metinler olsun ya da olmas›n konu aca¤›z ayakkab›lar olsun ya da

Transkript

metinler olsun ya da olmas›n konu aca¤›z ayakkab›lar olsun ya da
8 Mart
Dünya Emekçi
Kad›nlar Günü
SAYI 1
8 Mart 2007
é
r
i
cap a m a m
mos
cap i r é
el h a m
mos a m a m
el h a
m
metinler olsun ya da olmas›n konuaca¤›z
ayakkab›lar olsun ya da olmas›n yürüyece¤iz
insan pazar›
geri dönüüm'den...
gondulardan gelmişik
açlık nedir bilmişik
aman ağbey yaman ağbey
gör bizi
‘insan pazarı’ isimli şiirinde, kadınların dilinden konuşuyor hasan
hüseyin korkmazgil. çorum, çangırı, ezirgan’dan... gırşeher, dersim,
suvas’tan... ve “gıtlıklardan gıyımlardan” gelen kadınların kendi dillerinden söylüyor, hem kadın hem de yoksul olmanın şiirini. “yeter
ki gelsin ekmek”, “biz her bir içi görürük” diyor kadınlar... “yeter ki
bırakmasın bu can bu teni”...
sabahın seherinde sıcak yataktan
kopmuşuk da gelmişik bu güvenpark’a
gelmişik de birikmişik bu güvenpark’ta
‘angara angara güzel angara’
aman ağbey yaman ağbey
gör bizi
çorum’lardan suvas’lardan oluruk
çangırı’dan ezirgan’dan gelirik
gırşeher’den yozgat’tanık vallaha
anşe’lerik fatma’larık gülüzar’larık
güllü’lerik hatçe’lerik ağbeyim
açlık nedir bilirik
hele sen bir al bizi
hele sen bir olur de
biz her işi görürük
cam silerik parıl parıl
halı kilim silkerik
ağartırık gap-gacağı
aş da yaparık
çamaşır dikiş nakış
yatak da gabartırık
süpürürük tertemiz
gül-gülüstan ederik
bakma öyle kibir kibir ağbeyim
bakma öyle horgörük
hele sen bir olur de
hele sen bir al bizi
hele sen bir goku sür
sultan olur sekerik
açlığın dini olmaz ağbeyim
yoksulluğun vatanı
kör olasın gahpe devran
biz açlığı bilirik
güvenpark’ta bir anıt var
gördün mü
aha böyle yamrı yumru bir daşdan
bildin mi
yazıyo ki o anıtta ağbeyim
‘övün çalış güven türk’
garga bokun yememiş
it deşmemiş çöplüğü
biz gelirik gondulardan ağbeyim
aha orda bekleşirik
beklerik ki gelsinler
bizi ordan alsınlar
yap desinler aha şunu
yap desinler aha bunu
üşenmezik erinmezik
biz her işi görürük
yeter ki gelsin epmek
yeter ki bırakmasın bu can bu teni
türkük diye övünüyok ağbeyim
açlık türkü bilmiyo ki
varak diyok iş üstüne
çağır çağır gelmiyo ki
çalışsak da güvensek da ağbeyim
övünsek da olma mı
anam sayrı üç yıldır
babam işsiz ağbeyim
gardaşlarım daha güççük
daha suçsuz ağbeyim
birileri gelse de alsa ya beni
yuğsam da arıtsam ya kirlilerini
dersim’lerden suvas’lardan oluruk
gıtlıklardan gıyımlardan gelirik
erinmezik üşenmezik ağbeyim
biz açlığı bilirik
güvenpark’ta o anıta
selam saygı ederik
hasan hüseyin korkmazgil
“bu can bu teni”, çırpı deresinin sularına teslim etti...
üç lira gündelikle çalıştıkları devlet işletmesine kamyon kasalarında
taşınan kadın işçiler, kucaklarında ve karınlarında taşıdıkları bebeleriyle birlikte öldüler.
