PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Transkript

PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İÇİNDEKİLER
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı
Basınında Sunumu
Murat Sadullah Çebi ................................................................................ 1
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
Çetin Murat Hazar.................................................................................. 47
Haberde Yeni Olan Nedir?
Umut Tümay Arslan ............................................................................... 71
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
Nejla Polat.............................................................................................. 93
Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet
Serdar Kaypakoğlu ............................................................................... 121
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü
İzzet Bozkurt ......................................................................................... 139
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından
Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
Ayhan Biber .......................................................................................... 155
İletişim 2002/16
İletişim 2002/12
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin
Türk Yazılı Basınında Sunumu
Murat Sadullah ÇEBİ*
Giriş
Atina Zirvesi, Yunanistan’ın AB Dönem Başkanlığı döneminde 16
Nisan 2003 tarihinde 10 yeni ülkenin AB’ne katılımı nedeniyle
düzenlenmiştir. Atina doruğunda AB’ne katılım anlaşması imzalayan ülkeler
şunlardır: Çek Cumhuriyeti, Estonya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta,
Polonya, Kıbrıs Rum Kesimi, Slovakya ve Slovenya. Atina Zirvesi’nde
düzenlenecek imza töreninde yapılacak katılım anlaşması ile birlikte söz
konusu ülkelerin 1 Mayıs 2004’ten itibaren AB’ne tam üyelik süreçleri de
tamamlanacaktır. Konu, Kıbrıs Rum Kesimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti”
adıyla Kıbrıs coğrafyasının tamamını temsil hakkı verilerek AB’ne tam üye
olarak kabul edilmesi; böylece Kıbrıs sorunu ekseninde AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin yeni bir boyut kazanması, Türkiye’nin Kıbrıs sorununa
yönelik yeni strateji ve çözüm geliştirme arayışlarına girmesi gibi
nedenlerden dolayı önem taşımaktadır.
Bu araştırma, 16 Nisan 2003 tarihinde düzenlenen AB Atina
Zirvesi’nin Türkiye’deki ulusal günlük gazetelerde sunumunu inceleme ve
çözümleme amacını taşımaktadır. Çalışmanın temel sorusu, AB Atina
Zirvesi’nin Türkiye’deki yazılı basında nasıl yansıtıldığını belirlemektir.
Nitel yöntembilim anlayışına dayalı bu araştırmanın tasarımı, zamanın belli
bir kesitinde araştırma sorusuyla ilgili verilerin bir kez toplanmasına yönelik
olarak yapılmıştır. Araştırma süresi, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne
tam üyelik anlaşmasını imzaladığı 16.04.2003 tarihinde gerçekleşen Atina
Zirvesi ile bu olayla ilgili haberlerin Türkiye’deki ulusal günlük gazetelerde
*
Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
İletişim 2002/16
2
Murat Sadullah ÇEBİ
yoğun olarak gündeme getirildiği ve öne çıkarıldığı 18.04.2003 tarihleri
arasını
kapsamaktadır.
Araştırmanın
örneklemini,
çoğunlukla
siyasal/ideolojik yelpazenin solunda yer alan okuyucuların tercih ettiği
Cumhuriyet gazetesi ile siyasal/ideolojik yelpazenin sağında yer alan
okuyucuların okuduğu Zaman gazetesi oluşturmaktadır. Araştırmanın
örneklemini oluşturan gazetelerde yer alan bütün ilgili haberler ve
fotoğraflar, veri elde etmek ve çözümlemek amacıyla kullanılmıştır.
Bu çalışmada veri toplama tekniği olarak nitel içerik çözümlemesi’nin
özetleyici çözümleme türü ile birlikte eleştirel söylem çözümlemesi
kullanılmıştır. Nitel içerik çözümlemesi içeriğin örtülü anlamını, yani
kaynağın ilettiği mesajların arka plânını ve bağlamını; mesajların
kodlanmasındaki örtülü niyetleri ve güdüleri araştırmaya yarayan bir
araştırma tekniğidir. Nitel içerik analizinin alt tekniklerinden biri olan
özetleyici içerik analizinin araştırma materyaline uygulandığı ilk aşamada;
her araştırma birimini oluşturan paragraflar, cümleler, açıklamalar, sözcükler
başka sözcüklerle ifade edilmektedir. Bir başka deyişle, özetleyici nitel
içerik analizinin ilk aşamasında araştırma sorusu ile ilgisi olmayan
paragraflar ve cümleler, aynı anlama gelen ifadeler dikkate alınmaz. Buna,
“ilk azaltma” denmektedir. Analizin ikinci aşamasında, benzer ifadeler bir
araya getirilmekte ve özetlenmektedir. Buna da “ikinci azaltma” adı
verilmektedir (Tavşancıl ve Aslan, 2001: 103-104).
Bu araştırmada, özetleyici nitel içerik analizinin yanı sıra haber
metinlerinde anlamın nasıl inşa edildiğini incelemek amacıyla Van Dijk’ın
eleştirel söylem çözümlemesi tekniği kullanılmıştır. Eleştirel söylem
çözümlemesi ile medya haberleri iki bakımdan incelenmektedir: 1. Makro
Yapı, 2. Mikro Yapı. Makro yapısı bakımından haber metinleri iki analiz
kategorisinde ele alınmaktadır: a. Temaya Yönelik Çözümleme, b. Biçime
Yönelik Çözümleme. Haber metninin temasına yönelik çözümlemede haber
başlığı, alt başlık, üst başlık, spot ve haber girişleri incelenmektedir. Bu
bağlamda başlıklar ve haber girişlerinde ana olay hakkında okuyucuya özet
bilgi sunulup sunulmadığı irdelenmektedir. Başlıklar ve haber girişleri, haber
metninin genel yapısının veya bütününün anlamını yansıtan bir özet bilgi
sunmakta, okuyucunun haber metnine konu edilen ana olayı anlayabilmesine
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
3
katkı sağlamaktadırlar. Bu bağlamda haber başlıklarının birbiriyle ve haber
metni ile ilişkileri, uzunluğu, kısalığı, spot başlıkta veya haber girişinde ana
olaya ilişkin özet bilgi verilip verilmediği, başlıkların yazı stili, başlıklardaki
efektler, sözcük seçimleri; kısacası başlıklarda ve haber girişinde hiyerarşik
bir yapıda makrodan mikroya veya bütünden parçaya doğru bir anlam inşası
olup olmadığı incelenmektedir. Haber metninin biçimsel yapısına yönelik bir
çözümleme, durum ve yorum bölümlerinden oluşmaktadır. Durum
bölümünde önce habere konu edilen öykünün örgüsü incelenmektedir.
Sonra, haber öyküsünün konusunu oluşturan ana olay ile ilgili bilgilerin
eksik veya yeterli olup olmadığı belirlenmektedir. Daha sonra haber
metninin dayandığı ana olayın ve ana olay çerçevesinde yer alan diğer
olayların işleniş biçimleri ele alınmakta, bu olayların nedenleri ve sonuçları
değerlendirilmektedir. Durum bölümünde ayrıca, haber öyküsünün
konusunu oluşturan ana olayın arka plânı ve bağlamı incelenmektedir. Arka
plâna ilişkin bilgiler, ana olayın önceki olaylarla ilişkisinin incelenmesiyle
ortaya çıkarılmaktadır. Olayın bağlamı; ana olayın ortaya çıktığı tarihsel,
toplumsal, siyasal ve ekonomik koşulların incelenmesiyle gözler önüne
sergilenmektedir. Durum bölümünde son olarak, olaya katılan aktörlere
ilişkin bilgiler üzerinde durulmaktadır. Haber metninin şematik yapısının
çözümlenmesine yönelik yorum aşamasında ise, haber kaynaklarının ve
habere konu edilen ana olaya katılan tarafların açıklamaları incelenmektedir.
Bu bağlamda önce, aktörlerin açıklamalarına yönelik tepkiler ele
alınmaktadır. Daha sonra bu açıklamaların neden olduğu sonuçlar ve bu
sonuçlarla ilgili beklentiler ve değerlendirmeler üzerinde durulmaktadır.
Haberin mikro yapısının çözümlenmesinde, haber metnini oluşturan
cümlelerin sözdizimsel yapısı, sözcük seçimleri ve haber retoriği
incelenmektedir. Haber metninde anlamın inşasına yönelik sözdizimsel
çözümlemede cümlelerin kısa/uzun, basit/karmaşık, etken/edilgen durumları
ele alınmaktadır. Mikro çözümlemede diğer önemli bir aşama, birbirini
izleyen cümleler arasında kurulan ilişkilerdir. Haber söylemini mikro açıdan
çözümlemenin diğer önemli bir aşaması, haber retoriğinin incelenmesidir.
Haber metninin hem ifade biçimi hem de bağlamıyla ilgilenen retorik,
okuyucuyu belli bir konuda ikna etmek amacıyla kurgulanan dil olarak
İletişim 2002/16
4
Murat Sadullah ÇEBİ
tanımlanmaktadır. Haber metninin ikna dili; haber başlıkları, başlıkların
ifade biçimi veya sunumu; haber metinlerinde tercih edilen sözcükler,
deyimler, metaforlar, çağrışımlar, anlatım türleri, anlatım dili, çarpıtılmış
benzetmeler, anlamı çok fazla bilinmeyen sözcükler, rakamlar, haber
öyküsünün konusunu oluşturan olaya karışan taraflardan ve tanıklardan
alıntılar yapılması, uzman görüşlerine başvurulması, fotoğraf seçimi ve
sunumu aracılığıyla incelenmektedir. Haber metninin mikro çözümlenmesi
aşamasında ayrıca, cümle ve cümlecikler arasında kurulan nedensel ilişkiler
üzerinde de durulmaktadır (Van Dijk, 1988a: 17-82, 1988b: 1-18; Sözen
1999: 124-132). Bu araştırmada haber metinlerinde inşa edilen söyleme
ilişkin bilgiler şu başlıklar altında sınıflandırılmış ve çözümlenmiştir: 1.
Haber Metinlerinin Tematik Yapısı, 2. Haber Metinlerinin Şematik Yapısı,
3. Haber Metinlerinde Cümle Yapıları ve Sözcük Seçimleri, 4. Haber
Metinlerinin İkna Dili.
Özetleyici nitel içerik çözümlemesine başlamadan önce, örneklemin
seçileceği araştırma evreni açık ve kesin biçimde tanımlanmıştır. Bu
çalışmanın araştırma evrenini Türkiye’de günlük yayın süresine sahip, ulusal
çapta ve dağıtılan gazeteler oluşturmaktadır. Bir sonraki aşamada araştırma
evreni daraltılmıştır. Bu amaçla araştırma evrenini temsil etme niteliğine
sahip bir örneklem belirlenmeye çalışılmıştır. Amaçlı olarak gerçekleştirilen
örneklemede, siyasal yelpazenin sağında ve solunda yer alan okuyucuları
temsil eden ve genel yayın politikaları birbirine taban tabana ters iki ulusal
günlük gazete örneklem olarak belirlenmiştir. Analiz aşamasına geçmeden
önce gerçekleştirilen bir başka işlem, araştırma kategorilerinin
oluşturulmasıdır. Kategorilerin belirlenmesi, araştırma örneklemini oluşturan
gazetelerde yer alan konu ile ilgili bütün haberlerin ön incelemesi
gerçekleştirilmiştir. Böylece materyale dayalı olarak tümevarımsal
kategoriler belirlenmiş, konulara yönelik bir kategori sistemi oluşturulmuştur
(Mayring, 2000: 100-102; Gökçe, 2001: 157-164). Örneklemi oluşturan ilgili
gazetelerin haberlerinden yola çıkılarak oluşturulan araştırma kategorileri
şunlardır: “Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne Katılımı”, “Kıbrıs Rum Kesimi’nin
Avrupa Birliği’ne Tam Üyeliği” ve “Kıbrıs Sorunu”. Nitel içerik
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
5
çözümlemesinin özetleyici analiz türü için belirlenen bu kategoriler, aynı
zamanda eleştirel söylem çözümlemesinde de kullanılmıştır.
Araştırma, üç bölüm şeklinde tasarlanmıştır. Birinci bölümde
“Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne Katılımı”, ikinci bölümde “Kıbrıs Rum
Kesimi’nin AB’ne Tam Üyeliği”, üçüncü bölümde ise “Kıbrıs Sorunu” ele
alınmıştır. Her bölümde belirlenen bu ana kategoriler çerçevesinde, nitel
içerik çözümlemesinin özetleyici analiz türü ile elde edilen bilgiler
yorumlanmakta, daha sonra da aynı kategoriler ekseninde eleştirel söylem
çözümlemesi aracılığıyla elde edilen bilgiler değerlendirilmektedir.
1. Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne Katılımı
1.1. Nitel İçerik Çözümlemesi
Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Gül törene
katılmayacak” haber başlığı ve 5. sayfadaki devamında “Dışişleri Bakanı,
sadece toplantılara katılarak Ankara’nın tavrını gösterecek” üst başlığı ile
yayınladığı haberde, 59. AKP hükümetinin Dışişleri Bakanı Abdullah
Gül’ün Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi başta olmak üzere yeni üye
ülkelerin AB’ne katılımı için düzenlenecek imza törenine katılmayacağı
yönündeki tutumunu nesnel bir biçimde yansıtıyor gözükmektedir.
Cumhuriyet, 59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ne katılmama kararını
örtülü biçimde desteklemekte; bu tavrın haklılığına ve sürdürülmesi
gerektiğine gönderme yapmaktadır (Cumhuriyet, Gül törene katılmayacak,
16.04.2003, s.1, 5). Söz konusu haberde, Türkiye’nin Atina Zirvesi’nde
AB’ne tam üye olarak kabul edilecek ülkeler için düzenlenecek imza
törenine katılmama kararı ile ilgili olarak Dışişleri Bakanı Gül, dolayısıyla
59. AKP hükümeti öne çıkarılmıştır. Gazete bu tutumuyla, okuyucularda 59.
AKP hükümetinin Kıbrıs konusunda izlediği dış politika ile bu konudaki
temel Türk dış politikası arasında bir çift başlılık olduğu izlenimi
oluşturmayı amaçlar gibi gözükmektedir. Haberde, AB Atina Zirvesi’nde
düzenlenecek imza törenine katılmama kararının Türk dış politikasına bağlı
olarak alındığını ifade etmeye çalışılsa da, haberin bütününde uygulanan
İletişim 2002/16
6
Murat Sadullah ÇEBİ
politikanın iktidar merkezli bir politika olduğu izlenimini verilmeye
çalışılmaktadır. Öte yandan, söz konusu haberde AB Atina Zirvesi
okuyucuya tek boyutta sunulmuştur. 10 ayrı ülkenin aynı törende AB’ne tam
üye olarak kabul edileceğine ilişkin bilgi okuyucuya sadece Güney Kıbrıs’ın
AB’ye katılımı olarak sunulmakta, böylelikle Türkiye açısından olumsuz
olan bu gelişmenin kaynağı olarak 59. AKP hükümeti gösterilmeye
çalışılmaktadır.
Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde “Türkiye gitmemeliydi” başlığı
ve “Denktaş, Rumlar’ın şımararak, baskıyı artırabileceğini söyledi” üst
başlığıyla verdiği haberin içeriği, sunumu ve haberde kullanılan başlıklar ile
59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ne yönelik tutumu
olumsuzlandırılırken, Denktaş’ın AB Atina Zirvesine karşı takındığı
olumsuz tutumu gazete tarafından örtülü olarak onaylanmaktadır.
(Cumhuriyet, Türkiye gitmemeliydi, 16.04.2003, s.5).
Cumhuriyet, 17 Nisan 2003 tarihinde “Ankara’dan protesto” haber
başlığı ve “Kıbrıs Rum Kesimi AB’de” üst başlığı ile 1. sayfada yer alan ve
4. sayfada devam eden kısmındaki “Türkiye’den imza protestosu” haber
başlığı ve “Rum kesimi, AB’ye katılım anlaşmasını ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’”
adı altında imzaladı üst başlığı ile yayınladığı haberde, imzalanan üyelik
anlaşmasının yalnızca Kıbrıs Rum Kesimi’ni bağladığını, KKTC için geçerli
olmadığını ima etmektedir. Haberde öne çıkan en önemli husus, 59. AKP
hükümetinin AB Atina Zirvesi’ne katılmama yönündeki tepkisinin, kaynağı
belirsiz olumsuz görüşlerle örtülmeye çalışılmasıdır: “Yetkililer, Gül’ün
katılmamasının “boykot” olarak anlaşılmaması gerektiğini söylerken, siyasi
gözlemciler, törene katılmama kararını anlamlı bir protesto olmadığı
görüşünü dile getirdiler”. Haberde dikkat çeken diğer bir yön ise, Abdullah
Gül’ün AB Atini Zirvesi’yle ilgili açıklamalarının olumsuzluk çağrıştıran
sözcüklerle verilmesidir: “Gül, AB doruğuna hareketinden önce yaptığı
açıklamalarda Kıbrıs ve AB üyeliği konusunda olumlu mesajlar vermeye
çalıştı”. Haberde “olumlu mesajlar vermeye çalıştı” ifadesi yerine “olumlu
mesajlar verdi” ifadesi kullanılabilirdi. “Vermeye çalıştı” sözcüğünün tercih
edilmesiyle, Dışişleri Bakanı Gül’ün söylemlerini olumsuzlama yönünde
İletişim 2002/16
7
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
örtülü bir niyet olduğu izlenimi edinilmiştir (Cumhuriyet, Ankara’dan
protesto, Türkiye’den imza protestosu, 17.04.2003, s.1, 4).
1.2. Eleştirel Söylem Çözümlemesi
“Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne Katılımı” kategorisi ekseninde Tablo
1’de görülen haberlere eleştirel söylem çözümlemesi uygulanmıştır.
Gazete
Cumhuriyet
Yayın Tarihi
16 Nisan 2003
Cumhuriyet
16 Nisan 2003
Cumhuriyet
17 Nisan 2003
Başlıklar
Haber Başlığı: -Gül törene katılmayacak
Üst Başlık: -Dışişleri Bakanı, sadece
toplantılara katılarak Ankara’nın tavrını
gösterecek
Haber Başlığı: -Türkiye gitmemeliydi
Üst Başlık: -Denktaş, Rumların şımararak,
baskıyı artırabileceğini söyledi
Haber Başlığı: Ankara’dan protesto
Üst Başlık: Kıbrıs Rum Kesimi AB’de
Haber Başlığı: Türkiye’den imza protestosu
Üst başlık: Rum kesimi AB’ye katılım
anlaşmasını ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adı altında
imzaladı. Gül törene katılmadı
Sayfa
1 ve 5
5
1 ve 4
4
Tablo 1: Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne Katılımı Kategorisi Ekseninde
Eleştirel Söylem Çözümlemesi Uygulanan Haberler
Haber Metinlerinin Tematik Yapısı
Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği haberde
kullanılan “Gül törene katılmayacak” başlığında, 59. AKP hükümetinin AB
Atina Zirvesi’ne karşı sergilediği tavır özetlenmektedir. Haber başlığı ile üst
başlık arasında anlamsal bir bütünlük göze çarpmaktadır. Gazetenin başlık
seçimleri ana olayı yansıtmaktadır. Haber başlığının alt bölümünde yer alan
spot bölümü, okuyucuya haberin öykülediği ana olay hakkında özet bilgi
vermektedir. Haberin 5. sayfasında da, 1. sayfada kullanılan başlık ve üst
başlığın benzeri kullanılmıştır. Ancak, devam sayfasında yer alan haberde 1.
sayfadan farklı bir spot kullanılmıştır. Bu spotta Gül’ün Rum kesiminin
AB’ne girmesiyle her şeyin bitmediğine, yok olmadığına, Türkiye’nin
İletişim 2002/16
8
Murat Sadullah ÇEBİ
çabalarını sürdüreceğine ilişkin ifadelerine yer verilerek okuyuculara dolaylı
bir biçimde umut verilmeye çalışılmaktadır.
Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “Türkiye
gitmemeliydi” başlığı ile sunduğu haberde hem KKTC Cumhurbaşkanı Rauf
Denktaş’ın Türkiye’nin AB Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik rahatsızlığı
ve serzenişini; hem de katılmaması yönündeki beklentisi ve istemini
yansıtmaktadır. “Denktaş, Rumlar’ın şımararak, baskıyı artırabileceğini
söyledi” şeklindeki alt başlık, olayın taraflarından Denktaş’ın Rumlar’ın
Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne katılmasını kendilerine gösterilen ilgi ve saygı
olarak değerlendirip yersiz, rahatsız edici davranışlarda bulunabileceklerine,
taşkınlık edebileceklerine, Türkiye ve KKTC üzerinde baskıyı
artırabileceklerine
ve
Kuzey
Kıbrıs
Türklerine
dayatmada
bulunabileceklerine ilişkin öngörü ve endişelerini yansıtmaktadır. Haber
başlıklarında habere konu edilen ana olay özetlenmiştir. Haber başlığı ile üst
başlık arasında anlamsal bir bütünlük bulunmaktadır. Haberde spot başlık
kullanılmamış, ana olay haber girişinde özetlenmiştir.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği haberin
“Ankara’dan protesto” başlığı, Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye
tam üyeliğine, AB’ne ve Atina Zirvesi’ne karşı tepkisini göstermektedir.
Haber başlığı ve üst başlık ana olayı yansıtmaktadır. Habere konu edilen ana
olay, haber başlığının alt bölümünde yer alan spotta ve 4.sayfadaki haber
girişinde özetlenmiştir. Haberin 4. sayfadaki devam bölümünde 1. sayfadan
farklı bir haber başlığı ve üst başlık kullanılmıştır. Buradaki üst başlıkta
dikkati çeken en önemli husus, Kıbrıs Rum Kesimi’nin tırnak içine alınan
Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB ortaklık anlaşmasına imza atmasının
belirtilmesidir.
Haber Metinlerinin Şematik Yapısı
Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Gül törene
katılmayacak” başlığıyla verdiği haberin ana olayı, Kıbrıs Rum Kesimi’nin
AB’ye tam üyelik anlaşmasını imzalayacağı AB Atina Zirvesi’dir. Haber
metninin örgüsü ve işleniş biçimi iki ayrı bölümde değerlendirilebilir. İlk
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
9
bölümde gazete, Atina Zirvesi ile ilgili olarak Dışişleri Bakanı Abdullah
Gül’ün tavrını, ikinci bölümde ise Gül’ün ABD Dışişleri Bakanı Colin
Powell ile yaptığı telefon görüşmesini ele almıştır. Haber metni bütünüyle
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün açıklamaları üzerine inşa edilmiştir.
Ancak, Gül’ün bu açıklamaları nerede ve kime yaptığı konusunda
okuyucuya herhangi bir bilgi verilmemiştir. Gazete bu konudaki eksikliğini,
belirtildi sözcüğü ile belirsiz bir kaynağa dayandırmaktadır. Haber metnine
konu olan ana olayın arka plânında yer alan unsurlar, Kıbrıs sorunu ve
Türkiye’nin AB’ne tam üyeliği olmakla birlikte haber metninde bu konulara
ilişkin bilgilere rastlanmamaktadır.
Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “Türkiye
gitmemeliydi” başlığıyla verdiği ve 4. sayfada devam eden haberin ana
olayı, AB Atina Zirvesi’dir. Bu ana olay etrafında yapılandırılan haber iki
bölümden oluşmaktadır. Haberin ilk bölümünde KKTC Cumhurbaşkanı
Rauf Denktaş’ın T.C. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Atina Zirvesi’ne
katılımına yönelik serzeniş, beklenti ve isteklerini içeren açıklamaları
verilirken, ikinci bölümünde BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs kararıyla
ilgili olarak BM Kıbrıs özel temsilcisi De Soto’ya yönelik eleştirileri yer
almaktadır. Haber metni Denktaş’ın Bursa gezisinde gerçekleştirdiği
temaslar sırasında yaptığı açıklamalara dayanmaktadır. Haberde olayın arka
plânına ilişkin bilgiler yer almazken, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye
olarak katılımı konusu Kıbrıs sorunu bağlamında yetersiz biçimde
irdelenmiştir.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Ankara’dan
protesto” başlığıyla yayınladığı ve 4. sayfadaki devamında “Türkiye’den
protesto” başlığıyla verdiği haberin ana olayı, AB Atina Zirvesi’dir. Haber
iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Kıbrıs Rum Yönetimi lideri
Papadopulos’un Kıbrıs sorunu konusundaki açıklamaları, ikinci bölümde ise
T.C. Dışişleri Bakanı Gül’ün Kıbrıs sorunu ve Türkiye’nin AB üyeliği
konusundaki mesajları yer almaktadır. Haberde olayın arka plânına ilişkin
bilgiler kısmen yer alırken olayın bağlamına ilişkin bilgiler Kıbrıs sorunu
bağlamında, ancak yetersiz biçimde verilmektedir.
İletişim 2002/16
10
Murat Sadullah ÇEBİ
Haber Metinlerinde Cümle Yapıları ve Sözcük Seçimleri
Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfada “Gül törene
katılmayacak” başlığıyla verdiği haber metnindeki sentaktik yapılanmada
uzun, etken cümlelerin öznesi olarak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve 59.
AKP hükümeti öne çıkmaktadır. Gül, AB’nin yalnızca Güney Kıbrıs Rum
Kesimi’ni üyeliğe kabul etmesine yönelik tavrına tepki gösteren, kimi zaman
yorum yapan ve görüş bildiren Atina Zirvesi’nde yapılacak imza törene
katılmayacak olan eylemin faili etken bir özne olarak inşa edilmektedir.
Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “Türkiye
gitmemeliydi” başlığıyla yapılandırdığı haberde olayın tarafı olan öznelerden
biri olan Denktaş’ın açıklamaları uzun ve etken cümle yapılarıyla
verilmektedir. Denktaş’ın etken cümle yapıları içinden verilen
değerlendirmelerinin yer aldığı haber metninde Rumlar Ankara’nın Atina
Zirvesi’ne katılmasını Türkiye’nin kendilerine ilgi gösterdiği veya değer
vermesi şeklinde algılayabilecek ve bundan yüreklenerek yersiz ve aşırı
istek, beklenti ve davranışlarda bulunabilecek, Türkiye Cumhuriyeti ve
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerindeki baskıyı artırabilecek olumsuz
özne olarak kurulmaktadır. Yine Denktaş’ın açıklamalarına dayalı ifadelerin
yer aldığı eylemin faili olan Türkiye’nin açıkça belirtildiği cümle yapıları
içinde, 59. AKP hükümeti olumsuzlanmaktadır.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Ankara’dan
protesto” başlığıyla verdiği haber metnindeki sözdizimsel yapılanmada;
Ankara, Türkiye, Kıbrıs Rum Kesimi, Tassos Papadopulos, Abdullah Gül,
Tony Blair taraflarının uzun ve etken cümlelerin öznesi olduğu göze
çarpmaktadır. Kimi zaman Dışişleri Bakanı Abdullah Gül etken cümle
yapıları içine yerleştirilmekte, kimi zaman faillerin örtülü olarak belirtildiği
etken cümle yapıları içinde 59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ndeki
imza törenine katılmama yönündeki tavrı görmezden gelinmekte ve
önemsizleştirilmektedir.
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
11
Haber Metinlerinin İkna Dili
Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfada kullandığı “Gül
törene katılmayacak” başlığında seçilen “katılmayacak” sözcüğünde
kullanılan zaman, Gül’ün bu tutumunun kesin olduğu ve gazetenin bu bilgiyi
doğrulattırdığını göstermektedir. “Törene katılmayacak” ifadesi ile de
Gül’ün Atina Zirvesi’nden önce düzenlenecek imza törenine katılmayacağı
açık ve kesin bir dille vurgulanmaktadır. Haberin üst başlığında kullanılan
“sadece” nitelemesi ile Dışişleri Bakanı’nın Atina Zirvesi’nde belirlenen
resmî tutumun dışına çıkmaksızın yalnızca düzenlenecek diğer toplantılara
katılacağının altı önemle çizilmektedir. Haber metni, Kıbrıs Rum Kesiminin
AB’ne tam üye kabul edilecek olmasının oluşturabileceği karamsar kanaat
iklimini, iyimser bir iklime dönüştürmeye yönelik bir söylem ve ikna dili
aracılığıyla inşa edilmiştir. Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik beklentileri,
istemleri içeren umut söylemini yapılandıran ikna dili, Gül’ün
açıklamalarında yer alan “çabalar sürecek”, “gayretlerimiz devam edecek”
deyimleri aracılığıyla yapılandırılmaktadır. Haber metnini yapılandıran ikna
dili “sadece”, “tepki göstermek”, “tavır göstermek” gibi sözcük ve deyim
seçimleriyle desteklenmektedir. Haber retoriği incelendiğinde Cumhuriyet’in
AB Atina Zirvesi’ne karşı sergilediği olumsuz tavır açıkça görülecektir.
Ayrıca Gül’ün açıklamaları alıntılarla ve “belirtti”, “dedi”, “diye konuştu”
sözcük seçimleriyle verilmektedir. Öte yandan Kıbrıs Rum Kesimi’nin
AB’ne “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında tam üye olarak katılması tırnak
içinde verilerek Rum kesimini üyeliğinin tüm adayı kapsamadığı ima
edilmekte, “Kıbrıs Cumhuriyeti” sözcüğünün yalnızca AB ile Kıbrıs Rum
Kesimi’nin imzaladığı ortaklık protokol metninde yer aldığına gönderme
yapılmaktadır.
Fotoğraf seçimleri ve sunumları da haber metinlerinin retoriğinde
önemli bir etmen olarak ortaya çıkmaktadır. 16 Nisan 2003 tarihli
Cumhuriyet 1. sayfada yayınladığı “Gül törene katılmayacak” başlıklı habere
ilişkin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün bir adet fotoğrafını kullanmıştır.
Portre fotoğraftaki Gül imgesinin üzgün, karamsar, düşünceli olduğu
izlenimi edinilmektedir.
İletişim 2002/16
12
Murat Sadullah ÇEBİ
Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “Türkiye
gitmemeliydi” başlığıyla verdiği ve 4. sayfada devam eden haberin retoriği
59. AKP hükümeti’nin Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik tavrını KKTC
Cumhurbaşkanı
Denktaş’ın
üzerinden
eleştiren
bir
biçimde
yapılandırılmıştır. Haber başlığında seçilen “gitmemeliydi” yüklemi
Türkiye’nin zirveye katılmamasının daha anlamlı olabileceğini ima
etmektedir. Yine Denktaş’ın açıklamalarından alınarak üst başlıkta
kullanılan “şımarık” sözcüğü ile Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne katılmasının
Rumlar’ı cesaretlendirebileceğine gönderme yapılmaktadır.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfada “Ankara’dan
protesto” başlığı, 4. sayfada “Türkiye’den imza protestosu” başlığıyla
verdiği haber metnini yapılandırılan ikna dilinde, Türkiye’nin Kıbrıs Rum
Kesimi’nin AB’ne kabul edilmesine yönelik tepkisi “törene katılmadı”,
“imza protestosu” gibi sözcük seçimleri aracılığıyla yapılandırılmaktadır.
Gazete, Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Tassos Papadopulos’un Kıbrıs
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatıyla üyelik protokolüne imza atmasını
tırnak içinde ve bold yazı tipi stili ile vererek bu kararı onaylamadığını ima
etmektedir. Haber başlıklarında tercih edilen, öne çıkarılan sözcükler ve bu
sözcüklerin kullanılış biçimi de egemen söylemle uyuşmaktadır. Haber
başlığında seçilen “protesto” ve “imza protestosu” sözcükleri, üst başlıkta
kullanılan “Rum Kesimi” ve “katılmadı” sözcükleri ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’
sözcüğünün tırnak içinde verilmesi, haber metninde yer alan “Kıbrıs Rum
Yönetimi”, “Rum Kesimi”, “GKRY” yani “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi,
“Rumlar” gibi sözcükler egemen söylemin haber söyleminde kurulması ve
yeniden üretilmesinin göstergeleri olarak göze çarpmaktadırlar.
2. Kıbrıs Rum Kesimi’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyeliği
2.1. Nitel İçerik Çözümlemesi
Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde “Rum kesimi AB üyesi”
başlığıyla 1. sayfadan verdiği haberde, yalnızca Rum Kesimi’nin AB’ne tam
üye olarak kabul edildiği gerçeğinin altını çizerek Rum kesiminin bu
üyeliğinin Kıbrıs adasının tamamı için geçerli olmadığını ima etmekte,
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
13
dolayısıyla Türkiye’nin ulusal Kıbrıs politikasına destek vermektedir
(Cumhuriyet, “Rum kesimi AB üyesi”, 16.04.2003, s.1, 5).
Cumhuriyet, 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan ““Midesiz ve
hazımsızlar” başlığı ile verdiği haberde Yunanistan Başbakanı Kostas
Simitis’in 18 Nisan 2003 Cuma günü Kıbrıs Rum Kesimi’nde yapacağı
toplantıya katılacak olan KKTC muhalefet parti liderlerini KKTC
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın sert açıklamaları üzerinden örtülü olarak
eleştirmektedir (Cumhuriyet, Midesiz ve hazımsızlar, 17.04.2003, 1, 5).
Cumhuriyet, 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye tam teslim
oldu” başlığıyla verdiği haberde, muhalefet partilerinden CHP lideri Deniz
Baykal, CHP İstanbul milletvekili Onur Öymen ve MHP lideri Devlet
Bahçeli’nin açıklamaları üzerinden 59. AKP hükümetini dolaylı bir biçimde
eleştirmektedir. Muhalif siyasal aktörlerin söylemleri üzerinden 59. AKP
hükümetinin AB ve Kıbrıs konularında teslimiyetçi ve basiretsiz politikalar
izlediğine, bu yüzden Türkiye’nin AB’ne boyun eğmek zorunda kaldığına ve
AB’nin her isteğini olduğu gibi kabul ettiğine gönderme yapılmaktadır
(Cumhuriyet, Türkiye tam teslim oldu, 17.04.2003, s. 1; Basiretsizlik
yaptılar, 17.04.2003, s.4; Baykal: Kuzey’i işgal teşebbüsü, 17.04.2003, s. 4).
Cumhuriyet, Kıbrıs Rum Kesimi’ni tam üyeliğe kabul eden AB’ne ve
bu karara yeterli tepkiyi göstermediğini iddia ettiği önceki hükümetlere ve
59. AKP hükümetine yönelik eleştirilerini muhalefet partilerinin
açıklamaları üzerinden dolaylı bir biçimde gerçekleştirmektedir. Gazete
AB’nin tutumunu doğrudan eleştirmemekte, tepkisini CHP ve MHP
aracılığıyla ortaya koymaktadır. Gazete, bu konuda ulusalcı söylemleri ağır
basan iki partiyi öne çıkarmış, diğer muhalefet partilerinden görüş almamış
veya açıklamalarını gündeme getirmemiştir.1. sayfadaki haber ve 4.
sayfadaki devamında verilen diğer üç haber birlikte değerlendirildiğinde, söz
konusu haberlerde yer alan açıklamalar, muhalefetin eleştirisi olarak
nitelendirilirken, muhalefet olarak yalnızca CHP ve MHP’nin öne
çıkartıldığı gözlemlenmektedir. Dolayısıyla bütün bu haberlerde Türkiye’de
İletişim 2002/16
14
Murat Sadullah ÇEBİ
59. AKP hükümetinin Atina Zirvesi’ne yönelik tutumuna karşı çıkan
muhalefet partilerinin sadece CHP ve MHP olduğu izlenimi verilmek
istenmektedir. Bu haberlerde, muhalefet partisi olarak CHP’den iki siyasal
aktörün; Genel Başkan Deniz Baykal ve İstanbul milletvekili Onur
Öymen’in açıklamalarına yer verilirken, MHP’den sadece tek bir siyasal
aktörün, Genel Başkan Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına yer verilmiştir. Bu
bağlamda dikkati çeken nokta, muhalefeti temsil eden CHP ve MHP’nin AB
Atina Zirvesi ile ilgili açıklamalarının yan yana iki ayrı haber olarak
verilmesi değil, bu iki haberde haber kaynaklarının birinin bir milletvekili,
diğerinin ise bir partinin Genel Başkanı olmasıdır. Bir başka deyişle CHP
İstanbul milletvekili Onur Öymen ile MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin
açıklamaları iki ayrı haberde yan yana ve “CHP Milletvekili Onur Öymen ve
MHP Lideri Bahçeli Kıbrıs’ta Gelinen Noktadan 59. AKP Hükümeti
Sorumlu” üst başlığı ile birlikte, ancak ayrı haber başlıklarıyla ve ayrı haber
metinleriyle verilmiştir. Cumhuriyet’in haberleri bu şekilde sunumu, söz
konusu partilerdeki işbölümünün bir sonucu gibi değerlendirilebilir. Çünkü
CHP’nin dış politika ile ilgili görüşleri daha çok deneyimli bir diplomat olan
ve uzun yıllar Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığında Büyükelçi olarak
görev yapmış olan İstanbul Milletvekili Onur Öymen tarafından
açıklanmaktadır. MHP’de ise bu haberden anlaşıldığına göre, partinin dış
politika ile ilgili açıklamalarında Genel Başkan Devlet Bahçeli öne
çıkarılmaktadır. Ancak, 17 Nisan 2003 tarihli Cumhuriyet’te CHP lideri
Deniz Baykal’ın konu ile ilgili açıklamalarının 4. sayfada “Baykal: Kuzey’i
işgal teşebbüsü” başlığı ve “AB’yi eleştirdi” üst başlığıyla ayrı bir haber
olarak verildiği görülmektedir. Bu durumda söz konusu iki haberin
sunumunda CHP lehine bir yanlılığın, öne çıkarmanın buna karşılık MHP
aleyhine bir dengesizliğin bulunduğu açık ve kesin bir biçimde göze
çarpmaktadır. Çünkü, yan yana verilen iki haberde bir milletvekili ile bir
Genel Başkan eşdeğer tutulurken, CHP Genel Başkanı’nın açıklamaları ayrı
bir haber olarak verilmiştir.
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
15
Cumhuriyet, 17 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “AB bayrakları
asıldı” başlığıyla yayınladığı haberin girişinde, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adıyla “tek yanlı” olarak AB’ne katıldığını
vurgulayarak, bu üyeliğin meşruiyet temellerinin çürük olduğuna gönderme
yapmaktadır. Gazete bu nitelemeyle Güney Kıbrıs’ın AB üyeliğine olan
bakış açısını ortaya koyarken, Kıbrıs konusundaki ulusal Türk dış
politikasıyla örtüşen bir yaklaşım sergilemektedir. Haberde ayrıca, Güney
Kıbrıs’ın AB üyeliğine kabulüne karşı yeterli tepki ve duyarlılığı
göstermeyen 59. AKP hükümeti ve KKTC koalisyon hükümetlerine üstü
kapalı eleştiriler yöneltilmektedir (AB bayrakları asıldı, Cumhuriyet,
17.04.2003, s. 5).
Cumhuriyet, 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Atina’da kutlama
bilmecesi” başlığıyla verdiği haberde, Yunan devlet televizyonu NET’e
konuşan Rum Yönetimi Sözcüsü Kipros Hrisostomidis’in AB Konferansı
için Atina’da bulunan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi’nin AB üyeliğine kabul edilmesi nedeniyle kendilerini kutladığı
yönündeki açıklamalarını yayınlayarak AB Atina Zirvesi bağlamında 59.
AKP hükümetinin Kıbrıs konusunda izlediği politikayı sorgulamaktadır
(Cumhuriyet, Atina’da kutlama bilmecesi, 18.04.2003).
Zaman, Yunanistan’ın tarihî AB Atina Zirvesi’nde izlediği Kıbrıs
politikasının meyvelerini aldığını belirtmekte, 5. AKP hükümetini dışarıda
tutup Türkiye’deki geçmiş hükümetlerin Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye
üyeliğine karşı izledikleri politikaların tutarsızlığına gönderme yapmaktadır
(Bilici, Abdülhamit, “Alkışlar, Türk gazetecileri hüzünlendirdi, Toplantının
yetimleri”, Zaman, 17.04.2003, s. 1, 11).
2.2. Eleştirel Söylem Çözümlemesi
“Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne Tam Üyeliği” kategorisi ekseninde
Tablo 2’de yer alan haberlere eleştirel söylem çözümlemesi uygulanmıştır.
İletişim 2002/16
16
Murat Sadullah ÇEBİ
Gazete
Cumhuriyet
Yayın Tarihi
16 Nisan 2003
Cumhuriyet
17 Nisan 2003
Cumhuriyet
17 Nisan 2003
Cumhuriyet
17 Nisan 2003
Cumhuriyet
17 Nisan 2003
Cumhuriyet
17 Nisan 2003
Cumhuriyet
18 Nisan 2003
Zaman
17 Nisan 2003
Zaman
17 Nisan 2003
Başlıklar
Haber Başlığı: -Rum kesimi AB üyesi
Üst Başlık: -Genişleme süreci
Haber Başlığı: -Rum kesimi birliğe katılıyor
Üst
Başlık:
-Anlaşmaya
‘Kıbrıs
Cumhuriyeti’ adıyla imza atacak
Haber Başlığı: -Midesiz ve hazımsızlar
Üst
Başlık:
-Denktaş,
Yunanistan
Başbakanı Simitis’in davetini kabul eden
muhalefeti eleştirdi.
Haber Başlığı: -Türkiye tam teslim oldu
Üst Başlık: -Muhalefet: AB yanlış yaptı.
AKP kişiliksiz politika izledi.
Haber Başlığı: -Cesaretsizliğin bedeli
Üst Başlık: -CHP Milletvekili Onur Öymen
ve MHP lideri Bahçeli: Kıbrıs’ta gelinen
noktadan AKP hükümeti sorumlu
Haber Başlığı: -Basiretsizlik yaptılar
Üst başlık: -CHP Milletvekili Onur Öymen
ve MHP lideri Bahçeli: Kıbrıs’ta gelinen
noktadan AKP hükümeti sorumlu
Haber Başlığı: -AB bayrakları asıldı
Üst Başlık: -Katılım Ortaklığını imzalayan
Rum kesiminde bayram havası
Haber Başlığı: -Atina’da kutlama bilmecesi
Üst Başlık: -Rumlar: Gül bizi tebrik etti.
Gül: Böyle bir olay olmadı
Haber-Analiz Başlığı: -Alkışlar, Türk
gazetecileri hüzünlendirdi
Haber-Analiz
Başlığı:
Toplantının
Yetimleri
Sayfa
1
5
1 ve 5
1 ve 4
4
4
5
1 ve 10
1
5
Tablo 2: Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne Tam Üyeliği Kategorisi
Ekseninde Eleştirel Söylem Çözümlemesi Uygulanan Haberler
Haber Metinlerinin Tematik Yapısı
Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği habere
ilişkin “Rum kesimi AB üyesi” başlığı ile Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne
katılımı konusunda okuyucuya özet bilgi vermektedir. 5. sayfadaki devam
metninde “Rum kesimi birliğe katılıyor” başlığı ve “Anlaşmaya ‘Kıbrıs
Cumhuriyeti’ adıyla imza atacak” üst başlığı kullanılmıştır. Haber başlığında
habere konu edilen olay özetlenmiştir.Haber başlığı ile üst başlık arasında
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
17
anlamsal bir bütünlük söz konusudur. Haber konusunu oluşturan ana olay, 1.
sayfada haber başlığının altında yer alan spot içerisinde özetlenerek
verilmiştir. Gazetenin 5. sayfasında yer alan haberin devam kısmında farklı
haber başlığı ve üst başlık kullanılsa da bütün başlıklar arasında anlamlı bir
paralellik vardır. 1. sayfada verilen üst başlık dişi olarak kullanılmıştır.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği haberin
“Midesiz ve hazımsızlar” şeklindeki başlığı Denktaş’ın KKTC muhalefetine
yönelik eleştirilerini yansıtmaktadır. Sözlük anlamı hiçbir şeyden
tiksinmeyen, en iğrenilecek şeyler karşısında bile tiksinti duymayan kişileri
niteleyen “midesiz” sözcüğü ile Yunanistan Başbakanı Simitis’in Güney
Kıbrıs’ta düzenleyeceği toplantıya ilişkin davetini kabul eden KKTC’deki
muhalefetin tavrı Denktaş’ın söylemleri aracılığıyla eleştirilmektedir. Haber
başlığında habere konu edilen daveti kabul eden KKTC’deki muhalefetin
tavrını sert bir dille eleştiren Denktaş’ın söylemleri aracılığıyla olay
özetlenmiştir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir bütünlük
bulunmaktadır. Denktaş’ın fotoğrafı ile haber metni arasına yerleştirilen spot
başlık, okuyucuya haberin bütününü özetlemiştir.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği haberin
“Türkiye tam teslim oldu” başlığı Türkiye’deki muhalefet partilerinin yaptığı
açıklamalara dayanarak Rum Kesiminin AB’ye katılımı karşısında 59. AKP
hükümetinin izlediği politikaların Türkiye’yi içine düşürdüğü olumsuz
durumu tanımlamaktadır. Muhalefet partileri AKP hükümetinin AB’nin
Rum Kesiminin tam üye yapılmasına yönelik genişleme ile ilgili politikaları
karşısında Türkiye’yi çaresiz bıraktığını, AB’nin gücü karşısında
mücadeleden vazgeçip yenilgiyi kabul ettiği ileri sürmektedirler. Aynı
haberin üst başlığında ise muhalefetin Rum Kesimini tam üye olarak kabul
eden AB’ne ve AKP hükümetinin bu konuda izlediği politikaya yönelik
eleştirileri yer almaktadır. Haber başlığında habere konu edilen ana olay,
muhalefetin söylemleri ile özetlenmiştir. Haber başlığı ile üst başlığı
arasında anlamsal bir ilişki vardır. Haberin 4. sayfasında yer alan devamında,
ana olay üç ayrı haberde ele alınmıştır. CHP Milletvekili Öymen ile MHP
lideri Bahçeli’nin açıklamaları ortak üst başlık altında toplanarak iki ayrı
İletişim 2002/16
18
Murat Sadullah ÇEBİ
haber başlığının kullanıldığı iki ayrı haberde değerlendirilmiştir. Bu iki ayrı
haber başlığı üst başlıkla anlam bakımından uyumlu olup başlıklarda
kullanılan sözcüklerin ses benzeşmeleri ile bütünleştirilmiştir (cesaretsiz,
basiretsiz).
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye tam
teslim oldu” başlığıyla yapılandırdığı haberin 4. sayfada devam eden
bölümünde“Cesaretsizliğin bedeli” başlığıyla verilen haberde CHP
Milletvekili Onur Öymen’in 59. AKP hükümetinin ve önceki hükümetlerin
Kıbrıs ve AB konularında izledikleri politikalara yönelik eleştirilerine yer
verilmektedir. Haber başlığı, ana olayı özetlemektedir. Haber başlığı ve üst
başlık arasında anlamsal bir bütünlük kurulmuştur. Habere konu edilen ana
olay haber girişinde özetlenmiştir.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye tam
teslim oldu” başlığıyla verdiği haberin 4. sayfada devam eden “Basiretsizlik
yaptılar” başlığıyla yapılandırdığı kısmında, MHP Genel Başkanı Devlet
Bahçeli’nin AKP hükümeti’nin Kıbrıs ve AB politikalarına yönelik
eleştirilerine yer verilmektedir. Bahçeli’nin açıklamalardan seçilerek
yapılandırılan haber başlığı, AKP hükümetinin Kıbrıs ve AB konusunda
tutarlı bakış açısına sahip olmadığını, uzağı göremediğini, bu konuda ileride
ortaya çıkabilecek sorunları proaktif bir yaklaşımla sezemediğini ve
kavrayamadığını anlatmaktadır. Haber başlığında habere konu edilen ana
olay özetlenmektedir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir
bütünlük vardır. Habere konu edilen ana olay haber girişinde özetlenmiştir.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan verdiği habere
ilişkin “AB bayrakları asıldı” başlığında Kıbrıs Rum Kesimi’nin Atina
Zirvesi’nde AB’ne üye olmasının ardından Güney Kıbrıs’ta yaşanan
gelişmeler özetlenmiştir. Haberin ana olayı haber başlığında
sembolleştirilmiştir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir
bütünlük söz konusudur. Haberin sunumunun yapıldığı 1. sayfada yer alan
spot başlıkta haberin bütünü özetlenmiştir. Gazetenin 5. sayfasında yer alan
haberin devam kısmında farklı haber başlığı ve üst başlık kullanılsa da,
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
19
bütün başlıklar arasında anlamlı bir paralellik vardır.. Habere konu edilen
ana olay, 5. sayfada yer alan haber girişinde özetlenmiştir.
Cumhuriyet’in 18.04.2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği habere ilişkin
“Atina’da kutlama bilmecesi” başlığı Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün
Atina Zirvesi’nde AB’ne katılan Kıbrıs Rum Yönetimi’ni kutladığına ilişkin
belirsizliği özetlemektedir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir
bütünlük söz konusudur. Haberin sunumunun yapıldığı 1. sayfada yer alan
spot başlıkta, haberin bütünü özetlenmiştir.
Zaman’ın 17.04.2003 tarihinde 1. sayfadan yayınladığı haber-analizin
“Alkışlar, Türk gazetecileri hüzünlendirdi” ve 5. sayfadaki devamındaki
“Toplantının Yetimleri” başlıkları gazete muhabirinin duygu, düşünce ve
serzenişleri üzerinden Kıbrıs Rum Kesimi’nin Atina Zirvesi’nde AB’ne üye
olmasına ilişkin ana olayı özetlemektedir.
Haber Metinlerinin Şematik Yapısı
Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği “Rum
kesimi AB üyesi” başlıklı haberin ana olayı, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne
tam üye olarak katılımıdır. Haber metninin örgüsü ve işleniş biçimi iki ayrı
bölümde değerlendirilebilir. İlk bölümde gazete, Atina Zirvesi’ndeki
gelişmelere ilişkin genel değerlendirmelerin yanı sıra, AB içinde Irak savaşı
konusundaki bölünmeyi ve çatışmaları ele almıştır. İkinci bölümde, Kıbrıs
Rum Kesimi’nin AB’ne katılımı konusunu detaylandırmıştır. Bu iki bölüm
göz önüne alınarak yapılan değerlendirmede her iki konuda da muhabirin
elde ettiği bilgiler esas alınmıştır. Haberde olayın arka plânına ilişkin bilgiler
kısmen yer alırken, olayın bağlamına ilişkin bilgiler Kıbrıs sorunuyla ilinti
kurulmasına karşın yetersiz biçimde verilmiştir.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye tam
teslim olduğu” başlığıyla verdiği ve 4.sayfada devam eden haberin ana olayı,
Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak katılımıdır. Bu ana olay esas
alınarak yapılandırılan haber, üç ayrı bölümde değerlendirilmelidir. Haberin
ilk bölümünde CHP lideri Deniz Baykal’ın açıklamaları esas alınırken, ikinci
İletişim 2002/16
20
Murat Sadullah ÇEBİ
bölümde yine bir CHP Milletvekili olan Onur Öymen’in açıklamalarına,
üçüncü bölümde ise MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına yer
verilmiştir. Ana olayın üç ayrı haber şeklinde verilmesi, iki ayrı bakımdan
değerlendirilebilir. Birincisi, ana olayın bu şekilde işlenmesi ve sunumu,
muhalif siyasal aktörlerin 59. AKP hükümetine karşı yöneltikleri eleştiriler
ile okuyucuların davranış ve tutumlarını etkileme çabası olarak görülebilir.
İkincisi ise, CHP’nin konuya ilişkin söylemlerini daha öne çıkarma çabası
olarak ele alınabilir. Ana olayın arka plânında yer alan konu, Kıbrıs sorunu
ekseninde Türkiye-AB ilişkileridir. Ana olayın işleniş biçimi bakımından
değerlendirildiğinde haber, bütünüyle CHP ve MHP’yi temsil eden siyasal
aktörlerin açıklamalarına dayandırılırken, sözgelimi DYP ve ANAP’ın konu
ile ilgili görüşleri alınmamıştır. Haberde olayın arka plânına ilişkin bilgiler
kısmen yer alırken, olayın bağlamına ilişkin bilgiler Kıbrıs sorunu ve AB
genişleme süreciyle ilintili olarak yetersiz biçimde verilmiştir.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan verdiği “AB
bayrakları asıldı” başlıklı haberin ana olayı, Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum
Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak katılmasıdır. Haber metninin örgüsü ve
işleniş biçimi, üç ayrı bölümde değerlendirilebilir. İlk bölümde gazete,
Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye üyeliğine ilişkin kendi
değerlendirmelerini okuyucularına aktarırken, ikinci bölümde KKTC
Ekonomi Bakanı Salih Coşar’ın Güney Kıbrıs’ın AB’ye üyeliğinin ardından
yapılacak yasal düzenlemelere ilişkin açıklamalarına, üçüncü bölümde ise
Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis’in konu ile ilgili değerlendirmelerine
yer vermiştir. İkinci bölümde gazete ayrıca Simitis’in Rum Kesimi’ne
düzenleyeceği toplantıya katılacak KKTC’deki siyasal aktörlere ilişkin bilgi
vermektedir. Haberde üç farklı kaynak vardır. İlk bölümünde gazete kaynak
olarak muhabirini gösterirken, ikinci bölümde Coşar’ı, üçüncü bölümde ise
Simitis’i haber kaynağı olarak göstermiştir. Haber metninde, ana olayın arka
plânına ve bağlamına ilişkin bilgilere yer verilmemiştir.
Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği “Kutlama
bilmecesi” başlıklı haberin ana olayı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
AB’ne katılımıdır. Haber metninin örgüsü ve işleniş biçimi iki ayrı bölümde
değerlendirilebilir. İlk bölümde gazete, Rum Yönetimi Sözcüsü Kipros
İletişim 2002/16
21
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
Hrisostomidis’in AB Konferansı için Atina’da bulunan Dışişleri Bakanı
Abdullah Gül’ün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyeliğine kabul
edilmesi nedeniyle kendilerini kutladığı yönündeki açıklamalarına yer
vermiştir. Bu bölümde ayrıca Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün olayın bu
şekilde gelişmediğine ilişkin açıklamaları yer almıştır. İkinci bölümde ise
gazete Gül’ün Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye üyeliğine ilişkin
değerlendirmelerini okuyucularına aktarılmıştır. Haberde iki farklı haber
kaynağı bulunmaktadır: Rum Yönetimi Sözcüsü Hrisostomidis ve T.C.
Dışişleri Gül. Ana olay ile ilgili tarafların değerlendirmeleri yansız ve
dengeli biçimde verilmiştir. Ana olayın arka plânında Rum Yönetimi’nin
Türkiye nezdinde meşruiyet arama çabaları yatmaktadır.
