makedonya`daki müslümanlarda doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili
Transkript
makedonya`daki müslümanlarda doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili
T.C. DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI DOKTORA TEZİ MAKEDONYA’DAKİ MÜSLÜMANLARDA DOĞUM, EVLENME VE ÖLÜM İLE İLGİLİ İNANIŞLAR VE UYGULAMALAR Mensur NUREDİNİ Danışman Prof. Dr. Ali İhsan YİTİK İzmir 2007 YEMİN METNİ Doktora tezi olarak sunduğum “Makedonya’daki Müslümanlarda Doğum, Evlenme ve Ölüm İle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar” adlı çalışmanın, tarafımdan, bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin bibliyografyada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım. Tarih ..../05/2007 Mensur NUREDİNİ II DOKTORA TEZ SINAV TUTANAĞI Öğrencinin Adı ve Soyadı Anabilim Dalı Programı Tez Konusu Sınav Tarihi ve Saati : : Mensur NUREDİNİ : Felsefe ve Din Bilimleri : : Makedonya’daki Müslümanlarda Doğum, Evlenme ve Ölüm İle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar Yukarıda kimlik bilgileri belirtilen öğrenci Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün …………………….. tarih ve ………. Sayılı toplantısında oluşturulan jürimiz tarafından Lisansüstü Yönetmeliğinin 30.maddesi gereğince doktora tez sınavına alınmıştır. Adayın kişisel çalışmaya dayanan tezini …. dakikalık süre içinde savunmasından sonra jüri üyelerince gerek tez konusu gerekse tezin dayanağı olan Anabilim dallarından sorulan sorulara verdiği cevaplar değerlendirilerek tezin, BAŞARILI DÜZELTME RED edilmesine Ο Ο* Ο** OY BİRLİĞİİ ile OY ÇOKLUĞU ile karar verilmiştir. Jüri teşkil edilmediği için sınav yapılamamıştır. Öğrenci sınava gelmemiştir. Ο Ο Ο*** Ο** * Bu halde adaya 3 ay süre verilir. ** Bu halde adayın kaydı silinir. *** Bu halde sınav için yeni bir tarih belirlenir. Tez, burs, ödül veya teşvik programlarına (Tüba, Fullbrightht vb.) aday olabilir. Tez, mevcut hali ile basılabilir. Tez, gözden geçirildikten sonra basılabilir. Tezin, basımı gerekliliği yoktur. JÜRİ ÜYELERİ Evet Ο Ο Ο Ο İMZA ……………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red …………….. ……………………... □ Başarılı □ Düzeltme □ Red ……….......... ……………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red …. ………… ……………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red ……….......... ……………………… □ Başarılı □ Düzeltme □ Red …. ………… III ÖZET Doktora Programı Makedonya’daki Müslümanlarda Doğum, Evlenme ve Ölüm İle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar Mensur Nuredini Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı İnsan hayatındaki doğum, ölüm ve evlenme gibi özel anların, bazen sevinci, bazen de hüznü diğer insanlarla paylaşmayı amaçlayan toplumsal niteliği ön planda olan tören ve dini uygulamalara yol açtıkları görülür. Bu çalışma, Makedonya’da yaşayan Müslümanların doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili inanışlarını ve uygulamalarını tanımlamayı ve değerlendirmeyi hedeflemiştir. Bu çalışmada mevcut literatür dikkate alınarak belirlenen bölgelerde doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili merasimlere, uygulamalara bizzat iştirak edilmiş, gözlemler yapılmıştır. Ayrıca konumuzla bağlantılı değişik inanışları tespit amacıyla da mülakat yöntemi kullanılmıştır. Bu bağlamda, doğumla ilgili olarak: Hamilelik dönemi, doğum anı, bebeğin cinsiyetinin tayini, istenmeyen gebeliklerde uygulanan yöntemler, evlilikle ilgili olarak: hediyeleşmeler, nasip arama, büyü ve tılsıma dair uygulamalar ve son olarak ölümle ilgili olarak da: Ölüm öncesi, ölüm anı, teçhiz- defin, ıskat-devir ve yas uygulamaları incelenmiş, özellikle bunların dinsel ve geleneksel yönlerine işaret edilmeye çalışılmıştır. Makedonya Müslümanların genelde, dini değerlerine ve zengin kültürel miraslarına sadık kaldıklarını söylemek mümkündür. Ayrıca aynı coğrafyadaki diğer etnik ve dinsel topluluklardan oldukça etkilenmiş oldukları da bir gerçektir. Bu çerçevede, onların bazı uygulamalarının tarihi süreçte kurumsallaştıkları, bazılarının ise unutulmaya yüz tuttuğu, veya yeni şartlara göre mahiyet değiştirdiği söylenebilir. Aynı şekilde bazı inançlar güçlenirken veya sıradan dünyevi bir uygulama halinden dini bir uygulama şekline bürünürken, diğerlerinin toplum ve insan sağlığı için tehlike arz eder ve ekonomik olarak da büyük masraflar gerektiren ve herkesin kolayca yerine getiremediği karmaşık törenler şekline dönüştükleri söylenebilir. Bu araştırmamızda, bütün bu inanış ve uygulamaları, mukayeseli olarak ele almaya ve örneklerle sunmaya çalıştık. Anahtar Kelimeler: 1) Makedonya 2) Doğum 3) Evlenme 4) Ölüm 5) İnanış IV ABSTRACT Degree of Doctorate Beliefs and Rituals of Birth, Marriage and Death in Macedonian Muslims Mensur Nuredini Dokuz Eylul University Institute of Social Sciences Department of Philosophy and Religious Sciences It is a fact that some exceptional times such as birth, marriage and death give rise to ceremonies and rituals aimed at sharing mutually the sense of bliss or grief. This study focuses on describing and evaluating the beliefs and practices of Muslims in Macedonia concerning birth, marriage and death. As a method of study, in addition to the relevant literature, we actually participated in ceremonies and rituals in given districts end engaged in observation and survey in order to establish different beliefs and practices conected with our study. In this context, we examined, with respect to birth, the period of pregnancy, the moment of birth, determinaty of sexuality, methods of preventing undesired pregnancy, giving gifts related with marriage, looking for chance of marriage for a girl, practices for magic and talisman, at the end we handed believes related with death and moment of death, equipping and interment of the death, Iskat-devir (alms given as compensation for the religious duties wich the deceased failed to perform during his lifetime) and mourning, especially we tried to show religious and traditional aspects of these practices. It is possible to say that Muslims in Macedonia, in general, are remaining loyal to their religious values and rich/wide cultural legacy/heritage. Meanwhile, it is attractive that they are ratherly/deeply affected by the other ethnic and religious communities living at the same area. In this context, while their some practices are institutionalized in the historical process, the others are nearly forgotten or changed its nature in respect of the new conditions. Though some beliefs are being stronger or transformed from ordinary worldly ones into religious practices, the others can be observed as dangerous for the health of people or society. They became complicated ceremony needs much more expences, so, everyone can not arrange these ceremonies easily. In this study, we tried to examine all these beliefs and practices comparatively and present them with examples. Key Words: 1) Macedonia 2)Birth 3) Marriage 4) Death 5) Ritual V İÇİNDEKİLER YEMİN METNİ ..............................................................................................................................II DOKTORA TEZ SINAV TUTANAĞI ................................................................................III ÖZET ................................................................................................................................................ IV ABSTRACT......................................................................................................................................V İÇİNDEKİLER ............................................................................................................................. VI ÖNSÖZ ............................................................................................................................................. IX GİRİŞ 1. ÇALIŞMANIN YAPILDIĞI COĞRAFİ SAHA ............................................1 1.1. Makedonya’nın Kısa Tarihi .........................................................................1 1.2. Osmanlıların Çekilişinden Günümüze Kadar Makedonya ............................4 1.3. Makedonya’nın Coğrafi Konumu ve Nüfusu................................................6 2. MAKEDONYA’DA YAŞAYAN MÜSLÜMANLARIN DURUMU ..............7 3. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ .............................................................................9 4. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ ...............................................11 5. HALK İNANIŞLARI VE DİNDEKİ YERİ ..................................................12 BİRİNCİ BÖLÜM MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA DOĞUMLA İLGİLİ İNANIŞ VE UYGULAMALAR 1.1. DOĞUM ÖNCESİ ADETLERİ .................................................................16 1.1.1. Çocuk Sahibi Olmayı Teminle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar................17 1.1.2. Çocuk Sahibi Olamayanların Gittikleri Bazı Ziyaret Yerleri ve Yaptıkları Uygulamalar.............................................................................................27 1.1.2.1. Cafer ve Hıdır Baba Tekkesi.............................................................27 1.1.2.2. Bogovin (Mehmet Baba) Tekkesi - (Bogovin–Kalkandelen) .............27 1.1.2.3.- Delik Taş (Leşniça Köyü – Kırçova) ...............................................28 1.1.2.4. Kadınlar Taşı (Simniça Köyü - Gostivar) .........................................29 1.1.2.5. Hacı Ömer Türbesi (Bahçebosu - Valandova) ...................................29 1.1.2.6. Salih Baba Türbesi (Kırnçar Köyü – Resne)......................................29 1.1.2.7. Hasan Baba Türbesi (Manastır – Merkez) .........................................30 1.1.2.8. Govedar Baba (Ercanlı Köyü - Sveti Nikole) ....................................30 1.1.3. Çocuğun Olmaması veya Düşmesini Teminle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar.............................................................................................32 1.1.4. Gebelik ve Aşerme (Aşırı İstek ve Tiksinme)..........................................34 1.1.5. Doğacak Çocuğun Cinsiyetinin Tayini:...................................................38 1.1.6. Yaşamayan veya Ölü Doğan Çocuklarla İlgili İnanış ve Uygulamalar.....43 1.1.7. Doğumun Kolay Olmasıyla İlgili Adetler...............................................47 1.1.8. Doğuma Hazırlık ....................................................................................51 1.2. DOĞUM ESNASI ADETLERİ ..................................................................56 1.2.1. Doğum Yaptıran Kişinin Seçimi .............................................................56 1.2.2. Doğum Esnası.........................................................................................57 1.2.3. Göbek Bağıyla İlgili İnanışlar .................................................................59 VI 1.2.4. Doğum Esnasında Koca ..........................................................................61 1.3. DOĞUM SONRASI ADETLERİ ..................................................................62 1.3.1. Yıkama ...................................................................................................62 1.3.2. Kurban Kesme........................................................................................64 1.3.3. Loğusa Kadının Durumu ve Bununla İlgili İnanışlar ...............................65 1.4. YENİ DOĞMUŞ ÇOCUKLA İLGİLİ UYGULAMALAR ..........................69 1.4.1. Çocuğa İsim Verilmesi ...........................................................................72 1.4.2. Nazar Önlemleri .....................................................................................75 1.4.3. Çocuğun Saçının ve Tırnağının İlk Olarak Kesilmesi ..............................77 1.4.4. Çocuğun İlk Kez Evden Çıkarılması .......................................................78 1.5. ÇOCUKLARLA İLGİLİ İNANIŞLAR VE UYGULAMALAR ..................80 1.5.1. Yürümesi Geciken Çocuklarla İlgili Uygulamalar...................................80 1.5.2. Konuşması Geciken Çocuklarla İlgili Uygulamalar.................................82 1.5.3. Çok Ağlayan ve Uyumayan Çocuklarla İlgili Uygulamalar .....................83 1.6. SÜNNET DÜĞÜNÜ VE YAPILAN UYGULAMALAR ..............................85 1.6.1. Sünnet Merasimi Öncesindeki Uygulamalar............................................86 1.6.2. Sünnet Merasimi Esnasındaki Uygulamalar ............................................87 1.6.3. Sünnet Merasimi Sonrasındaki Uygulamalar...........................................91 1.6.4. Sünnet Düğünlerinde Söylenen Türküler.................................................92 1.7. DOĞUM VE SÜNNET ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER ..95 1.8. DOĞUM VE SÜNNET ADETLERİYLE İLGİLİ RESİMLER ..................98 İKİNCİ BÖLÜM MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA EVLENMEYLE İLGİLİ İNANIŞ VE UYGULAMALAR 2.1. DÜĞÜN ÖNCESİ ADETLERİ ................................................................104 2.1.1. Evlenilecek Eşin Seçimi........................................................................105 2.1.2. Kızlarda ve Erkeklerde Evlenme Yaşı...................................................109 2.1.3. Kısmet Açma........................................................................................109 2.1.4. Evlilikte Dikkat Edilen Hususlar...........................................................114 2.1.5. Kız Arama ............................................................................................116 2.1.6. Kızlar ve Erkeklerde Aranan Özellikler ................................................117 2.1.7. Kız İsteme ............................................................................................118 2.1.8. Sağdıcın (Stroynigın) Seçimi ................................................................121 2.1.9. Kız Kaçırma .........................................................................................121 2.1.10. Söz Kesme ve Başlık ..........................................................................122 2.1.11. Nişan ..................................................................................................126 2.1.12. Nişan ile Düğün Arasında Yapılanlar..................................................127 2.1.12.1. Bohça – Dürü Gönderme ..............................................................128 2.1.12.2. Hıdırellezlik..................................................................................129 2.1.12.3. Aşurelik........................................................................................132 2.1.12.4. Ramazanlık...................................................................................132 2.1.12.5. Bayramlık.....................................................................................133 2.2.13. Kına Gecesi ve Çeyiz..........................................................................133 2.2. DÜĞÜN ESNASI ADETLERİ .................................................................139 2.2.1. Düğüne Davet.......................................................................................139 2.2.2. Düğün Günleri......................................................................................141 2.2.2.1. Düğünün Birinci Günü - Rubalar ....................................................142 2.2.2.2. Düğünün İkinci Günü - Tıraş ..........................................................143 VII 2.2.2.3. Düğünün Üçüncü Günü - Gelin Alma .............................................145 2.2.2.4. Düğünün Dördüncü Günü...............................................................154 2.2.2.5. Düğünün Beşinci Günü...................................................................162 2.2.2.6. Düğünün Altıncı Günü....................................................................163 2.2.2.7. Düğünün Yedinci Günü ..................................................................164 2.3. DÜĞÜN SONRASI ADETLERİ ..............................................................164 2.3.1 Gelinin Evine İlk Gidiş, Sefte (Ziyafet veya Pırviçe):...........................164 2.3.2. Kız Tarafının Erkek Evine İlk Gelişi (Kız Ardı)....................................165 2.3.3. Akrabaların Davetlerine Katılma...........................................................165 2.4. DÜĞÜN ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER.....................167 2.5. DÜĞÜN ADETLERİYLE İLGİLİ RESİMLER .....................................169 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA ÖLÜMLE İLGİLİ İNANIŞ VE UYGULAMALAR 3.1. ÖLÜM ÖNCESİ ADETLERİ ..................................................................186 3.1.1. Ölümü Düşündüren Ön Belirtiler ..........................................................186 3.1.2. Ölüme Hazırlık .....................................................................................189 3.1.3. Ölümden Hemen Önce Yapılan Uygulamalar .......................................190 3.2. ÖLÜM ESNASI ADETLERİ ...................................................................191 3.2.1. Ölümden Hemen Sonra Yapılan Uygulamalar.......................................192 3.2.2. Ölüm Haberinin Duyurulması ...............................................................195 3.2.3. Cenazenin Bekletilmesi Durumu...........................................................196 3.2.4. İskat ve Devir .......................................................................................199 3.2.5. Cenazenin Yıkanması ...........................................................................202 3.2.6. Cenazenin Kefenlenmesi.......................................................................205 3.2.7. Cenaze Namazı.....................................................................................207 3.2.8. Cenazenin Kabristana Götürülmesi, Defnedilmesi ve Telkin.................209 3.2.9. Cenazenin Defnedilmesi Sırasında Ölü Evinde Yapılanlar ....................214 3.3. ÖLÜM SONRASI ADETLERİ ................................................................217 3.3.1. Ölümden Sonraki Belli Günler..............................................................217 3.3.2. Ölü Yemeği ..........................................................................................219 3.3.3. Baş Sağlığı Dileme – Taziye .................................................................220 3.3.4. Yas .......................................................................................................221 3.3.5. Ölü Kurbanı..........................................................................................224 3.3.6. Mezar Taşı Töreni.................................................................................224 3.4. ÖLÜM ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER.......................225 3.5. ÖLÜM ADETLERİ İLE İLGİLİ RESİMLER .......................................227 SONUÇ ............................................................................................................232 BİBLİYOGRAFYA .........................................................................................237 EK 1: SÖZLÜK ...............................................................................................241 EK 2: MAKEDONYA HARİTALARI ...........................................................246 VIII ÖNSÖZ Doğum, evlenme ve ölüm insan hayatının üç önemli eşiğidir. İnsan doğumla başladığı hayat yolunda sünnet, okula başlama, evlenme gibi duraklara uğrar ve ölüm ile bu sefer sona erer. İşte bu yol üzerinde insan, kendisini, ister istemez muhtelif inanış ve uygulamalar içerisinde bulur. Toplumlara ve bölgelere göre inanışlar ve uygulamalar değişiklik arz etse bile, bütün bunlar halk kültürünün bir ürünü olarak ortaya çıkar. Bazı inanış ve uygulamaların izleri kaybolurken, bazıları tören, bazıları ise dini inanç haline dönüşür. Doğum, evlenme ve ölüm adetleri çerçevesinde törenler, inanışlar ve uygulamalar bir toplumun tanınması için önemli verilerdir. Geçmiş dönemlere ait gelenek, inanış ve uygulamalar, günümüzle geçmiş arasındaki bağları ortaya koyması bakımından büyük bir önem arz eder. Makedonya’da yaşayan Müslümanların, özellikle Türklerin gelenek ve inanışları fazlaca araştırılmamış bir sahayı oluşturmaktadır. Her ne kadar bu konuda Yaşar Kalafat’ın Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları adlı bir eseri bulunuyorsa da bu çalışma daha ziyade bir nevi gezi notları şeklinde kaleme alınmış ve görülen uygulamalar belli bir tasnife tabi tutulmadan aktarılmıştır. Eserde bazı yer isimlerinin oldukça yanlış yazıldıkları da dikkat çekmektedir. Bu bakımdan bölgeye ait kapsamlı bir çalışma yapmak için bu çalışmayı yapma ihtiyacı hissettik. “Makedonya’daki Müslümanlarda Doğum, Evlenme ve Ölüm ile İlgili İnanış ve Uygulamalar” başlığı taşıyan bu çalışmamızla, Makedonya’daki Müslümanların sözü edilen inanış ve uygulamalarını inceleyerek, onların dini, kültürel ve sosyal hayatının bir bölümünü aydınlatmayı hedefledik. Çalışmamızı, bu konudaki yazılı literatürü incelemenin yanında doğum, evlenme ve ölüm törenlerine bizzat katılarak ve bölgede yaşayan yaşlı veya tecrübeli kişilerle mülakatlar yaparak ampirik bir metotla gerçekleştirdik. Konunun daha iyi anlaşılması için bu uygulamalara ve törenlere ait fotoğrafları da ilgili bölüm sonlarına koyduk. Yeri geldikçe elde ettiğimiz verileri, Makedonya dışındaki bazı ülkelerde, özellikle de ana vatanımız olan Türkiye’deki inanış, uygulamalar ve törenlerle kıyaslanmaya çalıştık. IX Çalışmamızın bu açıdan, hem sosyal tarihe yardımcı olacağını, hem de bugünkü dini hayatın tanınmasına katkıda bulunacağını ümit ediyoruz. Çalışmamız, giriş ve sonuç kısımlarının yanı sıra, üç ana bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında, konunun çalışıldığı sınırlar, yani Makedonya’nın tarihi hakkında kısa bir özet sunulmuş, aynı zamanda bugünkü Makedonya’nın coğrafi ve siyasi durumu ele alınmıştır. Yine burada yaşayan halkların dini ve kültürel hayatları hakkında da genel bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın doğumla ilgili inanış ve uygulamalara ait birinci bölümü, doğum öncesi, doğum esnası ve doğum sonrası inanış ve uygulamalar şeklinde üç başlık altında ele alınmıştır. Bu bölümdeki bilgiler daha çok yaşlı ya da güngörmüş kişilerden mülakat yoluyla elde edilen verilerin doğrudan yazılması veya ses kaydının yapılması yoluyla temin edilmiştir. Ayrıca doğumla ilgili yapılan uygulamalar gözlemlenmiş ve bunların fotoğrafları teze konulmuştur. Evlenme ile ilgili inanışlar ve uygulamalar ikinci bölümün konusunu oluşturmaktadır. Bu bölümde de yapılan evlilik merasimlerine, yani düğünlere bizzat iştirak edilerek yapılan uygulamalar ve o uygulamalar ile ilgili inanışlar tespit edilmiştir. Ayrıca yine bu bölüm, düğünlerde söylenen türküler, maniler ve yapılan uygulamalara ait resimlerle zenginleştirilmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın üçüncü bölümünün konusunu ölüm ile ilgili inanış ve uygulamalar oluşturmaktadır. Bu bölümde de ilk iki bölümdeki araştırma yöntemini kullandık, yani cenaze törenlerine bizzat katılarak yapılan uygulamaları tespit ettik ve resimlerle örnekler vermeye çalıştık. Yine bu konuda, çevrede yaşayan yaşlıların bildiklerinden de faydalanma yoluna gittik. Bu bölümü de ölüm öncesi, ölüm esnası ve ölüm sonrası olmak üzere üç ana başlık altında ele aldık. Bunlarla ilgili inanışları tespit ettikten sonra, yapılan uygulamalar ve bu uygulamaların bölgesel benzer ve farklılıklarını vermeye çalıştık. Bunun yanı sıra bu inanış ve uygulamaları da yer yer diğer Türk topluluklarıyla, özellikle ana vatanımız olan Türkiye’dekilerle karşılaştırmaya benzerlik ve farklılıkları mukayeseli bir şekilde tespit etmeye çalıştık. Son olarak konunun belirlenmesinden tezin yazım aşamasına kadar sürekli olarak beni teşvik eden ve hiçbir yardımını esirgemeyen danışmanım Prof. Dr. Ali İhsan YİTİK’e; çalışmalarımda titizlikle yol gösteren tez izleme komitesi üyeleri X Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ ve Prof. Dr. Hanifi ÖZCAN’a katkılarından dolayı teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Bazı kaynak eserlere ulaşmamda yardımcı olan DEÜ. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi şefi sayın Mehmet GÖNEN’e ve Makedonya’daki bazı değerli meslektaşlarıma, ziyaret ettiğimiz köy ve kasabalarda bizleri yönlendiren, çeşitli mülakatlar yapmamıza yardımcı olan değerli dostlarıma, gösterdikleri yakın alakayla sorularımıza içtenlikle cevap veren Makedonyalı Müslüman kardeşlerime de şükranlarımı ifade ediyorum. Ayrıca tezin tashihi hususunda büyük katkılarını gördüğüm Araş. Gör. Ali ERTUĞRUL ve Dr. Mehmet İLHAN başta olmak üzere DEÜ. İlahiyat Fakültesinin diğer araştırma görevlileri Murat MEMİŞ, Dr. Tahsin KOÇYİĞİT, Hammet ARSLAN ve Bekir Zakir ÇOBAN’a da teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca ve bilhassa, hem akademik çalışmanın zorluklarına katlanma hususunda bana büyük destek olan, hem de özellikle doğum ve evlenmeyle ilgili mülakatlarda hanımlara ulaşmada çok değerli yardımlarını gördüğüm annem ve eşime de minnet borçluyum. Mensur NUREDİNİ Mayıs 2007 XI GİRİŞ 1. ÇALIŞMANIN YAPILDIĞI COĞRAFİ SAHA 1.1. Makedonya’nın Kısa Tarihi Türkçeye Fransızcadan geçen, ancak aslı Eski Yunanca olan Makedonya kelimesi “karışık”, “türlü”, “muhtelif parçalardan oluşan”, “yamalı bohça”, “sebze ya da meyve salatası” anlamlarına gelir.1 Makedonya güneyde Ege Denizi’nin kuzeybatı kıyılarından, kuzeyde Vardar Nehri’nin orta kısımlarına, doğuda Marta Nehri’nden batıda Tesalya ve Şar Dağı’na kadar uzanan sahayı kaplar ise de, sınırları kesin bir şekilde hiçbir zaman belli olmamıştır. Bugünkü anlamda ise Makedonya, coğrafi bir bölgeden öte XIX. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış siyasi bir terimdir. Balkan Yarımadasının içinde yer alan, aynı zamanda Asya’dan Avrupa’ya uzanan ana yolun üzerinde bulunan Makedonya, hem doğulu hem de batılı değişik milletlerin ilgisini çekmiş ve bu milletler tarafından ele geçirilmeye çalışılmıştır. 9–10. asırlar arasındaki Bogomil hareketi, Osmanlıların bölgeye hâkim olmasında ve İslam’ın topluca kabul edilmesinde önemli bir etken olmuştur. Bogomiller, Ortodoks ve Katolik Kilisesi’nin ideolojisine karşı tek bir Tanrı’ya ve doğudaki Ariusçular gibi İsa’dan sonra Madmad adında bir peygamberin geleceğine inanmaktaydılar.2 Bu inançlarından dolayı Bulgaristan ve Sırbistan’dan kovulan Bogomil Hıristiyanları, Makedonya ile Bosna’ya yerleştiler. Haksızlık ve zulüm altında yaşayan Makedonya ve Bosna sakinleri, kendilerini bu zulümden kurtaracak, güven ve huzur içinde yaşamalarını sağlayacak bir yönetime ihtiyaç duymaktaydılar. 1 2 Tahsin Saraç, Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük, TDK Ankara, 1976; Georges Castellan, Historie des Balkans (XIV-XX siecle). Arnavutçaya tercüme Eden: Arben Puto ve Luan Omari, Tirana 1992, s.11. Daha geniş bilgi için bkz. Dragolyub Dragolyeviç, Bogomilstvo na Balkanu i u Maloy Aziyi i Bogomilski Rodonaçalnici, Beograd 1974, s.9 ve devamı; Aleksandar Solovyev, Yesu Li Bogomili Poştovali Krst, Sarayevo 1948, s.6. Osmanlıların gelmesiyle asırlarca bekledikleri huzura kavuştular ve bundan dolayı topluca İslam’ı kabul ettiler. Makedonya bir köprü ve kavşak, aynı zamanda George Castellan’ın dediği gibi “milletler salatası, barut fıçısı ve Avrupa’nın harp meydanı” idi.3 Bütün bu nedenler Makedonya’yı çeşitli kültürlerin karıştığı bir saha haline getirmiştir. Meselâ Doğudan Sasani devletinden gelen tacirler, Batı’dan Roma İmparatorluğundan gelen tacirlerle Selanik’te karşılaşıyor ve mallarını değiştiriyorlardı. Dünyanın değişik bölgelerinden gelen tacirler yanlarında muhtelif zanaatçıları da getirmekteydiler. Bunların gelmesi Makedonya’da demircilik, nalbantlık ve diğer zanaatların gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Yine Batı’dan gelen Roma kültürü ile Doğu’da Büyük İskender’in Doğu’daki fetihlerinde karşılaştığı Hint, Sasani, Mezopotamya ve Mısır kültürü Makedonya’da bir araya geldi. Bu kültür karışımının belirtileri Osmanlı öncesi Makedonya Kilise stillerinde, kiliselerin içindeki ikonografyada ve arkeolojik kazılarda bulunan çeşitli süs eşyalarında açıkça görülmektedir. Bunun en belirgin misali Manastır şehri yakınlarındaki arkeolojik kazılar sonucu meydana çıkan eski Stobi şehridir. Stobi şehrinin anfisi eski Roma stilinde iken, her kapının önünde Mezopotamya simgelerini taşıyan taştan yapılmış ikişer aslan yer almaktadır.4 Osmanlı, Rumeli’ye geçişten hemen sonra bazı tedbirler aldı. Yabancı unsurların bulunduğu yerlere, o bölgenin siyasî ve askerî emniyetini sağlamak için Anadolu’dan Rumeli’ye tehcir ettiği Türkleri yerleştirdi. Aynı zamanda Osmanlılar, ele geçirdikleri topraklarda tarikatlar vasıtasıyla da insanların gönüllerini fethetmeye çalıştılar. Edirne’nin fethinden sonra Filibe de Osmanlı idaresine girdi. Meriç’te toplanan Sırp, Macar ve Boşnak ittifakını 1364 yılında Hacı İlbey komutanlığındaki 10.000 asker darmadağın etti. Sırp Sındığı5 adı verilen bu savaşta galip gelen Sultan Murat, Balkanları sağ, orta ve sol kanatlara bölerek üç yoldan fetih hareketlerini 3 George Castellan, Historie des Balkans (XIV – XX siecle), Arnavutçaya çev. Arben Puto ve Luan Omari, Tirana 1992; Türkçeye çev. Dr. Ayşegül Yaraman-Başbuğu, İstanbul 1995, a.g.e, s.11. 4 Behicuddin Şehapi, İslamska Arhitektura vo Sokpye, Skopye 1986, s.54. 5 İ.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1972, s.167-169. 2 derinleştirdi.6 Sağ kanat, yani doğu sınırları doğrudan Sultan Murat’ın kendi komutası altında idi. Sol kanat komutanı Evrenos Bey, orta kol komutanı ise Kara Timurtaş Paşa idi. Sol kanat komutanı Evrenos Bey’in Meriç vadisindeki Çirmen Savaşında Makedonya Sırp prenslerini bozguna uğratması (1371), Makedonya’nın yollarını Osmanlılara açtığı gibi Makedonya’daki Sırp prensliklerinin, Bulgar kralının ve Bizans İmparatorunun Osmanlı egemenliğini tanımasına sebep oldu. Böylece Makedonya’nın bir kısmı ve Kavala, Drama, Serez ve Selanik gibi şehirler Evrenos Bey’e bağlı Yiğit Paşa komutanlığındaki akıncı kuvvetler tarafından fethedildi. Orta kol komutanı Kara Timurtaş Paşa, Vardar ovasından başlayarak güney Sırbistan ve Bosna’da birçok yeri fethetti. 1389’da Üsküp, Pirlepe ve İştip, 1391’de Manastır şehirleri fethedildi. 6 Ocak 1392 tarihinde Makedonya’nın tamamı Osmanlı idaresine girdi. Üsküp’ün fethinden bahseden Avrupa tarihçisi Castellan çok üzüntülü bir şekilde şunları yazıyor: “1392 yılında Sultanın bayrakları artık Üsküp’te de dalgalanmaya başlıyordu. Çok geçmeden Beyazıt, Vardar Ovası’na binlerce Türk yerleştirerek Makedonya’yı Osmanlıların diğer fethettiklerine başlangıç noktası teşkil edecek bir vilayet haline getirmiştir”.7 Osmanlı döneminde Makedonya’da edebiyat, musiki, resim ve özellikle de mimari gelişti. 4-5 asırlık bir dönem içinde burada inşa edilen binlerce yapının mimari üsluplarına bakıldığında, üzerlerindeki Türk-İslam özellikleri açıkça görülür. Beş asırlık Osmanlı idaresinde Makedonya iyibir gelişme seyri yakalamış ve bu bölgeden yetişen eşraf, Osmanlı devletinin çeşitli mevkilerinde vazife görmüştür. Makedonya 1912 yılındaki Balkan Savaşlarına kadar Osmanlı idaresi altında kalmıştır. Birinci Dünya Savaşından sonra, 1 Aralık 1919’da Sırp, Hırvat ve Sloven (SHS) krallığı kurulmuş ve bu münasebetle Makedonya üç kısma ayrılmıştır. Bir parçası Yunanistan’a (Ege Makedonyası, halen Yunanistan egemenliği altındadır), bir parçası Bulgaristan’a (Pirin Makedonyası, halen Bulgaristan yönetimindedir), bir parçası da yukarıda zikredilen yeni kurulmuş krallığa verilmiştir (Vardar 6 Joseph Von Hammer, Geschichte des Osmanichen Reiches, Boşnakçaya çev. Nerkez İsmailagiç, Zagreb 1979, s.62. 7 G. Castellan, a.g.e. s.73. 3 Makedonyası).8 Makedonya, 1945 yılından 1991 yılına kadar Komünist Yugoslavya’nın altı cumhuriyetinden biri olarak varlığını sürdürmüş, 1991 yılında referandum sonucu bağımsızlığını ilan etmiştir. Makedonya’nın bu kısa tarihçesini Yahya Kemalin “Kaybolan Şehir” isimli şiirinin bir bölümü şöyle tanımlamaktadır: “Üsküp ki Yıldırım Beyazıt diyarıdır Evlâd-ı Fatihân’a onun yadigârıdır Firuze kubbelerle bizim şehrimizdi o Yalnız bizimdi, çevre ve ruhuyla bizdi o Üsküp ki Şar Dağında devamıydı Bursa’nın Bir lale bahçesiydi dökülmüş temiz kanın Vaktiyle öz vatan da bizimken, bugün niçin Üsküp bizim değil. Bunu duydum için için!” 1.2. Osmanlıların Çekilişinden Günümüze Kadar Makedonya Makedonya, Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan olmak üzere üç Balkan devleti arasında paylaşılmıştı. Makedonya’yı istila eden bu üç devletin Birinci Dünya Savaşına katılmaları da Makedonya için kötü sonuçlar doğurmuştur. Zira Makedonya sakinleri, bu üç Balkan devletinin ordularına zoraki olarak sevk edilmiş ve böylece başkalarının çıkarları için savaşmak zorunda kalmışlardır. Makedonya’nın Vardar bölümü, yani bugün bağımsız bir devlet halindeki Makedonya, 1919 yılında kurulan S.H.S (Sırp-Hırvat-Sloven) krallığı yönetimi altına 8 Bugün bağımsız olan Makedonya devleti sadece bu kısımdan ibarettir. Kuzeyinde Sırbistan, güneyinde Yunanistan, batısında Kosova ve Arnavutluk, doğusunda da Bulgaristan yer almaktadır. Başkenti Üsküp olan Makedonya Cumhuriyetinin diğer büyük şehirleri Manastır, Pirlepe, Kalkandelen ve Gostivardır. Yüzölçümü 25.713 km², nufusu 2.200.000 olan Makedonya’da çeşitli milletler yaşamaktadır. Nüfusun %50’sini gayr-i müslimler (Ortodoks Kilisesine mensup Makedonlar), diğer %50’sini ise Müslümanlar (Arnavutlar 750.000, Türkler 120.000, Romenler, Pomaklar ile Boşnaklar 150.000 ve diğerleri) teşkil etmektedir. Son nüfus sayıma gore ise Makedonya’da %66.5 Makedon, %26.5 Arnavut, %4.5 Türk ve diğerleri yaşamaktadır. Bu sayımın devlet kaynakları tarafından adaletli bir sayım olduğu ifade ediliyorsa da gerçek istatiği göstermediği yönünde ciddi pek çok gösterge mevcuttur. 4 girmiştir. Bu tarihlerde, 25.713 km² yüzölçümüyle ve 800.000 nüfusla bu bölge, Krallığın toplam toprağının %10’unu oluşturuyordu. Birinci Dünya Savaşı, Makedonya’da büyük maddi ve insani kayıplara sebep oldu. Savaştan sonra ise, Büyük Sırp burjuvazisi Makedonya’ya hâkim olmak ve buradaki zenginliklerden yararlanmak için elinden geleni yaptı.9 İki Dünya Savaşı arasında Makedonya’da yaşayan halklara kendi lisanlarında okuma hakkı verilmemiş; halkın yaklaşık %60’ını oluşturan Müslümanlara ise sadece Sırpça eğitim-öğretim yapacak iki medrese Aleksandar Medresesi ve İsa Bey Medresesini açma izni verilmiştir: Bu iki medreseden yetişen öğrenciler, İkinci Dünya savaşında ön saflarda yer almışlar, savaştan sonra komünistlerin işbaşına geçmesiyle, onların politikasına uygun davrananlar devletin en üst kademelerine yerleşmiştir (meselâ 1985–87 yılları arası Komünist Yugoslavya cumhurbaşkanı Sinan Hasani). Komünistlerin politikasına karşı olanlar ise öldürülmüş, sürgün edilmiş ve bütün haklardan mahrum edilerek basit işçiler olarak çalıştırılmışlardır. 17 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırısı ile başlayan İkinci Dünya şavaşında da Makedonya’nın bir parçasını Bulgar Krallığı, diğer parçasını ise İtalya istilâ etmiştir. 9 Mayıs 1945 tarihinde Alman ordusunun komünist Yugoslavya’nın topraklarından çekilişi ile Makedonya, Tito’nun kurduğu devletin altı cumhuriyetinden birini teşkil etti. Böylece Birinci Dünya savaşından sonra ilk defa yarı bağımsız bir statüye kavuşmuş oldu. Makedonya’nın ilk anayasası 31 Aralık 1946’da meydana getirildi. Böylece Makedonya, cumhuriyet biçiminde bir halk devleti olarak tespit edilip, federal bir devlet olan Yugoslavya’nın ayrılmaz bölümü olarak tescil edildi. Halkların çoğu federal organlarca yönetiliyordu. Anayasayı oluşturanlar ve uygulayanlar komünist rejim taraftarlarıydı. Makedonya’daki Müslümanların durumu komünist idare altında daha da kötüleşti. Camilerin ve tekkelerin vakıfları alındı, yönetime karşı çıkan hoca efendiler feci şekilde öldürüldü, başörtüsü kaldırılmaya çalışıldı, dinî okulların ve Kur’an kurslarının açılması yasaklanıp mevcut olanlar kapatıldı. Müslüman kızları gönüllü çalışma aksiyonlarına alınıp ahlakları bozulmaya çalışıldı. Kısacası 9 Yusuf Hamzaoğlu, Balkan Türklüğü, Ankara 2000, s. 285, 287. 5 Müslümanların kimlik ve değerlerinin ortadan kaldırılması için her türlü yöntem uygulandı. Makedonya komünist partisi tarafından yönetilen siyasi sistem çok karışıktı. İşçiler emeklerinin karşılığını alamıyordu. Bunlar daha verimli bir çalışma için özendirilmiyor, yeni iş yerleri açılmıyor, açılanlar da verimli olmuyordu. Böylece halkta memnuniyetsizlik artıyordu. Komünistler Birliği, çaba harcamasına rağmen daha verimli çalışmak için bir yol bulamadı. Bu yüzden iktisatta olduğu gibi siyasi sistemde de bunalım belirdi. Siyasi sistemde çoğulculuk ilkesine pek riayet edilmiyordu. 80’li yılların sonunda Makedonya’daki yönetimin tek bir parti ile yürütülemeyeceği anlaşıldı. Diğer Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi birçok siyasi parti kuruldu ve bunlar programlarını seçmenler önünde deklare ettiler. İlk çok partili seçimde Makedonya meclisine 120 milletvekili seçildi. 17 Kasım 1991’de Makedonya Cumhuriyeti Meclisi özgür ve bağımsız Makedonya’nın ilk anayasasını kabul etti. Makedonya’nın bağımsızlığını kabul eden ilk ülke Türkiye oldu. 1995 yılında da Makedonya’da ikinci bir seçim gerçekleştirildi ve bu seçimde 23 Müslüman milletvekili parlamentoya girdi. 1.3. Makedonya’nın Coğrafi Konumu ve Nüfusu Makedonya’nın yüzölçümü 25.714 km²’dir. Nüfusu ise 2.400.000’dir.10 199194 yıllarında Makedonya’da iki defa nüfus sayımı yapılmıştır. Ancak bu sayımların en önemli özelliği hile karıştırılmış olmaları ve Makedon hükümetinin arzu ettiği yönde yürütülüp sonuçlandırılmış olmasıdır. Öyle ki iki sayım arasında geçen üç yıl içinde, Türkler nüfus açısından 20.000 kişi azalmış olarak gösterilir. Halbuki Makedonya’daki Türklerin doğum oranı yüksektir ve her hangi bir yoğun göç hareketi de olmamıştır. O halde 20.000 Türk üç yılda kağıt üstünde yok sayılmıştır. Son sayıma göre Makedonya’da 1.288.000 Hıristiyan yaşamaktadır. Buna göre Hıristiyanlar, toplam nüfusun %66,5’lik bir kısmını oluşturur. Müslümanlardan Arnavutların sayısı 450.000, Türklerinki ise 89.000 olarak açıklanmıştır.11 Ancak, hem Arnavutlar, hem de Türkler bu sayımı doğru kabul etmemektedir. 10 11 Zavod Za Statistika, Statistiçki Godişnik Na Republika Makedoniya 1994, Üsküp 1995, s.75. Zavod Za Statistika, Statistiçki Godişnik Na Republika Makedoniya 1994, s.76. 6 TDP (Türk Demokratik Partisi)’nin istatistiklerine göre Makedonya’da Türklerin sayısı 120.000 ile 150.000 arasındadır. Arnavutların sayısı 850.000 civarındadır. Ayrıca Makedonyada 50.000 Boşnak, 70.000 Pomak, 40.000–50.000 arasında Romen yaşamaktadır.12 Makedonya nüfusunun ağırlıklı olarak iki dine mensup olduğu söylenebilir: Hıristiyan Ortodoks Kilisesine mensup Makedonlar ile Müslüman olan Arnavutlar, Türkler, Pomaklar, Boşnaklar ve Romenler. Devletin resmi dini yoktur, resmi diller ise Makedonca, Arnavutça ve Türkçe’dir. Makedonya Cumhuriyeti, kuzeyde Sırbistan, doğuda Bulgaristan, güneyde Yunanistan ve batıda Arnavutluk ile komşu olan ve sınırlarının toplam uzunluğu 849 km. olan bir ülkedir. Makedonya topraklarının %70’ini dağlık bölgeler oluşturur. Makedonya’nın en alçak noktası Vardar nehrinin Makedonya topraklarını ayırdığı yerdir. Burası deniz seviyesinden 44 metre aşağıdadır. En yüksek noktası ise, 2764 m. yüksekliğindeki Korab dağıdır. Makedonya dağları Rodop ve Vardar dağları olmak üzere iki gruba ayrılır. Rodop dağları, doğuda Bulgaristan sınırından batıda Prespa, Kırçova ve Polog kıyısına, güneyde Yunanistan sınırına ve kuzeyde Sırbistan sınırına kadar uzanır. Doğu Vardar grubu dağları, doğuda Makedonya-Bulgaristan sınırı ve batıda Pelagonya vadisi arasında bulunur. Makedonya Cumhuriyeti’nde Akdeniz iklimi, dağ iklimi ve karasal iklim hüküm sürer. Makedonya’nın en büyük nehri Vardar nehri’dir. Onu Bregalniça, Çrna Reka, Çrni Drim nehirleri izler. Üç tane de göl vardır: Ohri, Prespa ve Doyran gölü. Makedonya’nın başkenti Üsküp’tür. Manastır, Kalkandelen, Gostivar, Pirlepe, İştip, Kırçova, Ustrumca, Kumanova ve Ohri diğer büyük şehirler arasında sayılabilir. 2. MAKEDONYA’DA YAŞAYAN MÜSLÜMANLARIN DURUMU Araştırma sahamızı oluşturan Makedonya’da Müslümanların hayatı son 60-70 sene içerisinde büyük bir değişikliğe uğramıştır. Komünizmin materyalist örtüsü, bütün dini hayatı kapsarken, buna en çok maruz kalan Müslüman halk giderek sahipsizliğe itilmiş, göçlere zorlanmalarıyla nüfusları bir hayli azalmış, dine ilgileri 12 Mustafa Kahramanyol, Türk Hakları, Ankara 1995, s. 234. 7 zayıflamıştır. Makedonya’daki Müslümanlar Arnavutlar, Türkler, Torbeş-Türkbaş (Pomaklar), Yörükler, Romenler (Çingeneler), Boşnaklardan oluşur. Tarikatlar itibariyle Melamilik, daha sonra Halvetilik ve Bektaşilik yaygındır. Melamiliği kabul eden Müslümanların çoğu Makedonya’nın doğusunda Ustrumca, Valandova, Radoviş, Koçana, İştip, Vinisa vb. kasabalarda yaşamaktadır. Halvetiler ise Halvet-Hayati kolundandır. Bunlar genelde Ohri, Kırçova, Struga, Debre ve Üsküp kasabalarında sâkindirler. Bektaşilik ise geçmişte Manastır, Pirlepe, Resne, Üsküp, Kalkandelen ve Gostivarda yaygınmış. Günümüzde bu tarikatlar az da olsa hâlâ faaliyetlerini sürdürmektedirler. 13 Makedonya’da İslamiyet iki ana yol izleyerek gelişmiştir. Bunlardan birincisi, İslamiyet’in zuhurundan evvel, bazen Kağansız klanlar halinde, bazen da Saka-İskit Türk konfederasyonu, Havar Türkleri, çeşitli Hun İmparatorlukları, Bulgar Türk devleti, Hazar Türk imparatorlukları gibi teşkilatlı olarak bölgeye gelen Türklerin, daha sonra bölgeye gelecek olan Evlad-ı Fatihandan İslamiyet’i öğrenmesi ile gelişen koldur. İkinci yol, Osmanlı Türk imparatorluğu döneminde bölgeye gelen Evlad-ı Fatihan olarak bilinen Türklerin getirdiği İslamiyet’tir. Bölgedeki Sünni-Hanefi İslam anlayışı, büyük ölçüde bu ikinci kolla gelişmiştir.14 İşte bizim tespitini yapmaya çalıştığımız halk inanışları, daha ziyade bu ikinci kola mensup Müslüman Türklerin yaşadığı bölgelere mahsustur. Elde etmiş olduğumuz inanış ve uygulamalardan hareketle, bu bölgelerdeki eski Türk boylarının izleri ile karşılaştığımızı, buralarda ve burada eski Türk boylarının ikamet ettiklerini gösteren birçok inanış ve uygulamalar tespit ettiğimizi belirtmemiz gerekir. Değişik milletler ve değişik Türk boylarına ait değişik inanış ve uygulamaların izlerine bu çalışmamızda tesadüf ettik. Tarihin ilk devirlerinden itibaren farklı zamanlarda oluşan bu inanışlar Orta Asya Türklerinin hayatına yön vermeye, onu belli bir tarz ve şekilde belirlemeye başlamıştır. Bu inanış ve uygulamalardan bir kısmına günümüzde Makedonya’da yaşayan Müslümanlar arasında tesadüf etmek mümkündür. Vardar'ın batısında (Batı Makedonya) yaşayan %86 oranındaki Müslüman çoğunluk, demokratik toplumda siyasî bir güç oluşturmaktadır. Kumanova 13 14 Metin İzeti, Tarikati Bektashijan, Tetova 2001, s. 36. Kalafat, Makedonya Türklerinde Yaşayan Halk İnançları, s. 12–13. 8 (Kumanovo), Üsküp (Skopje), Kalkandelen (Tetovo), Gostivar (Gostivar), Debre (Debar), Kırçova (Kiçevo), Ohri (Ohrid), Struga (Struga), Resne (Resen) gibi şehirlerde kendine özgü tarihî kültür mirasına sıkı bir şekilde bağlı olan Müslüman topluluk, günümüzde de varlıklarını canlı bir şekilde devam ettirmektedir. Balkanlara Slav kökenli milletlerin yerleşiminden önce bile buralarda bulunan Müslümanların, o bölgelerdeki tarihî önemi küçümsenmemelidir. Bugün bağımsız olan Makedonya’nın kuzeyinde Sırbistan, güneyinde Yunanistan, batısında Kosova ve Arnavutluk, doğusunda da Bulgaristan yer almaktadır. Başkenti Üsküp olan Makedonya Cumhuriyetinin diğer büyük şehirleri Manastır, Pirlepe, Kalkandelen ve Gostivar’dır. Yüzölçümü 25.713 km², nüfusu 2.200.000 olan Makedonya’da çeşitli milletler yaşamaktadır. Nüfusun %50’sini gayri Müslimler (Ortodoks Kilisesine mensup Makedonlar), diğer %50’sini ise Müslümanlar (Arnavutlar 750.000, Türkler 120.000, Romenler, Pomaklar ile Boşnaklar 150.000 ve diğerleri) teşkil etmektedir. Son nüfus sayıma göre ise Makedonya’da %66.5 Makedon, %26.5 Arnavut, %4.5 Türk ve diğerleri yaşamaktadır. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere resmi kaynaklara verilen bu nüfus sayımını doğru kabul etmek pek mümkün görünmemektedir. 3. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ Yapmış olduğumuz çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlar doğum, evlenme ve ölümdür. Her bölüm de kendi içinde başlıca üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde, Makedonya’da yaşayan Müslümanların inanış ve uygulamaları ele alınmıştır. İkinci bölümde elde edilen kaynaklar doğrultusunda Türkiye’deki inanış ve uygulamalar derlenmiş ve bunlar eldeki diğer inanış ve uygulamalarla karşılaştırılma yoluna gidilmiştir. Üçüncü bölümde ise Makedonya ve Türkiye dışında yaşayan Müslümanların doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili inanış ve uygulamalarına yer verilmiştir. Çalışmamızın asıl konusu Makedonya’da yaşayan Müslümanların doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili inanış ve uygulamalarıdır. Araştırma alanımız olarak Doğu Makedonya Müslümanları ve Batı Makedonya Müslümanları olmuştur. Makedonya’nın doğusunda: İştip, Koçana, Vinisa, Ustrumca, Radoviş, Valandova, Köprülü ve civar köyleri; Batı Makedonya’da ise Müslümanların yoğun olarak 9 yaşadığı kasabalar: Üsküp, Kalkandelen, Gostivar, Kırçova, Debre, Resne’deki kasaba ve köyler gözlem ve mülakat yaptığımız yerler olmuştur. Bu kasabalarda Arnavut, Türk, Romen, Torbeş ve Boşnak Müslümanlar yaşamaktadır. Doğu Makedonya Müslümanlarını daha çok Türkler ve Romenler oluşturur. Buradaki Türklerin yüzde 90’ı Yörük’tür. Makedonya’nın Batı bölgesinde yaşayan Türkler ise yerli, yani Türkmen Türkleri’dir.15 Derleme yaparken genelde belli mekânlarda karşılaştığımız kişilerden bilgi almaya çalıştık. Ancak özellikle adet ve gelenekleri daha uzun yaşamış ve tecrübe etmiş olan yaşlı kadın ve erkeklerden, veri toplamaya bilhassa özen gösterdik. Böylece geçmişteki ve şimdiki inanış ve uygulamaları kıyaslamamız daha kolay olmuştur. Araştırmamız esnasında Müslüman olan Türk, Arnavut ve Torbeş (Pomak)’lerden derlemeler yaptık ve bunların birbirlerine benzerlik arz eden inanış ve uygulamalarını genel olarak, bir ayırıma gitmeden, Müslümanlarda var olan inanış ve uygulamalar olarak sunmayı tercih ettik. Her üç milletin dillerini konuşma ve anlamada sorunumuz olmadığı için, iletişim kurmada bir zorluk çekmedik. Hepsi ile yüz yüze ve gruplar halinde görüşme fırsatımız oldu. Bunun yanı sıra kendileriyle yüz yüze görüşme fırsatı bulamadığımız veya konunun mahremiyetine binaen bizimle görüşmekten çekinen yabancı kadınlarla, kendilerinin de itimat göstereceği tanıdık kadınlar vasıtasıyla temasa geçtik ve hazırlamış olduğumuz soruları onlar vasıtasıyla kendilerine yönelttik. Derlemelerin bazı kısımlarını doğrudan kaleme alıp tespit ettik. Ancak ekseriyetle verileri kasetlere kaydedip, daha sonra yazıya geçirdik. Bu bilgileri, elimizdeki kaynakları da kullanarak, benzerlik ve farklılık açısından Türkiye’deki inanış ve uygulamalarla kıyaslamaya çalıştık. Derleme sırasında farklı yörelerde olan kaynak kişilerle gerek tek tek, gerek grup halinde araya geldik. Bunlar hem kendi geleneklerini bize aktardılar, hem de “bu sizde böyledir, sizde de şöyledir” gibi müdahalelerle bize anlatılanları sağlamlaştırma veya tamamlama imkanı sağlamış oldular. Birinci bölümdeki doğum adetleri hakkındaki inanış ve uygulamalarla ilgili verileri, genelde işin tabiatı gereği, kadınlardan temin ettik. Bu uygulamalarla ilgili örnekleri, bölümün sonunda, resimlerle de gösterdik. 15 Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 18, 19. 10 İkinci ve üçüncü bölümün sonunda da benzer bir metodu uyguladık. Ayrıca düğün ve manileri de kayda geçirdik. Böylece bir bakıma günlük uygulama ve inanışlar ile türküler ve manileri iç içe ele aldık ve onları birbirinden koparmadık. Anlatılan uygulamaların ve inanışların ayrıntılarının tespiti için ilave sorular yönelttik. Böylece bir açıdan derlenenlerin doğruluğunu da test ettik. Yeni anlatılanların önceki anlatılanlardan farklı olup olmadığını da bu şekilde ortaya çıkarmaya çalıştık. 4. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Çalışmamız sırasında elde ettiğimiz Makedonya Müslümanlarının inanış ve uygulamalarının Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerdekilerle kıyaslanması için, doğum ile ilgili inanış ve uygulamalar hususunda, Orhan Acıpayamlı’nın Türkiye’de Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü (Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara 1974) isimli kitabını esas aldık. Ayrıca Mehmet Naci Önal’ın Romanya Dobruca Türkleri ve Mukayeseleriyle Doğum Evlenme Ve Ölüm Adetleri (Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998) eserine müracaat ettik. Adı geçen eserlerden, metot ve mukayese bakımından da istifade ettik. Düğün ile ilgili inanış ve uygulamalar bölümünde ise, Makedonya Müslümanlarının merasimlerine iştirak ederek gözlem ve mülakata dayalı bilgiler edindik. Kıyaslama açısından ise değişik kaynak eserler kullandık ki, bunları dipnotlarda vermeye çalıştık. Fakat metot açısından daha ziyade Hamit Zübeyr Koşay’ın Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme (Eski Eserler ve Müzeler Umum Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1944) isimli eserinden faydalandığımızı ifade etmemiz gerekir. Ölüm konusunda ise, hem metot hem de malzemenin mukayesesi yönüyle, Sedat Veyis Örnek’in Türk Folklorunda Ölüm (Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Fakültesi Yayınları, Ankara 1979) adlı eserinden oldukça yararlandığımızı söyleyebiliriz. Makedonya Müslümanlarının inanış ve uygulamalarını, benzerliklerle ve farklılıklar açısından mukayese ederken Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri, Bulgaristan ve Yunanistan’da yaşayan Müslümanların inanış ve uygulamaları esas alınmıştır. 11 Tabii ki, bu inanış ve uygulamalar elimizdeki kaynak eserlerin verdiği bilgilerle sınırlı kalmıştır. Yapmış olduğumuz çalışma, genelde Makedonya’daki Müslümanlar arasında var olan inanış ve uygulamalar ile Türkiye ve kültürel benzerlik taşıyan diğer bazı ülkelerdeki inanış ve uygulamaların kıyaslanması şeklinde olmuştur. Bu açıdan Makedonya’daki diğer din mensuplarının inanış ve uygulamalarını araştırma konusu etmedik. Kaldı ki bu husus, başlı başına ayrı bir araştırma konusudur. 5. HALK İNANIŞLARI VE DİNDEKİ YERİ İlahi dinlerin gelmiş olduğu toplumların, daha önceden de bazı inançlara sahip oldukları bilinmektedir. Bu inançlar, ya daha önceki peygamberlerin getirdiği şeylerin inhirafı ile ortaya çıkmış veya değişik kültür ve toplulukların tarihi tecrübeleri neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan, Peygamber efendimizin gelmiş olduğu Arap toplumunda da rukye, kadının uğursuzluğu, tavafın uryan (çıplak) bir şekilde yapılması gibi muhtelif halk inançları bulunuyordu Şu bir gerçektir ki, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gönderilen bu ilahi buyruklar, dinî olma özelliği taşıyan hiçbir inanış, uygulama ve hareketin olmadığı topluluklara indirilmemiş, aksine dejenerasyona (yozlaşmaya) uğramış da olsa, önceki tevhid dininden kalma birtakım dinî inanış, tören, ibadet ve davranışların sonradan uydurulanlarla beraber, iç içe kaynaşmış olarak hayatın her safhasında yer aldığı toplumlara inmiştir. Risalet vazifesini yüklenen her Peygamber, karşısında batıl da olsa, bütün inanç ve davranışlarda bu medeniyet ve hayatın getirdiği kültürü bulmuştur. Peygamberler insanlığın pek çoğuna tabiî gelen bir hayat tarzını, Allah’ın buyrukları doğrultusunda değiştirmeye çalışmışlardır. İslam dini kendinden önceki halk inançlarını tamamen ilga etmediği gibi, körü körüne de tasvip etmemiştir. Muhammed (a.s), halk inançlarını benimseme veya reddetme konusunda üç şekilde hareket etmiştir: 1) İlga – İslam kurallarına uygun olmayan ve tamamen zıt olan inançları reddetmiştir.16 Meselâ; Tavafı uryan şekilde gerçekleştirmek. 16 Ahmet Emin, Fecru’l-İslam, Kahire 1975, s.227. 12 2) Islah – Zamanla değişikliğe uğrayan bazı inançları ıslah etmiştir.17 Meselâ; kabirlerin ziyareti gibi. 3) İbka – Vahyin gelişinden önce Arap toplumunda mevcut olan bazı inançları devam ettirmiştir.18 Genel bir çerçeve içerisinden bakıldığında denilebilir ki, İslam dini açısından tasvip edilen ve tasvip edilmeyen inanç ve uygulamalar veya adet ve gelenekler vardır. Öyle inanç ve uygulamalar vardır ki, dini hiçbir tarafı olmadığı halde dini birtakım farizaların yerine getirilmesini sağlamakta veya birtakım dini gerçeklerin hatırlanmasına neden olmaktadır. Bu gibi inanç ve uygulamalar, halka zarar vermeyen ve onları bir nebze de olsa dine yaklaştıran veya dini vecibelerin hatırlanmasına neden olan adet ve gelenekler olarak değerlendirilmelidir. Bu konudaki inanç, adet ve geleneklerin örnekleri Makedonya’da azımsamayacak kadar çoktur. Yine, halk tarafından benimsenen birçok adet ve gelenek, dini hiçbir tarafı olmadığı gibi, dini inançlara da zarar verebilmektedir. Bu gibi inanç ve gelenekler halk tarafından dini olarak kabul görür ki, bunların uygulanması dini açıdan tasvip edilmez Zira bunlar hem dindarların yanlış yönlere sapmasına neden olmakta, hem de bu gibi inanışlar ve adet ve geleneklerin uygulanması milletin gerilemesine ve de birçok gereksiz masraflara katlanmasına neden olmaktadır. Yani, bunların hem toplumsal hem de ekonomik açıdan bir zararı olduğu aşikardır. Dini açıdan ise, dini olmayanı dini olarak ikame etmekle, hem dini inançlara zarar verilmekte, hem de daha sonraki nesillere dinin aslında bulunmayan bir külfet getirilmektedir. Halkın içerisinde derinleşmiş olan bu gibi adet ve geleneklerin ortadan kaldırılması veya değiştirilmesi hayli zordur. Her zaman zararlı inanış ve geleneklerin yerine dini emir ve yararları tavsiye etmek ve bunların uygulanmasını teşvik etmek, aynı zamanda halkın dini olanı ve dini olmayanı ayırması için onları bilinçlendirmek, en önemli görevlerimizden biridir. Makedonya Müslümanlarının geleneksel halk hayatının farkına varabilmek için, üç önemli geçiş dönemi olan doğum, evlenme ve ölümle ilgili uygulamaların 17 18 Zerka, Medhalu’l-Fıkhı’l-Amm, Dımeşk 1963, I, s.144. Zerka, a.g.e, I, s.145,147. 13 sistemli bir biçimde araştırılması, diğer bir ifade ile monografisinin yapılması gerekmektedir. Bu geçiş dönemlerinde baş gösteren adetler, gelenekler, törenler ve inanışlar hakkında araştırma yapılan ülkenin, coğrafi bölgenin folklorunu tanımak gerektiği, sağlıklı tespitlerde bulunabilmek için elzemdir. Makedonya’da şimdiye kadar, bu üç önemli geçiş dönemlerini detaylı olarak kapsayacak şekilde, herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Bu bölgelerle ilgili yapılan çalışmalardan biri olan Yaşar Kalafatın Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları adlı eserinde, doğum, evlenme ve ölüm sınırlı ölçüde ele alınmıştır. Ancak, çalışmada ele alınan köy ve kasabalardan birçoğunun ismi yanlış verilmiştir. Bütün bunlara rağmen bu araştırmanın bazı bölümlerinden bir hayli istifade ettiğimizi de söylemeliyiz. Bunun dışında Fadil Suleymani’nin Kalkandelenin Şar Eteklerinde Doğum, Evlenme ve Ölüm Adetleri ve Kemal Muratinin Kırçovada Eski Gelenekler isimli Arnavutça yazılmış eserlerini de zikretmememiz gerekir. 14 BİRİNCİ BÖLÜM MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA DOĞUMLA İLGİLİ İNANIŞ VE UYGULAMALAR İnsan hayatı genel olarak üç ana safhadan oluşur: Doğum, evlenme ve ölüm. Hayatın bu üç ana safhasından biri olan doğum, her toplumda olduğu gibi Makedonya’daki Müslümanlarda da ayrı bir öneme haizdir. Makedonya’da Müslümanlar değişik etnik gruplardan oluşur ve her biri kendine göre doğumla ilgili inanışlara ve uygulamalara sahiptir. Her toplulukta olduğu gibi Makedonya Müslümanlarında da yeni doğan bebekler hem ana baba için, hem de yakın akrabalar için büyük bir mutluluk kaynağıdır. Bebek ailenin baş tacı, neşe kaynağı ve en önemlisi de neslin devamı sayılır. Anneye benlik, babaya güven, akrabaya ve soya kuvvet kazandıran ve hayatın başlangıcını teşkil eden doğum olayına, halk arasında büyük önem verilmiştir. Ana için çocuk sahibi olmak, kısırlık imajının verdiği psikolojik baskıdan kurtulup toplum içinde yerini sağlamlaştırmak demektir. Baba için çocuk sahibi olmak ise, erkek yerine konmama ve çocuk yapamayacak bir hastalık taşımanın verdiği aşağılanma duygusundan kurtulup kendine güven duyma vesilesidir. Çünkü çocuk sahibi olamamak genellikle eşlerde mevcut olan hastalıklara, hatta uğursuzluklara bağlanır. Çocuk sahibi olamayan eşlerin değişik inançlara sahip olmaları ve farklı ziyaret yerlerinden ve kişilerden medet istemeleri bundan dolayıdır. Toplumumuzda çocuk sahibi olmak, evlilikten sonra yerine getirilmesi gereken ilk görevdir. Çocuk sahibi olamayanlar halk tarafından aşağılanır veya hor görülür. Eşlerin anne-babası da, genelde torun sahibi olmayı şiddetle arzularlar. Toplumumuzda çocuğun genelde erkek olması istenir, kız çocukların olması ise pek memnuniyet verici bir olay olarak görülmez. Makedonya’daki Müslümanlarda, çocuk yapmama diye bir şey söz konusu değildir. Her ailede çocuk sahibi olma arzusu bulunmaktadır. İlk çocuğun erkek olması arzusu ise bir hayli yaygındır. Çocuk sahibi olamayanlar ilk olarak tıbbi çarelere başvurur, buradan sonuç alamadığı takdirde, halk uyguladığı yöntemlerine, kocakarı ilaçlarına, dinsel ve büyüsel işlemlere, değişik hoca ve üfürükçülere bel bağlar. 1.1. DOĞUM ÖNCESİ ADETLERİ Makedonya Müslümanlarında doğum ve doğum ile ilgili inanış ve uygulamaları anlayabilmek için, öncelikle çocuğa verilen önemi anlamak daha doğru olacaktır. Her toplumda olduğu gibi Makedonya Müslümanlarında da anne-baba olma, soyunu devam ettirecek salih evlat veya evlatlara sahip olma arzusu önemli bir yeri haizdir. Evlat sahibi olanlar büyük bir sevinç ve mutluluk yaşarlarken, evlat sahibi olamayanlar ise derin bir üzüntüye kapılırlar. Makedonya Müslümanlarında çocuk sahibi olma arzusunun ne kadar önemli olduğunu anlamak için, ileride de bahsedileceği üzere, anne-babanın çocuk sahibi olma uğruna başvurdukları muhtelif yollar ve çektikleri sıkıntılara, dini yasaklara aldırış etmeden gerçekleştirdikleri uygulamalara bakmak yeterli olacaktır. Her toplumda olduğu gibi Makedonya’da da aile kurmanın önemi büyüktür. Aile kurmanın en önemli hedefi çocuk veya çocuklar sahibi olmak, onları büyütmek ve böylece, kendi soyunu devam ettirmektir. İşte bu taktirde, gerek kadın gerekse erkeğin toplumda layık oldukları yere ulaşacağı kabul edilir. Yani toplumdan dışlanmayacakları düşünülür. Çocuk sahibi olamayanlar ise toplumunda farklı tepkilerle karşılaşırlar. Meselâ bir kadınlar meclisinde çocuğu olmayan bir kadın var ise, annelik veya çocuklar hakkında konuşulmamaya dikkat edilir. Bazı yerlerde ise bu tür kimseler tam bir mutluluğa ermemiş, bir yönleri eksik kalmış olarak değerlendirirler. Çocuk sahibi olamayan kadınlara hemen hasta olduğu ihsas ettirilir veya “sen kısırsın” ifadeleriyle eksikliği yüzüne vurulur. Bu nedenle hiçbir kadın çocuksuz olmak istemez. Bu hem çocuğa karşı duyulan iştiyak ve sevgiden, hem de toplumsal bir statü elde etmek ve tenkitlerden kurtulmak bakımından arzulana bir durumdur. Kırgız Türklerinde de çocuk sahibi olamayanların hor görüldüğü ve toplumdan dışlandıkları malumdur. Kırgız Türklerinde hor, hakir görme ve toplumdan dışlama işinin, bazen tamamen iyi niyetlerle bilinçli olarak yapıldığı ifade edilir. Meselâ çocuk sahibi olamayanlara kırıcı sözler söylenir, çeşitli hakaretler bile yapılır. 16 Böylece Allah’ın merhametinin celb edileceği düşünülür. Zira bu durumda eşler daha fazla üzülecekler ve Allah’a daha fazla dua edeceklerdir. Çünkü Kırgızların inanışlarına göre, çocuğu olmayan kadınlar böyle zor durumda bırakılarak mazlum durumuna düşürülmelidir. Böylece duası Allah tarafından kabul olacağından bu durumdaki kadınların da çocuk sahibi olmaları sağlanır.1 Her toplumda olduğu gibi, Makedonya Müslümanlarında da çocuk, ailenin huzur kaynağı, hayatın sevinci, neşesi, tadı ve evin aynası sayılmaktadır. İşte bu yüzden bu huzur ve neşeyi tatmak isteyen her ferdin evlendikten sonra ilk isteği çocuk sahibi olmaktır. Eskiden aileler, nesli kalabalık olsun diye daha çok çocuk yapmayı arzulamışlardır. Son dönemlerde ise bu arzu bir, iki veya üç’e kadardır. Fakat erkek çocuk neslin devamı için önemli olduğundan, doğan ilk çocuklar kız olduğunda, erkek oluncaya kadar çocuk yapmaya devam edildiği de olur. Çocuğa bu kadar önem verilince, bir kadın ve erkeğin çocuk sahibi olamaması hayal kırıklığı yaratmakta, çocuğu olmayan aileler kendilerini en mutsuz ve en çaresiz insan olarak görmektedir. Bu kadar önemli bir husus olması hasebiyle Makedonya Müslümanlarının çocuk sahibi olmak için benimsedikleri pek çok inanış ve uygulamanın varlığı dikkat çekmektedir. 1.1.1. Çocuk Sahibi Olmayı Teminle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar Makedonya genelinde, çocukları olmayan çiftlerde sorunun ekseriyetle kadından kaynaklandığı yaygın bir kanaattir. Eksiklik sadece kadında kabul edilir. Bu yüzden ilk olarak kadın için harekete geçilerek, öncelikle hastaneye gidilir, bu çare olmadığında da ilkel yöntemlere veya kocakarı ilaçlarına başvurulur. Bazıları ise bunun tersiyle, yani önce geçmişte uygulanan yöntemleri denemekle işe başlar. İlk olarak tıbbi yöntemlere başvuran kimseler, tıbbın sunmuş olduğu tedaviden ve uyguladıkları ilaç terapisinden uzun bir zaman sonuç alamadıkları takdirde, insanların tavsiyelerinin de etkisiyle üzerine değişik dinsel ve büyüsel yöntemlere, hocalara ve ziyaret yerlerine başvurur. Makedonya Müslümanları bir kişinin çocuk sahibi olmasına neyin engel olduğunu düşünüyorlarsa, öncelikle ona göre çare arar. Örneğin, çocuk sahibi olamamaya cin, şeytan, kötü ruhlar, zararlı güçler gibi varlıkların neden olduğu 1 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 57. 