1 - Bülent Ecevit Üniversitesi
Transkript
1 - Bülent Ecevit Üniversitesi
Bülent Ecevit Üniversitesi Yayınları No: 11 İNSAN, KİMLİK, MEKÂN BAĞLAMINDA ZONGULDAK SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ 16-18 EKİM 2014 Editörler Ahmet EFİLOĞLU Nurettin HATUNOĞLU Hasan ÖZER Tayyar GÜRDAL Hasan SANKIR ZONGULDAK 2016 I Bülent Ecevit Üniversitesi Yayınları No: 11 Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Bülent Ecevit Üniversitesi’ne aittir. Bütün hakları saklıdır. Kitabın tümü ya da bölümü/bölümleri Bülent Ecevit Üniversitesi’nin yazılı izni olmadan elektronik,optik, mekânik ya da diğer yollarla basılamaz, çoğaltılamaz ve dağıtılamaz. Copyright 2015 by Bülent Ecevit University. All rights reserved. No part of this book may be printed, Reproduced or distributed by any electronical, optical, mechanical or other means without the written permission of Bülent Ecevit University. Kapak Düzeni: Mattek Matbaacılık Tasarım Dizgi: Mattek Matbaacılık Baskı : Mattek Matbaacılık Basım Yayın Tan.Tic.San.Ltd.Şti. Ağaç İşleri Sanayi Sit. 1354. Cadde 1362 Sokak No: 35 İvedik/ANKARA Tel:(0.312) 433 23 10 Fax:(0.312) 434 03 56 ISBN: 9786059678025 1. Baskı, 1000 adet. II ORGANİZASYON VE BİLİMSEL KOMİTE SEMPOZYUM ONURSAL BAŞKANI Prof. Dr. Mahmut ÖZER Bülent Ecevit Üniversitesi Rektörü SEMPOZYUM DÜZENLEME VE YÜRÜTME KURULU BAŞKANLARI Doç. Dr. Ahmet EFİLOĞLU Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yrd. Doç. Dr. Nurettin HATUNOĞLU Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü SEMPOZYUM DÜZENLEME VE YÜRÜTME KURULU Prof. Dr. Kemal BÜYÜKGÜZEL Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Yrd. Doç. Dr. Hasan SANKIR Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Yrd. Doç. Dr. Hasan ÖZER Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yrd. Doç. Dr. Tayyar GÜRDAL Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Yrd. Doç. Dr. Canan KUŞ Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yrd. Doç. Dr. Adnan BAYSAL Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Yrd. Doç. Dr. Gül Banu DUMAN Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü SEMPOZYUM SEKRETERYASI Yrd. Doç. Dr. Canan KUŞ-Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Arş. Gör. Kamuran KARABALIK-Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Arş. Gör. Nihan ÖZ-Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Arş. Gör. Çağlar TAN-Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Arş. Gör. M. Fatih ASLAN-Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Arş. Gör. Yusuf Ötenkaya Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Arş. Gör. M.Altuğ Yayla Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü III BİLİM KURULU Prof. Dr. Ali SARIKOYUNCU Dumlupınar Üniversitesi Prof. Dr. Aylin GÖRGÜN BARAN Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa GENCER Abant İzzet Baysal Üniversitesi Prof. Dr. Necati DEMİR Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Nevin GÜNGÖR ERGAN Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Sümer ATASOY Karabük Üniversitesi Prof. Dr. Teoman DURALI İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet Ö. ALKAN İstanbul Üniversitesi Doç. Dr. Abdülhamit KIRMIZI İstanbul Şehir Üniversitesi Doç. Dr. Ahmet EFİLOĞLU Bülent Ecevit Üniversitesi Doç. Dr. Fatih M. SANCAKTAR İstanbul Üniversitesi Doç. Dr. Mustafa HİZMETLİ Bartın Üniversitesi Doç. Dr. Recep KARACAKAYA Medeniyet Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. A. Erinç ERDAL YILDIRIM Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Adnan BAYSAL Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Ayça DEMİR GÜRDAL Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Betül MUTLU Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Canan KUŞ Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Emre SATICI Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. F. Gülden EKMEN Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Gül Banu DUMAN Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Hamza EKMEN Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Hasan ÖZER Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Hasan SANKIR Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Musa DEMİR Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Nurettin HATUNOĞLU Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Nurşen GÖK Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Osman ARICAN Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Sinan YÜKSEL Bülent Ecevit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Tayyar GÜRDAL Bülent Ecevit Üniversitesi IV TAKDİM Cumhuriyetin ilk ili olan Zonguldak’ın var olma sebebi kömürdür. Şehrin bu yönü Zonguldak ile ilgili yapılan değerlendirmelerde mutlaka zikredilir. Gerçekten de Zonguldak ile kömür kader birliği yaparcasına bir birinden etkilenmiş ve birlikte anılmışlardır. Şehrin tarihi, ekonomisi ve sosyo kültürel hayatında oynadığı başat rol sebebi ile kömür, Zonguldak’ın kara göz bebeği olarak değerlendirilmiştir. Fakat dünyada ve Türkiye’de son yıllarda meydana gelen gelişmeler Zonguldak’ın kaderi olan kömürün, varlık sebebi olduğu şehri taşımakta zorlanmasına sebep olmaktadır. Bu sebeple son yıllarda ülkemizdeki bütün şehirlerin gelişme ivmesi yukarı yönde iken Zonguldak ili bu ivmeyi bir türlü yakalayamamaktadır. Ürettiği değerler ile bulunduğu şehir hayatında giderek önem kazanmaya başlayan ve şehrin lokomotifi durumuna gelmeye başlayan Bülent Ecevit Üniversitesi için şehrin mavi göz bebeği benzetmesi yapılmaya başlanmıştır. Bu algının ortaya çıkmasının en büyük sebebi kuşkusuz yeni nesil üniversite kavramı çerçevesinde üniversitemizin eğitim öğretim ve araştırma yanında, içinde olduğu şehrin sosyo kültürel dokusunu merkeze alan çalışmalara da ağırlık vermesidir. Üniversitemiz son yıllarda tüm eğitim birimleri ve araştırma ve uygulama merkezleriyle eğitim, sağlık, kültür, sanat, din, felsefe, tarih ve edebiyat gibi çok çeşitli alanlarda özelde yer aldığı bölgenin genelde ise ülkesinin ve dünyanın gelişimine imkân verebilecek katkıları yapmaya çalışmaktadır. Elinizdeki bu çalışma Zonguldak ilinin arkeolojisi, edebiyatı, sosyolojisi ve tarihini ele alan ve üniversitemiz ev sahipliğinde gerçekleştirilen ulasal bir sempozyumun bildiriler kitabıdır. 2014 yılında kurmuş olduğumuz Bülent Ecevit Üniversitesi yayınevi ile bu ve buna benzer çalışmaları daha yaygın, kalıcı ve erişilebilir kılmayı amaçladık. Yayınevimiz, yayınladığı her yeni kitapla ülkemizin bilim ve kültür hayatına önemli katkılarda bulunmayı sürdürmektedir. Fen - Edebiyat fakültemizin bünyesinde yer alan sosyal bölümler ve üniversitemiz bünyesinde çalışmalarını yürütmekte olan Karadeniz Stratejik Araştırmalar ve Uygulama Merkezi’nin katkıları ile gerçekleştirilen sempozyumun bildirilerini içeren elinizdeki bu eserin hazırlanmasında emeği geçen Ahmet Efiloğlu, Nurettin Hatunoğlu, Tayyar Gürdal, Hasan Özer ve Hasan Sankır’a, üniversitemizin ilgili birimlerine, değerli sunumları ile sempozyumumuza katılan değerli katılımcılara, sempozyumun sekreterya işlerini yürüten Canan Kuş Büyüktaş’a ve emeği geçen tüm çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Mahmut ÖZER Rektör V VI TEŞEKKÜR Zonguldak ormandanlardan yeşil, Karadenizden mavi ve kömürden siyah rengini almış olan Batı Karadeniz şehridir. Şehri var eden en önemli olgu kömürdür. Şehirde Osmanlı Devleti zamanında 19. yy’da kömürün bulunmasıyla şehirleşme başlamıştır. Cumhuriyet zamanında ise şehirleşmesini tamamlamış ve Cumhuriyetin ilk şehri olma ünvanına sahip olmuştur. Şehir Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine kadar ülke ekonomisi için daima çok önemli olmuştur. Bu önemini de son zamanlara kadar devam ettirmiştir. Yeni kurulan Cumhuriyetin en büyük zenginlik kaynaklarından biri olan kömüre sahip olan şehir, bu özelliğiyle Cumhuriyet Türkiye’sine çok büyük katkılar sağlamıştır. Zonguldak, Claire Sheridan adlı seyyahın değerlendirmesiyle Cumhuriyet zamanında medeniyetin gözlerden uzak kalmış ileri karakolu olmuştur. 1920’li yılların başlarında savaştan yeni çıkmış olan ülkenin pek çok şehrinde sinema, tenis, balo gibi olanaklardan söz etmek mümkün olamazken Zonguldak bu imkanlara sahipti. Kömürün bulunmasından itibaren Avrupalı devletlere ait şirketlerin yani Avrupalıların şehirde yaşamış olması şehre çok önemli bir katkı sağlamıştır. Cumhuriyet yönetiminin kurulmasından sonra da Zonguldak devletin ve Cumhuriyetin ileri gelenlerinin gözdesi bir şehir olmuştur. Maden şehri olan Zonguldak son zamanlara doğru eski önemini yitirmiştir. Taşkömürünün tekrar önem kazanacağı günleri beklemektedir. Ya da maden dışındaki farklı alanlarda yeni açılımlar yakalamayı ummaktadır. Zonguldak’ı var eden kömürdür. Ancak şehrin tek sahip olduğu değerinin kömür olduğunu söylemek şehre haksızlık olacaktır. Şehrin eski çağlara kadar uzanan tarihi geçmişini gözönüne aldığımızda bu bölgede kökü eskilere dayanan bir kültürden bahsetmenin mümkün olacağı anlaşılacaktır. Ayrıca şehir sahip olduğu fakat henüz tam olarak farkına varamadığı birçok özelliğe de sahiptir. Örneğin şehir turizme yatkın doğal ve tarihi bir çevreye sahiptir. Her türlü gelişmenin ve var olan sorunların çözümü için öncelikle o konuların uzmanları tarafından ele alınarak dile getirilmesi gerekmektedir. İşte biz de bu gerçeklikten hareketle Zonguldak sempozyumunu düzenledik. Bu bilimsel etkinlikte şehri, var olan sorunları ve değerleri ile birlikte birçok açıdan ele alma imkanına sahip olduk. VII Bu kitap 16-18 Ekim 2014 tarihinde Bülent Ecevit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih, Arkeoloji, Sosyoloji, Edebiyat Bölümleri ile Karadeniz Stratejik Araştırmalar ve Uygulama Merkezi (KARSAM) tarafından gerçekleştirilen “İnsan, Kimlik, Mekân Bağlamında Zonguldak” başlıklı sempozyuma sunulan bildirilerden oluşmaktadır. Hazırladığımız eserde sempozyumda sunulan bildirilerden 50 tanesi arkeoloji, tarih-coğrafya, kültür edebiyat başlıkları altında düzenlenmiştir. Bu vesileyle düzenlediğimiz sempozyuma ülkemizdeki üniversitelerden tebliğ ve görüşlerini sunmak üzere şehrimize gelmiş olan akademisyenlere çok teşekkür ederiz. Ayrıca Zonguldaklı araştırmacılar da bu bilimsel etkinlikte bizleri yalnız bırakmadılar. Onlara da çok teşekkür ediyoruz. Bu geniş katılımlı bilimsel faaliyetimiz Üniversite Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Mahmut Özer’in destek ve katkılarıyla gerçekleşmiştir. Kendisine teşekkürü borç biliriz. Gerçekleştirdiğimiz sempozyuma ilgi gösteren ve katkıda bulunan Zonguldak ve Ereğli Belediyelerine de çok teşekkür ederiz. Sempozyumun gerçekleştirilmesinde yoğun bir emek sarfeden Fen Edebiyat Fakültesi dekanı Kemal Büyükgüzel’e, Tarih, Arkeoloji, Sosyoloji, Edebiyat Bölümleri öğretim üyelerine, araştırma görevlilerine, üniversitemiz ve fakültemizin ilgili idari personeline, sempozyum sekreteryasını yürüten Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Canan Kuş Büyüktaş’a, sempozyum sırasında yardımcı olan ve oturumları ilgiyle takip eden bölüm öğrencilerimize çok teşekkür ederiz. VIII Editörler İÇİNDEKİLER SUNUŞ................................................................................................................................................. IX ARKEOLOJİ.......................................................................................................................................... 1 FİLYOS – TIOS: BATI KARADENİZ’DE ANTİK BİR KENT SÜMER ATASOY.................................................................................................................................. 3 ZONGULDAK’TA KÜLTÜREL VE ENDÜSTRİYEL MİRASIN KORUNMASI VE ÖZEL BİR TEŞEBBÜS ÖRNEĞİ: ÇANAKÇILAR ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ F.GÜLDEN EKMEN.............................................................................................................................. 9 2004-2008 YILI ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI IŞIĞINDA ZONGULDAK BÖLGESİ’NİN ESKİÇAĞ TARİHİ KRONOLOJİSİ ÜZERİNE KISA BİR NOT GÜNGÖR KARAUĞUZ....................................................................................................................... 21 GEÇ ANTİK ÇAĞDA HONORIAS GÜLSEREN KAN ŞAHİN, ERGÜN LAFLI........................................................................................... 31 ZONGULDAK VE UZAK GEÇMİŞ ADNAN BAYSAL................................................................................................................................. 43 M.Ö. BİRİNCİ BİNDE KYTOROS GÖÇ, KOLONİZASYON, TİCARET VE KİMLİK TEVFİK EMRE ŞERİFOĞLU, CANER BAKAN.................................................................................... 57 PARTHENİOS’TAN BARTIN’A: ANTİK DÖNEMDE BARTIN HAKKINDA İLK TESPİTLER FATMA BAĞDATLI ÇAM................................................................................................................... 71 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR BÜLENT ÖZTÜRK.............................................................................................................................. 81 ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER ALİ BORA......................................................................................................................................... 111 IX ANTİK DÖNEMDE BATI KARADENİZ MERMER TİCARETİ EFDÂL HARDAL............................................................................................................................... 129 NİKOMEDİA VE TERRİTORYUMU BULUNTULARI IŞIĞINDA BATI KARADENİZ ROMA DÖNEMİ PİŞİRME KAPLARI EMRE EKİN....................................................................................................................................... 141 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ ONUR GİRGİN................................................................................................................................. 155 BITHYNIA VE PONTUS’TA İKİ ÖNEMLİ KOMUTAN: HANNIBAL VE VI. MITHRIDATES SITKI SERKAN GÜZEL...................................................................................................................... 167 HERAKLEIA PONTIKA (KARADENİZ EREĞLİ) VE TIEION/TIOS(FİLYOS): KORUMA, KORUNAMAMA VE GELECEK TAYYAR GÜRDAL............................................................................................................................. 177 DÜNDEN BUGÜNE KDZ. EREĞLİ CEHENNEMAĞZI MAĞARALARI RAİF TOKEL...................................................................................................................................... 181 TARİH-COĞRAFYA........................................................................................................................... 195 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI ALİ SARIKOYUNCU, ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ.................................................................. 197 ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI’NIN CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA YÖNETİMİ, YABANCI SERMAYESİ VE DEVLETLEŞTİRİLMESİ NİHAT FALAY, RECEP EMRE ERİÇOK............................................................................................ 229 TAHİR KARAUĞUZ’UN KASTAMONU BASININDAKİ YAZI VE ŞİİRLERİ MEHMET SERHAT YILMAZ............................................................................................................. 245 ZONGULDAK SANCAĞI’NIN SIHHÎ-İCTİMAÎ COĞRAFYASINA DAİR BİR RAPOR YÜCEL NAMAL................................................................................................................................. 257 X CUMHURİYETE GİRERKEN ZONGULDAK’IN SAĞLIK VE SOSYAL DURUMU AHMET ÖĞRETEN, ALİ ŞAHİN....................................................................................................... 269 BAŞBAKAN İSMET İNÖNÜ’NÜN ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI ZİYARETİ (15 AĞUSTOS 1934) HASAN KARAKUZU, YÜCEL NAMAL............................................................................................. 275 BELGELERLE OSMANLI DÖNEMİNDE ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASINDAKİ EREĞLİ OSMANLI ŞİRKETİNE İLİŞKİN MÜLKİYET KADASTROSU HAKAN AKÇIN, TUNA ARATOĞLU................................................................................................ 285 MEHMET ALPDÜNDAR’IN ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI İŞÇİ HAREKETLERİ İÇİNDEKİ YERİ MUSTAFA YÜCE.............................................................................................................................. 295 OSMANLI SANAYİLEŞMESİ/MODERNLEŞMESİ VE KÖMÜR TAMER GÜVEN................................................................................................................................ 307 ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) FARUK TEMEL.................................................................................................................................. 321 DEVLETİN GÖZÜNDEN 1965 KOZLU OLAYLARI ARDA BAŞ........................................................................................................................................ 339 EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) MURAT KARA.................................................................................................................................. 355 23. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI, ZONGULDAK MİLLETVEKİLİ ve BİR HUKUK ADAMI: KÖKSAL TOPTAN TUNAHAN ÖZMEN......................................................................................................................... 373 ZONGULDAK KENT TARİHİNE KISA BİR YAKLAŞIM EROL ÇATMA................................................................................................................................... 385 MİLLİ KORUNMA KANUNU VE ÜCRETLİ İŞ MÜKELLEFİYETİNİN ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASINDA UYGULANMASI HAKKINDAKİ BİLİNMEYEN GERÇEKLER TUNA ARATOĞLU........................................................................................................................... 417 XI ZONGULDAK’TA FRANSIZ MİSYONERLERLİK FAALİYETLERİ VE ANDRÉ CHARLES PİERRE MOREEL’İN YAŞAM HİKÂYESİ GÜRDAL ÖZÇAKIR........................................................................................................................... 435 BAŞBAKANLIK CUMHURİYET ARŞİVİ MÜHTELİT MÜBADELE KOMİSYONU MÜBADİL TASFİYE TALEPNAMELERİNE GÖRE ZONGULDAK’A İSKÂN DİLEN MÜBADİLLERİN GELDİKLERİ MEMLEKETLERİ VE ZONGULDAK’TA İSKAN EDİLDİKLERİ İDARİ BİRİMLER NECAT ÇETİN................................................................................................................................... 447 19. YÜZYIL ORTALARINDA DEVREK KAZASI MÜSLÜMAN, ERMENİ VE RUM AHALİSİNİN SOSYAL VE İKTİSADİ DURUMU NURŞEN GÖK.................................................................................................................................. 459 MEKÂNSAL/KENTSEL PLANLAMADA GEOTEKNİK/JEOFİZİK FAKTÖRLERİN ÖNEMİ: ZONGULDAK KENTİNDEN ÖRNEKLER FERHAT ÖZÇEP, İLGİN KURŞUN, VİLDAN ERBAY........................................................................ 467 ZONGULDAK’IN COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ ve YERLEŞME ÜZERİNE ETKİLERİ AYHAN AKIŞ BAŞTÜRK KAYA, MESUT ŞİMŞEK............................................................................. 481 DİL - KÜLTÜR - EDEBİYAT ............................................................................................................ 515 AHMET TALÂT ONAY (1885-1956) VE ESKİ TÜRK EDEBİYATINDA MAZMUNLAR ADLI ESERİ ÜZERİNE MUSTAFA GÜNEŞ............................................................................................................................ 517 ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ROMANINDA (1923-1938) TOPYEKÛN KALKINMA SEFERBERLİĞİNİN SAHNESİ OLARAK ZONGULDAK CANAN SEVİNÇ............................................................................................................................... 523 RÜŞTÜ ONUR’UN ŞİİRLERİNİN KELİME DÜNYASI GÜL BANU DUMAN, SERKAN FURTUN........................................................................................ 533 STİLİSTİK AÇIDAN ZONGULDAK YEREL GAZETELERİ OSMAN ARICAN............................................................................................................................. 551 BİR EDEBİYATÇININ GÖZÜYLE CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA ZONGULDAK HÜSEYİN TAŞ................................................................................................................................... 559 XII MÜKELLEFİYET KANUNU VE EDEBİYATTAKİ YANSIMALARI ŞABAN DEMİR................................................................................................................................. 567 MEHMET YILMAZ KARAİBRAHİMOĞLU FATMA KILIÇ.................................................................................................................................... 571 ZONGULDAK’TA YERLEŞİM VE DİL ÖZELLİKLERİNE BİR ÖRNEK: BAĞLIK KÖYÜ GÜLER YÜKSEL................................................................................................................................ 575 KENT KÜLTÜRÜ KİMLİĞİNDE YÖRESEL SANATLARIN ÖNEMİ: ZONGULDAK EREĞLİ ELPEK BEZİ ÖRNEĞİ N. RENGİN OYMAN........................................................................................................................ 603 ZONGULDAK’TA TEKSTİL- MODA TARİHİ MÜZESİ OLUŞTURULMASI ÜZERİNE BİR ÖNERİ YÜKSEL ŞAHİN................................................................................................................................. 615 SOSYOLOJİ....................................................................................................................................... 629 ZONGULDAK’TAN ALMANYA’YA GÖÇ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER MUSTAFA GENÇER.......................................................................................................................... 631 10 YILLIK İSTATİSTİKÎ VERİLER KAPSAMINDA ZONGULDAK’TA İŞLENEN SUÇ ÇEŞİTLERİ LEYLA ÇAKICI GERÇEK.................................................................................................................... 639 SOSYO-MEKÂNSAL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA ZONGULDAK VE YER: ÇOK KATMANLI BİR DEĞERLENDİRME ŞENAY GÜNEYMEN......................................................................................................................... 653 KENT PAZARLAMASI KAPSAMINDA KENT KİMLİĞİ VE MEKÂNSAL ANALİZ ZONGULDAK İLİ ÖRNEĞİ GİZEM TOKMAK.............................................................................................................................. 675 KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJELERİNİN SOSYO-KÜLTÜREL VE EKONOMİK ETKİLERİ NEVİN GÜNGÖR ERGAN BİRSEN ŞAHİN KÜTÜK.................................................................................................................... 699 XIII XIV ARKEOLOJİ 1 2 FİLYOS – TIOS: BATI KARADENİZ’DE ANTİK BİR KENT SÜMER ATASOY1* Zonguldak ilinin kuzeydoğusunda bir sahil beldesi olan Filyos, antik Tios kentinin üzerinde yer almaktadır. Kentin tarihi hakkında bilgilerimiz azdır. Efsaneye göre kent, M.Ö. 7. yüzyılda kurulmuştur. Tarihi boyunca değişik isimlerle (Tios, Tieion, Tianon, Tium) anılmıştır. Hiçbir zaman siyasi bir güç oluşturamayan ve Ereğli ile Amasra’nın gölgesinde kalan kent, Roma döneminde, M.Ö.70 yılında yakılıp yağma edilmiştir. Daha sonra yeniden inşa edilerek, bir ticaret ve balıkçı kenti olarak yaşamını devam ettirmiştir. Ayrıca yörede tahıl ve üzüm yetiştiriliyor, bol miktarda torik ve palamut avlanıyordu. Kent, Bizans döneminde, M.S. 5.yüzyılda önemli bir dini merkez olmuş ve bir dönem Cenova hakimiyetine girmiştir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise giderek önemini yitirmiş ve küçük bir balıkçı kasabasına dönüşmüştür. Bugün, Filyos beldesinin bulunduğu alanda eski kentten toprak üstü kalıntı olarak Roma, Bizans ve Ortaçağ dönemlerine tarihlenen kale, sahil surları, su kemeri, tonozlu galeri, tiyatro, savunma kulesi ve çeşitli mezarlar görülebilmektedir. Tios kentinin araştırılması ve kazılması, Karadeniz tarihi ve arkeolojisi için büyük önem taşımaktadır. Çünkü Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında kazılan ilk ve tek antik kentidir. Başka örnek yoktur. Toprağın hemen altında yolları, meydanı, hamamı, dini yapıları, evleri, depoları, mezarlarıyla büyük bir kent ortaya çıkarılacaktır. Böylece tarihi boyunca önemsenmeyen bu kent, gelecekte Karadeniz bölgesinin turizm açısından önemli bir merkezi olacaktır. Gezginlerin yazdığına ve çizdiğine göre, 1900’lü yıllarda Filyos nehrinin doğu yakasında, liman tesislerinin yapılacağı bölgede, Kille denilen mevkiide küçük bir yerleşme vardı ve buraya Eski Filyos deniliyordu. Bugünkü Filyos’a da Yeni Filyos adı verilmişti. Eski Filyos’ta orman işletmesinin tesisleri vardı. Ormandan kesilen keresteler, nehir yoluyla buraya getiriliyor ve buradan büyük yelkenli gemilerle deniz yoluyla ihraç ediliyordu. Eski Filyos denilen yerde bugüne kadar hiç araştırma yapılmamıştır. Tios kentinde 2006 yılından beri yaptığımız araştırma ve kazılarda kentin yerleşme sınırlarını tam tespit edemedik. Yörede yaptığımız küçük ölçekli araştırmalarda, taş döşeli Roma yolları, köprüler, su kanalları ile mezarlar bulduk. Filyos nehri vadisinde tarih boyunca üzüm yetiştirilmiş, imalethanelerde şarap yapılmış ve ihraç edilmiştir. Ayrıca, tahıl ve orman ürünleri de ticaret yolu olarak kullanılan nehir üzerinden kayıklarla /sallarla taşınmıştır. Bu nedenle Filyos deltası Gökçebey arasında, nehir kenarında, Roma ve Bizans döneminde yapılmış ticari depolar ve küçük tesisler olmalıydı. * Prof.Dr., Karabük Üniv.,Edebiyat Fak. Arkeoloji Bölümü, [email protected] 3 FİLYOS – TIOS: BATI KARADENİZ’DE ANTİK BİR KENT 2009 yılında yaptığımız araştırmada Gökçebey Üçburgu mevkii, Kayıkyanı olarak anılan bölgede Roma dönemine tarihlediğimiz bir depoya ait taş temeller, çanak çömlekler ve bir kurşun dirhem bulduk (bugün Kdz.Ereğli Müzesinde). Daha sonra bulunan kurşun dirhem ise Gökçebey özel Çanakçı Müzesi koleksiyonuna dahil edilmiştir. Filyos beldesi, Tios kentinin hamam, tapınak, taş döşeli yolları, mahzenleri, balık depoları, mozaik döşeli villa kalıntıları üzerinde durmaktadır. Filyos ve çevresi 19. ve 20.yy içinde yabancı gezginler tarafından gezilmiş, toprak üstünde görülen kalıntıların çizimleri yapılmış, fotoğrafları çekilmiş ve kitap olarak yayınlanmıştır. Bu gezginler; Anville (1768), Ainsworth (1836), Bore (1837), De Hell (1847), Boutkowski (1864), Siblian (1870), Von Diest (1886), Kalinka (1896), Mendel (1899) ve Robert (1932). Yine gezginlerin çizdiğine göre Filyos’tan Bartın’a uzanan bir antik yol ve üzerinde köprüler vardı. 1932 yılında Fransız konsolosu Louis Largarde bu yolu izleyerek Bartına gitmiştir. Bu yolun araştırması henüz yapılmamış, bilgi ve belge toplanmamıştır. Filyos çevresinde yapılacak projeler ile bölgenin kendine özgü doğal, sosyal ve ekonomik yapısına getireceği sorunları önlemek, uyumlu ve yararlı bir adaptasyonu sağlamak önem kazanıyor. İlgili kurum ve kuruluşların ilgisini bölgeye yöneltmek, mevcut sorunları saptamak ve bunlara çözüm önerileri bulmak gerekiyor. Yapılacak projeler ile bölgeye neler gelecek ve neler gidecek? Bunları saptamak ve doğru yöntemleri bulmak zorundayız. Gelişmişliğin ön koşullarından biri olan ekonomik büyüme, bölge insanının her yönden gelişmesini sağlayacak yatırımları gerektirir. Bu sorunların çözümünde veya hafifletilmesinde turizmin geliştirilmesi gerekmektedir. Turizm sektörü aracılığı ile ek gelirler çoğalır, çevre koruma bilinci yaratılır, turistler için yapılan hizmetlerden yöre halkı da yararlanır. Tarih, kültür, folklor ve doğal kaynaklar daha bilinçli değerlendirilir. Turizm, bölge insanı için hayati önem taşımaktadır. Türkiye’nin diğer yörelerinde yapılan hataların bu bölgede tekrarlanması lüksüne sahip değiliz. Buraya gelecek olanlara bozulmamış doğa, farklı bitki örtüsü, deniz kıyılarının güzelliği ve arkeolojik zenginlik sunacağız. Önceden planlanmış ve iyi düşünülmüş projelerle geçmişi ve geleceği birlikte koruyabiliriz Yerel yönetimler, kültürel mirasa saygılı turizmin önderi olmalıdır. Kültürel miras, sadece turistler için değildir. Kendi halkımız ve ulusumuz içindir. Türkiye’nin kimlik, varlık ve yaşam değerleridir. Anadolu’nun sahibi olma bilincidir. Dünya ve Avrupa ile bütünleşmektir. Filyosun çevresindeki diğer kentlerden ayırt edici özellikleri vardır. Arkeolojik zenginliği, nehiri, denizi, ormanları, topoğrafyası, temiz havası, temiz yer altı suları, havaalanı, ulaşım yolları. Bunları korumak ve kent yaşamı ile nasıl uyum sağlayacağını araştırmak gerekir. 4 Sümer ATASOY Motorlu taşıtlar insanların ve kentlerin baş belasıdır. Yeşil alanlar, yaya alanları, park ve bahçeler ise sosyal gelişmişliğin göstergesidir. Yakın çevredeki Amasra, Kastamonu, Safranbolu tarihi ve kültürel değerlerini korumaya özen gösterip turizmden gelir sağlamaya devam ediyorsa, Filyos’ta kültürel mirasına sahip çıkmalıdır. Toplum, tarihini öğrenir ve sever. Bundan sonra sevdiği şeyi korumak için örgütlenir. Tios kazıları, sadece Filyos’un tarihini değil, Türkiye’nin Karadeniz bölgesinin ve dünya tarihçiliğini yönlendirecek, değiştirecek buluntularla doludur. Kazılar ilerledikçe sürprizlerle karşılaşacağız. Tios, artık dünyanın tarihsel ve kültürel miras alanlarının başında gelmektedir. Filyos ve çevresini gerçekten korumak, toprak altındaki zenginliklerini ortaya çıkarmak istiyorsanız, bir bilgi ve belge merkezi oluşturarak, uzmanların çalışmalarını beklemek gerekir. Yerel yönetimlerin kendi politik görüşleri ve çıkarları doğrultusunda, keyfi uygulamaları olmamalıdır. Kentleşme ve planlama konularında, orada yaşayan insanların ortak bilinç oluşturması gerekir. Planlama ve projeler başarıya ulaşamazsa kentler ve çevre yaşanmaz hale gelecektir Mutsuz, huzursuz, sağlıksız bir toplum yaratılacaktır. Böyle bir toplum üretken ve verimli olamaz. Tarihi ve doğal çevreyi koruyarak, uyum içinde yenilik ve gelenekselliği birleştirerek yaşanır çevre ve kentler yapabiliriz. Doğal kaynakların tüketilmesi, çevre kirliliği, su, hava, toprak ve doğal ürünler arasındaki dengenin bozulması bir felaketin habercisidir. Gelişmiş ülkeler, geniş ekonomik olanakları ve dengeli nüfuslarıyla bu felaketi önlemeyi başarabilir. Plansız ve denetimsiz, alt yapısız gelişmeler, insanca yaşamaya olanak vermeyen ilkel yerleşmelerin kenti kuşatmasına, merkezde mevcut dokunun tahribine, tarihsel, kültürel ve doğal değerlerin yok olmasına yol açacaktır. Bu beldenin çağdaş yöneticileri ve kültürlü insanları, tarih bilincini ön planda tutarak, koruma amaçlı plan yaparak Tios kentini bakımlı bir ören yeri olarak yaşatmak zorundadır. Burada talana değil, geleceğe ve uygarlığa hizmet edecek bir örnek oluşturulmalıdır. Evler, sokaklar, meydancıklar, pazar yeri, parklar, sosyal ve kültürel mekânlarıyla yeni bir yerleşme kurulamaz mı? Tarih ve çağdaş yaşam birlikte yaşayabilir. Burada taşları, duvarları korumak yetmez. Yakın geçmişteki yaşam kültürünün de korunması için özen göstermek gerekir. 1940’lardan sonra burada kurulan Sümerbank Ateş Tuğla Fabrikasının bu beldeye getirdikleri, sosyal hayatında yaptığı değişiklikler, anılar, belgeler, fotolar, eşyalar toplanıp, kayıt altına alınamaz mı? Böylece Türkiye’nin Karadeniz kıyısındaki tek antik kenti Filyos-Tios, kuruluşundan günümüze, hem müzede hem de çevrede yaşatılan bir tarih ve turizm merkezi olabilir. 5 FİLYOS – TIOS: BATI KARADENİZ’DE ANTİK BİR KENT Filyos’ta politik düşünce ve kavgalar üstünde, ortak olarak sahip çıkılacak bir kültürel miras bilincinin oluşması gerekiyor. Kültürel mirası koruma çabası, sosyal çağdaşlaşma olgusudur. Koruma, bir yasa sorunu değildir. Bir kültürel tavırdır. Toprak yağmasına direnebilen bir kamuoyu yaratabilmektir. Filyos, kültür turizmi ile uzun süreli bir geçim kaynağı sağlayabilir. Bunun için kültürel değerlerini ve doğal alanlarını korumak zorundadır. Filyos’un sahip olduğu Tios, özel bir yer ve yok olmaması gerek. Tios’un kazılması Filyos için bir kurtuluştur. Çok özel bir fırsattır. SONUÇ OLARAK; 1-Altı kazı sezonunda kısmen ortaya çıkarılan Tios’un, tarihte yazılanların aksine büyük bir kent olduğu anlaşıldı. 2-Devam eden kazılar sonucunda son derece gösterişli, önemli ve Karadeniz kıyısında tek örnek bir ören yeri ortaya çıkarılacağı ispatlandı. 3-Değişik üniversitelerden gelen öğrenci ve uzmanlarla ortak çalışma yapılmış, arkeoloğ, sanat tarihçisi, mimar, desinator, fotoğraf sanatçısı, topoğraf, jeoloğ, antropolog, epigrafist, nümizmat gibi yerli ve yabancı uzmanlar görev almışlardır. 4-Tios kalıntıları, bölgenin anıtsal nitelikte tek kültür mirası olmasına rağmen, yıllarca çok az sayıda insanın dikkatini çekmiştir. Kazıların başlamasıyla birlikte yerli ve yabancı çok sayıda TV kanalında ve yazılı basında haberler çıkmış, Filyos beldesi Tios sayesinde gündeme gelmiştir. 5-Birçok ulusal ve uluslararası sempozyum ile konferansta, Tios kazıları anlatılarak, Filyos ve yörenin önemi belirtilmiştir. 6-Kazılar ile tanıtımı yapılan Filyos-Tios’a, gelecek yıllarda çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçi gelmesi için ortam hazırlanmıştır. Yörede eski eser tahribatı bütün hızıyla devam ediyor. Kaçak kazılar, plansız ve yasadışı yapılaşmalar, duyarsız yöneticiler ile kültür varlıkları tespit ve tescil edilemeden ortadan kayboluyor veya kaybolması isteniyor. Türkiye’de kazı yapan tüm Türk öğretim üyeleri, Kültür Bakanlığı, İl Özel İdareleri ve belediyelerden gelen maddi destekler ile çalışırlar. Çok az kazıya sponsor desteği vardır. Filyos-Tios için yaptığım çalışmalar sonucu ortaya çıkan bilgileri her yıl açıklayarak görevimi yapıyorum. Genç öğrencileri eğitiyorum. Tek dileğim, 2600 yıl önce Tios’ta yaşayan insanlardan, bugünkü çocuklara bırakılan en değerli miras’ın kaybolmamasıdır. 6 Sümer ATASOY Kültür mirasının korunması, toplum için gerekli yatırım ve gelişmelerin karşısında engel değildir. Başarılı projeler yaparak, uluslararası ölçütlere uygun çalışmalara destek vererek koruma bilincinin toplum tarafından benimsenmesi sağlanabilir. Çağdaşlık ilimdir, kültürdür, eğitimdir. Bugün toplumsal yaşam çeşitli söylemlerle yön değiştirmiş, yozlaşmıştır. Küçük belde yaşamına mahkum insanlar, monoton, umutsuz ve mutsuz bir bekleyiş içindedir. Filyos’ta yaşayanlar, terk edilen değil, kuşaktan kuşağa yaşanan bir tarih, kültür, doğa ve turizm yerleşimi olmak istiyorlarsa, arkeolojik araştırma ve kazılara destek olmalı, doğa ve kültürle barışık bir koruma imar planı yapılmasına katkı sağlamalıdır. 7 FİLYOS – TIOS: BATI KARADENİZ’DE ANTİK BİR KENT KAYNAKÇA ATASOY,S.”New Exploration of the Turkish Black Sea Coast: Filyos-Tios”, 4th International Congress on the Black Sea Antiquities,İstanbul,2009,4 ATASOY,S. “Filyos-Tios”, Ekonomi 2/2009,19-21 ATASOY,S. – Ş.Yıldırım,”Filyos-Tios 2009 Yılı Kazısı”, KST 32/4,Ankara,2011,1-16 ATASOY,S. - H.Erpehlivan,”Filyos-Tios Kenti: İlk Yerleşmeye Ait Keramik Buluntular”, İsmail Fazlıoğlu Anı Kitabı,Edirne,2012, 1-11 ATASOY,S. “Recent Discoveries at Tios and Its Territory”, Fifth International Congress On Black Sea Antiquities.Summaries of Papers (ed.G.R.Tsetskhladze),The Danubian Lands between the Black, Aegean and Adriatic Seas,Belgrade,2013, 12-13 ATASOY,S. “New exploration of the Turkish Black Sea coast: Filyos / Tios”, The Bosporus:Gateway between the Ancient West and East (1st Millennium BC – 5th Cent AD),Proceedings of the 4th Int.Cong. on B.Sea Antiquities,İstanbul 14th-18th Sept.2009,(eds.G.R.Tsetskhladze-S.Atasoy-A.Avram-Ş.Dönmez-J.Hargrave),Oxford,2013, 373-378 ATASOY,S.-YILDIRIM,Ş. “Filyos-Tios 2010 yılı Kazısı”,KST 33/2,Ankara,2012,451-462 ATASOY,S. “Batı Karadeniz Kıyısında Antik Bir Kent Kazısının Öyküsü: Filyos-Tios Kazmalı mı?”, Tarhan Armağanı. M.Taner Tarhan’a Sunulan Makaleler, (Ed.O.Tekin-M.H.SayarE.Konyar), İstanbul, 2013, 23-36 ÖZTÜRK,B. Küçükasya’nın Batı Karadeniz Kıyısında Bir Antik Kent:Tios (Tieion), İstanbul,2012 (Marmara Ünv.Eskiçağ Tarihi,basılmamış doktora tezi) YILDIRIM,Ş. “Filyos – Tios Kazı Çalışmaları-2011”,Haberler 34 / 2012, 25 YILDIRIM,Ş. “Tios Tiyatrosu”, Orhan Bingöl’e 67.Yaş Armağanı,(ed.G.Kökdemir), Ankara,2013, 727750 8 F. Gülden EKMEN ZONGULDAK’TA KÜLTÜREL VE ENDÜSTRİYEL MİRASIN KORUNMASI VE ÖZEL BİR TEŞEBBÜS ÖRNEĞİ: ÇANAKÇILAR ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ F.GÜLDEN EKMEN*1 KÜLTÜREL VE ENDÜSTRİYEL MİRAS Kültürel miras kavramı, somut olmayan kültürel miras ve obje odaklı olmak üzere iki unsurdan oluşan bir bütünü kapsamaktadır. Obje odaklı kültürel miras her türlü taşınır ya da taşınmaz kültür varlıkları olarak ele alınır. Bu kültür varlıkları toplumların geçmişe ait izlerini taşıdığı için korunur ya da korunmaya çalışılır. Ulusal kimliği şekillendiren bu kültür varlıkları kimi zaman politikanın kimi zaman ise dini kutuplaşma yaratan fikirlerin malzemesi olmuştur. Örneğin İngilizler barışçıl ve kırsal İngiltere imajının altını çizmek için kırsal malikânelerin yüceltilmesi ve korunması yoluna gitmişlerdir.2 Kültürel miras olarak neyin önemli olduğu, nelerin gelecek kuşaklara aktarılması konusunda bir seçiciliğe gidilmesi diğer kültüre ait izlerin yok edilmesi sonucunu doğurduğu için objektiflikten uzaktır. Dünyada kültürel miras bilincinin uluslararası boyut kazanmasındaki en önemli belirleyici UNESCO olmuştur. 1972 yılında imzaya açılan Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Hakkındaki Sözleşme ile (Convention Concerning the Protection of the World Cultural and Natural Heritage) kültürel mirası koruma işi imza ile güvence altına alınmıştır. Zaman içinde ise endüstriyel miras ve somut olmayan kültürel miras da UNESCO kapsamına girmiştir. Bu kapsama giren unsurları korumanın uluslararası anlaşmalar ile garanti altına alınması kültürel mirasın değerini arttırmıştır. Öyle ki toplumların geçmişe ait izleri kitaplardaki soyut anlatımlardan sıyrılarak canlı ve somut veriler haline dönüşmüştür. Söz konusu veriler sadece toplumların hafızasında yer etmekle kalmamış turizm etkisi ile ekonomik getiri de sağlamaya başlamıştır. UNESCO kapsamında bulunan endüstriyel miras da tıpkı kültürel miras gibi toplumların sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik niteliklerinin altını çizen bir kavramdır. 18. Yüzyılda Avrupa’da başlayan Sanayi Devrimi, etkisi altındaki toplumlar için ekonomik ve sosyal dönüm noktası olmuştur.3 Başlangıç itibariyle el ile olan üretimin yerini makinelere bırakması, küçük fabrikalardan üretim komplekslerine geçiş, gelişen ve hızla gelişmeye devam eden teknoloji, Sanayi Devrimi ile başlayan öncü mekânları yetersiz hale getirmiştir. Bu mekânlar ve tüm donanımları dünyada son 50 yıldır koruma altına alınmış, Türkiye ise endüstri mirasını koruma bilinci ile 1990’larda tanışmıştır. Endüstri mirası kapsamına giren sanayi yapıları ve donanımları, ilgili endüstrinin tarihsel ve teknolojik değerini oluşturur. Bu değerlere verilen önem “Endüstri Arkeolojisi” kavramını yaratmıştır. Bu kavram sadece arkeologların değil, mimar, topograf, sosyolog, ekonomist gibi araştırmacıların bir arada çalıştığı interdisipliner bir alanı kapsar. * 2 3 Yrd. Doç. Dr., Bülent Ecevit Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü, Zonguldak. [email protected] Wright Patrick, On Living in an Old Country, London, 1985. Hançerlioğlu Orhan, Ekonomi Sözlüğü, İstanbul, 1981. 9 ZONGULDAK’TA KÜLTÜREL VE ENDÜSTRİYEL MİRASIN KORUNMASI VE ÖZEL BİR TEŞEBBÜS ÖRNEĞİ: ÇANAKÇILAR ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ Endüstri mirasının korunması konusunda 1973 yılında TICCIH Uluslar arası Endüstri Mirasını Koruma Komitesi (The International Committe fort he Conservation of Industrial Heritage), 1999 yılında ise ERIH Avrupa Endüstri Mirası Güzergahı (The European Route of Industiral Heritage) kurulmuştur. Türkiye’de ise bu anlamda özel bir örgütlenme bulunmamaktadır. Yukarıda da bahsedildiği gibi endüstri yapıları UNESCO listesine girmiştir. 2011 yılı bilgilerine göre listede yer alan 936 mirastan 37’si endüstri mirasıdır ve ne yazık ki endüstri mirası listesinde Türkiye bulunmamaktadır. Endüstri mirası kaybının çok hızlı olduğu ülkemizde henüz bu konuda ayrıntılı bir envanter dahi oluşturulamamıştır.4 Oysaki ülkemiz sadece kültürel miras anlamında değil endüstriyel miras anlamında da çok zengindir. ZONGULDAK’IN ENDÜSTRİYEL VE KÜLTÜREL MİRASI VE KORUMA Zonguldak ili kıyıya paralel uzanan ve kıyıdan içeri gidildikçe yüksekliği artan üç dağ sırasından oluşur. Kentin % 67’si dağlık, % 33’ü ise kentsel ve endüstriyel kullanımdadır. Zonguldak havzası Türkiye’nin 1.1 milyar tonluk taşkömürü rezervini içinde barındırmaktadır ki taşkömürü dünyanın birinci enerji kaynağının % 28’ini oluşturmaktadır.5 Zonguldak’ta maden kömürü üretimi, 1848 yılında Hazine-i Hassa İdaresi kontrolünde başlamıştır. Üretimle birlikte kömür havzası, donanmanın gereksinimini karşılamak ve yine Hazine-i Hassa tarafından yönetilmek üzere Yahudi Galatalı sarrafların kurduğu kömür kumpamyasına kiraya verilmiştir. Daha sonra George ve John Berkeley isimli mühendis kardeşlerin Zonguldak’a gelmesi ile Kozlu ve Üzülmez’de ilk kuyular açılmıştır. Kırım Savaşı ile müttefiklerin gereksinimini karşılamak üzere kömür havzası bu kez de İngiltere’ye bırakılmış ve bu dönemde (1854-1855) demiryolu hatları döşenmiş, ilk ocaklar açılmıştır. 1865 yılında padişahın emri ile kömür havzası Ereğli kaymakamı ve maden nazırı Dilaver Paşa’ya verilmiştir. (Üzülmez’e halen Dilaver denilmesi bu sebeptendir) Bunun üzerine 100 maddelik bir nizamname hazırlanmış ve Teskere-i Samiye ile havzanın sınırları belirlenmiş, kumpanya dönemi başlamıştır. 1883’ten sonra Ermeni Karamanya Kumpanyası, Gürcü Kumpanyası, Saracazadeler Maden Kömür Şirketi ve Fransız Ereğli Şirketi Osmaniyesi kurulmuştur. Meşrutiyet Dönemi’nde ise (1908-1914) havza Ticaret ve Ziraat Nezaretine devredilmiş, Çaydamar ve Karıncadere ocakları satın alınmış, Kozlu madeni İtalyan ve Yunan sermayesi ile işletilmiştir. I. Dünya Savaşı döneminde (1914-1920) Savaş Kömür Merkezi kurulmuş ve idaresi Alman bir albaya verilmiştir. Savaşın sonunda ise havzanın idaresi İtilaf Kuvvetleri kömür komisyonuna verilmiştir. 1926-27 yıllarında devlet direkt olarak işletmeci pozisyonu almış, Üzülmez, Kilimli ve Kozlu Maden İşleri Anonim Şirketleri kurulmuştur. 1937 yılında Etibank tarafından kurulan müesseseye devredilen havza, 1957 yılında Etibank’tan ayrılıp tüzel kişiliğe sahip TKİ bünyesinde toplanmıştır. Son olarak 1982 yılında Ereğli, Kozlu, Karadon, Armutçuk, Üzülmez ve Amasra İşletmeleri Türkiye Taşkömürü Genel Müdürlüğü kontrolüne geçmiştir. 1865 yılından günümüze kadar 400 milyon ton taş kömürü üretimi yapılmıştır.6 4 Köksal, T. Gül, İstanbul’daki Endüstri Mirası için Koruma ve Yeniden Kullanım Önerileri, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2005. Ersoy, Melih vd., Sanayisizleşme Sürecinin Kentsel Yaşama Etkileri, Zonguldak Örneği, Ankara, 2001. Ersoy a.g.e. 5 6 10 F. Gülden EKMEN Bölgede kömür rezervinin ortaya çıkışı ile Osmanlı Devrinden itibaren kömür kaynaklı sanayi tesisleri de gelişmiştir. 1930-1945 yılları arasında kömür dışında iş sahaları oluşmuştur. Bunlar; Elektrik ihtiyacına yönelik kurulan santraller, Cüruf Çimentosu Sanayi (Ereğli), Şamot Sanayi, hammaddesi kömür olan Sentetik Benzin Sanayi’dir. 1946 yılında kurulan Cumhuriyet Döneminde inşa edilmiş Çatalağzı Termik Santrali bölgenin önemli iş sahalarından biridir (Figür 1). Şamot yani ateşe dayanıklı malzeme üreten Filyos Ateş Tuğla Fabrikası (Figür 2) ise Karabük Demir Çelik İşletmesine alümine ve silikat sağlamak amacı ile 1949’da kurulmuştur. Bu sektörlerin tümüne bakıldığında il bazında sanayi % 70 maden çıkarmaya dayalıdır. Geri kalan %30 luk dilim ise madene bağlı gelişen sanayidir.7 Görüldüğü gibi Zonguldak ili temelde kömür madenciliğine bağlı tek merkezli bir yerel ekonomi örneğini temsil etmektedir. 1848 yılından günümüze, 150 yılı aşkın süredir madencilik faaliyetlerinin aralıksız devam ettiği kentte endüstriyel mirasın korunmasına yönelik girişimler yok denecek kadar azdır. Endüstri mirası tıpkı kültürel miras gibi özgün kimliği korunarak gelecek kuşaklara aktarılabilir. Bununla ilgili örnek olabilecek nitelikte projeler Avrupa’da hayata geçirilmiştir. 20 yüzyılın son çeyreğinde Almanya, İngiltere ve Fransa’da işlevini yitirmiş birçok endüstri yapısı, yeniden kullanımla yeni bir işlev kazanmıştır.8 Örneğin Almanya’nın batısında bulunan Ruhr Bölgesi 1970’li yıllara kadar ağır sanayi merkezi iken, 70’lerden sonra alanın tamamı korunarak dönüştürülmüş ve büyük bir endüstri mirası alanı oluşturulmuştur. Burası bugün 17 kenti içinde barındıran, maden ocakları ve demir yolu bağlantıları ile açık hava endüstri müzesi halindedir (Figür 3).9 Ülkemizde ise bu anlamda örnek olabilecek girişimler yeni yeni hayata geçmektedir. Örneğin İstanbul Eyüp semtinde bulunan Silahtarağa Elektrik Fabrikası İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından Santralistanbul adı ile Enerji Müzesi haline dönüştürülmüştür. Bu müzede ayrıca, lansman toplantıları, festivaller ve konferanslar da düzenlenmektedir. Bundan başka Hasköy Tersanesi ve Lengerhane binası Koç Holding tarafından müze haline getirilmiştir. Endüstri mirası olarak Türkiye’nin vitrinini oluşturacak nitelikte olan Zonguldak ilinde bu miras farklı yöntemler ile korunabilir. Bu koruma yöntemi üç farklı şekilde uygulanabilir. Bunlardan birincisi, yapıya herhangi bir müdahale yapmadan veya en az müdahale ile yeni bir işlev kazandırmaktır. Bu yöntemde dikkat edilmesi gereken bazı unsurlar vardır. Bunlar, seçilen yeni işlevin binanın yapısına uygun olması, yapılacak değişiklerin basit ve geri dönülebilir özellikte olması, mekânsal ve yapısal niteliklerin doğru değerlendirilmesi, yapının teknik donatısının yerinde sunulması ve ülkemizde en sık tekrarlanan bir hata olarak yapının boş bir kutu gibi sadece dış cephesinin restore edilip içinin işlevsizleştirilmesinin önüne geçmektir.10 İkinci olan, yapıya müze niteliği kazandırılarak korumadır. Fakat bu yeni nitelik yapıyı Teknik Müze değil “Endüstri Müzesi” haline dönüştürmelidir. Çünkü Endüstri müzeleri teknik müzeler gibi üretim teknikleri ve fabrika bilgileri içerdiği gibi bunun yanında, Genç, Hamdi, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Zonguldak’ta Nüfus, Ticaret ve Sanayi (1920-1932)”, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 6/12, S. 137-152, 2001. 8 Trınder, Barrie, Föhl Axel vd., Blackwell Encyclopedia of Industrial Archaeology, Oxford, 1992; Cossons, Neil, The Bp Book of Industrial Archaeology, London, 1993. 9 Jesberg, Paulgerd, “Bauen für Kultur, Arbeiten und Wohnen” Deutsche Bauzeitschrift 7, S. 107-115, 1999. 10 Föhl, Axel, Bauten der Industrie und Technik, Bonn, 1995. 7 11 ZONGULDAK’TA KÜLTÜREL VE ENDÜSTRİYEL MİRASIN KORUNMASI VE ÖZEL BİR TEŞEBBÜS ÖRNEĞİ: ÇANAKÇILAR ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ dönemin sosyal, ekonomik ve teknik gelişimini, işçilerin günlük yaşamlarını, çalışma koşullarını, yapıyı ve endüstriyi ses, gürültü veya koku gibi özgün ortamı ile birlikte sunar.11 Zonguldak ilinde de üniversitemiz tarafından işlevsiz bir yapı seçilerek, yeniden işlevlendirilip bir kömür müzesi oluşturulabilir. Bu müze, konferans, kokteyl, toplantı ve tanıtımlar için kullanılabilir. Canlı anlatımlar yapılarak, işçilerin çalışma yöntemleri ve koşulları yaşayan müze şeklinde öğretilebilir. Kömürün çıkarıldıktan sonraki kullanım aşamaları, kömür ile birlikte tesadüfi şekilde çıkan diğer yarı kıymetli ve doğal taşlar tanıtılabilir. Bunun yanında Sosyal Sorumluluk Projeleri kapsamında bu müzede ilköğretim öğrencilerine eğitim verilebilir. Ayrıca kömür çıkarma teknolojisine ilişkin makine teçhizatın küçük modelleri satılabilir veya üniversitemiz konuklarına hediye edilebilir. Bundan başka kent merkezinde bulunan lavuar alanı tırmanma kulesi haline dönüştürülerek yeni işlevi ile korunabilir. Bu yeni işlev özellikle gençlerin ilgisini çeken bir aktivite olduğu için, tırmanma yapan gençlere veya izleyicilere sesli olarak lavuar alanının asıl işlevi anlatılıp halkın en önemlisi de gençlerin ve çocukların bilinçlenmesi sağlanabilir. Endüstriyel mirastan sonra Zonguldak ilinin kültürel mirasına bakacak olursak kentte, Kalkolitik Dönem’de (M.Ö. 5000) iskânın başladığı görülür. Devrek ilçesinde Buldan, Boncuklar ve Ereğli ilçesinde İnönü’nde yapılan yüzey araştırmaları Zonguldak ilinin Kalkolitik Çağ’da Balkan Vinca kültürünün ve Marmara Bölgesi Kalkolitik kültürlerinin etkisi altında olduğunu açıkça göstermektedir. 12 Kalkolitik Dönemi takip eden Erken Tunç Çağı’na ait izler Zonguldak’ta Ereğli ilçesi Ovaköy yakınlarındaki Yassıkaya’da tespit edilmiştir. Turan Efe tarafından yapılan kazılar neticesinde Yassıkaya’da Anadolu, Trakya ve Balkan kültürünü yansıtan bulgulara ulaşılmıştır (Figür 4).13 Bundan başka Devrek Türbe Tepe, Kemerler, Buldan, Boncuklar, Akbıyık, Kargılık ve Ereğli- İnönü’nde yapılan yüzey araştırmalarında Erken Tunç Çağı’na ait bulguların ele geçtiği G. Karauğuz tarafından bildirilmiştir.14 Kentte, Hellenistik ve Roma Devirlerine ait olan ve herkes tarafından bilinen Tios ve Herakleia Pontike antik kentleri olmak üzere iki önemli arkeolojik sit vardır. Tios, Çaycuma ilçesi Filyos beldesinde bulunmaktadır. Kent, M.Ö. 7. yüzyılda Tios isimli bir rahibin önderliğinde kurulmuştur. M.Ö. 70 yılında Romalılar tarafından tahrip edilip Roma eyaletlerine bağlı ticaret ve balıkçı kenti olarak yeniden inşa edilmiştir. 2006 yılından bu yana Sümer Atasoy başkanlığında kazılar devam etmektedir. Kentte, Doğu tepesinde mezarlar tespit edilmiştir. Bunun yanında, Akropol, Antik Liman ve iki Mendirek, Tiyatro, Sahil suru, Yollar, Hamam, Su Kemeri ve Savunma Kulesi vardır. Deniz ticareti yapan Roma devri sakinleri Filyos nehri sayesinde ürünleri iç bölgelere kadar ulaştırabiliyorlardı. Zamanla önemini yitiren bu Roma kenti Bizans Çağı’nda önemli bir dini merkez haline gelmiştir.15 11 Föhl a.g.e. 12 Karauğuz Güngör, Özcan Ali, Eskiçağ’da Zonguldak Bölgesi ve Çevresi, Konya, 2010. 13 Efe, Turan, Mercan Ahmet, “Yassıkaya: Karadeniz Ereğli (Heracleia Pontica) Yakınlarında Tunç Çağı Yerleşmeleri”, 23. Kazı Sonuçları Toplantısı 1. Cilt, S. 361-374, 2002.; Efe Turan, “Yassıkaya, an Early Bronze Age Site near Heraclea Pontica (Kdz Ereğli) on the Black Sea Coast,” Zwischen Karpaten und Agais. Neolithikum und Altere Bronzezeit, Gedenktschrift für Nemejcova-Pavukova, Ed. Hansel B. vd. S.27-37, 2004. 14 Karauğuz, Özcan a.g.e. 15 Sönmez İhsan F., Öztürk Bülent, “Batı Karadeniz’de Bir Antik Kent Kazısı (Tios-Filyos)” Arkeoloji Sanat 127, S. 133146, 2008. 12 F. Gülden EKMEN Herakleia Pontike M.Ö. 550 yılında İon kolonisi olarak kurulan, doğal korunaklı bir liman kentidir. Kentte, amfitiyatro, sur duvarları, Herakles sarayı, fener kulesi, su kanalları kalıntıları yanında Krispos mezar anıtı da bulunmaktadır. Antik kentler yanında, Zonguldak’ın turizm varlıkları içinde önemli bir yere sahip olan doğal mağaralardan üçü kentin kültürel mirası içinde yer alır. Ereğli ilçesinde yer alan üç mağaranın birincisi Kilise Mağarası’dır. Bu mağara Roma ve Bizans Döneminde ibadet amaçlı kullanılmıştır. Tabanında geometrik ve figüratif mozaik bezeme bulunmaktadır. İkinci mağara, kente de ismini vermiş olan Herakles Mağarası’dır. Üçüncü mağara 3 ayrı mağaradan oluşan Cehennemağzı mağaralarıdır. İnsan eliyle yapılmış bu mağaralar, Roma ve Bizans Dönemi’nde ibadet amaçlı kullanılmıştır. Bunlardan biri olan Ayazma Mağarası ise daha önce su sarnıcı olarak kullanılmıştır. Bunlardan başka kentin tanıtımına önemli bir katkı sağlayacağını düşündüğümüz bulgular, Çaycuma ilçesi Kadıoğlu Köyü’nden gelmektedir. 2008 yılından bu yana Ereğli Müzesi tarafından kazı yapılan Kadıoğlu Köyü’nde, M.S. 3. yüzyıla ait iki villanın taban mozaikleri açığa çıkarılmıştır (Figür 5). Kentin Hellenistik ve Roma Dönemlerine ait diğer bulgular ise, G. Karuğuz tarafından Devrek ve Çaycuma ilçesi yakınlarında birçok merkezde tespit edilmiştir.16 Yukarıda özetle sunduğumuz yerleşimlerin tümünün tarihi miras olarak korunması çeşitli sebeplerden ötürü elbette mümkün olmayabilir. Ancak kültürel mirası imkânların el verdiği ölçüde topluma ve gelecek kuşaklara aktarabilmek için, koruma, kullanma, bilgilendirme ve etkili sunum konusunda çalışmalar yapılmalıdır.17 Bizim en büyük sorunumuz, kentlerin büyümesi, hızlı, çarpık ve plansız yapılaşma sebebi ile toprak altındaki taşınır ya da taşınmaz kültür varlıklarının gün ışığına çıkmadan, kültür envanterine girmeden yok olmasıdır. Kültürel ya da endüstriyel mirası koruma politikalarının başında bu soruna bir çözüm getirmek zaruridir. Bunun için öncelikle kamu otoritelerinin ve yerel yönetimlerin alması gereken acil önlemler vardır. Kentlerin asıl sahipleri olanlar yani o kentte yaşayanlar tarafından seçilen yetkililerin, belediye yasasında da yer alan ancak maalesef değerlendirilmeyen ya da başka amaçlar için kullanılan arkeolog kadrolarının ve arkeolog istihdamının önemini kavramaları gerekmektedir. Geleneksel dokunun korunması ve kültüre tanıklık eden yapıların restore edilip çeşitli işlevlerle halkın kullanımına açmak için girişimlerde bulunmalıdır. Halkı kültürel ve endüstriyel miras ile ilgili bilgilendirmeli ve korumaya özendirme çabası içinde olmalıdır. Turizm amaçlı girişilen koruma ve onarma çalışmalarının ilgili uzmanlar tarafından yapılmasını sağlamalıdır. Son yıllarda ülkemizde bir çok taşınmaz kültür varlığının restorasyon çalışması ile yok edildiğini ve geri dönüşü mümkün olmayan bir hale geldiğini görmek, kültürel mirasın korunması adına en önemli problemlerden biri haline gelmiştir. En yakın örneğini Filyos’ta Tios antik kentinin surlarında görmek mümkündür. Tarihi yapılar, müteahhitlerin eline bırakılacak kadar önemsiz yapılar değillerdir. Maliyeti, zamanı hesaba katılmadan ilgili uzmanlar eşliğinde ve aslına uygun olarak çalışmaların tamamlanması asıl amaç olmalıdır. Bu konuya örnek teşkil eden ikinci yapı Kozlu Kilisesi’dir (Figür 6). Restore edilmek adına 16 17 Karauğuz, Özcan a.g.e. Schofield John, “Heritage Management Theory and Practice” Heritage Reader, Ed. Fairclough, G., S. 15-30, London, 2008. 13 ZONGULDAK’TA KÜLTÜREL VE ENDÜSTRİYEL MİRASIN KORUNMASI VE ÖZEL BİR TEŞEBBÜS ÖRNEĞİ: ÇANAKÇILAR ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ başlanan proje ile kilise bugün tamamen yıkık haldedir. Bu gidişe dur denilmezse, Kozlu’da yer alan Fransız evlerini de aynı son beklemektedir. Söz konusu evlerin bir an önce restore edilip, koruma politikalarının belirlenmesi gerekir. Zonguldak ilinde kültürel çevrenin tanımlanması, plan proje ve uygulamalarda insanın ve toplumsal yaşamın göz ardı edilmemesine özen göstermelidir. Son yıllarda ülkemizin büyük illerinde yapılan birçok il yöneticileri tarafından tercih edilen bir etkinlik olan tanıtım günleri, Zonguldak için de yapılmalı, eğer yapılıyorsa sadece şehrin geleneksel mutfağı ve el sanatları değil kültürel ve endüstriyel mirası da tanıtım kapsamına alınmalıdır. Dikkate alınması gereken diğer acil önlem ise bilinçlenme ve bilinçlendirmedir. Bununla ilgili olarak asıl görev Milli Eğitim Bakanlığı’na düşmektedir. İlköğretim ve lise müfredatı içinde öğrencilere, kültürel miras belleğinin oluşması ve korumaya yönelik bilincin gelişmesini sağlayacak dersler verilmelidir. Çünkü kültürel ya da endüstriyel mirasın tanımı veya neden korunması gerektiği dünyada her insan tarafından farklı algılanmaktadır. Bizim ülkemizde ise kaçak kazıların ve eski eser ticaretinin sayısına bakıldığında temel sorunun bilinç eksikliği olduğu gözlemlenmektedir. Ülkemizdeki insanlara arkeoloji ya da kültür mirası dediğinizde neredeyse çoğunun düşünce balonu içinde altın dolu bir küp görebilirsiniz. Bunun temel sebebi yukarıda da ifade edildiği gibi bilinç eksikliğidir. Bununla ilgili olarak açıklığa kavuşması gereken en büyük konu kültür mirasının herhangi bir siyasi ideolojiye değil o milletin insanlık tarihine ait olduğunun benimsenmesidir. Kültür mirası kimin mirasıdır? Evrensel midir yoksa Milliyetçi mi? Evrensel olduğunu savunan bakış açısı, kültür varlıklarının serbest dolaşımını, alınıp satılmasını uygun bulur. Bulunduğu ülkede iyi korunamadığı zaman daha iyi korunacağı başka bir ülkeye taşınmasını öngörür. Bu fikri savunanlar, şüphesiz, ekonomisi güçlü, kültürü fakir, kendine kültür ithal eden, müzelerini başka ülkelerden çıkmış eserler ile dolduranlardır. Oysa kültürel miras bulunduğu ülkenin ve o milletin kendi kültürünün bir parçasıdır. Bulunduğu ülkenin tüm vatandaşlarının ortak mirasıdır. Bu sebepledir ki izinsiz olarak kazı yapmak, kültür varlığı çıkarmak, onları satmak ya da saklamak yasaktır ve yasak olmalıdır. Kaldı ki kültürü ticaret olarak algılamayan, eski esere ilgi duyan, kazı yapmak isteyen vatandaşlara ülkemizde yetkili kurumlar tarafından izin verilmektedir. Zonguldak ili Gökçebey ilçesinde eski esere ve kültürel mirasa verdiği önemle dikkati çeken bir şirket ve bu şirket dahilinde kurulan özel müze takdire ve tanıtmaya değerdir. ÇANAKÇILAR ARKEOLOJİ VE ETNOĞRAFYA ÖZEL MÜZESİ Çanakçılar Şirketler Grubu tarafından kurulan müzeden bahsetmeden önce şirket hakkında bilgi vermek daha doğru olacaktır. Zonguldak’ın Gökçebey ilçesi Gaziler Köyü’nde dünyaya gelen Mithat ve Mehmet Çanakçı kardeşler, 1963 yılında babaları Tahir Çanakçı’nın önderliğinde mozaik tuvalet taşı ve lavabo üretimine başladılar. 1980 yılında Gökçebey’de ilk fabrikasyon üretime geçen kardeşler, 2000 yılında ISO 9001 Kalite Güvence Sistemi Belgesi, Alman LGA Normlarına Uygunluk ve İsrail Standartlarına Uygunluk Belgesi alarak 23 ülkeye ulaşan ihracat potansiyeline ulaştılar. Seramik, Vitrifiye, Mobilya ve Armatür fabrikaları ile ülkemizin lider kuruluşlarından birisi olan Çanakçılar Şirketler Grubu, ticaret ve yatırım 14 F. Gülden EKMEN dışında, eğitime, doğaya, hayvanlara ve kültür değerlerine verdiği önem ile dikkati çekmektedir. Bülent Ecevit Üniversitesi bünyesinde Gökçebey ilçesinde bulunan Mithat-Mehmet Çanakçı Meslek Yüksekokulu, Çanakçılar Şirketler Grubu tarafından yaptırılmış ve 2006-2007 yılında açılmıştır. Şirketin doğaya ve hayvanlara verdiği ilginin en güzel göstergesi olan hayvanat bahçesi ve botanik alanı da, Çanakçılar Tesislerinde 30 dönümlük bir araziye kurulmuştur. Bünyesinde 75 farklı türden 850 hayvan barındıran bu alan, onlarca çeşit bitki ve çiçekle ziyaretçisine doğayı ve hayvanı sevdirmekte ve doğayı koruma bilinci aşılamaktadır. Şirket sermayesi ve büyüklük dikkate alındığında Çanakçılar ailesinin, mütevazılık, misafirperverlik, güleryüz ve samimiyetinin övgüye değer olduğu görülür. Çanakçılar Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi ve Onursal Başkanı Mithat Çanakçı’nın tarihe olan ilgisi ile filizlenen Çanakçılar Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden gerekli izinler alınarak 25 Ekim 2005 tarihinde kurulmuştur. Sadece Zonguldak’tan değil neredeyse Türkiye’nin tüm bölgelerinden gelen eserler ile zenginleşen müze, yaklaşık olarak 600 metrekarelik bir alanda iki katlı bir binada hizmet vermektedir. Şirketin topluma, tarihe ve kültürel miras bilincine kazandırdığı bu önemli olgu, takdire değer ve örnek alınması gereken bir girişimdir. Müzede, Erken Tunç Çağı’ndan (M.Ö. 3000) başlayıp günümüze kadar gelen arkeolojik ve etnoğrafik olmak üzere 785 eser yer almakta ve kamu müzelerinden farklı olarak tüm eserler sergilenmektedir (Figür 7-8). Altın, tunç, bakır, demir, seramik, cam, ahşap, taş, dokuma gibi çok çeşitli materyalden üretilmiş olan eserler dönemlerine göre tasnif edilmiş ve bilgilendirici yazılar ile teşhir edilmektedir (Figür 9-10). Müzenin ziyarete açık ve girişlerin ücretsiz olması da kültürel miras bilincinin aşılanması yönünde atılmış yardımsever nitelikli bir adımdır. Söz konusu bu müze Zonguldak Bölgesi’nde Karadeniz Ereğli Arkeoloji Müzesi’nden başka ziyaret edilebilecek ikinci müzedir. Müzenin tanıtılması ve müzelerin asıl niteliği olan öğretici ve eğitici niteliğini yaşatabilmesi için bu müzeye başta üniversitemiz olmak üzere lise ve ilköğretim okulu öğrencilerinin götürülmesi ve bilgilerinin artması sağlanmalıdır. Bu tip faaliyetlerin sıklığı, şehrimizde özellikle geleceğin sahipleri olan yeni neslin bilinçlenmesini ve sosyal çevresine de bunu aktarmasını sağlayacaktır. 15 ZONGULDAK’TA KÜLTÜREL VE ENDÜSTRİYEL MİRASIN KORUNMASI VE ÖZEL BİR TEŞEBBÜS ÖRNEĞİ: ÇANAKÇILAR ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ KAYNAKÇA COSSONS, Neil, The Bp Book of Industrial Archaeology, London, 1993. EFE, Turan, MERCAN, Ahmet, “Yassıkaya: Karadeniz Ereğli (Heracleia Pontica) Yakınlarında Tunç Çağı Yerleşmeleri”, 23. Kazı Sonuçları Toplantısı 1. Cilt, S. 361-374, 2002. EFE, Turan, “Yassıkaya, an Early Bronze Age Site near Heraclea Pontica (Kdz Ereğli) on the Black Sea Coast,” Zwischen Karpaten und Agais. Neolithikum und Altere Bronzezeit, Gedenktschrift für Nemejcova-Pavukova, Ed. Hansel B. vd. S.27-37, 2004. ERSOY, Melih vd., Sanayisizleşme Sürecinin Kentsel Yaşama Etkileri, Zonguldak Örneği, Ankara, 2001. FÖHL, Axel, Bauten der Industrie und Technik, Bonn, 1995. GENÇ, Hamdi, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Zonguldak’ta Nüfus, Ticaret ve Sanayi (1920-1932)”, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 6/12, S. 137-152, 2001. HANÇERLİOĞLU, Orhan, Ekonomi Sözlüğü, İstanbul, 1981. JESBERG, Paulgerd, “Bauen für Kultur, Arbeiten und Wohnen” Deutsche Bauzeitschrift 7, S. 107115, 1999. KARAUĞUZ, Güngör, ÖZCAN Ali, Eskiçağ’da Zonguldak Bölgesi ve Çevresi, Konya, 2010. KÖKSAL, T. Gül, İstanbul’daki Endüstri Mirası için Koruma ve Yeniden Kullanım Önerileri, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2005. SCHOFIELD, John, “Heritage Management Theory and Practice” Heritage Reader, Ed. Fairclough, G., S. 15-30, London, 2008. SÖNMEZ İhsan F., ÖZTÜRK Bülent, “Batı Karadeniz’de Bir Antik Kent Kazısı (Tios-Filyos)” Arkeoloji Sanat 127, S. 133-146, 2008. TRINDER, Barrie, FÖHL Axel vd., Blackwell Encyclopedia of Industrial Archaeology, Oxford, 1992. WRIGHT, Patrick, On Living in an Old Country, London, 1985. 16 F. Gülden EKMEN EKLER Figür 1: Çatalağzı Termik Santrali (www.azonguldak.com/binalar.htm 15.05.2014) Figür 2: Filyos Ateş Tuğla Fabrikası Figür 3: Ruhr Müzesi (www.rurhmuseum.de 15.05.2014) 17 ZONGULDAK’TA KÜLTÜREL VE ENDÜSTRİYEL MİRASIN KORUNMASI VE ÖZEL BİR TEŞEBBÜS ÖRNEĞİ: ÇANAKÇILAR ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ Figür 4: Yassıkaya’da Bulunan Seramiklerden Örnekler (Efe, Turan, “Yassıkaya, an Early Bronze Age Site near Heraclea Pontica (Kdz Ereğli) on the Black Sea Coast,” Zwischen Karpaten und Agais. Neolithikum und Altere Bronzezeit, Gedenktschrift für Nemejcova-Pavukova, Ed. Hansel B. vd. S.27-37, 2004) Figür 5: Kadıoğlu Köyü’nde Bulunan Mozaik Örnekleri (Zonguldak İl Kültür Turizm Müdürlüğü Arşivi) Figür 6: Kozlu Kilisesi 18 F. Gülden EKMEN Figür 7: Çanakçılar Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi-Mithat Çanakçı Figür 8: Çanakçılar Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi Figür 9: Mithat Çanakçı Müze Hakkında Bilgi Verirken 19 ZONGULDAK’TA KÜLTÜREL VE ENDÜSTRİYEL MİRASIN KORUNMASI VE ÖZEL BİR TEŞEBBÜS ÖRNEĞİ: ÇANAKÇILAR ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ Figür 10: Çanakçılar Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi’nde Sergilenen Eserlerden Bir Grup 20 GÜNGÖR KARAUĞUZ 2004-2008 YILI ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI IŞIĞINDA ZONGULDAK BÖLGESİ’NİN ESKİÇAĞ TARİHİ KRONOLOJİSİ ÜZERİNE KISA BİR NOT GÜNGÖR KARAUĞUZ* GİRİŞ 1991 yılından önce Zonguldak il sınırı denilince, bugün il olan Bartın ve Karabük’ün de dâhil olduğu siyasi coğrafya anlaşılıyordu. Dolayısıyla bu iki il sınırı da, bölgenin arkeolojik ve kültürel dokusu içine dâhil edilmelidir. Aslında Zonguldak Bölgesi olarak, Osmanlı dönemindeki Kastamonu Vilayeti’nin sınırlarının algılanması kanaatimce daha doğru olacaktır. Bu da doğuda Sinop’tan batıda Düzce’ye; kuzeyde Bartın’dan güneyde Bolu’ya kadar uzanmış olan alan demektir şüphesiz. Ama hem sahanın çok geniş, hem bugün Zonguldak’ın il sınırının küçülmesi ve hem de bize ayrılan sayfaların bu konuyu etraflıca irdelememize imkân vermemesinden daha ayrıntılı yazmamız imkânsızlaşmaktadır. Bu yüzden burada yapılacak olan da Zonguldak il sınırları içindeki Kdz. Ereğli, Devrek, Çaycuma ve Gökçebey/Tefen’in eskiçağ tarihi ve arkeolojik dokusu üzerinde kısaca durularak, bölgede 2004-20081 yılları arasında keşfettiğimiz arkeolojik malzemeler ışığında, bölgenin geçirdiği tarihsel kronoloji ortaya serilecektir. Bu konuda kapsamlı iki eser daha önceden tarafımızdan yayımlanmış olduğundan2 okuyucuları daha detaylı bilgi için bu iki eserimize havale etmek isterim. ZONGULDAK BÖLGESİ KRONOLOJİSİ A-Prehistorik Çağlar Zonguldak il sınırları içinde Paleolitik, Mezolitik ve Neolitik dönemi yansıtan herhangi bir arkeolojik buluntuya rastlanmamıştır. Bilindiği üzere G.Ö. 2 milyon-10.000 aralığına yerleştirilen Paleolitik, ‘besin toplayıcılığı dönemi’ olarak isimlendirilmekte ve Grekçe palaios/eski, lithos/taş kelimelerinin bileşkesi ile ‘eski taş ya da yontma taş çağı’ olarak da ilk ve orta öğretim ders kitaplarımızda yer bulmaktadır. * Prof. Dr.; Necmettin Erbakan Üniversitesi, Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Eğitimi Ana Bilim Dalı, [email protected]. Bu metin, 17-21 Eylül 2013 tarihlerinde Belgrat’ta toplanan ‘Fıfth Internatıonal Congress on Black Sea Antıquıtıes’ başlıklı toplantıda bir kısmı okunmuştur. G. Karauğuz, “2004 Yılı Devrek (Zonguldak) Yüzey Araştırması”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XXIII, Antalya, 2005, 69-82; G. Karauğuz, “2005 Yılı Devrek, Gökçebey (Tefen) Yüzey Araştırması”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XXIV, 2006, Çanakkale, 327-340; G. Karauğuz, “Zonguldak İli ve İlçeleri Yüzey Araştırması 2006”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XXV, 2007, Kocaeli, 43-54; G. Karauğuz, “Karadeniz Ereğlisi ve Amasra Arkeoloji Müzelerinde Bulunan Bazı Eserler Hakkında”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XXV, 2007, Kocaeli, 55-64; G. Karauğuz, “On Open Air Cult Areas in Devrek and Environment”, Anodos, Studies of the Ancient World 6-7/2006-2007,Trnava, 227-232; G. Karauğuz, “Çaycuma, Gökçebey (Tefen), Devrek İlçeleri Yüzey Araştırması 2007” , Araştırma Sonuçları Toplantısı XXVI/1, 105116; Karauğuz, “Zonguldak Bölgesi 2008 Yılı Yüzey Araştırması”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XXVII, 175-186; G. Karauğuz, -B. S. Düring, “A Note on Prehistory of the Devrek Region, Northern Turkey”, Anatolica, XXXV, 153-165; Karauğuz, G.-O. Doğanay-H. İ. Kunt, “Devrek ve Çevresinden Roma Dönemi’ne Ait Birkaç Mezar Hakkında Düşünceler”, Arkeoloji ve Sanat CXXX, 2009, 89-102. 2 G. Karauğuz, G.-A. Akış-H.İ. Kunt, Zonguldak Bölgesi Arkeoloji, Eskiçağ Tarihi ve Coğrafya Araştırmaları, Arkeolojik Yerleşmeler, Kalıntılar, Buluntular ile Kdz. Ereğli ve Amasra Arkeoloji Müzesi’nden Bazı Eserler, Konya, 2010; G. Karauğuz-A. Özcan, Eskiçağda Zonguldak Bölgesi ve Çevresi. En Eski Devirlerden İ.S. 395’e Kadar, Konya, 2010. 21 2004-2008 YILI ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI IŞIĞINDA ZONGULDAK BÖLGESİ’NİN ESKİÇAĞ TARİHİ KRONOLOJİSİ ÜZERİNE KISA BİR NOT Sonlarına doğru tarımın yapılmaya başlandığı ve İ.Ö. 10.000-8.000 zaman aralığına konan Mezolitik/ Epipaleolitik ise ‘mesos/orta + lithos/taş’ sözcüklerinin kaynaştırılmasıyla türetilmiştir. İ.Ö. 8.000-5500 dönemine yerleştirilip ‘ilk köy toplumları’ ya da ‘ilk üretimcilik dönemi’ şeklinde adlandırılıp ‘neos/yeni/cilalı + lithos/taş kelimelerinden türetilen Neolitik Çağ’da, doğal barınaklar yerine konutlar inşa edilmiş, yerleşik köy yaşamına geçilmiş ve avcı-toplayıcı ekonomiden tarım ve hayvancılık ağırlıklı besin ekonomisine ağırlık verilmiştir. Tüm Karadeniz Bölgesi göz önüne alındığında Paleolitik ve Neolitik dönemlerin sadece Kastamonu’da (Paleolitik: Höyüktepe, Katrakderesi, Çığarlıktepe, Sokukayası/Taşköprü3. Neolitik: Alçak, Pazardoruğu4) varlığı bilinmektedir. a-Kalkolitik Çağ Zonguldak il sınırı içinde en eski iskânın Erken Kalkolitik Çağ ile birlikte Devrek ilçe sınırları dâhilindeki Boncuklar5 ve Buldan6 yamaç yerleşmeleri ile temsil edildiği ilk defa tarafımızdan keşfedilmiştir. Bu noktada bölge için önemli bir keşfimiz de, Kalkolitik Çağ’daki iskânların Orta Kalkolitik ile birlikte hem Buldan hem de Kdz. Ereğli sınırları içindeki İnönü mağara yerleşmesi7 yanında Geç Kalkolitik Çağ’da, Boncuklar yerleşmesi ile kesintisiz olarak Kalkolitik Çağ boyunca bölgenin yerleşime sahne olduğu tespitimizdir8. ‘Gelişkin köy’ ya da ‘ileri üretici topluluklar’ dönemi olarak adlandırılmış Kalkolitik (khalkos + lithos) Çağ’da (İ.