Hillsider 69 dergi F1

Transkript

Hillsider 69 dergi F1
17/20
22/26
38/42
44/48
56/60
62/65
le tour du monde
Dünyadan en son haberler,
tasar›mdaki en son yenilikler.
2013’ün tatil gözdeleri
En trend seyahat duraklar›.
y›llar geçer, şark›lar kal›r!
2012’nin en iyi
albümleri.
28/32
34/36
50/52
54/78
66/70
72/74
PiPa’nın usta elleri
Yeni jenerasyon ‹talyan,
PiPa şefleri.
istanbul’da film olsam...
Ben “Hayat Var” olurdum.
harley davidson
110 y›ll›k bir motosiklet
efsanesi.
hillsider likes
En favori yılbaş› hediyeleri.
2013 moda trendleri
‹lkbahar - Yaz ’13 koleksiyonu
şimdiden belli.
likya yolu
Bir “Hillsider Challenge”
hikayesi.
disco forever
Disco kültürünün hikayesi.
look
moleskine®
Modern gezginlerin
klasik yoldaş›.
good for men
Bir erkeğin bilmesi
gerekenler.
yeni y›l lezzetleri
Hindi’ye alternatif
bu y›l Ördek.
art blog
30. Sao Paulo Bienali’ni
sizin için gezdik.
84/86
87
88/90
91
92
93/102
en beğenilen ilanlar
Yay›mc›
Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.
Tel: 0212 362 30 00
Nispetiye Cad. Ahular Sok. No: 6
Etiler 34337 ‹stanbul / Türkiye
Attaş Alarko Turistik Tesisler Ad›na Sahibi ‹shak Alaton
Genel Yay›n Koordinatörü
Edip ‹lkbahar
Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü ve
Özlem Gökbel ([email protected])
Reklam Sorumlusu
Yaz› ‹şleri
Çağan Şimşek
Serkan Mekikoğlu
‹pek Kigan
Çeviri
Ayşem Özbaşaran
Tasar›m
Bas›mc› ve Bas›ld›ğ› Yer
Bas›ld›ğ› Tarih
Yay›n Türü
Republica
A4 Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. . Şti.
Tel: 0212 281 6448
Oto Sanayi Sitesi, Yeşilce Mah.
Donanma Sk. No:16 Kağ›thane/‹stanbul
Aralık 2012
Yerel Süreli Yay›n (Dergi)
teşekkürlerimizle
2012 yılında
hillsider magazine’i seçen
tüm markalara.
69. say›ya katk›da bulunanlar
open 24/7
80/83
Berna Gençalp
Çağla Cabaoğlu
Elmira Gürses
Evren Aş›k
Galia Hasid
Kenan Akoğlu
Merve Erçuk
Özlem Avc›oğlu
Pelin Çakar
Selin Sönmez
Zeynep Tosun
Fotoğraflar
76
sadibey.com
Serhat Kapki
Uğur Bektaş
Şenol Altun
Yasin Baran
re/mix
Yılın son modası:
kamuflaj.
summary
Say› 69 (Aral›k 2012 - Ocak, Şubat 2013)
Üç ayda bir yay›mlan›r.
“Hillsider Magazin’de yay›mlanan yaz› ve fotoğraflar›n tüm haklar›, Hillsider logosu ve
isim hakk› Attaş AlarkoTuristik Tesisler A.Ş.’ye aittir.
Kaynak gösterilecek de olsa Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.’nin
yaz›l› izni olmadan hiçbir şekilde yaz› ve fotoğraflardan al›nt› yap›lamaz.”
Hillside Leisure
Nispetiye Cad. Ahular Sok. No: 6
Etiler 34337 ‹stanbul / Türkiye
T.(90) 212 362 30 00
F.(90) 212 362 30 04
www.hillside.com.tr
[email protected]
DÜNYADAN HABERLER
LE TOUR DU MONDE
“Pudsey
Ayıcığ› Yard›ma
Koşuyor!
BBC’nin UK Bağ›ş Derneği bu y›l Children in Need
(Muhtaç Çocuklar Derneği) için kendi maskotu
olan Pudsey Ay›c›ğ›’n› tasarlamak üzere moda
dünyas›n›n en ünlü 30 ismiyle anlaşt›.
Hepsi ortalama 70 santim olan ay›c›klar
15 Kas›m’da Christie’s’de sat›şa sunuldu.
Bütün kazanc›n çocuk derneğine bağ›şland›ğ›
organizasyon öncesi koleksiyon 24 Ekim-14Kas›m
tarihleri aras›nda London & Manchester
Selfridges’de sergilenmişti.
Derneğin ikonik ay›c›ğ› süetten deriye, ipekten
Swarovski kristallerine her çeşit malzeme ve kumaş
kullan›larak ve her bir moda otoritesinin bireysel
yaklaş›m›n› yans›tacak şekilde yeniden tasarland›.
Belki de en ilginç olanlar›; Burberry’nin klasik trençkot
ve şemsiyesiyle ‹ngiliz Centilmeni Pudsey’i, Gucci’nin
Binici Pudsey’i, Prada’n›n en göze çarpan ürünlerinden
olan bir çift brogues ile Liseli Pudsey ve Tom Ford’un
beyaz tak›m elbise, papyon kravat, Aviator tarz› güneş
gözlükleri ve fötr şapkas›yla Bay Çekici Pudsey’i.
Bu büyük bağ›ş organizasyonu için kollar› s›vayan moda
devlerinin aras›nda Louis Vuitton, Donatella Versace,
Missoni, Gucci, Kate Spade NY ve Mulberry gibi isimler
de var. Projede yer alan dünyaca ünlü tasar›mc›lardan
Paul Smith ve Selfridges ayn› zamanda sadece 25 cm
büyüklüğünde olan ve s›n›rl› say›da üretilen Tasar›mc›
Pudsey’leri de yaratt›lar. Selfridges’in kreatif direktörü
Alannah Weston “Tüm hay›r projeleri içerisinde bu kadar
değerli olan bir tanesinde, böylesine büyük yeteneklerin
bir araya geldiğini görmek muhteşem bir şey” dedi.
DÜNYADAN HABERLER
“Louis Vuitton
Şehir Rehberleri
2013
1998’den beri Louis Vuitton, uzaktan bile
tan›yabileceğiniz çarp›c› bavullar yapmakla kalm›yor,
ayn› zamanda gezmeye ve
şehir hayat›na duyduğu aşk›, y›ll›k Louis Vuitton
Şehir Rehberleri ile paylaş›yor.
Şehri en iyi şekilde keşfetmenize yard›mc› olmak
üzere özenle haz›rlanan rehber, her y›l olduğu gibi
bu y›l da 15 Ekim tarihinde sat›şa sunuldu.
Baz› ilginç yeni şehirlerin de dahil olmas›yla
40 şehir ve toplam 10.000 adres içeren rehber,
hem geleneksel, hem modern lüks mekanlar›n
içinde olduğu bir kaynak niteliğinde.
Louis Vuitton Şehir Rehberi dünyaca ünlü
mekanlardan, gizlice keşfedilen ücra noktalara;
gurme restoranlar, yerel caféler, sokak pazarlar›,
lüks şarap mağazalar›, antikac›lar ve müzelerle,
lüks oteller, moda butikleri ve sevimli misafir
evlerine kadar akl›n›za gelebilecek her şeyi kaps›yor.
Rehberlerin yay›nlanmas›yla simultane olarak Louis
Vuitton, Şehir Rehberlerine özel bir seri benzersiz
k›sa filmi de internette paylaş›yor. Her video
tamamen orijinal bir tema üzerinden
bir şehri keşfetmenizi sağl›yor.
“Suntory’den
Rolling Stones’a
Özel Viski!
Japon Suntory Liquors markas› dünyaca ünlü
Rock’n Roll grubu Rolling Stones’un 50. y›ldönümüne
özel, s›n›rl› say›da üretilen bir viski yaratt›. Sadece
150 şişe olarak üretilen viski toplam alt› viskinin
kar›şt›r›lmas›yla yarat›ld› ve Rolling Stones’un ikonik
amblemi olan dudak ve dil tasar›m›yla yap›lm›ş
şişelere kondu. Kar›ş›mda kullan›lan alt› viskinin
her biri efsanevi rock grubu için önemi olan bir y›ldan
seçiliyor. 1962 Yamazaki Viski grubun doğuşunu,
1971 tarihli viski dudak ve dil logosunun ortaya ç›k›ş›n›,
1972 Yamazaki Malt, “Exile on Main St.” albümünün
ç›k›ş›n› temsil ederken diğer viskiler -Hakushu Malt
ve Chita Grain- grubun ilk Japonya’ya gittiği tarih olan
1990 tarihini temsil etmek için seçildiler. Bu s›n›rl›
say›da üretilen şişeler ay›n sonunda şişesi 6,300 $
olmak üzere sat›şa sunulacak.
DÜNYADAN HABERLER
“Gradiva’n›n
Yeni Y›ld›z›:
Zelda Zonk
Karaköy’de yeni aç›lan butik otel Gradiva Hotel’in
en üst kat›ndaki 360° camla kapl› teras›ndan
‹stanbul manzaras›na bakan Zelda Zonk’un ismi,
Marilyn Monroe’nun oteller ve restoranlarda
yer ay›rt›rken bas›ndan kaçmak için kulland›ğ›
takma ad›ndan geliyor. Mekânda fotoğraf sanatç›s›
ve yazar Levent Özçelik’in parmağ› var.
Uluslararas› seçmelerden oluşan mutfağ›, bar›,
muhteşem panoramik manzaras› ve DJ
performanslar›yla sabah›n erken saatlerine kadar
hizmet veren Zelda Zonk, şehrin yeni dedikodusu.
K›sa zamanda modac›, tasar›mc› ve fotoğrafç›lar›n
buluşma noktas› haline gelen restoran
TV y›ld›zlar›n› da s›kl›kla görebileceğiniz bir mekân.
“Supreme
New York’tan
Kaykay Sanatı
1994’te kurulduğu tarihten beri New York
kaykay kültürünün ayr›lmaz parçalar›ndan biri
haline gelen Supreme New York, y›llard›r
NY’un cesur kaykayc›lar›n›n vücutlar›n› sard›ğ›
kadar ayaklar›n› da yerden kesiyor.
Supreme NY ekibi profesyonel kaykay ustalar›,
artistler ve markan›n kendi müşterilerinden
oluşuyor. Supreme New York kaykayc›lar›,
punk rock ve hip hop düşkünlerini, yerinde
duramayan dinamik genç nüfusu ve asla
yaşlanmayanlar› kendine çekiyor. Markan›n
2012 Sonbahar / K›ş kaykay koleksiyonu s›ra d›ş›
tasar›mlar, artistik renkler ve şaş›rt›c› imajlarla
süslü. Her kaykay tahtas›n› bir tuvale çeviren
Supreme NY artistleri şehir hayat›n›n dokusunu
gerçeküstü bir tablo gibi tahtan›n üstüne işliyorlar.
DÜNYADAN HABERLER
“Kate Moss’un
Kitab› Kapaklar›yla
Şimdiden
Olay Oldu
Geçen ay yay›lan haberlere göre, Kate Moss’un
eski sevgililerinden Jefferson Hack ve tan›nm›ş
casting direktörü Jess Hallett, guru Fabien Baron’la
iş birliği yapt› ve Süper Modelin hayat›n› ve kariyer
biyografisini anlatan, kahve masalar›n› süsleyecek
bir kitap üretmek için kafa kafaya verdiler.
Kitab›n kapağ› olarak sekiz tasar›mda karar kılan
dahi üçlü, geçtiğimiz günlerde tasar›mlar› dünyayla
paylaşt›lar. Corinne Day’in Kate Moss daha bir genç
k›zken çektiği resimlerinden, Mert & Marcus ile
Craig McDean taraf›ndan yeni çekilen resimlerine
kadar kronolojik bir hikaye anlatan tüm resimler,
adeta Kate Moss’un masum genç bir k›zdan
erkeklerin rüyalar›n› süsleyen seksi bir kad›n
figürüne dönüşmesinin portresini çiziyor.
‹stanbul’da
F‹LM OLSAM...
22/23/24/26
... Ben “Hayat Var” olurdum.
Ona sonra geleceğiz.
Önce şehir, sinema, ‹stanbul,
bizimkiler, Bond’lar ve
diğerleri…
Sanayi Devrimi; nüfusun şehirlere kaymas›,
sineman›n doğuşu ve irili ufakl› salonlarda
bir şehir eğlencesi olarak yay›lmas› ile ayn›
zamanlara rastlar. Filmlerin şehri, şehirlileri ve
şehre tutunmaya çal›şanlar› s›kl›kla konu etmesi,
o nedenle doğal. Yine de kimi film yönetmenlerinin
şehirlerle aras›nda daha özel bir bağ var.
Bir Wim Wenders, bir Woody Allen, bir Martin
Scorsese hangi filmi, kimin hikayesini çekerse
çeksin baş rollerden biri mutlaka ‘o’ şehrin olur.
Baz› şehirler de baz› özellikleri ile filmlerde
seyirciye görünür. Paris illa aşk şehridir örneğin.
Peki ya ‹stanbul?
Yaz›: Berna Gençalp
[email protected]
Fotoğraflar: sadibey.com
‹stanbul Bahane Sinema Şahane
Baz› film için sinema bahane ‹stanbul şahane,
baz› film için ise ‹stanbul bahane film şahane.
Mümkünse ikisi de şahane olsun,
ama her zaman olmuyor.
‹stanbul’un sinema tarihinde varl›k göstermesi
asl›nda çok eskiye dayan›yor. Sinema okulunda
çekim tekniklerinden bahsedilirken pan hareketinin
ilk defa ‹stanbul’da bir kay›kta yap›lan çekimde
gerçekleştiğini söylemişlerdi bize. Eh, ‹stanbul’un
herkese ikram edeceği bir ilham var, diyelim.
O günden bugüne, ‹stanbul’un arz›-› endam ettiği film
çok... Baz›s› onu teğet geçiyor, baz›s› ise şehri adeta
içine çekiyor. Filmin turistik görüntülerle dolup
taşmas›n› kastetmiyorum, kimi zaman tek bir an bile
bir şehrin duygusunu vermeye yeter.
Son derece ticari bir filmde de o ana rastlayabiliriz,
küçük bütçeli bir filmde de. Örneğin, Nuri Bilge
Ceylan’›n Uzak filmi, filmlerde kolay kolay denk
gelmediğimiz, karlar alt›nda bir ‹stanbul’da geçer.
Kar sessizliği ve görüntüler nefistir. 11’e 10 Kala
filminde ise bir amca, evini ‹stanbul ve kendi kişisel
tarihinin an›lar› ile t›ka basa doldurmuştur. ‹stanbul
ile tan›şmas›na arac› olduğu kap›c›s› için ise ‹stanbul
çözülmesi gereken büyük bir bilmece gibidir.
Şehrin olanaklar›n› iyi belleyip ‘y›rtmas›’ gerekir.
Arabesk müziğin yükselme döneminde ‹stanbul,
taşradan gelen erkeklerin alt etmek istedikleri bir
canavar, düşürmek istedikleri bir kaledir adeta.
Takva’da ‹stanbul bir Müslüman şehridir.
Pandora’n›n Kutusu’nda ‹stanbul terk edilmek
istenen yerdir. ‹stanbul Kanatlar›m›n Alt›nda’daki
‹stanbul art›k olmayan, neredeyse hiç var olmam›ş
gibi gelen bir masal şehridir. Organize ‹şler’deki
şehir ise suçlular› bile lokum gibi olan, çok fotojenik,
devasa bir şehirdir. Anlatt›ğ› hikayenin naifliğine
tezat oluşturan gösterişli ‹stanbul planlar› filmi
istila etmiş durumdad›r. Tabutta Röveşata’da
‹stanbul, Boğaz, Hisar filmin organik parçalar›d›r.
Ferzan Özpetek’in Hamam’›nda ‹stanbul buğular
içinde bir aşk şehridir. Şehrin ruhunu yakalayan
filmlerden bir diğeri de bana göre Asl› Özge’nin
Köprüdekiler filmi.
Pek çok Yeşilçam filminde, bu kadar deforme
olmadan önceki ‹stanbul’u görmek içimizi titretir.
Lütfü Akad’›n kültleşmiş ‹stanbul filmi Vesikal›
Yarim izleyene şehrin ruhunu üfler. Şoför Nebahat,
Küçük Han›mefendi gibi Yeşilçam filmleri
izleyende, başka duygular›n yan› s›ra ‹stanbul’da
sal›nma isteği uyand›r›r. Anlat ‹stanbul ve
Teyzem gibi filmlerde imzas› bulunan Ümit Ünal’a
göre şehrin ruhunu en güzel yans›tan filmlerden biri
de 1963 yap›m› L’immortelle.
Frans›z Yeni Dalga ak›m›n›n önemli isimlerinden
Alain Robbe-Grillet taraf›ndan çekilmiş filmin
oyuncu kadrosunda Sezer Sezin, Ulvi Uraz,
Belk›s Mutlu yer al›yor. Lütfü Akad’›n ise
yönetmen yard›mc›s› olarak filme emeği geçmiş.
Ümit Ünal kendi biyografisinde bu filme duyduğu
hayranl›ğ› şöyle dile getiriyor; “Türk
yönetmenlerde ‹stanbul konusunda bir utangaçl›k,
‘‹stanbul görüntülerini kullan›rsak turistik oluruz’
gibi bir inan›ş vard›r. Halbuki Alain Robbe-Grillet,
Ölümsüz’de ‹stanbul’u o kadar güzel kullan›r ki,
olabilecek en ‘kartpostal’ görüntüler, Hisar’dan
Yerebatan’a kadar en klişe mekanlar, inan›lmaz bir
esrar›n içinde uyumla yerlerini al›r.”
Bu sözlerdeki ‘uyumla yerlerini al›r’ k›sm›na ben de
özel bir vurgu yapmak istiyorum.
Zor iş çünkü bu.
Hayat Var’a gelirsek...
O zoru başarm›ş bir film.
Yönetmen Reha Erdem, buluğ çağ›ndaki genç k›z
‘Hayat’ karakterini buluğ çağ›n›n, yaşam›n ve
‹stanbul’un bütün canavarl›ğ›na rağmen var ediyor,
ya... Bay›l›yorum. Ana karakter, hikaye ve
‹stanbul şehri film boyunca sarmaş dolaşt›r.
Üstelik boğucu bir karabasana dönüşebilecekken
nas›l olmuşsa püfür püfür bir film ç›km›şt›r ortaya.
‹stanbul’da film olsam ben ‘Hayat Var’ olurdum.
Bond’lar›n ve Bond Olmayanlar›n Durumu
‹stanbul’un yabanc› filmlerde arz-› endam ettiğini
görmek insanda değişik hisler uyand›r›yor.
Belki böylece daha az yaln›z ve daha güzel
hissediyoruz şehrimizi, ülkemizi... Hassasiyetlerimiz
o kadar yüksek ki, hemen; ‘bizi nas›l göstermiş, yuh!’
da diyebiliriz, yaşad›ğ›m›z günlük telaşlar içinde
güzelliğinden zevk almay› unuttuğumuz şehrimizle
gurur da duyabiliriz. Biraz daha serinkanl› olanlar
kollar›n› kavuşturup filmi yapanlar›n ‘Bat›’ ve ‘Doğu’
tariflerini pis pis süzebilir. Büyük Hollywood
prodüksiyonlar›nda ‹stanbul’un görünmesi mi
turistleri ‹stanbul’a çekiyor yoksa zaten ‹stanbul’un
giderek daha popüler bir turist destinasyonu olmas›
m› film yap›mc›lar›n› şehrimize sürüklüyor, bilinmez.
