Devam - Arkabahçe Psikolojik Gelişim, Eğitim ve Danışmanlık Merkezi

Transkript

Devam - Arkabahçe Psikolojik Gelişim, Eğitim ve Danışmanlık Merkezi
Bu makale “NATO PROGRAMME SECURITY THROUGH SCIENCE” kapsamında, “CSPC, Tel Hai Üniversitesi
ve Bahçeşehir Üniversitesi işbirliğiyle gerçekleştirilen “Terör ve Felaketlerin yarattığı Travmalara Bireysel
ve Toplumsal Düzeyde Psiko-Sosyal İlk Yardım” konulu “Virtual Silk Road” (Sanal İpek Yolu) projesi
kapsamında, Uzm. Psk. Danışman Fulya Kurter tarafından çevrilmiştir. Yazarın izniyle ARKABAHÇE
Psikolojik Gelişim, Eğitim ve Danışmanlık Merkezi sitesinde yayınlanmaktadır.
“DİPSİZ KUYUNUN ÜZERİNDEKİ KARANLIK”;
Afetin Ardından Kriz Müdahale Ekiplerine Süpervizyon Sağlamak
*Prof. Mooli Lahad
Önceden kullanılan İkincil travmatik stres bozukluğu kavramına (McCann 1990) alternatif olarak, Figley
(1995) tarafından, “şefkat yorgunluğu” veya “eşduyum yorgunluğu” olarak çevrilebilecek (compassion
fatigue) terimi önerilmiştir. Her iki terim de, ruh sağlığı alanında çalışan uzmanlarının, travma sonrası
stres bozukluğu (Post traumatic stress disorder, PTSD) yaşayan afetzedelere yaptıkları müdahaleler veya
onlarla yaşadıkları teröpatik karşılaşmanın etkilerini tanımlamaktadır.
Burada, kriz müdahale esnasında ve duygusal travma yaşayan efetzedelere hemen afet sonrası
müdahalede bulunan profesyonel yardım sağlayıcılarının süpervizyonu esnasında edindiğim deneyimler
sonucundaki gözlemlerimi paylaşmaya çalışacağım. Bu makalenin amacı,
yaşanan olaylara
dramateröpatik bir perspektiften bakarak yeni bir anlayış ve bakış açısı kazandırmaktadır. Bu bakış açısı
kendini durumdan ayıran koruma ritüellerinin eksikliğine ve metaforik mit ve törenleri hayata geçirmeye
değinmekte, aynı zamanda olguyu anlamaya yardımcı olmak amacıyla psikososyal ve antropolojik
açıklamalar kullanmaktadır. Bu izlenimler, yardım sağlayıcıların afetzedelerle ve aile üyeleriyle
iletişiminden hemen sonra, onların supervizörü olarak yaptığım gözlemlere ve kendimin de parçası
olduğum bu tür olaylardaki deneyimlerime dayanmaktadır. İlk olarak, “ şafkat yorgunluğu” terimine ve
ne anlatmak istediğine bakalım. “Şefkat yorgunluğunda” afetzedelere yardımcı olan kişilerde, bu
deneyimi yaşamış olanlarda ortaya çıkan psikolojik, duygusal ve bilişsel belirtilere benzeyen belirtiler
çıkmaktadır. Bu durum o kadar ciddi olabilmektedir ki, %3 ila %7 oranında, profesyonel olarak yardım
sağlayanların kendileri de, tüm uzun vadeli göstergeleriyle birlikte travma sonrası stres bozukluğu
yaşayabilmektedir (Hodgkinson & Stewart 1991).
Ruh sağlığı alanında çalışanlar arasında duygusal tükenmişlik konusu geniş çaplı olarak araştırılmıştır
(Freudenbeyer 1974; Maslach 1982; Maslach ve Jackson 1981; Pines 1993). Literatür, sürekli tükenmişik
sürecini üç bileşeniyle tarif etmektedir: Duygusal, psikolojik ve zihinsel (Pines ve Aronson 1988). Ancak,
tükenmişlik yavaş yavaş gelişirken, daha önceden duygusal yorgunluk, asabiyet, konsantrasyon
bozukluğu ve diğer fizyolojik ve zihinsel belirtiler şeklinde bazı uyarılarda bulunabilir. Bunun yanı sıra,
öncesinden hiçbir işaret vermeksizin birdenbire de belirebilir (Figley 1995). Bunun yanı sıra, Figley (1995)
zihinsel tükenmişlikten farklı olarak bu durumda, güçlü bir çaresizlik duygusu, zihin karışıklığı ve her türlü
destekten yoksunmuş olduğu hissinin varlığına değinmektedir. Ayrıca, bu kişiler sağ kalanlara veya
afetzedelere benzeyen psikosomatik beliritiler gösterebilmektedir. Buna rağmen, iyileşme genellikle
oldukça hızlı olmaktadır.
‘Şefkat yorgunluğu” kavramı ilk Joinson (1992) tarafından öne sürülmüş, daha sonraları Figley tarafından
uyarlanmıştır. Webster’in “New Collegiate” sözlüğünde (1989) “ şefkat/merhamet” (compassion) ‘
‘karşısındakinin duygularına katılarak bir diğerinin acısının idrakında olup bu duygusunu hafifletme isteği
içinde olmak’ olarak tanımlanmıştır. (Türk Dil Kurumu sözlüğü’nde ise şefkat ‘acıyarak ve koruyarak
sevme, sevecenlik’ olarak geçmektedir).
“ Şefkat Yorgunluğundan” en çok kimler muzdarip olabilir?
Figley (1995) “ şefkat yorgunluğuna” yol açan iki ana bileşen tanımlamıştır: bunlar empati ve maruz
kalmadır. İkisi birden olmaksızın, şefkat yorgunluğunun gelişme olasılığı düşüktür. Prensipte, Figley’e ve
diğer araştırmacılara göre, travma mağdurları, ( hayatta kalanlar, aile yakınları ve yararlılar), yardımda
bulunanlar ve müdahalede bulunarak travmayı başlatan etmenlere yoğun bir şekilde maruz görenlerdir.
