anadolu ve balkanlar`da alevi

Transkript

anadolu ve balkanlar`da alevi
YESEVİLİK; ANADOLU VE BALKANLAR'DA ALEVİ-BEKTAŞİ TOPLULUKLAR
Yeseviliğin temelini atan
Ahmet Yesevi, uzmanlar
tarafından
Türk
halk
tasavvufunun
temel
şahsiyeti
olarak
kabul
edilmektedir. Türk Halk
İslam'ının şekillenmesinde
Yesevilik de dâhil çeşitli
tarikat
yapılanmalarının
büyük rolü olduğu açıktır.
İslam
dünyasının
her
yanına yayılan tasavvuf
akımının örgütleşmiş şekilleri olan bu tarikatlar, İslamlaşma süreci ile birlikte Türk
halklarının yaşadıkları bölgelerde de etkinlik sağlamışlardır. Anadolu ve İran
bölgelerinde de ortaya çıkan bu tarikatlardan konumuz bakımından en önemlileri
Yesevilik, Kalenderilik, Vefailik, Hurufilik, Hayderilik adlı tarikatlardır. Biz burada
konumuz gereği Yesevilik üzerinde duracağız.
Daha çok göçebe ve köylü topluluklar arasında etkili olan bu resmi din anlayışına
aykırı tarikatlar, doğaldır ki yaygın oldukları çevrelerdeki koşullara uygun olarak
şekillenmiş bir İslam anlayışını yaymaktaydılar. Tarihimizde Horasan Erenleri, Rum
Abdalları gibi değişik adlarla anılan ve bir çoğunun kökeni Yesevilik ile de ilgili olan
Vefailik, Babailik, Haydarilik, Horasan Melâmetliği gibi akımlara mensup sufilerdendir.
Hacı Bektaş Veli'nin de dahil olduğu bu Türkmen babaları, göçebe-yarı göçebe
kitlelere daha uygun gelen bir İslam anlayışının yayıcısı kolonizatör dervişler
geleneğindendir.
Orta Asya'da şekillene ve daha sonra Türklerin yayıldıkları bölgelere de yayılan halk
İslamında eski ozanlar gibi halk halk arasında dolaşan ata, baba unvanlı ve zamanla
efsanevi nitelik kazanmış şahsiyetlerin büyük rolü vardır. Yazılı-sözlü, tarihimenkıbevi kaynaklar ve Orta Asya'dan Avrupa'ya kadar yayılmış ziyaretgâhlar, bu
babaların etkilerini göstermek bakımından sayısız örneklerle bugün önümüzde
durmaktadırlar.
Yeseviliğin Türk halk sufiliğinin oluşumundaki rolüne ilişkin ayrıntılar bugün hala
layıkıyla ele alınmış değildir. Bunun önemine ilişkin çeşitli konuları ve Yesevilikler ilgili
konuların ideolojik bir yaklaşımla ele alınmasının konuyu adeta tıkanma noktasına
getirdiğine zaman zaman dikkat çekiyorum.(1)Ahmet Yesevi ve Yeseviliği anlamanın
yegâne yolu, bize göre bu konulara belli bir tarikat veya mezhep mensubu olarak
yaklaşma eğiliminin terk edilmesiyle mümkündür. Bu tür şahsiyet veya akımları kendi
koşulları içerisinde ve bilimsel bir yaklaşımla değil de tarafgir olarak ele almanın
kamuoyunda yanlış bilgiye yol açtığı görülmektedir. Oysa bize göre Ahmet Yesevi'yi
belli bir tarikat veya mezheple özdeşleştirmen yerine, mezhepler üstü bir şahsiyet
olarak görmek daha doğru olacaktır. Tarihi gerçeklere uygun olarak, onun eski Türk
halk inanç ve gelenekleri ile yeni dinsel kural ve uygulamaları nasıl yorumladığı, bu
yorumun zaman içinde halkı nasıl etkilediği ve günümüze kadar uzanan etkileri
ortaya koymak gerekmektedir. İşte bu noktada Laçiler ve Alevilik Bektaşilik
konularının ele alınması gerekliliği doğmaktadır.
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
1
Fergana Vadisi'ndeki Laçiler ve Alevi-Bektaşi topluluklar arasında benzerlikler olduğu
gibi farklılıklar da bulunmaktadır.
Yesevilik, tarihsel süreç içerisinde benzeri oluşumları hem etkilemiş, hem de
etkilenmiştir. Orta Asya, Anadolu ve Balkanlar'da, daha doğrusu Türk dünyasının
farklı bölgelerinde çeşitli şekillerde etkisini sürdürmektedir. Esas olarak Anadolu ve
Balkanlar'da yayılmış olan Alevilik-Bektaşilik te Yesevilik'ten etkilenmiştir. Hacı
Bektaş-ı Veli, Sarı Saltuk, Geyikli Baba gibi tanınmış velilerin gelenek ve yorum
bakımından Ahmet Yesevi'yi pir olarak benimsedikleri görülmektedir.
Türkiye'de ilahiyatçı ve edebiyatçıların bir bölümü tarafından Yeseviliğin, sadece
Nakşibendî geleneği ile ilişkilendirilmesinin temelinde, büyük ölçüde şu gelişmelerin
rol oynadığı söylenebilir: 13 ve 14. yüzyıllardan itibaren Orta Asya'da Yeseviliğin
zamanla diğer tarikatlar içerisinde erime sürecine girdiği söylenebilir. Onun Orta
Asya'daki nüfuzundan yararlanmak isteyen başka tarikatlar, özellikle de Nakşibendîlik
onunla kendisini ilişkili göstermeye çalıştı ve bunda da başarılı olmuştur.
İşte bu gerçek bazı uzmanları yanıltıcı bir işlev görmüştür. Yesevilik konusunda
günümüzde hala en büyük otorite olan M. Fuad Köprülü de Yeseviliği önce
Nakşibendi kaynaklarına dayanarak "Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar" adlı
eserinde ele almış, ancak daha sonra İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı "Ahmet Yesevi"
maddesinde daha önce hata yaptığını kabul ederek, Yesevilik konusundaki
araştırmalarda izlenecek yola ilişkin önemli değerlendirmelerde bulunmuştur. "... Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıfları yazarken, gerek Ahmet Yesevi'nin sufiyane
şahsiyetini, gerek Yesevi tarikatının hüviyetini tamamıyla Nakşibendî kaynaklarının
gösterdiği şekilde tasvir etmiştim. Hâlbuki Babai, Haydari ve Bektaşi ananelerinin
Ahmet Yesevi hakkındaki rivayetleri şüphesiz tarihi hakikate daha yakındır. İlk
Mutasavvıfların neşrinden sonra Bektaşiliğin menşeleri hakkında yaptığım
araştırmalar ve ve elde ettiğim yeni vesikalar bana bu hususta kati bir kanaat
vermiştir. Burada Ahmet Yesevi'nin tasavvufi şahsiyeti ve Yesevi’ye tarikatının ilk
asırlardaki hususi karakteri hakkında verilecek izahat, ilk mutasavvıflarınkinden
tamamen farklı olacaktır..." (2)
Bugün Türkiye'de Yesevilik araştırmalarına, Köprülü'nün bu önemli ifadeleri dikkate
alınmadığından sübjektiflik hâkim olmuş ve adeta tıkanma noktasına gelmiştir.