Ö. 5500-3000), maden de kullanılmaya başlanır. Dolayısıyla önce bakır sonra bakır ve arsenik alaşımından çeşitli aletler yapılır bu dönemde. Dahası saban, tarımda kullanım alanı bulur. Nüfus giderek artmıştır, hatta kimi yerleşmeler kasabaya dönüşmüştür. İ.Ö. 4500 yıllarında Anadolu, Balkanlar’dan ve Boğazlar üzerinden gelen bir takım göçmenlerce yerleşilmeye sahne olmaya başlar. Çanakkale Boğazı’na ilk kez bu dönemde yerleşilmeye başlanır. Muhtemeldir ki bu göçler sırasında Zonguldak Bölgesi de ilk nasibini almıştır. b-Eski Tunç Çağı Eski Tunç Çağı (İ.Ö. 3200-2000) ile bölgenin kesintisiz bir şekilde yerleşime sahne olduğu, yine Devrek ilçe sınırları içinde bulunan Türbetepe9, Kadıköy10, Denizyeri11, Boncuklar, Buldan, Kargılık12, Akbıyık13 ile Kdz. Ereğli’deki İnönü yerleşmeleriyle kanıtlanmaktadır. Daha önce Kdz. Ereğli sınırları içindeki Eski Tunç yerleşmesi olan Yassıkaya’da yapılan arkeolojik kazı, ilk prehistorik kazı olması açısından önemlilik arz etmektedir14. İlk devletlerin tarih sahnesine çıkmaya başladığı bu dönemde, önceleri bakır, arsenik daha sonra bakır ve kalayın karışımı ile tunç elde edilmiştir. İ.Ö. 2700’lerden sonra çömlekçi çarkı ilk kez bu dönemde kullanılmaya 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 22 A. Özdoğan-C. Marro-A. Tibet, “1995 Yılı Kastamonu Yüzey Araştırması”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XIV/2, 1997, 309; M. Özdoğan, “Tarih Öncesi Dönemlerde Anadolu ile Balkanlar Arasındaki Kültür İlişkileri ve Trakya’da Yapılan Yeni Kazı Çalışmaları”, TÜBA-AR I, 1998, 67. Özdoğan-Marro-Tibet “a.g.m.” 307. Devrek ilçesi, Çolakpehlivan köyü, Boncuklar mahallesinde bir yamaç yerleşmesidir. Devrek ilçesi, Devrek-Akçasu yolu üzerinde, Topçudeğirmeni’nin 200 metre sağında bir yamaç yerleşmesidir. Kdz. Ereğli ilçesi, Çaylıoğlu/Güneşli beldesi, Kelçe mahallesi, İnönü mevkiinde bir mağara yerleşmesidir. Karauğuz-Akış-Kunt a.g.e. 175 vd.; Karauğuz-Düring a.g.e. Devrek ilçesi, Müstakimler ve Hatıpoğlu köyü yakınlarında ve Devrek kent sanayisinin güneyindedir. Devrek ilçesi, Pınarönü köyünün 1 km günetbatısında ve eski süt fabrikasının 1 km kuzeyindedir. Devrek ilçesi, Kemerler köyü, Karaahmetoğlu mahallesi, Denizyeri mevkiindedir. Devrek ilçesi, Bakırcılar köyü, Kargılık mevkiindedir. Devrek ilçesi, Alparslan köyü, Akbıyık mahallesinde bir yamaç yerleşmesidir. Efe-Mercan 2001. GÜNGÖR KARAUĞUZ başlanır. Nüfus şimdiye kadar görülmediği kadar artar ve köylerden kentlere göçler başlar. Yerleşmelerin etrafı surlarla çevrilir ve Anadolu’da yönetici sınıfın yaşadığı saray denilebilecek ilk yapılar görülmeye başlanır. B-TARİHİ ÇAĞLAR a-Bölgede Hitit İskân Problemi İ.Ö. 2. binin başlarında Anadolu yazıyla tanışır. Asur ile Kaneş=Neşa/Kayseri Kültepe kenti ile Anadolu’nun çoğu kentleriyle birlikte ticari bir ağ örülür bu dönemde. Hemen ardından Eski Hitit ve Hitit imparatorluk dönemi yaşanır Anadolu’da. Hatta bu dönem, Kastamonu Merkez İlçe15, Taşköprü16 İhsangazi, Daday ve Araç17 gibi ilçe sınırlarında Eski Hitit ve imparatorluk dönemi yerleşmeleri ile temsil edilir. Zonguldak’ın yakın komşuları Çankırı ve Karabük civarında da Geç Tunç Çağı yerleşmeleri18 ile Eflani’de Ören ve Semercitepe yerleşmeleri, Bolu’da Asker höyük ve Gerede civarında Halaşlar höyük Hitit yerleşmeleri açısından19 birkaç örnek oluşturur. Ama Zonguldak il sınırları içinde ve müzelerde yaptığımız arkeolojik araştırmalar, Hitit yerleşmeleri için bize herhangi bir somut delil sunmamıştır. Yani Zonguldak Bölgesi’nde Hitit varlığı tarafımızdan tespit edilmemiştir. Bu durum, -2011 yılında Polonya’nın başkenti Warşova’da toplanan 8. Hititoloji kongresinde ifade ettiğim gibi- belki, şimdilik şöyle izah edilmelidir: • Zonguldak Bölgesi’nde genellikle yamaç yerleşmelerinin görülmesi ve höyükleşmenin az olması, • Bölgede ahşap mimari tarzının benimsenmiş olması, • Bölgenin yoğun bitki örtüsü ile kaplı olması. Dolayısıyla bölgede ormanların yoğun olması Hititlerin bu bölgeyi sadece, ‘ağaç denizi’ gözüyle bakmasına sebep olmuş olabilir. Ya da Zonguldak Bölgesi’nde -belki- Hitit siyasi gücü zayıftı veya hiç yoktu. Beylik Kalesi Sur Duvarı -Devrek15 Özdoğan-Marro-Tibet a.g.e., 308; A. Özdoğan-C. Marro-A. Tibet, “Kastamonu Yüzey Araştırması 1997 Yılı Çalışmaları”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XVI/2, 1999, 223-225. A. Özdoğan-C. Marro-A. Tibet-C. Kuzucuoğlu, “Kastamonu Yüzey Araştırması 1996 Yılı Çalışmaları”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XV/2, 1998, 66, 68-69, 74. 17 Özdoğan-Marro-Tibet-Kuzucuoğlu “a.g.m.”, 78, 81-82. 18 R. Matthews, “Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces, 1998”, Araştırma 16 Sonuçları Toplantısı XVIII/2, 2000, 176; R. Matthews, “Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces, 1999”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XX/2, 2001, 250. 19 C. A. Burney, “Northern Anatolia Before Classical Times”, Anatolian Studies VI, 1956, 190. 23 2004-2008 YILI ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI IŞIĞINDA ZONGULDAK BÖLGESİ’NİN ESKİÇAĞ TARİHİ KRONOLOJİSİ ÜZERİNE KISA BİR NOT Bölgenin özellikle iç kesimlerinin (Devrek, Çaycuma, Gökçebey/Tefen), İ.Ö. 2. binden İ.Ö. 4. yüzyıla kadar herhangi bir yerleşime sahne olmadığı -şimdilik- anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bölge için bu dönemi, ‘Karanlık Çağ’ olarak adlandırmak istiyoruz. b-Demir Çağı ve Sonrası Ancak İ.Ö. 8. yüzyılda bölgenin kıyı kesimleri hakkında antik yazarlar bilgi vermeye başlar20. Zonguldak civarında bulunmuş ve bugün Amasra Arkeoloji Müzesi’nde bulunan İskit-Kimmer tipi ok uçları21, bölgenin kıyı kesimlerinin, İ.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Anadolu’da görülmeye başlanan Kimmer istilasına uğradığının kanıtları olmalıdır. Bölgenin, İ.Ö. 4. yüzyılın ilk yarısından İ.Ö. 47 yılına kadar kıyı kesimlerinin tarihini Herakleia/Kdz. Ereğli ağırlıklı olarak Memnon kitaplaştırmıştır22. Buradaki anlatımlara göre Herakleia tiranları sırasıyla şöyleydi. c- Klasik, Helenistik ve Roma Dönemi Herakleia Tiranları ve Yöneticileri (kardeşi) Klearkhos (İ.Ö. 364-353) Satyros (İ.Ö. 353-346) (çocukları) Timotheos (İ.Ö. 346-338) - Dionysios (İ.Ö. 338-305) ve (eşi) Amastris (çocukları) Klearkhos – Oksathres - Amastris Homeros, Iliad, The Loeb Classical Library, (ed. A. T. Murray), London, 1930, II, 850-855; Hesiodos, Theogony, The Loeb Classical Library, (ed. H. G. Evelyn-White), London 1930, 335-345. 21 Karauğuz-Akış-Kunt a.g.e., Levha LXI. 22 Memnon, Herakleialı bir tarihçidir. Roma imparatoru Augustus zamanında yaşamıştır. ‘Herakleia’nın Tarihi’ 20 adlı bir eseri İ.S. IX. yüzyılda Photius tarafından zamanımıza ulaştırılmıştır. Eser, dokuzdan itibaren on altı kitaptan oluşmuştur, yani elimizde bulunan yedi kitap Herakleia’dan söz etmektedir. Bu eser son yıllarda, Türkçeye, hakkında yaptığı yorum ve değerlendirmelerle M. Arslan’ın kalemiyle kazandırılmıştır (M. Arslan, Memnon’un Herakleia’sı ve Yorumlanması, İstanbul). 24 GÜNGÖR KARAUĞUZ Babası ve amcasının sergilediği zalimane bir yönetimin aksine, oldukça demokrat bir kimliğe sahip olan Timotheos’un dönemi, Anadolu’daki Pers hâkimiyetinin artık yavaş yavaş çatırdadığı bir evreydi. Ama o, güttüğü akıllıca politikalar sonucu Herakleia ve çevresini bu huzursuzluktan en az etkilenir kıldı. Pınarönü Yeraltı Örgü Mezar –DevrekKardeşi Dionysios da Büyük İskender (III. Aleksandros)’in Anadolu’yu geçip Granikos, İssos (İ.Ö. 333) ve Gaugamela (İ.Ö. 331) savaşlarından zaferle çıktığı yıllarda, Herakleia’nın başında idi23. Kıyıdaki kentleri her şeye rağmen başarılı bir şekilde elinde tutuyordu. Ama onun döneminde bölgenin iç kesimleri (Devrek, Çaycuma, Gökçebey/Tefen) yoğun bir yerleşime sahne olmamıştı henüz. Bu dönem iç bölgeler, belki de Herakleia için ekilip biçilen ve çeşitli meyvelerin yetiştirildiği araziler olmalıydı. Dionysios, Büyük İskender’in ölümünden sonra diodokh/ardıllarından olan Lysimakhos’un müttefiki idi. Bir şekilde yolu Herakleia kenti ile kesişen İranlı/Persli Amastris, Dionysos ile evlenmiş ve bu evlilikten üç çocuk dünyaya getirmiştir. Kocasının ölümüyle birlikte iktidara gelen kraliçe yer yer iktidarı iki oğlu ile birlikte paylaşmaktadır. Ancak kraliçe, Lysimakhos ile evlenir ama bu ikinci kocasının, gönlünü, Mısır kralı I. Ptolemaios’un kızı Arsinoe’ye kaptırmasıyla bu evlilik sona erecektir24. Bu arada Amastris, bölgede, Kytoron/Cide, Kromna/Kurucuşile, Teion/Filyos ve Amastris/Amasra kentlerini kurar25. Bununla kalmaz ve Roma döneminde de kullanılmaya devam edilecek -Çaycuma sınırları içinde bulunan Çayırköy’den başlayıp Göynük, Salmanlar mevkiinden devam edip Çomranlı ve Derecikören üzerinden Filyos’a ulaşan- bir su kemeri yaptırır. Memnon, De Rebus Heracleae, (C. Müllerus, Fragmenta Historicorum Graecorum, III, Paris 1848; F. Jacoby, Die Fragmente der greiechischischen Historiker, Teil, B, Leiden 1950, 337-368; 434; Memnon’un Herakleia Pontike Tarihi (Eski Yunanca Aslından Çeviri M. Arslan), İstanbul, 2007, IV. 24 Memnon a.g.e. VI. 25 Strabon, Geographika (The Geograpy of Strabon), The Loeb Classical Library, ed. H. L. Jones, London 1947. Geographika (Antik Anadolu Coğrafyası: XII-XIII-XIV), çev. A. Pekman, İstanbul 1993, XII.III.10. 23 25 2004-2008 YILI ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI IŞIĞINDA ZONGULDAK BÖLGESİ’NİN ESKİÇAĞ TARİHİ KRONOLOJİSİ ÜZERİNE KISA BİR NOT Çayırköy Su Kemeri –ÇaycumaBölgedeki tüm bu hizmetlerine karşılık, oğullarıyla birlikte Herakleia’dan, Amastris kentine yaptığı deniz yolculuğu sırasında, çocukları tarafından denize atılarak hunharca katledilecektir bu bahtsız kraliçe. Kraliçenin böyle acımasızca öldürülmesi, eski kocası Lysimakhos’un yüreğini acıtır ve kraliçenin iki oğlunu öldürerek, eski karısının kanını yerde bırakmaz26. Bu olaylar sonucunda, Herakleia’nın hâkim olduğu bölgelerde bir otorite boşluğu doğar. Herakleia’nın yönetimine, İ.Ö. 284’te Teionlu Philetairos’un kardeşi Eumenes ve ardından Herakleides, Lysimakhos tarafından getirilse de bu otorite boşluğu giderilemez. Çok kısa bir süre içinde Bithynia kralı Zipoites, Herakleia ile Teion’u iç bölgelerle –Devrek, Çaycuma, Gökçebey/Tefen- birlikte zapt eder. Bu tarihten fazla değil üç yıl sonra, İ.Ö. 281’de Lysimakhos, diğer bir ardıl olan Seleukos ile giriştiği Kurupedion savaşında, Herakleialı Malakon tarafından öldürülür27. Büyük bir zaferdir Herakleialılar için onun öldürülmesi. Çünkü seksen dört yıl Herakleia’da süren tiranlık rejimi çökmüştür ve Herakleides zindandadır. Çayırköy Köprü -Çaycuma 26 27 26 Memnon a.g.e. VI. Memnon a.g.e. VIII. GÜNGÖR KARAUĞUZ Ortalık durulmamıştır. Phokritos, Herakleia tahtına geçirilir ama sürgündeki Herakleialılar da tarihçi Nymhis’i tahta oturtmak için büyük çabalar harcamaktadır28. Bu arada, Kurupedion savaşından hemen sonra Seleukos, I. Ptolemaios Soter’in oğlu Ptolemaios Keraunos tarafından öldürülünce Herakleialılar onun yanında yer alırlar. İ.Ö. 278’de Paphlagonia’nın güney komşusu savaşçı ve yağmacı Galatlar ile girişilen savaşta Ptolemaios Keraunos’un ölmesiyle de Herakleialılar artık I. Nikomedies’in müttefiki olmuştur. Herakleialıları o, eşi Etazeta’nın oğullarının muhafızı olarak atamıştır. Bu sıralarda I. Nikomedes’in oğlu Zelias ile olan mücadelelerinde, Herakleialılar arabuluculuk görevi üstenmiştir ama bu durum Galatların pek hoşuna gitmemiştir29. Galatlar, iç bölgeler –Devrek, Çaycuma, Gökçebey/Tefen- de dâhil olmak üzere Herakleia topraklarını yağmalamışlardır. Bu olaylar gelişirken Pontos krallığında bazı çalkantılar baş gösterir. I. Mithradates’in oğlu Ariobarzanes’i ölümüyle çocuk yaşta II. Mithradates Pontos tahtına oturur (İ.Ö. 249). Bunu fırsat bilen Galatlar, Amisos (Amasya)’a saldırırlar ama Pontosluların yardımına Herakleialılar koşar. Ama bu yardımın bedeli Herakleialılar için çok ağır olur ve Herakleia, ikinci kez Galatlarca yağmalanır. Herakleialılar, Galatlara belli miktar altın ödemekle ancak onların hışmından kurtulur30. Şurası da bir gerçektir ki Herakleia, Galatlarca sadece yağmalanmış ama tam manasıyla ele geçirilememiştir. Şüphesiz Herakleia’ya Galat akınları, Kastamonu-Karabük-Yenice yolu ile yapılmış olmalıydı. Galat akınları, Gökçebey/Tefen sınırı içinde öncü savunma kalesi özelliği gösteren Bodaç kalesi31 ile -belki- kesilebiliyordu. İ.Ö. 190’larda Romalılar Anadolu’dadır. Herakleialılar bu yıllarda genellikle Romalıların yanında müttefik olarak bazı önemli roller üstlenir32. Zonguldak Bölgesi’nin iç kesimleri -bu yıllardan başlamak üzere- şimdiye kadar görülmedik tarzda yerleşmeye sahne olur ve nüfus artar. Özellikle Roma İmparatorluk çağında (İ.Ö. 31-İ.S. 192) bölgenin iskânlaşması zirve yapar33. Pontos kralı VI. Mithradates Eupator, Paphlagonia üzerinden Bithynia topraklarını hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın İ.Ö. 88 yılında ele geçirir. Ancak bir yıl sonra Roma komutanı Sulla bu toprakları tekrar Roma’nın hâkimiyetine teslim eder. Bir ara tekrar Pontos krallığının eline geçen Herakleia (İ.Ö. 73), tekrar Roma’nın egemenliğine girer ve kent Romalılarca yakılır, halkın bir kısmı esir edilir bir kısmı da öldürülür (İ.Ö. 70)34. Buna karşılık Roma, Herakleia’nın topraklarını İ.Ö. 59’da iade eder ve sekiz bin kişinin de bölgeye yerleşmesine izin verir35. C- SONUÇ Oldukça özlü bir şekilde anlatmaya çalıştığımız Zonguldak Bölgesi’nin eskiçağ tarihi kronolojisinin nasıl şekillendiği arkeolojik veriler ışığında gösterilmeye çalışılmıştır. Durum böyle olunca bölgede yaptığımız arkeolojik yüzey araştırmalarımızın sonucunda bölgenin iç kesimlerde de Paleolitik, Mezolitik, Neolitik, Orta-Geç Tunç Çağı yerleşmelerinin izine –şimdilik- rastlanmamıştır. İleride bölge hakkında yapılacak çeşitli çalışmalar, bölgenin eskiçağ tarihinin daha da renklendirilmesinde önemli katkılar sağlayacağı ümidini taşımak istiyorum. 28 Memnon a.g.e. IX-XI. 29 Memnon a.g.e. XXII. 30 Memnon a.g.e. XXIV. 31 G. Karauğuz, “Çaycuma, Gökçebey (Tefen), Devrek İlçeleri Yüzey Araştırması 2007” , Araştırma Sonuçları Toplantısı XXVI/1, 2009, 107, res. 9-10; Karauğuz-Akış-Kunt a.g.e. 151, Levha VIII, XVIII. 32 Memnon a.g.e. XXIX. 33 Karauğuz-Akış-Kunt a.g.e 179 vd.. 34 Memnon a.g.e. XLVII-LII. 35 Memnon a.g.e. LX. 27 2004-2008 YILI ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI IŞIĞINDA ZONGULDAK BÖLGESİ’NİN ESKİÇAĞ TARİHİ KRONOLOJİSİ ÜZERİNE KISA BİR NOT ZONGULDAK BÖLGESİ ESKİÇAĞ TARİHİ KRONOLOJİSİ1 İç Kesimler PALEOLİTİK MEZOLİTİK ERKEN KALKOLİTİK Kalıntı Yok Kalıntı Yok Devrek: Kdz. Ereğli (yak. İ.Ö. 5500-4500) ORTA KALKOLİTİK (yak. İ.Ö. 4500-4000) GEÇ KALKOLİTİK (yak. İ.Ö. 4000-3000) İLK TUNÇ ÇAĞI I-III Devrek: Kdz. Ereğli: (yak. İ.Ö. 3000-2000) ORTA TUNÇ ÇAĞI Kalıntı Yok (yak. İ.Ö. 2000-1450) GEÇ TUNÇ ÇAĞI Kalıntı Yok (yak. İ.Ö. 1450-1200) DEMİR ÇAĞI Kalıntı Yok (yak. İ.Ö. 1200-750) ARKAİK DÖNEM Kalıntı Yok (yak. İ.Ö. 750-480) KLASİK DÖNEM Antik yazarlar bölgenin kıyı kentleri hakkında bilgi verir. Kdz. Ereğli ve Amasra Arkeoloji Müzesi Buluntuları Kalıntı Yok (yak. İ.Ö. 480-330) HELENİSTİK DÖNEM (yak. İ.Ö. 330-31) GEÇ HELENİSTİK DÖNEM Antik yazarlar bölgenin kıyı kentleri hakkında Devrek bilgi verir. Gökçebey/Tefen Çaycuma (yak. İ.Ö. 150-31) ROMA DÖNEMİ (yak. İ.Ö. 31-İ.S. 395) Antik yazarlar bölgenin kıyı kentleri hakkında Devrek bilgi verir. Gökçebey/Tefen GEÇ ANTİK DÖNEM Çaycuma Devrek (yak. İ.S. 425-600) Gökçebey/Tefen Çaycuma 28 GÜNGÖR KARAUĞUZ KAYNAKÇA ve KISALTMALAR ARSLAN, Murat, Memnon’un Herakleia’sı ve Yorumlanması, Odin Yayıncılık, İstanbul, 2007. BURNEY, C. A., “Northern Anatolia Before Classical Times”, Anatolian Studies VI, 1956, 179-203. EFE, Turan-Ahmet, Mercan, “Yassıkaya: Karadeniz Ereğli (Heraclea Pontica) Yakınlarında Tunç Çağı Yerleşimleri”, Kazı Sonuçları Toplantısı XXIII, 2002, 361-374. Hesiodos, Theogony, The Loeb Classical Library, ed. H. G. Evelyn-White, London, 1930. Homeros, Ilıad, The Loeb Classical Library, ed. A. T. Murray, London, 1930. KARAUĞUZ, Güngör, “2004 Yılı Devrek (Zonguldak) Yüzey Araştırması”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XXIII, Antalya, 2005, 69-82. “2005 Yılı Devrek, Gökçebey (Tefen) Yüzey Araştırması”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XXIV, 2006, Çanakkale, 327-340. “Zonguldak İli ve İlçeleri Yüzey Araştırması 2006”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XXV, 2007, Kocaeli, 43-54. “Karadeniz Ereğlisi ve Amasra Arkeoloji Müzelerinde Bulunan Bazı Eserler Hakkında”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XXV, 2007, Kocaeli, 55-64. “On Open Air Cult Areas in Devrek and Environment”, Anodos, Studies of the Ancient World 6-7/2006-2007,Trnava, 227-232. “Çaycuma, Gökçebey (Tefen), Devrek İlçeleri Yüzey Araştırması 2007” , Araştırma Sonuçları Toplantısı XXVI/1, 2009, 105-116. “Zonguldak Bölgesi 2008 Yılı Yüzey Araştırması”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XXVII, 2009, 175186. KARAUĞUZ, Güngör- Bleda, Düring, “A Note on Prehistory of the Devrek Region, Northern Turkey”, Anatolica, XXXV, 2009, 153-165. KARAUĞUZ, Güngör-Osman, DOĞANAY-Halil İbrahim KUNT,“Devrek ve Çevresinden Roma Dönemi’ne Ait Birkaç Mezar Hakkında Düşünceler”, Arkeoloji ve Sanat CXXX, 2009, 89-102. KARAUĞUZ, Güngör-Ayhan AKIŞ-Halil İbrahim KUNT, Zonguldak Bölgesi Arkeoloji, Eskiçağ Tarihi ve Coğrafya Araştırmaları, Arkeolojik Yerleşmeler, Kalıntılar, Buluntular ile Kdz. Ereğli ve Amasra Arkeoloji Müzesi’nden Bazı Eserler, Konya, Çizgi Yayınevi, 2010. KARAUĞUZ, Güngör-Ali ÖZCAN, Eskiçağda Zonguldak Bölgesi ve Çevresi. En Eski Devirlerden İ.S. 395’e Kadar, Konya, Çizgi Yayınevi, 2010. MATTHEWS, R., “Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces, 1998”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XVIII/2, 2000, 175-180. 29 2004-2008 YILI ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI IŞIĞINDA ZONGULDAK BÖLGESİ’NİN ESKİÇAĞ TARİHİ KRONOLOJİSİ ÜZERİNE KISA BİR NOT “Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces, 1999”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XX/2, 2001, 249-256. MEMNON, De Rebus Heracleae, (C. Müllerus, Fragmenta Historicorum Graecorum, III, Paris 1848; F. Jacoby, Die Fragmente der greiechischischen Historiker, Teil, B, Leiden 1950, 337-368; 434; Memnon’un Herakleia Pontike Tarihi (Eski Yunanca Aslından Çeviri M. Arslan), İstanbul, 2007. ÖZDOĞAN, Mehmet, “Tarih Öncesi Dönemlerde Anadolu ile Balkanlar Arasındaki Kültür İlişkileri ve Trakya’da Yapılan Yeni Kazı Çalışmaları”, TÜBA-AR I, 1998, 63-93. ÖZDOĞAN, Aslı.-Catherine Marro-Aksel Tibet, “1995 Yılı Kastamonu Yüzey Araştırması”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XIV/2, 1977, 303-330. “Kastamonu Yüzey Araştırması 1997 Yılı Çalışmaları”, Araştırma Sonuçları Toplantısı XVI/2, 1999, 219-244. ÖZDOĞAN Aslı.-Catherine Marro-Aksel Tibet-Catherine Kuzucuoğlu, «Kastamonu Yüzey Araştırması 1996 Yılı Çalışmaları», Araştırma Sonuçları Toplantısı XV/2, 1998, 63-104. STRABON, Geographika (The Geograpy of Strabon), The Loeb Classical Library, ed. H. L. Jones, London 1947. Geographika (Antik Anadolu Coğrafyası: XII-XIII-XIV), çev. A. Pekman, İstanbul 1993. 30 Yrd. Doç. Dr. Gülseren KAN ŞAHİN - ERGÜN LAFLI GEÇ ANTİK ÇAĞDA HONORIAS Yrd. Doç. Dr. Gülseren KAN ŞAHİN* ERGÜN LAFLI** Bu çalışma Geç Antik Çağ’da (İ.S. 4-7. yüzyıllar) Batı Karadeniz bölgesinde yer alan Honorias eyaletini tarih ve arkeoloji açısından değerlendirmeyi amaç edinmektir. Yazılı kaynaklar ve arkeolojik veriler ışığında, Roma Dönemi’nden Ortaçağ’a geçiş sürecindeki dini, sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlere Honorias’ın tarihi topoğrafyasına ait bazı bulgulara bu bildiride değinilecektir. Honorias (Greek: Ὁνωριάς) Bithynia and Paphlagonia’nın bazı bölümlerini kapsayan Kuzeybatı Anadolu’da bulunan bir Geç Antik-Bizans eyaleti idi Geç Antik Çağ’da Paphlagonia ve Honorias Başkenti Klaudiopolis (bugünkü Bolu) olan bu eyaletin yöneticileri “praeses” sıfatını taşımakta idiler1. Bizans İmparatoru II. Theodosius (İ.S. 408-450) döneminde kurulmuş olan Honorias eyaleti ismini Theodosius’un amcası “Honorius” dan almıştır2. Roma Dönemi’nde bölge toprakları Bithynia et Pontus ve Galatia et Cappadocia eyaletleri sınırları içinde yer almakta idi. Diocletianus (İ.S. 284-305) döneminde muhtemelen 1 İnsan, Kimlik, Mekân Bağlamında Zonguldak Sempozyumu esnasında her konuda yardımlarını esirgemeyen Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih ve Arkeoloji Bölümleri öğretim üyelerine içten teşekkürlerimizi sunmayı bir borç biliriz. Makale içinde kullanılan harita, Yard. Doç. Dr. Sami PATACI’ya aittir. * Yrd. Doç Dr Gülseren Kan ŞAHİN Sinop Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi. [email protected] ** Prof. Dr, Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Ortaçağ Arkeolojisi Anabilimdalı Başkanlığı, İzmir. [email protected] A.H.M. Jones, The Later Roman Empire, 284-602: A Social, Economic, and Administrative Survey, Oxford, 1964, s. 45, 48. 2 Bakınız S. P. Scott (yya. ve çev.), Iustinianus, Novellae, Cincinatti, 1932, Nov. 219. 31 GEÇ ANTİK ÇAĞDA HONORIAS GÜLSEREN KAN ŞAHİN daha iyi bir vergi tahsilatı için tüm Anadolu’da bölge sistemi ile ilgili bazı değişiklikler yapılmıştır3. Diocletionus reformları bölgelerin tekrar organize edilmesiyle ile ilgili genel ilkeler üzerine yoğunlaşmakta idi. Bu bağlamda Anadolu üç ayrı bölgeye (=Dioecesis) ayrılmış, araştırmamıza konu olan Honorias, Pontica Dioecesis’i sınırları içinde yer almıştır. Yedi alt eyalete ayrılan bölge (Bithynia, Paphlagonia, Diospontus, Pontus Polemoniacus, Armenia Minor, Cappadocia and Galatia) uzun süre varlığını sürdürmüştür4. İ.S. 5. yüzyıl başında II. Theodosius, Pontica Dioecesis’i tekrar düzenlemiş ve bölgeyi toplam 11 (Bithynia, Honorias, Paphlagonia, Helenopontus, Pontus Polemoniacus, Armenia Prima and Secunda, Cappadocia Prima and Secunda, Galatia and Galatia Salutaris) eyalete bölmüştür5. Notitia Dignitatum, doğu Bithynia ve batı Paphlagonia topraklarından oluşan bu yeni Honorias eyaletinin kuruluşu hakkında önemli bilgiler sunmaktadır6. Bölge politik olarak zayıflayıncaya kadar piskoposlukla ilgili özelliğini korumuştur. İ.S. 535-548 yılları arasında İmparator I. Ioustinianous döneminde, Paphlagonia ile birleştirilmiş ve Paphlagonia olarak anılmaya başlamıştır7. İmparator I. Ioustinianous tam bir revisyon girişimi içinde olmamakla birlikte Diocletianus ilkelerinden yola çıkarak küçük eyaletleri birleştirmek yolu ile büyük bir bölge oluşturmayı uygun görmüştür8. Sivil ve askeri otoriteyi elinde bulunduran kişi anlamında “Praetor Paphlagoniae Iustinianeus” adıyla anılan bir yönetime dahil edilmiştir9. İ.S. 548’den sonra idari bölünmeler Synecdemus’da açıklandığı üzere İ.S. 8. yüzyıl civarında tematik askeri yönetim sisteminin kurulmasına kadar devam etmiştir10. Honorias, İ.S. 8. yüzyıldan itibaren, merkezi Ankyra (=Ankara) olan Boukellarios Thema’sının bir parçası olmuştur11. J.B. Bury, History of the Later Roman Empire from the Death of Theodosius I. to the Death of Justinian, 2. Bölüm, New York, 2011, s. 338. 3 4 Jones, a.g.e, s. 42-47. 5 Yeni bir eyaletin kuruluşu hakkında bakınız: K. Belke, Paphlagonien und Honorias, Viyana, 1996, s. 66. 6 7 8 9 10 11 32 Bingham kitabında bu bölünmenin detaylarından bahsetmektedir. J. Bingham, Origines Ecclesiasticae; or the Antiquities of the Christian Church, and Other Works, 9. Cilt, Londra, 1843, s. 256. Ayrıca bakınız: D.P. Drakoulis, “Regional Transformations and the Settlement Network of the Coastal Pontic Provinces in the Early Byzantine Period”, şurada: G.R. Tsetskhladze/E. Laflı/J. Hargrave/W. Anderson (yya.), The Black Sea, Paphlagonia and Phrygia in Antiquity. Aspects of Archaeology and Ancient History, British Archaelogical Reports, International Series 2432, Oxford, 2012, s. 84; E. Honigmann (yya.), Le Synekdemos d’ Hiérocles et l’Opuscule géographique de Georges de Chypre, Brüksel, 1939. O. Seeck, “Notitia Dignitatum in Partibus Orientis”, şurada: Notitia Dignitatum, Accedunt Notitia Urbis Constantinopolitanae et Latercula Provinciarum (Berlin; repr. Frankfurt 1962), 1876, s. 54-55, XXV; Ayrıca bakınız: Drakoulis, “a.g.m.”, s. 82; G. Dagron, Naissance d’une Capitale: Constantinople et ses institutions de 330 à 451, Bibliothèque Byzantine. Ètudes 7, Paris, 1984, s. 75. Drakoulis, “a.g.m.”, s. 82, fig. 7; Bury, a.g.e., s. 338. İmparator I. Ioustinianous praetorian vali ve valilik arasındaki hiyerarşik zincirin ara bağlantılarını kurdu. Piskopos valiler, sivil ve askeri güçlerin birleştirilmesi ile ilgili reformlar gerçekleştirildi. Bazıları, sivil ve askeri yetkililer arasındaki çatışmaları önlemek için tasarlanmıştır. Bu değişiklikler Diocletianus ve Konstantin tarafından inşa edilmiş hiyerarşik sisteminde önemli değişikliklere sebep olmuştur. Bury, a.g.e., s. 341. Drakoulis, “a.g.m.”, s. 84; Bury, a.g.e., s. 341. Drakoulis, “a.g.m.”, s. 84; Belke, a.g.e, s. 68. Öztürk Honorias eyaletine bağlı Tieion ve Herakleia Pontika kentlerinin tarihsel gelişiminden bahsetmiştir. B. Öztürk, “Tios/Tieion (Zonguldak-Filyos) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları ve Tarihsel Sonuçları”, s. 488; “Herakleia Pontika (Zonguldak-Karadeniz Ereğli) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları ve Tarihsel Sonuçları”, şurada: N. Türker/G.Köroğlu/Ö. Deniz (yya.), I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi Bildiri Kitabı, 6-9 Ekim 2011, Sinop, Karabük, 2013, s. 509. Yrd. Doç. Dr. Gülseren KAN ŞAHİN - ERGÜN LAFLI Bölgenin Coğrafi Özellikleri Honorias batıda Bithynia ve Pontica Dioecesis’inin toprakları ile güneyde Galatia Prima ve doğuda Paphlagonia’nın bazı topraklarını kapsamaktadır. İ.S. 6. yüzyılda yaşamış Bizans coğrafyacısı Hierocles, adına atfedilen Synecdemus isimli eserinde Bizans İmparatorluğu’nun idari bölünmelerini ve şehirlere ilişkin listeler sunmaktadır. Synecdemus’ta sayılan, başkent Klaudiopolis dışında12, bölgedeki başlıca kentler ve metropolitlikler şunlardır: Herakleia Pontica (Karadeniz Ereğlisi), Prousias (Düzce-Konuralp), Tieion (Filyos), Krateia (Gerede yakını) ve Hadrianoupolis (Eskipazar)13. Ayrıca Psylla, Krenides, Sandarake, Oxinas, Aulia (modern Kilisecik), Kales, Elaios, Lilaios, Diospolis (modern Dereköy), Mantineion, Mandris (modern Çetikören) Honorias eyaletine bağlı onaltı kasaba ve köy ismine modern kaynaklarda değinilmektedir14. Doğu ve batı arasında bir köprü vazifesinde olan Honorias, günümüzde Düzce, Bolu, Çankırı, Karabük illeri topraklarının bir kısmını, Zonguldak ilinin tamamını kapsar. Sakarya’nın doğusundan başlayarak denize paralel uzanan dağların (Bolu, Köroğlu) varlığı bölgenin coğrafi açıdan şekillenmesine yardımcı olur. Bu yamaçlar vadiler ve nehirlerle ayrılmaktadır, Geç Antik dönemde komşu bölgelerle olan sınırların bir kısmı Sangarius and Billaeus nehirleri sağlanmakta15, kuzeyde Karadeniz doğal sınırı oluşturmaktadır. Güneyde ise bölgenin İç Anadolu Bölgesi’ne geçit verdiği dalgalı bir arazi yapısı mevcuttur. Honorias’ın iç bölümleri sahil kesimine oranla daha az bilinmektedir16. Yerleşim alanlarının bilhassa bölgeler arası yol ağları üzerinde olması ve denizcilik faaliyetlerine imkan tanıyan korunaklı alanların seçilmiş olması dikkate değerdir. Kentlerin konumunda hem askeri hem ekonomik özelliğinin ön planda tutulmasına ilişkin önerileri antik kaynakların yanında arkeolojik çalışmalar da desteklemektedir17. Anadolu’nun Bizans yönetimindeki alanı küçülmüş, yolları daha batıya ve Karadeniz kıyılarına taşınmıştır. Yol güzergâhları hakkındaki verilerden ana yolların geçtiği şehirlere ait detaylara ulaşılsa da şehirlerin isimleri çoğunlukla belirsizdir18. Bölgenin dağlık ve ormanlık yapısı şehirlerin çok kalabalık nüfusa sahip olmasını engellemiş, yoğunluğun sahilde toplanmasına neden olmuştur. Bu topoğrafik özelliği ile Honorias, barbarların yaşadığı Tuna sınırı ile doğuda yoğun saldırılarda bulunan Sasani Krallığı’na uzaklığı bakımından korunaklı bir konumdaydı. 12 Kladiopolis’den önce Heraklea’nın başkent olduğuna dair bir detay: P.E. Laurent, An Introduction to the Study of Ancient Geography, Oxford, 1830, s. 203. Bakınız Scott, a.g.e., Nov. 219; Ayrıca bakınız: B. Öztürk, “The History Of Tieion/Tios (Eastern Bithynia) in the Light of Inscriptions”, şurada: M. Manoledakis (yya.), Exploring the Hospitable Sea Proceedings of the International Workshop on the Black Sea in Antiquity Held in Thessaloniki, 21–23 September 2012, BAR International Series 2498, Oxford, 2013, s. 161; J. Darrouzès, Notitiae Episcopatuum Ecclesiae Constantinopolitanae, Geographie Ecclesiastique de l’Empire Byzantin, Paris, 1981, no. 3, 1.335; 13, 1.238. 14 Drakoulis, “a.g.m.”, 82. 13 W.M. Leake, Journal of a Tour in Asia Minor: With Comparative Remarks on the Ancient and Modern Geography of that Country, Londra, 1824, bölüm 6, s. 309. 16 J.A. Cramer, A Geographical And Historical Description of Asia Minor with a Map, 1. Cilt, Oxford, 1832, s. 209. 17 Bölgede yapılan kazı ve yüzey araştırması faaliyetleri ile birlikte yerleşim arkeolojine katkı sağlayacak 15 18 değerli bilgiler sağlanmıştır. R. Matthews/M. Metcalfe/D. Cottica, “Landscapes with Figures: Paphlagonia through the Hellenistic, Roman and Byzantine Periods, AD 330-AD 1453”, şurada: R. Matthews/C. Glatz (yya.), At Empires’ Edge: Project Paphlagonia. Survey in North-Central Turkey, British Institute of Archaeology at Ankara, Monograph 44, Londra, 2009, s. 190-199; S. Atasoy/Ş. Yıldırım, “Filyos-Tios 2009 Yılı Kazısı”, şurada: Kazı Sonuçları Toplantısı 32/4, Ankara, 2011, s. 1-16; S. Atasoy/Ş. Yıldırım, “Filyos-Tios 2010 Yılı Kazısı”, şurada: Kazı Sonuçları Toplantısı 33/2, Ankara, 2012, s. 451-462. Cramer, a.g.e., s. 209. 33 GEÇ ANTİK ÇAĞDA HONORIAS GÜLSEREN KAN ŞAHİN Klaudiopolis, Hierocles’in Synecdemus’unda altı Honorias şehrinden biri olarak sayılmakta olup, Nicomedia ve Krateia arasında yer alan bir Honorias şehridir19. Klaudiopolis20, Theodosius zamanında başkent yapılmış, Anna Comnena ve Leo Diaconus’dan zengin ve gösterişli bir şehir olduğunu ve neredeyse tamamının bir depremle yıkıldığını öğreniyoruz21. Kent, Antinous’un doğum yeri, Hadrianous’un favori şehri olarak bilinir22. Önemli Roma yollarından birisinde yer alması sebebiyle önemini hiç kaybetmemiş ve Bizans Dönemi’nde de piskoposluk merkezi haline gelmiştir. Herakleia Pontica23, Honorias kilise eyaletinde varlığını sürdürmesine rağmen İmparator I. Ioustinianous zamanında (İ.S. 535 yılında) Paplagonia eyaletinde yer aldı24. Plinius, Klaudiopolis’in eyaletin ortasında yer alması, Tieion ve Herakleia Pontica’nın Karadeniz sahilinde bulunması ve birbirinden 38 mil uzaklığında olduğuna dair bilgiler sunar25. Baudrand ise Klaudiopolis’in Herakleia Pontica’dan 30 mil uzaklıkta olduğundan bahseder26. Bizans Klaudioupolis’i kalıntıları Bolu’nun 6 km. kuzeybatısında yer alan modern Hali Hisar denilen alanda İ.S. 12. yüzyılda devşirilerek kullanılmaya devam etmiştir. Eyaletin en doğusundaki Hadrianoupolis, Synecdemus ve Notitiae Imperii’de bahsedildiği gibi Honorias şehirleri arasında sayılır27. İ.S. 12. yüzyıla kadar Galatia, Honorias, Opsikion veya Boukellarion-Paphlagonia eyaletlerinin bir parçası olduğu bilinmektedir. Siyasi ve ticari üstünlüğü olmamakla birlikte Krateia, Klaudiopolis ve Ancyra yol güzargahı üzerinde, 24 mil uzaklığındadır28. Roma döneminde Flavianopolis da adlandırılan Krateia, Gerede’de bulunur29. Prusias ad Hypium (Düzce-Konuralp), I. Prusias (İ.Ö. 229-182) tarafından tahkim edilerek kendi adı da kente verilmiştir. Kentin benzer Prusias kentlerinden farklı olarak yakınındaki Hypios çayı ve dağından dolayı bu yeni kente Hypios kıyısındaki Prousias anlamına gelen Prousias ad Hypium denmiştir30. Prusias ad Hypium ovaya hakim yamaç üzerinde, Hypos çayı etrafında Heracleia Pontica’dan gelenler tarafından kurulduğuna dair bilgiler mevcuttur. Erken dönemlerden beri kent varlığını sürdürmüş yakınındaki limanı kontrol altında tutarak bölgedeki deniz ticaretine katkı sağlamıştır31. 19 20 21 22 23 24 25 26 27 Günümüzde Bolu ilinde yer alır. Modern kaynaklarda Konstantinopolis’in yaklaşık 90 km. doğu-güneydoğusunda bulunması ve Honorias’ın başkenti olmasından bahsedilmektedir. Belke, a.g.e., s. 235-237; W.M. Ramsay, The Historical Geography of Asia Minor, New York, 2010, s. 197. Cramer, a.g.e., s. 210; D. Cassius/E. Gros/V. Boissée (yya.), Dion Cassius de Histoire Romaine, 9. Cilt, Paris, 1849, LXIX, s. 487. Cramer, a.g.e., s. 210. J.B.B. D’anville, Compendium of Ancient Geography (Fransızcadan çev. J. Horsely), 1. Cilt, Londra, 1791, s. 302. Kent hakkındaki bilgiler için bakınız: Belke, a.g.e., s. 208-216. W. Treadgold, The Middle Byzantine Historians, New York, 2013, s. 140, dipnot 61. J. Bingham, Origines Ecclesiasticae; or the Antiquities of the Christian Church, and Other Works, 2. Cilt, Londra, 1834, bölüm III, s. 329; Pliny. Lib. Vi. c. 1. M.A. Baudrand, Geographia: 1, 1682, s. 277. Hierocles, Synecdemus (yya. A. Burckhardt), Leipzig, 1893, s. 695; S. Mitchell, Anatolia: Land, Men and Gods in Asia Minor. 1: The Celts in Anatolia and the Impact of Roman Rule, Oxford, 1993, s. 121 ve Cramer, a.g.e., s. 210; Belke, a.g.e., s. 156. 28 Hierocles, a.g.e., s. 695. Cramer, a.g.e., s. 210. 29 D’anville, a.g.e., s. 297. 30 V. Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Ankara, 2001, s. 39. 31 Kentin konumu ve kuruluşu için bakınız: Z. Özlü, Batı Karadeniz’de Antik Bir Osmanlı Kenti: Prusias ad Hypium, Üskübü (Konuralp), İstanbul, 2009; T.H. Zeyrek/G. Baran-Çelik, Prusias ad Hypium (Kieros): Anadolu’nun Kuzeybatısında Antik Bir Kent (Konuralp/Üsküp), İstanbul, 2005. 34 Yrd. Doç. Dr. Gülseren KAN ŞAHİN - ERGÜN LAFLI Herakleia Pontica ve Parthenius arasında, Filyos nehrinin denize döküldüğü alanda Tieion kenti lokalize edilmektedir. Kent, Roma yollarından birisinde yer alması sebebiyle önemini hiç kaybetmemiş, Geç Antik çağ boyunca dini merkez olarak varlığını sürdürmesinin yanı sıra bir finans merkezi olarak da önemli bir konuma sahip olduğu İ.S. 8.-10. yüzyıllara ait kurşun mühürlerce desteklenmektedir32. Bölgede Hristiyanlığın Yayılımı ve Kilise Organizasyonu Bölgedeki erken Hristiyanlık hakkında oldukça sınırlı sayıda arkeolojik çalışma mevcuttur. Bununla birlikte Hıristiyanlığın resmi din ilan edilmesiyle İ.S. 4. yüzyıldan itibaren Batı Karadeniz’in dinsel hayatını etkin olarak antik kaynaklardan takip edebiliyoruz. Kentsel yaşamın İ.S. 7. yüzyıldan itibaren kesintiye uğradığı düşünülse de bölgede güçlü bir hıristiyan kitlenin varlığı Konstantinopolis Patrikliği’nin Notitiae Episcopatuum’unda belgelidir33. Tüm doğu illerinde, eyalet sayısının çoğalması ile birlikte yetki sıralamasında yeni bir hiyerarşik düzenleme yapılmasına gidildi34. Buna göre eyaletler, piskoposluk kurumu altında bir araya getirilmiştir. Ayrıca Bizans Dönemi’nde bölgenin piskoposluk merkezi halini almaya başladığını ve manastır sisteminin bölgedeki yansımalarına dair, 19. yüzyılda bölgeden geçen yabancı bilim adamlarının seyehatnamelerinde bahsi geçmektedir35. Ayrıca konsil listelerinde eyalet piskoposlarının isimleri ile karşılaşmaktayız36. Klaudiopolis kenti başpiskoposluk merkezi konumundadır37. Dini açıdan önemli merkezlerden biri olan Tieion, İ.S. 8. yüzyıldan İ.S. 13. yüzyıla kadar Klaudiopolis (=Bolu) kentinin yardımcı piskoposluğuydu38. Ayrıca Herakleia Pontica39, Krateia 40, Prousias41, Hadrianoupolis42 önemli piskoposluk merkezlerinden biri konumuna ulaşmıştır. 32 33 34 35 36 Öztürk “a.g.m.”, s. 161; E. McGreer/J. Nesbitt/N. Oikonomides, Catalogue of Byzantine Seals at Dumbarton Oaks and in the Fogg Museum of Art, 4: The East, Washington, 2001, s. 24, nos. 10.1-10.3. Diğer Başpiskoposluk bölgeleri ve bölgesel ilişkilere yönelik bilgilere yer verilmiştir: Darrouzès, a.g.e., s. 205. P. Brown, Power and Persuasion in Late Antiquity: Towards a Christian Empire, Londra, 1992, s. 146. Honorias Ch. Texier, W.F. Ainsworth, G. Mendel, D. French ve Ch. Marek gibi birçok arkeolog, epigraf, gezgin tarafından ziyaret edilmiştir. Honorias piskoposluk merkezleri için bakınız: J.E.T. Wiltsch, Handbook of the Geography and Statistics of the Church, 1. Cilt, (Almancadan çeviren J. Leitch), Londra, 1859, s. 161, 443. H. Ohme, Das Concilium Quinisextum und seine Bischofsliste: Studien zum Konstantinopeler Konzil von 692, Berlin, 1990, s. 292-293, 254. Klaudiopolis kenti piskopos isimleri bazı konsil listelerinde görülmektedir. İ.S. 451 Khalkedon Konsil’inde Calogerus ismi geçmektedir. R. Price/M. Gaddis (çev.), The Acts of the Council of Chalcedon, Liverpool, 2005, 1. Cilt, s. 237. 38 Bu dönem konsillerde Tieionlu piskoposlar görev almışlardır. İ.S. 451 Khalkedon Konsili’nde Apragmonius bulunmaktadır. Price/Gaddis, a.g.e., s. 237. Tieion kentinin diğer piskoposluk bilgileri için: Öztürk 2013, “a.g.m.”, s. 488; B. Öztürk, “Kuruluşundan Bizans Devri Sonuna Kadar Tios Antik Kenti”, Arkeoloji ve Sanat 128, 2008, s. 69-72. 37 39 Herakleia Pontica kenti piskopos isimleri bazı konsil listelerinde görülmektedir: İ.S. 451 Khalkedon Konsil’de Theodore ismi geçmektedir. Price/Gaddis, a.g.e., s. 237. 40 Krateia kenti piskopos isimleri bazı konsil listelerinde görülmektedir: İ.S. 451 Khalkedon Konsil’de Genethlius görev almıştır. Price/Gaddis, a.g.e., s. 237. 41 Prusias kenti ismi piskopos isimleri bazı konsil listelerinde görülmektedir. Price/Gaddis, a.g.e., s. 237. 42 Orta Bizans döneminde bölgenin durumu hakkında tarihsel ve arkeolojik bilgiler için: M. Cassis, “The Cide and Şenpazar Region in the Byzantine Period”, şurada: B.S. Düring/C. Glatz (yya.), Kinetic Landscapes, The Cide Archaeological Project 2009-2011: Surveying the Western Turkish Black Sea Region, Varşova, 2014, s. 309. Brown, a.g.e., s. 152. Hadrianoupolis kenti piskopos isimleri bazı konsil listelerinde görülmektedir: İ.S. 451 Khalkedon Konsil’de Theophilus ismi geçmektedir. Price/Gaddis, a.g.e., s. 237. 35 GEÇ ANTİK ÇAĞDA HONORIAS GÜLSEREN KAN ŞAHİN Din, Ticaret ve Ekonomi Honorias eyaleti konum itibari ile Karadeniz, Doğu Akdeniz, Ege ve Yunanistan ile ekonomik bağları olan bir imparatorluğun iletişim ağını destekler nitelikteydi. İ.S. 6. yüzyıldan itibaren hem bölge ve şehir yönetiminde hem de kent nüfuslarında önemli değişimler yaşanmıştır43. Coğrafi avantajlarından dolayı hem siyasi hem de ekonomik önemini koruyan kentler, güç ve dengelerin değişmesi, Hristiyanlığın kabulü ile de dini açıdan önemini geliştirmiştir. Piskoposlar tarafından idare edilen kentler, manastır sistemi sayesinde bölge ekonomisinde önemli bir işleve sahip idi. Kentlerin idari ve ekonomik yapısı, sosyal ve siyasal hayatlarını antik yazarların anlatımları ve günümüzdeki arkeolojik buluntularla açıklamak mümkündür. Bölgedeki dağ zincirlerinin uzunluğu ve kıyaya yakın ovaların olmaması gibi coğrafi kısıtlamalara rağmen erken dönemlerden beri devam eden yerleşim ve imar faaliyetleri Erken Bizans Dönemi’nde de devamlılığını sürdürmüştür. Roma ve Erken Bizans Dönemleri’nde şehir ve küçük boyutlu yerleşmelerin birçoğu tarım toplumu niteliğindedir. Honorias özellikle vergi gelirleri hakkındaki yazıtları sayesinde Anadolu’nun kırsal organizasyonuna yönelik bilgiler sunmaktadır44. Geç Antik Çağ boyunca Kuzeybatı Karadeniz aracılığı ile Anadolu’ya açılan yollar, ticaret kervanları ve ordular tarafından kullanılmıştır. Uluslararası ticaret açışından son derece önemli Geç Antik dönem yolları bölgenin kendine has coğrafî şartları ve alternatiflerinin kullanılması sebebiyle zaman zaman kapanmıştır45. Bizans Dönemi’nde Anadolu’da karayollarının farklı standartları olduğu bilinmektedir. Roma ve Erken Bizans Dönemleri’nde Nicomedia’dan Krateia ve Gangra’ya oradan Neocaesarea’ya ulaşan yol bir istasyon özelliğinde olup hem ticari özellikle de askeri öneme sahip oldu. İkinci yatay yol güzargahı Konstantinopolis’den başlayarak Nicomedia’dan devam ederek Krateia ile Klaudiopolis’e oradan Paphlagonia üzerinden Amasia ve Neocaesarea’dan Armenia Prima’da son bulur46. Üçüncü bir yatay yol Klaudiopolis ile Hadrianoupolis’den sonra Pompeipolis ile Neocaesarea’da son bulur. Bölgede güneye doğru gidildiğinde Krateia’dan Ancyra’a ulaşan bir güzargah bulunmaktadır47. Yol ağı kalkınma ve yerleşimlerin dağılımı açısından önemli bir etkiye sahiptir. Bu birçok Erken Bizans yerleşmesinde olduğu gibi yol kenarına inşa edilen kentlerin varlığı ile teyit etmek mümkündür. Örneğin Herakleia Pontica’da olduğu gibi idari, dini ve ekonomik sermayeyi yöneten bir konuma sahip iller bölgeyi canlandırmaktadır. Bununla birlikte yol ağı işlemeye devam etmekle birlikte Arap akınları mevcut durumu etkilemiştir48. Sahil yolu Karadeniz’in batı kıyısını, Batılı güçlerin deniz filoları için büyük limanlarla bağlantılı rahat, hızlı ve güvenli bir deniz yolculuğu haline getirmektedir. Bu dönemde Bosfor’dan çıkan bir yol, Anadolu yakasından başlayarak Nikomedia, Herakleia Pontica, Tieion, Amasra ve Sinop’a bağlamaktadır. Özellikle Karadeniz’in batı ve kuzeyinde kentlerden elde edilen son arkeolojik veriler, Honorias’ın önemli liman bağlantılarını ve konforlu, 43 I. Ioustinianous döneminin sonunda Anadolu şehirlerinin durumu ile ilgili genel bir inceleme için bakınız: Jones, a.g.e., s. 28-225. İ.S. 6. yüzyılda genel anlamda Bizans şehri ile ilgili olarak bakınız: D. Claude, Die Byzantinische Stadt im 6. Jahrhundert, Münih, 1969. 44 P.N. Bell, Social Conflict in the Age of Justinian, Its Nature, Management, and Mediation, Oxford, 2013, s. 102, dipnot 241. 45 I. Booth, “The Sangarios Frontier: The History and Strategic Role of Paphlagonia in Byzantine Defence in 46 47 48 36 the 13th Century”, Byzantinische Forschungen 28, Amsterdam, 2004, s. 60 ve diğerleri. Drakoulis, “a.g.m.”, s. 90. Drakoulis, “a.g.m.”, s. 90. H. Ahrweiler, “L’Asie Mineure et les Invasions Arabes (VIIe-IXe siècles)”, Revue Historique 227/1, 1962, s. 1-32. Yrd. Doç. Dr. Gülseren KAN ŞAHİN - ERGÜN LAFLI hızlı ve güvenli bir deniz ticaretine yönelik yol ağlarını desteklemektedir49. İmparatorluk memurlarının trafik kontrolü ile ilgili Kırım’da bulunan bir mühür örneği50, İ.S. 7. yüzyıl sonları ile 8. yüzyıldaki Honorias’ın Konstantinopolis ve Kuzey Karadenizle olan ticari ilişki trafiğinin göstergesi niteliğindedir. Antik Honorias’da birçok akarsu mal taşımacılığı için kullanılmakta, nehir ağızlarında kurulan kentler ise hem nehir taşımacılığı hem de deniz ticareti için önem arz etmektedir. Köroğlu dağlarından doğup Gerede havzasından küçük akarsu ve dereler tarafından beslenen geç Antik dönemde bölgenin en uzun nehirlerinden biri (yaklaşık 330 km.), Billaios (Βιλλαῖος) ya da Filyos’tur51. Denize döküldüğü yerde kurulan Tieion kenti liman için elverişli yapısı ile çağlar boyu önemini korumuş, ticari ve sosyal gelişimine katkı sağlamıştır. Köroğlu dağlarından inen Ulusu, Gerede havzasına kadar ulaşıp burada da Gerede Çayı adını alır. Bolu sınırları dışında Karabük’te Filyos Nehri’ne birleşir52. Ayrıca Antik kaynaklarda Devrek nehrinin de tarihsel süreç içinde taşımacılık amacı ile kullanıldığı belirtilmiştir. Uzun mesafe ticaretine sağladığı katkıdan dolayı günümüzde Karadeniz’in batı kıyısında hala kullanılmakta olan yük taşımacılığı uzun süre önemini korumuştur. Geç Antik Çağ’da tarım ve hayvancılık faaliyetleri için kıyı ve kıyıya yakın alanlarda düz araziler bulunduğu, ayrıca nehirlere yakın geniş vadiler üretim faaliyetlerine olanak sağladığı bilinmektedir. Honorias’da yetiştirilen tarımsal ürünler tahıl ve meyve, fındık (ponticae nuces) idi53. Kıyı kesimlerde ise buğday ve üzüm tarımı önemli yer tutar54. Tarımsal faaliyetlerin yanı sıra deniz ticareti ve balıkçılığın yürütüldüğü antik yazarlarca kaydedilmiştir. Bölgenin iç kesimlerinin büyük bölümünün dağlık alandan oluşması sebebiyle gemi yapımında ve ev inşa etmek amacıyla kullanılmak üzere odunculuk ve kereste ihracatı önemli aktivite olmuştur55. Bir diğer üretim sektörü, bakır ve mineral tuz çıkarılmasıdır56. Arap akınlarının başlaması ile İ.S. 7.-9. yüzyıllar arasında yürütülen baskınlar Anadolu’da birçok yol güzergâhının kontrolünün kaybedilmesine, yerleşim alanlarının sınırlarında karışıklığa ve nüfusta azalmaya sebep olmuştur. Bizans ve Arap tarihçilerinin eserleri incelendiği takdirde, özelikle Anadolu’da, İ.S. 7. yüzyılla başlayan Arap akınları ile ortaya çıkan ve bu dönemden itibaren iki yüzyıl boyunca etkili olan karışıklıktan etkilenmeyen şehir yoktu57. Bununla birlikte Anadolu’nun batı kıyısında ve Karadeniz kıyılarında baskı daha az hissedilmiş ve yol ağları çalışmaya devam etmiştir. Bizans yönetiminin bölgelere olan bakış açıları değişmiş özellikle kıyıların savunması, Heracleia Pontica örneğinde olduğu gibi ticaret ve sanayi merkezi olma özelliği ön plana çıkmıştır58. A. Avramea, “Land and Sea Communications, Fourth-Fifteenth Centuries”, şurada: A.E. Laiou (yya.), The Economic History of Byzantium: From the Seventh through the Fifteenth Century, Washington, 2002, s. 74. 50 V.S. Šandrovskaja, “Die Funde der Byzantinischen Bleisiegel in Sudak”, Studies in Byzantine Sigillography 3, 1993, s. 86-89, M-12458 ve 12458. 49 51 52 53 54 55 56 57 58 Ch. Marek, Stadt, Ära und Territorium in Pontus-Bithynia und Nord-Galatia, Tübingen, 1993, s. 40. Belke, e.g.e., s. 178. Ayrıca bakınız Drakoulis, “a.g.m.”, s. 81. Drakoulis, “a.g.m.”, s. 84; Plinius, NH 15. 24.88. Drakoulis, “a.g.m.”, s. 84. Drakoulis, “a.g.m.”, s. 85; Belke, a.g.e., s. 139. Drakoulis, “a.g.m.”, s. 85; Belke, a.g.e., s. 145. Ahrweiler, “a.g.m.”, s. 13 ve diğerleri. P. Charanis, “Cultural Diversity and the Breakdown of Byzantine Power in Asia Minor”, Dumbarton Oaks Papers 29, 1975, s. 7; Heracleia Pontica ve bahsi geçen diğer kentler için bakınız: S. Vryonis, Jr., The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of Islamization from the Eleventh through the Fifteenth Century, Berkeley-Los Angeles, 1971, s. 10 ve diğerleri. 37 GEÇ ANTİK ÇAĞDA HONORIAS GÜLSEREN KAN ŞAHİN SONUÇ Bu bildiri ile birlikte Batı Karadeniz bölgesinin tarihi coğrafya ve idari dönüşümlerine ait bilgilerine katkıda bulunmaya, Geç Antik dönemde kültürel değişiminin ve iletişim ağının sosyal hayata yansımaları açıklanmaya çalışılmıştır. Kuzaybatı Anadolu coğrafyasında yönetimsel değişiklikler ve kültürel alışverişler yüzyıllara göre farklılıklar gösterdiği tespit edilmiştir. Yerleşim ağının tarihsel topografyasını özellikle Honorias’ın ve il sınırlarının belirlenmesi hakkında İ.S. 5. yy.’da Notitia Dignitatum ve İ.S. 6. yy.’da coğrafyacı Hierokles’in Synekdemos’u bize bilgiler sunmaktadır59. Konstantinopolis’ten Doğu Karadeniz’e ve Avrupa’ya uzanan deniz yolları üzerinde önemli bir konumda yer alan bölgenin doğal coğrafi yapısı, korunaklı liman olanağına sahip olması nedenleriyle yerleşim arkeolojisi açısından değerlendirilmesi gereken bir öneme sahiptir. Bölge özellikle Bizans İmparatoru Herakleius’un İ.S. 7. yy.’ın ilk çeyreğinde Sasanilere yaptığı mücadelelere konu olmuştur. Bölgenin özellikle güneydeki hinterland kısmı çok az tanınmaktadır ve 2000’li yılların başından beri yapılan bazı arkeolojik çalışmalarla bu kısım kısmen aydınlanmaya başlamıştır60. Kültürel değerlerinin yanı sıra arkeolojik geçmişi ile de ön planda olan bölgenin gerekli çalışmalar ve yeterli tanıtım ile bir adım önde olacağı kanaatindeyiz. 59 60 38 Drakoulis, “a.g.m.”, s. 79. Honorias, tarihi ve filolojik kaynaklar ışığında K. Belke tarafından incelenmiştir: Paphlagonien und Honōrias, Tabula Imperii Byzantini 9 (Vienna 1996). Ayrıca bakınız: R. Matthews/M. Metcalfe/D. Cottica, ‘Landscapes with Figures: Paphlagonia through the Hellenistic, Roman and Byzantine Periods, AD 330-AD 1453’, şurada: R. Matthews/C. Glatz (eds.), At Empires’ Edge: Project Paphlagonia. Survey in North-Central Turkey, British Institute of Archaeology at Ankara, Monograph 44, London, 2009, s. 190-199. Yrd. Doç. Dr. Gülseren KAN ŞAHİN - ERGÜN LAFLI KAYNAKÇA AHRWEILER, H., L’Asie Mineure et les Invasions Arabes (VIIe-IXe siècles), Revue Historique 227/1, 1962. ATASOY, S./YILDIRIM, Ş., “Filyos-Tios 2009 Yılı Kazısı”, şurada: Kazı Sonuçları Toplantısı 32/4, Ankara, 2011, s. 1-16. ATASOY, S./YILDIRIM, Ş., “Filyos-Tios 2010 Yılı Kazısı”, şurada: Kazı Sonuçları Toplantısı 33/2, Ankara, 2012, s. 451-462. AVRAMEA, A., “Land and Sea Communications, Fourth–Fifteenth Centuries”, şurada: A.E. Laiou (yya.), The Economic History of Byzantium: From the Seventh through the Fifteenth Century, Washington, 2002, s. 57-90. BAUDRAND, M.A., Geographia: 1, 1682, s. 277. BELKE, K., Paphlagonien und Honorias, Viyana, 1996. BELL, P.N., Social Conflict in the Age of Justinian, Its Nature, Management, and Medistion, Oxford, 2013. BINGHAM, J., Origines Ecclesiasticae; or the Antiquities of the Christian Church, and Other Works, 2. Cilt, Londra, 1834. BINGHAM, J., Origines Ecclesiasticae; or the Antiquities of the Christian Church, and Other Works, 9. Cilt, Londra, 1843. BOOTH, I., “The Sangarios Frontier: The History and Strategic Role of Paphlagonia in Byzantine Defence in the 13th Century”, Byzantinische Forschungen 28, Amsterdam, 2004, s. 45-86. BROWN, P., Power and Persuasion in Late Antiquity: Towards a Christian Empire, Londra, 1992. BURY, J.B., History of the Later Roman Empire from the Death of Theodosius I. to the Death of Justinian, 2. Bölüm, New York, 2011. CASSIS, M., “The Cide and Şenpazar Region in the Byzantine Period”, şurada: B.S. Düring/C. Glatz (yya.), Kinetic Landscapes, The Cide Archaeological Project 2009-2011: Surveying the Western Turkish Black Sea Region, Varşova, 2014, s. 301-344. CASSIUS, D./GROS, E./BOISSÉE, V. (yya.), Dion Cassius de Histoire Romaine, 9. Cilt, Paris, 1849. CHARANIS, P.,“Cultural Divers ity and the Breakdown of Byzantine Power in Asia Minor”, Dumbarton Oaks Papers 29, 1975. CLAUDE, D., Die Byzantinische Stadt im 6. Jahrhundert, Münih, 1969. CRAMER, J.A., A Geographical and Historical Description of Asia Minor with a Map, 2 Cilt, Oxford, 1832. DAGRON, G., Naissance d’une Capitale: Constantinople et ses Institutions de 330 à 451, Bibliothèque Byzantine. Ètudes 7, Paris, 1984. 39 GEÇ ANTİK ÇAĞDA HONORIAS GÜLSEREN KAN ŞAHİN D’ANVILLE, J.B.B., Compendium of Ancient Geography (Fransızcadan çev. J. Horsely), 1. Cilt, Londra, 1791. DARROUZÈS, J., Notitiae Episcopatuum Ecclesiae Constantinopolitanae, Geographie Ecclesiastique de l’Empire Byzantin, Paris, 1981. DRAKOULIS, D.P., “Regional Transformations and the Settlement Network of the Coastal Pontic Provinces in the Early Byzantine Period”, şurada: G.R. Tsetskhladze/E. Laflı/J. Hargrave/W. Anderson (yya.), The Black Sea, Paphlagonia and Phrygia in Antiquity. Aspects of Archaeology and Ancient History, British Archaelogical Reports, International Series 2432, Oxford, 2012, s.79-96. HONIGMANN, E. (yya.), Le Synekdemos d’ Hiérocles et l’Opuscule Géographique de Georges de Chypre, Brüksel, 1939. JONES, A.H.M., The Cities of the Eastern Roman Provinces, Oxford, 1971. LAURENT, P.E., An Introduction to the Study of Ancient Geography, Oxford, 1830. LEAKE, W.M., Journal of a Tour in Asia Minor: With Comparative Remarks on the Ancient and Modern Geography of that Country, Londra, 1824. MAREK, Ch., Stadt, Ära und Territorium in Pontus-Bithynia und Nord-Galatia, Tübingen, 1993. MATTHEWS, R./METCALFE, M./COTTICA, D., “Landscapes with Figures: Paphlagonia through the Hellenistic, Roman and Byzantine Periods, AD 330‒AD 1453”, şurada: R. Matthews/C. Glatz (yya.), At Empires’ Edge: Project Paphlagonia. Survey in North-Central Turkey, British Institute of Archaeology at Ankara, Monograph 44, Londra, 2009, s. 190-199. MCGREER, E./J. NESBITT/OIKONOMİDES, N., Catalogue of Byzantine Seals at Dumbarton Oaks and in the Fogg Museum of Art, 4: The East, Washington, 2001. MITCHELL, S., Anatolia: Land, Men and Gods in Asia Minor. 1: The Celts in Anatolia and the Impact of Roman Rule, Oxford, 1993. OHME, H., Das Concilium Quinisextum und seine Bischopsliste, Berlin, 1990. ÖZLÜ, Z., Batı Karadeniz’de Antik Bir Osmanlı Kenti: Prusias ad Hypium, Üskübü (Konuralp), İstanbul, 2009. ÖZTÜRK, B., “Kuruluşundan Bizans Devri Sonuna Kadar Tios Antik Kenti”, Arkeoloji ve Sanat 128, 2008, s. 63-78. ÖZTÜRK, B., “Tios/Tieion (Zonguldak-Filyos) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları Ve Tarihsel Sonuçları”, şurada: N. Türker/G.Köroğlu/Ö. Deniz (yya.), I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi Bildiri Kitabı, 6-9 Ekim 2011, Sinop, Karabük, 2013, s. 485-504. ÖZTÜRK, B., “Herakleia Pontika (Zonguldak-Karadeniz Ereğli) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları Ve Tarihsel Sonuçları”, şurada: N. Türker/G.Köroğlu/Ö. Deniz (yya.), I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi Bildiri Kitabı, 6-9 Ekim 2011, Sinop, Karabük, 2013, s. 505-527. 40 Yrd. Doç. Dr. Gülseren KAN ŞAHİN - ERGÜN LAFLI ÖZTÜRK, B., “The History of Tieion/Tios (Eastern Bithynia) in the Light of Inscriptions”, şurada: M. Manoledakis (yya.), Exploring the Hospitable Sea Proceedings of the International Workshop on the Black Sea in Antiquity Held in Thessaloniki, 21-23 September 2012, BAR International Series 2498, Oxford, 2013, s. 147-164. PRICE, R./GADDIS, M. (çev.), The Acts of the Council of Chalcedon, Liverpool, 2005. RAMSAY, W.M., The Historical Geography of Asia Minor, New York, 2010. SCOTT, S.P. (yya. ve çev.), Iustinianus, Novellae, Cincinatti, 1932. SEVİN, V., Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Ankara, 2001. SEECK, O., “Notitia Dignitatum in Partibus Orientis”, şurada: Notitia Dignitatum, Accedunt Notitia Urbis Constantinopolitanae et Latercula Provinciarum (Berlin; repr. Frankfurt 1962), 1876, s. 1-103. ŠANDROVSKAJA, V.S., “Die Funde der Byzantinischen Bleisiegel in Sudak”, Studies in Byzantine Sigillography 3, 1993, s. 85-98. S. VRYONIS, Jr., The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of Islamization from the Eleventh through the Fifteenth Century, Berkeley-Los Angeles, 1971. TREADGOLD, W., The Middle Byzantine Historians, New York, 2013. WILTSCH, J.E.T., Handbook of the Geography and Statistics of the Church, 1. Cilt, (Almancadan çeviren J. Leitch), Londra, 1859. ZEYREK, T.H./BARAN-ÇELİK, G., Prusias ad Hypium (Kieros): Anadolu’nun Kuzeybatısında Antik Bir Kent (Konuralp/Üsküp), İstanbul, 2005. 41 GEÇ ANTİK ÇAĞDA HONORIAS GÜLSEREN KAN ŞAHİN 42 ADNAN BAYSAL ZONGULDAK VE UZAK GEÇMİŞ ADNAN BAYSAL*1 GİRİŞ Zonguldak içinde bulunduğu coğrafi konum itibar ile Batı Karadeniz sahilinde yer alan bir ilimizdir. Bölgenin göstermiş olduğu iklimsel ve klimatolojik karakteristiklere sahip olmakla birlikte, son zamanlarda ılıman kış aylarının görülmesi, yağış oranlarında düşüş görülmesinin nedenleri coğrafi ve klimatolojik değişmelerden çok global ekolojik denge içinde ortaya çıkan bazı değişimlere bağlanabilir. Genel olarak yoğun bir bitki örtüsü altında olan Zonguldak, yeşilin, mavinin ve siyahın buluştuğu rengarenk bir şehrimizdir. Bölgede genel olarak hakim olan yoğun bitki örtüsü sadece ülkemiz adına bir zenginlik olmaktan çok günümüzde ender olarak görülen bir çok canlı içinde son derece uygun ve doğal bir tabiatı da oluşturmaktadır. Zonguldak doğal ve coğrafi konumuyla olduğu kadar doğal zenginliği ile de uzun yıllar endüstriyel anlamda gündemde olmuştur. Zonguldak ili kömür yataklarıyla zengin bir ilimizdir. Dolayısıyla, özellikle endüstrinin kömür merkezli olarak geliştiği yurdumuzda, sürekli olarak gündemde ve popüler bir şehir olmuştur. Kömürün bulunmasından bu yana geçen zaman Zonguldak için kabaca modern endüstriyel tarih olarak ele alınabilir. Modern tarih olarak tanımlanabilecek süreç içinde popüler olarak gündemde olan Zonguldak, ekonomik dünyanın farklı boyutlara ulaşması nedeniyle ve aynı zamanda da değişen enerji kaynaklarının kullanımı Zonguldak için sosyolojik, kültürel ve ekonomik anlamda farklı etkiler oluşturmuştur. Bu etkilerin ne şekilde olduğu tamamen ekonomisyenlerin, sosyometristlerin antropologların, etnografların, tarihçilerin araştırmalarıyla detaylı olarak ortaya konabilir. Yine bu dönem sosyo-ekonomik, politik ve kültürel açılardan sosyologlar, kültür tarihçileri, siyasal bilimciler ve ekonomistler tarafından ele alınarak değerlendirilebilir. Bundan daha önceki zaman süreçlerini, Zonguldak ile olan bağlarını ve bu zaman süreçlerinde Zonguldak kültürü ve kimliğini belirleyen unsurları araştırdığımızda uzun bir Osmanlı dönemi ve tarihi karşımızdadır. Bu tarihsel süreç yine Osmanlı tarihçi ve araştırmacıları tarafından ve Osmanlı Dönemi yazılı belgelerine istinaden ayağa kaldırılabilecek detaylı verilerden ve bilgilerden oluştuğu görülmektedir. Zaman ölçeğini biraz daha erken döneme kaydırdığımızda, yani Osmanlı dönemi öncesine baktığımızda Bizans hakimiyetini görmekteyiz. Bu dönem içerisinde de yine bölgenin özellikle, Karadeniz’in bir iç deniz olması ve ticaret için yoğun olarak kullanılıyor olması Batı Karadeniz bölgesinde birçok liman yerleşmelerinin varlığını görmekteyiz. Bizans imparatorluğunun, yani Doğu Roma İmparatorluğu olarak da bilinen siyasi gücün bölgeye gelmeden ve hakimiyetini kurmadan önceki dönemlere baktığımızda ise yine bölgenin ticari amaçlı kolonileşmenin var olduğu ama bu sefer Helen’ler olarak bilinen ve belli bir zaman dilimine adını veren kavimlerin Anadolu’ya gelmesi ve sonra Akdeniz’den Karadeniz’e kadar deniz yoluyla kıyı ticareti ağlarını kurduklarını görürüz. Bu dönem de Batı Karadeniz için sayabileceğimiz, özellikle Zonguldak yakın çevresinde yer alan merkezler arasında Herekleia (Ereğli), Tios veya Teos (Filyos) olarak merkezleri görmekteyiz. Bu dönem içinde liman merkezleri aracılığıyla iç bölgelere uzanan bir ticaret ağının mükemmel örneklerinin kurulduğu da gözlenir. Dönemi kabaca Demir çağının sonlarına tarihlemek mümkündür. Bu noktaya kadar Zonguldak ilinin veya yaşaya gelmiş kültürel de* Yrd.Doç.Dr. Adnan Baysal, Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü,Edirne. groundstones@gmail. com 43 ZONGULDAK VE UZAK GEÇMİŞ ğişim ve sürekliliğini çeşitli materyal kültür kalıntılarından, yazıtlardan2, doğal şekillerden3 veya belgelerden görmek veya öğrenmek mümkündür. Demir çağının öncesine, Tunç çağlarının sonuna doğru baktığımızda ise birden görüntünün sisler içine gömülmeye başladığı, görüntü netliğini yitirmeye başladığı görülür fakat hala az olsa da bilgilere ulaşmak mümkündür. Erken Tunç çağlarına doğru zaman ölçeğimizi kaydırdığımızdaysa görüntünün tamamen gri bir hal aldığı hiç bir şeklin olmadığı bir fotoğrafa döner. Buradan önceki dönemlerde ne oluyor? Bir anda bölge karanlığa gömülmektedir. Hiç bir şeyin bilinmediği herhangi bir bilginin görüntünün olmadığı bir büyük karanlık. Bu karanlık ve bilinmezlik maalesef bölgede kimsenin olmaması hiç bir canlının yaşamadığı tamamen ıssız bir yer olduğu anlamına gelmemektedir. Bunun nedeni bölgede bu dönemlere ait herhangi bir araştırma ve çalışmanın uzmanlar tarafından yapılmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu çalışma ve araştırma eksikliği de araştırmacılar tarafından bölgenin bitki örtüsünün yoğun olması gösterilmiştir. Gerçekten bölgenin doğal bitki örtüsü ve uzun süren yağışlı ortam bitki örtüsünü sürekli güçlendirmekte ve yeşil tutmaktadır. Buna karşılık, zaman ölçeğinin çok erken dönemlere kadar çekebileceğimizi bilmekteyiz. Şu anda dolaylı yollardan elde edilen bilgiler ışığında bunu yaklaşık 20 - 16 bin yıl (M.Ö.) öncesine kadar götürmek olasıdır. ARKEOLOJİ BİLİMİ Arkeoloji geçmişte yaşamış olan insan ve toplulukların günümüze kadar ulaşabilen maddi kültür kalıntılarını inceleyerek onların nasıl bir teknoloji oluşturduklarını ve bu teknolojiyi nasıl kullandıklarını, kurdukları sosyal yapıyı veya kültürel oluşumu, gelişimi gerek kazı çalışmalarıyla gerekse diğer bilimlerle yapmış olduğu disiplinler arası çalışmalara dayanarak inceleyen, belgeleyen ve bunu günümüzdeki modern kültürlerle ilişkilerini kullanarak geçmişi araştıran bilim dalıdır. Arkeolojinin geçmişi araştırmak gibi büyük bir görevi olmakla birlikte son 30 yılda üstlenmiş olduğu rollerden bir tanesi de “kültürel miras” tır. Kültürel miras olarak tanımlanan ve büyük çoğunluğunu geçmiş zaman dilimlerinde yaşamış insan ve kültür gruplarına ait maddi veya benzeri kanıtları veya kültürel kalıntıları koruma altına alarak müze ve benzeri alanlarda genel kitlenin eğitimi için değerlendirilmesi üzerine çalışmaları da geliştirmektedir. Özellikle Avrupa ülkelerinde yaygınlaşan ve hızla önem kazanan “kültürel miras”ı koruma düşüncesi ülkemizde maalesef aynı hız da gelişememekte ve hatta önemi dahi doğru dürüst anlaşılamamaktadır. Arkeolojinin pratiğinde en büyük görevlerinden bir tanesi olan geçmiş ve günümüz arasındaki köprüyü kurmak çabası ülkemizde gerçekleştirilen çalışmaların sayısı göz önüne alındığında son derece az ve yolun başında olduğumuzu göstermektedir. Buna karşılık yapılan çalışmaların da özellikle belli dönemleri hedeflemekte yetersiz kaldığı görülmektedir. Bunlar arasında uzak geçmiş olarak tanımlayacağımız Prehistorik döneme tarihlenen araştırmaların sayısının giderek azalması konu üzerindeki araştırmalarda, yetişen uzman sayılarında, eğitim ve araştırma kapasitesinde düşüş ile bunlara bağlı konularda da ciddi sorunlar olduğunu ortaya koymaktadır4. Sahip olduğumuz kültürel miras son derece büyük ve önemlidir, bir o kadar önemli olan da bu mirası koruyacak nesillerin oluşmasıdır. Öztürk, B. (2013). Tios (Zonguldak Filyos) Antik Keııtinde Dinsel inantşlar Ve Kültler. In Ş. Dönmez (Ed.), Güneş Karadenizden Doğar; Sümer Atasoy’a Armağan Yazılar (pp. 331-346). Ankara: Hel Yayınları; Sönmez, İ. F., & Öztürk, B. (2008). Batı Karadeniz’de Bir Antik Kent Kazısı: Tios (Filyos). Arkeoloji ve Sanat, 127, 133-146. Büyüksalih, İ., Akçın, H., Sefercik, U. G., Karakış, S., & Marangoz, A. M. (2005). Batı Karadeniz Sahil Bölgesindeki Filyos Nehri ve Deltasındaki Değişimlerin Zamansal CBS İle İncelenmesi. Paper presented at the Ege CBS Sempozyumu, Ege Üniversitesi Coğrafya Bölümü, İzmir. 2 3 Özdoğan, M. (2011a). 50 Soruda Arkeoloji. İstanbul: 7 Renk Basım Yayım. 4 44 ADNAN BAYSAL Arkeoloji tarihine baktığımızda, özellikle yurdumuzda, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren çeşitli şekillerde birleştirici unsur olarak rol almıştır. Bu konuda yapılan çalışmalar arkeolojinin bu özelliğini çok iyi bir şekilde belgelemiştir5. Bu çalışmalarda yakından görüleceği gibi arkeoloji geçmişin bilimi olmasının ötesinde farklı bir rol üstlenmiştir. Bu rol, onu toplumların kendi değerlerinin, köklerinin, kimliklerinin ve bulundukları coğrafyanın önemini anlamalarını sağlayarak aynı zamanda birleştirici olma yolunda yer aldığını göstermektedir. Özellikle endüstriyel bir devrim sonucunda ortaya çıkan arkeoloji bilimi, yine endüstriyel gelişmeye hizmet eden Zonguldak gibi bir şehirde de insanların kültürel anlamda yetkinliğe ulaştırılması konusunda hizmet verebileceği açık ve kaçınılmazdır. Böylesi bir sürece girildiğinde de yerel kültürel değerlerin önemi artmaktadır. Bu anlamda sosyal hafızanın oluşumu, güç kazanımı ve gerektiğinde tekrar tekrar başvurulabilecek bir el kitabına dönüştürülebilmesi açısından ve kuşaktan kuşağa aktarılacak sembolik değerlerin oluşturulup materyale dönüşmesi aşamasında da arkeoloji ve müzeler bu rolü üstlenmelidir. Zonguldak ilinin tamamen ikizi olarak değerlendirebileceğimiz Bochum / Almanya (sadece kömür madenciliği açısından) günümüzde ekonomik boyutunu madencilikten çok az oranda olmakla birlikte yerel turizm ve iç dinamiklerden oluşturmaktadır. Bochum’ da madencilik üzerine oluşturulmuş olan ‘Bergbau Museum’ (Figür 1) son derece ilginç bir konsepte sahip olmakla birlikte günün her saatinde dolu, yerli ve yabancılara kapılarını açık tutmaktadır. Turizme yönelik bu yapılanma yerel ekonomiye katkı sağlarken aynı zamanda toplumsal hafızanın da veri bankası durumundadır. Zonguldak’ta aynı potansiyele sahip olmakla birlikte bu tür yapılanmanın olmayışı, şehir merkezinde buna benzer bir müzenin eksikliği ekonomik anlamda büyük kayıplara neden olurken genç nüfusu da bu nedenden dolayı kaybetmektedir. Bu türden bir müze ve bölgenin diğer coğrafi ve tabii zenginlikleriyle birlikte arkeolojik potansiyeliyle birleştirildiğinde Zonguldak’ın toplumsal profilinde ve ekonomik gelişiminde farklı bir gelişiminde gözleneceği olasıdır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yine İngiltere’de bulunan ve kömür işletmeciliğinin önemli merkezlerinden biri olan Doncaster ve Barnsley (İgiltere) gibi merkezlerde aynı süreçleri M. Thatcher hükümeti dönemlerinde ağır bir şekilde yaşayarak tecrübe etmiştir. Buna karşılık Doncaster çeşitli uygulamalar sayesinde bu zorluğu aşmayı bir dereceye kadar başarırken Barnsley, Sheffield ve Londra gibi daha büyük veya diğer endüstriyel şehirlere göç vermiştir. Zonguldak ili de bu anlamda aynı şekilde göç ile eriyen bir şehrimize dönüşmüştür. UZAK GEÇMİŞ Uzak geçmiş terimiyle ne anlatmak istiyoruz? Kronolojik açıdan değerlendirdiğimizde Kalkolitik, Neolitik, Epi-Paleolitik ve Paleolitik olarak tanımlanmakta olan dönemlere işaret edilmektedir. Bununla birlikte çalışmada uzak geçmiş terimi günümüz ile bio-kültürel ilişki kurma çalışması değil tam tersine bu uzak geçmiş ile anlatılan süreç içinde yaşamış olan insan topluluklarının geride bırakmış oldukları kültürel miras ve değerlere sahip çıkılması anlamında ele alınmaktadır. Bundaki amaç ise son derece basittir. Bu değerler sadece Zonguldak için değil tüm dünya kültürel mirası açısından da önemli olup bunlara ev sahipliği yapmak küresel kültürün iletişim parçasında yer almak ve önemli bir halka oluşturarak kültür ve turizm dünyasında da yerini almasını sağlamak açısından tüm Zonguldak ilinde yaşayanların hissetmesi gereken bir sorumluluktur. Bu çalışma ile 5 Atakuman, Ç. (2008). Cradle or crucible: Anatolia and archaeology in the early years of the Turkish Republic (1923 -1938). Journal of Social Archaeology, 8(2), 214-235; Atakuman, Ç. (2010). Value of Heritage in Turkey : History and Politics of Turkey ’ s World Heritage Nominations. Journal of Mediterranean Archaeology, 23, 107-131; Tanyeri-Erdemir, T. (2006). Archaeology as a Source of National Pride in the Early Years of the Turkish Republic. Journal of Field Archaeology, 31(4), 381-393. 45 ZONGULDAK VE UZAK GEÇMİŞ ayrıca buna benzer, yani sorumluluklarını öğrenen bir kitle ve nesil oluşturmak ve bu kitleyi uzak geçmişiyle birleştirmek için de yapılacak şeylerin başında okullarda verilecek olan arkeoloji seminerleri, yeni müzelerin yapılması (özellikle Zonguldak il Merkezinde), arkeolojik araştırmaların arttırılması, kitlelere hitaben üniversite bünyesinde gerçekleştirilecek olan seminer ve konferanslar da önemli rol oynayacaktır. Batı Karadeniz bölgesinin özellikle bu karanlık ve bilinmeyen dönemleri üzerine araştırma projelerinin son yıllarda giderek arttığı gözlenmektedir6. Bu araştırmalar her ne kadar Batı Karadeniz bölgesini hedeflemekte olsa bile Zonguldak odaklı çalışmaların sayısı bir kaç taneden öteye geçmez. Erken dönemlere ait arkeolojik çalışmaların çoğunluğu genelde Zonguldak il sınırları dışında gerçekleşmiştir. Zonguldak il sınırları içinde şu ana kadar yapılan arkeolojik araştırmalar ve kazı projeleri de ya daha iyi bilinen dönemlere aittir, örneğin Tios kazısı (Filyos) ya da sınırlı alanda sınırlı olarak yapılan çalışmalardan ibarettir. Bunların dışında kalanlar da geniş kapsamlı veri oluşturmayan araştırmalarla sınırlıdır. Bu açıdan yaklaşıldığında, özellikle uzak geçmiş olarak tanımlayacağımız yukarıda sözünü ettiğimiz dönemler hakkında sistematik araştırmaları gerçekleştirmek ve konuyla ilgili verileri oluşturmak amacıyla Zonguldak ilinin Prehistorik Dönemlerini aydınlatmak için bir araştırma projesi geliştirilmiştir Geliştirilen proje kapsamında arkeolojik açıdan şu ana kadar çok az incelenmiş ve değerlendirilmiş olan Zonguldak ili içinde prehistorik olarak tanımlanabilecek arkeo-kültürel değerlerin tespiti ve envanterinin oluşturulması düşünülmektedir. Bunun nedenleri arasında, 1.Şu ana kadar birçok araştırmacının sürekli altını çizdiği Karadeniz bölgesinin prehistorik dönemleri söz konusu olduğunda her hangi bir kültürel izin olmadığı bir bölge olarak tanıtılması (bu genel Karadeniz bölgesi için dahi son zamanlara kadar genel kabul görmekteydi) 2. Yetersiz ve az sayıdaki belgeleme ve araştırmanın sonuçlarını sadece doğal bitki örtüsü yoğunluğuna bağlanamayacağını göstermek 3. Arkeolojik ve toplumsal kültür açısından olası verilerin, bilgilerin müzeler ve okullar aracılığı ile paylaşılarak gündelik hayata kazandırılmasını sağlamak başlıca temel nedenler arasında yer almaktadır. Zonguldak ili ve çevresinde yapılan çalışmalar Kalkolitik olarak tanımlanan (Bakır/Taş Çağı) dönemden itibaren giderek zenginleşmektedir. Özellikle Hellenistik ve sonrasında Roma ve Bizans dönemi olarak tanımlanacak dönemlere ait çalışmalar ve buluntular bu dönem için bir hayli zengin olduğuna dikkati çekmektedir. ZONGULDAK BÖLGESİ ARKEOLOJİK ARAŞTIRMALARI HAKKINDA Zonguldak ili içinde yapılan arkeololjik araştırmaları iki kısımda incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi kazı çalışmaları ve bir diğeri de yüzey araştırmalarıdır. Zonguldak ilinde gerçekleştirilen projelerin sayısı çok olmamakla birlikte arkeololjik anlamda zengin olduğuna dair kanıtları sunmaktadır. 