“İNTES BİR İVME ALDIYSA, O İVMEYLE DAHA YENİ ALANLARA

Transkript

“İNTES BİR İVME ALDIYSA, O İVMEYLE DAHA YENİ ALANLARA
Genç Yöneticilere Üstün
Hizmet ve Başarı Ödülü...
Yenimahalle Belediyesi ev sahipliğinde, Ankara Sivil Toplum Kuruluşları Platformu organizasyonunda Nazım
Hikmet Kongre ve Sanat Merkezi’nde 5 Aralık "Dünya Gönüllüler Günü (Dünya Sivil Toplum Kuruluşu
Günü)" kutlandı. Etkinlikte İNTES Genç Yöneticiler Grubuna üstün hizmet ve başarı belgesi takdim edildi.
Genç Yöneticiler Grubunun katıldığı ödülü Başkan Asude Öztürk Camadan aldı.
Ey
yükselen nesil!
Gelecek
sizindir...
Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası Gazetesi • Yıl 2014 Sayı: 34 / Yıl: 9 • ISSN: 1304 - 7183
"İNTES 25. OLAĞAN GENEL KURUL'U YAPILDI."
İ
NTES’in 25. Olağan Genel Kurulu 7 Aralık 2013 Cumartesi günü gerçekleşti. İNTES’in her Genel Kurulunda olduğu gibi bu yıl da Genç
Yöneticiler Grubu Divan ve Sandık kurulunda görev aldı. Genel Kurul’da Divan Başkanlığı'na İbrahim Şencan, Başkan Yardımcılığı'na
Gültekin Güvensoy, Katip Üyeliklere ise Asude Öztürk Camadan ile Emrah Yaykıran seçildiler.
tamamı sayfa
2
“İNTES BİR İVME ALDIYSA, O İVMEYLE DAHA YENİ ALANLARA
YELKEN AÇACAKTIR.”
B
u ay, on iki yıl boyunca İNTES’in yönetim kurulu
başkanlığını yürüten M. Şükrü Koçoğlu yeni sayımızın
konuğu olarak bizlere kapılarını açtı. İNTES’de yaptığı
çalışmaları ile İNTES’i Türkiye’deki önemli sivil toplum
kuruluşlarından biri haline getiren Koçoğlu’nun hayatı
tam anlamıyla bir başarı öyküsü. İNTES için var gücüyle
çalışan Koçoğlu; “Çalışma zamanımın önemli bir bölümünü
İNTES’e ayırdım. Bazen kendi çalışmalarımın önüne geçti.
Hep daha fazlasını yapmaya özen gösterdim.” sözleriyle de
iyi bir yönetici olmanın sırrını ortaya koyuyor. M. Şükrü
Koçoğlu’nun on iki yıla sığdırılan İNTES yolculuğu ve
başarılı kariyer öyküsü hakkındaki röportajımızı keyifle
okuyacağınıza inanıyoruz.
tamamı sayfa
“Yönetici olmanın
bireysel bir
pozisyon olduğunu
düşünmüyorum.”
6
S
istem Elektronik A.Ş’nin genç yüzü Nazlı Hürmeydan bu ay ki
genç yönetici üyemiz. Beş ay önce iş hayatına atılan Hürmeydan,
iyi bir yönetici olmaya giden yolu ise şu sözlerle anlatıyor; “Bunun
için yöneticilikte bireysel kararlılık, bilgi ve deneyim birikimi gibi olması
gereken özelliklerin yanında insani vasıfların, ahlaki değerlerin hakim
olduğu ortamın sağlanmasının da iyi bir yönetici olmakta katkısının olacağına inanıyorum.” Nazlı Hürmeydan ile gerçekleştirdiğimiz röportajın
devamını ilerleyen sayfalarımızda okuyabilirsiniz.
tamamı sayfa
9
2 İGY ’DEN HABERLER
İNTES 25. Olağan Genel Kurul’u yapıldı.
İNTES’in 25. Olağan Genel Kurulu 7 Aralık 2013 Cumartesi günü gerçekleşti. İNTES’in her Genel Kurulunda olduğu
gibi bu yıl da Genç Yöneticiler Grubu Üyeleri, Divan ve Sandık kurulunda görev aldı.
Genel Kurul’da Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın sonra Başkanlık Divanı seçimine geçildi. Divan başkanlığına İbrahim Şencan, başkan yardımcılığına Gültekin Güvensoy, katip üyeliklere ise Asude Öztürk Camadan ile Emrah Yaykıran seçildiler.
Gündemin genel kurulun onayına sunulmasından sonra, genel kurul tutanaklarının genel kurul adına Başkanlık Divanı tarafından imzalanmasına yetki verildi.
Daha sonra, İNTES Başkanı M.Şükrü Koçoğlu, Genel Kurula hitaben bir sunuş konuşması yaptı.
Başkan Koçoğlu, 12 yıllık süreçte Türkiye Eğitim Şantiyesi, İNTES Mesleki Yeterlilik ve Belgelendirme Merkezi(İNTES MYM) gibi önemli işlere imza attıklarını kaydetti.
Görüşmeler sonunda Yönetim, Denetleme ve Disiplin Kurulu üyeliklerine gösterilecek asıl ve yedek adaylar belirlendi. Seçimler için Sandık Kurulu üyeleri seçimi
yapıldı. Sandık kurulu üyeliklerine Nazlı Hürmeydan ile Çiğdem Kurt seçildiler.
Genç Yöneticilere Üstün Hizmet ve Başarı Ödülü...
Yenimahalle Belediyesi ev sahipliğinde, Ankara Sivil Toplum Kuruluşları Platformu organizasyonunda Nazım Hikmet
Kongre ve Sanat Merkezi’nde 5 Aralık ‘Dünya Gönüllüler Günü (Dünya Sivil Toplum Kuruluşu Günü) kutlandı.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 5 Aralık
tarihi Uluslararası Gönüllüler Günü ilan etmesinin ardından 27 yıldır
192 ülke tarafından bu
özel gün kutlanmakta.
Türkiye de bu özel günü
kutlayan ülkeler arasında
yer almakta .
Etkinliğe Ankara Valisi
Alaaddin Yüksel, Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar, TÜSİAV
Başkanı Veli Sarıtoprak,
Eski Bakan ve Türkiye
Ekonomi ve Sosyal Araş-
tırmalar Vakfı Başkanı Agak Oktay Güner, Eski Devlet Bakanı Rüştü azım Yücelen, ASO Başkanı Nurettin Özdebir,
TÜGİAD Genel Başkanı Ali Yücelen,
TÜGİAD Ankara Şube Başkanı Barış
Aydın, CHP Ankara Milletvekili Levent Gök ve Bülent Kuşolu, sanatçılar
ve pek çok Sivil Toplum Kuruluşlarının
temsilcileri katıldı.
STK'ların sayısının yüksekliğinin, sivil toplumun Türkiye'de etkin olduğu
anlamına gelmediğini ifade eden Yaşar,
"Sivil toplum kuruluşları, siyasi otoritenin baskısından uzak, kamusal alanda
etkili kuruluşlardır. Gönüllülük temeline dayanan sivil toplum kuruluşları,
çoğulcu demokrasinin katılımcı demokrasiye geçişini sağlar" dedi.
Etkinlikte Ankara Valisi Alaaddin
Yüksel ve Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar açılış konuşmalarını
gerçekleştirdi.
110 Sivil Toplum Kuruluşuna şükran
belgesi verilen etkinlikte İNTES Genç
Yöneticiler Grubuna üstün hizmet ve
başarı belgesi takdim edildi.
Yenimahalle Belediyesinin çalışmalarında STK'larla yakın işbirliği içinde
olduğunu belirten Yaşar, başarılarının
ardında bunun yattığını söyledi.
Genç Yöneticiler Grubunun katıldığı
ödülü Başkan Asude Öztürk Camadan
aldı.
BAŞKAN’ DAN
3
ASUDE ÖZTÜRK CAMADAN
İGY Dönem Başkanı
Değerli Genç Yönetici okurları,
Göreve geldiğimiz günden, bugüne
kadar İGY’deki arkadaşlarımızla yaptığımız görev bölümüne göre, herkes kendi sahasında üzerine düşeni yapmanın
çaba ve gayreti içine girdi. Eğer bir yıl
boyunca olumlu hizmetler verebildiysek bunu hep birlikte başarmış olmanın
gururunu yaşıyoruz. Büyüklerimizden,
üyelerimizden, arkadaşlarımızdan ve
meslektaşlarımızdan aldığımız duygu
yüklü güzel sözlerin sağladığı etkileyici
atmosferi İGY’deki arkadaşlarla paylaşmanın hazzı ve mutluluğunu taşıyoruz.
Başkan Yardımcılarım Burak Çelik ve
Emrah Yaykıran’ın da büyük destekleri
ile, 2013 yılına duayen ziyaretleri ile
başladık. Bu dönemin ilk duayen ziyareti olan GAMA Holding kurucularından Sayın Erol Üçer’i ziyaretimizde
hiç unutmayacağımız; “Şirketlerinizde
ortaklıklar kurun, riskleri paylaşın”
tavsiyesi bizim gibi sektördeki gençlere yol gösterici ve etkileyici oldu.
Daha sonraki ziyaretimizi GÜRİŞ
Holding Onursal Başkanı Sayın İdris
Yamantürk’e gerçekleştirdik. Kendisinin sektördeki tecrübelerini ve anılarını
dinlerken halen işlerin başında aktif bir
yönetici olduğunu öğrendiğimizde, bize
“başarılı olmak istiyorsanız her zaman
kendi işinizin başında olmalısınız” tavsiyesini verdi.
Daha sonraki ziyaretimizi Yaşar Özkan
A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Yaşar Özkan’a gerçekleştirdik. Kendisinden hem sektörümüze hem de hayata
dair değerli tavsiyelerini aldık. Yine
Sayın Özkan’ın işlerinde halen aktif
olarak faaliyet gösterdiğini gördük.
Duayenlerimizin ülkemize ve sektörümüze kattıklarının yanı sıra halen tüm
benlikleri ile yeni şeyler üretmenin gaye
ve çabası içinde olduklarını görmek bize
çalışkan olmanın bu sektörde, başarıya
giden en önemli temel ilke olduğunu
bir kere daha göstermiştir.
Bu dönemki en son duayen ziyaretimizi
yıllardır INTES’de başkanlık görevini
üstlenen ve MŞK Grup Şirketlerinin
Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı
olan, aynı zamanda İGY’nin de kurulmasına büyük destek veren Başkanımız
Sayın Şükrü Koçoğlu’na gerçekleştirdik.
Kendisine grubumuza yakın desteği dolayısıyla hem şükranlarımızı ilettik, hem
de çok sıcak bir sohbet gerçekleştirdik.
Görev süremizde Genç Yönetici Gazetemizi çıkartmaya devam ettik. Onbirinci Dönem Başkanımız Sayın Mehmet Göçen’in başlattığı “Geleneksel
Şantiyeye Dönüyoruz” etkinliğimizi
düzenledik. Bütün bu aktivitelerimiz
esnasında gerek yaşıtlarımız, gerekse
ömrünü çalışarak geçiren büyüklerimizi
görme fırsatımız oldu.
Bu etkinliklerle gençlerin tatilini azaltıp
işe yönelmeleri, büyüklerimizin de işlerden başını kaldırıp dinlenmeleri için
çok başarılı organizasyonlar hayata geçirilmiş oldu.
Başkanlık dönemimde Ekonomi Bakanlığı Müsteşar Yardımcımız Sayın Uğur
Bülent Ecevit’in katılımları ile Serbest
Bölgeler Yurtdışı Yatırım ve Hizmetler Genel Müdürlüğü Daire Başkanı
Çağrı Köseyener ve Şube Müdürü Nil
Gökçe’nin de bulunduğu güçlü bir heyet
ile İGY ekibi olarak Umman’a teknik
müteahhitlik heyeti gezisi düzenledik.
Umman’da iş yapma koşulları ve potansiyel projelere ilişkin bilgiler edindik ve
bu bilgileri üyelerimiz ile paylaştık.
İNTES GENÇ YÖNETİCİ
GAZETESİ
Başkan olarak görev yaptığım dönemin
sonuna gelmiş bulunmaktayız. 2013 yılında yürütmüş olduğum bu görevde
öncelikle başkan yardımcılarım Burak
Çelik ve Emrah Yaykıran’a, bana destek
olan tüm arkadaşlarıma ve INTES’de
görevli arkadaşlarımıza çok teşekkür
ediyorum.
Görevimi yeni dönemde başarılı olacağına inandığım Başkan Yardımcım
Burak Çelik’e teşekkürlerimle devrediyorum.
2013 yılında İGY olarak gündemimiz
bunlarken, ülkemizde ve dünyada da
bir sürü gelişmeler yaşandı.
Filipinler’de dünyanın en büyük sel felaketine tanık olduk. Bu olay maalesef
binlerce insanın can ve mal kaybına
neden oldu. Bu afet, sektörümüzün
olağanüstü durumlarda insan hayatının
kalitesini nasıl etkilediğini bize tekrar
göstermiş oldu. Bu gibi felaketler, ülkemizin %90’ının güçlü bir deprem
kuşağında olan bir ülke olduğunu
hatırlatarak, gerek inşaatların yapımı
sırasında uygulanacak tekniklerin gerekse de afet durumunda uygulanması
gereken korunma ve kurtarma konularında kendimizi çok iyi hazırlamamız
gerektiği gerçeğini bize tekrar gösterdi.
Yine komşu ülkelerimizden Suriye’de
yaşanan siyasi olaylar 2013 yılında iz
bıraktı.
Dünyada yaşanan bu olaylar esnasında
ülkemiz de çok hareketli bir yıl geçirdi.
Sektörümüzü ilgilendiren açılışlar gerçekleşti, 3 dev projenin yapımına başlandı ve birkaç tanesi de yakın zamanda
gerçekleştirmek üzere gündeme alındı.
Büyük enerji projelerinden, TANAP
Basım Tarihi:
Sayı: 34 (Aralık)
Yıl: 9
ISSN: 1304 - 7183
İstanbul’un iki yakası nihayet bir araya
geldi. Dünyanın sayılı projeleri arasına
giren Marmaray Projesi 29 Ekim 2013
tarihinde Başbakanımız tarafından başarı ile açıldı. Böylece, İstanbul’da trafiğe takılmadan boğazı geçmek mümkün
olacak. Şüphesiz Türk inşaat sektörünün önemli bir eseri olan bu proje hepimizi gururlandırdı.
Yapımına başlanan yeni dev projeler
ise; İstanbul 3. köprü inşaatı, İstanbul
Kanal Projesi ve İstanbul 3. Havaalanı
Projesi. Bunların yanı sıra nükleer enerji
santrallerinin yapımı için ülkeler arası
ön anlaşmalar imzalanarak inşaatlarına
başlamak için gerekli çalışmalar hayata
geçirilmektedir.
