mantığınızı ve duygularınızı kontrol etmelisiniz.
Transkript
mantığınızı ve duygularınızı kontrol etmelisiniz.
Genç Yöneticiler Grubunun Başkanı Burak Çelik oldu. İNTES Genç Yöneticiler Grubunun 3. Genel Kurulu 11 Şubat 2014 Salı günü gerçekleşti. Genel Kurul’da İNTES Genç Yöneticiler Grubu 12. Dönem Başkanı Asude Öztürk Camadan açılış konuşması yaptı. Camadan, konuşmasına başkanlık dönemi süresince kendisine destek olan Başkan Yardımcıları Burak Çelik ve Emrah Yaykıran’a teşekkür ederek başladı. Ey yükselen nesil! Gelecek sizindir... Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası Gazetesi • Yıl 2014 Sayı: 35 / Yıl: 10 • ISSN: 1304 - 7183 “MANTIĞINIZI VE DUYGULARINIZI KONTROL ETMELİSİNİZ.” Bu ay Duayen köşemizde, EMT Erimtan İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel Erimtan’ın konuğu olduk. Erimtan, iş hayatı yolculuğuna en baştan başlayıp yönetim kurulu başkanlığına kadar ulaşmış, başarıyı yaşayarak öğrenmiş çok önemli bir isim. İş hayatında başarılı olmak için şans kadar, çalışmanın da önemini vurguladı. Erimtan; “Selvi kökünden yıkılıveriyor, ama kavak dayanıyor. Bu demek değil ki, kişiliğinizden feragat edin; ve demek değil ki fazilet duygularınızı kenara atın. Ama iş hayatında olduğunuz sürece, biraz böyle hareket etmek mecburiyetindesiniz.” diyerek bize başarıya açılan kapıları da gösterdi. Yüksel Erimtan ile gerçekleştirdiğimiz bu önemli röportajı ilerleyen sayfalarımızda okuyabilirsiniz. tamamı sayfa 6 “Onlara mükemmel bir kariyer fırsatı öneriyorum.” Irak’ta Başarıya Atılan Bir İmza; Dorçe Irak Projesi... Türkiye’nin en önemli devlet üniversitelerinden biri olan Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. K. Suha Aydın göreve başladığı günden bugüne kadar Mersin Üniversitesi’ni eğitim alanında bir marka konumuna getirmek için vargücüyle çalışan çok önemli bir isim. Gerek öğrenci profili, gerekse akademik kadrosu ile dikkat çeken Mersin Üniversitesi, Avrupa Kalite Yönetimi Vakfı’ndan “Mükemmellikte Yetkinlik 4 Yıldız” belgesi almaya hak kazandı. Aydın bu konuyla ilgili ise şu açıklamalarda bulundu; “EFQM’in Beş Aşamalı Avrupa Mükemmelliğe Yolculuk Programı’nın ikinci aşaması olan Mükemmellikte Yetkinlik 4 Yıldız belgesi, başarılı biçimde yönetilen ve mükemmel kurum olma yönünde ilerleyen kurumlara verilmektedir. İlk başvurusunda 4 yıldız alma başarısını gösteren ilk üniversite olan üniversitemiz, gelecekte Türkiye Mükemmellik Büyük Ödülü’nü almayı kendine hedef olarak koymaktadır.” Prof. Dr. K. Suha Aydın ile Mersin Üniversitesi’nin dünü, bugünü ve yarınını konuştuk. Dorçe Holding dünya çapında gerçekleştirdiği projeleri ile adından başarıyla söz ettiren bir firma. Dorçe Holding’in kuruluşu Dorçe Irak ise Irak’ın çehresini değiştiren projelerine ara vermeden devam ediyor. Irak’ta gerçekleştirdiği projeleri ile Irak’a yeni artılar ekleyen firma şimdi ise Dorçe Irak Konut Projesi ile sektördeki iddiasını daha ileriye taşıyor. Bu ay “Proje” bölümümüzde Irak’ın parlayan yıldızı Dorçe Konut Projesi’ne ve bu başarıya imza atan Dorçe Irak’a sizler için yakından baktık. tamamı sayfa 10 tamamı sayfa 16 Adrenali Yüksek Bir Röportaj! Seden Güzel ve Serpil Kalaycı, içimizden iki kadın… İş hayatlarında yakaladıkları başarının yanında motosiklet tutkuları da onları standartların dışına taşıyor. Çocuk yaşta ailelerinin de desteği ile motosikletle tanışan ve bu tutkuyu hayatlarının merkezine alan kızkardeşler yaptıkları motosiklet gezileri ile de yaşamlarını renklendiriyorlar. Seden Güzel ve Serpil Kalaycı ile motosiklete başlama öyküleri, motosiklet gezileri ve gelecekteki planları ile ilgili keyifli ve macera dolu bir söyleşi gerçekleştirdik. tamamı sayfa 4 2 İGY ’DEN HABERLER Genç Yöneticiler Grubunun Başkanı Burak Çelik oldu. İNTES Genç Yöneticiler Grubunun 3. Genel Kurulu 11 Şubat 2014 Salı günü gerçekleşti. Genel Kurul’da İNTES Genç Yöneticiler Grubu 12. Dönem Başkanı Asude Öztürk Camadan açılış konuşması yaptı. luluk duyduğunu ifade ederek başlayan Çelik şunları söyledi: “Yedi yıllık İGY üyeliğimin son iki yılında Başkan Yardımcılığı görevini üstlendim. İlk olarak Mehmet Göçen Başkan ve 2013 yılında da Başkanımız Asude Öztürk Camadan’ın yardımcısı olarak çalıştım. Her iki başkanımızın çalışma performansı ve hepsinden öte heyecanı sayesinde bugün İGY aktif bir grup haline gelmiştir. Şimdi yeni görevim Başkanlık ile önemli bir sorumluluğu taşıyorum. Daha fazla mesai harcamam gerektiğini biliyorum. Çünkü, görevi etkin ve dinamik bir ritim ile sürdüren Başkanım Asude Öztürk Camadan’dan devir alıyorum. Bu ritmi aynı hızla sürdürmek için çalışacağım.” Camadan, konuşmasına başkanlık dönemi süresince kendisine destek olan Başkan Yardımcıları Burak Çelik ve Emrah Yaykıran’a teşekkür ederek başladı. İNTES Genç Yöneticiler Grubu (İGY)’nda Başkanlık yapma onurunu yaşadığı için çok mutlu olduğunu ifade eden Camadan “Ben bu grubun bir parçası olmanın gururunu yaşıyorum. Üye olduğum ilk günden beri çalışmalar içerisinde aktif olarak yer alma gayretini gösterdim.” dedi. Camadan, başkanlık yapmış olduğu dönemde faaliyetlere ilişkin bilgileri aktardı. Yeni yönetime başarılar dileyen Camadan, konuşmasını şöyle tamamladı: “Bugün İGY Başkanlığını Burak Çelik’e devrediyorum. Kendisinin İGY’ye yeni bir dinamizm getirerek etkinliklerimizi artıracağına içtenlikle inanıyorum. Emrah Yaykıran kendi dönemimde olduğu gibi yeni başkanımızın çalışmalarında en önemli destekçisi olacak. Ancak, tekrar altını çizerek belirtmek isterim ki üyelerimizce etkinliklerimize katılım daha fazla faaliyette bulunmak için bizleri motive etmektedir. Bu kapsamda katılımlarınız ile yeni yönetimimizi desteklemenizi rica ediyorum” dedi. Genel Kurul’da Divan Başkanlığına oy birliği ile H.Necati Ersoy, katip üyeliğe ise Emrah Yaykıran seçildi. Başkanlık görevini Burak Çelik devir aldı Divan başkanının seçiminden sonra görüşmelerine geçildi. 2013 dönemi yönetim kurulu ve bütçesinin ibrasının ardından yeni başkan Burak Çelik bir konuşma yaptı. Konuşmasına 2006 yılından beri üyesi olduğu İGY grubunda üyeleri tanımış olma fırsatı elde etmekten büyük mut- Çelik, İGY üyelerinin birlikte hareket etmesinin önemine de değindi ve tüm faaliyetlere beraber katılımın önemini vurguladı. Çelik yeni dönemde yapılacak faaliyetlere ilişkin üyelerin görüşlerini de aldı. Genel kurulda hedef Pazar gezilerinin sürdürülmesine, duayen ziyaretlerinin devam ettirilmesine, şantiyeye dönüyoruz etkinliğinin sürdürülmesine karar verildi. Yeni bir toplantı serisi olarak farklı alanlarda uzmanlık dalı olan kişiler ile sohbet toplantıları yapılması konusunda görüş birliğine varıldı. Bu yıl Genel Kurulda alınan bir karar ile İGY’nin logosuna kuruluş yıldönümü olan 2002 ibaresinin eklenmesine karar verildi. Yeni yönetim belirlendi İGY yeni başkan yardımcısı Özdemir İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Emre Güray oldu. İGY başkanlık sisteminde Başkan Yardımcısı seçimi gerçekleşiyor. Yönetim bir başkan ve iki başkan yardımcısından oluşuyor. İki yıl süre ile başkan yardımcılığı görevini sürdüren üye, başkanlık görevine geliyor. Buna göre 2011 yılında Başkan Yardımcısı olarak seçilen İsmail Çelik İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Burak ÇELİK İGY 11. Dönem Başkanı Mehmet GÖÇEN ve İGY 12. Dönem Başkanı Asude ÖZTÜRK CAMADAN döneminde başkan yardımcılığı görevini yaparak, başkanlık görevini devir aldı. 2014 yılında birinci başkan yardımcılığı görevini ise 2013 yılında üyelerin oybirliği ile seçilen Eko İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Emrah YAYKIRAN devam edecek. Üçüncü Genel Kurul’da İGY tüzüğünde yapılan bir değişiklik ile İGY üyeleri tarafından karar verilen faaliyetlerin yürütülmesini denetlenmek amacıyla “Teşkilat Sorumlusu” atanmasına karar verildi. Teşkilat sorumlusu olarak Şerefoğlu İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi İrem ŞEREFOĞLU seçildi. Genel Kurul sonunda 11. Dönem Başkanı Asude Öztürk Camadan İGY kütüğüne ismini çakarak Çelik ve Yaykıran tarafından kendisi için özel olarak hazırlanan teşekkür plaketini aldı. Genel Kurula 12. Dönem Yönetimin yanı sıra üyelerden Ali Ceylan , Elif Güray Kaya, Emre Güray, Esra Öztürk, İrem Şerefoğlu, Leyla Nasıroğlu, Mehmet Göçen, Mert Yıldızhan, Murat Güleç, Nazlı Hürmeydan, Seda Öztürk katıldı. BAŞKAN’ DAN 3 BURAK ÇELİK İGY Dönem Başkanı Yeni bir merhaba, 2014 yılında gerçekleşen Genel Kurulumuzda Üyelerimizce İNTES Genç Yöneticiler Grubumuzun on üçüncü dönem başkanı görevine layık görülerek, Genç Yönetici okurlarımıza hitap etmeninin mutluluğunu yaşıyorum. Üstelik iletişim teknolojisindeki baş döndürücü gelişmeler nedeniyle uluslararası pazarda, her hangi bir noktada yapılacak olan ihale haberinden tüm dünyadaki inşaat firmaları haberdar olabiliyor. dev müteahhitleri Türk Müteahhitlerimizin klasik pazarlarına girme eğilimindedirler. Rekabet edebilmek için nitelikli insan kaynağı ve finansman alt yapımızı daha da güçlendirmemiz gerekmektedir. 2012-2013 dönemi İGY başkanımız sevgili Asude Öztürk Camadan’a grubumuza yaptığı katkılardan dolayı bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Öte yandan Avrupa; Amerika gibi Dünyanın kalkınmış bölgelerinde faaliyet gösteren firmalar, gelişmiş teknolojileri ve güçlü finansman imkanından da yararlanarak varlıklarını devam ettirmek amacıyla uzak coğrafyalarda yeni Pazar arayışlarına girmişlerdir. Dünyanın en büyük müteahhitlik firmalarına bakıldığında Türk inşaat firmalarının genel yapısından farklı olarak, birçok şirketin birleşmesinden meydana geldiği görülmektedir. Bunların arasında birden fazla alt inşaat grubu, projeci ve müşavir olabilmektedir. Bu yapının göstermiş olduğu başarı dikkate alındığında ise, dünyada işleyen ve doğru olan düzenin bu olduğu da açıkça görülmektedir. İGY'de başkanlık görevi, dönemseldir ve 1 yıl için geçerlidir. Bu sorumluluğu alan her arkadaşımız İGY'nin dinamik ve genç yapısıyla ortaya koyduğu vizyonu izlemek ve ileriye taşımak için gereğini yapmaktadır. Bu yarışta esas olan grubun tüm üyelerinin ortak katkısıdır. Zaten sivil toplum örgütlerinin de başarısı dayanışma ve birlikte hareket etmekten geçer. Yani, takım ruhu anlayışı ile yaratacağımız sinerji, başarımızın temel ölçütünü oluşturur. Genç Yöneticiler Grubuna 2006 yılında üye olduğumda benden önceki üye arkadaşlarımın ifade ettiği, hep ortak hareket etmenin ve paylaşmanın ne denli önemli olduğu idi. O dönemde İGY olarak hedefimiz Tek Yumruk adını verdiğimiz birlikte hareket etme olgusu ile işler gerçekleştirmekti. Tek yumruk ne anlama geliyordu? Türk inşaat sanayicilerinin bir dayanışma sistemi içerisinde güç birliği yaparak dünyanın en büyük inşaat firmaları ile doğrudan rekabet içine girebilmelerini hedeflemekti. Neden mi tek yumruk? Çünkü, dünyada tüm sektörlerde kıyasıya bir rekabet var. Konu inşaat sektörü ve alt yapı olunca bu rekabet ortamı daha da kızışıyor. Dolayısıyla Dünya taahhüt pazarı piyasalarında alt ve üst yapı ihalelerine çok yoğun bir talep bulunmaktadır. İhalelere çok yoğun talep olması, korumacılığı arttırdığı gibi, kimi idarelerin fiyat beklentilerini düşürürken, kimilerinin de günümüzdeki finansman temin koşullarına da bağlı olarak kalite beklentilerini arttırmıştır. Dolayısıyla Dünyanın bugünkü düzeninde ayakta kalacak firmalar her türlü inşaat imalatı için gerekli tecrübe, nitelikli iş gücü ve yüksek maddi güç ve ciroya sahip, uzmanlaşmış rekabet kabiliyeti yüksek dev inşaat şirketleri olacaktır. Türk İnşaat Sanayisine baktığımızda yurt içinde ve yurt dışında örnek olabilecek başarılı projeler gerçekleştirdiğimizi görüyoruz. Her türlü ölçek ve teknik özellikte dev enerji santralleri, demiryolları, konut kompleksleri inşa ediyoruz. Havalimanlarında dünyada markalaşmış firmalarımız gurur kaynağımızdır. Cezayir’de, Libya’da, Rusya’da, Türkmenistan’da, Kuzey Afrika topraklarında ve daha pek çok ülkede Türk İnşaat Sanayi eserleri inşa ediliyor. Bugün Avrupa’nın, ABD’nin Çin’in, İNTES GENÇ YÖNETİCİ GAZETESİ İşte amacımız güç birliği yaparak dünyanın en büyük firmaları ile rekabet edebilmektir. Dayanışma