Yesevilik araştırmalarının sorunlarını bir başka metinde ele aldığı için burada
ayrıntıya girmiyorum.
Yesevi yolunda Nakşibendîlikten farklı olarak sesli zikir , (zikr-i cehr) müzik, raks-ı
sema ve kadınlı erkeli zikir/ibadet vardır. Yeseviliğin bu ayırıcı özellikleri göz önüne
alınarak, günümüzde bu özelliklerin devamı şeklinde ibadet ve ritüelleri sürdüren
Alevi Bektaşiler ve başka topluluklar hakkında daha fazla araştırmalar yapılması
gerekmektedir. Özellikle son on yıldır Alevilik Bektaşilik üzerinde pek çok araştırmalar
yayınlansa da Yesevilikle olan bağlantı konusunda yeterli düzeyde çalışmalar henüz
çok azdır.
Yesevilik Türkistan (3) (Yesi) çevresinden başlamak üzere Türk toplulukların
yaşadıkları alanlara yayılmış, Anadolu ve Balkanlar'a kadar ulaşmıştır. Rus âlimi
Gordlevski'nin (4) belirttiği üzere "... Küçük Asya halkının düşünce yapısına, Orta
Asya Türk mistikleri 'Atalar'da büyük etkide bulunmuşlardır. Bunlar Küçük Asya'ya
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
2
Ahmet Yesevi'nin mezhebini ve hikmetini taşıyorlardı. (5) Demek ki Yesevi yolu
zaman içerisinde değişik isimler altında da olsa devam ederek, Türklerin ulaştığı
başka coğrafyalara ulaşmıştır. Yesevi Yolu'nun Anadolu ve Balkanlar'daki
devamcıları olan Bektaşiliğin adı, Hoca Ahmet Yesevi'nin doğrudan değil ama
halifelerinin yolundan giden Hacı Bektaş Veli'ye dayandırılmıştır. Böylece Orta
Asya'da hâkim olan Ahmet Yesevi Kültü, Anadolu'da yerini, yine onunla bağlantılı ve
yerel dedelere, babalara bırakmıştır. Hacı Bektaş Veli'de bunlardan biridir. Yüzyıllara
dayanan bu süreçte, bu tür bir değişimin yaşanması çok doğaldır. Burada bizim
açımızdan önemli olan, Yesevi Yolu'nun temel motiflerinin bu topluluklarda nesilden
nesile aktarılarak korunmuş olmasıdır. İşte bu bakımdan Yeseviliğin innaç ve kültürel
boyutları, disiplinler arası bir yaklaşımla önemle incelenmek zorundadır.
Biz neden Anadolu ve Balkanlar'daki Alevi Bektaşi topluluklarını Yesevi Yolu ile
bağlantılı olarak görüyoruz, burada buna ana hatlarıyla değinmek istiyoruz.
Birinci olarak, bu toplulukla kendilerini Yesevi Yolu ile bağlantılı görmektedirler. İkinci
olaraksa, onları Yesevi Yolu izbasarları olduklarına dair pek çok veri bulunmaktadır.
Anadolu ve Balkanlar'daki Alevi Bektaşiler ise kendilerini Ahmet Yesevi'nin piri olduğu
Hacı Bektaş-ı Veli'nin izbasarları olarak tanımlamakta, dolayısıyla pirlerinin piri
olması nedeniyle de kendilerini ona bağlı saymaktadırlar.
Ahmet Yesevi'nin
"Hikmetler"inde belirtilen kadınlı erkekli, sesli zikri esas alan, raks ve sema ve müziğe
yer veren bir ritüel, yani "Ayin-i Cem" ibadet işlevini görmektedir. Alevi Bektaşilerin(6)
geleneksek yaşam alanlarında ağırlıklı olarak, sözlü geleneğin hakim olduğu ve
ellerinde bukunna el yazması kitaplarda Ahmet Yesevi ile ilgili menkıbelerin ve
şiirlerin de yer aldığı görülmektedir.
Örneğin Alevi Bektaşi grupların içinde doğrudan Ahmet Yesevi'ye neseben
mensubiyet iddia etmekte, hatta Ahmet Yesevi adını taşı6yan bir ocak da
bulunmaktadır. (7) Anadolu'da yaptığımız alan araştırmalarına göre bu ocak Şah
Ahmet Yesevi, Ahmet Yesevi veya Şah Ahmet Dede Ocağı adlarıyla anılmakta, bu
ocağın Malatya, Erzincan,Tunceli ve Tokat'ta dedeleri bulunmaktadır. (Ayrıca bu
konu hakkında bknz: 8) Yine Bektaşi silsilename ve icazetnemelerinde de Ahmet
Yesevi mutlaka yer almaktadır. Özel arşivimizde Garip Musa ve Seyyid Ali Sultan
ocaklarına ait bu tür icazetnameler bulunmaktadır.(8)
Alevi Bektaşiler arasında zikir esnasında kullanılan dil sade Türkçe olup halk dilidir.
Ayrıca Yesevi geleneğinin Anadolu'da yerini almış olan ozanların şiirlerini (deyiş)
mürşit/dede veya aşık/zakir gibi adlarla anılan kişiler söylemektedirler. Korkut Ata'dan
başlamak üzere kopuz eşliğinde söylenen sözler, daha önce Ahmet Yesevi ile
Hikmetler'e dönüşmüş, Ata ünvanlı Türkmen babaları ile sürdürülen bu gelenek,
Anadolu ve Balkanlar'da ise Alevi-Bektaşi deyiş ve nefesleri şeklini almıştır.
Daha önce sufiliğin iki cepheli yapısından söz etmiştik. Bu ikili yapı arasındaki temel
ayrımı anlamak için Köprülü'nün şu ifadeleri oldukça anlamlıdır." Tahta kılıçlarla
kafirlere karşı harbeden, maiyetindeki bir avuç mürit ile yüz binlerce kişilik düşman
ordularını ezen, kal'aları alan, küfr diyarına kılıç kuvvetiyle İslamiyet'i yayan bu
mücahit Türk Mutasavvıflarıyla, tekkelerde sakin ve donmuş bir haya geçiren Arap ve
Acem mutasavvıflar arasında büyük ayrılıklar vardır. "(9)
Anadolu ve Balkanlar'ın kolonizasyonunda bu savaşçı dervişler önemli rol
oynamışlardır. Bu dervişlerin savaşçılıkları sadece bir yönleridir. Bu kişilerin
beraberlerindeki Türkmen boyları nezdinde sosyal, siyasal, dinsel önderlik
niteliklerinin yanı sıra ata geleneklerinin sözlü taşıyıcıları oldukları da akıldan
çıkarılmamalıdır. Sıkı bir medrese eğitiminden geçmemiş bulunan bu dervişler, ata
inanç ve geleneklerini yaşatmalarının yanı sıra anadillerini de korumakta ve
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
3
şehirleşmiş kesimler arasında Türkçe'ye nazaran üstün konumda görülen Arapça ve
Farsçanın etkisinden uzakta bulunmaktaydılar.
