makedonya`daki müslümanlarda doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili

Transkript

makedonya`daki müslümanlarda doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili
T.C.
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
MAKEDONYA’DAKİ MÜSLÜMANLARDA
DOĞUM, EVLENME VE ÖLÜM İLE İLGİLİ
İNANIŞLAR VE UYGULAMALAR
Mensur NUREDİNİ
Danışman
Prof. Dr. Ali İhsan YİTİK
İzmir
2007
YEMİN METNİ
Doktora tezi olarak sunduğum “Makedonya’daki Müslümanlarda Doğum,
Evlenme ve Ölüm İle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar” adlı çalışmanın, tarafımdan,
bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını
ve yararlandığım eserlerin bibliyografyada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf
yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.
Tarih
..../05/2007
Mensur NUREDİNİ
II
DOKTORA TEZ SINAV TUTANAĞI
Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Anabilim Dalı
Programı
Tez Konusu
Sınav Tarihi ve Saati :
: Mensur NUREDİNİ
: Felsefe ve Din Bilimleri
:
: Makedonya’daki Müslümanlarda Doğum, Evlenme ve
Ölüm İle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar
Yukarıda kimlik bilgileri belirtilen öğrenci Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün
…………………….. tarih ve ………. Sayılı toplantısında oluşturulan jürimiz
tarafından Lisansüstü Yönetmeliğinin 30.maddesi gereğince doktora tez sınavına
alınmıştır.
Adayın kişisel çalışmaya dayanan tezini …. dakikalık süre içinde
savunmasından sonra jüri üyelerince gerek tez konusu gerekse tezin dayanağı olan
Anabilim dallarından sorulan sorulara verdiği cevaplar değerlendirilerek tezin,
BAŞARILI
DÜZELTME
RED edilmesine
Ο
Ο*
Ο**
OY BİRLİĞİİ ile
OY ÇOKLUĞU
ile karar verilmiştir.
Jüri teşkil edilmediği için sınav yapılamamıştır.
Öğrenci sınava gelmemiştir.
Ο
Ο
Ο***
Ο**
* Bu halde adaya 3 ay süre verilir.
** Bu halde adayın kaydı silinir.
*** Bu halde sınav için yeni bir tarih belirlenir.
Tez, burs, ödül veya teşvik programlarına (Tüba, Fullbrightht vb.) aday olabilir.
Tez, mevcut hali ile basılabilir.
Tez, gözden geçirildikten sonra basılabilir.
Tezin, basımı gerekliliği yoktur.
JÜRİ ÜYELERİ
Evet
Ο
Ο
Ο
Ο
İMZA
……………………… □ Başarılı
□ Düzeltme
□ Red
……………..
……………………... □ Başarılı
□ Düzeltme
□ Red
………..........
……………………… □ Başarılı
□ Düzeltme
□ Red
…. …………
……………………… □ Başarılı
□ Düzeltme
□ Red
………..........
……………………… □ Başarılı
□ Düzeltme
□ Red
…. …………
III
ÖZET
Doktora Programı
Makedonya’daki Müslümanlarda Doğum, Evlenme ve Ölüm İle İlgili İnanışlar ve
Uygulamalar
Mensur Nuredini
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı
İnsan hayatındaki doğum, ölüm ve evlenme gibi özel anların, bazen sevinci, bazen
de hüznü diğer insanlarla paylaşmayı amaçlayan toplumsal niteliği ön planda olan
tören ve dini uygulamalara yol açtıkları görülür.
Bu çalışma, Makedonya’da yaşayan Müslümanların doğum, evlenme ve ölüm ile
ilgili inanışlarını ve uygulamalarını tanımlamayı ve değerlendirmeyi hedeflemiştir. Bu
çalışmada mevcut literatür dikkate alınarak belirlenen bölgelerde doğum, evlenme ve
ölüm ile ilgili merasimlere, uygulamalara bizzat iştirak edilmiş, gözlemler yapılmıştır.
Ayrıca konumuzla bağlantılı değişik inanışları tespit amacıyla da mülakat yöntemi
kullanılmıştır. Bu bağlamda, doğumla ilgili olarak: Hamilelik dönemi, doğum anı,
bebeğin cinsiyetinin tayini, istenmeyen gebeliklerde uygulanan yöntemler, evlilikle ilgili
olarak: hediyeleşmeler, nasip arama, büyü ve tılsıma dair uygulamalar ve son olarak
ölümle ilgili olarak da: Ölüm öncesi, ölüm anı, teçhiz- defin, ıskat-devir ve yas
uygulamaları incelenmiş, özellikle bunların dinsel ve geleneksel yönlerine işaret
edilmeye çalışılmıştır.
Makedonya Müslümanların genelde, dini değerlerine ve zengin kültürel
miraslarına sadık kaldıklarını söylemek mümkündür. Ayrıca aynı coğrafyadaki diğer
etnik ve dinsel topluluklardan oldukça etkilenmiş oldukları da bir gerçektir. Bu
çerçevede, onların bazı uygulamalarının tarihi süreçte kurumsallaştıkları, bazılarının
ise unutulmaya yüz tuttuğu, veya yeni şartlara göre mahiyet değiştirdiği söylenebilir.
Aynı şekilde bazı inançlar güçlenirken veya sıradan dünyevi bir uygulama halinden
dini bir uygulama şekline bürünürken, diğerlerinin toplum ve insan sağlığı için tehlike
arz eder ve ekonomik olarak da büyük masraflar gerektiren ve herkesin kolayca yerine
getiremediği karmaşık törenler şekline dönüştükleri söylenebilir. Bu araştırmamızda,
bütün bu inanış ve uygulamaları, mukayeseli olarak ele almaya ve örneklerle sunmaya
çalıştık.
Anahtar Kelimeler: 1) Makedonya 2) Doğum 3) Evlenme 4) Ölüm 5) İnanış
IV
ABSTRACT
Degree of Doctorate
Beliefs and Rituals of Birth, Marriage and Death in Macedonian Muslims
Mensur Nuredini
Dokuz Eylul University
Institute of Social Sciences
Department of Philosophy and Religious Sciences
It is a fact that some exceptional times such as birth, marriage and death give rise
to ceremonies and rituals aimed at sharing mutually the sense of bliss or grief.
This study focuses on describing and evaluating the beliefs and practices of
Muslims in Macedonia concerning birth, marriage and death. As a method of study, in
addition to the relevant literature, we actually participated in ceremonies and rituals in
given districts end engaged in observation and survey in order to establish different
beliefs and practices conected with our study. In this context, we examined, with
respect to birth, the period of pregnancy, the moment of birth, determinaty of
sexuality, methods of preventing undesired pregnancy, giving gifts related with
marriage, looking for chance of marriage for a girl, practices for magic and talisman,
at the end we handed believes related with death and moment of death, equipping and
interment of the death, Iskat-devir (alms given as compensation for the religious duties
wich the deceased failed to perform during his lifetime) and mourning, especially we
tried to show religious and traditional aspects of these practices.
It is possible to say that Muslims in Macedonia, in general, are remaining loyal to
their religious values and rich/wide cultural legacy/heritage. Meanwhile, it is attractive
that they are ratherly/deeply affected by the other ethnic and religious communities
living at the same area. In this context, while their some practices are institutionalized
in the historical process, the others are nearly forgotten or changed its nature in respect
of the new conditions. Though some beliefs are being stronger or transformed from
ordinary worldly ones into religious practices, the others can be observed as dangerous
for the health of people or society. They became complicated ceremony needs much
more expences, so, everyone can not arrange these ceremonies easily. In this study, we
tried to examine all these beliefs and practices comparatively and present them with
examples.
Key Words: 1) Macedonia 2)Birth 3) Marriage 4) Death 5) Ritual
V
İÇİNDEKİLER
YEMİN METNİ ..............................................................................................................................II
DOKTORA TEZ SINAV TUTANAĞI ................................................................................III
ÖZET ................................................................................................................................................ IV
ABSTRACT......................................................................................................................................V
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................................. VI
ÖNSÖZ ............................................................................................................................................. IX
GİRİŞ
1. ÇALIŞMANIN YAPILDIĞI COĞRAFİ SAHA ............................................1
1.1. Makedonya’nın Kısa Tarihi .........................................................................1
1.2. Osmanlıların Çekilişinden Günümüze Kadar Makedonya ............................4
1.3. Makedonya’nın Coğrafi Konumu ve Nüfusu................................................6
2. MAKEDONYA’DA YAŞAYAN MÜSLÜMANLARIN DURUMU ..............7
3. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ .............................................................................9
4. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ ...............................................11
5. HALK İNANIŞLARI VE DİNDEKİ YERİ ..................................................12
BİRİNCİ BÖLÜM
MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA DOĞUMLA İLGİLİ
İNANIŞ VE UYGULAMALAR
1.1. DOĞUM ÖNCESİ ADETLERİ .................................................................16
1.1.1. Çocuk Sahibi Olmayı Teminle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar................17
1.1.2. Çocuk Sahibi Olamayanların Gittikleri Bazı Ziyaret Yerleri ve Yaptıkları
Uygulamalar.............................................................................................27
1.1.2.1. Cafer ve Hıdır Baba Tekkesi.............................................................27
1.1.2.2. Bogovin (Mehmet Baba) Tekkesi - (Bogovin–Kalkandelen) .............27
1.1.2.3.- Delik Taş (Leşniça Köyü – Kırçova) ...............................................28
1.1.2.4. Kadınlar Taşı (Simniça Köyü - Gostivar) .........................................29
1.1.2.5. Hacı Ömer Türbesi (Bahçebosu - Valandova) ...................................29
1.1.2.6. Salih Baba Türbesi (Kırnçar Köyü – Resne)......................................29
1.1.2.7. Hasan Baba Türbesi (Manastır – Merkez) .........................................30
1.1.2.8. Govedar Baba (Ercanlı Köyü - Sveti Nikole) ....................................30
1.1.3. Çocuğun Olmaması veya Düşmesini Teminle İlgili İnanışlar ve
Uygulamalar.............................................................................................32
1.1.4. Gebelik ve Aşerme (Aşırı İstek ve Tiksinme)..........................................34
1.1.5. Doğacak Çocuğun Cinsiyetinin Tayini:...................................................38
1.1.6. Yaşamayan veya Ölü Doğan Çocuklarla İlgili İnanış ve Uygulamalar.....43
1.1.7. Doğumun Kolay Olmasıyla İlgili Adetler...............................................47
1.1.8. Doğuma Hazırlık ....................................................................................51
1.2. DOĞUM ESNASI ADETLERİ ..................................................................56
1.2.1. Doğum Yaptıran Kişinin Seçimi .............................................................56
1.2.2. Doğum Esnası.........................................................................................57
1.2.3. Göbek Bağıyla İlgili İnanışlar .................................................................59
VI
1.2.4. Doğum Esnasında Koca ..........................................................................61
1.3. DOĞUM SONRASI ADETLERİ ..................................................................62
1.3.1. Yıkama ...................................................................................................62
1.3.2. Kurban Kesme........................................................................................64
1.3.3. Loğusa Kadının Durumu ve Bununla İlgili İnanışlar ...............................65
1.4. YENİ DOĞMUŞ ÇOCUKLA İLGİLİ UYGULAMALAR ..........................69
1.4.1. Çocuğa İsim Verilmesi ...........................................................................72
1.4.2. Nazar Önlemleri .....................................................................................75
1.4.3. Çocuğun Saçının ve Tırnağının İlk Olarak Kesilmesi ..............................77
1.4.4. Çocuğun İlk Kez Evden Çıkarılması .......................................................78
1.5. ÇOCUKLARLA İLGİLİ İNANIŞLAR VE UYGULAMALAR ..................80
1.5.1. Yürümesi Geciken Çocuklarla İlgili Uygulamalar...................................80
1.5.2. Konuşması Geciken Çocuklarla İlgili Uygulamalar.................................82
1.5.3. Çok Ağlayan ve Uyumayan Çocuklarla İlgili Uygulamalar .....................83
1.6. SÜNNET DÜĞÜNÜ VE YAPILAN UYGULAMALAR ..............................85
1.6.1. Sünnet Merasimi Öncesindeki Uygulamalar............................................86
1.6.2. Sünnet Merasimi Esnasındaki Uygulamalar ............................................87
1.6.3. Sünnet Merasimi Sonrasındaki Uygulamalar...........................................91
1.6.4. Sünnet Düğünlerinde Söylenen Türküler.................................................92
1.7. DOĞUM VE SÜNNET ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER ..95
1.8. DOĞUM VE SÜNNET ADETLERİYLE İLGİLİ RESİMLER ..................98
İKİNCİ BÖLÜM
MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA EVLENMEYLE İLGİLİ
İNANIŞ VE UYGULAMALAR
2.1. DÜĞÜN ÖNCESİ ADETLERİ ................................................................104
2.1.1. Evlenilecek Eşin Seçimi........................................................................105
2.1.2. Kızlarda ve Erkeklerde Evlenme Yaşı...................................................109
2.1.3. Kısmet Açma........................................................................................109
2.1.4. Evlilikte Dikkat Edilen Hususlar...........................................................114
2.1.5. Kız Arama ............................................................................................116
2.1.6. Kızlar ve Erkeklerde Aranan Özellikler ................................................117
2.1.7. Kız İsteme ............................................................................................118
2.1.8. Sağdıcın (Stroynigın) Seçimi ................................................................121
2.1.9. Kız Kaçırma .........................................................................................121
2.1.10. Söz Kesme ve Başlık ..........................................................................122
2.1.11. Nişan ..................................................................................................126
2.1.12. Nişan ile Düğün Arasında Yapılanlar..................................................127
2.1.12.1. Bohça – Dürü Gönderme ..............................................................128
2.1.12.2. Hıdırellezlik..................................................................................129
2.1.12.3. Aşurelik........................................................................................132
2.1.12.4. Ramazanlık...................................................................................132
2.1.12.5. Bayramlık.....................................................................................133
2.2.13. Kına Gecesi ve Çeyiz..........................................................................133
2.2. DÜĞÜN ESNASI ADETLERİ .................................................................139
2.2.1. Düğüne Davet.......................................................................................139
2.2.2. Düğün Günleri......................................................................................141
2.2.2.1. Düğünün Birinci Günü - Rubalar ....................................................142
2.2.2.2. Düğünün İkinci Günü - Tıraş ..........................................................143
VII
2.2.2.3. Düğünün Üçüncü Günü - Gelin Alma .............................................145
2.2.2.4. Düğünün Dördüncü Günü...............................................................154
2.2.2.5. Düğünün Beşinci Günü...................................................................162
2.2.2.6. Düğünün Altıncı Günü....................................................................163
2.2.2.7. Düğünün Yedinci Günü ..................................................................164
2.3. DÜĞÜN SONRASI ADETLERİ ..............................................................164
2.3.1 Gelinin Evine İlk Gidiş, Sefte (Ziyafet veya Pırviçe):...........................164
2.3.2. Kız Tarafının Erkek Evine İlk Gelişi (Kız Ardı)....................................165
2.3.3. Akrabaların Davetlerine Katılma...........................................................165
2.4. DÜĞÜN ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER.....................167
2.5. DÜĞÜN ADETLERİYLE İLGİLİ RESİMLER .....................................169
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA ÖLÜMLE İLGİLİ
İNANIŞ VE UYGULAMALAR
3.1. ÖLÜM ÖNCESİ ADETLERİ ..................................................................186
3.1.1. Ölümü Düşündüren Ön Belirtiler ..........................................................186
3.1.2. Ölüme Hazırlık .....................................................................................189
3.1.3. Ölümden Hemen Önce Yapılan Uygulamalar .......................................190
3.2. ÖLÜM ESNASI ADETLERİ ...................................................................191
3.2.1. Ölümden Hemen Sonra Yapılan Uygulamalar.......................................192
3.2.2. Ölüm Haberinin Duyurulması ...............................................................195
3.2.3. Cenazenin Bekletilmesi Durumu...........................................................196
3.2.4. İskat ve Devir .......................................................................................199
3.2.5. Cenazenin Yıkanması ...........................................................................202
3.2.6. Cenazenin Kefenlenmesi.......................................................................205
3.2.7. Cenaze Namazı.....................................................................................207
3.2.8. Cenazenin Kabristana Götürülmesi, Defnedilmesi ve Telkin.................209
3.2.9. Cenazenin Defnedilmesi Sırasında Ölü Evinde Yapılanlar ....................214
3.3. ÖLÜM SONRASI ADETLERİ ................................................................217
3.3.1. Ölümden Sonraki Belli Günler..............................................................217
3.3.2. Ölü Yemeği ..........................................................................................219
3.3.3. Baş Sağlığı Dileme – Taziye .................................................................220
3.3.4. Yas .......................................................................................................221
3.3.5. Ölü Kurbanı..........................................................................................224
3.3.6. Mezar Taşı Töreni.................................................................................224
3.4. ÖLÜM ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER.......................225
3.5. ÖLÜM ADETLERİ İLE İLGİLİ RESİMLER .......................................227
SONUÇ ............................................................................................................232
BİBLİYOGRAFYA .........................................................................................237
EK 1: SÖZLÜK ...............................................................................................241
EK 2: MAKEDONYA HARİTALARI ...........................................................246
VIII
ÖNSÖZ
Doğum, evlenme ve ölüm insan hayatının üç önemli eşiğidir. İnsan doğumla
başladığı hayat yolunda sünnet, okula başlama, evlenme gibi duraklara uğrar ve ölüm
ile bu sefer sona erer. İşte bu yol üzerinde insan, kendisini, ister istemez muhtelif
inanış ve uygulamalar içerisinde bulur.
Toplumlara ve bölgelere göre inanışlar ve uygulamalar değişiklik arz etse bile,
bütün bunlar halk kültürünün bir ürünü olarak ortaya çıkar. Bazı inanış ve
uygulamaların izleri kaybolurken, bazıları tören, bazıları ise dini inanç haline
dönüşür.
Doğum, evlenme ve ölüm adetleri çerçevesinde törenler, inanışlar ve
uygulamalar bir toplumun tanınması için önemli verilerdir. Geçmiş dönemlere ait
gelenek, inanış ve uygulamalar, günümüzle geçmiş arasındaki bağları ortaya koyması
bakımından büyük bir önem arz eder.
Makedonya’da yaşayan Müslümanların, özellikle Türklerin gelenek ve
inanışları fazlaca araştırılmamış bir sahayı oluşturmaktadır. Her ne kadar bu konuda
Yaşar Kalafat’ın Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları adlı bir eseri
bulunuyorsa da bu çalışma daha ziyade bir nevi gezi notları şeklinde kaleme alınmış
ve görülen uygulamalar belli bir tasnife tabi tutulmadan aktarılmıştır. Eserde bazı yer
isimlerinin oldukça yanlış yazıldıkları da dikkat çekmektedir. Bu bakımdan bölgeye
ait kapsamlı bir çalışma yapmak için bu çalışmayı yapma ihtiyacı hissettik.
“Makedonya’daki Müslümanlarda Doğum, Evlenme ve Ölüm ile İlgili İnanış
ve Uygulamalar” başlığı taşıyan bu çalışmamızla, Makedonya’daki Müslümanların
sözü edilen inanış ve uygulamalarını inceleyerek, onların dini, kültürel ve sosyal
hayatının bir bölümünü aydınlatmayı hedefledik. Çalışmamızı, bu konudaki yazılı
literatürü incelemenin yanında doğum, evlenme ve ölüm törenlerine bizzat katılarak
ve bölgede yaşayan yaşlı veya tecrübeli kişilerle mülakatlar yaparak ampirik bir
metotla gerçekleştirdik. Konunun daha iyi anlaşılması için bu uygulamalara ve
törenlere ait fotoğrafları da ilgili bölüm sonlarına koyduk. Yeri geldikçe elde
ettiğimiz verileri, Makedonya dışındaki bazı ülkelerde, özellikle de ana vatanımız
olan Türkiye’deki inanış, uygulamalar ve törenlerle kıyaslanmaya çalıştık.
IX
Çalışmamızın bu açıdan, hem sosyal tarihe yardımcı olacağını, hem de bugünkü dini
hayatın tanınmasına katkıda bulunacağını ümit ediyoruz.
Çalışmamız, giriş ve sonuç kısımlarının yanı sıra, üç ana bölümden
oluşmaktadır. Giriş kısmında, konunun çalışıldığı sınırlar, yani Makedonya’nın tarihi
hakkında kısa bir özet sunulmuş, aynı zamanda bugünkü Makedonya’nın coğrafi ve
siyasi durumu ele alınmıştır. Yine burada yaşayan halkların dini ve kültürel hayatları
hakkında da genel bilgiler verilmeye çalışılmıştır.
Çalışmamızın doğumla ilgili inanış ve uygulamalara ait birinci bölümü, doğum
öncesi, doğum esnası ve doğum sonrası inanış ve uygulamalar şeklinde üç başlık
altında ele alınmıştır. Bu bölümdeki bilgiler daha çok yaşlı ya da güngörmüş
kişilerden mülakat yoluyla elde edilen verilerin doğrudan yazılması veya ses
kaydının yapılması yoluyla temin edilmiştir. Ayrıca doğumla ilgili yapılan
uygulamalar gözlemlenmiş ve bunların fotoğrafları teze konulmuştur.
Evlenme ile ilgili inanışlar ve uygulamalar ikinci bölümün konusunu
oluşturmaktadır. Bu bölümde de yapılan evlilik merasimlerine, yani düğünlere bizzat
iştirak edilerek yapılan uygulamalar ve o uygulamalar ile ilgili inanışlar tespit
edilmiştir. Ayrıca yine bu bölüm, düğünlerde söylenen türküler, maniler ve yapılan
uygulamalara ait resimlerle zenginleştirilmeye çalışılmıştır.
Çalışmamızın üçüncü bölümünün konusunu ölüm ile ilgili inanış ve
uygulamalar oluşturmaktadır. Bu bölümde de ilk iki bölümdeki araştırma yöntemini
kullandık, yani cenaze törenlerine bizzat katılarak yapılan uygulamaları tespit ettik
ve resimlerle örnekler vermeye çalıştık. Yine bu konuda, çevrede yaşayan yaşlıların
bildiklerinden de faydalanma yoluna gittik. Bu bölümü de ölüm öncesi, ölüm esnası
ve ölüm sonrası olmak üzere üç ana başlık altında ele aldık. Bunlarla ilgili inanışları
tespit ettikten sonra, yapılan uygulamalar ve bu uygulamaların bölgesel benzer ve
farklılıklarını vermeye çalıştık. Bunun yanı sıra bu inanış ve uygulamaları da yer yer
diğer Türk topluluklarıyla, özellikle ana vatanımız olan Türkiye’dekilerle
karşılaştırmaya benzerlik ve farklılıkları mukayeseli bir şekilde tespit etmeye
çalıştık.
Son olarak konunun belirlenmesinden tezin yazım aşamasına kadar sürekli
olarak beni teşvik eden ve hiçbir yardımını esirgemeyen danışmanım Prof. Dr. Ali
İhsan YİTİK’e; çalışmalarımda titizlikle yol gösteren tez izleme komitesi üyeleri
X
Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ ve Prof. Dr. Hanifi ÖZCAN’a katkılarından dolayı
teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
Bazı kaynak eserlere ulaşmamda yardımcı olan DEÜ. İlahiyat Fakültesi
Kütüphanesi şefi sayın Mehmet GÖNEN’e ve Makedonya’daki bazı değerli
meslektaşlarıma, ziyaret ettiğimiz köy ve kasabalarda bizleri yönlendiren, çeşitli
mülakatlar yapmamıza yardımcı olan değerli dostlarıma, gösterdikleri yakın alakayla
sorularımıza içtenlikle cevap veren Makedonyalı Müslüman kardeşlerime de
şükranlarımı ifade ediyorum. Ayrıca tezin tashihi hususunda büyük katkılarını
gördüğüm Araş. Gör. Ali ERTUĞRUL ve Dr. Mehmet İLHAN başta olmak üzere
DEÜ. İlahiyat Fakültesinin diğer araştırma görevlileri Murat MEMİŞ, Dr. Tahsin
KOÇYİĞİT, Hammet ARSLAN ve Bekir Zakir ÇOBAN’a da teşekkürlerimi
sunarım.
Ayrıca ve bilhassa, hem akademik çalışmanın zorluklarına katlanma hususunda
bana büyük destek olan, hem de özellikle doğum ve evlenmeyle ilgili mülakatlarda
hanımlara ulaşmada çok değerli yardımlarını gördüğüm annem ve eşime de minnet
borçluyum.
Mensur NUREDİNİ
Mayıs 2007
XI
GİRİŞ
1. ÇALIŞMANIN YAPILDIĞI COĞRAFİ SAHA
1.1. Makedonya’nın Kısa Tarihi
Türkçeye Fransızcadan geçen, ancak aslı Eski Yunanca olan Makedonya
kelimesi “karışık”, “türlü”, “muhtelif parçalardan oluşan”, “yamalı bohça”, “sebze ya
da meyve salatası” anlamlarına gelir.1 Makedonya güneyde Ege Denizi’nin kuzeybatı
kıyılarından, kuzeyde Vardar Nehri’nin orta kısımlarına, doğuda Marta Nehri’nden
batıda Tesalya ve Şar Dağı’na kadar uzanan sahayı kaplar ise de, sınırları kesin bir
şekilde hiçbir zaman belli olmamıştır. Bugünkü anlamda ise Makedonya, coğrafi bir
bölgeden öte XIX. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış siyasi bir terimdir.
Balkan Yarımadasının içinde yer alan, aynı zamanda Asya’dan Avrupa’ya
uzanan ana yolun üzerinde bulunan Makedonya, hem doğulu hem de batılı değişik
milletlerin ilgisini çekmiş ve bu milletler tarafından ele geçirilmeye çalışılmıştır.
9–10. asırlar arasındaki Bogomil hareketi, Osmanlıların bölgeye hâkim
olmasında ve İslam’ın topluca kabul edilmesinde önemli bir etken olmuştur.
Bogomiller, Ortodoks ve Katolik Kilisesi’nin ideolojisine karşı tek bir Tanrı’ya ve
doğudaki Ariusçular gibi İsa’dan sonra Madmad adında bir peygamberin geleceğine
inanmaktaydılar.2 Bu inançlarından dolayı Bulgaristan ve Sırbistan’dan kovulan
Bogomil Hıristiyanları, Makedonya ile Bosna’ya yerleştiler. Haksızlık ve zulüm
altında yaşayan Makedonya ve Bosna sakinleri, kendilerini bu zulümden kurtaracak,
güven ve huzur içinde yaşamalarını sağlayacak bir yönetime ihtiyaç duymaktaydılar.
1
2
Tahsin Saraç, Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük, TDK Ankara, 1976; Georges Castellan,
Historie des Balkans (XIV-XX siecle). Arnavutçaya tercüme Eden: Arben Puto ve Luan Omari,
Tirana 1992, s.11.
Daha geniş bilgi için bkz. Dragolyub Dragolyeviç, Bogomilstvo na Balkanu i u Maloy Aziyi i
Bogomilski Rodonaçalnici, Beograd 1974, s.9 ve devamı; Aleksandar Solovyev, Yesu Li
Bogomili Poştovali Krst, Sarayevo 1948, s.6.
Osmanlıların gelmesiyle asırlarca bekledikleri huzura kavuştular ve bundan dolayı
topluca İslam’ı kabul ettiler.
Makedonya bir köprü ve kavşak, aynı zamanda George Castellan’ın dediği gibi
“milletler salatası, barut fıçısı ve Avrupa’nın harp meydanı” idi.3 Bütün bu nedenler
Makedonya’yı çeşitli kültürlerin karıştığı bir saha haline getirmiştir. Meselâ
Doğudan Sasani devletinden gelen tacirler, Batı’dan Roma İmparatorluğundan gelen
tacirlerle Selanik’te karşılaşıyor ve mallarını değiştiriyorlardı. Dünyanın değişik
bölgelerinden gelen tacirler yanlarında muhtelif zanaatçıları da getirmekteydiler.
Bunların gelmesi Makedonya’da demircilik, nalbantlık ve diğer zanaatların
gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Yine Batı’dan gelen Roma kültürü ile Doğu’da
Büyük İskender’in Doğu’daki fetihlerinde karşılaştığı Hint, Sasani, Mezopotamya ve
Mısır kültürü Makedonya’da bir araya geldi. Bu kültür karışımının belirtileri
Osmanlı öncesi Makedonya Kilise stillerinde, kiliselerin içindeki ikonografyada ve
arkeolojik kazılarda bulunan çeşitli süs eşyalarında açıkça görülmektedir. Bunun en
belirgin misali Manastır şehri yakınlarındaki arkeolojik kazılar sonucu meydana
çıkan eski Stobi şehridir. Stobi şehrinin anfisi eski Roma stilinde iken, her kapının
önünde Mezopotamya simgelerini taşıyan taştan yapılmış ikişer aslan yer
almaktadır.4
Osmanlı, Rumeli’ye geçişten hemen sonra bazı tedbirler aldı. Yabancı
unsurların bulunduğu yerlere, o bölgenin siyasî ve askerî emniyetini sağlamak için
Anadolu’dan Rumeli’ye tehcir ettiği Türkleri yerleştirdi. Aynı zamanda Osmanlılar,
ele geçirdikleri topraklarda tarikatlar vasıtasıyla da insanların gönüllerini fethetmeye
çalıştılar.
Edirne’nin fethinden sonra Filibe de Osmanlı idaresine girdi. Meriç’te toplanan
Sırp, Macar ve Boşnak ittifakını 1364 yılında Hacı İlbey komutanlığındaki 10.000
asker darmadağın etti. Sırp Sındığı5 adı verilen bu savaşta galip gelen Sultan Murat,
Balkanları sağ, orta ve sol kanatlara bölerek üç yoldan fetih hareketlerini
3
George Castellan, Historie des Balkans (XIV – XX siecle), Arnavutçaya çev. Arben Puto ve Luan
Omari, Tirana 1992; Türkçeye çev. Dr. Ayşegül Yaraman-Başbuğu, İstanbul 1995, a.g.e, s.11.
4
Behicuddin Şehapi, İslamska Arhitektura vo Sokpye, Skopye 1986, s.54.
5
İ.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1972, s.167-169.
2
derinleştirdi.6 Sağ kanat, yani doğu sınırları doğrudan Sultan Murat’ın kendi
komutası altında idi. Sol kanat komutanı Evrenos Bey, orta kol komutanı ise Kara
Timurtaş Paşa idi. Sol kanat komutanı Evrenos Bey’in Meriç vadisindeki Çirmen
Savaşında Makedonya Sırp prenslerini bozguna uğratması (1371), Makedonya’nın
yollarını Osmanlılara açtığı gibi Makedonya’daki Sırp prensliklerinin, Bulgar
kralının ve Bizans İmparatorunun Osmanlı egemenliğini tanımasına sebep oldu.
Böylece Makedonya’nın bir kısmı ve Kavala, Drama, Serez ve Selanik gibi şehirler
Evrenos Bey’e bağlı Yiğit Paşa komutanlığındaki akıncı kuvvetler tarafından
fethedildi. Orta kol komutanı Kara Timurtaş Paşa, Vardar ovasından başlayarak
güney Sırbistan ve Bosna’da birçok yeri fethetti.
1389’da Üsküp, Pirlepe ve İştip, 1391’de Manastır şehirleri fethedildi. 6 Ocak
1392 tarihinde Makedonya’nın tamamı Osmanlı idaresine girdi. Üsküp’ün fethinden
bahseden Avrupa tarihçisi Castellan çok üzüntülü bir şekilde şunları yazıyor: “1392
yılında Sultanın bayrakları artık Üsküp’te de dalgalanmaya başlıyordu. Çok
geçmeden Beyazıt, Vardar Ovası’na binlerce Türk yerleştirerek Makedonya’yı
Osmanlıların diğer fethettiklerine başlangıç noktası teşkil edecek bir vilayet haline
getirmiştir”.7
Osmanlı döneminde Makedonya’da edebiyat, musiki, resim ve özellikle de
mimari gelişti. 4-5 asırlık bir dönem içinde burada inşa edilen binlerce yapının
mimari üsluplarına bakıldığında, üzerlerindeki Türk-İslam özellikleri açıkça görülür.
Beş asırlık Osmanlı idaresinde Makedonya iyibir gelişme seyri yakalamış ve bu
bölgeden yetişen eşraf, Osmanlı devletinin çeşitli mevkilerinde vazife görmüştür.
Makedonya 1912 yılındaki Balkan Savaşlarına kadar Osmanlı idaresi altında
kalmıştır. Birinci Dünya Savaşından sonra, 1 Aralık 1919’da Sırp, Hırvat ve Sloven
(SHS) krallığı kurulmuş ve bu münasebetle Makedonya üç kısma ayrılmıştır. Bir
parçası Yunanistan’a (Ege Makedonyası, halen Yunanistan egemenliği altındadır),
bir parçası Bulgaristan’a (Pirin Makedonyası, halen Bulgaristan yönetimindedir), bir
parçası da yukarıda zikredilen yeni kurulmuş krallığa verilmiştir (Vardar
6
Joseph Von Hammer, Geschichte des Osmanichen Reiches, Boşnakçaya çev. Nerkez İsmailagiç,
Zagreb 1979, s.62.
7
G. Castellan, a.g.e. s.73.
3
Makedonyası).8
Makedonya,
1945
yılından
1991
yılına
kadar
Komünist
Yugoslavya’nın altı cumhuriyetinden biri olarak varlığını sürdürmüş, 1991 yılında
referandum sonucu bağımsızlığını ilan etmiştir.
Makedonya’nın bu kısa tarihçesini Yahya Kemalin “Kaybolan Şehir” isimli
şiirinin bir bölümü şöyle tanımlamaktadır:
“Üsküp ki Yıldırım Beyazıt diyarıdır
Evlâd-ı Fatihân’a onun yadigârıdır
Firuze kubbelerle bizim şehrimizdi o
Yalnız bizimdi, çevre ve ruhuyla bizdi o
Üsküp ki Şar Dağında devamıydı Bursa’nın
Bir lale bahçesiydi dökülmüş temiz kanın
Vaktiyle öz vatan da bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil. Bunu duydum için için!”
1.2. Osmanlıların Çekilişinden Günümüze Kadar Makedonya
Makedonya, Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce, Sırbistan, Bulgaristan ve
Yunanistan olmak üzere üç Balkan devleti arasında paylaşılmıştı. Makedonya’yı
istila eden bu üç devletin Birinci Dünya Savaşına katılmaları da Makedonya için
kötü sonuçlar doğurmuştur. Zira Makedonya sakinleri, bu üç Balkan devletinin
ordularına zoraki olarak sevk edilmiş ve böylece başkalarının çıkarları için savaşmak
zorunda kalmışlardır.
Makedonya’nın Vardar bölümü, yani bugün bağımsız bir devlet halindeki
Makedonya, 1919 yılında kurulan S.H.S (Sırp-Hırvat-Sloven) krallığı yönetimi altına
8
Bugün bağımsız olan Makedonya devleti sadece bu kısımdan ibarettir. Kuzeyinde Sırbistan,
güneyinde Yunanistan, batısında Kosova ve Arnavutluk, doğusunda da Bulgaristan yer almaktadır.
Başkenti Üsküp olan Makedonya Cumhuriyetinin diğer büyük şehirleri Manastır, Pirlepe,
Kalkandelen ve Gostivardır. Yüzölçümü 25.713 km², nufusu 2.200.000 olan Makedonya’da çeşitli
milletler yaşamaktadır. Nüfusun %50’sini gayr-i müslimler (Ortodoks Kilisesine mensup
Makedonlar), diğer %50’sini ise Müslümanlar (Arnavutlar 750.000, Türkler 120.000, Romenler,
Pomaklar ile Boşnaklar 150.000 ve diğerleri) teşkil etmektedir. Son nüfus sayıma gore ise
Makedonya’da %66.5 Makedon, %26.5 Arnavut, %4.5 Türk ve diğerleri yaşamaktadır. Bu sayımın
devlet kaynakları tarafından adaletli bir sayım olduğu ifade ediliyorsa da gerçek istatiği
göstermediği yönünde ciddi pek çok gösterge mevcuttur.
4
girmiştir. Bu tarihlerde, 25.713 km² yüzölçümüyle ve 800.000 nüfusla bu bölge,
Krallığın toplam toprağının %10’unu oluşturuyordu. Birinci Dünya Savaşı,
Makedonya’da büyük maddi ve insani kayıplara sebep oldu. Savaştan sonra ise,
Büyük Sırp burjuvazisi Makedonya’ya hâkim olmak ve buradaki zenginliklerden
yararlanmak için elinden geleni yaptı.9
İki Dünya Savaşı arasında Makedonya’da yaşayan halklara kendi lisanlarında
okuma hakkı verilmemiş; halkın yaklaşık %60’ını oluşturan Müslümanlara ise
sadece Sırpça eğitim-öğretim yapacak iki medrese Aleksandar Medresesi ve İsa Bey
Medresesini açma izni verilmiştir: Bu iki medreseden yetişen öğrenciler, İkinci
Dünya savaşında ön saflarda yer almışlar, savaştan sonra komünistlerin işbaşına
geçmesiyle, onların politikasına uygun davrananlar devletin en üst kademelerine
yerleşmiştir (meselâ 1985–87 yılları arası Komünist Yugoslavya cumhurbaşkanı
Sinan Hasani). Komünistlerin politikasına karşı olanlar ise öldürülmüş, sürgün
edilmiş ve bütün haklardan mahrum edilerek basit işçiler olarak çalıştırılmışlardır.
17 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırısı ile başlayan İkinci Dünya
şavaşında da Makedonya’nın bir parçasını Bulgar Krallığı, diğer parçasını ise İtalya
istilâ etmiştir. 9 Mayıs 1945 tarihinde Alman ordusunun komünist Yugoslavya’nın
topraklarından
çekilişi
ile
Makedonya,
Tito’nun
kurduğu
devletin
altı
cumhuriyetinden birini teşkil etti. Böylece Birinci Dünya savaşından sonra ilk defa
yarı bağımsız bir statüye kavuşmuş oldu.
Makedonya’nın ilk anayasası 31 Aralık 1946’da meydana getirildi. Böylece
Makedonya, cumhuriyet biçiminde bir halk devleti olarak tespit edilip, federal bir
devlet olan Yugoslavya’nın ayrılmaz bölümü olarak tescil edildi. Halkların çoğu
federal organlarca yönetiliyordu. Anayasayı oluşturanlar ve uygulayanlar komünist
rejim taraftarlarıydı. Makedonya’daki Müslümanların durumu komünist idare altında
daha da kötüleşti. Camilerin ve tekkelerin vakıfları alındı, yönetime karşı çıkan hoca
efendiler feci şekilde öldürüldü, başörtüsü kaldırılmaya çalışıldı, dinî okulların ve
Kur’an kurslarının açılması yasaklanıp mevcut olanlar kapatıldı. Müslüman kızları
gönüllü çalışma aksiyonlarına alınıp ahlakları bozulmaya çalışıldı. Kısacası
9
Yusuf Hamzaoğlu, Balkan Türklüğü, Ankara 2000, s. 285, 287.
5
Müslümanların kimlik ve değerlerinin ortadan kaldırılması için her türlü yöntem
uygulandı.
Makedonya komünist partisi tarafından yönetilen siyasi sistem çok karışıktı.
İşçiler emeklerinin karşılığını alamıyordu. Bunlar daha verimli bir çalışma için
özendirilmiyor, yeni iş yerleri açılmıyor, açılanlar da verimli olmuyordu. Böylece
halkta memnuniyetsizlik artıyordu. Komünistler Birliği, çaba harcamasına rağmen
daha verimli çalışmak için bir yol bulamadı. Bu yüzden iktisatta olduğu gibi siyasi
sistemde de bunalım belirdi. Siyasi sistemde çoğulculuk ilkesine pek riayet
edilmiyordu. 80’li yılların sonunda Makedonya’daki yönetimin tek bir parti ile
yürütülemeyeceği anlaşıldı. Diğer Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi birçok siyasi
parti kuruldu ve bunlar programlarını seçmenler önünde deklare ettiler. İlk çok partili
seçimde Makedonya meclisine 120 milletvekili seçildi. 17 Kasım 1991’de
Makedonya Cumhuriyeti Meclisi özgür ve bağımsız Makedonya’nın ilk anayasasını
kabul etti. Makedonya’nın bağımsızlığını kabul eden ilk ülke Türkiye oldu. 1995
yılında da Makedonya’da ikinci bir seçim gerçekleştirildi ve bu seçimde 23
Müslüman milletvekili parlamentoya girdi.
1.3. Makedonya’nın Coğrafi Konumu ve Nüfusu
Makedonya’nın yüzölçümü 25.714 km²’dir. Nüfusu ise 2.400.000’dir.10 199194 yıllarında Makedonya’da iki defa nüfus sayımı yapılmıştır. Ancak bu sayımların
en önemli özelliği hile karıştırılmış olmaları ve Makedon hükümetinin arzu ettiği
yönde yürütülüp sonuçlandırılmış olmasıdır. Öyle ki iki sayım arasında geçen üç yıl
içinde, Türkler nüfus açısından 20.000 kişi azalmış olarak gösterilir. Halbuki
Makedonya’daki Türklerin doğum oranı yüksektir ve her hangi bir yoğun göç
hareketi de olmamıştır. O halde 20.000 Türk üç yılda kağıt üstünde yok sayılmıştır.
Son sayıma göre Makedonya’da 1.288.000 Hıristiyan yaşamaktadır. Buna göre
Hıristiyanlar, toplam nüfusun %66,5’lik bir kısmını oluşturur. Müslümanlardan
Arnavutların sayısı 450.000, Türklerinki ise 89.000 olarak açıklanmıştır.11 Ancak,
hem Arnavutlar, hem de Türkler bu sayımı doğru kabul etmemektedir.
10
11
Zavod Za Statistika, Statistiçki Godişnik Na Republika Makedoniya 1994, Üsküp 1995, s.75.
Zavod Za Statistika, Statistiçki Godişnik Na Republika Makedoniya 1994, s.76.
6
TDP (Türk Demokratik Partisi)’nin istatistiklerine göre Makedonya’da
Türklerin sayısı 120.000 ile 150.000 arasındadır. Arnavutların sayısı 850.000
civarındadır. Ayrıca Makedonyada 50.000 Boşnak, 70.000 Pomak, 40.000–50.000
arasında Romen yaşamaktadır.12 Makedonya nüfusunun ağırlıklı olarak iki dine
mensup olduğu söylenebilir: Hıristiyan Ortodoks Kilisesine mensup Makedonlar ile
Müslüman olan Arnavutlar, Türkler, Pomaklar, Boşnaklar ve Romenler. Devletin
resmi dini yoktur, resmi diller ise Makedonca, Arnavutça ve Türkçe’dir.
Makedonya Cumhuriyeti, kuzeyde Sırbistan, doğuda Bulgaristan, güneyde
Yunanistan ve batıda Arnavutluk ile komşu olan ve sınırlarının toplam uzunluğu 849
km. olan bir ülkedir. Makedonya topraklarının %70’ini dağlık bölgeler oluşturur.
Makedonya’nın en alçak noktası Vardar nehrinin Makedonya topraklarını ayırdığı
yerdir. Burası deniz seviyesinden 44 metre aşağıdadır. En yüksek noktası ise, 2764
m. yüksekliğindeki Korab dağıdır. Makedonya dağları Rodop ve Vardar dağları
olmak üzere iki gruba ayrılır. Rodop dağları, doğuda Bulgaristan sınırından batıda
Prespa, Kırçova ve Polog kıyısına, güneyde Yunanistan sınırına ve kuzeyde Sırbistan
sınırına kadar uzanır. Doğu Vardar grubu dağları, doğuda Makedonya-Bulgaristan
sınırı ve batıda Pelagonya vadisi arasında bulunur.
Makedonya Cumhuriyeti’nde Akdeniz iklimi, dağ iklimi ve karasal iklim
hüküm sürer. Makedonya’nın en büyük nehri Vardar nehri’dir. Onu Bregalniça, Çrna
Reka, Çrni Drim nehirleri izler. Üç tane de göl vardır: Ohri, Prespa ve Doyran gölü.
Makedonya’nın başkenti Üsküp’tür. Manastır, Kalkandelen, Gostivar, Pirlepe, İştip,
Kırçova, Ustrumca, Kumanova ve Ohri diğer büyük şehirler arasında sayılabilir.
2. MAKEDONYA’DA YAŞAYAN MÜSLÜMANLARIN
DURUMU
Araştırma sahamızı oluşturan Makedonya’da Müslümanların hayatı son 60-70
sene içerisinde büyük bir değişikliğe uğramıştır. Komünizmin materyalist örtüsü,
bütün dini hayatı kapsarken, buna en çok maruz kalan Müslüman halk giderek
sahipsizliğe itilmiş, göçlere zorlanmalarıyla nüfusları bir hayli azalmış, dine ilgileri
12
Mustafa Kahramanyol, Türk Hakları, Ankara 1995, s. 234.
7
zayıflamıştır. Makedonya’daki Müslümanlar Arnavutlar, Türkler, Torbeş-Türkbaş
(Pomaklar), Yörükler, Romenler (Çingeneler), Boşnaklardan oluşur.
Tarikatlar itibariyle Melamilik, daha sonra Halvetilik ve Bektaşilik yaygındır.
Melamiliği kabul eden Müslümanların çoğu Makedonya’nın doğusunda Ustrumca,
Valandova, Radoviş, Koçana, İştip, Vinisa vb. kasabalarda yaşamaktadır. Halvetiler
ise Halvet-Hayati kolundandır. Bunlar genelde Ohri, Kırçova, Struga, Debre ve
Üsküp kasabalarında sâkindirler. Bektaşilik ise geçmişte Manastır, Pirlepe, Resne,
Üsküp, Kalkandelen ve Gostivarda yaygınmış. Günümüzde bu tarikatlar az da olsa
hâlâ faaliyetlerini sürdürmektedirler. 13
Makedonya’da İslamiyet iki ana yol izleyerek gelişmiştir. Bunlardan birincisi,
İslamiyet’in zuhurundan evvel, bazen Kağansız klanlar halinde, bazen da Saka-İskit
Türk konfederasyonu, Havar Türkleri, çeşitli Hun İmparatorlukları, Bulgar Türk
devleti, Hazar Türk imparatorlukları gibi teşkilatlı olarak bölgeye gelen Türklerin,
daha sonra bölgeye gelecek olan Evlad-ı Fatihandan İslamiyet’i öğrenmesi ile gelişen
koldur. İkinci yol, Osmanlı Türk imparatorluğu döneminde bölgeye gelen Evlad-ı
Fatihan olarak bilinen Türklerin getirdiği İslamiyet’tir. Bölgedeki Sünni-Hanefi
İslam anlayışı, büyük ölçüde bu ikinci kolla gelişmiştir.14
İşte bizim tespitini yapmaya çalıştığımız halk inanışları, daha ziyade bu ikinci
kola mensup Müslüman Türklerin yaşadığı bölgelere mahsustur. Elde etmiş
olduğumuz inanış ve uygulamalardan hareketle, bu bölgelerdeki eski Türk boylarının
izleri ile karşılaştığımızı, buralarda ve burada eski Türk boylarının ikamet ettiklerini
gösteren birçok inanış ve uygulamalar tespit ettiğimizi belirtmemiz gerekir. Değişik
milletler ve değişik Türk boylarına ait değişik inanış ve uygulamaların izlerine bu
çalışmamızda tesadüf ettik. Tarihin ilk devirlerinden itibaren farklı zamanlarda
oluşan bu inanışlar Orta Asya Türklerinin hayatına yön vermeye, onu belli bir tarz ve
şekilde belirlemeye başlamıştır. Bu inanış ve uygulamalardan bir kısmına
günümüzde
Makedonya’da
yaşayan
Müslümanlar
arasında
tesadüf
etmek
mümkündür.
Vardar'ın batısında (Batı Makedonya) yaşayan %86 oranındaki Müslüman
çoğunluk, demokratik toplumda siyasî bir güç oluşturmaktadır. Kumanova
13
14
Metin İzeti, Tarikati Bektashijan, Tetova 2001, s. 36.
Kalafat, Makedonya Türklerinde Yaşayan Halk İnançları, s. 12–13.
8
(Kumanovo), Üsküp (Skopje), Kalkandelen (Tetovo), Gostivar (Gostivar), Debre
(Debar), Kırçova (Kiçevo), Ohri (Ohrid), Struga (Struga), Resne (Resen) gibi
şehirlerde kendine özgü tarihî kültür mirasına sıkı bir şekilde bağlı olan Müslüman
topluluk, günümüzde de varlıklarını canlı bir şekilde devam ettirmektedir. Balkanlara
Slav kökenli milletlerin yerleşiminden önce bile buralarda bulunan Müslümanların, o
bölgelerdeki tarihî önemi küçümsenmemelidir.
Bugün bağımsız olan Makedonya’nın kuzeyinde Sırbistan, güneyinde
Yunanistan, batısında Kosova ve Arnavutluk, doğusunda da Bulgaristan yer
almaktadır. Başkenti Üsküp olan Makedonya Cumhuriyetinin diğer büyük şehirleri
Manastır, Pirlepe, Kalkandelen ve Gostivar’dır. Yüzölçümü 25.713 km², nüfusu
2.200.000 olan Makedonya’da çeşitli milletler yaşamaktadır. Nüfusun %50’sini gayri Müslimler (Ortodoks Kilisesine mensup Makedonlar), diğer %50’sini ise
Müslümanlar (Arnavutlar 750.000, Türkler 120.000, Romenler, Pomaklar ile
Boşnaklar 150.000 ve diğerleri) teşkil etmektedir. Son nüfus sayıma göre ise
Makedonya’da %66.5 Makedon, %26.5 Arnavut, %4.5 Türk ve diğerleri
yaşamaktadır. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere resmi kaynaklara verilen bu nüfus
sayımını doğru kabul etmek pek mümkün görünmemektedir.
3. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ
Yapmış olduğumuz çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlar doğum,
evlenme ve ölümdür. Her bölüm de kendi içinde başlıca üç bölüme ayrılmıştır.
Birinci bölümde, Makedonya’da yaşayan Müslümanların inanış ve uygulamaları ele
alınmıştır. İkinci bölümde elde edilen kaynaklar doğrultusunda Türkiye’deki inanış
ve uygulamalar derlenmiş ve bunlar eldeki diğer inanış ve uygulamalarla
karşılaştırılma yoluna gidilmiştir. Üçüncü bölümde ise Makedonya ve Türkiye
dışında yaşayan Müslümanların doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili inanış ve
uygulamalarına yer verilmiştir.
Çalışmamızın asıl konusu Makedonya’da yaşayan Müslümanların doğum,
evlenme ve ölüm ile ilgili inanış ve uygulamalarıdır. Araştırma alanımız olarak Doğu
Makedonya
Müslümanları
ve
Batı
Makedonya
Müslümanları
olmuştur.
Makedonya’nın doğusunda: İştip, Koçana, Vinisa, Ustrumca, Radoviş, Valandova,
Köprülü ve civar köyleri; Batı Makedonya’da ise Müslümanların yoğun olarak
9
yaşadığı kasabalar: Üsküp, Kalkandelen, Gostivar, Kırçova, Debre, Resne’deki
kasaba ve köyler gözlem ve mülakat yaptığımız yerler olmuştur. Bu kasabalarda
Arnavut, Türk, Romen, Torbeş ve Boşnak Müslümanlar yaşamaktadır. Doğu
Makedonya Müslümanlarını daha çok Türkler ve Romenler oluşturur. Buradaki
Türklerin yüzde 90’ı Yörük’tür. Makedonya’nın Batı bölgesinde yaşayan Türkler ise
yerli, yani Türkmen Türkleri’dir.15
Derleme yaparken genelde belli mekânlarda karşılaştığımız kişilerden bilgi
almaya çalıştık. Ancak özellikle adet ve gelenekleri daha uzun yaşamış ve tecrübe
etmiş olan yaşlı kadın ve erkeklerden, veri toplamaya bilhassa özen gösterdik.
Böylece geçmişteki ve şimdiki inanış ve uygulamaları kıyaslamamız daha kolay
olmuştur. Araştırmamız esnasında Müslüman olan Türk, Arnavut ve Torbeş
(Pomak)’lerden derlemeler yaptık ve bunların birbirlerine benzerlik arz eden inanış
ve uygulamalarını genel olarak, bir ayırıma gitmeden, Müslümanlarda var olan inanış
ve uygulamalar olarak sunmayı tercih ettik. Her üç milletin dillerini konuşma ve
anlamada sorunumuz olmadığı için, iletişim kurmada bir zorluk çekmedik. Hepsi ile
yüz yüze ve gruplar halinde görüşme fırsatımız oldu. Bunun yanı sıra kendileriyle
yüz yüze görüşme fırsatı bulamadığımız veya konunun mahremiyetine binaen
bizimle görüşmekten çekinen yabancı kadınlarla, kendilerinin de itimat göstereceği
tanıdık kadınlar vasıtasıyla temasa geçtik ve hazırlamış olduğumuz soruları onlar
vasıtasıyla kendilerine yönelttik.
Derlemelerin bazı kısımlarını doğrudan kaleme alıp tespit ettik. Ancak
ekseriyetle verileri kasetlere kaydedip, daha sonra yazıya geçirdik. Bu bilgileri,
elimizdeki kaynakları da kullanarak, benzerlik ve farklılık açısından Türkiye’deki
inanış ve uygulamalarla kıyaslamaya çalıştık.
Derleme sırasında farklı yörelerde olan kaynak kişilerle gerek tek tek, gerek
grup halinde araya geldik. Bunlar hem kendi geleneklerini bize aktardılar, hem de
“bu sizde böyledir, sizde de şöyledir” gibi müdahalelerle bize anlatılanları
sağlamlaştırma veya tamamlama imkanı sağlamış oldular.
Birinci bölümdeki doğum adetleri hakkındaki inanış ve uygulamalarla ilgili
verileri, genelde işin tabiatı gereği, kadınlardan temin ettik. Bu uygulamalarla ilgili
örnekleri, bölümün sonunda, resimlerle de gösterdik.
15
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 18, 19.
10
İkinci ve üçüncü bölümün sonunda da benzer bir metodu uyguladık. Ayrıca
düğün ve manileri de kayda geçirdik. Böylece bir bakıma günlük uygulama ve
inanışlar ile türküler ve manileri iç içe ele aldık ve onları birbirinden koparmadık.
Anlatılan uygulamaların ve inanışların ayrıntılarının tespiti için ilave sorular
yönelttik. Böylece bir açıdan derlenenlerin doğruluğunu da test ettik. Yeni
anlatılanların önceki anlatılanlardan farklı olup olmadığını da bu şekilde ortaya
çıkarmaya çalıştık.
4. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Çalışmamız sırasında elde ettiğimiz Makedonya Müslümanlarının inanış ve
uygulamalarının Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerdekilerle kıyaslanması için,
doğum ile ilgili inanış ve uygulamalar hususunda, Orhan Acıpayamlı’nın Türkiye’de
Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü (Atatürk Üniversitesi Yayınları,
Ankara 1974) isimli kitabını esas aldık. Ayrıca Mehmet Naci Önal’ın Romanya
Dobruca Türkleri ve Mukayeseleriyle Doğum Evlenme Ve Ölüm Adetleri (Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998) eserine müracaat ettik. Adı geçen eserlerden,
metot ve mukayese bakımından da istifade ettik.
Düğün ile ilgili inanış ve uygulamalar bölümünde ise, Makedonya
Müslümanlarının merasimlerine iştirak ederek gözlem ve mülakata dayalı bilgiler
edindik. Kıyaslama açısından ise değişik kaynak eserler kullandık ki, bunları
dipnotlarda vermeye çalıştık. Fakat metot açısından daha ziyade Hamit Zübeyr
Koşay’ın Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme (Eski Eserler ve
Müzeler
Umum
Müdürlüğü
Yayınları,
Ankara
1944)
isimli
eserinden
faydalandığımızı ifade etmemiz gerekir.
Ölüm konusunda ise, hem metot hem de malzemenin mukayesesi yönüyle,
Sedat Veyis Örnek’in Türk Folklorunda Ölüm (Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Fakültesi Yayınları, Ankara 1979) adlı eserinden oldukça yararlandığımızı
söyleyebiliriz.
Makedonya Müslümanlarının inanış ve uygulamalarını, benzerliklerle ve
farklılıklar açısından mukayese ederken Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri, Bulgaristan
ve Yunanistan’da yaşayan Müslümanların inanış ve uygulamaları esas alınmıştır.
11
Tabii ki, bu inanış ve uygulamalar elimizdeki kaynak eserlerin verdiği bilgilerle
sınırlı kalmıştır.
Yapmış olduğumuz çalışma, genelde Makedonya’daki Müslümanlar arasında
var olan inanış ve uygulamalar ile Türkiye ve kültürel benzerlik taşıyan diğer bazı
ülkelerdeki inanış ve uygulamaların kıyaslanması şeklinde olmuştur. Bu açıdan
Makedonya’daki diğer din mensuplarının inanış ve uygulamalarını araştırma konusu
etmedik. Kaldı ki bu husus, başlı başına ayrı bir araştırma konusudur.
5. HALK İNANIŞLARI VE DİNDEKİ YERİ
İlahi dinlerin gelmiş olduğu toplumların, daha önceden de bazı inançlara sahip
oldukları bilinmektedir. Bu inançlar, ya daha önceki peygamberlerin getirdiği
şeylerin inhirafı ile ortaya çıkmış veya değişik kültür ve toplulukların tarihi
tecrübeleri neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan, Peygamber efendimizin
gelmiş olduğu Arap toplumunda da rukye, kadının uğursuzluğu, tavafın uryan
(çıplak) bir şekilde yapılması gibi muhtelif halk inançları bulunuyordu
Şu bir gerçektir ki, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gönderilen bu ilahi
buyruklar, dinî olma özelliği taşıyan hiçbir inanış, uygulama ve hareketin olmadığı
topluluklara indirilmemiş, aksine dejenerasyona (yozlaşmaya) uğramış da olsa,
önceki tevhid dininden kalma birtakım dinî inanış, tören, ibadet ve davranışların
sonradan uydurulanlarla beraber, iç içe kaynaşmış olarak hayatın her safhasında yer
aldığı toplumlara inmiştir. Risalet vazifesini yüklenen her Peygamber, karşısında
batıl da olsa, bütün inanç ve davranışlarda bu medeniyet ve hayatın getirdiği kültürü
bulmuştur. Peygamberler insanlığın pek çoğuna tabiî gelen bir hayat tarzını, Allah’ın
buyrukları doğrultusunda değiştirmeye çalışmışlardır. İslam dini kendinden önceki
halk inançlarını tamamen ilga etmediği gibi, körü körüne de tasvip etmemiştir.
Muhammed (a.s), halk inançlarını benimseme veya reddetme konusunda üç
şekilde hareket etmiştir:
1) İlga – İslam kurallarına uygun olmayan ve tamamen zıt olan inançları
reddetmiştir.16 Meselâ; Tavafı uryan şekilde gerçekleştirmek.
16
Ahmet Emin, Fecru’l-İslam, Kahire 1975, s.227.
12
2) Islah – Zamanla değişikliğe uğrayan bazı inançları ıslah etmiştir.17 Meselâ;
kabirlerin ziyareti gibi.
3) İbka – Vahyin gelişinden önce Arap toplumunda mevcut olan bazı inançları
devam ettirmiştir.18
Genel bir çerçeve içerisinden bakıldığında denilebilir ki, İslam dini açısından
tasvip edilen ve tasvip edilmeyen inanç ve uygulamalar veya adet ve gelenekler
vardır. Öyle inanç ve uygulamalar vardır ki, dini hiçbir tarafı olmadığı halde dini
birtakım farizaların yerine getirilmesini sağlamakta veya birtakım dini gerçeklerin
hatırlanmasına neden olmaktadır. Bu gibi inanç ve uygulamalar, halka zarar
vermeyen ve onları bir nebze de olsa dine yaklaştıran veya dini vecibelerin
hatırlanmasına neden olan adet ve gelenekler olarak değerlendirilmelidir. Bu
konudaki inanç, adet ve geleneklerin örnekleri Makedonya’da azımsamayacak kadar
çoktur.
Yine, halk tarafından benimsenen birçok adet ve gelenek, dini hiçbir tarafı
olmadığı gibi, dini inançlara da zarar verebilmektedir. Bu gibi inanç ve gelenekler
halk tarafından dini olarak kabul görür ki, bunların uygulanması dini açıdan tasvip
edilmez Zira bunlar hem dindarların yanlış yönlere sapmasına neden olmakta, hem
de bu gibi inanışlar ve adet ve geleneklerin uygulanması milletin gerilemesine ve de
birçok gereksiz masraflara katlanmasına neden olmaktadır. Yani, bunların hem
toplumsal hem de ekonomik açıdan bir zararı olduğu aşikardır. Dini açıdan ise, dini
olmayanı dini olarak ikame etmekle, hem dini inançlara zarar verilmekte, hem de
daha sonraki nesillere dinin aslında bulunmayan bir külfet getirilmektedir.
Halkın içerisinde derinleşmiş olan bu gibi adet ve geleneklerin ortadan
kaldırılması veya değiştirilmesi hayli zordur. Her zaman zararlı inanış ve
geleneklerin yerine dini emir ve yararları tavsiye etmek ve bunların uygulanmasını
teşvik etmek, aynı zamanda halkın dini olanı ve dini olmayanı ayırması için onları
bilinçlendirmek, en önemli görevlerimizden biridir.
Makedonya Müslümanlarının geleneksel halk hayatının farkına varabilmek
için, üç önemli geçiş dönemi olan doğum, evlenme ve ölümle ilgili uygulamaların
17
18
Zerka, Medhalu’l-Fıkhı’l-Amm, Dımeşk 1963, I, s.144.
Zerka, a.g.e, I, s.145,147.
13
sistemli bir biçimde araştırılması, diğer bir ifade ile monografisinin yapılması
gerekmektedir. Bu geçiş dönemlerinde baş gösteren adetler, gelenekler, törenler ve
inanışlar hakkında araştırma yapılan ülkenin, coğrafi bölgenin folklorunu tanımak
gerektiği, sağlıklı tespitlerde bulunabilmek için elzemdir.
Makedonya’da şimdiye kadar, bu üç önemli geçiş dönemlerini detaylı olarak
kapsayacak şekilde, herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Bu bölgelerle ilgili yapılan
çalışmalardan biri olan Yaşar Kalafatın Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk
İnançları adlı eserinde, doğum, evlenme ve ölüm sınırlı ölçüde ele alınmıştır. Ancak,
çalışmada ele alınan köy ve kasabalardan birçoğunun ismi yanlış verilmiştir. Bütün
bunlara rağmen bu araştırmanın bazı bölümlerinden bir hayli istifade ettiğimizi de
söylemeliyiz. Bunun dışında Fadil Suleymani’nin Kalkandelenin Şar Eteklerinde
Doğum, Evlenme ve Ölüm Adetleri ve Kemal Muratinin Kırçovada Eski Gelenekler
isimli Arnavutça yazılmış eserlerini de zikretmememiz gerekir.
14
BİRİNCİ BÖLÜM
MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA DOĞUMLA İLGİLİ
İNANIŞ VE UYGULAMALAR
İnsan hayatı genel olarak üç ana safhadan oluşur: Doğum, evlenme ve ölüm.
Hayatın bu üç ana safhasından biri olan doğum, her toplumda olduğu gibi
Makedonya’daki Müslümanlarda da ayrı bir öneme haizdir. Makedonya’da
Müslümanlar değişik etnik gruplardan oluşur ve her biri kendine göre doğumla ilgili
inanışlara ve uygulamalara sahiptir. Her toplulukta olduğu gibi Makedonya
Müslümanlarında da yeni doğan bebekler hem ana baba için, hem de yakın akrabalar
için büyük bir mutluluk kaynağıdır. Bebek ailenin baş tacı, neşe kaynağı ve en
önemlisi de neslin devamı sayılır. Anneye benlik, babaya güven, akrabaya ve soya
kuvvet kazandıran ve hayatın başlangıcını teşkil eden doğum olayına, halk arasında
büyük önem verilmiştir. Ana için çocuk sahibi olmak, kısırlık imajının verdiği
psikolojik baskıdan kurtulup toplum içinde yerini sağlamlaştırmak demektir. Baba
için çocuk sahibi olmak ise, erkek yerine konmama ve çocuk yapamayacak bir
hastalık taşımanın verdiği aşağılanma duygusundan kurtulup kendine güven duyma
vesilesidir. Çünkü çocuk sahibi olamamak genellikle eşlerde mevcut olan
hastalıklara, hatta uğursuzluklara bağlanır. Çocuk sahibi olamayan eşlerin değişik
inançlara sahip olmaları ve farklı ziyaret yerlerinden ve kişilerden medet istemeleri
bundan dolayıdır.
Toplumumuzda çocuk sahibi olmak, evlilikten sonra yerine getirilmesi gereken
ilk görevdir. Çocuk sahibi olamayanlar halk tarafından aşağılanır veya hor görülür.
Eşlerin anne-babası da, genelde torun sahibi olmayı şiddetle arzularlar.
Toplumumuzda çocuğun genelde erkek olması istenir, kız çocukların olması ise pek
memnuniyet verici bir olay olarak görülmez. Makedonya’daki Müslümanlarda,
çocuk yapmama diye bir şey söz konusu değildir. Her ailede çocuk sahibi olma
arzusu bulunmaktadır. İlk çocuğun erkek olması arzusu ise bir hayli yaygındır.
Çocuk sahibi olamayanlar ilk olarak tıbbi çarelere başvurur, buradan sonuç alamadığı
takdirde, halk uyguladığı yöntemlerine, kocakarı ilaçlarına, dinsel ve büyüsel
işlemlere, değişik hoca ve üfürükçülere bel bağlar.
1.1. DOĞUM ÖNCESİ ADETLERİ
Makedonya Müslümanlarında doğum ve doğum ile ilgili inanış ve
uygulamaları anlayabilmek için, öncelikle çocuğa verilen önemi anlamak daha doğru
olacaktır. Her toplumda olduğu gibi Makedonya Müslümanlarında da anne-baba
olma, soyunu devam ettirecek salih evlat veya evlatlara sahip olma arzusu önemli bir
yeri haizdir. Evlat sahibi olanlar büyük bir sevinç ve mutluluk yaşarlarken, evlat
sahibi olamayanlar ise derin bir üzüntüye kapılırlar. Makedonya Müslümanlarında
çocuk sahibi olma arzusunun ne kadar önemli olduğunu anlamak için, ileride de
bahsedileceği üzere, anne-babanın çocuk sahibi olma uğruna başvurdukları muhtelif
yollar ve çektikleri sıkıntılara, dini yasaklara aldırış etmeden gerçekleştirdikleri
uygulamalara bakmak yeterli olacaktır.
Her toplumda olduğu gibi Makedonya’da da aile kurmanın önemi büyüktür.
Aile kurmanın en önemli hedefi çocuk veya çocuklar sahibi olmak, onları büyütmek
ve böylece, kendi soyunu devam ettirmektir. İşte bu taktirde, gerek kadın gerekse
erkeğin toplumda layık oldukları yere ulaşacağı kabul edilir. Yani toplumdan
dışlanmayacakları düşünülür. Çocuk sahibi olamayanlar ise toplumunda farklı
tepkilerle karşılaşırlar. Meselâ bir kadınlar meclisinde çocuğu olmayan bir kadın var
ise, annelik veya çocuklar hakkında konuşulmamaya dikkat edilir. Bazı yerlerde ise
bu tür kimseler tam bir mutluluğa ermemiş, bir yönleri eksik kalmış olarak
değerlendirirler. Çocuk sahibi olamayan kadınlara hemen hasta olduğu ihsas ettirilir
veya “sen kısırsın” ifadeleriyle eksikliği yüzüne vurulur. Bu nedenle hiçbir kadın
çocuksuz olmak istemez. Bu hem çocuğa karşı duyulan iştiyak ve sevgiden, hem de
toplumsal bir statü elde etmek ve tenkitlerden kurtulmak bakımından arzulana bir
durumdur.
Kırgız Türklerinde de çocuk sahibi olamayanların hor görüldüğü ve toplumdan
dışlandıkları malumdur. Kırgız Türklerinde hor, hakir görme ve toplumdan dışlama
işinin, bazen tamamen iyi niyetlerle bilinçli olarak yapıldığı ifade edilir. Meselâ
çocuk sahibi olamayanlara kırıcı sözler söylenir, çeşitli hakaretler bile yapılır.
16
Böylece Allah’ın merhametinin celb edileceği düşünülür. Zira bu durumda eşler daha
fazla üzülecekler ve Allah’a daha fazla dua edeceklerdir. Çünkü Kırgızların
inanışlarına göre, çocuğu olmayan kadınlar böyle zor durumda bırakılarak mazlum
durumuna düşürülmelidir. Böylece duası Allah tarafından kabul olacağından bu
durumdaki kadınların da çocuk sahibi olmaları sağlanır.1
Her toplumda olduğu gibi, Makedonya Müslümanlarında da çocuk, ailenin
huzur kaynağı, hayatın sevinci, neşesi, tadı ve evin aynası sayılmaktadır. İşte bu
yüzden bu huzur ve neşeyi tatmak isteyen her ferdin evlendikten sonra ilk isteği
çocuk sahibi olmaktır. Eskiden aileler, nesli kalabalık olsun diye daha çok çocuk
yapmayı arzulamışlardır. Son dönemlerde ise bu arzu bir, iki veya üç’e kadardır.
Fakat erkek çocuk neslin devamı için önemli olduğundan, doğan ilk çocuklar kız
olduğunda, erkek oluncaya kadar çocuk yapmaya devam edildiği de olur.
Çocuğa bu kadar önem verilince, bir kadın ve erkeğin çocuk sahibi olamaması
hayal kırıklığı yaratmakta, çocuğu olmayan aileler kendilerini en mutsuz ve en
çaresiz insan olarak görmektedir. Bu kadar önemli bir husus olması hasebiyle
Makedonya Müslümanlarının çocuk sahibi olmak için benimsedikleri pek çok inanış
ve uygulamanın varlığı dikkat çekmektedir.
1.1.1. Çocuk Sahibi Olmayı Teminle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar
Makedonya genelinde, çocukları olmayan çiftlerde sorunun ekseriyetle
kadından kaynaklandığı yaygın bir kanaattir. Eksiklik sadece kadında kabul edilir.
Bu yüzden ilk olarak kadın için harekete geçilerek, öncelikle hastaneye gidilir, bu
çare olmadığında da ilkel yöntemlere veya kocakarı ilaçlarına başvurulur. Bazıları ise
bunun tersiyle, yani önce geçmişte uygulanan yöntemleri denemekle işe başlar.
İlk olarak tıbbi yöntemlere başvuran kimseler, tıbbın sunmuş olduğu tedaviden
ve uyguladıkları ilaç terapisinden uzun bir zaman sonuç alamadıkları takdirde,
insanların tavsiyelerinin de etkisiyle üzerine değişik dinsel ve büyüsel yöntemlere,
hocalara ve ziyaret yerlerine başvurur.
Makedonya Müslümanları bir kişinin çocuk sahibi olmasına neyin engel
olduğunu düşünüyorlarsa, öncelikle ona göre çare arar. Örneğin, çocuk sahibi
olamamaya cin, şeytan, kötü ruhlar, zararlı güçler gibi varlıkların neden olduğu
1
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 57.
17
düşünülüyorsa, başvurulan çareler manevi, eğer çocukluk döneminde yaşanılan bir
soğuk algınlığı veya ağır bir hastalığın neden olduğu düşünülür ise, maddi
olmaktadır.
Meselâ konuyla ilgili dinlediğimiz bir uygulama şöyledir: Çocuk sahibi
olamayan kadınlardan biri, halkın tavsiyesi üzerine kocakarılardan birine başvurmuş.
Kocakarı ona bir solucan bulup üstü kapalı ve suyla dolu bir bardakta saklamasını,
yine evde bir saksıya buğday ekmesini söyler. Buğdayların kırk gün büyümesini
beklemesini, kırk gün sonra filizlenmiş olan buğdaylardan kırk gün süreyle birer adet
sabahleyin, yemekten önce yenmesini tavsiye eder. Bu esnada, suya koyulmuş olan
solucan bardaktan çıkarılacak ve kurutulacaktır. Kurutulmuş olan yılancık, başkaları
tarafından herhangi bir yemeğe karıştırılacak ve yemesi için gizlice çocuk sahibi
olamayan kadına verilecektir. Bu uygulama ile kadının derdine çare bulunacağı kabul
edilir.2 Bu misalde yılancığın ve buğdayların yenilmesiyle, kadının içinde canlı bir
varlığın yeni bir canlı varlığa kaynaklık edeceği inancı hâkimdir. Türkiye’de de,
türbelerin topraklarından toplanan solucanları yeme geleneği, Bursa’da tespit
edilmiştir.3
Başka bir misal de şöyledir: Kocakarılardan birine başvurulur. Kadının
direktifleri doğrultusunda şu uygulama gerçekleştirilir: Üç adet örümcek bulunur. Bu
örümcekler canlı olarak ekmek içine koyulur. Çocuk sahibi olamayan kadına,
ekmekle birlikte canlı örümcekler yedirilir. Haberi olmadan bu örümcekleri yiyen
kadının, bu vesileyle çocuk sahibi olacağına inanılır.4 Burada, örümceklerin kadının
midesine canlı olarak girmesi ve rahme dokunmasıyla, kadının hamile kalacağı veya
çocuk sahibi olacağı kabul edilir. Yine burada dikkat çeken husus, üç sayısının
kullanılmasıdır. Bu durum, uygulamanın başka kültürlerden veya dinlerden
esinlenmiş bir uygulama olabileceği fikrini aklımıza getirmektedir.
Gostivar ve yöresindeki Müslümanlarda dikkat çeken başka bir uygulamada
şöyledir: Çocuğu olmayan kadının göbeğine dikey olarak bir ilek (elek) yerleştirilir.
Uzun bir bez parçasıyla ilek, kadının yüreğine bağlanır. Sonra metal bir kaşık ile
bağlanmış olan bez parçasını burularak ileğin yürek kısmının daha sıkı olması
sağlanır. Metal kaşığın döndürülmesiyle ilekle birlikte yürek de iyice sıkıldıktan
2
Kaynak kişi, Şevale Mustafa, Gostivar.
Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 5.
4
Kaynak kişiler, Şevale Mustafa, Hidafet Veyseli.
3
18
sonra kaşık bırakılır ve fazla sıkıntı, kaşığın dönmesiyle tekrar çözülür. Kaşığın
dönmesiyle kadının rahminin de döndüğü ve çocuğunun olacağı düşünülür. Daha
sonra kadın eve döndüğünde, üç gün süreyle sıcak banyo yapması ve eşi ile birlikte
olması istenir. Bu esnada iki-üç hafta, sıcak karanfil suyu içmesi de istenir. Bu
uygulamalar ile çocuğun olacağına inanılır.5
Bir başka uygulama şöyledir: Çocuğu olmayan kadın, içinde lahana yaprakları
bulunan bir kapta su kaynatır. Sıcak bir banyo yaptıktan sonra, lahana yapraklarının
bulunduğu kaynamış suyun üzerine oturur. Suyun dumanının ve lahana yapraklarının
kokusunun alt taraftan rahme girmesini sağlar. Böylece çocuk sahibi olacağına
inanır.