17 düşünülüyorsa, başvurulan çareler manevi, eğer çocukluk döneminde yaşanılan bir soğuk algınlığı veya ağır bir hastalığın neden olduğu düşünülür ise, maddi olmaktadır. Meselâ konuyla ilgili dinlediğimiz bir uygulama şöyledir: Çocuk sahibi olamayan kadınlardan biri, halkın tavsiyesi üzerine kocakarılardan birine başvurmuş. Kocakarı ona bir solucan bulup üstü kapalı ve suyla dolu bir bardakta saklamasını, yine evde bir saksıya buğday ekmesini söyler. Buğdayların kırk gün büyümesini beklemesini, kırk gün sonra filizlenmiş olan buğdaylardan kırk gün süreyle birer adet sabahleyin, yemekten önce yenmesini tavsiye eder. Bu esnada, suya koyulmuş olan solucan bardaktan çıkarılacak ve kurutulacaktır. Kurutulmuş olan yılancık, başkaları tarafından herhangi bir yemeğe karıştırılacak ve yemesi için gizlice çocuk sahibi olamayan kadına verilecektir. Bu uygulama ile kadının derdine çare bulunacağı kabul edilir.2 Bu misalde yılancığın ve buğdayların yenilmesiyle, kadının içinde canlı bir varlığın yeni bir canlı varlığa kaynaklık edeceği inancı hâkimdir. Türkiye’de de, türbelerin topraklarından toplanan solucanları yeme geleneği, Bursa’da tespit edilmiştir.3 Başka bir misal de şöyledir: Kocakarılardan birine başvurulur. Kadının direktifleri doğrultusunda şu uygulama gerçekleştirilir: Üç adet örümcek bulunur. Bu örümcekler canlı olarak ekmek içine koyulur. Çocuk sahibi olamayan kadına, ekmekle birlikte canlı örümcekler yedirilir. Haberi olmadan bu örümcekleri yiyen kadının, bu vesileyle çocuk sahibi olacağına inanılır.4 Burada, örümceklerin kadının midesine canlı olarak girmesi ve rahme dokunmasıyla, kadının hamile kalacağı veya çocuk sahibi olacağı kabul edilir. Yine burada dikkat çeken husus, üç sayısının kullanılmasıdır. Bu durum, uygulamanın başka kültürlerden veya dinlerden esinlenmiş bir uygulama olabileceği fikrini aklımıza getirmektedir. Gostivar ve yöresindeki Müslümanlarda dikkat çeken başka bir uygulamada şöyledir: Çocuğu olmayan kadının göbeğine dikey olarak bir ilek (elek) yerleştirilir. Uzun bir bez parçasıyla ilek, kadının yüreğine bağlanır. Sonra metal bir kaşık ile bağlanmış olan bez parçasını burularak ileğin yürek kısmının daha sıkı olması sağlanır. Metal kaşığın döndürülmesiyle ilekle birlikte yürek de iyice sıkıldıktan 2 Kaynak kişi, Şevale Mustafa, Gostivar. Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 5. 4 Kaynak kişiler, Şevale Mustafa, Hidafet Veyseli. 3 18 sonra kaşık bırakılır ve fazla sıkıntı, kaşığın dönmesiyle tekrar çözülür. Kaşığın dönmesiyle kadının rahminin de döndüğü ve çocuğunun olacağı düşünülür. Daha sonra kadın eve döndüğünde, üç gün süreyle sıcak banyo yapması ve eşi ile birlikte olması istenir. Bu esnada iki-üç hafta, sıcak karanfil suyu içmesi de istenir. Bu uygulamalar ile çocuğun olacağına inanılır.5 Bir başka uygulama şöyledir: Çocuğu olmayan kadın, içinde lahana yaprakları bulunan bir kapta su kaynatır. Sıcak bir banyo yaptıktan sonra, lahana yapraklarının bulunduğu kaynamış suyun üzerine oturur. Suyun dumanının ve lahana yapraklarının kokusunun alt taraftan rahme girmesini sağlar. Böylece çocuk sahibi olacağına inanır. Diğer bazı uygulamalar da şöyledir: Topraktan yapılmış bir çömlek ısıtılır. Isıtılmış kabın içinde ateş yakılır, duman oluşturulur. Sıcak kab, ağız kısmı ile kadının karnına koyulur ve karın çekilir. Bu uygulama ile kadın rahminin yerine getirildiği düşünülür ve artık hamile kalabileceği kabul edilir. Çocuğu olmayanlar için, hacca giden hacılardan, orada kurban olarak kesilen deve etinden getirmeleri istenir. Gelen et pişirilip çocuğu olmayana yedirilir. Böylece kutsal olduğu kabul olunan ve hac gibi mukaddes bir vazife icra edilirken kesilen devenin eti yendiğinde, söz konusu rahatsızlığın giderileceği düşünülür. Hamile olamayan kadının karnı üç gün süreyle sabun ile ovulur ve karın sıkı bir şekilde bağlanır. Üç gün zarfında karın sıkı bir şekilde bağlı durur. Bel çektirmek, baş aşağı doğru tutulmak da, hamile kalamayan kadınlar için uygulanan diğer hareketlerdir. Böylece bu uygulamalarla, karın ile ana rahminin birbirlerine yakınlaşacağı, karnın rahme düşeceği, karın ile rahim yollarının açılacağı düşünülür ve böylece hamile kalınacağına inanılır. Buna benzer hareketler İstanbul, Eskişehir, Elazığ illerinde de görülmüştür.6 Kocakarı küp veya çömlek içinde bir kâğıt yakar. Kâğıdın dumanı ile küpün içi doldurulur. Küpün ağzını kadının karnına koyar. Küp karında yapışır. Böylece küp ile ovularak kadının karnı düzeltilmeye çalışılır. Yani kadının hamile kalabilmesi için 5 6 Kaynak kişi, Hanife Nuredini, Şevale Mustafa. Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.145. 19 rahmin yerine getirilmesi amaçlanır. Bu uygulama üç gün içinde üç defa tekrar edilir. Kırşehir’de de benzer uygulamalara rastlanmaktadır.7 Ölmüş fare, uzun bir müddet kurutulur. Toz haline geldiğinde, çocuk sahibi olmak isteyen kadına gizlice değişik yiyeceklerle karıştırılarak verilir. Bu kocakarı uygulamasının birkaç defa tekrarlanmasıyla çocuk sahibi olunacağı kabul edilir.8 Bir tuğla parçası ateşte kızdırılıp bir kabın içindeki yaklaşık dört – beş kilo sütün içine koyulur. Çocuğu olmayan kadın da o kabın üzerine oturur. Kabın içindeki süt buharlaşıp kadının alt tarafından geçtiğinde, kadının gebe kalabileceğine inanılır. Bu uygulama birkaç defa tekrar edilir. Ahırdan gübre alınır. Dışarıda bir gübre yığını yapılır. Gübrenin tutuşması için iki hafta beklenir. İki hafta sonra yığın üzerinde bir delik açılır ve çocuğu olmayan kadın, o gübrenin üzerine çıkar. Tutuşmuş olan gübrenin dumanı ve sıcaklığı ile kadın alt tarafını ısıtır. Bu uygulama sabah erkenden yapılır ve üç gün süreyle tekrar edilir.9 Bu uygulama ile döllenmenin gerçekleşeceği ve çocuk sahibi olunacağı düşünülür. Yeşil iken yonca otundan bir demet alınır. Bu demetin sararması için naylon içine koyulur. Yaklaşık iki hafta, yonca naylon içinde tutulur. Sararmaya başlayınca bir kabın içindeki kaynatılmış süte koyulur. Kadın, sütten çıkan dumanın üzerinde durur. Bu uygulama ile sütten çıkan yonca kokulu buharın alt tarafından kadının içine girmesi sağlanır. Uygulama birkaç defa tekrar edilir. Ateşte kızdırılmış tuğla rakı ile yıkanır. Çocuk sahibi olamayan kadın, bunun üzerine oturur. Bu uygulama ile, tuğladan çıkan rakı buharının kadının alt tarafından içine girmesi sağlanır. Sıcaklığı dayanılır dereceye kadar inmiş fırınlar üzerine oturmak, dayanılır derecede olan kaynar suyla banyo yapmak da kısırlığı gidermek için yapılan uygulamalardır. Kocakarılar tarafından, çocuk sahibi olamayan kadınlara üç gün aç iken sabahleyin bir fincan rakı içmesi tavsiye edilir. Veya rakı bir kap içinde kaynatılır. Çocuğu olmayan kadın bu rakı ile bir bez parçasını ıslatır ve karın dibine veya 7 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.143. Kaynak kişi, Şevale Mustafa. 9 Kaynak kişi, Şevale Mustafa ve Hanife Nuredini. 8 20 rahmin bulunduğu yere, rakı ile ıslanan sıcak bezi koyar. Bu uygulama birkaç defa tekrarlanır. Kırgız Türklerinde, çocuk sahibi olamayan kadınlara, sünnet olan bir çocuğun kesilen fazlasını bazen bilinçli olarak bazen ise haberi olmadan gizlice yedirilmesi ve böylece çocuk sahibi olunacağı inancı dikkati çeken başka bir örnektir.10 Hamile kalamayan kadınlara daha kalın elbiseler giymeleri önerilir. Zira sıcaklık hamile kalınmasını kolaylaştırdığı düşünülen bir unsurdur. Valandova ve yöresinde doğal bitkilerle ilaç yapan kocakarılara başvurulur ve onlardan medet istenir. Alınan ilaç istenildiği şekilde kullanıldığında ve ilaççı kadının tavsiyeleri dinlenildiğinde, çocuk sahibi olunacağına inanılır.11 Ustrumca’nın Yüksek Mahalle ve yöresindeki Müslümanlarda çocuk olması için ilk olarak kocakarı ilaçlarına ve hocaların muskalarına başvurulur. Sonuç alınamadığı takdirde doktorlara yönelinir. Valandova ve yöresinde yaşayan Türk köylerinde kadınlardan bazıları, kendilerine gelen çocuk sahibi olamayan gençlere, bellerine bağlayıp taşımaları için pamuktan dokunmuş bir iplik verir. Bu iplik kadının tavsiyesi doğrultusunda kullanıldığı takdirde, hamile kalındığı ifade edilir.12 Resne’de yaşayan Müslümanlarda çocuğu olmayan kadınların karınları ebeler tarafından ovulur. Karına masaj yapmakla rahmin düzeleceği ve çocuk sahibi olunacağına inanılır. Bu uygulama ile başarılı olunamadığı takdirde, Kırnçar köyünde bulunan Salih Baba türbesi ziyaret edilir, adak adanır ve dua edilir. Duaları kabul olunursa türbe tekrar ziyaret edilir ve adamış oldukları şeyler yerine getirilir. Genelde adanılan şeyler büyükbaş veya küçükbaş hayvan olmaktadır. Salih Baba Türbesi, Resne ve civarında yaşayan Müslümanlardan çocuğu olmayanlar tarafından en çok ziyaret edilen ziyaret yerlerinden biridir. Çocuğu olmayanlar, Kınçar köyündeki Salih Baba türbesinden dertlerine derman bulamadıklarında, Manastır’ın Hasan Baba türbesine giderler. Bu türbeyi ziyaret etmekle dertlerine çare bulacaklarına inanırlar.13 10 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 56. Kaynak kişi, Zümbül Veysel. 12 Kaynak kişi, Hacer Halim. 13 Kaynak kişiler: Resne ve yöresi için: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. 11 21 Bazı uygulamalar, kadınların dölyatağının soğuklanmış, eğrilmiş veya kapalı olduğu düşünüldüğünde uygulanır. Bel veya karına şişe çekmek, sıcak banyolar yapmak, tütsü veya çeşitli sıcak şeylerin üzerinde oturmak, sıcaklığı dayanılır dereceye inmiş olan fırınlar üzerinde oturmak vb. uygulamalar soğuklamadan çocuk sahibi olunamadığı düşüncesiyle alınan tedbirlerdir. Kısırlığı gidermek amacı ile kocakarılara, kocakarı ilaçlarına ve ebelere başvurmak Adana, Adıyaman, Ankara, Antalya, Artvin, Bursa, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, Erzincan, Giresun, Isparta, İçel, İzmir, Kayseri, Kırklareli, Kırşehir, Nevşehir, Mardin, Sivas, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Urfa, Uşak, Van ve Yozgat’ta görülen uygulamalardandır.14 Çocuk sahibi olmak isteyen kadınların bazı hocalara ve yatırlara da başvurdukları görülmüştür. Bunlardan bazı örnekler şunlardır: Bazı meşhur hocalara gidilir ve meseleyle ilgili bir muska yazması istenir. Yazılan muskayı kadınlar üzerlerinde taşırlar. Böylece derman bulunacağı ümit edilir. Bazı hocalar tarafından ise üç tane muska yazılır. Bunlardan biri, bir bardak içinde suya bırakılır ve daha sonra suyu içilir. İkinci muska kadının entarisinin ön kısmına, tam cinsel organının önüne dikilir. Üçüncü muska ise döşeğin veya yastığın herhangi bir yerine dikilir. Bazı hocalara göre ise muskalardan biri erkeğe verilir ve onun tarafından taşınır. Buna benzer bir uygulama Sivas ve çevresinde de görülmüştür.15 Muska ile ilgili uygulamalarda, muskada var olduğu tasavvur edilen doğurganlık sağlayıcı sihirli kuvvetin, kısır kadına temas yolu ile geçmesi söz konusu edilmektedir. Kadının suyu içmesiyle muskada var olduğu kabul edilen sihirli kuvvetin doğrudan doğruya kadına geçeceği farz edilir. Böylece doğurganlık gücü kazanılacağı düşünülür. Muskanın cinsel organı önüne ve yatak veya yorganın herhangi bir yerine dikilmesi, muskadaki sihirli kuvvetin cinsel ilişki esnasında eşlere geçeceği ve onlara doğurganlık imkânı vereceği inancındandır. Çocukları doğduktan sonra ölen kadınlar da, değişik hocalara başvurarak hamele yazdırırlar. İçinde Kur’an-ı Kerimden ayetlerin yazılı olduğu söylenen hamele yuvarlak şeklindeki içi boş bir kâğıt parçasının etrafına yazılır. Katlanıp 14 15 Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 18. Sedat Veyis Örnek, Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla İlgili Batıl İnançların ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki, Ankara 1966, s. 56. 22 hamele şekline getirilir hamile kalmış kadının göbeğinin tam ortasında dokuz ay taşınması istenir. Çocuk doğduktan sonra hamele açılır. Yeni doğan bebek, çember şeklindeki hameleden üç defa geçirilir, böylece çoğun yaşayacağı ve uzun ömürlü olacağı düşünülür. Her yerde olduğu gibi Makedonya genelinde de evlat hasreti ile yanmış olan kadınlar, bir çocuk sahibi olabilmek için başvurmadık yer bırakmazlar. Yörede ün kazanmış imamlara gidip muska yazdırır, eşyalar üfletirler. Bazı imamlar, bitkilerden elde etmiş oldukları tabii ilaçlar bile hazırlamaktadırlar. Kadınlar imamların bu tavsiyeleri çocuk sahibi olacakları ümidiyle yerine getirirler. Bazı hocalar ise kadının “yapılısı” olup olmadığı bakarlar ve ona göre tavsiyelerde bulunurlar. Yapılısı olan kadınlara dua edip muska yazarlar. Gostivar ve yöresinde yaşayan bir hoca, hamile kalamayan kadınların yanlarında bir yemek tabağı getirmelerini ister. Bu tabağın etrafına Kuran-ı Kerimden ayetler yazar ve hamile kalıncaya kadar kadının, o tabaktan yemek yemesi istenirmiş. Yine Makedonya genelinde yatırlarda veya ziyaret yerlerinde mum yakmak ve dua etmek, yatır parmaklıklarına veya kutsal sayılan akarsuların yanındaki ağaçlara ve çalılıklara bez bağlamak da çocuk sahibi olmak için yapılan yaygın uygulamalardandır. Ziyaret yerlerinin bazılarında, çocuk olması için kadınlar, çocuk elbisesi götürürler. Görevliler getirilen elbiseleri, ermiş kişilerin mezarlarının yanlarına koyarlar. Elbiseler bir gece orada kaldıktan sonra, anne adayı ertesi gün onları almaya gelir. Böylece ermiş kişiler tarafından dua edilerek kutsanan bu elbiseler çocuk sahibi olmada yardımcı olacağı düşünülür. Buna benzer bir uygulama ve inanç Amasya’da da vardır.16 Gostivar ve çevresinde gelin eve geldiği ilk gece, yüzü erkek bir çocuk tarafından oklava ile açılır. Yine aynı oklava ile gelinin sırtına vurulur. Bu uygulama, gelinin erkek çocuk sahibi olması temennisinin bir dışa vurumudur. Buna benzer bir uygulama Romanya’daki Dobruca Türklerinde de görülmüştür.17 Muş’ta, gelinin eve geldiği ilk gün, kucağına bir erkek bebek verilir veya gelinin yatağında erkek çocuğa 16 17 Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 5. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.33; Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 143. 23 üç takla attırılır. Çorum’da da çiftlerin ilk çocuğunun erkek olması için, gerdek gecesinde yataklarına bir erkek çocuk yatırılır.18 Erkek çocuğunun gelin yatağında yatırılması ile erkek evlat sahibi olunacağı düşüncesi, eski Türk inançlarının bir hatırasıdır. Erkek çocuğun yatağa yatırılması, Allah’tan istenilen çocuğun cinsiyetinin erkek olduğu mesajının iletilmesine matuftur.19 Makedonya’nın Kanatlar köyünde, ilerde erkek çocuk sahibi olması için gelinin erkek evine geldiği ilk gece, yatağına bir erkek çocuk yatırılır ve yuvarlatılır. Ardından dileklerinin gerçekleşmesi için, bu çocuğa hediyeler verilir. Anadolu’da da, aynı maksatla, damat evine geldiğinde, gelinin eteğine bir erkek çocuk oturtulur.20 Bazı bölgelerde ise erkek çocuk olmasını temin için, gerdekten evvel evli çiftlerin yatağına erkek çocuk yattırılır veya gelin geldiğinde, kucağına erkek çocuk verilir.21 Elazığ’ın Hal köyünde çocuğu olmayan kadının rahminin eğri olduğu düşünülürse, düzelmesi için ayakları yukarıya doğru kaldırılır.22 Makedonya genelinde gerdek gecesinde çiftler, namaz kılıp çocukları (özellikle erkek) olması için dua ederler. Buna benzer inanış ve uygulamalar Dobruca Türklerinde de görülmüştür.23 Makedonya genelinde çocuk sahibi olmak isteyenler, Allah’ın rızasını kazanmak için fakirlere, açlara, çıplaklara yardım eder, vakıflara bağışta bulunurlar ve kendileri için dua edilmesini isterler. Dede Korkut değişlerinde de bu inancın izlerine tesadüf edilmektedir.24 Çocuğu olmayan veya çocukları düşen bazı kadınlar ise, değişik ziyaret yerlerine giderler. Dileklerinin yerine gelmesi için buralarda dua edip adaklar adadıktan sonra dönür yolculuğundan ilk karşılaştığı kişinin ismini sorar ve doğacak olan bebeğe o ismi verirler. Türkiye’nin bazı bölgelerinde çocuğu olmasını isteyen kadın, değişik yollara başvurur. Genç kadın, hatta daha evlenmemiş genç kızlar, çocuğu olup olmayacağını 18 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.143; Kalafat, Doğu Anadolu’da …, s.77; Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s.5. 19 Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s.6-7. 20 Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 20. 21 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 143. 22 Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 85. 23 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.33. 24 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s.84. 24 öğrenmek hususunda sabırsızlık göstererek fal türünden bazı işlere tevessül ederler Örneğin, Balıkesir’de Deve Dede ve Çırçır Dede adlı yatırlardan birine giderler. Bir küçük salıncak kurarlar, içine deve biçiminde bir taş yatırırlar. Salıncak kendiliğinden sallanırsa çocuk olacak, sallanmazsa olmayacak derler.25 Türkiye’de çocuğu olmayan kadınların en yaygın olarak başvurdukları yol ise, yatırları ziyaret etmektir. Yatırlara giden kadınların giriştikleri işlemler çeşitlidir: adak adamak için gitmek, yatırın toprağından suya karıştırıp içmek, çevresinde bulunan kaynaktan su içmek, yatırın etrafındaki ağaç, çalı, parmaklık, pencere demiri gibi şeylere bez bağlamak, dileğini daha açık, daha belirgin belirtmek için yatırın etrafına veya demir parmaklıklarına ufacık bir salıncak asmak, yatırın bulunduğu yerde gecelemek veya eşyalarından bazılarını gecelemesi için bırakmak en yaygın olanlarındandır. Bunların dışında kadınlar çocuk sahibi olabilmek için, kutlu yerler sayılan kayalar, ağaçlar, pınarlar ve ılıcalara da giderler. Yine Hıdırelez gecesi bir gül dalının dibine küçücük bir salıncak asmakla da murada eğrileceği inancı mevcuttur.26 Makedonya’da da bu neviden uygulamalar ve inanışlar yaygındır. Hatta bu amaçla manastırlara gidildiğine bile şahit olunur. En çok ziyaret edilen manastırlardan biri Kırçova’nın (Gırç ova) Saveti Gorgiya (Aya Gorgiya) manastırı, kayalar ise Sveti Nikole kasabasındaki Govedar Baba-Taş, Gostivar kasabasının Simniça köyündeki Kadınlar Taşı, Kırçova’nın Leşniça köyündeki Delik Taş, yatırlar ise, Ohri Tekkesi, Kırçova Tekkesi... gibi yerlerdir. Evliliğin üzerinden uzunca bir zaman geçtiği halde hâlâ çocuğun geleceğini bildiren belirtiler görünmüyorsa, genç kadınlar kısırlık kuşkusuna kapılır ve bu engeli gidermek için çeşitli yollara başvururlar. Bunlardan bazıları olağanüstü güçlere veya çeşitli büyü işlemlerine yönelmektedir. Böyle durumlarda evvela yatır ziyaretleri gerçekleştirilir. Hikmet Tanyu’nun “Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri” isimli kitabında bu konu ile ilgili otuz dokuz ziyaret yerinin tespit ettiğini söylemesi, bu inancın ne kadar yaygın olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Gerçekten de, bütün Türkiye göz önüne alındığında bu sayının ne kadar yüksek olacağı fark edilecektir. Mesela Bergama ve çevresindeki altı yatırdan beşi, bu 25 26 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 143. Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 123-125. 25 maksatla kullanılmaktadır.27 Türkiye genelinde kutlu sayılan yerlerin de bu amaçla ziyaret edilmesi söz konusudur. Kutlu yerler, ılıcalar, kaynaklar, değirmen olukları vb. mekânlardan ibarettir. Buralara gidip suyundan içmek, oradan alınan herhangi bir şeyi toprak, böcek... gibi yutmak veya oraların suyu ile yıkanmak gibi işlemlerle, kadının döl sahibi olma yeteneğini kazanacağına inanılır. Bazı bölgelerde ise çocuğu olmayanlara üç tane muska yazdırılır. Biri suya bırakılır, sonra bu su içilir. İkincisi kadının entarisinin ön kısmına, tam cinsel organının karşısına, üçüncüsü de döşeğinin uygun bir yerine dikilir. Diğer bir uygulama da, çocuğu olmayan kadın, doğurgan bir kadının çocuğunu eşinin üstüne oturur. Bazı kadınlar ise, çok çocuklu bir kadının kocasının ceketini giyerler.28 Bu gibi durumlarda bazı kimseler ise ilaç ve değişik onarma niteliğini taşıyan tedbirlere başvururlar. Bazıları döl, yatağının soğuklamış, eğrilmiş veya kapalı olduğu düşüncesiyle, bele şişe çektirir, küllü veya tarçınlı sıcak banyo yaptırır. Tütsü veya çeşitli buğulara oturmak, ekmek pişirdikten sonra sıcaklığı dayanılır bir dereceye inmiş fırında oturmak gibi yollara başvururlar.29 Kırgızlarda da kutsal kabul edilen ziyaret yerlerine gitme adet ve geleneği oldukça yaygındır. Çocuk sahibi olamayan eşler kutsal kabul edilen bu yerlere, mezarlara, türbelere, dağlara, taşlara, sulara, ağaçlara yönelerek buraları ziyaret eder ve buralarda bazı ritüelleri gerçekleştirirler. Sonunda da kurban kesip dua ederek çocuk sahibi olmak isterler. Bazıları büyücü ve muskacılara gidip çocukları olması için muska yazdırırlar.30 Kırgız Türklerinde çocuğu olmayan kadınlara, çocuk sahibi olmuş bir kadının çocuğundan kesilen göbek parçası yedirilir. Yine çok kızı olana erkek, çok erkek çocuğu olan kadına da kız çocuğu olsun diye de kesilen göbekten kadına yedirilir. Erkek olmasını isteyene erkek, kız olmasını isteyene kız çocukların göbek parçası yedirilir.31 Herhangi bir nedenden dolayı dua edip kurban kesme geleneği, eski Türk inanç sisteminde görülen bir uygulamadır. Türklerin, atalarının ruhlarını memnun etmek, 27 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 143, 144. Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 56,57. 29 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 144, 145. 30 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 54. 31 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 80. 28 26 onlara isteklerini, dileklerini kabul ettirmek için ziyaret ettikleri yerlerde kurban kestikleri bilinmektedir.32 Çocuk sahibi olamayan kadınlar tarafından değişik ziyaretgâhların veya yatırların ziyaret edildiğine dikkat çektik. Şimdi de bu ziyaret yerlerinden bazılarını ve burada yapılan uygulamaları kısaca açıklamaya çalışacağız. 1.1.2. Çocuk Sahibi Olamayanların Gittikleri Bazı Ziyaret Yerleri ve Yaptıkları Uygulamalar 1.1.2.1. Cafer ve Hıdır Baba Tekkesi Vurtok Tekkesi veya Cafer ve Hıdır Baba Türbesi olarak anılan bu ziyaret yeri, Gostivar kasabasının güneybatı tarafında, Vurtok köyünün 1 km kadar doğusunda olup Gostivar’a yaklaşık 7 km uzaklıktadır. Vurtok köyü aynı zamanda Vardar ırmağının kaynağının çıktığı yerdir. Tekke içinde Cafer Baba ve Hıdır Baba’ya ait kabul edilen iki mezar bulunur. Onların Horasan erenlerinden oldukları rivayet edilir. Cafer ve Hıdır Baba’nın evliya olduğuna inanılır. Ziyaretçiler Vurtok Tekkesi’ne geldiklerinde, Fetahi ailesi tarafından kabul edilir. Tekkeye girilip gereken âdap ve erkân yerine getirildikten sonra çocuk sahibi olamayan kadınlar, mezarların başına gidip dua eder ve derman isterler. “Cafer Baba, Hıdır Baba! Sizden sebep; Allah’tan derman” sözlerini tekrarlayarak hâcetlerini dile getirirler. Ziyaret yerine her türlü rahatsızlık için gelinir. Fakat burasının ziyaretçilerinin ekserisi çocuk sahibi olamayanlardır.33 1.1.2.2. Bogovin (Mehmet Baba) Tekkesi - (Bogovin–Kalkandelen) Bogovin köyü Kalkandelen kasabasının güneyinde, Kalkandelen’e sekiz kilometre uzaklıkta, Şar dağının eteklerindedir. Yani, Kalkandelen ile Gostivar 32 Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, Geçmişten Günümüze Halk İnançları Açısından Alevilik-Bektaşilik, Ankara 1994, s. 59. 33 Mensur Nuredini, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, Dinler Tarihi Açısından Bir Değerlendirme, Gostivar 2003, s. 132-138. 27 kasabası arasında yer alan köylerden biridir. Bu köyde de iki mezardan oluşan bir ziyaret yeri bulunmaktadır. Tekkedeki mezarın tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak takriben 500 sene öncesine ait bir mezar olduğu ve Mehmet adında bir çobanın gömüldüğü beyan edilir. Bu çobanın keramet gösteren bir veli olduğu kabul edildiği için, mezarı ziyaret edilir. Ziyaretgâha, tıbben çaresi bulunamayan uğrak, kekeleme, muska, psikolojik rahatsızlıklar gibi çeşitli nedenlerden dolayı gelinir. Daha yoğun olarak ise, çocuk sahibi olamayanlar tarafından ziyaret edilir. Değişik rahatsızlıklar nedeniyle tekkeye gelen ziyaretçiler mezarın başı üzerinden geçmeyecek şekilde, üç defa, hilal tarzında sağdan sola doğru dönerler. Bu esnada “Babadan sebep, Allah’tan derman” sözlerini tekrarlar. Ziyaretçiler, bu ritüelleri gerçekleştirdikten sonra, mezarın yanındaki sürahide bulunan sudan üç defa içip yüzlerini yıkarlar. Böylece, dileklerinin kabul olunacağına inanırlar.34 1.1.2.3.- Delik Taş (Leşniça Köyü – Kırçova) Leşniça köyü, Kırçova kasabasının 12 km güney-batısında, uzaklıkta, Gostivar yolu üzerindedir. Bu köyün 2 km dışında, dağlık bir alanda, ancak yürüyerek ulaşılabilen bir ziyaret yeri vardır. Burada bulunan taşın ortasında bir delik bulunduğundan ve ritüel de bu delikten geçmekle yapıldığından dolayı, burası Delik Taş ismini almıştır. Delik Taş’a birçok hastalığa şifa bulma ümidiyle gelinir. Ancak çocuk sahibi olamayan çiftler, buraya daha çok rağbet eder. İsteklerinin karşılığını görmüş olan çiftler örnek verildiğinden, bu ziyaret yeri, çocuk sahibi olamayan çiftler tarafından daha yoğun bir şekilde ziyaret edilir. Delik Taş’a gelen ziyaretçiler, ilk önce ellerini kaldırıp dileklerini dua ile beyan ettikten sonra üç defa delikten geçerler. Ziyaretçilerden bazıları erkek veya kız evlat sahibi olmak için, bazıları ise sağlık bulmak için dua eder.35 34 35 Nuredini, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, s. 42-47. Nuredini, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, s. 61-66. 28 1.1.2.4. Kadınlar Taşı (Simniça Köyü - Gostivar) Gostivar kasabasının 15 km güney-batısında, Ahişt dağının eteklerinde 90 hanelik (500 nüfuslu) Simniça köyü bulunur. Bu köyün 2 km güney-doğusunda bir tepede bulunan Kadınlar Taşı, halk tarafından canlı olarak kabul edilir ve sihirli ve şifalı güçleri bulunduğuna inanılır. Bu ziyaret yeri günümüze kadar daha ziyade kadınlar tarafından ziyaret edildiğinden, “Kadınlar Taşı” ismiyle meşhur olmuştur. Kadınlar Taşı’na, genelde, baş ağrıları olanlar, çocuk sahibi olamayan çiftler, hamile olup da çocukları düşen veya erken doğum yapanlar, nazardan dolayı hastalanan çocuklar, psikolojik rahatsızlıkları olanlar, yani rahatsızlıklarına tıbben çare bulamayanlar giderler.36 Ziyaret yeri iki delikten oluşur. Rahatsızlıkların çeşidine göre farklı delikler kullanılır. Çocuk sahibi olamayan ve hasta olanlar, uzun deliği kullanır. Uzun deliğe girildikten sonra, içerde bulunan boşlukta üç defa dönülür. Bu esnada ziyaretçileri karşılayan kadın tarafından, “sihirli dua” okunur. Bu uygulamadan sonra ziyaretçi, üzerinden bir nişan olarak, giysilerinden bir şey bırakır. 1.1.2.5. Hacı Ömer Türbesi (Bahçebosu - Valandova) Çocukları olmayan genç kadınlar Valandova’nın Bahçebosu köyünde bulunan Hacı Ömer türbesini ziyaret eder. Burada çocukları olsun diye bazı ritüelleri yerine getirerek dua ederler. Kutsal olduğu kabul edilen bu ziyaret yeri, ziyaret edilip uygulamaları yerine getirildiğinde, çocuğun olacağı inancı yörede yaygındır.37 1.1.2.6. Salih Baba Türbesi (Kırnçar Köyü – Resne) Çocuk sahibi olmak isteyenlerin ziyaret ettikleri bir diğer ziyaret yeri, Resne’nin Kırnçar köyündeki Salih Baba Türbesi’dir. 38 36 Nuredini, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, s. 80-87. Kaynak kişiler: Zümbül Veysel ve Hacer Halim. 38 Kaynak kişiler: Resne ve yöresi için: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. 37 29 1.1.2.7. Hasan Baba Türbesi (Manastır – Merkez) Makedonya’nın kuzeyinde bulunan Manastır kasabasındaki Hasan Baba Türbesi, Makedonya’nın pek çok yerinden gelen ziyaretçiler tarafından ziyaret edilir. Türbeye gelenler, ritüelleri yerine getirmekle yapılmasıyla çocuk sahibi olacaklarına inanırlar.39 1.1.2.8. Govedar Baba (Ercanlı Köyü - Sveti Nikole) Govedar Baba Taşı, çocuğu olmayanlar da dâhil her yaştan insan tarafından ziyaret edilen bir yerdir. Gelen ziyaretçiler, ilk olarak kaya etrafında, üç defa tafav şeklinde dönerler. Sonra kayanın dibinde mumlar yakarak dilekte bulunurlar. Her dilek için ayrı ayrı mum yakarlar. Çocuğu olmayanlar ise yünden makaralar satın alırlar ve bununla kayayı üç defa dolayarak dönerler, bu esnada çocukları olması için dilekte bulunurlar. Yapılan uygulamalar sonucunda artık çocuk sahibi olacakları inancıyla, oraya gelen ziyaretçilerden kirve ararlar. Kirvesini bulan kadınlar, kayanın üzerine çıkıp ilan eder. 40 Makedonya’nın genelinde, çocuk sahibi olamayanlar bu isteklerine kavuşmak, için, hamileler kolay ve sağlıklı doğum yapmak, çocuk doğduktan sonra çocuğun sağlıklı büyümesini sağlamak büyümesini sağlamak gibi hacetleri bulunanlar, öncelikle yörelerinde bulunan ziyaretgâhları ziyaret ederler. Buralarda istekleri gerçekleşmezse, bilhassa çocuk sahibi olmak isteyenler diğer şehirlerde hatta yurt dışında ün yapmış ziyaret yerlerine gidip dertlerine derman ararlar. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde çocuğu olmayan kadınlar, ekseriyetle türbeleri ziyarete giderler ve burada çeşitli ritüelleri yerine getirirler.41 Mesela Malatya’da Battal Gazi Türbesi’nde kadın, türbenin başındaki fanusa eşarbını bağlar. O an eşarp orada durursa, çocuğunun olacağına inanılır.42 Ağrı’da kız çocuğu istemeyen ağacı taşlar ve “kızı taşladım, oğlana başladım” sözlerini tekrar ederler. Eski Türklerde, 39 Kaynak kişiler: Resne ve yöresi için: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. Nuredini, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, s. 73-76. 41 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.123; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.35, 37; Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s.77. 42 Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 84; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.37. 40 30 ağacın kızı temsil etmesi nedeniyle, bu uygulamanın eski Türk inancının bir devamı olduğunu söylemek mümkündür.43 Elazığ’ın Hal köyünde evli kadınlar, çocuk olması için, değişik hocalara muska yazdırırlar ve bunları boyun veya kollarında taşırlar. Bazıları değişik yatırları ziyaret edip dua ederken, bazıları da bu ziyaret yerlerinde adak kurbanı keserler. Hal köylülerinin genelde ziyaret ettikleri yerler “Arduç ziyareti” ile Malatya’da “Abdulvehhap Gazi” ve Elazığ’daki “Fethamet”tir. Çocuğu olmayanlar veya çocuğu ölenler, genelde bu ziyaret yerlerine gider.44 Bazı işaretlerin ikinci bir çocuğun daha olacağını gösterdiği kabul edilir. Örneğin, bebek beşikte uyurken ayaklarını birbiri üzerinde tutarsa, kısa süre sonra bir çocuk daha olacağı; eğer bebeğin saçlarında iki dönek bulunursa, aynı cinsten bir çocuğun dünyaya geleceğine inanılır. Aynı şekilde, doğan kız çocuk ise ve çocuğun cinsiyet organı görece büyük ise, ardından doğacak çocuğun erkek olacağına inanılır. Yine bebeğin alın veya burnunda damar gözükürse, bir sonrakinin erkek olacağı kabul edilir. Kırgız Türklerinde de çocuğun ileride ne olacağına dair bazı işaretler verdiğine inanılır. Buna göre bir-üç yaş arası bir çocuk, bacakları arasından geriye doğru bakarsa, bu eve misafir geleceğinin işareti olarak kabul edilir. Yine bu hareket bu çocuğun bir kardeşi daha olacağına da yorulur. Çocuk baş parmağını ısırırsa, o çocuğun bir kardeşi olacağı kabul edilir.45 Makedonya Müslümanlarında, çocuk olması için bütün bu uygulama ve inanışlar çare olmadığından ilk olarak başvurulan yol, karı-kocanın her ikisinin muvafakatiyle yakın akrabalardan evlat edinmedir. Bu Makedonya’da yaygın bir olgudur. Bu yöntemle de çocuksuzluğa çare bulunmazsa, başvurulan diğer bir yöntem ise, eşlerin anlaşmasıyla ikinci bir kadınla evlenilmesidir. Çocuk sahibi olamayan eşlerin en son çare olarak birbirinden ayrılmaları, az da olsa Makedonya Müslümanlarında görünen bir davranıştır. Burada genelde erkek tarafı eşini boşamaya yönelmektedir. Bu durum halk tarafından normal karşılanır, boşayan taraf 43 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s.77. Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 84. 45 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 57. 44 31 tenkit edilmez. Buna benzer pratikler ve uygulamalar Kırgız Türklerinde de dikkati çekmiştir.46 Doğum öncesi inanışlar ve uygulamalar başlığı altında, çocuğun olması için başvurulan bu yöntemler ve inanışlar dışında, çocuk sahibi olmak istemeyen kadınların başvurdukları bazı yöntemler ve inanışlar da söz konusudur. Şimdi de çocuk sahibi olmak istemeyenlerin başvurdukları uygulamaları ve sahip oldukları inanışları ele almaya çalışacağız. 1.1.3. Çocuğun Olmaması veya Düşmesini Teminle İlgili İnanışlar ve Uygulamalar Hamile olduğunu farkına varan fakat çocuğu dünyaya getirmek istemeyen bazı Müslüman kadınların kürtaj ve benzeri tıbbi müdahaleler dışında bazı ilkel ve tehlikeli yöntemlere de başvurarak hamilelikten kurtulmaya çalıştıkları görülür. Bunlardan yaygın olan bazıları şöyledir: 1- Rahme rasgele bir hap konur ve bunun acı olduğu için, çocuğun düşmesine neden olacağı düşünülür. Bu işlem bazen armut ağacından alınan bir dal yardımıyla yapılır. Bazıları ise, armut dalına kibritlerin yanar tarafını yerleştirip rahme dokundurmak suretiyle çocuğu düşürmeye çalışır. 2- Aynı işlem bir tavuk tüyü yardımıyla rahmin delinmesi ve böylece çocuğun düşürülmesi şeklinde de olabilir. 3- Hamilelikten kurtulmak isteyen kadın, kızgın bir tuğlanın üzerine sirke döker ve tuğladan çıkan buharın üzerine oturur ve onun alt taraftan rahme ulaşmasını sağlar oluşan ağır kokulu buharın çocuğun düşmesine neden olacağı kabul edilir.47 4- Bazı kimseler ağır yük taşımak, yüksek yerden atlamak suretiyle çocuk düşürmeye çalışır. Bu uygulama Romanya’nın Dobruca Türklerinde de vardır.48 5- Bazıları sabah kalkınca aç karnına soğuk karanfil suyu yada maydanoz suyu içilmesinin çocuk düşürmek için geçerli yol olduğu kabul eder. 46 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 58. Kaynak kişiler: Şevale Mustafa ve Hanife Nuredin. 48 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.38. 47 32 6- Bazen kaynar su ile dolu bir kabın üzerine hamile kadının karnına koyması yoluyla çocuk düşürmeye çalışır ki bu çoğu zaman kadının kısmen yanmasına da yo açabilir. Bunların dışında bir anda çok sayıda hap içmek, soğuk soğan suyu içmek, muska yazdırmak gibi değişik uygulamalar yoluyla insanların istenmeyen hamilelikten kurtulmaya çalıştıkları gözlenir. Türkiye’de de gebeliği önlemek için çeşitli uygulamalar söz konusudur. Kadınlar normal korunma tedbirlerinin dışında, kadınlık uzvunun içine, döl yatağının ağzına çeşitli nesneler sokarak gebeliği önlemeye veya gebe iseler, çocuğu düşürmeye çalışırlar. Meselâ buğuya oturarak (saman ve sirke buğusu) döllenmeyi engellemeye çalışırlar. Çocuk olmamasını isteyen kadınlar uzvunun içine, döl yatağına doğru karbonat, şap, tuz, aspirin, sarı-sabır taşı, limon tozu gibi maddelerden belirli miktarda yerleştirirler. Bunun dışında patlıcan sapı, sedef otu, maydanoz sapı, kaz veya kartal kanadından koparılmış tüy, örgü şişi gibi şeyleri uzuv içinde döl yatağına koymakla da gebelik önlenmeye çalışılır. Bazıları ise bunun için büyücülük işlemlerine başvururlar. Meselâ Eskişehir’de, gerdek gecesi gelinin yüzünü yıkadığı su, bir gül fidanının dibine dökülür. Bu sırada kaç yıl sonra çocuk olması isteniyorsa, ona göre dua edilir. Yine nikâh gecesi çamaşır teknesi, gerdek gecesi de hamam tası ters çevrilir, işlem sırasında kaç yıl sonra çocuk olması isteniyorsa, o sayıda parmak açılır.49 Buna karşın hamile kadın çocuğunu düşürmemek için kendini bir takım kısıtlamaların içine sokardı ki, bunlara bugün de rastlanmaktadır. Fazla ağır yük kaldırmamak, çok iş yapmamak, gerekirse doğuma kadar devamlı yatakta yatmak, yüksek yerden atlamamak, hızlı hareket etmemek gibi tedbirler bunlardan bazılarıdır. Bu uygulamalardan anlaşılacağı üzere Makedonya Müslümanlarında önemli olan sadece hamile kalmak değil, çocuğu sağlıklı bir şekilde dünyaya getirip, büyütüp, yetiştirmektir. Bu nedenle kadın bir takım kısıtlamalarla karşılaşır. Erkeğin de, eşi hamile iken dikkat etmesi gereken bazı hususlar, kendisine düşen bazı görevler vardır. Buna göre erkek, hanıma ağır şeyler kaldırtma, onu zorlamamalı ve 49 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.147-148. 33 ona küfür etmemelidir. Zira kadına küfür eden, karnındaki çocuğa da küfür etmiş olarak kabul edilir. Bütün bu kısıtlamaların yerine getirilmesi, büyük önem verilen çocuğun sağlıklı bir şekilde doğması içindir. Hareketlere, kullanılan sözlere, yenilen yemeklere, gelen kişilere de dikkat edilmelidir. Çünkü yenilen yemeklerin çocuğun geleceğine etkisi olduğu inancı hakimdir. Ziyarete gelen kişilerin de çocuğa ya da hamile kadına zarar verebileceği kabul edilir. Kadın hamile iken helale, harama dikkat etmeli, her işi yapmamalı, her yere gitmemelidir. Çünkü yaptığı bütün davranışların çocuğun geleceğinin üzerinde etkili olduğuna inanılır. Türkiye’nin bazı bölgelerinde de benzer uygulama ve inanışların olduğu dikkati çeker. Hamile kadının güğüm, bir kilim veya örtü bile kaldırması yasaklanmıştır. Yani kesinlikle ona iş yaptırılmaz, bebeğe zarar verebilecek her türlü hareket yasaklanır. Kesinlikle ağır kaldırmaması gerektiğine inanılır. Bunların dikkat edilmemesi halinde rahmin düşeceği veya bebeğin düşme ihtimali olacağı kabul edilir.50 1.1.4. Gebelik ve Aşerme (Aşırı İstek ve Tiksinme) Makedonya Müslümanlarında yeni gelinin hamile kalıp kalmadığı hususu, aile içerisinde merak konusudur. Hamile kadın aile içerisinde sevindirici bir durumdur. Fakat kadının bu şekilde ev halkı dışından kişilere görünmesi, ayıp olarak kabul edilir. Özellikle hamilelik belirginleştiğinde kadının erkeklere görünmesi hoş karşılanmaz. Bu yüzde son aylarına girmiş hamile kadının evine misafir gelmez. Ev halkı hamile olan gelinlere yardımcı olmaya, onları korumaya çalışır. Yakın akrabaların kadınları ve komşu kadınlar da hamile kadınlara ayrı bir sevgi ve şefkat gösterirler. Baş dönmesi, kusma, mide bulantısı, adetten kesilme, yemek yemekten hoşlanmama, yalnızlığı tercih etme, ilişki esnasında haz duyulmama, az yiyip çok uyuma arzusu, zayıflama veya şişmanlama, tansiyon düşmesi vb. durumlar hamilelik belirtileri olarak kabul edilir. Hamilelik belirtilerinden en çok dikkat çekeni ise 50 Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 86. 34 “aşerme” durumudur. Aşermenin aslı “aş yerme” yani yiyecek şeylerden aşırı derece tiksinme veya arzu etmedir.51 Gebe kalan kadında belli bir süre sonra bazı şeylere karşı aşırı istek veya tiksinme belirtileri ortaya çıkar. Genelde hamile olan kadın tatlıya ve ekşiye, gül kokusu ve yemek kokusu gibi şeylere karşı aşerebileceği gibi, sabun, toprak, kireç gibi maddelere karşı de aşerebilir. Doğacak çocuğun fiziki yapısına, cinsiyetine, huy, kişilik ve karakterine doğrudan tesir edeceğine inanılan bazı adetler şöyledir: 1- Hamileliği süresince kadına, kötü ve çirkin hiçbir canlı ve cansız varlığa bakmaması ısrarla telkin edilir. Zira kadının bakacağı bu kötü varlıkların sahip oldukları olumsuz unsurların çocuğa da geçeceğine inanılır. Elazığ’ın Hal köyünde de buna benzer bir inanç dikkati çekmektedir. Hal halkınca gebe kadının çirkine, sakata, kötü şeylere bakmasının doğru olmadığı kabul edilir. Bunların bilhassa aya, güneşe, güzel gelinlere bakması önerilir.52 2- Hamile kadın, bebeğinin sağlıklı olması ve doğacak çocuğun birtakım zararlardan korunması için canı ne çekerse (mümkünse) yer ve arzulamadığı şeylerden kendini uzak tutar. Hamile kadının canının arzuladığı şeyi yemediği zaman, doğacak çocuğun teninin herhangi bir yerinde leke olacağına, yahut arzu ettiği bir şeyi gizlice veya çalarak yer ise, yediği eli ile vücudunun neresine dokunursa, yediğinin şeklinin doğacak çocuğun aynı yerinde leke olarak çıkacağına inanılır. Bununla birlikte hamile bir kadın, çok arzu ettiği bir şeyi yiyemezse, çocuğun düşebileceği de kabul edilir. Kıbrıs Türklerine göre, herhangi bir durumdan dolayı hamile kadın arzu ettiği bir şeyi yiyemezse, aşermesinin en üst dereceye çıktığı o anda eli ile vücuduna dokunmamalıdır. Dokunduğu takdirde, çocuğunun vücudunun o bölümünde, istemiş olduğu şeyin leke olarak çıktığına inanılır. Bu lekenin olmaması için hamile kadın, vücudunun herhangi bir yerine dokunmadan önce, “umduğum bu olsun” diyerek avucunu yalar. Buna benzer bir uygulamanın çocuğun düşmemesi için de yapıldığı 51 52 Bkz. Sedat Veyis Örnek, Türk Halk Bilimi, Ankara 1995, s. 134. Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 86. 35 bilinmektedir.53 Bu neviden benzeri inanışlar ve uygulamalar Erzurum ve Narman civarında da tespit edilmiştir.54 Kırgız Türklerinin inanışına göre ise, aşerme ya da aşırı tiksinme durumunda olan kadına her istediği verilmezse, doğacak olan çocuğun bir yeri eksik, ayağı veya kolu sakat, yüzü çukur vb. olabileceği kabul edilir. Onun için haram helal gözetmeden hamile kadının her istediği temin edilir. Kocanın kadına istediğini getirmemesi halinde büyük günah, getirdiğinde de büyük sevap kazanacağına inanılır. Kırgızlarda kadının aşerdiği şeyi yemesiyle, doğacak çocuğun aşerdiği şeyin özelliklerini alacağı kabul edilir. Meselâ, aslan yüreğini aşermiş kadının bunu yediğinde doğacak çocuğun aslan gibi güçlü olacağına inanırlar.55 Yapılan araştırmalarda iki çeşit aşerme olduğu ifade edilir. Bunlardan birisi bir iki ay sürdükten sonra hafifçe geçmeye başlarken, diğer çeşit aşerme doğumun yapılacağı ana kadar devam eder. Doğuma kadar olan aşerme süresinde kadının gerçekten çok zorlandığı, sık sık kusma olayının meydana geldiği belirtilir.56 Kadınlar her şeye aşerebilir. Bazen mevsim dışı meyve ve sebzelere karşı daha çok aşererler. Makedonya Müslümanlarında hamile kadının aşerdiği bu şeylerin temin edilmesi gerektiğine, aksi takdirde istenilmeyen durumlarla karşılaşılacağına hatta doğacak çocuğun ölebileceğine inanılır. Bu sebeple hamile kadının canının çekebileceğini düşünerek komşular, yemeklerden bir miktarını hamile kadının evine gönderirler. Meselâ Ustrumca ve yöresinde, hamile kadının komşudan kokusunu duyduğu yemeği yiyemediği takdirde, bebeğinin düşeceğine inanılır. Türkiye ve genelinde gebe olan bir kadının canının her istediğinin verilmesine özenle dikkat edilir. Bu istek ne kadar münasebetsiz de olsa, yerine getirilmeyi çalışılır. Bu husus gözetilmezse, anada veya doğacak çocukta zararlı etkilerin meydana geleceğine, çocuğun düşeceğine, sakat veya kusurlu doğacağına inanılır. Buna bağlı olarak annenin canının çektiği şeylerle, doğacak çocuğun cinsiyeti arasında bir ilişki olduğu, ekşiye aşerenin kıza, tatlıya aşerenin oğlana gebe 53 Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 24. Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 73,74. 55 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 62,63. 56 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 63. 54 36 kaldıklarına inanılır. Gebe kadının yediği şeylerin, baktığı insanların, hayvanların da çocuğun huyuna, vücut yapısına, yüz özelliklerine etkide bulunacağı kabul edilir. Gebe kadının bir şeyleri çalmasının gizlice bir şeyler yemesinin doğacak çocukta bir iz bırakacağına, kusurlu veya sakat kimselerle alay etmesinin son derece tehlikeli olduğuna inanılır.57 Bu hususların, Makedonya Müslümanlarında var olan inanış ve uygulamalarla benzer tarafları olduğunu da belirtmek gerekir. Makedonya’da, hamile kadının veya ayaklarının üzerinden geçilmesine izin verilmez. Böyle yapılırsa, doğumun gerçekleşmeyeceği kabul edilir. Doğum sancıları geldiğinde doğumun gerçekleşebilmesi için hamile kadının üzerinden tekrar atlaması gerektiğine inanılır.58 Hamile kadının çekmece üzerinde oturmaması gerekir. Zira bu doğumun olmayacağına işaret olarak görülür. Doğum sancıları geldiği zaman hamile kadının oturmuş olduğu çekmecenin kapağı açılmadığı takdirde, doğumun olmayacağı kabul edilir.59 Anne adayının eşyalarını ters giymemesine dikkat etmesi gerekir. Eğer eşyalarından birini ters giyerse doğacak olan çocuğun tersten doğacağına inanılır. Bu da çocuk için bir tehlikedir.60 Gebe kadınların cenaze törenlerine katılmalarına izin verilmez. Cenazeye giden gebe bir kadının doğacak çocuğunun lekeli olacağı veya doğum esnasında ölebileceği inancı hakimdir. Çocuğun bu tehlikelerden korunabilmesi için, cenaze törenine katılan gebe kadının küçük parmağına kırmızı renkte bir ip sarması gerekir. Bu uygulama ile çocuğun zarardan kurtulacağına inanılır.61 Görüldüğü üzere hamile bir kadın en iyi şekilde ağırlanmaya çalışılır. Onun her arzu ettiği mümkün olduğu ölçüde temin edilmeye ve böylece kötülükten korunmaya çalışılır. Komşular da hamile olan kadınlara yemek kokularının ulaşmaması için azami dikkat gösterirler. Kokunun ulaştığını düşündüklerinde de pişirmiş 57 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.146. Kaynak kişi, Rukiye İmeri. 59 Kaynak kişi, Sadriye Aliyi. 60 Kayna kişi,Hanife Nuredini. 61 Kaynak kişiler, İmsiye Aliyi ve Şevale Mustafa. 58 37 olduklarından anne adayına mutlaka gönderirler. Yani anne adayını, ev halkı düşündüğü kadar etraftaki komşular ve yakın akrabalar da gözetir. 1.1.5. Doğacak Çocuğun Cinsiyetinin Tayini: Makedonya Müslümanlarının genelinde, soyun yok olmaması düşüncesiyle çocuk hususunda arzu olunan cinsiyet erkektir. Çocuğu olmayan kadınlar genelde erkek çocukları olsun diye dua ederler. Yapılan inanışlar ve uygulamalar da erkek çocuk niyetine gerçekleştirilir. Bazı yörelerde ise, özellikle dini inançları sağlam olanlar, doğacak çocuğun ister erkek, ister kız olsun sağlıklı olmasını temenni ederler. Bütün Türk boylarında olduğu gibi Kırgızlarda da erkek evladın ayrı bir önemi vardır. Erkek evladı olmayan aile zürriyetsiz, nesilsiz kabul edilir. Onun için anne-babanın en büyük dileği erkek evlat sahibi olmaktır.62 Şimdi, Makedonya Müslümanlarında erkek çocuk arzusu ve çocuğun cinsiyet, huy ve karakterini belirlediği düşünülen hususlarla ilgili inanış ve uygulamaları kısaca vermeye çalışalım: Hamilelik döneminde anne adayının kalçaları büyürse kız çocuğu, kalçalar fazla belirgin olmaz ise erkek çocuğu doğuracağına hükmedilir.63 Yine karın kısmının aşağı doğru uzaması, göğüslerin büyümesi, dudakların büyümesi ve genişlemesi, anne adayının yüzünde lekelerin veya çillerin oluşması, kaşlarının veya kirpiklerinin düşmesi annenin kız çocuğu doğuracağının alameti sayılır. Bu Gostivar ve yöresinde yaşayan Müslümanlarda yaygın olan bir inanıştır.64 Hamile olan kadının, hamilelik döneminde yiyeceklerden arzu ettiği şeyler daha çok tatlı ise erkek, ekşi veya tuzlu ise kız çocuk doğuracağı kabul edilir. Yani tatlılık erkeğe, ekşilik ve tuzluluk ise kız çocuğa işarettir. Sivas ve yöresinde de bu inanışın var olduğu dikkatimizi çekmiştir.65 62 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 64. Kaynak kişi, Hanife Nuredini. 64 Kaynak kişi, Belgiye Şabani. 65 Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 59. 63 38 Gostivar ve çevresindeki Müslümanlarda, hamile kadının karnı göğüslere doğru şişer ve hamilelik esnasında kadın şişmanlayıp güzelleşirse doğacak olan çocuğun kız, kadının şişkin karnı daha sert ise doğacak çocuğun erkek olacağına hükmedilir. Doğan kız çocuğunun iki gözü arasındaki burun kısmında, mor renginde bir damar görünürse bu, bir sonraki doğacak bebeğin erkek olacağına yorulur. Resne ve civarında, kadının karnı göğüslere doğru şişerse bebeğin kız olacağına, yok eğer karın rahmin üzerinde daha çok şişerse erkek evlat doğacağına inanılır. Resnenin Bela Çrkva (Beyaz Kilise) köyünde yaşayan Müslüman kadınlar çocuğun cinsiyetini öğrenmek için, hamile kadın fark etmeden gizlice saçlarına tuz serperler. Kadın eğer burun, göz, alın, kulak gibi yerlerini kaşırsa, çocuğun erkek olacağını, ağız, yanak, ense gibi yerlerini kaşırsa kız olacağına inanılır. Hamile kadın üçüncü ayında çocuğun canlı olduğunu veya bebeğin kıpırdamasını hissederse, bebeğin kız olacağına inanılır. Eğer bu canlı kıpırdamayı anne adayı beşinci ayında hissederse, çocuğun erkek olacağına delalet sayılır. Yani anne karnındaki erken kıpırdama kız, daha geç kıpırdama ise erkeğe işaret olduğu kabul edilir. Yine anne, kıpırdamayı karnının her tarafında hissederse kız, sadece göbek kısmında hissederse erkek olacağı söylenir.66 Bu ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla anne karnındaki çocuk kız ise kıpırdama hem erken, hem de çok olur. Anne karnındaki erkek ise kıpırdama daha az hissedilir. Yani, anne karnında kızların erkeklerden daha hareketli olduğuna inanılır. Yine Resne ve civarında, bir ailenin ilk çocuğu kız ise ve o kız çocuğunun bel kısmında iki tane gamze şeklinde delik belirtisi varsa, doğacak ikinci çocuğun erkek, eğer hiçbir belirti yoksa kız olacağına inanılır. Yani çocuğun vücudundaki işaretlerle de bir sonraki çocuğun cinsiyeti tayin edilmeye çalışılır. Kadının hamileliliği esnasında göbeğinden aşağı doğru bir çizgi belirlerse erkek, hiçbir işaret olmazsa kız; kadının göğüs uçları daha koyu bir renkte olursa erkek, daha açık bir renkte ise kız olacağı kabul edilir.67 Hamile kadının yedikleri daha çok tatlı şeyler ise, erkek evlat sahibi olacağı kabul edilir. 66 67 Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. 39 Sadece kız çocukları doğurmuş olan kadınlar, erkek çocuğu olması için hocalara gidip muska yaptırır. Okunmuş olan muskayı anne adayının altı ay üzerinde taşıması gerekir. Muska ile karnındaki bebeğin cinsiyeti kız ise, bunun erkeğe dönüştüğüne inanılır. Bebek erkek olur ve böylece erkek çocuk dileği gerçekleşmiş olursa, çocuğa genelde Muhammed ismi verilir. Bu isim verilmese bile, onun göbek adı Muhammed olur. Muhammed isminin takılması, erkek çocuk dileğinde bulunma esnasında verilen bir vaat ya da adak gibi düşünülür. Erkek çocuk olması için Hıdırellez gününde kadınlar çayırlara çıkarlar. Anne adayı olan kadın, o esnada yere uzanır ve diğer bir yakını tarafından başının ucunda, ayaklarının dibinde, ellerinin ucunda ve kadın kalktığında belinin olduğu yerde küçük çukurlar açılır. Bu çukurlar ekmek parçaları ile doldurulur. Kadının boyunca çizilmiş ve çukurları ekmek ile dolmuş olan bu şekil, olduğu gibi o çayırda bırakılır. Bu uygulama ile hamile kadınların doğacak olan bebeklerinin erkek olacağına inanılır. Hamile kadının meme uçlarına bakılır. Eğer rengi koyu ise kız, daha beyaz ise erkek doğacağına inanılır. Sancılar geldiği sırada ağrılar bel kısmında daha çok ise oğlan, karın dibinde ise kız çocuğu doğacağı kabul edilir. Gebe kadının karnındaki çocuğun ilk kımıldanışı esnasında yanında erkek bulunursa erkek, kız veya kadın bulunursa kız çocuğu olacağı inancı hâkimdir. Hamile bir kadın rüyasında salatalık veya biber gibi sebzeleri görürse çocuğun erkek olacağına dair inançlar mevcuttur. Buna benzer inanışlar ve uygulamalar Türkiye’nin Harput yöresinde ve Kırgız Türklerinde de tespit edilmiştir.68 Anne karnında ip gibi bir iz belirirse ve anne adayı hamilelik döneminde güzelleşirse çocuğun erkek, bu iz belirmemiş ise ve hamilelik döneminde çirkinleşirse kız olacağı kabul edilir. Bunun yanında, Gostivar yöresinde çok konuşan anne adayının da kız çocuğu doğuracağı düşünülür. 68 Rıfat Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, Ankara 1991, s.95,96; Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 65. 40 Ustrumca ve yöresindeki Müslümanlarda anne adayının karnı aşağı doğru veya sağa doğru uzamış ise kız, sola doğru uzamış ise erkek doğuracağı kabul edilir.69 Gostivar ve yöresinde hamile kadının kız mı, erkek mi doğuracağını anlamak için, gizli bir şekilde anne adayının başına biraz tuz atılır. Bu durumda kadın kalçasını kaşırsa kız, başını kaşırsa oğlan doğuracağına hükmedilir. Kırgızlarda ise kadın başını ve kaşını kaşırsa erkek, burnunu kaşırsa kız doğuracağına inanılır.70 Gostivar ve yöresindeki Müslümanlarda doğacak çocuğun cinsiyetinin tayini konusunda diğer bir ilginç inanç ve uygulama şudur: Hamilelik döneminde ev halkı tarafından doğacak çocuğun cinsiyetini anlamak için bir tavuk kesilir. Tavuğun ödü alınıp ateşe atılır. Ateşteki ödün patlaması az ise kız, patlama çok olursa çocuğun erkek olacağına inanılır.71 Makedonya Müslümanlarında doğum öncesi çocuğun cinsiyetini tayin etmede, rüyaların da rolü olduğuna inanılır. Örneğin, kadının hamilelik döneminde rüyasında altınlar görmesi erkek, şalvar, entari gibi kadın elbiseleri görmesi kız çocuğu doğuracağına işaret sayılır. Buna benzer bir inanış da Erzurum’da tespit edilmiştir. Hamile kadın rüyasında kendini pahalı elbiseler, takılar takmış olarak görürse erkek çocuk, ucuz şeyler giymiş görürse kız çocuk doğuracağına inanılır.72 Aynı şekilde rüyasında armut gören hamile kadının erkek, elma görenin ise kız çocuğu doğuracağı kabul edilir. Kırgızlarda da doğacak çocuğun cinsiyetinin anlaşılması açısından rüyaların önemi vardır. Anne adayının rüyasında balta, bıçak, kılıç, makas görmesi, kuş tutması erkek; kazan, makas, küpe, boncuk, yüzük, bilezik gibi kız eşyaları görmesi kız çocuğu olacağına hükmedilir.73 Gostivar ve yöresinde yakın akrabalarının gözünde arpacık çıkması yoluyla da, doğacak çocuğun cinsiyeti tahmin edilir. Eğer arpacık gözün alt tarafında çıkarsa kız, üst tarafında çıkarsa çocuğun erkek olacağı kabul edilir. Gözünde arpacık çıkan kişinin, hamile yakını doğum yapıncaya kadar gözündeki arpacık kaybolmaz. 69 Kaynak kişiler: Zümbül Veysel ve Hacer Halim. Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 66. 71 Kaynak kişi, İmsiye Aliyi, Hanife Nuredini. 72 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 87. 73 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 65. 70 41 Hamilelik döneminde kadının eşi ile ilişki arzusu azalırsa çocuğun erkek, istek açısından bir değişiklik yok ise kız doğuracağı kabul edilir. Anne adayının karnında erkek olduğu zaman, erkeğin erkeği kıskanmasından hareketle bunun anneye de etki ettiği ve hamilelik döneminde eşi ile cinsel ilişkiye girme arzusunun azaldığına inanılır. Hamile kadının göğüslerine süt geldiğinde su dolu bir bardağa anne adayının memesinden süt damlatılır. Damlayan süt suyla dolu bardakta hemen dağılırsa kız, sütün suyla karışımı daha geç olursa erkek doğacağı düşünülür. Ya da doğuracak kadının karnına bakılır. Eğer karnı büyük veya dolu ise erkek, küçük veya fazla belirgin değilse kız çocuğu olacağı kabul edilir. Aynı zamanda hamile kadının karnı tam yuvarlak ise kıza, yana doğru yamukluk varsa erkeğe işaret olduğuna hükmedilir. Doğacak çocuğun sağlıklı ve güzel olması için anne adayının ayva yemesi önerilir. Bu, Makedonya’nın bazı bölgelerinde yaygın olan bir inanıştır. Makedonya Müslümanlarında, aya bakan hamile kadının çocuğu ay gibi güzel, elma yiyen hamile kadının doğacak çocuğunun yanaklarının elma gibi kırmızı olacağına inanılır. Buna benzer inanışlar Sivas ve yöresinde de görülmüştür.74 Doğacak çocuğun mavi gözlü olmasını isteyen kadınlar gökyüzüne bakarlar. Valandova ve yöresinde hamile kadının karnındaki çocuğun kımıldaması çok ise kız, kımıldanma az ise erkek çocuk doğuracağına hükmedilir.75 Dobruca Türkleri arasında ise, anne karnındaki çocuğun başı sağ tarafta ise oğlan, sol tarafta ise kızdır, diye yorum yapılmaktadır.76 Elazığ-Hal köyünde de doğuracak kadının karnı büyük ise oğlan, küçük ise kız olacağı tahmini yapılır. Bir başka tahmin yöntemi de, gebe kadın hamilelik devrinde güzelleşirse erkek, çirkinleşirse doğacak çocuğun kız olacağına inanılmasıdır.77 Çocuğun cinsiyetini belirleme hususunda insan vücudunun muhtelif kısımlarından 74 Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 59-60. Kaynak kişiler: Zümbül Veysel ve Hacer Halim. 76 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.38. 77 Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 87. 75 42 hareketle bir tahminde bulunma uygulamasına Kırgız Türklerinde de rastlandığı nakledilmektedir.78 Benzer uygulamalar Türkiye’nin değişik yerlerinde de görülür. Hamile kadının güzelleşip veya çirkinleşmesinden, meme uçlarının uzaması veya renginden doğacak çocuğun erkek ya da kız olacağına hükmedilir.79 Yine kadının sağ ayağından aksaması oğlan, sol ayağından aksaması kız doğuracağına, ekşi yiyen kadının kız, tatlı yiyen kadının erkek çocuk dünyaya getireceğine ve kepçe ile su içen kadının kız doğuracağına dair inanışlara da Türkiye’nin bazı bölgelerinde tesadüf edilmektedir. Bunlara ilave olarak kara üzüm yiyen gebe kadının çocuğunun kara gözlü olacağı, aya bakan gebe kadının çocuğunun ay gibi parlak olacağı, elma ya da nar yiyen gebe kadının çocuğunun yanaklarının kırmızı olacağı, balık yiyen gebe kadının çocuğunun ağzı açık, bedeninin de pul pul olacağı inanışları da mevcuttur.80 Kırgız Türklerinde ise erkek evlat çok önemli olduğunda değişik uygulamalara başvurulmaktadır. Erkek evlat sahibi olmak isteyen kadın kartal ödünü içer, kurdun ciğerini yalar, karatavuğun yumurtasını hamilelik döneminde karnına sürer, karnını kâğıt ile sarar, kızıl ineğin gübresini, tezeğini ısıtıp üzerine oturur. Bütün bu uygulamalar erkek çocuğun olması için yapılır. Buna karşın kız çocukların doğmasına da pek fazla üzülmezler.81 Kırgızlarda bebek ilk dünyaya geldiğinde, ilk olarak kimin kucağına verileceğine dikkat edilir. Zira çocuğun ileride o kişinin karakter özelliğine sahip olacağına inanılır. Bu nedenle Kırgızlar ebenin iyi karakterli, iyi ahlak sahibi olmasına dikkat ederler.82 1.1.6. Yaşamayan veya Ölü Doğan Çocuklarla İlgili İnanış ve Uygulamalar Dünyanın her yerinde olduğu gibi Makedonya Müslümanlar arasındaki evli çiftler de ilk olarak çocuklarının olup olmayacağı, daha sonra da doğacak çocuğun erkek mi kız mı olacağı, doğduktan sonra ise sağ-salim, yaşayıp yaşamayacağı endişesini taşırlar. Genel bir inanış olarak, doğacak çocuğun anne karnında dokuz ayı 78 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 65, 66. Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.145. 80 Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 59,60. 81 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 64, 65. 82 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 80. 79 43 tamamlarsa yaşayacağı, yedi aylık olarak doğarsa yaşama ihtimali bulunduğu, sekiz aylık doğarsa yaşamayacağı düşüncesi hâkimdir. Bundan dolayı doğum yaklaştığında daha sık doktor kontrolüne başvurulur. Yine Makedonya’daki Müslümanların genelinde ölü doğan, doğduktan sonra yaşamayan, hamilelik döneminde hayati bir sıkıntı geçiren ve doğacak olan çocuklarla ilgili değişik tedbirlerin alındığı ve bu hususta muhtelif inanışlar ve uygulamaların olduğu da dikkatimizi çekmiştir. Doğup da çocukları vefat eden kadın, hamilelik döneminde hocalara gidip haymali (muska) yaptırır. Bu haymaliyi doğum yapıncaya kadar göbek altında, yani rahmin olduğu yerde taşıdığında, çocuğunun yaşayacağına inanır. Çocukları yaşamayan kadınlar, hamile kaldıkları zaman, civarda çocukları yaşayan yedi hamile kadının evine giderler. Bunlardan gönüllerinden koptuğu kadar para alır ve bu parayı biriktirirler. Daha sonra bu para ile küpe satın alırlar. Doğum yaptıktan sonra da ister erkek ister kız olsun çocuğun kulağına, çocukları yaşayan hamile kadınların paralarıyla satın alınan küpeyi takarlar. Bu küpenin ömür boyu taşınması gerekir. Bazılarına göre ise yirmi-otuz yaşlarına kadar taşınır.83 Türkiye’nin Erzincan bölgesinde çocukları yaşamayan, küçük yaşta ölen aileler yedi komşudan yedi parça kumaş toplar, bununla yeni doğan çocuğa elbise yaptırırlar. Yine çocukları yaşamayan aileler, çocuk doğduktan sonra çocuğun kulağını delerek mavi boncuklu küpe takarlar.84 Bebekleri yaşamayan kadınlar, hamilelik döneminde, Gostivar’ın Simniça köyündeki Kadınlar Taşı denilen ziyaret yerine giderler. Oradaki daha büyük delikli olan taşta gerekli ritüelleri yerine getirdikten sonra, ziyaret yerinden ayrılırlar. Yolun üzerinde ilk gördükleri kişiye bir erkek ve kız ismi sorarlar. Doğacak çocuğa da bu isimlerden birini verirler. Böylece çocuklarının kendilerinden değil, ziyaretlerinden kaynaklandığını düşünerek, onların yaşayacaklarına inanırlar. Bu uygulamayı yerine getirip de çocuklarının yaşadığına şahitlik etmiş pek çok kadına tesadüf edilmektedir. Üsküb’ün içerisinde evvelce erkek çocukları yaşamayan hanımlar, erkek çocukları doğduğunda onlara kızların giydikleri elbiseleri, kız çocukları doğunca da 83 Bu uygulama ve inanç Gostivar yöresinde daha yaygındır. Kaynak kişiler: İsmiye Aliyi ve Şevale Mustafa. 84 Abdurrahman Küçük, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, III. Milletler Arası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, s. 250,251. 44 erkek elbiseleri giydirmektedirler. Bu uygulama Türkistan, Kırgızistan ve Anadolu Türklerinde de görülmektedir.85 Bu uygulama ile kötü ruhların kandırılıp doğacak olan çocukların yaşamasına neden olunacağı düşünülmektedir. Kırçova ve yöresindeki Müslümanlarda erkek çocukları yaşamayan aileler, yeni doğan erkek çocuklara küpe takarlar. Bu uygulama ile erkek çocukların ölümüne neden olduğuna inanılan kötü ruhların yanıltılarak, doğan erkek çocukların kötü ruhlardan korunduğuna ve yaşamasının sağlandığına inanılır.86 Bu uygulamanın bir benzeri Sivas ve civarında da görülmektedir.87 Debre’nin Papradnik köyündeki Müslümanlarda da, yaşamayan çocukların ölümüne neden olduğuna inanılan kötü ruhlardan korunması için, yeni doğan çocuğa erkek ise kız, kız ise erkek elbiseleri giydirilir. Erkek çocuk yedi yaşına varıncaya kadar kulağına küpe takılır. Bu uygulama ile yeni doğan çocukların kötülüklerden korunup yaşamalarının sağlanacağına inanılır.88 Kırgız Türklerinde de ölü doğan veya doğduktan sonra yaşamayan çocuklar için değişik uygulamalar mevcuttur. Bu gibi durumlarda çocuğunu kaybetmiş aile yeni bir beşik satın alır ve bunu herhangi bir mezarlığa bırakır. Orada dua edip çocuklarının yaşamasını diler. Böylece çocukların yaşayacağına inanılır. Aynı zamanda ağaçlara veya değişik ziyaret yerlerine gidilir, çaput bağlanır, dua edilir. Çocuk sahibi olamayan veya doğduktan sonra çocukları yaşamayan kadınlar kabristana gidip orada geceler, dua eder ve kurban keser. Şayet kaynana veya kaynata ölmüş ise, bu durumda onların mezarları yanında geceleyerek kurban keserler. Makedonya Müslümanlarında görülen diğer bir uygulama da anne adayının çok çocuklu bir ailenin evine gidip iki-üç gece orada kalmasıdır. Daha sonra, çocuk doğduğunda o ailenin elbiselerinden alır ve yeni doğan çocuğuna giydirir. Yine anne 85 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 71–81; Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 20. 