Ama her iki durum da birbirini besliyor. 1964 yap›m›
Topkap› filmi turistlerin dikkatini ‹stanbul’a çeken
bir film olarak hat›rlan›r. Midnight Express’i ise
kimse hat›rlamak istemez.
Bond’lara gelince; Rusya’dan Sevgilerle, Dünya
Yetmez ve Skyfall filmlerinde ‹stanbul var m›, var…
Ama hiçbir Bond filmi hiçbir şehrin ruhunu
yakalamakla filan fazla uğraşamaz. Bond filmleri
şehirlerin klişelerini kullanmaktan hatta tekrar
tekrar kullanmaktan kaç›nmazlar. Gelmiş geçmiş
en ‘en’ Bond Sean Connery’i ‹stanbul’un turistik
bölgelerinde gezinirken ya da kovalamaca
oynarken izleyebilirsiniz.
Sonraki Bond’lar da aşağ› yukar› ayn› çevrelerde
ayn› faaliyetleri gösterirler. Takip ‹stanbul,
Uluslararas› ve Köstebek’te de ‹stanbul’a yaklaş›m
Bond’larla ayn› kategoride say›labilir.
Bond filmlerinin dönüp dönüp kulland›ğ› çekim
lokasyonlar› olan tarihi yar›madadaki mekanlar,
Karaköy, Kapal›çarş›, M›s›r Çarş›s› bu filmlerde de
yer al›r.
1974 yap›m›, Agatha Christie uyarlamas› Doğu
Ekspresi’nde Cinayet’te de ‹stanbul hikaye gereği
varl›k gösterir. Şehir çoğu yabanc› filmde olduğu
gibi Doğu’ya aç›lan, başka bir deyişle, bilinmeze,
kaosa aç›lan kap›d›r. Ama neyse ki Poirot vard›r.
Türkiye’de hat›r› say›l›r bir hayran kitlesi bulunan
Jackie Chan de 2001 y›l›nda Alt›n Yumruk
‹stanbul’da filmini ‹stanbul’da çeker. O da kötü
adamlar› Kapal›çarş›’da dövmekten kendini alamaz.
‹ranl› yönetmen Bahman Ghobadi’nin Monica
Bellucci’li ve Y›lmaz Erdoğan’l› Gergedan
Mevsimi’nde ise ‹stanbul ac› çekenlere kucak açan
bir şehirdir. Cevap arayana cevab›n› verir.
Ama huzur vermez.
Fatih Ak›n’›n Duvara Karş› filmindeki ‹stanbul
bölümü şiddet ve şefkat içerir. ‹stanbul’un arka
sokaklar› geceleri yaln›z dolaşan kad›n için
tekin değildir.
Canlanan ‹stanbul
Bağ›ms›z canland›rma sinemas›nda da ‹stanbul’u
konu eden k›sa filmlere rastlan›yor. ‹dil Ar’›n ödüllü
filmi ‹stanbul, bir şehir güzellemesi. Nurbanu
Asena’n›n mizah duygusu taş›yan ‹stanbul’da
S›radan Bir Gün’ü bizi şehirde taksiyle dolaşt›r›rken
Dilara Polat’›n ‹stanbul Mart›s› isimli ödüllü filminde
bir mart›y› takip ediyoruz. Jordana Maurer’in filmi
Geçiş, Boğaz’daki trafik s›k›ş›kl›ğ›n› anlat›yor.
Melis Bilgin’in ödüllü filmi Tetrist ise tarihi
yar›madan›n mimari özelliğini nas›l ad›m ad›m
kaybettiğini maharetle anlat›yor.
“‹stanbul’daki ekolojik eşikleri aşt›n›z. Nüfus
eşiklerini aşt›n›z. Ekonomik eşikleri aşt›n›z.
Peki nereye gidecek bunun sonu?”
Ucu Olmayan Şehir ve ‹stanbul Hat›ras›
Suç şehri, aşk şehri, h›rslar›n şehri, intikam şehri,
Müslüman şehri, tarihi şehir, kozmopolit şehir...
Eski Yeşilçam filmlerindeki ‹stanbul’a nas›l özlemle
bak›l›yorsa, bugünkü ‹stanbul’da geçen filmlere de
öyle bak›lacak bir süre sonra. Şehrimiz çok
fotojenik evet, ama her şey o kadar h›zl› değişiyor
ki; filmler ister istemez şehrin belli bir döneminin
belgesi olarak da zamanla önem kazan›yor.
‹zlemek için
http://www.berlinaletalentcampus.de/campus/
program/telelecture/560
Oysa başl› baş›na ‹stanbul’u konu eden müthiş
belgeseller de var.
Makyajs›z bir ‹stanbul için, Ekümenopolis – Ucu
Olmayan Şehir izlenmeye değer. ‹mre Azem’in filmi
şu soruyu soruyor;
Gönlünüzü hoş tutmak için ise Fatih Ak›n’›n
özellikle yabanc› sinemac›lar›n gözünü ve kulağ›n›
biraz daha ‹stanbul’a çevirmelerini sağlayan 2005
yap›m›, güzeller güzeli filmi ‹stanbul Hat›ras›…
‹yi seyirler...
Merakl›s›na Notlar
Okumak için
-Vesikal› Şehir, Feride Çiçekoğlu, Metis Yay›nlar›
-Iş›k Gölge Oyunlar›, Ümit Ünal, Haz›rlayan
Gül Yaşartürk, Yap› Kredi Yay›nlar›
Çizgi Roman Severler için
-Çiztanbul, Studio Rodeo
Film Listesi
Rusya’dan Sevgilerle, Dünya Yetmez, Skyfall,
Gergedan Mevsimi, Köstebek, Uluslararas›,
Takip ‹stanbul, Ekümenopolis, ‹stanbul Hat›ras›,
Duvara Karş›, Hamam, Alt›n Yumruk ‹stanbul'da
Geceyar›s› Ekspresi, Murder on the Orient Express,
L’immortelle, Topkap›, Uzak, Anlat ‹stanbul,
‹stanbul Kanatlar›m›n Alt›nda, Organize ‹şler,
11'e 10 Kala, Köprüdekiler, Pandora’n›n Kutusu,
Hayat Var, ‹stanbul, Tetrist, ‹stanbul Mart›s›, Geçiş,
‹stanbul’da S›radan Bir Gün.
* Sadi Çilingir'e katk›lar›ndan dolay›
çok teşekkürler.
P‹PA’NIN
USTA ELLER‹
28/29/30/31/32
Gerçek Napolitan...
Yeni jenerasyon ‹talyan...
Bu konseptleri ‹stanbullular’a tan›tan ve
yaşatan PiPa... K›sa sürede ‹talyan mutfağ›
denince ilk akla gelen isimlerden biri haline gelen
PiPa’n›n s›rr› italyan lezzetlerini gerçek haliyle
‹stanbul’a taş›mas›. Nas›l m›? Türkiye’de ilk kez
Napolili ustalar taraf›ndan inşa edilen el yap›m›
Napolitan odun pizza f›r›n› ile... ‹talya’ dan
getirilen organik ürünlerle... Zeytinyağ› ile,
buffalo mozzarella (hakiki manda sütü ile
üretilmiş peynir) ile... Hepsi gerçek ‹talyan...
Nişantaş›’ndan sonra şimdi Ataşehir Hillside
-Trio’da aç›lan ve k›sa sürede Anadolu Yakas›’n›n
buluşma noktas› haline gelen PiPa’n›n menüsünü
Napoli doğumlu, ödüllü şef Enzo Carbone ve
PiPa’n›n Executive Şefi Marco Russo haz›rl›yor.
PiPa’n›n “Gerçek Napolitan”lar› Enzo ve Marco’yu
yak›ndan tan›mak istedik.
Dünyan›n birçok farkl› şehrinde farkl›
restoranlar›n menülerini haz›rl›yor ve şefliğini
yap›yorsunuz. ‹stanbul’a yolunuz nas›l düştü?
Enzo Carbone: Uzakdoğu’da yaşad›ğ›m zamanlarda
bir otelin yöneticiliğini yapan Alp Talat Özkan ile
tan›ş›p arkadaş olduk. Bana PiPa’n›n konseptinden
biraz bahsetti ve bu oluşumun içinde olmak isteyip
istemeyeceğimi sordu. Bu sayede ‹stanbul’a
geldim ve PiPa’n›n menüsünü Marco Russo ile
beraber oluşturduk.
PiPa Nişantaş› ve PiPa Trio, ‹stanbullular’›n
favori mekanlar› aras›nda k›sa sürede yerini ald›.
PiPa’n›n menüsünü beraber yaratt›n›z.
Menüyü haz›rlarken size neler ilham verdi?
Yaratt›ğ›n›z bu menüyü nas›l tan›mlars›n›z?
Marco Russo: Öncelikle müşteri olarak gerçek
bir ‹talyan yemeği yemek için ‹talyan restoran›na
gidiyorsam klasik bir yemek yerine değişik tatlar
denemek isterim. Bir şef olarak menü çal›şmas›na
giriyorsam öncelikle bu noktalardan ilham al›yorum.
Röportaj: Merve Erçuk
Fotoğraflar : Uğur Bektaş
PiPa’n›n başrol oyuncusu el yap›m› pizza f›r›n›.
Napolitan f›r›n yap›mc›s› Michele Strazzullo
taraf›ndan tasarlanm›ş ve inşa edilmiş. Bu
f›r›n›n özelliklerini bize anlat›r m›s›n›z?
Enzo Carbone: ‹yi bir Napoli pizzas› ancak
Napoli usulü yap›lan f›r›nda piştiği takdirde
mükemmel olabilir. 2 ton ağ›rl›ğ›nda f›r›n
malzemesi Napoli’den Türkiye’ye geldi. Napoli
pizzas›n›n gerçek Napoli f›r›n›nda yap›lmas›n›n
mümkün olabilmesi için gerçek Napoli f›r›n ustas›
taraf›ndan inşa edilmesi felsefesinden yola ç›kt›k.
4 nesildir babadan oğula geçerek sanat›n› icra
eden ve birçok ünlü ‹talyan restoran›n›n f›r›n›n›
inşa eden ünlü usta Michele Strazzullo, PiPa f›r›n›n›
kendi elleriyle yaparak Türkiye’nin ilk ve tek Napoli
f›r›n›n› PiPa için inşa etti. Pizza f›r›n› ortalama 450°
C ve üzerinde bir s›cakl›ğa sahip. Bir pizzan›n
ortalama 57 saniyede pişmesini sağlayan da budur.
‹talyan mutfağ› Dünyada en yayg›n ve sevilen
mutfaklar›n baş›nda geliyor. Sizce bunun sebebi
nedir?
Marco Russo: ‹talyan mutfağ› bölgesel olarak
tan›nm›ş; kuzeyden güneye değişen ve ürünler
bak›m›ndan çeşitlilik gösteren bir mutfakt›r.
Bizim için şeflerden önce her zaman üreticiler ön
plandad›r; yani çiftçiler ve kasaplar. ‹talyan
mutfağ›n›n kalitesi, pişirme tekniklerinden
önce en taze, en iyi ve yöresel lezzetlerin seçilip
kullan›lmas›ndan geçer.
Yüzy›llardan beri ‹talyan şefler ve üreticiler,
geleneksel ‹talyan lezzetlerine bağl› kalm›ş, bunun
sonucu olarak da yöresel ürünlerimiz ve lezzetlerimiz
bütün dünya çap›nda tan›nm›ş. Mozzarella peyniri,
Porcini mantar›
ve San Marzano domatesleri gibi...
Çok değerli bir şefin dediği gibi;
en iyi ürün + mükemmel pişirme tekniği = harika
lezzet.
Akdeniz ülkesi olmalar›ndan dolay› Türk ve
‹talyan mutfaklar› aras›nda birçok benzerlik
var. Bunun yan›nda farkl›l›klar da var. Bu iki
mutfağ› ay›ran en önemli özellik size göre
nedir?
Marco Russo: Bence neredeyse ayn› ürünleri
tüketiyoruz. Farkl›l›ğ› yaratan sadece pişirme
şeklimiz. Ayr›ca mutfağ›m›z›n ünlü olmas›n›n
başka bir sebebi de kültürel değişikliklerimizin
neden olduğu, yöresel Türk mutfağ›nda
bulunmayan şarküteri ürünlerimiz.
Türkiye’de s›k s›k vakit geçiriyorsunuz.
Mutlaka Türk mutfağ›n› da denemiş ve
değerlendirmişsinizdir. Türkiye’de
bulunduğunuz sürede Türk mutfağ› sizde ne
gibi etkiler b›rakt›? Türk halk›n›n damak zevki
hakk›nda ne düşünüyorsunuz?
Marco Russo: Mezelerinizi çok seviyorum.
Bence bu şekilde yemek yemenin filozofisi
beraber olmak ve bir şeyler paylaşmak. Büyük
sofralar› haz›rlarken yap›lan mükemmel
yemekleri, al›ş›k olmad›ğ›m›z at›şt›rmal›klar›
büyük bir tutku ile haz›rlaman›z ve ayn› şekilde
içindekileri ayn› tutku ile anlatman›z beni çok
etkiliyor.
Siz dünyadaki en zengin mutfağ›n hangisi
olduğunu düşünüyorsunuz?
Marco Russo: Yöresel lezzetlerini ve
malzemelerini en farkl› şekillerde değerlendiren
ve ön plana ç›karan mutfaklar.
Enzo, Senin Napoli’de doğduğunu ve aile
restoran› sayesinde mutfak ve
yemek pişirme ile iç içe geçmiş bir çocukluğun
olduğunu biliyoruz. Çocukluğunuzu ve
bu sürecin sizi şef olmaya nas›l
götürdüğünü anlat›r m›s›n›z?
Enzo Carbone: Çocukluğumdan beri her zaman
mutfağa merakl› olmuşumdur. Annem ve ablam
Giovanna’n›n yapt›ğ› yemeklere beni her zaman
dahil etmesi nedeniyle böyle oldum san›r›m.
Şef olma sebeplerimden bir tanesi insanlara
bir gülüş verebilmem. Haz›rlad›ğ›m bir yemeğin
bir insan› mutlu edebildiğini görmek benim şef
olma nedenlerimin en baş›nda geliyor.
Çocukluktan sonra bugüne kadar mutfak
hep hayat›n›zda olmuş. Bugüne kadar geçen
mutfak maceran›z› anlat›r m›s›n›z?
Eğitimleriniz ve başar›lar›n›z...
Enzo Carbone: Gençliğimden beri en büyük
şans›m, hem ‹talya’da hem yurt d›ş›nda birçok iyi
şef ile çal›şma imkan›m›n olmas›. Her zaman çok
çal›şt›m, çabalad›m. Çünkü başar›l› olmak için
istek ve süreklilik gerekir. ‹talya’da ve ‹talya
d›ş›nda yaşad›ğ›m bütün deneyimler kendi
mutfağ›m ve vizyonum için bir macera oldu.
Kalite, süreklilik ve tak›m çal›şmas›.
Yeni tarifler oluştururken nelerden
etkilenirsiniz? Nelerden ilham al›rs›n›z?
Marco Russo: Bir şef için en çok ilham verici şey
mevsimlik ve taze ürünlerdir. Bal›k veya
et almak için markete gittiğinizde, taze ve
mevsimlik ürünleri bulduğunuzda,
bunu sağlayan tedarikçilerin önemini ve
bir şefin taze ve sağl›kl› ürünlere ne kadar
dikkat ettiğini anl›yorsunuz.
Mutfakta olmazsa olmaz dediğiniz birşey var m›?
Neler olmazsa yemek yapmak zorlaş›r sizin için?
Marco Russo: Bence tutku, birazc›k fantezi ve
iyi bir zeytinyağ› ile harika yemekler haz›rlanabilir.
Tabii ki ekipman da çok önemli fakat iyi bir şef
başar›s›n› tak›m› ile paylaşmal›d›r. Bu konuda
çok şansl› olduğumu düşünüyorum.
Bir şef olarak en çok kime yemek yapmak
isterdiniz?
Marco Russo: En çok, deneyip ortaya
ç›kartt›ğ›m farkl› lezzetleri, farkl› sunumlar›
ay›rt etmeden, her şeyin tad›na bakan bir kişiye
yemek yapmak isterdim.
Biraz da mutfak d›ş›nda sizi tan›yal›m. Yemekten
başka hangi tutkular›n›z var? Hobileriniz neler?
Enzo Carbone: Birçok hobim var fakat iş
yoğunluğundan dolay› çok fazla vakit
ay›ram›yorum. Golf oynamak, spor yapmak, bal›k
tutmak, kitap okumak, yeni kültürleri araşt›rmak ve
gezmek en çok sevdiğim şeyler.
Marco Russo: Benim en büyük tutkular›mdan biri de
müzik. Özellikle reggae ve soul tarzlar›nda hem
çalmay›, hem de dinlemeyi çok seviyorum ama
maalesef iyi bir şark›c› değilim.
Peki şef olmasayd›n›z ne olurdunuz?
Enzo Carbone: Bu iyi bir soru. Ben de kendime
birçok kez sordum. Bilemiyorum fakat kesinlikle
herkese bir gülümseme sebebi yaratacak bir iş
yapard›m.
Marco Russo: Babam, henüz 11 yaş›ndayken benim
bir şef olmam için beni yönlendirmeye başlam›şt›.
Ancak benim her zaman resim yapma tutkum da
vard›. Resim yaparak dünyay› gezmeyi hayal
ederdim. Şansl›y›m ki şef olarak da çok s›k seyahat
edip dünyay› gezme şans›m oldu.
Hayat “motto”nuz nedir? Birkaç cümleyle ifade
eder misiniz?
Marco Russo: Yemek yemek için yaşam›yoruz fakat
yaşamak için yemek yiyoruz. O yüzden hiçbir şeyi
ziyan etmeyin.
DISCO
FOREVER
34/35/36
Disco kültürü 1970’lerden
itibaren sürekli reenkarne olup
güçlenerek bugüne dek
canl›l›ğ›n› korudu. 1977’de
New York’ta aç›lan Stüdyo 54,
disco kültüründe nas›l gerçek bir
efsaneyse, Ceylan Çapl›’n›n
90’larda ‹stanbul’da açt›ğ›
kulüpler de önemli birer
fenomendir.
1970’ler tüm dünya için sert, tuhaf ve kara y›llar...
Amerika Watergate Skandal›, Vietnam’›n kötü
an›lar› ve ekonomik s›k›nt›larla huzursuz.
Avrupa’n›n doğusunda Sovyet tanklar› cirit at›yor.
Ortadoğu yine kar›ş›k ve dünyada petrol krizi
had safhada. Türkiye ideolojik çat›şmalar,
K›br›s harekat› ve darbe teşebbüsleriyle meşgul.
Edebiyat›m›z Oğuz Atay'›n 'Tutunamayanlar'›n›n,
sinemam›z Y›lmaz Güney’in etkisi alt›nda.