Bütün bu projelerin önümüzdeki yıllar
içinde inşa halinde olacağı göz önünde
bulundurulursa yapı inşaat sektörünün
ülkemizdeki toplam istihdamın en az
%6’sını üstlenmeye devam edeceği açıkça görülmektedir.
2014 yılında da dünyaya örnek olacak
projelere sektörümüzün imza atması
dileklerimle huzur ve başarı dolu bir
yıl diliyorum.
İNTES Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası Adına Sahibi:
Celal Koloğlu
Sorumlu Müdür:
H. Necati Ersoy
YÖNETİM YERİ
YAYIN KURULU
ASUDE ÖZTÜRK CAMADAN
BAŞAR GÜVENSOY
BURAK ÇELİK
BURÇİN KARGIN
CAN ADİLOĞLU
CEM ADİLOĞLU
CENK KANAT
ÇİĞDEM KURT
DORUK COŞKUNSU
EBRU ÇELİK CEYLAN
ELİF GÜRAY
projesi 2014 yılında inşaatına başlanacak duruma geldi.
ELİF YAVUZ YAMAN
EMRAH YAYKIRAN
EMRE GÜRAY
IŞIL GÜVENSOY
İDİL FIRAT
İREM ŞEREFOĞLU
KEMAL CEYLAN
KORAY KARADUMAN
LEYLA NASIROĞLU
MERT YILDIZHAN
MERİÇ AYDENİZ
MEHMET GÖCEN
MURAT GÜLEÇ
NAZLI HÜRMEYDAN
ÖZGÜR HAŞEMOĞLU
SELAHATTİN ÖNEN
SELİM AKIN
TUVANA AYDINER
TOLGA KOLOĞLU
UĞUR KOÇOĞLU
ÜLKÜ AYDENİZ KEKLİKOĞLU
4. Cadde 719. Sok. No: 3 Yıldız/Çankaya- Ankara
Tel: 0.312 441 43 50 • Faks: 0.312 441 36 53
www.intes.org.tr • [email protected]
Editör: Aslı Kutlucan Kaptan
Yapım: Gergedan Tanıtım • 0.312 442 75 10 • www.gergedantanitim.com
Sanat Yönetmeni: Levent Kaptan • Grafik Tasarım: Timuçin İpek
Baskı: Tiremat Matbaacılık • Kazım Karabekir Cad. Kültür Çarşısı No:7/7
Altındağ - ANKARA • Tel: 0312 472 39 46
İki ayda bir yerel süreli yayın olarak yayımlanır ve abonelerine ücretsiz olarak gönderilir.
PARA İLE SATILMAZ
Gazetede yayımlanan yazılar, yazarların kişisel görüşü olup hiçbir şekilde İNTES tüzel
kişiliğinin görüşü olarak mütalaa edilmez.
4 GEZİ
TRAKLARDAN GÜNÜMÜZE TEKİRDAĞ
MÖ 6’binlere kadar uzanan, bilinen tarihi boyunca Bisanthe, Rhadestus, Rodosto, Rodosçuk ve Tekfurdağı isimleriyle
anılan Tekirdağ’ın kurucusu, antik kavimlerden Traklardır. Daha sonra Pers, Roma ve Doğu Roma egemenliklerinde
kalan yöre, 1. Murat zamanında ilk kez Trakya’ya çıkan Süleyman Paşa ile Osmanlı egemenliğine girer. 1354’de böylece
başlayan yöredeki Türk egemenliği; 1357’deki altı yıllık Doğu Roma, 1912’deki bir yıllık Bulgar ve 1920’deki iki yıllık
Yunan işgallerle kesintiye uğrasa da Tekirdağ son tahlilde yaklaşık 700 yıllık bir Türk kentidir.
Timur ÖZKAN
[email protected]
Günübirlik Tekirdağ gezimiz esnasında,
kentin uzak tarihinin izlerini Arkeoloji
Müzesi’nde, yakın tarihinin izlerini kent
merkezinin cadde, sokak ve parklarında
sürerken Rakoczi ve Namık Kemal başta
olmak üzere bir çok önemli tarihi isimle
de karşılaşıyoruz.
Eski Vali Konağı’nda açılan Tekirdağ
Arkeoloji Müzesi; Taş Eserler, Arkeolojik Küçük Eserler ve Etnografya salonları olmak üzere üç ayrı bölümden ve
bahçedeki teraslarda yer alan açık teşhir alanlarından oluşmaktadır. Kendisi
de görmeye değer tarihi bir bina olan
Müze’nin en ilgi çeken eseri MÖ 4. yüzyılda yaşayan Trak Kralı Kersepleptes’in
canlandırması olup, kralın Hareket
Tepe Tümülülüsü’nde ortaya çıkarılan
altın tacı ve rahiplik asası da döneminin giysileriyle sergilenmektedir. Naip
Tümülüsü’nde çıkarılan defne dalı
şeklindeki Roma tacı ve MÖ 490’a tarihlenen desenli toprak vazo ile geçen
yüzyılın eşyalarıyla oluşturulan Tekirdağ
Odası da Müze’nin mutlaka görülmesi
gereken yerleri olarak not edilebilir.
Tekirdağ’ın bir diğer önemli müzesi
olan Rakoczi Evi, 1720 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na sığınarak hayatının sonuna kadar 15 yıl süreyle
burada yaşayan Macar Prens
II. Rakoczi’nin yaşadığı
tarihi bina olup
Macaris-
tan tarafından restore edilerek müze
haline getirilmiştir. Halk arasında Macar Evi olarak anılan bu binadan başka
İtalyan Evi olarak anılan bir diğer tarihi bina ise İtalyan Diplomat Matteo
Dussi’yi konuk etmiştir. Diplomat bir
aileden gelen Dussi’nin 19 yüzyılda
yaşadığı tarihi ahşap konak Namık
Kemal İl Halk Kütüphanesi olarak
düzenlenmiştir. 1840’da Tekirdağ’da
doğan hürriyet ve vatan şairi Namık
Kemal’in doğduğu evin aslına uygun
olarak yapılan ve Namık Kemal Müzesi olarak düzenlenen tıpkıyapımı da,
Macar ve İtalyan evleri gibi tipik bir
Osmanlı yapısıdır.
Bu evler gibi orijinal veya restore edilmiş daha pek çok geleneksel Tekirdağ
evinin bulunduğu kentte günümüze
ulaşan Osmanlı eserlerinin en eskisi
Rüstem Paşa Camisi ve Bedesteni’dir.
Sadrazam Damat Rüstem Paşa adına,
1533’de Mimar Sinan tarafından yapılan cami, yıkık haldeki medrese ve
hamamı ve ayrıca restore edilerek kullanılmaya devam eden tarihi bedesteniyle
tam bir külliyedir. Her ikisi de Zahire
Nazırı Ahmet Ağa tarafından yaptırılan
Eski Cami ve Orta Cami (Sinan Ağa
Camisi) ise birer 19. yüzyıl eseri olup
bugün de kullanılmaktadırlar.
Öte yandan anıt ve heykeller açısından
oldukça zengin kent olan Tekirdağ’ı
gezerken karşılaştığımız ve her biri
Tekirdağ’ın zengin geçmişinden bir
kesiti yansıtan anıt ve heykellerden
bazılarını şöyle sıralayabiliriz;
• Tekirdağ’ın hemşerisi Namık
Kemal’in heykeli
• Bir dönem Rakoczi’nin tercümanlığını da yapan ve Osmanlı’ya
ilk matbaayı getiren İbrahim
Müteferrika‘nın heykeli
• 9’u üst üste olmak üzere 13 kez başpehlivan olan Tekirdağlı Hüseyin
Pehlivan Heykeli
• Türklerin Avrupa’ya geçişlerinin
anısına, Sultan 1. Murat ve komutanı Süleyman Paşa adına yapılan
anıt
• 1890 yılında, Japonya dönüşü
batan ve 587 denizcimizin hayatını kaybettiği Ertuğrul gemisinin
Tekirdağlı kaptanı Yarbay Ali’nin
anıtı
• 1908 Hürriyet Abidesi ve 1920’de
Yunanlılarla çarpışırken şehit olanlar anısına yapılan anıtlar ile
• Atatürk’ün Harf Devrimi’ni tanıttığı yurt gezilerinin ilk durağı
olan Tekirdağ’da, ilk dersi verdiği
23 Ağustos 1928 tarihinin anısına
yapılan anıt.
• Bu listeye ayrıca Tekirdağ’ın tarihi yapılarından Hükümet Konağı
önündeki Atatürk Heykeli ile sahildeki Barış ve Özgürlük Parkı’nda
yer alan Namık Kemal ve Rakoczi
heykelleri de eklenebilir.
Tekirdağ gezimizi, halk arasında kısaca İskele olarak adlandırılan Balıkçı
Limanı’nda yorgunluk atarak tamamlı-
yoruz. Tekirdağ’daki ev sahibim Turhan
Demirbaş, buradaki çay bahçelerinden
başka denizin doldurulmasıyla oluşturulan kıyı bandındaki park ve yürüyüş
alanlarının da özellikle yaz akşamlarında
dolup taştığını söylüyor.
Tekirdağ’da, Tekirdağ deyince ilk akla
gelen ve ülke çapında haklı bir şöhrete
sahip olan Tekirdağ Köftesi ile peynir
tatlısını tadabileceğiniz iki adresten biri
Özcanlar Köfte, diğeri Meydan Çorba
Köfte’dir. Tekirdağ’ın kirazı ve burada
üretilen Tekirdağ Rakısı da ülke çapında bir şöhrete sahiptir ama Tekirdağ’ın
şaraplarının şöhreti uluslararası düzeydedir. Nitekim köftesi kirazı ve rakısıyla
olduğu kadar şaraplarıyla ve bağlarıyla
da tanınan Tekirdağ için, daha 17. yüzyılda “Cihan Bağı” nitelendirmesi yapan Evliya Çelebi haksız olmasa gerekir.
Tekirdağ’ın merkeze 81 km uzaklıktaki
ilçesi Şarköy, bağlarıyla olduğu kadar
Marmara Bölgesi’nde mavi bayraklı
plajlara sahip tek ilçe olarak ilgi görmektedir. Antik dönemde Perinthos
olarak anılan ve merkeze 38 km uzaklıktaki Marmaraereğlisi ilçesi ise daha
çok Tarih ve Arkeoloji meraklılarını
beklemektedir.
İstanbul’a 130 km uzaklıktaki
Tekirdağ’a, Esenler Otogarı’ndan kalkan otobüslerle iki saatte ulaşılabilir. İl
merkezine uzaklığı 37 km olan Çorlu
Havaalanı ise daha çok dış hat charter
uçuşları tarafından kullanılmaktadır.
SPOR
5
NEW YORK CITY MARATONU -I
Serap YAVUZ KILINÇ
Nur İnşaat San. A.Ş.
Yönetim Kurulu Üyesi
Yanımda bir İtalyan, üzerinde İtalyan
forması, altında paçası yırtık eşofmanı, New York'da Staten Island’i
Brooklyn’e bağlayan Verrezano Köprüsü üzerinde hem koşuyor, hem de
“Viva Italia” diye bağırıyor. Önümde
bir grup Brezilyalı kız, başlarında Rio
Karnavalı misali şapkalar, belli ki içlerinde de benzer bir şeyler var, ancak 26
milin sonunda çıkarılmayı bekliyor.
Şimdi ise kötü sweatshirt ve altlarında
yine paçası yırtık eşofmanlarla, çene
çalıp koşuyorlar. Önümde de uzaylı
gibi bir adam, belli ki buranın tam
turisti ve bu konunun da çömezi. 2
gün önceki Expo'dan alınma, özel bir
malzemeden yapılmış olması sebebiyle
hiç üşütmeyeceği iddia edilen astronot
kıyafeti misali son moda ürünü giymiş
oflaya poflaya koşuyor.
Hava 1 derece. 13m/h’lük rüzgar var
ama Verrazano üstünde artık kaçtır
kim bilir? Ama ben üşümüyorum. Hatta Expo’dan aldığım uyduruk mallarla
dolma gibi giyinmişken, artık yavaş yavaş diğerleriyle birlikte üzerimdekileri
köprü üzerine atmaya başlıyorum. E
adet bu! Hava soğuk olduğu için, üstüne yarış başladıktan bir süre sonrasına kadar seni koruyacak eski bir şeyler
giymek lazım. Daha sonra yollara atılan
bu kıyafetler hemen toplanıyor. Bizim
hemen ardımızdan özel araçlarla toplanan malların işe yarayanları, kimsesizlere verilmek üzere kuru temizlemeye
yollanıyor ve diğerleri de çöpe gidiyor.
Önce ayakkabımdan rahat çıkması için
paçalarını kesip şık bir yırtmaç yaptığım eşofmanım gidiyor yollardaki diğer
atılan eşyaların arasına. Daha sonra bi-
rer birer eldivenlerim ama onlar cebime
ki en sonda üşürsem elime takabileyim.
Onu da fermuarlı sweatshirtüm izledi.
İçimdense... ay yıldızlı formam çıktı.
Artık ne üşüyorum ne bir şey. Aklımdaki tek şey; Central Park’ın içindeki maratonun bitiş noktası olan 42. kilometre. Sık sık arkadaşlarımla, zaman zaman
da yalnız geçtiğim o noktaya kitlendim.
Bazen New York Road Runner’s’ın yarışlarında geçtiğim o nokta. Ve hatta
bir keresinde 1 numaralı Etopyalı bir
atletle omuz omuza geçtiğim o nokta,
tabii ki o bana 2 tur bindirmişken… 3
hafta öncesinde, son 10 km’ye kafamı
alıştırabilmek için grup olarak yaptığımız koşudaki o son nokta…
Ama buradaki ambians başka. Sanki
dini bir şey, herkes sessizce tek bir şey
için yakarıyor. Her milletten her dinden 40000 kişi tek bir noktaya kitlenmiş, etrafta şenlik havası, 100 konser ve
on binlerce seyirci hiç durmadan tezahürat yapıyor. Sanki herkes sadece bana
gelmiş. Ay yıldızlı formamın üstündeki
adımı okuyanlar, “Serap!” daha doğrusu “Sirap! Sirap!” diye, ya da daha da
güzeli “Turkey! Turkey!” diye bağırıyorlar. Bu nasıl motivasyon Allah’ım!
Sabah 4’ten beri ayaktayım. Gerçi
gece de heyecandan uyuyamadım ya!
