Şubat 2011 - Deniz Demirci

Transkript

Şubat 2011 - Deniz Demirci
SUNUŞ
Şubat, 2011
Değerli Okurlarımız,
Başkentin gelenekselleşen müzik etkinliği Uluslararası Ankara Müzik Festivali’nin
başlamasını iple çeken Ankara’lı müzikseverlere müjde! Vakfımızın 28.sini düzenleyeceği
Festival bu yıl da Nisan ayında 4-30 tarihleri arasında planlanıyor. Detaylı içeriği
önümüzdeki sayımızda sizlere ulaştıracağız.
Bu ay müzik dosyasında Şerif Can Ünver’in “Ani Değişimlerin İstikrarı - Beethoven”
başlıklı konser yorumunu, Elif Yoldaş’ın “Saraydan Kız Kaçırma” ve Deniz Demirci’nin
basbariton Erdem Baydar’la yaptığı röportajı okuyabilirsiniz.
Müzikle dolu günler sizinle olsun...
Saygılarımızla,
Bahar Gökçeli
Editör
SCA
MÜZİK VAKFI
02/01
DUYURULAR
D 02/01
Şubat Ayında Ankara’daki Konserler ve Müzik Etkinlikleri
Tarih
Saat
Yer
Etkinlik
03-04 Perş.- Cuma
20.00
CSO
CSO
Şef: Antonio Pirolli
Solistler: Gonca Doğan, soprano
Rita Kapfhammer, mezzo soprano
Cenk Bıyık, tenor
Erdem Baydar, bas
Gıuseppe Verdi
05 Cmt.
20.00
Bilkent Konser Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası
Şef: Klaus Weise
Solist: Olivier Charlier, keman
E.Lalo Keman Konçertosu Fa Minör
Op.20
M.Ravel “İspanyol Rapsodisi”
R. Schumann 2.Senfoni Do Majör
Op.61
10-11 Perş.- Cuma
20.00
CSO
CSO
Şef: Rengim Gökmen
Solist: Feryal Türkoğlu, soprano
Mendelsshon “Fingal Mağaraları Üvertürü
Op. 26
Mendelsshon Keman Konçertosu mi minör
Op. 64
Richard Strauss “Son Dört Şarkı” Richard
Strauss “Till Eulenspiegels”
Op.28
11 Cuma
20.00
Bilkent Konser Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası
Şef: Jose Serebrier
Solist: Rachel Barton Pine, keman Çaykovski
Keman Konçertosu Re majör
Op. 35
W. A. Mozart “Figaro’nun Düğünü” Opera KV. 492
A. Glazunov 4. Senfoni mi bemol majör
Op. 48
17-18 Perş.- Cuma
20.00
CSO
CSO
Şef: Marek Pijorowski
Solistler: Alexander Rudin, çello
Jean Sibelıus “Finlandiya Üvertürü”
Op.26
Paul Hindemith Viyolonsel Konçertosu 1940
Hector Berlioz “Fantastik Senfoni”
Op.14
02/02
D 02/02
19 Cmt
20.00
Bilkent Konser Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası
Şef: Jose Serebrier
Solist: Carole Farley, soprano
E. Grieg Six Lieder
E.Grieg “Peer Gynt” Suite No.1
Op. 46
E. Grieg “Peer Gynt” Suite No.2
Op. 55
J. Sibelius 1. Senfoni mi minör
Op. 39
23 Çarş.
24 Perş.
24-25 Perş.- Cuma
19.00
20.00
20.00
Hacettepe Üniversitesi
Kültür Merkezi M
salonu
Hacettepe Senfoni Orkestrası
Başkent Üniversitesi
İhsan Doğramacı
Konferans Salonu
Orkestra Akademik Başkent
CSO
CSO
Şef : Prof. Erol Erdinç
Solistler : Kağan Korat, gitar
Kürşat Terci, gitar
Dinçer Özer, perküsyon topluluğu
Ronald-Dyens – Konçerto Maggio
Bizet – Chetrin – Carmen Süit
Şef: Ertuğ Korkmaz
Solistler: Atilla Şentin, saksafon
Şef: Koo Jahbom
Solistler: Charra Tonelli, flüt
Alexander Gatte, obua
Gıorgıo Mandolest, fagot
Gıanfransco Dını, korno
Latonıa Moore, soprano
Esen Demirci mezzo soprano
Martin Nusspaumer, tenor
Burak Bilgili, bas
W.A.Mozart Senfonik Konçertant K.V 297 mi
bemol majör
W.A.Mozart Requiem re minör K.V 626
26 Cmt
20.00
Bilkent Konser Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası
Şef: Işın Metin
Solistler: Priya Mitchell, keman
Özgür Aydın, piyano
Gabor Boldoczki, trompet
F. Say “Haremde Binbir Gece” Keman Konçertosu
F. Say “Nirvana Yanıyor” Piyano Konçertosu
F. Say Trompet Konçertosu
02/03
D 02/03
Uluslararası
George Enescu
Yarışması
Piyano, Keman, Viyolonsel, Kompozisyon
3 - 11 Eylül 2011
Başvuru ve Bilgi için : [email protected]
www.festivalenescu.ro
02/04
VAKIFTAN HABERLER
VH 02/01
Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’ndan duyurulmuştur.
Magazin medyasında ilk kuşak Türk Bestecilerine gösterilen vefasızlık ve takınılan
saygısızca tutum Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın (SCAMV) yönetim organlarını ve
çalışanlarını gönülden yaralamıştır.
Başta yaşamı boyunca SCA Müzik Vakfı’nın Danışma Kurulu başkanlığı görevini üstlenmiş
olan ve Vakfın hedeflerine ulaşmasında çok büyük emeği ve yol gösterici katkıları bulunan
merhum Ahmed Adnan Saygun olmak üzere Cumhuriyetimizin ilk kuşak bestecileri
Cemal Reşit Rey, Hasan Ferid Alnar, Ulvi Cemal Erkin ve Necil Kazım Akses Vakfımız
için seçkin müzik insanları olmuşlardır.
Bu besteciler “Atatürk Müzik Devrimi” olarak adlandırdığımız özde ulusal, teknikte
çağdaş-evrensel çoksesli müzik kültürünü toplumumuza yaşatma atılımına temel harcı
koyan sanatçılardır.
Onların önderliğinde kurulan çoksesli çağdaş Türk sanat müziği okulu, günümüz sanat
müziği yaşamımızı biçimlendiren yaratıcı, seslendirici ve eğitici kuşakların yetişmesini ve
kurumların gelişmesini sağlamıştır.
Bu düşünce ve duygularla Vakfımız yirmi üç yıl önce, “Türk çoksesli müzik yaşamına
olağanüstü katkılarda bulunmuş seçkin besteci, yorumcu ve/veya müzik eğitimcisi ya da
müzik kurumuna Vakfın ve müzikseverlerin şükranlarını sunmak üzere bir ödül sistemi
kurmuştur. SCA Müzik Vakfı, adı geçen bestecilerimizin tamamına “Vakıf Onur Ödülü
Altın Madalyası” ile şükranlarını sunma imkanını bulmuştur.
Aynı çerçevede bu beş bestecimizin yaşamını, kişiliğini, eserini ve hizmetlerini gelecek
nesillere aktarmak amacıyla birer “armağan kitap” Vakfımızca yayınlanmıştır.