Haber Metinlerinde Cümle Yapıları ve Sözcük Seçimleri
Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1.sayfadan verdiği “Rum
kesimi AB üyesi” başlığıyla verdiği haber metninde yer alan özneleri
oluşturan Rum Kesimi ve AB’ye ilişkin ifadeler etken cümle yapısıyla
verilmektedir. Ancak, sözgelimi “bölünen” nitelemesi ve “acı tartışmalar”
eğretilemesi aracılığıyla AB etken cümle yapısı içinden olumsuz biçimde
inşa edilerek aralarındaki birlik ve beraberliğin bozulduğuna, parçalandığına
gönderme yapılmakta ve üye ülkeler arasında sorunlu konular üzerinde sert,
kırıcı, hoş olmayan, şiddetli tartışmaların yaşandığı ima edilmektedir. Yine
Güney Kıbrıs Rum Kesimine ilişkin seçilen ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ sözcüğü
gazetenin bu üyeliğin tüm ada için geçerli olamayacağına ilişkin tutumunu
yansıtmaktadır. Haber metni kısa, basit ve etken cümle yapılarıyla
kurulmaktadır.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfada “Türkiye tam teslim
oldu” başlığı, 4. sayfada “Cesaretsizliğin bedeli” ve “Basiretsizlik yaptılar”
başlıkları ile verdiği haber metinlerinde kurulan sentaktik yapılanmada; AB,
AKP, Türkiye, Deniz Baykal, Devlet Bahçeli, Onur Öymen, Kıbrıs Rum
Yönetimi, BM Güvenlik Konseyi etken cümlelerin öznelerini
oluşturmaktadır. Etken cümlelerde, sözgelimi Baykal’ın açıklamalarına
dayalı olarak kurulan “AB’nin politikası iflas etti”, Bahçeli’nin açıklamaları
İletişim 2002/16
22
Murat Sadullah ÇEBİ
üzerine kurulan “Basiretsizlik yaptılar”, Öymen’in açıklamaları üzerine inşa
edilen “Hükümet teslimiyetçi bir politika izledi”, “AB yanlış yaptı”, “AKP
kişiliksiz politika izledi” ifadeleri ve bu ifadelerde kullanılan metaforlar
aracılığıyla AB’nin izlediği politikaların başarısızlığına ve AKP hükümetinin
izlediği politikaların ulusal çıkarlara aykırılığına, belirsizliğine, tutarsızlığına
gönderme yapılmaktadır. Öte yandan sözgelimi Baykal, Bahçeli veya
Öymen’in açıklamalarına dayalı etken cümle yapıları içinden AB açık veya
örtülü biçimde Kıbrıs konusunda Türkiye’ye karşı onursuz, arsız, yüzsüz,
riyâkar, yapmacık politikalar izleyen, gerçek amacını gizleyen, bu tutumunu
devam ettirerek gerçek niyetini ve amaçlarını açığa vurmayan; uluslar arası
toplumu düzenleyen yasalara önem vermeyen, bunları kabul etmeyen veya
dikkate almayan; gerçeğe uymayan eylemlerde bulunan ve yanılgıya düşen,
kalıcı çözümler üretemeyen ve bu nedenle yenilgiye uğrayan bir aktör olarak
olumsuz anlamda inşa edilmektedir. AKP hükümeti ise dış güçlerin art
niyetli politikalarını ve dayatmalarını efendisinin buyruğu altında bulunmayı
kabul eden bir emir kulu gibi kendisini aldığı buyruğu gereğince yapma
yükümlülüğünde hisseden; gerçeklikle bağdaşmayan, tutarsız, korkak
politikalar üreten ve bu nedenle Türkiye’yi uluslar arası politik arenada
çıkmaza sokan, Kıbrıs ve AB konularında titiz davranmayan, ufuksuz ve
beceriksiz bir siyasal aktör olarak kurulmaktadır. Haber metninde uzun,
basit, etken cümle yapıları tercih edilmiştir.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “AB bayrakları
asıldı” başlığıyla verdiği haber metninde yer alan özneleri oluşturan Güney
Kıbrıs, KKTC Ekonomi Bakanı Salih Coşar, KKTC muhalefet liderleri UBP
Genel Başkanı Derviş Eroğlu, DP Genel Başkanı Serdar Denktaş, YAP
Genel Başkanı Ertuğrul Hasipoğlu, CTP Genel Başkanı Mehmet Emin Talat,
TKP Genel Başkanı Hüseyin Angolemli ile ilgili ifadeler kimi zaman etken,
kimi zaman edilgen cümle yapılarıyla verilmektedir. Limasol’da Girne
gemisinin denize indirilmesinin sembolik anlamına dikkat çeken
Cumhuriyet, bu eylem ile Rumların tüm dünyaya “yakında Girne’deyiz”
mesajı verdiklerini vurgulayarak, haber metninde Rum Kesimini saldırgan,
güç yanlısı, barış karşıtı olarak olumsuz anlamda yapılandırmaktadır. Güney
Kıbrıs’ın “tek yanlı AB üyeliği” ifadesi ile AB’nin söz konusu kararının
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
23
meşruiyeti sorgulanmaktadır. Aynı cümlenin devamında yer alan “beklenen
tepkiyi görmedi” ifadesi ile de, 59. AKP hükümeti ve KKTC’ndeki
koalisyon hükümeti örtülü olarak eleştirilmekte ve her iki hükümet alınan
karara karşı yeterli tepki göstermedikleri için olumsuz anlamda
kurulmaktadır. Haber metninde, kısa/uzun, basit ve etken cümlelerin
kullanıldığı görülmektedir.
Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Atina’da kutlama
bilmecesi” başlığıyla yayınladığı haber metninde yer alan özneler T.C.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Rum Yönetimi Sözcüsü Kipros
Hrisostomidis ile ilgili ifadeler etken cümle yapılarıyla verilmektedirler.
Gazetenin söz konusu haber metninde tercih ettiği cümle yapıları
incelendiğinde Rum Kesimi sözcüsünün konu ile ilgili açıklamalarını “ileri
sürdü” şeklinde verdiği, buna karşılık Gül’ün ifadelerini “belirtti”, “dedi”
sözcükleriyle aktardığı görülmektedir. Haberde Gül’ün AB’ye üye olan Rum
Kesimi’ni kutlayıp kutlamadığına ilişkin belirgin bir ifade bulunmamaktadır.
Daha çok Dışişleri Bakanı Gül’ün açıklamalarına yer verildiği haber
metninde “AB vicdan azabı çekiyor” ifadesiyle AB’nin Rum Kesimi’nin
katılımı konusunda insafsız bir karar verdiği, kendini yargıladığı, “AB’nin
kafası karışık’ ifadesinin de ara başlık olarak kullanılmasıyla da Rum
Kesimi’nin katılımının AB üye ülkeleri arasında çalkantılara yol açtığını ima
edilerek Rum Kesimi’nin AB üyeliğinin meşruiyeti tartışmaya açılmaktadır.
Haber metni cümle yapısı açısından incelendiğinde kısa/uzun, basit ve etken
cümlelerin kullanıldığı görülmektedir.
Haber Metinlerinin İkna Dili
Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde 1 sayfadan “Midesiz ve
Hazımsızlar” başlığı ile verdiği haberin daha çok KKTC Cumhurbaşkanı
Denktaş ağırlıklı olduğu söylenebilir. Cumhuriyet yayın politikası gereği,
Denktaş’ın KKKTC muhalefetine karşı yönelttiği ağır eleştirileri öne
çıkarmıştır. Denktaş’ın açıklamalarını tek yanlı ve geniş biçimde aktarmış,
olayın taraflarına gazetenin bütününde yer vermemiştir.
İletişim 2002/16
24
Murat Sadullah ÇEBİ
Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Rum kesimi AB
üyesi” başlığıyla yayınladığı haber metninde, AB’nin Atina Zirvesi’nde
Kıbrıs adasının tamamı için aldığı üyelik kararının gazete tarafından
kullanılan dil aracılığıyla kabul edilemez olarak kaydedilerek kararın sadece
Rum kesimini kapsadığı anlatılmaktadır. Haber başlıklarının açık anlamı
incelendiğinde haber başlığı ile üst başlık arasında ilk bakışta bir çelişki
olduğu söylenebilir. Ancak başlıkların örtülü anlamı ve haber başlıklarında
kullanımı tercih edilen sözcüklerin ideolojik arka plânı göz önünde
tutulduğunda, bu başlıkların aslında amaçlı-akılcı bir seçimin, ideolojik bir
tercihin yansıması olduğu ileri sürülebilir. Haber başlığında kullanılan “Rum
kesimi” ifadesi biz/onlar, dost/düşman karşıtlığına dayalı olarak ötekini açık
biçimde tanımlamaktadır. Haberin 5. sayfadaki devam bölümünde üst
başlıkta kullanılan “Kıbrıs Cumhuriyeti” sözcüğü ise AB’nin Kıbrıs Rum
Kesimi ile ilgili üyelik sözleşmesinde geçen bir ifade olup gazete bu sözcük
ile arasındaki mesafeyi belirtmek için sözcüğü tırnak içinde vermiştir.
Cumhuriyet, egemen söylemi veya güçlü, saygın haber kaynaklarının,
birincil tanımlayıcıların söylemini onaylamak amacıyla haber başlığında
“Rum Kesimi” sözcüğünü kullanmıştır. Gazete, adanın tamamını tanımlayan
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ kavramını üst başlıkta tırnak içinde verip AB’nin
kararının meşruiyetini sorgularken, haber başlığında kullandığı “Rum
Kesimi” kavramıyla da bu kararın Türkiye için kabul edilemez olduğuna ve
sadece Rum Kesimi için geçerli olduğuna gönderme yapmaktadır. Haberde
kullanılan “Rum kesimi birliğe katılıyor“ haber başlığı adanın tamamının
AB’ye katılmadığını, sadece Rum Kesimi’nin katıldığını ima etmektedir.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye tam
teslim oldu” başlığı, 4. sayfada “Cesaretsizliğin bedeli” ve “Basiretsizlik
yaptılar” başlıkları ile verdiği haber metinlerini yapılandıran retorik, 59.
AKP hükümetinin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü Atina Zirvesi’ne
göndermesi yönündeki tavrını Türkiye’deki muhalefet partilerinden CHP ve
MHP üzerinden eleştirmeye ve okuyucuları da hükümetin bu tavrının yanlış
olduğu yönünde iknaya yöneliktir. 1. sayfadaki haber başlığında kullanılan
“teslim oldu” deyimi ve bu deyimi niteleyen ”tam” sözcüğü ile Türkiye’nin
Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üyeliği konusunda artık yapılabilecek
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
25
hiçbir şeyin kalmadığı, Türkiye’nin 29 yıldan beri Kıbrıs konusunda izlediği
dış politikanın kökünden başarısızlığa uğradığı dolaylı olarak
anlatılmaktadır. Muhalefetin “AB yanlış yaptı” ifadesi ile, AB’nin Rum
Kesimini üyeliğe kabul etmesi kararının hatalı olduğu, AB’nin bu kararda
yanılgıya düştüğü, Türkiye ile AB ilişkilerine gölge düştüğü anlatılmaktadır.
59. AKP hükümetinin Rum Kesimi’nin AB üyeliği konusunda izlediği dış
politika ve Rum Kesimi’nin AB’ye tam üye olarak katılacağı Atina
Zirvesi’ne katılım kararının Türkiye’nin temel dış politikası ve ulusal
çıkarları ile uyuşmadığını vurgulayan haber retoriği, 1. sayfadaki üst başlıkta
kullanılan “AKP kişiliksiz dış politika izledi” başlığındaki “kişiliksiz
politika” nitelemesinin seçimi ile yapılandırılmaktadır.
Cumhuriyet’in yukarıdaki haber metnindeki ikna dili haber söylemini
muhalefet partilerine mensup siyasal aktörlerin açıklamalarında yer alan
“teslimiyetçi politika”, “teslim olmak”, “kişiliksiz politika”, “basiretsizlik
yapmak”, “figüran olmak”, “vurdumduymazlık”, “ciddiyetsizlik” gibi
olumsuz anlam yüklü deyim, niteleme ve eğretilemelerin seçimi aracılığıyla
59. AKP hükümetinin Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye katılımı konusundaki
tutumu olumsuzlamakta; “kara leke”, “çirkin ve iki yüzlü karar” gibi
olumsuz anlam yüklü deyim, niteleme ve eğretilemelerin seçimi aracılığıyla
da AB’nin Kıbrıs Rum Kesimi’nin üyeliği konusunda aldığı kararın yanlış
olduğu ima edilmektedir.
17 Nisan 2003 tarihli Cumhuriyet’te Türkiye’deki muhalefetin
görüşlerine yer verdiği “Türkiye tam teslim oldu” başlığı ile 1. sayfada
yayınlanan haberde, bir tane de fotoğraf kullanılmıştır. Fotoğrafta AB
katılım belgesinin imzalandığı Atina’da parlamento binası önünde
toplanarak protesto gösterisi düzenleyen savaş karşıtlarının polisle
çatışmaları gösterilmektedir. Fotoğraf alt yazısında polis, gösteri sırasında
çıkan çatışmada savaş karşıtlarının üzerine biber gazı sıkan ve göz yaşartıcı
bomba kullanan saldırgan veya etken bir aktör olarak inşa edilmektedir. Bu
fotoğraf, gerçekte AB’nin kendi içinde homojen ve uyumlu olmadığını,
bünyesinde bir dizi çelişkiler taşıdığını anlatmaktadır.
İletişim 2002/16
26
Murat Sadullah ÇEBİ
17 Nisan 2003 tarihli Cumhuriyet’in 4. sayfasında “Cesaretsizliğin
bedeli” ve “Basiretsizlik yaptılar” başlıklarıyla yayınlanan haberlere ilişkin
CHP milletvekili Onur Öymen’i otururken gösteren göğüs çekimi ve MHP
lideri Devlet Bahçeli’yi ayakta gösteren birer boy çekimi fotoğraf
kullanılmıştır. Onur Öymen fotoğrafta neşeli, canlı-enerjik-coşkulu,
özgüveni olan bir siyasetçi imajı oluştururken; Devlet Bahçeli ciddi, donukdurgun bir siyasetçi izlenimi uyandırmaktadır.
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “AB bayrakları
asıldı” başlığıyla yayınladığı haber metninin ikna dili, Rum Kesimi’nin
AB’ye üye olmasıyla birlikte Güney Kıbrıs’taki kutlamaları, sevinç
gösterilerini aktarmaya yöneliktir. Gazete, kutlamalar içerisinde yer alan
Limasol kentindeki Girne adlı geminin denize indirilmesini tarihsel boyutta
değerlendirerek bu davranışı Rumların yakında Girne’deyiz mesajı olarak
algılamakta ve Rumları saldırgan, güç ve savaş yanlısı olarak kurmaktadır.
Üst başlıkta kullanılan “bayram havası” nitelemesi Kıbrıs Rum Kesimi’nin
AB’ne tam üye olarak kabul edilmesinin Güney Kıbrıs Rum halkı arasında
sevinçle karşılandığına ve bu özel günün Rumlar için ulusal bakımdan önemi
olan ve kutlanması gereken özel bir gün olduğuna gönderme yapmaktadır.
Cumhuriyet, 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Atina’da kutlama
bilmecesi” başlığıyla yayınladığı haber metninin ikna dili, okuyucuların
kafasında soru işaretleri oluşturmaya yöneliktir. Gazete, okuyucuyu
düşündürmeye veya kaygılandırmaya yönelik bir ikna dili kullanılmıştır.
Gül’ün Rum Kesimi’ni AB üyeliği için tebrik etmesi konusu muamma gibi
sunularak okuyucularda Kıbrıs konusundaki Türk dış politikasından ödün
mü verildi düşüncesi oluşturulmaya çalışılmış ve AKP hükümeti haber
metnini yapılandıran bu retorikle örtülü biçimde eleştirilmeye çalışılmıştır.
Haber başlığında kullanılan “kutlama bilmecesi” sözcüğü ile konunun
muğlak olduğu belirtilmektedir. Haber başlığı, gazetenin Dışişleri Bakanı
Gül’ün konuya ilişkin açıklamalarına olan güvensizliğinin göstergesi olarak
değerlendirilebilir.
Söz konusu haberin 10. sayfadaki devam bölümünün tam altında AB
Atina Zirvesi’nin 16 Nisan 2003 tarihli ilk gününde çekilen aile fotoğrafında
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
27
yer almayan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü ve diğer AB liderlerini 17
Nisan 2003 Perşembe günü ellerinde zeytin dallarıyla görüntüleyen AB aile
fotoğrafına yer verilmiştir. Fotoğrafta, haberde yer alan olumsuzlukların
aksine Abdullah Gül’ü barışın simgesi olan zeytin dalına uzanırken neşeli,
canlı-enerjik-coşkulu, kararlı kişilik özellikleri çağrıştıran bir vücut diliyle
gösteren imgesi yer almaktadır.
Zaman, 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Alkışlar, Türk
gazetecileri hüzünlendirdi” başlığı, ve 11. sayfadaki devamında “Toplantının
Yetimleri” başlığıyla verdiği haber-analizin ikna dili okuyucuların
duygularına seslenmektedir. Toplantının yetimleri eğretilemesi ile Atina
Zirvesi’ne katılan bir avuç Türk gazetecisinin yalnızlığı, hüznü, garipliği öne
çıkarılırken Türkiye’nin Kıbrıs politikasının uluslar arası arenada destek
bulamadığına gönderme yapılmaktadır.
3. Kıbrıs Sorunu
3.1. Nitel İçerik Çözümlemesi
Cumhuriyet,18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye, BM
çözümünde ısrarlı” başlığıyla verdiği haberde Türkiye’nin, Atina Zirvesi’nde
Kıbrıs Rum Kesiminin AB’ye girmesinin ardından Kıbrıs sorunu ile ilgili
başlayan yeni süreci değerlendirmiştir. Haberde Türkiye’nin 1 Mayıs 2004’e
kadar izleyeceği Kıbrıs politikasını “Türkiye, BM çözümünde ısrarlı” haber
başlığıyla özetlemiştir. Annan plânı konusunda ise gazete ilginç bir ara
başlık kullanarak bugüne kadar bir çok kez tartışılan plânı okuyucularına
“Adil çözüm” ifadesiyle sunmuştur. Haberin ayrıntılarında konuyla ilgili
herhangi bir açıklayıcı bilgi bulunmaması, yorumun muhabire yani gazeteye
ait olduğunu göstermektedir. Kıbrıs sorununa ilişkin gelişmeler konusunda
da çeşitli öngörüler sunan gazete, Annan plânı çerçevesinde her iki tarafın
ileri bir tarihte temsilcilerinin bir araya gelebileceğini belirtmiştir. Gazete
ayrıca haberin son bölümünde Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Kıbrıs’ı
sorun olarak gündeme getirmeyeceği yorumunda bulunmuştur (Cumhuriyet,
Türkiye, BM çözümünde ısrarlı, 18.04.2003, s. 1, 10).
İletişim 2002/16
28
Murat Sadullah ÇEBİ
Cumhuriyet, 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “K. Kıbrıs’ta
karışıklık” başlığı ile verdiği haberde Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri
Mehmet Ali Talat’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti”
adıyla AB’ye kabul edilmesine ve Kıbrıs sorununa yönelik açıklamalarına
yer verilmiştir. Cumhuriyet, GKRY’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye
kabul edilmesinin, aylardan beri birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi
Annan’ın hazırladığı belgenin kabulü konusunda KKTC Cumhurbaşkanı
Rauf Denktaş’a baskı uygulayan KKTC muhalefetini kaygılandırdığını
belirtmektedir. Gazetede fotoğrafsız olarak yer alan haberde CTP lideri
Kıbrıs sorunu ile ilgili açıklamalarda bulunmakta ve Denktaş’ı Kıbrıs sorunu
konusunda çözüm istememekle suçlamaktadır. Tartışmalarla ilgili olarak,
söz konusu haberde Cumhurbaşkanı Denktaş ve iktidarın muhalefet liderinin
kendilerine yönelttiği eleştirilere ilişkin herhangi bir açıklaması yer
almamaktadır (Cumhuriyet, K. Kıbrıs’ta karışıklık, 18.04.2003, s. 1, 10).
Zaman, 17 Nisan 2003 tarihinde manşetten yayınladığı özel haberde,
Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi’nin Atina’da düzenlenen AB
Zirvesi’nde Kıbrıs sorunu konusundaki açıklamalarına yer vermiştir. Prodi
açıklamasında, Rumların AB’ye üye olmasına rağmen Kıbrıs’ta çözümün
uzak olmadığını, bölünmüşlüğün geçici olduğunu ve Rum Kesimi’nin AB’ye
üye olmasına rağmen bir uzlaşmaya varılacağını kaydetmiştir (Romano
Prodi: Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici, Zaman, 17.04.2003,
s. 1, 11).
Zaman, 17 Nisan 2003 tarihinde 11. sayfadan yayınladığı haberde
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum
Kesimi’nin AB’ye tam üye olmasıyla sorunun çözülmediğine, Kıbrıs
sorununun AB üyeliği için bir önkoşul olarak dayatılmasının Türkiye
tarafından kesin bir dille reddedileceğine ilişkin 59. AKP hükümetinden
beklentilerini içeren açıklamalarına yer vermiştir:. Denktaş AB’nin
Türkiye’yi tam üye olarak kabul edeceği zaman Kuzey Kıbrıs’ı da tam üye
olarak kabul etmesi gerektiğini söyleyerek, böylece iki Kıbrıs’ın AB içinde
birleşebileceği önerisini yaparak bu durumun AB karşısında Türkiye’ye
önemli bir koz verdiğinin altını çizmiştir (Zaman, Denktaş: İki Kıbrıs AB
içinde birleşsin, 17.04.2003, s. 11)
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
29
Zaman, 17 Nisan 2003 tarihinde 11. sayfadan yayınladığı haberde 16
Nisan 2003 tarihinde düzenlenen Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi’nin
AB’ye tam üyelik anlaşmasını imzalayan Rum lideri Papadopulos’un, Kıbrıs
sorunu ile ilgili açıklamasına yer vermiştir. Haberde, Rum liderinin bazı
açıklamaları kendi söylemleriyle verilirken bazı açıklamaları ise gazete
tarafından iddia olarak nitelendirilmiştir. (Rum lider Papadopulos’tan çözüm
için ‘çalışma sözü’, Zaman, 17.04.2003, s. 11) Öte yandan Rum liderin
haberde yer alan açıklamalarını nerede yaptığı konusunda herhangi bir bilgi
yer almamaktadır. Aynı tarihli Zaman’da yer alan bir diğer haberde ise, daha
önceki Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin Kıbrıs politikaları eleştirilmekte
ve Türk tarafını suçlayan 1475 sayılı BM kararının Türkiye’nin desteklemesi
sonucu yayınlandığının ortaya çıktığı ileri sürülmektedir (Zaman, Türkiye,
aleyhindeki BM kararını desteklemiş, 17.04.2003, s. 11). Haber iki ayrı
bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde gazete, kaynağı belirsiz bir kararı
edinilen bilgiye göre ifadesiyle haberinin başlığına taşımıştır. Haberin
başlığında kullanılan –miş eki, geçmiş zamanın dışında habere ayrıca eleştiri
anlamını da katmaktadır. “-Türkiye, aleyhindeki BM Kararını desteklemiş”.
Kullanılan bu ifade haberde anlam karmaşasına da neden olmaktadır.
Türkiye aleyhindeki BM kararının desteklenmesiyle, Kıbrıs sorununun BM
gündeminde kalmasının Türkiye açısından olumlu veya olumsuz olup
olmadığı konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu da haberde
anlam kargaşası ve karışıklığına neden olmaktadır. Haberin ikinci
bölümünde ise Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sorunlu bir ülke olan
Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye katılması fikrinin doğru olmadığı,
Rum Kesimi’nin Türkiye’nin AB projesini gölgeleyemeyeceği yönündeki
açıklamalarına yer verilmiştir.
Zaman 18 Nisan 2003 tarihinde manşetten verdiği haberde
Türkiye’nin Kıbrıs politikasının uygulamadaki sonuçlarını eleştirmektedir.
Gazete, KKTC’lilere vatandaşlık hakkı tanımak isteyen Ankara’nın,
uygulamada düşündürücü yasaklar koyduğunu belirtmektedir. KKTC
uyruklu olduğu için İzmir Devlet Senfoni Orkestrası yönetim kurulu üyeliği
seçiminde oy kullanamayan Viyola Sanatçısı Hasan Cemi’in açıklamalarını
haber haline getirmiştir. Gazete bugüne kadar var olan bir durumu Atina
İletişim 2002/16
30
Murat Sadullah ÇEBİ
Zirvesi’nin ardından gündeme taşıyarak bu konuda yapılan yanlışlıklara
dikkat çekmeye çalışmaktadır. Haberde sisteme yönelik bir eleştiri ve
hükümete yönelik bir uyarı mevcuttur. Haber de kullanılan “Kuzey Kıbrıs
Türkü’ne üvey evlat muamelesi” başlığıyla Türkiye’nin KKTC ile ilgili reel
dış politikası eleştirilmektedir. Haberde fotoğraf kullanılmamıştır (Zaman,
KKTC’li olduğu için orkestra seçiminde oy kullanamadı, 18.04.2003, s.1).
3.2. Eleştirel Söylem Çözümlemesi
“Kıbrıs Sorunu” kategorisi ekseninde, Tablo 3’de yer alan haberlere
eleştirel söylem çözümlemesi uygulanmıştır.
Gazete
Cumhuriyet
Yayın Tarihi
18 Nisan 2003
Cumhuriyet
18 Nisan 2003
Zaman
17 Nisan 2003
Zaman
17 Nisan 2003
Zaman
17 Nisan 2003
Başlıklar
Haber Başlığı: - Türkiye, BM çözümünde
ısrarlı
Üst Başlık: Rum Kesimi’nin AB’ye
girmesinin ardından Ankara yeni strateji
belirlemeye çalışıyor.
Haber Başlığı: - K. Kıbrıs’ta karışıklık
Üst Başlık: Rumların AB üyeliği.
Haber Başlığı: -Romano Prodi: Kıbrıs’ta
çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici.
Haber Başlığı: -Denktaş: İki Kıbrıs AB içinde
birleşsin.
Haber Başlığı: -Rum lider Papadopulos’tan
çözüm için ‘çalışma sözü’.
Sayfa
10
1 ve 10
1
11
11
Tablo 3: Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne Tam Üyeliği Kategorisi
Ekseninde Eleştirel Söylem Çözümlemesi Uygulanan Haberler
Haber Metinlerinin Tematik Yapısı
Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 10. sayfadan verdiği haberin
“Türkiye, BM çözümünde ısrarlı” şeklindeki başlığı Türkiye’nin Güney
Kıbrıs’ın AB’ye üyeliğinin ardından ortaya çıkan yen durum karşısında
izlemeyi düşündüğü Kıbrıs politikasını yansıtmaktadır. Haber başlığı Güney
Kıbrıs’ın AB’ye üyeliğinin ardından yalnız kalan Türkiye’nin Kıbrıs
sorununun çözümünde uluslar arası platformda tüm ülkelerin kabul edeceği
bir destek arayışına girdiğini ve Kıbrıs sorunu uluslar arası kamuoyuna
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
31
taşımaya çalıştığını ifade etmektedir. Bu başlıkta ayrıca Türkiye’nin
KKTC’ye uluslar arası platformda meşruiyet sağlamak amacıyla Kıbrıs
sorununu AB platformundan BM platformuna çekmek istediği konusu
üzerinde durduğu anlatılmaktadır. Haber başlığında habere konu edilen olay
özetlenmiştir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir bütünlük
bulunmamaktadır. Haber başlığında Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözümü
konusunda Birleşmiş Milletler Örgütünü merkeze aldığı vurgulanırken, üst
başlıkta Kıbrıs sorunu konusunda Türkiye’nin yeni strateji belirlemeye
çalıştığı ifade edilmektedir.
Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde “K. Kıbrıs’ta karışıklık”
başlığı ile 1. sayfadan verdiği ve 10. sayfada devamı olan haberi, Avrupa
Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Mehmet Ali Talat’ın Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye kabul edilmesinden sonra
KKTC muhalefetinde oluşan endişeleri yansıtmaktadır. Haber başlığında
KKTC muhalefetinin kaygısı özetlenmektedir. Haberin bütünlüğü haber
başlığına yansıtılmıştır. Haberde, hem 1. sayfada hem de devam sayfası olan
10. sayfada farklı, ancak anlamsal bütünlük bakımından birbiriyle uyumlu
haber başlıkları ve üst başlıklar kullanılmıştır. Haberin kurgusunda ana olaya
ilişkin özet bilgi okuyucuya 1. sayfadaki spotta verilmiş, ayrıntılar ise
haberin metin bütünlüğüne dağıtılmıştır.
Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde manşetten verdiği haberin
“Romano Prodi: Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici” şeklindeki
başlığı Avrupa Komisyonu Başkanı’nın mevcut durumun Türkiye ve KKTC
tarafından olumsuz olarak nitelenmemesi, Kıbrıs sorununun çözümün yakın
olduğuna, bölünmüş bir Kıbrıs’ı bir olgu olarak kabul etmekle birlikte
bölünmüşlüğün kalıcı olmadığına, çok sürmeyeceğine ilişkin beklenti ve
umutlarını yansıtmaktadır. Haber başlığında habere konu edilen olay
özetlenmiştir.Fotoğraf, haber başlığı ve haber metni arasında yer alan spotta
Prodi’nin Kıbrıs sorununa ilişkin açıklamaları özetlenmiştir. Haber
başlığındaki semantik ve sentaktik yapı incelendiğinde okuyucu zihninde
olumlu beklentiler oluşturabilecek sözcüklerin seçildiği gözlenmektedir.
İletişim 2002/16
32
Murat Sadullah ÇEBİ
Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde 11. sayfadan verdiği haberin
“Denktaş: İki Kıbrıs AB içinde birleşsin” şeklindeki başlığında, KKTC
Cumhurbaşkanı Denktaş Kıbrıs’ın bir bütün olarak AB’ye üye olduğuna
ilişkin AB ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin argümanlarını kabul etmediğini
vurgularken, bu konudaki çözüm önerisini ise Güney Kıbrıs ile birlikte
Kuzey Kıbrıs’ın da AB’ye üyeliği olarak göstermektedir. Haberin bütünlüğü,
haber başlığına yansıtılmıştır. Haberde üst ve alt başlık kullanılmamıştır.
Haberin ana temasını oluşturan unsurlar, haber girişi yerine haber metnine
dengeli biçimde dağıtılmıştır.
Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde 11. sayfadan verdiği haberin “Rum
lider Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’” şeklindeki başlığında Rum
lider Papadopulos’un Kıbrıs sorununun Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin
AB’ye katılımı ile birlikte çözülmediğine ilişkin reel gerçekliği kabul
ettiğine, Kıbrıs sorununun çözümü için çaba göstereceğine ilişkin kararlılığı
yansıtılmaktadır. Haberin bütünlüğü haber başlığına yansıtılmıştır. Haberde
üst ve alt başlık ve spot kullanılmamıştır. Haberin kurgusunda ana olaya
ilişkin özet bilgi okuyucuya haberin giriş bölümünde verilmiş, ayrıntılar ise
haberin metin bütünlüğüne dağıtılmıştır.
Haber Metinlerinin Şematik Yapısı
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. ve 5. sayfalardan verdiği
“Midesiz ve hazımsızlar” başlıklı haberin ana olayı Atina Zirvesi’nde Kıbrıs
Rum Kesimi’nin AB’ne tam üyeliğinin ardından Yunanistan Başbakanı
Simitis’in Güney Kıbrıs’ta yapacağı toplantı davetine ilişkin KKTC’deki
tartışmalardır. Haber metninin yapılandırılması tek bölüm şeklinde
değerlendirilebilir. Haber öyküsü bütünüyle Denktaş’ın açıklamaları üzerine
inşa edilmiştir. Haber metnine konu olan ana olayın arka plânında Kıbrıs
sorununa KKTC muhalefet partilerinin yaklaşımı yer almaktadır. Siyasal
iktidar mücadelesiyle bugüne kadar varolan bu tartışmalar KKTC muhalefet
parti liderlerinin Simitis’in davetine katılacaklarını açıklamalarıyla su
yüzüne çıkmıştır. Haber metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin
bilgiler kısmen ve yetersiz biçimde yer almıştır.
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
33
Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 10. sayfadan “Türkiye, BM
çözümünde ısrarlı” başlığıyla verdiği haberin ana olayı Kıbrıs sorunudur.
Haber metni iki ayrı bölümde yapılandırılmıştır. Birinci bölümde Güney
Kıbrıs Yönetimi’nin AB’ye katılımıyla başlayan yeni süreç
değerlendirilirken, ikinci bölümde ise Türkiye’nin 1 Mayıs 2004’e kadar
Kıbrıs konusunda izleyeceği politikası ana başlıklar halinde sıralanarak
tartışılmıştır. Haberin kaynağı gazetenin muhabiri ve editoryal yapısında yer
alan aktörlerdir. Haber metnine konu olan ana olayın arka plânında Atina
Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi’nin tam üye olmasıyla birlikte Kıbrıs
sorunuyla ilgili belirsizliğin ortaya konulma çabası yatmaktadır. Haber
metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler kısmen ve yetersiz
biçimde yer almıştır.
Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği ve 10.
sayfada devamı olan haberin “K. Kıbrıs’ta karışıklık” başlığı ile yayınladığı
haberi ana olayı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti”
adıyla AB’ye kabul edilmesinden sonra KKTC muhalefetinde oluşan
endişedir. Haber metni tek bölümde yapılandırılmıştır. Haberde Güney
Kıbrıs Yönetimi’nin AB’ye katılımından sonra KKTC muhalefet
partilerinden Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Mehmet Ali Talat ve
Toplumcu Kurutuluş Partisi lideri Hüseyin Angolemli’nin Rum Kesimi’ne
yönelik endişelerini içeren açıklamaları yer almıştır. Haber yukarıda yer alan
siyasal aktörlerin açıklamaları üzerine inşa edilmiştir. Haber metnine konu
olan ana olayın arka plânında Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak
katılımı ekseninde Kıbrıs sorunu yer almaktadır. Haber metninde olayın arka
plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler kısmen ve yetersiz biçimde yer almıştır.
Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde manşetten “Romano Prodi:
Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici” başlığıyla verdiği haberin
ana olayı Kıbrıs sorunudur. Haber metninin örgüsü iki ayrı bölümde
değerlendirilebilir. Birinci bölümde Kıbrıs sorunu ile ilgili Avrupa
komisyonu Başkanı Romano Prodi, AB Ortak Savunma ve Dış Politika
Yüksek Temsilcisi Javier Solano, Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo
Papandreu, Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis, AB Komisyonu
İletişim 2002/16
34
Murat Sadullah ÇEBİ
Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günther Verhaugen’in Kıbrıs sorununa ilişkin
açıklamalarına yer verilmiştir. İkinci bölümde ise BM’nin Irak sürecinde
güçlendirilmesi konusu ele alınmıştır. Irak konusunda BM Genel Sekreteri
Kofi Annan’ın çalışmalarına yer verirken AB liderlerinin de tutumlarını
okuyucularına aktarmıştır. Haber yukarıda yer alan aktörlerin açıklamaları
üzerine inşa edilmiştir. Haber metnine konu olan ana olayın arka plânında
Kıbrıs Rum Kesimi’nin tam üye olarak AB’ne katılımı konusu yer
almaktadır. Haber metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler
kısmen ve yetersiz biçimde yer almıştır.
Zaman’ın 17.04.2003 tarihinde 11. sayfadan “Denktaş: İki Kıbrıs AB
içinde birleşsin” başlığıyla verdiği haberin ana olayı Kıbrıs sorunudur. Haber
metninin örgüsü iki ayrı bölümde değerlendirilebilir. Birinci bölümde KKTC
Cumhurbaşkanı Denktaş’ın Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin ‘Kıbrıs
Cumhuriyeti’ adı altında AB’ye üyeliğine ilişkin eleştirileri yer alırken,
ikinci bölümde ise Denktaş’ın Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis’in
Güney Kıbrıs’ta düzenlediği toplantıya ilişkin değerlendirmeleri yer almıştır.
Haber, Denktaş’ın açıklamaları üzerine inşa edilmiştir. Haber metnine konu
olan ana olayın arka plânında Denktaş’ın Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum
Kesimi’nin üyeliğinin meşruiyetini kabul etmemesi yer almaktadır. Haber
metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler kısmen ve yetersiz
biçimde yer almıştır.
Zaman’ın 17.04.2003 tarihinde 11. sayfadan “Rum lider
Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’” başlığıyla verdiği haberin ana
olayı Kıbrıs sorunudur. Haber metninin örgüsü tek bölümde
değerlendirilebilir. Gazete Rum Kesimi lideri Tasos Papadopulos’un Kıbrıs
sorununun çözümüne ilişkin görüşlerine yer vermiştir. Haber,
Papadopulos’un açıklamaları üzerine inşa edilmiştir. Haber metnine konu
olan ana olayın arka plânında Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB üyeliği
yatmaktadır. Haber metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler
kısmen ve yetersiz biçimde yer almıştır.
İletişim 2002/16
35
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
Haber Metinlerinde Cümle Yapıları ve Sözcük Seçimleri
Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. ve 5. sayfalardan “Midesiz
ve hazımsızlar” başlığıyla verdiği haber metninde kurulan sentaktik
yapılanmada Denktaş, etken cümlelerin temel öznesi konumundadır. Etken
cümlelerde Denktaş’ın eleştirilerinin odağında yer alan KKTC muhalefet
parti liderleri ulusal Kıbrıs davasına aykırı tutum ve davranışlar sergileyen
siyasal aktörler olarak olumsuz ifadelerle inşa edilmekte ve
sunulmaktadırlar. Haber metninde “Midesizler”, “hazımsızlar”, “Rumlar’a
göre bu partiler” gibi Denktaş’ın kullandığı sözcükler ve ifadeler aracılığıyla
KKTC muhalefet liderleri kendi devletlerinin varlığını kabul etmeyen,
devletlerine saygı duymayan, Rumların gizli niyetlerine aracılık eden,
davalarına köstek olan aktörler olarak olumsuz biçimde kurulmuşlardır.
Haber metninde uzun, basit ve etken cümle yapıları kullanılmıştır.
Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye, BM
çözümünde ısrarlı” başlığıyla verdiği haber metninde kurulan sentaktik
yapılanmada; Türkiye etken cümlelerin temel öznesi konumundadır. Etken
cümlelerde Türkiye “ısrarlı”, “adil çözüm”, “ilhak gündem dışı”, “çözüm
isteyen taraf” gibi belirgin veya örtülü sözcük ve ifadelerle çözüm isteyen,
barış yanlısı, uzlaşmacı bir aktör olarak olumlu anlamda inşa edilmekte ve
sunulmaktadır. Haber metninde uzun/kısa, basit ve etken cümle yapıları
kullanılmıştır.
Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde “K. Kıbrıs’ta karışıklık”
başlığı ile 1. sayfadan verdiği ve 10. sayfada devamı olan haber metninde
kurulan sentaktik yapılanmada; KKTC, KKTC muhalefeti, CTP lideri
Mehmet Ali Talat, TKP lideri Hüseyin Angolemli etken cümlelerin temel
öznesi konumundadır. “Muhalefet de kaygılandı”, “Rumların üyeliği
KKTC’yi karıştırdı”, “Denktaş’a baskı uygulayan muhalefet” gibi
ifadelerdeki sözcük seçimleri ile muhalefet olumsuz olarak sunulmaktadır.
Haber metninde uzun/kısa, basit ve etken cümle yapıları kullanılmıştır.
Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde manşetten “Romano Prodi:
Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici” başlığıyla verdiği haber
metninde kurulan sentaktik yapılanmada; Prodi, Solana, Papandreu, Simitis,
İletişim 2002/16
36
Murat Sadullah ÇEBİ
Verheugen Türkiye etken ve edilgen cümlelerin temel öznesi konumundadır.
Prodi, Kıbrıs sorununda çözüm isteyen bir aktör olarak olumlu anlamda
sunulmaktadır. Simitis ise etken cümlelerde Kıbrıs sorununun çözümü için
öneriler getirmeyen bir aktör olarak olumsuz anlamda yapılandırılmıştır.
Haber metninde kısa, basit ve etken cümle yapıları kullanılmıştır.
Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde 11 sayfadan “Denktaş: İki Kıbrıs
AB içinde birleşsin” başlığıyla verdiği haber metninde kurulan sentaktik
yapılanmada; Denktaş etken cümlelerin temel öznesi konumundadır. Etken
cümlelerde Denktaş Kıbrıs sorununa çözüm isteyen bir aktör olarak olumlu
biçimde inşa edilmekte ve sunulmaktadır. Haber metni kısa, basit ve etken
cümle yapıları üzerine inşa edilmiştir.
Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde 11 sayfadan “Rum lider
Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’” başlığıyla verdiği haber
metninde kurulan sentaktik yapılanmada; Papadopulos etken cümlelerin
öznesi olduğu dikkat çekmektedir. Haber metninde Kıbrıs Rum kesimi lideri
Kıbrıs sorununa çözüm isteyen bir aktör olarak olumlu biçimde inşa
edilmekte ve sunulmaktadır. Haber metninde kısa, basit ve etken cümle
yapıları kullanılmıştır.
Haber Metinlerinin İkna Dili
Cumhuriyet, 17 Nisan 2003 tarihinde 1. ve 5. sayfalardan “Midesiz ve
hazımsızlar” başlığıyla verdiği haber metnindeki ikna dili, olayın
taraflarından yalnızca KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın açıklamalarından
yapılan sözcük seçimleri ve alıntılar ile yapılandırılmaktadır. Haberde,
Denktaş’ın Yunanistan Başbakanı Simitis’in Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde
düzenleyeceği toplantı için yaptığı daveti kabul eden KKTC muhalefet
partileri liderlerine yönelik “midesizler”, “hazımsızlar” şeklindeki
suçlamaları aktarılmaktadır. Haber başlığında ve haber metninde kullanılan
bu sözcükler KKTC muhalefet partileri liderlerinin ulusal Kıbrıs politikasını
aykırı hareket ettikleri, kendi devletlerine saygılı davranmadıkları ve bu
hareketin tiksinti verici, iğrendirici olduğu açık biçimde belirtilmektedir.
KKTC muhalefet partisi liderlerinin Simitis’in davetinden büyük
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
37
memnuniyet duydukları ise Denktaş’ın ağzından “koşa koşa gitmek” deyimi
ile ima edilmektedir. Cumhuriyet’in bu haberde kullandığı ikna dili, daha
çok sözcüklerin deyim veya yan anlamlarını kullanmasıyla
yapılandırılmaktadır.
Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 10. sayfadan “Türkiye, BM
çözümünde ısrarlı” başlığıyla verdiği haberin ikna dili Türkiye’yi Kıbrıs
sorununun çözümüne yönelik öneriler ortaya koyan bir taraf olarak
vurgulayan
“ısrarlı”
sözcüğünün
seçimiyle
yapılandırılmaktadır.
Cumhuriyet’in ikna dili daha çok sözcüklerin düz anlamlarının tercih
edilmesiyle kurulmaktadır.
Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “K. Kıbrıs’ta
karışıklık” başlığı ile yayınladığı haber metninin ikna dili, aylardan beri
Annan plânının kabulü konusunda Denktaş’a baskı uygulayan KKTC’deki
muhalefetin Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye katılımından sonra Rumlar’ın
Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik sert bir tavır sergileyeceklerine yönelik
kaygılarını yansıtmaktadır. “Muhalefet de kaygılandı”, “Rumların üyeliği
KKTC’yi karıştırdı”, “Denktaş’a baskı uygulayan muhalefet” gibi
ifadelerdeki sözcük seçimleri ile muhalefetin endişe ve üzüntüyle karışık
düşüncelere daldığı, kafasının bulandığı, aylardan beri Annan belgesini
kabul etmesi için Denktaş’a dayatma yapan muhalefetin yeni süreçten
hoşnutsuzluğu vurgulanmaktadır. Gazetenin KKTC muhalefetinin
hoşnutsuzluğunu yansıtmaya yönelik ikna dili, sözcüklerin düz anlamlarının
tercih edilmesiyle yapılandırılmaktadır.
17 Nisan 2003 tarihinde manşetten “Romano Prodi: Kıbrıs’ta çözüm
uzak değil, bölünmüşlük geçici” başlığıyla verdiği haber metnindeki Kıbrıs
sorununun çözümüne yönelik ikna dili AB Komisyonu Başkanı Prodi’nin
Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik öngörüleri ve beklentilerini içeren
açıklamalarındaki sözcük seçimleri ile kurulmaktadır. “Çözüm uzak değil”,
“bölünmüşlük geçici” sözcükleri ile Prodi’nin ağzından Kıbrıs sorununun
çözümünün yakın olduğu ve Kıbrıs’taki bölünmenin yapay olduğu
vurgulanmaktadır. Aynı şekilde spotta kullanılan “rağmen” sözcüğü ile
Prodi’nin Rumlar’ın AB’ye katılmasının Kıbrıs’ta uzlaşmaya varılmasını
İletişim 2002/16
38
Murat Sadullah ÇEBİ
engellemeyeceği dile getirilmektedir. Cumhuriyet’in ikna dili daha çok
sözcüklerin düz anlamlarının tercih edilmesiyle yapılandırılmaktadır.
Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde 11 sayfadan “Denktaş: İki Kıbrıs
AB içinde birleşsin” başlığıyla verdiği haber metnindeki Kıbrıs sorununun
çözümüne yönelik ikna dili, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın Kıbrıs
sorununun çözümüne yönelik önerilerini içeren açıklamalarındaki sözcük
seçimleri ile kurulmaktadır. Gazetenin Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik
ikna dili daha çok sözcüklerin düz anlamlarının tercih edilmesiyle
yapılandırılmaktadır.
Zaman’ın 17.04.2003 tarihinde 11. sayfadan “Rum lider
Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’” başlığıyla verdiği haber
metnindeki Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik ikna dili, Güney Kıbrıs
Rum Yönetimi Cumhurbaşkanı Papadopulos’un Kıbrıs sorununun çözümüne
yönelik önerilerini içeren açıklamalarındaki sözcük seçimleri ile
kurulmaktadır. Haber metninde Papadopulos’un Kıbrıs sorununun adil ve
kalıcı biçimde çözüm çabalarını sürdürmeyi taahhüt ettiğine ilişkin
açıklamaları haber başlığında tırnak içinde ‘çalışma sözü’ ifadesi ile
verilmektedir. Gazetenin Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik ikna dili
sözcüklerin düz ve yan anlamlarının tercih edilmesiyle yapılandırılmaktadır.
Söz gelimi ‘suni duvarlar’. Gazete ayrıca Papadopulos’un açıklamalarındaki
ifadeleri veya söz gelimi ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ gibi sözcükleri alıntılarla
vererek; “dedi”, “savundu”, “şeklinde konuştu”, “öne sürdü”, “söyledi” gibi
sözcükleri tercih ederek bu açıklamalar ile arasındaki mesafeyi ortaya
koymaktadır.
4. Bulgular ve Tartışma
Bu çalışmada, 16 Nisan 2003 AB Atina Zirvesi’nin Türk yazılı
basınında sunumunu inceledik. Örneklem olarak genel yayın politikaları
açısından siyasal-ideolojik yelpazenin solunda ve sağında yer alan ulusal
çapta dağıtılan ve günlük olarak yayınlanan Cumhuriyet ve Zaman
gazetelerini seçtik. Genel bir karşılaştırma yapmak amacıyla, tüm haberler
ve fotoğrafları nitel içerik çözümlemesinin özetleyici analiz tekniği ve
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
39
eleştirel söylem çözümlemesi ile inceledik. Özetleyici içerik analizi için
belirlenen kategorilere dayanarak haber metinlerinde yer alan mesajların
örtülü anlamlarını ele aldık. Eleştirel söylem çözümlemesinde, aynı
araştırma kategorilerini kullanarak makro ve mikro yapısal özellikleri
ekseninde haber metinlerinde anlamın inşasını inceledik. Haberleri makro
yapısal özellikleri bakımından başlık, alt başlıklar, spot paragrafları ve giriş
cümleleri temelinde tematik olarak çözümledik. Ayrıca, haberlerin şematik
yapısını da ayrıntılı biçimde inceledik. Haberleri mikro yapısal özellikleri
bakımından ise cümle yapıları, sözcük seçimleri ve metinde kurulan ikna dili
temelinde çözümledik.
Yunanistan’ın Dönem Başkanlığı’nda 16 Nisan 2003 tarihinde yeni
ülkelerin AB’ne katılımı amacıyla düzenlenen Atina Zirvesi, Türkiye’deki
günlük gazetelerin haberlerinde daha çok Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne
katılımı, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üyeliği, bu katılımın
Kıbrıs sorunu üzerindeki etkileri bağlamında ele alınmıştır.
Cumhuriyet, 59. AKP hükümetinin Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne
katılımı konusunda almış olduğu karara karşı doğrudan, açık bir tutum
almamıştır. Gazete, 59. AKP hükümetinin Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne
katılımına ilişkin tavrına haber metinlerinde öne çıkardığı KKTC
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve CHP
İstanbul Milletvekili Onur Öymen ve MHP Genel Başkanı Devlet
Bahçeli’nin ağır eleştiri yüklü ifadeleri aracılığıyla dolaylı bir biçimde karşı
çıkmıştır. Cumhuriyet, Atina Zirvesi’ne katılım kararının yansıtılmasında
Dışişleri Bakanı Abdulah Gül’ü, dolayısıyla 59. AKP hükümetini öne
çıkararak haberlerinin bütününde okuyucuya doruğa katılım kararının iktidar
partisinin belirlediği bir dış politika ekseninde alındığı izlenimini vermeye
çalışmıştır. Öte yandan gazete, Atina Zirvesi’ni okuyucuya yalnızca tek bir
boyuttan sunmuştur. Atina Zirvesi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB’ne
katılımı şeklinde sunulmuş, böylelikle Türkiye açısından olumsuzluk taşıyan
bir gelişmenin tetikleyicisi veya nedeni olarak örtülü biçimde 59. AKP
hükümeti gösterilmeye çalışılmıştır.
İletişim 2002/16
40
Murat Sadullah ÇEBİ
Zaman, Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne katılımı konusunda olumlu bir
tutum sergilemiştir. “Gayrı resmi” nitelemesiyle Atina Zirvesi’nin özel bir
toplantı olduğunu ima eden gazete, Avrupa ülkelerinin hükümet veya devlet
başkanı düzeyinde katıldığı imza törenine Türkiye’nin yalnızca büyükelçi
düzeyinde temsil edilmesi kararını alan AKP hükümetinin tavrını örtülü
biçimde desteklemiştir.
Cumhuriyet, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne üyeliğine karşı doğrudan
bir tutum almamakta, ancak bu üyeliğin sadece Rum Kesimi ile sınırlı
olduğunu, adanın tamamını kapsamadığını belirtmektedir. Gazete, Kıbrıs
Rum Kesimi ile ortaklık anlaşması imzalayan AB’ni ve bu konuda korkak ve
basiretsiz politikalar izlediğini iddia ettiği geçmiş hükümetleri ve 59. AKP
hükümetini ise dolaylı olarak eleştirmektedir. Bu eleştiriler Türkiye’deki
ulusalcı söylemlere sahip muhalefet partilerinden CHP lideri Deniz Baykal,
CHP İstanbul Milletvekili Onur Öymen ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin
açıklamalarının gazete gündemine taşınması ve öne çıkarılması aracılığıyla
yapılmaktadır. Gazetenin Kıbrıs Rum Kesimi’ni tam üye olarak kabul eden
AB’ni ve bu konuda izledikleri dış politikaları başarısızlığa uğrayan geçmiş
hükümetleri ve özellikle 59. AKP hükümetini eleştiren haber söylemi söz
konusu ulusalcı parti aktörlerinin açıklamaları üzerine kurulmuştur.
İncelenen gazeteler arasında 16 Nisan 2003 AB Atina Zirvesi’ne
ilişkin en çok haber yayımlayan ve bu konuya en çok yer ayıran
Cumhuriyet’tir. Uzun haber metinlerinde genellikle bir fotoğraf, başlık, üst
başlık ve spot yer alırken, kısa haberler ise yalnızca başlık üst başlık ve
haber metninden oluşmaktaydı. Zaman’da yer alan haberlerde ise üst başlık
ve alt başlık kullanılmadığını, sadece başlık ve spot kullanıldığını belirledik.
16 Nisan 2003 AB Atina Zirvesi’ne ilişkin çoğunlukla Cumhuriyet’in
haberlerinde kullanılan başlıkların en göze çarpan özelliği milliyetçi bir ton
taşımalarıdır. Cumhuriyet ve Zaman gazetelerinde kullanılan haber başlıkları
ve üst başlıklar, haberin ana temasını yansıtmaktadırlar. Haber başlıkları ve
üst başlıklarda seçilen cümlelerde ve sözcüklerde okuyucu ilk bakışta olayın
içine oturtulduğu çerçeveyle karşılaşmaktadır. Cumhuriyet ve Zaman’da yer
alan başlıkların çoğunluğunun olay katılan aktörlerin açıklamalarından
yapılan alıntılardan oluştuğu belirlenmiştir. Kullanılan üst başlıklar ve spot
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
41
cümleler ise olayın özetini vermektedir. Her iki gazetede haber girişleri ya
ana haber metninin başlangıç kısmında veya ayrı paragraflar biçiminde
spotlar halinde verilmektedir. Bu girişler, ana metnin içinde yer alan önemli
bilgileri içermektedir.
16 Nisan 2003 AB Atina Zirvesine ilişkin haberlerin hemen hepsinde
olayın içine oturtulduğu çerçeve haber başlıkları, üst başlıklar, fotoğraflar,
spotlarda veya ana metinlerde yer alan haber giriş cümleleri ile
kurulmaktadır. Bir başka anlatımla, okuyucu olaya ilişkin ayrıntılı bilgi elde
etmeden önce, olay belli bir çerçevede tanımlanarak okuyucuya
iletilmektedir.
İncelenen gazetelerde yayınlanan tüm haber metinlerinde, olaya ilişkin
arka plân ve bağlam bilgisine ya hiç verilmediğini veya yetersiz biçimde yer
verildiğini belirledik. Ana olay, tüm haber metinlerinde yer almaktadır. Tüm
haber metinlerinde olayın geçtiği ortama ve olaya katılan aktörlere ilişkin
ayrıntılar ya hiç bulunmamakta veya az da olsa yer almaktadır. Haber
metinlerinde yer alan olaylarla ilgili bilgiler birincil tanımlayıcılara, diğer bir
deyişle akredite kaynakların durum tanımlarına dayanmaktadır. Cumhuriyet
gazetesinde temel haber kaynağı olarak T.C. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül,
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, CHP lideri Deniz Baykal, CHP
İstanbul milletvekili Onur Öymen ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin
kullanıldığını belirledik. Zaman ise haber kaynağı olarak, Türkiye’deki ve
Kuzey Kıbrıs’taki iktidar çevrelerini ve AB yetkililerini dengeli biçimde
kullanmıştır. Cumhuriyet’in haberlerinde muhalefet partilerinden kaynak
kişilere dayanılarak kurulan durum tanımlamaları dışında, seyrek olarak
alternatif veya karşıt bir bakış açılarına yer verilmiştir. Hatta muhalefet
partileri olarak yalnızca CHP ve MHP’li aktörlerden bilgi alınmış, diğer
muhalefet partilerinden haber kaynağı olarak yararlanılmamıştır. İncelenen
haberlerde daha çok ana olay ve sonuçlarına ilişkin bilgilere ve buna ek
olarak haber kaynaklarının olaya ilişkin yorumlarına yer verilmiştir.