ile neler mi kazanacağız? • Türk inşaat sanayinin pazar alanlarını genişleteceğiz. • Birbirimiz ile rekabet etmeyerek, hem kâr marjlarımızın azalması hem de piyasa fiyatlarını düşürmeleri önlenecektir. • Firmaların gücü artacak, gidilen ülkenin hükümetleri nezdinde kredibilitesi güçlenecektir. •Kâr paylaşıldığı gibi maliyet ve riskler de paylaşılacaktır. Dünya piyasalarında son yıllarda dalgalanmaların durağan seyrine geldiğini söylemek güçtür. Dünyada doğal kaynaklar hızla yok olmaktadır. Nüfus hızla çoğalmakta, enflasyon sarmalı, borçlanma oranları yükselmektedir. Tasarruf oranlarının düşüklüğü ve genç nüfusun işsizliği tüm ülkelerin mücadele etmesi gereken sorunlar olmaktadır. Bu durumda yeni iş alanları çok değer Basım Tarihi: 15.04.2014 Sayı: 35 (Ocak-Şubat) Yıl: 10 ISSN: 1304 - 7183 İGY olarak üyelerimiz ve aramıza katılan yeni dostlarımız ile bu amaçlarımız doğrultusunda ilerlerken faaliyetlerimizi daha etkin kılmaya çaba göstereceğiz. Amacımız İGY'nin her aktivitesinin sürekli olmasıdır. Amacımız, İNTES’in 30 yıldır devam eden Geleneksel toplantıları, 24 yıldır yayın hayatında olan İnşaat Sanayi Dergisi gibi, Seminerlerimiz, Genç Yöneticiler Gazetesi, Şantiyeye Dönüyoruz etkinliğini yıllara yayarak sürdürülebilir olmasını sağlamaktır. Genç Yöneticiler Grubu olarak inşaat sektöründe genç kuşakların sesi ve öncüsü olmak istiyoruz. Günceli takip etmek, sektör sorunlarımızı ön planda tutarak yaratıcı ve kaliteli fikirler ile faaliyetlerimizi sürdürmeyi amaçlıyoruz. Benim başkanlık dönemimde Başkan Yardımcılarım Emrah Yaykıran ve Emre Güray, Teşkilat Sorumlumuz İrem Şerefoğlu ile bu amaçlar doğrultusunda etkin ve dinamik bir hizmet vereceğimize olan inancım tamdır. Önümüz bahar, yaz aylarıyla birlikte sektörümüzü hareketli günler bekliyor. Umarız şantiyelerimizde çekiç, keser sesleri devam eder. İNTES Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası Adına Sahibi: Celal Koloğlu Sorumlu Müdür: H. Necati Ersoy YÖNETİM YERİ YAYIN KURULU ASUDE ÖZTÜRK CAMADAN BAŞAR GÜVENSOY BURAK ÇELİK BURÇİN KARGIN CAN ADİLOĞLU CEM ADİLOĞLU CENK KANAT ÇİĞDEM KURT DORUK COŞKUNSU EBRU ÇELİK CEYLAN ELİF GÜRAY kazanmaktadır. Bu nedenle rekabet edebilmek için öncelikle müteahhitlerimizin bilgi tabanlı bir endüstriye ulaşmaları ardından finansal yapılarını güçlendirmeleri gerekmektedir. ELİF YAVUZ YAMAN EMRAH YAYKIRAN EMRE GÜRAY ESRA ÖZTÜRK IŞIL GÜVENSOY İDİL FIRAT İREM ŞEREFOĞLU KEMAL CEYLAN KORAY KARADUMAN LEYLA NASIROĞLU MERT YILDIZHAN MERİÇ AYDENİZ MEHMET GÖCEN MURAT GÜLEÇ NAZLI HÜRMEYDAN ÖZGÜR HAŞEMOĞLU SEDA ÖZTÜRK SELAHATTİN ÖNEN SELİM AKIN TUVANA AYDINER TOLGA KOLOĞLU UĞUR KOÇOĞLU 4. Cadde 719. Sok. No: 3 Yıldız/Çankaya- Ankara Tel: 0.312 441 43 50 • Faks: 0.312 441 36 53 www.intes.org.tr • [email protected] Editör: Aslı Kutlucan Kaptan Yapım: Gergedan Tanıtım • 0.312 442 75 10 • www.gergedantanitim.com Sanat Yönetmeni: Levent Kaptan • Grafik Tasarım: Timuçin İpek Baskı: Tiremat Matbaacılık • Kazım Karabekir Cad. Kültür Çarşısı No:7/7 Altındağ - ANKARA • Tel: 0312 472 39 46 İki ayda bir yerel süreli yayın olarak yayımlanır ve abonelerine ücretsiz olarak gönderilir. PARA İLE SATILMAZ Gazetede yayımlanan yazılar, yazarların kişisel görüşü olup hiçbir şekilde İNTES tüzel kişiliğinin görüşü olarak mütalaa edilmez. 4 GEZİ İKİ KIZKARDEŞ, İKİ MACERACI RUH VE BİR MOTOSİKLET ÖYKÜSÜ... Kadın, macera ve adrenalin çoğu zaman biraraya gelemeyecek üç kelime olarak görülür. Kadınların yapması gereken işler, hobiler nedense hep kadının fiziki ve manevi gücüyle ilgili görülmüştür. Ama işler her zaman düşünüldüğü gibi seyretmeyebilir. Aynı Seden Güzel ve Serpil Kalaycı’nın motosiklet öyküleri gibi... Çocuk yaşta tanıştıkları motosikleti, bir tutku haline dönüştüren kız kardeşler sadece motokrosda gösterdikleri başarıları ile değil, aynı zamanda gerçekleştirdikleri motosiklet gezileriyle de isimlerinden söz ettirmeye devam edecekler... Bu kadar profesyonel yarışçılarla start bile almak büyük bir olaydı. Tüm bu yaşadığım heyecanları, zevkleri ve tecrübeyi tamamıyla rahmetli babama borçluyum. O cesaret vermeseydi kesinlikle pistlere çıkamazdım. Hatta o zamanlar “bu kızın bu pistte ne işi var” diye itiraz eden yarışçılar bile olmuştu. Hayatımızın her döneminde her tür motosikleti kullandık. Motosikletle ilgili aile içi aldığımız eğitim ve donanımlar dışında Amerika’da safety (güvenli sürüş eğitimi) programını tamamladım. Motosiklet tutkusu hayatımda sadece gezi odaklı olarak kalmadı. Lisanslı sporcu olarak gerek motocross yarışlarında gerekse arazi binişlerinde sürüş tekniklerimizi inanılmaz geliştiren tecrübeler kazandım. Tüm arazi biniş tekniklerini kardeşimin ve babamın antrenörlüğünde öğrendim. Seden GÜZEL Okuyucularımıza kendinizi tanıtarak, motosiklet sevdasına nasıl başladığınızı aktarabilir misiniz? SERPİL KALAYCI: 1970 yılında Ankara’da doğdum. Eğitim hayatımı Ankara’da tamamladım. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nü bitirdikten sonra altı yıl Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanlığı Termik Santraller Daire Başkanlığı’nda Uzmanlık ve Mühendislik yaptım. Daha sonraki meslek hayatım Amerika’da devam etti. 2010 senesinde Türkiye’ye kesin dönüş yaptım. Halen aile şirketimizde çalışmaktayım. Motosiklet tutkum ailemde de bu sporla ilgilenenlerin olması ile başladı. Rahmetli babam Hasan Kalaycı, 19671974 arası yedi yıl boyunca Türkiye motokros, 1981 Ralli-Otokros ve pist şampiyonudur. Annem Tuna Kalaycı ise, Türkiye’nin ilk kadın otomobil ya- rışçılarındandır, aynı zamanda ralli-pist ve otokros şampiyonudur. Erkek kardeşim de eski milli motocross yarışçılarındandır ve faal olarak bu sporu sürdürmektedir. Ben de Türkiye’nin ilk lisanslı motocross kadın yarışçısıyım. 1988-92 yılları arasında çeşitli uluslararası yarışmalara katıldım. İlk motosiklet tecrübem ilkokul öncesinde başladı. Öncelikle bisiklet kullanmayı çok küçük yaşta öğrendik. Motosiklet sevdasına ise babamın yurt dışından getirttiği küçük motosikletleri kullanarak başladık. Bizim için küçük yaşta motosiklete binmek yemek içmek gibi gayet doğal bir hareketti. Farklılığını o zamanlar algılayamıyorduk. Kardeşlerimle otomobil ehliyeti almadan önce birer A2 ehliyeti edindik. Erkek kardeşimin motosiklet yarış hayatı başladığında, geri kalmamam için babam beni de antrenmanlara götürdü ve yarışlara girmeye teşvik etti. O zamanlar hiçbir bayan sürücü yoktu. SEDEN GÜZEL: Ankara’da doğdum. Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü mezunuyum. Aile şirketimizde finansman bölümü sorumlusuyum. Evli ve iki erkek çocuk annesiyim. Motosiklet geçmişim anne karnında başladı diyebilirim. Kardeşimin de dediği gibi motosiklet ve motor sporları tutkunu bir aileden gelmekteyim. Küçük yaşlarda babamın teşvikiyle kardeşlerimle birlikte motosiklete başladık. Babamın aldığı küçük bir motosiklet ile ilk motor maceramız ilkokulda başladı. Daha sonra üniversiteyi kazandığım yıl babam bana ilk plakalı ve vitesli motorumu hediye etti. Okula motosikletimle gidip gelmeye başladım. O tarihlerde hem motor azdı hem de kadın sürücü hiç yoktu. Daha sonra daha büyük motosikletlere binmeye başladım. Üniversitede eşimle tanışıp evlendik. Eşimde aynı hobiye sahip olduğu için bu işi hep ilerlettik. İki çocuk sahibi olmam da bu hobime engel olmadı. Eşim ve kardeşlerimle birlikte bu hobimizi ilerleterek, yurt dışı seyahatlerine başladık. TMF’nin lisanslı sporcusuyum. Motokros yarışlarına giriyorum. İki oğlumda aynı şekilde lisanslı sporcu. Ailecek yarışlara giriyoruz. Bu yıl büyük oğlum üniversite sınavına hazırlandığı için ara verdi. Küçük oğlumla birlikte yarışlara girmeye ise devam edeceğiz. Motosiklet ile yapmış olduğunuz gezileri aktarabilir misiniz? S.K.: Türkiye'de Karadeniz, Ege ve Batı Bölgeleri başta olmak üzere tüm yurdu kapsayan uzun ve kısa mesafeli pek çok gezimiz oldu. Bu seyahatlerimizin yanı sıra yurt dışı Amerika Birleşik Devletleri, Arizona ve Pennsylvania eyaletlerinin tümü, Root 66 ve pek çok eyaletin turistik bölgeleri ile Rusya Gürcistan, Avrupa ülkeleri, Balkanlar gezi güzergâhlarımın arasında bulunmaktadır. S.G.: İlk olarak eşimle birlikte kendi motosikletlerimizle Yunanistan yolculuğu yaptık. Benim için çok keyifliydi. İkinci uzun gezimiz İran-ErmenistanGürcistan oldu. Bu gezimizi planlarken herkes güvenlik konusunda endişeliydi. Özellikle benim gitmemi onaylamıyorlardı. Babama konuyu açtığımda her zaman olduğu gibi beni desteklemişti. Fakat bu konuşmadan kısa bir süre sonra babamı elim bir trafik kazasında kaybettik. Vefatından iki ay sonra bu geziyi babamın anısına bitirdim. Üçüncü gezimiz Bulgaristan-Romanya oldu. Bu da çok keyifli bir geziydi. Sonraki yıl tekrar Gürcistan gezisi yaptık. Devamında da Hindistan’dan motosiklet kiralayarak Hindistan-Nepal gezisini gerçekleştirdik. 2013 yılında ise eşimle birlikte Ata yurdu İran-Türkmenistan-ÖzbekistanTacikistan-Kazakistan-Kırgızistan-Rusya-Ukrayna olarak devam etti. Geçen sene de eşim Tankut Güzel ile tekrar Hindistan gezisi yaptık. Bu sefer Himalayaları geçtik. Dünyanın çatısı 5602 metreye motosikletlerimizle çıktık. Bu son gezimiz benim için gerçekten çok zorlu bir geziydi. Mesleğinizi sürdürürken motosiklete ve yarışmaya nasıl zaman ayırıyorsunuz? S.K.:Eğer bir şeyi çok seviyorsanız muhakkak onu yapmak için zaman buluyorsunuz. Okul hayatımda motosiklet, okula ulaşım aracı oldu. İş hayatı başladı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nda çalışırken büyük güçteki GEZİ 5 gittiğimiz için çoğu yerde çok ilgi ve yardım aldık. Uzun ve kısa mesafeli birçok geziye çıkıyorsunuz. Türkiye’de kültür turizmi açısından baktığımızda sizi en çok etkileyen yer ya da yerler ve yapılar hangileri oldu? Serpil KALAYCI motorumun yanı sıra formal giyime uygun olabilmesi için işe 250’lik bir vespa ile gidip geliyordum. Önce yadırganmasına rağmen zamanla herkes alıştı. Daha sonraki iş hayatımda hafta içi yaz ve bahar mevsiminde işe gidiş gelişlerde motosiklet kullandım. Esas motosikleti kullandığımız zamanlar hafta sonudur. Motosiklet festivalleri, endro kampları, herhangi bir etkinlik yoksa pazar günleri Ankara’ya yakın yerlere ufak geziler ve senede bir ya da iki kez izin durumuna göre planladığımız yurt dışı gezileri yapıyorum. Genelde bayram tatillerini de motosiklet gezileri ile dolduruyoruz. Kısaca hava müsait olduğu sürece işten arta kalan zamanın çoğunda motosiklet, hayatımızda oluyor. S.G.: Benim de iş hayatı dışındaki boş zamanlarım motosikletle geçiyor. Hafta sonları Ankara Ballıkpınar motokros pistinde küçük oğlumla antrenman yapıyoruz. Yaz aylarında işe motosikletle gidiyorum. Şehir içinde de küçük ve rahat olduğu için scoter tipi motoru tercih ediyorum. Balkanlar Turu olarak dört bin kilometre projesinde gittiğiniz ülkelerde Türkiye’nin tanıtımı ile ilgili hangi yörelerimize öncelik verdiniz? Sizlere olan ilgi nasıldı? S.K, S.G: Biz iki bayan olarak motor gezisi yapıyoruz. Ailemiz ve arkadaşlarımızla olan gezilerimizi erkek sürücülerle gerçekleştiriyoruz. Ancak yıllardır iki kardeş olarak neden bayan bayana bir gezi yapmıyoruz ve tek başımıza bu işin altından kalkıp kalkamayacağımızı görmüyoruz dedik. Bu nedenle de güvenli, yakın mesafede bulunan Balkanlar gezisini yapma kararı aldık. Aynı zamanda Balkanlar’ın tarihi ve kültürel bölgelerini gezmek ve orada yaşayan insanları yakından tanıma fırsatını yakalayacaktık. Gezi güzergâhımız 9 gün 9 ülke ve 4500 km’yi içeren Balkanlar olarak planlandı. Daha önce Afrika, Amerika gibi kilometrelerce uzaklardaki bölge- lere zorlu ve uzun tecrübelerimiz olmasına rağmen sınırlarımız yakınlarındaki Balkanlar’da görmediğimiz yerler olduğunu hatırladık. Gezimiz tamamlandıktan sonra, “bu güzergâhta ne var siz nerelere gittiniz”, “bu size kolay gelir” gibi yorumlar aldık ama amacımız uzun ve zorlu bir yol değil kısa, güvenli hem de tatil amacını güdebilecek bir güzergâhtı. Yolculuktan önce görev paylaşımı yaparak güzergâh belirleme üzerine bayağı ders çalıştık. Seçtiğimiz yollar, Balkanlar’da otoban yollar az olduğu için mecburi dağ yollarıydı. Güzergâhımızda Bulgaristan, Sırbistan, Bosna Hersek, Hırvatistan, Karadağ, Arnavutluk, Kosova, Yunanistan yer aldı. Kosova annemim esas vatanı olduğu için vazgeçilmezlerden biriydi ve orda harika ağırlandık. Özellikle Prizren sanki küçük Türkiye gibiydi. Herkes Türkçe konuşuyordu. Şehirde bayan nüfusu ağırlıktaydı. Türk ve motosikletli olmamıza şaşırmalarından dolayı bol bol ikramlar alıyorduk, sıklıkla fotoğraf çektirmek isteyenler oluyordu. Sırbistan’da ve Arnavutluk’ta daha önce gidenlerden duyduklarımızdan dolayı çekincelerimiz vardı ama yine herkes çok misafirperverdi. Türk olduğumuzu duyunca çok şaşırıyorlardı ve yine inanılmaz bir ilgi ile karşılanıyorduk. Bosna Hersek’te Müslüman ve Türk olduğum için çok iyi karşılanacağımı zannetmiştim ama biraz hayal kırıklıkları ile geçti. Özellikle sınırlarda yanlış yol tarifleri, sınır kapı zorlukları bizi bayağı bunalttı. Hırvatistan’ında buradan farklı bir yanı yoktu. Karadağ ise güzellikleri açısından herkesin görmesi gereken bir yer. Yunanistan kendimi hiç yabancı hissetmediğim harika insanların olduğu bir yerdi. Selanik’te kaldığımız otelden ayrılırken sokağın esnafı yanımıza ev yapımı kurabiyeler ve su verdiler. Ve yaşlı amcalar bir baba sıcaklığında bizi uğurladılar. Çok sıcak ve cana yakınlardı. Özetle bayan ve yalnız iki sürücü S.K.: Türkiye içinde beni en çok etkileyen yer Karadeniz Bölgesi, Tosya, Dipsiz Göl , Ürgüp Göreme’deki çok keşfedilmemiş köylerdir. Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgeleri’nde de eminim harika yerler vardır. Ama keşfedilmemiş, daha bakir yerler her zaman için daha çok beni içine alıyor. Sırada Mardin, Urfa var. Eminim bizim için bir numara olacaklar. Motosiklet gezilerinde amacımız sadece yol kat etmek değil. Aslında gittiğiniz yerin insanını, yemeklerini, kültürünü her şeyini tanıyorsunuz. Bu ayrı bir zevk. O nedenle Karadeniz benim için bir cennettir. Özellikle yaylalar. Uzun geziler dışında dağlarda yaylalarda gerçekleştirdiğimiz endro motosiklet kampları. Biraz daha doğa ile iç içe... S.G.: Türkiye’deki gezilerimizde ayrım yapmak çok zor çünkü Türkiye’mizin her köşesi ayrı güzellikte gerçekten. En çok etkilendiğim yerler; Doğu Karadeniz ve yaylaları. Mardin’in de ayrı bir yeri var bende. Tekrar tekrar gitmek istediğim yerlerden biridir. Kapadokya’da sevdiğim yerler arasında. Her yıl mutlaka gideriz. Yarışlarınız esnasında hafızalarınızda kalan bir anınızı bizimle paylaşır mısınız? S.K.: Bir anda düşünüyorum o kadar çok anım var ki. Yarışlarla ilgili olan hatırladıkça güldüğüm bir anımı okurlarınız ile paylaşmak isterim. Sanırım 1990 senesiydi. İstanbul Gaziosmanpaşa pistindeyiz. Yarış öncesi, yarışa katılmayı henüz düşünmemiştim. Erkek kardeşim Necati katılıyor ve başa koşuyor, ben de onu kıskançlıkla takip ediyorum. Babama yüzümü astığımı hatırlıyorum. Babam dayanamadı, son anda hadi sen de Neco’nun antrenman motoru ile yarışa gir dedi. O heyecanla giyinip, nasıl starta gittiğimi anlatamam. Ama pisti bir kere bile dolanmamıştım. Start alındı, sanırım üçüncü olarak kalktım. Ben o kadar heyecanlı, o kadar parçalıyorum ki kendimi size anlatamam ama bir aksilik var... Arkamdan gelen tüm motosiklet sesleri bir anda kesildi. İçimden Serpil herhalde bu kadar arayı açacak kadar iyi gidemezsin dedim. Bir de baktım koca bir seyirci kitlesi bana koşuyor. Ben de alkışlıyorlar ya da tezahürat yapıyorlar sanıyorum. Meğerse, “Ablaaa! Esas pist yanda demeye çalışıyorlarmış.” Ben kendi kendime diğer pistte dolanıyormuşum. Bayağı güldük tabi. Ama fatura biraz yüksek oldu bana. Babam bir aya yakın bir süre konuşmadı benimle. Yol anılarımız ise tamamıyla çok ilginç. Son gezide Türk sınır kapısına geldik. Dönüşte motosikletlerden indik, “Merhaba” dedik. Görevli İngilizce konuşuyor. “Biz Türküz.” dedik. Görevli, “Aaaa nerde öğrendiniz, Türkçeyi ne güzel öğrenmişsiniz.” diyor. Uzun bir süre adam Türk olduğumuzu algılayamadı. Yine birgün yola sabah saatlerinde çıktık. O kadar yorgunuz ki ellerimiz motoru kavramaktan nasır tutmuş. Gezinin son günlerine gelmişiz. Botlar ayaklarımı acayip sıkıyor. İçimden dedim ki bu kadar mı şişmiş ayaklarım. Benzinlikte durduk, bir baktım ablamın botları kocaman. Meğerse botlarımızı karıştırmışız. Yazık 37 numara giyen ablam 40 nolu botla geziyor. Ben de nasıl becerdiysem 37 nolu bota 39 nolu ayaklarımı bir şekilde sokmuşum. Epey gülmüştük. Bundan sonraki rotanız neresi olacak ? S.G.: Bu yaz da Hindistan gezisi planlıyoruz. Zamanımız kısıtlı olduğundan motorları oradan kiralayacağız. Rota üzerinde çalışıyoruz. Kendimi şanslı gördüğüm konulardan biri de eşim Tankut Güzel’ in yapacağım gezilerde beni destekliyor olması. Bu konu biz kadınlar için çok önemlidir. 6 DUAYEN “VAZGEÇİLMEZ İLKENİZ DÜRÜSTLÜK İLE SÖZÜNÜN ERİ OLMAKTIR.” EMT Erimtan İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel Erimtan iş hayatında gerçekleştirdiği projeleri ile tanınan çok değerli bir isim. 85 yaşında, çalışmaya devam eden, iş hayatında edindiği tecrübeleri gençlerle paylaşmaktan çekinmeyen Erimtan’ın her söylediği başucu kitabı niteliğinde çok önemli. Erimtan; “...muvaffak olmak da olmamak da yüzde yüz insanın kendi elinde değil. Ama, şüphesiz ki şans her şey değil, çalışmak birinci faktördür. Yılmamak, öğrenmek önemlidir. Ayrıca, danışmak da önemli. Mesela, hiçbir zaman “Ben her şeyi biliyorum” demedim, bildiğim konuyu dahi danıştım.” Yüksel Erimtan ile gerçekleştirdiğimiz bu keyifli röportajda hayattan, başarıdan, anılardan, geçmişten ve gelecekten konuştuk. Keyifle okuyacağınıza inanıyoruz. Her insan farklı farklı kaynaklardan geliyor. Bu kaynakların etkileri kişilerin meslek yaşamında, iş hayatında, evliliğinde, kısacası her şeyinde rol oynuyor. Onun için, yaşam insanın elinde değildir. Kişinin kendisi tarafından tespit edilmiyor. Yakın bir tarihte Mozambik’e gittim, oradakilere baktım, kendi kendime düşündüm “Ben burada da doğabilirdim” dedim. Fazla mütedeyyin bir adam değilim, ama bir gücün, bir kudretin mevcut olduğuna inanıyorum. Yaşım ilerledikçe de öyle bir gücün mevcudiyetine inancım daha da arttı. O zaman diyorum ki kendi kendime: Tesadüfler var, bu bizlerin kontrolü altında değil, doğuştan başlıyor. Bu güç, bütün hayatımız boyunca da etkiliyor, bazı kişilerin kapasite, adaptasyon kabiliyeti fazla. Hemen bakıyor, kendisinin fazlası, eksiğini muhitine uydurabiliyor. Umarım hepiniz öyle olacaksınız. Bazı kişiler daha şanslılar iş hayatında. Haydar Paşa Lisesi’nde okudum. Orada bir hocam “Efendim, selvi gibi dimdik durmayın, biraz kavak gibi olun, yumuşak hareket edin” demişti. Buna pek benziyor, benim söylediklerim. Selvi kökünden yıkılıveriyor, ama kavak dayanıyor. Bu demek değil ki, kişiliğinizden feragat edin; ve demek değil ki fazilet duygularınızı kenara atın. Ama iş hayatında olduğunuz sürece, biraz böyle hareket etmek mecburiyetindesiniz. Mantığınızı ve duygularınızı kontrol etmeniz gerekli. “...kendinizi doğduğunuz şartlardan sonra, mevcut yaşayacağınız şartlara biraz uydurmanız gerekir.” Benim babam ekonomistti. Fransızca ve Almanca bilirdi. Bankaların, büyük sanayi yatırımlarında, önemli rol oynamış bir insan. Annem de çok akıllı bir kadındı, piyano çalardı. Fransızca bilirdi. O zamanların Kadınlar Cemiyetinin kurucularındandı. Bana derdi ki: “Mantığınızla duygularınızı kontrol edemezseniz hem etrafınız için hem kendiniz için tahripkâr olursunuz.” Yani, zarar verici olursunuz. Bu o kadar doğru ki, yani; sevgi de böyledir. Aşık olursun, kontrol edemezsen katil olursun, intihar edersin, deli olursun. Para hırsı da öyledir; kontrol edemezsen mahvolursun, etrafını da mahvedersin, kendini de, aileni de. Kıskançlık da böyledir. Çünkü, bunlar doğuştan senin içine girmiş duygular. Bulunduğunuz muhitte bazıları şiddetleniyor, bazısı tahfif ediliyor. Onun için, kendinizi doğduğunuz şartlardan sonra mevcut yaşayacağınız şartlara biraz uydurmanız gerekir. “...şüphesiz ki şans her şey değil, çalışmak birinci faktördür. Yılmamak, öğrenmek önemlidir.” Ben, 1951 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Yüksek Mühendisi olarak mezun oldum. Mezun olduğum yıllarda Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün kuruluş yılları idi. Üniversiteden arkadaşlarım oralarda işe başlıyordu. O zamanın parası ile 450 TL gibi iyi ücretlerle işe başlanıyordu. Ancak ben Sümerbank’tan burs almıştım. Bu nedenle mezun olduktan sonra bunu ödemek için hemen Sümerbank’a gittim, çalışmaya başlamak istediğimden söz ettim. Görüşmeye gittiğim Saim Bey adındaki İnşaat Müdürü, “Çok iyi bizim genç inşaat mühendisine çok ihtiyacımız DUAYEN var.”, Karabük’e gider misin?” dedi. Ben Karabük’ü hiç görmediğim bir yerdi ama hemen “Olur, giderim.” dedim, personel müdürüne telefon etti. Saim Bey, Almanya’da eğitim görmüş bir inşaat mühendisi idi. 141 lira ücret vereceklerinden söz ettiler. Saim Bey çok hoş bir adamdı. Dedim ki: “Saim Beyciğim, Karayolları, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nde işe başlayan arkadaşlarım 400-500 lira alıyorlar, ben burada çalışmaya başlarsam 141 lira alacağım. Biraz haksızlık değil mi?” Kendisi “Sen dur bakayım” dedi, ardından 421 lira ile işe başlayacağımı söyledi. Böylece iş hayatıma 1951 yılında Karabük Demir Çelik İşletmeleri Kontrol Amir Yardımcısı olarak çalışmaya başladım. Karabük Demir Çelik İşletmeleri benim şantiyecilik hayatımda muazzam bir deneyim oldu. Çok büyük bir şantiye idi. Üniversitede çok güzel teorik bilgiler alıyoruz, ama tatbikat olarak çok yetersiz bilgiler alınıyor. Kısa sürede aldığımız stajlar da yetersiz oluyor. “Hiçbir zaman “Ben her şeyi biliyorum” demedim, bildiğim konuyu dahi danıştım. “ Teknik Üniversite’den mezun Remzi Ağabey orada Proje Müdürü idi. Ben ondan çok şey öğrendim. Kendisi dış görünüş olarak çok derbederdi, ama muazzam bir mühendislik bilgisi vardı. Onun sayesinde öğrendiğimiz teorik bilgilerin pratikte nasıl olabileceğini gördüm, pek çok mühendislik bilgisini ondan öğrendim. Bu benim için büyük bir şanstır. İnsanın hayatında da en büyük faktörlerden bir tanesi de şans bana göre. Biliyorsunuz, her gün önümüze birtakım yollar çıkıyor. O yolun ne olduğunu bilmiyorsun, bir yolu seçiyorsun. Ben başarıda şansa da çok inanırım. Kadercilik çok kabul edilen bir fikir değil, ama ben kadere inanıyorum. Bunu kimisi enerji diye adlandırır, kimisi Allah der, kimisi de kendisine göre bir ifade bulur. Ama inanıyorum ki, O gücün hepimiz üzerinde bilmediğimiz bir etkisi var. Yani, o bizi böyle bir yerlere doğru götürüyor. Onun için, muvaffak olmak da olmamak da yüzde yüz insanın kendi elinde değil. Ama, şüphesiz ki şans her şey değil, çalışmak birinci faktördür. Yılmamak, öğrenmek önemlidir. Ayrıca, danışmak da önemli. Mesela, hiçbir zaman “Ben her şeyi biliyorum” demedim, bildiğim konuyu dahi danıştım. Karabük Demir Çelik İşletmeleri’nde mecburi hizmetimi tamamladıktan sonra, daha çok para kazanacağım bir yerlerde çalışmam gerektiğine inanıyordum. O zaman 1950’li yıllarının başlarında NATO Hava Meydanları İnşaatları vardı. Bu işleri de genellikle yabancılar alırdı. Fransızlar, Hollandalılar işleri paylaşmışlardı. Türk müteahhitleri henüz bu işlere girmiyordu. İlk girenler de Veziroğulları, Tevfik Kuyaş gibi müteahhitlerdi. Onlar da önce taşeron olarak girmeye başladılar. Ben Diyarbakır Kontrol Amirliğine tayin edildim. Fransız Müteahhitlerinin Kontrolu oldum. Bu sırada da epey lisanımı ilerlettim. Orada, zemin mekaniğini öğrendim, laboratuvar tecrübesi edindim. Burada edindiğim tecrübeler sayesinde 1955 yılında Akhisar NATO Havaalanı İnşaatı Kontrol Amirliği’ne tayin edildim. Ama, ben bir süre sonra şantiyede kalmaktan sıkıldım. Bana “ayrılma” dediler. Ayrıca, babamın bir takım davaları için Ankara’da kalma mecburiyetim vardı. Ardından Ankara’ya geldim. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne girdim. Genç mühendis Süleyman Demirel ile tanıştım, o zaman bir daireden bir daireye geçerken, dairenin muvafakat vermesi gerekirdi. Demirel bana “İngilizce biliyor musun?” diye sordu. Biraz okulda öğrenmiştim, ama Diyarbakır’da Fransızlar ile pratik yapınca ilerletmiştim. Sonra Demirel hemen beni Amerikalı bir mühendis ile İngilizce konuşturdu, mühendis de “mükemmel” dedi. Demirel’in dil sınavından geçince hemen işe alındım. Böylece 1956 yılında Devlet Su İşleri Barajlar Dairesi’nde işe başladım. O zaman Demirel’e çok hayran olmuştum. Amerika’ya gitmiş, iyi bir tahsil görmüştü. Arıkovanı gibi çalışıyordu. Devlet Su İşleri Türkiye’nin ilk barajlarını inşa ediyordu. Muazzam çalışan bir kuruluş idi. Hani derler ya, Türk müteahhitlik sektörünün temelleri burada atılmış diye. İşte yaşadıklarım bunu doğruluyordu. Türkiye haritasının üstünü her tarafı kırmızı, yeşil işaretlerle doldurmuşlar. Öncelikli olan barajlar, önceliği olmayanlar. Her birine ölçüm istasyonları kuruyorlar. Herkes olağan üstü bir çabayla çalışıyor. Arazi sınıflandırma haritaları yapıyorlar. Müthiş bir laboratuvarları var. Demirel, müthiş bir sistem kurmuştu. Dediğim gibi onunla çalışırken kendisine hayranlığım artmıştı. Ama, ben de gençtim, bir sene sonra yine orada çalışmaktan da sıkıldım. İşte yine bir şans, tesadüf. Gazetede bir ilan gördüm. Gazetedeki ilan İstanbul Darülaceze yanındaki IETT Kooperatifi İnşaat’ına proje müdürü aranıyordu. Çok büyük bir proje idi, öyle ki İstanbul’un en büyük projesi idi. Proje için Emlak Bankası tarafından İstanbul İmar Limitet Şirketi diye bir şirket kurulmuştu. İlanı görünce kalktım gittim. Müdür ile konuşmak istediğimi söyledim. Odayı gösterdiler, sekreter yoktu, direk odaya girdim. Ufukta bir adam gözüküyor, öksürerek yaklaştım, sonra gördü beni, kaldırdı kafasını. “Hayrola, ne istiyorsun?” dedi, “Gazetede ilan görmüştüm onun hakkında geldim” dedim, yaklaştım sakin sakin. Adam, “Seni kim gönderdi?” dedi. Onun üzerine kan tepeme çıktı, “Beyefendi, eğer birinin göndermesi gerekiyor idiyse bu 7 gazeteye niye ilan verdiniz?” dedim ve döndüm. Dönerken çağırdı, “Gel gel” dedi. Bakın, şans diyorum hayatta her şey. “Şuraya otur” dedi, oturdum, anlatmaya başlayınca beni dinledi, “Ben İstanbul’dayım, Göztepe’de oturuyoruz, Sokağın şu köşesindeki ev derken, “Ha, orası Kemal Ziya Bey’in evi” dedi, “O benim babam” dedim, “Öyle mi?” dedi. Açtı telefonu birisine, “Ben Proje şefimi tayin ettim” dedi. Babam ona bir tarihte bir iyilik yapmış meğer. Sonra 1957 yılında özel sektöre geçiş günlerim başladı. Kız kardeşim Gama’nın Onursal Başkanı Erol Üçer bey ile evlendi. Tabi o da mühendis idi. Kendisi ile üniversiteden tanışırdık. Mecburi hizmetini tamamladı. Ben son Akhisar işimden de ayrılınca o da ayrıldı. Kars’ta bir müteahhit firma Raif Mumcu ile çalışmaya başladı. İller Bankası’nın, Kars-Ardahan içme suyu işlerini yapıyorlardı. Ama daha çok iş üstlenelim, işleri büyütelim demişler. O zaman Karadeniz’in ilk sahil yolunun ihaleleri açılıyordu. İşin içerisinde köprü inşaatları oluyordu. Bir tane Yeşilırmak üzerinde, bir tanede Samsun çıkışında ufak bir köprü işi vardı. O zamanlar da işler büyük tenzilatlarla ihale ediliyordu. Raif Mumcu da işe teklif vermiş. Sonra işi almışlar. Ama, sonra da nasıl yapacaklarını düşünmeye başlamışlar. Çünkü, Yeşilırmak o zaman dolu dolu akıyormuş. Firmanın patronu stresten kalp krizi geçirmiş. İşi devir edecek adam aramaya başlamışlar. Kız kardeşimin eşi Erol Üçer “Gel bu işi yapalım” dedi. Bana ortaklık teklif etti. İhtiyacımız olan parayı da babamdan istedik. Babam bize “Sen oğlumsun, sen damadımsın, tabi veririm” dedi. Ama, bir sözü hatırlattı “akrabayla ye iç, alışveriş et fakat ortaklık yapma. Onun için, aranızda iyi bir mukavele yapın,” dedi. Birimiz oğlu, diğerimiz damadı idik. Bunu ve istediğimiz parayı vereceğini söyledi. 8 DUAYEN Sonra işi devir almaya gittik. Raif Mumcu’nun Ulus Posta Caddesi’ndeki ofisine gittik. Kendisi ile konuşmaya başladık. Konuşurken bize güveni arttığından mı nedir, “Hadi üçümüz beraber yapalım” dedi. Ve işe üç ortak başladık. Yine şans bizden yana idi. Yazın Yeşilırmak çekiliverdi, o koca taşkın nehir yatağı küçücük kaldı. Biz kuruda çalıştık rahat rahat. İşi de karlı bitirdik. Büyümek için parası olan işe girmek lazımdı. NATO işlerine girmeye niyetlendik. Aslında NATO işlerinin en karlıları alınmıştı. En sonunda biz bir tane Batman Pist Uzantısı işi aldık. Ben, Erol Üçer, Raif Mumcu. Yüzde 40 benim, yüzde 30 diğer ortakların oluyordu. Şantiye şefliğini de ben yapıyordum. Üç ortak işlere devam ettiriyorduk. Sonra Erol da çocukluktan beri arkadaşı, benim de İstanbul’da Teknik Üniversite’den bir arkadaşımızı aramıza katmak istedi. Ama, bazen hayatta bazılarına kalbiniz bağlanmaz, herkes ile aynı fikirde samimiyette olunmaz. Benim de öyle olmuştu. Ama, Erol’un isteği oldu. Dördüncü ortak Uğurhan Tunçata’nın katılımı ile yüzde 25 pay ile dört ortak işlere devam ettik. Böy- lece, üniversiteden beraber mezun olduğumuz Uğurhan Tunçata, Erol Üçer ve müteahhit Raif Mumcu’nun katılımı ile dört ortak 1958 yılında GAMA’yı kurduk. Yani, Türkiye’nin en büyüklerinden olacak taahhüt grubunun temelini attık. O zamanlar ihalelerde fiyat analizi ve malzeme fiyatlarının da proformalarını istiyorlardı. İstanbul’da yaşayan Türkçesi gayet iyi biri vardı. Bu işleri yurt dışından ayarlıyor, Proforma Faturaları hazırlıyor, iyi de para kazanıyordu. Dfirmaya biedim ki bu işi biz kendimiz yapalım. Gama’da Erol Özman adında bir mühendis bizimle çalışmaya başlamıştı. Kendisi çok iyi çalışıyordu. Ona çok güveniyordum. Sağ kolum gibi olmuştu. Erol Özman’a Almanya’da Frankfurt’a gidelim, bu işi kendimiz çözelim dedim. Uğurhan Tunçata bu işe biraz karşı çıktı, ama biz bir kere gitmeye karar vermiştik. Frankfurt’a gittik. Metropol adında bir otele yerleştik. Otel hemen garın yanında idi. Bir ofis açtık. Daktilo aldık. Telefon ile malzemeleri soruyoruz. Erol sürekli gidip geliyor. Bayağı güçlü çalışıyoruz. O zamanlar dışarıya öyle istediğin kadar para çıkaramıyorsun. Kısıtlı para vardı yanımızda. Bir hafta on güne işleri toparlarız dedik. Ama iş biraz uzadı. Paramız azalmaya başladı. İş için her gün taksiye binen Erol, tramvayla gidip gelmeye başladı. Sonra baktık ofise para ödeyemeyeceğiz, daktilomuzu aldık tak tak kendimiz yazmaya başladık. Paramız hızla tükeniyordu. İkimiz aynı odada kalıyorduk Erol ile. 3 Mayıs yaş günümdü. Yakında bir kumarhane vardı. Aslında kumar oynama alışkanlığım yoktu, hiçbir zaman da olmadı. Ama, ben gideceğim biraz şansımı deneyeceğim dedim. Erol, “Yahu saçmalama, zaten beş kuruş paramız kalmadı, o da yok olup gidecek” dedi. Hakikaten de kala kala 100 mark paramız kalmıştı. Dinlemedim, kalktım gittim kumarhaneye. Krupiye: “3-6-36” 20’şer koydum, zaten daha fazla da koyamadım. Tüm param 100 mark idi. 36 geldi, sonra da 3 geldi. Önüme birden para yığıldı. Yanımdakiler oyunlardan ne kadar şanslı olduğumu söylediler. Beni evlerine, oyunlara davet ettiler. Ama, tabii aldığım gibi parayı Erol’un yanına gittim. Erol yine daktilo önünde ağır ağır yazı yazıyordu. “Ne oldu?” dedi, “Maalesef gitti” dedim, “Ayy, demedim mi ben sana” filan derken, çıkardım paraları, atıverdim odanın etrafına. İklimiz de çok sevinmiştik. Sonra GAMA Türkiye’nin ilkleri ile büyümeye devam etti. İşler iyi idi, ama kurumsallaşmamız gerektiğine de inanıyordum. Biz biraz alaturka gidiyorduk. Teyzemin damadı maliye müfettişi idi. İsmi Ferit Melen’di. Ona dedim ki: “Bizim bir mali müşavire ve hukuk müşavirine ihtiyacımız var.” O da arkadaşları ile bir ofis açmış. Sait Naci adında bir ortağı vardı. O da Maliye Bakanlığı Müsteşarıymış. Kalktım gittim, hakikaten onlar sayesinde kurumsallaşmaya doğru başladık. “Biz bir sürü işler yapmak istiyoruz ama ne tavsiye edersiniz? diye sordum. Ferit Melen bana dedi ki: “Gelişmekte olan ülkelerin en birinci ihtiyacı enerjidir. O işe yönelmenizi tavsiye ederim.” dedi. Melen, bunu ta o tarihlerde öngörmüştü. Türkiye’de faaliyetlerini yürütmek isteyen bir Amerikan enerji firması vardı. Ben onlara bir rapor hazırlamıştım. Firmaya size mühendis gönderelim, orada başlangıçtan, montaj safhasına kadar yetiştirin, sonra Türkiye’de sizin de bildiğiniz kişilerle burada birlikte enerji işlerine girelim diye yazdım. Adamların bu hoşuna gitmiş. Benim raporumu okuduktan sonra “işi size vereceğiz, ama raporu yazan Erimtan’la tanışmak istiyorum” demişler. Telefon ediyorlar, Ben Di- DUAYEN yarbakır Pirinçlik Amerikan Üssündeki işte idim. “Yahu ben niye geleyim kardeşim, benim işim gücüm çok” dedim. “Hayır mutlaka gel, seni görmek istiyorlar” dediler. Ben kalktım Ankara’ya geldim. Adam sonra yanıma geldi, sevimli, temiz yüzlü bir Amerikalı. Elinde benim de mektubum vardı, konuştuk, sohbet ettikten sonra “Bu mektubu sen mi yazdın?” dedi, “Evet, ben yazdım” dedim. Sonra bana İngilizce yazdığım bir hatayı gösterdi. Hata da tesadüfen müstehcen olmuş. Epey güldük. Sonra bu komik olay iyi bir dostluğa döndü. Onlarla iyi işler yaptık. Oradan edindiğimiz deneyimle tek başına Dünya Bankası’nın finanse ettiği bir enerji işine girdik. “Ortaklık evlilikten zordur.” Sonra dört ortak ayrı ayrı grup şirketi kurmaya karar verdik. Ben imalat ve montaj işleri ile ilgilenmek istedim. GAMA Endüstri İmalat ve Montaj Anonim Şirketi’ni kurdum. Şirket çok büyük işler yaptı. Soma Santrali’ni bu firma yapmıştır. Firma o kadar büyüdü ki, büyüdükçe ortaklığı yürütmekte zor olmaya başladı. Ortaklık evlilikten zordur. Çünkü evlilikten fazla iş hayatında beraber oluyorsunuz. Mantık ve duygularım çatışmaya başlayınca 1990 yılında GAMA Grubu’nun içindeki tüm şirketlerin Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Murahhas Azalığı’ndan ayrılarak grup şirketlerindeki aktif görevimden ayrıldım. Hep şans diyorum ya. Size bir örnek daha vermek istiyorum. İzmit’teki Yuvacık Barajı İhalesine Gama İnş. İştiraka hazırlanmış. Bir gün ofise geldim. İhaleye iştirak edecek arkadaşlar bana gelip “İhaleye giriyoruz, bana bir tenzilat rakamı söyleyin” dediler. Ne rakamı diye sordum. Israr üzerine, daha önce yapılan ihalelerin hangi tenzilatla üstlenildiğini sordum. Bazı tenzilat rakamlarını verdiler. Ben de kafadan bir rakam söyleyiverdim. O tarihlerde ihalelerde, en yüksek ve en düşük teklifleri atıp, bir ortalama buluyorlar ve bu ortalamaya en yakın gelene işi veriyorlardı. Benim verdiğim rakam en uygun teklif olmuş. İşi GAMA İNŞAAT aldı. Bu baraj işi devam ederken GAMA İnşaat’ın yaptığı Lassa Fabrikası’nın açılış merasiminde, o tarihlerde Başbakan olan Turgut Özal Bey beni yanına çağırdı. Yanındaki zatı gösterip, “bu Bey İzmit Belediye Başkanı Safa Sirmen, bizden değildir ama çalışkan biridir” dedi. Ve İzmit’in Su’ya ihtiyacı var, Siz Yuvacık Barajını inşa ediyorsunuz, kredi bul, hem barajı bitir, suyun bir kısmını tasfiye etmeden halen kuyulardan ve Sapanca Gölü'nden alan Sanayi tesislerine ver, bir kısmını da tasfiye ederek hem İzmit’e, hem de pompaj ile Gebze’ye ver, dedi. Sonra bu proje Kredi bulan bir İngiliz Firması ile gerçekleşti. MİR’in hikayesi Biz Çeklerle Soma Santralını yaparken, Finlilerin de Santralda ufak bir işleri vardı. Finliler o tarihlerde sık sık Rusya’ya gidiyorlar ve orada yaptıkları işlerden bahsediyorlardı. Onlara bizim de kendilerine bazı taşeronluk hizmeti verebileceğimizi, bizi yanlarına almalarını defalarca söylememe rağmen, bizi atlatıyorlardı. Sonradan Helsinki’ye gittim, bunların tepedeki adamlarından bir tanesiyle oturuyorum. Helsinki’de güneş batmayan günlerden biri idi. Fazla da içiyorlardı. Ama ben içermiş gibi yapıyorum, kontrollüyüm. Alkolün etkisiyle bana dedi ki “Bu Nokia nasıl yapıldı biliyor musun?” “Nasıl?” dedim, “Biz Siemens ile anlaşma yaptık, bütün elektrik malzemelerini ondan alacağız diye, ama bazı fabrikaları da bizim Finlandiya da kuracaksın, dedik. Onları kurduktan sonra elli yıllık know how’unu verecekti bize. O şartla kurdular. İşte Nokia öyle oldu.” Bir vesile ile bunu Turgut Özal Bey’e anlattım, “Biz bunlardan gaz alacağız, o zaman inşaat işleri isteyelim onlardan” dedi. Birgün devrin Maliye Bakanı beni davet etti. Aynısını ona da anlattım. Finliler FINSTROY diye bir Şirket kurmuşlar. Devlet destekliyor. Ve tüm Fin Firmalarına iş dağıtıyorlar, Aradan bir süre geçti, Maliye Bakanlığı’ndan bir davet daha geldi. Bakan Kurtcebe Alptimuçin Başkanlığında, ismini bildiğim bilmediğim Türk Müteahhitlerinin çağrıldığı bir toplantıya girdim. Bakan parti propagandası yaptıktan sonra, 6 inşaat işini Rusların Türk Firmalarına vereceği vaadinin alındığını söyleyerek herkesin fikrini sordu. Ben kendisine daha evvel de anlattığım gibi, TURKSTROY diye tüm toplantıda bulunan firmaların da istifade edeceği bir Kuruluşa, Devletin destek olmasını önerdim. Ama bu gerçekleşmedi. Ben Türkiye’ nin bilinen muteber 5 firması ile MİR Şirketini kurdum. Yönetim Kurulu Başkanı oldum. Ve Rusya da Moskova’da ki, Dışişlerinin Diplomatlara tahsis etmek üzere planladığı Park Place adındaki binanın Yapım Sözleşmesini imzaladım. Bu Moskova’daki Rusya’daki Dışişlerinin bir kuruluşu ile imzalanan ilk sözleşme olmuştur. Burada amacım birkaç grup olarak bu pazara girelim, birbirimizle anlaşarak gidelim, aksi halde bu pazarı mahvederiz diyordum. Ama ben Gama’dan ayrılınca MİR’den de ayrıldım. Sonra kurucu firmaların hepsi de dağıldılar. EMT firması yola devam edecek 9 Hala yorulmadan çalışmaya ve çabalamaya devam ediyorum. Konuşmamım başında dediğim gibi Mozambik’e gittim. Çünkü, oranın çok zengin doğal gaz kaynakları, petrol rezervleri var. Amerikalılar, İtalyanlar, Malezyalılar gaz işini paylaşmışlar, ama oranın önemli bir iş adamı ile tanışma fırsatı elde ettim, kendisi ile işbirliği yapıyorum. Peki, hala niye çalışıyorum? 