Hepsi ışık içinde yatsınlar.
02/05
MÜZİKSEVERİN KÖŞESİ
MK 02/01
Basbariton Erdem Baydar İle Söyleştik
Deniz Demirci*
Annesi ve babası Jeoloji mühendisi olan sanatçı küçüklükten beri
babası gibi hep bas bir sese sahip olmak istermiş. İlk sahne
deneyimine “Damdaki Kemancı’yla” ilkokul yıllarında başlamış.
Erdem Baydar, ailesine ve çocuklarına oldukça düşkündür. Balık
tutmayı seven sanatçı atletizm, judo, ju-juitsu ve cirit atma
sporlarıyla zaman buldukça ilgileniyor. Yurtdışında kariyer yapan
sanatçılara destek verilmediğini belirtiyor. Erdem Baydar artık
Türkiye’deki genç yeteneklere yılların tecrübesini ve dünyanın
sayılı şan hocalarından öğrendiklerini aktarmak istiyor.
Erdem Baydar estetik olan şeylerin kendisine ilham verdiğini
söylüyor. “Giuseppe Verdi’nin bir müzik cümlesinde, R.Wagner’de
Votan’ın kızına seslenirkenki hissiyatında, A.Wozzeck’in 12 ton anlayışında, G. Klimt’in
tablolarında çocuğuna sarılan kızıl saçlı bayanın yüzündeki anne şefkatinde duyuyorum
sanatı...”
Sizin sanat anlayışınızı öğrenebilir miyiz?
Sanat hayatın bir parçası, bazı şeyleri nasıl yaşadığımız ve hissettirdiğimizin iz düşümüdür
diye düşünüyorum.
2004 yılında dünyanın en büyük ve en önemli konser salonlarından biri olan Leipzig
Gewandhaus’a büyük şef Fabio LUISI tarafından davet edildiniz. Burada sahneye
çıkan ilk Türk olmak nasıl bir duyguydu?
Benim için bu konser inanılmaz güzel ve onur vericiydi. Özellikle konserin tüm Avrupa ve
Kuzey Amerika’da canlı yayınlanması ve 300 milyon kişinin izliyor olduğunu bilmek çok
heyecan vericiydi.
Özellikle sevdiğiniz bir orkestra çalgısı var mı?
Çellonun sesini her zaman çok beğeniyorum.
Avrupa’da solo olarak 800 ile 850 solo temsil, 300 ile 350 arası solo konser verdiğinizi
biliyoruz. Sahneye çıkarken hala heyecanlanıp heyecanlanmadığınız doğrusu merak
konusu?
Tabii ki her sahneye çıkış yeni bir heyecan demektir. Bu seyirciye duyulan saygının bir
göstergesidir. Ancak yeterince hazırlanma, prova yapma şansım olduysa sahnede kendimi
rahat hissettiğimi ve sahne korkusu yaşamadığımı söyleyebilirim.
* Deniz Demirci, Başkent Üniversitesi Devlet Konservatuarında ‘Müzik Bilim’ dalında ‘Yüksek Lisans’
öğrenimini sürdürmektedir.
02/06
MK 02/02
Özellikle kariyerinizde J.Strauss ve R.Wagner eserlerine yoğunlaştığınızı görüyoruz.
Richard Wagner’in eserlerini bir şancı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
R.Wagner Opera sanatının zirvesi, son noktası gibidir. Wagner eserlerini senfonik olarak
yazar. İnsan sesini orkestranın bir parçası gibi kullanır. Bir şancının Wagner’in eserlerini
söyleyebilmesi için sesinin uzun süreli bir kondisyona sahip olması ve sesini enstrüman
gibi kullanması gerekir. Kendisinin ne kadar iyi olduğunu anlamak isteyen bir şancı için
R.Wagner’in eserleri “iyi bir düello” gibidir. Keza Johnn Strauss da öyledir...
Siz insan sesini nasıl duyuyorsunuz?
Mesleğimden, aldığım eğitimden olsa gerek bir şarkı söyleyen duyduğumda, ister istemez
sesini renk olarak duyuyor, tekniğini analiz ediyorum; tabiri caizse görüyorum. Kimi
zaman dinlediğim eserin keyfini çıkaramadığım dahi oluyor.
Yurtdışında klasik müzik konserlerine büyük ilgi olduğunu biliyoruz. Bu müziğin
tanıtımını nasıl yapıyorlar?
Yurtdışında klasik müzik konserlerin reklamı çok iyi yapılıyor. Her köşe başında reklam
görüyorsunuz. Böylelikle bin kişilik salonlar doluyor. Hemen önünde de biletleri satan,
reklam yapan onlarca insan görebilirsiniz.
Başarılarınızın sırrını bizimle paylaşır mısınız?
Başarılarımın nedenini ben çok çalışmaya bağlıyorum. Bir hikâyeye göre; ünlü tenis
antrenörleri bir araya geliyor ve yetenekli öğrenciyi hangi özelliğinden tanıyacaklarını
kendi aralarında tartışıyorlar. Genç bir antrenöre sıra geliyor: “Sizin dediklerinize ve
tecrübelerinize saygı duyuyorum; fakat benim için derse 1.5 saat önce gelen ve dersten 1.5
saat sonra giden öğrenci idealdir” diyor. Benim için yetenek ilgi ve çalışmaktır. Çalışmanın
yanı sıra işi analiz edip içselleştirirse de mükemmel olur.
Rollerinize nasıl hazırlanıyorsunuz?
Canlandırdığımız karakterlerin “derisinin altına girdiğimiz” zaman rolü birazda olsun
yaşamaya ve hissetmeye başlamış oluyoruz. Bu da eseri hem edebi hem de müziksel olarak
iyi analiz ettiğinizde olabiliyor. Mesela Wozzeck söylerken hem Büchner’in Woyzeck
eserini hem de Alban Berg’i iyi tanımanız, anlamanız gerekir.(Wozzeck Opera, Orijinal
tiyatro eseriyse Woyzeck’tir.)
W.A.Mozart için bize neler söyleyeceksiniz?
Mozart’ı Türkiye’de okurken değil de Viyana’da okuduğum yıllarda tramvayda konuşan
iki kişiyi izlerken anladım. Başta da dediğim gibi sanat hayatın, insanların organik bir
parçasıdır. Bunlar şarkı söylese anca böyle söylerler diye düşünmüştüm.
Ses renginizin ne gibi bir avantajı oldu kariyerinizde?
Önemli olan ses rengi değil, o sesi nasıl kullandığınız diye düşünüyorum.
02/07
MK 02/03
Siz bir Türk Opera Sanatçısı olarak yurtdışında nasıl karşılıyorlar?
Bir Türk Opera Sanatçısı ile karşılaşmak onlara ilginç geliyor.
Almanya’nın genel olarak sanat anlayışı nasıldır?
Her şeye çok gerçekçi yaklaşırlar. Sanata, esere ve özellikle besteciye büyük saygıları var.
Yeni projelerinizden biraz bahseder misiniz?
Aytül Büyüksaraç’ın büyük desteğiyle İzmir Operası ile birlikte bu yaz Uluslararası İzmir
ve Aspendos Festivalleri’nde “Uçan Hollandalı’yı” sergiledik. Bu yıl Almanya’daki Opera
temsillerinde I Due Foscari Operası’nda Loredano’yu, Tannhauser Operası’nda Landgraf ’’ı
ve Mose in Egitto Operası’nda Mose karakterlerini canlandıracağım.