Diğer bazı uygulamalar da şöyledir: Topraktan yapılmış bir çömlek ısıtılır.
Isıtılmış kabın içinde ateş yakılır, duman oluşturulur. Sıcak kab, ağız kısmı ile
kadının karnına koyulur ve karın çekilir. Bu uygulama ile kadın rahminin yerine
getirildiği düşünülür ve artık hamile kalabileceği kabul edilir.
Çocuğu olmayanlar için, hacca giden hacılardan, orada kurban olarak kesilen
deve etinden getirmeleri istenir. Gelen et pişirilip çocuğu olmayana yedirilir. Böylece
kutsal olduğu kabul olunan ve hac gibi mukaddes bir vazife icra edilirken kesilen
devenin eti yendiğinde, söz konusu rahatsızlığın giderileceği düşünülür.
Hamile olamayan kadının karnı üç gün süreyle sabun ile ovulur ve karın sıkı bir
şekilde bağlanır. Üç gün zarfında karın sıkı bir şekilde bağlı durur. Bel çektirmek,
baş aşağı doğru tutulmak da, hamile kalamayan kadınlar için uygulanan diğer
hareketlerdir. Böylece bu uygulamalarla, karın ile ana rahminin birbirlerine
yakınlaşacağı, karnın rahme düşeceği, karın ile rahim yollarının açılacağı düşünülür
ve böylece hamile kalınacağına inanılır. Buna benzer hareketler İstanbul, Eskişehir,
Elazığ illerinde de görülmüştür.6
Kocakarı küp veya çömlek içinde bir kâğıt yakar. Kâğıdın dumanı ile küpün içi
doldurulur. Küpün ağzını kadının karnına koyar. Küp karında yapışır. Böylece küp
ile ovularak kadının karnı düzeltilmeye çalışılır. Yani kadının hamile kalabilmesi için
5
6
Kaynak kişi, Hanife Nuredini, Şevale Mustafa.
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.145.
19
rahmin yerine getirilmesi amaçlanır. Bu uygulama üç gün içinde üç defa tekrar edilir.
Kırşehir’de de benzer uygulamalara rastlanmaktadır.7
Ölmüş fare, uzun bir müddet kurutulur. Toz haline geldiğinde, çocuk sahibi
olmak isteyen kadına gizlice değişik yiyeceklerle karıştırılarak verilir. Bu kocakarı
uygulamasının birkaç defa tekrarlanmasıyla çocuk sahibi olunacağı kabul edilir.8
Bir tuğla parçası ateşte kızdırılıp bir kabın içindeki yaklaşık dört – beş kilo
sütün içine koyulur. Çocuğu olmayan kadın da o kabın üzerine oturur. Kabın içindeki
süt buharlaşıp kadının alt tarafından geçtiğinde, kadının gebe kalabileceğine inanılır.
Bu uygulama birkaç defa tekrar edilir.
Ahırdan gübre alınır. Dışarıda bir gübre yığını yapılır. Gübrenin tutuşması için
iki hafta beklenir. İki hafta sonra yığın üzerinde bir delik açılır ve çocuğu olmayan
kadın, o gübrenin üzerine çıkar. Tutuşmuş olan gübrenin dumanı ve sıcaklığı ile
kadın alt tarafını ısıtır. Bu uygulama sabah erkenden yapılır ve üç gün süreyle tekrar
edilir.9 Bu uygulama ile döllenmenin gerçekleşeceği ve çocuk sahibi olunacağı
düşünülür.
Yeşil iken yonca otundan bir demet alınır. Bu demetin sararması için naylon
içine koyulur. Yaklaşık iki hafta, yonca naylon içinde tutulur. Sararmaya başlayınca
bir kabın içindeki kaynatılmış süte koyulur. Kadın, sütten çıkan dumanın üzerinde
durur. Bu uygulama ile sütten çıkan yonca kokulu buharın alt tarafından kadının
içine girmesi sağlanır. Uygulama birkaç defa tekrar edilir.
Ateşte kızdırılmış tuğla rakı ile yıkanır. Çocuk sahibi olamayan kadın, bunun
üzerine oturur. Bu uygulama ile, tuğladan çıkan rakı buharının kadının alt tarafından
içine girmesi sağlanır.
Sıcaklığı dayanılır dereceye kadar inmiş fırınlar üzerine oturmak, dayanılır
derecede olan kaynar suyla banyo yapmak da kısırlığı gidermek için yapılan
uygulamalardır.
Kocakarılar tarafından, çocuk sahibi olamayan kadınlara üç gün aç iken
sabahleyin bir fincan rakı içmesi tavsiye edilir. Veya rakı bir kap içinde kaynatılır.
Çocuğu olmayan kadın bu rakı ile bir bez parçasını ıslatır ve karın dibine veya
7
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.143.
Kaynak kişi, Şevale Mustafa.
9
Kaynak kişi, Şevale Mustafa ve Hanife Nuredini.
8
20
rahmin bulunduğu yere, rakı ile ıslanan sıcak bezi koyar. Bu uygulama birkaç defa
tekrarlanır.
Kırgız Türklerinde, çocuk sahibi olamayan kadınlara, sünnet olan bir çocuğun
kesilen fazlasını bazen bilinçli olarak bazen ise haberi olmadan gizlice yedirilmesi ve
böylece çocuk sahibi olunacağı inancı dikkati çeken başka bir örnektir.10
Hamile kalamayan kadınlara daha kalın elbiseler giymeleri önerilir. Zira
sıcaklık hamile kalınmasını kolaylaştırdığı düşünülen bir unsurdur.
Valandova ve yöresinde doğal bitkilerle ilaç yapan kocakarılara başvurulur ve
onlardan medet istenir. Alınan ilaç istenildiği şekilde kullanıldığında ve ilaççı
kadının tavsiyeleri dinlenildiğinde, çocuk sahibi olunacağına inanılır.11
Ustrumca’nın Yüksek Mahalle ve yöresindeki Müslümanlarda çocuk olması
için ilk olarak kocakarı ilaçlarına ve hocaların muskalarına başvurulur. Sonuç
alınamadığı takdirde doktorlara yönelinir.
Valandova ve yöresinde yaşayan Türk köylerinde kadınlardan bazıları,
kendilerine gelen çocuk sahibi olamayan gençlere, bellerine bağlayıp taşımaları için
pamuktan dokunmuş bir iplik verir. Bu iplik kadının tavsiyesi doğrultusunda
kullanıldığı takdirde, hamile kalındığı ifade edilir.12
Resne’de yaşayan Müslümanlarda çocuğu olmayan kadınların karınları ebeler
tarafından ovulur. Karına masaj yapmakla rahmin düzeleceği ve çocuk sahibi
olunacağına inanılır. Bu uygulama ile başarılı olunamadığı takdirde, Kırnçar
köyünde bulunan Salih Baba türbesi ziyaret edilir, adak adanır ve dua edilir. Duaları
kabul olunursa türbe tekrar ziyaret edilir ve adamış oldukları şeyler yerine getirilir.
Genelde adanılan şeyler büyükbaş veya küçükbaş hayvan olmaktadır. Salih Baba
Türbesi, Resne ve civarında yaşayan Müslümanlardan çocuğu olmayanlar tarafından
en çok ziyaret edilen ziyaret yerlerinden biridir. Çocuğu olmayanlar, Kınçar
köyündeki Salih Baba türbesinden dertlerine derman bulamadıklarında, Manastır’ın
Hasan Baba türbesine giderler. Bu türbeyi ziyaret etmekle dertlerine çare
bulacaklarına inanırlar.13
10
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 56.
Kaynak kişi, Zümbül Veysel.
12
Kaynak kişi, Hacer Halim.
13
Kaynak kişiler: Resne ve yöresi için: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
11
21
Bazı uygulamalar, kadınların dölyatağının soğuklanmış, eğrilmiş veya kapalı
olduğu düşünüldüğünde uygulanır. Bel veya karına şişe çekmek, sıcak banyolar
yapmak, tütsü veya çeşitli sıcak şeylerin üzerinde oturmak, sıcaklığı dayanılır
dereceye inmiş olan fırınlar üzerinde oturmak vb. uygulamalar soğuklamadan çocuk
sahibi olunamadığı düşüncesiyle alınan tedbirlerdir.
Kısırlığı gidermek amacı ile kocakarılara, kocakarı ilaçlarına ve ebelere
başvurmak Adana, Adıyaman, Ankara, Antalya, Artvin, Bursa, Çorum, Denizli,
Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, Erzincan, Giresun, Isparta, İçel, İzmir, Kayseri,
Kırklareli, Kırşehir, Nevşehir, Mardin, Sivas, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli,
Urfa, Uşak, Van ve Yozgat’ta görülen uygulamalardandır.14
Çocuk sahibi olmak isteyen kadınların bazı hocalara ve yatırlara da
başvurdukları görülmüştür. Bunlardan bazı örnekler şunlardır:
Bazı meşhur hocalara gidilir ve meseleyle ilgili bir muska yazması istenir.
Yazılan muskayı kadınlar üzerlerinde taşırlar. Böylece derman bulunacağı ümit
edilir. Bazı hocalar tarafından ise üç tane muska yazılır. Bunlardan biri, bir bardak
içinde suya bırakılır ve daha sonra suyu içilir. İkinci muska kadının entarisinin ön
kısmına, tam cinsel organının önüne dikilir. Üçüncü muska ise döşeğin veya yastığın
herhangi bir yerine dikilir. Bazı hocalara göre ise muskalardan biri erkeğe verilir ve
onun tarafından taşınır. Buna benzer bir uygulama Sivas ve çevresinde de
görülmüştür.15
Muska ile ilgili uygulamalarda, muskada var olduğu tasavvur edilen
doğurganlık sağlayıcı sihirli kuvvetin, kısır kadına temas yolu ile geçmesi söz
konusu edilmektedir. Kadının suyu içmesiyle muskada var olduğu kabul edilen sihirli
kuvvetin doğrudan doğruya kadına geçeceği farz edilir. Böylece doğurganlık gücü
kazanılacağı düşünülür. Muskanın cinsel organı önüne ve yatak veya yorganın
herhangi bir yerine dikilmesi, muskadaki sihirli kuvvetin cinsel ilişki esnasında
eşlere geçeceği ve onlara doğurganlık imkânı vereceği inancındandır.
Çocukları doğduktan sonra ölen kadınlar da, değişik hocalara başvurarak
hamele yazdırırlar. İçinde Kur’an-ı Kerimden ayetlerin yazılı olduğu söylenen
hamele yuvarlak şeklindeki içi boş bir kâğıt parçasının etrafına yazılır. Katlanıp
14
15
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 18.
Sedat Veyis Örnek, Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla İlgili Batıl İnançların ve
Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki, Ankara 1966, s. 56.
22
hamele şekline getirilir hamile kalmış kadının göbeğinin tam ortasında dokuz ay
taşınması istenir. Çocuk doğduktan sonra hamele açılır. Yeni doğan bebek, çember
şeklindeki hameleden üç defa geçirilir, böylece çoğun yaşayacağı ve uzun ömürlü
olacağı düşünülür.
Her yerde olduğu gibi Makedonya genelinde de evlat hasreti ile yanmış olan
kadınlar, bir çocuk sahibi olabilmek için başvurmadık yer bırakmazlar. Yörede ün
kazanmış imamlara gidip muska yazdırır, eşyalar üfletirler. Bazı imamlar, bitkilerden
elde etmiş oldukları tabii ilaçlar bile hazırlamaktadırlar. Kadınlar imamların bu
tavsiyeleri çocuk sahibi olacakları ümidiyle yerine getirirler. Bazı hocalar ise kadının
“yapılısı” olup olmadığı bakarlar ve ona göre tavsiyelerde bulunurlar. Yapılısı olan
kadınlara dua edip muska yazarlar.
Gostivar ve yöresinde yaşayan bir hoca, hamile kalamayan kadınların
yanlarında bir yemek tabağı getirmelerini ister. Bu tabağın etrafına Kuran-ı
Kerimden ayetler yazar ve hamile kalıncaya kadar kadının, o tabaktan yemek yemesi
istenirmiş.
Yine Makedonya genelinde yatırlarda veya ziyaret yerlerinde mum yakmak ve
dua etmek, yatır parmaklıklarına veya kutsal sayılan akarsuların yanındaki ağaçlara
ve çalılıklara bez bağlamak da çocuk sahibi olmak için yapılan yaygın
uygulamalardandır.
Ziyaret yerlerinin bazılarında, çocuk olması için kadınlar, çocuk elbisesi
götürürler. Görevliler getirilen elbiseleri, ermiş kişilerin mezarlarının yanlarına
koyarlar. Elbiseler bir gece orada kaldıktan sonra, anne adayı ertesi gün onları
almaya gelir. Böylece ermiş kişiler tarafından dua edilerek kutsanan bu elbiseler
çocuk sahibi olmada yardımcı olacağı düşünülür. Buna benzer bir uygulama ve inanç
Amasya’da da vardır.16
Gostivar ve çevresinde gelin eve geldiği ilk gece, yüzü erkek bir çocuk
tarafından oklava ile açılır. Yine aynı oklava ile gelinin sırtına vurulur. Bu uygulama,
gelinin erkek çocuk sahibi olması temennisinin bir dışa vurumudur. Buna benzer bir
uygulama Romanya’daki Dobruca Türklerinde de görülmüştür.17 Muş’ta, gelinin eve
geldiği ilk gün, kucağına bir erkek bebek verilir veya gelinin yatağında erkek çocuğa
16
17
Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 5.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.33; Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 143.
23
üç takla attırılır. Çorum’da da çiftlerin ilk çocuğunun erkek olması için, gerdek
gecesinde yataklarına bir erkek çocuk yatırılır.18 Erkek çocuğunun gelin yatağında
yatırılması ile erkek evlat sahibi olunacağı düşüncesi, eski Türk inançlarının bir
hatırasıdır. Erkek çocuğun yatağa yatırılması, Allah’tan istenilen çocuğun
cinsiyetinin erkek olduğu mesajının iletilmesine matuftur.19
Makedonya’nın Kanatlar köyünde, ilerde erkek çocuk sahibi olması için gelinin
erkek evine geldiği ilk gece, yatağına bir erkek çocuk yatırılır ve yuvarlatılır.
Ardından dileklerinin gerçekleşmesi için, bu çocuğa hediyeler verilir. Anadolu’da da,
aynı maksatla, damat evine geldiğinde, gelinin eteğine bir erkek çocuk oturtulur.20
Bazı bölgelerde ise erkek çocuk olmasını temin için, gerdekten evvel evli çiftlerin
yatağına erkek çocuk yattırılır veya gelin geldiğinde, kucağına erkek çocuk verilir.21
Elazığ’ın Hal köyünde çocuğu olmayan kadının rahminin eğri olduğu
düşünülürse, düzelmesi için ayakları yukarıya doğru kaldırılır.22
Makedonya genelinde gerdek gecesinde çiftler, namaz kılıp çocukları (özellikle
erkek) olması için dua ederler. Buna benzer inanış ve uygulamalar Dobruca
Türklerinde de görülmüştür.23
Makedonya genelinde çocuk sahibi olmak isteyenler, Allah’ın rızasını
kazanmak için fakirlere, açlara, çıplaklara yardım eder, vakıflara bağışta bulunurlar
ve kendileri için dua edilmesini isterler. Dede Korkut değişlerinde de bu inancın
izlerine tesadüf edilmektedir.24
Çocuğu olmayan veya çocukları düşen bazı kadınlar ise, değişik ziyaret
yerlerine giderler. Dileklerinin yerine gelmesi için buralarda dua edip adaklar
adadıktan sonra dönür yolculuğundan ilk karşılaştığı kişinin ismini sorar ve doğacak
olan bebeğe o ismi verirler.
Türkiye’nin bazı bölgelerinde çocuğu olmasını isteyen kadın, değişik yollara
başvurur. Genç kadın, hatta daha evlenmemiş genç kızlar, çocuğu olup olmayacağını
18
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.143; Kalafat, Doğu Anadolu’da …, s.77; Kalafat,
İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s.5.
19
Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s.6-7.
20
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 20.
21
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 143.
22
Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 85.
23
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.33.
24
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s.84.
24
öğrenmek hususunda sabırsızlık göstererek fal türünden bazı işlere tevessül ederler
Örneğin, Balıkesir’de Deve Dede ve Çırçır Dede adlı yatırlardan birine giderler. Bir
küçük salıncak kurarlar, içine deve biçiminde bir taş yatırırlar. Salıncak
kendiliğinden sallanırsa çocuk olacak, sallanmazsa olmayacak derler.25
Türkiye’de çocuğu olmayan kadınların en yaygın olarak başvurdukları yol ise,
yatırları ziyaret etmektir. Yatırlara giden kadınların giriştikleri işlemler çeşitlidir:
adak adamak için gitmek, yatırın toprağından suya karıştırıp içmek, çevresinde
bulunan kaynaktan su içmek, yatırın etrafındaki ağaç, çalı, parmaklık, pencere demiri
gibi şeylere bez bağlamak, dileğini daha açık, daha belirgin belirtmek için yatırın
etrafına veya demir parmaklıklarına ufacık bir salıncak asmak, yatırın bulunduğu
yerde gecelemek veya eşyalarından bazılarını gecelemesi için bırakmak en yaygın
olanlarındandır. Bunların dışında kadınlar çocuk sahibi olabilmek için, kutlu yerler
sayılan kayalar, ağaçlar, pınarlar ve ılıcalara da giderler. Yine Hıdırelez gecesi bir
gül dalının dibine küçücük bir salıncak asmakla da murada eğrileceği inancı
mevcuttur.26
Makedonya’da da bu neviden uygulamalar ve inanışlar yaygındır. Hatta bu
amaçla manastırlara gidildiğine bile şahit olunur. En çok ziyaret edilen
manastırlardan biri Kırçova’nın (Gırç ova) Saveti Gorgiya (Aya Gorgiya) manastırı,
kayalar ise Sveti Nikole kasabasındaki Govedar Baba-Taş, Gostivar kasabasının
Simniça köyündeki Kadınlar Taşı, Kırçova’nın Leşniça köyündeki Delik Taş, yatırlar
ise, Ohri Tekkesi, Kırçova Tekkesi... gibi yerlerdir.
Evliliğin üzerinden uzunca bir zaman geçtiği halde hâlâ çocuğun geleceğini
bildiren belirtiler görünmüyorsa, genç kadınlar kısırlık kuşkusuna kapılır ve bu
engeli gidermek için çeşitli yollara başvururlar. Bunlardan bazıları olağanüstü
güçlere veya çeşitli büyü işlemlerine yönelmektedir. Böyle durumlarda evvela yatır
ziyaretleri gerçekleştirilir. Hikmet Tanyu’nun “Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak
Yerleri” isimli kitabında bu konu ile ilgili otuz dokuz ziyaret yerinin tespit ettiğini
söylemesi, bu inancın ne kadar yaygın olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Gerçekten de, bütün Türkiye göz önüne alındığında bu sayının ne kadar yüksek
olacağı fark edilecektir. Mesela Bergama ve çevresindeki altı yatırdan beşi, bu
25
26
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 143.
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 123-125.
25
maksatla kullanılmaktadır.27 Türkiye genelinde kutlu sayılan yerlerin de bu amaçla
ziyaret edilmesi söz konusudur. Kutlu yerler, ılıcalar, kaynaklar, değirmen olukları
vb. mekânlardan ibarettir. Buralara gidip suyundan içmek, oradan alınan herhangi bir
şeyi toprak, böcek... gibi yutmak veya oraların suyu ile yıkanmak gibi işlemlerle,
kadının döl sahibi olma yeteneğini kazanacağına inanılır.
Bazı bölgelerde ise çocuğu olmayanlara üç tane muska yazdırılır. Biri suya
bırakılır, sonra bu su içilir. İkincisi kadının entarisinin ön kısmına, tam cinsel
organının karşısına, üçüncüsü de döşeğinin uygun bir yerine dikilir.
Diğer bir uygulama da, çocuğu olmayan kadın, doğurgan bir kadının çocuğunu
eşinin üstüne oturur. Bazı kadınlar ise, çok çocuklu bir kadının kocasının ceketini
giyerler.28 Bu gibi durumlarda bazı kimseler ise ilaç ve değişik onarma niteliğini
taşıyan tedbirlere başvururlar. Bazıları döl, yatağının soğuklamış, eğrilmiş veya
kapalı olduğu düşüncesiyle, bele şişe çektirir, küllü veya tarçınlı sıcak banyo yaptırır.
Tütsü veya çeşitli buğulara oturmak, ekmek pişirdikten sonra sıcaklığı dayanılır bir
dereceye inmiş fırında oturmak gibi yollara başvururlar.29
Kırgızlarda da kutsal kabul edilen ziyaret yerlerine gitme adet ve geleneği
oldukça yaygındır. Çocuk sahibi olamayan eşler kutsal kabul edilen bu yerlere,
mezarlara, türbelere, dağlara, taşlara, sulara, ağaçlara yönelerek buraları ziyaret eder
ve buralarda bazı ritüelleri gerçekleştirirler. Sonunda da kurban kesip dua ederek
çocuk sahibi olmak isterler. Bazıları büyücü ve muskacılara gidip çocukları olması
için muska yazdırırlar.30
Kırgız Türklerinde çocuğu olmayan kadınlara, çocuk sahibi olmuş bir kadının
çocuğundan kesilen göbek parçası yedirilir. Yine çok kızı olana erkek, çok erkek
çocuğu olan kadına da kız çocuğu olsun diye de kesilen göbekten kadına yedirilir.
Erkek olmasını isteyene erkek, kız olmasını isteyene kız çocukların göbek parçası
yedirilir.31
Herhangi bir nedenden dolayı dua edip kurban kesme geleneği, eski Türk inanç
sisteminde görülen bir uygulamadır. Türklerin, atalarının ruhlarını memnun etmek,
27
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 143, 144.
Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 56,57.
29
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 144, 145.
30
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 54.
31
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 80.
28
26
onlara isteklerini, dileklerini kabul ettirmek için ziyaret ettikleri yerlerde kurban
kestikleri bilinmektedir.32
Çocuk sahibi olamayan kadınlar tarafından değişik ziyaretgâhların veya
yatırların ziyaret edildiğine dikkat çektik. Şimdi de bu ziyaret yerlerinden bazılarını
ve burada yapılan uygulamaları kısaca açıklamaya çalışacağız.
1.1.2. Çocuk Sahibi Olamayanların Gittikleri Bazı Ziyaret Yerleri ve
Yaptıkları Uygulamalar
1.1.2.1. Cafer ve Hıdır Baba Tekkesi
Vurtok Tekkesi veya Cafer ve Hıdır Baba Türbesi olarak anılan bu ziyaret yeri,
Gostivar kasabasının güneybatı tarafında, Vurtok köyünün 1 km kadar doğusunda
olup Gostivar’a yaklaşık 7 km uzaklıktadır. Vurtok köyü aynı zamanda Vardar
ırmağının kaynağının çıktığı yerdir. Tekke içinde Cafer Baba ve Hıdır Baba’ya ait
kabul edilen iki mezar bulunur. Onların Horasan erenlerinden oldukları rivayet edilir.
Cafer ve Hıdır Baba’nın evliya olduğuna inanılır.
Ziyaretçiler Vurtok Tekkesi’ne geldiklerinde, Fetahi ailesi tarafından kabul
edilir. Tekkeye girilip gereken âdap ve erkân yerine getirildikten sonra çocuk sahibi
olamayan kadınlar, mezarların başına gidip dua eder ve derman isterler. “Cafer
Baba, Hıdır Baba! Sizden sebep; Allah’tan derman” sözlerini tekrarlayarak
hâcetlerini dile getirirler.
Ziyaret yerine her türlü rahatsızlık için gelinir. Fakat burasının ziyaretçilerinin
ekserisi çocuk sahibi olamayanlardır.33
1.1.2.2. Bogovin (Mehmet Baba) Tekkesi - (Bogovin–Kalkandelen)
Bogovin köyü Kalkandelen kasabasının güneyinde, Kalkandelen’e sekiz
kilometre uzaklıkta, Şar dağının eteklerindedir. Yani, Kalkandelen ile Gostivar
32
Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, Geçmişten Günümüze Halk İnançları Açısından Alevilik-Bektaşilik,
Ankara 1994, s. 59.
33
Mensur Nuredini, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, Dinler Tarihi Açısından Bir
Değerlendirme, Gostivar 2003, s. 132-138.
27
kasabası arasında yer alan köylerden biridir. Bu köyde de iki mezardan oluşan bir
ziyaret yeri bulunmaktadır.
Tekkedeki mezarın tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak takriben 500
sene öncesine ait bir mezar olduğu ve Mehmet adında bir çobanın gömüldüğü beyan
edilir. Bu çobanın keramet gösteren bir veli olduğu kabul edildiği için, mezarı ziyaret
edilir.
Ziyaretgâha, tıbben çaresi bulunamayan uğrak, kekeleme, muska, psikolojik
rahatsızlıklar gibi çeşitli nedenlerden dolayı gelinir. Daha yoğun olarak ise, çocuk
sahibi olamayanlar tarafından ziyaret edilir.
Değişik rahatsızlıklar nedeniyle tekkeye gelen ziyaretçiler mezarın başı
üzerinden geçmeyecek şekilde, üç defa, hilal tarzında sağdan sola doğru dönerler. Bu
esnada
“Babadan sebep, Allah’tan derman” sözlerini tekrarlar. Ziyaretçiler, bu
ritüelleri gerçekleştirdikten sonra, mezarın yanındaki sürahide bulunan sudan üç defa
içip yüzlerini yıkarlar. Böylece, dileklerinin kabul olunacağına inanırlar.34
1.1.2.3.- Delik Taş (Leşniça Köyü – Kırçova)
Leşniça köyü, Kırçova kasabasının 12 km güney-batısında, uzaklıkta, Gostivar
yolu üzerindedir.
Bu köyün 2 km dışında, dağlık bir alanda, ancak yürüyerek
ulaşılabilen bir ziyaret yeri vardır. Burada bulunan taşın ortasında bir delik
bulunduğundan ve ritüel de bu delikten geçmekle yapıldığından dolayı, burası Delik
Taş ismini almıştır.
Delik Taş’a birçok hastalığa şifa bulma ümidiyle gelinir. Ancak çocuk sahibi
olamayan çiftler, buraya daha çok rağbet eder. İsteklerinin karşılığını görmüş olan
çiftler örnek verildiğinden, bu ziyaret yeri, çocuk sahibi olamayan çiftler tarafından
daha yoğun bir şekilde ziyaret edilir. Delik Taş’a gelen ziyaretçiler, ilk önce ellerini
kaldırıp dileklerini dua ile beyan ettikten sonra üç defa delikten geçerler.
Ziyaretçilerden bazıları erkek veya kız evlat sahibi olmak için, bazıları ise sağlık
bulmak için dua eder.35
34
35
Nuredini, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, s. 42-47.
Nuredini, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, s. 61-66.
28
1.1.2.4. Kadınlar Taşı (Simniça Köyü - Gostivar)
Gostivar kasabasının 15 km güney-batısında, Ahişt dağının eteklerinde 90
hanelik (500 nüfuslu) Simniça köyü bulunur. Bu köyün 2 km güney-doğusunda bir
tepede bulunan Kadınlar Taşı, halk tarafından canlı olarak kabul edilir ve sihirli ve
şifalı güçleri bulunduğuna inanılır. Bu ziyaret yeri günümüze kadar daha ziyade
kadınlar tarafından ziyaret edildiğinden, “Kadınlar Taşı” ismiyle meşhur olmuştur.
Kadınlar Taşı’na, genelde, baş ağrıları olanlar, çocuk sahibi olamayan çiftler,
hamile olup da çocukları düşen veya erken doğum yapanlar, nazardan dolayı
hastalanan çocuklar, psikolojik rahatsızlıkları olanlar, yani rahatsızlıklarına tıbben
çare bulamayanlar giderler.36
Ziyaret yeri iki delikten oluşur. Rahatsızlıkların çeşidine göre farklı delikler
kullanılır. Çocuk sahibi olamayan ve hasta olanlar, uzun deliği kullanır. Uzun deliğe
girildikten sonra, içerde bulunan boşlukta üç defa dönülür. Bu esnada ziyaretçileri
karşılayan kadın tarafından, “sihirli dua” okunur. Bu uygulamadan sonra ziyaretçi,
üzerinden bir nişan olarak, giysilerinden bir şey bırakır.
1.1.2.5. Hacı Ömer Türbesi (Bahçebosu - Valandova)
Çocukları olmayan genç kadınlar Valandova’nın Bahçebosu köyünde bulunan
Hacı Ömer türbesini ziyaret eder. Burada çocukları olsun diye bazı ritüelleri yerine
getirerek dua ederler. Kutsal olduğu kabul edilen bu ziyaret yeri, ziyaret edilip
uygulamaları yerine getirildiğinde, çocuğun olacağı inancı yörede yaygındır.37
1.1.2.6. Salih Baba Türbesi (Kırnçar Köyü – Resne)
Çocuk sahibi olmak isteyenlerin ziyaret ettikleri bir diğer ziyaret yeri,
Resne’nin Kırnçar köyündeki Salih Baba Türbesi’dir. 38
36
Nuredini, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, s. 80-87.
Kaynak kişiler: Zümbül Veysel ve Hacer Halim.
38
Kaynak kişiler: Resne ve yöresi için: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
37
29
1.1.2.7. Hasan Baba Türbesi (Manastır – Merkez)
Makedonya’nın kuzeyinde bulunan Manastır kasabasındaki Hasan Baba
Türbesi, Makedonya’nın pek çok yerinden gelen ziyaretçiler tarafından ziyaret edilir.
Türbeye gelenler, ritüelleri yerine getirmekle yapılmasıyla çocuk sahibi olacaklarına
inanırlar.39
1.1.2.8. Govedar Baba (Ercanlı Köyü - Sveti Nikole)
Govedar Baba Taşı, çocuğu olmayanlar da dâhil her yaştan insan tarafından
ziyaret edilen bir yerdir. Gelen ziyaretçiler, ilk olarak kaya etrafında, üç defa tafav
şeklinde dönerler. Sonra kayanın dibinde mumlar yakarak dilekte bulunurlar. Her
dilek için ayrı ayrı mum yakarlar. Çocuğu olmayanlar ise yünden makaralar satın
alırlar ve bununla kayayı üç defa dolayarak dönerler, bu esnada çocukları olması için
dilekte bulunurlar. Yapılan uygulamalar sonucunda artık çocuk sahibi olacakları
inancıyla, oraya gelen ziyaretçilerden kirve ararlar. Kirvesini bulan kadınlar, kayanın
üzerine çıkıp ilan eder. 40
Makedonya’nın genelinde, çocuk sahibi olamayanlar bu isteklerine kavuşmak,
için, hamileler kolay ve sağlıklı doğum yapmak, çocuk doğduktan sonra çocuğun
sağlıklı büyümesini sağlamak büyümesini sağlamak gibi hacetleri bulunanlar,
öncelikle yörelerinde bulunan ziyaretgâhları ziyaret ederler. Buralarda istekleri
gerçekleşmezse, bilhassa çocuk sahibi olmak isteyenler diğer şehirlerde hatta yurt
dışında ün yapmış ziyaret yerlerine gidip dertlerine derman ararlar.
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde çocuğu olmayan kadınlar, ekseriyetle türbeleri
ziyarete giderler ve burada çeşitli ritüelleri yerine getirirler.41 Mesela Malatya’da
Battal Gazi Türbesi’nde kadın, türbenin başındaki fanusa eşarbını bağlar. O an eşarp
orada durursa, çocuğunun olacağına inanılır.42 Ağrı’da kız çocuğu istemeyen ağacı
taşlar ve “kızı taşladım, oğlana başladım” sözlerini tekrar ederler. Eski Türklerde,
39
Kaynak kişiler: Resne ve yöresi için: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
Nuredini, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, s. 73-76.
41
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.123; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.35, 37;
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s.77.
42
Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 84; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.37.
40
30
ağacın kızı temsil etmesi nedeniyle, bu uygulamanın eski Türk inancının bir devamı
olduğunu söylemek mümkündür.43
Elazığ’ın Hal köyünde evli kadınlar, çocuk olması için, değişik hocalara muska
yazdırırlar ve bunları boyun veya kollarında taşırlar. Bazıları değişik yatırları ziyaret
edip dua ederken, bazıları da bu ziyaret yerlerinde adak kurbanı keserler. Hal
köylülerinin genelde ziyaret ettikleri yerler “Arduç ziyareti” ile Malatya’da
“Abdulvehhap Gazi” ve Elazığ’daki “Fethamet”tir. Çocuğu olmayanlar veya çocuğu
ölenler, genelde bu ziyaret yerlerine gider.44
Bazı işaretlerin ikinci bir çocuğun daha olacağını gösterdiği kabul edilir.
Örneğin, bebek beşikte uyurken ayaklarını birbiri üzerinde tutarsa, kısa süre sonra bir
çocuk daha olacağı; eğer bebeğin saçlarında iki dönek bulunursa, aynı cinsten bir
çocuğun dünyaya geleceğine inanılır. Aynı şekilde, doğan kız çocuk ise ve çocuğun
cinsiyet organı görece büyük ise, ardından doğacak çocuğun erkek olacağına inanılır.
Yine bebeğin alın veya burnunda damar gözükürse, bir sonrakinin erkek olacağı
kabul edilir.
Kırgız Türklerinde de çocuğun ileride ne olacağına dair bazı işaretler verdiğine
inanılır. Buna göre bir-üç yaş arası bir çocuk, bacakları arasından geriye doğru
bakarsa, bu eve misafir geleceğinin işareti olarak kabul edilir. Yine bu hareket bu
çocuğun bir kardeşi daha olacağına da yorulur. Çocuk baş parmağını ısırırsa, o
çocuğun bir kardeşi olacağı kabul edilir.45
Makedonya Müslümanlarında, çocuk olması için bütün bu uygulama ve
inanışlar çare olmadığından ilk olarak başvurulan yol, karı-kocanın her ikisinin
muvafakatiyle yakın akrabalardan evlat edinmedir. Bu Makedonya’da yaygın bir
olgudur. Bu yöntemle de çocuksuzluğa çare bulunmazsa, başvurulan diğer bir
yöntem ise, eşlerin anlaşmasıyla ikinci bir kadınla evlenilmesidir. Çocuk sahibi
olamayan eşlerin en son çare olarak birbirinden ayrılmaları, az da olsa Makedonya
Müslümanlarında görünen bir davranıştır. Burada genelde erkek tarafı eşini
boşamaya yönelmektedir. Bu durum halk tarafından normal karşılanır, boşayan taraf
43
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s.77.
Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 84.
45
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 57.
44
31
tenkit edilmez. Buna benzer pratikler ve uygulamalar Kırgız Türklerinde de dikkati
çekmiştir.46
Doğum öncesi inanışlar ve uygulamalar başlığı altında, çocuğun olması için
başvurulan bu yöntemler ve inanışlar dışında, çocuk sahibi olmak istemeyen
kadınların başvurdukları bazı yöntemler ve inanışlar da söz konusudur. Şimdi de
çocuk sahibi olmak istemeyenlerin başvurdukları uygulamaları ve sahip oldukları
inanışları ele almaya çalışacağız.
1.1.3. Çocuğun Olmaması veya Düşmesini Teminle İlgili İnanışlar ve
Uygulamalar
Hamile olduğunu farkına varan fakat çocuğu dünyaya getirmek istemeyen bazı
Müslüman kadınların kürtaj ve benzeri tıbbi müdahaleler dışında bazı ilkel ve
tehlikeli yöntemlere de başvurarak hamilelikten kurtulmaya çalıştıkları görülür.
Bunlardan yaygın olan bazıları şöyledir:
1- Rahme rasgele bir hap konur ve bunun acı olduğu için, çocuğun düşmesine
neden olacağı düşünülür. Bu işlem bazen armut ağacından alınan bir dal yardımıyla
yapılır. Bazıları ise, armut dalına kibritlerin yanar tarafını yerleştirip rahme
dokundurmak suretiyle çocuğu düşürmeye çalışır.
2- Aynı işlem bir tavuk tüyü yardımıyla rahmin delinmesi ve böylece çocuğun
düşürülmesi şeklinde de olabilir.
3- Hamilelikten kurtulmak isteyen kadın, kızgın bir tuğlanın üzerine sirke
döker ve tuğladan çıkan buharın üzerine oturur ve onun alt taraftan rahme ulaşmasını
sağlar oluşan ağır kokulu buharın çocuğun düşmesine neden olacağı kabul edilir.47
4- Bazı kimseler ağır yük taşımak, yüksek yerden atlamak suretiyle çocuk
düşürmeye çalışır. Bu uygulama Romanya’nın Dobruca Türklerinde de vardır.48
5- Bazıları sabah kalkınca aç karnına soğuk karanfil suyu yada maydanoz suyu
içilmesinin çocuk düşürmek için geçerli yol olduğu kabul eder.
46
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 58.
Kaynak kişiler: Şevale Mustafa ve Hanife Nuredin.
48
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.38.
47
32
6- Bazen kaynar su ile dolu bir kabın üzerine hamile kadının karnına koyması
yoluyla çocuk düşürmeye çalışır ki bu çoğu zaman kadının kısmen yanmasına da yo
açabilir.
Bunların dışında bir anda çok sayıda hap içmek, soğuk soğan suyu içmek,
muska yazdırmak gibi değişik uygulamalar yoluyla insanların istenmeyen
hamilelikten kurtulmaya çalıştıkları gözlenir.
Türkiye’de de gebeliği önlemek için çeşitli uygulamalar söz konusudur.
Kadınlar normal korunma tedbirlerinin dışında, kadınlık uzvunun içine, döl yatağının
ağzına çeşitli nesneler sokarak gebeliği önlemeye veya gebe iseler, çocuğu
düşürmeye çalışırlar. Meselâ buğuya oturarak (saman ve sirke buğusu) döllenmeyi
engellemeye çalışırlar. Çocuk olmamasını isteyen kadınlar uzvunun içine, döl
yatağına doğru karbonat, şap, tuz, aspirin, sarı-sabır taşı, limon tozu gibi
maddelerden belirli miktarda yerleştirirler. Bunun dışında patlıcan sapı, sedef otu,
maydanoz sapı, kaz veya kartal kanadından koparılmış tüy, örgü şişi gibi şeyleri
uzuv içinde döl yatağına koymakla da gebelik önlenmeye çalışılır. Bazıları ise bunun
için büyücülük işlemlerine başvururlar. Meselâ Eskişehir’de, gerdek gecesi gelinin
yüzünü yıkadığı su, bir gül fidanının dibine dökülür. Bu sırada kaç yıl sonra çocuk
olması isteniyorsa, ona göre dua edilir. Yine nikâh gecesi çamaşır teknesi, gerdek
gecesi de hamam tası ters çevrilir, işlem sırasında kaç yıl sonra çocuk olması
isteniyorsa, o sayıda parmak açılır.49
Buna karşın hamile kadın çocuğunu düşürmemek için kendini bir takım
kısıtlamaların içine sokardı ki, bunlara bugün de rastlanmaktadır. Fazla ağır yük
kaldırmamak, çok iş yapmamak, gerekirse doğuma kadar devamlı yatakta yatmak,
yüksek yerden atlamamak, hızlı hareket etmemek gibi tedbirler bunlardan bazılarıdır.
Bu uygulamalardan anlaşılacağı üzere Makedonya Müslümanlarında önemli
olan sadece hamile kalmak değil, çocuğu sağlıklı bir şekilde dünyaya getirip,
büyütüp, yetiştirmektir. Bu nedenle kadın bir takım kısıtlamalarla karşılaşır. Erkeğin
de, eşi hamile iken dikkat etmesi gereken bazı hususlar, kendisine düşen bazı
görevler vardır. Buna göre erkek, hanıma ağır şeyler kaldırtma, onu zorlamamalı ve
49
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.147-148.
33
ona küfür etmemelidir. Zira kadına küfür eden, karnındaki çocuğa da küfür etmiş
olarak kabul edilir.
Bütün bu kısıtlamaların yerine getirilmesi, büyük önem verilen çocuğun
sağlıklı bir şekilde doğması içindir. Hareketlere, kullanılan sözlere, yenilen
yemeklere, gelen kişilere de dikkat edilmelidir. Çünkü yenilen yemeklerin çocuğun
geleceğine etkisi olduğu inancı hakimdir. Ziyarete gelen kişilerin de çocuğa ya da
hamile kadına zarar verebileceği kabul edilir. Kadın hamile iken helale, harama
dikkat etmeli, her işi yapmamalı, her yere gitmemelidir. Çünkü yaptığı bütün
davranışların çocuğun geleceğinin üzerinde etkili olduğuna inanılır.
Türkiye’nin bazı bölgelerinde de benzer uygulama ve inanışların olduğu dikkati
çeker. Hamile kadının güğüm, bir kilim veya örtü bile kaldırması yasaklanmıştır.
Yani kesinlikle ona iş yaptırılmaz, bebeğe zarar verebilecek her türlü hareket
yasaklanır. Kesinlikle ağır kaldırmaması gerektiğine inanılır. Bunların dikkat
edilmemesi halinde rahmin düşeceği veya bebeğin düşme ihtimali olacağı kabul
edilir.50
1.1.4. Gebelik ve Aşerme (Aşırı İstek ve Tiksinme)
Makedonya Müslümanlarında yeni gelinin hamile kalıp kalmadığı hususu, aile
içerisinde merak konusudur. Hamile kadın aile içerisinde sevindirici bir durumdur.
Fakat kadının bu şekilde ev halkı dışından kişilere görünmesi, ayıp olarak kabul
edilir. Özellikle hamilelik belirginleştiğinde kadının erkeklere görünmesi hoş
karşılanmaz. Bu yüzde son aylarına girmiş hamile kadının evine misafir gelmez. Ev
halkı hamile olan gelinlere yardımcı olmaya, onları korumaya çalışır. Yakın
akrabaların kadınları ve komşu kadınlar da hamile kadınlara ayrı bir sevgi ve şefkat
gösterirler.
Baş dönmesi, kusma, mide bulantısı, adetten kesilme, yemek yemekten
hoşlanmama, yalnızlığı tercih etme, ilişki esnasında haz duyulmama, az yiyip çok
uyuma arzusu, zayıflama veya şişmanlama, tansiyon düşmesi vb. durumlar hamilelik
belirtileri olarak kabul edilir. Hamilelik belirtilerinden en çok dikkat çekeni ise
50
Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 86.
34
“aşerme” durumudur. Aşermenin aslı “aş yerme” yani yiyecek şeylerden aşırı derece
tiksinme veya arzu etmedir.51
Gebe kalan kadında belli bir süre sonra bazı şeylere karşı aşırı istek veya
tiksinme belirtileri ortaya çıkar. Genelde hamile olan kadın tatlıya ve ekşiye, gül
kokusu ve yemek kokusu gibi şeylere karşı aşerebileceği gibi, sabun, toprak, kireç
gibi maddelere karşı de aşerebilir.
Doğacak çocuğun fiziki yapısına, cinsiyetine, huy, kişilik ve karakterine
doğrudan tesir edeceğine inanılan bazı adetler şöyledir:
1- Hamileliği süresince kadına, kötü ve çirkin hiçbir canlı ve cansız varlığa
bakmaması ısrarla telkin edilir. Zira kadının bakacağı bu kötü varlıkların sahip
oldukları olumsuz unsurların çocuğa da geçeceğine inanılır. Elazığ’ın Hal köyünde
de buna benzer bir inanç dikkati çekmektedir. Hal halkınca gebe kadının çirkine,
sakata, kötü şeylere bakmasının doğru olmadığı kabul edilir. Bunların bilhassa aya,
güneşe, güzel gelinlere bakması önerilir.52
2- Hamile kadın, bebeğinin sağlıklı olması ve doğacak çocuğun birtakım
zararlardan korunması için canı ne çekerse (mümkünse) yer ve arzulamadığı
şeylerden kendini uzak tutar. Hamile kadının canının arzuladığı şeyi yemediği
zaman, doğacak çocuğun teninin herhangi bir yerinde leke olacağına, yahut arzu
ettiği bir şeyi gizlice veya çalarak yer ise, yediği eli ile vücudunun neresine
dokunursa, yediğinin şeklinin doğacak çocuğun aynı yerinde leke olarak çıkacağına
inanılır. Bununla birlikte hamile bir kadın, çok arzu ettiği bir şeyi yiyemezse,
çocuğun düşebileceği de kabul edilir.
Kıbrıs Türklerine göre, herhangi bir durumdan dolayı hamile kadın arzu ettiği
bir şeyi yiyemezse, aşermesinin en üst dereceye çıktığı o anda eli ile vücuduna
dokunmamalıdır. Dokunduğu takdirde, çocuğunun vücudunun o bölümünde, istemiş
olduğu şeyin leke olarak çıktığına inanılır. Bu lekenin olmaması için hamile kadın,
vücudunun herhangi bir yerine dokunmadan önce, “umduğum bu olsun” diyerek
avucunu yalar. Buna benzer bir uygulamanın çocuğun düşmemesi için de yapıldığı
51
52
Bkz. Sedat Veyis Örnek, Türk Halk Bilimi, Ankara 1995, s. 134.
Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 86.
35
bilinmektedir.53 Bu neviden benzeri inanışlar ve uygulamalar Erzurum ve Narman
civarında da tespit edilmiştir.54
Kırgız Türklerinin inanışına göre ise, aşerme ya da aşırı tiksinme durumunda
olan kadına her istediği verilmezse, doğacak olan çocuğun bir yeri eksik, ayağı veya
kolu sakat, yüzü çukur vb. olabileceği kabul edilir. Onun için haram helal
gözetmeden hamile kadının her istediği temin edilir. Kocanın kadına istediğini
getirmemesi halinde büyük günah, getirdiğinde de büyük sevap kazanacağına
inanılır. Kırgızlarda kadının aşerdiği şeyi yemesiyle, doğacak çocuğun aşerdiği şeyin
özelliklerini alacağı kabul edilir. Meselâ, aslan yüreğini aşermiş kadının bunu
yediğinde doğacak çocuğun aslan gibi güçlü olacağına inanırlar.55
Yapılan araştırmalarda iki çeşit aşerme olduğu ifade edilir. Bunlardan birisi bir
iki ay sürdükten sonra hafifçe geçmeye başlarken, diğer çeşit aşerme doğumun
yapılacağı ana kadar devam eder. Doğuma kadar olan aşerme süresinde kadının
gerçekten çok zorlandığı, sık sık kusma olayının meydana geldiği belirtilir.56
Kadınlar her şeye aşerebilir. Bazen mevsim dışı meyve ve sebzelere karşı daha
çok aşererler. Makedonya Müslümanlarında hamile kadının aşerdiği bu şeylerin
temin edilmesi gerektiğine, aksi takdirde istenilmeyen durumlarla karşılaşılacağına
hatta doğacak çocuğun ölebileceğine inanılır. Bu sebeple hamile kadının canının
çekebileceğini düşünerek komşular, yemeklerden bir miktarını hamile kadının evine
gönderirler. Meselâ Ustrumca ve yöresinde, hamile kadının komşudan kokusunu
duyduğu yemeği yiyemediği takdirde, bebeğinin düşeceğine inanılır.
Türkiye ve genelinde gebe olan bir kadının canının her istediğinin verilmesine
özenle dikkat edilir. Bu istek ne kadar münasebetsiz de olsa, yerine getirilmeyi
çalışılır. Bu husus gözetilmezse, anada veya doğacak çocukta zararlı etkilerin
meydana geleceğine, çocuğun düşeceğine, sakat veya kusurlu doğacağına inanılır.
Buna bağlı olarak annenin canının çektiği şeylerle, doğacak çocuğun cinsiyeti
arasında bir ilişki olduğu, ekşiye aşerenin kıza, tatlıya aşerenin oğlana gebe
53
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 24.
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 73,74.
55
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 62,63.
56
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 63.
54
36
kaldıklarına inanılır. Gebe kadının yediği şeylerin, baktığı insanların, hayvanların da
çocuğun huyuna, vücut yapısına, yüz özelliklerine etkide bulunacağı kabul edilir.
Gebe kadının bir şeyleri çalmasının gizlice bir şeyler yemesinin doğacak çocukta bir
iz bırakacağına, kusurlu veya sakat kimselerle alay etmesinin son derece tehlikeli
olduğuna inanılır.57 Bu hususların, Makedonya Müslümanlarında var olan inanış ve
uygulamalarla benzer tarafları olduğunu da belirtmek gerekir.
Makedonya’da, hamile kadının veya ayaklarının üzerinden geçilmesine izin
verilmez. Böyle yapılırsa, doğumun gerçekleşmeyeceği kabul edilir. Doğum sancıları
geldiğinde doğumun gerçekleşebilmesi için hamile kadının üzerinden tekrar atlaması
gerektiğine inanılır.58
Hamile kadının çekmece üzerinde oturmaması gerekir. Zira bu doğumun
olmayacağına işaret olarak görülür. Doğum sancıları geldiği zaman hamile kadının
oturmuş olduğu çekmecenin kapağı açılmadığı takdirde, doğumun olmayacağı kabul
edilir.59
Anne adayının eşyalarını ters giymemesine dikkat etmesi gerekir. Eğer
eşyalarından birini ters giyerse doğacak olan çocuğun tersten doğacağına inanılır. Bu
da çocuk için bir tehlikedir.60
Gebe kadınların cenaze törenlerine katılmalarına izin verilmez. Cenazeye giden
gebe bir kadının doğacak çocuğunun lekeli olacağı veya doğum esnasında
ölebileceği inancı hakimdir. Çocuğun bu tehlikelerden korunabilmesi için, cenaze
törenine katılan gebe kadının küçük parmağına kırmızı renkte bir ip sarması gerekir.
Bu uygulama ile çocuğun zarardan kurtulacağına inanılır.61
Görüldüğü üzere hamile bir kadın en iyi şekilde ağırlanmaya çalışılır. Onun her
arzu ettiği mümkün olduğu ölçüde temin edilmeye ve böylece kötülükten korunmaya
çalışılır. Komşular da hamile olan kadınlara yemek kokularının ulaşmaması için
azami dikkat gösterirler. Kokunun ulaştığını düşündüklerinde de pişirmiş
57
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.146.
Kaynak kişi, Rukiye İmeri.
59
Kaynak kişi, Sadriye Aliyi.
60
Kayna kişi,Hanife Nuredini.
61
Kaynak kişiler, İmsiye Aliyi ve Şevale Mustafa.
58
37
olduklarından anne adayına mutlaka gönderirler. Yani anne adayını, ev halkı
düşündüğü kadar etraftaki komşular ve yakın akrabalar da gözetir.
1.1.5. Doğacak Çocuğun Cinsiyetinin Tayini:
Makedonya Müslümanlarının genelinde, soyun yok olmaması düşüncesiyle
çocuk hususunda arzu olunan cinsiyet erkektir. Çocuğu olmayan kadınlar genelde
erkek çocukları olsun diye dua ederler. Yapılan inanışlar ve uygulamalar da erkek
çocuk niyetine gerçekleştirilir. Bazı yörelerde ise, özellikle dini inançları sağlam
olanlar, doğacak çocuğun ister erkek, ister kız olsun sağlıklı olmasını temenni
ederler. Bütün Türk boylarında olduğu gibi Kırgızlarda da erkek evladın ayrı bir
önemi vardır. Erkek evladı olmayan aile zürriyetsiz, nesilsiz kabul edilir. Onun için
anne-babanın en büyük dileği erkek evlat sahibi olmaktır.62
Şimdi, Makedonya Müslümanlarında erkek çocuk arzusu ve çocuğun cinsiyet,
huy ve karakterini belirlediği düşünülen hususlarla ilgili inanış ve uygulamaları
kısaca vermeye çalışalım:
Hamilelik döneminde anne adayının kalçaları büyürse kız çocuğu, kalçalar
fazla belirgin olmaz ise erkek çocuğu doğuracağına hükmedilir.63 Yine karın
kısmının aşağı doğru uzaması, göğüslerin büyümesi, dudakların büyümesi ve
genişlemesi, anne adayının yüzünde lekelerin veya çillerin oluşması, kaşlarının veya
kirpiklerinin düşmesi annenin kız çocuğu doğuracağının alameti sayılır. Bu Gostivar
ve yöresinde yaşayan Müslümanlarda yaygın olan bir inanıştır.64
Hamile olan kadının, hamilelik döneminde yiyeceklerden arzu ettiği şeyler
daha çok tatlı ise erkek, ekşi veya tuzlu ise kız çocuk doğuracağı kabul edilir. Yani
tatlılık erkeğe, ekşilik ve tuzluluk ise kız çocuğa işarettir. Sivas ve yöresinde de bu
inanışın var olduğu dikkatimizi çekmiştir.65
62
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 64.
Kaynak kişi, Hanife Nuredini.
64
Kaynak kişi, Belgiye Şabani.
65
Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 59.
63
38
Gostivar ve çevresindeki Müslümanlarda, hamile kadının karnı göğüslere doğru
şişer ve hamilelik esnasında kadın şişmanlayıp güzelleşirse doğacak olan çocuğun
kız, kadının şişkin karnı daha sert ise doğacak çocuğun erkek olacağına hükmedilir.
Doğan kız çocuğunun iki gözü arasındaki burun kısmında, mor renginde bir
damar görünürse bu, bir sonraki doğacak bebeğin erkek olacağına yorulur.
Resne ve civarında, kadının karnı göğüslere doğru şişerse bebeğin kız
olacağına, yok eğer karın rahmin üzerinde daha çok şişerse erkek evlat doğacağına
inanılır.
Resnenin Bela Çrkva (Beyaz Kilise) köyünde yaşayan Müslüman kadınlar
çocuğun cinsiyetini öğrenmek için, hamile kadın fark etmeden gizlice saçlarına tuz
serperler. Kadın eğer burun, göz, alın, kulak gibi yerlerini kaşırsa, çocuğun erkek
olacağını, ağız, yanak, ense gibi yerlerini kaşırsa kız olacağına inanılır. Hamile kadın
üçüncü ayında çocuğun canlı olduğunu veya bebeğin kıpırdamasını hissederse,
bebeğin kız olacağına inanılır. Eğer bu canlı kıpırdamayı anne adayı beşinci ayında
hissederse, çocuğun erkek olacağına delalet sayılır. Yani anne karnındaki erken
kıpırdama kız, daha geç kıpırdama ise erkeğe işaret olduğu kabul edilir. Yine anne,
kıpırdamayı karnının her tarafında hissederse kız, sadece göbek kısmında hissederse
erkek olacağı söylenir.66 Bu ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla anne karnındaki çocuk
kız ise kıpırdama hem erken, hem de çok olur. Anne karnındaki erkek ise kıpırdama
daha az hissedilir. Yani, anne karnında kızların erkeklerden daha hareketli olduğuna
inanılır. Yine Resne ve civarında, bir ailenin ilk çocuğu kız ise ve o kız çocuğunun
bel kısmında iki tane gamze şeklinde delik belirtisi varsa, doğacak ikinci çocuğun
erkek, eğer hiçbir belirti yoksa kız olacağına inanılır. Yani çocuğun vücudundaki
işaretlerle de bir sonraki çocuğun cinsiyeti tayin edilmeye çalışılır. Kadının
hamileliliği esnasında göbeğinden aşağı doğru bir çizgi belirlerse erkek, hiçbir işaret
olmazsa kız; kadının göğüs uçları daha koyu bir renkte olursa erkek, daha açık bir
renkte ise kız olacağı kabul edilir.67
Hamile kadının yedikleri daha çok tatlı şeyler ise, erkek evlat sahibi olacağı
kabul edilir.
66
67
Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
39
Sadece kız çocukları doğurmuş olan kadınlar, erkek çocuğu olması için
hocalara gidip muska yaptırır. Okunmuş olan muskayı anne adayının altı ay üzerinde
taşıması gerekir. Muska ile karnındaki bebeğin cinsiyeti kız ise, bunun erkeğe
dönüştüğüne inanılır. Bebek erkek olur ve böylece erkek çocuk dileği gerçekleşmiş
olursa, çocuğa genelde Muhammed ismi verilir. Bu isim verilmese bile, onun göbek
adı Muhammed olur. Muhammed isminin takılması, erkek çocuk dileğinde bulunma
esnasında verilen bir vaat ya da adak gibi düşünülür.
Erkek çocuk olması için Hıdırellez gününde kadınlar çayırlara çıkarlar. Anne
adayı olan kadın, o esnada yere uzanır ve diğer bir yakını tarafından başının ucunda,
ayaklarının dibinde, ellerinin ucunda ve kadın kalktığında belinin olduğu yerde
küçük çukurlar açılır. Bu çukurlar ekmek parçaları ile doldurulur. Kadının boyunca
çizilmiş ve çukurları ekmek ile dolmuş olan bu şekil, olduğu gibi o çayırda bırakılır.
Bu uygulama ile hamile kadınların doğacak olan bebeklerinin erkek olacağına
inanılır.
Hamile kadının meme uçlarına bakılır. Eğer rengi koyu ise kız, daha beyaz ise
erkek doğacağına inanılır.
Sancılar geldiği sırada ağrılar bel kısmında daha çok ise oğlan, karın dibinde
ise kız çocuğu doğacağı kabul edilir.
Gebe kadının karnındaki çocuğun ilk kımıldanışı esnasında yanında erkek
bulunursa erkek, kız veya kadın bulunursa kız çocuğu olacağı inancı hâkimdir.
Hamile bir kadın rüyasında salatalık veya biber gibi sebzeleri görürse çocuğun
erkek olacağına dair inançlar mevcuttur. Buna benzer inanışlar ve uygulamalar
Türkiye’nin Harput yöresinde ve Kırgız Türklerinde de tespit edilmiştir.68
Anne karnında ip gibi bir iz belirirse ve anne adayı hamilelik döneminde
güzelleşirse çocuğun erkek, bu iz belirmemiş ise ve hamilelik döneminde
çirkinleşirse kız olacağı kabul edilir. Bunun yanında, Gostivar yöresinde çok
konuşan anne adayının da kız çocuğu doğuracağı düşünülür.
68
Rıfat Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, Ankara 1991, s.95,96; Polat,
Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 65.
40
Ustrumca ve yöresindeki Müslümanlarda anne adayının karnı aşağı doğru veya
sağa doğru uzamış ise kız, sola doğru uzamış ise erkek doğuracağı kabul edilir.69
Gostivar ve yöresinde hamile kadının kız mı, erkek mi doğuracağını anlamak
için, gizli bir şekilde anne adayının başına biraz tuz atılır. Bu durumda kadın
kalçasını kaşırsa kız, başını kaşırsa oğlan doğuracağına hükmedilir. Kırgızlarda ise
kadın başını ve kaşını kaşırsa erkek, burnunu kaşırsa kız doğuracağına inanılır.70
Gostivar ve yöresindeki Müslümanlarda doğacak çocuğun cinsiyetinin tayini
konusunda diğer bir ilginç inanç ve uygulama şudur: Hamilelik döneminde ev halkı
tarafından doğacak çocuğun cinsiyetini anlamak için bir tavuk kesilir. Tavuğun ödü
alınıp ateşe atılır. Ateşteki ödün patlaması az ise kız, patlama çok olursa çocuğun
erkek olacağına inanılır.71
Makedonya Müslümanlarında doğum öncesi çocuğun cinsiyetini tayin etmede,
rüyaların da rolü olduğuna inanılır. Örneğin, kadının hamilelik döneminde rüyasında
altınlar görmesi erkek, şalvar, entari gibi kadın elbiseleri görmesi kız çocuğu
doğuracağına işaret sayılır. Buna benzer bir inanış da Erzurum’da tespit edilmiştir.
Hamile kadın rüyasında kendini pahalı elbiseler, takılar takmış olarak görürse erkek
çocuk, ucuz şeyler giymiş görürse kız çocuk doğuracağına inanılır.72 Aynı şekilde
rüyasında armut gören hamile kadının erkek, elma görenin ise kız çocuğu doğuracağı
kabul edilir.
Kırgızlarda da doğacak çocuğun cinsiyetinin anlaşılması açısından rüyaların
önemi vardır. Anne adayının rüyasında balta, bıçak, kılıç, makas görmesi, kuş
tutması erkek; kazan, makas, küpe, boncuk, yüzük, bilezik gibi kız eşyaları görmesi
kız çocuğu olacağına hükmedilir.73
Gostivar ve yöresinde yakın akrabalarının gözünde arpacık çıkması yoluyla da,
doğacak çocuğun cinsiyeti tahmin edilir. Eğer arpacık gözün alt tarafında çıkarsa kız,
üst tarafında çıkarsa çocuğun erkek olacağı kabul edilir. Gözünde arpacık çıkan
kişinin, hamile yakını doğum yapıncaya kadar gözündeki arpacık kaybolmaz.
69
Kaynak kişiler: Zümbül Veysel ve Hacer Halim.
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 66.
71
Kaynak kişi, İmsiye Aliyi, Hanife Nuredini.
72
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 87.
73
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 65.
70
41
Hamilelik döneminde kadının eşi ile ilişki arzusu azalırsa çocuğun erkek, istek
açısından bir değişiklik yok ise kız doğuracağı kabul edilir. Anne adayının karnında
erkek olduğu zaman, erkeğin erkeği kıskanmasından hareketle bunun anneye de etki
ettiği ve hamilelik döneminde eşi ile cinsel ilişkiye girme arzusunun azaldığına
inanılır.
Hamile kadının göğüslerine süt geldiğinde su dolu bir bardağa anne adayının
memesinden süt damlatılır. Damlayan süt suyla dolu bardakta hemen dağılırsa kız,
sütün suyla karışımı daha geç olursa erkek doğacağı düşünülür. Ya da doğuracak
kadının karnına bakılır. Eğer karnı büyük veya dolu ise erkek, küçük veya fazla
belirgin değilse kız çocuğu olacağı kabul edilir. Aynı zamanda hamile kadının karnı
tam yuvarlak ise kıza, yana doğru yamukluk varsa erkeğe işaret olduğuna
hükmedilir.
Doğacak çocuğun sağlıklı ve güzel olması için anne adayının ayva yemesi
önerilir. Bu, Makedonya’nın bazı bölgelerinde yaygın olan bir inanıştır.
Makedonya Müslümanlarında, aya bakan hamile kadının çocuğu ay gibi güzel,
elma yiyen hamile kadının doğacak çocuğunun yanaklarının elma gibi kırmızı
olacağına inanılır. Buna benzer inanışlar Sivas ve yöresinde de görülmüştür.74
Doğacak çocuğun mavi gözlü olmasını isteyen kadınlar gökyüzüne bakarlar.
Valandova ve yöresinde hamile kadının karnındaki çocuğun kımıldaması çok
ise kız, kımıldanma az ise erkek çocuk doğuracağına hükmedilir.75
Dobruca Türkleri arasında ise, anne karnındaki çocuğun başı sağ tarafta ise
oğlan, sol tarafta ise kızdır, diye yorum yapılmaktadır.76
Elazığ-Hal köyünde de doğuracak kadının karnı büyük ise oğlan, küçük ise kız
olacağı tahmini yapılır. Bir başka tahmin yöntemi de, gebe kadın hamilelik devrinde
güzelleşirse erkek, çirkinleşirse doğacak çocuğun kız olacağına inanılmasıdır.77
Çocuğun cinsiyetini belirleme hususunda insan vücudunun muhtelif kısımlarından
74
Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 59-60.
Kaynak kişiler: Zümbül Veysel ve Hacer Halim.
76
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.38.
77
Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 87.
75
42
hareketle bir tahminde bulunma uygulamasına Kırgız Türklerinde de rastlandığı
nakledilmektedir.78
Benzer uygulamalar Türkiye’nin değişik yerlerinde de görülür. Hamile kadının
güzelleşip veya çirkinleşmesinden, meme uçlarının uzaması veya renginden doğacak
çocuğun erkek ya da kız olacağına hükmedilir.79 Yine kadının sağ ayağından
aksaması oğlan, sol ayağından aksaması kız doğuracağına, ekşi yiyen kadının kız,
tatlı yiyen kadının erkek çocuk dünyaya getireceğine ve kepçe ile su içen kadının kız
doğuracağına dair inanışlara da Türkiye’nin bazı bölgelerinde tesadüf edilmektedir.
Bunlara ilave olarak kara üzüm yiyen gebe kadının çocuğunun kara gözlü olacağı,
aya bakan gebe kadının çocuğunun ay gibi parlak olacağı, elma ya da nar yiyen gebe
kadının çocuğunun yanaklarının kırmızı olacağı, balık yiyen gebe kadının çocuğunun
ağzı açık, bedeninin de pul pul olacağı inanışları da mevcuttur.80
Kırgız Türklerinde ise erkek evlat çok önemli olduğunda değişik uygulamalara
başvurulmaktadır. Erkek evlat sahibi olmak isteyen kadın kartal ödünü içer, kurdun
ciğerini yalar, karatavuğun yumurtasını hamilelik döneminde karnına sürer, karnını
kâğıt ile sarar, kızıl ineğin gübresini, tezeğini ısıtıp üzerine oturur. Bütün bu
uygulamalar erkek çocuğun olması için yapılır. Buna karşın kız çocukların
doğmasına da pek fazla üzülmezler.81 Kırgızlarda bebek ilk dünyaya geldiğinde, ilk
olarak kimin kucağına verileceğine dikkat edilir. Zira çocuğun ileride o kişinin
karakter özelliğine sahip olacağına inanılır. Bu nedenle Kırgızlar ebenin iyi
karakterli, iyi ahlak sahibi olmasına dikkat ederler.82
1.1.6. Yaşamayan veya Ölü Doğan Çocuklarla İlgili İnanış ve Uygulamalar
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Makedonya Müslümanlar arasındaki evli
çiftler de ilk olarak çocuklarının olup olmayacağı, daha sonra da doğacak çocuğun
erkek mi kız mı olacağı, doğduktan sonra ise sağ-salim, yaşayıp yaşamayacağı
endişesini taşırlar. Genel bir inanış olarak, doğacak çocuğun anne karnında dokuz ayı
78
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 65, 66.
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.145.
80
Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 59,60.
81
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 64, 65.
82
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 80.
79
43
tamamlarsa yaşayacağı, yedi aylık olarak doğarsa yaşama ihtimali bulunduğu, sekiz
aylık doğarsa yaşamayacağı düşüncesi hâkimdir. Bundan dolayı doğum yaklaştığında
daha sık doktor kontrolüne başvurulur. Yine Makedonya’daki Müslümanların
genelinde ölü doğan, doğduktan sonra yaşamayan, hamilelik döneminde hayati bir
sıkıntı geçiren ve doğacak olan çocuklarla ilgili değişik tedbirlerin alındığı ve bu
hususta muhtelif inanışlar ve uygulamaların olduğu da dikkatimizi çekmiştir.
Doğup da çocukları vefat eden kadın, hamilelik döneminde hocalara gidip
haymali (muska) yaptırır. Bu haymaliyi doğum yapıncaya kadar göbek altında, yani
rahmin olduğu yerde taşıdığında, çocuğunun yaşayacağına inanır.
Çocukları yaşamayan kadınlar, hamile kaldıkları zaman, civarda çocukları
yaşayan yedi hamile kadının evine giderler. Bunlardan gönüllerinden koptuğu kadar
para alır ve bu parayı biriktirirler. Daha sonra bu para ile küpe satın alırlar. Doğum
yaptıktan sonra da ister erkek ister kız olsun çocuğun kulağına, çocukları yaşayan
hamile kadınların paralarıyla satın alınan küpeyi takarlar. Bu küpenin ömür boyu
taşınması gerekir. Bazılarına göre ise yirmi-otuz yaşlarına kadar taşınır.83
Türkiye’nin Erzincan bölgesinde çocukları yaşamayan, küçük yaşta ölen aileler
yedi komşudan yedi parça kumaş toplar, bununla yeni doğan çocuğa elbise
yaptırırlar. Yine çocukları yaşamayan aileler, çocuk doğduktan sonra çocuğun
kulağını delerek mavi boncuklu küpe takarlar.84
Bebekleri yaşamayan kadınlar, hamilelik döneminde, Gostivar’ın Simniça
köyündeki Kadınlar Taşı denilen ziyaret yerine giderler. Oradaki daha büyük delikli
olan taşta gerekli ritüelleri yerine getirdikten sonra, ziyaret yerinden ayrılırlar. Yolun
üzerinde ilk gördükleri kişiye bir erkek ve kız ismi sorarlar. Doğacak çocuğa da bu
isimlerden birini verirler. Böylece çocuklarının kendilerinden değil, ziyaretlerinden
kaynaklandığını düşünerek, onların yaşayacaklarına inanırlar. Bu uygulamayı yerine
getirip de çocuklarının yaşadığına şahitlik etmiş pek çok kadına tesadüf edilmektedir.
Üsküb’ün içerisinde evvelce erkek çocukları yaşamayan hanımlar, erkek
çocukları doğduğunda onlara kızların giydikleri elbiseleri, kız çocukları doğunca da
83
Bu uygulama ve inanç Gostivar yöresinde daha yaygındır. Kaynak kişiler: İsmiye Aliyi ve Şevale
Mustafa.
84
Abdurrahman Küçük, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, III. Milletler
Arası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, s. 250,251.
44
erkek elbiseleri giydirmektedirler. Bu uygulama Türkistan, Kırgızistan ve Anadolu
Türklerinde de görülmektedir.85 Bu uygulama ile kötü ruhların kandırılıp doğacak
olan çocukların yaşamasına neden olunacağı düşünülmektedir.
Kırçova ve yöresindeki Müslümanlarda erkek çocukları yaşamayan aileler, yeni
doğan erkek çocuklara küpe takarlar. Bu uygulama ile erkek çocukların ölümüne
neden olduğuna inanılan kötü ruhların yanıltılarak, doğan erkek çocukların kötü
ruhlardan korunduğuna ve yaşamasının sağlandığına inanılır.86 Bu uygulamanın bir
benzeri Sivas ve civarında da görülmektedir.87
Debre’nin Papradnik köyündeki Müslümanlarda da, yaşamayan çocukların
ölümüne neden olduğuna inanılan kötü ruhlardan korunması için, yeni doğan çocuğa
erkek ise kız, kız ise erkek elbiseleri giydirilir. Erkek çocuk yedi yaşına varıncaya
kadar kulağına küpe takılır. Bu uygulama ile yeni doğan çocukların kötülüklerden
korunup yaşamalarının sağlanacağına inanılır.88
Kırgız Türklerinde de ölü doğan veya doğduktan sonra yaşamayan çocuklar
için değişik uygulamalar mevcuttur. Bu gibi durumlarda çocuğunu kaybetmiş aile
yeni bir beşik satın alır ve bunu herhangi bir mezarlığa bırakır. Orada dua edip
çocuklarının yaşamasını diler. Böylece çocukların yaşayacağına inanılır. Aynı
zamanda ağaçlara veya değişik ziyaret yerlerine gidilir, çaput bağlanır, dua edilir.
Çocuk sahibi olamayan veya doğduktan sonra çocukları yaşamayan kadınlar
kabristana gidip orada geceler, dua eder ve kurban keser. Şayet kaynana veya
kaynata ölmüş ise, bu durumda onların mezarları yanında geceleyerek kurban
keserler.
Makedonya Müslümanlarında görülen diğer bir uygulama da anne adayının çok
çocuklu bir ailenin evine gidip iki-üç gece orada kalmasıdır. Daha sonra, çocuk
doğduğunda o ailenin elbiselerinden alır ve yeni doğan çocuğuna giydirir. Yine anne
85
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 71–81; Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk
İnançları, s. 20.
86
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 21; Örnek, Sivas ve
Çevresinde..., s. 66.
87
Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 66.
88
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 21.
45
adayı da bu ailenin elbiselerinden giyer. Bu uygulamalar ile kadınlar çocuk sahibi
olacaklarına ve doğacak olan çocuklarının yaşayacaklarına inanırlar.89
Çocukları yaşamayan aileler, yeni doğan çocuklarının yaşaması için seçtikleri
isimlere dikkat gösterirler. Bu şekilde seçilen ismin, çocuğun ömrü üzerinde etkili
olduğuna dair bir inanış da Kırgızlarda dikkati çekmiştir. Çocukları ölenler arasında,
bunun nazardan kaynaklandığını da inananlar vardır. Bu yüzden doğan çocuklar kötü
ruhlardan korumak ve nazardan sakındırmak için kötü isimlerle isimlendirilir. Yine,
çocuğun yaşamasının, ad koyma geleneğiyle ilgili olduğuna dair Kırgızlarda tespit
edilen diğer bir inanış ve uygulama şöyledir: Çocukları yaşamayan aileler, çocuk
doğduktan sonra çocuğun uzak bir yerde çok çocuklu başka bir aileye verirler. Çocuk
orada anne babasını görmeden yedi ile kırk gün kalır. Sonra aile cüzi bir parayı o
aileye verip çocuğunu satın alır. Çocuğun yaşaması için Kırgızlarda dikkat çeken
diğer bir uygulama ise, yeni doğan bebeğin anne ve babasına elbiseleri ters giydirir
yoldaki yaşlılardan onlar için dua istenir.90
Erzincan ve çevresinde çocuğu olup da yaşamayan aileler, çocuklarının
yaşaması için Duran, Durak, Dursun, Durmuş, Yaşar, kız ise Dursune vb. isimler
verirler. Birbiri ardına doğan çocuklar kız ise ve daha sonra doğacak olanın erkeğe
dönüşmesi isteniyorsa Döne, Döndü gibi adlar takılır. Çok çocukları olup da artık
fazlasını istemeyen veya doğan çocukları hep kız olan aileler ise, son kız çocuğuna
Yeter, Netice, Songül gibi isimler verirler.91 Görüldüğü gibi çocukların yaşaması için
başvurulan yollardan biri de, ad takma geleneğiyle kendini dışa vurur. Buna benzer
gelenek ve inanışlar Kırgız Türklerinde de görülmüştür.92 Yani, bu şekilde isimlerin
çocuklarının yaşaması ve kaderlerinin çizilmesinde etkili olduğu düşünülmektedir.
Vermiş olduğumuz örneklerden de anlaşılacağı üzere, çocukları doğmadan
veya doğduktan sonra ölen ailelerin sahip oldukları inanışlar ve yaptıkları
uygulamalar, Müslümanlarda, özellikle de Türk kültürünü yaşayan ve yaşamış olan
topluluklarda benzer özellikler arz etmektedir. Örneğin, ölüm ruhunu aldatma veya
kötü ruhlardan koruma inanışı ve bu konudaki uygulamalar Makedonya
89
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 59.
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 89,90.
91
Küçük, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, s. 250,251.
92
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 59.
90
46
Müslümanları arasında görüldüğü gibi Yakutlar, Başkurtlar, Kırgızlar ve Anadolu
Türklerinde de tesadüf edilen olgulardandır.93
1.1.7. Doğumun Kolay Olmasıyla İlgili Adetler
Makedonya Müslümanları, doğumun kolay olması için değişik inanışlara ve
uygulamalara sahiptirler. Genel olarak bu gibi durumlarda insanlar, tıbbın kontrolü
altında bulunmak yerine, kendi yörelerindeki hakim inanca göre bazı davranışlar ve
uygulamalara kendilerini teslim ederler. Eskiden, şehirlerde, kadının doğum sancıları
başladığında, hemen daha önce belirlenmiş olan bir ebeye haber verilirdi.