Cumhuriyet’in haber metinlerinde, 59. AKP hükümetinin AB Atina
Zirvesi’ne katılımına yönelik kararı nesnel biçimde yansıtılmıştır. Ancak,
gazetenin AKP iktidarının Atina Zirvesi’ne katılımına ilişkin kararına karşı
İletişim 2002/16
42
Murat Sadullah ÇEBİ
KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın ve Türkiye’deki muhalefet partilerini
temsil eden aktörlerin açıklamaları üzerinden örtülü biçimde karşı bir tavır
takındığı belirlenmiştir. Bu bağlamda kimi zaman faillerin belirgin olmadığı
etken cümle yapıları içinde, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Atina
Zirvesi’ndeki imza törenine katılmaması yönündeki eylemi görmezden
gelinmekte veya önemsizleştirilmekte, kimi zaman söz konusu eylem
muhalefet partilerine mensup aktörlerin yer aldığı etken cümle yapıları
içinden simgesel niteliği ağır basan bir davranış olarak kabul edilmekte ve
eylemin Kıbrıs sorununun kökünden çözümüne katkı sağlayabileceğine olan
inançsızlık vurgulanmaktadır.
Cumhuriyet’in, Türkiye’nin AB Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik
haber söylemi, Kıbrıs sorununa ilişkin ulusalcılığı öne çıkaran bir söylemin
yansıması olarak kurulmuş ve yeniden üretilmiştir. Gazetenin haberlerindeki
bu ulusalcı söylem, 59. AKP hükümetinin Atina Zirvesi’ne katılımına
yönelik tavrına karşı, ulusalcı düşünceyi temsil eden siyasal yelpazenin
sağında ve solunda yer alan iki partinin siyasal aktörlerinin yaptığı
açıklamalar üzerine inşa edilmiştir. CHP lideri Deniz Baykal, CHP İstanbul
Milletvekili Onur Öymen ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına
dayalı haber söyleminde 59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ne
katılımına karşı çıkan ulusalcı bir söylemin izleri açık ve kesin bir biçimde
görülebilmektedir.
Zaman, 59. AKP hükümetinin Atina Zirvesi’ne katılımını örtülü
olarak desteklemekte ve haber söyleminde AKP iktidarının bu tavrını olumlu
anlamda yapılandırmaktadır. Atina Zirvesi’nde yeni üye ülkeler için
düzenlenen imza töreninin özel bir toplantı olduğuna gönderme yapan
gazete, AB’ne tam üye olan veya olacak ülkelerin hükümet veya devlet
başkanı düzeyinde katıldığı imza törenine Türkiye’nin yalnızca büyükelçi
düzeyinde temsil edilmesi kararını alan AKP hükümetini örtülü biçimde
desteklemektedir.
Cumhuriyet, Kıbrıs Rum Kesiminin AB’ne katılımını nesnel biçimde
sunmakta ancak bu katılımın yalnızca adanın güney kesimi için geçerli
olduğunu vurgulamaktadır. Kıbrıs Rum Kesimini tam üyeliğe kabul eden
İletişim 2002/16
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
43
AB etken cümle yapısı içinden aralarında birlik ve beraberliğin bozulduğu,
parçalandığı bir ülkeler topluluğu oluşturduklarına yönelik göndermelerle ve
üye ülkeler arasında sorunlu konular üzerinde incitici, hoş olmayan, şiddetli
tartışmaların yaşandığı bir birliktelik şeklinde vurgularla olumsuz biçimde
inşa edilmektedir. Bu bağlamda hem 59. AKP hükümeti ve KKTC iktidarı
hem AB ve Kıbrıs Rum Kesimi CHP ve MHP’li siyasal aktörlerin
açıklamalarına dayalı etken cümle yapıları içinde yeğlenen sözcükler,
deyimler sıfatlar, eğretilemeler aracılığıyla olumsuz anlamda kurulmakta ve
sunulmaktadır.
Cumhuriyet, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak katılımı
sonrasında ortaya çıkan yeni durumu değerlendirmiş ve KKTC
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın izlediği Kıbrıs politikasını açık ve kesin
biçimde desteklemiştir. Gazete, KKTC’deki muhalefet partilerinin liderlerini
Kıbrıs sorununun ulaştığı yeni boyut karşısında kaygı duyan, ancak
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı Kıbrıs
belgesini onaylaması için Denktaş’a sürekli dayatma yapan aktörler olarak
olumsuz, Türkiye’yi ve 59. AKP hükümetini ise Kıbrıs sorununun
çözümünü isteyen taraf olarak olumlu biçimde inşa etmiş ve sunmuştur.
Zaman’ın Atina Zirvesi ekseninde Kıbrıs sorununa ilişkin yayınladığı
haberlerin, geçmiş hükümetlerin Kıbrıs konusunda izlediği politikalardaki
çelişkilerini ortaya çıkarmaya yönelik bir çabanın sonucu olduğu açık ve
kesin bir biçimde görülmektedir. Gazete sözgelimi bir haberde, Türkiye’nin
Kıbrıs ile ilgili aleyhindeki bir Birleşmiş Milletler kararını desteklediğini
ileri sürerken, manşetten 5 sütun olarak verdiği bir başka haberde ise
Türkiye Cumhuriyeti’nin KKTC’lilerin Türk vatandaşlığı hakkını elde
etmelerini kolaylaştırmak istemesine karşılık, uygulamada Kuzey
Kıbrıslıların ülkemizde belirli yerlere gelmesine izin vermeyerek çelişkili ve
düşündürücü yasaklar koyduğunu belirtmektedir. Zaman, “toplantının
yetimleri”, “bir avuç gazeteci”, “hüzün”, “hiçe sayılmak” gibi sıfatlar,
sözcükler, deyimler ve metaforlar aracılığıyla Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum
Kesimi’nin tam üye olarak AB’ne kabul edildiği imza törenine katılan
İletişim 2002/16
44
Murat Sadullah ÇEBİ
muhabirinin duygularını öne çıkararak geçmiş hükümetlerin Kıbrıs
konusunda izledikleri politikaları örtülü biçimde eleştirmektedir.
Kaynaklar
Kitaplar
Gökçe, Orhan (2001), İçerik Çözümlemesi, Teori-Metod-Uygulama,
Genişletilmiş 3. baskı, Konya: Selçuk Üniversitesi Vakfı Yayınları.
Mayring, Philipp (2000), Nitel Araştırmaya Giriş, Çev., Adnan Gümüş ve
M. Sezai Durgun, Adana: Baki Kitabevi.
Sözen, Edibe (1999), Söylem. Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve
Refleksivite, İstanbul: Paradigma.
Tavşancıl, Ezel (2001), Sözel, Yazılı ve Diğer Materyaller İçin İçerik
Analizi ve Uygulama Örnekleri, İstanbul: Epsilon.
Van Dijk, Teun A. (1988a), News as Discourse, Hillsdale, NJ: Lawrence
Erlbaum Associates Publishers.
Van Dijk, Teun A. (1988b), News Analysis. Case Studies of International
and National News in the Press, Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates
Publishers.
Gazeteler
Cumhuriyet, “Atina’da kutlama bilmecesi”, 18.04.2003, s. 1, 10.
Cumhuriyet, “Türkiye, BM çözümünde ısrarlı”, 18.04.2003, s. 1, 10.
Cumhuriyet, “K. Kıbrıs’ta karışıklık”, 18.04.2003, s. 1, 10.
Cumhuriyet, “AB bayrakları asıldı”, 17.04.2003, s. 5.
Cumhuriyet, “Ankara’dan protesto, Türkiye’den imza protestosu”,
17.04.2003, s.1, 4.
Cumhuriyet, “Baykal: Kuzey’i işgal teşebbüsü”, 17.04.2003, s. 4.
İletişim 2002/16
45
16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu
Cumhuriyet, “Türkiye tam teslim oldu”, 17.04.2003, s.1, 4.
Cumhuriyet, “Cesaretsizliğin bedeli”, 17.04.2003, s.4.
Cumhuriyet, “Basiretsizlik yaptılar”, 17.04.2003, s.1, 4.
Cumhuriyet, “Kıbrıslı Türkler ‘cemaat’ kabul edilecek”, 17.04.2003, s. 4.
Cumhuriyet, “Midesiz ve hazımsızlar”, 17.04.2003, 1, 5.
Cumhuriyet, “Gül törene katılmayacak”, 16.04.2003, s.1.
Cumhuriyet, “Rum kesimi AB üyesi”, 16.04.2003, s.1, 5.
Cumhuriyet, “Türkiye gitmemeliydi”, 16.04.2003, s.5.
Zaman, “Bakan Gül: Israrımız açık, AB sürecimiz engellenemez”,
18.04.2003, 11.
Zaman, “KKTC’li olduğu için orkestra seçiminde oy kullanamadı”,
18.04.2003, s.1.
Zaman, “Romano Prodi: Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük
geçici”, 17.04.2003, s. 1, 11.
Zaman, “Denktaş: İki Kıbrıs AB içinde birleşsin”, 17.04.2003, s. 11.
Zaman, “Rum lider Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’”,
17.04.2003, s. 11.
Bilici, Abdülhamit, “Alkışlar, Türk gazetecileri
Toplantının yetimleri”, Zaman, 17.04.2003, s. 1, 11.
hüzünlendirdi,
İletişim 2002/16
46
Murat Sadullah ÇEBİ
Özet
Bu araştırmada 16 Nisan 2003 AB Atina Zirvesi’nin Türk yazılı
basınında sunumunu incelenmiştir. Nitel araştırma tasarımı ekseninde
kesitsel bir araştırma modelinin benimsenmesiyle gerçekleştirilen
araştırmanın verileri, 16 Nisan 2003 tarihi ile 18 Nisan 2003 tarihleri
arasında Cumhuriyet ve Zaman gazetelerinde konuya ilişkin bütün haber ve
fotoğrafların, nitel içerik çözümlemesinin özetleyici analiz tekniği ve
eleştirel söylem çözümlemesi tekniğiyle incelenmesiyle elde edilmiş ve
değerlendirilmiştir.
Araştırmanın bulguları şöyle özetlenebilir. Cumhuriyet, 59. AKP
hükümetinin Türkiye’nin AB Atina Zirvesi’ne katılma kararına, Kıbrıs ve
AB konularında izlediği politikalara karşı doğrudan karşı bir tavır
almamıştır. Gazete; AKP hükümetinin bu konularda izlediği politikalara
dolaylı biçimde, örtülü olarak muhalefet partilerine mensup aktörlerin ağır
eleştiri yüklü açıklamalarına geniş yer vererek karşı çıkmıştır. Zaman, 59.
AKP hükümetinin Türkiye’nin AB Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik
kararını, Kıbrıs ve AB konularında izlediği politikaları, önceki hükümetlerin
söz konusu konularda izledikleri politikaları eleştirerek örtülü biçimde
desteklemiştir.
Abstract
This article aims to display the presentation of European Union’s
Athens Summit in April 16th 2003 in Turkish daily press. The duration of
study covers between in April 16th and 18 th 2003 and it stands to all the news
and photographs appeared to Cumhuriyet and Zaman. To discover the
differences of presantation in Turkish daily press, a qualitative content
analysis and critical discourse analysis are conducted on the news and
photographs of two national dailies.
The conclusions of this study can be summarize as follows: The
Cumhuriyet criticized indirectly the policy of the government party about the
participation to European Union’s Athens Summit and the current politics
about Cyprus and European Union. Zaman encouraged the policy of the
government party about the participation to European Union’s Athens
Summit and the current politics about Cyprus and European Union.
İletişim 2002/16
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
Çetin Murat HAZAR*
Kitle iletişim araçlarının, toplumun neyi ne kadar bilmesi gerektiğine
karar verdiği görüşüne dayanmakta olan günden kurma yaklaşımı, 1972
yılında çok yüksek bir prestije sahip Public Opinion Quarterly dergisinde,
Maxwell McCombs ve Donald Shaw’ın “Medyanın Gündem Kurma
Fonksiyonu” (The Agenda-Setting Function of Mass Media) makalesiyle
kitle iletişim araştırmaları ve kuramları arasına resmen katılır.
Medyanın sosyolojik işlevlerinden birisi olarak kabul edilen gündem
kurma modeline göre, medya bize neyi düşüneceğimizden daha çok ne
hakkında düşüneceğimizi empoze etmektedir. İnsanların neleri tartışıp
düşündükleri ve neler için üzüldükleri medyanın üzerinde durduğu konularla
şekillenmektedir.
Gerçekten de medyanın gündemine aldığı konular, bireyin yaşamını
düzenlemesine kendine referans ve dayanak noktaları bulma gereksinimi
yüzünden izleyici topluluğunun gündemine girdiği kamuoyunda belirli bir
iklim yaratıldığı bilinmektedir. (İnceoğlu, 1993:132)
Kitle iletişim araçlarının bir kampanya sırasında derin davranış
değişikliği yarattığına dair kanıtlar kati olmamasına rağmen, seçmenlerin
kampanya sırasında sağlanabilecek enformasyonun çok büyük bölümü
buradan öğrendiklerine dair kanıtların oldukça güçlü olduğundan ve
insanların kitle iletişim araçlarındaki politik enformasyona ilgi göstermede
oldukça büyük farklılıklar göstermesinden yola çıkarak (normalde iyi eğitim
görmüş ve politik ilgi düzeyi oldukça yüksek olanlar enformasyonu daha
*
Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
İletişim 2002/16
48
Çetin Murat HAZAR
aktif olarak araştırmalarına rağmen bir çoğu için bu iş fazla bir çaba
gerektirmez, enformasyon kendiliğinden gelir) (Mc Combs, ve Shaw, 1994:
259-260) kitle iletişim araçlarının siyasal enformasyon nedeniyle kullanımı
ile medyanın üzerinde durduğu konuların grup içindeki önemi arasında
olumlu bir ilişki olduğu ve kişinin siyasal konulara yönelme düzeyinin
siyasal enformasyonun gündeme getirilmesiyle pozitif olarak ilişkili
olduğunu ileri süren model, diğerlerinden farklı olarak “tutum değiştirme”
kavramının yerine “farkında olmayı” işlemektedir. Aynı zamanda bir
öğrenme sürecini içeren gündem kurma, kitle iletişim araçlarını izleyicilerin
en önde gelen kaynaklarından birisi olarak görmektedir. Ancak, medyanın
kendisine gelen yüzlerce haber değeri olan olaylarda ayıklamaya gitmesi,
izleyicilerde, özellikle üzerinde durulan konuların önemli olduğu izlenimini
yaratmakta ve bireylerin düşüncelerini biçimlendirmek için onların algısal
tahayyülünü etkileme yeteneği oluşturmaktadır (Atabek, 1998: 157).
Dolayısıyla kitle iletişim araçlarının gündemi izleyiciler tarafından
öğrenilmekte ve öncelikli konular haline gelmektedir (Erdoğan ve Alemdar,
1990:146).
McCombs ve Shaw’dan önce de medyanın gündem kurma işleviyle
ilgili düşüncelere rastlanmaktadır. 1922 yılında Walter Lippmann, “Public
Opinion” adlı makalesinde, kitle iletişim araçlarının kamu işlerinde veya
yakın çevremizde olduğu gibi, dünya ile ilgili düşüncelerimizi de
şekillendirdiğini belirtmektedir. 1950’li yıllardan beri, kitle iletişim
araçlarındaki konuların ortaya konulması, seçimi ve izleyicilerin bunları
tanımaları üzerine çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Ancak, 1960’larla birlikte,
gazete içeriğiyle, izleyicilerin ilgileri arasında anlamlı bir ilişki olduğu
saptanmıştır (Erdoğan ve Alemdar, 1990:147). 1970’lerde ise, gündem
kurma kitle iletişim araştırmalarının önder bir alanı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Siyasal bilimci Bernard C. Cohen (1963) “The Press and
Foreign Policy” adlı eserinde, basının insanlara ne düşüneceğini söylemede
çoğu zaman başarısız, ancak ne hakkında düşüneceklerini söylemede
fevkalade başarılı olduğunu ileri sürer (Agee, Ault ve Emery, 1991:52).
Kitle iletişim araçları her gün basılabilecek, yayımlanabilecek bir çok
haberle karşılaşmaktadırlar. Medyanın, kamuya iletmek için seçtiği
İletişim 2002/16
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
49
enformasyonlar da kamu gündeminin belirlenmesinde etkin olabilmektedir.
Bu nedenle gündem kurma, “Eşik Bekçisi” (Gatekeeper) kavramıyla işlevini
sürdürebilmektedir. Bir olay haber haline dönüşüp izleyiciye ulaşmadan
önce çeşitli seçim ve denetim mekanizmalardan geçmektedir. Herhangi bir
olayın şahidinden, yayın editörüne kadar bir çok eşik bekçisi hangi haberin
gündemde kullanılacağını, kalacağını veya çöpe atılacağını belirlemektedir.
Eşik bekçileri, hangi konunun haber haline getirileceği ve ne şekilde
verileceği konusunda kararlarını verirlerken, izleyici kadar, yayıncının da ne
düşündüğünü (Erdoğan ve Alemdar, 1990:148), kitle iletişim araçlarının
kapasitelerini (Atabek, 1998: 157) ve medyalararası bir gündem belirleme
sürecinin varlığını (Bir haber kurumu kendi medya gündemini belirlerken
diğer önde gelen kitle iletişim araçlarından da etkilenmekte ve mevcut
gündemi işleyebilmektedir) (Atabek, 1998: 167) dikkate almak
durumundadırlar. Seçim ve dış haberlerle ilgili enformasyonun hemen
hemen aynı oranda kitle iletişim araçlarında yer almaları, yayıncıların ve
eşik bekçilerinin nispeten toplumun diğer kesimlerine oranla homojen bir
kitle oluşturduklarını da göstermektedir.
Kitle iletişim araçları toplumu yönlendirmek istedikleri noktaları
kendi önceliklerine göre seçmektedirler. En önemli konular, ilk sayfalarda,
büyük başlıklarla, üzerine yapılan yorumlarla, mülakatlarla ve ayrılan
zamanın uzamasıyla kendini gösterir. Arka sayfalara doğru gidildiğinde,
küçük başlıklar kullanıldığında, cümle sayısı azaldığında ve ayrılan zaman
düşürüldüğünde, medya izleyicisine bir önem sıralaması sunulmuş demektir.
Bireyler de bir haber veya konu hakkında medyanın söz ediş sıklığını önem
sıralaması açısından bir ipucu olarak değerlendirdiklerinden, içinde
yaşadıkları toplumda olup bitenler hakkında bilmesi gerekenin bu olduğunu
düşünür. Ayrıca medya tarafından belirlenen gündeme sahip olmak, kişilere
toplumda
konuşabilecekleri,
yorum
yapabilecekleri
ve
prestij
kazanabilecekleri bir ödül sağlamaktadır (İnceoğlu, 1993:133).
Medya ayrıca, Melrowitz’in “Asgari Sakıncalı Programlama” (LOPLeast Objectionable Programming) olarak adlandırdığı program izleyicisinin
aktif olarak dikkatini çeken bir program hazırlamaktan çok, en az dikkat
İletişim 2002/16
Çetin Murat HAZAR
50
kaybettirici bir program hazırlamanın daha etkin olduğunu göz önünde
bulundurarak (Yüksel, 1994:110) kişilere taklit etmeleri için bir model
oluşturmaktadır. Kişilerin gösterilen modelleri taklit etmemeleriyle,
toplumsal bir değişim ve bütünleşmenin kabul edilme olasılığı da artacaktır
(Becker ve Roberts, 1992:518).
Kitle iletişim araçları gündemi belirlerken, izleyici kitlesinin son
derece pasif kaldığını iddia etmek güçtür. Medya organları, işlemlerinde
özünde bir işletmeye bağlı olmaları, diğer işletmeler gibi, para kazanmak ve
zarar etmemek zorunlulukları bulunduğundan (Yüksel, 2000: 102), kamunun
ilgilerini de göz önünde bulundurmak zorundadır (kamu gündemi). Bunun
için de, kişilerin ilgilendiği konuların tespitinde kamuoyu anketlerinden
yararlanmak yoluna gidilmektedir. Eşik Bekçilerinin de kamunun bir parçası
olduğu dikkate alındığında, onların kendi ilgi ve deneyimlerinden yola
çıkmaları, bir ölçüde de olsa kamunun gündeminin medyaya yansıdığını
düşündürmektedir.
Şekil 1. Gündem Kurma
Konular
Kitle İletişim
Kamunun
Araçlarına Dikkat
Konuları Algılayışı
X1
................................................................................................X1
X2
....................................................................................X2
X3
.................................................X3
X4
.........................................................................X4
X5
.....................................X5
X6
.........................................................................X6
Kaynak: Ayseli Usluata, İletişim, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994; sy. 87.
İzleyici ve medya gündemleri arasındaki bağıntı tüm kamu
gruplarında
veya
kitle
iletişim
araçlarda
aynı
oranlarda
İletişim 2002/16
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
51
gerçekleşmemektedir. Rogers ve Dearin’e göre gündem belirleme sürecinde,
kamu gündemi ile medya gündemi arasında eşik bekçileri veya gazetecilerin
kendi izleyici kitlelerinin ne tür haberlere ilgi duyduklarına ilişkin genel bir
fikre sahip olmalarından dolayı iki yönlü bir bağımlılık ilişkisi vardır ve
böylece medya bazı konularda kamu gündemini belirlerken, izleyiciler de
bazı konularda medya gündemini belirleyebilmektedir. Başka bir deyişle,
kitle iletişim araçları kamunun gündemini her konuda belirleme gücüne
sahip değildir (Atabek, 1998: 170-171). Ancak, her ikisinin de birbiri
üzerinde dengeli bir gündem oluşturamadıklarını görmekteyiz. Bu özellikle,
medyanın ve sahiplerinin diğer parasal işlerinden ve kitle iletişim
araçlarında muhabirinden sahibine kadar hemen bütün çalışanların
kendilerini toplumu yönlendirici, öğretici bir konumda görmelerinden
kaynaklanmaktadır.
Gazete ve televizyon arasındaki gündem kurma farklılığı ise teknolojik niteliklerinden, haber formatlarından, izleyicilerinin bağımlılığından ve
araçların kullanılmasındaki ayrılıklardan ileri gelmektedir.
Kişilerin olayla ilgili olarak daha önceden herhangi bir kaynaktan
bilgilenmemiş olması, alternatif bilgi kaynaklarına sahip olmamaları
(Livingston, 1990:30) kamu gündeminin daha kolay ve çabuk etkilenmesini
sağlamaktadır. Ayrıca konunun nasıl ortaya konulduğu da önem
taşımaktadır. Eğer konu açık-seçik olarak, kahramanlara dayalı bir şekilde
ortaya konuluyorsa, kamu gündemi de o derecede kolay
yönlendirilebilmektedir. Yanlışların ve doğruların belirgin olmadığı,
sonuçları bilinmeyen ve tamamen izleyicinin yorumuna bırakılan konulardan
izleyiciler kaçmaktadır. Burada yönelim gereksinimi de önemli rol
oynamaktadır. Yönelim gereksinimi bireylerin niçin farklı gündem
konularına sahip olduklarını ilgi ve belirsizlik kavramlarını kullanarak
açıklamaya çalışır. Birey büyük bir belirsizlik taşıyan konuyla çok ilgiliyse,
bireyin sözü edilen konu hakkındaki yönelim gereksinimi derecesi yüksek
olmaktadır. Bir konu hakkında yönelim gereksinimi yüksek olan bireyin o
konu ile ilgili olarak kitle iletişim araçlarını izleme miktarı da doğal olarak
artmaktadır (Atabek, 1997: 234).
İletişim 2002/16
Çetin Murat HAZAR
52
McCombs ve Weaver yaptıkları bir araştırmayla (1989), kişilerin
yönelim gereksinmelerindeki yükselme ile siyasal enformasyon elde etme ve
kitle iletişim araçlarının gündem kurma işlevleri arasında olumlu bir ilişki
olduğunu ortaya çıkardılar.
Eğitim düzeyinin yüksekliği, yönelim gereksinimini düşürdüğünden
gündem kurmanın daha düşük gerçekleşmesine neden olabilmektedir.
Ancak, yüksek eğitimli kişilerin kitle iletişim araçlarından daha fazla
yararlandıkları göz önüne alındığında bu ilişki de nötürleşmektedir. Eğitim
düzeyi düşük kişilerde ise, kitle iletişim araçlarına ulaşmak ve kullanmak
daha az gerçekleşmektedir. Ancak, onlarda başvuru kaynaklarının azlığından
dolayı medyanın birincil hatta tek bilgi kaynağı olarak görülmesi sonucunda
medya gündeminden oldukça etkilendikleri ileri sürülebilir.
Şekil 2. Yönelim Gereksinimi
İlgi
Yüksek
1.Yüksek Yönelim
Gereksinimi
Düşük
Yüksek
Tereddüt
Düşük
2.Makul Yönelim
Gereksinimi
3.Düşük Yönelim
Gereksinimi
Kaynak: David H. Weaver, “Political Issues and Voter Need for
Orientation”, Agenda Setting Readings on Media, Public Opinion, and
Policymaking, Ed. By David L. Protess ve Maxwell McCombs, Lawrence
Erlbaum Associates Publishers, New Jersey, 1991, sy. 133.
İletişim 2002/16
53
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
Gündem kurma ile kamu gündemi arasındaki ilişki, kitlelerin geniş
ilgi odağı olan enflasyon ve hayat pahalılığı gibi konularda daha güçlü bir
şekilde görülmektedir. Ancak, karmaşık ve belirsizliğin yüksek olduğu
olaylar da medyaya gündem kurma etkisini oluşturmak için oldukça iyi
fırsatlar yarabilmektedir. (Hawthorne, 1993:81)
Şekil 3. Gündem Kurma Süreci
Olaylar
Meseleler
Gazeteciler
Bireysellik
Gruplar
Davranış
Diğer Gündemler
Kaynak: Donald L. Shaw ve Shannon E. Martin, “The Function of
Mass Media Agenda Setting”, Journalism Quarterly, Vol. 69:4, Kış, 1992,
sy. 919.
Gündem kurma süreci içinde, olaylar doğrudan veya başka kanallarla
meseleler haline dönüşerek gazetecilere ulaşırlar. Olay ve meselelerin kişiler
araksı iletişim yollarıyla gayrı resmi olarak bireylere ulaştığı da
görülmektedir.
İletişim 2002/16
54
Çetin Murat HAZAR
Gazetecilerin eline geçen olay veya meseleler, bireylere iletilir.
Dolaylı olarak bireyler üzerinde etkili olan gruplara da enformasyonun
gazeteler aracılığıyla gönderildiği bilinmektedir. Diğer gündemleri etkileme
özelliğine sahip olan gruplar ise, bunlar kanalıyla veya doğrudan bireyler
üzerinde etkin olabilmektedir. Dolayısıyla da kitle iletişim araçları, gruplar
ve diğer gündemler tarafından doğrudan, kendi karşılaştığı ve dedikodu gibi
kişisel ilişkilerden dolayı da olay ve meselelerden etkilenen kişilerde bir
davranış değişikliği beklenebilir.
Gündem kurmanın en önemli pratiklerinden sayılan kamuoyunun ve
siyaset adamlarının siyasi aktiviteleri öncelikle kitle iletişim araçlarından
gelmektedir. Dünya yüzeyindeki her türlü siyasi karar merciinin bir çok
faaliyetleri medyaya göre hazırlanmakta ve hatta medya tarafından
belirlenmektedir (Turam, 1994:49). McCombs ve Shaw (1976), bir
kampanya sırasında, kitle iletişim araçlarının adaylarının ne söylediklerini
aksettirerek önemli konuları açık bir şekilde belirlediklerini ileri sürerler.
Gündem kurma çalışmalarının çoğu seçim kampanyaları üzerine
gerçekleştirilmiştir. Seçmenlerin konunun önemli olduğuna ikna edilmesiyle,
o alanda başarılı olan adayın şansı artmakta ve parti oya kazanabilmektedir
(McQuail ve Windahl, 1993:92).
1968 Başbakanlık seçim kampanyası sırasında McCombs ve Shaw
kitle iletişim araçları içeriği ile Chapel Hill seçmenlerinin, seçim
kampanyasının anahtar konuları nedir sorusuna verdikleri cevapları
karşılaştırırlar (Yumlu, 1994:96-98). Yöntem olarak, kitle iletişim
araçlarında içerik çözümlemesi, seçmenler için ise mülakat kullanılır. Beş
ayrı bölgeden oluşturulan denekler, ırk, ekonomik düzey ve toplumsal prestij
açılarından topulumu temsil edebilecek şekilde tesadüfi olarak seçilirler.
Kitle iletişim araçları ise, 6 eylül-12 Eylül tarihleri arasında bir içerik
çözümlemesine tabi kılınır ve sonuçlar konulara göre 15 ana kategoriye
ayrılır.
Araştırmanın sonuçlarını göre, her üç adayın da farklı konuları
işlemelerine rağmen, izleyicilerin gündemi, kitle iletişim araçlarından
yansıtılan gündem ile ilişkili bulunmuştur.
İletişim 2002/16
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
55
David Weaver’in 1976 yılında yaptığı araştırmada da, kitle iletişim
araçlarının gerçekliği tüm olarak yansıtmak yerine, onları filtrelize edip
biçimlendirdiği, bazı konular ve bunların yönleri üzerinde durarak
gerçekliğin denetlendiği ortaya çıkmaktadır. Aynı yıl, Mc Combs ve Shaw
Watergate skandalını inceleyerek, aslında basit bir politik skandal olan
olayın, basında yoğun bir şekilde ele alınarak teşhir edilmesi ve televizyonda
Birleşik devletler Senato toplantılarının yayınlanması nedeniyle önemli bir
gündem kurma çalışması olduğunu belirtirler (McQuail ve Windahl,
1993:93).
Gladys ve Lang, yine Watergate skandalından yola çıkarak, gündem
kurma fonksiyonunun, kamu gündeminde yer alması için gerekli olan zaman
süresini incelerler. Kişilerin kendi yakın çevrelerinden dolaysız olarak elde
ettikleri bilgileri alçak eşik olarak değerlendiren yazarlar, bunların daha kısa
bir zaman periyodu içinde kamu gündemini etkilediğini ileri sürmüşlerdir.
Ancak, Watergate gibi yüksek eşik grubuna giren olaylarda, kitle iletişim
araçlarının konunun üzerinde daha fazla durmaları gerekmektedir. Konunun
ayrıntılı olarak incelenmesi de izleyicilere doğruluğu konusunda bir ipucu
verece ve kamu tarafından ciddiye alınacaktır (Yumlu, 1994:100).
1980’lerde iletişimin etkileriyle ilgili araştırma merceği, medyanın
düşünce ve olaylarla kamunun ilgisini belirleme ve adlandırma kabiliyeti
olarak düşünülen Günden Kurma fonksiyonu üzerine odaklaşmaktadır. Son
yıllardaki çalışmalarda tek bir kitle iletişim aracı üzerinde durulmaktadır ve
etkiler bireysel olarak incelenmektedir.
Genel olarak medyanın gündem kurma fonksiyonunun geçerliliğine
işaret eden Oscar Gandy, Gündem İnşa Etme (Agenda-Building) ve Gündem
Kurma Ötesi (Beyond Agenda-Setting) kavramları üzerinde durmaktadır
(Yumlu, 1994:100-101).
Bu yaklaşımda sadece medya gündeminin, kamu gündemini
etkilemesi ele alınmaz. Medya gündemi, kamu gündemi ve siyasal gündem
arasında üçlü bir ilişki kurularak izleyicinin kimler olduğu, yönelim
gereksinim düzeyleri, ele alınan kitle iletişim aracı, medyanın işlevini
İletişim 2002/16
56
Çetin Murat HAZAR
sürdürdüğü siyasal sistem gibi bir çok ara faktör ile iletişim süreci
açıklanmaya çalışılır.
Gündem inşa etme ile, siyaset oluşturmada etkin olan kişilerin
dürtüleri, kaynak ve teknikleri de dikkate alınmaktadır. Güç sahibi olanların
gerek maddi olanaklarından gerekse kitle iletişim araçlarına sahip
olmalarından ileri gelen bir kontrol mekanizmaları vardır. Böylece mutabık
kaldıkları siyasal sistemi yürütmekte ve bu yolda yalnızca bir yol gösterici
olarak enformasyonu kitlelere yaymaktadır.
Gündem kurma yaklaşımına karşı yapılan eleştirilerden en önemlisi,
kavramsal açıdan kamu gündeminin farklı araştırmalarda kişiler arası,
kişinin kendi içinde veya algılanan topluluk gündemi şekillerinde farklı
tanımlanması ve ortaya çıkan kavram kargaşası sırasında buna dayalı olarak
yapılan araştırmaların sonuçlarının da karşılaştırılmasında sorunlar
çıkmasıdır.
Diğer önemli eleştiri, sıradan konuların (özellikle ekonomi ve siyaset
dışında yer alan) bireyler için birebir eşit önem taşımamasıdır. Gündem
kurma yaklaşımı, içerik analizi ve anket gibi birbirinden değişik iki ayrı
yöntemi uyguladığından, ancak konuların önem sıralaması üzerinde
durmaktadır. Bu önem sıralamasında da, bireysel düşünce ve tavırlardan
kaynaklanan farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Gelir ve eğitimden, gündem
kurma fonksiyonundan bağımsız olarak, bireylerin kendi dünyalarında zaten
konuların bir önem sınıflandırması bulunmaktadır. Kimisi için spor başat
öğe konumundayken, kimisi sosyal konulara veya problemlerinden ötürü
sağlık konularına önem vermektedir.
Gündem kurmanın kitle iletişim araçlarından (toplumu yönlendiren
seçkinler vb.) kamuya doğru mu yoksa, kamudan (toplumu oluşturan
bireyler ve onların ihtiyaçları vb.) kitle iletişim araçlarına doğru olduğu
konusunda tartışmalar halen mevcuttur (McQuail ve Windahl, 1993:93-94).
Çalışmaları sadece toplumsal perspektifden yapmak ve izleyicileri
homojen bir grup olarak ele almak yanıltıcı sonuçlar verebilmektedir.
Örneğin, seçimlerle ilgili gündem kurma araştırmalarında, seçmenlerin
kararlarındaki bireysel farklılıklar ve kitle iletişim araçlarına bağımlılıkları
İletişim 2002/16
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
57
dikkate alınmamaktadır. Daha az içeriğe sahip olmasına rağmen kişisel
ilişkilerin bazı psikolojik üstünlüklerinden dolayı gündemi oluşturmada kitle
iletişim araçlarından daha fazla etkili olabileceği (Güz, 1996: 987) de göz
önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, toplumu yönlendiren medyanın örgütsel
yapısı, profesyonelleşme düzeyi, mülkiyet ve diğer toplumsal, siyasal
örgütlerle ilişkileri gibi konulara değinilmektedir (Fejes, 1994:265)
Steeves, Tuchman’ın gündem kurma çalışmalarının, medyada
kadınların sorunlarına ayrılan mekan ya da zaman ile izleyicileri ne ölçüde
ilgilendirdiğini saptamada başarılı olamadığını belirttiğine değinmektedir.
Ancak, bu yaklaşımın dışında pek az Amerikan ampirik çalışmasının
yetişkin kadınların medyayı kullanımını incelediğini de itiraf etmekten geri
durmamaktadır (Steeves, 1994:121-122)
Gündem kurma yaklaşımının bir diğer zayıf noktası, kitle iletişim
araçlarınca belirlenen gündemin ne kadar zaman içinde kamu gündemini
etkilediği ve bu korelasyonun en üst düzeye ne zaman varacağı sorularıdır.
Bu soruların cevapları halen tam olarak verilememektedir (Yumlu,
1994:100). Ancak, Konunun bilinirliği, medyanın işleyiş sıklığı ve
büyüklüğü, konunun ilginçliği, izleyiciyle ilişkili olması, gibi unsurlar
zaman çerçevesini daraltabilmektedir.
Kimi eleştirel araştırmacılar gündem koyma modelinin medya/kitle
iletişim araçları etkilerinin incelenmesinde sınırlı da olsa ümit verici bir
yaklaşım olduğunu belirtirler (Güz, 1996: 986). Yine Eleştirel
araştırmacılardan Fejes, gündem kurma çalışmalarının sadece gündeme
yoğun bir şekilde alınan konular etrafında değil, alınmayan veya arka
sayfalarda küçük puntolarla geçiştirilen konular bazında da değerlendirilmesi
gerektiğini iler sürmektedir. Bu modelin, medyanın sergilediği fiili sembolik
gerçeklikler hakkında çok az şey söylediğini, yaratılan kültürel anlamların
özgül içerikleri ve küçük ayrıntıları karşısında duyarsız kaldığını
belirtmektedir (Fejes, 1994:259).
İletişim 2002/16
Çetin Murat HAZAR
58
Medyaya dair bir etkiler modelini ebedileştiren (Hardt, 1994:38)
gündem kurma, izleyicilerin medya tarafından yaratılan sembolik evreni
kabullenme tarzını göstermesi (Fejes, 1994:259) açısından önemlidir.
Bir Alan Araştırması
Gündem kurmanın etkilerini ortaya çıkarabilmek amacıyla, 2002
seçimleri öncesinde, 31 Ağustos 2002-21 Eylül 2002 tarihleri arasında
Ankara’nın Çankaya ve Mamak ilçelerinde bir anket çalışması yapılmıştır.
1200 kişilik olarak tespit edilen örneklem kümesi, eğitim ve gelir düzeyi
farklılıkları dikkate alınarak, 600 kişi görece daha eğitimlilerin ve maddi
durumları iyi olanların ikamet ettiği Çankaya’dan, 600 kişi ise daha az
eğitim ve gelir durumuna sahip Mamak Bölgesinden oluşturulmuştur.
Yapılan anket çerçevesinde, deneklere “Son Zamanlarda Deneklerin
Kendileriyle İlgili Olarak En Çok Hangi Konuyu Konuştuğu/Aklından
Geçirdiği”, “Son Zamanlarda Deneklerin Türkiye İle İlgili Olarak En
Çok Hangi Konuyu Konuştuğu/Aklından Geçirdiği”, “Son Zamanlarda
Kitle İletişim Araçlarının En Çok Üzerinde Durduğu Konu”, “Bugün
Türkiye’nin En Önemli Konusu” soruları sorulmuştur.
Sosyo-Ekonomik ve Demografik Özellikler
•
Genel örneklem kümesi içindeki deneklerin,
•
Yaş: % 20.3’ünün 18-25, % 31.8’inin 26-35, % 26.3’ünün 36-45,
% 15.2’sinin 46-55 yaş arasında olduğu ve % 6.6’sının ise 56 yaş
ve üstü gruba girdiği,
•
Cinsiyet: % 59.8’inin Bay, % 40.2’sinin de Bayan olduğu,
•
Eğitim: Okur-Yazar olmayanların % 2.3, İlkokul mezunlarının
% 15.3, Ortaokul mezunu olanların % 17.6, Lise mezunu olanların
% 35.5, Üniversite mezunu olanların % 25.8, Yüksek Lisansı
tamamlayanların % 3.2 ve Doktorasını tamamlayanların % 0.5
oranında ağırlık kazandığı
İletişim 2002/16
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
59
•
Ankara’ya Gelinen Yer: % 19.5’inin Köy, % 6.1’inin Büyük
Kasaba, % 15.7’sinin İlçe, % 8.2’sinin Büyük İlçe, % 21.8’inin
Şehir ve % 19.7’sinin Büyükşehir mahreçli olduğu,
•
Oturulan Evin Oda Sayısı: % 0.3’ünün Bir, % 3.3’ünün Bir+Bir,
% 28.6’sının İki+Bir, % 48.7’sinin Üç+Bir, % 16.2’sinin
Dört+Bir, % 1.8’inin Dört+İki, % 0.8’inin Beş+Bir, % 0.3’ünün
Beş+İki ve % 0.1’inin Altı+Bir odalı evlerde ikamet ettiği,
•
Meslek: % 14.2’sinin Memur, % 12.9’unun İşçi, % 15.6’sının
Esnaf, % 1.3’ünün Köylü, % 2.1’inin Ticaret Erbabı, % 21.8’inin
Serbest Meslek, % 10.3’ünün Ev Kadını, % 9’unun Emekli,
% 5.8’inin İşsiz ve % 7.1’inin Diğer şeklinde sıralandığı,
•
Birlikte Yaşadıkları Ailelerinin Toplam Aylık Kazancı:
% 11.3’ünün 150-250 Milyon TL, % 21.3’ünün 251-400 Milyon
TL, % 14’ünün 401-600 Milyon TL, % 11.3’ünün 601-800 Milyon
TL, % 11.3’ünün 801 Milyon-1 Milyar TL, % 17.8’inin 1 Milyar 1
Milyon-2 Milyar TL, % 10.9’unun 2 Milyar 1 Milyon-3 Milyar
TL, % 1.8’inin 3 Milyar 1 Milyon-4 Milyar 500 Milyon TL ve %
0.4’ünün 4 Milyar 501 Milyon TL ve üstü olduğu görülmektedir.
Gündem Kurma Bulguları
Araştırmanın yapıldığı tarihlerdeki (31 Ağustos 2002-21 Eylül 2002)
konjonktür dikkate alındığında, DSP, MHP ve ANAP partilerinden oluşan
hükümetin artık sonuna geldiği, seçim kararı alındığı, hükümeti oluşturan
partiler arasında çatışmanın yoğunlaştığı, DSP’nin bölündüğü, atamalar ve
ana planlar üzerinde bile uzlaşılamadığı, Başbakanın rahatsız olduğu,
ekonominin büyük bir kriz içinde olduğu, işten çıkarmaların iflasların son
derece arttığı bir dönem ortaya çıkmaktadır.
Bu yapı içinde deneklere son zamanlarda kendileriyle ilgili olarak en
çok hangi konuyu konuştukları / akıllarından geçirdikleri sorulduğunda,
İletişim 2002/16
Çetin Murat HAZAR
60
% 33.4’ü ekonomik konular, % 17.8’i ülkenin ekonomik durumu, %
14.7’si aile durumu, % 10.3’ü kişisel başarı ve % 9.5’i duygusal konular
seçeneklerini işaretlemişlerdir.
Tablo 1. Son Zamanlarda Deneklerin Kendileriyle İlgili Olarak En
Çok Hangi Konuyu Konuştuğu/Aklından Geçirdiği
Duygusal konular
Ekonomik konular
Kişisel başarı
Aile durumu
Siyaset
Ülkenin durumu
Dış politika
Kültürel/sosyal konular
Spor
Diğer
Hiçbir konu
Toplam
Yüzde
9,5
Geçerli
Yüzde
9,5
Artan
Birikimli
Yüzde
9,5
401
33,4
33,4
42,9
124
10,3
10,3
53,3
69
5,8
5,8
73,7
214
17,8
17,8
91,5
7
,6
,6
92,1
46
3,8
3,8
95,9
14
1,2
1,2
98,8
14
1,2
1,2
100,0
1200
100,0
100,0
Denek
Sayısı
114
176
21
14,7
1,8
14,7
1,8
67,9
97,7
Eğitim ve gelir durumunun yüksekliğine göre, bireylerin kendi kişisel
başarıları hakkında daha fazla söz sahibi oldukları hatta kişisel başarının
ekonomik konuları geride bıraktığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
Aynı soruyla ilgili olarak yaşanılan yer söz konusu olduğunda,
Çankaya’da meskun deneklerin daha çok kişisel ve ailevi konuları
konuştukları, Mamak’ta yaşayanların ise ülkeyle ilgili makro konular
üzerinde durdukları görülmektedir.
Toplam aylık gelirlere bakıldığında, gelir düştükçe ekonomik
konuların daha fazla ele alındığı, ülkenin durumuyla ilgili konuların ise
gelirin azalmasıyla birlikte artan bir trend izlediği görülmektedir. Gelir
1 milyar TL’nin üstüne çıktığında daha çok kişisel başarı ve aile durumu
devreye girmektedir.
İletişim 2002/16
61
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
Son zamanlarda deneklerin kendileriyle ilgili olarak en çok hangi
konuyu konuştuğu/aklından geçirdiği konusunda Pearson Ki-kare
katsayısına göre eğitim durumu 0.000, yaşanılan yer 0.000 ve birlikte
yaşanan ailenin toplam aylık kazancı 0.000 verileri nedeniyle beklenen
değerlerle gözlenen değerler arasında bütün kategorilerde bir farklılık
oluşmakta, böylece ortaya konulan değişkenler arasında % 95 güvenilirlik
açısından anlamlı bir ilişki ortaya çıkmaktadır (gözlenen değerler <0.05).
Yaşanılan yer varyans analizine (ANOVA-Analysis of Variance) tabi
tutulduğunda ise, Çankaya ve Mamak grupları, son zamanlarda deneklerin
kendileriyle ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştuğu/aklından geçirdiği
açısından anlamlı bir farklılık belirtilememektedir (0.110>0.05).
Türkiye ile ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştukları/akılların
geçirdikleri sorulduğunda ise, % 47.4 ekonomik sıkıntılar ve % 34.9 siyasi
sıkıntılar büyük bir ağırlıkta ön plana çıkmaktadır.
Tablo 2. Son Zamanlarda Deneklerin Türkiye İle İlgili Olarak En
Çok Hangi Konuyu Konuştuğu/Aklından Geçirdiği
Ekonomik sıkıntılar
Siyasi sıkıntılar
Kültürel/sosyal sıkıntılar
Terör
Spor
Dış Politika
Magazin
Diğer
Hiçbir konuyu
Toplam
Yüzde
47,4
Geçerli
Yüzde
47,4
Artan
Birikimli
Yüzde
47,4
419
34,9
34,9
82,3
81
6,8
6,8
89,1
8
,7
,7
89,8
Denek
Sayısı
569
56
4,7
4,7
13
1,1
1,1
95,5
24
2,0
2,0
97,5
13
1,1
1,1
98,6
17
1,4
1,4
100,0
1200
100,0
100,0
94,4
Deneklere Türkiye ile ilgili olarak verdikleri cevapların eğitim
skalasıyla çaprazlanmasından, lise ve daha alt eğitim kategorisinde olanların
ekonomik sıkıntıları ön plana geçirirlerken, üniversite ve daha yüksek
eğitimli olan kişilerin siyasi sıkıntılara daha çok değindikleri görülmektedir.
İletişim 2002/16
62
Çetin Murat HAZAR
Yaşanılan yer skalasına göre genel popülasyon içinde, Çankaya’da
yaşayan denekler ağırlığı daha çok siyasi sıkıntılara (% 21.6’ya karşılık %
18.8), Mamak’ta yerleşik bulunanlar ise ekonomik sıkıntılara (% 28.6’ya
karşılık % 13.3) vermektedir.
Birlikte yaşanan ailenin toplam aylık kazancına göre, son zamanlarda
deneklerin Türkiye ile ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştuğu/aklından
geçirdiği sorusu değerlendirildiğinde, 1 milyarın altında seyreden gelirlerde
daha çok ekonomik sıkıntıların, 1 milyarın üstünde ise siyasi sıkıntıların ön
plana çıktığı görülmektedir.
Son zamanlarda deneklerin Türkiye ile ilgili olarak en çok hangi
konuyu konuştuğu/aklından geçirdiği konusunda Pearson Ki-kare
katsayısına göre eğitim durumu 0.000, yaşanılan yer 0.000 ve birlikte
yaşanan ailenin toplam aylık kazancı 0.000 verileri nedeniyle beklenen
değerlerle gözlenen değerler arasında oturulan evin oda sayısı dışında bütün
kategorilerde bir farklılık oluşmakta, böylece ortaya konulan değişkenler
arasında % 95 güvenilirlik açısından anlamlı bir ilişki görülebilmektedir
(gözlenen değerler<0.05). Yaşanılan yer varyans analizine tabi tutulduğunda
ise, Çankaya ve Mamak grupları, son zamanlarda deneklerin Türkiye ile
ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştuğu/aklından geçirdiği açısından
anlamlı bir farklılık göze çarpmaktadır (0.008<0.05).
Deneklerin, kitle iletişim araçlarının gündemleri konusunda ne
düşündüklerinin irdelenmesi amacıyla, son zamanlarda kitle iletişim
araçlarının en çok üzerinde durduğu konu sorulduğunda, büyük bir ağırlığı
teşkil eden % 61.8’i siyasi sıkıntıları öne çıkarırken, % 30.5’i ekonomik
sıkıntılar cevabını vermiştir.
İletişim 2002/16
63
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
Tablo 3. Son Zamanlarda Kitle İletişim Araçlarının En Çok Üzerinde
Durduğu Konu
Ekonomik sıkıntılar
Siyasi sıkıntılar
Kültürel/sosyal sıkıntılar
Spor
Dış Politika
Magazin
Diğer
Fikri yok
Toplam
Yüzde
30,5
Geçerli
Yüzde
30,5
Artan
Birikimli
Yüzde
30,5
741
61,8
61,8
92,3
12
1,0
1,0
93,3
27
2,3
2,3
95,5
4
,3
,3
95,8
27
2,3
2,3
98,1
1
,1
,1
98,2
22
1,8
1,8
100,0
1200
100,0
100,0
Denek
Sayısı
366
Son zamanlarda kitle iletişim araçlarının en çok üzerinde durdukları
konular sorulunca, gerçeğe uygun olarak okur-yazar olmayan deneklerin
dışındaki bütün eğitim kategorileri daha çok siyasi sıkıntılar üzerinde
durmuşlardır.
Okur-yazar olmayan denek kitlesinin ise, gerek okuma-yazma
bilmemelerinden gerekse ekonomik olarak diğerlerinden daha zorlu bir
yaşamları olduğundan % 1.2’ye % 0.8 oranında medya organlarının daha
çok ekonomik sıkıntıları işlediğini ileri sürmüşlerdir.
Medya organlarının yayınlarının algılanması konusu ele alındığında,
düşük ekonomik geliri olan kişilerin daha yoğun olarak yaşadığı Mamak
ilçesinde, iletişim araçlarının ekonomik sıkıntılara verdiği yer Çankaya
bölgesine oranla neredeyse iki kat fazla çıkmaktadır (% 19.8’e % 10.7).
Aradaki fark siyasi sıkıntılar söz konusu olunca Çankaya bölgesine
kaymaktadır (% 35’e % 26.8).
Birlikte yaşanan ailenin toplam aylık kazancına göre, deneklerin
medyanın son zamanlarda üzerinde en çok durduğu konuyla ilgili görüşleri
değerlendirildiğinde ekonomik durum ile bireylerin medyadan aldıkları veya
algıladıkları konuların farklılaştığı ortaya çıkmaktadır.
Düşük ekonomik göstergeler için ekonomik sıkıntılar siyasi sıkıntılara
yaklaşmakta, ancak yüksek ekonomik gücü olanlarda ise bu makas
genişlemektedir.
İletişim 2002/16
Çetin Murat HAZAR
64
Son zamanlarda kitle iletişim araçlarının en çok üzerinde durduğu
konu konusunda Pearson Ki-kare katsayısına göre eğitim durumu 0.000,
yaşanılan yer 0.000 ve birlikte yaşanan ailenin toplam aylık kazancı 0.000
verileri nedeniyle beklenen değerlerle gözlenen değerler arasında bütün
kategorilerde bir farklılık oluşmakta, böylece ortaya konulan değişkenler
arasında % 95 güvenilirlik açısından anlamlı bir ilişki görülebilmektedir
(gözlenen değerler < 0.05). Yaşanılan yer varyans analizine tabi
tutulduğunda ise, Çankaya ve Mamak grupları, son zamanlarda kitle iletişim
araçlarının en çok üzerinde durduğu konu açısından anlamlı bir farklılığı
bünyesinde taşımaktadır (0.010<0.05).
Bugün Türkiye’nin en önemli konusu olarak deneklerin % 56.7’si
siyasi sıkıntıları, % 38.9’u ise ekonomik sıkıntıları görmektedir. Bu iki
şıkkın % 95.6 gibi ezici bir rakama varması, bir ölçüde birinin diğerinden
kaynaklandığı savlarından ileri geldiği gibi, anketin yapıldığı tarihlerdeki
konjonktür belirleyicidir.
Tablo 4. Bugün Türkiye’nin En Önemli Konusu
Ekonomik sıkıntılar
Siyasi sıkıntılar
Kültürel/sosyal sıkıntılar
Terör
Spor
Dış Politika
Diğer
Önemli bir konu yok
Fikri yok
Toplam
Yüzde
38,9
Geçerli
Yüzde
38,9
Artan
Birikimli
Yüzde
38,9
680
56,7
56,7
95,6
28
2,3
2,3
97,9
2
,2
,2
98,1
8
,7
,7
98,8
9
,8
,8
99,5
2
,2
,2
99,7
1
,1
,1
99,8
3
,3
,3
100,0
1200
100,0
100,0
Denek
Sayısı
467
Bugün Türkiye’nin en önemli konusu sorulduğunda, eğitim
durumunun yüksekliğine göre ekonomik sıkıntılardan siyasi sıkıntılara doğru
geçildiği ortaya çıkmaktadır.
İletişim 2002/16
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
65
Deneklerin yaşadıkları yere göre bugün Türkiye’nin en önemli konusu
değerlendirildiğinde, Çankaya ve Mamak bölgesinde farklı sonuçlar ortaya
çıkmaktadır. Çankaya’da ikamet edenler, siyasi sıkıntılara (% 31.7),
ekonomik sıkıntılara (% 16.2) oranla neredeyse iki katına yakın bir oranda
daha fazla önem verirken, Mamak’ta ekonomik sıkıntılar (% 25’e % 22.8) ön
plana geçmektedir. Aynı şekilde kültürel ve sosyal sıkıntılarda Çankaya
bölgesi, sporda ise Mamak bölgesi daha ağırlıklı görünmektedir.
Gelir
durumuna
göre
Türkiye’nin
en
önemli
konusu
sınıflandırıldığında, en alt kategoriyi temsil eden 150-250 milyon aralığında
bir gelire sahip olanların en önemli konu olarak ekonomik sıkıntıları
gösterdikleri, diğer kategorilerin ise artan gelirlerine oranla daha çok siyasi
sıkıntıları seçtikleri görülmektedir.
Bugün Türkiye’nin en önemli konusu bağlamında Pearson Ki-kare
katsayısına göre eğitim durumu 0.000, yaşanılan yer 0.000 ve birlikte
yaşanan ailenin toplam aylık kazancı 0.000 verileri nedeniyle beklenen
değerlerle gözlenen değerler arasında bütün kategorilerde bir farklılık
oluşmakta, böylece ortaya konulan değişkenler arasında % 95 güvenilirlik
açısından anlamlı bir ilişki görülebilmektedir (gözlenen değerler < 0.05).
Yaşanılan yer varyans analizine tabi tutulduğunda ise, Çankaya ve Mamak
grupları, bugün Türkiye’nin en önemli konusu açısından az bir farkla
güvenilir anlamlı bir farklılık göstermemektedir (0.059>0.05).