Böyle bir derviş olan Otman Baba ile ilgili Otman Baba Vilayetnamesi'nde yer alan
ifadeye dikkat edelim"...ism-i zahiri avam içinde Otman Baba dirler idi ve kendözi
Oğuz dilini göyler idi..."(10)
Demek ki kolonizatör Türkmen babalarında ve onlara tabi halk kitlelerinde burada
"Oğuz Dili" olarak ifade edilmiş bulunan zamanın Türkçe'si hakim durumdaydı.
Yesevi Yolu'nun Anadolu ve Balkanlar'daki misyonerlerinin en tanınmışları olan Hacı
Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Abdal Musa gibi Türkmen babalarının arasında da hiç
şüphesiz Türk Dili hâkimdi. Görüldüğü üzere dil konusunda bir süreklilik vardır ve bir
zincirin halkaları gibi Korkut Ata'dan Ahmet Yesevi'ye, Hacı Bektaş Veli'ye Yunus
Emre'ye ve hatta Aşık Veysel'e doğru yüzyıllar içerisinde sürüp gitmektedir. Hiç
şüphesiz Anadolu ve Balkanlar'daki Alevi Bektaşi ozanları bu zincirin, yani Türk dilini
Korkut Ata'dan Ahmet Yesevi'den günümüze ulaştıran zincirin en önemli halkalarını
oluşturmaktadırlar. Aradan yüzyıllar geçmesine karşın bugün hala Yunus Emre'nin,
Pir Sultan Abdal'ın deyişlerini anlamamızın ardında, işe bu tarihsel süreklilik taşıyan
arka plan bulunmaktadır.(11)
İşte bu "baba, dede, abdal" ünvanlı Türkmen babalarının ve halk ozanlarının
nüfuzunda yüzyıllardan bugüne ulaşan kitleler, bugün Alevi Bektaşi toplulukları olarak
bilinmektedirler. Bu toplulukların çeşitli alt kolları da bulunmakla birlikte, burada
konumuz dışında olması bakımından ayrıntıya girmiyoruz. Şimdi bu toplulukların
genel özelliklerine değinelim ve bu şekilde de Yesevi Yolu ile bağlantılarına ilişkin
bilgileri ele almayı sürdürelim.
Yesevi Yolu ile Alevi Bektaşi toplululukları arasında ilişkiyi bir süreklilik içerisinde
görmek gerekmektedir. Bu sürekliliğie dair veriler oldukça fazla ve yeterlidir. Hoca
Ahmet Yesevi'nin Hikmetler'i ile Alevi Bektaşi ozanlarının deyişleri arasında tema
bakımından büyük uyum olduğunu söyleyebiliriz. Bunu Hikmetler ve deyişler
üzerinde yapılabilecek kısa bir tarama ile anlamak mümkün olabilecektir. Şöyleki;
Hoca Ahmet Yesevi'nin Hikmetler'inde sıkça kullanılan
"Hz. Muhammed(Bice, 1998: 92, 100, 109, 111, 128, 240, 322, 390, 402),
Hallac-ı Mansur(Bice 1998: 107, 109, 197, 321, 329)
Seyyid Nesim (Bice 1998: 109, 228, 266, 321)
Kırklar (Bice 1998: 252, 409)
Mürşit ( Bice 1998: 100)
Ayn-i Cem ( Bice 1998: 153)
Gönül Kabe'si ( Bice 1998: 202)
Kuran (Bice 1998: 223, 344, 371)
Eba Müslim (Bice 1998: 265, 348)
ilm- el yakin, Ayn-el Yakin ( Bice 1998 : 299)
Ene'l Hak ( Bice 1998: 340)"
(Kayn: Hayati Bice. Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, Ankara, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları 1998)
gibi aynı şekilde Alevi Bektaşi deyişlerinde de sıkça işlenen temalardır. Örneğin Hoca
Ahmet Yesevi'nin Hikmetler'inde geçen "Nere varsam Hızır Babam yoldaş oldu"
dizesi (12) ile Alevi ozanı Pir Sultan Abdal'ın deyişinde geçen " Boz atlı Hızır'ı yoldaş
eylesem" dizesi ne kadar da birbirine benzemektedir. Ayrıca inanıyorum ki Alevilerde
bulunan menakıpnameler, cönkler ve gerek tarikat, gerek soy şecerelerinin
incelenmesi sayesinde daha fazla bilgiler elde etmemiz de mümkün olacaktır. Alevi
Bektaşi topluluklar arasında Anadolu ve Balkanlar'daki birincil şahsiyeti olan Hacı
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
4
Bektaş Veli'nin piri olması bakımından Ahmet Yesevi'nin özel bir yeri olması doğladır.
Tanınmış Alevi ozanı Pir Sultan Abdal'ın bir deyişinde Ahmet Yesevi'nin de anıldığı
görülmektedir.
Hac' Ahmet Yesevi anın piridir
Hu deyince dağı taşı yürütür
Buda hakkın bir gizlice sırrıdır
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var (13)
Alevi Bektaşiliğin temelini oluşturan ilkelerden olan dört kapı kırk makam esasları da
Hoca Ahmet Yesevi'nin ilkeleri ile ilişkilidir. Yine Alevi Bektaşilerin Türkçe duaları
(gülbank) ile Yesevi Yolu'nun doğup yayıldığı Türkistan ve çevresindeki halklar
arasında bugün de süren Türkçe dua geleneği arasında da büyük benzerlikler vardır.
Bu dualar biçim ve içerik yönünden adeta birbirinin aynıdır. Ayrıca İslam öncesinde
kam-ozanların kopuz eşliğinde söyledikleri sözler, İslamiyet'le birlikte Yesevi Yolu'nun
zikirlerine ve zamanla da Alevilerin ayin-i cemlerinde dedelerin ve/ veya aşık- ozanzakirlerin saz eşliğinde söyledikleri deyiş/nefeslere dönmüştür. Eski Türk inançlarında
var olan dini ritüelllerden kadınlı erkekli törenlerin İslamlaşma sonrasında da
sürdüğü, Ahmet Yesevi'nin de bu törenleri zikir şeklinde sürdürdüğünü biliyoruz.