Bu savunmasızlık, incinmeye açık olma farklı nedenlere bağlanmaktadır:
Empati, yardım ederken, bir müdahale programını planlarken ve görülen zararı değerlendirirken en temel
araçtır. Harris (1995) krizle çalışan psikolojik danışmanlar arasında travmatik olayın kişinin “içine girmesi,
nüfuz etmesi”nde en temel faktörün empati olduğunu savunmuştur. Müdahalede bulunanların da
çoğunluğu kendi hayatlarında travmatik durumlar yaşamışlardır. Çünkü, yardımda bulunanlar travma
sonrası farklı olaylarla başetmekte ve bazen kaçınılmaz olarak kendi yaşamlarındaki travmaya benzer
durumlarla karşılaşabilmektedir. Yardımda bulunanların kendilerinin çözümlenmemiş travmaları
olabilmaktedir. Özelliklede travmadaki çocuklarla karşılaşma, yardım sağlayanlar üzerinde güçlü bir etki
bırakmaktadır (Beaton ve Murphy 1995).
Afetlerde Yardım Sağlayanların Kırılganlığını Anlamak
Şimdiki tartışma, süpervizör ve müdahalede bulunan bir uzman olarak yaptığım gözlemlere ve İsrail’de
(Tel Aviv, Kudüs, Kiryat Shmona), eski Yugoslav Federe Cumhuriyetleri’nde ve Kuzey İrlanda’da
psikososyal müdahalelerde bulunan profesyonel yardım personeliyle yaptığım konuşmalara
dayanmaktadır.
Hazır Olamama veya Sahneyi Kuramama
Afetler genellikle bir uyarı vermeksizin gerçekleşir. Her an, her yerde ve herkese olabilirler. Olayın, toptan
ve yoğun bir şekilde yaşamlarımıza nüfuz etmesi ( felaketin yaşandığı yerden yapılan televizyon yayınları,
sesler ve o an duruma şahit olanlar) yardım personelinin gidecekleri afet bölgesini onlara hemen yaşatır.
Önceden duruma uygun bir “ısınma” olmaksızın işin içine çağırıldıkları için, durumu ve sahneyi kontrol
edebilme yönündeki günlük yetileri dağılır.
Telekomünikasyon ve Ruh Sağlığı Uzmanlarının Rolü- Mit ve Felaketlere Antropolojik yaklaşım:
1991’deki Körfez Savaşı’na kadar, sivil olarak ruh sağlığı alanında çalışanlar, eş zamanlı olarak afet
durumlarına pek fazla doğrudan ve anbean maruz kalmamıştı. Önceden olan yaklaşım, psikolojik yardım
sağlayanların kurbanlarla acil yardım merkezlerinde veya kliniklerde karşılaşması veya çok nadir olarak da
aileleri evlerinde ziyaret etmek veya mezarlıklarda onlara yardım etmeleri yönünüdeydi. Bir başka
değişle, psikolojik yardım sağlayanların, afet bölgesiyle aralarında fiziksel bir mesafe bulunmaktaydı.
İkinci olarak, telekominikasyon teknolojisi stüdyo gerektirdiği için bir afetin yayınını yapmak zaman
almaya alıyordu. Basın kuruluşları tarafından benimsenen etik sınırlamalar ve medya üzerindeki mutlak
bir devlet kontrolü de bazı görüntülerin yayınlanmasını engelledi. Böylelikle, travma mağdurlarıyla çalışan
profesyoneller hem zaman, hem uzaklık olarak durumu belirli bir mesafeden takip etmiş ve böylelikle
deneyimleri çalıştıkları mağdurların yaşadıkları korku tasvirleriyle veya yazdıkları raporlarla ve
televizyonda veya gazetede gördükleri fotoğraflarla sınırlanmıştı.
Israil’de Körfez savaşından sonra, sivil ruh sağlığı çalışanlarının da ( sosyal hizmet uzmanları, psikologlar
vb.) afet bölgesine gelmeleri ve çalışmaları kararlaştırılmıştır. Israil’in savunma güçleri ruh sağlığı üniteleri
tarafından bundan uzun yıllar önce uyarlanmış olan Salmon’nun (1919) “Yakınlık, doğrudanlık ve beklenti
modeli (PIE) bulunmaktadır (Solomon, 1993). Buradaki temel düşünce, olayın gerçekleştirdiği yere yakın
anında müdahalede bulunmanın, iyileşmeyi beraberinde getirebileceği beklentisiyle mağdurlarda,
hayatta kalanlarda, duruma tanıklık edenlerde ve aile yakınları arasında travma sonrası stres
bozukluğunun (TSSB) olası gelişimini azaltabileceği yönündeydi. Psikososyal takımın, aynı zamanda,
araştırmaların da gösterdiği üzere travma sonrası stes bozukluğu yaşamaya eğilimli olan kurtarma
ekiplerine de destek vermesi bekleniyordu (Hodgkinson & Stewart 1991).
Kurtarma operasyonu esnasında veya sonunda olması planlanan bu tür müdahaleler, psikososyal
yardımda bulunanları afetin dehşet verici görünütleriyle daha fazla başa başa bırakmaktadır. Bunun da
ötesinde, olay yerine hemen ulaşabilen, çabucak ekipmanın kurulabildiği ve herhangi bir düzeltme
yapmaksızın canlı yayının yapılabildiği CNN modeline dayalı elektronik medya da yaygınlaşmıştır.