Tek kanall› siyah-beyaz televizyonlar›m›zla
uyuşmaya haz›rlan›yoruz. Tüm dünyada 68 kuşağ›
yorgun. Hippiler bir ütopya kültürüyle h›zla
kendilerini çoğalt›yor; giysilerimizi, müziğimizi,
alg›lar›m›z› değiştiriyor.
...Ve müzik dünyas› darbe üstüne darbe al›yor.
70’lerin daha en baş›nda Rolling Stones’dan Brian
Jones ve hemen ard›ndan Janis Joplin, Jimi Hendrix,
Jim Morrison sözleşmişcesine ölüyor. Yaşarken
efsaneye dönüşen Beatles dağ›l›yor.
Yaz›: Evren Aş›k
Ve sadece üç-beş y›l sonra 1977’de Elvis
Presley’in de banyoda ölü bulunmas› ve üstüne
Lynyrd Skynyrd’in üç üyesinin birden bir uçak
kazas›nda hayatlar›n› kaybetmeleriyle bir devir
bütünüyle kapan›yor. Disco kültürü böyle bir
y›k›m›n ve umutsuzluğun ortas›nda ve “haz”
üzerine inşa oluyor. Bu kültürün efsanevi
ibadethanesi Studio54, böyle bir ruhsal iklimde
kap›lar›n› aral›yor.
Arka plandaki bütün bu “üzücü” fona rağmen
disco, gerçekte “beyaz” erkeklerin iktidar alan›na
dönüşen rock kültürüne bir tepki olarak doğdu.
Rock’›n as›k suratl›, öfkeye ve testosterona
bulanm›ş s›k›c› dünyas›ndan bir ka盺t›. Geylerin,
travestilerin, siyahlar›n ve Latinlerin arka
sokaklardan ç›k›p, New York'un gece kulüplerini
ele geçirmesiyle disco, as›l kişiliğini bulmaya
başlad›. Öfkenin yerini haz, beyaz›n yerini siyah,
erkek iktidar›n›n yerini muğlak bir cinsellik ald›...
Ve tüm ihtişam›yla DANS BAŞLADI!
Dans pistinde Stüdyo 54!
Steve Rubell ve Ian Schrager, Stüdyo 54’ü
1977’de New York- Manhattan’da açt›lar.
Ve k›sa sürüde herkes Manhattan’a ak›n etmeye, bu
özgürlük ve haz dolu dünyan›n kap›s›nda kuyruklar
oluşturmaya başlad›. Andy Warhol, Michael Jackson,
Cher, Blondie, Mick Jagger ve Woody Allen gibi
ünlüler h›zla bu kulübün
çekim alan›na girip birer müdavime dönüştü.
Seksi fotomodeller, modac›lar, tarz sahibi olmak
koşuluyla alt ya da üst s›n›ftan tüm marjinaller
Stüdyo 54’te kendilerine rahatça bir yer buldu.
Kulübün önünde büyük kalabal›klar oluşsa da
girişte çok titiz bir eleme gerçekleşiyor ve sadece
küçük bir az›nl›k o kap›dan içeri girmeyi başar›yordu.
Ayn› y›l 1977’de John Travolta’l› “Saturday
Night Fever”, disco kültürüne ilişkin gerçekçi ve
cesur vurgular yapamasa bile dünyan›n dikkatini bu
müziğe ve dansa çekmeyi başard›.
Bee Gees ve Kool and The Gang gibi önemli
gruplar›n ses verdiği filmin “soundtrack” çal›şmas›,
30 milyondan fazla satarak gerçek bir rekora imza
att›. Art›k disco, bir popüler kültür fenomeni olarak
da rüştünü ispatl›yordu.
Disco’nun yaz›, disco’nun yas› oluyor...
Stüdyo 54’ün en parlak günlerinde kendini gösterip,
bir kulüp uyar›c›s› olarak bugüne dek gündemden
düşmeyen Ecstasy, pistlere daha çok renk,
hareket ve aşk getirdi. Ama ayn› oranda büyük bir
bedel ödetmeyi de bildi. Çeşitli uyar›c›lar ve artan
şöhreti yüzünden Stüdyo 54, polisin de dikkatini
çekmeye başlad›. Ve aç›l›ş›ndan 4 y›l sonra
1981’de kapanmak zorunda kald›; disco’nun yaz›,
disco’nun yas›na dönüştü.
Boney M, Abba, Bee Gees ve Donna Summer...
Stüdyo 54’ün kapanmas› büyük bir üzüntü
yaratt›. Ve yavaş yavaş disco bir alt kültür
olmaktan bütünüyle ç›kt›. 80’lerin,
her şeyi h›zla tüketen, bolluk ve refah dolu
iklimi bu kültürü de merkeze al›p, sindirmeye
başlad›. Disco dönemin ana ak›mlar›ndan birine
dönüştü. Apartman topuklar, hippie elbiseleri,
favorilerle birleşen uzun saçlar, bol paça pantolonlar
ve mini etek yerini alan uzun etekler...
Disco, art›k herkesi saran bir modayd›!
House’tan Trance’e yepyeni ak›mlar yeni bir dans
ve club kültürüne hayat verdi. Dünya müziğinde
Orbital, Underworld ve Chemical Brothers bu
yeni dönüşümde büyük rol oynad›.
DJ kabininde Paul Oakenfold, Sasha ve John
Digweed yeni club kültürü ikonlar›na dönüştü.
... Ve 90’lar›n ‹stanbul’unda “rave” kültürü...
90’larda Ceylan Çapl›’n›n Maslak’ta bir araba
mezarl›ğ›ndan dönüştürerek hayata geçirdiği
2019 isimli kulüp, bu kültürün ‹stanbul’da
en önemli tezahürü oldu. 2019, kültürel anlamda
New York’un efsanevi Stüdyo 54’ünün son
1974’te Almanya’dan kendini gösteren Boney M,
derece başar›l› bir kopyas›yd›. Tüm farkl›l›klar›
Eurovision’da “Waterloo” ile birincilik elde eden
Abba ve 70’lerde Disco Kraliçesi unvan›n› kazan›p bu cesurca buluşturan, müziği, kişiliği ve kitlesiyle
Türkiye’de “küçük” bir devrim yaratan bu kulüp,
y›l akciğer kanserinden kaybettiğimiz
TBMM kürsülerinde bile ad› geçecek kadar büyük
Donna Summer bu kültürün y›ld›zlar›na dönüştü.
tart›şmalara sebep oldu. Taksim’de aç›lan 19, 20
Efsanevi disco üçlüsü Bee Gees, yedi kez
ve 14 isimli Ceylan Çapl› kulüpleri, 2000’lerin
Grammy kazand›; plak sat›şlar› 225 milyonu
baş›na dek varl›klar›n› sürdürdü ve ‹stanbul’a son
geçerek büyük bir rekora imza att›.
derece yenilikçi ve cesur bir gece hayat› yaşatt›.
Frans›z disco prodüktörü Jacques Morali'nin
Amerikal› gey stereotiplerden yaratt›ğ›
Peki bu kültürün dünyada geldiği nokta ne?
Village People, bu kültüre büyük bir renk katt›.
Dünyada disco kültürü, elektronik müziğin yeni
Rock’›n ve androjenliğin simgesi David Bowie,
varyasyonlar› ve yeni deneylerle yaşamaya
tüm bu isimlerin üstünde daha “olgun” bir tavr›
devam ediyor. Geçmişle bağ kurma çabalar›
simgelese de “cool” imaj›yla disco’nun esin
t›pk› Madonna’n›n 2005 tarihli
kaynaklar›ndan oldu. Sister Sledge,
“Confession on a Dance Floor” albümünde olduğu
Grace Jones, Diana Ross ve Michael Jackson
gibi hala umut verici şekilde hayatlar›m›za giriyor.
en önemli figürler aras›ndayd›.
Zaten; tüm yarg›lar ve yasaklardan uzakta,
sabahlara kadar dans etmeye
Disco şekil değiştiriyor...
kim hay›r diyebilir ki..?
80’lerin ikinci yar›s›ndan itibaren disco yepyeni
müzik teknolojileri ve elektronik müzik ak›mlar›n›n
etkisinde şekil değiştirdi. New-Wave ve techno rave
kültürlerinin etkisinde reenkarne olup ikinci hayat›na
başlad›.Ritimler sertleşti, nab›zlar h›zland›.
2013’ÜN
TAT‹L GÖZDELER‹
38/39/40/41/42
Cape Town
Cape Town kaderini doğan›n eline b›rakmay›
seven bir şehir. Yüzünü okyanusa dönmüş şehrin
arkas›nda bulunan ve t›pk› bir masay› and›ran
Table Mountain adeta bir koruyucu melek gibi...
Bu dağ›n tepesinde oluşan bulutlar sadece
her saat baş› değişen havan›n değil ayn› zamanda
yaşayanlar›n ruh halinin de habercisi.
Kağ›t paralar›n›n üstünde bile hayvan resimleri
basacak kadar doğa ile bütünleşmiş
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en güzel,
en kozmopolit, en sevimli şehri Cape Town.
Şehrin hemen k›y›s›nda başlayan plajlar›nda her
türlü su sporunu yapabileceğiniz bir yer olan
Cape Town’da seçenekler bununla da s›n›rl› değil.
Yaz›: Özlem Avc›oğlu
Fotoğraflar: Özlem Avc›oğlu & Arşiv
Teleferikle Table Mountain’a ç›k›p gün bat›m›n›
seyretmek, Ümit Burnu’na kadar araba ile
yolculuk, şehrin en renkli yap›lar›n›n yer ald›ğ›
Bo-Kaap bölgesinde gezinti ve tabii ki Güney
Afrika’n›n en iyi şaraplar›n› tadacağ›n›z şarapevi
ziyaretleri mutlaka listenizde olmal›.
Biraz turistik olsa da Victoria and Albert liman›
şehrin gece gündüz en canl› bölgesi. Birçok
dükkan, lokanta, al›şveriş merkezi bulunan bu
bölgede sokakta dans eden yerliler, çalg›c›lar
eşliğinde gece geç saatlere kadar
eğlenebileceğiniz barlar da var. Deniz kenar›nda
koloniyel çok katl› bir yap›n›n içindeki Africa
Trading sadece Güney Afrika’da değil tüm k›tada
yap›lan ürünlerin sat›ld›ğ› tak›dan mobilyaya her
şeyi bulabileceğiniz harika bir yer.
Liman›n hemen karş›s›nda şehrin iki önemli oteli
yer al›yor. Cape Grace (West Quay Road Victoria
& Alfred Waterfront) klasik tasar›m› ve zarif
ambiyans› ile nostaljik bir atmosfer sunuyor.
Yüzlerce çeşit viski koleksiyonuna sahip Bascule
Bar‘› akşamüstleri vakit geçirilecek hoş
yerlerden.
One and Only grubunun bu sene aç›lan ilk
şehir oteli ise biraz ilerisinde Cape Grace’in.
Odalar›n›n çoğunun suni göl k›y›s›nda bulunduğu
Table Mountain manzaral› bu otelde
Japon restoran› Nobu’nun bir şubesi ile deniz
ürünlerinin öne ç›kt›ğ› menüsü ve kaliteli şarap
listesi ile Gordon Ramsey’in Maze’i yer al›yor.
Şehrin bir başka oteli de City Center da yer alan
efsanevi Mount Nelson Hotel (76 Orange Street
Cape Town 8001). Table Mountain’›n eteklerindeki,
Cape Town'un en görkemli oteli Mount Nelson tarihi
şehir merkezinde, günün her saati hareketli olan
Kloof Sokağ›'na k›sa bir yürüyüş mesafesinde
bulunuyor. Burada kalmasan›z bile bahçeye aç›lan
Planet Champagne Bar'a veya akşam üzeri
beş çay› için mutlaka uğramal›s›n›z.
Şehrin yeni hip mahallesi Woodstock Cape Town’un
yeni sanat merkezi olmaya aday. Burada bulunan
Michael Stevenson Gallery’de (Hill House, De Smith
Street) Pieter Hugo, David Goldblatt gibi Afrika’n›n
çeşitli ülkelerinden sanatç›lar›n işlerini veya Afrika
ile ilgili video, fotoğraf, resim, enstalasyon
görülebilir.
Galerinin sergi odalar› ile de yetinmeyip,
birçok eserin bulunduğu arkadaki depoyu da
gezmenizi öneririm. Şehrin en cool insanlar›n›
görebileceğiniz Superette gene bu bölgedeki en
güzel cafe. Nefis kahvalt› ve brunch seçenekleri
sunuyor. Brunch ve öğle yemeği için başka bir
alternatif ise salata çeşitleri ile ünlü
Manna Epicure (151 Kloof Street).
Kloof Street boyunca irili ufakl› birçok butik yer
al›yor ve al›şveriş sevenler için burada gezmek çok
zevkli. Gene hip mahallelerden Waterkant’ta yer
alan African Nova, (72 Waterkant Street) Güney
Afrikal› sanatç›lar›n resim, seramik ve dekoratif
ürünlerini bulabileceğiniz çok hoş bir mekan.
Cumartesi günleri ise, kurulan aç›k yiyecek pazar›
ve antikac›lar› ile Old Biscuit Mill’i ziyaret etmenin
tam zaman›.
Cape Town’a gitmişken, birbirinden güzel plajlar›
ziyaret etmeden geri dönmek olmaz... Clifton
Beach, Cape Town’a olan yak›nl›ğ›, modern
tasar›ml› evleri, k›y› boyunca s›ralanan café, bar ve
lokantalar› ile en güzel sahil bölgesi. Önünüzde
boylu boyunca uzanan kumsal hemen denize
atlamak hissini uyand›rsa da hava ne kadar s›cak
olursa olsun, güney kutbundan gelen ak›nt›
yüzünden deniz suyunun 16 derece civar›nda
olduğunu hat›rlatmak isterim.
False Bay sahilinde bulunan Muizenburg ve Fish
Hoek plajlar› ise sörf yapmaya en uygun olanlar.
Hong Kong
Hong Kong; Hong Kong Adas›, Kowloon, Lantau
Adas› ve New Territories’den oluşan bir şehir ve
ayn› zamanda Çin’in dünyaya aç›lan finans başkenti.
Ayn› zamanda en kozmopolit ve en zengin şehri.
Asya’n›n en büyük serbest pazar› ve liman› Hong
Kong’da yapacak çok şey var. Çok turistik de olsa
şehri anlamak için gidilmesi gereken bir yer
Victoria Peak... Kowloon ve Hong Kong’u meydana
getiren adalar› buradan görmek çok büyüleyici.
Sanat ve antika merak›n›z varsa Hong Kong’un
Soho’su say›lan Hollywood Road’u baştan başa
yürümeniz laz›m. Galeriler, antikac›lar, aradaki
yollarda ufak pazarlar, şehrin en iyi cafeleri bu yol
ve çevre sokaklar›n›n üzerinde. Geçen sene
hizmete aç›lan ve Kowloon bölgesinin en yüksek
binas›n›n 102 ve 118. katlar›nda yer alan Ritz Carlton
Hong Kong sadece konumu değil, iç dekorasyonu
ile de göz kamaşt›r›yor.
118. katta bulunan havuzu ve 119. kattaki Ozone
Bar›’n›n yan›nda Hong Kong adas› ve Victoria
Liman› manzaral› birçok restoran› var. Akşam
yemek sonras› Hong Kong un en ş›k ve enteresan
tiplerine Ozone’da rastlamak mümkün. Hemen
yan›baş›nda yer alan W hotel de adeta Ritz
Carlton ile yar›şmak istercesine bir ş›kl›k içinde.
Sadece şehrin değil dünyan›n efsane otellerinden
biri Peninsula da Kowloon bölgesinde yer al›yor.
En tepesinde yer alan Philip Starck ‘›n tasarlad›ğ›
Felix restorana ziyaret şart...
Hong Kong dünyan›n gurme destinasyonlar›ndan
biri. Uluslararas› zincir restoranlar›n çoğu
otellerin içinde yer al›yor. Hong Kong’un en ş›k
oteli Upper House’un en üst kat›nda yer alan Café
Gray son zamanlarda hem öğle, hem de akşam
yemeklerinde şehrin en ş›k ve gözde ahalisini
ağ›rl›yor.
Dim Sum sevenler için Hong Kong tam bir cennet.
Tarihi bir mekanda Dim Sum yemek isteyenler
şehrin en civcivli yerlerinden Stanley Street’teki
Luk Yu Tea House’a gidebilir. Kowloon bölgesindeki
Kuzey Çin mutfağ›ndan örnekler sunan Hutong her
akşam saat 8 ile 9 aras›nda gerçekleştirdiği ›ş›k
gösterisini de seyredebileceğiniz bir restoran.
Ama Çin mutfağ› denince gerek dekorasyonu
gerek yemekleri ile China Club’›n üstüne yok...
Bu özel ve lüks kulübün en büyük spesyalitesi
ördek.
Hong Kong ,Asya’n›n al›şveriş cenneti. Dünyan›n
ünlü tüm markalar›n› burada bulmak mümkün,
üstelik Hong Kong için yap›lan özel üretimlerle.
Genelde markalar ve büyük butikler al›şveriş
merkezlerinin içinde. Bunlar›n en iyileri Centraldeki
Pacific Place, The Landmark, IFC Mall ve Kowloon
da bulunan Elements.
Dubrovnik
Dubrovnik, H›rvatistan'›n Adriyatik k›y›s›ndaki
en önemli turizm merkezi. Şehrin içinden bile
girilebilen masmavi bir denize sahip olmas›n›n
yan›nda en önemli özelliği tarihi bir kent oluşu...
Merkezde yer alan Old Town yani eski şehrin tarihi 7.
yy’a kadar dayan›yor. 1979 y›l›ndan beri UNESCO
Dünya miras listesinde bulunan Dubrovnik Old Town,
2005 y›l›nda UNESCO’nun başlatt›ğ› çal›şmalar ile
bugünkü görünümüne kavuşmuş. Darac›k sokaklar›,
sokak aralar›ndaki kahveleri ve dükkanlar› ile
her daim canl› olan Old Town’un en büyülü zaman›
geceleri. Çok iyi ›ş›kland›r›lan bu bölgede gece
dolaş›rken insan birkaç yüzy›l önceye gitmiş hissine
kap›l›yor. Dubrovnik en fazla 2 günde gezilip,
H›rvatistan’›n başka şehirlerine geçilecek oyuncak
bir şehir adeta...
Şehrin en güzel oteli Excelsior. 1930’lardan
kalma tarihi bir binada bulunan Excelsior
eski şehre yürüyerek sadece 5 dakika.
Ve her odas› hem Adriyatik’in masmavi sular›na,
hem de eski şehre bak›yor. Gündüzleri denize girilen
plaj› gece deniz mahsullerinin sunulduğu dev bir
lokantaya dönüşüyor. Old Town’a 20 dakika yürüyüş
mesafesinde Miramare Koyu’nda bulunan Hotel
Bellevue şehre yak›n ama kalabal›ğa da uzak olmak
istiyenler için bir alternatif.
Şehrin en ünlü lokantas› hemen şehir surlar›n›n
k›y›s›nda bulunan Nautika. Yemekleri kadar
manzaras› da dünyada nam salm›ş Nautika’n›n.
Şehrin en iyi deniz mahsulü restoran› ise hemen
limanda bulunan Konoba.Yemekten sonra biraz
eğlenmek ve canlı müzik dinlemek isteyenler için
en iyi adres kayalıklar arasında merdivenlerden
inilerek ulaşılan Buza Bar.