6 Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı’dan Doç. Dr. Metin Kartal Sakarya ili içinde başlattığı yüzey araştırmalarında Paleolitik döneme uzanan buluntularla karşılaştığını belirtmiştir (Kişisel Görüşme) 46 ADNAN BAYSAL Kazı Çalışmaları Arkeolojik kazı çalışmaları Zonguldak il sınırları içerisinde belli başlı bir kaç noktada gerçekleşmiş veya devam emektedir. Bunlar sırasıyla Tios (Filyos) ve Yassıkaya gibi iki önemli kazı çalışmasına işaret edilebilir. Bunlardan il sınırları içinde en eski döneme tarihlenen kazı çalışması Yassıkaya’da Prof. Dr. Turan Efe tarafından gerçekleştirilmiştir7. Yassıkaya yerleşmesi Erken Tunç Çağı dönemine tarihlenmekte olup (M.Ö. 3. Bin) Zonguldak iline ait en eski tarihlemeye sahiptir. Burada yapılan kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkartılan kültür kalıntıları ışığında Efe Yassıkaya kültürünün balkan kültürlerine benzerliğine işaret etmekle birlikte kökeninin yerleşmenin doğusunda yani Filyos bölgesinde olabileceğini öne sürmektedir. Bunun yanında daha geç dönemlere ait geniş bilgilerin açığa çıkartıldığı bir diğer kazı ve araştırma projesi Karabük Üniversitesinden Prof. Dr. Sümer Atasoy başkanlığında Filyos veya antik adıyla Tios yerleşmesinde yürütülmektedir. Bunlara ek olarak Ereğli ilçesinde Müze Müdürlüğü tarafından ve Ereğli Belediyesi destekleriyle yürütülen çeşitli kazı çalışmaları da yer almaktadır. Şu anda il sınırları içinde yapılan sistematik kazılar arasında erken dönem hakkında bilgi sahibi olduğumuz çalışmalar Yassıkaya’dan gelmektedir. Bu çalışmalar Zonguldak ilinin geçmişini 5000 yıl gibi geriye götürmekle kalmaz aynı zamanda uzak geçmişinin ne kadar geride olabileceği konusuna da işaret etmektedir. Yüzey Araştırmaları Zonguldak ili içinde arkeolojik yüzey araştırmaları da gerçekleştirilmiştir. Bunlardan en önemlisi G. Karauğuz (Selçuk Üniversitesi) tarafından yapılan çalışmalardır8. Karauğuz çalışmalarının büyük bir kısmını Zonguldak ili ve çevresinde geliştirmiştir9. Karauğuz yapmış olduğu çalışmalar sonucunda bulduğu arkeololjik yerleşmeleri kültürel olarak değerlendirerek Kalkolitik Dönem 5 %, Tunç Döneminin 9%, Helenistik Dönemin 8% ve Roma ve Geç Antik Döneme ait olanları 78% olarak tanımlamıştır10. 7 Efe, T., & Mercan, A. (2002). Yassıkaya: Karadeniz Ereğli (Heraclea Pontica) Yakınlarında Tunç Çağı Yerleşmeleri. Kazı Sonuçları Toplantısı, 23(1), 361-374. 8 Karauğuz, G. (2009a). Çaycuma, Gökçebey (Tefen) ve Devrek İlçeleri Yüzey Araştırması, 2007. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 26(1), 105-116; Karauğuz, G. (2009b). Zonguldak Bölgesi 2008 Yılı Yüzey Araştırması. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 27(1), 175-186. 9 Karauğuz, G. (Ed.). (2011). Devrek ve Çevresi Tarihi. Konya: Çizgi Kitabevi; Karauğuz, G., Akış, A., & Kunt, H. İ. (2010). Zonguldak Bölgesi Arkeoloji, Eski Çağ Tarihi ve Coğrafya Araştırmaları. Konya: Çizgi Kitabevi. 10 Karauğuz, G., Akış, A., & Kunt, H. İ. (2010). Zonguldak Bölgesi Arkeoloji, Eski Çağ Tarihi ve Coğrafya Araştırmaları. Konya: Çizgi Kitabevi. 47 ZONGULDAK VE UZAK GEÇMİŞ Bu çalışmaların dışında yine Zonguldak ilinin çevresinde geliştirilen çalışmalar olmuştur. Zonguldak ili çevresinde yapılan arkeolojik araştırmalarda dolaylı yollardan olsa da Zonguldak ili içerisinde yapılacak olan araştırmalarda nelerin beklenmesi veya bulunabileceğine dair önemli bilgiler sunmaktadır. Bunlardan Kastamonu ilinde yapılan yüzey araştırmalarını11 ve Cide’de yapılan araştırmaları12, Paflagonya araştırmalarını13, Marmara bölgesi içinde gerçekleştirilen bazı çalışmaları14. Bu çalışmalara ek olarak 2014 yılı içinde gerçekleştirilen bir diğer yüzey araştırması projesi de Ereğli ilçesini kapsayan yüzey araştırmasıdır. Bu araştırma Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan izinle birlikte Bülent Ecevit Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projesi kapsamında ve Ereğli Belediyesi’nin büyük destekleri sayesinde gerçekleşmiştir. Ereğli ilçesinin doğusunda kalan alan içinde (Figür 2) gerçekleştirilen yüzey araştırmasında bulunan bazı insan eliyle üretilmiş ve kullanılmış olan alet lerin varlığı bölgede prehistorik dönemlere uzanan insan geçmişinin varlığını doğrular durumdadır. Bu aletler üzerinde (Figür 3 ve 4) uzman arkeologların incelemesi şu anda tamamlanmamış olmakla birlikte ilk gözlemler ışığında bunların bulundukları ortamlarda seramik parçalarının bulunmadığı da göz önüne alındığında tarihleme açısından kabaca bir genelleme yapılabileceği görülmektedir. Bu durum arkeolojik açıdan değerlendirildiğinde insanın bölgede varlığı çok uzak zamanlara kadar uzanmaktadır. Bununla birlikte bölgede yapılan gerek sayıca azlığı ve gerekse yapılan çalışmaların bölge halkına duyurularak paylaşımı konusunda yeterli ve gerekli çalışmaların şu ana kadar gerçekleştirilememiş olması bir anlamda bilinç oluşumu konusunda bazı açık noktalar bırakmaktadır. Bu geçmiş kimindir? Kim sahip çıkmalıdır? Neden sahip çıkmalıdır? Gibi son derece basit sorular bizleri arkeolojik, antropolojik ve etnografik araştırmaların yapılması gereğini sorgulamaya ve bunların yapılış nedenlerini anlamaya götürecektir. Öncelikle kültürel değerlerin korunması ve bu değerlerin araştırılması sürecinde ortaya konulacak olan çok farklı ve değişik gerek materyal gerekse sözlü kültürlerle geçmişi tanımak ve algılamak mümkün olacaktır. Bu algı ve kavrayış çerçevesinde de ‘geçmiş’ imajı oluşacaktır. Bu geçmişle özdeşleşmek ayrı bir konu olmakla birlikte üzerinde yaşanan toprağın, var olunan coğrafyanın ve tarihsel kontekstin özüne inebilmek ve aynı zamanda bütünleşebilmek ve yabancılaşmadan yaşayabilmek için gereklidir. Özellikle modern insanın en önemli kompleks boyutlarından biri olan kendisine dahi yabancılaşma sürecinde modern insana kontra kültürel boyut geliştirmesinde en önemli çözümlerden biri gibi durmaktadır. Özdoğan, A., Marro, C., & Tibet, A. (1998). Kastamonu Yüzey Araştırması 1997 Yılı Çalışmaları. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XVI, 219-244; Özdoğan, A., Marro, C., Tibet, A., & Kuzucuoğlu, C. (1997). Kastamonu Yüzey Araştırması 1996 Yılı Çalışmaları. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XV, 63-104. 12 Düring, B. S., & Glatz, C. (2009). The Cide Archaeological Project 2009. Anatolian Archaeology, 15, 15-16; Düring, B. S., & Glatz, C. (2010). The Cide Archaeological Project 2009: First Results. Anatolia Antiqua, XVIII, 203-213. 13 Matthews, R. (1998). Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı Province, 1997. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XVI, 245-254; Matthews, R. (1999). Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces, 1998. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XVII, 175-180; Matthews, R. (2000). Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces , 1999. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XVIII, 249-256; Matthews, R. (2001). Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces, 2000. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XIX, 9-14; Matthews, R. (2002a). Project Paphlagonia: Regional Survey Çankırı and Karabük Provinces. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 20(2), 219-222; Matthews, R. (2002b). Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces, 2001. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XX, 219-222; Matthews, R. (2007). An Arena for Cultural Contact: Paphlagonia (North-Central Turkey) through Prehistory. Anatolian Studies, 57, 25-34; Matthews, R. (2009). Silent centuries: Paphlagonia from the Palaeolithic to the Early Bronze Age, 200,000-2000 BC. In R. Matthews & C. Glatz (Eds.), At Empires’ edge. Project Paphlagonia regional survey in north-central Turkey (pp. 75-105). London: British Institute at Ankara. 14 Özdoğan, M. (1985). 1984 Yılı Trakya ve Doğu Marmara Araştırmaları. Araştırma Sonuçları Toplantısı, III, 409-420; Runnels, C., & Özdoğan, M. (2001). The Palaeolithic of the Bosphorus Region, NW Turkey. Journal of Field Archaeology, 28(1/2), 69-92. 11 48 ADNAN BAYSAL UZAK GEÇMİŞ ve GEÇMİŞE YABANCILAŞMA Uzak geçmiş modern dünya içinde yaşayan, özellikle gündelik işlere yoğunlaşmış sıradan bir çok insanın aklına dahi gelmemektedir. Bunun yanında sürekli artan teknolojik gelişim ve konformist yaşam tarzı yaşamdaki öncelikleri daha farklı kılmaktadır. Özellikle konformizme yönelik yaşam tarzında her şeyin teknoloji sayesinde daha kolay erişilebilir olduğu bir dünyada bilginin tüketimi de son derece çabuk ve hızlı olmaktadır. Bunun gerçekleşmesi içinde bilginin uygun bir form içinde önceden üretilmiş olması gerekmektedir, hiç değilse sürekli olarak üretilebilirliği veya yeniden üretilebilirliği sağlanmalıdır. Bunun doğuracağı sonuçlarda önceden kestirilebilir. Doğal olarak kolay algılanabilir, basite indirgenmiş, derinliği olmayan, temsili, mümkünse zaman almayan bir forma dönüştürülen ‘bilgi’ Bu da arkeoloji gibi uzun uğraşlar sonucunda ortaya çıkarılan zahmetli bilgi üretimi için hiç parlak bir durum değildir. Konformizme dayalı globalist yaşam veya modernitenin getirmiş olduğu tehlikelerden bir tanesi doğal olarak yabancılaşmadır. Öncelikle bireyin kendine, çevresine ve içinde bulunduğu kültürel kontekste giderek yabancılaştığı görülür fakat bu globalleşme sürecinin doğal bir işleyişi, hatta evrensel kültürün parçası ve üyesi olan birey ve kitlelerin ortaya çıktığı doğrultusunda pozitif bir perspektif içinde ve doğallık içinde sunulur. Aslanda bu bir anlamda zaman ve mekân içinde bir çeşit sıkışmadır15. Bu yabancılaşmayı sürecini anlamak ve algılamak son derece önemli olup bu süreci tanımak en azından neler yapılabileceği konusunda bizleri söz sahibi yapacaktır. GEÇMİŞLE BAĞ KURMAK Geçmiş, dilsel ve tarihsel anlamıyla “şimdi”den uzak bir zaman dilimini ifade edebileceği gibi aynı zamanda “şimdi” nin öncesi olan her anın dilimi içinde kullanılabilir. Dolayısıyla geçmiş, zamansal süreç bağlamında belirsizliğe sahiptir. Bu belirsizlik ancak zamanın ölçülmesi ile ve materyal kültürün zaman içinde biçimsel ve işlevsel değişiminin belirlenmesi sonucu arkeolojik bilgi oluşturulmaktadır. Zamanın ölçülmesi işlemi çeşitli teknik ve kimyasal analizler sonucunda veya analojiler sayesinde gerçekleşmektedir. Tarihlemek, bir çeşit, bilinç düzeyinde zamanın farkındalığını oluşturmaktır ve bunu yaparken de görsel anlamda zamanı karakterize eden objeler üzerinden belirlenmesi yoluna gidilmektedir. Yani temporal süreç içinde nesneler aracılığıyla insan merkezci (anthropocentric) bir dünya kurma yoluna gidilir. Buna bağlı olarak da nesneler aracılığıyla geçmiş yakınlaştırılır ve ‘şimdi’ ile ilişkilendirilir. Bu sayede ‘uzak geçmiş’ yakınlaştırılır, dahası hatırlanabilir bir şekile dönüştürülür. Yani şimdiyle ve şimdiyi yaşayan bireyle ilişkilendirilir. Bunu takip eden süreç iki tür de gelişir; bireye bağlı bireyin hafızası ki bu aynı zamanda toplumların hafızasının oluşmasında önemli rol oynar ve bir diğeri de bu nesnelerin hafızasıdır. Her ikisinin bir birbiriyle olan ilişkileri ve entegrasyonu bizim geçmiş ile olan ilişkimizi kurar ve geçmişi anlaşılır bir duruma getirir. Bu geçmiş içinde de kendimize ait bir yer oluştururuz. Bu yer bireysel boyutlarda veya toplumsal boyutlarda olabileceğinden kitlesel bütünlüğün oluşmasında önemli bir faktör oluşturur. Kitlesel bütünlüğü şekillendirir ve ait olmak ve gelinen yeri görmek açısından bir kontekst oluşturur. Bu kontekst içinde de geleceğin şekillenmesi için hazırlıklar yapılır. Tüm bu uzak olarak değerlendirilen zamansal süreç ve içinde yer almış olan nesneler bizi belirler ve yarını hazırlamak üzere bilinçli veya bilinçdışı olarak bizleri şekillendirir. Cumhuriyet tarihimizin ilk yıllarında bilimsel alanlarda gerçekleştirilen çalışmalardan bir tanesi de arkeoloji bilimi üzerindeki çalışmalardır. Bilindiği üzere Atatürk’ün önderliğinde şekillenmeye başlayan ve o dö15 Harvey, D. (1989). The Condition of Postmodernity, An Enquiry into the Origins of Cultural Change. Oxford: Blackwell Publishers 49 ZONGULDAK VE UZAK GEÇMİŞ nemlerde Almanya’dan gelen arkeologların istihdamıyla başlayan bir yapılanma vardır. Bu süre içinde gelişen arkeolojik yapılanma yurt dışına gönderilen ve birinci kuşak arkeologlar olarak tanımlanan hocalarımızla devam eden Türkiye’deki arkeoloji macerası günümüze kadar ulaşmıştır. O dönemde şekillenmeye başlayan arkeolojik yapılanma bazı arkeoloji tarihçileri veya uzmanlar tarafından çeşitli şekillerde ele alınarak yorumlar getirilmiştir. Bunlar arasında Atatürk’ün arkeolojiye eğilimi, ulusçuluk anlayışının kurulması ve benzeri görüşler yer almaktadır. Buna karşılık üzerinde pek durulmayan, daha geniş perspektifte hatta hiç dikkati çekmeyen şey ise ‘modern ve kültürel’ sürecin başlatılmasıydı16. Bu noktada arkeoloji biliminin de yer aldığı modern dünya görüşünün şekillenmesine yönelik bilimsel alandaki gelişmeler bu günkü ‘Modern Türkiye’ imajının gelişmesinde katkısı önemlidir. Bundan dolayı, geçmişle hem yakın hem de uzak geçmişle, ilişki ve anlayışı içinde olmak sadece kendi ülkemizin gelişimi için değil aynı zamanda çevremizdeki gelişmekte ve kalkınmakta ülkelerdeki medeniyet, kültür ve modernlik seviyelerine ulaşmak ve ileri gitmek için arkeoloji moderniteye giden yollar üzerinde önemli bir güç kaynağı oluşturmaktadır. TARİHSEL SÜREKLİLİK VE SÜREKLİ DEĞİŞİM Tarihsel süreklilik ve sürekli değişim aslında aynı şeyler gibi algılanabilir. Tarihsel sürekliliği zaman içinde meydana gelen bir ‘oluş’un takip eden zamanlar içinde de bu ‘oluş’unu sürdürebilmesi anlamında kullanmak veya bu perspektiften algılamak mümkündür. Tarihin oluşumu zamana bağlıdır ve bu zaman süreci içinde yer alan olaylar bazen hızlı bir devinim içinde bazende çok yavaş bir süreç içinde olmaktadır. Bu süreç aslında her yerde aynı ölçülebilir bir hız ile gitmektedir, dolayısıyla kesintiye uğraması mümkündür değildir. Buna bağlı olarak, Karadeniz bölgesinin Batı kesiminde kalan alanda arkeolojik araştırmaların olmaması, dolayısıyla rapor edilmeyen ve şu ana kadar bilgimizin az olduğu dönemlerin “yok” diye yorumlanması doğru bir yaklaşım değildir. Kozlowski’ye göre17 bundan çok uzun yıllar önce Afrika’dan çıkan ve alet yapabilen insanın Karadeniz sahillerine kadar ulaştığı ve hatta Karadeniz kıyıları boyunca Kuzey’e doğru hareketine devam ettiği yolundadır. Kozlowski’nin bu görüşü doğruysa ve bölgenin etrafında yapılan araştırmalardan gelen bilgilerle ‘şüpheli’18 olarak değerlendirilebilecek bilgiler irdelendiğinde Zonguldak için ve Batı Karadeniz bölgesi için uzak geçmişten günümüze bir sürekliliğin olduğu konusunda kesin bir görüş birliğine varmak zor olmayacaktır. SONUÇ Batı Karadeniz bölgesinde ve Zonguldak ili sınırları içinde yapılan arkeolojik araştırmaların çoğunluğu Klasik dönemlerden başlayarak günümüze kadar gelen dönemlere aittir. Özellikle Zonguldak için, tarihsel kayıtların endüstriyel gelişime katkıda bulunan kömür madeninin bulunmasından sonra ki hızlı bir trafiğin başladığı dikkati çekmektedir. Buna karşılık Arkeolojik araştırmaların az sayıda olduğu, bunların genelde Klasik ve Roma dönemlerine tarihlenen merkezlere odaklı olduğu görülür. Bölgenin az araştırılmış olması, arkeolojik anlamda erken dönemlerin bilinmemesi, araştırmaların genelde bitki örtüsünün yoğunluğuna bağlı nedenlerle Özdoğan, M. (2006). Çağdaşlaşma ve Türk Arkeolojisi, Arkeolojinin Görmediğimiz Yüzü. In M. Özdoğan (Ed.), Arkeolojinin Politikası ve Politik Bir Araç Olarak Arkeoloji (pp. 31-37). İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları; Özdoğan, M. (2011b). Arkeolojik Kazılar “Bilimsel Çalışma mı, Toprak Hafriyatı mı?” In M. Özdoğan (Ed.), Arkeolojik Kazılar Bilimsel Çalışma mı? Toprak Hafriyatı mı? (pp. 11-44). İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. 17 Kozlowski, J. K. (2002). The Middle and the Early Upper Paleolithic Around the Black Sea. In T. Akazawa, K. Aoki & O. Bar-Yosef (Eds.), Neandertals and Modern Humans in Western Asia (pp. 461-482). New York, Boston, London, Moscow: Kluwer Academic Publisher. 18 Örneğin Ilıksu (Zonguldak/Merkez) de bulunan bir aşınmış el baltası olduğu bildirilmektedir. (Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri Websitesi) 16 50 ADNAN BAYSAL gerçekleştirilemediği konusundaki bilgileri bölge ve Zonguldak ilinin prehistoryasına olan genel yaklaşımı ve bu anlamdaki sorunlarının altını çizmektedir. Özellikle son zamanlarda ortaya çıkan bilgiler ve çevrede yapılan araştırmalar sonucunda ele geçen kanıtların bölge ve il prehistoryası hakkında son derece önemli kalıntıların olabileceği doğrultusundadır19. Çalışmanın bu noktasına kadar işaret ettiğimiz temel noktaları değerlendirerek genel bir sonuca ulaşmak mümkündür. Buraya kadar sözünü ettiğimiz endüstriyel süreçleri yoğun olarak yaşamış olan şehir veya kasabaların sosyal örgütlenmesi ve yapılanması üzerine yapılan gerek sosyolojik, antropolojik, etnolojik, sosyo-politik veya toplumsal psikolojik açıdan değerlendirmelerin öne çıkmadığı gözlenmekte ve özellikle endüstriyel süreçleri yaşayan bu türden şehirlerde ekonomik ve enerji tüketim politikalarından kaynaklanan nedenlerden dolayı iş bulmak üzere yoğun nüfus hareketlenmesinin oluşması ve ardından şehirlerin ekonomik rollerini yitirmeleri sonucunda bu merkezlerde ki insanların yaşamaya başladıkları sorunların başında her ne kadar ekonomik sorunlar temel olsa da bunların yanında kültür erozyonu ve toplumsal psikolojide meydana gelen değişikliklerle buralardan başka yerlere başlayan göçlerde toplumsal yapının bozulması da önemli yer tutmaktadır. Yukarda sözünü ettiğimiz Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde görülen benzeri durumlar Zonguldak içinde aynı olmakla birlikte Zonguldak’ın bu her iki ülkedeki benzerlerinden farklı bir potansiyelinin varlığı dikkati çekmektedir. Bu potansiyel başta gündeme getirilebilecek olan ‘geçmiş’ tir. Bochum örneğinde olduğu gibi bu geçmiş (yakın) büyük bir madencilik müzesinde derlenebilir. Uzak geçmiş olarak da Herakleia Pontike (Ereğli) ve Tios veya Teos olarak da bilinen (Filyos) antik yerleşmelerinin il sınırlarında bulunması burayı doğal olarak açık hava müzelerine dönüştürebilme potansiyeline sahiptir. Tüm bunlara ek olarak çevre ve doğal güzellikleri yanında bölgede yapılacak olan düzenli arkeoloji projelerinin ve kültür envanteri20 gibi projelerin çok önemle dikkate alınarak kurumlar ve enstitüler tarafından desteklenmesi Zonguldak için dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Burada şu noktaya değinmekte yarar vardır. Elbette birileri şu soruyu sormak için sabırsızlanıyor olacaktır: ‘Zonguldak’ın geçmişini günümüzden yirmi bin yıl öncesine götürmek Zonguldak’a ne yarar sağlayacaktır? Elbette bu soru sorulmalı, şunu da unutmamak gerekir ki eğitim ve kültürel gelişim uzun vadede yatırımları ve ekonomik düzeni de getirecektir. Zonguldak ilinin geçmişinin araştırılması, özellikle uzak ve bilinmeyen geçmişinin araştırılarak ortaya çıkarılması, sadece bilimsel ve kronolojik bir boşluğu doldurmayacak, aynı zamanda modern ve kültürel gelişimin tamamlanması sürecine de bir derinlik kazandıracaktır. Buna ek olarak uzak ve yakın geçmişiyle donanmış, bilinçli bir nesil sadece bilgi ile donanmış değil aynı zamanda ‘kültürel mirası’nı da koruyan gözeten genç ve bilinçli bir kitlenin ortaya çıkmasında yardımcı olacaktır. Katkı Belirtme Bu çalışma Bülent Ecevit Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projelerinden (BAP) 2013/91149634-01 nolu proje desteği ile hazırlanmıştır. Bu proje çalışmasının gerçekleşmesinde anlayış ve yardımlarını esirgemeyen sayın Rektör M. Özer’e, Prof.Dr. O. Uzun’a teşekkürü bir borç bilirim. Projenin bilfiil arazi çalışmalarının gerçekleştirilmesi aşamasında da Ereğli Belediyesi son derece özverili bir şekilde yardımlarını ve desteğini 19 Bu düşünce temel alınarak Bülent Ecevit Üniversitesi’nin Bilimsel Araştırma Projeleri kapsamında bir program geliştirerek Zonguldak ili içinde Prehistorik döneme tarihlenen merkez, buluntu yerleri ve yerleşim yerlerinin tespiti için çalışmalar başlatılmıştır. 20 Bu konuda sayın Raif Tokel’in özellikle Karadeniz Ereğli’si için başlatmış olduğu son derece önemli çalışma ve girişimlerle ortaya koyduğu kültür envanteri ve eserler listesiyle yine şehir müzesi oluşumu önemli örnekler arasındadır. 51 ZONGULDAK VE UZAK GEÇMİŞ esirgememiştir. Başta Belediye Başkanı sayın Hüseyin Uysal’a, Belediye Başkan yardımcısı sayın Esra Alpago’ya ve Kültür Projeleri Sorumlusu Danışman Raif Tokel’e verdikleri büyük desteklerden dolayı teşekkürlerimi sunmak isterim. Projenin gerçekleşmesi aşamasında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından temsilci olarak projede yer alan Ereğli Müzesi uzmanlarından sayın Onur Arslan’a da verdiği destek ve özverili çalışmasından dolayı teşekkürlerimi sunarım. 52 ADNAN BAYSAL KAYNAKÇA Atakuman, Ç. (2008). Cradle or crucible: Anatolia and archaeology in the early years of the Turkish Republic (1923 -1938). Journal of Social Archaeology, 8(2), 214-235. Atakuman, Ç. (2010). Value of Heritage in Turkey : History and Politics of Turkey ’ s World Heritage Nominations. Journal of Mediterranean Archaeology, 23, 107-131. Büyüksalih, İ., Akçın, H., Sefercik, U. G., Karakış, S., & Marangoz, A. M. (2005). Batı Karadeniz Sahil Bölgesindeki Filyos Nehri ve Deltasındaki Değişimlerin Zamansal CBS İle İncelenmesi. Paper presented at the Ege CBS Sempozyumu, Ege Üniversitesi Coğrafya Bölümü, İzmir. Düring, B. S., & Glatz, C. (2009). The Cide Archaeological Project 2009. Anatolian Archaeology, 15, 15-16. Düring, B. S., & Glatz, C. (2010). The Cide Archaeological Project 2009: First Results. Anatolia Antiqua, XVIII, 203-213. Efe, T., & Mercan, A. (2002). Yassıkaya: Karadeniz Ereğli (Heraclea Pontica) Yakınlarında Tunç Çağı Yerleşmeleri. Kazı Sonuçları Toplantısı, 23(1), 361-374. Harvey, D. (1989). The Condition of Postmodernity, An Enquiry into the Origins of Cultural Change. Oxford: Blackwell Publishers. Karauğuz, G. (2009a). Çaycuma, Gökçebey (Tefen) ve Devrek İlçeleri Yüzey Araştırması, 2007. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 26(1), 105-116. Karauğuz, G. (2009b). Zonguldak Bölgesi 2008 Yılı Yüzey Araştırması. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 27(1), 175-186. Karauğuz, G. (Ed.). (2011). Devrek ve Çevresi Tarihi. Konya: Çizgi Kitabevi. Karauğuz, G., Akış, A., & Kunt, H. İ. (2010). Zonguldak Bölgesi Arkeoloji, Eski Çağ Tarihi ve Coğrafya Araştırmaları. Konya: Çizgi Kitabevi. Kozlowski, J. K. (2002). The Middle and the Early Upper Paleolithic Around the Black Sea. In T. Akazawa, K. Aoki & O. Bar-Yosef (Eds.), Neandertals and Modern Humans in Western Asia (pp. 461-482). New York, Boston, London, Moscow: Kluwer Academic Publisher. Matthews, R. (1998). Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı Province, 1997. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XVI, 245-254. Matthews, R. (1999). Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces, 1998. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XVII, 175-180. Matthews, R. (2000). Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces , 1999. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XVIII, 249-256. Matthews, R. (2001). Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces, 2000. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XIX, 9-14. 53 ZONGULDAK VE UZAK GEÇMİŞ Matthews, R. (2002a). Project Paphlagonia: Regional Survey Çankırı and Karabük Provinces. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 20(2), 219-222. Matthews, R. (2002b). Project Paphlagonia: Regional Survey in Çankırı and Karabük Provinces, 2001. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XX, 219-222. Matthews, R. (2007). An Arena for Cultural Contact: Paphlagonia (North-Central Turkey) through Prehistory. Anatolian Studies, 57, 25-34. Matthews, R. (2009). Silent centuries: Paphlagonia from the Palaeolithic to the Early Bronze Age, 200,0002000 BC. In R. Matthews & C. Glatz (Eds.), At Empires’ edge. Project Paphlagonia regional survey in north-central Turkey (pp. 75-105). London: British Institute at Ankara. Özdoğan, A., Marro, C., & Tibet, A. (1998). Kastamonu Yüzey Araştırması 1997 Yılı Çalışmaları. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XVI, 219-244. Özdoğan, A., Marro, C., Tibet, A., & Kuzucuoğlu, C. (1997). Kastamonu Yüzey Araştırması 1996 Yılı Çalışmaları. Araştırma Sonuçları Toplantısı, XV, 63-104. Özdoğan, M. (1985). 1984 Yılı Trakya ve Doğu Marmara Araştırmaları. Araştırma Sonuçları Toplantısı, III, 409-420. Özdoğan, M. (2006). Çağdaşlaşma ve Türk Arkeolojisi, Arkeolojinin Görmediğimiz Yüzü. In M. Özdoğan (Ed.), Arkeolojinin Politikası ve Politik Bir Araç Olarak Arkeoloji (pp. 31-37). İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. Özdoğan, M. (2011a). 50 Soruda Arkeoloji. İstanbul: 7 Renk Basım Yayım. Özdoğan, M. (2011b). Arkeolojik Kazılar «Bilimsel Çalışma mı, Toprak Hafriyatı mı?» In M. Özdoğan (Ed.), Arkeolojik Kazılar Bilimsel Çalışma mı? Toprak Hafriyatı mı? (pp. 11-44). İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. Öztürk, B. (2013). Tios (Zonguldak Filyos) Antik Keııtinde Dinsel inantşlar Ve Kültler. In Ş. Dönmez (Ed.), Güneş Karadenizden Doğar; Sümer Atasoy’a Armağan Yazılar (pp. 331-346). Ankara: Hel Yayınları. Runnels, C., & Özdoğan, M. (2001). The Palaeolithic of the Bosphorus Region, NW Turkey. Journal of Field Archaeology, 28(1/2), 69-92. Sönmez, İ. F., & Öztürk, B. (2008). Batı Karadeniz’de Bir Antik Kent Kazısı: Tios (Filyos). Arkeoloji ve Sanat, 127, 133-146. Tanyeri-Erdemir, T. (2006). Archaeology as a Source of National Pride in the Early Years of the Turkish Republic. Journal of Field Archaeology, 31(4), 381-393. 54 ADNAN BAYSAL EKLER Figür 1. Bochum (Almanya) yer alan ve dünyaca ünlü madencilik müzesi: Bergbau – Museum Figür 2. Ereğli ilçesinde gerçekleştirilen arkeolojik yüzey araştırmasının kapsadığı alan ve buluntu yerleri. 55 ZONGULDAK VE UZAK GEÇMİŞ Figür 3. Ereğli yüzey araştırmaları sırasında bulunan ve prehistorik döneme tarihlenen çekirdek ve dilgi aletler. Figür 4. Ereğli yüzey araştırması sırasında bulunan bir el yapımı çekirdek alet. 56 TEVFİK EMRE ŞERİFOĞLU - CANER BAKAN M.Ö. BİRİNCİ BİNDE KYTOROS GÖÇ, KOLONİZASYON, TİCARET VE KİMLİK*1 TEVFİK EMRE ŞERİFOĞLU**2 CANER BAKAN***3 Kytoros ya da günümüzdeki adıyla Cide, Kastamonu’nun kuzeybatısındaki bir sahil beldesidir (Resim 1). Burası oldukça yoğun bir bitki örtüsü ile kaplı olmasının yanı sıra dağlık coğrafi yapısı nedeniyle çevre bölgelerle karasal bağlantıları sınırlı ancak deniz yolu bağlantısı nispeten kuvvetli bir bölgedir (Resim 2). Güneyinde yer alan Küre Dağları daha iç kesimlerle olan bağlantıları oldukça kısıtlamaktadır ve bu durum kıyı yerleşmelerinin iç bölgelerden izole olmasına yol açmıştır4 (Resim 3). Kytoros ile iç bölgelerin bağlantısı, zor coğrafi şartlara rağmen, Şenpazar üzerinden kısmen kurulabilmektedir. Strabon, Kytoros’un da içinde bulunduğu Paphlagonia bölgesinin sınırlarını izah ederken, doğusunda Halys (Kızılırmak) Nehri, güneyinde Galatlar ve Frigler, batısında Bithynialılar ve Mariandynler (daha önce burada bulunan Kaukonların yok edildiğini ekleyerek), kuzeyinde ise Pontus Eukseinos (Karadeniz) ile çevrili olduğunu aktarmaktadır5. Ayrıca Kytoros’u elinde tutan Henetlerden6 bahsederken Kytoros’un bir zamanlar Sinope’nin ticaret yeri (emporion) olduğunu da eklemeyi unutmaz7 (Resim 4). Kytoros ilk olarak Homeros’un İlyada’sında karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte adı daha pek çok antik kaynakta geçmektedir8. Kytoros ismi İlyada’da geçse de kelimenin kökeni ile ilgili tartışmalar halen devam etmektedir9. Araştırmacılardan bazıları Kytoros isminin Yunanca kökenli olabileceğini savunurken daha çok destekçisi olan bir diğer görüşe göre Latince kökenlidir10. Strabon, Kytoros yerleşimini dört katoikiai’dan biri olarak tanımlar11. Bu dört yerleşim (Sesamos, Kytoros, Kromna ve Tieion) daha sonra Amastris altında birleşmişlerdir (synoikismos)12. Eustathius, Homerik Kytoros’u Kotyora’nın yakınlarına konumlandırırken, Kotyora’yı bir Pontus komesi, * Çalışmamıza yapmış olduğu değerli katkılardan ötürü Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Dr. Tolga Özhan'a teşekkürlerimizi sunarız. ** Yrd.Doç.Dr.Tevfik Emre Şerifoğlu, Bitlis Eren Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü, [email protected] *** Araş.Gör.Caner Bakan, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü, [email protected] 4 Koromila, M., The Greeks in the Black Sea from the Bronze Age to the Early Twentieth Century. Panorama, 5 6 7 8 9 10 11 12 Athens, 1991, s. 34. Strabon 12.3.9 Strabon 12.3.5 Strabon 12.3.10 Hom. Il. II 853. Antik yazarlar Kytoros’u farklı şekillerde yazmışlardır, bkz.: Skyl. 90: Kytoris; Arrian. peripl. pont. Eux. 20: Kytoros; Anon. peripl. pont. Eux. 17: Kytoros; Ptolem. V 1, 7: Kytoron; Marc. Heracl. epit. peripl. Men. 9; Steph. Byz. s.v.: Kytoros.; Mela I 104: Cytoros (femininum); Apoll. Rhod. II 942: Kytoros (masculinum); Theophr. hist. pl. III 15, 5: Kytora (neutrum); Suid. s.v.: Kytoris; Eustath. 361, 42: Kytoros (femininum). Strabon, Homeros’un bütün kıyıyı incelediğini ve Herakleia, Amastris ve Sinope kentlerinden söz etmemişse bunun henüz bu kentlerin kurulmamış olmasından kaynaklandığını söylemektedir. Bununla birlikte Kytoros İlyada’da geçmektedir: Hom. Il. II 853. Avram, A., J. Hind, G. Tsetskhladze, “The Black Sea Area”. M. H. Hansen ve T. H. Nielsen ed., An Inventory of Archaic and Classical Poleis, Oxford University Press, Oxford, 2004, s. 959. Strabon 12.3.10 Strabon 12.3.10; Burstein, S., Outpost of Hellenism: The Emergence of Heraclea on the Black Sea. Classical Studies, Vol. 14. London, University of California Press, 1976, s.76, 79 (bu dört yerleşim eski Miletos kolonileri olarak geçmektedir.); Bu birleşmenin barış yoluyla mı yoksa zor kullanarak mı yapıldığı yönünde bir bilgi henüz bulunmamaktadır: bkz. Vinogradov, J.G., Pontische Studien Kleine Schriften zur Geschichte und 57 M.Ö. BİRİNCİ BİNDE KYTOROS GÖÇ, KOLONİZASYON, TİCARET VE KİMLİK Kytoros’u ise Paphlagonia bölgesinde bir polis olarak tanımlar. Ayrıca kentin etnikonunun Kytorieus, Kytorites ve Kytorios olduğunu belirtir. Kendi zamanında yaşamış bazılarının da burayı Kydoron olarak adlandırdığını söyler. Bu bilgilerin yanında, Kytoros’dan Pyksophoros olarak bahsederek buranın şimşir ağacıyla özdeşleştiğini vurgulamıştır13. Kytoros’un polis olarak nitelendirilebilecek bir yerleşim olup olmadığı da oldukça tartışmalıdır14. Yerleşim, Sinope ile olan ilişkisi öne sürülerek bazı araştırmacılar tarafından polis olarak değerlendirilmektedir15. Elimizdeki verilerin yetersizliği nedeniyle bu konuda kesin bir sonuca varmak mümkün değildir. Bu güne kadar elimize Kytoros tarafından basıldığı bilinen herhangi bir sikke geçmemiştir. Her ne kadar Imhof Blumer “Griechische Münsen” adlı kitabında Paphlagonia’daki Sebaste’nin sikke darp ettiğini ve bu ismi Kytoros’un farklı bir ismi olarak gördüğünü söylese de; Ramsey, Sebaste unvanını bir kaç yıllığına Amastris şehrinin almış olabileceğini öne sürerek Blumer’in görüşüne katılmaz16. Strabon, Ephoros’a atıfta bulunarak Kytoros’un adını Phryxos’un oğlu Kytoros’tan aldığını söyler ve bölgede çok fazla miktarda bulunan en iyi kalitedeki şimşir ağaçlarına dikkat çeker17. Kytoros isminin bir deyimde de kullanıldığı görülmektedir. Eustathius, gereksiz bir iş yapıldığı vurgulanmak istendiğinde “πύξον εἰς Κύτωρον ἤγαγες” / “şimşiri Kytoros›a taşımak” deyiminin kullanıldığını aktarmaktadır18. Kytoros ve çevresindeki dağlarda yoğun bir yayılım gösteren şimşir ağaçlarından tarak19, kline20, lir21, tuzluk22, balmumu yazı tableti23, boyunduruk24, kutu, peynir kalıbı25, flüt26, topaç27, mızrak28 ve dokuma mekiği29 gibi pek çok lüks ve günlük kullanım eşyasının yapıldığı bilinmektedir. Epigrafik kaynaklardan şimşir ağacının, Yunan dünyasında popüler olan ve yüksek miktarlarda kullanılan bir ham madde olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Strabon’un Kytoros’u bir emporion olarak göstermesindeki faktörler arasında, bölgede yoğun olarak bulunan iyi kalitedeki şimşir ağaçlarının rolü de olmalıdır. Kytoros, Sinope’nin M.Ö. 2. ve 1. yüzyıllarda önemli bir ticaret merkezi haline geldiği süreçte,oluşan ticaret ağının içine ham madde sağlayan bir merkez olarak dâhil olmuş gibi görünmektedir. Bu ağ tüm AkdeEpigraphik des Schwarzmeerraumes, Verlag Philipp Von Zabern, Mainz, 1997, s. 25; Bölgenin Mithradates VI Eupator dönemi ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Arslan, M., Mithradates VI Eupator Roma’nın Büyük Düşmanı, Odin yay., İstanbul, 2007. Kytoros ile ilgili genel bilgi için bakınız Eustathius,1.568.19 - 1.569.4; Ayrıca bkz. Robert, L., A Travers l’Asie Mineure. Poètes et Prosateurs, Monnaies Grecques, Voyageurs et Géographie, École Française d›Athènes, 1980, s. 147-150. 14 Strabon 12.3.10; Ps.-Skylaks 90); Avram, a.g.e., s. 959. 15 Avram, a.g.e., s. 959. 16 Ramsay, W. M., The Historical Geography of Asia Minor. Elibron Classics, London, 2005, s. 453. 17 Strabon 12.3.10. Ayrıca bkz. Plinius, Naturalis Historia 16.28. 18Eustathius, Commentarii ad Homeri Iliadem 1.139.11 19 Anthologia Graeca 6.211: “κτένα”; ayrıca bkz. Ovidius, Fasti 6.229: “crines buxo”; IG V.1 1115. 20 Plato (Comicus) 34 “κλίνη” 21 Theokritos 24.110: “φόρμιγξ” 22 Arkhippos 13: “âλία” 23 Propertius 3.23.8: “buxo cera”. 24 Homeros, Il. 24.269: “ζυγόν». 25 Columella, De re rustica 7.8.7: “buxeae formae”. 26 Vergilius, Aeneas 9.619: “tympana vos buxasque”; Ovidius, Metamorphoses 4.30 ve 12.158. 27 Vergilius, Aeneas 7.382: “volubile buxum”. 28 IG XI.2 no. 287 str. 145: “φáλαγγες πùξιναι”. 29 IG V.1 1115 stn. B str. 2: “κερκìς πυξÌνη”. 13 58 TEVFİK EMRE ŞERİFOĞLU - CANER BAKAN niz ve Karadeniz’i kapsayan bir niteliğe sahiptir30. Kytoros için bu avantajlı durumun oluşmasındaki en büyük etkenlerden biri de kuşkusuz Mithridateslerin başkentlerini Amasia’dan, M.Ö. 3 yüzyıldan itibaren ticarette söz sahibi olmaya başlayan ve oldukça gelişmiş bir kıyı şehri olan Sinope’ye taşımış olmalarıdır31. Kytoros’un da içinde bulunduğu bu bölgedeki tek ham madde şimşir değildir. Anadolu’nun Orta Karadeniz bölgesinde Demir Çağı’nda madencilik faaliyetlerinin de gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bölgede gerçekleştirilen çalışmalarda Kastamonu-Taşköprü’deki Bakırboku yerleşmesi üzerinde yoğun demir cürufu bulunmuş, bu Demir Çağı yerleşiminin yakınlarında da iki maden galerisinin izleri tespit edilmiştir32. Kastamonu-Küre’de bulunan bakır madenindeyse günümüzde yok olmuş Helenistik ve Roma dönemlerine tarihli galerilerin var olduğu bilinmektedir. Çevrede bulunan çok sayıda cüruf yığını buradaki yoğun madencilik faaliyetlerinin önemli izleridir. Sonuç olarak bölgedeki bakır yataklarının M.Ö. 1. binyılda ve hatta daha öncesinde değerlendirilmeye başlandığı düşünülmektedir33. Kytoros ve çevresini daha iyi anlayabilmek için ham madde kaynaklarının yanında kült özelliklerine de bakmak yerinde olacaktır. Herakleia Pontika, Amastris ve Sinope gibi büyük kentlerde görülen ve Kytoros’un kültürel tarihi açısından da önemli bir yere sahip olduğu düşünülen kültlerle ilgili pek çok epigrafik kaynak bulunmaktadır. Bunlar arasında özellikle Apollon kültü öne çıkmaktadır. Apollon kültünün Paphlagonia bölgesindeki varlığını en açık şekilde gösteren kanıtlardan bir tanesi Sinope’nin M.Ö. 330-300 arasına tarihlenen gümüş tetradrahmileridir (Resim 5). Bu sikkenin ön yüzünde Sinope başı (tanrıça), arka yüzündeyse omphalos üzerinde oturan Apollon betimlenmiştir34. M.Ö. 7. ila 5. yüzyıllar arasında kurulan Miletos kolonilerinin35 Karadeniz’in kuzeyinde yer alanlar başta olmak üzere neredeyse tamamında, Apollon Iatros’a tapınıldığı bilinmektedir36. Bir Miletos kolonisi olduğu da düşünülen Kytoros’ta, bu ana kentin kültlerini görmek de doğaldır. Öte yandan tarihi veriler, Kytoros’un Helenistik Dönem’in büyük bir bölümü boyunca Sinope kentinin kontrolünde olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Sinope kenti yazıtları incelendiğinde tüm bu bölgede tapınım gören kültler hakkında fikir sahibi olmak mümkündür. Bu kültler şöyle sıralanabilir37: Hestia Prytaneia ve Poseidon Helikonios, Zeus Dikaiosynos, Ino, Asklepios Soter ve Hygeia, Athena Polias ve Sotira, Theos Herakles, Isis, Mercurius, Meter Theon, Sarapis, 30 31 32 33 34 35 36 37 Robinson, D. M., Ancient Sinope, A Dissertation submitted To The Faculty Of The Graduate School Of Arts And Literature In Candidacy For The Degree Of Doctor Of Philosophy (Department Of The Greek Language And Literature), The University of Chicago, 1906, s. 135-136, 152; Koromila a.g.e., s. 196-197, 199. Arslan a.g.e., s. 64. Koçak, Ö., “Mining at the Central Black Sea Region in the Ancient Period”, D. Burcu Erciyas ve Elif Koparal ed., Black Sea Studies Symposium Proceedings 16-17 April 2004 Ankara, YAS 1. İstanbul, 2006, s. 21. Koçak a.g.m., s. 25. SNG v. Awlock 6860; Jenkins, G.K., “Recent Acquisitions of Greek Coins”, The British Museum Quarterly, Vol. 27, No. 1/2, 1963, s. 24; ayrıca bkz. Taşlıklıoğlu, Z., Anadolu’da Apollon Kültü ile İlgili Kaynaklar, İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1963, s. 142. Bölgedeki Milet kolonizasyon hareketleriyle ilgili Xenophon ve Strabon da bilgiler vermektedir. Lütfen bkz. Ksenophon, Hellenika 6.1.11-17; Strabon 12.3.4; Ksenophon, ayrıca Herakleia için Megara’nın Meriandynler memleketindeki kolonisi şeklinde bilgi vermektedir: 6.2.48. Göç ve kolonizasyon konularında bu bölgenin etkin olduğu görülmektedir, Asyrialılar’ın Paphlagonia ve Pontus arasına sürülmesi ile ilgili lütfen bkz. Diodoros Sicilus, Bibliotheca Historica 2.43.6. Graf. F., Apollo, Routlage, New York, 2009. s. 69-70, 83. French, D.H. “Sinopean Notes 4 Cults and Divinities: The Epigraphic Evidence”, Epigraphica Anatolica, Heft 23, Dr. Rudolf Habelt Gmbh, Bonn, 1994, s. 99-108. 59 M.Ö. BİRİNCİ BİNDE KYTOROS GÖÇ, KOLONİZASYON, TİCARET VE KİMLİK Theos Hypsistos, Zeus Helios Serapis ve Isis Myrionymos, Zeus Helios Nau[...]menos, Themis ve Helios, Selene, Hermes, Hydrekhoos ve Seiros. Cide’de bulunarak 1902 yılında Mendel tarafından yayınlanan Kytoros yazıtı, bu yerleşimin kültleriyle alakalı elimizdeki tek doğrudan veridir. Zeus kültünün yoğun tapınım gördüğü bu bölgede Kytoros yazıtı da Zeus’a atfedilen isimlerden biri olan Θεὸς αἰώνιος’a (Lat. Deus Aeternus) atfedilmiştir 38. Kuzey Anadolu kıyılarındaki kentler ile ilgili araştırmalar, bölgede Zeus kültünün popüler olduğunu ortaya koyarken yerel kimliğe sahip olan ve yayılma şansı bulamamış kültlerin de varlığı dikkat çekmektedir39. Öyle ki Paphlagonia ve Pontus’da aynı işlevlere sahip benzer tanrılar aynı anda tapınım görmüştür40. Karadeniz’deki kültlerin nasıl şekillendiğini gösteren en iyi örneklerden biri de Perslerin bölgedeki kontrolü ile bağlantılıdır. Ahameniş döneminde Yunan ve Pers dinlerinin inanç öğelerinin harmanlanması sonucunda bölgede Zeus Ahura Mazda kültü ortaya çıkmıştır. Öte yandan, Mısırlılar ve Yunanlar arasında M.Ö.1. binyıl sonunda kurulan yakın kültürel ve ticari ilişkinin bir sonucu olarak farklı bölge inançlarının birleştirilmesiyle ortaya çıkarılan Zeus Serapis kültü, bu inançların siyasal, sosyal ve ekonomik değişimlerle şekillenişine diğer bir örnek olarak gösterilebilir41. Pek çok Mısır tanrısının Akdeniz dünyasında ve Küçük Asya’da özellikle ticaret yoluyla yayılım göstermiş olmaları ve taşındıkları bölgedeki yerel kültlerle kaynaşarak yeni isimlerle karşımıza çıkmaları, sıkça karşılaşılan bir durumdur42. Yukarıda ele alınan kültlere baktığımızda, bu durumun Anadolu’nun iç bölgelerinden izole olan Paphlagonia sahil bölgesi için de geçerli olduğu görülmektedir. Bu da bizi deniz ticaretinin M.Ö.1. binyılda çok geniş kapsamlı ve son derece etkin olduğu sonucuna götürmektedir. Paphlagonia bölgesinde yer alan ve Kytoros’un tarihinde de önemli rol oynamış Amastris, Herakleia Pontica ve Sinope gibi kentler; limanları sayesinde kozmopolit bir yapı kazanmışlar ve birçok kültü barındıran zengin bir inanç dünyasına sahip olmuşlardır. Öte yandan, bu büyük kentlerde, çevre bölgelerde yayılım gösterememiş birçok yerel kültün de bulunduğu tahmin edilebilir ancak bugün bilinen tek örnek Sinope’de görülen Nymphe Sinope kültüdür43. 2009-2011 yılları arasında Kastamonu’nun Cide ve Şenpazar ilçelerinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarıyla44 bölgenin neredeyse hiç bilinmeyen kültür tarihinin aydınlatılması yolunda büyük ilerleme sağlanmıştır (Resim 6). Bu çalışmalar esnasında elde edilen verilerin bir kısmı, M.Ö. 1. binde Kytoros ve çevresi ile ilgili bazı değerlendirmelerin yapılabilmesini sağlamaktadır (Resim 7). Mendel, G., “Inscription de Kytoros”, Bulletin de Correspondance Hellénistique 26, 1902, s. 287-288. Işık a.g.m., s. 161-164. Işık a.g.m., s. 162. Işık a.g.m., s. 163. Magie, D., “Egyptian Deities in Asia Minor in Inscriptions and on Coins”, American Journal of Archaeology, Cilt 57, Sayı 3, 1953, s. 163-187. 43 Işık a.g.m., s. 163. 44 Cide Archaeological Project (CAP): Kastamonu ili Cide ve Şenpazar ilçelerinde gerçekleştirilen bu yüzey araştırması Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Leiden Üniversitesi ve Glasgow Üniversitesi’nin ortak çalışmasıdır. Üç sezon süren çalışmalarda dönem kısıtlamasına gidilmemiş ve Epipaleolitik Dönemden Osmanlı Dönemine kadar olan süreçteki bütün arkeolojik veriler değerlendirilmeye çalışılmıştır; Şerifoğlu, T.E., B.S. Düring, C. Glatz, “Cide ve Şenpazar 2009-2010 Yılı Arkeolojik Araştırmaları”, Belleten, Cilt 76, Sayı 277, 2012, s. 719-754; Şerifoğlu, T.E., B.S. Düring, C. Glatz, “Cide Arkeoloji Projesi 2011: Üçüncü ve Son Sezon Sonuçları”, Araştırma Sonuçları Toplantısı, 30/2, 2012, 157168. 38 39 40 41 42 60 TEVFİK EMRE ŞERİFOĞLU - CANER BAKAN Arkeolojik materyal ışığında M.Ö.1. binyıl boyunca Cide ve Şenpazar yörelerinin çevrelerinden oldukça izole bir kültürel yapıya sahip olduğu söylenebilir. Derebağ Köyü Mağarası’nda bulunan Erken Demir Çağı’na tarihli bazı seramik örnekleriyle Orta Demir Çağı’na tarihli bir Frig tipi gri seramik örneği Kuzey-Orta Anadolu’yla çok zayıf kültürel ilişkilerin varlığına işaret etmekte olsa da yüzey araştırmalarında toplanan çanak-çömlek örneklerinin neredeyse tamamı yerel özellikler taşımaktadır45 (Resim 8 ve 9). Bu bağlamda M.Ö.1. binyıl süresince yerel kültürün, çevre bölgelerden pek de etkilenmeden kendi içerisinde bir gelişim göstermiş olduğu anlaşılmaktadır. Karadeniz tarihi açısından M.Ö. 1. binyılın özellikle ikinci yarısı, Yunan kolonizasyon hareketlerinin bölgede ciddi değişimlere yol açmış olması sebebiyle önemli bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Karadeniz’deki Yunan kolonizasyonu ile ilgili araştırmalar, M.Ö. 1. binyılın başlarında Karadeniz’de kıyı denizciliği yapıldığına işaret etmektedir46. Karadeniz’in Bosphorus’dan Kolkhis’e kadar uzanan uzun Anadolu kıyı hattında seyreden teknelerin bu uzun yolculuk süresince ihtiyaçlarına göre farklı limanlarda durma zorunluluklarının olduğu aşikârdır47. Bununla birlikte, M.Ö. 600’den önce söz konusu kıyı şeridinde Yunanların her hangi bir yerleşim kurduğunu gösteren arkeolojik veriler yok denecek kadar azdır48. M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda gerçekleşen yoğun kolonizasyon hareketleri sonrasında; M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren Yunan dili bölgede giderek yaygınlaşmaya başlamış, yine M.Ö. 4. yüzyıl itibariyle Karadeniz’in Paphlagonia kıyılarındaki bazı noktalardan ve özellikle de Sinop’tan Kırım Yarımadası kıyılarına doğrudan geçilmeye başlanabilmiştir49 (Resim 10). Roma Dönemi’ne gelindiğinde Yunan kültürü artık Karadeniz’in güney kıyılarında her yönüyle yerleşmiştir (Helenleşme)50. Bölgenin göç ve ticaret-ekonomi dinamikleri Akdeniz ve Ege dünyası ile kıyaslandığında Demir Çağı’yla birlikte ve özellikle de Helenistik ve Roma dönemleri boyunca farklı bir gelişim sergilemiştir. Bu farklı gelişimin altında yatan en önemli etkenlerden birisinin coğrafi özellikler olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte bölgede deniz ticaretinin güvenlik, kolaylık ve maliyet sebebiyle kara ticaretine tercih edildiği bilinmektedir. Epigrafik kaynaklar Kytoros’un deniz ticaret sistemine ham madde (şimşir ve büyük olasılıkla gemiler için kereste51) sağlayan bir merkez olduğuna işaret etmektedir. Anadolu’da büyük miktarda ve yüksek kalitede şimşirin yetiştiği tek bölge Karadeniz bölgesidir ve Paphlagonia bölgesindeki Kytoros’un bu alanda ilk sırada yer aldığı epigrafik kaynaklardan anlaşılmaktadır52. Şerifoğlu, T.E., “The Cide and Şenpazar Region in the Iron Age”, B.S. Düring ve C. Glatz ed., Kinetic Landscapes Cide Archaeological Project 2009-2011:Surveying the Western Black Sea Region, De Gruyter Open, Varşova, 2014, s. 223260; Şerifoğlu, T.E., C. Bakan, “The Cide Region During the Hellenistic Period”, B.S. Düring ve C. Glatz ed., Kinetic Landscapes Cide Archaeological Project 2009-2011:Surveying the Western Black Sea Region, De Gruyter Open, Varşova, 2014, s. 261-276. 46 Tsetskhladze, G.R., “Greek Penetration of the Black Sea”, Gocha R. Tsetskhladze ve Franco De Angelis ed., The Archaeology of Greek Colonisation Essays dedicated to Sir John Boardman, Oxford University Commitee for Archaeology Monograph 40, 1994, s. 111-135. 47 Koromila a.g.e.,s. 33 48 Koromila a.g.e., s. 36 49 Erzen, A., Eski Çağ Tarihi Hakkında 4 Konferans. Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1984, s. 59. 50 Koromila a.g.e., s. 75 51 Koromila a.g.e., s. 34 52 Tarih boyunca süregelen yoğun kullanım nedeniyle; günümüzde bu bölgelerde bulunan ormanlardaki şimşirlerin çalı boyunda oldukları yönünde gözlemler yapan araştırmacıların çeşitli platformlarda bu konuyu dile getirdikleri bilinmektedir. 45 61 M.Ö. BİRİNCİ BİNDE KYTOROS GÖÇ, KOLONİZASYON, TİCARET VE KİMLİK Demir Çağı’nda görülen yoğun kolonizasyon hareketleri sırasında Kytoros şimşir kaynağına sahip olması açısından dikkat çekici bir bölgeye dönüşmeye başlamış olabilir ancak arkeolojik materyalin yerel niteliği Kytoros’un ancak Helenistik Dönem sonu ve Roma Dönemi’nde deniz ticaret sisteminin önemli bir parçası haline geldiğinin işaretidir. Bölge tarihinde Perslerin önemli bir yeri olduğu bilinse de Kytoros’da gerçekleştirilen yüzey araştırmaları süresince Pers varlığıyla bağlantılı herhangi bir veri tespit edilememiştir. Ancak Sinope’ye ait sikkelerde ve Küre Dağları’nın ötesinde bulunan bazı kaya anıtlarında ve seramik örneklerinde Pers etkileri görüldüğü bazı araştırmacılar tarafından dile getirilmiştir53. Bölgedeki Pers kontrolünün ardından Büyük İskender’in Paphlagonia’daki etkinliği ile ilgili olarak araştırmacılar; Ankara’ya ulaştıktan sonra ordusuyla daha kuzeye, Paphlagonia’nın içlerine gitmeyi tercih etmemiş olduğu yönünde bilgiler vermektedir54. Ancak Quintus Curtius bu konuda daha farklı bir bilgi vererek ordunun Paphlagonia’ya yürüdüğünü yazmıştır55. Bu tarihsel veriler bölgede araştırma yapanlar için önemli olabilir. Kytoros ve çevresinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında elde edilen Helenistik Dönem’e ait verilerin azlığı dikkat çekmektedir. Bölgenin Helenistik Dönem’de ticaret sistemine ham madde sağlayan önemli bir merkez olarak kullanılmış olduğunu düşünmemize yol açan epigrafik kaynaklar bulunmasına rağmen bu döneme ait kültürel materyalin çok az oluşu düşündürücüdür. Bununla birlikte sık bitki örtüsü ve engebeli coğrafi yapı bölgede gerçekleştirilen yoğun yüzey araştırması (intensive survey) çalışmalarını oldukça güçleştirmiş olduğundan özellikle Helenistik Dönem’e ait arkeolojik veri azlığı belki de arazi çalışmasından beklenen verimin alınamamış olmasıyla açıklanmalıdır (Resim 11). Öte yandan yoğun toprak erozyonu ve nehirler tarafından taşınarak sahil şeridini zamanla örtmüş olan alüvyon, Helenistik Dönem materyali ve yerleşimlerinin tespit edilebilmesini engellemiş diğer faktörler olabilirler. Bununla birlikte tüm bu faktörlere rağmen yüzey araştırmaları sırasında bulunmuş olan farklı tiplerdeki çatı kiremitleri, bölgedeki Helenistik Dönem varlığına dair önemli kanıtlar arasındadır (Resim 12). Büyük bir iç deniz olan Karadeniz’in çevresindeki alanlarda pek çok arkeolojik araştırma gerçekleştirilmiştir ve halen devam eden pek çok çalışma söz konusudur56. Genel olarak bakıldığında Karadeniz’in Anadolu Keleş, V., “Sikkeler Işığında Sinope’de Pers Etkisi”, D. Burcu Erciyas ve Elif Koparal ed., Black Sea Studies Symposium Proceedings 16-17 April 2004 Ankara, YAS 1. İstanbul, 2006, s. 99-110.; Summerer, L., A. Von Kienlin, “Achaemenid Impact in Paphlagonia: Rupestal Tombs in Amnias Valley”. J. Nieling, E. Rehm ed., Achaemenid Impact in the Black Sea. Communication of Powers, Aarhus University Press, Aarhus, 2010, s.195-221. 54 Ashley, J.R., The Macedonian Empire the Era of Warfare Under Philip II and Alexander the Great, 359-323 B.C., North Carolina and London, McFarland&Company Inc. Publishers, 2004, s. 215-216; Bosworth, A.B., Alexander the Great Part I: The events of the reign, From Cilicia to Egypt, 333 and 332 B.C.. D.M. Lewis, J. Boardman, S. Hornblower and M. Ostwald ed., The Cambridge Ancient History vol. VI, The Fourth Century B.C.. Cambridge, Cambridge University Press, 2006, s. 805; bu durumu Flavius Arrianos da doğrular: Anabasis 2.4.1.2 53 55 56 62 Quintus Curtius, Historia Alexandri Magni 3.1.22. Tsetskhladze a.g.m.; Molev, E.A., “Bosporos and Chersonesos in the 4th-2nd Centiries BC”, Pia Guldager Bilde, Jakob Munk Højte ve Vladimir F. Stolba ed., The Cauldron of Ariantas, Black Sea Studies 1, Aarhus University Press 2003, s. 209-215; aynı eser içinde Kac, V. I. “A New Chronology for the Ceramic Stamps of Herakleia Pontike” s. 261-278; de Boer J.G., “The Greek Colonies in the Pontic Area During the 5th Century BC, Athens, the Rise of the ‘Barbarian’ Kingdoms and the Ionian Revolt: an Economic Approach”, J.P. Stronk ve M.D. de Weerd ed., Proceedings of the Dutch Archaeological and Historical Society, Talanta XXXVI-XXXVII (2004-2005), 2006, s. 269-288; Lawall M.L., P. Gul- TEVFİK EMRE ŞERİFOĞLU - CANER BAKAN kıyıları bölge genelinde en az araştırma yapılmış ve geçmiş kültürleri hakkında halen yeterli bilgiye sahip olmadığımız bir alan gibi görünmektedir. Bu bölge ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru araştırmacıların ilgisini çekmeye başlamıştır ve son dönemde burada gerçekleştirilen araştırmaların sayısı hızla artmaktadır. Her ne kadar arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarının sayısı Karadeniz’in diğer bölgelerine kıyasla oldukça az da olsa bir çok bilim insanı bölgeyle ilgili literatür çalışmaları ve müze araştırmaları gerçekleştirmektedirler. Kytoros’un çevresindeki büyük kentler ve Pontus bölgesi düşünüldüğünde denizin tarih boyunca bir engel olmaktan çok köprü görevi gördüğü ve Karadeniz çevresindeki tüm bölgeleri kültürel ve ekonomik anlamda yakınlaştırdığı görülebilir. Anadolu’nun Orta Karadeniz ve Doğu Karadeniz bölgelerinin daha iç kesimlerle bağlantı kurmalarındaki en büyük engel olan kıyıya paralel dik dağlar dolayısıyla çevre bölgelerle iletişim kurma sorununun büyük ölçüde deniz yoluyla aşılabildiği anlaşılmaktadır. Karadeniz’in kuzeyindeki arkeolojik araştırmalar esnasında, kaynağı Ege ve Akdeniz olan pek çok arkeolojik buluntuyla karşılaşılmıştır. Bu buluntulardan bazıları Attik bazıları ise Ege adaları kökenlidir57. Karadeniz’in güneyinde ise Anadolu’nun Orta Karadeniz Bölgesi kültürüyle Ege/Akdeniz ve Kuzey Orta Anadolu kültürleri arasında bazı etkileşimlerin olduğunu ortaya koyan arkeolojik verilerle karşılaşılmış, bu bağlantılar bazı antik kaynaklarda da dile getirilmiştir58. Bununla birlikte söz konusu bağlantıları ortaya koyan verilerin buluntu alanı daha çok (ve şimdilik) Sinope’den Amisos’a kadar uzanan bölgeyle sınırlıdır. Bu bölge yerel Demir Çağı Kuzey Orta Anadolu seramik geleneklerini yansıtan buluntuları barındırmakta, M.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısı ile birlikte de Sinope ve Amisos kentlerinde Yunan seramikleri görülmeye başlanmaktadır59. Ancak Kytoros ve çevresinden elde edilen mevcut veriler hem Demir Çağı hem de Helenistik Dönem’de yörede daha yerel bir seramik geleneğinin hâkim olduğuna işaret etmektedir. Bu bağlamda, Cide’nin M.Ö.1. binin sonlarına dek çevresinden izole bir halde kültürel yapısını koruduğu, Kytoros limanının bir ticaret merkezi olmaktan ziyade Sinope ve Amastris arasında seyahat eden gemiler için bir sığınma ve ikmal noktası olarak hizmet ettiği ve bölgenin ancak Helenistik Dönem sonrasında Karadeniz ticaret sisteminin aktif bir parçası haline geldiği söylenebilir. dager Bilde, L. Bjerg, S. Handberg, J.M. Højte, “The Lower City of Olbia Pontike Occupation and Abandonment in the 2nd Century BC”, Pia Guldager Bilde ve Mark L. Lawall ed., Pottery, Peoples and Places. Study and Interpretations of Late Hellenistic Pottery, Black Sea Studies 16, Aarhus University Press 2014, s. 29-45; Aynı eser içinde Lomtadze, G., D. Žuravlev, s. 175-197; Randsborg, K., “A Greek Episode the Early Hellenistic Settlement on the Western Crimea”, Acta Archaeologica vol. 65, 1994, s. 171-196. 57 58 Sokolov, G., Antique Art on the Northern Black Sea Coast. Aurora Art Publishers, Leningrad, 1974, s. 26-27, 54-55. Sinope ve Amisos arasındaki bölge için bkz. Summerer, L., “Greeks and Natives on the Southern Black Sea Coast in Antiquity”, St. Mitchell ed. The Black Sea. Past, Present and Future, Proceedings of the inter-diciplinary Conference in Istanbul. 14-16 October 2004, London, 2007, s., 28-30. 59 Summerer a.g.m., s. 30; Ayrıca bkz. Summerer, L., “Indigenous Responses to Encounters with the Greeks in Northern Anatolia: The Reception of Architectural Terracottas in the Iron Age Settlements of the Halys Basin”, Pia Guldager Bilde ve Jane Hjarl Petersen ed. Meetings of Cultures - Between Conflicts and Coexistence, Black Sea Studies 8, Aarhus University Press 2008, s. 263-286; Tsetskhladze, G. R., “Black Sea Trade: Some Further General Observations”, Anadolu Araştırmaları XIX, İstanbul 2010, s. 200. 63 M.Ö. BİRİNCİ BİNDE KYTOROS GÖÇ, KOLONİZASYON, TİCARET VE KİMLİK KAYNAKLAR Arslan, M., Mithradates VI Eupator Roma’nın Büyük Düşmanı, Odin yay., İstanbul, 2007. Ashley, J.R., The Macedonian Empire The Era of Warfare Under Philip II and Alexander the Great, 359-323 B.C., North Carolina and London, McFarland&Company Inc. Publishers, 2004. Avram, A., J. Hind, G. Tsetskhladze, The Black Sea Area. M. H. Hansen ve T. H. Nielsen ed., An Inventory of Archaic and Classical Poleis, Oxford University Press, Oxford, 2004, s. 924-973. Bosworth, A.B., Alexander the Great Part I: The events of the reign, From Cilicia to Egypt, 333 and 332 B.C.. D.M. Lewis, J. Boardman, S. Hornblower ve M. Ostwald ed., The Cambridge Ancient History vol. VI, The Fourth Century B.C.. Cambridge, Cambridge University Press, 2006, s. 805-810. Burstein, S., Outpost of Hellenism: The Emergence of Heraclea on the Black Sea. Classical Studies, Vol. 14. London, University of California Press, 1976. de Boer J.G., “The Greek Colonies in the Pontic Area During the 5th Century BC, Athens, the Rise of the ‘Barbarian’ Kingdoms and the Ionian Revolt: an Economic Approach”, J.P. Stronk ve M.D. de Weerd ed., Proceedings of the Dutch Archaeological and Historical Society, Talanta XXXVI-XXXVII (20042005), 2006, s. 269-288 Erzen, A., Eski Çağ Tarihi Hakkında 4 Konferans. Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1984. French, D.H. “Sinopean Notes 4 Cults and Divinities: The Epigraphic Evidence”, Epigraphica Anatolica, Heft 23, Dr. Rudolf Habelt Gmbh, Bonn, 1994, s. 99-108. Graf. F., Apollo, Routlage, New York, 2009. Işık, A., “Eski Çağ’da Karadeniz Bölgesinde Kültler”, D. B. Erciyas ve E. Koparal ed., Black Sea Studies Symposium Proceedings 16-17 April 2004 Ankara, YAS 1. İstanbul, 2006, s. 161-164. Jenkins, G.K., “Recent Acquisitions of Greek Coins”, The British Museum Quarterly, Vol. 27, No. 1/2, 1963, s. 23-27. Kac, V. I., “A New Chronology for the Ceramic Stamps of Herakleia Pontike”, Pia Guldager Bilde ve Mark L. Lawall ed., Pottery, Peoples and Places. Study and Interpretations of Late Hellenistic Pottery, Black Sea Studies 16, Aarhus University Press 2014, s. 261-278. Keleş, V., “Sikkeler Işığında Sinope’de Pers Etkisi”, D. B. Erciyas ve E. Koparal ed., Black Sea Studies Symposium Proceedings 16-17 April 2004 Ankara, YAS 1. İstanbul, 2006, s. 99-110. Koçak, Ö., “Mining at the Central Black Sea Region in the Ancient Period”, D. B. Erciyas ve E. Koparal ed., Black Sea Studies Symposium Proceedings 16-17 April 2004 Ankara, YAS 1. İstanbul, 2006, s. 39-62. Koromila, M., The Greeks in the Black Sea from the Bronze Age to the Early Twentieth Century. Panorama, Athens, 1991. 64 TEVFİK EMRE ŞERİFOĞLU - CANER BAKAN Lawall M.L., P. Guldager Bilde, L. Bjerg, S. Handberg, J.M. Højte, “The Lower City of Olbia Pontike Occupation and Abandonment in the 2nd Century BC”, Pia Guldager Bilde ve Mark L. Lawall ed., Pottery, Peoples and Places. Study and Interpretations of Late Hellenistic Pottery, Black Sea Studies 16, Aarhus University Press 2014, s. 29-45. Lomtadze, G., D. Žuravlev, “Hellenistic Potter from the Necropolis of Olbia Pontike”, Pia Guldager Bilde ve Mark L. Lawall ed., Pottery, Peoples and Places. Study and Interpretations of Late Hellenistic Pottery, Black Sea Studies 16, Aarhus University Press 2014, s. 175-197. Magie, D., “Egyptian Deities in Asia Minor in Inscriptions and on Coins”, American Journal of Archaeology, Vol. 57, No. 3, 1953, s. 163-187. Mendel, G., “Inscription de Kytoros”, Bulletin de Correspondance Hellénique 26, 1902, s. 287-288. Molev, E.A., “Bosporos and Chersonesos in the 4th-2nd Centiries BC”, Pia Guldager Bilde, Jakob Munk Højte ve Vladimir F. Stolba ed., The Cauldron of Ariantas, Black Sea Studies 1, Aarhus University Press 2003, s. 209-215. Ramsay, W. M., The Historical Geography of Asia Minor. Elibron Classics, London, 2005. Randsborg, K., “A Greek Episode the Early Hellenistic Settlement on the Western Crimea”, Acta Archaeologica vol. 65, 1994, s. 171-196. Robert, L., A Travers l’Asie Mineure. Poètes et Prosateurs, Monnaies Grecques, Voyageurs et Géographie, École Française d’Athènes, 1980. Robinson, D. M., Ancient Sinope, A Dissertation submitted to the Faculty of The Graduate School of Arts and Literature in Candidacy for the Degree Of Doctor Of Philosophy (Department Of The Greek Language And Literature), The University of Chicago Press, Chicago, 1906. Sokolov, G., Antique Art on the Northern Black Sea Coast. Aurora Art Publishers, Leningrad, 1974. Summerer, L., “Greeks and Natives on the Southern Black Sea Coast in Antiquity”, St. Mitchell ed. The Black Sea. Past, Present and Future, Proceedings of the inter-diciplinary Conference in Istanbul. 14-16 October 2004, London, 2007, s., 28-35. Summerer, L., “Indigenous Responses to Encounters with the Greeks in Northern Anatolia: The Reception of Architectural Terracottas in the Iron Age Settlements of the Halys Basin”, Pia Guldager Bilde ve Jane Hjarl Petersen ed. Meetings of Cultures - Between Conflicts and Coexistence, Black Sea Studies 8, Aarhus University Press 2008, s. 263-286. Summerer, L., A. Von Kienlin., “Achaemenid Impact in Paphlagonia: Rupestal Tombs in Amnias Valley”. J. Nieling ve E. Rehm, ed., Achaemenid Impact in the Black Sea. Communication of Powers, Aarhus University Press, Aarhus, 2010, s. 195-221. Şahin, D., «Amisos Mozaiği Işığı Altında Karadeniz›de Akhilleus Kültü». D. Burcu Erciyas and Elif Koparal ed., Black Sea Studies Symposium Proceedings 16-17 April 2004 Ankara, YAS 1. İstanbul, 2006, s. 139-152. 65 M.Ö. BİRİNCİ BİNDE KYTOROS GÖÇ, KOLONİZASYON, TİCARET VE KİMLİK Şerifoğlu, T.E., B.S. Düring, C. Glatz, «Cide ve Şenpazar 2009-2010 Yılı Arkeolojik Araştırmaları», Belleten, Cilt 76, Sayı 277, 2012, s. 719-754. Şerifoğlu, T.E., B.S. Düring, C. Glatz, «Cide Arkeoloji Projesi 2011: Üçüncü ve Son Sezon Sonuçları», Araştırma Sonuçları Toplantısı, 30/2, 2012, s. 157-168. Şerifoğlu, T.E., «The Cide and Şenpazar Region in the Iron Age», B.S. Düring ve C. Glatz ed., Kinetic Landscapes Cide Archaeological Project 2009-2011: Surveying the Western Black Sea Region, De Gruyter Open, Varşova, 2014, basımda. Şerifoğlu, T.E., C. Bakan, «The Cide Region During the Hellenistic Period», B.S. Düring ve C. Glatz ed., Kinetic Landscapes Cide Archaeological Project 2009-2011: Surveying the Western Black Sea Region, De Gruyter Open, Varşova, 2014, basımda. Taşlıklıoğlu, Z., Anadolu’da Apollon Kültü ile İlgili Kaynaklar, İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1963. Tsetskhladze, G. R., “Black Sea Trade: Some Further General Observations”, Anadolu Araştırmaları XIX, İstanbul 2010, s. 197-212. Tsetskhladze, G.R., “Greek Penetration of the Black Sea”, Gocha R. Tsetskhladze ve Franco De Angelis Ed., The Archaeology of Greek Colonisation Essays dedicated to Sir John Boardman, Oxford University Commitee for Archaeology Monograph 40, 1994, s. 111-135. Vinogradov, J.G., Pontische Studien Kleine Schriften zur Geschichte und Epigraphik des Schwarzmeerraumes, Verlag Philipp Von Zabern, Mainz, 1997. 66 TEVFİK EMRE ŞERİFOĞLU - CANER BAKAN EKLER Resim 1: Cide ve çevresi. Resim 2: Cide’nin dağlık coğrafyası ve sahil şeridi. Resim 3: Kastamonu Küre Dağları. 67 M.Ö. BİRİNCİ BİNDE KYTOROS GÖÇ, KOLONİZASYON, TİCARET VE KİMLİK Resim 4: Gideros (Cide) Koyu. Resim 5: Sinope gümüş tetradrahmisi. Resim 6: Yüzey araştırması yapılan Cide ve Şenpazar ilçeleri. 68 TEVFİK EMRE ŞERİFOĞLU - CANER BAKAN Resim 7: Yüzey araştırması alanı içerisindeki M.Ö. 1.bin buluntu alanları. Resim 8: Derebağ Köyü Mağarası’ndan bir Erken Demir Çağı seramik örneği. Resim 9: Yerel Helenistik seramik örnekleri. 69 M.Ö. BİRİNCİ BİNDE KYTOROS GÖÇ, KOLONİZASYON, TİCARET VE KİMLİK Resim 10: M.Ö.1.binde Karadeniz. Resim 11: Yoğun bitki örtüsü ile kaplı çalışma alanı. Resim 12: Yüzey araştırmaları sırasında bulunan Helenistik Dönem çatı kiremitleri. 70 FATMA BAĞDATLI ÇAM PARTHENİOS’TAN BARTIN’A: ANTİK DÖNEMDE BARTIN HAKKINDA İLK TESPİTLER FATMA BAĞDATLI ÇAM*1 Günümüzde Batı Karadeniz Bölgesinde yer alan Bartın ili, Antik Dönemde Paphlagonia Bölgesi sınırları içerisinde yer almaktadır (Harita.1). Paphlagonia Bölgesi antik dönemde Anadolu’da coğrafi olarak doğuda Kızılırmak (Halys) Nehri ve batıda Bartın (Parthenios) Çayı ile sınırlanmıştır2(Harita1). Bölgenin tarihi Hitit dönemine kadar gitmekte ve Hitit metinlerinde bu bölgeden Pala ülkesi olarak söz edilmektedir3. Ancak Batı Karadeniz’de Hitit Dönemine ait arkeolojik kanıtlar henüz ele geçmemiştir. Paphlagonia Bölgesini kapsayan Karadeniz’in güney kıyılarında, MÖ. 8. Yüzyılda Yunan kolonilerinin kurulmaya başlamasıyla birlikte daha sağlıklı bilgilere ulaşılabilmektedir. Özellikle MÖ. 7. Yüzyıldan itibaren Miletos, Megara ve Phokaia’lılar tarafından yoğun olarak koloni kentleri ve emporion’lar (pazar yerleri) kurulmaya başlamıştır4. Homeros İlyada’sının Paphlagonia ile ilgili satırlarında Parthenios’tan ve bulunduğu coğrafyadan bahsederken, sıraladığı kent ve ırmak isimlerinin İlyada’nın yazıya geçirildiği MÖ. 7.yüzyıl başlarında var oldukları anlaşılmaktadır5. Böylece Sesamos’un (Amastris), Parthenios Nehrinin ve bağlantılı olarak Bartın’ın tarihlerinin MÖ. 7.yüzyıldan önceye gittiği anlaşılmaktadır. MÖ.4. yüzyılda Pers hakimiyeti ve sonrasında Hellenistik Krallıkların yönetimi altında kalan bu bölge, Roma İmparatorluk Döneminde Asya Eyaleti yönetimindeki Bithynia-Pontus Bölgesinin içerisinde yer almıştır. Parthenios Nehri, Paphlagonia ve Bithynia-Pontus Bölgeleri için önemli bir su kaynağı olmuş ve bu önemini Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar korumuştur. Bartın ilinin antik dönemdeki varlığına ilişkin ipuçlarına ulaşmak için Bartın Çayı’ndan ya da antik ismiyle Parthenios’tan başlamak gerekmektedir. Parthenios(Bartın Çayı) isminin kaynağı ile ilgili farklı görüşler mevcuttur. Strabon’a göre çiçekli bölgelerden geçtiği için bu ismi almıştır6. Parthenia Grekçe “bakire” anlamına gelmekte ve mitolojide tanrıça Artemis ve Hera’nın sıfatlarından biri olarak kabul edilmektedir7. Antik kaynaklarda Parthenios’tan, Artemis’in kıyılarında avlandığı daha sonrada içinde yıkandığı nehir olarak da söz edildiği bilinmektedir8. Ancak Amastris sikkelerinden bildiğimiz nehir tanrısı olarak betimlenen Parthenios’un, Troya savaşında yer almış bir komutan olan Agamestor’un oğlu Kleistros ile bir nympheden doğmuş nehir tanrısı Parthenios olduğu antik kaynaklarda geçmektedir9(Resim1). Böylece nehrin ve kentin isminin kaynağının * 2 3 4 5 Yrd.Doç.Dr. Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü. [email protected] Strabon Geographika 12.3; Marek, C. , Stadt, Ara und Territorium in Pontus-Bithynia und Nord-Galatien, Istanbuler Forschungen 39,Tubingen, 1993., s.7-13 ; Belke, K., TabulaImperii Byzantini 9. Paphlagonien und Honorias, Wien, 1996., s.41-7. Umar, B.,Paphlagonia, İstanbul, 2007, 5. Tsetskhladze , G.R.,Greek Colonisation: An Account of Greek Colonies and Other Settlements Overseas. Volume 1. Leiden: Brill, 2006., s.64 ve 67. Manoledakis, M., “The Southern Black Sea in the Homeric Iliad: SomeGeographical, PhilologicalandHistoricalRemarks”, in: ExploringtheHospitableSea. Proceedings of the International Workshop on the Black Sea in Antiquity (Thessaloniki, 21-23 September 2012), (ed. M. Manoledakis.), British Archaeological Reports Series, Oxford 2013, s.19-37. 6 Strabon XII, 3, 8. 7 Smith, W.,Dictionary of Greekand Roman Antiquities, London, 1870, “Parthenia”, s.129; Guettel-Cole, S., “Domesticating Artemis”, in TheSacred and Feminine in Ancient Greece (ed.S.Blundell-M.Williamson), London, 2005, s.29 s.2441. 8 Apollonios Rhodios, Argonautika , 430. 9 Quintius Smyrnaeus, Ton Metomeron, The Fall of Troy, (ed.A.S.Way), London, 1955, s.464. 71 PARTHENİOS’TAN BARTIN’A: ANTİK DÖNEMDE BARTIN HAKKINDA İLK TESPİTLER Artemis’le ilişkili bir Nymphe’den geldiği kabul edilebilir10. Bu durumda hem nehrin hem de kentin ismini, Artemis’in sıfatı olan “parthenia/bakire genç kız” ile ilişkilendirmek yerinde olacaktır. Zira geç antik dönemde kentin ismi Parthenia Kome olarak geçmektedir11. Antik Dönemde “Kome” ismi aslında köy anlamına gelmektedir. Bununla ilgili olarak Hansen, yerleşimin “polis” kurulmadan önceki dönemini ya da içişlerinde bağımsız ancak ana şehre bağlı bir tür deme olabileceğinden bahsetmektedir12. Bu tür yerleşimlerin synoikismos yoluyla kurulduğuna dair bir kanıt olabileceğini de belirtir. Kome ayrıca, Roma İmparatorluğu Döneminde köylerin oluşturduğu birliği temsil eden kente verilen isim olarak da karşımıza çıkmaktadır13. Böylece Parthenia Kome için çevresindeki köylere hakim bir kent, bir çeşit “köyler birliği” olduğu önerilebilir. Bu durum, 16.yüzyılda “Oniki Divan” ismini alarak çevresindeki köylerin yönetim merkezi haline gelmesi14 ile Bartın’ın konumunun antik dönemden bu yana hiç değişmeden sürdüğünü kanıtlanmaktadır. Parthenios isminin geçtiği en erken antik kaynak Homeros’un İlyada’sıdır15. M.Ö.12.yüzyılın sonlarında gerçekleştiği düşünülen Troia savaşlarını anlattığı destanda, Akhalara karşı mücadele eden Troialılara destek veren Anadolu halkları sayılırken “Kromna’dan, Parthenios Nehrinin suladığı topraklardan, Sesamos ve Kydoros’tan gelen vahşi katırları pek meşhur olan Enetlerin ve Paphlagonialıların başında korkusuz yürekli Pylaimenes’in” olduğu aktarılır. S. Eyice, Kromna’nın bugünkü Tekkeönü, Kydoros’un Kitros, Parthenios’un Bartın Çayı ve Sesamos’un da Amasra olduğunu belirtir16. Yunanlı tarihçi Herodotos, Parthenios Nehri kıyısında Makronların yaşadığından bahsetmektedir17. Xenophon’un Anabasis isimli eserinde yurtlarına dönmeye çalışan Yunanlıların Parthenios Nehri’nin geçilemeyeceğini düşünerek Sinop’tan gemiye bindikleri aktarılır.18 Hesiodos’un Theogonia isimli kitabında19 ve Apollonios Rhodios’un Argonautlar’ın altın postu arayışlarını konu alan efsanedede nehrin ismi geçmektedir20. Strabon’a göre Tieion’dan sonra çiçekli bölgelerden geçtiği için Parthenios ismini almış olan bu nehir Paphlagonia’da doğmaktadır21. Quintius Smyrnaeus, bu nehir için “sessiz akıntısıyla yeşil topraklardan yağ gibi akan ve parıldayan Euxeinos denizine dökülen, Parthenios” ifadesini kullanır22. 