86 Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 21; Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 66. 87 Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 66. 88 Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 21. 45 adayı da bu ailenin elbiselerinden giyer. Bu uygulamalar ile kadınlar çocuk sahibi olacaklarına ve doğacak olan çocuklarının yaşayacaklarına inanırlar.89 Çocukları yaşamayan aileler, yeni doğan çocuklarının yaşaması için seçtikleri isimlere dikkat gösterirler. Bu şekilde seçilen ismin, çocuğun ömrü üzerinde etkili olduğuna dair bir inanış da Kırgızlarda dikkati çekmiştir. Çocukları ölenler arasında, bunun nazardan kaynaklandığını da inananlar vardır. Bu yüzden doğan çocuklar kötü ruhlardan korumak ve nazardan sakındırmak için kötü isimlerle isimlendirilir. Yine, çocuğun yaşamasının, ad koyma geleneğiyle ilgili olduğuna dair Kırgızlarda tespit edilen diğer bir inanış ve uygulama şöyledir: Çocukları yaşamayan aileler, çocuk doğduktan sonra çocuğun uzak bir yerde çok çocuklu başka bir aileye verirler. Çocuk orada anne babasını görmeden yedi ile kırk gün kalır. Sonra aile cüzi bir parayı o aileye verip çocuğunu satın alır. Çocuğun yaşaması için Kırgızlarda dikkat çeken diğer bir uygulama ise, yeni doğan bebeğin anne ve babasına elbiseleri ters giydirir yoldaki yaşlılardan onlar için dua istenir.90 Erzincan ve çevresinde çocuğu olup da yaşamayan aileler, çocuklarının yaşaması için Duran, Durak, Dursun, Durmuş, Yaşar, kız ise Dursune vb. isimler verirler. Birbiri ardına doğan çocuklar kız ise ve daha sonra doğacak olanın erkeğe dönüşmesi isteniyorsa Döne, Döndü gibi adlar takılır. Çok çocukları olup da artık fazlasını istemeyen veya doğan çocukları hep kız olan aileler ise, son kız çocuğuna Yeter, Netice, Songül gibi isimler verirler.91 Görüldüğü gibi çocukların yaşaması için başvurulan yollardan biri de, ad takma geleneğiyle kendini dışa vurur. Buna benzer gelenek ve inanışlar Kırgız Türklerinde de görülmüştür.92 Yani, bu şekilde isimlerin çocuklarının yaşaması ve kaderlerinin çizilmesinde etkili olduğu düşünülmektedir. Vermiş olduğumuz örneklerden de anlaşılacağı üzere, çocukları doğmadan veya doğduktan sonra ölen ailelerin sahip oldukları inanışlar ve yaptıkları uygulamalar, Müslümanlarda, özellikle de Türk kültürünü yaşayan ve yaşamış olan topluluklarda benzer özellikler arz etmektedir. Örneğin, ölüm ruhunu aldatma veya kötü ruhlardan koruma inanışı ve bu konudaki uygulamalar Makedonya 89 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 59. Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 89,90. 91 Küçük, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, s. 250,251. 92 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 59. 90 46 Müslümanları arasında görüldüğü gibi Yakutlar, Başkurtlar, Kırgızlar ve Anadolu Türklerinde de tesadüf edilen olgulardandır.93 1.1.7. Doğumun Kolay Olmasıyla İlgili Adetler Makedonya Müslümanları, doğumun kolay olması için değişik inanışlara ve uygulamalara sahiptirler. Genel olarak bu gibi durumlarda insanlar, tıbbın kontrolü altında bulunmak yerine, kendi yörelerindeki hakim inanca göre bazı davranışlar ve uygulamalara kendilerini teslim ederler. Eskiden, şehirlerde, kadının doğum sancıları başladığında, hemen daha önce belirlenmiş olan bir ebeye haber verilirdi. Günümüzde ise hastaneye kaldırılır ve doğumun kolay olması için kendisine dua edilir. En çok “Allah kurtarsın” ifadesi kullanılır. Köylerde ise köyün en yaşlısı veya bu işlerde tecrübeli olan bir kadın çağırılır ve diğer kadınların da yardımıyla doğum yaptırılmaya çalışılır. Doğum zorlaştığı taktirde hamile kadın hastaneye kaldırılır. Doğumun kolay olması için yapılan bazı inanış ve uygulamalar şöyledir: 1- Babaanne tarafından üç pirinç tanesi alınır, hocalardan bu pirinçlere üfleyerek üç yasin okuyarak üflemeleri istenir. Yasin okunmuş olan bu üç pirinç tanesi, anne adayının doğum sancıları geldiğinde, suyla dolu bardağın içine koyulur ve bardaktaki su doğum yapacak kadına içirilir. Bu uygulama ile ağrıların daha az olacağı ve doğumun daha kolay olacağına inanılır. 2- Doğumdan önce hamile kadının kocasının ayakkabısına su doldurulur ve bu su kadına içirilir. Böylece doğumun daha kolay geçeceğine inanılır. Doğumun kolay olması için kocasının ayakkabısından su içirme uygulaması, Türkiye’nin değişik yerlerinde de rastlandığına dikkat çekilmiştir.94 3- Hamile kadın, kolay bir doğum yapmak için, dut ağacının gövdesine sırtı ile yaslanır ve bir kaç defa sıvazlar. 4- Bunların dışında anne adayının saçlarının örgüleri çözülmesi, evdeki kilitlerin açılması, doğum esnasında orada bulunanların bacak bacak üstüne 93 94 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 61. Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda..., s. 29-30. 47 atmamaları ve kocanın üç defa karısının üzerinden atlatılması doğumu kolaylaştıran uygulamalar arasında yer alır. Doğumun kolay olması için Türkiye’nin değişik yerlerinde de örülü saçları, bağlı kemerleri, düğümlü olan eşyaları, kocasının ayakkabı bağlarını, yeleğinin düğmelerini çözme, kilitli eşyaları açma uygulamaları vardır. Yine çeşmeyi açmak, silah atmak, gürültü yapmak gibi uygulamaların da doğumu kolaylaştıracağına inanılır.95 Hakkâri’de, kadın doğum esnasında zorluk çekiyorsa, müezzin tarafından ezan okunur. Buna ezan-ı ferah denir.96 Gebe kadına kocası, kaynatası, kaynanası ve yakın akrabaları ile dargın olduğu kimselerin ellerinden su içirmek, yine bu kimselerin ellerini, kimi hallerde ayaklarını yıkadıkları sudan içirmek, gönlü kırılmış olan veya olabilen kimselerle gebe kadının barışmasını sağlamak ve bu şekilde onlardan gelebilecek düşmanca etkileri önlemeye çalışmanın da doğumu kolaylaştıracağına inanılır. Kolay doğum yapmış kadının elinden su içmenin de, kolay doğum yapmaya sebep olacağına inanılır. Çocuğun ters gelmesi, göbek bağı ile boğulması gibi halleri önlemek için ise kilimler ters yüz çevrilir, doğumda hazır bulunanların bacak bacak üstüne koymaları yasaklanır, düğümlü, örgülü şeyler çözülür, odunlar fırının ağzına dikey gelecek biçimde uzunluğuna konulur, kadının iç gömleği yırtılır, kuşlara yem serpilir, kapıya tuz serpilir, yeni ve kullanılmamış bir çanağın üstüne Fatiha süresi yazılır. Çanağın üstündeki yazı, bal şerbeti, yağmur suyu, zemzem ya da halis su ile bozulup doğum sancısı çeken kadına içirilir.97 Bazı yörelerde doğum sancıları yaklaştığında kadının saçlarının bir örgüsü çözülür, bir örgüsü çözülmez. Doğum esnasında çözülmemiş örgülü saçları kadının ağzına koyulur. Bu uygulama ile kadının iğreneceği ve çocuğu daha çabuk doğuracağına inanılır. Doğum olmadan önce, babaanne çeşmeden üç ağız dolusu su alır ve doğumun kolay olması niyetiyle anne adayının ensesine üç defa ağzı ile su atar. Doğum yapacak olan kadının sancıları gelmeden önce babaanne bir yumurta alır, doğumun yumurta gibi kolay olması niyetiyle hamile kadının yüreğinde gezdirir. 95 Orhan Acıpayamlı, Türkiye’de Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü, Erzurum 1961, s.39. 96 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 78. 97 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.149; Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 60-63. 48 Hamile kadının sancıları esnasında, evde bulunan kadınlar doğumun kolay olması için yüreğine ve rahmine sıcak bezler koyarlar. Doğumun kolay gerçekleşmeyeceği kanaatine varıldığında, anne adayı hastaneye götürülür ve doğum orada gerçekleştirilir. Valandova’nın Bahçebosu ve yöresindeki Müslüman köylerde, doğumun kolay olması için kadınların kesinlikle ağır işler işlememeleri ve genel olarak hareket halinde olmaları gerektiği kabul edilir. Ustrumca’nın Yüksek Mahalle ve yöresindeki Müslümanlarda doğumun kolay olması için bir bardak suya, Kuran-ı Kerim’den bir kaç ayet ve bazı dualar okunarak üflenir ve doğum yapacak kadına üç defa içirilir. Aynı sudan kadının ellerine ve ayaklarına da sürülür.98 Resne ve civarındaki Müslümanlarda, doğumun kolay olması için hamile kadının saç örgüleri çözülür. Hamile kadının doğumu iyice yaklaştığında arkasına yaşlı bir kadın veya ebe tarafından bir ağız dolusu su atılır. Doğumun kolay olması için doğumla ilgili olarak yakınları dışında hiç kimseye bir şey söylenmez ve doğum gizli yaptırılır. Doğum anını ne kadar fazla kişi öğrenirse, doğumun o kadar zor olacağına inanılır. Yine doğumun kolay olması için, kadının sancıları geldiğinde, yakınları tarafından kadına ılık bir banyo yaptırılır. Bazıları ise yukarda ifade ettiğimiz gibi bu durumun gizli kalması gerektiğine ve yakınlarından bir kadının hamile kadının arkasına bir ağız dolusu su atmasıyla doğumunun daha kolay geçeceğine inanır.99 Yine Resne ve civar köylerinde doğum sancıları gelen kadının yakınında bulunan musluklar açılır ve o musluklardan birinin suyu ile kadının elleri yıkanır, ağzına ve burnuna su verilir. Daha sonra yüzü ve kolları yıkanır, başına mesh edilir ve ayakları yıkanarak abdest aldırılır. Bu esnada, suyun hızlı akışı gibi doğumun da kolay olması için dua edilir. Bu uygulama ile doğumun kolay geçeceği kabul edilir.100 98 Kaynak kişiler: Zümbül Veysel ve Hacer Halim. Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. 100 Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. 99 49 Doğumun kolay olması için, doğum saatlerinde ebeler, doğum yapacak kadını bir battaniye ya da kilim içine yatırır ve silkelerler. Bu uygulama ebeler tarafından büyük bir gizlilik içinde yapılır. 101 Makedonya genelinde, özellikle Valandova ve Gostivar yöresinde doğumun kolay olması için, kadının hamileliğini ve bu uygulamaları, kendi ailesi dışında kimsenin bilmemesi gerekir. Hamilelik olayı yabancı biri tarafından duyulmuş ise, yapılan uygulamanın fayda vermeyeceği ve doğumun da zor olacağı kabul edilir. Buna benzer uygulama ve inanışlar Batı Trakya Türklerinde de dikkati çekmektedir. Doğum olayı, hamile kadının ailesi dışında hiç kimseye söylenmez. Öğrenildiği takdirde doğumun zor olacağı kabul edilir. Batı Trakya Türklerinde ebe, doğumun kolay olması için daha farklı uygulamalar gerçekleştirir. Doğum için ebe çağırıldığında kadını tiksindirmek için saç örgüleri çözülüp ağzına konur. Yastık üzerine oturtulur ve yastıktan atlaması sağlanır. Buna rağmen doğum gerçekleşmez ise kadının karnı sabun ile ovulur. Bu da yeterli olmazsa, baba adayı camiye gönderilir ve caminin kapısını açık bırakması söylenir.102 Gostivar ve yöresinde hamile kadının sancıları geldiğinde, mangal yanına oturtulup beli ısıtılır. Bunun dışında, kadının karın ve bel kısımları sıcak bezlerle sarılır ve doğumun daha kolay olması sağlanır. Hacdan getirilmiş olan kurumuş hanımeli türünden bir çiçek, suyla dolu bir bardak içine konur. Eğer çiçek bardak içinde açarsa, doğumun daha kolay olacağına inanılır. Hamile kadının sancıları yaklaştığında, hacdan getirilen çiçeğin bulunduğu sudan içirilmesi halinde, doğumun daha kolay olacağı düşüncesi hâkimdir. Çiçeğin hacdan getirilmesi sebebiyle halk arasında onun kutsal olduğuna inanılır. Kutsal olan bu çiçeğin suyunun hamile kadınlara içirilmesi durumunda da, doğumunun kolay olacağına inanılır. Hamile kadının sancıları gelmeden önce kadınlar, Kuran-ı Kerim’den Yasin suresinin sayfalarını açarlar. Bu sayfaların her birinden yukardan aşağıya doğru su akıtırlar. Akan sular bir bardakta biriktirilir. Sancıları gelen kadına bu sudan içirilir 101 Buna benzer uygulama Türkiye’nin bazı bölgelerinde de yaygındır. Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 30. 102 Abdurrahim Dede, Batı Trakya Türk Folkloru, Ankara 1978, s. 97. 50 ve bu şekilde kolay doğum yapacağı varsayılır. Bu inanç ve uygulama Gostivar Müslümanlarında daha yaygındır.103 Kırgızlarda, hamile kadına, doğumunun kolay geçmesi için, badem çayı, tatlı çay veya boza içmesi önerilir. Kadının yatağına un serpilir ve doğum gerçekleşinceye kadar yatak kaldırılmaz. Doğum yapacak kadın, her seferinde kolay doğum yapmış kadınların elbisesini veya iç çamaşırını giyerse, onun da onlar gibi kolay doğum yapacağına inanılır. Kırgızlarda doğum köylerde yapıldığından ve bu iş de genelde evde icra edildiğinden, evde bulunun her şey düz tutulur. Ayakkabı, tencere, bardak, tabak, bütün her şey ters değil de düz tutulur. Evin kapısı, penceresi, elbiselerin düğmeleri vb. hepsi açılır. Kapalı veya düğümlü bir şeyin kalmamasına dikkat edilir. Böylece doğumun kolay olacağı düşünülür. Doğduğunda ağlamayan çocuğun sağlıksız ve ömrünün kısa olacağına inanılır. Çocuğun ağlayarak doğması ise sağlıklı ve uzun ömürlü olacağına işaret sayılır.104 Görüldüğü gibi bu başlık altında eskiden doğumun kolay olabilmesi için kadınların başvurdukları değişik uygulamalara dikkat çekmeye çalıştık. Bu inanç ve uygulamaların bazıları, doğumların doktor kontrolünde ve hastanelerde yapılması sebebiyle artık terkedilmiştir. Bazı yörelerde ise hâlâ geçmişten kalmış bu gibi uygulamalar ve inanışlar mevcudiyetini muhafaza etmektedir. Buraya kadar doğumun kolay geçmesi için yaygın olarak icra olunan farklı inanış ve uygulamaları ele aldık ve Türkiye ve kültür benzerliği bulunan diğer yerlerdeki benzer inanış ve uygulamalarla bazılarıyla, imkan dâhilinde kıyaslamaya çalıştık. 1.1.8. Doğuma Hazırlık Çocuk dünyaya gelmeden önce yörelere göre kısmi farklılıklar arz eden çeşitli hazırlıklar yapılır. Makedonya’da Müslümanların yaşadığı bölgelere göre farklılıklar arz eden bu hazırlıklardan, tespit edilebilen bazıları burada ele alınmıştır. Gostivar ve yöresinde bu hazırlıklara, ilk olarak anneanne başlar. Doğum esnasında kullanılacak bez parçaları, bebeğin sarılacağı özel havlular, doğumdan sonra giydirilecek olan gömlekler, genellikle anneanne tarafından el işi ile hazırlanır. 103 104 Kaynak Kişiler: Hidafet Veyseli ve Nezafet Hanci. Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 69-72. 51 Bunların dışında durumuna göre iki veya üç senelik elbiseler de anneanne tarafından temin edilir. Yine anneanne, anne adayı olan kızının, loğusalık döneminde gerekli olan ihtiyaçlarını da karşılar. İç çamaşırından başlayarak pijamalara, geceliklere, entarilere ve özel olarak giyilen eşyalara kadar tüm malzemeler, kadının annesi tarafından temin edilir. Babaanne de benzer şekilde gelini ve doğacak torunu için hazırlıklar yapar. Doğumdan sonra, hastaneden çıkmadan önce, bebek için gerekli eşyalar, baba tarafından hastaneye götürülür. Bunlar, kundak ve pamuktan yapılmış iç çamaşırlardır. Doktor tarafından gerekli oranda kontrol altında tutulduktan sonra, çocuğa iç çamaşırları giydirilir ve kundaklanır. Eğer herhangi bir sağlık tehlikesi yoksa anne de hazırlanır ve hastaneden çıkılıp eve gidilir. Doğumdan sonra anne, anneanne tarafından yaptırılan ve düğünlerde giyilen özel olarak el işi ile hazırlanmış çinkanları (sırmalı yöresel şalvarları) giyer. Bunun dışında babaanne çocuk doğmadan önce, üç gün süreyle, sacayak üzerinde akıtma (gözlemeye benzer) yapar. Bunun bir bölümünü gelen yakın misafirlere, diğer bir bölümünü ise daha sonra yapılacak merasimde gelecek olan misafirlere takdim eder. Doğum evde yapılacaksa yakın akrabalardan tecrübeli bir ebe tayin edilir ve doğum evde yaptırılır. Ancak doğum esnasında bir problemle karşılaşılırsa, doğum için hastaneye gidilir. Doğum olmadan evvel çocuğun bakımı, yıkanması ve gerekli uygulamaların gerçekleştirilmesi için yakın akrabalardan tecrübeli bir kadın seçilir. Bu kadına avo nine veya avo anne (ebe) denir. Avo anne, doğum hastanede yapılmış ise, babanın getirmiş olduğu eşyaları çocuğa giydirerek hastaneden çıkarır ve eve kadar getirir. Eve gelindiğinde, doğan çocuğun abisi veya ablası varsa, bebeği kıskanmamaları için onlara ilk olarak bebeğin ayak kısmı gösterilir. Bu uygulama ile, kardeşlerin bebeğe karşı kıskançlık beslemelerinin önüne geçilmeye ve ona sevgiyle yaklaşmaları temin edilmeye çalışılır. Avo anne evde kırk gün aralıksız bebeği yıkamakla yükümlüdür. Cildinin güzel olması için, bebeğin yıkandığı suya kırk gün süreyle yumurta, şeker ve tuz atılır. Çocuğu yıkama esnasında, gözlerinin renkli, kaşlarının yay gibi, yüzünün ay gibi parlak, ağzının pare gibi yuvarlak, burnun koç gibi olması için kırk gün süreyle dua 52 edilir. ifade olunan bu uygulamalar Gostivar ve çevresindeki Müslümanlarda daha yaygın olan görülür. Genel olarak Makedonya’daki Müslümanlarda, bebeğin iç çamaşır ve sargı bezlerinden beşik ve beşikteki eşyalarına kadar bütün ihtiyaçları, anneanne tarafından temin edilir. Babaanne ise, kendisine bir torun verilmesinin şerefine, gelinine çeşitli elbise ve fistanlar hatta altın bile satın alır. Yani, genel olarak doğacak olan bebeğe lazım olan bütün malzeme ve ihtiyaçları anneanne, anneye lazım olanları ise babaanne karşılamakla yükümlüdür. Elazığ’ın Hal köyünde de beşik düzmesi ve doğacak çocuğun ihtiyaçları anneanne tarafından hazırlanır.105 Makedonya’nın Valandova yöresinde yaşayan Müslümanlarda, doğacak çocuk için ilk olarak bezler dokunur. Dokunan bu bezler daha sonra biçilerek elbiseler dikilir. Bu doku bezlerinden, doğacak olan çocuk için sargı bezleri, entariler, takkeler, elbiseler, doğum esnasında kullanılacak bezler, anne adayı için de giyeceği çamaşır ve entariler hazırlanır. Bebek doğmadan önce, göbek bağını kesmek için temiz bir ustura ve jilet, yine göbek bağının bağlanması için özel bir ip temin edilir. Doğum olmadan önce aile tarafından bir ebe tayin edilir. Doğum için bütün hazırlıklar yapıldıktan sonra, tayin edilmiş olan ebe eve davet edilir ve doğum onun tarafından gerçekleştirilir. Makedonya Müslümanlarında, doğuma hazırlık döneminde, doğacak olan bebeğe anneanne tarafından beşik temin edilir. Beşikle beraber yorgan, yastık, çarşaf el işi ile hazırlanır. Kenarları işlenmiş beyaz renkteki mendiller de anneanne tarafından temin edilir. Bu mendillerle, beşikte yattığı müddetçe bebeğin yüzü örtülür. Böylece bebeğin yüzü görülmediğinden hem nazardan korunduğuna hem de ileride utangaç olacağına inanılır. Resne ve civarında, doğumu yaklaşmış kadın hastaneye kaldırılır. Bu esnada, yol boyunca herhangi bir şey olur endişesiyle, doğum için gereken tüm eşyalar, makas, ip, battaniye gibi doğum malzemeleri de hazır halde bulundurulur. Ani bir doğum olur düşüncesiyle, gerekli hazırlıklar yapılır. Yol boyunca, kadının yanında, ebe veya doğum yaptırabilecek bir kişi de bulunur. Kadın hastaneye yetiştirilirse doğum hastanede yaptırılır. 105 Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 87. 53 Romanya’daki Dobruca Türklerinde ise doğacak olan çocuğun çeşitli ihtiyaçları anne adayı, çocuğun ninesi ve yakın akrabalardan olan kadınlar tarafından hazırlanır. Doğum evde yapılırsa ebe tayin edilir. Anne adayı, doğum yapacağı zamana kadar, ağır olmamak şartıyla evdeki hafif işlerle uğraşır.106 Türkiye’nin çeşitli yerlerde de, doğum yaklaştıkça bebek için kundak ve beşik takımı hazırlanır. Bunun dışında, Makedonya Müslümanlarındaki gibi, bebek için çeşitli hazırlıklar da yapılır.107 Meselâ Elazığ’ın Hal köyünde, doğuma hazırlık döneminde, köy ebelerinden biri ebe olarak seçilir. Gömlek, fistan ve kundak hazırlanır. Aynı zamanda beşik düzmesi de hazırlanır. Anne adayı bir beşik satın alır ve içine konulacak olan çarşaf yastık ve yorganı kendisi dokur.108 Bazı yerlerde çocuk doğduğunda, ilk olarak bir göbek adı verilir. Doğumdan sonra, çocuğun ölebileceği düşüncesiyle, adsız kalmaması için göbek adı geciktirmeden verilir. İkinci ad ise, daha sonraki günlerde, hoca veya evin erkeklerinden biri tarafından kulağına ezan ve kamet okunarak verilir. Çocuğun göbeği kesilip adı koyulduktan sonra, tuzlanması ve yıkanması işlemleri gelir. Vücuduna tuz serpip, kısa bir zaman böylece bırakıldıktan sonra, su ile yıkanır ya da çocuk önce tuzlu bir suda, daha sonra duru suda yıkanır. Tuzlama, Makedonya Müslümanlarında da görüldüğü gibi, bir halk geleneği olarak, çocuğun terinin ve nefesinin kokmaması için önceden alınmış bir sağlık tedbiridir. Bazı bölgelerde çocuğun ilerde zengin olması dileğiyle yıkandığı tuzlu suyun içine paralar atılır. Arnavutluk’tan Anadolu’ya göç etmiş bir kadından, İzmir’de derlenmiş olan bir bilgiye göre: - Bu inanç Makedonya’daki Müslümanların bazı köylerinde de mevcuttur - Bir zar veya torba içinde doğan çocukların uğurlu olduğuna inanılır. Her derde deva sayılan bu torba alınıp kurutulur. Güç işler bu torba ile çözüme kavuşturmaya çalışılır. Çocuk erkek ise, askere giderken bu torba yanına verilir. Bunu boynunda taşıyana kurşunun işlemeyeceğine inanılır.109 Kırgız Türklerinde ise, Makedonya Müslümanları ve Türkiye’nin birçok bölgesinin aksine, doğumdan önce çocuk için beşik, elbise vb. kesinlikle hiçbir 106 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.38. Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 39. 108 Erdentuğ, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 87. 109 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.151-153. 107 54 hazırlık yapılmaz. Zira Kırgızların inanışına göre, doğmayan çocuk henüz anne babaya ait değildir. Onun, Allah’a ait olduğu kabul edilir. Doğacak çocuğun sağ salim doğmayabileceği, hatta doğum esnasında ölebileceği de göz önüne tutulur. Bebeğin sağlıklı olabilmesi için, kadın kendini doğumdan bir-iki ay önce hazırlar. Uzun bir yolculuğa çıkmaz, kocasıyla birlikte olmaz, cin, şeytan ve kötü ruhların kendisine zarar vermemesine dikkat eder.110 Yapılan araştırmalarda, Makedonya ve Türkiye’nin değişik illerindeki doğum öncesi inanışların birçoklarının benzer olduğunun ortaya çıkması, Osmanlı imparatorluğundan Makedonya Müslümanlarına intikal etmiş olan mirasın veya emanetin hâlâ devam ettiğini gösterir. Günümüzde doğacak çocuğun cinsiyetinin tayini konusunda “Allah’ın takdiri” diyenlerin dışında, farklı tutumlarla da yorum yapıldığı bir gerçektir. Müslümanlarda içerisindeki farklı etnik grup mensupları ve değişik bölgelerde yaşayanlar doğum ile ilgili değişik inanış ve uygulamalar geliştirmişlerdir. Makedonya’daki Müslümanları bölgesel olarak değerlendirecek olursak, İslam dininin zayıf olduğu yerlerde doğum öncesi ile ilgili dönemde sakıncalı görünen bazı inanışlar ve geleneklerin mevcut olduğu inkar olunamaz bir gerçektir. Özellikle Doğu Makedonya bölgesi böyledir. Hatta bazı bölgelerde bu inanışlar, dini bir vecibe olarak görülmektedir. Ancak, günümüzde bu uygulamaların artık terk edilmesi gerektiği yönünde yorumlar yapılmaktadır. Makedonya’nın batı bölgesindeki Müslümanlarda görülen uygulamalar ise genel olarak dini inanışlara uygundur. Doğum öncesi inanışlar ve uygulamalar konusunda yukarıda maddeler halinde verdiğimiz bilgilerden, çocuğu olmayan kadınların değişik yöntemlere başvurduklarını, bu hususta çeşit çeşit inanışlar geliştirdiklerini söylememiz mümkündür. Makedonya’nın Müslümanların yaşadığı değişik bölgelerinde yapmış olduğumuz araştırmalarda, Türkiye’nin değişik bölgelerinde de görüldüğü gibi, Makedonya’da da inanışın mevcut olduğunu, çocuk sahibi olmak için başvurulan yöntemler veya yapılan uygulamaların bölgelere göre bir miktar değişiklikler arz ettiğini görüyoruz. Çocuğu olmayan kadınlardan kimileri tıbbın çizmiş olduğu sınırlar içerisinde kalmakta, kimileri ise, tıptan ümidini keserek değişik kocakarı 110 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 69. 55 ilaçları yoluyla derdine çare aramaya yönelmektedir. İslam dininin zayıf olduğu bölgelerde bu gibi inanış ve uygulamaların daha yoğun olduğu da bir gerçektir. Çaresizliğin bir sonucu olarak, İslam’ın daha güçlü olduğu yerlerde bile, uygun olmayan bazı uygulamalara başvurulduğu ve değişik inanışların yaygınlık kazanmış olduğu da görülmüştür. Bu şekilde İslam’a aykırı, bilimsel açıdan doğruluğu tartışmalı bazı doğum öncesi inanış ve uygulamaların yanında icra olunan diğer bazı uygulamaların ise tıbbın ve bilimin önerdiği uygulamalar olduğu da dikkatimizi çekmiştir. Çocuk sahibi olmak veya olmamak için başvurulan bazı uygulamaların doğrulukla ilgisini kurmak pek mümkün değilse de anne karnındaki bir çocuğun sağlıklı olması için anne ve babanın dikkat etmesi gereken hususların, annenin yemesi gereken şeylerin, yapması gereken işlerin bilimsel bazı gerçeklerle paralellik arz ettiği söylenebilir. 1.2. DOĞUM ESNASI ADETLERİ 1.2.1. Doğum Yaptıran Kişinin Seçimi Makedonya’da yaşayan Müslümanlar önceleri doğumlarını, hastanede yaptırmak yerine ebeler veya tecrübeli yaşlı kadınlar eliyle gerçekleştirmeyi daha uygun bulmakta idiler. Geçmişte hastanelerde Müslüman doktorların az olması nedeniyle, doğacak çocuğun, bir Müslüman tarafından değil de bir Hıristiyan eliyle dünyaya getirileceği endişesi bu anlayışa yol açmakta idi. Yine ebelerin Makedonya’daki Müslümanlarda ayrı bir öneme haiz olması, onlara anneler kadar değer verilmesi sebebiyle de ebe seçimine dikkat edilmekteydi. Genellikle Gostivar Müslümanları, özellikle de Yukarı Banisa köylüleri geçmişte doğumu yaptıracak kadını yani avo anne veya avo nene (ebe)’yi önceden tespit ederlerdi. Doğum gerçekleşmeden önce hamile kadına, ebe, kayın valide ile birlikte yardımda bulunurdu. İlk doğum sancıları başladığında bu durum kimseye söylenmez, ebe çağırılır ve ilk müdahale yapılırdı. Doğumun kolay olması için hamile kadın yere yatırılır ve beli ovulur, sıcak sulara oturtulurdu. Bazıları ise Kur’an okuturlardı. Günümüzde ise ağrıları gelen hamile kadın hastaneye kaldırılmakta ve ilk müdahale oradaki hemşireler tarafından yapılmaktadır. Doğum gerçekleşinceye kadar da hemşirelerin kontrolü altında tutulmaktadır. Doğum 56 sonrasında da doktorların tavsiyelerine göre birkaç gün hastanede gözetimin altında tutulmakta, herhangi bir menfi durum gözlemlenmediğinde taburcu edilip evine gönderilmektedir. Makedonya’da yaşayan Müslümanlarda genelde bu prosedür uygulanır. Kasabalarda yaşayanlar doğumu yaklaşan kadını hastaneye kaldırırlar. Köylerde ise genellikle ilk müdahale yine evlerde yapılır. Eğer doğumda hemen herhangi bir zorluk belirirse hastaneye gidilir ve doğum orada gerçekleştirilir. Doğumdan önce yakın akrabalardan tecrübeli bir avo nene (ebe) seçilir. Ebe, doğum esnasında hastanede hazır halde bulunur ve bebeği hastaneden çıkartır. Cinsiyetini söyleyene hediyeler ikram eder. Bebeğin ilk giyeceği eşyaları avo nene satın alır ve ilk olarak o giydirir. Avo nene hastanede anneyi de giydirir ve çocukla beraber evine getirir. Loğusa olan kadını avo nene üç gün arayla banyo yaptırır ve hazırlamış olduğu yatağına yatırır. Yatağa ekseriyetle el işi oyalarla süslenmiş en güzel çarşaflar serilir. Gelen misafirlerin kutlamalarını anne bu yatakta kabul eder. Yeni doğan çocuk da bu yatakta anne ile birlikte bulunur. Avo nene bunlara ilave olarak çocuğu da kırk gün ara vermeden yıkamakla yükümlüdür. Ebe (avo nene veya avo anne); kocanın amca karıları, hala veya kocanın yakın akrabalarından olan kadınlardan biridir. Hamile kadının baba tarafından veya yakınlarından seçilmez. Bazen komşulardan tecrübeli yaşlı kadınlar da ebe olarak tayin edilebilir. Resne ve civarında yaşayan Müslümanlarda doğum esnasında özel olarak ebe seçilmez. Civardan veya yakın akrabalardan becerikli olan veya bu işten anlayan kişiler tercih edilir. Doğum yaptırırken gereken eşyalar ve ılık su hazır halde bulundurulur. Bu eşyalar arasında doğacak bebeğe bağlanacak bezler, göbeğin kesileceği makas, göbeğin bağlanacağı ip, bebek için ilk eşyalardan olan zıbın, kundak malzemesi ve bebeğin sarılacağı battaniye önceliği teşkil eder. 1.2.2. Doğum Esnası Gostivar ve yöresinde yaşayan Müslümanlarda doğum hem kız hem de erkek tarafı için neşe ve heyecan kaynağıdır. Daha hamilelik döneminden kadının giyeceği özel eşyalar temin edilir. Hamileliği sırasında kadının bol elbise giymesi gerekir. Ayrıca, ağır kaldırmak, yüksekten atlamak, fazla yorulmak gibi davranışlardan kaçınması gerekir. Hamilelik esnasında kadınlara, kendilerine ve bebeğe zarar 57 gelmemesi düşüncesiyle iyi bakılır. Hamilelik döneminde kadın cenazeye giderse parmağına kırmızı bir iplik bağlanır. Hamileliğin sekizinci ayına gelindiğinde ise kadın, ailesi dâhil hiçbir yere misafirliğe gitmez. Doğum sancılarının başlamasıyla hamile kadın hastaneye kaldırılır, doğum jinekolog ve hemşireler tarafından gerçekleştirilir. Teknolojinin gelişmesi ve ilerlemesiyle artık doğumun ebe tarafından yaptırılması hemen hemen ortadan kalkmış gibidir. Çocuğun doğumundan sonra normal, yani bilinen kundaklık yapılır, ilk süt doğumdan hemen sonra verilir. Ana sütü yoksa süt tozu sıvılaştırılarak biberonla verilir. çocuk ılık su ile yıkanır. Doğumdan sonra kız tarafına bir çocuk aracılığıyla müjde verilir. Haberi getiren çocuğa para verilir. Kadın hastaneden çıkarıldıktan sonra eline kına yakılır. Kız tarafı ziyarete gelir, kadının annesi ziyareti sırasında çocuğa altın hediye eder.111 Ustrumca’nın Yüksek Mahalle köyündeki Müslümanlarda doğum evde ebe tarafından yaptırdığında bir tekne ve çocuğu yıkamak için su hazırda bulundurulur. Çocuğun sarılması için tenini incitmeyecek pamuktan havlular kullanılır. Önceleri Resne ve civarında, doğum genelde evlerde, tecrübeli kadınlar tarafından yaptırılır, mecbur kalınmadıkça hastaneye gidilmezdi. Son zamanlarda ise genellikle hastaneler tercih edilmektedir. Doğan bebeğin kardeşi varsa, ona ilk olarak bebeğin ayakları gösterilir. Bu esnada da bebeğin ayakları arasına bir yumurta koyulur. Bu yeni bebek bir hediye getirmiş anlamını taşır. Böylece büyük kardeşin bebeği kıskanmaması, ona iyilikle yaklaşması, ona karşı sevgisinin eksilmemesi temin edilmeye çalışılır. Türkiye’nin değişik yerlerinde doğum esnasında sancılar geldiğinde gebe kadın odada gezdirilir, seccade, yorgan, battaniye gibi şeylerle sarılır. Gebe eşik, süpürge, kadın pisliği, gazi kılıcı gibi şeyler üzerinden atlatılır. Doğumu ebe ana yaptırır. Yanında yakınları yardımcı olarak bulunur. Doğan çocuk erkek ise çok sevinilir. Kız ise Allah vergisi olduğu söylenir.112 Türkiye’nin Kars yöresinde, kız doğarsa bereket, erkek doğarsa devlet (zenginlik) olacağı inancı vardır.113 111 Kaynak kişi, Resul Zeynulahi, Gosivar. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.40. 113 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 79. 112 58 1.2.3. Göbek Bağıyla İlgili İnanışlar Geçmişte, doğumun ebeler tarafından yapıldığı zamanlarda, doğan çocuğun göbeği ebeler tarafından kesilirdi. Onların ölçülerine göre göbek, üç parmak sağdan ve üç parmak soldan (bazılarına göre dörder parmak sağdan ve soldan) bırakılır ve ortası bağlanırdı. Göbek bağı bir hafta içinde kuruyup düşer (damlar). Göbeğin fazlası düştüğünde ev halkı tarafından alınıp saklanır. Düşen bu kısım ya sarılarak daha sonra çocuğun sağ omzuna asılır ya da sevap olduğu ve evi beklediği inancıyla evde saklanır. Ebeler, ebeliği ekseriyetle ihtiyarlardan görüp öğrenmişlerdir. Gostivar ve yöresindeki halk arasında üç ebelik yapmanın ve üç cenaze yıkamanın çok sevap olduğu yaygın bir kanaattir. Önceden çocuğa kundak yapılır, eller 40 gün öne doğru bağlanırdı. Şimdilerde ise, genelde hastanede doğum yapıldığı için, hemen giysiler giydirilmektedir. Gostivar ve civarında doğum esnasında göbek kordonu bebeğin boğazına sarılı ise, daha sonra doğacak çocuğun da aynı cinsten olacağına inanılır. Yani doğan bebek kız ise ve boğazı göbek kordonu ile sarılı ise, bir sonraki bebeğin de yine kız olacağı kabul edilir. Doğum esnasında bebeğin boğazı göbek kordonuyla kaç defa sarılı ise, kadının gelecekte o kadar çocuğu olacağı düşünülür. Yani yeni doğan bebek erkek ise ve bebeğin boğazı göbek kordonuyla iki defa sarılmış ise, annenin gelecekte iki erkek çocuğu daha olacağı varsayılır.114 Doğan bebeğin göbeği, üç veya dört parmak uzunluğunda sıkıca bir bez parçasıyla bağlandıktan sonra kesilir. Göbek bağı bir hafta içerisinde kuruyarak kendiliğinden düşer. Düşen göbek bağı sarılır ve çocuğu nazardan koruyacağı inancıyla omzunun sağ tarafına takılır. Ya da bazen temiz kalması için akıntılı sulara atılır. Resne ve civarında yaşayan Müslümanlarda, doğmuş olan erkek bebeklerin göbeği dört parmak, kızların ise üç parmak uzunluğunda kesilir. Erkeklerin göbeğinin daha uzun kesilmesi, erkeğin söz sahibi ve gür sesli olacağı düşüncesiyle yapılır. Kızlarınkinin daha kısa kesilmesi ise, seslerinin daha kısık olması, daha düşük sesle konuşmaları arzusuyladır. Erkek doğurmuş olan kadının göbeği ise kesildikten sonra erkek evladı olmayan kadınlara verilir. Bazılarının göbekten 114 Kaynak Kişi, Hidafet Veyseli, Gostivar 59 kesilen parçayı yemeğin içine atıp yedikleri de söylenir. Bazı kimseler ise göbek bağını banyo yaptığı suyun içine atarak yıkanırlar. Bazen de erkek çocuğu olmasını isteyen kadın, duşun altına girer, kesilmiş göbek bağı bir süzgeç içinde başının üzerine koyulur ve duştan gelen suyu süzgecin içinden geçirerek banyo yapar. Banyodan sonra göbek parçası bir bez parçası ile sarılır ve kadının yattığı yastığın altında hamile kalıncaya kadar saklanır. Erkek doğurmuş kadınlar, göbek bağını yakın akraba dışında kimseye vermezler. Aksi takdirde ileride, çocuk büyüyüp evlendiğinde, erkek çocuğu olmama ve rızkının da kesilme ihtimali bulunduğuna inanılır. Bütün bunlara rağmen çocuğunun göbek bağını vermiş olan bir annenin daha sonra çocuğunun oğlu olduğunu görmesi de vakidir.115 Romanya’nın Dobruca Türklerinde kesilen göbek parçası ev kapısının eşiğine gömülür. Bu uygulama aile fertlerin uğuru ve sağlığı için yapılır. Bazıları ise gömülen göbek parçasını çocuk büyüyünceye kadar saklar. Bunun çocuğun kısmeti olduğuna inanılır. Türkiye’de de göbek bağı ile farklı uygulamalar mevcuttur. Mesela kesilen göbek bağı cami avlusuna, ıssız yerlere, gül ağacının altına ve ev çevresine gömülür. Çocuğun rahat uyuyabilmesi için de göbek bağı bebeğin yastığına dikilir.116 Kırgız Türklerinde bebeğin göbeği ebenin ayakkabısının kenarına koyularak kesilir. Bu uygulama ile çocuğun uzun ömürlü olacağına inanılır. Kırgızlarda ebe, tecrübeli, çok çocuk sahibi olmuş kadınlardan seçilir. Ebeye çok önem verilir, zira artık o çocuğun ikinci annesi sayılır. Bundan sonra bütün törenlere özel davetli olarak çağırılır. Kırgızlar da göbek kesme ve göbeğin atılacağı yer konusunda dikkatli davranmaktadırlar. Çocuğun bolluk içinde ve çocuk sahibi olması için göbek parçası bir meyve ağacın dibine gömülür. Kardeşler arasında geçim olması ve kardeşlerin birlik içinde yaşamaları için, bütün kardeşlerin kesilen göbek parçaları toplanıp beyaz bir mendil içine konulup bol meyve veren bir ağacın dibine gömülür.117 Türkiye’de doğumla birlikte gelen plasentaya “eş” veya “son” denir. Makedonya’da ise “son” ifadesi daha yaygındır. Doğu Anadolu’da eş veya son, gelecekte çocuğun ne olması isteniyorsa, ona uygun yerlere gömme düşüncesi 115 Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 41,42; Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 54,55. 117 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 79. 116 60 hâkimdir. Mesela çocuğun okuması isteniyorsa, okul duvarına gömülür.118 Batı Trakya Türklerinde eş’in düşmesi için kadına kına yakılmakta veya ayva ya da havas yaprağı kaynatılıp suyu içirilmektedir.119 Türkiye’nin değişik yörelerinde göbek makas, ustura, bıçak, jilet gibi aletlerle kesilir. Göbek ne kadar uzun olursa çocuğun sesinin o kadar güzel olacağı inanışı vardır. Kesilmiş olan göbek bağını fareler yiyecek olursa çocuğun hırsız olacağı, göbek bağı rasgele bir yerlere atılırsa çocuğun gözünün dışarılarda olacağı, denize veya dama atılırsa çocuğun zengin olacağı inanışı hâkimdir.120 Mesela Erzincan’da çocuğun sesi güzel olsun diye, sesi güzel olan biri yeni doğmuş olanın ağzına tükürür veya çocuk genç bir kızın memesinden emzirilir.121 1.2.4. Doğum Esnasında Koca Makedonya’daki Müslümanların genelinde doğum esnasında kocanın evden uzak olması istenir. Kocanın evde durması ayıp sayılmıştır. Ancak bu durum doğumların evlerde yapıldığı zaman söz konusudur. Hastanede gerçekleştirilen doğumlarda ise, baba dışarıda bekletilir, bebek olduktan sonra erkek mi, kız mı olduğu haberi hemşireler veya doktor tarafından verilir. Bunun üzerine de baba doğumu yaptıranlara hediyeler verir. Ustrumca ve yöresindeki Müslümanlarda da doğum evde gerçekleşecek ise, bu esnada koca evden uzakta bekletilir. Bu şekilde koca doğumun gerçekleşip gerçekleşmediği haberini bekler. Bu haberi kendisine ulaştırana genelde para olarak bir müjde verir. Türkiye’nin genelinde ve Türkiye dışında yaşayan Türklerde de, genelde doğum esnasında koca evden dışarıda bekletilir. Doğum olduktan sonra kendisine, erkek veya kız olduğu müjdesi verilir. Erkek evlat olduğunda daha çok sevinilir. Kız olduğunda ise Allah vergisi, yeter ki sağlıklı olsun şeklinde dua edilir. 118 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 79. Dede, Batı Trakya Türk Folkloru, s. 97. 120 Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s.52. 121 Küçük, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, s. 250,251. 119 61 1.3. DOĞUM SONRASI ADETLERİ 1.3.1. Yıkama Makedonya genelinde ilk yıkama veya kırk gün bebeği yıkama diye bir uygulama vardır. Fakat bu hususta da bölgesel olarak bazı farklılıklara mevcuttur. Şimdi ilk önce bu farklılıkları belirtecek, sonra da Türkiye’nin bazı bölgelerindeki uygulamalar ve inançlarla kıyaslamaya çalışacağız. Gostivar ve civarında yaşayan Müslümanlarda, yeni doğan bebeklerin “avo nene” denilen ebe tarafından yıkanılması mecburi bir uygulama olarak yerine getirilir. Kırk yıkaması sırasında bebeğin suyuna yumurta, şeker ve tuz atılır. Çocuğun suyuna tuz atma Kırgız Türklerinde de görülen bir adettir.122 Bu uygulama ile bebeğin cildinin güzel olacağı düşünülür. Yıkama esnasında ebeye yardım edecek bir kişi daha hazır bulunur. Su dökme, yıkama ve pamuklu havlu ile kurulama esnasında bu yardımcıya ihtiyaç duyulur. Ebe bebeği yıkarken gözlerinin siyah, kaşlarının yay gibi, ağzının pare gibi yuvarlak, burnunun koç gibi, yüzünün ay gibi, teninin yumurta gibi ve toplu olması için dua eder. Bu hususlar bebeğin her yıkanışında dile getirilir. Yani kırk gün, sıra ile hem bebek yıkanır hem de dualar edilir. Yapılan işin kutsal bir iş olduğu düşünüldüğünden yıkama esnasında edilen duaların makbul olacağına inanılır. Ustrumca ve yöresindeki Müslümanlarda bebeğin bakımını ebe yüklenir. Bu esnada yapılması gerekenler ebe tarafından yerine getirilir. Yıkama da onun tarafından yapılır. Ebe bebeği göğsünden tutarak tekneden bir miktar yükseğe kaldırır, yardımcısı da bu esnada ılık su döker. Bebek yıkandıktan sonra, özellikle pamuktan olması dikkat edilen bir havlu ile sarılıp kurulanır. Daha sonra bebek kundaklanarak beşiğine yatırılır. Kırklanıncaya (kırk gün oluncaya) kadar yıkanan bebeğin teknesindeki suyuna tuz ve yumurta atılır. Bu bebeğin teninin kokmaması ve vücudunda sivilcelerin çıkmaması için yapılmaktadır. Resne’de yaşayan Müslümanlarda yıkamayı, özel olarak ebeler değil, ev halkından becerebilen kişiler yapar. Bazı bölgelerde ise özel olarak yıkamak için ebeler tayin edilir. Yıkanan çocuğun suyuna çocuğun sevimli olması için tuz ve şeker atılır. 122 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 95. 62 Romanya’nın Dobruca Türklerinde bebek, yumurta, bazı bölgelerinde ise yumurta sarısı ve şeker karışımı su ile yıkanır. Yumurta çocuğa kuvvet ve temizlik vermesi, şeker ise çocuğun tatlı olması içindir. Diğer bazı bölgelerinde ise bebeğin teni, kokmasın diye tuzlanır ve daha sonra su ile yıkanır.123 Türkiye’de çeşitli yerlerde çocuk doğduktan sonra göbeği kesilir ve tuzlandıktan sonra yıkanır. Tuzlama işi çocuğun vücudunun kokmaması, terlememesi, kibirsiz olması için yapılır. Bazı bölgelerde ise yıkama suyuna ince tuz, tuz-şeker, tuz-bal-tereyağı atılarak çocuk yıkanılır. Balıkesir’de çocuğun zengin olması için suyuna para atılır.124 Batı Trakya Türklerinde doğum genelde ebe tarafından gerçekleştirilir. Doğumdan sonra çocuğun göbeği, başparmağın ikinci büklümüne kadarki uzunlukta kesilir. Kesilen göbek ebe tarafından yedi kat iple bağlanır. Daha sonra yıkanır ve bellenir (bezlenir). Annesi çocuğu, günün beş vakit namazdan üçü geçinceye kadar emzirmez. Daha sonra ilk emzirmesini gerçekleştirir. Çocuk üç günlük olunca tuzlu suda yıkanıp ayrıca tuzlanır. Teninin kokmaması için çocuk tuzlu olarak üç gün bırakılır. Üç gün sonra temiz su ile yıkanır. Çocuğun banyo yaptığı suyun içine demir para ve çiğ yumurta atılır.125 Makedonya Müslümanlarında çocuk kırk gün ardı ardına avo anne ve yakınları tarafından yıkanır. Her yıkamada suyuna tuz, şeker, yumurta atılır. Sonra kurulanıp kundak yapılır. Zarar gelmesin diye çocuk oda içinde leğende yıkanır. Ebe her yıkamada bebeğin burnunu çeker ve dualar okur. Bunun nedeni çocuğun burnunun koç gibi olması isteğidir. Makedonya’da çocuğun kırk gün yıkanmasına kırklama denir. Kırk gün yıkamanın nedeni de kırk gün içerisinde bebeğe bir kötülük gelebileceği ve ölebileceği inancından dolayıdır. Bu nedenle bebeğin ve loğusa kadının evden dışarı çıkması da sakıncalı görülür. Kırk gün yıkama bitince, kırkı çıktı diye bir rahatlama hissedilir. Kırkıncı gün yıkamada ayrı bir uygulama yoktur, fakat kırk günden sonra bebek ve loğusa kadın evden dışarı çıkabileceği için bir rahatlama hissedilir ve ilk olarak ebe ziyaret edilir. Kırklamadan sonra bebeğin ilk defa gittiği her evde, ikişer yumurta verilir. Bu, çocuğun evine sıçanların dolmaması için yapılır. 123 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.43. Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 56. 125 Dede, Batı Trakya Türk Folkloru, s. 97. 124 63 Bebeğin kırk gün yıkanması loğusa kadın için de söz konusu olan bir uygulamadır. Bu esnada bebeğin giysilerinin de kırk gün süreyle yıkanması gerektiğine inanılır. Kurulamak için elbiseler kesinlikle dışarıya asılmaz, bu iş için evin içerisi kullanılır. Bu uygulama bebeğe ve loğusa kadına şeytan, cin gibi varlıkların zarar vermesinden korkulduğu için yapılır. Kırk günden sonra ise bebek ve loğusa kadına yeni elbiseler giydirilerek evden dışarı çıkarılır. Yeni doğan çocukların kırk gün yıkama uygulaması, Türkiye’nin bazı bölgelerinde de görülmüştür. Diğer bazı bölgelerde ise, bebek ve loğusa kadının yedi, sekiz ve yirminci günlerinde yıkanması yaygındır. Mesela bebeğin üçüncü gün, dördüncü gün, onuncu gün ya da ilk kırk gün içinde her gün ve her hafta yıkanabileceğine inanılır.126 Romanya’nın Dobruca Türklerinde, Makedonya Müslümanlarındaki gibi kırk gün ardarda bebeğin yıkanması gerektiğine inanılır.127 Yeni doğmuş çocuğun ileride vücudunda yara çıkmaması, vücudunun güzel olması ve sağlığının iyi olması için Kırgızlar, çocuğu tuzlu su ile yıkarlar. Bazen ise çocuğun sağlıklı, güzel ve temiz olması için çocuğun yıkandığı suya altın tozu atılır. Çocuğun yıkandığı su, kuru ve temiz bir yere boşaltılır. Eğer akarsuya ve nemli bir yere dökülürse, çocuğun ilerde hasta olacağına inanılır. Kırkıncı günü çocuk yakın akrabaları tarafından yıkanır. Hazırlanan suya kırk ayrı kişiden toplanan kırk kaşık su katılır. Bazen koyunun dışkısından kırk parça toplanır ve bu suya katılır. Böylece çocuğun çok zengin olacağına inanılır.128 1.3.2. Kurban Kesme Makedonya’da yaşayan Müslümanlar arasında çocuğun doğumu nedeniyle az da olsa kurban kesme âdetine tesadüf edilmiştir. Bazı köylerde hâlâ bu uygulama yerine getirilir. Bu uygulama daha ziyade doğum gerçekleşmeden evvel ailenin doğacak olan bebeğim sağlıklı olursa kurban keseciğim diye adakta bulunduğu takdirde, nezrin yerine getirilmesi açısından doğum gerçekleştikten sonra kurban kesilmesi şeklinde olur. Bu kurbanın eti fakirlere dağıtılır. 126 Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 56–57. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.43. 128 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 81, 95. 127 64 Yine, uzun zaman evlat sahibi olamamış kimseler, çocuk sahibi olduklarında, sevindiklerini belli etmek amacıyla kurban keserler. Zor hamile kalan kadınların, kısa zamanda hamile kalması için de aileleri tarafından kurban kesilir. Ekseriyetle ilk hamilelik olduğunda, bazı aileler kurban adamakta, çocuk olunca da kesmektedirler. Erkek evlat sahibi olanlar veya doğmuş olan kız çocuklardan sonra bir erkek evlada sahip olanlar sevinçlerinin karşılığı olarak kurban keser ve bunu fakirlere dağıtırlar. Zengin olanlar da, özellikle sağlıklı bir erkek evlada sahip olduklarında kurban keserek etini fakirlere dağıtırlar. Yine dindarların da şükür kurbanı kestiği görülmüştür. Resne ve civar köylerde yaşayan Müslümanlar bebek adına kurban keserler. Bu kurban akrabaların davet edildiği gün kesilir, mevlid okutulup akrabalara yemek olarak ikram edilir. Romanya’nın Dobruca Türklerinde de uzun zaman çocuğu olmayan aileler, varlıklı aileler ve adakta bulunmuş aileler tarafından nadiren de olsa kurban kesildiği görülmüştür. Kesilen kurban komşu ve fakirlere dağıtılır.129 Türkiye genelinde kız çocuk olduğunda değil, erkek evlat olduğunda kurban kesilir, ağaç dikilir, helva yapılır. Bu evlat helvası olarak dağıtılır. Bazı yerlerde ise bebeğin sağlıklı doğması nedeniyle şerbet dağıtılır.130 Bazı bölgelerde ise kurban kesilir. Mesela Muş’ta çocuğun yaşaması için yedi yaşına kadar her yıl kurban kesilir. Malatya ve Kars yörelerinde de çocuk sahibi olmak isteyenler kurban keserler.131 1.3.3. Loğusa Kadının Durumu ve Bununla İlgili İnanışlar Doğumun sebep olduğu kan kaybı ve ardından gelen loğusalık dönemi yüzünden, doğum olayı ekseriyetle tabularla kuşatılmıştır. Bu esnada hem anne, hem de çocuğun korunması açısından kötü niyetli güçleri bertaraf etmek için bazı adetler ve uygulamalar mevcuttur. Zira gerek doğum anı, gerekse doğumdan sonraki kırk günlük dönem anne ve bebek açısından en hassas dönem olmakta, dolayısıyla bu dönemle ilgili birçok halk inanışı karşımıza çıkmaktadır. Yaptığımız araştırmalar 129 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.47. Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 60–61. 131 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 80. 130 65 sonucunda Makedonya genelinde loğusa kadınla ilgili değişik inanışlar ve uygulamaların var olduğu görülmüştür. Bu inanış ve uygulamalar bölgesel olarak birbirinden farklılıklar arz etmektedir. Gostivar bölgesinde loğusa kadına sütünün daha bol olması için boza, tatlı yiyecekler ve değişik meyve suları içirilir. Loğusa kadının ve yeni doğmuş olan bebeğin eşyaları kırk gece dışarı bırakılmaz. Yani yıkanmış olan eşyalar kuruması için dışarıya değil balkonlara asılır. Saçak altına eşya asılmamasına kesinlikle dikkat edilir. Zira kötü ruhların saçaklarda olduğu düşünülür. Yine kötü cinlerin loğusa kadına ve çocuğa nüfuz edebileceklerinden de çekinilir. Bu konularda Makedonya’daki Müslümanların çok derin ve hassas inanışları olduğuna dikkat çekilmiştir. Kırk gün loğusaya iş yaptırılmaz. Kırk gün kötü ruhların çarpmaması için anne aynaya baktırılmaz. Güneş kavuştuktan sonra dışarı çıkarılmaz. Aksi takdirde sütünün kesileceğine inanılır. Fakat anne dışarı çıkmak mecburiyetinde kalırsa korunmak için mutlaka başörtüsüyle sarınmak zorunda kalır. Bu uygulama, kötü ruhların loğusa kadına zarar vermemesi için kendini gizleme amaçlıdır. Bu kırk günün loğusa olan kadın için tehlikeli olduğu kadar çocuğu için de büyük tehlikeler taşıdığına inanılır. Mesela, kadının loğusalık döneminde ve daha sonra da çocuğun üstünden atlaması iyi sayılmaz. Atlandığında çocuğun büyümeyeceği, boyunun uzamayacağı kabul edilir. Bunun için alınan tedbir, üzerinden atlayan kişiden tekrar ters yönde atlaması istenir. Bu uygulama Makedonya’da yaşayan Hıristiyanlar arasında da yaygındır. Buna benzer uygulamalar Türkiye’nin bazı bölgelerinde de dikkati çeker.132 Makedonya Müslümanları arasında yaygın olan bir diğer uygulama, çocuk esnediği zaman yanında bulunanın şahadet parmağını alt dudağından üst dudağına doğru üç defa gezdirmesi ve iyi dilekli sözler söylenmesidir. Bunun çocuğa sağlık esenlik getireceğine inanılır. Bu inanış da Türkiye’nin değişik bölgelerinde dikkati çekmektedir. Yine, Midilli Rumlar arasında da rastlanmaktadır.133 Loğusa kadın kırk gün boyunca kesinlikle makyaj yapmaz. 132 133 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.155. Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.155. 66 Loğusa ilk defa annesine gideceği zaman, evden çıkacağı sırada ayrılmadın önce önünde bir tabak veya kapak kapatılır. Bununla bebeğin ağlamamasına engel olunacağına inanılır. Loğusa kadınların sütü kesildiğinde bunun nazardan olduğuna inanılır. Bunu kaldırmak için etraftaki yedi komşu evinden ekmek parçaları toplanır. Bunlar bir gece gecelemesi için bir söğüt dalına bırakılır. Ertesi gün bu ekmek lokmaları alınır ve loğusa kadına yedirilir. Bu uygulama ile sütünün tekrar geleceği, nazarın giderileceğine inanılır. Loğusanın mezarının kırk gün açık olduğuna inanılır. Onun için kırk gün evden çıkmamasına özenle dikkat edilir. Çıktığı takdirde uğrak alacağı (çarpılacağı) ve ölebileceğine inanılır. Loğusa kadın en az üç gün yatakta kalır. Tam kırk gün veya temizleninceye kadar kocadan uzak durur, gerektiğinde de ayrı yataklarda yatarlar.134 Loğusanın ve bebeğin çamaşırları, kötü ruhlardan kötülük geleceğine inanıldığından gece dışarı bırakılmaz. Ustrumca ve yöresinde, loğusa kadının kırklanıncaya kadar geceleri evden çıkması izin verilmez. Dışarı çıkan loğusa kadına geceleri cinlerin çarpacağına inanılır.135 Resne ve çevredeki Müslümanlarda, loğusa kadının akşam komşudaki ışıkları kesinlikle görmemesi, dışarı çıkmaması gerekir. Eğer buna dikkat edilmezse kadının sütünün kesileceğine inanılır. Bazı yörelerde ise loğusa ve bebeğin neden yalnız kalınmaması gerektiği bilinmese de, bu husus eski bir gelenek olarak kabul edilip uygulanır. Makedonya genelinde çok yaygın olan husus “kötü göze” alınan tedbirdir. Bunu önlemek için nazarlık, maşallah gibi takılar çocuğu da, loğusayı da korumak için kullanılan yaygın gereçlerdir. Bebek, ilk kırk gün kötü ruhlardan korunmak amacıyla yalnız başına bırakılmaz. Yine bu kırk gün için bir bardak su alınır ve içine süpürge telleri konulur. Bu bardak kırk gün bebeğin başucunda bırakılır. Bu uygulama ile bebeğin kötü ruhlardan, cinlerden ve her türlü kötülükten korunacağına inanılır.136 134 Kaynak kişiler: İsmiye Aliyi, Şevale Mustafa ve Hanife Nuredini. Kaynak Kişiler: Ayşe Destan ve Sefade Destan, Ustrumca. 136 Kaynak kişi, Nezafet Hanci. 135 67 Romanya’nın Dobruca Türklerinde loğusa kadın ve bebek kırk güne kadar yalnız bırakılmaz. Onların yanlarında mutlaka birilerinin bulunması gerekir. Böylece onların perilerden, cin ve şeytandan, kötü ruhlardan korunacağına inanılır. Yine, loğusa kadının ilk kırk gün dışarı çıkmasının günah olduğu kabul edilir. Loğusanın bastığı çimenin kuruyacağına inanılır. Loğusanın getireceği su haram kabul edilir137 Türkiye’nin çeşitli yerlerinde de kırk basmaması için loğusa ve bebek yalnız bırakılmaz. Kırk basması kırk gün için geçerlidir. Bu dönemin loğusa kadına ve bebeğe kötülük gelmesi için daha elverişli olduğu ve hasta olma ihtimallerinin daha yüksek olduğu düşünülür. Loğusa ve bebek kesinlikle evde tek başına bırakılmaz. Bırakıldığı takdirde loğusanın başucunda Kur’an-ı Kerim, ekmek, süpürge, kuru soğan, haymalı (muska) veya bunlardan bir ya da birkaçı koyulur. Orak, bıçak, makas, çörek otu, at yuları gibi şeyler de loğusanın yastığı altına bırakılır. Kırklayıncaya kadar geceleri çırağ yakılır. Bunlarla loğusa ve bebeğin korunacağına inanılır.138 Diğer bir koruma yöntemi de, loğusanın ve çocuğun yastıklarına veya başka yerlere al kurdele bağlamak, anneyi ve bebeği görmeye gelenlere al renkte şerbet (loğusa şerbeti) ikram etmektir. Nazarın etkilerinden biri ananın sütünün kesilmesine sebep olmasıdır. Sütün kesilmemesi için, ziyarete gelenler ayrılıp giderken bebeğin annesi onlara “güle güle” dememelidir. Çünkü sütün bu sözün etkisiyle gezmeye çıkabileceğine ve kesilebileceğine inanılır.139 Batı Trakya’da, ilk üç günde annenin bebeğini kesinlikle yalnız bırakmaması ve ona arkasını dönmemesi gerekir. Dönerse ve yalnız bırakırsa çocuğun sarılık olacağına inanılır. Kadının loğusalık döneminde akrabalar ziyaretine gelirler. Bu ziyaretler esnasında, gelen kadınlar annenin yatağına oturtulmaz, gelenlere anne kendi eliyle hiçbir şey ikram etmez. Bunlardan biri gerçekleşmiş olursa annenin sütünün kesileceğine inanılır.140 Bunlara benzer inanış ve uygulamalar Kırgız Türklerinde de görülmüştür. Kırgızlarda çocuk sahibi olmayan kısır kadınlar, loğusa kadının yanına sokulmaz. Loğusa, cenaze gibi soğuk merasimlere katılamaz. Zira dirinin kırkı ile ölünün kırkının karışacağına, kırk basması olacağına, diri insanın zarar göreceğine inanılır. 137 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.49. Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 81,86. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.50-51. 139 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.153. 140 Dede, Batı Trakya Türk Folkloru, s. 97. 138 68 Kötü ruhların ve şeytanın zarar vermemesi için, loğusa akşamları tek başına dışarı çıkmaz, çocuğu evde tek bırakamaz. Sütünün bol olması için yeme, içme ve temizliğe dikkat eder. Kırkı çıkıncaya kadar, nazar değmemesi için çocuğu mümkün olduğu kadar herkese göstermez. Gelen misafirlerle eliyle değil, kafasıyla selamlaşır. Kırk gün içerisinde ağır iş işlemez, temizliğe dikkat eder, kendisini sıcak tutar. Bu hususlara dikkat etmeyen kadın inanışa göre hastalanır ve bir daha çocuk sahibi olamaz. Loğusa kadın kırkı çıkıncaya kadar saçlarını kesmez, kestiği takdirde çocuğun kısa ömürlü olacağına inanılır. Kırkı çıkmamış iki kadın birbiriyle görüşemez. Görüştüklerinde kırk basması olacakları düşünülür. Adetli kadınların da loğusa kadını ziyaret etmesine izin verilmez. Ziyaret ederlerse çocuğun hastalanacağına inanılır.141 1.4. YENİ DOĞMUŞ ÇOCUKLA İLGİLİ UYGULAMALAR Makedonya’da yaşayan Müslümanlar çocuk sahibi olduklarında, kendi kültürel ve geleneksel farklılıklarına göre değişik şekillerde kutlamaktadırlar. Bu uygulamalar bazı bölgelerde daha sakin ve sade iken, diğer bazı bölgelerde ise daha coşkulu ve kalabalık bir şekilde gerçekleştirilir. Doğmuş olan çocuğun erkek veya kız olması bakımından kutlamalar daha coşkulu veya daha sakin ve sade bir merasimle icra edilir. Mesela, çocuk olmadan önce bile eğer erkek olursa şu kadar kişiyi, kız olursa şu kadar kişiyi davet edeceğim diye adakta bulunmak, Makedonya’daki Müslümanlarda var olan adetlerdendir. Makedonya’nın Gostivar, Kalkandelen ve civarında yaşayan Müslümanlarda bu farklılıklar ve kalabalık kutlamalar daha belirgindir. Aynı zamanda bu kutlamalar daha uzun yapılmaktadır. Gostivar ve çevresindeki Müslümanlarda doğumdan sonra, hastaneden çıktıktan sonraki birkaç gün içerisinde çocuk için merasim gerçekleştirilir. Bu merasimin geneline “ülelık” denir. Tatar Türklerinde “Loksa Toy”, Dobruca Türklerinde ise “Cümbüş” adı verilir.142 Merasim üç gün sürer. İlk gününe “akıtma günü” denir. Akıtma (yağ içinde hazırlanan un, yağ, yumurta ve sütle yapılan bir yiyecektir) anneanne tarafından hazırlanılır. Meşakkatli olan bu yiyecek hazır edildiğinde çocuğun evine getirilir ve misafirlere ikram edilir. Anneanne bu 141 142 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 94,95. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.59. 69 akıtmalardan birini güz yumurtası ile hazırlar ve yemesi için kızına, yani loğusa olan anne adayına verir. Doğumdan sonra çocuğun yüzü mendil ile örtülür. Anneanne ilk gelişi olduğu için, çocuğu merak eder ve onu görmek için yüz örtüsünü açmak ister. Bunun için anneanne yüz örtüsünü altın ile açmalı ve çocuğa altın vermelidir. Bu güne genelde yakın akrabalar davet edilir. Bu güne has olan akıtma da davetlilere çay ile ikram edilir. Çocuk için yapılan bu tören, doğumdan sonraki bir hafta içerisinde yapılmalıdır. Kadınlardan davet edilenler toplanır. Töreni düzenleyen ailenin ekonomik durumuna göre 100–500 kişi arasında kadınlardan davet edilenler bir araya gelir. Anne yatakta bebekle birlikte oturur. En güzel kıyafetlerini giyer. Yataklar da en iyi şekilde süslenir. Bazı bölgelerde bebeğin başı ucuna nazar boncuğu takılır. Bebeğin yüzü de kapalı olur. Misafirler geldiğinde annenin ve bebeğin bulunduğu odaya girerler. Anneye “geçmiş olsun”, “hayırlı olsun”, bebek için ise “Allah analı babalı büyütsün”, “Allah uzun ömürler versin” gibi dileklerde bulunurlar. Bazıları dilekte bulunduktan sonra, bazıları da çocuğun yüzünü açıp maşallah dedikten sonra hediyesini verir ve odadan ayrılır. Daha sonra evin büyükleri de davetliler tarafından tebrik edilir. Buna benzer uygulamalar Tatar Türklerinde de gözlemlenmiştir.143 Merasimin ikinci gününde ülelık (öğlelik) denilen bir davet gerçekleştirilir. Bu davet de sadece kadınlara mahsustur. Bu davete hem baba tarafından, hem de anne tarafından akrabalar davet edilir. Kalabalık bir merasim gerçekleştirilir. Bu merasimde bütün harcamalar baba tarafından karşılanır. Bu davette bütün misafirlere yemek ikram edilir. Her davetliye ayrı ayrı servis yapılır. Tatlılar ise davete iştirak edenler tarafından getirilerek misafirlere sunulur. Bu merasimde tatlı getirmek adettir. Gelenler çocuk ve anneye de hediyeler getirir. Hediyelerin değeri akrabaların yakınlığına göre değişir. Daha uzak akrabalar ise bonbonyera denilen çikolata getirirler. Anneanne ve babaannenin çocuk ve anne için almış oldukları bütün eşya ve hediyeler ülelıge iştirak edenlerin görmesi için sergilenir. Yakın akrabaların getirmiş oldukları eşyalar da bu sergiye dahil edilir. Törende kadınlar tarafından 143 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.60. 70 mevlid ve ilahiler okunur. Bu uygulama Makedonya’nın batı bölgesinde, özellikle de Üsküp, Kalkandelen, Gostivar kasabaları ve civarlarında daha yaygındır. Merasimin üçüncü gününde ise petuliça (un, tuz ve suyla yapılan bir çeşit yufka) günüdür. Bu güne de ilk güne iştirak eden yakın akrabalar gelirler. Petuliça denilen bu yiyecek içine ceviz ve tereyağı koyulur ve gelen misafirlere öğle yemeği olarak bal ve ayran ile birlikte ikram edilir. Merasim öğleden sonra başlayıp akşam ezanı okunduktan sonraya kadar devam eder. Davete iştirak edenler, törenden ayrılırken ev halkı tarafından uğurlanır. Bu esnada misafirler yeni doğan erkek ise “yetişelim, evlendirelim”, “sünnetine de ulaşalım”, “sağlıklı büyüsün” gibi sözler söylerler. Kız çocuk ise “analı babalı büyüsün”, “Allah sağlık versin”, “hayırlı bir evlat olsun” gibi dileklerde bulunurlar. Bu uygulama bilhassa Makedonya’nın kuzey-batı bölgesi ve civarında göze çarpar. Merasimin üçüncü gününün akşamında yakın akrabaların erkekleri davet edilir. Bu davette hocalar tarafından mevlid okunur. Bebeğe isim verme genelde mevlid okuduktan sonra gerçekleştirilir. Hocalar tarafından mevlid okunduktan sonra, hoca bebeği alıp kulağına ezan ve kamet okur. Sonra da istenilen ismi bebeğe vererek hayırlı evlat olması için dua eder ve böylece uygulama sona ermiş olur. Mevlitten sonra misafirlere yemek verilir. Yemekten sonra da çay-kahve ikram edilir ve dağılınır. Ustrumca ve yöresinde bebek altı ay olunca isteyen kına gecesi şeklinde, isteyen de davul zurna ile şenlik yapar.144 Resne ve civarında, bebeğin doğmasının ertesi günü yakın akrabalar davet edilerek sade bir merasim gerçekleştirilir. Ayrıca, bu merasime katılan yakın akrabalar ikram edilmesi için, haşlama denilen bir yemek türü getirir. Bu yemek hem tuzlu, hem de tatlı olarak yenilebilir. Süt, un ve yağ ile yapılan bir yiyecektir. Bu esnada bazı aileler hocalara mevlid de okuturlar. Mevlid okutma ailelerin istek ve dindarlığına göre değişir. Bazıları okutur, bazıları ise okutmadan ilk gün merasimini gerçekleştirirler. İlk gün merasimden sonra, üçüncü gün de daha kalabalık bir şekilde yemekli bir kutlama daha gerçekleştirilir. Bu kutlamaya yakın akrabaların yanı sıra uzak akrabalar da davet edilir. Bu merasimi, isteyen aileler kadın erkek beraber, 144 Kaynak Kişiler: Ayşe Destan ve Sefade Destan. 71 isteyenler ayrı olarak, bazıları evlerinde, bazıları ise düğün salonlarında gerçekleştirirler. Ailelerden bazıları ise, sadece kadınları davet ederek yemek ikram ederler. Eskiden bu büyük merasimin mutlaka üçüncü gün gerçekleştirilmesi gerektiğine inanılırdı. Fakat son zamanlarda ailelerin müsait olduğu bir zamanda gerçekleştirilmesi yaygınlık kazanmıştır. Hatta altı hafta sonra bile bu davet yapılmaktadır.145 Tatar Türkleri Loksa Toy denilen töreni doğumdan iki üç gün, en geç bir hafta sonra yaparlar. Törene sadece evli ve çocuğu olan kadınlar katılır. Yani kadınlara has bir törendir. Dobruca Türkleri ise kırk günden sonraki ilk üç gün içinde, genellikle de kırk üçüncü günü bu töreni, yani cümbüşü gerçekleştirirler. Cümbüşe kızlar ve kadınlar katılır.146 Dobruca Türklerindeki cümbüş ise, kırkından sonra ailenin müsait olduğu bir günde yapılır. Bebek kız da olsa, erkek de olsa cümbüş gerçekleşir. Anne ve bebek en güzel şekilde giydirilir. Yatakları süslenir. Bebeği herkesin görmesini sağlanır. Büyük kazanlarda yemekler pişirilir. Akraba ve komşulardan tüm kadınlar cümbüşe davet edilir. Gelenlere yemek ikram edilir. Yemekler çorba, et, sarma, kuru fasulye, kuskuslu pilav, baklava ve şerbetten oluşur. Yemekten sonra kadınlar kendilerine göre eğlenirler, maniler söylerler, oyunlar oynarlar. Davete iştirak edenler bebeğe hediyelerini verdikten sonra evden ayrılırlar.147 1.4.1. Çocuğa İsim Verilmesi Hangi toplumda olursa olsun çocuklara gelişigüzel ad konmaz. Çocuğa konulacak adın içerdiği anlamın onun karakter, kişilik, toplum içindeki yerini ve geleceğini belirleyecek işaretler veya simgeler taşımasına dikkat edilir. Dolayısıyla ad koyma geleneği bütün toplumlarda canlılığını korumakta, her toplum kendi kültürel değerleri içerisinde çocuklarına en güzel isimleri vermeye çalışmaktadır. Bazıları ise rastladıkları güzel huylu ve karakterli kişilerden etkilenerek, çocuklarının da onlara benzemesi isteğiyle bu kimselerin isimlerini çocuklarına verirler. Ünlü veya meşhur kişilerin isimlerinin de çocuklara verildiği görülmüştür. Makedonya Müslümanları arasında bu gibi nedenlerle isimler takıldığı görülmektedir. Bazı 145 Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.59. 