Sao Paulo
2014 y›l› Dünya Kupası futbol karş›laşmalar›n›n ve
2016 Olimpiyatlar›’n›n yap›lacağ› Brezilya ve
Rio de Janeiro bir anda tüm dünyan›n gözbebeği
oldu. Ancak güney yar›mkürenin en büyük şehri
Sao Paulo dünyan›n 4. büyük metropolü ve
Brezilya’n›n sanayi, ticaret, finans ve kültür merkezi
olmas›yla Rio’dan rol çal›yor.
Lobideki ihtişam ve klasik zarafet otelin
odalar›nda da devam ediyor.Normal odas› bile
standart otel odalar›n›n üç kat› ve 1950 ve 60’lar›n
klasik mobilyalar› ile döşenmiş. Binan›n en üstünde
yer alan ve Sao Paulo şehir manzaral› spa ve havuz
ise dinginliği ve ş›kl›ğ› ile şehrin kaosu aras›nda bir
tezat oluşturuyor.
Sao Paulo çok büyük bir şehir olmas›na rağmen
iş ‘iyi ‘ konaklamaya gelince az say›da otel var.
Bunlar›n baş›nda Oscar Freire’nin hemen üzerinde
yer alan şehrin en eski lüks oteli Emiliano ile
Ibirapuera Park’›n hemen k›y›s›nda bulunan
Unique yer al›yor. Mimari olarak değişik bir
tasar›ma sahip Unique Otel’in en üst kat›ndaki
Skye Bar geceleri muhteşem şehir manzaras› ile
Sao Paulolu gençlerin gözde yerlerinden.
Rua Oscar Freire sadece Sao Paulo’nun değil,
dünyan›n en ünlü al›şveriş caddelerinden.
Şehrin en güzel ve ünlü dükkanlar› ya bu caddede
ya da caddeye paralel sokaklarda yer al›yor.
Al›şveriş burada bambaşka bir boyuta taş›nm›ş
durumda, zira sat›lan mallardan çok buras›
dünyan›n en sofistike, en ş›k ve en iyi tasarlanm›ş
al›şveriş mekanlar›na sahip. Campana Brothers,
Zaha Hadid, Vivienne Westwood gibi
tasar›mc›larla da çal›şan ünlü Brezilyal› plastik
Fasano ise sadece şehrin değil dünyan›n
ayakkab› markas› Melissa, cephesi ve içi her ay
en çekici ve iyi otellerinden biri. Sao Paulo’nun
değişik tasar›mc›lar taraf›ndan değişen bir sanat
en güzel bölgesi Paulista’da yer alan Fasano
mekan› olan Galleria Melissa’da sergiliyor ve
iki mimar›n elinden ç›km›ş. Isay Weinfeld ve
Marcio Kogan 1930 ve 40’lar›n zarafetini koruyarak sat›yor ayakkab›lar›n›. Ünlü Brezilyal› mimar Isay
Weinfeld taraf›ndan tasarlanan gerçek Brezilyal›
‹ngiliz tuğlas›, Brezilya ağac› ve ‹talyan traverteni
Havaianas mağazas› halka aç›k bir pazar
gibi malzemelerle Fasano’yu günümüzün
niteliğinde. Ayn› zamanda kendi Havaianas’›n›z› da
çağdaş oteline dönüştürmüşler.
tasarlayabileceğiniz mağaza çok keyifli bir
Otelin bar› Baretta her daim şehrin en güzel
al›şveriş deneyimi sunuyor.
insanlar› ile dolu. Ünlü ‹talyan restoran
Fasano ise ferah, ş›k ve ihtişaml› havas› ve
Brezilya’n›n dünyaca ünlü giyim markas› Osklen ile
yemekleri ile en iyi lokantalardan biri
gene Isay Weinfeld taraf›ndan tasarlanan
kabul ediliyor dünyada.
muhteşem kitapç› Livraria da Vila da bu bölgede.
Oscar Freire’de yürümek al›şveriş yapmasan›z bile
çok zevkli zira her biri harika iç mekanlara sahip
dükkanlar›n yan› s›ra tüm cadde birbirinden ş›k
galeri, cafe ve restoranlara da ev sahipliği yap›yor.
Sao Paulo ayn› zamanda dünyan›n gastronomi
merkezlerinden biri. Şehrin etnik çeşitliliği yiyecek
içeçeğe de yans›m›ş. Üstelik lokantalar da sadece
yemekleriyle değil ayn› perakendede olduğu gibi
d›ş ve iç tasar›mlar›yla da göz dolduruyor. Bu sene
en iyi lokantalar s›ralamas›nda dünya dördüncüsü
D.O.M da bu şehirde. Şef Alex Atala yerel ve yal›n
mutfağ› ile burada harikalar yarat›yor. Sadece
Brezilya’da yetişen ürünlerle haz›rlad›ğ› menüsü
çok lezzetli. Gene Alex Atala’n›n geçtiğimiz
senelerde açt›ğ› ikinci bir restoran› var ki;
her gün öğle ve akşam yemeklerini yiyebileceğiniz
bir yer. Dalva e Dito anneannesinden kalma
et ağ›rl›kl› Brezilya mutfağ›n› harika neşeli ve zevkli
bir ortamda sunuyor. Bahçesi, bar›, alt kat› ve
girişte yer alan küçük dükkan› ile 10 numara bir yer.
Yemekte ‹talyan etkisinin görüldüğü Sao Paulo’nun
en iyi ‹talyan› ise hiç kuşkusuz önünde ufak bir
bahçesi olan Gero. D›ş› kadar iç mekan› ve
yemekleri de çok etkileyici.
Buraya kadar geldim, iyi bir et yemeği yemeden
dönmem diyorsan›z size Rodeio’ya uğraman›z›
öneririm.
HILLSIDER
LIKES
44/45/46/47/48
En favori yılbaş› hediyeleri
Yüzük
Mawi, Harvey Nichols
Ayakkabı
Bridget Red KG Kurt Geiger, Harvey Nichols
Frankie Küpeler
KG Kurt Geiger, Harvey Nichols
Ayakkabı
Giuseppe Zanotti, Harvey Nichols
Deri Eldiven
Kate Spade, Harvey Nichols
Gömlek, Papyon
Eton Red Ribbon - 18, Harvey Nichols
Ayakkabı
Balenciaga, Harvey Nichols
Consensus, ‹ncirli Şaraphane
ne
ha
ap
ar
iŞ
irl
‹nc
a,
ar
nk
Vi
110 Yıllık Bir Motosiklet Efsanesi...
HARLEY
DAVIDSON...
50/51/52
Harley-Davidson, 2013 y›l› boyunca,
doğduğu yer olan Milwaukee’den Roma’ya
dünyan›n her yerinde, onlarca şehirde
klasik motosikletlerin ve
güzel an›larla dolu klasik
110 y›l›n tüm ihtişam›n› kutlayacak.
Yaz›: Kenan Akoğlu
Eğer amans›z motosiklet piyasas›n›n içindeyseniz,
her yeni y›l sizin için büyük bir y›ld›r. Ancak bu y›l
Harley-Davidson için her zamankinden daha büyük.
Amerika’n›n en eski motosiklet üreticisi olan marka
110. y›l dönümünü, y›l boyu sürecek olan uluslararas›
bir parti ile kutluyor. 29 Ağustos’taki starttan beri
sonu gelmeyen ralliler, yar›şseverlerin baş›n›
döndürdü ve sadece 110. y›la özel üretilen
motosikletler binlerce motosiklet düşkününün
daha şimdiden nefesini kesti.
Uluslararas› y›ldönümü kutlamalar›, yaz sonbahara
dönerken Milwaukee’de başlad›. Harley-Davidson’›n
110. doğum günü ilan› y›ll›k Milwaukee Rallisi’ni
başlatan düdük oldu. Y›l boyunca sergilenecek olan ve
365 günden geriye sayan saati kuran yeni emekli
olmuş Willie Davidson’u izlemek için binlerce araç
Harley-Davidson Müzesi’ne akt›.
110. y›l kutlamalar›n›n resmi olarak sona ereceği
1 Ekim 2013’te Milwaukee’deki müzede devasa
bir doğum günü kutlamas› yap›lacak. Önümüzdeki yaz
bu parti havas› Harley-Davidson hayranlar›n› sarhoş
etmeden, bir seri uluslararas› etkinlik ile
Harley-Davidson kültürü tekrar kendini hissettirecek.
Ocak 2013’ten başlayarak özel 110. y›l dönümü
Rallileri Hindistan, Yeni Zelanda, Avustralya,
Güney Afrika, Çin, Meksika ve Brezilya’y›
kas›p kavuracak.
Ama y›l›n en göze çarpan olay› haziran ay›nda
gerçekleşecek olan Büyük Roma Rallisi.
Pek çok şehri ziyaret eden motorcular,
Vatikan Şehri’nde ilk defa k›r›ş›ks›z k›rm›z›
cüppeleri içerisindeki kardinaller ve derilere
bürünmüş motosikletçileri bir arada görecekler.
Motor şovlar›n, demo sürüşlerin, motosiklet
sergilerinin, konserlerin ve sonsuz gibi görünen
motosiklet geçidinin yan› s›ra, Papa Benedict’in
1400 motosiklet aras›ndan çekilişle seçilen bir
tanesini kutsayacak olmas› da heyecanla
beklenen bir olay.
Rallilerden ayr› olarak, seçilmiş birkaç motorcu
“Freedom Jacket”› (Özgürlük Ceketini) paylaşma
şans›n› yakalayacak. Özgürlük ceketinin hikâyesi
ise oldukça ilginç. Bu y›l›n başlar›nda Çin’den
geçmekte olan bir medya arac›, Tibet’te deneme
sürüşü yapmakta olan Harley-Davidson
temsilcileri ve muhabirlerle karş›laşt›. Verdikleri
bir molada Harleycilerden biri yoldan geçmekte
olan bir adamdan motorculardan birinin ceketini
imzalamas›n› rica etti. Yabanc› s›ğ›r derisi ceketin
üzerine k›rm›z› boya ile Çince “Özgürlük”
sembolünü yazd›. ‹şte bu ceket
Harley-Davidson’›n 110. y›l›n›n kutland›ğ› bir y›l
boyunca uluslararas› turlara ç›kacak ve seçilmiş
birkaç motorcu onu gururla üstünde taş›ma
onuruna ya da kendi imzalar› ile
dekore etme f›rsat›na sahip olacaklar.
Harley-Davidson bir yandan da hayranlara
yönelik reklam kampanyalar› ve
#sterotypicalharley ismiyle başlatt›ğ› Twitter
trendi ile dünyan›n her yerinden motorcular›
kutlama partisine dahil etmeyi planl›yor.
Harley-Davidson motor tutkunlar›n›n farkl›l›ğ›na
odaklanmak isteyen özel bir TV spotu ile
yürütülecek olan Twitter kampanyas›,
motorcular› kendi Harley-Davidson hikâyesini
anlatmaya teşvik edecek. Her biri bir ‘Harley
al›c›s›’ olarak kimliklerini anlatacaklar ve
Harley-Davidson’›n 110 y›ll›k hikâyesini oluşturan
sayfalardan biri olacaklar.
Tabii ki Harley böylesine önemli bir y›l dönümünü
hayranlar›n› yeni motosiklet modelleri ile
tan›şt›rmadan yapmaz. 2013 için yola ç›kmaya
haz›r yepyeni bir Street Bob bulunuyor.
Ayn› zamanda halihaz›rda bulunan popüler
modelleri Super Glide Custom, Fat Boy Lo,
Road King, Electra Glide Ultra Limited,
Heritage Softail Classic ve 1200 Custom gibi
modeller için s›n›rl› say›da üretilen özel
110. y›l tasar›mlar› da sunuyor. Toplamda on
Harley-Davidson motosikleti 110. y›l için yeniden
yarat›l›yor. Motosikletlerin her biri, kendine ait
benzersiz seri numaras›na sahip plakas›,
Vintage Bronz ve Vintage Siyah boya işi,
saf bronzdan yap›lma yak›t deposu ve
y›l dönümü amblemli kabartmalar› ile
gerçekten eşsiz bir teknoloji
ve estetik abidesi.
Markan›n 110. y›l dönümü için en ateşli hayranlar›
kadar heyecanl› olan Harley-Davidson ekibi bu y›l
için planlanan kutlamalar›n daha önce görülmemiş
büyüklükte olduğunu belirtiyorlar. Harley-Davidson
Pazarlama Müdürü Mark-Hans Richer,
“110. y›l kutlamas› tarihimizdeki en büyük
kutlama olacak. Tam bir y›l boyunca gezegendeki
neredeyse her k›tadaki hayranlarla beraber
kutlanacak bir y›l dönümü bu. Sadece bir y›l dönümü
kutlamas›ndan da çok daha fazlas›. Bu hepimizi
birbirimize bağlayan özgürlük duygusunun
epik bir onurland›r›l›ş› ve dünyadan herkesi bunun
bir parças› olmaya çağ›r›yoruz” dedi.
1
TULA PALTO
ALLSAINTS
ASHBY JEAN
ALLSAINTS
JUMPER
ALLSAINTS
AYAKKABI
MANOLO BLAHNIK
YILLAR GEÇER,
ŞARKILAR KALIR!
2012 y›l›nda da müzik dünyas› devrimci ç›k›şlar yaşamad› ama
kişisel aray›şlar›n en samimi ve ilgiye değer hallerine sahne oldu.
Evet, art›k müziğin ikonlar› dünyay› değiştirmeye çal›şm›yor; sadece katlan›l›r k›lmaya çal›ş›yor.
Daha içe dönük ve kişisel hikayelerden söz aç›yor, kendi dünyalar›na kap› aral›yor.
‹şte bu dönüşüm içinde y›l›n en ak›lda kal›c› ve en “olmazsa olmaz” albümleri...
Y›l içinde kaç›rd›ysan›z, keşfetmeniz için.
56/57/58/60
1- The Maccabees / Given To The Wild
Dört y›l gibi k›sa bir süre içinde ‹ngiltere’nin
en prestijli indie rock gruplar› aras›na girmeyi
başaran The Maccabees, “Given to the Wild”
isimli bu üçüncü albümleriyle büyük bir olgunluğa
ulaşarak hem y›l›n hem de kendi k›sa tarihinin en
iyi işine imza att›. Müzik dünyas›n›n en prestijli
ödüllerinden Mercury Prize’a da aday olan,
her şark›s›yla incelikli bu albüm için akl›ma gelen
ilk sözcükler; derin, zamans›z, yenilikçi, samimi ve
k›r›lgan... Özellikle albümün en değerli parçalar›
“Feel To Follow”, “Heave”, “Unknown” ve
“Slowly One”a dikkat!
Yaz›: Evren Aş›k
2- Crystal Castles / III
Electro, punk, gotik, hepsi, hiçbiri ve fazlas›...
Şüphesiz Crystal Castles son y›llar›n en ufuk
aç›c› ve önemli gruplar›ndan biri. Karanl›ğ› ve
enerjisi sabit kalmak üzere son derece melodik ve
basit yap›lar üzerine kurulu dans müziğinden,
sinir krizinin eşiğindeki punk hayk›r›şlara s›çrayan
şizofrenik tavr›yla müziğin yeni alamet-i farikas›
belki de... Şüphesiz grup, kariyerinin bu üçüncü
albümünde daha öfkeli ve dalgal› sulara sürüklüyor
bizi. Bu şiddetli çalkant›ya rağmen daha temiz, olgun
ve etkileyici bir atmosfer yaratmay› da biliyor.
Crystal Castles III, y›l›n sadece en iyi albümlerinden
biri değil, en ilginçlerinden biri de. Nefesinizi tutun
ve kendinizi sars›nt›n›n ortas›na b›rak›n!
3- WhoMadeWho / Brighter
House, punk, indie rock ve disco sular›nda son
derece melankolik ve ayn› anda tüm ironisiyle
güler yüzlü bir müzik icra eden Danimarkal› trio
WhoMadeWho, dördüncü albümleri “Brighter” ile
y›l›n en iyi “dans” albümüne imza att›. ‹çinde
neredeyse tek “boş” şark› bar›nd›rmayan bu albüm,
“The Sun”, “Running Man”, “Head on My Pillow” ve
“Below The Cherry Moon” gibi şahane eserleriyle
şimdiden unutulmazlar aras›nda yer al›yor.
Otururken, dans ederken ya da düşünürken;
tüm derdine rağmen gülümsemeyi başaran
“Brighter” belki de y›l›n en “çok amaçl›” albümü.
4- The Twilight Sad / No One Can Ever Know
Geçtiğimiz aylarda Babylon’da canl› izleme
f›rsat›n› da yakalad›ğ›m›z ‹skoç grup The Twilight
Sad, “debut” albümleri “No One Can Ever Know”la
2012’nin en özel ç›k›şlar›ndan birini gerçekleştirdi.
Solist James Graham’›n tuhaf ve arkaik
“‹skoç” aksan›, güçlü bariton sesi ve şark›lar›n
karanl›k klavye tonlar›, bazen Ian Curtis’li Joy
Division’u an›msatsa bile grubun kendine has
soğuk ve çekici dünyas›n› tüyler ürpertici bir sis
bulutu gibi üstümüze üfledi. “Sick” ve “Nil” gibi
an›nda klasikleşen büyük eserlere sahip bu albüm
“krautrock”, “shoegaze”, “pop” ve “indie” sular›nda
ayn› anda dolaşan bir başyap›t!
5- Chromatics / Kill For Love
Biraz Italo-disco, biraz dub, biraz new-wave,
biraz ambient ve bolca hayalet gölgesi...
90 dakikal›k uzunluğuyla y›l›n en epik ve en ç›k›şs›z
“gece” albümü olan “Kill For Love”, en az ad› kadar
efkarl› ve “damardan” bir çal›şma olmay› başar›yor.
Disco dokunuşlar› nedeniyle dans edilebilirmiş hissi
veren, yumuşak vokaliyle hemen baştan ç›karan,
fakat açt›ğ› kap›y› ard›m›zdan h›zla kapat›p bizi
kendi tekinsiz dünyas›na hapseden “esrik” bir albüm
bu. Şüphesiz onu y›l›n en değerli yap›mlar›ndan
yapan şeyler de bu hafif dumanl› David Lynch
atmosferi ve özgüveni! “These Streets Will Never
Look The Same” , “Candy” ve “There's a Light Out On
the Horizon”a özellikle dikkat!
6- Halls / Ark
Henüz 21 yaş›ndaki Sam Howard’›n projesi Halls,
“Ark” isimli bu ilk albümüyle y›l›n en ruhani
eserlerinden biri olmay› başar›yor. Aç›l›ş›n› büyük bir
kilise orgundan yay›lan melodilerin yapt›ğ› ve bir
bölümü kilisede kaydedilen Ark, tüm bu kesişmelere
rağmen dini bir inan›şla bağ kurmaktan da kaç›n›yor.
Tam tersi ayk›r› bir ruhun yaln›zl›ğ›n› ve
umutsuzluğunu gözler önüne sererek aidiyetsiz bir
iklimi keşfe ç›k›yor. Thom Yorke’umsu vokalleriyle
Radiohead ve Amerikal› electro-indie grubu Home
Video çağr›ş›ml› Halls müziği, elektronik, ambient,
dubstep sular›nda son derece minimalist ve taze
dünyalardan yank›lan›yor. “Funeral” ve “Reverie”ye
özel ilgi gösteriniz.