Yurtdışında kimlerle çalıştınız?
-Kms Margarita Lilova ve Prof. Franz Lukasavskus ile stil açısından Viyana Müzik ve
sahne Sanatları Üniversitesi’nde çalışma fırsatı buldum.
- Edita Gruberova
- Eric Halfuarsan (Şuan en büyük Bass)
- Jean Pierre Blivet ( Natalie Dessay’in Hocası)
- Toma Popescu( Corelli’nin Master Klasslarını birlikte yaptığı şan hocası)
02/08
MK 02/04
Ani Değişimlerin İstikrarı – Beethoven
Şerif Can Ünver*
6 Ocak 2011 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın verdiği konser L. van
Beethoven’ın eserlerine ayrılmıştı. İlk yarıda ünlü keman konçertosu, ikinci yarıda da 6
numaralı Pastoral Senfoni’sini dinledik.
Keman konçertosunu, içinde Tchaikovsky, Queen Elizabeth, Paganini gibi büyük yarışmaların bulunduğu pek çok yarışmadan ödüller almış, yine bu yarışmaların da içinde bulunduğu uluslararası pek çok büyük yarışmanın jüri üyeliğini yapmakta olan, D. Oistrakh, H.
Szering gibi dünyaca ünlü büyük keman otoriteleri tarafından övgüler almış, Bulgar keman
sanatçısı Vanya Milanova seslendirdi. Ama ne seslendirmek...
Son derece rahat görünümlü uzun ve sahnede göz dolduran kıyafeti ile sahneye çıktığı ilk
andan başlayarak ilgi topladı. Kemanına ilk dokunduğu anın nasıl olacağını hayal etmeye
başlamıştım ki orkestra, timpaninin dört vuruşuyla, konçertonun başındaki uzun tuttiyi
seslendirmeye başladı. Orkestra o kadar pürüzsüz ve yalın çalıyordu ki, o sırada solistin
nasıl çalacağına olan merakımı unutturdu.
“At sahibine göre kişner” derler. Bu sözün ne kadar doğru olduğu, Bayan Milanova’nın
arşesini kaldırıp kemanına dokundurduğu an ortaya çıktı. Orkestranın dünya çapında oluşu, ne kadar değerli ve usta müzisyenlerden oluştuğu gibi tüm haklı ve gerçek unsurlar
müzikteki layık olduğu yeri bulmuştu gözlerimin önünde. Uzunca bir zaman sonra ilk defa
gözlerimi konser sırasında kapatıp kendimi müziğe bıraktım. O kadar dengeli bir balans, o
kadar dengeli nüans kullanımları, müthiş sonorite ve dahası jilet gibi bir entonasyon...
Beethoven’ın müziğinde özelliklerden biri, dinamiklerin, yani müzikteki ani yükseliş ve
düşüşlerin kullanımında çok ani değişikliklere yer vermesidir. Bu dinamizmin enerjisi müziğin katı kurallı oluşu ile zıtlaşan bir tutum izler. Dönem müziğinde kurallar, dönemin
özelliği gereği çok ön plandadır ve icralar her ne kadar romantizme kaçmaya aşırı elverişli
gibi de görülse aslında çalınan eser klasiktir ve bu yüzden kuralların uygulanmasını lüzumlu kılar.
Faruk Güvenç’in konser notlarında belirtildiği üzere, dinamikler arası bu büyük farklılıklar, karakteristik ayrılıklar ve zıtlıklar, o denli büyüktür ki, ilk icrasından sonra yayınlanan
yazılar ve eleştirilerde hep eserin kopukluğu ve bütünlükten uzak oluşunu vurgulanmıştır.
Aksine bu kopukluğa tezat oluşturacak şekilde bestelenmiş olan bu büyük eseri, bestecisi
L.van Beethoven eserdeki müzikal yapı gereği 2 ve 3. Bölümleri attaca (iki bölüm arasında
bölümün bitişini gösteren bir aralığın verilmeksizin diğer bölüme geçişinin sağlanması)
şeklinde yazmıştır.
* Can Ünver, Başkent Üniversitesi ‘Akademik Başkent Oda Orkestrası’ viyolonsel sanatçısıdır.
02/09
MK 02/05
Doğu Bloku ülkelerindeki sert ve katı tutum solistin icrasına yansımıyordu. Ancak o tutumun ve disiplinin, solistin eseri çalarken ince ayrıntılara gösterdiği titizlikle kendini belli
ettiğini de vurgulamak yerinde olacaktır. Zira hiçbir detayın atlanmadığı, tüm kuralları
ile “klasisizmin” tüm gereklerini yerine getiren bir icraydı. Tüm basamaklar, tüm cümle
sonları, tüm köprüler, adeta kendi yazmışçasına her alandaki hâkimiyetini vurgular nitelikteydi. Hiç durmadan devam eden vibratosu süratli, ancak hız olarak “maarifet gösterisi”
diye adlandırılamayacak türde, tam olması gerektiği gibiydi. Müzikte bir “olması gerektiği
gibi” cümlesini kullanmak her ne kadar duyumsal bir sanat dalı oluşuyla ters gibi görünse
de, klasik evrenin en önemli unsuru kurallar olduğundan, bu kullanım kanımca yerinde ve
anlamını aşmayan bir yaklaşımı vurgulamaktadır.
Çağımızda artık tüm müzik dallarında olduğu gibi, klasik müzikte de bir bireyselleşme ve
“ben yaptım oldu” anlayışı baş göstermiştir. Bu anlayış (ya da yanlış anlayış!) bir anlamda
çok çeşitli renkler ortaya koyarken, bu renklerin resmin genelini bozması gibi bir olasılığa
yol açtığı da doğurduğu bir gerçektir. Bu şekilde bir benimseyişle yayılan ve “popüler” hale
gelen tüm üslup, yaklaşım ya da düşüncelerin ortak özelliği “kolay algılanır” olmalarıdır.
Bu kolay algılanır üsluplar, yine çalıcıların “kolay algıladıkları” şekilde düşlerinde yer eder
ve çalışmalarında onlara yol gösterir. Sonuç bellidir. Ya Barok işlemeleri içeren cam gökdelenler, üzerlerinde at arabalarının seyir ettiği beş şeritli otoyolar, ya da bez kanatlı jet uçakları gibi ifade edilebilecek icralar. Evet! Mozart’tan, Beethoven’den, Haydn’dan, Bach’dan
ve Brahms’dan bahsediyorum! Hepsini romantik seslendiren bir üslup takınıp, sonra “ben
böyle algılıyorum sanat içinde icracının yeri de vardır bu yerde benim söz hakkım var!
O yüzden ben böyle algılıyor ve hissediyorum. Sanat sonuçta hislerin dışa vurumudur.”
şeklinde kılıfını hazırlayan sanatçıların ortaya çıkarttıkları yemekten bir kaşık aldığımda
damağımda oluşan lezzet işte böyle bir lezzet. Acılı, sarımsaklı yoğurtlu, üzerine kızgın
yağda kızarmış kırmızıbiberli sos gezdirilmiş dondurma gibi, ya da konser yorumunda yemek tarifi verilmesi gibi!