147 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.60-61. 146 72 aileler yeni ve enteresan isimler bulmaya çalışıp, pek bilinmeyen isimleri tercih etme eğilimindedirler. Bazıları ise çocuklarına geçmişlerinin isimlerini vererek onları bir nevi yaşatmaya çalışırlar. Bebeğin adı genelde büyükler tarafından seçilir veya onların istekleri dikkate alınarak belirlenir. Bazen çocuğa ölmüş olan dedelerinin veya -kız isebabaannelerinin isimleri verilir. Bu uygulamada, ailenin devamlılığı düşüncesi etkindir. Makedonya’da çocuğun doğduğu zamanı hatırlatan isimler de takılır. Buna göre Ramazan günlerinde doğmuş çocuğa Ramazan, Bayram gününde doğmuş olana Bayram, Kadir gecesinde doğmuş olana Kadir isimleri verilir. Yine peygamber ve Türk-İslam büyüklerinin adlarını verme geleneği de halk arasında yaygın olan bir uygulamadır. Böylece çocukların aldığı ismin davranış, ahlak ve tutumuna yansıyacağı düşünülür. Yine İslam’a göre güzel isim verme gerekliliğini bilen ve dini duyguları yüksek olan Makedonya Müslümanları, çocuklarına verdikleri isimlere dikkat ederler. Genelde Kur’an-ı Kerim’de geçen isimleri vermeye çalışırlar. Milli duyguları yüksek olanlar ise çocuklarına milli önem taşıyan veya milli kahramanların isimlerini takmayı tercih ederler. Resne’de yaşayan Müslümanlarda bebek adına yapılan merasimden sonra bebeğe ismi verilir. Adlar genelde ev halkı veya evin büyükleri tarafından seçilir. Makedonya Müslümanları genelinde olduğu gibi, bu bölgede de isimler, İslam geleneğine uygun olarak ezan ve kamet ile verilir.148 Gostivarın Banisa köyünde Hz. Peygamberìn sünneti üzerine doğumdan yedi gün sonra çocuğun adı konulur. Bazı aileler tarafından çocuk için o gün adak kurbanı kesilir. Günün akşamında köyün hocaları davet edilir. Bu merasime yakın akrabalar ve komşulardan erkekler de katılır. Mevlid ya da hatim okunur. Hatim indirilip mevlid okunduktan sonra dua yapılır. Daha sonra kurulmuş masa veya sofralarda yemekler yenilir. Yemekten sonra köyün imamı çocuğu kucağına alır, kıbleye dönerek çocuğun kulağına ezan okur, kamet getirir ve üç İhlâsın ardından çocuğun ismini kulağına söyler, çocuk için dua eder. İsim takıldıktan sonra, çocuk misafirlerin ellerinde gezdirilir ve bu esnada misafirler çocuğa para takarlar. Misafirler kahve 148 Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. 73 veya çaylarını içtikten sonra, çocuğa sağlık ve uzun ömürler dileyerek evden ayrılırlar. Böylece çocuğa isim verme merasimi son bulmuş olur.149 Romanya’nın Dobruca Türklerinde bebeklere ad vermek için bir hoca davet edilir. Doğumdan sonraki ilk üç gün içinde bebeğe ad verilir. Hoca bebeğin sağ kulağına ezanı, sol kulağına kameti üç defa okur. Daha sonra belirtilen isim dua ile birlikte verilir. Makedonya’da olduğu gibi Romanya Türklerinde de genellikle dede veya nine isimleri tercih edilir. İsim hoca tarafından çocuğun kulağına söylenir. Bazı bölgelerde çocuğa yedi gün içerisinde isim verilmesi gerekir. Hoca bebeğe ezan ve kametle isim verdikten sonra dört duvara dönerek çocuğun ismini söyler. Hoca yoksa, dini eğitimi olan kişiler tarafından da isim takma merasimi gerçekleştirilebilir. Bazı bölgelerde tespit edilen birkaç isim kura çekilerek belirlenir. Çıkan isim “kısmet buymuş” diyerek hocalar tarafından takılır. Bazı bölgelerde ise, ad verme merasimi kırkıncı gün gerçekleşir.150 Türkiye’de Doğu Anadolu’da çocuğa isim verme merasimine ve geleneğine ayrı bir önem verilir. Çocuğun sağlam ve uzun ömürlü olması için Demir, Özdemir, Kandemir, Çelik, Özçelik, Gökdemir, Demiral gibi isimler verilir. Kız çocuğuna da Anakız, Anakadın, erkek çocuğa ise Baba, Ata, Dede gibi isimler de takılır. Bu isimler çocuğun ikinci ismi olur ve bunların çocuğun hayatı üzerine etkisi olacağına inanılır.151Türkiye’nin çeşitli yerlerinde çocukları yaşamayanlar Dursun, Durmuş, Durak, Yaşar, Kaya, Satılmış, Hüseyin veya Arap ve Ermeni gibi isimler takarlar.152 Kırgız Türklerinde çocuğa isim verilirken anne babanın ümidi ve gelecekten beklentileri ile çocuğun ismi arasında bir bağ bulunur, isme belli bir mana yüklenir. Verilen ismin çocuğun kaderine tesir edebileceğine, onun kaderini yönlendirebileceğine, geleceğini hazırlayacağına inanılır. Kırgızlarda ad verme geleneğinin bir diğer önemi de çocuğa kazandırdığı özellikle ilgilidir. Aile çocuğa isim vererek, onu adam olmaya namzet kılmakta, ona insanlar arasında bir yer bahşetmektedir. Bu nedenle Kırgızlarda isim verme uygulaması bir hayli önem taşımaktadır. Kırgızlarda, çocuğa konacak isim doğumdan önce tespit edildiği gibi, 149 Kaynak kişiler, Hanife ve Sema Nuredini. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.55-57. 151 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 87. 152 Acıpayamlı, Türkiye’de Doğum…, s. 63. 150 74 doğum sonrası veya ad koyma töreni sırasında bile karar verilebilmektedir. Kırgızlarda çocuğun ismi ezan ve kamet getirmeyi bilenler tarafından takılır.153 1.4.2. Nazar Önlemleri Makedonya Müslümanlarında nazara karşı bölgelere göre değişik önlemlerin alındığına ve farklı uygulamaların tatbik edildiğine dikkat çekilmiştir. Fakat en yaygın uygulamanın göz boncuğu ve hocalar tarafından okunmuş haymalıları (muskaları) çocukların omuzlarına takmak olduğu görülmüştür. Tespit edilebilen nazar önlemlerinden bazıları şunlardır: 1- Makedonya genelinde yeni doğmuş bebek herkese gösterilmeyerek nazardan korunmaya çalışılır. 2- Genelde çocuğa göz boncuğu takılır. Bazıları bunun omuz veya göğüs kısmına takılmasına dikkat eder. 3- Bazı bölgelerde çocukların üzerine cevşenler asılır. 4- Nazardan koruması için hocalar tarafından okunmuş veya yazılmış olan haymalılar, bir deri parçasıyla üçgen şeklinde sarılarak çocuğun omuzuna takılır. Bu uygulama ile çocuğun nazardan korunacağına inanılır. Bu uygulama daha ziyade Makedonya’nın Kuzey-Batı bölgesindeki Müslümanlar arasında daha yaygın olarak görülür. 5- Hocalar tarafından üflenmiş olan susam taneleri, bebeklerin üzerine asılır. 6- Gostivar ve çevresindeki Müslümanlarda misafirin bol olduğu evlerde, ev halkından biri, genelde babaanne, ağız dolusu su alıp evin içerisinde en çok basılan yerlere (genelde Praglara, yani eşiklere) döker. Daha sonra da ıslanmış olan bu yerlere elini sürüp çocuğun yüzüne üç defa sürer. 7- Nazardan korunmak için uygulanan ilginç bir inanç da kadınların elleri ile mahram yerlerine dokunarak çocukların yüzlerine sürmeleridir. Bu uygulama ile çocuğun güzelliğini örttüklerine ve onu koruma altına aldıklarına inanılır. 8- Bebeğin iç çamaşırından birini ters giydirmekle de nazardan korunacağına inanılır.154 153 154 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 85,86. Kaynak kişi: İsmiye Aliyi. 75 9- Tespihler üç kapı kolundan geçirilerek suyla dolu bir bardak içine konulur. Daha sonra bu su çocuğun yüzüne üç defa sürülür. Bu nazar değmiş olan çocuklar için yapılan bir uygulamadır. 10- Yine nazar değmiş çocukların, nazar değdirdiği inanılan misafirin gitmesiyle oturduğu yere üç defa oturtulması da, nazarın etkisinin silinmesine matuf uygulamalardandır.155 11- Önceleri anneler çocuklarını kötü ruhlardan ve nazardan korumak için, genelde parmaklarını bebeğin dışkısına sürüp çocuğun ağzına koyarlarmış. Bu uygulamayı üç yaşına kadar bizzat çocuğun kendisi yaptığı takdirde, korunmanın etkisinin daha da artacağına inanılırmış. 12- Nazar değmiş çocukları bundan kurtarmak için, tuvaletlerde temizlenmek için kullanılan kabın içerisinde kalan su alınır, çocuğun yüzüne üç defa sürülür ve bu su üç defa içirilir. 13- Yine nazar değen bebekler için hacdan getirilen üzerinde Kur’an ayetleri yazılı bakır taslarda su doldurulur ve bu su çocuğun yüzüne üç defa sürülerek içirilir. 14- Kadınlar, Kurban bayramlarının ilk günü Cuma gününe denk gelen senelerde, o gün kesilen kurbanların beş veya yedisinin sağ gözünü alırlar ve bunları bir ipe dizerek ve kuruturlar. Kuruyan bu gözler nazar değmiş çocuklar için şu şekilde kullanılır: Bir kabın içine su koyulur, kurumuş gözler o suyun içine üç defa daldırılır. Daha sonra nazar değmiş çocukların yüzüne bu sudan sürülüp içirilir. Böylece kutsal bir günde kesilen ve kutsal kabul edilen kurbanın gözleri vasıtasıyla nazarın giderileceğine inanılır.156 Yukarıdaki suların içirilmesi uygulamasının, kayın valide tanımamış yani evlenmemiş kızlar tarafından yapılmasının daha yararlı olduğuna inanılır. Gostivar ve yöresinde yaygın olan bir inanış da nazarın, çocukta kemik erimesine neden olacağıdır. Buna engel olmak için kurban bayramlarında kesilen kurbanların kemiklerinden birkaç parça toplanır. Kemikler iyice temizlendikten sonra suyla dolu kabın içine koyulur. Daha sonra o suyla çocuğun bütün vücudu üç defa mest edilir. Bu uygulama ile çocuğun nazardan korunacağına ve kemiklerinin sağlam olacağına inanılır. 155 Kaynak Kişi: Şevale Mustafa 1954 doğumlu, Gostivar; Hanife Nuredini 1946 doğumlu, Yukarı Banisa köyü, Gostivar. 156 Kaynak kişi: Arifka Şabani ve İsmiye Aliyi. 76 Ustrumca’daki Müslümanlarda bebek nazar değmemesi için herkese gösterilmez. Nazara uğramış bebekler ise, hocalara götürülerek üfletilir veya haymalı (muska) yazdırılır. Resne ve çevre köylerde yaşayan Müslümanlarda ise, nazara engel olmak için, genelde mavi boncuk veya üzerinde Allah yazan süsler bebeğin omuzuna takılır. Yine bebeğin hastaneden çıktığı ilk gün, kırk bir tane süpürge teli toplanır, küçük parçacıklara bölünür. Yine ilk gün yemeklerin yapıldığı etlerin kemiklerinden küçük parçacıklar alınır, bunlar bir lokma ekmek ile birlikte bir mendile sarılır. Bu mendil bebeğin yastığı altına koyulur. Böylece bebeğin nazardan korunacağına ve evin bereketleneceğine inanılır.157 Görüldüğü üzere nazardan korunmak ve nazar değmiş çocuklardan bunun etkisini kaldırmak için ilginç uygulamalar yapıldığı ve bunların hâlâ günümüzde geçerliğini koruduğu bir vakıadır. Uygulamaların ilginç olması kadar, inanışların da güçlü olduğu dikkat çekmektedir. Bu uygulamalar bir nevi mecburiyet kazanmış, yani olmazsa olmaz durumuna kadar yükselmiştir. Hiçbir şeyi olmadığı halde sebepsiz yere ağlayan çocuklara hemen nazar değdiğinin düşünülmesi, nazara olan inançların ne kadar güçlü olduğuna işarettir. Bu gibi durumlarda, ilk önce kişiler kendi bildiği yöntemlere başvurmakta, bu yöntem başarısız olduğu ve çocuğun ağlaması kesilmediği takdirde doktor tercihi gündeme gelmektedir. 1.4.3. Çocuğun Saçının ve Tırnağının İlk Olarak Kesilmesi Makedonya Müslümanlarında bebeğin ilk saçını ve tırnağını kesme hadisesi de bir gelenek halinde icra edilir. Kırkından sonra çocuğun saçları bir miktar uzadığında ilk saç kesimi gerçekleştirilir. Saçlar genelde kadının veya erkeğin yakın arkadaşlarından, eve pek gelmeyen yabancı biri tarafından kesilir. İlk saç kesimini yapan kişi, artık o evin bir aile ferdi olarak kabul edilir. Özel günlerde o kişiye hediyeler gönderilir. İlk tırnaklar ise aile fertlerinden biri tarafından kesilir. Tırnaklar, çocuğun dindar biri veya din adamı olması için caminin avlusuna gömülür. Çocuğun ilk tırnağı ise kırkı çıktıktan sonra kesilir. Tırnaklar makasla kesilmez. Tırnakların sağlıklı ve iyi çıkması için bu kesilen tırnaklar yerlere sürtülür. Çocuğun ilim sahibi olması için ise kitapların üzerine sürtülür. Çocukların nasıl olması 157 Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. 77 isteniyorsa o özelliklere sahip kişilere kestirilir. Çocuğun terzi olması isteniyorsa terziye, usta olması isteniyorsa ustaya, zengin olması isteniyorsa zengine kestirilir. Kırgız Türklerinde de ilk saç ve ilk tırnak kesme geleneğinin varlığına dikkat çekilmiştir. Çocuğun ilk saç kesimi kırkından sonra gerçekleşir. Saçın tamamı ya da bir kısmı kesilir ve bu saç saklanır. Bu uygulama yapılmadığı takdirde çocuğun gözlerinin şaşı olacağına inanılır. Saçın kesilip saklanması kadar saçı kesen kişi de çok önemlidir. Bu yüzden, toplumun sevip saygı duyduğu, çok yaşayan, hastası, öleni olmayanı yaşlılar – kız çocuk ise yaşlı kadın, erkek çocuk ise yaşlı adam – tarafından kesilir. Bu uygulama yapıldığında ana-baba yakın akrabaları davet ederek bir merasim tertip eder.158 Türkiye genelinde dikkat çeken bir uygulamaya göre çocuğun eli, tırnakları kesildikten sonra, içinde altın paraları bulunan bir keseye sokturulur. Oradan aldığı paralar, erkekse büyüdüğü zaman tutacağı işin sermayesine, kız ise çeyizine ilk maya olarak saklanır. Adana ve civarında küçük çocuğun tırnağı fakir olur inancıyla uzun zaman kesilmez. Ayrıca çocuğun kırkı çıktığı gün, süzgeçten su geçirerek çocuk kırklanır.159 İlk dişin çıkmasını kutlamak için, çocuk yere serilen beyaz bir yaygı üzerine oturtulur. Daha önce hazırlanmış olan toz şekerle karıştırılmış pişmiş buğdaydan bir avuç çocuğun başından serpilir. Önüne de makas, Kur’an ve altın konulur. Çocuk bu üç nesneden hangisini seçerse, geleceği hakkında ona göre yorum yapılır. Kur’an’ı alanın okunmuş olacağı, makası alanın (kız ise) ev hanımı, işinde hünerli, becerikli olacağı, (erkek ise) terzi olacağı, altını seçen kız ise zengin bir kocaya varacağı, erkek ise ilerde zengin olacağı kabul edilir.160 1.4.4. Çocuğun İlk Kez Evden Çıkarılması Makedonya Müslümanlarında çocuğun ilk kez evden dışarı çıkarılması bazı bölgelerde merasim ile gerçekleşirken, bazı bölgelerde bu esnada kötü ruhlar veya kötülük yaptıkları inanılan perilerden korunmak amacıyla bazı tedbirlerin alındığı dikkati çekmiştir. Ancak bu konuda özel bir hassasiyet gösterilmediği de bir vakıadır. Bu konuda tespit edebildiğimiz uygulamalardan bazıları şunlardır: 158 Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde…, s. 97-99. Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 9. 160 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.155, 156. 159 78 Bebek evden ilk kez çıkarıldığında avo nenenin (ebenin) evine götürülür. Ebe, çocuğun evinin bereketli olması ve evinin içerisinde çocuğa zarar vermesi muhtemel fareleri kovması düşüncesiyle yumurta ve ekmek verir. Evin tatlılık içerisinde olması, tatlı ilişkilerin yaşanması için şeker de verildiği olur. Bebek ilk defa ebenin evine götürülmeden önce, evde yemek tabağı ters çevrilir. Bu esnada bebeğin ağlamaması ve kötü ruhlardan korunması için dua edilir. Bu uygulama ile çocuğa zarar gelmeyeceğine ve çok ağlamayacağına inanılır. Beşiğe ilk koyulan bebek kız ise, ondan sonra gelecek bebeğin erkek olması için beşik ilk olarak erkek bir çocuğun poposu ile sallanır. Ustrumca’da cinler tarafından çarpılmaması düşüncesiyle bebek kırk gün evden çıkarılmaz. Kırk günden önce dışarı çıkarmak mecburiyeti hâsıl olursa, çarpılmasın diye kömür, tuz, ekmek kırığı, süpürge kırığı bir bez içine koyularak bebeğin beline bağlanılır. Bununla bebeğin kötü ruhlardan korunacağı düşünülür. Kırk günden sonra bu eşyalar çıkarılır. Ustrumca’da diğer bir koruyucu yöntem ise bebeğin eşyalarının her gün yıkanmasıdır.161 Resne’de yaşayan Müslümanlarda uygulanan yönteme göre bebek ilk kez evden çıkarıldığında anneanneye götürülür. Götürülen her yerde, anneye yumurta ve içine tuz atılmış bir ekmek parçası verilir. Annenin bu evlerden aldıklarını yediğinde sütünün kesilmeyeceğine ve bol olacağına inanılır. Anneanne dışında gittiği her evde, bu uygulama gerçekleştirilir. Kırk günden sonra bebek evden çıkarılır. Bazı evlerde ise yumurta ve tuzlu ekmeğin yanı sıra, sulu ekmek ve yumurta verilir ve her gittiği evde bir bardak su içirilir. Daha sonra ev sahibi, elini bebeğin yüzüne sürer ve aksakallı olsun diye de sakalını okşar. Bazıları çocuğun tatlı dilli olması, gittiği evin şekerli ve tatlı gözükmesi, o eve karşı sevgi beslemesi amacıyla bebeğin ağzına şeker veya şekerli su verir. Yine Resne ve civarında sütlü bir anne evden çıktığında, yanına bir parça ekmek alıp bebeğin başucuna koyar. Gideceği eve vardığında, o ekmek parçasını hayvanların yiyebileceği bir yere bırakır. O evden ayrılırken de yine bir ekmek parçası alır. Eve varınca tekrar ekmek parçasını hayvanların yiyebileceği şeklinde 161 Kaynak kişiler: Nasuf Hoca Destan ve Ayşe Destan. 79 evin bir köşesine bırakır. Bu uygulamayla bebek ve annenin cinlerden ve kötü ruhlar korunacağına ve annenin sütünün kesilmeyeceğine inanılır.162 1.5. ÇOCUKLARLA İLGİLİ İNANIŞLAR VE UYGULAMALAR 1.5.1. Yürümesi Geciken Çocuklarla İlgili Uygulamalar Yürüyemeyen veya yürümesi geciken çocuklar için önceleri doktora değil, bazı ilkel uygulamalara başvurulurdu. Son dönemlerde ise ilk olarak doktorlara başvurulmakta, buradan sonuç alınamadığı takdirde yine geçmişteki uygulama ve inançlara dönülmektedir. Bu uygulamalarla ilgili tespit edebildiğimiz bazı inanışlar şunlardır: 1- Yürümesi geciken çocukların arkasına odun parçacıklarından küçük bir demet yapılarak asılır, sonra da ayaklarına su atılır. Bu uygulama ile çocukların kısa süre içerisinde yürümeye başlayacağına inanılır. 2- Çocukluk esnasında korktuğu bir olay yaşadığından çocuğun yürümesinin geciktiği düşünülür. Bunu önlemek için kocakarılara başvurulur. Onların yapmış oldukları uygulamalardan birine göre, çocukların bacak arasına bir odun koyulur. Bu odun balta ile kesilir ve “odunun kesildiği gibi çocuğun korkuları da kesilsin” diye dua edilir. Duaların makbul olması için üç defa es-salat Cuma arası yapılması gerekir. Bazıları ise bu uygulamanın Salı günlerinde de yapılabileceğini söyler. Bu uygulama ile duaların kabul olunacağına ve çocuğun kısa zamanda yürümeye başlayacağına inanılır.163 3- Hacda kesilen deve kurbanının dilinden istenir. Kutsal bir hayvandan kutsal mekânda alınan bu dil pişirilip çocuğa yedirilir. Böylece çocuğun yürümesinin gerçekleşeceği yaygın bir inanıştır. 4- Yürüyemeyen veya yürümesi geciken çocuk, Gostivar kasabasındaki bir evde bulunan korku suları denilen yeri ziyarete götürülür ve buradaki sudan o çocuğa içirilir. Bu şekilde korkudan kaynaklandığı düşünülen söz konusu rahatsızlık giderilmeye çalışılır. 162 163 Kaynak Kişiler: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. Kaynak kişiler, Hidafet Veyseli ve Nezafet Hanci. 80 5- Bazıları ise, Cuma günleri çocuğu alıp dört yollu bir kavşağın ortasına götürür. Çocuğun parmaklarının araları kırmızı bir iple bağlanır ve makas ile bu ipler kesilerek çocuğun parmak aralarının ayrılması sağlanır. Kesilen bu ipler, meydan pazarlarında gizlice mısır çuvallarının içine atılarak kaybedilir. Böylece çocuğun korkularının gideceğine ve kısa zaman içinde yürümeye başlayacağına inanılır. 6- Resne’de yürümeyen çocuklar, ilk olarak doktorlara götürülür. Doktorlardan sonuç alınamadığında halk inanışlarına ve uygulamalarına başvurulur. Meselâ, yürümesi geciken çocuk, herhangi bir cuma günü caminin yakınına götürülür. Orada çocuk, ayak başparmakları bir ip veya bez parçasıyla bağlı olarak bekletilir. Camiden ilk çıkan kişiden bu ipleri makas ile kesmesi istenir. Bu uygulama ile çocuğun korkularının giderileceği ve yürümeye başlayacağı düşünülür.164 Türkiye’de yürüyemeyen, sık sık düşen veya yürümesi geciken çocuklarla ilgili yaygın bazı inançlar vardır. Genellikle bunun nedeni şu etkenlere bağlanır: Ayaklarında köstekle doğmaları, hayvan basmasına maruz kalmaları, ayaklarının cinler tarafından bağlanmaları, anne sütünden yararlanmaları. Bunların giderilmesi için de değişik uygulamalara başvurulur. Meselâ yatırlar ziyaret edilir, yatırlardan toprak alınıp çocuğun beline, yüzüne sürülür. Cuma günü selah vaktinde, değişik uygulamalar yapılır. Makedonya’daki gibi, çocuk yol kavşaklarına götürülür.165 Yine çocuğun topuklarına yumurta akı sürmek, sıcak tandır ekmeğini bakır bir kapta terletip buğusuna çocuğun vücudunu tutmak, ceviz yaprağı veya tuz atılmış suda çocuğu yıkamak, çocuğu bir gâvur mezarının üstüne bastırmak gibi tutumlar da Türkiye genelinde yürüyemeyen çocuklar için gerçekleştirilen uygulamalardandır. Bunların dışında ün yapmış ziyaret yerlerini, mesela Isparta’da Ayak Dede, İstanbul’da Sümbül Efendi, Baba Cafer, Ankara’nın ilçesi olan Ayaş’ta Ahmet Dede’yi de ziyaret etmek bir çözüm yöntemi olarak karşımıza çıkar. Bu gibi yerlerde çocuğun koltuklarından tutulup türbenin veya mezarın etrafında yürümesine yardım edilerek döndürülür. Sivas ve çevresinde ise yürümesi geciken çocuklar bir sepet içine konup yedi ev gezdirilir.166 Erzincan ve civarında da yürüyemeyen çocuk Cuma günü ayakları bağlanarak cami önüne götürülür ve camiden ilk çıkana çocuğun 164 Kaynak Kişi: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. Acıpayamlı, Türkiyede Yürümeyen Çocukları Yürütme Gelenekleri, I. Uluslararası Türk Folklor Semineri Bildirileri, Ankara 1974, s. 357-360. 166 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.156,157. 165 81 ayaklarının bağı kestirilir. Yürümesi geciken çocuklar da yine camiye götürülüp avlusu içerisinde gezdirilir.167 Bursa ve yöresinde ise çocuk, Cuma günü ezan vakti, minareye karşı “salladım çocuğu selaya, yürüsün inşaallah haftaya Cuma’ya” denilerek sallanır.168 Ankara Kızılcahamam’da da yürüme çağındaki çocuğun ayakları bir iple bağlanır. Bu ip birisi tarafından kesilir ve çocuğa tokat atar gibi iki kez dokunulur. Sonra evinin veya caminin etrafında yedi defa tavaf edercesine dolanılır. Böylece çocuğun yürümesinin kolaylaşacağına inanılır. Buna köstek kesme denir.169 1.5.2. Konuşması Geciken Çocuklarla İlgili Uygulamalar Konuşması geciken çocuklar için tıptan çare bulunamadığı zaman, geçmişten kalmış bazı uygulama ve inançlara başvurulur. Bu uygulamaların çoğu dedeler veya ninelerden kalan bir miras olarak devam ettirilir. Bazı örnekleri şunlardır: Cuma günleri imamın hutbe okuduğu sırada, hocalar tarafından kâğıda yazılmış bir dua bir kaleme sarılarak çocuğun sağ eline verilir. Hutbe okunduğu esnada çocuğun o duayı yalaması istenir. Bu uygulama ile çocuğun dilinin çözüleceğine ve konuşmaya başlayacağına inanılır. Aynı zamanda kekeleyen çocuklar için de bu gibi uygulamalar gerçekleştirilir. Kekeleyen, konuşamayan veya konuşması geciken çocukların avuçlarına esselat (selah) ile Cuma arasında tükenmez kalem ile ayet’ul-kursi yazılır ve bu zaman aralığı içerisinde çocuğun yazılı olan elini, yazılar silininceye kadar yalaması istenir. Bu uygulama es-selat ile Cuma arasında üç defa tekrarlanırsa çocuğun derman bulunacağına inanılır. Resne’de yaşayan Müslümanlar arasında, konuşması geciken veya konuşamayan çocuklar için Kırnçar köyündeki Hasan Baba türbesine gidilir. Orada bir gece kalmak üzere yeni bir havlu bırakılır. Ertesi gün havlu türbeden alınır ve eve dönülür. Çocuk evde kırk gün süreyle yıkanır ve her seferinde türbede geceleyen havlu ile kurulanır. Bu uygulama ile çocuğun dilinin çözüleceği ve konuşmaya başlayacağı kabul edilir. 167 Küçük, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, s. 250,251. Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.157. 169 Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 10. 168 82 Türkiye’nin bazı bölgelerinde ise konuşması geciken çocuklar ahırlara götürülüp hayvanların bağlandığı bağ ile yemliğe bağlanır ve “insan isen dile gel, hayvan isen yemliğe gel” denir. Yine çocuğa yemek kaşıklarının veya kaplarının bulaşık suyu, kanaryanın su kabından su içirilir yada dana veya koyun dili yedirilir.170 Balıkesir’de konuşamayan çocuğun konuşabilmesi için, ismi Mehmet olan yedi şahsın kurbanlarının dili toplanır ve konuşamayan çocuğa yedirilir. Kahramanmaraş’ta ise Mehmet ismindeki kırk kişiden para toplanır ve bununla bal satın alınır. Cuma selasından önce konuşamayan veya kekeleyen çocuk cami şerefesine çıkarılır, çocuk şerefe etrafında dolaştırılır ve kendisine bu baldan yedirilir. Böylece çocuğun dilinin açılacağına inanılır. Edirne’de de kekeme çocukların dili açılsın diye Cuma selası ile ezanı arasında kapalı olan bir kilit açılır. İstanbul Fatih’te konuşamayan veya kekeleyen çocuklara, hacdan kesilmiş deve eti getirilir ve yedirilir. Bununla çocuğun dilinin açılacağı kabul edilir.171 1.5.3. Çok Ağlayan ve Uyumayan Çocuklarla İlgili Uygulamalar Makedonya’da yaşayan Müslümanlarda çok ağlayan çocuklar için değişik uygulamalar bulunur. Bu ilginç inanış ve uygulamaların bazıları şunlardır: Makedonya’da çok ağlayan çocuklar hocalara götürülür. Hoca da çocuğun kulağına üfler ve dua okur. Bu uygulama ile çocukların ağlamalarını kestikleri görülmüştür. Diğer bir uygulama ise, dedeşnik denilen kocakarı ilaçlarıyla yapılan bir ritüeldir. Pırasanın yeşil yaprakları alınır sıcak suda kaynatılır. Kaynamış olan pırasa yaprakları çocuğun dayanabileceği bir sıcaklığa gelince, yüreğinin üstüne koyulur ve çocuk sakinleşir. Bu uygulama çocuğun ağlama nedeninin mide rahatsızlığı olduğu düşünüldüğünde yapılır. Midede var olan ağrıların bu yapraklar ve onların sıcaklığı vesilesiyle giderildiği ve çocuğun ağlamayı kestiği görülmüştür. Eskiden çok ağlayan çocuklara haşhaş otu verilirmiş. Bununla çocuklar sakinleşerek uyurmuşlar. Bazen bu otun dozu fazla olduğunda, çocukların ölümüne dahi neden olduğu söylenmektedir. 170 Küçük, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, s. 250, 251; Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.157. 171 Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 10, 11. 83 Eskiden banyolara hamamcık denilirmiş. Çok ağlayan çocuklar akşam ezanı okunduğu sırada, kapkaranlık olan bu banyolara koyulup kapılar kitlenirmiş. Bu çocuğu alıp götürmemişler, ondan ağlıyor diye düşünülürmüş. Böylece karanlık olan o hamamcıkta, çocuğu cinlerin alıp getirdiğine inanılırmış. Alıp getirmesiyle de çocuğun ağlamasının kesildiği söylenir. Diğer bir uygulamada ise ağlayan çocuk dışarı çıkarılır. Etraftaki dağlara bakılır. Ateş yakılan bir yer görülürse, o ateşe yönelinerek üç defa “bebeğin ağlamasını attım” diye tekrarlanır. Böylece çocuğun ağlamasının kesildiği söylenir.172 Bebekleri çok ağlayan kadınlar buna çözüm bulmak için, çocuklu üç eve gizlice gider, evin avlusuna girip üç kibrit yakarak, “ateşin yere düştüğü gibi çocuğumun ağlaması da bu eve düşsün” derler. Bu uygulama ile ağlamanın bir bebekten diğer bir bebeğe geçtiğine inanılır. Yapılan uygulamalar sonucunda bir karşılık alındığına ve derman bulunduğuna inanıldığı için, bu geleneklerin çoğu günümüzde de canlılığını korumaktadır. Uyumayan çocuklara genelde nazar değdiğine inanılır. Bu yüzden nazarla ilgili yapılan uygulamalar, uyumayan çocuklar için de geçerli sayılmaktadır. Nazarı geçen çocukların uyuduğuna inanılır. Yukarıda da değindiğimiz üzere geçmişte uyumayan çocuklara haşhaş otu içirilir, bununla çocuklar uyutulurmuş. Otun dozunun kaçırılarak çocukların ölmesine neden olunduğu için, bu uygulama bugünlerde geçerliliğini yitirmiştir. Günümüzde uyumayan çocuklar için, nazarla ilgili yapılan uygulamalar sonuç vermediği ve çocuğun ağlaması durmadığı zaman doktorlara başvurulur. Türkiye’nin değişik bölgelerinde uyumayan veya çok ağlayan çocuklar ilk olarak meşhur yatırlara götürülür. Sabahleyin mezarlık çevresinde dolaştırılır, mezardan alınan toprak çocuğun yastığı altına konulur. Yine çok ağlayan çocuğun başına kazan geçirilir ya da babasının ayakkabısı ile ağzına vurularak “anandan babandan uzak ola” denir.173 Ankara civarında ise sürekli ağlayan çocuklar camiye götürülür ve çocuğun başı caminin dört duvarına hafifçe vurulur. Böylece artık 172 173 Kaynak Kişiler: Şevale Mustafa ve Hanife Nuredini. Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.158. 84 çocuğun devamlı ağlamayacağına inanılır. Ayrıca kekeleyen çocukların dili açılsın diye, çocuğa caminin kapısı açtırılır.174 Makedonya’da yaşayan Müslümanlar yürümesi geciken veya yürüyemeyen, konuşması geciken veya konuşamayan, çok ağlayan ve uyumayan çocukların bu sıkıntılarının, genelde nazardan kaynaklandığını düşünürler. Bu yüzden nazara karşı uygulanan tedbirlere önem verirler. 1.6. SÜNNET DÜĞÜNÜ VE YAPILAN UYGULAMALAR Dini bir gerek ve inanç olarak erkek çocuklar zamanı gelince sünnet edilir. Yapılan uygulama bazılarına göre dini bir gerek olarak kabul edilirken, bazılarına göre ise bir gelenek veya sağlık açısından önemli bir ameliyedir. Çocukları sünnet etmek, İslam’dan önce de Samî asıldan ve başka soylardan gelen topluluklarda olduğu gibi, Araplarda da uygulanan bir töre idi. Peygamber efendimiz de bu uygulamayı devam ettirmiştir. İslam’da Peygamber efendimizin uygulamalarına ve yapılmasını emrettiği şeylere “sünnet” adı verildiği için, erkek çocukların erkeklik uzuvlarının ucundaki deriyi kesip alma işlemi de halk dilinde bu ifadeyle adlandırılır. Yani Peygamber’in uygulamaları bizim için sünnet olduğu için, bu uygulama da sünnet ismi ile anılır. Osmanlıcada ise bu işleme, Arapçada olduğu gibi “hıtan” denilir. Sünnet işlemi, İslam ve Yahudilikle beraber Afrika kavimlerinden ve Amerika yerlilerinden kimi toplumlarda olduğu gibi, bu dinlerin dışında kalmış birçok toplum tarafından da icra olunan bir uygulamadır. Bazı araştırmacılar bu uygulamanın cinsi birleşmede ve döl türemesinde kolaylık sağladığını ifade eder ve bundan dolayı, bu işleme bereket töresi de denildiğini kaydeder. Bereket tanrılarına veya bereket sağlayıcı kutsal güçlere, türetme uzvunun bir parçasının sunulması diye nitelendirilen bir işlemin olduğu da kabul edilir.175 Müslüman-Türk geleneklerinde sünnet törenlerinin en belirgin yönü, çocuğun bununla Müslüman toplumun yetişkinliğe adımını atan bir üyesi olarak cemiyete katılması anlamını taşımasıdır. Makedonya ve çevresinde yaşayan Müslümanlarda çocuklar genelde 5–11 yaşları arasında sünnet edilir. Eğer çocuklarda herhangi bir rahatsızlık gözükürse 174 175 Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 9. Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.159. 85 doğumdan sonraki iki ay içerisinde de çocuklar sünnet edilir. Makedonya’daki Müslümanlar bu merasimle ilgili olarak değişik uygulamalar yaparlar. Çocuğunu sünnet ettirenlerin bir kısmı, hatim okutur, bir kısmı davullu zurnalı eğlenceler tertip eder, diğer bir kısmı ise hem hatim okutur, hem de davullu zurnalı eğlenceler düzenler. Daha ziyade tercih edilen, bu son uygulamadır. Hatim ile yapılan uygulamada çevredeki hocalar davet edilir. Bunlarla beraber yakın akrabalar, köylerde ise köylü erkeklerin tamamı çağırılır. Kıbrıs Türk toplumunda sünnet edilecek çocuk eğer öğrenci ise sünnet edilmeden önce hatim indirilmiş olması gerekliğine inanılır. Çocuk sünnet edilirken, onu kucağında tutacak bir sağdıç seçilir. Sağdıç çocuğun sünnetinde yapılacak masrafların bir kısmını karşılar ve değerli bir hediye verir.176 1.6.1. Sünnet Merasimi Öncesindeki Uygulamalar Sünnet merasiminin vakti, genel olarak aile büyükleri tarafından tayin edilir. Sünnet olacak çocuğun dedesi, babaannesi hayatta ise bu konuda söz sahibi onlar olur. Maddi durumları iyi olan ailelerde yaşlılar bu heyecanı biran önce yaşamak isterler. Bundan dolayı sünnet düğünü en kısa zamanda yapmaya karar verilir. Maddi durumu iyi olmayan aileler ise, yakın akrabaların yaptıkları merasimlere katılarak sünnet düğünü yaparlar. Meselâ bazıları evlenen amcalarının veya dostlarının düğünleri, bazıları da kızların kına geceleri ile birlikte düzenlerler. Bu uygulamalar ile, sünnet düğünleri için gereken masrafın asgariye indirilmesine çalışılır. Sünnet merasimi, en fazla bir ay önce duyurulur. İlanın iki aydan önce yapılmasının o ailede bir kötülüğe, evde ölüm, yangın, kaza gibi felaketlere sebep olacağına inanılır. Bunun için sünnet merasimi daha önce karar verilmiş olmasına rağmen son bir ayda akrabalara duyurulur ve sünnet düğünün günü, son bir aya kadar gizli tutulur. Gostivar ve çevresinde yaşayan Müslümanlarda son bir ay esnasında düğün günü yakınlara ilan edilir. Bunun üzerine yakın akrabalar, dostlar merasimi kutlamak için sünnetin yapılacağı eve giderler. Merasime son bir hafta kala, sünnet merasiminin düğün ile yapılmasına karar verilmiş ise, o evde hazır bulunan kadınlar (hala, teyze gibi yakın akrabalar ve genç kızlar) tarafından zilli def (daire) eşliğinde 176 Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 57,58. 86 sünnet türküleri söylenir. Böylece bu merasim, daha açık bir şekilde çevreye ilan edilmiş olur. Sünnet merasimi yapılacak eve gelen misafirlere yemek verilir. Sünnet edilecek çocuğun anneannesinin erkek çocuğu yoksa bu daire merasimini yüklenir. Anneanne böyle bir heyecanı yaşayamadığı için anneanne bu yemek merasiminin külfetini üstlenir ve davetlilere kendi evinde yemek verir. Böylece daire merasimi, şarkılar eşliğinde onun evinde de gerçekleşmiş olur. Sünnet merasimi daire şenliğinden sonra üç gün sürer. İlk günü öğleden önce yakın akrabalardan halalar, teyzeler, yengeler, gelin ve kızlar sünnetin yapılacağı eve gelirler. Gelenler bu esnada, bu merasim kutlanarak yapılması gereken uygulamalarına geçerler. 1.6.2. Sünnet Merasimi Esnasındaki Uygulamalar Önceden düğün merasimlerinin genelde Perşembe günleri, yani Cuma öncesi yapılması uygun görülürdü. Pazar günleri, Hıristiyanların tatil günü olduğu düşüncesiyle, kesinlikle düğün yapılmazdı, yapanlar ise ayıplanırdı. Günümüzde ise düğünlerin salonlara taşınması ve salonların yoğun olmasından dolayı düğünler haftanın her gününde yapılmaktadır. Makedonya’da yaşayan Müslümanlarda düğünler, genelde yaz aylarında yapılır. İlk gün, çocuğu yıkama günü olarak bilinir. Gelen akrabaların gençleri, kova ve değişik kapları tel ve çiçeklerle süsleyip, beraberlerine sünnet çocuğunu da alarak çevredeki akan bir dere veya kaynak gibi bir yere türkü ve maniler eşliğinde yürüyerek giderler. Çocuğun sağlıklı olması için özellikle yürüyerek gidilmesi tercih edilir. Su alındıktan sonra tekrar türküler eşliğinde eve dönerler ve çocuğu yıkamak için hazırlıklara başlarlar. Su ısıtıldıktan sonra evlerin bahçelerinde, önceleri tel ve çiçeklerle süslenmiş büyük leğenlerde, şimdi ise küçük şişme su havuzlarında türkü ve maniler eşliğinde çocuğu yıkarlar. Bu esnada yıkanılan yerde misafirler de halaylar çekerler. Yıkandıktan sonra bekâr kızlar tarafından çocuğa sünnet elbiseleri giydirilir. Elbiseler Türkiye’den getirilir. Sünnet elbisesi: Takım elbise, sünnet fesi, pelerin, beyaz gömlek, baston, maşallah yazılı atkı ve ayakkabıdan ibarettir. Çocuğun bekâr kızlar tarafından giydirilmesi ile, ileride hayatının daha sağlıklı ve bereketli olacağına inanılır. Çocuğun ailesi tarafından çocuğu giydiren kızlara elbise ve kolteli (telden yapılan çiçek) gibi hediyeler, yakın akrabalara da düğün için 87 elbiselik kumaşlar verilir. Düğünün yapılacağı güne kadar bu kumaşlar dikilir ve söz konusu günde giyilir. Çocuk giyindikten sonra, annesi tarafından önceden temin edilen çorap, başörtü, telden yapılan çiçekler (kolteli) gibi hediyeler, o gün orada hazır bulunan tüm misafirlere çocuk tarafından yaşlılardan başlayarak elleri öpülerek dağıtılır. Bu esnada misafirler de beraberinde getirdikleri altın takı veya para gibi hediyeleri çocuğun sünnet elbiselerine iğnelerle takarlar. Daha sonra gelen tüm misafirlere yemek servisi yapılır. Sünnet merasiminin bu ilk günü, tümüyle kadınlar tarafından gerçekleştirilir. Bu günün akşamında tıraş denilen bir eğlence tertip edilir. Bunu sünnet olacak çocuğun saç kesim merasimi olarak da ifade etmek mümkündür. Bu merasime yakın akrabaların tümü davetlidir, çevredeki komşu erkekler de hazır bulunur. Tümüyle erkeklere mahsus olan bu gece de, müzik eşliğinde halaylar çekilir. Çocuk elden ele dolaştırılır. Genellikle dayıları, sünnet çocuğunu kucaklarına alarak müzik eşliğinde halaylar çekerler. Çocuğun saç kesme merasimi gece yarısına kadar devam eder. Sünnet merasiminin ikinci gününde, öğleden önce baba, amca veya dede tarafından Türkiye’den temin edilmiş sünnet elbiselerini giyinmiş olan çocuk anneannenin, yani dayının evine götürülür. Genelde lacivert, krem veya beyaz renkte olan sünnet elbiseleri pantolon, süslü ve beyaz gömlek, ceket ve taşlarla süslü taç şeklindeki festen ibarettir. Bu esnada sünnetin yapılacağı yerdeki karyola, genç kızlar tarafından tel, çiçek, balon ve Türkiye’den getirilmiş sünnet süsleriyle süslenir. Anneannenin evinde ise, çocuk için kurban edilecek koyun veya koç, üzerine para bağlı tellerle süslenmiş olarak hazır halde bulundurulur. Çocuk anneanne evine vardığında davul zurna eşliğinde halaylar çekilmeye başlanır. Bu şekilde topluca, davul zurna eşliğinde düğün yerine (salon veya eve) gidilir ve orada da halay çekme işlemi devam eder. Anneanne tarafından getirilen kurban, aynı gün veya düğünden sonraki gün kesilir. Kurbanın eti, çocuğun sağlıklı ve uzun ömürlü olması niyetiyle fakirlere dağıtılır. Bazıları ise bu et ile yakın akrabalara ziyafet çeker. Sünnet düğünün ikinci gününde, anneanneden düğün mahallinde gelindikten sonra da davul zurna eşliğinde halaylar çekilir, türküler söylenir. Sünnetin yapılacağı yere gidilirken çocuğa fayton veya at üzerinde köy gezdirilir, geçilen her meydanlarda davul zurnalı halaylar çekilir. Öğle namazından önce hocalar tarafından hatim okunur. Öğle namazı kılındıktan sonra hocalar ve davetli olan erkekler 88 sünnetin yapılacağı yere gider. Bu esnada, çocuk gezisini tamamlamış, salona veya sünnetin yapılacağı evin bahçesine ulaşmış olur. Sünnet geçmişte berberler tarafından yapılmaktaydı. Şimdi ise hem berberler hem de doktorlar tarafından yapılmaktadır. İki çeşit sünnet yapılır. Birinci çeşidi kan akıtmadan yapılır, buna kansız sünnet denir. İkinci çeşidi ise kan akıtarak yapılan sünnettir. Bu iki sünnet hem doktorlar hem de berberler tarafından yapılır. Bazen doktorlar sünneti, düğünün yapıldığı merasim mahalline gelerek gerçekleştirirler. Bazen de çocuk, doktorun bulunduğu hastaneye götürülür sünneti gerçekleştirildikten sonra davetlilerin geleceği mekâna (salon veya bahçeye) getirilir. Sünnetin evde veya salonda yapıldığı düğünlerde, berber veya doktor geldiğinde, çocuğa sünnet pijaması veya sünnet için özel yaptırılmış elbise şeklindeki gömlek giydirilir. Hocalar tarafından sünnet edilecek çocuk için dua edilir. Ardından sünnet işlemlerine başlanılır. Çocuk dayısı tarafından tutulur ve sünnet gerçekleştirilir. Sünnet yapılacağı gün doktor veya berber geldiğinde, çocuğun annesi, içine azıcık su doldurulmuş bir tepsi (sini) içerisinde yalın ayak durur. Ağzına bir altın koyulan anne, eline bir oklava alır ve hiç durmadan oklavayı ovuşturur. Bu uygulama çocuğun sünneti gerçekleşinceye kadar devam eder. Bunun amacı, ilerde çocuğun müstakbel eşinin, annesine karşı kıskançlık duymasına mani olmak ve sevgiyi paylaşmasını sağlamaktır. Çocuğun elbiseleri çıkarıldığında fesi, yakın akrabalarından sünnet olmamış bir çocuğa verilir. Davetliler arasında fesle dolaşan çocuğa paralar verilir. Böylece ilerde sünnet olacak bu çocuğun, sünnetten korkmaması sağlanır. Sünnet esnasında akan kandan çocuğun anlına sürülür. Bu uygulama çocuğa nazar değmemesi için yapılır. Sünnet işlemi yapıldıktan sonra çocuk, teller, balonlar ve değişik süslerle bezenmiş olan karyolaya yatırılır. Bu esnada gelen misafirler de hediyelerini çocuğa verirler. Erkekler hediye olarak genelde para vermeyi tercih ederler. Bundan sonra topluca masaların kurulmuş olduğu mekâna yemeğe gidilir. Yemek yenildikten sonra erkekler düğünden ayrılır. Erkeklerin ayrılmasından sonra davet edilmiş kadınlar düğüne gelir ve sünnet olmuş çocuğun annesine, anneannesine, babaannesine ve yakın akrabalarına geçmiş olsun dileklerini iletirler. “Allahu Teala evlenme merasimine de yetişmeyi nasip eylesin” temennisinde bulunarak çocuğa getirilmiş oldukları hediyeleri verirler ve 89 kendilerine tahsis edilmiş yerlere oturtulurlar. Gençler ve yakın akrabalar ise, bu esnada, müzik eşliğinde salon veya evlerin bahçelerinin ortasında halaylar çekerler. Bu arada önce uzak misafirlerden başlanarak gruplar halinde yemek yenilmeye geçilir. Erkekler düğün mekânından ayrıldıktan sonra, kadınlar canlı müzik eşliğinde bu merasimi akşama kadar devam ettirirler. Akşam, yakın akrabalar dışındaki bütün davetliler evlerine dönerler. Yakın akrabalar ise, düğün evde yapılmış ise çocuğun evine, salonda yapılmış ise eve dönüp orada şenliklerine devam ederler. Yakın akrabalardan bekâr kızlar varsa, o akşam aile fertlerinden şarkılar eşliğinde erfene denilen bahşiş isterler. Her ferdin yanına giderek, daire denilen çalgı eşliğinde o kişiye veya sünnet olacak çocuğa hitaben şarkı-türküler söylerler. Kişiler ceplerinden bir miktar para çıkarıp kızlara verirler. Kızlar burada biriktirilen paralarla gece yarısı kasabanın herhangi bir pastanesine gidip pasta-tatlı yerler ve düğünün yapıldığı yere tekrar dönerler. Bazıları ise marketten değişik içecek ve yiyecekler alırlar. Sonra kendi aralarında sabaha kadar eğlenirler. Buraya kadar anlattıklarımız daha ziyade Gostivar ve çevresinde icra olunan bir sünnet merasimiyle ilgilidir. Kıbrıs Türk toplumunda ise çocuk, erkek misafirlerin bulunduğu odada sünnet edilirken, bağırmaması için ağzına lokum veya yiyecek başka bir şey konulur. Çocuk acı çekmesin diye de, annesi başka bir odada bir oklavayı avuçlarının içinde ovuşturur.177 Türkiye’de Balıkesir ve civarında, çocuk sünnet edilirken bardak türünden bir şey kırılır. Kırılan bardak veya yere atılan herhangi bir kabın ses çıkarmasıyla kötü güçlerin korkup dağılacağına ve çocuğa zarar vermeyeceğine inanılır. Aydın’da çocuk sünnet edilirken horoz kesilir ve oklava çevrilir. Horozun kesilmesiyle akan kanın, çocuğu kara güçlerden koruyacağı kabul edilir.178 Sünnet olan çocuğun deri parçası alınır ve kurutulur. Kurumuş bu deri parçası ile bir muska yapılır ve üzerinde taşıması için çocuğa verilir. Çocuk büyüyünceye, yani olgun hale gelinceye kadar bu muskayı taşır. Bu muskanın çocuğu nazardan koruyacağına inanılır. Genellikle sünnet olacak çocuklar 1-11 yaş arasındadır. Ancak çocuk herhangi bir hastalığa yakalanırsa, bir yaşından önce de sünnet edilir. Kıbrıs Türk toplumunda 177 178 Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.57–59. Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, s. 10-12. 90 ise 3, 5, 7, 9, yani genelde tek yaşlarda sünnet etme geleneği vardır. Çift yaşlarda sünnet edildiği takdirde, evlendiğinde hep kız babası olacağına inanılır. Ancak bugün bu inanç ortadan kalkmış gibidir.179 1.6.3. Sünnet Merasimi Sonrasındaki Uygulamalar Sünnet merasiminin üçüncü gününde, düğünde çocuğun evinde kalmış olan yakın akrabalara ev sahibi tarafından kahvaltı hazırlanır. Adı her ne kadar kahvaltı ise de, öğle vaktinde verilen bir yemektir. Anneanne bu kahvaltıya petuliça denilen yufkalı gözlemeye benzer bir kahvaltılık getirir. Diğer yakın akrabaların bazıları ise kâhi denilen değişik susamlı simit veya açmalar getirirler. Köfteler yapılır v. s. Yani zengin bir sofra hazırlanır. Çok yakın akrabaların hemen hepsi, bu kahvaltıya evlerinde yapmış oldukları bir şeyler getirirler. Bu kahvaltıya evlerine gitmiş, yani yatıya kalmamış olan yakınlar tekrar davet edilir. Kahvaltı merasimi bittikten sonra, akşama doğru herkes evlerine dağılır ve böylece sünnet düğünü sona erer. Ev sahibi yakın akrabalara hediyeler verir. Meselâ dayılara takım elbise, halalara fistan (entari) diktirir, yaşlı kadınlara şami (başörtü), küçük kızlara hazır elbiseler alır. Dolayısıyla gelenekler çerçevesinde icra olunan sünnet merasiminin masrafları bir hayli kabarıktır. Gostivar kasabasının Banisa köyünde çocukların sünneti, doğduğu günden itibaren 11 yaşına kadar yapılabilir. On üç yaşından sonra sünnet yapılması hoş görülmez. Sünnet olacak çocuğun yaşının tek sayılı olmasına dikkat edilir, çift sayılı yaşta sünnet yapmanın uğursuzluk getireceğine inanılır. Sünnet yapılacak çocuğa sünnetlik elbiseleri alınır. Ailenin isteğine göre kimileri şanlı şöhretli düğün yapar, kimisi ise şarkı söyletmez, Kur`an (hatim) okutur. Düğünün bir gün öncesinde, sünnet olacak çocuk şarkı, türküler eşliğinde yıkanır. Çocuğun yıkanacağı suya çiçekler atılır. Yıkandıktan sonra sünnetlik elbiseleri giydirilir ve misafirlerin elini öper. Misafirler de hazırladıkları para veya altını, fesine veya elbisenin omzuna takarlar. Ertesi gün çocuğun yatağı hazırlanır, yatağa süsler, balonlar takılır. İlk olarak erkekler toplanıp hocalarla birlikte sünnet duası yaparlar. Çocuğun sünneti doktorlar veya eğitim görmüş berberler tarafından yapılır. Sünnet esnasında çocuğu yakın 179 Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.57–59. 91 akrabalarından biri, genelde dayı tutar ki buna “kirve” denir. Kirve çocuğun babası tarafından yakın akraba veya dostlar arasından seçilir. Seçilen kişinin bu görevi kabul etmesi, hem bir onur hem de bir borç olarak görülür. Kirvelik olgusu doğu, güney-doğu Anadolu’da da görülmektedir. Kirve, aşağı yukarı Hıristiyan çocukların vaftiz törenindeki parrain (vaftiz babası) ile marraine (vaftiz anası)’nın yerini tutar.180 1.6.4. Sünnet Düğünlerinde Söylenen Türküler Koy Berkan aga koltelıni Dayıların getırsın berberıni Giy paltoni Berkan aga donmayasın Gelecektır berberın korkmayasın Giyeciyım paltomi hiç donmam Gelsın benım berberım hiç korkmam. Gelsın benım berberım ben korkmam Yanımdadır dayılarım hiç korkmam. Degırmenın degırmenın iragi Budur dayıların sefte müradi Şenlenecek Berkan aganın konagi Çik Berkan aga çik nere dere Gelecektır berberın al getır eve Çik Berkan aga çik nere kapi Gelecektır dayıların durasın karşi Çik berkan aga çik nere furun Gelecektır misafirlar deyesın buyrun. Yavaş yürü Berkan aga taşta kaymayasın 180 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s.162. 92 İzın vermez sana baban konaga çikasın Küçük sünnet olacaksın nazar olmayasın. Berkan aganın bahçesınde kıramadım buzi Getırecek dayılari şamatali kuzi Şamatali kuzi dildır hiçbişi Budur dayıların sefte cünbüşi. Koy berkan aga koy kol telıni Dayıların getırsın berberıni Dayıların getırsın berberıni Sünnet etsın nazlı yegenıni. Elıme mendil, mendilım yeni Berkan aganın berberınden yenliktır eli Berkan aganın berberınden yenliktır eli Gelecektır berkan aga sünnet etsın seni. Koy fesıni berkan aga başına Sünnet olacasın tamam yaşına Koy fesıni berkan aga koy fesıni Aglama duymasın dayon sesıni Duyarse sesıni meraklanacak Küçük Berkan aga sünnet olacak. Küçük Berkan aga sünnet olacak Ablalara, teyzelere teller salacak. Berkan aganın bahçesınde bülbüller ütecek Berkan aganın dayça (yenge)lari karyola düzecek Düzeceyiz karyolay mavi atlaslarle Sünnet olsun berkan aga haşari (şen) kızlarle 93 Elıme teller, elıme teller Da bir hafta Berkan agay sünnet ederler Da bir hafta Berkan agay sünnet olacak Haçın eller vurulacak kurtulacak. 94 1.7. DOĞUM VE SÜNNET ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER Arifka Şabani, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Topliça köyü, 1949 doğumlu. Bahar Veysel, 45 yaşında, Valandovanın Bahçebosu köyü. Begliye Şabani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Zdunye köyü 1949 doğumlu. Cemile Beadin, ev hanımı, Kalkandelen, 1920 doğumlu. Cemile Süleymani, ev hanımı, Kalkandelen, 1930 doğumlu. Emsal Çelik, ev hanımı, sekiz yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1957 doğumlu. Feride Mülaimi, ev hanımı, Gostivar, 1921 doğumlu. Fiknet Şabani , ev hanımı, altı yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1952 doğumlu. Ganimet Mahmut, ev hanımı, beş yıl ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1941 doğumlu. Gülasfi Bayrami, ev hanımı, Debreşe köyü, 1943 doğumlu. Günnalip Hamzai, ev hanımı, sekiz yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1931 doğumlu. Hacer Caferi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Tearçe köyü, 1937 doğumlu. Hacer Halim, 80 yaşında, Valandovanın Kurthamzalı köyü. Hanife Nuredini, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1946 doğumlu. Hanişe Bayrami, ev hanımı, Kırçova, 1923 doğumlu. Hidafet Veyseli, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1933 doğumlu. Huma Abazi, ev hanımı, Leşniça köyü, 1929 doğumlu. İlmiye İmeri, ev hanımı, Debreşe köyü, 1941 doğumlu. İsmiye Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Zdunye köyü, 1943 doğumlu. Kadriye İbrahimi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Vrapçişte köyü, 1945 doğumlu. Kamile İslami, ev hanımı, dört yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Tearçe köyü, 1948 doğumlu. 95 Lutfiye Rustemi, ev hanımı, üç yıl ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1925 doğumlu. Mefaret Karabatak, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Vrapçişte köyü, 1952 doğumlu. Mehmet Veysel, Valandovanın Bahçebosu köyü ilkokul öğretmenidir. Araştırmayı yapmamızda büyük katkıları olmuştur. Müribe Zeynullahi, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1941 doğumlu. Mürka Aruç, ev hanımı, sekiz yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1944 doğumlu. Neime Ameti, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Vrapçişte Köyü, 1923 doğumlu. Nesrin Ameti, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Kalakndelen, 1940 doğumlu. Nezafet Hanciyi, ev hanımı, Gostivar, 1936 doğumlu. Nuriye Mustafi, ev hanımı, Reçan köyü, 1928 doğumlu. Rabiye Abazi, ev hanımı, Leşniça köyü, 1935 doğumlu. Refiye Mazlami, ev hanımı, beş yıl ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1929 doğumlu. Rügül Yonuzi, hemşire, on iki yıl eğitim görmüş, Kalkandelen, 1948 doğumlu. Sacide Veyseli, ev hanımı, bir yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1953 doğumlu. Sadriye Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1942 doğumlu, eski köy imamı merhum Hafız Hızır’ın eşi. Sema Nuredini, orta okul mezunu, 1979 doğumlu, ev hanımı. Saniye Jupani, ev hanımı, iki yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1941 doğumlu. Şevale Mustafi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1954 doğumlu. Şukriye Neimi, ev hanımı,Tearçe köyü, 1936 doğumlu. Valdeta Maksudi, ev hanımı, Kırçova, 1927 doğumlu. Vasfiye Memeti, ev hanımı, Gostivar, 1927 doğumlu. Vecayet Güleç, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1946 doğumlu. Zebercet Şehu, ev hanımı, dört yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1947 doğumlu. 96 Zekiye Yahya, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi Sırp dilinde görmüş, Kalkandelen, 1922 doğumlu. Zerrin Çelik, ev hanımı, sekiz yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1952 doğumlu. Zülbiye Hasipi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1937 doğumlu. Zülfiye Yahya, ev hanımı, dört yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Zdunye köyü, 1948 doğumlu. Zümbül Veysel, 90 yaşında, Valandovanın Bahçebosu köyü. 97 1.8. DOĞUM VE SÜNNET ADETLERİYLE İLGİLİ RESİMLER 1. Hastanede yeni doğmuş bir bebeğin görüntüsü. 2. Yeni doğmuş bebeğin suyuna tuz ve şeker atılarak ve kırk gün ebe tarafından yıkanması uygulamasından bir görüntü. 98 3. Ülelık merasiminde yeni doğum yapmış anne ve bebeğin loğusa yatağından bir görüntü. 4. Bebeğin uyutulması için kullanılan beşik. 99 5. Sünnet olacak çocuğun sünnet elbiseleri giydirilmeden önce kızlar tarafından şarkılar eşliğinde yıkanması. 6. Sünnet olacak çocuğa dayıları tarafından hediye olarak getirilen süslü, telli koç. 100 7. Sünnet olacak çocuğun giydiği sünnet kıyafetlerinden bir örnek. 8. Sünnet olacak çocuğun, dayıları tarafından getirilmiş davulcularla halay çekilerek köy sokaklarında gezdirilmesinden bir görüntü. 101 9. Sünnet olacak çocuk, sünnet olmadan önce at üzerinde köy sokaklarında gezdirilirken. 10. Çocuğun berber tarafından sünnet edilirken görüntüsü. 102 11. Sünnet edilmiş çocuğun evinin bahçesinde yapılan düğünde, yatmış olduğu karyoladan bir görüntü. 12. Sünnet edilmiş çocuğun salonda yapılan düğününde, yatmış olduğu karyoladan bir görüntü. 103 İKİNCİ BÖLÜM MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA EVLENMEYLE İLGİLİ İNANIŞ VE UYGULAMALAR Hayatın ikinci önemli dönemi olan evlenme, gerek kız gerek erkek yönünden bir geçiş dönemi olduğu gibi, taraflar arasında yeni bir bağ kurması, aileler arasındaki düzeni ve ekonomiyi etkilemesi bakımından da, her zaman üzerinde titizlikle durulan, her safhası ayrı tören ve ayrı uygulamalarla süslenen bir olay olarak önem kazınmıştır. Evlenme de doğum gibi yeni bir yaşama durumuna geçişi ifade etmektedir. Bu geçiş sırasında tehlikeli ve zararlı kuvvetlerin faaliyetleri, evlenenler için de söz konusudur. İslam-Türk hayatında ev ve evlilik, çocuk sahibi olmak en önemli kaidelerdendir. İnsan ev sahibi olunca bulunduğu toplulukta itibar kazınır. Çocuk sahibi olunca da itibarı yükselir. Bunun için evlilik safhası insan için çok yönlü önemlere haizdir. 2.1. DÜĞÜN ÖNCESİ ADETLERİ Geçiş törenleri içerisinde, yapısının karmaşıklığı ve içeriğindeki ayrıntıların zengin çeşitlemeleri bakımından hem çok ilginç hem de incelenmesi çok çetin bir gelenektir, evlenme ile ilgili inanış ve uygulamalar. İki gencin kaderlerini birleştirmesi açısından bireysel davranışları, yeni bir akrabalık bağlantısının kurulması yönüyle aileler arası ilişkiler, iki tarafın yakın akrabaları, dostları ve komşu çevrelerinin katılmaları bakımından ayrı bir öneme haizdir. Hele küçük köylerde bu gibi törenlere hemen herkes davet edilir ki bundan ötürü bir bayram anlamı kazanır, düğünler. Bu törenler genelde coşkun eğlenceler, yeme içme, düğünbayram havası içinde geçer. Görücülük, söz kesme, nişan, nişan ile düğün arasında uygulamalar, bohça gibi gelenekler, büyük masraflar gerektirir. Bundan ötürü onlar aynı zamanda ekonomik birer külfettir. Düğün, düğün öncesi, esnası ve sonrasında yapılan kız arama, kız isteme, söz kesme, nişan, kına gecesi, gelin alma, gelin geldikten sonra yapılan uygulamalar, gerdek, gerdek ertesi uygulamaları içine alan bu süreç en uzun bir hafta, çoğu kez üç gün içinde yapılan bir törendir. Makedonya Müslümanları ile ilgili düğün ve evlenme konusuna geniş bir şekildi çalışılmaması bu konuya eğilmek gereklilik olarak hissedildiği söylenebilir. Bu yüzden pek fazla kaynak esere başvurmadan yapılan merasimlere katılarak gözlemlediğimiz veya yaşlı kadınlardan bu konuda mülakat yoluyla elde etmiş olduğumuz veriler doğrultusunda araştırmamızı yapmaya çalıştık. 2.1.1. Evlenilecek Eşin Seçimi Evlenecek çiftlerin seçimi konusunda ilk girişim erkek tarafının kız seçmesi için yapılan bir iştir. Ya delikanlı bir kıza göz koymuştur, yahut da seçme işini anasına, babasına bırakmıştır. Genel olarak erkek tarafının ilk önemli değerlendirmesi kızın güzellik ve huyu, edebi, iffeti ile güzel olmasıdır. Akrabalık kuracak ailelerin ekonomik durumları da önemli bir faktördür. Genelde durumları eşit olan aileler birbirini seçmeye çalışır. Erkek tarafının ekonomik durumunun üstün olması kız tarafı için bir sıkıntı doğurmaz, hatta arzulanır. Çünkü seçen erkektir; buna karşılık erkek tarafın ekonomik durumu düşük olması ise bazen büyük zorluklara neden olur. Akrabalık bağlarını da sıkıntıya sokabildiği bir durumdur ki Makedonya Müslümanlarında da sıkça karşılanan sıkıntılardan biridir. Önceleri Makedonya’daki Müslümanlarda evlenecek çiftlerin kararlarını babalar verirdi. Anne ve babanın sözü emirdi. Kız, evleneceği erkeği seçemezdi, onunla konuşmaz ve görüşemezdi. Anne ve baba kızı verselerdi gider, vermeselerdi gelin olamazdı. Gençler nişanlansa bile birbirlerini tesadüfen görmüşlerse aksi halde hiç görüşmezmişler, birbirlerini ancak gerdek gecesi tam olarak görebilirlermiş. Önceleri kızın gönlü olduğu gence varmak istemesine rağmen aile razı olmadıkça kız erkeğe varamazdı. Kız arzu ettiği erkeğe değil ailenin uygun gördüğü kişiye giderdi. Makedonya’nın bazı bölgelerinde ise, kız ve erkek önce birbirlerini beğenir daha sonra kız babasından istenir. Babası bu evliliğe razı olmadığında ise, çoğu zaman kız bohçasını alıp sevdiği erkeğe kaçardı. Bu olaydan sonra her iki tarafın aileleri birbiri ile küs olurdu. Bu durum bazen aylarca, bazen ise senelerce sürerdi. 105 Bazı bölgelerde ise kız sevdiği erkek veya erkeğin sevdiği kızı alabilmesi için veya katı olan ailelerin ikna olması için değişik büyü şekillerine müracaat edildiği de olur. Bunun gerçekleşmesi için ün yapmış hocalardan muskalar yazdırılarak ailelerin ikna olmasına çalışılır. Bu uygulamalardan olumlu sonuçlar alındığı hemen olur yerde anlatılan yaygın rivayetlerdendir. Bazı aileler ise beğendikleri bir kızı, gönlü olmaz veya hiç tanımadığı halde büyü veya değişik sihirlerle gelin almaya mecbur kaldığı da anlatılır. Bu uygulamalar genelde düğünlerde kızın arkadaşları ve bu evliliğin gerçekleşmesini isteyen aileler yemeğine değişik üfürülmüş gıdalar veya sıvılar katarak kızın hiç tanımadığı erkeğe kaçmasına neden olurmuş. Kızın ve erkeğin gönlü olmadan evlenecek yaşa gelmiş olan gençlerin babalarının birbiri ile gerçekleştirmiş anlaşmayla çocuklarını güç birliği olsun diye bazı bölgelerde evliliklerin olduğu da dikkat çekilmiştir. Günümüzde ise, evlenecek yaşa gelmiş gençler ile aileler birbirleri ile evlilik konusunda danışırlar. Eğer gençlerden birinin gönlünde bir kişi varsa bunu ailesi ile paylaşır. Aile buna razı olursa çiftleri evlendirirler. Evlilik çağına gelmiş olan gençlerin gönlünde birileri yoksa aile uygun gördüğü kişi için çocuklarıyla istişare eder. Uygun görüldüğü takdirde evlilik gerçekleşir. Bazı hallerde evlilikler görücü usulüyle gerçekleşir. Erkeğin beğendiği bir kız var ise, bunu ailesi de uygun görürse akrabaların evlerinden birinde erkek ve kız aileleri eşliğinde görüşüp tanışırlar. Burada erkek ve kız birbirlerini tanır, birbirlerini daha yakından görme fırsatı bulur ve birbirlerinin şartlarını karşılıklı olarak konuşurlar. Bunun sonucunda erkek ve kız birbirini beğenir ve ortaya koyulan şartları kabul ederse stroynik (sağdıç) aracılığıyla bu evlilik düzenlenir. Yok, eğer bir engel var ise bu evlilik gerçekleşmez ve hiçbir şey olmamış gibi kimseye söylenmez. Bu usul çok gizli bir şekilde yapılır. Onun için kimsenin görmemesi veya dedikodulara neden olmaması için ya farklı bir evde veya akşamleyin yapılır. Çünkü sonuç olumsuz olursa evlenecek kız veya erkeğin şanının düşeceği kabul edilir. Görücü usulüyle evlilikler son zamanlarda oldukça yaygındır. Bu durum daha önceleri sadece şehir ve kasabalarda yaygın iken günümüzde köylere de yerleşen bir uygulamadır. Yaşam şartlarının hızla değişmesi, insanların sosyal kurumlarda daha çok çalışması, özgürlüğün yaygınlaşması nedeniyle kişilerin birbirini görme ve 106 tanıma imkanları artmıştır. Yani görücülük ve kız isteme törenleri birbiriyle kaynaşmıştır. Bu ortamda ailelerin ve evlenme çağındaki gençlerin birbirlerini tanımasına, oğlan tarafının kız istemeye gitmeden önce ilk bilgileri edinmesine hiçbir engel yoktur. Bu çevrelerde yapılan evlilikler hem görücü hem de dünürcü usulüyle gerçekleşmektedir. Görücülük usulü uygulanan çevrelerde bu görevi kadınlar üstlenir. Bunlar oğlanın anası veya yakın akrabalardan yaşlı kadınlardır. Görücüler, oğlana uygun olacak kızların güzelliği ve törelere uygun davranıp davranmadığına göre adayı değerlendirir. Bundan sonra, ailenin durumu ve diğer konularda soruşturmalara girişirler. İkinci aşama ise oğlan tarafının, soruşturmaları sonunda kızı uyguna gördükleri zaman kızı isteme işlemidir. Kız tarafı da verilen mühlet içerisinde oğlanı soruşturup ve tam üzerinde düşündükten sonra, her iki taraf karşılıklı olumlu bir değerlendirmeye varınca, görücülerin işi sona erer ve evlilik hazırlıkları başlar. Makedonya Müslümanları genelde evlenecek çocuklarına düğünlerde veya yakın akrabaların tavsiyesi üzerine kız seçerler. Beğenilen kızların ailesini, soyunu, terbiyesini, başka bir erkeği sevip sevmediği, başka birine gönlü olup olmadığı bilinirse, en kısa zaman içinde kız istenir. Eğer ki kızdan aranan özellikler var ise kız istenir. Aileler uygun gördüğü takdirde evlilik gerçekleşir.1 Resne’deki Müslümanlarda ilk dikkat çekilen hususlar, hem erkek hem de kız tarafın iyi, soylu ailelerden olmasının önemli olduğu görülür. Bunun yanı sıra kızın güzel olması, adsız (yani adı kötü davranışlarla çıkmayan, başka erkeklerle çıkmamış) olması, eğitimi, boyu-posu yerinde olmasına da dikkat edilir. Bu şartlara sahip olan çiftler dünürler aracılığıyla kızlar istenir, razı olduklarında evlilik gerçekleşir. Kalkandelen’in Tearce yöresinde yaşayan Müslüman Türklerde ise genelde sadece evlenecek çiftlerin kız ve erkeğin ailesinin uygun gördüğü evliliklere izin verilir. Yani eğer kız veya erkeğin ailesi bu evliliğe karşı olursa, kız ve erkek birbirlerinin beğenmiş olmasına rağmen evlilik gerçekleşmez. Aksi halde aileler arasında büyük bir düşmanlık oluşur ve bu düşmanlık bazen aylarca, hatta senelerce sürürmüş.2 1 2 Kaynak kişiler: Şevale Mustafa, Hanife Nuredini ve eşim Sema Nuredini. Kaynak kişi, Feysal İsmaili ve ailesi, Tearce. 107 Makedonya’da yaşayan Müslümanlardaki benzer uygulama Romanya’nın Dobruca Türklerinde görülmüştür. Dobruca Türklerinde de 1930 yılı öncesinde evlenecek çiftler birbirlerini seçemezmiş, evlenecek gençler ancak sokaktan tesadüfen geçen gençleri görebilirlermiş. Çiftlerin birbirlerini seçme şansı ancak kaçma ile mümkün olurmuş. Son zamanlarda ise çocuk anneleri kızları özellikle düğünlerde beğenir. Seçilecek olan kızın huyuna, terbiyesine, fıtratına çok önem verirlermiş. Açıkgöz delikanlıya açıkgöz bir kız seçilirmiş, yavaş erkeğe de yavaş bir kız seçilirmiş.3 Makedonya’da yaşayan Müslümanlarda otuz-kırk yıl önce evlenecek kız ve erkeklerinin birbirlerinin seçme şansı yok iken bu tutumun yavaş yavaş yumuşadığı ve evlenecek çiftler birbirlerini seçmeye ve beğenmeye başladığı görülmüştür. 1950 yıllarından sonra kolektiflerde çalışmaya başlayan erkek ve kızlar bu mekânlarda birbirlerini görüp konuşmaya ve beğenmeye başladıkları; köylerde ise, 1965 yıllarından sonra evlenecek erkek ve kızlar birbirlerini görüp beğenmeleriyle evlenme hazırlıklarına başlanıldığı ifade edilir. 1980’lere gelindiğinde bu durum biraz daha ileriye gidip, evlenecek çiftler okul, çarşı, gezi gibi mekânlarda beğenip seçmesiyle ailelere bildirip stroynik (sağdıç) aracığıyla kız istenir ve sorun olmadan evlilik kolay bir şekilde gerçekleşir. Buna benzer uygulamalar Romanya’nın Dobruca Türklerinde de görülmüştür.4 Türkiye’de mesela Isparta’da önceleri kızın kendisine danışılmaz, evlenecek erkeğin de rızası alınmazmış. Ana babanın müsait gördüğü evlilikler olurmuş. 