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 72 Daly, K.N.,Greek and Roman Mythology, New York, 2009, s.102. Drakoulis, D. P., “Regional transformations and the settlement network of the coastal Pontic provinces in the Early Byzantine period”, in: The Black Sea, Paphlagonia, Pontus and Phrygia in Antiquity Aspects of archaeology and ancient history (ed.Gocha R. Tsetskhladze), BAR International Series 2432, 2012, s.79-96. Hansen, M.H., “Kome. A Study in How the Greeks Designated and Classified Settlements which were not Poleis”, In Studies in the Ancient Greek Polis, Papers from the Copenhagen Polis Centre 2,(Historia Einzelschriften 95), (eds.Hansen, M.H.-Raaflaub, K.), Stuttgart, 1995, 72-73 ve 80-81. Lydia Bölgesinde Kastabalos örneğinde olduğu gibi. Yazıtlarda Kastabalos’un “Kome” olarak tanımlandığı ancak gerusia (meclis) varlığından yola çıkarak kendi içinde otonom bölgelerden (agathon) oluşan bir tür polis işlevi taşıyan “köyler birliği “ olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Korner, R. J., Before ‘Church’: Polıtıcal, Ethno-Relıgıous, and Theologıcal Implıcatıons of the Collectıve Desıgnatıon of Paulıne Chrıst-Followers as Ekklēsıaı, (2014). Open Access Dissertations and Theses. (http://digitalcommons.mcmaster.ca/cgi/viewcontent.cgi?article=9881&context=opendissertations), 62-63 ve özellikle 66. Aşçıoğlu, E., Bartın’da Tarih, 2011, 139. Homeros, İlyada II, 853-855. Eyice, S.,Küçük Amasra Tarihi ve Eski Eserleri Kılavuzu, TTK Yayınları, 1965, s.12-13. Herodotos, II, 104; Işık 2001, s.208. Ksenophon, Anabasis, V,6. Sinope’den kara yoluyla devam ettiklerinde Halys ve ardından Parthenios’u geçmelerinin imkansız olduğundan bahsedilmektedir. Hesiodos, Theogonia, 340-345; Işık 2001, s.29 Apollonios Rhodios, s.103, 246 ve 430. Strabon’a göre genç kız anlamının yanında girland yapmak için kullanılan bir çiçeğin ismi de Parthenios’tur. Strabon XII, 3, 8 Quintius Smyrnaeus, s.465-467; Işık, A., Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi, TTK, Ankara, 2001, s.72. FATMA BAĞDATLI ÇAM Amastris kentinde bulunan Roma Dönemi sikkeleri üzerinde yer alan Parthenios ismindeki nehir tanrısının betimi ve antik dönemin en bilinen coğrafyacısı olan Strabon’un verdiği bilgiler ışığında, Bartın kentinin ortasından geçen Bartın Çayı’nın iç bölgelerden kıyı kesimlere ticari metaları taşımak amacıyla kullanılan önemli bir suyolu olduğu anlaşılmaktadır(Resim2). S.Mitchell’e göre23, Amastris halkı ünlü ozan Homer’in kendi topraklarında doğduğunu iddia etmektedir, Kentte bulunan Trajan ve Hadrian dönemine ait sikkeler üzerinde ozanın portresi basılmıştır. Amastris’in ya da burada yaşayan Ionialıların Smyrna sikkelerinin arka yüzünden bildiğimiz Meles Çayı’nı da kendi nehirleriyle özdeşleştirerek, sikkelerden birinin ön yüzünde Homer başı, arka yüzünde uzanmış nehir tanrısı ve altında da Parthenios ismi okunur24(Resim 1). Parthenios’un elinde bir zeytin dalı görülür. Bu betimleme bölgede zeytin yetiştirildiğine de kanıt kabul edilmektedir25. Zira Strabon bu bölgede zeytin yetiştiriciliğinden bahsetmektedir26. Parthenios/Bartın Çayı yakın geçmişe kadar iç kesimlerdeki yerleşimlerin ticaret mallarını deniz yoluyla gönderebilmek için kullandığı bir suyolu işlevini taşımıştır. 1960-1965 yılları arasında liman inşa edilene kadar büyük gemiler Bartın Boğazından girmekte ve buradan Bartın iskelesine mallarını ya da yolcularını küçük gemilerle ulaştırmıştır27(Resim 3). Parthenios Nehrinin antik kaynaklara göre MÖ.8. yüzyılda bilinmesi ve tüm antik dönem boyunca önemini yitirmemiş önemli bir suyolu olma işlevini de dikkate aldığımızda bu nehir ile ilişkili bir yerleşimden neden bahsedilmediği önemli bir sorundur. Zira Bartın kentinin antik dönemdeki varlığı ile ilgili antik kaynaklardan birkaç isim günümüze ulaşmıştır. Antik kaynaklarda Parthenios isminin önem kazanması bölgenin ticareti için önemli bir parçası haline gelen nehrin ön planda olduğu, yerleşimin ise daha çok iç kesimlerden malların deniz yoluyla iletilmesi için aktarma merkezi gibi bir işlev gördüğünü düşündürmektedir. Elimizde antik kentle ilgili yazılı bilgiler de bunu doğrularcasına oldukça zayıftır. Plinius’un Naturalis Historia eserinde, Bithynia’nın doğusunda yer alan Parthenopolis isimli bir yerleşimin ismi geçmektedir. G. Winkler bu yerleşimin günümüzde Bartın’daki Parthenios Nehri kenarında olduğunu belirtir28. Plinius’un Parthenopolis olarak bildirdiği kent Roma İmparatorluğu ve Geç Antik Dönem’den bilinen yazıtlarda Parthenius/Parthenia ismiyle bahsedilmektedir. Kentin isminin Parthenius/Parthenia Kome olarak geçtiği birkaç kanıt vardır. Tieion ile Parthenius arasındaki mesafeyi gösteren mil taşı, kentin MS.2.yüzyıldaki varlığına işaret etmektedir29. Böylece Parthenios Nehri’nin kıyısında antik dönemde bir yerleşimin varlığı kanıtlanmaktadır. D.P. Drakoulis tarafından Pontus Kıyı Bölgelerinde, Erken Bizans Dönemindeki yerleşimlerin tespiti sınıflandırılması ve birbirleriyle olan iletişim ağının tespiti hakkında yaptığı çalışmada Parthenia Kome’nin de yer aldığı görülür30. Drakoulis bu çalışmasında Paphlagonia için Belke ve “Barrington Atlas”ını temel 23 24 25 26 27 28 29 30 Mitchell, S., “TheIonians of Paphlagonia” , in Local Knowledge and Microidentities in theImperial Greek World (Ed. TimWhitmarsh), Cambridge,2010, s.104-105. Altınoluk, Z.S., Sikkelerin ışığında Küçük Asya’da Irmak Tanrıları, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü , İstanbul, 2005, s.154-156. Altınoluk, a.g.e., s.155. Strabon XII, III, 12; Karauğuz, G.-Özcan, A.,Eskiçağ’da Zonguldak Bölgesi ve Çevresi, Eski Anadolu Kent Tarihi Araştırmaları III/2, Konya, 2010., s.55; Marek 1993, s.100, DN.703. Uluslu İbrahim Hamdi Efendi de zeytin yetiştirildiğini belirtmektedir. Karauğuz, a.g.e., s.55 Samancıoğlu, K., Bartın Belediyesi ve Tarihçesi, Bartın, 1954,11-15; Aşçıoğlu, a.g.e., 47-48. Plinius, NH 5,148; Winkler, Plinius’un Parthenopolis isimli Romanya’da bir başka yerleşim (Magdeburg) olduğundan bahseder. (Plinius NH, 4,44). Bu iki kent aynı isimde olsalar da farklı bölgelerde bulunmaktadır. C. Plinius Secundus , Naturkunde, Bücher III/IV, (ed.G. Winkler), München, 1988., 383 Ayrıca bkz. Dörner 1942, RE XVIII,2 ,s.1936. Magie, D., Roman Rule in Asia Minor, Vol.2, s.1192-1193; Vermeule, C.C., Roman Imperial Art in Greece and Asia Minor, Cambridge, 1968 , s.452. M.Aurelis dönemi Drakoulis, a.g.e., s.79-96. 73 PARTHENİOS’TAN BARTIN’A: ANTİK DÖNEMDE BARTIN HAKKINDA İLK TESPİTLER alarak belirlediği yerleşim merkezlerini büyüklük, gelişmişlik ve stratejik konumundan yola çıkarak başkentler, metropoller ve köy/kasabalar olarak sınıflamıştır31. Buna göre Erken Bizans Döneminde (M.S. 4-7. yüzyıllar) Paphlagonia Bölgesi’nin başkenti Gangra-Germanikopolis, 5 adet metropol kenti Pompeiopolis, Sora, Amastris, Ionopolis ve Dadybra ve 23 adet kasaba ve köyden bahsederken Parthenia Kome’yi de Kromna, Kytoron ile birlikte sıralamaktadır32. Görüldüğü gibi antik dönemde Parthenios Nehri kıyısındaki yerleşim ile ilgi yalnızca isim olarak bilgi edinebilmekteyiz. Arkeolojik açıdan kanıtlar ise oldukça zayıftır. Ancak Osmanlı dönemi seyyahları ve Cumhuriyet döneminin başlarına ait az sayıda kanıtlar ışığında Parthenopolis ya da Parthenia Kome yerleşiminin Bartın il merkezini işaret ettiği anlaşılabilmektedir. Bunlar arasında en önemli ve detaylı bilgi 1838’de bölgeye gelen W.Ainsworth’un33 Bartın sokaklarındaki kireç taşı döşemelerden yola çıkarak kentte antik dönem izlerinden bahsetmesi (Resim 4) ve Orduyeri Köprüsünün yeniden yapılmadan önce Roma Dönemi köprüsünün kalıntılarını tanımlamasıdır. Bu bilgi kırıntılarına ek olarak Bartın’lı işadamı Nihat Şivet ile 26.12.2013 tarihinde yapılan görüşmede34, Bartın liman inşaatı sırasında antik dönemlere ait eserlerin ve sikkelerin bulunduğuna dair bilgiler edinilmiştir. Şivet, kepçelerin kazı yaptığı sırada topraktan ve denizden çeşitli eserler ve bol miktarda sikkenin bulunduğunu aktarır35. En dikkat çekici buluntulardan bir karış boyunda bronz Zeus (?) heykelciği ve Sinop parası sayılabilir36. Nihat Şivet’in eski Bartın ile ilgili hatırladığı bir başka önemli bilgi de, Asmaköprü’nün bir yanında (günümüzde Kırtepe Mahallesindeki şelalenin hemen yanında) “gavur taşı” denen mermer bir taştır. Şivet çocukluğunda bu taşın çevresinde oynadıklarını ve üzerinde Yunanca harfler olduğundan bahsetmektedir. Şivet’in aktardığı bu bilgi Bartın Belediyesi’nin 1954 yılında basılmış kitabındaki bir fotoğrafta görülebilmektedir (Res.4)37. Ancak 01.11.2010 tarihli Bartın Halk Gazetesi’nde Çetin Asma tarafından yayınlanan makalede, Gavur Taşı’nın Faik Alemdaroğlu tarafından 1948’de İstanbul’da yaptırıldığı belirtilmektedir38. Şu durumda Şivet’in çocukluğundan bildiği taş ile Belediye Kitabındaki fotoğrafta yer alan taş aynı değildir. Olasılıkla Alemdaroğlu yerinden alınan ve simge haline gelen taşın yerine yenisini yaptırmış olmalıdır. Bahsi geçen alan, günümüzde Kırtepe Mahallesi olarak bilinmektedir ve 1939 yılında buradaki Rum mezarlıklarının tesviyesi ve yeniden imara açılmasına dair kayıtlar fotoğraflar Belediye kayıtlarında mevcuttur39 (Resim 5). Böylece Kırtepe 31 32 33 34 35 36 37 38 39 74 Drakoulis, a.g.e., s.85, Tablo 5. Drakoulis, a.g.e., s. 85, Tablo 5. Ainsworth, W. , “Notes on a JourneyfromConstantinople, byHeraclea, to Angora, in theAutumn of 1838”, Journal of theRoyalGeographicalSociety of London, Vol. 9 (1839), s.232-233. Nihat Şivet, 88 yaşında, Bartın’lı işadamıdır. Bir dönem Bartın Belediyesi’nde meclis üyesi olarak görev yapmıştır. Bu çalışma için oldukça değerli bilgileri paylaştığı için Sayın Nihat Şivet’e çok teşekkür ederim. Bartın limanı inşaatı 1960-1965 yılları arasında STFA ortaklığı tarafından yapılmıştır. Aşçıoğlu, a.g.e., 47. Şivet’in Zeus heykelciği olarak tanımladığı bronz heykelcik, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde envanterde buluntu yeri Zonguldak olarak kayıtlı 10 cm ölçüsündeki Zeus heykelciğini anımsatmaktadır. Zira Bartın, 1991’de il olmadan önce Zonguldak İline bağlı bir ilçe statüsündedir. Ancak kesin bir tespitte bulunabilmek için müze kayıtlarını incelemek gerekmektedir. Zeus heykelciği için bkz. Kulaçoğlu, B., Gods and Goddess, Museum of Anatolian Civilisation, Ankara, 1992, Nr.169, Müze Env.No: 69-2-68. Samancıoğlu, a.g.e., s.125. Çetin Asma, “Bartın Tarihinden fotoğraflar-74” , 01.11.2010 tarihli Bartın Halk Gazetesi. Çetin Asma, bu alanda daha önce Rum mezarlığının yer aldığını Belediye tarafından 1930’lu yıllarda tesviye edildiğini belirtir. Samancıoğlu’nun Belediye kitabında bu tesviyenin 1939 yılında yapıldığı görülür. Bkz. Samancıoğlu, a.g.e., s.11-15. Samancıoğlu, a.g.e.,11-15 FATMA BAĞDATLI ÇAM Mahallesi’nde “Gavur Çeşmesi” denen yerde aslında bir Grek Mezar Stelinin olduğu anlaşılır (Resim6). Yine bu kayıtlara göre kentte yolların kaldırım yapılmadan önce çekilen fotoğrafları ise Ainsworth’un bahsettiği antik döneme işaret eden kireç taşı yol döşemelerini göz önüne sermektedir40 (Resim 4). Daha önemlisi bölgede incelemelerde bulunan C. Belke tarafından liman inşaatı sırasında ortadan kaldırılmış olan ve fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla bir tapınak yapısının temellerini anımsatan yapının varlığı yine bu eski fotoğraflar sayesinde anlaşılabilmektedir41 (Resim 7). Tüm bu ipuçlarının bir araya getirilmesi ile Parthenios Nehri’nin kenarında var olması beklenen ve yazıtlarda ismi geçen Parthenios/Parthenia Kome yerleşiminin günümüz Bartın kenti merkezinde olduğunun anlaşılması hiç de şaşırtıcı değildir (Resim 8). Eldeki veriler ışığında Bartın kentinin tarihini nehirle birlikte ele alacak olursak MÖ.8. yüzyıllardan başlayarak yakın geçmişe kadar oldukça önemli bir konumda bulunduğu anlaşılacaktır. Kentte ve Müzelerde yapılacak detaylı bir araştırma ve değerlendirmeler neticesinde Bartın kentinin köklü geçmişine ilişkin daha aydınlatıcı veriler elde edilebilecektir. 40 41 Samancıoğlu, a.g.e., s.63, fotoğraf için s. 231 ve Ainsworth, a.g.e., s.232-233. Belke, a.g.e., s.258-9. 75 PARTHENİOS’TAN BARTIN’A: ANTİK DÖNEMDE BARTIN HAKKINDA İLK TESPİTLER KAYNAKÇA Ainsworth, W. , “Notes on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Angora, in the Autumn of 1838”, Journal of the Royal Geographical Society of London, Vol. 9 (1839), s.232-233. Altınoluk, Z.S., Sikkelerin Işığında Küçük Asya’da Irmak Tanrıları, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü(Yayınlanmamış Doktora Tezi) , İstanbul, 2005. Apollonios Rhodios, TheArgonautika: Expanded Edition, (Trans.P.Green), London, 2007. Aşçıoğlu, E., Bartın’da Tarih, Bartın, 2011. C. Plinius Secundus , Naturkunde, Bücher III/IV, (ed.G. Winkler), München, 1988. Belke, K., TabulaImperii Byzantini 9. Paphlagonien und Honorias, Wien, 1996. Daly, K.N., Greek and Roman Mythology, New York, 2009. Drakoulis, D. P., “Regional transformations and the settlement network of the coastal Pontic provinces in the Early Byzantine period”, in: The Black Sea, Paphlagonia, Pontus and Phrygia in Antiquity Aspects of archaeology and ancient history (ed.Gocha R. Tsetskhladze), BAR International Series 2432, 2012, s.79-96. Eyice, S., Küçük Amasra Tarihi ve Eski Eserleri Kılavuzu, TTK Yayınları, 1965. Guettel-Cole, S., “Domesticating Artemis”, in The Sacred and Feminine in Ancient Greece (ed.S.Blundell-M. Williamson), London, 2005. Hansen, M.H., “Kome. A Study in How the Greeks Designated and Classified Settlements which were not Poleis”, In Studies in the Ancient Greek Polis, Papers from the Copenhagen Polis Centre 2,(Historia Einzelschriften 95), (eds.Hansen, M.H.-Raaflaub, K.), Stuttgart, 1995, 45–81. Herodotos, Herodot Tarihi, (Çev.Müntekim Ökmen), İstanbul, 1991. Hesiodos, “Theogonia”, Hesiodos Eseri ve Kaynakları, (Çev.S.Eyuboğlu-A.Erhat), TTK, Ankara, 1991. Homeros, İlyada, (Çev. A.Erhat-A.Kadir), İstanbul, 1984. Işık, A., Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi, TTK, Ankara, 2001. Karauğuz, G.-Özcan, A., Eskiçağ’da Zonguldak Bölgesi ve Çevresi, Eski Anadolu Kent Tarihi Araştırmaları III/2, Konya, 2010. Korner, R. J., Before ‘Church’: Polıtıcal, Ethno-Relıgıous, and Theologıcal Implıcatıons of the Collectıve Desıgnatıon of Paulıne Chrıst-Followers as Ekklēsıaı, (2014). McMaster University, Open Access Dissertations and Theses. (http://digitalcommons.mcmaster.ca/cgi/viewcontent.cgi?article=9881&context=opendissertations) Ksenophon, Anabasis, Onbinlerin Dönüşü, (Çev.T.Gökçöl), İstanbul, 1974. 76 FATMA BAĞDATLI ÇAM Magie, D., Roman Rule in Asia Minor, Vol.2, New Jersey, 1950. Manoledakis, M., “The Southern Black Sea in the Homeric Iliad: Some Geographical, Philological and Historical Remarks”, in: Exploring the Hospitable Sea. Proceedings of the International Workshop on the Black Sea in Antiquity (Thessaloniki, 21-23 September 2012), (ed. M. Manoledakis.), British Archaeological Reports Series, Oxford 2013, s.19-37. Marek, C. , Stadt, Ara und Territorium in Pontus-BithyniaundNord-Galatien, Istanbuler Forschungen 39,Tubingen, 1993. Mitchell, S., “TheIonians of Paphlagonia” , in Local Knowledge and Microidentities in the Imperial Greek World (Ed.TimWhitmarsh), Cambridge,2010, s.104-105. Quintius Smyrnaeus, Ton Metomeron, The Fall of Troy, (ed.A.S.Way), London, 1955. Samancıoğlu, K., Bartın Belediyesi ve Tarihçesi, Bartın, 1954. Smith, W., Dictionary of Greek and Roman Antiquities, London, 1870, “Parthenia”, s.129. Strabon, Geographika, (Çev.AdnanPekman), İstanbul, 2000. Tsetskhladze, G.R., Greek Colonisation: An Account of Greek Colonies and Other Settlements Overseas. Volume 1. Leiden: Brill, 2006. Umar, B., Paphlagonia, İstanbul, 2007. Vermeule, C.C., Roman Imperial Art in Greece and Asia Minor, Cambridge, 1968 77 PARTHENİOS’TAN BARTIN’A: ANTİK DÖNEMDE BARTIN HAKKINDA İLK TESPİTLER EKLER Resim.1-parthenios sikke Resim.2-Bartın Resim.3-Bartın İskele-Yalı Mevkii 78 FATMA BAĞDATLI ÇAM Resim.4-Bartın Eski Sokaklar Resim.5-Kırtepe Mezarlığı Resim.6-Gavur taşı mevkii 79 PARTHENİOS’TAN BARTIN’A: ANTİK DÖNEMDE BARTIN HAKKINDA İLK TESPİTLER Resim.7-Bartın Boğazı-Temel kalıntıları Resim.8-Bartın Merkez Sütun ve Kaide 80 BÜLENT ÖZTÜRK İNANIŞLAR BÜLENT ÖZTÜRK* Bir antik yerleşimdeki dinsel inanışları anlamak orada yaşamış olan halkların kimler olduğunu ve bunların kökenini belirlemekten başlar. Bu konuda hem arkeolojik belgeler hem antik metinlerden gelen her türlü bilgi değer kazanmaktadır. Herakleia Pontike kenti için de durum aynıdır. Bu kentteki dini inanışlar, öncelikle etnik unsurlarla; yani buranın bilinen ilk yerel halkı Mariandynlerin, sonrasında göç ederek gelen Hellenlerin ve devamında bölgeyi ele geçiren Romalılar bağlamında; ikinci olarak ise dini unsurlarla; yani Paganizm ve sonrasında ortaya çıkan Hıristiyanlık bağlamında değerlendirilmelidir. Yaşanan büyük göçler çerçevesinde M.Ö. 1200’lerden itibaren Herakleia ve çevresine gelerek yerleştiği ve buradaki verimli toprakları işlettiği kabul edilen Trakya kökenli halk Mariandynlerin hangi inanca sahip olduğuna ya da Herakleia’da sonraki kuşaklara bu inanışlara ilişkin ne tür izler bıraktıklarına dair elimizde fazlaca bilgi yoktur. Bu halkın, olasılıkla toprağın bereketi, kadının doğurganlığı ve gökyüzü ile diğer doğa olaylarını temel alan kendi Thrak-Phryg kökenli inanışlara sahip oldukları düşünülmektedir1. Bazı antik kaynaklara göre bir Ion kenti olan Miletos kökenli2, bazılarına göre Dor boylarından Megara ve Boiotia kökenli Hellenler3, M.Ö. yak. 560–550 yıllarında kendi kolonisini kurmaya Herakleia’nın bulunduğu kıyılara gemilerle geldiklerinde4, kendilerine direnemeyen Mariandynleri köleliğe zorladıkları Platon ve coğrafyacı Strabon tarafından anlatılır5. Hellenler, koloni kurdukları hemen her yerde olduğu gibi, kendi çok tanrılı dinlerini, kendileriyle beraber bu topraklara taşımışlar ve Bithynia Bölgesi’nde benzer önekleri görüldüğü üzere, zaman içinde Trak-Phryg yerel tanrılarıyla kendi inanışlarını birleştiren tanrılar oluşturmuşlardır6. Hellenlerin kentteki en önemli inanışı şüphesiz kente adını da veren yarı tanrı-kahraman Herakles inanışı olmuştur. Herakleia’daki dinsel inanışları anlatmaya da Herakles’ten başlamak yerinde olacaktır. Antik Çağ insanın doğa karşısında kötü güçler ve kötülükler karşısında koruyucusu olarak yarattığı figürlerden en önemlilerinden birisi Herakles’tir. Bilindiği üzere, Hellen-Roma mitolojisinde yerini almış olan Dor kökenli Hellenlerin kökenini bağladığı Herakles’e atfedilen bazı efsaneler Karadeniz coğrafyasında geçmektedir7. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, Dor boylarından olan Megara ve Boiotia Hellenlerinin kurduğu Herakleia’nın kurucusu, koruyucusu ve isim babası Herakles olmuştur. Kentte, bu yarı-tanrı kahramana yöne* Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı, Esentepe Kampüs – Serdivan, Sakarya. E-posta: [email protected]. Karadeniz Ereğli Müzesi’ndeki eserlerin çalışılması için bize gerekli izni veren T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Karadeniz Ereğli Müzesi Müdürü Sayın Ahmet Mercan’a; müzedeki çalışmalarımız sırasında konukseverliklerini eksik etmeyip, her türlü desteği ve kolaylığı sağlayan müze müdürü Ahmet Mercan ile müze arkeologları Ünver Göçen ve Onur Arslan’a teşekkürlerimi sunarım. Mariandynler hk. ayrıca bk. Ruge 1930: 1747; Burstein 1976: 6–11; Akkaya 1994: 10–15. 2 Strab. XII 3, 4; Kentin Miletoslular tarafından kolonize edilmesi ve bu bilginin yanlışlığı hakkındaki görüşler için bk, Asheri 1971: 12–17; Burstein 1976: 6–11; Akkaya 1994: 11 v.d. 3 Xen. an. VI 2, 1; Arr. perl. p. E. XIII, 3; Paus. V 26, 7; Diod. XIV 31. 4 Kentin kolonizasyonu ile ilgili bk. Burstein 1976: 12–14. 5 Strab. XII 3, 4; Plat. leg. VI. 776c. 6 Bu durumu elle tutulur biçimde Herakleia’dan ortaya koyabilecek, sonradan Zeus’u anlatırken bahsedeceğimiz Zeus Bennios adındaki bir tanrıdır. 7 Paus. I. 15. 2; Diod. IV. 16. 1–4; 28. 1; Phil. II. 3 c. 45. 81 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR tici sınıf ve halk nezdinde saygı duyulmuş, Herakles ve yaptıkları, tüm Antik Çağ boyunca Herakleialıların din hayatı üzerinde belirleyici ve etkili olmuştur8. Herakles’in buradaki esas önemi, Ozan Rhodoslu Apollonius’un (M.Ö. yak. III. yüzyılın ilk yarısı) aktardığı Argonautlar Seferi Destanının (Argonautika) bir bölümünün ve Herakles’in Miken kralı Eurystheus için üstlendiği 12 görevden birisinin burada geçmesine bağlanır9. Atinalı yazar Ksenophon (M.Ö. yak. 430–354) tarafından Herakles’in yeraltına, Tanrı Hades’in diyarına Cehennem’in Bekçi Köpeği Üçbaşlı Kerberos’un peşinden indiği ve onu buradan çıkarttığı yer olarak Herakleia’daki mağaralar gösterilir (Resim 1)10. Bu öykülere istinaden kentte Herakles’e adanan kutsal bir alan ve Hades’e inen kutsal bir mağara olduğu düşünülür (Resim 2)11. Bu bilgiyi veren Ksenophon’un, bilindiği üzere, Hellenlerden oluşan ücretli ordusuyla Pers ülkesinden kendi ülkesine dönüş yolunda uğradığı yerlerinden birisi de Herakleia olmuştur. Kendisinin kaleme aldığı Anabasis (Onbinlerin Dönüşü) eserinde Ksenophon, buradayken yola çıkıp çıkmaması konusunda tanrısal olur almak için Herakles Hegemon’a (Yol Gösterici, Kılavuz, Önder) kurban kestiğini anlatır12; ancak eserinin başka bölümlerinde de görüldüğü üzere, başka yerlerde de bu tanrının yol göstericiliğine sığınmıştır ve bu durumu Herakleia kentinde olmasıyla bağlantılı bir davranış olarak algılamak güçse de, gene de Herakles’in kentinde anlamlı bir davranıştır13. M.S. II. yüzyıl seyyah ve coğrafyacısı Pausanias ise Periegesis tes Hellados (Yunanistan’ın Tasviri) adlı eserinde, Herakleialıların, Maryandynlerin Ülkesi’ni ele geçirmelerinden dolayı Olympia’daki Zeus Tapınağı’na, Herakles’in üstlendiği 12 görevini betimleyen adaklar adadığını anlatır14. Kentteki Herakles kültüne ilişkin ilk arkeolojik veriler, kentin yönetimini devralan Klearkhos Dönemi’nden (M.Ö. yak. 364–353/2) başlayarak tiranlık döneminin nümismatik belgelerinden gelmektedir15. Bu sikkelerin genellikle ön yüzlerinde Herakles’in aslan postlu başı tasvir edilmekte olup, yarı-tanrı kahramanın mevcut yönetim tarafından siyasi propaganda aracı olarak yüceltildiği anlaşılır (Resim 3). Herakleialı Yerel Tarihçi Memnon’dan16 öğrendiğimize göre, Büyük İskender’in ölümünün sonrasında; Makedonya, Trakya ve Küçükasya’nın bir bölümünde hüküm süren Makedon General Lysimakhos (M.Ö. yak. 360–281) M.Ö. 281’de Seleukoslara karşı yaptığı Kyroupedion Savaşı’nda bir Herakleialı tarafından öldürülmüştür. Ancak bu olayın ardından Kral Seleukos Herakleialıları tehdit etmekte geri kalmamıştır. Bunun üzerine Seleukos ile görüşen bir Herakleialı temsilcinin, Kral’a Seleukos!, Herakles karron’dur17” yani “senden güçlü Herakles var demesi”, bu dönemde Herakles’in kentteki önemine ve koruyuculuğuna işaret etmesinin yanı sıra hem bir Herakleialının hem de devleti temsil eden bir kişinin Herakles’e bakış açısını ortaya koyar18. Ayrıca bu söylemi, “güç” kavramını o dönemde Herakles’le bütünleştiren bir düşünce yapısı olarak değerlendirmek de mümkündür. Memnon tarafından aktarılan Hellenistik Mısır Kralı III. Ptolemaios Euergetes’in (M.Ö. 246–222/1) siyasi-kültürel bir hamle olarak Herakleia halkı için kentin akropolis’inde Prokonnesos (Marmara Adası) mermerinden Herakles adına bir tapınak inşa ettirdiği bilgisi, inanışın mekânsal olarak kendine yer bulduğuna ve bu tapınakta kült 8 Saprykin 1978: 38–52. 9 Apoll. R. 2.780–800. 10 Xen. an. VI 2, 2. Bu mağaralar bugün “Cehennemağzı Mağaraları” olarak adlandırılır. 11 Saprykin 1978: 43 v.d. 12 Xen. an. VI 2, 15. 13 Xen. an. IV, 8 25; VI 5, 24–25. 14 Paus. V 26, 7. 15 Rec. Gén. “Héraclée”, 1–66. 16 Memn. LII 4–5. 17 “Karron” sözcüğü, Dor diyalektiğinde ‘daha güçlü’ anlamındadır. 18 Memn. XI 1; Ayrıca bk. Merkelbach 1991: 41. 82 BÜLENT ÖZTÜRK adına rahip/rahibelerin görev yaptığına işaret eder19. Kent Romalılar tarafından M.Ö. 71–70’de ele geçirildiğinde agora’dan kentin diğer değerli hazineleri ve adaklarının yanı sıra; zarafeti ve stili bakımından ünlü sanat eserlerinden aşağı kalmayan, piramit şeklinde elbisesi bulunan, som altından yapılmış çekiçle dövülmüş sopaya sahip; büyük bir aslan postu, üzerinden sarkan gene altından yapılmış oklarla dolu sadağı da bulunan meşhur Herakles heykelinin de götürüldüğü bize aktarılır20. Bu heykelin varlığı, kentte Herakles adına bir tapınağın bulunduğunu doğrulayan diğer bir önemli bilgidir. Ancak kaynaklar kültü ve yapılanması hakkında detaylı bilgi vermezler. Kentin Roma Dönemi’ndeki Herakles kültüne ilişkin, ya Romalılar tarafından talan edilmesine ve birçok sanat eserinin götürülmesine bağlı olarak ya da sistemli bir arkeolojik kazı çalışması veya yüzey araştırmasının henüz yapılmamış olmasına dayanarak şu ana kadar sadece bir yazıt tespit edilebilmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izniyle, Karadeniz Ereğli Müzesi’nde 2007 yılında gerçekleştirdiğimiz epigrafik çalışmalar sırasında tespit ettiğimiz ve Zonguldak-Devrek’ten bir şahıstan satın alma yoluyla müzeye kazandırıldığını öğrendiğimiz, mermerden yapılmış, dikdörtgen şeklinde bu yazılı eser, üst kısmı kırık bir heykelciğin kaidesidir (Resim 4-5). Kaidenin üzerinde ise 4 satırlık şu Hellence yazıt bulunmaktadır: “İyi şansla! Asklepiodoros, kehanetin emri uyarınca, Herakles Aleksikakos’u(n heykelini adadı)”21. Yazıt metninden anlaşıldığı üzere, Asklepiodoros adındaki, Herakleia’da veya kırsalında yaşayan, olasılıkla köle/azatlı köle birinin Herakles Aleksikakos’a sunduğu bu adak heykelciğin Herakleia Pontike kentine yakın konumdaki Devrek civarında bulunmuş olması, bu kentle bağdaştırılması gereken bir durumu doğurmuştur. Bu adak heykelciğinin kaidesinin hemen üzerinde solda görülebilen iki ayak Herakles’e ait olmalıdır. Bununla birlikte sağda bir silindir parçanın üzerinde alçak kabartma olarak işlenmiş sopanın ucu, Herakles’in sopasına; sopanın altındaki ön ve arka sol ayakları bükülmüş duran domuz betimi ise Herakles’in o meşhur oniki görevinden dördüncüsü olan “Erymanthos’taki Yaban Domuzunu Yakalaması” sahnesine işaret etmektedir. Herakles Aleksikakos’un kent halkı açısından ne anlama geldiğini anlamak için hem Aleksikakos epitheton’unu hem de bu tanrının Antik Çağ’daki tapınımını incelememiz gerekiyor. “Aleksikakos”, Hellence bir sıfat olup “kötülükleri kovan veya kötülüklerden uzak tutan” anlamına gelir22. Aleksikakos epitheton’u Antik Çağ boyunca, Herakles’in yanı sıra Zeus, Athena, Apollon veya Hermes gibi tanrı/tanrıçalara da atfedilmiştir23. Herakles Aleksikakos ise anlaşılacağı üzere, hastalıklardan ve kötülüklerden uzak tutan Herakles olarak nitelendirilebilir. Herakles Aleksikakos’un ortaya çıkışı ise M.Ö. V. yüzyılın sonlarına kadar gider; Atina’nın Melite demos’unda Herakles Aleksikakos adına, Atina’da, Peloponessos Savaşları sırasında (M.Ö. 431–404) baş gösteren büyük bir salgına kurtarıcı olması dileğiyle Herakles Aleksikakos’a bir tapınak inşa edilmiş ve salgının 19 20 21 Memn. XXV 1. Memn. LII 4–5. Bu heykel kaidesi, ilk olarak Karadeniz Ereğli Müzesi’ndeki Devrek’ten bulunmuş eserler listesi kapsamında G. Karauğuz tarafından tanıtılmıştır (Karauğuz 2008: 58, res. 12; Karauğuz – Akış – Kunt 2010: 147, dn. 153, E-Yazıtlar, no. 7, Levha LIX 3; CXVIII 2). Karauğuz 2008: 58, res. 12’deki fotoğraflardan yola çıkan SEG 58, 1465, yazıtı kayda geçmiş ve Hellence metnini sunmuştur; ayrıca İmparatorluk Dönemi’ne tarihlendirilmiştir. Eser tarafımdan Vir doctus Anatolicus. Studies in Memory of Sencer Şahin / Sencer Şahin Anısına Yazılar adlı kitapta “Karadeniz Ereğli Müzesi’nden Herakles Aleksikakos’a Sunulan Bir Adak ve Bu Adağın Düşündürdükleri” adlı makalede yayımlanacaktır, s. 780–796. 22 Wentzel 1894: 1464–1465; Liddell – Scott 1996: 62. 23 Zeus Aleksikakos için bk. Orph. Lith. I; Athena Aleksikakos için bk. Aristed. or. II; Apollon Aleksikakos için bk. Dion. Chrys. XXXII, 56, 419; Paus. I 3, 4; VI 24, 6; VIII 41, 8; Hermes Aleksikakos için bk. Aristoph. Pax. 422. Konu hk. ayrıca için bk. Öztürk 2012. 83 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR ardından heykeltıraş Phidias’ın öğrencisi Hageladas tarafından bir heykeli yapılarak tapınağa konulmuştur24. Peloponnesos Yarımadası’ndaki Epidauros Asklepios kutsal alanında bulunmuş fragman şeklindeki bir yazıt, Herakles Aleksikakos’a Roma İmparatorluk Dönemi’nde bir sunu yapıldığı bilgisini verir25. Yazıtın içeriğinden başkaca bir bilgiye ulaşamasak da, Asklepios kült alanında bulunmuş olması, Herakles’in Asklepios ile özdeşleştirildiğini ve şifacı özelliğini ortaya koyar26. Bu bilgiyi doğrular nitelikte, Roma Dönemi antik yazarlarının eserlerinde de Herakles’in sağlık ve şifa verici özelliğine istinaden göndermeler yapıldığı görülür. Herakles’in en iyi bilinen epitheton’larının Kallinikos ve Aleksikakos olduğunu belirten ve ayrıca Aleksikakos’un tanrılar arasında ilk olarak Herakles’e atfedildiğini de vurgulayan27 Mysia-Hadrianoi (Bursa-Orhaneli) doğumlu ünlü hatip Aelius Aristeides (M.S. 117–181), Herakles ile Asklepios’un sağlık açısından ortak bir misyona sahip olduğunu iddia eder28. Yazar eserinin bir yerinde Herakles Aleksikakos ile birlikte Zeus Eleutherios, Apollon Pythios’a ve diğer tanrılara dua edildiğinden bahseder29. Ünlü hiciv yazarı Samosatalı (Adıyaman-Samsat) Lukianos’un, “Sahte Peygamber” olarak tanımladığı Abonoteikhoslu (Kastamonu-İnebolu) Aleksandros’un hikâyesini anlattığı eserinde de Herakles’e “Aleksikakos” epitheton’u ile seslendiğini görüyoruz30. Asklepiodoros tarafından adağın, Atina’da ilk ortaya çıkışından itibaren salgına ve sağlık sorunlarına karşı şifa verme özelliğiyle bilinen Herakles Aleksikakos’a, gene aynı şekilde, yörede o an yaşanan bir salgın hastalığa yakalanmamak veya yakalanmışsa bundan kurtulmak için sunulduğunu düşünmek pek de yanlış olmayacaktır. Bir salgın hastalık senaryosuna alternatif olarak, Asklepiodoros’un kişisel başka bir sağlık sorunu yaşamış olabileceği ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir. Yazıt metninin son satırındaki κατὰ συνταγήν tabiri “(kehanetin) emri uyarınca” anlamına gelir31. Üçü Pergamon’daki Asklepieion’dan olmak üzere 5 yazıtta daha karşımıza çıkan bu ifade32, Roma Çağı Küçükasya’sında sıklıkla görülen κατὰ ἐπιταγήν33, κατὰ κέλευσιν (τοῦ θεοῦ/ τῶν θεῶν)34 ve κατὰ πρόσταγμα ifadelerine benzer şekilde, insanların adaklarını tanrı ya da tanrılardan aldıkları bir kehanetin emri üzerine sunduklarını belirtmek için kullanılmıştır35. İnkubasyon olarak da bilinen, Antik Çağ’da iyileşmek amacıyla sağlıkla ilgili tanrıların kutsal merkezlerinde veya tapınaklarının özel odalarında, rüyalarda tanrıdan kehanet almak için uykuya yatıldığı ve burada rüyaları yorumlayan rahiplerin salık verdiği öğütler doğrultusunda adakların adandığı veya diğer gerekenlerin yapıldığı bilinen bir gerçektir36. Son satırdaki κατὰ συνταγήν ibaresinin uyandırdığı düşünce doğrultusunda 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 84 Schol. Aristoph. Achar. 284; Nub. 1372; Pac. Ran. 501. Konu hk. detaylı bilgi için bk. Wycherley 1959: 67–72; Von Heintze 1965: 14–40; Woodford 1976: 291–294; Salowey 2002: 171–177. IG IV² 1, 531; Kavvadias 1894: 20, no. 11. Salowey 2002: 172. Aristeid. or. 40.14–15. Aristeid. or. 40.21; Salowey 2002: 173. Aristeid. or. 38.490. Lucian. Alex. 4. Liddell – Scott 1996: 1724, s.v. “συνταγή”. Κατὰ συνταγήν ifadesinin geçtiği yazıtlar için bk. IPergamon III 69, 120, 123 (Pergamon); MAMA VI 246 (Akmonia); IG IX.1, 717 (Kerkyra). Pontos ve Bithynia bölgesinden κατὰ ἐπιταγήν ibaresi içeren yazıtlar için bk. I.Nikaia, 1041, 1043, 1076, 1080, 1084, 1094, 1096, 1099, 1115, 1125, 1153, 1154, 1501, 1506, 1507, 1509, 1510, 1513; IPrusa, 44, 1015. Pontos ve Bithynia bölgesinden κατὰ κέλευσιν ibaresi içeren yazıtlar için bk I.Nikaia 1508, 1512, 1063; IPrusa 1018; IAmastris 87; Atina’nın kuzeyinde Roma Dönemi’nde Herakles’e adanmış bir kutsal alanda, emir uyarınca Herakles Epikoos’a bir adak sunulmuştur, bk. Vanderpool 1960: 269, pl. 73, fig. 18. Konu hk. bk. Rouse 1902: 330 v.d.; Van Straten 1976: 21–27; McLean 2002: 250; Petsalis-Diomidis 2006: 205, n. 9; Harrisson 2013: 214. Jackson 1999: 136–168; Csepregi 2012: 131. BÜLENT ÖZTÜRK salgın veya bireysel bir hastalığa yakalanan Asklepiodoros’un adağını, iyileştirici özelliği olan Herakles Aleksikakos’un Herakleia’da veya başka bir yerdeki kutsal mekânı/tapınağında yaşanan inkubasyon sonrasında, bir rahibin öğüdüyle veya doğrudan kendisinin tanrıyla rüyada ya da kendisini tatmin eden bir yolla iletişim kurarak “aldığı kehanetin emri” neticesinde sunduğunu düşünebiliriz. Herakleia’da şu ana kadar ele geçen Herakles’e adanmış ilk yazılı belge olmasının yanında bu adak, Herakles tapınımının Herakleia’da Roma Dönemi’nde halen etkin bir şekilde devam ettiğini göstermektedir. Elimizdeki metin, her ne kadar, Herakleia’da Roma Dönemi’nde tanrının bir kült merkezi veya tapınağı olup olmadığı sorusunu kesin olarak yanıtlamaz veya kült yapılanması ile ritüellerini ortaya koyamasa da37, Herakles’in Aleksikakos özelliğiyle, bu bölgede de; Asklepios, Apollon veya diğer şifa özelliğine sahip tanrı/tanrıçaların görevini üstlenmiş olduğunu ya da bu görevi onlarla beraber paylaştığını gösterir38. Roma’daki Basilica Aemilia’da bulunmuş ve M.S. II. yüzyıl sonu ile III. yüzyıla tarihlenen bir adakta Aelius Poppaios ile Aelius Asklepiodotos (adlı kardeşler?), Herakles Aleksikakos’u(n heykelini), ana vatanları için adak olarak sunmuşlardır39. Günümüze sadece kaidesi ve üzerindeki yazıtı ulaşan bu adağı yorumlayan L. Robert, vatanlarının baş tanrısının Herakles olmasından dolayı adı geçen iki kişinin Herakleia Pontike veya Herakleia Salbakoslu olabileceği yorumunu getirmiştir40. Bunlara Herakleia Sebastopolis’i eklemek de mümkündür. Herakleia Pontike’de bulunan yaban domuzlu adak sayesinde, Roma’daki adağın sahiplerinin Herakleia Pontikeli olma seçeneğini bir adım daha öne çıkarmak mümkündür. Herakleia’nın kolonisi olarak bildiğimiz Kallatis’te (Romanya-Mangalia) ele geçmiş ve bugün Köstence’deki Ulusal Tarih ve Arkeoloji Müzesi’nde (Muzeul de Istorie Nationala si Arheologie Constanta, env. no. 1483) korunan bir mermer adak yazıtı Herakleia’daki Herakles kültünün önemini yansıtan bir diğr belge olarak önem kazanır41. M.S. 150–200 yılları arasına tarihlendirilen yazıt olasılıkla Herakleia’dan, gene Herakleia’nın kolonisi olan Kallatis’e gidip, buraya yerleşmiş 37 Herakleialı tüccar veya işçinin, Satyros oğlu Satyros adlı bir kişinin liderliğinde oluşturduğu bir synodos (birlik/dernek) bünyesinde, Herakles Pharengites adlı tanrıya sunduğu adağın yazıtıdır. Bu belge Herakleialıların, Herakles’e ve ana kentleri olan Herakleia’ya bağlılıklarını her zaman koruduklarının, gereğinde Herakles çevresinde bir araya gelebildiklerinin ve bu kurucu tanrıya şükranlarını sunduklarının en açık göstergesidir42. Tiranlık ve Hellenistik Dönemi sikkelerinde olduğu gibi, Roma İmparatorluk Dönemi Herakleia kent sikAncak şu da bilinen bir gerçektir ki Hellen-Roma pantheon’undaki yer alan tanrı-tanrıçalarla, şifa veren kahramanlara ilişkin kültlerin tapınımı ve adak şekilleri arasında belirgin bir fark yoktu; buna Herakles Aleksikakos da dâhildi; konu hk. detaylı bilgi için bk. Gorrini 2001: 299–315. Hellen ve Roma dünyasında iyileştirme özelliğine sahip kahramanlara adanan heykellere ilişkin ayrıca bk. Gorrini 2012: 107–130. 38 Bu kültün Anadolu’daki varlığına ilişkin belgeler ise oldukça az sayıdadır; Aleksikakos epitheton’u Mysia bölgesinde biri Herakles’le diğeri tek olmak üzere anılmaktadır. Herakles Aleksikakos’a sunulan adak için bk. I.Miletoupolis 1 (Miletoupolis). Aleksikakos’a sunulan adak için bk. Wiegand 1904: 267 (Adramyttenos Kolpos). Pontos–Bithynia Bölgesi içinde ise Amaseia kentinden bulunmuş olan ve bugün Amasya Arkeoloji Müzesi’nde koruma altında yer alan, yayımlanmamış bir yazıtta da Aleksikakos epitheton’u geçmektedir. 39 IGUR I 88. 40 BE 1959, 525; konuyla ilgili ayrıca bk. IGUR I 88; IScM III 68A. 41 IScM III 72; Chirica 1998: 722–731: SEG 24 (1974), no. 1037. Yazıtın fotoğrafını benimle paylaşan, Köstence Ulusal Tarih ve Arkeoloji Müzesine ve Müze Arkeoloğu Irina Nastasi’ye teşekkür ederim. 42 Adakla ilgili detaylı bilgi için bk. Corsten 2006: 124 v.d.; 2007: 133 v.d.; Robu 2012: 189. 37 85 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR kelerinde de Herakles’in betimlerine sıklıkla rastlarız; bunlar ön yüzde büst şeklinde arka yüzde ise Herakles Farnese (Resim 6) veya başarıyla yerine getirdiği 12 görevi şeklindedir (Resim 7)43. Sikkelerin dikkat çeken bir diğer yönü de, bir örneğini yukarıda verdiğimiz üzere, ön yüzü Herakles büstü betimli sikkelerin birkaçının üzerinde tanrının, kentin kurucusu olduğunu vurgulamak ve onu onurlandırmak amaçlı TON KTICTAN (ktistes’i/kurucuyu) yazısı bulunmaktadır44. M.S. III. yüzyıla tarihlenen bir kaç sikkede45, Herakles’in Cehennem Köpeği Kerberos’u yeryüzüne çıkarma sahnesinin betimlenmiş olması (Resim 8), bu dönemde kente atfedilen bu hikâyeyle birlikte Herakles’in kuruculuğunu ve koruyuculuğunu yeniden hatırlatmak amaçlı siyasi bir tavır olarak değerlendirilebilir. Herakleia Pontike’de İmparator Hadrianus (M.S. 138–161) onuruna, Hadrianeia Herakleia adındaki imparatorluk ve Herakles kültü agon’larının (yarışma ve oyunlar) yapıldığını Aphrodisias (Aydın-Geyre) kentinde bulunmuş bir yazıttan anlamaktayız. Olasılıkla İmparator Caracalla Dönemi’ne (M.S. 212–217) veya hemen sonrasına ait olan bu yazıttan, Aphrodisiaslı Uzun Mesafe Koşucusu Marcus Aurelius […]us’un, farklı kentlerdeki bir çok yarışmanın yanı sıra, Herakleia’daki Hadrianeia Herakleia Oyunları’na katıldığını ve bu yarışlarda, çocuklar sınıfı ile yetişkinler sınıfında uzun mesafe koşusu ile aynı gün silahlı koşuyu kazandığını öğreniriz46. Adından da anlaşılacağı gibi Hadrianus’un yanı sıra Herakles adına da düzenlenmiş olan bu festival dönemi boyunca Herakles’in kahramanlıklarının yüceltildiğini ve yaşadığı mitolojik olayların yeniden canlandırıldığını düşünmek mümkündür. İmparator III. Gordianus Dönemi’nde (M.S. 238–244) basılan bir sikkenin ön yüzünde sağa dönük Herakles büstü, arka yüzünde stadion içinde Herakles kült heykeli ve önünde başına çelenk koyan atlet betimi kullanılmıştır47; bu durum gene Herakles onuruna düzenlenen agon’lara işaret eder48. Sikkenin ön yüzünde ktistes yazması, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Herakles’in kentin kurucusu olarak kabul edilmesine ve bu sıfatla onurlandırılmasına istinaden yazılmıştır. Epigrafik kaynaklar ışığında Herakleia Pontike’de birçok kişinin evlerin girişlerinde, evi koruyan bir Herakles heykelciğinin ve Herakles’in koruyuculuğunu belirten bir yazının bulunduğunu biliyoruz49. Herakles’in insanları koruyucu rolü, Hıristiyanlığın yayılması ve nihayetinde M.S. IV. yüzyılın sonlarında tek resmî din konumuna taşınmasıyla, artık Hz. İsa’ya ve Hıristiyan Aziz’lere bırakılmıştır. Bunun en güzel kanıtı evlerin girişlerindeki yazıların değişiminde ortaya çıkar; koruyuculuğu belirten yazılarda kalıp ifadeler sabit kalırken, değişen sadece koruyucunun ismi olmuştur50. Buna göre anlatılan bir hikâyede Aziz Phokas’ın, Herakleia Pontike’de Herakles’i, o an tanrının ikâmetgahı olan bir gemiden kovduğunu ve Herakles’in yerine koruyuculuk misyonunu üstlendiğini görüyoruz51. Anadolu’da kültü ve tapınımı en yaygın pagan tanrılar arasında yer alan ve Olymposlu Hellen tanrılarının 43 Rec. Gén. “Héraclée”, 67–257. 44 Rec. Gén. “Héraclée”, 69, 70, 74–77. 45 Rec. Gén. “Héraclée”, 70 (M.S. III. yy.), 218–219 (III. Gordianus); SNG von Aulock, Pontus-Paphlagonien 378 (Septimius Severus). 46 Paris – Holleaux 1885: 68, no. 1; Bosch 1967: 304, no. 247; MAMA VIII, no. 49, 521; Erol-Özdizbay 2011: 108–110. 47 Rec. Gén. “Héraclée”, 76. 48 Leschhorn 1998: 33, 49; Erol-Özdizbay 2011: 245. 49 Merkelbach 1991: 41; SEG 41, 1835. 50 POxy. VII 1060; Preisendanz – Henrichs 1974, II: 209 (“P 2”) (M.S. VI. yüzyıl). 51 Vita Sancti Phocae, şurada: Van De Vorst 1911: 272–276. Herakleialıların Aziz Phokas’a başkaldırışı için bk. Rosch 1979: 51–62. 86 BÜLENT ÖZTÜRK baş tanrısı olarak anılan Zeus’un tapınımı Bithynia ve Pontus kentlerinde de önemli bir yere sahipti52. Kültün, Herakleia Pontike kentindeki varlığına ise antik kaynaklarda ve sikkelerde rastlamaktayız. Ancak Zeus inanışı Anadolu topraklarına getirildiğinde, diğer Hellen tanrı-tanrıçaların kültlerinde yaşandığı gibi, kültü çoğu yerde daha önce bu topraklarda var olan Anadolu veya Trakya kökenli yerel tanrıların kültleriyle birleştirilmiştir. Görüleceği üzere hem kendi ismini muhafaza etmiş hem de yerel tanrı ismi yanına eklenmiştir. “Yaşlı Plinius” olarak da anılan Gaius Plinius Secundus Maior (M.S. 23–79), M.S. yak. 77–79 yıllarında yayımladığı Naturalis Historia (= Doğa Tarihi) adlı tarihi ansiklopedi niteliğindeki eserinde, Herakleia çevresinde, Herakles tarafından dikilen iki meşe ağacının civarında Zeus Stratios’un sunakları olduğunu belirtir53. “Orduların Koruyucu ve Lider Tanrısı” olarak tanımlanan Zeus Stratios, Hellenistik Pontos Krallığı ile Roma’ya karşı bağımsızlık savaşı vermiş olan Pontos Kralı VI. Mithridates Eupator’un ve ayrıca Roma Dönemi’nde Roma ordusunun resmi tanrılarından biri olarak Karadeniz Bölgesi’nde yaygın görülen bir inanıştı54. En bilinen ve en önemli kutsal alanlarından biri, kalıntıları günümüze kısmen ulaşmış olan, Amasya kentinde Yassıçal Mevkii’ndeki Zeus Stratios kutsal alanıdır55. Plinius’un sözlerinden yola çıkarak, Roma Dönemi’nin ilk yıllarında Herakleia’da Zeus Stratios kutsal alanına benzer bir kutsal alanın var olduğunu düşünmek olasılık dahilindedir. Ancak Herakleia’daki bu kült ile ilgili elimizde başka bir bilgi mevut değildir. Bir diğer Zeus, Akçakoca ile Ereğli sınırında bulunan Akkaya Köyü’nde ele geçen bir yazıt sayesinde Herakleia’nın batı kırsalı olan bu alanda tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylüler arasında Zeus Bennios inancının var olduğu ve bu bağlamda bir kült yapılanmasının oluşturulduğunu söylemek mümkündür56. Phyrgia kökenli olarak bilinen Zeus Bennios, genel hatlarıyla bir doğa ve bereket tanrısı olarak tapınım görmüştür57. Bilecik-Gölpazarı’nda bulunmuş bir yazıttan yola çıkılarak Zeus Bennios ile Fırtına Tanrısı Zeus Bronton için Bennos adında bir kurban ve hasat bayramının kutlandığı ve bu bayramı yöneten kişiye ise Bennarkhes adı verildiği anlaşılmaktadır58. Bu bayram dönemi boyunca olasılıkla tanrıya dualar edilerek kurbanlar sunuluyor ve gerekli diğer ritüeller yine getiriliyordu59. Zeus inanışının kentteki diğer belirtileri ise, her ne kadar propagandacı bir amaçla darp edilmiş olursa olsun, Zeus betimli sikkelerdir. Bu sikkelerde Zeus, Hellenistik Çağ’da yaygın bir biçimde görüldüğü üzere ya tahtında oturur ve sağ elinde Zafer Tanrıçası Nike’yi (Resim 9), sol elinde ise uzun asası olan sceptre’yi tutar biçimde yahut ayakta betimlenmektedir60. 52 Zeus’un bu bölgelerdeki kültleri hk. bk. Olshausen 1990: 1899–1903; Saprykin 2010: 465–472. 53 Plin. nat. XVI 239; ayrıca bk. Cook 2010: 976. 54 Olshausen 1990: 1900 v.d.; Şahin 2001: 179; Kült hakkında detaylı bilgi için bk. Saprykin 2010: 469 v.d. 55 French 1996: 75–92. 56 Adak – Akyürek Şahin – Güneş 2008: 81 v.d., no. 5; SEG 58, 1453. 57 Şahin, S. 1978: 771–790; Şahin, N. 2001: 32–34; Drew-Bear – Naour 1990: 1999. 58 I.Nikaia, 1206. 59 Benzer şekilde Doğu komşu kent Tieion/Tios’un (Zonguldak-Filyos) Roma Dönemi inanışlarına baktığımızda, sikkelerinde Zeus Syrgastes/Syrgastesios adlı bir tanrıyla karşılaşırız ki Syrgastes/Syrgasteios’un, Trak kökenli bir Gökyüzü Tanrısı olduğu düşünülmekte olup, tapınımı Hellenler tarafından Zeus ile tek bir isim ve çatı altında gerçekleştirilmiş olmalıdır; konu hk. detaylı bilgi için bk. Öztürk 2012: 114, 102–104. 60 Zeus betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 72–73; 358, no. 82 (Neron); 359, no. 85 (Neron); 363, no. 115 (Septimius Severus); 365, no. 127 (Caracalla); no. 129 (Caracalla); 374, no. 192 (Maximinus); 376, no. 205 (III. Gordianus); 380, no. 231 (Philippus). 87 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR Antik Çağ’ın önemli tanrıları arasında yerini alan Sağlık ve Tıp Tanrısı Asklepios ile eşi veya kızı olarak addedilen Sağlık Tanrıçası Hygieia, sıfatlarından da anlaşılacağı üzere, insanların yaşamları boyunca sağlıklı bir ömür sürebilmek, salgın hastalıklardan korunabilmek veya salgın/bireysel hastalıklara yakalandıkları zaman bundan kurtulmak için başvurdukları en önemli ilahi varlıklardır; salgın hastalıklardan kurtuldukları zaman şükranları belirtmek için tanrı-tanrıçanın tapınağında adaklar adarlardı61. Antik Çağ’ıın bir çok kentinde olduğu gibi Karadeniz Bölgesi’nde de önemli bir tapııma sahip olan Asklepios, sıklıkla Soter yani “Kurtarıcı” olarak adlandırılmaktaydı62. Asklepios-Hygieia’nın Herakleia’da tapınım gördüğünü düşündürecek elimizde sadece bir yazılı belge mevcuttur; kentte kayda geçmiş ancak bugün nerede olduğu bilinmeyen M.S. II. yüzyılın ortalarından itibaren tarihlenen bu yazıttan; İmparator Antoninus Pius’un (M.S. 138–161) yardımcı birliklerinin (evocati) doktoru (iatros) Marcius Ksenokrates’in, Sağlık Tanrıçası Hygieia’nın heykelini Sağlık Tanrısı Asklepios’a adadığını öğrenmekteyiz63. Burada doktorun, yaptığı meslekle doğrudan ilgili olması vesilesiyle, Asklepios ve Hygieia’yı onurlandırması ve şükranlarını sunmuş olması oldukça doğal karşılanması gereken bir durumdur. Bu adağa ilişkin elimizde herhangi bir görselin mevcut olmaması, Hygieia’nın burada nasıl betimlendiği sorusunu cevapsız bırakmaktadır. Bu adağın yanı sıra Asklepios’un64 ve Hygieia’nın65 betimlerine kentin Roma Dönemi sikkeleri üzerinde rastlanmaktadır. Küçükasya’da gerek kült ve sanatçı dernekleri, gerek belli dönemlerde yapılan şenlikleriyle hem kent merkezlerinde hem de kırsal alanda yaygın bir inanışa sahip olan üzüm, şarap, bereket ve tiyatronun tanrısı Dionysos66 tapınıımının Herakleia’da var olduğuna ilişkin bazı belirtiler mevcuttur. M.Ö. IV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tiranlık ve Roma dönemi sikkelerinde Dionysos’un betimlerine rastlamaktayız67. Zira Herakleia Pontike tiranları, halk üzerindeki etkilerini kendilerini Herakles’in yanı sıra halkın gözünde önemli bir yere sahip olduğu anlaşılan Dionysos olarak da betimleyerek arttırmak istemişlerdir. Bu sikkelerin yanı sıra Karadeniz Ereğli Müzesi’nde sergilenen, üst kısmı kırık bir heykel parçasının alt kısmında Dionysos’un kutsal hayvanı panter betimlenmiş olup (Resim 10), benzer örnekler ışığında kırık bölümde Satyros’a yaslanmış Dionysos’un tasvir edilmiş olduğunu düşünmek mümkündür68. Karadeniz Ereğli Müzesi’nde bulunan bir sütun başlığının üzerinde gene Dionysos betimlenmektedir69. Deniz kıyısında olan ve limanı bulunan bir kentin olmazsa olmaz iki önemli geçim kaynağı vardır: Balıkçılık ve deniz ticareti. Karadeniz’de balıkçılıkla uğraşan insanlar, balık ve deniz ürünleri avına çıkmadan önce avlarının bereketli olması, Karadeniz’in meşhur fırtınalarından ve dalgalarından korunmak için hem ava çıkmadan önce hem de avdan sonra denizlerin tanrısı Poseidon’a adaklar adarlar ve Tanrı’yı yüceltirlerdi. Bununla birlikte deniz ticareti yapan denizciler veya gemi sahipleri de yurtlarına sağsalim dönebilmek adına ve Kara- 61 62 63 64 65 66 67 68 69 88 Asklepios hk. bk. Holtzmann 1984: 863–897. Asklepios ve Hygieia’nın Karadeniz’deki kültleri hk. bk. Olshausen 1990: 1875 v.d; Saprykin 2010: 473 v.d. Kalinka 1933: 96 v.d., no. 67; Robert 1937: 256 v.d., no. 10; I.Heraclea 7. Asklepios betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 360, no. 94 (Traianus); 366, no. 136 (Caracalla); 368, no. 150–151 (Geta); 368, no. 179 (Diadumenianos); 381, no. 242 (Gallienus). Hygieia betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 366, no. 137 (Caracalla); 368, no. 152 (Geta); 370, no. 165 (Geta); 373, no. 184 (Iulia Paula); 375, no. 200 (Balbinus); 377, no. 214 (III. Gordianus). Küçükasya’daki Dionysos hk. detaylı bilgi için bk. Öztürk 2010. Dionysos betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 350, no. 33 (Timotheos-Dionysios); 351-352, no. 42–46 (Arsinoe); 355, no. 59 & 63 (M.Ö. III–I. yy.); 356, no. 67 (Roma İmp. D.); 359, no. 86 (Neron); 361, no. 99–100 (Traianus); 363, no. 116 (Septimius Severus); 366, no. 131 (Caracalla); 367, no. 142–144 (Geta); 369, no. 160 (Geta); SNG v. Aulock, Pontus-Paphlagonien, 366. Vatikan Müzesi’nde bulunan benzer bir örnek için bk. Schröder 1989: 149f. no. 5, Taf. 16. Akkaya 1994: 146, no. 85. BÜLENT ÖZTÜRK deniz’in canlarını ve mallarını koruması maksatlı aynı davranış içine girerlerdi. Bu bağlamda Poseidon, denize kıyısı bulunan birçok Karadeniz kentinde olduğu gibi70, Herakleia’da da saygı ve tapınım görmüş olmalıydı. M.S. II. yüzyıl yazarı Arrianus, bize Herakleia Pontike kentine 120 stadia uzaklıkta Poseidon’a adanmış kutsal bir alan veya yerleşim olduğunu söyleyerek bu ön görüyü doğrulamaktadır71. Bu, bir liman kentinde beklenecek bir durumdur. Ancak bugüne kadar bu kutsal yere ilişkin herhangi bir saptama yapılmamış ve maddi kültür kalıntısına rastlanmamıştır. Bu bilginin yanı sıra Herakleia’nın arka yüzünde elinde trident (üç çatallı zıpkın) ve balık tutan Poseidon betimli Roma Dönemi sikkelerin varlığı da mevcuttur (Resim 11)72. Bu sikkeler kentte Posedion’a verilen önemin bir diğer göstergesi olarak karşımıza çıkar. Tanrıça Artemis kültleri de gene Karadeniz’in genelinde tapınım görmüş tanrıçalar arasında görülür73. Kentte bulunmuş ve gene Karadeniz Ereğli Müzesi’nde bulunan ve üst kısmı yerinde olmayan bir diğer heykel parçasında da Artemis betimlenmiş olmalıdır (Resim 12)74. Gövdeden aşağısı gözüken tanrıçanın sol elinde bir balık, hemen sağ yanında başını yukarı kaldırmış, ona doğru bakan bir köpek bulunur. Buradan hareketle, bu adak heykelinde betimlenen tanrıçanın balıkçıların tanrıçası olarak bilinen özellikle av sezonunun başında, sezonun bereketli geçmesi için kendisine adakta bulunulan Balık Artemis’i75 olabileceğine dair bir düşünce mevcuttur76. Yukarıda belirttiğimiz gibi, kentin bir liman kenti olduğunu ve bugün olduğu gibi, kentte balıkçılığın önemli geçim kaynaklarından birisi olduğunu77 düşünürsek halk nezdinde Poseidon ile beraber böyle bir özelliğe sahip tanrıçanın tapınım görmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Bunun yanı sıra stelde tasvir edilen köpek Hekate’nin kutsal hayvanlarından biri olarak da bilinmektedir. Bu durumda burada betimlenen tanrıça Hekate de olabilir mi gibi bir soru akla gelmektedir.78 1962 senesinde Alman tarihçi ve epigraf Friedrich Karl Dörner (1911–1992), bugün nerede olduğu bilinmeyen Hekate’nin betimlendiği mermerden bir adak stelini kentte kayda geçmiş ve A. Erichsen’den yayımlamasını rica etmiştir (Resim 12)79. Burada üçlü Hekate ve sağda köpeği tasvir edilmektedir. Bilindiği üzere Hekate, ölüm, yeraltı ve büyücülük konularıyla ilişkilendirilen gece ve ay tanrıçası olarak inanışlar arasında yerini almıştır ve Herakles’in Cenennem Köpeği Kerberos’u yer altına yolculuğunda ona yardım eden bir figür olarak da karşımıza çıkmaktadır80. Bu da belki yeraltına yani Hades’in diyarına giden yolun buradan geçmesi vesilesiyle Hekate’nin kentte saygı duyulan mitolojik öğelerden birisi olabileceğini göstermektedir. Bu bağlamda bu adak, Herakles kültünün içinde Hekate’ye de yer verildiğini düşündürse de başlı başına Hekate adına bir tapınım olup olmadığı sorusunu yanıtlamaz. 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 Poseidon’un Anadolu’nun Karadeniz kıyısı kentlerindeki kültleri hk. bk. Saprykin 2010: 472–473. Arr. perl. p. E. XIII, 4; Megara ve Herakleia kolonilerindeki Poseidon kültüyle ilgili olarak bk. Robu 2013: 65–81. Poseidon betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. 358, no. 81 (Claudius); 364, no. 123 (Iulia Domna); 365, no. 124 (Iulia Domna), no. 130 (Caracalla); 382; no. 249 (Salonina); 376, no. 206–207 (III. Gordianus); 379, no. 228 (Tranquillina); 382, no. 249 (Salonina). Artemis’in Pontus bölgesindeki kültleri hk. bk. Olshausen 1990: 1874 v.d. Akkaya 1994: 123, no. 30. Çelgin 2003: 141–170. Konu hk. detaylı bir çalışma bu sempozyum kapsamında Mimar Sinan Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Araş. Gör. Bünyad Burak Aykanat tarafından hazırlanmıştır, bk. bu kitap “Karadeniz Ereğli’den Bir Artemis Kabartması Üzerine Düşünceler”. Kentteki balıkçılıkla ilgili bk. Ail. nat. XV 5; Saprykin 1997: 129. Hekate’nin Küçükasya’daki kültü için ayrıca bk. RE VII 2 (1912) 2779–2781 s.v. Hekate (J. Heckenbach); Hekate-Artemis bağlantısı için bk. Manoledakis 2012: 243 v.d. Erichsen 1972: 47–49; ayrıca bk. Akkaya 1994: 124, no. 32. Erichsen 1972: 48 v.d.; Akkaya 1994: 124, no. 32. 89 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR Arrianus, bu sefer bize, Posedion kutsal alanından daha önce Herakleia Pontike kentine 80 stadia uzaklıkta “Metroon” olarak adlandırdığı bir yerden bahseder81. Metroon’lar; Kybele, Meter Theon veya Demeter gibi ana tanrıça kültlerine adanmış dinsel mekânlar olarak bilinmektedir82. Bir yerde metroon’un varlığı, pek çok insana açık olan, adakların adandığı resmi bir kültün belirtisi olarak değerlendirilir83. Burası, Herakleia Pontike kent ahalisinin ana tanrıça tapınımını gerçekleştirdiği kutsal alan olarak düşünülmelidir84. Ancak bu bilgi dışında bu yer ile ilgili başkaca bir bilgimiz bulunmamaktadır. Kentin M.S. III. yüzyıl sikkelerinin arka yüzlerinde Anadolulu Ana Tanrıça Kybele85 ve Hellenlerin toprak ve bereket tanrıçası Demeter’in86 betimlerinin olduğunu da görmekteyiz. Genel olarak aşk ve güzellik tanrıçası olarak nitelendirilen ve Mezopotamya’nın Tanrça İştar’ı ile özdeşleştirilen Aphrodite’nin kentteki varlığına ilişkin bazı emareler mevcuttur. Karadeniz Ereğli Müzesi’nin bahçesinde sergilenen sütun başlıklarından birinin üzerinde iki eliyle saçlarını tutan Aphrodite görülür (Resim 13)87. Bunun yanı sıra kentin M.S. III. yüzyıl sikkelerinde Aphrodite betimlerine sıklıkla yer verilmiştir (Resim 14)88. Bu belgeler, kentte Aphrodite adına bir kült yapılanması olduğunu söylemek için yetersizdir ancak gene de Roma İmparatorluk Dönemi’nde tanrıçaya kentte saygı duyulduğunu gösterir niteliktedir. Herakleia kentinde sadece yukarıda anlattığımız pagan inanışlar yoktu. Bunların yanı sıra diğer pagan tanrı/tanrıçaların da halk nazarında tapınım görmüş olduğunu düşünmek mümkündür ama bunun yoğunluğu veya önemi hakkında elimizde yeterince bilgi yoktur. Her ne kadar dönemin modasına ve siyasi ihtiyaçlarına göre darp edilmiş olalar da kentte darp edilen sikkelerin üzerindeki tanrı/tanrıçalara ilişkin betimler bir dereceye kadar fikir verebilir. Herakleia’da Roma İmparatorluk Dönemi sikkeleri üzerinde savaş ve bilgelik tanrıçası Athena veya Athena Pallas (Resim 15-16)89, şans-kader tanrıçası Tykhe90, ticaretin ve yolculukların tanrısı Hermes91 ve Mısır kökenli Harpokrates92 gibi tanrı ve tanrıçaların betimlerine rastlanmaktadır. Anılan bu tanrı ve tanrıçalara ait kentte dinsel bir yapılanma olup olmadığı bilinmese de, pagan inanışlar çerçevesinde hepsine saygı duyulduğu ve bu tanrı-tanrıçaların halkın inanışları arasında yer aldığını düşünmeden de edemeyiz. Arr. perl. p. E. XIII, 3. Yukarıda da belirttiğimiz gibi metroon’dan 40 stadia sonrasında ise Poseidon’a adanmış yerleşim yeri bulunmaktaydı. 82 Roller 2004: 164; Liddell – Scott 1996: 1131, s.v. “Μητρῷον”. 83 Metroon’lar hk. detaylı bilgi içi bk. Roller 2004: 164–171. 84 Vermaseren 1987: 73, no. 219; Santoro 1974: 189. 85 Kybele betimli sikke örneği için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 373, no. 185 (Severus Alexander). 86 Demeter betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 379, no. 230 (Tranquillina); 380, no. 234 (Gallienus). 87 Hoepfner 1966: 63 v.d., plate 18 a-b; Akkaya 1994: 144, no. 83. 88 Aphrodite betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 364, no. 118–121 (Iulia Domna); 373, no. 183 (Iulia Maesa); 375, no. 198–199 (Maximus); 376, no. 202–203 (Pupienus); 377, no. 210–212 (III. Gordianus); 377, no. 210–212 (III. Gordianus); 383, no. 252–253 (Salonina). 89 Athena ve Athena Pallas betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 360, no. 89–90 (Traianus); 364, no. 117 (Iulia Domna); 367, no. 140–142 (Geta); 373, no. 186 (Severus Alexander); 375, no. 196–197 (Maximus); 376, no. 208 (III. Gordianus); 377, no. 209 (III. Gordianus); 380, no. 233 (Gallienus); 382, no. 248 (Salonina). 90 Tykhe betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 362, no. 104 (Septimius Severus); 366, no. 138 (Caracalla); 368, no. 154 (Geta); 379, no. 227 (III. Gordianus); 381, no. 243 (Gallienus); 382, no. 251 (Salonina); 383, no. 254 (Salonina); 383, no. 255 (Saloninus). 91 Hermes betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 369, no. 158 (Geta); 370, no. 169 (Geta); 372, no. 178 (Diadumenianos). 92 Harpokrates betimli sikke örnekleri için bk. Rec. Gén. “Héraclée”, 370, no. 164 (Geta); 372, no. 180 (Diadumenianos). 81 90 BÜLENT ÖZTÜRK Roma İmparatorluk Kültü ve Tanrıça Roma (Dea Roma/Thea Rome) Roma egemenliğine geçen bölgelerde ve kentlerde, Hellen pagan tanrı-tanrıçalarının tapınımının yanına Roma İmparatorluğu ile imparatorlarına gösterilen saygı ve bağlılığın en önemli ifadesi olan, dinsel örtüsü altında politik amaçlarla yaratılmış Roma İmparatorluk Kültü’nün ve ayrıca Roma kentinin sembolik tebcili olan Tanrıça Roma (Dea Roma) kültünün tapınımının varlığı ortaya çıkmıştır. İlk İmparator Augustus’tan başlayarak, Roma imparatorlarını birer tanrı gibi kabul edip, onlara tapınaklar inşa etme yarışına giren Anadolu kentleri, zaman zaman tanrı/tanrıça tapınaklarını onlara ithaf etmişlerdir93. Klaudiupolis, Tios, Amastris, Hadrianopolis, Pompeiopolis, Sinope, Amaseia, Amisos, Kerasous, Neokaisareia ve Sebastopolis gibi Karadeniz antik kentlerinin yanı sıra, Herakleia Pontike kentinde de önem kazanmış, kentin resmi dinsel yaşamı içinde, mevcut diğer pagan inanışlarla beraber yerini almıştır94. Günümüze ulaşan bazı yazıtlar ve sikkeler sayesinde, kentteki imparatorluk kültünün varlığı, kült yapılanması ve hatta bu kült çerçevesinde düzenlenmiş olan oyunlar hakkında bilgilere sahip olabiliyoruz. Kente ait tespit edilen sikkeler Herakleia’daki, daha çok M.S. III. yüzyılın ortalarından itibaren süre gelen imparatorluk ve Thea Rome/Dea Roma kültleri ile bu inanışlarla bağlantılı kentteki olası tapınak/tapınaklar hakkında önemli ipuçları sunmaktadır. “Tapınak bakıcısı/muhafızı” anlamına gelen neokoros unvanının, Herakleia kentinin Roma İmparatorluk Dönemi’nin III. yüzyıl sikkelerinde karşımıza çıkması, bu kentte Roma imparatorluk kültü tapınağının ve bu tapınağa hizmet eden yönetici sınıftan zenginlerin ve din adamlarının/kadınlarının bulunduğuna işaret eder. Bu unvan ilk kez İmparator Philippus Arabs Dönemi’nin (M.S. 244–249), içinde Tanrıça Roma’nın (Thea Rome/Dea Roma) tahtta oturan figürünün bulunduğu altı sütunlu tapınak betimli HRAKΛHAC NEΩKORΩN A T POLIΩN; ΘEA RΩMA yazılı sikkelerinde görülür95. Bu sikke tipinin yanı sıra, sırasıyla Octacilia96, Philippus Caesar97, Gallienus (Resim 6)98, Salonina 99, Valerianus Caesar100, Saloninus101 ve Macrianus102 dönemlerine ait sikkelerin lejandlarında da kentin neokoria’sı açıkça ortaya çıkar. İmparatorlar ve imparatorluk kültü adına Roma Dönemi’nde agon olarak tanımlanan oyun ve şenliklerin düzenlendiği bilinir. Yukarıda kentin neokoros’luğuna atfeden sikkelerden, İmparator Gallienus (Resim 17) ile Saloninus dönemlerine ait olanların arka yüzünde küçük bir masa üzerinde ödül tacı ile içinde iki palmiye dalı betimlenmiştir. Burada betimlenen sahnenin imparatorluk kültü adına tertiplenen agon’larla bağlantılı bir duruma işaret edebileceğini düşünmek gerekir. Yukarıda Herakles kültü bölümünde bahsettiğimiz üzere bir yazıttan Aphrodisiaslı bir uzun mesafe koşucusu, Herakleia’daki Hadrianeia Herakleia Oyunları’na katılmış ve bu oyunlarda önemli başarılar elde etmiştir103. Bu bilgi açık bir şekilde Herakleia Pontike’de İmparator Hadrianus (M.S. 138–161) ve Herakles onuruna ortak, Hadrianeia Herakleia adındaki agon’lar düzenlendiğini Küçükasya’daki Roma İmparatorluk ve Thea Rome kültleri hakkında detaylı bilgi için bk. Mellor 1975; Price 2004. Yazıtlardan anlaşıldığına göre, Roma tarafından neokoros unvanı bahşedilen Amaseia ve Neokaisareia kentlerine, olasılıkla imparator tapınağı inşa etme hakkı tanınmıştı, bk. Mellor 1975: 952–1030. 95 SNG v. Aulock, Pontus-Paphlagonien, 6964; Price – Trell 1977: fig. 7. Bu sikke hk. detaylı bilgi için bk. Burrell 2004: 257. 96 SNG v. Aulock, Pontus-Paphlagonien, 446–447. 97 SNG v. Aulock, Pontus-Paphlagonien, 444–445. 98 SNG v. Aulock, Pontus-Paphlagonien, 448–460; 6966–6967; Rec. Gén. “Héraclée”, 382, 245–246. 99 Rec. Gén. “Héraclée”, 382, no. 249 (Salonina). 100 Burrell 2004: 259. 101 SNG v. Aulock, Pontus-Paphlagonien, 463–464. 102 SNG v. Aulock, Pontus-Paphlagonien, 465. 103 Paris – Holleaux 1885: 68, no. 1; Bosch 1967: 304, no. 247; MAMA VIII, no. 49, 521; Erol-Özdizbay 2011: 108–110. 93 94 91 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR ortaya koyar: Hadrianus’un birçok kentte, kendi adına benzer festiveller tertip edilmesine izin verdiği için, bu durumun, Herakleia’nın neokoros’luk unvanıyla eş değer olup olmadığının tespit edilemeyeceğine dair bir görüş de vardır104. Kentte bulunmuş onurlandırma niteliğindeki yazıtlar da konu ile ilgili önemli bilgiler edinmemizi sağlarlar. Bu bağlamda bir imparatorluk kültü başrahibesi ile başrahibinin onurlandırma yazıtları kayda geçmiştir. M.S. II. yüzyılın ortalarından itibaren bir zamanda, (olasılıkla Pontus et Bithynia) eyalet konsilinin (koinoboulion) ve Herakleia kentinin meclis kararı gereğince, Claudia Licinnia ile Claudia Saturnina adlı iki Herakleialı kadının, halaları olan, İmparator Antoninus Pius (M.S. 138–161) adına oluşturulmuş imparatorluk kültü başrahibesi (arkhierea) ve aynı zamanda iffetli, iyi soylu ve yüce gönüllü Claudius Domitius kızı Claudia Saturnina’yı, babalarının isteği üzerine onurlandırdıkları görülür105. Burada Roma isimleri taşıyarak ve kült işlerini üstlenerek Roma’ya ve imparatoruna sadık olduğunu gösteren baba Claudius Domitius ve diğer tüm aile üyeleri, sadece halk arasında Romalı kimliğini göstermeyi değil, bununla birlikte Roma cemaatinin bir parçası olduğunu da göstermek arzusunda olmuşlardır106. M.S. II. yüzyılın sonlarına tarihlenen ve Herakleia kentinin boule ve demos meclisleri ile içinde olasılıkla Herakleia’nın da bulunduğu Pontus kentlerinin oluşturduğu birlik (koinon), Pontus’un imparatorluk kültü yani başrahibi (arkhiereus), Teimotheos oğlu Aurelius Aleksandros’u onurlandırmışlardır107. Her iki yazıt da kentteki imparatorluk kültü yapılanmasında üst düzey önemli kişilerin bu kültün başrahipliğini ve başrahibeliğini üstlendiklerini ortaya koyar. Bu kişiler, kült ritüelleri ve kutlamalarıyla ilgili düzenlemeleri yapan ve masrafları karşılayan kişiler olarak düşünülmelidir. Plinius’un M.S. yak. 111–113’te İmparator Traianus’a (M.S. 98–117) danışma nieliğinde yazdığı mektuplarından birinde, Herakleia’ya yerleştirilmiş bir ailenin üyesi olan Pontoslu Iulius Largus adlı bir zenginin vasiyeti yoluyla mirasını üzerine almasını, ardından, mirastan 50 bin nummus çıkardıktan sonra, kalan miktarın tamamını Herakleia ve Tios kentlerine vermesini, bu paranın harcanmasına yönelik olarak Traianus onuruna ithaf edilecek yapılar yapmak ya da Traianus Oyunları (= Traianeia) adıyla beş yılda bir tekrarlanacak oyunlar düzenlemek arasında bir karara varmasını istemiştir108. Traianus’un bu soruya cevap niteliğinde yazdığı mektubunda109 bir karara varmadığını ve kararı Plinius’un kendisine bıraktığını görürüz; dolayısıyla biz de bu durumun nasıl sonuçlandığı hakkında ne bu kaynaktan ne bir başka kaynaktan bilgi edinemeyiz. Eğer bu durum neticelenmişse kentte Traianus adına imparatorluk kültü yapılar yapıldığını veya Traianeia oyunlarının kutlandığı düşünülmelidir. Bu bilgiyi imparatorluk kültüyle bağdaştırdığımızı kabul edebilirsek, anlaşılıyor ki, imparatorluk kültünün temelleri daha İmparator Traianus Dönemi’ne ve hatta belki daha da önceki dönemlere kadar gitmektedir. Kentte bulunmuş ve imparatorları onurlandıran bazı yazıtları da imparatorluk kültü kapsamında değerlendirmek yerinde olacaktır. Karadeniz Ereğli Müzesi’nde bulunan ve olasılıkla imparatorun heykelini taşıyan bir heykel kaidesinin yazıtında İmparator Claudius (M.S. 41–54) onurlandırılmaktadır (Resim 18)110. Bugün 104 Burrell 2004: 257. 105 De Hell 1854 IV: 339–340, no. 1, pl. 9/1; Kalinka 1933: 97, no. 69; Robert 1937: 258–259; Dörner 1962: 34; I.Heraclea 1. 106 Madsen 2006: 76. 107 Kalinka 1933: 96 v.d., no. 67; Robert 1937: 256, no. 7; I.Heraclea 3. 108 Plin. epist. X 75. 109 Plin. epist. X 76. 110 I.Heraclea 40. 92 BÜLENT ÖZTÜRK yerinde mevcut olmayan bir heykelin kaidesindeki yazıttan ise İmparator Vespasianus’un (M.S. 69–79), demos (halk meclisi) tarafından onurlandırıldığını görüyoruz111; burada da olasılıkla kaidenin taşıdığı heykel Vespasianus’un ta kendisiydi. Bunların yanı sıra imparatorlar Traianus112 (M.S. 98–117) ve Antoninus Pius’a113 (M.S. 138–161) ithaf edilmiş iki onurlandırma yazıtı da kentten kayda geçmiştir. Hıristiyanlık Hemen her antik kentte görüldüğü üzere, Herakleia’da da, pagan tanrılara duyulan saygı ve tapınım, Hıristiyanlık’ın resmi din olarak kabul edilmesine kadar, kentin sosyal ve kültürel yaşamının bel kemiğini oluşturmuştur. Hıristiyanlık ise yeni öğretileri ve vaadettikleriyle M.S. I. yüzyılın başlarından itibaren Bithynia’da önemli bir konuma ulaşmaya, dolayısıyla bu inancı taşıyanların sayısı da hızla artmaya başlamıştı114. Tek tanrı öğretisi, eşitlik ve adalet gibi kavramlarla bilhassa siyasi-pagan nitelikli Roma imparatorluk kültüyle büyük bir mücadele ve rekabet içine giren Hıristiyanlık, buna karşılık imparatorluk ve eyalet yönetiminden uygulanan takibatlara ve ölümlere varacak ağır bir cezalandırılma sürecinin içine girmiştir. İmparator ve valilerinin Hıristiyanlara uyguladığı baskı ve Hıristiyan-pagan çatışmaları bu döneme damgasını vurmuştur. Bu konudaki en erken kayıtlardan birisi Roma’nın Pontus et Bithynia Eyalet Valisi (Genç) Plinius’un, M.S. 112’de bir Karadeniz kentinden İmparator Traianus’a yazdığı ve günümüze ulaşan bir mektup sayesinde, imparatorluğun Hıristiyanlara tavrına ve Herakleia’nın da içinde yer aldığı Karadeniz Bölgesi’nde Hıristiyanlığın ne denli yayıldığına kısmen tanık olabiliyoruz115. Mektupta Plinius, Traianus’a kendi eyaletinde sayısı artan Hıristiyanlarla nasıl baş etmesi gerektiğine dair fikir danışmaktadır. Zira ziyaret ettiği kıyı kentlerinden birinde, o kentte yaşayan yerel halkın yanına giderek, onnların bölgedeki Hıristiyanlardan şikâyet ettiklerini anlatır. Olasılıkla bu dönemden itibaren Herakleia’da da, diğer Karadeniz kentlerinde olduğu gibi, Hıristiyanların sayısı hızla artmış olmalıdır. Hıristiyanlar çoğunlukla mağaralarda tapınımlarını gizli gizli gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Ereğli’nin kuzeyinde, Süleymanlar Mahallesi, İstasyon Caddesi yakınlarında yer alan kayalık arazi, Antik Çağ’da Akheron Vadisi olarak adlandırılmış olup, bu vadideki mağaralardan biri ilk Hıristiyanların gizli tapınım merkeziydi (Resim 19-20). Girişin hemen sağ tarafında ise lahit konulması için açılmış ve vaktiyle kullanılmış bir niş göze girişin sol tarafında is kilisesin apsis kısmı yer almaktadır (Resim 20); ayrıca Mağaranın iç kısmında Roma-Bizans dönemlerine ait taş eserler ve duvarlarda mum yakmak için yapılmış nişler mevcuttur116. Ayrıca Zonguldak Bölgesi Ormanlı Beldesi’nde yakın zamanda keşfedilen saklı bir alanda tespit edilen freskler, bu durumun en açık kanıtıdır (Resim 21)117. M.S. 313’de imparatorlar Constantinus ile Licinius döneminde ilan edilen Milano Fermanı ile birlikte Hıristiyanlık inancı serbest bırakılmış ve pagan inanışlarlaın yanında resmi din olarak tanınmıştır. Hıristiyanlar imparatorluk desteğini resmen sağladıktan sonra hem geleneksel pagan kültlerine hem de eski imparatorluk kültüne karşı insafsız bir tavır geliştirmeye başlamışlardı118. Pagan-Hıristiyan çatışması gerek yönetim katında gerekse halk temelinde bu yüzyıl boyunca devam etmiştir. Nihayetinde M.S. IV. yüzyıl sonlarında ise pagan 111 I.Heraclea 5. 112 I.Heraclea 50. 113 I.Heraclea 51. 114 Karadeniz’deki Erken Dönem Hıristiyanlığı hk. bk. Kaçar 2008: 197–215. 115 Plin. ep. 96. Konuyla ilgili ayrıca bk. Kaçar 2008: 198 v.d. 116 Yaman 2011: 57–59. 117 Bilgilendirme ve fotoğraflar için Sanat Tarihçi Özlem Yaman’a teşekkür ederim. 118 Price 2004: 215. 