelin 36 oda ve 49 yatak kapasitesi bulunuyor. Açık otopark, lobi, restoran, Pino Bahçe gibi alanların da yer aldığı otel, A’la Carte Restaurant’ta Türk ve dünya mutfağından lezzetler sunuyor. Pino Bahçe’de nişan, kokteyl, kına gibi organizasyonlar da yapılabiliyor. Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi, Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No:35 Gaziosmanpaşa-Çankaya-Ankara adresinde hizmet veriyor. Konukevi’ne 0312 446 36 86 numaralı telefondan ulaşılabilir. Aralık 2013 7 8 Birlik’ten “Öğretmenlik sevgi, sabır, hoşgörü ve fedakarlıkla insan yetiştirme sanatıdır” TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Öğretmenler Günü’nü kutlayan Pakdil, “Günümüzde Türkiye’nin her alanda elde ettiği başarıda, yurdumuzun dört bir yanında fedakarca görev yapan öğretmenlerimizin payı büyüktür” dedi. Türkiye’de eğitimin kalitesinin her geçen yıl arttığını ifade eden Pakdil, nitelikli öğretmen yetiştirilmesi, derslik sayısının artırılması, okullardaki fiziki şartların iyileştirilmesi gibi konulara büyük önem verildiğini belirterek şu değerlendirmeleri yaptı: “Nitelikli öğretmenlerin yetiştirdiği nitelikli insanlardan oluşan bir toplum, her alanda ilerlemiş bir toplum olacaktır. Kabul edilmelidir ki toplumun fertleri iyi yetiştirilmediği sürece ne yapılırsa yapılsın bir ülkenin kalkınması, sorunların üstesinden gelmesi mümkün olmayacaktır.” Kalkınmanın anahtarı: Eğitim Genel Başkan Nevzat Pakdil, yayımladığı mesajda çocukların ve gençlerin bilgili, özgüveni yüksek, teknolojik yenilikleri takip eden, çağı yakalamış, demokrasi ve insan haklarının değerini bilen, millî ve manevi değerlere sahip bireyler olarak yarınlara hazırlanması için gayret gösterilmesi gerektiğini vurguladı. Öğretmenlerin bu konularda da önemli başarılara imza attığını kaydeden Pakdil şu görüşleri dile getirdi: “Öğretmenlik uzmanlık, sevgi, sabır, hoşgörü ve fedakarlık gerektiren bir meslek olmanın ötesinde, bir insan yetiştirme sanatıdır. Gelişmenin, sürekli ilerlemenin, sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmanın anahtarı eğitimden geçmektedir. Öğrenciler öğretmenin elinde şekillenir, olgunlaşır ve hayata hazır- lanır. Bir çocuk için aileden sonra ilk bilgi kaynağı öğretmendir. Tüm zorlu koşullara rağmen fedakarca görev yapan tüm öğretmenlerimize teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Aramızdan ayrılan değerli öğretmenlerimiz ile eğitimcilerimizi saygı ve rahmetle anıyorum.” Tüketiciyi Destekleme Derneği’nden Parlamenterler Birliği’ne ziyaret TÜKETICIYI Destekleme Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Ertuğrul Öztürk, Türk Parlamenterler Birliği’ni ziyaret etti. Birlik Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, tüketicinin korunması ve sanayinin gelişmesinde kalitenin son derece önemli olduğunu belirterek, “Kaliteyi yakaladığımız sürece hem iç hem de uluslararası pazarda kendimize yer buluruz. Bunun yolu da müşteri memnuniyetinden geçer. Müşterisini memnun eden işletmeler yıllara meydan okuyarak ayakta kalır” dedi. Hayatın her aşamasında kalite kavramının çok önemli bir noktaya geldiğine işaret eden Pakdil, “Türkiye hızlı gelişme sürecini destekleyecek genç ve dinamik bir nüfus yapısına sahip. Önümüzdeki yıllarda nüfus dinamiklerinin sunduğu fırsattan en üst düzeyde yararlanmak amacıyla işgücüne katılımın artırılması, eğitimin niceliksel ve özellikle niteliksel yapısının geliştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca işgücü piyasasının ihtiyaçlarıyla uyumlu eğitim politikalarına da gerek duyulmaktadır. Şu anda sanayicilerimiz özellikle ara eleman konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaktadır” diye konuştu. Tüketiciyi Destekleme Derneği İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Ertuğrul Öztürk ise tüketici hakkının bir insan hakkı olduğunu ifade ederek, “Tüketicilerin korunması hususunda azami hassasiyet gösterilmesi gerekmektedir” dedi. Aralık 2013 Birlik’ten TBMM İdare Amiri Ömer Faruk Öz: Türkiye Cumhuriyeti her daim Kıbrıslı kardeşlerimizin yanında olmaya devam edecek KKTC’nin 30’uncu kuruluş yıldönümü dolayısıyla Meclis’te bir konuşma yapan AK Parti Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, “Kıbrıslı kardeşlerimizin refahı ve kalkınması için her biri kendi alanlarında ilk sayılabilecek çalışmalar gerçekleştirilmiştir” dedi. TBMM İdare Amiri ve AK Parti Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, Kuzey Kıb- rıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) 30’uncu kuruluş yıldönümü dolayısıyla Genel Kurul’da gündem dışı bir konuşma yaptı. Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve Türk Parlamenterler Birliği Saymanı Öz, Kıbrıs Türk Federe Meclisi’nin 15 Kasım 1983 tarihinde gerçekleştirdiği olağanüstü oturumla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmen kurulduğunu anımsatarak, “Ülkemize sadece 70 km uzaklıktaki bu topraklar, Anadolu toprakları gibi şehit ve gazilerimizin kanlarıyla yoğrulmuş topraklardır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, kuruluşunun üzerinden henüz 30 yıl geçmesine rağmen anavatanı Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesi altında, her daim ondan aldığı güç ve destekle sürekli gelişen, güçlü temellere sahip bir Cumhuriyet’tir” dedi. Ömer Faruk Öz, AK Parti hükümetleri döneminde siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda tarihî atılımlar gerçekleştirildiğini belirterek şöyle devam etti: “Öncelikle uluslararası arenada kazanımlarımızdan vazgeçmeden uzlaşıya dayalı siyaset izlenmiş, Ada’da kalıcı, adil ve kapsamlı bir anlaşma sağlanması için sürekli gayret gösterilmiştir. Çok kısa sayılabilecek bir sürede de siyasi çalışmaların neticesi alınmış, Türkiye’nin çözümün parçası ve çözüm taraftarı olma noktasındaki duruşu tescillenmiştir. Yıllarca uluslararası arenada Kıbrıs sorununda ülkemize yönelik olumsuz düşünce ve ithamlar boşa çıkarılmıştır. 2004 yılında gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Çözüm Planı ve referandum süreci, Kıbrıs sorununda Türk tarafının ve Rum tarafının yaklaşımını apaçık biçimde belgeleyen bir vesika olarak hafızalarda yerini korumaktadır. Siyasi faaliyetlerin yanı sıra Kıbrıslı kardeşlerimizin refahı ve kalkınması için de her biri kendi alanlarında ilk sayılabilecek çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Kuzey Kıbrıs’a sulama ve içme suyu aktarılmasını sağlayacak İçme Suyu Temini Projesi bunlardan biridir. Projeyle, dünyada ilk kez uygulanacak deniz boru hattı ile Ada’ya su sağlanacaktır. Bu kapsamda 2 adet baraj, toplam 107 km boru hattı ve 2 adet terfi merkezinin inşasına devam edilmektedir. 2014 yılı mart ayı sonunda tamamlanacak olan projeyle, kısıtlı yeraltı ve yüzeysel su kaynakları nedeniyle su sıkıntısı çeken kardeşlerimizin su ihtiyacı karşılanacaktır. Ayrıca Ada’ya elektrik nakil projesi üzerinde de çalışmalar devam etmektedir. Projeler orta ve uzun vadede Güney Kıbrıs Rum Yönetimi başta olmak üzere üçüncü ülkelere uzatılabilecek mahiyettedir. Bu çalışmalar kuşkusuz Kıbrıs tarihi açısından da stratejik öneme ve değere sahiptir. Ayrıca ülkemizde olduğu gibi Kuzey Kıbrıs’ta da duble yol çalışmalarının gerçekleştirilmesine destek verilmektedir. Lefkoşa çevre yolu, Güzelyurt-Lefke, Girne-Alsancak ve İskele-Bafra arasında olduğu gibi çok sayıda duble yol çalışması tamamlanmıştır. Turizm teşvik kararnameleriyle yeni yapılacak turizm tesisleri desteklenmiştir. Özellikle eğitim turizminin teşvik edilmesi konusunda çalışmalara devam edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devletiyle, milletiyle ve hükümetiyle her daim Kıbrıslı kardeşlerimizin yanında olmaya devam edecektir.” Aralık 2013 9 10 Birlik’ten Şule Yüksel Akman’dan yağlıboya, seramik ve ebru sergisi AK Parti Şanlıurfa Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Yahya Akman’ın eşi Şule Yüksel Akman’ın eserleri büyük ilgi gördü. TBMM Mustafa Necati Kültür Evi, Şule Yüksel Akman’ın Yağlıboya, Seramik ve Ebru Sergisi’ne ev sahipliği yaptı. AK Parti Şanlıurfa Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Yahya Akman’ın eşi Şule Yüksel Akman’ın eserleri büyük ilgi gördü. Serginin açılışına Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil’in yanı sıra İçişleri eski Bakanı İdris Naim Şahin, çok sayıda milletvekili ve davetli katıldı. Şule Yüksel Akman’ın çalışmaları sergiyi gezenlerin büyük beğenisini kazandı. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, serginin açılışında yaptığı konuşmada, kadınların sanat alanlarına yönelmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek, bu kapsamda özellikle Büyükşehir Belediyesi Meslek Edindirme Kursları’nın (BELMEK) çok önemli çalışmaları olduğunu söyledi. Eşinin de Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kurslarına katılarak resim yaptığını ifade eden Çiçek, “Bunlar güzel uğraşlar, güzel faaliyetler. Bunları tebrik etmek, teşvik etmek, desteklemek için buradayız” dedi. Yahya Akman’dan eşine büyük destek Şule Yüksel Akman, 1968 yılında Gaziantep Nizip’te doğdu. Aslen Şanlıurfalı olan Akman’ın çocukluk yılları babasının görevi nedeniyle Nizip ilçesinde geçti. Ortaöğretimden sonraki yıllarda Pratik Kız Sanat Okulu’nda dikiş, nakış, çiçek gibi beceri ve sanat alanlarında eğitim aldı. Nizip ve Şanlıurfa’da yaşadığı dönemlerde el sanatları uğraşının yanı sıra çok sayıda sivil toplum kuruluşunda sosyal sorumluluklar üstlendi. Bu dönemde ayrıca kadınlar ve çocuklara yönelik Kuran-ı Kerim ve temel dinî bilgiler alanında eğitimler verdi. Evlendikten sonra Şanlıurfa’da bulunduğu dönemde sosyal alandaki çalışmalarına devam etti. Bir süre sonra eşinin görevi nedeniyle yerleştiği Ankara’da farklı sanat dallarıyla uğraşmaya başladı. Yaklaşık 8 yıl boyunca BELMEK, Diyanet Vakfı ve özel kurslarda yağlıboya resim, ebru, seramik, ahşap boyama, hat ve ney dersleri aldı. Bu süreçte konusunda uzman çok sayıda hoca ile çalışma fır- Aralık 2013 satı buldu. Şu ana kadar 11’i karma, 1’i özel olmak üzere 12 sergide eserleri sergilendi. 6 kız çocuğu annesi Şule Yüksel Akman, çalışmalarını Necip Fazıl Kısakürek’in belirttiği gibi “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış. Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış” düsturu doğrultusunda icra ettiğini belirterek, kendisinden desteğini esirgemeyen eşine müteşekkir olduğunu söyledi. Birlik’ten AK Partili Bağcı: Oğuzlar cevizi tüm dünyada tanınan bir marka AK Parti Çorum Milletvekili ve Türk Par- lamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Cahit Bağcı, Çorum’un Oğuzlar ilçesinin cevizi, su sporları ve doğa turizmiyle hem Türkiye’de hem de dünyada tanınır hale geldiğini söyledi. Bu yıl 14’üncüsü gerçek leştirilen Çorum Oğuzlar İlçesi Ceviz Festivali’ne katılan Bağcı, “14. Ceviz Festivali’ni kutladığımız Oğuzlar ilçemiz, Çorumumuzun incisi, bölgemizin cazibe merkezlerinden biri haline gelmiştir. Oğuzlar’ın isminin dünyaya cevizi ile du- yurulmasını sağlayan ve aynı zamanda fidancılığın da artırılmasına vesile olan festivalin ilçe ve ilimiz ekonomisine katkısı büyüktür. Oğuzlar cevizi bir marka olarak tüm dünyada tanınır ve talep edilir hale gelmiştir. Başta Belediye Başkanı Ali Uyanık olmak üzere emeği geçen herkesi kutluyorum” dedi. Cahit Bağcı, Oğuzlar’ın hem Çorum’a hem de Türkiye’ye su sporları ve doğa turizmiyle de sesini duyurduğunu ifade etti. Festival kapsamında gerçekleştirilen Flyboard Su Sporları Türkiye Şampiyonası’nın Çorum ile Oğuzlar’ın tanıtımına katkı sağladığını belirten AK Partili Bağcı şunları söyledi: “14 yıl önce Ceviz Festivali olarak başlayan etkinliklere bu yıl su sporları da kazandırılmıştır. Belediye Başkanımızı kutluyorum. Baraj kenarında bir konaklama tesisi yapmayı planlıyoruz. Kurulacak tesislerle Oğuzlar ilçemiz su sporları ile bir Alaçatı olma yolunda adım adım ilerleyecektir. Hayat kaynağı olan suyun tüm nimetlerinden Oğuzlar ve bölge faydalanacaktır.” CHP’li Özkan halk pazarında vatandaşlarla buluştu CHP Burdur Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Ramazan Ke- rim Özkan, Burdur’un Bucak ve Yeşilova ilçelerini ziyaret etti. Halk pazarında vatandaşlarla bir araya gelen Özkan, kendisine iletilen sorunları dinledi. Veteriner hekim olmasının yanı sıra köylünün, çiftçinin ve hayvan üreticisinin sorunlarını yakından takip etmesi dolayısıyla vatandaşlardan büyük ilgi gören Özkan, şikayetleri tek tek not etti. CHP’li vekil, vatandaşların “Koyuna, çan sesine hasret kaldık. Türk çiftçisi dünyanın en pahalı mazotunu, elektriğini, gübresini kullanıyor. Borçlarımızı ödeyemiyoruz” sözleri üzerine şunları söyledi: “Günümüzde tarım ve hayvancılıkta girdi maliyetleri çok yüksek. Bu maliyetler arasında mazot, gübre, ilaç, elektrik ve su öncelikli yer tutuyor. CHP iktidarında bu duruma son verilecek; girdilerin ÖTV ve KDV’lerinde mutlaka indirim yapılacaktır. Ülkedeki ekonomik koşullar nedeniyle geçim sıkıntısı çeken ve borçlarını ödeyemedikleri için mağdur durumda olan çiftçilerimizin mevcut borçları belirli bir süre için dondurulacak ve düşük faizli kredilerle borçların ödenebilmesine olanak sağlanacaktır. Tarım ve hayvancılık politikaları ile ülkemizde çiftçi, köylü, yetiştirici ve tüketici refahı yükseltilecek ve gerçekten layık olduğu konuma getirilecektir. Çiftçiye, üreticiye değer vermek, onları yüceltmek en büyük hedefimiz olmalıdır. Çiftçimizi, üreticimizi, köylümüzü gerçek anlamda desteklemeliyiz.” Aralık 2013 11 12 Haberler TBMM’nin “ülke görevlileri” Sigara bırakma kampanyası SAĞLIK Ba kanlığı KÜTÜPHANE ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı, “Ülke Uzmanlığı Projesi” kapsamında “ülke görevlisi” seçilen TBMM personeline eğitim verdi. Kütüphaneci Adem Aydemir ve Ziya Kutluoğlu’nun verdiği eğitim gerek kütüphane gerekse kütüphane haricindeki elektronik ve basılı bilgi kaynaklarına nasıl doğru ve hızlı bir şekilde ulaşılabileceğini içeriyor. Eğitim programı öncesinde Dış İlişkiler ve Protokol Başkan Yardımcısı, Ülke Uzmanlığı Projesi Yürütme Kurulu Başkanı Tolga Şakir Atik ile Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanı Mehmet Toprak birer açılış konuşması yaptı. Tolga Şakir Atik yaptığı konuşmada ülke görevlilerinin doğru bilgiye nasıl ulaşacaklarını öğrenip bu bilgileri doğru zamanda ve doğru şekilde kullanmaları açısından bu eğitimin önemli olduğunu söyledi. Mehmet Toprak ise ülke uzmanlarının değerli bir görev yaptıklarını vurgulayarak rapor hazırlamanın, doğru bilgiyi doğru zamanda sunabilmenin kolay olmadığını ifade etti. Toprak, eğitimin bu açıdan önemli olduğunu belirterek Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı olarak her zaman kendilerini destekleyeceklerini söyledi. Aralık 2013 işbirliğ i i le düzenlenen “Sigara Bıra k ma Kampanyası” açılış töreni ve semineri, Sağl ı k B a k a n ı Me h m e t Müezzinoğlu’nun katılımıyla TBMM’de gerçekleştirildi. “Siga ray ı Bı ra k ma Kampanyası” seminerine, Müezzinoğlu’nun yanı sıra TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Necdet Ünüvar, TBMM İdare Amiri Ömer Faruk Öz, milletvekilleri, TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, Genel Sekreter Yardımcıları Dr. Kemal Kaya, Haydar Çiftçi, Dr. Muhammed Bozdağ, TBMM İdari Teşkilatı ve TBMM personeli katıldı. TBMM İdare Amiri Ömer Faruk Öz, 2008’de açık alanlarda, 2009’da ise ortak alanlarda sigara içilmesinin yasaklanmasının önemini vurguladı. Sigara Bırakma Kampanyası’nın 2 Aralık-30 Mayıs günleri arasında yapılacağını belirten Öz, sigarayı bırakmak isteyen milletvekili ve personele TBMM Sağlık Merkezi’nin de katkılarıyla gereken desteğin verileceğini söyledi. Öz, kampanyanın duyurulması ile birlikte 80 milletvekilinin kendilerine görüşlerini bildirdiğini, bu sayının artmasını beklediklerini, milletvekillerinin sigarayı bırakma konusunda “seçmenlerine örnek olma” anlamında önemli bir misyon üstlendiklerini belirtti. Özellikle son beş yıllık dönemde, tütünle mücadele konusunda Türkiye’nin oldukça etkili çalışmalar yaptığının altını çizen Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise sigara ile mücadelenin toplumsal destek gördüğünü belirterek, “Türkiye’de son beş yıllık süre zarfında 2 milyonu aşan tütün kullanıcısı sigarayı bıraktı. Bu milletçe başarıdır. Toplumsal sahiplenme olmasaydı bu başarı sağlanamazdı” dedi. Obezite ve sigara ile mücadelenin sağlıklı yaşam alanının merkezine oturması gereken konular olduğunu söyleyen Müezzinoğlu, “Burada bulunanlar bu milletin öncüleridir, örnek temsilcilerdir. Bu örnek temsilciler ve öncülerin toplumun sağlıklı geleceği adına önemli görev ve sorumlulukları vardır. Bu önemli görev ve sorumluluklarımızı sadece kanunlar çıkararak yerine getiremeyiz. Toplumun gözü önündeki sağlıklı örnekler olarak da bunu yapabilmeliyiz. Bir taraftan ‘obeziteyle mücadele edelim, sağlıklı beslenelim’ derken kendimiz buna uymuyorsak; ‘hareket edelim, spor yapalım’ derken kendimizin sporla, hareketle bir ilgisi yoksa veya kanun çıkarıyor ama sigara içmeye devam ediyorsak bir daha dönüp kendimize bakmamız lazım. Yapılan işi inanarak yapmalı, inandığımız işi önce kendimiz yapmalıyız” diye konuştu. Haberler Meclis’te Muharrem iftarı Hitabet ve etkili iletişim eğitimi TBMM yöneticilerinin beden dili ile seslerini TÜRKIYE Büyük Millet Meclisi’nde Muharrem ayı orucu için iftar yemeği dü- zenlendi. TBMM Üyeler Lokantası’ndaki iftar yemeğine TBMM Başkanvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, TBMM İdare Amiri Salim Uslu, milletvekilleri, TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, Genel Sekreter Yardımcısı Haydar Çiftçi, Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanı Ali Özer katıldı. TBMM Başkanvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Muharrem ayının ülkemize barış ve huzur getirmesini, kardeşlik duygularını pekiştirmesini diledi. “Muharrem ayı vesilesi ile Kerbela şehitlerini de rahmetle anıyorum, ruhları şad olsun. Bir daha böyle acıların yaşanmamasını diliyorum” diye konuşan Bahçekapılı, Muharrem ayı iftar yemeği için de başta TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve TBMM İdare Amiri Salim Uslu’ya teşekkür etti. doğru ve etkili kullanabilmelerine, etkili sunum teknikleri ile diksiyon kuralları konusunda bilgi ve deneyimlerini artırmalarına katkıda bulunmak amacıyla eğitim düzenlendi. TRT Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanlığı’ndan Fülin Arıkan’ın eğitmen olarak katıldığı toplantıda sosyal cesaret; doğaçlama konuşma yeteneğinin geliştirilmesi; etkili sunum; beden dili, jest, mimik, sesi etkin ve doğru kullanabilme; temel diksiyon kuralları ve pratik çalışmalar konularında sunum yapıldı. Pantolon yasağı kaldırıldı KADIN milletvekillerinin TBMM Genel Kurulu’nda pantolon giymesine olanak tanıyan içtüzük değişikliği teklifi TBMM Anayasa Komisyonu’nda kabul edildi. Anayasa Komisyonu, AK Parti İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu başkanlığında toplanarak TBMM İçtüzüğü’nde Değişiklik Yapılması Hakkında İçtüzük Teklifi’ni ele aldı. Teklif, AK Parti Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül ile AK Parti Ordu Milletvekili İhsan Şener’in aynı yöndeki teklifiyle birleştirildi. Yapılan oylamada kabul edilen teklifle, Genel Kurul Salonu’nda yer alan milletvekilleri, bakanlar, TBMM İdari Teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinden erkekler ceket ile pantolon giyecek ve kravat takacak; kadınlar ise ceket ve etek veya ceket ve pantolon giyebilecek. Aralık 2013 13 14 Haberler 5 milyon üniversite öğrencisi için 5 milyon fidan ORMAN ve Su İşleri Bakanlığı, Gazi Üni- versitesi Gölbaşı kampüsünde Türkiye’nin tüm üniversitelerine yayılacak önemli bir ağaçlandırma seferberliği başlattı. Proje kapsamında 5 milyona yakın öğrenci için 5 milyon fidan toprakla buluşturularak üniversite kampüslerine karaçam, sedir, kızılcam, fıstıkçamı, mavi selvi gibi türlerin yanı sıra meyve ağacı fidanları dikilecek. “5 Milyon Üniversite Öğrencisi İçin 5 Milyon Fidan Dikimi” törenine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Orman Genel Müdürü İbrahim Çiftçi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, YÖK Başkanı Gök han Çetinsaya, Gazi Üniversitesi Rektörü Süleyman Büyükberber ile çok sayıda bürokrat katıldı. Başbakan Recep Tay yip Erdoğa n törende yapt ığ ı konuşmada aynı anda Van Yüzüncü Yıl, Gaziantep Hasan Kalyoncu, Kırşehir Ahi Evran, Burdur Mehmet Akif Ersoy ve Balıkesir üniversitelerine video konferans yöntemiyle bağlanarak fidan dikimini gerçekleştireceklerini anlatarak 81 ildeki bütün üniversitelerde bu fidan dikiminin yapılacağını söyledi. Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinin, bilimsel çalışmalarının yanında mimarisiyle, estetiğiyle, kampüslerinin güzelliğiyle de ön plana çıktığına, cazibesini bu şekilde artırdığına dikkat çeken Başbakan Erdoğan, gençlerin yetişmesinde, dersler ve eğitim kalitesi kadar okul binalarının, kampüslerin, çevrenin estetiğinin de önem arz ettiğini vurguladı. Aralık 2013 Erdoğan, “Gri binalardan gri düşünceler doğar. Özgür, renk li, estetik, yeşille bezenmiş bir çevreden ise özgür düşünce doğar, nezaketle, zarafetle bezenmiş fikirler doğar” diye konuştu. Orman ve Su İşler i Ba k a n ı Ve y sel Eroğlu ise yaptığı konuşmada, bütün dünyada orman varlığı azalırken, Türkiye’de son 10 yılda 3 milyara yakın fidanın toprakla buluşturulduğunu ifade etti. Eroğlu, Cumhuriyet tarihinin en büyük Ağaçlandırma Seferberliğini 2007’de başlattıklarını anımsatarak, “2007-2012 yıllarında yürütülen seferberlik kapsamında 2 milyon 300 bin hektar alanı ağaçlandırma hedefimizi aştık, 2 milyon 420 bin hektara ulaştık ve 2 milyar fidanı toprakla buluşturduk” dedi. Haberler Trafik dedektifleri geliyor ÇOCUKLARIN trafik eğitimine yönelik “Tra- fik Dedektifleri Projesi’’nin tanıtım toplantısı İçişleri Bakanı Muammer Güler ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in katılımıyla gerçekleşti. İçişleri Bakanı Güler, her türlü önlemin alınmasına rağmen trafik kazalarında birçok vatandaşın hayatını kaybettiğini, milyarlarca liralık zarar meydana geldiğini söyledi. Türkiye’de 23 milyonun üzerinde sürücü, 17 milyonun üzerinde kayıtlı araç bulunduğunu ve bu sayıların her yıl yaklaşık 1 milyon arttığını dile getiren Güler, “Bu artış trafiğin 4 temel unsuru olan altyapı, denetim, eğitim ve sağlık alanında yeni yatırımlar yapmamızı gerektiriyor” dedi. Trafik kazalarının önlenmesinde eğitimin önemine değinen Güler, “Ülkemiz yakın zamana kadar alt yapıdaki yetersizlik ve kurallara yeterince uyulmaması nedeniyle kazaların olağan karşılandığı bir ülke olarak algılanıyordu, ancak bunu değiştirmek için son yıllarda özellikle bölünmüş yol uygulamasında çok büyük mesafe alındı. Cumhuriyet tarihi boyunca 6 bin 100 kilometre olan bölünmüş yol uygulamasını, hükümetimizin önemli bir yatırım alanı olarak 22 bin kilometrenin üzerine çıkardık” diye konuştu. Bakan Fatma Şahin ise “önce çocuk” dediklerini, bir çocuğun kaldırımda yürürken, topunun peşinde koşarken trafik canavarıyla karşılaşmasını engellemek için mücadele verdiklerini söyledi. Milletvekillerinden CHP’LI YÜCEER: BUGÜN COŞKU, GURUR VE MINNET GÜNÜ AK PARTILI DEMIR: TARIH YENIDEN CANLANIYOR CHP Tekirdağ Milletvekili Candan Yü- AK Parti Samsun Milletvekili Cemal ceer, Muratlı’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 91. yılı dolayısıyla düzenlenen törenlere katıldı. Protokolle birlikte şehitliği ziyaret eden Yüceer, şehitlerin mezarlarına karanfil bıraktı. Muratlı Park’ta çocuklara oyuncak dağıtan Yüceer, ilçe örgütüyle birlikte köyleri gezdi, esnafı ziyaret etti. Muratlı’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 91. yılını kutlayan Yüceer, “Bugün bir onur günüdür. Bugün coşku, gurur ve minnet günüdür. Bugün bağımsızlığımızı hangi şartlar altında kazandığımızı bir kez daha hatırlama günüdür” diye konuştu. Yüceer sözlerine şöyle devam etti: “Özgürlüğün ve bağımsızlığın ne demek olduğunu, ne pahasına geri alındığını çok iyi bilen bir ülkenin yurttaşları olarak bizlere düşen en büyük görev, Cumhuriyetle taçlanan bu destansı zaferleri gelecek nesillere doğru bir şekilde aktarmak, şehitlerin kanlarıyla yazdığı bu destanın ilelebet okunmasını sağlamak, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmaktır. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm silah arkadaşlarına, gazilerimize, aziz şehitlerimize teşekkür etmeyi bir borç bilirim.” Muratlı’daki kutlamaların ardından Yüceer, Belediye Başkanı Nebi Tepe, Muratlı İlçe Başkanı Ufuk Gençtürk, ilçe yönetimi, partililer, kadın kolları, gençlik kolları ve belediye başkan aday adayları ile birlikte köy ziyaretlerine devam etti. Yılmaz Demir, İlkadım ilçesi sınırlarında bulunan ve Büyük İslam Alimi Abdülkadir Geylani’nin torunu Seyyid Kutbiddin Hazretleri’nin türbesi ile camisinde başlayan restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi. Müteahhit firma yetkilisinden bilgi alan Demir, türbe etrafını, camiyi ve mezar taşlarının olduğu alanı inceledi. Firma yetkililerinin 6 ay içerisinde teslim etmeyi planladıklarını belirten Demir, “800 yıllık tarihî geçmişe sahip olduğu bilinen Büyük İslam Alimi Abdülkadir Geylani’nin torunu Seyyid Kutbiddin’in türbesi ve bitişik binadaki cami ile mezarlık sahasının restorasyonunun tamamlanmasıyla tarih yeniden canlanmış olacak” diye konuştu. Seyyid Kutbeddin Camii ve Türbesi’nin 15. yüzyılda Osmanlı eseri olarak yaptırıldığına dikkat çeken Milletvekili Demir, “Buranın aslına uygun şekilde restore edilerek turizme ve Samsun’a kazandırılması büyük katkılar sağlayacak. Tarihte yaşayan pek çok kişinin mezarı bu alanda bulunuyor. Cami ve külliyenin restorasyonu sonrasında mezarlıkta da genel bir çalışma yapılacak. Buranın bu aşamaya gelmesinde emeği geçen Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Samsun Bölge Müdürlüğü çalışan ve yöneticilerine hassasiyetleri için teşekkür ediyorum” dedi. Cemal Yılmaz Demir, mezarlıkta incelemelerde bulunurken bazı vatandaşlar yanına gelerek konuyu takip ettiği için kendisine teşekkür etti. Aralık 2013 15 16 Dünyadan 14 yıllık başbakan görevden alındı Yasa çıkarırken kimseye sormayacak TACIKISTAN’DA yeni hükümet kurma çalışmala- VENEZÜELLA Meclisi, ekonominin düzene sokulması ve yolsuzlukla mücadele rı yapan Devlet Başkanı İmamali Rahman, köklü değişikliklere gitti. Rahman, 18 yıldır savunma bakanı görevinde bulunan Şerali Hayrullayev’in ardından 14 yıl başbakan olarak görev yapan Akil Akilov’u da yeni kabineye dahil etmedi. Rahman’ın imzaladığı karar doğrultusunda Akil Akilov’un başbakanlık görevinden alınmasıyla Tacikistan’ın yeni başbakanı Sogd eyaleti eski valisi Kohir Rasulzoda oldu. için Devlet Başkanı Nicolas Maduro’ya tek başına yasa çıkarma yetkisi verdi. Maduro, bu yetki sayesinde bir yıl boyunca Meclis onayına gerek olmaksızın yasa çıkarabilecek. Devlet Başkanı Maduro, Miraflores Sarayı’nda konuyla ilgili yaptığı konuşmada “Bu yetkiye onay veren herkese çok teşekkür ediyorum. 