Sonuç
Gündem kurma etkisinin belirginleşmesi önemli ölçüde konjonktürel
yapıya bağlı olabilmektedir. Yaklaşımla ilgili yapılan araştırmanın, son
derecede zorlu ekonomik ve siyasi zorlukların olduğu, seçim kararının
alındığı ve iktidarın büyük partisinin yarı yarıya bölündüğü bir zamanda
yapılması etkinin artmasına sebep olmuştur. İnsanların ileri derecedeki
belirsizlik ortamlarında, medyaya ve onun iletilerine daha fazla ilgi
gösterdikleri gerçektir.
İletişim 2002/16
66
Çetin Murat HAZAR
Araştırma kapsamında sorulan 4 soruda eğitim durumu, yaşanılan yer
ve gelir durumu önemli bir farklılık yaratmaktadır. Bunun istisnası sadece
medyanın gündemini algılamak konusunda Pearson katsayısı ve ANOVA’ya
bile yansımayacak oranda (sıralama aynı olmasına rağmen, oranlarda ufak
farklılıklar) ortaya çıkmaktadır.
Yine de, anketin yapıldığı dönem içinde medyanın çok büyük oranda
siyasal haberlere yer verdiği göz önüne alındığında, ekonomik gelir
açısından daha iyi durumda ve daha eğitimli olan denekler için medyanın
gündem kurma işlevinin daha fazla geçerlilik kazandığı görülmektedir.
Burada elde edilen sonuç önceki iki soruyla (“Son zamanlarda
kendinizle ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştunuz/aklınızdan
geçirdiniz?” ve “Son zamanlarda Türkiye ile ilgili olarak en çok hangi
konuyu konuştunuz/aklınızdan geçirdiniz?”) karşılaştırıldığında, deneklerin
gerek kendi yaşamlarında gerekse Türkiye ile ilgili olarak, ekonomik
sıkıntılara öncelik verdikleri ancak kitle iletişim araçlarında bunu pek
göremedikleri de ortaya çıkmaktadır.
Son soruyla (Bugün Türkiye’nin en önemli konusu), üçüncü sorunun
(Son Zamanlarda Kitle İletişim Araçlarının En Çok Üzerinde Durduğu
Konu) karşılaştırılması ise bize, medyanın gündem kurma etkisinin
araştırmanın yapıldığı tarihlerde ne derecede etkin olduğunu ortaya
koymaktadır. Her iki sorunun cevaplarında da siyasi gündem ekonomik
gündemden daha revaçtadır.
Denekler, bugün Türkiye’nin en önemli sorunu olarak sırasıyla siyasi
sorunları, ekonomik sorunları, kültürel/sosyal sıkıntıları, dış politikayı, sporu
ve terörü görmektedirler.
Medyanın ise yine sırasıyla siyasi konuları, ekonomik konuları, sporu,
magazini, kültürel/sosyal sıkıntıları ve son olarak dış politikayı daha çok
işlediği kanaatindedirler.
Ülkenin büyük ekonomik sıkıntılar içinde bulunduğu ve seçim
atmosferinin olduğu bir dönemde, hem medyanın hem de izleyicilerin siyasi
sıkıntıların daha önemli olduğu konusunda benzer sonuçlar vermeleri
İletişim 2002/16
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
67
gündem kurma etkisini ortaya koyarken, başat öğeler olan siyaset ve
ekonomi dışında yer alan konuların farklılık arz etmesi, bu etkinin mutlak
olmadığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Kaynaklar
Agee, Warren K., P. H. Ault ve E. Emery (1991). Introduction to
Mass Communication. New York: HarperColllins Publishers.
Atabek, Necdet (1997). “Gündem Belirleme Araştırmaları”. İletişim
Fakültesi Dergisi İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, sayı V, sy. 223247.
Atabek, Necdet (1998). “Gündem Belirleme Yaklaşımı”. İletişim
Fakültesi Dergisi İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, sayı VII, sy.
155-174
Becker, Samuel L. ve Chirchill L. Roberts (1992). Discovering Mass
Communication. New York: Harper Collins.
Erdoğan, İrfan ve Korkmaz Alemdar (1990). İletişim ve Toplum.
Ankara: Bilgi Yayınları.
Fejes, Fred (1994). “Eleştirel Kitle İletişimi Araştırması ve Medya
Etkileri: Yokolan izleyici Sorunu”. Çev. Mehmet Küçük. Medya İktidar
İdeoloji. Ankara: Ark Yayınları, 251-269.
Güz, Nurettin (1996). “Türk Basınında Gündem Oluşturma”. Yeni
Türkiye Medya Özel Sayısı II. Sayı 12. Ankara, 982-997.
Hardt, Hanno (1994). “Eleştirelin Geri Dönüşü ve Radikal
Muhalefetin Meydan Okuyuşu: Eleştirel Teori, Kültürel Çalışmalar ve
Amerikan Kitle İletişimi Araştırması”. Çev. Mehmet Küçük. Medya İktidar
İdeoloji. Ankara Ark Yayınları, 1-55.
Hawthorne, Michael R. (1993). “The Media, Economic Development
and Agenda Setting”. Media and Public Policy. Der. Robert J. Spitzer.
USA: Praeger, 81-99.
İnceoğlu, Metin (1993). Tutum, Algı, İletişim. Ankara: V Yayınları.
İletişim 2002/16
Çetin Murat HAZAR
68
Livingston, Sonia M. (1990). Making Sence of Television. Great
Britain: Pergamon Press.
Mc Combs, Maxwell ve Donald Shaw (1994). “Kitle İletişim
Araçlarının Gündem Oluşturma İşlevi”. Çev. Abdülrezak Altun. İletişim
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi. Sayı 1-2, sy. 259-270.
McQuail, Denis ve Sven Windahl (1993). İletişim Modelleri. Çev.
Mehmet Küçükkurt. Ankara: İmaj Yayınları.
Shaw, Donald L. ve Shannon E. Martin (1992). “The Function ofMass
Media Agenda Setting”. Journalism Quaterly, 69, 4: 902-920.
Steeves, H. Leslie (1994). “Feminist Teoriler ve Medya Çalışmaları”. Çev.
Mehmet Küçük. Medya İktidar İdeoloji. Ankara: Ark Yayınları, 105-168.
Turam, Emir (1994). Medyanın Siyasi Hayata Etkileri. İstanbul:
İrfan Yayıncılık.
Usluata, Ayseli (1994). İletişim. İstanbul: İletişim Yayınları.
Weaver, David H. (1991). “Political Issues and Voter Need for
Orientation”. Agenda Setting Readings on Media, Public Opinion, and
Policymaking. Ed. David L. Protess ve Maxwell McCombs. New Jersey:
Lawrence Erlbaum Associates Publishers, 131-139.
Yumlu, Konca (1994). Kitle İletişim Kuram ve Araştırmaları.
İzmir.
Yüksel, Ahmet Haluk (1994). İkna Edici İletişim. Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Yüksel, Erkan (2000). “Medyanın Gücü ve Gündem Belirleme
Araştırmaları”. Medya ve Kültür. 1. Ulusal İletişim Sempozyumu
Bildirileri 3-5 Mayıs 2000. Ankara: G.Ü. İletişim Fakültesi Basımevi. 97122.
İletişim 2002/16
Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma
69
Özet
Kitle iletişim çalışmalarındaki sosyolojik modeller arasında en temel
etki modellerinden biri olan Gündem Kurma’ya göre, medya, bize neyi
düşüneceğimizden çok ne hakkında düşüneceğimizi empoze etmektedir.
2002 seçimleri öncesinde, Ankara’da ikamet eden 1200 kişi üzerinde
gerçekleştirilen araştırmanın da gösterdiği gibi medyanın gündem kurma
fonksiyonu, mutlak olmamakla, bireysel özelliklere ve ilgilere göre
değişebilmekle birlikte belirgin olarak ortaya çıkmaktadır.
Abstract
Agenda setting has been taken one of the basic models of effects
among the sociological models in mass communication studies; according
to the agenda setting media emposes to us what we have to think about
something more than what we have to think.
Before the Election of 2002, it has been realised that the function of
agenda setting of media is not absoloute but it appears clearly and it can
differantiate according to the individual peculiarity and interests as shown in
this study which is based on a research 1200 people living in Ankara.
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
Umut Tümay ARSLAN*
“Edebiyat, haber KALAN haberdir.”1 Pound’un bu sözü haber
hakkında ne söylemektedir? Eğer edebiyat, haber kalan haber ise, haber
haber kalmayan haberdir ya da haber haber kalamaz. Ki bu, hakim
habercilik anlayışını eleştiren yaklaşımlarda ifadesini bulan tesbitleri özetler
nitelikte bir cümledir. Dikkat edilecek olursa, burada iki farklı haber tanımı
yapıyoruz: haber ve haber. Birincisi, bizim bugün haber dediğimiz, hakim
habercilik anlayışının haber tanımı, ikincisi ise yenilik ve bilgi içeren, bu
özelliğiyle de haber kalan haber.
Pound’un sözünde kurulan edebiyat-haber ilişkisi, İngilizce’de
görünen ama Türkçe’de görünmeyen bir ilişkiye dayanmaktadır: new-news.
Pound, her zaman haber kalanın ya da yeni kalan ve bilgi verenin edebiyat
olduğunu söylerken, yeniyi “şeyleri” daha önce olmayan bir tarzda biraraya
getirme olarak tanımlamaktadır (Bidart, 2002).2 Böylece haber kalan
haber’le neyin ifade edildiğini şöyle sıralayabiliriz: Zamana direnmek, hem
bir miras hem de yeni olmak, her zaman yeni olmak-yeni kalmak, hem
içinden çıktığı anda hem de tüm tarihsel anlarda insanın varoluşuna dair
sorunlardan haber vermek, “şeyleri” farklı şekillerde biraraya getirerek
dünyayı hakim olandan başka türlü anlamlandırmak gibi.3 Aşağıda bu
(*)
1
2
3
A.Ü İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü Araştırma Görevlisi
“Literature is news that STAYS news.” Ezra Pound.
“Basın, İdeoloji ve İktidar” adlı doktora dersinde, bizleri bu sözden “haberdar” eden ve bu sözü
aşağıda aktaracağım tartışma çerçevesi içine oturtmamı sağlayan Doç. Dr. Ayşe İnal’a çok teşekkür
ederim.
Pound’un edebiyatı “yeni” yapmaktan kastı, Einsenstein’ın filmin en temel unsurunun montaj
olduğunu söylemesine benzer bir şekilde, imgelerin biraraya getiriliş tarzının “yeni” olmasıdır
(Bidart, 2002).
Pound’un sözü kimi zaman bir sanatçının yapıtlarının hala “yeni” olduğunu söylemek için, kimi
zaman edebiyatın insan ruhundan, ölümden, sevgiden vs.den haber verdiğini vurgulamak için, kimi
İletişim 2002/16
Umut Tümay ARSLAN
72
çağrışımları akılda tutarak, haberin neden haber kalamadığını tartışmaya
çalışacağım. Dolayısıyla Pound’un sözünün, haberle haber kalan haber
arasındaki farklılık eksenine oturduğu tesbitinden yola çıkacağım ve bu
sözü, habere eleştirel bir yaklaşım içinden okuyacağım.
I.
Pound’un sözünde edebiyatın, -hakim haber anlayışı içinde
düşünürsek- bir imkansızlık tanımı olduğunu söylemekle başlayayım. Şöyle
ki, hakim haber anlayışının içinde haber kalan haber YOKTUR; çünkü
haber, tümüyle zamansal bir “yeni bilgi” olarak tarif edilmektedir. Yani
dünkü haberler bugün haber değildir. Haber kalan haberin hakim habercilik
anlayışı içindeki bu imkansızlık durumunu, Zizek’in (2001:168) semptom
yapısı için söyledikleriyle daha iyi açıklayabiliriz: haberin evrensel
tanımının dışlama noktası ya da imkansızlık noktası haber kalan haberdir.
Eğer haber tanımı bu noktada da geçerli olsaydı, yani hakim haber anlayışı
içinde haber kalan haber mümkün olsaydı, zaten mevcut haber tanımı
çökerdi.4 Bununla ilişkili olarak, bu söz, haber kalan haberin varlığından söz
ederek (edebiyat), farklı bir haber anlayışı içinden konuşmaktadır. Pound,
“yeni yapmaktan” söz etmektedir ve yeninin, şeylerin daha önce olmadıkları
bir tarzda biraraya getirilişi olduğunu vurgulayarak zamansal sınırlamaları
aşan bir yenilik ve bilgi tanımı yapmaktadır. Böylece haber kalan haber
mümkün bir şey haline gelmektedir.
Öyleyse iki temel tartışma sorusu açığa çıkmaktadır: Hakim haber
anlayışı, nasıl oluyor da haber kalan haberi imkansızlık olarak dışlıyor? ve
4
zamansa insanın travmalarla, trajedilerle başetmesinde edebiyatın rolünü ifade etmek için
kullanılmaktadır. Bkz. http://www.themodernword.com/whats_new.html.25.01.2002;
http://www.citylights.com/poetrynews.html.25.01.2002;
http://www.newsun.com/newsbriefnew2.html. 26.01.2002.
Zizek semptom yapısı için şunu söylüyor: “Evrensel bir yapılandırıcı ilkeyle karşılaşıldığında, her
zaman otomatik biçimde, -tam da ilkesel olarak- bu ilkeyi olası bütün unsurlara uygulamanın
mümkün olduğu; ilkenin ampirik olarak gerçekleşmemesinin, sadece olumsal koşullarla ilgili bir
mesele olduğu varsayılır. Gelgelelim bir semptom...istisna olarak, yani evrensel ilkenin askıya
alındığı nokta olarak kalmak zorunda olan bir noktadır. Evrensel ilke bu nokta için de geçerli olsaydı
evrensel sistemin kendisi çökerdi” (2001:168).
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
73
neden hakim haber anlayışı içinde üretilen haberler aslında yeni bilgi
içermiyor? 5
Haber Üretim Süreci
Haber üretim süreci, bu soruların ilk yanıtıdır. Tuchman’a göre,
düşünsellik ve dizinimsellik, “haberin ve haber üretiminin kamusal
karakterinin” bileşenleridir (İnal,1994:167). Burada düşünsellik kavramı,
önermelerin her zaman karakterize ettikleri gerçeklik içine gömülü olmasını,
dizinimsellik kavramı ise, sosyal aktörlerin bu önermeleri üretildikleri
bağlamdan ayırarak anlam üretmelerini karşılamaktadır (İnal, 1994:167).
Öyleyse öncelikle, haberde karşımıza çıkan kavramların gerçekliğin belirli
bir tür inşasının içinden çıktıklarını; ikinci olaraksa, bu kavramların
üretildikleri bağlamın haberde görünür olmamasının, onların “doğal” ve
“verili” olarak kabul edilmesiyle ilişkili olduğunu söylemeliyiz. Dolayısıyla,
haber değeri ya da haber, olayların, “yaradılıştan” sahip oldukları birşey
değil, haber üretim sürecinin rutin pratikleriyle ilişkilidir. Bu bir seçme ve
düzenleme işidir (Hall vd., 1988:335). Tuchman (1978), haber üretim
sürecinde zamanın ve mekanın düzenlenmesinin, haber değerini oluşturan ve
karakterize eden temel belirleyiciler olduğunu; bu düzenlenme işleminin
zamana ve mekana dayalı sınırlılıklara karşı geliştirilmesinin sonucu olarak
haber tipolojilerinin ortaya çıkarıldığını ifade eder. Ona göre, bu tipolojiler,
5
Aşağıda haberin neden haber kalamadığı açıklanırken haberin ekonomi-politiğine değinilmeyecektir.
Hiç şüphesiz ki haberin kapalı bir metin olmasının ve haber kalamamasının sebeplerinden biri olarak
mülkiyet, denetim ve iktidar ilişkileri düşünülebilir. Fakat burada esas tartışılmak istenen hakim
haber anlayışıdır. Bir diğer deyişle yazıda özellikle sorgulanmak istenen, mülkiyet, denetim ve iktidar
ilişkileri değiştiğinde yani haber içeriklerine müdahale eden, onları kontrol eden aktör ve
mekanizmalar değiştiğinde dahi değişmeden kalacak bir haber anlayışıdır; ki bu anlayış, haber kalan
haber ile haber arasındaki farkı ortaya çıkarmaktadır. Ekonomi-politik yaklaşımı ve onun içindeki
kuramsal pozisyonları (araçsalcılık ve yapısalcılık) derinlikli tartışarak hakim habercilik anlayışını,
yapısal unsurları ortaya çıkararak eleştirmenin önünü açan alandaki en temel çalışma için bkz.
Murdock (1980). Aynı sebeple, yani tümüyle haber metninin kuruluşunu öne çıkaran bir çalışma
olması sebebiyle yazıda, haber-izleyici ve edebiyat-okuyucu ilişkisine dair ayrı bir tartışma da yer
almayacaktır; ancak haberin izleyiciyle kurduğu ilişki hem “Haberin Söylemi” başlığı altında hem de
II. Bölüm’de hakim toplumsal çerçevelerin haber metninde yer alışına ve kapalı metne ilişkin
değerlendirmeler içinde görülebilir. Bütünüyle haber metninin yapılaşması üzerinde duran çalışma,
aşağıda da görüleceği gibi haber kalan haber ile haber arasındaki farkı edebiyat-haber farkı ile
tartışmayacak, bu farklılığı açık metin – kapalı metin ayrımına taşıyacaktır.
İletişim 2002/16
74
Umut Tümay ARSLAN
olayların farklılıklarını benzerliğe dönüştürmeyi sağlar. Olayları olma
tarzlarına göre sınıflandırma işlemi, haber üretimini, rutin bir işleme
dönüştürür. Profesyonel olmak, halihazırda olan stok bilgiyi -tipolojiler-,
farklı farklı olayların tipleştirilmesinde kullanmayı başarmakla ilişkilidir. Ki
bu tipleme, “günlük gerçeğe zamansal ve mekansal sınırlılıkların içinde belli
biçimlerde bakma ve günlük deneyimleri belli bir düzene kavuşturma
isteğinden kaynaklanır. Tüm bu yapılanma içinde kaynak kişilerin sözleri
(söylemleri) olguların ne olduklarını tanımlar ve inanılırlığı olan bir
kaynağın olayları ilişkin tanımlamaları aslında olayın ne olduğunun
tanımlanmasını da beraberinde getirir” (İnal, 1994:167-168).
Benzer şekilde, Molotch ve Lester (1988), haberin gerçeklik değil,
olası diğer gerçekliklerin yerine geçen, dolayısıyla inşa edilmiş bir gerçeklik
olduğunu ifade eder. Her olayın, anlamını, içine yerleştiği bağlamdan
aldığını vurgulayarak, herhangi bir oluşumun habere dönüşmesinin, aynı
zamanda olaya dair bir geçmiş ve bir gelecek kurgusunu da beraberinde
getirdiğini, yani olayın nasıl anlamlandırılacağının bu bağlam bilgisiyle
mümkün olduğunu belirtir ve kamusal olayları, toplumun örgütlenme tarzına
dair farklı bilgiler sunmalarına göre ayıran bir tipoloji sunar. Burada rutin
olaylar, mevcut güç ilişkilerinin sürdürülmesine katkı yapan olay tipidir;
çünkü bu olaylar, mevcut önkabullerin rutin olarak işlediği bir haber üretim
sürecinin sonucudur (örneğin iktidar seçkinlerinin ya da sembolik
seçkinlerin açıklamalarının her zaman önemli olması gibi). İkinci olay tipi
olan kazalar ise, beklenmedikliğiyle ve olayları yapanların hazırlıksız
olmaları nedeniyle, düzenlenmemiş, çelişkili önermelere neden olabilirler.
Kısaca Molotch ve Lester’a göre, haber üretim ürecinin, rutin pratikler
içinde yapılanması topluma dair rutin bir bilginin üretilmesine de neden
olmaktadır. Ve bu rutin bilgi ancak kazalarla bozulabilmektedir. Sadece bu
tür olaylar, kamusal olayları yapma işini rutin olarak yöneten grupların
iktidarını sarsacak bilgiye ulaşıma izin verebilir.
Haber üretim sürecine dair bu tesbitler, hakim haber anlayışının,
“zamansal, mekansal ve mali sınırlılıkları aşmaya yönelik bir iş olarak
örgütlen[mesi]” (İnal, 1996:95) şeklinde özetlenebilir. Dolayısıyla, ortaya
çıkan rutin pratikler, zamansal olarak yeni olsa da olayları, “doğal”, “verili”
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
75
olarak kabul edilen, gerçekliğin belirli bir tür inşası içine sıkıştırır. Bu
nedenle de, toplumsal bir inşa olan olaylar, anlamlarını hep belirli
biçimlerde, belirli bir bakış açısı içinden kazanır. Bizatihi hangi olayların
haber olacağının seçilmesini sağlayan bu rutin pratikler, hakim bir haber
anlayışının oluşmasını sağlarken, neyin haber değeri olduğunu da
kurmaktadır. Bir devamlılık ve düzen yaratmaya yönelen bu haber anlayışı,6
şeyleri farklı tarzlarda biraraya getirmeye değil şeyleri hep aynı tarzda
biraraya getirmeye dayalı olduğu için haber kalan haberi dışlar. Burada van
Dijk’ın (1999:367) sözlerini aktarmakta yarar var:
“...haber üretiminin yeknesak örgütlenişi haber toplamanın devletin
başlıca siyasal organları, polis mahkemeler ve büyük şirketler gibi sabit bir
haber öyküleri kaynağını garantileyen kurumsal bağlamlarda cereyan
etmesini destekler.”
Profesyonel İdeoloji
Haber üretim sürecinin bir devamlılık ve düzen yaratma esası üzerine
kurulu olması, haberin yeni bilgi içermemesinin tek nedeni değildir.
Profesyonel ideoloji, bu durumun bir diğer sorumlusudur. Hall vd. de
(1988:335) ifade ettiği gibi neyin “iyi haber” olduğunu, habercilerin haber
değerlerini profesyonel ideoloji kurar ve haber üretim süreci tam bu noktada
başlar. Profesyonellik ideolojisinin sonuçlarını birbirini besleyen iki kol
üzerinden düşünebiliriz. Birinci kol hakim habercilik anlayışının ilkeleridir:
“Haber, tarafsız, dengeli, objektif olmalıdır”. Burada yine düşünümsellik ve
6
Devamlılık ve dolayısıyla düzen yaratmaya yönelen haber üretim sürecinin nasıl kapalı bir haber
formatı yarattığını anlayabilmek için güzel bir örnek psikanalizden verilebilir. Leader ve Groves
(1997), Lacan’ın devamlılığın kapatıcı yönünü görerek, psikanalitik tedavide devamsızlığı sağlayan
yollar bulmaya çalıştığını belirtirler. Örneğin, standart 50 dakikalık görüşme süresini değişebilir hale
getirmesi gibi. Bu, kesintiye uğratılan etkinliklerin tamamlananlara göre daha fazla çağrıştırıcı
malzeme üretmesiyle ilişkilidir (55). Lacan’ın yapmaya çalıştığını şöyle özetlerler: “Değişken süreli
görüşme atmosferinde belirli bir gerilim söz konusudur -hiçkimse görüşmenin ne zaman biteceğini
bilmez ve bu gerilim malzeme yaratmaya ve standart direniş kalıplarını altüst etmeye yarar...Bu,
kişiyi şaşırtıcı, rahatsız edici ve tümüyle beklenmedik olanla tanıştıran gerçek bir zaman
deneyimidir...Görüşmelerin sürelerindeki değişkenliğin getirdiği devamsızlık ve kesilme boyutu, bu
anlamda en çok gizlenmiş malzemeyi ortaya çıkarmada etkindir” (56-57). Bu yaklaşımla, Molotch
ve Lester’ın kazalar gibi kamusal olayların yıkıcı ya da gizlenmiş yönleri açığa çıkarıcı etkisine dair
söyledikleri son derece benzerdir; çünkü bunlar rutin haber pratiğini kesintiye uğratır.
İletişim 2002/16
Umut Tümay ARSLAN
76
dizinsellikle karşılaşıyoruz. Bu ilkeler, bir tarihte ortaya çıkmış, belirli bir
söylemsel konuma ve bu konumun inşa ettiği gerçekliğin içine gömülü
kavramlardır; ancak, ortaya çıktıkları bağlamdan koparılıp “evrensel ilkeler”
haline gelmişlerdir.7 Bu ilkelerin haber üretiminde sağlanmaya çalışılması,
yeni olanın dışlanmasıyla mümkün olmaktadır. Van Dijk bu durumu şöyle
özetliyor: “Olayların haber değerleri hakkında haber çalışanlarının
profesyonel inançlarını ve davranışlarını içeren bilindik habercilik ilkeleri,
ortak duyuya dayalı değerlendirme kriterleridir” (1988:27). Ki burada ikinci
kolu düşünmeye başlayabiliriz. İnal’ın ifadesiyle profesyonel ilkeler, haberin
gerçekliğin aynası olması gerektiği varsayımından hareket ederek,
kaynakların durum tanımlarının haberlerde yer almasını ve bu tanımların
haber dolayımıyla halkın tanımlarına dönüşmesini sağlar (1995:114).
Dolayısıyla, profesyonel ideoloji, dünyanın belirli bir şekilde
anlamlandırılmasıyla, belirli bir dolayımlama tarzıyla sağlanan toplumsal
hayata dair mevcut bilgiyi içererek hem mevcut tanımların başat hale
gelmesine katkı yapar, hem de bu mevcut bilgiyi içermesi nedeniyle
profesyonel ilkelerin sağlanmış gibi görünmesine neden olur. Ki bu durum,
yani haber üretiminin tam da yanlılıktan kaçarken yanlılığa tutulması,
“yapısal yanlılık” kavramıyla karşılanmaktadır (Hackett, 1998:171).Bir diğer
deyişle, tıpkı haber üretim süreci gibi ve ona bağlı olarak, profesyonel
ideoloji de haber çalışanlarının, “olguları, olaylara dönüştürürken” (İnal,
1994:173) rutin bir bilgiye dayanmalarına neden olmaktadır. İnal’ın
(1994:170) Fishman’dan yaptığı alıntı burada söylenmek isteneni özetler
niteliktedir:
“Gazetecilerin bürokratik tanımlara gereksinimleri vardır çünkü
habercilikte tanım oluşturma işinin kendisi bir bürokrasi olarak
örgütlenmiştir. Haber örgütleri, güvenilir, tahmin edilebilir ve zamanlı ham
materyale gereksinim duyarlar çünkü her gün bu ham bilgiyi güvenilir,
7
İnal bu ilkelerin ortaya çıkışını şöyle özetliyor: “ ‘Nesnellik’ kökeni 19.yüzyılın başına dek uzanan ve
basının siyasal partilerden kopup, ticari bir işletmeye dönüşmesi süreci ile birlikte gelişen bir
ilke...Nesnellik ilkesi 19.yüzyıl boyunca tekrar tekrar tanımlanarak 1920’lerde bugünkü anlamına
kavuşmuş...Pozitivist bilgi kuramından ödünç alınan bu kavram profesyonel gazetecilik ilkesinin
mihenk taşını oluşturmakta” (1995:114).
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
77
tahmin edilebilir ve zamanlı bir biçimde işleyip standart ürünü (gazeteyi)
çıkarmak zorundadırlar”.
Hall vd.’nin de (1988:342) ifade ettiği gibi bu durum, güçlü ve
ayrıcalıklı konuma sahip kurumların herhangi bir toplumsal olaya dair
sundukları çerçevenin hakim olmasını sağlarken, olası tartışmaları da bu
çerçevenin sınırları içine çeker.8 Bütün bu süreç, haber kalan haber’i dışlar.
Çerçevelerin oluşmasında haber kaynaklarının tanımlarına dayanan mevcut
haber anlayışı, kurulan bu çerçeveleri benzer olaylara da uyarlayarak
devamlılık sağlar (İnal, 1995:112). Dolayısıyla, herhangi bir olaya dair
sunulan bilgi yeni olmaktan öte eskidir; profesyonel ideoloji halihazırda olan
çerçevelerle işgörür. Böylece şeylerin farklı şekillerde biraraya getirilme
tarzı değil, onları her defasında aynı şekilde biraraya getirmeye dayalı bir
haber anlayışı yani haber kalmayan haber anlayışı hakim olur.
Haberin Söylemi
Haber kalmayan haber anlayışının hakim olmasını sağlayan üçüncü
neden haberin söylemidir. Dil üzerinden bilgi üretimine dayalı olan söylem,
bir özne konumu da içerir. Söylemin sunduğu konum, öznenin
konuşabilmesi için gereken mekansallaştırmayı, hayali bütünlüğü sağlar
(Hall, 1997; Coward ve Ellis, 1985). Haberin söylemi üzerine yapılan
çalışmalar, haber metninde hakim toplumsal anlamların nasıl kurulduğuna,
nasıl bir bilgi üretildiğine ve bu bilginin özne konumunu açığa çıkarmaya
yöneliktir. Kullanılan başlıklar, sözcük seçimleri, sentaks, cümlelerin
ardarda gelmesiyle oluşan tutarlılık ve nedensellik ilişkisi9 temaların ardarda
gelmesiyle oluşan tematik yapı, görsel materyaller ve bunların dil yoluyla
8
9
Hall, bir başka yerde bu durumu şöyle örnekler: “Bu noktanın basit ama güncel medya söyleminde
hep yeniden ortaya çıkan bir örneği, siyah göçmenlerin Britanya’ya göçleri hakkındaki tartışmanın
terimlerinin, ‘sayılar hakkındaki’ bir sorun olarak konulmasıdır. Liberal ya da radikal sözcüler ırk
konularında biraraya toplamaya muktedir olabildikleri medyaya fiziksel olarak ulaşmayı
becerebilirler. Ama ‘sayıların oyunu’nun sorunun ayrıcalıklı tanımı olarak kabul edildiği bir tartışma
alanında hareket etmek zorunda kalırlarsa ciddi bir şekilde kısıtlanmış olacaklardır. Bu terimler
bazında tartışmaya girmek başat sorunsala güvenilirlik kazandırmakla birdir” (1999:111).
Van Dijk, coherence’ın (tutarlılığa ve nedenselliğe dayalı ilişkinin), bizim dünyada neyin mümkün
olduğu hakkında bilgi ve inancımıza bağlı olduğunu söylemektedir (1988:12).
İletişim 2002/16
78
Umut Tümay ARSLAN
anlamlandırılması çözümlemeye tabi tutulur (İnal, 1995; İnal, 1996; van
Dijk, 1988).
Şimdi, bu çalışmaların haberin söylemine dair tesbitlerini bakalım.
Bunlardan ilki ve haberin haber kalmamasının en önemli nedeni, van Dijk
tarafından ifade edilmektedir ki bu, haber metinlerinde arka plana ve
bağlama ilişkin bilginin yetersiz oluşudur (Aktaran İnal, 1996:98). Daha
önce haber üretim sürecinin ve profesyonel ideolojinin olayları benzerlik
üzerinden kurguladığını aktarmıştım. Bağlam bilgisinin eksikliği de bununla
ilişkilidir. Olayın bağlamından koparılarak tipleştirilmesi, olaya dair, hakim
çerçeveler içine oturan bir geçmiş ve gelecek kurgusunu da harekete geçirir;
dolayısıyla “haberde eksik bırakılan yerler bu tipleştirme aracılığıyla ve
metinlerarası bir okuma ile doldurulur” (İnal, 1996:99). Dolayısıyla haber
kalan haberin dışlanması, Hall vd.’nin de (1988:336-347) ifade ettiği gibi,
bürokratik örgütlenme ve habercilik ilkeleriyle olduğu kadar haber
öyküsünün kuruluş anıyla da olur. Farzedilen bir izleyici/okuyucu grubu
için, olaylar, tanımlanır, yeniden bağlamsallaştırılır. Mevcut kültürel
bilgimizin yani halihazırda haritalanmış toplumsal dünyanın içine sokulur.
Bütün anlamlandırma süreci ya da olayların toplumsal anlamlarını kurma
pratiği, toplumu bir uzlaşım toplumu olarak farzetmeye dayalıdır ve aynı
zamanda toplumun böyle olmasına da yardım eder; çünkü birincil
tanımlayıcıların bakış açılarını, çerçevelerini, durum tanımalarını halkın
sesine çevirir.
Fairclough (1992:105-110) ise birincil tanımlayıcıların bakış açılarının
kamusal düşünceye çevrilmesi işini gazetelerin, hem kaynağın hem de
gazetenin -dolayısıyla farzedilen okuyucunun- sesi olarak okunabilecek
başlıklar, ifadeler kullanmalarıyla açıklıyor. Ki bunun kararverilemez, ikili
bir ses olduğunu anlatmak için Bakhtin’in “double-voiced” kavramını
kullanıyor. The Sun gazetesinden örnek olarak verdiği bir haberin ana başlığı
şöyledir: Uyuşturucuyla mücadelede güçlere çağrı. Burada alıntı işareti
yoktur; cümleyi kimin söylediği, kimin çağrı yaptığı belirsizdir. Bu haberi
özellikle seçtiğini çünkü haberin kaynağı olan dokümanın tamamı elinde
olduğu için karşılaştırma yapabileceğini belirten Fairclough, The Sun
gazetesinin haberin kaynağıyla kendi sesini karıştırdığını söyler. Ayrıca, bu
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
79
karıştırma işlemi yapılırken belgenin sesinin gazetenin sesine ait terimlere de
çevrildiğini belirtir; çünkü belge de “çağrı”, “mücadele”, “hücum”, “savaş”,
“kuvvetli” kavramları yoktur, ama haberde vardır. Fairclough, haber değeri
olan olayların gazetecilerin güvenilir kaynaklar olarak değerlendirdikleri ve
sesleri medya söyleminde en çok temsil edilen bir sınırlı insan grubundan
çıktığını ifade eder. Ancak, der, Fairclough, onların sesleri popüler dilin
gazete versiyonuna çevrilirken, kimin sesinin ve kimin konumunun temsil
edildiği hakkında bir tür mistifikasyon olur. Güçlü grupların, okuyucuların
kullandıkları dile benzer şekilde konuşur gibi temsil edildiklerini belirten
Fairclough, dolayısıyla haber medyasının iktidarın sesini gizli-saklanmış bir
biçimde yayarak bir ideolojik iş yaptığını vurgular.10
Benzer şekilde van Dijk (1999:366-375) haber üzerine yapılan
çalışmalardan örnekler verdiği makalesinde, birçok klişenin, stereotipin nasıl
aynı durumlar ve olaylar hakkında tekrar tekrar karşımızı çıktığını aktarır.
Örneğin, üçüncü dünya hakkında, fakirlik, demokrasi eksikliği, diktatörlük,
şiddet, iç savaş, teknolojik ve kültürel gerilik kavramlarını çağrıştıran
haberler; etnik, ırksal azınlıklar ve göçmenler hakkında sorunlu insanlar,
refah toplumunu tehdit edenler gibi tasvirler içeren ya da yasa-dışı, suç
oluşturan faaliyetleri öne çıkaran haberler;11 dışlanan grupları ya ilk özne
konumuna yerleştirerek aktif failler olarak ya da pasif tümcelerle namevcut
aktörler olarak temsil eden, onlara cümlelerin sentaksıyla olumsuz anlam
yükleyen haberler12 gibi. van Dijk haber üretimin bütün süreçleriyle
(kaynaklarla bağlantı, mülakatlar, temsil, alıntılama, başlık ve bunların
yaptığı çağrışımlar vb.)13 toplumsal ve ideolojik konumları ustalıkla içinde
taşıdığını ifade eder. Ona göre, dünyada olan olaylar hakkında bilgi ve
kanaat edinmemiz haberin söylemine bağlıdır. Bu durumu dolaylı tesirdolaysız tesir gibi kavramlar içinde düşünmek yerine van Dijk, haber
10
11
12
13
Benzer bir analiz için bkz. Murdock, G. ve Hansen, A. (1985). özellikle sf.246-250.
Van Dijk bariz ırksal suistimal epey istisna olduğunu ve bu tür etnisist tasvirlerin dolayımlı olduğunu
belirtiyor. Yani, “etnik nitelikler ve durumlar, okuyucuların bunları etnik önyargının gelişimindeki
bileşkeler ya da argümanlar olarak kullanabilmelerini sağlayacak şekilde betimlenir” (1999:372).
Buna başka örnekler de verilebilir: bkz. İnal (1995:128-129); Murdock ve Hansen (1985:250).
İnal, Türkiye yazılı basın üzerine yaptığı incelemede haberlerin hemen hepsinde olayın içine
oturtulduğu çerçevenin başlık, alt başlıklar, fotoğraflar ve giriş cümleleri ile kurulduğunu belirtiyor.
Yani diyor İnal, “okuyucu ayrıntılara ulaşmadan bir kalıba dökülüyor” (1995:126).
İletişim 2002/16
80
Umut Tümay ARSLAN
medyasının yapısal tesiri olduğunu vurgular ve bu kavramı şöyle açıklar:
“Yapısal tesir toplumsal olarak paylaşılan seçmeci bilgi temelini, amaçlar,
normlar, değerler ve bunlara dayanan yorum çerçevelerini ima eder. Böylece
medyanın gücü, dünyada olup bitenlerin betimlenmesinde alternatif
kaynakların, alternatif enformasyonun ve öbür ilgili şeylerin dışlanmasını
içerir” (1999:371). Dolayısıyla van Dijk’a göre, haber medyası, sadece bir
toplumda herhangi bir momentte bürokratik seçkinlerin ya da sembolik
seçkinlerin sözcüsü değil “toplumsal iktidar yapısının kalıtsal bir parçasıdır”
(1999:367).
Kısaca, haber kalan haber, haber söyleminde dışlanır; çünkü bu
söylem, gerçekliği belirli bir şekilde inşa ederek, kamusal bilginin sınırlarını
ve içeriğini belirleyen, olaylar hakkında ne söyleneceğine ve nasıl
söyleneceğine dair çerçeveyi çizen, olayları tipleştirerek yani benzerlik
üzerinden aktardığı için bağlamından koparan ve ortak duyuya ait yorum
çerçeveleri içinde yeniden bağlamsallaştıran, bunun sonucu olarak olayları
her tür ayrıntının, ilişkiselliğin ve farklılığın içinde eridiği katı kutuplara
sokan ve böylece bir olayın geçmişini ve geleceğini de tektipleştiren kapalı
bir anlatı kurar. İnal bunu şöyle özetlemektedir:”Haberde egemen söylemler
temsil edilir ve metin egemen söylemler etrafında kapanır” (1996:99). Daha
önce de aktardığım gibi dünyayı belirli bir tarzda haritalandıran haber
söylemi, van Dijk’ın deyişle “bilginin stratejik denetimi”ni sağlar
(1999:342). Öyleyse haber kalan haber, haber söylemi için bir
imkansızlıktır. Haber, haber kalamaz çünkü, zaten-bilinene gönderme yapar
ve gerçeklik etkisini de böyle yaratır:
“Bir ifadenin basit bir ampirik ifade olarak kabul edilmesinin ya da
‘okunmasının’ altında yatan neden, o ifadenin alımlayan kişilerde bir tür
‘tanıma etkisi’ (recognition effect) yaratmasıydı. Tanıma etkisini üreten
formülleştirme işi, bu pragmatik bilgi çemberinin kapanmasını emniyet
altına alıyordu. Ama bu tanıma etkisi sözcüklerin berisindeki gerçekliğin
tanınması değil, söylemin örgütlenme tarzının ve aslında ifadenin bağımlı
olduğu temel öncüllerin aşikarlığının, sorgulanmaksızın kabul edilişinin bir
tür onaylanmasıdır” (Hall, 1999:104).
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
81
Dolayısıyla, haber üretim sürecinin, profesyonel ideolojinin yeni
bilginin üretiminde yarattığı sınırlamaları bir yana bırakıp, sadece seçilmiş
bir olayın habere dönüştürülme anını düşündüğümüz takdirde bile, “yeni”
olayın eski bilgilerle aktarıldığını görebiliriz; elbette ki yeni olanı seçme
işleminin bizatihi bir söylem konumundan olduğunu gözardı etmeyerek.
Hall, “doğru”, “güvenilir” kabul edilen, dolayısıyla şeylerin nasıl oldukları
hakkında gerçek bilgiyi veriyormuş gibi görünen bir söylemin, yeni olana
dair bilgiyi de aynı repertuvar ile sunarak “doğru”, “güvenilir” kabul
edilişini şöyle açıklıyor:
“Dünyanın nasıl olması gerektiği hakkındaki sorgulanmayan
beklentilerde gedikler açan yeni, sorunlu ya da rahatsız edici olaylar, başka
durumlarda ‘tüm pratik amaçlar’ için kullanışlı olmuş açıklama biçimlerine
teşmil edilerek ‘açıklanabilir’. Bu anlamda, ... Althusser, ... ideolojinin
sürekli olarak kapalı bir çember içinde hareket ettiğini, bilgi değil zaten
bildiğimiz şeylerin tanınmasını ürettiğini savun[du]. İdeoloji bunu, tam da
sorgulanması gereken öncülleri zaten yerleşik olgular olarak kabul ettiği için
yapabiliyordu” (1999:104).
Haber söyleminin ideolojik kapanmasıyla kastedilen budur.
Sorgulanması gereken öncülleri yerleşik olgular olarak kabul eden ve
dolayısıyla zaten-bilinen toplumsal bilgi konumundan konuşan haber, bir
kapanmadır; ancak bir kapanma gibi görünmez. Şeyler, durumlar ve olaylar
ile anlamları arasında özdeşlik ilişkileri kurarak onların anlamını sabitler. Bu
sabitleme işi, “doğallaştırılmış” bir söylem (Hall, 1999:105) içinde
kurulduğu ve öznelerin dünyayı anlamlandırdıkları bir konum, bir bakış açısı
inşa ettiği için kapanma gibi görünmez.
Dolayısıyla haber söyleminin herhangi bir olaya ilişkin olarak öne çıkardıkları-arkada bıraktıklarıyla, kullandığı kavramlar ve adlandırmalarıyla,
içerdikleri-dışladıklarıyla, kurduğu nedensellik ilişkileriyle kısacası haberin
kurgusuyla bütün çağrıştırdığı “ortak bilgi deposudur” (Hall, 1999:107).
Haber hem bu depo tarafından onaylanır hem de bu depoya ait bilgileri yeniden üretir. Hall vd.’nin de (1988:335) ifade ettiği gibi, haber herhangi bir
olaya içkin değildir. Olay habere dönüştüğünde ona dair sunulan bilgi,
İletişim 2002/16
Umut Tümay ARSLAN
82
olayın bilgisi gibi görünse de, toplumun ortak bilgi deposundan seçmelerdir.
Her tür olası farklı bilginin dışlandığı, hakim oydaşmaya dayalı14 mevcut
haber anlayışı içinde üretilen haberde, haber yoktur diyebiliriz.
II.
Şimdi, Pound’un sözünde haber kalan haber ile haber arasındaki
ayrımı haberin diğer metinlerden (edebiyat, film vb.) farkını daha iyi ortaya
koyabilmek için yeniden düşünelim. Bu ayrım ilk olarak, Coward ve Ellis’in
avangard metinlerle gerçekçi metinler arasında yaptıkları ayrımı hatırlatıyor
(1985:66-98). Gerçekçi metinler dilde anlam üretiminin sınırlandırılması,
sabitlenmesi ve dolayısıyla bir özne konumunun inşa edilmesi yoluyla
işlerken, avangard metinler anlamın gösterenden gösterene kaymalarla
oluştuğu dolayısıyla hem sabitlenmenin, hem özne konumunun hem de
mutlak anlamın olmadığı metinlerdir. Bu ayrımı daha netleştirmek için
Heath’in gerçekçi tanımıyla başlamak yararlı olabilir:
“...’gerçekçi’ öze değil biçime ilişkin bir sıfattır (anlamlı kurgular
süreci) ve gerçekçilik romanla ilişkili olarak belirli bir toplumun gerçeğe
benzer nosyonunda, “gerçekçi” sayılanın genellikle kabul edilmiş bir
görüntüsü olarak tanımlanabilir...Demek ki gerçeğe benzer bu şekilde değil
de daha çok ‘gerçeklik’ olarak anlaşılır; işlevi toplumun ‘gerçeklik’ olarak
eklemlediği gerçekliğin doğallaştırılmasıdır; başarısı da biçimler arasında bir
biçim olduğunu gizli tutma derecesine bağlıdır” (Aktaran Coward ve Ellis,
67).
Haber, Heath’in bütün saydıklarını içeren, gerçekliği inşa eden ama
gerçekçi görünen ve gerçekçi olduğunu söyleyen bir metindir. Saussure’ün
göstergenin keyfi doğası olarak adlandırdığı durum, gerçekçi metinde
doğallaşır; çünkü gerçekçi metin gösteren gösterilen özdeşliğine dayalıdır.
Öznenin olaya egemen olarak konumlandığı gerçekçi anlatı, “çelişkisiz bir
14
Van Dijk , haber çalışanlarının hakim siyaset karşısında eleştirel olduklarını söyleyenlere karşı şunu
ifade ediyor: “Bu çelişkilere rağmen, eleştirel teorisyenlerle birlikte medya pratiklerinin, kimi
durumlarda muhalafet ve eleştiriye yer olduğu zamanlarda bile esnek, ama başat bir oydaşmanın
sınırları içinde kaldığını varsayabiliriz. Başat haber medyasında temel normlara, değerlere ve iktidar
düzenlemelerine karşı açık bir meydan okuma nadiren gerçekleşir” (1999:368).
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
83
takım özlere dayanarak duran, homojen bir görüntüler dünyasını, bir
doğrular dünyasını açıklamayı kendine görev bilir” (Coward ve Ellis, 92).
Haberle gerçekçi metin bu özellikleriyle ortaklaşmaktadır. Ancak, haberin
gerçekçi metnin kapanmasını da aşan bir kapalılığı vardır; ki bu noktada,
haberin neden haber kalamadığını anlamak için gerçekçi metin-avangard
metin ayrımı yeterli olmaz.
Açık Metin – Kapalı Metin
Öncelikle haberin gerçekçi metni de aşan kapalılığı üzerine
düşünelim. Coward ve Ellis, semiyoloji çalışmalarında, önceleri, dilin
üretkenliğine açılan yazma pratiği olarak adlandırılan ecriture ve
“üretkenlikten yoksun, egemen sociolect’ler ile suç ortağı olan ve egemen
ideolojik biçimler içinde kendini tekrarlayan ecrivance”ın (81)
karşılaştırıldığını belirtiyorlar. Ancak psikanalizin bilinciyle bilinçdışı
arasında yarılmış özne nosyonu, hem ecriture hem de ecrivance’ın farklı bir
şekilde düşünülmesine yol açmıştır. İlki bastırılmış gösterenlerin
gösterenden gösterene kaymayla açığa çıktığı metinler ikincisi de
kapanmaya rağmen bir üretkenliğe dayalı olmak zorunda olan metinler
olarak düşünülmüştür. Yani, gerçekçilik, “anlamlandırma zinciri içindeki
ilişkilerin üretkenliği”yle anlaşılmaya çalışılmış, her metnin hem üretkenliğe
hem de kapanmaya birarada sahip olması, metnin diğer metinlere olan
bağlılığını ve onlardan farklılığını yani metnin yapılaşmasını birarada
düşünmenin önünü açmıştır (81-82). Dolayısıyla gerçekçi metinde bütün
kapanmaya rağmen bir üretkenliğin de olmaması mümkün değildir. Coward
ve Ellis, gerçekçi metinde dil kullanımının, benzer metinlerden,
deyimlerden, söyleyişlerden, durumlardan, karakterlerden oluşan geniş bir
yankı rezervini gerektiren bir kullanım olduğunu bu nedenle basitçe bir
tekrar değil, dilin çoğullunun denetimli yankılanması, sınırlı bir kullanımı
olduğunu belirtiyorlar (96). Bunu metinlerarası terimiyle karşılayan
Kristeva’dan yaptıkları alıntı şöyledir:
İletişim 2002/16
84
Umut Tümay ARSLAN
“Bir romanın yapısından çok yapılaşmasını analiz etmek için romanı
daha önceki veya senkronik metinler bütünlüğüne yerleştirmeliyiz...Böylece
metnin yapılaşmasını dönüşüm olarak incelemek için metni ya metinsel bir
diyalog veya daha iyisi metinlerarasılık olarak görmeliyiz. Bu yüzden
belirtmeliyiz ki romanın bir dönüşüm olarak ele alınması ona ‘kendi içinde
yeterli olmayan ve kendini kuşatan çevreye gönderme yapan bir sistem’
olarak yaklaşıldığını ima eder” (Coward ve Ellis, 96-97).
Haber metni için böyle bir üretkenlik mümkün müdür? Haber hangi
metinlerle diyalog halindedir? Yukarıda da aktardığım gibi, haber metinleri
kaynakların söylemini halkın diline çevirir. Haber üretim sürecinin rutin
pratikleri, profesyonel ideolojinin habercilik ilkeleri, haber metnini bir
tekrara dönüştürür; haberin diyalogda bulunduğu metinler, kaynak
söylemleri ve ortak bilgi deposudur. Dolayısıyla İnal’ın da ifade ettiği gibi
haber, hem kapalı hem de sıkı bir metindir: “haber metinlerinde bir yandan
metnin söylemi egemen söylemlerin içinde kapanır, diğer yandan farklı
okuma biçimlerini de kapatır” (1996:100).
Bu nedenle, haber metninin sıkı olması onu gerçekçi metinden bile
daha kapalı yapar. Hiç şüphesiz ki gerçekçi metinler içinde haber metninin
kapalılığına ve sıkılığına yaklaşanlar vardır. Erkek kahramanları yüceltmeye
dayalı, toplumsal bağlamından koparılmış bir suç tanımı yapan ve buna
yönelik eril kahraman şiddetini meşrulaştırıcı filmler, diziler, polisiyeler
haber türüne benzer özellikler taşır (İnal, 1999:14). Dolayısıyla, haber kalan
haber ile haber arasındaki ayrımı açık metin-kapalı metin ayrımı olarak
adlandırmak daha uygun gözükmektedir. Bu aslında, Ryan ve Kellner’ın
(1997:41) metonimik-metaforik retoriksel strateji ayrımına da denk
düşmektedir: Dünyanın yeniden oluşturulması mümkün olan maddi bir yapı
olarak sunulmasıyla aşkın, idealist, doğalcı bir dünya sunumu arasındaki
fark. Burada metafor, bağlamdışı, evrenselci, özgül koşullara bağımlılık
göstermeyen, gerçeğin çıkarımcısı olan otonom bir ego ima eden,
paradigmatik, hipotaktik, ayırıcı, dikey ve hiyerarşik bir düşünce tarzına,
metonimi ise, yatay, maddi bağlantılarla işleyen, gelecek yönelimli, dinamik,
belirsiz, sınırsız bitişik ilişkiler ve bağlantılar kuran, parataktik ve bitiştirici
bir düşünce tarzını ifade eder. Bir diğer deyişle, Pound’un sadece edebiyat
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
85
için söylediği haber kalan haber tanımı metonimik bir retoriksel stratejiye
sahip bütün açık metinler için kullanabilir, haber kalan haber ile haber
metinleri arasındaki farkı yukarıda özetlediğimiz açık metin – kapalı metin
arasındaki farklılık eksenine oturtabiliriz.
Hall’un haberi, “bağlamsız güncellik” (aktaran İnal, 1996:150) olarak
tanımlaması, haberin metaforik bir temsil tarzıyla işlemesinin özetidir.
Farklılığa değil benzerliğe, ilişki kurmaya değil ayırmaya, heterojenliğe
değil homojenliğe, maddi bağlantılara değil aşkıncı, idealist, doğalcı
değerlere ve bununla ilişkili olarak özneleri yargılamaya ya da yüceltmeye
dayalı haber metni, içinde bir dizi gösterenin yoğunlaştığı metaforlar
kullanır: “Kriz”, “satanizm”, “provokatör”, “terörist” gibi. Bunları, ne
olduklarına dair bağlama özgü, ilişkiilendirici bağlantılarla aktarmak yerine
başka birçok şeyin yerine geçen kavramlar olarak kullanır. Bu kavramlar, bir
olayı çerçevelendirmek için kaynaklar tarafından bir kez ortaya atıldımı
ortaya çıkan yeni olaylarda da aynı kavramlar kullanılmaya başlar; ki bu
durum kavramı, içine birçok şeyin doldurulduğu bir metafor haline getirir.
Türkiye’de son zamanlarda intiharın satanizmle kurulan ilişkisinde benzer
bir metafora şahit oluyoruz. Satanizm, gençlerin, mevcut toplumun
kurallarının çizdiği sınırları aşan her davranışının içine doldurulduğu bir
metafor haline geliyor.15
Haberin diğer metinlerle olan farkını özetleyecek olursak, haber
metninde olaylara ve aktörlere dair bağlam ve geçmiş bilgisi yoktur, olaylar
bu bilgilerle ilişkilendirilmek yerine sonuçlarıyla değerlendirilir. Bu durum,
15
Milliyet gazetesinin 27 Ocak 2002 tarihli nüshasının 4.sayfasının sağ üst ve 5. sayfasının sol üst-orta
köşelerindeki (açıldıklarında yanyana geliyorlar) haberler şöyledir: İlkinde, ana başlık tırnak içinde
“Bu kız da fazla özgür”, alt başlık ise, Uzmanlar uyardı:Hazır kart reklamındaki ‘özgür kız’
gereğinden fazla özgür! şeklindedir. Haberin içeriğinde ise tek bir uzmanın, bir lisenin okul aile
birliğinin düzenlendiği panelde, reklam hakkındaki görüşleri aktarılıyor. İkincisi haberde ana başlık,
Diyanet’e göre satanistler ‘dış mihrak’, alt başlık, Diyanet işleri: Satanizmi gelişmemizi
istemeyen bazı odaklar körüklüyor’dur. Haberin hemen ardından, Bir satanist anlatıyor, başlığı
ile Diyanetin sitesinde yer alan öykü aktarılıyor. Aynı sütundaki son haberin başlığı ise, Polis
satanistlerin arasına sızacak’tır. Bu sütundaki her iki haber de satanizm ile intihar ilişkisini kuracak
şekilde başlıyor. İlkinde haber “Gencecik çocuklarımızın korkunç intiharlarına ağırlıklı olarak
‘satanizmin’ yol açtığı iddialarına...” diye başlıyor. İkincisinde ise, “Boğaziçi Köprüsünden
atlayarak intihar eden Lara Falay’ın ardından, polis satanist grupları ortaya çıkarmak için
aralarına sızacak” diyerek başlıyor.
İletişim 2002/16
Umut Tümay ARSLAN
86
medya işinin en önemli yönünün bir olayı bitirilmiş bir haber öyküsüne
dönüştürme aktivitesi olmasıyla ilişkilidir ve bu iş, öykünün, medya
tarafından özel bir dil formunda kodlanmasıyla yapılmak zorundadır (İnal,
1994:172; Hall vd., 1988:344). Böylece “kendi içinde yeterli olan”,
gönderme yaptığı tek yerin kaynak söylemleri ve ortak bilgi deposu olduğu
kapalı ve sıkı bir metin karşımıza çıkar.16
III.