93 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR dinlerinin yasaklanmasına ve Hıristiyanlığın, Roma İmparatorluğunun tek resmi dini haline gelmesine kadar devam etmiştir; bundan sonra olasılıkla pagan inanışlar yeraltına inmiş ama etkileri Hıristiyanlık dininin öğretileri, geleneksel ritüelleri, betimleri ve sembollerinde kendini göstermiştir. Hıristiyanlığın yayılması ve nihayetinde tek resmî din konumuna taşınmasıyla, pagan koruyucuların yerlerinin artık Hz. İsa’ya ve Azizlere bıraktığını ve efsanevi bir kişiliğe sahip olan ve hangi dönemde yaşadığına dair farklı bilgiler bulunan Sinopeli Aziz Phokas’ın, Herakleia Pontike’de Herakles’i, o an tanrının ikâmetgahı olan bir gemiden kovduğuna ve Herakles’in yerine koruyuculuk misyonunu üstlendiğine Herakles bölümünde değinmiştik. Bu azizin M.S. I. yüzyıl sonu ile II. yüzyıl başlarında yaşadığına dair bir söylence de vardırki, buna göre Pontos bölge valisi iddia edilen Africanus ile arasında geçen bir dialogta; Phokas’ın, hiçbir insanın yani imparatorun tanrı olamayacağını dile getirmiş olması ve dönemin imparatoru Traianus’un da tanrı olmadığını ima etmesi, İmparator Constantinus öncesi Hıristiyanlıkla imparatorluk kültü arasındaki çatışmayı yansıtan belki de en açık söylem olarak dikkati çekmektedir119. Ereğli’de Hıristiyanlık inancını yansıtan ve Hıristiyanların yaşamını gözler önüne seren Bizans Dönemi’ne ait bir kilise yapısı ile diğer Hıristiyanlık yapılarına ait, bir kısmı Karadeniz Ereğli Müzesi’nde bulunan çok sayıda mimari parça ve ayrıca epigrafik belge tespit edilmiştir. Kentte Hagia Sophia (Ayasofya) adıyla bilinen M.S. V. yüzyılda Orhan Gazi’ye ithafen camiiye çevrilmiş ve bugün Orta Camii olarak da anılan Bizans kilisesi mevcuttur (Resim 22-23)120. Geçirdiği yanlış restorasyonlar sonucunda kilise bir çok özelliğini kaybetmiştir. Caminin kuzey cephesindeki yan kapının sövelerinde Traianus Dönemi’ne ait arşitrav üzerinde bir yazıt yer almaktadır. Muhtemelen İmparatorTraianus’a adanmış bir yapı arşitravı burada devşirme olarak kullanılmıştır. Akarca Mahallesi Akkuyu Sokak’ta günümüzde Çelikel Camii olarak adlandırılan alanda eski bir Bizans Kilisesi yer almaktaydı. Caminin bodrum kısmında kilisenin Bizans Devri’ne ait döşeme mozaiği yer almaktadır. Ayrıca bu kısımdaki duvarın bir bölümünde harap bir fresko bulunmaktadır. Bu bahsettiğimiz kalıntıların dışında, eski yapıya dair hiçbir şey günümüze ulaşmamıştır. Karadeniz Ereğli Müzesi’nde sergilenen ve Erken Hıristiyanlık Dönemine tarihlendirilen bir sütun başlığının üzerinde, Soter Hagia, “Yüce Kurtarıcı” yazısı, başlığın üzerinde ise Hz. Meryem ve kucağında bebek Hz İsa betimlenmektedir (Resim 24)121. Müzedeki başka bir arkeolojik eserde ise bir yüzünde iki tavus kuşu karşılıklı olarak işlenmiştir (Resim 25-26). Erken Hıristiyan sanatında ölümsüzlüğü, yeniden doğuşu ruhsal arınmayı temsil eden tavus kuşları122, burada olasılıkla hayat ağacının meyvesinden yemektedirler ve refrigerium sahnesini yansıtmaktadırlar. Karadeniz Ereğli Müzesi’nde bulunan Hellence yazıtlı bir adak taşının üzerinde bir Hıristiyan vatandaşın, bilinmeyen bir sebepten dolayı, tanrıdan kentine yardım istediği görülür123. Üzerinde haç betimleri bulunan birçok levha parçası ile diğer plastik mimari parçalar Orta Bizans Dönemi’ne tarihlendirilmekte olup124, bugün müzenin bahçesinde görülebilmektedir (Resim 27-28). Son olarak gene kentteki surların kuzey bölümündeki kulenin duvarında bir adak kayda geçmiştir. Üzerinde birbiriyle bitişik halde haç ve çapa betimi bulunan bu adakta David adlı bir Hıristiyan vatandaş efendisinden yani tanrıdan aynı şekilde yardım istemektir125. 119 Acta Sanctorum July III 629–645; ayrıca bk. Price 2004: 216. 120 Kilise hk. detaylı bilgi için bk. Akkaya 1994: 68 v.d.; ayrıca bk. Koch 2007: 252. 121 Akkaya 1994: 151, no. 89; I.Heraclea 36; Koch 2007: 252. 122 Carr 1991: 1611 v.d. 123 Bu yazıt “New Inscriptions from Karadeniz Eregli Museum III” adlı makalede tarafımızdan yayımlanacaktır. 124 Koch 2007: 252. 125 I.Heraclea 37. 94 BÜLENT ÖZTÜRK Kaynaklar, Herakleia Pontike’nin, M.S. XIII. yüzyıla kadar Klaudiupolis kentinin yardımcı piskoposluğu ve 1387’ye kadar da piskoposluk konumuyla önemli bir Hristiyanlık merkezi olduğunu ortaya koymaktadır126. Herakleia halkı arasından yetişen piskoposlar Hıristiyan cemaatleri içinde önemli görevler üstlenmiştir. Hem konsil listelerinde127 hem de kentten bulunmuş resmi mühürlerde sözünü ettiğimiz Herakleialı piskoposların adlarına rastlamaktayız128. Kent, Türklerin egemenliği altına girmesinden itibaren Müslümanlaşsa bile, Hıristiyan nufüsun azalarak yakın döneme kadar kentte keneki varlıklarını koruduklarını biliyoruz. 126 Foss 1991: 915 v.d.; Laurent 1963, V.1: 349 v.d; 631 v.d. 127 Herakleialı piskoposların listes için bk. Fedalto 1988: 91 v.d. 128 Konstantinos adındaki VIII.–IX. yüzyıl piskoposunun mührü için bk. Zacos – Veglery 1972: no. 1331; McGreer – Nesbitt – Oikonomides 2001: 21, 8.1. 95 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR KAYNAKÇA Süreli Yayın ve Ansiklopedi Kısaltma Listesi AJA = American Journal of Archaeology. ANRW = Aufstieg und Niedergang der römischen Welt. AnzPHK = Anzeiger der Österreichische Akademie der Wissenschaften, Philosophisch- Historische Klasse. ArkSan = Arkeoloji ve Sanat. ASAA = Annuario della Scuola Archeologica di Atene e delle Missioni Italiane in Oriente. Padova: Bottega d’Erasmo. AST = Araştırma Sonuçları Toplantısı. BCH = Bulletin de Correspondance Hellénique. CollAn = Colloquium Anatolicum. DNP = Der Neue Pauly. EA = Epigraphica Anatolica. IG = Inscriptiones Graecae. IGSK = Inschriften griechischer Städte aus Kleinasien. JÖAI = Jahreshefte des Österreichhischen Archäologischen Instituts in Wien. LIMC = Lexicon Iconographicum Mythologiae Classicae. MDAI(R) = Mitteilungen des Deutschen Archäologischen Instituts, Römische Abteilung. MJH= Mediterranean Journal of Humanities. ODB = The Oxford Dictionary of Byzantium. POxy = Papyrus Oxyrhynchus. RE = Paulys Real-Encyclopadie der klassischen Altertumswissenschaft. RÉG = Revue des études grecques. SEG = Supplementum Epigraphicum Graecum. ZPE = Zeitschrift für Papyrologie und Epigraphik. 96 BÜLENT ÖZTÜRK ANTİK EDEBİ ESERLER Ail. nat. (Ailianos, de natura animalium) = Aelian. On the characteristics of Animals, I–III, with an English translation by A. F. SCHOLFIELD, Cambridge(Mass.)/London 1958–1959 (The Loeb Classical Library). Apollod. bibl. (Apollodoros, Biblotheke) = The Library, with an English translation by SIR J. G. FRAZER,, London/New York 1921 (The Loeb Classical Library). Aristeid. Or. (Aristeides, Orationes) = Publius Aelius Aristeides, The complete works: Orationes I–XVI, with an appendix containing the fragments and inscriptions, translated into English by Ch. A. BEHR, Leiden 1981–1986. Aristoph. Pax. (Aristophanes, Pax), = The Peace, with an English translation by B. B. ROGERS,, London/New York 1927 (The Loeb Classical Library). Arr. per. p. E. (Arrianos, periplus ponti Euxinii) = Arrianus’un Karadeniz Seyahati, çev.: M. ARSLAN, İstanbul 2005 Diod. (Diodorus Siculus, Bibliotheke historike) = Diodorus of Sicily, with an English translation by C. H. OLDFATHER – C. L. SHERMAN – C. B. WELLES – R. M. GEER – F. R. WALTON, I–XI, London/New York 1947–1970 (The Loeb Classical Library). Dion Chrys. (Dion Chrysostomos, Orationes) = Discourses, with an English translation by J. W. COHOON – H. L. CROSBY, I–V, London/Cambridge 1932–1951 (The Loeb Classical Library). Lucian Alex. (Lukianos, Aleksandros) = Lucian IV: Alexander The False Prophet (ΑΛΕΧΑΝΔΡΟΣ Η ΨΕΥΔΟΜΑΝΤΙΣ), with an English translation by A. M. HARMON, London/New York 1925: 173–253 (The Loeb Classical Library). Orph. Lith. (Orphika, Lithica), Les lapidaires grecs, R. HALLEUX – J. SCHAMP (Ed.), Paris 1985: 82–123. Paus. (Pausanias, Perihegesis) = Pausanian Description of Greece, with an English translation by W. H. Jones, I–V, London/New York 1918–1935 (The Loeb Classical Library). Plat. leg. (Platon, leges) = Yasalar, çev.: C. ŞENTUNA – S. BABÜR, İstanbul 20073. Plin. epist. (Plinius minor, epistulae) = Genç Plinius’un Anadolu Mektupları. Plinius, Epistulae, 10. Kitap, çev.: Ç. DÜRÜŞKEN – E. ÖZBAYOĞLU, İstanbul, 2001. Plin. nat. (G. Plinius Secundus, Naturalis Historia) = Pliny, Natural History, with an English translation by H. R. RACKHAM – W. H. S. JONES – D. E. EICHHOLZ, I–X, Cambridge(Mass.)/London 1938–1975 (The Loeb Classical Library). Strab. (Strabōn, Geōgraphika) = The Geography of Strabo, with an English translation by H. L. JONES, I–VIII, London/New York 1917–1932 (The Loeb Classical Xen. an. (Ksenophon, anabasis) = Anabasis: Onbinlerin Dönüşü, çev.: O. YARLIGAŞ, İstanbul 2011Library). 97 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR EPIGRAFIK VE NÜMISMATIK YAYINLAR ΒΜC Pontus = Reginald Stuart POOLE (Ed.) A Catalogue of the Greek coins in the British Museum. Catalogue of Greek coins: Pontus, Paphlagonia, Bithynia and the Kingdom of Bosphorus, London, 1889; Bologna, 1963. IGUR = Luigi MORETTI (Ed.), Inscriptiones graecae urbis Romae, I–IV, Rome 1968–1990. I.Heraclea = Lloyd JONNES (Ed.), The Inscriptions of Herakleia Pontika. With a Prosopographia Heracleotica by Walter AMELING, Bonn, 1994 (IGSK 47). I.Miletoupolis = Elmar SCHWERTHEIM (Hrsg.), Die Inschriften von Kyzikos und Umbebung. Teil II: Miletupolis, Bonn, 1983 (IGSK 26) I.Nikaia = Sencer ŞAHİN (Hrsg.), Katalog der antiken Inschriften des Museums von Iznik (Nikaia) / İznik Müzesi Antik Yazıtlar Kataloğu, Bonn 1979–1982 (IGSK 9 & 10.1–2). IScM III = Alexandru AVRAM (Ed.), Inscriptiones Daciae et Scythiae Minoris antiquae. Series altera: Inscriptiones Scythiae Minoris graecae et latinae. Vol. 3: Callatis et territorium. Bucharest, 2000. MAMA VIII = William Moir CALDER – James Maxwell Ross CORMACK (Ed.), Monumenta Asiae Minoris Antiqua, VIII: Monuments from Lycaonia, the Pisido-Phrygian Borderland, Aphrodisias, Manchester, 1962. Rec. Gén. = Recueil général des monnaies grecques d’Asier mineure. Commencé par W. H. WADDINGTON continué et complété par F. BABELON et T. REINACH. Tome premier 1er fascicule: Pont et Paphlagonie. 2e édition, Paris, 1925. SNG v. Aulock, Pontus-Paphlagonien = Sylloge Nummorum Graecorum. Deutschland. Sammlung H. von Aulock. Pontus-Paphlagonien-Bithynien, Berlin, 1957. MODERN KAYNAKLAR ADAK, Mustafa – Eda AKYÜREK-ŞAHİN – Mustafa Yaşar GÜNEŞ, “Neue Inschriften im Museum von Bolu (Bithynion/Klaudiupolis)”, Gephyra 5 (2008) 73–120. AKKAYA, Tayfun, Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi)’nin Tarihî Gelişimi ve Eski Eserleri, İstanbul, 1994. ASHERI, David, “Über die Frühgeschichte von Herakleia Pontike”, Friedrich Karl DÖRNER (Hrsg.), Herakleia Pontike: Forsuchungen zur Geschichte und Topographie, Wien 1972 (Denkschriften (Österreichische Akademie der Wissenschaften. Philosophische Historische Klasse. Ergänzungsbände zu den Tituli Asiae Minoris: No.5). AVRAM, Alexandru – Maria BĂRBULESCU – Valeriu GEORGESCU, “Deux tablets sacrées de Callatis”, Horos 13 (1999) 225–232. BALLESTEROS PASTOR, Louis, “El culto de Mitrídates a Zeus Estratio”, Histoire, espaces et marges de l’antiquité. Hommages à Monique Clavel-Lévêque, 2. Besançon : Presses universitaires franc-comtoises, 2003: 209–222. 98 BÜLENT ÖZTÜRK BOARDMAN, John – Olga PALAGIA – Susan WOODFORD, “Herakles”, LIMC 4,1 (1988a) 728–838. BOARDMAN, John – Olga PALAGIA – Susan WOODFORD, “Herakles”, LIMC 4,2 (1988b) 444–559. BOARDMAN, John – Olga PALAGIA – Susan WOODFORD, “Herakles”, LIMC 5,1 (1990a) 1–192. BOARDMAN, John – Olga PALAGIA – Susan WOODFORD, “Herakles”, LIMC 5,2 (1990b) 6–188. BOSCH, Emin, Quellen zur Geschichte der Stadt Ankara, Ankara, 1967. BURRELL, Barbara, Neokoroi. Greek Cities and Roman Emperors, Leiden–Boston, 2004. BURSTEIN, Stanley Mayer, Outpost of Hellenism: The Emergence of Heraclea on the Black Sea, Berkeley, 1976. CARR, Annemarie Weyl, “Peacocks”, ODB III (1991) 1611–1612. CHIRICA, Éduard, “Le culte d’Héraclès Pharangetiès à Héraclée du Pont”, RÉG 111 (1998) 722–731. COOK, Arthur Bernard, Zeus: A Study in Ancient Religion, Volume 2: Zeus God of the Dark Sky, Part 2: Appendixes and Index, Cambridge, 2010. CSEPRIGI, Ildiko, “Changes in Dream Patterns between Antiquity and Byzantium: The Impact of Medical Learning on Dream Healing”, I. CSEPRIGI – C. BURNETT (ed.), Ritual Healing. Magic, Ritual and Medical Therapy from Antiquity until the Early Modern Period, Frenze, 2012: 131–145. CUMONT, Franz – Eugène CUMONT, Voyage d’Exploration Archéologique dans le Pont et la Petite Arménie, Bruxelles, 1906 (Studia Pontica II). ÇELGİN, Vedat, “Termessos Egemenlik Alanında Artemis Tapınımı II Keldağ / Göldağ (Neapolis) Antik Yerleşmesindeki Aspalos - Artemis Akraia Kültü. Epigrafik ve Arkeolojik Veriler Işığında Bir Değerlendirme”, Adalya 6 (2003) 141–170. DÖRNER, Friedrich Karl, “Vorbericht über eine im Herbst 1961 ausgeführte Reise in Bithynien”, AnzPHK 99 (1962) 30–35. DREW-BEAR, Thomas – Christian NAOUR, “Divinites de Phrygie”, ANRW II, 18/3 (1990) 1907–2044. GORRINI, Maria Elena, “Gli eroi salutari dell’Attica”, ASAA 79 (2001) 299–315. GORRINI, Maria Elena, “Healing Statues in the Greek and Roman World”, I. CSEPRIGI – C. BURNETT (ed.), Ritual Healing. Magic, Ritual and Medical Therapy from Antiquity until the Early Modern Period, Frenze 2012: 107–130. GRAF, Fritz, “Herakles”, DNP 5 (1998) 387–393. GRUPPE, Otto, “Herakles”, RE 8/1 (1912) 516–528. ERICHSEN, Adolphine, “Ein Hekate Relief in Herakleia Pontike”, F. K. DÖRNER (Hrsg.), Herakleia Pontike: Forsuchungen zur Geschichte und Topographie, Wien, 1972 (Österreichische Akademie der Wissenschaften. Philosophisch-Historische Klasse. Ergänzungsbände zu den Tituli Asiae Minoris: No.5.), 47–49. EROL-ÖZDİZBAY, Aliye, Roma İmparatorluk Dönemi’nde Pontus-Bithynia Eyaleti’nde Agon’lar ve Agonistik Sikkeler, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2011. 99 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR FEDALTO, Giorgio, Hierarchia Ecclesiastica Orientalis, I: Patriarchatus Constantinopolitanus, II: Patriarchatus Alexandrinus, Antiochenus, Hierosolymitanus, Padua, 1988. FOSS, Clive F. W., “Herakleia Pontike”, ODB II (1991) 915–916. FRENCH, David, “Amasian notes, 5. The temenos of Zeus Stratios at Yassıçal”, EA 27 (1996) 75–92. HEINTZE, Helga von, “Herakles Alexikakos”, MDAI(R) 72 (1965) 14–40. HOEPFNER, Wolfram, Herakleia Pontike. Eine baugeschichtliche Untersuchung, Wien, 1966 (Österreichische Akademie der Wissenschaften. Philosophisch-Historische Klasse Denkschriften, 89. Band; Forschungen an der Nordküste Kleinasiens Bd. 2, T. 1 Ergänzungsbände zu den Tituli Asiae Minoris Nr. 1). HOLTZMANN, Bernard, “Asklepios”, LIMC 2 (1984) 863–897. HOMMAIRE DE HELL, Xavier, Voyage en Turquie et en Perse, I–IV, Paris, 1854. JACKSON, Ralph, Roma İmparatorluğu’nda Doktorlar ve Hastalıklar, Çev.: Ş. MUMCU, İstanbul, 1999. KAÇAR, Turhan, “Early Christianity in the Black Sea: An Examination of the Literary Evidence”, CollAn 7 (2008) 197–215. KALINKA, Ernst, “Aus Bithynien und Umgegend”, JÖAI 28 (1933) Beiblatt 45–112. KARAUĞUZ, Güngör, “Karadeniz Ereğlisi ve Amasra Arkeoloji Müzelerinde Bulunan Bazı Eserler Hakkında”, AST 25/1 (2008) 55–64. KARAUĞUZ, Güngör – Ayhan AKIŞ – Halil İbrahim KUNT, Zonguldak Bölgesi Arkeoloji Eskiçağ Tarihi ve Coğrafi Araştırmaları. Arkeolojik Yerleşmeler, Kalıntılar, Buluntular ile Kdz. Ereğli ve Amasra Arkeoloji Müzesi’nden Bazı Eserler, Konya 2010. KAVVADIAS, Panayiotes, “Ἐπιγραφαì ἐξ Ἐπιδαùρου”, Aρχαιoλoγική εφημερίς 33 (1894) 15–24. KOCH, Guntram, Erken Hıristiyan Sanatı, Çev.: Ayşe AYDIN, İstanbul, 2007. LAURENT, Vitalien, Le Corpus des Sceaux de l’Empire Byzantine, Paris, 1963. LESCHHORN, Wolfgang, “Die Verbreitung von Agonen in den östlichen Provinzen des römischen Reiches”, Stadion 24/1 (1998) 31–57. LIDDELL, Henry George – Robert SCOTT, A Greek-English Lexicon, Oxford, 1996. MADSEN, Jester Majbom, “Intellectual Resistance to Roman Hegemony and its Representativity”, Tonnes BEKKER-NIELSEN (Ed.), Rome and the Black Sea Region: Domination, Romanisation, Resistance, Aarhus: Aarhus Universitetsforlag, 2006: 63–82. MANOLEDAKIS, Manolis, “Hekate with Apollo and Artemis on a Gem from the Southern Black Sea Region”, IstMitt 62 (2012) 289–302. McGREER, Eric – John NESBITT – Nicolas OIKONOMIDES, Catalogue of Byzantine Seals at Dumbarton Oaks and in the Fogg Museum of Art, 4: The East, Washington D. C., 2001. 100 BÜLENT ÖZTÜRK MELLOR, Ronald, Θεὰ Ῥώμη, The Worship of the Goddess Roma in the Greek World, Göttingen, 1975. MERKELBACH, Reinhold, “Weg mit dir, Herakles, in die Feuershölle!”, ZPE 86 (1991) 41–43. MORETTI, Luigi, Iscrizione agonistiche greche, Rome 1953. OLSHAUSEN, Eckart, “Götter, Heroen und ihre Kulte in Pontos – ein erster Bericht”, ANRW II 18/3 (1990) 1865–1906. ÖZTÜRK, Bülent, Roma İmparatorluk Çağı Küçükasyası’nda Dionysos Kültü, İstanbul, 2010. ÖZTÜRK, Bülent, Küçükasya’nın Batı Karadeniz Kıyısında Bir Antik Kent: Tios (Tieion), Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2012. PARIS, Pierre – Maurice HOLLEAUX, “Inscriptions de Carie”, BCH 9 (1939) 68–84. PRICE, Simon R. F., Ritüel ve İktidar. Küçük Asya’da Roma İmparatorluk Kültü, Çev.: Taylan ESİN, İstanbul, 2004. ROBERT, Louis, Études Anatoliennes. Recherches sur les inscriptions grecques de l’Asie Mineure, Paris, 1937. PREISENDANZ, Karl – Albert HENRICHS, Papyri Graecae Magicae. Die Griechischen Zauberpapyri I–II, Stuttgart, 1974. ROBU, Adrian, “Le culte de Poséidon à Mégare et dans des colonies”, Dacia. Nouvelle série 57 (2013) 65–81. ROSCH, Gerhard, “Le Der Aufstand der Herakleioi gegen Phokas (608-610) im Spiegel numismatischer Quellen”, Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 28 (1979) 51–62. RUGE, Walter, “Mariandynioi”, RE 14 (1939) 1747. SALOWEY, Christina A., “Herakles and Healing Cult in the Peloponnesos”, Robin HÄGG (Ed.), Peloponnesian Sanctuaries and Cults, Proceeding of the Ninth International Symposium at the Swedish Institute at Athens, 11-13 June 1994, Stockholm, 2002: 171–177. SANTORO, Marcella, Epitheta Deorum in Asia Graeca Cultorum ex Auctoribus Graecis et Latinis, Milano, 1974. SAPRYKIN, Sergej Jur’evič, “Le culte d’Héraclès à Chersonèse et à Héraclée à l’époque de l’hellénisme (О культе Геракла в Херсонесе и Гераклее в эпоху эллинизма’)”, Sovetskaja archeologija 1 (1978) 38–62 (Rusça). SAPRYKIN, Sergej Jur’evič, Heracleia Pontica and Tauric Chersonesus Before Roman Domination / VI–I Centuries B.C., Amsterdam, 1997. SAPRYKIN, Sergej Jur’evič, “The Religion and Cults of the Pontic Kingdom. Political Aspects”, E. K. PETROPOULOS – A. A. MASLENNIKOV (edd.), Ancient Sacral Monuments in the Black Sea, Thessaloniki, 2010: 249–276. SAPRYKIN, Sergej Jur’evič, “Male Deities and their Cults on the South Black Sea Coast: Hellenistic and Roman Periods”, E. K. PETROPOULOS – A. A. MASLENNIKOV (edd.), Ancient Sacral Monuments in 101 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR the Black Sea, Thessaloniki, 2010: 465–514. SCHRÖDER, Stephan F., Römische Bacchusbilder in der Tradition des Apollon Lykeios: Studien zur Bildformulierung und Bildbedeutung in späthellenistisch-römischer Zeit, Roma 1989. ŞAHİN, Nuran, Zeus’un Anadolu Kültleri, İstanbul, 2001. ŞAHİN, Sencer, “Zeus Bennios”, Sencer ŞAHİN – Elmar SCHWERTHEIM – Jörg WAGNER (Hrsg.), Studien zur Religion und Kultur Kleinasiens: Festschrift für Friedrich Karl Dörner zum 65. Geburtstag am 28. Februar 1976, Leiden, 1978: 771–790. VAN DE VORST, Charles, “Saint Phocas”, Analecta Bollandiana 30 (1911) 252–295. VERMASEREN, Maarten Jozef, Corpus cultus Cybelae attidisque (CCCA), I. Asia Minor, Leiden, 1987. WENTZEL, Georg, “Alexikakos”, RE I Band 1 (1894) 1464–1465. WOODFORD, Susan, “Heracles Alexikakos Reviewed”, AJA 80/3 (1976) 291–294. WOODFORD, Susan, “Herakles’ Attributes and Their Appropriation by Eros”, JHS 109 (1976) 200–204. WYCHERLEY, Richard Ernest, “Two Athenian Shrines”, AJA 63/1 (1959) 67–72. YAMAN, Özlem, Roma ve Bizans Devrinde Karadeniz Ereğlisi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Edirne, 2011. YILDIRIM, Nazlı, “Herakles Hermelerinin Anlamı ve Kullanımı”, MJH II/1 (2012) 229–237. ZACOS, George – Alexander VEGLERY, Byzantine Lead Seals, Basel, 1972. 102 BÜLENT ÖZTÜRK RESİMLER 1-Herakles’in Cehennemköpeği Kerberos’u Yakalamasını Betimleyen Modern Heykel ve Açıklayıcı Mermer Levhalar 2-Cehennemağzı Mağarası 3- Ön Yüzde Dionysos’un arka yüzde zafer ya da yarışma hatırası diken Herakles’in betimleri Timotheos ve Dionysios Dönemi (M.S. 345-337) http://www.wildwinds.com 103 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR 4-5 Herakles Aleksikakos’a Adak Herakleia Pontike, M.S. 200-250 Karadeniz Ereğli Müzesi 6-Herakles Farnese Betimli Herakleia Pontike Sikkesi Gallienus Dönemi, M.S. 253-268 Courtesy of Museumlandschaft Hessen-Kassel http://www.wildwinds.com 7-Erymanthos Domuzunu Sırtlayan Herakles Betimli Herakleia Pontike Sikkesi Septimius Severus Dönemi, M.S. 198-211 Rec. Gen. 107 bis. http://www.asiaminorcoins.com 8-Üç Başlı Köpek Kerberos’u Yakalayan Herakles Betimli Herakleia Pontike sikkesi arka yüzü III. Gordianus Dönemi, M.S. 238-244 Rec. Gén. 70 http://www.asiaminorcoins.com 104 BÜLENT ÖZTÜRK 9-Zeus Aëtophoros M.Ö. yak. 230-200-https://www.numisbids.com 10-Dionysos ve Panter betimli Heykel Roma İmparatorluk Dönemi Karadeniz Ereğli Müzesi 11-Poseidon Betimli Herakleia Sikkesi Salonina Dönemi, M.S. 254-268 http://educators.mfa.org 12-Hekate Betimli Adak Steli Roma İmparatorluk Dönemi Erichsen 1972, Tafel 4a 105 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR 13-Aphrodite Betimli Sütun Karadeniz Ereğli Müzesi 14-Aphrodite Betimli Herakleia Sikkesi Pupienus Dönemi, M.S. 238 http://www.asiaminorcoins.com 15-Athena Betimli Herakleia Sikkesi Geta Dönemi, M.S. 209-212 http://www.asiaminorcoins.com 16-Athena Betimli Herakleia Sikkesi Maximus Caesar Dönemi, M.S. 236-238 http://www.asiaminorcoins.com 106 BÜLENT ÖZTÜRK 17-Ödül Tacı Betimli Herakleia Sikkesi Gallienus, M.S. 253-268 http://www.asiaminorcoins.com 18-İmparator Claudius Heykelinin Kaidesi M.S. 41-54 Karadeniz Ereğli Müzesi 19-Mağara Kilisesi 107 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR 20-Mağara Kilisesi Apsis 21-Bir Mağara Freskosundan Alıntı Ormanlı Beldesi 22-Orhan Gazi/Orta Camii İçinden Bir Bölüm 108 BÜLENT ÖZTÜRK 23-Orhan Gazi/Orta Camii İçinden Bir Bölüm (Traianus Yazıtı) 24-Hz. Meryem ile Kucağında Bebek Hz. İsa Betimli Sütun Başlığı Karadeniz Ereğli Müzesi 25-Refrigerim Sahneli Bir Arkeolojik Eser Karadeniz Ereğli Müzesi 109 HERAKLEIA PONTIKE (KARADENİZ EREĞLİ) ANTİK KENTİNDE DİNSEL İNANIŞLAR 26-Refrigerium Sahneli Arkeolojik Eserin İç Yüzü Karadeniz Ereğli Müzesi 27-Bizans Dönemi Haç Betimli Levhalar Karadeniz Ereğli Müzesi 110 ALİ BORA ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER ALİ BORA* Hakkında yazılan bütün kaynaklarda belirtildiği üzere, Küçük Asya’nın (Asia Minor) tarihinde çok önemli yeri olan Bithynia, etnik kökenli, antik bir coğrafi bölge olarak karşımıza çıkar. Tıpkı ona ev sahipliği yapan Anadolu gibi, kendisi de, tarih boyunca Doğu ile Batı Uygarlıkları arasındaki bütünleştirici niteliğini korumuş ve kültürlerin birbirleriyle her bakımdan özdeşleştikleri bir bölge olarak varlığını sürdürmüştür. Adını, Thrakia kökenli bir kavim olan Bithynlere borçludur1, fakat onların günümüz dünyası ile tanıştırılmasında Greklerin gösterdikleri çabalar2, hiçbir zaman göz ardı edilemez. Zira, kökenlerine dair ilk referanslardan birini Herodotos’ta bulmakta ve ihtimalle MÖ. 1. binin ilk yarısı içerisinde Anadolu’ya göçmeden önce, Makedonia’da Strymonialılar3, Anadolu’ya göçtükten sonra, zaman zaman Asia Thrakları, Thrakia Bithynialıları, Thrakialı Bithynler ve Thynler gibi lâkaplarla anıldıklarını bilmekteyiz4. Grek kolonizasyon çağından, Roma ve Bizans dönemine kadar irili ufaklı yaklaşık elli dört adet yerleşimi konumlayabildiğimiz Bithynia, antik çağda en yoğun iskân oranına sahip bölgelerden birini oluşturmaktadır5. Bithynia bölgesini; kuzeyde Euksinos (Karadeniz), batıda Propontis (Marmara Denizi), güneybatıdan Rhyndakos (Orhaeli) Çayı ve Olympos Mysios (Mysia Olymposu - Uludağ), güneyde orta Sangarios (Sakarya) Nehri kıvrımı ve Sündüken dağları, güneydoğuda Siberis (Girmir) Çayı, doğuda ise Tieion (Filyos-Hisarönü) kenti ve Billaios (Filyos) Çayı tarafından belirlenen sınırların oluşturduğu söylenebilir6. Bölgenin antik komşularını; doğuda Pontus, Paphlagonia, güneydoğuda Galatia, güneyde Phrygia Epiktetos, batıda ve güneybatıda Mysia oluşturmaktadır. * Arkeolog- Doktorant: İ.Ü. Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı; KOÜ. Misafir Öğr. Gör. ([email protected]). Bu çalışmanın oluşmasında bana verdiği destekten dolayı Sayın hocam Prof. Dr. Ayşe Çalık Ross ve Prof. Dr. Halis Aygün’e, Prof. Dr. Tuba Ökse’ye, ayrıca Kocaeli Üniversitesi Klasik Arkeoloji Laboratuvarı Ekibine; Jeoloji Müh. Yasemin Bora, Arkeolog Emre Ekin, Arkeolog Gül Baykara, Arkeolog Onur Girgin, Arkeolog Serkan S. Güzel’e, Epigraf Deniz Güçlü Beyaz’a yıllardır süren çalışmalarımızda gösterdikleri ilgi ve destekten dolayı teşekkürlerimi sunarım. Walther Ruge; Eduard Meyer; Karl George Brandis, “Bithynia”, Paulys Realencyclopädie Der Classischen Altertumswissenschaft, Band III, 1, Stuttgart, 1897, s. 510.; George Long, “Bithynia”, Ditionary of Greek and Roman Geography, Ed.: William Smith, Little Brown and Company, Boston, 1854a, s. 401-406. 2 Bilinçli veya bilinçsiz. 3 Herodotos, VII. 75. 4 Ksenophon, Anabasis, VI. IV. 2.; VI. III. 26.; Strabon, XII. 3. 2-4.; Pseudo Skylaks, Periblous, 92. 5 Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2001, s. 34-40.; J. A. Cramer, Geographical and Historcal Description of Asia Minor, A. M. Hakkert, Amsterdam, 1971, 167-215.; A. H. M. Jones, The Cities of the Eastern Roman Provinces, Clarendon Press, Oxford, 1998, s. 148-174.; Getzel Cohen, The Hellenistic Settlements in Europe the Islands and Asia Minor, University of California Press, Los Angeles, 1995, 391-409.; Ruge 1897, s. 507-510. 6 Doğu sınırının Parthenios nehrine kadar uzandığını dile getiren kaynaklar da mevcuttur, Ruge 1897, s. 507.; Cramer a.g.e., s. 171, 208.; Sevin, buna katılmakla birlikte, doğuda asıl sınırın Tieion kenti ve Billaios (Filyos) çayı olduğunu dile getirir, Sevin a.g.e., s. 31., Yazar, takip eden referansları tartışır; Plinius, Naturalis Historia, VI. I. 3., Tieion nehri yakınlarındaki, Billaios Çayı ardından Paphlagon halkının başladığını belirtir.; Batıda Asia Eyaleti ile Bithynia sınırının Makestos nehri tarafından çizildiğine dair, Plinius, Naturalis Historia, V. XXXIX. 140.; Galatina ile sınırı Hieros – Siberis (Girmir) Çayı’nın oluşturduğna dair, Plinius, Naturalis Historia, V. XLII. 148.; Aynı sınırı Dadastana’nın oluşturduğuna dair, Ammianus Marcellinus, XXV. 10. 12.; W. M. Calder; E. G. Bean, A Classical Map of Asia Minor, John Bartholome & Son Ltd., London, 1958., Haritanın yayın bilgileri hakkında bkz., Anatolian Studies, 9, 1959, s. 3.; Anatolian Studies, 7, 1957, s. 172.; Karl Strobel, “Bithynia”, Brill’s New Pauly Encyclopaedia of the Ancient World, 2, Ed.: Hubert Cancik, Helmuth Schneider, Brill, Boston, 2003a, s. 677.; Christian Marek, “Paphlagonia”, Brill’s New Pauly Encyclopaedia of the Ancient World, 10, Ed.: Hubert Cancik, Helmuth Schneider, Brill, Boston, 2007, s. 478. ** 111 ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER Bu nitelikleriyle, özellikle Bosphoros üzerinden doğu-batı yönlü, gerek kalıcı ve/veya gerekse geçici amaçlı yapılan her türlü göç, ticari ve askeri hareketin kaçınılmaz güzergâhını oluşturan Bithynia, yazımızın konusu, Astakos, Nikomedia ve Herakleia Pontika kentlerinin, Asia Minor’deki en önemli coğrafyasını oluşturmaktadır. Astakos, Propontis’in kuzeydoğusunda, kendi ismini verdiği Sinus Astakenus’un (Astakos Körfezi) güneydoğu ucunda yer almaktadır7. Antik kaynaklara göre 8. yüzyılın sonlarında, MÖ. 712/7118 yılında tarih sahnesine çıkan Astakos’un kentsel hayatı sürekli olmamış, bir takım kesintiler, duraklamalar ve göçler yaşamıştır. Grek kolonizasyon sürecinin bu ilk evresine dair bildiklerimiz, kentin adını, Megara kökenli yerleşimcilere ve aynı isimli bir ktistes’e borçlu olduğudur9. Kurucu Astakos, Sparta kökenli bir Thebaili olarak mitolojik köklerini, Poseidon ve Nymphe Olbia’da bulmaktadır10. Diğer taraftan yerleşimin MÖ. 685’de kurulmuş olan Khalkedon kentinin bir kolonisi olarak iskân edildiği ve dolayısıyla tarihinin, söz konusu yıldan sonra başladığına işaret edilmektedir11. Kuruluşuna dair sahip olduğumuz bu literatürün ardından, MÖ. 5. yüzyılın ikinci çeyreğine uzanan gelişmelerde Astakos ismine yeniden rastlamaktayız. Ancak bu noktada kent ile ilgili arkeolojik buluntulara göz atmamız yerinde olacaktır kanısındayım. Astakos’ta, yakın dönemlerimize kadar bilimsel anlamda herhangi bir arkeolojik çalışma yapılmamıştır. Ancak çeşitli vesilelerle ortaya çıkan ve/veya haberdar olunan bazı kanıtlardan söz etmek mümkündür. Bu verilerimizden ilkini, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde korunan ve bazı altyapı çalışmaları dolayısıyla kentte bulunmuş keramik fragmanları ve çatı kiremitleri oluşturur. Tespit edilen ilk fragmanların Klasik Dönem’den daha önce olmadığını ve fakat 1975’teki buluntuların, Korinth seramikleri ve arkaik çatı kiremitleri içerdiğini bilmekteyiz12. Bir başka arkeolojik kanıtımızı, MÖ. 5. yüzyılın ilk yarısından, MÖ. 435’lere kadar basılan AsStrabon, XII. 4. 2.; Walther Ruge; E. Bethe, “Astakos”, Paulys Realencyclopädie Der Classischen Altertumswissenschaft, Band II, 2, Stuttgart, 1896, s. 1774.; Alexandru Avram, “The Propontic Coast of Asia Minor”, An Inventory Of Archaic And Classical Poleis, Ed.: Mogens Herman Hansen and Thomas Heine Nielsen, Oxford University Press, New York, 2004a, s. 977.; George Long, “Astacus”, Ditionary of Greek and Roman Geography, Ed.: William Smith, Little Brown and Company, Boston, 1854b, s. 248. 8 R. M. Cook, “Ionia and Greece in the Eighth and Seventh Centuries B.C.”, Journal of Hellenic Studies (JHS), 66, 1946, s. 77.; Rudolf Helm, Eusebius Werke Die Chronik Des Hieronymus Hieronymi Chronicon, VII/1, Leipzig, 1913, s. 91., Eusebius, Nikomedia’nın daha önceden, Astakos olarak kurulduğunu söyler ve MÖ. 711 tarihini verir.; Memnon, Peri Herakleias, XX, şurada: C. Müller, Fragmenta Historicorum Graecorum (FHG), Paris, 1849, s. 536., Kent 17. Olimpiyatlar sırasında kurulmuştur.; Memnon, Herakleia Pontike Tarihi - Περι Ηρακλειασ, Çev.: Murat Arslan, Odin Yay., İstanbul, 2007, s. 37. 9 Ruge 1896, s. 1774.; Long 1854b, s. 248.; Murat Arslan, İstanbul’un Antikçağ Tarihi Klasik ve Hellenistik Dönemler, Odin Yayıncılık, İstanbul, 2010, s. 17-21. 10 Stephanos Byzantinos, Ethnicorum, 137. 14.; Ruge 1896, s. 1775.; Avram 2004a, s. 977.; Johannes Toepffer, “Astakos”, Hermes, 31/1, 1896, s. 127. 11 Ayşe Sina, “İlkçağ Tarih Yazımının Batı Anadolulu Öncüleri: Lampsakoslu Kharon”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 41/26, 2007, s. 122.; Farklı tarihler de tartışılır., Cook a.g.e., s. 77.; Ya da Khalkedon tarafından yeniden kolonize edilmiştir., A. J. Graham, “Patterns in Early Greek Colonisation”, Journal of Hellenic Studies (JHS), 91, 1971, s. 40 vd.; Toepffer a.g.e., s. 127.; Krister Hanell, Megarische Studien, A–B Ph. Lindstedts University, Lund, 1934, s. 120.; Clemens E. Bosch, İzmit Şehrinin Muhtasar Tarihi, Çev.: Osman Nuri Arıdağ, Devlet Basımevi, İstanbul, 1937, s. 12; Turgut Zeyrek, Nikomedeia (İÖ 264/263 - İS 358) Arkeolojik Açıdan Bir Değerlendirme, Ege Yayınları, İstanbul, 2005, s. 12.; Arif Müfit Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, TTK, Ankara, 1984, s. 166. 12 Nezih Fıratlı, İzmit Şehri ve Eski Eserler Rehberi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971, s. 2.; Machteld J. Mellink, “Archaeology in Asia Minor”, American Journal of Archaeology (AJA), 80/3, 1976, s. 284.; Ayr. bkz., Belleten, 39/155, 1975, s. 499-500.; Sencer Şahin, Neufunde von antiken Inschriften in Nikomedeia (İzmit) und in der Umgebung der Stadt, Westfalischen Wilhelms Üniversitesi Yayınlanmamış Doktora Tezi, Münster, 1973, s. 66-68. 7 112 ALİ BORA takos sikkeleri oluşturmaktadır13. Olası bir diğer buluntu, MÖ. 540-530 yılları arasına tarihlendirilen Kuros Başı’dır14. Arkeolojik bakımdan bir başka veri, MÖ. 478’lerde kurulduğunu bildiğimiz Delos Birliği vergi listeleridir. Astakos kentinin ödediği vergilerle ilgili olan kayıtlarda, kent ismini MÖ. 454/453’lerden MÖ. 441’lere kadar, kısmen sürekli olarak takip edebilmekte ve en son MÖ. 425’te bir kayıt daha olduğunu bilmekteyiz15. Neyse ki yakın dönemimizde yapılan güncel çalışmalar, kentin geçmişine dair en önemli verileri sağlamaya başlamıştır. Yapılan ilk yayınlardan buluntuların; bir Demir Çağı keramik kap fragmanı, MÖ. 6. yüzyıl Atina kökenli Siyah Figür keramik fragmanları, MÖ. 5. ve 4. yüzyıllara ait Siyah Firnisli ve Kırmızı Figür teknikli keramik fragmanları, MÖ. 380-320’lere tarihlenen Kırmızı Figür keramik fragmanları, Hellenistik Dönem keramiği, kandil fragmanları, Mende, Sinope, Thasos üretimi damgalı amphora fragmanları, ağırşaklar, figürinler ve Makedonia sikkelerinden oluştuğunu öğrenmekteyiz16. Bu verilerin ardından, Astakos’un, Herakleia Pontika ile ortak tarihsel sürecinin yavaş yavaş şekillenmeye başladığı döneme geliriz. Zira MÖ. 6. yüzyılın ortalarına doğru, yazımızın konusu itibariyle dikkatlerimizi Herakleia Pontika’ya çevirmemiz gerekir. Bilindiği gibi Zonguldak İli, Ereğli İlçesi’nde bulunan Herakleia Pontika kentinin, antik literatüre göre Miletoslular’dan ziyade17, Megaralılar ve Boiotialılar18 tarafından, MÖ. 560’larda kolonize edildiği düşünülmektedir19. Oikistes’i bir Megaralı olan Gnesiokhos adıyla tanımaktayız20. Mitolojik gelenek ise kenti, adını borçlu olduğu, Herakles’e bağlamaktadır21. Tıpkı Astakos gibi Herakleia Pontika da arkeolojik ilginin yeni yeni 13 14 15 16 17 18 19 20 21 Toepffer a.g.e., s. 131.; Bosch 1937, s. 13.; Fıratlı 1971, s. 3.; E. S. G. Robinson, “The Athenian Currency Decree and the Coinages of the Allies”, Hesperia Supplements, 8, 1949, s. 328, 332. Cevdet Bayburtluoğlu, “İzmit’te Bulunmuş Olan Arkaik Kouros Başı”, Belleten, 31/123, 1967, s. 334.; Şahin 1973, s. 69., Söz konusu eserin Kocaeli İli, İzmit Merkez İlçesi, Seka Kâğıt Fabrikası temel hafriyatında tespit edildiği bilgisine sahip olsak da, heykelin Astakos’a ait olabilme ihtimaline değinilmektedir. Eğer bu ihtimal doğru ise, eseri Astakos’a mal edebilmemiz mümkün gözükmektedir. Toepffer a.g.e., s. 128.; Brian R. MacDonald, “The Megarian Decree”, Historia Zeitschrift für Alte Geschichte, 32/4, 1983, s. 402.; Clemens E. Bosch, “Bithynia Tetkikleri”, Çev.: Sabahat Atlan, Belleten, 10/37, 1946, s. 53. Zeynep Koçel Erdem, “Astakos Kazısı”, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Haberler, 34, 2012, s. 23-25., Söz konusu kentte, İzmit Arkeoloji ve Etnografya Müzesi başkanlığında 2010 ve 2011 yıllarında sondaj kazıları gerçekleştirilmiş, 2011 yılı çalışmaları Doç. Dr. Zeynep Koçel Erdem’in bilimsel danışmanlığında yapılmıştır.; Kaynak konusunda gösterdiği yakın ilgisinden dolayı meslektaşım Sayın Rıdvan Gölcük’e ve İzmit Arkeoloji ve Etnografya Müzesi yetkililerine sonsuz teşekkürlerimi bir borç bilirim. Strabon, XII. 3. 2-4., Strabon’un Herakleia’yı ‘ilk kuranların’ Miletoslular olduğu söyleminden hareketle, ikinci defa başkaları (Megara ve/veya Boiotilılar) tarafından kurulma ihtimali düşünülmekte ve fakat olumlu değerlendirilmemektedir., Hanell a.g.e., s. 134. Megara kolonisi olarak kurulduğuna dair bkz. Diodorus, XIV. 31. 3.; Ksenophon, Anabasis, VI. II. 4.; Megara ve Boiotialılar tarafından kurulduğuna dair. Pausanias, V. 26. 7. Gocha R. Tsetskhladze, “Greek Colonies”, Encyclopedia of Archaeology, Ed.: Pearsall M., Academic Press, San Diago California, 2008, s. 1270., Literatür olarak Pseudo Skymnos ve Strabon’a işaret edilir ve Grek kolonizasyonundan önce yerli lokal popülasyonun varlığı vurgulanır.; Pseudo Skymnos ve Eusebius dolayısıyla Herakleia’nın, Perslerin Media’yı işgal ettiği MÖ. 554 yılında kurulduğunu öğreniyorsak da, genel kabul MÖ. 560 yılında birleşmektedir, Stanley Mayer Burstein, Outpost of Hellenism The Emergence of Heraclea on the Black Sea, University Of California Press, London, 1974, s. 12.; I. Robert Drews, “The Fall of Astyages and Herodotus’ Chronology of the Eastern Kingdoms”, Historia, 18, 1969, s. 2, 4.; A. J. Graham, “The Colonial Expansion of Greece”, Cambridge Ancient History The Expansion of the Greek World, Eighth to Sixth Centuries B.C., Vol. 3, Ed.: J. Boardman, N. G. L. Hammond, Cambridge University Press, Cambridge, 1982, s. 123 v.d., 161. Burstein 1974, s. 15. Alexandru Avram; John Hind; Gocha R. Tsetskhladze, “The Black Sea Area”, An Inventory Of Archaic And Classical Poleis, Ed.: Mogens Herman Hansen and Thomas Heine Nielsen, Oxford University Press, New York, 2004b, s. 956. 113 ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER odaklanmaya başladığı yerleşimlerden birisini oluşturur22. Bu bağlamda, Grek yerleşimine ait en erken kanıtlarımızdan bazılarını, MÖ. 530’lara tarihlenen Attik Kırmızı Figür bir keramik fragmanının23; yine aynı yıldan, Geç Arkaik döneme atfedilen, Doğu Yunan tarzında işlenmiş bir heykel baş fragmanının ve MÖ. 5. yüzyıla tarihlenen sikkelerin oluşturduğu dile getirilmektedir24. Arkeolojik izleri bir kenara bırakacak olursak, Herakleia Pontika’nın Astakos’tan epey sonra, MÖ. 6. yüzyılın ikinci çeyreğinde kurulmasına rağmen; tarihi ondan daha sürekli, istikrarlı ve takip edilebilen bir yapıda olduğu görülür. Hatta Astakos üzerine en detaylı verilerden bazılarını, bir Herakleialı olan Memnon’dan öğrendiğimizi itiraf etmek yerinde olacaktır. Diğer taraftan Herakleia Pontika, Astakos ve onun mirasçısı sayılan Nikomedia kentleri arasındaki ilişkiler hakkında çok fazla araştırma yapılmamış olması, burada ele alınanların ana amacını; Herakleia Pontika ve Astakos kentlerinin ortak noktalarına dair, antik literatürde pek fazla görünmeyen ayrıntılar bütününe bir göz atmak oluşturacaktır. Her iki kentin de birbirinden haberdar olduklarını ve hatta her ikisinin de Megaralı göçmenlerce kurulduğunu bilmemize rağmen, aralarında söz konusu bir bağlantıya en azından yukarıda bahsedilen erken süreç içerisinde rastlayamamaktayız. Fakat iki antik yerleşimin de, daha ziyade kendine özgü var oluş ve egemenlik yarışı içerisinde, siyasi tercihlerinin, stratejilerinin ve ittifaklarının bir göstergesi olarak; aslında birbirlerinin amansız rakipleri oldukları gerçeğine işaret ettiklerini görebilmekteyiz. Özellikle MÖ. 5. yüzyılın üçüncü çeyreğinde başlayan süreçte, her iki kenti de ilgilendiren gelişmeler meydana gelmiştir. Buna göre; hem Astakos ve hem de Herakleia Pontika’nın MÖ. 435’lerden sonra Perikles’in Karadeniz Seferi ile tanıştıklarına şahit oluruz25. Gelişmenin Astakos ile olan bağlantısını, kentin Atinalılar tarafından yeniden kolonize edilmesi ve bu olayın Perikles’in Karadeniz Seferi ile ilişkilendirilmesi 22 Doktora Tezi çalışmalarım sırasında bana gösterdikleri yakın ilgiden dolayı başta Karadeniz Ereğli Müze Müdürü Sayın Ahmet Mercan, meslektaşım Sayın Arkeolog Ünver Göçen’e ve müze çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimi bir borç bilirim. 23 “…As for Heraclea, Professor E. Reschke of the University of Erlangen informed me in a letter dated April 15, 1970 that the oldest sherd so far discovered is a piece of Attic Red Figure ware, which gives us a provisional terminus post quem of ca. 530 for the beginning of trade with Athens…”, Burstein 1974, s. 13 ve s. 103 dpn. 10. 24 Avram 2004b, s. 958., Avram v.d., buluntu hakkında Akurgal’a işaret ederler., Ekrem Akurgal, “Neue Archaische Skulpturen aus Anatolien”, Archaische und Klassische Griechische Plastic, Akten des Internationalen Kolloquiums vom 22.25. April 1985 in Athen, Mainz am Rhein, 1986, s. 1-14., Bunun yanında MÖ. 5. yüzyıla tarihlenen sikkelerin bulunduğu dile getirilmektedir.; Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, Net Turistik Yayınlar, İstanbul, 2000, s. 204 ve Levha 14.; Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, Tübitak Yayınları, Ankara, 1997, s. 331, 340, 378 ve Resim 223., Doğu Yunan portre sanatının en erken örneği olduğu belirtilmektedir. Bu eser ile aynı döneme tarihlendirilen bir başka parça, yukarıda da bahsedildiği gibi, buluntu lokasyonu olarak Astakos’a atfedilen bir kuros başıdır. Akurgal’ın yorumundan hareketle, Doğu Yunan heykel sanatına ait en erken örneklerden ikisini, Herakleia Pontika ve Astakos/Nikomedia’ya borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz.; Karl Strobel, “Heraclea”, Brill’s New Pauly Encyclopaedia of the Ancient World, 6, Ed.: Hubert Cancik, Helmuth Schneider, Brill, Boston, 2005, s. 152. 25 Bilindiği üzere, Perikles’in Karadeniz Seferi, bu seferin gerçekten yapılıp yapılmadığı ve tarihi konusunda tartışmalar mevcuttur. Özellikle tarih konusunda MÖ. 435 yılı genel kabul görmektedir., bkz., Muzaffer Demir, “Perikles’in Karadeniz Seferi üzerine Bir Yorum”, Belleten, 65/243, 2001, 529-540.; Farklı görüş., James H. Oliver, “The Peace of Callias and the Pontic Expedition of Pericles”, Historia Zeitschrift für Alte Geschichte, 6/2, 1957, s. 254-255.; Seferin, en azında Kuzey Karadeniz’i içerdiğine dair aykırı görüş., Gocha R. Tsetskhladze, “Arkaik ve Klasik Dönemlerde Karadeniz’de Ticaret Bazı Gözlemler”, Karadeniz’in Tarih ve Arkeolojisi Üzerine, Ed.: Sümer Atasoy, Çev.: Dilek Gogo v.d., Ege Yayınları, İstanbul, 2005, s. 14-15. 114 ALİ BORA oluşturmaktadır26. Zira Strabon, Diodorus ve Memnon bu konuda dolaylı da olsa şahitlik etmektedirler27. Söz konusu dönemde aynı zamanda, Bithynia’nın ilk yöneticileri olan Doidalses, Boteiras ve onun oğlu Bas ile tanışmakta ve Memnon’un verdiği yaşam süreleri aracılığıyla yaklaşık bir hanedan kronolojisine sahip olmaktayız28. Buna göre MÖ. 435’lerden sonra Astakos’ta Atina egemenliğinin ve bölgede Doidalses önderliğindeki Bithyn güçlerinin ortaya çıkmaya başladığını görmekle birlikte, Herakleia Pontika ile herhangi bir temasa rastlamamaktayız. Seferin Herakleia Pontika’yı ilgilendiren tarafının, Perikles önderliğinde gerçekleştirilen bu seferde, otonom yapının korunarak, Sinope ve Amisos örneklerinde gördüğümüz üzere herhangi bir Atina egemenliğine izin vermeden varlığın sürdürülmesi olduğunu biliyoruz29. Tıpkı Astakos gibi, gerek Perikles’in bizzat kendisinin ve gerekse daha sonra Atina’dan Sinope’ye yerleşmek üzere gönderdiği 600 Atinalı’nın, bu güzergâhta zorunlu duraklardan birini oluşturan Herakleia Pontika’ya uğradıklarına dair bir veri bulunmamaktadır30. Ancak ardından gelişen olaylar; Peloponnesos Savaşı ve belki de en önemlisi olan Perikles’in ölümü durumu değiştirmiş, Herakleia Pontika, Delos Birliği için söz konusu olan vergi talebi ile karşı karşıya kalmıştır31. Sözde Pers bağlılığı dolayısıyla otonom yapısını kaybetmek istemeyen kent bunu reddedince, MÖ. 424’lerde, Pontus Euksinos’u daha önce Perikles vasıtasıyla tanıyan Lamakhos emrindeki 10 gemilik donanma, Herakleia topraklarındaki Kales Nehri (Alaplıçay) ağızına, Birlik için istenen vergiyi zorla da olsa toplamak amacıyla demirlemiştir32. Fakat çıkan bir fırtına Lamakhos ve donanmasını yok etmiş, kendisini karadan, Bithynlere ait topraklar içerisinden Khalkedon’a dönmek zorunda bırakmıştır33. Bu dönem içerisinde Astakos’a dair bildiklerimiz ise, Birlik listelerinde önemli bir aradan sonra, MÖ. 425’de tekrar gözlemlendiğidir34. Anlaşıldığı kadarıyla MÖ. 5. yüzyıl sonlarına kadar her iki kent de, Atina ile olan ilişkilerini kısmen bağımlı olarak sürdürmüş gibidirler. Zira, Herakleia Pontika ismi de aynı tarihte Birlik listelerinde tespit edilmiştir35. Bithynia tarihindeki bundan sonraki süreçte, Herakleia Pontika’nın egemen bir güç olarak belirdiği gözlemlenir. Lokal Mariandynler ile mücadeleye girişen Herakleialıların, MÖ. 400’lere kadar batıda Sangarios Nehrine kadar ilerledikleri ve ezeli rakipleri Bithynler ile karşı karşıya kaldıkları ve hatta Kalpe’nin hemen karşısında bulunan Thynias Adası’nın ele geçirilmesinin, MÖ. 5. yüzyılın ikinci yarsına ait gelişmelerden olduğu belirtilmektedir36. Toepffer ve Bosch’un kronolojisine göre Bithynia hanedanlarından ihtimalle Boteiras’ın MacDonald a.g.e., s. 402.; P. J. Rhodes, A History of the Classical Greek World 478–323 BC, Blackwell Pub., Oxford, 2006, s. 69-70.; Fıratlı 1971, s. 3.; Bosch 1946, s. 53, 51., Astakos’un Perikles’in Karadeniz Seferi dolayısıyla Birliğe girdiğini belirtirken, tarih olarak MÖ. 455 senesine işaret eder. Olayı, kentin Delos Birliği listelerinde görülmeye başladığı yıla vermek eğilimindedir. Diğer taraftan başka bir referansında, kentteki Atina kolonizasyonunu MÖ. 435’e verir.; Sefer tarihinin sonradan düzeltildiği konusunda bkz. yuk., Demir a.g.e. s. 530.; Bosch 1937, s. 15., Yazar, Perikles’in Karadeniz Seferi’nin ve Astakos’un yeniden kolonizasyonunun MÖ. 435’lerde (MÖ. 441’lerden sonra) gerçekleştiğine işaret eder. Bu farklılıklar olasılıkla tercüme hatasından kaynaklanmış olmalıdır.; Jones a.g.e., s. 149. 27 Strabon XII. 4. 1-3.; Diodorus XII. 34. 5.; Memnon, Peri Herakleias, XX. 28 Tarihler tartışmalıdır., Toepffer a.g.e., s. 135., İlk yönetici ismi Doidalsos olarak aktarılmakla birlikte, çok farklı yazılış ve okunuşları mevcuttur.; Bosch 1946, s. 48-53., s. 51 dpn. 75., Doydalses. En doğru yazılışın “Doidalses” olduğunu söylemektedir.; Cramer a.g.e., s. 169., Dydalsus.; Jones a.g.e., s. 148, Doedalses.; Karl Strobel, “Astacus”, Brill’s New Pauly Encyclopaedia of the Ancient World, 2, Ed.: Hubert Cancik, Helmuth Schneider, Brill, Boston, 2003b, s. 188., “Doedalses” olarak alır fakat, “Doedalsus” şeklinde de dile getirmektedir., bkz., Strobel 2003a, s. 677. 29 Burstein 1974, s. 30-36. 30 a.e., s. 31, 36. 31 Demir a.g.e., s. 537-539. 32 Arslan 2010, s. 105.; Avram 2004b, s. 956. 33 Demir a.g.e., s. 538.; Burstein 1974, s. 33.; Ksenophon, Anabasis, VI. II. 4.; Thukydides IV. 75. 2.; Diodorus XII. 72. 4. 34 Bosch 1946, s. 53. 35 Avram 2004b, s. 956.; Demir a.g.e., s. 538. 36 Burstein 1974, s. 28, 36. 26 115 ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER (MÖ. 430?-377) egemenliği sırasında gelişen bu olaylarda, Herakleia Pontika’nın başında demokratik bir devrim yapan ve fakat sonunda suçlamalara maruz kalan Eurytion’un olduğu düşünülmektedir37. Bithynialıların bu harekete karşı cevap verip vermedikleri belirsizdir. Bununla birlikte o dönemde batıya doğru genişleme politikası izlediklerinden ya da burada bir varoluş mücadelesi verdiklerinden dolayı, Herakleia Pontika’nın tasarruflarından habersiz olabilecekleri dile getirilir.38 Bu ihtimal biraz düşüktür, çünkü bu süreçte nedenini tam olarak belirleyemediğimiz ve bizzat içerisinde Bithynlerin de yer aldığı yoğun çatışmalar söz konusu olmuştur. MÖ. 5. yüzyılın sonlarında, bir taraftan Herakleia Pontika’nın batıya ve güneybatıya baskıları sürerken, diğer taraftan Byzantion, Khalkedon ve onların müttefiki olan Thraklar doğuya doğru ilerlemiş ve Bithynia topraklarına saldırmışlardır39. MÖ. 416 yılından sonra gerçekleştiğini bildiğimiz bu saldırıda, Byzantion ve Khalkedon güçleri, müttefikleriyle beraber Yarımada’da birçok yer ve ganimet ele geçirmiş, esirlere ve halka çok kötü davranmışlardır40. Ardından MÖ. 409’da Bithynia, Khalkedon’a destek vermelerinden dolayı bu defa Atina ordusunun başında bulunan Alkibiades tarafından tehdit edilecektir41. Sürece dair Bithyn hanedan kronolojisine dönersek Doidalses ya da Boteiras ile karşılaşırız. Ama yöneticinin hangisinin olduğunu net bir şekilde saptayamıyoruz42. MÖ. 400 tarihinde ise Herakleia Pontika’nın, Burstein’ın deyimiyle “yürüyen şehir”43, Onbinler’in tehditliyle karşı karşıya kaldıklarını biliyoruz. Onbinleri dostça karşılayan Herakleialılar, diğer taraftan herhangi saldırı ihtimali dâhilinde tedbirli davranıp, onları bir an önce topraklarından çıkarma gayesinde olmuşlardır. Bu amaçla onlara yiyecek, içecek ve ihtiyaç malzemeleri gönderirken, bir yandan da lojistik ihtiyaçlarına cevap vermişler ve Herakleia topraklarını mümkün olduğunca çabuk terk etmelerini sağlamışlardır. Üç kol halinde, hem denizden ve hem de karadan Kalpe Limanı’na vardıklarını bildiğimiz Onbinler, burada çevreyi yağmalarken, birçok defa Bithynialı ev sahipleri ve onlara yardım eden Daskyleion satrabı Pharnabazos’un süvarilerinin saldırılarına maruz kalmışlar ve Khrysopolis’e varana kadar aralarında pek çok çarpışma gerçekleşmiş, ağır kayıplar vermişlerdir44. 37 38 39 40 41 42 43 44 MÖ. 360’lardaki Klearhos egemenliğine kadar bu ismin yönetiminden söz edilmektedir., Bir tiran olduğu ileri sürülmekle beraber, bu fikre Burstein katılmaz., a.e., s. 37.; Avram 2004b, s. 956. Burstein 1974, s. 28. Saldırının nedenine, Doidalses ve Boteiras isimleri altında gittikçe güçlenen Bithyn yöneticilerinin, çevrede egemenlik kurma girişimleri ve buna karşı Greklerin bir direnişi olarak bakabiliriz. Zira Bithynlerin bu faaliyetlerine dair dikkatlerimiz dönem itibariyle özellikle Astakos üzerinde yoğunlaşmaktadır. Astakos ile ilgili bkz. Avram 2004a, 977-978.; Strobel 2003b, s. 187-188.; Toepffer a.g.e., s. 124-136.; Yavuz F. Ulugün, “İzmit Antik Yerleşimleri Astakos Olbia Eribolon Nikomedia”, I. Uluslararası Kocaeli ve Çevresi Kültür Sempozyumu, II, Kocaeli, 2007, s. 1223-1239. Arslan 2010, s. 106., Arslan’ın Bithynia tarihine bu ayrıntıyı kazandırması çok önemlidir. A. Andrewes, “The Spartan Resurgence”, Cambridge Ancient History The Fifth Century B.C., Vol. 5, Ed.: D. M. Lewis, John Boardman, J. K. Davies, M. Ostwald, Cambridge University Press, Cambridge, 1992, s. 486.; Arslan 2010, s. 116117., Bithynialılar bu süreçte Khalkedon’a destek vermiş ve fakat sonunda Alkibiades’e uymak zorunda kalmışlardır. Zira Toepffer, Boteiras’ın ne zaman başa geçtiğini söylemez, Bosch ise MÖ. 430’ları önerir fakat bu tarih, Astakos’un MÖ. 405’lerde Doidalses baştayken ilk kez Bithynia egemenliği (?) altına girdiğini söyleyen Strobel ile çelişmektedir. Bu durumda Doidalses ile Boteiras’ın birlikte yönetimi ya da MÖ. 405’te Astakos’u Bithyn etkisine sokanın Boteiras olabileceği akıllara gelmekte ve tartışılmaktadır. Diğer taraftan, Astakos’taki Bithyn egemenliği Doidalses ya da Boteiras’tan sonra sürekli olarak algılanmamalıdır. Çünkü MÖ. 315’te Zipoites’in Astakos’u almak için bir hamlesinden haberdarız. Bu girişimin engellendiği ve fakat MÖ. 301’lerde Zipoites tarafından tekrar ele geçirildiği düşünülmektedir., Toepffer a.g.e., s. 135.; Bosch 1946, s. 53.; Strobel 2003b, s. 188.; Strobel 2003a, s. 677.; G. Perl, “Zur Chronologie Der Königreiche Bithynia Pontus und Bosporus”, Studien zur Geschichte und Philosophie des Altertums, Ed.: J. Harmatta, Amsterdam, 1968, s. 299-330.; Ulugün a.g.e., s. 1227.; Bithynia’nın politik birliğinin MÖ. 430’larda Doidalses ismi altında gerçekleştiği söylenmektedir. Strobel 2003a, s. 677. Burstein 1974, s. 40., “moving polis”. Ksenophon, Anabasis, VI. II. 4. - VI. VI. 37-38.; Arslan 2010, s. 105, 139, 137-141. 116 ALİ BORA Bundan sonraki gelişmeler, Astakos ile Herakleia Pontika kentleri arasında oldukça gerginleşen ve bölgede Grek ve Bithyn güçleri arasında belirgin bir üstünlük sağlama mücadelesinin şekillendiği dönemde gerçekleşmiştir. Literatür bakımından da daha rahat olabildiğimiz süreci Herakleia Pontika adına şekillendiren isim, MÖ. 364’te bu kentte beliren ya da yeniden beliren Klearkhos’tur (MÖ. 364-352)45. Buna göre Klearkhos net olarak tarihleyemediğimiz ve fakat tiranlığının sürdüğü MÖ. 364-352 yılları arasında gerçekleştirdiği düşünülen bir Astakos Seferi düzenlemiştir46. Bithyn hanedanlarından ihtimalle Bas’ın47 (MÖ. 377-327) döneminde meydana geldiğini düşünebileceğimiz bu saldırının ayrıntılarını Polyaenus’tan öğrenmekteyiz; Klearkhos, Herakleia Pontika’daki hakimiyeti için tehlike arz eden vatandaşlardan oluşturduğu ordu ile sözde bir sefer düzenleyerek, kamplarını Astakos’un sağlıksız koşullardaki bataklık arazisinde kurmalarını sağlamıştır. Kendi karargâhını farklı bir yerde oluşturarak, sadece hedeflediği kitlenin bulaşıcı hastalıklardan ölmelerine kadar kuşatmayı kaldırmayan Klearkhos, emeline ulaştığında Herakleia kent halkını, askerlerinin elinde olmayan nedenlerle yok oldukları bahanesiyle aldatmıştır48. MÖ 405’ten beri, Bithyn hanedanlarının tasarrufu altında bulunduğu düşünülen kente49 yapılan saldırının ardında, ileride açıklanmaya çalışılacak olan başka sebeplerin olduğu tahmin edilmektedir. Belki de Astakos’ta, ezeli düşmanları Bithynlere karşı hakimiyeti kaybeden Grek unsurlarına destek vermek amacıyla ve/veya Herakleia’nın batıya doğru genişleme politikasının bir parçası olarak değerlendirilebilecek bu saldırı, başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da; Klearkhos’un, Astakos’un öneminin ve ona kazandıracaklarının farkında olduğunu göstermesi bakımından önemlidir50. Bithynlerin bu sefere karşılık verip vermediklerini bilmiyoruz. Zira Polyaenus, bundan sonra sessiz kalmaktadır. Klearkhos döneminde önemli atılımların yaşandığını ve MÖ. 352’de Khion tarafından öldürülene kadar, Herakleia Pontika’nın egemenlik sınırlarını doğuda Parthenios’tan, batıda Rhebas ya da Psillis Nehri’ne kadar genişlettiği ileri sürülmektedir51. Bithynia’da, Bas’ın (MÖ. 377-327) hanedanlık dönemine denk gelen bu olay sonrası, Herakleia tiranlığını Klearkhos’un ağabeyi Satyros’un (MÖ. 352-346) ele aldığını bilmekteyiz. Öldürülen tiranın oğullarının henüz küçük yaşta olmaları nedeniyle naipliği üstlenen Satyros döneminde, herhangi bağlantıya rastlayamıyoruz. 45 46 47 48 49 50 51 Bülent Öztürk, “Herakleia Pontika (Zonguldak - Karadeniz Ereğli) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları ve Tarihsel Sonuçları”, I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi, 06-09 Ekim 2011, Sinop/Türkiye, 2013a, s. 507.; Tayfun Akkaya, Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi)’nin Tarihi Gelişimi ve Eski Eserleri, Troya Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 15.; Rhodes a.g.e., s. 420.; Stanley Mayer Burstein, “The Greek Cities of the Black Sea”, A Companion to the Classical Greek World, Ed.: Konrad H. Kinzl, Blackwell Pub., Oxford, 2006, s. 137-152. Avram 2004a, s. 977. Bas’ın, İskender tarafından görevlendirilen Hellespontos Phrygia’sı satrabı Kalas’ı MÖ. 333 ya da 328’de yenebilecek güçte olduğunu göz önünde bulundurursak, Klearkhos’un saldırısının, Bithyn hanedanlığının yavaş yavaş oturmaya başladığı bir dönemde gerçekleşmiş olduğu ve başarısızlığının burada yattığını düşünebiliriz., bkz., Mehmet Özsait, “Anadolu’da Hellenistik Dönem”, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, Görsel Yayınlar, İstanbul, 2000, s. 349., Strobel 2003a, s. 677. Polyaenus, II. 30. 3. Strobel 2003b, s. 188.; Ayr. bkz. yuk. dpn. 42. Burstein 1974, s. 55.; Astakos’un Atinalılar tarafından yeniden iskân edilmesinden önce ve bundan sonraki dönemlerde, sık sık komşularının saldırılarına uğradığı bilinmektedir., Ruge 1897, s. 514-516.; Toepffer a.g.e., s. 125-126, 129.; Fıratlı 1971, s. 1-5.; MÖ. 315’de Astakos’a bu kez Zipoites saldıracaktır., Özsait a.g.e., s. 349.; Cramer a.g.e., s. 169, 185. Burstein 1974, s. 65.; Burstein 2006, s. 147. 117 ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER Ancak büyük oğul Timotheos’un (MÖ. 346-337) amcasının ölümüyle yönetime geldiği MÖ. 346’dan sonra, Thynias Adası’nda bir yerleşim ile ilgili bazı kayıtlara ve burada söz konusu olan bir Apollon Eos tapınağı bilgisine rastlamaktayız52. Anlaşıldığı kadarıyla Bithynia ile ilgili Herakleia Pontika tasarrufları halen devam etmektedir. Ağabeyi tarafından yönetime ortak edilmesi ve Timotheos’un MÖ. 337’de ölümüyle birlikte tek yönetici olan Dionysios (MÖ. 337-305) idaresinde, Herakleia Pontika en zengin ve en yayılımcı siyasi dönemini yaşar. Karadeniz’deki kolonileri Khersonesos (Sivastopol) ve Kallatis’in (Mangalia) sağladıkları ve bizzat Herakleia Pontika’nın zengin bir ticaret limanı haline gelmesiyle etki alanının; batıda Rhebas (Riva) Deresi’nden, doğuda Tieion, Sesamos, Kromna ve Kytoros gibi yerleşimlere kadar uzandığı bilinmektedir53. Dionysios döneminde Anadolu’da yeni bir takım gelişmeler, en önemlisi de İskender’in Pers Seferleri başlamıştır. MÖ. 334’ten itibaren takip edebildiğimiz bu olaylar içerisinde konumuza giren ilk noktayı; İskender’in bizzat ilgilenmediği ve fakat Hellespontos Phrygiası satrabı Kalas aracılığıyla gerçekleştirmek istediği, Bithynia hakimiyeti oluşturmaktadır. Başarılı olması durumunda, belki de Herakleia Pontika’nın otonom yapısını kaybedebileceği tehlike; sıra Dionysios’a gelmeden bir adım önce, Bas (MÖ. 377-327) tarafından ortadan kaldırılmıştır54. MÖ. 333 veya 328 yılında, çözüme kavuşturulmuş olduğunu düşünebileceğimiz bu sorun, Herakleia Pontika’yı bir süreliğine rahatlatsa da, diğer taraftan amansız rakipleri olan Bithynlerin yükselişinin de bir göstergesini oluşturmaktadır55. Ayrıca Dionysios’un, Makedon hakimiyeti ile ilgili ciddi endişelerinin baş gösterdiği, Klearkhos döneminden beri sayıları gittikçe artan sürgünlerin baskıları ve demokratik rejim isteklerinin yoğunlaşması nedeniyle, egemenliğini kaybetme endişesi yaşadığı tahmin edilmektedir56. MÖ. 323’de İskender’in ölümü ile biraz rahatlayan Dionysios, MÖ. 322’de diadokhlara karşı siyasi durumunu güçlendirmek amacıyla; Darius III’ün kardeşi Oksathres’in kızı olan ünlü Amastris ile evlenebilme şansını yakalamış ve bu sayede hatırı sayılır bir zenginlik elde etmiştir57. MÖ. 320’lerde Makedonia ve İskender’in kız kardeşi Kleopatra ile iyi ilişkiler kurduğu düşünülmektedir58. Bu arada Bas’ın oğlu Zipoites (MÖ. 327-279), doğuda ve batıda yayılımcı politikalar geliştirmekte, hatta gücünü MÖ. 315’de Khalkedon ve Herakleia Pontika’nın eski gözdesi Astakos’a saldırabilecek kadar büyütmüş durumdadır. Fakat bu sırada İskender’in Karia satrabının emriyle kuşatılmakta olan Amisos (Samsun), Antigonos Monophtalmos’un gönderdiği komutan Ptolemaios tarafından kurtarıldıktan sonra, Zipoites’in Astakos kuşatması kaldırtılmış ve Ptolemaios ile Khalkedon, Astakos ve Zipoites arasında antlaşmalar yapılmıştır59. Aynı dönemde Dionysios da, Antigonos (Monophtalmos - Tek Gözlü) ile anlaşmış ve Herakleia güçleriyle onun Tyre kuşatmasına destek vermiştir60. Hatta MÖ. 314’te Antigonos’un yeğeni ve komutanı olan bu Ptolemaios61 ile ilk karısından olan kızını evlendirerek bağlarını kuvvetlendirdiğini, böylece Zipoites’in, Herakleia Pontika saldırılarına karşı Antigonos’u yanına aldığını öğ52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 Ada’nın MÖ. 5. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zaten Herakleia etkisinde olduğu ve fakat MÖ. 4. yüzyılın ortalarına kadar tapınak için gereken insan sayısından fazla bir nüfus içermediği hakkında bkz., Burstein 1974, s. 68. Burstein, Herakleia Pontika etki alanını; batıda Kalpe Limanı, hatta Rhebas Deresi, doğuda ise Kytoros olarak belirler., Burstein 2006, s. 147.; Jones a.g.e., s. 149.; Cramer a.g.e., s. 198-199, 200.; Öztürk 2013a, s. 507-508. Memnon, Peri Herakleias, XX. Strobel 2003b, s. 677. Burstein 1974, s. 72-78. Öztürk 2013a, s. 508., Amastris daha önce Krateros ile evlidir. Burstein 1974, s. 73-74. Özsait a.g.e., s. 344. Burstein 1974, s. 77. Bazı kaynaklarda “Polemaios” olarak geçer., Bkz. Burstein 1974, s. 77., “Ptolemaios” olarak ise, Ptolemaios I Soter’den farklı algılanmalıdır., Arslan 2010, s. 212. 118 ALİ BORA reniyoruz62. Lysimakhos’un Thrakia’da verdiği mücadeleler ve MÖ. 311 barışının ardından yeniden bozulan diadokhlar arasındaki ilişkiler sonrasında, Dionysios’un MÖ. 306/305’lerde “Kral-Basilaos” ünvanını takındığı hakkında kayıtlarımız vardır63. Tiranlığı döneminde Herakleia Pontika topraklarının en geniş sınırlarına ulaştığı Dionysios, MÖ. 305’te ölmüş ve yönetimi karısı Amastris’e bırakmıştır. Amastris Dionysios’a, Klearkhos (II) ve Oksathres adında iki oğul ve kendi adında bir kız çocuğu doğurmuştur64. Hellenistik dünyanın hayatta kalmayı başarabilmiş egemenleri arasındaki mücadeleler, İpsos Savaşı’ndan hemen önce Lysimakhos’u Herakleia Pontika’nın güneyine itmiştir. Burada Amastris ile tanışarak MÖ. 302’de evlendiğini bildiğimiz Lysimakhos, MÖ. 301’de Seleukos ile birlikte savaşın (İpsos) galibi olarak çıkmış, Herakleia Pontika ile kurduğu bu bağ dolayısıyla kentten yardım görmüştür65. Bu birlikteliğe karşı, Bithynia’nın aldığı tavır, en baştan olduğundan farksız, Herakleia Pontika ve dolayısıyla Lysimakhos’un karşısında yer almak şeklinde gerçekleşmiştir. Nitekim Zipoites, ilk girişiminde başaramadığını bu sefer elde etmiş, tam da İpsos Savaşı’nın gerçekleştiği dönemde Astakos’u ele geçirmiş ve Kalkhedon’u mağlup etmeyi başarmıştır66 (MÖ. 301’ler). Bu süreçte savaşın galibi Lysimakhos, karısı Herakleia Pontika yöneticisi Amastris’i Sardis’e getirtmiştir. Lysimakhos’un bundan sonraki stratejisinin, ihtimalle MÖ. 300’lerde, Amastris’ten ayrılıp, Ptolemaios I’in kızı Arsinoe (II) ile evlenerek, ileride savaşacağı Seleukos’a karşı politik bir avantaj kazanmak olduğu bilinir67. Diğer taraftan Lysimakhos’un, Herakleia Pontika’ya geri dönen Amastris ve çocuklarına iyi davrandığını ve böylece bir müttefik olarak kentin zenginliğinden faydalanmaya devam ettiğini, MÖ. 293/292 yılındaki Get seferlerine Amastris’in oğlu Klearkhos’dan destek almasından anlıyoruz68. Amastris Herakleia’ya geri döndükten sonra yönetimi oğulları Klearkhos ve Oksathres’e bırakmış, kendisi ise Sesamus, Tieion, Kromna ve Kytoros kentlerini birleştirerek, kendi adına Amastris kentini kurmuştur69. Herakleia Pontika’nın hakimi olan Klearkhos (II), bu süreçte özellikle Lysimakhos ile olan ilişkilerini korumaktadır. Diğer taraftan Lysimakhos’un ilgisi, İpsos Savaşı’ndan (MÖ. 301) sonra Bithynia üzerine yoğunlaşmış70, fakat işgal için gönderdiği iki generali de, Zipoites tarafından yok edilmiş, bizzat Lysimakhos’un yaptığı saldırılar da, ihtimalle MÖ. 301 ile 297 yılları arasında Astakos’un tahrip edilmesinden (?) öteye gidememiştir71. Zira bunun ardından MÖ. 297 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 Arslan 2010, s. 212. Memnon, Peri Herakleias, XI-XII. IV. 7.; Burstein’a göre bu sözde bir niteleme olmalıdır. Zira Hellenistik diadokhlardan Antigonos’un “Kral-Basileos” ünvanını ilk takındığı yıl MÖ. 306 Kıbrıs Zaferi nedeniyledir. Onun ardından diğerleri (oğlu) Demetrios, Ptolemios, Seleukos, Lysimakhos, Kassandros gelmişlerdir. Bilindiği gibi Dionysios’un durumu bunlar kadar güçlü değildir. Dolayısıyla Antigonos ile yeni kurulan bağları, kendini kral ilan ederek riske atamayacağı dile getirilir., Burstein 1974, s. 77, 80. Amastris oğlu Oksathres isminde; Darius III’ün kardeşi olan, babasına öykünmüş olmalıdır. Zira kızı bizzat kendisinin adını taşımaktadır. Diğer oğlu Klearkhos ise, Amastris’in kayınbabasının (Dionysios’un babasının) ismidir. Arslan 2010, s. 114-115. Strobel 2003a, s. 677., Zipoites’in Astakos’un ele geçirişi ihtimalle İpsos Savaşı’ndan (MÖ. 301) sonra olmalıdır. Zira daha önce Antigonos, Zipoites’in konuyla ilgili bir girişimine engel olmuştur. Antigonos’un İpsos Savaşı’nda ölmesiyle bu engelin ortadan kalkmış olduğunu düşünebiliriz.; Strobel tarihi MÖ. 302/301 olarak anar., Strobel 2003b, s. 188. Konuya dair tartışmalar hakkında en güncel önerilere dair, bkz., Sviatoslav Dmitriev, “The Last Mariage and the Death of Lysimachus”, Greek Roman and Byzantine Studies, 47, 2007, s. 135-149.; Strobel 2005, s. 152. Helen S. Lund, Lysimachus a Study in Early Hellenistic Kingship, Routledge, London, 2002, s. 88. Öztürk 2013a, s. 508. Bu dönemde Lysimakhos’un ilgisinin Bithynia’ya yöneldiği ile ilgili olarak Nikaia kentine bakmalıyız. Daha önce Helikore ondan sonra Antigoneia olarak adlandırılan kentin, Lysimakhos tarafından ele geçirildikten sonra karısının ismiyle yeniden kurulması, Lysimakhos’un bölgede hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalıştığının en güzel örneklerinden birisini oluşturur., Sencer Şahin, “Hellenistik ve Roma Çağlarında İznik Nikaia”, Tarih Boyunca İznik, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2003, s. 6. Sevin a.g.e., s. 37.; Burstein 1974, s. 84.; Jones a.g.e., s. 151-152.; Cramer a.g.e., s. 185.; Strobel 2003b, s. 677. 119 ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER sonbaharında, “Basileos” unvanını alarak kendini kral ilan eden ve Bithynia Krallığı’nı resmen kuran Zipoites, artık Herakleia Pontika için çok daha ciddi bir tehlike arz etmektedir72. Çünkü Zipoites’in bu defa Herakleia Pontika toprakları ve bizzat kentin kendisine saldırdığı, fakat yerleşimin zorlukla da olsa kurtulmayı başardığı bilinmekte, ama Bithyn hâkimiyetinin Hypios Nehri’nin doğusuna, Kieros’a ve belki de Tieion’a kadar ilerlediği düşünülmektedir73. Herakleia Pontika’nın düşüşü; MÖ. 284’te Amastris’in oğulları tarafından bir deniz gezisinde öldürülüşü, bunun üzerine Lysimakhos’un aynı sene, Klearkhos (II) ve Oksathres’i idam etmesi ve ardından Herakleia Pontika’yı bütünüyle ele geçirmesiyle sürmüştür74. Kentte Klearkhos (I) ve onun aile üyeleri tarafından sürdürülmekte olan yönetim böylece sonlanırken, bağımsızlık kaybedilmiş, Herakleia bu defa Lysimakhos’un yeni gözdesi Arsinoe ve Herakleides isimleri altında yönetilmiştir75. Arsinoe, ileride egemenliği Lysimakhos’tan olan çocuklarının alması için, onun ilk karısı Nikaea’dan doğma gözde Agathokles’in MÖ. 283/282’de öldürülmesini sağlamıştır76. Asılsız iftiralarla gerçekleştirilen bu kötü olay sonucunda Agathokles’in karısı Lysandra, çocuklarıyla birlikte Seleukos’a sığınmış ve Lysimakhos aleyhine gelişen ayaklanmalar çıkmıştır77. MÖ. 281’deki Kyroupedion (Kyros’un Ovası) Savaşı’nda, Bithynialıların78 karşısında yer aldıkları Lysimakhos, bizzat bir Herakleialı elinden can vermiş79, ardından Zipoites Nikaia’yı ele geçirmiştir80. Herakleia Pontika’nın da bu savaşta Seleukosları desteklediklerini biliyoruz81. Ancak süreç Seleukosları bölgede egemenlik kurma doğrultusunda yönlendirince, durum en azından Bithynia açısından değişmiştir. MÖ. 280/279’larda, Antiokhos I’in bölgeyi işgal için gönderdiği Patrokles ve Hermogenes82 yönetimindeki ordu, Zipoites ya da oğlu Nikomedes I (MÖ. 280-255/53) tarafından83 yok edilmeden önce, Herakleialıların Seleukos Krallığı ile 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 H. Heinen, “The Syrian-Egyptian Wars and the New Kingdoms of Asia”, Cambridge Ancient History The Hellenistic World, 7/1, Ed.: F. W. Walbank, A. E. Astin, M. W. Frederiksen, R. M. Ogilvie, Cambridge University Press, Cambridge, 1984, s. 425.; Strobel 2003a, s. 678.; Özsait a.g.e., s. 349.; Zipoites’in Bithynia için ne kadar önemli bir isim olduğunu, onun kendi adına Zipoition şeklinde bir kent kurduğu bilgisine de dayandırabiliriz., Memnon, Peri Herakleias, XIII-XIV. XX., Zipoition’un, Nikomedia’nın öncü yerleşimi olduğu ve Nikomedes I’in kendi adıyla kurduğu kentin, aslında Zipoition’un olduğu, kentin sonradan sadece adının değiştirildiği hakkında tartışmalar mevcuttur., bkz., Cohen a.g.e., s. 408., Aynı şekilde Astakos’un öncü yerleşiminin Olbia adında bir başka kent olduğu ve bunun ktistes’in mitolojik kökenlerine yansıdığı hakkında bkz., Ruge 1896, s. 1774 vd.; Topffer a.g.e., s. 135 ve dpn. 3.; Jones a.g.e., s. 150., Ulugün a.g.e., s. 1230-1234. Burstein 1974, s. 84., Saldıryı MÖ. 284’lerden önceye yerleştirir ve Klearkhos (II)’nin önlediğini bildirir.; Bithynia Kralı Zipoites’in bu saldırısının MÖ. 281 yılında olduğuna dair bkz. Arslan 2010, s. 232 dpn. 894., s. 235 ve dpn. 904.; Murat Arslan, Mithradates VI Eupator Roma’nın Büyük Düşmanı, Odin Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 52 dpn. 234.; Arslan 2010, s. 235., Tieion’nu da anmaktadır.; Memnon, Peri Herakleias, XIII-XIV. X. Öztürk 2013a, s. 508.; Lund a.g.e., s. 192. Burstein 1974, s. 86. Bazı yorumlar Agathokles’in bizzat Arsinoe tarafından zehirlenerek öldürüldüğü şeklindedir. Ayrıntılar için bkz. Lund a.g.e., s. 186. Özsait a.g.e., s. 348.; Burstein 1974, s. 87. İznik Gölü yakınlarında bulunan bir yazıtta, Kyroupedion (Kyros’un Ovası) Savaşı’na katılan bir Bithynialı askerin adı “Menas” olarak belirlenmiştir., Şahin 2003, s. 6.; Buradan hareketle Nikaia’nın MÖ. 281’de Bithynia sınırları içerisinde olduğu ortaya çıkarılmıştır., Burstein 1974, s. 143 dpn. 33.; Lund a.g.e., s. 206.; Oğuz Tekin, Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 142, 145. Seleukos ordusunda görev yapan bu Herakleialı’nın adının “Malakon” olduğunu biliyoruz., Burstein 1974, s. 86. Strobel 2003a, s. 677. Öztürk 2013a, s. 508. Patrokles’in bu görev için adamı Hermogenes’i görevlendirdiği dile getirilir., Arslan 2010, s. 231.; Özsait bizzat Patrokles’i anar., Özsait a.g.e., s. 349.; Jones, ayrıntıya girmez ama Antiokhos I’e işaret eder., Jones a.g.e., s. 150.; Lund a.g.e., s. 199-206. Bu orduyu yok edenin Nikomedes I olduğu da söylenmektedir., Bkz. Arslan 2010, s. 231-232, ayr. s. 232 dpn. 893.; Özsait, Seleukos ordusunu yok edenin Zipoites olduğunu söyler., Özsait a.g.e., s. 349.; Strobel de Özsait ile aynı kanıdadır., Strobel 2003a, s. 677.; Bosch 1946, s. 49.; Bosch 1937, s. 16.; Ruge 1897, s. 516. 