1 yıl içinde halkımıza açılan ekonomik savaşı geri püskürteceğiz. Bu, halkımız adına bir zaferdir. Devrimin bittiğini de nereden çıkardınız?” dedi. Yeni yetkinin, yerel seçimler öncesinde Maduro’ya “siyasi avantaj” sağlayacağı yorumları yapılıyor. Hugo Chavez de aynı yönteme 4 defa başvurmuş, bu sayede çıkardığı 200 yasa ülke ekonomisi üzerindeki devlet kontrolünü artırmıştı. İran’la nükleer anlaşma sağlandı İSVIÇRE’NIN Cenevre kentinde yapılan “İran nükleer sorunu” görüşmeleri sonunda anlaşmaya varıldı. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani anlaşmayla ilgili olarak “Müzakereler sonucu dünya güçleri İran’ın nükleer haklarını resmî olarak tanıdı” açıklamasında bulundu. Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya dışişleri bakanları ile İran delegasyonu arasında sürdürülen görüşmeler, İran’ın “Uranyumu sadece %5 zenginleştirme ve elinde bulunan %20 oranında zenginleştirilmiş uranyum stoğunu imha etme” şartını kabul etmesi ile son buldu. Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry yaptığı açıklamada, “İran’ın şartları kabul etmesi dünya, İsrail ve bölgedeki müttefiklerimiz için bölgeyi daha emniyetli kıldı” dedi. Aralık 2013 Dünyadan Çin Komünist Partisi’nden devrim niteliğinde karar Almanya’da “büyük koalisyon” ALMANYA Başbakanı Angela Merkel’in muhafazakar Hıristi- yan Demokrat Birliği (HDB) merkez sol Sosyal Demokrat Parti (SDP) ile koalisyon konusunda uzlaştı. Uzlaşmanın yürürlüğe girmesi için koalisyonun 6-12 Aralık günleri arasında SDP’de yapılacak oylamayı geçmesi gerekiyor. Koalisyon hükümetinde bakanlıkların dağılımı ve bakanların kim olacağının SDP’deki bu mini referandum sonucunda belirleneceği tahmin ediliyor. Partiler bazı yasa değişikliği konularında da uzlaşma sağladı. Asgari ücret 2015 yılından itibaren tüm Almanya’da asgari ücretin saati 8,5 euro olarak yasalaşacak. Ancak 2017 yılına kadar düşük ücretle çalışmaya izin verilecek. ÇIN Komünist Partisi’nin açıkladığı reform kararlarına göre 1980’den bu yana yürürlükte olan olan tek çocuk politikasında gevşetme uygulanacak. Resmî basın tarafından duyurulan değişikliğe göre, çiftlerden birinin kardeşinin bulunmaması ikinci çocuk hakkı için yeterli hale gelecek. Mevcut düzenlemeler ise hem anne hem de babanın tek çocuk olması halinde ikinci çocuğa izin veriyor. Çin Halk Cumhuriyeti, 1980 yılında tek çocuk politikasını uygulamaya başlamıştı. Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’de tek çocuk politikasıyla nüfusun hızlı artışı önlenirken uzun vadede ciddi problemler de ortaya çıktı. Özellikle kırsal kesimde erkek çocuk patlaması yaşanıp nüfus piramidi bozulmaya başladı. Ülkede 60 yaşını aşanların 2050 yılında nüfusun yüzde 31,1’ini oluşturacağı tahmin ediliyor. Çifte vatandaşlık Almanya’da doğup büyüyen göçmen kökenli gençler, mevcut yasanın aksine istedikleri takdirde 23 yaşından sonra da çifte vatandaşlıklarını koruyabilecek. SDP’nin gündeme getirdiği 45 yıl prim ödeyenlerin 63 yaşında emekli olma talebi kabul edildi. Bunun karşılığında HDB’nin isteği üzerine 1992 yılından önce doğum yapan annelere emekli zammı geliyor. Düşük emekli maaşı alanlara 2017 yılından itibaren ayda 850 euro asgari emekli maaşı verilecek. Otoban ücreti HDB yabancı plakalı araçlara otoyol ücreti talebini şartlı kabul ettirdi. Almanya plakalı araçlara ek yük getirmemesi ve Avrupa Birliği yasalarına aykırı olmaması kaydıyla 2014 yılında otoban ücreti yasası hazırlanacak. Aralık 2013 17 18 Millî savunmamız millî gücümüze dayanacaktır S İsmet Yılmaz Millî Savunma Bakanı 10 yıl önce %80 oranında dışa bağımlı olan savunma sanayimiz bugün Türkiye’nin bütün beyin ve üretim gücünü seferber eden millî bir yapıya dönüşmüştür. Aralık 2013 on 10 yılda Türk savunma sanayiine ilişkin politika temelden yeniden kurgulanmış ve bu alanda stratejik bir dönüşüm yaşanmıştır. Kritik teknolojiye sahip savunma sistemlerinin kendi sanayimiz tarafından tasarlanması ve üretilmesi olarak ifade edilebilecek bu yaklaşım, geçmişin parça üretimi ve montaja dayalı kısıtlı uygulamalarına bakıldığında tarihî bir değişim olarak ifade edilebilir. Bundan 10 yıl önce %80 oranında dışa bağımlı olan savunma sanayimiz bugün binden fazla şirketimiz, Kobilerimiz, araştırma kuruluşlarımız ve üniversitelerimizin katılımını sağlayan, Türkiye’nin bütün beyin ve üretim gücünü seferber eden millî bir yapıya dönüşmüştür. Savunma sanayimiz yıllık 5 milyar dolara yakın üretim gücüne, 1,5 milyar dolara yakın ihracat kapasitesine ulaşmıştır. Yıllık 700 milyon dolar seviyesindeki Ar-Ge harcaması ile Türkiye’nin en fazla Ar-Ge ve teknoloji yatırımı yapan sektörü konumuna gelmiştir. Dünyanın en büyük ilk 100 savunma sanayii şirketi arasında bugün ASELSAN ve TAI gibi iki büyük şirketimiz de bulunmaktadır. Bütün bunlar Millî Savunma bütçemizin millî gelire oranla %4 seviyelerinden %2’nin altına düştüğü bir dönemde, yani savunma harcamalarımızın nispi olarak azaldığı bir dönemde gerçekleştirilmiş, geçmişte ekonomimiz için ağır bir yük olan savunma alımlarımız, ülkemiz sanayisi ve teknolojisi için büyük bir katma değere dönüştürülmüştür. Bu dönemde somut olarak neler yapıldığından bahsetmek gerekirse; 2004 yılı mayıs ayında toplanan Savunma Sanayii İcra Komitesi, dört projenin ihalelerini iptal ederek millî sanayimize dayalı yeni yöntemlerle hayata geçirilmesi kararını almıştır. Yerli sanayinin geliştirme ve üretim görevini üstlendiği bu projeler, bugün ALTAY tankımız olarak ortaya çıkan Ana Muharebe Tankı Projesi, millî ATAK helikopterimiz olarak üretime geçen Taarruz Helikopteri Projesi, ANKA projesi olarak geliştirilmesi tamamlanan ve seri üretim sözleşmesi imzalanan İnsansız Hava Aracı Projesi ve MİLGEM savaş gemileri olarak ilk iki gemisi donanmamız envanterine giren Korvet Projesi’ydi. Geçmişin yöntemleri ile bu projeler hayata geçseydi milyarlarca dolar yabancı şirketlere akmış, Silahlı Kuvvetlerimiz dışa bağımlı sistemlerle baş başa kalmış, sanayimizde hiçbir birikim oluşmamış olacaktı. Savunma sanayimizde bir dönüm noktası olan bu karar, TSK ihtiyaçlarının millî çözümler ile karşılanmasının önünü açmış, sektörün gelişmesine büyük bir ivme kazandırmıştır. Önündeki engeller kaldırılan ve teşvik edilen savunma sanayii sektörümüz, farklı alanlarda Silahlı Kuvvetlerimizin ihtiyaçlarını yerli katkı oranları gittikçe artan bir şekilde karşılamaya başlamıştır. Bu süreçte, Deniz 19 Kuvvetlerimize ve Sahil Güvenliğimize 100 parçaya yakın askerî gemi ve karakol botu Türk gemi inşa sektörünün tersanelerinde üretilerek teslim edilmiştir. Donanmamız bugün tamamen millîleşme yolundadır. Fırkateyn ve denizaltı alanlarında yeni atılımlarımız azalmadan devam edecektir. Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan ancak sürdürülemeyen havacılık atılımımız yeniden canlanmış, 60 senelik bir duraklamanın ardından Avrupa Havacılık Otoritesi sertifikasyon kurallarına göre tasarlanan ilk millî uçağımız HÜRKUŞ bu yıl havalanmıştır. Öte yandan askerî ve sivil ihtiyaçlara cevap verecek özgün helikopter geliştirme projemiz başlamış, millî savaş uçağımızın kavramsal tasarımı tamamlanmıştır. İnsansız hava araçlarında geniş bir yelpazede süren çalışmalarımız sonucunda oluşturduğumuz geniş İHA ailesinin yanında ortak üretim yoluyla hem kendi ihtiyacımızı hem de dış pazar ihtiyacını karşılamayı hedeflediğimiz genel maksat helikopterleri, ihracatta yaşadığımız atılımı katlayarak artıracak bir gelecek vadetmektedir. Millî sanayimizin katkılarıyla geliştirilen deniz karakol uçaklarımız bu yıl içinde envantere alınarak hizmete başlamış olup AWACS uçaklarımızın ise önümüzdeki birkaç ay içinde hizmete alınması planlanmaktadır. Kara Kuvvetlerimizin ihtiyacı bütün zırhlı araçların Türkiye’de geliştirilmesi ve üretilmesine devam edilecektir. Yeni nesil roket ve füze teknolojilerine yapılan büyük yatırımlar neticesinde; seyir füzeleri, tanksavar füzeleri, güdümlü roketler kendi teknolojimizle üretilir hale gelmiştir. Uydu fırlatma merkezimizin kurulması için etütlere başlanmıştır. İlk millî gözlem uydumuz Göktürk-2 uzaya fırlatılmış, yüksek görüntü çözünürlüğüne sahip olacak Göktürk-1 uydumuzun da önümüzdeki yıl içinde Türkiye’de entegrasyon ve testleri tamamlandıktan sonra 2015’te fırlatılarak hizmete alınması planlanmıştır. Askerî gözlem ve haberleşme uydu sistemlerimiz bundan böyle tamamen ülkemizde tasarlanıp üretilecektir. Hava savunmamızda geçmiş ihmallerin mirası olan zafiyeti ortadan kaldırmak için büyük adımlar atılmaktadır. Bunun yanında alçak ve orta irtifa hava savunması için millî olarak geliştirdiğimiz HİSAR füzelerinin ilk atış denemesi Tuz Gölü’nde geçtiğimiz ay başarıyla gerçekleştirilmiştir. Uzun menzilli hava savunma sistemi için açtığımız uluslararası ihalede ortak üretim ve teknoloji transferine dayalı ülkemiz için en maliyet-etkin çözüm seçilmiştir. Askerimizin eline Cumhuriyet tarihinde ilk defa millî bir piyade tüfeği verilmesi planlanmaktadır. Önümüzdeki yıldan başlayarak en son teknolojileri kullanan modern piyade tüfeğimizin üretimine geçilmiş ve birliklere dağıtımına başlanmış olacaktır. Bütün askerlerimizin elinde olan tek silah artık yabancı lisansla üretilen bir silah olmayacaktır. Bütün bunları sadece bir başlangıç olarak görerek, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında millî savaş uçağımızı uçurmayı, ülkemizde tasarlanan uyduları yine ülkemizden fırlatmayı, millî denizaltımızı üretmeyi ve uzun menzilli roketlerimizi hizmete almayı planlamaktayız. Bu doğrultuda gerekli kararları almış ve ilk adımları atmış bulunuyoruz. Savunma sanayii çalışmalarımız kapsamında dev yatırımlarla Ankara’da Uydu Montaj, Entegrasyon ve Test Merkezi kurulmuştur. Yine Ankara’da inşası devam etmekte olan Radar ve Elektronik Harp Merkezimizin 2014’te açılması planlanmaktadır. Uluslararası ölçekte gerçek bir teknoloji merkezi olacak Türkiye’nin en büyük teknoparkı Teknopark İstanbul’un birinci etabı tamamlanmıştır ve bu sene içinde faaliyete geçecektir. Bugün itibarıyla, TSK ihtiyaçlarına yönelik yürürlüğe konulan modernizasyon projelerinin maliyet bazında %90’ı ülkemiz sanayiinin katılımıyla hayata geçirilmektedir. 2012 yılı rakamlarıyla, TSK ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanma oranı %60’a ulaşmıştır ve bu oran teknolojik açıdan dışa bağımlılığımızın ne kadar düştüğünü gösterdiği gibi, sektörün an itibarıyla ürettiği özgün çözümlerle TSK ihtiyacını karşılayabilecek yeterli donanım ve altyapıya ulaştığının en somut örneğidir. Gelişen yerli sanayimiz 2012 yılı sonu itibarıyla 4,75 milyar ABD doları toplam savunma ve havacılık sektör cirosuna, 1,26 milyar ABD doları ihracata ve 772 milyon ABD doları toplam Ar-Ge harcamasına ulaşmıştır. Önümüzdeki beş yıllık planlama dönemi sonunda Toplam Savunma ve Havacılık Sektör Cirosu’nun 8 milyar ABD dolarına, Toplam Savunma ve Havacılık Sektör İhracatı’nın ise 2 milyar ABD dolarına ulaşmasını hedefliyoruz. Biz de bu amaç ve 2023 vizyonumuz çerçevesinde, ülkemizin dünyada savunma sanayii alanında en gelişmiş ilk 10 ülke arasına girmesi için yılmadan ve yorulmadan büyük bir hassasiyetle çalışacağız. Yaşadığımız bu zorlu coğrafyada karşı karşıya kaldığımız geniş yelpazedeki güvenlik ihtiyaçlarımızın gerektirdiği savunma teknolojileri için, askerimizi kimseye muhtaç etmemek temel gayesiyle, millî bir seferberlikle ülkemizin bütün kaynaklarını harekete geçirmiş bulunuyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri bundan böyle ülke sanayisini, mühendislerini, tasarım ve üretim gücünü yanında görecek ve millî savunmamız millî gücümüze dayanacaktır. Aralık 2013 20 Kapak DÜNYAYA ÖRNEK BIR ZAFER SERÜVENI Aralık 2013 Kapak “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.” Bu sözler, Türk kadınını medeniyetin beşiği sayılan pek çok Avrupa ülkesinden daha önce aktif siyasete dahil eden Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Cepheye mermi taşıyan, gerektiğinde düşmanla çarpışan, üretimde büyük emeği bulunan kadınlarımız gelecekte ülkenin çağdaşlaşmasında da pay sahibi olacaktı şüphesiz. 5 Aralık 1934 tarihinde onlara verilen seçme ve seçilme hakkı, işte bu bilincin meyvesidir. Aralık 2013 21 22 Kapak Meclis’in sesi kadınlarla daha güçlü Deniz Varol Türkiye’de Kurtuluş Savaşı ile bir ivme ve hareketlilik kazanan kadın örgütlenmeleri ve mücadeleleri Cumhuriyet’in kuruluşuyla farklı bir boyuta ulaşır. Bu dönemde yaşanan en önemli gelişme, Kadınlar Halk Fırkası’nın (KHF) kurulmasıdır. Türkiye’de kadınların siyasete katılımının ilk örgütlü hareketi sayılabilecek olan, fakat etkinlikleri hiçbir siyasi hak talep etmeyen KHF, sonradan Kadınlar Birliği (KB) adını alır. Bununla birlikte KB 19241927 yılları arasında siyasal haklar konusunda bir gündem yaratmayı başarabilmiştir. Aralık 2013 T ürkiye’de kadınlara siyasal haklar Cumhuriyet döneminde tanınmış olsa da kadınların Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde kamusal hayata örgütlü bir şekilde katılmaya başladıkları bilinir. 18. yüzyıldan itibaren Tanzimat, II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet dönemlerindeki siyasi, ekonomik ve toplumsal değişimler kadınların kamusal hayattaki örgütlenmelerinde de etkili olmuştur. Kadınların siyasal hakları altın bir tepsi içinde sunulmamıştır elbette, elde edilen haklar türlü mücadelelerin ürünüdür. Türkiye’de Kurtuluş Savaşı ile bir ivme ve hareketlilik kazanan kadın örgütlenmeleri ve mücadeleleri Cumhuriyet’in kuruluşuyla farklı bir boyuta ulaşır. Bu dönemde yaşanan en önemli gelişme, Kadınlar Halk Fırkası’nın (KHF) kurulmasıdır. Türkiye’de kadınların siyasete katılımının ilk örgütlü hareketi sayılabilecek olan, fakat etkinlikleri hiçbir siyasi hak talep etmeyen KHF, sonradan Kadınlar Birliği (KB) adını alır. Bununla birlikte KB 1924-1927 yılları arasında siyasal haklar konusunda bir gündem yaratmayı başarabilmiştir. Demokrasinin gereği çok seslilik Osmanlı Devleti’nde 18. yüzyılda başlayan modernleşme hareketlerinin dönüm noktası, 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı oldu. Tanzimat döneminde hız kazanan Batılılaşma Kapak ve reformlar ise kadının statüsünde önemli değişiklikler sağlıyordu. Özellikle II. Abdülhamid döneminde eğitim oranlarında artış meydana gelmesi, kadınların kamusal alandaki etkinliklerini artırmıştı. Kadının bu yeni konumu özellikle hukuk, eğitim ve toplum hayatında kendini gösteriyordu. İlerleyen dönemde kadının toplum ve siyaset hayatındaki konumu açısından Kurtuluş Savaşı önemli bir rol oynar. Ülkenin düşman devletler tarafından işgal edilmesi, başta İstanbul olmak üzere tüm Anadolu’da protesto mitingleri düzenlenmesine neden olmuştu ve bu gösterilerde kadınlar da yer alıyordu. Bu gösterilerin yanı sıra kadınlar tarafından çeşitli cemiyetler de kuruluyor; Müdafaa-i Hukuk, Müdafaa-i Vatan Cemiyeti, Gazi Kadınlar Cemiyeti gibi adlar taşıyan kadın cemiyetleri hem cephede hem de cephe arkasında faaliyet gösteriyordu. Millî Mücadele döneminde kitlesel kadın hareketlerini yönlendiren cemiyetler vatan savunması ve farkındalık yaratılması konusunda büyük katkılar sağlamıştır. Cumhuriyet döneminde kadınlara yönelik en önemli reform Türk kadınlarının yasal eşitliğinin sağlanması olur. Medeni hakları 1926 yılında verilen kadınların siyasal anlamda örgütlü ilk mücadelesi ise Nezihe Muhittin ile arkadaşlarından oluşan bir grubun Kadınlar Halk Fırkası’nı (KHF) kurmalarıyla başlar. Meclis’te tartışmalara yol açan bu olay basında da büyük yankı bulur, kadınların mebus seçilip seçilemeyeceğine yönelik anketler bile yapılır. KHF kurucularından birkaç kadın İkdam gazetesine verdikleri demeçte, siyasal haklarını kazanmaya kararlı olduklarını ve kazanacaklarından şüphe etmediklerini belirtir. Mecliste kadın delegelerin bulunmasının daha Kadınların siyasal haklarıyla ilgili olarak katıldıkları mücadeleler, her ülkede birbirinden farklı özellikler gösterir. 18. yüzyılda Kuzey Amerika’da kadınların aile içindeki ve toplumdaki konumları Avrupalı kadınlardan çok farklı bir yapıdaydı. Bu nedenle kadınların oy kullanma ve eğitim hakkı için yürüttükleri ilk mücadeleler, 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Kanada ve Fransa’da başlamıştır. Kadınlara seçme hakkı ise ilk kez Finlandiya (1906) ve Norveç’te (1907) tanınmıştır. Kadınlara oy kullanma hakkını en son tanıyan ülkeler ise demokrasinin beşiği sayılan Yunanistan (1952), Fransa (1944), İtalya (1945) ve Türkiye’nin Medeni Kanun’u aldığı İsviçre (1971) olmuştur. Kadının toplum ve siyaset hayatındaki konumu açısından Kurtuluş Savaşı önemli bir rol oynar. faydalı sonuçlar doğuracağına olan inançlarını ise şöyle ifade ederler: “Biz başka memleketlerde de kadınlar siyasi haklarını istiyorlarmış diye memleketimizde bu vadide bir hareket uyandırmak fikrinde değiliz. Belki memleketimizde, kadınların erkeklerimizle tesrik-i mesailer ihtiyacını tamamiyle hissettiğimizden dolayı tesebbüsat icrasına kalkışıyoruz.” Ne var ki hükümet tarafından bu partinin faaliyetlerine izin verilmez ve kurucu heyet, kadınlara hak ve hukuk taleplerini nizamnamelerinden tamamen çıkararak Kadınlar Birliği (KB) adı altında, kamuya yararlı cemiyet statüsü kazanmak için çalışır. Bu amaçla hazırladıkları raporda KB’nin “memleketin hayrını ve saadetini isteyen münevver kadınları etrafında toplayıp memlekete faydalı bir teşkilat oluşturmaya çalıştığı”, kimsesiz çocuklara iş bulmayı, dul kadınları ve genç kızların istihdamını sağlamayı hedeflediği belirtiliyordu. Yürüttükleri mücadeleler Meclis’e de yansıyor, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasına yönelik tartışmalar son bulmuyordu. Aralık 2013 23 24 Kapak Türk kadınının büyük kazanımı Belediye Kanunu’nun Meclis’te görüşüldüğü dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası’na kadın üye alınmaya başlayacağı açıklanır ve kadınlara ilk kez siyasi bir partiye üye olma imkanı doğar. CHF tüzüğünde zaten yer alan “Her Türk Fırka’ya aza olabilir” maddesi dolayısıyla bu konuda yeni bir düzenlemenin yapılmayacağı ve yakında Türk kadınlarının da Fırka’ya üye alınacağı böylece beyan edilir. Kadınlar Halk Fırkası kurucuları 1930 yılı, Belediye Kanunu’nda yapılan değişiklikle, kadınlara belediye meclislerinde seçme ve seçilme hakkının verilmesi bakımından bir dönüm noktası olmuştur. Mecliste, kadınlara yeni haklarının tanınacağına dair ilk tasarı 20 Mart 1930 günü görüşülür. Oylamaya geçilmeden önce, kadınlara tanınan yeni hak sadece iki meclis üyesinden olumlu yorumlar alır. Dahiliye Vekili Şükür Kaya yeni belediye kanununun reformcu niteliklerini vurgularken, Ahmet Ağaoğlu belediyecilik işlerinde kadınların da önemli katkılarda bulunacağını söyler. 3 Nisan 1930 tarihinde kabul edilen yeni Belediye Kanu nu’na göre seçimler her ilde farklı tarihlerde başlar ve Eylül başından 20 Ekim’e kadar sürer. Sonuçlar açıklandığında, İzmir seçimlerinden Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) iki kadın adayı Hasane Nalan ve Benal Nevzat hanımlar, İstanbul seçimlerinden CHF adayı Rana Sani Yaver (Eminönü), Seniye İsmail Hanım (Beykoz), Ayşe Remzi Hanım (Beyoğlu), Nakiye (Beyoğlu) ve Latife Bekir (Beyoğlu) hanımlar şehir meclislerine girer. Kadınların siyaset hayatına katılmalarını sağlayan bu zafer, son durak olmamıştır elbette. 5 Aralık 1934’te Milletvekili Seçimi Kanunu ile seçme ve seçilme hakları tanınarak Türk kadınının hemen hemen tüm siyasi haklara sahip İlk Kadın Vekillerimiz (Soldan sağa) 1. sıra: Mebrure Gönenç (Afyon), Hatı Çırpan (Ankara), Türkan Örs Baştuğ (Antalya), Sabiha Gökçül Erbay (Balıkesir), Şekibe İnsel (Bursa), Hatice Özgener (Çankırı); 2. sıra: Huriye Öniz Baha (Diyarbakır), Fatma Memik (Edirne), Nakiye Elgün (Erzurum), Fakihe Öymen (Ankara), Benal Nevzat İştar Arıman (İzmir), Ferruh Güpgüp (Kayseri); 3. sıra: Bahire Bediş Morova Aydilek (Konya), Mihri Pektaş (Malatya), Meliha Ulaş (Samsun), Fatma Esma Nayman (Seyhan), Sabiha Görkey (Sivas), Seniha Hızal (Trabzon). Aralık 2013 Kapak Kurtuluş Savaşı’nda şehit bir askerin eşi olan Hatı Çırpan (Satı Kadın), altı çocuklu, çiftçilikle uğraşan bir kadındı. Milletvekili seçildiğinde Ankara Kazan köyü muhtarıydı. Atatürk’ün manevi kızı A. Afet İnan, Türk köylü kadınının cesaret timsali Satı Kadın’ı ilk gördüğünde “İşte mebus olacak kadın” dediğini anlatır. olmalarının sağlanması dönemin en büyük inkılaplarından biridir. Tartışmalar ve olumlu-olumsuz eleştirilerle devam eden süreç, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ile Başbakan İsmet İnönü’nün uzun çalışmaları sonucu nihayete erer. Kararla ilgili olarak Atatürk şöyle konuşur: “Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve lihakatle kullanacaktır.” Kadınlara milletvekili olma hakkı tanınmasından sonra gerekli hazırlıklara başlanması çok zaman almaz. Dönemin hem parti faaliyetleri hem de basında yer alanlar, kadınların parti üyelikleri ve seçimlere katılımlarını teşvik eder niteliktedir. Ardından, 8 Şubat 1935 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin beşinci dönem seçimleri yapılır. Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınların aktif olarak siyaset dünyasına katılmaları, her kesimden kadının Meclis çatısı altında yer alması için bizzat yürüttüğü çalışmalar sonuç verir ve seçimlerin sonrasında 17 kadın milletvekili TBMM’ye girer. Köy Kanunu’nda 1933 yılında yapılan değişiklikle, kadınlara köy muhtar ve heyetlerine seçilme hakkı tanınır. Aydın’ın Çine ilçesine bağlı Demirdere köyünde (bugünkü Karpuzlu ilçesi) yaklaşık 500 oy alarak seçimi kazanan Gül Esin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın muhtarı olur. Toplumdaki dönüşümün rotasını çizen bu büyük yeniliğin ardından kadınların ilk kez dahil olduğu Beşinci Dönem Meclis, 1 Mart 1935’te çalışmalarına başlar. Bir yıl sonra yapılan ara seçimlerle birlikte ise Meclis’teki kadın milletvekili sayısı 18’e yükselir. Türkiye’de yaşanan söz konusu gelişmeler sadece yerli değil yabancı basında da ses getirir, zira o dönemde Avrupalı, Asyalı, Ortadoğulu, Afrikalı pek çok kadın Türk kadınına gıpta etmektedir. Tüm dünyanın içinde bulunduğu çalkantı, Balkanlardaki meseleler ve sanayi devriminin neden olduğu sorunlar göz önüne alındığında genç Cumhuriyet’in siyasi ve ekonomik açıdan gelişmesi yönünde Beşinci Dönem Meclis’in büyük çabalar sarf ettiği ve atılan adımlarda kadın milletvekillerinin de büyük payı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Aralık 2013 25 26 KapakGörüş Milletvekilleri ne diyor? Farklı partilerden kadın milletvekilleri, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verildiği 5 Aralık 1934 tarihini değerlendirdi. Vekiller, bu önemli günün 79. yıldönümünde kadının siyasetteki yeri ve etkinliğine ilişkin sorularımızı yanıtladı. Songül Baş Tülay Selamoğlu AK Parti Ankara Milletvekili T ürk kadınına seçme ve seçilme hakkının verildiği 5 Aralık 1934 tarihine baktığımızda genç bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti görüyoruz. O dönemde Avrupa ve Amerika’daki pek çok ülkede kadınlar seçme ve seçilme hakkına sahip değilken genç Türkiye Cumhuriyeti’nin aldığı bu karar, kadına verilen değeri göstermesi açısından büyük önem taşıyor. O dönemde Meclis’e giren kadın milletvekili sayısına çok uzun yıllar ulaşılamadığını görüyoruz. Sadece Meclis’te değil, diğer alanlardaki karar mekanizmalarında da kadınların sayıca az oluşu tarihsel bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Sanıyorum, kadınlar siyaset taleplerini güçlü bir şekilde dile getirmeden, büy ü k müc adeleler or taya koymadan bu ha k k ı elde edince kıy- Aralık 2013 metini bilemediler. Tabii o dönemin koşullarını da göz ardı etmemek lazım. Kadınların okur-yazarlık oranının düşüklüğünün ve sosyal alanda yeterince yer almamalarının da bu durumun nedenleri arasında yer aldığını düşünüyorum. Dünyaya baktığımızda ise kadınların meydanlara çıkıp hak talebinde bulunduklarını ve mücadeleleri sonucunda seçme-seçilme hakkını elde ettiklerinde buna en üst düzeyde sahip çıktıklarını görüyoruz. Tarihsel süreç içinde siyasette, bürokraside, sosyal alanda ve çalışma hayatında kadınlarımızın varlığı istenen düzeye ulaşamamış olsa da günümüzde bu durum giderek değişiyor. Özellikle son yıllarda yapılan çalışmalarla kadınlarımız siyasetten iş hayatına kadar her alanda sesini duyuruyor. Kadınlarımız bilinçlendikçe “Ben de varım” diyor ve haklarına sahip çıkıyor. Türk kadınının 79 yıl önce sahip olduğu seçme ve seçilme hakkının öneminin bir kez daha vurgulanması, önümüzdeki yıllarda kadınlarımızın her alanda daha fazla yer alabilmesi için yapılması gerekenlerin konuşulması açısından 5 Aralık 1934 tarihinin yıldönümlerinde düzenlenen programları, yayımlanan yazıları çok önemli buluyorum. “Yüzde 50 doğal kota var!” Siyasette kadını konuşurken vurgulamamız gereken bir nokta var. Dünya nüfusuna baktığımızda kadın-erkek oranı hemen hemen eşittir. Ülkemizde de durum böyledir. Dolayısıyla yaradılıştaki bu müthiş dengenin toplumsal ve sosyal hayatın her alanına yansıması gerekiyor. Bunu sağlayabilirsek çalışmalarımızda da kararlarımızda da çok daha başarılı ve güzel sonuçlar alabileceğimizi düşünüyorum. Kadın ve erkeğin yaradılıştan kaynaklanan farklılıkları var; bunlar yapılan işe olumlu yönde yansıyor. Örneğin kadınların iş yapabilme becerileri, duygusal zekaları, toplumu ve dünyayı algılama biçimleri, yapılan çalışmaların ve alınan kararların başarısında etkilidir. Bu KapakGörüş açıdan siyasette, bürokraside, sosyal alanda kadın da erkekle eşit düzeyde yer almalıdır. Ben siyasette kadın kotası uygulamasına karşıyım. Kotanın bir lütufmuş gibi sunulmasını doğru bulmuyorum. Kadınlar olarak bizim zaten yaradılıştan gelen yüzde 50 doğal kotamız var! Peki bu orana kısa sürede ulaşabilir miyiz? Siyasette eşit temsil için faal olarak çalışıyor muyuz? Evet, biz çalışıyoruz. Sayın Başbakanımızın verdiği büyük destekle kadınların siyasette yer almaları için çok önemli çalışmalar yürütüyoruz. Kadın teşkilatları çok güçlü bir partiyiz. 