“... ‘yeniliğin’ haber değeri sonunda tüketilir. Tekrar üzerinden,
sıradışı olan sonunda sıradan olur. Hakikaten, herhangi bir haber hikayesinde
oran olarak düşünüldüğünde, ‘yenilik’ açıkça, bütün haber değerleri içinde,
en sınırlı yaşam süresine sahip olandır” (Hall vd., 1988:359).
Hakim habercilik anlayışının, yenilik ve bilgi içermeyen bu nedenle
haber kalamayan haberin üretilmesine neden olduğunu tartıştığım bu yazıyı,
yukarıda özelliklerini saydığım metonimik bir retoriksel stratejiye sahip açık
bir metin olarak düşünebileceğimiz bir filmin öyküsünün nasıl bir haber
olacağını göstermeye çalışarak bitireceğim. Böylelikle, haber kalan haber
ile haber arasındaki farklılığı, haberin kapalılığını ortaya çıkaran yapılaşmış
16
Haberin ayrıntıları yok etmeye, bitirilmiş olmaya dayalı bir anlatı olması elektronik dergilerde yer
alan kimi makalelerde de tartışılıyor. Örneğin, Woo, çözüme dayalı bir gazeteciliğe karşı olduğunu
söyleyerek mevcut gazeteciliğin her zaman açıklığa/berraklığa duyduğu zorunluluğu eleştiriyor
(“journalism badly needs clarity”). Meyer, haber hikayeleriyle diğer hikayeler arasındaki farklılığın
haberin söylemeye diğerlerinin göstermeye dayalı olması (örneğin haberde “çocuk kısadır” denir;
hikayelerde ise “mektubu postalamak için ayaklarının ucuna basarak durmak zorundadır” denir) ile
açıklıyor ve bu nedenle hikayelerin, daha fazla haber vermeye dayalı olduğunu, daha uzun ve daha
detaylı olmalarının önemli olduğunu belirtiyor. Makalesinin sonunda haber çalışanlarına çağrıda
bulunuyor: “Mekan için mücadele edin. Yazmaya zaman için mücadele edin...” (“Fight for space.
Fight for time to write. Remember, Hemingway said: ‘The firs draft of anything is shit’ Rewrite your
story until it is the best feature you have ever done”). Hodgson ise, haber medyasının bugününe ait
bir sorundan söz ediyor. Bu, haber pazarının yavaş yavaş “kurumaya” başlamasıdır. Ona göre,
haberler, artan bir şekilde sağlık, tıp, egzersiz, moda gibi temaları içermekte ve bir tür yaşam stilleri
rehberine dönüşmektedir. Hodgson bunu özellikle, 1989 S.S.C.B’nin çöküşü sonrası, korkacak ve
endişe duyacak bir şeyin kalmamasına bağlamaktadır. Diğer yandan, hem televizyonda hem de yazılı
basında haber ajandasının son derece tutucu olmasıyla da ilişki kurar. Dolayısıyla belirli bir tarz
haberin öldüğünü söyler. Dijital teknolojinin farklı bir haber anlayışı getirebileceğini vurgular. Bkz.
Woo, William F. “Just Write What Happened”. Nieman Reports.9/01/2000.2p; Meyer, Richard E.
“Take Time To Show The Story”. Quill. 7/01/2000; Hodgson, Godfrey. “The End of the Grand
Narrative and the Death of the News”. Historical Journal of Film, Radio & Television.
03/01/2000. 9p. Bu elektronik yayınlara Metu /Library/ On line Journals/ EBSCOHOST sırasıyla
ulaşılabilir. 27.01.2002.
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
87
bir söylemin, olay ile haber arasında açılan mesafeyi uylaşımlar, kodlar ve
kalıplarla nasıl doldurduğunu, örnekleyerek daha belirgin kılmaya
çalışacağım. Claude Chabrol’ün
La Ceremonie (Seremoni) filmini
seçmemin iki önemli sebebi var: Birincisi yukarıda da söylediğim gibi açık
bir metin olması yani bir haber kalan haber örneği olması, ikincisi ise filmin
öyküsünün “suç” ve “şiddet” içermesi. Film bu iki toplumsal meseleyi, bir
haberin aksine yapısal bir zemine oturtarak tartışıp sorgular. Dünyanın
mevcut toplumsal yapısına ve işleyişine dair hakim anlamlandırma tarzından
farklı bir anlamlandırma sunarak hakim toplumsal ve kültürel hayata ilişkin
farklı bir bilgi açığa çıkarır. Oysa bu iki toplumsal meselenin yer aldığı
haber metinleri, mevcut toplumsal yapının hegemonyasının devamına dair
ortak duyunun yaratılmasına ve rızanın üretilmesine en çok katkı yapan
metinlerdir. Hall vd.’ne göre (1988:351-353) eğer haberi, problematik
gerçekliğin haritalandırılması olarak anlıyorsak, suç, kelimenin tam
anlamıyla “haber”dir. Suçun, haberlerin temel malzemesi olmasını şiddetle
ilişkilendiren Hall vd., şiddet kullanımının kimin esas olarak toplumdan
kimin dışardan olduğu ayrımını işaretlediğini yani gerçekliği
haritalandırdığını belirtir. Benzer şekilde İnal, polis adliye haberlerine ilişkin
şunları söyler:
“[s]uçun ve sorumluluğun varolan tanımları etrafında bir kapanma
oluşuyor. Bu kapanma olaya ilişkin belli detayların ve bağlama, arkaplana
ilişkin bilginin sistematik olarak sokulmayışı ile oluşuyor. Metinde kurulan
nedensel ilişkiler ve polis otoritelerine dayanan bir haber yazımı ‘suç’un
varolan tanımını pekiştiriyor” (1995:127).
Haber Kalan Haber ve Haber
Film, Sophie’nin bir burjuva ailenin, Lelievre’lerin, yanına hizmetçi
olarak gelmesiyle başlar. Sophie okuma yazma bilmemektedir ve bunu
Lelievre’lere söylemez. Film boyunca Lelievre’lerle Sophie arasında gidip
gelen bir gerilime şahit oluruz. Sophie’nin postanede çalışan Jeanne’la
tanışması ve yakın arkadaş olmalarıyla bu gerilim tırmanmaya başlar. Sophie
az konuşan, kaderini kabullenmiş, meraksız ve ilgisiz, Jeanne ise neşeli,
hayat dolu, kitap okuyan, şiirle yakından ilgilenen, zenginleri merak edip
İletişim 2002/16
88
Umut Tümay ARSLAN
kıskanan biridir. Sonunda, Lelievre’lerin ailece Don Giovanni operasını
izledikleri bir gece, Sophie ve Jeanne, önce Lelievre’lerin yatak odasında
kahve içip Bayan Lelievre’nin elbiselerini parçalarlar sonra, planlı olmayan
bir şekilde, ailenin tüm üyelerini av tüfekleriyle öldürürler. Evden arabasıyla
ayrılmak üzere olan Jeanne, rahibin arabasının onun arabasına çarpmasıyla
ölür. Olay yerine gelen polisler Jeanne’ın evden aldığı teybi bulurlar. Teybin
içindeki kaset Lelievre’lerin operayı kaydettikleri ama aynı zamanda Sophie
ve Jeanne’ın, Lelievre’leri öldürdüklerinin de delilidir; dolayısıyla
Sophie’nin kısa sürede yakalanacağının da.
Şimdi, bu sorunlu özeti yaptıktan sonra filme dair ayrıntıları vereyim.
Film boyunca iyi ve kötü olma sürekli yer değiştirmektedir; bir diğer deyişle
bu karşıtlığın yapısal ve maddi bir temel üzerinde çözülüşüne ve içiçe
geçişine şahit oluruz. Sophie kendisine iyi davranan Melinda’nın
(Lelievre’lerin kızı) telefon konuşmasını dinleyerek ona şantaj yapar -çünkü
Melinda Sophie’nin okuma yazma bilmediğini öğrenir; Jeanne Lelievre’lerin
mektuplarını açıp okur. Lelievre’ler Sophie’yi göz muayenesi için doktora
götürürler; ama onun izin günü çalışmasını, Jeanne ile görüşmemesini de
isterler. Melinda, Jeanne’ın arabasını tamir eder, ama kirlenmiş elini sildiği
peçeteyi farkında olmadan arabanın içinde oturan Jeanne’ın üzerine atar.
Lelievre’ler ev içinde Sophie hakkında onun duyabileceği mesafelerden,
varlığını gözetmeksizin konuşurlar. Filmin başında Lelievre’ler ve Sophie
arasındaki hoşgörü ve uzlaşım ortamı yavaş yavaş çatışmaya dönüşür. Kimin
iyi kimin kötü olduğuna bakmaksızın çatışma sınıf farklılıklarıyla kurulan
yapısal bir temele oturtulur. Filmde Sophie ve Jeanne’ın geçmişleri hakkında
şu bilgi verilir: Sophie babasını, Jeanne kızını öldürmek ya da ölümüne
sebebiyet vermekle yargılanmıştır. Birbirlerine bu olayları anlatırken ortaya
çıkan durum, Sophie’nin babasının Jeanne’ın ise kızının ölümüne seyirci
kalması, engel olmaya çalışmamalarıdır. Bunun nedeni ise, hayatlarını idame
ettirmekte yaşadıkları zorluklar, maddi sorunlardır. Birbirlerine
“ispatlayamazlar” derler. Burjuva aile, burjuva hukuku ikilisi kiliseyle
tamamlanır. Kilisenin yoksullar için yiyecek ve giyecek toplamasına yardım
eden Sophie ve Jeanne gittikleri bir evde verilen giyeceklerin giyilemeyecek
kadar eski, yiyeceklerin yenilemeyecek kadar bayat olmasıyla alay ederler
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
89
ve evin sahibi tarafından kiliseye şikayet edilirler. Rahip, kabalıklarından
dolayı Sophie ve Jeanne’ı suçlar ve artık yardım etmemelerini söyler.
Seremoni filminin içerdiği suç ve şiddet öyküsünden bir haber öyküsü
nasıl çıkar? Haberin başlığı ne olur? Sophie’nin Lelievre’lerin hizmetçisi
olduğu, olayın olduğu gece, Lelievre’lerin yatak odalarındaki yatağa kahve
dökülmüş olduğu ve bayan Lelievre’nin elbiselerinin parçalandığı, Sophie ve
Jeanne’nın geçmişte yargılanmış oldukları, rahibin onlar hakkında
söyledikleri ve verdiği giyecek ve yiyeceklerle alay ettikleri evin sahibinin
söyledikleri öne çıkarılacaktır. Haberin başlığı, “Cinnet geçiren hizmetçi,
arkadaşı Jeanne’la Lelievre’leri av tüfekleriyle öldürdü” olabilir. Sophie ve
Jeanne’ın özellikle son zamanlarda “normal” olmadıkları haber metnine
yazılacaktır. Geçmişte yargılanmalarıyla bu olay arasındaki ilişkinin altı
çizilecek suçun kişiselleştirilmesi sağlanacaktır. Rahibin Jeanne’ın arabasına
çarpması ve Jeanne’nın ölümü kasetin bulunmasıyla birarada verilecek
kasetin bulunması daha önemli olarak sunulacağı için Jeanne’ın ölümü
önemsiz bir ayrıntı olarak kalacaktır ve hatta Jeanne’ın Lelievre’lerin
mektuplarını açıp okuduğu daha çok vurgulanacaktır.
Tanıdık geliyor değil mi? Filmin sunduğu bağlam içinde Sophie ve
Jeanne’ın Lelivere’leri öldürmeleri, birbiriyle çatışan iki dünyanın karşı
karşıya gelmesinden beslenirken ve böylelikle maddi bağlantılarla ilişki
kurmamızı sağlarken, haber metninde, gerçekliği “biz” ve “onlar” olarak
haritalandıran suç ve şiddet tanımlarıyla karşılaşacağız. Sophie’nin okuma
yazma bilmemesinin kendisinde yarattığı korkuları, kitaplardan nefret
edişini, Lelievre’lerin büyük kütüphanelerinde nasıl tedirgin olduğunu,
sürekli televizyon seyrettiğini ve başka bir dizi çatışma unsuruna dair
bilgileri asla öğrenemeyeceğiz. Olumsuzluk ve şiddet içermesiyle haber
değeri taşıyacak olan bu öykü, cinayete ve şiddete yol açan koşulların asla
tartışılmadığı, bağlam bilgisi olmayan bir habere dönüşecek. Suçlular,
şiddete başvuranlar, sapkınlar bir tarafa esas olarak toplumdan olanlar bir
tarafa konulacak, hakim kültürel ve moral idealler pekiştirilerek hakim
hukuk ve düzen anlayışı korunacak.
İletişim 2002/16
Umut Tümay ARSLAN
90
Sonuç olarak, haber üretim süreci, profesyonel ideoloji ve haberin
söylemi birarada haber metnini kapalı ve sıkı bir metin haline getirmektedir.
Yenilik ve bilgi içeren ve bu yönüyle de haber kalan haber, hakim
habercilik anlayışının dışarda bıraktığı imkansızlık noktasıdır. Pound’un
sözü, hem edebiyatın “ne olduğu” ve “ne olması gerektiği”, hem de haberin
“ne olmadığı” ve “ne olamayacağı” hakkında bir söz olarak okunabilir.
Kaynaklar
Bidart, F. (2002). “What’s American About American Form?”.
http://www.poetry society.org/wabidart.html. 26.01.2002
Coward, R. ve Ellis, J. (1985). Dil ve Maddecilik. İstanbul:İletişim.
Fairclough, N. (1992). Discourse and Social Change. UK:Polity
Press.
Hackett, R. (1998). “Bir Paradigmanın Önemini Yitirişi: Haber
Medyası Çalışmalarında Yanlılık ve Nesnellik”. çev. Ayşe İnal. A.Ü.
İletişim Fakültesi Yıllık 1997-1998.
Hall, S. (1997). “The Work of Representation”. Representation,.der.,
Stuart Hall. London: Sage Publications.
Hall, S. (1999). “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında
Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü”. çev. Mehmet Küçük. Medya İktidar
İdeoloji, der., Mehmet Küçük. Ankara: Ark Yayınları.
Hall vd. (1988). “The Social Production of News: Mugging the
media”. The Manufacture of News, der., S.Cohen ve J. Young.
GB:St.Edmundbury Press.
İnal, A. (1994). “Haber Üretim Sürecine Farklı İki Yaklaşım”. A.Ü.
İletişim Fakültesi Yıllık 1993.
İnal, A. (1995). “Yazılı Basın Haberlerinde ‘Yapısal’ Yanlılık
Sorunu”. Toplum ve Bilim, 67:111-135.
İnal, A. (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Temuçin Yayınları.
İnal, A. (1999). “Medya, Dil ve İktidar Sorunu”. İletişim, 3:13-36.
İletişim 2002/16
Haberde Yeni Olan Nedir?
91
Leader, D. ve Groves, J. (1997). Lacan. çev. Gül Çağalı Güven.
İstanbul:Milliyet yayınları.
Molotch , H. ve Lester, M. (1988). “News As Purposive Behavior: On
the Strategic Use Of Rutin Events, Accidents and Scandals”. The
Manufacture of News, der., S.Cohen ve J. Young. GB. St. Edmundsbury
Press Ltd.
Murdock, G. (1980). “Class, Power and the Press: Problems of
Conceptualisation and Evidence”. The Sociology of Journal Press, ed.,
Harry Christian. GB: University of Keele.
Murdock, G. ve Hansen, A. (1985). “Constructing the Crowd: Popular
Discourse and Press Representation”. The Critical Communication
Review 3. Popular Culture and Media Effects, der., V. Mosco ve J.
Mosco. NJ:Abex.
Ryan M. ve Kellner D. (1997). Politik Kamera. çev. Elif Özsayar.
İstanbul:Ayrıntı.
Tuchman, G. (1978). Making News: A Study in the Construction of
Reality. US: The Free Press.
van Dijk, T.A. (1988). News As Discourse. NJ:Lawrence Erlbaum
Associates Publishers.
van Dijk, T.A. (1999). “Söylemin Yapıları ve İktidarın Yapıları”. çev.
Mehmet Küçük. Medya İktidar İdeoloji. der., Mehmet Küçük. Ankara: Ark
Yayınları.
Zizek, S. (2001). “Çokkültürcülük ya da Çokuluslu Kapitalizmin
Kültürel Mantığı”. çev. Tuncay Birkan. Defter, 44:145-175.
Özet
“Edebiyat haber KALAN haberdir.” Ezra Pound’un bu sözü haber
hakkında ne söylemektedir? Bu yazıda, Pound’un sözünden yola çıkılarak
haberin neden haber kalamadığı tartışılmaktadır. Dolayısıyla çalışma,
yenilik ve bilgi içeren ve bu yönüyle de haber kalan haber ile hakim haber
tanımı arasında bir ayrımla başlamaktadır ve bu ayrımı netleştirmek için
hakim habercilik anlayışını eleştiren yaklaşımlardan yararlanmaktadır. Bu
yaklaşımlar uyarınca “haber üretim süreci”, “profesyonel ideoloji” ve
İletişim 2002/16
92
Umut Tümay ARSLAN
“haberin söylemi” haber metnini kapalı ve sıkı bir metin haline
getirmektedir. Yani, haberin haber olarak kalması imkansızdır; çünkü
haberde zaten yeni bilgi yoktur. Bir diğer deyişle, haberde haber YOKTUR
ve bu nedenle haber haber KALAMAZ. Dolayısıyla, Pound’un sözünü
haberin “ne olduğu” hakkında bir söz olarak okumanın yerine hakim
habercilik anlayışı içinde haberin “ne olmadığı” ve “ne olamayacağı”nı
açıklığa kavuşturan bir söz olarak okuyabiliriz. Yazının son bölümünde
haber kalan haber ve haber arasındaki ayrım bir örnekle açıklanmaktadır:
Claude Chabrol’ün La Ceremonie (Seremoni) filminin öyküsü nasıl bir haber
öyküsüne dönüşür?
Abstract
“Literature is news that STAYS news.” What does this statement of
Ezra Pound tell about news? Taking this motto of Pound as a beginning
point, this paper discusses why news can not stay news. Therefore, it begins
with a distinction between news that stays news and news as such. The
former is marked by novelty and knowledge and this is why it may remain to
be news. As to the latter, the picture is rather different. This difference is
displayed by means of the critical approaches to dominant understanding of
news. Arguing that news are bound to be close and tight text owing to
“news production process”, “professional ideology”, and “news discourse”,
critical approaches suggest that news may not stay news for there is nothing
new in news. In other words, news DOES NOT HAVE news and hence news
DOES NOT STAY news. Accordingly, instead of taking it as a statement
about “what news is”, Pound’s statement should be read to be clarifying
“what news is not” and “what it can’t be”. At the end of the paper, the
distinction between news that stays news and news as such is disclosed by
means of reading Cladue Chabrol’s film, La Ceremonie: How would the
story of this film be transformed into a news story?
İletişim 2002/16
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
Nejla POLAT*
Giriş
Prof. Dr. François Carron’un üçüncü sanayi devrimi olarak
nitelendirdiği internet (Hürriyet 16/7/2000), birçok bilgisayar sisteminin
birbirine bağlı olduğu, dünya çapında yaygın olan ve sürekli büyüyen bir
iletişim ağıdır (İnan, 2000:9).
İnternet kullanıcı sayısı dünyada ve Türkiye’de hızla artmaktadır.
Computer Industry Almanac’ın 2002 verilerine göre dünyada İnternet
kullanıcı sayısı 533 milyon (CyberAtlas, 2003:2-6), Türkiye’de 4-6
milyondur (Andiç, 2002:2). Bu sayı her geçen gün hızla artmaktadır.
Daha önce evlerinde ve işyerinde bilgisayarı olan insanlar internete
girebilirken, internet kafelerin yaygınlaşmasıyla birlikte internet
kullanıcılarının sayısı da arttı. Ayrıca dünyada ve Türkiye’de daha geniş
alanda İnterneti kullanabilme olanağı yaratıldı.Yapılan araştırmalarda
internet kafelerdeki internet kullanıcılarının büyük bölümü, zamanının
çoğunu internette chat yaparak geçirmektedir. Bu bulgulardan yola çıkarak
bu çalışmanın internet kafelerde yapılmasına karar verildi. Türkiye’de
1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren faaliyete geçen internet kafelerin
sayısı Tiev (Türk İnternet Evleri) Başkanı Yusuf Andiç’in verdiği bilgiye
göre 7243’e ulaştı. İnternet kafelerdeki kullanıcı sayısı ise %42.2 (Andiç,
2002:4). İnternet kafeler, evlerinde bilgisayarı olmayan insanlara internete
erişme olanağı yarattı.
İnsana sınırsız iletişim özgürlüğü ve bireysel düzeyde etkileşim
olanağı sağlayan internet, ilk gerçek zamanlı iletişim aracıdır. İnternet
*
Yrd. Doç. Dr. Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
İletişim 2002/16
94
Nejla POLAT
üzerinde yapmak istediğimiz birçok şeyi kolay, ucuz ve hızlı bir şekilde
yapabiliriz.
Yapılan araştırmalarda internetin gerçek kullanım amacından uzak,
daha fazla eğlence aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. İnternet
kullanıcılarının büyük bölümü zamanının çoğunu internette chat yaparak
geçirmektedir (Murphy, 2000: 111-121; Polat, 2002 :16; Bizim Gazete,
10/6/2000; Netlife, 2000: 36-40).
Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımına göre izleyiciler/tüketiciler kendi
gereksinimlerine karşılık verebilecek iletişim araçlarını ve içeriklerini
seçerler. Buna göre insanlar basit bir şekilde davranma yerine çevrelerine
etki yapan aktif kişiler olarak kabul edilir. Bu kişiler etkinlikleri seçme
yolları arasında amaçlarına uygun tercihler yapma gücüne sahiptirler. Ancak
yaklaşım, kişilerin kitle iletişim araçlarını öteki olanaklara tercih edip
kullanmasının toplumsal sonuçlarını açıklamaz. Ayrıca izleyicinin/
kullanıcının ne dereceye kadar aktif olduğu ve iletişim sürecindeki öteki
öğelerin (iletişim örgütleri, gönderenler) önemi belirtilmez (Erdoğan ve
Alemdar, 2002:187-197). Teknoloji yerinde, zamanında ve işlevsel
kullanıldığında onun getirilerinden yararlanılabilir. Bu durum internet için de
geçerlidir.Bu çalışmada ele aldığımız internette chat ortamı, tamamen ayrı
bir dünya, ayrı bir kültür, ayrı bir dildir.
Chat, kişilerin eşzamanlı, mekandan bağımsız internet üzerinde yazılı
konuşmalar yaptığı çok kullanıcılı sohbet ortamı (Dowining, 1999:285)
olarak tanımlanabilir.
İnternet üzerinde değişik programlar kullanılarak chat yapılmaktadır.
Chat programlarından en çok kullanılanı IRC (Internet Relay Chat) “İnternet
üzerinde bir grup kullanıcının eş zamanlı olarak yaptığı sohbet”tir
(Dowining, 1999:285). IRC’de belli sunucuların kullanıldığı, değişik adlar
altında, değişik konuların paylaşıldığı sohbet (chat) odaları vardır. Odalar
çeşitli konularda şekillendirilmiştir. Çoğunlukla içeriklerine dair isimler ile
kullanıcıyı yönlendirirler. Kişiler kendilerine Nickname adı verilen takma
adlarla odalardaki sohbete katılırlar. Bunun dışında ICQ (I Seek You=Seni
İletişim 2002/16
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
95
arıyorum) adlı bir başka sohbet programı daha kullanılır. ICQ’da bire bir
sohbet söz konusudur. Web üzerinde de sohbet yapılmaktadır.
Chat ortamında kimliklerinden asla emin olmadığımız takma adlar ve
onlara yüklediğimiz anlamların etkisinde sanal sohbetler söz konusu
olmaktadır. İnternet kullanıcıları chat ortamında sanal bir gerçeklik, sanal bir
dünya yaratmaktadırlar. Sanal gerçekliği Benedikt, teknoloji aracılığıyla
bedenin mekanda yer değiştirmesine olanak veren bir teknolojik uygulama
(Aktaran Timisi, 2003 : 151) olarak tanımlamaktadır. İnternet ortamında
bireylerin kendi kimliğini gizleyerek ismini, cinsiyetini, toplumsal rolü ve
statüsünü değiştirerek iletişimde bulunmaları mümkün olmaktadır. İnternette
iletişim kurgulanmış kimlikler aracılığıyla yapılır hale gelmiştir. Bireyler
iletişimde bulunduğu ötekinin biyolojik ve toplumsal varlığını, sesini,
görüntüsünü, cinsiyetini, statüsünü kısaca bireysel özelliklerini ve tarihini
dikkate almaksızın iletişimde bulunabilmektedir. Böylece internet ortamında
bireyler birbirleriyle iletişim kurarken kimliklerin görünmezliğini,
anonimliğini de yaratmaktadırlar.Birey kendini bir diğeri gibi
tanımlayabilmektedir (Timisi, 2003 : 172). Sanal dünyadaki bu değişimi
Hayles, aşırı gelişme, aşırı nüfus patlaması ve aşırı parçalanmış bir dünyada
fiziksel biçimlerin çok boyutlu bilgisayar mekanı içinde yeniden
biçimlenmesi, bozulmamış bir saflığa duyulan ihtiyacın yansıması olarak
nitelendirmektedir (Aktaran Timisi, 2003 : 173).
Nitekim, chatte insanlar gerçek kimliklerini geride bırakarak, yeni bir
kimlik ihtiyacını sanal alemde oluşturdukları takma adlarla
karşılamaktadırlar. Sanal alemde birey genellikle bulunduğu uzam ve
zamanın dışında, başka bir uzam ve başka bir boyutta, başka bir kişilikte
karşısındaki kişi veya kişilerle iletişim kurmaktadır. Chat esnasında
bilincinde yarattığı imgelem ve kurduğu dünya da onun yaşamını
etkilemektedir.
Gerçi webcam dediğimiz yeni cihazlarla görüntülü sohbet imkanı
yaratılabiliyor ama, insanların çoğu hala kendi yarattıkları cam fanuslardaki
sanal dünyalarını tercih ediyorlar. Orada mutluluğu, sevinci, hayal
kırıklığını, kızgınlığı, öfkeyi, üzüntüyü yaşamayı tercih ediyorlar.
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
96
Bu konuya açıklık getirmek ve internet kafelerdeki internet
kullanıcılarının chat ortamında oluşturdukları sanal dünya ve sanal kimliğin,
onların gerçek yaşamına etkisini ölçmek amacıyla bu çalışma yapılmıştır.
2000 yılı aralık ayında yapılan bu kesitsel araştırma bir alan araştırmasıdır.
Araştırmanın anketi Edirne ili Merkez İlçe’de hizmet veren 40 internet
kafede, toplam 450 kullanıcı ile yüzyüze görüşülerek yapılmıştır.
1-
Araştırmanın Tasarımı
A) Araştırmanın Konusu ve Amaçları
İnternet kafelerdeki internet kullanıcıları üzerinde yapılan bu
araştırma ile iki konuya açıklık getirilmek istenmiştir. İlk olarak
kullanıcıların internette chat yapma oranlarını, chatte oluşturdukları sanal
kimlik ve sanal dünyanın onlar üzerindeki etkisini ölçmek amaçlanmıştır.
İkinci olarak da internet kullanıcılarının internete ayırdıkları zamanı
hangi alışkanlıklarından vazgeçerek kullandıkları ve internete ayrılan
zamanın yazılı-görsel-işitsel kitle iletişim araçlarının kullanımına etkisi
konusu ölçülmek istenmiştir.
Ankette, başlangıçta internet kafelerdeki internet kullanıcılarının
profilini tespit etmek amacıyla hangi sıklıkla internet kafeye gittikleri ve
internete ne kadar zaman ayırdıkları sorulmuştur. Kullanıcıların interneti
daha fazla hangi amaçla kullandıklarını tespit etmek amacıyla, internete
girmedeki amaçları sorulmuştur. Kullanıcıların chat yapma amaçlarını tespit
etmek amacıyla, internette chat yapma nedenleri soruldu. İnternet
kullanıcılarının chatteki sanal dünyalarını keşfetmek amacıyla; chat
yaparken kendisini karşısındaki kişiye tanıtma durumu, kullandığı takma
adları (nickname), tanıtma farklılığı, nick seçiminde etkili olan nedenleri ile
ilgili ayrı ayrı sorular yöneltildi. Arkasından kullanıcıların chat yaptıkları
kişilerle gerçek yaşamdaki bağlantılarını ve onlara ilişkin yaşadığı duyguları
ölçmek amacıyla; chat yaptığı kişilerle buluşup görüşme oranları, görüşen
kişilerin duyguları, chatteki sohbetleri yüz yüze yapabilme oranları ve
yapamama nedenleri ile ilgili sorular soruldu. Daha sonra sanal dünyadaki
İletişim 2002/16
97
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
mutluluklarını ve bunun gerçek yaşama etkilerini ölçmek amacıyla internet
kullanıcılarının internette kurdukları sanal dünyalarındaki mutluluk derecesi
ile ilgili sorular ayrı ayrı soruldu.
Ayrıca internet kullanıcılarının interneti kullanmaya başladıktan sonra
daha önce edindikleri hangi alışkanlıklardan vazgeçtiğini tespit etmek
amacıyla; kullanıcılara televizyon izleme, radyo dinleme, gazete-dergi-kitap
okuma, sinemaya gitme, arkadaşları ile buluşup sohbet etme, kahveye,
eğlence yerine gitme, ailelerine zaman ayırma süresindeki değişiklilerle ilgili
yarı ayrı sorular yöneltildi.
B) Araştırmanın Önemi, Sayıltıları (Bulguları) ve Sınırlılıkları
Bu araştırma internetin ve internetteki chat dünyasında
oluşturduğumuz sanal kimliklerimizin gerçek yaşamımız üzerindeki etkisini
ölçmesi açısından önemlidir. Diğer taraftan internetin, kitle iletişim
araçlarının kullanımı üzerindeki etkisini ortaya çıkarması bakımından da
önemlidir.
Ayrıca yeni bir çağın dönüştürücüsü olan ve yaşamı kolaylaştıran
internetin, kullanıcılar tarafından daha çok eğlence aracı olarak değil de,
daha işlevsel kullanılması açısından yol gösterici olabilir. Kullanılan ankette
yer alan soruların internet kafelerdeki kullanıcıların, chat ortamında
kurdukları sanal dünyalarının gerçek yaşamlarına ve daha önce edindiği
alışkanlıkları üzerine etkisini ortaya çıkardığı varsayılmaktadır. Araştırmada
elde edilen veriler, Edirne Merkez İlçe’de bulunan internet kafelerdeki
internet kullanıcıları ile sınırlıdır.
C) Araştırmanın Yöntemi ve Verilerin Toplanması
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
98
Chat dünyasında oluşturulan sanal kimliklerin gerçek yaşama
etkilerinin ve internetin kullanıcılar üzerindeki etkisinin belirlenmeye
çalışıldığı bu kesitsel araştırma bir alan araştırmasıdır.
Araştırmada kullanılan anketteki sorular hazırlanırken, IBS Araştırma
ve Danışmanlık Şirketi ve Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe
Bölümü Araştırma Görevlisi Ali Eskin tarafından internet kullanıcıları
üzerinde yapılan araştırmalardaki sorulardan da yararlanılmıştır. Hazırlanan
anket formu deneklere uygulanmadan önce bir grup (20 kişi) internet
kullanıcısı üzerinde test edilmiş ve elde edilen sonuçlara göre yeniden bir
düzenlemeye gerek duyulmamıştır.
2-
Bulgular ve Tartışma
Bu çalışmada internet kafelerdeki internet kullanıcılarının profiline,
internet kafeye gitme ve interneti kullanma süresine, interneti daha fazla
hangi amaçla kullandıklarına, chat dünyasında oluşturdukları sanal kimliğin
gerçek yaşamlarındaki etkisine yer verilmiştir.
A.
İnternet Kafelerdeki İnternet Kullanıcılarının Profili
Edirne’de Merkez İlçe’de hizmet veren tüm internet kafeleri kapsayan
bu araştırmanın sonucuna göre, internet kullanıcılarının % 64.9’u erkek,
%35,1’i kadındır. Kafelerdeki internet kullanıcılarından erkeklerin oranı,
kadınlara göre daha fazladır.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) 2001 yılında açıklanan
raporuna göre de dünyada internet kullanıcılarının çoğunluğu erkek.
Raporda, Avrupa Birliği’nde internet kullanıcılarının sadece % 25’inin kadın
olduğu, Latin Amerika’da %38’inin, Japonya’da %18’inin, Ortadoğu
Ülkeleri’nde ise sadece %4’ünün kadın olduğu belirtilmiştir (Cumhuriyet,
1/2/2001).
Kafelerdeki internet kullanıcılarının yaş durumu ise şöyledir:
Kullanıcıların % 70’i 18-23 yaş grubu arasındadır. %12’si 12-17 yaş grubu,
% 13,6’sı 24-30 yaş grubu, %3,3’ü 34-40 yaş grubu, % 1,1’i ise 41 yaş ve
İletişim 2002/16
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
99
üzerindedir. Araştırmanın sonucuna göre internet kullanıcılarının büyük
çoğunluğunu yani % 83,6’sını 18-30 yaş grubu arasındaki gençler
oluşturmaktadır. Bu konuda İntel’in Türkiye’de 1200 kişinin katılımıyla
gerçekleştirdiği araştırmanın sonucuna göre de internet kullanıcılarının
çoğunluğu yani % 38,7’si 15-29 yaş grubu arasındaki gençlerden
oluşmaktadır (Globus, 2000: 53).
Araştırmanın sonucuna göre internet kullanıcılarının %55,6’sının
eğitim durumu üniversite düzeyinde, sadece % 10,2’si ilk ve ortaokul
mezunu, % 33,3’ü ise lise ve dengi meslek okulu mezunudur. Burada
genelde eğitim düzeyi yüksek kişilerin interneti kullandığı görülmektedir.
ILO’nun 2001 yılında açıklanan raporuna göre de internet kullanıcılarının
çoğunluğu üniversite mezunudur (Cumhuriyet, 1/2/2001).
İnternet kafelerdeki kullanıcıların gelir dağılımı ise şöyledir:
Kullanıcıların %12’si 100 milyon ve altı, % 32,4’ü 101-200 milyon arası, %
27,6’sı 201-300 milyon arası, % 14,2’si 301-400 milyon arası, % 9,3’ü 401500 milyon arası, % 3,6’sı 501-600 milyon arası, % 0,9’u 600 milyon ve
üzeri bir gelire sahiptir. Araştırmanın sonucuna göre, kafelerdeki internet
kullanıcılarının azımsanmayacak bir bölümü yani % 44,4’ü (200 milyon altı)
düşük gelir düzeyine sahiptir. Daha önce ağırlıklı olarak evinde ve iş yerinde
bilgisayarı olan, yüksek gelir grubuna dahil bireyler interneti
kullanabiliyordu. Son zamanlarda internet kafelerin yaygınlaşmasıyla
birlikte internete daha kolay ve ucuza erişim olanağı sayesinde, hem
gençlerin hem de daha düşük gelir düzeyine sahip kişilerin internet
kullanıcıları arasına katılımı sağlandı.
B. İnternet kullanıcılarının İnternet Kafeye Gitme ve İnterneti
Kullanma Süresi
Araştırmada elde edilen verilere göre, internet kullanıcılarının büyük
bir bölümü, yani % 47,8’i her gün internet kafeye gitmektedir. Diğer
kullanıcıların % 25,6’sı birkaç günde bir, % 22,7’si haftada bir, % 4’ü ise
ayda bir ya da nadir olarak internet kafeye gitmektedir. Anketin sonucuna
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
100
göre her gün internet kafeye giden internet kullanıcılarının oranı daha
fazladır.
Grafik 1 – Her gün İnternet Kafeye Giden İnternet Kullanıcılarının
İnterneti Kullanma Süresinin Dağılımı
17,70%
4,70%
1/2 - 1 SAAT
1 -3 SAAT
20,90%
56,70%
4 - 5 SAAT
5 SAAT VE+
Grafik 1’de de görüldüğü gibi, ankete yanıt verenler içerisinde her gün
internet kafeye giden 215 kullanıcının büyük bir bölümü, yani % 56,7’si 1- 3
saat arası interneti kullanmaktadır, kalan % 20,9’u 4 -5 saat arası, % 17,7’si
ise 5 saatin üzerinde interneti kullanmaktadır. Tüm bu veriler bize insanların
zamanlarının hiç de küçümsenmeyecek bir bölümünü internete ayırdıklarını
göstermektedir.
Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Bölümü Araştırma
Görevlisi Ali Eskin tarafından Sivas’taki internet kafelerde gerçekleştirilen
ve Haziran 2000 tarihinde açıklanan bir araştırmaya göre de her gün internet
kafeye gidenlerin % 62’sinin günün 1 –3 saatini %22’sinin günün 4-5
saatini, % 16’sının ise günün 5 saatinden fazlasını internet başında geçirdiği
belirlenmiştir (Bizim Gazete, 10/6/2000). Her iki araştırmanın sonuçlarında
yaklaşık bir paralellik görülmektedir.
İletişim 2002/16
101
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
C.
İnternet kullanıcılarının İnternete Girmedeki Amaçları
İnternet kafelerdeki internet kullanıcıları saatlerce internetin
karşısında değişik sitelerde sörf yaparak zamanlarını geçirmektedirler. Yeni
bir çağın dönüştürücüsü olan ve bilgiye kolay, ucuz, hızlı erişim olanağı
sağlayan, yaşamı kolaylaştıran internetin kullanıcılar tarafından daha fazla
hangi amaçla kullanıldığını tespit etmek amacıyla, onlara “İnternete
girmedeki amacınız nedir?” sorusunu yönelttik. Aldığımız cevapların sonucu
ayrıntılı olarak Tablo 1’de verilmektedir.
TABLO: 1 İnternet Kullanıcılarının İnternete Girmedeki Amaçları
AMAÇ
SAYI
YÜZDE
ARKADAŞ BULMAK
65
14,4
CHAT YAPMAK
153
34,0
BİLGİLENMEK
62
13,8
HABER OKUMAK
11
2,4
ALIŞVERİŞ YAPMAK
3
0,7
MÜZİK DİNLEMEK
11
2,4
İŞ YAPMAK
13
2,9
OYUN OYNAMAK
66
14,7
MAİL’LEŞMEK
61
13,6
VAKİT GEÇİRMEK
4
0,9
DİĞER
1
0,2
450
100,0
TOPLAM
Kafelerde ankete yanıt veren internet kullanıcılarının % 34’ü daha
fazla chat yapmak amacıyla internete girdiklerini belirtmişlerdir. Diğer
kullanıcıların sırayla % 14,7’sinin oyun oynamak, % 14,4’ünün arkadaş
İletişim 2002/16
102
Nejla POLAT
bulmak, % 13,8’inin bilgilenmek, % 13,6’sının mail’leşmek amacıyla
internete girdikleri tespit edilmiştir.
Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerdeki kullanıcıların, daha
fazla chat yapmak amacıyla internete girdikleri saptanmıştır. Bunu oyun
oynama ve arkadaş bulma amaçları izlemektedir. Bilgilenme amacıyla
internete girenlerin oranı dördüncü sırada gelmektedir.
IBS Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin 2000 yılında yaptığı
araştırmaya göre de internet kullanıcılarının çoğu chat yapmak amacıyla
internete giriyor (Radikal, 5/2/2001). Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Görevlisi Ali Eskin tarafından Sivas’ta
İnternet kafelerde yapılan bir araştırmanın sonucuna göre, internet kafelere
giden kullanıcıların % 43’ünün chat yaptığı, % 26’sının değişik bilgisayar
oyunları oynadığı, % 19’unun internet ortamında gezindiği tespit edilmiştir
(Bizim Gazete, 10/6/2000). Efes Pilsen tarafından Taylor Nelson Sofres
Piar’a yaptırılan “Türkiye Profili 2” araştırmasının sonuçlarına göre de
internet kullanıcıları en fazla chat yapmak amacıyla interneti kullandığı
görülmektedir. Bunu sörf yapmak, genel bilgi edinmek, oyun oynamak
amaçları izlemektedir. Ders amaçlı interneti kullananların oranı beşinci
sırada yer almaktadır (Hürriyet, 2/11/2002). Yine Taylor Nelson Sofres Piar
Araştırma Şirketinin banka müşterileri üzerine yaptığı bir araştırmaya göre
de, internet kullanıcısı bireysel banka müşterilerinin interneti en yoğun chat
yapmak için kullandıkları anlaşılmaktadır. E-Mail, haberleri takip etmek,
kişisel hobiler ve oyun diğer yoğun kullanılan alanlardır
(www.activefinans.com, 2003:3-4).
Yukarıda belirtilen değişik kurumlar ve kişiler tarafından yapılan
araştırmaların sonuçlarına göre de internet kullanıcılarının daha fazla chat
yapmak amacıyla interneti kullandıkları belirlenmiştir. İlk sıraları genelde
eğlence amaçlı kullanımın izlediği gözlemlenmiştir.
İletişim 2002/16
103
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
D. İnternetin, İnternet Kullanıcılarının Yaşamları Üzerine
Etkisinin Derecesi
Her yeni teknoloji kendi kültürünü de getirmekte ve yaşantımızı
etkilemektedir. Hayatımızın bir parçası haline gelen internetin kullanıcıların
yaşamını ne derece etkilediğini belirlemek amacıyla onlara, “İnternet
yaşamınızı etkiliyor mu?” sorusunu yönelttik.
GRAFİK: 2 İnternetin, İnternet Kullanıcılarının Yaşamları Üzerine
Etkisinin Derecesi
35,60%
ETKİLİYOR
ETKİLEMİYOR
59,30%
AZ ETKİLİYOR
5,10%
Ankete yanıt veren internet kafe kullanıcılarının % 59,3’ünün
internetin yaşamlarını etkilediği, % 35,6’sının da az etkilediği, sadece %
5,1’inin etkilemediği tespit edilmiştir.
Bu konuda IBS Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin yaptığı
araştırmaya göre, internet kullanıcılarının % 45’inin internetin yaşamlarını
etkilediği, % 35’inin ne etkileyip ne etkilemediği, % 20’sinin yaşamlarını
etkilemediği belirlenmiştir (Chip, 2000:322).
Her iki araştırmanın sonucunda da internetin, kullanıcıların çoğunun
yaşamını etkilediği ortaya çıkmıştır.
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
104
E. İnternet Kullanıcılarının Chat Yapma Nedenleri ve Chat
Esnasında Sanal Dünyalarında Oluşturdukları Sanal Kimliğin Gerçek
Yaşamlarına Etkisi.
Gerçek yaşamın sorumluluklarında ve sıkıntılarından kaçarak, sanal
dünyanın sakin limanına sığınan internet kullanıcıları zamanlarının büyük
bölümünü internette chat yaparak geçirmektedirler. Kullanıcıların internet
ortamında kurdukları sanal dünya ve kendilerine atfettikleri nickname’leriyle
farklı niteliklerdeki sanal kimlik onların gerçek yaşamlarını etkilemekte.
Zaman zaman çeşitli çatışmalar yaşamalarına neden olmaktadır. İnternet
kafelerdeki internet kullanıcılarının chat yapma nedenleri, chat esnasında
sanal dünyalarında oluşturdukları sanal kimlik ve bu sanal kimliğin gerçek
yaşamları üzerine etkileri tek tek aşağıda incelenmektedir:
TABLO: 2 İnternet Kullanıcılarının İnternet’te Chat Yapma Nedenleri
NEDENLER
SAYI
%
ARKADAŞ BULMAK
147
32,7
FLÖRT ETMEK
108
24,0
SIRADAN KONULARI KONUŞMAK
90
20,0
CİNSELLİK
48
10,7
UCUZ İLETİŞİM
37
8,2
CHAT YAPMAM
20
4,4
TOPLAM
450
100,0
Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerdeki internet
kullanıcılarının % 32,7’sinin arkadaş bulmak, % 24’ünün flört etmek, %
20’sinin sıradan konuları konuşmak, % 10,7’sinin cinsellik, % 8,2’sinin ucuz
iletişim amacıyla internette chat yaptıkları tespit edilmiştir. Araştırmaya
katılan 450 kişiden sadece 20 kişinin yani % 4,4’ünün chat yapmadığı
belirlenmiştir. Bu konuda Araştırma Görevlisi Ali Eskin tarafından
Sivas’taki internet kafelerde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre de internet
İletişim 2002/16
105
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
kullanıcıları chat yapma amaçlarını ,% 36 oranında arkadaş bulmak, %34
sıradan konular konuşmak, % 14 flört etmek, % 6’da cinsellik olarak
bildirmişlerdir (Bizim Gazete, 10/6/2000).
Her iki araştırmanın sonucuna göre de internet kafelerdeki
kullanıcıların internette daha fazla arkadaş bulmak amacıyla chat yaptıkları
gözlemlenmiştir. Yalnız Araştırma Görevlisi Eskin tarafında yapılan
araştırmada sıradan konuları konuşma ve flört etme amaçları yer
değiştirmiştir.
GRAFİK:3 İnternet Kullanıcılarının Chat Yaparken Kendisini
Karşısındaki Kişiye Tanıtma Durumu
Gerçek
Kimliğimle
12,10%
7,00%
3,30%
77,70%
Gerçek
Kimliğimle,
Kendime Farklı
Özellikler
Yükleyerek
Sanal Kimliğimle
(Nickimle), Kendi
Özelliklerimle
Sanal Kimliğimle,
Sanal Niteliğimle
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
106
Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerde chat yapan internet
kullanıcılarının % 77,7’sinin chat ortamında kendisini sanal kimliğiyle
tanıttığı, sadece % 12,1’inin gerçek kimliğiyle tanıttığı tespit edilmiştir.
Diğer kullanıcıların % 7’si gerçek kimliğiyle kendisine farklı özellikler
yükleyerek, % 3,3’ü sanal kimliğiyle (nickiyle), kendi özellikleriyle tanıttığı
belirlenmiştir. Bu konuda Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Antropoloji
Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zafer İlbars ve ekibinin Ankara’da farklı
semtlerdeki internet kafelerde yaptıkları araştırmaya göre de internette
kurulan sanal arkadaşlıklarda, kişilerin kendilerini olduğundan farklı
gösterdiği tespit edilmiştir. Mahmut Ayaz’ın chat konusunda yaptığı bir
araştırmaya göre de chat ortamında internet kullanıcılarının kendilerini farklı
kimlikler ve farklı niteliklerle tanıttığı ortaya konulmuştur (Ayaz, 2001: 28-40).
Araştırmaların sonucuna göre internet kullanıcılarının büyük
çoğunluğunun chat esnasında kendilerine atfettikleri farklı kimlik ve farklı
niteliklerle karşısındaki insana tanıttıkları gözlemlenmiştir.
GRAFİK:4 İnternet Kullanıcılarının Chat Yaptığı Kişiye Kendisini
Tanıtma Şekli
FARKLI CİNSEL
KİMLİK
21,90%
13,70%
29,30%
35,10%
İletişim 2002/16
FARKLI EĞİTİMKÜLTÜR DÜZEYİ
FARKLI
FİZİKSEL KİMLİK
FARKLI SOSYO
EKONOMİK
DURUM
107
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
İnternet kafelerde ankete yanıt veren internet kullanıcıları, chat
ortamında kendilerini daha fazla (% 35,1) farklı fiziksel kimlikle tanıttığını
ifade etmiştir. % 29.3’ü farklı eğitim-kültür düzeyiyle, % 21,9’u farklı
sosyo-ekonomik durumla tanıttığını söylemiştir. Kullanıcıların % 13,7’si de
kendisini farklı bir cinsel kimlikle tanıttığını belirtmiştir. Ayaz’ın yaptığı
chat araştırmasına göre de internet kullanıcılarının kendilerini farklı
niteliklerle tanıttığı gözlenmiştir (Ayaz, 2001:28-40).
Araştırmanın sonucuna göre internet kullanıcılarının chat yaptığı
kişilere kendilerini çoğunlukla farklı niteliklerle tanıttığı, kendi kimliğinden
ve kişiliğinden memnun olmadığı ortaya çıkmıştır.
GRAFİK: 5 İnternet Kullanıcılarının Nick Seçiminde Etkili Olan
Nedenler
SİZİ İFADE EDEN
ÖZELLİKLER
19,10%
9,50%
20,20%
51,20%
OLMAK
İSTEDİĞİNİZ
KİMLİK
BAŞKALARININ
SİZİ GÖRMESİNİ
İSTEDİĞİNİZ
KİMLİK
FARKLI VE
DEĞİŞİK OLMA
İSTEĞİ
Araştırmaya göre, internet kullanıcılarının chat esnasında kullandıği
nick’i seçerken daha fazla (% 51,2) olmak istediği kimliğe uygun nick
seçtiği belirlenmiştir. Kullanıcıların % 20,2’sinin başkalarının kendisini
görmek isteyebileceği kimliğe uygun, % 19,1’inin de farklı ve değişik olma
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
108
isteğinden dolayı nick seçimine gittiği tespit edilmiştir. Sadece % 9,5’inin
kendisini ifade eden özelliklere uygun nick seçtiği saptanmıştır.
Araştırmanın sonucuna göre, internet kullanıcılarının chat yaptığı
kişilere daha fazla olmak istediği ve onların kendisini görmesini istediği
kimliğe uygun nick seçtiği söylenilebilir.
GRAFİK: 6 İnternet Kullanıcılarının Chat Yaptığı Kişilerle Buluşup
Görüşme Oranları
TELEFONLA
GÖRÜŞÜYORUM
10,00%
34,90%
46,50%
BULUŞUP
GÖRÜŞMEK
İSTEMİYORUM
CESARET
EDEMİYORUM
8,60%
BULUŞUP
GÖRÜŞÜYORUM
Yapılan araştırmada internet kafelerde chat yapan internet
kullanıcılarının % 46,5’inin chat yaptığı kişilerle buluşup görüşmek
istemediği, % 34,9’unun buluşup görüştüğü, % 8,6’sının da yüz yüze
görüşmeye cesaret edemediği tespit edilmiştir. Sonuç olarak internette chat
yapan kullanıcıların çoğunluğunun chat yaptıkları kişilere kendilerini
olduklarından farklı yansıttıkları için onlarla buluşup görüşmek istemedikleri
gözlemlenmiştir.
İletişim 2002/16
109
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
GRAFİK: 7 Chat Yaptığı Kişilerle Görüşen İnternet Kullanıcılarının
Hissettikleri
EVET. T AM
BEKLEDİĞİM GİBİ
14,80%
21,40%
28,00%
35,80%
HAYIR BEKLEDİĞİM
GİBİ ÇIKMADI
HAYAL KIRIKLIĞINA
UĞRADIM
BİR KISMINI
BULABİLDİM
Araştırmada, internet kafelerde chat yapan ve chatte tanıştığı kişilerle
buluşup görüşen internet kullanıcılarının % 35,8’inin chat yaptığı kişinin
beklediği gibi çıkmadığı, % 28’inin de chat yaptığı kişiyi görünce hayal
kırıklığına uğradığı tespit edilmiştir. Sadece % 21,4’ünün chat yaptığı kişinin
tam beklediği gibi çıktığı belirlenmiştir.
Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerde chat yapan
kullanıcıların, chat esnasında daha fazla birbirlerine yalan söyledikleri,
hayallerinde farklı bir kişilik oluşturdukları ve gerçeklerle yüzleşince de
hayal kırıklıkları yaşadıkları söylenebilir.
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
110
GRAFİK: 8 İnternet Kullanıcılarının İnternette Yaptıkları Sohbetleri
Yüzyüze de Yapabilme Oranları
38,80%
EVET
YAPABİLİRİM
HAYIR
YAPAMAM
66,20%
Ankete verilen yanıtlarda, internet kafelerdeki internet tullanıcılarının
büyük çoğunluğu % 66,2’si chat esnasında yaptıkları sohbeti yüz yüze
yapamayacaklarını söylemişlerdir. Sadece % 38,8’i yapabileceğini
söylemiştir. Sonuçta chat yapan internet kullanıcılarının, chat ortamında
kurdukları sanal dünyalarında kendilerini daha rahat ifade ettikleri ileri
sürülebilir.
GRAFİK: 9 İnternette Yaptıkları Sohbetleri Yüzyüze Yapamayan
İnternet Kullanıcılarının Nedenleri
8,10%
ÇEKİNGİN BİR İNSANIM,
SOSYAL FOBİM VAR
14,80%
4,70%
KENDİMİ YETERİ
KADAR GÜZEL
BULMUYORUM
İNTERNETTE DAHA
RAHAT OLABİLİYORUM
72,50%
İletişim 2002/16
DALGA GEÇERLER
DİYE KORKUYORUM
111
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
Araştırmada, chat esnasında yaptıkları sohbetleri yüz yüze yapamayan
internet kullanıcılarının büyük çoğunluğu yani % 72,5’i internette daha rahat
olabildiklerini, % 14,8’i de çekingen insan olduklarını ifade etmişlerdir.
Sonuç olarak chatte kurulan sanal ortamda kişiler birbirlerini
görmediğinden ve sohbette de bir sınır olmadığından dolayı internet
kullanıcılarının, internette oluşturdukları sanal dünyalarından daha rahat
oldukları söylenebilir.
GRAFİK: 10 İnternet Kullanıcılarının İnternette Kurdukları Sanal
Dünyalarındaki Mutluluk Derecesi
EVET
MUTLUYUM
32,20%
59,80%
8%
HAYIR MUTLU
DEĞİLİM
BİR DEĞİŞİKLİK
YOK
Araştırmaya göre, internet kafelerdeki internet kullanıcılarının büyük
çoğunluğunun yani % 59,8’inin chat ortamında kurdukları sanal
dünyalarında mutlu oldukları, sadece %8’inin mutsuz olduğu tespit
edilmiştir.
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
112
SONUÇ
Bilgiyi özgürleştiren insana sınırsız iletişim özgürlüğü sunan internet
gittikçe yaşamımıza daha fazla girmekte, yaşamımızı etkilemekte ve onun
bir parçası haline gelmeye aday olmaktadır. İnternet kafelerde yapılan
araştırmanın sonucuna göre, kafelerdeki internet kullanıcılarının büyük
çoğunluğu, yani % 83,6’sı 18-30 yaş grubu arasındaki gençlerden
oluşmaktadır. Bu gençlerin büyük çoğunluğunu öğrenciler oluşturmaktadır.
Kullanıcıların büyük çoğunluğunun gençlerden oluşması gençlerin yeniliğe
açık olması, teknolojiyi kullanabilme becerisi, internetin onların ilgi
alanlarına daha fazla yer vermesi, atılımcı ve maceracı ruha sahip olmaları
ve yaşanacak daha çok şeylerinin olmasından kaynaklanmaktadır.