120 ALİ BORA dostluk antlaşması yaptığı ve ordunun ondan sonra Bithynia’ya yöneldiğine dair kayıtlar mevcuttur84. Bunun üzerine, belki de Herakleia’nın kendilerine karşı Antiokhos I ile ittifak kurması ve/veya Nikomedes I’in taht mücadeleleri nedeniyle, Herakleia topraklarının Zipoites adı altında yeniden yağmalandığını, büyük zararlar verdikten sonra Bithynlerin geri çekilmek zorunda kaldığını biliyoruz85. Herakleia’ya ‘bu dönemde’ yapılan saldırıya dair dikkatlerimizi, değişmekte olan Bithynia hanedanları arasındaki mücadelelere çekmek gerekir. Zira Nikomedes I’e rakip olarak kardeşi Genç Zipoites’in ortaya çıktığını ve Antiokhos I tarafından desteklendiğini bilmekteyiz86. Buna göre, Patrokles ve Hermogenes ordusunun yok edilmesinin ardından, Antiokhos I’in yeniden saldırma ihtimaline karşı Nikomedes I; içlerinde Herakleia Pontika’nın da bulunduğu “Kuzey İttifakı” üyelerinden yardım istemiştir87. Nitekim Antiokhos I saldırmış ve fakat Herakleia’dan 13 gemi desteği alan Bithynia ordusu, Seleukos güçleriyle karşı karşıya gelmişler ama savaşmadan geri çekilmişlerdir88. Bu sırada MÖ. 278’de, Nikomedes I, bir başka müttefik olarak Galatlar ile tanışmış ve onlarla Antiokhos I ve kardeşi Zipoites’e karşı kendisinin ve “Kuzey İttifakı” müttefiklerinin yanında yer almaları halinde, yeni topraklar ve imkânlar verileceği koşuluyla anlaşmıştır. Herakleia’ya yapılan ikinci saldırının işte bu dönemde olduğu ileri sürülmektedir. Çünkü Herakleia Pontika, daha önce Kral Zipoites tarafından kendilerinden alınan Thynia, Tieion ve Kieros’u geri almayı başarmış ve bunun üzerine Genç Zipoites onlara saldırmıştır89. Büyük zarar gören Herakleia bu saldırıda müttefikleri tarafından kurtarılmış90, Genç Zipoites geri çekilmek zorunda kalmış, ayrıca Khalkedonlular ile mücadelesine Byzantion aracılığıyla son vermiştir91. Bu süreçte Nikomedes I ile Herakleia’yı aynı safta, Genç Zipoites ve Seleukoslar’ın karşısında görmekteyiz. Nikomedes I’in MÖ. 278’de Asia Minor’e geçirdiği Galatlar ve “Kuzey İttifakı” üyeleri ile birlikte Genç Zipoites’e karşı olan mücadelesini kazandığına (MÖ. 277) ve Bithynia’nın yeni kralı olarak Seleukoslar tarafından da tanındığına şahit olmaktayız92. Ayrıca Herakleia Pontika, Bithynia Kralı olan Nikomedes I’in 84 85 86 87 88 89 90 91 92 Arslan 2010, s. 231.; Özsait a.g.e. s. 349., Yazar, Patrokles güçlerinin hedefinin, Bithynia ve Herakleia Pontika’nın ele geçirilmesi olduğunu iletir. Bu durumda Herakleia’nın, Patrokles-Hermogenes’i ve dolayısıyla Seleukoslar’ı destekleyerek, gittikçe güçlenen amansız rakipleri Bithynialıların yok edilmesini amaçladıkları düşünülebilir.; Arslan 2007, s. 55. Burstein, Zipoites saldırılarından birisini MÖ. 284 yılından hemen önce, diğerini ise Kyroupedion Savaşı’ndan sonraya yerleştirir. Fakat özellikle ikinci saldırıdakinin hangi Zipoites olduğunu, Nikomedes I’in babası ya da kardeşi ayrıntısında dile getirmez., hakkında bkz., Burstein 1974, s. 84 ve 87.; Özsait, Antiokhos I’in gönderdiği orduyu yenen bir ‘tek’ Zipoites anarken, onun hemen ardından oğlu Nikomedes I’in tahta geçtiğini söyler. Zipoites tarafından yapılan ikinci bir saldırıdan bahsetmez. Kastettiği Kral Zipoites’tir., Özsait a.g.e., s. 349.; Daha ayrıntılı ve güncel bir çalışmada, Herakleia topraklarına ‘bu dönemde saldıranın’, aslında Nikomedes I’in tahtta gözü olan kardeşi Zipoites olduğu dile getirilmektedir., Arslan 2010, s. 231-247. Buna göre, Herakleia Pontika topraklarının Zipoites adı altında en az iki kez tehdit edildiği söylenebilir. İlk saldırı Kral Zipoites, ikinci saldırı Genç Zipoites tarafından gerçekleştirilmiş olmalıdır.; Karş., Memnon, Peri Herakleias, XIII-XIV. X ve XVII.; Strobel de iki farklı Zipoites ve iki farklı saldırı olduğunu belirtir. Birisi Kral Zipoites diğeri, kardeşi Nikomedes I ile olan taht mücadelesi sırasında saldıran Genç Zipoites’tir., Strobel 2003a, s. 677678.; Ayr. Karş., Bosch 1946, s. 49.; Bosch 1937, s. 16.; Jones a.g.e., s. 150.; Fıratlı 1971, s. 3.; Akkaya a.g.e., s. 16. Arslan 2007, s. 56.; Tekin a.g.e., s. 151. Strobel 2003a, s. 678. Arslan 2010, s. 233. Saldırının ardında, Herakleia Pontika’nın, Genç Zipoites’in taht mücadelesindeki rakibi Nikomedes I’e destek vermesi olduğu akıllara gelmektedir. Ayrıca Herakleia Pontika’nın Kieros ve Tieion kentlerini nasıl geri aldığı hakkında bkz., Özgürlükleri Herakleia tarafından satın alınmıştır., Öztürk 2013a, s. 508.; Bithyn hanedanları arasındaki iç karışıklıktan yararlanarak elde edilmiştir., Arslan 2010, s. 235.; Müttefik arayan Nikomedes I tarafından geri verilmiştir., Özsait a.g.e., s. 349.; Bülent Öztürk, “Tios / Tieion (Zonguldak – Filyos) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları ve Tarihsel Sonuçları”, I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi, 06-09 Ekim 2011, Sinop/Türkiye, 2013b, s. 487.; Strobel 2003b, s. 678.; Jones a.g.e., s. 151.; Memnon, Peri Herakleias, XIII-XIV. XVI. Memnon, Peri Herakleias, XIII-XIV. XVII. Arslan 2010, s. 235-236. Özsait a.g.e., s. 350.; Öztürk 2013a, s. 508., Diğer müttefikler; Byzantion, Khalkedon, Tieion/Tios ve daha sonra Prusias 121 ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER tahtı bırakacağı küçük yaştaki çocuklarının koruyucuları olarak gösterdiği Antigonos Gonatas, Ptolemaios II ile birlikte Byzantion ve Kios gibi kentler arasında yer almaktadır93. Bundan sonra Herakleia ile Bithynialılar arasındaki ilişkileri, Nikomedes I’in kendi adını verdiği kent, Nikomedia aracılığıyla incelemek gerekir94. Zira MÖ. 264 itibariyle Bithynia’nın merkezi haline gelen Nikomedia, Astakos nüfüsundan da destek alınarak yeni yerinde, belki de babası Zipoites’e atfedilen (Zipoition) ve halihazırda mevcut olan yerleşim üzerinde, sadece bir isim değişikliği ile kurulmuştur95. Astakos’un mirasçısı olan Nikomedia ile Herakleia ilişkilerinin, Prusias I (MÖ. 230-182) dönemine kadar çok gergin olmadığını tahmin ediyoruz96. Ziaelas’ın (MÖ. 255?-230) ardından, MÖ. 230’larda Bithynia tahtında gördüğümüz Prusias I zamanında en geniş sınırlarına ulaştığını bildiğimiz Bithynia Krallığı; MÖ. 220’lerde Rhodos ile birlikte Byzantion’u kuşatmış97, MÖ. 208’de Attalos I (MÖ. 241-197) ile mücadele ederek Pergamon’a saldırmış98, MÖ. 202’de Philippos V’in katkılarıyla Kios (Gemlik) ve adını karısı Apameia’ya izafeten değiştireceği Myrleia’yı (Mudanya) topraklarına katmış, Hannibal ile birlikte Prousa ad Olympum (Bursa) kentinin kurulmasında rol oynamıştır. Kieros onun zamanında fethedilerek Prusias ad Hypium (Üskübü-Konuralp) şeklinde yeniden adlandırılmış, Tieion ele geçirilmiş ve Prusias I, MÖ. 196 ile 190 yılları arasında99, Herakleia Pontika’ya saldırmıştır100. Prusias I, bu kuşatma sırasında Herakleia surlarına tırmanırken, atılan bir taşla bacağından yaralanmış ve kuşatmayı böylece kaldıran Bithynia güçleri, geri döndükten kısa süre sonra krallarını kaybetmişlerdir101. Prusias I zamanında tekrar bozulduğunu tespit edebildiğimiz Nikomedia ve Herakleia Pontika ilişkilerine, Prusias II (MÖ. 182-149) döneminde meydana geldiği belirtilen bir gelişme eklenmelidir. Buna göre, Pontus Kralı Pharnakes’e karşı oluşturulan ittifakta; Pergamon, Kappadokia, Bithynia, Paphlagonia, Herakleia Pontika ve Kyzikos güçlerini birlikte görebiliyoruz102. Ardından, Roma tarafından tahtına yeniden kavuşturulan Nikomedes IV’ün (MÖ. 94-74), Amastris’e kadar olan alanı yağmalaması teşvik edilmiştir103. Bundan sonra Mithridates VI’nın Roma ile olan mücadelesinde iki taraf arasında birkaç defa el değiştiren Bithynia104, MÖ. 74’te Roma Eyaleti haline getirilirken105, Herakleia Pontika MÖ. 70’de Romalılarca yakılıp yıkılmış, MÖ. 64’te 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 ad Hypium olarak anılmaya başlanacak olan Kieros., Memnon, Peri Herakleias, XIII-XIV. XIX.; Nikomedes I, Galatlar’ın verdikleri hizmet karşılığında yerleşecekleri bölgeyi, kendileri ile Seleukos Krallığı arasında, Phrygia toprakları olarak belirlemiştir., Ayşe Çalık Ross, Antik İzmit Nikomedia, Delta Yayınları, İstanbul, 2007, s. 61-62.; Deniz Güçlü, Antik Bithynia Bölgesinin Tarihsel İçerikli Yazıtlar Kataloğu ve Tarihçesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi, Antalya, 2007, s. 9. Memnon, Peri Herakleias, XIII-XIV. XXII.; Arslan 2010, s. 235 dpn. 907, 241. Çalık Ross a.g.e., s. 58. Zipoition ve Nikomedia ile olan ilişkisi hakkında ayrıntılarıyla bkz., Cohen a.g.e., s. 409 ve 400.; Nikomedes I kendi adına sikke basan ilk Bithynia kralıdır., Çalık Ross a.g.e., s. 62.; Tekin a.g.e., s. 151. Özsait a.g.e., s. 350., Krateia’yı almış ve kıyıdaki yerleşimler ile babası gibi iyi geçinmiştir., Jones a.g.e., 152.; Güçlü a.g.e., s. 26-33., Dönem ilişkileri bakımından Ziaelas’ın Kos mektubu ve diğer yazıtlar çok önemlidir. Özsait a.g.e., s. 350. Strobel 2003a, s. 678.; Özsait a.g.e., s. 353. Cohen a.g.e., s. 406.; Öztürk 2013b, s. 487.; Sviatoslav Dmitriev, “Memnon on the Siege of Heraclea Pontica by Prusias I and the War Between the Kingdoms of Bithynia and Pergamum”, Journal of Hellenic Studies (JHS), 127, 2007, s. 133138.; Strobel 2005, s. 152., Prusias I’in Herakleia Pontika kuşatması hakkında. Saldırının, Roma’nın Küçük Asia’da fiili olarak ordularıyla birlikte görüldüğü MÖ. 190 yılından veya MÖ. 188’deki Apameia Barışı’nda sonra olduğu da dile getirilir. Pergamon ile yapılan mücadelelerle ilişkilendirilen bu saldırı, Memnon’un, Prusias I’in kuşatmada yaralandıktan kısa süre sonra öldüğü bilgisine dayanır. Bu süreç hakkında MÖ. 184-183 tarihi de önerilmektedir. Strobel 2003a, s. 678. B. F. Harris, “Bithynia Roman Sovereignty and Survival Of Hellenism”, Aufstieg and Niedergang der Römischen Welt, Ed.: H. Temporini, W. Haase, II-7/2, Walter de Gruyter, New York, 1980, s. 861. Memnon, Peri Herakleias, XV. XXVII. Özsait a.g.e., s. 360. Arslan, 2007, s. 109.; Özsait a.g.e., s. 361.; Strobel 2003a, s. 679. Akkaya a.g.e., s. 18. Arslan 2007, s. 306.; Öztürk 2013a, s. 508-509. 122 ALİ BORA Pompeius tarafından oluşturulan Bithynia ve Pontus Bölgesi içerisinde kalmış, ardından bir Roma Kolonisi haline getirilmiştir106. Özellikle Roma’nın Anadolu’da fiilen etkisini göstermeye başladığı sürece kadar değerlendirmeye çalıştığımız bu incelememizde; Astakos/Nikomedia ile Herakleia Pontika tarihlerinin kesiştikleri süreçleri; Klearkhos (I), Dionysios, Bas, Lysimakhos, Zipoites (baba ve oğul), Nikomedes I, Prusias I gibi isimlerle takip edebilmekteyiz. Bölgede hakim güçleri Lydia ve Persler’in ardından, Bithynler, Grekler, Makedonialılar, Pontus ve Roma şeklinde sıralayabiliriz107. İki güç arasındaki çatışmayı ve ender gözlemlediğimiz ittifakları; Herakleia Pontika’nın MÖ. 6. yüzyılın ortalarından itibaren kurulmuş ve korunabilmiş köklü Grek geçmişi ile, Astakos ve mirasçısı Nikomedia’nın, Grek egemenliğini zamanla kaybetmiş Bithyn kökleri arasındaki mücadeleye bağlamak yerinde olacaktır kanısındayız. Thrakia etkisi her ne kadar göz ardı edilemez ise de, İskender’in meydana getirdiği kültürel kaynaşma ortamından önce kolonizasyon ile başlayan Hellenizasyon; yakın geçmişlerini en azından Nikomedes I’den itibaren unutmaya başladığını söyleyebileceğimiz Bithynler’i, konumuz dâhilindeki coğrafya içerisinde dominant olmayı başaran en son güç olarak gözler önüne sermiştir. Birbirlerinin amansız rakipleri olan Bithynia Krallığı bir Roma eyaleti haline getirilirken, bağımsızlığını başarılı politikaları ile sonuna kadar korumaya çalışmış olan Herakleia Pontika ise, Bithynia ve Pontus Eyaleti’nin bir unsuru olarak hayatına devam etmiştir. Diğer taraftan Herakleia Pontika, Astakos/Nikomedia yerleşimlerine coğrafya, konum ve mekân bakımından dikkat edecek olursak farklı bir manzara ile karşılaşır, amacın, iki etnik unsur ya da güç arasında basit bir egemenlik mücadelesi olmadığını fark ederiz. Klearkhos’un Astakos, Zipoites ve Prusias I’in Herakleia Pontika saldırılarındaki temel hedef, Burstein’ın dile getirdiği gibi, Sinus Astakenus ile Herakleia Pontika arasında, karadan istikrarlı bir bağlantının meydana getirilmesi olmalıdır108. Bu durumda çatışmanın temel sebebini; Pontus’un zorlu koşulları, özellikle Bosphoros’un siyasi ve ticari güçlüklerinin yanında109, her zaman tek yönlü harekete kolaylık sağlayan akıntıları ve buna karşı tabii ki, Propontis (Ara Deniz-Marmara Denizi) ve Sinus Astakenus’un (Astakos-İzmit Körfezi) durgun ve evcil sularının cazibesine bağlayabiliriz. Nitekim bu bağlantının farklı bir varyasyonunu oluşturan; Karadeniz’in Sakarya Nehri ve Sapanca Gölü üzerinden, İzmit Körfezi’ne bağlanması fikri, yüzyıllar sonra bile defalarca denenecek110, Herakleia Pontika ile Astakos arasında karadan kurulmak istenen güvenli ve istikrarlı güzergâhın farklı bir örneğini teşkil edecektir. 106 Jones a.g.e., s. 163.; Arslan 2007, s. 490.; Cramer a.g.e., s. 203-206.; Strobel 2005, s. 153. 107 Lydia için Burstein 1974, s. 16, 26-28; Cook a.g.e., s. 79 vd.; Graham 1971, s. 39 vd.; Persler hakkında ve diğerleri hakkında., Jones a.g.e., s. 148-150.; Sevin a.g.e., s. 29-30.; Burstein 2006, s. 139.; Akkaya a.g.e., s. 15-18. 108 Burstein 1974, s. 55. “Presumably, his operations against Cierus and Astacus were part of a plan to gain a foothold on the Propontis, but although he probably maintained control of Cierus the fiasco at Astacus marked the end of his plans for foreign expansion and of his honeymoon with Heracleotes.”. Bu fikri ilk uygulayanlardan biri, Herakleia Pontika tiranı Klearkhos olmuş ise de, son uygulayan da değildir. 109 Bu dönemlerde Bosphoros ve çevresinde gelişen olaylar hakkında bkz., Graham 1971, b.a.; Graham 1982, b.a.; Murat Arslan,“Alkibiades’in Kalkhedon ve Byzantion Kuşatması Nedenleri ve Sonuçları”, Özsait Armağanı Mehmet ve Nesrin Özsait Onuruna Sunulan Makaleler, Ed.: H. Şahin, E. Konyar, G. Ergin, Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri araştırma Enstitüsü, Antalya, 2011, s. 9-22.; Murat Arslan, “Pausanias’ın Byzantion Hâkimiyeti ve Komplo Teorisi”, Ancient History, Numismatics and Epigraphy in the Mediterranean World, Tekin O., Ed., Ege Yayınları, İstanbul, 2011, s. 51-63.; Özellikle Bosphoros’taki Atina, Pers ve Sparta egemenlik mücadelesi hakkında, Arslan 2010, s. 106-171. 110 Plinius Secundus, Epistulae, 41-42, 61-62.; İ. H. Uzunçarşılı, “Sakarya Nehri’nin İzmit Körfezine Akıtılmasıyla Marmara ve Karadeniz’in Birleştirilmesi Hakkında Vesikalar ve Tetkik Raporları”, Belleten, 6/14-15, 1940, s. 149-174.; Sencer Şahin, “Adapazarı Beşköprü Mevkiindeki Antik Köprü ve Çevre Tarihi Coğrafyasında Yarattığı Sorunlu Durum”, Araştırma Sonuçları Toplantısı, 3, 1985, s. 173-179.; C. Finkel, A. Barka, “The Sakarya River-Lake Sapanca-Izmit Bay Canal Project A Reappraisal of the Historical Record in the Light of New Morphological Evidence”, Istanbuler Mitteilungen, 47, 1997, s. 429–442.; Nitekim farklı bir lokasyonda, 21. yüzyıla özgü benzer bir proje “Kanal İstanbul” adıyla bilinmektedir. 123 ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER KAYNAKÇA ANTİK KAYNAKLAR: AMMIANUS MARCELLINUS, Rerum Gestarum Libri, Eng. Trans.: John C. Rolfe, Harvard University Press, Ed.: J. Henderson, LOEB Classical Library, Cambridge, 2000. DIODORUS SICULUS, The Library of History, Eng. Trans.: C. H. Oldfather, Harvard University Press, Ed.: T. E. Page, E. Capps v.d., LOEB Classical Library, Cambridge, 1950. EUSEBIUS, Eusebius Werke Die Chronik Des Hieronymus Hieronymi Chronicon, Şurada: Ed.: Rudolf Helm, VII/1, Leipzig, 1913. HERODOTOS, Herodot Tarihi, Çev.: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991. KSENOPHON, Anabasis Symposium and Apology, Eng. Trans.: Carleton L. Brownson; O. J. Todd, Harvard University Press, Ed.: T. E. Page, E. Capps v.d., LOEB Classical Library, Cambridge, 1946. MEMNON, Fragments, Şurada: Carl Müller, Fragmenta Historicorum Graecorum (FHG), Paris, 1849. MEMNON, Memnon Herakleia Pontike Tarihi (Peri Herakleias – De Rebus Heracleae), Çev.: Murat Arslan, Odin Yayıncılık, İstanbul, 2007. PAUSANIAS, Description of Greece, Eng. Trans.: W. H. S. Jones, H. A. Ormerod, G. P. Putnam’s Sons, Ed.: E. Capps, T. E. Page, W. H. D. Rouse, LOEB Classical Library, New York, London, 1961. PLINIUS SECUNDUS, EPISTULAE, Çev.: Ç. Dürüşken, E. Özbayoğlu; Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999. PLINIUS, Naturalis Historia, Eng. Trans.: H. Rackham, Harvard University Press, Ed.: T. E. Page, E. Capps v.d., LOEB Classical Library, London, 1961. POLYAENUS, Strategems of War, Ed.: Edward Woelfflin, I. Welber, Lipsiae, 1887. POLYAENUS, Strategems of War, Eng. Trans.: R. Shepherd, G. Nicol, London, 1793. PSEUDO SKYLAKS, Periblous, Çev.: Murat Arslan, Şurada: Mediterranean Journal of Humanities, II/1, 2012, s. 239-257. STEPHANOS BYZANTINOS, Ethnicorum, Ed.: August Meineke, Berlin, 1849. STRABON, The Geography of Strabo, Eng. Trans.: H. L. Jones, Harvard University Press, Ed.: T. E. Page, E. Capps v.d., LOEB Classical Library, Cambridge, 1961. THUKYDIDES, History of the Peloponnesian War, Eng. Trans.: C. F. Smith, Vol. II., Ed.: E. Capps; T. E. Page, W. H. D. Rouse, G. P. Putnam’s Son, New York, 1920. 124 ALİ BORA MODERN KAYNAKLAR: AKKAYA, Tayfun, Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi)’nin Tarihi Gelişimi ve Eski Eserleri, Troya Yayıncılık, İstanbul, 1994. AKURGAL, Ekrem, “Neue Archaische Skulpturen aus Anatolien”, Archaische und Klassische Griechische Plastic, Akten des Internationalen Kolloquiums vom 22.-25. April 1985 in Athen, Mainz am Rhein, 1986, s. 1-14. AKURGAL, Ekrem, Anadolu Kültür Tarihi, Tübitak Yayınları, Ankara, 1997. AKURGAL, Ekrem, Anadolu Uygarlıkları, Net Turistik Yayınlar, İstanbul, 2000. ANDREWES, A., “The Spartan Resurgence”, Cambridge Ancient History The Fifth Century B.C., Vol. 5, Ed.: D. M. Lewis, John Boardman, J. K. Davies, M. Ostwald, Cambridge University Press, Cambridge, 1992, s. 464-498. ARSLAN, Murat, Mithradates VI Eupator Roma’nın Büyük Düşmanı, Odin Yayıncılık, İstanbul, 2007. ARSLAN, Murat, İstanbul’un Antikçağ Tarihi Klasik ve Hellenistik Dönemler, Odin Yayıncılık, İstanbul, 2010. ARSLAN, Murat,“Alkibiades’in Kalkhedon ve Byzantion Kuşatması Nedenleri ve Sonuçları”, Özsait Armağanı Mehmet ve Nesrin Özsait Onuruna Sunulan Makaleler, Ed.: H. Şahin, E. Konyar, G. Ergin, Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü, Antalya, 2011a, s. 9-22. ARSLAN, Murat, “Pausanias’ın Byzantion Hâkimiyeti ve Komplo Teorisi”, Ancient History, Numismatics and Epigraphy in the Mediterranean World, Ed.: O. Tekin, Ege Yayınları, İstanbul, 2011b, s. 51-63. AVRAM, Alexandru, “The Propontic Coast of Asia Minor”, An Inventory Of Archaic And Classical Poleis, Ed.: Mogens Herman Hansen and Thomas Heine Nielsen, Oxford University Press, New York, 2004a, s. 974-999. AVRAM, Alexandru; HIND, John; TSETSKHLADZE, Gocha R., “The Black Sea Area”, An Inventory Of Archaic And Classical Poleis, Ed.: Mogens Herman Hansen and Thomas Heine Nielsen, Oxford University Press, New York, 2004b, s. 924-973. BAYBURTLUOĞLU, Cevdet, “İzmit’te Bulunmuş Olan Arkaik Kouros Başı”, Belleten, 31/123, 1967, s. 347351. BOSCH, Clemens E., “Bithynia Tetkikleri”, Çev.: Sabahat Atlan, Belleten, 10/37, 1946, s. 29-53. BOSCH, Clemens E., İzmit Şehrinin Muhtasar Tarihi, Çev.: Osman Nuri Arıdağ, Devlet Basımevi, İstanbul, 1937. BURSTEIN, Stanley Mayer, “The Greek Cities of the Black Sea”, A Companion to the Classical Greek World, Ed.: Konrad H. Kinzl, Blackwell Pub., Oxford, 2006, s. 137-152. BURSTEIN, Stanley Mayer, Outpost of Hellenism The Emergence of Heraclea on the Black Sea, University Of California Press, London, 1974. 125 ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER CALDER, W. M.; BEAN, E. G., A Classical Map of Asia Minor, John Bartholome & Son Ltd., London, 1958. COHEN, Getzel, The Hellenistic Settlements in Europe the Islands and Asia Minor, University of California Press, Los Angeles, 1995. COOK, R. M., “Ionia and Greece in the Eighth and Seventh Centuries B.C.”, Journal of Hellenic Studies (JHS), 66, 1946, s. 67-98. CRAMER, A., Geographical and Historcal Description of Asia Minor, A. M. Hakkert, Amsterdam, 1971. ÇALIK ROSS, Ayşe, Antik İzmit Nikomedia, Delta Yayınları, İstanbul, 2007. DEMİR, Muzaffer, “Perikles’in Karadeniz Seferi üzerine Bir Yorum”, Belleten, 65/243, 2001, 529-540. DMITRIEV, Sviatoslav, “Memnon on the Siege of Heraclea Pontica by Prusias I and the War between the Kingdoms of Bithynia and Pergamum”, Journal of Hellenic Studies (JHS), 127, 2007a, s. 133-138. DMITRIEV, Sviatoslav, “The Last Mariage and the Death of Lysimachus”, Greek Roman and Byzantine Studies, 47, 2007b, s. 135-149. DREWS, I. Robert, “The Fall of Astyages and Herodotus’ Chronology of the Eastern Kingdoms”, Historia, 18, 1969, s. 1-11. FINKEL, C.; BARKA, A., “The Sakarya River-Lake Sapanca-Izmit Bay Canal Project A Reappraisal of the Historical Record in the Light of New Morphological Evidence”, Istanbuler Mitteilungen, 47, 1997, s. 429–442. FIRATLI, Nezih, İzmit Şehri ve Eski Eserler Rehberi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971. GRAHAM, A. J., “Patterns in Early Greek Colonisation”, Journal of Hellenic Studies (JHS), 91, 1971, s. 35-47. GRAHAM, A. J., “The Colonial Expansion of Greece”, Cambridge Ancient History The Expansion of the Greek World, Eighth to Sixth Centuries B.C., Vol. 3, Ed.: J. Boardman, N. G. L. Hammond, Cambridge University Press, Cambridge, 1982, s. 83-162. GÜÇLÜ, Deniz, Antik Bithynia Bölgesinin Tarihsel İçerikli Yazıtlar Kataloğu ve Tarihçesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi, Antalya, 2007. HANELL, Krister, Megarische Studien, A–B Ph. Lindstedts University, Lund, 1934. HARRIS, B. F., “Bithynia Roman Sovereignty and Survival Of Hellenism”, Aufstieg und Niedergang der Römischen Welt, Ed.: H. Temporini, W. Haase, II-7/2, Walter de Gruyter, New York, 1980, s. 857-901. HEINEN, H., “The Syrian-Egyptian Wars and the New Kingdoms of Asia”, Cambridge Ancient History The Hellenistic World, 7/1, Ed.: F. W. Walbank, A. E. Astin, M. W. Frederiksen, R. M. Ogilvie, Cambridge University Press, Cambridge, 1984, s. 412-445. JONES, A. H. M., The Cities of the Eastern Roman Provinces, Clarendon Press, Oxford, 1998. KOÇEL ERDEM, Zeynep, “Astakos Kazısı”, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Haberler, 34, 2012, s. 23-25. LONG, George, “Astacus”, Ditionary of Greek and Roman Geography, Ed.: William Smith, Little Brown and Company, Boston, 1854b, s. 248. 126 ALİ BORA LONG, George, “Bithynia”, Ditionary of Greek and Roman Geography, Ed.: William Smith, Little Brown and Company, Boston, 1854a, s. 401-406. LUND, Helen S., Lysimachus a Study in Early Hellenistic Kingship, Routledge, London, 2002 MACDONALD, Brian R., “The Megarian Decree”, Historia Zeitschrift für Alte Geschichte, 32/4, 1983, s. 385410. MANSEL, Arif Müfit, Ege ve Yunan Tarihi, TTK, Ankara, 1984. MAREK, Christian, “Paphlagonia”, Brill’s New Pauly Encyclopaedia of the Ancient World, 10, Ed.: Hubert Cancik, Helmuth Schneider, Brill, Boston, 2007, s. 477-479. MELLINK, Machteld J., “Archaeology in Asia Minor”, American Journal of Archaeology (AJA), 80/3, 1976, s. 261-289. OLIVER, James H., “The Peace of Callias and the Pontic Expedition of Pericles”, Historia Zeitschrift für Alte Geschichte, 6/2, 1957, s. 254-255. ÖZSAİT, Mehmet, “Anadolu’da Hellenistik Dönem”, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, Görsel Yayınlar, İstanbul, 2000, s. 334-378. ÖZTÜRK, Bülent, “Herakleia Pontika (Zonguldak - Karadeniz Ereğli) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları ve Tarihsel Sonuçları”, I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi, 06-09 Ekim 2011, Sinop/Türkiye, 2013a, s. 505-527. ÖZTÜRK, Bülent, “Tios / Tieion (Zonguldak – Filyos) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları ve Tarihsel Sonuçları”, I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi, 06-09 Ekim 2011, Sinop/Türkiye, 2013b, s. 485-504. PERL, G., “Zur Chronologie Der Königreiche Bithynia Pontus und Bosporus”, Studien zur Geschichte und Philosophie des Altertums, Ed.: J. Harmatta, Amsterdam, 1968, s. 299-330. RHODES, P. J., A History of the Classical Greek World 478–323 BC, Blackwell Pub., Oxford, 2006. ROBINSON, E. S. G., “The Athenian Currency Decree and the Coinages of the Allies”, Hesperia Supplements, 8, 1949, s. 324-340. RUGE, Walther; BETHE, E., “Astakos”, Paulys Realencyclopädie Der Classischen Altertumswissenschaft, Band II/2, Stuttgart, 1896, s. 1774-1775. RUGE, Walther; MEYER, Eduard; BRANDIS, Karl George, “Bithynia”, Paulys Realencyclopädie Der Classischen Altertumswissenschaft, Band III/1, Stuttgart, 1897, s. 507-539. ŞAHİN, Sencer, Neufunde von antiken Inschriften in Nikomedeia (İzmit) und in der Umgebung der Stadt, Westfalischen Wilhelms Üniversitesi Yayınlanmamış Doktora Tezi, Münster, 1973. ŞAHİN, Sencer, “Adapazarı Beşköprü Mevkiindeki Antik Köprü ve Çevre Tarihi Coğrafyasında Yarattığı Sorunlu Durum», Araştırma Sonuçları Toplantısı, 3, 1985, s. 173-179. ŞAHİN, Sencer, “Hellenistik ve Roma Çağlarında İznik Nikaia”, Tarih Boyunca İznik, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2003, s. 3-23. 127 ANTİK DÖNEMDE ASTAKOS, NİKOMEDİA VE HERAKLEİA PONTİKA KENTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLERE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER SEVİN, Veli, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2001. SİNA, Ayşe, “İlkçağ Tarih Yazımının Batı Anadolulu Öncüleri Lampsakoslu Kharon”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 41/26, 2007, s. 113-130. STROBEL, Karl, “Bithynia”, Brill’s New Pauly Encyclopaedia of the Ancient World, 2, Ed.: Hubert Cancik, Helmuth Schneider, Brill, Boston, 2003a, s. 677-679. STROBEL, Karl, “Astacus”, Brill’s New Pauly Encyclopaedia of the Ancient World, 2, Ed.: Hubert Cancik, Helmuth Schneider, Brill, Boston, 2003b, s. 187-188. STROBEL, Karl, “Heraclea”, Brill’s New Pauly Encyclopaedia of the Ancient World, 6, Ed.: Hubert Cancik, Helmuth Schneider, Brill, Boston, 2005, s. 152-153. TEKİN, Oğuz, Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008. TOEPFFER, Johannes, “Astakos”, Hermes, 31/1, 1896, s. 124-136. TSETSKHLADZE, Gocha R., “Arkaik ve Klasik Dönemlerde Karadeniz’de Ticaret Bazı Gözlemler”, Karadeniz’in Tarih ve Arkeolojisi Üzerine, Ed.: Sümer Atasoy, Çev.: Dilek Gogo v.d., Ege Yayınları, İstanbul, 2005, s. 9-35. TSETSKHLADZE, Gocha R., “Greek Colonies”, Encyclopedia of Archaeology, Ed.: Pearsall M., Academic Press, San Diago California, 2008, s. 1267-1280. ULUGÜN, Yavuz F., “İzmit Antik Yerleşimleri Astakos Olbia Eribolon Nikomedia”, I. Uluslararası Kocaeli ve Çevresi Kültür Sempozyumu, II, Kocaeli, 2007, s. 1223-1239. UZUNÇARŞILI, İ. H., “Sakarya Nehri’nin İzmit Körfezine Akıtılmasıyla Marmara ve Karadeniz’in Birleştirilmesi Hakkında Vesikalar ve Tetkik Raporları”, Belleten, 6/14-15, 1940, s. 149-174. ZEYREK, Turgut, Nikomedeia (İÖ 264/263 - İS 358) Arkeolojik Açıdan Bir Değerlendirme, Ege Yayınları, İstanbul, 2005. 128 EFDÂL HARDAL ANTİK DÖNEMDE BATI KARADENİZ MERMER TİCARETİ EFDÂL HARDAL* GİRİŞ Bilindiği üzere mermer hem heykeltraşlık için hem de mimarî için çok büyük önem taşımaktadır. Her alanda kullanılan mermerin cinsi ve değeri farklı olmuştur. Kimi zaman da kullanılan mermerin niteliklerinden çok, söz konusu mermerin istenilen yere nakliyatı da büyük önem taşımıştır. Antik dönemde özellikle Batı Anadolu’da en çok bilininen Prokonnessos ve Dokimeion (İscehisar) mermerlerinin nakliyatlarının önemli bir kısmı Sakarya ırmağı boyunca yapılmakta olup, sonrasında ana ikmâl noktası olan Nikomedia limanından deniz yoluyla taşımacılığı sağlanmakta idi. Ne var ki aşağıda da daha detaylı olarak anlatılacağı üzere karayolu üzerinden de doğuya doğru olan ticaret yolları bulunmaktadır. (Harita 1) Ancak Anadolu’nun doğusuna ve de Karadeniz üzerinden Kuzey Karadeniz’e (Herakleia Yarımadası) deniz yoluyla da ticaret yapılmaktadır. Bu çalışmada, antik dönem mermer ticareti ve Karadeniz kıyısındaki ticaret merkezlerinin önemi irdelenecektir. Herakleia Pontika Şehir adını mitolojik kahraman Herakles’den almaktadır. Bunun sebebi, Herakles’in bölgede bulunan “Cehennem Mağarası”ndan Hades’e inerek oradan Hades’in kapısındaki bekçi köpeği olan üç başlı Kerberos’u getirmesidir.1 İlk bilinen verilere göre Herakleia Pontika Mariandynlerce iskân edilmekteydi. Sonrasında M.Ö. 550 civarlarında Megaralılarca ve Boiotialılarca ele geçirildiği bilinmektedir. 2 Herakleia Pontika’nın Karadeniz için Antik Çağ’da gerek donanması, gerekse karadeniz açısından büyük bir ticaret merkezi olması bakımından büyük bir önemi vardır. “Pontika” kelimesinin kullanılıyor olmasının sebebi, “Heraklea” isminde başka şehirlerin olmasından kaynaklanmaktadır. “Pontika” kelimesinin anlamı, söz konusu bölgenin “Pontus” olarak bilinmesinden dolayıdır. Grekçe olan “Heraklea” zamanla “Ereğli”’ye dönüşmüştür. (Harita 2) Kent Hellenistik Dönem’e kadar bağımsızlığını korumuştur ki, hatta Perslerin Anadolu’yu ele geçirdiği dönemde dâhi bağımsızlığını sürdürmüştür. Herakleia Pontika M.Ö. 2.yy.’da Bithynia kontrolüne girmiş olup, M.Ö. 1.yy.’da da Romalıların hegemonyasına girmiştir. Sonrasında ise bunu Bizans, Ceneviz, Osmanlı egemenlikleri ve Fransa işgâli takip etmiştir. Ereğli 18 Haziran 1920’de Fransız işgâlinden kurtulmuştur. Herakleia’lı Klearkhos (M.Ö.401-353) ordusuyla şehirdeki düzeni sağlayıp tiranlık rejimi kurmuştur3. Daha sonra başa geçen oğlu Dionysios döneminde Herakleia bölgedeki en önemli askeri güce ve limana mâliklik eder ve Ukrayna’da bulunan Khersonesos ve Romanya’daki (Mangalia) Kallatis’de koloniler kurar. * 2 3 Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected]. Herakles hakkındaki mitlerle ilgili daha fazla bilgi için Bkz.: Emma Stafford, Herakles, Abingdon, Oxon; New York : Routledge, 2012. Bülent Öztürk, “Herakleia Pontika (Zonguldak-Karadeniz Ereğli) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları ve Tarihsel Sonuçları”, I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi, Sinop, 06-09 Ekim 2011,s.506, 507. Herakleialı Memnon’un (M.Ö. 1.yy.) 16 kitaplık çalışmasına “Photius’s Bibliotheka” ismindeki eserden ulaşılmaktadır. Bkz.: Burstein, Stanley Mayer Burstein, Outpost of Hellenism: The Emergence of Heraclea on the Black Sea, University of California Publications: Classical Studies, Vol. 14, Berkeley, 1976, s. 3.; Öztürk, “a.g.m.”, s. 507.; Iustinianus, Novellae XVI4, çev. S.P Scott Cincinatti, 1932, s. 16. 129 ANTİK DÖNEMDE BATI KARADENİZ MERMER TİCARETİ Herakleia Pontika’nın, siyasi sınırları bakımından zirve yaptığı dönemde Karadeniz kıyılarında batıda Kalpe (Kerpe) Limanı’ndan doğuda (Kytoros) Kitoros’a kadar 41 yerleşimi olduğuna dair bilgiler vardır. 4 Dionysios’un ölümünden sonra başa eşi Amastris geçer ve onun döneminde adını taşıyan Amastris kurulur (Resim 1). Amastris’in oğulları tarafından öldürülmesi üzerine eski eşi Hellen komutanı Lysimakhos, Herakleia Pontika’yı ele geçirir ve eşine hediye eder.5 Lysimakhos’un ölümünden sonra Herakleia Pontika tekrar bağımsızlığını kazanır. Bundan sonra ise Seleukoslar’ın hegemonyasına girmek istemeyen Herakleia Pontika Byzantion, Kalkhedon, Tios ve Kieros şehirleri ile “Kuzey Paktı” yapıp bir süre daha gücünü korumaya çalışsa da zamanla, Nikomedia’nın güçlenmesi ve Galatlar’ın saldırıları dolayısıyla eski gücünü bir daha toparlayamamıştır. Roma tarafından Bithynia eyaletinin kurulmasıyla da Herakleia Pontika Bithynia’ya dolayısıyla Roma’ya bağlanmıştır. Roma bölgede hâkimiyeti sağladıktan sonra bölgeye Romalı tüccarlar ve yatırımcılar da gitmiştir. Roma’nın Herakleia Pontika’ya önem vermesi dolayısıyla şehirdeki nüfus da doğal olarak artış göstermiştir. Yerleşimdeki büyüme yalnızca nüfus anlamında değil, tabii olarak imar faaliyetleri de artış göstermiştir. Antik kaynaklardan edindiğimiz verilere göre, bu dönemde Herakleia bölgesinde halkın; tarım, balıkçılık ve deniz ticareti ile uğraştıkları düşünülmüştür.6 Yalnız şu var ki, Herakleia’nın ticaretteki en önemli unsurunu deniz ticaretidir. Buradan itibaren Herakleia Pontika’nın ticaret bakımından konumunu daha ayrıntılı bir şekilde incelemekte fayda var. Herakleia Pontika’nın Ticari Önemi Başta Atina olmak üzere, Grek anakarasında ve Ege’de kıyısı olan şehirlerin ticarî faaliyetleri yalnız kendi aralarında sınırlı kalmamış, söz konusu bu şehir devletlerinin uzak yerlerde kurdukları, kendilerine bağlı olan koloniler aracılığıyla da gelişim göstermiştir. Bu koloniler kesinlikle bağımsız olmamakla birlikte aynı zamanda da bağlı olduğu şehrin kültürüne, yönetimine, o şehirdeki insanların aksanına ve dolaylı dolaysız olarak herşeyine bağlıydılar. Örnek vermek gerekirse, bir koloninin bağlı olduğu şehir devletinin tanrısı kim ise, söz konusu koloni yerleşiminin tanrısı da aynısı olurdu. Temel olarak, koloni tâbi olduğu şehrin devamı, yani bir uzantısı vasfındaydı. Buna dayanarak, Herakleia Pontika’nın bir koloni vasfında olduğunu söylemek yanlış olur. Söz konusu şehir bir asıl şehir niteliğindedir ve yukarıda da değinildiği üzere en parlak döneminde 41 yerleşimin kendisine bağlı olduğundan bahsedilmiştir. Çok yakınında bulunan Nikomedia ile birlikte, Herakleia Pontika bulunduğu bölge açısından en önemli stratejik yerlerden biridir. Aralarındaki stratejik benzerlik de rahatlıkla göze çarpmaktadır. Nikomedia’nın yanı başında Sakarya nehri uzanırken, Herakleia Pontika’da ise Gülüç nehri bulunmaktadır. Nikomedia doğu-batı ticaretinin yanı sıra Sakarya nehri dolayısıyla Dokimeion mermerinin ticaretinde dâhi esas pay sahibi olmuştur.7 4 5 6 7 David Asheri, “Über die Frühgeschichte von Herakleia Pontike”, Herakleia Pontike, Forschungen zur Geshichte und Topographie, C.1, Wien, 1972: s. 9-34. Hellen komutanı Lysimakhos dul kalan Herakleia kraliçesi Amastris evlenir ve sonrasında II. Arsinoe ile evlenmek için ondan boşanır. Amastris tahta geçmek isteyen oğulları tarafından öldürülür ve ardından Lysimakhos anne katillerini öldürme hedefiyle Herakleia ve ona bağlı olan birkaç yerleşimi de yeni eşine hediye eder. Daha fazlası için Bkz.: Öztürk, “a.g.m.”, s. 508. Daha fazla bilgi için Bkz.: Öztürk, “a.g.m.”, s. 509.; Ailianos, de natura animalium XV 5 = Claudii Aeliani de natura animalium libri XVII, R. Herscheri (ed.), Leipzig 1864. John Ward-Perkins, “The Marble Trade and Its Organisation: Evidence from Nicomedia”, 1980, s. 329.; John Ward-Perkins, “Nicomedia and The Marble Trade”,1980, s. 30. 130 EFDÂL HARDAL Herakleia Pontika ise antik dünyadan kuzeye yapılan ticaretin Karadeniz’deki merkezi konumunda olmuştur. Karadeniz’de kendisine bağlı olan çok sayıda koloni aracılığıyla deniz ticaret ağının kontrolünü elinde tutan Herakleia Pontika, bölgedeki ticaretin tüm unsurlarının ulaşımının merkezi olduğu gibi, Anadolu’dan ve deniz yoluyla Ege ve Marmara’dan, dolayısıyla Nikomedia’dan gelen mermerin dağıtımının da merkezi konumunda olduğu düşünülmektedir. Bu ticaret ağına Karadeniz deniz ticareti açısından bakıldığında, Herakleia Pontika’nın önemini görebilmek çok daha kolay olacaktır. Karadeniz’de Herakleia Pontika İzleri Antik mermer ticaretinin batıda Tomis’den8 (Resim 3) (İtalya), doğuda Geraş’a 9 (İran) kadar ulaştığına dair günümüzde kanıtlar bulunmaktadır. Gerash’daki örneklerde görüldüğü üzere söz konusu hamamlardaki Grek-Roma niteliğindeki eserlerin işlenmiş olduğu mermerlerin Küçük Asya’dan ithâl olarak geldikleri düşünülmektedir. Roma’dan örnek vermek gerekirse, Suriye’li ve doğuya özgü olan tanrılara ilişkin unsurlar içeren tapınaklarda kullanılmış olan bazı mermerlerin Frigya mermeri olduğu bilinmektedir.10 Bulunan çanak-çömlek, amfora gibi arkeolojik malzemeler sayesinde söz konusu yerleşimin nereler ile ticarî ilişkiler içersisinde olduğu hakkında bilgilere sahip olabilmekteyiz. Pişmiş toprak kaplar kara ticaretinde olduğu gibi deniz ticaretinde de önemli bir yer tutmakta olup, örneğin Amastris (Amasra) amforaları “Herakleia Yarımadası”nda bulunmuştur. 11 Antik dönemde en çok değer verilen mermerlerden biri olan 12 Prokennessos mermeri (Marmara Adası’ndan gelen mermer) antik dönemde yalnızca mimarî amaçlı kullanılmamış olup, başkaca amaçlarla da kullanılmıştır. Prokonnessos mermeri13 Herakleia Pontika’da14 da tapınak yapımı için kullanılmıştır. Bunun dışında söz konusu mermer başta Kyzikos (Erdek/Balıkesir) 15 olmak üzere, İstanbul’da, İzmir’de ve de İskenderiye’de kullanılmıştır.16 Kuzey Karadeniz’in batısında “Danube” (Odessa yakınında) bölgesinde bulunan heykellerde ve mimarî 8 Başta Dokimion ve Prokonessos mermerleri olmak üzere antik dönemde Nikomedia merkezli yapılan mermer ticareti ile ilgili daha fazla bilgi için Bkz.: Ward-Perkins, “Nicomedia and the Marble…” s. 50. 9 Gerash’da (İran) bulunmuş olan ve Anadolu’dan getirildiği düşünülen mermer formları ile ilgili daha fazla bilgi için Bkz.: Elise A. Friedland, “The Roman Marble Sculptures from the North Hall of the East Baths at Gerasa”, American Journal of Archaeology, Vol. 107, No. 3, 2003, s. 413, 415, 419. 10 Corpus Inscriptionum Latinarum VI, 405. 11 Kuzey Karadeniz kıyılarındaki Herakleia Pontika kolonilerinin bulunduğu coğrafik bölgeye “Herakleia Yarımadası” denilmekte olup, bölgede bulunan Anadolu’nun kuzeyindeki yerleşimlere ait olan buluntular ile ilgili daha fazla bilgi için Bkz.: Michail J. Treister - Yuri G. Vinogradov, “Archaeology on the Northern Coast of the Black Sea”, American Journal of Archaeology, Vol. 97, No. 3, 1993, s. 529. 12 Prokonessos mermeri ucuz olmasından dolayı antik dönemde özellikle mimarî faaliyetler açısından en çok kullanılan mermer türlerinden biridir ve yalnızca mimarî faaliyetler için de kullanılmamıştır. Çok geniş bir bölgeye yayılım gösterebilmiş olan mermerin Nikomedia merkezli ticaret dağıtım ağınca nakliyatının yapıldığı düşünülmektedir: Ward-Perkins, “The Marble Trade and Its Organisation…”, “a.g.m.”, s. 329.; Frederick William Hasluck, “The Marmara Islands”, The Journal of Hellenic Studies, Vol. 29, 1909, s.12. 13 Söz konusu mermer Bodrum’da (Halikarnassos) Mausoleus’un sarayında da kullanılmıştır. Bkz.: Hasluck, “a.g.m.”, s. 12.; Vitruvius. ii. 8, cf. x. 7. 14 Hasluck, “a.g.m.”, s. 12.; Photius, Bibliotheca, ed. Bekker, s. 229. 15 Hasluck, “a.g.m.”, s. 12. 16 Söz konusu taş ocaklarının, “Letters of Brutus”ün ikincisinde bahsi geçmektedir (Cod. Theodos. xi.28.) Bkz.: Hasluck, “a.g.m.”, s. 12. 131 ANTİK DÖNEMDE BATI KARADENİZ MERMER TİCARETİ eserlerde kullanılmış olan mermer Prokonnesos mermeridir17 (Resim 2). Belirtmek gerekirse Prokennessos mermeri her alanda kullanılmış olsa da, aynı şeyi Dokimeion ve Attika mermeri için söylemek doğru değildir. Özellikle bu iki mermer Prokonnessos mermeri kadar ucuz olmadığı için mimarî faaliyetlerde pek fazla kullanılmamıştır. Prokonnessos mermerine Karadeniz’de rastlanılmakla beraber, “Levant” bölgesinde neredeyse tamamen bu mermere rastlanmaktadır18. “Kuzeydoğu Pontus”da ise Elisavetovskoye yerleşimi zamanla en doğudaki ticaretin merkezi olmuştur. Don nehri deltasındaki yerleşim başlarda bir kış kampı niteliğinde M.Ö. 6.yy’da kurulmuş olsa da 5.yy’a gelindiğinde yerleşim süreklilik kazanmış olup, 3.yy’ın başlarında da ticarî önemi zirve yapmıştır.19 Odessa’ ya (Ukrayna’da) yakın olan Tiligul ırmağının ağzındaki Koşari (Kosharskoye) yerleşiminde bulunmuş olan buluntular ışığında, başta Herakleia olmak üzere Kios, Thasos, Sinop ve Kos adası ile ticarî ilişkilerin varlığından söz edilebilmektedir. Söz konusu buluntular arasında kırmızı-figürlü “Amazonomakhia” bezemeli bir “krater” (Resim 4) ve de M.Ö. 4.yy’a tarihlenen bir sarhoş Herakles pişmiş toprak heykelcik bulunmaktadır. Yine Kırım’ın doğu kısmında Heraklea Yarımadası’nda bulunan amforaların Herakleia Pontika, Sinop ve Thasos’dan geldiği tespit edilmiştir. 20 Fanagorya’nın (Phanagoria) 3km kuzeydoğusunda bulunan Kepoi’de Afrodite’nin Hellenistik döneme ait mermer bir heykelbaşı (Resim 5) bulunmuştur.(10.2cm)21 Bu bilgiler ışığında Yunan kolonilerinin, çok uzak coğrafyalara kadar yapmış oldukları ticaretle beraber kültürlerinin etki alanını da genişletmiş olduklarını rahatlıkla görebilmekteyiz. Buna ek olarak, Taman Yarımadası’nda (Taman Peninsula) bilinen en büyük yerleşimlerden biri olan Hermonassa’da yer alan ve Ephesoslu sanatkâr tarafından yapılmış olan ve de Artemis’e adanan tapınakta bronz heykeline ait mermer kaide (Resim 6) bulunmuştur.22 Dolayısıyla, söz konusu ticaret ağı sayesinde sanatçıların eserleri de çok geniş bir coğrafyaya yayılım gösterebilmiştir. Bu ve bunlar gibi arkeolojik buluntuların ışığında Karadeniz’deki ticarî faaliyetlerin hangi merkezlerden yapıldığı hakkında fikirlere sahip olabilmekteyiz. Bunlara birkaç örnek daha vermek gerekirse; APOLLONIA PONTIKA (Sozopol): Bulunan amforaların çoğunun Herakleia Pontika’dan23 ve Thasos’dan (Taşöz) bölgeye gitmiş olduğu düşünülmüştür24. 17 18 19 20 21 22 23 24 Bölgede söz konusu Prokennessos mermerinden oldukça fazla bulunmuştur, Bkz.: John J. Wilkes, “The Roman Danube: An Archaeological Survey”, The Journal of Roman Studies, Vol. 95, 2005, s.173. Levant bölgesi Doğu Akdeniz’e verilen isimdir. Prokonnessos mermerinin Levant’da bulunmasıyla ilgili Bkz.: Ward-Perkins, “The Marble Trade and Its Organisation…”, “a.g.m.”, s. 329. Michail J. Treister - Yuri G. Vinogradov, “Archaeology on the Northern Coast of the Black Sea”, 1993, s.526,553. Bölgede bulunan buluntular arasındaki 100 kadar amfora, Bkz.: Treister-Vingradov, “a.g.m.”, s.550. Treister-Vingradov, “a.g.m.”, s.556. Treister-Vingradov, “a.g.m.”, s.558. Ivo D. Cholakov - Krastyu Chukalev, “Archaeology in Bulgaria”, 2006 season, AJA 112, 2008, s.167. Pia Guldager Bilde, Birgitte Bøgh, Søren Handberg, Jakob Munk Højte, JensNieling, Tatiana Smekalova, Vladimir Stolba, Alexandre Baralis, Iulian Bîrzescu, Diana Gergova,Valetina V. Krapivina, Krassimir Krusteff, Vasilica Lungu and Alexander A. MaslennikovSource: Archaeological Reports, No. 54, (2007–2008), s.119. 132 EFDÂL HARDAL BIZONE (Kavarna): Bulunan amforaların Herakleia Pontika’dan, Thasos’dan, Sinop’dan, Rodos’dan, Knidos’dan ve de Kos’den (İstanköy) gittiği düşünülmüştür25. THEODOSIA (Feodosia): Bulunan 1262 amforanın 700 kadarının Herakleia Pontika’dan, 446’sının ise Sinop’dan gelmiş olduğu düşünülmüştür26. NYMPHAION: Herakleia’dan gelmiş olduğu düşünülen amfora parçaları tespit edilmiştir27. NIKONION: Bölgede bulunan buluntular M.Ö. 4.yy’ın sonuna ve de 3.yy’ın başına tarihlenmekte olup, Attika ve Herakleia’dan ithâl edildikleri düşünülmektedir. Bunun dışında Khersonesos (Harita 3) ve Sinop üretimi olduğu düşünülen buluntular da tespit edilmiştir28. OLBIA: M.Ö. 6.yy’ın ilk yarısında Miletler tarafından kurulmuş olan koloni 4.yy boyunca en parlak dönemini yaşamıştır. Roma döneminde ise bu önem düşüşe geçmiştir. Olbia (Resim 7) Kuzey Karadenizde bulunan ve bugün Ukrayna topraklarında yer alan ve antik dönem için bölgesinde bilinen en önemli merkezlerden biridir. Söz konusu yerleşimde Nikomedia’lı heykeltraşların de izleri bulunmaktadır29. Olbia’da bulunan İyonik kaideler “Küçük Asya” stilinde olup şehrin batı kısmındaki “temenos”larda bulunmaktadır. Bu “temenos”un M.Ö. 2.yy.’a kadar kullanılmış olduğu düşünülmekte olup, Apollo’nun, “Dioscuri”nin (Zeus’un ikiz çocukları Castor ve Pollux), Hermes’in ve Afrodite’nin âbidesel kalıntıları bulunmuştur. Apollo’nun heykelinin kalıntılarının yanısıra, Kibele’nin, yerel kireçtaşı üzerine yapılmış olan kabartmalarının kalıntıları da bulunmuştur30. Olbia aşağı şehirde, Mt. Mithridates kuzeybatı yokuşunda yeralan tapınakta Tanrıça Dithagoia onurlandırılmıştır.31 Söz konusu tanrıçanın hayvanlara ve doğaya hükmedebildiğine ve de yeniden doğumun ve de ölümün timsali olduğuna inanılmıştır. Dithagoia’nın Grek ikonografyasında bir özdeşi olmasa da niteliksel olarak Artemis’e benzetilebilir32. Olbia’daki kompleksde bulunan buluntular arasında Hellenistik döneme ait çanak-çömlekler, amforalar, 25 26 27 28 29 Bilde-et. al., “a.g.m.”, s.122. Bilde et. al., “a.g.m.”, s.143. Bilde et. al., “a.g.m.”, s.143. Michail Yu. Treister, “Archaelogical News From The Northern Pontic Region”, Moscow, 1994, s. 8. Olbia’daki buluntular oldukça zengindir ve nitelikleri dolayısıyla önemlidir. Niklomedia’nın izlerinin görülebildiği (Resim 7) yerleşime ilişki daha fazla bilgi için Bkz.: Ward-Perkins, “The Marble Trade and Its Organisation…”, “a.g.m”., s.329,330,331. 30 (Kybele Anadolu’nun bereket tanrıçasıdır.) Olbia’da bulunan buluntularla ilgili Bkz.: Treister-Vinogradov, a.g.m., s.536. 31 Treister-Vinogradov, a.g.m., s.545. 32 Tanrıça Dithagoia ile ilgili Bkz.: Center for Comparative Studies of Ancient Civilizations, Ancient civilizations from Scythia to Siberia Vol3, Leiden, the Netherlands: E.J. Brill., 1996, s.176,178. 133 ANTİK DÖNEMDE BATI KARADENİZ MERMER TİCARETİ pişmiş toprak kaplar, mermer kaidelerin yanı sıra ayrıca çok yüksek kalitede mermer heykeller de bulunmuştur33. KHERSONESOS: Kuzey Karadeniz’deki Grek koloni-yerleşimlerinde bulunan amforalardaki mühürler üzerinden yola çıkılarak anlaşılabildiği üzere, Rodos’dan Kuzey Pontus’a kadar ulaşan bir ticaret ağının varlığı söz konusudur34. Kırım’ın batı yarımadasında bulunan Khersonesos, modern şehir Sivastopol’un 3km batısında yeralmaktadır. Bu Grek koloni yerleşimi M.Ö. 421 yılında Herakleia Pontika şehri tarafından kurulmuş olup, “Tauris”in yani Kırım Yarımadası’nın en önemli ticaret merkezi olmuştur. Khersonesos Kırım Yarımadası’nın batısında bulunsa da, Pontik Kırım için en önemli merkezlerden biridir. Bunun sebeplerinden en önemlisi tabi ki konumudur. Kırım’ın güneybatısında yeralması sebebiyle güneyden gelen ticaretin Kuzey Karadeniz açısından merkezi olmuştur. Bölgede bulunan buluntuların çoğu Herakleia Pontika’dan ithâldir35 ve bunlar arasında çanak-çömlekler, amforalar, mermerler v.s… bulunmaktadır. Karadenizdeki bazı ticaret merkezlerinden elde edinilmiş ve yukarıda açıklanmış olunan bilgiler ışığında düşünüldüğünde, mermer ticaretini yapılan diğer ticarî faaliyetlerden ayırmak yanlış olacaktır. Neticede bir koloni yerleşiminde yaşamakta olan insanların, günlük hayata dair ihtiyaçlarına tâbi olan unsurların ticareti yapıldığında, bunlara ek olarak mermer ihtiyacı da doğmaktadır. Yerleşimlerin gelişmesi, büyümesi ve o bölgedeki insanların sayısının artmasıyla da, doğal olarak mimarî faaliyetlere olan talep ve ihtiyaç da artmaktadır. Ayrıca inançlara ilişkin olan tapınaklar, tanrı heykelleri, vs… de o bölgedeki insanların manevi ihtiyaçları arasındadırlar. SONUÇ Küçük Asya’dan antik dünyaya deniz taşımacılığıyla ihraç edilen mermerin önemli bir kısmı Nikomedia’dan kontrol edilmekteydi36. Söz konusu epigrafik verilerden ve arkeolojik buluntulardan öğrenildiği üzere, mermer ticaretiyle uğraşan insanlar “Nikomedia’lı” olarak tasvir edilmekteydiler. “Dokimeion, Potamogallenos” v.s… mermerlerinin bir kısmının öncelikle Sakarya (Sangarios) nehri üzerinden Nikomedia’ya getirildiği ve oradan da mermer taşımacılığına özel olan gemiler ile ticaretinin yapıldığı düşünülmektedir. Ayrıca her ne kadar Prokonnessos mermerinin Marmara Adası’ndan doğruca ticaretinin yapıldığı düşünülse de, aslen bu mermerin sevkiyatının kontrolü de Nikomedia’dan sağlanmakta idi37. Söz konusu mermerlerin ticareti perakende olarak bu işle uğraşan “Nikomedia’lı tâcirler” aracılığıyla yapılmaktaydı38. 33 34 35 36 37 38 Bu heykellerin bazıları I.Persiades’in hükümdarlığı dönemindekilerle eşdeğer düzeyde kalitededir ve M.Ö. 4.yy’ın ikinci yarısına ait oldukları düşünülmüştür. Bkz.: Treister-Vinogradov, “a.g.m.”, s.545. Treister-Vinogradov, “a.g.m.”, s.526. Herakleia Pontika’nın, kuzey karadenizdeki en önemli (“Heraclea Peninsula”/Herakleia Yarımadası) kolonilerinden biri olan Khersonesos ile arasındaki ilişkiler, öznel bir monografide de nitelendirilmiştir. Bkz.: Treister-Vinogradov, “a.g.m”., s. 526. Ward-Perkins, “Nicomedia and The Marble…”, “a.g.m.”, s.32, 40, 58, 62. Küçük Asya’dan tüm dünyaya giden söz konusu mermerlerin dağıtım ağına ilişkin organizasyonun Nikomedia’dan idare edilmekte olduğuyla ilgili Bkz.: Ward-Perkins, “Nicomedia and The Marble…”, “a.g.m.”, s. 40, 41. Nakliyatı yapılan şehirlerde mermer bloklarının stoklandığı depolar bulunmakta olup, eldeki verilere göre bu bloklardan bazılarının onlarca yıl sonra işlendiği düşünülmektedir, Bkz.: Ward-Perkins, “Nicomedia and The Marble…”, “a.g.m.”, s. 26. 134 EFDÂL HARDAL Görüldüğü üzere Karadeniz’deki kolonilerin ve Karadeniz ticaretinin başlıca merkezinin Herakleia Pontika olduğuyla ilgili önemli veriler mevcuttur. Bu yöndeki bazı arkeolojik buluntular ile epigrafik verileri yukarıda sizlerle paylaşmış bulunmaktayız. Hâl bu iken, hem Karadeniz’in Anadolu kıyılarındaki yerleşimlerde ve hem de Kuzey Karadeniz’deki Herakleia Pontika merkezli koloni-yerleşimlerinde bulunan seramik, mimarî ve heykel örnekleri göz önünde bulundurulduğunda, Karadeniz açısından söz konusu unsurların nakliyatının deniz yoluyla Herakleia Pontika’dan yapıldığını tespit etmek zor olmayacaktır. Zaten Sakarya nehri üzerinden yapılan mermer nakliyatının Nikomedia’ya kadar olan kısmına ilişkin bir soru işareti bulunmamaktadır. Ne var ki, bana göre söz konusu mermer nakliyatının bir bölümü Sakarya nehri üzerinden Karadeniz’e kadar devam etmekte olup buradan Herakleia Pontika’ya ulaştırılmakta ve sonrasında da Karadeniz’de ticareti yapılmaktaydı. Nikomedia’dan kontol edilen antik mermer ticaretinin Karadeniz’deki dağıtımının bir bölümü Herakleia üerinden yapılıyor olmalıydı. Sakarya üzerinden suyoluyla getirilen mermerin yanı sıra, kara yolu üzerinden de Herakleia’ya, yine Nikomedia kontrolünde mermer nakliyatının yapıldığı söylenebilir. Antik kara ticaret yolları (Harita 1) bakımından elverişli bir noktada bulunan Herakleia’ya bu yollar vasıtasıyla da mermer taşımacılığının yapılmış olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Herakleia Pontika’nın güçlü donanmasıyla Karadeniz siyasi sınırları bakımından ne kadar önemli bir yer tuttuğu zaten bilinmektedir. Deniz ticareti açısından güçlü bir donanmaya sahip olmak elbette başlıca önemli niteliklerdendir. Netice itibariyle, güçlü donanma, güçlü deniz ticareti anlamına gelir. Bu sebepledir ki hem Bithynia, hem de Pontus hep Herakleia Pontika’nın güçlü donanmasını yanlarına çekmeye çalışmıştır. Unutmamak gerekir ki mermer nakliyatı için deniz taşımacılığında kullanılan gemiler, bu iş için özel yapılmış olan öznel gemilerdir39. Güçlü bir donanmaya sahip olan ve Karadeniz’de kolonileri olduğunu bildiğimiz Herakleia Pontika’nın, dizginlenmesi güç olan Karadeniz’i aşabilecek kadar dayanıklı gemilere sahip olduğu ortada olmakla beraber, mermer ticareti için elzem unsur olan bu işe uygun gemilere, bölge açısından Nikomedia ve Herakleia’dan başkalarının sahip olmaları zaten beklenemezdi. Karadeniz kıyısında bu kadar önemli bir koloni merkezi varken ve tüm ticarî unsurlar bakımından önemi âşikarken, denizlerdeki mermer ticareti bakımından Herakleia Pontika’nın önemini görmemek çok büyük yanlış olacaktır. Bu sava ilişkin somut kanıtlar ise, günümüzde devam etmekte olan arkeolojik kazılar dolayısıyla yavaş yavaş su yüzeyine çıkmaya devam etmektedir. 39 Nakliyatı yapılan mermerler, bloklar hâlinde gemilere yüklenmekte olup, bu mermerleri taşıması için özel olarak tasarlanan gemiler kullanılmıştır. Bununla ilgili olarak Bkz.: Ward-Perkins, “The Marble Trade and Its Organisation”, “a.g.m.”, s. 335. 135 ANTİK DÖNEMDE BATI KARADENİZ MERMER TİCARETİ KAYNAKÇA Ailianos, de natura animalium XV 5 = Claudii Aeliani de natura animalium libri XVII, R. Herscheri (ed.), Leipzig 1864. Asheri D., “Über die Frühgeschichte von Herakleia Pontike”, Herakleia Pontike, Forschungen zur Geshichte und Topographie, C.1, Wien, s. 9-34., 1972. Bilde,P.G., et. al., “Archaeology in the Black Sea Region in Classical Antiquity 1993-2007”, Archaeological Reports, No. 54,,s.116, 119, 122, 143, 156., 2007-2008. Burstein S. M., Outpost of Hellenism: The Emergence of Heraclea on the Black Sea, University of California Publications: Classical Studies, Vol. 14, Berkeley, s. 2, 1976. Cholakov,I.D.- Chukalev,K., “Archaeology in Bulgaria”, 2006 season, AJA 112, s. 167., 2008. French D. H., “Vol.3 Milestones Fasc. 3.4 Pontus Et Bithynia (with Northern Galatia)”,British Institute at Ankara, 2013, s.19. Friedland,E.A., “The Roman Marble Sculptures from the North Hall of the East Baths at Gerasa”, American Journal of Archaeology, Vol. 107, No. 3, s. 413, 415, 419., 2003. Center for Comparative Studies of Ancient Civilizations, Ancient civilizations from Scythia to Siberia Vol3, Leiden, the Netherlands: E.J. Brill., s.176,178., 1996. Hasluck,F.W., “The Marmara Islands”, The Journal of Hellenic Studies, Vol. 29, s.12., 1909. Iustinianus, Novellae XVI4, çev. S.P Scott Cincinatti, s. 16., 1932. Öztürk,B., “Herakleia Pontika (Zonguldak-Karadeniz Ereğli) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları ve Tarihsel Sonuçları”, I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi, Sinop, s. 507-514., 06-09 Ekim 2011. Photius, Biblotheca, s.229, ed.Bekker. Stafford, E., Herakles, Abingdon, Oxon; New York : Routledge, 2012. Theodos.,Cod. xi. 28. Treister,M.J.- Vinogradov,Y.G., “Archaeology on the Northern Coast of the Black Sea”, s. 526, 529, 533, 536, 545, 553, 559 1993. Treister,M.Y., “Archaeological news from the northern pontic region”, s.8, 35., 1994. Vitruvius. ii. 8, cf. x. 7. Ward-Perkins,J., “The Marble Trade and Its Organisation: Evidence from Nicomedia”, s. 329, 330, 331, 335., 1980. Ward-Perkins,J., “Nicomedia and The Marble Trade”, s. 26, 30, 32, 40, 50, 58, 62., 1980. Wilkes,J.J., “The Roman Danube: An Archaeological Survey”, The Journal of Roman Studies, Vol. 95, s.173., 2005. 136 EFDÂL HARDAL EKLER Resim 1 Amasra,büyük ihtimâlle Hadrian Bilde et. al., “a.g.m.”, s.156. Resim 2 Odessos’da müzede,muhtemelen Severan Ward-Perkins, “Nikomedia and The Marble…”, “a.g.m.”, Levha XVIII Resim 3 Costanza Müzesi, Prokonnessos mermerinden Tomis atölyesine ait büyük lahit Ward-Perkins, “Nikomedia and The Marble…”, “a.g.m.”, Levha X 137 ANTİK DÖNEMDE BATI KARADENİZ MERMER TİCARETİ Resim 4 Koşari “Amazonomachy” Tilinde “Krater” Treister-Vinogradov “a.g.m.”, s.533. Resim 5 Kepoi, Afrodite başı Treister, “a.g.m.”, s.35. Resim 6 Hermonassa,heykel kaidesi.Treister-Vinogradov, “a.g.m.”, s.559. 138 EFDÂL HARDAL Resim 7 Olbia yukarı şehirde bulunan, M.Ö. 5.yy’ın başına tarihlenmiş olan tapınak buluntuları Treister-Vinogradov, “a.g.m.”, s.536. Harita 1 David H. French, “Vol.3 Milestones Fasc. 3.4 Pontus Et Bithynia (with Northern Galatia)”,British Institute at Ankara, 2013, s.19. 139 ANTİK DÖNEMDE BATI KARADENİZ MERMER TİCARETİ Harita 2 Bilde et. al., “a.g.m.”, s.116. Harita 3 Treister-Vinogradov, “a.g.m.”, s. 522. 140 EMRE EKİN NİKOMEDİA VE TERRİTORYUMU BULUNTULARI IŞIĞINDA BATI KARADENİZ ROMA DÖNEMİ PİŞİRME KAPLARI EMRE EKİN* Antik Bithynia Bölgesi1 (Harita 1), Anadolu ve Trakya arasındaki ticari, kültürel ve siyasi ilişkilerde çok uzun bir süre köprü görevi görmüş bir bölgedir. Antik karayollarının geçiş bölgesinde yer alması, aynı zamanda doğal korunaklı limanı sayesinde ticari ve askeri bakımdan büyük önem kazanmıştır. Başkent Nikomedia’nın kültürel etki alanı, Anadolu’nun önemli kentlerini2 içinde barındıran bölgede, özellikle Hellenistik dönem ve MS 4. yüzyıl Roma İmparatorluğu zamanında, çok geniş sınırlara yayılmıştır. Nikomedia (İzmit) kenti, MÖ 264 yılında Bithynia kralı I. Nikomedes tarafından kurularak, Bithynia Krallığı’nın başkenti yapılmıştır.3 Şehire bu dönemde bir başkente yaraşır şekilde, krallık dışından ünlü mimarlar, mühendisler ve sanatçılar davet edilerek imar edilmiş ve büyük bir görkem kazandırılmıştır. Önemini sürekli arttırarak koruyan Bithynia Bölgesi, Bithynia kralı IV. Nikomedes tarafından MÖ 74 yılında, vasiyet yoluyla Roma’ya miras bırakılmıştır.4 Fakat Bithynia Kralı IV. Nikomedes’in oğlu olduğunu iddia eden bir kişi Roma Senatosu’na miras iptali için başvurmuş fakat sonuç alamamıştır.5 Bunun üzerine, Pontus Kralı Mitridates’e sığınmış ve ondan yardım istemiştir. Roma tarafından bu karışıklığı düzeltmesi için önce Lucullus daha sonra Pompeius Magnus görevlendirilmiştir.6 Yaşanan gelişmelerin ardından yapılan III. Mitridates savaşından galip gelen Roma, Bithynia ve Pontus ile Paphlagonia’nın bir kısmını da içine alan bölgeyi birleştirerek, sınırları Amisos’a kadar uzanan Bithynia-Pontus Eyaletini kurmuştur.7 Nikomedia için önemli bir dönem olan, İmparator Diokletian yönetiminde, imparatorluğun Tetrarşi (dörtlü yönetim) ile yönetildiği8 ve kentin, diğer bölgelerde yer alan dört başkentten biri olduğu görülmektedir (Harita 2).9 Bu dönemde kentte yeniden imar faaliyetlerine girişilmiş ve Nikomedia, Roma İmpara* Yüksek Lisans Öğrencisi. Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji Bölümü, Kocaeli. emrolog@gmail. com Bithynia Bölgesi’nin sınırları, doğu’da Pontus, güneyde Propontis (Marmara Denizi) ve Mysia’nın Olympos Dağı, güneyde Phrygia ve Galatia’ya kadar uzanır; Ayşe Çalık Ross, Antik İzmit Nikomedia, Delta Yayınları, İstanbul, 2007, s. 15. 2 Bu kentlerin en çok bilinenleri; Khalkedon (Kadıköy), Khrysopolis (Üsküdar), Libyssa (Gebze), Kios-Prusias (Gemlik), Apameia (Mudanya), Helenopolis (Yalova), Prusa (Bursa), Kyzikos (Kapıdağ Yarımadası), Adrasteia, Helikore-Nikaia (İznik), Bithynion-Kaludiopolis (Bolu), Dia-Diospolis (Akçakoca), Teion-Tieion-Tion (Filyos-Hisarönü), Herakleia (Ereğli), Otroia (Yenişehir), Doryleion (Eskişehir) olarak sıralanabilirler; Çalık Ross, a.g.e., s. 16; William M. Ramsay, The Historical Geography of Asia Minor, Royal Geographical Society, London, 1890, s. 179. 3 David Magie, Roman Rule in Asia Minor, to the End of Third Century after Christ, Princeton, 1950, s. 1184; Ayşe Çalık Ross, “İzmit’te Arkeoloji ve Yüzey Araştırmaları”, I. Ululararası Kocaeli ve Çevresi Kültür Sempozyumu Bildirileri, Cilt II, Kocaeli, 2006, s. 911. 4 Çalık Ross, a.g.e., s. 67; Mehmet Ali Kaya, “Anadolu’da Roma Eyaletleri: Sınırlar ve Roma Yönetimi”, 5 6 7 8 9 Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 38, Ankara, 2005, s. 14; Henry H. Howord, “The Rise of Gaius Julius Caesar, with an Account of His Early Friends, Enemies, and Rivals: Rise II”, Transactions of the Royal Historical Society, Third Series, Vol. 2, 1908, s. 79. Çalık Ross, a.g.e., s. 67. Çalık Ross, a.g.e., s. 67. Mehmet Ali Kaya, “Anadolu’da Roma Egemenliği ve Pompeius’un Siyasal Düzenlemeleri”, Tarih İncelemeleri Dergisi XIII, İzmir, 1998, s. 165; Magie, a.g.e., s. 1165. Çalık Ross, a.g.e., s. 75. Ramsay, a.g.e., s. 179. 141 NİKOMEDİA VE TERRİTORYUMU BULUNTULARI IŞIĞINDA BATI KARADENİZ ROMA DÖNEMİ PİŞİRME KAPLARI torluğu’nun görkemli bir başkenti haline getirilmiştir.10 Büyük Konstantin’in, Roma İmparatorluğu’nun tek yöneticisi olarak MS 330 yılında Konstantinapolis (İstanbul)’i başkent yapmasıyla,11 kent görkemini kaybetse de körfezi ve karayolları sayesinde stratejik önemini hiçbir zaman yitirmemiştir. Karadeniz ve Marmara Denizi’ne açılan Kocaeli, sahip olduğu doğal korunaklı limanında, günümüzde Türkiye Donanmasını barındırmasıyla askeri açıdan önemini halen korumaktadır. Bu liman antik dönemde de, hem askeri açıdan hem de mallarını güvenle boşaltmak isteyen gemiciler için ticari açıdan oldukça önemliydi.12 Ayrıca Avrupa kıtasını doğuya bağlayan tek karayolu da buradan geçmektedir. Bu nedenledir ki denizde olduğu kadar karada da askeri ve ticari açıdan önemi oldukça büyüktü.13 2005 yılından itibaren, Kocaeli sınırları içerisinde kalan Nikomedia ve çevresinde gerçekleştirilen arkeolojik yüzey araştırmalarında14 antik yol ağı, antik suyolları, birçok nekropol, yerleşimler, çok sayıda mimari parça ile yoğun miktarda seramik parçası tespit edilmiştir. Bu seramikler genel olarak astarlı veya astarsız olup kil renkleri sarı, turuncu, kırmızı, kahverengi ve gri tonları gibi çeşitlilik göstermektedir. Şu ana kadar ele geçen parçalar Tunç Çağı ile Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı Dönemleri’ne aittir. Bu yayın çalışmasında incelenmek üzere, Kocaeli Yüzey Araştırması 2005-2012 yılları çalışmalarında tespit edilen pişirme kaplarına ait parçalardan örnekler seçilmiştir. Tespit edilen parçaların, arkeolojik bir kazıda ele geçmemesi nedeniyle, tarihleme için yayınlanmış eserlerle karşılaştırma yöntemi kullanılmıştır. Mutfak kapları içerisinde yer alan pişirme kapları, günlük yaşamda aktif olarak kullanılmasından dolayı, arkeolojik kazı ve çalışmalarda ele geçen en yoğun seramik grubunu oluştururlar. Bu kaplar, kullanım amacına göre tencere, güveç ve tava olmak üzere üç ana grupta toplanmaktadır.15 Pişirme kaplarının, ısıya karşı dayanıklılığının arttırılması amacıyla, hamuruna kum, kireç, taşçık ve seramik kırıntıları gibi katkı maddeleri eklenmekteydi. Ayrıca, ısı iletimi için ince cidarlı olarak da yapılmaktaydılar.16 Ege ve Akdeniz Bölgesi başta olmak üzere, bu kapların yayılım gösterdiği bazı bölgelerde gerçekleştirilen stratigrafik çalışmalar ile birkaç atölye tespit edilebilmiştir.17 Bu atölyelerin üretimlerinin ticaret ile dağılımı açı10 11 12 13 14 15 16 17 Çalık Ross, a.g.e., s. 910-911; Cornelia A. Noordegraaf, “A Geographical Papyrus”, Mnemosyne, Third Series, Vol. 6, Fas. 3, Brill, 1938, s. 292. Çalık Ross, a.g.e., s. 75. Nikomedia Limanı’nın mermer ticaretindeki yeri için bkz; John Bryan Ward-Perkins, “Nikomedia and Marble Trades”, Papers of the British School at Rome, Vol. 48, Rome, 1980, s. 23-69; John Bryan Ward-Perkins, “The Marble Trade and its Organization: Evidence from Nicomedia”, Memoirs of the American Academy in Rome, Vol. 36, The Seaborne Commerce of Ancient Rome: Studies in Archaeology and History, 1980, s. 325-338. Bölgedeki Roma yolları hakkında bilgi için; David French, Roman Roads and Milestones of Asia Minor, Vol I, BAR, 1981. Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Kurucusu ve Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe ÇALIK ROSS başkanlığında yürütülen “Kocaeli İli ve İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırmaları” 2005 yılında başlatılmış olup Kocaeli sınırları içerisinde halen sürdürülmektedir. Yüzey Araştırması hakkında ilk bulgular 2007 yılında yayınlanmıştır; Çalık Ross, a.g.e. Ulrike Wintermeyer, Die Hellenistische und Frühkaiserzeitliche Gebrauchskeramik, Deutsches Archäologisches Institut, 2004, s. 75-80. Akdeniz Üniversitesi’nden, Prof. Dr. Taner Korkut ve Arş. Gör. Bilsen Ercan tarafından gerçekleştirilen, deneysel bir çalışmanın sonucu bir makale halinde yayınlanmıştır. Araştımacılar, katkı maddelerinin ve cidar kalınlığının, pişirme eyleminde etkili olduğunu kanıtlamışlardır; Taner Korkut- Bilsen Ercan, “Roman Meals and Cooking Ware in Lycia: An Experimental Practice in Archaeology”, Güzel Sanatlar Fakültesi Akdeniz Sanat Dergisi, Antalya, 2008. Atina Agorası, Stobi, Knossos, Anemurium, Ephesos, Didyma, Patara, Phokaia gibi kentlerde, pişirme kapları üzerine yapılan stratigrafik çalışmalar ve analiz sonuçları, yerel üretimler, üretim merkezleri ve kapların yayılım alanı hakkında 142 EMRE EKİN ğa çıkarılmaya başlanmıştır. Ticaret ile sağlanan yayılım alanının genişliği, buluntuların yoğunluğu ve çeşitliliği bu atölyelerin yanı sıra daha birçok atölye olması gerektiğini kanıtlar niteliktedir. İncelenmek üzere seçilen, pişirme kaplarına ait 20 parça, çömlek (tencere), güveç ve tava olmak üzere üç ana başlık halinde değerlendirilmiştir. Bu yayın çalışmasında incelenmek üzere, 9 adet tencere parçası seçilmiştir. Tencereler (Pişirme Çömlekleri) Antik dönemde orijinal adı kthyra18 olduğu belirtilen bu çömlekler su kaynatmak veya bol sulu yemekler için kullanım görmüş ve kullanım amacına uygun olarak derin gövdeli yapılmışlardır.19.Oldukça çeşitli ağız formlarına sahip olan bu kaplar, özellikle Hellenistik Dönem’de genellikle yuvarlak dipli, küresel gövdeli, çift kulplu ve kapaklıdırlar.20 Yuvarlak dipleri sayesinde üçayak gibi bir aletin üstüne rahatlıkla yerleştirilebilirler.21 Hellenistik Dönem’de daha çok küresel gövdeli olan bu kap formlarının Roma Dönemi’nde çeşitlendiği görülmektedir. Yüzey araştırması sırasında ele geçen buluntularda form ve kil renkleri açısından çeşitlilik görülmektedir. Yerel üretimlerin yanı sıra ithal malzeme de yoğun miktarda ele geçmiştir. İlk örneğimizi olan Kat. No. 1’de verilen, dışa dönük ağızlı, kısa boyunlu basit çömleğin benzer örneklerinden, araştırması sırasında iki parça daha tespit edilmiştir. Bu örnekler, form yönünden benzeşmekte fakat ağız çapları 11-20 cm arasında değişmektedir. Kırmızımsı gri (2,5YR 5/1) hamur rengine sahip çömleğin iç ve dış yüzeyi kırmızı renkte (2,5YR 5/6) astarlanmıştır. Diğer parçalarda, kırmızımsı sarıdan koyu kahverengiye kadar kil renkleri değişiklik göstermektedir. Bu formun paralellerine Stobi22, Ephesos23 ve Vigna Barberini’de24 rastlanmaktadır. Kat. No. 2’de yer alan çift kulplu çömlek, dışa dönük, yuvarlatılarak kalınlaştırılmış ağız kısmı keskin bir geçiş yaparak gövdeye bağlanmaktadır. Kırmızı (2,5YR 5/6) hamur rengine sahip olup kireç, mika ve kum 18 19 20 21 22 23 24 bilgiler sunmaktadır. Bu çalışmalar, özellikle yüzey araştırmaları sırasında tespit edilen materyallerin tarihlendirilmesine olanak sağlamaktadır. Bilgi için bkz: Suzan I. Rotroff, Hellenistic Pottery:Plain Wares, The Athenian Agora Vol. XXXIII, The American School of Classical Studies at Athens, Princeton, 2006; Virginia R. Anderson -Stajovanic, Stobi The Hellenistic and Roman Pottery, Princeton University, Princeton, 1992; John W. Hayes, “The Villa Dionysos Excavations, Knossos: The Pottery”, The Annual of the British School at Athens (BSA) No.78, London, 1983, s. 97-169; John W. Hayes, Roman Pottery: Fine-Ware Imports, The Athenian Agora, Vol. 32, The American School of Classical Studies at Athens, 2008; Recep Meriç, Spathellenistisch-römische Keramik und Kleinfunde aus einem Schachtbrunnen am Staatsmarkt in Ephesos, Forschungen in Ephesos IX/3, Wien, 2002; Wintermeyer, a.g.e.,2004; Taner Korkut, “Roma Dönemi Patarası Yemek Pişirme Kapları: Tavalar”, SERES 2007- IV. Uluslararası Katılımlı Seramik Cam, Emaye, Sır ve Boya Semineri, Eskişehir, 2007, s. 431-449; Murat Fırat, “Phokaia Roma Dönemi Mutfak Kapları: Güveç Formu”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 27, Isparta, 2012, s. 153-166. Brian A. Sparkes, “The Greek Kitchen”, Journal of Hellenistic Study, Vol. 82, November 1962, s.130; Sarah P. Morris, “ΛAΣ ANA: A Contrubition to the Ancient Greek Kitchen”, Hesperia, Vol. 54, No.4, The American School of Classical Studies at Athens, 1985, s. 398. Sparkes, “a.g.m.”, s.124. Hayes, bu formdaki kapların Akdeniz Bölgesi’nde oldukça yaygın olduğu belirtmektedir; John W. Hayes, Handbook of Mediterranean Roman Pottery, British Museum Press, London, 1997, s. 76. Sparkes, “a.g.m.”, s. 129. Benzer form MS 2. yüzyıla tarihlenmektedir; Anderson -Stajovanic, a.g.e., s. 136, Pl. 137/1181. Ephesos’da bulunan örnek MS 75- 100 arasında tarihlendirilmiştir; Meriç, a.g.e., s. 115, fig. K747. Vigna Barberini’de bulunan benzer tencere parçası MS 175-210 yıllarına verilmiştir: Giorgio Rizzo, Instrumenta Urbis I, Ceramiche Fini da Mensa, Lucerne Ed Anfore a Roma Nei Primi Due Secoli Dell’Impero, Ecole Française De Rome, Rome, 2003, s. 33, pl. 137/1139. 143 NİKOMEDİA VE TERRİTORYUMU BULUNTULARI IŞIĞINDA BATI KARADENİZ ROMA DÖNEMİ PİŞİRME KAPLARI katkılıdır. İç ve dış yüzey hamur renginde astarlanmıştır. Formun benzer örneklerine Stobi25 ve Sagalassos’ta26 tespit edilmiştir. Yüzey araştırması sırasında ele geçen çift kulplu, dışa dönük ağızlı, kısa boyunlu, grimsi kahverengi (7,5YR 5/2) kil rengine sahip parçanın iç ve dış yüzeyleri hamur renginde astarlıdır (Kat. No. 3). Benzer form grubundan, araştırma sırasında iki parça daha tespit edilmiştir. Kat. No. 3 ile benzeşen parçaların (Kat. No. 4-5) kil rengi kırmızımsı sarı (5YR 6/8), iç ve dış yüzeyi hamur renginde astarlıdır. Kapların ağız çapları 10-16 cm arasında değişmektedir. Parçaların paralelleri Stobi27, Sparta28 ve Trenuthis’ten29 ele geçmiştir. Trenuthis’ten bulunan ve Hayes tarafından incelenen parçanın, Aşağı Nil Vadisi üretimi olabileceği öne sürülmüştür.30 Tencere parçalarına örnek olan (Kat. No. 6), dışa çekik ağızlı, sığ boyunlu parçanın hamuru, kırmızı (2,5YR 5/6) kilden olup kireç ve taşçık katkılıdır. Kabın iç ve dış yüzeyi hamur renginde astarlıdır. Amphipolis’te tespit edilen örnek de Malamidou tarafından ‘Hayes Form 4’ grubu altında değerlendirilmiştir.31 Stobi’deki paralel ise MS 4. yüzyıl sonları- 5. yüzyıla tarihlenmektedir.32 Kat. No. 7’de yer alan, dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı, kısa boyunlu parça koyu kahverengi (7,5YR 5/4) kil rengine sahip olup kireç, mika ve taşçık katkılıdır. İç ve dış yüzey açık kahve (7,5YR 5/8) astarlıdır. St. Stefano Rotondo’da ele geçen benzer parça Atölye 2 de yapılan yerel bir üretim olup MS 4-7. yüzyıllar arasına tarihlenmiştir.33 Knossos34 ve Amphipolis35’te örneklerine rastlanan tencere formu (Kat. No. 8), yuvarlatılmış, düz ağızlı olup gövdeye keskin bir geçiş yapmaktadır. Kil, açık gri (7,5YR 8/2) renkte olup iç ve dış yüzey grimsi kahverengi (7,5YR 5/2) astarlıdır. MS 2. yüzyıla tarihlenen bu form Hayes tarafından ‘Type 2’ grubu altında incelemiştir36. Yüzey araştırmasında tespit edilen başka bir örnek olan Kat. No. 9, dışa dönük ağızlı olup boyuna keskin 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 Erken Roma Dönemi Stobi üretimi olan parça MS 3. yüzyıla tarihlendirilmiş ve Stobi ‘Form 5’ grubu altında incelenmiştir; Anderson- Stajovanic, a.g.e, s. 134, pl. 137/1139. Sagalassos’ta tespit edilen yerel bir atölye olan 2. atölyede üretilmiş olan benzer formların, MS 2. yüzyılın 2. yarısından 6. yüzyıla kadar üretildiği belirtilmiştir; Roland Deegest, The Common Wares of Sagalassos Typology and Cronology, Brepols, 2000, s. 137, typ2E150. Anderson- Stajovanic, a.g.e, s. 141, pl. 146/1259. Sparta’da tespit edilen form MS 5. yüzyıl başlarına tarihlendirilmektedir: Clare Pickersgill- Paul Roberts, “New Light on Roman Sparta: Roman Pottery from the Sparta Theatre and Stoa”, The Annual of the British School at Athens, Vol. 98, British School at Athens, 2003, s. 585, fig. 17/123. Royal Ontorio Müzesi’nde yer alan parça MS 4. yüzyıla verilmiştir: John W. Hayes, Roman Pottery in The Royal Ontario Museum, A Catalogue, Royal Ontorio Museum, Toronto, 1976, s. 41, fig. 197. Hayes, Roman Pottery…, s. 41. Vaitsa Malamidou, Roman Pottery in Context, Fine and Coarse Wares from Five Sites in North-Eastern Greece, BAR 1386, 2005, fig. 105/1494. Anderson- Stajovanic, a.g.e, s. 142, pl. 148/1268. Bu formun örnekleri, Roma, Ostia, Santa Rufina ve Fossa della Crescenza’da da bulunduğu iletilmektedir, bkz; Archer Martin, James Cook, Elizabeth Hahn, Derek Klapecki, Joseph Lilywhite, Paola Palazzo, Stephanie Pryor, Robert Stephan, “A Third-Century Context from S. Stefano Rotondo (Rome)”, Memoirs of the American Academy in Rome, Vol. 53, University of Michigan Press, 2008, s. 244, fig. 58. Hayes, “The Villa Dionysos…, s. 22, fig. 5/61. Malamidou, a.g.e., s.65, fig. 101/1495. Hayes, “The Villa Dionysos…, s. 122. 