Hazırlanıp Manhattan’da 66 ile Central Park kösesindeki otobüsüm ile
ki önemle vurgulamam gereken şu,
içinde tuvaleti olan otobüsümle yola
çıktım. Heyecandan ve yarış boyunca
içilen soğuk enerji içecekleri ve jellerin
etkisiyle, tuvalet bu yarış da önemli
bir yer oluşturuyor. Benim başlangıç
saatim 10.40 ama sabah 07.00’den
sonra NYC Maratonu'nun başlangıç
noktası olan, Staten Island'a geçişi
sağlayan köprü kapatılacak. O sebeple erkenden Staten Island'a geçmemiz
lazım. Bu bölge NYC Maratonu’nun
geçmesi gereken toplam beş bölgeden
ilki. Staten Island'da otobüsün bizi
bıraktığı yerden sonra 1,5, 2 km yürüdük. Hava buz, elimizde Expo'dan
aldığımız, güvenlik sebebiyle, kullanmamıza izin verilen tek çanta olan şeffaf amblemli ve üstünde adımız yazılı
torbalar, üstümüz dolma gibi kat kat,
çok garip bir güruh yollarda yürüyor.
Çoğu neşeli ama biraz da stresli…
Yarışın başlayacağı noktadaki toplanma
alanı şenlik yeri gibi. Çimler ve toprak
gece yağan yağmurdan dolayı, buz gibi
ve ıslak. Her yer çamur içinde. Neyse
ki, koşu ayakkabılarım çamur olmasın
diye üzerilerine naylon geçirmiştim.
Altımıza sağdan soldan naylon vs.
bulup üstüne oturduk. Vakit geçmek
bilmiyor. Gruplar halinde çağrıldıkça
köprünün üzerine toplanılıyor. Ben
de sıram yaklaşıncaya kadar yemem
ve içmem gerekenleri yavaş yavaş tüketiyorum. Geceden hazırladığım Ga-
torade Endurance'in 16 oz'unu 1 saat
öncesinde tükettim. 1 adet muzu son
45 dakikada yedim. Son yarım saatte
de içeceğim 8 oz Gatorade, tuz ile karıştırdığım 8 oz su ile gerekli diğer tüm
elektroniklerimi, enerji jellerimi ve onları taşıyacak bant şeklinde bel çantamı
bir kenara ayırıp, UPS kamyonlarına
doğru yürüdüm. Maratonun sonunda
teslim alacağımız malları şeffaf torbaların içinde gönüllülere teslim edip,
yavaş yavaş başlangıç noktasına doğru
ilerledim. Eller ayaklar donmuş, gözler
heyecandan çakmak çakmak, kalp ise
küt küt on binlerle bekledim.
New York Belediye Başkanı Bloomberg’
in atışıyla birlikte fırladık diyeceğim
ama o kadar kalabalıktık ki ancak omuz
atıp kalabalığı yardım ve işte o an, son
6 ayımı adadığım, herkesin bu yaşta yapamazsın dediğini gerçekleştirmek için
ilk adımımı attım. Yarışa hazırlanma
sürecinde, Türkiye’de ufak bir sakatlanmam olmuştu. Hacettepe'de sanırım o
dönemde Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı olan ve
aynı zamanda spor hekimi olan Prof.
Dr. Zafer Hasçelik “Bu yaşta ne işin var
maratonla, bu maratonu bitiremezsin”
diye kızarak odasından kovmuştu neredeyse. Ancak New York'taki enteresan,
biraz uçuk kaçık 68 yaşındaki spor hekimim Dr. Daniel Hamner, “Saçma!
Doğru çalışmayla her şey mümkün…
Her adımda yanında olacağım” deyip,
hatta benimle beraber katıldı maratona. Fark budur işte! İnanmak!
Ya da Atatürk’ün deyişiyle “Hayal
ettim, hayalimin önündeki manileri
tespit ettim. Manileri kaldırdığımda,
hayalim kendiliğinden gerçekleşti!”
Ulaşım Sayfası: Facebook Page "Marathon-Triathlon 101 by SYK
6 RÖPORTAJ
“İNTES, SÜREKLİLİĞİ OLAN BİR SİVİL TOPLUM
KURULUŞU.”
INTES 21-22-23-24. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı
M.Şükrü Koçoğlu hayatını doğrular ve başarılar üzerine
kurmuş bir yönetici. INTES’te yaptığı önemli çalışmalar
ile herkesin takdirini kazanan Koçoğlu, aynı zamanda
bir marka haline getirdiği Koçoğlu Grubu ile de sektörce tanınan bir isim. INTES’in bir kurum olarak önemli
özellikleri hakkındaki düşüncesini ise şöyle dile getiriyor;
“...Rüzgârlara göre çok fazla eğilen bir sivil toplum kuruluşu değil. Hiçbir zaman politize edilmedi. Özellikle
başkanlık görevim süresince buna önem verdik. Bildiğimiz
yoldan devam ettik, yani her gelene eğilmedik. M. Şükrü
Koçoğlu ile INTES’in dünü, bugününü ve geleceğe yönelik
projelerini konuştuk.
Başkanım, özellikle grubumuzun kuruluşuna öncülük ettiğiniz ve on yıl
süresince desteğinizi bizden daima
esirgemediğiniz için teşekkür ediyoruz. Bize çok sıcak davrandınız,
İNTES’in tüm etkinliklerine bizleri
davet ettiniz. Uzun bir süreden sonra, İNTES’teki başkanlık görevini
bırakmaya karar verdiniz. İNTES
çalışmalarınızla bugün Türkiye’de
etkin bir sivil toplum kurulu haline geldi. Çok başarılı bir görev ifa
ettiğinizi düşünüyoruz.
Güzel sözleriniz için teşekkür ediyorum. Ben de genç yöneticiler grubunun çok başarılı ve örnek bir sivil
toplum kuruluşu olduğunu düşünüyorum. Örneğin başkanlık sisteminiz.
Ne kadar demokratik, her sene bir
üyeniz başkanlık görevini üstlenip,
bırakıyor. Biz büyükler, bu kadar demokratik olamadık. Mesela ben, 12
sene başkanlık görevini sürdürdüm.
Dolayısıyla, sizin bu demokrasi örneklemenizin takdire şayan bir hadise
olduğunu düşünüyorum. Bir de çok
iyi aktiviteler de yaptınız. Ülke raporları, hedef pazar gezileri, camiamızı
bir araya getirdiğiniz şantiyeye dönüyoruz etkinliği, duayen görüşmeleri
çok önemli. 10 yıldır Genç Yönetici
Gazetesi adlı bir yayın organı çıkarıyorsunuz. Süreli bir yayın çıkartmanın
öyle görüldüğü gibi kolay olmadığını
ben biliyorum.
Grubunuz, birlik beraberliğin güzel
bir örneğini oluşturuyor. Pek çok sivil
toplum kuruluşunda göremediğimiz
bir özellik bu. İğneyi kendimize de
batırmak gerekli. Türkiye’de sektörümüz genelde bencildir. Yani hep ben,
hep bana… Ama sizler en azından bu
arkadaşlığınızdan dolayı “ben” değil,
“biz” diyebiliyorsunuz. Bu, gelecek
için çok önemli bir konu.
Övgüleriniz için çok teşekkür ederiz.
On iki yıl bir kurumun başkanlığı
için uzun bir süre. İNTES nasıl bugün Türkiye’nin önde gelen bir sivil
toplum kuruluşu haline geldi? Başlangıçta görevi aldığınız İNTES ile
bugününü anlatabilir misiniz?
Başkanlık
görevine
geldiğimde
İNTES’de on yıldır yönetim kurulu
üyesiydim. 18.11.1992 tarihinde yapılan 18. Olağan Genel Kurul’da Yönetim Kurulu Üyeliği’ne seçilmiştim.
Yönetimde olduğum süre boyunca
İNTES’te hep sektörümüz ve ülkemizin çıkarlarını gözeten işler yapmak
için uğraştık. Hatta 2002 yılı öncesinde başkanımız İbrahim Şencan ağabeyimizdi. Yönetim kurulu üyesiyken
başkanımız ile kimi zaman fikir uyuşmazlıklarımın olduğunu da hatırlıyorum. Tesadüf, işte başkan olduk, böylece yapmak istediklerimizi yapmak
için daha çok imkanımız oldu.
İNTES, sürekliliği olan bir sivil toplum
kuruluşu. Yani, rüzgârlara göre çok
fazla eğilen bir sivil toplum kuruluşu
değil. Hiçbir zaman politize edilmedi.
Özellikle başkanlık görevim süresince
buna önem verdik. Bildiğimiz yoldan
devam ettik, yani her gelene eğilmedik.
Çalışma zamanımın önemli bir bölümünü İNTES’e ayırdım. Bazen kendi
çalışmalarımın önüne geçti. Hep daha
fazlasını yapmaya özen gösterdim. Örneğin İNTES olarak mesleki yeterlikler konusuna çok fazla önem verdik.
Geleneksel toplantılarımızı daha rutin
hale getirdik. Yeni bir toplantı serisi
olan Çözüm Arama Konferanslarını
başlattık. Gerçekleştirdiğimiz işler ile
gerek hükümet nezdinde, gerekse bürokrasi, yargı, özel sektör kuruluşları
nezdinde İNTES son derece bilinen
bir sivil toplum kuruluşu oldu. Yani
nasıl aldım, nasıl bıraktım; böyle bir
mukayese yapmıyorum ama bu an-
M. Şükrü KOÇOĞLU
lattıklarım içerisinden belli bir grafik
ortaya çıkıyor.
Şimdi başkanlık görevini devrettikten
sonra da daha iyi olacağını biliyorum.
İNTES tarafından yürütülen faaliyetlerin yeni yönetim ile daha da gelişeceğine hiç şüphem yok. Zamanla suyu
tersine akıtamazsınız. İNTES bir ivme
aldıysa, o ivmeyle daha yeni alanlara
yelken açacaktır diye düşünüyorum.
Afyon’a babamın yanına gittim. Rahmetli babam bana “Ya oğlum, sen mühendis ol” dedi. O zaman şimdi adı
Gazi Üniversitesi olan Özel Yükseliş’e
geçerek Hukuk Fakültesi’ndeki kaydımı İnşaat Mühendislik Fakültesi’ne aldırdım. Yani benim mühendis olmam
tamamen tesadüf.
İnşaat aile mesleği değil. Koçoğlu
Holding, sizin kurduğunuz temeller
üzerinde marka oldu. İnşaat mühendisliği mesleğini seçmeniz ve sektöre
giriş öykünüzü aktarabilir misiniz?
Üniversite eğitimimi 1973 yılında tamamladım. Aynı yılın sonunda Türkiye Elektrik Kurumu (TEK)’na girdim.
Etibank’tan ayrılmış, yeni kurulan bir
teşkilattı. Çalışırken şimdi Gazi Üniversitesi olan Ankara İktisadi Ticari
İlimler Akademisi’nde İşletme yüksek
lisansı yaptım.
Afyon Lisesi edebiyat bölümünden
mezun oldum. Yani fen bölümü bile
okumadım. Edebiyatı seçtim çünkü
hukuk fakültesine gitmek istiyordum.
Ailemde çok hukukçu vardı. Liseden mezun oldum. Ankara Hukuk
Fakültesi’ni kazanarak, kaydımı yaptırdım. Artık lise sıralarındaki hedefime ulaşmıştım.
TEK’de çalışırken iki yıla yakın
Seydişehir’de kontrol amiri olarak
görev yaptım. Bu görevimden sonra
merkezde baş mühendis, müdür muavini oldum. Henüz 26 yaşında iken
1979’da Toprak İskân İşleri’ne Genel
Müdür Yardımcısı oldum. 26 yaşında
kısa bir süre içerisinde kariyerimde
hızlı bir çıkış yapmıştım.
İki hafta derslere girdim, okulun ilk
günlerinde o zamanlar günde bir iki
saat ders yapılıyordu. O dönemde
fakültede olaylar da oluyordu. Sonra
Genç yaşımda da bildiğim doğrulardan hiç ayrılmadım. Henüz 27 yaşında iken Genel Müdür ile kavga edecek
cesareti buldum kendimde, sonrasında da istifa ettim. Kavga ettim çünkü
RÖPORTAJ
kendisi benim iş hayatımda kabul ettiğim ilkelere aykırı kararlar vermişti,
ben de tepkimi biraz fazla gösterdim.
Gençliğin verdiği heyecanla; “Ben seninle çalışmam” dedim.
Sonra özel sektörde iş kollamaya
başladım. Bir arkadaşımın Selanik
Caddesi’nde ofisi vardı, orada bana
bir oda verdiler, firmanın kesin hesap
işlerini yaptım. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Halkla İlişkiler Binası’nı yapan
Emek İnşaat’ın taşeronluk işini üstlendim. Böylece kendi işime adım atmış
oldum. İşin müteahhiti, şantiye şefi,
muhasebecisi bendim. İşin hamalı, şoförü de bendim. Çimentoları o zaman
pikaba kendim sırtlayıp taşıyordum.
Sonra Türkiye Elektrik Kurumu ile bu
sefer yollarım yüklenici müteahhiti olarak kesişti. Kuruma çok iş yaptım. O
günden bugüne müteahhitliğe devam
ettik, halen de devam ediyoruz. Ancak
giderek müteahhitlik zorlaşıyor.
Söylemlerinizde müteahhitliğin hep
zor bir meslek olduğunu belirtiyorsunuz. Bir daha dünyaya gelseniz yine
müteahhitliği mi seçerdiniz?
Evet, dediğim gibi gelecekte müteahhitlik mesleğinin daha zor olacağını
düşünüyorum. Çünkü sektörde aşırı
bir rekabet var. O nedenle olmazdım
diye düşünüyorum. Bir daha dünyaya gelirsem, ne olurdum? O zamanki
konjonktüre bakmam lazım.
Peki çocuklarınıza mühendis olması
konusunda telkininiz oldu mu?
Tabii oldu, ikisinin de mühendis olmasını istiyordum. Büyük oğlum Uğur
oldu. Sonra aynı telkinleri Nadir’e de
verdim. Ama o istemedi. Bari ekonomist ol dedim, onu da olamadı. “En
sonunda üniversite bitir de ne olursan
ol” dedim.
Hem kamuda hem de özel sektörde
üst makamda bulunmuş birisi olarak
“Keşke memurken şunu yapmasaydım” dediğiniz oluyor muydu?
Seydişehir’de Kontrol Amiri iken müteahhitlerle çok tartışıyorduk. Ben çok
titiz bir kontrolördüm. En ince detaylarına kadar işleri inceler, hatalar bulurdum. Empati yapınca, bazen haksızlık
yaptığımı anlıyorum. Aslında işlerimde
de hala böyleyim. Mükemmelliyetçiyim. Biraz ayrıntıya giriyorum.
Her dönemin kendine göre zorlukları
var. Bugün ile geçmişi kıyaslayabilir
misiniz?
Gençlik yıllarımda çok daha keyifliydi.
İş ufak olunca problem de azdı. Şantiyenin başında olduğum zaman evimde
yemeğimi çok rahat yiyordum. Sonra
çok çalışıyorduk. Ama ne olursa olsun
sabah saat 06:00’da kalkar, yine işimin başına gidiyordum. Tabii, bunları
anlatırken yaşın da önemli olduğunu
söylemeliyim. 30 sene evvelden bahsediyoruz, yani 30 sene daha gençtim.