7- Trust / TRST
“Sulk”› ilk dinlediğimde bu elektro gotik “dans”
şark›s›n›n, uzun zamand›r duymaktan en keyif
ald›ğ›m şey olduğunu düşündüm. 80’lerin
new-wave’ini ve 90’lar›n rave günlerini ayn› anda
yaşatan bu şark›y› da bar›nd›ran bu “ilk” albümle
kurabildiğim en yak›n akrabal›k Crystal Castles’›n
ilk dönemi oldu. Robert Alfons ve Austra
grubundan Maya Postepski’nin ortak projesi olan
Kanadal› Trust’› dinlerken, Berlin’in karanl›k yeralt›
kulüplerinde başlayan “gotik” bir yolculuğa ç›kt›m
ve baz› şark›lar›n beni hala dans ettirebildiğine ikna
oldum. Bu ayk›r› dansa haz›r olun!
8- Efterklang / Piramida
Danimarkal› Efterklang, dördüncü albümü
“Piramida” y› Norveç ve Kuzey Kutbu aras›nda
kalan Piramiden adl› terk edilmiş kentte kaydetmiş.
Kuru bir yapraktan dev bir petrol tankerine bu
“hayalet” kentte onlar› etkileyen ne varsa hepsi
bir sese dönüşüp albümdeki yerini alm›ş.
Bu yüzden de “Piramida” hayaletleri ve gri bulutlar›
bol, gücünü kişiselliğinden alan bir albüme
dönüşmüş. Belki de son dönemin en etkileyici
piyanistlerinden Nils Frahm’›n da içinde yer ald›ğ›
bir orkestra şark›lara eşlik etmiş. Grubun solisti
Casper Clausen’in falsettolar›n› ve albümün
üç mükemmel yap›t›n› da unutmamak gerek:
“Hollow Man”, “Apples” ve “Sedna”.
Tart›şmas›z y›l›n en iyilerinden.
9- Liars / WIXIW
Her albümünde yeni bir deneye girişmekten
çekinmeyen Los Angeles’l› grup Liars, “wish you”
olarak telaffuz edebileceğimiz 2012 albümü
“WIXIW”la elektronik müzikte gidebileceği yerleri
s›nad› ve ortaya Radiohead’in “Kid A” dünyas›n›
çağr›şt›ran, kendi içinde bile değişken, ayk›r› bir
yap› orta ç›kt›. Olgunluk ve büyüklük kayg›s›
taş›mayan, baş›bozuk bir Radiohead albümü gibi
t›nlayan bu albüm ilk dinleyişte oldukça soğuk ve
dağ›n›k gelebilir. Ama kendinizi b›rakt›ğ›n›zda
yeni, taze ve cesur seslerin, çekici melodilerin
içinde kendinizi kaybedeceksiniz. “WIXIW” tüm
derinliği ve cesaretiyle gerçek bir sanat yap›t›!
10- Bobby Womack / The Bravest Man
In The Universe
Müzik dünyas›n›n dahi çocuğu Blur’un solisti
Damon Albarn’›n prodüktör koltuğunda oturduğu
bu kusursuz albüm, soul ve gospel müziğin
efsanevi ismi Bobby Womack’›n 18 y›l aradan sonra
yay›nlad›ğ› ilk “stüdyo” albümü olma özelliğini
taş›yor... Ve bu kez Womack’›n 67 y›l›n
yaşanm›şl›ğ›yla şarap tad› veren sesi Albarn
sayesinde bir Gorillaz veya Massive Attack
albümünden f›rlama trip-hop ritimler ve elektronik
seslerle buluşuyor. Albümün en büyük sürprizi ise
2012’nin en gösterişli ç›k›şlar›ndan birini yapan
Lana Del Dey ile Womack’›n düet yapt›ğ› “Dayglo
Reflection” ... Y›l›n bu beklenmedik düzeyde baş
döndürücü albümünde Fatoumata Diawara düeti
“Nothin’ Can Save Ya” ve ayr›ca “If There Wasn’t
Something There” özel dikkati hak ediyor.
Baştan sona keyifle dinleyeceksiniz.
11- The XX / Coexist
The XX, 2009 y›l›nda ç›kard›ğ› ilk albümüyle
hem y›l›n en iyi ç›k›ş yapan “yeni” gruplar›ndan
olmay› başard›, hem de Mercury Prize’› kazanarak
büyük prestij elde etti. Elbette tüm bu büyük
başar›lar›n ard›ndan ikinci albümü kaydedip
piyasaya sürmek çok da kolay olmad›. Bildik
“ikinci albüm krizi” üç y›ll›k bir bekleyişe neden
oldu ve ard›ndan gelen “Coeixist” bu bekleyişe
değdiğini gösterdi. T›pk› ilki gibi melodik, sakin ve
sessizlikleriyle son derece minimalist bir
albüm olan “Coexist”, belki ilkinden çok da farkl›
şeyler söylemiyor. Ama bir kez daha “iyi ve
yoğun bir indie-pop şark›s› nas›l yaz›l›r” sorusuna
mükemmel yan›tlar veriyor. Her parças›yla
kayda değer bir albüm olan “Coexist”te özellikle
“Angels”, “Tides” ve “Swept Away”, yan›n›zdan
hiç eksik etmek istemeyeceğiniz şark›lar.
Ve atlanmamas› gereken diğer en iyiler...
13- Mount Eerie / Clear Moon
14- Tindersticks / The Something Rain
15- Andy Stott / Luxury Problems
16- Soulsavers / The Light the Dead See
17- Alt J / An Awesome Wave
18- Gossip / A Joyful Noise
19- Hot Chips / In Our Heads
12- Sigur Ros / Valtari
‹zlandal› Sigur Ros’un solisti Jonsi alt›nc› albümleri
“Valtari”yi şöyle tan›ml›yor: “Bir ç›ğ›n yavaşlat›lm›ş
çekimi”... Kan›mca Valtari’yi en iyi anlatan cümle de
bu! Çünkü Valtari, neredeyse kaydedildikten sonra
ağ›r çekime al›nm›ş, ses parçac›klar›n›n tek tek
görünür k›l›nd›ğ›, doğadaki en küçük titreşimi bile
seyre sunan bir görüntüler ve sesler bütünü hissiyat›
yarat›yor. Ve önceki Sigur Ros albümlerine göre çok
daha minimal ve elektronik t›nl›yor; ambient’a bile
göz k›rpacak denli soyut ve belirsiz noktalara
s›çr›yor. Sonuç ise neredeyse mükemmel!
Özellikle Varud ve bir müzik kutusundan yay›l›yor
hissi veren çarp›c› melodisiyle Valtari albümün
k›ymetini çok iyi özetliyor.
20- The Presets / Pacifica
21- Grizzly Bear / Shields
22- Archive/ With Us Until You’re Dead
23- Bat For Lashes / The Haunted Man
24- Regina Spektor / What We Saw From the Cheap Seats
25- Antony and The Johnsons- Cut The World
2013 MODA
TRENDLER‹
62/63/64/65
Sevgili moda merakl›lar›,
Bu say›da Hillsider Magazine, moda konusundaki
bilgilerimi paylaşmam için beni sizlerle buluşturdu.
Asl›nda moda trendler üstüne kuruluyor,
fakat asla kişisel stilinizi b›rakmaman›z laz›m.
Çünkü sizi as›l tan›mlayan her sezon trendlere göre
giyinmek değil, beğendiğiniz trendleri kendi
stilinizde iyi bir stylingle taş›yabilmektir.
Taş›d›ğ›n›z her bir parça asl›nda sizin kimliğinizin
bir parças›, karakteriniz hakk›nda ipucudur.
O yüzden ben şimdi size bu yaz›da sadece
yol gösterebilirim, çünkü her yiğidin
yoğurt yiyişi farkl›d›r?
Yazı: Zeynep Tosun
F›rf›r:
Asl›nda f›rf›r Lanvin’in imzas›d›r ancak bu sezon f›rf›r›n
çok farkl› yorumlar›n› gördük. Her tasar›mc› bu trendi
başka başka yorumlayarak yeni formlara soktu;
Balenciaga’n›n edgy tarz›n› yans›tan f›rf›rlar vard›;
Givenchy’de daha romantik bir şekilde sunuldu.
Gucci de 60’lar tarz›n› devam ettirdi. Franceso
Scognamiglio benim en sevdiğim tasar›mc›lardan biridir;
o da f›rf›r› hep kullan›r. F›rf›r, bu sezon patlama yapan
trendlerden biri.
Bu sezon - benim de hep koleksiyonlar›mda olan güçlü kad›n imaj› çok ön planda, yani naif, şekli belli
olmayan formlar değil, aksine şekilli, sert bir kad›n
görecegiz 2013’de...
60’lar stili:
Ben her ne kadar çok fazla sevmesem de
Marc Jacobs’›n öncülüğünü yapt›ğ› Edie
Sedgwick ve 60’lar modas› geri geliyor, özellikle moda
çekimlerinde çok fazla görüyoruz bunu.
Etkisini gösteren bir başka dönem ise 80’ler.
Balmain ve Stella Mc Cartney geniş kesim ceketlerinde
80’lere gönderme yap›yor.
Genel anlamda belirtmek gerekirse;
Uzakdogu Esintileri: Özellikle Prada’da öne ç›kan
bu trendi bir sürü markada gördük. Haider
Ackermann, Pucci gibi markalar uzakdoğu esintili
koleksiyonlar›n› sergilediler. Normalde çok daha
romantik formlar kullanan Alber Elbaz(Lanvin) bile
bu sezon keskin formlara ve uzakdoğu tarz›na yer verdi.
Siyah-Beyaz:
Asl›nda her sezon ön planda olan iki renktir; ama bu sezon
birlikte kullan›larak çok yoğun kontrast yarat›l›yor.
En çok Alexander Wang’de gördük. Amerikan klasikleri
Michael Kors ve Ralph Lauren’den, Frans›z aristokrat
Lanvin ve Edgy Balenciaga’ya kadar birçok markan›n en
keskin renk paleti siyah ve beyazdan oluşuyor.
Pilotto Resort
Rodarte
Givenchy
Alexander Wang
Marc Jacobs
2013 için bana göre en çarp›c› koleksiyon ve
sunum her zamanki gibi ar› işlemeleriyle
Alexander McQueen’in koleksiyonu.
Şahsen Preen’i de çok beğendim;
tamamıyla sofistike ve rafine bir koleksiyon.
Sezona damga vuracak tasarımcı ve
detaylara gelirsek;
- Rodarte’nin püsküllü ceketleri
- Altuzarra ve Alexander Wang’in
parmak aras› diz üstü çizmeleri
- Balenciaga’n›n yüzükleri
- Givenchy’nin pleksi huni topuklu ayakkab›lar›
- Peter Pilotto’nun desenleri
- Balmain’in işçiliği...
Bunlar 2013 ‹lkbahar / Yaz koleksiyonunda en çok
dikkat çekecek ve trend olacak objeler.
‹nand›ğ›n›z Yolda Ne Kadar Yürüyebilirsiniz?
L‹KYA YOLU
Bir “HILLSIDER CHALLENGE” hikayesi…
66/67/68/69/70
Yaz›: Galia Hasid
Fotoğraflar : Senol Altun
“Hillsider Challenge”;
s›radan insanlar›n s›rad›ş›
hikayeleri, 3 y›l önce Ağr› Dağ›
Zirvesi’ne t›rmanmakla başlad›,
Boğaz’dan Bozcaada’ya kürek
çekmekle devam etti.
Peki bu hikaye nas›l sürecekti?
‹nand›ğ›n yolda sonuna kadar
yürüyerek... 509 km’lik Likya
Yolu’nu baştan sona geçerek...
Her şey bundan 8 ay önce bir hayal ile başlad›.
Tüm kulüplerden çal›şanlarla oluşan Hillside ekibi,
daha kimsenin haberi yokken “Hillsider Challenge”
hayalleri kurdular. Hayallerinde kutuplara gittiler,
dünyan›n en zorlu çöllerinde dolaşt›lar ve
sonunda yurtlar›na döndüler.
Hedef belirlenmişti: Dünyan›n en iyi 10 uzun
mesafe yürüyüş rotas›ndan biri olan tarihi Likya
Yolu’nu baştan sona 509 km yürümek...
Antalya’dan Fethiye’ye uzanan bu yolculukta,
Hillsider Challenge ekibi Hillside Su’dan
uğurlanacak, Hillside Beach Club’da karş›lanacakt›.
Ekipçe s›k› bir çal›şma başlad›.
Antrenman programlar›, duyurular,
aç›khava yürüyüş rotalar› haz›rland›.
Hillsider Challenge as›l kahramanlar›n›;
profesyonel sporcu olmayan üyeleri,
belki de hayatlar›nda hiç uzun mesafe koşmam›ş
hatta yürümemiş kişileri ar›yordu.
Likya Yolu’nu tamamlamay› başaran bir
Challenger’in, Ece’nin ilk hisleri: “5 Nisan’›
Bekleyin! afişinin as›ld›ğ› ilk gün eşim ‹hsan,
bana ‘bu nedir sence?’ dedi. Ben de bu Likya
Yolu’nun haritas› dedim. Ama o esnada konuyla
ilgili hiçbir bilgim yoktu. Hillside eğitmenleri de
bizi merakta b›raksa da heyecanl› bir olay›n bizi
beklediğinin müjdesini ald›k.
Ve 5 Nisan’› gerçekten bekledik.
Yap›lan ilk toplant›dan ç›kt›ğ›mda içimi
Likya heyecan›n›n sard›ğ›n› söyleyebilirim.”
Ve bu cennet yolculuğuna ön haz›rl›klar taa
Nisan ay›nda başlad›. Kulüpte arazi yürüyüşüne
uygun Bosu® üzerinde özel antrenmanlar,
s›rt çantalar›yla yürüyüş bantlar›nda koşular,
hafta sonlar› ise Likya Yolu’na örnek oluşturacak
Challenge ekibinden Dilek karar an›n› şöyle
yürüyüş rotalar›nda aç›k hava antrenmanlar›
anlat›yor: “‹lk toplant›da daha da çok motive oldum, düzenlendi. ‹şte bu dönem ile ilgili Ebru’nun dile
çünkü işin içinde haz›rl›k için herkesin kat›lacağ›
getirdikleri: “Birinci dönem çal›şmalar›ndaantrenmanlar, organizasyonlar da vard›.
eğitmenlerimiz dahil- bireysel ve toplu,
Esas amaç yar›şmak değil, bir tak›m ruhu
say›s›z çal›şma yapt›k. Yaklaş›k 2 ay› geçen
oluşturarak bu ‘challenge’› yaşamakt›.”
çal›şmalar›m›zda biz bir ‘ekip’ olmay› başard›k
Baz›lar› ise çok daha önceden bu yolda yürümeye
diye düşünüyorum. Bu çal›şmalar›n güzel taraf›,
karar vermişlerdi; t›pk› Vedit gibi: “Likya Yolu afişini yapm›ş olduğumuz antrenmanlar›m›z kişisel
Hillside’da gördüğüm an kat›lmaya karar verdim. En disiplin ve vücut kondisyonuna bağl› iken,
sevdiğim şeyi yapmak için; doğada spor yapmak için sonuç olarak ortaya ayn› kondisyona sahip
9 günlük bir cennet yolculuğuna haz›rd›m”
bir tak›m ç›karm›ş olmas›.”
Hillside Etiler, Trio ve ‹stinye’de üç kulüp çap›nda
düzenlenen, Hillsider Challenge deneyiminin
detaylar›n›n anlat›ld›ğ› toplant›yla Likya Yolu’nu
yürümeye olan ilgi daha da artmışt›.
Birinci dönemin sonunda s›ra seçmelere,
‹stanbul’un en yüksek tepesi Aydos’a
t›rmanmaya gelmişti. Bu t›rman›şta başar›l›
olanlar›n belirlendiği seçmelerin ard›ndan
Likya Yolu’nu yürüyecek 30 Hillsider ikinci
dönem haz›rl›klar›na başlad›.
Arka planda ise Likya yolcuğu ile ilgili her türlü
detay haz›rlan›yordu. Hillside Su’dan uğurlama,
her gece kal›nacak Yörük çad›rlar›,
özel Challenge k›yafetleri, her gece için keyifli
aktiviteler, özel yemek menüleri,
Hillside Beach Club’da karş›lama...
Uzun ve emekli haz›rl›klar sonunda büyük gün
geldi... Ekip, 19 Ekim’de, ceplerine Hillsider
Challenge aplikasyonu ile rotalar›n› yükleyip
yola ç›kt›. 20 Ekim’den 29 Ekim’e kadar dünyan›n
en iyi 10 yürüyüş rotas›ndan biri kabul edilen
Likya Yolu’nda, doğa ve tarihin iç içe geçtiği
say›s›z parkurda bazen güneş, bazen yağmurun
alt›nda 509 km’yi aşan “Challenger”lardan
Özge deneyimini şöyle anlat›yor:
“Mevlana’n›n bir sözü vard›r: ‘Başar› bir seyahattir,
hedef değil. Mutluluk, gidilen yolun üzerindedir,
yolun sonunda değil. Yolun sonunda olsa, ona
var›ld›ğ›nda yol bitmiş ve vakit de geçmiş olurdu.
Mutlu olman›n zaman› ise bugündür, yar›n değil.’
Bence Likya Yolu da böyle bir şey.
‹lk günden ekip olarak ‘challenging’ bir amaç için bir
araya geldik ve bu hedefe ulaşmak için yeri geldi
zorland›k, yeri geldi eğlendik. Birlikte eğlenen,
mutlu olan, motive eden ve zorluklar›n üstesinden
gelen bir ekip olduğumuzu gösterdik.”
‹şte yolun sonunda gelinen nokta; asl›nda ne kadar
yürüdüğünüz değil ne kadar iyi hissettiğinizdir...
‹yi hisseden ve hissettiren tüm Hillside Challenge
ekibine tebrikler ve bir sonraki maceralar›nda
başar›lar...
Bizimle birlikte bu yolda yürüyen Puma, GNC ve Caribou
Coffee’ye teşekkürler.
Modern Gezginlerin Klasik Yoldaş›...
MOLESKINE
®
72/73/74
‹ki as›rdan fazlad›r Vincent van
Gogh, Oscar Wilde, Pablo
Picasso, Ernest Hemingway ve
Bruce Chatwin gibi say›s›z artist
ve düşünürün, fikirlerini,
ilhamlar›n›, yarat›c› ruhlar›n›
içlerine döktükleri o isimsiz siyah
günlükler, kendi efsanesini
yaratan o nadir objelerden biri.
Güvenilir ve yararl› bir yol
arkadaş› olan günlükler eskiden
beridir bir gün meşhur resimler
ve çok sevilen kitaplar haline
gelecek paha biçilemez notlar›,
hikâyeleri ve hayalleri
sayfalar›nda sakl›yor.
Kal›n kapakl›, iç taraf›nda cebi bulunan, s›kl›kla
bir lastik ya da kordonla bağlanabilen defter ve
günlükler 19. ve 20. yüzy›l Avrupas›’nda çok yayg›nd›.