1900’lü yılların başlarında ise bu katı davranışın Türkiye’de yumuşadığı görülür. Mesela İstanbul’un Kâğıthane ve Göksü gibi gezinti yerlerinde genç erkekler genç kızlara sandal gezintilerinde mani attıklarını ve birbirlerini seçtiklerini görüyoruz. Böylece gençler birbirlerini seçerek evlilikler gerçekleştiği dikkat çekilir.5 Tatar Türklerinde 1950’li yıllarda evlenecek çiftler kapalı bir mekânda bir araya toplayıp, kızlar bir tarafta erkekler bir tarafta getirilirmiş. Aralarında erkeklerden biri erkek ve kızlar birbirlerine yanaşmamaları için bir kamış ile bekçilik yaparmış. Kızlara doğru giden erkekleri hemen uyarırmış. Burada evlenecek çiftler 3 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.71. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 71–73 5 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 167. 4 108 birbirlerine maniler söyleyerek beğendiklerini söylerlermiş. Burada ilk olarak görüşüp tanışırlarmış.6 Anadolu’nun bazı bölgelerinde kimi aileler çocuklarını daha beşikte iken beşik kertmesi yaparak evlendirme kararı alırmış. Bu uygulama şöyle gerçekleşirmiş: hısımlık kurmak isteyen aile bir ailede bir kızın doğumunu haber alır almaz baba, hemen bir beşik donatıp kızın evine yollar. Böylece, kız henüz beşikte iken söz kesilmiş olur. Oğlan evi ise, kandillerde, bayramlarda kızın ana babasına ve kıza hediyeler götürür. Bu geleneğe beşik kertmesi denir. Bunun çok eski bir Türk geleneği olduğu, Dede Korkut kitabında da söz konusu edilmesinden anlaşılmaktadır.7 2.1.2. Kızlarda ve Erkeklerde Evlenme Yaşı Makedonya Müslümanlarında normal evlilik yaşı kızlarda 18-22, erkeklerde ise 22-26 yaşları arasıdır. Bununla birlikte özellikle kırsal bölgelerde bunun kızlar için 14 erkekler için de 16 yaşlarına kadar düştüğü görülür. Bunun en önemli sebebi ekonomik yani tarımda işgücü ihtiyacının karşılanmasıdır. Bazen yaşanmış bir ölüm olayı da erken evliliklere yol açabilir. Evlilik sayesinde o ailede yaşanmış olan üzüntüyü sevince çevirmek amaçlanır. Kısacası Makedonya Müslümanlarında evliliğin belli bir yaşı yoktur. Yani erkekler on dört, on beş yaşlarında aynı yaşta veya daha yaşlı bir kız ile evlenebildikleri gibi, kendilerinden daha yaşlı kişilerle de evlenebilirler. Hatta, erkeğin kendinden büyük bir bayan ile evlenmesi, evliliğin daha bereketli geçeceği inancı bile vardır. Kısmetlerinin kapalı olduğunu düşünen bazı gençler ise şanslarının açılması için büyü ve tılsım gibi bazı çarelere başvururlar. Bunlar hocalardan hamele yazdırarak üzerlerinde taşımakla veya farklı ziyaret yerlerine giderek buralarda kurban kesip dua etme şeklinde olabilir. 2.1.3. Kısmet Açma Bölgesel olarak veya yaşanılan kültürel çevreye göre evlenme yaşının geçmiş olarak kabul edilen gençlerin kısmetlerinin kapalı olduğu düşünülür. Böyle 6 7 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.73. Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 173, 174. 109 durumlarda, evlenecek çiftlerin kısmetlerinin açılması için değişik büyüsel uygulamalara başvurulur. Bazı aileler veya evlilik yaşı geçmiş gençler değişik yatırlara, ziyaret yerlerine veya çare bulmakla ün yapmış türbelere gidip, kısmetlerinin açılması için adaklar adayabilir ve dua edebilir. Yaşı geçen bir kızın evlenebilmesi için mutlaka kısmetinin açılması gerekir. Kısmetin bazen kendi kendine açılabilmesi mümkün olduğu gibi, kısmetin açılmasını çabuklaştıracak, hatta zorlayacak uygulamalara da başvurulur. Bazı aileler kısmet açılması için Kur’an okumaya ve duaya yönelir. Bazı aileler ise tavsiyeler doğrultusunda belli duaların belli sayıda okunduğunda kısmetlerin açılacağı kabul edilir. eğer birinin talip olduğu ve sonradan evde bir kız varsa, bu durumda onu önceden isteyen ailenin kısmeti kapanması için sihir yaptırdığı düşünülür. Onun kısmetinin açılması için yeni kilitler satın alarak üzerlerine okunup o kızın da kısmetinin açılacağı ve çok geçmeden mutlu bir yuva kuracağı düşünülür. Bunun dışında da zaman zaman civarda ün yapmış ziyaret yerlerine veya ün yapmış kocakarılara da başvurulduğu görülür. Kısmet açma erkeklerden ziyade kızlar tarafından başvurulan bir uygulamadır. Örneğin, Resne ve civarında yaşayan Müslümanlardan yirmi üç yaşını geçmiş kızlar kısmetlerinin açılması için değişik uygulamalara başvurur. Bazıları ise civarda bulunan meşhur yatırlara yönelir. Kırnçar’da bulunan meşhur türbe bu durumlarda en çok ziyaret edilen yerlerden biridir. Kısmeti açılsın diye yaşı ilerlemiş kızlar türbeye gidip orada bir gece geceleyerek iç çamaşırlarından birini bırakır. Ertesi gün bırakılan çamaşırlar almaya gidilir ve dileklerinin kabul olunması için yatır başında dua edilir. Gecelemiş çamaşırları kızlar yedi gece üzerlerinde taşırlar. Yedi gün sonra tekrar iç çamaşırlardan birini türbede gecelemesi için bırakılır ve yine yedi gün üzerlerinde taşırlar. Bu uygulama üç defa tekrarlanır. Bu uygulamadan sonra kızın kısmetinin açılacağı varsayılır. Resne ve civarında dikkat çeken diğer bir uygulama ise, kız istemeye gelindiğinde, kız istenildiği akşamdan sabaha kadar hiç konuşmaz. O gece kız rüyasında kırmızı ve siyah renkleri görürse evliliğin kendisi için hayırlı olmayacağı, yeşil ve beyaz renkleri görürse hayırlı bir evlilik olacağına işaret sayılır. Kız buna göre kararını verir. 110 Debre yöresi Türklerinde ise gençlerin kısmetlerinin açılması için ün yapmış hoca ve türbelere gidildiği görülür. Bazen kısmetinin açılması istenilen erkek veya kızın haberi olmadan, hocalardan hamele/muska yazdırıp üzerlerinde taşımaları için eşyalarına dikilir veya giysileri türbeye bırakılıp ertesi gün alınıp giydirilir. Türbedarlardan yardım alma inancı Anadolu’da da vardır. Örneğin, Güney Anadolu’da mahkumlar belirli türbelere gömlek bıraktırır, duruşma günü bu gömleği giydiklerinde davalarını kazanacaklarına inanılır.8 Makedonya Müslümanlarının yaşadığı bazı bölgelerde ise genç kızlar, kısmetlerinin açılması için yakında bulunan değirmenlere giderek değirmenin çatısındaki kiremitleri ters çevirdikleri görünür. Böylece ters giden kısmetlerinin düzeleceğine inanılır. Ayrıca Hıdırellezde gün doğmadan değirmene gidip değirmenin suyu ile yüzlerini yıkadıkları takdirde nasipleri açılacağı düşünülür. Bazıları ise göğüm ile su alıp bununla evinde yıkanır. Bu uygulama ile hem kısmetlerinin açılacağı, hem de sağlıklarının yürüyeceğine inanılır. Değirmen ve suyunun hikmetleri ile ilgili inanışlar Kuzey Irak, Doğu Anadolu ve Azerbaycan Türklerinde de vardır.9 Kırçova veya Kırcaova yakınlarında Peri Suyu diye bilinen bir yer vardır. Büyü yapılarak kısmeti kesildiğini düşünen kızlar bu su ile üç defa yıkanırlarsa kısmetlerinin açılacağına yani büyülerinin bozulacağına inanılır. Bu yerlere bozuk paralar atmak ve ekmek bırakmak da bu inancın bir parçasıdır. Bazen da söz konusu yerlere kişiye ait eşyalar bırakılır. Bu uygulamalar daha ziyade Hıdırellezde Lisiçani, Çelopesi vb. çevre köylerden gelen kadınlar tarafından yapılır. Üsküp’te kısmetinin açılmasını isteyen kız ve erkekler, Yiğit Baba ve onun hocası olan Meddah Baba türbelerine giderler. Buradaki suyun yararlı olduğu yapılan büyünün bu sudan içilmesiyle bozulacağı ve kısmetlerinin açılacağı inancı yaygındır. Bazılarına göre ise buradan alınan su ile yıkanılması sonucunda kısmetler açılır. Bu ziyaret yerine ayrıca hastası olan, çocuk sahibi olmak isteyenler de gider. Bazı kızlar kısmetlerinin açılması için Hıdırellezde Nevruz ağacının altına kırk taş koyarlar. 8 9 Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 34. Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 34. 111 Hıdırellez ve Nevruz ile ilgili inanış ve Taş Kültü Türk Dünyasının her yöresinde yaygındır.10 Makedonya Müslümanlarında kısmetinin açılmasını isteyen kız ve erkekler için hocalardan kilit de açtırılır. Ayrıca hocaların yazdıkları muskalarla da kısmetlerinin açılması istenir. Yazılan muskalar odanın dört köşesinde halının dört başının altına konur, bu muskalar buralarda üç gün kaldıktan sonra kısmetinin açılmasını isteyen kişi bunları kazanda kaynatır ve suyuyla yıkanır ve uygulama ile kısmetlerinin açılacağına inanılır. Ayrıca kısmetlerinin açılması için hacdan getirilmiş toprak veya sulardan da medet umulur.11 Buna benzer inanış ve uygulama Malatya’da da görülmüştür. Kısmeti kapalı kızların bahtlarının açılması için, hiç kullanılmamış bir kilidin Cuma namazından çıkan ilk kişiye açtırılması ile kısmetlerinin açılacağına inanılır.12 Ayrıca kısmetinin açılması inancıyla bazıları hacca gidecek hacılara eşyalarından kazak, gömlek, tişört gibi eşyalardan biri verilir. Hacca giden hacı adayı bu elbiseyi zemzem suyuyla yıkar, onlara dua eder ve bu elbiseyi kutsal yerlerde gezdirdikten sonra geri getirir ve kısmeti kapalı olan kızların giymesi için geri verilir. Aynı zamanda kısmeti kapalı olanlar hacca giden hacı adaylarına açılmamış bir kilit de verir. Hacda Mekkeye varılınca bu kilidin açılmasıyla kısmeti kapalı olanın da kısmetinin açılacağı varsayılır. Bu inanış ve uygulama Makedonya’nın batısında yaşayan Müslümanlarda daha yaygındır. Bazı bölgelerde yeni evliliklerde gelinin duvağı üç gün sonra çıkarılır. Çıkarılan duvak etrafta bulunan kızların üzerine atılır. Duvağın değdiği kızların en kısa zamanda kısmetlerinin açılacağı ve gelin olacaklarına inanılır. Bu uygulamada bir olayın başka birine bulaşacağı kabul edilir. Kına gecesi yapıldıktan sonra akşamları gelin almaya gidilir. Gelinin evine varıldığında çalgılar eşliğinde kadınlar gelinin evinde oyunlar oynarlar. Geri dönme zamanı yaklaşınca gelin evinden bahçeye çıkarılır. Bu esnada erkek tarafından tayin edilen bir kadın (leblebiciça) tarafından gelinin güzel, bereketli olması için bozuk para, leblebi ve şekerler gelinin duvağına atılır. Duvakta kalan bu şeker ve leblebiler 10 Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara 1968, s.107. Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 34-35. 12 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 102. 11 112 kısmetlerinin açılması veya en kısa zamanda gelin olmasını istenilen kızlara yemeleri için verilir. bu uygulama ile en kısa zamanda sonuç alındığı dikkat çekilmiştir. Üsküp ve civarında yaşayan Müslümanlar, kısmetlerinin açılması için değişik türbelere giderler. Buralarda mum yakılır, türbelere para atılır. Gazi Baba, Kadı Baba, Rufai Tekkesi gibi Üsküpte en çok ziyaret edilen ve kısmetlerinin açılması için adak adanan yerlerdir. Kısmet açılması için Makedonya Müslümanlar tarafından ziyaret edilen diğer yerler, Kanatlar çevresinde Dikmen Baba, Mustafa Baba, İsmail Baba Salman Baba, Kurtdede Sultan Baba türbeleridir. Ziyaretçiler türbelerden getirdikleri toprağı şifa için suyu süzülerek içildiği de görülmüştür.13 Makedonya Müslümanlarındaki benzer kısmet açma inanış ve uygulamaları Türkiyenin değişik bölgelerinde dikkatimizi çekmiştir. Doğu Anadolu’da, evlenmek isteyen fakat buna bir türlü muradına eremeyen genç kız ve erkekler, kısmetlerinin kapalı veya bağlı olmasına inanır. Bunu çözmek ve kısmetlerini açmak için birtakım yollara başvururlar; yatır veya türbe, kutlu yer gibi ziyaretgahlara gidip adak adarlar; büyü ve benzeri yollara başvururlar; kilit açma, hıdırellezde niyet ve dilek yapılan uygumalar ile kısmetlerini açmaya çaba gösterirler. Bu gibi uygulamalar ile kısmetlerinin açılacağına, sevdiklerine kavuşabileceklerine inanırlar. Ayrıca yeni evlenen gelinin ayağının altına isim yazmak, gelinin arkasına süpürge bağlamak, saçından bir parça kesip almak ile kısmetlerinin açılacağına inanırlar. Kına gecesi gelin duvağını başa kakmak da kısmetleri açacak uygulamalardandır.14 Muş’ta evlenme çağı geçen kızlar, kısmetlerinin bağlı olduğuna inanırmış. Eğer bu kız ardarda üç Çarşamba bir oklava alıp, oklavayı ata biner gibi iki bacağı arasında alarak minareye çıkar ve orada şerefede üç defa dönerse, o kızın kısmeti hemen açılırmış ve istemeye gelirler diye inanırmışlar.15 Sivas ve çevresinde Cuma günü sela okunduğunda kısmetinin kapalı olduğunu inanan kızlar ayak altına bir anahtar koyup “bahtım açılsın” diye dua edermiş. Evlenemeyen kızın ismi, evlenen bir kızın ayakkabısı içine yazılırmış. Gelin olana bir örgülü çorap verilir, gelin kocasının evine giderken çorabın örgüsünü açamakla kısmetin de açılacağını inanılır. 13 Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 34-35. Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 101, 102. 15 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 102. 14 113 Gelinin duvağı, evde kalmış kızların başına atılırmış. Gelin elbisesinin eteğine evlenmemiş kızların isimleri yazılırmış.16 Yukarıda örneklerini sıraladığımız uygulamalarla evlenme şansının artacağına inananlar, başlangıçtaki inançlarımızı yaşatmaya devam etmekte ve onlarla geçmiş ve günümüz arasında bir manevi köprü, bir organik bütünlük bağı kurmaktadır. Demir, ağaçlara çaput bağlamak, dağdan, taştan, sudan, kırdan gelecek yardımla dertlerin biteceği umudu, başlangıçtaki inançlarımızın geride kalan izlerinden başka bir şey değildir. Ata mezarlarının ve ruhlarının yerini alan evliyalar, güneşin doğduğu istikamete yüz dönmenin yerini alan Kâbe gibi örnekler, İslamiyet ile inançların imtizacını sağlayan köprü davranışlardır. Ağaca çaput bağlamak, dilek dilemek, ilgili ruhları memnun etmek ya da onların yapacağını önlemek uygulaması da Türk inanışları içinde yer alan en eski inanışlardandır. Bu uygulama günümüzde türbe kapı ve çevresine bez bağlamaya dönüşmüştür. Ağaç iyesini memnun etme yerini yatır, evliya, ulu kişiler almıştır. Yatır ve türbe kapılarına, çevredeki ağaçlara genç kızlar tarafından evlenmek dileğiyle çaput bağlama uygulaması ve inanışına, Müslüman-Türk kültürünün bulunduğu hemen her tarafında var olan eski bir gelenektir. 2.1.4. Evlilikte Dikkat Edilen Hususlar Makedonya Müslümanlarında gelin adayını seçerken akrabalık bağlarına çok dikkat edilir. Yakın akraba evliliğinin yok denecek kadar az olduğu söylenebilir. Amca, teyze, hala, dayı çocukları birbirleriyle evlenemez. Aralarında birbirleriyle kaçma da olamaz. Bunlar her zaman birbirlerinin bacı-ağabeyi olarak kabul edilir. Yedi kuşak veya soydan yakın akrabalarla evlilik olmaz. Bunun nedeni büyük oranda doğacak çocukları zayıf veya sakat olacağı inancıdır. Makedonya Müslümanlarında serbest girip çıkmalar olduğu için komşularla bile evlilikler yapılması uygun görülmez. Onlar her zaman aileden birileri sayılır. Bu gibi evlilikleri gerçekleştirenler her zaman toplumdan dışlanır. Dobruca Türklerinde de, baba soyundan yedi, ana soyundan üç kuşağa kadar kesinlikle evliliklerin yapılmadığı belirtilir. Bu bir gelenek ve inanç halini almıştır. Bu geleneği hiç kimsenin bozma hakkı yoktur.17 16 Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 77,78. 114 Türkiye genelinde akrabaların birbiriyle olmaların evlenme geleneği 1940 öncesinde hemen hemen hiç yokken, son dönemlerde bu gelenek yer yer devam etmekle birlikte büyük oranda unutulmuştur.18 Yabancıyla evlenme Türklerde eski bir gelenektir. Neredeyse akraba evliliği hiç yoktu. Altaylılar içinde aynı soya mensup olanlar birbirleriyle evlenemezlerdi. Bunlar birbirlerini soy kardeşi olarak kabul ederlerdi. Yani aynı toteme tapanlar birbirlerine karşı mahrem idiler. Aynı kutsallığı taşırlardı. Diğer totemler kendilerince kutsal olmadıkları için başka klan mensuplarıyla evlenmeler yapılırdı. Başkurtlarda kız çocuk yabancıya tayin edilmiş bir varlık olarak kabul edilir ve kesinlikle aynı soydan olanla evlendirilmez.19 Türkiye genelinde, Dobruca Türklerinde ve diğer Müslümanlarda olduğu gibi, Makedonya Müslümanlarında da süt kardeş ile de evlenilmez, buna çok önem verilir ve haram olarak kabul edilir. Zira Kuran’ı-Kerim’de birbiriyle evlenmesi haram olanlar zikredilirken süt kardeş de yer alır: “Sizlerle; analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızlarıi sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anneleri kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanında kalan üvey kızları, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada olmak suretiyle evlenmek size haram kılındı” (Nisa Suresi, 23). Bunun dışında Makedonya Müslümanlarında evlilikte dikkat çekilen diğer hususlar daha çok dışsal olması bakımından değişiklik arzetmektedir. Evliliklerde genelde ailelere çok dikkat edilir. Bazen kızdan çok ailelerin iyi olmasına önem verildiği söylenebilir. Sanki bu uygulama “Anasına bak kızını al” atasözünün bir yansımasıdır. Yani evliliklerde bazan ailenin durumu öncelik arz eder. Fakat her ne olursa olsun evliliklerde iyi, yararlı dostluklar kurulmasına özellikle dikkat edilir. Bazı aileler ise çiftlerin maddi durumuna önem verir. Eğer kız tarafı fakir ise erkeğin zengin olmasına dikkat eder, erkek tarafı fakir ise kız tarafın zengin olmasına dikkat eder. Bazı gençler ise yurtdışına çalışmaya gidebilmek için özellikle Batı Avrupa’da çalışan ailelerin kızlarını tercih ederler. 17 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.77. Hamit Zubeyr Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, Ankara 1944, s. 155, 172, 180. 19 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.77, 78. 18 115 Kısacası Makedonya’da yaşayan Müslümanların evlilik konusunda daha ziyade zenginliğe ve güzelliğe önem verdikleri söylenebilir. 2.1.5. Kız Arama Önceleri Makedonya genelinde kız arama yaz aylarındaki düğün davetlerinde olurdu. Sonbahar mevsiminde ise beğendikleri kızlar istenirdi. Düğün merasimi de ilkbahar yaz döneminde yapılırdı. Şimdi ise belli bir zaman yoktur. Beğenilen bir kızı isteyip düğün hazırlıkları yapılabilecek kadar yani bir iki ay içerisinde düğünler gerçekleşir. Önceleri düğünler evlerin bahçelerinde yapıldığı için havaların iyi olduğu mevsimler düğün için tercih edilirdi. Onun için ekinler kalkıktan sonra yani sonbaharda beğenilen kız aranır ve istenirdi. Günümüzde ise düğünler salonlarda yapıldığı için kış mevsiminde de gerçekleşir. Artık kız arama, kız isteme ve düğünlerin belli zamanı yoktur. Önceleri kız arama işini yaşlı kadınlar yapardı. Evlenecek kızlar dedikodu çıkarılmaması için genelde her yere götürülmezdi. Onun için erkek tarafından seçilen yaşlı kadınlar kız tarafına gönderilirdi. Bunun kız tarafına yakın olan ve nazı geçebilecek bir kadın olmasına dikkat edilirdi. Bu kadınlar kız tarafına gidip önce niyetlerini anlar sonra da kız istenirdi. Yani o kadın kızı verip vermeyeceklerini anlamaya çalışırdı. Çünkü Makedonya Müslümanlarında kız isteyip de verilmediğinde itibarlarının zedelemeceği inancı vardır. Bu yüzden işi sağlama almak için yaşlı nine önceden kızın evine gönderilirdi. 1980’li yıllarda ise artık eşler birbirlerini bulmaya ve seçmeye başlamıştır. Bu durum sosyal değişikliklerin bir sonucudur. Kız ve erkeklerin değişik yerlerde çalışması, birbirlerini görme ve tanışma imkanı oluşması bu konudaki temel etkendir. Bu durumda iş sadece ana babaların onayına kalır ve onlar uygun gördüğünde evlilikler gerçekleşir. Günümüzde de bölgesel inanış ve tutumlara göre değişiklik olsa bile, Makedonya Müslümanlarında genelde erkek ve kızın birbirini arayıp beğenmesiyle evlilikler gerçekleşmektedir. Makedonya genelinde kızlar düğünlerde veya değişik davetlerde görülür. Eş, dostun önerileri doğrultusunda da ise kız beğenilir. Evlilik yaşına gelmiş erkeklerin yakınları veya en çok ev halkı anne, kız kardeş, yenge bu konuyla özellikle ilgilenir. Neredeyse bütün davetlere katılarak kız aranır. Evlilik çağına gelmiş olan kızlar da 116 bütün davetlere katılarak kendilerini en iyi şekilde düğünde bulunanlara göstermeye kendilerini beğendirmeye çalışır. Çünkü kısmetin kimde olduğu bilinmez, herkese karşı iyi gözükmeye çalışırlar. Aileler de kızlarına değişik nasihatler vererek, bu iş için en iyi şekilde hazırlarlar. Eğer ki aile bir kızı beğenmiş ise onu aile, soy, huy, terbiye, başka bir erkeği sevip sevmediği, herhangi bir özrü olup olmadığı tanıyanlardan sorup araştırılır. Eğer beğenilirse gizlice kız erkeğe gösterilir. Bütün bunlardan kız ailesinden istenir. Önceleri kız, daha önce onu beğenmiş yaşlı kadın tarafından istenirdi. İsteme işlemi üç dört defa tekrarlanırdı. Yaşlı kadın bazan yanına iki kadın daha alır ve “Allah’ın emri Peygamberin kavli” ile kızı annesinden isterdi. Makedonya Müslümanlarında eskiden kız ve erkeğin anlaşarak evlenmeleri az da olsa görülmüş olmasına rağmen yine geleneklere uygun evlilikler yapılırdı. Evlenmek isteyen delikanlı bu isteğini anne ve babasına söylerken, varsa, evlenmek istediği kızı da söyler. Anne ve baba uygun gördüğü halde ve şartlar buna müsait ise oğullarını evlendirmek için gerekeni yapmaya koyulurlar. Eğer delikanlının evlenmeyi düşündüğü bir kız yoksa, bu durumda anne ve baba oğullarına uygun, güzel, narin, ailesi iyi ve görgülü ve mümkünse de varlıklı bir kız var mı diye yakın çevre ve aile üyelerinden diğer hanımlara sorarlar. Böylece elbirliği ile delikanlıya kız aranır. 2.1.6. Kızlar ve Erkeklerde Aranan Özellikler Makedonya Müslümanlarında genelde evlenecek çiftler kendi dengini kendileri bulmaya çalışır. Aileler eğitimli ise eğitim görmüş, zengin ise zengin ailelerin kızları ile oğullarını evlendirmek ister. Genel olarak erkeklerin doğru yolda olması, ailesini idare edebilecek bir iş sahibi, meslek sahibi veya zanaatı olması, kazancını helalden getirmesi, ailesinin de namuslu, iyi soylu olmasına dikkat edilir. Kızlarda da genelde din eğitimi almış, terbiyeli olması, namuslu, güzel huylu, boyu posu erkeğe uygun olması gibi özellikler aranır. Bölgesel olarak Makedonya Müslümanlarının erkek ve kızlarda aradıkları özellikler farklılık gösterir. Din eğitimi düşük olan bazı topluluklarda, kızın veya erkeğin zenginliği öne çıkar. Kız tarafı zengin olan aileler de zengin erkekleri tercih ederken, kızı fazla güzel olmayan zengin aileler kızına tahsis edilmiş gayri menkul veya herhangi bir malı çevreye yayarak kızının evlenmesini kolaylaştırır. 117 Bunun yanı sıra son zamanlarda maddi durumu düşük olanların yurt dışına çalışmaya gitmek arzusuyla kızın veya kızın ailesinin yurtdışında çalışır olmasına birinci derecede önem vermeye başladıkları dikkati çekmektedir. 2.1.7. Kız İsteme Kız isteme Makedonya genelinde çoğunlukla stroynik (sağdıç) denen kişiler sayesinde olur. İstisnalar dışında genelde erkek tarafı kız tarafına gider. İsteme genelde yakın çevre veya akrabalardan seçilmiş stroynik (sağdıç) tarafından gerçekleşir. Erkek tarafı beğendikleri kızı istemek için hem kız tarafı hem de erkek tarafı ile yakınlığı bilinen ve sözü geçen, itibarlı kişilerden sağdıç seçer. Seçilen sağdıç kız tarafına gidip erkek tarafının selamını götürerek “Allahın emri Peygamberin kavli ile” kızı ister. Kız isteme genelde yatsı namazından sonra olur. Bu bazan gizli bazan da bütün yakınlara ilan edeilerek yapılır. Kız istenildiğinde verilmez ise erkek tarafının itibarı düşeceği endişesiyle istemeler çoğunlukla gizli olur. Eğer kızın verileceği bilinirse, o zaman aile yakın akrabalarını söze davet eder ve sağdıcın cevabını hep birlikte dört gözle beklerler. Makedonyalı Müslümanların genelinde erkek, kızı ister. Bazı durumlarda ise kız tarafı erkek tarafına kızlarını istemeleri için haber gönderir. Ya da kız istendiğinde önce kız verilmeyip daha sonra pişmanlık duyulduğunda erkek tarafına tekrar istemeleri için haber gönderilir. Eğer ki kız ve erkek birbirlerini isteyip de aileler razı olmadığında bazen kaçırma olayları gerçekleşir. Yani erkek kızı gizlice kaçırıp kendisine eş edinir. Bazı aileler kendilerine gelen teklifi kabul etmeden önce yakın akrabalardan fikir alarak kızın verilip verilmemesine karar verilir. Bundan dolayı erkek tarafı kız istemesi için sağdıcı göndermeden önce kız tarafınındaki danışılabilecek ailelerden yardımcı olmaları istenir. Bunun sonucunda kız istenildiğinde yakın akrabalara danışıldıktan sonra olumlu cevap verilmesiyle bu evlilik gerçekleşir. Bazan, ilk gönderilen isteme sonucunda olumsuz cevap alınırsa, çok beğenilen bir kız ise sağdıcı değiştirip kız tekrar istenir. Bu durum defalarca tekrar edilebilir. Bazen da, olumlu sonuç alınıncaya kadar devam edebilir. Yani ümitlerini kesmeden sonuna kadar mücadele verilir. Eğer kız başka birine verilirse veya gönlü başkasında olduğu anlaşılırsa kız istemekten vazgeçilir. 118 Sağdıç kız istemeye giderken sonucun olumlu olması için cebine erkek tarafından aldığı makas veya bıçak gibi nesneler koyar. Bunun nedeni kız isterken söz kesiminin çabuk ve kolay olmasıdır. Yani kesici araçların söz kesmede de etkisi olduğu düşünülür. Sağdıcın kız isterken tatlı dilli olması için önceden ağzının tatlandırılması gerekir.20 Bu uygulama atalarımızın “tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” sözlerinin bir uzantısı olarak görülebilir. Kızın evine ulaşan sağdıç kapıyı çaldığında, kapıyı istenilecek kız açarsa kız isteme olayının olumlu sonuçlanacağına delildir. Yani kız evinde sağdıca ilk olarak istenilen kız görünürüse sağdıca olumlu cevap verilecek demektir. Aynı şekilde, sağdıç su istediğinde suyu istenilen kız getirirse olayın olumlu sonuçlanacağı düşünülür. Çünkü bazı bölgelerde, kızın verilmeyeceği evlerde istenilen kız kesinlikle sağdıca görünmez.21 Kız isteyen aile zengin ise, kız istemek için gönderilen sağdıca beşli yani beşi bir yerde altın verir. Sağdıç kızın evine ulaştığında kapıyı bu altın aile çalar. Bu ise kız isteyen ailenin zengin olduğuna dair bir işarettir. Aynı zamanda bu gibi kız isteme durumları genelde olumlu sonuçlanır. Kız istemeye sağdıç seçildiğinde, sadece iki kişi yani sağdıç eşi ile gider. Damat adayı veya ailesinden hiçbir kimse gitmez. Bu Makedonya’nın Gostivar ve civarındaki Müslümanlarda var olan bir uygulamadır. Makedonya’nın doğu bölgelerinde ise bazı durumlarda ailenin kendisi hatta damat bile kız istemeye gidebilir. Makedonya’da kızla genelde Pazartesi ve Perşembe akşamları istenir. Bu günler daha kutsal olarak kabul edilir ve arzu edilen şeyin olumlu sonuçlanacağı düşünülür.22 Pazartesinin Peygamber efendimizin doğum günü olması ve Cumanın da Müslümanların bayramı olarak kabul edilmesi böyle bir inancın temel nedenleridir. Bazı bölgelerde kız isteme diğer günlerde de gerçekleşse de genelde bu iki gün tercih edilir. Salı ve Pazar günleri ise uğursuz sayılır. Bu günlerde başlanan işlerin başarısız olacağına inanılır. Bu Hıristiyanlığın İslama etkisi olarak yorumlanabilir. Çünkü Salı günü İstanbul’un fethi olduğu için Hıristiyanlar o günü uğursuz kabul eder. Pazar günü de Hıristiyanların bayram günüdür. Bu gün yapılacak 20 Kaynak Kişiler: Siniye Jupani, Şadiye Şabani ve Hanife Nuredini. Kaynak Kişiler: Rukiye İmeri, Nesrin Nuredini. 22 Kaynak Kişiler: Sadriye Aliyi ve Sema Nuredini. 21 119 işlerin hayırlı olmayacağına inanılır. Bazı bölgelerde ise iki bayram arasında da kız isteme uğursuzluk olarak nitelenir. Bu sırada yapılacak söz kesmelerin sonucunda ortaya çıkacak evliliklerin mutlulukla sonuçlanmayacağına inanılır. Kız istenildiği zaman kız ailesi sağdıca hemen cevap vermeden, birkaç gün süre ister. Bu esnada kız ailesi yakın akrabalarına danışarak, erkek tarafını iyi tanıyan ailelerden de erkek ailesi hakkında araştırmalar yapılır. Eğer ki olumlu sonuçlara varılırsa olumlu cevap, eğer erkek tarafı beğenilmezse de olumsuz cevap verilir. Olumsuz cevap verildiğinde, sağdıcın iki gün içinde gelmesi; olumlu cevap verilecekse sağdıcı en geç bir hafta sonra gelmesi istenir. Kız istenildiğinde eğer verilmeyecekse hemen olumsuz cevap verilmez. Bu geleneklere göre büyük bir ayıp ve aşağılıcı bir davranış olarak kabul edilir. Resne ve civarında da aynı durum söz konusudur. Eğer ki erkek ve kız birbirini beğenmiş ise sağdıç seçilir ve kızın evine kız istemeye götürülür. Kızın ailesi de bu isteği onayladığı takdirde düğün hazırlıklarına başlanılır.23 Ustruga ve yöresinde yaşayan Müslümanlarda kız sağdıç tarafından istenir. Bazan kız isteme iki veya üç defa sağdıç tarafından istenebilir. Fakat bu durumdan kızın haberi olmazdı. Çünkü kızın bu konuda kızın ailesi karar verirdi. Kız verildiğinde bir mendil ve bir kutu lokum erkek tarafına olumlu haber olarak gönderilir. Erkek tarafindan ise sadece bir başörtü verilir. Böylece ilk aşamada söz kesilmiş olur. Düğün tarihi tekrar sağdıç aracılığıyla tayin edilir. Düğün yaklaştığında erkek tarafı kız için siyah renkete bir elbise hazırladıktan sonra, düğüne yedi gün kala siyah elbise bir grup kadın tarafından geline gönderilir. Bunun yanında kına, altın küpe ve yüzükler de geline götürülür. Gelin tarfından yemekler ikram edildikten sonra kız evinden ayrılırlar. Gelinin götürülen siyah elbise düğüne kadar giydirilir. Bu uygulama ile gelinin kötü ruhlardan ve sihirlerden korunacağı düşünülür. Kız isteme konusunda Müslüman Türklerde genelde geleneklere bağlılık konusunda eski ve şimdiki uygulamalarla farklılık olmasına rağmen, aynı kültür mirasına sahip olan Makedonya Müslümanları, Anadolu Türkleri, Kıbrıs Türkleri, Dobruca Türklerinde de benzer uygulamaların olduğu dikkat çeker. 23 Kaynak kişiler: Zülbiye Hasipi ve Rukiye İmeri. 120 2.1.8. Sağdıcın (Stroynigın) Seçimi Sağdıç genelde iki tarafa yakınlığı olan kişilerdir. Yani akrabanın akrabası veya yakın arkadaşı olan kişiler seçilir. Bazen sağdıçlık görevinde tecrübeli olan ve her gittiği yerde olumlu sonuçlar almış kişiler tercih edilir. Bazen de itibarlı, saygın ve güvenilir kişiler sağdıç olarak seçilir. Bu kişilerin isteklerinin geri çevrilmeyeceği ve başlattıkları işin mutlaka hayırla sonuçlanacağı düşünülür. Sağdıcın seçimi önemlidir. Çünkü aileler bir kızı isteyip de hayal kırıklığını düşmek ve itibarlarını yitirmek istemez. Olumsuz sonuç halinde aşağılanacaklarını düşünen aileler, aynı zamanda itibar kaybetmekten de korkarlar. Onun için sağdıç seçerken işi bitirebilecek, şanslı olabilecek, zaman olarak da uğursuz diye kabul edilen günlerde değil uğurlu günleri tercih ederek sağdıç kızı istemeye gönderilir. 2.1.9. Kız Kaçırma Kız kaçırma genelde gençlerin evlenmelerine ailelerince engel çıkarıldığı hallerde başvurulur. Bu durum, ekonomik düşüncelerle, bazen de sadece kız tarafının engellemesiyle olur. Delikanlı daha önce kızla anlaşarak, yakın arkadaşlar ve akrabaların da yardımıyla, olmazsa kendi imkanlarıyla kızı kaçırır. Bu durumda düğünsüz, geleneksiz hatta nikahsız bile karı koca olunur. Düğünsüz, törensiz evlenmenin diğer bir örneği dul kadınların kocaya varmalarında görülür. Makedonya’da Müslümanlar genelde kızlarını büyükten küçüğe doğru evlendirir. Bunun aksini yapmak ayıp sayılır. Bunun için “büyük bayram (ramazan bayramı) olmadan küçük bayram (kurban bayramı) olmaz” denir. Bazı durumlarda kızın sevdiği biri var ise ve kızın ablası hala evlenmemişse kız ablasının evliliğini beklemeden sevdiği erkeğe kaçar. Yani kız ablasından yüzüne basmamak ve onu üzmemek için sevdiği erkekle anlaşıp kaçar. İstenilen kızın ailesinden olumlu cevap alınamadığı bazı durumlarda bazı ailelerin muska ve üfürükçülere gittikleri görülür. Üfürükçülerin okuduğu bir bardak suyun kız tarafından içilmesi yada okunan bir miktar yiyeceğin kıza yedirilmesi halinde isteğin gerçekleşeceği varsayılır. Bazan da okunan suyun kızın ayakkabısına 121 dökülmesinin arzu edilen amacın gerçekleşmesine yardımcı olacağı düşünülür.24 Önceleri bu tür olaylar epeyce yaygın olmasına rağmen, çok şükür günümüzde oldukça azalmıştır. Bununla birlikte Rense ve civarı ile Prespa yörelerinde üfürükçüler hala ilgi gösterildiği söylenebilir.25 Romanya Dobruca Türklerinde kız kaçırıldıktan sonra delikanlı kızı hoca yani imamın evine götürüp hocaya emanet edip ayrılır. Hoca kıza babalık, hanımı ise analık eder. Kız belli bir süre hocanın evinde kalır, orada yiyip içer. Oğlan tarfı hocanın evine yemek götürür. Bu sırada oğlan kız evine “kaybınız bizde” diye haber gönderilir. Hocanın evine jandarma dahil hiç kimse giremez. Herkesin hocaya büyük saygısı varmış. Gelen olursa da hoca kızı vermezmiş. En geç on iki gün içinde düğün yapılması gerek, bu süre içerisinde erkek hocanın evine girip kızla yalnız kalamaz. Kız ailesi buna mutlaka razı olup tez elden fukara düğünü yapılır.26 Sonuç olarak kız kaçırma olayı genelde birbirini seven iki gencin evlenmelerine aileleri razı olmadıkları durumlarda söz konusu olur. Bazan da evlenecek kız veya erkeğin, evlenmesi gereken ağabey ve ablaları var ise, bu durumda da daha büyüğüne saygısızlık ve onun bu durumdan rahatsızlık hissetmemesi için erkek kızı düğün ve dernek yapmadan kaçırır. Bazan evlenmelerine aileleri razı olduğu hallerde, nadiren de olsa ekonomik nedenlerle kız kaçırmalara rastlanır. 2.1.10. Söz Kesme ve Başlık Makedonya genelinde kız istendikten sonra kızın verilmesine karar verilirse, işaret olarak kız ve erkek tarafı birbirlerine söz denilen hediyeler verir. Bu işi genellikle sağdıç organize eder. Sağdıcın kızı istemesinden sonra aile karar vermek için düşünme mühleti istenir. Bu esnada kız ailesi erkek tarafını araştırır ve ona göre kararını verir. Önceleri hem olumlu hem de olumsuz cevap için sağdıç kızın evine giderken son zamanlarda ise, sadece cevap olumlu ise söz kesilmesi için sağdıç çağırılır ve kız tarafı “Allah’ın emri Peygamberin kavli” ile verdiklerini sağdıca bildirir. Yok eğer 24 Kaynak kişiler: Mesude Çelik ve İmsiye Aliyi. Kaynak kişi: Resne ve yöresi için: Habibe Mercan ve Hacer Sulooca. 26 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.85-86. 25 122 uygun görülmezse, erkek tarafını incitmeden bir bahane bulunarak kızın verilmeyeceği telefonla karşı tarafa bildirilir. Aslında olayın olumlu veya olumsuz olacağı sağdıca önceden belli edilir. Bu yüzden son söz söylenmeden hem kız hem de erkek tarafı hazırlıklara koyulur. Sağdıç genelde Pazartesi ve Cuma gecelerinde olumlu cevabın verilmesi için davet edilir. Bu gecelerde daha bereketli bir evliliğin olacağı düşüncesiyle genelde olumlu kararlar verilir. Sağdıç kız evine geldiğinde kız ailesi olumlu cevabı verdikten sonra sağdıç kız ailesinden hiçbir şey almadan hemen erkek tarafına müjdeli haberi vermeye gider. Erkek tarafı aynı gecede söz kesme hediyeleri hazırlar. Eğer bu haber ani ise erkek tarafı söz için bonbonyera denilen bir kutu çikolata, üzerinde beşli yani beşi biryerde, oyalı mendil içinde söz yüzüğü ve bir buket çiçek hazırlayıp sağdıca verilir. Bunlar ani kararlarda gönderilen söz hediyelerdir. Dolayısıyla her bekar evinde mutlaka hazır olarak bulunmaları gerekir. Eğer kızın verileceği erkek tarafına önceden bildirilirse hazırlıklar daha masraflı ve hediyeler daha farklı olur. Bu gibi aileler yukarda belirtilen söz hediyelerinin yanısıra, abiyelik elbise kumaşı alınır ve bunlar genelde simli, taşlı ve süslü kumaşlardan seçilir. Bu gibi kumaşlar önceden kağıt içinde sarılı halde götürülürken, bugünlerde tahtadan özel olarak yapılmış bir sandığın içine konulmaktadır. Bu kumaşın üzerine ise beşi biryerde, yüzük, altın bronş, iç çamaşırlar, abiyelik kumaşa uygun ayakkabı, çanta ve başörtü yerleştirilir. Bunlar hazırlıklı ailelerin söz olarak gönderdikleri söz sandığıdır. Bunun yanısıra, bakır veya gümüşten takım halinde tepsi ve içi çikolata ve şekerlerle dolu şekerlik hazırlanır ve sağdıç aracılığıyla kız tarafına gönderilir.27 Sağdıç aynı gecede hazırlanmış olan söz hediyelerini kız tarafına ulaştırdıktan sonra kız tarafı da erkek tarafı için hazırladıkları hediyeleri sağdıca teslim eder. Kız tarafının hazırladığı söz hediyeleri, ani karar verilmiş ise, bonbonyer, üzerinde oyalı havlu, mendil üzerine erkek için söz yüzüğü ve parfümden oluşur. Yok eğer, önceden hazırlıklı iseler bunların yanısıra kız tarafı da söz sandığı hazırlar. Bu sandığın içine oyalı, işlemeli havlu, mendil içerisinde altın yüzük, kayın valideye başörtü, kayınpedere gömlek gibi eşyalar yerleştirilir. Bununla birlikte buket çiçek, bakır veya gümüşten tepsi ve içi çikolata ve şeker ile dolu şekerlik gönderilir. Sağdıç aynı 27 Kaynak kişi: Sema Nuredini ve Havva Şabani. 123 gecede bu söz hediyelerini erkek tarafına teslim ettikten sonra söz merasimi gerçekleşmiş olur. Söz bittikten ve davetliler ayrılınca gece yarısında erkeğin annesi, evlenecek olan oğlanın elbiselerinden bir parça ip sökerek evin bahçesindeki bir ağaca bağlar. Bu ip düğün bitinceye kadar bağlı tutulur. Bunun nedeni erkeğin kendi sözlüsünden başka kimseyi düşünmemesi ve ondan başka kızlara yakınlık hissetmemesi, düğünden sonra sadece sözlüsü ile ilişkiye girmesi içindir. Gelin almaya gidildiğinde erkeğin anası bağlı olan bu ipi ağaçtan gizlice çözer. Böylece büyü bozulmuş olur. Kıbrıs Türklerinde de söz kesildikten sonra oğlan evi kız evine çeşitli hediyeler gönderir. Kıza elbiseler, eldiven, iç çamaşırı, terlik, ayakkabı, şemsiye, makyaj malzemesi, kokular, elle işlenmiş mendiller, yemişler ve birde nişanın yapıldığına işaret olarak nişan yüzüğü götürülür. Bu nişanı oğlan evinden altı yedi kişi götürür. Nişan götürülürken en önde kız için hazırlanmış bohçayı, onun arkasında kızın ailesi için konulan hediyeler, en arkada ise evin ihtiyaçlarını gidermek için konulmuş eşyalar götürülür. Bunlar beyaz bohçalar içinde sarılıdır. Hediyeler teslim edilip ikramlar sunulduktan sonra erkek tarafına hazırlanmış hediyeler de alınır ve neşeli bir şekilde erkek evine getirilir. Kız evinden oğlan evine traş takımı, takım elbise, iç çamaşırı, saat, elde işlenmiş para kesesi, kına yakıldığı zaman parmağına koysun diye işlemeli parmak kılıfı ve en önemlisi nişan yüzüğü gönderilir. Böylece söz kesme merasimi gerçekleşir.28 Nogay Türklerinde ise dünürler, söz kesmeye genellikle Pazartesi günleri gönderilir, bu gün uğurlu gün olarak kabul edilir.29 Romanya’nın Dobruca Türklerinde söz kesmede yakın akrabalardan yaşlı erkek ve kadınlar ile çocuğun anne ve babası kız evine gider. Giderken küçük iki bohça hazırlanır. Kız tarafı da bir bohça hazırlar. Bohça karşı tarafa olan bağın bir sembolü sayılır. Bohçanın içinde elbiselik, çamaşır, pabuç, çorap, gecelik, pijama, havlu gibi hediyeler bulunur. Bu hediyeler maddi durumlarına göre değişiklik arz eder. Önceleri Dobruca Türklerinde söz kesme töreninden ayrılan çocuk tarafına, her gelene birer havlu verilir. Bu havlunun anlamı, biz kızımızı verdik, nişan yapılabilir demektir.30 28 Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 65,66. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s.88. 30 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 88. 29 124 Türkiye’nin bazı bölgelerinde de söz kesme hediyesi olarak oğlan evinde bir sele içine lokum konarak üzeri işlemeli bohça ile örtülür. Sele dünürlük yapan kadının başında taşınarak kız evine götürülür. Oğlan evine verilecek hediyeler ise kız evinde duvara asılırmış ve üzerlerinde kime ait olduğu yazılır.31 Örneğin, Malatya’da hoca dua eder ve şerbet içilir. Oğlan tarafından bir genç kızın babasının veya amcasının sakalı öpülür. Kız tarafından fincan çalma ve bunu güveye götürüp davet karşılığı geri verme geleneği de hayli yaygındır.32 Maraş’ta da söz kesme şerbeti içilir. Oğlan evinin yolladığı şekerle şerbet yapılıp dağıtılır. Kadınlar ayrı, erkekler ayrı şerbet içer, çerez ve meyve yenir, çalgı ve türkülerle eğlence yapılır. Kaynana kıza yüzük takar.33 Makedonya’da başlık parası milletlere ve bölgelere göre farklılık arz eder. Mesela Arnavut Müslümanlarda bu uygulama bazı bölgelerde oldukça yaygındır. Özellikle köylerde kız için yüksek miktarda paralar istenir. Makedonya’nın Doğu bölgesinde yaşayan Türkler arasında daha önce var olan başlık uygulaması son dönemlerde ekonomik sıkıntılardan dolayı hiç denecek kadar azalmıştır. Gostivar, Kalkandelen, Üsküp şehirlerinde yaşayan Müslümanlarda özellikle Türklerde başlık parası neredeyse hiç rastlanmaz. Türkiye’nin değişik bölgelerinde günümüzde de başlık parası dikkat çeker. Mesela Elazığ’da yüklü bir miktarda erkek tarafı kız tarafına başlık parası ödemektedir. Erzurum’da söz kesmede başlık miktarı kararlaştırılır hatta nişandan önce kız tarafına bir miktar para ödenir. Eskişehir’de başlık parasına ağırlık denir ve en fakir olan bile kız tarafına ağırlık ödemek zorundadır.34 Kalın veya başlık Türk aile hukukunda yaygın olan bir temeldir. Türk tarih kaynaklarında genelde kalın geleneğinden bahsedilir. Kalın kızın ailesine verilen bir aile malıdır. Bu yüzden kalında oğlan ailesinin de payı veya miras hakkı vardır. Kalın ile başlık aynı anlama gelmez. Kalın babanın sağ iken oğullarını evlendirebilmek için verdiği paydır. Başlık ise evlenme sırasında kız ailesine verilen 31 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 9-10. Koşay, “Türk Folklor Araştırmalarında Mukayese ve Tarihi Metoda Yöneliş” I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri I. Cilt, Genel Konular, 1976. 32 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 42. 33 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 175. 34 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 20, 21, 22, 44, 45; Koşay, “Türk Folklor Araştırmalarında Mukayese ve Tarihi Metoda Yöneliş; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 92. 125 bir hediyedir. Fakat kalın zamanla gerçek anlamını yitirmiş ve başlık kelimesi ile özdeşleşmiştir. Günümüzde Türk kültüründe kalın ile başlık aynı anlamda kullanılmaktadır.35 Kaşgarlı Mahmut’un derlediği atasözünde “Kızı ancak kalın verebilen alabilirdi, yoksa para ile alınabilen şey ya cariye ya da kadın olabilirdi” diye geçmektedir.36 Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi kalın ve başlık aynı anlamda kullanılmış ve Türk kültüründe eskiden var olan bir gelenek ve uygulamadır. 2.1.11. Nişan Makedonya Müslümanları kendi gelenek, inanış ve uygulamalarına eskiden olduğu gibi günümüzde de sıkı sıkıya bağlıdır. İşte bu uygulamalardan biri nişan merasimidir. Nişan, söz kesiminden sonra evliliğin ilk adımı olarak kabul edilir. Bu uygulama bölgesel ve etnik kültürlere göre farklılık arz etmektedir. Aynı zamanda önceden yapılan uygulama ile günümüzde yapılan uygulama kişilerin maddi durumuna göre değişiklik gösterir. Zenginler bu merasimi daha coşkulu, müzik eşliğinde, bol hediyeli gerçekleştirirken, ekonomik durumu zayıf olanlar daha sade bir şekilde yapmaktadır. Fakat, “nişansız düğün olmaz” sözü Makedonya’da çok yaygın olan bir anlayıştır. Önceleri, Makedonya’nın batısında yaşayan Müslümanlarda, özellikle Gostivar ve çevresinde yaşayan Türklerde söz kesildikten sonra düğüne kadarki yapılıp edilenler günümüzdeki gibi değildi. Törenler daha sade idi ve çoğu zaman gelin ve damat ortalarda görünmez. Her şeyi ebeveyn düzenlerdi. Örneğin nişanda geline kayınvalide tarafından yapılan özel bir tatlı ekmek ve beyaz bir tülbent götürülürdü. Tatlı ekmeğin anlamı, gelin erkek tarafını tatlı tatlı düşünsün ve erkek ailesine karşı sevgisi ekmeği kabartan maya gibi günden günden çoğalsın içindi. Beyaz tülbent ise, gelinin nişanlı olduğu müddetçe başındaki saçlarının düşmemesi ve onu düğüne kadar kullanması içindir. Beyaz tülbent ve tatlı ekmek götürme işi genelde Hıdırellez günü yapılırdı. Fakat nişan dönemi Hıdırelleze denk gelmez ise, tatlı ekmek ve beyaz tülbent nişanda götürülür. Bunların yanında bazen, şekerlemelerle dolu işlemeli 35 Bahaeddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 3. b, İstanbul 1988, s. 256-258. Mehmet Naci Önal, Romanya Dobruca Türkleri ve Mukayeseleriyle Doğum, Evlenme ve Ölüm Adetleri, Ankara 1998, s.84. 36 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi (Kaynaklar ve Açıklamaları ile Destanlar), Cilt I, Ankara 1993, s. 528. 126 mendil de gönderilir. Ayrıca kız tarafının ipliğini özel olarak girdikleri ipek işlemeli çevre bu sırada erkek tarafına gönderilir. Söz kesildikten sonra üç, beş veya bir hafta sonra erkek tarafı yakın akrabaların kadınlarını davet ederek - on-yirmi kişi arası - akşam sonrası geline çaya gidilir. Bu gecede geline hediyeler, giyecek eşyalar, altın takılar gibi hediyeler götürülür. Bu sırada yakın akrabalar ilk gidişleri ve ilk görüşleri anısına geline hediyeler verir ve takılar takar. Bazen de Hıdırellez ziyaretinde olduğu gibi yine tatlı ekmek ve tülbent götürülür. Bu esnada daire yani def eşliğinde şarkılar söylenir ve oyunlar oynanır. Söz kesildikten sonra nişan merasimi kız evinde gerçekleşir. Kız tarafı da gelen misafirlere ikramlarda bulunur bazen yemek verirler, beraberce çay, kahve içerler, ve eğlenirler. Burada bir-iki saat kalınır. Geri dönüşte ise kız tarafının erkek tarafı için hazırlamış oldukları hediyeler misafirlere teslim edilir. Misafirler şarkılar eşliğinde kız evinden ayrılıp erkek evine gelirler. Erkek evinde gönderilen hediyeler, gelen misafirlerin görmesi için özel bir odada sergilenir. Kız evinde yaşananlar erkek tarafında olanlara anlatılır. Makedonya’nın Doğu bölgelerinde yaşayan Müslümanlarda ise bu son zamanlarda söz ve nişan törenlerinde içki kullanıldığı dikkat çeker. Batı bölgesinde ise sofralarda içki kullanılmaz. Özellikle Gostivar, Kalkandelen, Üsküp, Debre’de yaşayan Türkler arasında içkili eğlencelerin pek bilinmez ve merasimler erkekkadınlar için ayrı ayrı mekanlarda gerçekleşir. Merasimlerini erkek – kadın bir arada yapan Müslüman ailelerden bazıları yani günümüzde “banketlerle” eğlencelerini veya merasimlerini gerçekleştirenlerin sofralarında, son zamanlarda maalesef içkilerin de olduğu dikkatimizi çekmiştir. Erkek tarafından bazı aileler nişandan sonra hocalara gidip kızın düşmanlardan ve kötülüklerden korunması için muska yaptırır ve bu muskayı kız düğününe kadar üzerinde taşır. Böylece gelinlik ile kızın bütün kötülüklerden korunacağı kabul edilir. 2.1.12. Nişan ile Düğün Arasında Yapılanlar Makedonya genelinde bazı aileler, ekonomik sıkıntıları nedeniyle nişan yaptıktan sonra düğüne kadar hiçbir şey yapmazlar. Masraf olmasın diye nişan bile yapmayan aileler vardır. Onlar, söz kesildikten sonra düğüne kadar hiçbir masrafa 127 girmezler. Maddi durumları iyi olan aileler ise düğüne kadar değişik tören ve uygulamalar dikkati çeker. 2.1.12.1. Bohça – Dürü Gönderme İki aile bunun için bir gün belirler. Bohça gönderme merasimi önceden evlerin bahçelerinde yapılırken günümüzde salonlarda yapılmaktadır. Bohçada erkek tarafınca hazırlanmış saltalar – el işi simli kaftanlar, uzun etek – abiyelik elbise, kostimler – döpyes takımlar, ayakkabılar, altın takılar: küstek ve yüzükler, kolye, halkalar – bilezikler gibi eşyalar vardır. Bu eşyalar törenin yapıldığı salonda geline tek tek giydirilerek davetlilere gösterilir. Bunun yanı sıra düğüne kadar gelinin giyeceği taşımalık eşyalar da erkek tarafından götürülür. Bunlar: günlük kıyafetler, yatak takımları, seccade, oyalı başörtüler gibi eşyalardır ki salonda ayrı bir yerde sergilenir. Bu esnada gelen davetliler ve gelin adayı canlı müzik eşliğinde halay çekerler. Bohçayı kız tarafına genelde erkekler götürür. Yapılan kısa ikramlardan sonra erkekler eve dönüp eğlencenin yapılacağı mekana daha sonra arabalarıyla kadınları götürür. Bohçanın yapıldığı alanda gelin adayı, gelen tüm davetlileri selamlayıp sonra kendisine getirilmiş olan eşyaları giyerek onlara gösterdikten sonra damat adayı da kız tarafından getirilmiş elbiseleri giyerek eğlencenin yapıldığı alana girer. Gelin ve damat adayına burada altın yüzükler takılır. Damat gelin ile beraber halay çektikten sonra kadınlar arasından ayrılır. Bohça merasiminde kız tarafından erkek tarafına hazırlanan eşyalar da salonda veya merasimin yapıldığı alanda sergilenir. Kız tarafından hazırlanan eşyalar şunlardır: gelinin kayın validesine en kaliteli elbiselik kumaş, pijama takımı, çoraplar, terlik, başörtü, seccade, özel işlemeli yatak takımı, özel işlemeli el bohçası; kayın pederine ise, takım elbiselik kumaş, gömlek, pijama takımı, çorap, kravat, ayakkabı, seccade, özel işlemeli yatak takımı, özel işlemeli el bohçası gibi eşyalar özel bir kutuda süslü bir şekildedir. Gelin, kayın validesine hazırladığı eşyaların aynısını eltiye, görümceye, babaanneye, amcanın karısı – yengeye, anneanneye ve dayının karısı olan yengeye götürür. Bunların eşlerine kayın pederine hazırladığı eşyaların aynılarını götürür. Bohça merasimi ismini, hediye olarak götürülen özel işlemeli el bohçasından almıştır. 128 Ayrıca bohça merasiminde erkek ve kız tarafı birbirlerine konak tatlısı gönderir. Bu batı Makedonya’da yaşayan Müslümanlara ait özel bir tatlıdır. Tatlı, tereyağı – un – yumurtadan elde edilen hamura gül veya üçgen şekli verilerek pişirilir ve şerbetlenir. Buna gelin ve damat tatlısı adı da verilir. Dobruca Türklerinde de bohça uygulaması vardır. Nişandan sonra kız tarafı oğlan tarafına bohçalar gönderir bu bohçalara kime ait olduğunu belirtmek için üzerlerinde isimler yazılır. Bohçalar eşyaların çokluğu, kalitesi ve bohçaların sayısı ailelerin maddi durumlarına göre değişir. 37 2.1.12.2. Hıdırellezlik Hıdırellezden bir gün önce yani çiçek gününün akşamında, yatsı namazından sonra erkek tarafından topraktan yapılan bir çömlek (küp) alınır. Orada hazır bulunan genç kızlar ve gelinler toka, yüzük, küpe, kolye, bilezik gibi eşyalarını o gece küpün içine atar. Küp beyaz bir yazma ile örtülür ve tellerle süslendikten sonra gül ağacın altına saklanır. Burada geceleyen küp ertesi günün sabahında, içinde nelerin atıldığını bilmeyen bir kadın seçilir. Evin bahçesinde kilim serildikten sonra kadın küpü alıp bahçenin ortasında oturur. Küpün içine eşyasını koymuş olan kız, gelin ve kadınlarda onun etrafında oturur. Kadınlar maniler eşliğinde küpün örtüsünü açtıktan sonra elini küpün içerisine koyarak değerli eşyaları maniler eşliğinde tek tek dışarı çıkarır. Her eşyayı çıkarmadan mani söyler ve o maninin manası, eşyası çıkan kişiye ait olur. Buna martifal uygulaması denir. Yani bu Hıdırellez gününde yapılan eğlenceli bir çeşit faldır ve sadece nişanlı erkeklerin evlerinde yapılır. Bunun nedeni falların gerçeğe dönüşeceği, yani, falın günlük hayata etkileyeceği inanılır. Bu tören sırasında söylenen bazı maniler şöyledir: Karanfilsın bibersın Bilerım ki güzelsın Süz verdım ki alacim Niçin gayle çekersın Kışın yonce biçılmez 37 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 100. 129 Çay şekersız içılmez Sen üteye ben burda Böyle dünya çekılmez Bahçenın tikenlıgi Gel evımden şenlıgi Hep mi sana verıldi Dünyanın güzellıgi Çarşida latif çiçek Boyumdur ince yüksek Ben sana gönül verdım Allah yardım edecek Güle bindım gülmedım Gülden düştüm ülmedım Ben o nazli yarimi Hiçbir yerde gürmedım Odamdaki yaygilar İpte serdım havlilar Senin için yüregım Yanar nasıl kandillar Ak şalım yeşil şalım Daglarda dolaşalım Haçın nasip olacak Yarimle buluşalım Gel bahçeye girelım Uzat el gül vereyım Aramız uzak oldi 130 Seni nerde göreyım Keremit parçaları Sayarım haftaları Eğer yarim gelmezse Kırırım tahtaları Süt ocakta pişiyor Bülbüller konuşuyor Sen aklıma gelince Yüregım tutuşuyor Karşıda kara kapı Kapıda çengel sapı Sevdıgımden ayıran Dilensın kapi kapi Taş attım gümlesın Aşık olan dinlesın Beni sevdıgımden ayıran Düşeklerden inmesın Makedonya’daki küp uygulamasına benzer eğlenceler Ağrı’da da görülür. Fakat bu, kısmetleri kapalı olan kızlar için yapılan bir uygulamadır. Aynı şekilde Hıdırellez gününde bir testi alınıp içine üzerlerinde bulunan yüzük, küpe gibi takılar konur. Testi gül ağacı altına bir müddet bırakılır. Daha sonra maniler eşliğinde testi içindeki takılar çıkarırlar. Böylece kapalı kısmetlerin açılacağı kabul edilir.38 Yine Hıdırellez gününde genç kızlar, bereketin bol olması ve hayırlı kısmetler açılması için ağaçlardan yeşil dallar kırıp ellerine alarak türküler eşliğinde mahalledeki nişanlı erkeklerin kapılarını yeşil dallarla süslerler. Ayrıca sağlık ve sıhhat için de özellikle bu günde bol bol yürünmesi tavsiye edilir. 38 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 102. 131 Hıdırellez dolayısıyla erkek tarafı kız tarafına kıyafet, gelin tatlısı olan konak, anne, baba, varsa dede, nine, kardeşlere değişik kıyafetlerden oluşan hediye paketleri gönderir. Kız tarafı da aynı şekilde erkek ve ailesine hediyeler götürürler. Bunun yanında erfene adı verilen meyve, kuru yemiş, çikolata, pastalardan oluşan süslü bir sepet hazırlanır ve kıza gönderilir. Bunlar yakın akrabalardan beş-on genç kız tarafından kız evine taşınır. 2.1.12.3. Aşurelik Erkek ve kızın nişanlılık dönemi aşure yani Muharrem ayına denk gelirse, erkek tarafı aşure pişirir. Bu aşure özel bir kabın içine konur. Kabın içine de altından lira veya beşibiryerde atılır. Aşure ile dolu kab iyice süslendikten sonra evin yakınlarından biri erkek diğeri kız çocukları tarafından geline aşure götürülür. Kız tarafından çocuklara değişik hediyeler verilir. Çocukların seçilme nedeni, gelinin çocuklar gibi sağlıklı, temiz, saf ve bahtı açık olması içindir. Kız tarafı aşure dolayısıyla yakın akrabaları davet eder ve onlara ziyafet verir. Aşurenin içindeki altının ise mutlaka gelin tarafından bulunması gerekir. Bu durum onun aşureyi beğendiği ve sevdiğinin bir işareti sayılır. 2.1.12.4. Ramazanlık Erkek tarafının yakın kadın akrabaları Ramazan ayında iftar sonrası bir gün kız tarafına giderler. Geline elbise; su bardağı, çay bardağı, limonluktan oluşan bir set ve bu bardakların içine çeyrek altın yerleştirilmiş bir gümüş tabak içinde götürür. Gelinin gideceği erkek tarafın zengin olduğu ve kendisinin sıkıntı çekmeyeceğini inanması için her bir bardağa altın konur. Kızın anne, baba ve ev halkına da bu bardaklardan oluşan set götürülür, fakat onlara altın koyulmaz. Kız tarafından ise bu ay dolayısıyla erkek tarafına gelen misafirlerle mutfak eşyaları gönderilir. Bu eşyalar kızın hazırladığı çeyizin bir bölümüdür. Mutfağının bereketli olması inancıyla mutfak eşyanın ramazanda götürülmesi adettir. 132 2.1.12.5. Bayramlık Ramazan bayramında bayramının ilk günü geline erkek tarafından kıyafet ve çikolata gönderilir. Üçüncü gününde ise, diğer hediyeler gönderilir. Kurban bayramında ise, geline süslenmiş bir koç veya koyun kızın evine yollanır. Durumu iyi olan aileler koçun boynuzlarına altın lira veya beşi bir arada asar. Altın geline emanet edilir. Kurban kesilince yakın akrabalara da etinden dağıtılır veya yemekli davet yapılır. Üsküp’te yaşayan Müslümanlarda da nişanlı kızın evine koç gönderilir. Burada koçun boynuzlarına elma takılır.39 Aynı şekilde Dobruca Türklerinde de kurban bayramında geline koç gönderilir. Koç parlak tellerle süslenir, boynuzuna elmalar takılır. Ramazan bayramında da taraflar birbirlerine ramazanlık adı verilen hediyeler gönderir. Günümüzde bu adetler büyük oranda unutulmuş veya farklılaşmıştır. Örneğin, nişan ile düğün arası yılbaşı denk gelirse taraflar yılbaşında birbirlerine hediyeler gönderir.40 Türkiye’de de bazı bölgelerde buna benzer uygulamalar hâlâ vardır. Nitekim Erzurum’da nişan ile düğün arasında bayram gelirse güvey kayınvalidesine, nişanlısına varsa nişanlısının kız kardeşi ve kardeşine hediyeler gönderir, bunlara “bayramlık” denir. Kurban bayramında da koç gönderme geleneği vardır. Benzeri adet ve uygulamalar Isparta, Antalya ve Niğde’de rastlanır.41 2.2.13. Kına Gecesi ve Çeyiz Makedonya’da kızlara çeyiz hazırlama erken başlar. Kızın anası ve yakın akrabaları neredeyse bebek doğar doğmaz çeyiz hazırlamaya koyulur. Hazırlanan çeyizde neredeyse tüm takımların el işi olması gerektiğinden çeyiz hazırlanması uzun zaman sürer. Erkekler ise başlık parası uygulanan bölgelerde erkenden bu parayı temin etmeye çalışır. Bunun yanı sıra düğün masraflarını karşılanabilmesi için yapılan hazırlıklara yardımcı olurlar. Onlardan bazıları bunun için gurbete çıkmak zorunda kalır. Kına gecesi Makedonya’nın her yerinde yapılır. Fakat bölgesel farklılıklar söz konusudur. 39 Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 36. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 100,101. 41 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 29,92. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 100,101. 40 133 Makedonya Müslümanlarında kına genelde kız evinde olur. Kınayı geline kızlar yakar. Kına tepsisinde bazı bölgelerde mum bulundurma adeti vardır. Doğu Makedonya’da yaşayan Türklerde kına, türküler eşliğinde yakılır. “Vurun gelin kınasını, ağlatmayın anasını” gibi türküler söylenir. Kızın anasının gelin giderken ağlamaması için teselli edilir. Kına yakılırken kızlar geline ayna tutarlar. Bazıları ise aynayı gelinin başına koyarlar. Gostivar ve çevresinde önceden kına gecesi Salı günlerinde yapılır, Çarşamba günü ise gündüz yapılan yemekli kına gece, Perşembe ise düğün yapılırmış. Salı günü akşamı yakın kadın akrabalar ve kızın yakın arkadaşları davet edilir. Gelin kınası, onun bekar arkadaşlarınca yakılır. Ana-babası sağ olan kızlar tercih edilir. Bunun nedeni, gelinin kocasının erken vefat etmemesi yani, gelinin genç yaşta dul kalmamasıdır. Kına yakıldıktan sonra kınalı gelin orada bulunan yakın arkadaşlarını ve ailesini tek tek sarılarak veda eder. Bu esnada ağlaması o kadar şiddetli olur ki bütün komşular bu ağlamayı duyar. Gelinin yüksek sesle ağlaması, bütün komşuların duyup onu acıması ve hakkını helal etmesi içindir. Birkaç saat sonra yine kınayı yakan kızla beraber yakılan kınanın yıkanması için bahçedeki çeşmeye ve yakındaki akar suya gidilir. Kınanın akar suda veya çeşmede yıkanması, gelinin ömrünün su gibi akması ve uzun olması içindir. Günümüzde ise kına gecesi yine Salı geceleri yapılır. Kına erkek tarafından hazırlanır ve erkek tarafından yeni evlenen gelinler, bekâr kızlar ve erkek tarafının kadınlarından oluşan yakın akrabaları kızın evine gitmek için hazırlık yapar. Gelin ve kızlar bu gecenin merasimi dolayısıyla genelde sim işlemeli kırmızı renkte şalvar giyerler. Kayın valide bu gece merasimi dolayısıyla yaptırmış olduğu kırmızı renkte saltaları (kaftanlar) geline götürür. Aynı zamanda erkek tarafından küçük mendiller içine sarılmış leblebi, fındık ve fıstıkları geline götürülür. Gelin ise bu kuru yemişleri orada hazır bulunanlara kınayla birlikte dağıtır. Düğün halkı yani erkek tarafı, Salı akşamı gelinin evine gider. Gelin evinin bahçesine gelen misafirler toplandığında, gelin alkışlar eşliğinde misafirlere hoş geldin demesi için evden çıkar. Herkesin elini öper. Gelin misafirleri özel kıyafetleriyle karşılar. Gelin çıktığında ve herkesin elini öptükten sonra elti ve görümce tarafından kızın elinden tutup evin müsait bir odasında bu geceye özel olarak hazırlanmış kırmızı kaftanlar giydirilir. Başı da kırmızı bir duvak ile örtülür. Kırmızı renk genelde gelinin şanlı olması inancıyla 134 tercih edilir. Gelinin daha güzel görünmesi için bu renk seçilir. Gelin giyinmiş halde tekrar dışarı çıkarılır. Bahçenin ortasında bir sandalyede oturtulur. Elti veya gürümce gelinin elini açıp, evden kayın validesi tarafından gönderilen bir altın lira ile kıza kına yakılır. Gelinin çalışkan ve hayırlı olması inancıyla kına, ilk önce sağ sonra da sol eline yakılır. Kına yakılırken gelinin ağlaması için hüzünlü türkü ve maniler söylerler. Kına Gecesinde Ve Kına Yakılırken Söylenen Maniler: Çarşidan aldırdım ne isterdi canım Zannetme gelin hanım gelmişık alalalım Gelmişık gelin hanım kınani koyalım Hain duşmanlarıni çatlatıralım Güzel ablalarıni aglatıralım Gelin hanım alnına lira takacasık Yarın akşam annenden ayıracasık Gelin hanım elınde telli su sırçasi Aglarmiş annesi boşanır sofrasi Aglama mıri anne sofra boşanacak Benım yerıme be anne kim oturacak Arkadaşlarımle annem kim konuşacak Büyük bahçeleri annem kim dolaşacak Kına koyulduktan sonra düğün evinden gelenler kına gecesinden ayrılmadan evvel son olarak bu türkü ile veda ederler. Aynı zamanda gelini ağlatmak için bu türkü söylenir. Yüksek, yüksek tepelere ev kurmasınlar Arşı arşı memlekete kız vermesinler Annesinin bir tanesini hor görmesinler Uçan da kuşlara malum olsun 135 Ben annemi özledim Hem annemi hem babamı Ben köyümü özledim Babamın bir atı olsa binse de gelse Annemin yelkeni olsa Açsa da gelse Uçan da kuşlara malum olsun Ben annemi özledim Hem annemi hem babamı Ben köyümü özledim Daha sonra gelin yerinden kalkıp gelenlere kayın valide tarafından gönderilen kuru yemiş ve kınayı dağıtır. Misafirler bir taraftan canlı müzik eşliğinde halaylar çekip eğlenirken, diğer taraftan kızın ailesi tarafından çay, tatlı, meyve suyu gibi şeyler ikram edilir. Geç saatlere doğru, kına gecesi sona erer ve misafirler dağılır. Ertesi gün kına günü yapılır. Bu merasim öğlenden ikindiye kadar devam eder. Önceleri bu uygulama evlerin bahçelerinde yapılırken günümüzde modern düğün salonlarında gerçekleşir. Gelin o gün gelinliklerini ilk defa giyer ve süslenmiş halde kınanın yapılacağı salona getirilir. Kızın gelinliği, ilk doğacak olan bebeğinin erkek olması için erkek çocuk tarafından giydirilir. Bu merasime hem erkek hem de kız tarafından yakın akrabalar, kadın ve kızlar davet edilir. Davete icap edenlere yemek verilir ve müzik eşliğinde halaylar çekerler. Bu halaylara ara sıra gelin de eşlik eder.42 Üsküp’te kına gecesi kız evinde düğünden üç gün önce olur. Büyük ve küçük kına gecesi olarak iki gün yapılır. Büyük kına gecesi genelde Cumartesi günü olur. Bu gün kızlar ve kadınlar müzikler eşliğinde eğlenir ve yemekler verilir. Küçük kına gecesi ise Cuma günü yapılır ve kınada sadece kızlar bulunur. Kına mumların yandığı bir tepside getirilir. Kına bittikten sonra gelin yakınlarıyla helalleşir.43 42 Kına ile ilgili kaynak kişiler: Sema Nuredini, Şevale Mustafa, Fikriye Veliyi, Hürmiz Veyseli ve Rukiye İmeri. 43 Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 36,37. 136 Tearçe Türklerinde erkek tarafı kız tarafına kına getirir. Kınadan sonra gelin ağlatılır. Gelin ne kadar çok ağlarsa kurulan yuvanın o kadar sağlıklı ve bereketli olacağı kabul edilir. 