85 yaşındayım. Amacım beraber olduğum arkadaşlara bir iş sahası açmak. Biz EMT olarak büyük işler yaptık. Aslında başlangıçta şirketin daha ziyade müşavirlik yönünün ağır basmasını öngördük. Ama, kuruluşumuzun ikinci yılında Rusya’da taahhüt işlerine başladık. Çünkü, Rusya’da bizi tanıyorlardı. Bizi davet ettiler. 1993 yılında, Ankara’da inşaatına başlanan Portaş I Konut Projesi ile gayrimenkul yatırımına girdik. Daha sonra Portaş II ve İstanbul’daki Azer İş Merkezi ile gayrimenkul yatırımlarına devam ettik. Türkiye’deki işlerimiz devam ederken Rusya’da da imzaladığımız sözleşmeler ile EMT sürekli büyüdü. Hem Türkiye ve hem de Rusya’da büyük başarılara imza attık. Moskova’daki, Marriott Grand Hotel, Marriott Tverskaya, Marriott Avrora Otelleri ile, çeşitli konut ve iş merkezleri öne çıkan projeler oldu. Türkiye’de ise, Manavgat Su Temin Projesi, Pamukova Hidroelektrik Santrali, EGS Business Park-İstanbul Dünya Ticaret Merkezi Projesi gibi önemli projeler hayata geçirildi. 25 yıla yakın Rusya’da çalıştıktan sonra 2000’li yıllarda ise Azerbaycan’da faaliyete başlandık. Orada Schlumberger firmasının Bakü Tesisleri gerçekleştirildi. Moskova Üniversitesi Ekonomi ve Hukuk Fakülteleri projeleri, Holiday Inn Sokolniki, Dobri Konut ve Ofis Kompleksi, Gelincik 5 yıldızlı Kempinski Grand Otel ve Apart Hotel Kompleksi projeleri öne çıkan projeler oldu. Diyebilirim ki, Rusya’nın en güzel otellerini yaptık. Soçi’de olimpiyatlar için iki tane otel bitirdik. Putin’in ile yakın çalışan bir yetkili bizim oteli göstererek “İşte, bir tek otel bu” demiş. Sochi’ye çok otel yapıldı. Ama tek VİP otel EMT’nin yaptığı bu otel oldu. Kolleksiyonerlikten, tarihe ve kültürümüze sahip çıkma 1960’lı yıllarda Mersin’de idim. Josef adında bir kuyumcunun ufacık bir dükkân vardı. O dükkana zaman zaman uğrardım. Sahibiyle bir gün dükkânda oturup kahvemizi içiyorduk. İki tane köylü geldi, ellerinde ufak taşlar gördüm. Ne olduklarını sorunca “Yüzük taşı” dedi. Benim de ba- bamdan kalma benzer taşlar olduğunu, sakladığımı söyledim. O da bana ben sana bunlardan toplarım dedi ve gelenleri bana sattı. Tabi bizim ülkemiz arkeolojik açıdan çok zengin o zamanlar köylüler yağmurdan sonra ören yerlerini dolaşır, oradan bronz ve sikkeler bulurlarmış. Josef benim de koleksiyon yapma merakım olduğunu anlayınca sana toplarım dedi. “Biz, sadece muhafazasını yapıyoruz. Bu eserler korunsun, çocuklarımıza kalsın diye.” Tabii, daha şirketi yeni kuruyoruz. Kazandıklarımızı şirkete sermaye olarak koyuyoruz. Yani o devrede elime fazlaca para geçmiyor. Tam o devrelerde bir gün bir parçaya fazla para verdim. Benim hanım bana çok kızmıştı. “Birikimimizi buralara yatırıyorsun.” dedi. Sonra aldığımın kıymetli olduğunu anlayınca pek bir şey söylemedi. Fakat, ben yüzük taşı toplama derken, giderek koleksiyonumu genişlettim. Sonra yurt dışına gidip geldikçe müzelerde bizden kaçırılmış eserleri gördükçe çok üzüldüm. Koleksiyon yapan arkadaşları topladım, dedim ki: “Bir koleksiyonlar derneği kuralım.” Böylece Kültür Varlıkları Koleksiyoncuları Derneği’ni kurduk. Derneğin Başkanı oldum. Rahmi Koç’da bizim üyemiz. Sonra bizim bu varlıkları koruduğumuzu duyanlar dışarı kaçırılmalarını önlemek için bizlere, getirmeye başladılar. Ama, maalesef ülkemizde bu işte de önüne gelene Koleksiyonerlik sertifikası veriyorlar, toprağı kazıp eserleri buluyorlar. Yasa dışı, eserlerimizin dışarı kaçırılıp, çok yüksek paralara satılmasını üzüntüyle izliyorum. Bizim müzelerimize de sahtelerini koyup, orijinalleri yurt dışına kaçırıldığı söyleniyor. Biz eserleri Türkiye mirası olarak saklıyoruz. Bunlar aslında bizim malımız değil. Her şey devlete ait. Biz, sadece muhafazasını yapıyoruz. Bu eserler korunsun, çocuklarımıza kalsın diye. Yüksel Erimtan’ın hayatına merak edenler de tanık olacak Yaşadıklarımı anlatıyorum. Ali Bilge adında bir ekonomist bana geldi sizinle sohbet ederek bir kitap yapalım dedi. Önce itiraz etmiştim. Çünkü, ben dedim çok çalışıyorum vakit bulamayız sohbete. Sonra beni ikna etti. Birkaç yıldır, vakit buldukça görüşmeye başladık. Son zamanlarda kitabı bir hayli hızlandırdık. Bu sohbetler yakında kitap haline gelecek gibi. Genç Yöneticilere çok önemli tavsiye Sizin vazgeçilmez ilkeniz dürüst olmak olmalıdır. Yani arkanızdan bu adam sözünün eridir dedirttin. 10 GENÇLİK “GENÇLERE TAVSİYEM; ÇITALARINI YÜKSEK TUTSUNLAR VE KENDİLERİNE HER ZAMAN YÜKSEK HEDEFLER KOYSUNLAR.” Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. K. Suha AYDIN, bu ayki “Gençlik” bölümü konuğumuz. Mersin Üniversitesi için gerçekleştirdiği projeleri ile önemli başarılara imza atan Prof. Dr. K. Suha AYDIN, röportajımız sırasında gençlere önemli tavsiyelerde bulundu. Aydın; “Gençlerin üzerine düşen temel görev ve sorumluluğun ise; Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık, çalışkanlık, evrensel değerleri, bilimin ve aklın üstünlüğünü benimsemek olduğuna inanıyorum.” dedi. Prof. Dr. K. Suha AYDIN ile Mersin Üniversitesi’nde gerçekleştirmeyi düşündüğü yeni projeleri ve hedefleri hakkında konuştuk. programlarında yan dal ve çift ana dal programları düzenlenmektedir. Üniversite, kuruluşunuzu aktarabilir misiniz? profilleri hakkında bilgi verebilir misiniz? Mersin Üniversitesi, TBMM’nin 3 Temmuz 1992 tarihinde kabul ettiği 3837 sayılı Kanun ile kurulmuş, 10 Kasım 1992 tarihinde faaliyete geçmiştir. Mersin Üniversitesi, lisans, ön lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde öğrenci yetiştiren bir devlet üniversitesidir. Fen, sağlık, eğitim ve sosyal bilimler ile güzel sanatlar alanlarında eğitim sunan Mersin Üniversitesi'nde bugün itibarıyla; Denizcilik, Eczacılık, Eğitim, Fen-Edebiyat, Güzel Sanatlar, İktisadi ve İdari Bilimler, İletişim, Mimarlık, Mühendislik, Su Ürünleri, Teknik Eğitim, Teknoloji, Turizm ile Tıp fakülteleri bulunmaktadır. Ayrıca dört yıllık Devlet Konservatuvarı, Beden Eğitimi ve Spor, Uygulamalı Teknoloji ve İşletmecilik, Sağlık, Takı Teknolojisi ve Tasarımı yüksekokulları ile iki yıllık eğitim veren 12 yüksekokulumuz vardır. 1993-1994 eğitim-öğretim yılında Fen-Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu, Mersin Meslek Yüksekokulu, Gülnar Meslek Yüksekokulu, Mut Meslek Yüksekokulu, Tarsus Meslek Yüksekokulu ile lisansüstü programlarını yürütecek Sosyal Bilimler ve Fen Bilimleri Enstitülerine öğrenci alarak eğitim-öğretime başlamıştır. Mersin merkezinde 3 kampüste eğitim-öğretim yapan Mersin Üniversitesi, merkez Çiftlikköy olmak üzere, Yenişehir ve Tece Kampüsleri ile şehir merkezinde ve çeşitli ilçelerde yerleşmiş durumdadır. Bugün itibarıyla fakülte sayımız 14’e, yüksekokul sayımız 8’e, meslek yüksekokulu sayımız 12’ye, enstitü sayımız 5’e, araştırma merkezi sayımız ise 20’ye yükselmiştir. Üniversitenizde eğitim verilen fakülteler, akademik personel ve öğrenci Akademik birimlerde örgün öğretim gündüz ve ikinci öğretim şeklinde yapılmaktadır. Üniversitemizin öğretim dili Türkçedir. Ancak derslerinin yaklaşık %30’unu yabancı dilde yürüten birimler de bulunmaktadır. Bu birimlerin öğrencileri için yabancı dil hazırlık programı sunulmaktadır. Üniversitemizde, 70 alanda lisans, 102 alanda ise ön lisans programı yürütülmektedir. Programların diğer programlarla ilişkilerinin sağlanması amacıyla lisans Seçkin bir öğretim elemanı kadrosuna sahip üniversitemiz bünyesinde; 210'u profesör, 130'u doçent, 292'si yardımcı doçent olmak üzere 1525 öğretim elemanı vardır. 2013-2014 eğitim-öğretim yılında öğrenci sayımız 33.803’e ulaşmıştır. Bu rakamın 1854'ünü yüksek lisans ve doktora öğrencileri oluştururken 15 bin 451'ini lisans öğrencileri, 16 bin 498'ini ön lisans öğrencileri oluşturmaktadır. Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayımız ortalama 57.17, öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayımız ise 34.26’dır. Üniversitenin Mersin’in ekonomik ve sosyal yaşamına katkılarını aktarabilir misiniz? Mersin Üniversitesi, kuruluş gerekçesine uygun olarak bölge ve ülke kalkınmasına katkıda bulunmak amacıyla; “Üniversite-Sanayi” ve “ÜniversiteKent” işbirliği çerçevesinde projeler de uygulamaya geçirmektedir. Bu işbirliği çerçevesinde önemli adımlar atan ve kentteki kuruluşlar ile meslek örgütleriyle yan yana duran Mersin Üniversitesi, ülke ve bölge insanına önemli katkılarda bulunmaktadır. Kurucuları arasında Mersin Üniversitesi’ nin de bulunduğu Mersin Teknoparkı Projesi, bu katkının en önemli örneklerinden biridir. Firmaların bölgede teknoloji üretmeleri ve araştırmageliştirme çalışmaları yapabilmelerine olanak sağlayan Teknopark ile Mersin ilinde ileri teknolojiye yönelik Ar-Ge sonuçlarının ekonomik değere dönüştürülmesi ve teknoloji yeteneklerinin geliştirilmesi sağlanmaktadır. Son yıllarda gösterilen yoğun çaba sonucu üniversite ile kent arasında- ki ilişkiler üst düzeye çıkarılmıştır. Başbakanlık Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Türk Standartları Enstitüsü, Gümrük Müşavirleri Derneği, Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Odası, Mersin Sanayici ve İşadamları Derneği, Uluslararası Nakliyeciler Derneği, Ekonomi Platformu, Mersin İş-Kur gibi çeşitli kurum ve kuruluşlar ile yaptığımız işbirliği protokolleriyle üniversitemizin kent dinamikleri ile olan ilişkileri ivme kazanmıştır. Yürütülen projelerle çeşitli toplum kesimlerine, özellikle dezavantajlı gruplara yönelik faaliyetler yürütülmekte ve bu kapsamda kentteki sorunların çözümüne yönelik katkılar sağlanmaktadır. Üniversitemizin hizmet üretiminde en etkin birimlerinden birisi olan Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Hastanesi, Mersin ilinin sağlık ihtiyaçlarını karşılanmasında önemli bir role sahiptir. 