Kuralcı Beethoven’e dönecek olursak, ne kadar katı bir adam bu böyle! Bu kadar kural
içinde nasıl müzik yapılır, nasıl duygular ifade edilir? İşte Bayan Milanova’nın konserde
sergilediği “felsefi icra” bunun üzerine kurulu bir eğitim seansı gibiydi. Fakat bu dersi,
kendi dünyasını, yaşantısını, zorluklarını, Beethoven’in keman konçertosunu kendi dili
olarak kullanarak veriyordu. “Ben yaptım oldu” diye değil, tüm kuralları ile uyguluyordu.
Klasisizm’in tüm gereklerini yerine getirmesinin yanısıra, bu kadar üstün yetenekli ve büyük bir keman virtüozu oluşunu ve bir kadının bu kadar büyük bir misyon üstlenmedeki
psikolojik ve duygusal tüm yönlerini aktaracak kadar da romantizmi yaşadığını hissettiriyordu. Bu uzun zaman boyunca unutamayacağım, muhteşem bir icraydı. Eğer kaçırdıysanız konseri, lütfen kendinize bir iyilik yapın ve CD satıcınıza gidin. Kendilerinden Vanya
Milanova’nın Beethoven Keman Konçertosu’nun kaydı olup olmadığını sorun. Varsa da
hiç düşünmeden edinin.
Konu dinamikler olduğunda akla ilk gelen isimlerden biri Beethoven’dır. Çünkü ani değişimlerin, dinamiklerin aralarındaki açıklığın, kuralların ve onlarca farklılığın, romantizme
kaçan bir düşünce yapısına dönüşmesi ve ifadenin romantik bir üslup haline bürünmesi
02/10
MK 02/06
çok kolaydır. Bu noktada devreye istikrar girmelidir ki klasisizmin farkı ve anlamı ortaya
çıkabilsin. Zaten icradaki en önemli zorluk da bu denilebilir ilk bakışta. Beethoven’in bu
nitelendirmeyi ne kadar hak ettiği, icranın düşündürttüğü bir olgu mu olduğu, yoksa gerçekten öyle mi olduğu sorularına yanıt konserin ikinci yarısından geldi.
İkinci yarıda orkestra şef Raoul Gruneis yönetiminde Pastoral Senfoni’yi seslendirdi. Bu
inişli çıkışlı müziği solistin ilk yarıdaki Beethoven yorumundan farklı bir üslupla ele aldı.
Bu kadar muhteşem bir konçertonun ve icranın arkasında en az o kadar muhteşem bir
bütünlükle eşlik etmiş olan aynı orkestra bu sefer orkestra şefinin yorumunu öne çıkarttı.
Dinamikler arasındaki farklılıkların arası ilk yarıya oranla daha kapalı bir hal aldı. Sonorite
ilk yarıda olduğu gibi devam etti.
Entonasyon ve ritm açısından Pastoral Senfoni’de, özellikle flüt ve klarnetlerin kuş seslerini
taklit ettikleri ve yalnız kaldıkları kısımlar çok riskli kısımlardır. Bu kısımlar geldiğinde
çok basit iki ya da üç nota çalmalarına karşın sessizlik içinde olduklarından ritm algısı, tüm
orkestra çalarken olduğundan daha serbest kalır ve bu da şefe uyum dahil olmak üzere pek
çok sorun yaratabilecek “endişe”yi doğurur. Bu nedenle o kısımlarda genellikle orkestralar
problem çekerler. Kayıtlarda bile (sonradan oynanmamış eski kayıtlar) dünyaca meşhur
orkestraların bu pasajlarda senkronizasyonun bozulduğu ve ritmik algının klârinet ile flütler arasında tam ve kusursuz biçimde sağlanamadığını ortaya koyar. Fakat 6 Ocak 2011
tarihli Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserinde bu pasaj da dahil olmak üzere
pek çok zorlu pasaj ritm ve entonasyon açısından sanki orkestranın tamamı çalıyormuşçasına bütünlük içindeydi. En güzel konserde bile can sıkıcı bir hale dönüştüren pasajlarda
heyecanımı hiç kaybettirmeyen orkestraya teşekkür ederim.
Fagotlar ve çelloların ünison olarak melodiyi duyuran soloyu üstlendikleri pasajlarda yakalanmış olan balans, ortaya çıkması istenen renk ve sonorite, ne çelloyu ne de fagotu ayırt
edebilecek nitelikte uyumlu ve belirgindi. Fagot ve çello grubuna da teşekkür ederim. Son
bölümde oldukça zor ve süratli, birbirinin ardı sıra, önce çellolarda daha uzunca, daha sonra kontrabaslarda duyulan soloların tüm notaları tek tek duyulabiliyordu. Bu oldukça zor
ve iyi emek vermek gereken görevi de başarıyla yerine getirdikleri için yine çello grubuna
ve kontrabas grubuna ayrı ayrı teşekkür etmek isterim. Tabiki Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası’nın diğer tüm sanatçılarına da teşekkür ederim. Zira bu kadar üstün bir performansı, bu kadar uyumlu bir birlikteliği, müzikal bütünlüğü sahne üzerinde sergilemek hiç
kolay bir iş değil.
Son olarak performansla değil ama konserle ilgili bir konuya, etiğe değinmek istiyorum.
Konser yapmak kolay bir iş değildir. Bunu en güzel orkestraya ilk girdiğinizde anlarsınız.
Eserler fevkalade çok sayıdadır ve bu kadar çok eseri dinlemiş olmanız, biliyor olmanız ve
hatta ezbere biliyor olmanız hiçbir şey ifade etmez. Orkestra ile kendinizi harmanlamayı
öğrenmeniz gerekir. Harman derken, araya karışmak değil, bütün olmak. Bunun için seneler geçer, aynı eseri belki yüz kez çalmanız ve birlikte prova etmeniz gerekir. Yoksa “zaten
biliyorum ben bu eseri şak diye çalarım” diyemezsiniz. Çalsanız da dinleyici sizi hemen
ayırt eder, hem de kendi grubunuzda aynı işi yapmakta olan insanlar arasında! Bu neden-
02/11
MK 02/07
le bir konser ortaya koymak kolay iş değildir. Emek ister, zaman ister, özveri, düşünmek
ve dahası hissetmek ister. Bunlar da yetmez. Bunları kullanarak iyi niyetle, “bir olmayı”
gerektirir. Kısacası Ben olmaktan Biz olmaya geçmek gerekir. Orkestranın içinde gerek etnik kökenler açısından, gerek dini kökenler açısından ve gerekse konuştuğu dil açısından
farklılıklar içeren insanlarla Biz olmak, Bir olmak gerekir. Hem de sadece görüntüde ve işi
yaparken değil, düşüncede ve anlayışta da Bir’likten bahsediyorum. Çünkü ortaya koyulan
ürün, herkese malolan bir ürün. Sanat...
Konservatuarlarda daha orkestraya girmeden önce öğrenciyken bir eser üzerinde aylarca
çalışıp kafa yormamız gerekirdi. Ardından bunu bir kerede seslendirmemiz gerekirdi tıpkı
bugün olduğu gibi. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, içinde genci ve yaşlısı, farklı
kökenlere sahip pek çok değerli sanatçıyı bir araya getirmiş, dünyanın en eski orkestralarından biri olarak varlığını sanatsal, kültürel alanlarda sürdüren çok köklü bir kurum. 6 Ocak
konseri bu kurumun parlak günlerinden biri olmuştur.