Kullanıcıların büyük çoğunluğu, yani % 64.9’u erkek, kadınların oranı
sadece % 35,1’dir. İnternet kafelerdeki kadın kullanıcıların az olmasının en
büyük nedenlerinden biri hâlâ erkek egemen toplum olmamızdan
kaynaklanmaktadır. Bununla beraber internet kafelerin daha hâlâ
toplumumuzda bir sosyal etkinlik mekanı olarak değil , kahvehane olarak
değerlendirilmesi de bu durumu olumsuz etkilemektedir. Kafelerdeki
internet kullanıcılarının büyük çoğunluğu orta (% 51,1’i 201-500 milyon lira
arası) ve düşük ( % 44,4’ü 200 milyon lira altı) gelir düzeyine sahip. Sadece
% 4,5 gibi küçük bölümü yüksek gelir düzeyine sahiptir. Kafelerde
kullanıcıların büyük çoğunluğunun orta ve düşük gelir düzeyine sahip
olmalarının nedeni, daha fazla evine bilgisayar alamayacak durumda olan
kişilerin internet kafelere gitmeyi tercih etmelerinden kaynaklanabilir.
Araştırmaya göre, internet kafelerdeki internet kullanıcılarının profilinin
ağırlıklı olarak genç, erkek, orta ve düşük gelir düzeyine sahip öğrencilerden
oluştuğu söylenebilir. Çünkü, internet kafeler yaş, sosyal sınıf ve mekan
açısından kullanıcılara daha geniş erişim olanağı sağlamaktadırlar.
Araştırmaya göre, internet başında geçirilen zaman oldukça fazladır.
İnternet kullanıcılarının çoğunluğu yani % 47,8’i hergün, % 25,6’sı birkaç
günde bir, %22,7’si de haftada bir internet kafeye gitmektedir. Her gün
internet kafeye giden kullanıcıların büyük bölümü yani % 56,7’si günde 1-3
saatini, % 38,6’sı da 4 saatten fazlasını internet üzerinde geçirmektedir.
İletişim 2002/16
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
113
İnternetin yaşamımızdaki yerinin gittikçe daha fazla arttığı ve ona daha fazla
zaman ayrıldığı görülmektedir.
Araştırmada internet kafelerde internet kullanıcılarının çoğunun yani
% 34’ünün daha fazla chat yapmak amacıyla internete girdikleri, %
14,7’sinin oyun oynamak, % 14,4’ünün de arkadaş bulmak amacıyla
internete girdiği tespit edilmiştir. Bilgilenme, iş yapma, alışveriş yapma
amaçları daha sonra gelmektedir. Burada internet kafelerdeki kullanıcıların,
interneti enformasyon amacıyla değil de daha fazla eğlence amacıyla ve
özellikle de chat yapmak amacıyla kullandıkları sonucu çıkmaktadır. Oysa
internet kullanıcılarının çoğunun genç ve öğrenci olmaları, onların daha
fazla bilgilenme, iş yapma, haber okuma gibi amaçlarla internete girmeleri
gerektiğini düşündürür. Araştırma sonucunda ne yazık ki bu amaçların
eğlence amacından sonra geldiği saptanmıştır. İnternet kullanıcılarının daha
fazla chat yapmak amacıyla internete girmelerinin en büyük nedeni, gerçek
yaşamın sorumluluklarından ve sıkıntılarından kaçarak, chat ortamında
oluşturdukları sanal dünyanın sakin limanında kendilerini daha rahat
hissetmeleridir. Ayrıca, internetin insana verdiği sınırsız özgürlük duygusu
ve fantezilerini gerçekleştirmek için bulunmaz bir araç olması duygusudur.
İkinci sırada oyun oynama amaçlı internete girilmesinin nedeni olarak da
internet kullanıcılarının çoğunlukla genç olmaları, heyecan ve macerayı
sevmeleri gösterilebilir. Oyunların onların istediği şekilde çok renkli, hızlı,
görsel-işitsel efektlerle zenginleştirilmeleri de artı puandır. Ayrıca, gerçek
yaşamın sorunları, başarısızlıktan kaçma olayı ve hayattaki tatminsizlikleri
de neden olarak gösterilebilir. Arkasından arkadaş bulma amacıyla internete
girilmesinin nedeni, daha fazla kadın-erkek ilişkilerinin ve cinselliğin
sağlıklı bir şekilde yaşanmadığı toplumumuzda, internet ortamında
insanların kendilerini daha rahat ifade edebilmelerinden kaynaklanmaktadır.
Araştırmaya göre internetin, internet kafelerdeki kullanıcıların büyük
çoğunluğunun yaşamını şu veya bu şekilde etkilediği, sadece % 5,1’inin
yaşamını etkilemediği görülmüştür. Her yeni teknoloji kültürünü de beraber
getirmekte ve onu kullanan insanların yaşamlarını da etkilemektedir.
İnternet kafelerde yapılan araştırmada, zamanının çoğunu internet
ortamında chat yaparak geçiren internet kullanıcılarının, internet ortamında
İletişim 2002/16
114
Nejla POLAT
oluşturdukları sanal dünya ve kendilerine atfettikleri nicknameleriyle farklı
niteliklerdeki sanal kimliğin onların yaşamlarını etkilediği saptanmıştır.
Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerdeki internet kullanıcılarının
büyük çoğunluğunun arkadaş bulmak (%32,7) ve flört etmek (%24)
amacıyla chat yaptıkları tespit edilmiştir. Araştırmaya katılan 450 kişiden
sadece 20 kişi chat yapmadığını belirtmiştir. Bu da internete giren
kullanıcıların çoğunun (az ya da çok) chat yaptığını göstermektedir. Daha
fazla arkadaş bulmak ve flört etmek amacıyla chat yapılmasının nedeni de
yukarıda da belirttiğimiz gibi kapalı bir toplum olmamızdan ve insanların
kadın-erkek ilişkilerinde kendilerini rahat ifade edememelerinden
kaynaklanmaktadır. Elde edilen verilere göre internet kafelerde chat yapan
internet kullanıcılarının kendilerini daha fazla (%77,7) sanal kimliğiyle ve
sanal niteliğiyle tanıttığı, sadece %12,1’inin gerçek kimliğiyle tanıttığı
belirlenmiştir. Burada internet kullanıcılarının kendilerinden ve bulundukları
ortamdan mutlu olmadıkları ortaya çıkmaktadır. İnternet kullanıcılarının,
sanal dünyada bir özgüven aramak, belki de kendilerine olan
güvensizliklerini geçici olarak giderebilmek amacıyla, kendilerini sanal
kimlik ve sanal nitelikleriyle tanıtma gereğini duydukları söylenebilir.
Araştırmada, internet kullanıcılarının çoğunun (% 35,1) chat yaptıkları
kişilere kendilerini daha fazla farklı fiziksel kimlikle, % 29,3’ünün de farklı
eğitim ve kültür düzeyiyle tanıttıkları görülmektedir. Bu durum da
kullanıcıların kendi fiziksel, sosyo kültürel ve ekonomik konumlarından
memnun olmadıklarından, kendilerine olan güven eksikliğinden
kaynaklanabilir. Kullanıcıların % 13,7’si de kendisini farklı cinsel kimlikle
tanıtmıştır. Bunun en büyük nedeni de chatteki sohbet ortamlarında bayan
kimliğiyle girildiğinde ilginin fazla olmasıdır. Anketi yanıtlayan 450 internet
kullanıcısının yarısından fazlasının (%51,2’sinin) olmak istediği ve 87’sinin
(% 20,2’sinin) başkalarının kendisini görmesini istediği kimliğe uygun nick
seçtiği görülmüştür. Chat ortamında seçilen nicklerin biraz da kişilerin
niteliklerini yansıttığı düşünülmektedir. Chat ortamında karşıdaki kişiye,
sohbet odalarındaki ortama kendilerini kabul ettirmek ve biraz da olmak
istediği kimliği kurduğu sanal dünyasında yaşamak amacıyla uygun nick
seçimine gidildiği söylenebilir. Araştırmada, internet kullanıcılarının
İletişim 2002/16
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
115
çoğunluğunun yani % 46,5’inin chat yaptıkları kişilerle buluşup görüşmek
istemediği, % 8,6’sının görüşmeye cesaret edemediği, % 34,9’unun da
buluşup görüştüğü tespit edilmiştir. Bu duruma genellikle chatte yalanın
yaygın olması ve güvensizliğin hakim olması neden olarak gösterilebilir.
Ankete verilen yanıtlarda chat yaptıkları kişilerle görüşen internet
kullanıcılarının büyük çoğunluğu yani % 63,8’i de chat yaptığı kişinin
beklediği gibi çıkmadığını ve hayal kırıklığına uğradığını belirtmiştir.
Sadece % 21,4’ü görüştüğü kişinin tam beklediği gibi çıktığını bildirmiştir.
Bunun en büyük nedeni de internet kullanıcılarının chatte kurdukları sanal
dünyalarında karşılarındaki kişilere kendilerini olduklarından farklı olarak
yansıtmalarıdır. Araştırmada, internet kullanıcılarının büyük bölümünün
yani %66,2’sinin chatte yaptıkları sohbetleri yüz yüze yapamayacakları
saptanmıştır. Çünkü sanal ortam internet kullanıcılarına büyük bir rahatlık
sağlamaktadır. Buradaki sohbetlerde sınır yoktur. Kendilerini rahatlıkla ifade
edebilme ortamı mevcuttur. Araştırmada, internet kullanıcılarının çoğu yani
% 59,8’i internette kurdukları sanal dünyalarından mutlu olduklarını ifade
etmişlerdir. Bu duruma neden olarak da gerçek yaşamın sorunlarından ve
sorumluluklarından sanal dünyanın yanılsamalı gerçeğine kaçış
gösterilebilir. Kullanıcıların internet ortamında kurdukları sanal sırça
köşklerinden geçici olarak dahi olsa mutlu oldukları görülmektedir.
Sonuç olarak, dünyanın en büyük enformasyon ve iletişim kaynağı
olan internet gittikçe yaşamımızın bir parçası haline gelmektedir. Her geçen
gün ulusal ve uluslararası bazda internet kullanıcıları hızla artmaktadır.
Zamanlarının büyük bir bölümünü interneti tıklayarak geçiren internet
kafelerdeki Türk kullanıcılar interneti bilinçsiz olarak tüketmektedirler.
İnternet kafelerdeki internet kullanıcıları daha fazla chat yapmak amacıyla
interneti kullanmaktadırlar. Chat ortamında kimliklerinden asla emin
olmadığımız nicknameler ve onlara yüklediğimiz anlamların etkisinde sanal
sohbetler söz konusu olmaktadır. Chatte insanlar gerçek kimliklerini geride
bırakarak yeni bir kimlik ihtiyacını sanal alemde oluşturdukları takma
adlarla karşılamaktadırlar. Sanal alemde birey genellikle bulunduğu uzam ve
zamanın dışında, başka bir uzam ve başka bir boyutta, başka bir kişilikte
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
116
karşısındaki kişi veya kişilerle iletişim kurmaktadır. Chat esnasında
bilincinde yarattığı imgelem ve kurduğu sanal dünya da onun yaşamını
etkilemektedir. İnternet kullanıcılarının çoğu bu sanal dünyalarında mutlu.
Sınırların, sosyal normların, gerçek yaşamdaki ayrıcalıkların ve
sorumlulukların ortadan kalktığı bu sanal dünyanın kullanıcılara sınırsız
özgürlük duygusunu ve fantezilerini gerçekleştirmek için bir ortam hissini
verdiği söylenebilir.
Geçici olarak, sığınılan bu dünya insanları rahatlatabilir. Ancak
zamanının büyük bir bölümünü internette chat yaparak geçiren kullanıcılar,
gerçek yaşamın sorunları ve sorumluluklarıyla yüz yüze geldiğinde; büyük
halay kırıklıkları, psikolojik ve sosyal sorunlar, çatışmalar ve sapkınlıklar
yaşayabilir. İletişim sorunu olan insanları bir taraftan sosyalleştirebilir, ama
diğer taraftan da onları ait oldukları gruptan koparabilir, yüz yüze sıcak
ilişkilerden uzaklaştırabilir ve onlara sosyal uyum sorunu yaşatabilir.
İnsana sınırsız iletişim özgürlüğü sunan, bilgiye kolay, ucuz, hızlı
erişim olanağı sağlayan ve yaşamımızı kolaylaştıran internet, ancak yerinde,
zamanında ve işlevsel olarak kullanıldığında insanlığa katkısı büyük olur.
Aksi takdirde birçok olumsuzluğun yaşanmasına neden olur. Özellikle bizim
gibi gelişmekte olan ülkeler için bu durum daha da önemlidir.
Kaynaklar
Andiç, Yusuf (2002). “Türkiye’de İnternet ve İnternet Kafeler”, VIII.
Türkiye’de İnternet Konferansı, 19 Aralık, İstanbul.
Ayaz, Mahmut (2001). Chat Geyikleri. İstanbul: Kora Yayınları
Dowining, Douglas A., Michael A. Covington ve Melody Mauldin
(1999). Açıklamalı Bilgisayar ve İnternet Terimleri Sözlüğü. 5. B., Çev.
Boğaç Erkan ve Murat Songür. Ankara:Hacettepe-Taş Kitapçılık.
Erdoğan, İrfan ve Korkmaz Alemdar (2002). Öteki Kuram.
Ankara:Erk Yayınları.
http://cyberatlas. İnternet.com/big-picture/geog…/0,,5911-151151,00.htm
İletişim 2002/16
117
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
http://www.activefinans.com/activeline/sayi6/e_bankacilik.html
İnan, Aslan (2000). İnternet. İstanbul: Sistem Yayınları.
“İnternet Fırsatları”. (Ekim 2000). Globus, 2000:53
“İnternet mi? O Ne?”. (1 Şubat 2001). Cumhuriyet Gazetesi.
“İnternet Tutkunluğu Yalnızlığa Yol Açıyor”. (10 Haziran 2000).
Bizim Gazete.
“İnternet: Üçüncü Sanayi Devrimi”. (16 Temmuz 2000). Hürriyet
Gazetesi.
“İnternette Bile Geveze Çıktık”. (2 Kasım 2002). Hürriyet Gazetesi.
“Kesişen Teknolojiler”. (Ekim 2000). Netlife, 1(2):36-40
Murphy, Tom (2000). Web Kuralları. Çev. İnci Berna Kalınyazgan.
Ankara: Media Cat Yayınları.
Polat, Nejla (2000). “İnternetin Alışkanlıklarımız Üzerine Etkisi”.
Selçuk İletişim Dergisi, 2(2):12-22
Timisi, Nilüfer (2003). Yeni iletişim Teknolojileri ve Demokrasi.
Ankara: Dost Kitabevi.
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
118
Özet
Prof. Dr. Francois Carron’un üçüncü sanayi devrimi olarak
nitelendirdiği internet, birçok bilgisayar sisteminin birbirine bağlı olduğu
dünya çapında yaygın olan ve sürekli büyüyen bir iletişim aracıdır.
Dünyada sayıları hızla artan internet kullanıcıları, günlük yaşamda
yapması gereken bir çok şeyi internette yapabilmektedir. Dünyanın en ücra
köşesinde ki insana ulaşarak onunla her alanda özgür ve sınırsız iletişim
kurabilmektedir. Bu olanakların kullanımının aksine internet kullanıcılarının
büyük bölümü zamanının çoğunu internette chat yaparak geçirmektedir.
Chat ortamında kimliklerinden asla emin olmadığımız takma adlar ve onlara
yüklediğimiz anlamların etkisinde geliştirdiğimiz sanal sohbetler söz konusu
olmaktadır. İnsanlar gerçek kimliklerini geride bırakarak yeni bir kimlik
ihtiyacını sanal alemde oluşturdukları takma adlarla karşılamaktadırlar.
Sanal alemde farklı bir dünya oluşturmakta ve bu dünyadan
etkilenmektedirler.
Bu konuya bir parça açıklık getirmek ve internette oluşturulan sanal
kimliğin kişilerin gerçek yaşamına etkisini ölçmek amacı ile yapılan bu
çalışma bir alan araştırmasıdır. 2000 yılının Aralık ayında yapılan bu kesitsel
araştırmanın anketi Edirne İli Merkez İlçede hizmet veren 40 internet kafede
toplam 450 kullanıcı ile yüz yüze görüşülerek yapılmıştır.
Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerde internet kullanıcılarının
büyük bölümü chat yapmak için internete girmektedir. Chat yaparken
kendisini karşısındaki kişiye daha fazla sanal kimliği ve sanal niteliği ile
tanıtmaktadır. Büyük bölümü, internette yaptığı sohbetleri yüz yüze
yapamamaktadır. Chat yaptığı kişiler ile görüşmek istemeyenlerin oranı da
az değildir. Chat yaptığı kişiler ile görüşen internet kullanıcılarının büyük
bölümü beklediğini karşısındaki kişide bulamamakta ve hayal kırıklığına
uğramaktadır. Çoğu, sanal ortamda kurdukları dünyalarında daha mutlu
olmaktadır. Bu durum insanları gittikçe gerçek dünyadan ve yüz yüze
yapılan sıcak iletişimden uzaklaştırmaktadır.
İnternette oluşturulan sanal kimlik ve sanal dünya özellikle bizim gibi
gelişmekte olan ülkelerde, tam birey olamamış insanların gerçek yaşamını
etkilemesi açısından önemlidir.
İletişim 2002/16
Sanal Dünyada Duygusal Doyum
119
Abstract
Internet defined as a thırd ındustrıal revolutıon by Prof. Carron, is a
wide spread communication network in which numberles computer systems
are interconnected and that has been growing contınıously.
Gradual ıncrease ın the number of ınternet users ın the world are able
to perform many tasks which should be performed actively in their daily
routine through ınternet.
There are lımıtless and free oppurtunutıes ın communuciatıon by
means of ınternet. However most of the internet users prefer to spend their
times chatting through this virtual environment rather than benefit from
these opportunities. Within this chat, medium “nicknames” whose identities
are hidden and “virtual chats” developing as a result of the use of false
identities their meanings based on these identities exist.
People, having their real identities, meet the need of a new identity
with the help of “nicknames” they formed within these virtual medium.
They create a completely new world and are influenced strongly from this
world they created. This study is a field study aiming to evaluate the
influence of this virtual identity of people’s actual lives.The questionnaire of
these sectional research made in 2000 Novemberhas given to 450 internet
users questions were asked face to face in 40 internet cafes.
This research shows that majority of internet users use internet
medium in oreder to chat introducing themselves with different identity and
qualification. Since they don’t have the courage of having these
“conversations” face to face. Besides, the number of those who are not
willing to meet the perseon they have been chatting is also considerable.
The internet users who meet the persons that they have been
chatting, are usely dissapointed since their expectations are not satisfied.
Most them are happy with in the world which they have established in their
brain. The internet users are gradually defamiliarized from the real
commucation as the result of this means of communication. The virtual
identity and world that are created through internet especially in the
developing countries such as Turkey is important since influence the real life
of the people who lack to be individuals.
İletişim 2002/16
120
İletişim 2002/16
Nejla POLAT
Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet
Serdar KAYPAKOĞLU*
İçinde yaşadığımız küreselleşme olarak isimlendirilen süreç hakkında
çok farklı değerlendirmeler yapılıyor olsa da, sürecin varlığı ve
kaçınılmazlığı tartışılmamaktadır. Bu dönemin öne çıkan unsurlarından biri
ise medyadır. Batı kökenli ulus-ötesi medya tekellerinin giderek etkilerini
arttırmaları, bu durumun gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine ve kültürel
değerlerine etkileri öne çıkan konular arasındadır.
Türkiye’de ise medya konusu özellikle Avrupa Birliği’ne üye olmak
yolunda çıkarılması gereken uyum yasaları bağlamında tartışma konusu
oldu. Özellikle “Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak
kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir” boyutu ile yani
spesifik olarak Kürtçe yayın yapılabilirliği ve bu durumun ulusal bütünlüğe
etkileri boyutu ile öne çıktı.
İngilizce ve Fransızca gibi Batı dillerinde yayınlar fazla dikkat
çekmemesine ve ulusal bütünlük konusunda endişe yaratmamasına karşın,
ülke içinde farklı etnik grupların özel olarak da Kürtlerin kendi dillerinde
yayın yapabilme olanağına kavuşabilecek olmaları ülkede belirli bir direncin
ortaya çıkmasına neden olduğu söylenebilir. Ancak bu direncin içinde
yaşanılan uluslararası konjonktürde ne ölçüde ve/veya ne kadar süre ile etkili
olabileceği tartışma konusudur.
Bu çalışmada ilk olarak medyanın ulus-devletlerin oluşumlarına
etkilerine, kültürel politikalar izleme yeteğine sahip olan kamu yayıncılığının
giderek önemini yitirip yerini medya tekellerine bırakmasına ve bu süreçte
*
Yrd. Doç. Dr. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi
İletişim 2002/16
Serdar KAYPAKOĞLU
122
yerel medyanın konumuna değineceğiz. Daha sonra medyada ulus-ötesi
bütünleşmelere yer vereceğiz. En sonda ise ulus-ötesi yayınların
özelliklerine, bu yayınların Batı kültürünün küreselleşmesine etkilerini ve
Güney ülkelerinin bu sürece nasıl tepki verdiklerini irdelemeye çalışacağız.
Ulusal Ve Yerel Medya
İletişim teknolojilerindeki gelişmeler ve bu teknolojilerin kullanımının
küresel ölçekte yaygınlaşması kültürel formların da küresel ölçekte
yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Bu süreçte internet önemli bir rol
üstlenmektedir. Diğer yandan televizyon istasyonları dünyada son 15 yılda
4’e katlanmıştır. Ticari telekomünikasyon sistemleri, uluslararası film
endüstrisi, radyo bu süreçte önemli bir yer tutmaktadır. Turizm, popüler
müzik, sportif olaylar da insanlara web sitelerinden daha yoğun biçimde
ulaşmakta ve onları etkilemektedir. (Lull, 2001:142)
Kültürel formların küresel ölçekte yayılması ise, ulusal kültür
politikalarını aşındırmakta, etkisizleştirmektedir. Yani ulus-devletlerin
oluşmasında etkin bir rol üstlenen medyanın, ulus-devletlerin baskın
konumlarının aşınmasında da yine etkin bir rol üstlendiği söylenebilir.
Ulusal bilincin oluşumunda medyanın işlevi şu şekilde ifade
edilmektedir: nakledilen mesajların içeriğine bakılmaksızın, ulusçuluk fikrini
otomatik olarak doğuran iletişim araçlarının kendileridir. Yani soyut,
merkezi, standartlaşmış ve bir merkezden kitleye iletişimin yaygınlığıdır. En
önemli ve kalıcı mesaj nakledilenlerin dilinin ve üslubunun önemli
olduğudur; ancak bu anlayışa sahip olanların ahlaki ve ekonomik topluluğa
kabul edildiği, bu anlayışa sahip olmayanların dışarıda bırakıldığıdır
(Gellner, 1992; 209). Bir başka deyişle ulusal ölçekte yapılan yayınların
varlığı, içeriğinden bağımsız olarak, ulusal bilincin oluşmasında ya da
pekişmesinde etkili olmaktadır. İçinde yaşadığımız dönemde küresel
ölçekteki yayınlar giderek yaygınlaşmaktadır dolayısıyla ulusal ölçekli
yayınlar nasıl ulus bilincini oluşturmuşsa, küresel ölçekli yayınların da
küresel bir toplumun oluşmasına ve ulusal sınırların anlamını yitirmesine
neden olacağı söylenebilir.
İletişim 2002/16
Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet
123
Günümüzde ulusal ekonomilerin gerilediği, finansal ve sınai alanların
artan bir biçimde çok uluslu firmalarla kontrol edildiği, küresel olarak
yönlendirildiği ve uluslararası bir biçimde bütünleştirildiği (Larraine, 1995:
209) görülmektedir. Bu süreçte yayıncılık alanında üretim yurtsuzlaşmakta
ve ulus ötesi yayın sistemleri gelişmektedir. Ancak aynı zamanda yerel
üretim ve dağıtım şebekeleri yönünde de önemli gelişmelere tanık
olunmaktadır. Kablolu yayın teknolojileri kitlesel piyasaların parçalanmasını
kolaylaştırmaktadır. Yerel ve bölgesel üretim kompleksleri de gelişmektedir.
Küresellikle yerellik arasında gerilim, yayıncılıkta ulusal odak noktasının
önemini kaybetmekte olduğu ve kamu hizmeti anlayışının1 çökmekte olduğu
bir zamana rastlamaktadır (Robbins ve Morley, 1997: 18). Kamu
televizyonlarının en belirgin özelliklerinden biri, ülkede belirli bir kültür
politikası izleme aracı olmalarıdır dolayısıyla kamu hizmeti modeli ağırlığını
yitirdiği ölçüde belirli bir kültür politikası izleme yeteneği de yitirilir. Ticari
modelin ağırlık kazandığı ülkelerde, özellikle farklı etnik-kültürel gruplar
varlığı söz konusu ise, yerel medya önem kazanabilmektedir. Bu durum
ulus-devlete vurulan ikinci bir darbedir.
Ulus-devletler özellikle de II. Dünya Savaşı sonrası kurulan yeni
devletlerin hükümetleri genellikle ulusal-birleştirici bir kültür oluşturmak,
yaymak isterler; bunun için de geleneksel kültürün bilinen unsurlarından
yararlanırlar. Bu hükümetler ülkedeki farklı kültürlerin canlılıklarını koruma
girişimlerini, politik olarak istikrarsızlaştırıcı gördüklerinden, direnç
gösterirler (Boyd-Barrett, 1986: 181, 182). Ancak içinde yaşadığımız
küreselleşme sürecinde bu tip bir direnç giderek güçleşmektedir. Yani bir
yanda çok uluslu medya tekellerinin etkileri (özellikle de uluslararası alanda
enformasyonun serbest dolaşımı ilkesine olan direncin ortadan kalkmasından
sonra) ve yerel medyanın gelişmesi ile (ki bu da Batı’nın özgürlük
anlayışının temel unsurlarından birini oluşturmaktadır) gelişmekte olan
1
Kamu televizyonlarının belirli bir kültür politikası izleyebilme üstünlüklerine karşın, hükümetlerin
elinde tehlikeli bir araç olmaları endişesi vardır. Özel televizyonlar ise daha objektif haber aktarımı
sağlayabilirlerse de, geniş kesime ulaşabilme amacı ile demagojiye kayma eğilimlerini içlerinde
barındırmaktadırlar (Balle, 1980: 300). Türkiye’de televizyon yayıncılığında uygulanan karma
sistemin, kamu ve özel yayınlarının olumsuzluklarını dengelediği söylenebilir.
İletişim 2002/16
124
Serdar KAYPAKOĞLU
ülkelerin bütünleştirici bir kültür oluşturma çabaları giderek zorlaşmakta,
imkansızlaşmaktadır.
Türkiye’de yerel gazete sayısı özellikle Demokrat Parti döneminde
artmıştır. Bu dönemde resmi ilanlar siyasal görüşlere göre verildiği için bir
tür hükümet tarafından beslenen basın yaratılmıştır. Resmi ilanların dağıtımı
ile ilgili şikayetleri önlemek için 1961’de Basın İlan Kurumu
oluşturulmuştur. Ancak bu girişimin de zaman içinde olumsuz yönü ortaya
çıkmıştır. Bölgelere ayrılan ilan kontenjanından pay alabilmek için “naylon
gazete” denen, son derece özensiz hazırlanan bir yerel basın türü ortaya
çıkmıştır (Yücel, 1999: 177). Bir başka ifade ile yerel basın denince yerel
kültürün öne çıktığı, demokratik bir yapılanma akla gelmemektedir. Ancak
bu durum, yani merkeze karşı durma yeteneği olmayan bir yerel basın,
özellikle Cumhuriyet Türkiye’sinin başlangıç dönemlerinde geçerli olduğu
söylenebilir.
1980
sonrasında
panoromanın
giderek
değiştiği
gözlemlenmektedir. Türkiye’nin AB Katılım Ortaklığı belgesinde kısa vadeli
siyasi kriterler başlığı altında belirtilen “Türk vatandaşlarının televizyon ve
radyo yayıncılığında anadillerini kullanmalarını yasaklayan hukuki
düzenlemelerin kaldırılması”, 2000’li yıllarda yerel medyanın gelişmesinin
önemli bir ayağını oluşturacağı ifade edilebilir.
Bir başka ifade ile, sınırlarla birbirlerinden ayrılmış parçalardan
oluşan, kültürel mozaik olarak da görülebilecek dünyaya artık veda edildiği
söylenebilir. Kültür içindeki trafiğin giderek artmasından, anlam
sistemlerinin ve simgesel biçimlerin geniş ölçekli aktarımından dolayı,
dünya, sömürgeciliğin yükseliş döneminde olduğu gibi sadece ekonomik ve
siyasal anlamda değil, kültürel anlamda da tek mekan haline gelmektedir.
Türdeşleşme temelde metalaştırılan kültürün merkezden çevreye akışından
kaynaklanır. Bundan dolayı ortaya çıkmakta olan türdeş dünya kültürü
büyük oranda Batı kültürünün bir uyarlaması olacaktır ve yerel kültürün
yitip gitmesi kendini en açık biçimde çevrede hissettirecektir.
Diğer yandan merkez belirli kurumlar aracılığı ile bilgi ve ideallerini
çevreye sunarken çevre ilk önce bunları benimseyip sonra yozlaştırmaktadır.
Dolayısıyla merkez çevrede bir zafer elde edemez (Hannerz, 1998:139, 140).
İletişim 2002/16
Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet
125
Ancak zafer elde edilememesi, küresel düzeyde bir kültürel türdeşleşme
süreci ve bu süreçte Batı’nın baskın rolü olmadığı anlamına da
gelmemektedir. Bir başka ifade ile ulus-devletler bir yandan Batı kültürünün
diğer yandan yerel kültürlerin etkileri altına girmekte ve hükümetler ulusal
kültürün korunması için en önemli araçlardan birinden, kamu hizmeti
modelinden (ya da radyo televizyon yayıncılığında kamu tekelinden)
vazgeçmiş görünmektedirler. Bu kırılganlığın henüz türdeş bir ulusal kültür
oluşturamamış yeni devletlerde daha çarpıcı biçimde görüleceği açıktır.
Serbest piyasa, yayın maliyetlerinin artışıyla birlikte, basındaki
sahipliğin ve kontrolün giderek kapitalist girişimcilere geçmesine neden
oldu. Piyasa aynı zamanda, radikal basının yok olmasını ya da tekrar ortaya
çıkmasına engel olunmasını cesaretlendiren, reklama bağımlı bir ekonominin
başını çekti. Basındaki sahiplik giderek daha yoğunlaştı ve çıkarları
çoğunlukla basın dışında olan çok uluslu firmalara büyük ölçüde geçti
(Curran, 1986: 226). Özellikle 1980’li yıllarda, birçok firma, hem dar
anlamıyla medya sektöründe (gazete, dergi, radyo, televizyon), hem de
eğlence ve kültür alanlarında (film, kaset, kitap) büyük gruplara dönüştüler
(Pilon, 1992:216). Bir başka deyişle televizyon yayıncılığında kamu hizmeti
modeli önemini yitirip yerini ticari modele bırakırken, medya büyük
grupların eline geçti. Yani kamu tekeli yerini özel tekellere bıraktı (ki bu
durum yerel medyanın tek rakibinin kamu yayıncılığının olmadığını
göstermektedir).
Küreselleşme öncesi medya firmalarının çoğu belirli bir alanda
faaliyet gösteriyorlardı: Walt Disney esas olarak karton film yapımı, Viacom
kablolu yayın, Time basın-yayın alanında idiler. Dünya genelinde
yayıncılığın özelleşmesi2; uydu, kablo, internet gibi yeni iletişim
yöntemlerinin kullanılması, iletişim alanındaki endüstriler arasındaki farkı
azalttı. İletişim sektöründeki büyük firmalar bu sektöre damgalarını
2
Pazar ekonomisini kamu müdahalesinden arındırma girişimleri 70’li yılların sonlarında ABD’de
ortaya çıktı, buradan Avrupa’ya geçti. Deregülasyon da denilen bu süreçte pazar ekonomisinin
yeniden yapılandırılması, özellikle tekelleşmeyi önleyen düzenlemelerin azaltılması amaçlanmıştı
(Pekman, 1997: 22, 58). Ancak tekelleşme önlemedi tam tersine çok uluslu firmalar ekonomide
belirleyici bir konuma oturdu. Belki de başından itibaren amaç da bu idi.
İletişim 2002/16
Serdar KAYPAKOĞLU
126
vurdular: büyüme ve kar dürtüleri esas oldu. Yani belirli bir kültür politikası
izleme gibi bir yaklaşım artık büyük ölçüde söz konusu değildir.
Medyada Bütünleşmeler ve Etkileri
1985 yılında Rupert Murdoch ABD’de bir üs elde etmek için
Twentieth Century Fox’u satın aldı. Sony 1989’da Columbia Tri Star’ı aldı.
Aynı yıl Time Warner Communication ile birleşti ve Time-Warner oluştu ve
1995’de bu firmaya Turner Broadcasting Systems eklendi. Disney 1995’de
American Broadcasting Corporation’ı (ABC) satın aldı. İki ABD devi
Viacom ile Columbia Broadcasting System (CBS) arasında 1999 Eylülünde
80 milyar dolarlık bir birleşme gerçekleşti. Böylece dönemin eğlence, haber,
spor ve müziğin üretim ve dağıtımında dünyanın en büyük firması yaratıldı.
2000’li yılların başında internet temelli America On Line (AOL), TimeWarner ve EMI birleşerek 350 milyar dolar değerinde dünyanın 4.
büyüklükteki firmasını oluşturdular (Thussu, 2000: 120).
Kuzey ülkelerindeki bu gelişmelere karşın Güney alternatif
politikalara yönelmemektedir: Güney’de çok sayıda hükümetin, kendi
iletişim düzenlerine uygun formları bulmayı bir kenara bırakarak, vahşi
kapitalizm koşullarını tercih ettikleri görülmektedir. Bunun sonucunda bu
ülkelerde, iletişim sektörünün yüzde 60’nı elinde tutan yerel mültimedya
grupları ortaya çıkmaktadır (Mattelard, 1992: 22). Yani Batı kökenli
uluslarararası firmalarda var olan olumsuzluklarını içlerinde taşımaktadırlar3.
Diğer yandan UNESCO’nun 1987’de yaptığı bir araştırma basın-yayın,
televizyon, radyo ve sinema alanında en çok ciro yapan ilk 78 firmanın
48’inin ABD ve Japonya geri kalanların ise Batı Avrupa, Kanada ve
Avustralya kökenli olduğunu ortaya koymuştur4. Herhangi bir Güney ülkesi
3
4
Türkiye’de de medya sektöründeki yoğunlaşma dikkat çekicidir: Doğan Grubu’nun sekiz gazete ile
toplam satışlardaki payı yüzde 46.53, Sabah Grubu’nun 9 gazete ile satış payı yüzde 36.2’dir. Uzan
Grubu, Erol Aksoy, Doğan Grubu, Sabah Grubu ve İhlas Grubu’nun televizyon yayınları ile gazete
ve dergilerde gerek ekonomik, gerekse de yayınların izlenme oranları ve tirajları açısından diğer
küçük ve orta ölçekli işletmelerin çok önünde oldukları (Kars, 1996: 503) bilinmektedir. Ancak
büyüklükleri (ya da küçüklükleri) dikkate alındığında bu grupların Batı kökenli gruplarla rekabete
girmeleri mümkün değildir.
Dünyanın en büyük uluslararası medya grupları arasında şunlar sayılabilir: Time Warner: New York
kökenli Time Warner dünyanın en büyük eğlence ve enformasyon firmasıdır. En önemli faaliyet
İletişim 2002/16
Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet
127
bu sıralamada yer almamaktadır (Sreberny-Mohammadi, 1992: 125). Buna
paralel olarak Güney ülkeleri yeni politikalar üretememektedir ya da bu
yeteneklerini yitirmişlerdir.
Kültürel emperyalizm, Amerikan değerlerinin Güney’in akıllarına ve
kalplerine şırınga edildiği biçiminde bir yaklaşımdı. Yeni çalışmalar aktif
izleyicinin alma teori (reception theory) ve modelleri üzerinde inşa edilmiştir
ve önceden varolan kültürel yapı ve yorumlama biçimi dikkate alınarak,
uluslar arası etkilere daha titiz bir bakış açısı getirmiştir. Böylece “anlam”ın
Batı televizyon programlarıyla ihraç edilmediği, daha önce oluşmuş kültürel
tutum ve politik algılamaya bağlı olarak izleyicinin farklı kültürel kesimleri
tarafından oluşturulduğu belirtilmektedir (Sreberny-Mohammadi, 1992:
130). Yani Batı kaynaklı programların izlenmesi, kendi başına Batı
değerlerinin aktarılacağı anlamına gelmemektedir.
İletişimin politik etkileri üzerine araştırmalar başlangıcından itibaren
iki ana yönde gelişti: ilk aşamada yani XX. yüzyıl başlarından II. Dünya
Savaşı’na kadar olan dönemde, kitle iletişim araçlarının kanıların ve
inançların şekillenmesinde ciddi etkileri olacağı düşünülüyordu. 1940’lardan
1960’ların başlarına kadar olan ikinci dönemde, varolan inançları
güçlendirmesine karşın tutumların öğretilmesinde etkisiz olduğuna inanıldı.
Üçüncü ve son aşamada ise kitle iletişim araçlarının etkileri sorunu yeniden
gündeme girdi ve medyaya yeni roller atfedildi (Blumler ve Gurvitch, 1986).
Medyanın etkisi konusunda şöyle bir değerlendirme yapılıyor: insanlar
medya aracılığı ile gönderilen politik mesajları seçebiliyorlar, seçtikleri
mesajı yorumluyorlar; okudukları ve televizyon tartışmalarında izledikleri
mesajlarla kendi inançlarını güçlendiriyorlar. Fakat hepsi bu değil. Medya
bir politik çerçeve olurmakta ve insanları bu çerçevenin dışını
alanları film (Warner Brothers), yayıncılık (Warner Books, Brown yayınevleri, Time, Fortune, Life,
People, Asia Week gibi 32 dergi), müzik, kablolu televizyon ve internettir. Bertelsmann: 1998’de
15.2 milyar dolarlık geliri ile dünyanın en büyük kitap ve dergi yayıncılarındandır. Aynı zamanda
televizyon, film, radyo ve müzik alanlarında ortaklıkları vardır. 53 ülkede faaliyet göstermektedir.
Walt Disney: Merkezi California olan Walt Disney firması Time Warner’dan sonra dünyanın en
büyük 2. medya kuruluşudur. Disney İngiltere, Tayvan, Avustralya, Malezya, Fransa, İtalya, İspanya
ve Ortadoğu’da faaliyet göstermektedir. Sony: Bir başka çok uluslu firma Tokyo kökenli Sony’dir.
Sony’nin satışlarının % 72’si dış ülkeleredir. ABD, Avrupa’dan sonra Sony’nin en büyük pazarıdır.
1999 yılında toplam gelirleri 56,62 milyar dolardır (Thussu, 2000).
İletişim 2002/16
128
Serdar KAYPAKOĞLU
öğrenememektedir. Bu enformasyondan kaçınmak çok zordur. Olaylar filtre
edilmekte ve doğrudan haberlerle ilgilenmeyen veya dikkat etmeyen kişileri
bile etkilemektedir (Cayrol, 1991: 468). Bu yaklaşım medyanın sadece
politik değil, kültürel etkileri bağlamında da ileri sürülebilir. Bir başka ifade
ile gerek ulus ötesi yayınlar gerekse de Batı kaynaklı haber ya da eğlence
programlarının
ulusal/yerel
yayınlarda
baskın
konumu
Batı
değerlerinin/kültürünün aşılanması biçiminde olmasa da, belirli bir
çerçevenin içine hapsolunması anlamında etkilidir.
İletişim holdinglerinin yükselişi, mülkiyet sahibinin gücünü potansiyel
olarak kötüye kullanabilmesi ile ilgili eski tartışmaya yeni bir unsur ekledi.
Artık söz konusu olan şirket sahiplerinin sadece editoryal kararlara müdahale
etmeleri5 ya da politik görüşleri dolayısıyla çalışanların görevlerine son
verilmesi gibi değildir. Şirketin gazeteleri, kendi televizyon istasyonlarına
bedava reklam verebilirler ya da kaset ve kitap bölümleri film bölümünün
pazara sürdüğü yeni bir fimle bağlantılı ürünler çıkarabilirler. Bunun etkisi
dolaşımdaki kültürel malların çeşitliliğini azalması biçiminde ortaya
çıkmaktadır. Basit nicel anlamda dolaşımda daha fazla ürün olmasına karşın,
bunlar aynı temaların uzantılarıdır (Golding ve Murdock, 1997: 63).
Medyada bütünleşmenin diğer olumsuz etkileri şu şekilde sıralanabilir:
editörlerin ve yayıncıların hükümet ya da genel olarak politik sisteme karşı
bağımlılığı artar (ya da rekabet ortamı bağımsızlığı arttırır); rekabet azaldığı
zaman yerel ve bölgesel politik haberlerin nitelik ve niceliği düşer; pazarda
baskın durumda olan büyük medya kuruluşları küçük firmaların yönetimini
ele geçirir ya da iflas ettirir/pazardan çıkmaya zorlarlar. Fakat aynı zamanda
yeni firmaların girişlerini de engellerler.
Diğer yandan bütünleşmeleri savunan görüşler de vardır: oligopol
rekabeti kapitalist ekonomik sistemin doğal eğilimidir ve ticari/pazar
başarısının bir sonucudur; basın sektöründe de satılan ürün sayısı (gazete,
dergi vd.) arttıkça birim başına ortalama üretim maliyeti düşer; birçok
5
Editoryal kararlara hiç müdahale etmeyen bir yaklaşımı benimseyen ve uygulayan çok az patron
vardır. Gazete sahipleri her zaman genel siyasalarını paylaşan, en azından kabul eden bir editörle
anlaşırlar. Editörün görevi bu genel siyasanın takip edilmesini temin etmektir. Uygulamada editoryal
bağımsızlık günlük üslup, içerik ve editorya bütçesi konularıyla sınırlıdır (Hanlin, 1998).
İletişim 2002/16
Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet
129
durumda sadece büyük medya firmaları pazara girişteki yüksek engelleri
aşabilirler ve yeni medya ürün ve hizmetleri verebilirler; hem basılı hem
elektronik medyaki sofistike ekipmanların maliyetlerindeki artışlar yeni
girişimcilerin yeni girişimcilerin pazara/rekabete katılmalarını engeller;
küçük medya işletmeleri kalite standartlarını sürdürmek istiyorlarsa,
ekonomik güçlerini birleştirmek zorundadırlar (Meier ve Trappel, 1998: 44).
Kanada’da yapılan bir araştırmada, rekabetçi ve tekelci ortamlarda
farklı gazetelerin haberleri incelendi. Sonuçlar açıkça gösterdi ki pazarın
rekabetçi olması ile içeriğin niteliği arasında doğrudan bir ilişki yoktur.
Gazetelerdeki profesyonel perspektif günlük gazetelerin içeriklerini
belirlemektedir, rekabetin varlığı ya da yokluğu değil. Rekabetin olduğu ve
sona erdiği durumlarda yapılan çalışmalarda bazı küçük değişiklikler
bulunmuştur fakat bunların hepsi editoryal ürünlerdeki olumlu değişikler
biçiminde olmuştur (Meier ve Trappel, 1998: 55).
Tek Yönlü Kültürel Akışa Direnç ?
Yazılı basın, ulusal ve kültürel sınırları televizyondan çok önce aştı.
Radyo ve film başlangıcından itibaren ulusal sınırları bilmiyordu. Görüntülü
materyallerin dünyaya anında yayımlanmasını kolaylaştıran uydu
teknolojisinin gelişi ise, küreselleşme sürecinin yeni bir aşaması olarak
görülebilir (Gurvitch, 1992: 179). Uydu yayınlarının izlenme profiline
bakıldığında gençlerin ve eğitimli kesimin ağırlık taşıdığı görülmektedir.
Kuzey Avrupa’da uydu kanallarını en çok seyredenlerin gençler olduğu,
ithal programların onlara cazip geldiği görülmektedir. Daha yaşlı
izleyicilerin dil ve kültür nedenleriyle ithal programları seyretmeme
eğilimindedir. Yabancı dildeki materyalin kabul görmesi, iyi eğitim görmüş,
yüksek statü sahibi gruplar arasında daha yaygındır. Konuşmanın çok
olduğu programlar yabancı izleyiciler arasında popüler değildir (Robins ve
Morley, 1997: 93-95). Küresel kitle kültürü dilsel sorunları hızla ve kolayca
geçebilen görüntünün egemenliğindedir. Popüler hayatın, eğlence ve
İletişim 2002/16
130
Serdar KAYPAKOĞLU
dinlencenin yeniden inşasına doğrudan katılan görsel ve grafik sanatların her
türlü müdahalesinin egemenliğindedir (Hall, 1998: 47, 48).
Medyanın farklı kültürlere girişinin en açık biçimi çok uluslu
şirketlerin ulusal medyadaki mülkiyetleri ve yönetimlerdeki konumlarıdır.
Ancak mülkiyet ve kontrolun dışında, kültürel giriş, medya hizmetlerinin dış
tüketiciler tarafından kullanılmasıyla da gerçekleşebilir: çokuluslu firmaların
reklam kuşağı satın alması veya reklam verenlerin çokuluslu reklam
ajanslarıyla çalışmaları ya da her ikisi (Boyd-Barrett, 1986: 178, 179)
Üretim kapasitesinin büyüklüğü de kültürün aktarımında belirleyici
bir etken değildir. Hindistan’da ABD’den fazla film üretilmesine karşın,
sinema ve televizyon ekranlarına Hollywood filmleri hakimdir. ABD kökenli
bu filmler 150’den fazla ülkede gösterime girmektedir. ABD-İngiltere ikilisi
dünya gazete ve dergi piyasasına hakimdir. Her ne kadar 6 Japon ve 2 Çin
gazetesi tiraj açısından dünyanın en büyük 10 gazetesi arasındalarsa da, ülke
dışında nadiren okunmaktadırlar. Uluslararası düzeyde okunan en bilinen
gazete 186 ülkede dağıtımı yapılan International Herald Tribune’dür.
Newsweek ve Time dergilerinin (ABD) 50 yıldır dünyanın pek çok
ülkesinde dağıtımları yapılmaktadır. Newsweek Kore ve Japonya’da yerel
dilde basılmaktadır. Reader’s Digest 19 dilde yayınlanmaktadır .
Gelişmiş ülkeler arasında da ciddi bir rekabet vardır ama ABD başat
konumdadır. Kuzey ülkelerinden (özellikle ABD’den) dünyanın kalan
kesimlerine televizyon programı akışı deregülasyon dönemi sonrası daha da
arttı. Brezilya, Meksika, Arjantin gibi güçlü ulusal yayın sektörüne sahip
ülkeler bile film ve televizyon dizilerinin yüzde 70’ini ABD’den ithal
etmektedir. 1989-1993 yılları arası AB ile ABD arası televizyon programı
ticareti 3’e katlanmıştır. AB görsel-işitsel pazarı ABD ürünleri tarafından
işgal edilmiştir durumdadır ve bu alanda AB ticaret açığı yaklaşık 7 milyar
dolardır (Thussu, 2000). Bir başka ifade ile deregülasyon süreci sonrası
olumsuz gelişmeleri sadece geri kalmış ülkeler değil, ABD dışındaki
gelişmiş ülkeleri de yaşamaktadır. Yani küresel düzeyde bir türdeşleşme söz
konusu ise bu ağırlıklı olarak Kuzey Amerika kültürüdür. Diğer yandan Çin
ve Japon basını örneğinde olduğu gibi üretim fazlalığı, kendi başına uluslar
İletişim 2002/16
Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet
131
arasında kültürel etkinlik anlamına gelmediği görülmektedir. Bir başka ifade
ile Avrupa ya da Kuzey Amerika kültürlerinin baskın konumu bu ülkelerin
sadece üretim kapasitelerinden kaynaklanmamaktadır.
Türkiye’de televizyon kanallarındaki birçok yarışma, müzik hatta
haber programları, kökenleri ABD televizyon programlarına dayanan belirli
formüllerin, formatların kopyalanması yolu ile elde edildiği (Ahıska, 1995)
görülmektedir. Ancak bu durum Türkiye’ye özgü de değildir. Diğer ülke
medyası da ABD televizyon formatlarını ya kopya etmekte ya da dolaylı
olarak benimsemektedir. Bu bağlamda sorun ABD’de üretilen televizyon
programlarının ihraç edilmesi değil, bunun da ötesinde ABD’nin uluslararası
televizyonculuğun kurallarını koyması, program üretiminin çerçevesini
çizmesidir (Robins ve Morley, 1997: 292, 293). Bu olgunun ise, kültürel tek
yönlü akış ve kültürel türdeşlemenin en önemli izleri olduğu söylenebilir.
Diğer yandan uluslararası kültürel akışın karmaşık süreci daha
yakından incelendiğinde, her ne kadar Kuzeyin belirgin bir ağırlığı olsa da,
bu trafiğin Kuzey’den Güney’e tek yönlü olmadığı görülür. Sınır ötesi yayın
yapan yeni televizyon kanalları ortaya çıkmakta ve bunların bazıları, çevre
ülkelerinden, iletişim sektörünün merkezlerine yönelik yayın yapmaktalar.
Geleneksel kamu yayıncılığı ülke sınırları içine yönelik yayıncılık
anlayışını benimsemiştir. Uluslararası yayın yapan bazı büyük ülkeler
dışında, birçok ülke kendi ulusal izleyicisi için program yapmışlardır. Buna
karşın özel kanallar ise, esas olarak pazarlar ve reklam gelirleriyle
ilgilenmiştir. Buna bağlı olarak bir çok Güneyli yayıncı zengin Kuzey
ülkelerinde kendi azınlıklarına ulaşmayı amaç edinmişlerdir6 (Thussu, 2000:
6
Gelişmiş ülkelere yönelik yayın yapan başlıca kuruluşlar şunlardır: Zee TV : Hintli bir girişimci
1992’de Batı formatlarından türetilmiş programları Hindu dilinde yayınlamaya başlamıştır. Batı
kaynaklı programlar İngilizce konuşan kentli orta sınıf tarafından izlenebiliyorken, Zee TV
Hintlilerin çoğunun gündelik yaşamda kullandığı dilde yayın yaparak daha geniş bir pazarı
hedeflemektedir. 2000 yılında Asya, Avrupa, ABD ve Afrika’da 25 milyon Hintliye yönelik yayın
yapan Zee TV’nin 1999’da geliri 100 milyon dolara ulaşmıştır. Orta-Doğu Yayın Merkezi (ODYM):
Londra merkazli bu kanal Kuzey ülkelerinde yaşayan Araplara yönelik yayın yapmaktadır. Suudi
kökenli ARA Grup tarafından 1991’de yayına başladı ve Pan-Arap eğilimli orta sınıf izleyiciyi hedef
aldı. Phoenix Çin Kanalı: 1,2 milyar nüfusu ile dünyanın en hızlı gelişen ekonomilerinden biri olan
Çin, medyanın önemli bir pazarıdır. 1999’da Çin’de 320 milyon televizyon bulunmakta ki bu rakam
ABD’nin üzerindedir. News Corparation (Murdoch) tarafından 1996 yılında Phoenix kanalı,
mandarin dilinde (Çin’in resmi dili), yayın hayatına girdi. Hong Kong’dan yayın yapan bu kanal
İletişim 2002/16
132
Serdar KAYPAKOĞLU
206). Yani ulusal / bölgesel değerler pazar payının genişlemesi amacıyla da
kullanılabilmektedir
Günümüzde önemli sayıda Güney Asyalı İngiltere’de, Kuzey Afrika’lı
Fransa’da, Türkler Almanya’da, Latin Amerikalılar ABD’de bulunmaktadır.
Son 10 yılda 20 milyon insan çatışma ve yoksulluk nedeni ile kendi
ülkelerini terketmek zorunda kalmışlardır. Göçmenler bazı Güney
ülkelerinde de bulunmaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri’nin % 90 nüfusu
yabancı çalışanlardan oluşmaktadır ve bunların çoğu Hindistan’dan
gelmektedir. Dolayısıyla bu petrol zengini Körfez ülkesi, Hint medya
kuruluşları için önemli bir hedef ülke haline gelmiştir. Sonuç olarak bazı
istisnalar dışında birçok devlette azınlık bulunmakta ve birçok ülkede birden
fazla dil konuşulmaktadır. Daha önce ülke dışında bulunan bu gruplar kitap,
gazete-dergi, teyp, video filmi gibi ürünlerle kendi kültürleri ile bağ
kuruyorlardı. Uydu aracılığı ile sınır ötesi yayıncılığın yaygınlaşması bu
gruplara yeni olanaklar sunmaktadır.
Türkiye 1990’da Eutelsat ile Batı Avrupa’da Türkçe konuşan gruplara
yönelik (özellikle Almanya’da yaşayan 2 milyon Türk’e yönelik) TRT—INT
yayınlarını başlattı. 1992’de TRT Avrasya TV, Orta Asya’da Türkçe
konuşan topluluklara yönelik yayınlar başladı. Buradaki toplulukların dil,
din ve kültürel bakımdan Türkiye’dekiler ile benzerlikleri vardır (Thussu,
2000: 207, 208).
Gelişmiş ülkelere yönelik yayın yapan özel kuruluşlara bakıldığında
dikkati çeken olgu bu kuruluşların, (yerel değerlere uyarlanmış olsalar da
Batı formatlarında program üretmelerinden dolayı) kültürel anlamda tek
yönlü akışa alternatif bir yayıncılık arayışları olmadığı, bazı medya
kuruluşlarının ise Batı kaynaklı sermaye tarafından kurulmaları nedeni ile
zaten bu tip bir eğilimlerinin olamayacağıdır. Türkiye’nin durumunda ise
yabancı ülkelere yönelik yayınların kamu televizyon kaynaklı olması bir
haber, spor, müzik, dizi ve film içermektedir. TV Globo: 1965 yılında ABD kökenli Time-Life
Grubu ile ve ABD’nin finansal, yönetimsel ve teknolojik yardımı ile TV Globo, Latin Amerika’nin
en büyük pazarlarından biri olan Brezilya’da yayına başlamıştır. TV Globo 1975’de Portekiz’e
televizyon dizileri ihraç ederek uluslararası piyasaya girdi (Thussu, 2000).
İletişim 2002/16
Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet
133
farklılık oluşturmaktadır. Yine de TRT’nin Batı kökenli programlara
alternatif özgün kültürel programlar ürettiğini söylemek mümkün
görünmemektedir. Özel televizyon kuruluşları söz konusu olduğunda bu
durum daha belirgindir.
Sonsöz
Küreselleşme olarak da tanımlanan içinde yaşadığımız süreçte,
medyadaki yapılanma ve medyanın işlevi değişmektedir: bir yandan
deregülasyon sonucu sektörde kamu hizmeti modeli ağırlığını büyük ölçüde
yitirerek yerini ticari modele bırakmakta, diğer yandan özel medya
kuruluşlarında bütünleşmeler öne çıkmaktadır yani kamu tekeli yerini özel
tekellere bırakmaktadır. Buna bağlı olarak medya, özellikle yeni devletlerde
üstlendiği ulusal kültürü oluşturma/koruma işlevini yitirerek, Batı’nın
(özellikle de ABD’nin) kültürel değerlerini aktarma işlevi üstlenmektedir.