Eski Türk inançlarının İslam'a adaptasyonu ile ortaya çıkan bu ritüel, Alevi Bektaşi
topluluklar arasında Ayin-i Cem adını almıştır. Eski Türklerin bu ayinleri
Maveraünnehir'de göçebe Türkmenler aracılığıyla Yeseviliğe sokulmuş ve bu yolla
Anadolu'ya gelerek icra edilmeye başlanmıştır. İslam öncesi Türkler arasında var
olan ve soy yoluyla süren dinsel önderlik, İslam'la birlikte seyyitlik kurumu ile
birleşerek Anadolu'daki Alevi Ocakları ortaya çıkmıştır.
Mutaassıp din sınıfının şiddetle eleştirdiği raks ve sema, İslam öncesi Türklerde
olduğu gibi, Yesevi Yolu'nda da kabul görmüş ve sürdürülmüştür. Eski Türklerin
dinsel ritüellerinde olduğu gibi Ahmet Yesevi'nin raks ve semaya dayalı zikir
meclislerine de kadın ve erkeklerin birlikte katılması, onun zamanında bazı çevrelerin
tepkisiyle karşılaşmıştır. Yesevi Yolu'nda zikir, raks ve sema önemli kavramlardır.
Bunlar Tanrı'ya ulaşmanın, nefse hâkimiyetin ve " ölmeden önce ölme" nin teme
araçlarıdır. Ahmet Yesevi'nin "Hikmetler" inde " ölmeden önce ölmek" sıkça dile
getirilmektedir.
(Bice, 1998. s: 17, 19, 20, 21, 172) Hikmetler'in içerisinde "zikir" kavramı da en çok
dile getirilen kavramlardandır. Raks ve sema da çok yerde dile getirilmektedir. ( Bice,
1998. 27, 69, 76, 77, 114, 115) Yine "hu halkası, Hu hu zikri, Hu sohbeti" sözleri de
Hikmetler'de önemli yer tutmaktadır. (14) (Bice, 1998. 80, 81, 82, 95, 97, 101, 119,
121, 124, 138, 150, 177)Burada ifade ettiğimiz bu kavramların tümü Anadolu'da Alevi
Bektaşi dini ritüelleri olan Ayin-i Cem'de yaşamaya devam etmiştir. Yesevi
meclislerinin "dombra, dutar, rübap ve kopuzu, curaya ve saza" dönüşmüş, rakssema semahlara dönüşmüş, Cem meydanı, ölmeden önce ölünen yer şeklinde
kutsanmış, kadın erkek bir arada ibadet edilmiş, Hu (tevhit) halkalarında illallah
çekilmiş, Cem meydanı "ölmeden önce ölünen yer" ve Muhammed Ali meydanı"
olarak adlandırılmışlardır. (15)
Alevi Cemlerinde zikir meclislerindeki gibi hu çekilir. Mesela kendilerini Ahmet
Yesevi'ye bağlayan Hubyarlıların Cemlerinde kutsal deyişler eşliğinde Hü çekilir, yani
hep birlikte Hü denilir. (16) Yine Erzincen, Malatya ve Tunceli'deki Cem'lerde diz üstü
oturularak tevhit eşliğinde "Hü" veya "İllallah" çekilir. İllallah çekilirken diz üstü
oturulur ve eller dizlere sürülerek, tevhide eşlik edilir. Yesevi Yolu'nun Alevi Bektaşi
Cem ibadetine nasıl yansıyabildiğini bu kısa değerlendirmemizden anlaşılabildiğini
umuyorum.
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
5
Bir diğer önemli nokta Anadolu'daki Türkmen boyları ile Ahmet Yesevi arasındaki
gerek tarikat gerekse soy silsilesi şeklindeki bağlantıdır. Bektaşi icazetnamelerinde
tarikat silsileleri verilirken Ahmet Yesevi de yer almaktadır. Hacı Bektaş Veli
Dergâhı’ndan çeşitli ocaklara ve halifelere, baba ailelerine verilen icazetnamelerde
Hacı Bektaş Veli'nin tarikat silsilesi de yer almaktadır. Bu tarikat silsilesinde Hoca
Ahmet Yesevi mutlaka yer almaktadır. (17)
Örnek olarak vermek gerekirse, Bektaşi koluna bağlı Şükür Abdal evlatlarına verilen
bir icazetnamede yer alan Hacı Bektaş Veli’nin tarikat silsilesi şu şekildedir: " Hacı
Bektaş Veli, Sultan Hoca Ahmet Yesevi, İmam Ali İbn Musa Rıza (İmam Ali Rıza),
İmam Musa Kazım, İmam Cafer Sadık, İmam Muhammed Bakır, İmam Zeynelabidin,
İmam Hüseyin, İmam Ali, Muhammed el Mustafa, Cebrail-i Emin, Huda-i Rabbi'l
alemin"
Bu arada çeşitli ocakzade dede ailelerinin neseben Ahmet Yesevi'ye bağlılık
iddialarında bulundukları da görünmektedir. Mesala Orhan bu konuda "...Şah Ahmet
Dede'nin soyundan gelen Türkiye’mizde evlatları vardır. Bunları elindeki
silsilenamelerden(soyağacı) tespit mümkündür..." (18) Bu iddiaların kanıtlanmasında
önemli yararlar sağlayacak olan belgeler şüphesiz şecerelerdir. Değişik Alevi ocakları
ile ilgili şecerelerin incelenebilmesi halinde, Ahmet Yesevi'nin ve/veya onunla ilgili
babaların Anadolu’daki gerek soy gerekse yol bakımından söz konusu ilişkilerinin çok
daha iyi bir şekilde anlaşılabileceği muhakkaktır. Orta ve Doğu Anadolu'daki bazı
Alevi boyları arasında bugün bile yaşayan Ahmet Yesevi'ye mensubiyet iddiası,
geçmişte onun hatırasının ve izlerinin ne derece güçlü olduğunu göstermektedir.
Zamanla yerel kültler ön plana geçmiş olmasına karşın Ahmet Yesevi adının
unutulmaması oldukça anlamlıdır. Ahmet Yesevi, yaptığım alan araştırmalarında Orta
ve Doğu Anadolu'daki aleviler arasında Şah Ahmet Yesevi, Şeyh Ahmet Yesevi ve
Hoca Ahmet Yesevi adlarıyla anılmaktadır. Şah ve Şeyh sözcüklerinin dinsel ve
sosyal önderlik vasıflarını gösteren vasıflar olduğunun bilinmesine karşın, "hoca"
sözcüğünün Orta Asya ve Doğu Türkistan'daki anlamı yani Ahmet Yesevi'nin soy
zincirini gösteren bir ünvan olduğu pek bilinmemektedir.