02/12
MK 02/08
Elif Yoldaş
Zamanında müthiş bir başarıya ulaşan ünlü besteci Mozart’ın
Saraydan Kız Kaçırma (Die Entführung aus dem Serail) operası
tüm kadrosuyla 22.12.2010 Çarşamba tarihli prömiyerinde
sahnede harikalar yarattı.
Eserin orkestra şefliğini Prof. Rengim Gökmen’in yaptığı Saraydan Kız Kaçırma Operası o
gece mükemmel seslendirildi. Koro şefliğinde Alessandro Cedrone’ un olduğu bu operada
Çağda Çitkaya’ nın dekorları tam anlamıyla zamanın çizgilerini yansıtıyordu. Kostümler
de bir o kadar şahaneydi. Şanda Zipçi seyirci için iyi bir görsel şölen sunmuştu. Işık düzeni
ise Fuat Gök’e ait olan Saraydan Kız kaçırma Operası’nı Yekta Kara sahneye koymuştu.
02/13
MK 02/09
Ünlü besteci Wolfgang Amadeus Mozart’ın operası olan Saraydan Kız Kaçırma operası
Alman stili Singspiel stilindedir. Bu stile göre operada konuşmalarla müzikli dram bir
aradadır; eserdeki olaylar konuşma ile süslenmiş ve müzik gösteriler şekilde parçalardan
oluşmaktadır. Eserin librettosu önce “Christoph Friedrich Bretzner” tarafından yazılmış
ve sonradan W. A. Mozart’ın istek ve katkılarıyla “Gottlieb Stephanie” tarafından esere
adaptasyonlar yaptırılmıştır.
Eserin hikayesi;Belmonte adlı bir İspanyol soylusunun, uşağı olan Pedrillo ile birlikte, sevgilisi Konstanze’yi ve onun İngiliz hizmetkarı Blonde’yi tutsak olarak bulundukları Selim
Paşa’nın Akdeniz kıyılarında bulunan sarayından ve Paşa’nın kâhyası olan Osmin’in elinden kurtarmak için yaptığı girişimlerinden ibarettir.
1782 yılında Mozart’ın kariyerinin doruk noktalarından birini yaşamış ve “Die Entführung aus dem Serail” (Saraydan Kız Kaçırma) ile müthiş bir başarıya ulaşmıştır. “Saraydan
Kız Kaçırma” eserini ilk kez duyan Avusturya imparatoru II. Josef, Mozart’ı gördüğünde
“Bu eser benim kulaklarıma çok ince gelmekte; çok sayıda nota bulunmakta” dediği ve
Mozart’ın ise “Bulunan nota sayısı, bu eser için gereken nota sayısı kadardır” yanıtını verdiği bildirilmektedir Ayrıca Sanatçı bu eserini eşi Constanze’ye düğün armağanı olarak
bestelemiş ve ona ithaf etmiştir.
02/14
MK 02/10
Karakterlerin ve müziklerin eğlenceli bir şekilde sunulduğu Saraydan
Kız Kaçırma operası’nın Türkiye’de
ilk oynanışı 1959 Ankara Operasında yapılmıştır. Eser İtalyan biçiminde bir uvertürle başlar. Başlıca
Kişiler; Belmonte, genç bir İspanyol kişizade (Tenor) Osmin, Selim
Paşa’nın harem bekçisi (Bas) Constanze, Belmonte’nin sevgilisi (Soprano) Blondchen, Constanze’nin
hizmetçisi (Soprano) Pedrillo,
Belmonte’nin uşağı (Tenor) Selim
Paşa, sarayın soylusu rolündedir.
Konstanze’nin nişanlısı Belmonte,
uşağı Pedrillo’ nun yardımlarıyla,
iki kadını saraydan kaçırırken, sarayın harem bekçisi olan Osmin tarafından yakalanırlar.
Sevgililer en ağır cezayı beklerken, Selim Paşa onları bağışlar ve opera bu finalle sona erer.
Belmonte rolünde dönüşümlü olarak Aykut Çınar ve Arda Doğan; Osmin rolünde Bülent Ateşoğlu, Sabri Karabudak, Tuncay Kurtoğlu ve Özgür Savaş Gençtürk; Constanze
rolünde Hülya Kazan ve Feryal Türkoğlu; Blondchen rolünde Esra Akcan, Hülya Kazan,
Görkem Ezgi Yıldırım ve Aslı Sesal; Pedrillo rolünde Haser Tek, Emrah Sözer ve Cenk
Bıyık; Selim Paşa rolünde Okan Şenozan şubat ayının dokuzuncu günü de seyirci karşısına
çıkacak.
02/15
DİAPASON MÜZİK MAĞAZASINDAN
DM 02/01
Müzikte Derin Zirve
İlhan Baran
Terini son damlasına kadar öğrencileri için akıtmış bir
besteci ve teori öğretmenidir İlhan Baran... Devletin Konservatuvar sonrası Paris’te okuması için verdiği bursu, fazlasıyla geri ödemiş, Batı’da Türkiye imgesinin olumlu yüzünü
ortaya koyan Muhiddin Dürrüoğlu, Fazıl Say, Toros Can
gibi üstün yetenekleri ve daha nicelerini yetiştirmiştir...
Günümüz anlayışıyla tam bir “müzik ve yaşam koçu”dur
o... Örnek besteci, önder öğretmendir. Özellikle piyano
için yaptığı besteler, günümüzde tüm konservatuarların değişik sınıflarında müfredatın ayrılmaz birer parçası haline
gelmiştir. “Dönüşümler” başlıklı piyanolu triosu, dünyanın
ünlü topluluklarının repertuarlarına girmiş, Amerika’dan
Avustralya’ya kadar seslendirilmekte, uluslararası dolaşımda yer almaktadır. Uzun yıllar sürüp giden teksesli çoksesli müzik tartışmasında kucaklayıcı ve doğru tavrıyla gençlere yol
göstermiş, Doğu ile Batı arasındaki köprüyü hem kendi yapıtlarında, hem öğrencilerinin
zihinlerinde çoktan oluşturmuştur. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından 2009 yılında Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirilen Baran’ın özellikleri nelerdir, öğreticiliği, besteciliği nasıldır? Hangi çabanın içinde olmuş, hangi sonuçları elde etmiştir? İlhan
Baran’ın yaşam öyküsünü, başta değişik kuşaklardan öğrencilerinin tanıklıkları ve çeşitli
belgelerle zenginleştirilmiş olarak gazeteci ve sanat yazarı Şefik Kahramankaptan’ın kaleminden okuyacaksınız. (Arka kapaktan)
2009 Sevda Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası besteci-eğitimci İlhan
Baran’a verilmişti. İlhan Baran’ın yaşam öyküsünün doğumundan günümüze kadar yaptıklarının derlendiği kitabı Şefik Kahramankaptan kaleme aldı.