44 Gelin ağlatma Türkiye’nin değişik bölgelerinde de var olan bir uygulamadır.45 Kına tepsisine Anadolu’da da mum konulur. Bilhassa Elazığ kına gecelerinde mum önemli bir rol oynar. Mum, gelinin geleceğinin aydınlık, nurlu olması, yeni çiftlere feyz, ışık vermesi için yakılır.46 Kına yakma, Türk inançlarında seçilmiş, adak edilmiş olanı gösterir. Bunun içindir ki, asker adayına, kurban edilecek hayvana, evliliğe aday olan gençlere kına yakılır. İnanca göre, o işareti taşıyan canlı ve cansız varlıkların mukaddesliğine inanılır ve onlara dokunulmaz. Bu niteliği taşıyan nesne ve şeylere dokunmak, onlara saygısızlık etmek, uğursuzluk ve felaket getirir inancı ile adanmışlar koruma altına alınmış olunur. Düğünlerde, nişanlarda kına yakma adeti bu inancın bir uzantısı olarak devam etmektedir.47 Diyarbakır’da sünnet olan çocuğa, gelin ve güveye, askere giden gençlere kına yakılır. Bu ilde kınanın koruyuculuğuna inanılır. Sivas’ta kına gecesi, kına yakma sırasında gelinin ağlaması, yaş dökmesi şarttır. Gelinin çok çocuğu olması, zürriyetinin devamı için ağlaması gerektiğine inanılır.48 Erzurum’da kına hamamda yakılırmış. Kınanın üstüne yedi mum konur. El ve ayaklara kına yakılırmış.49 Eskişehir’de yaşlı kadınlar gelinin etrafında daire olur, üç defa dönerlermiş. Kız kıbleye karşı oturtulur ve duvağı açıp saçına kına konulurmuş. Ayrıca ellerine bileklerine kadar ve ayaklarına kına yakılırmış.50 İzmir’de gelin kınası yakılırken odanın ortasında bir yatak konulurmuş. Gelinin eline ve ayağına kına yakılırmış. Kızlar ve erkekler pınar başına gider orada oyunlar oynarlar, eve döndüklerinde kızlar odada erkekler bahçede oyuna devam ederlermiş.51 Bolu’da düğünün ilk akşamında kına yakılırmış. Kınaya gelenler tek tek oynatılırmış. Oyundan sonra tepsi 44 Kaynak kişi: Feysal İsmaili ve ailesi. Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 178. 46 Kalafat, “Geçmişten Günümüze Halk İnançlarımızda Işık”, Milli Folklor, Ankara 1994, s. 20. 47 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 105,106. 48 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 107. 49 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 124. 50 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 161. 51 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 173. 45 137 içinde çerez ve mumlar getirilirmiş. Gelin kırmızı duvaklı olur, kızlar türküler söyler, gelenler hediyeler verirmiş. Gece yarısından sonra gelinin eline kına yakılırmış.52 Dobruca Türklerinde kına gecesi gündüz dini nikahın yapıldığı akşamı yapılırmış. Buna gelin kınası denir. Kına gecesi misafirlere çerez ikram edilirmiş. Gelinin kınası önceleri ellerini bileklerine kadar olurmuş. Sonra parmak uçları ve avucuna yakılırmış. Bu esnada gençler dare (daire) çalıp türküler söyler, eğlenirlermiş. Kına yakıldıktan sonra kınayı kara yapmak için kınalı yerleri kireç suyuna sokarlarmış.53 Çeyiz: Çeyiz küçük yaşlardan hazırlamaya başlanır. Anne, babaanne, teyze, hala, komşular kızın çeyizinin hazırlanmasında yardımcı olurlar. Çeyizde, olmazsa olmaz çay peçetesi, el işlemeli yatak takımları, şamiler – yazmalar, kıvraklar, dokuma gömlekler, çinkanlar – şalvarlar, eve lazım olan tentene – kırlentler, masa örtüler, yemek takımları, mutfak takımları kız tarafından yakınlarının da yardımıyla bulunur. Bunların hepsi el işlemeli, tığla veya iğne oyasıyla yapılır. Çeyiz gelin alındıktan sonra, aynı gecede kız tarafından erkek tarafına bekar kızlarca götürülür. Günümüzde ise çeyiz, bir hafta önce, kızın yakın akrabaları tarafından gündüz erkek evine yollanmaktadır. O günden düğün bitene kadar çeyiz erkek evinde gelen misafirlerin görmesi için sergilenir. Çeyiz götürülürken ve orada sergilenmesi için pakete koyulu ve üstü şeffaf folyolara sarılır. Bunun, Türkiye’den geçmiş olan bir uygulama olduğu kabul edilir. Fark ise, çeyizin misafirlerin görmesi için sergilenmeden dolaplara konulmasıdır. Düğünden sonra çeyiz maniler, türküler eşliğinde bekar kızlar tarafından toplanır. Gelin de adet olarak kızlara çeyizden birer hediye verir. Bekar kızlar tarafından toplanması, gelin eşyalarını iyi günde giymesi ve kullanması inancını taşır. Dobruca Türklerinde ise, çeyiz ilk önce kızın evinde dizilir. İplere, duvarlara ve uygun yerlere serilir. Gelin gitmeden önce akraba ve komşular çeyiz görürler. Çeyiz bakmaya gelenler eli boş gelmezler, kızın eksiğini tamamlayan eşyalar getirirler. 52 53 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 178. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 132, 133. 138 Kimden ne gelirse okuyucu bağırarak davetlilere duyurur. Çeyizler tarafların maddi durumuna göre değişir. Bazıları çeyiz olarak beyaz eşya ve mobilyalar da götürürmüş. Çeyiz, anlaşmaya göre gelin gitmeden önce erkeğin evine götürülür. Çeyiz, güvey odasında dizilirmiş. Duvarlara ve iplere asılarak kız ne yapmışsa orada hepsi sergilenir. Düğüne kadar eve gelen herkese çeyiz gösterilir.54 Türkiye’de çeyiz sergilenmesi törenlerle gerçekleştirilir. Amaç boşanma durumunda veya anlaşmazlık halinde kızın eşyasının ispatı içindir. Bazı yerlerde ise çeyiz senedi yazılır. Buna, kız ve oğlana ait eşyalar tek tek yazılır, bedeli de belirtilir. İki tarafının vekilleri ve şahitleri senedi imzalar.55 2.2. DÜĞÜN ESNASI ADETLERİ Bu başlık altında; düğüne davet, tıraş gecesi, rubalar, kına gecesi, büyük kına günü, maya, gelin alma-araba, düğün, gerdek, akıtma, gelinin komşuları ziyaret, sefte-pırviçe gibi konular ele alınmaya çalışılacaktır. 2.2.1. Düğüne Davet Düğüne davet her bölgede farklılık gösterir. Hem geleceklerin sayısının belli olması hem de yapılacak masrafların ortaya çıkarması bakımından davet önemlidir. Tüm düğünler yemekli olduğu için davetlilerin sayısının yaklaşık da olsa bilinmesi gerekir. Düğünden üç gün evvel davet edilen kişilerin listesi hazırlanır. Erkek tarafı akşam yemeği hazırlar. Yakın akraba ve komşular da bu listeye ilave edilir. Erkek tarafı bu gecede kimin macatore (düğün esnasında yemek ve temizlik konularında yardımcı olacak kişiler) olacağını tespit eder. Bunlar genellikle yakın akrabalardan iki kadındır. Erkek tarafından davet edilecek kişilerin listesi hazırlandıktan sonra, erkekleri davet etmesi için yakın akrabalardan veya bekar gençlerden iki erkek, kadınları davet içinde iki genç kız seçilir. Davetler evden eve gezerek “selam eder Hasan (ev sahibi) iki kişi Pazartesi rubalar, Salı traş, Perşembe de yemeğe gelesiniz” şeklinde 54 55 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 103, 104. Mahmut Tezcan, “Ülkemizde Geleneksel Halk Hukuku”, Folklor Araştırmaları, No. 2, 1985, s. 101-102; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 100, 101. 139 erkekler; “selam eder hasaniça iki kişi Pazartesi mayaya, Sali akşam kınaya, Çarşamba kına gece ve arabaya, Perşembe dügüne gelesınız” şeklinde yapılır. Davetler genelde, düğünden iki gün evvel yani davet listesinin hazırlandığı gecenin ertesi günü yapılır. Genelde yakın akrabalar davet edilir. Bunun yanı sıra yakın akrabalardan mesela görümce, elti, anneanne, dayı, amca, hala, enişte gibilerine de sayı belli ederek onların da akraba veya tanıdıklarını davet etmeleri için istenir. Köylerde, dargın olanlar dışında tüm köy düğüne davet edilir. Davetler okuyucular tarafından yapılır. Hazırlanmış listeler onlara teslim edilir. Erkekleri tayin edilen erkek, kadınları ise iki küçük kız okuyucu seçilir ve davetleri onlar yapar. Genç kız okuyuculara geleneksel olarak bahşiş verilir. Bu para şeklinde olur. Önceleri de Makedonya genelinde davetler aynı şekilde yapılırmış. Fakat sayıları bugüne göre daha azmış. Tearçe’de yaşayan Türklerde kızlar daireler-defler eşliğinde komşulara, köy halkına, yakın akrabalara gidip düğüne davet ederler. Bu davete yürüyerek, şarkı, türkü eşliğinde gidip evden eve gezip ev sahibinin selamını ileterek düğüne davet ederler. Dobruca Türklerinde düğüne davet yıllar içerisinde değişmiştir. Önceleri bir çocuk beygire biner sokak sokak gezerek herkesi düğüne bağırmakla davet edermiş. “Falanın düğünü var, falan yerde, davetlisiniz” diye köylülere bağırırmış. Beygire peşkir bağlandıktan sonra çocuk, yarım saat beygirle köyü gezerek herkesi düğüne davet edermiş. Köyde dargın olan varsa çocuk ev sahibi tarafından tekrar gönderilir ve onu özel olarak tekrar düğüne davet edermiş. Günümüzde ise düğüne, düğün kartları ile davetler yapılmaktadır.56 Kıbrıs Türklerinde düğüne davet edilecek ailelerin reislerinin adının yazılı olduğu bir liste köy kahvehanesine asılır ya da kasabalarda olduğu gibi, çağrıcı hanımların ağzından gül suyu ikram edilerek yapılırmış. Yakın akrabalar ve dostlar ise düğün sahibi tarafından davet edilirmiş.57 Türkiye genelinde önceleri de benzer davet şekilleri vardı. Eskişehir’de daveti yengeler yapar. İkişer veya dörder yenge okuyuculuk yapar; türkü, şarkı eşliğinde davet yapılır. Davetliler bahşiş veya şerbet verilir. Malatya’da hem kadın hem de 56 57 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 106,107. Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.69. 140 erkek okuyucular tarafından davet yapılırmış. Menemen’de davetler, kâğıtlara sarılan şekerler ikram edilerek yapılır ve davet edene mutlaka harçlık verilirmiş.58 Eskişehir’de davet okuyucular tarafından yapılır. Çağırılanlara sabun, şeker, mum gibi sembolik hediyeler götürülür. Yeri ve zamanı söylendikten sonra okuyuculara bahşiş verilirmiş. Toroslar bölgesinde düğüne çağrı, yol dağıtma diye adlandırılır. Bu işi genelde kadınlar görürmüş. Bazı yerlerde erkeklere erkek, kadınlara kadın okuyucular gönderilirmiş.59 2.2.2. Düğün Günleri Davetler yapıldıktan sonra erkek ve kız tarafında hazırlıklara başlanır. Düğün merasimi dolayısıyla kesilecek hayvanlar erkek tarafından temin edilir. Daha önce tutulmuş olan müzik ekibi düğüne davet edilir ve düğün günü belirtilir. Eğer düğün salonda yapılacaksa ona göre salon ayarlanır. Kız tarafının da kına gecesi davetleri genç bir kız aracılığıyla yapılır. Onlar da kına gecesi için ayrı bir salon tutar. Ancak müzik ekibi erkek tarafından tutulur ve ücreti ödenir. Önceleri Makedonya genelinde düğün, Peygamber efendimizin doğum günü olarak kabul edilen Pazartesi günü başlayıp Pazar akşamına kadar bir hafta devam ederdi. Eski uygulama kısmen devam etmesine rağmen, son zamanlarda kişiler kolektif mekanlarda çalışması dolayısıyla, düğün için müsait günler hafta sonu olarak tercih edilmektedir. Bazen da müzik gruplarının veya düğün salonlarının müsait olmaması, düğünlerin değişik günlerde yapılmasına neden olmuştur. Bundan dolayı günümüzde düğünler bazı bölgelerde üç gün olup Cuma, Cumartesi, Pazar veya Perşembe başlayıp Pazar gününde sona ermektedir. Dobruca Türklerinde de düğünlerin önceleri bir hafta sürürken, günümüzde ise Cumartesi ve Pazar veya Cuma başlayıp Pazar gününde sona erdiğini biliyoruz.60 Türkiye’nin değişik yerlerinde düğünler farklı günlerde yapılmaktadır. Bolu’da Cumartesi, Pazar, Pazartesi; Anadolu’da köy ve göçebe ortamında düğünler sonbaharda yapılırmış. Harman işleri bitip ürünler satıldıktan sonra düğünler 58 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 63-68. Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 177. 60 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 109,110. 59 141 olurmuş.61 Bartın’da düğün bir hafta sürer; Ankara’da Salı, Çarşamba, Perşembe; Kastamonu’da düğün Pazartesi ile Perşembe arası yapılır; Niğde’de Pazar başlayıp Perşembe sona erirmiş.62 Kıbrıs Türklerinde düğünler eskiden yedi gün boyunca devam edermiş. Hatta durumu iyi olanların kırk gün kırk gece düğün yaptıkları da görülmüştür.63 Yukarıda da ifade edildiği gibi, geçmişte Makedonya Müslümanlarında düğünler yedi günü devam ederdi. Son zamanlardaki dinamik hayat ve ekonomik sıkıntılardan dolayı bazı ailelerde düğünler üç gün yapılır, dördüncü gün davetliler evlerine dağılır. Yurtdışında çalışanlar da kısa zamanda dönmek durumunda oldukları için düğün merasimlerini alelacele bir şekilde yapar. Fakat maddi durumu iyi olanlar ve ilk düğünleri olanlar ile bu merasimi doya doya yaşamak isteyenler ise yine bir hafta düğün yapar ve düğünün her bir gününde ayrı ayrı adetlere yer verirler. Bu adetlerden bazıları şöyledir: 2.2.2.1. Düğünün Birinci Günü - Rubalar Pazartesi günü rubalar günüdür. Bu günde çalgılar öğlen, misafirler gelmeden önce gelir. Müziğin çalması düğünün başladığına işaret eder. Bu gün erkek davetliler düğün evinde hazır bulunur. Halaylar çekilerek eğlence başlatılır. Rubalar: gelinlik, pardösü, çinkanlar (özel gelin şalvarları), gelinin ailesine hediyeler, tabaka yani gelinin altın takılarının dizildiği kutu gibi kızın tarafından götürüldüğü eşyalardan oluşur. Gelinlik beyaz satenden olup bir sepet içine yerleştirilir. Bu sepetin içine, gelinin bereketli, zengin ve sağlıklı olması için bozuk para, leblebi, şekerleme, pirinç konulur. Rubalar kız ailesine götürüldüğünde, oradaki kısmeti kapalı olan genç kızlara şekerlerden dağıtılır ve yedirilir. Bunları alan genç kızların bahtının açılacağı varsayılır. Davetlilerin hepsi damadın evinde toplandıktan sonra, önce müzik grubu gelinin evine gidip müziğe başlar. Daha sonra davetliler hediyeleri alıp arabalarla kornalar eşliğinde kız evine doğru hareket ederler. Cümle alemin düğünü duyması için arabalar gelin evine kadar konvoy halinde ve kornalar eşliğinde yavaş yavaş 61 Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s. 177. Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 70-74. 63 Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.69. 62 142 giderler. Bu esnada damat evde kalır; ancak gelin evine giden yakın bir arkadaşını seçip oradan verilecek telli bardağı almasını ister. Gelin evine giden misafirler hem halay çekip eğlenir hem de ev halkı tarafından ikramlanır. Bu esnada bekâr bir kız tarafından telli bardak verilir. Yaklaşık bir-bir buçuk saat sonra misafirler kız evinden ayrılır. Telli bardağın alınması için tayin edilen kişi bardağı damada getirir ve bunun karşılığında damattan para alır. Rubalardan sonra akşamleyin erkek evinde maya denilen merasim vardır. Buraya yakın akrabaların hepsi davet edilir. Yemekli olan bu uygulamada ekmekler macatoreler tarafından hazırlanır ki, buna maya denir. Maya nohut mayasıyla yapılan bir tür ekmektir. Bu kokusu fazla ve etrafa yayılan bir ekmektir ve gelinin o evde bereketli olması inancıyla yapılır. Koku ne kadar çok olursa gelinin bereketinin o kadar çok olacağına inanılır. Yapılan maya evin dışına çıkarılmaz. Yani gelinin dışarı çıkıp çok gezen olmaması, evine bağlı kalması inancıyla maya denilen ekmek kimseye götürülmez, sadece yapıldığı evde yenir. Yemekten sonra kadınlar def-daire eşliğinde düğünle ilgili maniler, türküler söyleyip halaylar çekerler. Dobruca Türklerinde de düğünün bu ilk gününde sağdıç tarafından geline tellenmiş, süslenmiş bir koç veya koyun gönderilir. Gelinliği, ayakkabısı, eldiveni, elbisesi de aynı günde gönderilir. Gönderilen koç veya koyun süt hakkının karşılığı olarak kızın anasına gönderilir.64 Kıbrıs Türklerinde ise düğün Pazartesi günü başlayıp Cuma gününe kadar devam edermiş. Cumadan sonra ise gelin mübarekesi olarak eve misafir gelip tebrik ederlermiş, gelin onlara ikramda bulunurmuş.65 2.2.2.2. Düğünün İkinci Günü - Tıraş Salı günü akşamı tıraş gecesidir. Aynı gece kız tarafında da kına gecesi yapılır. Kına gecesi, erkek tarafındaki tıraş eğlencesinden önce akşam ile yatsı namazları arasıdır. Erkek tarafı da kadınlarından bir grup da kına gecesine katılır. Ancak onlar tıraş merasimi başlamadan önce geri döner. Ev halkı bu merasimler için önceden hazırlıklarını yapar. Uzak akrabalardan kadınlar ise, düğünü kutlamak için kısa süreli damadın evine gelirler. Tıraş, canlı müzik eşliğinde yapılır. Evin bahçe kapıları açılır 64 65 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 111. Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.69, 70. 143 ve müziği duyan davetli davetsiz tüm erkekler, daha ziyade gençler traş gecesine katılır. Tıraşlar bahçede açık alanda yapılır. Berber o gece, halayların çekildiği bahçenin ortasına masasını kurup, gelen davetlilerden isteyene ücretsiz sakal tıraşı yapar. Tıraş merasimi başladıktan sonra macatoreler- yemek ve temizlik için seçilen iki kadın – kız evine gider ve davetli sayısı hakkında kız tarafına bilgilendirir. Bunun yanı sıra kızın yakınları macatorelere kızın anasının selamını ileterek onlar da erkek tarafını kına gününe yani büyük kınaya davet ederler. Macatoreler aynı zamanda erkek tarafından bir bohçadan oluşan hediyeleri kız tarafındaki macatorelere kumaş götürürler. Bohçanın içinde bıçak da bulunur. Bu bıçağın manası, gelinin mecazi manada dilini kesmesi, yani kocaya geldiğinde kocasına kötü sözleri kesmesi, söylememesi içindir. Kısa bir süre sonra tekrar tıraşın yapıldığı erkek evine dönülüp, kız tarafını selam ve kelamı erkek tarafına iletilir. Misafirler o gece akşam saatlerinden başlayıp şarkılar, türküler eşliğinde geç saatlere kadar coşkulu bir şekilde eğlenir. Bu gece genç kızlar da pencere arkalarından düğün evine gelen gençleri seçme imkanı da bulurlar. Eskiden halay çeken erkekleri beğenen kızlar camdan pullu mendil atarmış. Halayı çeken erkek kızı beğenirse mendili alıp onunla halaya devam eder. Kızda gönlü yok ise mendili alıp cebine koyarmış. Bu eğlence gecesi sona ermeden önce, gecenin geç saatlerinde davetliler dağılmadan evvel damat tıraş olmak için berberin koltuğuna oturur. Bekar kızlar tarafından süslenmiş, boynuna, kız tarafından gelen söz havlusu konur. Berber, damadı sakal tıraşı yapıp tekrar sabunladıktan sonra, arkadaşları onu sabunlu halde halaya davet eder. Damat birkaç defa halay çektikten sonra arkadaşlarının omuzlarına alınır. Halaylardan sonra müzik kesilir ve damat, berber önüne tekrar oturtulur ve bekarlığa veda manileri söylenmeye başlanır. Bu manilerden bazıları şöyledir: “Elımıze, elımızı boncuklar, Allah versın Ali beye çocuklar”, “Elımıze, elımıze bızçeler, Allah versın Ali beye kızçeler”, “Mutfakta trupçe, mutfakta trupçe, inanasın Ali aga gelinın gugufçe” “Mutfakta lamba, mutfakta lamba, inanasın Ali aga gelin alafranga” “Çik Ali aga çik nere kapi, gelecektır babalıgın durasın karşi” 144 Bundan sonra fon müziği eşliğinde damat oturduğu sandalye ile beraber havaya kaldırılıp bahçe içinde gezdirilir ve böylece traş gecesi sona erer. Damat arkadaşlarıyla vedalaşır ve herkes evine gider. Debre Türklerinde damat tıraşı Perşembe günü olur. Bu gecenin sonunda damat sandalyeye oturtulur, çocuklar bohçalık denilen bir tıraş örtüsü tutar. Davul zurna eşliğinde bohçayla ilgili türküler söylenir. Damadı, kardeşi veya dayısı tıraş eder. Damadı tıraş edene hediye verilir. Açılan bohçanın içine para, şekerlemeler, pirinç türünden şeyler atılır. Para, pirinç bol bereketi sembolize eder.66 Kıbrıs Türklerindeki inanışa göre ise Salı günü başlayan iş bitmek bilmez düşüncesiyle bu günde hiçbir iş yapılmaz. Sadece yemek yenip, içki içilir ve bol bol eğlenceler yapılır.67 Dobruca Türklerinde damat traşı düğünün son gününde yapılır. Damat tıraş olmadan önce boy abdesti alır. Bu esnada erkek ve kız tarafından iki grup oluşturulur. Eğlence mahiyetinde iki grup para vererek berberin tıraşını durdurur ve kim fazla para verirse onun sözü geçerli olur. Çünkü o grup berbere ve damada istediğini yaptırabilir. Bu esnada davul zurnalar çalınır. Tıraş bittikten sonra, Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi güvey sandalye ile birlikte üç defa havaya kaldırılır. Damat tıraşı aynı zamanda merasim için “bitti tıraşı” olarak kabul edilir. Yani güvey delikanlılıktan-bekarlıktan çıkar gençler arasına katılır.68 2.2.2.3. Düğünün Üçüncü Günü - Gelin Alma Tıraş merasimi bittikten sonra Çarşamba günü sabahı, orada kalmış olan yakın akrabalar birlikte kahvaltı yapar ve kız tarafındaki kına günü için hazırlıklar yapılır. Kahvaltıda hazır bulunan yakın akrabalara bugüne ait olarak petuliça –yufkadan oluşan bir tür katlı börek– ve kâyılar –açma türü– gibi hamurlu yiyecekler verilir. Kına gününe genelde kızlar iştirak etse de davet edilen kadınlar da gider. Kına günü yemekli ve canlı müzikli olur. Müzik takımı erkek tarafından gönderilir. Bu merasimde halaylar çekilir, gelin de halaylara eşlik eder. Yemekler yenildikten sonra 66 Kalafat, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, s. 38. Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.70. 68 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 136-138. 67 145 misafirler dağılır, erkek halkı ise damadın evine geri döner, artık gelin alma hazırlıklarına balama zamanı gelmiştir. Kıbrıs Türklerinde ise kına gecesi Çarşamba geceleri yapılır. Saat ona kadar misafirler toplanır, çalgılar çalınır, eğlenceler yapılırmış. On bire doğru erkek evinden kız evine davul zurna eşliğinde gelin kınası getirilirmiş. Kına yenge tarafından sağdıçların elinden alınır. Kına gecesi eğlenceleri sabaha dek sürer, sabahleyin gelin yatmaya götürülür.69 İlk önce gelin arabası kızlar tarafından süslenir. Gelin almaya gidecekler ise çinkanlar yani şalvarlar giyerler. Gelin alma genelde Gostivar ve çevresinde yaşayan Müslümanlarda gece olur. Arnavut Müslümanlarında ise, gelin sabahleyin alınır. Bu uygulama ile gelinin erkenci olacağı yani, gelinin erken kalkacağına inanılır. Gelin, Çarşamba akşamı yani Perşembe gecesi eve getirilir. Gelin almaya gitmeden önce yakın akrabalar erkek evinde toplanır. Orada türküler, maniler eşliğinde gelin almaya gitme hazırlıkları yapılır. Gelin almaya gidenlere gelin alıcılar, kadınlara da gelin alıcıçalar denir. Gelin almaya on beş-yirmi arabadan oluşan konvoy halinde kornalar eşliğinde gidilir. Gelin kadınlar tarafından alınır. Gelinin evine varıldığında, gelin halkı veya araba halkı birkaç halaydan sonra bir arada toplanıp bir ağızdan gelinin evden dışarı çıkmasıyla ilgili maniler, türküler söylenir. Gelin Almada Söylenen Türküler: Çarşidan aldırdım ne isterdi canım Gelmişık alalım güzel gelin hanım Yüz yuvarlak toz toparlak Kibar gelin hanım be en parlak Çik gürelım gelin hanım çik gürelım Uymiş mi dır gelinlıgın biz gürelım Uymiştır mıri kızlar uymiştır Duymiştır damat aga duymiştır (damadın ismi verilir) 69 Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s.71. 146 Yüzügümden taşi, yüzügümden taşi Olmiştır gelin hanım gelinlerın başi (gelin ismi söylenır) Olmiştır gelin hanım gelinlerın başi Diğer aile gelinlerıni aldi ayak alti Tomofilın kolcasi lastık Gel artık güzele hanım ayagına bastık Tomofilın kolcasi gümüş Ay gel artık güzele hanım bizde vardır cümbüş Tomofilın kolcasi ne modali döner Gelin olmiş güzel hanım sorur nere gider Damat ovardarın konagıni biler Ay şefki vurmiş şami dalına Gelinlık uymiş güzel gelin hanıma Çık dışarı gelin hanım okuyor sabah Pek keyifle seni bekler efendi baban Çik dışarı gelin hanım okuyor üle Pek keyifle seni bekler hanım anne Çik dışari gelin hanım okur ikindi Pek keyifle seni bekler damat efendi İki gugufçe (güvercin) annem buğday ister Soydandır damat aga hanımıni soydan ister İki gugufçe annem buğday aldi Soydandır damat aga hanımıni soydan aldi Gitti geldi stroynigiça ayaksız kaldi Sandiler damat aga karisız kaldi Sandiler gelin hanım kocasız kaldi. Furunda kaplamalar yağ yüzer Damat aga, gelin hanım ikisi güzel 147 Furunda kaplamalar pişti mi Stroynigiça ayakların şişti mi Gitti geldi stroynigiça ayaksız kaldi Alacisız gelin hanımi arabayle Aglasın gelin hanım maramayle Gelin almaya gelen misafirlere şerbet ikram edilir. Şerbeti içenler orada bulunan tabakaya para atarak geline para verilir. Bunun nedeni yeni başlayacak dostlukların tatlı bir şekilde sürmesi, tatsızlık olmaması içindir. Misafirler de özel tabakaya para atarak bu ikrama karşılık verir. Gelinlikli, duvaklı ve süslü tellerle süslenmiş gelin, evden dışarı kız tarafından iki kişi eşliğinde yavaş yavaş ve başı önde olarak çıkarılır. Leblebiciça olarak seçilen kadın tarafından gelinin duvağına leblebi, bozuk para ve şeker avuçla atılır. Bunlardan yiyen genç kızların tez evleneceklerine ve kısmetlerinin açılacağına inanılır. Gelin evden çıkarken, erkek tarafından getirilmiş bir top halı veya yolluk, macatoreler tarafından yere serilir. Halının serilmesi, erkek tarafının hem zenginliğini hem de geline verdikleri değeri simgeler. Gelin halıya ilk adımını attıktan sonra bekletilir. Bu esnada erkek tarafından gelen gelin alıcıçalar (gelini alanlar) maniler eşliğinde gelini beğendiklerini söylerler. Mesela “toz toparlak, yüz yuvarlak, kibar gelin hanım be en parlak” gibi maniler söylenir. Bu esnada gelin ilk defa elti ve görümcenin elini aldıktan sonra bir sandalyede oturtulur. Leblebiciça gelinin başına bajdırma (erkek tarafından verilen para) koyar, baş üzerinde koyulan para yanında bulunan gelin akrabası tarafından saklanır. Bunun nedeni gelinin onlardan korunması içindir. Zira eğer getirilen para gizlenirse gelinin hiç baş ağrısı olmayacağı kabul edilir. bu sırada gelinin duvağı açılır ve yüzü beyaz bir mendil ile örtüldükten sonra duvak tekrar indirilir. Bu, kızın ilk defa makyaj yapıp süslendiği için, kendisini uğurlamaya gelecek erkek yakınlarından utandığı içindir. Geline aynı zamanda, üzerinde kırmızı ipekten oluşan, pardösü şeklinde biniş giydirilir. Buna biniş denme nedeni, gideceği yerde bin tane işinin olacağının varsayılmasındandır. 148 Bundan sonra gelin alıcılar maniler eşliğinde arabalarına yönelir. Bu sırada kızın babası, kardeşi ve erkek yakınları gelini tek tek kucaklar ve gelin bekar iki genç tarafından gelin arabasına bindirirler. Gelin arabası hareket edince araba çocuklar tarafından tartaklanır. Bunun manası gelinin üzülmemesi ve ailesinin daima onun arkasında olacağını hatırlatmak içindir. Gelin konvoyu birkaç tur yaptıktan sonra güvey evine gidilir. Damat, gelin gelmeden önce evinde temizlenip tıraş olur damatlıklarını giyer ve gelini evin havlusunda hazır halde bekler. Bu arada damada sağdıçlık yapacak yeni evli bir çift de damatla birlikte hazır bulunur. Gelin arabası eve girince damadın, ilk defa gelinliklerle süslenmiş göreceği gelini nazar etmemesi için yüzü beyaz bir tülbent veya elekle kapatılır. Gelin arabasının kapısı açıldıktan sonra, gelinin ilk doğacak olan çocuğu erkek olsun diye kucağına erkek çocuk oturtulur. Bu esnada gelin için söylenen şarkı ve türküler hiç durmaz. Gelin uzun zaman arabadan indirilmez. Gelin arabadayken macatoreler tarafından hazırlanmış, içinde bozuk para bulunan üç tatlı ekmek tek tek gelinin başına koyulur. Bu uygulama sayesinde ailenin huzurlu, mutlu ve bereketli olacağı düşünülür. Yani ekmek ve bozuk para bereketi ve mutluluğu sembolize eder. Gelinin başına ekmek koyma geleneği, Sivas ve çevresinde de var olan bir uygulamadır.70 Daha sonra gelinin kuracağı ailenin dağılmaması yani lahana yaprakları gibi birbirine bağlı olması inancıyla üç lahana gelinin başında tek tek gezdirilir. Araba üzerine ise pirinç atılır. Gelin arabadan inerken kuzu postu üzerine bastırılır. Bu, gelinin huyunun kuzu gibi yumuşak olması içindir. Bazı bölgelerde ise gelin araba veya attan inerken yüzüne ayna tutulur, iki koltuğu arasında birer ekmek koyulur ve önü sıra su dökülür. İnanca göre bu uygulamalar hem geline hem de o eve uğur, bereket ve sağlık getirir. Gelin Arabadan İnerken Söylenen Türküler: Bahçede otluk, bahçede otluk Endırecek damat aga alafranga koltuk Alafranga koltuk endırecek 70 Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 79. 149 Camli odasına bindırecek Sefa geldın gelin hanım değecek Yüzügümden taşi, yüzügümden taşi Olmiştır gelin hanım gelinlerın başi Boynuma beşli, boynuma beşli Olmiştır gelin hanım ayın on beşi Yavaş yürü gelin hanım yere basmayasın Pek var keyifımız utandırmayasın Hain duşmanlarıni patlatırasın Güllerın güllerın pupkasi (goncası) Olmiş gelin hanım nama (dükkanın kuklası) kuklasi Kibar gelin hanım nama kuklasi Tos toparlak, yüz yuvarlak Kibar gelin hanım be en parlak. Sivas ve çevresinde de gelin attan veya arabadan inerken, Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi koyun postu serilir ve o posta ilk olarak bastırılır. Aynı zamanda gelin eve girerken yüzüne ayna tutulur.71 Dobruca Türklerinde bazı yerlerde damadın da gelin almaya giderken, bazı yerlerde damat gelini evde beklermiş. Gelin almaya köylüler ve yakın akrabalar gidermiş. 1930’larda Tatar ve Nogay Türklerinde gelin alıcı yokmuş. Gelini kız tarafı kendi getirirmiş.72 Dobruca Türklerinde gelin arabadan inerken önüne bir sandalye konur ve sandalyeye basarak inermiş. Ondan sonra yere bir post, kilim veya örtü serilirmiş. Gelin inince örtüye basar, yere basmazmış. Aynı zamanda gelin inerken yanında Kur’an bulundurulur. Burada hatim indirilmiş olması gerektiğine inanılırmış. Kur’an gelinin boynuna asılırmış. Gelin indikten sonra yenge veya bir 71 72 Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 79,80. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 144,145. 150 yaşlı kadın tarafından beyaz bir tavuk veya bir horoz gelinin başından üç defa geçirilirmiş ve sonra gelinin başına birkaç avuç üflenmiş şeker atılırmış. Bu uygulama ile gelinin etrafını sarmış olabilecek kötü ruhlardan korunacağı inanılır.73 Nogay Türklerinde gelin geldiği zaman, önceden hazırlanmış olan futbol kalesine benzer bir kaleden geçirilirmiş. Gelin buradan geçerse, ölene kadar kaynanasının sözünden çıkmazmış.74 Makedonya’nın doğusunda yaşayan Türklerlerde eski bir uyguluma olarak gelin alma hala at ile yapılırken, Üsküp, Kalkandelen, Gostivar, Kırçova, Debre gibi yerlerde eski uyguluma yerine gelin arabalarla alınır. Kırçova veya Gırçova kasabasında gelin arabadan inince oğlan evinin eşiğinden geçirilmeden önce gelinin başına erkek şapkası konur. Bu uygulama ile kötü ruhların caydırılıp gelinin yapılmış sihirlerden korunacağı inanılır. Üsküp’te gelin eve girmeden önce çiftlerin birbirini görmesi için ayna tutulur. Bu, bazı yerlerde gerdek gecesinde damat ve gelinin başlarına bir ayna konulup birbirlerini bakmaları sağlanır. Makedonya doğusundaki Topolniça Türklerinde gelin, arabasından inerken yüzüne ayna tutulur. Gelinin iki koltuğu altına ekmek koyulur. Gelinin önüne su dökülür. Eve girmeden evvel de evin eşiğine su dökülür. Bu uygulamalarda ekmek bereketi, su ise aydınlığı simgeler. Gelin eve gelince binişi bir erkek çocuk tarafından çıkarılır. Bunda da ilk çocuğun erkek olması inancı yatar. Yapılan bu hizmetler ve söylenen mani ve türkülere karşılık olarak gelin temenna alır. Temenna, gelinin sağ elini çeneden sakala kadar yavaşça götürmesidir. Daha sonra orada hazır bulunanlar halaylar çekerek mani ve türküler eşliğinde gelini evin giriş kapısına kadar getirilir. Bazı yörelerde gelin eve girerken kötü ruhlardan korunması için başına Kur’an-ı Kerim konur. Sihirlerin de genelde eşiklere konulduğuna inanıldığı için, gelin eve girerken kendisine sihrin dokunmaması için eşiğe bastırılmaz. Eve giren gelin o gece genç kızlarla yatırılır. Böylece gelin alma uygulaması sona ermiş olur. Ustruga ve civarında gelin eve gelince o gece yakın akrabalarda bir erkek çocukla yatırılır. Bu uygulama ile doğacak ilk çocuğun erkek olacağına inanılır. 73 74 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 162,163. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 164,165. 151 Gelin erkek evine geldikten düğün bitinceye kadar küçük büyük demeden herkesin elini öper. El öptükten sonra da herkese ayrı ayrı temenna da eder. Türkiye’nin değişik yerlerinde geline el öptürme geleneği yaygındır. İki yaşında bir çocuk bile olsa eli öpülür. Örneğin, Çankırı’da nişanda gelin çıkıp büyük küçük herkesin elini öpermiş.75 Elazığ’da gelin kapıdan içeri girerken eşiğe konan kaşığı basıp kırarsa eve bolluk getireceğine inanılırmış. Diyarbakır ve Ağrı’da ise Makedonya’da olduğu gibi gelin eve girerken ayağına su dökülür.76 Sivas ve çevresinde ise gelin damadın evine geldiğinde, gelin attan indirilirken, onun sağlam ve güçlü olması için ters çevrilip kazana bastırılır; Gelinin uğursuzluğu varsa gidermek için önünde küp kırılırmış; gelin için eşik ve ocak başında dua ettirilirmiş. Bazı bölgelerde ise gelin eğilip evin eşiğini öper, bir avuç şekeri içeri atar, kayınvalidesinin koltuğu altından geçerek eve girermiş.77 Dobruca Türklerinde gelin eve girerken gelinin eline bir ibrik verilir ve gelin eve girinceye kadar bu sudan dökermiş; gelin eve girerken ayağına su dökerlermiş, gelin su gibi bereket getirsin, su gibi geçinsinler diye yapılırmış; gelin eve girerken sağ ayağı ile girmesi uğurlu olacağına inanılırmış.78 Türkiye genelinde gelin eve gelince arabadan inmezmiş, hediye verileceğine dair söz verildikten sonra inermiş. Bu uygulamalar İzmir Karaburun, Ürgüp, Anadolu bölgesi, Eskişehir vb. yerlerde var olan bir uygulamadır.79 Bazı bölgelerde ise gelin inerken gelinin üzerine para saçılırmış.80 Antalya’da ise, Makedonya’da olduğu gibi gelin inerken pirinç, buğday atılmaktadır.81 Türkiye’nin Kayseri, Konya, Ankara illerinde gelin indiğinde önce kaynana ve kaynatanın, daha sonra orada hazır bulunanların ellerini öperler.82 Bazı bölgelerde de kaynananın göğsünü ve ayağını öpme geleneği dikkati çeker.83 Malatya ve Kahramanmaraş’ta gelin ve güvey birlikte 75 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 15, 23. Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 107. 77 Örnek, Sivas ve Çevresinde..., s. 79,80. 78 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 166. 79 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 206, 234, 264. 80 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 83, 199, 233, 240, 245, 255. 81 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 202. 82 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 240,245,125. 83 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 125, 260. 76 152 kaynananın bacakları arasından geçermişler. Bu uygulama ile çiftlerin evlat sahibi olacağına inanılmasından ötürüdür.84 Sonuç olarak, gelin alma ile ilgili uygulamalar ve inanışlar, basit birer gelenek gibi görünen bu işlemlerin içinde gelinin iş gücü ve çalışkanlığı, evin bereketli olması, işlerin su gibi yürümesi, gelinin kuzu gibi yumuşak huylu olması, kötü ruhlardan korunulması gibi inanışların var olduğu ve bunları büyüsel işlemlerle gerçekleştirmeye ve koruma altında almaya çalışmak, hem Makedonya Müslümanlarında hem de Türkiyenin değişik bölgelerinde var olan yaygın geleneklerdir. Gelin, kına gecesinde sarı simli saltalar - kırmızı kaftanlar; Kına gününde duvaklı beyaz gelinlik; kına gecesinde yani evinden ayrılacağı akşam gelinlik üzerine biniş yani ipekten kırmızı pardesü; düğün günü ise kayınvalidesinin diktirmiş olduğu özel simli on metrelik kumaştan oluşan çinkanlar yani şalvarlar giyip başına gelinlik duvağı takar. Cuma günü yani düğünün beşinci gününde gelin, çeyizinde getirmiş olduğu şalvarları ve duvağı giyer. Cumartesi ise yine kayınvalidesinin yaptırdığı şalvarlar giydirilir, gelin o gün, süpürme gününde şalvar üzerine oya işlemeli önlük takar. Aynı zamanda gelinin yüzüne yapıştırmalı süsler ve koldan bele kadar kolteli denilen makara telleri konulur. Gelin bu günlerde sürekli makyajlıdır. Başörtülü olanlar türban bağlarken, açık başlı olanlar ise kuaföre gidip saçlarını özel olarak yaptırır. Ayakkabılar ise erkek tarafından rubalarda getirilir. Ayakkabılar çok çeşitli ve süslüdür. Onlar alınan her bir elbiseye uygun olarak seçilmiştir. Kısmetleri kapalı olan kızlar gelinlerin ayakkabılarının içine veya altına adlarını yazdırırlar. Böylece en kısa zamanda kısmetlerinin açılacağı kabul edili. Buna benzer inanış Dobruca Türkerinde de vardır.85 Erkek ise tıraş gecesinde üzerindeki kıyafetle kalır. Gelin alma günü ise özel olarak aldığı damatlıklarını giyer. Damatlık bazan normal takım elbise olurken, bazan papyonlu, ipek kuşaklı olmak üzere kişinin maddi durumuna göre farklılık gösterir. Damat, damatlıklarını düğünün son gününe kadar üzerinden çıkarmaz. 84 85 Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s.88. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 151. 153 Gelin almaya gidildiğinde damat, eve girip banyo yapıp tıraş olduktan sonra odasına çıkıp damatlıklarını giyer. Giyinip kuşandıktan sonra kendisini damat yapacak kişi ile dışarı çıkıp gelinin gelmesini bekler. Bu esnada damat yapacak kişi güveye nelere dikkat etmesine, gelin geldiğinde neler yapması gerektiğini öğretir. 2.2.2.4. Düğünün Dördüncü Günü Gelin alındıktan sonra o gecenin ertesi günü düğün yapılır. Gelin genelde Çarşamba akşamı alınır. Gelin geldikten sonra ilk geceyi gene kızlarla beraber geçirir. Ertesi günü yani Perşembe günü sabahı gelin ayrı bir odada kocasıyla beraber kahvaltı yapar. Bu kahvaltıda et ve et ürünleri yenilmez. Bunun nedeni, gelin ile damat et faşa olamaması yani birbiri ile kavga etmemesi içindir. Yani et yemenin saldırganlığa neden olacağı inancı hakimdir. Kahvaltı yapıldıktan sonra öncelikle gelin düğüne hazırlanır. Orada hazır bulunan genç kızlar geline çinkanlar – şalvarlar giydirir. Aynı zamanda önceden başa kıvrak, yani sadece saç örgülerini örten oyalı başörtüsü bağlanırken, günümüzde gelinler kuaförlere götürülüp saçlarını topuz yaptırır ve süslenir. Ustruga ve yöresinde gelin geldikten sonra ertesi gün sabah kalktığında eltikardeş hanımı tarafından bir tabak alıp, içine makasla kesilmiş süs tellerden parçacıklar koyulur, üzerine ise şerbet atılıp karıştırılır. Telli şerbet kibrit parçasıyla gelinin yüzüne sıvanır. Etraftaki kadınlar ise alkışlar eşliğinde şarkılar söyler. Bu uygulama ile gelinin nazardan korunması beklenir. Düğünler önceden evlerin bahçelerinde yapılırken günümüzde değişik düğün salonlarında gerçekleştirilir. Bu merasim dolayısıyla yine önceleri ev sahibi tarafından büyükbaş hayvanlar kesilirken günümüzde tutulan salonlarda herşey profesyonel olarak hazırlanır. Düğünün bu günü öğle namazından sonra köy veya kasaba imamları cemaat ve davetlilerle birlikte düğün mahalline gider ve beraberce düğün yemeği yer. Yemekler genelde, düğün çorbası, yahni – patates yahnisi, helva, turşu, alkolsuz içeceklerden oluşur. Davetliler yemeklerini yedikten sonra imam tarafından yemek duası edilir ve düğün yerinden davetli olan erkekler ayrılır. 154 Bundan sonra aynı mekanda kadın davetlilere yemek verilir. Kadınlar erkeklere göre genelde daha kalabalıktır. Davetliler gelmeden önce ev halkı onları karşılamak için düğünde hazır bulunur. Gelen davetliler kapıda karşılanır. Davetliler ikindiye doğru düğünün yapılacağı mekana gelir. Bu merasim canlı müzik eşliğinde yapılır. Gelin tüm davetliler gelmeden önce ayrı bir yerde oturur yani gelen davetlilere görünmez. Tüm davetliler geldikten sonra gelin güveyi ile birlikte kol kola gelindamat özel müziğiyle davetlilere sürpriz yaparak düğüne girirler. Gelin damat ile birlikte düğün salonun tam ortasına kadar davetlilerin alkışlarıyla yürür. Burada bir sandalye üzerine çıkartılır, duvağı açılır. Gelin temenna alarak yani, çenesinden alnına kadar elini yavaşça hareket ettirmek suretiyle gelen misafirleri selamlar. Bu esnada bütün davetlilerin gelini görmeleri için gelin sandalye üzerinde temenna eşliğinde döndürülür. Bu uygulamadan sonra gelinin duvağı tekrar örtülür ve baş köşeye oturtulur. Burada gözleri kapalı bir şekilde tapınır yani hiç konuşmadan, hareket etmeden oturur. Yakın akrabaları müzik eşliğinde halaylar çeker ve şarkılar söyler. Davetliler bölüm bölüm yemek yedikten sonra geceye kadar ya eğlenir veya seyirci olarak düğünde kalır. Evlerde yapılan düğünlerde yakın akrabalar dışında herkes düğün evinden ayrılır. Salonlarda yapılan düğünlerde ise yakın akrabalar ev halkı ile birlikte damat evine gelirler. Yakın akrabalar, şarkılar eşliğinde halaylar çekerek damat evinde eğlenir. Bu esnada yakın akrabalarından şakacı olanlar erkek kıyafeti giyip gelin babası kılığında gelinin huzuruna gelir. Burada tiyatro şeklinde türküler eşliğinde oyunlar oynanır ve gelin kızdırılmaya çalışılır. Fakat gelin, yapılan bütün davranışlar sonucunda yine oynayanlara temenna alır. Burada okunan maniler: “Budaladır Ali (kardeşinin ismi) deli gider üküzlerle, Almişık gelin hanımi sürmeli güzlerle”, “Gelecektır Ali deli sefteye, Koyacisık otursun kenefte, Koyacisık kenefte lumbur, dumbur yapsın Gitsın gelin hanım maşayle çıkarsın” 155 Bu manilerden sonra gelin temenna alırsa, kızmadığına işarettir. Böylece tekrar: “Yüz yuvarlak toz toparlak, Kibar gelin hanım be en parlak, O malenın çocuklari sümükli bucak” Çalgı (Müzik) Makedonya genelinde çalgı orkestra şeklindedir. Müzik orkestraları bölgedeki etnik yapıya göre değişiklik gösterir. Türklerde Türk orkestrası, Arnavutlarda Arnavut, Pomaklarda ise Boşnakça şarkılar söyleyen orkestralar tercih edilir. Eğer Türk düğünlerinde, Arnavut akrabalar da var ise Türkçe türküler yanı sıra Arnavutça türküler de söylenir. Eski türkülerin yanı sıra Türkiye’de yeni çıkmış türküler de tercih edilir. Buna arabesk türküler de dahildir. Davetliler ise bu türküler eşliğinde halaylar çekerek eğlenir. Düğünlerde kadın şarkıcıların erkeklere şarkı söylemesi uygun görülmez. Fakat bazı ailelerin son yıllarda eğlencenin daha coşkulu kılmak adına orkestralara kadın şarkıcılar da dahil ettikleri dikkati çekmektedir. Kız evlerindeki kına geceleri bazen özel kadın çalgıcılar eşliğinde veya kendi aralarında def (daire) çalarak yapılırken, son zamanlarda orkestraya tahsis edilmiş ayrı bir mekandan kadınlara çalınan müzik eşliğinde gerçekleşir. Dini Nikâh Makedonya Müslümanlarında dinî nikah genelde köyün imamı tarafından gerdek gecesinden evvel veya büyük düğünün yapıldığı günün akşamında kıyılır. Bazı aileler ise söz kesip nişan yapıldıktan sonra nikah kıydırır. Bu oğlanın kızı istediği zaman evinden gidip alabilme imkanı elde etmesi içindir. Genelde söz kesildikten sonra erkek ve kız birbirleriyle sık sık gizli veya açık olarak görüşürler. Bu görüşme düğüne kadar devam eder. Nikahta erkek ve kız tarafından ikişer şahit ve imam hazır bulunur. Bu esnada mehr-i müeccel de tayin edilir. Mehr-i müeccel kızın hakkı anlamına gelmektedir. Mehir, genelde altın lira olarak belirlenir. Mehir değeri, şahitlerin huzurunda belirlenir. Genelde kız tarafı yüksek miktarda altın lira ister. Erkek tarafı ise ondan düşük bir sayı söyleyerek onun ortası bulunur. Miktar genelde sonu bir rakamıyla 156 biten bir sayı ile tayin edilir. Mesela 51,61,71, 91, 141, 151, 201 gibi. Çifterin ayrılma durumlarında erkeğin bu miktarı mutlaka ödemesi gerektiğine inanılır. Fakat son zamanlarda mehrin miktarı ve tayinin sadece formalite olarak algılandığını söylemek mümkündür. Mehir çoğu yerde gelin alınmadan önce kızın evinde veya camide kararlaştırılır. Karar yazılı bir kağıda yazılıp her iki tarafın imzalamasıyla yazılı hale getirilir. Kızın dini nikah hazırlığı daha farklıdır. Kız bir odada oturtulup yüzü kırmızı bir duvakla örtülür. Başında bir kadın Kur’an çevirir. Gelinin koltuğuna bir ekmek, yanına un konur, bir eline ayna ve tuz verilirmiş. Bu uygulamadaki Kur’an, ekmek, un ve tuz bereketin ve kısmetin bol olması anlamındadır. Bekar kızlar kısmetlerinin açılması için bu ekmekten alıp yemek için birbirleriyle yarış eder. Gelinin ayakları altında ise su dolu bir leğen bulunur. Önceden gelinin saçları açılırmış, saç örgüleri varsa bozulurmuş, küpeler de açık tutulurmuş. Yaşlı bir kadın ise nikah kıyılıncaya kadar odanın bir köşesinde Kur’an okurmuş. Böylece imam gelip nikah kıyar. Türkiye’deki dini nikahlar bölgesel olarak farklılık gösterir. Elazığ’da dini nikah esnasında Kur’an okunup dua edilir. Kayseri’de mehr-i mueccel için beşibirlik, mahmudiye, elmas, küpe, altın lira ile değer biçilir. 20 ile 60 lira arasında anlaşırlar sonra nikah duası yapılır. Kırşehir’de ikişer şahit ve birer vekil tarafından başlık parası konuşulur. Niğde’de nikahtan önce mehr-i mueccel kararlaştırılır sonra nikah kıyılır. Isparta’da gelini almadan önce kızın evinde veya camide mehr-i mueccel kararlaştırılır. Malatya’da mehr-i mueccel kararlaştırıldıktan sonra imam tarafından bir kağıda yazıp her ihtimale karşı bu yazılanlar esas alınmaktadır.86 Diyarbakır’da nikah esnasında gelinin elleri dizlerinde ve parmakları açık olurmuş. Kızın üzerindeki bütün düğmeleri çözülür, saçları açılırmış. Kızın elleri kenetli olursa bahtlarının kapalı olacağına inanılırmış. Düğmelerin çözülmesi ve saçların açılması ise sihirlere karşı alınan bir tedbirdir. Bu uygulama Hatay’da da yapılmaktadır.87 Kıbrıs Türk toplumunda da kız ve erkek nikahları kıyılırken aynı odada bulunmazlar. Hoca eve gelip bir odada ayrı bir bölümde iki kadınla birlikte oturan kıza: vekilin olayım, nikahını kıyayım mı? Diye üç defa sorar ve evet cevabını 86 87 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 77, 80, 87, 88, 93. Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 76, 94. 157 aldıktan sonra camiye gidip nikahı orada kıyarmış. Bu arada kız evde Kur’an okur dua edermiş. Bulunduğu odada da kurulacak yuvanın rızkı bol olsun diye ekmek, mutluluk için tuz, kurulacak yuvanın aydınlık olması için de ayna bulunurmuş.88 Gerdek Gecesi Yatsı namazından sonra damadın yakın arkadaşları gelir. İmam nikah duasını yaptıktan sonra, güvey orada hazır bulunan akrabaların ellerini öper. Erkek yakınlarının ellerini öptükten sonra koşarak gerdek odasına gider. Bu esnada damat arkadaşları tarafından kaçırılmaya çalışılır, ayrıca damadın sağlıklı ve güçlü olması, kanının hareket ettirilmesi ve uyuşukluktan kurtulması için sırtına vurulur. Damadın yatak odası, gelinin çeyiz olarak getirmiş olduğu işlemeli yatak örtüleri kızlar tarafından hazırlanır. Damat karyolanın tam ortasına bağdaş kurup oturur. Daha sonra maniler eşliğinde gelin odaya getirilir. Bu esnada okunan manilerin bazıları şöyledir: Ay şefki vurmiş şami dalına Gelinlık uymiş gelin hanıma Damatlık uymiş damat agaya Ayler olaydi vayler olaydi Gelinlık gelin hanım hayırli olaydi Güvegilık damat aga hayırli olaydi Damat aganın odasına asma binecek Damat aga hanımıni şimdi gürecek Damat aganın odasında asma binmemiştır Damat aga hanımıni hiç gürmemiştır Tos toparlak yüz yuvarlak Kibar gelin hanım be en parlak Gelin hanım malesinden bekarlari sümükli bucak (salyangoz) 88 Mear, Kıbrıs Türk Toplumunda…, s. 69, 70. 158 Gelin odasına gelince damat ile maniler eşliğinde oyunlar oynanır. Mesela damadın dizine üç defa şeker konulur ve gelin tarafından bu şekerler alınmaya uğraşılır. Damat ise dizi ile onları aldırmamaya çalışır. Bu esnada: “Gelin kızlar oturalım postegide bizde, Alacaktır gelin ahanım şekeri dizden” “Gelın kızlar oturalım koyşida bizde Yiyecektır gelin hanım şekeri dizden Gelın kızlar oturalım koyşida bizde Yiyecektır damat aga şekeri dizden” manisi söylenir. Bu uygulama aynı şekilde gelin tarafından da yapılır. Yani, damat da gelinin dizinden şeker almaya çalışır. Bu oyunda kim fazla şeker alırsa ailede onun sözünün geçeceğine inanılır. İkinci oyun ise gelin ile damat bir aynada başbaşa baktırılır. Burada kim başını daha şiddetli vurursa evlilik hayatında onun sözünün geçerli olacağı inanılır. Bu uygulamada: “Gelin kızlar gidelım baynaya (kaplıca) Bakılacak gelin hanım aynaya Gelin kızlar gidelım baynaya (kaplıca) Bakılacak damat bey aynaya” manisi okunur. Gelin ve damadın birbirinin saçlarını çekmesi de yapılan diğer bir uygulamadır. Burada da, en fazla kıl çekenin evlilikte sözünün geçerli olcağına inanılır. Bu uygulamada da: “Baktım gelin hanımın kaşıni Çekecektır damat beyın saçıni Baktım damat aganın kaşıni Çekecektır gelin hanımın saçıni” manisi kızlar tarafından söylenir. 159 Diğer bir uygulama ise, gelinin damada şerbeti eli ile içirmeye çalışmasıdır. Fakat bu uygulama rahat rahat yaptırılamaz. Başaran gelinin kocasına karşı saygılı olacağı, şerbetin de kocasının dili tatlılaşacağı kabul edilir. Burada da kızlar tarafından, “Gelin geldi odasına, gelin geldi odasına Şerbet verır kocasına, şerbet verır kocasına” manisi söylenir. Bundan sonra damat odasında bulunanlar oradan ayrılırlar. Odada damat ile gelin tek başına kalır ve macatoreler tarafından yapılmış gelin tatlısı odaya getirilir. Damatla gelin bu tatlıdan yerken hayatlarının tatlı geçmesi duasında bulunurlar. Genç evlilerin tatlı dilli olmaları için de tatlının şerbetinden de içerler. Gerdek odasında yapılan bütün uygulamalarda güvey ve geline yardımda bulunup onlara neler yapmaları gerektiğini öğreten yakın akrabalardan evli bir çift hazır bulunur. Bu çift düğün başladıktan bitimine kadar yeni evlilere yardımda bulunurlar. Bu evli çifte “gelin-damat yapan” denir. Gerdek gecesinde gelin ile damadın yattığı yataktaki çarşaf daha sonra yıkanıp saklanır. Bu çarşaf bir daha ölüm döşeğinde kullanılır. Ölüm anındaki çiftlerin döşeğine bu çarşaf serilir. Geç saatlerde ise damadın arkadaşları gelirler. Damada, aralarında biriktirmiş oldukları para ile alınan hediyeleri getirirler. Arkadaşları damad odasının kapısı önünde oturup damada ve geline şu manileri söyler. “Elımıze, elımızı boncuklar, Allah versın Ali beye çocuklar”, “Elımıze, elımıze bızçeler, Allah versın Ali beye kızçeler”, “Mutfakta trupçe, mutfakta trupçe, inanasın Ali aga gelinın guguvçe” “Mutfakta lamba, mutfakta lamba, inanasın Ali aga gelin alafranga” “Çik Ali aga çik nere kapi, gelecektır babalıgın durasın karşi” “Elımıze elımıze tenekiçeler, Allah versın damat aga çingenkiçeler” “Elımıze, elımıze telli yumurta, Çok aykırdık damat aga bizi unutma” Bu uygulama ve eğlenceden sonra damadın arkadaşları evden ayrılır. 160 Bundan sonra damadın evindeki gençler bir araya gelip yakın akrabalardan herfene toplamaya başlarlar. Bu herfene maniler eşliğinde toplanır. Okunan mani ise şöyledir: “Elımıze elımıze tabaka, Ver aga baba bize sadaka, Sadakay aga baba biz yiyecisık Gelecisık torunlarında zevk edecisık” “Elımıze elımıze tabaka, Ver hanım anne bize sadaka, Sadakay hanım anne biz yiyecesık, Gelecisık torununda zevk edecisık”. Bu mani düğünde bulunan yakınların hepsine söylenir. Para veren kişilere teşekkür manasında “aga babanın (veya yakınların isimleri zikredilir) odasi yaygili, ne imiş bu aga baba saygili” manisi söylenirken, para vermeyenlere ise “Ali aganın odasi yaygisız, ne imiş bu Ali aga saygisız” manisi söylenir. Bu merasimde biriktirilen paralarla kasabalar veya yakında bulunan pastanelere gidip harcanır. Önceleri bu merasim sırasında düğünde bulunan gençler komşuların evlerinden tavuk çalıp, pişirip yerlermiş. Tavuk çalma geleneği bilindiği için komşular kızmazmış. Çalınan tavuklar pişirilip aralarında yenirmiş. Düğünün ertesi günü Cuma günüdür. Ustruga’da gerdek gecesinden sonra ertesi gün gelin, sabahın erken saatlerinde yanına bir çocukla birlikte köyün çeşmesine su almaya gider. Alınan su ile kaynanası ve kaynatası abdest alır, gelin de yanlarında hazır bulunur. Bu uygulama ile evin bereketinin bol olacağı ve gelinin hayırlı olacağı düşünülür. Kaynanası ise gün boyu, akşam verilecek davete hazırlık yapar. Davete bütün yakın akrabalar iştirak eder. Davetten sonra evde kalan aile halkını ayakları gelin tarafından yakınır. Bazıları da geline eziyet olsun, oyun olsun diye ayaklarına zeytin yağı sürer. Geline ayaklarını yıkatmalarının nedeni kendisinin ne kadar saygılı olduğunu tespit etmek içindir. Bunun sonucunda geline para veya hediyeler verilir. 161 Dobruca Türklerinde yatsı namazı kılınıp Yasin süresi okunduktan sonra güveyi kapatılırmış. Bazı bölgelerde ise güvey gece geç saatlerde arkadaşları tarafından evin kapısına kadar getirip, içeri girerken sırtına yumruk vururlarmış.89 2.2.2.5. Düğünün Beşinci Günü Düğünün beşinci gününde yani Cuma günü sabah kalktıktan sonra gelin ile damat birlikte kahvaltı yaparlar. Kahvaltıları odalarına getirilir. Kahvaltıdan sonra gelin tarafından bekâr iki genç damada cumalık olarak iç çamaşır ve elbise getirir. Damad Cuma namazına giderken bunları giyer. Kahvaltıdan sonra, yakın akrabalar tarafından gelinin şalvarları giydirilip duvağı tekrar takılır. Daire (zilli def) ve türküler eşliğinde gelin evin bahçesine çıkarılır. Gelinin yardımcıları tarafından bir sürahi içinde şerbet hazırlanır. Bu kayın validesi, görümce, elti ve yakın akrabalardan yaşlılara gelin tarafından ikram edilir. Bu uygulama maniler ve daire eşliğinde yapılır. Bu esnada: “Atli pus atli, Atli pus atli, geldi mi hanım anne suyun pek tatli” manisi söylenir. Suyu içen gelinin önüne çömelir. Bu sırada mani eşliğinde gelinin yakınlarını bitlemesi yani saçlarını temizlemesi için istenir. Burada: “Baktım gelin hanımın kaşıni, baktım gelin hanımın kaşıni Bitleyesın hanım annenden başını, bitleyesın annenden başıni” manisi okunur. Bu manide gelinin bütün kadın yakınlarının ismi teker teker sayılır. Ayağa kalkmak için “çinkanlarım, çinkanlarım yedi tenayle, kaldırasın görümceni (veya başka bir yakınını) on temennayla” manisi okunur. Gelin on temenna aldıktan sonra oturan kişi yerinden kalkar. Bu uygulama birkaç kişi ile gerçekleşir. Bunun sonucunda gelin için “damat beyin odası yaygili, ne imiş be gelin hanım saygili” manisi okunur. Daha sonra küçük bir erkek çocuk tarafından bir oklava ile gelinin duvağı açılır ve bekâr kızlara atılır. Gelinin duvağı erkek çocuk tarafından açtırılması, gelinin ilk çocuğu erkek olacağı; oklava da o eve bereket getireceği; duvağın bekâr kızlara atılması da onların kısmetlerinin açılacağına inanılmasındandır. 89 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 186, 187. 162 Gündüz yapılan bu uygulamalardan sonra akşam ev halkı tarafından yakın akrabalar erkek ve kadın olarak yemeğe davet edilir. Gelin yakın akrabalarla ilk defa bu yemekte karşılaşır. Aslında bu gelinin onları tanıması için yapılan bir davettir ki buna sofra adı verilir. Yani gelin ilk defa yakın akrabalarla birlikte yemeğe oturtulur. Hazırlanmış yemek masasına misafirler gelirken ellerini yıkamaları için gelin su tutar. Bu sırada onların ellerini öper. Akrabalar da gelini ilk defa gördükleri için bahşiş olarak para verirler. Sofraya oturmadan evvel sarma adı verilen, oyun şeklinde bir uygulama daha gerçekleşir. Bir tabakta altı lahana yaprağı ve azıcık kıyma gelin ve damadın önüne getirilir. İlk önce geline maniler eşliğinde sarma sardırıldıktan sonra erkeğin de sarma sarması istenir. Erkek sarmayı sararken kime sardığı üç defa sorulur. Damat da ilk defasında gelini, ikinci defasında baldızını, üçüncü defa da kendine sarma sardığını söyler. Böylece gelin ve damadın ömür boyu birbirlerini sevecekleri ve birbirlerine kenetleneceklerine inanılır. 2.2.2.6. Düğünün Altıncı Günü Düğünün altıncı günü yani Cumartesi gününde gelin kendi başına erken kalkıp sabah namazı için kayın valide ve kayın pederine havlu tutar. Namazdan sonra da kahve ikram eder. Bundan sonra evin bahçesine çıkıp avluyu temizlemeye başlar. Bu esnada komşular da geline bakar. Gelin ise gördüğü komşularla konuşmadan onlara selam anlamında temenna alır. Daha sonra yatıya kalmış yakın akrabalar da kalkarlar. Geline tekrar şalvarı giydirerek beline de futa adı verilen süslü bir önlük bağlanır. Daha sonra simlerle süslenmiş bir süpürge onun eline verilir. Gelin bu süpürge ile önce sembolik olarak kendi avlularını sonra da komşuların avlularını süpürür. Aslında bu uygulamadan amaç, gelinin komşulara tanıtılması ve nekadar hamarat olduğunu onlara gösterilmesidir. Tabii ki bunun eğlence ve ikram yönü de unutulmamalıdır. Kısacası düğünle ilgili her uygulama aslında bu iki amaca yöneliktir denilebilir. 163 2.2.2.7. Düğünün Yedinci Günü Düğünün yedinci gününde özel olarak herhangi bir uygulama yapılmaz. Sadece akşamleyin gidilecek olan sefte veya pırviçe denilen davet için hazırlıklar yapılır. Gelin, akşam gelecek olan misafirleri karşılamak için akşamdan önce baba evine götürülür. Makedonya düğünlerinde düğünün yapıldığı kaç gün ise o evde bulunan misafirlere yani yakın akrabalara macatoreler tarafından yemek hazırlanır. Günde üç defa masalar kurulup kahvaltıdan akşam yemeğine kadar ikramlarda bulunulur. Aynı zamanda uzaktan gelmiş yakın akrabalar da düğün süresince o evde yatıya kalırlar. Yakın olanlar ise akşam yatıya kendi evlerine gidip sabah düğün evine tekrar gelirler. Yemek sofralarına ve eğlencelere katılırlar. Dobruca Türklerinde ise üç günlük düğünlerin ilk gününde yakın akrabalara, ikinci gününde köy halkının tamamına, üçüncü gün ise dışardan çağırılmış misafirlere büyük ziyafetler verilirmiş.90 2.3. DÜĞÜN SONRASI ADETLERİ 2.3.1 Gelinin Evine İlk Gidiş, Sefte (Ziyafet veya Pırviçe): Düğünden bir hafta sonra yedinci günü akşamleyin sefte veya pırviçe denilen merasim yapılır. Öncelikle erkek tarafı kız tarafından ağırlanır. Bu buluşmada dostların akrabaları birbirlerini tanıma fırsatı bulur. Akşamları yapılan bu yemekli davetlerde dostlar birbirlerini eksiksiz, en iyi bir şekilde ağırlamaya gayret gösterirler. Kurulan sofralar zengin olur. Kız tarafında bu davette özel olarak akıtma ve bal ikram edilir. Akıtma, yağ içerisinde pişirilmiş yufka şeklinde bir tür yiyecektir. Davetler genelde evlerde yapılır. Davetlere kalabalık bir şekilde davetliler katılır. Damadın kız tarafına gidişi sırasında, ilk olması nedeniyle ayakakabılarına bal, bazı yerlerde ise soğan, güller vb. gibi şeyler konulur. 90 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 136. 164 2.3.2. Kız Tarafının Erkek Evine İlk Gelişi (Kız Ardı) Kız tarafına gidildikten sonra ertesi akşamı veya iki akşam sonra kız tarafı ve yakın akrabaları erkek tarafına gelirler. Burada da gelen davetliler ilk olması bakımından en iyi bir şekilde, eksiksiz bir biçimde ağırlanmaya gayret edilir. Bu gibi davetlere Makedonyanın batı kesiminde yaklaşık 100-150 kişi kalabalık bir katılım olur. Gelen davetliler evin avlusunda veya restoran girişlerinde karşılanır. Erkekler ve kadınlar ayrı ayrı birbirini selamlar hoşgeldiniz der. Gelen misafirler yerlerini aldıktan sonra tekrar ev halkı içeri girip davetlileri selamlar. Daha sonra herkese şeker, lokum ve çikolat ikram edilir. Bu hoşgeldin ikramından sonra davetliler yemeklerin yenileceği sofra veya masalara oturtulur. Misafirlere çorbadan tatlıya kadar zengin bir menü sunulur. Yemekler yenilip sofra duası yapıldıktan sonra davetliler oturmaya devam eder. Bu sırada ilk olarak kahve, daha sonra da çaylar ikram edilir. Davetliler evden ayrılmadan evvel meyve ve en sonunda meyve suları ikram edilir. Bu gibi davetler bazı kesimlerde kadın erkek ayrı yapılırken bazı bölgelerede ise bir arada yapılır. Makedonya Müslümanlarında düğün bittikten sonra, gelin tarafının ve erkek tarafının yakınlarının birbirlerini tanımaları için bu ziyafetler verilir. Bular genelde akşamları ve evlerde yapılır. 2.3.3. Akrabaların Davetlerine Katılma Erkek ve kız tarafı karşılıklı davetlerini yani sefteyi yaptıktan sonra, iki ay içerisinde erkek ve kız tarafının yakınları yeni evlilere ziyafet verir. Bu ziyafetlerin amacı damadın veya gelinin akrabalarını tanıması ve dostların birbirlerleriyle kaynaşması içindir. Yakın akrabaların bu ziyafeti vermesi neredeyse mecburidir, çünkü vermeyen akrabalar ayıplanır. Makedonya’da “yediğinde yedirmen gerekir” ifadesi çok yaygındır. Yani davetlere katılan kimseler aynı zamanda davet ve ziyafet vermek zorundadır. Dobruca Türklerinde bu uygulamaya geze denir. Geze, gelini gezdirme anlamına gelmektedir. Yani gelin akrabalara gezmeye götürme geleneğidir. Geze ailelerin birbirlerini çağırmasıyla gerçekleşen bir uygulamadır. Bu davetlere sağdıç 165 da mutlaka davet edilir. Gelen misafirler uzak köylerden iseler iki veya üç gün ağırlanır. Üç gün yemekler verip hizmet edilir. Gezeler genelde amca, teyze, hala, dayı gibi yakın akrabaların davetleri ile devam eder. Gelin, gezeye kim çağırırsa onlar için hediyelerle bir bohça hazırlar. Gelin o evden çıkarken de kendisine bahşiş verilirmiş, evden boş çıkarılmaz.91 Türkiye, Erzincan’da düğünden on beş gün sonra güvey, yanına kardeşini ve akrabalarından birkaç kişiyi alarak kız evine gider. Gelin ise bundan bir hafta sonra el öpmeye gelir. Erzurum’da bir ay sonra güvey ve gelin kız evine götürülür. Buna ayak dönme denilir.92 91 92 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 207. Koşay, Türkiye Türk Düğünleri…, s. 222, 313. 166 2.4. DÜĞÜN ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER Arifka Şabani, ev hanımı,dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Topliça köyü, 1949 doğumlu. Arslian Hasani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Gostivar, 1945 doğumlu. Bahar Veysel, 45 yaşında, Valandovanın Bahçebosu köyü. Begliye Şabani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Zdunye köyü 1949 doğumlu. Beyye Jupani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Gostivar, 1931 doğumlu. Cemile Süleymani, ev hanımı, Kalkandelen, 1930 doğumlu. Cevahire Yakupi, ev hanımı, Doyran, 1941 doğumlu. Fiknet Şabani , ev hanımı, altı yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1952 doğumlu. Fikriye Veliyi, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1945 doğumlu. Habibe Mercan, 56 yaşında, ev hanımı, Resne. Hacer Caferi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Tearçe köyü, 1937 doğumlu. Hacer Sulooca, 28 yaşında, İlahiyat mezunu, halen yüksek lisans yapmakta ve Resne Müftülüğünde vaiz ve muallim olarak çalışmaktadır. Hanife Nuredini, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1946 doğumlu. Hanişe Bayrami, ev hanımı, Kırçova, 1923 doğumlu. Hatice Aruç, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Gostivar, 1960 doğumlu. Havva Şabani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1944 doğumlu. Hayriye Tupare, ev hanımı, Vrapçişte köyü, 1942 doğumlu. Hidafet Veyseli, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1933 doğumlu. Hürmiz Recepi, ev hanımı, sekiz yıl ilkokul eğitimi görmüş, Vrapçişte köyü, 1951 doğumlu. İlmiye İmeri, ev hanımı, Debreşe köyü, 1941 doğumlu. İsmiye Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Zdunye köyü, 1943 doğumlu. Kadriye İbrahimi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Vrapçişte köyü, 1945 doğumlu. Mercie İsmaili, ev hanımı, Doyran, 1928 doğumlu. 167 Meseret ibrahimi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Vrapçişte köyü, 1951 doğumlu. Mesude Çelik, ev hanımı, iki yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1930 doğumlu. Müradiye İmeri, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1946 doğumlu. Nezafet Hanciyi, ev hanımı, Gostivar, 1936 doğumlu. Refiye Mazlami, ev hanımı, beş yıl ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1929 doğumlu. Rukiye İmeri, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1944 doğumlu. Sacide Veyseli, ev hanımı, bir yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1953 doğumlu. Sadriye Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1942 doğumlu, eski köy imamı merhum Hafız Hızır’ın eşi. Safiye Hasani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1938 doğumlu. Sema Nuredini, orta okul mezunu, 1979 doğumlu, ev hanımı. Siniye Jupani, ev hanımı, iki yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1941 doğumlu. Şadiye Şabani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1942 doğumlu. Şevale Mustafi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1954 doğumlu. Zülbiye Hasipi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1937 doğumlu. 