Eskiden Dersim olarak adlandırılan ve bugünkü Tunceli, Elazığ, Erzincan, Sivas
illerini kısmen içine alan bölgede etkin boyların önemli bir bölümü ve bazı ocaklar
yani dede aileleri kendilerini Ahmet Yesevi'ye bağlı saymaktadırlar. Buna bu illerde
1999-2002 yılları arasında gerçekleştirdiğim araştırmalarımda da şahit oldum. Benim
gözlemlerim dışındaki verilerden bir bölümünü görelim. Gordlevski'ye göre
"...Horasandan açılmış yol üzerinden, Osmanlı döneminde dervişler gelmiştir, bunlar
zamanımızda da Dersim'de derviş olarak kendilerine verdikleri adla Horasan
Erenleriydi"(19). O halde Anadolu'nun her yanına olduğu gibi, Tunceli ve çevresinde
de Yesevi Yolu mensuplarının gelmesi söz konusudur. Bu boylar ve onların alt kolları
hakkında burada ayrıntıya girmeyeceğim. (20)
Sözlü kültürün hâkim olduğu bu boyların nesilden nesile aktardıkları Ahmet Yesevi ile
olan bağlarını ve boyların Ahmet Yesevi soyundan gelişlerini açıklayan bilgilere sahip
oldukları da görülmektedir. Bunlardan birisi şu şekildedir. "... Efsaneye göre garbi
Dersimliler; Büyük Türk mutasavvıfı Hoca Ahmet Yesevi'nin neslindendir. Bu soydan
gelen Şeyh Hasan Dede, Moğol akını önünde aşiret halkıyla beraber Horasan'dan
Bağdat'a gelmiş, Abbasi halifesine sığınmış ve o havalide yerleşmiş. Bir müddet
sonra Hicaz'a, oradan Mısır’a gitmiş, Mısır'da bir müddet kalmış ve rivayete göre
tahsil etmiş. Mısır'dan Bağdat'a döndüğü zaman malum olmayan bir sebeple aşiretini
toplayarak Konya'ya gelmiş ve Selçuki sultanı Alaaddin Keykubat'a arzı dehalet
etmiş." Efsanenin buraya kadar olan kısmında tarihe, hadiselere, mantığa uygun
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
6
cihetler var. Çünkü Sultan Alaadin Keykubat'ın cülusu 1220, Anadolu'ya Moğol akını
1231, Sultan Alaaddin Keykubat'ın ölümü de 1237 senelerindedir. Bu itibarla
efsanenin seyri tarihi kayıtlara tamamıyla uygun gelmektedir. " Sultan hemşiresini
Şeyh Hasan Dede'ye vererek onu aşiretiyle beraber şimdiki eski Malatya'ya sevk ve o
civarda iskân etmiştir. " Bu hadise 1232 (Hicri 630) tarihine tesadüf eder.
"Şeyh Hasan Dede aşireti bir müddet, bize göre 1514 (Hicri 920) tarihine kadar bu
mıntıkada kalmıştır. Torunlarından Şey Hasan'la Seyyid isimli iki kardeş, Yavuz
Sultan Selim'in Aleviliğe ve Kızılbaşlığa karşı giriştiği mücadeleden korkarak aşiret
halkını toplamış, hayat ve mevcudiyet muhafazası kaygısıyla Fırat'ın şarkındaki
dağlık mıntıka'ya, Dersim'e sığınmışlardır. (20- Sevgen)
Tunceli ve çevresindeki Alevi boylarına mensup kişiler Ahmet Yesevi'yle olan
bağlarını deyişlerle de ifade etmektedir. Tunceli'de 1930'lu yıllarda Cumhuriyet karşıtı
faaliyetlerin beyin takımından Alişir'de kendisinin ve Dersimlilerin soyunu Ahmet
Yesevi'ye bağlıyor ve bunu şiirleriyle de ifadelendiriyordu. (Naşit Uluğ, Tunceli
Medeniyete Açılıyor. İstanbul Cumhuriyet Matbaası 1939 s:50-51)
Bu zamana kadarki alan araştırmalarımızda elde ettiğimiz verilerin değerlendirilmiş
bölümleri ve incelediğimiz yazılı kaynaklar çerçevesinde şimdilik, Ahmet Yesevi ile
doğrudan bağlantılı olan Kızılbaş-Alevi (22) Ocakları üç tanedir.(23) Doğrudan
diyoruz çünkü bütün Alevi ocakları doğrudan veya dolaylı olarak Ahmet Yesevi'den
etkilenmiştir. (24) Bu üç Alevi Ocağı'nın adları şunlardır.
1- Hubyar Ocağı (25)
2- Onar Dede Ocağı (26)
3- Şah Ahmet Dede Ocağı (27)
Ahmet Yesevi’yle bağlantılı bu ocakzade Alevi topluluklar ağırlıklı olarak Tunceli,
Erzincen, Malatya, Elazığ, Sivas ve Tokat yörelerinde bulunmaktadır. Kentleşme
nedeniyle bu dede soylular Türkiye'nin büyük kantlerine ve hatta yurtdışına yayılmış
durumdadırlar. Bu ocakzade ailelerin bulundukları yerlerden, gerek kaynaklardan,
gerek alan araştırmalarımdan şimdiye kadar tespit edebildiklerimizin adları şu
şekildedir. Tokat’ın Hubyar, Adamlı, Ağcaşar, Ağpınar, Ahmetalan, Asarcık, Bebek
Deresi, Çapak, Çerçi, Damuderesi, Dereköy, Dona, Düğer, Dündar, Elik Tekkesi,
Emenli, Gölcük, Güvesse, Hasanlı, Hubyar, Kapıcı, Karakaya, Karlı, Kelit,
Kervansaray, Kınık, Kızoğlu, Mermer, Mineğer, Mudayda, Musulu, Nebiköy, Öykürü,
Samuçay, Satıköy, Serkiz, Tepeçay, Tokuş, Tomara, Üzeyir, Yoğunpelit, Zazara
köyleri; Sivas'ın Karaçayır köyü; Tunceli, Gölek, Kortan, Huvar, Şakölen, Lavzan,
Rabat (Ağdat) köyleri, Elazığ Karakoçan, Mergimendi, Delikan, Şeyh Hasan Köyleri,
Malatya Onar, Kırlangıç-Cevizpınarı Köyleri (28)
Sözünü ettiğim bu üç ocak hakkında konumuzla ilgili bazı genel bilgiler vermekle
yetineceğiz.