144 EMRE EKİN bir geçiş yapmaktadır. Kil, koyu gri (5YR 4/1) renkte, iç ve dış yüzey siyah (5YR 2,5/1) renkte astarlanmıştır. Hamur, kireç, mika, kum ve az miktarda taşçık katkılıdır. Formun benzerlerine Saraçhane’de rastlanmakta ve MS 7. yüzyıla tarihlendirilmektedir.37 Bu çalışmada değerlendirilmek üzere, 8 parça güveç formu örneği seçilmiştir. Güveçler Antik dönemde ismi lopas (λοπάς) 38 olan bu kapların daha az sulu yemekler, bol yağlı kızartmalar ve soslar için kullanıldığı düşünülmektedir. Erken örnekleri, yayvan ve oval hatlı olan güveçler Hellenistik Dönem’de daha derin ve keskin hatlı formlara dönüşmüşlerdir. Nikomedia’da tespit edilen parçaların, ağız formları çeşitlilik gösterirken genellikle derin gövdeye sahip oldukları anlaşılmıştır. Nikomedia üretimi olan bu kapların yanısıra çok miktarda ithal malzeme de ele geçmiştir. Özellikle, “Eastern Coarse Ware” veya “Aegean Cooking Ware” 39 olarak bilinen kap tipleri yoğun olarak ele geçen ithal kaplar arasındadır. Olasılıkla yerel bir üretim olan Kat. No. 10, dışa uzatılmış, düz ağızlı güveç kap parçasının paralellerine Ephesos’da40 rastlanmaktadır. Kırmızı (10R 5/8) kil rengine sahip olan kabın iç ve dış yüzeyi koyu kırmızımsı gri renkte (10R 3/1) astarlanmıştır. Hamur, kireç ve mika katkılıdır. Ephesos örneği MS 1-2. yüzyıla tarihlenmektedir.41 Kat. No. 11, dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı bu güveç formunun benzerleri Stobi42 ve Ephesos’da43 ele geçmiştir. Turuncu (5YR 7/8) kil rengine sahip olan parçanın iç yüzeyi hamur renginde, dış yüzeyi koyu kırmızımsı kahverengi (5YR 3/3) renkte astarlıdır. Bu güveç formunun Stobi’deki paraleli MÖ 1 - MS 1. yüzyıl, Ephesos örneği ise MS 2. yüzyıla tarihlendirilmiştir.44 Kat. No. 11’in bir benzeri olan Kat. No. 12’de değerlendirilen parça, daha kalın cidarlı olarak üretilmiştir. Dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı örneğin benzer bir formuna Knossos’ta45 rastlanmış ve MS 4- 5. yüzyıla verilmiştir. Açık gri (5Y 8/1) kil rengine sahip parçanın iç ve dış yüzeyi sarımsı turuncu (10YR 8/8) astarlıdır. Kat. No. 11’e ağız formu olarak benzeyen Kat. No. 13, daha dar bir ağza ve daha dik bir gövdeye sahiptir. Gövdede birçok derin yiv mevcuttur. Dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı parça pembe hamurlu (7,5YR 7/4), kireç, mika ve taşçık katkılıdır. İç ve dış yüzey hamur renginde astarlıdır. Bu parçanın benzer formu Durrës’te 37 38 39 40 41 42 43 44 45 R. Martin Harrison- Nezih Fıratlı, John W. Hayes, “Excavations at Saraçhane in Istanbul: Fifth Preliminary Report with a Contrubition on a Seventh-Century Pottery Group”, Dumbarton Oaks Papers, Vol. 22, Harvard University, 1968, s.214, fig. 108. Fırat, «a.g.m.», s. 154; Darell A. Amyx, “The Attic Stelai: Part III. Vases and Other Containers”, Hesperia, Vol. 27, No.3, The American School of Classical Studies at Athens, 1958, s. 197, dn.74; Sparkes, “a.g.m.”, s. 130; Bu kapların üretim yerlerinin Ege olduğu düşünülmektedir. Bu kap formları hakkında bilgi almak için bkz; M. Jurisic, Ancient Shipwrecks of the Adriatic. Maritime Transport during the First and Second Centuries AD, British Archaeological Reports (BAR) 828, Archaeopress, Oxford, 2000; Janka Isteniĉ- Gerwulf Schneider, “Aegean Cooking Ware in the Eastern Adriatic”, Rei Cretariae Romanae Favtorvm (RCRF) Acta 36, 2000. Verena Gassner, Das Südtor der Tetragonos-Agora, Keramik und Kleinfunde, Forschungen in Ephesos XIII/1/1, Wien, 1997, taf. 57/714; Meriç, a.g.e., fig. K651. Gassner, a.g.e., s. 174; Meriç, a.g.e., s. 105. Anderson- Stajovanic, a.g.e, fig. 1152. Gassner, a.g.e., taf. 59/746; Meriç, a.g.e., fig. K648-K648a. Anderson- Stajovanic, a.g.e, s. 135; Gassner, a.g.e., s. 179; Meriç, a.g.e., s. 105. Hayes, “The Villa Dionysos…, s. 98, fig. 126. 145 NİKOMEDİA VE TERRİTORYUMU BULUNTULARI IŞIĞINDA BATI KARADENİZ ROMA DÖNEMİ PİŞİRME KAPLARI ele geçmiş ve üretim tarihi MS 5- 6. yüzyıl olarak belirlenmiştir.46 Kat. No. 14’de verilen parça, dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı, kırmızımsı sarı (5YR 6/6) kil rengine sahip, hamur kireç ve yoğun taşçık katkılıdır. İç ve dış yüzey hamur renginde astarlıdır. Parça formunun benzer örnekleri Knossos, İtalya ve Durrës’te tespit edilmiş ve Geç Roma Dönemi’ne tarihlendirilmektedir.47 Ege üretimi olduğu düşünülen, Akdeniz’den Adriyatik’e kadar geniş yayılım gösteren MS 1- 3. yüzyıla ait kaplar48 Nikomedia ve çevresinde de ele geçmiştir (Kat. No. 15-16-17). Büyük miktarda tespit ettiğimiz bu parçaların kap formları geniş ölçüde benzerlik göstermektedirler. Ağız çapları 16-22 cm arasında değişen güveç kaplarının ağız kısmı derin gövdeye keskin bir geçişle bağlanmaktadırlar. Ağız formları kapaklı kullanımlar için uygundur. Hamur renkleri griden kırmızı tonlarına kadar çeşitlilik göstermekte olup kireç ve kum katkılıdır. Coğrafi dağılımı Ege, Akdeniz ve Adriyatik Kıyılarında görülen bu kapların Bithynia ve Pontus Bölgesi’nde de kullanım gördüğü ele geçen örneklerle anlaşılmaktadır. Üretim yerleri henüz tespit edilemeyen bu kapların, orijinlerinin tam olarak belirlenebilmesi için çalışmaların genişletilmesi gerekmektedir. Bu çalışmada incelenmek üzere, 3 parça tava formu örneği seçilmiştir. Tavalar Hellenistik Dönemde tagenon latincede frixorium olarak adlandırılan bu kaplar kızartma işlemi için kullanılmaktadır.49 Gövdeleri derin olmayan, geniş ağızlı tava formları Patara kazılarında yoğun miktarda ele geçmiştir. Tespit edilen bu formun karakteristik özelliği olarak spiral kulplar belirtilmiştir. Nikomedia ve çevresinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında bu formdan çok az miktarda ele geçmiştir. Bunun yanı sıra çalışmalar sırasında aynı form grubundan farklı boyutlardan çok sayıda tava parçası tespit edilmiştir. Bu form örneğinden 3 parça bu çalışmaya alınmıştır (Kat. No. 18-19-20). Tam form veren tek parça gözlemlenmiştir (Kat. No. 18). İçindekinin dökülmemesi amacıyla içe döndürülmüş ağız kısmı uzun, kalın, düz veya eğimli bir çıkıntı ile küresel çok da derin olmayan gövdeye bağlanmaktadır. Gövdelerinde çok sayıda derin yivler mevcut olup düz diplidirler. Parçalara bakıldığında kahverengi tonlarında kil kullanıldığı görülmektedir. Parçaların hamurları kireç ve taşçık katkılıdır. Yüzeyler kahverengi ve siyah tonlarında astarlanmış olup kullanım kaynaklı yanık izleri mevcuttur. Benzer formların ele geçtiği Parion’da yapılan incelemelerde, erken örneklerinin MS 3. yüzyıla ait olduğu tespit edilen bu kap formlarının zamanla iki kademeli olan ağız kısmının sivrildiği, çıkıntının düzleştiği ve gövdenin yükseldiği belirlenmiştir.50 Ege kapları içinde de değerlendirilen bu formun yayılım alanı oldukça geniştir. MS 3- 5. yüzyıllar arasına tarihlenen bu formun benzer örneklerine Knossos, Thasos, Korinth, Didyma, Ephesos, Parion ve Nerezine açıklarındaki Adriyatik batıklarında ele geçmiştir.51 46 47 48 49 50 51 Brikena Shkodra, “Ceramics from Late Roman Context in Durrës”, The Annual of the British School at Athens, Vol. 101, British School at Athens, 2006, s. 448, fig. 11/61. Knossos’ta ele geçen örnek 4-5. yüzyıla tarihlenmektedir; John N. Coldstream, Eiring L. J., Forster, G., Knossos Pottery Handbook: Greek and Roman, British School at Athens Studies 7, British School at Athens, 2001, s. 158, fig. 4.11/g. İtalya’da bulunan benzer örnek Antoninler Dönemi’ne tarihlenmiştir; Rizzo, a.g.e., s. 61, Tav. XIV/42. Durrës’te bulunan parça ise Geç Roma Dönemi’ne tarihlenmiştir; Shkodra, “a.g.m”, s. 446, fig. 11/62. Isteniĉ- Schneider, “a.g.m.”, 341-348; Jurisic, a.g.e., s. 35. Patara kazılarında bulunan bu tip kaplar stratigrafik olarak detaylı bir şekilde çalışılmıştır. Hakkında detaylı bilgi için bkz; Korkut, “Roma Dönemi Patarası…, s. 431-449. Cevat Başaran- H. Ertuğ Ergürer, “Parion Odeion’u (Bouleuterion?) 2010 çalışmaları ve Odeion’da bulunan Seramikler”, Olba XX, 2012, s. 267. Knossos’da ele geçen MS 4.-5. yüzyıla tarihlenen örnek; L. H. Sackett, K. Branigan, P.J. Callaghan, H. W. Catling,, E.A. Catling, J.N. Coldstream, R.A Higgins., M.R. Popham, J. Price, M.J. Price, G.B. Waywell, Knossos: From Greek City to Roman Colony. Excavations at the Unexplored Mansion II Text and Plates, The British School at Athens Vol. 21, British School at Athens, 1992, s. 252, fig. 67; Thasos buluntu için bkz; Malamidou, a.g.e., s. 65, fig. 98; Korinth’te belirlenen 146 EMRE EKİN SONUÇ Kocaeli ve çevresinde 2005-2012 yılları arasında yapılan yüzey araştırması sırasında ele geçen pişirme kaplarının, yerel üretimlerin yanı sıra farklı bölgelerden ithal edilmesi, dönemsel farklılıkları barındırması ve kullanım amaçlarına uygun olarak yapılması nedeniyle form yönünden oldukça çeşitlilik göstermektedir. Form farlılıklarıyla birlikte, kil renginde gri, sarı, kahverengi ve kırmızı gibi renk çeşitliliği de bu kapların ticarette yoğun kullanıldığının başka bir kanıtı olmalıdır. Bölgede yapılan yüzey araştırmalarında henüz bu renk farklılığını açıklayabilecek kil yatakları tespit edilememiştir. Çalışmalar sırasında tespit ettiğimiz pişirme kaplarına ait parçaların arasında Ege Bölgesi, İtalya ve Mısır üretimi malzemelerin varlığı da anlaşılmıştır. Varılan sonuçlar ile Batı Karadeniz Bölgesi’nin, özellikle MS 3- 5. yüzyıllar arasında, antik dönem ticaretinde aktif rol oynadığı sonucuna varılmıştır. Bu bölgenin, yüzyıllar boyu Bithynia Krallığı’na, Bithynia-Pontus ve sonrasında Bithynia Eyaleti’ne ve de Roma İmparatorluğu’na başkentlik yapan Nikomedia ile kültürel bir geçiş alanı olan bu bölgede gerçekleştirilecek olan bilimsel çalışmalar, bölgenin antik çağ tarihini aydınlatma ve arkeoloji dünyasındaki eksiklikleri tamamlamak açısından büyük önem taşımaktadır. Nikomedia ve çevresindeki yüzey araştırmasında tespit edilen seramiklerin toplu olarak değerlendirilmesi ve aynı zamanda üretim yerlerinin tespit edilmesi amacıyla gereken analizlerin yapılması için çalışmalar halen devam etmektedir. Nikomedia ve çevresinde belirlenecek atölyeler ve bunların ürettiği materyallerin belirlenmesiyle, üretimlerin coğrafi dağılımı da belirlenmesinin yanı sıra Batı Karadeniz Bölgesi’nin antik dönemdeki tarihine ve dünya coğrafyası üzerindeki önemine ışık tutulacaktır. Katalog 1 Şekil 1/1. Dışa dönük ağızlı pişirme çömleği ağız ve gövde parçası Hamur, (2,5YR 5/1) kırmızımsı gri renkte, kireç ve mika katkılı, sık dokuludur. İç ve dış astar (2,5YR 5/6) kırmızı renktedir. AR: 11 cm, h: 2,8 cm, c: 0,4 cm’dir. Tarih: MS 1. yüzyıl sonu- MS 3. yüzyıl başları 2 Şekil 1/2. Dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı pişirme çömleği ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, (2,5YR 5/6) kırmızı renkte, kireç, kum ve mika katkılı, sık dokuludur. İç ve dış astar hamur rengindedir. AR: 16 cm, h: 1,3 cm, c: 0,3 cm’dir. Tarih: MS 2- 6. yüzyıl 3 Şekil 1/3. Hafif dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı, çift kulplu pişirme çömleği ağız, gövde ve kulp parçasıdır. Hamur, (7,5YR 5/2) grimsi kahverengi, kum ve taşçık katkılı, sık dokuludur. İç ve dış astar hamur rengindedir. AR: 10 cm, h: 1,9 cm, c: 0,5 cm’dir. Tarih: MS 4. yüzyıl 4 Şekil 1/4. Hafif dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı, pişirme çömleği ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, (5YR MS 4. yüzyılın 2. yarısına tarihlenen örnek için bkz; Kathleen W. Slane, The Sanctuary of Demeter and Kore, The Roman Pottery and Lamps, Corith Vol. XVIII, Part I-II, The American School of Classical Studies at Athens, Princeton, 1990, s. 79, fig. 16/167; Didyma’da bulunan ve MS 3- 4. yüzyıla tarihlenen parça için bkz: Wintermeyer, a.g.e., s. 96, fig. 731/ typ P3.15; Ephesos’da MS 5. yüzyıla ait örnek için bkz: Gassner, a.g.e., s. 177, taf. 58/738; Parion MS 4- 5. yüzyıla tarihlenen buluntular için bkz: Başaran- Ergürer, “a.g.m.”, s. 266-268, fig. 39-42. 147 NİKOMEDİA VE TERRİTORYUMU BULUNTULARI IŞIĞINDA BATI KARADENİZ ROMA DÖNEMİ PİŞİRME KAPLARI 6/8) kırmızımsı sarı renkte, kireç ve taşçık katkılı, sık dokuludur. İç ve dış astar hamur rengindedir. AR: 15 cm, h: 1,8 cm, c: 0,8 cm’dir. Tarih: MS 4- 5. yüzyıl 5 Hafif dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı, pişirme çömleği ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, (5YR 6/8) kırmızımsı sarı renkte, kireç, mika ve taşçık katkılı, sık dokuludur. İç ve dış astar hamur rengindedir. AR: 16 cm, h: 1,6 cm, c: 0,6 cm’dir. Tarih: MS 4- 5. yüzyıl 6 Şekil 1/6. Hafif dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı, pişirme çömleği ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, (2,5YR 5/6) kırmızı renkte, kireç ve taşçık katkılı, sık dokuludur. İç ve dış astar hamur rengindedir. AR: 17 cm, h: 4,1 cm, c: 1,3 cm’dir. Tarih: MS 4. yüzyıl sonları- 5. yüzyıl 7 Şekil 2/7. Hafif dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı, pişirme çömleği ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, (7,5YR 5/4) koyu kahverengi renkte, kireç, mika ve taşçık katkılı, sık dokuludur. İç ve dış astar (7,5YR 5/8) açık kahverengidir. AR: 10 cm, h: 2,1 cm, c: 0,6 cm’dir. Tarih: MS 4- 7. yüzyıl 8 Şekil 2/8. Yuvarlatılmış düz ağızlı, pişirme çömleği ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, (7,5YR 8/2) açık gri renkte, kireç, mika ve taşçık katkılı, sık dokuludur. İç ve dış astar (7,5YR 5/2) grimsi kahverengidir. AR: 26 cm, h: 2,5 cm, c: 0,7 cm’dir. Tarih: MS 5- 7. yüzyıl 9 Şekil 2/9. Dışa dönük ağızlı, pişirme çömleği ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, (5YR 4/1) koyu gri renkte, kireç, mika, kum ve az miktarda taşcık katkılı, sık dokuludur. İç astar hamur renginde, dış astar (5YR 2,5/1) siyah renktedir. AR: 16 cm, h: 4,8 cm, c: 0,4 cm’dir. Tarih: MS 7. yüzyıl 10 Şekil 2/10. Dışa uzatılmış düz ağızlı, güveç ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, kırmızı (10YR 5/8), iç astar hamur renginde ve dış yüzey kırmızımsı gri (10R 3/1) astarlıdır. AR: 16 cm, h: 2,8 cm, c: 0,4 cm. Tarih: MS 1- 2. yüzyıl 11 Şekil 2/11. Dışa dönük düz ağızlı, güveç ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, turuncu (5YR 7/8), iç yüzey hamur renginde, dış yüzey koyu kırmızımsı kahverengi (5YR 3/3) astarlıdır. AR: 22 cm, h: 3 cm, c: 0,4 cm. Tarih: MÖ 1- MS 2. yüzyıl 12 Şekil 2/12. Dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı, güveç ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, açık gri (5YR 8/1), iç ve dış yüzey sarımsı turuncu (10YR 8/8) astarlıdır. AR: 19 cm, h: 3 cm, c: 0,5 cm. Tarih: MS 4- 5. yüzyıl 148 EMRE EKİN 13 Şekil 2/13. Dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı, güveç ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, pembe (7,5YR 7/4), iç ve dış yüzey hamur renginde astarlıdır. AR: 13 cm, h: 6 cm, c: 0,5 cm. Tarih: MS 5- 6. yüzyıl 14 Şekil 3/14. Dışa dönük yuvarlatılmış ağızlı, güveç ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, kırmızımsı sarı (5YR 6/6), iç ve dış yüzey hamur renginde astarlıdır. AR: 25 cm, h: 2 cm, c: 0,9 cm. Tarih: MS 4- 5. yüzyıl 15 Şekil 3/15. Dışa dönük ağızlı, güveç ağız, kulp ve gövde parçasıdır. Hamur, kırmızımsı kahverengi (2,5YR 4/3), iç astar hamur renginde ve dış yüzey koyu gri (5YR 4/1) renkte astarlanmıştır. AR: 20 cm, h: 5,4 cm, c: 0,3 cm. Tarih: MS 1.-3. yüzyıl 16 Şekil 3/16. Dışa dönük ağızlı, güveç, ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, kırmızı (2,5YR 4/3), iç astar hamur renginde ve dış yüzey gri (5YR 6/1) renktedir. AR: 21 cm, h: 4,5 cm, c: 0,5 cm. Tarih: MS 1- 3. yüzyıl 17 Şekil 3/17. Dışa dönük ağızlı, güveç, ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, kırmızımsı kahverengi (5YR 5/4), iç astar hamur renginde ve dış yüzey koyu gri (10YR 4/1) renktedir. AR: 19 cm, h: 4,6 cm, c: 0,6 cm. Tarih: MS 1- 3. yüzyıl 18 Şekil 4/18. İçe dönük ağızlı, tava ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, kahverengi (7,5YR 6/3), iç ve dış yüzey kahverengimsi siyah (7,5YR 3/2) astarlıdır. AR: 14 cm, h: 3,3 cm, c: 0,6 cm. Tarih: MS 3- 5. yüzyıl 19 Şekil 4/19. İçe dönük ağızlı, tava ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, kahverengi (7,5YR 4/4), iç ve dış yüzey kahverengimsi siyah (7,5YR 3/2) astarlıdır. AR: 16 cm, h: 4,5 cm, c: 0,6 cm. Tarih: MS 3- 5. yüzyıl 20 Şekil 4/20. İçe dönük ağızlı, tava ağız ve gövde parçasıdır. Hamur, koyu sarı kahverengi (10YR 5/4), iç ve dış yüzey hamur renginde astarlıdır. AR: 16 cm, h: 3 cm, c: 0,9 cm. Tarih: MS 3- 5. Yüzyıl 149 NİKOMEDİA VE TERRİTORYUMU BULUNTULARI IŞIĞINDA BATI KARADENİZ ROMA DÖNEMİ PİŞİRME KAPLARI KAYNAKÇA AMYX, Darell A., “The Attic Stelai: Part III. Vases and Other Containers”, Hesperia, Vol. 27, No.3, The American School of Classical Studies at Athens, 1958, s. 163-254. ANDERSON-STAJOVANİC, Virginia R., Stobi The Hellenistic and Roman Pottery, Princeton University, Princeton, 1992. BAŞARAN, Cevat, ERGÜRER, H. Ertuğ, “Parion Odeion’u (Bouleuterion?) 2010 çalışmaları ve Odeion’da bulunan Seramikler”, Olba XX, 2012, s. 245-289. COLDSTREAM, John N., Eiring L. J., Forster, G., Knossos Pottery Handbook: Greek and Roman, British School at Athens Studies 7, British School at Athens, 2001. ÇALIK ROSS, Ayşe, “İzmit’te Arkeoloji ve Yüzey Araştırmaları”, I. Uluslararası Kocaeli ve Çevresi Kültür Sempozyumu Bildirileri, Cilt II, Kocaeli, 2006, s. 909-922. ÇALIK ROSS, Ayşe, Antik İzmit Nikomedia, Delta Yayınları, İstanbul, 2007. DEEGEST, Roland, The Common Wares of Sagalassos Typology and Cronology, Brepols, 2000. FRENCH, David, Roman Roads and Milestones of Asia Minor, Vol I, British Archaeological Reports (BAR), 1981. FIRAT, Murat, “Phokaia Roma Dönemi Mutfak Kapları: Güveç Formu”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:27, Isparta, 2012, s. 153-166. GASSNER, Verena, Das Südtor der Tetragonos-Agora, Keramik und Kleinfunde, Forschungen in Ephesos XIII/1/1, Wien, 1997. HARRISON, R. Martin, FIRATLI, Nezih, HAYES, John W., “Excavations at Saraçhane in Istanbul: Fifth Preliminary Report, with a Contrubition on a Seventh-Century Pottery Group”, Dumbarton Oaks Papers, Vol. 22, Harvard University, 1968, s. 195-216. HAYES, John W., “The Villa Dionysos Excavations, Knossos: The Pottery”, The Annual of the British School at Athens (BSA) No.78, London, 1983, s. 97-169. HAYES, John W., Handbook of Mediterranean Roman Pottery, British Museum Press, London, 1997. HAYES, John W., Roman Pottery in The Royal Ontario Museum, A Catalogue, Royal Ontorio Museum, Toronto, 1976. HAYES, John W., Roman Pottery: Fine-Ware Imports, The Athenian Agora, Vol. 32, The American School of Classical Studies at Athens, 2008. HOWORD, Henry H., “The Rise of Gaius Julius Caesar, with an Account of His Early Friends, Enemies, and Rivals: Rise II”, Transactions of the Royal Historical Society, Third Series, Vol. 2, 1908, s. 51-128. ISTENIĈ, Janka, SCHNEIDER, Gerwulf, “Aegean Cooking Ware in the Eastern Adriatic”, Rei Cretariae Romanae Favtorvm (RCRF) Acta 36, 2000, s. 341-348. 150 EMRE EKİN JURISIC, M., Ancient Shipwrecks of the Adriatic. Maritime Transport during theFirst and Second Centuries AD, British Archaeological Reports (BAR) 828, Archaeopress, Oxford, 2000. KAYA, Mehmet Ali, “Anadolu’da Roma Eyaletleri: Sınırlar ve Roma Yönetimi”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 38, Ankara, 2005, s. 11-30. KAYA, Mehmet Ali, “Anadolu’da Roma Egemenliği ve Pompeius’un Siyasal Düzenlemeleri”, Tarih İncelemeleri Dergisi XIII, İzmir, 1998, s. 163-173. KORKUT, Taner, ERCAN, Bilsen, “Roman Meals and Cooking Ware in Lycia: An Experimental Practice in Archaeology”, Güzel Sanatlar Fakültesi Akdeniz Sanat Dergisi, Antalya, 2008, s. 95-106. KORKUT, Taner, “Roma Dönemi Patarası Yemek Pişirme Kapları: Tavalar”, SERES 2007- IV. Uluslararası Katılımlı Seramik Cam, Emaye, Sır ve Boya Semineri, Eskişehir, 2007, s. 431-449. MAGIE, David, Roman Rule in Asia Minor, to the End of Third Century after Christ, Princeton, 1950. MALAMIDOU, Vaitsa, Roman Pottery in Context, Fine and Coarse Wares from Five Sites in North-Eastern Greece, BAR 1386, 2005. MARTIN, Archer, COOK, James, HAHN, Elizabeth, KLAPECKI, Derek, LILYWHITE, Joseph, PALAZZO, Paola, PRYOR, Stephanie, STEPHAN, Robert, “A Third-Century Context from S. Stefano Rotondo (Rome)”, Memoirs of the American Academy in Rome, Vol. 53, University of Michigan Press, 2008, s. 215-270. MERİÇ, Recep, Spathellenistisch-römische Keramik und Kleinfunde aus einem Schachtbrunnen am Staatsmarkt in Ephesos, Forschungen in Ephesos IX/3, Wien, 2002. MORRIS, Sarah P., ΛAΣ ANA: A Contrubition to the Ancient Greek Kitchen”, Hesperia, Vol. 54, No.4, The American School of Classical Studies at Athens, 1985, s. 393-409. NOORDEGRAAF, Cornelia A., “A Geographical Papyrus”, Mnemosyne, Third Series, Vol. 6, Fas. 3, Brill, 1938, s. 273-310. PICKERSGILL, Clare- ROBERTS, Paul, “New Light on Roman Sparta: Roman Pottery from the Sparta Theatre and Stoa”, The Annual of the British School at Athens, Vol. 98, British School at Athens, s. 549-597. RAMSAY, William M., The Historical Geography of Asia Minor, Royal Geographical Society, London, 1890. RIZZO, Giorgio, Instrumenta Urbis I, Ceramiche Fini da Mensa, Lucerne Ed Anfore a Roma Nei Primi Due Secoli Dell’Impero, Ecole Française De Rome, Rome, 2003. ROTROFF, Suzan I., Hellenistic Pottery:Plain Wares, The Athenian Agora Vol. XXXIII, The American School of Classical Studies at Athens, Princeton, 2006. SACKETT, L. H., BRANIGAN, K., CALLAGHAN, P.J., CATLING, H. W., CATLING, E.A., COLDSTREAM, J.N., HIGGINS, R.A., POPHAM, M.R., PRICE, J., PRICE, M.J., WAYWELL, G.B., Knossos: From Greek City to Roman Colony. Excavations at the Unexplored Mansion II Text and Plates, The British School at Athens Vol. 21, British School at Athens, 1992. 151 NİKOMEDİA VE TERRİTORYUMU BULUNTULARI IŞIĞINDA BATI KARADENİZ ROMA DÖNEMİ PİŞİRME KAPLARI SHKODRA, Brikena, “Ceramics from Late Roman Context in Durrës”, The Annual of the British School at Athens, Vol. 101, British School at Athens, 2006, s. 427-457. SLANE, Kathleen W., The Sanctuary of Demeter and Kore, The Roman Pottery and Lamps, Corith Vol. XVIII, Part II, The American School of Classical Studies at Athens, Princeton, 1990. SPARKES, Brian A., “The Greek Kitchen”, Journal of Hellenistic Study, Vol. 82, November 1962, s.121-137. WARD-PERKINS, John Bryan, “Nikomedia and Marble Trades”, Papers of the British School at Rome, Vol. 48, Rome, 1980, s. 23-69. WARD-PERKINS, John Bryan, “The Marble Trade and its Organization: Evidence from Nicomedia”, Memoirs of the American Academy in Rome, Vol. 36, The Seaborne Commerce of Ancient Rome: Studies in Archaeology and History, 1980, s. 325-338. WINTERMEYER, Ulrike, Die Hellenistische und Frühkaiserzeitliche Gebrauchskeramik, Deutsches Archäologisches Institut, 2004. 152 EMRE EKİN EKLER Harita 1: Bithynia Bölgesi Haritası (Çalık Ross, a.g.e., s. 17). Harita 1: Roma İmparatoru Diokletian tarafından yapılan yönetim (Tetrarşi) düzeni (CPG). Şekil 1: Nikomedia ve Territoryumunda tespit edilen tencere (pişirme çömleği) formu örnekleri. 153 NİKOMEDİA VE TERRİTORYUMU BULUNTULARI IŞIĞINDA BATI KARADENİZ ROMA DÖNEMİ PİŞİRME KAPLARI Şekil 2: Nikomedia ve Territoryumunda tespit edilen tencere ve güveç formu örnekleri. Şekil 3: Nikomedia ve Territoryumunda tespit edilen Ege güveç formu örnekleri. Şekil 4: Nikomedia ve Territoryumunda tespit edilen tava formu örnekleri. 154 ONUR GİRGİN KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ ONUR GİRGİN* Giriş İzmit Körfezi›nin kuzeyinde, Karadeniz kıyısında kurulmuş olan ve antik dönemde Kalpe, Kentri1 gibi yerleşimleri içinde barındıran Kocaeli’nin Kandıra İlçesi’nde yapılan Kocaeli İli ve İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırmaları2 esnasında, çok sayıda yazıtlı ve yazıtsız lahit parçasının yanı sıra bir kısmı devşirilerek kullanılan3 büyük bir bölümü ise atıl durumda bulunan 31 adet Roma ve Bizans dönemlerine ait mimari parça tespit edilmiştir.4 Kandıra sınırları içerisinde saptanan sütun parçaları, sütun kaideleri, sütun başlıkları, arşitrav parçaları, templon payeleri, korkuluk levha parçaları, bezemeli blok taşlar ve çifte sütun gibi çeşitlilik gösteren mimari parçalar farklı dönemlerin farklı yapılarına ilişkin bilgiler sunmaktadır. Ayrıca arkeolojik tahribatın son derece fazla olduğu Kandıra İlçesi’nde, her şeye karşın bu denli çeşitli materyalin tespit edilebilmiş olması bölgenin Roma ve Bizans dönemlerinde azımsanamayacak ölçüde yerleşim görmüş olduğunu göstermektedir. Esasen bu durum Kandıra’nın, Hellenistik Dönem’de MÖ 264 yılında I. Nikomedes5 tarafından kurulan, jeopolitik, ticari ve askeri açıdan yolların kavşak noktasında6 olması itibarıyla son derece mühim bir kent olan Nikomedia’nın territoryumunda bulunması sebebiyle hiç de şaşırtıcı değildir. Özellikle Diokletianus’un imparator ilan edildiği MS 2847 yılından başlayarak İmparator Konstantinus›un MS 330 yılında Konstantinopolis şehrini kurmasına kadar olan süreçte Roma İmparatorluk tarihi boyunca en görkemli günlerini yaşayan Nikomedia8, kendisine yakın yerleşimleri dolaylı yoldan da kültürel etkisi altına almıştır. * Yüksek Lisans Öğrencisi. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected] Kentri kelimesinin, κέντρο (merkez) kelimesiyle ilişkilendirilmesi için bakınız; Özhan Öztürk, Pontus: Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi, Genesis Kitap, Ankara, 2011, s. 218. 2 “Kocaeli İli ve İlçeleri Yüzey Araştırmaları” 2005 yılından itibaren Kocaeli Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ayşe Çalık Ross başkanlığında sürdürülmektedir. 3 Türkiye›nin hemen her yerinde devşirme malzeme olarak tekrar kullanım gören, mimari plastik alanında nitelikli eserler üretmiş Roma ve Bizans uygarlıklarına ait olan bu eserler genellikle hazır malzeme kullanımı gibi ekonomik nedenlerle kullanılmış ve kullanılmaktadır. Bu konuda detaylı bir çalışma; Nermin Şaman Doğan- Turgay Yazar, «Ortaçağ Anadolu Türk Mimarisinde Devşirme Malzeme Kullanımı», Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt. 24, Sayı 1, 2007, s. 209-230. 4 2006 yılında Kocaeli İli ve İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırmaları kapsamında, Kandıra’da yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarıyla ilgili daha fazla bilgi için bkz; Ayşe Çalık Ross, Antik İzmit Nikomedia, Delta Yayınları, İstanbul, 2007, s. 117-119. 5 I. Nikomedes’in MÖ 264 yılında, Astakos Kenti’nin karşısına kendi adına bir şehir kurduğunu birçok antik kaynak yazmaktadır. Memnon, Fragmenta (FHG.III 536), Çev. K. Müller, Paris, 1853, FHG 432 fr 12. Strabon, Geographika: Antik Anadolu Coğrafyası, Çev. A. Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2000, XII.4.2. Pausanias, Description of Greece, Çev. W.H.S. Jones, Harvard University Press, London, 1918, 5.12.7. 6 Özellikle İmparator Diokletianus Dönemi yollar açısından Nikomedia›nın stratejik önemi için bkz; David Winfield, «The Northern Routes across Anatolia», Anatolian Studies, Vol. 27, 1977, s. 152. Ayrıca Nikomedia’nın Kudüs’e giden hacı yolu üzerinde bulunduğu ve bu durumun öneminin vurgulandığı bir başka makale için bkz; John Winter Crowfoot, “Exploration in Galatia cis Halym”, The Journal of Hellenic Studies, Vol. 19, 1899, s. 53. 7 Averil Cameron, The Later Roman Empire, Harvard University Press, 1993, s. 30-31. 8 İmparator Diokletianus Döneminde Nikomedia’da çok sayıda kamu binası ve saraylar yapıldığı bilinmektedir. Nikomedia’nın diğer tetrarşi şehirleri ile birlikte gösterişe eriştiği bilgisi ve İmparator Diokletianus’un başı çektiği MS 4. yüzyılın inşaatçı imparatorları için bkz; Nick Henck, “Constantius ὁ Φιλοκτίστης ?”, Dumbarton Oaks Papers, Vol. 55, 2001, s. 279. 155 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ Nikomedia’nın Karadeniz’e açılan kapısı konumundaki Kandıra’da yer alan antik dönem yerleşimlerinin, kent ile kültürel etkileşim içerisinde olduğunu yapılan kısa süreli arazi taramaları göstermektedir. Nikomedia antik kentinin, MS 4. yüzyılın ikinci yarısından itibaren eski görkemini yitirmeye başladığı ancak stratejik önemini koruduğu dönemlere ait olan ve çalışma kapsamında ele aldığımız mimari parçalar nitelikleri itibarıyla liturjik olarak değerlendirebilir.9 Zira çalışmamızda incelediğimiz, templon payeleri, korkuluk levhaları ve haç bezemeli taş bloklar, kilise iç mimarisine ve dinsel ayine ilişkin eserlerdir.10 Templon Payeleri Bizans Dönemi kiliselerinde, halkın ibadet bölümü olan naos ile yalnızca ruhban sınıfın girebildiği kutsal bir mekân olan bema’yı ayıran mimari öge templon olarak adlandırılmaktadır.11 İlk örneğini bugünkü Lübnan sınırları içerisinde kalan Tyros’da, MS 314 yılında inşa edilen kilisede gördüğümüz,12 kilise iç mimarisinin bir parçası olan templon, arşitravlı olabildiği gibi arşitravsız biçimiyle de yapılmaktaydı. Bu farklılık templon mimarisinin yüksek tipteki templonlar ve alçak tipteki templonlar olarak sınıflandırılmasına yol açmıştır.13 Templon payeleri,14 templon yapısı yüksek tipte veya alçak tipte yapılsa da kullanılabilen, korkuluk levhalarını ve eğer varsa arşitravı, payeler üzerine yerleştirilen sütunlar sayesinde sabitleyen mimari ögelerdir. Kazıma veya kabartma teknikleriyle üretilmiş soffit, örgü, haç gibi çeşitli motiflerle bezenen15 söz konusu payeler alçak ve üzeri topuzlu veya yüksek ve üzeri sütunlu bir şekilde yapılmışlardır.16 Çalışma kapsamımıza giren 3 adet templon payesi, Kandıra İlçesi Hacışeyh Divanı Horaşlar Mahallesi Bezhane Çayırı›ndaki köy çeşmesi etrafında dağınık halde bulunmuştur. Payelerden ilki (Foto. 1), mermerden yapılmıştır ve 102x24x26 cm ölçülerindedir. Üzerindeki ufak kırıklar dışında tamdır. Üç tarafında, derin kanallarla yapılmış dikdörtgen çerçeveler olan templon payesinin17 9 10 11 12 13 14 15 16 Benzer bir liturjik kullanım sınıflandırması için bkz; Ayşe Çaylak Türker, “Byzantine Architectural Sculpture from Akköy on the Middle Scamander Valley in Hellespontus”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt. 26, Sayı 1, 2009, s. 201. Ayrıca malzemesi taş olan templon, ambon gibi liturjik donanımlar için bkz; Lyn Rodley, Byzantine Art and Architecture an Introduction, Cambridge University Press, Cambridge, 1994, s. 27-28. Çalışma konumuz olan, “Kocaeli İli ve İlçeleri Yüzey Araştırmaları” sırasında tespit edilen malzemeler yüzey araştırması başkanı Prof. Dr. Ayşe Çalık Ross’un izni ile yayınlanmaktadır. Templonlar hakkında daha detaylı bilgi için bkz; Alexander Petrovich Kazhdan (ed.), The Oxford Dictionary of Byzantium, Oxford University Press, Oxford, 1991, s. 2023-2024. Ebru Parman, Ortaçağda Bizans Döneminde Frigya ve Bölge Müzelerindeki Bizans Taş Eserleri, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Eskişehir, 2002, s. 95. Ayşe Aydın, “Kilikia ve İsauria Kiliselerinde Görülen Yüksek Tipteki Templon Kuruluşları”, Olba, Sayı III, Mersin, 2000, s. 216. Guntram Koch, Erken Hıristiyan Sanatı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2007, s. 70. Ayrıca yüksek tipte bir templon örneğinin restitüsyon çalışması için bkz; Vasiliki Sythiakaki-Kritsimalli, “Recent Observations on the Marble Templon in the Church of the Taxiarches, Lokris”, ΔΕΛΤΙΟΝ, ChAE 27, 2006, s. 127. Aydın, “a.g.m.”, s. 217. Bahsi geçen sınıflandırma ve yüksek tipteki templonların kullanım amaçları ile ilgili detaylı bilgi için bkz; Aydın, “a.g.m.”, s. 216-217. Çalışma kapsamındaki payelerin templona ait olduğunun düşünülmesinin sebebi; literatüre sütunpaye olarak geçen tarzda olmalarıdır. Bu tip payeler çoğunlukla templon kuruluşlarında kullanılmışlardır. Söz konusu payeler in situ durumda bulunmadıklarından, kilise yapısının tam olarak neresinde kullanıldıklarını söylemek zordur. Zira kathedra, ambon ve templon gibi Bizans Dönemi kiliselerinin iç mimarisine ilişkin donanımlarda karşılaştığımız payeler, geniş bir kullanım alanına sahiptir. Templon paye örnekleri için bkz; Koch, a.g.e., s. 73 ve Parman, a.g.e., Lev. 50-51. 2005 yılından bu yana sürdürülen Kocaeli İli ve İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırmaları esnasında her iki tipteki templon paye örneklerine sıklıkla rastlanmıştır. 17 156 Bursa’da bulunmuş olan bir sütunpaye, bezeme programı açısından benzerliği ile dikkat çekicidir. Zira pa- ONUR GİRGİN dördüncü yüzünde korkuluk levhasının yerleştirildiği dikey bir yuva bulunmaktadır. Payenin üst kısmında ise sütun kaidesi ve kaidenin üzerinde yuvarlak kenet deliği vardır. Sütunpaye olarak adlandırabileceğimiz bu eser, yüksek tipte bir templon kuruluşuna ait olmalıdır. Mermerden yapılmış ikinci paye ise (Foto. 2) kırıktır. Çeşme yanındaki istinat duvarında devşirme malzeme olarak kullanılmıştır. Ölçüleri, alınabildiği kadarıyla, 67 cm uzunluğunda ve 24 cm genişliğindedir. Payenin görünen tek yüzü, bezeme programı açısından ilk paye ile aynıdır.18 Genişliği de aynı ölçülerde olan bu payenin ilk paye ile birlikte aynı yapıda kullanılmış olması olasıdır. Payelerden sonuncusu (Foto. 3) ölçü olarak diğer iki payeden ayrılır. İlk seferinde Osmanlı Dönemi mezar taşı, ardından çeşme yanındaki istinat duvarına destek amaçlı olmak üzere, en az iki kere devşirme malzeme olarak kullanım görmüş paye, 116x28x28 cm ölçülerindedir. Payenin, korkuluk levhasının yerleştirilmesi için olan bölümünde, 4 satırlık Osmanlıca bir yazıt bulunmaktadır. Üst kısımda ise sütun kaidesi yer almaktadır. Dolayısıyla bu sütunpaye de yüksek tipte bir templon kuruluşuna ait olmalıdır. Çalışma kapsamındaki payeler, bölgede yapılan yüzey araştırmalarında tespit edilmiş olduğundan, arkeolojik kazı çalışmalarının mimariyi destekleyecek tarihlendirmeye yardımcı sikke, seramik gibi buluntularından ve stratigrafisinden yoksundur. Bu durumda kesin bir tarihleme yapmak farazi olacaktır. Ancak yine de payelerin bir sütun ile sonlandığı yani sütunpaye oldukları düşünüldüğünde MS 5. yüzyıl ve sonrasına ait olmalıdırlar.19 Söz konusu mimari parçalar in situ olarak tespit edilmemişse de işçilik açısından birbirinin benzeri olması dolayısıyla aynı yapıya ait olmaları kuvvetle muhtemeldir. Çalışmalar esnasında, yerel halktan alınan sözlü bilgiye göre, çeşme kenarındaki mimari eserler, köyün yaklaşık 6 km güneybatısında bulunan, Tatarahmet isimli eski bir camiden getirilmiştir. Söz konusu yapı incelendiğinde, bir kısmı yazıtlı, 6 adet dörtgen kaide, çok sayıda kesme taş blok ve arşitrav parçalarının devşirme malzeme olarak kullanıldığı görülmüştür. Bu durum templon payelerinin aynı yapıda kullanılmış olabileceği görüşümüzü destekler niteliktedir. Her ne kadar elimizdeki veriler kesin konuşmak için yetersiz olsa da, caminin olduğu yerde veya en azından yakınlarında Bizans Dönemi’ne ait bir kilise yapısı olmalıdır. Templon kaidelerinin birbirine benzer işçiliği, aynı yerden taşınmış olmaları ve beraberindeki çok sayıda devşirme mimari parçanın olması bu kanıyı pekiştirmektedir. Zira antik dönemde dini yapıların bulunduğu alanların kutsallığı ve sonraki dönemlerde başka inançların yapılarının da kimi zaman bu alanlara yapıldığı bilinen bir gerçektir.20 yelerde dikdörtgen çerçeve bezemesi yaygın değildir. Anadolu genelinde karşılaştığımız payeler, genellikle soffit bezemeye sahiptir. Dolayısıyla bu tipe giren paye, Ötüken tarafından ünik olarak değerlendirilmiştir; Yıldız Ötüken, “Forschungen im nordwestlichen Kleinasien: Antike und Byzantinische Denkmaler in der Provinz Bursa”, İstanbuler Mitteilungen, 41, 1996, s. 70. 18 Kandıra sınırlarında tespit etmiş olduğumuz, söz konusu bezemeye sahip iki payenin, ünik oluşları ve Bursa’daki örnekle benzeşmesi, olası bir Bithynia tipini düşündürtmektedir. Benzeri ve değerlendirmesi için bkz; Ötüken, “a.g.m.”, s.67, Lev. 4 Fig. 1-4. 19 20 Sütunpayelerin ortaya çıkışı ve tarihlendirme önerileri için bkz; Aydın, «a.g.m.», s. 217-220. Bu konuda yapılan bir çalışma için bkz; Hugh Elton- Eugenia Equini Schneider- Detlev Wannagat, Temple to Church: The Transformation of Religious Sites from Paganism to Christianity in Cilicia, Ege Yayınları, İstanbul, 2007. 157 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ Korkuluk Levha Parçaları Bizans mimarisinde, başta templon ve ambon gibi liturjik kuruluşlarda olmak üzere, çeşitli amaçlarla kullanılan levhalar,21 dinsel anlamdaki kullanımlarının yanı sıra mimari anlamda da yapıya estetik kazandıran ögelerdir. Söz konusu estetik değer ise levhaların üzerindeki motiflerin çeşitli oluşundan ve taşıdıkları plastik özellikten kaynaklıdır. Malta ve Latin haçı gibi farklı tipteki haç bezemelerinden, Orta Bizans Dönemi levhalarında sıklıkla kullanılan örgü motifi, floral bezemeler, çeşitli hayvan ve grifon gibi karışık yaratıkların betimlendiği levhalar, bezeme repertuarı açısından oldukça zengindir.22 Kocaeli İli ve İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırmaları kapsamında 2006 yılında gerçekleştirilen Kandıra arazi çalışmaları esnasında iki adet korkuluk levha parçası saptanmıştır. Bunlardan ilki (Foto. 4), Karamanlı Köyü mezarlığında tespit edilmiştir. Kırık halde bulunmuş olan levha, 94x60x12 cm ölçülerindedir. Mermerden yapılmış levhanın bir yüzünde dörtgen çerçeve içerisinde haç motifi vardır. Kırılmış olması nedeniyle haçın yalnızca bir kolu görülebilmektedir. Diğer yüzünde ise, yine dörtgen çerçeve içerisinde kristogram yer almaktadır. Ancak, kristogramın Chi (X) ve Rho (P) harflerinden mi yoksa Iota (I) ve Chi (X) harflerinden mi oluştuğu parçanın kırık durumu ve yoğun aşınması yüzünden anlaşılamamaktadır.23 Hıristiyanlığın en eski sembollerinden biri olan, Konstantinus ile Maxentius arasında yapılan ve Konstantinus’un zaferiyle sonuçlanan Milvian Köprüsü Savaşı (MS 312) esnasında ortaya çıktığı söylenegelen, MS 4. yüzyıldan başlayarak MS 6. yüzyıla kadar küçük eserlerden mimari eserlere kadar geniş bir kullanım alanı görmüş olan kristogram,24 hem İsa’nın hem de Bizans İmparatorluğu’nun zaferini simgelemiştir. Kandıra sınırları dahilinde ele geçen bu levha parçası da söz konusu simgenin en çok kullanıldığı MS 4.-6. yüzyıllar arasına tarihlenebilir. Ayrıca levhaların başka kullanım alanları için bkz; Parman, a.g.e., s. 161. Çeşitli levha parçaları ve bezeme programı için bkz; Mustafa Büyükkolancı- Gökçen Kurtuluş Öztaşkın, “Selçuk-Efes Müzesi’nde Sergilenen St. Jean Kilisesi’ne Ait Korkuluk Levhaları ve Templon Arşitravları”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 7, 2010, s. 40-46. Sema Alpaslan, “Demre Aziz Nikolaos Kilisesi’ndeki Trapez Kesitli Levhalar, Levha Üstü ve Levha Kaideleri”, Adalya, II, 1998, s. 244-245. Ayça Tiryaki, “Rhodiapolis Piskoposluk Kilisesi’ne Ait Bir Grup Korkuluk Levhası”, Olba, XX, 2012, s. 511-514. Cyril Mango- Ihor Ševčenko, “Some Churches and Monasteries on the Southern Shore of the Sea of Marmara”, Dumbarton Oaks Papers, Vol. 27, 1973, fig. 16, 50, 76, 138, 145, 146, 153 ve 154. Parman, a.g.e., Lev. 85-99. Koch, a.g.e., s. 74. 23 Kristogramın X-P, X-I ve P-Haç olmak üzere yaygın olarak kullanılan üç tipi vardır. Kristogram hakkında detaylı bilgi için bkz; Kazhdan (ed.), a.g.e., s. 441. 24 MS 6. yüzyıla tarihlendirilen bir ambonda korkuluk levhası olarak işlev görmüş mimari parça üzerinde Iota (I) ve Chi (X) harflerinden oluşan bir kristogram mevcuttur; Demetrios Michaelides, “The Ambo of Basilica A at Cape Drepanon”, British School at Athens Studies, Vol. 8, MOSAIC: Festschrift for A. H. S. Megaw, 2001, s. 50. Yine MS 6. yüzyıla tarihli Bizans kolyelerinde (pendant) Iota (I) ve Chi (X) harflerinden oluşan kristogramı görmek mümkündür; Jeffrey Spier, “A Byzantine Pendant in the J. Paul Getty Museum”, The J. Paul Getty Museum Journal, Vol. 15, 1987, s. 10. MS 4. yüzyıla ait, üzerinde aile portrelerinin ve din şehitlerinin (martyr) betimlendiği altın cam madalyonlar (gold glass), kristogramın Chi (X) ve Rho (P) harflerinden oluşan örneklerini sunmaktadır; Lucy Grig, “Portraits, Pontiffs and the Christianization of Fourth-Century Rome”, Papers of the British School at Rome, Vol. 72, 2004, s. 209, 211 ve 218. Kristogramın kullanım yerleri arasında kaplar da vardır. MS 350 civarına tarihlenmiş, St. Peter ve St. Paul’un Chi (X) ve Rho (P) harflerinden oluşan kristogram ile birlikte betimlendiği bir örnek için; Helen C. Evans- Melanie Holcomb ve Robert Hallman, “The Arts of Byzantium”, The Metropolitan Museum of Art Bulletin, New Series, Vol. 58, No. 4, 2001, s. 12. Ayrıca kristogram Geç Roma sikkelerinde sıklıkla görülmektedir; P. Bruun- J.P.C. Kent-C.H.V. Sutherland ve Alfred R. Bellinger, “Late Roman Gold and Silver Coins at Dumbarton Oaks: Diocletian to Eugenius”, Dumbarton Oaks Papers, Vol. 18, 1964, s. 212 ve 218. 21 22 158 ONUR GİRGİN İkinci levha parçası (Foto. 5), mezarlığın güneybatı girişinde bulunmuştur. Kırık olup küçük bir parçası korunagelmiş olan mermer levha, 56x55x19 cm ölçülerindedir. Levhanın kenarında, birbirine paralel beş derin kanal ile yapılmış farklı kalınlıklarda altı profil görülmektedir. Profillerin hemen altında alçak kabartma bir dairenin parçası görülebilmekte olup dairenin içerisinde olasılıkla haça ait kolun bir kısmı yer almaktadır. Korkuluk levha parçalarının her ikisi de birbirine yakın yerde bulunmuşlardır. Ayrıca levhalar templon payelerinin getirilmiş olduğu söylenen Tatarahmet Camisine de yakın durumda tespit edilmişlerdir. Daha öncesinde de belirtildiği üzere, Bizans Dönemi kilise yapısına ait olan bu parçaların birbirine bu kadar yakın olması, alanda bir kilisenin olduğuna işaret edebilir. Haç Bezemeli Taş Bloklar Kocaeli İli ve İlçeleri Arkeolojik Yüzey Araştırmaları kapsamında, Kandıra’da tespit edilen ve bu çalışmanın son eserlerini oluşturan haç bezemeli taş bloklar, orijinal kullanım yerleri bilinmese de üstlerindeki süslemelerden anlaşıldığı üzere litürjik anlamları olan parçalardır. Taş bloklardan ilki (Foto. 6) Deliveli Köyü’nde saptanmıştır. Kuyu bileziği olarak devşirilerek tekrar kullanım görmüş, kireçtaşından yapılmış eser, 89x82x61 cm ölçülerindedir. Kırık olarak günümüze ulaşabilmiş blok, dairesel bir çerçeve içerisinde kazıma tekniğinde yapılmış bir haç ile bezenmiştir. Haçın kollarından ikisi tam olarak görülebilmekte, diğer iki kolun ise üçte birlik kısmı kırılma yüzünden görülememektedir. İkinci taş blok (Foto. 7) Çalyer Köyü›nde tespit edilmiştir. 131x80x63 cm ölçülerindeki kireçtaşı malzemeli blok, üstüne sonradan açılmış delik vasıtasıyla dibek taşı olarak devşirilerek tekrar kullanım görmüştür. Ayrıca eserin kısa yanlarında geçme delikleri mevcuttur. Eser üzerinde, sarmal bir çerçevenin oluşturduğu iki küçük ve ortada bulunan bir büyük daire içerisinde kabartma tekniği ile yapılmış motifler bulunmaktadır. Kabartmalardan kenarlarda bulunan ikisi, birer koyun/kuzu figürü, ortadaki büyük çerçevedeki ise bir haç motifidir. Söz konusu kompozisyon, Yuhanna İncilinde sözü edilen ve İsa›nın “Tanrının Kuzusu”, İngilizce’de “Lamb of God” olarak adlandırılan, unvanına bir atıftır. Haçla birlikte görülen koyun/kuzu tasviri Erken Hıristiyanlık ve Erken Bizans sanatında sıklıkla işlenmiştir.25 MS 3. yüzyılda cenaze törenlerine ilişkin sanatta ortaya çıkan bu kompozisyon ve İsa’nın koyun/kuzu şeklinde tasvir edilişi, MS 7. yüzyılda yapılan Trullo Konsili (MS 692) sonucunda yasaklanmış ve ortadan kalkmıştır.26 Bu bilgi göz önüne alındığında eser MS 4.-7. yüzyıllar arasına tarihlendirilebilir. SONUÇ Antik dönemde Bithynia Bölgesi’nin önde gelen şehirlerinden biri olan Nikomedia, günümüz İzmit’i, sınırına yakın olan Kandıra köylerinde tespit edilen ve birbirlerine oldukça yakın konumlarda bulunan üç adet 25 Çalışma kapsamında incelediğimiz kabartmadaki betimlemeye benzerliği ile dikkat çeken Erken Hıristiyanlık Dönemi eseri için bkz; Hjörvardur Harvard Arnason, “Early Christian Silver of North Italy and Gaul”, The Art Bulletin, Vol. 20, No. 2, 1938, fig. 15. Albenga Vaftizhanesi Mozaiği de benzerlik açısından önemlidir; Arnason, “a.g.m.”, fig. 20. Ayrıca, MS 5. yüzyıl sonrasına tarihlenen bir vaftiz havuzu üzerinde bu betimi görebilmek mümkündür; Philipp Niewöhner, Aizanoi, Dokimion und Anatolien: Stadt und Land, Siedlungs-und Steinmetzwesen vom spateren 4. bis ins 6. Jahrhundert n. Chr. Reichert Verlag Wiesbaden, Berlin, 2007, s.189, Lev. 37 Fig. 334. 26 “Lamb of God” terimi, Bizans sanatındaki yeri ve ortadan kalkışı hakkında detaylı bilgi için bkz; Kazhdan (ed.), a.g.e., s. 1171. 159 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ templon payesi, iki adet korkuluk levhası ve iki adet taş blok Bizans Dönemi’ne ait dini amaçlı mimari parçalardır. Bizans Dönemine ait çok sayıda eserin devşirme malzeme olarak kullanıldığı eski bir yapı olan Tatarahmet Cami, caminin 100 metre kadar kuzeydoğusunda bulunan haçlı ve kristogramlı korkuluk levha parçaları, camiden getirildiği söylenen üç adet templon payesi ve ayrıca söz konusu alana, ilki yaklaşık 4 km bir diğeri yaklaşık 6 km olmak üzere, uzak sayılamayacak bir mesafede tespit edilen haç bezemeli taş bloklar, bölgede en az bir kilisenin varlığına işaret etmektedirler. Son olarak söylenebilir ki, Tatarahmet Cami ve çevresindeki alanda, eserlerin tarihleme önerileri de dikkate alındığında, Erken Bizans Dönemine ait bir veya birden çok kilise yapısı olmalıdır. 160 ONUR GİRGİN KAYNAKÇA ALPASLAN, Sema, “Demre Aziz Nikolaos Kilisesi’ndeki Trapez Kesitli Levhalar, Levha Üstü ve Levha Kaideleri”, Adalya, II, 1998. ARNASON, Hjörvardur Harvard “Early Christian Silver of North Italy and Gaul”, The Art Bulletin, Vol. 20, No. 2, 1938. AYDIN, Ayşe, “Kilikia ve İsauria Kiliselerinde Görülen Yüksek Tipteki Templon Kuruluşları”, Olba, Sayı III, Mersin, 2000. BRUUN, P.- J.P.C. Kent-C.H.V. Sutherland ve Alfred R. Bellinger, “Late Roman Gold and Silver Coins at Dumbarton Oaks: Diocletian to Eugenius”, Dumbarton Oaks Papers, Vol. 18, 1964. BÜYÜKKOLANCI, Mustafa- Gökçen Kurtuluş Öztaşkın, “Selçuk-Efes Müzesi’nde Sergilenen St. Jean Kilisesi’ne Ait Korkuluk Levhaları ve Templon Arşitravları”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 7, 2010. CAMERON, Averil, The Later Roman Empire, Harvard University Press, 1993. CROWFOOT, John Winter, “Exploration in Galatia cis Halym”, The Journal of Hellenic Studies, Vol. 19, 1899. ÇALIK ROSS, Ayşe, Antik İzmit Nikomedia, Delta Yayınları, İstanbul, 2007. ÇAYLAK TÜRKER, Ayşe, «Byzantine Architectural Sculpture from Akköy on the Middle Scamander Valley in Hellespontus», Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt. 26, Sayı 1, 2009. ELTON, Hugh- Eugenia Equini Schneider- Detlev Wannagat, Temple to Church: The Transformation of Religious Sites from Paganism to Christianity in Cilicia, Ege Yayınları, İstanbul, 2007. EVANS, Helen C. - Melanie Holcomb ve Robert Hallman, “The Arts of Byzantium”, The Metropolitan Museum of Art Bulletin, New Series, Vol. 58, No. 4, 2001. HENCK, Nick, “Constantius ὁ Φιλοκτίστης ?”, Dumbarton Oaks Papers, Vol. 55, 2001. GRIG, Lucy, “Portraits, Pontiffs and the Christianization of Fourth-Century Rome”, Papers of the British School at Rome, Vol. 72, 2004. KAZHDAN, Alexander Petrovich (ed.), The Oxford Dictionary of Byzantium, Oxford University Press, Oxford, 1991. KOCH, Guntram, Erken Hıristiyan Sanatı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2007. MANGO, Cyril- Ihor Ševčenko, “Some Churches and Monasteries on the Southern Shore of the Sea of Marmara”, Dumbarton Oaks Papers, Vol. 27, 1973. MICHAELIDES, Demetrios, “The Ambo of Basilica A at Cape Drepanon”, British School at Athens Studies, Vol. 8, MOSAIC: Festschrift for A. H. S. Megaw, 2001. NIEWÖHNER, Philipp, Aizanoi, Dokimion und Anatolien: Stadt und Land, Siedlungs- und Steinmetzwesen vom spateren 4. Bis ins 6. Jahrhundert n. Chr. Reichert Verlag Wiesbaden, Berlin, 2007. 161 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ ÖTÜKEN, Yıldız, «Forschungen im nordwestlichen Kleinasien: Antike und Byzantinische Denkmaler in der Provinz Bursa», İstanbuler Mitteilungen, 41, 1996. ÖZTÜRK, Özhan, Pontus: Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi, Genesis Kitap, Ankara, 2011. PARMAN, Ebru, Ortaçağda Bizans Döneminde Frigya ve Bölge Müzelerindeki Bizans Taş Eserleri, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Eskişehir, 2002. RODLEY, Lyn, Byzantine Art and Architecture An Introduction, Cambridge University Press, Cambridge, 1994. SPIER, Jeffrey, “A Byzantine Pendant in the J. Paul Getty Museum”, The J. Paul Getty Museum Journal, Vol. 15, 1987. SYTHIAKAKI KRITSIMALLI, Vasiliki, “Recent Observations on the Marble Templon in the Church of the Taxiarches, Lokris”, ΔΕΛΤΙΟΝ, ChAE 27, 2006. ŞAMAN DOĞAN, Nermin,- Turgay Yazar, «Ortaçağ Anadolu Türk Mimarisinde Devşirme Malzeme Kullanımı», Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt. 24, Sayı 1, 2007, s. 209-230. TİRYAKİ, Ayça, “Rhodiapolis Piskoposluk Kilisesi’ne Ait Bir Grup Korkuluk Levhası”, Olba, XX, 2012. WINFIELD, David, “The Northern Routes across Anatolia”, Anatolian Studies, Vol. 27, 1977. Antik Kaynaklar MEMNON, Fragmenta (FHG.III 536), Çev. K. Müller, Paris, 1853. PAUSANIAS, Description of Greece, Çev. W.H.S. Jones, Harvard University Press, London, 1918. STRABON, Geographika: Antik Anadolu Coğrafyası, Çev. A. Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2000. EKLER 162 ONUR GİRGİN Fotoğraf 1: Kandıra İlçesi Hacışeyh Divanı Horaşlar Mahallesi’nde bulunan mermer paye. Kocaeli Yüzey Araştırması Arşivi Fotoğraf 2: Kandıra İlçesi Hacışeyh Divanı Horaşlar Mahallesi’nde bulunan mermer paye. Kocaeli Yüzey Araştırması Arşivi Fotoğraf 3: Kandıra İlçesi Hacışeyh Divanı Horaşlar Mahallesi’nde bulunan mermer paye. Kocaeli Yüzey Araştırması Arşivi 163 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ Fotoğraf 4: Karamanlı Köyü mezarlığında tespit edilen korkuluk levhası parçası ön ve arka yüzü. Kocaeli Yüzey Araştırması Arşivi Fotoğraf 5: Karamanlı Köyü mezarlığında tespit edilen korkuluk levhası parçası. Kocaeli Yüzey Araştırması Arşivi Fotoğraf 6: Deliveli Köyü’nde saptanan haç motifli blok. Kocaeli Yüzey Araştırması Arşivi. 164 ONUR GİRGİN Fotoğraf 7: Çalyer Köyü›nde tespit edilen kabartmalı blok. Kocaeli Yüzey Araştırması Arşivi Fotoğraf 8: Çalyer Köyü’nde tespit edilen kabartmalı blok üzerindeki koyun/kuzu figürleri. Kocaeli Yüzey Araştırması Arşivi Fotoğraf 9: Çalyer Köyü›nde tespit edilen kabartmalı blok üzerindeki haç motifi. Kocaeli Yüzey Araştırması Arşivi 165 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ 166 ONUR GİRGİN BITHYNIA VE PONTUS’TA İKİ ÖNEMLİ KOMUTAN: HANNIBAL VE VI. MITHRIDATES SITKI SERKAN GÜZEL* Giriş Tarih boyunca var olan devletler, en ihtişamlı dönemlerine, başlarında bulunan liderlerin üstün başarıları, zekâları, taktik oyunları ve öngörüleri ile kavuşmuştur. Her devletin bir kuruluş, yükseliş ve gerileme dönemi olduğu aşikârdır. Akdeniz’de büyük bir koloni devleti oluşturan Kartaca Krallığı ve Anadolu’yu egemenliği altına almış olan Pontus Krallığı da buna örnektir. Her iki devleti ortak paydada birleştiren ise Roma Devleti olmuştur. I. Pön Savaşları’nda Hamilcar Barca’nın komutanlığındaki Kartaca ordusu ile çarpışan Roma, bu savaşlardan galip gelmiş ve Kartaca donanmasından denizciliği öğrenerek dışa açılma sürecini başlatmıştır.1 Hamilcar’ın oğlu Hannibal’in, Kartaca ordusunun komutanı olması ile başlayan II. Pön Savaşları sonrasında da Roma, Hannibal tarafından ağır yenilgilere uğrasa da sonucunda kazanmasını bilmiş ve Akdeniz havzasında kurmuş olduğu egemenliği daha da geliştirmek için Anadolu topraklarına gözünü dikmiştir. Bu noktada da önündeki en büyük engellerden biri Mithridates VI Eupator olmuştur. Anadolu’nun kuzeyinde, bugünkü Karadeniz Bölgesi’nde egemenlik süren Pontus Krallığı, Mithridates VI’nın Anadolu’da tek devlet düşüncesi ve bunun yanında bedeninde barındırdığı üstün özellikleri ile Roma’nın Hannibal’den sonraki süreçte en büyük düşmanı olmuştur. Tarih olarak birbirine yakın zamanlarda yaşamış olan bu iki komutanın hayatlarında benzer noktalar vardır. Dünyanın en önemli taktik dehalarından sayılan Hannibal’in savaş taktikleri, yaşadığı dönemden neredeyse günümüze kadar olan süreçte de kullanılmıştır. Günümüzün en büyük problemlerinin başında gelen kimyasal savaşların da ilk bulucusunun, geliştirdiği çeşitli zehirler ile düşmanı ekarte eden Mithridates VI olduğu antik yazarlar eşliğinde tarihçilerin kabul ettiği bir gerçektir.2 Hannibal ve Mithridates VI’nın Gençlik Dönemlerine Bakış Kartaca ordusunun I.Pön Savaşları’ndan mağlup ayrılmasının ardından yeni arayışlar içine girmesiyle başlayan süreçte hala orduların başında olan Hamilcar Barca, Kuzey Afrika’da ithalat ve ihracatın Roma baskısı yüzünden zor olacağını kabul etmesiyle coğrafi olarak yakınlarında bulunan İber Yarımadası’na gözünü dikmiştir. Bu bölgenin geniş madenlere sahip olması ve ticaret ağı için güzel bir üs konumunda bulunması ile ilerleyişine başlayan Hamilcar’ın bu seferinde küçük bir de misafiri bulunmaktaydı.3 Henüz dokuz yaşında * Arkeolog, Kocaeli İli ve İlçeleri Yüzey Araştırmaları Heyet Üyesi, Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli, sitkiserkan@gmail. com İtalya birliğini sağlamaya çalışan Roma Devleti’nin henüz denizlere açılma konusunda hazır olmadığı fakat Sicilya Adası’ndan Kartaca ordularını çıkarması ve aynı zamanda güçlü bir donanmaya sahip olan Kartaca ile savaşabilmesi için denizlere açılması gerekmekteydi. Kendi himayesinde bulundurduğu Hellen deniz kuvvetlerine takviye yaparak denizlere açılma kararı almıştı. Detaylı bilgi için bakınız; Halil Demircioğlu, Roma Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1998, s.219-223. 2 Mithridates VI, yaşadığı çocukluk neticesinde kimseye güvenmediği ve en başta da zehirlenerek ölmekten korktuğu için vücudunun zehre bağışıklık kazanmasını sağlamıştır. Mithridatizm olarak kayıtlara geçen bu durum hakkında detaylı bilgi için bakınız; Laurence M. V. Totelin, “Mithradates’ Antidote: A Pharmcological Ghost”, Early Science and Medicine, Cilt. 9, Sayı. 1, 2004, s. 1-19. Konu hakkında Pliny’nin sözleri için bakınız; Pliny, N.H. XXV, 3, 5-7, Çev. William H. S. Jones, Pliny, Natural History., Kitap XXIV-XXVII, İngilizce Çev. W.H.S.J., Loeb, Cambridge, Londra, 1980, s. 139-141. 3 Kartaca’nın İspanya topraklarına seferi ve İber Yarımadası’na yerleşimi hakkında detaylı bilgi için bakınız; Demircioğ167 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ olmasına rağmen babasını inatçılığı ile ikna etmiş olan Hannibal, babasıyla birlikte İber Yarımadası’na doğru yol almıştır. Yolculuk esnasında bir kurban töreninde babası tarafından Roma’nın en büyük düşmanı olacağına dair ant içtirildiği, Livius tarafından şöyle aktarılmıştır: “Hannibal’in, aşağı yukarı dokuz yaşlarındayken babası Hamilcar’a kendisini İspanya’ya yanında götürmesi için durmadan çocukça ricalar edip yalvardığı ve hatta kendisini rahat bırakmadığı söylenebilir. Hamilcar Afrika Harbini tamamlamıştı ve ordusuyla geçerken önünde kurbanlar kesiliyordu. Hannibal’i sunağa gönderdi ve çok geçmeden kendisinin Roma halkının düşmanı olacağını ifade ederek kurban sundu ve yemin etti.”4 Küçük yaştan itibaren Roma düşmanı olarak yetişen Hannibal, babasının ölümünün ardından başa geçen Hasdrubal tarafından bir asker gibi yetiştirilmiştir. Disiplini ve becerilerini genç yaşlarında herkese kabul ettiren Hannibal, ordunun ve Kartaca Senatosu’nun da gözdesi olmuştur. Askerler ile içli dışlı yaşadığı ve lüks yaşamı asla benimsemediği, zevk için değil de ihtiyacı için yemek yediği ve işlerini bitirmeden asla uyumadığı antik kaynaklarca söylenmiştir. Genç yaşta böyle bir disiplin ve saygı içerisinde büyümesi, Hannibal’in askerler tarafından çok sevilmesine neden olmuş ve bir an önce komutan olması için söylentiler çıkmasını sağlamıştır. Nitekim Hasdrubal de Hannibal’i işaret ediyordu ve ölümü sonrasında Hannibal orduların başına geçmişti ( Foto. 1 ).5 Mithridates VI ise antik kaynakların anlatımı doğrultusunda zor bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirmiştir. Pontus Kralı Mithridates V Euergetes ve eşi Laodike’nin çocuğu olan Mithridates VI, babasının ölümünden sonra annesi tarafından çeşitli yollarla öldürülmek istenmiştir. Bunun nedeni ise Laodike’nin, Mithridates VI’nın kardeşi olan Mithridates Khrestos’un tahta geçmesini istemesiydi. Babası Euergetes’in zehirlenerek öldürülmesi ve annesinin de Mithridates VI’yı zehirlemeye çalışması üzerine zehirlenmekten korkan Mithridates VI, vücuduna bağışıklık kazandırmak için sürekli panzehirler içiyordu. Bununla da kalmayıp yeni zehirler üretiyor ve onlardan ufak dozda içiyordu. Böylece Mithridates VI’nın vücudu zehirlere karşı bağışıklı hale gelmişti. Ayrıca silahlar ile öldürülme korkusuna karşılık da gençlik döneminin büyük bir kısmını doğada vahşi hayvanlar ile mücadele ederek geçirmiş ve bu sayede de büyük bir çeviklik kazandığı antik kaynaklar tarafından aktarılmıştır.6 Belirli olgunluğa geldiğinde ise saraya gelen Mithridates VI, tahta gözünü dikmiş ve hak ettiği krallığı almak için mücadele içine girmiştir. Önce annesini devlet işlerinden uzaklaştırmış ve hapse attırmış, kardeşi Khrestos ile birlikte Pontus Krallığı’nı yönetmeye başlamıştır. Daha sonra Khrestos’a duyduğu güvensizlik nedeni ile onu ortadan kaldırmıştır. Böylelikle Anadolu’da ufak bir krallık konumunda olan Pontus Krallığı’nın yükselme dönemi başlamıştır.7 4 5 6 7 lu, a.g.e., s. 231-234. Detaylı bilgi ve Hannibal’in gençlik döneminde yaptıkları hakkında aktarılan diğer bilgiler için bakınız; Titus Livius, Ab Urbe Condita XXI-XXII-XXIII-XXIV-XXV(Şehrin Kuruluşundan İtibaren Roma Tarihi), Çev. Dr. Sabahat Şenbark, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2001, 21. 1. Livius, a.g.e., 21.1. Mithridates’in doğumu hakkında yazılmış rivayetler ve konu hakkında detaylı bilgi için bakınız; Murat Arslan, Mithradates VI Eupator Roma’nın Büyük Düşmanı, Odin Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 77-79. Mithridates V’in ölümü sonrasında oğullarının yaşlarının küçük olması nedeni ile kraliçe Laodike iktidarda söz sahibi olmuştur. Kraliçenin pasif duruşu ile Pontus Krallığı önemli topraklarını kaybetmiştir. Mithridates’in Roma’ya karşı kin beslemesinin nedenlerinden biri de fırsattan istifade ederek sınırlarını geliştiren Roma’nın bu tutumu olmuştur. Detaylı bilgi için bakınız; Arslan, a.g.e., s. 79-80. 168 ONUR GİRGİN Roma ile Mücadeleleri Bir yanda Kartaca’nın intikamını alıp tekrardan eski şaşalı günlere gelmesini isteyen ve bunun için de Roma’nın kurmaya çalıştığı İtalya birliğini bozmaya çalışan Hannibal, diğer yanda ise Anadolu’ya sahip olmaya çalışan Roma’ya bu imkânı vermek istemeyen Mithridates VI, belirli bir güce geldikleri anda hiç beklemeden Roma’nın yükselişine dur demek istiyorlardı. Kronolojik olarak gidecek olursak Hannibal ile Roma arasında yaşanan münakaşaya kısaca değinelim; İber Yarımadası’nda kurdukları üssün yayılım alanını arttırması ve Hannibal’in komutan olması ile gözünü farklı bir yöne çeviren Kartaca, ilk olarak Roma topraklarına yakın ve zengin bir kent olan Saguntum’a yönelmiştir. Hannibal, I.Pön Savaşları’nın kaybedilmesinin nedenini savunma savaşı vermeye bağlıyor ve Roma’nın taarruz ile alt edilebileceğini düşünüyordu. Nitekim de bunun için hazırlıklara başlamıştı. Koruma yönünden güçlü surlara sahip olan Saguntum kenti, aylar süren bir kuşatma sonrası Hannibal’in taktikleri ile alınmış ve içerisinde bulunan ganimetler askerlere dağıtılmıştır. Saguntum’un alınması Roma’ya karşı resmi bir savaş anlamı taşımaktaydı. Bunun üzerine Roma, Hannibal’e elçiler gönderse de istediğini alamamış ve savaş hazırlıklarına başlamıştır.8 I.Pön Savaşları’nda donanmasını kaybeden Kartaca’nın deniz saldırısı yapmayacağını düşünen Roma, gözünü kara saldırısına çevirmiş ve Massilia kentine doğru kıyıdan Hannibal’i karşılamaya yönelmiş, aynı zamanda da olası bir deniz saldırısı için de donanmasını İtalya kıyılarındaki adalara yerleştirmiştir. Fakat Hannibal, Roma’nın hiç beklemediği bir noktadan, zorlu Alp Dağları’nın içinden geçerek İtalya’ya kuzeyden girme niyetindeydi. Bu zorlu yolculuğa cesaret etmeyeceğini düşünen Roma, kuzeyi güçlendirme fikrini dahi düşünmemiştir. Yolculuğu sırasında çeşitli Kelt kabilelerini de ordusuna katan Hannibal, kimsenin cesaret edemediği Alp Dağları’nı aşmış ve İtalya’nın kuzeyine ulaşmıştır. Lakin ordusunun neredeyse yarısını bu zorlu rotada kaybetmiştir.9 Kuzeydeki kabilelerin desteği ile güçlenen ordusuyla Roma karşısında ilk savaşlarını veren Hannibal, Trebia ve Trasimene savaşlarında Roma’yı bozguna uğratmış ve yapmış olduğu çeşitli pusu taktikleri ile ordusundan çok az asker kaybetmiş, Roma ordularının neredeyse tamamını da kılıçtan geçirmiştir. Devamında Cannae Savaşı’nda yapmış olduğu çember taktiği ile Roma’ya inanılmaz bir ders vermiş ve gücünü tüm dünyaya göstermiştir. Bu savaşa Roma 86,400 asker ile Kartaca ise 50,000 asker ile katılmıştır. Savaş sonucunda Hannibal, ordularından sadece 8,000 asker, Roma ise 70,000 askerini kaybetmiştir. Roma’nın 10,000 askeri de kaçmıştır.10 Böyle bir başarının ardından uzun yıllar Roma’yı kuşatma altında tutan Hannibal, Kartaca tarafından bir türlü asker yardımı yapılmaması ve devamında Roma’nın ani bir hareketle Kartaca’ya saldırması üzerine hızlıca Kartaca’ya dönmek zorunda kalmış, burada hazırlıksız yakalandığı Zama Savaşı’nda mağlup olmuştur ( Foto. 2 ). Roma komutanı Scipio Africanus, Hannibal’i Hannibal’in taktikleri ile yendiğini belirtmiştir. Devamında bir süre daha Kartaca’da kalan Hannibal, Roma’ya sefer hazırlıklarında olan Suriye Kralı III. Antiokhos’un yanında yer almış, savaşı kaybeden Antiokhos’a barış şartlarında Hannibal’in teslimini Saguntum Kuşatması hakkında detaylı bilgi için bakınız; Polybius, The Histories Book III, Çev. W.R. Paton, Cambridge, Massachusetts Harward University Press, Londra, 1979., 18.8-12. Livius, a.g.e., 21. 6. 9 Kuvvetli bir donanmaya sahip olan Roma ile deniz mücadelesine girmek istemeyen Hannibal, düşmanını şaşırtmak ve ordusunu güçlendirmek için farklı bir rotadan İtalya’ya saldırmak üzere yola koyulmuştur. Alp Dağları’na ulaşana kadar geçen süre içerisinde ufak çaplı savaşlar yapmış ve devamında zorlu dağlardan geçerek İtalya’nın kuzeyine ulaşmıştır. Konu hakkında detaylı bilgi için bakınız; Jacob Abbott, Hannibal The Carthaginian , Harper & Brothers, New York, 1860. Alp Dağları’nı aştığı sırada geçmiş olabileceği geçitler hakkında bilgi için bakınız; Henry Lawes Long, The March Of Hannibal From The Rhone To The Alps, Londra, 1831, s. 13-15. 10 Asker sayıları ve savaş sonrası kayıplar hakkında verilen rakamlar için bakınız; Polybius, a.g.e., s. 110-118. Livius, a.g.e., 22. 49. 8 169 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ isteyen Roma yüzünden Suriye’den kaçmış ve yolculuğunun sonunda Bithynia’ya gelerek Kral I.Prusias’ın himayesi altına girmiştir ( Foto. 3 ). Bithynia ordularının komutasına geçen Hannibal bir süre de burada yaşadıktan sonra Roma Lejyonu tarafından şatosunun kuşatılmasının ardından yüzük taşındaki zehri içerek intihar etmiştir.11 Mithridates VI Eupator, önceden belirttiğimiz üzere tahta çıkmasının ardından krallığı genişletmek amacı ile çeşitli hamlelerde bulunmuştur. İlk olarak Karadeniz’in kuzey kıyılarını ele geçirmiş ve ardından doğuya doğru yaptığı sefer ile gelir ve asker elde etmiştir. Tarihe Mithridates Savaşları olarak geçen, Roma ile Pontus Krallığı arasındaki münakaşanın ilki Paphlagonia yakınlarında Roma tarafından kışkırtılan Bithynia Kralı IV. Nikomedes ile gerçekleşmiştir. Bu savaşın sonunda galip gelen Mithridates, Paphlagonia’yı ele geçirmiş ve bunu fırsat bilerek de güneye ve batıya doğru ilerlemeye başlamıştır.12 Yapmış olduğu seferler ile Efes’e kadar ulaşan Mithridates, burada Romalılar’ın kışkırtması ile ayaklanan halka ceza keserek yaklaşık 80.000 kişiyi öldürtmüştür. “Ephesos Akşamı” olarak kayıtlara geçen bu katliam ile birlikte Pontus Krallığı’nın merkezi de Pergamon’a çekildi ( Foto. 4 ).13 Mithridates ile Roma arasında geçen husumet, Roma Senatosu’nun Mithridates’e savaş ilan etmesinden sonra Consul olan Sulla, yapmış olduğu seferler ile Mithridates’i barışa zorlamış ve bunun neticesinde Pergamon, Bithynia, Paphlagonia ve Kappadokia’da ele geçirilen yerleri tekrardan almıştır. Sulla’nın görevi Murena’ya bırakmasının ardından II. Mithridates Savaşı başlamış ve Mithridates’e kafa tutan Murena ağır bir yenilgiye uğramıştır.14 Bu savaş sonrasında itibarını tekrardan kazanan Mithridates ise ordusunu güçlendirerek Roma’ya karşı büyük bir savaş hazırlıklarına başlamıştır. Bithynia’yı işgal eden Mithridates’e karşı Lucullus’u görevlendiren Roma, Lucullus’un başarıları ile Mithridates’i bozguna uğratmış ve yol üstündeki kentleri bir bir ele geçirerek Pontus’a ilerlemiştir. Bunun üzerine Mithridates, damadı olan Armenia Kralı Tigranes’in yanına kaçmış ve Roma Tigranes’e savaş açmıştır. Yapılan savaşta Roma’nın galip gelmesinin ardından Lucullus Phrygia’ya dönmüştür.15 Bunu fırsat bilen Mithridates gücünü toplayarak Roma’ya karşı tekrar saldırıya geçmiş ve Zela yakınlarında yapılan savaşta Roma ordularının başında bulunan Pompeius’a yenilmiştir. III. Mithridates Savaşı da, Mithridates’in ağır bir yenilgiye uğramasıyla son bulmuştur. Mithridates, savaş sonrasında Kırım’da bulunan oğlu Pharnakes’in yanına sığınmış ve burada Pharnakes’in kendisine ihaneti sonucunda intihar etmiştir ( Foto. 5 ).16 11 12 13 14 15 16 Hannibal, Bithynia kralı I.Prusias’ın ihaneti ile birlikte Nikomedia ve Khalkedon arasında bulunan Libyssa isimli kasabada ölmüştür. Libyssa kasabasının, Tabula Peutingeriana haritasına göre günümüz Dilovası civarlarında olduğu düşünülmektedir. Libyssa’nın konumu hakkında detaylı bilgi için bakınız; Sencer Şahin, “Bithynia’da Epigrafik ve Tarihi Coğrafya Araştırmaları”, I. Araştırma Sonuçları Toplantısı, İstanbul, 1983, s.83. Hannibal’in ölümü hakkında çeşitli rivayetlere yer verilse de genel kanı yüzük taşındaki zehri içerek intihar ettiği yönündedir. Hannibal’in sürgün hayatı ve ölümü hakkında detaylı bilgi için bakınız; Arif Müfid Mansel, “Hannibal’in Mezarı”, Belleten, Ankara, 1968, s. 527-551. Detaylı bilgi için bakınız; Arslan, a.g.e., s. 127-143. “Ephesos Akşamı” olarak nitelendirilen olay, Roma orduları yenilgiye uğrasa da hala batı topraklarında Roma hâkimiyetinin olmasından ötürü gerçekleşen bir olaydı. Roma’nın buraya yerleştirdiği İtalyanların kışkırtmaları ile halk arasında sürekli sorunlar çıkmaktaydı. Ayrıca bu olay sadece Efes kentinde değil, civar yerleşim yerlerine sıçramıştır. Konu hakkında detaylı bilgi için bakınız; Arslan, a.g.e., s. 159-174. Mithridates ve Sulla hakkında bilgi için bakınız; A. N. Sherwin-White, “Ariobarzanes, Mithridates and Sulla”, The Classical Quarterly New Series, Cilt. 27, Sayı 1, 1977., s. 173-183. Sulla’nın diktatörlüğü hakkında detaylı bilgi için bakınız; Sabahat Atlan, Roma Tarihi’nin Ana Hatları, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1970, s. 129-133. Murena’nın Pontus seferi hakkında detaylı bilgi için bakınız; Arslan, a.g.e., s. 267-291. Mithridates’in Bithynia seferi ve Lucullus’un Pontus’a ilerleyişi hakkında detaylı bilgi için bakınız; Arslan, a.g.e., s. 340-418. Mithridates, öldürüleceği sırada ağır dozda zehir içerek intihar etmeye kalkışmış fakat bedeninin zehre bağışıklık kazan- 170 ONUR GİRGİN SONUÇ Gerek Hannibal, gerekse de Mithridates VI Eupator, Roma’ya karşı büyük mücadeleler vermiş ve neredeyse yakın bir kadere sahip olarak intihar sonucu hayata veda etmişlerdir. İki komutanın da bedenlerinde barındırdıkları güçlü karakterleri ve inatçılıklarının yanı sıra kararlılıkları ile tarih sayfalarında önemli bir yer edinmişlerdir. Her iki komutanın hayatları hakkındaki bilgileri Roma kaynaklarından öğrenmemiz, komutanlar hakkında yeterli bilgiye sahip olamamak adına üzücü bir durumdur. Öldükten sonra kaderlerini birleştiren başka bir husus ise mezarlarının bulunamamış olmasıdır. Nikomedia yakınlarında Libyssa ( Foto. 6-7 )isimli bir kasabada ölmüş olan Hannibal ve Kırım’da ölmesine karşın çeşitli kaynaklarca naaşının Sinope’ye getirildiği söylenen Mithridates VI’nın mezarları eski çağlardan beri araştırmacıların gözdesi halindedir. Günümüzde yapılan çalışmalar ile bu iki komutana ait olan mezarlar hala araştırılmaktadır.17 masından ötürü bu ölüm gerçekleşmemiştir. Zehrin vücudunu uyuşturması sonucunda hareket etmekte zorlanan Mithridates, yanında bulunan askere emir vererek kendini öldürtmüştür. Pharnakes’in ihaneti ve Mithridates’in ölümü hakkında detaylı bilgi için bakınız; Arslan, a.g.e., s. 494-510. 