Dolayısıyla, afeti yakından yaşamış olan mağdurlarla temasta olup onlarla ilgilenenler, bölgeye
ulaşmadan çok daha önce korkunun sesleri ve görüntüleriyle buluşmaktadır. Hatta yardım sağlayanlar,
kurbanların kendisinden daha fazla şeye tanıklık etmiş daha çok şey görmüş olmaktadır. Afet bölgesine
varmadan önce, neredeyse gerçekten orada olanları yaşamış gibi bir duruma maruz kalıyor olması, onlar
için mesafeyi korumayı güçleştirmekte ve hayatta kalanların anlattıklarıyla hemen bir özdeşim
kurulmasına yol açmaktadır. Bu kişiler, anlatılan tanımlarla yalnızca bir ‘dinleyici’ gibi değil, güçlü
duygular uyandıran olayla ilgili resimlerlerle birlikte bazen oradakilerle eşit düzeyde hatta daha fazla bilgi
sahibi birer eşlikçi gibi özdeşim kurabilmektedirler. Bu durum yardım sağlayan kişinin, empati derecesini,
olayı içselleştirmesini ve durumla özdeşimini arttırmaktadır. Bu tür görüntülerin tekrar ve tekrar
yayınlanıyor olması, genellikle kişiyi sahneleri izleme konusunda kendine doğru çekerek yarı-hipnotik bir
durum yarattığı söylenebilir. Tıpkı kabusta olduğu gibi, görüntüler insanın üstüne gelmeye devam
etmekte ve onları adeta aynı olayın “aktörleri, şahitleri ve bazen ‘görünmez’ kurtulanlardan biri olarak
hissetmelerine neden olmaktadır.
Bir Engel Olarak Giriş /Kabul Ritüellerinin Eksikliği – Şefkat yorgunluğunun savunma etmenleri
Günlük hayatta bir ruh sağlığı çalışanı, fazla yüklü ve marazi bilginin hayatına nüfüz etmesine engel olan
ve kendisini ayrıştıran bazı ritüeller geliştirmiştir. Bu ritüeller, “rolün içine girmek” açısından çok
yararlıdır. Bunlardan önemli olan bir tanesi de danışan ile temasın ilk aşamasını oluşturan ‘ön görüşme’
dir. Bu, aşamda, uzman görüşmeyi yapacak kişinin kendisi olacağı hakkında kişiyi bilgilendirir ve bu
görüşmede kendisinin ve danışanın kendi içinde bulunduğu durumu ve koşullarını daha iyi
anlayabilmesine yardımcı olabilecek bazı bilgilerin toplanacağı bilgisini paylaşır. Terapist, kaydeder,
danışan yanıt verir. Böylece, ikisi arasındaki sınır çizilmiş olur. Tanışma ritüeli zamanla sınırlı olmayabilir,
bir veya birden fazla ön görüşmeye yayılabilir. Ancak, bu tür tek bir görüşme yapılıyorsa, terapistin elde
ettiği bilgiler üzerinde çalışması (danışan evine gittikten sonra), danışanın sorunlarını
kavramsallaştırmasında ona yardımcı olur ve böylelikle danışan ve ona yardım sağlayan kişi ayrımı
netleşir.
Zamanın ayarlanması da bir o kadar önem taşımaktadır. Terapist danışanın ihtiyaçlarını dikkate alıyor
dahi olsa zamanın belirlenmesi genellikle terapistin kontrolü altındadır. Bu ritüelde, terapist çok temel bir
bileşeni denetimi altında tutar; bu da görüşmenin ne kadar süreceği ve ne zaman olacağıdır. İlgili
uygulamaya gelince bu genellikle ‘50 kutsal dakika ‘ şeklindedir.
Aynı derecede yer de bir o kadar önem taşımaktadır. Bu da tamamen, yardım sağlayan kişini kararına
bağlıdır. Bu yer genellikle kendi alanı olarak tasarlanmış ve az çok buna uygun dekore edilmiş olan ofisi
veya görüşme odasıdır. Bunun dışında karşılama ve uğurlama gibi ritüeller de bulunmaktadır.
Bir afet durumunda anında müdahale bu tür ritüellerin kullanımını devre dışı kalır. Derinlemesine bir
anamnez almaya zaman yoktur, hatta bunun aksine literatürün belirttiği üzere yakın zaman önce
yaşanmış acıyla (akut stres reaksiyonu) tarihsel bir bağlantı kurmak ve travma sonrası durumlar (PTSD)
iyileşmeyi ters etkilemektedir. (Witstom 1989). Dolayısıyla çok temel bir mekanizma olan ayrıştırma
süreci ortadan kalkmış olur.
Müdahalenin nerede yapılacağına ilişkin kararı terapist de veremez. Günümüzde, ikincil müdahaleler
olayın gerçekleştiği bölgeye yakın bir yerde başlamaktadır tıpkı İsrail’den 1995’ten beri cenazelerde ve
son dönemlerde 1998 Ağustos’unda Kuzey İrlanda’daki Omagh katliamında olduğu gibi. Bu tür
müdahaleler yas tutan aileleri evlerinde veya yakın çevrelerinde ziyaret etme veya mağdurun okulunu
ziyaret etme şeklinde olabilir. Her oyun için can alıcı bir özellik olan “ performansın “uzunluğu bile
tanımlanmamıştır. Vardiyalar 18 saat ve hatta daha fazla olabilmektedir. Bazen, müdahaleler her gün
yapılan görüşmelerle günlerce sürebilir veya gün içinde pek çok kere tekrarlanabilir ve iş daima çok
yoğun geçer.
Kfir’in (1990) değindiği üzere, olaya yakın zamanlarda afetzedelerle günlük olarak bir araya gelmek bazen
saatlerce sürebilir. Dolayısıyla, psikolojik yardım sağlayanların ulaşılabilir olması ve uygun ritüeller
olmaksızın yoğun temasta bulunuyor olması, bu kişileri afetin yoğunluğuna daha da zorlayıcı bir şekilde
maruz bırakmaktadır.
Coğrafi Yakınlık ve Psikolojik Yakınlık ( mesafenin yokluğu);
Psikososyal kriz müdahaleceiler genellikle çalıştıkları veya yaşadıkları yere yakın olan yerlerde
müdahalede bulunmaları için çağırılırlar. Bu yakınlık, hemen özdeşim yaratmakta ve ‘ ramak kaldı’
duygusuna yol açmaktadır; onlar da kurban durumunda olacakken, şimdi yardım etmek üzere
çağırılmaktadırlar. Bu durum, yardım eden kişilerin olayla arasındaki mesafeyi korumasını
zorlaştırmaktadır. Afet bölgesi yardım eden kişinin yaşadığı doğal ortam olduğu için, kişi eve gittiğinde
olayın gerçekleştiği zamana, sahneye ve deneyime yeniden gitmektedir. Bu durum dolayısıyla, “bu benim
de başıma gelebilirdi” düşüncesini sürekli hatırlatmakta ve kişinin savunma mekanizmalarını
zayıflatmaktadır. Buna coğrafi yakınlık denmektedir.