Hubyar Ocağı:
Ocak merkezi Tokat Almus ilçesine bağlı bulunan Hubyar Tekke Köyü’dür. Gerek bu
ocak soyundan dedelere göre gerekse de diğer talipler arasında Hubyar Sultan'ın
Ahmet Yesevi soyundan olduğu kuşaktan kuşağa söylenegelmektedir. Ocakla ilgili en
son çalışmalarda Hubyar'ın Derdiyar ve Buynat isimli iki torunu olduğu ve soyunun
Derdiyar'dan devam ettiği ifade edilmektedir. Buna göre Derdiyar'ın Kenan Şeyh,
Saçlı Ali Dede ve Hüseyin Abdal adında üç oğlu olmuş ve Hubyar soyu bunlardan
devam etmiştir. Ocak merkezi olan köy yüksekçe sarp dağların eteğine kurulmuştur.
Ocak talipleri Sıraç toplulukları olarak ta bilinmektedir. Bu ocağın Tokat ve
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
7
çevresindeki en nüfuzlu Alevi ocağı olduğunu söylemek mümkündür. 1800'lü yılların
sonunda bu ocakta bir bölünme olmuş ve içinden Anşabacılılar veya Veli Baba Ocağı
adlarıyla bilinen bir kol ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda taliplerin bir bölümü de bu
yeni kola bağlanmışlardır. Bu ocak mensuplarının en önemli özellikleri, ata
geleneklerinin titiz bir şekilde günümüze kadar yaşatılması olmuştur. Eski Türkmen
adet ve geleneklerinin ibadet, cenaze vb. uygulamalarının birçoğu daha yakın bir
zaman kadar aynen uygulanmaktaydı. Ancak adet ve geleneklerde kentlere doğru
yaşanan göç olgusu nedeniyle zayıflama olduğu da bilinmektedir. Eski Türklerde Gök
Tanrı inancı, Atalar kültü, doğa kültleri gibi unsurlardan oluşan inanç sisteminin
yaşamasının bir sonucu olarak Hubyar Sultan'ın bulunduğu köyün içi ve yakınlarında
birçok kutsal ziyaret bulunmaktadır. Ahmet Yesevi, Hubyar Sultan ve Hacı Bektaş
Veli'ye ilişkin çeşitli menkıbeler yüzyıllardan beri halk arasında yaşamaktadır. Ayrıca
Hubyarlıların deyişlerinde de Ahmet Yesevi'nin de anıldığı birçok deyiş
bulunmaktadır.(28- Kenanoğlu) Bunlardan Abdal Dede'nin bir deyişinden alınmış bir
kıtayı sunalım:
Hoca Ahmet tercüman elma alınca
Sevgi ile ol ceme Selman gelince
Bektaşi Veli'de niyaz kılınca
Budur has bahçenin gülü dediler
Şeyh Hasan Onar Ocağı:
Ocak merkezi Malatya, Arapgir ilçesine bağlı Onar Köyü'dür. Köyün Türklerden önce
önemli bir Hıristiyan yerleşim birimi olduğunu söyleyebiliriz. Köyde bulunan
mağaralarda oldukça eski ve önemli arkeolojik tarihi değere sahip duvar işleme
resimleri bulunmaktadır.
Sonradan köye Türkmenlerin yerleştiği kendi inanç ve kültürlerini taşıdıkları
anlaşılmaktadır. Öyle ki burada yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda Türk
boylarının damgalarının bulunduğu taşlar başta olmak üzere birçok tarihi eser
bulunmaktadır. Yüzyıllardır ayin-i cemlerin gerçekleştirildiği büyük ocak ve küçük
ocak adlandırılan ve bugün de korunan iki eski yapı bulunmaktadır. Gerek bu ocak
soyundan dedelere göre, gerekse de talipler arasında Ona Dede'nin Bayat Boyu'nun
On-er kolundan ve Ahmet Yesevi'nin akrabası olduğu anlatılmaktadır. Akrabası
olmanın yanı sıra onun yanında eğitim aldığı ve daha sonradan boyuyla birlikte 12
ve 13.yy larda Anadolu'ya göç ettiği söylenmektedir. Bu ocak soyundan İsmail
Onarlı'nın elinde çeşitli vakfiye ve fermanlar bulunmaktadır.
Bir başka söylenceye göre ise Şeyh Hasan Türkistan'da Hoca Ahmet Yesevi'nin
yanında yetişmiş ve On-er adını da ona hocası Yesevi vermiştir. Şey Hasan Ocağı
denildiği zaman onunla ilintili başka alt kollar da bulunmaktadır ki, konumuzun
dışında olduğu için burada ayrıntıya girmeyeceğiz.
Şıh Ahmet Dede (Ahmet Yesevi) Ocağı:
Ocak merkezi Tabanbükü (Şey Hasan) Köyü'dür. Bu köydeki ocakzadeler. Şeyh
Ahmet Yesevi soyundan geldiklerini söylemektedirler. (29) Bu ocağa mensup dede
soylular yoğunlukla Tunceli'de bulunmaktadırlar. Bu ocak aynı zamanda Şeyh Hasan
Onar Ocağı ile de bağlantılıdır. Bu ocak mensuplarından alınan bilgilere göre Şeyh
Hasan ve kardeşi Şeyh Ahmet Elazığ'ın Basgil ilçesine bağlı Şeyh Hasan
(Tabanbükü)köyünde bir dergâh kurarlar. Ve amcazadeleri olan hocaları Ahmet
Yesevi'nin adını da bu dergâha verirler. Bu nedenle bu ocağa "Ahmet Yesevi Ocağı"
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
8
da denilmektedir ki tüm ocakların başı sayılır. Yine bu bölgede önemli araştırmalarda
bulunmuş olan Ali Kemali'de Alevi Ocakları hakkında bilgi verirken Şeyh Ahmet Dede
ocağının Şeyh Ahmet Yesevi evladından olup bütün seyyit ve ocakların serçeşmesi
olduğunu ifade etmektedir. Tunceli ve çevresindeki bazı aşiretlerin onun soyundan
geldilerini ifade etmektedir. (30)
Daha sonraları ise Şeyh Ahmet'in çocukları zaviyenin adını "Şeyh Ahmet Tevil"
olarak değiştirerek, babalarının adını verirler. Vakfa dönüşen tekke, Selçuklu ve
Osmanlı sultanlarınca da onaylanır ve Şeyh Ahmet soylularına verilir. Halk arasında
her iki ad da kullanılmaktadır. Yine Tabanbükü Köyü'nde türbesi bulunan Alevilerin
tanınmış ozanlarından Teslim Abdal'ın da Ahmet Yesevi soyundan geldiği ifade
edilmektedir. Teslim Abdal da bir deyişinin son kıtasında buna işaret etmektedir.
(Orhan M.N. sy:14)
Orta Anadolu'da Ankara yakınlarında türbesi bulunan Türkmen babalarından Haydari
Sultan hakkında da Ahmet Yesevi ile ilişkilendirildiği menkıbeler bulunmaktadır.
Örneğin 1900 yılı yazında Anadolu'da alan çalışmaları yapan İngiliz Antropolog J. W.