Ufak köşe baş› dükkânlar›nda, Frans›z kitap ciltçileri
taraf›ndan yap›lan o zaman›n isimsiz Moleskine
defterleri, Fransa başta olmak üzere, Avrupa’n›n
önde gelen şehirlerinde k›rtasiyeleri dolduruyordu.
Günümüzde bile pek çok sanat galerisi ve müzede
görebileceğiniz gibi, k›sa zamanda bu defterler;
d›şar›da çok zaman geçiren, sokaklardan,
hayat›n doğal ak›ş›ndan ve anl›k duygular,
manzaralar ve fikirlerden ilham alan dönemin
avangart sanatç›lar› için vazgeçilmez oldular.
Yaz›: Elmira Gürses
Sayfalar› çizimler, paha biçilmez sat›rlar,
an›lar ve düşüncelerle doldu.
Bugün isimlerini herkesin bildiği Oscar Wilde,
Pablo Picasso, Henri Matisse gibi büyük sanatç›lar
ve yazarlar Moleskine’in sayfalar›na ruhlar›ndan
parçalar işlediler, bir gün geride b›rakt›klar› bu
minik yadigârlar›n tüm dünyaca bilinen sanat
eserlerine dönüşeceğini bilmeden...
1980’li y›llara gelindiğinde neredeyse tamamen
ortadan kaybolmuş bir hazine olan günlükler,
Moleskine’in sade büyüsüne kendini kapt›rm›ş
pek çoklar› taraf›ndan özlemle aran›yordu.
Romanc› ve gezi yaz›lar›yla meşhur Bruce Chatwin,
günlüklere ilk gördüğü anda âş›k olmuştu.
O zamanlar ‘küçük siyah defterler’ olarak bilinen
Moleskine günlüklerinin geriye kalan tek üreticisi
olan Fransa’n›n Tours şehrindeki ufak aile şirketi,
1986 y›l›nda Moleskine sanat›n› bilen en son kişinin
ölümüyle kapan›nca, yazar Bruce Chatwin,
kitab› The Songlines’a şöyle yazd›,
“Le vrai moleskine n'est plus” (Gerçek Moleskine
art›k yok.)
Avustralya’ya gitmeden önce bulabildiği tüm
günlükleri sat›n alan Chatwin, Rue de I’Ancienne
Comédie’deki eski küçük dükkan›n sahibine de
ayn› sözleri üzüntüyle tekrarlad› ve ard›ndan,
gelecekteki y›llarda kendisini meşhur edecek
olan yaz›lar›, seyahatleri boyunca sayfalar›na
döktüğü Moleskine günlükleri ile yola ç›kt›.
1997 y›l›na kadar ortadan kaybolan efsanevi
günlükleri, Milanolu bir yay›mc› tekrar hayata
döndürdü. Modo & Modo SpA ismindeki ufak
şirket s›ra d›ş› bir geleneği sürdürme gayesiyle
günlüklere Chatwin’in vaktinde yapt›ğ› gibi,
Moleskine (Bir çeşit köstebek derisi) ismini verdi.
Günlükleri ayn› Chatwin’in kitab› The Songlines’da
anlat›ld›ğ› gibi yapmaya inan›lmaz bir
özen gösteren yay›mc›, neredeyse unutulmuş bir
efsaneyi tüm güzelliğiyle yeniden yaratt›.
1999 y›l›nda Modo & Modo SpA ‹talya’n›n d›ş›na,
Amerika ve Avrupa’ya dağ›t›m yapmaya başlad›.
2004’e gelindiğinde Moleskine defterleri
Japonya’ya kadar ulaşm›şt› ve o noktadan sonra
tüm Asya’ya dağ›t›l›yordu. Belki de edebiyat ve
kültürel mirasa olan yak›nl›ğ›ndan dolay›,
Moleskine günlükleri en çok kitapç›larda ve
tasar›m mağazalar›nda yer buldu.
2008 y›l›nda şirketin ismi art›k Modo & Modo SpA
değil, Moleskine Srl olmuştu ve tescilli markay›
üstünde taş›yan 200 y›ll›k günlükler, vaktinde
ona kalplerini dökmüş tan›nm›ş, tan›nmam›ş tüm
sanatç› ruhlu gezginlere gurur verircesine
53 ülkede ve 14.000 noktada sat›l›yordu.
Yüzlerce gezginin ad›mlar›n› izleyerek Moleskine
günlükleri zaman içinde yolculuklar›na devam etti
ve en sonunda günümüzün yeni ve taş›nabilir
teknolojisine vazgeçilmez bir yoldaş oldular.
Hayat› hareket halindeyken yakalayan, saklayan,
detaylar› kaydeden ve deneyim denen mucizenin
eşsiz doğas›n› asla eskimeyen bir bireysellikle
kâğ›da işleyen Moleskine, fikirleri ve duygular›
bar›nd›ran bir pil haline geldi. Y›llar sonra
aç›ld›ğ›nda bile tüm nostaljisi ve derinliğiyle bu
enerjiyi serbest b›rakmaya haz›r zamans›z bir
hazine...
Moleskine markas› art›k hem gerçek dünyada
hem de dijital dünyada kültür, gezi, hat›ra,
hayal gücü ve kişisel kimlikle eş anlaml›.
Marka y›llard›r gezginlerle özdeşleşmiş
pek çok objeyi kaps›yor; notebooklar, günlükler,
ajandalar, çantalar, yaz› yazma araçlar›,
okuma aksesuarlar›... Taş›nabilir kimliğimizi
temsil eden her şey. Gittiğimiz her yere bizimle
gelen ve dünyan›n her yerinde bizi tan›mlayan
objeler. Hayatlar›m›z›n yarat›c› ve hayalperest
yönlerinin sad›k dostlar› görevi görüyorlar ve
art›k tüm dünyada çağdaş gezginlerin
bir sembolü olarak kabul ediliyorlar.
Bruce Chatwin’in günlüklerin yok oluşuna duyduğu
üzüntü ve kitab›na yazd›ğ› kelimeler, bilmeden
onlar›n y›llar sonra yeniden doğmas›na olanak
sağlad›. Ve bugün Moleskine ismi, Chatwin’in
The Songlines’a yazd›ğ› kelimelere itiraz
edercesine, yoldaşl›k ettiği her gezginin,
yazar›n, maceraperestin ve fikir adam›n›n yan›nda,
varl›ğ›n› defalarca kan›tl›yor.
GOOD
FOR
MEN
76
YA⁄MURA
HÜKMETMEK!
PARFÜMÜNÜZÜ
DE⁄iŞTiRiN!
SiZ NEREYE,
ÇANTANIZ ORAYA!
Şemsiyeler sinir bozucu olabilir. Sağanak yağmur
alt›nda bir kalabal›ğ›n içinde elinizde şemsiyeyle
yürümek gerçekten tam bir savaşa dönüşebilir.
Hele sert bir rüzgâr›n birdenbire şemsiyenizin içini
d›ş›na çevirmesinden hiç bahsetmeyelim.
Hafiften utand›ran bir an olmas›n›n yan› s›ra,
sert ve erkeksi görünüşünüze pek de katk›s› olmaz.
Ama k›ş›n gelmesiyle tarz›n›z için olmasa bile,
sağl›ğ›n›z için en çok ihtiyaç duyacağ›n›z
aksesuarlardan biri şemsiyeniz olacak.
Uzun k›ş aylar›nda giydiğiniz kat kat giysilere
rağmen kokunuz her daim imzan›z niteliğini taş›r.
Bir odaya girdiğiniz anda, insan duyular›n›n
en güçlülerinden olan koku alma duyusunu
uyaran aftershave ve erkek parfümleri hem
karş›n›zdaki insanlarda b›rakt›ğ›n›z izlenimi
doğrudan etkiler hem de hissedilir bir
özgüven ifade eder.
Tatiller, iş gezileri, konferanslar, s›n›f toplant›lar›;
neresi olursa olsun evden ç›karken yan›n›zda
gard›robunuzun bir k›sm›n› da alman›z gerekir.
Bir erkeğin seyahat çantas› hem pratik
hem de stil sahibi bir seçimin sonucu olmal›d›r.
Tüm ihtiyaçlar›n›za cevap verecek bir şey
isterseniz ama gezi giysilerinize uymalar› da
oldukça önemlidir. Bu özellikle s›k s›k iş gezilerine
ç›kan ve seyahat çantas›n› yan›nda taş›yarak
havaalan›ndan ç›kar ç›kmaz insanlarla tan›şan
beyler için çok daha büyük önem taş›r. Büyük çanta
her zaman en iyisi değildir. Farkl› geziler için farkl›
tip çantalar gerekir. Aile gezisi çantan›z›n büyük bir
hacme ve sağlam tekerleklere ihtiyac› vard›r ancak
iş gezileriniz için seçeceğiniz bir çanta çok daha
ince, kolayca tek omzunuzun üstüne atabileceğiniz
hafiflikte ve tak›m elbisenizi katlamak zorunda
kalmadan içine asabileceğiniz genişlikte olmal›d›r.
Ve en önemlisi, tarz›n›z›n fark›nda olman›z ve
giyiminizle aksesuarlar›n›z› kombine ederken bunu
göz önüne almay› unutmaman›zd›r.
Eğer baş›n›z›n üzerine kald›rd›ğ›n›z şemsiyenizle
bile tarz sahibi görünmek istiyorsan›z ciddi,
koyu renk ve sağlam ürünler seçtiğinizden emin
olun. Siyah, lacivert, koyu füme rengi olan,
ince ama sağlam malzemeden yap›lm›ş bir şemsiye
hem rüzgarl› havalarda sizi utand›rmaz,
hem de kullanmad›ğ›n›z zamanlarda çok ş›k bir
baston görevi görür. Doğru seçimi yapt›ğ›n›z sürece
yağmurlu ‹ngiltere’nin yeni evli prensi William
kadar asil ve stil sahibi görünebilirsiniz.
K›ş döneminde daha ağac›ms› ve misk gibi
kokular tercih etmelisiniz. Meyveli ve taze, bahar
ve yaz› hat›rlatan, denizi an›msatan kokulardan
uzak durun. K›ş parfümleri daha ağ›rd›r.
Bu sebeple parfümünüzü kullan›rken
abartmaman›z çok önemlidir zira daha uzun
dayan›rlar ve çok daha yoğundurlar.
Bunları göz önüne alarak seçtiğiniz
parfümler sizi herkesten ay›racak ve k›ş›n
bile baş döndüren bir çekiciliğe
sahip olman›z› sağlayacakt›r.
2
SCARLET ELB‹SE
DIANE VON FURSTENBERG
AYAKKABI
MANOLO BLAHNIK
YEN‹ YIL
LEZZETLER‹
80/81/82/83
Yeni y›lda haz›rlanan özenli sofralarda Hindi ile yap›lan
yemekler menülerin vazgeçilmezi oldu adeta.
Ana yemek Hindi olunca mezeler de ona uyumlu olarak
yap›l›r hep. Halbuki Hindiye alternatif farkl› lezzetler de
düşünülebilir. Bu y›l ördek yeni y›l sofralar›nda tercih
edilebilecek bir lezzet. Özellikle confit (yağ›n içerisinde
düşük ›s›da ağ›r ağ›r pişirme) yöntemi ile pişirilen ördek
nemli ve yumuşak bir dokuda müthiş bir ana yemek oluyor.
Yeni y›lda peynir-şarküteri ile donat›lan başlang›ç
tabaklar›n›n yan› s›ra küçük, paylaş›lan tabaklar,
s›cak-soğuk mezeler ve sonras›nda gösterişli bir ana
yemek olmazsa olmaz. Sofrada mutlaka k›rm›z› meyveleri
kullan›n. Çilek, frambuaz veya nar gibi meyveleri salata,
meze veya tatl› tabaklar›na eklemeyi ihmal etmeyin.
Krudite sebzeler ve kuruyemiş ise gece boyunca içkiye
eşlik eden yeni y›l ikramlar› olarak düşünülmeli.
Hazırlayan: Pelin Çakar / Lucca
Fotoğraflar: Yasin Baran
ÖRDEK CONF‹T
Marinasyon içerikleri:
Ördek But, 150 gr Ördek Yağ› (Duck Fat),
250 gr Deniz Tuzu, 1 Defne Yaprağ›, 4-5 Adet
Tane Karabiber, 2-3 Dal Taze Kekik, 2 Diş Sarm›sak,
50 ml Teriyaki Sos
Garnitürler:
Patates Püresi, Haşlanm›ş Brokoli
Yap›l›ş›:
Ördeğin üzerini deniz tuzu ile kaplay›n, aroma verici
diğer malzemeleri de ekleyip, 1 gece boyunca bekletin.
Confit yapmadan önce ördeği marinasyondan ç›kar›p iyice
tuzdan ar›nacak kadar y›kay›p, vakum paketine koyun.
Vakum paketinin içerisine ördek yağ›, teriyaki sos,
defne yaprağ›, tane karabiber ve kekik ekleyip vakumlay›n.
‘Sous vide’ pişirme yöntemi diğer ad›yla vakumlu pişirme yöntemi
ile ördeği vakumlu, mühürlü ve tam ›s› kontrollü bir şekilde su
banyosu içerisinde düşük ›s›da 82° C’de 8 saat ağ›r ağ›r pişirin.
Nemli ve yumuşak dokuda aromalar ile zengileştirilmiş
lezzetli bir ördek budu pişme işlemi bittikten sonra servis
edeceğiniz zamana kadar buzdolab›nda saklayabilirsiniz.
Servis s›ras›nda f›r›n› önceden ›s›t›p, ördek budu
vakum paketinden ç›kar›n, f›r›n tepsisine koyarak, f›r›nda ›s›t›n.
Patates püresi ve haşlanm›ş brokoli ile servis edin.
Şarküteri tabağ›:
Kuru Balkan Eti, Füme Çeşnili Et, Chorizo Picante Salam›,
Cherry Domates, Kalamata Zeytin.
Frambuazl› Baby Ispanak Salatas›
Baby Ispanak, Taze Frambuaz, Danish Blue Peynir, Ceviz,
Balzamik Sirke, S›zma Zeytinyağ.
Yap›l›ş›:
Baby ›spanaklar› balzamik sirke ve s›zma zeytinyağ› ile
kar›şt›r›p, servis tabağ›na al›n. Üzerine
taze frambuazlar, ceviz ve danish blur peynirini
ekleyip servis edin.
ART BLOG
30. SAO PAULO B‹ENAL‹
Bu say›da sizlere dünyadaki en köklü sanat etkinliklerinden biri ol
15. Aral›k’ta 105. yaş›n› kutlayacak olan Brezilyal› Mimar Oscar Nie
Bu say›da sizlere dünyadaki en köklü sanat etkinliklerinden biri olan 30. Sao Paulo Bienali ve 15.Aral›kta 105. yaş›n› kutlayacak olan B
Brezilya’n›n finans ve iş merkezi Sao Paulo; y›llard›r yap›lan bienali ve sanat etkinlikleri ile Latin Amerika ve bu bölgedeki sanat günd
eserlerinde bu coğrafyan›n özelliğini, kimliğini taş›yan lokal sanatç›larla uluslararas› platformdaki sanatç›lar› çok dengeli bir şekilde
size yeni bir şey görme ve keşfetme özgürlüğünü veriyor.
84/85/86
Bienal alan›nda yer alan Niemeyer’in binalar›ndan ikisi
Niemeyer’in önemli yap›tlar›ndan baz›lar›; Copan
Binas› (Sao Paulo), Brezilya Ulusal Kongre Binas›,
Adalet Saray› (Brezilya), Madeira Kumarhanesi
(Portekiz), Ulusal Penteon (Brezilya), Niteroi
Güncel Sanat Müzesi (Rio), Oscar Niemeyer
Uluslararas› Kültür Merkezi (‹spanya), ‹burapuera
Oditoryumu (Sao Paulo), Le Havre Kültür Merkezi
(Fransa)... Niemeyer dökme betonun estetik
amaçlar için farkl› kullan›lmas›na öncülük etmiş.
O dönemde heykelsi an›tsal binalar yap›l›r m›
tart›şmas› yaratm›şt›r. Ödülleri aras›nda; Lenin
Bar›ş Ödülü, Pritzker Mimarl›k Ödülü, Venedik
Bienali Alt›n Aslan Ödülü, UNESCO Ödülü, Legion
De'Honneur Madalyas›, ‹ngiltere Kraliyet Alt›n
Madalyas›
yer almakta.
Yaz›: Çağla Cabaoğlu
Fotoğraflar: Özlem Avcıoğlu & Çağla Cabaoğlu
Niteroi Güncel Sanat Müzesi (Rio), Mimarı Oscar Niemeyer
Eylül ay›nda düzenlenen bienalin bu seneki konusu;
''The Imminence of Poetics'' idi. Bienalin küratör
ekibi; Luiz Perez-Oramas, Andre Severo, Tobi
Maier, Isabella Villanueva’dan oluşuyordu.
lan 30. Sao Paulo Bienali ve
emeyer’den bahsedeceğim
Brezilyal› Mimar Oscar Niemeyer’den bahsedeceğim.
demini belirleyici özelliğe sahip. Bienal küratörleri y›llarca
e bir araya getirmeye dikkat etmişler. Bienalde bu kimliğin etkisi
Şehrin mimarisine imza atan mimar
Oscar Niemeyer’in tasarlad›ğ›
binalarda 30.000 m alana yay›lan
bienal platformu şehir merkezindeki
büyük ‹birapuera Park›’nda yer al›yor.
Sao Paulo şehri dünyadaki en büyük
“urban jungle”a (şehir orman›) sahip.
Kürator Perez-Oramas’›n manifestosunda (bienal
konusu aç›klay›c› alt başl›klar›nda); çoğulluk,
tekerrür, daimi değişkenlik kavramlar› yer al›yordu.
Küratör yine manifestosunu anlatt›ğ› bir
röportaj›nda; sanatsal yöntemlerin dilinin, eyleme
dönüşmesindeki kullan›lan araçlar› ''poetics'' olarak
aç›kl›yor. Tüm bu sanat eseri olma sürecinde
kullan›lan dilin, bekleneni ortaya koyma, birdenbire
beklenmedik şekilde yapma, kaç›n›lmazl›kla
gerçekleşme eylemi ile ilgili olmas›ndan söz ediyor.
Bu ''poetics'' kavram›n›n, bienal içinde çeşitliliği ve
çoğulluğu ve medyalar›n bir arada olabilmesini
sağlad›ğ›na değiniyor.
Bienal alan›ndan genel görsel, Mimar› Niemeyer
Brezilya konu olduğunda Oscar Niemeyer'den
bahsetmek gerekiyor çünkü 1930’larda
Le Corbusier ve Niemeyer dünyada çok önemli
binalar yaparak sosyolojik ve politik aç›dan çok
önemli etkiler yaratm›şlard›r. Politik kimliği ile de
Brezilya tarihinde sosyolojik ve kültürel anlamda
rolü olan modernist bir mimard›r kendisi.
Bienal genel görüntü
Bienalin ana sergisinde dört temel konsept; Sağkal›m, Başkalaş›m, Y›ğ›l›m, Sesler idi.
Sesler konsepti bienalde sanat›n performatif yönünü ortaya ç›karm›şt›, birçok sesli eser vard›.