***
geri dönüşüm’ün bu sayısı, kadınların dilinden konuşuyor;
dünyanın dört bir yanından kadınların dilinden. kadınların sesinden bir şarkı söylüyor bu sayımız:
capiré mosamam capiré
el ham mosamam el ham
(italyaca ve farsça: anlayış, kararlılık, anlayış)
(arapça ve farsça: ilham, kararlılık, ilham)
yirmi dört dilden kelimenin biraraya getirilmesiyle oluşturulan
kadın yürüyüşü şarkısı capiré, ceylanpınar kadınlarının sesinden
bir uzun havaya, güldünya’nın sesinden bir ağıda, ıraklı nur’un
sesinden bir feryada, ezilen işçi ve emekçi kadınların sesinden enternasyonale dönüşüyor...
***
“vardık, varız, varolacağız” diyen kadınların dilinden konuşuyoruz!
“yaşasın dünya emekçi kadınlar günü” diyoruz!
http://groups.yahoo.com/group/geri_donusum/
bir reklam›n "düündürdükleri"
“Hindistan’da her y›l dü¤ün sezonunda tak›lan tonlarca alt›n›n” kaç genç
kad›n›n ölümüne, kaç k›z çocu¤unun daha do¤madan öldürülmesine ya da kaç
“dokunulmaz”›n kaç ölü bedeni yakmas›na neden oldu¤unu düündünüz mü hiç...
“Hindistan’da heryıl düğün sezonunda ne kadar altın takılıyor dersiniz?
Bir ipucu verelim: tonlarca! Yanlış duymadınız: tonlarca!
Bunun dünya altın fiyatlarını nasıl etkileyebileceğini düşünebiliyor musunuz?
Düşünmek zorunda değilsiniz.
Biz, yatırımlarınızı etkileyebilecek her gelişmeyi yakından çok takip ediyoruz.
Uzmanlık Yapı Kredi’de.”
Bollywood kaçkını reklam filmi soruyor: “Hindistan’da heryıl düğün sezonunda
ne kadar altın takılıyor dersiniz?”
Henüz soruyu anlamamıza bile fırsat vermeden, cevabı yapıştırıveriyor
altınla sulandırılmaya çalışılan damaklardaki meraka: “Bir ipucu verelim:
tonlarca! Yanlış duymadınız: tonlarca!”.“Bunun dünya altın fiyatlarını nasıl
etkileyebileceğini düşünebiliyor musunuz? Düşünmek zorunda değilsiniz.” diye
devam ediyor.
“Düşünmek zorunda”
düşünüyoruz.
olmadığımızın
telkin
edildiği
yerde,
durup
Yatırımcıları için her gelişmeyi çok yakından takip eden sermayedarlarımız ve
reklamcılarının, reklamcılık sanatı(!)nda da bir hayli uzmanlaştıklarını görüyoruz. Bu noktada hemen bir parantez açıp, konumuzu daha incelikli ve bilimsel! bir tabana oturtmak için öncelikli olarak – yaptığımızın bir medya eleştirisi
olduğundan yola çıkarak – eleştiri konusunun, daha doğrusu suç mahalinin
tanımını yapmak yerinde olacaktır. Reklam ve reklamcılık, kutsal kelime hazinemiz TDK sözlüğünde “bir şeyi halka tanıtmak, beğendirmek ve böylelikle sürümünü sağlamak için denenen her türlü yol” biçiminde tanımlanıyor. Başka
tanımlarda ise, “reklamı yapılan mal ve hizmetlerin satın alınmasını sağlamak”
reklamın başlıca amacı olarak ifade ediliyor. Biz buna kendi kültür ve literatürümüzde “boku bala bulayıp satma sanatı!” ( “sanatın ırzına geçerek ticaret yapma
sanatı” diye tanımlayanlarımız da mevcut.) Buradan hareketle giriş cümlemize
yeniden dönecek olursak, yatırımcıları için her gelişmeyi çok yakından takip
eden sermayedarlarımız ve reklamcılarının unuttukları ya da kendi dillerince
“düşünemedikleri” birşey var ki, o da bizim, reklamcılarımızın tavsiyelerini dinlemeyip “ düşünmek zorunda” olmadığımız halde “düşündüğümüz”... Her türlü
insani değerin ve gerçekliğin hiçe sayılarak, herşeyin alınıp satılabilir bir metaya dönüştürülmesi ahlakı ya da -daha doğru tarifi- ahlaksızlığı ile şekillenen
reklamınızı şöyle bir tersine çevirdiğimizde, “Hindistan’da her yıl düğün sezonunda takılan tonlarca altının” kaç genç kadının ölümüne, kaç kız çocuğunun
daha doğmadan öldürülmesine ya da kaç “dokunulmaz”ın kaç ölü bedeni
yakmasına neden olduğunu düşündünüz mü hiç...