Crowfoot, Haydari Sultan ile Ahmet Yesevi'yi ilişkilendiren ve sözlü gelenekten
aktarılan bilgiyi nakletmektedir. Yine aynı konuda Hikmet Tanyu'da bilgi vermektedir.
Onun verdiği bilgilere göre Haydar Dede olarak ta adlandırılan Haydari Sultan'ın
Ahmet Yesevi'nin oğlu olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca ona ilişkin birçok menkıbe de
bu köyde yaşatılmaktadır. (31)
Alevi Ocaklarının da Ahmet Yesevi ile bağlantılı olduklarına ilişkin halk arasında
yüzyıllardır pek çok bilgi yaşatılmaktadır. Hacı Murad-ı Veli Ocağı ve Seyyid Baba
Ocağı da bunlardandır. Bursa'nın İnegöl ilçesi, Şehitler Köyü'nde türbesi bulunan
Hasan Dede'nin de babası olan ve Çankırı’nın Eldivan ilçesi Seydi Köyü'nde türbesi
bulunan Hacı Murad-ı Veli'nin de Ahmet Yesevi'nin Anadolu'ya gönderdiği
halifelerinden olduğu ifade edilmektedir. (32) Yine Sivas Divriği'nin Akmeşe (Ziniski)
Köyü'nde türbesi bulunan Seyyid Baba'nın atalarının da Ahmet Yesevi'nin
halifelerinden olduğu ifade edilmektedir. (Özen, 1999: 279)
Tanınmış Alevi Ocaklarından Baba Mansur ocağının da Ahmet Yesevi ile bağlantılı
olduğu ileri sürülmektedir. Buna göre Baba Mansur'un Anadolu'ya gelmeden önceki
adı Mansur Ata'dır. Mansur Ata, bilindiği üzere Ahmet Yesevi'nin üstadı Arslan
Baba'nın oğlu ve aynı zamanda Ahmet Yesevi'nin halifelerindendir. Baba Mansur'un
bir türbesi bulunmamakta, yalnız ona ait bir menkıbenin geçtiği duvarın bulunduğu
yer bugün ziyaretgâh olarak Tunceli Mazgirt'te Darıkent Bucağı'nda bulunmaktadır. (
33) Bu ocak dedeleri Darıkent ve yakınlarındaki köylerde yoğunlaşmakla birlikte
Erzincan, Sivas, Elazığ, Erzurum ve Malatya çevrelerinde de bulunmaktadır.
Zaman içerisinde gerçekleştirilecek gerek alan, gerekse kaynaklar üzerindeki
çalışmalarla daha fazla bilgiye ulaşılacağı muhakkaktır. Ancak objektif bir bakış
açısıyla ve bilimsel yöntemlerin kullanılmasıyla gerçekleştirilecek disiplinlerarası
çalışmalarla, gerek zaman gerekse mekân bakımından kapsamlı konuların
aydınlatılması mümkün olacaktır diye düşünüyoruz.
Kaynaklar
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
9
1- Bu konuda verilen şu çalışmalara bakılabilir
a) Ali Yaman, Yesevilik Araştırmalarının Sorunları Üzerine Bir Deneme. Türkologya,
Türkistan (Kırküyek-Kazan 2002) nı:1, s: 107-118
b) Ali Yaman,Yesevi Jolının Negizgi Erekşelikteri Jayında . Türkologya Türkistan
(Navrız- Sevir 2003) no:4 s: 99-108
c) Ali Yaman,Orta Asya'dan Anadolu'ya Yesevilik Alevilik BektaşilikAnkara, Elips
Kitap
2- M. Fuad Köprülü. "Ahmet Yesevi" md., İslam Ansiklobedisi, c.1 İstanbul. Milli
Eğitim Basımevi 1993 s: 210-215
3- Tarih içinde Şavgar, Yesi gibi adlar da almış olan Türkitan bugün, Kazakistan'ın
güneyinde bulunan Çimkent Oblastı'na bağlı bir yerleşim birimidir.
4- Gordlevski'nin "İzbrannie Soçineniya"da (Seçilmiş Eserler) yer alan Alevilik
Bektaşilik konusunda yazdığı makalelere(Gordlevski, V. A "İz religioznih iskaniy v
Maloy Azii Kızılbaşi" İzbrannie Soçineniya, c.1, İstoriçeskiye Raboti, 1960 Moskva, s.
241-254) ilişkin değerlendirmelerimi içeren makale için bknz: Ali Yaman, "Rus
araştırmacı V. A Gordlevski'nin Alevilik Bektaşilik Araştırmalarına İlişkin Düşünceler"
Kırkbudak Ankara 2005 Sayı.1 s. 70-74
5- Anadolu'ya ata baba lakaplı Yesevi dervişlerinin gelmesi ve Ahmet Yesevi'nin
etkisi konusunda Alman doğubilimci Prof. Franz Babinger de şu bilgileri veriyor
"Demek istiyorum ki, dervişler ve bunların yaydığı sufilik egemen bir yer alıyor. Bunla
bir defada ülkeye gelmiş değilllerdir. Daha Selçuklular zamanında birçok sufi insanlar
'evliya merkezi' olan Buhara'dan gelip Anadolu'ya toplulukla girmişler ve orada gerek
saray, ve gerek ahali tarafından istençle kabul edilmişlerdi. Maveraünnehir'in çok
yüksek tutulan halk velisi Ahmet Yesevi(öl.1166, Yesi) bunların hepsinin üstad ve
sevgilisi idi..." Franz Babinger " Anadolu'da İslamiyet (II) İslam Araştırmalarının Yeni
Yolları". Çev: Ragıp Hulusi, Haz: M. Yaman, Cem Dergisi, sayı:56. Ocak 1996. s. 1924
6- Alevi Bektaşilerde bulunan önemli eserlerden Vilayetname-i Hacı Bektaş Veli'de,
Hacı Bektaş Veli ve Ahmet Yesevi ile ilgili pek çok menkıbeye yer verilmektedir.
7- Ocak deyimi Alevilerde dinsel önder konumundaki Dede ailelerine verilen isimdir.
Alevilerde Dedelik kurumu ve Ocak sistemi hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için bknz:
Ali Yaman Alevilikte Dedelik Ve Ocaklar, İstanbul Karacaahmet Sultan Derneği
Yayınları 2004. Kızılbaş Alevi Ocakları, Ankara Elips Kitap 2008- Ali Kemali Erzincan
Tarihi, Coğrafi, İctimai, Etnografi, İdari İhsai Tetkikat Tecrübesi, 1932 Resimli Ay
Matbaası s:192
8- Benzeri belgeler için bknz. Mehmet Akkuş, "19. Asırda Bir Bektaşi İcazetnamesi",
Tasavvuf, yıl:1 sayı:1 (Ağustos 1999), s. 27-38
9- M. Fuad Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar 8.b, Ankara, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları
10- Abdülbaki Gölpınarlı "Otman Baba Vilayetnamesi" Journal Of Turkish Studies,
Türklük Bilgisi Araştırmaları, Abdülbaki Gölpınarlı Hatıra Sayısı, cilt:19, s. LV-CVİ.