Kitap; İlhan Baran’ın çocukluk döneminden, konservatuar yıllarına, bestelerinden, uluslararası alanda başarı kazanmış öğrencilerine kadar birçok bölümü içermekte. Baran’ın az
rastlanan bir “öğretmen”lik bakış açısının olduğunu, öğrencilerinin mektuplarından ve
Baran’la olan anılarından anlıyoruz. Onlara çok sağlam bir müzik eğitimi vermekle kalmayıp, entelektüel gelişimlerine katkıda bulunması ve adeta yaşamlarının yönünü değiştirmesi,
onun ne kadar önemli ve değerli oluşunu kanıtlar nitelikte… Bugün birçok akademisyenin Baran’ı bu konuda örnek alması gerektiği de göz önüne alınırsa, başta öğretmenlerin ve
müzik alanında kariyer yapmak isteyen besteci adaylarının bu kitaptan edinebileceği çok
önemli detaylar var.
02/16
DM 02/02
Atatürk Devrimlerinin Simgesi
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
Çoksesli müziğin Türkiye’deki tarihi kadar eski ama
aynı zamanda Atatürk devrimlerinin simgesi bir kurum:
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası.
En eski orkestramız, öğrencilik yıllarımızda ayakta dinlemeyi göze aldığımız, gelmeyen müzikseverin boş yerini
kolladığımız, Carmina Burana seslendirildiğinde gişesi
önünde kuyruklar olduğumuz...
Hem müzisyenler, hem müzikseverler için bir okul olmuş
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın tarihçesini bu
kitapta bulacaksınız.
Yaşama Sevinci Tuşlarla Buluşunca
Gülsin Onay
Bu kitapta;
Tuşlarla buluşan bir yaşama sevincini ve “Bugüne kadar
yaptıklarıma bakarsak aslında 100 yaşında olmam gerekiyor. Yapmak istediklerime bakarsak 500 yıl yaşamam
lazım” sözleriyle piyanoya ve müziğe olan tutkuyu ifade
eden bir yaşam öyküsü bulacaksınız.
02/17
DM 02/03
Evrenimzi İç Işıklarıyla Aydınlatanlar
Ayla Erduran
Müzik ve Keman
Ayla Erduran onuruna, ona armağan olarak bir kitap yazmak...
Erhan Karaesmen bu onuru duyumsayarak onun olağanüstü müzik yorumculuğu yanında aydınlık, aydın, sevecen, renkli ve bir o kadar güçlü iç dünyasını da ortaya
koymaya çalışmakta bu eserde.
Ayla’ya kemanı ile yol gösteren, ona ışık tutan büyük ustaları tanırken; yakın müzik ve dost çevresinin söyledikleri
ve yazdıklarıyla ona daha da hayran oluyoruz...
Yazar, müzik tutkulu yaşamından da yararlanarak Erduran’ın genç müzisyenlere, müzik
severlere keman ve dünyası ile ilgili öğretici ve eğitici önerileni paylaşmada da yardımcı
oluyor.
İhsan Doğramacı ve Çağdaş Üniversite
Cumhuriyetimizin üniversite tarihinde fikirleri, eylemleri
ve örnek eserleriyle yer almış bir büyük insan, bir “olağanüstü Türk”tür İhsan Doğramacı. Onun, Hacettepe sırtlarında başlayan üniversitede reform projesini adım adım
Türk üniversite sistemine nasıl yerleştirdiğini, bu uğurda
verdiği sabırlı ve inatçı savaşımı, ortaya çıkardığı örnek
eserleri bu kitapta okuyacaksınız. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi olan müzik eğitimcisi
Erdoğan Okyay, armağan kitabını İhsan Doğramacı hakkında yazılanları harmanlayarak oluşturdu; kendi düşüncelerini de serpiştirerek...
02/18
DM 02/04
Ayhan Baran
Bel Canto’nun Efsane Ustası
Türkiye’den yetişen sayılı uluslararası şan sanatçıları arasında erkek sesi olarak bir numara Ayhan Baran...
Gelmiş geçmiş en önemli bas sesler olarak kabul edilen
Şalyapin, Boris Christoff gibi isimlerle karşılaştırılıyor...
Kral Philipp, Mephisto, Sarastro gibi unutulmaz rollerle
Avrupa başkentlerinde ve Moskova’da hala anımsanan
Ayhan Baran, türkülerin operatik yorumuyla da kitlelerin
sevgisini kazanan bir sanatçı...
Mayasındaki sanat yeteneği sadece müzikle sınırlı değil...
Herkesin opera sanatçısı olarak tanıdığı Ayhan Baran,
aynı zamanda bir ressam, heykeltraş, fotoğraf sanatçısı,
mimari tasarımcı... Müzik kültürü operayla sınırlı değil...
Gerektiğinde kendi kendine eşliğini en mükemmel biçimde yapacak düzeyde iyi bir piyanist... 2004 Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirilen “Devlet Sanatçısı” Ayhan Baran kimdir? Nasıl yetişti, nasıl ünlendi? Hangi
badireleri nasıl atlattı? Aşırı tevazuu, mükemmeliyetçiliği ve tatilinden ödün vermemesi
nedeniyle uluslararası alanda hak ettiği zirveye tırmanmasa da adını opera tarihine altın
harflerle yazdıran Ayhan Baran’ın ilginç yaşam öyküsü ve başarılarını, gazeteci-yazar Şefik
Kahramankaptan’ın kaleminden okuyacaksınız. Faik Canselen
Eğitime Tutkulu Bir Besteci
Faik Canselen, Cumhuriyet müzik ve müzik eğitimi tarihimizin yaşayan bir anıtı. Hem besteciliğini, hem de
eğitimciliğini Atatürk müzik devrimine, çoksesli ulusal
bir müzik kültürünün filizlenip boy vermesine adamış
bir ulu çınar. Çalışmış, didinmiş, karanlığı devirmek için
hep ileri yürümüş, hep ileri atılmış...
“İleri Marşı” ile ve tüm eserleriyle O, hep yaşayacak...
Canselen’in yaşamını ve eserlerini, onun bir meslektaşı
olan müzik eğitimcisi Dr. Erdoğan Okyay yazdı. SevdaCenap And Müzik Vakfı’nın “2003 Yılı Onur Ödülü Altın Madalyası” sahibi Faik Canselen’in bu armağan kitap
ile daha iyi tanıyacaksınız ve 93 yaşındaki eğitime tutkun
bu genç bestecinin “müzik devrimi ateşi” sizi de ısıtacak ve ışıtacak...
02/19
DM 02/05
Hikmet Şimşek
Işığı Taşıyan Adam
“Işığı Taşıyan Adam”
“Atatürk Müzik Devrimleri Eri”
Bu iki ifade, Hikmet Şimşek’i tanımlamak için yeterli
belki. Çünkü bu iki ifadenin arkasında yıllar ve çabalar
var; özveriler, güzellikler, ileriyi görme var.
Bu kitap, Önder Kütahyalı’nın yalın ve ayrıntılı anlatımıyla iki ifadeyi de açıyor, berraklaştırıyor.
Kamuran Gündemir
Piyanist, Hoca ve Cumhuriyet Aydını
Günümüz Türkiyesi’nin uluslararası sahnelerde temsil
eden Fazıl Say, Muhiddin Dürrüoğlu-Demiriz, Emre
Elivar’ın hocası ve yetiştirmekte olduğu Emre Can Yavuz
ile önümüzdeki günlere de imza atan bir isim: Kamuran
Gündemir.
Bu renkli ve önemli isimi Erhan Karaesmen araştırdı, inceledi, yazdı. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından
2001 yılı “Onur Ödülü Altın Madalyası” ile ödüllendirilen Kamuran Gündemir’i okuyunca sizde seveceksiniz.