81 il, tüm ilçe ve beldelerdeki teşkilatlarımız kendi içinde okul gibi çalışır. Eğitimler yapılır, deneyimlerin paylaşıldığı toplantılar düzenlenir. Kadını “Siyasette ben de varım” noktasına getirmek için partimizin kuruluşundan beri çalışıyoruz. Sahadaki çalışmalarda bilinçlenme adına çok önemli mesafeler alındı. Eskiden “Kime oy vereceksiniz?” diye sorulduğunda “Ben bilmem eşim bilir” diyen pek çok kadın, şimdi “Eşim öyle diyor, ama ben böyle düşünüyorum” cevabını veriyor. Bu çok önemli. Parti olarak kadınlara yönelik çalışmalarımız lafta kalmıyor, uygulamaya geçiriliyor. Kadınlar da bunun farkında ve onların desteğini her zaman hissediyoruz. Meclis’e baktığımızda kadın milletvekillerinin özellikle komisyon çalışmalarında çok aktif olduğunu görüyoruz. TBMM Başkanvekilliği ve Grup Başkanvekilliği görevlerinde kadınların yer almasının Meclis çalışmalarına çok önemli katkılar sağladığını görüyoruz. Kadınlar her alanda olduğu gibi Meclis’te de çok disiplinli, sorumluluk sahibi ve çalışkanlar. Erkek milletvekilleri de bu konuyu her zaman dile getiriyor. Fatma Nur Serter CHP İstanbul Milletvekili 5 Aralık 1934 tarihinde seçme ve seçilme hakkının verilmesi Türk kadını için devrim niteliğinde bir karardır. Özellikle o dönemde Avrupa ülkelerinin birçoğunda kadının seçme ve seçilme hakkının bulunmadığını da düşünecek olursak, “kadın devrimi” olarak adlandırılabilecek çok ciddi gelişmeler yaşanmıştır. 1935 yılında TBMM’ye ilk defa 17 kadın milletvekili girmiştir. Ne yazık ki onu izleyen uzun bir dönem boyunca kadın milletvekili sayısı 17’ye bile yükselememiştir. Kadının böyle bir hakkı elde etmesi her şeyden önce top- lumda kadının statüsünün yükseltilmesi amacını taşımaktaydı. Bir kadının milletvekili olabilmesi, yani ülkeyi yönetecek konuma gelmesi demek kadına bakış açısını kökten değiştiren bir reformdu. Kadının ikinci sınıf bir birey olarak kabul edildiği, sözünün değersizleştirildiği bir süreç vardı. Toplum hayatında, eğitimde kadının adı yoktu neredeyse. Özellikle kırsal kesimde erkeğin önünde bile yürüyemeyen kadın modeliyle karşı karşıyaydık. Birdenbire kadın ülke yönetiminin en tepe noktasına yükseltildi. Bu hem Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ve dehasının hem de kadına verdiği değerin çok açık kanıtıdır. Atatürk 1914-1915’li yıllarda, henüz bir subayken tuttuğu notlarda, “Geleceğin Türk toplumunda kadın-erkek birlikte yürüyecek. Kadın erkeğin yanında, onunla birlikte devletin en tepe noktalarına kadar görev yapacak” diyor. Yani bu, Atatürk’ün bir anda ortaya koyduğu bir proje değil, genç yaşlarından itibaren düşünüp kurguladığı ve hayata geçirdiği son derece önemli bir devrimdir. “Sayısal artış önemli, ama tek başına yeterli değil” 79 yıllık süreçte siyasette kadın temsili açısından gelinen noktayı çok yetersiz buluyorum. Dünyanın pek çok parlamentosunda artık kadın ve erkek milletvekili sayıları birbirine eşit hale geliyor. Hatta kadın milletvekili sayısının daha fazla olduğu Kuzey Aralık 2013 27 28 KapakGörüş Avrupa ülkeleri var. Sayının dışında bakacak olursak, Meclis’teki kadınların genellikle kadınla ilgili konularda söz aldıklarını ve sosyal alanlarda çalıştırıldıklarını görüyoruz. Bu alanların içine sıkıştırılmış bir kadın milletvekili profilinin ağırlıkta olduğunu gözlemliyoruz. Tabii bu arzu edilen tablo değil. Kadının her alanda etkin olması, kendisinin de bunun için çaba göstermesi gerekiyor. Ben Türkiye’de ekonomiden sorumlu, dışişlerinden sorumlu bir kadın bakan neden olmasın diye hep düşünmüşümdür. Bu noktada kadın bakan sayısının da çok yetersiz olduğunu belirtmek istiyorum. Eğer kadın-erkek eşitliğine gerçekten inanılıyorsa erkeklerin de buna fırsat tanıması gerekiyor. “Bizim kadın milletvekillerimiz de var” demek için onları bir vitrin süsü gibi kullanma anlayışının hızla terk edilmesi gerektiğini öteden beri söylüyorum. Kadın dekoratif bir unsur gibi kullanılıp mücadele alanında arka plana itilecekse sayısal artış da siyaseten çok anlam taşımayacaktır. Meclis’te kadın milletvekillerinin hem sayısı hem de etkinliği artmalıdır. Siyasi partilerdeki çalışmalara baktığımızda kadınların fedakarca çalıştıklarını görüyoruz. Özellikle seçim dönemlerinde büyük özveri gösteriyorlar. Evlerindeki işlerini bir kenara bırakıp sabahın erken saatlerinden itibaren çalışmaya başlıyorlar. Ev ziyaretleri gibi oldukça önemli ve etkili faaliyetlerde bulunuyorlar. Ancak iş ne zaman seçim aşamasına geliyor, o zaman kadınlar genellikle bir kenarda bırakılıyor. “Kadının erkekten daha düşük düzeyde bir performans sergilediği görüşüne asla katılmıyorum. Hatta kimi zaman kadınların daha yüksek bir performans sergilediğine tanık oluyoruz.” Eskiye göre daha fazla kadın milletvekili, yönetici olsa da ne yazık ki istenilen düzeye ulaşmış değil. Bu arada şunu da belirtmeliyim; kadın-erkek diye bakmak bile kimi zaman bir ayrımcılık olabilir. Ben kadının erkekten daha düşük düzeyde bir performans sergilediği görüşüne asla katılmıyorum. Hatta kimi zaman kadınların daha yüksek bir performans sergilediğine tanık oluyoruz. Bir kadının Türkiye’de yüksek bir kademede yer alabilmesi için erkekten çok daha üstün niteliklere sahip olması gerekiyor. Bildiğiniz gibi Türkiye yerel seçimlere hazırlanıyor. Cumhuriyet Halk Partisi tüzük değişikliğiyle yönetimin her kademesinde y üzde 33 kad ın kotası koydu. Yerel seçimlerde de olabildiğince fazla kadın aday çıkarmaya çalışıyoruz. Eğer bir erkek adayla bir kadın aday eğilim yoklamasında veya kamuoyu yoklamasında eşit düzeyde oy almışsa tercih kadınlardan yana V, VI ve VII. Dönem Malatya Milletvekili Mihri Pektaş Aralık 2013 KapakGörüş yapılıyor. Kotalara bile ihtiyaç duymayacağımız, gerçek kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı bir toplum ve bir siyaset anlayışı diliyorum. Ruhsar Demirel MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Eskişehir Milletvekili “Kadınların siyaseten ne söyledikleri çok önemlidir. Edilgen bir siyaset yapılmamalıdır.” 5 Aralık 1934, Türkiye’de kadının seçme ve seçilme hakkı konusundaki hak talebinin teslimidir. Bu tarih, Cumhuriyet’in kuruluşuyla beraber, hatta Meclis’in açılışından itibaren uygulamaya konulan yeni politikalardaki kadın-erkek eşitliğinin büyük ölçüde tamamlanmasıdır. Dediğim gibi bu bir hak teslimidir. Çünkü Türk coğrafyasında kadınların seçme-seçilme ve siyasi partilerde aktif görev alma talepleri, dünyada kadın hareketi olarak isimlendirilen harekete güç vermeleri aslında Osmanlı’da da var. Dolayısıyla 5 Aralık, kadınların sosyal alanda hukuksal eşitliğinin tescilidir. 1934’te sağlanan bu eşitliğin ardından Şubat 1935’te yapılan seçimde Türkiye Cumhuriyeti’nde kadın vatandaşlar da TBMM’ye girmiştir. Bu tabii yeni kurulan Cumhuriyet’in vatandaşa bakışını gösterir. Kadın ve erkeği eşit birer vatandaş kabul etmesini, vatandaşın hukuki anlamda eşitlenmesini ifade eder. Bu durum dünyadaki konjonktürel gelişmelerin de içindedir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tam olarak teslimi ayrı ayrı zamanlarda gelmiştir. Dünyada bir ilk dalga vardır; seçme hakkı önce Finlandiya’da verilmiştir. İkinci dalgada Türkiye Cumhuriyeti’ndeki kadınlar da eşit yurttaşlık hak kına erişmiştir, ama kağıt üzerinde... O dönemde toplumda çok önemli yerler işgal eden bir grup kadın Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün desteğiyle Meclis’e girmiştir. Bu noktada o günden sonra ne olduğuna da bakmamız lazım. O gün bu hak arayışının tamama ermesiyle beraber siyasete asılma anlamında bir rehavet olmuş. Sonrasında Meclis’teki kadın milletvekili sayısı çok uzun yıllar 1935’teki rakamın gerisinde kalmış. 2011 seçimleri sonrasında Meclis’te 79 kadın milletvekili yer alıyor. Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını elde ettiği 5 Aralık 1934’ten bu yana en fazla kadın milletvekili bu dönemde bulunuyor. Ancak üzülerek ifade ediyorum ki kadın üzerinden siyasetin en fazla yapıldığı, kadının mahrem alanının en çok hırpalandığı dönemi yaşıyoruz. Ayrıca geçmiş dönemlere göre sayısal artış olsa da Meclis’teki kadınların birçoğu görünür değil. Kadın milletvekillerinin birçoğu yemin etmeleri dışında, belki illeriyle ilgili önemli bir konuda söz almaları dışında kürsüye çıkıp konuşmamışlardır. Kadınların siyaseten ne söyledikleri çok önemlidir. Edilgen bir siyaset yapılmamalıdır. Milliyetçi Aralık 2013 29 30 KapakGörüş Hareket Partisi olarak bizim önceliğimiz memleketi tanıyan, ülkenin sosyal yapısını bilen, kendi alanında bilgi sahibi, etkin siyaset yapabilecek kişilerin Meclis’te olmasıdır. “Kadınlar yerel yönetimde de başarılı” Siyaset yalnızca Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yapılmıyor. Yerel yönetimler ve siyasi parti teşkilatları da büyük önem taşıyor. Sizin tarlada iziniz olması gerekiyor ki hasatta da gözünüz ve hakkınız olsun. Milliyetçi Hareket Partisi’nde 1987’den sonra Başkanlık Divanı’nda defaatle kadınlar da yer aldı. Geçen dönemde ilk kadın Genel Başkan Yardımcısı bendim, bu dönemde iki kişiyiz. Parti olarak önceliğimiz teşkilat yapılanmasında kadınların sa- Aralık 2013 “Kadınların olduğu yerde uzlaşma kültürü daha yaygın oluyor. İnsanlar hem davranışlarına hem de ifadelerine daha çok dikkat ediyor.” yısının artmasıdır. İlçe teşkilatlarımızda kadın başkanlarımız var, ama il kadın başkanımız yok. Bir ili bir kadın başkanın nasıl yönettiğinin pratiğinin yaşanmasını arzu ediyorum. Ben çok başarılı olacağına inanıyorum. Yerel seçimler yaklaşırken belediye başkan adaylarımızı 29 Eylül’den itibaren açıklamaya başladık. Şu ana kadar Yalova, Zonguldak, Sakarya-Sapanca ve Bilecik olmak üzere dört yerde kadın adayımız var. Bu sayı önümüzdeki günlerde artacaktır. Belediye Meclis adaylıklarında ise çok fazla sayıda kadın arkadaşımız var. Yerel yönetim kadını doğrudan ilgilendiriyor. Yanmayan sokak lambası da, toplanmayan çöpler de, çamurlu yollar da kadının gündeminde yer alıyor. Dolayısıyla kadınların yerel yönetimdeki sorunlarla ilgili hem bilgi sahibi olduğunu hem de çözüm konusunda çok başarılı çalışmalar yapacağını düşünüyorum. Kadınların olduğu yerde uzlaşma kültürü daha yaygın oluyor. İnsanlar hem davranışlarına hem de ifadelerine daha çok dikkat ediyor. Örneğin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kadın başkanvekillerinin yönettiği oturumlar daha sakin geçiyor. Hakkaniyetli bir tutum sergilemeleri de Genel Kurul Salonu’ndaki ortamı rahatlatıyor. KapakGörüş Pervin Buldan BDP Grup Başkanvekili ve Iğdır Milletvekili K adına seçme ve seçilme hakkının tanınması Türkiye açısından bir devrimdir. Çünkü kadınlar 5 bin yıllık erkek egemen zihniyeti karşısında sürekli yok sayılmış, baskı ve şiddete maruz kalmıştır. Dolayısıyla böylesi bir devrimle birlikte kadınların siyaset alanında yer almaları paha biçilmez değerdedir. Bugünkü tabloya baktığımızda kadınların temsiliyet gücünün de karar mekanizmalarındaki yerlerinin de çok yeterli olmadığını düşünüyorum. Çünkü bizler erkeklerle eşit haklara sahip bireyler olarak onların elde ettiği imkanlara sahip olmayı istiyoruz. Bunun mücadelesini de yıllardır vermeye çalışıyoruz. Her ne kadar erkek egemen sistem karşımıza zorluklar çıkarsa da çok ağır bedeller ödeyerek mücadelemizi bugünlere getirebildik. Barış ve Demokrasi Partisi’nin kadına yaklaşımı zaten açık ve ortada. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdiğimiz günden itibaren kadınların karar mekanizmalarındaki yerinin ve eşit temsiliyetinin önemini ifade ettik. Eşit temsiliyet açısından bazı görevleri paylaşmaya başladık. Eşbaşkanlık sistemi uygulayarak genel merkezimizde genel başkanlar düzeyinde bunu oturtmaya çalıştık. Yine il ve ilçe teşkilatlarımızda, belediye başkanlığında, grup başkanvekilliklerinde kadın-erkek temsiliyetini sağlamayı hedef ledik. Bu konuda çok başarılı olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Grup başkanvekilliklerinde diğer partilere de örnek olmamız başarımızın bir göstergesidir. Bildiğiniz gibi parti olarak yüzde 40 kadın kotamız vardı. Bu dönemden itibaren kadın kotasını da bırakıp yerel yönetimde de eşit temsiliyeti, eşbaşkanlık sistemini hayata geçirmeye çalışıyoruz. Yerel seçimlerde bütün belediyelerimizde eşbaşkanlık sistemini uygulamaya başlayacağız. Bunun adımlarını da attık. Kadın başkanın bulunduğu belediyede erkeğin eşbaşkan olacağı, erkek başkanın bulunduğu belediyede ise kadının eşbaşkan olacağı bir sistemi uygulamayı, böylece eşit temsiliyeti belediye başkanlığı düzeyinde de Türkiye’nin gündemine getirmeyi düşünüyoruz. “Görüş alışverişinde bulunmalıyız” Yaklaşık iki yıldır Grup Başkanvekilliği yapıyorum. Milletvekili olmamın ötesinde Grup Başkanvekili olarak da Meclis çalışmalarını yakından takip ediyorum. Siyasette kadını konuşurken bir noktanın altını çizmek istiyorum. Kadın milletvekillerinin sık sık bir araya gelebilmesi gerekiyor. Her konuda tartışabileceğimiz, görüş alışverişinde bulunabileceğimiz, kadını yok sayan bakış açısını ters yüz edebilecek bir birlikteliği sağlayabileceğimiz ortamlar yaratmamız lazım. Birkaç sefer kadın milletvekili arkadaşımıza söylenen söz üzerine bir araya gelebildik, ama bunun daha sık olması gerekiyor. Aralık 2013 31 Madalyonun iki yüzü PARLAMENTO SARAYI Yeni ve modern yaklaşımların kültürel mirasları ve geleneksel öğeleri farklı perspektiflerden değerlendirdiği bir çağda yaşıyoruz. Romanya’nın Parlamento Sarayı da böyle bir anlayışın ürünü olarak geleneksel Romen mimarisinden ayrılan, bir dönemin büyük tartışmalara yol açan en etkileyici yapısı. Bükreş’in simgesi, bugün dünyanın en geniş alana yayılmış sivil binası olarak bir rekoru da elinde tutuyor. Elif Çelik D ünyanın en büyük, en pahalı binası niteliklerini taşıyan Parlamento Sarayı bir milletin en acı, en zorlu günlerinin de hatırlatıcısıdır aslında. “Romanya’nın diktatörü ” Nikolay Çavuşesku, gücünün simgesi olarak sosyalizmin kalesi Bükreş’te görkemli bir bina yapılmasını istiyordu. Ne var ki halk yoksulluk çekiyordu, böyle büyük bir projeye karşı çıkmaya ise kimsenin cesareti yoktu. İnşaatta ça- Aralık 2013 lışan binlerce işçiden pek çoğu zorlu çalışma koşullarına dayanamayıp hayatını kaybetmişti. Üstelik sarayın yapılabilmesi için Arsenal Tepesi’nde yer alan, tarihî Romen mimarisinin önemli örnekleri sayılabilecek binalar yerlebir edilmişti. Dolayısıyla Parlamento Sarayı tüm ihtişamına ve pahasına rağmen Romanya halkı için yürek burkan bir simgedir. Aşırılığın sembolü Parlamento Sarayı, hayali oldukça eskiye dayanan, inşası ise daha yakın bir tarihte gerçekleşmiş bir yapıdır. İki dünya savaşından ve 4 Mart 1977’de meydana gelen büyük depremden sonra, Romanya Komünist Partisi lideri ve Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku yeni bir parlamento binası için yer arayışına girer. Ardından Kral II. Carol’un 1935’te Meclis inşa ettirmek istediği, ancak 1938 yılında savaş başlayınca projesi kağıt üzerinde kalan Arsenal Tepesi uygun görülür. 1978-1979 yıllarında projeyi gerçek leştirebilmek için mimarlar arasında ulusal çapta bir yarışma açılır. Sonunda 28 yaşında genç bir kadın mimar olan Anca Petrescu yarışmayı kazanır ve dev projenin baş mimarı olarak atanır. Binanın temeli, 25 Haziran 1984 tarihinde resmî bir törenle atılır. Anca Petrescu dışında 700 civarında mimarın emek verdiği yapı, pek çok mimari öğenin kullanıldığı, eklektik bir neoklasik bina örneğidir. İnşaat sırasında sadece Romen malzemeleri kullanıldığı rivayet edilir. Bir milyon metreküp Transilvanya mermeri, iç dekorasyonda kullanılan avizeler, aynalar ve şamdanlar için üç bin beş yüz ton kristal, yedi yüz bin Sarayın en etkileyici bölümlerinden biri olan “A.I. Cuza Salonu”, binanın merkez ekseninde yer alıyor. Pembe ağırlıklı dekore edilen salon, ana öğeler olan Korint sütunları ve Romanya’ya özgü Brâncovenesc aksesuarlarıyla eklektik bir kompozisyon oluşturuyor. Aralık 2013 34 Dünya Parlamentoları “İnsan Hakları Salonu”, mimarın Rönesans stilini geleneksel Romen mimarisiyle yorumladığı bir bölüm. Ahşap ağırlıklı dekorasyonun en göze çarpan öğesi ise gösterişli bir avize. ton çelik ve tunç, dokuz yüz bin metreküp ahşap ve iki yüz bin metrekare yün bunlardan bazılarıdır. Resmî kaynaklarda açıkça belirtilmese de inşaat boyunca yaklaşık 20 bin işçinin haftanın yedi günü, yirmi dört saat çalıştırıldığı ve projeyi finanse edebilmek için Çavuşesku’nun büyük miktarlarda dış borç aldığı söylenir. Bu borçların ödenme süreci ise üretilen zirai ve endüstriyel ürünlerin dışarıya ihraç edilmesi, dolayısıyla halkın kendisinin aç kalması, gaz ve elektrik kesintilerine gidilmesi gibi zaten yoksul olan Romenleri daha da mağdur eden uygulamalarla sonuçlanmıştır. 1989 yılında, halkın ayaklanması sonucu Romanya’da askerî darbe yapılır ve Nikolay Çavuşesku ile karısı Elena televizyonda canlı yayınlanan mahkeme sonucu, mal varlığının kanun dışı büyümesi ve soykırım gibi suçlamalarla ölüm cezasına çarptırılarak kurşuna dizilir. Tüm bu olaylar meydana geldiğinde, Parlamento Sarayı’nın inşası henüz bitmiştir. Halkın evi: Utanç mı, gurur mu? Parlamento içindeki önemli kısımlara Romanya tarihinden kişilerin adları verilmiş. Bunlardan biri de Romen devrimci, düşünür ve siyaset adamı Nicolae Bălcescu’nun (1819-1852) adını taşıyor. Salon, Dor düzeninde tunç ve pembe mermer sütunlarla süslenmiş, perdeler hakiki ipek, mobilyalar ise pirinç. Aralık 2013 Başta devlet başkanı konutu, yüksek mahkeme, hükümet ve meclisin bir arada olduğu bir proje olarak tasarlanan bina, 1996’dan bu yana yalnızca Romanya Millet Meclisi’ne ev sahipliği yapıyor. Saray içinde pek çok gösterişli konferans, konser ve misafir salonu ile çeşitli amaçlar için kullanılan odalar yer alıyor. Modern Sanatlar Müzesi olarak kullanılan cam bölme ise 20032004 yıllarında yapıya eklenmiş. Bükreş’in tartışmasız en ihtişamlı yapısı olan Parlamento Sarayı, Çavuşesku tarafından “Cumhuriyet evi” diye adlandırılmış olsa da bugün “halkın evi” olarak anılıyor. Yapıyı ziyaret ettiğinizde rehberinize “Binanın inşası sırasında kaç işçi öldü?”, “Binanın Dünya Parlamentoları Muhtemelen Çavuşesku’nun halka hitap etmesi için tasarlanan balkona, ilk kez dünyaca ünlü pop yıldızı Michael Jackson Bükreş ziyaretinde çıkar ve hayranlarına “Budapeşte’yi seviyorum!” diye seslenir. Bu ufak dil sürçmesinden birkaç dakika sonra Jackson’ın helikopteriyle oradan uzaklaştığı rivayet edilir. Fuar, sergi, kokteyl gibi etkinliklere ev sahipliği yapan “Take Ionescu Salonu”nun dekorasyonunda Doğu öğeleri kullanılmış. Tavanı altın varaklı süslemelerle bezenmiş salonda, beyaz mermerden sütunlar yer alıyor. bugün kaçta kaçı kullanılıyor?”, “Yeraltında binanın kaç katı var, tüneller var mı?” gibi sorular sorarsanız “Resmî olarak bu soruları cevaplayamam” karşılığını alıyorsunuz. Gerçek şu ki Parlamento Sarayı hem şehirle hem de insanlarla etkileşimi bakımından iyi, kötü, güzel, çirkin, değersiz gibi mimari ve estetik niteliklerin hiçbirini tek başına taşımıyor. Romanya halkının bir kısmının gurur duyduğu, geri kalanınsa utanç kaynağı olarak gördüğü bu yapı, tüm ikilemlere ve çağrışımlarına rağmen Bükreş’e yolu düşen turistlerin görmeden geçmeyeceği bir cazibeye sahip. Aralık 2013 35 36 Dosya Engelleri kaldırmak mümkün Toplumu meydana getiren yap-bozun birer parçası onlar... 3 Aralık Dünya Engelliler Günü dolayısıyla fırsat eşitliği, vatandaşlık ve insan hakları, temsil edilme, sosyal statü gibi bazen görmediğimiz, bazen duymadığımız sorunlar çerçevesinde engellilerin yaşantısına mercek tuttuk. Deniz Varol Ö ncelikle Türkiye’de hemen hemen aynı anlamda kullanılan “engelli”, “özürlü”, “sakat” kelimeleri arasında bir ayrım yapmak gerek. Kelime anlamı olarak sakatlık, vücutta hasta veya eksik bir organ olması hali, yani fizyolojik bir durumdur. Engelli olma ise sakat insanların gündelik yaşamlarını sürdürürken karşılaştıkları birtakım kısıtlılık veya mağduriyeti ifade ediyor. Türkiye’de “Sakatlar Derneği”, “Sakatlar Konfederasyonu”, “Özürlüler Vakfı” gibi isimlerde kurum ve kuruluşlar mevcut olmakla birlikte, toplumda aşağılama olarak algılanan “sakat” veya “özürlü” yerine “engelli” kelimesinin kullanılmasına özen gösteriliyor. Aralık 2013 Tarihsel süreçte sakat ayrımcılığına baktığımızda, özellikle Ortaçağ Avrupası’nda bu insanların kötü, ilahî bir cezaya çarptırılmış veya içine şeytan girmiş olduğu inançları göze çarpar. Günahkâr annelerin sakat çocuk doğurduğu veya ebelik yapan “cadı”ların sakat doğumlara neden olduğu da o dönemde yaygın bir inanıştı. Daha eskiye baktığımızda bu ayrımcılık Antik Yunan filozofu Platon’a (MÖ 427MÖ 347) kadar uzanıyor. Platon, aile kurma ve çocuk dünyaya getirmenin devlet tarafından kontrol edilmesi gerektiğini söylüyor, hem bedensel hem de zihinsel üstünlüklere göre toplumu sınıflandırıyordu. Benzer görüşlerin çağımızda bile oldukça geniş çapta kabul görmesi dikkat çekicidir. Söz gelimi 20. yüzyılda fazlaca taraftar bulan Öjenik* dünya görüşü, sakat insanların ayıklanması, sadece sağlıklı insanların birbiriyle çiftleşmesi, sağlıklı ceninlerin yaşamasına izin verilmesine Özel eğitimci ve danışmanların yetiştirilmeleri, eğitim kurumlarının gerekli fiziksel düzenlemelere ve ders araç-gereçlerine sahip olmaları engellilerin toplumla bütünleşmesini sağlamak açısından önemlidir. * Yunancada “iyi tür” anlamındaki eugenics kelimesinden gelmektedir. Dosya Ulaşımla birlikte istihdam da engellilerin kanayan bir yarası. İşverenlerin engellilerin “iş göremeyeceği” kanısı, ne yazık ki onları engelli olmayanlara göre daha uzun süreler iş hayatından uzak tutuyor. düzenlemeler yapıldığı önem kazanıyor. Konuya yönelik farkındalık ve bilginin pek çok ülkede düşük olduğu bir gerçektir. Zira engelliler, sahip oldukları sakatlığın fizyolojik veya psikolojik etkilerinden ziyade toplum tarafından dışlanmakla başa çıkmak zorunda kalıyorlar. Engelli oluşun insan hakları açısından ilk kez ele alınması ve engellilere yönelik ayrımcılığın yasaklanması, 1975’te yayımlanan “Engelli Kişilerin Hakları Bildirgesi” ile olmuş. Bu bildirge, engellilerin rehabilitasyon ve bakım ihtiyaçlarının karşılanması yanında eğitim, ulaşım, iş gibi konularda da eşit muamele görmelerini öngörür. Engellilerin haklarına yönelik dünya çapındaki en önemli gelişme ise 2007’de imzalanan “Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme”dir. Türkiye’de engellilerin durumu Engelli nüfusun yaşam standartlarının yükseltilmesi ve onların toplumsal hayatta daha fazla yer edinebilmesi için yapılan düzenlemelerin yeterliliği, hiç sonlanmayan bir tartışmanın konusudur şüphesiz. Türkiye’de engelli nüfusun 8 buçuk milyon civarında olduğu biliniyor. Ülkemizde yürüme engelliler için yaya kaldırımlarının yanına yapılan rampalar, metrolar ile alt ve üst geçitlerdeki asansörler, görme engelliler için kaldırımlara yapılan hissedilebilir “yön bulma” şeritleri, yüksekliği az kaldırımlar, sesli trafik lambaları, Braille alfabesiyle yazılan otobüs ve vapur tarifeleri ulaşım konusundaki sorunları bir nebze de olsa çözmeye yönelik. Ne var ki toplu dayanır. Amaçlanan şey, bu yolla “ıslah edilmiş” ve sağlıklı bir insan ırkının yetiştirilmesi. Bu görüşü destekleyenlerden Alman Biyolog Ernst Haeckel (1834-1919), sakat doğan bebeklerin derhal öldürülmesi gerektiğini, zaten yeni doğanların zihinsel yetileri gelişmiş olmadığı için bunun cinayet sayılamayacağını ileri sürmüştü. Bu tür politikalar, sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde binlerce sakat insanın kısırlaştırılmasına neden oldu. Konuya toplumsal olarak yaklaştığımızda, tıbbi bir sorun olan sakatlığın iyileştirilmesini değil, engelli olmanın getirdiği mağduriyeti ele alıyoruz. Bu noktada engellilerin yaşam kalitesini yükseltmek için ne gibi çalışmalar ve Aralık 2013 37 38 Dosya taşıma araçlarını kullanamıyor olmak bu nüfusun yaşamını kısıtlayan etkenlerin başında geliyor. Ulaşımla birlikte istihdam da engellilerin kanayan bir yarası. İşverenlerin engellilerin “iş göremeyeceği” kanısı, ne yazık ki onları engelli olmayanlara göre daha uzun süreler iş hayatından uzak tutuyor. İş bulmakta şanslı olanlar ise işyerinin yüksek bir katta olması, binada asansörün bulunmaması, işyerinde bir yürüme engellinin kullanabileceği tuvaletin olmaması gibi önemli, ama üzerinde yeterince durulmayan sebepler yüzünden hayal kırıklığı yaşayabiliyorlar. Engelli çocuklar için ayrı okulların açılması veya engelli yetişkinlerin evden çalışabileceği iş projelerinin sağlanması ise engelli nüfusun büyük bir bölümü tarafından bir ayrımcılık ve dışlanma olarak görülüyor. Siyasi haklar: Herkes için eşitlik Engellilerin siyasi haklardan yararlanma şansının engelli olmayanlara göre daha sınırlı olduğu bilinen bir gerçek. Siyasi haklar konusu, genel olarak “oy kullanma Engellilerin toplum hayatına tam katılımı, onların da “üreten” olmasını sağlamakla; engelli bireyi ötekileştirmeden, pozitif ayrımcılığa gerek duymadan olduğu gibi kabul etmekle mümkün olabilir. Aralık 2013 hakkı” açısından ele alındığı için öncelikle bu konuya değinelim. Engellilerin seçimlere düşük oranda katılmalarının başlıca nedeni, seçim sandıklarının fiziksel erişilebilirliğinin yeterli olmaması. Yürüme engellilerin sandıklara ulaşabilmelerini sağlayacak rampaların, özel oy kabinleri veya sandıkların yoksunluğu maalesef en büyük engel. Ayrıca görme engellilere oy pusulaları veya sandıklarla ilgili bilgileri verecek kişilerin olmayışı büyük bir sorun teşkil ediyor. Bu vatandaşların gizli ve bağımsız oy verme hakkından mahrum kalıyor olmaları ise ayrı bir tartışmanın konusu. Yapılan araştırmalar, engelli oldukları seçmen kütüklerinde belirtilmiş olmasına rağmen oy sandıklarında gerekli düzenlemelerin yapılmaması Dosya TBMM’ye giren ilk görme engelli milletvekili Lokman Ayva, 2002 seçimlerinde AK Parti İstanbul Milletvekili oldu, ayrıca Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde ilk görme engelli üye olarak Türkiye’yi temsil etti. engelli vatandaşların yaşadıkları ayrımcılık ve zorluklar karşısında haklarını savunacak siyasetçilere ihtiyaç duymaları da haklı görülüyor. Engelli nüfus, Meclis’te kendilerini temsil edebilecek engelli milletvekillerinin olmasıyla farkındalık ve duyarlılık açısından yol kat edileceği konusunda hemfikir. 