Yine de yoğun bir tempo ile çalışırken
çok mutluydum. Başımı yastığa koyduğumda rahat yatıyordum.
Geçmişte teknoloji bugünkü gibi
değildi elbette. İş üstlenmek daha
zordu. İşleri gerçekleştirmek için zor
şartları aşmak gerekiyordu. İmkanlar
kısıtlı idi. O günleri biraz bize aktarabilir misiniz?
Biz dört işlem hesap makinesi ile tanıştığımız zaman bile önemli bir teknoloji ürününü elimize almış olduk .
Talebeyken 7-8 basamaklı rakamları
elle çarpardık. Yani dediğiniz gibi teknoloji azdı. İşler daha uzun sürerdi.
Şimdi son teknolojileri kullanabiliyoruz. Bu konuda Türk müteahhitlik
sektörü çok ileri bir seviyeye geldi.
Müteahhitlik kariyerinize çok anlar
sığdırdınız. Her hatırladığınızda size
tebessüm ettiren anılarınızdan bize
anlatabilir misiniz?
Evet çok fazla var. Mesela ilk taşeronluk işim olan Emek İnşaat’ın Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin halkla ilişkiler binası işinde sıva işleri yapmıştık.
Proje müellifinin ortağı Orhan Berk
de sürekli şantiyedeydi. Bize sürekli
ölçüm yaptırıyordu. Odaların tavan
sıvaları bitmişti. Net yükseklik ölçüsü
2,47 idi. Hiç unutmuyorum, elimizde T şeklinde 2,47 m. Uzunluğunda
5/10 ahşaplar ile adım adım ölçüm yapıyorduk. Mesela tavanın ölçüsü 2,48
mi olmuş, Orhan Berk hemen düzeltin diyordu. Nasıl kızıyordum, size anlatamam. Van’lı bir ekip ile çalışıyorduk. Ekibin başında Nadir Usta vardı.
Nadir Usta iş uzadıkça iyice sinirleniyordu. Orhan Bey düzeltilmesini istedikçe yaptık. Aslında tavan sıvası yapmanın da manası yoktu. Çünkü çok
kaliteli çıpalı beton yapılmıştı.(Meğer
bunların hepsi boşuna yapılmış, zira
asma tavan yapıldı sonra)
7
Sıva iyi olsun diye çentiğin de tarifini
vermiş, 2,5 santim kuturunda. 2 santim derinliğinden aşağı olmayacak.
Ekip sıva tutsun diye murçlarla kazıyor,
çentik açıyorum. Hiç unutmuyorum,
en üst kattayız. Orhan Bey yine titizliği ile ekibe çentiklerin iyi olmadığını
düzeltmesini söyledi. Nadir Usta olay
çıkardı. Orhan Beyi üst kattan aşağı
atmak istedi. Aslında kavga gürültü de
her şantiyede olabilecek bir şey. Sonuçta şantiyelerin stresi de çok fazla.
Bir de Yatağan ile Milas arasındaki yolda Anadol pikapla şantiyeye gidiyorduk. Arabanın üç lastiği birden patladı. Zaten para yok, hepsi kabak lastik,
bir tane stepne. Tam Milas ile Yatağan
arasında Tuzluca Köyü’ndeyim. Bağırıyorum, kimse yardım etmiyor. Uğur da
yanımdaydı. Sürekli “Baba, baba” diye
arka cebimden çekiştiriyordu. O anın
verdiği stresle oğlum Uğur’a vurdum.
Oğluma tek el kaldırışım da o andır.
Araba demişken bir anımı daha paylaşmak istiyorum. Türkiye Elektrik Kurumu’ndayken Doğu Bölgesi
Kontrol Amirliği yapıyordum. Ağrı’ya
geldik. Ağrı’dan Doğu Beyazıt’a gideceğiz. Ulaşım ancak taksi ile sağlanabiliyordu. Taksi aramaya başladık. Ben o
zamanlar sakal bırakmıştım. Çocuğun
birisi yaklaştı “Ağabey, sakın gitmeyin
sizi vuracaklar” dedi. Ne vurması? Alakası yok tabii, biz yola çıktık, sorun
da olmadı. Ama o yol, en çok soygun
olaylarının gerçekleştiği yolmuş. Biz
4 kişi bir taksiye bindik, şoförle 5 kişi
sıkış tepiş gidiyoruz. Haliyle taksinin
bütün lastikleri patladı.(Yol o zaman
stabilize idi)
Yapacak bir şey yok, hava malum çok
soğuk ve ayaz kesiyor ve gece, bütün
soygunun olduğu yer, güvenliğimiz
tehlikede. İş hepimize düşüyordu. O
zaman lastik yamamak için işkence
denilen bir şey vardı, şamyel yani iç
lastikli tekerler. O işkence bile yok,
şoför de lastik parçaları vardı. Şoför
tekerlekleri söktü. Arabada o kestiği
lastiği solüsyon ile yapışsın diye sırasıyla ayağımızla basıyorduk. Zira çok
soğuk olduğu için zor dayanıyorduk.
Bu şekilde gece yarısı 24.00’da Doğu
Beyazıt’a gittik. Düşünün, saat belki
akşam yola çıktığımızda 18.00 idi.
Siz, hem vizyoner hem de girişimci
patronlardan birisiniz. İnşaat sektörü
dışında havacılık gibi farklı kulvarda
bir işe girdiniz. Buradaki pazardan
memnun musunuz? Sektöre girişinizi
anlatabilir misiniz?
Biliyorsunuz inşaat sektörü çok rekabetçi olması nedeni ile kar marjları da
çok düşük. Bu nedenle sektör mensuplarının çoğunun değişik bir sektöre
girme düşüncesi vardır. Biz de Koçoğlu
Grubu olarak havacılık sektörüne girmeye karar verdik. İlk olarak Çin’den
tek bacaklı direkt Türkiye'ye büyük
jumbo jetle kargoculuk yaparak havacılık sektörü ile tanıştık. İstanbul’da
ekipler kuruldu, lisans alındı. Ama
bazı sebeplerden dolayı zararla bu işi
sonlandırdık. Sonra taahhüt olduğu
için Sağlık Bakanlığı’nın ambulans işine girdik. Şimdi havacılık sektöründeki işlerimizi büyüterek devam etmeye
çalışıyoruz.
Yeni sektörlere girmemiz için genç yöneticilere tavsiyeleriniz neler olabilir?
Rekabetsiz sektör yok. Eğer rekabet olmayan bir alan bulursanız, hemen oraya girin. Yani aşırı rekabetten kaçmak
gerekli. Biz de Koçoğlu Grup olarak
yeni yatırımlarımızda etik olduktan
sonra rekabet olmayan her yere gireriz.
8 RÖPORTAJ
Yapmak istediğiniz ama bir türlü yapamadığınız bir şey var mı?
Çok kitap okumak istiyorum, ama istediğim kadar okuyamıyorum. Buna
ne zamanım, ne gözüm, ne sabrım,
ne de kabiliyetim izin vermiyor. Çok
hızlı kitap okumak isterdim. Mesela,
George Kennedy 10-15 dakikada bütün gazeteleri okurmuş. Bu, çok güzel
bir kabiliyet.
Ben kitabı okurken başka şey düşünüyorum. Beynim sürekli farklı farklı işlerin düşüncesi altında. Böyle olunca da
dönüyorum, bir daha okumaya başlıyorum. Bu da tabii vakit kaybettiriyor.
Arzın talepten fazla olduğunu düşünerek, emlak fiyatlarının düşeceğiyle ilgili bir açıklama yapmıştınız.
Bu konudaki düşüncelerinizi Genç
evde 150 meslek kolunu ilgilendiren
23.000 parça var. Yani konutun hızı
düşerse, tüm bu sektörler de yavaşlar.
İstihdam azalır. Neticede ülkedeki yatırımlar da sanayi de, de yavaşlar.
Kentsel Dönüşüm ile konut sektörü
bir hayli hareketlenecek. Bu konudaki düşünceleriniz sıklıkla dile getiriyorsunuz. Bu hareket Türkiye için bir
fırsat mıdır? Bu süreçte nelere dikkat
edilmelidir?
Kentsel dönüşümde amaç, sağlam, nitelikli yapılara kavuşmaktır. Ancak kent
estetiği de en az nitelik kadar önem taşıyor. Şehircilikte “estetik ve kimlik” olmazsa olmaz koşul olmalı! Kentleri dönüştürürken ‘tek tip’, estetikten yoksun
yapılar yerine şehrin tarihi ve kültürel
dokusuna uygun yapıların inşasının da
hayati bir konu olduğuna inanıyorum.
Vakfı (AEV) başkanlığı görevinizle
geleceğin parlak gençlerine ışık tutmak, onlara destek vermek için çaba
harcıyorsunuz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Evet, Afyon’un akademik bağlamda en
iyi okulunu kurduk. Kurulduğundan
beri Afyon’da birinci sırada. Öğrenciler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve dershanelerin tüm sınavlarında hep birinci
oluyor. Tüm TED’ler arasında da ikinci sırada. Tüm Türkiye'de okullar arasında da 67’inci sırada. İnanılmaz bir
başarı. Düşünün, sadece İstanbul'da
binlerce okul, kolej var. Özel okul, ama
kâr gayemiz yok, sadece başarılı öğrenciler bu okulda okusun istiyoruz. Tabii
ki müteşebbis kâr etmek zorunda, ama
biz orayı müteşebbis olarak görmüyoruz. Tek amacımız gelir kaynakları ile
vakfımızın ayakta kalması. Vakıf ile iyi
İNTES mutlaka önemli bir zamanınızı alıyordu. Şimdi size kalan zamanları nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsunuz?
Ben hala zamanı tutamıyorum. Evet,
İNTES dolayısıyla yürüttüğüm çalışmalarımdan zaman kalacak. Ama
bana yine yetmeyecek. Çünkü hep
yeni çalışmalar peşindeyim.
Aile ve iş dengesini sağlamak güç
oluyor mu?
Evet maalesef. Sizler de babalarınızdan bilirsiniz, koşuşturmacanın içerisinde hayatı biraz ıskaladık. Mesela
torunum Aslı’yı çok göremiyorum. İş
engelliyor. Bu da herhalde çoğu kişide
vardır. İşlerden dolayı ailemizi, dostlarımızı bazen öteleyebiliyoruz.
Bizim firmalar olarak tek başına birey
olarak dile getiremediğimiz bir çok
sorunumuzu devlet nezdinde ya da
kamuoyu nezdinde İNTES dile getirebiliyor. Haklarımızı savunuyor.
Başkanlığınız süresince firmalarımızda karşılaştığımız tüm sorunları
ilettik. Çok yakından ilgilendiniz. Bu
bağlamda size ve yönetime teşekkür
ederiz. İNTES’ten beklentilerinizi
öğrenebilir miyiz?
İNTES artık bilinir ve saygı duyulan
bir sivil toplum kuruluşu oldu. Başkanlık görevine geldiğimde de en önemli
amaçlarımdan birisi buydu. “Yapılan
işler ile takdir almak ve devlet nezdinde
ve sektör camiası başta olmak üzere kamuoyunda tanınmak.”
Yönetici okurlarımız için de aktarabilir misiniz?
Biz bu konuda gereken uyarıları yaptık,
yapmaya da devam edeceğiz.
Evet, bunu farklı platformlarda dile getirdim. Bu konuda çok fazla da eleştiri
aldım. Faizlerdeki düşüşle birlikte bir
çok kişi konuta yöneldi. Bunun sonucunda başlangıçta konuta talep arttı. Ev
alanların çoğunun evi, ilk evi değildi.
İnsanlar ihtiyaçtan değil, yatırım amacıyla konuta yöneldi ve son dönemde
de yatırım aracı olarak kullanılmakta.
Geçmişten günümüze gelen, yüzyıllara meydan okumuş nice sağlam ve
estetik yapıya sahibiz. Sadece Mimar
Sinan’ın güzel eserlerine bakmak bile
bizim millet olarak zenginliğimizi
ortaya koyuyor. Yüzlerce, binlerce yıl
ayakta kalacak hem sağlam hem de
estetik yapılar yapmalıyız. Atalarımız
yapmış, biz de yapmalıyız! Kentsel
dönüşümü güvenilir ve özgün kentler
oluşturabilmek bir fırsata dönüştürmeliyiz! Lütfen şehirlerimizi ‘tek tip’e
mahkum etmeyelim!
Talep çok olunca, konut üreticileri
çok yüksek satış fiyatları belirlediler.
Bakınınız, Ankara’da bir biri ardına
konut yapılıyor. Çok da yüksek fiyatlardan satışa çıkıyor. Ama konut
konusu kırılma noktasına geldi. Mortgage krizinden sonra Amerika’da evler
bir müddet kiraya verilemedi. Ülkemizde de konut sektörüne müteahhitlerimizin bir kısmı fizibilite yaparak
girmiyor. Bir arsa alalım da, konut yapalım mantığı ile sektöre giriliyor. Bu,
çok yanlış bir anlayış. Ben yaklaşık 7-8
yıl önce de “Konut balonu artık patlayacak” dedim. Hala da böyle düşünüyorum. Ama umuyorum yanılırım.
İngiltere’de yapılan bir araştırmanın
sonuçlarına göre, ortalama yeni bir
Ben İNTES başkanlığı dönemimde
her şehirde belediyeler ve sivil toplum
kuruluşlarının oluşturduğu ‘dış cephe
komisyonları’ kurulmalı demiştim.
Bu komisyonun onayından geçmeyen
hiçbir yapıya izin verilmemeli! Şehirleri güzel ya da çirkin yapan yapıların
dış cepheleridir. Binalar inşa edilirken,
şehrin tarihi ve kültürel dokusuna uygun estetik dış cepheler şehri güzelleştirmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bir Afyonlu olarak şehrinize de
önemli katkılarınız var. Afyon Eğitim
bir sistem kurduk, iyi gidiyor. Yaklaşık
150 kişiye burs veriyoruz.
Bizlerde sizin gibi sektörde marka olmuş bir yönetici olmayı hedefliyoruz.
Bu konuda Genç Yöneticilere vermek
istediğiniz bir tavsiye var mı?
Evet sizlere söylemek istediklerim var
ama bu söyleyeceklerim başarılı olmak
için değil, önce insanlık vasfıyla ilgili
olur. Kişiliğinizden hiçbir zaman taviz
vermeyin. Aksi davrananları daima
eleştirdim.
İş hayatınızda da aşırı rekabet olan ortamlardan uzak durun. Çünkü rekabet
ucuz fiyat dolayısıyla kar marjlarının
azalması demek. Bugün aşırı rekabet
de şirketlerin iflasına neden oluyor.