Günümüzde ise hastaneye kaldırılır ve doğumun kolay olması için kendisine dua
edilir. En çok “Allah kurtarsın” ifadesi kullanılır. Köylerde ise köyün en yaşlısı veya
bu işlerde tecrübeli olan bir kadın çağırılır ve diğer kadınların da yardımıyla doğum
yaptırılmaya çalışılır. Doğum zorlaştığı taktirde hamile kadın hastaneye kaldırılır.
Doğumun kolay olması için yapılan bazı inanış ve uygulamalar şöyledir:
1- Babaanne tarafından üç pirinç tanesi alınır, hocalardan bu pirinçlere
üfleyerek üç yasin okuyarak üflemeleri istenir. Yasin okunmuş olan bu üç pirinç
tanesi, anne adayının doğum sancıları geldiğinde, suyla dolu bardağın içine koyulur
ve bardaktaki su doğum yapacak kadına içirilir. Bu uygulama ile ağrıların daha az
olacağı ve doğumun daha kolay olacağına inanılır.
2- Doğumdan önce hamile kadının kocasının ayakkabısına su doldurulur ve bu
su kadına içirilir. Böylece doğumun daha kolay geçeceğine inanılır. Doğumun kolay
olması için kocasının ayakkabısından su içirme uygulaması, Türkiye’nin değişik
yerlerinde de rastlandığına dikkat çekilmiştir.94
3- Hamile kadın, kolay bir doğum yapmak için, dut ağacının gövdesine sırtı ile
yaslanır ve bir kaç defa sıvazlar.
4- Bunların dışında anne adayının saçlarının örgüleri çözülmesi, evdeki
kilitlerin açılması, doğum esnasında orada bulunanların bacak bacak üstüne
93
94
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 61.
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda..., s. 29-30.
47
atmamaları ve kocanın üç defa karısının üzerinden atlatılması doğumu kolaylaştıran
uygulamalar arasında yer alır.
Doğumun kolay olması için Türkiye’nin değişik yerlerinde de örülü saçları,
bağlı kemerleri, düğümlü olan eşyaları, kocasının ayakkabı bağlarını, yeleğinin
düğmelerini çözme, kilitli eşyaları açma uygulamaları vardır. Yine çeşmeyi açmak,
silah atmak, gürültü yapmak gibi uygulamaların da doğumu kolaylaştıracağına
inanılır.95 Hakkâri’de, kadın doğum esnasında zorluk çekiyorsa, müezzin tarafından
ezan okunur. Buna ezan-ı ferah denir.96 Gebe kadına kocası, kaynatası, kaynanası ve
yakın akrabaları ile dargın olduğu kimselerin ellerinden su içirmek, yine bu
kimselerin ellerini, kimi hallerde ayaklarını yıkadıkları sudan içirmek, gönlü kırılmış
olan veya olabilen kimselerle gebe kadının barışmasını sağlamak ve bu şekilde
onlardan gelebilecek düşmanca etkileri önlemeye çalışmanın da doğumu
kolaylaştıracağına inanılır. Kolay doğum yapmış kadının elinden su içmenin de,
kolay doğum yapmaya sebep olacağına inanılır. Çocuğun ters gelmesi, göbek bağı ile
boğulması gibi halleri önlemek için ise kilimler ters yüz çevrilir, doğumda hazır
bulunanların bacak bacak üstüne koymaları yasaklanır, düğümlü, örgülü şeyler
çözülür, odunlar fırının ağzına dikey gelecek biçimde uzunluğuna konulur, kadının iç
gömleği yırtılır, kuşlara yem serpilir, kapıya tuz serpilir, yeni ve kullanılmamış bir
çanağın üstüne Fatiha süresi yazılır. Çanağın üstündeki yazı, bal şerbeti, yağmur
suyu, zemzem ya da halis su ile bozulup doğum sancısı çeken kadına içirilir.97
Bazı yörelerde doğum sancıları yaklaştığında kadının saçlarının bir örgüsü
çözülür, bir örgüsü çözülmez. Doğum esnasında çözülmemiş örgülü saçları kadının
ağzına koyulur. Bu uygulama ile kadının iğreneceği ve çocuğu daha çabuk
doğuracağına inanılır.
Doğum olmadan önce, babaanne çeşmeden üç ağız dolusu su alır ve doğumun
kolay olması niyetiyle anne adayının ensesine üç defa ağzı ile su atar.
Doğum yapacak olan kadının sancıları gelmeden önce babaanne bir yumurta
alır, doğumun yumurta gibi kolay olması niyetiyle hamile kadının yüreğinde gezdirir.
95
Orhan Acıpayamlı, Türkiye’de Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü, Erzurum
1961, s.39.
96
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 78.
97
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.149; Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 60-63.
48
Hamile kadının sancıları esnasında, evde bulunan kadınlar doğumun kolay
olması için yüreğine ve rahmine sıcak bezler koyarlar. Doğumun kolay
gerçekleşmeyeceği kanaatine varıldığında, anne adayı hastaneye götürülür ve doğum
orada gerçekleştirilir.
Valandova’nın Bahçebosu ve yöresindeki Müslüman köylerde, doğumun kolay
olması için kadınların kesinlikle ağır işler işlememeleri ve genel olarak hareket
halinde olmaları gerektiği kabul edilir.
Ustrumca’nın Yüksek Mahalle ve yöresindeki Müslümanlarda doğumun kolay
olması için bir bardak suya, Kuran-ı Kerim’den bir kaç ayet ve bazı dualar okunarak
üflenir ve doğum yapacak kadına üç defa içirilir. Aynı sudan kadının ellerine ve
ayaklarına da sürülür.98
Resne ve civarındaki Müslümanlarda, doğumun kolay olması için hamile
kadının saç örgüleri çözülür. Hamile kadının doğumu iyice yaklaştığında arkasına
yaşlı bir kadın veya ebe tarafından bir ağız dolusu su atılır. Doğumun kolay olması
için doğumla ilgili olarak yakınları dışında hiç kimseye bir şey söylenmez ve doğum
gizli yaptırılır. Doğum anını ne kadar fazla kişi öğrenirse, doğumun o kadar zor
olacağına inanılır. Yine doğumun kolay olması için, kadının sancıları geldiğinde,
yakınları tarafından kadına ılık bir banyo yaptırılır. Bazıları ise yukarda ifade
ettiğimiz gibi bu durumun gizli kalması gerektiğine ve yakınlarından bir kadının
hamile kadının arkasına bir ağız dolusu su atmasıyla doğumunun daha kolay
geçeceğine inanır.99
Yine Resne ve civar köylerinde doğum sancıları gelen kadının yakınında
bulunan musluklar açılır ve o musluklardan birinin suyu ile kadının elleri yıkanır,
ağzına ve burnuna su verilir. Daha sonra yüzü ve kolları yıkanır, başına mesh edilir
ve ayakları yıkanarak abdest aldırılır. Bu esnada, suyun hızlı akışı gibi doğumun da
kolay olması için dua edilir. Bu uygulama ile doğumun kolay geçeceği kabul
edilir.100
98
Kaynak kişiler: Zümbül Veysel ve Hacer Halim.
Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
100
Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
99
49
Doğumun kolay olması için, doğum saatlerinde ebeler, doğum yapacak kadını
bir battaniye ya da kilim içine yatırır ve silkelerler. Bu uygulama ebeler tarafından
büyük bir gizlilik içinde yapılır. 101
Makedonya genelinde, özellikle Valandova ve Gostivar yöresinde doğumun
kolay olması için, kadının hamileliğini ve bu uygulamaları, kendi ailesi dışında
kimsenin bilmemesi gerekir. Hamilelik olayı yabancı biri tarafından duyulmuş ise,
yapılan uygulamanın fayda vermeyeceği ve doğumun da zor olacağı kabul edilir.
Buna benzer uygulama ve inanışlar Batı Trakya Türklerinde de dikkati
çekmektedir. Doğum olayı, hamile kadının ailesi dışında hiç kimseye söylenmez.
Öğrenildiği takdirde doğumun zor olacağı kabul edilir. Batı Trakya Türklerinde ebe,
doğumun kolay olması için daha farklı uygulamalar gerçekleştirir. Doğum için ebe
çağırıldığında kadını tiksindirmek için saç örgüleri çözülüp ağzına konur. Yastık
üzerine oturtulur ve yastıktan atlaması sağlanır. Buna rağmen doğum gerçekleşmez
ise kadının karnı sabun ile ovulur. Bu da yeterli olmazsa, baba adayı camiye
gönderilir ve caminin kapısını açık bırakması söylenir.102
Gostivar ve yöresinde hamile kadının sancıları geldiğinde, mangal yanına
oturtulup beli ısıtılır. Bunun dışında, kadının karın ve bel kısımları sıcak bezlerle
sarılır ve doğumun daha kolay olması sağlanır.
Hacdan getirilmiş olan kurumuş hanımeli türünden bir çiçek, suyla dolu bir
bardak içine konur. Eğer çiçek bardak içinde açarsa, doğumun daha kolay olacağına
inanılır. Hamile kadının sancıları yaklaştığında, hacdan getirilen çiçeğin bulunduğu
sudan içirilmesi halinde, doğumun daha kolay olacağı düşüncesi hâkimdir. Çiçeğin
hacdan getirilmesi sebebiyle halk arasında onun kutsal olduğuna inanılır. Kutsal olan
bu çiçeğin suyunun hamile kadınlara içirilmesi durumunda da, doğumunun kolay
olacağına inanılır.
Hamile kadının sancıları gelmeden önce kadınlar, Kuran-ı Kerim’den Yasin
suresinin sayfalarını açarlar. Bu sayfaların her birinden yukardan aşağıya doğru su
akıtırlar. Akan sular bir bardakta biriktirilir. Sancıları gelen kadına bu sudan içirilir
101
Buna benzer uygulama Türkiye’nin bazı bölgelerinde de yaygındır. Mear, Kıbrıs Türk
Toplumunda…, s. 30.
102
Abdurrahim Dede, Batı Trakya Türk Folkloru, Ankara 1978, s. 97.
50
ve bu şekilde kolay doğum yapacağı varsayılır. Bu inanç ve uygulama Gostivar
Müslümanlarında daha yaygındır.103
Kırgızlarda, hamile kadına, doğumunun kolay geçmesi için, badem çayı, tatlı
çay veya boza içmesi önerilir. Kadının yatağına un serpilir ve doğum
gerçekleşinceye kadar yatak kaldırılmaz. Doğum yapacak kadın, her seferinde kolay
doğum yapmış kadınların elbisesini veya iç çamaşırını giyerse, onun da onlar gibi
kolay doğum yapacağına inanılır. Kırgızlarda doğum köylerde yapıldığından ve bu iş
de genelde evde icra edildiğinden, evde bulunun her şey düz tutulur. Ayakkabı,
tencere, bardak, tabak, bütün her şey ters değil de düz tutulur. Evin kapısı, penceresi,
elbiselerin düğmeleri vb. hepsi açılır. Kapalı veya düğümlü bir şeyin kalmamasına
dikkat edilir. Böylece doğumun kolay olacağı düşünülür. Doğduğunda ağlamayan
çocuğun sağlıksız ve ömrünün kısa olacağına inanılır. Çocuğun ağlayarak doğması
ise sağlıklı ve uzun ömürlü olacağına işaret sayılır.104
Görüldüğü gibi bu başlık altında eskiden doğumun kolay olabilmesi için
kadınların başvurdukları değişik uygulamalara dikkat çekmeye çalıştık. Bu inanç ve
uygulamaların bazıları, doğumların doktor kontrolünde ve hastanelerde yapılması
sebebiyle artık terkedilmiştir. Bazı yörelerde ise hâlâ geçmişten kalmış bu gibi
uygulamalar ve inanışlar mevcudiyetini muhafaza etmektedir. Buraya kadar
doğumun kolay geçmesi için yaygın olarak icra olunan farklı inanış ve uygulamaları
ele aldık ve Türkiye ve kültür benzerliği bulunan diğer yerlerdeki benzer inanış ve
uygulamalarla bazılarıyla, imkan dâhilinde kıyaslamaya çalıştık.
1.1.8. Doğuma Hazırlık
Çocuk dünyaya gelmeden önce yörelere göre kısmi farklılıklar arz eden çeşitli
hazırlıklar yapılır. Makedonya’da Müslümanların yaşadığı bölgelere göre farklılıklar
arz eden bu hazırlıklardan, tespit edilebilen bazıları burada ele alınmıştır.
Gostivar ve yöresinde bu hazırlıklara, ilk olarak anneanne başlar. Doğum
esnasında kullanılacak bez parçaları, bebeğin sarılacağı özel havlular, doğumdan
sonra giydirilecek olan gömlekler, genellikle anneanne tarafından el işi ile hazırlanır.
103
104
Kaynak Kişiler: Hidafet Veyseli ve Nezafet Hanci.
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 69-72.
51
Bunların dışında durumuna göre iki veya üç senelik elbiseler de anneanne tarafından
temin edilir. Yine anneanne, anne adayı olan kızının, loğusalık döneminde gerekli
olan ihtiyaçlarını da karşılar. İç çamaşırından başlayarak pijamalara, geceliklere,
entarilere ve özel olarak giyilen eşyalara kadar tüm malzemeler, kadının annesi
tarafından temin edilir. Babaanne de benzer şekilde gelini ve doğacak torunu için
hazırlıklar yapar. Doğumdan sonra, hastaneden çıkmadan önce, bebek için gerekli
eşyalar, baba tarafından hastaneye götürülür. Bunlar, kundak ve pamuktan yapılmış
iç çamaşırlardır. Doktor tarafından gerekli oranda kontrol altında tutulduktan sonra,
çocuğa iç çamaşırları giydirilir ve kundaklanır. Eğer herhangi bir sağlık tehlikesi
yoksa anne de hazırlanır ve hastaneden çıkılıp eve gidilir.
Doğumdan sonra anne, anneanne tarafından yaptırılan ve düğünlerde giyilen
özel olarak el işi ile hazırlanmış çinkanları (sırmalı yöresel şalvarları) giyer.
Bunun dışında babaanne çocuk doğmadan önce, üç gün süreyle, sacayak
üzerinde akıtma (gözlemeye benzer) yapar. Bunun bir bölümünü gelen yakın
misafirlere, diğer bir bölümünü ise daha sonra yapılacak merasimde gelecek olan
misafirlere takdim eder.
Doğum evde yapılacaksa yakın akrabalardan tecrübeli bir ebe tayin edilir ve
doğum evde yaptırılır. Ancak doğum esnasında bir problemle karşılaşılırsa, doğum
için hastaneye gidilir.
Doğum olmadan evvel çocuğun bakımı, yıkanması ve gerekli uygulamaların
gerçekleştirilmesi için yakın akrabalardan tecrübeli bir kadın seçilir. Bu kadına avo
nine veya avo anne (ebe) denir. Avo anne, doğum hastanede yapılmış ise, babanın
getirmiş olduğu eşyaları çocuğa giydirerek hastaneden çıkarır ve eve kadar getirir.
Eve
gelindiğinde,
doğan
çocuğun
abisi
veya
ablası
varsa,
bebeği
kıskanmamaları için onlara ilk olarak bebeğin ayak kısmı gösterilir. Bu uygulama ile,
kardeşlerin bebeğe karşı kıskançlık beslemelerinin önüne geçilmeye ve ona sevgiyle
yaklaşmaları temin edilmeye çalışılır.
Avo anne evde kırk gün aralıksız bebeği yıkamakla yükümlüdür. Cildinin güzel
olması için, bebeğin yıkandığı suya kırk gün süreyle yumurta, şeker ve tuz atılır.
Çocuğu yıkama esnasında, gözlerinin renkli, kaşlarının yay gibi, yüzünün ay gibi
parlak, ağzının pare gibi yuvarlak, burnun koç gibi olması için kırk gün süreyle dua
52
edilir. ifade olunan bu uygulamalar Gostivar ve çevresindeki Müslümanlarda daha
yaygın olan görülür.
Genel olarak Makedonya’daki Müslümanlarda, bebeğin iç çamaşır ve sargı
bezlerinden beşik ve beşikteki eşyalarına kadar bütün ihtiyaçları, anneanne
tarafından temin edilir. Babaanne ise, kendisine bir torun verilmesinin şerefine,
gelinine çeşitli elbise ve fistanlar hatta altın bile satın alır. Yani, genel olarak
doğacak olan bebeğe lazım olan bütün malzeme ve ihtiyaçları anneanne, anneye
lazım olanları ise babaanne karşılamakla yükümlüdür. Elazığ’ın Hal köyünde de
beşik düzmesi ve doğacak çocuğun ihtiyaçları anneanne tarafından hazırlanır.105
Makedonya’nın Valandova yöresinde yaşayan Müslümanlarda, doğacak çocuk
için ilk olarak bezler dokunur. Dokunan bu bezler daha sonra biçilerek elbiseler
dikilir. Bu doku bezlerinden, doğacak olan çocuk için sargı bezleri, entariler,
takkeler, elbiseler, doğum esnasında kullanılacak bezler, anne adayı için de giyeceği
çamaşır ve entariler hazırlanır. Bebek doğmadan önce, göbek bağını kesmek için
temiz bir ustura ve jilet, yine göbek bağının bağlanması için özel bir ip temin edilir.
Doğum olmadan önce aile tarafından bir ebe tayin edilir. Doğum için bütün
hazırlıklar yapıldıktan sonra, tayin edilmiş olan ebe eve davet edilir ve doğum onun
tarafından gerçekleştirilir.
Makedonya Müslümanlarında, doğuma hazırlık döneminde, doğacak olan
bebeğe anneanne tarafından beşik temin edilir. Beşikle beraber yorgan, yastık, çarşaf
el işi ile hazırlanır. Kenarları işlenmiş beyaz renkteki mendiller de anneanne
tarafından temin edilir. Bu mendillerle, beşikte yattığı müddetçe bebeğin yüzü
örtülür. Böylece bebeğin yüzü görülmediğinden hem nazardan korunduğuna hem de
ileride utangaç olacağına inanılır.
Resne ve civarında, doğumu yaklaşmış kadın hastaneye kaldırılır. Bu esnada,
yol boyunca herhangi bir şey olur endişesiyle, doğum için gereken tüm eşyalar,
makas, ip, battaniye gibi doğum malzemeleri de hazır halde bulundurulur. Ani bir
doğum olur düşüncesiyle, gerekli hazırlıklar yapılır. Yol boyunca, kadının yanında,
ebe veya doğum yaptırabilecek bir kişi de bulunur. Kadın hastaneye yetiştirilirse
doğum hastanede yaptırılır.
105
Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 87.
53
Romanya’daki Dobruca Türklerinde ise doğacak olan çocuğun çeşitli
ihtiyaçları anne adayı, çocuğun ninesi ve yakın akrabalardan olan kadınlar tarafından
hazırlanır. Doğum evde yapılırsa ebe tayin edilir. Anne adayı, doğum yapacağı
zamana kadar, ağır olmamak şartıyla evdeki hafif işlerle uğraşır.106
Türkiye’nin çeşitli yerlerde de, doğum yaklaştıkça bebek için kundak ve beşik
takımı hazırlanır. Bunun dışında, Makedonya Müslümanlarındaki gibi, bebek için
çeşitli hazırlıklar da yapılır.107 Meselâ Elazığ’ın Hal köyünde, doğuma hazırlık
döneminde, köy ebelerinden biri ebe olarak seçilir. Gömlek, fistan ve kundak
hazırlanır. Aynı zamanda beşik düzmesi de hazırlanır. Anne adayı bir beşik satın alır
ve içine konulacak olan çarşaf yastık ve yorganı kendisi dokur.108 Bazı yerlerde
çocuk doğduğunda, ilk olarak bir göbek adı verilir. Doğumdan sonra, çocuğun
ölebileceği düşüncesiyle, adsız kalmaması için göbek adı geciktirmeden verilir.
İkinci ad ise, daha sonraki günlerde, hoca veya evin erkeklerinden biri tarafından
kulağına ezan ve kamet okunarak verilir. Çocuğun göbeği kesilip adı koyulduktan
sonra, tuzlanması ve yıkanması işlemleri gelir. Vücuduna tuz serpip, kısa bir zaman
böylece bırakıldıktan sonra, su ile yıkanır ya da çocuk önce tuzlu bir suda, daha
sonra duru suda yıkanır. Tuzlama, Makedonya Müslümanlarında da görüldüğü gibi,
bir halk geleneği olarak, çocuğun terinin ve nefesinin kokmaması için önceden
alınmış bir sağlık tedbiridir. Bazı bölgelerde çocuğun ilerde zengin olması dileğiyle
yıkandığı tuzlu suyun içine paralar atılır. Arnavutluk’tan Anadolu’ya göç etmiş bir
kadından, İzmir’de derlenmiş olan bir bilgiye göre: - Bu inanç Makedonya’daki
Müslümanların bazı köylerinde de mevcuttur - Bir zar veya torba içinde doğan
çocukların uğurlu olduğuna inanılır. Her derde deva sayılan bu torba alınıp kurutulur.
Güç işler bu torba ile çözüme kavuşturmaya çalışılır. Çocuk erkek ise, askere
giderken bu torba yanına verilir. Bunu boynunda taşıyana kurşunun işlemeyeceğine
inanılır.109
Kırgız Türklerinde ise, Makedonya Müslümanları ve Türkiye’nin birçok
bölgesinin aksine, doğumdan önce çocuk için beşik, elbise vb. kesinlikle hiçbir
106
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.38.
Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 39.
108
Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 87.
109
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.151-153.
107
54
hazırlık yapılmaz. Zira Kırgızların inanışına göre, doğmayan çocuk henüz anne
babaya ait değildir. Onun, Allah’a ait olduğu kabul edilir. Doğacak çocuğun sağ
salim doğmayabileceği, hatta doğum esnasında ölebileceği de göz önüne tutulur.
Bebeğin sağlıklı olabilmesi için, kadın kendini doğumdan bir-iki ay önce hazırlar.
Uzun bir yolculuğa çıkmaz, kocasıyla birlikte olmaz, cin, şeytan ve kötü ruhların
kendisine zarar vermemesine dikkat eder.110
Yapılan araştırmalarda, Makedonya ve Türkiye’nin değişik illerindeki doğum
öncesi inanışların birçoklarının benzer olduğunun ortaya çıkması, Osmanlı
imparatorluğundan Makedonya Müslümanlarına intikal etmiş olan mirasın veya
emanetin hâlâ devam ettiğini gösterir.
Günümüzde doğacak çocuğun cinsiyetinin tayini konusunda “Allah’ın takdiri”
diyenlerin dışında, farklı tutumlarla da yorum yapıldığı bir gerçektir. Müslümanlarda
içerisindeki farklı etnik grup mensupları ve değişik bölgelerde yaşayanlar doğum ile
ilgili değişik inanış ve uygulamalar geliştirmişlerdir. Makedonya’daki Müslümanları
bölgesel olarak değerlendirecek olursak, İslam dininin zayıf olduğu yerlerde doğum
öncesi ile ilgili dönemde sakıncalı görünen bazı inanışlar ve geleneklerin mevcut
olduğu inkar olunamaz bir gerçektir. Özellikle Doğu Makedonya bölgesi böyledir.
Hatta bazı bölgelerde bu inanışlar, dini bir vecibe olarak görülmektedir. Ancak,
günümüzde bu uygulamaların artık terk edilmesi gerektiği yönünde yorumlar
yapılmaktadır.
Makedonya’nın
batı
bölgesindeki
Müslümanlarda
görülen
uygulamalar ise genel olarak dini inanışlara uygundur.
Doğum öncesi inanışlar ve uygulamalar konusunda yukarıda maddeler halinde
verdiğimiz
bilgilerden,
çocuğu
olmayan
kadınların
değişik
yöntemlere
başvurduklarını, bu hususta çeşit çeşit inanışlar geliştirdiklerini söylememiz
mümkündür. Makedonya’nın Müslümanların yaşadığı değişik bölgelerinde yapmış
olduğumuz araştırmalarda, Türkiye’nin değişik bölgelerinde de görüldüğü gibi,
Makedonya’da da inanışın mevcut olduğunu, çocuk sahibi olmak için başvurulan
yöntemler veya yapılan uygulamaların bölgelere göre bir miktar değişiklikler arz
ettiğini görüyoruz. Çocuğu olmayan kadınlardan kimileri tıbbın çizmiş olduğu
sınırlar içerisinde kalmakta, kimileri ise, tıptan ümidini keserek değişik kocakarı
110
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 69.
55
ilaçları yoluyla derdine çare aramaya yönelmektedir. İslam dininin zayıf olduğu
bölgelerde bu gibi inanış ve uygulamaların daha yoğun olduğu da bir gerçektir.
Çaresizliğin bir sonucu olarak, İslam’ın daha güçlü olduğu yerlerde bile, uygun
olmayan bazı uygulamalara başvurulduğu ve değişik inanışların yaygınlık kazanmış
olduğu da görülmüştür. Bu şekilde İslam’a aykırı, bilimsel açıdan doğruluğu
tartışmalı bazı doğum öncesi inanış ve uygulamaların yanında icra olunan diğer bazı
uygulamaların ise tıbbın ve bilimin önerdiği uygulamalar olduğu da dikkatimizi
çekmiştir. Çocuk sahibi olmak veya olmamak için başvurulan bazı uygulamaların
doğrulukla ilgisini kurmak pek mümkün değilse de anne karnındaki bir çocuğun
sağlıklı olması için anne ve babanın dikkat etmesi gereken hususların, annenin
yemesi gereken şeylerin, yapması gereken işlerin bilimsel bazı gerçeklerle paralellik
arz ettiği söylenebilir.
1.2. DOĞUM ESNASI ADETLERİ
1.2.1. Doğum Yaptıran Kişinin Seçimi
Makedonya’da
yaşayan
Müslümanlar
önceleri
doğumlarını,
hastanede
yaptırmak yerine ebeler veya tecrübeli yaşlı kadınlar eliyle gerçekleştirmeyi daha
uygun bulmakta idiler. Geçmişte hastanelerde Müslüman doktorların az olması
nedeniyle, doğacak çocuğun, bir Müslüman tarafından değil de bir Hıristiyan eliyle
dünyaya getirileceği endişesi bu anlayışa yol açmakta idi. Yine ebelerin
Makedonya’daki Müslümanlarda ayrı bir öneme haiz olması, onlara anneler kadar
değer verilmesi sebebiyle de ebe seçimine dikkat edilmekteydi.
Genellikle Gostivar Müslümanları, özellikle de Yukarı Banisa köylüleri
geçmişte doğumu yaptıracak kadını yani avo anne veya avo nene (ebe)’yi önceden
tespit ederlerdi. Doğum gerçekleşmeden önce hamile kadına, ebe, kayın valide ile
birlikte yardımda bulunurdu. İlk doğum sancıları başladığında bu durum kimseye
söylenmez, ebe çağırılır ve ilk müdahale yapılırdı. Doğumun kolay olması için
hamile kadın yere yatırılır ve beli ovulur, sıcak sulara oturtulurdu. Bazıları ise
Kur’an okuturlardı. Günümüzde ise ağrıları gelen hamile kadın hastaneye
kaldırılmakta ve ilk müdahale oradaki hemşireler tarafından yapılmaktadır. Doğum
gerçekleşinceye kadar da hemşirelerin kontrolü altında tutulmaktadır. Doğum
56
sonrasında da doktorların tavsiyelerine göre birkaç gün hastanede gözetimin altında
tutulmakta, herhangi bir menfi durum gözlemlenmediğinde taburcu edilip evine
gönderilmektedir. Makedonya’da yaşayan Müslümanlarda genelde bu prosedür
uygulanır. Kasabalarda yaşayanlar doğumu yaklaşan kadını hastaneye kaldırırlar.
Köylerde ise genellikle ilk müdahale yine evlerde yapılır. Eğer doğumda hemen
herhangi bir zorluk belirirse hastaneye gidilir ve doğum orada gerçekleştirilir.
Doğumdan önce yakın akrabalardan tecrübeli bir avo nene (ebe) seçilir. Ebe,
doğum esnasında hastanede hazır halde bulunur ve bebeği hastaneden çıkartır.
Cinsiyetini söyleyene hediyeler ikram eder. Bebeğin ilk giyeceği eşyaları avo nene
satın alır ve ilk olarak o giydirir. Avo nene hastanede anneyi de giydirir ve çocukla
beraber evine getirir. Loğusa olan kadını avo nene üç gün arayla banyo yaptırır ve
hazırlamış olduğu yatağına yatırır. Yatağa ekseriyetle el işi oyalarla süslenmiş en
güzel çarşaflar serilir. Gelen misafirlerin kutlamalarını anne bu yatakta kabul eder.
Yeni doğan çocuk da bu yatakta anne ile birlikte bulunur. Avo nene bunlara ilave
olarak çocuğu da kırk gün ara vermeden yıkamakla yükümlüdür.
Ebe (avo nene veya avo anne); kocanın amca karıları, hala veya kocanın yakın
akrabalarından olan kadınlardan biridir. Hamile kadının baba tarafından veya
yakınlarından seçilmez. Bazen komşulardan tecrübeli yaşlı kadınlar da ebe olarak
tayin edilebilir.
Resne ve civarında yaşayan Müslümanlarda doğum esnasında özel olarak ebe
seçilmez. Civardan veya yakın akrabalardan becerikli olan veya bu işten anlayan
kişiler tercih edilir. Doğum yaptırırken gereken eşyalar ve ılık su hazır halde
bulundurulur. Bu eşyalar arasında doğacak bebeğe bağlanacak bezler, göbeğin
kesileceği makas, göbeğin bağlanacağı ip, bebek için ilk eşyalardan olan zıbın,
kundak malzemesi ve bebeğin sarılacağı battaniye önceliği teşkil eder.
1.2.2. Doğum Esnası
Gostivar ve yöresinde yaşayan Müslümanlarda doğum hem kız hem de erkek
tarafı için neşe ve heyecan kaynağıdır. Daha hamilelik döneminden kadının giyeceği
özel eşyalar temin edilir. Hamileliği sırasında kadının bol elbise giymesi gerekir.
Ayrıca, ağır kaldırmak, yüksekten atlamak, fazla yorulmak gibi davranışlardan
kaçınması gerekir. Hamilelik esnasında kadınlara, kendilerine ve bebeğe zarar
57
gelmemesi düşüncesiyle iyi bakılır. Hamilelik döneminde kadın cenazeye giderse
parmağına kırmızı bir iplik bağlanır. Hamileliğin sekizinci ayına gelindiğinde ise
kadın, ailesi dâhil hiçbir yere misafirliğe gitmez. Doğum sancılarının başlamasıyla
hamile kadın hastaneye kaldırılır, doğum jinekolog ve hemşireler tarafından
gerçekleştirilir. Teknolojinin gelişmesi ve ilerlemesiyle artık doğumun ebe tarafından
yaptırılması hemen hemen ortadan kalkmış gibidir. Çocuğun doğumundan sonra
normal, yani bilinen kundaklık yapılır, ilk süt doğumdan hemen sonra verilir. Ana
sütü yoksa süt tozu sıvılaştırılarak biberonla verilir. çocuk ılık su ile yıkanır.
Doğumdan sonra kız tarafına bir çocuk aracılığıyla müjde verilir. Haberi getiren
çocuğa para verilir. Kadın hastaneden çıkarıldıktan sonra eline kına yakılır. Kız tarafı
ziyarete gelir, kadının annesi ziyareti sırasında çocuğa altın hediye eder.111
Ustrumca’nın Yüksek Mahalle köyündeki Müslümanlarda doğum evde ebe
tarafından yaptırdığında bir tekne ve çocuğu yıkamak için su hazırda bulundurulur.
Çocuğun sarılması için tenini incitmeyecek pamuktan havlular kullanılır.
Önceleri Resne ve civarında, doğum genelde evlerde, tecrübeli kadınlar
tarafından yaptırılır, mecbur kalınmadıkça hastaneye gidilmezdi. Son zamanlarda ise
genellikle hastaneler tercih edilmektedir.
Doğan bebeğin kardeşi varsa, ona ilk olarak bebeğin ayakları gösterilir. Bu
esnada da bebeğin ayakları arasına bir yumurta koyulur. Bu yeni bebek bir hediye
getirmiş anlamını taşır. Böylece büyük kardeşin bebeği kıskanmaması, ona iyilikle
yaklaşması, ona karşı sevgisinin eksilmemesi temin edilmeye çalışılır.
Türkiye’nin değişik yerlerinde doğum esnasında sancılar geldiğinde gebe kadın
odada gezdirilir, seccade, yorgan, battaniye gibi şeylerle sarılır. Gebe eşik, süpürge,
kadın pisliği, gazi kılıcı gibi şeyler üzerinden atlatılır. Doğumu ebe ana yaptırır.
Yanında yakınları yardımcı olarak bulunur. Doğan çocuk erkek ise çok sevinilir. Kız
ise Allah vergisi olduğu söylenir.112 Türkiye’nin Kars yöresinde, kız doğarsa bereket,
erkek doğarsa devlet (zenginlik) olacağı inancı vardır.113
111
Kaynak kişi, Resul Zeynulahi, Gosivar.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.40.
113
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 79.
112
58
1.2.3. Göbek Bağıyla İlgili İnanışlar
Geçmişte, doğumun ebeler tarafından yapıldığı zamanlarda, doğan çocuğun
göbeği ebeler tarafından kesilirdi. Onların ölçülerine göre göbek, üç parmak sağdan
ve üç parmak soldan (bazılarına göre dörder parmak sağdan ve soldan) bırakılır ve
ortası bağlanırdı. Göbek bağı bir hafta içinde kuruyup düşer (damlar). Göbeğin
fazlası düştüğünde ev halkı tarafından alınıp saklanır. Düşen bu kısım ya sarılarak
daha sonra çocuğun sağ omzuna asılır ya da sevap olduğu ve evi beklediği inancıyla
evde saklanır.
Ebeler, ebeliği ekseriyetle ihtiyarlardan görüp öğrenmişlerdir. Gostivar ve
yöresindeki halk arasında üç ebelik yapmanın ve üç cenaze yıkamanın çok sevap
olduğu yaygın bir kanaattir. Önceden çocuğa kundak yapılır, eller 40 gün öne doğru
bağlanırdı. Şimdilerde ise, genelde hastanede doğum yapıldığı için, hemen giysiler
giydirilmektedir.
Gostivar ve civarında doğum esnasında göbek kordonu bebeğin boğazına sarılı
ise, daha sonra doğacak çocuğun da aynı cinsten olacağına inanılır. Yani doğan
bebek kız ise ve boğazı göbek kordonu ile sarılı ise, bir sonraki bebeğin de yine kız
olacağı kabul edilir. Doğum esnasında bebeğin boğazı göbek kordonuyla kaç defa
sarılı ise, kadının gelecekte o kadar çocuğu olacağı düşünülür. Yani yeni doğan
bebek erkek ise ve bebeğin boğazı göbek kordonuyla iki defa sarılmış ise, annenin
gelecekte iki erkek çocuğu daha olacağı varsayılır.114
Doğan bebeğin göbeği, üç veya dört parmak uzunluğunda sıkıca bir bez
parçasıyla bağlandıktan sonra kesilir. Göbek bağı bir hafta içerisinde kuruyarak
kendiliğinden düşer. Düşen göbek bağı sarılır ve çocuğu nazardan koruyacağı
inancıyla omzunun sağ tarafına takılır. Ya da bazen temiz kalması için akıntılı sulara
atılır.
Resne ve civarında yaşayan Müslümanlarda, doğmuş olan erkek bebeklerin
göbeği dört parmak, kızların ise üç parmak uzunluğunda kesilir. Erkeklerin
göbeğinin daha uzun kesilmesi, erkeğin söz sahibi ve gür sesli olacağı düşüncesiyle
yapılır. Kızlarınkinin daha kısa kesilmesi ise, seslerinin daha kısık olması, daha
düşük sesle konuşmaları arzusuyladır. Erkek doğurmuş olan kadının göbeği ise
kesildikten sonra erkek evladı olmayan kadınlara verilir. Bazılarının göbekten
114
Kaynak Kişi, Hidafet Veyseli, Gostivar
59
kesilen parçayı yemeğin içine atıp yedikleri de söylenir. Bazı kimseler ise göbek
bağını banyo yaptığı suyun içine atarak yıkanırlar. Bazen de erkek çocuğu olmasını
isteyen kadın, duşun altına girer, kesilmiş göbek bağı bir süzgeç içinde başının
üzerine koyulur ve duştan gelen suyu süzgecin içinden geçirerek banyo yapar.
Banyodan sonra göbek parçası bir bez parçası ile sarılır ve kadının yattığı yastığın
altında hamile kalıncaya kadar saklanır. Erkek doğurmuş kadınlar, göbek bağını
yakın akraba dışında kimseye vermezler. Aksi takdirde ileride, çocuk büyüyüp
evlendiğinde, erkek çocuğu olmama ve rızkının da kesilme ihtimali bulunduğuna
inanılır. Bütün bunlara rağmen çocuğunun göbek bağını vermiş olan bir annenin
daha sonra çocuğunun oğlu olduğunu görmesi de vakidir.115
Romanya’nın Dobruca Türklerinde kesilen göbek parçası ev kapısının eşiğine
gömülür. Bu uygulama aile fertlerin uğuru ve sağlığı için yapılır. Bazıları ise
gömülen göbek parçasını çocuk büyüyünceye kadar saklar. Bunun çocuğun kısmeti
olduğuna inanılır. Türkiye’de de göbek bağı ile farklı uygulamalar mevcuttur.
Mesela kesilen göbek bağı cami avlusuna, ıssız yerlere, gül ağacının altına ve ev
çevresine gömülür. Çocuğun rahat uyuyabilmesi için de göbek bağı bebeğin
yastığına dikilir.116
Kırgız Türklerinde bebeğin göbeği ebenin ayakkabısının kenarına koyularak
kesilir. Bu uygulama ile çocuğun uzun ömürlü olacağına inanılır. Kırgızlarda ebe,
tecrübeli, çok çocuk sahibi olmuş kadınlardan seçilir. Ebeye çok önem verilir, zira
artık o çocuğun ikinci annesi sayılır. Bundan sonra bütün törenlere özel davetli
olarak çağırılır. Kırgızlar da göbek kesme ve göbeğin atılacağı yer konusunda
dikkatli davranmaktadırlar. Çocuğun bolluk içinde ve çocuk sahibi olması için göbek
parçası bir meyve ağacın dibine gömülür. Kardeşler arasında geçim olması ve
kardeşlerin birlik içinde yaşamaları için, bütün kardeşlerin kesilen göbek parçaları
toplanıp beyaz bir mendil içine konulup bol meyve veren bir ağacın dibine
gömülür.117
Türkiye’de doğumla birlikte gelen plasentaya “eş” veya “son” denir.
Makedonya’da ise “son” ifadesi daha yaygındır. Doğu Anadolu’da eş veya son,
gelecekte çocuğun ne olması isteniyorsa, ona uygun yerlere gömme düşüncesi
115
Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 41,42; Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 54,55.
117
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 79.
116
60
hâkimdir. Mesela çocuğun okuması isteniyorsa, okul duvarına gömülür.118 Batı
Trakya Türklerinde eş’in düşmesi için kadına kına yakılmakta veya ayva ya da havas
yaprağı kaynatılıp suyu içirilmektedir.119
Türkiye’nin değişik yörelerinde göbek makas, ustura, bıçak, jilet gibi aletlerle
kesilir. Göbek ne kadar uzun olursa çocuğun sesinin o kadar güzel olacağı inanışı
vardır. Kesilmiş olan göbek bağını fareler yiyecek olursa çocuğun hırsız olacağı,
göbek bağı rasgele bir yerlere atılırsa çocuğun gözünün dışarılarda olacağı, denize
veya dama atılırsa çocuğun zengin olacağı inanışı hâkimdir.120 Mesela Erzincan’da
çocuğun sesi güzel olsun diye, sesi güzel olan biri yeni doğmuş olanın ağzına tükürür
veya çocuk genç bir kızın memesinden emzirilir.121
1.2.4. Doğum Esnasında Koca
Makedonya’daki Müslümanların genelinde doğum esnasında kocanın evden
uzak olması istenir. Kocanın evde durması ayıp sayılmıştır. Ancak bu durum
doğumların evlerde yapıldığı zaman söz konusudur. Hastanede gerçekleştirilen
doğumlarda ise, baba dışarıda bekletilir, bebek olduktan sonra erkek mi, kız mı
olduğu haberi hemşireler veya doktor tarafından verilir. Bunun üzerine de baba
doğumu yaptıranlara hediyeler verir.
Ustrumca ve yöresindeki Müslümanlarda da doğum evde gerçekleşecek ise, bu
esnada koca evden uzakta bekletilir. Bu şekilde koca doğumun gerçekleşip
gerçekleşmediği haberini bekler. Bu haberi kendisine ulaştırana genelde para olarak
bir müjde verir.
Türkiye’nin genelinde ve Türkiye dışında yaşayan Türklerde de, genelde
doğum esnasında koca evden dışarıda bekletilir. Doğum olduktan sonra kendisine,
erkek veya kız olduğu müjdesi verilir. Erkek evlat olduğunda daha çok sevinilir. Kız
olduğunda ise Allah vergisi, yeter ki sağlıklı olsun şeklinde dua edilir.
118
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 79.
Dede, Batı Trakya Türk Folkloru, s. 97.
120
Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s.52.
121
Küçük, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, s. 250,251.
119
61
1.3. DOĞUM SONRASI ADETLERİ
1.3.1. Yıkama
Makedonya genelinde ilk yıkama veya kırk gün bebeği yıkama diye bir
uygulama vardır. Fakat bu hususta da bölgesel olarak bazı farklılıklara mevcuttur.
Şimdi ilk önce bu farklılıkları belirtecek, sonra da Türkiye’nin bazı bölgelerindeki
uygulamalar ve inançlarla kıyaslamaya çalışacağız.
Gostivar ve civarında yaşayan Müslümanlarda, yeni doğan bebeklerin “avo
nene” denilen ebe tarafından yıkanılması mecburi bir uygulama olarak yerine
getirilir. Kırk yıkaması sırasında bebeğin suyuna yumurta, şeker ve tuz atılır.
Çocuğun suyuna tuz atma Kırgız Türklerinde de görülen bir adettir.122 Bu uygulama
ile bebeğin cildinin güzel olacağı düşünülür. Yıkama esnasında ebeye yardım edecek
bir kişi daha hazır bulunur. Su dökme, yıkama ve pamuklu havlu ile kurulama
esnasında bu yardımcıya ihtiyaç duyulur. Ebe bebeği yıkarken gözlerinin siyah,
kaşlarının yay gibi, ağzının pare gibi yuvarlak, burnunun koç gibi, yüzünün ay gibi,
teninin yumurta gibi ve toplu olması için dua eder. Bu hususlar bebeğin her
yıkanışında dile getirilir. Yani kırk gün, sıra ile hem bebek yıkanır hem de dualar
edilir. Yapılan işin kutsal bir iş olduğu düşünüldüğünden yıkama esnasında edilen
duaların makbul olacağına inanılır.
Ustrumca ve yöresindeki Müslümanlarda bebeğin bakımını ebe yüklenir. Bu
esnada yapılması gerekenler ebe tarafından yerine getirilir. Yıkama da onun
tarafından yapılır. Ebe bebeği göğsünden tutarak tekneden bir miktar yükseğe
kaldırır, yardımcısı da bu esnada ılık su döker. Bebek yıkandıktan sonra, özellikle
pamuktan olması dikkat edilen bir havlu ile sarılıp kurulanır. Daha sonra bebek
kundaklanarak beşiğine yatırılır. Kırklanıncaya (kırk gün oluncaya) kadar yıkanan
bebeğin teknesindeki suyuna tuz ve yumurta atılır. Bu bebeğin teninin kokmaması ve
vücudunda sivilcelerin çıkmaması için yapılmaktadır.
Resne’de yaşayan Müslümanlarda yıkamayı, özel olarak ebeler değil, ev
halkından becerebilen kişiler yapar. Bazı bölgelerde ise özel olarak yıkamak için
ebeler tayin edilir. Yıkanan çocuğun suyuna çocuğun sevimli olması için tuz ve
şeker atılır.
122
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 95.
62
Romanya’nın Dobruca Türklerinde bebek, yumurta, bazı bölgelerinde ise
yumurta sarısı ve şeker karışımı su ile yıkanır. Yumurta çocuğa kuvvet ve temizlik
vermesi, şeker ise çocuğun tatlı olması içindir. Diğer bazı bölgelerinde ise bebeğin
teni, kokmasın diye tuzlanır ve daha sonra su ile yıkanır.123
Türkiye’de çeşitli yerlerde çocuk doğduktan sonra göbeği kesilir ve
tuzlandıktan sonra
yıkanır. Tuzlama işi çocuğun vücudunun kokmaması,
terlememesi, kibirsiz olması için yapılır. Bazı bölgelerde ise yıkama suyuna ince tuz,
tuz-şeker, tuz-bal-tereyağı atılarak çocuk yıkanılır. Balıkesir’de çocuğun zengin
olması için suyuna para atılır.124
Batı Trakya Türklerinde doğum genelde ebe tarafından gerçekleştirilir.
Doğumdan sonra çocuğun göbeği, başparmağın ikinci büklümüne kadarki uzunlukta
kesilir. Kesilen göbek ebe tarafından yedi kat iple bağlanır. Daha sonra yıkanır ve
bellenir (bezlenir). Annesi çocuğu, günün beş vakit namazdan üçü geçinceye kadar
emzirmez. Daha sonra ilk emzirmesini gerçekleştirir. Çocuk üç günlük olunca tuzlu
suda yıkanıp ayrıca tuzlanır. Teninin kokmaması için çocuk tuzlu olarak üç gün
bırakılır. Üç gün sonra temiz su ile yıkanır. Çocuğun banyo yaptığı suyun içine demir
para ve çiğ yumurta atılır.125
Makedonya Müslümanlarında çocuk kırk gün ardı ardına avo anne ve yakınları
tarafından yıkanır. Her yıkamada suyuna tuz, şeker, yumurta atılır. Sonra kurulanıp
kundak yapılır. Zarar gelmesin diye çocuk oda içinde leğende yıkanır. Ebe her
yıkamada bebeğin burnunu çeker ve dualar okur. Bunun nedeni çocuğun burnunun
koç gibi olması isteğidir.
Makedonya’da çocuğun kırk gün yıkanmasına kırklama denir. Kırk gün
yıkamanın nedeni de kırk gün içerisinde bebeğe bir kötülük gelebileceği ve
ölebileceği inancından dolayıdır. Bu nedenle bebeğin ve loğusa kadının evden dışarı
çıkması da sakıncalı görülür. Kırk gün yıkama bitince, kırkı çıktı diye bir rahatlama
hissedilir. Kırkıncı gün yıkamada ayrı bir uygulama yoktur, fakat kırk günden sonra
bebek ve loğusa kadın evden dışarı çıkabileceği için bir rahatlama hissedilir ve ilk
olarak ebe ziyaret edilir. Kırklamadan sonra bebeğin ilk defa gittiği her evde, ikişer
yumurta verilir. Bu, çocuğun evine sıçanların dolmaması için yapılır.
123
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.43.
Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 56.
125
Dede, Batı Trakya Türk Folkloru, s. 97.
124
63
Bebeğin kırk gün yıkanması loğusa kadın için de söz konusu olan bir
uygulamadır. Bu esnada bebeğin giysilerinin de kırk gün süreyle yıkanması
gerektiğine inanılır. Kurulamak için elbiseler kesinlikle dışarıya asılmaz, bu iş için
evin içerisi kullanılır. Bu uygulama bebeğe ve loğusa kadına şeytan, cin gibi
varlıkların zarar vermesinden korkulduğu için yapılır. Kırk günden sonra ise bebek
ve loğusa kadına yeni elbiseler giydirilerek evden dışarı çıkarılır.
Yeni doğan çocukların kırk gün yıkama uygulaması, Türkiye’nin bazı
bölgelerinde de görülmüştür. Diğer bazı bölgelerde ise, bebek ve loğusa kadının
yedi, sekiz ve yirminci günlerinde yıkanması yaygındır. Mesela bebeğin üçüncü gün,
dördüncü gün, onuncu gün ya da ilk kırk gün içinde her gün ve her hafta
yıkanabileceğine inanılır.126 Romanya’nın Dobruca Türklerinde, Makedonya
Müslümanlarındaki gibi kırk gün ardarda bebeğin yıkanması gerektiğine inanılır.127
Yeni doğmuş çocuğun ileride vücudunda yara çıkmaması, vücudunun güzel
olması ve sağlığının iyi olması için Kırgızlar, çocuğu tuzlu su ile yıkarlar. Bazen ise
çocuğun sağlıklı, güzel ve temiz olması için çocuğun yıkandığı suya altın tozu atılır.
Çocuğun yıkandığı su, kuru ve temiz bir yere boşaltılır. Eğer akarsuya ve nemli bir
yere dökülürse, çocuğun ilerde hasta olacağına inanılır. Kırkıncı günü çocuk yakın
akrabaları tarafından yıkanır. Hazırlanan suya kırk ayrı kişiden toplanan kırk kaşık su
katılır. Bazen koyunun dışkısından kırk parça toplanır ve bu suya katılır. Böylece
çocuğun çok zengin olacağına inanılır.128
1.3.2. Kurban Kesme
Makedonya’da yaşayan Müslümanlar arasında çocuğun doğumu nedeniyle az
da olsa kurban kesme âdetine tesadüf edilmiştir. Bazı köylerde hâlâ bu uygulama
yerine getirilir. Bu uygulama daha ziyade doğum gerçekleşmeden evvel ailenin
doğacak olan bebeğim sağlıklı olursa kurban keseciğim diye adakta bulunduğu
takdirde, nezrin yerine getirilmesi açısından doğum gerçekleştikten sonra kurban
kesilmesi şeklinde olur. Bu kurbanın eti fakirlere dağıtılır.
126
Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 56–57.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.43.
128
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 81, 95.
127
64
Yine, uzun zaman evlat sahibi olamamış kimseler, çocuk sahibi olduklarında,
sevindiklerini belli etmek amacıyla kurban keserler. Zor hamile kalan kadınların,
kısa zamanda hamile kalması için de aileleri tarafından kurban kesilir. Ekseriyetle ilk
hamilelik olduğunda, bazı aileler kurban adamakta, çocuk olunca da kesmektedirler.
Erkek evlat sahibi olanlar veya doğmuş olan kız çocuklardan sonra bir erkek evlada
sahip olanlar sevinçlerinin karşılığı olarak kurban keser ve bunu fakirlere dağıtırlar.
Zengin olanlar da, özellikle sağlıklı bir erkek evlada sahip olduklarında kurban
keserek etini fakirlere dağıtırlar. Yine dindarların da şükür kurbanı kestiği
görülmüştür.
Resne ve civar köylerde yaşayan Müslümanlar bebek adına kurban keserler. Bu
kurban akrabaların davet edildiği gün kesilir, mevlid okutulup akrabalara yemek
olarak ikram edilir.
Romanya’nın Dobruca Türklerinde de uzun zaman çocuğu olmayan aileler,
varlıklı aileler ve adakta bulunmuş aileler tarafından nadiren de olsa kurban kesildiği
görülmüştür. Kesilen kurban komşu ve fakirlere dağıtılır.129
Türkiye genelinde kız çocuk olduğunda değil, erkek evlat olduğunda kurban
kesilir, ağaç dikilir, helva yapılır. Bu evlat helvası olarak dağıtılır. Bazı yerlerde ise
bebeğin sağlıklı doğması nedeniyle şerbet dağıtılır.130 Bazı bölgelerde ise kurban
kesilir. Mesela Muş’ta çocuğun yaşaması için yedi yaşına kadar her yıl kurban
kesilir. Malatya ve Kars yörelerinde de çocuk sahibi olmak isteyenler kurban
keserler.131
1.3.3. Loğusa Kadının Durumu ve Bununla İlgili İnanışlar
Doğumun sebep olduğu kan kaybı ve ardından gelen loğusalık dönemi
yüzünden, doğum olayı ekseriyetle tabularla kuşatılmıştır. Bu esnada hem anne, hem
de çocuğun korunması açısından kötü niyetli güçleri bertaraf etmek için bazı adetler
ve uygulamalar mevcuttur. Zira gerek doğum anı, gerekse doğumdan sonraki kırk
günlük dönem anne ve bebek açısından en hassas dönem olmakta, dolayısıyla bu
dönemle ilgili birçok halk inanışı karşımıza çıkmaktadır. Yaptığımız araştırmalar
129
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.47.
Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 60–61.
131
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 80.
130
65
sonucunda Makedonya genelinde loğusa kadınla ilgili değişik inanışlar ve
uygulamaların var olduğu görülmüştür. Bu inanış ve uygulamalar bölgesel olarak
birbirinden farklılıklar arz etmektedir.
Gostivar bölgesinde loğusa kadına sütünün daha bol olması için boza, tatlı
yiyecekler ve değişik meyve suları içirilir.
Loğusa kadının ve yeni doğmuş olan bebeğin eşyaları kırk gece dışarı
bırakılmaz. Yani yıkanmış olan eşyalar kuruması için dışarıya değil balkonlara asılır.
Saçak altına eşya asılmamasına kesinlikle dikkat edilir. Zira kötü ruhların saçaklarda
olduğu
düşünülür.
Yine
kötü
cinlerin
loğusa
kadına
ve
çocuğa
nüfuz
edebileceklerinden de çekinilir. Bu konularda Makedonya’daki Müslümanların çok
derin ve hassas inanışları olduğuna dikkat çekilmiştir.
Kırk gün loğusaya iş yaptırılmaz. Kırk gün kötü ruhların çarpmaması için anne
aynaya baktırılmaz. Güneş kavuştuktan sonra dışarı çıkarılmaz. Aksi takdirde
sütünün kesileceğine inanılır. Fakat anne dışarı çıkmak mecburiyetinde kalırsa
korunmak için mutlaka başörtüsüyle sarınmak zorunda kalır. Bu uygulama, kötü
ruhların loğusa kadına zarar vermemesi için kendini gizleme amaçlıdır.
Bu kırk günün loğusa olan kadın için tehlikeli olduğu kadar çocuğu için de
büyük tehlikeler taşıdığına inanılır. Mesela, kadının loğusalık döneminde ve daha
sonra da çocuğun üstünden atlaması iyi sayılmaz. Atlandığında çocuğun
büyümeyeceği, boyunun uzamayacağı kabul edilir. Bunun için alınan tedbir,
üzerinden atlayan kişiden tekrar ters yönde atlaması istenir. Bu uygulama
Makedonya’da yaşayan Hıristiyanlar arasında da yaygındır. Buna benzer
uygulamalar Türkiye’nin bazı bölgelerinde de dikkati çeker.132
Makedonya Müslümanları arasında yaygın olan bir diğer uygulama, çocuk
esnediği zaman yanında bulunanın şahadet parmağını alt dudağından üst dudağına
doğru üç defa gezdirmesi ve iyi dilekli sözler söylenmesidir. Bunun çocuğa sağlık
esenlik getireceğine inanılır. Bu inanış da Türkiye’nin değişik bölgelerinde dikkati
çekmektedir. Yine, Midilli Rumlar arasında da rastlanmaktadır.133 Loğusa kadın kırk
gün boyunca kesinlikle makyaj yapmaz.
132
133
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.155.
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.155.
66
Loğusa ilk defa annesine gideceği zaman, evden çıkacağı sırada ayrılmadın
önce önünde bir tabak veya kapak kapatılır. Bununla bebeğin ağlamamasına engel
olunacağına inanılır. Loğusa kadınların sütü kesildiğinde bunun nazardan olduğuna
inanılır. Bunu kaldırmak için etraftaki yedi komşu evinden ekmek parçaları toplanır.
Bunlar bir gece gecelemesi için bir söğüt dalına bırakılır. Ertesi gün bu ekmek
lokmaları alınır ve loğusa kadına yedirilir. Bu uygulama ile sütünün tekrar geleceği,
nazarın giderileceğine inanılır.
Loğusanın mezarının kırk gün açık olduğuna inanılır. Onun için kırk gün evden
çıkmamasına özenle dikkat edilir. Çıktığı takdirde uğrak alacağı (çarpılacağı) ve
ölebileceğine inanılır.
Loğusa kadın en az üç gün yatakta kalır. Tam kırk gün veya temizleninceye
kadar kocadan uzak durur, gerektiğinde de ayrı yataklarda yatarlar.134
Loğusanın ve bebeğin çamaşırları, kötü ruhlardan kötülük geleceğine
inanıldığından gece dışarı bırakılmaz.
Ustrumca ve yöresinde, loğusa kadının kırklanıncaya kadar geceleri evden
çıkması izin verilmez. Dışarı çıkan loğusa kadına geceleri cinlerin çarpacağına
inanılır.135
Resne ve çevredeki Müslümanlarda, loğusa kadının akşam komşudaki ışıkları
kesinlikle görmemesi, dışarı çıkmaması gerekir. Eğer buna dikkat edilmezse kadının
sütünün kesileceğine inanılır.
Bazı yörelerde ise loğusa ve bebeğin neden yalnız kalınmaması gerektiği
bilinmese de, bu husus eski bir gelenek olarak kabul edilip uygulanır.
Makedonya genelinde çok yaygın olan husus “kötü göze” alınan tedbirdir.
Bunu önlemek için nazarlık, maşallah gibi takılar çocuğu da, loğusayı da korumak
için kullanılan yaygın gereçlerdir.
Bebek, ilk kırk gün kötü ruhlardan korunmak amacıyla yalnız başına
bırakılmaz. Yine bu kırk gün için bir bardak su alınır ve içine süpürge telleri konulur.
Bu bardak kırk gün bebeğin başucunda bırakılır. Bu uygulama ile bebeğin kötü
ruhlardan, cinlerden ve her türlü kötülükten korunacağına inanılır.136
134
Kaynak kişiler: İsmiye Aliyi, Şevale Mustafa ve Hanife Nuredini.
Kaynak Kişiler: Ayşe Destan ve Sefade Destan, Ustrumca.
136
Kaynak kişi, Nezafet Hanci.
135
67
Romanya’nın Dobruca Türklerinde loğusa kadın ve bebek kırk güne kadar
yalnız bırakılmaz. Onların yanlarında mutlaka birilerinin bulunması gerekir. Böylece
onların perilerden, cin ve şeytandan, kötü ruhlardan korunacağına inanılır. Yine,
loğusa kadının ilk kırk gün dışarı çıkmasının günah olduğu kabul edilir. Loğusanın
bastığı çimenin kuruyacağına inanılır. Loğusanın getireceği su haram kabul edilir137
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde de kırk basmaması için loğusa ve bebek yalnız
bırakılmaz. Kırk basması kırk gün için geçerlidir. Bu dönemin loğusa kadına ve
bebeğe kötülük gelmesi için daha elverişli olduğu ve hasta olma ihtimallerinin daha
yüksek olduğu düşünülür. Loğusa ve bebek kesinlikle evde tek başına bırakılmaz.
Bırakıldığı takdirde loğusanın başucunda Kur’an-ı Kerim, ekmek, süpürge, kuru
soğan, haymalı (muska) veya bunlardan bir ya da birkaçı koyulur. Orak, bıçak,
makas, çörek otu, at yuları gibi şeyler de loğusanın yastığı altına bırakılır.
Kırklayıncaya kadar geceleri çırağ yakılır. Bunlarla loğusa ve bebeğin korunacağına
inanılır.138 Diğer bir koruma yöntemi de, loğusanın ve çocuğun yastıklarına veya
başka yerlere al kurdele bağlamak, anneyi ve bebeği görmeye gelenlere al renkte
şerbet (loğusa şerbeti) ikram etmektir. Nazarın etkilerinden biri ananın sütünün
kesilmesine sebep olmasıdır. Sütün kesilmemesi için, ziyarete gelenler ayrılıp
giderken bebeğin annesi onlara “güle güle” dememelidir. Çünkü sütün bu sözün
etkisiyle gezmeye çıkabileceğine ve kesilebileceğine inanılır.139
Batı Trakya’da, ilk üç günde annenin bebeğini kesinlikle yalnız bırakmaması
ve ona arkasını dönmemesi gerekir. Dönerse ve yalnız bırakırsa çocuğun sarılık
olacağına inanılır. Kadının loğusalık döneminde akrabalar ziyaretine gelirler. Bu
ziyaretler esnasında, gelen kadınlar annenin yatağına oturtulmaz, gelenlere anne
kendi eliyle hiçbir şey ikram etmez. Bunlardan biri gerçekleşmiş olursa annenin
sütünün kesileceğine inanılır.140
Bunlara benzer inanış ve uygulamalar Kırgız Türklerinde de görülmüştür.
Kırgızlarda çocuk sahibi olmayan kısır kadınlar, loğusa kadının yanına sokulmaz.
Loğusa, cenaze gibi soğuk merasimlere katılamaz. Zira dirinin kırkı ile ölünün
kırkının karışacağına, kırk basması olacağına, diri insanın zarar göreceğine inanılır.
137
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.49.
Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 81,86. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.50-51.
139
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.153.
140
Dede, Batı Trakya Türk Folkloru, s. 97.
138
68
Kötü ruhların ve şeytanın zarar vermemesi için, loğusa akşamları tek başına dışarı
çıkmaz, çocuğu evde tek bırakamaz. Sütünün bol olması için yeme, içme ve
temizliğe dikkat eder. Kırkı çıkıncaya kadar, nazar değmemesi için çocuğu mümkün
olduğu kadar herkese göstermez. Gelen misafirlerle eliyle değil, kafasıyla selamlaşır.
Kırk gün içerisinde ağır iş işlemez, temizliğe dikkat eder, kendisini sıcak tutar. Bu
hususlara dikkat etmeyen kadın inanışa göre hastalanır ve bir daha çocuk sahibi
olamaz. Loğusa kadın kırkı çıkıncaya kadar saçlarını kesmez, kestiği takdirde
çocuğun kısa ömürlü olacağına inanılır. Kırkı çıkmamış iki kadın birbiriyle
görüşemez. Görüştüklerinde kırk basması olacakları düşünülür. Adetli kadınların da
loğusa kadını ziyaret etmesine izin verilmez. Ziyaret ederlerse çocuğun
hastalanacağına inanılır.141
1.4. YENİ DOĞMUŞ ÇOCUKLA İLGİLİ UYGULAMALAR
Makedonya’da yaşayan Müslümanlar çocuk sahibi olduklarında, kendi kültürel
ve geleneksel farklılıklarına göre değişik şekillerde kutlamaktadırlar. Bu uygulamalar
bazı bölgelerde daha sakin ve sade iken, diğer bazı bölgelerde ise daha coşkulu ve
kalabalık bir şekilde gerçekleştirilir. Doğmuş olan çocuğun erkek veya kız olması
bakımından kutlamalar daha coşkulu veya daha sakin ve sade bir merasimle icra
edilir. Mesela, çocuk olmadan önce bile eğer erkek olursa şu kadar kişiyi, kız olursa
şu kadar kişiyi davet edeceğim diye adakta bulunmak, Makedonya’daki
Müslümanlarda var olan adetlerdendir. Makedonya’nın Gostivar, Kalkandelen ve
civarında yaşayan Müslümanlarda bu farklılıklar ve kalabalık kutlamalar daha
belirgindir. Aynı zamanda bu kutlamalar daha uzun yapılmaktadır.
Gostivar ve çevresindeki Müslümanlarda doğumdan sonra, hastaneden
çıktıktan sonraki birkaç gün içerisinde çocuk için merasim gerçekleştirilir. Bu
merasimin geneline “ülelık” denir. Tatar Türklerinde “Loksa Toy”, Dobruca
Türklerinde ise “Cümbüş” adı verilir.142 Merasim üç gün sürer. İlk gününe “akıtma
günü” denir. Akıtma (yağ içinde hazırlanan un, yağ, yumurta ve sütle yapılan bir
yiyecektir) anneanne tarafından hazırlanılır. Meşakkatli olan bu yiyecek hazır
edildiğinde çocuğun evine getirilir ve misafirlere ikram edilir. Anneanne bu
141
142
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 94,95.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.59.
69
akıtmalardan birini güz yumurtası ile hazırlar ve yemesi için kızına, yani loğusa olan
anne adayına verir. Doğumdan sonra çocuğun yüzü mendil ile örtülür. Anneanne ilk
gelişi olduğu için, çocuğu merak eder ve onu görmek için yüz örtüsünü açmak ister.
Bunun için anneanne yüz örtüsünü altın ile açmalı ve çocuğa altın vermelidir. Bu
güne genelde yakın akrabalar davet edilir. Bu güne has olan akıtma da davetlilere çay
ile ikram edilir.
Çocuk için yapılan bu tören, doğumdan sonraki bir hafta içerisinde
yapılmalıdır. Kadınlardan davet edilenler toplanır. Töreni düzenleyen ailenin
ekonomik durumuna göre 100–500 kişi arasında kadınlardan davet edilenler bir
araya gelir. Anne yatakta bebekle birlikte oturur. En güzel kıyafetlerini giyer.
Yataklar da en iyi şekilde süslenir. Bazı bölgelerde bebeğin başı ucuna nazar
boncuğu takılır. Bebeğin yüzü de kapalı olur. Misafirler geldiğinde annenin ve
bebeğin bulunduğu odaya girerler. Anneye “geçmiş olsun”, “hayırlı olsun”, bebek
için ise “Allah analı babalı büyütsün”, “Allah uzun ömürler versin” gibi dileklerde
bulunurlar. Bazıları dilekte bulunduktan sonra, bazıları da çocuğun yüzünü açıp
maşallah dedikten sonra hediyesini verir ve odadan ayrılır. Daha sonra evin
büyükleri de davetliler tarafından tebrik edilir. Buna benzer uygulamalar Tatar
Türklerinde de gözlemlenmiştir.143
Merasimin ikinci gününde ülelık (öğlelik) denilen bir davet gerçekleştirilir. Bu
davet de sadece kadınlara mahsustur. Bu davete hem baba tarafından, hem de anne
tarafından akrabalar davet edilir. Kalabalık bir merasim gerçekleştirilir. Bu
merasimde bütün harcamalar baba tarafından karşılanır. Bu davette bütün misafirlere
yemek ikram edilir. Her davetliye ayrı ayrı servis yapılır. Tatlılar ise davete iştirak
edenler tarafından getirilerek misafirlere sunulur. Bu merasimde tatlı getirmek
adettir. Gelenler çocuk ve anneye de hediyeler getirir. Hediyelerin değeri akrabaların
yakınlığına göre değişir. Daha uzak akrabalar ise bonbonyera denilen çikolata
getirirler. Anneanne ve babaannenin çocuk ve anne için almış oldukları bütün eşya
ve hediyeler ülelıge iştirak edenlerin görmesi için sergilenir. Yakın akrabaların
getirmiş oldukları eşyalar da bu sergiye dahil edilir. Törende kadınlar tarafından
143
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.60.
70
mevlid ve ilahiler okunur. Bu uygulama Makedonya’nın batı bölgesinde, özellikle de
Üsküp, Kalkandelen, Gostivar kasabaları ve civarlarında daha yaygındır.
Merasimin üçüncü gününde ise petuliça (un, tuz ve suyla yapılan bir çeşit
yufka) günüdür. Bu güne de ilk güne iştirak eden yakın akrabalar gelirler. Petuliça
denilen bu yiyecek içine ceviz ve tereyağı koyulur ve gelen misafirlere öğle yemeği
olarak bal ve ayran ile birlikte ikram edilir. Merasim öğleden sonra başlayıp akşam
ezanı okunduktan sonraya kadar devam eder. Davete iştirak edenler, törenden
ayrılırken ev halkı tarafından uğurlanır. Bu esnada misafirler yeni doğan erkek ise
“yetişelim, evlendirelim”, “sünnetine de ulaşalım”, “sağlıklı büyüsün” gibi sözler
söylerler. Kız çocuk ise “analı babalı büyüsün”, “Allah sağlık versin”, “hayırlı bir
evlat olsun” gibi dileklerde bulunurlar. Bu uygulama bilhassa Makedonya’nın
kuzey-batı bölgesi ve civarında göze çarpar.
Merasimin üçüncü gününün akşamında yakın akrabaların erkekleri davet edilir.
Bu davette hocalar tarafından mevlid okunur. Bebeğe isim verme genelde mevlid
okuduktan sonra gerçekleştirilir. Hocalar tarafından mevlid okunduktan sonra, hoca
bebeği alıp kulağına ezan ve kamet okur. Sonra da istenilen ismi bebeğe vererek
hayırlı evlat olması için dua eder ve böylece uygulama sona ermiş olur. Mevlitten
sonra misafirlere yemek verilir. Yemekten sonra da çay-kahve ikram edilir ve
dağılınır.
Ustrumca ve yöresinde bebek altı ay olunca isteyen kına gecesi şeklinde,
isteyen de davul zurna ile şenlik yapar.144
Resne ve civarında, bebeğin doğmasının ertesi günü yakın akrabalar davet
edilerek sade bir merasim gerçekleştirilir. Ayrıca, bu merasime katılan yakın
akrabalar ikram edilmesi için, haşlama denilen bir yemek türü getirir. Bu yemek hem
tuzlu, hem de tatlı olarak yenilebilir. Süt, un ve yağ ile yapılan bir yiyecektir. Bu
esnada bazı aileler hocalara mevlid de okuturlar. Mevlid okutma ailelerin istek ve
dindarlığına göre değişir. Bazıları okutur, bazıları ise okutmadan ilk gün merasimini
gerçekleştirirler. İlk gün merasimden sonra, üçüncü gün de daha kalabalık bir şekilde
yemekli bir kutlama daha gerçekleştirilir. Bu kutlamaya yakın akrabaların yanı sıra
uzak akrabalar da davet edilir. Bu merasimi, isteyen aileler kadın erkek beraber,
144
Kaynak Kişiler: Ayşe Destan ve Sefade Destan.
71
isteyenler ayrı olarak, bazıları evlerinde, bazıları ise düğün salonlarında
gerçekleştirirler. Ailelerden bazıları ise, sadece kadınları davet ederek yemek ikram
ederler. Eskiden bu büyük merasimin mutlaka üçüncü gün gerçekleştirilmesi
gerektiğine inanılırdı. Fakat son zamanlarda ailelerin müsait olduğu bir zamanda
gerçekleştirilmesi yaygınlık kazanmıştır. Hatta altı hafta sonra bile bu davet
yapılmaktadır.145
Tatar Türkleri Loksa Toy denilen töreni doğumdan iki üç gün, en geç bir hafta
sonra yaparlar. Törene sadece evli ve çocuğu olan kadınlar katılır. Yani kadınlara has
bir törendir. Dobruca Türkleri ise kırk günden sonraki ilk üç gün içinde, genellikle de
kırk üçüncü günü bu töreni, yani cümbüşü gerçekleştirirler. Cümbüşe kızlar ve
kadınlar katılır.146 Dobruca Türklerindeki cümbüş ise, kırkından sonra ailenin müsait
olduğu bir günde yapılır. Bebek kız da olsa, erkek de olsa cümbüş gerçekleşir. Anne
ve bebek en güzel şekilde giydirilir. Yatakları süslenir. Bebeği herkesin görmesini
sağlanır. Büyük kazanlarda yemekler pişirilir. Akraba ve komşulardan tüm kadınlar
cümbüşe davet edilir. Gelenlere yemek ikram edilir. Yemekler çorba, et, sarma, kuru
fasulye, kuskuslu pilav, baklava ve şerbetten oluşur. Yemekten sonra kadınlar
kendilerine göre eğlenirler, maniler söylerler, oyunlar oynarlar. Davete iştirak
edenler bebeğe hediyelerini verdikten sonra evden ayrılırlar.147
1.4.1. Çocuğa İsim Verilmesi
Hangi toplumda olursa olsun çocuklara gelişigüzel ad konmaz. Çocuğa
konulacak adın içerdiği anlamın onun karakter, kişilik, toplum içindeki yerini ve
geleceğini belirleyecek işaretler veya simgeler taşımasına dikkat edilir. Dolayısıyla
ad koyma geleneği bütün toplumlarda canlılığını korumakta, her toplum kendi
kültürel değerleri içerisinde çocuklarına en güzel isimleri vermeye çalışmaktadır.
Bazıları ise rastladıkları güzel huylu ve karakterli kişilerden etkilenerek, çocuklarının
da onlara benzemesi isteğiyle bu kimselerin isimlerini çocuklarına verirler. Ünlü
veya meşhur kişilerin isimlerinin de çocuklara verildiği görülmüştür. Makedonya
Müslümanları arasında bu gibi nedenlerle
isimler takıldığı görülmektedir. Bazı
145
Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.59.
147
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.60-61.
146
72
aileler yeni ve enteresan isimler bulmaya çalışıp, pek bilinmeyen isimleri tercih etme
eğilimindedirler. Bazıları ise çocuklarına geçmişlerinin isimlerini vererek onları bir
nevi yaşatmaya çalışırlar.
Bebeğin adı genelde büyükler tarafından seçilir veya onların istekleri dikkate
alınarak belirlenir. Bazen çocuğa ölmüş olan dedelerinin veya -kız isebabaannelerinin isimleri verilir. Bu uygulamada, ailenin devamlılığı düşüncesi
etkindir.
Makedonya’da çocuğun doğduğu zamanı hatırlatan isimler de takılır. Buna
göre Ramazan günlerinde doğmuş çocuğa Ramazan, Bayram gününde doğmuş olana
Bayram, Kadir gecesinde doğmuş olana Kadir isimleri verilir. Yine peygamber ve
Türk-İslam büyüklerinin adlarını verme geleneği de halk arasında yaygın olan bir
uygulamadır. Böylece çocukların aldığı ismin davranış, ahlak ve tutumuna
yansıyacağı düşünülür. Yine İslam’a göre güzel isim verme gerekliliğini bilen ve dini
duyguları yüksek olan Makedonya Müslümanları, çocuklarına verdikleri isimlere
dikkat ederler. Genelde Kur’an-ı Kerim’de geçen isimleri vermeye çalışırlar. Milli
duyguları yüksek olanlar ise çocuklarına milli önem taşıyan veya milli kahramanların
isimlerini takmayı tercih ederler.
Resne’de yaşayan Müslümanlarda bebek adına yapılan merasimden sonra
bebeğe ismi verilir. Adlar genelde ev halkı veya evin büyükleri tarafından seçilir.