Biz sizin yerinize düşündük ve gerçek hiç de öyle reklam filmlerinizdeki “Muson Düğünleri”den fırlamışçasına sırıtan beyaz dişleriniz gibi değil... İşte size
Hindistan’dan cinsiyet, kast, sınıf, cemaat temelli şiddetin kadın görünümleri:
Öncelikle, Hindistan’da evliliğin her aşamasında süren çeyiz geleneği nedeniyle, kendisinden
istenenleri karşılayamayan birçok kadının sonu ölüm oluyor. Öyle ki, Hindistan’da evlilik boyunca
koca ya da kocanın ailesi kadından beyaz eşya, mal, mülk, para isteyebiliyor. Yine çeyiz geleneği
nedeniyle ömür boyu aileye yük olacağı düşüncesiyle, kız çocukları cinsiyet temelli kürtaj yoluyla ya da doğumlarından hemen sonra öldürülüyorlar. Hindistan’da bu nedene bağlı kız çocuğu
ölümleri, son 20 yılda 10 milyon gibi dehşet verici rakamlarla yansıyor istatistiklere. Buna bağlı
olarak gelişen bir başka toplumsal gerçeklik ise, kadın ve erkek nüfus oranındaki dengesizlik
olarak karşımıza çıkıyor. İstatistiklere göre ülkede 1991 yılında, her 1000 erkeğe karşılık 945
kadın bulunurken, bu oran 2001 yılında 1000’e 927, kimi bölgelerde ise 1000’e 700’lere kadar
düşebiliyor. Daha vahim ve çarpıcı bir gerçeklik ise, fuhuşun yasak olduğu Hindistan’da, yoksul
erkeklerin, eşlerini evlenecek bekar kadın bulmakta zorlanan zengin erkeklere aylık olarak
kiralamaları. Kira bedelinin ne kadar olduğunu öğrenmek ister misiniz? 8 bin rupi, yani 280
YTL. Ne dersiniz? Fena para sayılmaz değil mi? “Yatırımcıları için her gelişmeyi çok yakından
takip eden sermayedarlarımız” bu işe de yatırımlarımları noktasında el atabilirler!
Hindistan’da yaşanan diğer bir gerçeklik de, kadınlara yönelik kadın doğum politikalarında
yatıyor. İnsani bir katkı gibi görünen doğum kontrol hapları, sağlıkları üzerindeki olumsuz etkilerinden bihaber olan ‘dokunulmaz’ kadınlara, bir tür kıyım politikası olarak uygulanıyor. Ve
‘DepoProvera’, Hint fakirlerinin, daha doğmadan kökünü kazınmanın en iyi aracı haline geliyor.