168 2.5. DÜĞÜN ADETLERİYLE İLGİLİ RESİMLER 1. Gelin tarafından şarkılar eşliğinde gönderilen nişan bohçası. 2. Kız tarafından çeyizde götürülen çinkanlar (şalvarlar). 169 3. Çeyizde götürülen çantalar ve süsler. 4. Çeyizde sergilenmiş olan ayakkabılar. 170 5. Çeyizde götürülen ve sergilenen makyaj malzemeleri. 6. Çeyizde götürülen beyaz işli yatak ve yorgan takımı. 171 7. Çeyizde götürülen hesap işi ile işli olan seccade ve nevresim takımı. 8. Çeyizde götürülen pijama, havlu ve seccade takımı. 172 9. Oya işlemeli sandalye mendilleri, el mendilleri ve sırmalı çinkan gömleği. 10. Rubalarda götürülen tabaka, gelinin altın takıları. 173 11. Çeyizde damada getirilen cumalık elbiseleri ve nevresim. 12. Geline damat tarafından götürülen simli el işlemeli geleneksel çinkanlar. 174 13. Yöresel halayların çekildiği traş gecesinden bir görüntü. 14. Damadın arkadaşlarının eğlence için değişik kıyafetlere büründüğü traş gecesinden bir görüntü. 175 15. Traş gecesinin sonunda damadın, şarkılar eşliğinde traş olmak için oturmuş olduğu berber koltuğundan bir görüntü. 16. Traş gecesinin sonunda müzik eşliğinde damadın halay çekmesi. Arkadaşları da damadın önünde ona eşlik ederler. 176 17. Kına gecesinde oğlan tarafının giydiği kırmızı renkte yöresel çinkanlar. 18. Kına gecesinde geline bu geceye mahsus kıyafetlerle kınanın yakıldığı merasimden bir görüntü. 177 19. Gelin damat evine geldiğinde, herkesin görmesi için bir sandalyeye çıkarılır ve temenna alır. 20. Gelinin, damadın evine geldikten sonra şarkılar eşliğinde eve doğru götürülmesi. Gelin bu esnada saygı nedeniyle devamlı temenna almaktadır. 178 21. Damat evine gelen gelinin damatla birlikte bir görüntüsü. 22. Yeni geline ve damada yapılan uygulamalarda yardımda bulunmak üzere eşlik eden başka bir yeni evli çift 179 23. Gerdek gecesinde gelinin giymiş olduğu duvaklı kıyafet. 24. Gerdek gecesinde yapılan uygulamalardan bir görüntü. 180 25. Gerdek gecesinde yapılan uygulamalardan ayna oyunundan bir görüntü. Damat ile gelin baş başa gelerek aynı anda aynaya bakarlar. 26. Gerdek gecesinde gelinin damada şerbet dolusu bardağı verirken. 181 27. Gerdek gecesinde gelin ve damadın şarkılar eşliğinde birbirinin dizinden şeker alırken 28. Gerdek gecesinde gelinin şarkılar eşliğinde damadın saçını çekmesi. 182 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MAKEDONYA MÜSLÜMANLARINDA ÖLÜMLE İLGİLİ İNANIŞ VE UYGULAMALAR İnsanın bu dünyaya gelişinden terk edip gitmesine kadarki zaman süresi geçmişten bu yana çeşitli inanış ve uygulamalarla süslene gelmiştir. Bilindiği üzere, genel olarak insan hayatında doğum, evlilik ve ölüm evrelerinden oluşan üç önemli dönem bulunmaktadır. Buna bağlı olarak da inanış ve uygulamaların hemen hemen hepsi bu üç dönem etrafında odaklaşmaktadır. İnsan hayatının önemli geçiş noktalarından birisi olan ölüm olayı da doğum ve evlenmede olduğu gibi, beraberinde birçok adet, töre, tören, inanış ve uygulamalar getirmektedir. Doğum ve evlenme ile ilgili uygulamalar daha ziyade sevinç ve mutluluk tezahürleriyle icra edilirken, şimdi değineceğimiz ölüm hadisesi ise üzüntü ve keder belirtileriyle dikkati çeker. Zira hasreti çekilen bir çocuğun, ailenin devamını simgeleyen gencin, ailenin direkleri olan anne babanın, geçmişi ve aidiyeti temsil eden ve hayata anlam katan dostların ölümü doğal olarak insana keder ve üzüntü verir. Bu niteliği ile ölüm hadisesi doğum ve evlenme dönemlerinden ve bu dönemlerde icra olunan uygulamalardan tümüyle ayrılır. Dinler Tarihi araştırmaları da ölüm ile ilgili olarak diğer geçiş dönemlerine nazaran daha çok tören ve ainin gerçekleştirildiğini göstermektedir. Bu bakımdan ölümün insan hayatındaki geçiş dönemlerinin en önemlisi olduğunu söylemek mümkündür. Makedonya Müslümanlarında ölüm ile ilgili inanış ve uygulamalar konusundaki birçok veri, bizzat cenaze merasimlerine katılarak yaptığım şahsi gözlemlerden ve isimlerinin zikredilmesini istemeyen köy imamlarından temin edilmiştir. Hemen hemen Makedonya genelinde Müslümanlar arasında çok büyük farklılıklara rastlanmamıştır. Bu nedenle bu bölümde bölgesel ayrılıklara girilmeden uygulamalar genel olarak verilmiştir. Bu arada Sedat Veyis Örnek’in “Anadolu Folklorunda Ölüm” adlı kitabındaki bilgiler ışığında Anadolu’daki örneklerle zaman zaman karşılaştırma yoluna gidilmiştir. “Makedonya Müslümanlarında ölüm ile ilgili inanış ve uygulamalar” adını taşıyan bu bölüm, ölüm öncesi, ölüm esnası ve ölüm sonrası olmak üzere üç ana başlık altında ele alınmıştır. “Makedonya Müslümanlarında ölüm öncesi ile ilgili inanış ve uygulamaları” ana başlığı altında; ölümü düşündüren ön belirtiler, ölümden kaçınma yolları, ölüme hazırlık ile ilgili uygulamalar belirlemeye ve incelemeye gayret edilmiştir. İkinci ana başlıkta; Makedonya Müslümanlarında ölümden hemen sonra yerine getirilen işlemler, ölümün duyurulma biçimleri, ölünün defnedilmeye hazırlanması, cenazenin defnedilmesi, telkin, iskat ve devir ve ruhla ilgili varsayımlar ele alınmıştır. Ölüm sonrası inanış ve uygulamalar ismini taşıyan üçüncü ana başlık altında ise Makedonya Müslümanlarında ölünün anılması ile ilgili inanış ve uygulamalar, ölü yemeği, yas tutmak, başsağlığı dilemek, ölüyü anma günleri, mezarlıklar, ziyaret yerleri olarak mezarlar ve ölümle ilgili ağıtlar, atasözleri, deyimler ve beddualar açıklanmaya çalışılmıştır. Makedonya değişik din, millet ve kültürleri barındıran bir merkezdir. Bu bölümde ölüm konusunu ele alırken iki noktaya ağırlık vermeye çalıştık. Birincisi bu bölgede yaşayan değişik dini grupların ölüm ile ilgili inanış ve uygulamalarının kuramsal çerçevesini çizmek. İkincisi ise, bu bölgede yaşayan Müslümanların bir çok inanış ve uygulamalarını bilimsel çerçevede ele almaya çalışmak. Bâki olan Allah'tır ve her canlı ölümü tadacaktır. Doğum gibi ölüm de Allah'ın değişmez sünneti içerisinde doğal bir olaydır. Fakat İslâm inancı bakımından ölüm bir son değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Dolayısıyla bu âlem için ölüm denilen olay, başka bir âlem için mahiyeti farklı yeni bir doğum olarak gerçekleşir. Mutlaka yaşanacak olan bu yeni hayat için insanın bu dünyada iken hazırlık yapması gerekir. Esasen Allah'ın emirleri ve Peygamberimizin tavsiyeleri dikkate alınıp onlara uygun davranışlar sergilenmesi dışında, özel bir hazırlık yapmaya da gerek yoktur. Bu emir ve tavsiyeler, bu geçici dünyanın en güzel şekilde yaşanmasını sağlamaya yeteceği gibi, müstakbel hayat için de bir hazırlık teşkil edecek özelliktedir. İnsanın ölüsü de saygıya lâyıktır. Bu saygı bir yönüyle, ölünün yakınlarına bir teselli mahiyeti taşıdığı gibi, ölümün hiçlik olmadığını anlatmak amacına da yöneliktir. O ölmüştür, fakat yine insandır; bu dünya açısından ölmüştür, fakat başka bir âlem için yeniden doğmuştur yaklaşımı ile ölü yakınlarını teselli etmek, onların içinde bulunduğu durumu anlamlandırma açısında büyük önem taşır. Ölünün âdeta 184 yeni doğmuş bir çocuk gibi yıkanması, bir yönüyle yeniden doğuş olayını sembolize etmekte, bir yönüyle de bu fâni yolculuğun, yani dünya hayatının kendisi üzerinde bıraktığı kir, toz ve pislikleri gidermeyi temsil etmektedir. Ardından, yeni doğan çocuğa giydirilen zıbın misali bir kefene sarılması ve büyük bir titizlikle yatacağı yere konulması da onu gelecekteki hayatına hazırlamak demektir. Bundan sonrasını Allah biliyor, gidenler biliyor. Biz de bildirildiği kadarını biliyoruz. Cenaze, ölü anlamına geldiği gibi, tabut veya teneşir anlamına da gelir. Son nefesine yaklaşmış ve ölmek üzere olan kişiye muhtazar, ölen kişiye meyyit (çoğulu mevtâ), ölü için genel olarak yapılması gereken hazırlıklara teçhiz, ölünün yıkanmasına gasil, kefenlenmesine tekfin, tabutun konulduğu yere musallâ taşı, namazdan sonra kabristana taşınmasına teşyî ve kabre konulmasına defin denir. Telkin, muhtazarın yanında kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdet okumaya denildiği gibi definden sonra, sorulması muhtemel soruları ve cevapları ölüye hatırlatma konuşmasına da denilir. Ölünün yakınlarına başsağlığı dileğinde bulunmaya tâziye denir ki teselli etmek anlamındadır.1 Ölen bir Müslümanı yıkamak, kefenlemek, onun için namaz kılıp dua etmek ve bir kabre gömmek Müslümanlar için farz-ı kifâyedir. Peygamberimiz "Ölülerinizin güzel işlerini yâdedin, kötü taraflarını dile getirmeyin"2diyerek, ölmüşlerimizi hayırla anmamızı, iyi taraflarını ön plana çıkarmamızı tavsiye etmiştir. Ölenin olumsuz yönleri konusunda suskun kalma hususu, ölen kişinin ölmeden önceki davranışlarıyla ilgili olduğu kadar, ölüm anındaki durumu, gasil işini yapanların gördükleri hoş olmayan şeylerle de ilgilidir. Fakat ölen kişi, haramı açıkça işleyen bid‘at ve sapıklıkla tanınmış ve bu hal üzere ölmüş biriyse, başkalarını sakındırmak maksadıyla onun bu durumu gerektiğinde söylenebilir. İnsanın yaşamında ölüm kavramı çok büyük rol oynamaktadır. Hangi inanca sahip olursa olsunlar, ölüm herkes için bu dünyadaki hayatın sonu anlamına gelmektedir. Bu yüzden hem ölüm öncesi, hem ölüm esnasında, hem de ölümden sonra bu durumla ilgili çok sayıda inanış ve uygulama insan hayatının içerisinde yer almıştır. 1 İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, Cenaze Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi); Hayrettin Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, Ankara 1986, s. 55-57. 2 Tirmizî, Sunen, “Cenâiz”, 34. 185 3.1. ÖLÜM ÖNCESİ ADETLERİ 3.1.1. Ölümü Düşündüren Ön Belirtiler Ölüm korkusunun bilinç altındaki baskısıyla tedirgin olan insanların düşünceleri, geleceği bilme arzusu, araç ve nesnelerin bu veya şu şekilde kullanılışları, tabii olayların zuhur etmesi, hayvanların hareket ve sesleri, rüyalar veya rüyalarda görülenler vb. hususlar halk arasında çoğu zaman ölümün bir işareti, bir ön belirtisi olarak kabul edilmektedir. Makedonya Müslümanlarında da ölümün ön belirtileri olduğu kabul edilen bu gibi olaylarla ilgili değişik inanış ve uygulamalar dikkatimizi çekmiştir. Halk inançlarında bazı hayvanlar ölümün habercisi veya ölümle bağlantılı kabul edilirler. Örneğin, hutbolu, yani baykuşun ötmesi, evin çatısına veya bacasına tünemesi o evde yakınlarda bir ölüm olacağı şeklinde yorumlanır. Baykuş uğultusunun ölüm habercisi olduğu düşünülür. Aynı şekilde bir tavşanın yolda insanın önünü kesmesinin kişiye uğursuzluk veya kötülük getireceğine, hatta yakınlarında vuku bulacak bir ölümün işareti bile olabileceği varsayılır. Makedonya’nın bazı bölgelerinde köpeğin uluması da benzer şekilde ölümün habercisi kabul edilir. Köpeklerin ezan okunurken ulumaları ise onların kendi dillerince zikir yaptıkları şeklinde yorumlanır. Aynı şekilde horozların akşama doğru ötmesinin hayra işaret olmadığı, hatta yakın zamanda bir ölüm olacağının habercisi olduğu kabul edilir. Bunların dışında bütün evcil hayvanların huzursuzlukları ve alışkanlık dışı davranışları da sahiplerinin başına kötü bir şey geleceğinin belirtisi olarak kabul edilir. Trabzon ve yöresinde de Makedonya Müslümanlarında var olan benzer uygulamalar dikkatimizi çekmiştir. Trabzon’da da ölümün ön belirtileri olarak hayvanlarla ilgili birçok inanış görüyoruz. Mesela köpeğin uğulaması, zamansız horoz ötmesi, kargaların ötmesi vb.3 Bunlardan başka rüyada dişin ağrıması, diş doldurtmak veya çektirmenin, kalabalıklar içerisinde görünme veya bu kalabalıkta beyaz cübbeleriyle hocaların veya Beytullahın görülmesi ve ölülerle uğraşmak veya sık sık ölü görmek ölümün 3 Gülsen Balıkçı, Trabzon’un Bazı Yörelerinde Ölüm Adetleri, http://www.karalahana.com/makaleler/folklor/trabzon_olum.htm 186 habercisi olarak veya yakınlarda aile üyelerinden birinin vefat edeceğine delalet kabul edilir. Trabzon ve yöresinde ise, rüyada bulanık su görmek ölüme işaret olarak yorumlanır. Rüyada ölü bir şey verirse iyiye yorumlanır, bir şey alırsa ölüm olacağı kabul edilir. Rüyada soğan, biber gibi acı şeyler görülürse, yakında acıklı bir şey olacak diye yorumlanır.4 Makedonya Müslümanları arasında günlerin de ölüm için ön belirti olduğu inanılır. Örneğin, bazı bölgelerde yaşayan Müslümanlar arasında kadınların Salı günü çamaşır yıkaması aileye bir kötülük veya ölüm getireceği algısına yol açar. Salı günü veya gecesinde tırnakların kesilmesi ile el ve ayak tırnaklarının ardarda kesilmesinin kötülüğe, hatta ölüme işaret olduğuna inanılır. Kısacası, Salı günü genelde Müslümanlarca uğursuz bir gündür denilebilir. Dolayısıyla, Salı günü yapılması gereken bazı işlerin çoğunlukla ertelendiği dikkati çeker. Nitekim yolculukta kaza olmaması ve sıkıntılı durumlarla karşılaşmamak için yolculukların ertelendiği sıkça görülür. Makedonya’da yaklaşık on sene önce meydana gelen uçak kazasının Salı günü gerçekleşmesi ve birçok vatandaşın hayatını kaybetmesi Salı günüyle ilgili var olan uğursuzluk inancını daha da pekiştirmiştir. Salı gününün uğursuzluğuna dair bu inanışlar muhtemelen Hıristiyan inancından Müslümanlara geçmiştir. Çünkü İstanbul’un fethi Salı gününe denk geldiği için Hıristiyanların bu günü uğursuz kabul eder. Makedonya Müslümanları da böyle bir kültür içerisinde yaşadıkları için muhtemelen ondan etkilenmişlerdir. Yine değişik nesne ve uygulamalar da Makedonya Müslümanlarında ölüm habercisi olarak algılanır. Mesela, bir evde ölüm olmuşsa, cenaze yıkandıktan sonra suyun kullanıldığı kazan, yıkanarak ters çevrilir. Eğer böyle yapılmaz ise, ölümün o eve tekrar döneceğine ve ölen kimsenin hortlak olarak geri geleceğine inanılır. Makedonya Müslümanlarında ölen kişinin eşyaları genelde yakılır. Zira ölenin eşyaları kullanılırsa, o eve ölümün tekrar geleceği kabul edilir. Bazı bölgelerde ise ölünün tüm eşyaları dışarı çıkarılır ve yıkandıktan sonra fakir fukaraya verilir. Bazen ölünün döşeği de dışarı çıkarılır, yıkanıp kurutulduktan sonra eve alınır. Benzer şekilde ölümden sonra taziye için gelen misafirlerin ayakkabıları çevrilmez, yani 4 Gülsen Balıkçı, Trabzon’un Bazı Yörelerinde Ölüm Adetleri, http://www.karalahana.com/makaleler/folklor/trabzon_olum.htm 187 çıkarıldığı gibi bırakılır. Eğer ayakkabılar çevrilirse, o eve ölüm yolunun açıldığına inanılır. Ayrıca taziyeye ve cenaze merasimine katılanların, merasimden sonra doğrudan eve gitmeleri son derece önemlidir. Eğer onlar doğrudan evlerine değil de başka bir eve giderse, gittiği evin halkına ölüm getireceği kabul edilir. Bu nedenle, ölüm ve taziyeden dönenler yakın akraba bile olsa ev halkı tarafından soğuk karşılanır, yani pek hoş muamele edilmez. Önceleri ölü yıkanılan suyun ölünün ailesi tarafından içildiği rivayet olunur. Böylece ailesinin ölümden soğukluk hissedeceği, yani yaşanılan ölüm hadisesini kısa zamanda unutacağı düşünülürmüş. Bu uygulamanın söz konusu evde bir daha ölüm olayının yaşanmaması için bir nevi koruma amacına matuf olduğu düşünülürmüş. Ancak günümüzde bu uygulama terk edilmiştir. Günümüzde ise ölünün yıkandığı su, kötü amaçlar için kullanılır. Sihir yapmak isteyen bu sudan gizilice alır ve onu kendi kötü niyetlerinin gerçekleştirmek için kullanmaya çalışır. Mesela birbirini seven iki kişiyi birbirinden soğutmak için bu suyun kullanıldığı ve neticeyi hasıl ettiği yaygın bir kanaattir. Yine ölünün çenesini kapamak için kullanılan bez parçası, şami (yazma) veya tülbent de sihir yapmak için kullanılmaktadır. Bu daha çok kişinin düşüncesini değiştirmek için kullanılır. Mesela kızını vermek istemeyen babanın fikrini değiştirmek için kızın anası, bu tülbendi üç defa düğümleyip dua eder ve bu yolla amacına ulaşacağını düşünür. Bu uygulamanın etkisini gösterdiğine dair bir çok örnek zikredilmiştir. Beşikte uyuyan bebeğin iki kişi tarafından beşikle beraber taşınmasının da ölüm habercisi olabileceği kabul edilir. Makedonya Müslümanlarında psikolojik ve fizyolojik değişiklikler de ölüm habercisi olarak yorumlanır. Örneğin, kişinin parmağının veya vücudunun bir bölümünün sararması veya morarması ölüm habercisi olarak kabul edilir. Yine hastanın bedeninde meydana gelen bazı değişiklikler halk arasında ölümün yaklaştığının belirtisi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca hastanın nefesinin kısılması, nefes alıp vermede zorlanması, nefesinin göğsüne çıkması, renginin sararmaya başlaması, tırnaklarının morarması, ayak ve ellerinin buzlanması (buz gibi olması) gibi belirtiler ölümün işareti olarak kabul edilir. Ölüm, ayak ve ellerden gelir inancı hakimdir. Hastanın sürekli olarak “beni yatır, beni kaldır” gibi isteklerde bulunması, 188 burnunun uzaması, gözlerinin dönmesi veya gözlerini tavana doğru dikmesi de ölümün yaklaştığının belirtileri kabul edilir. Dobruca Türkleri de Makedonya Müslümanları gibi hayvanlar, nesneler, rüyalar, psikoloji, astronomi, günler, ölenin durumu, rastlantılar yoluyla ölümün ilk belirtileri üzerine değişik yorum ve tahminlerde bulunur. Bunlardan hayvanlarla ilgili olan bazıları: Köpek uluması, baykuş ötmesi; Nesnelerle ilgili olanları: Ev eşyasının kırılması; Rüyalarla ilgili olanları: Hocalar görmek, ziynet eşyası görmek; Astronomi ile ilgili olanları: Yıldız kayması; Günlerle ilgili olanları: Cumartesi günü bir kimse ölürse, yakında o köyden bir kişinin daha öleceğine inanılır. Ölenin eti yumuşak olursa, ardından bir ölüm daha olacağı yorumu yapılır.5 Türkiye’nin değişik yerlerinde, ölümün ön belirtisi olarak köpeğin uluması, uluma biçimi, uluma süresi ve uluduğu yere göre değişik yorumlar yapılmaktadır. Öküz, inek, koyun, at, tavşan, horoz gibi hayvanlar da ölümün ön belirtisi olarak algılanmaktadır. Baykuşun ötmesi de ölümün ön belirtisi olarak kabul edilir.6 Türkiye’de ev, ev eşyası, araç ve gereçler, yiyecekler de ölümün ön belirtisi olarak kabul edilmektedir. Bu konudaki inanışlar şunlardır: Kapı, tavan, dolap çıtırdaması, geceleyin beklenmedik bir anda kapının çalınması, eşyanın kendiliğinden kırılması gibi. Yine Türkiye’nin çeşitli yerlerinde rüyada bazı hayvanları görmek ve onların zarar verdiğini görmek de ölümün ön belirtisi olarak algılanır. Yıldız kayması da ölüm habercisi olarak kabul edilir. Ay ve güneş tutulması, şimşek çakması da ölüm habercisi olarak kabul edilir.7 Ölünün eti yıkanırken yumuşarsa, ardından başka bir ölüm daha olacağı biçiminde yorumlanır.8 3.1.2. Ölüme Hazırlık Makedonya Müslümanlarında ölüme hazırlık ilk olarak maddi yönden gerçekleşir. Yaşı ilerlemiş kişilerin biriktirmiş oldukları paranın bir miktarını, ölüm için ayırdıkları dikkatimizi çekmiştir. Bunun dışında hacca gitmiş olanlar, hacda kullanmış oldukları ihramları ölüm için saklarlar. Öldüğünde kefenlerle birlikte bu ihramlara da sarılır. Bu uygulama ile 5 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 243-245. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 15-20. 7 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 21-29. 8 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 36. 6 189 ölünün sorgu suallerden daha kolay geçeceğine inanılır. Hacdan getirilmiş kokular da kefenlerle birlikte ölüm için bekletilir. Hacı adayının getirmiş olduğu zemzem suyu da, özellikle son nefesini verirken ağzına sürülmesi için saklanır. Manevi yönden de Kur’an okumasını bilen kişi, ölüme hazırlık için hayatta iken hatim indirir. Bu hatimin kendisine ölüm anında ve sonrasında yardımcı olacağına inanır. Yaşı ilerlemiş kişiler veya ölümün yaklaştığını gören kişiler, ölüme hazırlık olarak ibadetlerine daha fazla önem verirler. Bazıları var olan borçlarını ödemeye gayret eder. Maddi durumu iyi olanların da hayırseverlikleri artar. Dobruca Türklerinde ölüme hazırlık olarak, cenaze için kefen ve cenazeye katılacak olanlara vermek için kırk adet mendil hazırlanır. Küçüklüğünden beri kesmiş olduğu tırnakları ve düşmüş dişleri de ölenin mezarına koyulmak için hazır edilir.9 3.1.3. Ölümden Hemen Önce Yapılan Uygulamalar Ölümden önce her yerde olduğu gibi Makedonya Müslümanlarında da hazırlıklar yapılmaktadır. Bunlardan bazıları dini bir vecibe olarak, bazıları da geleneksel bir tutum olarak yapılırlar. Makedonya’da ölüm öncesi yapılan uygulamaları şöylece sıralayabiliriz. Ölmek üzere olan kişi, eğer bir güçlük yoksa kıbleye doğru ve sağ yanı üzerine çevrilir. Dini bakımdan da bu uygulamanın gerekli olduğu kabul edilir. Sırtına ve ensesine yastık gibi şeyler konup başı yükseltilerek yüzü kıbleye gelecek şekilde ve ayakları kıbleye uzanık duruma getirilir. Mümkünse yüksek olan karyoladan indirilir, canının, yerde serilmiş döşekte çıkması gerektiğine inanılır. Ölüm anında baş ucunda Kur’an-ı Kerim özellikle de Yasin-i Şerif okunur ve sık sık kelime-i tevhid tekrarlanır. Bir hadiste "Kimin son sözü ‘Lâ ilâhe illallah’ olursa, o kişi Cennete girer" buyrulmuştur (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 16). Bu hadise binaen Makedonya’da yaşayan Müslümanlara ölüm yatağında iken yakınları tarafından sık sık kelime-i tevhid hatırlatılır. Hacdan getirilmiş zemzem suyu hastanın dudaklarına sürülür. Hastanın susuzluk çektiği düşünülerek dudaklarına ve yüzüne yakınlarından biri tarafından zemzem sürülür. 9 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 246-247. 190 Makedonya genelinde, hacca gitmiş aile fertleri vasıtasıyla her evde ölüm için zemzem hazır bulundurulur. Hacca gidenler ise hacda kullandıkları ihramları ölüm için saklarlar. Öldüklerinde bu ihramları kefen olarak kullanırlar. Hacca gitmiş olduğu belirtilmek için ihramlar ölenin mezarına konulur. Bu uygulama ile o kişilerin sorgu-sualinin daha kolay olacağına inanılır. Ölüm döşeğinde olan kişi, kendileriyle helalleşmesi için yakınlarını yanına çağırtır ve herkesten tek tek helallik ister. Son nefesini kelime-i tevhid ile vermesine özellikle dikkat edilir. Onun için baş ucunda bulunanlar devamlı kelime-i şehadeti ve kelime-i tevhidi hatırlatır. Ölüm anında yakınları tarafından başka bir odada Kur’an-ı Kerim veya Yasin-i Şerif okunur. Ölüm gerçekleştiği zaman, Kur’an okuma hemen kesilir ve o anda ölü için yapılması gereken hazırlıklara geçilir. Ölüm gerçekleştikten sonra Kur’an okunmasının iyi olmadığına inanılır. Eğer Kur’an okunmak isteniyorsa, başka odada okunma nedeni de ölüm anında olan hastanın temiz olup olmadığından meydana gelen şüphedendir. Kur’ana saygısızlık olmasın diye başka odalarda okunur. Ölüm anında yabancıların orada hazır bulunması uygun görülmez. Ölümden önce hastanın durumuna göre bazen genel temizlik yapılabilir. Yani var olan fazla kılları temizlenir. Ağır hasta olanlarda, can verirken eziyet vermemek için olduğu gibi bırakılır. Dobruca Türklerinde de, son nefesine yaklaşan hastanın başında, hastanın ruhunun daha kolay verebilmesi için yaşlılar tarafından Kur’an okunur. Hasta son nefesine kadar yalnız bırakılmaz.10 Türkiye’nin değişik yerlerinde de hastanın başında Kur’an okunur, kelime-i şahadet devamlı tekrarlanır, ölüm anında hastanın dudaklarına susuzluk çekmemesi için su sürülür.11 3.2. ÖLÜM ESNASI ADETLERİ Ölüm esnasında yakın akrabalar kesinlikle hastanın yanında durur ve devamlı dua edip kelime-i şahadeti hatırlatır. Kuruyan ağza, şeytanın onu aldatacağı düşüncesiyle yakınları tarafından devamlı su veya zemzem verilir. Yani susuzluk 10 11 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 247. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, 46, 47; Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 107; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 247. 191 çeken hastayı şeytanın kandırmasına engel olup ruhunu imanla teslim etmesi için hastanın ağzına devamlı su veya zemzem sürülür. Yakınlarının ölüm anında yanında bulanmaması, ona karşı bir saygısızlık olarak algılanır. Hasta o esnada zorluk çekmesin diye odada hazır bulunan yakınları tarafından dünya işleri hakkında konuşulmaz. 3.2.1. Ölümden Hemen Sonra Yapılan Uygulamalar Ölüm gerçekleştikten sonra orada bulunan ev halkı ve yakın akrabaları birkaç dakika bekleyip hastanın ruhunu teslim edip etmediğini kontrol ederler. Bunun için yapılan uygulamalardan en yaygını ölen kişinin açık olan ağzına ayna yaklaştırılmasıdır. Ayna buharlaşırsa ölümün gerçekleşmediğine karar getirilir. Beklenmesi öngörülür. Yine ölen kişinin ayakları ve nabzı kontrol edilir. Ayakları buzlanmış/soğumuş, nabzı durmuş, vücudunda morarmalar oluşmaya başlamışsa kişinin öldüğü kabul edilir. Ölümün gerçekleşmesinin ardından yakınları tarafından hemen yapılması gereken ön hazırlıklardan sonra, gömme için gerek dinsel, gerekse geleneksel bakımından zorunlu olan hazırlıklara geçilir. Bu hazırlık üç önemli işlemden oluşur. Bunları yıkama-kefenleme, cenaze namazı ve defin olarak sıralayabiliriz. Her üç işlemin çevresinde dinsel olanların yanı sıra birçok geleneksel adet ve inanma da kümelenmekte, bunlar çoğu zaman da ön plana geçmektedir. Ölümden hemen sonra yapılan uygulamalar şunlardır: 1- Makedonya genelinde ilk olarak yakınlara haber verilir. Ölünün evinde toplanılır. Yapılacak görevler konuşulur ve iş paylaşımı yapılır. 2- Ölüm olayı gerçekleştikten sonra ilk olarak ölünün ağzı temizlenir ve kapanması için bir bez parçasıyla sakalından alnına doğru bağlanır. Dilin dışarı çıkmaması için de bu uygulama yapılır. 3- Ölenin gözleri açık kalmış ise, besmele ile gözleri kapatılır. İnanca göre vücutta göz, en son ölen organdır. Bu yüzden ölen kişinin etraftaki telaşı görüp de sıkıntı çekmemesi için, hemen gözleri kapatılır. 4- Ölen kişinin vücudu sıcak iken eğik kalmaması ve ayaklarının açık kalmaması için ayakları gerilir. Ölünün ayak baş parmakları, iki ayağın yan yana gelecek şekilde bağlanır. 192 Bundan sonra ceset, odanın ortasına kıbleye doğru gelecek şekilde bir döşek, üzerine, yıkamaya çıkarılırken zorluk çekilmesin diye bir battaniye ve beyaz bir çarşaf serilir. Mevta yatırılır ve üzerine tekrar beyaz bir çarşaf ile örtülür. Ölü, yakınların yardımıyla döşeğe, sağ tarafının üzerine ve yüzü kıbleye doğru gelecek şekilde yerleştirilir. Loğusa döneminde ölen kadının cennetlik olacağına inanılır. Ölüm döşeğine konulan kadın örtüldükten sonra, üzerine gelin iken giymiş olduğu çinkanları (şalvarları) ve başörtüleri koyulur. Bu uygulama, ölenin genç olduğunu vurgulamak için yapılır. Ölen kişi genç kadın ise, yakınlarından bir genç kız seçilir ve ayrı bir bölgede daire (zilli def) çalıp şarkı söyletilir. Bu uygulama, ölen kadının eşinin kısa zamanda tekrar evlenmesi için yapılır. Bu uygulama sonucunda evlenmelerin kısa zamanda gerçekleştiği rivayet edilir. Cenazenin karyolada bekletilmesi iyi karşılanmaz. Hatta, hastanın ölüm anında yüksek yerde durmasından dolayı, ruhunun çıkmasının zor olacağına ve kişinin ölüm anında zorluk çekeceğine inanılır. Yüksek yerde, yani karyolada olan ölüm anında kişinin ruhunu teslim etmesinin günler sonra gerçekleştiği yönünde örnekler anlatılır. Bundan dolayı, Makedonya Müslümanlarında mümkünse ölümü bekleyen kişinin döşeğinin yere serilmesi gerekliliği yaygın olan bir inanıştır. Makedonya’nın bazı bölgelerinde ölen kişinin şişmemesi için karın kısmına ağır bir taş veya tuğla koyulur. Bu uygulama ölünün midesinin temizlenmesi düşüncesiyle de yapılır. Bazı bölgelerde ise, ölünün şişmemesi için karın kısmına bir metal parçası, kaşık veya bıçak gibi aletler konulur. Cenazenin bekletilme durumunda ise hem tuğla hem de bıçak konulur. Dobruca Türklerinde de ölen kişinin şişmemesi veya kokmaması için üzerine bıçak veya makas gibi metal parçaları ya da taş konulur.12 Türkiye’nin değişik yerlerinde de ölenin üzerine demir veya metalden yapılmış olan makas, bıçak ve maşa gibi aletler konulur. Bu uygulama da ölünün şişmemesi, şeytan gelmemesi, hortlamaması ve günahının azalması amacına matuftur.13 12 13 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 249. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 46, 47; Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 107. 193 Makedonya’nın bazı bölgelerinde can çekişen hastanın yanına gelen yakınları, abdestli olmaya dikkat ederler. Yine canı çıkarken odada bulunanlarda ayağa kaldırılır ve hiç ses çıkarmadan sadece “Allah Allah” diye zikrederler. Diğer bir odada da ölünceye kadar Kur’an-ı Kerim okunur. Bu uygulama sayesinde hastanın canının kolay çıkacağı ve zorluk çekmeyeceği kabul edilir. Hasta, gözleri tavana dikik iken, açıp kapattı mı öldüğü kabul edilir. Hasta derin bir nefes aldıktan sonra ruhunu teslim eder. Ölen kişinin gözleri açık kalırsa, gözü dünyada kaldı diye yorumlanır. Hasta gülerek ölürse iyi sayılır, iyi insan olduğunun işareti olarak kabul edilir. Yanarak ölene ise, çok günahı vardı, günahlarına kefaret olarak Allah bu dünyada onu yaktı, diye düşünülür. Elleri açık olarak ölen kişi, cömert diye yorumlanır. Konuşa konuşa can veren için ise, rahat can verdiği için “iyi insandı” derler. Ölen, bebek veya iki-üç yaşında çocuk ise, selası okunmaz. Ölüm döşeği serilmeyip, bedeni beşiğinde bırakılır. Çocuklar için yakınları ağlamamaya gayret ederler. Özellikle anne baba ağlamamaya çalışır. Çünkü ölen çocukların ruhunun uçtuğu ve Cennette melek olduğuna inanılır. Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra annesinin kulağına karanfil veya gül konulur. Bu uygulama, annenin teselli edilerek çocuğunun Cennetlik olduğu inancıyla sevinmesinin bir işareti olarak yapılır. Bebeğin gömüldüğü günün akşamında annesi kendi evinde yatmaz. Baba evine veya yakın akrabalara gider. O gece çocuğun ruhu geleceği ve annesini emmek isteyeceği inancıyla anne uzaklaştırılır. Böylece çocuğun ruhunun bir daha gelmemesi sağlanır. Bazı bölgelerde ise gömüldüğü günün akşamında evine gelip acı çekmemesi amacıyla, annenin evden ayrılmaması gerektiğine inanılır. Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi Dobruca Türklerinde de ölüm esnasında benzer uygulamalar yapılmaktadır. ölenin öncelikle çenesi çekilir, ağzı bağlanır, gözleri kapatılır, ayakları düzeltilir ve bağlanır. Kıbleye çevrilmiş olarak ölü yatağına yatırılır. Bütün bu işlemler ölü sıcak iken yapılır. Ölen kadın ise, evlilik bittiği için kocası yaklaştırılmaz.14 Türkiye’nin değişik bölgelerinde de benzer uygulamalar dikkatimizi çekmiştir. Halk arasında, ölenin gözlerinin kapatılmasının nedeni ölenin gözü dünyada kalmasın, ardından birini götürmesin, gözü arkada kalmasın şeklinde yorumlanır. 14 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 248. 194 Ölünün çenesi, çirkin görünmemesi ve ağzına toprak dolmaması için kapatılır. Ölenin başı kıbleye çevrilir ve ayakları yan yana getirilip bağlanır.15 Muhtazar ölünce gözleri kapatılır, bir bezle çenesi bağlanır. Bunları yapan kişi şöyle dua etmelidir: Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh. Allahümme yessir aleyhi emrehû ve sehhil aleyhi mâ ba‘dehû ve es‘idhu bi likaike vec‘al mâ harece ileyhi hayren mimmâ harece anhü (Allah'ın adıyla ve Resûlullah'ın dini üzere… Ey Allahım bunun işini kolaylaştır ve sonrasında güçlük gösterme. Onu, cemalinle mutlu eyle. Gittiği yeri, ayrıldığı yerden daha hayırlı eyle). Dini bakımdan ölenin gözlerinin kapatılması, çenesinin bağlanması ve üzerinin örtünmesi sünnet olarak kabul edilir.16 3.2.2. Ölüm Haberinin Duyurulması Cenaze için bütün bu uygulamalar yapıldıktan sonra, yakın akrabalara telefonla ulaşılıp ölüm haberi verilir. Yakınları yurt dışında olanlara ise gelmeleri için haber dolaylı ifadelerle verilir. Babasının çok hasta olduğu ve başka bir yakının vefatı veya hasta olduğu söylenir. Bu, gelirken kişinin kendini kaybedip kaza veya benzeri sıkıntılara duçar olmaması için yapılır. Ayrıca, Makedonya genelinde yakınların veya akrabaların bulunduğu köy ve kasabaların müezzinlerine, ölen kişinin kimin babası veya anası olduğu bilgilerin anlaşılacak şekilde detaylıca yazıldığı bir kağıt gönderilir. Bu kağıtla birlikte müezzine bahşiş de verilir. Müezzin, camideki hoparlörler yardımıyla bütün köy veya kasabanın duyacağı şekilde salâh-selah okur. Selah, ölen kişinin yakınlarının bulunduğu her yerde okunur. Yedi veya dokuz selah okutulmasına dikkat edilir. Yani, Makedonya Müslümanlarında tek sayı inancı oldukça yaygındır. (Çocuklara sünnet edilirken bile, tek saatli saatlerde yapılmasına özen gösterilir. Bu şekilde kötü ruhlardan korunulacağına, zira çift sayıların uğursuz olduğuna inanılır). Makedonya Müslümanlarında bu inanışın dini olduğu da kabul edilir. Allah’ın tek olduğu, sıfatlarının tek olduğu ve tespihlerin tek sayılarla çekildiği gibi düşüncelerle bu inanış savunulmaktadır. Selah okunduğunda defin işleminin ne zaman olacağı da bildirilir. Ölüm gece gerçekleşmiş ise selah sabah okutulur. Sabah namazından çıktıktan bir saat sonra, 15 16 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 45-47. Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 29. 195 halkın kalkmış olduğu bir zamanda selah okunur. Normalde öğle namazından sonra defin yapılır. Bir engel var ise defin, ikindi namazından sonra da yapılabilir. Karanlık basması muhtemel zamanlarda kesinlikle defin yapılmaz. Karanlıkta kabristana gidilmesinin tehlikeli olduğu ve bunu ölü için de iyi olmadığına inanılır. Makedonya genelinde ölüm haberi çoğunlukla şu sözlerden oluşan sela ile verilir. “El merhumu (merhumetu) megfur el muhtacetu ila rabbike rahmetihil gafur. Allah, Allah, Allah. Kullu şeyhin halike illa veche, lehul hukmu ve ileyhi turce’un. Allah, Allah, Allah. Kullu men aleyha fan ve ebka rabbike zul celali vel ikram. Allah, Allah, Allah. Kullu nefsin zaikatul mevt, sümme ileyna turcehun. Allah, Allah, Allah” En sonunda halkın konuştuğu dilde kimin öldüğü açıklandıktan sonra, ne zaman gömüleceği de bildirilir. Selah tek sayılı olacak şekilde yedi veya dokuz camide okutulur. Dobruca Türklerinde ise yakın akrabalar ve dostlara telefonla haber verilir. Ölüm Cuma gününe denk gelirse, ölüm haberi camide iken diğerlerine verilir.17 Türkiye’de ölüm olayının duyurulması köyde, kasabada ve büyük şehirlerde farklı şekillerde gerçekleşir. En doğal biçimi ise ölenin yakınlarının ağlamasıyla olur. Ağlamayı duyan komşular ölü evine toplanarak, evin halkının acılarına ortak olmaya, onları teselli etmeye çalışırlar. Yapılması gereken ilk hazırlıklarda da yardımcı olurlar. Bunun dışında cenaze sahibinin komşuları tarafından, camilerde selah verdirilerek, gazete ilanlarıyla, radyo, televizyon, telefon, telgraf gibi araçlarla da ölüm haberi verilir.18 3.2.3. Cenazenin Bekletilmesi Durumu Ölüm haberi verildikten sonra diğer işlemler tamamlanmaya çalışılır, yakın akrabalar aralarında paylaştıkları görevleri, sabahın ilk saatlerinden itibaren yerine getirmeye koyulurlar. Ölü hemen hemen her yerde elden geldiğince çabuk gömülmeye çalışılır. Hasta gece ya da sabah ölmüş ise öğle namazına, öğlen ölmüş ise ikindi namazına yetiştirilmeye gayret edilir. İkindiden sonra ölenler o gece bekletilerek ertesi gün öğlen namazında gömülmektedir. Bazen uzaktaki akrabaların 17 18 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 250. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 41-43. 196 cenaze törenine katılmalarını sağlamak için ölünün bekletilmesi zaruri olduğundan gömülme işlemi ikindi namazından sonraya tehir edilebilmektedir. Bu esnada yakın akrabalar yapılması gereken işlemleri aralarında paylaşıp biran önce yerine getirmeye çaba sarf ederler. Yakın akrabalardan bazıları kefen alma işlemiyle uğraşırlar. Bunun yanında cenazenin yıkanması için gereken malzemeler de temin edilir. Bu malzemeler, sabun, sünger, kefenlere sürülecek kokular, suyun döküleceği bir maşrafa (sürahi), suların taşınacağı kovalar gibi şeylerdir. Diğer bir grup ise, mezarda koyulacak “platica”, yani tahta parçalarını temin eder. Bu ağaçlar, tahta şeklinde kesilmiş yaklaşık bir metrelik parçalardır. Genelde daha dayanıklı olan ağaç türleri tercih edilir. Dut veya çam ağacından yapılmış platiçaların daha dayanıklı olduğu ve daha geç çürüdüğü kabul edilir. Başka bir grup ise, cenazenin yıkanacağı teneşiri ve tabutu camiden alıp ölenin evine getirir. Aynı zamanda mezar açacak görevliye de haber verilir. Önceleri Makedonya Müslümanlarında birkaç kadından müteşekkil ağlayıcılar grubu varmış. Ölüm olan evlere bu kadın grubu, ağlamaları ve ağlatmaları için davet edilirmiş. Çok ağlanmasının ölü için daha iyi olduğuna inanılırmış. Bu ağlayıcı kadınlara aynı zamanda “diziciler” de denilirmiş. Bunlar, ağlama esnasında ağıtlar da dizdikleri için “ağıt yakıcılar” da denilmiştir. Köy imamı ve köyün hafızları konağın açıldığı evde öğle veya ikindi namazından yaklaşık iki saat önce toplanırlar. Ölen için hatim indirirler. Bu esnada köyün imamı veya müezzini bir yardımcı ile birlikte kefeni hazırlar. Hatim indirildikten sonra köy veya kasaba imamı, cenazenin evin bahçe veya avlusuna çıkarılmasını ister. Ölen kadın ise, kadın tarafından, erkek ise erkek tarafından yıkanır. Bu işlemi, kadınlardın tayin edilmiş, dini bilgisi olan iki kişi gerçekleştirir. Erkekleri ise genelde imamlar yıkarlar. Ölüm olayı haber verildikten sonra, yakınlar, dostlar ve akrabalar başta olmak üzere herkes ölü evine gelir. Yakınlara başsağlığı dilenir ve ölüye dualar sunulur. Bu esnada, ölenin evinde sıkışıklık olmaması için komşulardan birinin evi “konak” olarak açılır. Konak, başsağlığı için gelenlerin karşılandığı evdir. Konak, evin tam karşısına denk gelen komşunun evinde kesinlikle açılmaz. Ya daha yukarıda ya da 197 daha aşağıda olan evde açılır. Bazı bölgelerde bu gibi uygulamaların, o eve tekrar ölümü getireceği inancı hakimdir. Konak açılan evde, yakın akrabalar evin kapılarında gelenleri karşılar. Yaşlılar ise, evin içinde belirlenmiş bir odada gelenlerin başsağlığı dileklerini kabul etmek için hazır bulunur. Gelen kadınlar, yine ölenin evinde ayrılmış bir odada yakınlarına başsağlığı dileklerini iletirler. Başsağlığına gelenler genelde kısa durup evden ayrılırlar. Erkeklerden yakın akrabalar, gelenleri karşılamak için konakta hazır bulunurlar. Kadınlar ise, ölenin evinde oturur ve gelenlerin taziyelerini kabul ederler. Cenazenin bir an önce defnedilmesi gerektiğine inanılır. Özellikle yaz aylarında sıcaklardan dolayı kokuşmaması ve şişmemesi için cenaze en kısa zamanda gömülür. Ancak ölüm ikindi zamanında olmuş ise, cenaze ertesi gününe kadar bekletilir. Çünkü akşama doğru cenazenin defnedilmesinin iyi olmadığı kabul edilir. Kötü ruhların akşam ölüye zarar vereceğine inanılır. Yada ölen kişinin yakınları yurtdışında olduğu zamanlarda da cenaze, yakınları gelinceye kadar bekletilir. Eğer ölüm kişinin memleketi dışında olmuş ise, cenazenin memlekete götürülmesi işlemleri tamamlanıncaya kadar bekletilir. Cenaze gelip durum yakın akrabalara duyurulduğunda, bu esnada hafızlar tarafından hatim indirilmiş, imam tarafından da kefenler kesilip hazırlanmış olur. Bunda sonra namaz vaktinden yaklaşık yarım saat önce, cenaze evin avlusuna çıkarılır. Kadın ise kadın tarafından, erkek ise imam ve müezzin tarafından cenaze yıkanır. Bazı bölgelerde hatim indirildikten sonra konak açılan evde hocalar tarafından iskat ve devir uygulaması yapılır. Ancak, bazı bölgeler bunu haram sayarak bu uygulamadan vazgeçmişlerdir. Dobruca Türklerinde doktor raporu alınmadan cenaze kaldırılamaz. Doktor raporu alındıktan sonra defin işlemleri yapılabilir. Doktor raporuna göre cenazenin otuz altı saat bekletilmesi gerekebilir. Bu esnada mezar açılıp hazırlıklar yapılır. Ölüm ikindi vakti olmuş ise veya uzaktan gelmesi gereken yakınlar var ise cenaze bir gece bekletilir.19 19 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 251. 198 3.2.4. İskat ve Devir İbadetlerde ıskat, namaz, oruç, kurban, adak, kefâret gibi ibadet ve borçları ifa etmeden vefat eden bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere fidye ödenmesi işlemini ifade eder. Fıkıhta daha çok, namaz ve oruç borcunu düşürme anlamına gelen ıskat-ı salât ve ıskat-ı savm terimleri kullanılır. Burada fidyeden maksat, söz konusu ibadetlerin yerine geçmesi amacıyla yapılan nakdî veya aynî ödemelerdir. Bu bağlamda ıskat-ı salât, bir kimsenin sağlığında eda veya kazâ edemediği namaz borçlarını uhdesinden düşürebilmek için ölümünden sonra fidye ödenmesi işlemini, devir de bu fidye ödemede geliştirilen bir yöntemi ifade eder. Devir, ıskat için fakirlere nakdî bedeli tamamen vermek yerine muayyen bir miktarı hibe edip, tekrar hibe yoluyla ondan geri alma ve toplam borç miktarına ulaşıncaya kadar bu hibe ve karşı hibe işlemini devam ettirme usulünün adıdır. Böylece elden ele devredilen para ile devir sayısının çarpımıyla elde edilen meblağın fidye olarak hibe edilmiş olacağı, neticede de ıskat için gerekli fidyenin tamamen ödenmiş olacağı var sayılmaktadır. Makedonya’da önceleri iskat ve devir uygulaması yaygındı. Mutlaka yapılması gerektiğine inanılırdı. Günümüzde ise bu uygulama bazı yerlerde hala uygulanır iken birçok yerde yanlış olduğu düşüncesiyle terkedilmiştir. İmam veya dini görevlilerin yönetiminde yapılan iskat uygulaması şöyle yapılır: Bir mendil içinde ölenin maddi durumuna göre belli bir miktar para koyulur. Bu mendil bağlanır ve davet edilen veya paraların verileceği beş veya altı fakir kişi bu uygulamaya katılır. Bu uygulamayı yöneten kişi “iskat-ı salat için filan merhum için şu insana verdim” der ve içinde para bulunan mendili iskata katılanlardan birine verir. Alan kişi “kabul ettim, sana hibe ettim” diyerek imam ve uygulamayı yürüten bilir kişiye mendili geri verir. Bu uygulama orada hazır bulunan herkes ile tekrarlanır, böylece ilk devir bitirilmiş olur. İkinci devir de ölen kişinin tutmamış olduğu oruçların fidyesi olarak aynı tarzda yapılır. Daha sonra ise merhumun işlemiş olduğu günahların affı, ana-baba hakkı, komşu hakkı, ölen erkek ise zihar, yani karısına karşı olan hakkı, hayvanlara karşı işlediği kusurlar ve tüm günahlar için yine aynı şekilde bir devir daha yapılır. En son devirde ise, umumi hakları için niyet edilir, devir yapılır ve yapılan uygulamanın 199 kabul olunması için dua edilir. Bu uygulama birkaç defa tekrarlandıktan sonra ölen kişinin namaz ve oruç borçlarının giderileceği, üzerinde başkalarına ait hakların ödeneceği, yapmış olduğu günahlarının da affolunacağına inanılır. Bazen, bu uygulama icra edilirken, ödenen keffaretin daha çok görünmesi bakımından mendile paranın yanında altın liralar da koyulur. Devir yapıldıktan sonra bu altın liralar geri alınır. Bu bakımdan bu uygulama sadece bir gösteriş olarak kalmakta, yani bir bakımdan hille-i şeriyye yapılmaktadır. İskat ve devir uygulaması esnasında yakında fakirler olmadığı takdirde, orada hazır bulunan birkaç hoca bu işlemi yerine getirir ve mendile koyulan para, daha sonra ölü adına yetim, fakir veya talebelere dağıtılır. Bazan mevcut paranın bir miktarı iskat işleminde yer alanlar arasında paylaştırılır. Bu uygulama genelde konağa açılan evin gizli bir odasında gerçekleştirilir. İskat ve devir işleminden sonra fidye uygulaması da yapılır. Bu uygulama günümüzde de devam etmektedir. Fidye, ölen kişinin ailesinden alınan ayrı bir miktar paradır. Bu, Makedonya Müslümanlarının ölçülerine göre, erkek için 131, kadın için 71 fidyedir. Makedonya’daki ölçülere göre bir fidye 100 denar değerindedir. Buna göre erkek için 13.100 denar (bugünkü kura göre yaklaşık 210 euro), kadın için ise 7.100 denar (yaklaşık 120 euro) ödenmesi gerekir. Bu fidye parası imama verilir. Bazen bu paranın bir miktarı fakirlere, bir miktarı da müftülüğe teslim edilir. Bazen da bir miktarı caminin masrafları için alınır. Fidye dışında ölünün yıkanması, dua edilmesi ve namazının kılınması faaliyetlerini yerine getirdiği için imam ve müezzine de belli bir miktar para ödenir. Hatim indiren hafızlara de hediye olarak bir miktar para verilir.20 Dobruca Türklerinde de ıskat ve devir uygulaması vardır. İmam çağırılır ve merhumun tutamadığı oruçları ve kılmadığı namazlarının her biri için takriben bir fiyat konulur. Buna göre bir hesap yapılır ve bu para istenir. Sonra bu para beş veya yedi kişi arasında devir kaideleri usulünce devreder. Her devirde ne için devredildiği karşı tarafa söylenir. Böylece eksik kalan ibadetlerin para karşılığında ödeneceğine inanılır.21 20 Kaynak kişi: İskat ve devir konusunda Hafız Şükür Kamberi, Yukarı Banisa köyü kırk yıllık müezzini, 1939 doğumlu. 21 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 266. 200 Türkiye’de de iskat ve devir uygulamasının yapıldığı bilinmektedir. Ölen bir Müslüman’ın sağlığında çeşitli nedenlerle tutamadığı oruçları, kılamadığı namazları ve yerine getiremediği yeminleri için bir fakire fidye verme amacıyla, halka halinde hazır bulunan yoksullardan birine ölenin mirasçılarından veya vekilleri eliyle hesaplanmış bir paranın verilmesi yoluyla gerçekleştirilir. Yoksul olan “aldım, kabul ettim” diyerek bu parayı geri verir. Bu işlem ölenin borçlarının tümüyle temizlendiği varsayılıncaya kadar devam eder.22 Dini bakımdan: Hz. Peygamber, sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn dönemlerinde yukarıdaki anlamda ıskat söz konusu olmadığından, ıskat-ı salât ve ıskat-ı savm anlayış ve uygulamasının Kitap, Sünnet ve sahâbe fetvalarından delillendirilmesi yerine, fıkhın gelişim seyri göz önünde tutularak ele alınmasının daha doğru olacağı kabul edilir. Öte yandan, ıskat-ı salât telakki ve uygulaması hem teori hem de tarihî seyir itibariyle ıskat-ı savm fikrine dayandırıldığı için, öncelikli olarak ıskat-ı savm, sonra da ıskat-ı salât hakkında bilgi sahibi olunması gerekir. İbadetler ve bu nitelikteki kefâretler Allah hakkı grubunda yer aldığı için kural olarak ıskat kabul etmez. Dinî mükellefiyetlerin ifasında mükellefin niyeti ve ibadetin Allah rızâsı için yapılması ibadetin özünü, şekil şartları ise maddî unsurunu teşkil edeceğinden, ibadetler ancak şâriin belirlediği sebeplere bağlı olarak ve O'nun emrettiği tarzda yerine getirilirse ifa edilmiş sayılır.23 İslâm âlimlerinin ortak kabulüne göre, ihtiyarlık ve iyileşme ümidi kalmamış bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimseler, kazâ etmeleri de mümkün olmadığı için tutamadıkları gün sayısınca fidye öderler. Âyetin tutulamayan orucun kazâ edilmesini değil de, her bir oruç için bir fakir doyumu fidye ödenmesini emretmesi, burada hastalık, bünye zayıflığı, meşakkat ve yolculuk gibi geçici bir mazeretin değil, yaşlılık ve iyileşme umudu kalmamış hastalık şeklinde devamlılık arz eden bir mazeretin kastedildiği yorumuna haklılık kazandırmıştır. Bu kimselerin, tekrar sağlığa kavuşup oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edilmediğinden tutulamayan orucun, aynı cinsten bir ibadetle telâfisi talep edilmemiş, "Her bir oruç için bir fakiri doyurma" şeklinde sosyal amaçlı, orucun mahiyetiyle de alâkalı bir başka ibadet 22 23 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 59, 60. İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi); Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 35. 201 istenmiştir. İslâm ümmeti içinde ortaya çıkan ıskat-ı savm ve akabinde ıskat-ı salât tatbikatı, temelde âyetin sınırlı mazeretler için getirdiği bu istisnaî hüküm etrafında geliştirilen zorlama yorum ve temennilerden kaynaklandığından, âyetin kimler için hangi imkân ve hükümleri öngördüğünün iyi bilinmesi ayrı bir önem taşımaktadır.24 Bazı alimler ıskatın dinde yeri olduğunu belirtirken;25 bazıları ise, bu konuda ayet ve hadis bulunmadığından dolayı, bunun sadece bir ümit neticesinde ortaya çıktığını söylemektedirler.26 3.2.5. Cenazenin Yıkanması Makedonya Müslümanlarında cenazenin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması ve defnedilmesi gerektiğine inanılırken, bunun dini açıdan da müstehap olduğu kabul edilir. Yıkama işini yapmak için cenaze, önce evdeki ölüm döşeğinden kaldırılıp dışarı çıkarılır, teneşir denilen tahta veya metal bir sedir üzerine, sağ tarafı kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılır. Teneşirin çevresine ve kefenlere güzel kokular sürülür. Ölünün göbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile kapatılır ve elbiseleri tamamen çıkarılır. Evden cenaze çıkarıldıktan sonra ölü döşeği toplanıp dışarı çıkarılır. Ölü döşeğinin olduğu yere su serpilir. Bu uygulama ölü döşeğinin bulunduğu yerin ölü kalmaması, su ile tekrar canlanması inancıyla yapılır. Daha sonra odada oturacak olanların da ölü gibi değil canlı bir şekilde oturacakları kabul edilir. Su dökülen bu yere bir tasın içinden un da serpilir. Bu evin bereketinin tekrar canlanması, ölenle birlikte ölmemesi inancıyla yapılan bir uygulamadır. Tasta arta kalan un da fakir olan birine verilir. Evin dışında su hazırlanırken genelde üç kazan olur. Bu kazanlardan birinde su kaynatılır, diğerinde soğuk su olur. Üçüncüsünde ise bu iki kazandaki sulardan faydalanarak fazla sıcak olmayacak şekilde ılık ölü suyu hazırlanır. Ölü suyu el kazana sokularak kontrol edilmez. Maşrapayla veya saplı bir kapla kazandan su 24 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul, s. 238-242. İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi); 25 Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini (Fıkıh-İbadet-Ahlak), Ankara 1967, s. 192, 193. 26 Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 81-84. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 267. 202 alınır, dışarıda ele dökerek kontrol edilir. Suyu taşıyanların abdestli olmaları gerektiğine inanılır. Mevta erkek ise erkek, kadın ise kadın yıkayıcı yıkamaya geldiğinde cenaze evvela evin bahçe veya avlusuna çıkarılır. İlk olarak bağlı olan ayaklarındaki baş parmakları çözülür ve taharetin daha kolay alınabilmesi için sol ayağı sağ ayağının üstüne gelecek şekilde koyulur. Çene altından başına doğru ağzı kapatmak için bağlanan bez çözülür ve üzerinde eşyası varsa tamamen çıkarılır, cesedin üzeri bir çarşafla örtülür. Cenaze yıkayan erkek veya kadın, farz olan yıkama görevini yerine getirmeye niyet eder ve yıkama bitinceye kadar da Gufrâneke yâ Rahmân (Artık senin af ve mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey rahmân olan Allah) diye dualar okur. Yıkayan kişi ilk olarak elini bir bezle sarıp üç defa, bazan da beş defa teharet verir. Ölü tamamen temizleninceye kadar avret yerlerini yıkar. Sonra abdest aldırmaya başlar. Önce yüzünü yıkar. Ağız ve burna su verilmez. Sadece dudaklarının içini ve dışlarını, burun deliklerini, göbek çukurunu parmakla veya parmağına sardığı bezle mümkün mertebe siler. Ondan sonra ellerini, kollarını yıkar. Başını da meshedip, ayaklarını geciktirmeksizin hemen yıkar. Böylece ölüye abdest verilmiş olur. Cenazenin abdest işi tamamlanınca üzerine ılık su dökülür ve sabun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek, sağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol tarafları üçer defa yıkanır. Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılır. Bu esnada cenaze, yıkayan kişinin göğsüne veya eline veya dizine dayandırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Aynı zamanda midesinde var olanın tamamen dışarı çıkması için başı da üç defa hafifçe kaldırılır. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Böylece ölüye gusül verilmiş olur. Cenazeyi sabunla yıkama işlemi iki defa tekrarlanır. Abdest ve gusul verildikten sonra cenaze havlu ve benzeri bir şey ile kurulanır. Daha sonra kefen gömleği giydirilir ve arta kalan kefenleri yayılır. Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler artık yıkanmaz, öylece gömülür. Dobruca Türklerinde yıkama işlemini hocalar yapar. Köyün hocası yoksa başka bir köyün veya kasabanın hocasına haber verilir. Cenaze evlerde veya son zamanlarda, hazırlanmış gasilhanelerde yıkanır. Erkek cenaze erkek, kadın cenaze de 203 kadın yıkayıcılar tarafından yıkanır. Kullanılan malzemeler Makedonya’dakilerle aynıdır, sadece eldiven ve ispirto kullanılmaz.27 Türkiye’nin çeşitli yerlerinde cenaze, evin avlusunda veya evin uygun bir yerinde, bahçesinde, kapı ardında, çadırda, gasilhanede ya da camide yıkanır. Büyük kentlerde ise cenazenin tekfin ve techiz işlemleri mezarlıkların gasilhanelerinde yapılır. Burada cenaze belediye görevlileri tarafından yıkanır. Bunun karşılığı olan ücret belediyeye ödenir. Küçük şehir ve köylerde cenaze ücret karşılığı veya sevabına da yıkanır. Bazı durumlarda, şeytan girmemesi, pislik-akıntı çıkmaması, su kaçmaması, abdestin bozulmaması için cesedin burnunun, kulaklarının vb. pamuk ile tıkandığı da görülmüştür. Anadolu köylerinde cenazeler genelde evin bahçesinde yıkanır. Ölünün artan suyu ile değişik uygulamalar yapılır. Bazı yerlerde ev halkı bu suyla elini yüzünü yıkar, ölenin çamaşırları yıkanır, abdest alınır ve şifa niyetiyle hastalar yıkanır.28 Dini açıdan ise: Ölü kapalı bir mekânda yıkanmalı, yıkayan ve yardım edenden başka kimse görmemelidir. Bir ölüyü ona en yakın olan biri veya takvâ sahibi güvenilir bir kimse yıkamalıdır. Erkek ölüyü erkek, kadın ölüyü kadın yıkamalıdır. Yıkayan kişiler abdestli olmalıdır. Bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Zira kadın iddet bekleyecektir ve bu iddet müddetince evlilik devam ediyor sayılır. Fakat koca, ölmüş karısını yıkayamaz. Çünkü erkeğin iddet beklemesi gerekmez, karısı ölünce aralarındaki evlilik bağı kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca karısına teyemmüm verebilir. Ebu Hanife’nin dışındaki diğer üç imama göre ise koca karısını yıkayabilir.29 Cenaze yıkamak için kullanılan su, sabun, cenazenin ağzının bağlandığı bez parçası vb. şeyler Makedonya’nın bazı bölgelerinde sihir amaçlı da kullanılır. Cenaze yıkandıktan sonra ekseriyetle kadınlardan olan sihirle uğraşan kimseler gizlice cenaze suyundan bir miktar alır ve bu suyu, zarar verilmesi istenen kişilerin ya 27 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 253,254. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 49-52. 29 İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi); Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 248-269. 28 204 içmesi sağlanır ya da eşyaları üzerine serpilir. Bu su genelde iki seveni birbirinden soğutmak için kullanılır. Ölünün yıkandığı sabun da, sihir yapan kadınlar tarafından gizlice alınır. Sabunun üzerine su dökülerek “sabun gibi bitsin, yok olsun” diye bedduada bulunulur. Böylece kişinin adı anılarak onun zarar görmesi, başına mahvedici kötülükler gelmesi sağlanmaya çalışılır. Ölünün ağzını bağlamak için kullanılan bez de sihir için kullanılır. Genelde iki seveni birbirinden ayırmak veya evli kişilerin evliliklerini bozmak için bundan istifade edilir. Gizlice bu bez parçasını alıp üç düğüm ile bağladıktan sonra, isimlerini anıp “filan kişiler birbiriyle bu düğümler gibi bağlansın”, yani birbirlerine karşı sevgileri yok olsun, birbirinden ayrılsınlar diye mırıldanılır. Bir genç kızın kısmetinin kapanması için de bu yola başvurulur. Yaşanmış pek çok olaydan hareketle, yapılan bu sihirlerin gerçekten bir netice verdiği anlayışı yaygınlaşmıştır. Hıristiyanlar da dahil olmak üzere Makedonya halkının çoğunda, yapılan bu gibi sihirlerin etkili olduğu inancı hakimdir. 3.2.6. Cenazenin Kefenlenmesi Kefen, cenazenin yıkanıp kurulanmasından sonra sarıldığı beze denir. Bu bez, bir yönüyle ölünün bedenini örtme görevi görürken diğer bir yönüyle de insanın bu dünyadan bir şey götüremeyeceğini, doğduğu gibi çıplak ve sade gideceğini temsil eder. Bu bakımdan yensiz ve yakasız, dikişsiz ve oyasız sade bir bezdir. Genelde dokuz metrelik beyaz hasse bezi olmasına dikkat edilir. Erkek veya kadın ölen kişinin tüm bedenini örtecek şekilde üç kısımdan oluşur. Erkeğin kefeni, biri gömlek (kamîs), biri etek (izâr) ve biri de sargı-bürgü (lifâfe) olmak üzere yensiz ve yakasız, etrafı dikişsiz üç kat bezden; kadının kefeni ise bu üç kata ilâve olarak bir baş örtüsü ve bir de göğüs örtüsü olmak üzere beş parça bezden oluşur. Kamîs, boyun kısmından ayaklara kadar uzanan gömlek yerine kullanılan bir bezdir. İzâr, eteklik olarak kullanılan baştan ayağa kadar uzanan bir bezdir. Lifâfe ise, sargı yerine kullanılmakta olup baştan ayağa kadar uzanan ve baş ve ayak taraflarından düğümlenen bir bezdir. Bu bakımdan izârdan biraz daha uzundur. 205 Kefen tabutun içine sırasıyla dizilir ve güzel kokular sürülür. Yıkama işlemi tamamlandıktan sonra cenaze teneşirden birkaç kişi tarafından kaldırılır ve kefenlerle birlikte hazır olan tabutun içine koyulur. Cenaze tabut içine indirilir ve kefenler sırasıyla sarılır. Cenaze kefenlenip güzel kokular sürüldükten sonra sadece yüzü açık olarak bırakılır. Yakınları son defa gelip görür, yüzünü okşarlar, bazıları ise öper. Daha sonra cenazenin baş ve ayak ucları bir bezle bağlandıktan sonra, cenaze üzerinde âyete’l-kürsi ve kelime-i şehadet yazılı olan yeşil bir örtüyle örtülür. Makedonya genelinde kefenin genellikle beyaz renkli pamuktan olmasına dikkat edilir. Ölülere sarılmadan önce birkaç defa güzel kokulu sıvılar veya hacdan getirilen misvak türünden kokularla kokulandırılır. İlk olarak lifâfe, tabutun içine veya hasır veya kilim gibi bir şeyin üzerine yayılır. Onun üzerine izâr serilir. Sonra da ölü, kefen gömleği içinde izârın üstüne konur. Ölü erkek ise, izâr önce soluna, sonra da sağına getirilerek sarılır. Sonra lifâfe de aynı şekilde sarılır. Ölü kadın ise, saçları ikiye ayrılarak kefen gömleği üzerinden göğsü üzerine konulur. Üstüne, yüzünü de örtecek şekilde baş örtüsü konur. Sonra üzerine izâr sarılır ve izârın üzerinden göğüs örtüsü bağlanır. Son olarak lifâfe sarılır. Dobruca Türklerinde de kefen beyaz renktedir. Önce gömlek giydirilir. Avuçlarına, boynuna, koltuk altlarına ve ayaklarına pamuk koyulur. Daha sonra kefen sarılır. Makedonya Müslümanlarında pamuk koyulmaz, sadece kefenle sarılır. Kefen sağdan sarılmaya başlanır. Baş ucu, ayak ucu ve ortasından bağlanır.30 Türkiye’de kefen genelde beyaz renktedir. Bilindiği üzere beyaz renk imanın belirtisi olarak kabul edilmektedir. Burada da kefen üç bölümden oluşmaktadır. Erkek kefeni: Gömlek (omuzdan ayağa kadar örtülen bez), izar (baştan ayağa kadar örtülen bez) ve lifafe (yine baştan ayağa kadar örtülen bez) olmak üzere üç parça bezden oluşur. Kadın kefeni ise: Himar (başa örtülen bez), dir (göğsün bağlandığı bez), hırka (göğüsten göbeğe kadar ya da diz kapağına kadar örtülen bez), izar (baştan ayağa kadar örtülen bez) ve lifafe olmak üzere beş parça bezden ibarettir.31 Ölünün defin işleri için gereken meblağ, kendisinin önceden biriktirmiş olduğu ölüm parası varsa ondan, yoksa yakınları tarafından karşılanır. 30 31 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 255. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 52-54. 206 3.2.7. Cenaze Namazı Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra, dışarıda hazır bulunan cemaat içeri çağırılır. Cenaze imamın önüne gelecek şekilde koyulur. İmam en önde cemaat da onun arkasında saf tutar. Müezzin üç ihlas okuduktan sonra, imam cemaatle birlikte ellerini kaldırıp dua eder. Duadan sonra cenaze evden kaldırılıp camiye götürülür. Cenaze caminin avlusunda kıbleye doğru yapılmış musalla taşına veya teneşirin üzerine konulur. Cemaat camiye girerken, cenazenin yalnız kalmaması için yanında bir kişi bekler. Bununla ölünün kötü ruhlardan korunacağına inanılır. Ölüye karşı duyulan saygı nedeniyle da cenaze yalnız bırakılmaz. Cemaat camiye girip imamla birlikte vakit namazını kıldıktan sonra, tesbih çekmeden dışarı çıkar. Cenazenin önünde, kıbleye yönelik saf tutup cenaze namazına hazır olur. Cemaatin hazır olmasından sonra imam gelip en öne geçer, cenaze önüne gelecek şekilde durur. Ölünün erkek veya kadın olduğunu bilmeyen cemaat olabileceği düşüncesiyle imam, er ve kadın kişi niyetine diye bağırır. Niyet yapıldıktan sonra imama uyulur. İmam ilk tekbiri aldıktan sonra cemaat da tekbir alır. Subhaneke... duası celle senauke ile okunduktan sonra imam ellerini kaldırmadan tekrar tekbir alır. Cemaat da tekrar eder. Bu esnada Salli ve Barik okunur. İmam ellerini kaldırmadan tekrar tekbir alır, cemaat da tekrar ettikten sonra cenaze duası okunur. Duadan sonra imam tekrar tekbir alıp, önce sağ sonra sola doğru cemaatle beraber selam verir. Böylece namaz bitmiş olur. Namazdan sonra imam cemaata döner ölen erkek ise, “cemaat mevtayı nasıl bilirsiniz” diye üç defa sorar. Cemaat da “iyi biliriz” diye üç defa cevap verir. Eğer kadın ise bazı yerlerde bu kısım atlanır. Doğrudan helallik istemeye geçilir. İmam üç defa “hakkınızı helal edin” talebine cemaat da “helal olsun” ifadesiyle cevap verir. Bundan sonra cenaze tabut ile birlikte dört kişi tarafından kaldırılıp omuzlara alınır ve mezarlığa doğru yola çıkılır. Ölen kişi genç ise cenaze arkadaşları tarafından taşınır. Bu durumda tabut omuzlarda değil, parmaklar üzerinde mezarlığa kadar götürülür. Şehirlerde mezarlık uzak ise, cenaze müftülükler tarafından tayin edilmiş cenaze arabaları ile mezarlığa götürülür. 207 Cenaze götürülürken, cenazenin önünden yürünmemeye dikkat edilir. Bunun iyi olmadığı, ölüye karşı saygısızlık olduğu kabul edilir. Yine bunun kişiye kötülük getireceği, hatta ölümüne sebebiyet verebileceği inancı da hakimdir. Makedonya Müslümanlarında cenaze namazına kadınlar katılmaz, mezarlığa da gitmezler, evde kalırlar. Dobruca Türklerinde, cenaze namazında hoca öne çıkar ve cenazenin yanındayken cemaata dönerek şöyle der: “Ey cemaat-i Müslimin, bu kişinin yiyecek, içecek nafakası bu kadarmış. Ağlamanız gerekmez, hayır yapmanız gerekir”.32 Türkiye genelinde ise her Müslüman için iki rekaat cenaze namazı kılınır. Namaz kılındıktan sonra hoca cemaata dönüp: “Ey cemaat bu ölüyü nasıl bilirdiniz” diye sorar. Cemaat da “iyi biliriz, Allah rahmet eylesin” diye cevap verir.33 Cenaze namazı kılındıktan sonra cenaze, omuzlar üzerine alınarak gömülmek üzere mezarlığa götürülür. Dini Açıdan: Yıkanıp kefenlenen ölüye son duayı yapmak üzere cenaze namazı kılmak görevi farz-ı kifâyedir. Namaza duracak olan Müslümanlar yönlerini kıbleye gelecek şekilde ayarlarlar, cenaze de bunların önüne konulur. Müslümanlar abdestli ve kıbleye dönmüş olarak dua mahiyetindeki bu namazı kılarlar. Cenaze namazına niyet şarttır. Bu niyette ölünün kadın veya erkek, kız çocuk veya erkek çocuk olduğu belirlenir (ta‘yîn). Bu durumu bilmeyen kişi "üzerine imamın namaz kıldığı kişi" diye niyet edebilir. Diğer namazlarda cemaat içinde kadın bulunması durumunda, imamın kadınlar için de imamlığa niyet etmesi gerekli olduğu halde, bu namazda gerekmez. Cemaat ise, Allah rızâsı için cenaze namazını kılmaya, mevta için dua etmeye ve imama uymaya niyet eder. Cenaze namazının rükünleri kıyam ve tekbirdir. Sünnetleri ise hamd ve senâ etmek, salât ve selâm getirmek ve hem ölüye hem de diğer müslümanlara dua etmekten ibarettir. Cenaze namazında iftitah tekbirinden başka, üç tekbir daha bulunmaktadır. 