Bizdeki aşırı rekabet Avrupa'da, Amerika'daki firmalar arasında görülmüyor. Çünkü bu ülkelerde belli bir doygunluk var. Türkiye ise hızlı kalkınma
yolunda olan bir ülke. Hızlı koşma
durumundayız. Ama belli bir noktaya
ulaştığımızda belki o zaman gelişmiş
ülkeler gibi herkes belli bir kârını koyacak ve hiç kimse zarar etmeyecek.
Bu nedenle aşırı rekabeti engellemeye
çalışın. Birlik beraberliğe önem verin.
Bakanlar Kurulunda Sayın Başbakanımız tarafından sektörde çalışan işçilerin ulusal yeterlilik kriterlerine göre
belgelendirilmeleri konusunun İNTES
tarafından gerçekleştirilmesi konusunda ismimiz zikredilmiş. Bu konunun
İNTES’in kurduğu İNTES MYM tarafından yürütülmesi belirtilmiş. Bu bizim
için gurur verici.
İNTES’i onurlu, sağlam güvenilir bir
kurum olarak devir aldık, aynı temel
üzerine büyütmeye gayret ettik. Tüm
çabamız geleceğe umutla bakan bir ülke
yaratmaktı. Bunu önemli ölçüde başarmış olmayı umuyorum.
İNTES’in ülkenin temel sorunlarına çözüm üretme konusundaki kararlılığını
aynı duyarlılıkla sürdüreceğine ve Türkiye ekonomisine büyük bir güç katacağına inanıyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle daha güçlü
bir Türkiye ve İNTES düşlüyorum. Bu
düşümü yeni dönemde gelecek Yönetim
Kurulumuzun başaracağına inanıyorum. İNTES’e hizmet yarışında benden
sonra bayrağı devralan Sayın Yönetim
Kurulu Başkanı Celal Koloğlu ve Yönetim Kurulu Üyelerini de kutlarım.
Bizleri kabul ettiğiniz için teşekkür
ederiz.
Ben de sizlerle sohbet etmekten büyük
bir keyif aldım. Teşekkür ederim.
İGY ÜYELERİ
9
“…YÖNETİCİLER ORTAKLARIYLA,
ÇALIŞANLARIYLA BİRLİKTE BAŞARILI İŞLERE
İMZA ATARLAR.”
Nazlı Hürmeydan, 1981 yılında kurulmuş olan Sistem
Elektromekanik A.Ş’nin daha yolun başındaki genç ve idealist yöneticisi. Bilgisayar Mühendisi olan Hürmeydan, aile
firmaları olan Sistem Elektromekanik A.Ş’de muhasebe bölümünde görev alıyor. Daha 4 ay önce işe başlamasına rağmen
aileden gelen iş ahlakı ve disiplinine sahip olan Hürmeydan,
ilkelerini ise şöyle özetliyor; “…önümde babam ve amcam
gibi iki güzel örnek var. Ben de ilk olarak onlar gibi dürüst,
adil sevgi dolu ve yapıcı tavırlarla bu yolda yürüyeceğim.
Sistemli ve programlı bir çalışma planının da beni istediğim
yerlere getireceğini düşünüyorum.” Nazlı Hürmeydan ile
ileriye yönelik hedeflerini ve iş hayatını konuştuk.
projelerin tamamını, muhasebe, finans
ve kamu mevzuatı konularında bilgi,
beceri ve deneyimimi artırarak takip
edebilmekteyim.
Çalışma yaşamınızın henüz başlarındasınız. Yaşamınızda kendinize
prensip edinmeye karar verdiğiniz
ilkeleriniz nelerdir?
Nazlı HÜRMEYDAN
Sistem Elektromekanik A.Ş.
Almış olduğunuz eğitimlerinizi aktarabilir misiniz?
Liseyi Büyük Kolej’de tamamladıktan
sonra, Çankaya Üniversitesi Bilgisayar
Mühendisliği’ni bitirdim. 2012 yılından beri de Çankaya Üniversitesi’nde
hem Bilgisayar Mühendisliği hem de
İşletme üzerine iki yüksek lisans yapmaktayım.
Firmanızın kuruluş öyküsünü aktarabilir misiniz?
Babam Merdan Hürmeydan ve amcam
Eyüp Hürmeydan çeşitli firmalarda çalıştıktan sonra kendi firmalarını kurmaya karar vermişler ve 1981 yılında
Sistem A.Ş firmasını kurmuşlar.
Firmanızdaki görevinize nasıl başladınız?
Master eğitimine başladıktan sonra
sadece eğitim hayatının beni mutlu
etmediğine ve ailemle birlikte olacak
iş hayatımı daha fazla ertelemenin anlamsız olacağına karar vererek, 4 ay önce
muhasebe bölümünde işe başladım.
Ailenizin sizi yetiştirirken vermiş ol-
duğu en önemli öğütler ne idi?
Her aile gibi benim ailem de beni çalışmanın ve azmin başarı yolundaki
önemini, her zaman onurlu ve gururlu
bir şekilde başarıya yönelmem gerektiğini vurgulayarak yetiştirdiler. Fakat iş
yaşamında dikkate aldığım en önemli
öğüt karşıma çıkan fırsatları sadece kendi mantığım doğrultusunda değil, hem
aile hem şirket olarak genel bir analiz
sonucu değerlendirmektir.
İlk üstlendiğiniz proje ve sizin için en
önemli projeleri aktarabilir misiniz?
Şirketimiz ülkemizin kalkınmasında
önemli bir yer tutan, alt yapı yatırımlarının gerçekleştirilmesinde faaliyetlerini sürdürmektedir. İşe başladığımda
karayolu, baraj ve sulama konularında
çok önemli projelerin gerçekleştirilmekte olduğunu gördüm. Bu projeler,
şirketin taşınır ve taşınmaz mallarının
yönetimi ve saha çalışmaları ile ülkemiz ekonomisine kazandırılmaktadır.
Bu yapı içerisinde, şirketin taşınır ve
taşınmaz mallarının takip edildiği muhasebe biriminde işe başladım. Bu sayede şirketimizin uhdesinde bulunan
Sizin de söylediğiniz gibi çalışma yaşamımın henüz başlarındayım ama
önümde babam ve amcam gibi iki güzel örnek var. Ben de ilk olarak onlar
gibi dürüst, adil sevgi dolu ve yapıcı
tavırlarla bu yolda yürüyeceğim. Sistemli ve programlı bir çalışma planının
da beni istediğim yerlere getireceğini
düşünüyorum.
Genç bir yönetici olarak hangi vasıfların sizi iyi bir yönetici yapacağını
düşünüyorsunuz?
Ben yönetici olmanın bireysel bir pozisyon olduğunu düşünmüyorum. Elbette
büyük insiyatif sahibi olunuyor ama yöneticiler ortaklarıyla, çalışanlarıyla birlikte başarılı işlere imza atarlar. Sevgi ve
şefkatli yaklaşımlar verimli ortamların
oluşmasında dolayısıyla doğru kararlar
alınmasında büyük bir etkendir. Bunun
için yöneticilikte bireysel kararlılık, bilgi
ve deneyim birikimi gibi olması gereken
özelliklerin yanında insani vasıfların,
ahlaki değerlerin hakim olduğu ortamın
sağlanmasının da iyi bir yönetici olmakta katkısının olacağına inanıyorum.
Genç bir yönetici olmanın avantaj ve
dezavantajları sizce nelerdir?
Genç bir yönetici olmanın en büyük
avantajı yeniliklere açık olup, eski işleyişle çağın gerektirdiği teknoloji veya
yenilikleri bir araya getirebilmedeki
adaptasyon kolaylığıdır. Kendi adıma
söylemem gerekirse mesleğim dışı bir
işte çalışıyor olmam ve deneyimsizliğim
benim en büyük dezavantajım ama bu
durumun köklü şirketimiz bünyesinde
çalışmamla kısa zamanda ortadan kalkacağını biliyorum.
Firmanız için hedefleriniz ve hayalinizdeki projeyi bize aktarabilir misiniz?
Daha çok yeni olduğum için hayalimde henüz oluşan bir proje yok, fakat
hedefim yöneticiler ve genç yöneticilerle birlikte daha büyük projelere imza
atarak şirketimizi daha ileriye taşımak.
Firmanızın ileride özellikle hangi
faaliyet alanlarının öne çıkmasını
planlıyorsunuz?
Firmamızı yine aynı faaliyet alanında
daha gelişmiş ve büyümüş bir şekilde
öne çıkarmayı planlıyorum. Özellikle
sahip olduğumuzu daha kusursuz hale
getirmeliyiz ki yeni faaliyet alanlarına
yer açılsın ve o dalda da başarıya ulaşmak kolay olsun.
Sivil Toplum Kuruluşları, Sosyal
Dernekler gibi kuruluşlara üyeliğiniz bulunmakta mıdır? Bu kuruluşlara üyeliğin meslek yaşamınızda
size katkılarının neler olabileceğini
düşünüyorsunuz?
Birkaç sivil toplum ve sosyal derneklere
üyeliğimiz bulunmaktadır. Bu üyeliklerin sosyal açıdan katkısı aynı faaliyet
alanındaki firmaların birbirine destek
olarak büyük başarılar sağlamasıdır.
Bireysel açıdan da bu tarz kuruluşların
çalışma hayatımı aktif hale getireceği ve
ufkumu genişleteceği düşüncesindeyim.
10 GENÇLİK
“‘MARKA KENTİN, MARKA ÜNİVERSİTESİ’ OLMA
YOLUNDA: HEP BİRLİKTE, DAHA İLERİYE…”
Amasya; pek çok medeniyete beşiklik etmiş, tarihin her
döneminde kültür, sanat ve bilimsel faaliyetleri ile öne
çıkmış uygarlık merkezi bir şehir. Bugün de Amasya Üniversitesi, Amasya'nın tarihte yerine getirdiği misyonu ve
sorumluluğu ile ülkemizin aydın insanlar yetiştiren örnek
bir üniversite olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte. Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Orbay
Amasya Üniversitesi’nin markalaşması ile ilgili ise şunları
söylüyor; “Marka Kentin, Marka Üniversitesi olma yolunda
bilimsel temelli tüm proje önerilerine açık bir yönetim anlayışımız var. Marka olma noktasında en önemli basamak
ise ulusal ve uluslararası tanınırlıktır.” Orbay ile Amasya
Üniversitesi’ni ve ileriye yönelik projelerini konuştuk.
Prof. Dr. Metin ORBAY
Amasya Üniversitesi Rektörü
Üniversite, kuruluşunuzu aktarabilir
misiniz?
Amasya Üniversitesi’nin temeli 1974
yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nca
kurulan Eğitim Enstitüsü ile birlikte
atılmıştır. 1975 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Amasya Meslek Yüksekokulu’nu
açmıştır. 1982 yılında YÖK'ün kurulmasıyla birlikte, Eğitim Enstitüsü ve
Amasya Meslek Yüksekokulu Ondokuz Mayıs Üniversitesi’ne bağlanmıştır.
Aynı yıl Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Eğitim Fakültesi’ne bağlı olarak "Eğitim
Yüksekokulu" kurulmuştur. Amasya
Üniversitesi 17.03.2006 tarih ve 26111
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren, 01.03.2006 tarih ve 5467
Sayılı Kanun'la kurulmuştur. Amasya
Üniversitesi, “Marka Kentin, Marka
Üniversitesi” olma yolunda tarihe ve ecdada karşı sorumluluk bilinci içerisinde,
özellikle son iki yıl içerisinde akademik
ve idari kadromuz başta olmak üzere,
milletvekillerimiz, kamu-kurum kuruluşlarımızın yöneticileri, sivil toplum
kuruluşlarımız, kısacası iç ve dış tüm
paydaşlarımızla yakalamış olduğumuz
uyumlu çalışmalar neticesinde istihdam
odaklı net bir büyüme ile hızla gelişimini sürdürmektedir.
Üniversitenizde eğitim verilen fakülteler, akademik personel ve öğrenci
profilleri hakkında bilgi verebilir
misiniz?
Üniversitemizde bünyesinde 6 Fakülte
(Eğitim, İlahiyat, Mimarlık, Teknoloji, Fen-Edebiyat ve Tıp), 1 Yüksekokul
(Sağlık Yüksekokulu), 8 Meslek Yüksekokulu (Suluova, Merzifon, Teknik Bilimler, Sosyal Bilimler, Gümüşhacıköy
Hasan Duman, Sabuncuoğlu Şerefeddin Sağlık Hizmetleri, Taşova, Tasarım)
ve 2 Enstitü (Fen Bilimleri, Sosyal Bilimler) ile eğitim-öğretim hizmetlerini
sürdürmektedir. Her geçen akademik
yıl içerisinde akademik personel sayımız
hızla artmaktadır. Özellikle ülkemizdeki farklı üniversitelerde ve yurtdışında doktora çalışmalarını tamamlamış
olan öğretim üyelerini kadromuza
katarak oldukça genç ve dinamik bir
kadro kurmuş durumdayız. ÖSYS
yerleştirme sonuçlarına göre, Amasya
Üniversitesi’ne kayıt hakkı kazanan öğrencilerin %81’inin il dışından geldiği
ve 81 farklı il nüfus kütüğüne kayıtlı
olduğu görülüyor. Aynı zamanda son
iki dönemdir Mevlana, Farabi, Erasmus
programı öğrenim ve staj hareketliliğinden faydalanan öğrenci, akademik ve
idari personel sayılarındaki ciddi artış ve
yabancı uyruklu öğrenci kabulü, özellikle Amasya Üniversitesi’nin yerelden
evrensele açılan bir bilim merkezi olma
noktasında önemli ilerlemeler kaydettiğinin birer göstergesidir. Amasya Üniversitesi öğrenci profilinin ülkemizin
dört bir tarafından geliyor olması ve bu
il dışından katılım yüzdesinin her geçen
akademik yıl içerisinde giderek artıyor
olması, bölgeye, ülkeye hitap etme ve
dünyaya açılım noktasında önemli mesafeler kaydedildiğini göstermektedir.
Diğer taraftan, bu veriler üniversiteler
için en büyük tehditlerden biri olarak
görülen “Öğrenci Profilinde Yerelleşme” olmadığının güzel bir örneği olarak
karşımıza çıkmakta. Özellikle fakülte ve
yüksekokullarımızda hemen hemen her
ilden öğrencinin olduğunu görülürken
Amasya nüfusuna kayıtlı öğrenci yüzdesi bu birimlerde %9,92’de kalmaktadır.
Meslek yüksekokullarında ise Amasya
nüfusuna kayıtlı öğrencilerin yüzdesel
oranlarının diğer illere oranla daha fazla
olduğu görülmektedir.
Üniversitenin Amasya’nın ekonomik
ve sosyal yaşamına katkılarını aktarabilir misiniz?
Amasya il merkezinin 90 bin nüfusu
olduğu göz önüne alındığında, öğrencilerimiz, akademik ve idari personelimiz
ile merkezde 10 bin nüfus ile şehirde
ekonomik ve sosyal hayata yön verme
noktasında önemli bir potansiyele sahip
olduğumuz açık bir şekilde ortadadır.