26 dalda poliklinik hizmeti veren, her türlü ileri tetkik ve tedavi olanaklarına sahip, üst düzeyde girişimleri başarıyla gerçekleştiren hastanemiz deneyimli ve geniş kadrosuyla 15 yıldır sağlık hizmeti vermektedir. Mersin Üniversitesi, tüm ile yayılan yaklaşık 30 bini aşkın öğrencisi, 3 bine yakın akademik ve idari personeli ile bölgeye her yıl önemli oranda ekonomik girdi sağlamaktadır. Ayrıca Mersin Üniversitesi’nin varlığı, bölgede her geçen yıl yeni iş alanları açılmasını sağlamakta ve bölgeye canlık katmaktadır. Gençlerimizin üniversitenizde faydalanabileceği sosyal imkanları anlatabilir misiniz? Kampüste yaşam nasıl geçmekte? GENÇLİK Değişik illerden ve değişik sosyal yapılardan Mersin'e gelen binlerce öğrenci, üniversitemizin en önemli paydaşlarından biridir. Üniversite olarak eğitim-öğretim faaliyetlerinin yanında, bu faaliyetleri destekler nitelikte çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. Öğrencilerimize; kendilerini bilimsel, kültürel ve sportif anlamda geliştirebilecekleri ortamlar yaratıyoruz. Üniversitemizde spor, bilim, sanat, doğa, tarih, kültür ve benzeri alanlarda kurulan 50'yi aşkın öğrenci topluluğu bulunmaktadır. Toplulukların düzenlediği etkinlikler, hem sosyal yaşamı hareketlendirmekte hem de öğrencilere etkileşim, paylaşım ve doğru iletişim kurma şansı yaratmaktadır. Kültürel ve sosyal yaşama katkı sağlamak amacıyla her yıl nisan-mayıs aylarında Kültür ve Spor Şenliği düzenlenmektedir. Şenliklerde, spor karşılaşmaları, konferanslar, paneller, tiyatro ve dans gösterileri, konserler, film gösterileri gibi etkinlikler yer almakta; açılan standlar, düzenlenen yarışma ve turnuvalar öğrencilerin gönüllerince eğlenmesine olanak sağlamaktadır. tim, Araştırma ve Uygulama Merkezi bünyesinde faaliyet gösteren Merkezi Araştırma Laboratuvarı da üniversitemizdeki tüm araştırmacıların kullanabileceği ileri teknolojik cihazların yer aldığı ortak bir laboratuvar özelliği taşımaktadır. Üniversiteniz için yeni projeleriniz var ise paylaşabilir misiniz? Engelli öğrencilere destekleyici ve iyi kaynaklarla donatılmış bir ortam sağlamak amacıyla, üniversitemiz bünyesinde ‘Engelsiz Yaşam Birimi Kurulu’ faaliyet göstermektedir. Bu kurul hem akademik engellerin hem de fiziksel ve sosyal engellerin kaldırılması amacıyla çeşitli projeler yürütmektedir. Bu projelerden biri de Mersin Üniversitesi Erişebilirlik Haritası'dır. Web sayfamızda yayınlanan bu harita ile üniversitemiz birimlerine ulaşılabilirliliğin izlenmesi sağlanmıştır. Türkiye’deki üniversiteler arasında ilk uygulama özelliği de taşıyan projemiz, Sesli Ders Kitabı projesi ile birlikte Türkiye Engelsiz Bilişim Platformu tarafından 11 Üniversiteniz meslek yüksek okullarında çok sayıda genç yetiştiriyor. Mesleki yeterlilik sisteminin örgün ve yaygın eğitim programlarına yansıtılması ve bunun gereği konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Türkiye’nin sanayileşme ve Avrupa Birliği sürecinde meslek elemanlarının önemi belirgin hale gelmiştir. Bu elemanların eğitim ihtiyacı meslek yüksekokulları ile giderilecek şekilde planlamalar yapılmaktadır. Meslek yüksekokulları üç ana öğe üzerine oturmuştur. Bunlar sırasıyla mesleki yeterlilik bilgisi, bilgilerinin uygulamalı eğitimle zenginleştirilmesi ve sektör ile ilişkiler oluşturulmasıdır. Bizler Mersin Üniversitesi olarak bu öğeleri öğrencilerimize kazandırmaya çalışmaktayız. Meslek yüksekokullarında temel amacımız nitelikli mesleki eğitim vermek ve sektörün istediği insan kaynağını üretebilmektir. Öğrencilerimizin istihdam alanlarına girerken bir adım önde başlamaları bizim için en önemli kazançtır. Ayrıca öğrencilerimizin, ilgi, istek ve beklentilerine yönelik olarak pek çok uygulama hayata geçirilmiştir. Üniversite Yaşamına Giriş, Ortak Seçmeli Ders gibi uygulamalar, öğrencilerimizin kişisel-sosyal gelişimine katkı sağlayabilmek amacıyla geliştirilen programlardır. Akademik personelinizin bilimsel çalışma yapabilme imkanları ve araştırma geliştirme çalışmalarına olan katkılarından söz edebilir misiniz? Üniversitemizin övünç kaynaklarından birisi de, yürüttüğümüz araştırma-geliştirme projeleri ve toplumsal projelerdir. Mersin Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri (MEÜ BAP) desteğiyle her yıl yüzlerce araştırma, yüksek lisans, doktora, tıpta uzmanlık projeleri desteklenmekte bunun yanı sıra TÜBİTAK, Çukurova Kalkınma Ajansı, SODES, DPT desteğiyle çeşitli projeler hayata geçirilmektedir. Üniversitemiz geçtiğimiz yıllarda Kalkınma Ajanslarından hibe alan Türkiye’deki tüm üniversiteler arasında ilk sırada; Avrupa Birliği’nden hibe alan Türkiye’deki tüm üniversiteler arasında ise 6’ncı sırada yer almıştır. Tüm bu projelerin gerçekleşmesi, öğretim elemanlarımızın bilimsel çalışmaya teşvikiyle olagelmiştir. Bu kapsamda fiziki alt yapı olanaklarımız neredeyse tamamlanmış durumdadır. Fen, sağlık ve mühendislik alanlarında araştırma ve uygulama laboratuvarlarımızın yanı sıra İleri Teknoloji Eği- Engelsiz Eğitim Ödülü'ne layık görülmüştür. Gençlerimizin öğrenim hayatlarını gelecek yaşamlarına hazırlayabilmeleri için kendilerine önerileriniz nelerdir? Vizyon, teknoloji ve rekabet anlayışı ile ilgili genç nesillere nasıl bir mesaj verebilirsiniz? Öğrencilere çağdaş bir üniversite ortamında eğitim-öğretim olanağı sunan bir üniversite olarak öğrencilerimizin toplumun değerlerine ve kültürüne sahip çıkan uygar insanlar olarak yetişmesini arzuluyor; onların, çağdaş ve bağımsız bir toplumun yaşatılmasında katkısı olsun istiyoruz. Bunun için değişim ve gelişime açık olmak gerekiyor. Kendine güven ve hedefte kararlılık, tüm bunların yanında iletişim ve etkileşim önemlidir. Gençlere tavsiyem; çıtalarını yüksek tutsunlar ve kendilerine her zaman yüksek hedefler koysunlar. Gençlerin üzerine düşen temel görev ve sorumluluğun ise; Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık, çalışkanlık, evrensel değerleri, bilimin ve aklın üstünlüğünü benimsemek olduğuna inanıyorum. Üniversiteniz “Mükemmellikte Yetkinlik 4 Yıldız” belgesi almaya hak kazanmıştır. Bu ödülden söz edebilir misiniz? Hem akademik hem idari birimlerinde TS EN ISO 9001: 2008 Kalite Yönetim Sistemi Belgesi alarak, ülkemizde bu belgeye sahip ilk üniversitelerden biri olan Mersin Üniversitesi; ulusal ve uluslararası düzeyde vereceği eğitim-öğretim, üreteceği bilgi, teknoloji ve sanatla öğrencilerini, mezunlarını, çalışanlarını ve toplumu yaşam boyu öğrenmeyle bütünleştiren, kalite odaklı, engelsiz ve uluslararası tanınırlığa sahip bir üniversite olma vizyonu çerçevesinde mükemmelliğe erişmeyi kendine hedef olarak koydu. Mükemmellik çabalarına EFQM mükemmellik modelinin büyük bir ivme kazandıracağı düşüncesinden yola çıkan üniversitemiz, modeli uygulama kararı aldı. Eylül 2013’de EFQM Mükemmellik Modeli’nin mükemmellikte yetkinlik programına başvuran üniversitemiz, yapılan değerlendirmeler sonucunda Avrupa Kalite Yönetimi Vakfı’ndan “Mükemmellikte Yetkinlik 4 Yıldız” belgesi almaya hak kazandı. EFQM’in Beş Aşamalı Avrupa Mükemmelliğe Yolculuk Programı’nın ikinci aşaması olan Mükemmellikte Yetkinlik 4 Yıldız belgesi, başarılı biçimde yönetilen ve mükemmel kurum olma yönünde ilerleyen kurumlara verilmektedir. İlk başvurusunda 4 yıldız alma başarısını gösteren ilk üniversite olan üniversitemiz, gelecekte Türkiye Mükemmellik Büyük Ödülü’nü almayı kendine hedef olarak koymaktadır. Son olarak eklemek istedikleriniz var ise bizler ile paylaşabilir misiniz? Üniversitemiz, modern ve evrensel değerlere sahip bir üniversite olarak öğrencilerimize eğitim-öğretimin yanı sıra her türlü sosyal ve kültürel olanağı da sağlamaktadır. İnternet teknolojileri, üniversitemizde aktif olarak kullanılmakta, kampüslerdeki açık alanlar ve parklar ile kafeterya, yemekhane ve kütüphane gibi bir çok noktadan kablosuz internet erişimi sağlanmaktadır. Kütüphane hizmetleri, 3.600 metrekare alanda, 294 kişi oturum kapasitesiyle hizmet vermektedir. Serbest erişimli internet salonları ile kütüphane hizmetlerine internet üzerinden de ulaşılabilmektedir. Kampüslerde bulunan kapalı spor salonları, tenis kortları, jimnastik ve aletli kondisyon salonları, futbol, basketbol ve voleybol sahaları, atletizm pistleri, olimpik stadyum, mini golf alanı, rekreasyon alanları ve yüzme havuzundan öğrenci ve personelimiz dilediği gibi faydalanabilmektedir. Çok sayıdaki öğrenci topluluğu yıl içinde pek çok kültürel, sosyal, sanatsal ve sportif etkinlik düzenlemektedir. Üniversitenin bütün kampüs ve birimlerinde, her gün düzenli olarak dört farklı yemekten oluşan öğle yemeği verilmektedir. Çiftlikköy Kampüsü’nde bulunan alışveriş merkezinde; kitap evi, restoran, kafeterya, oyun salonları, banka, kırtasiye, internet kafe, market, sinema gibi öğrenci ve personele yönelik sosyal mekanlar bulunmaktadır. Ayrıca Çiflikköy Kampüsü'nde Kredi ve Yurtlar Kurumu’na ait 1000 kişi kapasiteli erkek ve 3 bin 500 kişi kapasiteli kız yurdu, öğrencilerimize konforlu barınma imkanı sunmaktadır. Tüm bu olanakları ve daha fazlasını öğrencilerimize sunmakla gurur duyuyor, onlara mükemmel bir kariyer fırsatı öneriyorum. Aydın ve elit bir birey olmak isteyen herkesi Mersin Üniversitesi ailesine katılmaya davet ediyorum. 12 YATIRIM YENİLENEBİLİR ENERJİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK Son yıllarda sıklığı ve etkileri giderek artan ekonomik ve çevresel problemler nedeniyle uluslararası aktörler dikkatlerini sürdürülebilir kalkınma çerçevesi altında yeşil büyüme, yeşil ekonomi, düşük karbonlu ekonomi, sürdürülebilir üretim ve tüketim gibi konulara vermektedirler. Avrupa Birliği, yeşil ekonominin sürdürülebilir üretim-tüketim, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kullanımı ile insan refahının artırılması arasında yakın ilişki bulunduğunu öne sürmektedir. Birbiriyle bağlantılı olan bu meseleler içinde Türkiye’nin sıklıkla işittiği ve tartıştığı konunun yenilenebilir enerji ve özellikle hidrolik enerji olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hemen hemen her gün yenilenebilir enerji kaynakları ve kaynaklar ile kurulan santraller ile ilgili birçok bilgiye ve habere maruz kaldığımız halde, neyin ne olduğu ya da olumlu ve ya olumsuz yönlerinin neler olabileceği konusunda bilgi gürültüsü içinde kaybolup gitmekteyiz. Bu yazının amacı, okuyucuya yenilenebilir enerji konusunu ekonomik, politik ve çevresel çerçevede tanıtmaktır. Hande GÖZÜM Gözüm Enerji A.Ş. Yön. Kur. Bşk. Yrd. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), yenilenebilir enerjiyi “tüketildiklerinden daha hızlı yenilenen doğal süreçlerde varolan enerji akışından elde edilen enerji” şeklinde tanımlamaktadır. Bu kaynaklar güneş ışığı, rüzgâr, su, biokütle ve jeotermal olarak sıralanabilir. Yenilenebilir enerjinin kalıcı olarak tüketilmesi mümkün görünmemektedir; diğer bir ifadeyle güneşten ya da rüzgardan elde edilen enerji ile çalışan bir teknoloji bu enerjiyi tüketir, fakat tüketilen enerji kaynağın kendi enerjisinin yanında çok küçük kalır. Öte yandan, enerji üretiminde büyük ölçüde kullanılan kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtların ekonomiye ve doğaya olumsuz etkilerinin yanı sıra, özellikle doğal gazın dışa bağımlılığa neden olduğu da bilinen bir gerçektir. Bu nedenle yerel ve doğal konumunda olan yenilenebilir temiz enerji kaynakları gelişmiş ülkelerde yüksek oranlarda devlet teşvikleriyle kullanıma özendirilmektedir. Türkiye’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Yenilenebilir Enerji Kaynakları Genel Müdürlüğü, yenilenebilir enerji kaynakları hakkında en doğru bilginin alınacağı ilk adres olması itibariyle yatırımcıların başlangıç noktası olmaktadır. Kısa adı YEGM olan Yenilenebilir Enerji Kaynakları Genel Müdürlüğü’nün hedefleri arasında enerji kaynakları potansiyelinden azami ölçüde yararlanılması, elektrik sistemine sorunsuz olarak entegrasyonunun sağlanması, mevcut ve planlanan enerji tesislerinden elde edilecek enerjinin artırılması amacıyla hibrit sistemlere dayalı pilot projeler geliştirilmesi ve demonstrasyon uygulamalarının yapılması konuları yer almaktadır. Yenilenebilir enerji kaynakları üzerine çalışmalar yapan böyle bir kurumun olması yatırımcılar için büyük bir şans, ancak elbette yatırımcılar açısından işin bir de finansal boyutu bulunmaktadır. 