12 Haziran 2011 seçimlerinde engelli milletvekili adayları CHP’li Şafak Pavey (İstanbul) ile AK Partili Abdurrahim Akdağ (Mardin) ve Gürsoy Erol (İstanbul) 24. Dönem’de TBMM çatısı altında yer aldı. Engellilerin siyasi parti kurma girişimlerinin ise uzun soluklu olamadığı görülür. Daha önce engellilerin haklarını koruma ve savunma misyonuyla kurulan, ama kapatılan bazı siyasi partiler oldu. 8 Mayıs 2012 tarihinde ortopedik engelli Muharrem Parmaksız tarafından kurulan Engelsiz Türkiye Partisi ise halen aktif. Parti, on altısı engelli, toplam otuz iki üyeden oluşuyor. nedeniyle bu vatandaşların sıra beklemeleri veya refakatçi eşliğinde oy kullanmalarına izin verilmemesi gibi sorunlar yaşandığını gösteriyor. Kamu görevlerine iştirak, siyasi partilere üye olma gibi diğer faaliyetler ise tahmin edileceği üzere çok daha düşük oranlara sahip. Siyasi hayata atılmak isteyen engelliler aktif olarak çalıştırılmama veya engelli oldukları için üyelik başvurularının baştan kabul edilmemesi gibi sorunlarla karşılaşabiliyorlar. Toplumsal haklar konusunda çözüm yollarının çoğunlukla siyasetten geçiyor olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu bakımdan Engelli nüfus, Meclis’te kendilerini temsil edebilecek engelli milletvekillerinin olmasıyla farkındalık ve duyarlılık açısından yol kat edileceği konusunda hemfikir. Aralık 2013 39 40 DosyaRöportaj Abdurrahim Akdağ: En büyük engel zihinlerdeki ve gönüllerdeki engeldir Röportajlar: Nehir Öztürk M ardin… Güneydoğu’nun büyüleyici kenti; tarih, kültür ve medeniyetler diyarı… Takvimler 1960 yılını gösterirken Mardin’in Kızıltepe ilçesinde doğar Abdurrahim Akdağ. Özel bir çocuk olarak gelir dünyaya. Sol kolundaki engelini görenler “Akraba evliliği mi?” diye sorar hemen. Öyle değildir aslında. Doktorlar annenin hamilelik sırasında kullanmış olabileceği bir ilaca ya da köydeki ağır çalışma şartlarına bağlar bu durumu. Akdağ ise maddi imkansızlıklar ve kaderin de payı olduğunu düşünür hep. Engeli onun için her zaman itici bir güç olur. İş hayatında kariyer basamaklarını teker teker çıkar ve 2011 yılında AK Parti Mardin Milletvekili seçilir. Engel tanımayan yaşam yolculuğu ise herkese örnek olur. Abdurrahim Akdağ, milletvekili olarak Meclis’te tüm vatandaşları temsil ediyor şüphesiz. Ancak özel durumu nedeniyle engellilere yönelik çalışmaları ayrı bir yer tutuyor. Nüfusumuzun yüzde 12’sini engellilerin oluşturduğunu anımsatan Akdağ, “Toplumumuzun dezavantajlı kesimini oluşturan bu vatandaşlarımız, duygularını ve sıkıntılarını Aralık 2013 en iyi engelli milletvekillerinin anlayabileceği düşüncesiyle bize ulaşıyor. Biz de onların beklentilerini karşılayabilecek, sorunlarına çözüm sağlayabilecek çalışmalarda aktif olarak yer alıyoruz” diyor. Akdağ, hem Meclis’te hem de AK Parti Engelliler Koordinasyon Merkezi’nde çalışmalar yürüttüklerini belirterek şunları söylüyor: “Engelliler Koordinasyon Merkezimizde bugüne kadar engellilerle alakalı 12 çalıştay yapıldı. Bu çalıştaylar sosyal politikaların belirlenmesinde bize yol gösteriyor. Engelli vatandaşlarımızın istihdamından sosyal haklarına, ilaca erişimlerinden günlük hayatlarının kolaylaştırılmasına kadar pek çok konuda önemli merhaleler kat edildi. Hükümetimizin bu konularda ciddi çalışmaları oldu. Dünyada ilk kez engel gruplarına göre sınav yapıldı ve bunun sonucunda 2013 yılı içerisinde yaklaşık 16 bin engelliye istihdam sağlandı. Böylece engellileri üretici hale getirmeye, kendi ayakları üzerinde durabilmelerini sağlamaya yönelik çalışmalara bir yenisi eklendi.” DosyaRöportaj Röportaj muafiyeti sağlamak, hatta pozitif bir ayrımcılık olarak milletvekilliğine müracaat ederken bağ ışta bu lunmamak için rapor almak zorunda kaldım. Oysa benim gibi kalıcı engeli bulunanların bir defa rapor alması yeterli olmalı ve bu durumu belgeleyen bir kimlik kurumlar tarafından kabul edilmeli. Engelliler Koordinasyon Merkezimizde bu konu üzerinde çalışmalar yapıyoruz” diye konuşuyor. “En zor işlere talip oldum” “Bugün milletvekili olarak Meclis’te bulunmamın temel nedenlerinden biri, engellerin bir kenara konularak tüm zorlukların aşılabileceğini göstermektir.” “Komisyon oluşturduk, rapor hazırladık” Abdurrahim Akdağ, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi olduğunu ifade ederek, “Komisyonumuz Engelli Alt Komisyonu oluşturdu ve özel durumum nedeniyle tüm partilerin ittifakıyla başkanlığa getirildim. İstanbul, Kayseri, Mersin ve Ankara’da kamuya ait ve özel engelli eğitim merkezlerini inceledik, uygulamaları yerinde gördük. Bazı aksaklıklar, eksiklikler tespit etmekle beraber, çok ciddi adımlar atıldığını, büyük ölçüde modern ortamlar sağlandığını gözlemledik. Toplumumuzun bu dezavantajlı kesiminin kaldığı merkezlerin denetim ve kontrollerinin çok düzenli yapılması gerektiğini de dile getirdik. Alt Komisyonumuzun çalışmaları sonunda bir rapor hazırlayıp Meclis Başkanlığı’na ve ilgili bakanlıklara gönderdik. Çok faydalı bir çalışma ortaya konulduğunu düşünüyorum” diye konuşuyor. AK Parti Mardin Milletvekili Abdurrahim Akdağ, engellilerin toplumsal yaşam alanlarına, toplu taşıma araçlarına erişebilirliği açısından yapılması gereken çalışmalar olduğunu belirtiyor. Bir başka önemli noktaya işaret eden Akdağ, “Bugüne kadar memuriyete girmek, askerlik yapamayacağımı belgelemek, vergi Abdurrahim Akdağ, engellilerin hakları konusunda bireylerin, ailelerin ve toplumun giderek bilinçlendiğine işaret ederek, “Engellilerimiz artık dör t duvar arasında saklan mıyor. Nasıl eğitim alabileceklerini, nasıl sosyalleşebileceklerini biliyorlar. Bunda sosyal politikaların ve sosyal yardımların büyük etkisi var” diyor. AK Partili vekil, kendi yaşamından örnekle engellilere şu mesajı veriyor: “En büy ü k engel zihinlerdek i ve gönüllerdeki engeldir. Memuriyete başladığımda en zor işlere talip oldum. Şef, müdür yardımcısı, müdür basamaklarını tek tek çıktım. Azmin, kararlılığın, özgüvenin insana çok şey yaptırabileceğine inanıyor um. Bugün milletvekili olarak Meclis’te bulunmamın temel nedenlerinden biri, engellerin bir kenara konularak tüm zorlukların aşılabileceğini göstermektir. Kendi engelimle, çevremle, toplumumla barışık olmamın bana avantaj sağladığını biliyorum. Bütün engelli kardeşlerime de şunu söylüyorum; beyniniz var, yüreğiniz var, insan sevginiz var. Yapabileceğiniz çok şey olduğunu unutmayın. ‘Ben yaparım’ diyorsanız, hayallerinizin de ötesinde gerçekleştirecekleriniz olduğunu bilin. İnsan olarak ardınızda bir hoş seda bırakmanızın engellere takılmamasını diliyorum.” Aralık 2013 41 42 DosyaRöportaj Mesut Dedeoğlu: Engellilerle beraber çalışmak bir tutkudur R üzgar gibi koşuyor, isabetli şutlarla fileleri havalandırıyor, parmaklarının ucunda dünyaları kaldırıyorlar. Her kulaçta başarıya biraz daha yaklaşan da, ustaca hamlelerle satrançta rakip tanımayan da onlar. Görmemeleri, işitmemeleri, yürüyememeleri spor yapmalarına engel değil. Öyle başarılara imza atıyorlar ki dünyanın dört bir yanında ayakta alkışlanıyor, ay-yıldızlı bayrağımızı gururla dalgalandırıyorlar. Engelli sporcular söz konusu olduğunda Meclis’te ilk akla gelen isimlerden biri, MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu. 2004-2011 yılları arasında Türkiye Görme Engelliler Spor Federasyonu Başkanlığı yapan Dedeoğlu, “Engelli kardeşlerimle birlikte sekiz yıl geçir- Aralık 2013 dik. Beraber güldük, beraber ağladık. Türkiye’ye ilk kez kazandırdığımız kupaların, madalyaların mutluluğunu paylaştık. Hayatımın en güzel günleriydi” diyor. Engelli sporculardan söz ederken duyduğu heyecana yakından tanık olduğumuz MHP’li vekil, “Engellilerle beraber çalışmak bir tutkudur” diye konuşuyor. Mesut Dedeoğlu’nun görme engelli sporcularla birlikte geçirdiği yıllar milletvekilliğinin hemen öncesine denk geliyor. 2011 yılında Meclis çatısı altında yer alan Dedeoğlu, “Milletvekili olmam engelli kardeşlerimle iletişimimi azaltmadı, aksine artırdı. Onlar beni Meclis’te sürekli ziyaret ediyorlar. Milletvekili olarak ben de tüm engelli kardeşlerimizin sorunlarını Meclisimizde dile getiriyorum. Eğitimden sağlığa, istihdamdan spora kadar her alanda karşılaştıkları problemlerin çözümüne katkıda bulunacak çalışmalar yapmaya büyük özen gösteriyorum” diyor. “Engelliye acımamak, ona imkan sunmak lazım” Dedeoğlu, engellilerin günlük hayatlarını sürdürürken başta ulaşım olmak üzere pek çok “engel”le karşılaştığını belirterek şu önemli noktanın altını çiziyor: “Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi engellisine verdiği değerle ölçülür. Gelişmiş ülkelerde bir engelli evinden çıktığında hiç kimseden yardım almadan dilediği yere gidebilir. İster görme engelli ister ortopedik engelli olsun o kişinin sorunsuz bir şekilde hayatını sürdürebilmesi için türlü önlemler alınmıştır. Ülkemiz bu konularda çok yol DosyaRöportaj Röportaj kat etmiş olsa da henüz istenen düzeye ulaşılamamıştır. Örneğin görme engellilere yönelik şeritler belli bir noktada başlayıp bitiyorsa, kaldırımlarda hâlâ rampalar yoksa, toplu taşıma araçları engellilerin kullanımına uygun değilse daha yapılacak çok iş var demektir. Engellilerin istihdamı çok önemli bir başka konudur. Kamuda ve özel sektörde engelliler için ayrılan kadroların iki katına çıkarılması için kanun teklifi verdim. Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki mevcut kadrolarda bile boşluk var. Bu kadrolar doldurularak engellilerin iş hayatına atılmalarına, kendi ayakları üzerinde durmalarına imkan sağlanması gerekiyor.” MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu, engelli sporcularla birlikte geçirdiği yılların da tecrübesiyle önemli bir başka noktaya işaret ediyor. “Engelliye acımamak, ona imkan sunmak lazım. Eğer bunu yaparsanız inanın o imkanı sonuna kadar kullanır ve her alanda başarıya ulaşırlar” diyen Dedeoğlu, spor yöneticiliği sırasında buna bizzat şahit olduğunu anlatıyor. Türkiye Görme Engelliler Spor Federasyonu Başkanı olduğu 2004 yılında görme engelli sporcuların hiçbir uluslararası yarışmaya katılmamış olduğunu ifade eden Dedeoğlu, “Altyapı yoktu. Antrenör, hakem, sporcu yoktu. Görme engellilere yönelik oyunların tanınması, kurallarının öğrenilmesi, ülkemizde kabul görmesi için çok çaba harcadık. Sporcularımızla el ele verdik. Özveriyle ve inançla çalıştık. Sonunda Avrupa’da, dünyada, olimpiyat ve paralimpik oyunlarında çok ciddi başarılar elde ettik” diyor. Ailelerin çocuklarına verdiği desteğin ve özverili çabalarının da başarıda pay sahibi olduğunu vurgulayan Dedeoğlu, “Aile, engeli ne olursa olsun çocuğuna inanır, onu desteklerse o çocuk dört duvar arasından çıkar ve ayaklarının üzerinde durur. Bu elbette zordur, ama imkansız değildir. Ben öyle engelliler tanıyorum ki eğitimden spora pek çok alanda engeli olmayan kişilerden çok daha bilgili ve yetenekliler. Görme engelli sporcuların, bugün başladıkları satranç oyununa bir hafta sonra kaldıkları yerden devam ettiklerine şahidim. İnanılmaz bir hafızaya sahipler” diye konuşuyor. Mesut Dedeoğlu, 2012 Londra Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları’nda goalball üçüncüsü olan millî takım sporcuları ve antrenörlerini İngiltere’de de yalnız bırakmadı. “Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi engellisine verdiği değerle ölçülür. Gelişmiş ülkelerde bir engelli evinden çıktığında hiç kimseden yardım almadan dilediği yere gidebilir.” “Başarı kolay kazanılmıyor” Mesut Dedeoğlu, Federasyon Başkanlı ğı’nın yanı sıra Dünya Görme Engelliler Spor Birliği (IBSA) Genel Sekreterliği, Türkiye Millî Paralimpik Komitesi Yönetim Kurulu Üyeliği ve Asbaşkanlığı görevlerinde de bulunduğunu anımsatarak, “İnsan yaptığı işi önce kendisi bilecek ki faydalı olabilsin. O nedenle ben de eşofmanlarımı giyip sporcularla birlikte antrenman yaptım, beden eğitimi öğretmenleriyle birlikte Türkiye’nin her ilinde seminerlere katıldım, yazılı ve uygulamalı sınavlara girip hakem oldum. Çünkü birlikte başaracağımıza inandım; öyle de oldu” diyor. Mesut Dedeoğlu, toplumun ve basının engelli sporculara yaklaşımıyla ilgili sorumuzu ise şöyle yanıtlıyor: “Toplumda ‘engelli kişi spor mu yaparmış’ gibi bir düşünce vardı. Ne kadar üzücü, ne kadar acı. Biz yıllar içinde yürüttüğümüz çalışmalar ve elde ettiğimiz başarılar sonucunda bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koyduk. Engelli sporcularımız Avrupa’da, dünyada madalyalar aldığında, şampiyon olduğunda basınımız bunları ne yazık ki küçük birer haber olarak görüyor. Oysa başarı kolay gelmiyor, o madalyalar ne büyük mücadeleler sonunda kazanılıyor. Bunu göz ardı etmemek, engelli sporcularımızı her alanda ödüllendirmek gerekiyor.” Aralık 2013 43 44 DosyaRöportaj Gürsoy Erol: El ele vererek, birlikte üreterek hedeflerimize ulaşacağız T rafik kazaları ülkemizin en can yakıcı sorunlarından biri. Her yıl binlerce kişi trafik canavarına yenik düşerken yüz binlerce kişi yaralanıyor. Kazalar ülkemizdeki engellilik oranını artıran en önemli etkenlerden biri olarak karşımızda duruyor. AK Parti İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol, 1995 yılında geçirdiği trafik kazası nedeniyle yaşamını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Kazadan sonraki zor süreci ailesinin de desteğiyle atlatan Erol, engellerin aşılmaz olmadığını örnek yaşam öyküsüyle ortaya koyuyor. 2002-2007 yılları arasındaki 22. Dönem’de de Meclis çatısı altında yer alan ve ülkemizde engelliler hakkındaki ilk yasanın hazırlanmasına çok önemli katkılarda bulunan Erol, Aralık 2013 “Seçildikten sonra tüm milletimizin vekili olduk, ancak özel durumum dolayısıyla engellilerin sorunlarına da hassasiyetle eğiliyorum. Engelli vatandaşlarımız da ülkemizin dört bir yanından telefonla arayarak ve ziyaretimize gelerek sıkıntılarını anlatıyorlar. Doğal olarak, engelli bir milletvekilinin dertlerini daha iyi anlayacağını düşünüyorlar. Ben de yakından bildiğim, tanık olduğum problemlerin çözümü konusunda elimden gelen çabayı göstermeye gayret ediyorum” diyor. Gürsoy Erol, engelsiz bir Türkiye hedefi doğrultusunda yoğun bir şekilde çalışmalarını sürdürdüklerini belirtiyor. 2005 yılında Türkiye’de ilk kez Engelliler Hakkında Kanun’un çıkarıldığını anımsatan AK Partili vekil şunları söylüyor: “Engellilerle ilgili olarak bazı kanunlarda, yönetmeliklerde maddeler yer alıyordu. Biz dağınık haldeki mevzuatı, çok geniş kapsamlı düzenlemelerle birlikte tek bir kanun çatısı altında topladık. Yasayla birlikte Türkiye’de engelliler açısından birçok ilki başlattık. Mesela başta zihinseller olmak üzere engelli ailelerinin ‘Benden sonra çocuğum ne olacak?’ endişesini gidermek için bir çalışma yaptık. Evde bakım ve kurumda bakım olmak üzere yeni bir sistem getirdik. Engellinin şefkatli aile ortamında kalması bizim öncelikli tercihimiz. Böyle bir yaklaşım içindeki ailelere devlet bir asgari ücret tutarında para ödüyor. Eğer anne-baba yoksa veya aile engelli çocuğuna bakmak istemiyorsa o zaman kurumda bakım devreye giriyor ve devlet kuruma iki asgari ücret tutarında para ödüyor. Yaptığı- DosyaRöportaj Röportaj ‘‘Sosyal ve maddi yardımlar, ailelerin bilinçlendirilmesi gibi çalışmalarla engelliler toplumsal hayatın içinde yer almaya başladı.’’ mız bir diğer çalışma çok düşük seviyedeki engelli maaşlarının ciddi bir oranda artırılması oldu. Yine engellilerin eğitimi konusuna özel önem verdik. Eğitim yardımında SSK’lı, Yeşil Kartlı, Bağkurlu ayrımını ortadan kaldırdık. Yüzde 40 ve üzeri engelli raporu bulunan herkesin eğitim yardımından yararlanmasını sağladık. En önemli noktalardan biri ise engelliliğin ülkemizde herhangi bir ayrımcılığa uğramayacağının teminat altına alınmış olmasıdır.” “Meclis’te engeller yok” Gürsoy Erol, yasada yer almasına rağmen henüz istenen düzeye gelinemeyen konunun “erişebilirlik” olduğunu ifade ederek şu bilgileri aktarıyor: “Kanunda şöyle bir madde var: ‘Kamu kurum ve kuruluşlarına ait mevcut resmî yapılar, mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel altyapı alanları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılmış ve umuma açık hizmet veren her türlü yapılar bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde engellilerin erişebilirliğine uygun duruma getirilir’. Bu maddeyle ilgili sürekli bilgilendirme yapılmasına, geçen yıl yeni bir düzenlemeyle üç yıllık son bir süre verilmesine ve ceza getirilmesine rağmen hâlâ gerekli çalışmaların yeterli ölçüde yapılmadığını görüyoruz. Şimdi bu düzenlemelerin yapılması yönünde çok ciddi çalışmalar yürütülüyor.” Gürsoy Erol, erişebilirlik açısından Meclis’te bir sorun yaşanıp yaşanmadığını sorduğumuzda, “Meclisimiz süre uzatılmasına gidilmeden gerekli düzenlemeleri yaptı. Bu konuda bizim de görüşlerimizi aldılar ve Meclisimiz engelsiz hale getirildi. Bunun için teşekkür ediyoruz. Şunu da belirtmeliyim; Sayın Başbakanımızın duyarlı yaklaşımıyla AK Parti Genel Merkezimiz de tamamen engellilere uygun bir bina olarak örnek teşkil ediyor” diye konuşuyor. Sosyal ve maddi yardımlar, ailelerin bilinçlendirilmesi gibi çalışmalarla engellilerin toplumsal hayatın içinde yer almaya, sokağa çıkmaya başladığını ifade eden Erol, istihdam rakamlarında da ciddi artışlar sağlandığını belirterek, “2023 yılında dünyanın ilk on ekonomisi içinde yer alma hedefimiz tüm toplum kesimlerinin üretime katılmasıyla gerçekleşecektir. Bu nedenle engellilerin iş hayatına atılmasını, üretime katkı sağlamasını çok önemsiyoruz” diyor. Erol, engellilere hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmamaları, kendi haklarını çok iyi bilmeleri ve savunmaları çağrısında bulunarak, “Çözemedikleri her problemde, yaşadıkları her sıkıntıda bize başvurabilirler. Birlikte el ele vererek engelleri aşmak için elimizden geleni yapmaya hazırız” diye konuşuyor. Aralık 2013 45 Mehmet Keçeciler: Meclis’te tartışma olursa köy kahvesinde kavga çıkar Siyasetin duayen isimlerinden Mehmet Keçeciler, “Doğru söyleyen politikacı uzun vadede kazanır. Ben tepki göreceğimi de bilsem vatandaşa hep doğruları söyledim. Sonuçta hiç seçim kaybetmedim” diyor. Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş A namızın ak sütü, babamızın hakkı söz konusuysa eğer, akan sular durur elbet. Gözlerinin içine son kez bakıp ellerine sıkıca sarıldığımızda “Hak k ım helal olsun” sözünü duyabilmişsek iyi bir evlat olabilmişiz demektir. Ne mutlu bize. Hayattayken sırtımızı dayadığımız o koca çınarlar, çoğu kez yaşam yolculuğumuzun da rotasını çizer; bazen farkında olarak, bazen olmayarak. Tıpkı Mehmet Keçeciler’in babasının yaptığı gibi. 1977 yılında evladını karşısına alıp “Siyasete girmezsen babalık hakkımı helal etmem” diyen Mehmet Emin Keçeciler, o tarihte genç bir kaymakam olan oğlunun hayatını değiştirir. Babasını kırmamak için politikaya atılan Aralık 2013 Mehmet Keçeciler, belediye başkanlığı, milletvekilliği, bakanlık derken neredeyse ömrünün yarısını siyasetle iç içe geçirir. Bundan da hiç pişmanlık duymaz; “İyi ki siyasete girmişim” der. Siyasetin duayen isimlerinden Mehmet Keçeciler bu ayki röportaj konuklarımız arasında. Ofisinde sohbet ettiğimiz Keçeciler ile hem siyaset yolculuğunu hem de Türkiye’nin yakın tarihindeki çeşitli olayların perde arkasını konuştuk. Tecrübeli siyasetçi, ülke gündemindeki konulara ilişkin sorularımızı da yanıtladı. Mehmet Keçeciler 1944 Konya doğumlu. Kentin köklü ailelerinden birine mensup. Konya Yüksek İslam Enstitüsü ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitiren Keçeciler, “İdari Şube’den mezun olunca on yıl kaymakamlık yaptım. Rize Fındıklı Kaymakamı’yken İçişleri Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanarak staj yapmak üzere Fransa’ya gittim. Paris Uluslararası Amme İdaresi Enstitisü’ne devam ettim ve eski Sorbonne’un hukuk fakültesinde idari bilimler alanında yüksek lisans yaptım” diyor. Mehmet Keçeciler’in Fransa’da olduğu dönemde takvimler 1977’yi gösteriyor. Türkiye’de o yıl haziran ayında genel seçimler, aralıkta ise yerel seçimler yapılıyor. Keçeciler’in siyasetle yolu yerel seçimler öncesinde kesişiyor. Mehmet Keçeciler o günleri şöyle anlatıyor: “Ailemde siyasetçi yok, ama akrabalarımız arasında var. Röportaj “Türkiye’de demokrasinin geliştirilmesi istikametinde atılan adımları doğru buluyorum. Ancak bir şeye dikkat etmek lazım. Türkiye’nin bölünmesini, bizim birbirimize düşmemizi isteyen çok güçlü lobiler var. Bu lobilerin oyununa gelmemek gerekir.” Konya eski Müftüsü ve bir dönem Milli Selamet Partisi (MSP) milletvekili Tahir Büyükkörükçü, teyzemin kızının eşi. O ve partiden başka isimler MSP’den Konya Belediye Başkan Adayı olmamı tavsiye etmişler. Erbakan Hoca da Konya’da seçimi ancak benimle kazanabileceğini tespit edince bu konuda çok ısrarcı oldular. O zamanlar ben siyasete girmeyi düşünmüyordum. Tahir Büyükkörükçü babamı ikna etmeseydi kimse beni politikaya sokamazdı. Babam ‘Hoca’yı kırarsan babalık hakkımı helal etmem’ deyince adaylığı mecburen kabul ettim. Şimdi görüyorum ki doğru bir karar vermişim.” “Kudüs Mitingi’ni yapmayalım dedim” Mehmet Keçeciler Konya Belediye Başkanı’yken 12 Eylül askerî darbesi olur. Darbenin gerekçelerinden biri olarak Konya’da düzenlenen Kudüs Mitingi gösterilir. 6 Eylül 1980 tarihindeki bu mitingin “12 Eylül’e giden yolda bardağı taşıran son damla” olduğu açıklanır. Mehmet Keçeciler, Kudüs Mitingi’nin baş mimarı gibi gösterildiğini, ancak bunun doğru olmadığını belirterek şunları söylüyor: “30 Ağustos’ta düzenlenen törenin ardından İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel beni ve Vali Bey’i kahve içmeye davet etti. Sohbete vesile olsun diye ‘Paşam bu anarşi nasıl duracak?’ diye sordum. ‘Göreceksiniz bak nasıl dur- duracağız, Şûra’da karar aldık’ dedi. Ben ‘Peki nasıl durduracaksınız?’ diye ısrar ettim. ‘Bundan sonra anarşisti öyle hakim karşısına falan çıkartmak yok; sokakta vurup öldüreceğiz’ dedi. ‘Aman Paşam hukuk devletinde böyle bir şey olabilir mi, kanunlar var...’ diye karşılık verdim. ‘O kanunları da biz koyacağız’ dedi. Ben o sözün ‘ihtilal yapacağız’ anlamına geldiğini anlayacak kadar idari tecrübeye sahiptim. Paşa’nın yanından ayrıldıktan sonra Vali Bey, ‘İhtilale karar verilmiş, siz miting düzenliyorsunuz. Böyle bir ortamda miting yapılır mı?’ dedi. Ben de ‘Haklısınız’ dedim ve Erbakan Hoca’yla görüşmek için randevu istedim. 2 Eylül’e randevu verdiler. Bu arada Konya Alâeddin Camii yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ankara’da Hoca’dan önce Başbakan Demirel’le görüşüp durumu arz ettim. Sağ olsun konuyla çok ilgilendi, talimatlar verdi, heyetler kurdurdu. Yanından ayrılırken ‘Reis Bey, benim de sizden bir ricam var. Erken seçim kanununu sevk ettim, Hoca Meclis’ten geçirmiyor. Eğer bu kanun çıkmazsa ihtilal olacak, askeri tutamıyorum’ dedi. ‘Ben de aynı endişeleri taşıyorum’ dedim ve doğruca Meclis’e gittim. Erbakan Hoca ve Başkanlık Divanı üyeleriyle toplantıya girdim. Paşa’dan duyduklarımı ve Süleyman Bey’in söylediklerini aktardım. ‘Efendim eğer Kudüs’e asker yazıyorsanız bir numaraya beni koyun; gidip orada şehit olalım. Ben bu davanın kutsiyetine inanıyorum, ama Konya’da yapacağımız mitingin Kudüs’ün kurtulmasına hiçbir faydası olmayacağı gibi başımıza da büyük dert açılacak. İhtilal hazırlığı yapılıyor, bu mitingden vazgeçelim’ dedim. Israrlarıma rağmen beni dinlemediler. Sinirle ayağa kalktım, ‘Ben artık sizin belediye başkanınız değilim’ dedim ve kapıyı çarpıp çıktım. Konya’ya gidince Aralık 2013 47 48 Röportaj “Oğlum niye başörtüsü taktın?” Sohbetimiz sırasında başörtüsü konusu açılınca Mehmet Keçeciler “Fıkra gibi” dediği şu anısını anlattı: “Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde başörtüsü direnişi yapan öğrenciler vardı. Anavatan Partisi’ni temsilen gittim ve başörtülü kızlarımızın yanında yer aldım. O olaydan sonra bir derginin kapağına benim fotoğrafımı koymuşlar, başıma başörtüsü bağlamışlar, sayfalarca da aleyhime yazı yazmışlar. Rahmetli annem dergiyi görünce ‘Oğlum niye başörtüsü bağladın? Bir de gidip fotoğraf çektirmişsin?’ dedi. ‘Ana ben bağlamadım’ diyorum, ama anlatamıyorum. ‘Gözüme mi inanayım, sana mı?’ diyor. Anneme onun fotomontaj olduğunu bir türlü anlatamadık.” hemşehrilerim, partili dostlarım etrafımı sardılar; ‘Sakın mitingden evvel istifa etme. Bunu kimseye anlatamayız’ dediler. Bunun üzerine Vali Bey’e 6 Eylül’de Konya’da bulunmayacağımı, İzmir’e çöp öğütme tesislerini incelemeye gideceğimi söyledim. Vali Bey, ‘Konya’nın sana ihtiyacı olduğu bir dönemde burayı nasıl terk edersin?’ dedi. Kararımı İkinci Ordu Komutanı da duymuş, nedenini sordu, ‘Paşam mitingi tasvip etmediğimi başka nasıl gösterebilirim?’ dedim. Baktım Paşa da kalmamı istiyor. Gidersem Konya’yı yalnız bırakıp kaçmış gibi olacağım. Bu nedenlerle kaldım. Gördüm ki miting günü her şey sabote edildi.” “Yeni bir anayasa yapılabilmeli” Mehmet Keçeciler, yapılmasını engelleyemediğini belirttiği mitingle ilgili çarpıcı açıklamalarını şöyle sürdürüyor: “İstiklal Marşı’nda Erbakan Hoca’nın oturduğunu iddia ettiler. Oysa tertip komitesi bant getirmeyi unutmuş, Hoca İstiklal Marşı’nı kendisi ses vererek okuttu. ‘Şimdi İstiklal Marşı, rahat, hazır ol’ dedi, o sırada bir kişi ‘Biz ezan sesi istiyoruz, İstiklal Marşı istemiyoruz’ diye bağırdı. Hoca ona rağmen okuttu, hep bir ağızdan coşkuyla İstiklal Marşı’nı söyledik. Bu sırada oturan 5-6 kişinin fotoğrafını çekti gazeteciler. Ertesi gün o fotoğrafın basılı olduğu gazeteyi yanıma alıp Valiliğe ve Savcılığa müracaat ettim. ‘İstiklal Marşı’nda oturmak suretiyle halkı devlet aleyhine cürme teşvik ettikleri aşikârdır. Bu kişilerin yakalanarak cezalandırılmasını talep ediyorum’ diye dilekçe verdim. Aralık 2013 O kişiler hâlâ yakalanacaklar. İhtilalin ilk zamanlarında çıkıp dedim ki ‘Bu kişileri ne Konyalılar ne de MSP’liler tanıyor. Onlar mitingi sabote etmek için devlet tarafından görevlendirilmiş provokatör ajanlardır.’ Vay sen böyle dedin diye mitingin bütün faturasını bana yıktılar.” Mehmet Keçeciler’in 12 Eylül mağduriyeti bu olayla sınırlı değil. Darbenin ardından görevden alındıktan sonra dönemin Başbakan Yardımcısı Turgut Özal’ın müşaviri olduğunu belirten Keçeciler, “Turgut Bey’ le birlikte 1983’te Anavatan Partisi’ni kurduk. O zamanlar Milli Güvenlik Konseyi’nden izin alınmadan milletvekilliği için aday olunamıyordu. Partim aday listesini Konsey’e gönderdi, beni veto ettiler. 1983’ten 87’ye kadar milletvekilliği yapamadım. Partide ‘ikinci adam’ oldum, teşkilat başkanlığı görevini yürüttüm. 1987’de Konya Milletvekili oldum. 2002 yılına kadar da dört dönem Konya’dan milletvekili seçildim” diyor. Mehmet Keçeciler, 12 Eylül döneminin yargı önünde olduğunu hatırlattığımızda şu değerlendirmeyi yapıyor: “Yargılama sürecinden bir Röportaj Siyaset anıları kitap oluyor Mehmet Keçeciler siyaset yıllarına dair anılarını bir kitapta topladı. Bu yıl sona ermeden kitabın yayımlanacağını ifade eden Keçeciler, “Rahmetli Turgut Özal’la ilgili karanlıkta kalmış olaylara ışık tutuyorum; bildiklerimi, gördüklerimi eğip bükmeden anlatıyorum” dedi. sonuç çıkmayacaktır. Bir kere mutlak zamanaşımı söz konusudur. Ayrıca herkesin suçu, işlendiği dönemdeki kanunlara tabidir. Anayasa’ya 12 Eylül’ü yapanların icraatlardan dolayı herhangi bir sorumlulukları bulunmadığına dair hüküm koymuşlardır. Yargılama sürecinden bir sonuç alınamasa da bir daha hiç kimsenin böyle işlere tevessül etmemesi için ibreti alem olmalıdır.” Türk iye’nin yeni bir a nayasaya ihtiyacı olduğuna işaret eden tecrübeli siyasetçi, “1961 ve 1982 anayasaları askerî dönemlerin ürünüdür. Türkiye’de sivil dönemlerde anayasalarda sadece değişiklikler yapılabilmiştir. Artık Meclis’in yeni bir anayasa yapabilmesi gerekmektedir. Bu dönemden çok ümitliydim, ama maalesef uzlaşma sağlanamadı. Ben hiç değilse üzerinde anlaşılan 60 maddenin kabul edilmesinden yanayım” diye konuşuyor. yeceğini, gün gelip devletçi ekonominin batacağını cesaretle savundu. Dünyada yaşanan gelişmeler Özal’ı haklı çıkardı. Ekonominin yanı sıra demokraside, sosyal ve siyasi hayatta çok önemli değişikliklerin temelleri atıldı. Türkiye açtığımız bu yolda kararlılıkla yürüdü. Her on yılda bir askerî müdahalenin yaşandığı bir ülke olmaktan çıktı, gelişmekte olan bir ülke konumuna geldi.” Mehmet Keçeciler Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Devlet Bakanlıkları yaptı. 5,5 yıl bakanlık koltuğunda oturan Keçeciler, unutamadığı hizmetlerini sorduğumuzda şunları söylüyor: “Petrolden Sorumlu Devlet Bakanı olduğumda Türkiye’nin günlük petrol üretimi 35 bin varildi, bunu 82 bin varile çıkardım. Adıyaman Petrol Sahası benim dönemimde bulundu ve hizmete açıldı. Bayındırlık Bakanı’yken Dinar deprem evlerini yaptım. Benden evvel ihale edilememişti. Biz martta hükümet olmuştuk, ‘Evlerinizi yapacağız’ diye Dinar’a gittiğimde beni bir yuhalamadıkları kalmıştı. Kışı soğuk çadırlarda geçirmeleri nedeniyle çok kızgındılar. Konutlar tamamlanıp açılışa gittiğim günü ise unutamıyorum. O zaman bakan değildim, beni kürsüye davet ettiklerinde Dinar’da adeta yer yerinden oynadı. Konya-Alanya Yolu da önemli hizmetlerimden biridir. Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı’yken gümrükte çok ciddi bir modernizasyona imza attık. Osmanlı döneminden kalan Gümrük Kanunu’nu değiştirdik. Yap-işlet-devret modeliyle yeni gümrük binaları yapılmasında ilk adım benim zamanımda atıldı.” Mehmet Keçeciler siyaset yaparken vatandaşa her zaman doğruyu söylemenin önemine işaret ediyor. “Doğru söyleyen politikacı uzun vadede kazanır. Ben siyaset hayatımda hep doğru bildiğimi söyledim. Tepki göreceğini bilsem de böyle yaptım. Sonuçta Konya’da hiç seçim kaybetmedim” diyen Keçeciler, bir başka noktanın da altını çiziyor: “Bizim dönemimizde de iktidar ve muhalefet partileri birbirlerini tenkit ederlerdi, ama bu belli bir üslup çerçevesinde yapılırdı. Günümüzde hakarete varan sözler sarf ediliyor. Bu durum Meclis’in mehabetine yakışmıyor. Halbuki eleştiriler esprili bir dille de ifade edilebilir. Unutulmamalı ki Türkiye’de yaşananlar Meclis’e, Meclis’te yaşananlar Türkiye’ye aynen yansır. Siz Meclis’te tartışırsanız köy kahvesinde kavga olur. Bunu düşünerek hareket etmekte fayda vardır.” “Dünyadaki gelişmeler Özal’ı haklı çıkardı” Sohbetimiz sırasında Mehmet Keçe‑ ciler’e Türkiye’nin Özallı yıllarını sormayı ihmal etmiyoruz. Tecrübeli siyasetçi şu değerlendirmeleri yapıyor: “Türkiye rahmetli Özal’la birlikte çok ciddi bir dönüşüm geçirdi. Her şeyden evvel ülkemizin ekonomik yapısı değişti. Türkiye Özal’dan önce devletçi ekonomi uygulayan bir ülkeydi. Özal o dönemde devletçi ekonominin serbest piyasa ekonomisiyle rekabet edeme- Aralık 2013 49 Doğu-Batı sentezinin en güzel mimari örneklerinden olan Maslak Kasırları, Boğaziçi’nin Karadeniz’e açıldığı manzarayı gören bir konumda bulunuyor. Bahçesinde onlarca çeşit değerli bitkiyi barındıran Kasırlar, Sultan II. Abdülhamid’in şehzadelik yıllarını geçirdiği yer olduğu için de önem arz ediyor. Aralık 2013 Millî Saraylar Yeşilin ortasında mahpare beyazı Maslak Kasırları Gökçe Doru 19. yüzyılda Osmanlı padişahları tarafından yaptırılan eserlerin en sadelerinden olan Maslak Kasırları, İstanbul’un Sarıyer ilçesinde, Haznedar Çiftliği sınırları içinde yer alır. Çatısından penceresine, dış cephesinden iç dekorasyonuna kadar sade, ancak bir o kadar da göz alıcı olan kasırları Sultan Abdülaziz’in (1861-1876) yaptırdığı tahmin edilir. Kasırların yapımıyla ilgili yazılı bir belge bulunmadığından mimarı da bilinmemektedir. Ancak kasırların içinde bulunduğu Haznedar Çiftliği’nin Sultan Abdülaziz’in gözde mekanlarından olması, Sultan’ın bu bölgede Agop ve Sarkis Balyan’a Ayazağa Kasırları’nı yaptırması, Maslak Kasırları’nı inşa ettiren padişah ve emeği geçen mimarlar hakkında ipucu verir. Haznedar Çiftliği’ndeki ilk imar faaliyetleri ise II. Mahmud (18081839) döneminde başlar. Kasırların en önemli özelliklerinden biri Sultan II. Abdülhamid’in (1876-1909) şehzadelik yıllarını geçirdiği yer olmasıdır. Şehzadenin burada ağaç oymacılığı başta olmak üzere sanatın çeşitli dalları ile ilgilendiği ve binicilik, atıcılık, avcılık gibi sporlarla uğraştığı rivayet edilir. Osmanlı’nın en sade köşkleri Maslak Kasırları’nın günümüze ulaşan yapıları Kasr-ı Hümayun, Mabeyn-i Hümayun, Limonluk, Çadır Köşkü ve Paşalar Dairesi’dir. Ana binayı oluşturan ve iki katlı olan Kasr-ı Hümayun yarı kagir inşa edilmiştir; birinci kata kadar olan kısımlar taş, diğer kısımlar Aralık 2013 51 ahşaptır. Çalışma odası, yatak odası ve büyük bir salonun bulunduğu Kasr-ı Hümayun’un dış cephesi plaster ve per vazlarla hareket lendirilmiştir, ayrıca Barok tarzı geniş balkon dış cephenin en güzel süsüdür. Mermer basamaklı bir girişi bulunan Mabeyn-i Hümayun, tek katlı bir yapıdır ve iki küçük oda ile bir büyük salona sahiptir. Kemerli ve kepenkli yüksek pencereler ile bunları çevreleyen tuğlalar, sade olan yapının dış cephesine bir hareket kazandırır. Mabeyn-i Hümayun’da bulunan salondaki büyük bir kapıdan kasırların sera işlevi gören Limonluk bölümüne geçilir. Doğaya hayran ve bahçe düzenleme konusunda zevk sahibi bir padişah ola n II. Abdü l ha m id dönem i nde yapılmış olan Limonluk, cam ve de- Aralık 2013 mirden inşa edilmiştir. Sera olarak da anılan bu bölümün ortasında büyük bir havuz bulunur. Beykoz Kasrı’nda bir örneği olan ve İtalyanların grotto adını verdiği yapay mağara da sera içindedir. II. Abdülhamid’in kış aylarında grottonun üzerinde yer alan, merdivenle çıkılan küçük bölmede dinlendiği rivayet edilir. Çoğu yurt dışından getirilmiş tropikal ağaçların yer aldığı serada, Sultan’ın bizzat Fransa’dan getirttiği kamelyalar, limon ağaçları, büyümesi uzun yıllar alan ve çok değerli bir süs bitkisi olan cycas bulunur. Sekizgen planlı olan Çadır Köşkü üst katta bir oda ve alt katta ocaklık kısımlarından oluşur. Köşk’ün etrafı II. Abdülhamid’in kahvesini yudumladığı, çevredeki atları izlediği bir balkonla çevrilidir. Kasr-ı Hümayun’a paralel inşa edilen Paşalar Dairesi tek katlı kagir bir yapıdır. Ana girişin sağ ve sol kanatlarında odalar sıralıdır. Paşalar Dairesi’nde bahçeden de girişi olan, zemini Frenk mermerinden bir hamam bulunur. Türk ve İngiliz tasarım özellikleri sentezlenerek oluşturulan Maslak Kasırları’nın bahçesi, Osmanlı’nın son döneminde yaptırılan saray ve kasırların bahçeleri içinde en güzellerinden ve bitki çeşitliliği en fazla olanlarından biridir. Çiçek tarhları ve göletlerin süslediği bahçede uzun ağaçlar, çim alanlar ve mevsimlik çiçekler bir simetri oluşturacak şekilde düzenlenmiştir. Limonluklar ve seralar içeren İngiliz üslubu bahçe tasarımı Maslak Kasırları’nın en bariz özelliği; gürgen, kestane, manolya, nar, ıhlamur, kızılcık, ortanca, gül, servi, sedir ve daha onlarca çeşit ağaç ise Maslak Kasırları’nın en değerli hazinesidir. Dekorasyonda II. Abdülhamid izleri Günümüzde saraydan farksız dekorasyonuyla göz dolduran Maslak Kasırları, 1981 yılında Millî Saraylar’a bağlandığın- Aralık 2013 54 Millî Saraylar da içinde çok az eşya varmış. Zamanla dekorasyonu eski fotoğraflar ve saray çalışanlarının hatıralarından yararlanılarak yapılmış. Bazı eşyalar orijinaline uygun bir şekilde yaptırılırken bazıları Dolmabahçe Sarayı’nın deposundan temin edilmiş. Maslak Kasırları, II. Abdülhamid’in şehzadelik yıllarını geçirdiği yer olmasının yanı sıra padişahlık yıllarından izler de taşıyor. Ana binada bulunan ayna görünümlü kapıyı II. Abdülhamid tasarlamış. Sultan’ın hayalgücü, yeteneği ve zekasının ortak bir ürünü olan ayna, 180 derece dönebilme özelliğiyle arka kısımla bağlantı sağlıyor. Ayrıca hiç çivi kullanılmadan, birbirine geçmeli tahtalardan oluşturulan merdiven Sultan’ın çalışmalarından bir diğeri. İkinci kata doğru uzanırken bir hilal meydana getiren merdivenler avizeyle birlikte ay-yıldız figürü oluşturuyor. Ayrıca şöminelerde, Mabeyn-i Hümayun’un kapılarında ve Limonluk’un girişinde Latin alfabesinin A ve H harfleriyle oluşturulmuş Abdülhamid monogramı bulunuyor. * Fotoğraflar Millî Saraylar Daire Başkanlığı’ndan alınmıştır. Aralık 2013 Haznedar Çiftliği sınırları içinde yer alan Maslak Kasırları, çatısından penceresine, dış cephesinden iç dekorasyonuna kadar sade, bir o kadar da göz alıcıdır. Türk Parlamenterler Birliği’nden Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2013 yılında yıllık 120 TL’dir. Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir. Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir. Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ Ankara Hotel Pino Tel: 0312 446 36 86 Bayraktar Mahallesi, Vedat Dalokay Caddesi, Bayraklı Sokak No: 35 GOP / Ankara 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir. Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur. TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr Fax Hattı: 0312 420 66 24 Sayın Üyelerimiz, her konuda bize ulaşabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği TBMM B Blok 2. Asma Kat 06540 Bakanlıklar / ANKARA Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 Sağlık Hattı Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 numaralı telefonu arayabilirsiniz. Tayyibe Gülek: Siyaset halkla iç içe ve samimiyetle yapılmalı Devlet eski Bakanı, Türk siyasetinin “çarıklı politikacı”sı Kasım Gülek’in kızı Tayyibe Gülek, “Siyasetin nasıl yapılması gerektiğinin en güzel örneğini babamda gördüm” diyor. Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş Y ürek ne hissediyorsa göz onu söylüyor. Yalanı yok, samimi… Kelimelerin arkasına saklanabilse de duygular, bir bakış ele veriyor her şeyi. Dudaktan dökülenler ile gözlerden yansıyanlar aynı olduğunda ise samimiyet çıkıyor ortaya. Tıpkı Tayyibe Gülek’le sohbetimizdeki gibi. Her “babam” dediğinde yüreğindeki derin özlemi gördük gözlerinde. Ve gururu. Tarihe mâl olmuş, derya gibi bir babaya sahip olmanın verdiği mutluluğu. Ülkemizin dört bir yanında kucaklaştığı köylü kadınlardan söz ederken duyduğu heyecanı hissettik. Lafını hiç eğip bükmeden söyleyen Anadolu insanının “Baban gibi ol” na- Aralık 2013 sihatini gözleri dolarak hatırladığını fark ettik. Bir de insanın Harvard’ı dereceyle bitirip kariyer basamaklarını hızla çıksa da ne kadar mütevazı olabileceğini; dünya vatandaşlığı ile gelenek ve göreneklere bağlılığın ustaca harmanlanabileceğini gözlemledik. Devlet eski Bakanı, 21. Dönem Adana Milletvekili Tayyibe Gülek, bu ayki röportaj konuklarımız arasında. Gülek ile pek çoğu yarım asırlık siyah-beyaz fotoğraflar, duvardan duvara kitaplar ve anılarla dolu evinde sohbet ettik. Söze ise çocukluk yıllarından başladık. Tayyibe Gülek, siyasetçi bir babanın, Kasım Gülek’in kızı. CHP’nin 1950-1959 yılları arasındaki efsane Genel Sekreteri Gülek, Türk siyasetinin “çarıklı politikacı”sı. 50’li yılların zor şartlarında ayağında çarıkla memleketi karış karış dolaşıp vatandaşla kucaklaşan Kasım Gülek, o dönemde CHP ile halk arasındaki sağlam bir köprü. Tayyibe Gülek, “Babam benim için en büyük gurur kaynağı. Son derece vatansever, iyi yetişmiş ve ömrünü ülkesine adamış bir devlet adamıydı. Çocukluğumdan itibaren gittiğimiz her yerde ona duyulan sevgi ve saygı beni derinden etkiledi. Ondan çok şey öğrendim” diyor. Siyasete girdiği yıllarda kendisini çok duygulandıran olaylar yaşadığını belirten Gülek, “Adana’nın Kozan ilçesinde Röportaj seçim gezisindeydik. Yaşlı bir amca ‘Hani, Gülek’in kızı nerede?’ diye soruyordu. ‘İşte’ diye beni gösterdiler. Yanıma gelince babamı ne kadar çok sevdiğini söyledi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öylece kalakaldım. Babamın halkla kurduğu sıcak ilişkinin yıllar sonra bile hatırlanıyor olması öyle etkileyici ki. Seçimlere girdiğim dönemde Türkiye’nin dört bir yanından ilk ismi Kasım Gülek olan birçok kişi bana ulaştı. Pek çok aile, ad ve soyadını çocuklarına isim olarak verecek kadar çok sevmiş babamı” diye konuşuyor. “Devlet tecrübesi edin” tavsiyesi Tayyibe Gülek’e tanınmış bir politikacının kızı olmasının yaşamını nasıl etkilediğini soruyoruz. “Memleket meselesi” kavramıyla küçük yaşta tanıştığını belirten Gülek, “Ülke sorunlarının konuşulduğu, çözüm yollarının arandığı bir ortamda büyüdüm. Henüz küçük bir çocukken insanların sıkıntılarının giderilmesi için çaba harcamanın ne kadar önemli olduğunu gördüm. Babam siyasetin nasıl yapılması gerektiğinin en güzel örneğini gösterdi bize. Her zaman halkla iç içe ve samimiydi. Bu kadar çok sevilmesinde samimi olmasının, sürekli ülkeyi gezmesinin payı büyük. Ben halkımızın samimiyete çok önem verdiğini düşünüyorum. İnsanlarla içten bir şekilde ilgilenirseniz, onları sık sık ziyaret ederseniz halk karşılığını veriyor. O sıcak iletişimi yakaladığınızda zaten siz de vazgeçemiyorsunuz. Her fırsatta bölgeme gidip vatandaşla kucaklaşmaktan hem büyük keyif alırım hem de çok şey öğrenirim” diyor. Tayyibe Gülek, “Babanız siyasete girmeniz konusunda sizi yönlendirdi mi?” diye sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “Politikaya girmemi ümit ettiğini söylerdi, ama ‘Önce muhakkak devlet tecrübesi edin. Çok iyi eğitim aldın, ülkene hizmet et’ derdi. Herkes elini taşın altına koyup hizmet ettiğinde ülkemizin hak ettiği yere geleceğine inanırdı. Ülkeye hizmet etmek babam için bir tutkuydu.” Tayyibe Gülek’in politika öncesindeki yaşamına baktığımızda iki önemli noktaya değinmek gerekiyor. Biri parlak eğitim kariyeri, diğeri ise Başbakanlık’taki danışmanlık yılları. Gülek, Harvard Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu. Yüksek “Onlarla gurur duyuyorum” Tayyibe Gülek’le sohbet ederken 5 Aralık’ın Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilişinin 79. yıldönümü olduğunu belirtip bu konudaki görüşlerini soruyoruz. Gülek, “1935’te Meclis’e giren kadınların her biri çok yönlü, birikimli, müthiş insanlar. İlk kadın milletvekillerinden Esma Nayman benim büyük teyzem. Çok gurur duyduğum biri. Ulu Önder Atatürk’ün kadınlara seçme ve seçilme hakkını pek çok Batılı ülkeden önce vermesi gurur duyulacak bir olay. Kadınların karar mekanizmalarında temsilinin artmasını sağlamak ise hepimizin görevi. Atatürk’ü ve Meclis’e ilk giren o müthiş kadınları ne kadar ansak azdır” diyor. lisans eğitimini ise London School of Economics’te tamamlamış. Ailesinin eğitime çok büyük önem verdiğini ifade eden Tayyibe Gülek şu ilginç anekdotu anlatıyor: “Babam da iyi bir eğitim alma şansına sahip olmuş. Sekiz dil bilirdi; hem Batı hem Doğu dillerini çok akıcı konuşurdu. Bizim de dil öğrenmemizi isterdi. Küçüklüğümüzde BBC Radyosu’nu haber saatinde açardı. Biz hiçbir şey anlamazdık, ‘Olsun, kulak dolgunluğunuz olur’ derdi. Bilmediğimiz bir kelimeyi sorduğumuzda ‘Sözlüğü açıp bakın. Ben size söylersem öğrenemezsiniz’ yanıtını verirdi. Her zaman öğrenmenin yaşı olmadığını söylerdi. 80 yaşındayken Çince öğrenmeye başlamıştı. Ben de şimdi İngilizce ve Fransızca’dan sonra İspanyolca’ya merak saldım. Ailemizde eğitime hep çok önem verilmiş. Büyükbabam oğullarının en iyi eğitimi alması için çabalamış. Babam dünyanın en iyi kurumlarında oku- Aralık 2013 57 58 Röportaj muş, çok başarılı olmuş. Onun eğitim hayatıyla ilgili çok güzel bir anekdot var. Columbia Üniversitesi’ni birincilikle bitiriyor. Diyorlar ki ‘Bizim geleneğimizdir; birinciye bir armağan verilir. Sen ne istiyorsun?’ Babam ‘Okulumda 24 saat Türk Bayrağı’nın dalgalanmasını istiyorum’ diyor. Columbia Üniversitesi’nin rektörü Atatürk ’e mektup yazarak babamdan bahsediyor. Bunun üzerine Atatürk babamı çağırıyor, yaşı geldiğinde siyasete girmesi gerektiğini söylüyor ve onu partiye yazdırıyor.” “Hayal gibi görünen proje gerçek oldu” Tayyibe Gülek, dünyanın en iyi üniversitelerinden Harvard’da geçirdiği yıllara ilişkin sorumuz üzerine, “Harvard’a girmek için de girdikten sonra başarılı olmak için de çok çalıştım. Dünya çapında tanınmış hocalarımız vardı. Üniversitede derslerin yanı sıra gönüllü projelere katıldım. Bu tür konulara genç yaşlardan itibaren duyarlılık gösterilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Orada bulunmak büyük bir onurdu” diyor. Tayyibe Gülek’in eğitim hayatıyla ilgili ilginç bir not, Amerika’dayken yanında kaldığı teyzesiyle ilgili. Prenseslikten Amerikan ordusunda doktorluğa uzanan etkileyici yaşam öyküsüyle Adı Aylin romanına ilham veren teyzesi için “Müthiş bir insandı. Beni hep en zor yerleri hedeflemem için teşvik etti” yorumunu yapan Gülek, söz eğitimden açılmışken önemli bir noktanın altını çiziyor: “Bana göre ülkemizin en önemli sorunu eğitim sisteminin ikide bir değişmesi. Bu durum pırıl pırıl gençlerimize ve ailelerine büyük stres yaşatıyor. İlgili tüm toplum kesimlerinin görüşlerinin alınacağı geniş kapsamlı çalıştaylar düzenlenip uzun vadeli planlamalar yapılmalı. Hata varsa geri dönme olgunluğunu da göstermek gerekiyor.” Aralık 2013 ‘‘Bana göre ülkemizin en önemli sorunu eğitim sisteminin ikide bir değişmesi. Bu durum pırıl pırıl gençlerimize ve ailelerine büyük stres yaşatıyor. İlgili tüm toplum kesimlerinin görüşlerinin alınacağı geniş kapsamlı çalıştaylar düzenlenip uzun vadeli planlamalar yapılmalı.’’ Tayyibe Gülek, yurt dışındaki eğitimini tamamladıktan sonra devlet tecrübesini Başbakanlık’ta edinmiş. Ekonomi danışmanlığı yapmaya başladığı yıl 1994, dönemin başbakanı ise Tansu Çiller. Gülek o yılları anlatırken “Çok iyi bir çalışma ortamımız vardı. Güzel projeler ürettik. Benim gurur duyduğum çalışmaların başında Bakü-Ceyhan Boru Hattı gelir. O yıllarda projenin müzakereleri yapılırken özellikle yabancılarda ‘bu iş olmayacak’ gibi bir kanı vardı. Sanki biz büyük bir hayalin peşinde koşuyormuşuz gibi düşünülüyordu. Bakanlığım sırasında memleketim Adana’da projenin temel atma töreninde bulunmak nasip oldu. İnanırsak ve ülke yararına projeler için el ele verip çalışırsak tüm zorlukların üstesinden gelebiliriz” diye konuşuyor. O dönemde Güneydoğu Anadolu Projesi ve Devlette Toplam Kalite Uygulaması ile ilgili çalışmaların da oldukça önemli olduğunu ifade eden Gülek şunları söylüyor: “Ekonomi koordinasyon toplantılarında tarımla ilgili kararların çok hızlı bir şekilde alınması beni şaşırtmıştı. Buğday taban fiyatı gibi çiftçiler için hayati önem taşıyan kararların bu kadar çabuk alınmaması gerektiğini düşündüm ve Meclis’teyken bu konulara daha çok özen gösterilmesi için çaba harcadım. Başbakanlık’taki danışmanlık dönemim önemli bir devlet tecrübesi oldu benim için. Kritik projelerde çalıştım, çok şey öğrendim.” “Pek çok reform gerçekleştirdik” Siyasetle iç içe büyüyen, memleket meselelerine küçük yaştan itibaren aşina olan Tayyibe Gülek’in politikaya atıldığı yıl 1999. Başbakanlık’tan ayrılıp Meclis’e geldiğinde henüz 30 yaşında. Türk siyasetinin duayen isimlerinden Kasım Gülek’in kızı olmasının yanı sıra 21. Dönem’in en genç milletvekili olarak dikkatleri üzerine çeken Gülek, “Merhum Bülent Ecevit Röportaj “Kadınlar ekonominin en güçlü halkası” Tayyibe Gülek, şu sıralar hem mikrokredi girişimcisi kadınlara destek veriyor hem de muhtelif vakıf ve düşünce kuruluşlarında faaliyetlerde bulunuyor. “Mikrokredi girişimcisi kadınlarımızın hepsi büyük zorlukları aşmış çok üretken ve çalışkan insanlar. Onlarla beraber olmak, elimden geldiğince destek vermek beni mutlu ediyor” diyen Gülek, kadınların ekonominin en güçlü halkası olduğunu ve çalışma yaşamında desteklenmeleri gerektiğini vurguluyor. her zaman takdir ettiğim bir siyasetçiydi. Milletvekili adaylığı için başvurduğumda bana güvendi ve böyle onurlu bir görevi yapma imkanım oldu. Ben de her zaman güvenine layık olmaya çalıştım. Partide çok güzel bir ortamımız vardı. Farklı konularda birikimleri olan milletvekili arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetler hem keyifli hem de öğreticiydi. O dönemde kurduğumuz dostluklar devam ediyor; zaman zaman bir araya geliyoruz” diyor. Tayyibe Gülek’in aktif siyasetin içinde olduğu yıllar koalisyon hükümetleri dönemine denk geliyor. Kendi hükümetlerinden önce 90’lı yıllarda koalisyonların sık sık kurulup dağılması nedeniyle verimli bir çalışma ortamı oluşamadığına ve birçok sorunun kronikleştiğine işaret eden Gülek, “Bizim hükümetimiz o dönemin sonunda işbaşına geldi; çok çalışkan ve üretken bir koalisyondu. Biz birçok alanda ciddi reformlar yaptık. Geniş kapsamlı sosyal güvenlik ve bankacılık reformları gerçekleştirdik. AB reform paketleri ile Meclis’teki tüm partilerin uzlaşısıyla gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri o döneme dair altı çizilmesi gereken en önemli çalışmalar arasında yer alıyor” diye konuşuyor. Tayyibe Gülek’in milletvekilliği yıllarına dair dile getirdiği bir başka konuyu ise tarım alanındaki çalışmalar oluşturuyor. “Tarım gibi önemli bir konuda karar alınırken bu alanın hassasiyetlerinin çok iyi bilinmesi gerekiyor” diyen Gülek şöyle devam ediyor: “Tarımda zaman çok önemlidir. Örneğin taban fiyatları, ihracat teşvik primleri gibi kararları geç açıklarsanız bu durum ürünü de çiftçiyi de olumsuz etkiler. Bu kararların daha erken alınması için Hazine’den sorumlu bakanımızın kapısını az çalmamışımdır! Milletvekilliğim döneminde bakanlarımızla görüşmelerinde çiftçi heyetlerine eşlik ettim, dile getirdikleri konuları sonuçlandırmak için çok uğraştım. Bürokrasi ve siyasiler ile üretici arasında iletişimin sağlanması için çaba harcadım. Tarım gözbebeğimiz gibi bakmamız gereken, ama ne yazık ki çok ihmal edilen bir alan.” Tayyibe Gülek, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Delegasyonu Üyesi olarak yaptığı çalışmalara da değinerek, “Avrupa Konseyi’ndeki toplantılar benim için müthiş bir tecrübeydi. Orası kurucu üyesi olduğumuz en önemli Avrupa kuruluşu; çok aktif olmamız gereken bir yer” yorumunu yapıyor. Gülek, 2002 yılında Kıbrıs’tan ve Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlardan Sorumlu Devlet Bakanı olduğu dönem için de “Ülkemi bu düzeyde temsil edebilmek benim için büyük bir onurdu” diyor. Aralık 2013 59 60 Bahtı ak, taşı kara şehrin yiğitleri: Seymenler Pınar Ünsal Vatanın bağrına dayanmış hançerden kurtulmak, ancak millî birlik ve beraberlikle mümkün olabilirdi. Millî mücadele ateşi dürüstlük, fedakarlık, dayanışma ve cesareti vatan sevgisiyle harmanlayan Seymenler tarafından 27 Aralık 1919’da Ankara’da yakıldı. Aralık 2013 61 H ititlerden Friglere, Bizanslılardan Selçuklulara kadar pek çok uygarlığa yurt olmuş Ankara, bin yıl önce topraklarını kızıla boyayan savaşlar dahil, tarihinin en talihsiz günlerini Osmanlı döneminde yaşadı. Hükümet’in başkenti İstanbul işgal edilmişken, Yunanlar İzmir’den Anadolu’nun iç kısımlarına kadar gelmişken, Fransızlar çoluk çocuk demeden herkesi kılıçtan geçiriyorken eli kolu bağlı hükümet Ankara’yı da diğer Anadolu şehirleri gibi kaderine terk etmek zorunda kalmıştı. Asya, Avrupa ve Afrika olmak üzere üç kıtaya yayılmış, beş milyon kilometrekarelik bir alana ulaşmış, dünyanın en büyük ve en korkulan imparatorluklarından biri olmuş Osmanlı, 600 küsur yıldır diş bileyen emperyalist devletlerin kin, nefret ve intikam hırsının kurbanı olmak üzereydi. Üç kıtada zaferler elde etmiş yüce Osmanlı ordusu, yüzyıllardır süren savaşlardan yorgundu ve nihayetinde dağıtılmıştı. Altından saraylarda oturanlar, demirden tüfeği askerine veremez haldeydi belki, ancak bu memleketin topa-tüfeğe karşı yürek ve bilek gücüyle savaşan yiğitleri vardı. Mertliğin, yiğitliğin, bilgeliğin Ankara’da vücut bulmuş haliydi Seymenler. Bu şehrin insanları tarihinin hiçbir döneminde düşmana boyun eğmemiş, kimsenin kölesi olmamıştı. Düşman bu topraklarda yüzyıllardır Ankara’nın kayaları kadar yalçın, taşı kadar sert, kışı kadar soğuk bir tavırla karşılanmıştı. İşte tam da bu dönemde, milletin namusu, özgürlüğü ve bağımsızlığının simgesi bayrağı direklerden indirenlere karşı birlik olmanın vaktiydi. Bu, Kızılca Gün’ün ta kendisiydi. Seymenin kefeni üzerindedir 27 Aralık 1919 günü, Ankara’nın Dikmen sırtları 3 bin atlı, 7 yüz yaya seymenle birlikte binlerce Ankaralıyı misafir ediyordu. O gün, memleketi kaderine terk etmeye razı olmayan, milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağına inanan ve memleketin halinden mütevellit umudunu kaybetmek üzere olan Anadolu halkına cesaret verecek bir grup Ankara’ya doğru yol alıyordu. Aralık 2013 62 Renginden desenine kadar bir anlam ifade eden kıyafetleri, Orta Anadolu koçlarının figürlerini sembolize eden dansları, yine bir koç gibi güçlü ve vakur duruşlarıyla Seymenler Ankara topraklarının ölüme göz kırpmadan gidebilecek kahramanlarıdır. Memleket bir çamur batağının içinde çırpınsa da bugün davul çalma, Seymen Zeybeği oynama günüydü. Millî felaket günlerinde bir Oğuz geleneği olan sancak dikilmiş, Seymen Alayı kurulmuştu. Tüm seymenler tebdili kıyafet; eğer savaşırken ölürlerse sarılacakları, kefen niyetine şalları, her bir motifinde anlam yüklü olan tiftik çorapları, savaşırken yorgun düşmeye karşı kollarındaki pazıbantta taşıdıkları Kuran ayetleri ve gerektiğinde büyük bir gözüpeklikle düşman kanı akıtacakları tekepalalarıyla Ata’nın huzurundaydılar. Esaret ve sömürüye boyun eğmemeye and içmiş Seymenler, o gün millet yolunda kanlarını akıtmaya gelmişti. Koç gibi meydanlarda dönenlerdeniz, biz vatan uğruna ölenlerdeniz Oğuz Türklerinin göçü sırasında, gelebilecek saldırılara karşı kervanları koruyan Seymenler aslında bayrak, toprak, töre, tarih gibi bir millet için kutsal olan her şeyin muhafızıdırlar. Türklerin Anadolu’ya girişiyle beraber Ankara ve çevresine yerleşen Oğuz Türkleri, geleneklerini mümkün olduğu kadar korumaya çalışmış- Aralık 2013 63 lardır. Seymenlik geleneği de Oğuzlardan beri süregelir ve Ankara’da Ahiler zamanında pekişir. Renginden desenine kadar bir anlam ifade eden kıyafetleri, Orta Anadolu koçlarının figürlerini sembolize eden dansları, yine bir koç gibi güçlü ve vakur duruşları ile Seymenler, Oğuzların olduğu gibi Selçukluların, Osmanlıların ve Türklerin de efeleri, ölüme gözünü kırpmadan gidebilecek kahramanlarıdır. 