Diğer bir çarpıcı Hindistan gerçeği ise şöyle; Hindistan’da her yarım saatte 1 kadın tecavüze
uğruyor ve her 75 dakikada 1 kadın öldürülüyor. Ulusal Suç Kayıtları Bürosu’nun 2004 verilerine dayanan raporuna göre, Hindistan’ın başkenti YeniDelhi kadınlar açısından en az güvenli
kent durumunda. Aynı rapora göre, 2004 yılında her 29 dakikada 1 kadın tecavüze uğrarken,
her 9 dakikada 1 kadın, koca ve kocasının akrabalarının şiddetine mağruz kalıyor. Hindistan’da
tecavüz vakalarındaki kanıtlarla ilgili yasa ise, yine kadına yönelik şiddet ve tecavüzün tam
anlamıyla karartılmasına yönelik olarak şekillenmiş durumda. İlgili yasa, bir erkek hakkında
tecavüz ya da tecavüze teşebbüs iddiasıyla dava açılırsa, davacının genelde ahlaksız bir karaktere sahip olduğunun ortaya konulmasına izin vermekte. Öte yandan, suçlananın karakterinin
dikkate alınma zorunluluğu yok. Bu koşul, seks işçisi bir kadının tecavüze uğraması halinde, hukuksal olarak hakkını aramasını neredeyse imkansız hale getiriyor. Ayrıca Hindistan yasaları,
polisin, tecavüze uğrayan kadını derhal tıbbi incelemeye göndermesini gerekli kılmıyor. Böylelikle bu tür vakalarda tıbbi kanıt sıklıkla kaybedilmiş oluyor.
Hindistan’daki en can alıcı ve yakıcı! gerçeklik ise ‘Sati Geleneği’. Bu gelenek çerçevesinde Hint
kadınları, ölen kocalarının yanmakta olan cenazesiyle beraber diri diri yakılıyorlar. Yaklaşık
2300 yıllık bir geçmişi olan bu gelenek nedeniyle Hindistan’da heryıl yaklaşık 400 kadın diri
diri yakılıyor. Bu vahşetin Hint cemaatçi ataerkilliğindeki özeti ise “kocası ölen kadın, ölmek
ister”...
İşte siz bu kadınlara takılan tonlarca altını bankalarınızda yatırmaya çalışıyorsunuz ya da
reklamlarınızda bu kadınlara en renkli ‘sari’lerini giydirip, işveli danslar eşliğinde bir tür
cenaze töreni düzenliyorsunuz. Belki de bizim düşünmek zorunda olmadığımız budur!
deniz lodos
kad›na iddetin alfabesi
bizler derin uykudayken
“A - Alicia Aristregui, İspanya, 2004. Ayrıldığı kocasınca bıçaklanarak öldürüldü.
B - Birgül Işık, Elazığ, 2005. TV programında şiddet gördüğünü söyleyince oğlu
tarafından öldürüldü.
C - Cheagh Rooteh, Irak, 1993. Yabancı bir adamla konuştuğunu gören babası
tarafından öldürüldü.
Ç - Çiğdem İnce, İzmir, 2003. Evlilik dışı hamile kaldığı için ağabeyince öldürüldü.
D - Dilber Kına, İstanbul, 2001. Erkeklerle gezdiği için babası baltayla öldürdü.
E - Evrim Sarıçiçekler, İstanbul, 2005. Ailesinin karşı çıktığı birisiyle evlendiği
için ailesinin görevlendirdiği birisince öldürüldü.
F - Fadime Şahindal, İsveç, 2002. İsviçreli bir genci sevdiği için babası öldürdü.
G - Güldünya Tören, İstanbul, 2004.
H - Hatun Sürücü, Almanya, 2005.
Zorla evlendirildiği eşinden boşandıktan sonra bir ‘Alman gibi’ yaşadığı için
ağabeyi öldürdü.
I - Ivy Blore, Kanada, 2004. Aile içi şiddet kurbanı.
K - Kadriye Demirel, Diyarbakır, 2003. Tecavüze uğrayıp hamile kaldıktan
sonra ağabeyi tarafından öldürüldü.
L - Leticia Aguliar, Amerika, 2002. Aile içi şiddet kurbanı.
M - Maria Theresa Carlson, Filipinler, 2001. Evliliği boyunca şiddete maruz
kaldı. Sonunda 23. kattan atlayarak intihar etti.
N - Nadia Anjuman, Afganistan, 2005. Afganistanlı şair, kocası döverek
öldürdü.
O - Olivia Hodson, Amerika, 1999. Aile içi şiddet kurbanı.
P - Pınar Kaçmaz, Diyarbakır, 2002.