5346 Sayılı Yenilenebilir Enerji Kanunu çerçevesinde, enerjide dışa bağımlılığın azaltılması ve arz güvenliğinin sağlanması amacıyla yatırımcıya sağlanan teşvikler ile yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması ve 2023 yılı için yenilenebilir kaynaklardan enerji üretiminin %30’a çıkarılması hedeflenmektedir. Bu hedefin gerçekleşmesi de ancak teşvikler ile mümkün görünmektedir. Enerji piyasasında yatırımcıya sağlanan teşvikler, genel hatlarıyla 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun (YEK Kanunu) ve ilgili ikincil mevzuatta düzenlenmiştir. YEK Kanunu’nda, yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğe devlet desteği ve alım garantisi verilmiş, diğer teşviklerle de yatırımcı desteklenmiştir. Teşvik rakamları ABD doları türünden belirlenmiş olup, bu rakamlar yenilenebilir enerji kaynak türlerine göre farklılık göstermektedir. Söz konusu Kanunla, 31 Aralık .2015’ten önce (18 Mayıs 2005 tarihinden 31 Aralık 2015 tarihine kadar) devreye girmiş olmak kaydıyla, devreye girişlerini müteakip 10 yıl için uygulanmak üzere, güneş enerjisine (fotovoltaik ve yoğunlaştırılmış güneş enerjisine) ve biyokütleye dayalı üretim tesisi (çöp gazı dahil) için 13.3 USD cent/kWh, hidroelektrik ve rüzgar enerjisine dayalı üretim tesisleri için 7,3 USD cent/kWh ve jeotermal enerjisine dayalı üretim tesisi için 10,5 USD cent/kWh sabit fiyat garantisi getirilmiştir. Ancak, bütün bu iyi niyetli destekler yine de yatırımcılar açısından özellikle güneş enerjisi yatırımcısı açısından çok da “teşvik edici” değildir. Yenilenebilir enerji çeşitleri arasında Türkiye’de en yaygın kullanılan hidrolik enerjidir ve bu nedenle kamuoyunda sürekli hidroelektrik santrallerin (HES) doğal, sosyoekonomik, tarih ve kültürel etkileri tartışılmaktadır. HES’lerin olumlu ve olumsuz etkilerini tartışmak daha detaylı bir yazının konusudur. Ancak, fikir vermesi açısından Türkiye’de enerji ihtiyacı büyüyen ekonomi ve artan nüfus göz önünde bulundurulduğunda her geçen yıl artmaktadır. Elektriğe duyulan ihtiyacı azaltmak olası görünmediğine göre Türkiye açısından en rasyonel seçimin dışa bağlılığın azaltılarak kendi doğal kaynaklarının etkili kullanımı ile üretim gerçekleştirebilmesidir. Ve fakat, doğal kaynakların azami biçimde kullanılması gerekliliği doğanın, kültürün, tarihin yok edilmesinin meşru olabileceği anlamına gelmemektedir. Yanlış, alelacele hazırlanmış çevresel değerelendirme raporları ile kurulan santrallerin “yenilenebilir” enerji tanımına aykırı biçimde dere yataklarını kuruttuğu, biyolojik çeşitliliği yok ettiği bilinen bir gerçektir. Devletin HES’ler ile ilgili yasal mevzuatı AB’nin öngördüğü standartlara getirmesi, konuyla ilgili yönergeleri tavizsiz uygulaması ve mutlaka yatırımcıları kamu yararı ve sürdürülebilirlik konularında bilinçlendirmesi gerekmektedir. TARİHTEN 13 TARİH, IŞIK, RENK ve KADIN; CAHİDE TAMER AKSEL Cahide Tamer Aksel, restorasyonu bir cümleyle anlatır; "Yaptıklarımı sevgiyle nakış gibi işledim." Öyle ki restorasyon kelime anlamıyla ne kadar hoş gözükse de, uygulamada o kadar zor bir daldır. Ve kendisi dönemin kısıtlı olanaklarıyla imkansızı gerçekleştirebilmiştir. 1915 yılında başlar yolculuğu Cahide Tamer Aksel’in… Lise öğrenimini Erenköy Kız Lisesi'nde tamamladı. Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim, Türk Tezyini Sanatlar Okulu'nda tezhip, çini bölümlerinde bir süre öğrenim gördü. 1943 yılında GSA Mimarlık Bölümü'nü bitirdi. 1943-1956 arasında Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesinde restorasyon murakıbı yüksek mimar olarak İstanbul Rölöve Bürosu, Ankara Merkez, İstanbul Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde görev yaptı. 1954-1970 döneminde Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı Eski Eserler Koruma Encümeni mimarı olarak çalıştı. Bu görevi sırasında Yedikule Altın Kapı ve Küçük Altın Kapı'yı restore etti. 19561974 yılları arasında İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü bünyesinde çeşitli tarihsel yapıların onarımlarını gerçekleştirdi. 30 yılı aşkın meslek yaşamında onarımını gerçekleştirdiği yüzden fazla yapıt arasında külliye, saray, hisar, sur, kale, su kemeri, cami, medrese, türbe, tekke, imaret, kervansaray, sıbyan mektebi, kilise, sebil, hamam gibi çeşitli türde yapılar bulunmaktadır. Yedikule, Rumelihisarı gibi önemli onarımlara imza atmıştır. 1961'de Fransız Hükümeti Kültür Bakanlığı tarafından "Cheva- lier de l'Ordre des Arts et des Lettres" nişanı ile ödüllendirilmiştir. Aksel, 2005 yılında yolculuğu sona erdiğinde geride bir tarih bırakır. “Bu iş şiir yazmak gibidir. (...) Hissedeceksiniz. Ben bir eski eseri tamir öncesi gördüğümde bunu nasıl restore ederim diye, hayal ederim (...).” 2005 yılında Yapı Dergisi’ne verdiği röportajında böyle anlatmıştı Aksel işini ve aslında işini ne kadar da çok sevdiğini… Çok zor koşullarda sürdürülen bu mesleğin ilklerinden biri olan Cahide Tamer Aksel, zamana karşı yenilediği ve yeniden hayat verdiği yapılar ile sonsuza kadar 22 Mayıs 1929 Cahide Aksel (solda) kızkardeşi İhsane ile. Tarihe iz bırakan kadın silüetlerinin arasında yaptığımız yolculukta şiiri, resmi kadın yüreği ile keşfettiğimiz bu bölümümüzde bu sayımızda mimari ve restorasyona Türkiye'nin ilk kadın restoratörü ve tarihsel yapıların onarımı konusunda da çalışan ilk mimar olan Cahide Tamer Aksel’in hayatından, onun unutulmaz dokunuşlarıyla bakacağız. yaşamaya devam edecektir. Cahide Tamer Aksel´in gerçekleştirdiği restorasyon çalışmalarından birkaçı; 1699 yılında inşa edilmiş Boğaziçi'nin en eski yalısı Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı'nı kurtarma projesi,Yedikule Hisarı restorasyonu, Sultan Selim Medresesi restorasyonu, Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi Restorasyonu, Topkapı Sarayı restorasyonu, Rumeli Hisarı restorasyonu ve hisar içindeki tiyatro sahnesi yapımı, Khora Manastır ve Kilisesi (Kariye Camisi) restorasyonu, Aya İrini Kilisesi restorasyonu. 14 SPOR NEW YORK CITY MARATONU -II Serap YAVUZ KILINÇ Nur İnşaat San. A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Maraton koşmak benim hayalim miydi? Yoo… Ama sonra, unuttuğum bir anım gözümün önüne geldi. TED’de lisedeyim, 1 ay önce bir arkadaşımın peşinden katıldığım atletizm takımı ile 10 km yarışında koşuyorum. Ciğerlerim patlamak üzere… Sonrası ise kayıp. Belli ki bitirememişim ve o anıyı resmen hafızamdan silmişim. Sonra, ODTÜ İnşaat’ta koşucu bir arkadaşımla, bir design projesi haftasında, arka yollardan koşuşum aklıma geldi. Ciğerler yine patlıyor… gerisi kayıp. Belli ki sonu hüsran. Yani bir niyet var da, hazırlık ve azim yok gibi. Seneler sonra New York’a taşınınca, uzun zaman, akşam işten omuzları düşmüş, yorgun argın dönen ve birkaç dakika sonra ise dimdik şort, t-shirt, lastik ayakkabı giymiş huşu içinde 2 saat koşan Amerikalıları bunlar deli diye seyrettikten sonra, birgün bir telefon geldi. Eniştem Roberto birkaç İtalyan arkadaşı ile birlikte “New York Maratonu”nu koşmaya karar vermişler ve benden de oradaki organizasyonlara yardımcı olmamı rica ediyorlar. Sportif bir adamdır eniştem ama maraton bu..! Kaç yaşındaki adamlar maratona hazırlanıyor bari ben de biraz koşayım deyip attım spor salonuna kendimi. Hava -20, donmayım şimdi dışarda di mi! İlk kilometremde yine ciğerlerim patlıyor, dayan dedim. Sonunu hatırladığım ilk koşu maceram oldu. Sonunda başardım! O sene ara sıra koştum eniştemlerin maraton tarihine kadar. Ve o maraton haftası muhteşemdi. Son andaki bir sakatlanmayla üç yerine iki kişinin koşacağı kesinleşti. Aileleriyle ve bizimle birlikte 12 kişilik kalabalık bir ekip olduk. Programlar yapıldı. Maraton öncesinde, expodan numaraların alınması, maraton hattının arabayla gezilmesi, beli tutulanlara iğne yapılması ve son gece karbonhidrat yüklemesi amaçlı Soho’nun meşhur Venedik orijinli “Cipriani Downtown’’ ında makarna ziyafeti, müthiş bir heyecan içinde geçti. Ama maraton havası tariflenecek gibi değildi. Tam bir şenlik… Ve parçası olmak, seyirci olarak da olsa, inanılmazdı. Belirli noktalarda moral vermek üzere eniştemi ve arkadaşlarını takip etmeye çalıştık. Bir web aplikasyonu sayesinde zar zor yakaladık. Ve sonunda iki Roberto da peşpeşe bitirdiler. O gece ilk defa farkettim ki, tüm New York maratonu kutluyor. “Empire State”, ışıklarını maratonun şerefine onun renkleri olan, turuncu-beyaz-laciverte çevirmiş. Maratonculara Starbucks bedava kahve veriyor. İnsanlar sokaklarda, maratoncuları kutluyor, alkışlıyorlar. Belli ki bu panayır havası birkaç gün devam edecek… O gece kutlama partimizi, maratoncuların protein alma ihtiyacını gözönünde bulundurarak, daha sonra maraton akşamları gelenek haline gelecek olan, Park Avenue ve 22. Street’deki lezzetli “dry-aged” etleriyle meşhur, “BLT Prime” da yaptık. İtalyan-Türk karışımı bol sesli, bol kahkahalı bir akşam geçirdik. O hafta sokaklarda, restaurantlarda sıkca karşılaşacağımız gibi, her iki Roberto da madalyaları boyunlarında, yüzlerinde ilk defa maraton bitirenlere has tuhaf bir gülümseme, maraton sırasında başlarından geçen maceraları anlatırlarken, seyirci olarak katılan bizlerin maceraları da ayrıca paylaşıldı. Masalar arası diğer maratoncularla kutlamalar bile yapıldı. Maratoncuları madalyalarından tanımasanız bile, birkaç gün boyunca New York sokaklarında ağır aksak, ayaklarını sürüye sürüye yürümelerinden, merdiven inip çıkmalarından hemen tanırsınız zaten… Bu tecrübeyle koşu sevdası kanıma girdi. Maraton sevdası ise, birgün daldırıp 7 mil (11.26 km) koştuktan sonra neden yarı maraton yapmayım dememle başladı. Önce doldurdum kitapları başladım okumaya. Tek amaç maratonu bitirmek. Bu arada New York Maratonu’da en zor maratonlardan biri. Öyle düzayak falan da değil. Yani ölmemek için adam gibi bir plan, program, çalışma lazım. Mutlak bir spor hekimin, ortopedistin, spor masajinda uzman kasları iyi bilen bir masajcın olması lazım ve bu kişilerin de kendileri maraton yapmış olmalı derim ben. Aksi taktirde yardımcı olmaları çok zor. Sadece vücuttaki kaslarla ilgili oluşabilecek rahatsızlıkları önlemek ve oluşanları tedavi etmek değil, küçük görünen ancak antrenmanlarını aksatıp, iyi bakılmazsa ciddi problemler yaşatabilecek diğer detaylar için de hem kendin okumalı, hem de bu konuda tecrübeli bir çevre yaratmalı maratoncu kendine. Komik ama, ayak tırnağın düşerse, kan oturursa vs. gibi konuları bilmek, öğrenmek önemli. Maraton amaçlı beslenme hakkında bilgili değilsen, okumalı, ya da mümkünse maratoncu bir beslenme uzmanına gitmen gerekir. Antrenman öncesi, sonrası ve antrenman süresince yediklerin, içtiklerin de en az antrenmanın kendisi kadar etkili bu konuda. Özellikle 1 saati geçen antrenmanlarda yeterli ve doğru sıvı alımı, hem sağlık hem de antrenmanın faydası açısından çok kritik. Maratoncunun yattığı saat ve uyku süresi, kasların antrenman ve yarışlar sırasında yıpranmalarının en önemli tedavisi ve yeni kas oluşumunun destekleyicisidir. Bu ve benzeri kurallara uymadan ve yeterli eğitimi, calışmaları yapmadan ne kadar fit olursan ol maratonu sağlıklı bitirme ihtimalin azalır. Sakatlanma durumunda da, önemlilerini doktorlara bırakmakla birlikte, küçük sakatlanmalarla maratoncu başedebilecek hale gelmelidir. En basiti buz-ayakları havada tutma-dinlenme üçlüsü, hem tedavi hem de önlem amacıyla maratoncunun hayatının bir parçası olur. Evde hiç durmadan camaşır yıkanır, her yer “tiger balm/bengay” kokularıyla dolar, etraf yeni denenmiş lastik ayakkabılarla doludur. Allah’tan Amerika’da bu ayakkabıları test edip iade etme imkanı var, yoksa ev ayakkabı mezarlığına dönerdi. Böyle bile aynı anda 2-3 ayakkabı kullanmak zorundasınız. İtalyan ekiple seyirci olarak yaşadığım maraton maceramdan 6 ay sonra, NYC Maratonu’na hazırlık niteliği taşıyan “NYRR Half Marathon Grand Prix” sinin Brooklyn ayağını koşuyorum. 13.1 millik (21km) bu koşu hattındaki o dik yokuşlar insanın gözünü korkutuyor. Ama yola çıktık bir kere… Annem ve babam, benim bu maraton sevdamdan tedirgin, enişteme de gizliden gizliye kızıyorlar bu kızın aklına düşürdü diye. En yakın arkadaşım İzmir’den, bir kısım arkadaşım New York’dan, İtalyan ekip Torino’dan ve annem-babam da Ankara’dan dört gözle sağ salim yarışı bitirme haberini bekliyorlar Kamu’dan. Yarışı, yokuşlarında az sürünsem de, tek parça halinde ve başım dik bitirirken, eşim Kamu ve tanımadığım bir ton insanın alkışlarıyla tamamladım. Daha sonra anne-babama çerçeveletip yolladığım, benim ve tek bacağı olmayan bir atletin bitiş çizgisindeki bu enteresan fotoğraf karesi ise, imkansız diye birşeyin olmadığının kanıtı oldu. 6 ay sonra, New York City Maratonu’ nun bir gece öncesinde heyecandan uyuyamadım. Zaten sabah 3:30 gibi de uyanmam lazımdı. Ne zaman yatıcam SPOR ki, ne zaman uyanayım… Neyse ki bu konuda uyarmışlardı ve önceki gecelerde iyi uyumuştum. Son gece herzaman ki mükemmelliyetciliğimle, aman iyi buz yapayım da yarın bir sıkıntı çıkmasın derken daldırıp biraz fazla tutmuşum, alt bacağımda bildiğin buz yanığına sahip olmayı başardım. E artık hafif bir diz sakatlığı, iki düşmüş tırnak, kan oturmuş bir taban ve bir de enteresan buz yanığım ile maratona hazırdım. Motivasyon amacıyla, sevgili kuzenimin önerisiyle her bir mili bir kuzenim için koşmaya karar verdim. 