Makedonya Müslümanları genelinde olduğu gibi, bu bölgede de isimler, İslam
geleneğine uygun olarak ezan ve kamet ile verilir.148
Gostivarın Banisa köyünde Hz. Peygamberìn sünneti üzerine doğumdan yedi
gün sonra çocuğun adı konulur. Bazı aileler tarafından çocuk için o gün adak kurbanı
kesilir. Günün akşamında köyün hocaları davet edilir. Bu merasime yakın akrabalar
ve komşulardan erkekler de katılır. Mevlid ya da hatim okunur. Hatim indirilip
mevlid okunduktan sonra dua yapılır. Daha sonra kurulmuş masa veya sofralarda
yemekler yenilir. Yemekten sonra köyün imamı çocuğu kucağına alır, kıbleye
dönerek çocuğun kulağına ezan okur, kamet getirir ve üç İhlâsın ardından çocuğun
ismini kulağına söyler, çocuk için dua eder. İsim takıldıktan sonra, çocuk misafirlerin
ellerinde gezdirilir ve bu esnada misafirler çocuğa para takarlar. Misafirler kahve
148
Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
73
veya çaylarını içtikten sonra, çocuğa sağlık ve uzun ömürler dileyerek evden
ayrılırlar. Böylece çocuğa isim verme merasimi son bulmuş olur.149
Romanya’nın Dobruca Türklerinde bebeklere ad vermek için bir hoca davet
edilir. Doğumdan sonraki ilk üç gün içinde bebeğe ad verilir. Hoca bebeğin sağ
kulağına ezanı, sol kulağına kameti üç defa okur. Daha sonra belirtilen isim dua ile
birlikte verilir. Makedonya’da olduğu gibi Romanya Türklerinde de genellikle dede
veya nine isimleri tercih edilir. İsim hoca tarafından çocuğun kulağına söylenir. Bazı
bölgelerde çocuğa yedi gün içerisinde isim verilmesi gerekir. Hoca bebeğe ezan ve
kametle isim verdikten sonra dört duvara dönerek çocuğun ismini söyler. Hoca
yoksa, dini eğitimi olan kişiler tarafından da isim takma merasimi gerçekleştirilebilir.
Bazı bölgelerde tespit edilen birkaç isim kura çekilerek belirlenir. Çıkan isim “kısmet
buymuş” diyerek hocalar tarafından takılır. Bazı bölgelerde ise, ad verme merasimi
kırkıncı gün gerçekleşir.150
Türkiye’de Doğu Anadolu’da çocuğa isim verme merasimine ve geleneğine
ayrı bir önem verilir. Çocuğun sağlam ve uzun ömürlü olması için Demir, Özdemir,
Kandemir, Çelik, Özçelik, Gökdemir, Demiral gibi isimler verilir. Kız çocuğuna da
Anakız, Anakadın, erkek çocuğa ise Baba, Ata, Dede gibi isimler de takılır. Bu
isimler çocuğun ikinci ismi olur ve bunların çocuğun hayatı üzerine etkisi olacağına
inanılır.151Türkiye’nin çeşitli yerlerinde çocukları yaşamayanlar Dursun, Durmuş,
Durak, Yaşar, Kaya, Satılmış, Hüseyin veya Arap ve Ermeni gibi isimler takarlar.152
Kırgız Türklerinde çocuğa isim verilirken anne babanın ümidi ve gelecekten
beklentileri ile çocuğun ismi arasında bir bağ bulunur, isme belli bir mana yüklenir.
Verilen
ismin
çocuğun
kaderine
tesir
edebileceğine,
onun
kaderini
yönlendirebileceğine, geleceğini hazırlayacağına inanılır. Kırgızlarda ad verme
geleneğinin bir diğer önemi de çocuğa kazandırdığı özellikle ilgilidir. Aile çocuğa
isim vererek, onu adam olmaya namzet kılmakta, ona insanlar arasında bir yer
bahşetmektedir. Bu nedenle Kırgızlarda isim verme uygulaması bir hayli önem
taşımaktadır. Kırgızlarda, çocuğa konacak isim doğumdan önce tespit edildiği gibi,
149
Kaynak kişiler, Hanife ve Sema Nuredini.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.55-57.
151
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 87.
152
Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 63.
150
74
doğum sonrası veya ad koyma töreni sırasında bile karar verilebilmektedir.
Kırgızlarda çocuğun ismi ezan ve kamet getirmeyi bilenler tarafından takılır.153
1.4.2. Nazar Önlemleri
Makedonya Müslümanlarında nazara karşı bölgelere göre değişik önlemlerin
alındığına ve farklı uygulamaların tatbik edildiğine dikkat çekilmiştir. Fakat en
yaygın uygulamanın göz boncuğu ve hocalar tarafından okunmuş haymalıları
(muskaları) çocukların omuzlarına takmak olduğu görülmüştür. Tespit edilebilen
nazar önlemlerinden bazıları şunlardır:
1- Makedonya genelinde yeni doğmuş bebek herkese gösterilmeyerek nazardan
korunmaya çalışılır.
2- Genelde çocuğa göz boncuğu takılır. Bazıları bunun omuz veya göğüs
kısmına takılmasına dikkat eder.
3- Bazı bölgelerde çocukların üzerine cevşenler asılır.
4- Nazardan koruması için hocalar tarafından okunmuş veya yazılmış olan
haymalılar, bir deri parçasıyla üçgen şeklinde sarılarak çocuğun omuzuna takılır. Bu
uygulama ile çocuğun nazardan korunacağına inanılır. Bu uygulama daha ziyade
Makedonya’nın Kuzey-Batı bölgesindeki Müslümanlar arasında daha yaygın olarak
görülür.
5- Hocalar tarafından üflenmiş olan susam taneleri, bebeklerin üzerine asılır.
6- Gostivar ve çevresindeki Müslümanlarda misafirin bol olduğu evlerde, ev
halkından biri, genelde babaanne, ağız dolusu su alıp evin içerisinde en çok basılan
yerlere (genelde Praglara, yani eşiklere) döker. Daha sonra da ıslanmış olan bu
yerlere elini sürüp çocuğun yüzüne üç defa sürer.
7- Nazardan korunmak için uygulanan ilginç bir inanç da kadınların elleri ile
mahram yerlerine dokunarak çocukların yüzlerine sürmeleridir. Bu uygulama ile
çocuğun güzelliğini örttüklerine ve onu koruma altına aldıklarına inanılır.
8- Bebeğin iç çamaşırından birini ters giydirmekle de nazardan korunacağına
inanılır.154
153
154
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 85,86.
Kaynak kişi: İsmiye Aliyi.
75
9- Tespihler üç kapı kolundan geçirilerek suyla dolu bir bardak içine konulur.
Daha sonra bu su çocuğun yüzüne üç defa sürülür. Bu nazar değmiş olan çocuklar
için yapılan bir uygulamadır.
10- Yine nazar değmiş çocukların, nazar değdirdiği inanılan misafirin
gitmesiyle oturduğu yere üç defa oturtulması da, nazarın etkisinin silinmesine matuf
uygulamalardandır.155
11- Önceleri anneler çocuklarını kötü ruhlardan ve nazardan korumak için,
genelde parmaklarını bebeğin dışkısına sürüp çocuğun ağzına koyarlarmış. Bu
uygulamayı üç yaşına kadar bizzat çocuğun kendisi yaptığı takdirde, korunmanın
etkisinin daha da artacağına inanılırmış.
12- Nazar değmiş çocukları bundan kurtarmak için, tuvaletlerde temizlenmek
için kullanılan kabın içerisinde kalan su alınır, çocuğun yüzüne üç defa sürülür ve bu
su üç defa içirilir.
13- Yine nazar değen bebekler için hacdan getirilen üzerinde Kur’an ayetleri
yazılı bakır taslarda su doldurulur ve bu su çocuğun yüzüne üç defa sürülerek içirilir.
14- Kadınlar, Kurban bayramlarının ilk günü Cuma gününe denk gelen
senelerde, o gün kesilen kurbanların beş veya yedisinin sağ gözünü alırlar ve bunları
bir ipe dizerek ve kuruturlar. Kuruyan bu gözler nazar değmiş çocuklar için şu
şekilde kullanılır: Bir kabın içine su koyulur, kurumuş gözler o suyun içine üç defa
daldırılır. Daha sonra nazar değmiş çocukların yüzüne bu sudan sürülüp içirilir.
Böylece kutsal bir günde kesilen ve kutsal kabul edilen kurbanın gözleri vasıtasıyla
nazarın giderileceğine inanılır.156 Yukarıdaki suların içirilmesi uygulamasının, kayın
valide tanımamış yani evlenmemiş kızlar tarafından yapılmasının daha yararlı
olduğuna inanılır.
Gostivar ve yöresinde yaygın olan bir inanış da nazarın, çocukta kemik
erimesine neden olacağıdır. Buna engel olmak için kurban bayramlarında kesilen
kurbanların kemiklerinden birkaç parça toplanır. Kemikler iyice temizlendikten sonra
suyla dolu kabın içine koyulur. Daha sonra o suyla çocuğun bütün vücudu üç defa
mest edilir. Bu uygulama ile çocuğun nazardan korunacağına ve kemiklerinin sağlam
olacağına inanılır.
155
Kaynak Kişi: Şevale Mustafa 1954 doğumlu, Gostivar; Hanife Nuredini 1946 doğumlu, Yukarı
Banisa köyü, Gostivar.
156
Kaynak kişi: Arifka Şabani ve İsmiye Aliyi.
76
Ustrumca’daki
Müslümanlarda
bebek
nazar
değmemesi
için
herkese
gösterilmez. Nazara uğramış bebekler ise, hocalara götürülerek üfletilir veya haymalı
(muska) yazdırılır.
Resne ve çevre köylerde yaşayan Müslümanlarda ise, nazara engel olmak için,
genelde mavi boncuk veya üzerinde Allah yazan süsler bebeğin omuzuna takılır.
Yine bebeğin hastaneden çıktığı ilk gün, kırk bir tane süpürge teli toplanır,
küçük parçacıklara bölünür. Yine ilk gün yemeklerin yapıldığı etlerin kemiklerinden
küçük parçacıklar alınır, bunlar bir lokma ekmek ile birlikte bir mendile sarılır. Bu
mendil bebeğin yastığı altına koyulur. Böylece bebeğin nazardan korunacağına ve
evin bereketleneceğine inanılır.157
Görüldüğü üzere nazardan korunmak ve nazar değmiş çocuklardan bunun
etkisini kaldırmak için ilginç uygulamalar yapıldığı ve bunların hâlâ günümüzde
geçerliğini koruduğu bir vakıadır. Uygulamaların ilginç olması kadar, inanışların da
güçlü olduğu dikkat çekmektedir. Bu uygulamalar bir nevi mecburiyet kazanmış,
yani olmazsa olmaz durumuna kadar yükselmiştir. Hiçbir şeyi olmadığı halde
sebepsiz yere ağlayan çocuklara hemen nazar değdiğinin düşünülmesi, nazara olan
inançların ne kadar güçlü olduğuna işarettir. Bu gibi durumlarda, ilk önce kişiler
kendi bildiği yöntemlere başvurmakta, bu yöntem başarısız olduğu ve çocuğun
ağlaması kesilmediği takdirde doktor tercihi gündeme gelmektedir.
1.4.3. Çocuğun Saçının ve Tırnağının İlk Olarak Kesilmesi
Makedonya Müslümanlarında bebeğin ilk saçını ve tırnağını kesme hadisesi de
bir gelenek halinde icra edilir. Kırkından sonra çocuğun saçları bir miktar uzadığında
ilk saç kesimi gerçekleştirilir. Saçlar genelde kadının veya erkeğin yakın
arkadaşlarından, eve pek gelmeyen yabancı biri tarafından kesilir. İlk saç kesimini
yapan kişi, artık o evin bir aile ferdi olarak kabul edilir. Özel günlerde o kişiye
hediyeler gönderilir. İlk tırnaklar ise aile fertlerinden biri tarafından kesilir.
Tırnaklar, çocuğun dindar biri veya din adamı olması için caminin avlusuna gömülür.
Çocuğun ilk tırnağı ise kırkı çıktıktan sonra kesilir. Tırnaklar makasla kesilmez.
Tırnakların sağlıklı ve iyi çıkması için bu kesilen tırnaklar yerlere sürtülür. Çocuğun
ilim sahibi olması için ise kitapların üzerine sürtülür. Çocukların nasıl olması
157
Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
77
isteniyorsa o özelliklere sahip kişilere kestirilir. Çocuğun terzi olması isteniyorsa
terziye, usta olması isteniyorsa ustaya, zengin olması isteniyorsa zengine kestirilir.
Kırgız Türklerinde de ilk saç ve ilk tırnak kesme geleneğinin varlığına dikkat
çekilmiştir. Çocuğun ilk saç kesimi kırkından sonra gerçekleşir. Saçın tamamı ya da
bir kısmı kesilir ve bu saç saklanır. Bu uygulama yapılmadığı takdirde çocuğun
gözlerinin şaşı olacağına inanılır. Saçın kesilip saklanması kadar saçı kesen kişi de
çok önemlidir. Bu yüzden, toplumun sevip saygı duyduğu, çok yaşayan, hastası,
öleni olmayanı yaşlılar – kız çocuk ise yaşlı kadın, erkek çocuk ise yaşlı adam –
tarafından kesilir. Bu uygulama yapıldığında ana-baba yakın akrabaları davet ederek
bir merasim tertip eder.158
Türkiye genelinde dikkat çeken bir uygulamaya göre çocuğun eli, tırnakları
kesildikten sonra, içinde altın paraları bulunan bir keseye sokturulur. Oradan aldığı
paralar, erkekse büyüdüğü zaman tutacağı işin sermayesine, kız ise çeyizine ilk maya
olarak saklanır. Adana ve civarında küçük çocuğun tırnağı fakir olur inancıyla uzun
zaman kesilmez. Ayrıca çocuğun kırkı çıktığı gün, süzgeçten su geçirerek çocuk
kırklanır.159 İlk dişin çıkmasını kutlamak için, çocuk yere serilen beyaz bir yaygı
üzerine oturtulur. Daha önce hazırlanmış olan toz şekerle karıştırılmış pişmiş
buğdaydan bir avuç çocuğun başından serpilir. Önüne de makas, Kur’an ve altın
konulur. Çocuk bu üç nesneden hangisini seçerse, geleceği hakkında ona göre yorum
yapılır. Kur’an’ı alanın okunmuş olacağı, makası alanın (kız ise) ev hanımı, işinde
hünerli, becerikli olacağı, (erkek ise) terzi olacağı, altını seçen kız ise zengin bir
kocaya varacağı, erkek ise ilerde zengin olacağı kabul edilir.160
1.4.4. Çocuğun İlk Kez Evden Çıkarılması
Makedonya Müslümanlarında çocuğun ilk kez evden dışarı çıkarılması bazı
bölgelerde merasim ile gerçekleşirken, bazı bölgelerde bu esnada kötü ruhlar veya
kötülük yaptıkları inanılan perilerden korunmak amacıyla bazı tedbirlerin alındığı
dikkati çekmiştir. Ancak bu konuda özel bir hassasiyet gösterilmediği de bir vakıadır.
Bu konuda tespit edebildiğimiz uygulamalardan bazıları şunlardır:
158
Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 97-99.
Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 9.
160
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.155, 156.
159
78
Bebek evden ilk kez çıkarıldığında avo nenenin (ebenin) evine götürülür. Ebe,
çocuğun evinin bereketli olması ve evinin içerisinde çocuğa zarar vermesi muhtemel
fareleri kovması düşüncesiyle yumurta ve ekmek verir. Evin tatlılık içerisinde
olması, tatlı ilişkilerin yaşanması için şeker de verildiği olur.
Bebek ilk defa ebenin evine götürülmeden önce, evde yemek tabağı ters
çevrilir. Bu esnada bebeğin ağlamaması ve kötü ruhlardan korunması için dua edilir.
Bu uygulama ile çocuğa zarar gelmeyeceğine ve çok ağlamayacağına inanılır.
Beşiğe ilk koyulan bebek kız ise, ondan sonra gelecek bebeğin erkek olması
için beşik ilk olarak erkek bir çocuğun poposu ile sallanır.
Ustrumca’da cinler tarafından çarpılmaması düşüncesiyle bebek kırk gün evden
çıkarılmaz. Kırk günden önce dışarı çıkarmak mecburiyeti hâsıl olursa, çarpılmasın
diye kömür, tuz, ekmek kırığı, süpürge kırığı bir bez içine koyularak bebeğin beline
bağlanılır. Bununla bebeğin kötü ruhlardan korunacağı düşünülür. Kırk günden sonra
bu eşyalar çıkarılır. Ustrumca’da diğer bir koruyucu yöntem ise bebeğin eşyalarının
her gün yıkanmasıdır.161
Resne’de yaşayan Müslümanlarda uygulanan yönteme göre bebek ilk kez
evden çıkarıldığında anneanneye götürülür. Götürülen her yerde, anneye yumurta ve
içine tuz atılmış bir ekmek parçası verilir. Annenin bu evlerden aldıklarını yediğinde
sütünün kesilmeyeceğine ve bol olacağına inanılır. Anneanne dışında gittiği her
evde, bu uygulama gerçekleştirilir. Kırk günden sonra bebek evden çıkarılır. Bazı
evlerde ise yumurta ve tuzlu ekmeğin yanı sıra, sulu ekmek ve yumurta verilir ve her
gittiği evde bir bardak su içirilir. Daha sonra ev sahibi, elini bebeğin yüzüne sürer ve
aksakallı olsun diye de sakalını okşar. Bazıları çocuğun tatlı dilli olması, gittiği evin
şekerli ve tatlı gözükmesi, o eve karşı sevgi beslemesi amacıyla bebeğin ağzına şeker
veya şekerli su verir.
Yine Resne ve civarında sütlü bir anne evden çıktığında, yanına bir parça
ekmek alıp bebeğin başucuna koyar. Gideceği eve vardığında, o ekmek parçasını
hayvanların yiyebileceği bir yere bırakır. O evden ayrılırken de yine bir ekmek
parçası alır. Eve varınca tekrar ekmek parçasını hayvanların yiyebileceği şeklinde
161
Kaynak kişiler: Nasuf Hoca Destan ve Ayşe Destan.
79
evin bir köşesine bırakır. Bu uygulamayla bebek ve annenin cinlerden ve kötü ruhlar
korunacağına ve annenin sütünün kesilmeyeceğine inanılır.162
1.5. ÇOCUKLARLA İLGİLİ İNANIŞLAR VE
UYGULAMALAR
1.5.1. Yürümesi Geciken Çocuklarla İlgili Uygulamalar
Yürüyemeyen veya yürümesi geciken çocuklar için önceleri doktora değil, bazı
ilkel uygulamalara başvurulurdu. Son dönemlerde ise ilk olarak doktorlara
başvurulmakta, buradan sonuç alınamadığı takdirde yine geçmişteki uygulama ve
inançlara dönülmektedir. Bu uygulamalarla ilgili tespit edebildiğimiz bazı inanışlar
şunlardır:
1- Yürümesi geciken çocukların arkasına odun parçacıklarından küçük bir
demet yapılarak asılır, sonra da ayaklarına su atılır. Bu uygulama ile çocukların kısa
süre içerisinde yürümeye başlayacağına inanılır.
2- Çocukluk esnasında korktuğu bir olay yaşadığından çocuğun yürümesinin
geciktiği düşünülür. Bunu önlemek için kocakarılara başvurulur. Onların yapmış
oldukları uygulamalardan birine göre, çocukların bacak arasına bir odun koyulur. Bu
odun balta ile kesilir ve “odunun kesildiği gibi çocuğun korkuları da kesilsin” diye
dua edilir.
Duaların makbul olması için üç defa es-salat Cuma arası yapılması
gerekir. Bazıları ise bu uygulamanın Salı günlerinde de yapılabileceğini söyler. Bu
uygulama ile duaların kabul olunacağına ve çocuğun kısa zamanda yürümeye
başlayacağına inanılır.163
3- Hacda kesilen deve kurbanının dilinden istenir. Kutsal bir hayvandan kutsal
mekânda alınan bu dil pişirilip çocuğa yedirilir. Böylece çocuğun yürümesinin
gerçekleşeceği yaygın bir inanıştır.
4- Yürüyemeyen veya yürümesi geciken çocuk, Gostivar kasabasındaki bir
evde bulunan korku suları denilen yeri ziyarete götürülür ve buradaki sudan o çocuğa
içirilir. Bu şekilde korkudan kaynaklandığı düşünülen söz konusu rahatsızlık
giderilmeye çalışılır.
162
163
Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
Kaynak kişiler, Hidafet Veyseli ve Nezafet Hanci.
80
5- Bazıları ise, Cuma günleri çocuğu alıp dört yollu bir kavşağın ortasına
götürür. Çocuğun parmaklarının araları kırmızı bir iple bağlanır ve makas ile bu ipler
kesilerek çocuğun parmak aralarının ayrılması sağlanır. Kesilen bu ipler, meydan
pazarlarında gizlice mısır çuvallarının içine atılarak kaybedilir. Böylece çocuğun
korkularının gideceğine ve kısa zaman içinde yürümeye başlayacağına inanılır.
6- Resne’de yürümeyen çocuklar, ilk olarak doktorlara götürülür. Doktorlardan
sonuç alınamadığında halk inanışlarına ve uygulamalarına başvurulur. Meselâ,
yürümesi geciken çocuk, herhangi bir cuma günü caminin yakınına götürülür. Orada
çocuk, ayak başparmakları bir ip veya bez parçasıyla bağlı olarak bekletilir. Camiden
ilk çıkan kişiden bu ipleri makas ile kesmesi istenir. Bu uygulama ile çocuğun
korkularının giderileceği ve yürümeye başlayacağı düşünülür.164
Türkiye’de yürüyemeyen, sık sık düşen veya yürümesi geciken çocuklarla ilgili
yaygın bazı inançlar vardır. Genellikle bunun nedeni şu etkenlere bağlanır:
Ayaklarında köstekle doğmaları, hayvan basmasına maruz kalmaları, ayaklarının
cinler tarafından bağlanmaları, anne sütünden yararlanmaları. Bunların giderilmesi
için de değişik uygulamalara başvurulur. Meselâ yatırlar ziyaret edilir, yatırlardan
toprak alınıp çocuğun beline, yüzüne sürülür. Cuma günü selah vaktinde, değişik
uygulamalar yapılır. Makedonya’daki gibi, çocuk yol kavşaklarına götürülür.165 Yine
çocuğun topuklarına yumurta akı sürmek, sıcak tandır ekmeğini bakır bir kapta
terletip buğusuna çocuğun vücudunu tutmak, ceviz yaprağı veya tuz atılmış suda
çocuğu yıkamak, çocuğu bir gâvur mezarının üstüne bastırmak gibi tutumlar da
Türkiye genelinde yürüyemeyen çocuklar için gerçekleştirilen uygulamalardandır.
Bunların dışında ün yapmış ziyaret yerlerini, mesela Isparta’da Ayak Dede,
İstanbul’da Sümbül Efendi, Baba Cafer, Ankara’nın ilçesi olan Ayaş’ta Ahmet
Dede’yi de ziyaret etmek bir çözüm yöntemi olarak karşımıza çıkar. Bu gibi yerlerde
çocuğun koltuklarından tutulup türbenin veya mezarın etrafında yürümesine yardım
edilerek döndürülür. Sivas ve çevresinde ise yürümesi geciken çocuklar bir sepet
içine konup yedi ev gezdirilir.166 Erzincan ve civarında da yürüyemeyen çocuk Cuma
günü ayakları bağlanarak cami önüne götürülür ve camiden ilk çıkana çocuğun
164
Kaynak Kişi: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
Acıpayamlı, Türkiyede Yürümeyen Çocukları Yürütme Gelenekleri, I. Uluslararası Türk
Folklor Semineri Bildirileri, Ankara 1974, s. 357-360.
166
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.156,157.
165
81
ayaklarının bağı kestirilir. Yürümesi geciken çocuklar da yine camiye götürülüp
avlusu içerisinde gezdirilir.167 Bursa ve yöresinde ise çocuk, Cuma günü ezan vakti,
minareye karşı “salladım çocuğu selaya, yürüsün inşaallah haftaya Cuma’ya”
denilerek sallanır.168 Ankara Kızılcahamam’da da yürüme çağındaki çocuğun
ayakları bir iple bağlanır. Bu ip birisi tarafından kesilir ve çocuğa tokat atar gibi iki
kez dokunulur. Sonra evinin veya caminin etrafında yedi defa tavaf edercesine
dolanılır. Böylece çocuğun yürümesinin kolaylaşacağına inanılır. Buna köstek kesme
denir.169
1.5.2. Konuşması Geciken Çocuklarla İlgili Uygulamalar
Konuşması geciken çocuklar için tıptan çare bulunamadığı zaman, geçmişten
kalmış bazı uygulama ve inançlara başvurulur. Bu uygulamaların çoğu dedeler veya
ninelerden kalan bir miras olarak devam ettirilir. Bazı örnekleri şunlardır:
Cuma günleri imamın hutbe okuduğu sırada, hocalar tarafından kâğıda yazılmış
bir dua bir kaleme sarılarak çocuğun sağ eline verilir. Hutbe okunduğu esnada
çocuğun o duayı yalaması istenir. Bu uygulama ile çocuğun dilinin çözüleceğine ve
konuşmaya başlayacağına inanılır. Aynı zamanda kekeleyen çocuklar için de bu gibi
uygulamalar gerçekleştirilir.
Kekeleyen, konuşamayan veya konuşması geciken çocukların avuçlarına esselat (selah) ile Cuma arasında tükenmez kalem ile ayet’ul-kursi yazılır ve bu zaman
aralığı içerisinde çocuğun yazılı olan elini, yazılar silininceye kadar yalaması istenir.
Bu uygulama es-selat ile Cuma arasında üç defa tekrarlanırsa çocuğun derman
bulunacağına inanılır.
Resne’de
yaşayan
Müslümanlar
arasında,
konuşması
geciken
veya
konuşamayan çocuklar için Kırnçar köyündeki Hasan Baba türbesine gidilir. Orada
bir gece kalmak üzere yeni bir havlu bırakılır. Ertesi gün havlu türbeden alınır ve eve
dönülür. Çocuk evde kırk gün süreyle yıkanır ve her seferinde türbede geceleyen
havlu ile kurulanır. Bu uygulama ile çocuğun dilinin çözüleceği ve konuşmaya
başlayacağı kabul edilir.
167
Küçük, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, s. 250,251.
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.157.
169
Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 10.
168
82
Türkiye’nin bazı bölgelerinde ise konuşması geciken çocuklar ahırlara
götürülüp hayvanların bağlandığı bağ ile yemliğe bağlanır ve “insan isen dile gel,
hayvan isen yemliğe gel” denir. Yine çocuğa yemek kaşıklarının veya kaplarının
bulaşık suyu, kanaryanın su kabından su içirilir yada dana veya koyun dili
yedirilir.170 Balıkesir’de konuşamayan çocuğun konuşabilmesi için, ismi Mehmet
olan yedi şahsın kurbanlarının dili toplanır ve konuşamayan çocuğa yedirilir.
Kahramanmaraş’ta ise Mehmet ismindeki kırk kişiden para toplanır ve bununla bal
satın alınır. Cuma selasından önce konuşamayan veya kekeleyen çocuk cami
şerefesine çıkarılır, çocuk şerefe etrafında dolaştırılır ve kendisine bu baldan
yedirilir. Böylece çocuğun dilinin açılacağına inanılır. Edirne’de de kekeme
çocukların dili açılsın diye Cuma selası ile ezanı arasında kapalı olan bir kilit açılır.
İstanbul Fatih’te konuşamayan veya kekeleyen çocuklara, hacdan kesilmiş deve eti
getirilir ve yedirilir. Bununla çocuğun dilinin açılacağı kabul edilir.171
1.5.3. Çok Ağlayan ve Uyumayan Çocuklarla İlgili Uygulamalar
Makedonya’da yaşayan Müslümanlarda çok ağlayan çocuklar için değişik
uygulamalar bulunur. Bu ilginç inanış ve uygulamaların bazıları şunlardır:
Makedonya’da çok ağlayan çocuklar hocalara götürülür. Hoca da çocuğun
kulağına üfler ve dua okur. Bu uygulama ile çocukların ağlamalarını kestikleri
görülmüştür.
Diğer bir uygulama ise, dedeşnik denilen kocakarı ilaçlarıyla yapılan bir
ritüeldir. Pırasanın yeşil yaprakları alınır sıcak suda kaynatılır. Kaynamış olan pırasa
yaprakları çocuğun dayanabileceği bir sıcaklığa gelince, yüreğinin üstüne koyulur ve
çocuk sakinleşir. Bu uygulama çocuğun ağlama nedeninin mide rahatsızlığı olduğu
düşünüldüğünde yapılır. Midede var olan ağrıların bu yapraklar ve onların sıcaklığı
vesilesiyle giderildiği ve çocuğun ağlamayı kestiği görülmüştür.
Eskiden çok ağlayan çocuklara haşhaş otu verilirmiş. Bununla çocuklar
sakinleşerek uyurmuşlar. Bazen bu otun dozu fazla olduğunda, çocukların ölümüne
dahi neden olduğu söylenmektedir.
170
Küçük, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, s. 250, 251; Boratav, 100
Soruda Türk Folkloru, s.157.
171
Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 10, 11.
83
Eskiden banyolara hamamcık denilirmiş. Çok ağlayan çocuklar akşam ezanı
okunduğu sırada, kapkaranlık olan bu banyolara koyulup kapılar kitlenirmiş. Bu
çocuğu alıp götürmemişler, ondan ağlıyor diye düşünülürmüş. Böylece karanlık olan
o hamamcıkta, çocuğu cinlerin alıp getirdiğine inanılırmış. Alıp getirmesiyle de
çocuğun ağlamasının kesildiği söylenir.
Diğer bir uygulamada ise ağlayan çocuk dışarı çıkarılır. Etraftaki dağlara
bakılır. Ateş yakılan bir yer görülürse, o ateşe yönelinerek üç defa “bebeğin
ağlamasını attım” diye tekrarlanır. Böylece çocuğun ağlamasının kesildiği
söylenir.172
Bebekleri çok ağlayan kadınlar buna çözüm bulmak için, çocuklu üç eve gizlice
gider, evin avlusuna girip üç kibrit yakarak, “ateşin yere düştüğü gibi çocuğumun
ağlaması da bu eve düşsün” derler. Bu uygulama ile ağlamanın bir bebekten diğer
bir bebeğe geçtiğine inanılır.
Yapılan uygulamalar sonucunda bir karşılık alındığına ve derman bulunduğuna
inanıldığı için, bu geleneklerin çoğu günümüzde de canlılığını korumaktadır.
Uyumayan çocuklara genelde nazar değdiğine inanılır. Bu yüzden nazarla ilgili
yapılan uygulamalar, uyumayan çocuklar için de geçerli sayılmaktadır. Nazarı geçen
çocukların uyuduğuna inanılır.
Yukarıda da değindiğimiz üzere geçmişte uyumayan çocuklara haşhaş otu
içirilir, bununla çocuklar uyutulurmuş. Otun dozunun kaçırılarak çocukların
ölmesine neden olunduğu için, bu uygulama bugünlerde geçerliliğini yitirmiştir.
Günümüzde uyumayan çocuklar için, nazarla ilgili yapılan uygulamalar sonuç
vermediği ve çocuğun ağlaması durmadığı zaman doktorlara başvurulur.
Türkiye’nin değişik bölgelerinde uyumayan veya çok ağlayan çocuklar ilk
olarak meşhur yatırlara götürülür. Sabahleyin mezarlık çevresinde dolaştırılır,
mezardan alınan toprak çocuğun yastığı altına konulur. Yine çok ağlayan çocuğun
başına kazan geçirilir ya da babasının ayakkabısı ile ağzına vurularak “anandan
babandan uzak ola” denir.173 Ankara civarında ise sürekli ağlayan çocuklar camiye
götürülür ve çocuğun başı caminin dört duvarına hafifçe vurulur. Böylece artık
172
173
Kaynak Kişiler: Şevale Mustafa ve Hanife Nuredini.
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.158.
84
çocuğun devamlı ağlamayacağına inanılır. Ayrıca kekeleyen çocukların dili açılsın
diye, çocuğa caminin kapısı açtırılır.174
Makedonya’da yaşayan Müslümanlar yürümesi geciken veya yürüyemeyen,
konuşması geciken veya konuşamayan, çok ağlayan ve uyumayan çocukların bu
sıkıntılarının, genelde nazardan kaynaklandığını düşünürler. Bu yüzden nazara karşı
uygulanan tedbirlere önem verirler.
1.6. SÜNNET DÜĞÜNÜ VE YAPILAN UYGULAMALAR
Dini bir gerek ve inanç olarak erkek çocuklar zamanı gelince sünnet edilir.
Yapılan uygulama bazılarına göre dini bir gerek olarak kabul edilirken, bazılarına
göre ise bir gelenek veya sağlık açısından önemli bir ameliyedir.
Çocukları sünnet etmek, İslam’dan önce de Samî asıldan ve başka soylardan
gelen topluluklarda olduğu gibi, Araplarda da uygulanan bir töre idi. Peygamber
efendimiz de bu uygulamayı devam ettirmiştir. İslam’da Peygamber efendimizin
uygulamalarına ve yapılmasını emrettiği şeylere “sünnet” adı verildiği için, erkek
çocukların erkeklik uzuvlarının ucundaki deriyi kesip alma işlemi de halk dilinde bu
ifadeyle adlandırılır. Yani Peygamber’in uygulamaları bizim için sünnet olduğu için,
bu uygulama da sünnet ismi ile anılır. Osmanlıcada ise bu işleme, Arapçada olduğu
gibi “hıtan” denilir.
Sünnet işlemi, İslam ve Yahudilikle beraber Afrika kavimlerinden ve Amerika
yerlilerinden kimi toplumlarda olduğu gibi, bu dinlerin dışında kalmış birçok toplum
tarafından da icra olunan bir uygulamadır. Bazı araştırmacılar bu uygulamanın cinsi
birleşmede ve döl türemesinde kolaylık sağladığını ifade eder ve bundan dolayı, bu
işleme bereket töresi de denildiğini kaydeder. Bereket tanrılarına veya bereket
sağlayıcı kutsal güçlere, türetme uzvunun bir parçasının sunulması diye nitelendirilen
bir işlemin olduğu da kabul edilir.175 Müslüman-Türk geleneklerinde sünnet
törenlerinin en belirgin yönü, çocuğun bununla Müslüman toplumun yetişkinliğe
adımını atan bir üyesi olarak cemiyete katılması anlamını taşımasıdır.
Makedonya ve çevresinde yaşayan Müslümanlarda çocuklar genelde 5–11
yaşları arasında sünnet edilir. Eğer çocuklarda herhangi bir rahatsızlık gözükürse
174
175
Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 9.
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.159.
85
doğumdan sonraki iki ay içerisinde de çocuklar sünnet edilir. Makedonya’daki
Müslümanlar bu merasimle ilgili olarak değişik uygulamalar yaparlar. Çocuğunu
sünnet ettirenlerin bir kısmı, hatim okutur, bir kısmı davullu zurnalı eğlenceler tertip
eder, diğer bir kısmı ise hem hatim okutur, hem de davullu zurnalı eğlenceler
düzenler. Daha ziyade tercih edilen, bu son uygulamadır. Hatim ile yapılan
uygulamada çevredeki hocalar davet edilir. Bunlarla beraber yakın akrabalar,
köylerde ise köylü erkeklerin tamamı çağırılır.
Kıbrıs Türk toplumunda sünnet edilecek çocuk eğer öğrenci ise sünnet
edilmeden önce hatim indirilmiş olması gerekliğine inanılır. Çocuk sünnet edilirken,
onu kucağında tutacak bir sağdıç seçilir. Sağdıç çocuğun sünnetinde yapılacak
masrafların bir kısmını karşılar ve değerli bir hediye verir.176
1.6.1. Sünnet Merasimi Öncesindeki Uygulamalar
Sünnet merasiminin vakti, genel olarak aile büyükleri tarafından tayin edilir.
Sünnet olacak çocuğun dedesi, babaannesi hayatta ise bu konuda söz sahibi onlar
olur. Maddi durumları iyi olan ailelerde yaşlılar bu heyecanı biran önce yaşamak
isterler. Bundan dolayı sünnet düğünü en kısa zamanda yapmaya karar verilir. Maddi
durumu iyi olmayan aileler ise, yakın akrabaların yaptıkları merasimlere katılarak
sünnet düğünü yaparlar. Meselâ bazıları evlenen amcalarının veya dostlarının
düğünleri, bazıları da kızların kına geceleri ile birlikte düzenlerler. Bu uygulamalar
ile, sünnet düğünleri için gereken masrafın asgariye indirilmesine çalışılır.
Sünnet merasimi, en fazla bir ay önce duyurulur. İlanın iki aydan önce
yapılmasının o ailede bir kötülüğe, evde ölüm, yangın, kaza gibi felaketlere sebep
olacağına inanılır. Bunun için sünnet merasimi daha önce karar verilmiş olmasına
rağmen son bir ayda akrabalara duyurulur ve sünnet düğünün günü, son bir aya kadar
gizli tutulur.
Gostivar ve çevresinde yaşayan Müslümanlarda son bir ay esnasında düğün
günü yakınlara ilan edilir. Bunun üzerine yakın akrabalar, dostlar merasimi kutlamak
için sünnetin yapılacağı eve giderler. Merasime son bir hafta kala, sünnet
merasiminin düğün ile yapılmasına karar verilmiş ise, o evde hazır bulunan kadınlar
(hala, teyze gibi yakın akrabalar ve genç kızlar) tarafından zilli def (daire) eşliğinde
176
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 57,58.
86
sünnet türküleri söylenir. Böylece bu merasim, daha açık bir şekilde çevreye ilan
edilmiş olur. Sünnet merasimi yapılacak eve gelen misafirlere yemek verilir. Sünnet
edilecek çocuğun anneannesinin erkek çocuğu yoksa bu daire merasimini yüklenir.
Anneanne böyle bir heyecanı yaşayamadığı için anneanne bu yemek merasiminin
külfetini üstlenir ve davetlilere kendi evinde yemek verir. Böylece daire merasimi,
şarkılar eşliğinde onun evinde de gerçekleşmiş olur.
Sünnet merasimi daire şenliğinden sonra üç gün sürer. İlk günü öğleden önce
yakın akrabalardan halalar, teyzeler, yengeler, gelin ve kızlar sünnetin yapılacağı eve
gelirler.
Gelenler bu esnada,
bu merasim kutlanarak yapılması
gereken
uygulamalarına geçerler.
1.6.2. Sünnet Merasimi Esnasındaki Uygulamalar
Önceden düğün merasimlerinin genelde Perşembe günleri, yani Cuma öncesi
yapılması uygun görülürdü. Pazar günleri, Hıristiyanların tatil günü olduğu
düşüncesiyle, kesinlikle düğün yapılmazdı, yapanlar ise ayıplanırdı. Günümüzde ise
düğünlerin salonlara taşınması ve salonların yoğun olmasından dolayı düğünler
haftanın her gününde yapılmaktadır. Makedonya’da yaşayan Müslümanlarda
düğünler, genelde yaz aylarında yapılır.
İlk gün, çocuğu yıkama günü olarak bilinir. Gelen akrabaların gençleri, kova ve
değişik kapları tel ve çiçeklerle süsleyip, beraberlerine sünnet çocuğunu da alarak
çevredeki akan bir dere veya kaynak gibi bir yere türkü ve maniler eşliğinde
yürüyerek giderler. Çocuğun sağlıklı olması için özellikle yürüyerek gidilmesi tercih
edilir. Su alındıktan sonra tekrar türküler eşliğinde eve dönerler ve çocuğu yıkamak
için hazırlıklara başlarlar. Su ısıtıldıktan sonra evlerin bahçelerinde, önceleri tel ve
çiçeklerle süslenmiş büyük leğenlerde, şimdi ise küçük şişme su havuzlarında türkü
ve maniler eşliğinde çocuğu yıkarlar. Bu esnada yıkanılan yerde misafirler de
halaylar çekerler. Yıkandıktan sonra bekâr kızlar tarafından çocuğa sünnet elbiseleri
giydirilir. Elbiseler Türkiye’den getirilir. Sünnet elbisesi: Takım elbise, sünnet fesi,
pelerin, beyaz gömlek, baston, maşallah yazılı atkı ve ayakkabıdan ibarettir.
Çocuğun bekâr kızlar tarafından giydirilmesi ile, ileride hayatının daha sağlıklı ve
bereketli olacağına inanılır. Çocuğun ailesi tarafından çocuğu giydiren kızlara elbise
ve kolteli (telden yapılan çiçek) gibi hediyeler, yakın akrabalara da düğün için
87
elbiselik kumaşlar verilir. Düğünün yapılacağı güne kadar bu kumaşlar dikilir ve söz
konusu günde giyilir. Çocuk giyindikten sonra, annesi tarafından önceden temin
edilen çorap, başörtü, telden yapılan çiçekler (kolteli) gibi hediyeler, o gün orada
hazır bulunan tüm misafirlere çocuk tarafından yaşlılardan başlayarak elleri öpülerek
dağıtılır. Bu esnada misafirler de beraberinde getirdikleri altın takı veya para gibi
hediyeleri çocuğun sünnet elbiselerine iğnelerle takarlar. Daha sonra gelen tüm
misafirlere yemek servisi yapılır. Sünnet merasiminin bu ilk günü, tümüyle kadınlar
tarafından gerçekleştirilir.
Bu günün akşamında tıraş denilen bir eğlence tertip edilir. Bunu sünnet olacak
çocuğun saç kesim merasimi olarak da ifade etmek mümkündür. Bu merasime yakın
akrabaların tümü davetlidir, çevredeki komşu erkekler de hazır bulunur. Tümüyle
erkeklere mahsus olan bu gece de, müzik eşliğinde halaylar çekilir. Çocuk elden ele
dolaştırılır. Genellikle dayıları, sünnet çocuğunu kucaklarına alarak müzik eşliğinde
halaylar çekerler. Çocuğun saç kesme merasimi gece yarısına kadar devam eder.
Sünnet merasiminin ikinci gününde, öğleden önce baba, amca veya dede
tarafından Türkiye’den temin edilmiş sünnet elbiselerini giyinmiş olan çocuk
anneannenin, yani dayının evine götürülür. Genelde lacivert, krem veya beyaz renkte
olan sünnet elbiseleri pantolon, süslü ve beyaz gömlek, ceket ve taşlarla süslü taç
şeklindeki festen ibarettir. Bu esnada sünnetin yapılacağı yerdeki karyola, genç kızlar
tarafından tel, çiçek, balon ve Türkiye’den getirilmiş sünnet süsleriyle süslenir.
Anneannenin evinde ise, çocuk için kurban edilecek koyun veya koç, üzerine para
bağlı tellerle süslenmiş olarak hazır halde bulundurulur. Çocuk anneanne evine
vardığında davul zurna eşliğinde halaylar çekilmeye başlanır. Bu şekilde topluca,
davul zurna eşliğinde düğün yerine (salon veya eve) gidilir ve orada da halay çekme
işlemi devam eder. Anneanne tarafından getirilen kurban, aynı gün veya düğünden
sonraki gün kesilir. Kurbanın eti, çocuğun sağlıklı ve uzun ömürlü olması niyetiyle
fakirlere dağıtılır. Bazıları ise bu et ile yakın akrabalara ziyafet çeker.
Sünnet düğünün ikinci gününde, anneanneden düğün mahallinde gelindikten
sonra da davul zurna eşliğinde halaylar çekilir, türküler söylenir. Sünnetin yapılacağı
yere gidilirken çocuğa fayton veya at üzerinde köy gezdirilir, geçilen her
meydanlarda davul zurnalı halaylar çekilir. Öğle namazından önce hocalar tarafından
hatim okunur. Öğle namazı kılındıktan sonra hocalar ve davetli olan erkekler
88
sünnetin yapılacağı yere gider. Bu esnada, çocuk gezisini tamamlamış, salona veya
sünnetin yapılacağı evin bahçesine ulaşmış olur. Sünnet geçmişte berberler
tarafından yapılmaktaydı. Şimdi ise hem berberler hem de doktorlar tarafından
yapılmaktadır. İki çeşit sünnet yapılır. Birinci çeşidi kan akıtmadan yapılır, buna
kansız sünnet denir. İkinci çeşidi ise kan akıtarak yapılan sünnettir. Bu iki sünnet
hem doktorlar hem de berberler tarafından yapılır. Bazen doktorlar sünneti, düğünün
yapıldığı merasim mahalline gelerek gerçekleştirirler. Bazen de çocuk, doktorun
bulunduğu hastaneye götürülür sünneti gerçekleştirildikten sonra davetlilerin
geleceği mekâna (salon veya bahçeye) getirilir. Sünnetin evde veya salonda yapıldığı
düğünlerde, berber veya doktor geldiğinde, çocuğa sünnet pijaması veya sünnet için
özel yaptırılmış elbise şeklindeki gömlek giydirilir. Hocalar tarafından sünnet
edilecek çocuk için dua edilir. Ardından sünnet işlemlerine başlanılır. Çocuk dayısı
tarafından tutulur ve sünnet gerçekleştirilir.
Sünnet yapılacağı gün doktor veya berber geldiğinde, çocuğun annesi, içine
azıcık su doldurulmuş bir tepsi (sini) içerisinde yalın ayak durur. Ağzına bir altın
koyulan anne, eline bir oklava alır ve hiç durmadan oklavayı ovuşturur. Bu uygulama
çocuğun sünneti gerçekleşinceye kadar devam eder. Bunun amacı, ilerde çocuğun
müstakbel eşinin, annesine karşı kıskançlık duymasına mani olmak ve sevgiyi
paylaşmasını sağlamaktır.
Çocuğun elbiseleri çıkarıldığında fesi, yakın akrabalarından sünnet olmamış bir
çocuğa verilir. Davetliler arasında fesle dolaşan çocuğa paralar verilir. Böylece ilerde
sünnet olacak bu çocuğun, sünnetten korkmaması sağlanır.
Sünnet esnasında akan kandan çocuğun anlına sürülür. Bu uygulama çocuğa
nazar değmemesi için yapılır. Sünnet işlemi yapıldıktan sonra çocuk, teller, balonlar
ve değişik süslerle bezenmiş olan karyolaya yatırılır. Bu esnada gelen misafirler de
hediyelerini çocuğa verirler. Erkekler hediye olarak genelde para vermeyi tercih
ederler. Bundan sonra topluca masaların kurulmuş olduğu mekâna yemeğe gidilir.
Yemek yenildikten sonra erkekler düğünden ayrılır.
Erkeklerin ayrılmasından sonra davet edilmiş kadınlar düğüne gelir ve sünnet
olmuş çocuğun annesine, anneannesine, babaannesine ve yakın akrabalarına geçmiş
olsun dileklerini iletirler. “Allahu Teala evlenme merasimine de yetişmeyi nasip
eylesin” temennisinde bulunarak çocuğa getirilmiş oldukları hediyeleri verirler ve
89
kendilerine tahsis edilmiş yerlere oturtulurlar. Gençler ve yakın akrabalar ise, bu
esnada, müzik eşliğinde salon veya evlerin bahçelerinin ortasında halaylar çekerler.
Bu arada önce uzak misafirlerden başlanarak gruplar halinde yemek yenilmeye
geçilir. Erkekler düğün mekânından ayrıldıktan sonra, kadınlar canlı müzik eşliğinde
bu merasimi akşama kadar devam ettirirler. Akşam, yakın akrabalar dışındaki bütün
davetliler evlerine dönerler. Yakın akrabalar ise, düğün evde yapılmış ise çocuğun
evine, salonda yapılmış ise eve dönüp orada şenliklerine devam ederler. Yakın
akrabalardan bekâr kızlar varsa, o akşam aile fertlerinden şarkılar eşliğinde erfene
denilen bahşiş isterler. Her ferdin yanına giderek, daire denilen çalgı eşliğinde o
kişiye veya sünnet olacak çocuğa hitaben şarkı-türküler söylerler. Kişiler ceplerinden
bir miktar para çıkarıp kızlara verirler. Kızlar burada biriktirilen paralarla gece yarısı
kasabanın herhangi bir pastanesine gidip pasta-tatlı yerler ve düğünün yapıldığı yere
tekrar dönerler. Bazıları ise marketten değişik içecek ve yiyecekler alırlar. Sonra
kendi aralarında sabaha kadar eğlenirler. Buraya kadar anlattıklarımız daha ziyade
Gostivar ve çevresinde icra olunan bir sünnet merasimiyle ilgilidir.
Kıbrıs Türk toplumunda ise çocuk, erkek misafirlerin bulunduğu odada sünnet
edilirken, bağırmaması için ağzına lokum veya yiyecek başka bir şey konulur. Çocuk
acı çekmesin diye de, annesi başka bir odada bir oklavayı avuçlarının içinde
ovuşturur.177
Türkiye’de Balıkesir ve civarında, çocuk sünnet edilirken bardak türünden bir
şey kırılır. Kırılan bardak veya yere atılan herhangi bir kabın ses çıkarmasıyla kötü
güçlerin korkup dağılacağına ve çocuğa zarar vermeyeceğine inanılır. Aydın’da
çocuk sünnet edilirken horoz kesilir ve oklava çevrilir. Horozun kesilmesiyle akan
kanın, çocuğu kara güçlerden koruyacağı kabul edilir.178
Sünnet olan çocuğun deri parçası alınır ve kurutulur. Kurumuş bu deri parçası
ile bir muska yapılır ve üzerinde taşıması için çocuğa verilir. Çocuk büyüyünceye,
yani olgun hale gelinceye kadar bu muskayı taşır. Bu muskanın çocuğu nazardan
koruyacağına inanılır.
Genellikle sünnet olacak çocuklar 1-11 yaş arasındadır. Ancak çocuk herhangi
bir hastalığa yakalanırsa, bir yaşından önce de sünnet edilir. Kıbrıs Türk toplumunda
177
178
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.57–59.
Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 10-12.
90
ise 3, 5, 7, 9, yani genelde tek yaşlarda sünnet etme geleneği vardır. Çift yaşlarda
sünnet edildiği takdirde, evlendiğinde hep kız babası olacağına inanılır. Ancak bugün
bu inanç ortadan kalkmış gibidir.179
1.6.3. Sünnet Merasimi Sonrasındaki Uygulamalar
Sünnet merasiminin üçüncü gününde, düğünde çocuğun evinde kalmış olan
yakın akrabalara ev sahibi tarafından kahvaltı hazırlanır. Adı her ne kadar kahvaltı
ise de, öğle vaktinde verilen bir yemektir. Anneanne bu kahvaltıya petuliça denilen
yufkalı gözlemeye benzer bir kahvaltılık getirir. Diğer yakın akrabaların bazıları ise
kâhi denilen değişik susamlı simit veya açmalar getirirler. Köfteler yapılır v. s. Yani
zengin bir sofra hazırlanır. Çok yakın akrabaların hemen hepsi, bu kahvaltıya
evlerinde yapmış oldukları bir şeyler getirirler. Bu kahvaltıya evlerine gitmiş, yani
yatıya kalmamış olan yakınlar tekrar davet edilir. Kahvaltı merasimi bittikten sonra,
akşama doğru herkes evlerine dağılır ve böylece sünnet düğünü sona erer. Ev sahibi
yakın akrabalara hediyeler verir. Meselâ dayılara takım elbise, halalara fistan (entari)
diktirir, yaşlı kadınlara şami (başörtü), küçük kızlara hazır elbiseler alır. Dolayısıyla
gelenekler çerçevesinde icra olunan sünnet merasiminin masrafları bir hayli
kabarıktır.
Gostivar kasabasının Banisa köyünde çocukların sünneti, doğduğu günden
itibaren 11 yaşına kadar yapılabilir. On üç yaşından sonra sünnet yapılması hoş
görülmez. Sünnet olacak çocuğun yaşının tek sayılı olmasına dikkat edilir, çift sayılı
yaşta sünnet yapmanın uğursuzluk getireceğine inanılır. Sünnet yapılacak çocuğa
sünnetlik elbiseleri alınır. Ailenin isteğine göre kimileri şanlı şöhretli düğün yapar,
kimisi ise şarkı söyletmez, Kur`an (hatim) okutur. Düğünün bir gün öncesinde,
sünnet olacak çocuk şarkı, türküler eşliğinde yıkanır. Çocuğun yıkanacağı suya
çiçekler atılır. Yıkandıktan sonra sünnetlik elbiseleri giydirilir ve misafirlerin elini
öper. Misafirler de hazırladıkları para veya altını, fesine veya elbisenin omzuna
takarlar.
Ertesi gün çocuğun yatağı hazırlanır, yatağa süsler, balonlar takılır. İlk olarak
erkekler toplanıp hocalarla birlikte sünnet duası yaparlar. Çocuğun sünneti doktorlar
veya eğitim görmüş berberler tarafından yapılır. Sünnet esnasında çocuğu yakın
179
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.57–59.
91
akrabalarından biri, genelde dayı tutar ki buna “kirve” denir. Kirve çocuğun babası
tarafından yakın akraba veya dostlar arasından seçilir. Seçilen kişinin bu görevi
kabul etmesi, hem bir onur hem de bir borç olarak görülür. Kirvelik olgusu doğu,
güney-doğu Anadolu’da da görülmektedir. Kirve, aşağı yukarı Hıristiyan çocukların
vaftiz törenindeki parrain (vaftiz babası) ile marraine (vaftiz anası)’nın yerini tutar.180
1.6.4. Sünnet Düğünlerinde Söylenen Türküler
Koy Berkan aga koltelıni
Dayıların getırsın berberıni
Giy paltoni Berkan aga donmayasın
Gelecektır berberın korkmayasın
Giyeciyım paltomi hiç donmam
Gelsın benım berberım hiç korkmam.
Gelsın benım berberım ben korkmam
Yanımdadır dayılarım hiç korkmam.
Degırmenın degırmenın iragi
Budur dayıların sefte müradi
Şenlenecek Berkan aganın konagi
Çik Berkan aga çik nere dere
Gelecektır berberın al getır eve
Çik Berkan aga çik nere kapi
Gelecektır dayıların durasın karşi
Çik berkan aga çik nere furun
Gelecektır misafirlar deyesın buyrun.
Yavaş yürü Berkan aga taşta kaymayasın
180
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.162.
92
İzın vermez sana baban konaga çikasın
Küçük sünnet olacaksın nazar olmayasın.
Berkan aganın bahçesınde kıramadım buzi
Getırecek dayılari şamatali kuzi
Şamatali kuzi dildır hiçbişi
Budur dayıların sefte cünbüşi.
Koy berkan aga koy kol telıni
Dayıların getırsın berberıni
Dayıların getırsın berberıni
Sünnet etsın nazlı yegenıni.
Elıme mendil, mendilım yeni
Berkan aganın berberınden yenliktır eli
Berkan aganın berberınden yenliktır eli
Gelecektır berkan aga sünnet etsın seni.
Koy fesıni berkan aga başına
Sünnet olacasın tamam yaşına
Koy fesıni berkan aga koy fesıni
Aglama duymasın dayon sesıni
Duyarse sesıni meraklanacak
Küçük Berkan aga sünnet olacak.
Küçük Berkan aga sünnet olacak
Ablalara, teyzelere teller salacak.
Berkan aganın bahçesınde bülbüller ütecek
Berkan aganın dayça (yenge)lari karyola düzecek
Düzeceyiz karyolay mavi atlaslarle
Sünnet olsun berkan aga haşari (şen) kızlarle
93
Elıme teller, elıme teller
Da bir hafta Berkan agay sünnet ederler
Da bir hafta Berkan agay sünnet olacak
Haçın eller vurulacak kurtulacak.
94
1.7. DOĞUM VE SÜNNET ADETLERİNİ ANLATAN
KAYNAK KİŞİLER
Arifka Şabani, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Topliça köyü, 1949
doğumlu.
Bahar Veysel, 45 yaşında, Valandovanın Bahçebosu köyü.
Begliye Şabani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Zdunye köyü 1949 doğumlu.
Cemile Beadin, ev hanımı, Kalkandelen, 1920 doğumlu.
Cemile Süleymani, ev hanımı, Kalkandelen, 1930 doğumlu.
Emsal Çelik, ev hanımı, sekiz yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1957 doğumlu.
Feride Mülaimi, ev hanımı, Gostivar, 1921 doğumlu.
Fiknet Şabani , ev hanımı, altı yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1952 doğumlu.
Ganimet Mahmut, ev hanımı, beş yıl ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1941
doğumlu.
Gülasfi Bayrami, ev hanımı, Debreşe köyü, 1943 doğumlu.
Günnalip Hamzai, ev hanımı, sekiz yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1931
doğumlu.
Hacer Caferi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Tearçe köyü, 1937
doğumlu.
Hacer Halim, 80 yaşında, Valandovanın Kurthamzalı köyü.
Hanife Nuredini, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1946
doğumlu.
Hanişe Bayrami, ev hanımı, Kırçova, 1923 doğumlu.
Hidafet Veyseli, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1933 doğumlu.
Huma Abazi, ev hanımı, Leşniça köyü, 1929 doğumlu.
İlmiye İmeri, ev hanımı, Debreşe köyü, 1941 doğumlu.
İsmiye
Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Zdunye köyü, 1943
doğumlu.
Kadriye İbrahimi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Vrapçişte köyü, 1945
doğumlu.
Kamile İslami, ev hanımı, dört yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Tearçe köyü, 1948
doğumlu.
95
Lutfiye
Rustemi, ev hanımı, üç yıl ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1925
doğumlu.
Mefaret Karabatak, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Vrapçişte köyü, 1952
doğumlu.
Mehmet Veysel, Valandovanın Bahçebosu köyü ilkokul öğretmenidir. Araştırmayı
yapmamızda büyük katkıları olmuştur.
Müribe Zeynullahi, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1941
doğumlu.
Mürka Aruç, ev hanımı, sekiz yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1944 doğumlu.
Neime Ameti, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Vrapçişte Köyü, 1923
doğumlu.
Nesrin Ameti, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Kalakndelen, 1940
doğumlu.
Nezafet Hanciyi, ev hanımı, Gostivar, 1936 doğumlu.
Nuriye Mustafi, ev hanımı, Reçan köyü, 1928 doğumlu.
Rabiye Abazi, ev hanımı, Leşniça köyü, 1935 doğumlu.
Refiye Mazlami, ev hanımı, beş yıl ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1929
doğumlu.
Rügül Yonuzi, hemşire, on iki yıl eğitim görmüş, Kalkandelen, 1948 doğumlu.
Sacide Veyseli, ev hanımı, bir yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1953 doğumlu.
Sadriye Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1942
doğumlu, eski köy imamı merhum Hafız Hızır’ın eşi.
Sema Nuredini, orta okul mezunu, 1979 doğumlu, ev hanımı.
Saniye Jupani, ev hanımı, iki yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1941 doğumlu.
Şevale Mustafi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1954 doğumlu.
Şukriye Neimi, ev hanımı,Tearçe köyü, 1936 doğumlu.
Valdeta Maksudi, ev hanımı, Kırçova, 1927 doğumlu.
Vasfiye Memeti, ev hanımı, Gostivar, 1927 doğumlu.
Vecayet Güleç, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1946 doğumlu.
Zebercet Şehu, ev hanımı, dört yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1947
doğumlu.
96
Zekiye Yahya, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi Sırp dilinde görmüş,
Kalkandelen, 1922 doğumlu.
Zerrin Çelik, ev hanımı, sekiz yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1952 doğumlu.
Zülbiye Hasipi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1937 doğumlu.
Zülfiye Yahya, ev hanımı, dört yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Zdunye köyü, 1948
doğumlu.
Zümbül Veysel, 90 yaşında, Valandovanın Bahçebosu köyü.
97
1.8. DOĞUM VE SÜNNET ADETLERİYLE İLGİLİ
RESİMLER
1. Hastanede yeni doğmuş bir bebeğin görüntüsü.
2. Yeni doğmuş bebeğin suyuna tuz ve şeker atılarak ve kırk gün ebe tarafından
yıkanması uygulamasından bir görüntü.
98
3. Ülelık merasiminde yeni doğum yapmış anne ve bebeğin
loğusa yatağından bir görüntü.
4. Bebeğin uyutulması için kullanılan beşik.
99
5. Sünnet olacak çocuğun sünnet elbiseleri giydirilmeden önce kızlar tarafından
şarkılar eşliğinde yıkanması.
6. Sünnet olacak çocuğa dayıları tarafından hediye olarak getirilen süslü, telli koç.
100
7. Sünnet olacak çocuğun giydiği sünnet kıyafetlerinden bir örnek.
8. Sünnet olacak çocuğun, dayıları tarafından getirilmiş davulcularla halay çekilerek
köy sokaklarında gezdirilmesinden bir görüntü.
101
9. Sünnet olacak çocuk, sünnet olmadan önce at üzerinde köy sokaklarında
gezdirilirken.
10. Çocuğun berber tarafından sünnet edilirken görüntüsü.
102
11. Sünnet edilmiş çocuğun evinin bahçesinde yapılan düğünde, yatmış olduğu
karyoladan bir görüntü.
12. Sünnet edilmiş çocuğun salonda yapılan düğününde, yatmış olduğu karyoladan
bir görüntü.
103
İKİNCİ BÖLÜM
MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA EVLENMEYLE İLGİLİ
İNANIŞ VE UYGULAMALAR
Hayatın ikinci önemli dönemi olan evlenme, gerek kız gerek erkek yönünden
bir geçiş dönemi olduğu gibi, taraflar arasında yeni bir bağ kurması, aileler
arasındaki düzeni ve ekonomiyi etkilemesi bakımından da, her zaman üzerinde
titizlikle durulan, her safhası ayrı tören ve ayrı uygulamalarla süslenen bir olay
olarak önem kazınmıştır.
Evlenme de doğum gibi yeni bir yaşama durumuna geçişi ifade etmektedir. Bu
geçiş sırasında tehlikeli ve zararlı kuvvetlerin faaliyetleri, evlenenler için de söz
konusudur. İslam-Türk hayatında ev ve evlilik, çocuk sahibi olmak en önemli
kaidelerdendir. İnsan ev sahibi olunca bulunduğu toplulukta itibar kazınır. Çocuk
sahibi olunca da itibarı yükselir. Bunun için evlilik safhası insan için çok yönlü
önemlere haizdir.
2.1. DÜĞÜN ÖNCESİ ADETLERİ
Geçiş törenleri içerisinde, yapısının karmaşıklığı ve içeriğindeki ayrıntıların
zengin çeşitlemeleri bakımından hem çok ilginç hem de incelenmesi çok çetin bir
gelenektir, evlenme ile ilgili inanış ve uygulamalar. İki gencin kaderlerini
birleştirmesi açısından bireysel davranışları, yeni bir akrabalık bağlantısının
kurulması yönüyle aileler arası ilişkiler, iki tarafın yakın akrabaları, dostları ve
komşu çevrelerinin katılmaları bakımından ayrı bir öneme haizdir. Hele küçük
köylerde bu gibi törenlere hemen herkes davet edilir ki bundan ötürü bir bayram
anlamı kazanır, düğünler. Bu törenler genelde coşkun eğlenceler, yeme içme, düğünbayram havası içinde geçer. Görücülük, söz kesme, nişan, nişan ile düğün arasında
uygulamalar, bohça gibi gelenekler, büyük masraflar gerektirir. Bundan ötürü onlar
aynı zamanda ekonomik birer külfettir.
Düğün, düğün öncesi, esnası ve sonrasında yapılan kız arama, kız isteme, söz
kesme, nişan, kına gecesi, gelin alma, gelin geldikten sonra yapılan uygulamalar,
gerdek, gerdek ertesi uygulamaları içine alan bu süreç en uzun bir hafta, çoğu kez üç
gün içinde yapılan bir törendir.
Makedonya Müslümanları ile ilgili düğün ve evlenme konusuna geniş bir
şekildi çalışılmaması bu konuya eğilmek gereklilik olarak hissedildiği söylenebilir.
Bu yüzden pek fazla kaynak esere başvurmadan yapılan merasimlere katılarak
gözlemlediğimiz veya yaşlı kadınlardan bu konuda mülakat yoluyla elde etmiş
olduğumuz veriler doğrultusunda araştırmamızı yapmaya çalıştık.
2.1.1. Evlenilecek Eşin Seçimi
Evlenecek çiftlerin seçimi konusunda ilk girişim erkek tarafının kız seçmesi
için yapılan bir iştir. Ya delikanlı bir kıza göz koymuştur, yahut da seçme işini
anasına,
babasına
bırakmıştır.
Genel
olarak
erkek
tarafının
ilk
önemli
değerlendirmesi kızın güzellik ve huyu, edebi, iffeti ile güzel olmasıdır. Akrabalık
kuracak ailelerin ekonomik durumları da önemli bir faktördür. Genelde durumları
eşit olan aileler birbirini seçmeye çalışır. Erkek tarafının ekonomik durumunun üstün
olması kız tarafı için bir sıkıntı doğurmaz, hatta arzulanır. Çünkü seçen erkektir;
buna karşılık erkek tarafın ekonomik durumu düşük olması ise bazen büyük
zorluklara neden olur. Akrabalık bağlarını da sıkıntıya sokabildiği bir durumdur ki
Makedonya Müslümanlarında da sıkça karşılanan sıkıntılardan biridir.
Önceleri Makedonya’daki Müslümanlarda evlenecek çiftlerin kararlarını
babalar verirdi. Anne ve babanın sözü emirdi. Kız, evleneceği erkeği seçemezdi,
onunla konuşmaz ve görüşemezdi. Anne ve baba kızı verselerdi gider, vermeselerdi
gelin olamazdı. Gençler nişanlansa bile birbirlerini tesadüfen görmüşlerse aksi halde
hiç görüşmezmişler, birbirlerini ancak gerdek gecesi tam olarak görebilirlermiş.
Önceleri kızın gönlü olduğu gence varmak istemesine rağmen aile razı olmadıkça kız
erkeğe varamazdı. Kız arzu ettiği erkeğe değil ailenin uygun gördüğü kişiye giderdi.
Makedonya’nın bazı bölgelerinde ise, kız ve erkek önce birbirlerini beğenir
daha sonra kız babasından istenir. Babası bu evliliğe razı olmadığında ise, çoğu
zaman kız bohçasını alıp sevdiği erkeğe kaçardı. Bu olaydan sonra her iki tarafın
aileleri birbiri ile küs olurdu. Bu durum bazen aylarca, bazen ise senelerce sürerdi.
105
Bazı bölgelerde ise kız sevdiği erkek veya erkeğin sevdiği kızı alabilmesi için
veya katı olan ailelerin ikna olması için değişik büyü şekillerine müracaat edildiği de
olur. Bunun gerçekleşmesi için ün yapmış hocalardan muskalar yazdırılarak ailelerin
ikna olmasına çalışılır. Bu uygulamalardan olumlu sonuçlar alındığı hemen olur
yerde anlatılan yaygın rivayetlerdendir.
Bazı aileler ise beğendikleri bir kızı, gönlü olmaz veya hiç tanımadığı halde
büyü veya değişik sihirlerle gelin almaya mecbur kaldığı da anlatılır. Bu uygulamalar
genelde düğünlerde kızın arkadaşları ve bu evliliğin gerçekleşmesini isteyen aileler
yemeğine değişik üfürülmüş gıdalar veya sıvılar katarak kızın hiç tanımadığı erkeğe
kaçmasına neden olurmuş.
Kızın ve erkeğin gönlü olmadan evlenecek yaşa gelmiş olan gençlerin
babalarının birbiri ile gerçekleştirmiş anlaşmayla çocuklarını güç birliği olsun diye
bazı bölgelerde evliliklerin olduğu da dikkat çekilmiştir.
Günümüzde ise, evlenecek yaşa gelmiş gençler ile aileler birbirleri ile evlilik
konusunda danışırlar. Eğer gençlerden birinin gönlünde bir kişi varsa bunu ailesi ile
paylaşır. Aile buna razı olursa çiftleri evlendirirler. Evlilik çağına gelmiş olan
gençlerin gönlünde birileri yoksa aile uygun gördüğü kişi için çocuklarıyla istişare
eder. Uygun görüldüğü takdirde evlilik gerçekleşir.
Bazı hallerde evlilikler görücü usulüyle gerçekleşir. Erkeğin beğendiği bir kız
var ise, bunu ailesi de uygun görürse akrabaların evlerinden birinde erkek ve kız
aileleri eşliğinde görüşüp tanışırlar. Burada erkek ve kız birbirlerini tanır, birbirlerini
daha yakından görme fırsatı bulur ve birbirlerinin şartlarını karşılıklı olarak
konuşurlar. Bunun sonucunda erkek ve kız birbirini beğenir ve ortaya koyulan
şartları kabul ederse stroynik (sağdıç) aracılığıyla bu evlilik düzenlenir. Yok, eğer bir
engel var ise bu evlilik gerçekleşmez ve hiçbir şey olmamış gibi kimseye söylenmez.
Bu usul çok gizli bir şekilde yapılır. Onun için kimsenin görmemesi veya
dedikodulara neden olmaması için ya farklı bir evde veya akşamleyin yapılır. Çünkü
sonuç olumsuz olursa evlenecek kız veya erkeğin şanının düşeceği kabul edilir.
Görücü usulüyle evlilikler son zamanlarda oldukça yaygındır. Bu durum daha
önceleri sadece şehir ve kasabalarda yaygın iken günümüzde köylere de yerleşen bir
uygulamadır. Yaşam şartlarının hızla değişmesi, insanların sosyal kurumlarda daha
çok çalışması, özgürlüğün yaygınlaşması nedeniyle kişilerin birbirini görme ve
106
tanıma imkanları artmıştır. Yani görücülük ve kız isteme törenleri birbiriyle
kaynaşmıştır. Bu ortamda ailelerin ve evlenme çağındaki gençlerin birbirlerini
tanımasına, oğlan tarafının kız istemeye gitmeden önce ilk bilgileri edinmesine hiçbir
engel yoktur. Bu çevrelerde yapılan evlilikler hem görücü hem de dünürcü usulüyle
gerçekleşmektedir.
Görücülük usulü uygulanan çevrelerde bu görevi kadınlar üstlenir. Bunlar
oğlanın anası veya yakın akrabalardan yaşlı kadınlardır. Görücüler, oğlana uygun
olacak kızların güzelliği ve törelere uygun davranıp davranmadığına göre adayı
değerlendirir. Bundan sonra, ailenin durumu ve diğer konularda soruşturmalara
girişirler. İkinci aşama ise oğlan tarafının, soruşturmaları sonunda kızı uyguna
gördükleri zaman kızı isteme işlemidir. Kız tarafı da verilen mühlet içerisinde oğlanı
soruşturup ve tam üzerinde düşündükten sonra, her iki taraf karşılıklı olumlu bir
değerlendirmeye varınca, görücülerin işi sona erer ve evlilik hazırlıkları başlar.
Makedonya Müslümanları genelde evlenecek çocuklarına düğünlerde veya
yakın akrabaların tavsiyesi üzerine kız seçerler. Beğenilen kızların ailesini, soyunu,
terbiyesini, başka bir erkeği sevip sevmediği, başka birine gönlü olup olmadığı
bilinirse, en kısa zaman içinde kız istenir. Eğer ki kızdan aranan özellikler var ise kız
istenir. Aileler uygun gördüğü takdirde evlilik gerçekleşir.1
Resne’deki Müslümanlarda ilk dikkat çekilen hususlar, hem erkek hem de kız
tarafın iyi, soylu ailelerden olmasının önemli olduğu görülür. Bunun yanı sıra kızın
güzel olması, adsız (yani adı kötü davranışlarla çıkmayan, başka erkeklerle
çıkmamış) olması, eğitimi, boyu-posu yerinde olmasına da dikkat edilir. Bu şartlara
sahip olan çiftler dünürler aracılığıyla kızlar istenir, razı olduklarında evlilik
gerçekleşir.
Kalkandelen’in Tearce yöresinde yaşayan Müslüman Türklerde ise genelde
sadece evlenecek çiftlerin kız ve erkeğin ailesinin uygun gördüğü evliliklere izin
verilir. Yani eğer kız veya erkeğin ailesi bu evliliğe karşı olursa, kız ve erkek
birbirlerinin beğenmiş olmasına rağmen evlilik gerçekleşmez. Aksi halde aileler
arasında büyük bir düşmanlık oluşur ve bu düşmanlık bazen aylarca, hatta senelerce
sürürmüş.2
1
2
Kaynak kişiler: Şevale Mustafa, Hanife Nuredini ve eşim Sema Nuredini.
Kaynak kişi, Feysal İsmaili ve ailesi, Tearce.
107
Makedonya’da yaşayan Müslümanlardaki benzer uygulama Romanya’nın
Dobruca Türklerinde görülmüştür. Dobruca Türklerinde de 1930 yılı öncesinde
evlenecek çiftler birbirlerini seçemezmiş, evlenecek gençler ancak sokaktan
tesadüfen geçen gençleri görebilirlermiş. Çiftlerin birbirlerini seçme şansı ancak
kaçma ile mümkün olurmuş. Son zamanlarda ise çocuk anneleri kızları özellikle
düğünlerde beğenir. Seçilecek olan kızın huyuna, terbiyesine, fıtratına çok önem
verirlermiş. Açıkgöz delikanlıya açıkgöz bir kız seçilirmiş, yavaş erkeğe de yavaş bir
kız seçilirmiş.3
Makedonya’da yaşayan Müslümanlarda otuz-kırk yıl önce evlenecek kız ve
erkeklerinin birbirlerinin seçme şansı yok iken bu tutumun yavaş yavaş yumuşadığı
ve evlenecek çiftler birbirlerini seçmeye ve beğenmeye başladığı görülmüştür. 1950
yıllarından sonra kolektiflerde çalışmaya başlayan erkek ve kızlar bu mekânlarda
birbirlerini görüp konuşmaya ve beğenmeye başladıkları; köylerde ise, 1965
yıllarından sonra evlenecek erkek ve kızlar birbirlerini görüp beğenmeleriyle
evlenme hazırlıklarına başlanıldığı ifade edilir. 1980’lere gelindiğinde bu durum
biraz daha ileriye gidip, evlenecek çiftler okul, çarşı, gezi gibi mekânlarda beğenip
seçmesiyle ailelere bildirip stroynik (sağdıç) aracığıyla kız istenir ve sorun olmadan
evlilik kolay bir şekilde gerçekleşir. Buna benzer uygulamalar Romanya’nın
Dobruca Türklerinde de görülmüştür.4
Türkiye’de mesela Isparta’da önceleri kızın kendisine danışılmaz, evlenecek
erkeğin de rızası alınmazmış. Ana babanın müsait gördüğü evlilikler olurmuş.
1900’lü yılların başlarında ise bu katı davranışın Türkiye’de yumuşadığı görülür.
Mesela İstanbul’un Kâğıthane ve Göksü gibi gezinti yerlerinde genç erkekler genç
kızlara sandal gezintilerinde mani attıklarını ve birbirlerini seçtiklerini görüyoruz.
Böylece gençler birbirlerini seçerek evlilikler gerçekleştiği dikkat çekilir.5
Tatar Türklerinde 1950’li yıllarda evlenecek çiftler kapalı bir mekânda bir
araya toplayıp, kızlar bir tarafta erkekler bir tarafta getirilirmiş. Aralarında
erkeklerden biri erkek ve kızlar birbirlerine yanaşmamaları için bir kamış ile bekçilik
yaparmış. Kızlara doğru giden erkekleri hemen uyarırmış. Burada evlenecek çiftler
3
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.71.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 71–73
5
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 167.