Afetzedeler veya akrabalarıyla yardım eden kişinin hayatındaki benzerlikler veya bazen arkadaş grubu
veya ailesiyle olan benzerlikler psikososyal yakınlık olarak anılmaktadır. Bu türü durumlar da çok büyük
zorluk yaratabilmektedir. Örneğin, Dizengoff Alışveriş Merkezi’nde olan bir felaket, (Tel Aviv, Israil, Nisan
1996) Apropos cafe’de olan bir facia, (Tel Aviv, Israil, Mart 1997) yardım sağlayanların pek çoğunun
oldukça aşina oldukları bölgelerde gerçekleşti. Kurbanlar yaş ve sosyo ekonomik düzey olarak yardıma
koşanlarla benzerlik taşıyordu. (Dizengoff Alışveriş Merkezi faciasında çocukların yarlanması ve ölümü,
durumun hassasiyetini arttırmıştı. Apropos cafe’de ise üç sosyal hizmet görevlisi kazazede olup, yardıma
gidenlerin arkadaşlarıydı)
Dolayısıyla, yardım eden ile kazazede arasındaki olası benzerlik, yukarıda bahsedilen coğrafi yakınlığı ve
faciaların rastgele ve tesadüfen olma durumu dikkate alındığında kurbanla olan ödeşim ihtimalini ve
onların öykülerinde geçen ‘ bu benim parçam’ kısmını özümseme ihtimalini arttırmaktadır. Mağdurun
hikayesinin içine girmek, özdeşim kurmak, karşı aktarım özdeşimi ve karşı aktarım genellikle terapistlerin
eğitimi ve süpervizyonu esnasında ve kriz müdahalede tartışılan teröpatik sürecin iyi bilinen özellikleridir.
Ancak, burada açıklandığı üzere, mağdurların akrabalarıyla temasta bulunurken bu iki durum belirli bir
yoğunluk yaratabilir ve müdahalede bulunanlardan ağır bir bedel isteryebilir. Ruh sağlığı çalışanları
çalışırken danışanlarıyla dolaysız bir şekilde yüzleşerek veya farklı yollarla durumu işleyerek, aktarımla
doğrudan başetme konusuna önem verirler. Ancak, yardım eden kişi, kendisine “ sen bana oğlumu
hatırlatıyorsun veya seni akrabammış gibi hissediyorum” diyen hayatta kalmayı başarmış bir afetzedeyle
karşılaştığında, kişinin bununla başetmesi veya bir aktarım olarak üzerinde çalışması o kişi için zor
olmaktadır.
Bu durum yardım eden kişiler tarafından “ yumuşak karına darbe yemiş gibiyim, onlar için çok önemli
olduğumu hissederken, diğer taraftan, üzerimde inanılmaz bir duygusal yük hissediyordum” şeklinde
ifade edilmiştir. Yardım sağlayanlar, aile üyelerinden birine veya arkadaşa ait hayali rolü ( karşıaktarımsal) doldurarak bu duruma uyum sağlamaya çalışmaktadırlar. Mağdurla kurulan özdeşimin
yarattığı duygusal yük, hayatta kalanlar ve aileleriyle kurulan yoğun ilişkilerin gelişmesiyle genellikle ifade
bulmaktadır. Bu durum ise genellikle müdahale veya terapinin ötesinde yapılan ev ziyaretleri ve telefon
görüşmeleriyle gerçekleşmektedir; Yardımda bulunanlar bu durumu şöyle açıklamaktadır; “ bu onlar için
çok önemliydi, bana çok fazla ihtiyaçları vardı”. Bu fenomen benim “ ölmüş olanın izini sürmek” (the
imprint of death) diye tanımladığım kavramla ilişkildir. Geride kalan kişi veya aile üyesi karşılaştıkları ilk
“hayat kurtarıcı” nın imgesinde kaybettikleri kişinin izini sürer. Yardımda bulunan kişi de benzer bir
sürece girerek kaybedilmiş olana ( kurbana) tutunur, sarılır. Bu durum genellikle düzensiz çalışma saatleri
içinde o kişiyle görüşme yapmak veya iş tanımından saparak danışan adına farklı kuruluşları aramak gibi
normalde yapılmayan bazı işleri danışan adına üstlemekle ortaya çıkar. Ayrıca, mağdurlar, aile üyeleri ve
diğer hayatta kalanlardan uzaklaşmak bu kişiler için çok güç olabilir ve onlar için her türlü ‘küçük işleri’
halledebilirler.
Özdeşim sürecinin bir diğer ifadesi ise acı hissetme veya genellikle işbirliği içerisinde çalıştıkları
kurumlara, organizasyonlara ve hizmet kuruluşlarına yönelik yoğun kızgınlık duyma gibi afetzedelerin
yaşadıklarına benzeyen fiziksel semptomların geliştirilmesidir. Bazıları, olayla ilgili veya mağdur ve
aileleriyle ilgili rüya gördüklerini ve aynı zamanda konsantrasyon bozukluğu ve günlük yaşamda apati
(duygu donukluğu; yas tutma ve hafif depresyondakine benzeyen bir durum) yaşadıklarını ifade
etmişlerdir.
Şefkat Yorgunluğu Nasıl Gelişir?
Bir kaç saat içinde geliştiğine tanıklık ettiğim olmuştur. Yardımcılar bunalırlar ancak ”bu insanları şimdi
bırakamam ve onlar için çok önemliyim. Başka kimseyle bağlantı kuramazlar” düşüncesi veya söylemiyle
eve gitmeyi reddederler. Ya da yardım sağlayanlar, kendilerini ilgilendikleri aileleri daha bir kaç saat önce
görmüş olmalarına ve bir başkası görevi devralmış olmasına rağmen birden onları telefonla ararken
bulurlar. Diğer durumlarda ise yardım edenler aileyi tek bir gün bile görmeden geçirmedilerini, “
geçerken bir merhaba demek için uğradım” diyerek çok fazla bağlandıkları yönünde açıklamalarda
bulunmaktadırlar.