Bu gelişmelerin bir diğer uzantısı ise bu süreçte paradoksal biçimde
yerel medya ve yerel kültürün önem kazanmasıdır yani ulusal sınırlar içinde
farklı kültürel grupların kendilerini ifade edebilmeleri, kendi kültürlerini
geliştirebilmeleri ve bunun için de medyayı kullanabilmeleridir. Bu durum
Türkiye bağlamında çok belirgindir. AB üyeliğini hedefleyen Türkiye,
kültürel grupların kendi dillerinde radyo-televizyon yayınlarını yapmalarına
yönelik engelleri ortadan kaldırma yükümlülüğü üstlenmiştir.
Türkiye’de tek parti döneminde yani çok uluslu imparatorluktan sonra
ulus-devlet oluşturma sürecinde, ülkede farklı kültürlerin kendilerini
geliştirebilmelerinin ve medyayı kullanabilmelerinin önü açılması zaten
beklenemezdi. Çok partili dönemin ilk yıllarında Basın İlan Kurumu
aracılığı ile bir “naylon basın” yaratılmış yerel basın kontrol altında
tutulmuştu. Yani ödüllendirme yolu ile kontrol yöntemi de aynı zamanda
uygulanmaya başlamıştı. Ancak içinde yaşadığımız süreçte farklı kültürel
grupların medyayı kullanmalarının engellenmesi, uluslararası konjonktür
(gelişmiş ülkelerin talepleri) ve gelişmekte olan ülkelerdeki siyasal
iktidarların giderek azalan parasal kaynakları (grupları parasal kaynaklar
İletişim 2002/16
Serdar KAYPAKOĞLU
134
kullanarak merkeze bağlama yeteneği) dikkate alındığında, mümkün
görülmüyor.
Ulus-devletlerin oluşmasında ve ulusal bilincin pekiştirilmesinde,
medya (basın -sansür ve sübvansiyon mekanizmaları ile kontrol altında
tutularak, radyo-televizyon yayıncılığında ise kamu tekeli modeli ile) önemli
bir işlev üstlendi.
Küresel yayınlar ve yerel medya, ya da farklı grupların kültürlerini
medya aracılığı ile koruyup geliştirmesi, kültürel zenginlik olarak
tanımlanabilirse de, bu gelişmenin ulus-devletler için (öncelikle de
gelişmekte olan ülkeler açısından) sonun başlangıcı olduğu açıktır.
Güney ülkelerindeki medya gruplarının Batı kökenli uluslararası
medya gruplarına benzer bir değişim içine girmelerine karşın, gerek
ekonomik gerekse de kültürel açıdan, onlara rakip olmaları mümkün
görünmemektedir. Ayrıca Batı kökenli çokuluslu firmaların yabancı dillerde
yayınlar yapması ve/veya ulusal medyayı doğrudan satın alması ve/veya Batı
formatlarının yayınlarda baskın olması, ülke bütünlüğünün sağlanmasında
ulusal medyanın işlevsizleşmesine neden oldukları açıktır.
Bu süreç olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirilebilir. Ancak nasıl
değerlendirilirse değerlendirilsin sürecin (zaman zaman iniş çıkışlar olsa da)
geri dönüşü yok gibi görünmektedir.
Kaynaklar
Balle, Francis (1980). Médias et Socété. Paris: Montchrestien.
Blumler, J. G. ve Gurevitch, Micheal (1986). “The Political Effects of
Mass Communication”. Culture, Society and the Media. Micheal
Gurevitch, vd. (der.) içinde. London: Routhledge.
Boyd-Barett, J. O. (1986). “Cultural Dependency and the Mass
Media”. Culture, Society and the Media. Micheal Gurevitch, vd. (der.)
içinde. London: Routhledge.
Cayrol, Roland (1991. Les Médias. Paris: PUF.
İletişim 2002/16
Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet
135
Curran, James (1986). “Communication, Power and Social Order”.
Culture, Society and the Media. Micheal Gurevitch, vd. (der.) içinde.
London: Routhledge.
Gellner Ernest (1992). Uluslar ve Ulusçuluk. Çev. Büşra E. Behar ,
Günay G. Özdoğan. İstanbul: İnsan Yayınları.
Golding, Peter ve Murdock, Graham (1997). “Kültür, İletişim ve
Ekonomi Politik”. Medya, Kültür, Siyaset. Çev., Dilek B. Kejanlıoğlu.
Süleyman İrvan (der.) içinde. Ankara: Ark. 49-76.
Gurvitch, Micheal (1992). “The Globalization of Electronic
Journalism”. Mass Media and Society. James Curran (der.) içinde. London:
Edward Arnold.
Hall, Stuart (1998). “Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik”.
Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sistemi. Çev. Gülcan Seçkin. Anthony D.
King (der.) içinde. Ankara: Bilim ve Sanat.
Hanlin, Bruce (1998). “Gazete Sahipleri, Editörler ve Gazeteciler”.
Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar. Çev., Nurçay Türkoğlu. Andrew
Belsey ve Ruth Chadwick (der.) içinde. İstanbul: Ayrıntı: 51-69.
Hannerz, Ulf (1998). “Çevre Kültür Senaryoları”. Kültür,
Küreselleşme ve Dünya Sistemi. Çev. Gülcan Seçkin. Anthony D. King
(der.) içinde. Ankara: Bilim ve Sanat. 139-163.
Kars, Neşe (1996). “Televizyonda Sermaye ve Haber”. Yeni Türkiye
11: 495-519.
Larraine, Jorge (1995). İdeoloji ve Kültürel Kimlik. Çev., Neşe Nur
Domaniç. İstanbul: Sarmal.
Lull, James (2001). “Superculture for Communication Age”. Culture
in the Communication Age. James Lull (Ed.) içinde. London: Routledge.
132-163.
Mattelard, Armand (1992). “İletişim ve İletişim Araçları: Tehlikeli Bir
Konu”. Medya Dünyası. Çev., Oya Tatlıpınar. Jean-Marie Charon (der.)
içinde. İstanbul: İletişim. 17-23.
İletişim 2002/16
Serdar KAYPAKOĞLU
136
Meier, Werner ve Trappel, Josef (1998). “Media Concentration and
the Public Interest”. Media Policy. Denis McQuail ve Karen Siune (der.)
içinde. London: Sage. 38-59.
Sreberny-Mohammadi, Annabelle (1992). “The Global and Local in
International Communication”. Mass Media and Society. James Curran ve
Micheal Gurvitch (der.) içinde. London: Edward Arnold.
Pilon, Robert (1992). “Gruplar ve Stratejiler”. Medya Dünyası. Çev.,
Oya Tatlıpınar. Jean-Marie Charon (der.) içinde. İstanbul: İletişim. 216-221.
Robbins, Kevin ve Morley, David (1997). Kimlik Mekanları. Çev.
Emrehan Zeybekoğlu. İstanbul: 1997.
Pekman, Cem (1997). Televizyonda Özelleşme. İstanbul: Beta.
Thussu, Daya Kishan (2000). International Communication.
London: Arnold.
Yücel, Seniye (1999). “Yerel Basın”. Medya Gücü ve Demokratik
Kurumlar. Korkmaz Alemdar (der.) içinde. İstanbul: Afa.
Özet
Yazılı basın televizyondan çok önce ulusal ve kültürel sınırları aştı.
Uluslararası haber ajansları yaklaşık birbuçuk asırdan beri dünyaya haber
dağıtım işini üstlenmişlerdir. Radyo ve sinema ortaya çıkmalarından itibaren
ulusal sınırlardan habersizdiler. Tüm dünyaya görüntü materyellerinin
aktarımını kolaylaştıran uydu teknolojisinin ortaya çıkışı, haberin
İletişim 2002/16
Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet
137
küreselleşmesinin niteliksel bir aşaması olarak savunulabilir. Uluslararası
iletişim ABD’nin başını çektiği Batı’nın, medya sektöründe haber ve eğlence
materyellerinin uluslararası akışında baskın olduğunu göstermektedir. Soru
bu tek yönlü akışın ulusal ve bölgesel kültürlere etkisinin gerçekte Batı
kültürünün küreselleşmesi mi olduğudur? Küresel iletişim İngilizce ve Batı
yaşam tarzı ve değerlerinine dayanan medya kültürünü mü destekliyor?
Özelleşmiş, reklam yönelimli Batı ticari televizyon modelinin
küreselleşmesi, tüm dünyada oturma odalarına tüketim kültürünü getirmiştir.
Fakat modern sanayileşmiş Batı kültürünün geleneksel kültüre etkisi
karmaşık bir süreçtir. Parçalanma ve melezleşme aynı ölçüde güçlüdür. Bu
makalede küresel ve yerel medyadaki gelişmeler sürerken, ulus-devletlerin
giderek önemlerini yitirecekleri ileri sürülmektedir.
Abstract
Printed press crossed national and cultural boundaries long before
television. The international news agencies have been in business of
disseminating news materials around the world for almost a century and a
half. Radio and cinema were oblivious to national boundaries almost since
their inception. The advent of satellite technology, facilitating the instant
transmission of visual materials around the world may be argued as a
qualitatively new stage in the globalization of news. International
communication indicates that the West, led by USA, dominates international
flow of information and entertainment in media sector. The question is if the
impact of such one-way flows on national and regional culture is in fact the
globalization of Western culture? Will global communication promote a
media culture based on English language and Western lifestyles and values?
The globalization of the privatized, advertisement-driven model of Western
commercial television has brought consumer culture to living rooms across
the world. But the impact of modern industrial Western culture to traditional
is a complex process. The fragmentation and hybridity are equally strong. In
this article it is asserted that during the developments of global and the local
media the nation-states will have gradually less significance.
İletişim 2002/16
138
İletişim 2002/16
Serdar KAYPAKOĞLU
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde
Halkla İlişkilerin Rolü
İzzet BOZKURT*
Giriş
Pazarlama faaliyetlerinin başladığı ilk günlerden günümüze kadar
geçen zaman dilimi içinde, pek çok farklı pazarlama yaklaşımı
geliştirilmiştir. Ancak, bunlardan bazıları uygulamaya dahi aktarılamadan
geçerliliğini yitirmiştir. Tarihsel süreç içinde pazarlamanın özellikleri,
sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve teknolojik alanda yaşanan gelişmelere
paralel olarak değişmiştir. Bu değişimi; başta sanayi devrimi olmak üzere,
1929 dünya ekonomik bunalımı, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve
1980’lı yıllardan itbaren iyice hissedilmeye başlayan küresel ekonomi ile
teknolojinin başdöndürücü hızdaki gelişimi sağlamış ve uluslararası
pazarlara açılmak da kolaylaşmıştır.
Bunun sonucunda, yoğunlaşan rekabet koşulları ve kitle iletişim
araçlarından hedef kitlelere ulaşma zorluğu, mesaj üreticilerini iletişim
sürecinde yeni arayışlara yöneltmiştir. Bu arayışların bir sonucu olarak
geliştirilen ve pazarlamaya farklı bir boyut kazandıran “bütünleşik
pazarlama iletişimi” yaklaşımı kısa sürede uygulama alanında yer bulmuştur.
Bunun temel nedeni; özellikle kitlesel pazarlama ve kitlesel iletişimde
etkinliğin azalması, tüketici davranışlarını etkileyecek mesajların
oluşturulması ve iletilmesindeki güçlükler ve reklam maliyetlerindeki
artışlardır.
*
Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
İletişim 2002/16
140
İzzet BOZKURT
Pazarlamanın geçmişten günümüze katettiği süreçler incelendiğinde,
iletişimin sürekli artan bir değerde pazarlama faaliyetleri içine girdiği
görülmektedir. Pazarlamanın ilk başladığı dönemdeki yalın, yüz-yüze
iletişim, paranın icadı ile değişik bir anlam kazanmış, 1929 dünya
buhranının sonrasındaki ilk reklamlarla pazarlama, planlı bir şekilde iletişimi
kullanmaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra klasik pazarlama
dönemi başlamış ve iletişim, pazarlama karmasının dört ana unsuru içinde
reklam, halkla ilişkiler, kişisel satış, doğrudan pazarlama gibi birden çok
teknik ile pazarlama kararları içinde yer almıştır.
1985-90’lı yıllardan başlayarak da iletişim pazarlama kararlarının
odağını oluşturmuştur. McKenna’nın (1991: 21) da ifade ettiği gibi
pazarlamadan pazarlama iletişimine geçiş sürecini etkileyen unsurlar “ürün
ve hizmet farklılığının artması, küresel rekabetin arması, pazarların
bölümlere ayrılması, endüstriyel farkların azalması, dağıtım kanallarının
çoğalması, geleneksel medya mesajlarının temiz mesaj iletmede
başarısızlıkları, kurumların tekrar yapılanması, iş çevreleri ve rekabet
olayları”dır. Pazarlama düşüncelerinin evrimi olarak da adlandırılan
bütünleşik pazarlama iletişimi yaklaşımına göre ise, pazarlama karmasının
elemanları olan, mal, fiyat, dağıtım, promosyon eşittir iletişim ve iletişim
eşittir pazarlama şeklini almıştır.
“Günümüzde pazarlamanın doğasını değiştiren bir iletişim devrimi
yaşanmaktadır.... pazarlama çalışmalarının birçoğu iletişim sürecinin
etrafında oluşmaktadır” (Cannon, 1998: 421). Bu düşünceyi destekleyen
Schultz, Tannenbaum ve Lauterborn (1995) da iletişimin günümüzde
pazarlamada temel güç olarak yer aldığını ve ilerde de böyle olacağını ifade
etmekteler. Bu aşamada, müşteri merkezli planlayıp uygulama başlıca
amaçlardan birini oluşturmakta. Müşteri merkezli olmayan pazarlama
anlayışının dışındaki düşünceler başarısız olmaktadırlar, çünkü “içten dışa
düşünmek kurumun ihtiyaçları ile başlar, oysa dıştan içe düşünmek
müşterinin ihtiyaçları ile başlar” (Duncan, 2002: 14). Bu düşünce
Lauterborn’un 4 C modeli ile de açıklanabilir.
İletişim 2002/16
141
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü
4 P İçten Dışa Güç
4 C Dıştan İçe Güç
Product (Ürün)
Customer (Müşteri)
Price (Fiyat)
Cost (Değer)
Place (Dağıtım)
Convenience (Uygunluk)
Promotion (Promosyon)
Communication (İletişim)
Şekil 1: Lauterborn’un 4 C Modeli. (Duncan, 2002: 15).
Yukarda da görüldüğü gibi, günümüz pazarlama anlayışında kurum
dıştan içe düşünerek sürekli müşteri ile iletişim halinde olmak, müşterinin
istek ve ihtiyaçlarını bilmek gerekli. Ayrıca kurum ürünün fiyatına
yoğunlaşmaktan ziyade, o ürünü alan müşteriye nasıl değer katacağına
yoğunlaşmalıdır. Bu da bütünleşik pazarlama iletişimi çalışmalarının başlıca
çıkış noktasıdır.
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Tanımı
Integrated Marketing Communications (IMC), ülkemizde ‘entegre
pazarlama iletişimi’ ya da ‘bütünleşik pazarlama iletişimi’ olarak kullanılan
kavram, tüm iletişim çabalarının stratejik bir koordinasyonunu ifade
etmektedir. American Association of Advertising Agencies (Amerikan
Reklam Ajansları Birliği)’in tanımına göre bütünleşik pazarlama iletişimi:
“Genel reklam, doğrudan posta, doğrudan pazarlama, satış promosyon ve
halkla ilişkiler gibi çeşitli iletişim disiplinlerinin stratejik rollerini
hesaplayan ve açık, birbirini tamamlayan ve maksimum düzeyde bir iletişim
etkisi yaratmak için bu disiplinleri birleştiren kapsamlı bir planın artı
değerini tanıyan pazarlama iletişimi planlama konsepti”dir (Harris, 1998:
14).
Buradan hareketle, bütünleşik pazarlama iletişimi kavramını en genel
anlamda şu şekilde tanımlayabiliriz: Bütünleşik pazarlama iletişimi,
organizasyonların ürettiği ürün ya da hizmetler ile ilgili alınacak her kararın
İletişim 2002/16
142
İzzet BOZKURT
müşteri bazlı ve satın alma davranışlarına etki edecek iletişim boyutunu
düşünerek alınması ve bu farklı iletişim kararlarının bir disiplin içinde
orkestra edilerek, stratejik bir yaklaşım ile planlanması ve sinerji yaratılması
sürecidir (Bozkur, 2000: 17-18).
Tanımlamada aktarıldığı gibi, pazarlama iletişimi tüketicilere belirli
marka imajı ve spesifik faydalar yansıtabilmek için tek bir sese ihtiyaç
duymaktadır. Schultz’un (1997-1998) da belirttiği gibi bütün iletişim
çalışmalarının hedefi tek bir ses ve görüntü yakalama çabasıdır. Bu
mesajlardan herhangi bir tanesi bir diğerini tutmuyorsa veya birbirleri ile
uyuşmuyorsa tüketici anahtar mesajı kaybetmektedir. Anlamlı bir etki
yaratabilmek için bütün iletişimlerde güçlü bir ortak tema ve imaj
kullanılmalıdır. Bu birleşme çabaları ayrıca, gereksiz kullanımdan
kaçınılarak üretim maliyetlerinden ve zamandan tasarrufu da sağlamaktadır.
Tüketicilerin satın alma kararlarını etkileyecek yapıda mesajlar
üretme, işletmeyle ilgili alınan bütün kararların iletişim boyutu düşünülerek
oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Bütünleşik pazarlama iletişiminin bir
yaklaşım olarak hem uygulayıcılar, hem de akademik çevrelerce bu denli
benimsenmesi, örgüte genel bir perspektifle yaklaşması, örgütün geleceğiyle
ilgili vizyonu, genel hedeflerini ve amaçlarını tanımlaması, örgüt içindeki
bütün faaliyetlerin ve kararların müşteri ve hedef kitleleri ilgilendiren
iletişim boyutları olduğu gerçeğine dayanmaktadır. Bütünleşik pazarlama
iletişimi yaklaşımı, örgütsel yapı içinde alınan bütün bu kararların, örgütün
ortak hedef ve amaçlarını gerçekleştirmek üzere, stratejik olarak tek elden
planlanması ve uygulanması temeline oturmaktadır (Schultz, Tannenbaum &
Lauterborn, 1995). Bu yaklaşım; daha önce geliştirilen pazarlama
yaklaşımlarında olmayan ve örgüt tarafından bilinçli ya da bilinçsiz üretilen
bütün mesajların kontrolünü ve ölçümlenmesini olanaklı kılmaktadır.
Tüketiciler, mesaj üreticilerinin ayrı ayrı faaliyetlerini tek bir algılama
yöntemi ile algılamakta, tutum ve davranışlarını, dolayısıyla satın-alma
kararlarını bu çerçevede şekillendirmektedirler. Reklam, halkla ilişkiler,
kişisel satış, satış promosyonu, ürün ambalajı, fuar gibi pazarlama iletişimi
çalışmaları ile pazarlama karmasını oluşturan dağıtım kanalı, ürün ya da
İletişim 2002/16
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü
143
hizmetin kendisi ve fiyatlandırmayla ilgili çeşitli mesajları, tüketiciler farklı
kaynaklardan algılayarak, mesaj kaynağına ilişkin bir yargıya varmakta,
dolayısıyla, tutumlarını oluşturmaktadırlar. Farklı kaynaklardan, birbirlerini
tamamlamayan mesajların üretilmesi, tüketicinin satın-alma karar sürecini
olumsuz yönde etkilemektedir.
Genel anlamda sinerji (birlikte çalışma), uyumlu ve koordineli olan
mesajların bağımsız, bir birini tutmayan ve koordineli olmayan mesajların
yaratabileceğinden daha etkili bir iletişim yaratması olarak tanımlanır.
Örgütü ilgilendiren bu denli farklı iletişim mesajlarının tüketiciler ile
buluşmadan önce tek bir konsept altında bütünleştirilmesi, tüketicilerin karar
süreçlerini firma lehine olumlu olarak etkilemektedir. Dolayısıyla, bütün bu
farklı iletişimsel uğraşlarının, tüketiciler ile karşılaştırmadan kendi içlerinde
bütünleşmeleri gerekmektedir. Bu, hem tüketicilerin mesajı üretene ilişkin
tutumlarını oluşturmalarını kolaylaştıracak, hem de firmaların tanıtım ve
tutundurma faaliyetleri için harcayacakları çaba ile maddi kaynaklarda
tasarruf etmelerini sağlayacaktır.
Ne var ki, bütün bu çalışmaların bütünleşmesi sırasında bir takım
zorluklarla karşılaşılmaktadır. Schultz (2000-2001) başka bir yazısında
bütünleşik pazarlama iletişimini uygulamada karşılaşılan sorunları dört ana
başlık altında toplamaktadır. Bunlar; kurumsal engeller, yapısal, işlevsel ve
kültürel engeller, üst düzey yöneticilerin (CEO) kontrolü ve son olarak
kurum içinde çalışanlara
bütünleşik pazarlama iletişimi teorisinin
benimsetilememesidir. Richman (1991: 14) bu engellere ekleme yaparak
halkla ilişkiler ajansalarının ve kurum içinde departmanlara göre bütçe
dağılımlarının da engel teşkil ettiğini belirtmiştir. Uygulama sürecinde
karşılaşılan engeller ile örgüt içindeki tüm kararların aynı zamanda hedef
kitleler için birer iletişim mesajı taşıdığı gerçeği, bütünleşik pazarlama
iletişiminin örgütün en üst düzeyinden başlayarak tek elden stratejik olarak
planlanması ihtiyacını doğurmaktadır. Sürecin tek elden, örgüt içinde
stratejik olarak planlanması ve yürütülmesi ihtiyacı, sürecin kim veya
kimlerin sorumluluk ve yetkisinde oluşturulacağı sorusunu gündeme
getirmektedir. Bu sorunun cevabı aranırken, halkla ilişkilerin tarihsel gelişim
İletişim 2002/16
İzzet BOZKURT
144
sürecinde ulaştığı nokta ve yeniden yapılanması önemli bir kriter olarak ön
plana çıkmaktadır.
Bu yeni anlayış tüketicilerin, işletmeyi saran iç ve dış çevrelerin
ihtiyaçlarını anlayabilen, stratejiyi ve stratejistleri koordine eden, üst
yönetime geri bildirim (feedback) sağlayabilen bir yöneticiye ihtiyaç
duymaktadır. Halkla ilişkiler uzmanının bütün bu iletişim mesajlarını
tüketicilerin ihtiyaçları ile birleştirme ve yönetmeye yönelik eğitimi, anlayışı
ve ustalığı mevcuttur. Halkla ilişkiler uzmanı, bu disiplinlerin “orkestra şefi”
olarak kurum içindeki iletişim akışının kaynağı, bütünleşik pazarlama
iletişiminin lideri ve tepe yönetiminin örgütle ilgili alacağı bütün kararlara
danışmanlık yaparak, yönetsel anlamda, yeni bir güç elde etmektedir.
Halkla İlişkilerin Günümüzde Artan Önemi
Klasik anlamda işletmeler, halkla ilişkileri taktiksel roller için
kullanmaktadırlar. Yeni hareketler yaratmak, iç iletişimle uğraşmak, özel
olaylar/programlar hazırlamak, lobicilik ve bazen araştırmalar yapmak
halkla ilişkilerin görevleri arasında yer alır. İşletme bazında reklamdan daha
yüksek politik düzeyde olmasına rağmen, halkla ilişkiler çoğunlukla
pazarlamadan daha alt bir düzeye indirgenmektedir. Ancak, bu bakış açısı
hızla değişmektedir. Son on yılda halkla ilişkiler uzmanı pazarlama
karmasının değerli bir parçası olarak işletme içerisinde önemli bir yer
edinmiştir. Dünyanın tanınmış pazarlamacılarından, Phillip Kotler ve
William Mindak (Kotler, 1991: 641) pazarlama ve halkla ilişkileri benzer
fonksiyonlar olarak açıklayarak, "...pazarlama ve halkla ilişkiler firmanın
önemli dış fonksiyonlarıdır. Her iki fonksiyon da analiz etmeye ve
planlamaya, dış grupları memnun etmek bakış açısından başlıyorlar"
demişlerdir. Ayrıca Kotler Harvard Bussiness Review’da yayınlanan
‘Megamarketing’ adlı makalesinde de pazarlamanın geleneksel "4P"sine
(yani ürün, fiyat, yer, promosyon) yeni pazarlara girmeyi sağlamada mecburi
olan iki aracı, ‘güç’ ve ‘halkla ilişkiler’i de eklemiştir (aktaran Kitchen,
1997: 225-226).
İletişim 2002/16
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü
145
Pazarlamacılar geleneksel pazarlama araçlarının etkinliğinde azalma
görmeye başladıkları için, halkla ilişkilerin tüketici anlayışına ve maaliyet
yönünden verimliliğine daha büyük önem verme gereği duymaktadırlar.
Geleneksel pazarlama iletişimi yöntemleri ile parçalanan ve etkinliği
azaltılan iletişim çalışmalarını, stratejik olarak planlayan ve koordine eden
halkla ilişkiler, satın alma davranışlarını doğrudan etkileyen bütünleşik
pazarlama iletişimi yaklaşımında örgüt içinde kilit bir görev üstlenmektedir.
Burada pazarlama ve halkla ilişkilerin paralel çalışması kaçınılmazdır.
Çünkü Grunig’in (2001) de ifade ettiği gibi, bir taraftan pazarlama,
ekonomik bir çaba olarak daha çok tüketiciler, rakipler, ve mal tedarik
edenler gibi ekonomik çevrelerle ilgilenirken; diğer taraftan halkla ilişkiler
ise daha çok toplumsal çevreler ile ilgilenmektedir.
Pazarlamanın geçirdiği evrimi paralel bir şekilde halkla ilişkiler de
geçirmiştir. Amerikalı halkla ilişkiler uzmanı Harold Burson halkla ilişkiler
alanının geçirmiş olduğu evrimi üç başlık altında özetlemektedir, bunlar:
‘onu nasıl söyleyebilirim’ dönemi, ‘ne söylemeliyim’ dönemi ve son olarak
‘ne yapmalıyım’ dönemi (aktaran Caywood, 1997: 3). Halkla ilişkiler,
formel bir disiplin olmadan önce, aşağı yukarı 20. Yüzyılın ortalarında, üst
yönetimin halkla ilişkiler uzmanına sorduğu soru, o dönem içindeki herhangi
bir sorununu basına açıklamak için, “onu nasıl söyleyebilirim” idi
(Caywood, 1997: 3). Basın yolu ile verilecek bir iletişim mesajına ihtiyaç
vardı. Problem, doğru kelimeleri yerine yerleştirerek haber değeri yaratacak
kurguları oluşturmaktı. Bunu yapmak ve doğru medya kanallarını
kullanmak, gazetecilik geçmişi olan halkla ilişkiler çalışanlarının işiydi. Bu
nedenle bu dönemdeki halkla ilişkiler uygulamalarının temelinde, “onu nasıl
söyleyebilirim” mantığı, dolayısıyla pasif bir yaklaşım vardı.
Ancak 1960’lara gelindiğinde birçok statünün tanımlaması yeniden
yapılmaya başlanmıştır. Bu değişimin temelinde; firmalar hakkındaki
toplumsal doğruların su yüzüne çıkması ve sorgulanması yatmaktadır. Bu
dönem, “tüketicinin bilmesi gereken doğrular” dönemi olarak da
tanımlanmaktadır. Toplumsal doğrular, kendini, protesto yürüyüşleri ve
spesifik ürünlere karşı yapılan boykotlarla ifade ederken, gençlik hareketleri
İletişim 2002/16
146
İzzet BOZKURT
dönemin en önemli özellikleri olarak ortaya çıkmıştır. Firma yönetimleri için
bu ilk kez yüzyüze kalınan ve işletme eğitimi müfredatında yer almayan
deneyimlerdi. Tüm bu gelişmelerin, medya ve halk ile bütünleşmesi gereken
yöneticileri, halkla ilişkiler çalışanlarına ve uzmanlarına yöneltmesi çok
doğaldı. Bütün bunların sonucunda da “onu nasıl söyleyebilirim”, bir sonraki
adımda “ne söylemeliyim”e dönüştü (Caywood, 1997: 3). Bu dönüşüm,
halkla ilşkiler uzmanlarının doğru kelimeler ile haber değeri yaratacak
düzenlemeler yapmalarından daha öte, kendi insiyatiflerini kullandığı,
dolayısıyla halkla ilişkilerin az da olsa aktif hale geldiği bir dönüşümü ifade
etmektedir.
Pazar ve pazarlama üzerindeki kamuoyu baskısı 1970, 1980’lerde ve
1990’larda şiddetlenerek devam etmiştir. Pazardaki güç dengesinin yönü
üreticilerden tüketicilere doğru değişince, küresel yarış çabalarına ve iş
dünyasının literatürüne karşı büyük bir tehdit de meydana gelmiştir.
1970’lerin başında iş dünyası ile ilgili haberler, ekonomi sayfasından, baş
sayfalara taşındı. Medya bu durumu yeni bir ekonomik kaynak olarak
kullanmakta geç kalmadı. Dolayısıyla, medya yöneticileri program ve
yazılarında kullandıkları kavram ve üslubu yeniden düzenleyerek bu
kaynaktan maksimum düzeyde fayda sağlamaya başlamıştır. Medyada, iş
dünyasına ilişkin haberler, bilgisayar ağlarında ve sabah haberlerinde başlıca
konu olmaya başlamıştı. İşte bu dönem, halkla ilişkilerin üçüncü basamağı
olan ve halkla ilişkilerin aktif ve karar mekanizması içinde olduğu “ne
yapmalıyım” dönemidir (Caywood, 1997: 3). Yani “onu nasıl
söylemeliyim” ve “ne söylemeliyim”, günümüzde “ne yapmalıyım” a
dönüştü.
Halkla ilişkilerin, firmaların karar verme süreçlerinin bir parçası
olarak organize olmaya başlamasından beri, yirmi yıl içerisinde, akla hayale
gelmeyecek bir aşama kaydetti. Bu bize, bütünleşik iletişimlerin, halkla
ilişkilerin üçüncü dönemindeki hareket yönünde ilerlediğini göstermektedir.
Şirketler, giderek artan bir şekilde müşteri veri tabanları kullanmaya
başladılar. Ayrıca, reklamcılık, doğrudan pazarlama, satış promosyonları, ve
tabii ki halkla ilşkiler profesyonelleri, işin etkinliğini arttırmak, Pazar payı
İletişim 2002/16
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü
147
elde etmek, akılda kalıcı olmak için bütün bu aktiviteleri bütünleştirerek
çalışmalarına devam etmekteler.
Halkla İlişkilerin Değişen Boyutları
Ulusal ve uluslararsı alanda hızla artan rekabetçi pazardan etkilenerek
pekçok değişime uğrayan halkla ilişkiler alanı, yapısal ve işlevsel anlamda
yeni birtakım görevler üstlenmiştir. Bugün halkla ilişkiler alanının üstlendiği
yapısal anlamdaki görevler Kurumsal Halkla İlişkiler (CPR) ve Pazarlama
Odaklı Halkla İlişkiler (MPR) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Özellikle 1990’ların sonlarında popüleritesini arttıran Kurumsal
Halkla İlişkiler (CPR), kurumsal hedefleri desteklemeyi amaçlamıştır. CPR,
kurumun ilişkide bulunduğu bütün gruplarla iletişimi koordine eder. Bu
gruplar; medya, müşteriler, çalışanlar, dağıtımcılar, hisse sahipleri, yerel
otoriteler, devlet, genel toplum, sendikalar, sivil toplum örgütleri, potansiyel
müşteriler, servis ajansları ve finansal kurumlar olarak tanımlanabilir
(Bozkurt, 2000: 131).
Pazarlama Odaklı Halkla İlişkiler (MPR) çalışmaları ise daha çok
satışa yönelik yapılan çabalardır. MPR’ın öncülerinden sayılan Harris (1997:
12) bu kavramı, “satışı teşvik eden ve güvenilir bilgi akışıyla, müşterilerin
istek, ihtiyaç, kaygılarını gidererek müşteri memnuniyeti yaratan; planlı,
uygulanabilen ve değerlendirilebilen bir program süreci” olarak tanımlar.
Harris’e (1997: 7-8) göre MPR’ın çalışma alanları; kurumu lider olarak
konumlandırmak, müşteri güveni yaratmak, yeni ürün tanıtmak, eski ürünün
yeni faydalarını tanıtmak, insanları ürünü almaya teşvik etmek, yeni
pazarlara girmek, satış gücünü arttırmak, perakendecilerin desteğini
sağlamak, dağıtım kanalları açmak gibi pekçok pazarlama odaklı faaliyetten
oluşmaktadır. Pazarlama Odaklı Halkla İlişkiler faaliyetleri pro-aktif ve reaktif olmak üzere kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Pazarlama hedefleriyle
ilgilenen pro-aktif halkla ilişkiler, daha çok ürünle ilgili yenilik ve
gelişmeleri tanıtmayı ve pazarlamaya yönelik fırsatları takip etmeyi görev
edinmiştir (Bozkurt, 2000). Re-aktif halkla ilişkiler çabaları ise Semenik’in
İletişim 2002/16
İzzet BOZKURT
148
(2002: 461) de ifadesiyle, “Dışardan gelen baskıları kontrol etmek,
fırsatlardan ziyade sorunların çözülmesine odaklanmak ve kurumu
savunmak” olarak tanımlanabilir.
Halkla İlişkilerin Pazarlama İçindeki Yeni Rolü
Halkla ilişkilerin kurumsal ve pazarlama odaklı olarak gelişmesiyle
üstlendiği farklı görevler, halkla ilişkilerin bir yönetim fonksiyonu olmasına
neden olmuştur. Günümüzde halkla ilişkiler, bütünleşik pazarlama
iletişiminin planlanması ve koordine edilmesi sürecinde stratejik bir misyon
üstlenmiştir. Burada, iletişimin pazarlama içinde artan önemi ile halkla
ilişkilerin kurum içinde artan önemiyle yakın bir ilişki söz konusudur.
Böylece kurum içinde pazarlama için gerekli olan iletişim desteği, halkla
ilişkiler tarafından sağlanabilir, çünkü Richman’ın (1991: 11) da ifade ettiği
gibi “Halkla ilişkiler mesleği, bütün iletişim mesajlarını kontrol etme ve
yönetme becerisine sahiptir”. Aşağıda sıralanan maddeler halkla ilişkilerin
bütünleşik pazarlama iletişimi sürecinde nasıl bir rol üstlenebileceğini
tanımlamaktadır.
1. Bütünleşme sırasında engel olarak ortaya çıkan bütün sorunlar,
stratejik planlama ve koordinasyon eksikliğinden meydana gelmektedir.
Halkla ilişkiler kurumsal yapıda bu sorunları çözebilir.
2. Bütünleşik pazarlama iletişiminin yerine getirilmesi sürecinde,
kurumsal değişimlere karşı direnç, bütçe harcamaları, otorite değişimi ve
uzman kayıplarıyla ilgili öfkenin oluşması gibi bir takım zorluklarla
karşılaşabilir. Kurum içinde üst yönetime bağlı olan halkla ilişkiler, sahip
olduğu iletişim ve yönetim alt yapısı ile (CPR, MPR, Pro-Aktif ve Re-Aktif
PR) yeni bir yapısal oluşuma gerek duymadan bu direnci kırabilir.
3. Rekabetçi Pazar ortamında sadece kar odaklı pazarlama
faaliyetleri gerçekleştirmek ve şirketlerin topluma karşı olan sosyal
sorumluluğu umursamamak o şirket için zayıflık sayılır. Halkla ilişkiler
kurumun iç ve dış çevrelerle iletişimini sağlama sürecinde bu sorunların
üstesinden gelebilir.
İletişim 2002/16
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü
149
4. Halkla ilişkiler sosyal fayda ve şeffaflık presiplerinden yola
çıkarak, pazarlama iletişimi sürecinde ve diğer bütün kurumsal çalışmalarda
etiksel kriterleri temel almaktadır.
5. Bütünleşik pazarlama iletişimi yaklaşımına göre, kurum tarafından
alınan bütün kararların iletişim ve mesaj boyutu var. Bu nedenle Drobis’in
(1997-1998) de ifade ettiği gibi halkla ilişkiler, sahip olduğu iletişim bilgi ve
becerisinden ve sorun çözme yeteneğinden dolayı, kurumun üst yönetimine
taşımaya ve bütün planları tüketici odaklı düşünmeye ihtiyacı vardır.
6. Kurumun genelde bir iletişim kaynağı olarak görüldüğü bütünleşik
pazarlama iletişimi yaklaşımında, tüketicinin kuruma ve markasına karşı
takındığı tutum ve davranışların fark edilmesi, sadece pro-aktif yaklaşımlar
ve halkla ilişkiler yöntem ve teknikleri ile mümkündür.
7. Yapısal ve işlevsel olarak gelişen halkla ilişkiler, yönetimin
başlıca fonksiyonlarından biri haline gelmiştir. Halkla ilişkilerin temel amaç
ve aktiviteleri göz önünde bulundurulduğunda, halkla ilişkilerin üst yönetime
en yakın iletişim bölümü olduğu görülür. Aynı düşünceyi paylaşan Thomsen
(1997) da halkla ilişkilerin kurum ve hedef kitle arasındaki iletişimi kontol
ettiği ve kurduğu için yönetimde yer alması gerektiğini vurgulamıştır. Bu
nedenle, bütünleşik pazarlama iletişiminin stratejik planlanma sürecinde,
halkla ilişkiler başlangıç noktasında yer almalıdır.
8. Kurumun pazarlama ve pazarlama iletişimi ile ilgili aldığı bütün
kararlar diğer bölümler tarafından da desteklenmelidir. Halkla ilişkiler
iletişim kanalları geliştirerek iç iletişimin oluşmasını sağlayabilir.
9. Bütünleşik pazarlama iletişiminin stratejik planlanma sürecinde,
kurumsal kararlar, pazarlama ve pazarlama iletişimi kararları ya doğrudan
halkla ilişkiler tarafından yerine getirilmekte ya da bağımsız halkla ilişkiler
ajansları tarafından yapılmaktadır.
10. Kurum içindeki yapıda toplam kalite, kurum kültürü, kurum imajı,
insan kaynakları yönetimi, kriz yönetimi gibi halkla ilişkiler çabaları,
bütünleşik pazarlama iletişimi çalışmalarının temel çerçevesini
oluşturmaktadır.
İletişim 2002/16
İzzet BOZKURT
150
Sonuç
Sonuç olarak, halkla ilişkilerin yeni boyutları olarak da
değerlendirilen ve bir uzmanlaşma olarak kabul edilen CPR (Kurumsal
Halkla İlişkiler), (Pazarlama Odaklı Halkla İlişkiler) ile MPR’ın alt
açılımlarında fonksiyonel olan pro-aktif ve re-aktif halkla ilşikiler
uygulamaları, bütünleşik pazarlama iletişimi çalışmalarındaki farklı iletişim
tekniklerini, stratejik olarak tek elden ve kurum içinde planlama imkanı
sağlamaktadır. Bu, hem 90’lı yılların parçalanmış iletişim mesajlarının
kontrol edilmesini sağlayacak, hem de bütünleşmenin önündeki gerek
işletme içinde gerekse çevresindeki değişime karşı olan direnci ortadan
kaldıracaktır.
İletişimin pazarlama düşünceleri içindeki artan değeri ile halkla
ilişkilerin, kurum içindeki yükselen değerleri paralellik göstermektedir.
Dolayısıyla pazarlama için kaçınılmaz olan iletişim desteği, kurum içinde bu
disiplini en iyi bilen halkla ilişkilerden alacaktır. Stratejik olarak iletişim
nosyonunu planlama yeteneğine sahip olan halkla ilişkiler uzmanlarının, üst
yönetimin karar aldığı masalarda bulunması artık lüks değil bir
zorunluluktur.
Kaynakça
Bozkurt, İzzet (2000). Bütünleşik Pazarlama İletişimi. Ankara:
Kapital Yayınları.
Cannon, Tom (1998). Marketing: Principles and Practice. 5. Basım.
İngiltere: Cassell Publishers Limited.
Caywood, Clarke L. (1997). The Handbook of Strategic Public
Relations and Integrated Communications. 1. Basım, New York:
McGraw-Hill.
Drobis,
David
R.
(1997-1998),
“Integrated
Communications”, Journal of Integrated Communications,
İletişim 2002/16
Marketing
151
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü
http://www.medill.northwestern.edu/imc/studentwork/pubs/jic/journal/
1997-1998/drobis.htm 15.01.2002.
Duncan, Thomas R. (1993). “Integrated Marketing? Its Synergy:
Having Said That, Implementing the Plan Gets More Complicated”,
Advertising Age, 64 (xx) xx.
Duncan, Tom (2002). IMC: Using Advertising and Promotion to
Build Brands. 1. Basım. ABD: MCGraw-Hill.
Grunig, James E. (2001). “The Role of Public Relations in
Management and it’s Contribution to Organizational and Societal
Effectiveness”, Taipei (Taiwan)’de yapılan bir konuşma, Mayıs 12,
http://www.ipra.org 02.02.2002.
Harris, Thomas L. (1997). “Integrated Marketing Public Relations”.
Handbook of Strategic Public Relations and Integrated Communications,
der., Clarke L. Caywood. ABD: Mc-Graw Hill.
Harris, Thomas L. (1998). Value-Added Public Relations, 1. Basım,
Illinois: NTC Business Books.
Hendrix, Jerry A. (1992). Public Relation Cases, 2. Basım,
California: Wadsworth Publishing Company.
Kitchen, Philip J. (1997). Public Relations: Principles and
Practices. İngiltere: International Thomsan Business.
Kotler, Philip (1991). Marketing Manegement, 3. Basım, New
Jersey: Prentice Hall.
McKenna, Regis (1991). Relationship Marketing. ABD: AddisionWesley Publishing Company.
Richman, Amanda (1991). Public Relations Profession: The Internal
Key to Integrated Marketing. Journal of Corporate Public Relations, V2:
11-16.
İletişim 2002/16
152
İzzet BOZKURT
Schultz, Don E., Tannenbaum, Stanley I. ve Lauterborn, Robert F.
(1995). The New Marketing Paradigm, 1. Basım, Illinois: NTC Business
Books.
Schultz, Don E. (1997-1998). “The Evolving Nature of Integrated
Communications”. Journal of Integrated Communications, http://medill
.northwestern.edu/imc/studentwork/pubs/jic/journal/1997-1998/schultz.htm
5.03.2002.
Schultz, Don E. (2000-2001). “Marketing Communication Plannin in
a Converging Marketplace”. Journal of Integrated Communicaitons,
http://medill.northwestern.edu/imc/studentwork/pubs/jic/journal/2000/schult
z.htm 01.09.2000.
Semenik, Richard J. (2000). Promotion and Integrated Marketing
Communications. CA: South-Western Thomas Learning.
Sirgy, Joseph M. (1998). Integrated Marketing Communications: A
Systems Approach, New Jersey: Prentice Hall Inc.
Thomsen, Steven R. (1997). “Public Relations in the New
Millennium: Understanding the Forces that are Reshaping the Profession”,
Public Relations Quarterly, 42 (1): 11-18.
İletişim 2002/16
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü
153
Özet
Bütünleşik pazarlama iletişimi yaklaşım, tüm iletişim çabalarının
stratejik bir koordinasyonda planlanıp uygulanmasını ifade etmektedir. Bu
çalışma özellikle geçtiğimiz son yirmi yılda önemini arttıran ve birçok
kurum tarafından uygulamaya konulan “Bütünleşik Pazarlama İletişimi”
yaklaşımını incelemektedir. Bu çalışmanın amacı, bütünleşik pazarlama
iletişimi çabalarının uygulanma ve yönetilme sürecinde karşılaştığı
zorlukları irdeleyerek halkla ilişkiler alanının bu güçlükleri yenme sürecinde
nasıl aktif bir rol üstelenebileceğini ortaya çıkararak, kurum içinde
pazarlama için gerekli olan iletişim desteğinin halkla ilişkiler tarafından
sağlanabileceğini göstermektir.
Bütünleşik pazarlama iletişimi reklam, doğrudan posta, doğrudan
pazarlama, satış promosyon ve halkla ilişkiler gibi çeşitli iletişim
disiplinlerinin stratejik rollerini hesaplayan ve maksimum düzeyde bir
iletişim etkisi yaratmak için bu disiplinleri birleştiren bir iletişim çabasıdır.
Fakat bu iletişim çabalarının uygulama ve özellikle yönetilme sürecinde
birçok engel ortaya çıkmaktadır. Bu noktada, halkla ilişkilerin geçirmiş
olduğu yapısal ve işlevsel değişim, özellikle bir yönetim fonksiyonu olarak
yeniden yapılanması pazarlama iletişiminin stratejik koordinasyonu için
kaçınılmaz çözümler üretebilmektedir. Halkla ilişkilerin pazarlama odaklı
ve kurumsal halkla ilişkiler olarak iki ayrı görev üstlenmesi ve bir yönetim
fonksiyonu haline gelmesi, bu disiplini klasik işlevlerinin dışına taşımış ve
halkla ilişkiler uzmanları yönetim kademelerinde dolayısıyla karar
süreçlerinde yer almaya başlamışlardır.
Abstract
Rapid growth in globalization and parallel transformations in the
processes and practices of everyday life were the hallmark of the 1980s.
During this period, developments in information and communication
technologies emerged as the main component accelerating change. The main
dynamic of the process of globalization is shaped by economic and market
İletişim 2002/16
154
İzzet BOZKURT
expectations, where the process itself creates its own dynamic primarily in
the need to protect the economy within national boundaries and within social
and political movements.
Reflecting on these changes and their influences on life standards and
style provides an excellent opportunity to re-think and re-define the field of
marketing and the role of marketing in relationship to the fields of
communication and media. This study is investigating one of the new
marketing approaches, called integrated marketing communication (IMC),
which has emerged in the late 1980s. The study will also explore the
difficulties that the approach has faced within the strategic planning and
implementation process. Last, the new mission of public relations regarding
to the solutions of integrated marketing communications problems is going
to be investigated.
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından
Halkla İlişkiler
(Türkiye Örneği)
Ayhan BİBER*
Giriş
Toplumlar kırılgan bir gelişim çizgisine sahiptirler. Bu kırılmaların
meydana geldiği dönemlerde kırılmanın oluşumunda etkili olan unsurların
niteliğine bağlı olarak bazı sorunlar belirginlik kazanmaya ve toplumun
gündeminde daha fazla yer işgal etmeye başlarlar. Gündeme gelen bu
sorunlar, beraberinde bazı kavramları da toplumun gündemine taşır, onlara
popülarite kazandırırlar. Ancak, popüler olan bir çok şey gibi bu kavramlar
da belli bir süre sonra ağırlıklarını, anlamlarını yitirmekte, kavram
kargaşasına neden olmakta ve bir soruna çözüm olabileceği düşünülerek
gündeme getirilmiş olmalarına rağmen kendileri bir sorun yumağına
dönüşmektedirler. 1980 yılında yaşanan 12 Eylül Askeri Harekatı bir kırılma
noktası olarak kabul edilirse, bu dönemde demokratik açılımlar arayan
Türkiye’nin gündemine taşınan sivil toplum tartışmaları, yukarıda söz edilen
duruma verilebilecek iyi bir örnektir.
12 Eylül’ün ardından başlatılan depolitizasyon çalışmalarıyla siyasal
katılım seçimden seçime oy vermeye indirgenmiş, bunun dışındaki katılım
kanallarının önüne setler çekilmiştir. Böyle bir dönemin ardından yaşanmaya
başlanan siyasal temsil krizi, sivil toplum söyleminin gündeme gelmesine
neden olmuş ve konu değişik boyutlarıyla değişik çevrelerde tartışılmaya
başlanmıştır. Ancak, Osmanlıdan günümüze kadar gelen “güçlü devlet
geleneği” (Heper,1994), Batıdaki anlamı ve işleviyle bir sivil alanın
*
Dr., Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi HİT Bölümü
İletişim 2002/16
156
Ayhan BİBER
oluşumunu engellemiştir. Dolayısıyla kendisine yüklenen; devletin etkinlik
alanlarını sınırlandırma, siyasal oluşumlara toplumsal destek sağlama,
bireysel talepleri örgütleme ve ilgili yerlere iletme gibi görevleri yerine
getirebilecek nitelikte çok fazla sivil toplum örgütü ortaya çıkmamıştır.
Çıkan örgütlerse, kendilerini geniş bir toplumsal kesime kabul ettirmede
yani sosyolojik anlamda meşruiyet elde etmede yeteri kadar başarılı
olamamışlardır.
Marmara bölgesinin büyük bir bölümünü etkileyen 17 Ağustos
depreminin ardından bazı sivil toplum örgütlerinin yaptıkları çalışmalar,
devletten bağımsız
önemli projeler gerçekleştirebilmenin mümkün
olduğunu göstermiş ve sivil toplum örgütlerine yönelik daha olumlu bir
algılama oluşmaya başlamıştır. Diğer yandan, demokratik kazanımların
artması, toplumsal taleplerin değişmesi, Avrupa Birliği’ne uyum çabaları
gibi faktörlerin de etkisiyle sivil toplum örgütlerinin görece daha fazla
işlerlik kazanacakları bir alan oluşmaya başlamıştır. Ancak süreç içerisinde
amacı ne olursa olsun dernek, vakıf, gibi her türlü örgütlenmenin kendini
sivil toplum örgütü olarak ifade etmesi, bu örgütlenmelerin kendi içlerinde
demokratik bir yönetim anlayışını pratiğe geçirememeleri, gelirlerini meşru
olmayan kaynaklardan sağlamaları sivil toplum örgütleri konusunda farklı
anlayış ve yaklaşımların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sivil toplum
örgütlerine yönelik bu yaklaşımlara bakıldığında, ortada bir saygınlık ve
imaj sorunu olduğu görülmektedir.
Sivil toplum örgütlerinin tam olarak işlerlik kazanacağı ve kabul
göreceği bir ortam için sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda yapısal
dönüşümler gerektiği açıktır. Ancak mevcut koşullar içerisinde planlanıp,
yürütülen halkla ilişkiler çalışmaları; toplumsal dönüşüme ivme
kazandıracağı gibi sivil toplum örgütlerinin gereksinim duydukları işlerlik ve
etkinliğin sağlanması açısından da büyük önem taşımaktadır. Böyle bir
varsayımdan hareket edilerek tasarlanan bu çalışmada, temel olarak; sivil
toplum örgütlerinin Türkiye ölçeğinde karşı karşıya oldukları sorunlar, bu
sorunların nedenleri ve aşılması sürecinde halkla ilişkiler kapsamında
değerlendirilen çalışmaların mümkün olabilecek katkıları tartışılacaktır.
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
157
A- Sivil Toplumun Tarihsel ve Kavramsal Temelleri
Sivil toplum (Civil Society), Latince’deki civilis societas kavramının
bir çevirisidir. Civilis societas, Aristoteles’in hukuki olarak belirlenmiş bir
yönetim sistemi içinde, eşit ve özgür vatandaşların oluşturduğu siyasi
toplumu tanımlamak için kullandığı
politike koinonia kavramının,
Latince’ye aktarılmış şeklidir. Görüldüğü gibi sivil toplum, siyasi toplumu
tanımlamak için kullanılmakta ve bu iki kavram eşanlamlı kabul
edilmektedir (Tosun, 2001: 30).
Bu kabul, sözleşmeci filozoflarda da çok farklı değildir. Hobbes,
Locke ve Rousseau tarafından şekillendirilen “Toplumsal Sözleşme”
düşüncesi, Batı Aydınlanma Çağı’na kadar kavram ve kuramlara yön veren
egemen düşünce özelliğini korumuştur. Toplumsal sözleşme teorisinde
devlet ve sivil toplum özdeştir. Bu özdeşlik Hobbes’un ifadelerinde açıkça
görülmektedir. Ona göre, sivil topluma geçebilmek için “doğa hali”nden
ayrılmak zorunludur. Bu zorunluluk “doğa hali”nin koşullarından
kaynaklanmaktadır. Doğa insanları eşit şekilde yaratmıştır ve insanlar
arasındaki güvensizliğin temel nedeni de bu eşitliktir. Eşit koşullar içerisinde
rekabet etmeye çalışan insanlar birbirlerini yok etmeye ya da tahakküm
altına almaya çalışacaklardır. Dolayısıyla savaş hali kaçınılmaz olacaktır. Bu
durumdan kurtulmanın tek yolu insanları kontrol altında tutacak bir gücün
varlığıdır. Bu gücü oluşturmak için insanların tüm güçlerini tek bir insana ya
da heyete devretmeleri gerekmektedir. Hobbes’un “Leviathan” olarak
adlandırdığı bu güç sayesinde huzursuzluk, ölüm korkusu ortadan kalkacak
ve insanlar kültür ve medeniyet yaratabileceklerdir. Başka bir ifadeyle
medeni topluma geçilecektir (Hobbes, 1992: 93-96).
Toplumsal sözleşmeci düşünürlerce eşanlamlı olarak kullanılan
devlet ve sivil toplum kavramlarını Hegel birbirinden ayırmış ve sivil
toplumu, aile ile devletin siyasi ilişkileri arasında yer alan ara bir kurum
olarak tanımlamıştır. Hegel’e göre bu kurum, özel ve ortak çıkarlar birleştiği
zaman aşılacak bir fenomendir (Hegel, 1991: 160-199). Sivil toplumu ifade
etmek için burjuva toplumu (Bürgerliche Gesellschaft) kavramını kullanan
Hegel, sivil toplumu modern dünyanın bir başarısı olarak kabul eder. Sivil
İletişim 2002/16
158
Ayhan BİBER
toplum, özel kişilerden, gruplardan, sınıflardan ve çalışmaları uygar hukuk
tarafından düzenlenen ancak bu nitelikleriyle de siyasal devletin kendisine
doğrudan bağlı olmayan kurumlardan oluşan bir mozaiktir. Bu niteliğiyle
sivil toplum, zaman ve mekanın dışında, önceden verili ve değişmez bir
yaşam kaynağı değil, uzun ve karmaşık bir tarihsel dönüşüm sürecinin
ürünüdür (Keane, 1994: 76).
Devlet-sivil toplum ilişkisi Hegel’de hem bir karşıtlık hem de
karşılıklı bağımlılık ilişkisidir. Sivil toplum siyasal olarak düzenlenmedikçe
sivil özelliğini kaybetmeye mahkumdur. Ahlaki bir anlam kazanmak için
devlete gereksinim duymaktadır. Devlette temsil ettiği ahlaki amaçları
gerçekleştirme sürecinde gerekli olan araçlar için sivil toplumdan
yararlanmaktadır. Ancak bu karşılıklı bağımlılık ilişkisine rağmen devlet ve
sivil toplum ayrı diyalektik düzeylerde bulunmaktadırlar. Devlet araç değil
amaçtır ve gerçek manevi öğeyi temsil etmektedir (Sabine, 2000: 59).