4
108
birbirlerine maniler söyleyerek beğendiklerini söylerlermiş. Burada ilk olarak
görüşüp tanışırlarmış.6
Anadolu’nun bazı bölgelerinde kimi aileler çocuklarını daha beşikte iken beşik
kertmesi yaparak evlendirme kararı alırmış. Bu uygulama şöyle gerçekleşirmiş:
hısımlık kurmak isteyen aile bir ailede bir kızın doğumunu haber alır almaz baba,
hemen bir beşik donatıp kızın evine yollar. Böylece, kız henüz beşikte iken söz
kesilmiş olur. Oğlan evi ise, kandillerde, bayramlarda kızın ana babasına ve kıza
hediyeler götürür. Bu geleneğe beşik kertmesi denir. Bunun çok eski bir Türk
geleneği
olduğu,
Dede
Korkut
kitabında
da
söz
konusu
edilmesinden
anlaşılmaktadır.7
2.1.2. Kızlarda ve Erkeklerde Evlenme Yaşı
Makedonya Müslümanlarında normal evlilik yaşı kızlarda 18-22, erkeklerde ise
22-26 yaşları arasıdır. Bununla birlikte özellikle kırsal bölgelerde bunun kızlar için
14 erkekler için de 16 yaşlarına kadar düştüğü görülür. Bunun en önemli sebebi
ekonomik yani tarımda işgücü ihtiyacının karşılanmasıdır. Bazen yaşanmış bir ölüm
olayı da erken evliliklere yol açabilir. Evlilik sayesinde o ailede yaşanmış olan
üzüntüyü sevince çevirmek amaçlanır. Kısacası Makedonya Müslümanlarında
evliliğin belli bir yaşı yoktur. Yani erkekler on dört, on beş yaşlarında aynı yaşta
veya daha yaşlı bir kız ile evlenebildikleri gibi, kendilerinden daha yaşlı kişilerle de
evlenebilirler. Hatta, erkeğin kendinden büyük bir bayan ile evlenmesi, evliliğin daha
bereketli geçeceği inancı bile vardır. Kısmetlerinin kapalı olduğunu düşünen bazı
gençler ise şanslarının açılması için büyü ve tılsım gibi bazı çarelere başvururlar.
Bunlar hocalardan hamele yazdırarak üzerlerinde taşımakla veya farklı ziyaret
yerlerine giderek buralarda kurban kesip dua etme şeklinde olabilir.
2.1.3. Kısmet Açma
Bölgesel olarak veya yaşanılan kültürel çevreye göre evlenme yaşının geçmiş
olarak kabul edilen gençlerin kısmetlerinin kapalı olduğu düşünülür. Böyle
6
7
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.73.
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 173, 174.
109
durumlarda, evlenecek çiftlerin kısmetlerinin açılması için değişik büyüsel
uygulamalara başvurulur. Bazı aileler veya evlilik yaşı geçmiş gençler değişik
yatırlara, ziyaret yerlerine veya çare bulmakla ün yapmış türbelere gidip,
kısmetlerinin açılması için adaklar adayabilir ve dua edebilir.
Yaşı geçen bir kızın evlenebilmesi için mutlaka kısmetinin açılması gerekir.
Kısmetin bazen kendi kendine açılabilmesi mümkün olduğu gibi, kısmetin açılmasını
çabuklaştıracak, hatta zorlayacak uygulamalara da başvurulur.
Bazı aileler kısmet açılması için Kur’an okumaya ve duaya yönelir. Bazı aileler
ise tavsiyeler doğrultusunda belli duaların belli sayıda okunduğunda kısmetlerin
açılacağı kabul edilir. eğer birinin talip olduğu ve sonradan evde bir kız varsa, bu
durumda onu önceden isteyen ailenin kısmeti kapanması için sihir yaptırdığı
düşünülür. Onun kısmetinin açılması için yeni kilitler satın alarak üzerlerine okunup
o kızın da kısmetinin açılacağı ve çok geçmeden mutlu bir yuva kuracağı düşünülür.
Bunun dışında da zaman zaman civarda ün yapmış ziyaret yerlerine veya ün
yapmış kocakarılara da başvurulduğu görülür.
Kısmet açma erkeklerden ziyade kızlar tarafından başvurulan bir uygulamadır.
Örneğin, Resne ve civarında yaşayan Müslümanlardan yirmi üç yaşını geçmiş kızlar
kısmetlerinin açılması için değişik uygulamalara başvurur. Bazıları ise civarda
bulunan meşhur yatırlara yönelir. Kırnçar’da bulunan meşhur türbe bu durumlarda en
çok ziyaret edilen yerlerden biridir. Kısmeti açılsın diye yaşı ilerlemiş kızlar türbeye
gidip orada bir gece geceleyerek iç çamaşırlarından birini bırakır. Ertesi gün
bırakılan çamaşırlar almaya gidilir ve dileklerinin kabul olunması için yatır başında
dua edilir. Gecelemiş çamaşırları kızlar yedi gece üzerlerinde taşırlar. Yedi gün sonra
tekrar iç çamaşırlardan birini türbede gecelemesi için bırakılır ve yine yedi gün
üzerlerinde taşırlar. Bu uygulama üç defa tekrarlanır. Bu uygulamadan sonra kızın
kısmetinin açılacağı varsayılır.
Resne ve civarında dikkat çeken diğer bir uygulama ise, kız istemeye
gelindiğinde, kız istenildiği akşamdan sabaha kadar hiç konuşmaz. O gece kız
rüyasında kırmızı ve siyah renkleri görürse evliliğin kendisi için hayırlı olmayacağı,
yeşil ve beyaz renkleri görürse hayırlı bir evlilik olacağına işaret sayılır. Kız buna
göre kararını verir.
110
Debre yöresi Türklerinde ise gençlerin kısmetlerinin açılması için ün yapmış
hoca ve türbelere gidildiği görülür. Bazen kısmetinin açılması istenilen erkek veya
kızın haberi olmadan, hocalardan hamele/muska yazdırıp üzerlerinde taşımaları için
eşyalarına dikilir veya giysileri türbeye bırakılıp ertesi gün alınıp giydirilir.
Türbedarlardan yardım alma inancı Anadolu’da da vardır. Örneğin, Güney
Anadolu’da mahkumlar belirli türbelere gömlek bıraktırır, duruşma günü bu gömleği
giydiklerinde davalarını kazanacaklarına inanılır.8
Makedonya Müslümanlarının yaşadığı bazı bölgelerde ise genç kızlar,
kısmetlerinin açılması için yakında bulunan değirmenlere giderek değirmenin
çatısındaki kiremitleri ters çevirdikleri görünür. Böylece ters giden kısmetlerinin
düzeleceğine inanılır. Ayrıca Hıdırellezde gün doğmadan değirmene gidip
değirmenin suyu ile yüzlerini yıkadıkları takdirde nasipleri açılacağı düşünülür.
Bazıları ise göğüm ile su alıp bununla evinde yıkanır. Bu uygulama ile hem
kısmetlerinin açılacağı, hem de sağlıklarının yürüyeceğine inanılır.
Değirmen ve suyunun hikmetleri ile ilgili inanışlar Kuzey Irak, Doğu Anadolu
ve Azerbaycan Türklerinde de vardır.9
Kırçova veya Kırcaova yakınlarında Peri Suyu diye bilinen bir yer vardır. Büyü
yapılarak kısmeti kesildiğini düşünen kızlar bu su ile üç defa yıkanırlarsa
kısmetlerinin açılacağına yani büyülerinin bozulacağına inanılır. Bu yerlere bozuk
paralar atmak ve ekmek bırakmak da bu inancın bir parçasıdır. Bazen da söz konusu
yerlere kişiye ait
eşyalar bırakılır. Bu uygulamalar daha ziyade Hıdırellezde
Lisiçani, Çelopesi vb. çevre köylerden gelen kadınlar tarafından yapılır.
Üsküp’te kısmetinin açılmasını isteyen kız ve erkekler, Yiğit Baba ve onun
hocası olan Meddah Baba türbelerine giderler. Buradaki suyun yararlı olduğu yapılan
büyünün bu sudan içilmesiyle bozulacağı ve kısmetlerinin açılacağı inancı yaygındır.
Bazılarına göre ise buradan alınan su ile yıkanılması sonucunda kısmetler açılır. Bu
ziyaret yerine ayrıca hastası olan, çocuk sahibi olmak isteyenler de gider. Bazı kızlar
kısmetlerinin açılması için Hıdırellezde Nevruz ağacının altına kırk taş koyarlar.
8
9
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 34.
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 34.
111
Hıdırellez ve Nevruz ile ilgili inanış ve Taş Kültü Türk Dünyasının her yöresinde
yaygındır.10
Makedonya Müslümanlarında kısmetinin açılmasını isteyen kız ve erkekler için
hocalardan kilit de açtırılır. Ayrıca hocaların yazdıkları muskalarla da kısmetlerinin
açılması istenir. Yazılan muskalar odanın dört köşesinde halının dört başının altına
konur, bu muskalar buralarda üç gün kaldıktan sonra kısmetinin açılmasını isteyen
kişi bunları kazanda kaynatır ve suyuyla yıkanır ve uygulama ile kısmetlerinin
açılacağına inanılır. Ayrıca kısmetlerinin açılması için hacdan getirilmiş toprak veya
sulardan da medet umulur.11 Buna benzer inanış ve uygulama Malatya’da da
görülmüştür. Kısmeti kapalı kızların bahtlarının açılması için, hiç kullanılmamış bir
kilidin Cuma namazından çıkan ilk kişiye açtırılması ile kısmetlerinin açılacağına
inanılır.12
Ayrıca kısmetinin açılması inancıyla bazıları hacca gidecek hacılara
eşyalarından kazak, gömlek, tişört gibi eşyalardan biri verilir. Hacca giden hacı adayı
bu elbiseyi zemzem suyuyla yıkar, onlara dua eder ve bu elbiseyi kutsal yerlerde
gezdirdikten sonra geri getirir ve kısmeti kapalı olan kızların giymesi için geri verilir.
Aynı zamanda kısmeti kapalı olanlar hacca giden hacı adaylarına açılmamış bir kilit
de verir. Hacda Mekkeye varılınca bu kilidin açılmasıyla kısmeti kapalı olanın da
kısmetinin açılacağı varsayılır. Bu inanış ve uygulama Makedonya’nın batısında
yaşayan Müslümanlarda daha yaygındır.
Bazı bölgelerde yeni evliliklerde gelinin duvağı üç gün sonra çıkarılır.
Çıkarılan duvak etrafta bulunan kızların üzerine atılır. Duvağın değdiği kızların en
kısa zamanda kısmetlerinin açılacağı ve gelin olacaklarına inanılır. Bu uygulamada
bir olayın başka birine bulaşacağı kabul edilir.
Kına gecesi yapıldıktan sonra akşamları gelin almaya gidilir. Gelinin evine
varıldığında çalgılar eşliğinde kadınlar gelinin evinde oyunlar oynarlar. Geri dönme
zamanı yaklaşınca gelin evinden bahçeye çıkarılır. Bu esnada erkek tarafından tayin
edilen bir kadın (leblebiciça) tarafından gelinin güzel, bereketli olması için bozuk
para, leblebi ve şekerler gelinin duvağına atılır. Duvakta kalan bu şeker ve leblebiler
10
Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara 1968, s.107.
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 34-35.
12
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 102.
11
112
kısmetlerinin açılması veya en kısa zamanda gelin olmasını istenilen kızlara yemeleri
için verilir. bu uygulama ile en kısa zamanda sonuç alındığı dikkat çekilmiştir.
Üsküp ve civarında yaşayan Müslümanlar, kısmetlerinin açılması için değişik
türbelere giderler. Buralarda mum yakılır, türbelere para atılır. Gazi Baba, Kadı
Baba, Rufai Tekkesi gibi Üsküpte en çok ziyaret edilen ve kısmetlerinin açılması için
adak adanan yerlerdir.
Kısmet açılması için Makedonya Müslümanlar tarafından ziyaret edilen diğer
yerler, Kanatlar çevresinde Dikmen Baba, Mustafa Baba, İsmail Baba Salman Baba,
Kurtdede Sultan Baba türbeleridir. Ziyaretçiler türbelerden getirdikleri toprağı şifa
için suyu süzülerek içildiği de görülmüştür.13
Makedonya Müslümanlarındaki benzer kısmet açma inanış ve uygulamaları
Türkiyenin değişik bölgelerinde dikkatimizi çekmiştir. Doğu Anadolu’da, evlenmek
isteyen fakat buna bir türlü muradına eremeyen genç kız ve erkekler, kısmetlerinin
kapalı veya bağlı olmasına inanır. Bunu çözmek ve kısmetlerini açmak için birtakım
yollara başvururlar; yatır veya türbe, kutlu yer gibi ziyaretgahlara gidip adak adarlar;
büyü ve benzeri yollara başvururlar; kilit açma, hıdırellezde niyet ve dilek yapılan
uygumalar ile kısmetlerini açmaya çaba gösterirler. Bu gibi uygulamalar ile
kısmetlerinin açılacağına, sevdiklerine kavuşabileceklerine inanırlar. Ayrıca yeni
evlenen gelinin ayağının altına isim yazmak, gelinin arkasına süpürge bağlamak,
saçından bir parça kesip almak ile kısmetlerinin açılacağına inanırlar. Kına gecesi
gelin duvağını başa kakmak da kısmetleri açacak uygulamalardandır.14
Muş’ta evlenme çağı geçen kızlar, kısmetlerinin bağlı olduğuna inanırmış.
Eğer bu kız ardarda üç Çarşamba bir oklava alıp, oklavayı ata biner gibi iki bacağı
arasında alarak minareye çıkar ve orada şerefede üç defa dönerse, o kızın kısmeti
hemen açılırmış ve istemeye gelirler diye inanırmışlar.15 Sivas ve çevresinde Cuma
günü sela okunduğunda kısmetinin kapalı olduğunu inanan kızlar ayak altına bir
anahtar koyup “bahtım açılsın” diye dua edermiş. Evlenemeyen kızın ismi, evlenen
bir kızın ayakkabısı içine yazılırmış. Gelin olana bir örgülü çorap verilir, gelin
kocasının evine giderken çorabın örgüsünü açamakla kısmetin de açılacağını inanılır.
13
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 34-35.
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 101, 102.
15
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 102.
14
113
Gelinin duvağı, evde kalmış kızların başına atılırmış. Gelin elbisesinin eteğine
evlenmemiş kızların isimleri yazılırmış.16
Yukarıda örneklerini sıraladığımız uygulamalarla evlenme şansının artacağına
inananlar, başlangıçtaki inançlarımızı yaşatmaya devam etmekte ve onlarla geçmiş
ve günümüz arasında bir manevi köprü, bir organik bütünlük bağı kurmaktadır.
Demir, ağaçlara çaput bağlamak, dağdan, taştan, sudan, kırdan gelecek yardımla
dertlerin biteceği umudu, başlangıçtaki inançlarımızın geride kalan izlerinden başka
bir şey değildir. Ata mezarlarının ve ruhlarının yerini alan evliyalar, güneşin
doğduğu istikamete yüz dönmenin yerini alan Kâbe gibi örnekler, İslamiyet ile
inançların imtizacını sağlayan köprü davranışlardır. Ağaca çaput bağlamak, dilek
dilemek, ilgili ruhları memnun etmek ya da onların yapacağını önlemek uygulaması
da Türk inanışları içinde yer alan en eski inanışlardandır. Bu uygulama günümüzde
türbe kapı ve çevresine bez bağlamaya dönüşmüştür. Ağaç iyesini memnun etme
yerini yatır, evliya, ulu kişiler almıştır.
Yatır ve türbe kapılarına, çevredeki ağaçlara genç kızlar tarafından evlenmek
dileğiyle çaput bağlama uygulaması ve inanışına, Müslüman-Türk kültürünün
bulunduğu hemen her tarafında var olan eski bir gelenektir.
2.1.4. Evlilikte Dikkat Edilen Hususlar
Makedonya Müslümanlarında gelin adayını seçerken akrabalık bağlarına çok
dikkat edilir. Yakın akraba evliliğinin yok denecek kadar az olduğu söylenebilir.
Amca, teyze, hala, dayı çocukları birbirleriyle evlenemez. Aralarında birbirleriyle
kaçma da olamaz. Bunlar her zaman birbirlerinin bacı-ağabeyi olarak kabul edilir.
Yedi kuşak veya soydan yakın akrabalarla evlilik olmaz. Bunun nedeni büyük oranda
doğacak çocukları zayıf veya sakat olacağı inancıdır.
Makedonya Müslümanlarında serbest girip çıkmalar olduğu için komşularla
bile evlilikler yapılması uygun görülmez. Onlar her zaman aileden birileri sayılır. Bu
gibi evlilikleri gerçekleştirenler her zaman toplumdan dışlanır.
Dobruca Türklerinde de, baba soyundan yedi, ana soyundan üç kuşağa kadar
kesinlikle evliliklerin yapılmadığı belirtilir. Bu bir gelenek ve inanç halini almıştır.
Bu geleneği hiç kimsenin bozma hakkı yoktur.17
16
Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 77,78.
114
Türkiye genelinde akrabaların birbiriyle olmaların evlenme geleneği 1940
öncesinde hemen hemen hiç yokken, son dönemlerde bu gelenek yer yer devam
etmekle birlikte büyük oranda unutulmuştur.18
Yabancıyla evlenme Türklerde eski bir gelenektir. Neredeyse akraba evliliği
hiç yoktu. Altaylılar içinde aynı soya mensup olanlar birbirleriyle evlenemezlerdi.
Bunlar birbirlerini soy kardeşi olarak kabul ederlerdi. Yani aynı toteme tapanlar
birbirlerine karşı mahrem idiler. Aynı kutsallığı taşırlardı. Diğer totemler
kendilerince kutsal olmadıkları için başka klan mensuplarıyla evlenmeler yapılırdı.
Başkurtlarda kız çocuk yabancıya tayin edilmiş bir varlık olarak kabul edilir ve
kesinlikle aynı soydan olanla evlendirilmez.19
Türkiye genelinde, Dobruca Türklerinde ve diğer Müslümanlarda olduğu gibi,
Makedonya Müslümanlarında da süt kardeş ile de evlenilmez, buna çok önem verilir
ve haram olarak kabul edilir. Zira Kuran’ı-Kerim’de birbiriyle evlenmesi haram
olanlar zikredilirken süt kardeş de yer alır: “Sizlerle; analarınız, kızlarınız, kız
kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin
kızlarıi sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anneleri
kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanında kalan üvey kızları, öz
oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada olmak suretiyle evlenmek size haram
kılındı” (Nisa Suresi, 23).
Bunun dışında Makedonya Müslümanlarında evlilikte dikkat çekilen diğer
hususlar daha çok dışsal olması bakımından değişiklik arzetmektedir.
Evliliklerde genelde ailelere çok dikkat edilir. Bazen kızdan çok ailelerin iyi
olmasına önem verildiği söylenebilir. Sanki bu uygulama “Anasına bak kızını al”
atasözünün bir yansımasıdır. Yani evliliklerde bazan ailenin durumu öncelik arz
eder. Fakat her ne olursa olsun evliliklerde iyi, yararlı dostluklar kurulmasına
özellikle dikkat edilir. Bazı aileler ise çiftlerin maddi durumuna önem verir. Eğer kız
tarafı fakir ise erkeğin zengin olmasına dikkat eder, erkek tarafı fakir ise kız tarafın
zengin olmasına dikkat eder. Bazı gençler ise yurtdışına çalışmaya gidebilmek için
özellikle Batı Avrupa’da çalışan ailelerin kızlarını tercih ederler.
17
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.77.
Hamit Zubeyr Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, Ankara 1944, s.
155, 172, 180.
19
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.77, 78.
18
115
Kısacası Makedonya’da yaşayan Müslümanların evlilik konusunda daha ziyade
zenginliğe ve güzelliğe önem verdikleri söylenebilir.
2.1.5. Kız Arama
Önceleri Makedonya genelinde kız arama yaz aylarındaki düğün davetlerinde
olurdu. Sonbahar mevsiminde ise beğendikleri kızlar istenirdi. Düğün merasimi de
ilkbahar yaz döneminde yapılırdı. Şimdi ise belli bir zaman yoktur. Beğenilen bir
kızı isteyip düğün hazırlıkları yapılabilecek kadar yani bir iki ay içerisinde düğünler
gerçekleşir. Önceleri düğünler evlerin bahçelerinde yapıldığı için havaların iyi
olduğu mevsimler düğün için tercih edilirdi. Onun için ekinler kalkıktan sonra yani
sonbaharda beğenilen kız aranır ve istenirdi. Günümüzde ise düğünler salonlarda
yapıldığı için kış mevsiminde de gerçekleşir. Artık kız arama, kız isteme ve
düğünlerin belli zamanı yoktur.
Önceleri kız arama işini yaşlı kadınlar yapardı. Evlenecek kızlar dedikodu
çıkarılmaması için genelde her yere götürülmezdi. Onun için erkek tarafından seçilen
yaşlı kadınlar kız tarafına gönderilirdi. Bunun kız tarafına yakın olan ve nazı
geçebilecek bir kadın olmasına dikkat edilirdi. Bu kadınlar kız tarafına gidip önce
niyetlerini anlar sonra da kız istenirdi. Yani o kadın kızı verip vermeyeceklerini
anlamaya
çalışırdı.
Çünkü
Makedonya
Müslümanlarında
kız
isteyip
de
verilmediğinde itibarlarının zedelemeceği inancı vardır. Bu yüzden işi sağlama
almak için yaşlı nine önceden kızın evine gönderilirdi.
1980’li yıllarda ise artık eşler birbirlerini bulmaya ve seçmeye başlamıştır. Bu
durum sosyal değişikliklerin bir sonucudur. Kız ve erkeklerin değişik yerlerde
çalışması, birbirlerini görme ve tanışma imkanı oluşması bu konudaki temel etkendir.
Bu durumda iş sadece ana babaların onayına kalır ve onlar uygun gördüğünde
evlilikler gerçekleşir. Günümüzde de bölgesel inanış ve tutumlara göre değişiklik
olsa bile, Makedonya Müslümanlarında genelde erkek ve kızın birbirini arayıp
beğenmesiyle evlilikler gerçekleşmektedir.
Makedonya genelinde kızlar düğünlerde veya değişik davetlerde görülür. Eş,
dostun önerileri doğrultusunda da ise kız beğenilir. Evlilik yaşına gelmiş erkeklerin
yakınları veya en çok ev halkı anne, kız kardeş, yenge bu konuyla özellikle ilgilenir.
Neredeyse bütün davetlere katılarak kız aranır. Evlilik çağına gelmiş olan kızlar da
116
bütün davetlere katılarak kendilerini en iyi şekilde düğünde bulunanlara göstermeye
kendilerini beğendirmeye çalışır. Çünkü kısmetin kimde olduğu bilinmez, herkese
karşı iyi gözükmeye çalışırlar. Aileler de kızlarına değişik nasihatler vererek, bu iş
için en iyi şekilde hazırlarlar. Eğer ki aile bir kızı beğenmiş ise onu aile, soy, huy,
terbiye, başka bir erkeği sevip sevmediği, herhangi bir özrü olup olmadığı
tanıyanlardan sorup araştırılır. Eğer beğenilirse gizlice kız erkeğe gösterilir. Bütün
bunlardan kız ailesinden istenir.
Önceleri kız, daha önce onu beğenmiş yaşlı kadın tarafından istenirdi. İsteme
işlemi üç dört defa tekrarlanırdı. Yaşlı kadın bazan yanına iki kadın daha alır ve
“Allah’ın emri Peygamberin kavli” ile kızı annesinden isterdi. Makedonya
Müslümanlarında eskiden kız ve erkeğin anlaşarak evlenmeleri az da olsa görülmüş
olmasına rağmen yine geleneklere uygun evlilikler yapılırdı. Evlenmek isteyen
delikanlı bu isteğini anne ve babasına söylerken, varsa, evlenmek istediği kızı da
söyler. Anne ve baba uygun gördüğü halde ve şartlar buna müsait ise oğullarını
evlendirmek için gerekeni yapmaya koyulurlar. Eğer delikanlının evlenmeyi
düşündüğü bir kız yoksa, bu durumda anne ve baba oğullarına uygun, güzel, narin,
ailesi iyi ve görgülü ve mümkünse de varlıklı bir kız var mı diye yakın çevre ve aile
üyelerinden diğer hanımlara sorarlar. Böylece elbirliği ile delikanlıya kız aranır.
2.1.6. Kızlar ve Erkeklerde Aranan Özellikler
Makedonya Müslümanlarında genelde evlenecek çiftler kendi dengini kendileri
bulmaya çalışır. Aileler eğitimli ise eğitim görmüş, zengin ise zengin ailelerin kızları
ile oğullarını evlendirmek ister. Genel olarak erkeklerin doğru yolda olması, ailesini
idare edebilecek bir iş sahibi, meslek sahibi veya zanaatı olması, kazancını helalden
getirmesi, ailesinin de namuslu, iyi soylu olmasına dikkat edilir. Kızlarda da genelde
din eğitimi almış, terbiyeli olması, namuslu, güzel huylu, boyu posu erkeğe uygun
olması gibi özellikler aranır.
Bölgesel olarak Makedonya Müslümanlarının erkek ve kızlarda aradıkları
özellikler farklılık gösterir. Din eğitimi düşük olan bazı topluluklarda, kızın veya
erkeğin zenginliği öne çıkar. Kız tarafı zengin olan aileler de zengin erkekleri tercih
ederken, kızı fazla güzel olmayan zengin aileler kızına tahsis edilmiş gayri menkul
veya herhangi bir malı çevreye yayarak kızının evlenmesini kolaylaştırır.
117
Bunun yanı sıra son zamanlarda maddi durumu düşük olanların yurt dışına
çalışmaya gitmek arzusuyla kızın veya kızın ailesinin yurtdışında çalışır olmasına
birinci derecede önem vermeye başladıkları dikkati çekmektedir.
2.1.7. Kız İsteme
Kız isteme Makedonya genelinde çoğunlukla stroynik (sağdıç) denen kişiler
sayesinde olur. İstisnalar dışında genelde erkek tarafı kız tarafına gider. İsteme
genelde yakın çevre veya akrabalardan seçilmiş stroynik (sağdıç) tarafından
gerçekleşir. Erkek tarafı beğendikleri kızı istemek için hem kız tarafı hem de erkek
tarafı ile yakınlığı bilinen ve sözü geçen, itibarlı kişilerden sağdıç seçer. Seçilen
sağdıç kız tarafına gidip erkek tarafının selamını götürerek “Allahın emri
Peygamberin kavli ile” kızı ister. Kız isteme genelde yatsı namazından sonra olur.
Bu bazan gizli bazan da bütün yakınlara ilan edeilerek yapılır. Kız istenildiğinde
verilmez ise erkek tarafının itibarı düşeceği endişesiyle istemeler çoğunlukla gizli
olur. Eğer kızın verileceği bilinirse, o zaman aile yakın akrabalarını söze davet eder
ve sağdıcın cevabını hep birlikte dört gözle beklerler.
Makedonyalı Müslümanların genelinde erkek, kızı ister. Bazı durumlarda ise
kız tarafı erkek tarafına kızlarını istemeleri için haber gönderir. Ya da kız
istendiğinde önce kız verilmeyip daha sonra pişmanlık duyulduğunda erkek tarafına
tekrar istemeleri için haber gönderilir. Eğer ki kız ve erkek birbirlerini isteyip de
aileler razı olmadığında bazen kaçırma olayları gerçekleşir. Yani erkek kızı gizlice
kaçırıp kendisine eş edinir. Bazı aileler kendilerine gelen teklifi kabul etmeden önce
yakın akrabalardan fikir alarak kızın verilip verilmemesine karar verilir. Bundan
dolayı erkek tarafı kız istemesi için sağdıcı göndermeden önce kız tarafınındaki
danışılabilecek ailelerden yardımcı olmaları istenir. Bunun sonucunda kız
istenildiğinde yakın akrabalara danışıldıktan sonra olumlu cevap verilmesiyle bu
evlilik gerçekleşir. Bazan, ilk gönderilen isteme sonucunda olumsuz cevap alınırsa,
çok beğenilen bir kız ise sağdıcı değiştirip kız tekrar istenir. Bu durum defalarca
tekrar edilebilir. Bazen da, olumlu sonuç alınıncaya kadar devam edebilir. Yani
ümitlerini kesmeden sonuna kadar mücadele verilir. Eğer kız başka birine verilirse
veya gönlü başkasında olduğu anlaşılırsa kız istemekten vazgeçilir.
118
Sağdıç kız istemeye giderken sonucun olumlu olması için cebine erkek
tarafından aldığı makas veya bıçak gibi nesneler koyar. Bunun nedeni kız isterken
söz kesiminin çabuk ve kolay olmasıdır. Yani kesici araçların söz kesmede de etkisi
olduğu düşünülür. Sağdıcın kız isterken tatlı dilli olması için önceden ağzının
tatlandırılması gerekir.20 Bu uygulama atalarımızın “tatlı yiyelim, tatlı konuşalım”
sözlerinin bir uzantısı olarak görülebilir.
Kızın evine ulaşan sağdıç kapıyı çaldığında, kapıyı istenilecek kız açarsa kız
isteme olayının olumlu sonuçlanacağına delildir. Yani kız evinde sağdıca ilk olarak
istenilen kız görünürüse sağdıca olumlu cevap verilecek demektir. Aynı şekilde,
sağdıç su istediğinde suyu istenilen kız getirirse olayın olumlu sonuçlanacağı
düşünülür. Çünkü bazı bölgelerde, kızın verilmeyeceği evlerde istenilen kız
kesinlikle sağdıca görünmez.21
Kız isteyen aile zengin ise, kız istemek için gönderilen sağdıca beşli yani beşi
bir yerde altın verir. Sağdıç kızın evine ulaştığında kapıyı bu altın aile çalar. Bu ise
kız isteyen ailenin zengin olduğuna dair bir işarettir. Aynı zamanda bu gibi kız
isteme durumları genelde olumlu sonuçlanır.
Kız istemeye sağdıç seçildiğinde, sadece iki kişi yani sağdıç eşi ile gider.
Damat adayı veya ailesinden hiçbir kimse gitmez. Bu Makedonya’nın Gostivar ve
civarındaki Müslümanlarda var olan bir uygulamadır. Makedonya’nın doğu
bölgelerinde ise bazı durumlarda ailenin kendisi hatta damat bile kız istemeye
gidebilir.
Makedonya’da kızla genelde Pazartesi ve Perşembe akşamları istenir. Bu
günler daha kutsal olarak kabul edilir ve arzu edilen şeyin olumlu sonuçlanacağı
düşünülür.22 Pazartesinin Peygamber efendimizin doğum günü olması ve Cumanın
da Müslümanların bayramı olarak kabul edilmesi böyle bir inancın temel
nedenleridir. Bazı bölgelerde kız isteme diğer günlerde de gerçekleşse de genelde bu
iki gün tercih edilir. Salı ve Pazar günleri ise uğursuz sayılır. Bu günlerde başlanan
işlerin başarısız olacağına inanılır. Bu Hıristiyanlığın İslama etkisi olarak
yorumlanabilir. Çünkü Salı günü İstanbul’un fethi olduğu için Hıristiyanlar o günü
uğursuz kabul eder. Pazar günü de Hıristiyanların bayram günüdür. Bu gün yapılacak
20
Kaynak Kişiler: Siniye Jupani, Şadiye Şabani ve Hanife Nuredini.
Kaynak Kişiler: Rukiye İmeri, Nesrin Nuredini.
22
Kaynak Kişiler: Sadriye Aliyi ve Sema Nuredini.
21
119
işlerin hayırlı olmayacağına inanılır. Bazı bölgelerde ise iki bayram arasında da kız
isteme uğursuzluk olarak nitelenir. Bu sırada yapılacak söz kesmelerin sonucunda
ortaya çıkacak evliliklerin mutlulukla sonuçlanmayacağına inanılır.
Kız istenildiği zaman kız ailesi sağdıca hemen cevap vermeden, birkaç gün süre
ister. Bu esnada kız ailesi yakın akrabalarına danışarak, erkek tarafını iyi tanıyan
ailelerden de erkek ailesi hakkında araştırmalar yapılır. Eğer ki olumlu sonuçlara
varılırsa olumlu cevap, eğer erkek tarafı beğenilmezse de olumsuz cevap verilir.
Olumsuz cevap verildiğinde, sağdıcın iki gün içinde gelmesi; olumlu cevap
verilecekse sağdıcı en geç bir hafta sonra gelmesi istenir.
Kız istenildiğinde eğer verilmeyecekse hemen olumsuz cevap verilmez. Bu
geleneklere göre büyük bir ayıp ve aşağılıcı bir davranış olarak kabul edilir.
Resne ve civarında da aynı durum söz konusudur. Eğer ki erkek ve kız birbirini
beğenmiş ise sağdıç seçilir ve kızın evine kız istemeye götürülür. Kızın ailesi de bu
isteği onayladığı takdirde düğün hazırlıklarına başlanılır.23
Ustruga ve yöresinde yaşayan Müslümanlarda kız sağdıç tarafından istenir.
Bazan kız isteme iki veya üç defa sağdıç tarafından istenebilir. Fakat bu durumdan
kızın haberi olmazdı. Çünkü kızın bu konuda kızın ailesi karar verirdi. Kız
verildiğinde bir mendil ve bir kutu lokum erkek tarafına olumlu haber olarak
gönderilir. Erkek tarafindan ise sadece bir başörtü verilir. Böylece ilk aşamada söz
kesilmiş olur. Düğün tarihi tekrar sağdıç aracılığıyla tayin edilir. Düğün
yaklaştığında erkek tarafı kız için siyah renkete bir elbise hazırladıktan sonra, düğüne
yedi gün kala siyah elbise bir grup kadın tarafından geline gönderilir. Bunun yanında
kına, altın küpe ve yüzükler de geline götürülür. Gelin tarfından yemekler ikram
edildikten sonra kız evinden ayrılırlar. Gelinin götürülen siyah elbise düğüne kadar
giydirilir. Bu uygulama ile gelinin kötü ruhlardan ve sihirlerden korunacağı
düşünülür.
Kız isteme konusunda Müslüman Türklerde genelde geleneklere bağlılık
konusunda eski ve şimdiki uygulamalarla farklılık olmasına rağmen, aynı kültür
mirasına sahip olan Makedonya Müslümanları, Anadolu Türkleri, Kıbrıs Türkleri,
Dobruca Türklerinde de benzer uygulamaların olduğu dikkat çeker.
23
Kaynak kişiler: Zülbiye Hasipi ve Rukiye İmeri.
120
2.1.8. Sağdıcın (Stroynigın) Seçimi
Sağdıç genelde iki tarafa yakınlığı olan kişilerdir. Yani akrabanın akrabası veya
yakın arkadaşı olan kişiler seçilir. Bazen sağdıçlık görevinde tecrübeli olan ve her
gittiği yerde olumlu sonuçlar almış kişiler tercih edilir. Bazen de itibarlı, saygın ve
güvenilir kişiler sağdıç olarak seçilir. Bu kişilerin isteklerinin geri çevrilmeyeceği ve
başlattıkları işin mutlaka hayırla sonuçlanacağı düşünülür.
Sağdıcın seçimi önemlidir. Çünkü aileler bir kızı isteyip de hayal kırıklığını
düşmek ve itibarlarını yitirmek istemez. Olumsuz sonuç halinde aşağılanacaklarını
düşünen aileler, aynı zamanda itibar kaybetmekten de korkarlar. Onun için sağdıç
seçerken işi bitirebilecek, şanslı olabilecek, zaman olarak da uğursuz diye kabul
edilen günlerde değil uğurlu günleri tercih ederek sağdıç kızı istemeye gönderilir.
2.1.9. Kız Kaçırma
Kız kaçırma genelde gençlerin evlenmelerine ailelerince engel çıkarıldığı
hallerde başvurulur. Bu durum, ekonomik düşüncelerle, bazen de sadece kız tarafının
engellemesiyle olur. Delikanlı daha önce kızla anlaşarak, yakın arkadaşlar ve
akrabaların da yardımıyla, olmazsa kendi imkanlarıyla kızı kaçırır. Bu durumda
düğünsüz, geleneksiz hatta nikahsız bile karı koca olunur.
Düğünsüz, törensiz evlenmenin diğer bir örneği dul kadınların kocaya
varmalarında görülür.
Makedonya’da Müslümanlar genelde kızlarını büyükten küçüğe doğru
evlendirir. Bunun aksini yapmak ayıp sayılır. Bunun için “büyük bayram (ramazan
bayramı) olmadan küçük bayram (kurban bayramı) olmaz” denir. Bazı durumlarda
kızın sevdiği biri var ise ve kızın ablası hala evlenmemişse kız ablasının evliliğini
beklemeden sevdiği erkeğe kaçar. Yani kız ablasından yüzüne basmamak ve onu
üzmemek için sevdiği erkekle anlaşıp kaçar.
İstenilen kızın ailesinden
olumlu cevap alınamadığı bazı durumlarda bazı
ailelerin muska ve üfürükçülere gittikleri görülür. Üfürükçülerin okuduğu bir bardak
suyun kız tarafından içilmesi yada okunan bir miktar yiyeceğin kıza yedirilmesi
halinde isteğin gerçekleşeceği varsayılır. Bazan da okunan suyun kızın ayakkabısına
121
dökülmesinin arzu edilen amacın gerçekleşmesine yardımcı olacağı düşünülür.24
Önceleri bu tür olaylar epeyce yaygın olmasına rağmen, çok şükür günümüzde
oldukça azalmıştır. Bununla birlikte Rense ve civarı ile Prespa yörelerinde
üfürükçüler hala ilgi gösterildiği söylenebilir.25
Romanya Dobruca Türklerinde kız kaçırıldıktan sonra delikanlı kızı hoca yani
imamın evine götürüp hocaya emanet edip ayrılır. Hoca kıza babalık, hanımı ise
analık eder. Kız belli bir süre hocanın evinde kalır, orada yiyip içer. Oğlan tarfı
hocanın evine yemek götürür. Bu sırada oğlan kız evine “kaybınız bizde” diye haber
gönderilir. Hocanın evine jandarma dahil hiç kimse giremez. Herkesin hocaya büyük
saygısı varmış. Gelen olursa da hoca kızı vermezmiş. En geç on iki gün içinde düğün
yapılması gerek, bu süre içerisinde erkek hocanın evine girip kızla yalnız kalamaz.
Kız ailesi buna mutlaka razı olup tez elden fukara düğünü yapılır.26
Sonuç olarak kız kaçırma olayı genelde birbirini seven iki gencin evlenmelerine
aileleri razı olmadıkları durumlarda söz konusu olur. Bazan da evlenecek kız veya
erkeğin, evlenmesi gereken ağabey ve ablaları var ise, bu durumda da daha büyüğüne
saygısızlık ve onun bu durumdan rahatsızlık hissetmemesi için erkek kızı düğün ve
dernek yapmadan kaçırır. Bazan evlenmelerine aileleri razı olduğu hallerde, nadiren
de olsa ekonomik nedenlerle kız kaçırmalara rastlanır.
2.1.10. Söz Kesme ve Başlık
Makedonya genelinde kız istendikten sonra kızın verilmesine karar verilirse,
işaret olarak kız ve erkek tarafı birbirlerine söz denilen hediyeler verir. Bu işi
genellikle sağdıç organize eder.
Sağdıcın kızı istemesinden sonra aile karar vermek için düşünme mühleti
istenir. Bu esnada kız ailesi erkek tarafını araştırır ve ona göre kararını verir.
Önceleri hem olumlu hem de olumsuz cevap için sağdıç kızın evine giderken son
zamanlarda ise, sadece cevap olumlu ise söz kesilmesi için sağdıç çağırılır ve kız
tarafı “Allah’ın emri Peygamberin kavli” ile verdiklerini sağdıca bildirir. Yok eğer
24
Kaynak kişiler: Mesude Çelik ve İmsiye Aliyi.
Kaynak kişi: Resne ve yöresi için: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca.
26
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.85-86.
25
122
uygun görülmezse, erkek tarafını incitmeden bir bahane bulunarak kızın
verilmeyeceği telefonla karşı tarafa bildirilir.
Aslında olayın olumlu veya olumsuz olacağı sağdıca önceden belli edilir. Bu
yüzden son söz söylenmeden hem kız hem de erkek tarafı hazırlıklara koyulur.
Sağdıç genelde Pazartesi ve Cuma gecelerinde olumlu cevabın verilmesi için davet
edilir. Bu gecelerde daha bereketli bir evliliğin olacağı düşüncesiyle genelde olumlu
kararlar verilir. Sağdıç kız evine geldiğinde kız ailesi olumlu cevabı verdikten sonra
sağdıç kız ailesinden hiçbir şey almadan hemen erkek tarafına müjdeli haberi
vermeye gider. Erkek tarafı aynı gecede söz kesme hediyeleri hazırlar. Eğer bu haber
ani ise erkek tarafı söz için bonbonyera denilen bir kutu çikolata, üzerinde beşli yani
beşi biryerde, oyalı mendil içinde söz yüzüğü ve bir buket çiçek hazırlayıp sağdıca
verilir. Bunlar ani kararlarda gönderilen söz hediyelerdir. Dolayısıyla her bekar
evinde mutlaka hazır olarak bulunmaları gerekir. Eğer kızın verileceği erkek tarafına
önceden bildirilirse hazırlıklar daha masraflı ve hediyeler daha farklı olur. Bu gibi
aileler yukarda belirtilen söz hediyelerinin yanısıra, abiyelik elbise kumaşı alınır ve
bunlar genelde simli, taşlı ve süslü kumaşlardan seçilir. Bu gibi kumaşlar önceden
kağıt içinde sarılı halde götürülürken, bugünlerde tahtadan özel olarak yapılmış bir
sandığın içine konulmaktadır. Bu kumaşın üzerine ise beşi biryerde, yüzük, altın
bronş, iç çamaşırlar, abiyelik kumaşa uygun ayakkabı, çanta ve başörtü yerleştirilir.
Bunlar hazırlıklı ailelerin söz olarak gönderdikleri söz sandığıdır. Bunun yanısıra,
bakır veya gümüşten takım halinde tepsi ve içi çikolata ve şekerlerle dolu şekerlik
hazırlanır ve sağdıç aracılığıyla kız tarafına gönderilir.27
Sağdıç aynı gecede hazırlanmış olan söz hediyelerini kız tarafına ulaştırdıktan
sonra kız tarafı da erkek tarafı için hazırladıkları hediyeleri sağdıca teslim eder. Kız
tarafının hazırladığı söz hediyeleri, ani karar verilmiş ise, bonbonyer, üzerinde oyalı
havlu, mendil üzerine erkek için söz yüzüğü ve parfümden oluşur. Yok eğer, önceden
hazırlıklı iseler bunların yanısıra kız tarafı da söz sandığı hazırlar. Bu sandığın içine
oyalı, işlemeli havlu, mendil içerisinde altın yüzük, kayın valideye başörtü,
kayınpedere gömlek gibi eşyalar yerleştirilir. Bununla birlikte buket çiçek, bakır
veya gümüşten tepsi ve içi çikolata ve şeker ile dolu şekerlik gönderilir. Sağdıç aynı
27
Kaynak kişi: Sema Nuredini ve Havva Şabani.
123
gecede bu söz hediyelerini erkek tarafına teslim ettikten sonra söz merasimi
gerçekleşmiş olur.
Söz bittikten ve davetliler ayrılınca gece yarısında erkeğin annesi, evlenecek
olan oğlanın elbiselerinden bir parça ip sökerek evin bahçesindeki bir ağaca bağlar.
Bu ip düğün bitinceye kadar bağlı tutulur. Bunun nedeni erkeğin kendi sözlüsünden
başka kimseyi düşünmemesi ve ondan başka kızlara yakınlık hissetmemesi,
düğünden sonra sadece sözlüsü ile ilişkiye girmesi içindir. Gelin almaya gidildiğinde
erkeğin anası bağlı olan bu ipi ağaçtan gizlice çözer. Böylece büyü bozulmuş olur.
Kıbrıs Türklerinde de söz kesildikten sonra oğlan evi kız evine çeşitli hediyeler
gönderir. Kıza elbiseler, eldiven, iç çamaşırı, terlik, ayakkabı, şemsiye, makyaj
malzemesi, kokular, elle işlenmiş mendiller, yemişler ve birde nişanın yapıldığına
işaret olarak nişan yüzüğü götürülür. Bu nişanı oğlan evinden altı yedi kişi götürür.
Nişan götürülürken en önde kız için hazırlanmış bohçayı, onun arkasında kızın ailesi
için konulan hediyeler, en arkada ise evin ihtiyaçlarını gidermek için konulmuş
eşyalar götürülür. Bunlar beyaz bohçalar içinde sarılıdır. Hediyeler teslim edilip
ikramlar sunulduktan sonra erkek tarafına hazırlanmış hediyeler de alınır ve neşeli
bir şekilde erkek evine getirilir. Kız evinden oğlan evine traş takımı, takım elbise, iç
çamaşırı, saat, elde işlenmiş para kesesi, kına yakıldığı zaman parmağına koysun
diye işlemeli parmak kılıfı ve en önemlisi nişan yüzüğü gönderilir. Böylece söz
kesme merasimi gerçekleşir.28
Nogay Türklerinde ise dünürler, söz kesmeye genellikle Pazartesi günleri
gönderilir, bu gün uğurlu gün olarak kabul edilir.29
Romanya’nın Dobruca Türklerinde söz kesmede yakın akrabalardan yaşlı erkek
ve kadınlar ile çocuğun anne ve babası kız evine gider. Giderken küçük iki bohça
hazırlanır. Kız tarafı da bir bohça hazırlar. Bohça karşı tarafa olan bağın bir sembolü
sayılır. Bohçanın içinde elbiselik, çamaşır, pabuç, çorap, gecelik, pijama, havlu gibi
hediyeler bulunur. Bu hediyeler maddi durumlarına göre değişiklik arz eder. Önceleri
Dobruca Türklerinde söz kesme töreninden ayrılan çocuk tarafına, her gelene birer
havlu verilir. Bu havlunun anlamı, biz kızımızı verdik, nişan yapılabilir demektir.30
28
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 65,66.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.88.
30
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 88.
29
124
Türkiye’nin bazı bölgelerinde de söz kesme hediyesi olarak oğlan evinde bir
sele içine lokum konarak üzeri işlemeli bohça ile örtülür. Sele dünürlük yapan
kadının başında taşınarak kız evine götürülür. Oğlan evine verilecek hediyeler ise kız
evinde duvara asılırmış ve üzerlerinde kime ait olduğu yazılır.31 Örneğin, Malatya’da
hoca dua eder ve şerbet içilir. Oğlan tarafından bir genç kızın babasının veya
amcasının sakalı öpülür. Kız tarafından fincan çalma ve bunu güveye götürüp davet
karşılığı geri verme geleneği de hayli yaygındır.32 Maraş’ta da söz kesme şerbeti
içilir. Oğlan evinin yolladığı şekerle şerbet yapılıp dağıtılır. Kadınlar ayrı, erkekler
ayrı şerbet içer, çerez ve meyve yenir, çalgı ve türkülerle eğlence yapılır. Kaynana
kıza yüzük takar.33
Makedonya’da başlık parası milletlere ve bölgelere göre farklılık arz eder.
Mesela Arnavut Müslümanlarda bu uygulama bazı bölgelerde oldukça yaygındır.
Özellikle köylerde kız için yüksek miktarda paralar istenir. Makedonya’nın Doğu
bölgesinde yaşayan Türkler arasında daha önce var olan başlık uygulaması son
dönemlerde ekonomik sıkıntılardan dolayı hiç denecek kadar azalmıştır. Gostivar,
Kalkandelen, Üsküp şehirlerinde yaşayan Müslümanlarda özellikle Türklerde başlık
parası neredeyse hiç rastlanmaz.
Türkiye’nin değişik bölgelerinde günümüzde de başlık parası dikkat çeker.
Mesela Elazığ’da yüklü bir miktarda erkek tarafı kız tarafına başlık parası
ödemektedir. Erzurum’da söz kesmede başlık miktarı kararlaştırılır hatta nişandan
önce kız tarafına bir miktar para ödenir. Eskişehir’de başlık parasına ağırlık denir ve
en fakir olan bile kız tarafına ağırlık ödemek zorundadır.34
Kalın veya başlık Türk aile hukukunda yaygın olan bir temeldir. Türk tarih
kaynaklarında genelde kalın geleneğinden bahsedilir. Kalın kızın ailesine verilen bir
aile malıdır. Bu yüzden kalında oğlan ailesinin de payı veya miras hakkı vardır.
Kalın ile başlık aynı anlama gelmez. Kalın babanın sağ iken oğullarını
evlendirebilmek için verdiği paydır. Başlık ise evlenme sırasında kız ailesine verilen
31
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 9-10. Koşay, “Türk Folklor Araştırmalarında Mukayese ve
Tarihi Metoda Yöneliş” I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri I. Cilt, Genel
Konular, 1976.
32
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 42.
33
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 175.
34
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 20, 21, 22, 44, 45; Koşay, “Türk Folklor Araştırmalarında
Mukayese ve Tarihi Metoda Yöneliş; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 92.
125
bir hediyedir. Fakat kalın zamanla gerçek anlamını yitirmiş ve başlık kelimesi ile
özdeşleşmiştir. Günümüzde Türk kültüründe kalın ile başlık aynı anlamda
kullanılmaktadır.35 Kaşgarlı Mahmut’un derlediği atasözünde “Kızı ancak kalın
verebilen alabilirdi, yoksa para ile alınabilen şey ya cariye ya da kadın olabilirdi”
diye geçmektedir.36 Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi kalın ve başlık aynı anlamda
kullanılmış ve Türk kültüründe eskiden var olan bir gelenek ve uygulamadır.
2.1.11. Nişan
Makedonya Müslümanları kendi gelenek, inanış ve uygulamalarına eskiden
olduğu gibi günümüzde de sıkı sıkıya bağlıdır. İşte bu uygulamalardan biri nişan
merasimidir. Nişan, söz kesiminden sonra evliliğin ilk adımı olarak kabul edilir. Bu
uygulama bölgesel ve etnik kültürlere göre farklılık arz etmektedir. Aynı zamanda
önceden yapılan uygulama ile günümüzde yapılan uygulama kişilerin maddi
durumuna göre değişiklik gösterir. Zenginler bu merasimi daha coşkulu, müzik
eşliğinde, bol hediyeli gerçekleştirirken, ekonomik durumu zayıf olanlar daha sade
bir şekilde yapmaktadır. Fakat, “nişansız düğün olmaz” sözü Makedonya’da çok
yaygın olan bir anlayıştır.
Önceleri, Makedonya’nın batısında yaşayan Müslümanlarda, özellikle Gostivar
ve çevresinde yaşayan Türklerde söz kesildikten sonra düğüne kadarki yapılıp
edilenler günümüzdeki gibi değildi. Törenler daha sade idi ve çoğu zaman gelin ve
damat ortalarda görünmez. Her şeyi ebeveyn düzenlerdi. Örneğin nişanda geline
kayınvalide tarafından yapılan özel bir tatlı ekmek ve beyaz bir tülbent götürülürdü.
Tatlı ekmeğin anlamı, gelin erkek tarafını tatlı tatlı düşünsün ve erkek ailesine karşı
sevgisi ekmeği kabartan maya gibi günden günden çoğalsın içindi. Beyaz tülbent ise,
gelinin nişanlı olduğu müddetçe başındaki saçlarının düşmemesi ve onu düğüne
kadar kullanması içindir. Beyaz tülbent ve tatlı ekmek götürme işi genelde Hıdırellez
günü yapılırdı. Fakat nişan dönemi Hıdırelleze denk gelmez ise, tatlı ekmek ve beyaz
tülbent nişanda götürülür. Bunların yanında bazen, şekerlemelerle dolu işlemeli
35
Bahaeddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 3. b, İstanbul 1988, s.
256-258. Mehmet Naci Önal, Romanya Dobruca Türkleri ve Mukayeseleriyle Doğum,
Evlenme ve Ölüm Adetleri, Ankara 1998, s.84.
36
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi (Kaynaklar ve Açıklamaları ile Destanlar), Cilt I, Ankara
1993, s. 528.
126
mendil de gönderilir. Ayrıca kız tarafının ipliğini özel olarak girdikleri ipek işlemeli
çevre bu sırada erkek tarafına gönderilir.
Söz kesildikten sonra üç, beş veya bir hafta sonra erkek tarafı yakın akrabaların
kadınlarını davet ederek - on-yirmi kişi arası - akşam sonrası geline çaya gidilir. Bu
gecede geline hediyeler, giyecek eşyalar, altın takılar gibi hediyeler götürülür. Bu
sırada yakın akrabalar ilk gidişleri ve ilk görüşleri anısına geline hediyeler verir ve
takılar takar. Bazen de Hıdırellez ziyaretinde olduğu gibi yine tatlı ekmek ve tülbent
götürülür. Bu esnada daire yani def eşliğinde şarkılar söylenir ve oyunlar oynanır.
Söz kesildikten sonra nişan merasimi kız evinde gerçekleşir. Kız tarafı da gelen
misafirlere ikramlarda bulunur bazen yemek verirler, beraberce çay, kahve içerler, ve
eğlenirler. Burada bir-iki saat kalınır. Geri dönüşte ise kız tarafının erkek tarafı için
hazırlamış oldukları hediyeler misafirlere teslim edilir. Misafirler şarkılar eşliğinde
kız evinden ayrılıp erkek evine gelirler. Erkek evinde gönderilen hediyeler, gelen
misafirlerin görmesi için özel bir odada sergilenir. Kız evinde yaşananlar erkek
tarafında olanlara anlatılır.
Makedonya’nın Doğu bölgelerinde yaşayan Müslümanlarda ise bu son
zamanlarda söz ve nişan törenlerinde içki kullanıldığı dikkat çeker. Batı bölgesinde
ise sofralarda içki kullanılmaz. Özellikle Gostivar, Kalkandelen, Üsküp, Debre’de
yaşayan Türkler arasında içkili eğlencelerin pek bilinmez ve merasimler erkekkadınlar için ayrı ayrı mekanlarda gerçekleşir. Merasimlerini erkek – kadın bir arada
yapan Müslüman ailelerden bazıları yani günümüzde “banketlerle” eğlencelerini
veya merasimlerini gerçekleştirenlerin sofralarında, son zamanlarda maalesef
içkilerin de olduğu dikkatimizi çekmiştir.
Erkek tarafından bazı aileler nişandan sonra hocalara gidip kızın düşmanlardan
ve kötülüklerden korunması için muska yaptırır ve bu muskayı kız düğününe kadar
üzerinde taşır. Böylece gelinlik ile kızın bütün kötülüklerden korunacağı kabul edilir.
2.1.12. Nişan ile Düğün Arasında Yapılanlar
Makedonya genelinde bazı aileler, ekonomik sıkıntıları nedeniyle nişan
yaptıktan sonra düğüne kadar hiçbir şey yapmazlar. Masraf olmasın diye nişan bile
yapmayan aileler vardır. Onlar, söz kesildikten sonra düğüne kadar hiçbir masrafa
127
girmezler. Maddi durumları iyi olan aileler ise düğüne kadar değişik tören ve
uygulamalar dikkati çeker.
2.1.12.1. Bohça – Dürü Gönderme
İki aile bunun için bir gün belirler. Bohça gönderme merasimi önceden evlerin
bahçelerinde yapılırken günümüzde salonlarda yapılmaktadır. Bohçada erkek
tarafınca hazırlanmış saltalar – el işi simli kaftanlar, uzun etek – abiyelik elbise,
kostimler – döpyes takımlar, ayakkabılar, altın takılar: küstek ve yüzükler, kolye,
halkalar – bilezikler gibi eşyalar vardır. Bu eşyalar törenin yapıldığı salonda geline
tek tek giydirilerek davetlilere gösterilir. Bunun yanı sıra düğüne kadar gelinin
giyeceği taşımalık eşyalar da erkek tarafından götürülür. Bunlar: günlük kıyafetler,
yatak takımları, seccade, oyalı başörtüler gibi eşyalardır ki salonda ayrı bir yerde
sergilenir. Bu esnada gelen davetliler ve gelin adayı canlı müzik eşliğinde halay
çekerler.
Bohçayı kız tarafına genelde erkekler götürür. Yapılan kısa ikramlardan sonra
erkekler eve dönüp eğlencenin yapılacağı mekana daha sonra arabalarıyla kadınları
götürür. Bohçanın yapıldığı alanda gelin adayı, gelen tüm davetlileri selamlayıp
sonra kendisine getirilmiş olan eşyaları giyerek onlara gösterdikten sonra damat
adayı da kız tarafından getirilmiş elbiseleri giyerek eğlencenin yapıldığı alana girer.
Gelin ve damat adayına burada altın yüzükler takılır. Damat gelin ile beraber halay
çektikten sonra kadınlar arasından ayrılır.
Bohça merasiminde kız tarafından erkek tarafına hazırlanan eşyalar da salonda
veya merasimin yapıldığı alanda sergilenir. Kız tarafından hazırlanan eşyalar
şunlardır: gelinin kayın validesine en kaliteli elbiselik kumaş, pijama takımı,
çoraplar, terlik, başörtü, seccade, özel işlemeli yatak takımı, özel işlemeli el bohçası;
kayın pederine ise, takım elbiselik kumaş, gömlek, pijama takımı, çorap, kravat,
ayakkabı, seccade, özel işlemeli yatak takımı, özel işlemeli el bohçası gibi eşyalar
özel bir kutuda süslü bir şekildedir. Gelin, kayın validesine hazırladığı eşyaların
aynısını eltiye, görümceye, babaanneye, amcanın karısı – yengeye, anneanneye ve
dayının karısı olan yengeye götürür. Bunların eşlerine kayın pederine hazırladığı
eşyaların aynılarını götürür. Bohça merasimi ismini, hediye olarak götürülen özel
işlemeli el bohçasından almıştır.
128
Ayrıca bohça merasiminde erkek ve kız tarafı birbirlerine konak tatlısı
gönderir. Bu batı Makedonya’da yaşayan Müslümanlara ait özel bir tatlıdır. Tatlı,
tereyağı – un – yumurtadan elde edilen hamura gül veya üçgen şekli verilerek
pişirilir ve şerbetlenir. Buna gelin ve damat tatlısı adı da verilir.
Dobruca Türklerinde de bohça uygulaması vardır. Nişandan sonra kız tarafı
oğlan tarafına bohçalar gönderir bu bohçalara kime ait olduğunu belirtmek için
üzerlerinde isimler yazılır. Bohçalar eşyaların çokluğu, kalitesi ve bohçaların sayısı
ailelerin maddi durumlarına göre değişir. 37
2.1.12.2. Hıdırellezlik
Hıdırellezden bir gün önce yani çiçek gününün akşamında, yatsı namazından
sonra erkek tarafından topraktan yapılan bir çömlek (küp) alınır. Orada hazır bulunan
genç kızlar ve gelinler toka, yüzük, küpe, kolye, bilezik gibi eşyalarını o gece küpün
içine atar. Küp beyaz bir yazma ile örtülür ve tellerle süslendikten sonra gül ağacın
altına saklanır. Burada geceleyen küp ertesi günün sabahında, içinde nelerin
atıldığını bilmeyen bir kadın seçilir. Evin bahçesinde kilim serildikten sonra kadın
küpü alıp bahçenin ortasında oturur. Küpün içine eşyasını koymuş olan kız, gelin ve
kadınlarda onun etrafında oturur. Kadınlar maniler eşliğinde küpün örtüsünü açtıktan
sonra elini küpün içerisine koyarak değerli eşyaları maniler eşliğinde tek tek dışarı
çıkarır. Her eşyayı çıkarmadan mani söyler ve o maninin manası, eşyası çıkan kişiye
ait olur. Buna martifal uygulaması denir. Yani bu Hıdırellez gününde yapılan
eğlenceli bir çeşit faldır ve sadece nişanlı erkeklerin evlerinde yapılır. Bunun nedeni
falların gerçeğe dönüşeceği, yani, falın günlük hayata etkileyeceği inanılır.
Bu tören sırasında söylenen bazı maniler şöyledir:
Karanfilsın bibersın
Bilerım ki güzelsın
Süz verdım ki alacim
Niçin gayle çekersın
Kışın yonce biçılmez
37
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 100.
129
Çay şekersız içılmez
Sen üteye ben burda
Böyle dünya çekılmez
Bahçenın tikenlıgi
Gel evımden şenlıgi
Hep mi sana verıldi
Dünyanın güzellıgi
Çarşida latif çiçek
Boyumdur ince yüksek
Ben sana gönül verdım
Allah yardım edecek
Güle bindım gülmedım
Gülden düştüm ülmedım
Ben o nazli yarimi
Hiçbir yerde gürmedım
Odamdaki yaygilar
İpte serdım havlilar
Senin için yüregım
Yanar nasıl kandillar
Ak şalım yeşil şalım
Daglarda dolaşalım
Haçın nasip olacak
Yarimle buluşalım
Gel bahçeye girelım
Uzat el gül vereyım
Aramız uzak oldi
130
Seni nerde göreyım
Keremit parçaları
Sayarım haftaları
Eğer yarim gelmezse
Kırırım tahtaları
Süt ocakta pişiyor
Bülbüller konuşuyor
Sen aklıma gelince
Yüregım tutuşuyor
Karşıda kara kapı
Kapıda çengel sapı
Sevdıgımden ayıran
Dilensın kapi kapi
Taş attım gümlesın
Aşık olan dinlesın
Beni sevdıgımden ayıran
Düşeklerden inmesın
Makedonya’daki küp uygulamasına benzer eğlenceler Ağrı’da da görülür.
Fakat bu, kısmetleri kapalı olan kızlar için yapılan bir uygulamadır. Aynı şekilde
Hıdırellez gününde bir testi alınıp içine üzerlerinde bulunan yüzük, küpe gibi takılar
konur. Testi gül ağacı altına bir müddet bırakılır. Daha sonra maniler eşliğinde testi
içindeki takılar çıkarırlar. Böylece kapalı kısmetlerin açılacağı kabul edilir.38
Yine Hıdırellez gününde genç kızlar, bereketin bol olması ve hayırlı kısmetler
açılması için ağaçlardan yeşil dallar kırıp ellerine alarak türküler eşliğinde
mahalledeki nişanlı erkeklerin kapılarını yeşil dallarla süslerler. Ayrıca sağlık ve
sıhhat için de özellikle bu günde bol bol yürünmesi tavsiye edilir.
38
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 102.
131
Hıdırellez dolayısıyla erkek tarafı kız tarafına kıyafet, gelin tatlısı olan konak,
anne, baba, varsa dede, nine, kardeşlere değişik kıyafetlerden oluşan hediye paketleri
gönderir. Kız tarafı da aynı şekilde erkek ve ailesine hediyeler götürürler. Bunun
yanında erfene adı verilen meyve, kuru yemiş, çikolata, pastalardan oluşan süslü bir
sepet hazırlanır ve kıza gönderilir. Bunlar yakın akrabalardan beş-on genç kız
tarafından kız evine taşınır.
2.1.12.3. Aşurelik
Erkek ve kızın nişanlılık dönemi aşure yani Muharrem ayına denk gelirse,
erkek tarafı aşure pişirir. Bu aşure özel bir kabın içine konur. Kabın içine de altından
lira veya beşibiryerde atılır. Aşure ile dolu kab iyice süslendikten sonra evin
yakınlarından biri erkek diğeri kız çocukları tarafından geline aşure götürülür. Kız
tarafından çocuklara değişik hediyeler verilir. Çocukların seçilme nedeni, gelinin
çocuklar gibi sağlıklı, temiz, saf ve bahtı açık olması içindir. Kız tarafı aşure
dolayısıyla yakın akrabaları davet eder ve onlara ziyafet verir. Aşurenin içindeki
altının ise mutlaka gelin tarafından bulunması gerekir. Bu durum onun aşureyi
beğendiği ve sevdiğinin bir işareti sayılır.
2.1.12.4. Ramazanlık
Erkek tarafının yakın kadın akrabaları Ramazan ayında iftar sonrası bir gün kız
tarafına giderler. Geline elbise; su bardağı, çay bardağı, limonluktan oluşan bir set ve
bu bardakların içine çeyrek altın yerleştirilmiş bir gümüş tabak içinde götürür.
Gelinin gideceği erkek tarafın zengin olduğu ve kendisinin sıkıntı çekmeyeceğini
inanması için her bir bardağa altın konur. Kızın anne, baba ve ev halkına da bu
bardaklardan oluşan set götürülür, fakat onlara altın koyulmaz.
Kız tarafından ise bu ay dolayısıyla erkek tarafına gelen misafirlerle mutfak
eşyaları gönderilir. Bu eşyalar kızın hazırladığı çeyizin bir bölümüdür. Mutfağının
bereketli olması inancıyla mutfak eşyanın ramazanda götürülmesi adettir.
132
2.1.12.5. Bayramlık
Ramazan bayramında bayramının ilk günü geline erkek tarafından kıyafet ve
çikolata gönderilir. Üçüncü gününde ise, diğer hediyeler gönderilir. Kurban
bayramında ise, geline süslenmiş bir koç veya koyun kızın evine yollanır. Durumu
iyi olan aileler koçun boynuzlarına altın lira veya beşi bir arada asar. Altın geline
emanet edilir. Kurban kesilince yakın akrabalara da etinden dağıtılır veya yemekli
davet yapılır. Üsküp’te yaşayan Müslümanlarda da nişanlı kızın evine koç gönderilir.
Burada koçun boynuzlarına elma takılır.39
Aynı şekilde Dobruca Türklerinde de kurban bayramında geline koç gönderilir.
Koç parlak tellerle süslenir, boynuzuna elmalar takılır. Ramazan bayramında da
taraflar birbirlerine ramazanlık adı verilen hediyeler gönderir. Günümüzde bu adetler
büyük oranda unutulmuş veya farklılaşmıştır. Örneğin, nişan ile düğün arası yılbaşı
denk gelirse taraflar yılbaşında birbirlerine hediyeler gönderir.40
Türkiye’de de bazı bölgelerde buna benzer uygulamalar hâlâ vardır. Nitekim
Erzurum’da nişan ile düğün arasında bayram gelirse güvey kayınvalidesine,
nişanlısına varsa nişanlısının kız kardeşi ve kardeşine hediyeler gönderir, bunlara
“bayramlık” denir. Kurban bayramında da koç gönderme geleneği vardır. Benzeri
adet ve uygulamalar Isparta, Antalya ve Niğde’de rastlanır.41
2.2.13. Kına Gecesi ve Çeyiz
Makedonya’da kızlara çeyiz hazırlama erken başlar. Kızın anası ve yakın
akrabaları neredeyse bebek doğar doğmaz çeyiz hazırlamaya koyulur. Hazırlanan
çeyizde neredeyse tüm takımların el işi olması gerektiğinden çeyiz hazırlanması uzun
zaman sürer. Erkekler ise başlık parası uygulanan bölgelerde erkenden bu parayı
temin etmeye çalışır. Bunun yanı sıra düğün masraflarını karşılanabilmesi için
yapılan hazırlıklara yardımcı olurlar. Onlardan bazıları bunun için gurbete çıkmak
zorunda kalır.
Kına gecesi Makedonya’nın her yerinde yapılır. Fakat bölgesel farklılıklar söz
konusudur.
39
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 36.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 100,101.
41
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 29,92. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 100,101.
40
133
Makedonya Müslümanlarında kına genelde kız evinde olur. Kınayı geline
kızlar yakar. Kına tepsisinde bazı bölgelerde mum bulundurma adeti vardır. Doğu
Makedonya’da yaşayan Türklerde kına, türküler eşliğinde yakılır. “Vurun gelin
kınasını, ağlatmayın anasını” gibi türküler söylenir. Kızın anasının gelin giderken
ağlamaması için teselli edilir. Kına yakılırken kızlar geline ayna tutarlar. Bazıları ise
aynayı gelinin başına koyarlar.
Gostivar ve çevresinde önceden kına gecesi Salı günlerinde yapılır, Çarşamba
günü ise gündüz yapılan yemekli kına gece, Perşembe ise düğün yapılırmış. Salı
günü akşamı yakın kadın akrabalar ve kızın yakın arkadaşları davet edilir. Gelin
kınası, onun bekar arkadaşlarınca yakılır. Ana-babası sağ olan kızlar tercih edilir.
Bunun nedeni, gelinin kocasının erken vefat etmemesi yani, gelinin genç yaşta dul
kalmamasıdır. Kına yakıldıktan sonra kınalı gelin orada bulunan yakın arkadaşlarını
ve ailesini tek tek sarılarak veda eder. Bu esnada ağlaması o kadar şiddetli olur ki
bütün komşular bu ağlamayı duyar. Gelinin yüksek sesle ağlaması, bütün komşuların
duyup onu acıması ve hakkını helal etmesi içindir. Birkaç saat sonra yine kınayı
yakan kızla beraber yakılan kınanın yıkanması için bahçedeki çeşmeye ve yakındaki
akar suya gidilir. Kınanın akar suda veya çeşmede yıkanması, gelinin ömrünün su
gibi akması ve uzun olması içindir.
Günümüzde ise kına gecesi yine Salı geceleri yapılır. Kına erkek tarafından
hazırlanır ve erkek tarafından yeni evlenen gelinler, bekâr kızlar ve erkek tarafının
kadınlarından oluşan yakın akrabaları kızın evine gitmek için hazırlık yapar. Gelin ve
kızlar bu gecenin merasimi dolayısıyla genelde sim işlemeli kırmızı renkte şalvar
giyerler. Kayın valide bu gece merasimi dolayısıyla yaptırmış olduğu kırmızı renkte
saltaları (kaftanlar) geline götürür. Aynı zamanda erkek tarafından küçük mendiller
içine sarılmış leblebi, fındık ve fıstıkları geline götürülür. Gelin ise bu kuru yemişleri
orada hazır bulunanlara kınayla birlikte dağıtır. Düğün halkı yani erkek tarafı, Salı
akşamı gelinin evine gider. Gelin evinin bahçesine gelen misafirler toplandığında,
gelin alkışlar eşliğinde misafirlere hoş geldin demesi için evden çıkar. Herkesin elini
öper. Gelin misafirleri özel kıyafetleriyle karşılar. Gelin çıktığında ve herkesin elini
öptükten sonra elti ve görümce tarafından kızın elinden tutup evin müsait bir
odasında bu geceye özel olarak hazırlanmış kırmızı kaftanlar giydirilir. Başı da
kırmızı bir duvak ile örtülür. Kırmızı renk genelde gelinin şanlı olması inancıyla
134
tercih edilir. Gelinin daha güzel görünmesi için bu renk seçilir. Gelin giyinmiş halde
tekrar dışarı çıkarılır. Bahçenin ortasında bir sandalyede oturtulur. Elti veya gürümce
gelinin elini açıp, evden kayın validesi tarafından gönderilen bir altın lira ile kıza
kına yakılır. Gelinin çalışkan ve hayırlı olması inancıyla kına, ilk önce sağ sonra da
sol eline yakılır. Kına yakılırken gelinin ağlaması için hüzünlü türkü ve maniler
söylerler.
Kına Gecesinde Ve Kına Yakılırken Söylenen Maniler:
Çarşidan aldırdım ne isterdi canım
Zannetme gelin hanım gelmişık alalalım
Gelmişık gelin hanım kınani koyalım
Hain duşmanlarıni çatlatıralım
Güzel ablalarıni aglatıralım
Gelin hanım alnına lira takacasık
Yarın akşam annenden ayıracasık
Gelin hanım elınde telli su sırçasi
Aglarmiş annesi boşanır sofrasi
Aglama mıri anne sofra boşanacak
Benım yerıme be anne kim oturacak
Arkadaşlarımle annem kim konuşacak
Büyük bahçeleri annem kim dolaşacak
Kına koyulduktan sonra düğün evinden gelenler kına gecesinden ayrılmadan
evvel son olarak bu türkü ile veda ederler. Aynı zamanda gelini ağlatmak için bu
türkü söylenir.
Yüksek, yüksek tepelere ev kurmasınlar
Arşı arşı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun
135
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim
Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa
Açsa da gelse
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim
Daha sonra gelin yerinden kalkıp gelenlere kayın valide tarafından gönderilen
kuru yemiş ve kınayı dağıtır. Misafirler bir taraftan canlı müzik eşliğinde halaylar
çekip eğlenirken, diğer taraftan kızın ailesi tarafından çay, tatlı, meyve suyu gibi
şeyler ikram edilir. Geç saatlere doğru, kına gecesi sona erer ve misafirler dağılır.
Ertesi gün kına günü yapılır. Bu merasim öğlenden ikindiye kadar devam eder.
Önceleri bu uygulama evlerin bahçelerinde yapılırken günümüzde modern düğün
salonlarında gerçekleşir. Gelin o gün gelinliklerini ilk defa giyer ve süslenmiş halde
kınanın yapılacağı salona getirilir. Kızın gelinliği, ilk doğacak olan bebeğinin erkek
olması için erkek çocuk tarafından giydirilir. Bu merasime hem erkek hem de kız
tarafından yakın akrabalar, kadın ve kızlar davet edilir. Davete icap edenlere yemek
verilir ve müzik eşliğinde halaylar çekerler. Bu halaylara ara sıra gelin de eşlik
eder.42
Üsküp’te kına gecesi kız evinde düğünden üç gün önce olur. Büyük ve küçük
kına gecesi olarak iki gün yapılır. Büyük kına gecesi genelde Cumartesi günü olur.
Bu gün kızlar ve kadınlar müzikler eşliğinde eğlenir ve yemekler verilir. Küçük kına
gecesi ise Cuma günü yapılır ve kınada sadece kızlar bulunur. Kına mumların
yandığı bir tepside getirilir. Kına bittikten sonra gelin yakınlarıyla helalleşir.43
42
Kına ile ilgili kaynak kişiler: Sema Nuredini, Şevale Mustafa, Fikriye Veliyi, Hürmiz Veyseli ve
Rukiye İmeri.
43
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 36,37.
136
Tearçe Türklerinde erkek tarafı kız tarafına kına getirir. Kınadan sonra gelin
ağlatılır. Gelin ne kadar çok ağlarsa kurulan yuvanın o kadar sağlıklı ve bereketli
olacağı kabul edilir. 44 Gelin ağlatma Türkiye’nin değişik bölgelerinde de var olan bir
uygulamadır.45
Kına tepsisine Anadolu’da da mum konulur. Bilhassa Elazığ kına gecelerinde
mum önemli bir rol oynar. Mum, gelinin geleceğinin aydınlık, nurlu olması, yeni
çiftlere feyz, ışık vermesi için yakılır.46
Kına yakma, Türk inançlarında seçilmiş, adak edilmiş olanı gösterir. Bunun
içindir ki, asker adayına, kurban edilecek hayvana, evliliğe aday olan gençlere kına
yakılır. İnanca göre, o işareti taşıyan canlı ve cansız varlıkların mukaddesliğine
inanılır ve onlara dokunulmaz. Bu niteliği taşıyan nesne ve şeylere dokunmak, onlara
saygısızlık etmek, uğursuzluk ve felaket getirir inancı ile adanmışlar koruma altına
alınmış olunur. Düğünlerde, nişanlarda kına yakma adeti bu inancın bir uzantısı
olarak devam etmektedir.47
Diyarbakır’da sünnet olan çocuğa, gelin ve güveye, askere giden gençlere kına
yakılır. Bu ilde kınanın koruyuculuğuna inanılır. Sivas’ta kına gecesi, kına yakma
sırasında gelinin ağlaması, yaş dökmesi şarttır. Gelinin çok çocuğu olması,
zürriyetinin devamı için ağlaması gerektiğine inanılır.48 Erzurum’da kına hamamda
yakılırmış. Kınanın üstüne yedi mum konur. El ve ayaklara kına yakılırmış.49
Eskişehir’de yaşlı kadınlar gelinin etrafında daire olur, üç defa dönerlermiş. Kız
kıbleye karşı oturtulur ve duvağı açıp saçına kına konulurmuş. Ayrıca ellerine
bileklerine kadar ve ayaklarına kına yakılırmış.50 İzmir’de gelin kınası yakılırken
odanın ortasında bir yatak konulurmuş. Gelinin eline ve ayağına kına yakılırmış.