Buna bir örnek verilecek olursa, çok deneyimli bir sosyal hizmet uzmanı müdahalede bulunan kişi olarak
cenazede ailenin daha yeni ev taşıdığını öğrenir ve göründüğü kadarıyla salonlarında mobilyaları yoktur.
Bunu farkeden uzman yakınlardaki oğlunun evinden mobilyaları alır ve aileye “ sadece yedi günlük yas
dönemi için “ teslim eder.
Ancak, en çok rastllanan belirtiler fiziksel ağrılar, yakınmalar ve iştahta, değişim, uyku bozuklukları ve
hepsinden öte günlük yaşam etkinliklerine ve günlük işyüküne yönelik duyulan ilginin azalması
şeklindedir. Bu belirtiler ‘ çarpışma yorgunluğu’ (combat fatigue) ’ denilen durumla benzerlik
göstermektedir. Çabuk ortaya çıkar, fiziksel ve duygusal belirtiler genellikle üç dört gün içinde geçmekte
ancak tamamiyle normale dönmek genellikle daha çok zaman almaktadır.
“Humpty Dumpty”, kurtarıcı miti veya parçaları yeniden bir araya getirmek için duyulan zorlayıcı isteği
anlamamıza yardımcı olmaktadır. (“Humpty Dumpy, Lewis Carrol’un Alis Harikalar Ülkesinde” kitabının
ikincisi olan “Aynanın İçinden” kitabındaki yüksek bir duvarın üzerinde oturan yumurta biçimindeki bir
adamdır. Dolayısıyla her an düşüp kırılabilir Kitabın Tomris Uyar tarafından yapılmış olan Türkçe
Çevirisinde karakterin adı “Kumkuma” olarak geçmektedir. Bu çeviride de bu isimle anılacaktır.)
“Sepet sepet yumurta
Kumkuma’yı unutma,
Bir gün duvardan düşmüş
İmdada Kral koşmuş ama boşuna.”
Kumkuma’nın parçalarını yeniden bir araya getirmek, yalnızca müdahalede bulunmak için değil aynı
zamanda parçaları eski yerlerine tastamam koymaya çalışmak, bir kahramanın veya kurtarıcının yardım
etme isteği üzerine verilebilecek harika bir örnektir.
Bu oluşum, şefkat yorgunluğunda kesinlikle çok ana bir rol oynamaktadır. Bu durumda, Kumkuma ve
Kralın adamları arasındaki ‘ karşılıklı oyun’ nedir?
Felaketler, bizim devamlılığımızda ani bir kırılmaya neden olur. (Omer & Inbar 1991; Winnicott,1971). Bu
devamlılıklar, sabit olduğumuza, hayatın mantıklı olduğuna, dünyanın adaletli, makul ve güvenli bir yer
olduğuna ve iyi insanların başına iyi şeylerin geleceğine dair inancımızı destekleyen, bugünden yarını
kestirebilmeyi sağlama almak adına kendimiz için oluşturduğumuz köprülerdir. Facialar, bizim iyi bir
dünyaya olan inancımızı kırar ve birdenbire bizi kaosla yüzleştirir. Buna karşın tipik tepkiler: Neyin
olduğunu anlamıyorum ( bilişsel devamlılık); ‘kendimi bilmiyorum’( tarihsel devamlılık); ‘ Ne yapacağımı,
burada nasıl davranacağımı bilmiyorum, yoksun bırakılmış, yaralı ve yaralanmış biri olmak nasıldır
bilmiyorum (rol devamlılığı); ‘ Herkes nerede, çok yalnızım, sevdiklerim nerede?’ (sosyal devamlılık)
Deneyimlerime dayanarak, şunu tespit ettim ki, mağdurların akıllarından birbiriyle çelişen iki düşünce
geçmektedir:
‘Bu bir kâbus, şimdi uyanacağım ve herşeyin eskisi gibi olduğunu göreceğim’ ve ‘her şey daha da
kötüleşecek, bu işte herşeyin sonu, korkunç bir şey bu, bir felaket, her türlü acıdan daha da fazla acı
veriyor’.
Felaket gerçek olduğu ve gerçekten de olmuş olduğu için, ilk düşünce oldukça çabuk solar gider ve
mağdur genellikle herşeyin her geçen gün daha da kötüye gideceğine dair feci düşünceler üretmeye
doğru ilerler. Dışarıdan kişiyi düzene sokacak, ona gerçekte dayanak noktası oluşturacak, onu güvenli
olabilecek bir yere götürebilecek birine duyulan olağanüstü ihtiyaç, genellikle bazı mağdurların yardım
elini uzatanlara çok güçlü duygusal ve fiziksel bir güçle tutunmasına neden olmaktadır.
Mağdurlar tıpkı “Kumkuma” gibi sözel ve sözel olmayan “bana yardım edin, bana bunun doğru
olmadığını söyleyin, herşeyi eski haline geri getirin” şeklinde varoluşsal mesajlar yansıtmaktadırlar. Buna
paralel olarak, yardım eden kişi de benzer bir deneyime sahiptir. Diğer taraftan, bir görev duygusuyla ve
yardım etme arzusuyla, kendisinin ‘herşeyi yeniden yerli yerine’ koyabileceğine ’dikerek
tutturabileceğine’ dair (tüm gücü yeterlik) duyduğu inanç olağanüstü bir geleceK vaadi yaratmaktadır.
Diğer yanda ise, değersizlik duygusu bulunmaktadır. Grafiksel olarak durum aşağıdaki gibi gösterilebilir:
Mağdur: Bu bir kâbus, Yapılacak hiçbirşey yok. Birazdan uyanacağım ve yalnızca herşey daha da kötüye
gidecek.