Diğer eserlerle köprü kurarak işitsel bir deneyim sunuyordu. Mekana girdiğinizde sizi karş›layan Alman
sanatç› Katja Strunz'un ''Sound of Pregeometric-age'' isimli eseri, sesleriyle kaos yaratan bir orkestrayd›.
Katja Strunz'un ''Sound of Pregeometric-age'' isimli eseri
Bienalde 111 sanatç›n›n 3000 eseri yer al›yordu. Şemsiye enstelasyonlar›yla haf›zam›zda yer
alan, Londra'da yaşayan Brezilyal› sanatç› Alexandre da Cunha.
Brezilyal› sanatç› Alexandre da Cunha, obelisk1 isimli eseri
Amerikal› sanatç› Alan Kaprow, Amerikal› sanatç›
Robert Smithson ('Spiral Jetty' isimli landart projesi
ile y›llarca süren, spiral şeklinde ada inşa ederek,
uydu fotoğraflar›n› çekmişti), Türk sanatç›
Ali Kazma'n›n alt› k›sa filminin eşzamanl›
gösterildiği büyük video enstelasyonu, Kanadal›
sanatç› Guy Maddin'in ana girişte çoklu ekranlarda
gösterilen, Hollywood klasiklerini yorumlad›ğ›
video enstalasyonu ve David Moreno'nun ''Silence''
isimli tarihsel portrelerin kitap sayfalar›ndan al›nan
fotograflar› üzerine kağ›ttan borular koyarak
megafonik etki yaratt›ğ› esprili duvar eseri
bunlardan sadece baz›lar›yd›. Ayr›ca Latin
Amerika'da yat›r›m değeri h›zla yükselen sanatç›
Moreno’nun 10’un üzerinde büyük kağ›t eserinin
sergilendiği büyük bir bölüm ona ayr›lm›şt›.
David Moreno'nun ''Silence'' isimli eseri
Bunlar Bienalin en önemli, dünya sanat tarihine
geçmiş olan işleriydi bana göre...
Bir sonraki say›da, çağdaş sanat dünyas›ndan yeni
etkinlikler, yeni haberlerle buluşmak üzere...
Nixon ve Colette’den
Camo Saat
Globe’dan
Orman Kâşifi Kaykaylar
Nixon, kendine ait popüler saat modellerinden Time
Teller için Parisli tasar›mc› Colette ile bir araya geldi ve
Time Teller Camo’yu yaratt›. Siyah metal içine gömülü
siyah yüzü olan ve sadece 100 tane üretilen bu çok özel
versiyon, pamuktan yap›lma NATO kamuflaj kay›şa sahip.
Globe son zamanlarda cruiserboards diye bilinen sportif
kaykay koleksiyonlar› ile bak›şlar› kendine çeviriyor.
Markan›n son tasar›m› olan Orman Kâşifi serisi ise
muhteşem Camo desenleriyle göz kamaşt›r›yor.
Kayarken orman› ayaklar›n›n alt›na almak isteyen kaykay
düşkünlerinin vazgeçilmezi olacak gibi.
KAMUFLAJ
Cüretkar ve kad›ns› ya da sert ve erkeksi.
Kamuflaj nas›l kulland›ğ›na göre değişen, şaş›rt›c›
ve de çok yönlü bir trend.
Çarp›c› tasar›m›, karmakar›ş›k düzeni ve tüm sembolizmiyle Camo (kamuflaj)
trendi sevdiğiniz ve kulland›ğ›n›z her şeyde. 2012 yaz›ndan başlayarak moda,
teknoloji, mimari ve hatta g›da alanlar›n›n en büyük markalar›n›n en iddial›
ürünlerinde kendini gösteren Camo trendi, k›şa gelindiğinde art›k akla
gelebilecek her şeye uygulan›r hale geldi. ‹şte size birkaç örnek.
AAPE, Pepsi’yi
Moonface Camo ile Boyadı
Bape x Modernica Ballpen
Camo Sandalyesi
Prada’dan Camo
iPad K›l›f›
A Bathing Ape (AAPE) Pepsi ile yeniden işbirliği yap›yor
ve t-shirtler, şemsiyeler, her çeşit aksesuar ve
Pepsi’ye özel tasarlanan özel Camo tenekelerinden
oluşan yepyeni bir koleksiyonu piyasaya sürüyor.
Tenekeler Moonface (ay yüzeyi) kamuflaj› desenlerine
ve biri mavinin tonlar›, diğeri asker kamuflaj
renklerinden olmak üzere iki ayr› tasar›ma sahip.
Muhteşem bir işbirliği örneği olan A Bathing Ape ve
Modernica markalar› tekrar bir araya geldi ve bildiğimiz
en klasik baz› mobilyalara kendi tarzlar›n› işlediler.
Bu iki isim bize arka k›sm›nda Bape Kamuflaj deseni olan
bembeyaz Ballpen Camo Sandalyesini sunuyor. Tahta
bacaklar›yla çok ş›k bir görüntü sergileyen sandalye üç
renkte geliyor ve her biri sadece 100 adetle s›n›rl›!
Modan›n dünya devlerinden Prada elbette kamuflaj
trendinin karş› konulmaz dalgalar›ndan habersiz değil.
‹nek derisinden yap›lm›ş ve asker renklerinin en çarp›c›
olanlar› ile tasarlanm›ş olan inan›lmaz çekici Camo
Saffiano iPad k›l›f›, iPad’inizi ç›kart›rken bile kendinizi
bir komando gibi hissetmenizi sağlayacak.
Kış Aşkına
K›ş›n keyfini sokaklarda ç›karmak isteyenler, sezonun en s›cak parçalar›yla ş›kl›ğ›n›z› tamamlayabilirsiniz.
Soğuk havalar›n içinizi titrettiği bu aylarda, sizi s›cac›k tutacak birkaç önerimiz var.
Haz›rlayan: Selin Sönmez
Karl Donoghue
Shearling and suede earmuffs
99 EUR
www.netaporter.com
Diemme
Roccia vet leather-trimmed boots
229 EUR
www.mrporter.com
Woolrich
Rabbit-trimmed trapper hat
110 EUR
www.mrporter.com
Karl Donoghue
Shearling mittens
183.46 EUR
www.netaporter.com
Y›lbaş› Heyecan›
Yepyeni bir seneye girerken, iyi dileklerinize eşlik edecek bir hediye ile y›lbaş› heyecan›n› canland›r›n.
Büyük küçük fark etmez, hepimizin bir Noel Baba’ya ihtiyac› vard›r.
Aqua Di Parma
2012 Holiday Set
260 TL
www.saksfifthavenue.com
Nespresso Pixie
130 GBP
www.amara.co.uk
Smythson
Notebook
60 EUR
www.colette.fr
Diptyque
84 USD
www.diptyqueparis.com
Limited Edition - Nars Andy Warhol
François Nars’›n en önemli ilham kaynağ› olan Andy Warhol, özel üretilen Nars Andy Warhol koleksiyonu ile karş›m›zda.
Az ve s›n›rl› say›da üretilen bu Nars koleksiyonunun ikonik olmaya aday ürünlerini sizler için seçtik.
www.narscosmetics.com
Kiss Mini Larger
Than Life® Lip Gloss Coffret
55 USD
Soft Touch Shadow Pencil
24 USD
Debbie Harry Eye And
Cheek Palette
65 USD
Walk On The Wild Side
39 USD
‹şte 68. say›m›z›n en beğenilen 3 ilan›
// AUDI ŞENYILDIZ 2/3
// BOYNER 4/5
// MAXX ROYAL 6/7
// YAPI KRED‹ 8/9
// EMAAR 10/11
// TAV 12/13
// NEW BALANCE 15
// WINGS 16
// AUD‹ Q5 21
// HARTFORD 25
// BMW 27
// TUM‹ 33
// SAMSUNG TV 37
// ULUDA⁄ 43
// DHI 49
// TEB 53
// SAMSUNG CAMERA 55
// TEPE ‹NŞAAT 59
// BRITISH SIDE 61
// SEDVENTURE 71
// COCA COLA 75
// TWEEN 77
// FG 79
// AVIVA 103
// ULYSEE NARDIN 104
Bu say›daki en beğendiğiniz ilan› bize e-mail'le bildirmenizi rica ederiz.
[email protected]
2012 yılında
Hillsider Magazine’i seçen
tüm markalara
teşekkürlerimizle.
Birlikte nice yıllara.
AD‹DAS
AKBANK - WINGS
AMER‹KAN HAST.
AUDI
AUD‹ ŞENYILDIZ
AV‹VA
AYŞE RODOSLU
BMW
BOYNER
BRITISH SIDE
BRUNSWICK BILARDO
CAUDELIE
CITROEN
COCA COLA
DEN‹ZBANK
DHI
EFES PERON‹
EMAAR
FEND‹
FG RADIO
GIVENCY
G‹LAN
GOD‹VA
HAAZ
HARTFORD
HSBC
INFINITI
‹ŞBANKASI
JET SET
KAFKAS
KANADA E⁄‹T‹M MERKEZ‹
KAYRA ŞARAP
L‹MANGO
MAXX ROYAL
MERCEDES
NEW BALANCE
PANASONIC
P‹PA
PLAY SPORT
PORSCHE
SAMSUNG
SEDVENTURE
SETUR CRUISE
SHOPIGO
STONE TERROIR
TAV
TEB
TEPE ‹NŞAAT
TT MOTORS
TUMI
TURKCELL
TWEEN
TWIGY
ULUDA⁄
ULYSEE NARDIN
VOLKSWAGEN
VOX BRASSERIE
YAPI KRED‹
sum
mary
69
If I were a Film in ‹stanbul…
22/23/24/26
Article: Berna Gençalp
Photos: sadibey.com
The Industrial
Revolution coincided
with the population shift
to urban areas, the birth
of the cinema and its
spread-out as an
urbanentertainment
form in theaters,
large or small.
Therefore, it is only natural that films
frequently dwell on the city, cit
dwellers
and those trying to survive in cities.
Yet, there is a more special bond
between certain film directors and
cities. In any Wim Wenders or Woody
Allen or Martin Scorsese film, one of
the lead roles always belongs to the
city regardless of the storyline or the
protagonist. Some cities appear
before the audience owing to their
certain features. Paris is always the
city of love, for instance. What about
‹stanbul then?
Cover: ‹stanbul; Cinema: Wonderful!
‹stanbul makes an appearance in
numerous films... Some just slightly
touch the city, whereas some others
practically absorb the town. I am not
talking about a film packed with
tourist-attracting scenes. Sometimes,
a single moment suffices to convey the
sense of a city. That moment can even
come in a highly commercial film, or in
a low-budget one. Let’s take Nuri Bilge
Ceylan’s Distant (original title: Uzak)
which is set in a snow-clad ‹stanbul
that we do not get to see often in films.
The silence and scenes of the snow are
exquisite. During the rise of Arabesque
music in Turkey, ‹stanbul is like a
monster rural men seek to overcome, a
castle they want to overtake. In Takva:
A Man’s Fear of God (Takva), ‹stanbul
is a Muslim city. In Pandora’s Box
(Pandora’n›n Kutusu), ‹stanbul is a
place that is desired to be left behind.
In ‹stanbul Beneath My Wings (‹stanbul
Kanatlar›m›n Alt›nda), ‹stanbul is a long
gone fairy tale city that feels like it
never existed. The city in the Magic
Carpet Ride (Organize ‹şler) is a highly
photogenic, huge city with the
sweetest culprits in the world. The film
is invaded by magnificent shots of
‹stanbul that contrasts with the
naivety of the story told. ‹stanbul, the
Bosphorus and the Rumelian Castle
are organic parts of the film in
Somersault in a Coffin (Tabutta
Rövaşata). In The Turkish Bath
(Hamam), Ferzan Özpetek depicts a
steamy love city in ‹stanbul. According
to me, The Men On the Bridge
(Köprüdekiler) is another film that
captures the spirit of the city.
The director of ‹stanbul Tales (Anlat
‹stanbul) and My Aunt (Teyzem) among
others, Ümit Ünal rates the 1963-film
L’immortelle as one of the best that
represents the spirit of the city.
Written and directed by Alain
Robbe-Grillet, a leading name in the
movement known as the New Novel in
France, the film’s cast included Sezer
Sezin, Ulvi Uraz and Belk›s Mutlu. Lütfi
Akad was the assistant director on this
film.
in many other foreign films, a gateway
into the East, in other words, into the
unknown and chaos. But thank God,
there is Poirot.
The Case of Bonds and non-Bonds
It arouses different feelings to see
‹stanbul appear in foreign films.
Perhaps it makes us feel more
“beautiful” and less “lonely” about our
city, our country... We are so sensitive
that we can instantly exclaim “how
dare he make us look like that!” or we
can feel proud of our city that we
neglect to enjoy the beauty of due to
the hustle and bustle of everyday life.
The part of Fatih Ak›n’s Head-On set in
‹stanbul is based on violence and
compassion. The back streets of
‹stanbul are not safe for a lonely
woman rambler at night.
It remains unknown to me: are tourists
attracted to ‹stanbul because of its
appearance in major Hollywood
productions or are film producers
dragged to our city because ‹stanbul
becomes a more and more popular
tourist destination of its own accord?
Yet, these two situations feed one
another. The 1964-film Topkapi
(Topkap›) is recalled as one that drew
the attention of tourists to ‹stanbul.
When it comes to Bond films, yes,
‹stanbul does appear in From Russia
With Love, The World is not Enough
and Skyfall... But no Bond film should
be expected to try and capture the
spirit
of any city. Bond films do not and
will not hesitate to use and reuse the
clichés of cities.
Almost the same approach to ‹stanbul
can be seen in the Taken 2, The
International and Tinker, Tailor,
Soldier, Spy. The venues on the
Historic Peninsula, Karaköy, the Grand
Bazaar, the Spice (Egyptian) Bazaar
that are used again and again as
shooting locations in Bond films
appear in these films as well.
‹stanbul exists in the Murder on the
Orient Express, a 1974 film based on
Agatha Christie’s novel by the same
title, due to the plot. The city is, as it is
Having quite a big fan base in Turkey,
Jackie Chan shot the Accidental Spy in
‹stanbul in 2001. He, too, could not resist
the temptation to beat up the bad guys in
the Grand Bazaar.
In the Iranian director Bahman
Ghobadi’s Rhino Season starring
Monica Belluci and Y›lmaz Erdoğan,
‹stanbul is a city that receives victims
with open arms.
It is filled with answers for those
seeking it. But peace is something the
city never offers.
To warm the cockles of your heart,
I would recommend Fatih Ak›n’s lovely
2005-film, Crossing the Bridge:
The Sound of ‹stanbul, which made
particularly foreign filmmakers turn
their eyes and ears a bit more
closely to ‹stanbul.
Enjoy...
Click to watch
http://www.berlinale-talentcampus.de
/campus/program/telelecture/560
Special thanks to Sadi Çilingir
for his contributions.
A true Neapolitan…
New generation Italian…
28/29/30/31/32
Interview: Merve Erçuk
Photos: Uğur Bektaş
PiPa is where these concepts are
introduced and offered to the
‹stanbulites. Having quickly become
one of the first names recalled within
the context of Italian cuisine, PiPa’s
secret is lies in bringing Italian tastes
to ‹stanbul in their true versions. You
want to know how? With the
hand-made Neapolitan wood-fired
pizza oven built for the first time in
Turkey by Neapolitan craftsmen... With
organic produce imported from Italy...
With their olive oil and buffalo
mozzarella (cheese made from the
milk of domestic water buffalo)...
All are real Italians...
Recently opened at Ataşehir
Hillside–Trio after its original venue in
Nişantaş› and having soon become a
meeting point on the Asian side, PiPa’s
menu is created by the Naples-born,
award-winning chef Enzo Carbone and
PiPa’s Executive Chef Marco Russo.
We wanted to get to know Enzo and
Marco, the “True Neapolitans” of PiPa.
Merve Erçuk: You are preparing the
menus of different restaurants in
many cities across the world and
function as their chefs. What
brought you to ‹stanbul?
Enzo Carbone: Back when I lived in the
Far East, I met and became friends
with Alp Talat Özkan, who was the
manager of a hotel. He told me a little
about the concept of PiPa and asked
me if I would like to take part in the
establishment. This is how I came to
‹stanbul. Marco Russo and I joined
hands and created the menu for PiPa.
PiPa Nişantaş› and PiPa Trio
quickly took their place among the
favorite venues of ‹stanbulites.
You two created the menu for PiPa
together. What were you inspired
by? How would you describe the
menu that you created?
Marco Russo: First of all, if I, as a
customer, go to an Italian restaurant to
eat real Italian food, then I would like to
try different tastes instead of a classic
dish. When I am engaged in the menu
development as a chef, those are my
priority inspirations.
Italian cuisine takes the lead among
the most common and most liked
cuisines in the world. What do you
think is the reason for that?
Marco Russo: Italian cuisine is a
regionally renowned cuisine that
changes as you move from the north to
the south and presents variations in
terms of ingredients. The quality of
Italian cuisine comes first and
foremost from the selection and use of
the freshest, the best and locally
available ingredients rather than
cooking techniques. For centuries,
Italian chefs and producers remained
loyal to traditional Italian tastes; as a
result,
our local products and tastes gained
worldwide recognition. For example,
Mozzarella cheese, Porcini
mushrooms and San Marzano
toamtoes.... A certain esteemed chef
put it very adeptly:
the best ingredient + perfect cooking
technique = exquisite taste.
The kitchen has always been in your
life after your childhood to this day.
Could you share with us your story in
the kitchen? Your training and
achievements….
Enzo Carbone: It has been my greatest
chance to have had the opportunity to
work with many good chefs in and out
of Italy since I was young. I have always
worked hard, tried hard, because
desire and commitment are the
prerequisites of success. Each
experience I had in Italy and abroad has
been an adventure for my cookery and
my vision. Quality, commitment and
teamwork.
Is there anything you regard
essential for a kitchen? What would
make cooking difficult for you if you
did not have them?
Marco Russo: I think that wonderful
dishes can be prepared with passion,
a bit of fantasy and good olive oil.
Equipment is also crucial, of course,
but a good chef should share his
success with the team. I believe I am
very lucky in that respect.
What would you be if you had not
become a chef?
Enzo Carbone: This is a good question
that I also asked myself many times.
I don’t know, but I would definitely do
something that would give everybody
a reason to smile.
What is your motto in life? Can you
describe it in a few sentences?
Marco Russo: We do not live to eat but
we eat to live. So, waste nothing.
Disco Forever!
34/35/36
Article: Evren Aş›k
The 1970s were harsh,
weird and dark times for
the whole world…
USA was restless with
the Watergate scandal,
bad memories of
Vietnam and economic
hardships.
Eastern Europe was swarmed with
Soviet tanks. The Middle East was in
turmoil also back then and the world
was hit hard by the oil crisis. Turkey
was swamped with ideological
conflicts, the Cyprus Operation and
attempted coups. Our literature world
was under the influence of
Tutunamayanlar
(The Disconnected) by Oğuz Atay,
and our film industry of Y›lmaz Güney,
director and actor. We were getting
ready to be numbed by our
single-channel black-and-white TVs.
The generation of ’68 was wearied all
over the world. The Hippies, backed by
their Utopian culture, multiplied
quickly and changed our clothes,
our music and our perceptions.