Son dönemlerde, il merkezinde yoğunlaşan işletme çeşitliliği ve ekonomik
canlılık, üniversite gençliğinin üzerine
odaklandığı açıkça görülmektedir. Yerleşkelerimizin şehir merkezinde olması,
özellikle üniversitemizde gerçekleştirilmekte olan sosyal ve kültürel faaliyetlere
yoğun bir şekilde Amasyalının katılmış
olması; şehrin eğitim, kültür, sanat kısacası entelektüel bilgi birikimine, yaşam
tarzına ve hayata bakış açısına önemli
katkılar sağlamaktadır.
Gençlerimizin üniversitenizde faydalanabileceği sosyal imkanları anlatabilir misiniz? Kampüste yaşam nasıl
geçmekte?
Üniversitemiz bünyesinde yürütülmekte olan; eğitim-öğretim, araştırma,
topluma hizmet faaliyetleri, akademik
ve idari hizmetlerin kalitesinin sürekli
iyileştirilmesi, hizmetlere yönelik stratejilerin geliştirilmesi, izlenmesi ile sonuçlarının değerlendirilmesi noktasında
her birim kendi yetki ve sorumlulukları
çerçevesinde diğer birimlerle koordineli bir şekilde çalışmalarını büyük bir
özveri ile sürdürmektedir. Bu birimlerimizden bir tanesi de Sağlık, Kültür
ve Spor Dairesi (SKS) Başkanlığı’dır.
SKS Dairesi Başkanlığı; “Öğrencilerimizin beden ve ruh sağlığını korumak,
barınma, beslenme, çalışma, dinlenme
ve ilgi alanlarına göre boş zamanlarını
değerlendirmek, yeni ilgi alanları kazanmalarına imkan sağlayarak, gerek sağlık
ve gerekse sosyal durumlarının iyileşmesine, yeteneklerinin ve kişiliklerinin
sağlıklı bir şekilde gelişmesine imkan
verecek hizmetler sunmak ve onları ruhsal ve bedensel sağlıklarına özen gösteren bireyler olarak yetiştirmek, birlikte
düzenli ve disiplinli çalışma, dinlenme
ve eğlenme alışkanlıkları kazandırmak
için hizmet vermektedir”. Bu kapsamda
tüm yemekhanelerimiz modernize edilmiş, tabldot uygulamasına son verilerek
porselen tabaklarda yemekler hijyenik
ve leziz olarak öğrencilerimize sunulmaktadır. Yine öğrencilerimizin sağlıklı
bir yaşam sürdürebilmeleri için “Sağlıklı
Yaşam Merkezi” açılmış, iki kapalı spor
GENÇLİK
11
Kalkınma Bakanlığı’nca desteklenen
Merkezi Araştırma Laboratuarımız fiziksel olarak tamamlanmış ve gerekli
altyapı yatırımları yapılarak kullanılır
hale gelmiştir. Yakın gelecekte bu merkezde değerli çalışmaların olacağını ve
bilim literatürü ile paylaşılarak önemli
katma değerler yaratacağını umut ediyoruz.
yaparak eğitim-öğretim faaliyetlerinin
kalitesini daha üst düzeylere taşımayı
hedeflemekteyiz.
Üniversitenizin temel sorunları nelerdir?
Öncelikle üniversite gençliğinin; “Mesleki alanlarıyla ilgili ulusal ve uluslararası
düzeyde rekabet edebilir bilgi birikimine
sahip olmaları, yokluğa, yolsuzluğa ve
çevreye karşı duyarlı, milli ve manevi
hassasiyetleri olan, sosyal bireyler olarak
kendilerini yetiştirmeleri, her türlü ön
yargıdan uzak bireyler olmaları gerekmektedir”. Bu noktada, gelişen teknolojilerle barışık ve aktif kullanıcı, proje
odaklı çalışabilen, kurumsallaşmayı ön
plana çıkaran, hayat boyu öğrenmeyi
özümsemiş, dil bilen, ekip çalışmasına
önem veren, liderlik özelliği taşıyan bireyler olmaları durumunda her türlü zorluğu aşacaklarına, bulundukları toplumlara, evrensel anlamda insanlığa önemli
katma değer üreten ürün ve fikirlere imza
atacaklarına olan inancım tamdır.
Her yeni kurulan üniversitenin problemlerini bizler de kısmen yaşıyoruz. Bazı
birimlerimizdeki fiziksel mekan problemleri, üst düzey yükseköğretim hafızası
olan idari personel sayısı, belli programlarda özellikle mühendislik alanlarındaki
öğretim üyesi ihtiyacı bunlardan başlıcaları olarak sayılabilir. Ancak kısa süre içerisinde bu ve benzeri problemlerin aşılacağını umut ediyoruz. Şöyle ki, Öğretim
Üyesi Yetiştirme(ÖYP) programında pek
çok araştırma görevlimiz doktoralarını
tamamlamak üzereler, bunların dönüşleriyle birlikte ilgili alanlardaki öğretim
üyesi ihtiyaçlarımız karşılanmış olacak.
Yine merkezi bütçe ve Amasya’da eğitime
gönül vermiş hayırsever iş adamlarımız,
kamu-kurum kuruluşlarımız ve yerel yönetimlerin destekleriyle de fiziksel mekan
problemlerimizi yakın bir gelecekte tam
anlamıyla çözmüş olacağız.
Üniversiteniz için yeni projeleriniz
var ise paylaşabilir misiniz?
salonumuz mevcut olup tüm etkinlikleri için aktif olarak kullanıma açılmış durumdadır. Ayrıca yerleşkelerimizde tenis
kortu, voleybol, basketbol, halı saha ve
futbol oyun alanları oluşturulmuştur.
Öğrencilerimizin yeteneklerinin ve
kişiliklerinin sağlıklı bir şekilde gelişmesine fırsatlar sunma adına, öğrenci
kulüpleri ve toplulukları kurulmuştur.
Türk Halk Müziği, Dağcılık, Tiyatro,
Türk Sanat Müziği, Fotoğrafçılık gibi
yirminin üzerinde kulübümüz mevcut
olup her akademik yıl içerisinde dolu
dolu etkinlikler düzenlemekteler ve bu
etkinlikleri sadece öğrencilere değil tüm
Amasyalının beğenisine sunmaktadırlar.
Ayrıca saha ziyaretleri, alanlarında ön
plana çıkmış sanayici ve iş adamları, örnek insanlarla buluşturarak seminerler,
konferanslar düzenlenmektedir.
Akademik personelinizin bilimsel
çalışma yapabilme imkanları ve araştırma geliştirme çalışmalarına olan
katkılarından söz edebilir misiniz?
Bilim literatürüne özgün katkılar sağlamak, ülkemizin öncelikli araştırma
alanlarında araştırmalar yaparak teknoloji üretimine ve dolayısıyla rekabet gücüne katkıda bulunmak ve bölgemizin,
ülkemizin sosyo-ekonomik ve kültürel
gelişimine katkılar sağlamak üniversite
olarak temel hedeflerimiz arasındadır.
Söz konusu bu hedeflere erişebilmek
için, kısıtlı bütçe kaynaklarını etkin ve
verimli bir biçimde kullanılması gerekmektedir. 2012 yılında ilk defa faaliyete
geçen Bilimsel Araştırma Projeler Birimi (BAP); 22 projeye destek verirken,
2013 yılı içerisinde ise şu an için 60
projeye yaklaşmıştır. Desteklenen projelerden elde edilen sonuçların; yakın bir
dönemde bilim literatürüne uluslararası
yayın, teknolojiye dönüşme, patent olarak kendisini göstereceğini ümit ediyoruz. TÜBİTAK, AB, SANTEZ, OKA
projeleri, ilgili Bakanlıklarla müşterek
yapılacak projeler bu hedeflerimize ulaşma noktasında önemli proje birimleri
olarak görülmektedir. En büyük arzumuz; Amasya Üniversitesi araştırmacılarının ve üniversitemiz gençliğinin
ulusal/uluslararası düzeyde başarılarıyla
gündeme gelmeleridir. Araştırmacılarımızın yıl içerisinde alanlarında yapılan
ulusal ve uluslararası konferanslara katılımlar teşvik edilmekte olup, yurtiçi
katılım durumunda akademik yılda iki,
yurtdışı katılımlar için ise bir tam destek verilmektedir. Yine iş adamlarımız
ve sanayi-ticaret odalarının (Merzifon,
Suluova TSO) destekleriyle uluslararası
düzeyde araştırmaları yayınlanan akademisyenlere TÜBİTAK desteği kadar
ayrıca bir destek verilmektedir. Ayrıca
“Marka Kentin, Marka Üniversitesi”
olma yolunda bilimsel temelli tüm proje
önerilerine açık bir yönetim anlayışımız
var. Marka olma noktasında en önemli
basamak ise ulusal ve uluslararası tanınırlıktır. Bu anlamda yeni dönemde çalışmalarımızı bu noktalara odaklayacağız.
Örneğin, performansların ölçülebilirliği
anlamında bir örnek vermek gerekirse,
Akademik Performansa göre Üniversite Sıralaması Araştırma Laboratuarı,
(University Ranking by Academic Performance/URAP) Türkiye'de bulunan
vakıf ve devlet üniversiteleri için 2012
yılı akademik performans sıralamalarını
yayınladı. Yükseköğretim kurumlarını
akademik başarılarını ve sonuçlarını bilimsel metotlar geliştirerek kamuoyu ile
paylaşan URAP, Amasya Üniversitesi'nin
2000 yılından sonra kurulan üniversiteler kategorisinde, 2011 yılında 39'uncu
sırada yer alırken, 2012 yılı sonu itibariyle yayınladığı rapora göre 12 basamak
yukarı çıkarak 27'nci sıraya yükseldiğini
açıkladı. Bu sıralamalarda en kısa sürede
ilk beş içerisine girmeyi planlamaktayız.
Akademik ve idari birimlerimizde sürdürmüş olduğumuz her tür iş ve işleyişte akreditasyon ve kalite güvencesini ön
plana çıkaracak projeler üzerinde duracağız. Yine, teknolojinin baş döndürücü
bir hızla günlük hayatımızı doğrudan
etkilediği bir ortamda, özellikle bilişim teknolojilerinde önemli yatırımlar
Gençlerimizin öğrenim hayatlarını
gelecek yaşamlarına hazırlayabilmeleri için kendilerine önerileriniz nelerdir? Vizyon, teknoloji ve rekabet
anlayışı ile ilgili genç nesillere nasıl
bir mesaj verebilirsiniz?
Üniversiteniz meslek yüksek okullarında çok sayıda genç yetiştiriyor.
Mesleki yeterlilik sisteminin örgün ve
yaygın eğitim programlarına yansıtılması ve bunun gereği konusundaki
düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Yükseköğretim Kurulu’nun(YÖK)
meslek yüksekokullarının daha etkin
mesleki ve teknik eğitim-öğretim yapmasına yönelik politikaları doğrultusunda, üniversitemiz de uzmanlaşma
söz konusudur. Mevcut programlarımızın gerek akademik gerekse fiziki alt
yapısı noktasında önemli yatırımlar söz
konusu olup, özellikle yaygın istihdam
alanı olan ara eleman ihtiyacını karşılamaya yönelik önemli bir açığı kapatmaktayız. İlimize, bölgemize, Türk
Yükseköğretimine önemli hizmetler
verdiğini düşündüğümüz Meslek Yüksekokullarımızdaki öğrencilerimizin staj
ve yerinde öğrenme, üniversite-sanayi
işbirlikleri üzerine odaklanmış durumdayız. Teori kadar uygulama olmaksızın
bu öğrencilerimizin iş hayatında başarılı
olamayacaklarını düşündüğümüzden
dönem içerisinde sıkça saha ziyaretleri
yapmalarına fırsat vermekteyiz. Benzer
şekilde programlarız mesleki ve teknik
eğitimdeki yeterlilikler çerçevesinde
güncellenmektedir.
Son olarak eklemek istedikleriniz var
ise bizler ile paylaşabilir misiniz?
Amasya ve Amasya Üniversitesi’ndeki son gelişmeleri yükseköğretimin iç
ve dış paydaşlarımızla paylaşma fırsatı
sunduğunuz için Amasya Üniversitesi
Ailesi adına sizlere teşekkür eder, yayın
hayatınızda başarılar dilerim…
12 SEKTÖREL KURULUŞLAR
“ARTIK ENERJİDE BİR ‘İŞ DÜNYASI’ VAR.”
Enerji, yıllar boyunca her zaman önemini ve gücünü yitirmeyen kaynaklardan biri olmuştur. Global Enerji Derneği
ise enerjinin her alanında çalışmalar yapan bir kurum. Bu sayımızda bu konuyu yakından incelerken Global Enerji
Derneği Başkanı Çiğdem Dilek ile yaptığımız röportajda çağımızın vazgeçilmezi enerji hakkında da çok detaylı bilgiler
öğrendik. Dilek ülkemizdeki enerji sektörünün öncelikli ihtiyaçlarını ise şöyle anlatıyor; “Türkiye’de yatırım yapan bir
enerji firmasının teknolojiyi Türkiye’den satın alıp finansmanı yurtdışından sağlaması pek mümkün değil. O nedenle
teknolojik gelişmelere daha çok kaynak ayrılmalıdır.” Çiğdem Dilek ile enerjinin tüm bilinmeyenlerini konuştuk.
Amaç; özel sektöre açılmış bir enerji
piyasasında oluşan sıkıntıların hedef
mercilerine iletilmesi ve sorunların
daha hızlı çözümlenmesinin sağlanmasıdır.
Derneğinizin faaliyet alanları ve üye
profiliniz hakkında bilgi verebilir
misiniz?
Çiğdem DİLEK
Av. Global Enerji Derneği Başkanı
Derneğinizin kuruluş tarihçesi ve
amaçları hakkında bilgi aktarabilir
misiniz?
Derneğimiz kuruluş çalışmaları 2007
yılında başlamış olup 2008 yılında
resmi olarak dernekler masasına kaydolmuştur. Enerji sektöründe çeşitli
firmalarda yöneticilik yapan ve/veya
kendi şirketi olan arkadaşlarımız tarafından kurulmuş olup, bendeniz derneğin 2. Dönem başkanı olarak 2009
yılında göreve başladım. Profesyonel
mesleğim avukatlık. Ağırlıklı olarak
enerji hukukuyla ilgileniyorum. Gördüğünüz üzere derneğimizin tarihi
çok eskiye dayanmıyor. Ancak faaliyete başladığımız günden bu yana sektörün pek çok ihtiyacına cevap verdiğimizi düşünüyorum. Derneğimiz pek
çok faaliyetin yanı sıra yılda bir kere
uluslararası kongre düzenlemektedir.