27 Aralık 1919, çağ kapatıp çağ açan, vatan için serden geçen Seymenlerin yeni bir çağ açmak üzere toplandığı gündür. Bu öyle bir toplanmadır ki memleketin her yerini sarmış eşkıyalara karşı vatanın savunmasız olmadığını gösterir. Kurtuluş mücadelesinin tüm cephelere yakınlığı nedeniyle Ankara’dan yürütülmesi kararı, vatanın gözü kapalı emanet edilebileceği bu yiğitler vasıtasıyla pekişir. Dikmen sırtlarındaki bu muazzam karşılama Mustafa Kemal’in gönlünde Ankara ve Ankaralıları bambaşka bir yere koyar. Osmanlı’nın kaderine terk edilmiş kasabası Türkiye’nin kalbidir artık. * Katkıları için Ankara Kulübü Derneği’ne teşekkür ederiz. Aralık 2013 64 Söyleşi Ayhan Sefer Üstün: Türkiye artık insan hakları alanında söz söyleyebilen bir ülke TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, geçmişte karakollarından Filistin Askısı çıkan Türkiye’nin bugün insan hakları alanında söz söyleyebilen bir ülke olduğunu belirterek, “Dünyadaki insan hakları ihlallerine karşı ilkeli ve vicdanlı bir duruş sergiliyoruz” dedi. Söyleşi: Zeynep Yiğit “B ütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar”… İlk maddesinde bu ifadelerin yer aldığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edildi. Türkiye’de 27 Mayıs 1949’da yürürlüğe giren Beyanname, insan haklarını evrensel bir değer haline getirmesi açısından büyük önem taşıyor. Beyanname’nin imzalandığı 10 Aralık, “Dünya İnsan Hakları Günü”, bu tarihi içine alan hafta ise “İnsan Hakları ve Aralık 2013 Demokrasi Haftası” olarak kutlanıyor. Beyanname’nin 65. yılında Türkiye’de insan hakları alanındaki çalışmaları TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve AK Parti Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün ile konuştuk. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu kaç yılında, hangi amaçlarla kuruldu? Komisyonumuz 1990 yılında kanunla kuruldu. O tarihten bu yana Türkiye ile dünyadaki mevcut ve olası insan hakları ihlallerini incelemek, raporlamak ve bunları kamuoyuyla paylaşmak üzere çalışmalarını sürdürdü. 2011 yılında Başkan olduktan sonra TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nu hem bir denetim komisyonu hem de bir yasama komisyonu haline getirdik. Yani komisyonumuz insan hakları alanında Meclis adına denetimler yapıyor; insan hakları, demokrasi, özgürlükler alanında bir kanun görülüşülecekse bize sevk ediliyor. Kanun, komisyonumuzda müzakere edildikten sonra Genel Kurul’a gönderiliyor. Dolayısıyla İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu çift kanatlı bir uçak gibi; hem yasama görevi hem de denetim görevi var. Meclis’te bu hüviyette bir başka komisyon yok. Söyleşi Şu noktayı da belirteyim, önceki yıllarda İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu dışında insan haklar ı alanında denetim yapan, rapor hazırlayan, dilekçe kabul eden bir başka bi r i m yok t u. 2012 y ıl ı nd a İ n sa n Hakları Kurumu ve Kamu Denetçiliği Kurumu’nun kurulması, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınmasıyla birlikte insan hakları alanında kur um çeşitliliği sağlandı. Böyle olmakla beraber İnsan Haklarını İnceleme Komisyonumuz bir çatı kur uluş olarak Meclis’ten aldığı güçle etkin ve sonuç alıcı çalışmalarını devam ettiriyor. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu çalışmalarını nasıl yürütüyor? Bir insan hakkı ihlali yaşadığını iddia eden herkes komisyonumuza başvurabiliyor. Biz dilekçeleri alıp kayda geçiriyor ve bir dosya açıyoruz. Daha sonra konuyla ilgili kurumlarla, kişilerle yazışmalar başlıyor. Bir sonuç alınana kadar bu çalışma devam ediyor ve sonunda vatandaşa bilgi veriliyor. İnsan Hakları Kurumu ve Kamu Denetçiliği Kurumu’nun kurulması, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınmasından önce komisyonumuza yılda ortalama 5 bin dilekçe geliyordu. Bu rakam diğer müesseseler devreye girince doğal olarak azaldı. Dilekçelerin dışında çok önemli bir başka çalışmamızı alt komisyonlar oluşturuyor. Bir konuyla ilgili çok fazla başvuru geldiğinde buna ilişkin alt komisyon oluşturabiliyoruz. Örneğin cezaevlerindeki sorunları araştırmak üzere sürekli çalışan Cezaevleri Alt Komisyonumuz var. Bu komisyon cezaevlerindeki şartların iyileştirilmesini temin için denetimler yapıyor, raporlar hazırlıyor, bunları ilgili kurumlar ve kamuoyuyla paylaşıyor. Çok etkin çalışan bir komisyon. Cezaevlerinde tek tip el- bise uygulamasının kaldırılması, anadilde görüşme imkanının sağlanması, eşlerle bir araya gelinebilmesi gibi konular alt komisyonumuzun raporları sayesinde olmuştur. Sürekli çalıştırdığımız bir başka alt komisyonumuz ise Göçmenler Alt Komisyonu. Sizinle bu görüşmeyi yaptığımız sırada komisyonumuz Kilis’teki kampları inceliyor. Yarın Kahramanmaraş’taki kamplara gidecekler. Sahada çok etkin bir çalışma yürütülüyor. Bizim göç politikamız şu anda tüm dünyada gıpta edilecek bir noktada. Akdeniz sularında göçmenler boğulurken biz bu insanlara kucak açıyoruz, misafir ediyoruz. Bunu yaparken denetimlerimizi de eksik etmiyoruz. Üzerinde durduğumuz bir başka konuyu asker hakları oluşturuyor. Bununla ilgili pek çok başvuru gelince bir izleme dosyası açtık. Ayrıca Mağdur Hakları Alt Komisyonu oluşturduk. Ceza yargılamasında mağdur hakları kavramını gündeme getirdik. Biliyorsunuz son yıllarda sanık lehine oldukça önemli adımlar atıldı, ancak henüz mağdurların hakları o oranda gelişmedi. Diyelim ki trafik kazasında yaralanmış gariban bir işçinin, cinsel tacize uğramış 11 yaşındaki bir kız çocuğunun hakları ne olacak? Mağdur Hakları Alt Komisyonumuz bu ve benzeri konularla ilgili çalışmalar yürütüyor. Sürekli faaliyet halindeki alt komisyonlarımızın dışında çalışmalarını bitirip sona erenler de var. Mesela yakın zamanda engelli haklarıyla ilgili bir komisyon kurduk. Engelli haklarının Türkiye’de geldiği noktayı inceledik, denetimler yaptık, raporlar yayımladık. Çok faydalı bir çalışma yürütüldü. Terör ve şiddet olayları kapsamında yaşam hakkı ihlallerini inceledik. Bu da çok önemli bir çalışmaydı. Yine aile içi şiddetle ilgili kanun geldiğinde komisyonumuz çok büyük katkı sağladı. Alt komisyonlarımızın çalışmalarıyla toplumda öne çıkmasını istediğimiz insan hakları kavramlarını inceliyoruz, bunlar hakkında raporlar tanzim ediyor, ilgili bakanlıklar ve kamuoyuyla paylaşıyoruz. Komisyonunuz dünyadaki gelişmeleri de yakından takip ediyor. Örneğin son dönemlerde Mynmar, Suriye ve Mısır’da yaşanan olaylarla ilgili açıklamalarınız oldu… Evet, sadece yurt içindeki değil, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın ve mazlum milletlerin haklarını da savunuyor, gündeme getiriyor ve kamuoyuna duyuruyoruz. Aralık 2013 65 66 Söyleşi Öncelikle yurt dışındaki vatandaşlarımızla ilgili bazı çalışmalarımıza değineyim. Biliyorsunuz Neonaziler tarafından Almanya’da 8 Türk vatandaşı öldürüldü. Bu konuyla ilgili çok sayıda ziyarette bulunduk, inceleme yaptık ve sonunda bir rapor yayımladık. Oradaki yargılamaları izledik. Ayrıca ailesinden koparılıp bakıcı ailelere veya yurtlara verilen Türk çocuklarıyla ilgili konuyu gündemimize aldık. Bu durum can yakıcı bir noktaya gelmişti. Avrupa’nın her yerinde yaşanan bir durumdu, biz örnekleme olsun diye Almanya, Hollanda ve Belçika’yı inceledik. Sadece Almanya’da 5 bin Türkiye kökenli ailenin çocuğu alınmış. Bu konuyla ilgili incelememizi rapor haline getirdik. Belçika ve Hollanda’da cezaevlerini denetledik, ayrıca karakolların durumunu gözlemledik, bununla ilgili rapor yayımladık. Sizin de ifade ettiğiniz gibi dünyadaki olayları da yakından izliyoruz. Mynmar’da bir insanlık faciası yaşanıyor. Bana ‘‘Dünya üzerinde insanlığın en fazla ayaklar altına alındığı yer neresidir?’’ diye sorsanız Mynmar yanıtını veririm. Orada insanların yaşama hakkı yok; barınma, eğitim, çalışma, evlenme hakkı yok. Ortaçağ’da dahi insanlar haklarından bu kadar mahrum kalmamıştı. Üstelik bu olay modern dünyanın gözü önünde oluyor. Mynmar’la ilgili komisyonumuzun çabaları oldu, uluslararası platforma yazılar yazdık, açıklamalar yaptık. Yine Doğu Türkistan’da yaşayan soydaşlarımızdan gelen şikayetleri değerlendirdik. O bölgeye gidip incelemelerde bulunmayı istiyoruz. Mısır’daki darbeye çok şiddetli bir itirazımız oldu. Orada yaşananların darbe olduğunu ilk söyleyen, bu durumu kınayan ve yetkinin derhal sivillere verilmesi gerektiğini ifade eden bir komisyonuz. Biz bu görüşümüzü uluslararası insan hakları savunucularıyla Aralık 2013 “İnsan haklarının gelişimi sonu olmayan bir süreçtir. İnsanlar her zaman daha iyisini talep edecektir.” da paylaştık, ama maalesef bir ilerleme sağlayamadık. Çünkü Avrupa ve Batı, Mısır’daki darbeye hâlâ “darbe” diyemiyor. İnsan hakları, özgürlükler ve demokrasi konusunda çifte standart içerisinde bulunduklarını, aslında bu kavramları dış politikanın malzemesi olarak kullandıklarını bir kez daha gördük. Suriye’de yaşanan zulme de çok sert tepki gösterdik. İnsanların hayatlarını kaybetmelerine engel olunması gerektiğini söyledik. Maalesef Batı çifte standardını Suriye’de de uyguladı. Biz komisyon olarak çalışmalarımızı yaparken, açıklamalarda bulunurken iktidar ve muhalefet milletvekilleriyle birlikte ilkeli ve vicdanlı bir duruş sergiliyoruz. Dünyanın neresinde bir insan hakkı ihlali varsa ona yönelik tepkimizi ve yapılması gerekenleri dile getiriyoruz. Ülkemiz 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne nasıl giriyor? Geçmişten bugüne insan hakları alanındaki gelişmeler nelerdir? Şunu söyleyeyim, insan haklarının gelişimi sonu olmayan bir süreçtir. İnsanlar her zaman daha iyisini talep edecektir. Türkiye’de insan hakları alanında çok önemli gelişmeler yaşandı. Bundan 20 yıl önce yaşam hakkı ihlalleri vardı; insanlar kimvurduya gidiyordu. Bir döneme dair faili meçhullerin sayısı hâlâ bilinemiyor Türkiye’de; kimi 1500 diyor, kimi 17 bin… Çok şükür, artık faili meçhulden bahsedilmiyor Türkiye’de. Komisyonumuzun eski başkanlarından Sema Pişkinsüt, 2000 yılında İstanbul’da bir karakolu denetlerken Filistin Askısı denilen bir işkence aleti buluyor ve bunu tutanakla alıp komisyona getiriyor. 13 yıl önce Türkiye’nin karakollarından Filistin Askısı fışkırırken bugün her birinde kamera vardır, gözaltına alınanların ihtiyaçlarını karşılayacak sistemler kurulmuştur, insanlar karakola girerken ve çıkarken doktor muayenesine alınır. Son yıllarda karakollarda dayak minimize olmuştur. Ancak insanın olduğu yerde birtakım olumsuzluklar olur mu, olur. Mesela İzmir’de karakolda bir kadına tokat atıldı. Olayı da tokadı atan polislerin meslektaşları ihbar etti. Kamera kayıtlarından tespit edilen tokatla ilgili şikayette bulunuldu. Komisyon olarak hemen harekete geçtik ve tekrar geriye dönüş olmasın diye İzmir’deki karakolu denetledik, basın açıklaması yaptık ve ‘Türkiye’de artık geri dönüş olamaz. Bir tokat dahi atılsa bunu kabul etmiyoruz’ dedik. Bu örnek bile Türkiye’nin nereden nereye geldiğini gösteriyor. Biz bunu dilekçelerden de anlıyoruz. Cezaevlerinden artık “sıcak suyum yeterli akmıyor, ailemin yanındaki bir yerde cezamı çekmek istiyorum” gibi taleplerle karşılaşıyoruz. İşkence, dayak gibi şikayetler çok ender oluyor, zaten böyle bir şey iddia edildiğinde hemen olayın üzerine gidiliyor, savcılığa suç duyurusunda bulunuluyor, komisyonumuz derhal incelemeler yapıyor. Söyleşi Komisyonumuza iletilen dilekçelere baktığımızda, “28 Şubat mağdur uy um” diyenlere ve askerlerin taleplerine sıkça rastlıyoruz. Çevre haklarıyla ilgili dilekçeler de geliyor. Vatandaşlarımızın çevreye gösterdiği duyarlılık memnuniyet verici. Çevrenin korunmasına, eğitim düzeyinin y ükselmesine ve daha kaliteli bir yaşama yönelik talepler Türkiye’de insan hakları kavramlarının evrildiğini gösteriyor. Artık dayak, şiddet yerine insan hakları açısından farklı kavramlar üst sıralarda yer alıyor. Komisyonun gündemine gelen konular arasında sizi en çok etkileyenler hangileri oldu? Göçmen kamplarını gezdiğimizde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gücünü ve vatandaşlarımızın hayırseverliğini bir kez daha gördük. Uludere’de yaşanan olaylar, Mynmar’daki insanlık dramı, Neonazi cinayetlerinin mağdu- “Çevrenin korunmasına, eğitim düzeyinin yükselmesine ve daha kaliteli bir yaşama yönelik talepler Türkiye’de insan hakları kavramlarının evrildiğini gösteriyor.” ru olan ailelerin yaşadığı acılar bizi çok etkiledi. Almanya’da İnsan Hakları Komisyonu Başkanı’yla yaptığımız toplantıda Neonazi cinayetlerinin soruşturulmasındaki ihmalleri, mağdur ailelerin dramını uzun uzun anlattım. Konuşmam sırasında Komisyon Başkanı, “Sayın Üstün, bir dakika durun, nefes alayım. Ben 25 yıldır bu işi yapıyorum. Gitmediğim ülke kalmadı, her yerde denetimler yaptım. İlk kez sorgulanıyorum, ne kadar zor bir işmiş” dedi. Türkiye kendi evinin önünü ve içini temizledikçe dışarıdaki insan hakları ihlallerine karşı daha fazla söz söyleme hakkına sahip oluyor. Komisyonumuza çok sık yabancı heyet geliyor. Geçmişte hep tek taraflı bir ilişki yürütülmüş; heyetler ülkemizdeki insan hakları ihlallerini sorgulamışlar, biz açıklamalar yapmışız. Şimdi ise çift taraflı bir ilişki söz konusu. Hem Türkiye’deki insan hakları gelişmelerini konuşuyoruz hem de heyetlerin ülkelerindeki insan haklarıyla ilgili konuları masaya yatırıyoruz. Bizim artık özgüvenimiz var; istediğiniz yeri inceleyebilirsiniz diyoruz. İnsan hakları konusunda söz söyleyebilen bir ülke haline geldiğimizi herkes görüyor. “10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü”nde, dünyada ve ülkemizde insan hakları ihlali yaşanmayan günler geçirmemizi temenni ediyorum. Aralık 2013 67 68 Sükut mu itidal mi? Mehmet Akif TBMM kürsüsünde Hakan Arslanbenzer Akif hep ikilikten, bölünmeden mustaripti ve yazdığı, söylediği her şeyde birlik arardı. Aralık 2013 M ithat Cemal’e göre Akif ’in mebusluğu “4 senelik sükut”tur. Bunu Akif ’in siyasetten anlamadığına yoruyor Mithat Cemal, insan anlamadığı şeye karışmaz diyor. İttihat Terakki’ye giren, Sebilürreşad’ın başyazarlığını yapan, Teşkilat-ı Mahsusa için Almanya ve Arabistan’a giden, Kurtuluş Savaşı başlar başlamaz pek çoklarının aksine hiçbir tereddüt yaşamadan Anadolu’ya geçen ve Abdülhamid dönemi şiirleri de dahil her şiirinde mutlaka siyasi bir tezi işleyen adam siyasetten anlamıyor olabilir mi? Mithat Cemal ya yanılıyor ya da bizi kasıtlı olarak yanıltıyor; yani Akif hakkındaki kitabını yazdığı zamanın konjonktürüne, kısaca tek parti ortamına göre lafı evirip çeviriyor ve belki de böylelikle çok sevdiği arkadaşının o dönemde bile kabul görmesine yardım edebileceğini zannediyordu. O ne derse desin, Akif siyasetten anlardı; hem de çok iyi anlardı. 69 Son çıkan belgelere göre, Akif ’in mebusluğu da sükut içinde geçmemiş zaten. Özellikle İstanbul Hükümeti’yle ilişkilerin nasıl yürütüleceği ile ilgili gizli oturumda Akif ’in uzunca bir konuşma yaptığını biliyoruz. Cezmi Eraslan’ın tespitine göre, 8 Şubat 1921 tarihli oturumda söz alan şair, İstanbul Hükümeti’nin Londra Konferansı’na katılımla ilgili telgrafına yazılan karşılığın çok sert olduğunu ve hafifletilmesi gerektiğini söyler. Çok sevdiği klasik Fars şairi Sadi’den iktibasla insanın her sözünün doğru olması, ama her doğruyu da her yerde söylememesi gerektiğini dile getirir. İstanbul’a Büyük Millet Meclisi adına yazılan telgrafın da doğruları söylediğini, ama “gayet şedit bir lisanla ifade edildiği”ni söyler ve amaç aradaki ikiliğin giderilmesi olduğu için bunun hafif letilmesini talep eder. Bu sözler Akif ’in karakterine çok uygun. Akif hep ikilikten, bölünmeden mustaripti ve yazdığı, söylediği her şeyde birlik arardı. İstanbul Hükümeti’nin, hatta padişahın tavrını hiç beğenmediği halde memleketin ve halkın hayrı için ılımlı bir yaklaşım içinde olmak gerektiğini düşünmesi de bundan olmalı. Konuşmanın ilerleyen kısmında Akif, fıkhi deliller getirerek memleketi temsil yetkisinin Meclis’te olduğunu, padişah ve İstanbul Hükümeti’nin bunu tanıması gerektiğini ortaya koyar. Aksi halde Hilafet makamının tıpkı Papalık gibi maddi gerçeklikle alakası kopmuş süsten ibaret kalacağını ihtar eder. İslam’ın siyaset teorisine dayanan konuşmasında Mehmet Akif, Sevr Antlaşması’ndan da özellikle söz ediyor. Sevr, diyor, İslam’ın uygulanması imkanını ortadan kaldırmıştır ve şeriat buna izin vermez. İstanbul Hükümeti bu antlaşmayı baskı altında kalarak imzaladığını iddia ediyorsa, durum şimdi de aynıdır ve dolayısıyla da İslam’ın siyaset teorisine dayanan konuşmasında Mehmet Akif, Sevr Antlaşması’ndan da özellikle söz ediyor. Sevr, diyor, İslam’ın uygulanması imkanını ortadan kaldırmıştır ve şeriat buna izin vermez. Sevr Antlaşması gibi bunu imzalayan İstanbul Hükümeti de meşru olmaktan çıkmıştır. Tam tersine “ecnebilerin cebr ü istikrah”ını kaldırmak, memleketi kurtarmak isteyen Büyük Millet Meclisi yeni meşru zemindir ve “hilafetin kuvve-i müeyyidesi” kabul edilmelidir. Demek ki mebus-şaire göre Meclis olmazsa ne hilafet kalır ne saltanat. Aralık 2013 70 Akif ’in bu uzun ve mükemmel konuşmasından sonra söz alanlardan Hamdullah Suphi Bey, Akif ’in sözlerini tasdik eder, ama bir konuda uyarı yapmaktan kendini alamaz: ‘‘Biz ne dersek diyelim, ne kadar mükemmel ifade edersek edelim İstanbul’dakileri akla ve mantığa getirmek mümkün değildir. Çünkü karanlık ve dalalet içindedirler.’’ Söz alanlardan Muş mebusu Hacı Ahmet Efendi de Akif ’i haklı bulur ve anti-emperyalizm ve anti-kapitalizm vurgusu yapar. Mersin mebusu İsmail Safa ise meselenin üstüne gitmemek gerektiğini, vakti geldiğinde söyleyecekleri çok sözler olduğunu, şimdilik İstanbul Hükümeti’nin kendilerini istediği gibi eleştirmekten geri durmayacağının belli olduğunu söyler. Akif ’in Meclis konuşmasında da devam ettirdiği itidal, ondan sonra söz alanların konuşmalarına da yansımış görünüyor. Bu gizli oturumdaki konuşmalar bir çatışmayı göstermez. Daha çok, aynı ruh hali ve yaklaşım içindeki insanların farklı dikkatlerini yansıtır. Herkes aynı şeyi kendi meşrebi ve siyasi inancı uyarınca söylüyor. Akif ’in birçok siyasi faaliyeti var. Ama komitacılığı, particiliği, hizipçiliği hiç yok. Abdülhamid’e muhalifti; ne Avrupa’ya kaçtı ne de gizli cemiyetlere girdi. Milliyetçiliğe muhalifti, ama Ziya Gökalp gibi tartışmayı alevlendirip puan hanesini güçlendirme heveslisi olmadı. Gökalp’i barışa davet ettiyse de kabul görmedi. Akif, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan rejime de muhalifti, ama sessiz bir kararlılıkla hareket etmeyi tercih etti, Mısır’a gönüllü sürgün gitti. Aralık 2013 Akif’in vatanseverliği, dindarlığı, hatta şairliği ve siyasetçiliği soyut bir tutku, bir erkeğin peşinden koşabileceği türden bir macera, bir heves veya poz değil. Somut zorunluluklar, kaçınılmazlıklar Akif’in ruh haline, davranışlarına, sanat ve siyasetine tümüyle yön vermiş. Bunca sessizlikte yoksulluğun dayattığı zorunlulukların da payı var. Akif daha on beş yaşındayken babası Kosovalı Mehmet Tahir Efendi öldü. Avrupa’ya kaçanların çoğu ya devletli babaların mahdumlarıydı ya da hiçbir sosyal sorumluluğu olmayan maceracılardı. Akif daha ergen bir çocukken aile sorumluluğunu iliklerinde hissetmiş bir adam. Akif ’in vatanseverliği, dindarlığı, hatta şairliği ve siyasetçiliği soyut bir tutku, bir erkeğin peşinden koşabileceği türden bir macera, bir heves veya poz değil. Somut zorunluluklar, kaçınılmazlıklar Akif ’in ruh haline, davranışlarına, sanat ve siyasetine tümüyle yön vermiş. Ailesine, mahallesine nasıl yaklaşıyorsa millet ve memleketine de öyle yaklaşmış: Sahiplenici, babacan, somut sorunları her zaman soyut ideallerden daha çok önemseyen bir tavır. Akif gibi, makam ve mevkiden uzak duran bir şairin Meclis sandalyesi işgal etmesi diğer birçok şairin mebusluğuyla karıştırılmamalı. 1924 kritik bir tarih bunun için. Zafer kazanılmış, Cumhuriyet ilan edilmiş, memleketin yeniden imarı yolunda ilk adımlar atılmak üzere… Böyle 71 bir ortamda Ankara’ya koşmak düğün, bayram. Akif, aksine, memlekette taş üstünde taş bırakılmadığı günlerde koştu Ankara’ya. Bir şey almak için değil, bir şeyler vermek için. Akif ’in mebusluğu, yani millete vekil oluşu Meclis sıralarında başlayıp bitmiş bir şey de sayılmamalı. Meşrutiyet’in ilanıyla ortaya çıkan yayın serbestisi Akif gibi siyaset tarafı kuvvetli şairleri, yazarları kürsüye çıkardı bir anlamda. Sebilürreşad’ın her sayısı hem Osmanlı Devleti sınırları içinde, hem Türkçenin anlaşıldığı diğer topraklarda on binlerce insana ulaşıyordu. Dergiyi alanların ilk okuduğu metin de genelde Akif ’in yazdığı şiir, makale veya yaptığı çeviriler oluyordu. Sebilürreşad’da yazanlar listesine bak ınca, Akif ’in birlik-beraberlik düşkünlüğü bir kere daha dik kati çekiyor. Sonradan farklı siyasi yollara giren pek çok kişi Akif ’in dergisinde bir aradadır. Konjonktüre göre şekil almayan, iktidar veya muhalefet partilerinin güdümüne girmeyen Sebilürreşad, Meşrutiyet döneminin kendine mahsus demokrasisi için de önemli kürsülerden biri, hatta önde geleniydi. Akif, millete hitap etmeyi bu derginin baş yazılarında, bu dergide çıkan şiirlerinde alışkanlık haline getirdi. Millî Mücadele başlayınca Akif halkla direkt temas kurarak işe başladı. Önce Balıkesir’e gitti, sonra Ankara’ya geçti ve Kastamonu, Eskişehir, Burdur gibi şehirleri ziyaret etti. Millî Mücadele süresince Sebilürreşad Anadolu’da çıktı. Özetle, Akif bir anlamda doğal mebustu. Ne Meşrutiyet’te ne Cumhuriyet’te iktidarlarla başı hoş olmadığı halde millet aşkına ortak işlerden asla kaçmadı. Namık Kemal onu görmeli idi “Bir gün Ali Ekrem’deydim; yalnızdık. Ali Ekrem daima Namık Kemal’in sandığım tok sesiyle: ‘Koca Akif!.. Baba Akif!.. Seyfi Baba’yı, Fatih Camii’ni yazan herif!.. Kur’anı aç, anlatsın! Hadis sor, söylesin!.. Frenkten, Araptan, Acemden eser ver, izah etsin!.. Babam tanımalıydı onu… Namık Kemal onu görseydi, yanından ayırmazdı,’ diyordu ki içeri Akif girdi. Ekrem yerinden fırladı. Akif’in elini öptü.” Mithat Cemal Kuntay Kuru fasulya aşı “Akif Bey hayatında eğilmedi, gerek istibdat devrinde, gerek meşrutiyet devrinde açlığa rıza gösterdi, kimseye eyvallah etmedi. Umumi seferberlik zamanı idi, Akif bir arkadaşı ile birlikte oturmuş, kuru fasulya aşı yiyordu. Nezaret erkânından biri çıkageldi. Selam tebliğ etti. Yazılarında o derece ileri gitmemesini nazikçe söylemek istedi. Akif pürhiddet dedi ki: Nazırına söyle; kendilerini düzeltsinler! Bu gidiş devam ettikçe bizi susturamazlar. Ben fasulya aşı yemeğe razı olduktan sonra kimseden korkmam!” Hasan Basri Çantay Haşin bir adam “Mehmet Akif biraz haşin olmakla beraber çok doğru dürüst bir adamdı, kudretli bir şairdi.” Ahmet Ağaoğlu Aralık 2013 MUTFAK ÇALIŞANLARI Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit Meclis’te görev yapan aşçılar, hünerli elleriyle birbirinden lezzetli yemekler hazırlıyor. TBMM mutfağında kalite ve hijyenden ödün verilmiyor. Aralık 2013 M is gibi yemek kokusu sarmış etrafı. Fırınlar harıl harıl çalışıyor. Tepsiler çıkarıldıkça sebze ve et yemekleri lezzet geçidi yapıyor. Her biri iştah açıcı, her biri hünerli ellerin ürünü. Bulunduğumuz yer TBMM Üyeler Lokantası’nın mutfağı. Burada pişen yemekler milletvekillerine, vekillerin misafirlerine, Meclis’in üst düzey bürokratlarına ve gazetecilere sunuluyor. Yemeklerin lezzeti, ürünlerin kalitesi, mutfağın hijyeni en üst düzeyde. Fotoğraf çekmek için mutfağa girdiğimizde üzerimizde bulunan galoş, ağız maskesi, bone ve önlük hijyene verilen önemin bir göstergesi. TBMM Üyeler Lokantası’nın mutfağında 40 kişi çalışıyor. Çorbalardan zeytinyağlılara, etli yemeklerden tatlılara, salatalardan pastalara kadar her gün onlarca çeşit lezzeti hazırlayan mutfak ekibi, Meclis’te görev yapmanın gururunu yaşadıklarını belirtiyor. Aşçıbaşı Recai Güler, 27 yıldır TBMM’de hizmet veriyor. Aşçı olarak çalışmaya başladığı mutfakta son 14 yıldır aşçıbaşılık yapan Güler, “Mesaimiz sabah 08:00’de başlar. Herkes o günkü yemek listesini ve ne yapacağını önceden bilir. Mesai başladığında arkadaşlarımız görevinin başına geçip büyük bir titiz- Meclis Çalışanları likle yemekleri hazırlar” diyor. TBMM Üyeler Lokantası’nda yemek servisi saat 12:00’de başlıyor. Genel Kurul’un çalıştığı günlerde mutfak ve lokanta sürekli açık oluyor. Recai Güler, “Genel Kurul toplantısı olduğu zamanlarda iki ayrı yemek listesi hazırlıyoruz. Saat 17:00’den sonra yeni bir menü sunuyoruz” diye konuşuyor. Tecrübeli aşçıbaşı, mutfağın da lokantanın da yoğun çalıştığına işaret ettiğimizde şunları söylüyor: “Meclis’te görev yapmak büyük bir onur. Hepimiz bunun bilinciyle hareket ediyoruz. En ufak bir hata yapmamak için çok dikkatli ve düzenli çalışıyoruz. Yemeklerimizin beğenilmesi bize büyük mutluluk veriyor, yorgunluğumuzu unutturuyor.” Recai Güler’e “Yemek listesinin vazgeçilmez lezzetleri var mı?” diye sorduğumuzda, “Kuru fasulye, pilav, cacık ve turşu her gün listemizde yer alır” yanıtını veriyor. Merak ettiğimiz bir başka konu ise yemeklerle ilgili ne tür tepkiler aldıkları oluyor. Aşçıbaşı Güler, “Genellikle çok güzel yorumlar geliyor. Bazı yemeklerin daha sık ve daha çok yapılması istenebiliyor. Örneğin Ankara Tava ve yaprak dolması... Yemeklerimize gösterilen ilgi bizi memnun ediyor” diye konuşuyor. Her ürün titizlikle kontrol ediliyor Meclis mutfağında “Nerelisiniz?” sorusunu yönelttiğimizde aldığımız cevap genellikle aynı oluyor: Bolu Mengen. Recai Güler de “aşçıların anavatanı”nda doğduğunu ifade ederek şunları söylüyor: “Ailemdeki tek aşçı benim. İlkokul bitince Ankara’ya geldik. ‘Eti senin kemiği benim’ diyerek bir lokantada çırak olarak başlattılar beni. Aşçı olmayı ben de istedim, bu işi yaparım dedim. Çıraklık, kalfalık, ustalık derken meslekte 41 yılı geride bıraktık, bugünlere geldik. Allah nasip etti, 27 yıldır Meclis’te çalışıyorum. Uygulamalı sınavı kazanarak ‘‘En ufak bir hata yapmamak için çok dikkatli ve düzenli çalışıyoruz. Yemeklerimizin beğenilmesi bize büyük mutluluk veriyor, yorgunluğumuzu unutturuyor.’’ Meclis’e girdim. Mutfaktaki tüm arkadaşlarım sınavla alındılar buraya. Hepsi mesleğinde deneyimli, çok iyi aşçılar.” Durmuş Özer TBMM Üyeler Lokantası’nın aşçıbaşı yardımcısı. Mesleğe 1985’te başlamış. Bolu Mengenli Özer, ailesinde pek çok aşçı olduğunu belirterek, “Dedemin amcası Atatürk’ün aşçısıymış. Dedem ve babam bu mesleği yapmamış, ama amcalarım ve onların çocukları hep aşçı. Ben de onları göre göre bu mesleğe başladım. İşimden çok memnunum, bir daha dünyaya gelsem yine aşçı olurum” diyor. 1992’de aşçı olarak Meclis’te çalışmaya başladığını, sekiz yıldır da aşçıbaşı yardımcılığı yaptığını anlatan Özer, Meclis mutfağının yemekleri, kalitesi ve hijyeniyle çok iddialı olduğunu ifade ediyor. Meclis çatısı altında çalışmanın güven ve gurur verdiğini belirten Özer, “Evde yemekleri kim yapıyor?” diye sorduğumuzda şöyle diyor: “Evde yemekleri eşim yapıyor. Ben sadece Ramazan’da mutfağa giriyorum.” Meclis’teki lokanta ve çay ocakları Destek Hizmetleri Başkanlığı’na bağlı olarak hizmet sunuyor. Destek Hizmetleri Başkanı Fahrettin Böke ve Destek Hizmetleri Başkan Yardımcısı Birol Özçelik’in verdiği bilgiye göre, Meclis’te 11 lokanta ve 10 mutfakta aşçı, garson, kalite yönetimi mühendisi, gıda mühendisi ve kasa memuru olmak üzere toplam 532 personel görev yapıyor. Birol Özçelik, Meclis’te kalite Aralık 2013 73 Kalori hesabı yapmak mümkün TBMM Üyeler Lokantası’ndaki menüde yemeklerin hangi malzemelerle hazırlandığı ve kaç kalori olduğu bilgisi de yer alıyor. Menüde, diyet yapanlar için özel seçenekler sunuluyor. yönetimi ve gıda güvenliğine verilen önemi vurgulayarak, “Kalite yönetimini benimsemiş, gıda hijyen kurallarını iyi bilen bir ekibiz. TS EN ISO 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi kapsamındaki uygulamalarla çalışıyoruz. Meclis’e kesinlikle kalitesiz, markasız ürünler giremez. Her sabah ürünler gelir ve Mal Kabul Komisyonu tarafından incelenir. Komisyon, ürünün bulunduğu ortamın sıcaklığı ve nem oranından hijyenine kadar her şeyi kontrolden Aralık 2013 geçirir. Eğer bir sorun yoksa ürün alınır. Uygun olmadığı tespit edilen ürün varsa Uygunsuzluk Formu düzenlenir, ürün iade edilir ve firma uyarılır” diye konuşuyor. Yemekler israf edilmiyor Meclis ürün alımlarını ihale yöntemiyle yapıyor. Firmalardan Gıda Güvenliği Belgesi, standartlara uygunluk gibi koşulları yerine getirmeleri istenirken, üretim tesisleri Meclis’in gıda mühendisleri tarafından yerinde inceleniyor. Birol Özçelik, “Fabrikadaki üretimden başlayarak her aşama kontrol ve kayıt altına alınıyor” diyor. Meclis lokantalarında günde ortalama 8 bin kişilik üretim yapılıyor. Bu rakam Genel Kurul çalışması olduğu günlerde 10 bine çıkabiliyor. Özçelik, her yemekten numune alınıp 72 saat saklandığını belirterek, “Meclis’te yediği yemekten rahatsızlandığını düşünen biri olursa 72 saat içinde başvurabilir. Böyle bir durumda biz o yemeği Hıfzıssıhha’ya gönderir ve rapor isteriz” diye konuşuyor. Birol Özçelik’in dikkat çektiği bir başka nokta ise artan yemekler oluyor. Tencerede artan yemeklerin sokak çocukları ile hasta yakınlarının kaldığı yerlere gönderildiğini, tabakta kalanların ise Gölbaşı’ndaki hayvan barınağına gittiğini belirten Özçelik, bu uygulamanın pek çok kuruma örnek olduğuna işaret ediyor. Destek Hizmetleri Başkanı Fahrettin Böke ise Meclis’te sunulan günlük çay ve yemek hizmetlerinin bir bedeli olduğunu ifade ederek, “Fiyatlar maliyetleri karşılama esasına dayalıdır. Bu amaçla yapılan cari giderler için de bütçeden tek kuruş harcama yapılmamaktadır” diyor. 75 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kasım 2013’te kabul edilen yasalar Kanun Numarası Kabul Tarihi Başlığı 6502 07/11/2013 Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun 6503 19/11/2013 T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6504 19/11/2013 Kamu İhale Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6505 27/11/2013 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belarus Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Geri Kabul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6506 27/11/2013 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Diplomatik Misyon ve Konsolosluk Mensuplarının Aile Bireylerinin Kazanç Getirici Bir İşte Çalışmalarına Olanak Sağlayan Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6507 27/11/2013 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Tacikistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji ve Madencilik Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6508 27/11/2013 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kamerun Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji ve Hidrokarbonlar Alanlarında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6509 27/11/2013 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Diplomatik ve Konsüler Misyonlarda Çalışan Personelin Yakınlarının Kazanç Getirici Bir İşte Çalışmalarına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6510 28/11/2013 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Arşiv Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Aralık 2013 76 Tozlu Sayfalar 1908: “Doğmayan Hürriyet” Mülkü yıktık, aşk-ı millet namına Milleti soyduk, hamiyet namına. Süleyman Nazif 23 Temmuz 1908’in niteliği pek çok çalışmaya konu olmuş, bu çalışmalarda ortak bir kanaat oluşmamıştır. Kimine göre cılız bir modernleşme çabası, sözde devrim yahut basit bir darbe, kimine göre modern Türkiye tarihinin kırılma anı, özde bir devrimdir. Aralık 2013 2. Meşrutiyet hatırası (24 Temmuz 1908) Dr. Polat Safi II. Meşrutiyet’in ilanının “Hürriyetin İlanı” ile eş tutulması, bir yanıyla silahlı müdahaleyle birlikte istibdatın, baskının, diktatörlüğün sona erdiğini beyan etmektir. II. Meşrutiyet’in ilanı ile beraber her şey normalleşmiş ve harekete inananların beklentilerinin büyük kısmı karşılanmış olsaydı bu denklemin hatasız olduğunu söyleyebilirdik. Ancak Meş- rutiyet idealleriyle uygulamaları arasındaki fark azımsanamayacak kadar büyüktür. Manastır Mekteb-i Harbiye Ders Nazırı Binbaşı Yanyalı Vehib Bey’in Meşrutiyet’in ilanını takiben Manastır Vilayeti’nin Hürriyet adı verilen meydanında bir top arabasının üzerinden “Hürriyetin İlanı” ile verdiği nutukla, bu nutkun sahadaki uygulaması oldukça farklıdır: Tozlu Sayfalar Vehib Bey’in Meşrutiyet’in ilanında Manastır Vilayeti’nde verdiği nutuk (23 Temmuz 1908) “Kahraman-ı Hürriyet” Niyazi Bey’in Bursa Harbiye Mektebi’ni ziyareti. “… La tectemiu ummeti ala’d-delale (Ümmetim delalet üzerinde icma etmez) hadis-i şerifi rehber-i kavimizdir. Adalet, musavat, hürriyet, uhuvvet meslek-i esasimizdir… Artık cennet-mekan Kanuni Sultan Süleyman zamanından beri padişah ile millet arasına çekilen kafesi kıracağız. Padişahımızın etrafını alan hain, rezil, bed-tînet, sefil, denî herifler kahr olsun. Sahihu’l-nesebden neşet etmiş, pak süd ile büyümüş, mekarim-i ahlak ve mehasin-i sıfat ile tecelli eylemiş zevatı isteriz… Vatanımızı bargiran-ı itisafdan kurtaracak, yetimlerimizin gözlerini dindirecek ve kimsenin hakkını kimseye kapdırmayacak, bizi insan gibi yaşatacak usul-ı meşrua-i meşveretdir ki istediklerimizin cümlesini temin eyleyen Kanun-i Esasi’dir. Ey Vatandaşlar! Ya Kanun-i Esasi, Ya Ölüm.” Burada Meşrutiyet’in neredeyse bir ahlak davası şeklinde takdim edilerek halka mal edilmeye çalışıldığı açıktır. Bu çaba, son zamanlarda iddia edildiğinin aksine Meşrutiyet’in bir halk hareketi olmadığı yönünde ciddi ipuçları verir. Yoksa, ne söz konusu hadis-i şerifin konuyla bir alakası vardır ne de bu formül içerisinde hürriyet, eşitlik, kardeşlik ve adalet İslam’ın siyaset prensipleridir. Rıza Nur ve Yusuf Kemal Tengirşenk’in de benzer bir ref leksle hareketi “askerî ihtilal” niteliğinden kurtarıp halka mal etmek için ilk günlerde gösterilere katıldıkları bilinmektedir. Enver Bey’in II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz 1908’den birkaç ay sonra verdiği bir mülakatta “İnkilab-ı hazıra bir inkılab-ı askerî değil bir inkılab-ı millîdir. Ordu cereyan eden ahvalin hakimi değil hadimidir” demesi de benzer bir sonuca işaret eder. Dolayısıyla, ne halka anlatıldığı şekliyle bir hürriyetin ne de “Hürriyetin İlanı”nın bir toplumsal patlama yahut kitlesel eylemin sonucu olduğunu söylemek mümkündür. Aralık 2013 77 78 Tozlu Sayfalar Meşrutiyet ne getirdi? Bu tartışmadan Meşrutiyet’in hiçbir şey getirmediği gibi bir sonuç çıkmamalıdır. Bilakis, Meclis’in açılışını, siyasi partilerin meydana çıkışını, seçimleri, laik kurumları, cemiyetleşmeyi, sendikaları, basını, vatandaşlığı vs. mümkün kılmıştır. Ancak her şeyin ilk günlerde sokaklarda söylenen Marseillais’in verdiği sarhoşluk kadar güzel olduğu söylenemez. Mesela, parlamenter ve çok partili bir meşrutî hayatın demokrasinin gelişimine imkan tanıması öngörülürken demokratik müesseselerden örtülü bir tahakküm mekanizması ve II. Abdülhamid’i mumla aratacak bir oligarşik yapının meydana getirilmesi bu döneme rastlar. Ordunun yaklaşık 80 sene aradan sonra siyaset yapımına ortak olması ve ilerleyen süreçte siyasete neredeyse tek başına tahakküm etmesi de vadedilen hürriyetin getirdikleri arasındadır. Demokrasi tarihimizin biricik öğesi tek parti iktidarlarının doğuşu da böylelikle anlam kazanabilir. Bir anlamda iktidar, Meşrutiyet’le birlikte ele geçirilmemesi için devamlı tahkim edilen bir kale haline dönüşmüştür. Hukuki müesseselerin bu yönde kullanılması ve siyasi mücadeleye giden yolların tıkanması ise beraberinde aşina olduğumuz fiili tertiplere yol açmıştır. Türkiye’de ölüm kalım savaşı şeklinde yürütülen iktidar-muhalefet ilişkilerinin, darbelerin, bununla birlikte gelen kadrolar halinde tasfiyeler ve siyasi cinayetlerin kökeni burada aranabilir. Son olarak eklenmelidir ki Türkiye’de siyasi partilerin, koalisyonların kurtarıcı olarak iktidara gelmeleri ve hemen her daim müstebit olarak makamlarını terk etmeleri de bu dönemin bir meyvesidir. Efkar üstüne değil hassasiyetler üstüne siyaset yürütülen bir arenada bundan farklısı da beklenemezdi. Meşrutiyet nasıl geldi? Diğer taraftan, II. Meşrutiyet’in ilanının “Hürriyetin İlanı” ile eş tutulması ve istibdadın sonunun getirildiği yönündeki çığlıklar, bu hareketin neredeyse bir askerî müdahale şeklinde yürütüldüğü gerçeğini perdelemektedir. Vehip Bey’in nutkunda padişahtan ziyade etrafını çevirmiş bulunan “hain, rezil, bed-tînet, sefil, denî herifler”de suç bulması aslında bu noktaya işaret eder. Zaten ihtilal hareketlerinin pek azının başında en tepedeki isim hedef olarak gösterilir. Vehip Bey’in nutkuna “Bu mübarek hak-i pak-i vatanın 31 seneden beri geçirdiği rikkat-engiz mezalim, canhıraş levhalardan, demlerden bahs eylemek istemem” diyerek başlamasının sebebi, bahsettiği takdirde hedefin “hürriyet” kadar II. Abdülhamid’i devirmek olduğunun da anlaşılacağını bilmesindendir. Silahla gelmiştir Meşrutiyet. 3. Ordu subaylarının bir kısmının, Rumeli’de karma kaynaklardan oluşturulan millî Aralık 2013 İstibdad - Hürriyet tabur ve alayların, siyasileşmiş Ey esiran-ı cihan şadan olun Yok iken ümidimiz imdaddan silahlı çetelerin ve fedailerin işiİşte hürriyet tulu etti bugün Kalmadı bir zerre istibdaddan dir. Bu birlikler isyan edip dağa (Geveze, 18 Eylül 1908) çıkmadan, fedailer suikastları icra edip tıkandığı düşünülen kanalları açmadan, Saray’a onlarca tehdit telgrafı çekilmeden, Makedonya sorununun yeni bir safhaya geçişi, Reval mülakatı (Haziran 1908), ordu içi apolitik huzursuzluklar gibi birtakım olaylar kışkırtma aracı olarak kullanılmadan, Saray’ı arkasına Arnavutları almış gibi göstermeden (Firzovik) İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) II. Meşrutiyet’i ilan edebilmesinin mümkün olduğu tartışmalı hale gelecektir. Tahakkuk biçimi bildiğimiz anlamda bir askerî müdahaleye işaret etmeyebilir. Çünkü Yıldız Sarayı kimse tarafından basılmamış, II. Abdülhamid yerinden edilmemiştir. İTC, zamanla artacağı muhakkak olan güç ve idaredeki etkinliğinin padişahı kendiliğinden alaşağı edeceğini düşünmüş olabilir. Diğer taraftan, Sultan’ın kurnazlığının bunu engellemiş olabileceği imkan dahilindedir. Gerçekten de Sultan’ın oldukça Tozlu Sayfalar 24 Temmuz 1908 tarihli İkdam gazetesinde Meşrutiyet’in ilanı. “Padişahım Çok Yaşa” başlığıyla çıkan 25 Temmuz 1908 tarihli İkdam gazetesi iyi bir zamanlama ile Kanun-i Esasi’yi yürürlüğe koyması kamuyu istediği gibi yönlendirme imkânını kendisine verdiği gibi İttihatçıları belki de ihtilalin temel varlık nedeninden yoksun bırakmıştır. İktidara gelmek için zamanın gerektirdiği sosyal statü yanında yaş ve tecrübeden de mahrum olan İttihatçılar, iktidar oyununu bir süre daha Abdülhamid ile birlikte sürdürmek zorundaydı. Şimdilik sahne arkasından meşrutî sistemin bekçiliği vazifesini üstlerine alacaklar ve gerekli gördüklerinde siyasete müdahale edeceklerdi. Ancak yangın bir kere çıkmıştı ve rüzgar kuvvetliydi. Bir seneye kalmadan II. Abdülhamid’in rejimini yıkanlar Abdülhamid’i de devireceklerdi. Meşrutiyet’in niteliği 23 Temmuz 1908’in niteliği pek çok çalışmaya konu olmuş, bu çalışmalarda ortak bir kanaat oluşmamıştır. Kimine göre cılız bir modernleşme çabası, sözde devrim yahut basit bir darbe, kimine göre modern Türkiye tarihinin kırılma anı, özde bir devrimdir. Süreklilik ile kopuş, reform ile restorasyon ve darbe ile devrim arasındaki kavramsal çatışma 23 Temmuz’un anlam ve önemi üzerinde de bir ihtilaf yaratmıştır. Uzmanlar “Kabe-i Hürriyet Selanik”in “Kahpe Bizans İstanbul”a galebe çalmasıyla birlikte meydana gelen “İnkilab-ı Azim”in beraberinde bir dizi sıkıntı getirdiği noktasında, sıkıntıların tür ve boyutuna dair görüşlerde farklılıklar olsa da uzlaşmaktadırlar. İşte bu sıkıntıların sistemin kendinden değil işletilemeyişinden kaynaklandığı, dolayısıyla ancak mevcut düzen tahkim edildikçe aşılabileceği yönündeki kuvvetli inanç demokrasi tarihimizin özetini oluşturur. 1908’in uluslararası boyutu söz konusu olunca hemen sadece Rusya’da 1905 ve İran’da 1906’da meydana gelen meşrutî hareketlerden, Makedonya sorununun yeni bir safhaya girişinden ve Reval görüşmesinden bahsedenlerin 1908 sonrası yönetim mekanizmasında dünya sisteminin çok daha fazla söz ve etkinlik sahibi oluşunu açıklamaları gerekmektedir. Tam da Osmanlı mülkü parçalanırken bir “müstebit”in ortaya çıkması ve dünya sistemiyle barışık bir muhalefetin “adalet, musavat, hürriyet, uhuvvet” sihirli formülüyle iktidara tahakküm etmesi ve bunun meydana getirdiği sıkıntıların Osmanlı Devleti’nin dağılışını hızlandırması ilginç değil midir? Tanımları çoktan ve başkaları tarafından yapılmış bir sisteme ortak olunarak devletin kurtulabileceğini düşünenlerin yürüttüğü bir hareket olan 1908’in uluslararası boyutuna pek değinilmemesi belki de mesela Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin ölümünde aranmalıdır. Aralık 2013 79 Tarih Sahnesi 2 Aralık 1851 - III. Napoléon bir darbe yaparak Fransa’da yönetimi ele geçirdi. 18 Aralık 1865 - Amerika Birleşik Devletleri’nde kölelik resmen kaldırıldı. 15 Aralık 1954 - Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı kuruldu. 2 5 15 17 18 20 5 Aralık 1934 - Türk kadınına milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanıyan kanun TBMM’de kabul edildi. 17 Aralık 1830 - Güney Amerika halklarının bağımsızlık savaşına önderlik eden, bu nedenle kendisine El Libertador (kurtarıcı) unvanı verilen Simon Bolivar hayatını kaybetti. Aralık 2013 26 Aralık 1925 - Günün 24 saate bölünmesine ve takvimde tarih başlangıcının değiştirilmesine ilişkin yasalar kabul edildi. 23 Aralık 1930 - Cumhuriyet tarihinin en önemli hadiselerinden biri olan ve Mustafa Fehmi Kubilay’ın ölümüyle sonuçlanan Menemen Olayı yaşandı. 23 25 26 27 25 Aralık 1973 - İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Pembe Köşk’te vefat etti. 20 Aralık 1987 - Naim 27 Aralık 1919 - Mustafa Kemal ve Temsil Süleymanoğlu, katıldığı Cumhuriyet Halter Şampiyonası’nda dünya rekoru kırdı. Heyeti kurtuluş mücadelesi kapsamında Ankara’ya geldi. Bu olay, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması için bir başlangıç sayıldı. Aralık 2013 82 Kendine özgü okuyuşu ve duru sesiyle Musiki’nin unutulmazları arasında yer alan Safiye Ayla, kendi ayakları üzerinde durabilen güçlü kadın imajıyla da Cumhuriyet tarihine damga vurmuş bir isim. Türkiye’nin kadife sesi, aradan geçen onlarca yıla rağmen Klasik Türk Musikisi’nin en çok dinlenen isimleri arasındaki yerini koruyor. Gökçe Doru 1900 ’ ler… Giden i n gel mediği savaş yılları. Hem Osmanlı’nın en zor dönemleri, hem de o yıllarda doğan Safiye’nin. Babası Mısırlı Hicazizade Abdullah Bey, o henüz doğmadan ölür, annesi Sadiye Hanım ise Safiye 3 yaşındayken. Küçük yaşın- Aralık 2013 da yetim ve öksüz kalan, bakacak kimsesi bulunmayan Safiye’ye yetimler yurdunun yolu görünür. Çağlayan Darüleytamı’na gönderilen Safiye’nin zeki ve yetenekli olduğu hocaları tarafından fark edilir. Güzel sesli ve becerikli bu küçük kız çocuğu, kısa zamanda müsamerelerde şiir okuyan ve şarkı söyleyen yegane kişi olur. Safiye’nin ilk yılları vahametli olan hayatı, Birinci Meclis’in Bursa Milletvekili Şeyh Servet Akdağ tarafından evlat edinilmesiyle değişir. Muhtaç olduğu sevgi ve ilgiye kavuşan Safiye’nin eğitimi de emin ellerdedir. Dokuz-on yaşlarında pi- 83 yano çalmayı öğrenir, sonraki yıllarda Bursa’daki kız muallim mektebine yazdırılır. Muallime olarak İstanbul’a gelişi talihin ona ikinci kez güldüğü bir olay, hayatının ikinci dönüm noktasıdır. O geliş sonrası Türk Sanat Musikisi kadife sesine kavuşur; Safiye, radyonun bile olmadığı yıllarda şöhret kapılarını aralar ve Safiye Ayla olur. Ah o gönül şarkıları… Safiye Ayla’nın en tiz notalara kadar hiç zorlanmadan çıkabilmesi ve sesindeki yumuşaklık, İstanbul’da şarkılar söylediği çeşitli toplantılarda beğeni kazanır. Bu büyüleyici ses, Klasik Türk Müziği bestekarı Yesari Asım Arsoy’un da dikkatini çeker. Arsoy’u tanıdıktan sonra ondan makam ve üslup dersi almaya başlayan Safiye Ayla; Saadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Udi Nevres Bey, Rakım Elkutlu gibi Türk Müziği alanında “sahneye çıkan ilk Türk kızı” unvanına sahip Safiye Ayla, Mısır ve Halep’in yanı sıra Almanya, Macaristan, Avusturya, Fransa, Romanya gibi Avrupa ülkelerinde konserler verir. değerli söz yazarı ve bestecilerle de çalışma olanağı bulur. Klasik Türk Müziği’ne büyük emek vermiş, besteleri hâlâ sevilerek dinlenen bu büyük sanatçılarla çalışmak onun sesini eğittiği kadar musiki kültürünü de artırır. Bir Yesari Asım Arsoy bestesi olan “Sevda Yaratan Gözlerini Her Zaman Öpsem” adlı eseri plağa okur ve kısa sürede müzik camiasında tanınmış biri haline gelir. “Çile Bülbülüm” şarkısını Safiye Ayla’nın meşhur ettiği rivayet edilir. “Katibim” türküsünü birçoklarına göre en güzel o söyler. “Yemen” türküsünü ise öyle içten okur ki yüreğin en derin yerlerinde hissedilir hüzün. “Menekşe Gözler Hülyalı” ve kendi bestesi olan “Ah O Gönül Şarkıları” ise şimdi bile dinlendiğinde yüz yıl öncesinin aşklarına özendirir. Lakin, birçok savaşta yiğitlik sergilemiş ve nihayetinde köyüne dönerek yavuklusuna kavuşmuş Ömer diye bir kahramanın hikayesi kurtuluş mücadelesi coşkusuyla harmanlanarak öyle güzel anlatılır ki “Yanık Ömer” türküsünde, ve Safiye Ayla o türküyü öyle güzel okur ki… Atatürk bu şarkıyı Safiye Ayla’dan dinlediğinde, dünyanın neresinde okursa okusun sevilerek dinleneceğini söyler. Atatürk’ün deyimiyle “kadife sesli Safiye”, dünya çapında ünlü olabilecek kalitede bir sese sahiptir. Aralık 2013 84 Türk Müziği alanında “sahneye çıkan ilk Türk kızı” unvanına sahip Safiye Ayla, Mısır ve Halep’in yanı sıra Almanya, Macaristan, Avusturya, Fransa, Romanya gibi Avrupa ülkelerinde konserler verir. Önce plaktan, sonra radyodan ve yıllar sonra CD’lerden dinlenilen bu muhteşem ses ve yorum, Türkiye’de olduğu gibi başka ülkelerde de unutulmaz. İngiliz The Times gazetesi 2008 yılında “Dünya Müziğinde Yaşayan Efsane ve Tarihî Kadın Şarkıcılar” listesine Safiye Ayla’yı da ekler. “Anne olsaydım Safiye Ayla olamazdım” Yaşamı boyunca beş yüzden fazla plak doldurmuş olan Safiye Ayla, gözünde tütüp duran, kalbine hançer vuran sevdaya otuz beş yaşında tutulur. Batı eserlerini ud ile yorumlayan ilk ud virtüözü olan Şerif Muhittin Targan ile evliliği on yedi yıl sürer. Eşine o kadar hayrandır ki, “Bilmem ki sanat mı yaptık? Çok zor sanatkar olmak. Çünkü benim eşim Aralık 2013 Tırnaklarla kazıyarak erişilen zirve, ‘‘sanatçı’’ olarak anılmaya yetmez Safiye Ayla’nın gözünde. hakiki sanatkardı. Onun nerelerden, nasıl geçtiğini biliyorum” demesi, kendi tırnaklarıyla kazıyarak eriştiği zirvenin sanatçı olmak için yetmeyeceğini işaret eder gibidir. Targan ile beraber hayır kurumları için de konserler veren Safiye Ayla, eşinin ölümüyle müzikten büyük ölçüde çekilir, hayatının ilk yıllarında olduğu gibi yine yalnız kalır. Söylediği bir şarkıdaki gibi manada güzel, ruhta güzel olan Safiye Ayla ölmeden önce tüm mal varlığını Türk Eğitim Vakfı’na bağışlar. Çocuğu yoktur belki, ancak bağışladığı mirası binden fazla yoksul çocuğa burs sağlar ve Safiye Ayla hepsinin annesi olur. 86 Kamu Yayıncılığında Özel Anlayış: Millî Saraylar Toplumlar kendi medeniyetlerini, ortaya koydukları yazılı ve görsel eserlerle gelecek kuşaklara aktarırlar. Millî Saraylar da tarihî mirasımızın en önemli mekanlarını korumak ve tanıtmak sorumluluğuyla yayın çalışmalarına özen göstermektedir. Erbay Kücet Ü lkemizin ekonomik ve sosyal gelişimine paralel olarak yayıncılık alanında da son yıllarda gözle görülür bir gelişme olduğu gerçektir. Özel sektör, yurt içinde birbiri ardına yayınlarla göz doldurmakta, uluslararası kitap fuarlarına katılarak kendini yenilemektedir. Kamu yayıncılığı ise evvelki yıllarda hal-i pür melaldir. Ancak son yıllarda bir rekabet ortamında olduğunun farkına varan resmî yayıncılığımız, özel sektörle yarışacak kalitede yayınlar çıkarmaktadır. İdarecilerimizin yayıncılık anlayışının değişmesi ise kamu eserlerinde ümit vadedici gelişmelerin olmasında büyük rol sahibidir. Bu yazıda, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2011 yılında “Kamu Yayıncılığı” alanında ödüle layık görülen TBMM Millî Saraylar Başkanlığı’nın yayınlarından söz etmek istedim. Dolmabahçe Sarayı Fotoğraf Albümleri, Dolmabahçe Sarayı’nın 150. yıl etkinlikleri kapsamında basımı yapılmış ve Gülsen Sevinç Kaya tarafından hazırlanmış bir kitap. Millî Saraylar Fotoğraf Koleksiyonu’nda yer alan eserleri içeren kitabın, sultan-fotoğrafçı-toplum üçgeninde gelişen Osmanlı fotoğraf sanatında özel ve ayrıcalıklı bir yeri bulunuyor. Bir fotoğraf koleksiyonu özelliği de olan kitap, 33 yıl süren Sultan II. Abdülhamid dönemi başta olmak üzere Osmanlı’nın gündemini günümüze taşıyan önemli bir kaynak. Aralık 2013 Millî Saraylar bünyesinde uzun yıllar yürüttüğü müze araştırmacılığının yanı sıra yazarlık ve öğretim üyeliği gibi görevlerde de bulunan Hakan Gülsün’ün Beylerbeyi Sarayı, Marko Paşa Köşkü, Küçüksu Kasrı, Atatürk İstanbul’da ve Selimiye Kışlası gibi eserleri bulunuyor. Gülsün’ün, İstanbul’un tarihî yapılarına dair çeşitli süreli dergilerde yayımlanmış makaleleri ise Sanat ve Tarih Yazıları adlı kitapta bir araya getirilmiş. Kitapta Haliç kahvehaneleri, saray havluları, Osmanlı mimarlığı, Harem gibi çeşitli konularla ilgili bilgilere yer veriliyor. Toplumlar kendi medeniyetlerini, ortaya koydukları yazılı ve görsel eserlerle gelecek kuşaklara aktarırlar. Millî Saraylar da tarihî mirasımızın en önemli mekanlarını korumak ve tanıtmak sorumluluğuyla yayın çalışmalarına özen göstermektedir. Osmanlı Devleti’nin en üst düzeyde temsil edildiği yapılar olan saray, kasır ve köşklerin mimari yapısı ve dekorasyon özellikleri, dönemin 87 hayat tarzını yansıtması; kültürel, sosyal ve sanatsal etkileşimler hakkında ipucu vermesi bakımından önemlidir. Haluk Yusuf Şehsuvaroğlu’nun Millî Saraylara bağlı saray, köşk ve kasırlar hakkında çok özel bilgiler ile hatıraları içeren Tarihi Odalar adlı eseri bu bakımdan önemli bir kaynaktır. Kitapta, Sultan Abdülhamid’in tahta davet edildiği odadan hâl ’edildiği odaya, Dolmabahçe’de kralların misafir edildiği odalardan İmparatoriçe Eugenie’nin yatak odasına kadar birçok odanın hikayesinin yanında mimari özelliği ve dekorasyonu ile ilgili bilgiler de bulunur. Yazarın Dolmabahçe Sarayı adlı kitabında ise Dolmabahçe Sarayı’nın