25 tane kuzenim olduğuna gore, 25 mil kuzenlerin, 1 mil kalbime en yakınların, bana da kala kala son 0.2 mil kaldı ki e onu da koşmazsam ayıp… Bu sefer ben yarışıyordum. New York’un 5 “borough”, yani bölgesinde, Staten Island’dan başlayıp, Queens, Brooklyn, Manhattan, Bronx ve nihayet tekrar Manhattan’da tamamlayacağımız 42 km’nin her noktası film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. Kafamda milyonlarca soru uçuşuyordu. Heyecan, endişe, koşuşturma, ODTÜ’de sınavlardan hemen önceyken hissettiğim sakinlik ve konsantrasyona dönüştü… derken Staten Island’i Brooklyn’e bağlayan Verrazano Köprüsü’nden çıkışla birlikte Allah’ım o ne cümbüş, bir an gerçekten bir panayırdayım sandım. Her taraf seyirci dolu, izdiham resmen. Herkes formamın üzerinde yazılı olan adımı bağırıyor, “Sirap, Sirap”. Arada bir de üstümdeki ayyıldızlı kırmızı formamı görenlerden “Turkey” ya da “Turkiya” sesleri geliyor. Diğer tarafta bir konserde “Rocky” filminin meşhur müziği “Gonna Fly Now” ve “Eye of the Tiger” çalıyor. Farkına varmadan ayakların hızlanıyor. Her semtte ayrı bir konser ve New York’un kozmopolit kalabalığı. İtalyanlar, İrlandalılar, Meksikalılar, Polonyalılar, Afrikalılar, Karayipliler, Perulular, Cinliler, yani dünyanın her milleti seni izlemeye gelmiş gibi. Her mahallenin kendine özgü müzikleri var. Maratonun 42 kilometresi boyunca 100 adet konser eşliğinde 40,000 kişi yarışıyor. Kimi yerde rock, kimi yerde samba, bir başkasında rap konseri var. Hatta Bronx’da “gospel” eşliğinde ayaklarımın yerden kesildiğini hissettiğim bile oldu… Her bir köprü geçişinde, New York’un yeni bir bölümüne girerken, görüntüler, binalar, insanlar, etnikler değişiyor, dolayısıyla müzikler de. Ama en enteresan yer Brooklyn’in bir semtine yerleşmiş olan “Hasidic Jewish” lerin yaşadığı bölge oldu. Eski bir yüzyıldan geçiyormuş gibiydik. İnsanların giyinişleri, görünümleri bugüne ait değil gibi. Kimse yüzümüze bile bakmıyor ve 40,000 maratoncunun pat pat ayak sesleri ve nefes alıp verişleri dışında çıt çıkmıyor. Konserin olmadığı tek semt… 8. milde Brooklyn’de, tam da maraton hattının üzerinde, kızkardeşim Elif ‘in en yakın arkadaşının restaurantı var. Maraton’da koşacağımı duymuşlar, bana moral vermek için bekliyorlardı. Deniz’e sarıldığımda arkasında bir an 15 Elif ‘i gördüm zannettim. “Aaa Elif’mi burada” deyince, Deniz hemen “Maratoncu, koşu başına vurdu galiba, Elif’in ne işi var burada” dedi ve hızla yoluma yolcu etti. Ancak köşeyi dönünce algıladım, Elif’ti o. Belli ki sürpriz yapmış gelmiş. Gözlerim doldu, zaten nefes nefeseydim, birden nefesim daraldı. Sonra dedim ki kendi kendime, “Bak bu maratonu tamamlayamazsan, yine hatırlayamayacağın bir anın olacak. Sakin ol!”. Neyse ki hemen kendime geldim ve yola devam. Ancak tüm maraton boyuncaki heyecanım ve o bol şekerli buz gibi enerji içeceği Gatorade, beni her mildeki portatif tuvaletleri kullanmaya mecbur etti. Babam o tuvaletleri kullandığımı görse beni evlatlıktan reddeder. 9. milde yanıma bir maratoncu yaklaştı. “Türksünüz değil mi?” dedi üzerimdeki Türk bayraklı kırmızı t-shirt’ümü göstererek. Ben daha yeni kardeşimin şokunu atlatmışım, konsantre olmaya çalışıyorum, adam sohbete gelmiş… ”Evet” deyince, “Ben de Ermeniyim. Sizin Cumhurbaşkanınız ülkemizi ziyarete geldi. Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?” demez mi. Yahu 40 yıl konuşsak bitmez ki bu konu. Ne diyim, şimdi çelme takar falan, cevap da vermekte zorlandım çünkü “iade-i ziyaret” kelimesinin İngilizce karşılığını o kafayla bulamadım ki “Cumhurbaşkanınızın iade-i ziyaretini bekleriz” diyebileyim. Kafamı sallayıp gülümseyerek devam ettim. 15. mildeki Queensborough köprüsü, Queens’i Manhattan’a bağlar. Maraton hattındaki sıkıntılı noktalardan biridir. Çünkü bu köprü üzerinde bir yoğunlaşma olur ve normal hızının altında koşmak zorunda kalabilirsin. Bu da bazen zaten epeyce yol gelmiş yorgun bacaklarda kramplara sebebiyet verebilir. Tam köprünün ortalarındayken, hemen önümde bir adam yere yığıldı. Üzerinde “Brasil” yazan formalar giymiş bir grubun içerisindeydi. Bir anda bir sürü arkadaşı etrafına toplandı ve koşuşturmaya başladılar. İlk yardım ekibi geldi hemen. Daha sonra maalesef öldüğünü öğrendik. O sene maratona katılan 40,000 kişiden kaybettiğimiz tek kişiydi. Her ne kadar maraton hattı boyunca her adımbaşı ambulans ve sağlık ekibi olması dolayısıyla, normal olarak yolda yürürken kalp krizi geçiren birinin kurtulma şansına göre burada bu şans daha yüksek olsa da, yine de en problemli yerler bu köprüler. Ambulansın ulaşması ve hastanın hastaneye yetiştirilmesi, bir de bu kadar kalabalıkta çok sıkıntılı… 17. milde eşim Kamu ve oğlum Ahmet Yavuz ellerinde koca bir Türk bayrağı beni karşıladılar. Tuvalet maceralarımdan dolayı web aplikasyonundan beni takip eden diğerleri gibi, ben aralarda durmak zorunda kalınca bana birşey oldu diye tedirgin olmuşlar. Neyse, moralimi aldım ve fazla durmamak için yola devam ettim. 20. mil maratonun en kilit yeri. Tüm maratoncuların korkulu rüyası, “Hitting the Wall” sendromunun en muhtemel noktası. “Hitting the wall” dediğimiz, birden duvara çarpmış gibi kıpırdayamayacak hale gelme, enerjinin komple bitmesi durumu. Genelde maratonun son çeyreğinde oluşma ihtimali vardır. Esas mesele, karaciğer ve kaslardaki “glycogen”in, yani vücudun enerji ateşlemesini yaptığını söyleyebileceğimiz deponun tükenmesi ile aşırı yorgunluk ve enerji kaybının oluşması. Eğer doğru antrenman yapıldıysa, maraton öncesi glycogen’i destekleyecek şekilde beslenildiyse, maraton boyunca doğru sıvı alımı sağlandıysa ve gereksiz yere normal hızın çok üstünde ilk yarıyı koşmadıysak böyle bir problem yaşanmaz. 15 ile 20 mil arasında gittikçe artan oranda sürünen maratoncu gördüm. Birden yanıma birisi geldi. “Türksünüz herhalde” dedi. İstanbul’dan gelmiş. Yapılı ve belli ki uzun yıllar spor yapmış bir adam. Ama zor koşuyor. “Hazırım sanmıştım ama hafife almışım. Bitiremiyeceğim galiba ben bu yarışı” dedi. Şimdi ne desem bilemedim. “Bak” dedim “olmadı şimdi. Ben 1 sene öncesine kadar hayatımda spor yapmamış biriyim. Ben yaparsam sen de yaparsın. Beni gözden kaçırma yeter. Ayyıldızı takip et!” dedim ve içimden adama dua edip yoluma devam ettim… 22. milde Bronx’da “gospel” eşliğinde koşuyorum. Bacaklar nasıl da direniyor. Kural olarak yarış öncesinde en fazla koştuğum mesafe bu. Sonrasını düşünmek yerine “mental training” deki “happy place” çalışmamı yapmaya devam ettim. Yani mutlu olduğunuz bir yer hayali ile hedefe doğru devam etmek ki benim için o yer o noktada Karayip Adaları değil. Bitişte gideceğim spor salonum Chelsea Piers Sports Club’in duşu ve havuzu. Havuzun soğuk sularında kulaç atıp yüzüşüm ve jakuzide ağrıyan yorgun bedenimin rahatlayışı hayali artık daha gerçek. 24. mil Central Park’a giriş noktası. Bütün vücudun ağrıyor ama sen belli bir tempodan aşağıya düşmek istemiyorsun… Hani ya durur da bir daha devam edemezsem diye. Zaten artık ruh bedenden ayrılmış, kendi başına koşuyor desem yeridir… En azından ilk maratonum benim için öyleydi… Aklınla, kafanla koşuyorsun diye tercüme edenler de var. Olsun, o da olur… Zaten her zaman aklım bedenimden daha kuvvetli olmuştur… Etrafimda tirtir titreyerek yürüyenler de var (bu arada hava neredeyse donma seviyesinde), hiçbirsey olmamış gibi bir enerjiyle koşanlarda. Ama artık yüzlerde endişeden ziyade son bir azim ve umut var. Central Park’a girmiş olmak, maratonu bitirebileceğinin bir simgesi gibi. Hepimizin alışık olduğu, devamlı koştuğumuz yer… Mekanımız… 26. milde, bir blok, meşhur Plaza Oteli’nin önünden Central Park’ın dışına çıkarak koşuyoruz, seyirciler çılgınca alkışlıyorlar. Bir polis “Sen benim kahramanımsın” diye sırtıma vuruyor. İnsan kendini Kenyalı koşucular gibi hissediyor… Sanırsın birinciyim… Sonra bitiş noktasına doğru Central Park’a giriş yapıyoruz. Son bir yokuş daha…Ve ufukta bitiş çizgisini görüyorum. Hemen öncesinde de kocaman güzelim bayrağımızı sallayan çılgın bir üçlü; eşim, oğlum ve kardeşim. Kısa bir kucaklaşmadan sonra kollarım havada bitiş çizgisini geçiyorum. Tam madalyayı takacaklar derken arkadan birisi koşarak gelip boynuma sarılıyor, ben şok… “Son 6 mil seni ve ayyıldızı takip ettim. Çok teşekkürler” diyor ve gidiyor 20.mildeki adam… Bakakalıyorum… Ve nihayet boynuma madalyamı takıyorlar. Üşümemem için üstüme verdikleri örtüyü ise ancak çok sonra farkediyorum. Elim madalyada ve yüzümde o tuhaf tebessüm ve benim gibi binlercesinin daha yüzünde… İmkansızı başardık… Başarının beraberce paylaşıldığı nadir ortamlardan birinde… Ulaşım sayfası: Facebook Page “Marathon-Triathlon 101 by SYK 16 DÜNYADAN PROJELER Irak’ta Gözkamaştırıcı Bir Proje: DORÇE BASRA AL-SABKH TOPLU KONUT PROJESİ “Irak’ın her yerine iş yapıyoruz” sloganıyla da iddiasını gösteren ve Irak’ta gerçekleştirdiği projeler ile isminden söz ettiren Dorçe Prefabrik Yapı ve İnşaat Sanayi Ticaret A.Ş., 1989’de kurulan, dünya çapındaki tecrübesi ile en zor iklim koşulları altında yüksek kalite ile Mühendislik, Tedarik ve İnşaat servisleri (EPC) veren Türk Ana Müteahhitlik firmasıdır. Dorçe aynı anda farklı ülkelerde, ağır şartlar altında, hızlıca mobilize olup faaliyet gösterme gücü ile ön plana çıkmaktadır. Müteahit firma olmasının yanı sıra Dorçe AŞ., Dünya’da ki en büyük prefabrik çelik yapı üretim tesislerinden birine sahiptir. Üretim tesisi Türkiye Ankara’da olup, 55.000 m2 alanı kapalı olmak üzere toplam 100.000m2 alanda ayda 160,000 m2 Panel Sistemli Prefabrik Bina Üretimi veya 3,600 adet modüler Ünite (Yaşam Kontey- nerleri) veya 1,900 ton Ağır Endüstriyel Çelik Bina üretim kapasitesine sahiptir. Dorçe’nin Dünya çapında farkı ülkelerde sahip olduğu 11 yurt dışı şirketi mevcuttur. Bu ülkeler içerisinde Irak’da Basra, Bağdat ve Erbil olmak üzere toplam 3 şubesi ve ofisi bulunmaktadır Dorçe Irak’da başarılı bir şekilde yürüttüğü birçok projenin arasında öne çıkanlardan biri Basra Al Sabkh Toplu Konut Projesi’dir. Basra’da inşaatı gerçekleştirilen ve %65’i tamamlanan bu projenin toplam saha inşaat alanı; 677,850.00 m² ve bina alanı ise 385,000.00 m²’dir. dahil olduğu Basra Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastahanesi projesi de, Dorçe’nin Irak’da öne çıkan özellikli projelerindendir. Irak Cumhuriyeti - Bayındırlık ve İskân Bakanlığı adına yürütülen bu proje kapsamında; 1416 adet konut, 11 adet sosyal tesis (anaokulu, ilkokul, lise, sağlık merkezi, alışveriş merkezi, pazar alanı, kültür merkezi, cami yapıları) ve tüm sahanın toprak işleri, altyapı işleri, inşaat işleri, asfalt yollar ve peyzaj uygulamaları yer almaktadır ve şehit aileleri tarafından kullanlacaktır. %60’i Irak yerel, %20’si hintli ve %20’si Türk olmak üzere, 2000 kişiyi de iş imkanı sunmaktadır. Dorçe’nin Irak’ta tamamladığı Araç Muayene İstasyonları projesi, Irak İç İşleri Bakanlığı’na yapılmış olup, proje aynı anda İmar Bakanlığı ve Emniyet Müdürlüğü tarafından denetlenmiştir. Ayrıca, Basra’da inşaatı devam etmekte olan ve devlet üst düzey yönetim tarafından Basra’nın incisi olarak anılan ve tamamlandığında Basra’nın en yüksek binası olacak, (bodrum + zemin) 16 katlı, 446 yatak kapasiteli, bir kısım medikal ekipmanlarının da Irak’ın 17 farklı şehrinde aynı anda inşaatı yapılıp, tek seferde 2,800 kişiyi istihdam eden “Araç Muayene İstasyonları” projesi, Irak’ın en sıkıntılı ve riskli olduğu dönemde, bombaların altında, devamlı olarak sahalar arası geçiş yapılarak sorunsuz bir şekilde başarı ile tamamlanmıştır. Ayrıca Dorçe, Irak genelinde bulunan petrol ve gaz sahalarında Eni, Shell, BP, Exxonmobil gibi Dünya çapında ki firmalara bir çok altyapı ve üst yapılı proje tamamlamıştır ve inşa etmeye devam etmektedir.