Yardım eden. Yardım edebilirim;
Bu tam bir felaket.
Ben çok önemliyim.
Anlamı yok. Ben çok önemsizim
Mağdur, tüm gücü yeter olma beklentilerini bir nevi ebeveyn figürü olan, yardım eden kişiye yansıtır ve
bu durum yardım eden kişinin tüm gücü yeten ebeveyn olma fantazisini karşılar.
Valent (1995) bu durumda ‘ bağlanma’ terimini kullanır, ben ise buna ‘ebeveynin sihirli dokunuşu’
diyorum. Hayatta kalanlarla olan teması, incinmiş küçük bir çocuğun anne babası tarafından
sakinleştirilmesi gibi görüyorum. ‘Güvenli bağlanma’ da yardım çağırmak ve ağlamak bu ihtiyaçların
giderilmesine ve yardım etme ihtiyaçlarının yatıştırılmasına yol açar. ( sarılma, öpme, fiziksel temasta
bulunma)
Bağlanma nesnesiyle bütünleşme kişide güvenlik, doyum ve rahatlama duygusu yaratır. Rutter’a göre
(1991) etolojik teori (karakter bilim) stresin bağlanma davranışını güçlendireceğini öngörmektedir.
Valent’a göre, bağlanma babaya veya gruptaki herhangi bir üyeye yönelebilir ve bu durum kırılganlığını
hisseden yetişkinler için de geçerli olabilmektedir.
Evrensel bir deneyim olan, küçük bir çocuğun acısını dindiren öpücük ve sarılma gibi ebeveynin ‘ sihirli
dokunuşları’, gözümün önüne yardım eden kişinin ‘ mutlak yeterli olma’ fantazisini getiriyor.
İbrani çocuk kitaplarının yazarı, Devora Omer bu durumu şiirsel bir yolla anlatır. ‘Kaybolan Öpücük’
öyküsünde bu durumu şöyle anlatır; bir kere “anne öpücüğü bulunduğunda, ağlayan çocuğa sihir
yapılmıştı, sihir çocuğu yatıştırdı”. Bu deneyim, bağlanma ile yakından ilişkili olup pek çok yardım
sağlayan kişinin herşeyi eski yerine koyabilme yetisi fantazisinin temelini oluşturduğunu aklıma
getirmektedir. Maaleef, bu durum çocukluk büyüsü ortadan kalkınca yok olur ve sonrasında travmayla
veya bir afetle karşılaşınca çoğunlukla böyle işlemez.
Çok büyük çaresizlik ve acı yansıtan mağdur bize küçük bir çocuk gibi çaresiz görünür. Şiddetli koruma
arzusu ebeveynin ‘ sihirli dokunuşu’ deneyimiyle bağlantılı olarak mutlak yeterli olma fantazisini harekete
geçirerek yardım sağlayan kişiyi mutlak güçlü hissettirir. Ancak kazazedeyle karşılaşmada ‘sihirin’
başarısız olması yardım sağlayan kişiyi çaresiz, boş ve kendinden şüphe eder hissetmesinden sorumludur.
Literatürde, bu deneyim tüm gücü yeterllik karşısında ‘iktidarsızlık’ olarak geçmektedir. Yıllarca acil
müdahalelerde bulundum ve bu terim daima bana yetersiz geldi taa ki bir gün nedenini farkedinceye
kadar.
Özetle, “Dipsiz Kuyunun Üstündeki Karanlık”, yardım sağlayan ile mağdur arasındaki karşılıklı oyununun
mecazi idrakidir.
Van der Kolk (1996) travmatik stres üzerine yazdığı son kitabında ‘travmanın kara deliği’ üzerine bir
bölüm bulunmaktadır. Bu bölümde yazar, travmatik bir olayla karşılaşma deneyimini kara bir deliğe
doğru çekilmek olmak tarif eder. Benim mağdurlarla ve oların aile yakınlarıyla karşılaşmalarımda ve
gözlemlerimde sıklıkla buna benzer mecazi tanımlamalar duymuşumdur “kara bir deliğe doğru
düşüyorum”, “Kara uçsuz bucaksız bir kuyuya dalıyorum’, “Siyahla kuşatıldım” veya “adeta sonu
gelmeyen bir delik”…
İlginçtir ki, DSM 3’te (1980) ilk olarak TSSB, travma sonrası stres bozukluğu tanımlandığında, yazarlar
Latince’de geçen “kaos, karmaşa’ terimine yakın olan bozukluk/ düzensizlik (disorder) gibi kavramlar
kullanmışlardır. Dolayısıyla travmatik bir olayla karşılaşmayla beraber kaosu anlatan bir kavram
üretilmiştir. Bazen bu durum hem mağdur hem de aile yakınlarıyla birlikte daima kalmaktadır. Dolayısıyla,
burada yalnızca yetersizlikten bahsetmenin ötesinde çok daha geniş bir deneyimden bahsedildiğine
inanıyorum; bu da insanın incinebilirliğidir.
‘Kralın Adamları’na Süpervizyon veya Yardım Edenlere Nasıl Yardım Sağlanabilir?
Dünyadaki literatürde (Harris 1995; McCammon 1995; Pearlman 1995; Mitchell 1985; Dunning 1988;
Dyregrov & Mitchell 1992; & Shepherd 1994) ve Israil’deki kaynaklarda, (Shacham 1997; Lahad & Ayalon
1997; Klingman 1991) yardım edene yardım etmeyle ilgili, kişilerin kendilerini koruyabilmelerine yönelik
pek çok sayıda farklı yaklaşımdan bahsetmektedir. Bunlardan birçoğu, CISD (Mitchell, 1985),’de olduğu
gibi ya yapılandırılmış prosedürleri içeren süpervizyonu ya da spontan iyileşmeyi içerir. Bu yaklaşımlar,
çoklu bir model olan BASIC Ph modeline göre sınıflandırılmaktadır. (Lahad 1993):
B Belief – İnanç sistemi, umut, kendine güven, kontrol odağı
A Affect – Doğrudan veya dolaylı duygusal ifade
S Social – Arkadaşlar, rol ve aile
I Imagination,- Hayal gücü ve yaratıcılık
C Cognition, - Düşünce, mantık, gerçekçilik, bilişsel teknikler
Ph Physical –Fiziksel etkinlik, rahatlama ve eylem
Tabi ki, bazı durumlar birden fazla kategoriyle bağlantılıdır. Bir olaya yeni bir anlam vermeyle bağlantılı
olan inançlar ve değer sistemi, yara almış olan inanç sistemini beslemekte, acı çekmenin içinde anlam
bulmaya yardımcı olmaktadır. (Ayalon & Lahad 1990; Frankel 1970; Lahad & Ayalon 1994; Perlman &
Saakvinte 1995; White 1990).