Kızlar ve erkekler pınar başına gider orada oyunlar oynarlar, eve döndüklerinde
kızlar odada erkekler bahçede oyuna devam ederlermiş.51 Bolu’da düğünün ilk
akşamında kına yakılırmış. Kınaya gelenler tek tek oynatılırmış. Oyundan sonra tepsi
44
Kaynak kişi: Feysal İsmaili ve ailesi.
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 178.
46
Kalafat, “Geçmişten Günümüze Halk İnançlarımızda Işık”, Milli Folklor, Ankara 1994, s. 20.
47
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 105,106.
48
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 107.
49
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 124.
50
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 161.
51
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 173.
45
137
içinde çerez ve mumlar getirilirmiş. Gelin kırmızı duvaklı olur, kızlar türküler söyler,
gelenler hediyeler verirmiş. Gece yarısından sonra gelinin eline kına yakılırmış.52
Dobruca Türklerinde kına gecesi gündüz dini nikahın yapıldığı akşamı
yapılırmış. Buna gelin kınası denir. Kına gecesi misafirlere çerez ikram edilirmiş.
Gelinin kınası önceleri ellerini bileklerine kadar olurmuş. Sonra parmak uçları ve
avucuna yakılırmış. Bu esnada gençler dare (daire) çalıp türküler söyler,
eğlenirlermiş. Kına yakıldıktan sonra kınayı kara yapmak için kınalı yerleri kireç
suyuna sokarlarmış.53
Çeyiz: Çeyiz küçük yaşlardan hazırlamaya başlanır. Anne, babaanne, teyze,
hala, komşular kızın çeyizinin hazırlanmasında yardımcı olurlar. Çeyizde, olmazsa
olmaz çay peçetesi, el işlemeli yatak takımları, şamiler – yazmalar, kıvraklar,
dokuma gömlekler, çinkanlar – şalvarlar, eve lazım olan tentene – kırlentler, masa
örtüler, yemek takımları, mutfak takımları kız tarafından yakınlarının da yardımıyla
bulunur. Bunların hepsi el işlemeli, tığla veya iğne oyasıyla yapılır.
Çeyiz gelin alındıktan sonra, aynı gecede kız tarafından erkek tarafına bekar
kızlarca götürülür.
Günümüzde ise çeyiz, bir hafta önce, kızın yakın akrabaları tarafından gündüz
erkek evine yollanmaktadır. O günden düğün bitene kadar çeyiz erkek evinde gelen
misafirlerin görmesi için sergilenir. Çeyiz götürülürken ve orada sergilenmesi için
pakete koyulu ve üstü şeffaf folyolara sarılır. Bunun, Türkiye’den geçmiş olan bir
uygulama olduğu kabul edilir. Fark ise, çeyizin misafirlerin görmesi için
sergilenmeden dolaplara konulmasıdır.
Düğünden sonra çeyiz maniler, türküler eşliğinde bekar kızlar tarafından
toplanır. Gelin de adet olarak kızlara çeyizden birer hediye verir. Bekar kızlar
tarafından toplanması, gelin eşyalarını iyi günde giymesi ve kullanması inancını
taşır.
Dobruca Türklerinde ise, çeyiz ilk önce kızın evinde dizilir. İplere, duvarlara ve
uygun yerlere serilir. Gelin gitmeden önce akraba ve komşular çeyiz görürler. Çeyiz
bakmaya gelenler eli boş gelmezler, kızın eksiğini tamamlayan eşyalar getirirler.
52
53
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 178.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 132, 133.
138
Kimden ne gelirse okuyucu bağırarak davetlilere duyurur. Çeyizler tarafların maddi
durumuna göre değişir. Bazıları çeyiz olarak beyaz eşya ve mobilyalar da
götürürmüş. Çeyiz, anlaşmaya göre gelin gitmeden önce erkeğin evine götürülür.
Çeyiz, güvey odasında dizilirmiş. Duvarlara ve iplere asılarak kız ne yapmışsa orada
hepsi sergilenir. Düğüne kadar eve gelen herkese çeyiz gösterilir.54
Türkiye’de çeyiz sergilenmesi törenlerle gerçekleştirilir. Amaç boşanma
durumunda veya anlaşmazlık halinde kızın eşyasının ispatı içindir. Bazı yerlerde ise
çeyiz senedi yazılır. Buna, kız ve oğlana ait eşyalar tek tek yazılır, bedeli de belirtilir.
İki tarafının vekilleri ve şahitleri senedi imzalar.55
2.2. DÜĞÜN ESNASI ADETLERİ
Bu başlık altında; düğüne davet, tıraş gecesi, rubalar, kına gecesi, büyük kına
günü, maya, gelin alma-araba, düğün, gerdek, akıtma, gelinin komşuları ziyaret,
sefte-pırviçe gibi konular ele alınmaya çalışılacaktır.
2.2.1. Düğüne Davet
Düğüne davet her bölgede farklılık gösterir. Hem geleceklerin sayısının belli
olması hem de yapılacak masrafların ortaya çıkarması bakımından davet önemlidir.
Tüm düğünler yemekli olduğu için davetlilerin sayısının yaklaşık da olsa bilinmesi
gerekir.
Düğünden üç gün evvel davet edilen kişilerin listesi hazırlanır. Erkek tarafı
akşam yemeği hazırlar. Yakın akraba ve komşular da bu listeye ilave edilir. Erkek
tarafı bu gecede kimin macatore (düğün esnasında yemek ve temizlik konularında
yardımcı olacak kişiler) olacağını tespit eder. Bunlar genellikle yakın akrabalardan
iki kadındır.
Erkek tarafından davet edilecek kişilerin listesi hazırlandıktan sonra, erkekleri
davet etmesi için yakın akrabalardan veya bekar gençlerden iki erkek, kadınları davet
içinde iki genç kız seçilir. Davetler evden eve gezerek “selam eder Hasan (ev sahibi)
iki kişi Pazartesi rubalar, Salı traş, Perşembe de yemeğe gelesiniz” şeklinde
54
55
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 103, 104.
Mahmut Tezcan, “Ülkemizde Geleneksel Halk Hukuku”, Folklor Araştırmaları, No. 2, 1985, s.
101-102; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 100, 101.
139
erkekler; “selam eder hasaniça iki kişi Pazartesi mayaya, Sali akşam kınaya,
Çarşamba kına gece ve arabaya, Perşembe dügüne gelesınız” şeklinde yapılır.
Davetler genelde, düğünden iki gün evvel yani davet listesinin hazırlandığı gecenin
ertesi günü yapılır. Genelde yakın akrabalar davet edilir. Bunun yanı sıra yakın
akrabalardan mesela görümce, elti, anneanne, dayı, amca, hala, enişte gibilerine de
sayı belli ederek onların da akraba veya tanıdıklarını davet etmeleri için istenir.
Köylerde, dargın olanlar dışında tüm köy düğüne davet edilir. Davetler okuyucular
tarafından yapılır. Hazırlanmış listeler onlara teslim edilir. Erkekleri tayin edilen
erkek, kadınları ise iki küçük kız okuyucu seçilir ve davetleri onlar yapar. Genç kız
okuyuculara geleneksel olarak bahşiş verilir. Bu para şeklinde olur. Önceleri de
Makedonya genelinde davetler aynı şekilde yapılırmış. Fakat sayıları bugüne göre
daha azmış.
Tearçe’de yaşayan Türklerde kızlar daireler-defler eşliğinde komşulara, köy
halkına, yakın akrabalara gidip düğüne davet ederler. Bu davete yürüyerek, şarkı,
türkü eşliğinde gidip evden eve gezip ev sahibinin selamını ileterek düğüne davet
ederler.
Dobruca Türklerinde düğüne davet yıllar içerisinde değişmiştir. Önceleri bir
çocuk beygire biner sokak sokak gezerek herkesi düğüne bağırmakla davet edermiş.
“Falanın düğünü var, falan yerde, davetlisiniz” diye köylülere bağırırmış. Beygire
peşkir bağlandıktan sonra çocuk, yarım saat beygirle köyü gezerek herkesi düğüne
davet edermiş. Köyde dargın olan varsa çocuk ev sahibi tarafından tekrar gönderilir
ve onu özel olarak tekrar düğüne davet edermiş. Günümüzde ise düğüne, düğün
kartları ile davetler yapılmaktadır.56
Kıbrıs Türklerinde düğüne davet edilecek ailelerin reislerinin adının yazılı
olduğu bir liste köy kahvehanesine asılır ya da kasabalarda olduğu gibi, çağrıcı
hanımların ağzından gül suyu ikram edilerek yapılırmış. Yakın akrabalar ve dostlar
ise düğün sahibi tarafından davet edilirmiş.57
Türkiye genelinde önceleri de benzer davet şekilleri vardı. Eskişehir’de daveti
yengeler yapar. İkişer veya dörder yenge okuyuculuk yapar; türkü, şarkı eşliğinde
davet yapılır. Davetliler bahşiş veya şerbet verilir. Malatya’da hem kadın hem de
56
57
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 106,107.
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.69.
140
erkek okuyucular tarafından davet yapılırmış. Menemen’de davetler, kâğıtlara sarılan
şekerler ikram edilerek yapılır ve davet edene mutlaka harçlık verilirmiş.58
Eskişehir’de davet okuyucular tarafından yapılır. Çağırılanlara sabun, şeker, mum
gibi sembolik hediyeler götürülür. Yeri ve zamanı söylendikten sonra okuyuculara
bahşiş verilirmiş. Toroslar bölgesinde düğüne çağrı, yol dağıtma diye adlandırılır. Bu
işi genelde kadınlar görürmüş. Bazı yerlerde erkeklere erkek, kadınlara kadın
okuyucular gönderilirmiş.59
2.2.2. Düğün Günleri
Davetler yapıldıktan sonra erkek ve kız tarafında hazırlıklara başlanır. Düğün
merasimi dolayısıyla kesilecek hayvanlar erkek tarafından temin edilir. Daha önce
tutulmuş olan müzik ekibi düğüne davet edilir ve düğün günü belirtilir. Eğer düğün
salonda yapılacaksa ona göre salon ayarlanır. Kız tarafının da kına gecesi davetleri
genç bir kız aracılığıyla yapılır. Onlar da kına gecesi için ayrı bir salon tutar. Ancak
müzik ekibi erkek tarafından tutulur ve ücreti ödenir.
Önceleri Makedonya genelinde düğün, Peygamber efendimizin doğum günü
olarak kabul edilen Pazartesi günü başlayıp Pazar akşamına kadar bir hafta devam
ederdi. Eski uygulama kısmen devam etmesine rağmen, son zamanlarda kişiler
kolektif mekanlarda çalışması dolayısıyla, düğün için müsait günler hafta sonu olarak
tercih edilmektedir. Bazen da müzik gruplarının veya düğün salonlarının müsait
olmaması, düğünlerin değişik günlerde yapılmasına neden olmuştur. Bundan dolayı
günümüzde düğünler bazı bölgelerde üç gün olup Cuma, Cumartesi, Pazar veya
Perşembe başlayıp Pazar gününde sona ermektedir.
Dobruca Türklerinde de düğünlerin önceleri bir hafta sürürken, günümüzde ise
Cumartesi ve Pazar veya Cuma başlayıp Pazar gününde sona erdiğini biliyoruz.60
Türkiye’nin değişik yerlerinde düğünler farklı günlerde yapılmaktadır. Bolu’da
Cumartesi, Pazar, Pazartesi; Anadolu’da köy ve göçebe ortamında düğünler
sonbaharda yapılırmış. Harman işleri bitip ürünler satıldıktan sonra düğünler
58
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 63-68.
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 177.
60
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 109,110.
59
141
olurmuş.61 Bartın’da düğün bir hafta sürer; Ankara’da Salı, Çarşamba, Perşembe;
Kastamonu’da düğün Pazartesi ile Perşembe arası yapılır; Niğde’de Pazar başlayıp
Perşembe sona erirmiş.62
Kıbrıs Türklerinde düğünler eskiden yedi gün boyunca devam edermiş. Hatta
durumu iyi olanların kırk gün kırk gece düğün yaptıkları da görülmüştür.63
Yukarıda da ifade edildiği gibi, geçmişte Makedonya Müslümanlarında
düğünler yedi günü devam ederdi. Son zamanlardaki dinamik hayat ve ekonomik
sıkıntılardan dolayı bazı ailelerde düğünler üç gün yapılır, dördüncü gün davetliler
evlerine dağılır. Yurtdışında çalışanlar da kısa zamanda dönmek durumunda
oldukları için düğün merasimlerini alelacele bir şekilde yapar. Fakat maddi durumu
iyi olanlar ve ilk düğünleri olanlar ile bu merasimi doya doya yaşamak isteyenler ise
yine bir hafta düğün yapar ve düğünün her bir gününde ayrı ayrı adetlere yer verirler.
Bu adetlerden bazıları şöyledir:
2.2.2.1. Düğünün Birinci Günü - Rubalar
Pazartesi günü rubalar günüdür. Bu günde çalgılar öğlen, misafirler gelmeden
önce gelir. Müziğin çalması düğünün başladığına işaret eder. Bu gün erkek davetliler
düğün evinde hazır bulunur. Halaylar çekilerek eğlence başlatılır. Rubalar: gelinlik,
pardösü, çinkanlar (özel gelin şalvarları), gelinin ailesine hediyeler, tabaka yani
gelinin altın takılarının dizildiği kutu gibi kızın tarafından götürüldüğü eşyalardan
oluşur. Gelinlik beyaz satenden olup bir sepet içine yerleştirilir. Bu sepetin içine,
gelinin bereketli, zengin ve sağlıklı olması için bozuk para, leblebi, şekerleme, pirinç
konulur. Rubalar kız ailesine götürüldüğünde, oradaki kısmeti kapalı olan genç
kızlara şekerlerden dağıtılır ve yedirilir. Bunları alan genç kızların bahtının açılacağı
varsayılır.
Davetlilerin hepsi damadın evinde toplandıktan sonra, önce müzik grubu
gelinin evine gidip müziğe başlar. Daha sonra davetliler hediyeleri alıp arabalarla
kornalar eşliğinde kız evine doğru hareket ederler. Cümle alemin düğünü duyması
için arabalar gelin evine kadar konvoy halinde ve kornalar eşliğinde yavaş yavaş
61
Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 177.
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 70-74.
63
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.69.
62
142
giderler. Bu esnada damat evde kalır; ancak gelin evine giden yakın bir arkadaşını
seçip oradan verilecek telli bardağı almasını ister.
Gelin evine giden misafirler hem halay çekip eğlenir hem de ev halkı tarafından
ikramlanır. Bu esnada bekâr bir kız tarafından telli bardak verilir. Yaklaşık bir-bir
buçuk saat sonra misafirler kız evinden ayrılır. Telli bardağın alınması için tayin
edilen kişi bardağı damada getirir ve bunun karşılığında damattan para alır.
Rubalardan sonra akşamleyin erkek evinde maya denilen merasim vardır.
Buraya yakın akrabaların hepsi davet edilir. Yemekli olan bu uygulamada ekmekler
macatoreler tarafından hazırlanır ki, buna maya denir. Maya nohut mayasıyla
yapılan bir tür ekmektir. Bu kokusu fazla ve etrafa yayılan bir ekmektir ve gelinin o
evde bereketli olması inancıyla yapılır. Koku ne kadar çok olursa gelinin bereketinin
o kadar çok olacağına inanılır. Yapılan maya evin dışına çıkarılmaz. Yani gelinin
dışarı çıkıp çok gezen olmaması, evine bağlı kalması inancıyla maya denilen ekmek
kimseye götürülmez, sadece yapıldığı evde yenir. Yemekten sonra kadınlar def-daire
eşliğinde düğünle ilgili maniler, türküler söyleyip halaylar çekerler.
Dobruca Türklerinde de düğünün bu ilk gününde sağdıç tarafından geline
tellenmiş, süslenmiş bir koç veya koyun gönderilir. Gelinliği, ayakkabısı, eldiveni,
elbisesi de aynı günde gönderilir. Gönderilen koç veya koyun süt hakkının karşılığı
olarak kızın anasına gönderilir.64
Kıbrıs Türklerinde ise düğün Pazartesi günü başlayıp Cuma gününe kadar
devam edermiş. Cumadan sonra ise gelin mübarekesi olarak eve misafir gelip tebrik
ederlermiş, gelin onlara ikramda bulunurmuş.65
2.2.2.2. Düğünün İkinci Günü - Tıraş
Salı günü akşamı tıraş gecesidir. Aynı gece kız tarafında da kına gecesi yapılır.
Kına gecesi, erkek tarafındaki tıraş eğlencesinden önce akşam ile yatsı namazları
arasıdır. Erkek tarafı da kadınlarından bir grup da kına gecesine katılır. Ancak onlar
tıraş merasimi başlamadan önce geri döner. Ev halkı bu merasimler için önceden
hazırlıklarını yapar. Uzak akrabalardan kadınlar ise, düğünü kutlamak için kısa süreli
damadın evine gelirler. Tıraş, canlı müzik eşliğinde yapılır. Evin bahçe kapıları açılır
64
65
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 111.
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.69, 70.
143
ve müziği duyan davetli davetsiz tüm erkekler, daha ziyade gençler traş gecesine
katılır. Tıraşlar bahçede açık alanda yapılır. Berber o gece, halayların çekildiği
bahçenin ortasına masasını kurup, gelen davetlilerden isteyene ücretsiz sakal tıraşı
yapar.
Tıraş merasimi başladıktan sonra macatoreler- yemek ve temizlik için seçilen
iki kadın – kız evine gider ve davetli sayısı hakkında kız tarafına bilgilendirir. Bunun
yanı sıra kızın yakınları macatorelere kızın anasının selamını ileterek onlar da erkek
tarafını kına gününe yani büyük kınaya davet ederler. Macatoreler aynı zamanda
erkek tarafından bir bohçadan oluşan hediyeleri kız tarafındaki macatorelere kumaş
götürürler. Bohçanın içinde bıçak da bulunur. Bu bıçağın manası, gelinin mecazi
manada dilini kesmesi, yani kocaya geldiğinde kocasına kötü sözleri kesmesi,
söylememesi içindir. Kısa bir süre sonra tekrar tıraşın yapıldığı erkek evine dönülüp,
kız tarafını selam ve kelamı erkek tarafına iletilir.
Misafirler o gece akşam saatlerinden başlayıp şarkılar, türküler eşliğinde geç
saatlere kadar coşkulu bir şekilde eğlenir. Bu gece genç kızlar da pencere
arkalarından düğün evine gelen gençleri seçme imkanı da bulurlar. Eskiden halay
çeken erkekleri beğenen kızlar camdan pullu mendil atarmış. Halayı çeken erkek kızı
beğenirse mendili alıp onunla halaya devam eder. Kızda gönlü yok ise mendili alıp
cebine koyarmış.
Bu eğlence gecesi sona ermeden önce, gecenin geç saatlerinde davetliler
dağılmadan evvel damat tıraş olmak için berberin koltuğuna oturur. Bekar kızlar
tarafından süslenmiş, boynuna, kız tarafından gelen söz havlusu konur. Berber,
damadı sakal tıraşı yapıp tekrar sabunladıktan sonra, arkadaşları onu sabunlu halde
halaya davet eder. Damat birkaç defa halay çektikten sonra arkadaşlarının
omuzlarına alınır. Halaylardan sonra müzik kesilir ve damat, berber önüne tekrar
oturtulur ve bekarlığa veda manileri söylenmeye başlanır.
Bu manilerden bazıları şöyledir:
“Elımıze, elımızı boncuklar, Allah versın Ali beye çocuklar”,
“Elımıze, elımıze bızçeler, Allah versın Ali beye kızçeler”,
“Mutfakta trupçe, mutfakta trupçe, inanasın Ali aga gelinın gugufçe”
“Mutfakta lamba, mutfakta lamba, inanasın Ali aga gelin alafranga”
“Çik Ali aga çik nere kapi, gelecektır babalıgın durasın karşi”
144
Bundan sonra fon müziği eşliğinde damat oturduğu sandalye ile beraber havaya
kaldırılıp bahçe içinde gezdirilir ve böylece traş gecesi sona erer. Damat
arkadaşlarıyla vedalaşır ve herkes evine gider.
Debre Türklerinde damat tıraşı Perşembe günü olur. Bu gecenin sonunda damat
sandalyeye oturtulur, çocuklar bohçalık denilen bir tıraş örtüsü tutar. Davul zurna
eşliğinde bohçayla ilgili türküler söylenir. Damadı, kardeşi veya dayısı tıraş eder.
Damadı tıraş edene hediye verilir. Açılan bohçanın içine para, şekerlemeler, pirinç
türünden şeyler atılır. Para, pirinç bol bereketi sembolize eder.66
Kıbrıs Türklerindeki inanışa göre ise Salı günü başlayan iş bitmek bilmez
düşüncesiyle bu günde hiçbir iş yapılmaz. Sadece yemek yenip, içki içilir ve bol bol
eğlenceler yapılır.67
Dobruca Türklerinde damat traşı düğünün son gününde yapılır. Damat tıraş
olmadan önce boy abdesti alır. Bu esnada erkek ve kız tarafından iki grup
oluşturulur. Eğlence mahiyetinde iki grup para vererek berberin tıraşını durdurur ve
kim fazla para verirse onun sözü geçerli olur. Çünkü o grup berbere ve damada
istediğini yaptırabilir. Bu esnada davul zurnalar çalınır. Tıraş bittikten sonra,
Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi güvey sandalye ile birlikte üç defa havaya
kaldırılır. Damat tıraşı aynı zamanda merasim için “bitti tıraşı” olarak kabul edilir.
Yani güvey delikanlılıktan-bekarlıktan çıkar gençler arasına katılır.68
2.2.2.3. Düğünün Üçüncü Günü - Gelin Alma
Tıraş merasimi bittikten sonra Çarşamba günü sabahı, orada kalmış olan yakın
akrabalar birlikte kahvaltı yapar ve kız tarafındaki kına günü için hazırlıklar yapılır.
Kahvaltıda hazır bulunan yakın akrabalara bugüne ait olarak petuliça –yufkadan
oluşan bir tür katlı börek– ve kâyılar –açma türü– gibi hamurlu yiyecekler verilir.
Kına gününe genelde kızlar iştirak etse de davet edilen kadınlar da gider. Kına günü
yemekli ve canlı müzikli olur. Müzik takımı erkek tarafından gönderilir. Bu
merasimde halaylar çekilir, gelin de halaylara eşlik eder. Yemekler yenildikten sonra
66
Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 38.
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.70.
68
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 136-138.
67
145
misafirler dağılır, erkek halkı ise damadın evine geri döner, artık gelin alma
hazırlıklarına balama zamanı gelmiştir.
Kıbrıs Türklerinde ise kına gecesi Çarşamba geceleri yapılır. Saat ona kadar
misafirler toplanır, çalgılar çalınır, eğlenceler yapılırmış. On bire doğru erkek
evinden kız evine davul zurna eşliğinde gelin kınası getirilirmiş. Kına yenge
tarafından sağdıçların elinden alınır. Kına gecesi eğlenceleri sabaha dek sürer,
sabahleyin gelin yatmaya götürülür.69
İlk önce gelin arabası kızlar tarafından süslenir. Gelin almaya gidecekler ise
çinkanlar yani şalvarlar giyerler. Gelin alma genelde Gostivar ve çevresinde yaşayan
Müslümanlarda gece olur. Arnavut Müslümanlarında ise, gelin sabahleyin alınır. Bu
uygulama ile gelinin erkenci olacağı yani, gelinin erken kalkacağına inanılır.
Gelin, Çarşamba akşamı yani Perşembe gecesi eve getirilir. Gelin almaya
gitmeden önce yakın akrabalar erkek evinde toplanır. Orada türküler, maniler
eşliğinde gelin almaya gitme hazırlıkları yapılır. Gelin almaya gidenlere gelin
alıcılar, kadınlara da gelin alıcıçalar denir. Gelin almaya on beş-yirmi arabadan
oluşan konvoy halinde kornalar eşliğinde gidilir. Gelin kadınlar tarafından alınır.
Gelinin evine varıldığında, gelin halkı veya araba halkı birkaç halaydan sonra bir
arada toplanıp bir ağızdan gelinin evden dışarı çıkmasıyla ilgili maniler, türküler
söylenir.
Gelin Almada Söylenen Türküler:
Çarşidan aldırdım ne isterdi canım
Gelmişık alalım güzel gelin hanım
Yüz yuvarlak toz toparlak
Kibar gelin hanım be en parlak
Çik gürelım gelin hanım çik gürelım
Uymiş mi dır gelinlıgın biz gürelım
Uymiştır mıri kızlar uymiştır
Duymiştır damat aga duymiştır (damadın ismi verilir)
69
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.71.
146
Yüzügümden taşi, yüzügümden taşi
Olmiştır gelin hanım gelinlerın başi (gelin ismi söylenır)
Olmiştır gelin hanım gelinlerın başi
Diğer aile gelinlerıni aldi ayak alti
Tomofilın kolcasi lastık
Gel artık güzele hanım ayagına bastık
Tomofilın kolcasi gümüş
Ay gel artık güzele hanım bizde vardır cümbüş
Tomofilın kolcasi ne modali döner
Gelin olmiş güzel hanım sorur nere gider
Damat ovardarın konagıni biler
Ay şefki vurmiş şami dalına
Gelinlık uymiş güzel gelin hanıma
Çık dışarı gelin hanım okuyor sabah
Pek keyifle seni bekler efendi baban
Çik dışarı gelin hanım okuyor üle
Pek keyifle seni bekler hanım anne
Çik dışari gelin hanım okur ikindi
Pek keyifle seni bekler damat efendi
İki gugufçe (güvercin) annem buğday ister
Soydandır damat aga hanımıni soydan ister
İki gugufçe annem buğday aldi
Soydandır damat aga hanımıni soydan aldi
Gitti geldi stroynigiça ayaksız kaldi
Sandiler damat aga karisız kaldi
Sandiler gelin hanım kocasız kaldi.
Furunda kaplamalar yağ yüzer
Damat aga, gelin hanım ikisi güzel
147
Furunda kaplamalar pişti mi
Stroynigiça ayakların şişti mi
Gitti geldi stroynigiça ayaksız kaldi
Alacisız gelin hanımi arabayle
Aglasın gelin hanım maramayle
Gelin almaya gelen misafirlere şerbet ikram edilir. Şerbeti içenler orada
bulunan tabakaya para atarak geline para verilir. Bunun nedeni yeni başlayacak
dostlukların tatlı bir şekilde sürmesi, tatsızlık olmaması içindir. Misafirler de özel
tabakaya para atarak bu ikrama karşılık verir.
Gelinlikli, duvaklı ve süslü tellerle süslenmiş gelin, evden dışarı kız tarafından
iki kişi eşliğinde yavaş yavaş ve başı önde olarak çıkarılır. Leblebiciça olarak seçilen
kadın tarafından gelinin duvağına leblebi, bozuk para ve şeker avuçla atılır.
Bunlardan yiyen genç kızların tez evleneceklerine ve kısmetlerinin açılacağına
inanılır. Gelin evden çıkarken, erkek tarafından getirilmiş bir top halı veya yolluk,
macatoreler tarafından yere serilir. Halının serilmesi, erkek tarafının hem
zenginliğini hem de geline verdikleri değeri simgeler. Gelin halıya ilk adımını
attıktan sonra bekletilir. Bu esnada erkek tarafından gelen gelin alıcıçalar (gelini
alanlar) maniler eşliğinde gelini beğendiklerini söylerler. Mesela “toz toparlak, yüz
yuvarlak, kibar gelin hanım be en parlak” gibi maniler söylenir. Bu esnada gelin ilk
defa elti ve görümcenin elini aldıktan sonra bir sandalyede oturtulur. Leblebiciça
gelinin başına bajdırma (erkek tarafından verilen para) koyar, baş üzerinde koyulan
para yanında bulunan gelin akrabası tarafından saklanır. Bunun nedeni gelinin
onlardan korunması içindir. Zira eğer getirilen para gizlenirse gelinin hiç baş ağrısı
olmayacağı kabul edilir. bu sırada gelinin duvağı açılır ve yüzü beyaz bir mendil ile
örtüldükten sonra duvak tekrar indirilir. Bu, kızın ilk defa makyaj yapıp süslendiği
için, kendisini uğurlamaya gelecek erkek yakınlarından utandığı içindir.
Geline aynı zamanda, üzerinde kırmızı ipekten oluşan, pardösü şeklinde biniş
giydirilir. Buna biniş denme nedeni, gideceği yerde bin tane işinin olacağının
varsayılmasındandır.
148
Bundan sonra gelin alıcılar maniler eşliğinde arabalarına yönelir. Bu sırada
kızın babası, kardeşi ve erkek yakınları gelini tek tek kucaklar ve gelin bekar iki genç
tarafından gelin arabasına bindirirler.
Gelin arabası hareket edince araba çocuklar tarafından tartaklanır. Bunun
manası gelinin üzülmemesi ve ailesinin daima onun arkasında olacağını hatırlatmak
içindir.
Gelin konvoyu birkaç tur yaptıktan sonra güvey evine gidilir. Damat, gelin
gelmeden önce evinde temizlenip tıraş olur damatlıklarını giyer ve gelini evin
havlusunda hazır halde bekler. Bu arada damada sağdıçlık yapacak yeni evli bir çift
de damatla birlikte hazır bulunur. Gelin arabası eve girince damadın, ilk defa
gelinliklerle süslenmiş göreceği gelini nazar etmemesi için yüzü beyaz bir tülbent
veya elekle kapatılır.
Gelin arabasının kapısı açıldıktan sonra, gelinin ilk doğacak olan çocuğu erkek
olsun diye kucağına erkek çocuk oturtulur. Bu esnada gelin için söylenen şarkı ve
türküler hiç durmaz. Gelin uzun zaman arabadan indirilmez. Gelin arabadayken
macatoreler tarafından hazırlanmış, içinde bozuk para bulunan üç tatlı ekmek tek tek
gelinin başına koyulur. Bu uygulama sayesinde ailenin huzurlu, mutlu ve bereketli
olacağı düşünülür. Yani ekmek ve bozuk para bereketi ve mutluluğu sembolize eder.
Gelinin başına ekmek koyma geleneği, Sivas ve çevresinde de var olan bir
uygulamadır.70 Daha sonra gelinin kuracağı ailenin dağılmaması yani lahana
yaprakları gibi birbirine bağlı olması inancıyla üç lahana gelinin başında tek tek
gezdirilir. Araba üzerine ise pirinç atılır.
Gelin arabadan inerken kuzu postu üzerine bastırılır. Bu, gelinin huyunun kuzu
gibi yumuşak olması içindir. Bazı bölgelerde ise gelin araba veya attan inerken
yüzüne ayna tutulur, iki koltuğu arasında birer ekmek koyulur ve önü sıra su dökülür.
İnanca göre bu uygulamalar hem geline hem de o eve uğur, bereket ve sağlık getirir.
Gelin Arabadan İnerken Söylenen Türküler:
Bahçede otluk, bahçede otluk
Endırecek damat aga alafranga koltuk
Alafranga koltuk endırecek
70
Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 79.
149
Camli odasına bindırecek
Sefa geldın gelin hanım değecek
Yüzügümden taşi, yüzügümden taşi
Olmiştır gelin hanım gelinlerın başi
Boynuma beşli, boynuma beşli
Olmiştır gelin hanım ayın on beşi
Yavaş yürü gelin hanım yere basmayasın
Pek var keyifımız utandırmayasın
Hain duşmanlarıni patlatırasın
Güllerın güllerın pupkasi (goncası)
Olmiş gelin hanım nama (dükkanın kuklası) kuklasi
Kibar gelin hanım nama kuklasi
Tos toparlak, yüz yuvarlak
Kibar gelin hanım be en parlak.
Sivas ve çevresinde de gelin attan veya arabadan inerken, Makedonya
Müslümanlarında olduğu gibi koyun postu serilir ve o posta ilk olarak bastırılır. Aynı
zamanda gelin eve girerken yüzüne ayna tutulur.71
Dobruca Türklerinde bazı yerlerde damadın da gelin almaya giderken, bazı
yerlerde damat gelini evde beklermiş. Gelin almaya köylüler ve yakın akrabalar
gidermiş. 1930’larda Tatar ve Nogay Türklerinde gelin alıcı yokmuş. Gelini kız tarafı
kendi getirirmiş.72 Dobruca Türklerinde gelin arabadan inerken önüne bir sandalye
konur ve sandalyeye basarak inermiş. Ondan sonra yere bir post, kilim veya örtü
serilirmiş. Gelin inince örtüye basar, yere basmazmış. Aynı zamanda gelin inerken
yanında Kur’an bulundurulur. Burada hatim indirilmiş olması gerektiğine
inanılırmış. Kur’an gelinin boynuna asılırmış. Gelin indikten sonra yenge veya bir
71
72
Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 79,80.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 144,145.
150
yaşlı kadın tarafından beyaz bir tavuk veya bir horoz gelinin başından üç defa
geçirilirmiş ve sonra gelinin başına birkaç avuç üflenmiş şeker atılırmış. Bu
uygulama ile gelinin etrafını sarmış olabilecek kötü ruhlardan korunacağı inanılır.73
Nogay Türklerinde gelin geldiği zaman, önceden hazırlanmış olan futbol
kalesine benzer bir kaleden geçirilirmiş. Gelin buradan geçerse, ölene kadar
kaynanasının sözünden çıkmazmış.74
Makedonya’nın doğusunda yaşayan Türklerlerde eski bir uyguluma olarak
gelin alma hala at ile yapılırken, Üsküp, Kalkandelen, Gostivar, Kırçova, Debre gibi
yerlerde eski uyguluma yerine gelin arabalarla alınır.
Kırçova veya Gırçova kasabasında gelin arabadan inince oğlan evinin
eşiğinden geçirilmeden önce gelinin başına erkek şapkası konur. Bu uygulama ile
kötü ruhların caydırılıp gelinin yapılmış sihirlerden korunacağı inanılır. Üsküp’te
gelin eve girmeden önce çiftlerin birbirini görmesi için ayna tutulur. Bu, bazı
yerlerde gerdek gecesinde damat ve gelinin başlarına bir ayna konulup birbirlerini
bakmaları sağlanır.
Makedonya doğusundaki Topolniça Türklerinde gelin, arabasından inerken
yüzüne ayna tutulur. Gelinin iki koltuğu altına ekmek koyulur. Gelinin önüne su
dökülür. Eve girmeden evvel de evin eşiğine su dökülür. Bu uygulamalarda ekmek
bereketi, su ise aydınlığı simgeler.
Gelin eve gelince binişi bir erkek çocuk tarafından çıkarılır. Bunda da ilk
çocuğun erkek olması inancı yatar. Yapılan bu hizmetler ve söylenen mani ve
türkülere karşılık olarak gelin temenna alır. Temenna, gelinin sağ elini çeneden
sakala kadar yavaşça götürmesidir. Daha sonra orada hazır bulunanlar halaylar
çekerek mani ve türküler eşliğinde gelini evin giriş kapısına kadar getirilir. Bazı
yörelerde gelin eve girerken kötü ruhlardan korunması için başına Kur’an-ı Kerim
konur. Sihirlerin de genelde eşiklere konulduğuna inanıldığı için, gelin eve girerken
kendisine sihrin dokunmaması için eşiğe bastırılmaz. Eve giren gelin o gece genç
kızlarla yatırılır. Böylece gelin alma uygulaması sona ermiş olur.
Ustruga ve civarında gelin eve gelince o gece yakın akrabalarda bir erkek
çocukla yatırılır. Bu uygulama ile doğacak ilk çocuğun erkek olacağına inanılır.
73
74
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 162,163.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 164,165.
151
Gelin erkek evine geldikten düğün bitinceye kadar küçük büyük demeden
herkesin elini öper. El öptükten sonra da herkese ayrı ayrı temenna da eder.
Türkiye’nin değişik yerlerinde geline el öptürme geleneği yaygındır. İki
yaşında bir çocuk bile olsa eli öpülür. Örneğin, Çankırı’da nişanda gelin çıkıp büyük
küçük herkesin elini öpermiş.75 Elazığ’da gelin kapıdan içeri girerken eşiğe konan
kaşığı basıp kırarsa eve bolluk getireceğine inanılırmış. Diyarbakır ve Ağrı’da ise
Makedonya’da olduğu gibi gelin eve girerken ayağına su dökülür.76 Sivas ve
çevresinde ise gelin damadın evine geldiğinde, gelin attan indirilirken, onun sağlam
ve güçlü olması için ters çevrilip kazana bastırılır; Gelinin uğursuzluğu varsa
gidermek için önünde küp kırılırmış; gelin için eşik ve ocak başında dua ettirilirmiş.
Bazı bölgelerde ise gelin eğilip evin eşiğini öper, bir avuç şekeri içeri atar,
kayınvalidesinin koltuğu altından geçerek eve girermiş.77
Dobruca Türklerinde gelin eve girerken gelinin eline bir ibrik verilir ve gelin
eve girinceye kadar bu sudan dökermiş; gelin eve girerken ayağına su dökerlermiş,
gelin su gibi bereket getirsin, su gibi geçinsinler diye yapılırmış; gelin eve girerken
sağ ayağı ile girmesi uğurlu olacağına inanılırmış.78
Türkiye genelinde gelin eve gelince arabadan inmezmiş, hediye verileceğine
dair söz verildikten sonra inermiş. Bu uygulamalar İzmir Karaburun, Ürgüp, Anadolu
bölgesi, Eskişehir vb. yerlerde var olan bir uygulamadır.79 Bazı bölgelerde ise gelin
inerken gelinin üzerine para saçılırmış.80 Antalya’da ise, Makedonya’da olduğu gibi
gelin inerken pirinç, buğday atılmaktadır.81 Türkiye’nin Kayseri, Konya, Ankara
illerinde gelin indiğinde önce kaynana ve kaynatanın, daha sonra orada hazır
bulunanların ellerini öperler.82 Bazı bölgelerde de kaynananın göğsünü ve ayağını
öpme geleneği dikkati çeker.83 Malatya ve Kahramanmaraş’ta gelin ve güvey birlikte
75
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 15, 23.
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 107.
77
Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 79,80.
78
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 166.
79
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 206, 234, 264.
80
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 83, 199, 233, 240, 245, 255.
81
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 202.
82
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 240,245,125.
83
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 125, 260.
76
152
kaynananın bacakları arasından geçermişler. Bu uygulama ile çiftlerin evlat sahibi
olacağına inanılmasından ötürüdür.84
Sonuç olarak, gelin alma ile ilgili uygulamalar ve inanışlar, basit birer gelenek
gibi görünen bu işlemlerin içinde gelinin iş gücü ve çalışkanlığı, evin bereketli
olması, işlerin su gibi yürümesi, gelinin kuzu gibi yumuşak huylu olması, kötü
ruhlardan korunulması gibi inanışların var olduğu ve bunları büyüsel işlemlerle
gerçekleştirmeye
ve
koruma
altında
almaya
çalışmak,
hem
Makedonya
Müslümanlarında hem de Türkiyenin değişik bölgelerinde var olan yaygın
geleneklerdir.
Gelin, kına gecesinde sarı simli saltalar - kırmızı kaftanlar; Kına gününde
duvaklı beyaz gelinlik; kına gecesinde yani evinden ayrılacağı akşam gelinlik üzerine
biniş yani ipekten kırmızı pardesü; düğün günü ise kayınvalidesinin diktirmiş olduğu
özel simli on metrelik kumaştan oluşan çinkanlar yani şalvarlar giyip başına gelinlik
duvağı takar. Cuma günü yani düğünün beşinci gününde gelin, çeyizinde getirmiş
olduğu şalvarları ve duvağı giyer. Cumartesi ise yine kayınvalidesinin yaptırdığı
şalvarlar giydirilir, gelin o gün, süpürme gününde şalvar üzerine oya işlemeli önlük
takar. Aynı zamanda gelinin yüzüne yapıştırmalı süsler ve koldan bele kadar kolteli
denilen makara telleri konulur. Gelin bu günlerde sürekli makyajlıdır. Başörtülü
olanlar türban bağlarken, açık başlı olanlar ise kuaföre gidip saçlarını özel olarak
yaptırır. Ayakkabılar ise erkek tarafından rubalarda getirilir. Ayakkabılar çok çeşitli
ve süslüdür. Onlar alınan her bir elbiseye uygun olarak seçilmiştir. Kısmetleri kapalı
olan kızlar gelinlerin ayakkabılarının içine veya altına adlarını yazdırırlar. Böylece
en kısa zamanda kısmetlerinin açılacağı kabul edili. Buna benzer inanış Dobruca
Türkerinde de vardır.85
Erkek ise tıraş gecesinde üzerindeki kıyafetle kalır. Gelin alma günü ise özel
olarak aldığı damatlıklarını giyer. Damatlık bazan normal takım elbise olurken,
bazan papyonlu, ipek kuşaklı olmak üzere kişinin maddi durumuna göre farklılık
gösterir. Damat, damatlıklarını düğünün son gününe kadar üzerinden çıkarmaz.
84
85
Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s.88.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 151.
153
Gelin almaya gidildiğinde damat, eve girip banyo yapıp tıraş olduktan sonra
odasına çıkıp damatlıklarını giyer. Giyinip kuşandıktan sonra kendisini damat
yapacak kişi ile dışarı çıkıp gelinin gelmesini bekler. Bu esnada damat yapacak kişi
güveye nelere dikkat etmesine, gelin geldiğinde neler yapması gerektiğini öğretir.
2.2.2.4. Düğünün Dördüncü Günü
Gelin alındıktan sonra o gecenin ertesi günü düğün yapılır. Gelin genelde
Çarşamba akşamı alınır. Gelin geldikten sonra ilk geceyi gene kızlarla beraber
geçirir.
Ertesi günü yani Perşembe günü sabahı gelin ayrı bir odada kocasıyla beraber
kahvaltı yapar. Bu kahvaltıda et ve et ürünleri yenilmez. Bunun nedeni, gelin ile
damat et faşa olamaması yani birbiri ile kavga etmemesi içindir. Yani et yemenin
saldırganlığa neden olacağı inancı hakimdir.
Kahvaltı yapıldıktan sonra öncelikle gelin düğüne hazırlanır. Orada hazır
bulunan genç kızlar geline çinkanlar – şalvarlar giydirir. Aynı zamanda önceden
başa kıvrak, yani sadece saç örgülerini örten oyalı başörtüsü bağlanırken, günümüzde
gelinler kuaförlere götürülüp saçlarını topuz yaptırır ve süslenir.
Ustruga ve yöresinde gelin geldikten sonra ertesi gün sabah kalktığında eltikardeş hanımı tarafından bir tabak alıp, içine makasla kesilmiş süs tellerden
parçacıklar koyulur, üzerine ise şerbet atılıp karıştırılır. Telli şerbet kibrit parçasıyla
gelinin yüzüne sıvanır. Etraftaki kadınlar ise alkışlar eşliğinde şarkılar söyler. Bu
uygulama ile gelinin nazardan korunması beklenir.
Düğünler önceden evlerin bahçelerinde yapılırken günümüzde değişik düğün
salonlarında gerçekleştirilir. Bu merasim dolayısıyla yine önceleri ev sahibi
tarafından büyükbaş hayvanlar kesilirken günümüzde tutulan salonlarda herşey
profesyonel olarak hazırlanır. Düğünün bu günü öğle namazından sonra köy veya
kasaba imamları cemaat ve davetlilerle birlikte düğün mahalline gider ve beraberce
düğün yemeği yer.
Yemekler genelde, düğün çorbası, yahni – patates yahnisi, helva, turşu,
alkolsuz içeceklerden oluşur. Davetliler yemeklerini yedikten sonra imam tarafından
yemek duası edilir ve düğün yerinden davetli olan erkekler ayrılır.
154
Bundan sonra aynı mekanda kadın davetlilere yemek verilir. Kadınlar erkeklere
göre genelde daha kalabalıktır. Davetliler gelmeden önce ev halkı onları karşılamak
için düğünde hazır bulunur. Gelen davetliler kapıda karşılanır. Davetliler ikindiye
doğru düğünün yapılacağı mekana gelir. Bu merasim canlı müzik eşliğinde yapılır.
Gelin tüm davetliler gelmeden önce ayrı bir yerde oturur yani gelen davetlilere
görünmez. Tüm davetliler geldikten sonra gelin güveyi ile birlikte kol kola gelindamat özel müziğiyle davetlilere sürpriz yaparak düğüne girirler. Gelin damat ile
birlikte düğün salonun tam ortasına kadar davetlilerin alkışlarıyla yürür. Burada bir
sandalye üzerine çıkartılır, duvağı açılır. Gelin temenna alarak yani, çenesinden
alnına kadar elini yavaşça hareket ettirmek suretiyle gelen misafirleri selamlar. Bu
esnada bütün davetlilerin gelini görmeleri için gelin sandalye üzerinde temenna
eşliğinde döndürülür. Bu uygulamadan sonra gelinin duvağı tekrar örtülür ve baş
köşeye oturtulur. Burada gözleri kapalı bir şekilde tapınır yani hiç konuşmadan,
hareket etmeden oturur. Yakın akrabaları müzik eşliğinde halaylar çeker ve şarkılar
söyler. Davetliler bölüm bölüm yemek yedikten sonra geceye kadar ya eğlenir veya
seyirci olarak düğünde kalır.
Evlerde yapılan düğünlerde yakın akrabalar dışında herkes düğün evinden
ayrılır. Salonlarda yapılan düğünlerde ise yakın akrabalar ev halkı ile birlikte damat
evine gelirler.
Yakın akrabalar, şarkılar eşliğinde halaylar çekerek damat evinde eğlenir. Bu
esnada yakın akrabalarından şakacı olanlar erkek kıyafeti giyip gelin babası kılığında
gelinin huzuruna gelir. Burada tiyatro şeklinde türküler eşliğinde oyunlar oynanır ve
gelin kızdırılmaya çalışılır. Fakat gelin, yapılan bütün davranışlar sonucunda yine
oynayanlara temenna alır.
Burada okunan maniler:
“Budaladır Ali (kardeşinin ismi) deli gider üküzlerle,
Almişık gelin hanımi sürmeli güzlerle”,
“Gelecektır Ali deli sefteye,
Koyacisık otursun kenefte,
Koyacisık kenefte lumbur, dumbur yapsın
Gitsın gelin hanım maşayle çıkarsın”
155
Bu manilerden sonra gelin temenna alırsa, kızmadığına işarettir. Böylece
tekrar:
“Yüz yuvarlak toz toparlak,
Kibar gelin hanım be en parlak,
O malenın çocuklari sümükli bucak”
Çalgı (Müzik)
Makedonya genelinde çalgı orkestra şeklindedir. Müzik orkestraları bölgedeki
etnik yapıya göre değişiklik gösterir. Türklerde Türk orkestrası, Arnavutlarda
Arnavut, Pomaklarda ise Boşnakça şarkılar söyleyen orkestralar tercih edilir. Eğer
Türk düğünlerinde, Arnavut akrabalar da var ise Türkçe türküler yanı sıra Arnavutça
türküler de söylenir. Eski türkülerin yanı sıra Türkiye’de yeni çıkmış türküler de
tercih edilir. Buna arabesk türküler de dahildir. Davetliler ise bu türküler eşliğinde
halaylar çekerek eğlenir. Düğünlerde kadın şarkıcıların erkeklere şarkı söylemesi
uygun görülmez. Fakat bazı ailelerin son yıllarda eğlencenin daha coşkulu kılmak
adına orkestralara kadın şarkıcılar da dahil ettikleri dikkati çekmektedir.
Kız evlerindeki kına geceleri bazen özel kadın çalgıcılar eşliğinde veya kendi
aralarında def (daire) çalarak yapılırken, son zamanlarda orkestraya tahsis edilmiş
ayrı bir mekandan kadınlara çalınan müzik eşliğinde gerçekleşir.
Dini Nikâh
Makedonya Müslümanlarında dinî nikah genelde köyün imamı tarafından
gerdek gecesinden evvel veya büyük düğünün yapıldığı günün akşamında kıyılır.
Bazı aileler ise söz kesip nişan yapıldıktan sonra nikah kıydırır. Bu oğlanın kızı
istediği zaman evinden gidip alabilme imkanı elde etmesi içindir. Genelde söz
kesildikten sonra erkek ve kız birbirleriyle sık sık gizli veya açık olarak görüşürler.
Bu görüşme düğüne kadar devam eder.
Nikahta erkek ve kız tarafından ikişer şahit ve imam hazır bulunur. Bu esnada
mehr-i müeccel de tayin edilir. Mehr-i müeccel kızın hakkı anlamına gelmektedir.
Mehir, genelde altın lira olarak belirlenir. Mehir değeri, şahitlerin huzurunda
belirlenir. Genelde kız tarafı yüksek miktarda altın lira ister. Erkek tarafı ise ondan
düşük bir sayı söyleyerek onun ortası bulunur. Miktar genelde sonu bir rakamıyla
156
biten bir sayı ile tayin edilir. Mesela 51,61,71, 91, 141, 151, 201 gibi. Çifterin
ayrılma durumlarında erkeğin bu miktarı mutlaka ödemesi gerektiğine inanılır. Fakat
son zamanlarda mehrin miktarı ve tayinin sadece formalite olarak algılandığını
söylemek mümkündür. Mehir çoğu yerde gelin alınmadan önce kızın evinde veya
camide kararlaştırılır. Karar yazılı bir kağıda yazılıp her iki tarafın imzalamasıyla
yazılı hale getirilir.
Kızın dini nikah hazırlığı daha farklıdır. Kız bir odada oturtulup yüzü kırmızı
bir duvakla örtülür. Başında bir kadın Kur’an çevirir. Gelinin koltuğuna bir ekmek,
yanına un konur, bir eline ayna ve tuz verilirmiş. Bu uygulamadaki Kur’an, ekmek,
un ve tuz bereketin ve kısmetin bol olması anlamındadır. Bekar kızlar kısmetlerinin
açılması için bu ekmekten alıp yemek için birbirleriyle yarış eder. Gelinin ayakları
altında ise su dolu bir leğen bulunur. Önceden gelinin saçları açılırmış, saç örgüleri
varsa bozulurmuş, küpeler de açık tutulurmuş. Yaşlı bir kadın ise nikah kıyılıncaya
kadar odanın bir köşesinde Kur’an okurmuş. Böylece imam gelip nikah kıyar.
Türkiye’deki dini nikahlar bölgesel olarak farklılık gösterir. Elazığ’da dini
nikah esnasında Kur’an okunup dua edilir. Kayseri’de mehr-i mueccel için beşibirlik,
mahmudiye, elmas, küpe, altın lira ile değer biçilir. 20 ile 60 lira arasında anlaşırlar
sonra nikah duası yapılır. Kırşehir’de ikişer şahit ve birer vekil tarafından başlık
parası konuşulur. Niğde’de nikahtan önce mehr-i mueccel kararlaştırılır sonra nikah
kıyılır. Isparta’da gelini almadan önce kızın evinde veya camide mehr-i mueccel
kararlaştırılır. Malatya’da mehr-i mueccel kararlaştırıldıktan sonra imam tarafından
bir kağıda yazıp her ihtimale karşı bu yazılanlar esas alınmaktadır.86
Diyarbakır’da nikah esnasında gelinin elleri dizlerinde ve parmakları açık
olurmuş. Kızın üzerindeki bütün düğmeleri çözülür, saçları açılırmış. Kızın elleri
kenetli olursa bahtlarının kapalı olacağına inanılırmış. Düğmelerin çözülmesi ve
saçların açılması ise sihirlere karşı alınan bir tedbirdir. Bu uygulama Hatay’da da
yapılmaktadır.87
Kıbrıs Türk toplumunda da kız ve erkek nikahları kıyılırken aynı odada
bulunmazlar. Hoca eve gelip bir odada ayrı bir bölümde iki kadınla birlikte oturan
kıza: vekilin olayım, nikahını kıyayım mı? Diye üç defa sorar ve evet cevabını
86
87
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 77, 80, 87, 88, 93.
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 76, 94.
157
aldıktan sonra camiye gidip nikahı orada kıyarmış. Bu arada kız evde Kur’an okur
dua edermiş. Bulunduğu odada da kurulacak yuvanın rızkı bol olsun diye ekmek,
mutluluk için tuz, kurulacak yuvanın aydınlık olması için de ayna bulunurmuş.88
Gerdek Gecesi
Yatsı namazından sonra damadın yakın arkadaşları gelir. İmam nikah duasını
yaptıktan sonra, güvey orada hazır bulunan akrabaların ellerini öper. Erkek
yakınlarının ellerini öptükten sonra koşarak gerdek odasına gider. Bu esnada damat
arkadaşları tarafından kaçırılmaya çalışılır, ayrıca damadın sağlıklı ve güçlü olması,
kanının hareket ettirilmesi ve uyuşukluktan kurtulması için sırtına vurulur. Damadın
yatak odası, gelinin çeyiz olarak getirmiş olduğu işlemeli yatak örtüleri kızlar
tarafından hazırlanır. Damat karyolanın tam ortasına bağdaş kurup oturur. Daha
sonra maniler eşliğinde gelin odaya getirilir.
Bu esnada okunan manilerin bazıları şöyledir:
Ay şefki vurmiş şami dalına
Gelinlık uymiş gelin hanıma
Damatlık uymiş damat agaya
Ayler olaydi vayler olaydi
Gelinlık gelin hanım hayırli olaydi
Güvegilık damat aga hayırli olaydi
Damat aganın odasına asma binecek
Damat aga hanımıni şimdi gürecek
Damat aganın odasında asma binmemiştır
Damat aga hanımıni hiç gürmemiştır
Tos toparlak yüz yuvarlak
Kibar gelin hanım be en parlak
Gelin hanım malesinden bekarlari sümükli bucak (salyangoz)
88
Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 69, 70.
158
Gelin odasına gelince damat ile maniler eşliğinde oyunlar oynanır. Mesela
damadın dizine üç defa şeker konulur ve gelin tarafından bu şekerler alınmaya
uğraşılır. Damat ise dizi ile onları aldırmamaya çalışır. Bu esnada:
“Gelin kızlar oturalım postegide bizde,
Alacaktır gelin ahanım şekeri dizden”
“Gelın kızlar oturalım koyşida bizde
Yiyecektır gelin hanım şekeri dizden
Gelın kızlar oturalım koyşida bizde
Yiyecektır damat aga şekeri dizden” manisi söylenir.
Bu uygulama aynı şekilde gelin tarafından da yapılır. Yani, damat da gelinin
dizinden şeker almaya çalışır. Bu oyunda kim fazla şeker alırsa ailede onun sözünün
geçeceğine inanılır.
İkinci oyun ise gelin ile damat bir aynada başbaşa baktırılır. Burada kim başını
daha şiddetli vurursa evlilik hayatında onun sözünün geçerli olacağı inanılır. Bu
uygulamada:
“Gelin kızlar gidelım baynaya (kaplıca)
Bakılacak gelin hanım aynaya
Gelin kızlar gidelım baynaya (kaplıca)
Bakılacak damat bey aynaya” manisi okunur.
Gelin ve damadın birbirinin saçlarını çekmesi de yapılan diğer bir uygulamadır.
Burada da, en fazla kıl çekenin evlilikte sözünün geçerli olcağına inanılır. Bu
uygulamada da:
“Baktım gelin hanımın kaşıni
Çekecektır damat beyın saçıni
Baktım damat aganın kaşıni
Çekecektır gelin hanımın saçıni” manisi kızlar tarafından söylenir.
159
Diğer bir uygulama ise, gelinin damada şerbeti eli ile içirmeye çalışmasıdır.
Fakat bu uygulama rahat rahat yaptırılamaz. Başaran gelinin kocasına karşı saygılı
olacağı, şerbetin de kocasının dili tatlılaşacağı kabul edilir. Burada da kızlar
tarafından,
“Gelin geldi odasına, gelin geldi odasına
Şerbet verır kocasına, şerbet verır kocasına” manisi söylenir.
Bundan sonra damat odasında bulunanlar oradan ayrılırlar. Odada damat ile
gelin tek başına kalır ve macatoreler tarafından yapılmış gelin tatlısı odaya getirilir.
Damatla gelin bu tatlıdan yerken hayatlarının tatlı geçmesi duasında bulunurlar.
Genç evlilerin tatlı dilli olmaları için de tatlının şerbetinden de içerler.
Gerdek odasında yapılan bütün uygulamalarda güvey ve geline yardımda
bulunup onlara neler yapmaları gerektiğini öğreten yakın akrabalardan evli bir çift
hazır bulunur. Bu çift düğün başladıktan bitimine kadar yeni evlilere yardımda
bulunurlar. Bu evli çifte “gelin-damat yapan” denir.
Gerdek gecesinde gelin ile damadın yattığı yataktaki çarşaf daha sonra yıkanıp
saklanır. Bu çarşaf bir daha ölüm döşeğinde kullanılır. Ölüm anındaki çiftlerin
döşeğine bu çarşaf serilir.
Geç saatlerde ise damadın arkadaşları gelirler. Damada, aralarında biriktirmiş
oldukları para ile alınan hediyeleri getirirler. Arkadaşları damad odasının kapısı
önünde oturup damada ve geline şu manileri söyler.
“Elımıze, elımızı boncuklar, Allah versın Ali beye çocuklar”,
“Elımıze, elımıze bızçeler, Allah versın Ali beye kızçeler”,
“Mutfakta trupçe, mutfakta trupçe, inanasın Ali aga gelinın guguvçe”
“Mutfakta lamba, mutfakta lamba, inanasın Ali aga gelin alafranga”
“Çik Ali aga çik nere kapi, gelecektır babalıgın durasın karşi”
“Elımıze elımıze tenekiçeler, Allah versın damat aga çingenkiçeler”
“Elımıze, elımıze telli yumurta,
Çok aykırdık damat aga bizi unutma”
Bu uygulama ve eğlenceden sonra damadın arkadaşları evden ayrılır.
160
Bundan sonra damadın evindeki gençler bir araya gelip yakın akrabalardan
herfene toplamaya başlarlar. Bu herfene maniler eşliğinde toplanır. Okunan mani ise
şöyledir:
“Elımıze elımıze tabaka,
Ver aga baba bize sadaka,
Sadakay aga baba biz yiyecisık
Gelecisık torunlarında zevk edecisık”
“Elımıze elımıze tabaka,
Ver hanım anne bize sadaka,
Sadakay hanım anne biz yiyecesık,
Gelecisık torununda zevk edecisık”.
Bu mani düğünde bulunan yakınların hepsine söylenir. Para veren kişilere
teşekkür manasında “aga babanın (veya yakınların isimleri zikredilir) odasi yaygili,
ne imiş bu aga baba saygili” manisi söylenirken, para vermeyenlere ise “Ali aganın
odasi yaygisız, ne imiş bu Ali aga saygisız” manisi söylenir.
Bu merasimde biriktirilen paralarla kasabalar veya yakında bulunan pastanelere
gidip harcanır. Önceleri bu merasim sırasında düğünde bulunan gençler komşuların
evlerinden tavuk çalıp, pişirip yerlermiş. Tavuk çalma geleneği bilindiği için
komşular kızmazmış. Çalınan tavuklar pişirilip aralarında yenirmiş.
Düğünün ertesi günü Cuma günüdür.
Ustruga’da gerdek gecesinden sonra ertesi gün gelin, sabahın erken saatlerinde
yanına bir çocukla birlikte köyün çeşmesine su almaya gider. Alınan su ile kaynanası
ve kaynatası abdest alır, gelin de yanlarında hazır bulunur. Bu uygulama ile evin
bereketinin bol olacağı ve gelinin hayırlı olacağı düşünülür. Kaynanası ise gün boyu,
akşam verilecek davete hazırlık yapar. Davete bütün yakın akrabalar iştirak eder.
Davetten sonra evde kalan aile halkını ayakları gelin tarafından yakınır. Bazıları da
geline eziyet olsun, oyun olsun diye ayaklarına zeytin yağı sürer. Geline ayaklarını
yıkatmalarının nedeni kendisinin ne kadar saygılı olduğunu tespit etmek içindir.
Bunun sonucunda geline para veya hediyeler verilir.
161
Dobruca Türklerinde yatsı namazı kılınıp Yasin süresi okunduktan sonra
güveyi kapatılırmış. Bazı bölgelerde ise güvey gece geç saatlerde arkadaşları
tarafından evin kapısına kadar getirip, içeri girerken sırtına yumruk vururlarmış.89
2.2.2.5. Düğünün Beşinci Günü
Düğünün beşinci gününde yani Cuma günü sabah kalktıktan sonra gelin ile
damat birlikte kahvaltı yaparlar. Kahvaltıları odalarına getirilir. Kahvaltıdan sonra
gelin tarafından bekâr iki genç damada cumalık olarak iç çamaşır ve elbise getirir.
Damad Cuma namazına giderken bunları giyer. Kahvaltıdan sonra, yakın akrabalar
tarafından gelinin şalvarları giydirilip duvağı tekrar takılır. Daire (zilli def) ve
türküler eşliğinde gelin evin bahçesine çıkarılır. Gelinin yardımcıları tarafından bir
sürahi içinde şerbet hazırlanır. Bu kayın validesi, görümce, elti ve yakın akrabalardan
yaşlılara gelin tarafından ikram edilir. Bu uygulama maniler ve daire eşliğinde
yapılır. Bu esnada: “Atli pus atli, Atli pus atli, geldi mi hanım anne suyun pek tatli”
manisi söylenir. Suyu içen gelinin önüne çömelir. Bu sırada mani eşliğinde gelinin
yakınlarını bitlemesi yani saçlarını temizlemesi için istenir. Burada:
“Baktım gelin hanımın kaşıni, baktım gelin hanımın kaşıni
Bitleyesın hanım annenden başını, bitleyesın annenden başıni” manisi okunur.
Bu manide gelinin bütün kadın yakınlarının ismi teker teker sayılır. Ayağa
kalkmak için “çinkanlarım, çinkanlarım yedi tenayle, kaldırasın görümceni (veya
başka bir yakınını) on temennayla” manisi okunur. Gelin on temenna aldıktan sonra
oturan kişi yerinden kalkar. Bu uygulama birkaç kişi ile gerçekleşir. Bunun
sonucunda gelin için “damat beyin odası yaygili, ne imiş be gelin hanım saygili”
manisi okunur.
Daha sonra küçük bir erkek çocuk tarafından bir oklava ile gelinin duvağı açılır
ve bekâr kızlara atılır. Gelinin duvağı erkek çocuk tarafından açtırılması, gelinin ilk
çocuğu erkek olacağı; oklava da o eve bereket getireceği; duvağın bekâr kızlara
atılması da onların kısmetlerinin açılacağına inanılmasındandır.
89
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 186, 187.
162
Gündüz yapılan bu uygulamalardan sonra akşam ev halkı tarafından yakın
akrabalar erkek ve kadın olarak yemeğe davet edilir. Gelin yakın akrabalarla ilk defa
bu yemekte karşılaşır. Aslında bu gelinin onları tanıması için yapılan bir davettir ki
buna sofra adı verilir. Yani gelin ilk defa yakın akrabalarla birlikte yemeğe oturtulur.
Hazırlanmış yemek masasına misafirler gelirken ellerini yıkamaları için gelin su
tutar. Bu sırada onların ellerini öper. Akrabalar da gelini ilk defa gördükleri için
bahşiş olarak para verirler.
Sofraya oturmadan evvel sarma adı verilen, oyun şeklinde bir uygulama daha
gerçekleşir. Bir tabakta altı lahana yaprağı ve azıcık kıyma gelin ve damadın önüne
getirilir. İlk önce geline maniler eşliğinde sarma sardırıldıktan sonra erkeğin de
sarma sarması istenir. Erkek sarmayı sararken kime sardığı üç defa sorulur. Damat da
ilk defasında gelini, ikinci defasında baldızını, üçüncü defa da kendine sarma
sardığını söyler. Böylece gelin ve damadın ömür boyu birbirlerini sevecekleri ve
birbirlerine kenetleneceklerine inanılır.
2.2.2.6. Düğünün Altıncı Günü
Düğünün altıncı günü yani Cumartesi gününde gelin kendi başına erken kalkıp
sabah namazı için kayın valide ve kayın pederine havlu tutar. Namazdan sonra da
kahve ikram eder. Bundan sonra evin bahçesine çıkıp avluyu temizlemeye başlar. Bu
esnada komşular da geline bakar. Gelin ise gördüğü komşularla konuşmadan onlara
selam anlamında temenna alır. Daha sonra yatıya kalmış yakın akrabalar da
kalkarlar. Geline tekrar şalvarı giydirerek beline de futa adı verilen süslü bir önlük
bağlanır. Daha sonra simlerle süslenmiş bir süpürge onun eline verilir. Gelin bu
süpürge ile önce sembolik olarak kendi avlularını sonra da komşuların avlularını
süpürür. Aslında bu uygulamadan amaç, gelinin komşulara tanıtılması ve nekadar
hamarat olduğunu onlara gösterilmesidir. Tabii ki bunun eğlence ve ikram yönü de
unutulmamalıdır. Kısacası düğünle ilgili her uygulama aslında bu iki amaca
yöneliktir denilebilir.
163
2.2.2.7. Düğünün Yedinci Günü
Düğünün yedinci gününde özel olarak herhangi bir uygulama yapılmaz. Sadece
akşamleyin gidilecek olan sefte veya pırviçe denilen davet için hazırlıklar yapılır.
Gelin, akşam gelecek olan misafirleri karşılamak için akşamdan önce baba evine
götürülür.
Makedonya düğünlerinde düğünün yapıldığı kaç gün ise o evde bulunan
misafirlere yani yakın akrabalara macatoreler tarafından yemek hazırlanır. Günde üç
defa masalar kurulup kahvaltıdan akşam yemeğine kadar ikramlarda bulunulur. Aynı
zamanda uzaktan gelmiş yakın akrabalar da düğün süresince o evde yatıya kalırlar.
Yakın olanlar ise akşam yatıya kendi evlerine gidip sabah düğün evine tekrar gelirler.
Yemek sofralarına ve eğlencelere katılırlar.
Dobruca Türklerinde ise üç günlük düğünlerin ilk gününde yakın akrabalara,
ikinci gününde köy halkının tamamına, üçüncü gün ise dışardan çağırılmış
misafirlere büyük ziyafetler verilirmiş.90
2.3. DÜĞÜN SONRASI ADETLERİ
2.3.1 Gelinin Evine İlk Gidiş, Sefte (Ziyafet veya Pırviçe):
Düğünden bir hafta sonra yedinci günü akşamleyin sefte veya pırviçe denilen
merasim yapılır. Öncelikle erkek tarafı kız tarafından ağırlanır. Bu buluşmada
dostların akrabaları birbirlerini tanıma fırsatı bulur. Akşamları yapılan bu yemekli
davetlerde dostlar birbirlerini eksiksiz, en iyi bir şekilde ağırlamaya gayret
gösterirler. Kurulan sofralar zengin olur. Kız tarafında bu davette özel olarak akıtma
ve bal ikram edilir. Akıtma, yağ içerisinde pişirilmiş yufka şeklinde bir tür
yiyecektir. Davetler genelde evlerde yapılır. Davetlere kalabalık bir şekilde davetliler
katılır.
Damadın kız tarafına gidişi sırasında, ilk olması nedeniyle ayakakabılarına bal,
bazı yerlerde ise soğan, güller vb. gibi şeyler konulur.
90
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 136.
164
2.3.2. Kız Tarafının Erkek Evine İlk Gelişi (Kız Ardı)
Kız tarafına gidildikten sonra ertesi akşamı veya iki akşam sonra kız tarafı ve
yakın akrabaları erkek tarafına gelirler. Burada da gelen davetliler ilk olması
bakımından en iyi bir şekilde, eksiksiz bir biçimde ağırlanmaya gayret edilir. Bu gibi
davetlere Makedonyanın batı kesiminde yaklaşık 100-150 kişi kalabalık bir katılım
olur. Gelen davetliler evin avlusunda veya restoran girişlerinde karşılanır. Erkekler
ve kadınlar ayrı ayrı birbirini selamlar hoşgeldiniz der. Gelen misafirler yerlerini
aldıktan sonra tekrar ev halkı içeri girip davetlileri selamlar. Daha sonra herkese
şeker, lokum ve çikolat ikram edilir. Bu hoşgeldin ikramından sonra davetliler
yemeklerin yenileceği sofra veya masalara oturtulur. Misafirlere çorbadan tatlıya
kadar zengin bir menü sunulur.
Yemekler yenilip sofra duası yapıldıktan sonra davetliler oturmaya devam eder.
Bu sırada ilk olarak kahve, daha sonra da çaylar ikram edilir. Davetliler evden
ayrılmadan evvel meyve ve en sonunda meyve suları ikram edilir.
Bu gibi davetler bazı kesimlerde kadın erkek ayrı yapılırken bazı bölgelerede
ise bir arada yapılır.
Makedonya Müslümanlarında düğün bittikten sonra, gelin tarafının ve erkek
tarafının yakınlarının birbirlerini tanımaları için bu ziyafetler verilir. Bular genelde
akşamları ve evlerde yapılır.
2.3.3. Akrabaların Davetlerine Katılma
Erkek ve kız tarafı karşılıklı davetlerini yani sefteyi yaptıktan sonra, iki ay
içerisinde erkek ve kız tarafının yakınları yeni evlilere ziyafet verir. Bu ziyafetlerin
amacı damadın veya gelinin akrabalarını tanıması ve dostların birbirlerleriyle
kaynaşması içindir. Yakın akrabaların bu ziyafeti vermesi neredeyse mecburidir,
çünkü vermeyen akrabalar ayıplanır. Makedonya’da “yediğinde yedirmen gerekir”
ifadesi çok yaygındır. Yani davetlere katılan kimseler aynı zamanda davet ve ziyafet
vermek zorundadır.
Dobruca Türklerinde bu uygulamaya geze denir. Geze, gelini gezdirme
anlamına gelmektedir. Yani gelin akrabalara gezmeye götürme geleneğidir. Geze
ailelerin birbirlerini çağırmasıyla gerçekleşen bir uygulamadır. Bu davetlere sağdıç
165
da mutlaka davet edilir. Gelen misafirler uzak köylerden iseler iki veya üç gün
ağırlanır. Üç gün yemekler verip hizmet edilir. Gezeler genelde amca, teyze, hala,
dayı gibi yakın akrabaların davetleri ile devam eder. Gelin, gezeye kim çağırırsa
onlar için hediyelerle bir bohça hazırlar. Gelin o evden çıkarken de kendisine bahşiş
verilirmiş, evden boş çıkarılmaz.91
Türkiye, Erzincan’da düğünden on beş gün sonra güvey, yanına kardeşini ve
akrabalarından birkaç kişiyi alarak kız evine gider. Gelin ise bundan bir hafta sonra
el öpmeye gelir. Erzurum’da bir ay sonra güvey ve gelin kız evine götürülür. Buna
ayak dönme denilir.92
91
92
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 207.
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 222, 313.
166
2.4. DÜĞÜN ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER
Arifka
Şabani, ev hanımı,dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Topliça köyü, 1949
doğumlu.
Arslian Hasani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Gostivar, 1945 doğumlu.
Bahar Veysel, 45 yaşında, Valandovanın Bahçebosu köyü.
Begliye Şabani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Zdunye köyü 1949 doğumlu.
Beyye
Jupani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Gostivar, 1931 doğumlu.
Cemile Süleymani, ev hanımı, Kalkandelen, 1930 doğumlu.
Cevahire Yakupi, ev hanımı, Doyran, 1941 doğumlu.
Fiknet Şabani , ev hanımı, altı yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1952 doğumlu.
Fikriye Veliyi, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1945 doğumlu.
Habibe Mercan, 56 yaşında, ev hanımı, Resne.
Hacer Caferi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Tearçe köyü, 1937
doğumlu.
Hacer Sulooca, 28 yaşında, İlahiyat mezunu, halen yüksek lisans yapmakta ve Resne
Müftülüğünde vaiz ve muallim olarak çalışmaktadır.
Hanife Nuredini, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1946
doğumlu.
Hanişe Bayrami, ev hanımı, Kırçova, 1923 doğumlu.
Hatice Aruç, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Gostivar, 1960 doğumlu.
Havva Şabani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1944 doğumlu.
Hayriye Tupare, ev hanımı, Vrapçişte köyü, 1942 doğumlu.
Hidafet Veyseli, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1933 doğumlu.
Hürmiz Recepi, ev hanımı, sekiz yıl ilkokul eğitimi görmüş, Vrapçişte köyü, 1951
doğumlu.
İlmiye İmeri, ev hanımı, Debreşe köyü, 1941 doğumlu.
İsmiye
Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Zdunye köyü, 1943
doğumlu.
Kadriye İbrahimi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Vrapçişte köyü, 1945
doğumlu.
Mercie İsmaili, ev hanımı, Doyran, 1928 doğumlu.
167
Meseret ibrahimi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Vrapçişte köyü, 1951
doğumlu.
Mesude Çelik, ev hanımı, iki yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1930 doğumlu.
Müradiye İmeri, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1946 doğumlu.
Nezafet Hanciyi, ev hanımı, Gostivar, 1936 doğumlu.
Refiye Mazlami, ev hanımı, beş yıl ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1929
doğumlu.
Rukiye İmeri, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1944 doğumlu.
Sacide Veyseli, ev hanımı, bir yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1953 doğumlu.
Sadriye
Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1942
doğumlu, eski köy imamı merhum Hafız Hızır’ın eşi.
Safiye Hasani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1938 doğumlu.
Sema Nuredini, orta okul mezunu, 1979 doğumlu, ev hanımı.
Siniye Jupani, ev hanımı, iki yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1941 doğumlu.
Şadiye Şabani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1942 doğumlu.
Şevale Mustafi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1954 doğumlu.
Zülbiye Hasipi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1937 doğumlu.
168
2.5. DÜĞÜN ADETLERİYLE İLGİLİ RESİMLER
1. Gelin tarafından şarkılar eşliğinde gönderilen nişan bohçası.
2. Kız tarafından çeyizde götürülen çinkanlar (şalvarlar).
169
3. Çeyizde götürülen çantalar ve süsler.
4. Çeyizde sergilenmiş olan ayakkabılar.
170
5. Çeyizde götürülen ve sergilenen makyaj malzemeleri.
6. Çeyizde götürülen beyaz işli yatak ve yorgan takımı.
171
7. Çeyizde götürülen hesap işi ile işli olan seccade ve nevresim takımı.
8. Çeyizde götürülen pijama, havlu ve seccade takımı.
172
9. Oya işlemeli sandalye mendilleri, el mendilleri ve sırmalı çinkan gömleği.
10. Rubalarda götürülen tabaka, gelinin altın takıları.
173
11. Çeyizde damada getirilen cumalık elbiseleri ve nevresim.
12. Geline damat tarafından götürülen simli el işlemeli geleneksel çinkanlar.
174
13. Yöresel halayların çekildiği traş gecesinden bir görüntü.
14. Damadın arkadaşlarının eğlence için değişik kıyafetlere büründüğü traş gecesinden
bir görüntü.