...And the music world suffered one
blow after the other. At the onset of
the ‘70s, Brian Jones of the Rolling
Stones died, immediately followed by
Janis Joplin, Jimi Hendrix and Jim
Morrison
as if on cue. Having become a legend
while still alive, The Beatles was
disbanded. Only several years later, an
era came to a definitive end when
Elvis Presley was found dead on the
bathroom floor, and three members of
Lynyrd Skynyrd died in a plane crash in
1977. The disco culture was built amid
such devastation and desperation,
and upon “pleasure”.
The legendary temple of this culture,
Studio 54 opened its doors in such a
mood. Despite this “sad” backdrop,
disco was actually born as a reaction to
the rock culture which had become the
territory of “white” men. It was an
escape from the sullen-faced world of
Rock that was immersed in rage and
testosterones. Disco started gaining
its true identity when gays,
transvestites, black and Latino people
emerged from the back streets and
conquered the nightclubs in New York.
Rage was replaced by pleasure,
the whites by the blacks,
and the male dominance by an
ambiguous gender...
AND DANCING BEGAN
with all its glory!
Studio 54 on the dance floor!
Steve Rubell and Ian Schrager opened
Studio 54 in Manhattan, New York in
1977. Soon after, people began rushing
to Manhattan, forming queues at the
gate of this world promising freedom
and pleasure. Celebrities including
Andy Warhol, Michael Jackson, Cher,
Blondie, Mick Jagger and Woody Allen
were quickly gravitated toward the
club and became frequenters. Hot
models, fashion designers, and all
marginal people from all walks of life
with a style easily found themselves a
place in Studio 54. Although big
crowds waited in front of the club,
there was a meticulous screening at
the entrance, letting very few pass
through the doors.
The summer of disco becomes the
bummer of disco...
Studio 54 began attracting the
attention of the police due to various
stimulants and its growing fame. The
club had to close down in 1981, four
years after its inauguration. The
summer of disco became the bummer
of disco and the closure of Studio 54
caused sorrow. Slowly, disco totally
lost its character as a subculture.
Prosperous and opulent ‘80s that were
quick to consume everything put this
culture in the center, processing it.
Disco became a mainstream trend of
the era. Platform shoes, hippie
dresses, long hair and whiskers,
bell-bottoms and long skirts that
replaced the minis... Disco was by then
a fashion that engulfed everyone!
Disco is transformed...
From the second half of the 1980s,
disco was transformed with the effect
of totally new music technologies and
electronic music trends. The rhythms
got harsher as the pulses got quicker.
New trends ranging from House to
Trance gave birth to a new dance and
club culture.
The “Rave” culture in ‹stanbul
in the ‘90s
Converted from a car graveyard in
Maslak by Ceylan Çapl› in the ‘90s, the
club named 2019 was the highest
manifestation of this culture in
‹stanbul. Culturally, 2019 was a highly
successful replica of New York’s
legendary
Studio 54. The Club boldly brought
differences together and created a
“small-scale” revolution in Turkey with
its music, identity and club-goers.
Other Ceylan Çapl› clubs opened in
Taksim under the names 19, 20 and
14 survived until early 2000s,
giving ‹stanbul a highly innovative and
daring nightlife.
Where does this culture stand in the
world now? The disco culture is still
very much alive all over the world in the
new variations of electronic music and
new experiments. Attempts at
connecting with the past introduce
hope into our lives as did Madonna
with her 2005 album, “Confessions on a
Dance Floor”. In any case, who could
say no to dancing the night away, free
from all judgments and prohibitions?
Top Travel Destinations 2013
38/39/40/41/42
Article & Photos: Özlem Avc›oğlu
Cape Town
Cape Town is a city that likes to
surrender to the nature. Facing the
ocean, the city rests against the
Table Mountain that towers over the
city like a guardian angel... The clouds
forming over the mountain that looks
just like a table herald not only the
ever-changing weather but also the
moods of the local people.
Cape Town is the most beautiful,
most cosmopolite and the cutest city
in the Republic of South Africa, a
country
that has embraced the nature so
deeply that they print animals on their
banknotes. The beaches lying right on
the edge of the city are ideal for all
kinds of water sports; yet, Cape Town
has much more to offer.
Your must-see/must-do list must
include taking the cable car to the
summit of the Table Mountain to
watch the sunset, driving down to the
Cape of Good Hope, strolling along the
Bo-Kaap region that houses the most
colorful buildings in the city, and
vineyard visits that will guarantee the
tasting of the best wines in South
Africa.
Hong Kong
Comprising the Hong Kong Island,
Kowloon, Lantau Island and New
Territories, Hong Kong is China’s
financial gateway to the world. It is
also the most cosmopolitan and the
richest city in the country. Asia’s
largest free market and harbor is full
of activities to enjoy. Although it is
extremely touristic, Victoria Peak is
the place to go to grasp the city... It is a
mesmerizing experience to see the
islands that make up
Kowloon and Hong Kong from up here.
If you are interested in arts and
antiques,
then you must walk through the
Hollywood Road regarded as Hong
Kong’s SoHo from one end to the
other. Galleries, antique shops, the
city’s best cafés are scattered along
this street and the surrounding roads,
with small marketplaces dotting the
alleys.
Opened last year and occupying the
floors from 102 to 108 of the tallest
building in the Kowloon region,
Ritz Carlton Hong Kong is dazzling not
only for its location but also for its
interior decoration.
Dubrovnik
Dubrovnik is Croatia’s key tourist
attraction along the Adriatic coast.
Besides the crystal clear sea that
offers the rare chance to enjoy a dip
even inside the city, Dubrovnik is a
historic town.
The Old Town situated in the city
center dates back to the 7th Century.
Having joined the Unesco list of World
Heritage Sites in 1979, Dubrovnik Old
Town gained its present look as a
result of the work initiated by Unesco
in 2005. Always lively with its narrow
roads, coffee shops and stores in the
alleys, the Old Town reaches the peak
of its glamor at nights. A walk at night
in this extremely well-illuminated area
takes you to a night several centuries
ago. Dubrovnik is like a toy town that
will take no more than two days to
thoroughly visit before moving on to
the other cities in Croatia...
Sao Paulo
The hosts of 2014 World Cup and 2016
Olympic Games, Brazil and Rio de
Janeiro have instantly become popular
all over the world. However, Sao Paulo,
the largest city in the southern
hemisphere, outshines Rio as the
world’s fourth biggest metropolis and
Brazil’s industrial, commercial,
financial and cultural hub.
While Sao Paulo is a huge city,
it features a scarce number of hotels
catering for “good accommodation”
needs. Leading these few venues are
the city’s oldest luxury hotel, Emiliano,
situated right over Oscar Freire, and
Unique, located right on the edge of
Ibirapuera Park. Having an unorthodox
architectural design, Hotel Unique
houses Skye Bar on the roof, a hip
place for the Sao Paulo youth with its
stunning view of the city.
Fasano, on the other hand,
is one of the most charming and the
best hotels not only in the city but in
the world.
Erected in Paulista, the best part of
Sao Paulo, the hotel’s bar Baretta is
always crowded by the most beautiful
people in the city. The famous Italian
restaurant Fasano is considered one of
the world’s best restaurants with its
spatious, well-lit, elegant and
sumptuous atmosphere and its menu.
The legendary motorcycle turns 110 years old…
Harley-Davidson
50/51/52
Article: Kenan Akoğlu
During 2013,
Harley-Davidson will
glorify 110 years of
classic motorcycles and
good memories in
dozens of cities all
across the globe from its
birthplace Milwaukee to
Rome and many others.
Every year is a big one when you are in
the ruthless motorcycle business.
But this year is even bigger for
Harley-Davidson. America’s oldest
motorcycle manufacturer,
the brand will celebrate its 110th
anniversary with a year-long
international party. The race-fans are
already overwhelmed by the seemingly
endless rallies that have been going on
since the kick-off on August 29th,
while the special edition motorcycles
manufactured exclusively for the 110th
anniversary took thousands of riders’
breath away.
The international anniversary
celebrations started in Milwaukee as
summer gave way to fall. The 110th
birthday announcement of
Harley-Davidson served as the
kick-off of the annual Milwaukee Rally.
Thousands of riders crowded the
Harley Davidson Museum to watch
the recently retired Willie Davidson
start a 365-day clock that will be on
display throughout the year.
On October 1, 2013 that will mark
the official end of the event,
the museum in Milwaukee will host a
massive birthday celebration. Before
the incessant partying next summer
carries the Harley-Davidson fans away,
a series of international events will
bring the Harley-Davidson culture out
around the world.
Starting in January 2013, special 110th
Anniversary rallies will hit India,
New Zealand, Australia, South Africa,
China, Mexico and Brazil. But the
highlight of the year looks to be the
Rome Rally next June. After visiting
many cities, the bikers in their leather
outfits will mix with the Cardinals in
their immaculately pressed red
vestments in the Vatican City.
Awaited with great excitement is the
blessing of a bike drawn from a lot of
1400 by Pope Benedict himself,
as well as motor shows, test drives,
motorcycle exhibitions, concerts and
the seemingly endless parade of
motorcycles.
2013 Spring / Summer Fashion Trends
62/63/64/65
Article: Zeynep Tosun
Fashion is built upon
trends; however,
you must never lose
your personal style.
What defines you is not
a strict adherence to the
trends every season,
but it is carrying the
trends you like with
a good styling and in
your own style. Every
piece you wear is
actually
a part of your identity,
a hint about your
personality.
In the 2013 season, we will be seeing
shaped, tough women that highlight
the strong woman image, which are
always included in my collections as
well, instead of naive and undefined
forms.
In general terms:
A Whiff of Far East:
Quite on the forefront especially at
Prada, the trend has been shared by a
lot of brands. Among other brands,
Haider Ackermann and Pucci
exhibited their collections with a
whiff of the Far East. Sharp forms and
the Far Eastern style penetrated even
Alber Elbaz’s (Lanvin) designs who
typically uses much more romantic
forms.
Frills:
Frill is actually the signature of
Lanvin, but this season we have seen
many different renderings of frills.
Every designer interpreted this trend
uniquely, bringing about new forms.
Balenciaga had frills that reflected
the edgy style, while Givenchy
presented them in a more romantic
fashion.
‘
60s style:
Although I am not a big fan, Edie
Sedgwick and the ‘60s fashion are
making a comeback, led by Marc
Jacobs. We see that quite frequently
particularly in fashion shoots.
Black & White:
Black and white are two colors that
are in the limelight every season.
But this season they are used in
combination, creating an intense
contrast. Alexander Wang is the name
who used it the most.
See-through:
We see different forms of plays with
see-through fabrics every season.
Rag&Bone and Dion Lee, in particular,
very efficiently handled this concept
this season.
Casual:
Casual wear as we have seen in Prabal
Gurung will be very trendy in the
spring/summer 2013 season.
Patterns:
Moving ahead with a new design
team, Roberto Cavalli introduced
striking, lovely patterns especially in
the Resort collection.
How Long Can You Walk along the Path You Believe in?
The Lycian Way: the Story of a “Hillsider Challenge”
66/67/68/69/70
Article: Galia Hasid
Photos: Şenol Altun
“Hillsider Challenge”:
extraordinary stories
of ordinary people
began three years ago
with the ascent of
Mount Ararat and went
on with rowing from the
Bosphorus to Bozcaada.
How would this story
unfold?
It all started eight months ago with a
dream. The target was set:
Walking the whole 509 kilometers of
the historical Lycian Way, designated
as one of the top 10 long-distance
trekking routes in the world... For this
trip that extended from Antalya to
Fethiye, the Hillsider Challenge team
would be sent off from Hillside Su
and greeted at Hillside Beach Club.
The whole team launched into a hard
training process. Training schedules,
announcements and outdoor trekking
routes were developed. The Hillsider
Challenge was looking for its real
heroes: members who were not
professional athletes, individuals who
had never run or even walked long
distance before.
Meetings were held at Hillside Etiler,
Trio and ‹stinye addressing the
member bodies of the three clubs and
detailing the Hillsider Challenge
experience. This resulted in an even
higher interest in walking the Lycian
Way. This is how Dilek from the
Challenge team described the
moment of her decision: “I was even
more motivated after the first
meeting because the process
involved training sessions and events
open to participation by everyone.
The real purpose was to experience
this challenge by creating a team
spirit, rather than competing.”
The preliminary preparations started
as early as in April for this heavenly
trip. The program included special
trainings on Bosu® suitable for hiking,
and running on treadmills carrying
rucksacks at the club facilities,
as well as outdoor practices along
trekking routes comparable to the
Lycian Way on weekends.
At the end of the first phase, it was
time for screening: the ascent of
Aydos, the highest summit in ‹stanbul.
Following the screening that
identified the successful individuals
in this ascent,
30 Hillsiders who would walk the
Lycian Way started phase two of
preparations. In the background,
there was an immaculate preparation
period going on regarding every detail
of the Lycian trip. Send-off from
Hillside Su,
Yörük tents that the nights would be
spent in, special Challenge outfits,
entertaining activities for each night,
special menus, and the greeting at
Hillside Beach Club...
At the end of the long and laborious
preparations came the big day...
The team set on the road on October
19th. One of the challengers who
covered 509 kilometers, at times
under the sun and at times under the
rain along the various tracks that
mingle nature and history along the
Lycian
Way regarded among the top 10
trekking routes in the world, Özge
talked about this experience that
lasted from October 20 to October
29: “Rumi has a saying: “Success is a
journey, not a destination. Happiness
is to be found along the way and not
at the end of the road, for then the
journey is over and it's too late. The
time for happiness is today not
tomorrow.”
I think that the Lycian Way is
something like that. From day one, the
whole team got together for a
challenging purpose. Sometimes we
were hard pressed and sometimes we
had fun while working to achieve this
purpose.
We demonstrated that we were a
team that had fun and got happy
together, that we were motivated and
overcame hardships as a group.”
Here is the point arrived at the end of
the road: it is not about how long you
have travelled, but how good you
felt...
Congratulations to the entire Hillside
Challenge team that feels good and
makes others feel good. Good luck for
the next adventure...
Our thanks to Puma, GNC and
Caribou Coffee that walked along this
path with us.
Moleskine®
The Classic Companion of Modern Travelers
72/73/74
Article: Elmira Gürses
The nameless black
diaries that held the
ideas, inspirations and
creative spirits of
numerous artists and
thinkers including
Vincent van Gogh,
Oscar Wilde, Pablo
Picasso, Ernest
Hemingway and Bruce
Chatwin for more than
two hundred years...
One of those rare
objects that created its
own legend...
Notebooks and diaries bound in
coated paper cardboard, having a
pocket inside the cover and
frequently an elastic band to keep the
notebook closed were very common
in Europe in the 19th and 20th
Centuries. Made by French
bookbinders in small corner shops,
the then-unnamed Moleskine
notebooks filled the stationery stores
especially in France, as well as in the
notable cities of Europe.
As we can still see in many art
galleries and museums today, these
notebooks soon became
indispensable to the avant-garde
artists of the time,
who enjoyed spending time outdoors,
were inspired by the streets, the
natural course of life, and
extemporary emotions, scenes, and
ideas.
The pages captured invaluable
sketches, notes, memoirs and ideas.
Novelist and famous for his travel
writings, Bruce Chatwin had instantly
fallen in love with the diaries. The
small family-run firm in Tours, France,
the sole remaining producer of
Moleskine diaries known as “little
black books” back then, had closed
down in 1986 after the passing of the
last person who was privy to the art of
Moleskine.
This is how Chatwin put this in his
book The Songlines:
“Le vrai moleskine n'est plus”
(The real Moleskine is no more.)
Bruce Chatwin bought all the diaries
he could find before leaving for
Australia; het set out with his
Moleskine diaries on the pages of
which he put down his writings that
brought him his future fame during his
trips.
The legendary diaries that
disappeared until 1997 were revived
by a
Milanese publisher. Aiming to
maintain an extraordinary tradition,
the small
Modo & Modo SpA company named
the diaries Moleskine (the skin of a
kind of mole) following Chatwin.
Paying utmost care to replicate the
diaries as described in Chatwin’s
book, The Songlines, the publisher
recreated a nearly forgotten legend in
all its beauty. In 1999, Modo & Modo
SpA extended its distribution beyond
Italy, penetrating the USA and
Europe. Come 2004, Moleskine
notebooks had reached Japan, and
were distributed to the whole Asia
from this country. Perhaps due to its
close connection with literary and
cultural heritage, Moleskine diaries
were mostly embraced by bookstores
and design shops. In 2008, the name
of the company was no longer Modo &
Modo SpA, but Moleskine Srl and the
200-year old diaries with the
registered trademark were being sold
at 14,000 points across 53 cities,
priding each and every artistic
traveler, famed or not, who had once
poured their hearts out on its pages.
Today, the Moleskine brand is
synonymous with culture, travelling,
memoirs, imagination and personal
identity both in the real and digital
worlds. The brand encompasses many
objects associated with the travelers:
notebooks, diaries, journals, bags,
writing instruments, and reading
accessories... Anything that
represents our mobile identity...
Objects that we can carry along
anywhere we go and that define us in
any part of the world. They serve as
the loyal friends of the creative and
fantastic aspects of our lives and are
now recognized globally as a symbol
of the contemporary nomad.
Art Blog - 30th Sao Paulo Biennial
84/85/86
Article: Çağla Cabaoğlu
Photos: Özlem Avc›oğlu &
Çağla Cabaoğlu
Brazil’s financial and
commercial hub,
Sao Paulo sets the
artistic agenda in Latin
America and in this
region with its
longstanding biennial
and artistic events.
Customarily, the
biennial’s curators are
very careful to maintain
a balance between local
artists who represent
the characteristics and
identity of this
geography in their
works with international
artists.
Located in the huge ‹birapuera
Park in downtown, the biennial’s
platform extends over a space of
30,000 sqm in buildings designed by
Oscar Niemeyer, the architect behind
the city’s landmarks. Sao Paulo
boasts the largest “urban jungle” in
the world. When talking about Brazil,
Oscar Niemeyer must be mentioned.
In the 1930s, Le Corbusier and
Niemeyer designed some major
buildings across the world,
creating crucial sociological and
political influences. Niemeyer is a
modernist architect that plays a role
also in Brazil’s sociology and culture
with his political identity.
Held in September, this year’s
biennial was themed ''The Imminence
of Poetics''. The team of curators for
the event consisted of Luiz PerezOramas, Andre Severo, Tobi Maier,
and Isabella Villanueva. Chief curator
Perez-Oramas’s manifest (the
subtitles describing the biennial’s
theme) underlined the multiplicity,
recurrence and permanent mutability
concepts.
The biennial showcased 3000 works
by 111 artists. The Brazilian-born,
London-based artist Alexandre da
Cunha who is recalled for his umbrella
installations, American artist Alan
Kaprow, American Robert Smithson,
who had built a coil-shaped island and
taken its aerial photos in his
years-long landart project titled the
'Spiral Jetty', Turkish artist Ali
Kazma's big video installation
simultaneously showing six short
films by the artist,
Canadian Guy Maddin's multi-screen
video projection of archival
Hollywood footage set at the main
entrance, and David Moreno’s
“Silence”, a humoristic wall-art
whereby the artist creates a
megaphonic impact by installing
paper horns on the textbook pictures
of historical characters are
just to name but a few.
To me, those were the most eminent
works featured in the biennial that
made themselves a place in the world
art history...
I will be bringing you new events and
news from the contemporary art
scene in the next edition...

Benzer belgeler