32 33 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 253,254. Sedat Veyis Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara 1979, s. 54, 55. 208 Cenaze namazını kıldıracak imamın âkıl-bâliğ olması şarttır. Diğer namazları bozan şeyler cenaze namazını da bozar.34 3.2.8. Cenazenin Kabristana Götürülmesi, Defnedilmesi ve Telkin Cenaze namazı kılındıktan sonra, cenaze caminin avlusundan dört kişi tarafından kaldırılır. İki kişinin sağ, iki kişinin de sol omzuna gelecek şekilde tabutun kolları altına girilir. Önden arkaya doğru değişimli olarak cenaze mezara kadar taşınır. Taşımaya yeni gelenler olduğunda önde bulunan kişiler arka tarafa doğru geçerler ve bu şekilde taşıyanların dinlenmeleri de sağlanmış olur. Ölen genç biri ise, tabut arkadaşları tarafından eller üzerinde taşınarak kabristana kadar götürülür. Makedonya Müslümanlarında cenaze taşımanın sevap olduğuna inanılır. Bu nedenle cemaatın çoğu cenaze taşımak için tabutun önünden sıraya dahil olur. Sevenleri ve birinci dereceden yakınları ise mevtaya son vazifelerini yerine getirmek ve saygılarını sunmak amacıyla taşımada ve defin işlerinde ön sırada yer alırlar. Cenaze köylerde, mezarlıklar yakın olduğundan omuzlar üzerinde götürülür. Şehirlerde ise bu işe tahsis edilmiş cenaze arabalarından yararlanılır. Cemaat de otobüslerle kabristana kadar götürülür. Yapılan bu masraflar ölen kişinin yakınları tarafından veya ölenin ölüm parası olarak ayırdığı varsa ondan karşılanır. Mezarlar genelde, köylerde veya kasabalardaki gönüllü kişiler tarafından açılır. Bazı yerlerde ise köy ve kasaba mütevellileri tarafından mezarlık bakıcısı olarak tahsis edilmiş işçiler tarafından açılır. Mezarlar kadın ve erkeğe göre derinlik ve uzunluk bakımından farklıdır. Kadınların mezarları erkeklere kıyasla daha derin olur. Kadın mezarlarının derinliği göğüs hizasına kadarken, erkeklerinki göbek hizasına kadardır. İnanışa göre bunun nedeni kadınların günahının daha çok olduğuna inanılmasıdır. Dobruca Türklerinde de cenaze namazı kılındıktan sonra tabut dört kişi tarafından mezarlığa götürülür. Cenaze en az on adım taşımanın sevap olduğuna inanılır.35 34 Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 251; İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi); 35 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 260. 209 Türkiye’de de cenaze dört kişi tarafından taşınır. Şehirlerde ise belediyenin tayin etmiş olduğu arabalar cenazeyi taşır. Mezarlık uzak olduğu için cenazeye çocuklar katılmaz, kadınların katılması ise hoş karşılanmaz. Büyük şehirlerde kadınların da son zamanlarda cenazelere katıldığı, mezarlığa kadar da gittikleri görülmektedir.36 Dini açıdan: Cenazeyi teşyî etmek, yani arkasından mezara kadar gitmek sünnettir, bunda büyük sevap vardır. Hatta akraba veya komşulardan olup iyi haliyle bilinmiş kişilerin cenazesini teşyî etmenin nâfile namazdan daha faziletli olacağı söylenmiştir. Hazırlanmış olan cenazeyi bir an önce götürüp defnetmek evladır. Cenazenin taşınmasında sünnet olan şekil, dört kişinin dört taraftan cenazeyi yüklenmesidir. Her bir taraftan sırayla yüklenip onar adım, toplam kırk adım götürmek müstehaptır. Cenaze önce ön taraftan sağ omuza, sonra ayak tarafından sağ omuza alınır. Sonra yine ön taraftan bu defa sol omuza, sonra arka taraftan sol omuza alır. Her bir omuzlamada onar adım yürünür. Cenazeyi takip edenlerin, cenazenin arkasından yürümeleri daha faziletli olmakla birlikte, önden yürümekte de bir kerâhet yoktur. Allah'a isyan anlamını içerecek şekilde feryad etmemek, dövünüp saç baş yolmamak ve yersiz sözler söylememek şartıyla cenaze için kalben kederlenmek ve göz yaşı dökerek ağlamak doğaldır ve bu bakımdan günah değildir. Cenazeyi takip edenler, hayatın sonlu olduğunu, bir gün kendi hayatlarının da son bulacağını düşünmeli; gün gelip kendisi de böyle eller üzerinde taşınırken, cenazeye katılan insanlara kendisi hakkında "Ne iyi adamdı, incinmedik kırılmadık, bir kötülüğünü görmedik" dedirtmenin anlamını ve önemini hissetmelidir.37 Cenazenin Defnedilmesi: Mezarlar, tayin edilmiş kişiler tarafından ücretli veya gönüllü kişiler tarafından ücretsiz olarak açılır. Ölen kişilerin doğdukları yerlerin mezarlıklarında gömülme adeti vardır. Doğduğu köyden başka bir yere gelin gitmiş ise bile, öldüğünde doğum 36 37 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 58. İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi); Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 261-265. 210 yerinin mezarlığında gömülmeye özen gösterilir. Yurtdışında vefat edenler bile cesetleri doğum yerlerine getirilir. Mezarlıklar genelde vakıf olduğu için mezarlar için, hocaların yapmış olduğu hizmet ve müftülüklere verilen belli bir miktar hizmet parası dışında ayrı bir ücret tahsis edilmez. Mezarlar kıbleye doğru, yani mezar yapısı kıbleye dönük bir şekilde açılır. Cenaze mezara kıble doğrultusunda konulur. Hafifçe sağ tarafına doğru çevirilerek kıbleye döndürülür. Bazı bölgelerde ise cenaze arka üstü yatırılırken sadece başı kıbleye doğru döndürülür. Cenaze açılmış mezarın başına geldiğinde tabut mezarın hemen yanı başına indirilir ve cenaze ile uğraşanların dışındaki cemaat yere oturur. Genelde yakınları olan cenazeyle uğraşanlar, cenazeyi mezar içine yerleştirir. Yakınlarından bir veya iki kişi mezarın içine girer. Cenaze kefenlenmiş haliyle tabuttan çıkarılır ve mezarda bulunun kişilere teslim edilir. Cenaze mezarın içine yavaşça indirilir ve üzerine yan gelecek şekilde platicalar (tahta parçaları) dizilir. Cenaze tahtalarla baştan başa iyice kapatıldıktan sonra üzerine toprak atılmaya başlanır. Makedonya Müslümanlarında cenaze kesinlikle tabutla gömülmez, kefenli haliyle gömülür. Tabutla gömülme Hıristiyanlara mahsus bir uygulama olduğu için Müslümanlar bu konuda hassas davranır. Mezardan çıkmış olan toprağın tümü yine o mezar için kullanılır. Toprağın dışarda kalması iyiye yorulmaz. Makedonya’nın bazı bölgelerinde ise ölü toprağı denilen mezardan çıkmış toprağın değişik sihirler için de kullanıldığı ifade edilir. Cenaze defnedildikten sonra hocalar mezar çevresinde toplanır. Cemaatın tamamı yere çökmüş vaziyette bekler. Ayakta durmak, bir Hıristiyan geleneği olması nedeniyle hoş karşılanmaz; bu, ölüye saygısızlık olarak da kabul edilir. Mezar çevresinde hocalar tarafından ilk olarak Bakara suresinin son ayetleri, daha sonra üç İhlas, Felak ve Nas süreleri okunur. Her sürenin sonunda “La ilahe İllallah hu vallahu ekber ve lillahilhamd” ibaresi cemaatla birlikte tekrarlanır. Nas süresinden sonra Fatiha ve Bakara süresinin ilk ayetleri okunur. Bundan sonra amin denilir ve cemaatle birlikte dua edilir. Bu dua genellikle köyün veya o bölgenin imamı tarafından yapılır. Burada, hocalar tarafından indirilen hatim duası ölüye atfedilir. Dua bittikten sonra müezzin, cemaate göstermiş oldukları zahmetten dolayı haklarını 211 helal etmelerini söyler ve onları kelime-i tevhid merasimine davet eder. Kelime-i tevhid ise Cuma günlerinde, cemaatın daha kalabalık olduğu Cuma namazından evvel yapılır. Definden sonra köyün imamı dışında herkes kabristandan ayrılır. İmam ise mezar başında yüksek sesle telkin getirir. Telkin, ölü gömüldükten sonra kabirde sorulacak suallerin cevaplarını hatırlatma mahiyetindeki bir uygulamadır. Telkini yapılanın sorgulamasının kolay geçeceğine inanılır. İmam tarafından Arapça veya konuştukları dilde yapılır. Genelde Arapça okunur. Okunan telkinden bir örnek: “Uzkur hazellezi harecte aleyhi (ha müennes için) mine’d-dunya, şehadeten La ilahe illallah la şerike leh ve enne Muhammeden abduhu ve resuluhu ve enne’l Cennete hakkun ve enne nara hakkun ve ennes-saate atiyetul la reybefih ve ennellahe yebhasu men fil kubur. Ve enneke radiyte bil rabbi ve bil islami diynen ve bil Kur’ani diynen ve bil Muhammedin resulen ve bil kıbleti Ka’beten. Lailahe illallah Muhammedun resulullah”. Dobruca Türklerinde cenaze, bazan tabutla bazan da tabutsuz olarak kefenle gömülür. Mezarlık kıbleye doğru kazılırken, defin ölünün yüzü kıbleye gelecek şekilde yapılır. Cenazenin altına battaniye konulur. Ölenin hayattayken kesmiş olduğu ve biriktirdiği tırnakları ve düşmüş olan dişleri de cenazeyle birlikte gömülür. Kadınlar ise hayatta iken dökülen saçlarını yastığa doldururlar, öldüklerinde de bunlar mezarda başının altına koyulur.38 Ölü gömüldükten sonra cemaat dağılır sadece hoca orada hazır bulunur. İnanışa göre hoca ölenen eline bazı soruların cevabının yazılı olduğu bir kağıt verir. Bu sorulara cevap verilinceye kadar imam mezarın başında durur. Daha sonra hoca dokuz kez ölüyü annesinin adıyla çağırır ve duasını yapıp geri döner.39 Türkiye’nin değişik yerlerinde de cenazelerin tabutla ve tabutsuz olarak gömüldüğüne rastlanmıştır. Tabutla gömme halk arasında, ölünün rahat etmesi, incinmemesi, çürümemesi gibi gerekçelere dayandırılır. Buna karşın bunun bir Hıristiyan adeti olduğuna dikkat çekilerek tabutsuz defin yapılması gerektiği savunulur. Ölü mezara kıble doğrultusunda konulur, sağ tarafı üzerine kıbleye 38 39 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 261. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 265. 212 döndürülür. Ölüyü mezara koyanlar “Allahu Tealanın ismiyle, Resulullahın milleti üzerine seni defnediyoruz” derler. Bundan sonra imam cemaatle birlikte oldukları yere çömelir. Yasin, Tebareke, on bir defa İhlas ve Fatiha süreleri okunarak ölüye dua edilir. Cemaat dağıldıktan sonra imam mezarın başına gelip, ölenin soru soracak meleklere vereceği cevapların kolaylaşması için telkin okur.40 Definden sonra ölenin yakınları arkalarına bakmadan kabristandan ayrılırlar. Bakılması iyi karşılanmaz.41 Eskiden Türkler ölülerini ya yakarlar, ya ağaca asarlar ya da toprağa gömerlerdi.42 Ölü ile birlikte onun dünyada kullandığı silahlarını ve eşyalarını da gömmekteydiler.43 Gök Türklerde ölü çadıra konur ve çadırın etrafında yedi kez dört nala atla sürülürdü.44 Oğuzlarda ise hastalanan kişi ayrı bir çadıra konur, ölünce ceketi giydirilir, kuşağı bağlanır ve ev gibi bir çukura oturtularak gömülürdü.45 Hunlar ise mezarlarını yüksek tepelere yaparlar, ölülerini sırtüstü ve başları kuzeye gelecek şekilde gömerlerdi.46 Dini Açıdan: Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indirilince, bir engel yoksa cemaat oturur. Cenaze omuzdan inmeden oturmaları mekruh olduğu gibi, cenaze yere indikten sonra ayakta durmaları dahi mekruhtur. Kabrin bir insan boyu kadar derin olması yeterlidir. Kabirlerde lahit yapmak faziletlidir; kabrin içinde kıble tarafı oyulur ve ölü, yüzü kıble tarafına gelecek şekilde sağ tarafı üzere buraya konur. Cenazeyi kabre koyan kişiler Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh (Allah'ın adıyla ve elçisinin dini üzere) derler. Cenazeyi kabre koyacak kişilerin sayısı ihtiyaca göre değişir. Kadınları kabre koyacak kimselerin ölüye akrabalık yönünden mahrem olmaları daha uygundur.47 40 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 58,59. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 40. 42 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, Ankara 1954, s. 180. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 263. 43 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara 1993, cilt I, s. 371. 44 Ögel, Türk Mitolojisi, cilt I, s. 767; İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm…, s. 177, 178. 45 İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm…, s. 178. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 264. 46 Ögel, Türk Kültürü Tarihi, s. 50. 47 İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi); Hayrettin Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, II. Baskı, Ankara 1986. 41 213 Telkin, cenaze kabre konduktan ve başında Kur'an okunması tamamlandıktan sonra, kalabalığın orayı terk edip geride kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatması işleminin adıdır. Peygamberimiz’in "Ölülerinize ‘lâ ilâhe illallah’ telkin ediniz" (Müslim, “Cenâiz”, 1) sözündeki "ölüleriniz" kelimesi, âlimlerin çoğunluğu tarafından, "ölmek üzere olanlarınız" şeklinde anlaşılmış ve bunlar telkinin sadece ölüm döşeğindeki hasta için olduğunu, definden sonraki telkinin meşrû olmadığını söylemişlerdir. Bazı Hanefî âlimleri ise bu konuda açık bir hüküm bulunmadığını, yani ölü defnedildikten sonra telkin vermenin tavsiye edilmediği gibi, yasaklanmadığını da ileri sürmüşlerdir. Mâlikîler'e göre de telkin, ölüm döşeğinde iken verilir, gömüldükten sonra telkin vermek mekruhtur. Telkin şöyle yapılır: Cenaze defnedildikten sonra iyi hal sahibi bir kimse ölünün yüzüne karşı durur ve ona ismiyle hitaben "Ey falan!" diye üç kez seslenir ve sonra şöyle der: "Üzkür mâ künte aleyhi min şehâdeti en lâ ilâhe illallah…" "Ey falan! Hayatta iken üzerinde olduğun, benimsediğin şu hususları unutmayasın: Allah'tan başka İlah yoktur ve Muhammed O'nun elçisidir. Cennet ve Cehennem gerçektir, yeniden diriliş vardır, kıyamet saati kuşkusuz gelecektir. Allah kabirde yatanları yeniden diriltecektir. Yine unutma ki, sen Rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, peygamber olarak Muhammed'i, imam olarak Kur'an'ı, kıble olarak Kâbe'yi ve kardeş olarak müminleri seçmiş ve bununla mutlu olmuştun. Rabbim olan Allah'tan başka İlah yoktur, ben ona dayandım, büyük arşın Rabbi de O'dur." Bundan sonra üç kere, Yâ abdellâh, kul lâ ilâhe illallâh (Ey Allah'ın kulu, lâ ilâhe illallah de) denilmesi ve bunun ardından üç kere Rabbim Allah, dinim İslâm, peygamberim Muhammed'dir. Ey Rabbim, sen onu tek başına bırakma, vârislerin en hayırlısı sensin denilmesi âdet olmuştur.48 3.2.9. Cenazenin Defnedilmesi Sırasında Ölü Evinde Yapılanlar Cenaze evden çıktıktan sonra her evde yapılması gereken bazı törenler vardır. Bunlardan ilki, ölü evindeki misafirlere karşı saygının ihmal edilmemesidir. Yine ölünün eşyaları ve odası ile ilgili yapılması gereken bazı işlemler de vardır. Her 48 İlmihal I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, İskat ve Devir Bölümü, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi); Hayrettin Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, II. Baskı, Ankara 1986. 214 yerde olduğu gibi Makedonya’da cenazenin yıkandığı yer ve ölünün eşyalarıyla ilgili bazı inanış ve uygulamalar dikkat çekicidir. Cenaze evden ağlamakta olan yakınları tarafından uğurlanır. Eskiden cenazelerin ağlayıcılar veya ağıt yakıcılar tarafından uğurlandığı söylenir. Bu kimselerin ölenin evindekilerini de ağlattıkları rivayet edilir. Fakat günümüzde ağıt yakıcılar yoktur. Ölen kişi genç ise daha çok ağlanır, sıralı ölümlerde ise sadece yakınları ağlar. Ağlama cenaze evden çıktıktan sonra da devam eder. Cenazenin yıkanmasında suyun ısıtılması için kullanılan kazan ters çevirilir. Bunda ölümün o eve tekrar gelmemesi inancı yatar. Bazı yerlerde cenaze evden çıktıktan sonra, ölünün eşyaları toplanıp dışarda yakılırken, bazı yerlerde ise bu eşyalar güzelce yıkandıktan sonra fakirlere dağıtılır. Ölüm anında kullanılan döşek ve diğer eşyalar da güzelce yıkanır. Döşeğin içinde bulunan pamuk bile boşatılıp yıkanır. Ev sahibi ihtiyacı varsa bu döşeği kullanır, yoksa fakirlere verir. Hatta bazı bölgelerde odalar bile yıkanır. Bu uygulama muhtemelen ölümün bulaşıcı özelliği olduğu inancından kaynaklanır. Bazıları ise Azrail’in ölünün canını alırken boğazını kestiği ve kanların etrafa sıçradığı düşüncesiyle, odaları tepeden tırnağan yıkarlar. Ölen kişinin odası temizlendikten sonra, orada yedi gün ışık kapatılmaz. Ölenin ruhunun bu yedi gün içerisinde geri geldiğine inanılır. Bazı bölgelerde ise hastanın odasında kırk gün ışık açık bırakılır. Burada ölenin ruhunun o odaya kırk gün geldiği inancı yatar. Geldiğinde ruhun korkmaması düşüncesiyle ışık açık bırakılır. Dobruca Türklerinde de ölenin ruhunun kırk gün veya kırk gece eve geldiğine inanılır. Onun için evde kırk gün ışık veya mum yakılır. Bazı bölgelerde ise cenazenin yıkandığı yerde kırk gün, odasında ise yedi gün mum yakılır. Kırım Türklerinde de aynı uygulama mevcuttur.49 Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki inanışlara göre, ruh evin çevresinde dolaşır, evinde ışık, sağlık görürse memnun olur ve sevinerek gider. Belli günlerde gelen ruhun evin çevresinde dolaştığı kabul edilir.50 Hastanın öldüğü evde ağzı açık kaplarda sular varsa hepsi boşaltılır. Hazır yemekler dökülür. Uyuyanlar uyandırılır. Kazma kürek elden ele değil, yere bırakılarak değiştirilir. Ağzı açık kaplar da ters çevirilir veya kapatılır. Bu 49 50 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 268, 269. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 61-63. 215 uygulamalar ile ölümün tekrar geri gelmesinden ve kötü ruhlardan da korunulmuş olur. Ruhla ilgili benzer uygulamalar Türkiye’nin çeşitli yerlerinde de dikkatimizi çekmiştir.51 Cenaze evinde bir hafta yemek pişmez, yemekleri komşular veya akrabalar getirir. Bazıları ise orada hazır bulunan akrabalar ve ev halkı için lokantalardan yemek ısmarlar. Önceleri Makedonya’nın bazı bölgelerinde ölü helvası hazırlanırdı. Son zamanlarda ise bu uygulama oldukça azalmıştır. Cenaze kabristana doğru götürüldüğünde komşu evinde kazanlar kurulur, helva pişirilirdi. Bu helva hem cenazeye katılanlara, hem de çocuklar tarafından evlere dağıtılır. Buna “üleşmek” denirdi. Bu uygulama ile ölüye dua edilmesine vesile olmak, onun kabir sualinin de kolay geçmesinin sağlamak amaçlanırdı. Dobruca Türklerinde definden sonra durumu iyi olanlar evlerinde yemekler verirler. Durumu iyi olmayanlar ise kazanlarda helva pişirip davetlilere dağıtırlar. Ölünün elbiseleri, Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi dışarı çıkarılıp yıkanır ve ihtiyaç sahiplere verilir.52 Türkiye’de ise, ölenin elbiseleri öldürücü etkisi olduğu düşüncesiyle, bir an önce evden çıkarılır, üzerlerine su serpilir ya da dışarıda asarak ayazlandırılır. Genellikle ihtiyacı olmayanlar bu elbiseleri yoksullara, dullara, yıkayıcılara veya ihtiyaç sahiplerine verirler. Bazıları ise ölünün geri geleceği korkusundan dolayı, tüm eşyalarını yıkadıktan sonra dağıtırlar. Anadolunun beşiklik ettiği eski kültürlerde görülen mezarlara hediye, yiyecek, içecek, kişisel eşya bırakma adetine bugün de Türkiye’nin bazı bölgelerinde rastlanmaktadır. Mesela, Sivas’ın Kevenli köyünde ölenin kullandığı saat, sigara tabağı, hatta yatağı ve yorganıyla birlikte gömüldüğüne rastlanmıştır. Urfa’da ölen kadının yüzüğü, küpesi ve gelinliği ile gömüldüğüne de dikkat çekilmiştir.53 Makedonya müslümanlarında ise ölen bekar, nişanlı veya yeni evli ise tabutun üzerine gelinlik koyma geleneği vardır. Gömüldüğünde ise mezarına kefenden başka bir şey koyulduğu görülmemiştir. 51 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 40. Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 267, 268. 53 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 72-77. 52 216 Eski Türk topluluklarında, ölenin eşyaları ölenle birlikte yakılırdı.54 Ölülerini gömenler ise ölülerini eşyalarıyla birlikte gömerlerdi.55 3.3. ÖLÜM SONRASI ADETLERİ 3.3.1. Ölümden Sonraki Belli Günler Makedonya Müslümanlarında ölümden sonra icra olunan inanışlar ve uygulamalar içinde şu belli günlerde yapılanlar dikkati çeker. Birinci günü, yedinci günü, kırkıncı günü, elli ikinci günü, altıncı ayı ve yıllığı. Birinci günü: Ölünün gömülmesinden sonra ölünün evinde yenmek üzere lokantalardan sıcak yemek ısmarlanır ve ölünün ruhuna cenazeye katılanlara verilir. Taziyeye ölümün birinci gününde daha kalabalık gelinir. Ölenin yakınları gelenlerin taziyelerini kabul eder. Taziyeye gelenler tarafından: “Siz sagolun” (Başınız sağolsun), “Allah cennette kavuştursun”, “Allah sabırlık versin” gibi sözler söylenir. İlk günden yedinci güne kadar kadınlar tarafından “kırk Yasin” okunur. Bu uygulamayla ölünün kabir azabı çekmeyeceğine inanılır. İkinci gün: Taziyeye gelenlerin taziyeleri kabul edilir. Akşam ile Yatsı arası kırk Yasin okunur. Gelenlere sadece lokum ikram edilir. Yeni evli gelinler taziyeye gelenleri evin içinde değil, dışarıda karşılarlar. Bu esnada ölü yakınları koyu renkte yazmalar takarken, gelinler beyaz başörtülü olurlar. Taziyeye gelenler bu esnada birbirleriyle kucaklaşmazlar. Uzaktan selamlaşırlar. Ölümün bulaşıcı olduğu inancı hakim olduğu için birbirleri ile uzaktan selamlaşılır. Bir bakımdan bu şekilde korunacaklarını düşünürler. Üçüncü gün: Erkekler için komşuda açılmış olan konak sona erer. Taziyeye gelenler artık ölü evinde kabul edilir. Gelenlere üçüncü gününde sütlü kahve verilmeye başlanır. İlk iki günde lokumdan başka bir şek ikram edilmez. Akşam ile yatsı arasında kadınlar tarafından yine kırk Yasin okunur. Yedinci gün: Ölü evinde yedi veya on gün yemek pişirilmez. Orada hazır bulunanlara yemek dostlar tarafından ve lokantalardan getirilir. Yedi veya on günden sonra artık ölü evinde yemek pişirilmeye başlanır. Akşam ile Yatsı arasında yine 54 55 Ögel, Türk Kültürü Tarihi, s. 767. Ögel, Türk Mitolojisi, cilt I, s. 371, Ankara 1993; Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 268. 217 kadınlar tarafından kırk Yasin okunur. Makedonya’nın Ohri kasabasında ölünün ruhu için yedi gece Tebareke süresi, Yasin-i Şerif ve mevlid okunur. Bu uygulama ile ölünün kabir sualinin ve kabir hayatının iyi geçeceğine inanılır. Son zamanlarda ölünün yedinci gününe özel önem verilmeye başlanılmıştır. Ancak bu uygulamanın Hıristiyan inancından geçmiş olduğu kabul edildiğinden haram kılınmış ve uygulamaktan vazgeçilmiştir. Kırkıncı gün: Ölünün ruhunun kırk gün eve geldiği inancı hakim olduğu için, bu son gecesinde gelip mutlu olarak geri dönmesi için yapılan bir uygulamadır. Ölünün kırkı da denilen bu günde bazıları tarafından ölünün sevabına mevlid veya hatim okutulur, dua yapılır. Mevlid veya hatim ikindi namazından sonra okunur. Yakın akrabalar davet edilir. Yemek ikram edilir. Yemeklerden sonra davetlilere çay veya kahve verilir ve davetliler dağılır. Kırkıncı gece uygulaması ölüyü bir nevi anma merasimi olarak kabul edilir. Elli ikinci gece: Ölünün kemiklerinin bedenden veya etten ayrıldığına inanılır. Bundan dolayı ölünün acı çektiği kabul edilir. Burun kemiğinin de bedenden düştüğüne inanılır. Bu vesileyle ölünün acı ve zorluk çekmemesi düşüncesiyle o evde hatim indirilir, mevlid okutulur, ölüye dua edilir, ölünün ruhuna yemek ikram edilir. Sene-i devriyesi (Ölüm yıldönümü): Ölümün senesi, ölüyü anma merasimi olarak kabul edilir. Bu uygulamada yine yakın akrabalar davet edilir, hocalar tarafından hatim veya mevlid okunur. Yemekler yenip çay veya kahve içildikten sonra evden ayrılınır. Bu merasimlerde genelde ölünün ruhuna helva pişirilir. Kelime-i Tevhid günü: Ölünün defnedildiği günden sonraki ilk Cuma’da ölü için yapılan bir uygulamadır. “Fealem ennehu” ile başlayıp “La ilahe il-lallah” kelimesiyle devam eder. Mevcut bulunan hocalar birer devir, yani tesbihler üç kere otuz üçer defa yüksek sesle “La ilahe il-lallah” kelimesini okurlar, cemaat da buna eşlik eder. Bu uygulamanın sonunda da Kelime-i Tevhid duası yapılır. Davetliler de bu uygulamada hazır bulunurlar. Cuma namazından sonra bazı aileler cami çıkışında ölü adına lokum dağıtırlar. Bazı aileler pişirilmiş helvadan evlerinde kurulmuş sofralarda ikram ederken, diğer bazıları ise davetlilere evlerinde ölü adına veya ölü sevabına yemek ve helva ikram ederler. Dobruca Türklerinde de ölümün birinci, ikinci, üçüncü, yedinci, kırkıncı, elli ikinci ve senesi değişik uygulamalarla anılır. Bunun dışında Makedonya 218 Müslümanlarında olmayan yirminci, otuz yedinci veya otuz sekizinci, yüzüncü veya üçüncü ay ve altıncı ay da yad edilir. Bu merasimlerde mevlid ve Kur’an okunur, hatim indirilir. Ölen kadın ise kadınlar tarafından, erkek ise erkekler tarafından okunur. Davetlilere, maddi durumlarına göre bazıları yemek, bazıları helva veya peksimet ikram ederler. Ölenin ruhuna dualar okunur.56 Başta Doğu Anadolu olmak üzere, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde üçüncü gün, yedinci gün; Güneydoğu Anadolu’da dokuzuncu gün; bazı yerlerde kırkıncı gün, elli ikinci gün Kur’an ve mevlid okunmakta, gelenlere yemekler ikram edilerek ölü için değişik uygulamalar yapılmaktadır.57 Yörüklerde üç ay geçince ölünün ruhuna helva dağıtılır. Bazı yerlerde de ölüyü anma günü olarak yıldönümünde değişik uygulamalar yapılır.58 Kazak Kırgızlarında yedinci, yirminci, kırkıncı günler ile altıncı ayı ve senesinde ölüye dua edilir, yemekler ikram edilir.59 3.3.2. Ölü Yemeği Ölü yemeği genelde, öleni anmak, onu hatırlamak amacıyla icra olunan hatim veya mevlid okutma merasimleri gibi belirli günlerde ölüye dua ve sevap olması niyetiyle verilir. Bazı bölgelerde defin işlemi sona erdikten sonra, cenazeye uzaktan katılan misafirlere evde kurulmuş sofralarda yemek ikram edilir. Yemeklerin ölü evinde yapılmaması inancı hakim olduğu için, dostlar tarafından getirilir veya lokantalardan hazır yemekler ısmarlanır. Bazı yerlerde ilk üç veya yedi gün içinde ölü evinde yemek yapılmasının iyi olmadığına inanılır. Ölümün o eve tekrar geri döneceği kabul edilir. Bazı bölgelerde ölü yemeği, yukarda da ifade ettiğimiz gibi kelime-i tevhid merasiminde de verilmektedir. Ölünün kırkında ve elli ikisinde de ölünün ruhuna davetlilere yemek ikram edilir. Bu da ölü yemeği veya ölünün ruhu için verilen yemektir. Bu vesileyle ölü yemeğine katılanlar, ölü için dua edeceklerdir diye düşünülür. 56 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 270-274. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 78-80. Kalafat, Doğu Anadolu’da…, s. 113. 58 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 80. 59 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 78. 57 219 Ölen zengin veya ünlü bir kişi ise ölüm yıldönümü olarak misafirler davet edilir, mevlid okutulur ve ölünün sevabına yemek verilir ki bu da ölünün ruhuna dua amaçlı bir yemektir. Türkiye’de de ölü yemeği ölünün ruhu veya canı için verilir. Ölü evine, Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi yemek, ölümün ilk gününden onuncu gününe kadar komşular veya akrabalar tarafından getirilir. Ölüm acısı olan evde genellikle ocak yakılmaz.60 Dini açıdan da, cenaze evine yemek gönderilmesi uygun görülmüştür. Akraba ve komşuların ölü evine yemek götürmelerinin olumlu bir davranış olduğu üzerinde durulmuş, ölü evinde yemek hazırlanması ve başkalarına ikram edilmesi İslam bilginlerinin bazılarınca mekruh, bazılarınca da haram sayılmıştır.61 3.3.3. Baş Sağlığı Dileme – Taziye Makedonya’daki bazı Müslümanlar tarafından buluşma olarak da ifade edilen tâziye, ölünün yakınlarına mümkün olduğunca teselli edici, rahatlatıcı sözler söylemek ve üzüntüsünün paylaşıldığını göstermekten ibarettir. Tâziye için çoğunlukla "Allah size güzel sabırlar ihsan etsin ve mükâfatını da versin", "Başınız sağ olsun! Allah geride kalanlara ömür versin!", “Siz sağolun, Allah sabır eylesin, Allah cennette kavuştursun” gibi sözler söylenir. Tâziye ölünün kapısının önünde değil, konak açılan evde yapılır. Dinen de ölünün evinde taziyenin yapılması günah kabul edilmektedir. Cenaze evden çıktıktan sonra, cenazeye katılan kadınlar, ölü evinin içinde bulunan yakınların yanına gidip teselli edici ifadeler kullanırlar. “Gönderdiniz mi, siz sağ olun, Allah cennette kavuştursun” sözlerini söylerler. Tâziye süresi, aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Uzaktan gelenler için ise üç günden sonra da yapılır. Bazı evlerde kelime-i tevhid merasiminin yapılacağı Cuma gününe kadar konak açık kalır. Bazı aileler ise taziye için gelenleri üç gün komşuda kabul ederken, üç günden sonra gelenleri kendi evlerinde kabul etmeye başlarlar. Çünkü üç günden sonra yakın akrabalar ailece taziyeye gelirler. 60 61 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 88-91. Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 56,57. 220 Bazı bölgelerde ise cenazeye de, taziyeye de erkek-kadın birlikte gidildiğine dikkat çekilmiştir. Fakat Makedonya genelinde ilk üç günde başsağlığına erkekler ayrı, kadınlar ayrı gelirler. Erkekler konak olarak açılan komşu evinde karşılanırken, kadınlar ölünün evinde karşılanır. Ziyaretler genelde kısa olur. Üç günden sonra ise misafirler ölü evinde erkeklere ayrı, kadınlara ayrı olarak tahsis edilmiş odalarda kabul edilir. Ölenin evinde nişanlı ve söz kesilmiş kızlardan biri var ise, taziyeye gelen yeni dostlar yanlarında hediye olarak lokum veya çikolata getirirler. Bu uygulama ile dostluklarının ölüm gibi acı değil, çikolata gibi tatlı devam etmesi anlatılmak istenir. Taziyeye gidilirken kıyafetlere de oldukça dikkat edilir. Eğlenceye gidilen kıyafetlerle taziyeye gelmek ayıp olarak kabul edilir. Bundan dolayı gelen kadınlar koyu renkte elbise ve oyasız ve koyu renkte yazmalar takarlar. Erkekler ise başlarına fes (tığ ile örülü takke, genelde beyaz) takarlar. Taziyeye gelenlere ilk üç günde hiçbir şey ikram edilmez. Üç günden sonra lokum ve sütlü kahve ikram edilir. Bu uygulamanın keyife dönüşmemesi için kahveye süt katılır. Kahve içme genelde zevk uygulaması olarak kabul edildiği için yaslı durumlarda içine süt katılır. Yakın akrabalar Cuma gününe kadar, yani kelime-i tevhid merasimi uygulamasına kadar ölü evinde hazır bulunurlar. Gelenlerin taziyeleri yakın akrabalar tarafından da kabul edilir. Dini bakımdan, Tâziyenin üç gün içinde yapılması müstehaptır. Ölü sahiplerinin normal hayata daha çabuk dönebilsinler diye, üç günden sonra tâziye yapmak mekruh kabul edilmiştir. Ölü sahiplerinin yapılacak tâziyeleri kabul için üç gün süreyle evlerinde oturmaları gerekir. Başka yerde oturanların veya aynı yerde olduğu halde haberi olmayanların üç günden sonra tâziye yapmaları mümkün görülmüş ise de, asl olan tâziye işinin üç gün içinde bitirilmesidir. 3.3.4. Yas Yakınını kaybeden bir insanın duyduğu şaşkınlık, üzüntü ve acı neticesinde içine girdiği halet-i ruhiye genel olarak “yas” diye ifade edilir. Toplumsal, ekonomik, biyolojik ve duygusal yönden bağlı bulunulan bir insanı kaybetmek, ister istemez insanlarda farklı bir duygunun ortaya çıkmasına neden olur. Fakat bu esnada bu 221 duyguyu kontrol altında alıp kendini kontrol etmek, yapılması gereken en önemli davranıştır. Toplumsal geçerliliği bulunan yasla ilgili tutumlar da bu duygunun makul ve kabul edilebilir ölçülerde dışa vurumudur. Makedonya genelinde yas süresini kesin olarak sınırlandırmak mümkün değilse de bu süre üç gün ile bir yıl arasında değişmektedir. Bazen yasın birkaç yıl da devam ettiği görülmüştür. Bu, ölen kişinin yakınlığına göre değişiklik arz etmektedir. Yas tutma süresi bakımından kadınların erkeklerden daha tutucu olduğu, yaslarını daha uzun devam ettirenlerin kadınlar olduğu dikkatimizi çekmiştir. Kocası ölmüş kadınlardan, özellikle tekrar evlenmeyi düşünmeyenler, ömrünün sonuna kadar yas tutanlar vardır. Fakat kocası ölmüş kadın genç ise, beklemesi gereken iddete kadar yas tutar, daha sonra yasını bozup tekrar evlenebilir. Bu yüzden yasın belli süresi yoktur. Ölen kişilerin yakında düğünleri varsa, bu düğün dolayısıyla da yaslarını bozanlar olmaktadır. Erkeklere oranla kadınların daha uzun yas tuttukları bilinmektedir. Bu süre içerisinde komşular ve yakın akrabalar da yaslı aileye karşı bazı hususlarda dikkat ederler, onların acısını paylaşmaya, onlara karşı saygılı olmaya çalışırlar. Yas süresince giyilen giysilerden, yapılan davranışlardan ve gidilen yerlere kadar bir takım değişikler görülür. Mesela yas tutan kişi başındaki başörtü veya şamiyi zaruri olmadıkça kesinlikle çıkarmaz. Şamiyi çıkarmanın yası bozacağına inanılır. Yas tutan kişinin giydiği elbiseler yine koyu renkte olur. Hıristiyan geleneğine benzememeleri için siyah yerine, kahverengi veya krem elbiseler tercih edilir. Bazı bölgelerde ise Hıristiyan inanışları etkisi altında kalınarak yas süresince siyah elbiselerin de giyildiği dikkatimizi çekmiştir. Yas süresince kadınlar renkli yazmayı tercih etmez, sade, tek desende olan ve oyasız şami veya yazma takarlar. Kocası ölmüş ve yas tutan kadınlar kesinlikle hazır elbise giymezler. Sadece seçilmiş özel renk ve desende, modelsiz düz elbiseler diktirip giyerler. Bununla kadının çekici gözükmemesi istenir. Bu aynı zamanda, yas tutuculuğun da bir göstergesidir. Yas tutan kadın evden dışarı çıkmaz. Komşuya kadar bile çıkmayarak yas tutanlar vardır. Evden çıkmakla yasın bozulacağı veya kocaya karşı saygısızlık yapılacağına inanılır. Yas tutulan evde televizyon bile kapalı durur. Kesinlikle 222 eğlenceli yerlere katılınmaz ve her türlü eğlenceden uzak durulur. Her fırsatta üzüntülerini belli etmeye çalışırlar. Ölen genç ise, o evde yas tuttukları süre içerisinde bahçelerde çiçek bile ekilmez. “Bizim çiçeğimiz söndüğü için bahçenin çiçeği de sönsün” ifadeleri kullanılır. Evlerdeki süs eşyaları bile kaldırılır. Bu evin de üzüntülü olduğunu göstermek için yapılan bir uygulamadır. Yaslı olan kişi kesinlikle süslenmez. Süslenmenin yası bozacağına inanılır. Kadınlar arasında yüzlerine ağda yapma ve kaş alma geleneği vardır. Yaslı olanın ise bu uygulamalardan kesinlikle uzak durması gerekir, aksi halde yası bozulur. Yasın genelde, yazma veya şaminin baştan, kendisinin de rızasıyla büyükler tarafından çekilmesiyle sona erdiği kabul edilir. Bundan sonra kadın, üzüntüsünü birkaç gün daha devam ettirir. Yazmasını çıkararak normal hayata yavaş yavaş döner. Bütün kültürlerde yas geleneği ve uygulamaları vardır. Dobruca Türklerinde yas tutan kadın başına siyah çevre bağlar. Ölünün yedinci, otuz yedinci ve elli ikinci günlerinde yapılan merasimlerde siyah çevre başka renklerle değiştirilir. Yas tutan kadınlar, Makedonya Müslümanlarında olduğu gibi süslenmezler, başları bağlı olur. Akraba ziyaretine, düğünlere veya şenliklere kesinlikle gitmezler. Yas genelde kadınlarda daha belirgin olur. Erkekler de yas dolayısıyla bir süre sakallarını kesmezler.62 Türkiye’de yas tutma süresi üç gün ile yedi sekiz yıl arasında değişmektedir. Yapılan araştırmalarda yas tutma süresi olarak üç gün, bir hafta, bir ay, kırk gün, altı ay, bir yıl ve bir yıldan çok gibi verilere ulaşılmıştır. Bu sürelerin içerisinde en çok görülen kırk günlük yastır. Ancak yas tutma süresi ölenin yakınlığına ve uzaklığına, genç ve yaşlı oluşuna, kişiliğine, sayılıp sevilmesine, ölüm biçimine göre de değişiklik arz etmektedir. Yas süresi Makedonya’da olduğu gibi kadınlar için daha uzun sürmektedir. Kadınlar bu süre içerisinde renkli ve süslü şeyler giymemekte, gezmeye, eğlenmeye gitmemektedirler. Yas tutulan evde radyo, televizyon açılmamaktadır. Erkekler de bir süre tıraş olmazlar.63 62 63 Önal, Romanya Dobruca Türkleri…, s. 281,282. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 81-83. 223 Anadolu’da yas giyiminin rengi karadır. Bazı yerlerde seyrek de olsa ak elbiseler giyildiği görülmüştür. Yas belirtisi olarak rengin dışında elbiseleri ters giyme uygulamasına da rastlanır. Mesela Kars bölgesindeki kadınlar tarafından ölümün elli ikinci gününe kadar giysiler ters giyilir, siyah başörtü takılır.64 Yas belirtisi olarak siyah giyinme geleneği Oğuzlarda, Selçuklularda, Türkmenlerde, Anadolu Beyliklerinde ve Osmanlılarda da görülmektedir.65 Dini açıdan, ölüye yas tutmayı Peygamber Efendimiz yasaklamıştır. Sadece ölenin hatırasına hürmeten yakınlarının üç gün, kadının kocası için ise dört ay on gün bir nevi yas tutmasını meşru kılmıştır.66 3.3.5. Ölü Kurbanı Makedonya’nın bazı bölgelerinde ölü kurbanı uygulaması dikkatimizi çekmiştir. Ölüye kurban, bayramların arefe gününde kesilir. Tahsis edilen kurban kesildikten sonra tamamı ölünün sevabına fakirlere dağıtılır. Kesilen bu kurban etinden evlerde kesinlikle tutulmaz. 3.3.6. Mezar Taşı Töreni Mezar taşları genelde bayramlardan önce hazır halde bulundurulur. Bayramlarda kabir ziyareti yapıldığı için, kabirler temizlenir ve imkanı olanlar mezar taşları taktırır. Mezar taşları genelde mermerden oluşur. Sade bir biçimde, sadece kişinin adı, soyadı, doğum ve ölüm tarihi, yaptıran kişilerin isimleri ve en sonunda da ruhuna fatiha olarak yazılır. Ölen kişinin hemen ardından taşların takılmasının iyi olamadığı inancı hakimdir. Taşların genelde en erken iki üç ay sonra takılmasının uygun olduğu kabul edilir. Ölünün dünyadan beklediği son hediyenin mezar taşları olduğuna inanılır. Ölünün de böyle bir beklentisi olduğu kabul edilir. Bu yüzden ölünün umudunun hemen bitmemesi için mezar taşları geciktirilir. 64 Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 83. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 83. 66 Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, s. 55. 65 224 3.4. ÖLÜM ADETLERİNİ ANLATAN KAYNAK KİŞİLER Günnalip Hamzai, ev hanımı, sekiz yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1931 doğumlu. Ganimet Mahmut, ev hanımı, beş yıl ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1941 doğumlu. Cemile Beadin, ev hanımı, Kalkandelen, 1920 doğumlu. Rügül Yonuzi, hemşire, on iki yıl eğitim görmüş, Kalkandelen, 1948 doğumlu. Zekiye Yahya, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi Sırp dilinde görmüş, Kalkandelen, 1922 doğumlu. Huma Abazi, ev hanımı, Leşniça köyü, 1929 doğumlu. Şukriye Neimi, ev hanımı,Tearçe köyü, 1936 doğumlu. Nesrin Ameti, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Kalkandelen, 1940 doğumlu. Zebercet Şehu, ev hanımı, dört yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1947 doğumlu. Vasfiye Memeti, ev hanımı, Gostivar, 1927 doğumlu. Zülfiye Yahya, ev hanımı, dört yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Zdunye köyü, 1948 doğumlu. Şükür Kamber, hafız ve kırk yıllık müezzin, Banisa köyü, 1939 doğumlu. Recep Kamber, hafızdır ve değişik yerlerde imamlık yapmış, Banisa köyü, 1933 doğumlu. Arifka Şabani, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Topliça köyü, 1949 doğumlu. Begliye Şabani, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Zdunye köyü 1949 doğumlu. Cemile Süleymani, ev hanımı, Kalkandelen, 1930 doğumlu. Emsal Çelik, ev hanımı, sekiz yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1957 doğumlu. Feride Mülaimi, ev hanımı, Gostivar, 1921 doğumlu. Hanife Nuredini, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1946 doğumlu. Hidafet Veyseli, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1933 doğumlu. İsmiye Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Zdunye köyü, 1943 doğumlu. 225 Kadriye İbrahimi, ev hanımı, sekiz yıllık ilkokul mezunu, Vrapçişte köyü, 1945 doğumlu. Mefaret Karabatak, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Vrapçişte köyü, 1952 doğumlu. Müribe Zeynullahi, ev hanımı, dört yıllık ilkokul mezunu, Banisa köyü, 1941 doğumlu. Mürka Aruç, ev hanımı, sekiz yıl eğitim görmüş, Vrapçişte köyü, 1944 doğumlu. Neime Ameti , ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Vrapçişte Köyü, 1923 doğumlu. Nezafet Hanciyi, ev hanımı, Gostivar, 1936 doğumlu. Sacide Veyseli, ev hanımı, bir yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1953 doğumlu. Sadriye Aliyi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Banisa köyü, 1942 doğumlu, eski köy imamı merhum Hafız Hızır’ın eşi. Sema Nuredini, orta okul mezunu, 1979 doğumlu, ev hanımı. Siniye Jupani, ev hanımı, iki yıllık ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1941 doğumlu. Şevale Mustafi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1954 doğumlu. Vecayet Guleç, ev hanımı, altı yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1946 doğumlu. Zülbiye Hasipi, ev hanımı, dört yıl ilkokul eğitimi görmüş, Gostivar, 1937 doğumlu. 226 3.5. ÖLÜM ADETLERİ İLE İLGİLİ RESİMLER 1. Makedonya Müslümanlarına ait bir mezarlık görüntüsü. 2. Cenaze merasiminde hocalar tarafından okunan hatim anından bir görüntü. 227 3. Uzaktan veya yurtdışından cenazeleri getirmek için kullanılan tabut örneği. 4. Makedonya’daki Müslüman kabristanlarında görülen bir mezar örneği. 228 5. Kabristan içerisinde bir başka müslüman mezarı örneği. 6. Kabristanda yeni açılmış bir mezar ve mezarda kullanılacak platisalar (tahtalar). 229 7. Kabristandaki bir mezar taşında yeralan beyitler ve eski kabirlerin mezar taşları. 8. Cami avlusundaki eski mezarlardan bir örnek. 230 9. “Küçük kabrime bakan halime şaşan, ben de bir insan gibi dünyaya geldim, iki gün sonra çiçek gibi ahirete döndüm. Ana ve baba evladını hatırlamak için kabir taşları taktı.” Vefat etmiş olan bir bebeğin mezar taşında yazılı olan beyitler. 10. Cenazelerin yıkanması için kullanılan ve musalla taşı olmayan bölgelerde de cenaze namazı kılınırken istifade edilen Teneşir 231 SONUÇ Bu tezde Makedonya Müslümanlarının, özellikle de bunlar arasında önemli bir çoğunluğa sahip olan Türklerin halk inanışları tespit edilmeye çalışılmıştır. Ana hatlarıyla Makedonya Müslümanları arasında görülen inanış ve uygulamaların benzerleri, Türkiye’nin ve Türk Dünyasının çeşitli bölgelerinde de karşımıza çıkmaktadır. Çalışmamız içerisinde bu nevi bazı benzerliklerin örnekleri sunulmuştur. Görüldüğü üzere yapmış olduğumuz çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlar esas itibariyle doğum, evlenme ve ölüm ile ilgili inanış ve uygulamaları ele almaktadır. Araştırmamız esnasında Makedonya Müslümanlarında doğumla ilgili inanış ve uygulamaların oldukça zengin olduğu görülmüştür. Çalışmada verilen örneklerden bir kısmı kısırlığı gidermek için yapılan uygulamalara dairdir. Bunun için başvurulan çareler maddi ve manevi olması bakımından iki yönlü olduğu söylenebilir. Maddi olanlar, anne adayının çocukluğunda geçirmiş olduğu herhangi bir hastalığın olumsuz etkisini gidermeye yönelikken; manevi diyebileceğimiz bir kısım uygulamalar kısırlığa sebebiyet veren kötü ruhların zararlarını gidermeye ve bunun karşısında iyi ruhların yardımını almaya yöneliktir. Bunlar genel itibarıyla bize, Makedonya Müslümanlarında çocuk -soyun üremesi için de daha çok erkek çocuk- sahibi olmaya verilen önemi; çocuk sahibi olamayanların toplumdan dışlandığını hatırlatmaktadır. Verilen birçok örnekte çocuk özlemini dindirmek için insanların ne denli tehlikeli yollara başvurdukları, bilimin önerilerini ve tıbbın tavsiyelerini hiçe saydıkları da görülmektedir. Benzer şeyler doğum kontrol metotları için de söylenebilir. Makedonya Müslümanlarında çocukları yaşamayan veya doğumdan sonra ölenler konusunda da birtakım inanışlar ve uygulamaların bulunduğu tespit edilmiştir. Çocukları ana karnında veya doğduktan sonra ölenlerin sahip oldukları inanışlar ve yaptıkları uygulamaların, Müslümanlarda özellikle Türk kültürünü yaşayan topluluklarda benzerlik arz ettiği vermiş olduğumuz örneklerde görülmüştür. Makedonya'daki doğum öncesine ait inanış ve uygulamaların Türkiye ile mukayesesi yapıldığında arada büyük ölçüde farklılık olmadığı söylenebilir. Doğum esnasıyla ilgili inanış ve uygulamalar için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Doğum sonrası inanışlar ve uygulamalar konusunda ise, Makedonya Müslümanlarında bebeğin kırk gün yıkanması, yıkanırken yapılan uygulamalar, anne ve bebeğin kırklanması, loğusa kadının durumu, loğusa ve bebeğin kötü ruhlardan korunma tedbirleri ve bu pratiklerin altında yatan değişik inanışlar oldukça zengin bir görünüm arz etmektedir. Bu konuda Anadolu Türkleri ve Türkiye dışında yaşayan Müslüman Türkler ile birçok inanış ve uygulamalarda benzerlikler olduğu dikkatimizi çekmiştir. Hayatın bir diğer dönüm noktası evlenmedir. Makedonya Müslümanlarında evlenme ile ilgili inanış ve uygulamalar büyük ölçüde geleneksel bir boyutta sürse de bazı eksikler ilaveler veya değişmeler de görülmektedir. Değişikliklerden biri düğünün yapıldığı mekânla ilgilidir. Önceleri düğünler evlerin bahçelerinde ve kesinlikle kadın erkek ayrı bir şekilde yapılırken günümüzde bunların yerini, salonlarda ve kadın erkek birlikte yapılanlar almaktadır. Evlenecek eşlerin seçiminde de geçmişe göre bazı farklılıklar söz konusudur. Anne ve babanın seçtiği kişi ile evlenme zorunluluğundan, kişinin özgürce kendi seçimine kadar uzanan süreçte bir değişim yaşanmaktadır. Yıllar içinde kız ve erkeğin aralarındaki mesafeler yavaş yavaş kalkarken her dönem içinde kendine özgü uygulamalar ve geleneklerle birlikte, değişik seçme ortamları da meydana gelmiştir. Türkiye’de rastlanmayan "yedi göbek yakınla evlenmeme uygulaması" Makedonya Müslümanlarında devam eden bir gelenektir. Bu uygulamanın Dobruca Türklerinde de geçerli olduğu dikkat çekmektedir. Bunun eski bir Türk inanışı ve uygulaması olması bakımından vurgulanması gerekmektedir. Kız isteme konusunda, aynı kültür mirasına sahip olan Makedonya Müslümanlarıyla, Anadolu Türkleri, Kıbrıs Türkleri ve Dobruca Türklerinde benzer uygulamalar görülmektedir. Makedonya’da başlık parası konusu, milletlere göre ve bölgesel olarak farklılık arz etmektedir. Mesela Arnavut Müslümanlarında bazı bölgelerde özellikle köylerde kız için yüksek miktarda paralar istenirken, şehirlerde bu uygulama daha azdır. Müslüman Türklerde ise başlık parası önceleri uygulanmış ancak günümüzde kalkmış olduğu tespit edilmiştir. Makedonya Müslümanlarında nişan ile düğün arasında Bohça – Taşımalık, Hıdırlezlık-(Hıdırellezlik), Aşurelik, Ramazanlık, Bayramlık bu gibi eğlence ve 233 hediyeleşmelerle gerçekleşen birçok tören ve merasim yapılmaktadır. Bunların birçok masrafa katlanılarak gerçekleştiği dikkat çekmektedir. Kına gecesi ise Makedonya'nın her yerinde uygulanan bir merasimdir. Gelin ve kızlar bu gece genelde sim işlemeli kırmızı renkte şalvarlar giyerler. Kırmızı renk, Türkiye’de de olduğu gibi, bu törende vazgeçilmez olarak kabul edilir. Kına yakma, Türk inançlarında seçilmiş, adak edilmiş olanı gösterir. Bunun içindir ki, asker adayına, kurban edilecek hayvana, evliliğe aday olan gençlere kına yakılır. İnanca göre, o işareti taşıyan canlı ve cansız varlıkların mukaddesliğine inanılır ve onlar dokunulmaz olarak algılanır. Düğünlerde, nişanlarda kına yakma âdeti bu inancın bir uzantısı olarak da devam etmektedir. Makedonya Müslümanlarında düğün süresince, rubalar, tıraş, gelin alma, düğün günü, dini nikah, gerdek gecesi merasimleri birbirini takip etmektedir. Bu merasimler oldukça zengin motiflerle süslü ve değişik inanış ve uygulamalarla karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan bazıları Anadolu ve diğer Türk topluluklarla benzerlikler arz etmektedir. Makedonya Müslümanlarında ölüm konusunu işleyen tezin üçüncü bölümü, ölüm öncesi, ölüm esnası ve ölüm sonrası olmak üzere üç başlık altında çalışılmıştır. Dinler Tarihi araştırmaları, ölüm ile ilgili olarak diğer geçiş dönemlerine göre daha çok tören ve ritüellerin gerçekleştirildiğini göstermektedir. Bu yüzden ölümün insan hayatındaki geçiş dönemlerinin en önemlisi olduğunu söylemek mümkündür. Makedonya Müslümanlarında ölüm öncesi ile ilgili inanış ve uygulamalar ana başlığı altında; ölümü düşündüren ön belirtiler, ölümden kaçınma yolları, ölüme hazırlık ile ilgili uygulamalar belirlenmeye ve incelenmeye gayret edilmiştir. İkinci ana başlıkta; Makedonya Müslümanlarında ölümden hemen sonra yerine getirilen işlemler, ölümün duyurulma biçimleri, ölünün defnedilmeye hazırlanması, cenazenin defnedilmesi, telkin, iskat ve devir gibi konular ele alınmıştır. Ölüm sonrasına dair inanış ve uygulamalar adlı üçüncü ana başlık altında, Makedonya Müslümanlarında ölünün anılması ile ilgili inanış ve uygulamalar, ölü yemeği, yas tutmak, taziye, mezar ziyareti, ölümle ilgili ağıtlar, atasözleri, deyimler ve beddualar gibi hususlar açıklanmaya çalışılmıştır. Halk inanışlarına göre, yaklaşan ölüm belli birtakım ön belirtilere dayanılarak sezilebilir. Bu ön belirtiler daha çok yaşanan olayların yorumu biçiminde karşımıza 234 çıkmaktadır. Halk arasında gerçek ile düşler arasında kesin bir çizgi çekilememesi, düşlerdeki birtakım simgelerin veya olayların ölümün ön belirtisi olarak algılanmasına neden olduğu düşünülebilir. Bazen de -Makedonya’da yaşanmış büyük bir uçak kazasının Salı gününe denk gelmesi gibi- yaşanan kötü tecrübelerin belli bir günde gerçekleşmesi, bu günün ölümle irtibatlandırılmasına yol açmıştır. Makedonya’da ölümün bulaşıcı olabileceği inanışı söz konusudur. Bu bakımdan ölenin eşyalarının, yatağının hatta odasının yıkanması – muhtemel bulaşıcı hastalıkları önlemek gibi- korunma amaçlı yapılan uygulamalar olarak görülebilir. Makedonya Müslümanlarına benzer şekilde, Anadolu Türkleri ve Dobruca Türklerinin de hayvanlarla, nesnelerle, rüyalarla, psikolojiyle, astronomiyle, günlerle, ölenin durumuyla, rastlantılarla ilgili değişik yorum ve tahminlerde bulunduğu görülmektedir. Ölümün gerçekleşmesinin ardından yakınları tarafından hemen yapılması gereken ön hazırlıklardan sonra, gömme için gerek dinsel, gerekse geleneksel bakımından zorunlu olan hazırlıklara geçilmektedir. Bu hazırlık üç önemli işlemden geçmektedir. Bunları yıkama-kefenleme, cenaze namazı ve defin olarak sıralayabiliriz. Her üç işlemin çevresinde dinsel olanların yanı sıra birçok geleneksel adet ve inanış da kümelenmekte olduğu ve geleneklerin çoğu zaman dini olanlardan öne geçtiği görülmektedir. Ölünün gömülmeye asıl hazırlanışı dinî vecibelere uyularak yapılan işlemlerle tamamlanmaktadır. Bunlar da ölünün yıkanması, kefenlenmesi ve namazının kılınmasıdır. Ancak bunların yanı sıra geleneksel olan işlemler de yapılmaktadır. Hatta bu uygulamalarda kullanılan mezar toprağı, cenazenin çenesinin bağlandı bez veya yazma, cenazenin yıkandığı su gibi nesnelerden faydalanarak kötü amaçlı değişik sihirlere başvurulması dikkat çekmektedir. Makedonya’da önceleri yaygın olan ve mutlaka yapılması gerektiğine inanılan iskat ve devir uygulamasının, günümüzde birçok yerde yanlış olduğu düşüncesiyle terk edildiği tespit edilmiştir. Ölünün anılması ise Türk Kültüründe olduğu gibi Makedonya Müslümanlarında da belli günlerde gerçekleşmektedir. Bu günler içerisinde en yaygın olanı “elli ikinci” gün ve “yılı”dır. Bazı bölgelerde “yedinci” ve “kırkıncı” günlerinde de ölü anılır. Bu törenlerde genelde mevlit okunur veya hatim indirilir. 235 Davetlilere de yemek ikram edilir. Bu uygulamaların pek çoğu eski Türk geleneklerine dayanırken birçoğunu Türkiye’de de görmek mümkündür. Tâziye, ölünün yakınlarına mümkün olduğunca teselli edici, rahatlatıcı sözler söylemek ve üzüntüsünün paylaşıldığını göstermekten ibarettir. Bu uygulama da Türk toplumunda ortak bir özelliktir. Taziye veya “buluşma” denilen bu uygulama üç gün veya kelime-i tevhid merasimine kadar sürer. Uzakta olan dostlar için ise bu uygulamanın süresi devam eder. Makedonya’da dikkat çekilen bir husus, ölenin evinde nişanlı ve söz kesilmiş kızlardan biri var ise, taziyeye gelen yeni dostların yanlarında lokum veya çikolata hediye olarak getirme geleneğidir. Bu, dostlukların ölüm gibi acı değil, lokum gibi tatlı devam etmesi için yapılan bir uygulama olarak yorumlanabilir. Makedonya genelinde yas süresini kesin değildir, ölen kişinin yakınlığına göre üç gün ile bir yıl arasında değişmektedir. Yas süresince giyilen giysilerden, yapılan davranışlar ve gidilen yerlere kadar o insanda değişikler görülmektedir. Sosyolojik açıdan değerlendirildiğinde, tezimizde konu edindiğimiz inanış ve uygulamalar, Makedonya Müslümanlarında bir cemaat şuuru oluşturan güçlü bir bağ olarak dikkat çekmektedir. Makedonya’daki söz konusu inanış ve uygulamaların Anadolu'dakilerle büyük benzerlikler arz etmesi, burada yaşayan toplumun kendilerini Anadolu'nun kaybolmamış bir parçası olarak hissetmesini sağlamıştır. Komünist idare altındaki birçok baskıya rağmen bu benzerliklerin hala ayakta kalması ise kayda değerdir. Meseleye İslam dini açısından baktığımızda, bazı uygulamaların doğrudan dinî olmasalar da halkı bir nebze olsun dine yaklaştıran veya onlara dini vecibeleri hatırlatan adet ve gelenekler olduğu söylenebilir. Ancak halk tarafından devam ettirilen bazı adet ve gelenekler, dinen aslı olmamaktan öte dini inançlara zarar verebilecek unsurlar ihtiva etmektedir. Bunlar hem toplumun gerilemesine hem de birçok gereksiz masraflara katlanmasına neden olmaktadır. Bu açıdan bizce yeniden değerlendirilmeleri ve ıslah edilmeleri gerekmektedir. Yapmış olduğumuz bu çalışmanın, Makedonya’da ilklerden olması açısından gelecekte bu sahada araştırma yapacak meslektaşlarımın yararlanması bakımından katkı sağlayacağını umuyorum. 236 BİBLİYOGRAFYA ACIPAYAMLI, Orhan, Türkiye’de Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü, Erzurum 1961. AKSEKİ, Ahmet Hamdi, İslam Dini (Fıkıh-İbadet-Ahlak), Ankara 1967. ARAZ, Rıfat, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, Ankara 1991. BALIKÇI, Gülsen, Trabzon’un Bazı Yörelerinde Ölüm Adetleri. http://www.karalahana.com/makaleler/folklor/trabzon_olum. 15.04. 2007. BİLGİSEVEN, Amiran Kurtkan, Genel Sosyoloji, İstanbul 1982. BİLMEN, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, Tarihsız. BORATAV, Pertev Naili, Türk Halk Bilimi II 100 Soruda Türk Folkloru (İnanışlar, Töre ve Törenler Oyunlar), 2.b. İstanbul 1984. CASTELLAN, Georges, Historie des Balkans (XIV – XX siecle), Arnavutçaya çev. Arben Puto ve Luan Omari, Tirana 1992; Türkçeye çev. Dr. Ayşegül YaramanBaşbuğu, İstanbul 1995. ÇELİK, Ali, İslamın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, İstanbul 1995. DANIŞMEND, İsmail Hami, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1955. DEDE, Abdurrahim, Batı Trakya Türk Folkloru, Ankara 1978. Diyanet İşleri Başkanlığı, İlmihal I-II, (Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi web.sitesi). DRAGOYLOVİÇ, Dragolyup, Bogomilstvu na Balkanu i u Maloj Aziji i Bogomilski Rodonaçelnici, Beograd 1974. EMİN, Ahmet, Fecru’l-İslam, 11.baskı, Kahire 1975. ERDENTUĞ, Nermin, Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki, Ankara 1956. EYÜBOĞLU, İsmet Zeki, Anadolu İnançları, İstanbul 1998. FIĞLALI, Ethem Ruhi, Geçmişten Günümüze Halk İnançları Açısından AlevilikBektaşilik, Ankara 1994. HAMMER, Joseph Von, Geschichte des Osmanichen Reiches, Boşnakçaya çev. Nerkez İsmailagiç, Zagreb 1979. HAMZAOĞLU, Yusuf, Balkan Türklüğü, Ankara 2000. HANÇERLİOĞLU, Orhan, Felsefe Ansiklopedisi. İNAN, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, Ankara 1954. İZETİ, Metin, Tarikati Bektashijan, Tetova 2001. KAHRAMANYOL, Mustafa, Türk Hakları, Ankara 1995. KALAFAT, Yaşar, “Geçmişten Günümüze Halk İnançlarımızda Işık”, Milli Folklor, s. 20, Ankara 1994. KALAFAT, Yaşar, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara 1992. KALAFAT, Yaşar, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, Ankara 1996. KALAFAT, Yaşar, Makedonya Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnançları, İstanbul 1994. KALAFAT, Yaşar-Doğan, Ahmet, Kuzey Irak’ta Karşılaştırmalı Türk Halk İnançları, Ankara 1995. KARAMAN, Hayrettin, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, Ankara 1986. KOŞAY, Hamit Zubeyr, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, Ankara 1944. KOŞAY, Hamit Zübeyr, “Türk Folklor Araştırmalarında Mukayese ve Tarihi Metoda Yöneliş” I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri I. Cilt, Genel Konular, 1976. KÜÇÜK, Abdürrahman, Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bakış, III. Milletler Arası Türk Folklor Kongresi Bildirileri. MEAR, Hüray, Kıbrıs Türk Toplumunda Doğum Evlenme ve Ölüm ile İlgili Adet ve İnanışlar. MORİNA, İrfan, Kosova Salnamesinde Kalkandelen Kazası (1894), Çevren 5, sayı 16, Priştine 1977. MURATİ, Kemal, Kırçova ne Traditat e saj te vjetra, Shkup 1996. 238 NUREDİNİ, Mensur, Makedonya’daki Belli Başlı Ziyaret Yerleri, Dinler Tarihi Açısından Bir Değerlendirme, Gostivar 2003. ÖGEL, Bahaeddin, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 3. b, İstanbul 1988. ÖGEL, Bahaeddin, Türk Kültürü Tarihi, Ankara 1962. ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi (Kaynaklar ve Açıklamaları ile Destanlar), Cilt I, Ankara 1993. ÖNAL, Mehmet Naci, Romanya Dobruca Türkleri ve Mukayeseleriyle Doğum, Evlenme ve Ölüm Adetleri, Ankara 1998. ÖRNEK, Sedat Veyis, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara 1979. ÖRNEK, Sedat Veyis, Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla İlgili Bâtıl İnançların ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki, Ankara 1966. ÖRNEK, Sedat Veyis, Türk Halk Bilimi, Ankara 1995. POLAT, Kemal, Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde Gelenekler ve Halk İnanışları (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum 2003. POPOVİÇ, Aleksandar, Balkanlarda İslam, çev. Komisiyon, İstanbul 1995. SARAÇ, Tahsin, Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 1976. SELİMİ-OSMANİ, Edibe, Rite e Besime Popullore ne Viset e Tetoves dhe te Gostvarit, Shkup 1996. SOLOVYEV, Aleksandar, Yesu li Bogomili Poştovali Krst, Sarayevo 1948. STOYANOVSKİ, Aleksandar, Gradovite na Makedoniya od Krajot na XIV do XVI vek, Skopje 1981. ŞEHAPİ, Behicuddin, İslamska Arhitektura vo Skopje, Skopje 1986. TANYU, Hikmet, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara 1968. TANYU, Hikmet, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara 1967. TANYU, Hikmet, Dinler Tarihi Araştırmaları, Ankara 1973. TDV. İslam Ansiklopedisi, Cilt 2. TEZCAN, Mahmut, “Ülkemizde Geleneksel Halk Hukuku”, Folklor Araştırmaları, No. 2, 1985. 239 TİRMİZÎ, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sunenu’t-Tirmizî, I-V, İstanbul 1992. UZUNÇARŞILI, İ.H, Osmanlı Tarihi, Ankara 1972. YALVAÇ, Mehmet, Türk Dünyası Araştırmaları, No. 77, 1992. YILDIZ, Hakkı Dursun (M. Çetin Varlık, İhsan Sakin, İsmen Miroğlu, Feridun Emecan, Mucteba İlgürel), Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, cilt. X, İstanbul. ZAVOD ZA STATİSTİKA, Statistiçki Godişnik na Republika Makedonija (1994), Skopje 1995. ZERKA, Medhalu’l-Fıkhu’l-Amm, I., Dımeşk 1963. 240 EK 1: SÖZLÜK A Aga Aglama Aglarmiş Akıtma Alacim Alacisık Ali Atli Avlilari Avo Ay gel Ayıracasık Aykırmak Ayler - Ağa - Ağlama - Ağlarmış - Gözlemeye benzeyen yiyecek (yağı içinde hazırlanır, un – yağ, yumurta ve sütle tutulur) - Alacağım - Alacağız - Alı - Atlı - Avluları - Ebe - Hadi gel - Ayıracağız - Şarkı söylemek - Aylar B Babalık Banket Bayna Beşli Bilerım Biniş Bonbonyer Buzi - Kayın peder - Salonlarda erkek-kadın birlikte yapılan düğün - Kaplıca - Gonca - Bilirim - Gelinlik üzerine giyilen kırmızı renkte pardüse şeklinde - Merasimlerde gönderilen kutu çikolata - Buzu Ç Çevre - Erkeklerin beline bağladığı kuşak Çik Çikmak Çingenkiçe Çinkan Çinkanlar Çocuklar - Çık - Çıkmak - Esmer kızlar - Saltalı yöresel şalvar - Saltalı yöresel şalvarlar - Erkekler D Da Daire Dayça Dayo Degırmen - Daha - Zilli def - Yenge, dayının eşi - Dayı - Değirmen Deyesın Dildır Dulak Duymiştır Düşek Düşmişım - Diyesin - Değildir - Duvak - Duymuştur - Döşek - Düşmüşüm E Efendi baba Elım Endırecek Erfene - Kaynata - Elim - İndirecek - Gençlerin yakınlardan para biriktirmesi F Fes Fes Fıstan Filiz Furun Futa - Sünnet takkesi - Tığ ile örülmüş takke - Entarı - Ağacın taze dalları - Fırın - Bohça G Gayle Gayleler Gelin alıcıçalar Gelmişık Getırmek Getırsın Guguvçe Gürelım Gürmek Güz - Dert - Dertler - Gelin almaya gidenler - Gelmişız - Getirmek - Getirsin - Güvercin - Görelim - Görmek - Göz H Haçın Hanım anne Hase Haşari Haşlama Haymali/Hamele Hiçbişi Hutbolu - Ne zaman - Kayın valide - Bez Türü - Şen - Süt, un ve yağ ile yapılan yiyecek - Muska - Hiçbir şey - Baykuş İ İlek İragi - Elek - Irağı, Uzağı 242 K Kanmasık Kapi Kari Karşi durmak Kayilar Kaynana Kelemiteüt Kenef Kızçeler Kocakari Kolca Kolteli Konaga Konagi Kostim Koyacisık Koyşi Kucaklanmak Kundak Kuzi Kütsek - Razı olmayız - Kapı - Karı - Karşılamak - Açma türü - Kayınvalide - Kelime-i Tevhid - Tuvalet - Kız çocuklar - Yaşlı kadın - Tekerlek - Telli simden yapılan süs - Konağa - Konağı - Döpyes takımı - Koyacağız - Komşu - Birbirine sarılmak - Bebeğin sarılması - Kuzu - Köstek L Lana Leblebiciça Lira Lumbur, Dumbur - Lahana - Düğün esnasında leblebi veya şeker atan kadın - Altın lirası - Ses çıkması, ses şekli M Macatore Mal Maleye Marama Martifal Maşrafa Maya Meraklanacak Mıre Mıri Misvak Mutfak Mühür - Düğün süresince yemek hazırlayan kadına denir - Sebze - Mahalleye - Havlu - Çömlek falı - Sürahi - Nohut mayasıyla yapılan bir tür ekmektir - Merak edecek - Çağırma şekli-erkek için - Çağırma şekli-kadın için - Hacdan getirilen koku - evin dışında bulunan odacık ve odunluk - Yüzük N Nasıl Nazar olmak Nere - Gibi - Nazar deymek - de,da 243 Nere ev - Evin yanında O Oldi Olmiştır Orda Oyle - Oldu - Olmuştur - Orada - Öyle P Palto Petuliça Platicalar Prag - Ceket - Un ve tuz ile suda yapılan yufka türünde yiyecek - Kabırda koyulan mezar tahtası - Eşik R Rubalar - Elbiseler S Sala Saltlar Sandiler Sefte Sela Sermek Sevdıgım Soracisık Soydan Stroynik Süledi Sümükli bucak Süz Sveti - Ölüm haberi için okunan - El işi simli kaftanlar - Zannettiler - İlk - Cumadan önce okunan - Asmak - Sevdiğim - Soracağız - Soylu - Sağdıç - Söyledi - Salyangoz - Söz - Aya Ş Şamatali Şami Şefki - Şeffaf folya - Yazma, Başörtü - Işığı T Teller Temena Tena Tene Tenekiçe Tepsi Tomofil Toparlak - Simler - Sakaldan başa doğru sağ el ile saygı nedeniyle alınır - Simli şirit - Tane - Küçük teneke parçası - Sini - Araba - Yuvarlak 244 Topederım Trupçe - Toplarım - Küçük sandalye, tabure U Ugrakalmak Uymiş Uzun etek - Çarpılmak - Uymuş - Abiyelik elbise Ü Üküz Üle Ülelık Ülmedım Ülmek Ütecek Üteye Ütmek - Öküz - Öğle - Bebek için yapılan merasimin adı - Ölmedim - Ölmek - Ötecek - Oraya - Ötmek V Vurmiş - Vurmuş Y Yarma Yaygi Yegen Yemlik Yenlik Yinge Yüregım - Yarılmış odun - Minder - Yeğen - Hayvanların yiyeceklerini yedikleri bölüm - Hafif - Yenge - Yüreğim 245 EK 2: MAKEDONYA HARİTALARI 247 AVRUPA HARİTASI 248