175
15. Traş gecesinin sonunda damadın, şarkılar eşliğinde traş olmak için oturmuş olduğu
berber koltuğundan bir görüntü.
16. Traş gecesinin sonunda müzik eşliğinde damadın halay çekmesi. Arkadaşları da
damadın önünde ona eşlik ederler.
176
17. Kına gecesinde oğlan tarafının giydiği kırmızı renkte yöresel çinkanlar.
18. Kına gecesinde geline bu geceye mahsus kıyafetlerle kınanın yakıldığı merasimden
bir görüntü.
177
19. Gelin damat evine geldiğinde, herkesin görmesi için bir sandalyeye çıkarılır ve
temenna alır.
20. Gelinin, damadın evine geldikten sonra şarkılar eşliğinde eve doğru
götürülmesi. Gelin bu esnada saygı nedeniyle devamlı temenna almaktadır.
178
21. Damat evine gelen gelinin damatla birlikte bir görüntüsü.
22. Yeni geline ve damada yapılan uygulamalarda yardımda bulunmak üzere eşlik
eden başka bir yeni evli çift
179
23. Gerdek gecesinde gelinin giymiş olduğu duvaklı kıyafet.
24. Gerdek gecesinde yapılan uygulamalardan bir görüntü.
180
25. Gerdek gecesinde yapılan uygulamalardan ayna oyunundan bir görüntü. Damat ile
gelin baş başa gelerek aynı anda aynaya bakarlar.
26. Gerdek gecesinde gelinin damada şerbet dolusu bardağı verirken.
181
27. Gerdek gecesinde gelin ve damadın şarkılar eşliğinde birbirinin dizinden
şeker alırken
28. Gerdek gecesinde gelinin şarkılar eşliğinde damadın saçını çekmesi.
182
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA ÖLÜMLE İLGİLİ
İNANIŞ VE UYGULAMALAR
İnsanın bu dünyaya gelişinden terk edip gitmesine kadarki zaman süresi
geçmişten bu yana çeşitli inanış ve uygulamalarla süslene gelmiştir. Bilindiği üzere,
genel olarak insan hayatında doğum, evlilik ve ölüm evrelerinden oluşan üç önemli
dönem bulunmaktadır. Buna bağlı olarak da inanış ve uygulamaların hemen hemen
hepsi bu üç dönem etrafında odaklaşmaktadır.
İnsan hayatının önemli geçiş noktalarından birisi olan ölüm olayı da doğum ve
evlenmede olduğu gibi, beraberinde birçok adet, töre, tören, inanış ve uygulamalar
getirmektedir. Doğum ve evlenme ile ilgili uygulamalar daha ziyade sevinç ve
mutluluk tezahürleriyle icra edilirken, şimdi değineceğimiz ölüm hadisesi ise üzüntü
ve keder belirtileriyle dikkati çeker.
Zira hasreti çekilen bir çocuğun, ailenin
devamını simgeleyen gencin, ailenin direkleri olan anne babanın, geçmişi ve aidiyeti
temsil eden ve hayata anlam katan dostların ölümü doğal olarak insana keder ve
üzüntü verir.
Bu niteliği ile ölüm hadisesi doğum ve evlenme dönemlerinden ve bu
dönemlerde icra olunan uygulamalardan tümüyle ayrılır. Dinler Tarihi araştırmaları
da ölüm ile ilgili olarak diğer geçiş dönemlerine nazaran daha çok tören ve ainin
gerçekleştirildiğini göstermektedir. Bu bakımdan ölümün insan hayatındaki geçiş
dönemlerinin en önemlisi olduğunu söylemek mümkündür.
Makedonya
Müslümanlarında ölüm ile ilgili inanış ve
uygulamalar
konusundaki birçok veri, bizzat cenaze merasimlerine katılarak yaptığım şahsi
gözlemlerden ve isimlerinin zikredilmesini istemeyen köy imamlarından temin
edilmiştir. Hemen hemen Makedonya genelinde Müslümanlar arasında çok büyük
farklılıklara rastlanmamıştır. Bu nedenle bu bölümde bölgesel ayrılıklara girilmeden
uygulamalar genel olarak verilmiştir. Bu arada Sedat Veyis Örnek’in “Anadolu
Folklorunda Ölüm” adlı kitabındaki bilgiler ışığında Anadolu’daki örneklerle zaman
zaman karşılaştırma yoluna gidilmiştir.
“Makedonya Müslümanlarında ölüm ile ilgili inanış ve uygulamalar” adını
taşıyan bu bölüm, ölüm öncesi, ölüm esnası ve ölüm sonrası olmak üzere üç ana
başlık altında ele alınmıştır. “Makedonya Müslümanlarında ölüm öncesi ile ilgili
inanış ve uygulamaları” ana başlığı altında; ölümü düşündüren ön belirtiler, ölümden
kaçınma yolları, ölüme hazırlık ile ilgili uygulamalar belirlemeye ve incelemeye
gayret edilmiştir. İkinci ana başlıkta; Makedonya Müslümanlarında ölümden hemen
sonra yerine getirilen işlemler, ölümün duyurulma biçimleri, ölünün defnedilmeye
hazırlanması, cenazenin defnedilmesi, telkin, iskat ve devir ve ruhla ilgili
varsayımlar ele alınmıştır. Ölüm sonrası inanış ve uygulamalar ismini taşıyan üçüncü
ana başlık altında ise Makedonya Müslümanlarında ölünün anılması ile ilgili inanış
ve uygulamalar, ölü yemeği, yas tutmak, başsağlığı dilemek, ölüyü anma günleri,
mezarlıklar, ziyaret yerleri olarak mezarlar ve ölümle ilgili ağıtlar, atasözleri,
deyimler ve beddualar açıklanmaya çalışılmıştır.
Makedonya değişik din, millet ve kültürleri barındıran bir merkezdir. Bu
bölümde ölüm konusunu ele alırken iki noktaya ağırlık vermeye çalıştık. Birincisi bu
bölgede yaşayan değişik dini grupların ölüm ile ilgili inanış ve uygulamalarının
kuramsal çerçevesini çizmek. İkincisi ise, bu bölgede yaşayan Müslümanların bir çok
inanış ve uygulamalarını bilimsel çerçevede ele almaya çalışmak.
Bâki olan Allah'tır ve her canlı ölümü tadacaktır. Doğum gibi ölüm de Allah'ın
değişmez sünneti içerisinde doğal bir olaydır. Fakat İslâm inancı bakımından ölüm
bir son değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Dolayısıyla bu âlem için ölüm denilen
olay, başka bir âlem için mahiyeti farklı yeni bir doğum olarak gerçekleşir. Mutlaka
yaşanacak olan bu yeni hayat için insanın bu dünyada iken hazırlık yapması gerekir.
Esasen Allah'ın emirleri ve Peygamberimizin tavsiyeleri dikkate alınıp onlara uygun
davranışlar sergilenmesi dışında, özel bir hazırlık yapmaya da gerek yoktur. Bu emir
ve tavsiyeler, bu geçici dünyanın en güzel şekilde yaşanmasını sağlamaya yeteceği
gibi, müstakbel hayat için de bir hazırlık teşkil edecek özelliktedir.
İnsanın ölüsü de saygıya lâyıktır. Bu saygı bir yönüyle, ölünün yakınlarına bir
teselli mahiyeti taşıdığı gibi, ölümün hiçlik olmadığını anlatmak amacına da
yöneliktir. O ölmüştür, fakat yine insandır; bu dünya açısından ölmüştür, fakat başka
bir âlem için yeniden doğmuştur yaklaşımı ile ölü yakınlarını teselli etmek, onların
içinde bulunduğu durumu anlamlandırma açısında büyük önem taşır. Ölünün âdeta
184
yeni doğmuş bir çocuk gibi yıkanması, bir yönüyle yeniden doğuş olayını sembolize
etmekte, bir yönüyle de bu fâni yolculuğun, yani dünya hayatının kendisi üzerinde
bıraktığı kir, toz ve pislikleri gidermeyi temsil etmektedir. Ardından, yeni doğan
çocuğa giydirilen zıbın misali bir kefene sarılması ve büyük bir titizlikle yatacağı
yere konulması da onu gelecekteki hayatına hazırlamak demektir. Bundan sonrasını
Allah biliyor, gidenler biliyor. Biz de bildirildiği kadarını biliyoruz.
Cenaze, ölü anlamına geldiği gibi, tabut veya teneşir anlamına da gelir. Son
nefesine yaklaşmış ve ölmek üzere olan kişiye muhtazar, ölen kişiye meyyit (çoğulu
mevtâ), ölü için genel olarak yapılması gereken hazırlıklara teçhiz, ölünün
yıkanmasına gasil, kefenlenmesine tekfin, tabutun konulduğu yere musallâ taşı,
namazdan sonra kabristana taşınmasına teşyî ve kabre konulmasına defin denir.
Telkin, muhtazarın yanında kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdet okumaya denildiği
gibi definden sonra, sorulması muhtemel soruları ve cevapları ölüye hatırlatma
konuşmasına da denilir. Ölünün yakınlarına başsağlığı dileğinde bulunmaya tâziye
denir ki teselli etmek anlamındadır.1
Ölen bir Müslümanı yıkamak, kefenlemek, onun için namaz kılıp dua etmek ve
bir kabre gömmek Müslümanlar için farz-ı kifâyedir. Peygamberimiz "Ölülerinizin
güzel işlerini yâdedin, kötü taraflarını dile getirmeyin"2diyerek, ölmüşlerimizi
hayırla anmamızı, iyi taraflarını ön plana çıkarmamızı tavsiye etmiştir. Ölenin
olumsuz yönleri konusunda suskun kalma hususu, ölen kişinin ölmeden önceki
davranışlarıyla ilgili olduğu kadar, ölüm anındaki durumu, gasil işini yapanların
gördükleri hoş olmayan şeylerle de ilgilidir. Fakat ölen kişi, haramı açıkça işleyen
bid‘at ve sapıklıkla tanınmış ve bu hal üzere ölmüş biriyse, başkalarını sakındırmak
maksadıyla onun bu durumu gerektiğinde söylenebilir.
İnsanın yaşamında ölüm kavramı çok büyük rol oynamaktadır. Hangi inanca
sahip olursa olsunlar, ölüm herkes için bu dünyadaki hayatın sonu anlamına
gelmektedir. Bu yüzden hem ölüm öncesi, hem ölüm esnasında, hem de ölümden
sonra bu durumla ilgili çok sayıda inanış ve uygulama insan hayatının içerisinde yer
almıştır.
1
İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, Cenaze Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi
web.sitesi); Hayrettin Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, Ankara 1986, s. 55-57.
2
Tirmizî, Sunen, “Cenâiz”, 34.
185
3.1. ÖLÜM ÖNCESİ ADETLERİ
3.1.1. Ölümü Düşündüren Ön Belirtiler
Ölüm korkusunun bilinç altındaki baskısıyla tedirgin olan insanların
düşünceleri, geleceği bilme arzusu, araç ve nesnelerin bu veya şu şekilde
kullanılışları, tabii olayların zuhur etmesi, hayvanların hareket ve sesleri, rüyalar
veya rüyalarda görülenler vb. hususlar halk arasında çoğu zaman ölümün bir işareti,
bir ön belirtisi olarak kabul edilmektedir. Makedonya Müslümanlarında da ölümün
ön belirtileri olduğu kabul edilen bu gibi olaylarla ilgili değişik inanış ve
uygulamalar dikkatimizi çekmiştir.
Halk inançlarında bazı hayvanlar ölümün habercisi veya ölümle bağlantılı
kabul edilirler. Örneğin, hutbolu, yani baykuşun ötmesi, evin çatısına veya bacasına
tünemesi o evde yakınlarda bir ölüm olacağı şeklinde yorumlanır. Baykuş
uğultusunun ölüm habercisi olduğu düşünülür. Aynı şekilde bir tavşanın yolda
insanın önünü kesmesinin kişiye uğursuzluk veya kötülük getireceğine, hatta
yakınlarında vuku bulacak bir ölümün işareti bile olabileceği varsayılır.
Makedonya’nın bazı bölgelerinde köpeğin uluması da benzer şekilde ölümün
habercisi kabul edilir. Köpeklerin ezan okunurken ulumaları ise onların kendi
dillerince zikir yaptıkları şeklinde yorumlanır. Aynı şekilde horozların akşama doğru
ötmesinin hayra işaret olmadığı, hatta yakın zamanda bir ölüm olacağının habercisi
olduğu kabul edilir. Bunların dışında bütün evcil hayvanların huzursuzlukları ve
alışkanlık dışı davranışları da sahiplerinin başına kötü bir şey geleceğinin belirtisi
olarak kabul edilir.
Trabzon ve yöresinde de Makedonya Müslümanlarında var olan benzer
uygulamalar dikkatimizi çekmiştir. Trabzon’da da ölümün ön belirtileri olarak
hayvanlarla ilgili birçok inanış görüyoruz. Mesela köpeğin uğulaması, zamansız
horoz ötmesi, kargaların ötmesi vb.3
Bunlardan başka rüyada dişin ağrıması, diş doldurtmak veya çektirmenin,
kalabalıklar içerisinde görünme veya bu kalabalıkta beyaz cübbeleriyle hocaların
veya Beytullahın görülmesi ve ölülerle uğraşmak veya sık sık ölü görmek ölümün
3
Gülsen Balıkçı, Trabzon’un Bazı Yörelerinde Ölüm Adetleri,
http://www.karalahana.com/makaleler/folklor/trabzon_olum.htm
186
habercisi olarak veya yakınlarda aile üyelerinden birinin vefat edeceğine delalet
kabul edilir.
Trabzon ve yöresinde ise, rüyada bulanık su görmek ölüme işaret olarak
yorumlanır. Rüyada ölü bir şey verirse iyiye yorumlanır, bir şey alırsa ölüm olacağı
kabul edilir. Rüyada soğan, biber gibi acı şeyler görülürse, yakında acıklı bir şey
olacak diye yorumlanır.4
Makedonya Müslümanları arasında günlerin de ölüm için ön belirti olduğu
inanılır. Örneğin, bazı bölgelerde yaşayan Müslümanlar arasında kadınların Salı
günü çamaşır yıkaması aileye bir kötülük veya ölüm getireceği algısına yol açar. Salı
günü veya gecesinde tırnakların kesilmesi ile el ve ayak tırnaklarının ardarda
kesilmesinin kötülüğe, hatta ölüme işaret olduğuna inanılır. Kısacası, Salı günü
genelde Müslümanlarca uğursuz
bir gündür denilebilir. Dolayısıyla, Salı günü
yapılması gereken bazı işlerin çoğunlukla ertelendiği dikkati çeker. Nitekim
yolculukta kaza olmaması ve sıkıntılı durumlarla karşılaşmamak için yolculukların
ertelendiği sıkça görülür. Makedonya’da yaklaşık on sene önce meydana gelen uçak
kazasının Salı günü gerçekleşmesi ve birçok vatandaşın hayatını kaybetmesi Salı
günüyle ilgili var olan uğursuzluk inancını daha da pekiştirmiştir.
Salı gününün uğursuzluğuna dair bu inanışlar muhtemelen Hıristiyan
inancından Müslümanlara geçmiştir. Çünkü İstanbul’un fethi Salı gününe denk
geldiği için Hıristiyanların bu günü uğursuz kabul eder. Makedonya Müslümanları da
böyle bir kültür içerisinde yaşadıkları için muhtemelen ondan etkilenmişlerdir.
Yine değişik nesne ve uygulamalar da Makedonya Müslümanlarında ölüm
habercisi olarak algılanır. Mesela, bir evde ölüm olmuşsa, cenaze yıkandıktan sonra
suyun kullanıldığı kazan, yıkanarak ters çevrilir. Eğer böyle yapılmaz ise, ölümün o
eve tekrar döneceğine ve ölen kimsenin hortlak olarak geri geleceğine inanılır.
Makedonya Müslümanlarında ölen kişinin eşyaları genelde yakılır. Zira ölenin
eşyaları kullanılırsa, o eve ölümün tekrar geleceği kabul edilir. Bazı bölgelerde ise
ölünün tüm eşyaları dışarı çıkarılır ve yıkandıktan sonra fakir fukaraya verilir. Bazen
ölünün döşeği de dışarı çıkarılır, yıkanıp kurutulduktan sonra eve alınır. Benzer
şekilde ölümden sonra taziye için gelen misafirlerin ayakkabıları çevrilmez, yani
4
Gülsen Balıkçı, Trabzon’un Bazı Yörelerinde Ölüm Adetleri,
http://www.karalahana.com/makaleler/folklor/trabzon_olum.htm
187
çıkarıldığı gibi bırakılır. Eğer ayakkabılar çevrilirse, o eve ölüm yolunun açıldığına
inanılır. Ayrıca taziyeye ve cenaze merasimine katılanların, merasimden sonra
doğrudan eve gitmeleri son derece önemlidir. Eğer onlar doğrudan evlerine değil de
başka bir eve giderse, gittiği evin halkına ölüm getireceği kabul edilir. Bu nedenle,
ölüm ve taziyeden dönenler yakın akraba bile olsa ev halkı tarafından soğuk
karşılanır, yani pek hoş muamele edilmez.
Önceleri ölü yıkanılan suyun ölünün ailesi tarafından içildiği rivayet olunur.
Böylece ailesinin ölümden soğukluk hissedeceği, yani yaşanılan ölüm hadisesini kısa
zamanda unutacağı düşünülürmüş. Bu uygulamanın söz konusu evde bir daha ölüm
olayının yaşanmaması için bir nevi koruma amacına matuf olduğu düşünülürmüş.
Ancak günümüzde bu uygulama terk edilmiştir.
Günümüzde ise ölünün yıkandığı su, kötü amaçlar için kullanılır. Sihir yapmak
isteyen bu sudan gizilice alır ve onu kendi kötü niyetlerinin gerçekleştirmek için
kullanmaya çalışır. Mesela birbirini seven iki kişiyi birbirinden soğutmak için bu
suyun kullanıldığı ve neticeyi hasıl ettiği yaygın bir kanaattir. Yine ölünün çenesini
kapamak için kullanılan bez parçası, şami (yazma) veya tülbent de sihir yapmak için
kullanılmaktadır. Bu daha çok kişinin düşüncesini değiştirmek için kullanılır. Mesela
kızını vermek istemeyen babanın fikrini değiştirmek için kızın anası, bu tülbendi üç
defa düğümleyip dua eder ve bu yolla amacına ulaşacağını düşünür. Bu uygulamanın
etkisini gösterdiğine dair bir çok örnek zikredilmiştir.
Beşikte uyuyan bebeğin iki kişi tarafından beşikle beraber taşınmasının da
ölüm habercisi olabileceği kabul edilir.
Makedonya Müslümanlarında psikolojik ve fizyolojik değişiklikler de ölüm
habercisi olarak yorumlanır. Örneğin, kişinin parmağının veya vücudunun bir
bölümünün sararması veya morarması ölüm habercisi olarak kabul edilir. Yine
hastanın bedeninde meydana gelen bazı değişiklikler halk arasında ölümün
yaklaştığının belirtisi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca hastanın nefesinin kısılması,
nefes alıp vermede zorlanması, nefesinin göğsüne çıkması, renginin sararmaya
başlaması, tırnaklarının morarması, ayak ve ellerinin buzlanması (buz gibi olması)
gibi belirtiler ölümün işareti olarak kabul edilir. Ölüm, ayak ve ellerden gelir inancı
hakimdir. Hastanın sürekli olarak “beni yatır, beni kaldır” gibi isteklerde bulunması,
188
burnunun uzaması, gözlerinin dönmesi veya gözlerini tavana doğru dikmesi de
ölümün yaklaştığının belirtileri kabul edilir.
Dobruca Türkleri de Makedonya Müslümanları gibi hayvanlar, nesneler,
rüyalar, psikoloji, astronomi, günler, ölenin durumu, rastlantılar yoluyla ölümün ilk
belirtileri üzerine değişik yorum ve tahminlerde bulunur. Bunlardan hayvanlarla ilgili
olan bazıları: Köpek uluması, baykuş ötmesi; Nesnelerle ilgili olanları: Ev eşyasının
kırılması; Rüyalarla ilgili olanları: Hocalar görmek, ziynet eşyası görmek; Astronomi
ile ilgili olanları: Yıldız kayması; Günlerle ilgili olanları: Cumartesi günü bir kimse
ölürse, yakında o köyden bir kişinin daha öleceğine inanılır. Ölenin eti yumuşak
olursa, ardından bir ölüm daha olacağı yorumu yapılır.5
Türkiye’nin değişik yerlerinde, ölümün ön belirtisi olarak köpeğin uluması,
uluma biçimi, uluma süresi ve uluduğu yere göre değişik yorumlar yapılmaktadır.
Öküz, inek, koyun, at, tavşan, horoz gibi hayvanlar da ölümün ön belirtisi olarak
algılanmaktadır. Baykuşun ötmesi de ölümün ön belirtisi olarak kabul edilir.6
Türkiye’de ev, ev eşyası, araç ve gereçler, yiyecekler de ölümün ön belirtisi
olarak kabul edilmektedir. Bu konudaki inanışlar şunlardır: Kapı, tavan, dolap
çıtırdaması,
geceleyin
beklenmedik
bir
anda
kapının
çalınması,
eşyanın
kendiliğinden kırılması gibi. Yine Türkiye’nin çeşitli yerlerinde rüyada bazı
hayvanları görmek ve onların zarar verdiğini görmek de ölümün ön belirtisi olarak
algılanır. Yıldız kayması da ölüm habercisi olarak kabul edilir. Ay ve güneş
tutulması, şimşek çakması da ölüm habercisi olarak kabul edilir.7 Ölünün eti
yıkanırken yumuşarsa, ardından başka bir ölüm daha olacağı biçiminde yorumlanır.8
3.1.2. Ölüme Hazırlık
Makedonya Müslümanlarında ölüme hazırlık ilk olarak maddi yönden
gerçekleşir. Yaşı ilerlemiş kişilerin biriktirmiş oldukları paranın bir miktarını, ölüm
için ayırdıkları dikkatimizi çekmiştir.
Bunun dışında hacca gitmiş olanlar, hacda kullanmış oldukları ihramları ölüm
için saklarlar. Öldüğünde kefenlerle birlikte bu ihramlara da sarılır. Bu uygulama ile
5
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 243-245.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 15-20.
7
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 21-29.
8
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 36.
6
189
ölünün sorgu suallerden daha kolay geçeceğine inanılır. Hacdan getirilmiş kokular da
kefenlerle birlikte ölüm için bekletilir. Hacı adayının getirmiş olduğu zemzem suyu
da, özellikle son nefesini verirken ağzına sürülmesi için saklanır.
Manevi yönden de Kur’an okumasını bilen kişi, ölüme hazırlık için hayatta
iken hatim indirir. Bu hatimin kendisine ölüm anında ve sonrasında yardımcı
olacağına inanır. Yaşı ilerlemiş kişiler veya ölümün yaklaştığını gören kişiler, ölüme
hazırlık olarak ibadetlerine daha fazla önem verirler.
Bazıları var olan borçlarını ödemeye gayret eder. Maddi durumu iyi olanların
da hayırseverlikleri artar.
Dobruca Türklerinde ölüme hazırlık olarak, cenaze için kefen ve cenazeye
katılacak olanlara vermek için kırk adet mendil hazırlanır. Küçüklüğünden beri
kesmiş olduğu tırnakları ve düşmüş dişleri de ölenin mezarına koyulmak için hazır
edilir.9
3.1.3. Ölümden Hemen Önce Yapılan Uygulamalar
Ölümden önce her yerde olduğu gibi Makedonya Müslümanlarında da
hazırlıklar yapılmaktadır. Bunlardan bazıları dini bir vecibe olarak, bazıları da
geleneksel bir tutum olarak yapılırlar. Makedonya’da ölüm öncesi yapılan
uygulamaları şöylece sıralayabiliriz.
Ölmek üzere olan kişi, eğer bir güçlük yoksa kıbleye doğru ve sağ yanı üzerine
çevrilir. Dini bakımdan da bu uygulamanın gerekli olduğu kabul edilir.
Sırtına ve ensesine yastık gibi şeyler konup başı yükseltilerek yüzü kıbleye
gelecek şekilde ve ayakları kıbleye uzanık duruma getirilir.
Mümkünse yüksek olan karyoladan indirilir, canının, yerde serilmiş döşekte
çıkması gerektiğine inanılır. Ölüm anında baş ucunda Kur’an-ı Kerim özellikle de
Yasin-i Şerif okunur ve sık sık kelime-i tevhid tekrarlanır. Bir hadiste "Kimin son
sözü ‘Lâ ilâhe illallah’ olursa, o kişi Cennete girer" buyrulmuştur (Ebû Dâvûd,
“Cenâiz”, 16). Bu hadise binaen Makedonya’da yaşayan Müslümanlara ölüm
yatağında iken yakınları tarafından sık sık kelime-i tevhid hatırlatılır. Hacdan
getirilmiş zemzem suyu hastanın dudaklarına sürülür. Hastanın susuzluk çektiği
düşünülerek dudaklarına ve yüzüne yakınlarından biri tarafından zemzem sürülür.
9
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 246-247.
190
Makedonya genelinde, hacca gitmiş aile fertleri vasıtasıyla her evde ölüm için
zemzem hazır bulundurulur. Hacca gidenler ise hacda kullandıkları ihramları ölüm
için saklarlar. Öldüklerinde bu ihramları kefen olarak kullanırlar. Hacca gitmiş
olduğu belirtilmek için ihramlar ölenin mezarına konulur. Bu uygulama ile o kişilerin
sorgu-sualinin daha kolay olacağına inanılır.
Ölüm döşeğinde olan kişi, kendileriyle helalleşmesi için yakınlarını yanına
çağırtır ve herkesten tek tek helallik ister. Son nefesini kelime-i tevhid ile vermesine
özellikle dikkat edilir. Onun için baş ucunda bulunanlar devamlı kelime-i şehadeti ve
kelime-i tevhidi hatırlatır. Ölüm anında yakınları tarafından başka bir odada Kur’an-ı
Kerim veya Yasin-i Şerif okunur. Ölüm gerçekleştiği zaman, Kur’an okuma hemen
kesilir ve o anda ölü için yapılması gereken hazırlıklara geçilir. Ölüm gerçekleştikten
sonra Kur’an okunmasının iyi olmadığına inanılır. Eğer Kur’an okunmak isteniyorsa,
başka odada okunma nedeni de ölüm anında olan hastanın temiz olup olmadığından
meydana gelen şüphedendir. Kur’ana saygısızlık olmasın diye başka odalarda
okunur. Ölüm anında yabancıların orada hazır bulunması uygun görülmez.
Ölümden önce hastanın durumuna göre bazen genel temizlik yapılabilir. Yani
var olan fazla kılları temizlenir. Ağır hasta olanlarda, can verirken eziyet vermemek
için olduğu gibi bırakılır.
Dobruca Türklerinde de, son nefesine yaklaşan hastanın başında, hastanın
ruhunun daha kolay verebilmesi için yaşlılar tarafından Kur’an okunur. Hasta son
nefesine kadar yalnız bırakılmaz.10
Türkiye’nin değişik yerlerinde de hastanın başında Kur’an okunur, kelime-i
şahadet devamlı tekrarlanır, ölüm anında hastanın dudaklarına susuzluk çekmemesi
için su sürülür.11
3.2. ÖLÜM ESNASI ADETLERİ
Ölüm esnasında yakın akrabalar kesinlikle hastanın yanında durur ve devamlı
dua edip kelime-i şahadeti hatırlatır. Kuruyan ağza, şeytanın onu aldatacağı
düşüncesiyle yakınları tarafından devamlı su veya zemzem verilir. Yani susuzluk
10
11
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 247.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, 46, 47; Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 107; Önal,
Romanya Dobruca Türkleri…, s. 247.
191
çeken hastayı şeytanın kandırmasına engel olup ruhunu imanla teslim etmesi için
hastanın ağzına devamlı su veya zemzem sürülür. Yakınlarının ölüm anında yanında
bulanmaması, ona karşı bir saygısızlık olarak algılanır. Hasta o esnada zorluk
çekmesin diye odada hazır bulunan yakınları tarafından dünya işleri hakkında
konuşulmaz.
3.2.1. Ölümden Hemen Sonra Yapılan Uygulamalar
Ölüm gerçekleştikten sonra orada bulunan ev halkı ve yakın akrabaları birkaç
dakika bekleyip hastanın ruhunu teslim edip etmediğini kontrol ederler. Bunun için
yapılan uygulamalardan en yaygını ölen kişinin açık olan ağzına ayna
yaklaştırılmasıdır. Ayna buharlaşırsa ölümün gerçekleşmediğine karar getirilir.
Beklenmesi öngörülür. Yine ölen kişinin ayakları ve nabzı kontrol edilir. Ayakları
buzlanmış/soğumuş, nabzı durmuş, vücudunda morarmalar oluşmaya başlamışsa
kişinin öldüğü kabul edilir.
Ölümün gerçekleşmesinin ardından yakınları tarafından hemen yapılması
gereken ön hazırlıklardan sonra, gömme için gerek dinsel, gerekse geleneksel
bakımından zorunlu olan hazırlıklara geçilir. Bu hazırlık üç önemli işlemden oluşur.
Bunları yıkama-kefenleme, cenaze namazı ve defin olarak sıralayabiliriz. Her üç
işlemin çevresinde dinsel olanların yanı sıra birçok geleneksel adet ve inanma da
kümelenmekte, bunlar çoğu zaman da ön plana geçmektedir. Ölümden hemen sonra
yapılan uygulamalar şunlardır:
1- Makedonya genelinde ilk olarak yakınlara haber verilir. Ölünün evinde
toplanılır. Yapılacak görevler konuşulur ve iş paylaşımı yapılır.
2- Ölüm olayı gerçekleştikten sonra ilk olarak ölünün ağzı temizlenir ve
kapanması için bir bez parçasıyla sakalından alnına doğru bağlanır. Dilin dışarı
çıkmaması için de bu uygulama yapılır.
3- Ölenin gözleri açık kalmış ise, besmele ile gözleri kapatılır. İnanca göre
vücutta göz, en son ölen organdır. Bu yüzden ölen kişinin etraftaki telaşı görüp de
sıkıntı çekmemesi için, hemen gözleri kapatılır.
4- Ölen kişinin vücudu sıcak iken eğik kalmaması ve ayaklarının açık
kalmaması için ayakları gerilir. Ölünün ayak baş parmakları, iki ayağın yan yana
gelecek şekilde bağlanır.
192
Bundan sonra ceset, odanın ortasına kıbleye doğru gelecek şekilde bir döşek,
üzerine, yıkamaya çıkarılırken zorluk çekilmesin diye bir battaniye ve beyaz bir
çarşaf serilir. Mevta yatırılır ve üzerine tekrar beyaz bir çarşaf ile örtülür. Ölü,
yakınların yardımıyla döşeğe, sağ tarafının üzerine ve yüzü kıbleye doğru gelecek
şekilde yerleştirilir.
Loğusa döneminde ölen kadının cennetlik olacağına inanılır. Ölüm döşeğine
konulan kadın örtüldükten sonra, üzerine gelin iken giymiş olduğu çinkanları
(şalvarları) ve başörtüleri koyulur. Bu uygulama, ölenin genç olduğunu vurgulamak
için yapılır.
Ölen kişi genç kadın ise, yakınlarından bir genç kız seçilir ve ayrı bir bölgede
daire (zilli def) çalıp şarkı söyletilir. Bu uygulama, ölen kadının eşinin kısa zamanda
tekrar evlenmesi için yapılır. Bu uygulama sonucunda evlenmelerin kısa zamanda
gerçekleştiği rivayet edilir.
Cenazenin karyolada bekletilmesi iyi karşılanmaz. Hatta, hastanın ölüm anında
yüksek yerde durmasından dolayı, ruhunun çıkmasının zor olacağına ve kişinin ölüm
anında zorluk çekeceğine inanılır. Yüksek yerde, yani karyolada olan ölüm anında
kişinin ruhunu teslim etmesinin günler sonra gerçekleştiği yönünde örnekler anlatılır.
Bundan dolayı, Makedonya Müslümanlarında mümkünse ölümü bekleyen kişinin
döşeğinin yere serilmesi gerekliliği yaygın olan bir inanıştır.
Makedonya’nın bazı bölgelerinde ölen kişinin şişmemesi için karın kısmına
ağır bir taş veya tuğla koyulur. Bu uygulama ölünün midesinin temizlenmesi
düşüncesiyle de yapılır.
Bazı bölgelerde ise, ölünün şişmemesi için karın kısmına bir metal parçası,
kaşık veya bıçak gibi aletler konulur. Cenazenin bekletilme durumunda ise hem tuğla
hem de bıçak konulur.
Dobruca Türklerinde de ölen kişinin şişmemesi veya kokmaması için üzerine
bıçak veya makas gibi metal parçaları ya da taş konulur.12
Türkiye’nin değişik yerlerinde de ölenin üzerine demir veya metalden yapılmış
olan makas, bıçak ve maşa gibi aletler konulur. Bu uygulama da ölünün şişmemesi,
şeytan gelmemesi, hortlamaması ve günahının azalması amacına matuftur.13
12
13
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 249.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 46, 47; Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 107.
193
Makedonya’nın bazı bölgelerinde can çekişen hastanın yanına gelen yakınları,
abdestli olmaya dikkat ederler. Yine canı çıkarken odada bulunanlarda ayağa
kaldırılır ve hiç ses çıkarmadan sadece “Allah Allah” diye zikrederler. Diğer bir
odada da ölünceye kadar Kur’an-ı Kerim okunur. Bu uygulama sayesinde hastanın
canının kolay çıkacağı ve zorluk çekmeyeceği kabul edilir.
Hasta, gözleri tavana dikik iken, açıp kapattı mı öldüğü kabul edilir. Hasta
derin bir nefes aldıktan sonra ruhunu teslim eder.
Ölen kişinin gözleri açık kalırsa, gözü dünyada kaldı diye yorumlanır. Hasta
gülerek ölürse iyi sayılır, iyi insan olduğunun işareti olarak kabul edilir. Yanarak
ölene ise, çok günahı vardı, günahlarına kefaret olarak Allah bu dünyada onu yaktı,
diye düşünülür. Elleri açık olarak ölen kişi, cömert diye yorumlanır. Konuşa konuşa
can veren için ise, rahat can verdiği için “iyi insandı” derler.
Ölen, bebek veya iki-üç yaşında çocuk ise, selası okunmaz. Ölüm döşeği
serilmeyip, bedeni beşiğinde bırakılır. Çocuklar için yakınları ağlamamaya gayret
ederler. Özellikle anne baba ağlamamaya çalışır. Çünkü ölen çocukların ruhunun
uçtuğu ve Cennette melek olduğuna inanılır. Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra
annesinin kulağına karanfil veya gül konulur. Bu uygulama, annenin teselli edilerek
çocuğunun Cennetlik olduğu inancıyla sevinmesinin bir işareti olarak yapılır.
Bebeğin gömüldüğü günün akşamında annesi kendi evinde yatmaz. Baba evine veya
yakın akrabalara gider. O gece çocuğun ruhu geleceği ve annesini emmek isteyeceği
inancıyla anne uzaklaştırılır. Böylece çocuğun ruhunun bir daha gelmemesi sağlanır.
Bazı bölgelerde ise gömüldüğü günün akşamında evine gelip acı çekmemesi
amacıyla, annenin evden ayrılmaması gerektiğine inanılır.
Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi Dobruca Türklerinde de ölüm
esnasında benzer uygulamalar yapılmaktadır. ölenin öncelikle çenesi çekilir, ağzı
bağlanır, gözleri kapatılır, ayakları düzeltilir ve bağlanır. Kıbleye çevrilmiş olarak
ölü yatağına yatırılır. Bütün bu işlemler ölü sıcak iken yapılır. Ölen kadın ise, evlilik
bittiği için kocası yaklaştırılmaz.14
Türkiye’nin değişik bölgelerinde de benzer uygulamalar dikkatimizi çekmiştir.
Halk arasında, ölenin gözlerinin kapatılmasının nedeni ölenin gözü dünyada
kalmasın, ardından birini götürmesin, gözü arkada kalmasın şeklinde yorumlanır.
14
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 248.
194
Ölünün çenesi, çirkin görünmemesi ve ağzına toprak dolmaması için kapatılır.
Ölenin başı kıbleye çevrilir ve ayakları yan yana getirilip bağlanır.15
Muhtazar ölünce gözleri kapatılır, bir bezle çenesi bağlanır. Bunları yapan kişi
şöyle dua etmelidir: Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh. Allahümme yessir aleyhi
emrehû ve sehhil aleyhi mâ ba‘dehû ve es‘idhu bi likaike vec‘al mâ harece ileyhi
hayren mimmâ harece anhü (Allah'ın adıyla ve Resûlullah'ın dini üzere… Ey
Allahım bunun işini kolaylaştır ve sonrasında güçlük gösterme. Onu, cemalinle
mutlu eyle. Gittiği yeri, ayrıldığı yerden daha hayırlı eyle). Dini bakımdan ölenin
gözlerinin kapatılması, çenesinin bağlanması ve üzerinin örtünmesi sünnet olarak
kabul edilir.16
3.2.2. Ölüm Haberinin Duyurulması
Cenaze için bütün bu uygulamalar yapıldıktan sonra, yakın akrabalara telefonla
ulaşılıp ölüm haberi verilir. Yakınları yurt dışında olanlara ise gelmeleri için haber
dolaylı ifadelerle verilir. Babasının çok hasta olduğu ve başka bir yakının vefatı veya
hasta olduğu söylenir. Bu, gelirken kişinin kendini kaybedip kaza veya benzeri
sıkıntılara duçar olmaması için yapılır. Ayrıca, Makedonya genelinde yakınların veya
akrabaların bulunduğu köy ve kasabaların müezzinlerine, ölen kişinin kimin babası
veya anası olduğu bilgilerin anlaşılacak şekilde detaylıca yazıldığı bir kağıt
gönderilir. Bu kağıtla birlikte müezzine bahşiş de verilir. Müezzin, camideki
hoparlörler yardımıyla bütün köy veya kasabanın duyacağı şekilde salâh-selah okur.
Selah, ölen kişinin yakınlarının bulunduğu her yerde okunur. Yedi veya dokuz
selah okutulmasına dikkat edilir. Yani, Makedonya Müslümanlarında tek sayı inancı
oldukça yaygındır. (Çocuklara sünnet edilirken bile, tek saatli saatlerde yapılmasına
özen gösterilir. Bu şekilde kötü ruhlardan korunulacağına, zira çift sayıların uğursuz
olduğuna inanılır). Makedonya Müslümanlarında bu inanışın dini olduğu da kabul
edilir. Allah’ın tek olduğu, sıfatlarının tek olduğu ve tespihlerin tek sayılarla
çekildiği gibi düşüncelerle bu inanış savunulmaktadır.
Selah okunduğunda defin işleminin ne zaman olacağı da bildirilir. Ölüm gece
gerçekleşmiş ise selah sabah okutulur. Sabah namazından çıktıktan bir saat sonra,
15
16
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 45-47.
Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 29.
195
halkın kalkmış olduğu bir zamanda selah okunur. Normalde öğle namazından sonra
defin yapılır. Bir engel var ise defin, ikindi namazından sonra da yapılabilir. Karanlık
basması muhtemel zamanlarda kesinlikle defin yapılmaz. Karanlıkta kabristana
gidilmesinin tehlikeli olduğu ve bunu ölü için de iyi olmadığına inanılır.
Makedonya genelinde ölüm haberi çoğunlukla şu sözlerden oluşan sela ile
verilir. “El merhumu (merhumetu) megfur el muhtacetu ila rabbike rahmetihil gafur.
Allah, Allah, Allah. Kullu şeyhin halike illa veche, lehul hukmu ve ileyhi turce’un.
Allah, Allah, Allah. Kullu men aleyha fan ve ebka rabbike zul celali vel ikram.
Allah, Allah, Allah. Kullu nefsin zaikatul mevt, sümme ileyna turcehun. Allah,
Allah, Allah”
En sonunda halkın konuştuğu dilde kimin öldüğü açıklandıktan sonra, ne zaman
gömüleceği de bildirilir. Selah tek sayılı olacak şekilde yedi veya dokuz camide
okutulur.
Dobruca Türklerinde ise yakın akrabalar ve dostlara telefonla haber verilir.
Ölüm Cuma gününe denk gelirse, ölüm haberi camide iken diğerlerine verilir.17
Türkiye’de ölüm olayının duyurulması köyde, kasabada ve büyük şehirlerde
farklı şekillerde gerçekleşir. En doğal biçimi ise ölenin yakınlarının ağlamasıyla olur.
Ağlamayı duyan komşular ölü evine toplanarak, evin halkının acılarına ortak olmaya,
onları teselli etmeye çalışırlar. Yapılması gereken ilk hazırlıklarda da yardımcı
olurlar. Bunun dışında cenaze sahibinin komşuları tarafından, camilerde selah
verdirilerek, gazete ilanlarıyla, radyo, televizyon, telefon, telgraf gibi araçlarla da
ölüm haberi verilir.18
3.2.3. Cenazenin Bekletilmesi Durumu
Ölüm haberi verildikten sonra diğer işlemler tamamlanmaya çalışılır, yakın
akrabalar aralarında paylaştıkları görevleri, sabahın ilk saatlerinden itibaren yerine
getirmeye koyulurlar. Ölü hemen hemen her yerde elden geldiğince çabuk
gömülmeye çalışılır. Hasta gece ya da sabah ölmüş ise öğle namazına, öğlen ölmüş
ise ikindi namazına yetiştirilmeye gayret edilir. İkindiden sonra ölenler o gece
bekletilerek ertesi gün öğlen namazında gömülmektedir. Bazen uzaktaki akrabaların
17
18
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 250.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 41-43.
196
cenaze törenine katılmalarını sağlamak için ölünün bekletilmesi zaruri olduğundan
gömülme işlemi ikindi namazından sonraya tehir edilebilmektedir. Bu esnada yakın
akrabalar yapılması gereken işlemleri aralarında paylaşıp biran önce yerine
getirmeye çaba sarf ederler.
Yakın akrabalardan bazıları kefen alma işlemiyle uğraşırlar. Bunun yanında
cenazenin yıkanması için gereken malzemeler de temin edilir. Bu malzemeler, sabun,
sünger, kefenlere sürülecek kokular, suyun döküleceği bir maşrafa (sürahi), suların
taşınacağı kovalar gibi şeylerdir.
Diğer bir grup ise, mezarda koyulacak “platica”, yani tahta parçalarını temin
eder. Bu ağaçlar, tahta şeklinde kesilmiş yaklaşık bir metrelik parçalardır. Genelde
daha dayanıklı olan ağaç türleri tercih edilir. Dut veya çam ağacından yapılmış
platiçaların daha dayanıklı olduğu ve daha geç çürüdüğü kabul edilir.
Başka bir grup ise, cenazenin yıkanacağı teneşiri ve tabutu camiden alıp ölenin
evine getirir. Aynı zamanda mezar açacak görevliye de haber verilir.
Önceleri Makedonya Müslümanlarında birkaç kadından müteşekkil ağlayıcılar
grubu varmış. Ölüm olan evlere bu kadın grubu, ağlamaları ve ağlatmaları için davet
edilirmiş. Çok ağlanmasının ölü için daha iyi olduğuna inanılırmış. Bu ağlayıcı
kadınlara aynı zamanda “diziciler” de denilirmiş. Bunlar, ağlama esnasında ağıtlar da
dizdikleri için “ağıt yakıcılar” da denilmiştir.
Köy imamı ve köyün hafızları konağın açıldığı evde öğle veya ikindi
namazından yaklaşık iki saat önce toplanırlar. Ölen için hatim indirirler. Bu esnada
köyün imamı veya müezzini bir yardımcı ile birlikte kefeni hazırlar.
Hatim indirildikten sonra köy veya kasaba imamı, cenazenin evin bahçe veya
avlusuna çıkarılmasını ister. Ölen kadın ise, kadın tarafından, erkek ise erkek
tarafından yıkanır. Bu işlemi, kadınlardın tayin edilmiş, dini bilgisi olan iki kişi
gerçekleştirir. Erkekleri ise genelde imamlar yıkarlar.
Ölüm olayı haber verildikten sonra, yakınlar, dostlar ve akrabalar başta olmak
üzere herkes ölü evine gelir. Yakınlara başsağlığı dilenir ve ölüye dualar sunulur. Bu
esnada, ölenin evinde sıkışıklık olmaması için komşulardan birinin evi “konak”
olarak açılır. Konak, başsağlığı için gelenlerin karşılandığı evdir. Konak, evin tam
karşısına denk gelen komşunun evinde kesinlikle açılmaz. Ya daha yukarıda ya da
197
daha aşağıda olan evde açılır. Bazı bölgelerde bu gibi uygulamaların, o eve tekrar
ölümü getireceği inancı hakimdir.
Konak açılan evde, yakın akrabalar evin kapılarında gelenleri karşılar. Yaşlılar
ise, evin içinde belirlenmiş bir odada gelenlerin başsağlığı dileklerini kabul etmek
için hazır bulunur.
Gelen kadınlar, yine ölenin evinde ayrılmış bir odada yakınlarına başsağlığı
dileklerini iletirler.
Başsağlığına gelenler genelde kısa durup evden ayrılırlar. Erkeklerden yakın
akrabalar, gelenleri karşılamak için konakta hazır bulunurlar. Kadınlar ise, ölenin
evinde oturur ve gelenlerin taziyelerini kabul ederler.
Cenazenin bir an önce defnedilmesi gerektiğine inanılır. Özellikle yaz aylarında
sıcaklardan dolayı kokuşmaması ve şişmemesi için cenaze en kısa zamanda gömülür.
Ancak ölüm ikindi zamanında olmuş ise, cenaze ertesi gününe kadar bekletilir.
Çünkü akşama doğru cenazenin defnedilmesinin iyi olmadığı kabul edilir. Kötü
ruhların akşam ölüye zarar vereceğine inanılır. Yada ölen kişinin yakınları
yurtdışında olduğu zamanlarda da cenaze, yakınları gelinceye kadar bekletilir. Eğer
ölüm kişinin memleketi dışında olmuş ise, cenazenin memlekete götürülmesi
işlemleri tamamlanıncaya kadar bekletilir.
Cenaze gelip durum yakın akrabalara duyurulduğunda, bu esnada hafızlar
tarafından hatim indirilmiş, imam tarafından da kefenler kesilip hazırlanmış olur.
Bunda sonra namaz vaktinden yaklaşık yarım saat önce, cenaze evin avlusuna
çıkarılır. Kadın ise kadın tarafından, erkek ise imam ve müezzin tarafından cenaze
yıkanır. Bazı bölgelerde hatim indirildikten sonra konak açılan evde hocalar
tarafından iskat ve devir uygulaması yapılır. Ancak, bazı bölgeler bunu haram
sayarak bu uygulamadan vazgeçmişlerdir.
Dobruca Türklerinde doktor raporu alınmadan cenaze kaldırılamaz. Doktor
raporu alındıktan sonra defin işlemleri yapılabilir. Doktor raporuna göre cenazenin
otuz altı saat bekletilmesi gerekebilir. Bu esnada mezar açılıp hazırlıklar yapılır.
Ölüm ikindi vakti olmuş ise veya uzaktan gelmesi gereken yakınlar var ise cenaze bir
gece bekletilir.19
19
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 251.
198
3.2.4. İskat ve Devir
İbadetlerde ıskat, namaz, oruç, kurban, adak, kefâret gibi ibadet ve borçları ifa
etmeden vefat eden bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere fidye
ödenmesi işlemini ifade eder. Fıkıhta daha çok, namaz ve oruç borcunu düşürme
anlamına gelen ıskat-ı salât ve ıskat-ı savm terimleri kullanılır. Burada fidyeden
maksat, söz konusu ibadetlerin yerine geçmesi amacıyla yapılan nakdî veya aynî
ödemelerdir. Bu bağlamda ıskat-ı salât, bir kimsenin sağlığında eda veya kazâ
edemediği namaz borçlarını uhdesinden düşürebilmek için ölümünden sonra fidye
ödenmesi işlemini, devir de bu fidye ödemede geliştirilen bir yöntemi ifade eder.
Devir, ıskat için fakirlere nakdî bedeli tamamen vermek yerine muayyen bir
miktarı hibe edip, tekrar hibe yoluyla ondan geri alma ve toplam borç miktarına
ulaşıncaya kadar bu hibe ve karşı hibe işlemini devam ettirme usulünün adıdır.
Böylece elden ele devredilen para ile devir sayısının çarpımıyla elde edilen meblağın
fidye olarak hibe edilmiş olacağı, neticede de ıskat için gerekli fidyenin tamamen
ödenmiş olacağı var sayılmaktadır.
Makedonya’da önceleri iskat ve devir uygulaması yaygındı. Mutlaka yapılması
gerektiğine inanılırdı. Günümüzde ise bu uygulama bazı yerlerde hala uygulanır iken
birçok yerde yanlış olduğu düşüncesiyle terkedilmiştir.
İmam veya dini görevlilerin yönetiminde yapılan iskat uygulaması şöyle
yapılır: Bir mendil içinde ölenin maddi durumuna göre belli bir miktar para koyulur.
Bu mendil bağlanır ve davet edilen veya paraların verileceği beş veya altı fakir kişi
bu uygulamaya katılır. Bu uygulamayı yöneten kişi “iskat-ı salat için filan merhum
için şu insana verdim” der ve içinde para bulunan mendili iskata katılanlardan birine
verir. Alan kişi “kabul ettim, sana hibe ettim” diyerek imam ve uygulamayı yürüten
bilir kişiye mendili geri verir. Bu uygulama orada hazır bulunan herkes ile
tekrarlanır, böylece ilk devir bitirilmiş olur.
İkinci devir de ölen kişinin tutmamış olduğu oruçların fidyesi olarak aynı
tarzda yapılır.
Daha sonra ise merhumun işlemiş olduğu günahların affı, ana-baba hakkı,
komşu hakkı, ölen erkek ise zihar, yani karısına karşı olan hakkı, hayvanlara karşı
işlediği kusurlar ve tüm günahlar için yine aynı şekilde bir devir daha yapılır. En son
devirde ise, umumi hakları için niyet edilir, devir yapılır ve yapılan uygulamanın
199
kabul olunması için dua edilir. Bu uygulama birkaç defa tekrarlandıktan sonra ölen
kişinin namaz ve oruç borçlarının giderileceği, üzerinde başkalarına ait hakların
ödeneceği, yapmış olduğu günahlarının da affolunacağına inanılır.
Bazen, bu uygulama icra edilirken, ödenen keffaretin daha çok görünmesi
bakımından mendile paranın yanında altın liralar da koyulur. Devir yapıldıktan sonra
bu altın liralar geri alınır. Bu bakımdan bu uygulama sadece bir gösteriş olarak
kalmakta, yani bir bakımdan hille-i şeriyye yapılmaktadır.
İskat ve devir uygulaması esnasında yakında fakirler olmadığı takdirde, orada
hazır bulunan birkaç hoca bu işlemi yerine getirir ve mendile koyulan para, daha
sonra ölü adına yetim, fakir veya talebelere dağıtılır. Bazan mevcut paranın bir
miktarı iskat işleminde yer alanlar arasında paylaştırılır. Bu uygulama genelde
konağa açılan evin gizli bir odasında gerçekleştirilir.
İskat ve devir işleminden sonra fidye uygulaması da yapılır. Bu uygulama
günümüzde de devam etmektedir. Fidye, ölen kişinin ailesinden alınan ayrı bir
miktar paradır. Bu, Makedonya Müslümanlarının ölçülerine göre, erkek için 131,
kadın için 71 fidyedir.
Makedonya’daki ölçülere göre bir fidye 100 denar değerindedir. Buna göre
erkek için 13.100 denar (bugünkü kura göre yaklaşık 210 euro), kadın için ise 7.100
denar (yaklaşık 120 euro) ödenmesi gerekir. Bu fidye parası imama verilir. Bazen bu
paranın bir miktarı fakirlere, bir miktarı da müftülüğe teslim edilir. Bazen da bir
miktarı caminin masrafları için alınır.
Fidye dışında ölünün yıkanması, dua edilmesi ve namazının kılınması
faaliyetlerini yerine getirdiği için imam ve müezzine de belli bir miktar para ödenir.
Hatim indiren hafızlara de hediye olarak bir miktar para verilir.20
Dobruca Türklerinde de ıskat ve devir uygulaması vardır. İmam çağırılır ve
merhumun tutamadığı oruçları ve kılmadığı namazlarının her biri için takriben bir
fiyat konulur. Buna göre bir hesap yapılır ve bu para istenir. Sonra bu para beş veya
yedi kişi arasında devir kaideleri usulünce devreder. Her devirde ne için devredildiği
karşı tarafa söylenir. Böylece eksik kalan ibadetlerin para karşılığında ödeneceğine
inanılır.21
20
Kaynak kişi: İskat ve devir konusunda Hafız Şükür Kamberi, Yukarı Banisa köyü kırk yıllık
müezzini, 1939 doğumlu.
21
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 266.
200
Türkiye’de de iskat ve devir uygulamasının yapıldığı bilinmektedir. Ölen bir
Müslüman’ın sağlığında çeşitli nedenlerle tutamadığı oruçları, kılamadığı namazları
ve yerine getiremediği yeminleri için bir fakire fidye verme amacıyla, halka halinde
hazır bulunan yoksullardan birine ölenin mirasçılarından veya vekilleri eliyle
hesaplanmış bir paranın verilmesi yoluyla gerçekleştirilir. Yoksul olan “aldım, kabul
ettim” diyerek bu parayı geri verir. Bu işlem ölenin borçlarının tümüyle temizlendiği
varsayılıncaya kadar devam eder.22
Dini bakımdan: Hz. Peygamber, sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn dönemlerinde
yukarıdaki anlamda ıskat söz konusu olmadığından, ıskat-ı salât ve ıskat-ı savm
anlayış ve uygulamasının Kitap, Sünnet ve sahâbe fetvalarından delillendirilmesi
yerine, fıkhın gelişim seyri göz önünde tutularak ele alınmasının daha doğru olacağı
kabul edilir. Öte yandan, ıskat-ı salât telakki ve uygulaması hem teori hem de tarihî
seyir itibariyle ıskat-ı savm fikrine dayandırıldığı için, öncelikli olarak ıskat-ı savm,
sonra da ıskat-ı salât hakkında bilgi sahibi olunması gerekir. İbadetler ve bu
nitelikteki kefâretler Allah hakkı grubunda yer aldığı için kural olarak ıskat kabul
etmez. Dinî mükellefiyetlerin ifasında mükellefin niyeti ve ibadetin Allah rızâsı için
yapılması ibadetin özünü, şekil şartları ise maddî unsurunu teşkil edeceğinden,
ibadetler ancak şâriin belirlediği sebeplere bağlı olarak ve O'nun emrettiği tarzda
yerine getirilirse ifa edilmiş sayılır.23
İslâm âlimlerinin ortak kabulüne göre, ihtiyarlık ve iyileşme ümidi kalmamış
bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimseler, kazâ etmeleri de mümkün olmadığı
için tutamadıkları gün sayısınca fidye öderler. Âyetin tutulamayan orucun kazâ
edilmesini değil de, her bir oruç için bir fakir doyumu fidye ödenmesini emretmesi,
burada hastalık, bünye zayıflığı, meşakkat ve yolculuk gibi geçici bir mazeretin
değil, yaşlılık ve iyileşme umudu kalmamış hastalık şeklinde devamlılık arz eden bir
mazeretin kastedildiği yorumuna haklılık kazandırmıştır. Bu kimselerin, tekrar
sağlığa kavuşup oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edilmediğinden tutulamayan
orucun, aynı cinsten bir ibadetle telâfisi talep edilmemiş, "Her bir oruç için bir fakiri
doyurma" şeklinde sosyal amaçlı, orucun mahiyetiyle de alâkalı bir başka ibadet
22
23
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 59, 60.
İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi
web.sitesi); Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 35.
201
istenmiştir. İslâm ümmeti içinde ortaya çıkan ıskat-ı savm ve akabinde ıskat-ı salât
tatbikatı, temelde âyetin sınırlı mazeretler için getirdiği bu istisnaî hüküm etrafında
geliştirilen zorlama yorum ve temennilerden kaynaklandığından, âyetin kimler için
hangi imkân ve hükümleri öngördüğünün iyi bilinmesi ayrı bir önem taşımaktadır.24
Bazı alimler ıskatın dinde yeri olduğunu belirtirken;25 bazıları ise, bu konuda ayet ve
hadis bulunmadığından dolayı, bunun sadece bir ümit neticesinde ortaya çıktığını
söylemektedirler.26
3.2.5. Cenazenin Yıkanması
Makedonya Müslümanlarında cenazenin bir an önce yıkanması, kefenlenip
hazırlanması ve defnedilmesi gerektiğine inanılırken, bunun dini açıdan da müstehap
olduğu kabul edilir. Yıkama işini yapmak için cenaze, önce evdeki ölüm döşeğinden
kaldırılıp dışarı çıkarılır, teneşir denilen tahta veya metal bir sedir üzerine, sağ tarafı
kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılır. Teneşirin çevresine ve kefenlere güzel
kokular sürülür. Ölünün göbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile
kapatılır ve elbiseleri tamamen çıkarılır.
Evden cenaze çıkarıldıktan sonra ölü döşeği toplanıp dışarı çıkarılır. Ölü
döşeğinin olduğu yere su serpilir. Bu uygulama ölü döşeğinin bulunduğu yerin ölü
kalmaması, su ile tekrar canlanması inancıyla yapılır. Daha sonra odada oturacak
olanların da ölü gibi değil canlı bir şekilde oturacakları kabul edilir. Su dökülen bu
yere bir tasın içinden un da serpilir. Bu evin bereketinin tekrar canlanması, ölenle
birlikte ölmemesi inancıyla yapılan bir uygulamadır. Tasta arta kalan un da fakir olan
birine verilir.
Evin dışında su hazırlanırken genelde üç kazan olur. Bu kazanlardan birinde su
kaynatılır, diğerinde soğuk su olur. Üçüncüsünde ise bu iki kazandaki sulardan
faydalanarak fazla sıcak olmayacak şekilde ılık ölü suyu hazırlanır. Ölü suyu el
kazana sokularak kontrol edilmez. Maşrapayla veya saplı bir kapla kazandan su
24
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul, s. 238-242. İlmihal I-II, Diyanet İşleri
Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi);
25
Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini (Fıkıh-İbadet-Ahlak), Ankara 1967, s. 192, 193.
26
Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 81-84. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.
267.
202
alınır, dışarıda ele dökerek kontrol edilir. Suyu taşıyanların abdestli olmaları
gerektiğine inanılır.
Mevta erkek ise erkek, kadın ise kadın yıkayıcı yıkamaya geldiğinde cenaze
evvela evin bahçe veya avlusuna çıkarılır. İlk olarak bağlı olan ayaklarındaki baş
parmakları çözülür ve taharetin daha kolay alınabilmesi için sol ayağı sağ ayağının
üstüne gelecek şekilde koyulur. Çene altından başına doğru ağzı kapatmak için
bağlanan bez çözülür ve üzerinde eşyası varsa tamamen çıkarılır, cesedin üzeri bir
çarşafla örtülür.
Cenaze yıkayan erkek veya kadın, farz olan yıkama görevini yerine getirmeye
niyet eder ve yıkama bitinceye kadar da Gufrâneke yâ Rahmân (Artık senin af ve
mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey rahmân olan Allah) diye dualar okur.
Yıkayan kişi ilk olarak elini bir bezle sarıp üç defa, bazan da beş defa teharet
verir. Ölü tamamen temizleninceye kadar avret yerlerini yıkar. Sonra abdest
aldırmaya başlar. Önce yüzünü yıkar. Ağız ve burna su verilmez. Sadece
dudaklarının içini ve dışlarını, burun deliklerini, göbek çukurunu parmakla veya
parmağına sardığı bezle mümkün mertebe siler. Ondan sonra ellerini, kollarını yıkar.
Başını da meshedip, ayaklarını geciktirmeksizin hemen yıkar. Böylece ölüye abdest
verilmiş olur.
Cenazenin abdest işi tamamlanınca üzerine ılık su dökülür ve sabun ile yıkanır.
Sonra sol tarafına çevrilerek, sağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol tarafları
üçer defa yıkanır. Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılır. Bu esnada cenaze, yıkayan
kişinin göğsüne veya eline veya dizine dayandırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Aynı
zamanda midesinde var olanın tamamen dışarı çıkması için başı da üç defa hafifçe
kaldırılır. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Böylece ölüye gusül verilmiş olur.
Cenazeyi sabunla yıkama işlemi iki defa tekrarlanır.
Abdest ve gusul verildikten sonra cenaze havlu ve benzeri bir şey ile kurulanır.
Daha sonra kefen gömleği giydirilir ve arta kalan kefenleri yayılır. Kefene sarıldıktan
sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler artık yıkanmaz, öylece gömülür.
Dobruca Türklerinde yıkama işlemini hocalar yapar. Köyün hocası yoksa başka
bir köyün veya kasabanın hocasına haber verilir. Cenaze evlerde veya son
zamanlarda, hazırlanmış gasilhanelerde yıkanır. Erkek cenaze erkek, kadın cenaze de
203
kadın yıkayıcılar tarafından yıkanır. Kullanılan malzemeler Makedonya’dakilerle
aynıdır, sadece eldiven ve ispirto kullanılmaz.27
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde cenaze, evin avlusunda veya evin uygun bir
yerinde, bahçesinde, kapı ardında, çadırda, gasilhanede ya da camide yıkanır. Büyük
kentlerde ise cenazenin tekfin ve techiz işlemleri mezarlıkların gasilhanelerinde
yapılır. Burada cenaze belediye görevlileri tarafından yıkanır. Bunun karşılığı olan
ücret belediyeye ödenir. Küçük şehir ve köylerde cenaze ücret karşılığı veya
sevabına da yıkanır. Bazı durumlarda, şeytan girmemesi, pislik-akıntı çıkmaması, su
kaçmaması, abdestin bozulmaması için cesedin burnunun, kulaklarının vb. pamuk ile
tıkandığı da görülmüştür. Anadolu köylerinde cenazeler genelde evin bahçesinde
yıkanır. Ölünün artan suyu ile değişik uygulamalar yapılır. Bazı yerlerde ev halkı bu
suyla elini yüzünü yıkar, ölenin çamaşırları yıkanır, abdest alınır ve şifa niyetiyle
hastalar yıkanır.28
Dini açıdan ise: Ölü kapalı bir mekânda yıkanmalı, yıkayan ve yardım
edenden başka kimse görmemelidir. Bir ölüyü ona en yakın olan biri veya takvâ
sahibi güvenilir bir kimse yıkamalıdır.
Erkek ölüyü erkek, kadın ölüyü kadın yıkamalıdır. Yıkayan kişiler abdestli
olmalıdır.
Bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Zira kadın iddet bekleyecektir ve bu
iddet müddetince evlilik devam ediyor sayılır. Fakat koca, ölmüş karısını yıkayamaz.
Çünkü erkeğin iddet beklemesi gerekmez, karısı ölünce aralarındaki evlilik bağı
kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca karısına
teyemmüm verebilir. Ebu Hanife’nin dışındaki diğer üç imama göre ise koca karısını
yıkayabilir.29
Cenaze yıkamak için kullanılan su, sabun, cenazenin ağzının bağlandığı bez
parçası vb. şeyler Makedonya’nın bazı bölgelerinde sihir amaçlı da kullanılır. Cenaze
yıkandıktan sonra ekseriyetle kadınlardan olan sihirle uğraşan kimseler gizlice
cenaze suyundan bir miktar alır ve bu suyu, zarar verilmesi istenen kişilerin ya
27
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 253,254.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 49-52.
29
İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi
web.sitesi); Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 248-269.
28
204
içmesi sağlanır ya da eşyaları üzerine serpilir. Bu su genelde iki seveni birbirinden
soğutmak için kullanılır.
Ölünün yıkandığı sabun da, sihir yapan kadınlar tarafından gizlice alınır.
Sabunun üzerine su dökülerek “sabun gibi bitsin, yok olsun” diye bedduada
bulunulur. Böylece kişinin adı anılarak onun zarar görmesi, başına mahvedici
kötülükler gelmesi sağlanmaya çalışılır.
Ölünün ağzını bağlamak için kullanılan bez de sihir için kullanılır. Genelde iki
seveni birbirinden ayırmak veya evli kişilerin evliliklerini bozmak için bundan
istifade edilir. Gizlice bu bez parçasını alıp üç düğüm ile bağladıktan sonra,
isimlerini anıp “filan kişiler birbiriyle bu düğümler gibi bağlansın”, yani birbirlerine
karşı sevgileri yok olsun, birbirinden ayrılsınlar diye mırıldanılır. Bir genç kızın
kısmetinin kapanması için de bu yola başvurulur.
Yaşanmış pek çok olaydan hareketle, yapılan bu sihirlerin gerçekten bir netice
verdiği anlayışı yaygınlaşmıştır. Hıristiyanlar da dahil olmak üzere Makedonya
halkının çoğunda, yapılan bu gibi sihirlerin etkili olduğu inancı hakimdir.
3.2.6. Cenazenin Kefenlenmesi
Kefen, cenazenin yıkanıp kurulanmasından sonra sarıldığı beze denir. Bu bez,
bir yönüyle ölünün bedenini örtme görevi görürken diğer bir yönüyle de insanın bu
dünyadan bir şey götüremeyeceğini, doğduğu gibi çıplak ve sade gideceğini temsil
eder. Bu bakımdan yensiz ve yakasız, dikişsiz ve oyasız sade bir bezdir. Genelde
dokuz metrelik beyaz hasse bezi olmasına dikkat edilir. Erkek veya kadın ölen
kişinin tüm bedenini örtecek şekilde üç kısımdan oluşur.
Erkeğin kefeni, biri gömlek (kamîs), biri etek (izâr) ve biri de sargı-bürgü
(lifâfe) olmak üzere yensiz ve yakasız, etrafı dikişsiz üç kat bezden; kadının kefeni
ise bu üç kata ilâve olarak bir baş örtüsü ve bir de göğüs örtüsü olmak üzere beş
parça bezden oluşur. Kamîs, boyun kısmından ayaklara kadar uzanan gömlek yerine
kullanılan bir bezdir. İzâr, eteklik olarak kullanılan baştan ayağa kadar uzanan bir
bezdir. Lifâfe ise, sargı yerine kullanılmakta olup baştan ayağa kadar uzanan ve baş
ve ayak taraflarından düğümlenen bir bezdir. Bu bakımdan izârdan biraz daha
uzundur.
205
Kefen tabutun içine sırasıyla dizilir ve güzel kokular sürülür. Yıkama işlemi
tamamlandıktan sonra cenaze teneşirden birkaç kişi tarafından kaldırılır ve kefenlerle
birlikte hazır olan tabutun içine koyulur. Cenaze tabut içine indirilir ve kefenler
sırasıyla sarılır.
Cenaze kefenlenip güzel kokular sürüldükten sonra sadece yüzü açık olarak
bırakılır. Yakınları son defa gelip görür, yüzünü okşarlar, bazıları ise öper. Daha
sonra cenazenin baş ve ayak ucları bir bezle bağlandıktan sonra, cenaze üzerinde
âyete’l-kürsi ve kelime-i şehadet yazılı olan yeşil bir örtüyle örtülür.
Makedonya genelinde kefenin genellikle beyaz renkli pamuktan olmasına
dikkat edilir. Ölülere sarılmadan önce birkaç defa güzel kokulu sıvılar veya hacdan
getirilen misvak türünden kokularla kokulandırılır.
İlk olarak lifâfe, tabutun içine veya hasır veya kilim gibi bir şeyin üzerine
yayılır. Onun üzerine izâr serilir. Sonra da ölü, kefen gömleği içinde izârın üstüne
konur. Ölü erkek ise, izâr önce soluna, sonra da sağına getirilerek sarılır. Sonra lifâfe
de aynı şekilde sarılır. Ölü kadın ise, saçları ikiye ayrılarak kefen gömleği üzerinden
göğsü üzerine konulur. Üstüne, yüzünü de örtecek şekilde baş örtüsü konur. Sonra
üzerine izâr sarılır ve izârın üzerinden göğüs örtüsü bağlanır. Son olarak lifâfe sarılır.
Dobruca Türklerinde de kefen beyaz renktedir. Önce gömlek giydirilir.
Avuçlarına, boynuna, koltuk altlarına ve ayaklarına pamuk koyulur. Daha sonra
kefen sarılır. Makedonya Müslümanlarında pamuk koyulmaz, sadece kefenle sarılır.
Kefen sağdan sarılmaya başlanır. Baş ucu, ayak ucu ve ortasından bağlanır.30
Türkiye’de kefen genelde beyaz renktedir. Bilindiği üzere beyaz renk imanın
belirtisi olarak kabul edilmektedir. Burada da kefen üç bölümden oluşmaktadır.
Erkek kefeni: Gömlek (omuzdan ayağa kadar örtülen bez), izar (baştan ayağa kadar
örtülen bez) ve lifafe (yine baştan ayağa kadar örtülen bez) olmak üzere üç parça
bezden oluşur. Kadın kefeni ise: Himar (başa örtülen bez), dir (göğsün bağlandığı
bez), hırka (göğüsten göbeğe kadar ya da diz kapağına kadar örtülen bez), izar
(baştan ayağa kadar örtülen bez) ve lifafe olmak üzere beş parça bezden ibarettir.31
Ölünün defin işleri için gereken meblağ, kendisinin önceden biriktirmiş olduğu
ölüm parası varsa ondan, yoksa yakınları tarafından karşılanır.
30
31
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 255.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 52-54.
206
3.2.7. Cenaze Namazı
Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra, dışarıda hazır bulunan cemaat içeri
çağırılır. Cenaze imamın önüne gelecek şekilde koyulur. İmam en önde cemaat da
onun arkasında saf tutar. Müezzin üç ihlas okuduktan sonra, imam cemaatle birlikte
ellerini kaldırıp dua eder. Duadan sonra cenaze evden kaldırılıp camiye götürülür.
Cenaze caminin avlusunda kıbleye doğru yapılmış musalla taşına veya teneşirin
üzerine konulur. Cemaat camiye girerken, cenazenin yalnız kalmaması için yanında
bir kişi bekler. Bununla ölünün kötü ruhlardan korunacağına inanılır. Ölüye karşı
duyulan saygı nedeniyle da cenaze yalnız bırakılmaz.
Cemaat camiye girip imamla birlikte vakit namazını kıldıktan sonra, tesbih
çekmeden dışarı çıkar. Cenazenin önünde, kıbleye yönelik saf tutup cenaze namazına
hazır olur. Cemaatin hazır olmasından sonra imam gelip en öne geçer, cenaze önüne
gelecek şekilde durur. Ölünün erkek veya kadın olduğunu bilmeyen cemaat
olabileceği düşüncesiyle imam, er ve kadın kişi niyetine diye bağırır.
Niyet yapıldıktan sonra imama uyulur. İmam ilk tekbiri aldıktan sonra cemaat
da tekbir alır. Subhaneke... duası celle senauke ile okunduktan sonra imam ellerini
kaldırmadan tekrar tekbir alır. Cemaat da tekrar eder. Bu esnada Salli ve Barik
okunur. İmam ellerini kaldırmadan tekrar tekbir alır, cemaat da tekrar ettikten sonra
cenaze duası okunur. Duadan sonra imam tekrar tekbir alıp, önce sağ sonra sola
doğru cemaatle beraber selam verir. Böylece namaz bitmiş olur.
Namazdan sonra imam cemaata döner ölen erkek ise, “cemaat mevtayı nasıl
bilirsiniz” diye üç defa sorar. Cemaat da “iyi biliriz” diye üç defa cevap verir. Eğer
kadın ise bazı yerlerde bu kısım atlanır. Doğrudan helallik istemeye geçilir. İmam üç
defa “hakkınızı helal edin” talebine cemaat da “helal olsun” ifadesiyle cevap verir.
Bundan sonra cenaze tabut ile birlikte dört kişi tarafından kaldırılıp omuzlara alınır
ve mezarlığa doğru yola çıkılır.
Ölen kişi genç ise cenaze arkadaşları tarafından taşınır. Bu durumda tabut
omuzlarda değil, parmaklar üzerinde mezarlığa kadar götürülür. Şehirlerde mezarlık
uzak ise, cenaze müftülükler tarafından tayin edilmiş cenaze arabaları ile mezarlığa
götürülür.
207
Cenaze götürülürken, cenazenin önünden yürünmemeye dikkat edilir. Bunun
iyi olmadığı, ölüye karşı saygısızlık olduğu kabul edilir. Yine bunun kişiye kötülük
getireceği, hatta ölümüne sebebiyet verebileceği inancı da hakimdir.
Makedonya Müslümanlarında cenaze namazına kadınlar katılmaz, mezarlığa da
gitmezler, evde kalırlar.
Dobruca Türklerinde, cenaze namazında hoca öne çıkar ve cenazenin
yanındayken cemaata dönerek şöyle der: “Ey cemaat-i Müslimin, bu kişinin yiyecek,
içecek nafakası bu kadarmış. Ağlamanız gerekmez, hayır yapmanız gerekir”.32
Türkiye genelinde ise her Müslüman için iki rekaat cenaze namazı kılınır.
Namaz kılındıktan sonra hoca cemaata dönüp: “Ey cemaat bu ölüyü nasıl bilirdiniz”
diye sorar. Cemaat da “iyi biliriz, Allah rahmet eylesin” diye cevap verir.33 Cenaze
namazı kılındıktan sonra cenaze, omuzlar üzerine alınarak gömülmek üzere
mezarlığa götürülür.
Dini Açıdan: Yıkanıp kefenlenen ölüye son duayı yapmak üzere cenaze
namazı kılmak görevi farz-ı kifâyedir. Namaza duracak olan Müslümanlar yönlerini
kıbleye gelecek şekilde ayarlarlar, cenaze de bunların önüne konulur. Müslümanlar
abdestli ve kıbleye dönmüş olarak dua mahiyetindeki bu namazı kılarlar.
Cenaze namazına niyet şarttır. Bu niyette ölünün kadın veya erkek, kız çocuk
veya erkek çocuk olduğu belirlenir (ta‘yîn). Bu durumu bilmeyen kişi "üzerine
imamın namaz kıldığı kişi" diye niyet edebilir.
Diğer namazlarda cemaat içinde kadın bulunması durumunda, imamın kadınlar
için de imamlığa niyet etmesi gerekli olduğu halde, bu namazda gerekmez. Cemaat
ise, Allah rızâsı için cenaze namazını kılmaya, mevta için dua etmeye ve imama
uymaya niyet eder.
Cenaze namazının rükünleri kıyam ve tekbirdir. Sünnetleri ise hamd ve senâ
etmek, salât ve selâm getirmek ve hem ölüye hem de diğer müslümanlara dua
etmekten ibarettir.
Cenaze namazında iftitah tekbirinden başka, üç tekbir daha bulunmaktadır.
32
33
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 253,254.
Sedat Veyis Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara 1979, s. 54, 55.