EIF Uluslararası Enerji Kongrelerini Dernek olarak 2008 yılından beri
düzenlemekteyiz. Bu ihtiyaç nerden
doğdu derseniz; enerji artık devlet
tekelinde bir alan değil. Artık enerjide bir ‘iş dünyası’ var. Hatta bunu
İNTES olarak yakinen görebilirsiniz
zira artık müteahhitlerin çoğunun bir
elektrik üretim santrali var. Demek
ki özel sektör enerji alanında yatırım
yapmaya istekli ve hevesli. Bu durumda; piyasayı anlatacak, piyasayı
değerlendirecek, bürokratla yatırımcıyı buluşturacak platformlara ihtiyaç
vardır. Bu nedenle bu kongreler gerek
kamu, gerekse özel sektör tarafından
çok sıkı bir şekilde takip edilmektedir.
Derneğimiz enerjinin her alanında faaliyet göstermektedir. Petrolden tutun
da, elektrik üretimine, üretim kaynaklarına, petrol ve elektrik piyasalarına
ve mevzuatlara dair pek çok alanda
çalışma yapmaktayız. Gündeme göre
hangi konunun incelenmesine ihtiyaç
varsa o konu hakkında araştırma yapıyoruz, ilgili kurum ve kuruluşları
ziyaret ediyoruz ve bunların neticesinde sektör raporları yayınlıyoruz. Bunun dışında her sene düzenlediğimiz
uluslararası kongrelerde yerli yabancı
yatırımcıları ve karar vericilerini bir
araya getiriyoruz. Tabi bu kongreler
çok vaktimizi alıyor. Zira kongremiz
yapılmaya başlandığı günden bu yana
ülkenin en büyük ve en etkin kongrelerinden biri olmayı başardı. Bu nedenle böylesi büyük bir organizasyona
yaklaşık bir yıl çalışıyoruz. Üyelerimiz
ise şahıs ve kurumlardan oluşmaktadır. Derneğimiz enerjinin spesifik bir
alanına yönelik olmadığı için çeşitli
alanlardan şahıs ve kurum üyelerimiz
var. Derneğe ilgi çok yüksek. Her yıl
pek çok enerji sektörü ilgilisi derneğimize üye olmak istiyor.
Ülkemizde enerji sektöründe gerçekleştirilmekte olan yatırımlar
ülkemiz ihtiyacını karşılayacak
düzeyde mi olduğuna ilişkin görüşlerinizi okuyucularımız ile paylaşır
SEKTÖREL KURULUŞLAR
elektrik üretecek çöp bulunmazken
biz de ise çöpler yığınla sokaklarda.
Biokütle bence en çok değerlendirilmesi gereken enerji kaynağıdır. Zira
suyun, güneşin, rüzgarın bize bir
zararı yoktur. Ama çöpten elektrik
ürettiğiniz zaman depolamada sıkıntı çekilen atıkları yani olumsuz bir
durumu olumluya çeviriyorsunuz. Bu
noktada belediyelere çok iş düşüyor.
Aslında her ilin belediyesinde bu yatırımlara uygun ortam hazırlanmalı,
gerekirse özel sektöre bazı teşvikler
sağlanmalıdır.
mısınız?
Bildiğiniz üzere enerjide ve özellikle hidrokarbonda oldukça fazla dışa
bağımlıyız. Tükettiğimiz petrol ve
doğalgazı %90’lar seviyesinde ithal
ediyoruz. Üstelik cari açığımızın çok
büyük bir kısmı enerji ithalatımızdan
kaynaklanıyor. Elbette bu enerjinin
–petrolün- hepsi enerji ihtiyacımızı
karşılamak için kullanılmıyor. İthal
ettiğimiz petrolün önemli bir kısmı
ulaştırmada da kullanılıyor. Ama biz
enerji piyasalarına bakacak olursak
tükettiğimiz elektriğin büyük bölümünü ithal ettiğimiz doğalgazdan
üretiyoruz. Bu nedenle daha fazla
yerli kaynaktan üretime ihtiyaç var.
Bu açıdan bakarsak henüz yatırımlar
yeterli değil. Ancak Türkiye enerji
piyasasının gelişimine baktığımız zaman serbestleşmenin tarihi çok eski
olmadığı için son 12 yılda bu kadar
mesafe alınabilmiştir. Mesela Güney
Kore ile Türkiye nükleer enerji adımlarını hemen hemen aynı tarihlerde
1950’lerde atmıştır. Bugün Kore’nin
23 nükleer santrali vardır Türkiye
ise şu anda henüz nükleer enerjiden
elektrik üretmemektedir. Bu durum
enerji yatırımlarının yeterli seviyede
olmadığını göstermektedir.
Enerji sektöründe ülkemizin öncelikli ihtiyaçları nelerdir?
Türkiye enerji sektörü kaynakta dışa
bağımlı olduğu gibi teknolojide de
dışa bağımlı durumda. Maalesef elektrik üretim santrallerinin ekipmanları
genelde yurtdışından tedarik ediliyor.
O nedenle santral teknolojilerinin gelişmesi için gerek kamu gerekse özel
şirketler yeterli bütçeyi ayırmaları
gerekir. Ayrıca finansman sorunu da
mevcut. Enerji projelerinde proje finansman sözleşmeleri genelde yurtdışı kredi kuruluşları ile imzalanıyor.
Bu durumda o finansman hangi ülkeden ise genelde kendi ülkesinden
ekipmanın tedarik edilmesini şart
koşuyor. Yani Türkiye’de yatırım ya-
13
pan bir enerji firmasının teknolojiyi
Türkiye’den satın alıp finansmanı
yurtdışından sağlaması pek mümkün
değil. O nedenle teknolojik gelişmelere daha çok kaynak ayrılmalıdır.
Enerji sektöründe faaliyet gösteren firmalarımızın karşılaştıkları
sorunlar ve derneğinizin geliştirdiği çözüm önerilerini paylaşabilir
misiniz?
Enerji kaynaklarımızın değerlendirilmesi bakımından ülkemize yapılan
yerli ve yabancı yatırımlar bizi son
derece memnun etmektedir. Ancak
bir avukat ve dernek başkanı olarak
çok sıklıkla yatırımların fizibilite aşamasında legal ve finansal due diligence çalışmalarının yeterince derinlemesine yapılmadığını görüyoruz. Bu
durum ilerde yatırımcıyı zor duruma
soktuğu gibi kamu kurumu ile özel
sektör arasında ihtilaf çıkmasına da
neden olabilmektedir. Bizler hukukçu
olarak enerji yatırımlarında da önleyici hukuku çok önemsiyoruz. Bu bakımdan yatırımların ilk ve en temel
aşaması mevzuatın iyi analiz edilmesi
ve teknik ve legal fizibilitelerin sağlıklı şekilde yapılması gerekmektedir.
Malum; enerji yatırımları çok büyük
bütçeli yatırımlardır. Bir santral kurulumu, bir doğalgaz projesinin ger-
çekleştirilmesi, elektriğin ithalatı ihracatı, bunlar çok komplike ve içinde
hukukun pek çok dalını barındıran
sözleşmeler topluluğunu gerektirir.
Yatırım mikro ölçekli elektrik üretimi
olabileceği gibi makro ölçekli uluslararası enerji projesi de olabilir. Bunun
içinde ‘letter of intend’ ten tutunda
‘know how’ transfer sözleşmelerine,
ekipman temini sözleşmelerine, işçi
sözleşmelerine ve kamu ile şirket arasında imzalanan sözleşmelere kadar
pek çok hukuki işlem ve karar vardır.
Benim bir hukukçu olarak enerji özel
sektörüne önerim yatırım öncesi aşamada mevzuatın iyi analiz edilmesi
ve yatırımın gerektirdiği tüm sözleşmelerin sağlıklı şekilde yapılmasıdır.
Ülkemizde yenilenebilir enerji kaynaklarının değerlendirilmesi konusunda nasıl bir noktada olduğumuza ilişkin görüşlerinizi aktarabilir
misiniz?
Enerjiyi ithal eden bir ülke olarak
yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızı
maksimum kapasitede kullanmamız
gerekirken maalesef bu oran çok az.
Türkiye yenilenebilir kaynaklar açısından zengin sayılabilecek bir ülke.
Bildiğiniz gibi güneş enerjisinde lisanslı üretimde başvurular henüz
bu sene başladı. Batı da yıllardır uygulanan üretim modeline düşünün
daha biz geçemedik bile. Türkiye’de
henüz lisanslı üretim başlamadı güneş enerjisinde. İlk başvurular alındı
ancak lisansların verilmesi ve santral
yatırımlarının tamamlanıp elektrik
üretilmesi birkaç seneyi bulacaktır.
Güneş zengini bir ülke olarak bulunduğumuz nokta pek iç açıcı değil.
Rüzgarda da durum benzer şekilde.
Jeotermal yarımları ise İzlanda da jeotermal kaynaklardan elektrik üterimi
için kurulu güç 3200 megavat iken
Türkiye’de 300 megavatlık bir kurulu
güç söz konusudur. Bu durum yerli
ve yenilenebilir kaynakları yeterince
değerlendirilmediğini göstermektedir.
Biokütle konusunda ise batıda artık
Son olarak 24-25 Ekim tarihlerinde
derneğiniz organizasyonunda gerçekleşen uluslararası enerji kongresi
ve fuarına olan ilgi ve kongreden
çıkan sonuçlara ilişkin değerlendirmenizi aktarabilir misiniz?
EIF Uluslararası Enerji Kongrelerini Dernek olarak 2008 yılından beri
düzenlemekteyiz. İlk olarak Ankara
Sheraton Otel’de sadece yenilenebilir
enerji kaynaklarını ele almıştık. Çok
ilgi gördü. Tabii kongrenin Ankara’da
yapılıyor olması da ayrı bir avantaj
sağladı katılımcılar için. Şirketler
buraya hem kongreye katılmak için
geliyor, kongreye katılan diğer şirketlerle görüşüyor hem de Ankara’da ki
bürokratik işlerini hallediyor. Geçen
yıl Ankara Congresium’da yapılan
kongremize Amerika, Suudi Arabistan, Kuzey Kıbrıs, Kuzey Irak ve
Türkiye olmak üzere 5 ülkeden 6
enerji bakanı katılmıştır. Bu durum
enerji alanında Türkiye’ye olan ilgiyi
göstermektedir. Bu yıl altıncısını düzenlediğimiz kongrede ise geçen sene
olduğu gibi enerjinin hemen hemen
tüm konularını ele aldık. Elektrik piyasası, yenilenebilir enerji kaynakları,
petrol ve doğalgaz piyasası, nükleer
enerji, enerjinin ekonomisi, politikası, uluslararası enerji projeleri gibi
konular ele alındı. Amacımız enerji
sektöründe gerçek anlamda uluslararası bir kongre yapmak. Genellikle
her yıl yabancı bakan davetlilerimiz
oluyor. Ülkelerarası enerji anlaşmaları
da kongremiz esnasında imzalanıyor.
Tabi bu tip işbirliklerine görüşmelere
ev sahipliği yapmak bizi onurlandırıyor. Ayrıca şirketler arası yeni işbirliklerinin sağlanması, yatırımcının
bürokratla buluşması amaçlanıyor.
Bu tip platformların Türkiye’de artması ve konuların sağlıklı zeminlerde
konuşulup tartışılması gerekmektedir.
Aksi halde bir kurum mesela ikincil
mevzuatı çıkarıyor ama uygulamada
yatırımcı nelerle karşılaşıyor, sektörün
beklentisi nedir gibi soruların yanıtının bu tip platformlarda daha kolay
alındığını düşünüyorum.
14 HUKUK
KEFİL OLMA VE HUKUKİ SONUÇLARI
ca kullanabilir. Kefilin rücu hakkına
ilişkin zamanaşımı, kefilin alacaklıya
ifada bulunduğu anda işlemeye başlar.
Borcu tamamen veya kısmen ödeyen
kefil, durumu borçluya bildirmek zorundadır. Kefil, bu bildirimde bulunmazsa ve ödemeyi bilmeyen veya bilmesi gerekmeyen borçlu da alacaklıya
ifada bulunursa, rücu hakkını kaybeder. Kefilin, alacaklıya karşı sebepsiz
zenginleşmeden doğan dava hakkı
saklıdır.
Türk toplumu olarak bizim en önemli özelliklerimizden birisi de; Akrabalarımız, arkadaşlarımız, dostlarımız ve çevremizdeki insanlarla olan ilişkilerimizde aşırı güven ve hukuki
sonuçları tam olarak bilememekten kaynaklanan büyük zaaflarımızın bulunmasıdır.
Buna ilaveten, imza atmanın basit bir kalem oynatma olarak görüldüğü, bir imzanın
insan hayatına getirebileceği hukuki sorumluluğun neler olabileceğini düşünmeden at
şuraya bir imza… at şuraya bir imza sisteminin rahat işletildiği bir ortamda yaşıyoruz…
Eyüp Sabri CANBOLAT
Ankara Barosu Avukatı
Toplum hayatında çok çeşitli iş ve
hukuki ilişkiler mevcuttur. Bunun
sonucu olarak, yapılan veya yapılacak
olan bu iş ve hukuki ilişkilerde, daima
alacaklı konumda olanlar kendilerini
garantiye almak isteyeceklerdir. Bunda
da son derece haklıdırlar. Çünkü Bu
gün maddi durumu çok iyi olan bir
insan veya kurum bir gün sonra bütün
mal varlığını kaybedebilir veya elden
çıkarabilir.
İşte bu gibi durumlar için çözüm olarak; Borçlar kanunumuz hukukta adına kefalet dediğimiz, vatandaşların kefillik olarak bildiği hukuki müesseseyi
getirmiştir.
Kefillik nedir? Kefil, borçlanın borcunu ödemeyi kabul ve taahhüt
edendir… Kefillik aynı zamanda, alacaklı ile borçlu arasında bu konuda yapılan hukuken geçerli bir sözleşmedir.
Böyle olunca kefillik hatır gönül için
mi yapılmış, dostluk, arkadaşlık için
mi yapılmış bu önemli değildir. Burada
önemli olan, alacaklının alacağı ödenmediği zaman, kefilin bunu ödeyeceğini kabul ve taahhüt etmesidir. Ben
bunu; Borçlu ile kefili bir birine bağlayan kelepçeye benzetirim. Bu borç
ödenmedikçe, kelepçe elden çıkmaz.
Kefillikle ilgili sözleşmenin geçerli olabilmesi için;1-Sözleşmenin mutlaka
yazılı yapılması gereklidir. Yani sözlü
kefillik geçerli değildir. 2- Kefilin sorumlu olacağı azami miktar yani ben
ne kadara kefil oluyorum bu da açıkça
belirtilmelidir. 3- Eşin yazılı rızasının
(bu rıza sözleşmenin kurulmasından
önce veya en geç kurulma sırasında)
bulunmalıdır. Eşin rızasının yasada
yapılan bir değişiklikle bazı istisnaları
getirilmiştir.