02/20
DM 02/06
Ferit Tüzün
Çeşme Başı’ndan Esintilerle
Cumhuriyet dönemi ikinci kuşak bestecilerinin en kısa
ömürlüsüdür Ferit Tüzün. Kompozisyon öğrenciliğinden itibaren elle tutulur 20 yapıt besteledi. Türk bestecileri arasında yapıtları yurt dışında en fazla çalınanlardan
biri... Herkes en renkli, canlı, parlak orkestralama tekniğini Tüzün’ün kullandığı konusunda hemfikir. İlk Türk
balesi “Çeşmebaşı”nın müziğini yazma onuru Tüzün’e
ait. “Midasın kulakları, eşek kulakları” nakaratlarını da
herkesin diline pelesenk eden gene O... Sağlığında hocalarından sıra gelmediği için “Devlet Sanatçısı” unvanı
verilmeyen, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından
“post mortem” olarak, ölümünden 23 yıl sonra 2000
yılında “Onur Ödülü Altın Madalyası” ile ödüllendirilen bu sevecen, üretken bestecimiz kimdi? Nasıl yetişti,
nasıl ünlendi? Eyüp’te, Kınalıada’da başlayıp Ankara’da gelişen, Münih’te pekişen, sonra
gene Ankara’da tam olgunlaşırken kısa düşen Ferit Tüzün’ün 48 yıllık yaşam öyküsünü, yaşayanların tanıklıkları ve belgelerle zenginleştirilmiş olarak gazeteci-yazar Şefik
Kahramankaptan’ın kaleminden okuyacaksınız.
Ferhunde Erkin
Tuşlar Arasında...
1. Dünya Savaşı’nın sürdüğü yıllarda Bandırma gibi küçük bir yerleşim yerinde olmalarına karşın iki çocuğunun
müzik dersleri almasını sağlayan bir subay baba. Herşeyiyle çocuklarına destek ve arkadaş bir anne. Böyle bir ailede
yetişen Ferhunde Erkin, savaş yıllarında başladığı piyano
derslerini İstanbul’da sürdürür. İşgal altındaki bu şehirde
henüz 11 yaşındayken kardeşi ile birlikte ilk konserini verir. Yurt dışında da eğitim alır. Tüm birikim ve yeteneğini,
Cumhuriyet Türkye’sinde eğitmek ve öğretmek için esirgemeden kullanır. Hem iyi bir eğitmen hem de iyi bir konser piyanisti olarak müziğe önemli katkılarda bulunur.
Bu değerli katkıları nedeniyle 1999’da Sevda-Cenap And
Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirilir. Onunki, taşıdığı yaşam sevinci, çok yönlü birikimleri ve yetenekleri ile parıldayan bir
yaşamdır tuşlar arasında... Bu kitapta Ferhunde Erkin’in değerli öğrencilerinden Filiz Ali
tarafından kaleme alınan bu yaşamı bulacaksınız. 02/21
DM 02/07
Ferid Alnar
Longa’dan Konçertoya
Kanun virtüözü bir üstün yetenekli çocuğun adım adım
ve müziksel geleneklerinden kopmaksızın çokseslilik evrenine yönelişi... Başka bir deyişle; Türk müzik devriminin oluşum ve kurumlaşma sürecinin özgün bir örneği...
Bu kitap; adı ülkemizde senfonik müzik ve opera sanatının gelişme süreci ile bütünleşmiş, “Türk Beşleri”nin,
eserleri yurt dışında en çok seslendirilmiş bir temsilcisi
olmasına karşın, giderek en çok yalnızlaşmış, ölümünden sonra ‘kanun konçertosu’ dışında neredeyse tümden
unutulmuş seçkin bir besteci, orkestra yönetmeni ve
öğretmen Ferit Alnar’a aramızdan ayrılışının 20.yılında, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın onur ödülü armağanıdır. Kitabın yazarı ve düzenleyicisi Dr. Erdoğan
OKYAY (1933) müzik eğitimcisi ve etnoloğudur. G.E.E.
Müzik Bölümü ve Freiburg Yüksek Müzik Okulu’nda yetişmiş, Hür Berlin Üniversitesi’nde
doktora yapmıştır. G.E.E. Ege Üniversitesi, MEB merkez örgütü, Berlin ve Göttingen Üniversitelerinde alanı ile ilgili görevlerde bulunmuş, yayınlar yapmış, çok sayıda çocuk şarkısı
bestelemiştir. Son 15 yılını, uygulama içinde meslek eğitimi modelini geliştirmek için kurulmuş bir Vakfa adamış, yansıra S.C.A.M. Vakfı Yönetim Kurulu üyeliği de yapmıştır. Bu
kitap, Vakfın, “Onur Ödülü Sahipleri Dizisi” içinde Okyay’ın yazdığı ve yayına hazırladığı
üçüncü kitaptır. Nevit Kodallı
Türkülerden Orotoryaya...
Cumhuriyet dönemi ikinci besteciler kuşağının en
önemli üyelerinden... Her dalda ürün vermesine rağmen,
öncelikle ses ve sahne müziklerinin bestecisi... Türkülerimizi çokseslendirmekten, büyük opera ve orotoryalara
kadar geniş bir yelpazede insan sesi, temiz bir Türkçe ve
etkileyici bir müzik için uğraş verdi.
Besteciliğinin yanısıra, eğitmen ve yönetici olarak önemli hizmetleri var. Bir aydın olarak yanlış politikaları eleştirmekten, yozlaşmaya karşı savaşmadan hiç çekinmedi.
Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nca, Onur Ödülü Altın
Madalyası ile 1997’de ödüllendirilen Kodallı’nın eserleri
opera-bale sahiplerinde aralıklarla temsil ediliyor.
Bu kitapta Dr. Erdoğan Okyay’ın keleminden Nevit Kodallı’nın yaşamını, müzik anlayışını okuyacak, besteci hakkında yazılanlardan bir seçkiyi de bulacaksınız.
02/22
DM 02/08
İdil Biret
Piyanodaki Harika
Daha 4 yaşında bir çocukken Mozart gibi “absolüd” kulağa sahip olduğu belirlenen, Türkiye Cumhuriyeti’nin
ilk “Harika Çocuk”u...
tin diskografisini bulacaksınız. Adına çıkarılan özel yasa ile 1948’de yurtdışında eğitime
gönderilen, paha biçilmez bir müzik kumaşı... Günümüzde, dünyanın “repertuarı en geniş” piyanisti... Duyarlı bir
yorumcu... Bir Chopin uzmanı... Aldığı ödüller, doldurduğu CD’ler, verdiği konserlerle, ülkemizin dünyadaki
en önemli sanat elçisi... 1996’da, kemancı Suna Kan’la
birlikte, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü
Altın Madalyası ile Ödüllendirildi. Bu kitapta, müzik
yazarı Üner Birkan’ın Biret’le yaptığı iki geniş söyleşiyi,
sanatçıyla ilgili yabancı basında çıkmış yazıları ve piyanis-
Suna Kan
Öz Şarkısını Duyuran Keman
Beş yaşındayken kemana başlaya, 12 yaşındayken çıkarılan özel yasayla İdil Biret’le birlikte yurtdışına eğitime
gönderilen olağanüstü bir müzik yeteneği... Üstün bir
teknik ve duyarlı bir yorum gücünün sahibi... Çokseslievrensel müziğin yaygınlaşması için çaba sarfeden,
Anadolu’yu karış karış dolaşan bir devrimci... Türk bestecilerinin eserlerini yurtdışında tanıtan bir sanat elçisi...