11- Bugün aynı anlama koaylığını Divan şiirleri için söyleyemeyiz. Bir sözlük olmadan
Baki'nin, Nedim'in, Şeyh Galip'in şiirleri anlaşılabilir mi?
Çünkü bu gelenek halktan kopuk, Arapça Farsça kelimelerin yoğun olduğu farklı bir
edebiyat ekolünü oluşturan farklı bir damardan beslenmektedir. Bir üst kültür, saray
kültürünün sembolü olan bu ekol ile halk edebiyatı arasında gerek biçim gerek se
içerik bakımından önemli farklılıklar bulunmaktadır.
12- Abdilmalik Nisanbayev. " Hoca Ahmet Yesevi'nin Dünya Görüşü", 1. Uluslarası
Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri, 27–28–29 Nisan 2000, Ankara, s: 316–337
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
10
13- Ali Hayda Avcı Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal Ve Bütün Deyişleri,
İstanbul, Nokta Kitap 2006, s.187
14- Eski Türk inanç ve gelenekleri ile Yesevi Yolu'nun benzerliklerine ilişkin şu örnek
bile oldukça anlamlıdır. "... Yakutlarda Isı ah ayininde kımız hazırlanır ve toplanan
cemaat birbirlerinin ellerini tutarak halka-daire teşkil ederler ve (Hu hu hu) diyerek
dans ederler...." Şerafettin Yaltkaya " Eski Türk Ananelerinin Bazı Dini Müesseselere
Tesirleri", İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul, Devlet Basımevi, s,1-8
15- Cem ibadetinin bir diğer adı da halka namazıdır.
16- Ayrıca Hu sözü, Aleviler arasında Hü şeklini almıştır. Hü denilerek niyaz edilir.
17- Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi 1964, İstanbul, Türkiye
Yayınevi
Mehmet Akkuş. 19. Asırda Bir Bektaşi İcazetnamesi, Tasavvuf, Yıl: 1 Sayı: 1
1999
18- Muharrem Naci Orhan: "Şah Ahmet-i Yesevi", Cem Dergisi, yıl 3 sayı 27 Ağustos
1993 s: 13–15
19- Gordlevski: Anadolu Selçuklu Devleti, Çev. A. Yaran, Ankara, Onur Yayınları
20- Bu konuda bkz: Ali Rıza Önder, Tunceli Bölgesindeki Aşiretler ve Kabile Adları,
Türk Folklor Araştırmaları, Sayı: 48, Temmuz 1953, s: 757
Nazmi Sevgen, "Efsaneden Hakikate" Tarih Dünyası, sayı:21, s:882-883
Naşit Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor. İstanbul Cumhuriyet Matbaası 1939 s:48-49
21- Nazmi Sevgen, "Efsaneden Hakikate" Tarih Dünyası, sayı:21, s:882-883
22- Kızılbaş-Alevi diyoruz çünkü, Kızılbaş tarihsel adı, levi ise günceli temsil
etmektedir.
23- Ocaklar Hakkında daha ayrıntılı bilgi için: Ali Yaman, Alevilikte Dedelik Kurumu
ve İşlevleri, İ.Ü. SBE, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. — Alevilikte Dedelik ve
Ocaklar, İst. Karacaahmet Sultan Derneği Yayınları 2004
24- 1996–2002 yılları arasında görüştüğümüz Alevi dedelerinin bazıları ocaklara
adlarını veren erenlerin Hoca Ahmet Yesevi tarafından yetiştirilerek Anadolu'ya
gönderildiklerini ifade etmişlerdir. Örneğin 31 Ekim 1999'da Elazığ Sün Köyü'nde
görüştüğüm Ağuiçen Ocağı'ndan Ahmet Mutluay Dede ocağın kurucu erenleri
hakkında şöyle demekteydi. "... Koca Seyyid, Köse Seyyid, Mir Seyyit ve Seyyit
Mençek dört kardeş olarak rivayete göre 650-700 sene evvel Horasan'dan Hoca
Ahmet Yesevi irfanından yetişerek buraya gelmişler, Horasan pirlerinin irşadiyeti için
onardan sonra da 90 bin Hoarasan pirleri gelmiş..."
25- Hubyar Ocağı'nın yanı sıra Hubyar Sultan Ocağı, Hubyar Dede Ocağı, Hubyar
Baba Ocağı, Sultan Hubyar Ocağı olarak ta adlandırılmaktadır.
26- Şey Hasan Onar Ocağı'nın yanı sıra Şey Hasan Ocağı, Onar Baba Ocağı, Sultan
Onar Ocağı olarak ta adlandırılmaktadır.
27- Şıh Ahmet Dede Ocağı'nın yanı sıra Şey Ahmet Dede Ocağı ve Şah Ahmet Dede
Ocağı olarak ta adlandırılmaktadır.
28- Ali Kenanoğlu İsmail Onarlı, Hubyar Sultan Ocağı Ve Beydili Sıraç Toplulukları
İstanbul 2003, Hubyar Sultan Derneği
Muharrem Naci Orhan: "Şah Ahmet-i Yesevi", Cem Dergisi, yıl 3 sayı 27
Ağustos 1993 s: 14
29- Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, (1994) : Malatya Balıyan Aşireti, Malatya, Er-tu
Matbaası
30- Ali Kemali Erzincan Tarihi, Coğrafi, İctimai, Etnografi, İdari İhsai Tetkikat
Tecrübesi, 1932 Resimli Ay Matbaası s:192
31- Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak Yerleri, Ankara 1967, Ankara Ün.
Basımevi
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
11
32- Şehitler Köyü'nde 31 Aralık 1999 tarihinde gerçekleştirilen alan araştırması
notları. Ayrıca bu konuda bknz: Hülya Taş, "Bursa Şehitler Köyü Halk Kültüründe
Hasan Dede ve Çevresinde Oluşan İnanç ve Gelenekler" Uluslararası Anadolu İnanç
Kongresi Bildirileri, 23–28 Ekimm 2000 Ürgüp Nevşehir, Ankara Ervak Yayınları, s:
712
33- Darıkent Bucağı'nı 1999 sonbaharında ziyaret edip bu konuda bilgiler toplandı.
Bu ocağa ait soy şeceresi ne yazık ki henüz yayınlanmamış olup dedeler tarafından
saklanmaktadır. Oysa belki de şecerenin incelenmesi sayesinde sözlü geleneğe ait
bilgiler doğrulanabileceği gibi, yeni bilgilere de ulaşılabilecektir.
Tanrı Türk’ü Korusun
TÜRKÇÜ TURANCI KIZILBAŞ BOZKURTLAR
12

Benzer belgeler