Duygu ise olay sonrası konuşmayı cesaretlendirmeyi, duygunun doğrudan veya dolaylı bir şekilde
meşrulaştırılması ve ifade bulmasına karşılık gelmektedir. (Dyregrov & Mitchell 1993), Lahad & Ayalon
1994.)
Sosyal boyut ise, sosyal desteği, rol üstlenmeyi, bir yere ait olmayı içermekte olup, (Ayalon & Lahad 1990,
Mitchell 1993, Elraz & Ozami 1994). Hodgkinson ve Stewart (1991), özellikle ekibin duygusal sağlığı ve
fiziksel ihtiyaçları için olay yöneticisi olarak çalışan takımın lideri olma rolüne vurgu yapmaktadır. İş
takvimlerinden sorumlu olan kişi diğerlerini yönlendirir, konuşmaları düzenler, yardımların ve çabalarının
resmi bir şekilde tanınmasını sağlar.
Hayal gücü ise yaratıcılığın kullanılmasına, oyunculuğa, yönlendirilmiş fantaziye, rahatlamaya ve
oyalanmaya karşılık gelir. (Lahad & Ayalon 1990; Breznitz 1983, Shacham & Ayalon 1997 Moran ve
Collers 1995).
Bilişsel boyut ise olabileceklere önceden hazırlanmayı, sürecin gidişatını güncel tutmayı, rehberliği ve
sorun çözmeyi ve hazır programlarının kullanılmasını ve CISD (Mitchell ve Bary 1990; Lahad &Ayalon
1994; Binyamini 1984; Cherney 1995) içierir. (Critical incident stress debriefing ; Kritik vaka stres
debriefingi) içerir.
Fiziksel boyutta ise odak, dinlenme, uyuma, rahatlama ve uygun yeme-içmeyi içeren stresi azaltan fiziksel
etkinliklerdedir. (Kfir 1990; Figley 1995).
…
Burada değinilen düşüncelerin üzerinden gidilmesi ve daha fazla araştırılması gerekmektedir. Ancak
bunların sağladığı idrak, inanıyorum ki olayları anlamamıza ve onlarla baş etmemiz açısından bize yön
gösterecektir.
Makalenin Yayınlandığı Kaynak: Lahad, M. (2000) Darkness over the abyss: Supervising crisis
intervention teams followingdisaster, Traumatology, 6 (1-4) 273-294.
*Psikolojik travma, kriz müdahale konularında uzmanlaşmış olan İsrailli Psikolog Prof.Dr.
Mooli Lahad, CSPC – “The International Stress Prevention Center”ın(Toplumsal Stresi
Önleme Merkezi) direktörü olup stres ile ilgili yaratıcı yöntem ve müdahaleleriyle
tanınmaktadır. Kendisi aynı zamanda Tel Hai College ‘de ve İngiltere, Surrey
Üniversitesi’nde dersler vermektedir.
KAYNAKÇA
American Psychiatric Association. (1980) Diagnostic and Statistic
Manual of Mental Disorders, 3rd Ed. Washington D.C.
Artiss, Kenneth, (1963). Human behavior under stress, from combat to
social psychiatry. Military Medicine, 128, 1011-1019.
Ayalon, A. & Shacham, A., (2000). Helping the Helpers: Teaching the
salutogenic approach to colleagues coping with war trauma. In Klingman, A.,
Raviv, A., Stein, B., (eds.), Children Under Emergency and Stress:
Characteristicsand Psychological Interventions. Jerusalem, Israel, Ministry of
Education, Servicefor Psychology and Counseling. (Hebrew).
Ayalon, A. & M. Lahad (1990). Life on the Edge. Haifa: Nord Publishers
(Hebrew).
Beaton, D.R. and Murphy, S.A. (1995) Working with people in crisis:
research implications. in Figley, Ch. (Ed.) Compassion Fatigue. New York:
Brunner/Mazel.
Binyamini, K. (1984) the psychologist in the field tent: Introduction to
professional camping. Israeli Journal of Psychology and Counseling in
Education,pp. 35-54. (Hebrew).
Breznitz, S. (1983) The Denial of Stress. New York: University Press.
Cherney, M. (1995) Treating the "Heroic Treater".in Figley, Ch. (Ed.)
Compassion Fatigue. New York: Brunner/Mazel. pp.131-149.
Dunning, C. (1988) Intervention strategies for emergency workers. in
Lystad, M. (Ed.) Mental Health Response to Mass Emergencies. New York:
Brunner/Mazel.
Elraz, I. & R. Ozami (1994). Use of Supporting resources: during a
progressive war incident, Psychology, vol. 4, pp. 1-2. ( Hebrew)
Figley, Ch. (Ed.) Compassion Fatigue. New York: Brunner/Mazel.
Frankel, V. (1970). Man in Search for Meaning. Tel Aviv: Dvir.
(Hebrew)
Freudenbeyer, H.J. (1974) Staff burnout. Journal of Social Issues. 30 (1).
pp. 159-165.
Harris, C.J. (1995) Sensory based therapy for crisis counselors. in Figley,
Ch.(Ed.) Compassion Fatigue. New York: Brunner/Mazel.
Hodgkinson, P. & Stewart, M. (1991) Coping with Catastrophes. London:
Routledge.
Hodgkinson, P. & Shepherd, M. (1994) The impact of disaster support
work. Journal of Traumatic Stress. 7(4).