208
Cenaze namazını kıldıracak imamın âkıl-bâliğ olması şarttır. Diğer namazları
bozan şeyler cenaze namazını da bozar.34
3.2.8. Cenazenin Kabristana Götürülmesi, Defnedilmesi ve Telkin
Cenaze namazı kılındıktan sonra, cenaze caminin avlusundan dört kişi
tarafından kaldırılır. İki kişinin sağ, iki kişinin de sol omzuna gelecek şekilde tabutun
kolları altına girilir. Önden arkaya doğru değişimli olarak cenaze mezara kadar
taşınır. Taşımaya yeni gelenler olduğunda önde bulunan kişiler arka tarafa doğru
geçerler ve bu şekilde taşıyanların dinlenmeleri de sağlanmış olur. Ölen genç biri ise,
tabut arkadaşları tarafından eller üzerinde taşınarak kabristana kadar götürülür.
Makedonya Müslümanlarında cenaze taşımanın sevap olduğuna inanılır. Bu
nedenle cemaatın çoğu cenaze taşımak için tabutun önünden sıraya dahil olur.
Sevenleri ve birinci dereceden yakınları ise mevtaya son vazifelerini yerine getirmek
ve saygılarını sunmak amacıyla taşımada ve defin işlerinde ön sırada yer alırlar.
Cenaze köylerde, mezarlıklar yakın olduğundan omuzlar üzerinde götürülür.
Şehirlerde ise bu işe tahsis edilmiş cenaze arabalarından yararlanılır. Cemaat de
otobüslerle kabristana kadar götürülür. Yapılan bu masraflar ölen kişinin yakınları
tarafından veya ölenin ölüm parası olarak ayırdığı varsa ondan karşılanır.
Mezarlar genelde, köylerde veya kasabalardaki gönüllü kişiler tarafından açılır.
Bazı yerlerde ise köy ve kasaba mütevellileri tarafından mezarlık bakıcısı olarak
tahsis edilmiş işçiler tarafından açılır. Mezarlar kadın ve erkeğe göre derinlik ve
uzunluk bakımından farklıdır. Kadınların mezarları erkeklere kıyasla daha derin olur.
Kadın mezarlarının derinliği göğüs hizasına kadarken, erkeklerinki göbek hizasına
kadardır. İnanışa göre bunun nedeni kadınların günahının daha çok olduğuna
inanılmasıdır.
Dobruca Türklerinde de cenaze namazı kılındıktan sonra tabut dört kişi
tarafından mezarlığa götürülür. Cenaze en az on adım taşımanın sevap olduğuna
inanılır.35
34
Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 251; İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir
Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi);
35
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 260.
209
Türkiye’de de cenaze dört kişi tarafından taşınır. Şehirlerde ise belediyenin
tayin etmiş olduğu arabalar cenazeyi taşır. Mezarlık uzak olduğu için cenazeye
çocuklar katılmaz, kadınların katılması ise hoş karşılanmaz. Büyük şehirlerde
kadınların da son zamanlarda cenazelere katıldığı, mezarlığa kadar da gittikleri
görülmektedir.36
Dini açıdan: Cenazeyi teşyî etmek, yani arkasından mezara kadar gitmek
sünnettir, bunda büyük sevap vardır. Hatta akraba veya komşulardan olup iyi haliyle
bilinmiş kişilerin cenazesini teşyî etmenin nâfile namazdan daha faziletli olacağı
söylenmiştir.
Hazırlanmış olan cenazeyi bir an önce götürüp defnetmek evladır.
Cenazenin taşınmasında sünnet olan şekil, dört kişinin dört taraftan cenazeyi
yüklenmesidir. Her bir taraftan sırayla yüklenip onar adım, toplam kırk adım
götürmek müstehaptır. Cenaze önce ön taraftan sağ omuza, sonra ayak tarafından sağ
omuza alınır. Sonra yine ön taraftan bu defa sol omuza, sonra arka taraftan sol omuza
alır. Her bir omuzlamada onar adım yürünür.
Cenazeyi takip edenlerin, cenazenin arkasından yürümeleri daha faziletli
olmakla birlikte, önden yürümekte de bir kerâhet yoktur.
Allah'a isyan anlamını içerecek şekilde feryad etmemek, dövünüp saç baş
yolmamak ve yersiz sözler söylememek şartıyla cenaze için kalben kederlenmek ve
göz yaşı dökerek ağlamak doğaldır ve bu bakımdan günah değildir.
Cenazeyi takip edenler, hayatın sonlu olduğunu, bir gün kendi hayatlarının da
son bulacağını düşünmeli; gün gelip kendisi de böyle eller üzerinde taşınırken,
cenazeye katılan insanlara kendisi hakkında "Ne iyi adamdı, incinmedik kırılmadık,
bir kötülüğünü görmedik" dedirtmenin anlamını ve önemini hissetmelidir.37
Cenazenin Defnedilmesi:
Mezarlar, tayin edilmiş kişiler tarafından ücretli veya gönüllü kişiler tarafından
ücretsiz olarak açılır. Ölen kişilerin doğdukları yerlerin mezarlıklarında gömülme
adeti vardır. Doğduğu köyden başka bir yere gelin gitmiş ise bile, öldüğünde doğum
36
37
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 58.
İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi
web.sitesi); Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 261-265.
210
yerinin mezarlığında gömülmeye özen gösterilir. Yurtdışında vefat edenler bile
cesetleri doğum yerlerine getirilir.
Mezarlıklar genelde vakıf olduğu için mezarlar için, hocaların yapmış olduğu
hizmet ve müftülüklere verilen belli bir miktar hizmet parası dışında ayrı bir ücret
tahsis edilmez. Mezarlar kıbleye doğru, yani mezar yapısı kıbleye dönük bir şekilde
açılır. Cenaze mezara kıble doğrultusunda konulur. Hafifçe sağ tarafına doğru
çevirilerek kıbleye döndürülür. Bazı bölgelerde ise cenaze arka üstü yatırılırken
sadece başı kıbleye doğru döndürülür.
Cenaze açılmış mezarın başına geldiğinde tabut mezarın hemen yanı başına
indirilir ve cenaze ile uğraşanların dışındaki cemaat yere oturur. Genelde yakınları
olan cenazeyle uğraşanlar, cenazeyi mezar içine yerleştirir. Yakınlarından bir veya
iki kişi mezarın içine girer. Cenaze kefenlenmiş haliyle tabuttan çıkarılır ve mezarda
bulunun kişilere teslim edilir. Cenaze mezarın içine yavaşça indirilir ve üzerine yan
gelecek şekilde platicalar (tahta parçaları) dizilir. Cenaze tahtalarla baştan başa iyice
kapatıldıktan sonra üzerine toprak atılmaya başlanır.
Makedonya Müslümanlarında cenaze kesinlikle tabutla gömülmez, kefenli
haliyle gömülür. Tabutla gömülme Hıristiyanlara mahsus bir uygulama olduğu için
Müslümanlar bu konuda hassas davranır.
Mezardan çıkmış olan toprağın tümü yine o mezar için kullanılır. Toprağın
dışarda kalması iyiye yorulmaz.
Makedonya’nın bazı bölgelerinde ise ölü toprağı denilen mezardan çıkmış
toprağın değişik sihirler için de kullanıldığı ifade edilir.
Cenaze defnedildikten sonra hocalar mezar çevresinde toplanır. Cemaatın
tamamı yere çökmüş vaziyette bekler. Ayakta durmak, bir Hıristiyan geleneği olması
nedeniyle hoş karşılanmaz; bu, ölüye saygısızlık olarak da kabul edilir. Mezar
çevresinde hocalar tarafından ilk olarak Bakara suresinin son ayetleri, daha sonra üç
İhlas, Felak ve Nas süreleri okunur. Her sürenin sonunda “La ilahe İllallah hu vallahu
ekber ve lillahilhamd” ibaresi cemaatla birlikte tekrarlanır. Nas süresinden sonra
Fatiha ve Bakara süresinin ilk ayetleri okunur. Bundan sonra amin denilir ve
cemaatle birlikte dua edilir. Bu dua genellikle köyün veya o bölgenin imamı
tarafından yapılır. Burada, hocalar tarafından indirilen hatim duası ölüye atfedilir.
Dua bittikten sonra müezzin, cemaate göstermiş oldukları zahmetten dolayı haklarını
211
helal etmelerini söyler ve onları kelime-i tevhid merasimine davet eder. Kelime-i
tevhid ise Cuma günlerinde, cemaatın daha kalabalık olduğu Cuma namazından
evvel yapılır.
Definden sonra köyün imamı dışında herkes kabristandan ayrılır. İmam ise
mezar başında yüksek sesle telkin getirir.
Telkin, ölü gömüldükten sonra kabirde sorulacak suallerin cevaplarını
hatırlatma mahiyetindeki bir uygulamadır. Telkini yapılanın sorgulamasının kolay
geçeceğine inanılır. İmam tarafından Arapça veya konuştukları dilde yapılır. Genelde
Arapça okunur. Okunan telkinden bir örnek: “Uzkur hazellezi harecte aleyhi (ha
müennes için) mine’d-dunya, şehadeten La ilahe illallah la şerike leh ve enne
Muhammeden abduhu ve resuluhu ve enne’l Cennete hakkun ve enne nara hakkun ve
ennes-saate atiyetul la reybefih ve ennellahe yebhasu men fil kubur. Ve enneke
radiyte bil rabbi ve bil islami diynen ve bil Kur’ani diynen ve bil Muhammedin
resulen ve bil kıbleti Ka’beten. Lailahe illallah Muhammedun resulullah”.
Dobruca Türklerinde cenaze, bazan tabutla bazan da tabutsuz olarak kefenle
gömülür. Mezarlık kıbleye doğru kazılırken, defin ölünün yüzü kıbleye gelecek
şekilde yapılır. Cenazenin altına battaniye konulur. Ölenin hayattayken kesmiş
olduğu ve biriktirdiği tırnakları ve düşmüş olan dişleri de cenazeyle birlikte gömülür.
Kadınlar ise hayatta iken dökülen saçlarını yastığa doldururlar, öldüklerinde de
bunlar mezarda başının altına koyulur.38 Ölü gömüldükten sonra cemaat dağılır
sadece hoca orada hazır bulunur. İnanışa göre hoca ölenen eline bazı soruların
cevabının yazılı olduğu bir kağıt verir. Bu sorulara cevap verilinceye kadar imam
mezarın başında durur. Daha sonra hoca dokuz kez ölüyü annesinin adıyla çağırır ve
duasını yapıp geri döner.39
Türkiye’nin değişik yerlerinde de cenazelerin tabutla ve tabutsuz olarak
gömüldüğüne rastlanmıştır. Tabutla gömme halk arasında, ölünün rahat etmesi,
incinmemesi, çürümemesi gibi gerekçelere dayandırılır. Buna karşın bunun bir
Hıristiyan adeti olduğuna dikkat çekilerek tabutsuz defin yapılması gerektiği
savunulur. Ölü mezara kıble doğrultusunda konulur, sağ tarafı üzerine kıbleye
38
39
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 261.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 265.
212
döndürülür. Ölüyü mezara koyanlar “Allahu Tealanın ismiyle, Resulullahın milleti
üzerine seni defnediyoruz” derler. Bundan sonra imam cemaatle birlikte oldukları
yere çömelir. Yasin, Tebareke, on bir defa İhlas ve Fatiha süreleri okunarak ölüye
dua edilir. Cemaat dağıldıktan sonra imam mezarın başına gelip, ölenin soru soracak
meleklere vereceği cevapların kolaylaşması için telkin okur.40 Definden sonra ölenin
yakınları arkalarına bakmadan kabristandan ayrılırlar. Bakılması iyi karşılanmaz.41
Eskiden Türkler ölülerini ya yakarlar, ya ağaca asarlar ya da toprağa
gömerlerdi.42 Ölü ile birlikte onun dünyada kullandığı silahlarını ve eşyalarını da
gömmekteydiler.43 Gök Türklerde ölü çadıra konur ve çadırın etrafında yedi kez dört
nala atla sürülürdü.44 Oğuzlarda ise hastalanan kişi ayrı bir çadıra konur, ölünce
ceketi giydirilir, kuşağı bağlanır ve ev gibi bir çukura oturtularak gömülürdü.45
Hunlar ise mezarlarını yüksek tepelere yaparlar, ölülerini sırtüstü ve başları kuzeye
gelecek şekilde gömerlerdi.46
Dini Açıdan: Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indirilince, bir engel yoksa
cemaat oturur. Cenaze omuzdan inmeden oturmaları mekruh olduğu gibi, cenaze
yere indikten sonra ayakta durmaları dahi mekruhtur.
Kabrin bir insan boyu kadar derin olması yeterlidir. Kabirlerde lahit yapmak
faziletlidir; kabrin içinde kıble tarafı oyulur ve ölü, yüzü kıble tarafına gelecek
şekilde sağ tarafı üzere buraya konur.
Cenazeyi kabre koyan kişiler Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh (Allah'ın
adıyla ve elçisinin dini üzere) derler. Cenazeyi kabre koyacak kişilerin sayısı ihtiyaca
göre değişir. Kadınları kabre koyacak kimselerin ölüye akrabalık yönünden mahrem
olmaları daha uygundur.47
40
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 58,59.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 40.
42
Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, Ankara 1954, s.
180. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 263.
43
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara 1993, cilt I, s. 371.
44
Ögel, Türk Mitolojisi, cilt I, s. 767; İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm…, s. 177, 178.
45
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm…, s. 178. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 264.
46
Ögel, Türk Kültürü Tarihi, s. 50.
47
İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi
web.sitesi); Hayrettin Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, II. Baskı, Ankara 1986.
41
213
Telkin, cenaze kabre konduktan ve başında Kur'an okunması tamamlandıktan
sonra, kalabalığın orayı terk edip geride kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek
sesle
ve
ölüye
hitaben
iman
esaslarını
hatırlatması
işleminin
adıdır.
Peygamberimiz’in "Ölülerinize ‘lâ ilâhe illallah’ telkin ediniz" (Müslim, “Cenâiz”,
1) sözündeki "ölüleriniz" kelimesi, âlimlerin çoğunluğu tarafından, "ölmek üzere
olanlarınız" şeklinde anlaşılmış ve bunlar telkinin sadece ölüm döşeğindeki hasta için
olduğunu, definden sonraki telkinin meşrû olmadığını söylemişlerdir. Bazı Hanefî
âlimleri ise bu konuda açık bir hüküm bulunmadığını, yani ölü defnedildikten sonra
telkin vermenin tavsiye edilmediği gibi, yasaklanmadığını da ileri sürmüşlerdir.
Mâlikîler'e göre de telkin, ölüm döşeğinde iken verilir, gömüldükten sonra telkin
vermek mekruhtur.
Telkin şöyle yapılır: Cenaze defnedildikten sonra iyi hal sahibi bir kimse
ölünün yüzüne karşı durur ve ona ismiyle hitaben "Ey falan!" diye üç kez seslenir ve
sonra şöyle der: "Üzkür mâ künte aleyhi min şehâdeti en lâ ilâhe illallah…" "Ey
falan! Hayatta iken üzerinde olduğun, benimsediğin şu hususları unutmayasın:
Allah'tan başka İlah yoktur ve Muhammed O'nun elçisidir. Cennet ve Cehennem
gerçektir, yeniden diriliş vardır, kıyamet saati kuşkusuz gelecektir. Allah kabirde
yatanları yeniden diriltecektir. Yine unutma ki, sen Rab olarak Allah'ı, din olarak
İslâm'ı, peygamber olarak Muhammed'i, imam olarak Kur'an'ı, kıble olarak Kâbe'yi
ve kardeş olarak müminleri seçmiş ve bununla mutlu olmuştun. Rabbim olan
Allah'tan başka İlah yoktur, ben ona dayandım, büyük arşın Rabbi de O'dur." Bundan
sonra üç kere, Yâ abdellâh, kul lâ ilâhe illallâh (Ey Allah'ın kulu, lâ ilâhe illallah de)
denilmesi ve bunun ardından üç kere Rabbim Allah, dinim İslâm, peygamberim
Muhammed'dir. Ey Rabbim, sen onu tek başına bırakma, vârislerin en hayırlısı
sensin denilmesi âdet olmuştur.48
3.2.9. Cenazenin Defnedilmesi Sırasında Ölü Evinde Yapılanlar
Cenaze evden çıktıktan sonra her evde yapılması gereken bazı törenler vardır.
Bunlardan ilki, ölü evindeki misafirlere karşı saygının ihmal edilmemesidir. Yine
ölünün eşyaları ve odası ile ilgili yapılması gereken bazı işlemler de vardır. Her
48
İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi
web.sitesi); Hayrettin Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, II. Baskı, Ankara 1986.
214
yerde olduğu gibi Makedonya’da cenazenin yıkandığı yer ve ölünün eşyalarıyla ilgili
bazı inanış ve uygulamalar dikkat çekicidir.
Cenaze evden ağlamakta olan yakınları tarafından uğurlanır. Eskiden
cenazelerin ağlayıcılar veya ağıt yakıcılar tarafından uğurlandığı söylenir. Bu
kimselerin ölenin evindekilerini de ağlattıkları rivayet edilir. Fakat günümüzde ağıt
yakıcılar yoktur. Ölen kişi genç ise daha çok ağlanır, sıralı ölümlerde ise sadece
yakınları ağlar. Ağlama cenaze evden çıktıktan sonra da devam eder.
Cenazenin yıkanmasında suyun ısıtılması için kullanılan kazan ters çevirilir.
Bunda ölümün o eve tekrar gelmemesi inancı yatar. Bazı yerlerde cenaze evden
çıktıktan sonra, ölünün eşyaları toplanıp dışarda yakılırken, bazı yerlerde ise bu
eşyalar güzelce yıkandıktan sonra fakirlere dağıtılır. Ölüm anında kullanılan döşek
ve diğer eşyalar da güzelce yıkanır. Döşeğin içinde bulunan pamuk bile boşatılıp
yıkanır. Ev sahibi ihtiyacı varsa bu döşeği kullanır, yoksa fakirlere verir. Hatta bazı
bölgelerde odalar bile yıkanır. Bu uygulama muhtemelen ölümün bulaşıcı özelliği
olduğu inancından kaynaklanır. Bazıları ise Azrail’in ölünün canını alırken boğazını
kestiği ve kanların etrafa sıçradığı düşüncesiyle, odaları tepeden tırnağan yıkarlar.
Ölen kişinin odası temizlendikten sonra, orada yedi gün ışık kapatılmaz. Ölenin
ruhunun bu yedi gün içerisinde geri geldiğine inanılır. Bazı bölgelerde ise hastanın
odasında kırk gün ışık açık bırakılır. Burada ölenin ruhunun o odaya kırk gün geldiği
inancı yatar. Geldiğinde ruhun korkmaması düşüncesiyle ışık açık bırakılır.
Dobruca Türklerinde de ölenin ruhunun kırk gün veya kırk gece eve geldiğine
inanılır. Onun için evde kırk gün ışık veya mum yakılır. Bazı bölgelerde ise
cenazenin yıkandığı yerde kırk gün, odasında ise yedi gün mum yakılır. Kırım
Türklerinde de aynı uygulama mevcuttur.49
Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki inanışlara göre, ruh evin çevresinde dolaşır,
evinde ışık, sağlık görürse memnun olur ve sevinerek gider. Belli günlerde gelen
ruhun evin çevresinde dolaştığı kabul edilir.50
Hastanın öldüğü evde ağzı açık kaplarda sular varsa hepsi boşaltılır. Hazır
yemekler dökülür. Uyuyanlar uyandırılır. Kazma kürek elden ele değil, yere
bırakılarak değiştirilir. Ağzı açık kaplar da ters çevirilir veya kapatılır. Bu
49
50
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 268, 269.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 61-63.
215
uygulamalar ile ölümün tekrar geri gelmesinden ve kötü ruhlardan da korunulmuş
olur. Ruhla ilgili benzer uygulamalar Türkiye’nin çeşitli yerlerinde de dikkatimizi
çekmiştir.51
Cenaze evinde bir hafta yemek pişmez, yemekleri komşular veya akrabalar
getirir. Bazıları ise orada hazır bulunan akrabalar ve ev halkı için lokantalardan
yemek ısmarlar.
Önceleri Makedonya’nın bazı bölgelerinde ölü helvası hazırlanırdı. Son
zamanlarda ise bu uygulama oldukça azalmıştır. Cenaze kabristana doğru
götürüldüğünde komşu evinde kazanlar kurulur, helva pişirilirdi. Bu helva hem
cenazeye katılanlara, hem de çocuklar tarafından evlere dağıtılır. Buna “üleşmek”
denirdi. Bu uygulama ile ölüye dua edilmesine vesile olmak, onun kabir sualinin de
kolay geçmesinin sağlamak amaçlanırdı.
Dobruca Türklerinde definden sonra durumu iyi olanlar evlerinde yemekler
verirler. Durumu iyi olmayanlar ise kazanlarda helva pişirip davetlilere dağıtırlar.
Ölünün elbiseleri, Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi dışarı çıkarılıp yıkanır
ve ihtiyaç sahiplere verilir.52
Türkiye’de ise, ölenin elbiseleri öldürücü etkisi olduğu düşüncesiyle, bir an
önce evden çıkarılır, üzerlerine su serpilir ya da dışarıda asarak ayazlandırılır.
Genellikle ihtiyacı olmayanlar bu elbiseleri yoksullara, dullara, yıkayıcılara veya
ihtiyaç sahiplerine verirler. Bazıları ise ölünün geri geleceği korkusundan dolayı, tüm
eşyalarını yıkadıktan sonra dağıtırlar. Anadolunun beşiklik ettiği eski kültürlerde
görülen mezarlara hediye, yiyecek, içecek, kişisel eşya bırakma adetine bugün de
Türkiye’nin bazı bölgelerinde rastlanmaktadır. Mesela, Sivas’ın Kevenli köyünde
ölenin kullandığı saat, sigara tabağı, hatta yatağı ve yorganıyla birlikte gömüldüğüne
rastlanmıştır. Urfa’da ölen kadının yüzüğü, küpesi ve gelinliği ile gömüldüğüne de
dikkat çekilmiştir.53 Makedonya müslümanlarında ise ölen bekar, nişanlı veya yeni
evli ise tabutun üzerine gelinlik koyma geleneği vardır. Gömüldüğünde ise mezarına
kefenden başka bir şey koyulduğu görülmemiştir.
51
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 40.
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 267, 268.
53
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 72-77.
52
216
Eski Türk topluluklarında, ölenin eşyaları ölenle birlikte yakılırdı.54 Ölülerini
gömenler ise ölülerini eşyalarıyla birlikte gömerlerdi.55
3.3. ÖLÜM SONRASI ADETLERİ
3.3.1. Ölümden Sonraki Belli Günler
Makedonya Müslümanlarında ölümden sonra icra olunan inanışlar ve
uygulamalar içinde şu belli günlerde yapılanlar dikkati çeker. Birinci günü, yedinci
günü, kırkıncı günü, elli ikinci günü, altıncı ayı ve yıllığı.
Birinci günü: Ölünün gömülmesinden sonra ölünün evinde yenmek üzere
lokantalardan sıcak yemek ısmarlanır ve ölünün ruhuna cenazeye katılanlara verilir.
Taziyeye ölümün birinci gününde daha kalabalık gelinir. Ölenin yakınları gelenlerin
taziyelerini kabul eder. Taziyeye gelenler tarafından: “Siz sagolun” (Başınız
sağolsun), “Allah cennette kavuştursun”, “Allah sabırlık versin” gibi sözler söylenir.
İlk günden yedinci güne kadar kadınlar tarafından “kırk Yasin” okunur. Bu
uygulamayla ölünün kabir azabı çekmeyeceğine inanılır.
İkinci gün: Taziyeye gelenlerin taziyeleri kabul edilir. Akşam ile Yatsı arası
kırk Yasin okunur. Gelenlere sadece lokum ikram edilir. Yeni evli gelinler taziyeye
gelenleri evin içinde değil, dışarıda karşılarlar. Bu esnada ölü yakınları koyu renkte
yazmalar takarken, gelinler beyaz başörtülü olurlar. Taziyeye gelenler bu esnada
birbirleriyle kucaklaşmazlar. Uzaktan selamlaşırlar. Ölümün bulaşıcı olduğu inancı
hakim olduğu için birbirleri ile uzaktan selamlaşılır. Bir bakımdan bu şekilde
korunacaklarını düşünürler.
Üçüncü gün: Erkekler için komşuda açılmış olan konak sona erer. Taziyeye
gelenler artık ölü evinde kabul edilir. Gelenlere üçüncü gününde sütlü kahve
verilmeye başlanır. İlk iki günde lokumdan başka bir şek ikram edilmez. Akşam ile
yatsı arasında kadınlar tarafından yine kırk Yasin okunur.
Yedinci gün: Ölü evinde yedi veya on gün yemek pişirilmez. Orada hazır
bulunanlara yemek dostlar tarafından ve lokantalardan getirilir. Yedi veya on günden
sonra artık ölü evinde yemek pişirilmeye başlanır. Akşam ile Yatsı arasında yine
54
55
Ögel, Türk Kültürü Tarihi, s. 767.
Ögel, Türk Mitolojisi, cilt I, s. 371, Ankara 1993; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 268.
217
kadınlar tarafından kırk Yasin okunur. Makedonya’nın Ohri kasabasında ölünün ruhu
için yedi gece Tebareke süresi, Yasin-i Şerif ve mevlid okunur. Bu uygulama ile
ölünün kabir sualinin ve kabir hayatının iyi geçeceğine inanılır. Son zamanlarda
ölünün yedinci gününe özel önem verilmeye başlanılmıştır. Ancak bu uygulamanın
Hıristiyan inancından geçmiş olduğu kabul edildiğinden haram kılınmış ve
uygulamaktan vazgeçilmiştir.
Kırkıncı gün: Ölünün ruhunun kırk gün eve geldiği inancı hakim olduğu için,
bu son gecesinde gelip mutlu olarak geri dönmesi için yapılan bir uygulamadır.
Ölünün kırkı da denilen bu günde bazıları tarafından ölünün sevabına mevlid veya
hatim okutulur, dua yapılır. Mevlid veya hatim ikindi namazından sonra okunur.
Yakın akrabalar davet edilir. Yemek ikram edilir. Yemeklerden sonra davetlilere çay
veya kahve verilir ve davetliler dağılır. Kırkıncı gece uygulaması ölüyü bir nevi
anma merasimi olarak kabul edilir.
Elli ikinci gece: Ölünün kemiklerinin bedenden veya etten ayrıldığına inanılır.
Bundan dolayı ölünün acı çektiği kabul edilir. Burun kemiğinin de bedenden
düştüğüne inanılır. Bu vesileyle ölünün acı ve zorluk çekmemesi düşüncesiyle o evde
hatim indirilir, mevlid okutulur, ölüye dua edilir, ölünün ruhuna yemek ikram edilir.
Sene-i devriyesi (Ölüm yıldönümü): Ölümün senesi, ölüyü anma merasimi
olarak kabul edilir. Bu uygulamada yine yakın akrabalar davet edilir, hocalar
tarafından hatim veya mevlid okunur. Yemekler yenip çay veya kahve içildikten
sonra evden ayrılınır. Bu merasimlerde genelde ölünün ruhuna helva pişirilir.
Kelime-i Tevhid günü: Ölünün defnedildiği günden sonraki ilk Cuma’da ölü
için yapılan bir uygulamadır. “Fealem ennehu” ile başlayıp “La ilahe il-lallah”
kelimesiyle devam eder. Mevcut bulunan hocalar birer devir, yani tesbihler üç kere
otuz üçer defa yüksek sesle “La ilahe il-lallah” kelimesini okurlar, cemaat da buna
eşlik eder. Bu uygulamanın sonunda da Kelime-i Tevhid duası yapılır. Davetliler de
bu uygulamada hazır bulunurlar. Cuma namazından sonra bazı aileler cami çıkışında
ölü adına lokum dağıtırlar. Bazı aileler pişirilmiş helvadan evlerinde kurulmuş
sofralarda ikram ederken, diğer bazıları ise davetlilere evlerinde ölü adına veya ölü
sevabına yemek ve helva ikram ederler.
Dobruca Türklerinde de ölümün birinci, ikinci, üçüncü, yedinci, kırkıncı, elli
ikinci ve senesi değişik uygulamalarla anılır. Bunun dışında Makedonya
218
Müslümanlarında olmayan yirminci, otuz yedinci veya otuz sekizinci, yüzüncü veya
üçüncü ay ve altıncı ay da yad edilir. Bu merasimlerde mevlid ve Kur’an okunur,
hatim indirilir. Ölen kadın ise kadınlar tarafından, erkek ise erkekler tarafından
okunur. Davetlilere, maddi durumlarına göre bazıları yemek, bazıları helva veya
peksimet ikram ederler. Ölenin ruhuna dualar okunur.56
Başta Doğu Anadolu olmak üzere, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde üçüncü gün,
yedinci gün; Güneydoğu Anadolu’da dokuzuncu gün; bazı yerlerde kırkıncı gün, elli
ikinci gün Kur’an ve mevlid okunmakta, gelenlere yemekler ikram edilerek ölü için
değişik uygulamalar yapılmaktadır.57 Yörüklerde üç ay geçince ölünün ruhuna helva
dağıtılır. Bazı yerlerde de ölüyü anma günü olarak yıldönümünde değişik
uygulamalar yapılır.58 Kazak Kırgızlarında yedinci, yirminci, kırkıncı günler ile
altıncı ayı ve senesinde ölüye dua edilir, yemekler ikram edilir.59
3.3.2. Ölü Yemeği
Ölü yemeği genelde, öleni anmak, onu hatırlamak amacıyla icra olunan hatim
veya mevlid okutma merasimleri gibi belirli günlerde ölüye dua ve sevap olması
niyetiyle verilir.
Bazı bölgelerde defin işlemi sona erdikten sonra, cenazeye uzaktan katılan
misafirlere evde kurulmuş sofralarda yemek ikram edilir. Yemeklerin ölü evinde
yapılmaması inancı hakim olduğu için, dostlar tarafından getirilir veya lokantalardan
hazır yemekler ısmarlanır. Bazı yerlerde ilk üç veya yedi gün içinde ölü evinde
yemek yapılmasının iyi olmadığına inanılır. Ölümün o eve tekrar geri döneceği kabul
edilir.
Bazı bölgelerde ölü yemeği, yukarda da ifade ettiğimiz gibi kelime-i tevhid
merasiminde de verilmektedir. Ölünün kırkında ve elli ikisinde de ölünün ruhuna
davetlilere yemek ikram edilir. Bu da ölü yemeği veya ölünün ruhu için verilen
yemektir. Bu vesileyle ölü yemeğine katılanlar, ölü için dua edeceklerdir diye
düşünülür.
56
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 270-274.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 78-80. Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 113.
58
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 80.
59
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 78.
57
219
Ölen zengin veya ünlü bir kişi ise ölüm yıldönümü olarak misafirler davet
edilir, mevlid okutulur ve ölünün sevabına yemek verilir ki bu da ölünün ruhuna dua
amaçlı bir yemektir.
Türkiye’de de ölü yemeği ölünün ruhu veya canı için verilir. Ölü evine,
Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi yemek, ölümün ilk gününden onuncu
gününe kadar komşular veya akrabalar tarafından getirilir. Ölüm acısı olan evde
genellikle ocak yakılmaz.60
Dini açıdan da, cenaze evine yemek gönderilmesi uygun görülmüştür. Akraba
ve komşuların ölü evine yemek götürmelerinin olumlu bir davranış olduğu üzerinde
durulmuş, ölü evinde yemek hazırlanması ve başkalarına ikram edilmesi İslam
bilginlerinin bazılarınca mekruh, bazılarınca da haram sayılmıştır.61
3.3.3. Baş Sağlığı Dileme – Taziye
Makedonya’daki bazı Müslümanlar tarafından buluşma olarak da ifade edilen
tâziye, ölünün yakınlarına mümkün olduğunca teselli edici, rahatlatıcı sözler
söylemek ve üzüntüsünün paylaşıldığını göstermekten ibarettir. Tâziye için
çoğunlukla "Allah size güzel sabırlar ihsan etsin ve mükâfatını da versin", "Başınız
sağ olsun! Allah geride kalanlara ömür versin!", “Siz sağolun, Allah sabır eylesin,
Allah cennette kavuştursun” gibi sözler söylenir. Tâziye ölünün kapısının önünde
değil, konak açılan evde yapılır. Dinen de ölünün evinde taziyenin yapılması günah
kabul edilmektedir.
Cenaze evden çıktıktan sonra, cenazeye katılan kadınlar, ölü evinin içinde
bulunan yakınların yanına gidip teselli edici ifadeler kullanırlar. “Gönderdiniz mi, siz
sağ olun, Allah cennette kavuştursun” sözlerini söylerler.
Tâziye süresi, aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Uzaktan gelenler için ise
üç günden sonra da yapılır. Bazı evlerde kelime-i tevhid merasiminin yapılacağı
Cuma gününe kadar konak açık kalır. Bazı aileler ise taziye için gelenleri üç gün
komşuda kabul ederken, üç günden sonra gelenleri kendi evlerinde kabul etmeye
başlarlar. Çünkü üç günden sonra yakın akrabalar ailece taziyeye gelirler.
60
61
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 88-91.
Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 56,57.
220
Bazı bölgelerde ise cenazeye de, taziyeye de erkek-kadın birlikte gidildiğine
dikkat çekilmiştir. Fakat Makedonya genelinde ilk üç günde başsağlığına erkekler
ayrı, kadınlar ayrı gelirler. Erkekler konak olarak açılan komşu evinde karşılanırken,
kadınlar ölünün evinde karşılanır. Ziyaretler genelde kısa olur. Üç günden sonra ise
misafirler ölü evinde erkeklere ayrı, kadınlara ayrı olarak tahsis edilmiş odalarda
kabul edilir.
Ölenin evinde nişanlı ve söz kesilmiş kızlardan biri var ise, taziyeye gelen yeni
dostlar yanlarında hediye olarak lokum veya çikolata getirirler. Bu uygulama ile
dostluklarının ölüm gibi acı değil, çikolata gibi tatlı devam etmesi anlatılmak istenir.
Taziyeye gidilirken kıyafetlere de oldukça dikkat edilir. Eğlenceye gidilen
kıyafetlerle taziyeye gelmek ayıp olarak kabul edilir. Bundan dolayı gelen kadınlar
koyu renkte elbise ve oyasız ve koyu renkte yazmalar takarlar. Erkekler ise başlarına
fes (tığ ile örülü takke, genelde beyaz) takarlar.
Taziyeye gelenlere ilk üç günde hiçbir şey ikram edilmez. Üç günden sonra
lokum ve sütlü kahve ikram edilir. Bu uygulamanın keyife dönüşmemesi için
kahveye süt katılır. Kahve içme genelde zevk uygulaması olarak kabul edildiği için
yaslı durumlarda içine süt katılır.
Yakın akrabalar Cuma gününe kadar, yani kelime-i tevhid merasimi
uygulamasına kadar ölü evinde hazır bulunurlar. Gelenlerin taziyeleri yakın
akrabalar tarafından da kabul edilir.
Dini bakımdan, Tâziyenin üç gün içinde yapılması müstehaptır. Ölü
sahiplerinin normal hayata daha çabuk dönebilsinler diye, üç günden sonra tâziye
yapmak mekruh kabul edilmiştir. Ölü sahiplerinin yapılacak tâziyeleri kabul için üç
gün süreyle evlerinde oturmaları gerekir. Başka yerde oturanların veya aynı yerde
olduğu halde haberi olmayanların üç günden sonra tâziye yapmaları mümkün
görülmüş ise de, asl olan tâziye işinin üç gün içinde bitirilmesidir.
3.3.4. Yas
Yakınını kaybeden bir insanın duyduğu şaşkınlık, üzüntü ve acı neticesinde
içine girdiği halet-i ruhiye genel olarak “yas” diye ifade edilir. Toplumsal, ekonomik,
biyolojik ve duygusal yönden bağlı bulunulan bir insanı kaybetmek, ister istemez
insanlarda farklı bir duygunun ortaya çıkmasına neden olur. Fakat bu esnada bu
221
duyguyu kontrol altında alıp kendini kontrol etmek, yapılması gereken en önemli
davranıştır. Toplumsal geçerliliği bulunan yasla ilgili tutumlar da bu duygunun
makul ve kabul edilebilir ölçülerde dışa vurumudur.
Makedonya genelinde yas süresini kesin olarak sınırlandırmak mümkün değilse
de bu süre üç gün ile bir yıl arasında değişmektedir. Bazen yasın birkaç yıl da devam
ettiği görülmüştür. Bu, ölen kişinin yakınlığına göre değişiklik arz etmektedir. Yas
tutma süresi bakımından kadınların erkeklerden daha tutucu olduğu, yaslarını daha
uzun devam ettirenlerin kadınlar olduğu dikkatimizi çekmiştir. Kocası ölmüş
kadınlardan, özellikle tekrar evlenmeyi düşünmeyenler, ömrünün sonuna kadar yas
tutanlar vardır. Fakat kocası ölmüş kadın genç ise, beklemesi gereken iddete kadar
yas tutar, daha sonra yasını bozup tekrar evlenebilir. Bu yüzden yasın belli süresi
yoktur.
Ölen kişilerin yakında düğünleri varsa, bu düğün dolayısıyla da yaslarını
bozanlar olmaktadır.
Erkeklere oranla kadınların daha uzun yas tuttukları bilinmektedir. Bu süre
içerisinde komşular ve yakın akrabalar da yaslı aileye karşı bazı hususlarda dikkat
ederler, onların acısını paylaşmaya, onlara karşı saygılı olmaya çalışırlar.
Yas süresince giyilen giysilerden, yapılan davranışlardan ve gidilen yerlere
kadar bir takım değişikler görülür. Mesela yas tutan kişi başındaki başörtü veya
şamiyi zaruri olmadıkça kesinlikle çıkarmaz. Şamiyi çıkarmanın yası bozacağına
inanılır. Yas tutan kişinin giydiği elbiseler yine koyu renkte olur. Hıristiyan
geleneğine benzememeleri için siyah yerine, kahverengi veya krem elbiseler tercih
edilir. Bazı bölgelerde ise Hıristiyan inanışları etkisi altında kalınarak yas süresince
siyah elbiselerin de giyildiği dikkatimizi çekmiştir.
Yas süresince kadınlar renkli yazmayı tercih etmez, sade, tek desende olan ve
oyasız şami veya yazma takarlar. Kocası ölmüş ve yas tutan kadınlar kesinlikle hazır
elbise giymezler. Sadece seçilmiş özel renk ve desende, modelsiz düz elbiseler
diktirip giyerler. Bununla kadının çekici gözükmemesi istenir. Bu aynı zamanda, yas
tutuculuğun da bir göstergesidir.
Yas tutan kadın evden dışarı çıkmaz. Komşuya kadar bile çıkmayarak yas
tutanlar vardır. Evden çıkmakla yasın bozulacağı veya kocaya karşı saygısızlık
yapılacağına inanılır. Yas tutulan evde televizyon bile kapalı durur. Kesinlikle
222
eğlenceli yerlere katılınmaz ve her türlü eğlenceden uzak durulur. Her fırsatta
üzüntülerini belli etmeye çalışırlar.
Ölen genç ise, o evde yas tuttukları süre içerisinde bahçelerde çiçek bile
ekilmez. “Bizim çiçeğimiz söndüğü için bahçenin çiçeği de sönsün” ifadeleri
kullanılır. Evlerdeki süs eşyaları bile kaldırılır. Bu evin de üzüntülü olduğunu
göstermek için yapılan bir uygulamadır.
Yaslı olan kişi kesinlikle süslenmez. Süslenmenin yası bozacağına inanılır.
Kadınlar arasında yüzlerine ağda yapma ve kaş alma geleneği vardır. Yaslı olanın ise
bu uygulamalardan kesinlikle uzak durması gerekir, aksi halde yası bozulur.
Yasın genelde, yazma veya şaminin baştan, kendisinin de rızasıyla büyükler
tarafından çekilmesiyle sona erdiği kabul edilir. Bundan sonra kadın, üzüntüsünü
birkaç gün daha devam ettirir. Yazmasını çıkararak normal hayata yavaş yavaş
döner.
Bütün kültürlerde yas geleneği ve uygulamaları vardır. Dobruca Türklerinde
yas tutan kadın başına siyah çevre bağlar. Ölünün yedinci, otuz yedinci ve elli ikinci
günlerinde yapılan merasimlerde siyah çevre başka renklerle değiştirilir. Yas tutan
kadınlar, Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi süslenmezler, başları bağlı olur.
Akraba ziyaretine, düğünlere veya şenliklere kesinlikle gitmezler. Yas genelde
kadınlarda daha belirgin olur. Erkekler de yas dolayısıyla bir süre sakallarını
kesmezler.62
Türkiye’de yas tutma süresi üç gün ile yedi sekiz yıl arasında değişmektedir.
Yapılan araştırmalarda yas tutma süresi olarak üç gün, bir hafta, bir ay, kırk gün, altı
ay, bir yıl ve bir yıldan çok gibi verilere ulaşılmıştır. Bu sürelerin içerisinde en çok
görülen kırk günlük yastır. Ancak yas tutma süresi ölenin yakınlığına ve uzaklığına,
genç ve yaşlı oluşuna, kişiliğine, sayılıp sevilmesine, ölüm biçimine göre de
değişiklik arz etmektedir. Yas süresi Makedonya’da olduğu gibi kadınlar için daha
uzun sürmektedir. Kadınlar bu süre içerisinde renkli ve süslü şeyler giymemekte,
gezmeye, eğlenmeye gitmemektedirler. Yas tutulan evde radyo, televizyon
açılmamaktadır. Erkekler de bir süre tıraş olmazlar.63
62
63
Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 281,282.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 81-83.
223
Anadolu’da yas giyiminin rengi karadır. Bazı yerlerde seyrek de olsa ak
elbiseler giyildiği görülmüştür. Yas belirtisi olarak rengin dışında elbiseleri ters
giyme uygulamasına da rastlanır. Mesela Kars bölgesindeki kadınlar tarafından
ölümün elli ikinci gününe kadar giysiler ters giyilir, siyah başörtü takılır.64
Yas belirtisi olarak siyah giyinme geleneği Oğuzlarda, Selçuklularda,
Türkmenlerde, Anadolu Beyliklerinde ve Osmanlılarda da görülmektedir.65
Dini açıdan, ölüye yas tutmayı Peygamber Efendimiz yasaklamıştır. Sadece
ölenin hatırasına hürmeten yakınlarının üç gün, kadının kocası için ise dört ay on gün
bir nevi yas tutmasını meşru kılmıştır.66
3.3.5. Ölü Kurbanı
Makedonya’nın bazı bölgelerinde ölü kurbanı uygulaması dikkatimizi
çekmiştir. Ölüye kurban, bayramların arefe gününde kesilir. Tahsis edilen kurban
kesildikten sonra tamamı ölünün sevabına fakirlere dağıtılır. Kesilen bu kurban
etinden evlerde kesinlikle tutulmaz.
3.3.6. Mezar Taşı Töreni
Mezar taşları genelde bayramlardan önce hazır halde bulundurulur.
Bayramlarda kabir ziyareti yapıldığı için, kabirler temizlenir ve imkanı olanlar mezar
taşları taktırır. Mezar taşları genelde mermerden oluşur. Sade bir biçimde, sadece
kişinin adı, soyadı, doğum ve ölüm tarihi, yaptıran kişilerin isimleri ve en sonunda da
ruhuna fatiha olarak yazılır.
Ölen kişinin hemen ardından taşların takılmasının iyi olamadığı inancı
hakimdir. Taşların genelde en erken iki üç ay sonra takılmasının uygun olduğu kabul
edilir. Ölünün dünyadan beklediği son hediyenin mezar taşları olduğuna inanılır.
Ölünün de böyle bir beklentisi olduğu kabul edilir. Bu yüzden ölünün umudunun
hemen bitmemesi için mezar taşları geciktirilir.
64
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 83.
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 83.
66
Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 55.
65
224
3.4. ÖLÜM ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER
Günnalip Hamzai, ev hanımı, sekiz yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1931
doğumlu.
Ganimet Mahmut, ev hanımı, beş yıl ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1941
doğumlu.
Cemile Beadin, ev hanımı, Kalkandelen, 1920 doğumlu.
Rügül Yonuzi, hemşire, on iki yıl eğitim görmüş, Kalkandelen, 1948 doğumlu.
Zekiye
Yahya, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi Sırp dilinde görmüş,
Kalkandelen, 1922 doğumlu.
Huma Abazi, ev hanımı, Leşniça köyü, 1929 doğumlu.
Şukriye Neimi, ev hanımı,Tearçe köyü, 1936 doğumlu.
Nesrin Ameti, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1940
doğumlu.
Zebercet
Şehu, ev hanımı, dört yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1947
doğumlu.
Vasfiye Memeti, ev hanımı, Gostivar, 1927 doğumlu.
Zülfiye Yahya, ev hanımı, dört yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Zdunye köyü, 1948
doğumlu.
Şükür Kamber, hafız ve kırk yıllık müezzin, Banisa köyü, 1939 doğumlu.
Recep Kamber, hafızdır ve değişik yerlerde imamlık yapmış, Banisa köyü, 1933
doğumlu.
Arifka Şabani, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Topliça köyü, 1949
doğumlu.
Begliye Şabani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Zdunye köyü 1949 doğumlu.
Cemile Süleymani, ev hanımı, Kalkandelen, 1930 doğumlu.
Emsal Çelik, ev hanımı, sekiz yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1957 doğumlu.
Feride Mülaimi, ev hanımı, Gostivar, 1921 doğumlu.
Hanife Nuredini, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1946
doğumlu.
Hidafet Veyseli, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1933 doğumlu.
İsmiye
Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Zdunye köyü, 1943
doğumlu.
225
Kadriye İbrahimi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Vrapçişte köyü, 1945
doğumlu.
Mefaret Karabatak, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Vrapçişte köyü, 1952
doğumlu.
Müribe
Zeynullahi, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1941
doğumlu.
Mürka Aruç, ev hanımı, sekiz yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1944 doğumlu.
Neime Ameti , ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Vrapçişte Köyü, 1923
doğumlu.
Nezafet Hanciyi, ev hanımı, Gostivar, 1936 doğumlu.
Sacide Veyseli, ev hanımı, bir yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1953 doğumlu.
Sadriye
Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1942
doğumlu, eski köy imamı merhum Hafız Hızır’ın eşi.
Sema Nuredini, orta okul mezunu, 1979 doğumlu, ev hanımı.
Siniye Jupani, ev hanımı, iki yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1941 doğumlu.
Şevale Mustafi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1954 doğumlu.
Vecayet Guleç, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1946 doğumlu.
Zülbiye Hasipi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1937 doğumlu.
226
3.5. ÖLÜM ADETLERİ İLE İLGİLİ RESİMLER
1. Makedonya Müslümanlarına ait bir mezarlık görüntüsü.
2. Cenaze merasiminde hocalar tarafından okunan hatim anından bir görüntü.
227
3. Uzaktan veya yurtdışından cenazeleri getirmek için kullanılan tabut örneği.
4. Makedonya’daki Müslüman kabristanlarında görülen bir mezar örneği.
228
5. Kabristan içerisinde bir başka müslüman mezarı örneği.
6. Kabristanda yeni açılmış bir mezar ve mezarda kullanılacak
platisalar (tahtalar).
229
7. Kabristandaki bir mezar taşında yeralan beyitler ve
eski kabirlerin mezar taşları.
8. Cami avlusundaki eski mezarlardan bir örnek.
230
9. “Küçük kabrime bakan halime şaşan, ben de bir insan gibi dünyaya geldim, iki
gün sonra çiçek gibi ahirete döndüm. Ana ve baba evladını hatırlamak için kabir
taşları taktı.” Vefat etmiş olan bir bebeğin mezar taşında yazılı olan beyitler.
10.
Cenazelerin yıkanması için kullanılan ve musalla taşı olmayan bölgelerde de
cenaze namazı kılınırken istifade edilen Teneşir
231
SONUÇ
Bu tezde Makedonya Müslümanlarının, özellikle de bunlar arasında önemli bir
çoğunluğa sahip olan Türklerin halk inanışları tespit edilmeye çalışılmıştır. Ana
hatlarıyla Makedonya Müslümanları arasında görülen inanış ve uygulamaların
benzerleri, Türkiye’nin ve Türk Dünyasının çeşitli bölgelerinde de karşımıza
çıkmaktadır. Çalışmamız
içerisinde
bu nevi
bazı
benzerliklerin örnekleri
sunulmuştur.
Görüldüğü üzere yapmış olduğumuz çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır.
Bunlar esas itibariyle doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili inanış ve uygulamaları ele
almaktadır.
Araştırmamız esnasında Makedonya Müslümanlarında doğumla ilgili inanış ve
uygulamaların oldukça zengin olduğu görülmüştür. Çalışmada verilen örneklerden
bir kısmı kısırlığı gidermek için yapılan uygulamalara dairdir. Bunun için başvurulan
çareler maddi ve manevi olması bakımından iki yönlü olduğu söylenebilir. Maddi
olanlar, anne adayının çocukluğunda geçirmiş olduğu herhangi bir hastalığın
olumsuz etkisini gidermeye yönelikken; manevi diyebileceğimiz bir kısım
uygulamalar kısırlığa sebebiyet veren kötü ruhların zararlarını gidermeye ve bunun
karşısında iyi ruhların yardımını almaya yöneliktir.
Bunlar genel itibarıyla bize, Makedonya Müslümanlarında çocuk -soyun
üremesi için de daha çok erkek çocuk- sahibi olmaya verilen önemi; çocuk sahibi
olamayanların toplumdan dışlandığını hatırlatmaktadır. Verilen birçok örnekte çocuk
özlemini dindirmek için insanların ne denli tehlikeli yollara başvurdukları, bilimin
önerilerini ve tıbbın tavsiyelerini hiçe saydıkları da görülmektedir. Benzer şeyler
doğum kontrol metotları için de söylenebilir.
Makedonya Müslümanlarında çocukları yaşamayan veya doğumdan sonra
ölenler konusunda da birtakım inanışlar ve uygulamaların bulunduğu tespit
edilmiştir. Çocukları ana karnında veya doğduktan sonra ölenlerin sahip oldukları
inanışlar ve yaptıkları uygulamaların, Müslümanlarda özellikle Türk kültürünü
yaşayan topluluklarda benzerlik arz ettiği vermiş olduğumuz örneklerde görülmüştür.
Makedonya'daki doğum öncesine ait inanış ve uygulamaların Türkiye ile
mukayesesi yapıldığında arada büyük ölçüde farklılık olmadığı söylenebilir. Doğum
esnasıyla ilgili inanış ve uygulamalar için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Doğum
sonrası inanışlar ve uygulamalar konusunda ise, Makedonya Müslümanlarında
bebeğin kırk gün yıkanması, yıkanırken yapılan uygulamalar, anne ve bebeğin
kırklanması, loğusa kadının durumu, loğusa ve bebeğin kötü ruhlardan korunma
tedbirleri ve bu pratiklerin altında yatan değişik inanışlar oldukça zengin bir
görünüm arz etmektedir. Bu konuda Anadolu Türkleri ve Türkiye dışında yaşayan
Müslüman Türkler ile birçok inanış ve uygulamalarda benzerlikler olduğu
dikkatimizi çekmiştir.
Hayatın bir diğer dönüm noktası evlenmedir. Makedonya Müslümanlarında
evlenme ile ilgili inanış ve uygulamalar büyük ölçüde geleneksel bir boyutta sürse de
bazı eksikler ilaveler veya değişmeler de görülmektedir. Değişikliklerden biri
düğünün yapıldığı mekânla ilgilidir. Önceleri düğünler evlerin bahçelerinde ve
kesinlikle kadın erkek ayrı bir şekilde yapılırken günümüzde bunların yerini,
salonlarda ve kadın erkek birlikte yapılanlar almaktadır. Evlenecek eşlerin seçiminde
de geçmişe göre bazı farklılıklar söz konusudur. Anne ve babanın seçtiği kişi ile
evlenme zorunluluğundan, kişinin özgürce kendi seçimine kadar uzanan süreçte bir
değişim yaşanmaktadır. Yıllar içinde kız ve erkeğin aralarındaki mesafeler yavaş
yavaş kalkarken her dönem içinde kendine özgü uygulamalar ve geleneklerle birlikte,
değişik seçme ortamları da meydana gelmiştir.
Türkiye’de rastlanmayan "yedi göbek yakınla evlenmeme uygulaması"
Makedonya Müslümanlarında devam eden bir gelenektir. Bu uygulamanın Dobruca
Türklerinde de geçerli olduğu dikkat çekmektedir. Bunun eski bir Türk inanışı ve
uygulaması olması bakımından vurgulanması gerekmektedir. Kız isteme konusunda,
aynı kültür mirasına sahip olan Makedonya Müslümanlarıyla, Anadolu Türkleri,
Kıbrıs Türkleri ve Dobruca Türklerinde benzer uygulamalar görülmektedir.
Makedonya’da başlık parası konusu, milletlere göre ve bölgesel olarak farklılık
arz etmektedir. Mesela Arnavut Müslümanlarında bazı bölgelerde özellikle köylerde
kız için yüksek miktarda paralar istenirken, şehirlerde bu uygulama daha azdır.
Müslüman Türklerde ise başlık parası önceleri uygulanmış ancak günümüzde
kalkmış olduğu tespit edilmiştir.
Makedonya Müslümanlarında nişan ile düğün arasında Bohça – Taşımalık,
Hıdırlezlık-(Hıdırellezlik), Aşurelik, Ramazanlık, Bayramlık bu gibi eğlence ve
233
hediyeleşmelerle gerçekleşen birçok tören ve merasim yapılmaktadır. Bunların
birçok masrafa katlanılarak gerçekleştiği dikkat çekmektedir.
Kına gecesi ise Makedonya'nın her yerinde uygulanan bir merasimdir. Gelin ve
kızlar bu gece genelde sim işlemeli kırmızı renkte şalvarlar giyerler. Kırmızı renk,
Türkiye’de de olduğu gibi, bu törende vazgeçilmez olarak kabul edilir. Kına yakma,
Türk inançlarında seçilmiş, adak edilmiş olanı gösterir. Bunun içindir ki, asker
adayına, kurban edilecek hayvana, evliliğe aday olan gençlere kına yakılır. İnanca
göre, o işareti taşıyan canlı ve cansız varlıkların mukaddesliğine inanılır ve onlar
dokunulmaz olarak algılanır. Düğünlerde, nişanlarda kına yakma âdeti bu inancın bir
uzantısı olarak da devam etmektedir.
Makedonya Müslümanlarında düğün süresince, rubalar, tıraş, gelin alma, düğün
günü, dini nikah, gerdek gecesi merasimleri birbirini takip etmektedir. Bu merasimler
oldukça zengin motiflerle süslü ve değişik inanış ve uygulamalarla karşımıza
çıkmaktadır. Bunlardan bazıları Anadolu ve diğer Türk topluluklarla benzerlikler arz
etmektedir.
Makedonya Müslümanlarında ölüm konusunu işleyen tezin üçüncü bölümü,
ölüm öncesi, ölüm esnası ve ölüm sonrası olmak üzere üç başlık altında çalışılmıştır.
Dinler Tarihi araştırmaları, ölüm ile ilgili olarak diğer geçiş dönemlerine göre daha
çok tören ve ritüellerin gerçekleştirildiğini göstermektedir. Bu yüzden ölümün insan
hayatındaki geçiş dönemlerinin en önemlisi olduğunu söylemek mümkündür.
Makedonya Müslümanlarında ölüm öncesi ile ilgili inanış ve uygulamalar ana
başlığı altında; ölümü düşündüren ön belirtiler, ölümden kaçınma yolları, ölüme
hazırlık ile ilgili uygulamalar belirlenmeye ve incelenmeye gayret edilmiştir. İkinci
ana başlıkta; Makedonya Müslümanlarında ölümden hemen sonra yerine getirilen
işlemler, ölümün duyurulma biçimleri, ölünün defnedilmeye hazırlanması, cenazenin
defnedilmesi, telkin, iskat ve devir gibi konular ele alınmıştır. Ölüm sonrasına dair
inanış ve uygulamalar adlı üçüncü ana başlık altında, Makedonya Müslümanlarında
ölünün anılması ile ilgili inanış ve uygulamalar, ölü yemeği, yas tutmak, taziye,
mezar ziyareti, ölümle ilgili ağıtlar, atasözleri, deyimler ve beddualar gibi hususlar
açıklanmaya çalışılmıştır.
Halk inanışlarına göre, yaklaşan ölüm belli birtakım ön belirtilere dayanılarak
sezilebilir. Bu ön belirtiler daha çok yaşanan olayların yorumu biçiminde karşımıza
234
çıkmaktadır. Halk arasında gerçek ile düşler arasında kesin bir çizgi çekilememesi,
düşlerdeki birtakım simgelerin veya olayların ölümün ön belirtisi olarak
algılanmasına neden olduğu düşünülebilir. Bazen de -Makedonya’da yaşanmış büyük
bir uçak kazasının Salı gününe denk gelmesi gibi- yaşanan kötü tecrübelerin belli bir
günde gerçekleşmesi, bu günün ölümle irtibatlandırılmasına yol açmıştır.
Makedonya’da ölümün bulaşıcı olabileceği inanışı söz konusudur. Bu
bakımdan ölenin eşyalarının, yatağının hatta odasının yıkanması – muhtemel bulaşıcı
hastalıkları önlemek gibi- korunma amaçlı yapılan uygulamalar olarak görülebilir.
Makedonya Müslümanlarına benzer şekilde, Anadolu Türkleri ve Dobruca
Türklerinin de hayvanlarla, nesnelerle, rüyalarla, psikolojiyle, astronomiyle, günlerle,
ölenin durumuyla, rastlantılarla ilgili değişik yorum ve tahminlerde bulunduğu
görülmektedir.
Ölümün gerçekleşmesinin ardından yakınları tarafından hemen yapılması
gereken ön hazırlıklardan sonra, gömme için gerek dinsel, gerekse geleneksel
bakımından zorunlu olan hazırlıklara geçilmektedir. Bu hazırlık üç önemli işlemden
geçmektedir.
Bunları
yıkama-kefenleme,
cenaze
namazı
ve
defin
olarak
sıralayabiliriz. Her üç işlemin çevresinde dinsel olanların yanı sıra birçok geleneksel
adet ve inanış da kümelenmekte olduğu ve geleneklerin çoğu zaman dini olanlardan
öne geçtiği görülmektedir.
Ölünün gömülmeye asıl hazırlanışı dinî vecibelere uyularak yapılan işlemlerle
tamamlanmaktadır. Bunlar da ölünün yıkanması, kefenlenmesi ve namazının
kılınmasıdır. Ancak bunların yanı sıra geleneksel olan işlemler de yapılmaktadır.
Hatta bu uygulamalarda kullanılan mezar toprağı, cenazenin çenesinin bağlandı bez
veya yazma, cenazenin yıkandığı su gibi nesnelerden faydalanarak kötü amaçlı
değişik sihirlere başvurulması dikkat çekmektedir.
Makedonya’da önceleri yaygın olan ve mutlaka yapılması gerektiğine inanılan
iskat ve devir uygulamasının, günümüzde birçok yerde yanlış olduğu düşüncesiyle
terk edildiği tespit edilmiştir.
Ölünün
anılması
ise
Türk
Kültüründe
olduğu
gibi
Makedonya
Müslümanlarında da belli günlerde gerçekleşmektedir. Bu günler içerisinde en
yaygın olanı “elli ikinci” gün ve “yılı”dır. Bazı bölgelerde “yedinci” ve “kırkıncı”
günlerinde de ölü anılır. Bu törenlerde genelde mevlit okunur veya hatim indirilir.
235
Davetlilere de yemek ikram edilir. Bu uygulamaların pek çoğu eski Türk
geleneklerine dayanırken birçoğunu Türkiye’de de görmek mümkündür.
Tâziye, ölünün yakınlarına mümkün olduğunca teselli edici, rahatlatıcı sözler
söylemek ve üzüntüsünün paylaşıldığını göstermekten ibarettir. Bu uygulama da
Türk toplumunda ortak bir özelliktir. Taziye veya “buluşma” denilen bu uygulama üç
gün veya kelime-i tevhid merasimine kadar sürer. Uzakta olan dostlar için ise bu
uygulamanın süresi devam eder. Makedonya’da dikkat çekilen bir husus, ölenin
evinde nişanlı ve söz kesilmiş kızlardan biri var ise, taziyeye gelen yeni dostların
yanlarında lokum veya çikolata hediye olarak getirme geleneğidir. Bu, dostlukların
ölüm gibi acı değil, lokum gibi tatlı devam etmesi için yapılan bir uygulama olarak
yorumlanabilir.
Makedonya genelinde yas süresini kesin değildir, ölen kişinin yakınlığına göre
üç gün ile bir yıl arasında değişmektedir. Yas süresince giyilen giysilerden, yapılan
davranışlar ve gidilen yerlere kadar o insanda değişikler görülmektedir.
Sosyolojik açıdan değerlendirildiğinde, tezimizde konu edindiğimiz inanış ve
uygulamalar, Makedonya Müslümanlarında bir cemaat şuuru oluşturan güçlü bir bağ
olarak dikkat çekmektedir. Makedonya’daki söz konusu inanış ve uygulamaların
Anadolu'dakilerle büyük benzerlikler arz etmesi, burada yaşayan toplumun
kendilerini Anadolu'nun kaybolmamış bir parçası olarak hissetmesini sağlamıştır.
Komünist idare altındaki birçok baskıya rağmen bu benzerliklerin hala ayakta
kalması ise kayda değerdir.
Meseleye İslam dini açısından baktığımızda, bazı uygulamaların doğrudan dinî
olmasalar da halkı bir nebze olsun dine yaklaştıran veya onlara dini vecibeleri
hatırlatan adet ve gelenekler olduğu söylenebilir. Ancak halk tarafından devam
ettirilen bazı adet ve gelenekler, dinen aslı olmamaktan öte dini inançlara zarar
verebilecek unsurlar ihtiva etmektedir. Bunlar hem toplumun gerilemesine hem de
birçok gereksiz masraflara katlanmasına neden olmaktadır. Bu açıdan bizce yeniden
değerlendirilmeleri ve ıslah edilmeleri gerekmektedir.
Yapmış olduğumuz bu çalışmanın, Makedonya’da ilklerden olması açısından
gelecekte bu sahada araştırma yapacak meslektaşlarımın yararlanması bakımından
katkı sağlayacağını umuyorum.
236
BİBLİYOGRAFYA
ACIPAYAMLI, Orhan, Türkiye’de Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların
Etnolojik Etüdü, Erzurum 1961.
AKSEKİ, Ahmet Hamdi, İslam Dini (Fıkıh-İbadet-Ahlak), Ankara 1967.
ARAZ, Rıfat, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, Ankara 1991.
BALIKÇI,
Gülsen,
Trabzon’un
Bazı
Yörelerinde
Ölüm
Adetleri.
http://www.karalahana.com/makaleler/folklor/trabzon_olum. 15.04. 2007.
BİLGİSEVEN, Amiran Kurtkan, Genel Sosyoloji, İstanbul 1982.
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, Tarihsız.
BORATAV, Pertev Naili, Türk Halk Bilimi II 100 Soruda Türk Folkloru
(İnanışlar, Töre ve Törenler Oyunlar), 2.b. İstanbul 1984.
CASTELLAN, Georges, Historie des Balkans (XIV – XX siecle), Arnavutçaya çev.
Arben Puto ve Luan Omari, Tirana 1992; Türkçeye çev. Dr. Ayşegül YaramanBaşbuğu, İstanbul 1995.
ÇELİK, Ali, İslamın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, İstanbul 1995.
DANIŞMEND, İsmail Hami, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1955.
DEDE, Abdurrahim, Batı Trakya Türk Folkloru, Ankara 1978.
Diyanet İşleri Başkanlığı, İlmihal I-II, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi).
DRAGOYLOVİÇ, Dragolyup, Bogomilstvu na Balkanu i u Maloj Aziji i
Bogomilski Rodonaçelnici, Beograd 1974.
EMİN, Ahmet, Fecru’l-İslam, 11.baskı, Kahire 1975.
ERDENTUĞ, Nermin, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, Ankara 1956.
EYÜBOĞLU, İsmet Zeki, Anadolu İnançları, İstanbul 1998.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, Geçmişten Günümüze Halk İnançları Açısından AlevilikBektaşilik, Ankara 1994.
HAMMER, Joseph Von, Geschichte des Osmanichen Reiches, Boşnakçaya çev.
Nerkez İsmailagiç, Zagreb 1979.
HAMZAOĞLU, Yusuf, Balkan Türklüğü, Ankara 2000.
HANÇERLİOĞLU, Orhan, Felsefe Ansiklopedisi.
İNAN, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar,
Ankara 1954.
İZETİ, Metin, Tarikati Bektashijan, Tetova 2001.
KAHRAMANYOL, Mustafa, Türk Hakları, Ankara 1995.
KALAFAT, Yaşar, “Geçmişten Günümüze Halk İnançlarımızda Işık”, Milli Folklor,
s. 20, Ankara 1994.
KALAFAT, Yaşar, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara
1992.
KALAFAT, Yaşar, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, Ankara 1996.
KALAFAT, Yaşar, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları,
İstanbul 1994.
KALAFAT, Yaşar-Doğan, Ahmet, Kuzey Irak’ta Karşılaştırmalı Türk Halk
İnançları, Ankara 1995.
KARAMAN, Hayrettin, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, Ankara 1986.
KOŞAY, Hamit Zubeyr, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme,
Ankara 1944.
KOŞAY, Hamit Zübeyr, “Türk Folklor Araştırmalarında Mukayese ve Tarihi Metoda
Yöneliş” I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri I. Cilt, Genel
Konular, 1976.
KÜÇÜK, Abdürrahman, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu
Bakış, III. Milletler Arası Türk Folklor Kongresi Bildirileri.
MEAR, Hüray, Kıbrıs Türk Toplumunda Doğum Evlenme ve Ölüm ile İlgili
Adet ve İnanışlar.
MORİNA, İrfan, Kosova Salnamesinde Kalkandelen Kazası (1894), Çevren 5,
sayı 16, Priştine 1977.
MURATİ, Kemal, Kırçova ne Traditat e saj te vjetra, Shkup 1996.
238
NUREDİNİ, Mensur, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, Dinler Tarihi
Açısından Bir Değerlendirme, Gostivar 2003.
ÖGEL, Bahaeddin, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 3. b,
İstanbul 1988.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Kültürü Tarihi, Ankara 1962.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi (Kaynaklar ve Açıklamaları ile Destanlar),
Cilt I, Ankara 1993.
ÖNAL, Mehmet Naci, Romanya Dobruca Türkleri ve Mukayeseleriyle Doğum,
Evlenme ve Ölüm Adetleri, Ankara 1998.
ÖRNEK, Sedat Veyis, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara 1979.
ÖRNEK, Sedat Veyis, Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla İlgili
Bâtıl İnançların ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki, Ankara 1966.
ÖRNEK, Sedat Veyis, Türk Halk Bilimi, Ankara 1995.
POLAT, Kemal, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde Gelenekler ve Halk
İnanışları (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum 2003.
POPOVİÇ, Aleksandar, Balkanlarda İslam, çev. Komisiyon, İstanbul 1995.
SARAÇ, Tahsin, Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 1976.
SELİMİ-OSMANİ, Edibe, Rite e Besime Popullore ne Viset e Tetoves dhe te
Gostvarit, Shkup 1996.
SOLOVYEV, Aleksandar, Yesu li Bogomili Poştovali Krst, Sarayevo 1948.
STOYANOVSKİ, Aleksandar, Gradovite na Makedoniya od Krajot na XIV do
XVI vek, Skopje 1981.
ŞEHAPİ, Behicuddin, İslamska Arhitektura vo Skopje, Skopje 1986.
TANYU, Hikmet, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara 1968.
TANYU, Hikmet, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara 1967.
TANYU, Hikmet, Dinler Tarihi Araştırmaları, Ankara 1973.
TDV. İslam Ansiklopedisi, Cilt 2.
TEZCAN, Mahmut, “Ülkemizde Geleneksel Halk Hukuku”, Folklor Araştırmaları,
No. 2, 1985.
239
TİRMİZÎ, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sunenu’t-Tirmizî, I-V, İstanbul 1992.
UZUNÇARŞILI, İ.H, Osmanlı Tarihi, Ankara 1972.
YALVAÇ, Mehmet, Türk Dünyası Araştırmaları, No. 77, 1992.
YILDIZ, Hakkı Dursun (M. Çetin Varlık, İhsan Sakin, İsmen Miroğlu, Feridun
Emecan, Mucteba İlgürel), Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, cilt. X,
İstanbul.
ZAVOD ZA STATİSTİKA, Statistiçki Godişnik na Republika Makedonija
(1994), Skopje 1995.
ZERKA, Medhalu’l-Fıkhu’l-Amm, I., Dımeşk 1963.
240
EK 1: SÖZLÜK
A
Aga
Aglama
Aglarmiş
Akıtma
Alacim
Alacisık
Ali
Atli
Avlilari
Avo
Ay gel
Ayıracasık
Aykırmak
Ayler
- Ağa
- Ağlama
- Ağlarmış
- Gözlemeye benzeyen yiyecek (yağı içinde hazırlanır, un –
yağ, yumurta ve sütle tutulur)
- Alacağım
- Alacağız
- Alı
- Atlı
- Avluları
- Ebe
- Hadi gel
- Ayıracağız
- Şarkı söylemek
- Aylar
B
Babalık
Banket
Bayna
Beşli
Bilerım
Biniş
Bonbonyer
Buzi
- Kayın peder
- Salonlarda erkek-kadın birlikte yapılan düğün
- Kaplıca
- Gonca
- Bilirim
- Gelinlik üzerine giyilen kırmızı renkte pardüse şeklinde
- Merasimlerde gönderilen kutu çikolata
- Buzu
Ç
Çevre
- Erkeklerin beline bağladığı kuşak
Çik
Çikmak
Çingenkiçe
Çinkan
Çinkanlar
Çocuklar
- Çık
- Çıkmak
- Esmer kızlar
- Saltalı yöresel şalvar
- Saltalı yöresel şalvarlar
- Erkekler
D
Da
Daire
Dayça
Dayo
Degırmen
- Daha
- Zilli def
- Yenge, dayının eşi
- Dayı
- Değirmen
Deyesın
Dildır
Dulak
Duymiştır
Düşek
Düşmişım
- Diyesin
- Değildir
- Duvak
- Duymuştur
- Döşek
- Düşmüşüm
E
Efendi baba
Elım
Endırecek
Erfene
- Kaynata
- Elim
- İndirecek
- Gençlerin yakınlardan para biriktirmesi
F
Fes
Fes
Fıstan
Filiz
Furun
Futa
- Sünnet takkesi
- Tığ ile örülmüş takke
- Entarı
- Ağacın taze dalları
- Fırın
- Bohça
G
Gayle
Gayleler
Gelin alıcıçalar
Gelmişık
Getırmek
Getırsın
Guguvçe
Gürelım
Gürmek
Güz
- Dert
- Dertler
- Gelin almaya gidenler
- Gelmişız
- Getirmek
- Getirsin
- Güvercin
- Görelim
- Görmek
- Göz
H
Haçın
Hanım anne
Hase
Haşari
Haşlama
Haymali/Hamele
Hiçbişi
Hutbolu
- Ne zaman
- Kayın valide
- Bez Türü
- Şen
- Süt, un ve yağ ile yapılan yiyecek
- Muska
- Hiçbir şey
- Baykuş
İ
İlek
İragi
- Elek
- Irağı, Uzağı
242
K
Kanmasık
Kapi
Kari
Karşi durmak
Kayilar
Kaynana
Kelemiteüt
Kenef
Kızçeler
Kocakari
Kolca
Kolteli
Konaga
Konagi
Kostim
Koyacisık
Koyşi
Kucaklanmak
Kundak
Kuzi
Kütsek
- Razı olmayız
- Kapı
- Karı
- Karşılamak
- Açma türü
- Kayınvalide
- Kelime-i Tevhid
- Tuvalet
- Kız çocuklar
- Yaşlı kadın
- Tekerlek
- Telli simden yapılan süs
- Konağa
- Konağı
- Döpyes takımı
- Koyacağız
- Komşu
- Birbirine sarılmak
- Bebeğin sarılması
- Kuzu
- Köstek
L
Lana
Leblebiciça
Lira
Lumbur, Dumbur
- Lahana
- Düğün esnasında leblebi veya şeker atan kadın
- Altın lirası
- Ses çıkması, ses şekli
M
Macatore
Mal
Maleye
Marama
Martifal
Maşrafa
Maya
Meraklanacak
Mıre
Mıri
Misvak
Mutfak
Mühür
- Düğün süresince yemek hazırlayan kadına denir
- Sebze
- Mahalleye
- Havlu
- Çömlek falı
- Sürahi
- Nohut mayasıyla yapılan bir tür ekmektir
- Merak edecek
- Çağırma şekli-erkek için
- Çağırma şekli-kadın için
- Hacdan getirilen koku
- evin dışında bulunan odacık ve odunluk
- Yüzük
N
Nasıl
Nazar olmak
Nere
- Gibi
- Nazar deymek
- de,da
243
Nere ev
- Evin yanında
O
Oldi
Olmiştır
Orda
Oyle
- Oldu
- Olmuştur
- Orada
- Öyle
P
Palto
Petuliça
Platicalar
Prag
- Ceket
- Un ve tuz ile suda yapılan yufka türünde yiyecek
- Kabırda koyulan mezar tahtası
- Eşik
R
Rubalar
- Elbiseler
S
Sala
Saltlar
Sandiler
Sefte
Sela
Sermek
Sevdıgım
Soracisık
Soydan
Stroynik
Süledi
Sümükli bucak
Süz
Sveti
- Ölüm haberi için okunan
- El işi simli kaftanlar
- Zannettiler
- İlk
- Cumadan önce okunan
- Asmak
- Sevdiğim
- Soracağız
- Soylu
- Sağdıç
- Söyledi
- Salyangoz
- Söz
- Aya
Ş
Şamatali
Şami
Şefki
- Şeffaf folya
- Yazma, Başörtü
- Işığı
T
Teller
Temena
Tena
Tene
Tenekiçe
Tepsi
Tomofil
Toparlak
- Simler
- Sakaldan başa doğru sağ el ile saygı nedeniyle alınır
- Simli şirit
- Tane
- Küçük teneke parçası
- Sini
- Araba
- Yuvarlak
244
Topederım
Trupçe
- Toplarım
- Küçük sandalye, tabure
U
Ugrakalmak
Uymiş
Uzun etek
- Çarpılmak
- Uymuş
- Abiyelik elbise
Ü
Üküz
Üle
Ülelık
Ülmedım
Ülmek
Ütecek
Üteye
Ütmek
- Öküz
- Öğle
- Bebek için yapılan merasimin adı
- Ölmedim
- Ölmek
- Ötecek
- Oraya
- Ötmek
V
Vurmiş
- Vurmuş
Y
Yarma
Yaygi
Yegen
Yemlik
Yenlik
Yinge
Yüregım
- Yarılmış odun
- Minder
- Yeğen
- Hayvanların yiyeceklerini yedikleri bölüm
- Hafif
- Yenge
- Yüreğim
245
EK 2: MAKEDONYA HARİTALARI
247
AVRUPA HARİTASI
248

Benzer belgeler