Kefillik sözleşmesinin çeşitleri vardır. Bunlar; 1- Adi Kefillik; Alacaklı,
borçluya başvurmadıkça kefili takip
edemez. Yani Alacaklı önce borçluya
gidecek, alacağını alamaz ise, sonra kefile başvuracaktır. 2- Müteselsil Kefillik; Alacaklı, borçluyu takip etmeden
veya taşınmaz rehnini paraya çevirmeden kefili takip edebilir. 3- Birlikte
Kefillik; Birden çok kişi, aynı borca
birlikte kefil oldukları takdirde, her
biri kendi payı için adi kefil gibi, diğerlerinin payı için de kefile kefil gibi
sorumludurlar.
Kefil, her durumda kefillik sözleşmesinde belirtilen azami miktara kadar
sorumludurlar.
Alacaklı, borcu ödeyen kefile haklarını kullanmasına yarayabilecek borç
senetlerini teslim etmek ve gerekli bilgileri vermekle yükümlüdür. Alacaklı, kefalet sırasında var olan veya asıl
borçlu tarafından alacak için sonradan
sağlanan rehinleri ve diğer güvenceleri
de kefile teslim etmek veya bunların
devri için gerekli işlemleri yapmak zorundadır
Asıl borçlunun iflasına karar verilmiş
veya borçlu konkordato istemişse alacaklı, alacağını kaydettirmek ve haklarının korunması için gerekeni yapmak
zorundadır.
Kefil borçlu olmadığı borcu ödemek
zorunda kalmış ise; Borçluya rücu
eder. Kefil, alacaklıya ifada bulunduğu
ölçüde, onun haklarına halef olur. Kefil, bu hakları asıl borç muaccel olun-
Kefillik ne zaman sona erer? Hangi
sebeple olursa olsun, asıl borç sona
erince, kefil de borcundan kurtulur.
Bir gerçek kişi tarafından verilmiş
olan her türlü kefalet, buna ilişkin
sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yılın geçmesiyle kendiliğinden ortadan kalkar. Kefalet, on
yıldan fazla bir süre için verilmiş olsa
bile, uzatılmış veya yeni bir kefalet verilmiş olmadıkça kefil, ancak on yıllık
süre doluncaya kadar takip edilebilir.
Kefalet süresi, en erken kefaletin
sona ermesinden bir yıl önce yapılmak kaydıyla, kefilin kefalet sözleşmesinin şekline uygun yazılı açıklamasıyla, azamî on yıllık yeni bir
dönem için uzatılabilir.
Kefillikten dönülebilir mi? Gelecekte doğacak bir borca kefalette, borçlunun borcun doğumundan önceki
mali durumu, kefalet sözleşmesinin
yapılmasından sonra önemli ölçüde
bozulmuşsa veya mali durumunun,
kefalet sırasında kefilin iyi niyetle varsaydığından çok daha kötü olduğu ortaya çıkmışsa, kefil alacaklıya yazılı bir
bildirimde bulunarak, borç doğmadığı
sürece her zaman kefalet sözleşmesinden dönebilir.
Süreli kefalette kefil, sürenin sonunda
borcundan kurtulur. Süreli olmayan
kefalette kefil, asıl borç muaccel olunca, adi kefalette her zaman ve müteselsil kefalette ise, kanunun öngördüğü hâllerde, alacaklıdan, bir ay içinde
borçluya karşı dava ve takip haklarını
kullanmasını, varsa rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçmesini ve ara
vermeden takibe devam etmesini isteyebilir.
Kefillik ticari hayatın bir icabıdır. Biz
kimseye kefil olmayın demiyoruz.
Ancak kefil olacak olanların bunu ve
sonuçlarını iyi bilmesinde büyük faydalar vardır diyoruz.
TARİHTEN
15
BU DÜNYADAN BİR LEYLA HANIM GEÇTİ…
“Aradım, topladım ettim itmam
Bende mevcut idi mevcut makam
Deyiverdim hem bu imiş hükm-i kader
Gam da elbet ömrüm gibi elbet geçer.”
Leyla Saz Hanım
Notalar arasında uçuşan, kelimeler ile
hikayelere dökülen bir hayat; Leyla
Saz. Türk müzik ve edebiyat tarihine
değil, Türk ‘sanat’ tarihine adı yazılmış
olan Leyla Saz, hanımefendiliğiyle Türk
Sanat Müziği tarihinde ‘Leyla Hanım’
adıyla tanınır. Leyla Hanım, 1850 yılında İstanbul’un köklü ailelerinden birinin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Babası Osmanlı İmparatorluğu’nun saray
hekimlerinden Dr. İsmet Hakkı Paşa’dır.
Babasının görevinden dolayı, Leyla
Hanım, ablası ile birlikte 1853-1860
yılları arasında Sultan Abdülmecid’in
kızı Münire Sultan’ın maiyetinde Dolmabahçe Sarayında yaşadı. Babasının
konağında özel hocalardan öğrenim
gören Leyla Hanım, ayrıca sarayda kaldığı dönemde Nikoğos Ağa ve Medeni
Aziz Efendi'den aldığı dersler ile Klasik
Türk müziği alanında kendini geliştirdi,
bestekârlık yeteneğini ilerletti; piyano
dersi aldı. Ayrıca babasının konağında
da özel hocalardan öğrenim görüyordu.
Sultan Abdülmecid’in ölümünden
sonra, şartlar değişince İsmail Hakkı Paşa, Girit valiliğine atandı. Atina
Üniversitesi’nde öğrenim görevlisi
olan ve beş dil bilen matmazel Elizabet Kontaksaki’yi tanıdı. Fransızca ve
eski Yunancayı ondan öğrendi. Yedi yıl
Girit’te yaşarken, sarayda başladığı piyano eğitimine devam etti. İsmail Hakkı
Paşa, Girit valiliğinden sonra ikinci
kez İzmir valisi olunca, 1867 yılında
Leyla Hanım da İzmir’e gitti. Vilayet
mektupçusu olan Sırrı Efendi ile 19
yaşında tanışan Leyla Hanım, kendisiyle evlenir. Daha sonra Giritli Sırrı
Paşa adını alacak olan Sırrı Efendi ile
birlikte Tuna vilayetine bağlı Prizren,
Rusçuk, Anadolu illerinden Trabzon ve
Kastamonu’yu dolaştı. Leyla Hanım,
edebiyatçı kişiliğini de buralarda geliş-
tirdi. Leyla Hanım, bu yıllar boyunca
sarayla ilişkisini kesmemiş, sarayın eğitim ve sanat hareketlerinden çok yararlanmıştır. Eşiyle geçen 26 mutlu yılın
sonunda Leyla Hanım’ın dört çocuğu
Edebiyatçı Leyla Hanım’ın asıl başarısı düz yazıdadır. Çocukluğundan
başlayarak babasının ve eşinin resmi
görevle bulunduğu yerleri sadece gör-
Leyla Saz'ın gençlik yılları...
olmuştur; eski Belediye Başkanı Yusuf
Razi Bey, tanınmış mimar Vedat bey,
Nezihe ve Ferihe. 1895 yılında eşinin
ölümünden sonra İstanbul’a yerleşti.
Şiirleri, notaları ve “Saray Adat-ı Kadimesi” adındaki anıları Girit ve Prizen
notları Bostancı’daki köşkle birlikte
yanınca son yıllarını damadının Kızıltoprak’taki evinde huzur içinde geçirdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ve cumhuriyetin değişik dönemlerini yaşayan
Leyla Hanım edebiyat ve müzikten
hiçbir zaman ayrılmadı. 1934'te Soyadı Kanunu'nun çıkmasından sonra
"Saz" soyadını alan Leyla Hanım, bu
soyadını almasının nedenini ise, "kendimi bildim bileli günüm müziksiz
geçmedi" sözleriyle açıklamıştır. Leyla Saz, çağdaşı Şair Nigâr ile birlikte
Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk Müslüman kadın anı yazarıdır. Şair Nigâr,
25 yaşından ölümüne kadar yazmayı
sürdürdüğü anıları, 1959'da, ölümünden kırkbir yıl sonra, oğulları tarafından
‘Hayatımın Hikayesi’ adıyla yayımlanmıştır. Leyla Saz ise anılarını yaşarken,
kendi yayımlamıştır.
Leyla Saz, Şair Abdülhak Hamid ile...
kullanmıştır.
Leyla Saz çeşitli makam ve usullerde
iki yüz kadar şarkı bestelemiştir. Bestelerinin bir kısmı konağındaki yangın
nedeniyle kaybolmuştur. Günümüze
ulaşan eserlerinin sayısı 52'dir. Leyla Saz bestelerinin sözlerinin çoğunu
kendisi yazmıştır. Diğer bestelerinde
ise dostları Süleyman Nazif, Recaizade
Mahmud Ekrem Bey, Yaşar Şadi, Nabizade Nazım, Samih Rıfat, Arif Hikmet
Bey ve Şair Nigar Hanım'ın şiirlerini
mekle kalmamış, usta bir gözlemci ve
araştırmacı olarak yazıya dökmüştür.
Saray ve harem hayatını, sanat olaylarını
ve musiki öğrenimini, yüksek tabaka
arasındaki gelenek ve göreneklerini kelimeleriyle ölümsüzleştirmiştir. Hatıralarının “Harem-i Hümayun ve Sultan
Sarayları” bölümü ilk kez büyük oğlu
Yusuf Razi Bey tarafından Fransızcaya
çevrilerek Almanya’da yayımlandı; daha
sonra Çekçeye çevrilerek Prag’da basıldı.
Leyla Saz'ın şiirlerine ilk kez yer veren
yayın organı, 1887 yılında yayın hayatına başlayan Mürüvvet adlı kadın
dergisidir. Leyla Saz şiirlerini topladığı
‘Solmuş Çiçekler’ adlı şiir kitabı 1928
yılında dostu Abdülhak Hamit'in önsözüyle eski Türkçe harflerle yayımlamıştır. Aynı kitap daha sonra 1996 yılında
oğlu Yusuf Razi Bel tarafından Leyla
Saz'ın fotoğrafları ve el yazısı örnekleriyle zenginleştirilerek Latin alfabesine
aktarılarak tekrar basılmıştır. Leyla Saz,
1895'ten 1908'e kadar 612 sayıyla en
uzun süreli çıkan bir kadın dergisi olan
Hanımlara Mahsus Gazete'nin yazı kadrosunda aktif rol almıştır.
Dilhayat Kalfa’dan sonra ikinci kadın
bestekârımız Leyla Saz 1936 yılında
gözlerini yumarken, sanat tarihimiz
bir çınarını daha kaybetti. Çoğu bestesini bilmesek de, ‘’Yaslı gittim şen
geldim’’adlı marşı ile hepimizin tanıdığı
Leyla Hanım, bu dünyadan giderken
arkasına baktığında neler gördü bilmiyorum… Ama şimdi baktığım yerden
ben aydın ve ışıltılı bir cumhuriyet kadını; Leyla Saz’ı görüyorum.
16 DÜNYADAN PROJELER
20. YÜZYILIN PARILDAYAN SİMGESİ;
GUGGENHEIM MÜZESİ
Bu ay size sadece dikkat çekici bir yapıdan değil, aynı zamanda bir sanat eseri niteliği
taşıyan Guggenheim Müzesi’ni anlatacağız. Dışarıdan bakıldığında bir metal kütlesini
andıran yapı, aslında bir mimarlık şaheseri!
Dünyanın en güzel binalarından biri
olarak kabul edilen Guggenheim Müzesi, İspanya’nın Kuzeyinde, tarzı ve
enerjisi ile göz kamaştıran Bilbao’nun
tam merkezinde kurulmuştur. Bilbao
Guggenheim Müzesi’nin, sanatı barındıran binanın da en az sanatın kendisi
kadar önemli olduğu trendi başlattığı söylenir. 11.000 m² alana yayılan
müze, ABD'li bir vakıf olan, Solomon
R. Guggenheim Vakfı'nın beş müzesinden biridir.
Ünlü mimar Frank Gehry tarafından
tasarlanan bina, 20. yüzyılın çığır açan
yapılarından biri olarak da bilinir. Müzenin kuruluş öyküsü de en az kendisi
kadar ilgi çekici. Şehrin ekonomisinin
gittikçe gerilediğinin farkına varan ve
haritadan silinmesinden korkan Bilbao yöneticileri, 1980'lerde, Nervion
nehrinin kıyısındaki bir binanın iddialı
bir sanat müzesine dönüştürülmesine
karar vermişler. Büyük ve etkili bir değişimin sinyalini verebilmesi için müzenin hem göze çarpan bir mimariye
sahip olması, hem de dünya çapında
bir koleksiyon taşıması gerektiğini
öngörmüşler. İşte bu yüzden, metal
binaları şekillendirmesi için ödüllü
mimar Frank Gehry’i tercih etmişler.
Frank Gehry, binanın devasa kütlesini
yumuşatmak için esnek bir malzeme
olan titanyumu seçmiş. Gehry, demir,
beton ve cam ağırlıklı binayı eğrisel
biçimlerin hâkim olduğu parlak titanyum paneller ile kaplamış. Titanyumun yansıtıcı özelliği sayesinde bina,
içinde bulunduğu şehir ve hava koşulları ile etkileşime giren, adeta yaşayan
bir canlıya dönüşmüş. 1997 yılında
tamamlanan bu bina yapısöküm tarzı stili ile ünlüdür. 4 yıl süren inşaat,
planlanan bütçe sınırları ve takvimi
içinde tamamlanmıştır.
Şehir yetkilileri müze ismi ve koleksiyonu için, Guggenheim ailesi ile anlaşarak, dünyaca ünlü sanatçıların 20.
yüzyıl sanat eserlerinin sergilenmesini
sağlamış. Kendisi dev bir heykel gibi
olan bu bina, kısa zamanda dünyaca
ünlü mimarlar tarafından bir başyapıt
olarak kabul görmüş ve Guggenheim
sayesinde Bilbao’ya, dünyanın her
yerinden akın akın ziyaretçi gelmeye
başlamış. Bu inanılmaz kentsel dönüşüm öyküsü, mimarlık ve ekonomi
literatürüne, “Bilbao Effect – Bilbao
etkisi” teriminide kazandırmış. Terim;
bir kentin sosyo-ekonomik kaderinin
bir bina ile değişmesini ifade etmektedir. Guggenheim ile yükselişe geçen
Bilbao, klasik mimari ile çağdaş mimariyi bir araya getirerek, şık ve modern
bir şekle bürünmüş.
Kendisi büyüleyici bir heykeli andıran bu yapı, bir çağdaş sanatlar müzesi
olarak da ilgi çekicidir. 20. yüzyılın
simgesi olduğu kadar, bir kenti de ünlü
yapan Guggenheim Müzesi mimarlık
tarihinin de galiba unutulmayacak en
önemli yapılarından biri... Ölmeden
önce görmeniz gereken yerlerin arasına girmeyi hak etmiyor mu? Siz ne
dersiniz?
www.guggenheim.org/bilbao

Benzer belgeler