mimarisi ve bahçesi ile ilgili bilgiler zengin görsel içerikle birlikte sunulmuştur. Kitapta, Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan Saray’ın Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal Atatürk ve birçok lidere ev sahipliği yaptığı da belirtilmektedir. Kültür ve sanatın üretim merkezleri TBMM Millî Saraylar Daire Başkanlığı sorumluluğundaki saraylar, tarihte yalnızca padişahlara ev sahipliği yapmamış, kültür ve sanatın üretim merkezleri olarak da önemli bir rol üstlenmiş. Öyle ki Osmanlı padişahları sanatın gelişmesi için, sanatçılara eserler sipariş ederek, sergilerden eser satın alarak, yurtdışına öğrenci göndererek ve yetişen öğrencileri sarayda veya okullarda görevlendirerek çeşitli eğitim ve kültür atılımları yapmış, Batılı anlamda Türk resminin en büyük destekçisi olmuşlardır. Bunu en iyi anlatan çalışmalardan biri İhtişam ve Tevazu; Padişahın Ressam Kulları’dır. Çalışmada Türk resminin saray koleksiyonlarındaki örnekleri, padişah için resim yapan sanatçıların hayatları, Osmanlı’da resim eğitimi ve öğretiminin yeri gibi konular yer almaktadır. Ünal Karıncalı’nın basıma hazırladığı Cumhurbaşkanlığı Makamı Olarak Dolmabahçe Sarayı ve Atatürk adlı çalışmada ise Dolmabahçe Sarayı’nın Cumhuriyet sonrasındaki kullanımı ve şimdiye kadar günyüzüne pek çıkmamış Atatürk’ün Dolmabahçe’deki önemli hatıraları yer alıyor. Atatürk’ün devlet politikası açısından Dolmabahçe’de gerçekleştirdiği köklü değişimler, özel hayatından kesitler, hastalığı ve ölümüne ait bilgileri de bu kitapta bulmak mümkün. Millî Saraylar Yayın Kurulu koordinatörlüğünde yayıma hazırlanan Harem ve Cariyelik, Osmanlı’daki Harem anlayışını işleyen bir Cengiz Göncü kitabı. Kitap, toplum tarafından Harem hakkında bilinen yanlışlara da ışık tutuyor. Kitap, tarihî sorumlulukla hareket eden Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın konuyu akademik bir dikkat ve arşiv çalışmasıyla ele aldığının da bir göstergesi. Tüm Zamanların Hatırına Sarayda Bir Fincan Kahve adlı eser, saray koleksiyonlarında yer alan, sosyalleşme kavramını kültüründe barındırmış, Osmanlı toplumu tarafından benimsenmiş ve Osmanlı Sarayı’nda en gösterişli şekilde yaşanmış olan kahve kültürünü çeşitli kurumlardan derlenen belge ve fotoğraflarla birlikte anlatıyor. Kitap, Osmanlı saraylarında kahve ikram merasimi sırasında kullanılan stil, fincan, zarf ve puşidelerinin yanında şerbet kupaları, şerbet mahramaları, buhurdanlar, nargileler gibi kahve kültürü unsurlarını da tüm incelikleriyle ele alıyor. TBMM Millî Saraylar bünyesinde kurulan eğitim merkezinde, klasik Türk süsleme sanatları eğitimlerini günümüzün usta hocaları vermektedir. Büyük bir sabır ve emek gerektiren Türk Süsleme Sanatları eğitimi uzman kadro tarafından verilen dersler aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarılmakta, kültürler arası köprüler oluşmasına vesile olmaktadır. Bu sanatla ilgili sergiler ve kitaplar unutulmaya yüz tutmuş sanatımızı genç nesillere tanıtmaktadır. Millî Saraylar tarafından Türk-Macar Tarihi İlişkilerinden Kesitler adlı sergi anısına yayımlanan katalogda Macaristan tarihinde Osmanlı’nın yeri, ziyaretlerle geliştirilen dostluklar, diplomatik ilişkiler gibi konular yer almaktadır. Türkçe ve Macarca yayımlanan katalog, iki ülke araştırmacılarının sade ve övgü dolu makalelerini içermektedir. Aralık 2013 Kitap Ömer Dedeoğlu Sosyal Yaşam ve Dini Kavramlar Ozan Yayıncılık, 2012, 224 sayfa Andrew Heywood Siyaset Adres Yayınları, 2013, 567 sayfa İdris Küçükömer Halk Demokrasi İstiyor mu? Profil Yayıncılık, 2013, 280 sayfa Aralık 2013 Bir Milletvekilinin Günlüğünden, Ağır Cezalık Anılar, Mustafa Kemal Paşa’nın Gizli Oturumlarda Yaptığı Konuşmalar kitaplarının yazarı, 16. Dönem Tokat Milletvekili Ömer Dedeoğlu çok konuşulacak bir kitaba daha imza atmış. Tevrat, Zebur, İnciller ve Kur’an açısından Sosyal Yaşam ve Dini Kavramlar, yaratılış hikayelerinden peygamberlerin hayatlarına pek çok konuyu kutsal kitaplarda yer alan metinler çerçevesinde ele almakla kalmıyor; kurban, evlenme, boşanma, ruh, cennet, cehennem gibi dinî kavramları da analiz ediyor. Söz konusu kavramların hangi inanç sisteminde nasıl yer aldığını, nasıl ortaya çıktığını, ne gibi çelişkiler içerdiğini, aralarındaki bağlantıları da kitapta bulmak mümkün. Bir din adamı değil, hukukçu olduğunu vurgulayan yazar kitapta yorum yapmaktan özellikle kaçınmış. Sosyal Yaşam ve Dini Kavramlar sonuç çıkarmayı, yorum yapmayı okura bırakan seçkin bir derleme niteliğinde. ABD ve İngiltere’de siyaset bilimi alanındaki eserleri ders kitabı olarak okutulan usta bir kalem Andrew Heywood. Yazarın Siyasetin Temel Kavramları, Küresel Siyaset, tarafsız bir bakış açısıyla siyaseti ve ideolojileri anlattığı Siyasi İdeolojiler gibi çok önemli eserlerinin ardından Siyaset’in Türkçe çevirisi de okuyucuyla buluştu. Uluslararası bir perspektifle yazılan Siyaset, okuyucuya çağdaş devlet, siyaset felsefesi, uluslararası ilişkiler ve siyasal ekonomi gibi konularda kapsayıcı bir yaklaşım sunuyor. Ayrıntılı bölüm özetleri, tartışmayı teşvik edici sorular, temel kelimeler ve kavramlar üzerine açıklamalar, siyaset düşünürleri ile ilgili aydınlatıcı bilgiler ve siyaset terimleri sözlüğü içeren kitap, siyaset bilimi öğrencileri ve akademisyenlerden siyasete ilgi duyanlara kadar herkes için önemli bir kaynak. Halk Demokrasi İstiyor mu? İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması adlı kitabına ek olarak yayımlanmasını istediği notlarının derlenmesiyle oluşturulmuş bir eser. Demokrasi çok sık kullanılan bir kavramken ve ona açıkça karşı çıkan pek kimse olmamasına rağmen halkın demokrasi isteyip istemediği, demokratik hayata neden geçilemediği cevap bekleyen sorular şüphesiz. Küçükömer soruyu şuna indirgiyor: “Demokrasi” ile “insan” arasında tarihî, sosyolojik, kültürel, biyolojik vb. bir engel mi var ya da İslamiyet demokrasi ile bağdaşır mı? Kitapta bu sorulara dair bulgularla birlikte Locke, Rousseau, Hegel, Marx, Gramsci gibi ünlü düşünürlerin adı da sıkça geçiyor. Halk Demokrasi İstiyor mu? merkeziyetçilikten sivil aralığa, kuvvetler ayrılığına kadar sivil toplumu ve onun kavramlarını ustaca ele alıyor. Müzik T ürk Halk Müziği’nin usta isimlerinden İbrahim Yeşildağ, TRT Arşiv Serisi ile karşınızda. Albümde halk müziğimizin en nadide örneklerine adeta can veren Yeşildağ’ın TRT repertuarına alınmış ve pek çok sanatçı tarafından seslendirilmiş sanat müziği besteleri de mevcut. Aynı zamanda bir udi olan Yeşildağ’ın Ankara Radyosu’nda okuduğu “Mevlam Birçok Dert Vermiş”, “Zalim Avcı”, “Garip Bir Kuştu Gönlüm”, “Buradan Bir Atlı Geçti” gibi önemli eserlerin yer aldığı albüm Anadolu ezgileriyle sizi kısa bir yolculuğa çıkaracak. İbrahim Yeşildağ T ürkiye’de kendi tarzını yaratmış isimlerin başında gelir Orhan Gencebay. Onun müziğine hangi tür yakıştırılırsa yakıştırılsın hep biraz eksik kalır. Gencebay’ın çok önem verdiği bir albüm olan Bedensiz Aşk, semah tarzında yapılmış tasavvufi bir eser. Misyonu ise aşkın ve sevginin gücünü, önemini ve büyüklüğünü anlatmak. Diğer eserlerden farklı olarak yaylı partisyonlara yer verilmeyen “Bedensiz Aşk” şarkısı ise iki farklı yorumla albümde yer alıyor. Birinci yorum etnik, ikinci yorum ise rock temaları içeriyor. Türk müziğinin efsane ismi yeni albümüyle yine kalıcı bir imza atacağa benziyor. Bedensiz Aşk, Kervan Plakçılık etiketiyle raflarda. Orhan Gencebay M André Rieu üzik otoritelerince içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli sanatçılarından biri olarak gösterilen André Rieu, Johann Strauss Orkestrası’nın da kurucusu. Yalnızca usta bir keman virtüözü olmasıyla değil, canlı performanslarındaki benzersiz enerjisiyle de dünya çapında ün yapmış bir isim Rieu. Öyle ki, sayısız konserle geçen 20 yıllık sanat yaşamı, aylar öncesinden biletleri tükenen konserlerle devam ediyor. Nam-ı diğer Vals Kralı, Johann Strauss Orkestrası ile birlikte yine harika bir çalışmaya imza atmış. “On My Own” (Les Misérables), “Music of the Night” (Phantom of the Opera) gibi oldukça meşhur ve sevilen klasikleri bir arada bulabileceğiniz albüm, daha dinlerken bir sonraki albümün ne zaman çıkacağını merak ettirecek nitelikte. Solo Albümler Serisi TRT Arşiv Serisi Bedensiz Aşk Kervan Plakçılık Music of the Night Decca Aralık 2013 Film Last Vegas Senaryo Yönetmen Oyuncular Yapım Tür : Adam Brooks, Dan Fogelman : Jon Turteltaub : Morgan Freeman, Robert De Niro, Michael Douglas, Mary Steenburgen, Kevin Kline : 2013, ABD : Komedi BAZI filmlere önyargısız yaklaşmak mümkün değildir. Morgan Freeman, Robert De Niro, Kevin Kline ve Michael Douglas gibi Hollywood’un dört dev ismi bir arada anılınca beklentiler de büyük oluyor şüphesiz. Bu efsane dörtlüyü aynı filmde seyretmek bile bambaşka bir keyif, yine de “Last Vegas”ı düşük etkili bir komedi olarak nitelemek doğru olur. Altmışlı yaşlarındaki Billy (Michael Douglas), Paddy (Robert De Niro), Archie (Morgan Freeman) ve Sam (Kevin Kline) çocukluklarından beri yakın arkadaşlardır. Filmin hikayesi, Billy’nin nihayet evlenmeye karar verip Las Vegas’ta düzenlediği bekarlığa veda partisi için dörtlünün bir araya gelmesiyle başlar. Aralarında henüz hiç evlenmemiş tek kişi olan milyoner Billy’nin 30 yaşındaki kız arkadaşının adını veya hakkındaki herhangi bir şeyi duymazsınız filmde, zira konunun asıl odağı dörtlüyü Las Vegas’ta nelerin beklediğidir. Milyonerlere yakışır şekilde güzel yemekler, gösterişli eğlenceler ve elbette kumar... İhtiyar delikanlılar, geçen yılların “Günah Şehri”ni epey değiştirdiğini ve arkadaşlıklarını hayal bile edemeyecekleri yollarla sınadığını çok geçmeden fark edecektir. Filmin senaryosu, “The Hangover” (Felekten Bir Gece) filminin yeni bir versiyonu izlenimi veriyor. Bununla birlikte izleyiciyi nasıl memnun edeceğini bilen yönetmen Jon Turteltaub’un, dört efsane aktörün ve kıvrak zekalı bir şarkıcı olan Diana’nın (Mary Steenburgen) filmi vasat bir taklit olmaktan kurtardığı söylenebilir. Benim Dünyam Senaryo Yönetmen Oyuncular Yapım Tür : Can Yücel, Uğraş Güneş : Uğur Yücel : Beren Saat, Uğur Yücel, Ayça Bingöl, Yasemin Conka, Hazar Ergüçlü : 2013, Türkiye : Dram “KARANLIKTA ne kadar yaşayabilirsiniz? Kaç gün, kaç saat, kaç dakika?” Filmin hikayesi 8 yaşına kadar hayatla ilgili hiçbir şey bilmeden yaşayan Ela ile engelli ablasını trajik bir biçimde yitirdikten sonra hayatını engellilere adayan Mahir Hoca’nın yollarının kesişmesiyle başlıyor. Ela hem görme hem işitme engelli bir çocuktur, kuşların cıvıltılarını duymaktan, etrafındaki güzellikleri görmekten doğuştan mahrumdur. Ama Ela hayat doludur ve karanlık dünyasını renklendirmek en büyük arzusudur. Mahir Hoca, Ela’nın yaşamını biraz olsun aydınlatma çabaları ve imkansız diye bir şeyin olmadığına duyduğu inançla Ela’yı üniversite sıralarına kadar taşır. Bu süreç çok çetin yollardan geçer elbette, yolun sonu ise Mahir Hoca’nın alzheimer olması ve rollerin değişmesidir. Ela için mesele artık vefadır. Film aslında Hint yapımı “Black” adlı yapıtın bir yeniden çekimi. Ama Türk sinemasının duayeni Uğur Yücel’i başarılı yönetmenliğinin yanında oyunculuğu için bile izlemeye değer. Beklentileri yüksek tutmadan izlense bile film duygu yüklü dakikalar yaşatmayı garanti ediyor, sahneler daha ilk dakikadan ruhunuza işliyor. Oyuncuların başarılı performansları da bunda etkili elbette. Aralık 2013 Televizyon Engelsiz televizyonlar B oş vakit değerlendirme, eğlence ve bazı durumlarda bir eğitim aracı olan televizyon, en çok duyma ve görme duyularına hitap ediyor şüphesiz. Bu durum, şimdiye kadar görme ve işitme engelli birçok insanı televizyonlardan uzak tutuyordu. Ancak günümüzde TRT başta olmak üzere birçok kanal, engelliler için özel televizyon programları hazırlıyor. Engellilerin “haber alma hakkı” gözetilerek hazırlanan haber programlarının yanında diziler ve talk showlar da işitme ve görme engellilerin izlemesine, dinlemesine uygun olacak şekilde revize ediliyor. TRT Haber’in İşitme Engelliler Haber Bülteni ve TRT Okul’un sabah kuşağında yayımlanan Günlük Rehber programlarında işitme engelliler için işaret dili tercümanı, TRT’nin web televizyonunda Avrupa Avrupa ve Seksenler dizilerinde görme engelliler için sesli betimleme, işitme engelliler için işaret dili tercümanı kullanılıyor. Ayrıca TRT Spor’da her cuma engelli sporları ile ilgili “Biz de Varız” adlı bir program yayımlanıyor. Kanal D’nin web televizyonunda ise Galip Derviş, Çalıkuşu, Arka Sokaklar gibi pek çok popüler dizi sesli betimleme ve işaret dili kullanılarak engelli izleyicilerle buluşuyor. Fox TV ise hafta içi her gün sabah kuşağında yer alan Çalar Saat programında işaret dili tercümanı kullanarak işitme engelli izleyicilerini unutmuyor. Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında birçok projede yer alan Okan Bayülgen de engelliler ile ilgili duyarlılığını sunduğu talk showlarda gösteriyor. Bayülgen tüm programlarında işaret dili tercümanı kullanıyor. Aralık 2013 92 Vekiller Şuay Alpay AK Parti Elazığ Milletvekili GEÇTIĞIMIZ g ün lerde Prof. Dr. Orha n Canbolat’ın Asker ve Tüccar-Nablus 1918 adlı kitabının tanıtımına gittim. Şimdi o kitabı okumaya başlayacağım. Kitap tercihim genellikle roman ve hikaye oluyor. Bu aralar birkaç hatırat kitabı belirledim, onları da okuyacağım. Hatıratları tarihe ışık tutması açısından önemli buluyorum. Zaman zaman geriye dönüp Rus romanlarını okuyan biriyim. Tolstoy, Aytmatov okumaya devam ediyorum. Eskiden iyi bir film izleyicisiydim. Fakat son dönemde filmleri takip etme imkanım pek olmuyor. Kitaba daha çok zaman ayırabiliyorum. İyi müzik kulağına sahip bir milletvekiliyim. Enstrüman çalma yeteneğim yok, ama takip etme noktasında iyi olduğumu söyleyebilirim. Türk Sanat Musikisi’ni ta çocuk yaşlardan beri dinlerim, terennüm ederim. Türk Halk Musikisi’ni bir müzisyen kadar değilse de iyi bilirim. Amerikan Folk ve caz müziği de dinlerim. Kemalettin Yılmaz MHP Afyonkarahisar Milletvekili SON zamanlarda ağırlıklı olarak Türkiye üzerine yazılan kitapları okumaya çalışıyorum. Şu anda elimde milletvekili arkadaşımız Mehmet Günal’ın Türkiye Nereye Gidiyor? adlı kitabı var. Roman okumayı da seviyorum. Sinemaya uzun zamandır gidemiyorum, film seyretmeyi özlediğimi söyleyebilirim. Fırsat buldukça televizyonda siyaset, ekonomi ve ülke gündemindeki gelişmelerle ilgili haber ve tartışma programlarını seyrediyorum. Müzik tercihimin ilk sıralarında Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği yer alıyor. Son zamanlarda özellikle Özgün Türk Halk Müziği dinliyorum. Aralık 2013 okuyor izliyor İhsan Özkes CHP İstanbul Milletvekili SIYASET ve tarih kitapları okuyorum. Özel- likle İslam tarihiyle ilgili eserler ilgimi çekiyor. Biyografi okumayı da seviyorum. Sinemaya nadiren de olsa gidiyorum. Beni etkileyen pek çok film var. Her filmin, seyreden kişiyi etkisi altına alacak bir yanı olduğunu düşünüyorum. Çünkü herkes kendi hayatına veya çevresindekilere dair birtakım şeyleri sinemada görebilir. Bu da filmi o kişi açısından daha etkileyici bir hale getirebilir. Gösterime giren filmleri takip etmeye, pek sık olmasa da seyretmeye çalışıyorum. Müzik konusunda ilk tercihim Türk Sanat Müziği oluyor. Arabada giderken ve evde müzik dinlemeyi seviyorum. Türk Halk Müziği de ilgi alanıma giriyor. Sanatçılar konusunda bir ayrım yapmıyorum, hepsini beğenerek dinliyorum. Ali Aydınlıoğlu AK Parti Balıkesir Milletvekili EN çok siyasi içerikli kitapları okuyorum. Yakın dönem Türkiye tarihi ile ilgili eserler, ülkemizin gündemindeki konuları ele alan kitaplar ve hatıratlar da ilgimi çekiyor. Düzenli olarak takip etiğim aylık edebiyat dergileri var. Sinemaya çok az gidebiliyorum. Fırsat bulabildiğim zamanlarda çocuklarımla birlikte film izlemekten keyif alıyorum. Türk Sanat Müziği’ni seviyorum. Zaman zaman TRT’nin Türk Sanat Müziği konserlerini stüdyoya giderek dinliyorum. 93 Ahmet Türk Mardin Bağımsız Milletvekili GENELLIKLE son dönemdeki siyasi gelişme- lerle ilgili kitaplar okuyorum. Kürt tarihine yönelik eserleri takip ediyorum. Geçmişte dünya klasiklerinin pek çoğunu bitirdim. Mem û Zîn’i birkaç kez hem Kürtçesi hem Türkçesinden okudum. Nar Çiçekleri’nden Yitik Bir Aşkın Gölgesinde’ye kadar Mehmed Uzun’un hemen hemen bütün eserlerini bilirim. Her fırsat bulduğumda kitap okumaya çalışıyorum. Sinemaya maalesef uzun süredir gitmedim. Çok sık olmasa da tiyatro oyunlarını seyrediyorum. Müzikte ise Ciwan Haco ve Şivan Perwer dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor. Zaman zaman Türk Sanat Müziği dinlemek de hoşuma gidiyor. Bülent Belen MHP Tekirdağ Milletvekili GENELLIKLE araştırma-inceleme kitapları ile bilimsel ve akademik yayınları okuyorum. Türkiye ve dünya gündemindeki konularla ilgili kitapları da takip ediyorum. En son Ian Black ve Benny Morris’in İsrail’in Gizli Savaşları kitabını okudum. Şu sıralar elimde Nevzat Köseoğlu’nun Türk Olmak ya da Olmamak adlı eseri var. Yoğun çalışmalarımız dolayısıyla sinemaya gitmeye zamanımız olmuyor. Türk Sanat Müziği eserlerini ve türküleri beğenerek dinliyorum. Turgay Develi CHP Adana Milletvekili İYI bir okur olduğumu söyleyebilirim. Oto- biyografi kitaplarına özel bir ilgim var. En son İhsan Özkes’in AKP’nin Gerçek Yüzü ve Ali Bayram’ın İntiharda Polis adlı kitaplarını okudum. Maalesef çok uzun zamandır sinemaya gidemiyorum. “Game of Thrones” adlı diziyi bilgisayardan takip ediyorum. Nisan 2014’te başlayacak yeni sezonunu merakla bekliyorum. Müzikte daha çok özgün müzik tercih ediyorum. Ahmet Kaya ve Grup Yorum şarkıları ile Gülay’ın seslendirdiği türküleri beğenerek dinliyorum. Mehmet Cemal Öztaylan AK Parti Balıkesir Milletvekili BUGÜNLERDE ağırlıklı olarak tarih kitapları okuyorum. Şu sıralarda elimde Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin tarihini anlatan bir kitap var. Sinema ve tiyatroyu seviyorum, ama inanın gitmeye vaktimiz yok. Salı, çarşamba ve perşembe günleri Meclis’te, diğer günlerde ise seçim bölgemizdeyiz. İlimize gittiğimizde çok yoğun bir programımız var. Dolayısıyla ne sinemaya ne tiyatroya vakit ayırabiliyoruz. Fırsat olursa filmleri televizyondan seyretmeye çalışıyorum. Türk Sanat Müziği’ne aşığım. Bir gönül vardı bende henüz aşkı tatmamış / Tertemiz hislerine günah nedir katmamış / Arzu duymuş güzele kollarında yatmamış... Namusu, şerefi bundan daha güzel ifade eden söz var mı? Türk Sanat Müziği eserlerimiz hakikaten çok güzel. Büyük bir keyifle dinliyorum. Aralık 2013 94 @haberalmehmet TOPRAKTAN geldik, toprağa döneceğiz. Hepimiz öleceğiz, ama organlarımız ile başkalarını yaşatabiliriz... @avyusufbaser ÖLÇÜ her şeyde gereklidir. Nezakette @meldaonur daha çok! TANKIN makbul olanı, müzede duranıdır... @m_isik24 GELECEĞIMIZ gençlerimiz. @CandanYceer BU topraklar daha nice yürekleri sevgi @VolkanCanali dolu, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür evlatlar yetiştirecektir. BUGÜN hepimizin sloganı “Kadına şiddete hayır” olmalıdır. @Ozlemyemisci @NSBayraktar BULUTLARIN ülkesi Kaçkar, Gito Yaylası. @ozdalucer VAN Gölü’ne ve Artos’a tepeden bakmanın mecaz olmadığı yerdeydik. @cumaicten YÜKSEK fikirler, yüksek dağlar gibidir. @ofatihsayan Alışık olmayanları ürkütür... DICLE ve Fırat kendi yatağında özgürce akıyor artık. Aralık 2013 HAYATTA kazanmak da var, kaybetmek de... Önemli olan inandığın davada dik durabilmektir... 95 Gülsün BİLGEHAN @GBilgehan Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Twitter’a her gün birkaç kez giriyorum. Ülke gündeminde çok önemsenen bir olay olduğunda benim de tüm kullanıcılar gibi giriş sıklığım artıyor. Özellikle gençlerin ne düşündüğünü öğrenmek istiyorum, yaptıkları yorumları okumaktan keyif alıyorum. Twitter haber, fikir, yorum paylaşımında müthiş bir araç bence. Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu? Sosyal medya artık kimi zaman geleneksel medyanın önüne geçiyor. Hatta geleneksel medya işini yeterli düzeyde yapmadığı zaman onun yerini alıyor. Bunu, Gezi gösterileri sırasında gördük. Sosyal medya, bilgi karartma çabalarına karşı halkın kendi kendine bilgilenebildiği bir alana dönüştü. Arap Baharı adı verilen olayların başlangıcı ve büyümesinde de sosyal medya başroldeydi. Görüldü ki sosyal medya sansüre, bilgi saklanmasına ve nihayet otoriter yönetimlere karşı bir başkaldırı merkezidir. Sosyal medyayı, başta kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddet olmak üzere, dünyanın neresinde insan hakları ihlali varsa bunu gözümüzün önüne getirip toplumu uluslararası boyutta harekete geçirmesi açısından da çok önemsiyorum. Facebook’u da katıldığım etkinliklerden vatandaşlarımızı haberdar etmek için sıkça kullanıyorum. Özellikle fotoğraf ve video paylaşımı için uygun bir sosyal medya platformu. Ayrıca vatandaşlarımızın bana gönderdiği yorumları okuyor, her birini yanıtlamaya gayret ediyor, yapılan ilginç paylaşımları da takip etmeye çalışıyor ve çok şey öğreniyorum. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Sosyal medyanın, günümüzde siyasetçiler için ufuk açıcı bir iletişim aracı oldu- ğunu düşünüyorum. RTÜK’ün 6-18 yaş aralığındaki öğrenciler arasında yaptığı araştırmaya göre, öğrencilerin 73,7’si bilgisayara, yüzde 63’ü internet erişimine sahip. İnternet kullanım oranı ise yüzde 76,2. Demek ki bu alanı iyi kullanan siyasetçi milyonlarca seçmene ulaşabilir, olaylar hakkında kamuoyunun düşünce ve değerlendirmelerini ölçebilir, gündeme hâkim olabilir. Bununla beraber, internetten bilgi ulaşımında çok dikkatli olunması gerekir. Kullanıcının bilinçli, seçici davranması ve önünde uzanan bu kontrolsüz ağın tuzaklarından kaçınması şarttır. İnternet kullanımının okullarda ders olarak öğretilmesinden yanayım. Özellikle çocuklarımızın bu yolla kasıtlı, zararlı, yanlış bilgilendirilmesini önleyebilmeliyiz. Bu kontrolün yönteminin ise sansüre dayanmayan bir bireysel tercih hakkından geçtiğine inanıyorum. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Babam, usta gazeteci Metin Toker’in ölüm y ıldönümünde onu saygıyla anan bir mesaj yayımlamıştım. Metin Toker’i tanımayan ve babam olduğunu bilmeyen bir kullanıcı, sırf CHP’yi eleştirmek için “Kesin yazdığınız kişi de o zihniyettedir” anlamında bir şeyler yazdı. Oysa babam, herhangi bir partiye üye olmadığı gibi gerektiğinde CHP’yi de eleştiren, gazetecilik mesleğinin duayenlerinden biriydi. Ben de o kişiye, Metin Toker yaşamını yitirdiğinde başsağlığı için ilk arayanın Başbakan Erdoğan olduğunu yazdım. Toker’in babam olduğunu da ekledim. Bunun üzerine o kişi, “Ne diyelim Gülsün Hanım, Allah rahmet eylesin” diye yazdı. Sonra da ilk mesajını sildi. Önyargılarımızın hangi boyutlara taşınabileceğini, buna rağmen karşıt fikirlerde olsak da insani değerlerin önemini koruduğunu gösteren bu anıyı hiç unutmuyorum. Aralık 2013 Unutmayacağ ız ... Ali Rıza Uzuner 14. Dönem Trabzon Milletvekili Ali Rıza Uzuner 1926 Trabzon Çaykara doğumludur. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nde yüksek öğrenim, İsveç’te ihtisas, ormancılıkta tatbiki çalışmalar ve matematik-istatistik alanında yüksek lisans yapan Uzuner, Orman Yüksek Mühendisliği, Trabzon Merkez Orman Bölge Şefliği, Artvin Merkez Orman Bölge Şefliği ve Müdür Muavinliği, Ormancılık Araştırma Enstitüsü 8. Şube Müdürlüğü, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Orman Mühendisleri Odası Genel Sekreterliği ve yazarlık yaptı. Ali Rıza Uzuner için 1 Kasım 2013 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Uzuner’in cenazesi 2 Kasım günü Trabzon Çaykara Soğanlı köyünde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Sabahattin Eryurt 17. Dönem Erzurum Milletvekili Sabahattin Eryurt, 1918 Sivas Suşehri doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Eryurt, Pazarcık Cumhuriyet Savcısı, Ankara Sulh ve Asliye Hâkimi, Trabzon Sulh Hâkimi, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü Hâkimi, Yargıtay 3. Ceza ve 3. Hukuk Daireleri Tetkik Hâkimi, Yargıtay Üyesi ve 8. Hukuk Dairesi Üyesi, Yüksek Hâkimler Kurulu 2. ve 3. Bölüm Başkanı, Yargıtay 7. Ceza Dairesi Üyesi, Yargıtay Onursal Üyesi olarak görev yaptı. Sabahattin Eryurt için 7 Kasım 2013 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Eryurt’un cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Atilla Karaosmanoğlu Devlet eski Bakanı Atilla Karaosmanoğlu 1931 Manisa doğumludur. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladığı yüksek öğreniminin ardından İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doktora yapan Karaosmanoğlu, Harvard ve New York üniversitelerinde geçici öğretim üyeliği, İktisat Planlama Daire Başkanlığı, OECD Kıdemli Bilim ve Teknoloji Planlama Müşavirliği yaptı. Atilla Karaosmanoğlu’nun cenazesi 13 Kasım 2013 tarihinde Karacaahmet Şakirin Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Rasim Gezmiş Cumhuriyet Senatosu Artvin Üyesi Rasim Gezmiş 1930 Artvin Borçka doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamlayan Gezmiş, Etibank Murgul Bakır İşletmesi Memuru, Trabzon İl Maiyet Memuru, Kaynarca, Arpaçay, Hınıs, Nallıhan, Düzce, Milas Kaymakamı, Çankırı, Muş ve Merkez Valisi olarak görev yaptı. Rasim Gezmiş için 21 Kasım 2013 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Gezmiş’in cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Mustafa Haluk Müftüler 20. Dönem Denizli Milletvekili Mustafa Haluk Müftüler 1941 Denizli doğumludur. Yüksek öğrenimini Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari İlimler Fakültesi’nde tamamlayan Müftüler, tüccarlık, Denizli Ticaret Odası Başkanlığı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Genel Kurul Delegeliği ve Mevzuat Komisyonu Raportörlüğü yaptı. Mustafa Haluk Müftüler’in cenazesi 22 Kasım 2013 tarihinde Denizli Yeni Cami’de Cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Mehmet İhsan Karaçam 16. Dönem Ankara Milletvekili Mehmet İhsan Karaçam 1919 Tokat doğumludur. Harp Okulu eğitimi alan Karaçam Jandarma Kumandanı ve İstanbul İl İmar Müdürü olarak görev yaptı. Mehmet İhsan Karaçam’ın cenazesi 28 Kasım 2013 tarihinde Üsküdar Altunizade Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Kasım ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.