Evden kaçıp mankenlik ajansına başvurduğu için babası ve ağabeyi tarafından
öldürüldü.
R - Rukhsana Naz, İngiltere, 1998. Evlilik dışı hamile kaldığı için annesi ve
ağabeyi tarafından boğularak öldürüldü.
S - Sevda Gök, Şanlıurfa, 1996. Pastaneye gittiği gerekçesiyle bir yakını
tarafından öldürüldü.
 - Şemse Allak, Mardin, 2002.
Evlilik dışı ilişkiye girdiği gerekçesiyle taşlanarak öldürüldü.
T - Tasleem Begum, İngiltere, 1995. Erkek arkadaşı olduğu için kuzeni
tarafından arabayla defalarca ezilerek öldürüldü.
U - Ursula Allen, Amerika, 2002. Aile içi şiddet kurbanı.
V - Victoria Anna, Amerika, 2002. Aile içi şiddet kurbanı.
Y - Yeşim Sağlam, Adana, 1998. Kocasını terk edip sevgilisiyle beraber olduğu
için babası ve kocası tarafından öldürüldü.
Z - Zehra Karagöz, Şanlıurfa, 2003. Başka erkeklerle beraber olduğu söylentileri üzerine kocası tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürüldü.
Bir kad›n bizlere sesleniyor... Bir feryat... ‹gal alt›ndaki Irak
topraklar›ndan... Ebu Garip ‹kencehanesi'nden...
... Alfabenin tüm harflerine kan bulaşmışsa, pekâlâ aynı harfler bu kez acıya ortak olmak için bir araya gelebilir. Bu mektupta da senin için bir araya geldiler,
Güldünya... Şimdi hepsi dağıldı, geriye sadece son olarak sana şunu söylemek
isteyen harfler kaldı. Güldünya, sen ağlarken, güler mi hiç dünya?..”
Uluslararas› Af Örgütü’nü taraf›ndan düzenlenen “Güldünyaya Mektup Yar›mas›”nda
birincisi olan yukar›daki metin, Ezgi K›zmaz'a aittir.
“Halkıma, Ramadi’nin, Halidiye’nin ve Felluce’nin
insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm
dünyadaki insanlara...
...
İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği
size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum.
Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle
birarada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve
çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu,
sizler derin uykuda iken Amerikalılar’ın bize yaşattığı
uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız
çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl
anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim...
...
Kardeşlerim;
...yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan ar ediyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak size olanları
anlatacağım. Amerikalılar’ın bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları
elimden geldiğince anlatacağım...
Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi
şehvetlerine teslim
etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye dövdüklerini ifade
etmeme izin verin...
... burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana
susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar.
Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin
bizi duyduğu yok!
..."
Ebu Garip'ten kardeiniz Nur
“İnsan ne zaman ölür
Gülünün solduğu akşam”
(T. Uyar)
-yakalarındaki gül hiç solmayacak olanlar'aYaşamın tam orta yerinde, sevdalarını kavgalarıyla bir eyleyip düş’e
koyulan kadınların ses’i bu... Duyuyor musunuz? Alıyor musunuz
yüzyıllık yanık güllerin kokusunu? Yanlış duymadınınız “kül” değil
“gül” kokusu bu... yüzlerce kilometre öteden aynı göğün yüreklerimize
akıttığı, dokuma atölyelerinden havaya yükselen kadın işçilerin yanık
bedenlerinin kokusu bu... Tanıyoruz biz bu kokuyu... Tanımaz mıyız
hiç... Mapus damlarında diri diri yakılan kız kardeşlerimizin karanfil
kokulu bedenleri hala burnumuzda tütüyorken, tanımaz mıyız biz hiç...
ciğerlerimizi dağlayan o karanfil ve gül yanıklarının canım kokusunu...