Hegel’in her şeyi kuşatan yarı tanrısal bir güç olarak devleti öne
çıkaran yaklaşımını eleştiren Marks, Hegel’in tersine, sivil toplumu siyasi
hayatı belirleyen bir alan olarak tanımlamıştır (Çaha, 2000: 37). Marks’ın
sivil toplum kavramsallaştırması, kullandığı altyapı-üstyapı şemasıyla
yakından ilişkilidir. Marksist teoride, üretim ilişkileri yani iktisadi yapı
altyapıyı oluşturmaktadır. Bu altyapı, toplumun hukuki ve siyasi
kurumlarından oluşan üstyapıyı belirlemektedir. Yani üretim ilişkilerinin
değişimine koşut olarak tüm üst yapı kurumları da değişecektir (Marks,
1976: 23). Bu bağlamda “siyasi olaylara, hukuki değişimlere ve kültürel
değişimlere ilişkin açıklamanın sivil toplumun yapısındaki gelişmelerde
aranması gerekmektedir” (Cevizci, 1999: 777).
Sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan yeni toplumsal yapı
içerisinde, aydınlanma döneminin popüler konusu olan sivil toplum
tartışmaları gündemden düşmeye başlamış,
yeni paradigmalar ve
çözümleme biçimlerinin egemen olduğu bir süreç ortaya çıkmıştır (Şaylan,
1998: 50). Özellikle sol çevrelerde sivil toplum tartışmaları küllenmeye
başlamış, Gramsci’ye kadar üzerinde çok fazla durulmamıştır. Marksist
Kuram’ın izleyicilerinden olan Gramsci, sivil toplum tartışmalarına önemli
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
159
katkılar sağlamıştır. Bu katkılardan birisi de sivil toplumun yeniden
kavramsallaştırılmasıdır (Hall - Lumley ve McLennan, 1985: 5). Tüm
Marksist kuram göz önüne alındığında, Gramsci’nin düşüncelerinin derin bir
yenilik getirdiği ve genel olarak bilinenin aksine Gramsci’nin sivil toplum
tezine Marks’ın sivil toplum anlayışının değil, Hegel’in anlayışının temel
oluşturduğu görülmektedir (Bobbio ve Texier, 1982: 20). Gramsci, sivil
toplum tezini oluştururken, Hegel’den esinlenmekte ve sivil toplumu
altyapısal değil, üstyapısal momente ait olarak değerlendirmektedir.
Gramsci’ye göre sivil toplum, ekonomik yapı ile devletin arasında yer alır ve
genelde özel çıkarların alanıdır (Hall - Lumley ve McLennan, 1985:8).
Gramsci, hakim sınıfların diğer sınıfları sadece kararnameler çıkararak, yasal
düzenlemeler yaparak değil, aynı zamanda sivil toplumdaki ahlaki değerlerin
ve geleneklerin yardımıyla da üretim süreçlerinin gereklerine boyun
eğdireceğini söylemektedir. Bu nedenle sivil toplum sınıfların iktidar için
mücadele ettiği bir savaş alanıdır. “Hegemonya burada uygulanmakta ve
altyapı ile üstyapı arasındaki ilişkilerin koşulları, mücadele yoluyla burada
ortaya konmaktadır” (Hall - Lumley ve McLennan, 1985:9). Gramsci’ye
göre “hegemonya”, hakim sınıfın ideolojisinin toplumsal katta kabul görmesi
ve yeniden üretilmesiyle ilişkili bir kavramdır. Gramsci’nin sivil toplumla
ilgili yaptığı uzun analizlerden sonra vardığı sonuç; sivil toplumun
hegemonyanın işlevini yerine getirdiği alan olduğudur (Yaşin, 1998: 61).
Çağdaş demokrasilerde yaşanmaya başlanan katılım sorunu ve
siyasal temsil krizi, sivil toplum tartışmalarını yeniden gündeme taşımıştır.
Hannah Arendt, Jürgen Habermas gibi siyaset sosyologları, temsili
demokrasilerde halkın düşüncelerini karar mekanizmalarına aktaran
kanalların tıkandığını ileri sürmektedirler. Ortaya çıkan yeni siyasal yapı
içerisinde partiler, artık eskinin sınıf partileri olmaktan çıkmakta, çoklu
çıkarları temsil eder hale gelmekte, giderek devletin bir organına dönüşüp,
bireyden uzaklaşmaktadırlar. Dolayısıyla bireylerin beklentileri politik
kararlara dönüşmemektedir. Parlamento, halkın kararlarının yankı bulduğu
yer değil, parti görevlilerinin önceden alınmış kararları tutanaklara geçirmek
için buluştukları bir mekan haline gelmiştir. Habermas’a göre (1984: 51-52),
İletişim 2002/16
Ayhan BİBER
160
siyasi partiler halkın iradesini temsil eden aygıtlar olmaktan çıkmış, çeşitli
tekniklerle halkın iradesini biçimlendiren aygıtlara dönüşmüşlerdir. Bu
dönüşüme siyasi partilerin işletme modeline göre örgütlenmeleri ve siyaseti
meslek edinmiş merkezdeki memurlarca yönetilmeleri neden olmuştur. Parti
temsilcilerinin hesap vermek için yapmak zorunda kaldıkları toplantılar,
yürütülen sistemli propaganda çalışmalarıyla talep edilmez olmuştur.
Dolayısıyla, siyasi partiler aracılığıyla sağlanan katılım artık tek başına bir
değer ifade etmekten uzaktır. Bu tespitleri yapan Habermas, toplumsal
taleplerin ve beklentilerin karar mekanizmalarına aktarılmasında sivil
toplum örgütlerinin önemli işlevler üstlenebileceklerini ileri sürmektedir
(Habermas, 1984: 68).
Konuyu Türkiye ölçeğinde ele aldığımızda, farklı boyutta da olsa
aslında sivil toplum tartışmalarını gündeme getiren nedenlerin benzerlik
taşıdığını söylemek mümkündür. Ancak nedenler benzerlik gösterse de
çözüm olarak önerilen sivil toplum örgütleri, batı demokrasilerindekine çok
benzerlik gösteren bir işlev üstlenememişlerdir.
B- Türkiye’de Sivil Toplum ve Temel Sorunları
Sivil toplum, Türkiye açısından yeni bir olgudur. Kavram 80’li
yıllarda günlük hayata girmiş ve üzerinde tartışılmaya başlanmıştır. Ancak
batıdaki anlamda ve işlevde sivil toplum örgütlerinin oluşumu için gerekli
olan sosyo-ekonomik koşullar yeni yeni oluşmaya başlamıştır.
Beckman’ın (1999: 1) sivil toplum kavramı, “devlet otoritesinin
güçlü olduğu toplumlarda bir kez biçimsel demokrasi düzeyine ulaşıldıktan
sonra demokrasinin nasıl derinleştirileceğine ilişkin tartışmaların merkezinde
yer almaktadır” tespiti 12 Eylül sonrası Türkiye’deki demokratikleşme
arayışlarıyla birebir örtüşmektedir.
1983 yılında yapılan seçimle, Anavatan Partisi iktidara gelmiş ve
yeni bir siyasal süreç başlamıştır. Bu süreç içerisinde demokrasinin
kesintisiz olarak nasıl sürdürülebileceğine ilişkin tartışmalar da yoğunluk
kazanmıştır. Bu tartışmalar kapsamında devletin, toplum hayatında oynadığı
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
161
rolün ağırlığına dikkat çekilmiş ve bu rolün sınırlandırılabilmesi için sivil
toplumun güçlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Sivil toplum
kavramının gündeme getirilmesiyle birlikte askeri yönetimin baskısı altında
bunalmış olan siyasi yelpazenin farklı taraflarındaki insanlar bu kavrama
sarılarak onu demokrasinin kapısını açacak sihirli bir anahtara
dönüştürmüşlerdir. Böylece kavram, 1983’ten bu yana en çok kullanılan
kavramlardan birisi haline gelmiştir. Ancak, en çok kullanılan kavramlardan
birisi olarak sivil toplumun, en az anlaşılan kavram olma özelliğini de
kazandığı ileri sürülmektedir (Sarıbay, 2001: 131).
Kavram, uzunca bir süre toplumun geniş kesimlerince askeri
toplumun karşıtı olarak kullanılmıştır. Böyle bir kullanım, kavramın tarihsel
kökleriyle uyuşmasa da, durumu askeri yönetimlerin uzun süre etkili olduğu
Türkiye açısından değerlendirince, yaşanılan kavram kargaşasının nedenini
anlamak kolaylaşmaktadır. Kavramın Türkiye gündeminde bu denli geç yer
işgal etmesinin nedenlerini anlamak içinse, Batı ile Türk Toplumu’nun
tarihsel evrimini, sivil toplum ekseninde karşılaştırmak gerekmektedir.
Batıda sivil toplumun tarihsel kökleri, şehir yaşamının önem
kazanmaya başladığı 12. yüzyılın sonlarına dayanmaktadır. Sivil toplumun,
o dönemde mülk sahipleriyle iktidar arasındaki ilişkilerden kaynaklanan
ekonomik sorunun, siyasal soruna tahvil edilmesinin bir sonucu olarak
ortaya çıktığı ve geliştiği düşünülmektedir (Tekin, 2000: 44). Böyle bir
ilişkinin izlerine devletin adının mülk olduğu Osmanlı’da rastlamak
mümkün değildir. Sultanın iradesini sınırlandıracak hiçbir fikre ve girişime
izin verilmemiştir.
Batıdaki şehirlerin gelişmesi, ticaret burjuvazisinin de gelişmesine,
ticari yaşamın canlanmasına neden olmuştur. Şehirlerdeki bu gelişmeler,
toplum için yeni zenginlik kaynakları yaratmış, o zamana kadar görüp
bilmedikleri bu zenginlik kaynaklarından feodal asiller de yararlanmaya
çalışmışlardır. Ancak bu kaynaklardan yararlanabilmek için ticaretle uğraşan
sınıfı korumaları, gelişmesine katkı yapmaları gerekmiştir. Çünkü bu sınıf,
sağladığı kaynağın karşılığını almak istemiştir. Böylece bir uzlaşı sağlanmış
ve şehirliler, şehir hayatını rahatlıkla sürdürebilecek haklar ve ayrıcalıklar
İletişim 2002/16
162
Ayhan BİBER
elde etmişlerdir. Bu ayrıcalıklar sayesinde bir “hükmi şahsiyet” kazanan
şehirler, kendi kendilerini idare eden birimlere dönüşmeye başlamışlardır.
Bu şehirlerden bazıları ortak bir amaç etrafında birleşince de, feodal asillerin
hiç beklemedikleri güçlü krallıklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Güçlenen
krallar, şehir ahalisinden ayrıcalıkları geri almaya başladıysa da, bu
ayrıcalıkların izi Batı Avrupa’da tamamen silinememiştir. Devlet ne kadar
güçlenirse güçlensin her zaman için üretici sınıfların desteğine gereksinim
duymuş ve iktisadi verimliliğini yok edecek uygulamalardan kaçınmıştır
(Mardin, 1995: 10-13).
Osmanlı İmparatorluğu’na döndüğümüzde; şehirlerin, Batı’daki
şehirlere benzer bir gelişme sürecinden çok uzak olduğunu görmekteyiz.
“Hükmi şahsiyet” anlayışı Osmanlı’da, devletten çalınmış bir düzenleme
yetkisi olarak değerlendirilmiş (Mardin, 1995: 16) ve fethedilen yerlerde
egemen güçler yaratılmamasına dikkat edilmiştir. Böylece feodalleşmeye
giden yolun önü kesilmiştir.
Diğer İslam toplumlarında olduğu gibi Osmanlı Yönetimi’nde de din
ve devlet kavramları bütünleşmiştir. Tüm temel kurumların, kanunların
temelini İslam Hukuku oluşturmuştur. Din ve devlet arasındaki bu organik
bağ sayesinde dinin önemli nitelikleri ve değer ölçütleri devlete taşınmış,
onu biçimlendirmiştir. Ancak Osmanlı’da iktidarın
söylem ve
uygulamalarına baktığımızda, büyük oranda İslam’ın eşitliğe ve adalete
ağırlık veren yönlerinin alındığını ve kullanıldığını görmekteyiz. Devlete
yansıyan bu eşitlik anlayışı, soylu zümrelerin, ayrıcalıklı insanların
varolduğu ve uzun süre varolacağı bir dünya için çok yeni, çok ileri bir
düşüncedir. Osmanlı’nın kurduğu düzende halkın kaderi talih rüzgarlarının
esişine, açgözlülerin kazanma hırsına bırakılmamıştır. Devletin ana ülküsü
adalettir. Sınıflaşmaya, dolayısıyla adaletsizliğe yol açan mülkiyet konusu,
İslam’dan alınan anlayışla çözülmüştür. Mülk, Allah’a aittir. Böylece
İslam’a uygun adaleti sağlamaya çalışan devlet, bireylerin ekonomik güç
elde etmesine izin vermemiş, toplum düzenini ve yapısını bozabilecek
oluşumları engellemiştir (Cem, 1986: 72). Devlet görevini yürütenler,
toplumsal düzeni korumakla aslında kendi bütünlük, varlık ve çıkarlarını
korumuşlardır. Toplum içerisinde farklı güç odaklarının oluşumunu
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
163
engellemede, çağın en önemli üretim aracı olan toprağın Osmanlı’daki
mülkiyetine ilişkin düzenleme, önemli bir rol oynamıştır. Toprağın halkla
belli taahhütler karşılığında sadece kullanım hakkı verilmiştir (Mardin, 1999:
52). “Osmanlı Devleti’ndeki ekonomik düzen, sermayenin belirli ellerde
toplanıp oradan kapitalist üretime sıçrayacak nitelikte değildi” (Yücekök,
1998: 15). Osmanlı Devleti, kendisiyle rekabet edebilecek, kendisine
başkaldıracak her türlü bağımsız gelişmeye karşı olmuştur. Bunun en güzel
örneği toprak rejimidir. Çıplak mülkiyeti devletin olan toprakların kullanım
hakkı, karşılığında orduya asker hazırlamak koşuluyla devlete hizmet etmiş
kişilere veriliyor, ancak bu hak baba ölünce oğluna geçmiyordu. Böylece, bir
sermaye birikimi olsa bile kısa sürede dağılıyordu (Yücekök, 1998: 15).
Bu güçlü merkezi yapı, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar
korunmuştur. Sonuçta, sivil toplumun tarihsel bir gelişim aşaması olarak
ortaya çıkmasını sağlayan toplumsal koşullar, merkezi olmayan bir
yönetimin ürünüdür ve bu koşullar Osmanlı Devletinde oluşmamıştır.
Patrimonyal yönetimin, herhangi bir kesime ayrıcalık tanıdığında kolayca
yıkılabileceği kaygısı, toplum üzerinde yoğun bir idari denetimin oluşmasına
neden olmuştur (Gönenç, 2001: 57). Toplumsal yapıda bireyle devlet
arasında aracılığı sağlayan sivil toplum örgütlenişine özgü bir takım
kurumlar oluşamamış ve bu rolü bir ölçüde tarikatlar üstlenmiştir (Sarıbay,
2001: 62-63). Tarikatların böyle bir rol üstlenmiş olmalarının onları sivil
toplum örgütü yapıp yapmadığı, bu konudaki tartışmaların diğer bir
boyutunu oluşturmaktadır. Toplumsal dayanışmayı ve yardımlaşmayı
sağlamak için kurulmuş vakıflar mevcuttur ancak; daha çok din adamlarının,
savaş gazilerinin kurdukları bu vakıfların toplumsal talepleri iktidara
iletmek, ona baskı yapmak ve onu sınırlandırmak gibi işlevleri olmamıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra da merkeziyetçi yapının kırılmadığı,
bürokratik yönetim geleneğinin devam ettiği görülmektedir (Heper, 1994).
Devletin her alanı denetleme arzusu o denli güçlüdür ki eğer ülkeye bir sivil
toplum mutlaka gerekliyse onu da devlet kendisi yaratmak istemektedir. Batı
burjuvazisinin kendine hareket alanı olarak yarattığı sivil toplum içerisinde
aynı zamanda aydın bir kitle ortaya çıkmış ve bu kitle sayesinde sivil toplum
İletişim 2002/16
164
Ayhan BİBER
etkinlik alanını gittikçe genişletmiştir. Modernleşmeye çalışan Genç
Cumhuriyet ise kendi devşirdiği aydınlar aracılığı ile bir sivil toplum inşa
etmeye, kendi eliyle bir burjuva sınıfı yaratmaya çalışmıştır. Süreç tersten
işletilmeye çalışılınca doğal olarak ortaya çıkan sonuçlar da farklı olmuştur.
Batı’da, toplumun taleplerini devlete iletmeye, onun baskıcı uygulamalarını
engellemeye çalışan bir sivil toplum oluşmuşken, Türkiye’de oluşturulmaya
çalışılan sivil toplum aracılığıyla ise devletin talepleri topluma ulaştırılmaya
çalışılmıştır (Tekin, 2000: 44). Sivil toplumun unsurları olarak kabul edilen
bir çok dernek, vakıf gibi örgütler aracılığıyla devletin neden olduğu
olumsuzlukların
engellenmesi
gerekirken,
bu
olumsuzlukların
meşrulaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Böyle bir çaba doğal olarak bu
örgütlerin kendi meşruiyetlerinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Diğer
yandan birer katılım aracı olması beklenen bu örgütlerin, kendi içlerinde
katılıma olanak vermemeleri, sorunun ayrı bir boyutudur.
Görüldüğü gibi, toplumun çoğulcu bir yapıya kavuşması, yani sivil
toplumun güçlenmesi demokratik gelişmelerle, demokratik kazanımlarla
yakından ilişkilidir. Bu kazanımlar, sivil toplumun niteliğini ve boyutunu
büyük ölçüde etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Ancak bu ilişki sadece
bir etkileme süreciyle sınırlı değildir. Daha çok etkileşim, yani diyalektik bir
süreç söz konusudur. Farklı bir ifadeyle, demokratik bir ortam, sivil
toplumun gelişimi açısından ne kadar önemliyse, sivil toplumun gelişimi de
demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yerleşip işlerlik kazanması
açısından o kadar önem taşımaktadır. Bu durumda, demokratik yönetim
anlayışının yeterince gelişip, uygulamaya yansımadığı Türkiye gibi
ülkelerde sivil toplum tartışmalarının çok fazla bir işlevi olamayacağını öne
sürüp, demokrasinin güçlenmesini beklemek yerine, sivil toplumun unsurları
olarak kabul edilen örgütlenmelerin içinde yer aldıkları çevreyle organik
bağlar oluşturup, işlerlik kazanmaları için değişik şekillerde katkı sağlamak
daha fazla anlam ifade etmektedir. Çünkü kısır döngünün bir noktadan
kırılması gerekmektedir.
İçinde yer alınan çevreyle kurulacak organik bağlar üzerinden her
örgüt için yaşamsal önem taşıyan girdilerin ve çevrenin örgüte ilişkin
yaklaşımlarını belirleyecek olan çıktıların çift yönlü akışı sağlanacaktır. Bu
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
165
bağların sağlıklı bir şekilde oluşturulması ve sürekliliğinin sağlanması ise
ancak, isabetli bir şekilde belirlenmiş, geçerliliği olan politika ve stratejiler
çerçevesinde yürütülen halkla ilişkiler çalışmalarıyla mümkün
olabilmektedir.
C- Sorunların Aşılması Sürecinde Halkla İlişkiler
İçinde yer alınan çevreyle organik bağlar oluşturmak ve sürdürmek,
tüm örgütler için halkla ilişkilerin nihai amacı olarak kabul edilebilir. Ancak
bu nihai amaca ulaşmak için her örgüt yapısına, yönetim felsefesine, genel
amacına, öznel koşullarına bağlı olarak bir halkla ilişkiler politikası
belirlemek, stratejiler oluşturmak ve yürütülecek halkla ilişkiler çalışmalarını
planlamak zorundadır. Bu planlamanın yapılabilmesi için öncelikle her
örgüt, kendisi için halkla ilişkiler çalışmalarını zorunlu kılan temel nedenleri,
farklı bir ifadeyle, halkla ilişkiler çalışmalarıyla giderilebilecek/etkisi
azaltılabilecek sorunları belirlemeli ve halkla ilişkiler planlarını,
politikalarını, stratejilerini, bu doğrultuda oluşturmalıdır.
1- Halkla ilişkiler Çalışmalarının Zorunlu Kılan Nedenler
Konuyu Türkiye’de varlıklarını sürdürmeye çalışan sivil toplum
örgütleri açısından ele aldığımızda, halkla ilişkiler çalışmalarını zorunlu
kılan dört temel neden ortaya çıkmaktadır. Bunlar:
a- Sivil Topluma İlişkin Ortak Bir Yaklaşımın Olmayışı
Sivil toplumun sahip olduğu tarihsel miras onu dünya genelinde
tartışılır yapmaktadır. Konuyu aynı ideolojik temele dayalı olarak
değerlendiren kesimler arasında bile önemli farklılıklar görmek mümkündür.
Sivil toplumun tarihsel ve düşünsel temellerinin çok derin olmadığı Türkiye
gibi ülkelerde ise durum daha da karmaşıktır. Günlük dilde sivil sözcüğü
düzensiz, kılık-kıyafeti yerinde olmayan
yada çıplak anlamında
kullanılmakta; dolayısıyla bazı olumsuz çağrışımlara neden olmaktadır. Belli
İletişim 2002/16
Ayhan BİBER
166
bir ölçüde kavramsal uzlaşının sağlandığı akademik çevrelerde ise
tartışmaların ağırlık noktasını daha çok sivil toplumun unsurları olan
örgütlenmelerin işlevi ve normatif yapısı oluşturmaktadır. Herhangi bir
örgütün sivil toplumun bir unsuru olarak kabul edilebilmesi için temel
işlevinin ve özelliklerinin ne olması gerektiği konusunda henüz Türkiye’de
bir uzlaşının sağlandığını söylemek mümkün değildir.
Bazı çevreler, sivil toplum örgütlerinin siyasal katılım açısından
hiçbir değer ifade etmediğini, bu örgütlere mensup insanların sağda solda
toplanıp sadece slogan attıklarını ve bunları kimsenin dikkate almadığını
ileri sürmektedirler. Bazı çevreler ise bu örgütleri, siyasal katılımın,
toplumsal barışın, dayanışmanın ve toplumsal değişimin olmazsa olmaz
unsurları olarak kabul etmektedirler.
b- Sivil Örgütlenmenin Önündeki Yasal Engeller
12 Eylül Harekatı’nın ardından yapılan Anayasanın örgütlenme
özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalar, daha sonraki yıllarda yapılan
düzenlemelerle belli oranlarda giderilmiştir. Ancak buna rağmen, bürokratik
engelleri aşıp örgütlenmek veya bu örgütlenmeye istenen işlevi kazandırmak
Türkiye’de önemli bir sorun olma niteliğini korumaktadır. Herhangi bir
etkinlik için bir çok resmi kurumdan izin almak gerekmektedir. Bunun
dışında sivil toplum örgütlerinin kendileriyle ve toplumla ilgili dile
getirdikleri talepler, yasal düzenlemeler yapılırken çok fazla dikkate
alınmamaktadır. Çünkü sivil toplum örgütleri siyasi iktidar üzerinde yeteri
kadar baskı yapabilecek yetkinliğe ve toplumsal desteğe sahip değildirler.
c- Sivil Toplum Örgütlerinin Yönetim Felsefesi
Örgütler mikro düzeyde toplum özelliği gösterirler, dolayısıyla süreç
içerisinde toplumlar gibi bir kültür oluştururlar. Bu kültür, örgütten örgüte
farklılık gösterse de genel hatlarıyla toplumdaki baskın kültürle büyük
benzerlik göstermektedir. Örgütün yönetim felsefesinin bir yansıması olan
örgüt kültürü, örgüt içerisindeki ilişkilerin niteliğini belirlemektedir. Bu
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
167
açıdan bakıldığında bir üst sistem olan ülke ölçeğindeki “iletişimsizlik
becerisini” (Özer, 1998) alt sistemler olan sivil toplum örgütleri içerisinde de
görmek mümkün olmaktadır. Örgüt içerisindeki hiyerarşik yapılanma etkili
bir iletişimin gerçekleşmesini engellemekte, dolayısıyla katılımı esas alan bir
örgüt kültürü oluşmamaktadır. Sonuçta bu örgütler, kendi yapıları nedeniyle
çoğulcu bir toplumsal yapının oluşumunda etkin bir işlev
üstlenememektedirler.
d- Sivil Toplum Örgütlerinin Meşruiyet Sorunu
Sivil toplum örgütlerinin işlevlerini yerine getirebilmeleri için
toplum nezdinde saygınlık ve bu saygınlığa bağlı olarak meşruiyet elde
etmeleri gerekmektedir. Sosyolojik anlamda bir meşruiyet elde edebilmek
için örgütler, gelir kaynaklarını, harcamalarını, ilişkilerini topluma
açıklamak, toplumun bu konularda bilgi alabileceği kanalları açık tutmak
zorundadırlar. Türkiye’de sivil toplum örgütü kapsamında değerlendirilen ya
da kendini böyle adlandıran bazı örgütlerin güç odaklarıyla yakın ilişki
içerisinde olması, gelirlerini meşru olmayan yollardan sağlaması yaşanan
meşruiyet sorunun temel nedenlerinden birisidir. Sivil toplumun söylemiyle
ve misyonuyla örtüşmeyen bu türden ilişkilerin ortaya çıkması, tüm sivil
toplum örgütlerini olumsuz yönde etkilemekte, bu konularda duyarlılık
gösteren örgütlerin bile olumsuz bir imaj edinmelerine neden olmaktadır.
2- Halkla ilişkiler Kapsamında Yapılabilecek Çalışmalar
Türkiye’deki sivil toplum örgütleri için halkla ilişkiler çalışmalarını
zorunlu kılan temel nedenlere baktığımızda, bu çalışmaların hem örgütün
kendisine hem de örgüt çevresine yönelik olarak planlanıp yürütülmesi
gerektiği anlaşılmaktadır. Çünkü sivil toplum örgütlerinin başarısını veya
başarısızlığını etkileyen faktörler sadece çevreden değil örgütün kendi
yapısından da kaynaklanmaktadır. Kendi içlerinde demokratik bir yapı
oluşturamamış örgütlerin toplum ölçeğinde bu yapının oluşumuna katkı
sağlamasını beklemek doğru bir tavır değildir.
İletişim 2002/16
Ayhan BİBER
168
a- Örgüte Yönelik Çalışmalar
Sivil toplum örgütleri öncelikle örgüt içi katılıma, dayanışmaya,
çoksesliliğe olanak veren bir örgüt kültürü oluşturmak zorundadırlar. Böyle
bir kültürü oluşturamamış bir örgütü sadece adının vakıf veya dernek olması
nedeniyle sivil toplum örgütü olarak kabul etmek, sivil toplumu, içerisinde
yer alan örgütlerin sayısal toplamından ibaret saymak, onun normatif
boyutunu görememek anlamına gelmektedir (Sarıbay, 2001: 198).
Örgüte ilişkin yönetsel politikaların,
stratejilerin, çalışma
ilkelerinin, tutum ve davranışların, rollerin, değer ve normların, sembollerin,
geleneklerin oluşturduğu bütün olarak tanımlanan (Berberoğlu,1990:155)
örgüt kültürü, son yıllarda halkla ilişkiler çalışmalarının önemli konularından
birisi haline gelmiştir. Örgüt kültürünü, panoya asıp örgüt üyelerine kolayca
benimsetilebilecek ilkelerden oluşan bir liste olarak görmek yanılgısına
düşmemek gerekir. Amaçları destekler nitelikte, işlevsel bir örgüt kültürünün
oluşumu belli bir zaman ve halkla ilişkiler kapsamında değerlendirilen bir
çok etkinlik gerektirmektedir. Sivil toplum örgütleri için yaşamsal önem
taşıyan, katılım ve dayanışmanın temel alındığı bir örgüt kültürünün
oluşumu ve örgütsel sosyalizasyon olarak adlandırılan örgüt üyelerine
benimsetilmesi sürecinde katkı sağlayabilecek halkla ilişkiler çalışmalarını
ana başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz:
• Tüm örgüt üyelerinin kendilerini rahatlıkla ifade edebileceği
ortamlar yaratmak, bu amaca yönelik etkinlikler düzenlemek.
• Örgüt içerisinde her türlü iletişim kanalını açık tutmak, örgüt içi
iletişimin etkinliğini engelleyebilecek faktörleri belirlemek ve kontrol etmek.
• Örgütsel amaçların, bu amaçlara ulaşmak için gereksinim duyulan
politika ve stratejilerin belirlenmesi sürecinde yapılacak çalışmalara tüm
örgüt üyelerinin katılımını sağlamak.
• Örgüt üyeleri arasında dayanışmayı güçlendirmek amacıyla
kutlama, gezi gibi etkinlikler düzenlemek, bu etkinlikler kapsamında örgüt
içerisinde değişik birimlerde ve konumlarda görev yapan üyeleri biraraya
getirmek, diyalojik bir ortam yaratmak için çaba göstermek.
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
169
• Her türlü görüşün örgüt içerisindeki karar mekanizmalarına
yansıması için köprü görevi yapmak, bu örgütlerin toplumda çoğulcu bir
yapının oluşumuna katkı sağlaması gerektiğini düşünerek öncelikle örgütsel
yapının çoğulcu bir niteliğe kavuşması için politiklar belirlemek.
Sistematik bir şekilde yürütülecek bu çalışmalar, örgütün içerisinde
katılımın, eşgüdümün, demokratik ilişkilerin ve sağlıklı bir iletişimin esas
alındığı kültürel bir yapının oluşumuna katkı sağlayacaktır. Ancak bu
çalışmaları planlayıp yürütecek örgüt içerisindeki halkla ilişkiler
biriminin/görevlisinin öncelikle kendisinin örgütün niçin varolduğu, nihai
amacının ne olduğu, hangi değerlerin hakim kılınmak istendiği gibi örgütle
ilgili temel konularda net bir görüşe sahip olması gerekmektedir.
b- Çevreye Yönelik Çalışmalar
Çevre, kapsadığı her sosyal sistemi doğrudan etkileyebilme
potansiyeline sahiptir. Çünkü açık sistemler olan örgütler varlıklarını
sürdürebilmek için gereksinim duydukları her türlü girdiyi çevreden alır ve
ürettiklerinin çevreden talep görmesini beklerler. Örgütler, amaçlarına
belirledikleri düzeyde ulaşabilmek için bu döngüyü sürdürmek zorundadırlar
(Marschall,1999: 20). Sivil toplum örgütleri söz konusu olduğunda ise çevre,
üzerinde daha da önemle durulması gereken bir faktör olarak karşımıza
çıkmaktadır. Çünkü sivil toplum örgütleri, kar amacı güden örgütlerin
aksine, kendilerine doğrudan çıkar sağlamaya uğraşmayan, belli konularda
çevrede duyarlılık oluşturmayı çalışan, yani çevrenin çıkarlarını ön planda
tutmayı amaçlayan bireylerin oluşturduğu, çevreyi merkez alan örgütlerdir.
Dolayısıyla çevrenin beklenti, talep ve duyarlılıkları sivil toplum örgütleri
açısından daha fazla önem taşımaktadır.
Çevre, örgütler açısından kolaylıkla tanımlanıp, sınırları net bir
şekilde çizilebilecek bir sistem öğesi değildir. Örgütlerin amaçlarına,
boyutlarına, özelliklerine bağlı olarak değişen farklı boyut ve özelliklerde
çevreleri vardır. Bu bağlamda örgüt çevresini; genel dış çevre, algılanan
çevre ve uygulama çevresi olmak üzere üç temel kategoride ele almak
mümkündür. Genel dış çevre, örgütün dışında kalan ve örgütü dolaylı veya
İletişim 2002/16
170
Ayhan BİBER
doğrudan etkileyen faktörlerin oluşturduğu bir bütünü ifade etmektedir
(Şimşek, 1998: 94). Ancak bu genel dış çevre tüm örgütlerce benzer şekilde
algılanmamaktadır. Amaçları farklı örgütlerce farklı şekilde, büyüklükte
algılanmakta ve böylece çevre görecelik kazanmaktadır. Uygulama çevresi
ifadesiyle ise, algılanan çevre içerisindeki
tercih edilen alan
kastedilmektedir. Örgütler algıladıkları çevrenin tamamına hitap edebilecek
durumda değildirler. Kendilerini doğrudan ilgilendirmekte olan bir alan
tespit edip, strateji ve çalışmalarını bu doğrultuda belirleyip
sürdürmektedirler. Örgütlerin her düzeydeki çevrelerini belirleyecek olan
edindikleri amaçlarıdır. Örneğin, sivil toplum kapsamında değerlendirilen
örgütlenmelerin algıladıkları çevre ile ürettiklerini pazarlayıp parasal kazanç
elde etmeye çalışan örgütlerinin algıladıkları çevre, belli noktalarda
kesişseler de, temelde farklılıklar gösterecektir. Sivil toplum örgütlerinin
uygulama çevreleri ise yine bu örgütlerin çalışma alanlarına bağlı olarak
farklı olacaktır. Örneğin, kadın haklarıyla ilgili çalışmalar yapan bir sivil
toplum örgütüyle denizlerin korunmasına yönelik çalışmalar yapan bir sivil
toplum örgütünün uygulama çevresi tam olarak örtüşmeyecektir.
Bugün baktığımızda çocuk haklarından kadın haklarına, doğal
çevrenin korunmasından tüketicinin korunmasına kadar bir çok alanda
çalışmalar yürüten sivil toplum örgütleri görmek mümkündür. Tüm bu
örgütler, halkla ilişkiler politika ve stratejilerini belirlerken uygulama
çevrelerinden başlamak üzere, algıladıkları çevreyi ve genel dış çevreyi ayrı
ayrı analiz edip, elde edilen bulguları değerlendirmelidirler.
Daha önce de vurgulandığı gibi çevre tek parça, kolaylıkla
tanımlanabilecek bir unsur değildir. Dolayısıyla genel kabul görecek, şablon
şeklinde halkla ilişkiler politika, strateji ve uygulamaları önermek olanaklı
gözükmemektedir. Ancak sivil toplum örgütlerinin halkla ilişkiler politika ve
stratejilerini belirlerken, kullanılacak araçları seçerken temel alabilecekleri
genel bir yaklaşım tarzı belirlemek mümkündür.
Uğraş alanları farklı olsa da Türkiye ölçeğinde çalışmalar yürüten
tüm sivil toplum örgütleri öncelikle kendilerine yönelik toplum genelinde
ortak bir algılama, ortak bir yaklaşım yaratmaya yönelik çaba harcamak
zorundadırlar. Bu çaba kapsamında; doğru kanallardan ve doğru ağızlardan
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
171
algılayabildikleri çevrenin tamamına yönelik sivil toplumun kavramsal,
tarihsel, olgusal temelleri, işlevleri, Türkiye açısından önemi sıkça
tekrarlanmalı, Türkiye’de yaşanmakta olan kavram kargaşasının ve
çatışmanın önüne geçilmelidir. Bu ortak amaç doğrultusunda sivil toplum
örgütleri işbirliği yaparak, panel, konferans, söyleşi gibi etkinlikler
düzenlemeli, basılı materyaller hazırlamalı, kendilerini geniş toplum
kesimlerine ulaştıracak kitle iletişim araçlarından yararlanmalıdırlar. Bu
araçlardan yararlanabilmek için basın mensuplarıyla olumlu ilişkiler kurup
sürdürmek gerekmektedir. Yapılan etkinliklerin basında yer alabilmesi için
gerektiğinde basın bildirileri, basın makaleleri hazırlanmalı, basın
açıklamaları yapılmalı, basın toplantıları ve basın konferansları
düzenlenmelidir (Faulstich, 2001: 139). Ancak, halkla ilişkiler kapsamında
değerlendirilen bu çalışmaların başarılı bir şekilde planlanıp yürütebilmesi
için bu konuda gerekli formasyonu edinmiş insan kaynağı ön koşuldur.
Halkla ilişkilerin uzmanlık gerektiren çalışmalar olduğu unutulmamalıdır.
Sivil toplum örgütleri, varlıklarını etkili bir şekilde sürdürebilmek için
insan kaynağının yanı sıra maddi kaynaklara da gereksinim duymaktadırlar.
Sivil toplum örgütlerinin genelde maddi kaynaklarını üye aidatları, bağışlar
ve toplanan fonlar (fund raising) oluşturmaktadır (Luthe, 2001: 56). Bu
bağışların hangi kaynaklardan sağlandığı, nerelere harcandığı, fonları hangi
kuruluşların hangi projeler için verdiği ve amacına uygun olarak kullanılıp
kullanılmadığı açıklanmalı, gelir ve harcamalarla ilgili bilgilere isteyenlerin
kolaylıkla ulaşabilmesi sağlanmalıdır. Aksi halde örgütün meşruiyeti
tartışılmakta ve arkasında Türkiye aleyhine çalışmalar yürüten bir dış
mihrak aranmaktadır. Bu konuyla ilgili bazı olumsuz örneklerin yaşanmış ve
bunların medyada yer almış olması, Türkiye genelinde başarılı çalışmalar
yürüten sivil toplum örgütlerinin saygınlığını da olumsuz etkilemekte ve
sivil toplum örgütlerine yönelik olumsuz bir imajın oluşumuna yol
açmaktadır.
Dolayısıyla sivil toplum örgütleri şeffaflık konusunda
üstlendikleri rol gereği tüm örgütlerden daha fazla duyarlılık göstermek,
tanıtım çalışmalarına ağırlık vermek, örgütten çevreye bilgi akışının
kesintisiz bir şekilde
sağlanması için iletişim kanalları oluşturmak
durumundadırlar.
İletişim 2002/16
Ayhan BİBER
172
Halkla ilişkiler çalışmalarında kullanılan bir çok geleneksel tanıtım
aracının yanı sıra, yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu araçlardan da
yararlanmak gerekmektedir. Çünkü hız, günümüzde stratejik bir faktör
haline gelmiştir. İletişim teknolojilerine bağlı olarak son yıllarda oldukça
gelişen ve yaygınlaşan İnternet, tanıtım açısından önemli bir potansiyel
içermektedir. Yürütülen çalışmalar, alınan sonuçlar, yapılan harcamalar ve
bu harcamaların kaynakları, iyi tasarlanmış bir web sayfası aracılığıyla geniş
bir kitleye, kısa sürede, görece az bir maliyetle ulaştırılabilir (Biber, 2000:
157-170).
Sivil toplum örgütlerinin halkla ilişkiler amaçlı yapacağı bir diğer
çalışma, siyasi iktidara ve yasama organının üyelerine yönelik olmalıdır.
Yürütülecek planlı ve düzenli halkla ilişkiler çalışmaları sayesinde toplumsal
talepleri, beklentileri ve eleştirileri bu kesimlere aktarmak ve dikkate
alınmasını sağlamak mümkün olacaktır. Böylece yapılan yasal
düzenlemelere sivil toplum örgütleri aracılığıyla belli ölçüde katılım
sağlanacaktır (Turan, 1986: 40). Ayrıca sivil toplum örgütleri, yürütecekleri
halkla ilişkiler çalışmalarıyla toplumsal katılımı sağlamanın yanı sıra sivil
toplumun etkinlik alanına ilişkin yapılan yasal düzenlemelere, kendi
taleplerini yansıtma olanağı bulacaklardır. Ancak siyasi iktidarla ilişki kurma
denildiğinde yapılacak çalışmalar, klasik lobicilikle sınırlı kalmamalıdır.
Çeşitli sivil toplum örgütlerinin katılımıyla ortak basın açıklamaları
yapılmalı, basın bildirileri ve makaleleri kaleme alınmalı, milletvekilleri,
bakanlar, meclis komisyonları ziyaret edilerek yüz yüze ilişki kurma
olanakları yaratılmalıdır.
SONUÇ
Batı siyasal geleneği içerisinde doğup gelişen sivil toplum, 20.
yüzyılda yaşanan faşist ve komünist diktatörlükler deneyimleri sonucunda
daha fazla önem kazanmıştır. Çünkü her iki düşünce de tüm sosyal ve
ekonomik kurumları devlet şemsiyesinin ve denetiminin içine almak, farklı
söylemleri susturmak istemişlerdir. Devletin erişim alanlarını daraltmak, tüm
etkinlikleri kontrol etmesini engellemek açısından sivil toplum önemli bir
işlev üstlenmektedir. Sivil toplum içerisinde kendiliğinden, gönüllülük
esasına göre oluşmuş birçok bağımsız örgütün bulunması; insanların talep ve
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
173
beklentilerini rahatlıkla dile getirebilmelerini ve bunların yönetime
yansımasını sağlamaktadır.
Türkiye açısından yeni bir kavram olarak kabul edilen sivil toplum,
askeri bir darbenin ardından yaratılan baskı ortamında gündeme gelmiş ve
Türkiye’de demokrasinin yerleşip işlerlik kazanması sürecinde nasıl bir rol
üstlenebileceği tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalara koşut olarak sivil
toplumu oluşturan unsurlar olarak kabul edilen dernek, vakıf, sendika gibi
örgütlenmelerin sayıca artmaya başladığı görülmektedir. Ancak bu sayıca
artışın, sivil toplumun kendisine yüklenen rolü oynayabilmesine fazla bir
katkısı olmamıştır. Merkezi otoritenin çağlar boyunca kendini eleştirebilecek
veya farklı söylem üretecek hiçbir oluşuma izin vermeyişi, Cumhuriyet
Dönemi’nde de devletin herşeyi aynılaştırma ve farklılıkları görmemezlikten
gelme çabası, bu topraklarda çoğulculuk anlayışının oluşumunu
engellemiştir. Böyle bir toplumsal yapı içerisinde sivil toplum örgütleri ne
mali ne de fikri anlamda özerklik elde edememiş, devlet politiklarına benzer
politikalar üretmek zorunda kalmışlardır. Farklı politiklardan hareketle,
farklı söylemler üreten örgütler ise çeşitli suçlamalara hedef olmuşlardır.
Kendi etkinlik alanını sınırlandırmaya hoşgörüyle bakan bir devlet
anlayışının oluşumu belli toplumsal süreçleri ve dönüşümleri
gerektirmektedir. Sivil toplum örgütlerinin kendi öznel koşullarından
hareketle kamularına (genel dış çevre, algılanan çevre, uygulama çevresi)
yönelik olarak belli politikalardan yola çıkarak yürüteceği halka ilişkiler
çalışmaları sayesinde toplumsal dönüşümü hızlandırmak mümkün olacaktır.
Diğer yandan, toplum genelinde farklılıkların kabullenildiği bir anlayışın
oluşumuna katkı sağlanacak, farklı talep ve beklentileri karar
mekanizmalarına ulaştırmaya çalışan sivil toplum örgütlerinin işlevine ve
yapısına yönelik olumlu bir yaklaşım yaratılacaktır.
Sivil toplum örgütlerinin yürüttükleri halkla ilişkiler çalışmalarından
amaçladıkları düzeyde bir sonuç alabilmeleri için öncelikle yaşanan ve
halkla ilişkiler çalışmalarıyla çözülebilecek sorunların temel nedenlerini
doğru tespit etmeleri gerekmektedir. Çünkü halkla ilişkiler kapsamında
yürütülecek çalışmaların niteliğini, çerçevesini ve boyutunu bu tespitler
belirleyecektir.
İletişim 2002/16
Ayhan BİBER
174
Kaynaklar
Beckman, Björn (1999). “Demokratikleşmeyi Açıklamak: Sivil
Toplum Kavramı Üzerine Notlar”, Sivil Toplum, Demokrasi ve İslam
Dünyası, Der. E. Özdalga ve S. Persson, Çev: Ahmet Fethi, İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları.
Berberoğlu, Güneş (1990). “Örgüt Kültürünün Yönetsel Etkinliğe
Katlısı” Anadolu Üniversitesi. İ.İ.B.F. Dergisi, C:III, S:1-2
Biber, Ayhan (2000). “Küreselleşen Dünyada Gelişen İnternet ve
Değişen Halkla İlişkiler” G.Ü. İletişim Fak. Dergisi Sayı:8.
Bobbio, Norberto ve Texıer, Jacques (1982). Gramsci ve Sivil
Toplum, Çev. A. İpek ve K. Somer, Ankara: Sevinç Matbaası.
Cem, İsmail (1986). Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, İstanbul:
cem Yayınevi.
Cevizci, Ahmet (1999). Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma
Yayınları.
Çaha, Ömer (2000). Aşkın Devletten Sivil Topluma. İstanbul:
Gendaş A.Ş.
Erdoğan Tosun, Gülgün (2001). Demokratikleşme Perspektifinden
Devlet-Sivil Toplum İlişkisi. İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.
Faulstıch, Werner (2001). Grundwissen Öffentlichkeitsarbeit,
München: Wilhelm Fink Verlag.
Gönenç, Ayşenur Akpınar (2001). Sivil Toplum: Düşünsel
Temelleri ve Türkiye Perspektifi. www.altkitap.com.
Habermas, Jürgen (1984). “Siyasal Katılım Kendi Başına Bir Değer
mi” Çev. Tanıl Bora. Toplum Bilim Sayı: 27
Hall, Stuart – Lumley, Bob ve McLennan, Gregory (1985). Siyaset ve
İdeoloji “Gramsci”. Çev. Sadun Emrealp Ankara: Birey ve Toplum
Yayınları.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1991). Hukuk Felsefesinin
Prensipleri, Çev. Cenap Karakaya, İstanbul: Sosyal Yayınları.
Heper, Metin (1994). “Bureaucracy in the Ottoman-Turkish Polity”.
Handbook of Bureaucracy, Der: Ali Farazmand, USA: Marcel Dekker.
İletişim 2002/16
Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)
175
Hobbes, Thomas (1992). Leviathan. Çev. Semih Lim. İstanbul: Yapı
Kredi yayınları.
Keane, John (1994). Demokrasi ve Sivil Toplum. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Luthe, Detlef (2001). Öffentlichkeitsarbeit
Organisationen, Augsburg: Maro Verlag.
Für
Nonprofit
Mardin, Şerif (1995). Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İstanbul:
İletişim Yayınları.
Mardin, Şerif (1999). Makaleler: Siyasal ve Sosyal Bilimler,
İstanbul: İletişim Yayınları.
Marks, Karl (1976). Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev.
Sevim Belli, Ankara: Sol Yayınları.
Marschall, Stefan (1999). Öffentlichkeit und Volksvertretung.
Wiesbaden: Westdeutscher Verlag.
Özer, Kadir (1998). İletişimsizlik Becerisi, İstanbul: Varlık Yayınları.
Sabine, George (2000). Yakınçağ Siyasal Düşünceler Tarihi, Çev.
Özer Ozankaya, İstanbul: Cem Yayınevi.
Sarıbay, Ali Yaşar (2001). Postmodernite Sivil toplum ve İslam.
İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.
Şaylan, Gencay (1998). Demokrasi ve Demokrasi Düşüncesinin
Gelişmesi, Ankara: TODAİE İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi.
Şimşek, M. Şerif (1998). Yönetim ve Organizasyon. Konya: Damla
Matbaacılık.
Tekin, Serdar (2000). “Sivil Toplumun Devletiyle Bölünmez
Bütünlüğü”, Birikim, Şubat-130,
Turan, İlter (1986). Siyasal Demokrasi, Siyasal Katılma, Baskı
Grupları ve Sendikalar, Ankara: Türkiye Denizcilik Sendikası.
Yaşın, Yeal Navaro (1998). “Bir İktidar Söylemi Olarak Sivil
Toplum”, Birikim Ocak-Şubat Sayı: 105-106.
Yücekök, Ahmet N. (1998). “19. Yüzyıl Osmanlı Toplumundan
Günümüz Türkiye’sine Sivil Toplum Kuruluşları ve Siyaset Sosyolojisi
İlişkileri”, Tanzimattan Günümüze İstanbul’da STK’lar, İstanbul: Tarih
Vakfı Yayınları.
İletişim 2002/16
Ayhan BİBER
176
Özet
Sivil toplumu oluşturan unsurlar olan örgütlenmeler, toplumsal
taleplerin belirlenmesi, karar mekanizmalarına aktarılması, devletin ve özel
girişimin neden oldukları olumsuzlukların engellenmesi açısından önemli
işlevler üstlenmektedirler. Ancak Türkiye gibi güçlü merkezi devlet
geleneğinin hakim olduğu ülkelerde devletle birey arasında aracı rol
üstlenebilecek oluşumlara izin verilmemiştir. Dolayısıyla bugün, demokratik
gelişmeler açısından kendilerine önemli roller yüklenen Türkiye’deki sivil
toplum örgütleri, bu rolleri üstlenebilecek yetkinliğe ulaşamamış ve geniş
çevre desteği elde edememişlerdir. Bu desteğin elde edilebilmesi için
çevreyle karşılıklı bilgi akışının sağlanacağı iletişim kanalları oluşturmak
gerekmektedir. Çevreye yönelik bu tür çabalar halkla ilişkiler kapsamında
değerlendirilen çalışmalardır. Sivil toplum örgütlerinin planlı ve düzenli bir
şekilde sürdürecekleri halkla ilişkiler çalışmaları, bu örgütlerin işlerlik
kazanması açısından önemli bir potansiyel içermektedir.
Abstract
Organizations which form civil society have essential functions
to determine social demands. Transfer them to the decision making
bodies. Prevent adversities caused by government and private
ventures. However, the countries like Turkey which have central
government tradition do not allow organizations as intermediate
between the individual and government. That is why the nongovernmental organizations having crucial roles for improvement of
democracy in Turkey have not adequately qualified and reached mass
support. Achievement of that support requires communication
channels enabling information communication to the society. Such
efforts are considered are studied under the scope of public relations.
The public relation studies to be conducted by NGO in a planned and
proper manner will contain essential potential for functioning of the
organizations.
İletişim 2002/16
Kaynakların Düzenlenmesi
Metin içinde kaynak gösterme
1- Ana metindeki tüm göndermeler metin içi dipnot sistemi ile
belirtilir. Metinde uygun yerde parantez açılarak, yazarın veya yazarların
soyadı, yayın tarihi ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı kaynaklara
metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır, a.g.e., a.g.m.
gibi kısaltmalar kullanılmamalıdır. Örnek: (Okay, 2000:71-76)
2- Alıntılanan yazarın adı, metinde geçiyorsa, parantez içinde yazarın
adını tekrar etmeye gerek yoktur. Örnek: Özer (1995:57), düşünce
alışkanlıklarının “Ben” değeri toptancılığının ve tiryakiliğinin, en dolaysız
ifadesi olduğunu söylemektedir.
3- Gönderme yapılan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da
soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Postman ve Powers, 1996:122)
4- Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonda “vd.” ibaresi
kullanılmalıdır. Örnek: (Keyman vd., 1996:149)
5- Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı
virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Erdoğan, 1997:150; Gürbilek, 1993:61)
6- Metin içinde yer alması uygun görülmeyen açıklamalar için sayfa
altı dipnot yöntemi kullanılmalı ve bu notlar metin içinde 1,2,3, şeklinde
sıralanmalıdır. Bu not içinde yapılacak göndermelerde de yukarıdaki yöntem
uygulanmalıdır.
Kaynakçanın Düzenlenmesi
1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer
verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir.
2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın
tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda
İletişim 2002/13
yapılan çalışmalar için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin
içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır.
Kitap
Bostanca, M. Naci (1995). Toplum, Kültür ve Siyaset. Ankara: Vadi
Yayınları.
Çeviri Kitap
Postman, Neil ve Steve Powers (1996). Televizyon Haberlerini
İzlemek. Çev. Aslı Tunç. İstanbul: Kavram Yayınları.
Derleme Kitap
Tufan, Hülya, der. (1995). Kamuoyu Kimin Oyu? İstanbul: Kesit
Yayıncılık.
Derleme Kitapta Makale
Bourdieu, Pierre (1995). “Kamuoyu Yoktur”. Çev. Hülya Tufan.
Kamuoyu Kimin Oyu?, der. Hülya Tufan. İstanbul: Kesit Yayıncılık.
Dergide Makale
Üstünler, Fahriye (2000). “Türkiye’de Demokrasi Tartışmalarının
Düşünsel Arka Planı: 1845-1950”. ODTÜ Geliştirme Dergisi, 27(1-2):183206.
Yayınlanmamış Tez
Yıldırım Becerikli, Sema (1999). Örgüt Kültürü Oluşumunda
Örgüt İçi İletişimin Rolü: Departmanlı Mağazacılık Sektöründe İç
Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme: Beğendik A.Ş. Örneği.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
İletişim 2002/13
Tebliğ
Kaymas, Serhat (2001). “Küreselleşme, Etnik Göç ve Ulus Devlet
Üzerine Bir Değerlendirme”, ODTÜ 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi,
21-23 Kasım, Ankara.
İnternette Makale
Atabek,
Ümit
(1998).
Http://www.ilet.gazi.edu.tr. 28.10.1998.
“İletişim
Teknolojileri”.
İletişim Dergisinin Temin Edileceği Şahıslar ve Üniversiteleri
Anadolu Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Banu Dağtaş, Atatürk
Üniversitesi: Ar. Gör. Elif Küçük, Başkent Üniversitesi: Öğr. Gör. Serpil
Aygün Cengiz, Ege Üniversitesi: Ar. Gör. Olcay Canbudak, Fırat
Üniversitesi: Ögr. Gör. Basri Barut, Kocaeli Üniversitesi: Ar. Gör. İhsan
Karlı, İstanbul Üniversitesi: Ar. Gör. Ayşe Cengiz, Ar. Gör. Selçuk
Hünerli, Selçuk Üniversitesi: Ar. Gör. Aldullah Koçak, Maltepe
Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Pınar Erkarslan.
Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ederiz.
İletişim 2002/13
Yazı Teslim Kuralları
1- Dergiye gönderilecek yazılar, Word 6.0 ve üstü versiyon (IBM
uyumlu) programında yazılmış olmalıdır.
2- Bir buçuk aralıklı olarak Times New Roman yazı karakteriyle 12
punto olarak yazılan ve sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 3 kopya olarak
bir adet disketle birlikte yayın kuruluna teslim edilmelidir.
3- Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tercih
edilir. Makalelerin 150 kelime civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de
yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özette, araştırmanın kapsamı ve amacı
belirtilmeli, kullanılan yöntem tanımlanmalı ve ulaşılan sonuçlar kısaca
verilmelidir.
4- Yazıda paragraflar girintili olmalıdır.
5- Dergiye gönderilecek yazıların başka bir yerde yayınlanmamış
olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir.
6- Yazar ismi ya da isimleri makalede değil, makaleye iliştirilecek
kapak sayfasında yer almalıdır. Bu kapak sayfasında, yazar isimleri dışında
metin başlığı, yazarın adresi, telefon varsa e-posta veya faks numaraları yer
almalıdır.
7- Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı
düzeltmeler yapmaları istenebilir.
8-Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir.
Yayın kurulu kararına ilişkin bir mektup, hakem değerlendirmelerinin birer
fotokopisiyle birlikte en kısa sürede yazarlara gönderilir.
Yazıların Gönderileceği Adres:
İletişim Dergisi
G.Ü. İletişim Fakültesi, Bişkek Cad. 81. Sok. 06510 Emek/ANKARA
İletişim 2002/13

Benzer belgeler