Solistliğini halkın müzik kültürünü arttırmaya adayan bir
devlet Ana... 1996’da, İdil Biret’le birlikte, Sevda-Cenap
And Müzik Vakfı’nın Onur Ödülü Altın Madalyası ile
ödüllendirildi. Bu kitapta, yakın dostu gazeteci-yazar
Müşerref Hekimoğlu’nun kaleminden, bu önemli keman
virtüözünün fırtınalı yaşam öyküsünü bulacaksınız.
02/23
DM 02/09
Cemal Reşit Rey
Unutulmaz Marşın Büyük Bestecisi
Besteci, orkestra şefi ve eğitimci... Türk Beşleri’nin seçkin
üyesi...
Ama öyle iki eseri var ki, O’nu unutulmaz kılan... Aşılamayan marşın, 10. Yıl Marşı’nın bestecisi O... Yıllara ve
bestelenen nicesine karşın, 75. Yılda da herkesin dilindeki bu marş, adeta Cumhuriyetin simgesi... Diğer yandan
temsil rekorları kıran, oyuncularının sahnede bu eserle
yaşlandığı “Lüküs Hayat” operetinin bestecisi... Oysa az
bilinen, az seslendirilen daha nice güzel eserlerin sahibidir Cemal Reşit Rey. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nca
1995’de Onur Ödülü Altın Madalyası’yla “postmorterm”
olarak hatırlanan Cemal Reşit kimdi? Nasıl müzikçi
oldu? Neler besteledi? Bu soruların yanıtlarını, bu kitapta müzik eğitimcisi ve yazarı Prof.
Filiz Ali’nin kaleminden bulacaksınız.
Leyla Gencer
Operanın Türk Divası
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi beş kadın sesinden biri...
Avrupa’dan Amerika’ya en güç aryaların bülbülü... Opera sanatının doruk kurumu La Scala’yla bütünleşen bir
ses...
Canlı kayıtlarından üretilen korsan CD’lerin kapışıldığı
bir önemli opera belgesi, bir tarih O... Sadece olağanüstü
icracılığı, ses ve sahne gücü değil, eğiticiliğiyle de unutulmayacak bir sanatçı... Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nca
1994’de Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirildi.
Bu kitapta gazeteci-yazar Zeynep Oral’ın kaleminden
Leyla Gencer’in 45 yılı aşan çok renkli meslek yaşamının
öyküsünü bulacaksınız.
02/24
DM 02/10
İlhan Usmanbaş
Yeninin Peşindeki Bağdar
Çağdaş Türk kültürüne çok yönlü hizmeti geçmiş bir müzikçi... Sınırları zorlayan, aşan, Batı’dan çok ses getiren,
yurtdışında en çok ödül alan bestecimiz... Kendi yolunu
özgürce seçti ve anlayışından, yaklaşımından hiç ödün
vermedi. 20’nci yüzyıl müziğinin ülkemizdeki en önemli
temsilcisi. 1993’te Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın
Onur Ödülü Altın Madalyası’nı yaşarken alan genç besteci oldu. Bu kitapta müzik yazarı Evin İlyasoğlu’nun kaleminden Usmanbaş’ın yaşamını ve kendisiyle yapılmış
iki öğretici söyleşiyi bulacaksınız.
Necil Kazım Akses
Cumhuriyetin Özgün Bestecisi
Türk Beşleri’nin en genciydi... Çoksesli-evrensel Türk
sanat müziğini, yoğuran, biçimlendiren ve günümüze
ulaştıran önderlerden biriydi. Atatürk’ün müzik devrimi
çabasına bir nefer gibi katkıda bulunmaya çalıştı. Besteciliğinin ötesinde yönetici, eğitimci ve temsilcilik özellikleriyle, Cumhuriyet coşkusunun bir anıtı gibi hep dimdik
ayakta kalmayı başardı. Ülkemizin en önemli ve anlamlı
müzik ödülü olan Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur
Ödülü Altın Madalyası’yla 1993’te ödüllendirildi.
Ahmet Adnan Saygun
Çokseslilik Meşalesi
Ahmet Adnan Saygun, çoksesli Türk sanat müziğinin
ulu çınarıydı. Atatürk’ün müzik devriminin gerçekleşmesi, kökleşmesi, kurumlaşması doğrultusunda, besteci,
eğitimci ve müzikbilimci olarak öncülük yaptı, son nefesine kadar hizmet verdi. Çağdaş-evrensel çoksesli Türk
sanat müziğine, kişiliği, uğraşları ve ürünleriyle damgasını vuranlardan biri oldu. 1990’da ülkemizin en önemli müzik ödülü sayılan Sevda-Cenap And Müzik Vakfı
Onur Ödülü altın Madalyası ile ödüllendirildi. Bu kitapta, Türk Beşleri’nin bu unutulmaz üyesi bestecimizle ilgili olarak yetkin kişilerce yazılmış yazıları bulacaksınız.
02/25
DM 02/11
Ulvi Cemal Erkin
Duyuşlar’dan Köçekçe’ye
Türk Beşleri’nin en duygulusu... Yapıtlarında hep duygusallık egemen oldu. Cumhuriyet dönemi ilk kuşak bestecilerimizin en lirik olanıydı, kuşkusuz... Halk müzikleri
ve eski makamsal müziğimizden esintileri, duygusallığıyla bütünleştirince ortaya kolay unutulmayacak yapıtlar
çıktı. Dans rapsodisi “Köçekçe” adeta çoksesli ulusal
müziğimizin öncelikli simgesi haline geldi. 1991’de
Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nca Onur Ödülü Altın
Madalyası ile ödüllendirildi. Bu kitapta öğrencilerinden,
viyola sanatçısı, orkestra şefi Prof. Koral Çalgan’ın kaleminden Erkin’in yaşam öyküsünü, hakkında yazılanlar
ve eserleriyle ilgili ayrıntıları bulacaksınız.
Cevat Memduh Altar
Müzik Eğitiminin Şövalyesi
Cumhuriyet döneminin unutulmaz müzik tarihçesi,
eğitimcisi ve yazarı... Dört ciltlik “Opera Tarihi” kitabı,
konusunda halen ülkemizin en önemli kaynağı. Pek çok
kurumda öğretmenlik ve yöneticilik yaptı, müzik tekniklerini öğreten yabancı kaynakları dilimize çevirdi...
Cumhuriyet dönemi müzik kültürümüzü yabancı ülkelerde tanıtan sayısız bildiri hazırladı, konferanslar verdi.
Kısaca Altar, Atatürk’ün müzik devriminin yerleşip kökleşmesi için, bu yapının temellerine harç koyan bir nefer,
her türlü engele karşı cesaretle karşı koyan bir şövalyeydi.
Hizmetleri nedeniyle 1989’da Sevda-Cenap And Müzik
Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirildi. Bu
kitapta Dr. Erdoğan Okyay tarafından derlenen Cevat
Memduh Altar’dan seçme yazıları bulacaksınız
02/26

Benzer belgeler