Ah... yine ses’ler yankılanıyor... Bu sefer yine yakınlardan, yanıbaşımızdan:
taşgenerallerin mini mini ellerinin taşsavarlara dönüştüğü “kutsanmayan” topraklardan... Minik ellerin bedenine saplanan her bir kurşunun
önüne, toprağa serilmiş bedeniyle çığlık olan Rachel’in ses’i bu... barışın,
kardeşliğin altın saçlı, en açık tenli ses’i bu... Ve bir ses, en hain, en kalleş
mapusluğun yaşandığı Ebu Garip’in tellerine dolanan bir turna ses’i...
Nur’un sesi bu...
Ve yine bizim ellerden bir ses... Sevgilere, sevdalara kan bulaştıran
ellerden... Bu eller ki babaları, kardeşleri, yarları katil eyleyen eller, diller...
Evet Güldünya, sana varmak için bu sözler... Ah Güldünya... Sevmenin,
sevdalanmanın yasak olduğu topraklarda, Güldünyalar’ın saçlarında güller değil, dom dom kurşunları uçuşur rüzgarlı havalarda... Ah Güldünya
bilesin ama... narin nazlı bedeninin çoktan karıştığı toprağında, lilithler
yeşeriyor sabırsızca... Sen rahat uyu Güldünya, bedenin cürettir, cesarettir
ardında bıraktığın kardeşlerine...
... sesler, ... sesler, ... sesler, ... sesler, ... ses...
... duyuyor musunuz? ... her dilden , her tenden kadın seslerini...
Ah... nice yangın ortasından boy veriyor nice kadın sureti... Oğullarını,
kızlarını, yüreklerinin yarısını beyaz ölümlere beleyip, sonra kendilerini bu yola yoldaş belleyip, kaç cumartesiye uyandı bu analar; bu topraklarda, bu coğrafyada ve yedi iklim dört kıtada Plazo de Mayo Anaları’yla...
Ve sonra, yine bu analar ölüme uyandılar bir sabah açlığa yatırdıkları
bedenleriyle; sadece bu topraklarda, bu coğrafyada... Tutuşturuyorlar
yine kadınlar açlıkla harlanan karanfil kurusu bedenlerini, bu sefer
yüreklerimizin tam orta yerinde... İdil, Aysel, Hatice, Sevgi, Gülsuman,
Şenay, Canan, Zehra... bitmiyor bu karanfiller saymakla... Sonra yine
kadın sesleri çınlıyor kulaklarımızda ve yüreğimizin en saklı yerinde;
Asiye’nin, Muhabet’in, Nergis’in, Lale’nin, Menekşe’nin, Gonca’nın ve
daha nice direnç çiçeğinin sesi bu... İşkencenin kalleşi düşmüştür bu
sese... Ama yok “yolu yok kalbim yolu yok/sağ çıkacağız bu acılardan”
diyerek çıkmışlardır en onulmaz yaralarından... Ve savaşın orta yerinde 405 aşağılık bedenin, yüreğindeki barış çığlığını ezemediği Şükran
Esen’e uzatıyorlar taze bahar çiçekleri ile ışıyan ellerini... Aynı göğün
soluğu ile Mirabal kardeşlere değen ellerini...
Ve yine bir ses! Bu ses devrim evlerinden düşman ellere uzanan ,
avuçlarında yüreklerini patlatan yiğit kadınların sesi... Bu ses Sabahat’in
ses’i, Eda’nın ses’i, Sibel’in ses’i, Meral’in ses’i, Şengüneş’in ses’i...
Ve bedenlerine onlarca bombanın yağdırıldığı, dağların güneş saçlı
Barbarası’nın ses’i, Bernası’nın ses’i, Zilanı’nın ses’i, ... ses’i, ... ses’i, ...
ses’i, ... ses...
... sesler, ... sesler, ... sesler, ... sesler, ... ses...
... duyuyor musunuz? ... Tanya’nın sesini... Partizan Tanya bize sesleniyor
darağacından... “duyuyorum, duyuyorum bizimkilerin nal sesleri geliyor”
diye haykırıyor son nefesinde...