Janoff-Bulman, Ronnie, (1985). The aftermath of victimization:
Rebuilding shattered assumptions. in Charles R. Figley (ed), Trauma and Its
Wake, Vol. I, The Study and Treatment of Post Traumatic Stress Disorder.
Brunner/Mazel Psycho-social Stress Series No. 4.
Janoff-Bulman, Ronnie, (1992). Shattered Assumptions: Towards a New
Psychology of Trauma. The Free Press, A Division of Macmillan, Inc. New-York.
Joinson, C. (1992) Coping with compassion fatigue. Nursing. 22(4).
pp. 116-122.
Kfir, N. (1990). Like Ripples in the Water. Tel Aviv: Am Oved.
(Hebrew)
Klingman, A. (1991). Psychological and Educational Intervention in
Disaster.Jerusalem: Ministry of Education. (Hebrew)
Lahad, M. (1995). Masking the gas mask: Brief intervention using
metaphor, imagery, movement and enactment. In A. Gersie (Ed.), Dramatic
Approaches to Brief Therapy. London: Jessica Kingsley
Lahad, M. & Ayalon, A., (1994). On Life andDeath. Haifa: Nord. .(
Hebrew)
Lahad, M. & Cohen, A. (1997) (Eds.) Community Stress Prevention 1&2.
KiryatShemona: Community Stress Prevention Centre.
Lifton, R.J., (1967). Death in Life: Survivors of Hiroshima. New York,
Random House.
Maslach, C. & Jackson S.E. (1981) The measurement of experienced
burnout. Journal of Occupational Behaviour. 2(2). pp.99-113.
Maslach, C. (1982) Burnout: The Cost of Caring. Engelwood Cliffs:
Prentice Hall.
McCann, L. (1990) Vicarious traumatization: A framework for
understanding the psychological effects of working with victims. Journal of
Traumatic Stress. 3 (1) pp.131-149.
McCammon, S.L. & Allison, E.J. Debriefing and treating emergency
workers. in Figley, Ch.(Ed.) Compassion Fatigue. New York: Brunner/Mazel.
Mitchell, J. (1985) When disaster strikes...the critical incident stress
debriefing process. Journal of Emergency Medical Services. pp.36-39.
Mitchell, J. & Bary, G. (1990) Emergency Services Stress. Englewood
Clift. N.J.: Prentice Hall.
Mitchell, J. & Dyregrov, A. (1993) Traumatic stress in disaster workers
and emergency personnel. in Wilson, J. & Raphael, B. (Eds.) The International
Handbook of Traumatic Stress Syndromes. New York: Plenum Press. pp .905-914.
Moran, C. & Colless, E. (1995) Positive reactions following emergency
and disaster responses. Disaster, Prevention and Management. University Press.
4(1) pp.55-60.
Noy, Shabtai, (1987). Combat psychiatry: The American and Israeli
Experience. In Belenky, G.L. (ed.), Contemporary Studies in Psychiatry.
Westport,CT., Greenwood Press.
Noy, Shabtai, (1991). Can’t Take it Anymore: Combat Stress Reactions.
Tel-Aviv, Ministry of Defense Publications. (Hebrew).
Noy, Shabtai, (1991a). Combat Stress Reactions. in Gal, R., &
Mangelsorf, A. D., International Handbook of Military Psychology. John Wiley,
London.
Omer, H. and H. Inbar (1991). Mass disasters: The role of the emergency
team. Sichot, The Israeli Jouranl of Psychotherapy, 2 (3): 157-170.(Hebrew)
Omer, D. (1978) The kiss that got lost .Sherbrak, Tel Aviv.(Hebrew)
Perlman, L. & Saakvinte, K. (1995) Treating therapists with vicarious
traumatization and secondary traumatic stress disorders. in Figley, Ch. (Ed.)
Compassion Fatigue. New York: Brunner/Mazel. pp.150-177.
Pines, A.M. (1993) Burnout. in Goldberger, L. & Breznitz, S. (Eds.)
Handbook of Stress, 2nd Ed. New York: Free Press. pp.386-402.
Pines, A.M. & Aronson, E. (1988) Career Burnout Causes and Cures.
New York: Free Press.
Salmon, T.W. (1919) The war neuroses and their lessons. New York
Journal of Medicine. p.109.
Solmon, Z. (1993) Combat Stress Reaction, The Enduring Toll of War.
New York: Plenum Press.
Solomon, Z. (1995) From denial to recognition: Attitudes towards
Holocaust survivors from World War II to the present. Journal of Traumatic
Stress.Vol 8. pp. 229-242.
Solomon, Z., Benbenisti, R.,Mikulincer, M., (1988). A followup of Israeli
casualties of combat stress reactions (Battle Shock) in the 1982 Lelbanon war.
The British Journal of Clinical Psychology, 27 (2), 125-135.
Solomon, Z., Benbenishti, R., Spiro, S., (1986). Evaluation of the
effectiveness of forward treatment in Combat Stress Reactions in the Lebanon
War. Israel Defense Forces, Medical Corp., Mental Health Dept., Research &
Evaluation Branch. (Hebrew)
Valent, P. (1995) Survival strategies: A framework for understanding
secondary traumatic stress and coping in helpers. in Figley, Ch. (Ed.)
CompassionFatigue. New York: Brunner/Mazel.
van der Kolk, B.A. (1966) The black hole of trauma. in Van Der Kolk &
McFarlane, A.C. & Weisaeth, L. (Eds.) Traumatic Stress. New York: The Guilford
Press.
Webster’s Encyclopedic Unabridged Dictionary of the English Language.
(1989) New York, Grainevay.
White, M. (1990) Narrative Means to Therapeutic Ends. New York:
Norton.
Witstom, A. (1989). Crisis intervention and short-term psychotherapy. In
H. Dasberg, I. Isaacson, G. Shefler, Short-term Psychotherapy. Jerusalem:
Magnes, pp. 53-66. (Hebrew)
Winnicot, D.W. (1971) A Play and Reality. London: Tavistock
Publication.

Benzer belgeler