Ve Rosa... vahşice katledilip sulara akan Rosa, nehirlerce yüreğiyle
“buradaydım, buradayım, hep burada olacağım” diyor öldürülmeden önceki son yazısında ve “Ya sosyalizm, ya barbarlık” şiarını miras eyliyor bizlere...
Ve Ulrike... ‘beyaz tecritin kızıl direniçisi’ Ulrike, asla teslim etmiyor beyin
hücrelerini tecrite...
“Yaşamın olduğu her yerde savaşmak istiyorum” diyor Clara... Krupskaya...
Kolontai... ve niceleriyle inceden inceye süzülüyorlar bilinçlerimize...
... sesler, ... sesler, ... sesler, ... sesler, ... ses... ve yanık gül kokulu, karanfil
kokulu kadın sesleri karışıyor en kardeş ellere... ve bize sesleniyorler yine...
“Birbirimize verecek ellerimiz var/ daha güzel değil hiçbirşey/ birbirimize
bir orman gibi bağlanmaktan/ yerleri göklere kavuşturmaktan gökleri
geceye/ o bitmez tükenmez gün doğuracak geceye” (P. Eluard)
... duyuyor musunuz?...
deniz lodos
capiré
bizler eylem yapan kadınlarız
çok şey var kazanacağımız
kadınlar, ayağa kalkalım ve yürüyelim
biliyorsun yarının dünyasını taşıdığını
hep beraber, birlik içinde gel
sesini yükselt
onurlu ve mutlu bir yaşam için
uyanalım ve ayağa kalkalım
gerçeği bilmek bizi harekete geçirir
yoksulluğa son vermek için
değiştirmek ve karar sahibi olmak istiyoruz
şarkı söyleyelim geleceğimiz için
adalet, barış, eşitlik ve onur için
açlıktan susuzluktan uzak
olmasın hastalık ve umutsuzluk
capiré mosamam capiré, el ham mosamam el ham
metinler olsun ya da olmasın konuşacağız
ayakkabılar olsun ya da olmasın yürüyeceğiz
şiddete uğrayan bütün kadınlar adaletten yararlansın
sessizliğe son!
herkes farkına varsın
adaletsizliğe ve şiddete uğrayanlar
değiştirmenin zamanı geldi
yetti artık çaresizlik umutsuzluk
capiré mosamam capiré, el ham mosamam el ham
ayağa kalkalım
dünyanın her yerinde bozulsun
sessizliğin düzeni!
şimdi mücadele edelim
savaşı dururalım ve kadınlara barışı getirelim
sadece birlikte korkuya ve şiddete karşı koyacağız
hep birlikte ilerleyelim barış içinde
ayağa kalkalım hepimiz, barış için mücade edelim barış için!
capiré mosamam capiré, el ham mosamam el ham
dinle, aktif kadınlarız biz, okumayı yazmayı öğrenelim
bu dünyada yerimiz olması için
capiré mosamam capiré, el ham mosamam el ham
dünya kadınları ortaya çık, haklarımızı kazanmak için
birlikte bağırabiliriz
şarkı söyleyelim, dans edelim
mücadelemiz sınır tanımaz
kız kardeşlerinin elini tut şöyle
hayatı dönüştür, eşitliği kur
yürek hoplatacak şarkımız
elele yürürüz sesimiz bir yükselir
kutlayın kadınlar
ister siyah ister beyaz
biz kız kardeşiz
hakkımızı arayalım
dünyanın dört köşesine uzansın ellerimiz
birlikte, birleş ve özgürleş
eğitimi ve kuvveti paylaş
gücü keşfet, değiştirme gücünü!
kız kardeşlerinin elini tut şöyle
hayatı dönüştür, eşitliği kur
yürek hoplatacak şarkımız
elele yürürüz sesimiz bir yükselir
kutlayın kadınlar
ister siyah ister beyaz
biz kız kardeşiz
hakkımızı arayalım
dünyanın dört köşesine uzansın ellerimiz
birlikte, birleş ve özgürleş
eğitimi ve kuvveti paylaş
gücü keşfet, değiştirme gücünü!

Benzer belgeler