17 Hannibal’in mezarının araştırılması ve Dilovası mevkiinde yapılan bir kazı hakkında detaylı bilgi için bakınız; Theodor Wiegand, “Hannibals Grab”, Bosporus, 1907, 60-84. Haydarpaşa-İzmit arası tren yolu inşaatı sırasında yok olan bir tepeden bahsedilmekte ve Hannibal’in mezarının da onunla birlikte yok olmuş olma ihtimali de göz önünde bulundurulmaktadır. Detaylı bilgi için bakınız; Erdem Yücel, Gebze ve Eskihisar, İstanbul, 1976, s. 19. 171 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ KAYNAKÇA Abbott, Jacob, Hannibal The Carthaginian, Harper & Brothers, New York, 1860. Arslan, Murat, Mithradates VI Eupator Roma’nın Büyük Düşmanı, Odin Yayıncılık, İstanbul, 2007. Atlan, Sabahat, Roma Tarihi’nin Ana Hatları, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1970. Chaabane, Sadok, Hannibal Redux, Maison Arabe Du Livre, Tunus, 2004. Demircioğlu, Halil, Roma Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1998. Livius, Titus, Ab Urbe Condita XXI-XXII-XXIII-XXIV-XXV(Şehrin Kuruluşundan İtibaren Roma Tarihi), Çev. Dr. Sabahat Şenbark, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2001. Long, Henry Lawes, The March Of Hannibal From The Rhone To The Alps, Londra, 1831. Mansel, Arif Müfid, “Hannibal’in Mezarı”, Belleten, Ankara, 1968. Pliny, Natural History Kitap XXIV-XXVII, İngilizce Çev. W.H.S.J., Loeb, Cambridge, Londra, 1980. Polybius, The Histories Book III, Çev. W.R. Paton, Cambridge, Massachusetts Harward University Press, Londra, 1979. Sherwin-White, A. N., “Ariobarzanes, Mithridates and Sulla”, The Classical Quarterly New Series, Cilt. 27, Sayı 1, 1977. Şahin, Sencer, “Bithynia’da Epigrafik ve Tarihi Coğrafya Araştırmaları”, I. Araştırma Sonuçları Toplantısı, İstanbul, 1983. Totelin, Laurence M. V., “Mithradates’ Antidote: A Pharmcological Ghost”, Early Science and Medicine, Cilt. 9, Sayı. 1, 2004. Wiegand, Theodor, “Hannibals Grab”, Bosporus, 1907. Yücel, Erdem, Gebze ve Eskihisar, İstanbul, 1976. ELEKTRONİK KAYNAKLAR http://www.livius.org/pictures/a/carthaginian-art/melqart-on-a-coin-of-hannibal/ http://tr.wikipedia.org/wiki/Hannibal#mediaviewer/File:Mommsen_p265.jpg http://tr.wikipedia.org/wiki/VI._Mitridat#mediaviewer/File:Mithridates_VI_Louvre.jpg http://tr.wikipedia.org/wiki/VI._Mitridat#mediaviewer/File:PonticKingdom.png http://en.wikipedia.org/wiki/Tabula_Peutingeriana#mediaviewer/File:TabulaPeutingeriana.jpg 172 ONUR GİRGİN EKLER Fotoğraf 1: Hannibal Betimli Sikke. Fotoğraf 2: Hannibal’in Mermer Büstü (Ulusal müze, Napoli). Fotoğraf 3: Hannibal’in Rotası (Chaabane 2004, 24.). 173 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ Fotoğraf 4: Mithridates VI Başı ( Louvre Müzesi ). Fotoğraf 5: Mithridates VI zamanında Pontus Krallığı topraklarının gelişimi. Koyu pembe renk devraldığı toprakları, pembe renk fethettiği yerleri, yeşil renk ise müttefiki Armenia topraklarını gösterir. 174 ONUR GİRGİN Fotoğraf 6: Dilovası Haritası ( Wiegand s. 5.). Fotoğraf 7: Tabula Peutingeriana haritası üzerinde İzmit Körfezi. 175 KANDIRA ÖRNEKLERİ IŞIĞINDA BATI KARADENİZ BİZANS DÖNEMİ MİMARİ ESERLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ 176 SERKAN GÜZEL HERAKLEIA PONTIKA (KARADENİZ EREĞLİ) VE TIEION/TIOS(FİLYOS): KORUMA, KORUNAMAMA VE GELECEK TAYYAR GÜRDAL*1 Anadolu, genetik ve kültürel çeşitliliğin hem de en gelişkin biçimleri ile yaşandığı dünya üzerindeki tek coğrafi bölgedir. Anadolu’da insanlık tarihinin yaşadığı tüm kültürel çağlardan kesintisiz ve gelişkin izler vardır. İlk yerleşik düzen Anadolu’da kurulur. İlk mabed Anadolu’da inşa edilir. İlk imparatorluk modeli Anadolu’da oluşturulur. İlk felsefi aydınlanma Anadolu’da yaşanır. Anadolu’nun geri kalan bölümü ile karşılaştırıldığında Anadolu Karadeniz’i, arkeolojik verilerin yoğunluğu bakımından, büyük bir boşlukla karşımıza çıkar. Bu boşluğu anlamlandırmaya çalışan ve bölgenin bitki örtüsü ile ilgili sonuçlara ulaşan, iki farklı tez öne sürülebilir. İlk tez bölgenin her çağda, günümüze benzer biçimde, hatta daha yoğun bitki örtüsüne sahip olduğu ve böyle bir coğrafyada antik yerleşimlerin; liman ve çevresi, ırmak ve çevresi yerleşimleri ile sınırlı kalmasının doğal olduğuna vurgu yapar. İkinci tez bölgedeki yoğun bitki örtüsünün var olan antik yerleşimleri örttüğü ve örtmekte olduğuna vurgu yaparak yine bitki örtüsüne işaret eder. Bitki örtüsünden bağımsız bir başka tez ise, Karadeniz’in su seviyesindeki değişikliklerinin, özellikle tarih öncesi arkeolojik yerleşimleri örttüğü yönündedir. Arkeolojik ve eş güdümlü yürütülmesi gereken arkeolojik bakışla coğrafi, jeomorfolojik araştırmaların kısıtlı oluşu günümüz için bu tezlerin sınanmasına olanak tanımaz. Anadolu Karadeniz’indeki arkeolojik boşluk, mesleki anlamda iştah kabartıcı bir durum yaratır. Ancak bölge şartlarına hakim olmadan, şartlar ile uyumlu, yeni yöntemler geliştirebilecek, çok disiplinli, çok yönlü ve donanımlı uzman ekipler oluşturulmadan bölge arkeolojisini aydınlatabilmek mümkün değildir. Karadeniz Havzası tarih boyunca, günümüzde de olduğu gibi stratejik bir konuma sahiptir. Bölgenin ham madde kaynaklarının zenginliği ve büyük bir pazar oluşu, antik çağlar ve yakın tarih boyunca da bölgeye açılmanın önemini korumasına yol açar. İki büyük dünya savaşının da Karadeniz Havzası’na geçiş kapısı konumundaki Çanakkale Boğazı’nda düğümlenmesi tesadüf değildir. Yaklaşık M.Ö. 1200 yıllarında gerçekleştiği varsayılan Troia ve Çanakkale Savaşları bölgenin öneminin somut ve güçlü kanıtlarını oluştururlar. Argonotlar ve Altın Post miti ise, bölgenin öneminin soyut düzlemdeki kanıtıdır. Zonguldak bu tablonun neresindedir? Batı Karadeniz Bölgesi’nin en önemli antik liman kentleri Amastris/Amasra, Tieion/Filyos ve Herakleia Pontika/Ereğli’dir. Bu kentlerden Tieion/Filyos ve Herakleia Pontika/Ereğli, Zonguldak ili sınırları içerisinde yer almaktadır. 1992 yılında Bartın İli ayrılmamış olsaydı, günümüzde üç antik kent de, Zonguldak sınırları içerisinde yer alacaklardı. Tieion günümüzdeki adıyla Filyos, Anadolu Karadeniz’i Klasik Çağ kentleri içerisinde, üzerine inşa edilmiş olan çağdaş yerleşmeler tarafından en az tahribata uğramış olması ile ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu özelliği ile tektir. Tieion/Tios’da gerçekleştirilmekte olan kazı çalışmaları, bölgenin özellikle Klasik Çağ arkeolojisi için çok önemlidir2. * 2 Yrd. Doç. Dr., Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen- Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Zonguldak. tayyargurdal@gmail. com. B. Umar, Paphlagonia, 1988, s.33-41; S. Atasoy, “Filyos-Tios Kazısı 2007”, 30. Kazı Sonuçları Toplantısı, 4. Cilt, 2008, 177 BITHYNIA VE PONTUS’TA İKİ ÖNEMLİ KOMUTAN: HANNIBAL VE VI. MITHRIDATES SITKI Herakleia Pontika antik kenti ise Tieion/Tios kadar şanslı değildir. Karadeniz’e kıyısı olan antik liman kentlerinin hemen hepsinde olduğu gibi büyük bir bölümü ile çağdaş yerleşimin altında kalmıştır. Bu durum Karadeniz kıyılarında limana elverişli doğal coğrafi oluşumların göreceli azlığından kaynaklanmaktadır. Doğal limanlar, bir kez yerleşilmeye başladıktan sonra günümüze kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Anadolu Karadeniz’i arkeolojik çalışmalarının önündeki en önemli sorunlardan bir tanesi önemli antik yerleşmelerin tamamının çağdaş yerleşim yerlerinin altında kalmış olmasıdır. Sadece Anadolu Karadenizi’nin değil, Karadeniz havzası antik kentlerinin tümü içerisinde güçlü ve bağımsız bir konumda olan Herakleia Pontika ve üzerinde modern yerleşim olmaması ile öne çıkan Tieion, ortak özelliklere sahiptirler. M.Ö. 7-5. yüzyılar arasında gerçekleşen Yunan koloni hareketlerinde kurulmuşlardır3. Her iki kente de, kolonistler geldiklerinde yerli halklar ile karşılaşırlar4. İki kent de hep aradadır. Coğrafi ve siyasi sınırlandırmalarda sınırlardadırlar. Sınır olma özelliği, her iki kent için de bölge halklarının kaynaşabilmesine olanak tanır. Coğrafi yapının gelenekselleştirdiği sınır bölgelerinde, ari bir ırktan bahsetmek mümkün değildir. Bu çerçevede Anadolu topraklarının tamamının bu özellikte olduğu söylenebilir. İki kent de liman kentidir. Deniz ticareti varlık nedenleridir. Bölgenin iki önemli ırmağının (Billaios-Lykos) denize döküldüğü deltayı kontrol eden bir noktada kurulmuşlardır. Irmak havzasının tarım ve hayvancılık potansiyelinden beslenirler. Günümüzde de aynı potansiyel varlığını devam ettirmektedir. Irmaklar aynı zamanda iç bölgelerle ticaretin de ana yol güzargahlarıdır. Bu durumla ilgili en önemli veri Gökçebey yakınında, Filyos ırmağı üzerinde yer alan gümrük binası veya ticaret istasyonudur5. Bölge genelinin coğrafi şartları çerçevesinden bakıldığında, saydığımız ortak özellikler her iki kent için de ayrıcalıklı bir konum sağlar. 3 4 5 s.1-15; S. Atasoy, “Zonguldak-Filyos (Tios/Tieion/Tianos/Tieum) Kurtarma Kazısı”, Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu’na 65. Yaş Armağanı, 2008, s. 91-97; B. Öztürk, “Tios/Tieion (Zonguldak/Filyos) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları ve Tarihsel Sonuçları”, I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi Bildiri Kitabı, 2011, s. 485-504. Herakleia Pontika: Strabon, Coğrafya XII, III, 4; W. Hoepfner, Herakleia Pontike-Ereğli, Forschungen an der Nordküste Kleinasiens, Ergänzungsbände zu den Tituli Asiae Minoris, Band II, I, 1966, s.2, dipnot 5-6; B. Erciyas “Herakleia Pontica and Amastris” , Ancient Greek Colonies in the Black Sea, Grammenos, D.V. and Petropoulos, E.K. (ed.), Vol. II, 2003, s.1403-1405. Tieion/Tios: Koloni kenti olması, antik kaynaklarda yeterli bilgi olmaması nedeniyle tartışmalıdır. Ancak Miletos kenti kolonisi olduğu düşünülür. B. Umar, Paphlagonia, 1988, s.34; S. Atasoy, “Filyos-Tios Kazısı 2007”, 30. Kazı Sonuçları Toplantısı, 4. Cilt, 2008, s.1; B. Öztürk, “Tios/Tieion (Zonguldak/Filyos) Antik Kenti Epigrafik Çalışmaları ve Tarihsel Sonuçları”, I. Uluslararası Karadeniz Kültür Kongresi Bildiri Kitabı, 2011, s. 486. Bölge Klasik Çağları için adı geçen iki yerli halk Mariandynler ve Kaukonlardır. Herakleia Pontika Mariandyn, Tieion/ Tios ise Kaukon kenti olarak anılırlar: Strabon, Coğrafya, XII,III, 2-8. Klasik Çağlar öncesinde Hitit metinlerinde adları geçen Kaşga ve Pala halklarından söz etmek mümkündür. (Kaşgalar için bkz: S. Demirel, “Hitit-Kaška İlişkilerinde Yanıtı Aranan Bazı Sorular” Akademik Bakış, cilt 6, sayı 12, 2013, s. 193-203. Palalar için bkz: S.Demirel, “Hitit Devleti’nin Kuzey Komşusu Pala Halkı ve Bu Halkın Hititlerle Olan İlişkisi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 33, 2012, s.231-236). Hatta Tieion/Tios kent adının bir Pala Tanrısı olan Tiyaz’dan gelmiş olabileceği düşünülür. Akyürek Şahin 2012, s.152, dipnot 3. Ancak bölge yerli halkları, kökenleri, egemenlik alanları, kentleri ve kültürleri ile ilgili konular bugün için tartışmaya açıktır. N.E. Akyürek Şahin - S. Uyar, “Tios Teritoryumu’ndan (Doğu Bithynia) Yeni Bir Kurşun Ağırlık”, Eskiçağ Yazıları 1 [Akron 1], İstanbul 2012, s. 151-164. 178 SERKAN GÜZEL Arkeolojik anlamda neler yapıldı, yapılmaktadır ve yapılmalıdır? Tieion korunmuşluğu ile Batı Karadeniz Klasik Çağları için elimizdeki en önemli bilgi kaynağıdır. Prof. Dr. Sümer Atasoy’un 2006 başlatmış olduğu kazı çalışmaları, günümüzde de Ereğli Müze Müdürlüğü ve Yrd. Doç. Dr. Şahin Yıldırım tarafından sürdürülmektedir. Ancak Filyos vadisi projesinin önünde bir engelmiş gibi yanlış bir algılama nedeniyle yerel halk ve yönetim ile bir türlü bütünleşememektedir. Kültür turizmi yerleşimi veya sanayi yerleşimi olma arasında bir sıkışıklık söz konusudur. Filyos Çayı deltasına Anadolu Karadenizi’nin en büyük limanının inşa edilmesini içeren projeden bağımsız olarak, korumacı bir bakışla, Tieion ve çevresi nasıl değerlendirilebilir? Kuşların göç yolları üzerinde bulunan, endemik bitki türlerinin var olduğu doğal çevre korunmalı, çağdaş doğa ve kültür turizmi ilkeleri ile düzenlenmeli, tanıtımı ve sunumu gerçekleştirilmelidir. Arkeolojik potansiyel, günümüzde devam etmekte olan kazı, koruma ve onarım çalışmalarının artırılması ile daha da hareketlendirilmelidir. Özellikle ancak büyük bütçelerle gerçekleştirilebilen koruma ve onarım çalışmalarına ağırlık verilmelidir. Kamulaştırma ile ilgili çalışmaların eksikliği bir başka sorundur. Hem koruma ve onarım, hem de kamulaştırma çalışmalarını gerçekleştirebilmek için daha fazla maddi kaynağa ihtiyaç vardır. Bu yönde Kültür ve Turizm Bakanlığı yanında diğer kaynaklardan da faydalanabilmenin yolları aranmalıdır. Çarpık yapılaşmış yerleşim merkezinde, tek tük kalmış özgün yapılardan yola çıkarak koruma amaçlı bir imar planı yapılmalıdır. Böylelikle yerleşim merkezinin zamanla özgün görünümüne dönüşü sağlanacak ve kültür turizmi yaklaşımı desteklenmiş olacaktır. Kentin ortasına inşa edilmiş olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ateş tuğla fabrikası, özgün planı korunarak, eklentilerinden arındırılarak onarılmalı ve hem sanayi hem de arkeoloji müzesi olarak işlevlendirilmelidir. Fabrika yayılım alanında kazı çalışmalarının tamamlanması sonrasında da, alan arkeoloji parkı olarak düzenlenmelidir. Korumacı bakışın dışında kalınması tercih edilecek ve vadi projesi mutlaka uygulanacaksa; projenin yayıldığı riskli alanlarda sanayi ve kültürü bir arada sürdürebilmenin ve yeni bir model oluşturmanın da önü kapalı değildir. Her iki çalışma alanı da, birbirlerine saygılı ve birbirlerini yok saymayan yaklaşımlarla bir arada sürdürülebilirler. Herakleia Pontika, Karadeniz Havzası antik kentleri içerisinde, kentten beslenen ve kenti besleyen yayılım alanı (Hinterland/Khora/Territorium) en büyük antik kent olması ile dikkat çeker. Doğal limanı, Anadolu Karadeniz’i için günümüzde bile önemini korumaktadır. Karadeniz coğrafyasında sık rastlayamayacağımız biçimde verimli, sulanabilir geniş tarım arazilerine sahiptir. Tüm Karadeniz antik kentleri ile ticaret ilişkisi içerisindedir ve adeta Karadeniz ticaretinin kalbidir. Gemi yapımı ve güçlü donanması tarihsel süreçte her zaman önemli bir ayrıcalık olarak karşımıza çıkar. Kendisi bir koloni kenti olmasına rağmen Karadeniz havzasında önemli koloni kentleri kurar. Hem Perslerle hem de Hellenlerle iyi ilişkiler içerisinde olan Anadolu’nun nadir kentlerinden bir tanesidir6. 6 W. Hoepfner, Herakleia Pontike-Ereğli, Forschungen an der Nordküste Kleinasiens, Ergänzungsbände zu den Tituli Asiae Minoris, Band II, I, 1966; D. Asheri, “Über die Frühgeschichte von Herakleia Pontike”, Forschungen an der Nordküste Kleinasiens, Band I, 1972, s.9-34; T. Akkaya, Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi)’nin Tarihi Gelişimi ve Eski Eserleri, 1994; B. Erciyas “Herakleia Pontica and Amastris” , Ancient Greek Colonies in the Black Sea, Grammenos, 179 BITHYNIA VE PONTUS’TA İKİ ÖNEMLİ KOMUTAN: HANNIBAL VE VI. MITHRIDATES SITKI Herakleia Pontika’da Ereğli Müze Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen kurtarma kazıları ve Turan Efe tarafından gerçekleştirilen Yassıkaya kazıları dışında herhangi bir sistematik kazı çalışması gerçekleştirilmemiştir7. Kent ile ilgili en kapsamlı arkeolojik çalışma, Hoepfner tarafından gerçekleştirilen yüzey araştırmasıdır8. Arkeolojik anlamda kentte hangi çalışmalar gerçekleştirilmelidir? Öncelikle kent merkezini de kapsayan ancak kentten beslenen ve kenti besleyen yayılım alanı (Hinterland/Khora/Territorium) ağırlıklı, yoğun ve sistematik yüzey araştırması çalışmaları gerçekleştirilmelidir. Bölgenin bitki örtüsü göz önünde tutulduğunda yüzey araştırması çalışmalarında; jeofizik, jeomorfolojik, uzaktan-uzaydan algılama yöntemleri özellikle de Lidar teknolojisi kullanılmalıdır. Karada sürdürülen teknikler ve yöntemler sualtı araştırmaları ile de desteklenmelidir. Yüzey araştırması tekniği ve yöntemi için; Herakleia Pontika ile benzer özellikler gösteren, Bulgaristan’da yer alan Apollonia’da Fransız ve Bulgar meslektaşlarımızın ve Romanya’da yer alan Orgame’de Romen ve Fransız meslektaşlarımızın ortaklaşa yürüttükleri araştırmalar, örnek çalışmalar olarak değerlendirilebilir. Hinterland/Khora/Territorium ağırlıklı yürütülen bir başka örnek araştırma ise, Herakleia Pontika’nın koloni kenti olan Khersonessos (Kırım/Sivastopol)’da Austin Texas Üniversitesi Arkeoloji Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen çalışmalardır. Yüzey araştırmalarının sonuçlarına göre, öncelikle bilgisi kaybolmakta olan alanlarda bilgiyi kurtarmaya yönelik kazı çalışmaları gerçekleştirilmeli, sonrasında sistematik kazı çalışmaları başlatılmalıdır. Turizm potansiyelini harekete geçirebilmek için, sunuma yönelik kazı çalışmaları ve onarım projeleri, özellikle iyi korunmuş akropol, surlar, aquadüktler gibi yapılar için uygulanmalıdır. Günümüzde hiçbir izi görülmeyen monumental bir yapı tespit edilmeli (stadion, tiyatro vb.), kazısı, onarım ve sunumu gerçekleştirilmelidir. Böylelikle kentte yaşayanlar, modern yerleşimin içerisinde daha önce varlığını bilmedikleri bir antik yapı ile bir arada yaşamaya başlayacaklar, yaşadıkları kentin farkına varacaklar, belki de koruma yönünde bilinçleneceklerdir. Herakleia Pontika ile ilgili arkeolojik çalışmalar projesi hazırlanmış ve bölümümüz tarafından gerçekleştirmesi planlamaktadır. Bölge şartlarına hakim, şartlar ile uyumlu, yeni yöntemler geliştirebilecek, çok disiplinli, çok yönlü ve donanımlı uzman ekip ve ekipman alt yapısının oluşturulması ve olgunlaştırılması çalışmaları devam etmektedir. Farkındalık ve koruma bilinci eksikliği, bitki örtüsü ve çağdaş yerleşimlerin tahribatının yanında bölge arkeolojisinin üçüncü önemli sorunudur. Kaçak kazı faaliyetleri neredeyse bir hobiye dönüşmüş ve halk arasında normalleşmiş bir durumdadır. Bu yönde bölümümüz il genelinde, ilk ve ortaöğretim kurumlarını kapsayacak, kültürel varlıkları koruma ve sahiplenme bilincini aşılamayı amaçlayan bir başka projeyi de olgunlaştırma aşamasındadır. 7 8 D.V. and Petropoulos, E.K. (ed.), Vol.II, 2003, 1403-1419; Memnon, Herakleia Pontike Tarihi, çev. M. Aslan, 2007; G. Karauğuz, A. Özcan, Eski Çağda Zonguldak ve Çevresi, 2010, s.74-79. T. Efe, “Yassıkaya, an Early Bronze Age Site near Heracleia Pontica (Kdz Ereğli) on the Black Sea Coast”, Festschrift für Nĕmejcová Pavùková, 2004. s.27-38. W. Hoepfner, Herakleia Pontike-Ereğli, Forschungen an der Nordküste Kleinasiens, Ergänzungsbände zu den Tituli Asiae Minoris, Band II, I, 1966. 180 RAİF TOKEL DÜNDEN BUGÜNE KDZ. EREĞLİ CEHENNEMAĞZI MAĞARALARI RAİF TOKEL*1 KDZ.EREĞLİ’NİN DOĞAL, TARİHSEL VE EKİNSEL DEĞERLERİ İlçenin Doğal Coğrafyası Geçmiş çağlarda yeni yurt aramak için yelken basan kolonistler fırtınası, dalgası ve sisi eksik olmayan Karadeniz’i önce Konuksevmez Deniz (Pontus Aexeinos), sonraki yıllarda keşfedilen doğal limanlarıyla, Konuksever Deniz (Pontus Euxeinos) sözüyle dillendirmişlerdir. Keşfedilen bu doğal limanlardan biri de Kdz.Ereğli kıyıları olup ve ülkemizde deniziyle (Karadeniz Ereğli/Karadeniz Ereğlisi) anılan tek yerleşim birimidir, Ereğli. İlçe sınırlarındaki Baba (Acherussia) Burnu’nun oluşturduğu koy; gemicilere korkulu anlar ve karabasanlar yaşatan yıldız, yıldız karayel rüzgarlarına karşı Karadeniz’deki ender doğal limanlardan biridir, Kdz.Ereğli.İlçenin kıyı kesimi, Danaağzı, Çavuşağzı, Kireçlikağzı, Alacaağzı, Köseağzı, Gülüçağ-zı adlı ağızlarla, sınırlı sayıda kumsallar ve yalıyarlardan oluşmuştur. İçbölgeyi oluşturan büyük bir alan, alçak yükseklikteki dağlarla kaplıdır. Karadeniz’e koşut uzanan Aladağlar adıyla bilinen ve toplam dokuz tepeden oluşan bu doğal yükseltiler içinde Kaletepe (Heraklea Tepesi), Çeştepe (Keşif Tepesi), Göztepe adlı yükseltiler yörede yaşanan tarihsel olayların kimine mekân, kimine de tanıklık etmiş doğal değerlerdir.2 Bu engebeli doğal yapı, yazın suları azalan kısa akışlı irili ufaklı akarsularla parçalanmıştır. Gavur Deresi (Limanbaşı Deresi) “Acheron”, Kızılcıksu Deresi “Sycus”, Gülüç Irmağı da “Lycus” adlarıyla mitolojik kökenli anlatımlara da konu olmuştur İlçenin en önemli akarsuyu irili ufaklı derelerle beslenen, Anadolu söylencelerinde Kızlar Deresi adıyla bilinen Gülüç (Gülünç) Irmağıdır. Otuz beş kilometrelik yatağı üzerinde Gülüç Koyağı’nı ve yerleşim alanının güneyinde de Ereğli düzlüğünü oluşturduktan sonra denize dökülür. Plinius3 Lykus Irmağı’nda yaşayan balıkları “Herakleia’nın aynı kumlu belgesinde Lykus nehrinin denize döküldüğü bölgelerde, balıklar, çamurun içinde yumurtadan çıkarlar ve yem için solungaçlarını oynatırlar. Bu nedenle sudan dışarıda uzun süre yaşayabilirler. Bu bilgiler ilginç olmasına rağmen, belli bir kuralı temsil etmemektedir. Bu çamur balığı, su olmayan yerlerde derin çukurlar açarak sürpriz bir şekilde eşsiz çoğalır ve bunu içlerindeki bir nesne yardımıyla gerçekleştirir. Bu onların köstebek gibi yaşadıklarını sağlamıştır.” sözleriyle betimlemiştir. İklimsel veri ve meteorolojik kestirimlere göre yörede, her mevsim yağışlı ve ılıman bir iklim, Karadeniz iklimi egemenedir. Sonbahar ve ilkbaharda yoğunlaşan yağışlar, genel-likle yağmur türünde olup; mevsimler arasında ve gece ile gündüz arasında önemli bir ısı farkı yoktur.İlçenin %63’ü ormanlık alanla kaplı olup; yüksekler iğne yapraklı, daha aşağılar yayvan yapraklı, akarsu kenarları da kavak ve söğüt ağaçla* 2 Raif TOKEL, ÇEKÜL Vakfı Temsilcisi, e-ileti: [email protected] Raif Tokel, Kdz.Ereğli Taşınmaz Kültür Varlıkları Envanteri, Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı (BAKKA) Kdz.Ereğli Belediyesi Ortak Yayını, İstanbul.2012, s:19,20,21 - s:40,41,42 - s:72,73,74 3Adem Işık, Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara. 2001, s:72 > “Plinius, Naturalis Historiae, IX, LXXXIII,175” 181 DÜNDEN BUGÜNE KDZ. EREĞLİ CEHENNEMAĞZI MAĞARALARI rıyla kaplıdır. Resmi kayıtlara göre yedi adet çınar (Doğu Çınarı/Platunus Orientalis), iki adet meşe (Quercus Pontica), birer adet çam (Fıstık Çamı/Pinus Pinea), servi (Cupressus), manolya ağacı (Magnoliaceae) “anıt ağaç” olarak tescil edilmiş doğal değerlerdir. Yörede “Fetih Çınarları” ya da “Ulu Çınarlar” sözleriyle betimlenen çınarların, İstanbul’un fethi sürecinde dikildiği görüşü yaygındır. İlçenin özgün florasını oluşturan türlerin bir bölümü bölgenin, yörenin antikçağdaki ve mitolojik kaynaklardaki adları (delphinium bithynicum, epipactis pontica, heracleum pastinacifolium, heracleum platytaenium, olymposciadum, festuca pontica, heracleum crenati-folium heracleum platytaenium) ile belirtildiği4 gibi öne çıkan kimi türler de Strabon, Plinius, Athenaios gibi antikçağ ünlülerinin yapıtlarında da konu olmuştur. Yöreye özgü bu doğal değerleri Strabon5, “bıldırcın otu denen bitkinin Herakleia topraklarında yetiştiğini”; Plinius6 “Arıların yiyeceği o kadar önemlidir ki bu yüzden balları bile zehirlidir. Pontus’ta Herakleia’da aynı arılardan olan ballar birkaç yıl sonra öldürücü olurlar. Otoriteler bu balların hangi çiçeklerden yapıldığını açıklamamışlardır.” Athenaios7, “Pontus’da Herakles tiranı Klearkhus birçok insanı ‘aconit’ içmeye zorlamıştır. Böylece bu otun insanları öldürdüğü rivayet edilir. Derler ki onun bu huyunu bilen herkes sedefotu yemeden evlerinden çıkmazlardı. Çünkü bunu önceden yiyenler, ‘aconit’ içtiklerinde etkilenmemektedirler. Bu adını Herakleaia’nın yakınlarındaki Akonai’de yetişmesinden dolayı almıştır.”; sözleriyle belirtmişlerdir. İlçenin doğal agregası, yaklaşık 345-280 milyon yıl önce Paleozoyik Zaman sürecinde yer alan dönemlerde (Devoniyen, Karbonifer, Tersiyer) oluşmuştur. Oldukça yaşlı olan bu temel yerbilimsel (jeolojik) ve yerbiçimbilimsel (jeomorfolojik) yapı içersinde kalker (kireç taşı), aglomera (yığışım), konglomera (çakıl kayaç) ve marn (kireçli kil) gibi tortul kayaçlar yanında karstik oluşumlar sonucu ortaya çıkan mağaralar (Cehennnemağzı, Göleviç, Alayurt, Güneşli, Dört İnler, Fatmakale, İncivezaltı Mağaraları) ile Karbonifer Dönem’in ürünü olan zengin taşkömürü yatakları8 yer alır. CEHENNEMAĞZI MAĞARALARI Doğal Yapı Tarihsel süreç içinde Acheron (Akheron), Ayazma, İn-Önü, Süleymanlar Mahallesi adlarıyla anılan yörede bulunan bu mağaralar, doğal konumundan kaynaklanan gizemi/gi-zemli dünyası ile yörede yaşayanların, ününü duyup gelenlerin (ktistes, bilici, din adamı, gezgin...) hep ilgisini çekmiştir. Mitolojik ve tarihsel kökenli kaynaklarda Akheron Deresi adıyla geçen; daha sonra Ayazma Deresi, Gavur Deresi, Limanbaşı Deresi sözcükleriyle adlandırılan akarsuyun oluşturduğu koyakta (vadi) sıralanan üç 4 5 6 7 8 Hasan Torlak, Zonguldak ve Yöresi Endemikleri, Ankara.2000 Adem Işık, Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara.2001, s:30,“Strabon, Geographika, XII, III,7” > ”STRABON Antik Anadolu Coğrafyası, XII-XIII-XIV), İstanbul.1993, s.15 “ Adem Işık, Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara. 2001,s:109 > “Plinius, Naturalis Historiae: XXI, XLIV, 74” Adem Işık, Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara. 2001,s:73 > “Athenaios, Deipnosophistae, III,82” Tayfun Özuslu, Yeni Bin Yılın Eşiğinde Dünya ve Türkiye Madencilik Sektörlerinin Genel Görünümü, Genel Maden-İ İş Sendikası, Zonguldak Ekim 2000. 182 RAİF TOKEL mağaranın (Kilise Mağarası, Herkül/Herakles Mağarası Ayazma Mağarası) ortak ve genel adıdır, Cehennemağzı Mağaraları sözü... Akheron Koyağı’nda bulunduğu için “Akheron Mağaraları”, Herakles’in Kerberos ile savaşımına konu ve mekân olduğu için “Herakles Mağaraları” , Apollon kehanetgahlarına (bilicilik merkezleri) mensup bilicileri uğrayıp, danıştığı (kehanette bulunduğu) yer olduğu için “Kehanet Mağaraları” adlarıyla da bilinir. Eriyik kayaçların (magma) yeryüzüne yaklaştığı katmanlarda havayla teması sonucu sertleşmesinden oluşan Cehennemağzı Mağaraları’nın temel kayaç yapısı; kor kayaçların (magmatik kayaç) yüzeye yakın yörelerde dışarı püskürmesiyle soğuyan, sertleşen püskürük (yüzey) kayaçlardır. Bu doğal oluşum (mağaranın içinde bulunduğu kayacın sertleşmesi) nedeniyle, Cehennemağzı Mağaraları, “birincil mağaralar” grubunun “volkanik mağaralar” türü içersinde olup, bunlardan Herakles Mağarası “aktif mağara”, Kilise Mağarası “yarı aktif mağara”, Ayazma Mağarası da “fosil mağara” özelliklerini taşır. Bu yerbilimsel yapı, MTA Genel Müdürlüğü Jeolojik Etütler Dairesi Başkanlığı’nın “Cehennemağzı Mağaraları (Ereğli-Zonguldak) Araştırma Raporu Mimari ve Elektrifikasyon Uygulama Projesi”nde,“Ereğli (Cehennemağzı) Mağaraları, Kampaniyen (üst kretase) yaşlı tüf, aglomera ve kumtaşı ardalanmasıından oluşan volkano-klastik kayalardan tüfler içinde gelişmişlerdir. Tüflerin üzerinde bulunan kaba malzemeli ve karbonat çimentolu aglomera tabakaları mağaraların tavanını oluştururlar. Bu tabakalar, 15-200 eğimle güney-batıya doğru eğimli olduklarından, mağaraların tavanları da bu yöne doğru alçalır.” açıklaması9 ile belirtilmiştir. Cehennemağzı Mağaraları’ndaki kayaçlar, yeryüzüne yakın katmanlarda oluştuğundan su, rüzgâr gibi “doğal”; insan eliyle işleme (kazıma, yontma) gibi “yapay” müdahalelere elverişlidir. Bu nedenle kullananların mağaraların doğal yapılarında bıraktığı izler, insan eliyle yapılan müdahalelerin somut kanıtlarıdır. Kilise Mağarası’ndaki döşeme mozaikleri, nişler, gömütler, sunak gibi ayrıntılar; insan eliyle yapılan müdahale örnekleri olup; yukarıda belirtilen projede bu müdahaleler “Aşınması ve işlenmesi son derece kolay olan tüflerde başlangıçta doğal (kaynak çıkış noktaları) olarak gelişen Cehennemağzı Mağaraları daha sonraki dönemlerde insanlar tarafından kazılarak veya işlenerek bugünkü şekillerini almışlardır.” sözleriyle10 açıklanmıştır. Cehennemağzı Mağaraları’nda, diğer doğal mağaralarda görülen mağara içi su akışı olmadığı için sarkıt, dikit, dikme gibi mağara oluşumları yoktur. Mağaraların tavanındaki çatlaklardan sızma ya da damlama biçiminde dışarıdan sızan suların oluşturduğu duvar damlataşları vardır. Bu su girişleri, yağmur ve kar yağışlarının durumuna, yoğunluğuna göre değişmekte; Kilise Mağarası’nda sızma (sızarak akıp giden) Herakles Mağarası ile Ayazma Mağarası’nda göllenme biçimlerindedir. Kışın dışarıdan ılık, yazın da serin olan mağaraların nem oranı dışarıya göre, daha fazladır. Kilise Ma- 9 Cehennemağzı Mağaraları (Ereğli-Zonguldak) Araştırma Raporu Mimari ve Elektrifikasyon Uygulama Projesi M.T.A. Genel Müdürlüğü , Jeoloji Etütleri Dairesi Başkanlığı, Ankara.Mayıs.1997, s: 2” 10 Cehennemağzı Mağaraları (Ereğli-Zonguldak) Araştırma Raporu Mimari ve Elektrifikasyon Uygulama Projesi, M.T.A. Genel Müdürlüğü , Jeoloji Etütleri Dairesi Başkanlığı, Ankara.Mayıs.1997, s: 3” 183 DÜNDEN BUGÜNE KDZ. EREĞLİ CEHENNEMAĞZI MAĞARALARI ğarası ile Ayazma Mağarası’nda yapılan ölçümlerde11 dışarıda ısı 130C, bağıl nem % 67 iken; Kilise Mağarası’nda ısı 150C, bağıl nem %71; Ayazma Mağarası’nda ısı 120C-140C, bağıl nem %70 - %74 olarak saptanmıştır. Mağaraların projelendirme aşamasında yapılan biospeleolojik (mağara canlılarını araştırma) araştırma ve incelemeler sonucu bu mağaralarda yaşayan canlılar (mağara canlıları) görülmediği/saptanmadığı gibi yapılan paleantolojik (geçmiş çağlara ait organizma kalıntılarını inceleyen bilim dalı) çalışmalara göre, bu mağaralarda yaşamış bir türün günü-müze ulaşamamış mağara canlısı/mağara canlıları izlerine ve fosillerine rastlanamamıştır12. Mağaralar ve Yeraltı Kültü Mağara sözcüğü günümüzde her ne kadar yabanıl yaşamı ve ilkelliği çağrıştırsa da; mağaralar, tarih öncesi çağlarda Alt Paleolitik Çağ’dan Neolitik Çağ’ın başlarına kadar ilk insanların barındığı en güvenli ortamlar olup; çağın yaygın inancına göre sığınma; Tanrı’ya yaklaşma ve yakınlaşma; O’na kurban sunma (kurban etme) törenlerinin yapıldığı kutsal yerler olması yanında ölümden sonraki yaşamın yeraltında tasavvur edildiği yerlerdi. Mitolojinin ahreti sayılan bu kutsal mekânlar, yeraltına (cehenneme) iniş-giriş yolları sayıldığından; çağın egemen inançlarından bazılarının doğrudan esin kaynağı, bazılarının da ilgi odağı olmuştur. Bu nedenle tarih öncesi dönemlerde çeşitli mitoslarda (mit) mağara örgesinin (motif) ayrı bir yeri, mağaraların da dönemin egemen kültlerinde dinsel ve büyüsel anlamda büyük bir önemi vardır. Dönemin en saygın kişilerinden olan biliciler (kahin), büyücüler, falcılar geleceği ve gelecekte olabilecekleri (kehanet), gaibi (görünmez dünya) mağaralarda açıklarlar; ozanlar da azgın ve yırtıcı yaratıkları, devleri, canavarları, ejderhaları, cehennemi ve cehennem bekçilerini (zebani/zebella, kerberus/zerberus) hep mağaralarda betimlemişlerdir. Konuyla ilgili basılı kaynaklarda “cehennem”,“ölüler ülkesi”, “karanlıklar ülkesi”, “yeraltı dünyası” sözleriyle adlandırılan bu dünya, Helen mitolojisinde yeraltı tanrısı Hades’in mekânı olduğu için, “Hades’in Evi/ Hades’in Ülkesi” olarak bilinir. Herkül / Herakles Mağarası (Dımdım Mağarası, Koca Yusuf Mağarası) Yol seviyesinden yaklaşık “8-10 metre” yükseklikte bir yamaçta, dar bir girişi olan bu mağara yerli yabancı basılı kaynaklarda Akheron (Acheron) Mağarası ya da Herkül/Herakles (Heracles/Hercüles) Mağarası adlarıyla geçer. Mağarada oluşum sürdüğü için yöre ağzında “Dımdım Mağarası” sözüyle anılan mağaraya daha sonraki yıllarda; Herkül/Herakles adına nazire olması düşüncesiyle, onun gibi güçlü olan pehlivan Koca Yusuf adı (!) verilmiştir. Girişten “-11 metre” aşağıda bulunan bu mağaranın uzunluğu “60 m”, eni “8 m-24 m” arasında değişmektedir. Biri büyük diğeri küçük iki adet kolon ve ortasında derinliği yaklaşık “4 m” olan göl bulunmaktadır. Girişin sağ tarafındaki mağara duvarı damlataşlarla kaplı olup, oluşum sürmektedir13. 11 Cehennemağzı Mağaraları (Ereğli-Zonguldak) Araştırma Raporu Mimari ve Elektrifikasyon Uygulama Projesi, M.T.A. Genel Müdürlüğü , Jeoloji Etütleri Dairesi Başkanlığı, Ankara.Mayıs.1997, s: 3” 12 Cehennemağzı Mağaraları (Ereğli-Zonguldak) Araştırma Raporu Mimari ve Elektrifikasyon Uygulama Projesi, M.T.A. Genel Müdürlüğü , Jeoloji Etütleri Dairesi Başkanlığı, Ankara.Mayıs.1997, s: 3” 13 Cehennemağzı Mağaraları (Ereğli-Zonguldak) Araştırma Raporu Mimari ve Elektrifikasyon Uygulama Projesi, MTA Genel Müdürlüğü , Jeoloji Etütleri Dairesi Başkanlığı, Ankara.Mayıs.1997, s: 3” 184 RAİF TOKEL Mitolojiye göre yeraltına giriş yollarından biri ve yeraltı tanrısı Hades’in “Ülkesi/Hades’in Evi” kabul edilen bu mağara yarı tanrı Herakles’le, yeraltını (cehennem) bekleyen canavar köpek Kerberus’un savaşımına da konu ve mekân olmuştur. Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya adlı yapıtında bu dünyayı “Hades, karısı Persephone ile beraber yer altında gölgeler halinde dolaşan, ölülere hükmeden sert, zalim bir tanrıdır. Hades’in kapısını Kerberos ismli köpek bekler. Yeraltı Ülkesi’ne gelenleri kuyruğu- nu sallayarak içeri alır, ama kimseyi bir daha dışarı salıvermez. Resimlerde çokluk, üç başlı yılan kuyruklu görünür. Herakles, onu zorla dışarı çıkarmıştı.” sözleriyle14 betimlemiştir. 14 Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya , İstanbul.1973, s:44; HOMEROS, Odysseia, İstanbul.1996” ,XI.Bölüm, s :196, 199, 200, 216, 613 “Nasıl göze alabilirdin Hades’e inmeyi, Burada ölüler oturur, düşünme gücünden yoksun olanlar, İşi bitmiş ölümlülerin görüntüleri, ölüler de onun çevresinde, Kimi oturmuş, kimi ayakta,yargıları dinliyorlardı, Hades’in engin kapalı konağında, Buyurdu bana o hiç olmayacak işler Bir ara buraya göndermişti beni o, Kerberos köpeğini al getir,demişti. Aklınca bu onun bana yüklediği en güç işti Ama ben köpeği alıp çıkarıverdim, Hades’ten dışarı. Eurystheus’un yüklediği işlerin altından kurtarmıştım, Herakles ağlar sızlardı göğe doğru, Zeus da beni yollardı gökten yardıma Onu Eurystheus, kapıları kapalı Hades’e göndermişti Erebos’tan getirmesi için Hades köpeğini. Bir ara buraya göndermişti beni o (yani Eurystheus) Kerberos al getir,demişti Aklınca bu onun bana yüklediği en güç işti, Ama ben köpeği alıp çıkarıverdim Hades’den dışarı Hermeias’la gök gözlü Athena bana kılavuzluk etmişti. HESİODOS –Theogonia, 115, 130, 310, 767 vd “ Orada yükselir yankılı konağı Güçlü Hades’le korkunç Persephone’nin. Azgın bir köpek bekler kapısını, Amansız, sinsilikler ustası bir köpek Girenlere yaltaklanır kuyruğu kulaklarıyla Ama gireni bir daha bırakmaz dışarı, Pusuda bekleyip param parça eder Çıkmak için kapıya gelenleri. Ekhidna bir azgın canavar daha doğurmuş: Adı dile alınmaz Kerberus’u. Hades’in o tunç sesli ,elli başlı, O zaman verme, yırtıcı köpeğini. Sonra bir azgın canavar daha doğurmuş: Adı dile alınmaz Kerberos’u, Hades’in o tunç sesli, elli başlı, O aman vermez yırtıcı köpeğini.” “KSENOPHON , Anabasis , İstanbul.1962 , s:251-252” 1 . ...Burası bir Hellen şehri ve Megara’nın Mariandyn’ler memleketindeki kolonisi idi. 2 . Gemiler Akherusias Burnu’’nun (Baba Burnu)önünde demirledi. Herakles burada cehennem köpeği Kerberus’u yakalamaya inmiş. Bunun delili olarak iki stadiondan fazla derinlikte bir mağara gösterdiler.” 185 DÜNDEN BUGÜNE KDZ. EREĞLİ CEHENNEMAĞZI MAĞARALARI Hades’in Ülkesi’ne giriş yollarından biri olan Cehennemağzı Mağaraları da yörenin yerleşim birimi olarak seçilmesi yanında kentin kuruluşu ile ilgili söylencelerde de konu olmuştur. Herakles’in İşleri ve Herakles Söylencesi Dor kökenli mitolojiye göre yarı tanrı Herakles’in gerçekleştirdiği on iki işten biri ve en zoru, yeraltı tanrısı Hades’in evlerinden biri olan Cehennemağzı Mağaraları’nda gerçekleşmiştir. Hiçbir ölümlünün girip de geri gelmediği yeraltı dünyasına, arkadaşı Orpheus’la birlikte inen Herakles cehennemin bekçisi çok başlı - kimi söylencede üç, kiminde de elli ya da yüz başlı - yılan kuyruklu canavar Kerberus’u, Orpheus’un büyüleyici müziğiyle etkisiz-leştirip, zincire vurarak kral Eurystheus’un huzuruna çıkarır. Canavarı gören kralın çok korkması üzerine Herakles, Kerberus’u ait olduğu yere Hades’in Ülkesi’ne bırakır. O zamana kadar Maryandin (Mariandyn) olarak bilinen yöre, bu olaydan sonra Karadeniz’deki Herkül kenti anlamına gelen “Heraleia Pontike/Karadeniz Herakleia’sı (Karadeniz’deki Herkül kenti)” adını alır. Mitoloji ile ilgili yayınlar yanında, epik dönemin ünlü ozanları Homeros (Homer) ve Hesiodos’a (Hesiod) esin kaynağı olan Cehennemağzı Mağaraları’nı, çağının tanığı olan yazar-tarihçi Ksenophon (Xenophon)da ziyaret etmiş ve “On Binler/On Binlerin Dönüşü (Anabasis) yapıtında da izlenimlerini dile getirmiştir. Altın Post Söylencesi ve Argonautlar Altın Post, Boetya (Boiotoia) kralı Athamas’ın kurban edilmek üzere olan çocuklarını sırtına alıp kaçıran koçun postu olup, Kolkhis (Gürcüstan kıyıları) ülkesindedir. Altın Post’u getirmek üzere denize açılan ve Argonotlar (Argonaut) adıyla bilinen serüvencilerin, kutsal Cehennemağzı Mağaraları’nı ziyaret etmesi kentin adının duyulmasına, ünlenmesine ve ününün yayılmasına neden olmuştur. Antikçağ’ın önemli mitosları arasında olan Altın Post serüveni, ozan Apolonius’un “Argonautika (Argonotların Destanı)” adlı yapıtında dile getirilmiş ve Apolonius’a göre Argonotlardan (Argo Gemicileri) bilici İdmon ile argo adlı geminin dümencisi Tiphys’in mezarları Baba Burnu (Acherussia) tepesindeki tümseğin (Acherusian Höyüğü) içindedir15. Kilise Mağarası ve İlk Hıristiyanlar Araziye yatay konumda, “33 m x 15 m” boyutlarında bir salondan oluşan bu mağaranın “18 m” eninde ve “3 m” yüksekliğinde bir girişi vardır. Hıristiyanlık ile ilgili kaynaklarda paganistlerin baskısından korkan Hıristiyanların gizli ibadet ettiği bir mekân olarak belirtildiğinden, bu mağara kayıtlara Kilise Mağarası adıyla girmiştir. I.Yüzyılın sonlarına doğru Roma İmparatorluğu topraklarında hızla yayılan Hıristiyan15 Yard.Doç.Dr.Tayfun Akkaya, Herakleia Pontike’nin (Karadeniz Ereğlisi’nin) Tarihi Gelişimi ve Eski Eserleri, Troya Yayıncılık, İstanbul.1994, s:13 186 RAİF TOKEL lık, II. Yüzyılın başlarında Anadolu’da özellikle kolonilerin yerleştiği yörelerde taraf bulmaya başladı. Batı Karadeniz kıyılarında da Kdz.Ereğli (Herakleia Pontike), Filyos (Tieion), Amasra (Amastris) Hıristiyanlığın ilk örgütlendiği kentler oldu. Hıristiyan dininin yayılması karşısında Roma yönetimi, imparatorlukça kutsal sayılan yörelerdeki, yerlerdeki inanç ve kült merkezlerini iyileştirirken ilk inanan Hıristiyanlara da göz açtırmadı; düzenlenen resmi nitelikteki dinsel törenlere katılmayanlara da eziyet etti. Bu nedenle ilk inanan Hıristiyanlar, toplantı ve ibadetlerini yerel yöneticilerin dikkatlerinden ve paganların/paganistlerin (puta tapan, putperest, politeist) tepkilerinden uzak mekânlarda gizlice yapmaya başlayınca; mağaralar, inler doğal ibadethane olarak kullanıldı. Bu tip mekânlar, Hıristiyan kaynaklarında Hz.Meryem’in Hz.İsa’yı mağarada, dünyaya getirmesiyle de ilinti kurularak, kutsandı. Kilise Mağarası da bu dönemde gizli ibadethane ( daha sonraki yıllarda da, keşişlerin inzivaya çekildiği yer) ve katakomp olarak kullanılan yerlerden biriydi. İmparator Traianus (53/98-117) döneminde Bitinya (Bithynia) Eyaleti Valisi (prokonsül) olarak yöreyi gezen Genç Plinius, imparatora yazdığı mektuplarda I.Yüzyılda Hz.İsa’nın havarilerinden Aziz Andreas’ın Bitinya (Bithynia) ve Paflagonya’da (Paphlagonia) Hıristiyanlığı yaydığı ve bu yeni dinin özellikle Aziz Andreas’ın önderliğinde taraf, kitle tabanı bulduğunu yazar. Giriş kapısının sol yanında bulunan absis/absit (absisin önünde zeminden kademeli olarak hafif hafifçe yükselen basamaklar) ve duvarlardaki nişler mağaranın ibadet yeri olarak kullanılmasının izleridir. Ayrıca mağaranın tabanı, Hıristiyan sanatının bilinen en eski örneklerinden biri olan döşeme mozaikleriyle kaplıdır. Beyaz zemin üzerine siyah, sarı, mavi, yeşil, kırmızı parçacıklarla (testera) işlenen “opus signum” ve “opus sectile” türü mozaiklerde; dal, yaprak gibi bitkisel örgeler ile geometrik şekillerden oluşan soyut ve yalın bir anlatım egemendir. Estetik kaygılar gütmeyen ama ikonografik açıdan/anlamda oldukça önemli olabilecek olan bu mozaiklar iyi korunamamıştır. Girişte sağ tarafta bulunan nişin (lahit nişi) önünde Nikalaos’a ait olduğu belirtilen bir 1lahitten söz edilmektedir. Ama bu kişinin hangi Nikalas’a (Aziz Nikalaos mı? Patrik I.Nikalaos mı? Patrik III.Nikalaos mı?) ait olduğu konusunda bir araştırma yapılmamıştır. Ayazma Mağarası Adını içindeki gölden/sudan (ayazma:kutsal su) alan bu mağara koyaktaki üçüncü ve son mağaradır. Yol seviyesinden “-2 m” aşağıda, “70 m” geniş bir girişi olan Ayazma Mağarası’nın toplam uzunluğu “103 m”dir. Biri büyük (60 m x 35 m), diğeri küçük (30 m x 25 m) iki tane salonu olan mağaranın; büyük salonu derinliği “0,5 m” ile “1 m” arasında değişen bir gölle kaplıdır. 187 DÜNDEN BUGÜNE KDZ. EREĞLİ CEHENNEMAĞZI MAĞARALARI CEHENNEMAĞZI MAĞARALARININ HUKUKSAL STATÜSÜ Bu konuda dönemin Kültür ve Turizm Bakanı/Kültür Bakanı ve Zonguldak Milletvekili M.Tınaz TİTİZ önce 1986 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Turizm Planlama ve Yatırımlar Dairesi Başkanlığı Tabii ve Kültürel Değerler Şube Müdürlüğü’ne Zonguldak İli’ndeki mağaralar ile ilgili bir rapor16 (15) hazırlatmış; Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu 13-14.Mart.1986/2131 Tarih/Sayılı Kararlarıyla Cehennemağzı Mağaraları’nın bulunduğu alanı “Birinci Derece Arkeolojik ve Doğal Sit Alanı” olarak kabul etmiş; Kdz.Ereğli Belediye Başkanlığı bu alanı 28.02. 1989 tarihinde “Tabii Tarihi Eser Barındıran Sit Bölgesi” adıyla imara işlemiş; Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu da 24.03.1989 Tarih ve 728 Sayılı Kararlarıyla sözü edilen alanın “kamulaştırma yapılabileceğine, bu nedenle hiçbir biçimde yapılaşmaya izin verilmeyeceğini” duyurmuştur. Turizm Bakanlığı ile Kültür Bakanlığı’nın iki ayrı bakanlık olduğu dönemde başlatılan “İnanç Turizmi Projesi” ile ilgili olarak gizilgüç (potansiyel) belirleme çalışması kapsamında Zonguldak İl Turizm Müdürü olarak bizzat kaleme aldığım “Mitolojide Cehennemağzı Mağaraları.1994” adlı çalışma 18.01.1994/47 Tarih/ Sayılı yazı ekinde Turizm Bakanlığı’na sunulmuş; 1996 yılında Turizm Bakanlığı’nca “İnanç Turizmi Projesi” kapsamına alınarak 1997 yılında projeye akçalı destek verilmesi üzerine; MTA Genel Müdürlüğü Jeolojik Etütler Dairesi Başkanlığı Mağara Araştırma Grubu teknik elemanlarınca hazırlanan teknik projeler Kdz. Ereğli Belediye Başkanlığı’nın 22.05.1997/1345-899 Tarih/Sayılı yazıları ekinde Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunulmuştur. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 17.04.1998/5733 ve 14.04.2000/6693 Tarih/ Sayılı Kararları doğrultusunda – alanda arkeolojik çalışma yapılmadan mağaraların kullanım amaçlı projesi uygulanarak mağaralar hizmete açılmıştır. 29.06.2011/644 ve 23.08.2011/648 Tarih/Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelere göre “doğal sit alanları” ile ilgili iş ve işlemler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonu’na devredilmiştir. SONUÇ Yöreyle ile özdeşleşerek Kdz. Ereğli’nin simgesi olan Cehennemağzı Mağaraları’nın, sınırdaşı olan I. ve III. Derece Arkeolojik Sit Alanı statüsündeki Akheron (Acheron) Koyağı Nekropol Alanı (nekropolis) ile birlikte ele alınmasının daha doğru bir karar olacağı; Basılı kaynaklara göre her iki alan, yörenin doğal, tarihsel ve ekinsel kimliğini belirleyen/ belirleyecek olan arkeolojik değerleri barındırdığı; Cehennemağzı Mağaraları iki farklı kamu kurumu ve bu kurumlara bağlı kuruluşların görev ve yetki alanına girdiğinden, “koruma ve kullanma dengesi” temelinde geliştirilecek projelerde Bülent Ecevit Üniversitesi yanında konu ile ilgili çalışması olan sivil toplum örgütleri ve yetkin kişilerin katılacağı bir eşgüdümün sağlanması düşüncesindeyim. 16 Selma Çınaroğlu-Şube Müdürü, Hayati Gülez-Jeomorfolog, Zonguldak ve Yakın Çevresindeki Mağaraların Sektörde Değerlendirilmesi Hakkında Rapor, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1986.Ankara,s:7-8 188 RAİF TOKEL KAYNAKÇA A- PLANLAR, PROJELER, ETÜT ÇALIŞMALARI ENVARTERLER Batı Karadeniz Bölgesi (Zonguldak, Bartın, Karabük) Bölge Planı (2010-2013), BAKKA, Ankara.2010 Yeni Bin Yılın Eşiğinde Dünya ve Türkiye Madencilik Sektörlerinin Genel Görünümü, T.ÖZUSLU, Genel Maden-İ İş Sendikası, Zonguldak Ekim 2000. Cehennemağzı Mağaraları (Ereğli-Zonguldak) Araştırma Raporu Mimari ve Elektrifikasyon Uygulama Projesi , M.T.A.Genel Müdürlüğü , Jeoloji Etütleri Dairesi Başkanlığı, Ankara.Mayıs.1997 Mitolojide Cehennemağzı Mağaraları, Raif TOKEL, İl Turizm Müdürü, Zonguldak.1994 Zonguldak, R.TOKEL, Zonguldak İl Turizm Müdürlüğü , Ankara,1998, Zonguldak, Bartın, Karabük (ZBK) Bölgesel Gelişme Projesi, DPT, Ankara.1997 Zonguldak İli Turizm Master Planı – Ö.KIRCALI, Zonguldak,1991 Zonguldak Turizm Envanteri, 2002 – R.TOKEL, Zonguldak İl Turizm Müdürlüğü, Ankara.2002 Zonguldak ve Yakın Çevresindeki Mağaraların Sektörde Değerlendirilmesi Hakkında Rapor, S. Çınaroğlu, H. Gülez, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1986.Ankara B- KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KURULU KARARLARI Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 13-14.03.1986/2131 Tarih/Sayılı Kararı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 24.03.1989/728 Tarih/Sayılı Kararı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 17.04.1998/5733 Tarih/Sayılı Kararı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 14.04.2000/6693 Tarih/Sayılı Kararı C- KİTAPLAR Anabasis - KSENEPHON, İstanbul.1962 Anadolu’nun Kültür Tarihi - Prof.Dr. E.AKURGAL, Ankara.1998 Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, I - Prof.Dr. V.SEVİN, Ankara..2001 Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası – W.RAMSAY,İstanbul.1961 Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika:XII-XIII-XIV) - STRABON, İstanbul.1993 Antik Çağda Kentler Nasıl Kuruldu? - R.E.WYCHERLEY, İstanbul.1993 Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi – A. IŞIK , Ankara.2002. 189 DÜNDEN BUGÜNE KDZ. EREĞLİ CEHENNEMAĞZI MAĞARALARI Bityhnia – B.UMAR , Ak Yayınları Kültür Kitapları Serisi.10 (Yer :?Tarih:?) Çeşm-i Cihan Amasra – N.SAKAOĞLU, İstanbul.1966 Doğal,Tarihsel ve Kültürel Değerleriyle Kdz.Ereğli, R.TOKEL,Kdz.Ereğli Belediyesi-Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı (BAKKA), İstanbul.2012 Kdz.Ereğli Taşınmaz Kültür Varlıkları Envanteri,R.TOKEL, Kdz.Ereğli Belediyesi-Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı(BAKKA), İstanbul.2012 Eski Çağda Bazı Anadolu Şehirlerinde Tanrı ve Kahraman Ktistesleri - A.PEKMAN, Ankara,1970 Genç Plinius’un Anadolu Mektupları (Plinius Epistulae 10.Kitap), İstanbul.1999 Herakleia Pontike-Ereğli W. HOEPFNER,Viyana.1966 (Yerel olanaklarla yapılmış tercüme,fotokopi) Herakleia Pontica - İ.ELİUYGUN (yayınlanmamış lisans tezi), İstanbul.1992) Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi’nin) Tarihi Gelişimi ve Eski Eserleri - Yard.Doç.Dr. T.AKKAYA,İstanbul.1994 İlyada – HOMEROS - İstanbul.1996 Kdz Ereğli’sindeki Bizans Devri Kalıntıları, - P.ARKAN (yayınlanmamış lisans tezi), İstanbul.1992) Karadeniz Ereğlisi Tarihi - T.AYGÜN, Ankara.1960 Küçük Asya Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi – C.TEXİER, Ankara.2000. Mitologya - E.HAMİLTON, İstanbul.1992 Mitoloji Sözlüğü – A. ERHAT, İstanbul.1989 Odysseia - HOMEROS, İstanbul.1996 Paphlagonia Gayrimenkul Eserleri ve Arkeolojisi – A.GÖKOĞLU, Kastamonu.1952 Rodoslu Apollonios Argo Gemicilerinin Destanı, Apollonios, İstanbul.199 Theogonia (Tanrıların Doğuşu), İşler ve Günler – HESİODOS, İstanbul, 2010 Türkiye’nin Tarihi - S.LLOYD, Ankara.1997 Yüz Soruda Mitologya – B.NECATİGİL, İstanbul.1973 Zonguldak’ta Turizm: Sorunlar, Öneriler – R.TOKEL, Zonguldak.1996 (Yayınlanmamış notlar) D-BROŞÜRLER Gizemli Bir Dünya, Kdz.Ereğli Cehennemağzı Mağaraları, R.TOKEL,Kdz.Ereğli Belediyesi-Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı (BAKKA), İstanbul.2012 İnanç Turizmi Projesi Kapsamında Kdz.Ereğli Cehennemağzı Mağaraları,R.TOKEL,İl Turizm Müdürlüğü, Ankara.2001 190 RAİF TOKEL EKLER Antikçağ Anadolu Coğrafyası Haritası Argonautlar 191 DÜNDEN BUGÜNE KDZ. EREĞLİ CEHENNEMAĞZI MAĞARALARI Cehennemağzı Mağaraları İmar Durumu 2011 Cehennemağzı Mağaraları İmar Durumu 2012 192 RAİF TOKEL Herakles ile Kerberus Kent Haritası 193 DÜNDEN BUGÜNE KDZ. EREĞLİ CEHENNEMAĞZI MAĞARALARI 194 TARİH-COĞRAFYA 195 196 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI ALİ SARIKOYUNCU* ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ** GİRİŞ Milli Şairimiz Mehmed Akif’in “Kim bu Cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” dediği Anadolu’nun Müslüman Türk yurdu haline gelmesinde; Alparslan, Ertuğrul ve Osman Gaziler, Orhan, Murat ve Yıldırım hanlar, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman gibi hükümdarlar mücadele vermişlerdir. Bu arada Selçuklu sultanları da1… Ceddimiz olan bu büyüklerimize-Oğuzlara Anadolu’nun kapılarını açan Sarı Hoca’lar, Saçlı Hafızlar; Kayı boyunun Beğlek, Sultanlık en sonunda da imparatorluk yapan Şeyh Edebaliler, Dursun Fakıllar ; “Diyar-ı Rum’u EdebiyenDiyar-ı Türk ve Diyar-ı İslam yapan Mevlanalar, Yunuslar, Emir Sultanlar, Hacı Bayram ve Hacı Bektaş veliler Mehdi ve İbn-i Kemal Paşalar, Akşemsettin, Merkez Sünbül, Aziz Mahmut Hüdayi, Şeyh Halil Efendiler manevi rehberlik yapmışlar, onlara yol göstermişlerdir. BahaüddinVeled oğlu Mevlana Celaleddin Konya’ya, Hacı Bayram Veli Ankara’ ya otağ kurmuş, Anadolu’nun her yanına saldıkları erenleriyle, bu toprakları Türkleştirmişler, Müslümanlaştırmışlardır2. Ancak Avrupa, Bizans topraklarının alınarak, Türkleştirilmesini ve Müslümanlaştırılmasını bir türlü içine sindirememiştir. Bunun için batılılar, Anadolu’yu geri almak, Hristiyan yapmak için yıllarca plan ve projeler yapmış3 mücadeleler vermiştir. Nihayet 9 asır süren bir mücadelenin sonunda Anadolu’ya girmeyi başarabilmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’na son veren Mondros Ateşkes’i (30 Ekim 1918)sonrasında Anadolu’muz İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların ve Yunanlıların işgaline uğramıştır. Aynı zamanda Hristiyanlık dünyası yüzyıllardan beri çözmeye çalıştıkları “Şark Meselesi”4ni de nihayete erdirmiş görünüyordu. * Prof.Dr.,Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı. Kütahya **Doç.Dr.,Dumlupınar Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. Kütahya Ali Saıkoyuncu, Esra Sarıkoyuncu Değerli, “Burdurlu Hatibzade Hacı Mehmet Efendi ve Milli Mücadeledeki Hizmetleri”, Burdur’un Manevi Değerleri ve Milli Mücadele (Ed. Mehmet Tanır), Burdur Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayını, Burdur, 2013, s. 9. 2 a.g.m.,gös. yer. 3 Bu plan ve projelerden bilinenin sonuncusu,10 Ağustos 1920 tarihli Sevres’dir. Sevres paylaşımından önce yapılanların hepsinden burada söz etmemiz olanaksız olduğundan, bu konuyu irdeleyen yapıta referans vermekle yetineceğiz.T.GDjuvara,Centprojets de la Turquie(1281-1913), Paris,1914. Romen devlet adamlarından T.G Djuvara tarafından kaleme alınan bu eser, Fransa-Paris’te hazırlanmış 600 sayfalık bir doktora tez çalışmasıdır. Türkiye için son derece önemli olan bu çalışma, Yakup Üstün tarafından “Türkiye’yi Parçalama Planları: 100 Plan-Haçlı Taassubu-Türkiye Düşmanlığı (Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları no;107,Ankara, 1993)” adıyla özet tercümesi yayınlanmıştır. 4 Avrupa Devletleri Türklerin Anadolu’ya ayak basışlarından itibaren, Türkleri Anadolu’dan almak ve yok etmek için her fırsatı değerlendirmişlerdir. Batı’nın Türklere karşı süregelen bu tutum ve davranışları daha sonra Şark Meselesi olarak adlandırılacak ve aynı zamanda da yeni bir şekil ve mana kazanacaktır. Örneğin Osmanlı Devleti’nde baş gösteren çöküş belirtilerinin başlamasıyla Şark Meselesi, Avrupalılar nazarında Osmanlı’nın mirasının paylaşılması halini alacaktır. Yüzyıllara göre değişik hedefler gösteren bu politika, XIX. Yüzyılın İlk yarısında Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması ikinci yarısında Türklerin Avrupa’daki topraklarının bölüşülmesi anlamında kullanılmıştır. (Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.V, Ankara,1947,s.207-208). Viyana Kongresi(1815) esnasında Çar Alexandre tarafından ilk olarak kullanılan Şark Meselesi, günümüzde Türkleri Anadolu’dan sürmekten başka, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bölüp parçalamak anlamında kullanılmaktadır. Bu konuda daha 197 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI Zira bu emperyalistler inanıyorlardı ki, uzun yıllar devam eden savaşlar sonunda yorgun ve fakir düşen Türk Milleti, bu istilaya karşı duramaz ve Türk toprakları da kolaylıkla paylaşılırdı. Fakat bunun böyle olmadığı kısa zamanda anlaşılacaktı. Başka bir ifadeyle, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Milli İntibah” diye tanımladığı Türk Milleti’ndeki uyanış, işgalci güçleri hayal kırıklığına uğratacaktı5. Böyle bir anda milletin ruhunda ve benliğinde mevcut olan direnme gücünü ateşleyen hocalar, müftüler, din adamları Milli Mücadele fikrinin doğuşunda önemli bir faktör olmuşlardır. Ölüm-kalım mücadelesinin ilk günlerinde halk, Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi “Hakiki vaziyeti anlamamışlardı. Fikirlerde karışıklık vardı. Dimağlar adeta durgun bir haldeydi…” Pek çok din adamı yine Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle; “Hakikati halka izah ettiler… doğru yolu gösteren vaaz ve nasihatlerden sonra herkes çalışmaya başladı”6 Bu cümleden olarak, İzmir’in işgalinden sadece dört saat gibi kısa bir süre sonra düzenlediği mitingde; “işgal edilen memleket halkının silaha sarılması dini bir görevdir” diyen Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin etrafında Denizlililer hemen birleşmişlerdir.7 Din adamları Milli Mücadele kıvılcımını ateşlemekle kalmadıklar. Kimileri ellerinde silah, beldelerini de korumuşlardır. Örneğin Isparta’da Hafız İbrahim Efendi, DEMİRALAY; Afyonkarahisar ‘da da Hoca İsmail Şükrü, ÇELİKALAY adlarında gönüllerinden alaylar teşkil etmişlerdir.8 fazla bilgi için bkz. Albert Sorel, La Question d’ Orient, Paris, 1889;Enver Ziya Karal,”Namık Kemal ve Şark Meselesi” Namık Kemal Hakkında, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya fakültesi Yayını, İstanbul,1942;Cevdet Küçük,”Şark Meselesi Hakkında Önemli Bir Vesika”Tarih Dergisi, Sayı:32 (Mart 1979), Bayram Kodaman, Şark Meselesi Işığı Altında II. Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul,1983;Abdülhaluk M.Çay,”Şark Meselesi veya Emperyalistlerin Türk Politikası”Türk Kültürü, Sayı:350(Haziran 1992);Ali Sarıkoyuncu, Şark Meselesi ve Tarihsel Gelişimi” Askeri Tarih Bülteni, Sayı: 36(Şubat 1994). 5 Sarıkoyuncu, Sarıkoyuncu Değerli, a.g.m., s. 10. 6 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını Ankara.1989,C.I-II,s.208. 7 Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, İzmir’in İşgalinden(15 Mayıs 1919)dört saat sonra, başka bir ifadeyle Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışından dört gün önce düzenlediği düşmana karşı savaşmanın dini bir görev olduğunu ilan etmiştir. O, bu tarihi konuşmasında şöyle diyordu: “Muhterem Denizlililer!.. Bugün sabahın erken saatlerinde İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir, vatana karşı irtikab edilecek cürümlerin Allah ve Tarih önünde affı imkânsız günahtır. Cihad, tam manasıyla teşekkür etmiş dini farize olarak karşımızdadır. Hemşehrilerim, karşımıza çıkan dünkü tebaamız Yunan’a biz mağlup olmadık. Onlar, öteki düşmanlarımızın vasıtasıdır. Yunan’ın bir Türk beldesini ellerine geçirmelerinin ne manaya geldiğini, İzmir’de şu birkaç saat irtikab edilen cinayetler gösteriyor. Silahımız olmayabilir, topsuz-tüfeksiz sapan taşları ile de düşmanın karşısına çıkacağız. İstiklal aşkı, vatan sevgisi haysiyet şuurumuz ve kalbimizdeki iman ile mücadelemizin sonunda zaferi kazanacağız. bu uğurda canını veren şehit, kalanlar gazidir. Bu mutlak olarak Cihad-ı mukaddestir. Sizlere vatanımızı düşmana teslim etmenin çaresiz olduğumuzu söyleyenler, düşman esareti altında olanlardır. Onlar irade ve kararlarına sahip değildirler. Bu vaziyette olanların emri ve fetvası aklen ve şer’an caiz, makbul ve muteber değildir. Meşru olan münhasıran vatan müdaafası ve İstiklal uğruna cihaddır. Korkmayınız… Meyus olmayınız… Bu livay-ı hamd’in altında toplanınız ve mücadeleye hazırlanınız. Müftünüz olarak CİHAD-I MUKADDES FETVASINI ilan ve tebliğ ediyorum. …Elinizde hiçbir silahınız olmasa dahi üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka fiili mukabelede bulununuz…”(Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Diyanet İşleri Bakanlığı Yayın, Ankara,1973, s.51-52; Ali Sarıkoyuncu, “Milli Mücadele’de Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi” Diyanet İlmi Dergi, C.II,27, Sayı:4.s.248)Sadi Borak, “Sarıklı Bir Mücahit” Hayat Tarih Mecmuası, Sayı:9,s.13. 8 “Demiralay” ve “Çelikalay” hakkında bkz.,C. Kutay age, s. 207-219; Kadir Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler, 2. Baskı İstanbul 1969, s.239-253; Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Din Adamları, Diyanet İşleri Bakanlığı Yayını,Ankara, 1995,s.45-49. 198 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ Öte yandan hiçbir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yoktur ki, onun içinde veya başında bir din adamı bulunmasın. Bilindiği üzere TBMM, bu kuruluşların üzerine bina edilmiştir.9 Yine Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Anadolu topraklarına ayak bastığında, O’nu karşılayanların başında din adamları ön saflarda yer almışlardır.10 Kısaca ilk direniş fetvasını veren ve örgütünü kuran Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’den11, İzmir Valisi İzzet Bey’in Yunan işgaline karşı çıkılmaması emri üzerine; “Vali Bey… bu sakalım al kanımla kızarabilir, ama bu alına Yunan alçağını sükünetle selamlamış olmanın karasını severek huzur-u İlahiye çıkamam” diye haykıran İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi12, Mustafa Kemal Atatürk’e “Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir” diyen Müftü Hacı Tevfik Efendi’den13 Milli Mücadele’nin meşru olduğuna dair fetva AnkaraMüftüsü Mehmet Rifat Efendi14 ve daha niceleri15 Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Ya İstiklal, Ya Ölüm”parolası etrafında birleşmişlerdir.16 Bununla birlikte Milli Mücadele’de din adamları konusu yeterince incelenmemiştir. Bu konudaki kitap ve araştırmalar da yok denecek kadar azdır. Hâlbuki Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı ve Osmanlı Arşivleri, onların kahramanlıklarını dile getiren belgelerle doludur. Anılan arşivlerdeki belgeler incelendiğinde, onların Hulleci piyesinde ortaya konan, yüzlerce tiyatro eserinde ve karikatürde hafife alınan uydurma kıyafetli, ürkek şahsiyetli ve kurnaz karakterli tipler olmadıkları görülecektir. Ayrıca Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye isimli eserinde tahkir ve tezyif ettiği, karaladığı bir camianın büyük bir çoğunluğunun Anadolu harekâtı yanında yer aldığı anlaşılacaktır. Tarafsız bir tarihçi gözüyle Milli Mücadele tarihini yazanlar, bu gerçeği göreceklerdir. Öte yandan merhum Dr. Fethi Tevetoğlu’nun da belirttiği gibi “Türk Milli Mücadelesi’nin noksansız tarihini yazanların, eserin asıl sahibi büyük Türk Milletinden bu mücadeleye ufak-büyük hizmeti geçmiş her Türk evladına, gördüğü milli hizmet ölçüsünde yer ve değer vermeleri hem ilmi bir zaruret, hem de kadirbilirlik borcudur.”17 Kısacası Türk Milleti askeri-siviliyle, yöneticiyle öğretmeniyle, öğrencisiyle, din adamlarıyla, tüm diğer meslek erbabıyla kadını-erkeğiyle, köylüsü-kentlisiyle üç yıl boyunca savaşarak saldırganları denize dökmüştür. Bu düşüncelerden hareketle, “İNSAN-KİMLİK-MEKÂN BAĞLAMINDA ZONGULDAK SEMPOZYU9 10 11 12 13 14 15 16 17 Bkz.,C.Kutay,age,s.119-120;Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 19 (Eylül 1986); A.Sarıkoyuncu,age,s.49-57. Bkz.,A.Sarıkoyuncu, age,s.29-35. Ahmet Hulusi Efendi’nin Milli Mücadele’deki hizmetleri için bkz.,A.Sarıkoyuncu, “Milli Mücadele’de Denizli Müftüsü” Diyanet İlmi Dergi, Cilt: 27, Sayı: 4,s.245-288. Ali Sarıkoyuncu, “Milli Mücadele’de Afyon Müftüsü Hüseyin (Bayık) Efendi” 3.Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu, Afyon 1994,s.74. C. Kutay,age.,s.253. Ayrıca Müftü Hacı Tevfik Efendi’nin Milli Mücadele’deki Hizmetleri için bkz.. “Milli Mücadele’de Amasra Müftüleri” Diyanet İlmi Dergi, Cilt:31.Sayı:2,s.62-81. Milli Mücadele’nin meşru olduğuna dair Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Efendi tarafından hazırlanan fetva için bkz.: “Öğüt (19 Nisan 1336/1920):İrade-i Milliye (22 Nisan 1336/1920).Ayrıca,MehmetRifat Efendi’nin Milli Mücadele’deki hizmetleri için bkz., Ali Sarıkoyuncu,”Mehmet Rifat Efendi (Börekçi)’nin Milli Mücadeledeki Hizmetleri” Diyanet İlmi Dergi,Cilt:31,Sayı:1 (Ocak-Şubat-Mart 1995)s.79-102. Din adamlarının hizmetleri için bkz.,K.Mısıroğlu,age.,s.18vd.;C.Kutay,age,s.5vd.; A.Sarıkoyuncu,age,s.19 vd. Sayıları çok az olmakla birlikte kimi din adamı Kuva-yı Milli’ye karşı çıkmıştır. Bu konuda bkz.,Ali Sarıkoyuncu,Atatürk,Din ve Din Adamları,Ankara,2002,s.122-124. Fethi Tevetoğlu, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Ankara,1971,s,9. 199 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI MU”nda Zonguldak Müftüsü İbrahim Efendi (AKÇA), Bartın Müftüsü Hacı Mehmet Rıfat Efendi (TOSCUOĞLU), Devrek Müftüleri Abdullah Sabri Efendi (AYTAÇ), Mehmet Tahir Efendi, BeycumaMüderrisi Hüseyin Efendi ve Safranbolu Müftüsü Mehmet Saadeddin Efendi’nin Türk bağımsızlık savaşındaki hizmetlerinden söz etmeyi uygun bulduk. Amacımız, yeni nesillere, şimdiye değin kendilerinden pek söz edilmeyen millet kahramanlarını tanımaktır. Böylece gençlerimiz, üzerinde yaşadıkları vatanın, sevinçlerini ve kaderlerini paylaştıkları toplumun teneffüs ettikleri hürriyet havasının, kısaca sahip oldukları bütün değerlerin kimler tarafından nasıl ve hangi mücadelelerle elde edildiğini anlayacaklardır. Aynı zamanda Milli Mücadele’yi ve Türk İstiklal Savaşını bir millet hareketli olmaktan çıkararak belirli sınıf ve zümrenin davranışları şeklinde yorumlayan, yazan ve yayınlayanlara karşı da yakın geçmişlerini daha iyi öğrenmiş olacaklardır. I. HAYATLARI A. MÜFTÜİBRAHİM EFENDİ (AKÇA)(1872-1935) Müftü İbrahim Efendi, 21 Mart 1288(1872)’de Zonguldak Merkez Çağlı Köyünde dünyaya gelmiştir. Babası aynı köyden olup, mahlası “Hakkı”dır. İbrahim Efendi, ilköğrenimini Çağlı köyünde yaptı. Adı geçen daha sonra Ereğli’ye giderek, burada bulunan Ali Molla Medresesi’ne kaydoldu. Ali Molla Medresesi’nde üç yıl öğrenim gördükten sonra, yükseköğrenimi için İstanbul’a gitti. Burada Süleymaniye semtinde bulunan Döğmeci Sani Medresesine devam etti. Bumedreseden 8 Teşrin-i Sani 1319 (1903) tarihinde üstün derece ile mezun oldu. Gösterdiği başarıdan dolayı Gümüş madalya ile taltif edilmiştir18. Yükseköğrenimi sonrasında 2 Mayıs 1320 (1904) tarihinde Zonguldak Müftüsü olarak atanmıştır. Ayrıca müftülük görevinin yanı sıra,8 Mart 1913-19 Ağustos 1915 tarihleri arasında da vekâleten Zonguldak Kadılığını da yürütmüştür. Bu arada 1324 (1908) yılında da Bolu Tenkisat Komisyonu’nda da görevlendirilmiştir19. Akça soyadını alan Müftü İbrahim Efendi, 6 Ocak 1935 günü Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur20. B. MEHMET ALİ ÇİMENOĞLU (1860-1947) Ereğli Müftüsü Mehmet Ali Efendi, 1860 tarihinde Ereğli kazasının Alabeyli nahiyesi Abdi köyünde doğmuştur. Babası Abdi Ağa’dır. Mehmet Ali Efendi ilköğrenimini köyünde tamamladıktan sonra İstanbul’a gitti. Burada Fatih Dersiamlarından Ali Niyazi Efendi’nin derslerine devam etti. Adı geçen aldığı derslerden başarı göstererek, 1896 yılında icazetname almıştır. Yükseköğrenimi sonrasında 15 Haziran 1902 tarihinde Ereğli Medresesi’ne müderris olarak tayin edilmiştir. Kaza İdare Meclisi’nce yapılan seçim sonunda Meşihat makamınca 1 Ağustos 1912 tarihinde de Ereğli Müftüsü olarak atanmıştır21. Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı Zonguldak, Bartın, Karabük, Zonguldak, Valiliği Yayını, Ankara, 2009, s. 47.Ayrıca Bkz.,Terceme-i Hali (EK I) 19 Bkz. EK I-EK II. 20 Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı Zonguldak, Bartın, Karabük adlı çalışmada (s. 47) sehven Müftü İbrahim Efendi’nin ölüm tarihi 15.01.1934 yazılmıştır. Doğrusu 6 Ocak 1935’dir. 21 Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki 23-2495 nolu dosyasındaki bilgilerden ve ayrıca bkz., Ek III. 18 200 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ Milli Mücadele’de de önemli hizmetleri olan Mehmet Ali Efendi, soyadı kanunu ile birlikte ÇİMENOĞLU soyadını almıştır. Evli olup, 3 çocuğu vardır. Ereğli Müftüsü iken 17.7.1949 günü vefat etmiştir22. C. ABDULLAH SABRİ EFENDİ (AYTAÇ) (1870-1950) 1286 (1870) yılının 31 Temmuzunda Zonguldak-Devrek İlçesi’nde doğdu. Tanınmış ulemadan Halveti Dergahı Postnişini Hacı Mehmet Efendi’nin oğludur. Babası Hacı Mehmet Efendi Şeyh Yusuf Ziyaettin Efendi’ye mensup olduğundan halk arasında Şeyhzada Efendiler olarak da tanınır. Mahlası da “EMİN”dir. 6 yaşında Sıbyan mektebine başlamıştır. İlköğrenimini sürdürürken 7 yaşında Kur’an-ı Kerim’i hatmetmiştir. Ayrıca Emsile, Bina ve Maksut gibi Arapça gramer kitaplarını da okumuştur. İlköğrenimi sonrasında DevrekRüştiyesi’ne devam ederek, 12 yaşında 22 Haziran 1298 (1882) tarihinde pekiyi derece ilebu okuldan mezun oldu.Daha sonra öğrenimini medresede sürdürdü. Medresede Sarf, Avamil, İzhar ve Kafiye gibi ders ve kitapları okuyarak, Arapçasını da ilerletti. 1896’da da müderris icazetnamesi aldı. Babası Hacı Mehmet Efendi’nin ölümü üzerine Dergah’ta onun görevini üstlendi. Medrese öğrenimi sonrasında ilk memuriyetini 1907 yılında ilkokul öğretmenliği ile başladı. Bu arada Devrek Kazası İdare Meclis Üyeliği ile Bolu Livası Azalıklarında da bulundu. Ayrıca 1910 yılında da Kastamonu Vilayeti Meclisi üyeliğine seçildi. 1911 yılında da Devrek Müftülüğüne atandı. 22 Haziran 1332 (1916)’de de Kastamonu Bidayet Mahkemesi üyeliğine de seçilmiştir23. Abdullah Sabri Efendi Devrek Müftüsü iken, TBMM’nin I. Dönemi için yapılan seçiminde Bolu Milletvekili olarak Ankara’ya geldi ve 23 Nisan 1920’de Meclisin açılışında hazır bulundu. Mecliste Şer’iye ve Evkaf ve İrşadKomisyonlarında çalıştı24. Abdullah Sabri Efendi milletvekilliği sona erince, doğum yeri olan Devrek’e döndü. Herhangi bir işle meşgul olmadı. Soyadı kanunu ile AYTAÇ soyadını alan Abdullah Sabri, 8 Ocak 1950 tarihinde vefat etti. Devrek Tekke Camii avlusunda toprağa verildi. Evli olup, dokuz çocuk babasıydı25. Abdullah Sabri Efendi Milli Mücadele’deki hizmeti nedeniyle Yeşil Şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir26. D. MEHMET TAHİR EFENDİ (1899-1933) 1899’da Zonguldak-Devrek Cami-i Cedid Mahallesi’nde doğdu. Babası Uzun İsmailoğullarındanMahkeme Kâtibi Hacı Ali AğazadeAli Rıza Efendi’dir. İlköğrenimini Devrek İlkokulu’nda tamamlayan Mehmet Tahir Efendi 1892 Eylül’ünde Devrek Rüştiyesi’ne girdi ve bu okuldan 1896’da Pekiyi derece ile mezun oldu27. Mehmet Tahir Efendi, daha sonra öğrenimini yine Devrek’te bulunan Medrese-i İrşadiye’de sürdürdü28. Bu medresede Devrek Müftüsü ve TBMM’de Bolu Milletvekili olarak da görev yapan zamanın tanınmış din bilginlerinden Abdullah Sabri Efendi (AYTAÇ)’ın derslerini de takip etti. 1905 yılında medrese öğrenimini de tamamlayan Mehmet Tahir Efendi, bir süre mezun olduğu medresedeki öğrencilerin eğitim-öğretimi ile ilgilendi. Bu arada 22 23 24 25 26 27 28 Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki 23-2495 nolu dosyasındaki bilgi. Fahri Çoker, Türk Parlamento Tarihi, TBMM Yayını, tarihsiz, s. 185; DİB. Arş., D:23-1364. Ayrıca bkz. EK IV. Çoker, a.g.e.,gös.yer; Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Din Adamları II, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, 6. Baskı, Ankara, 2012, s. 60. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Din Adamları II, s. 60. Bkz. EK V. Mehmet Tahir Efendi’nin Devrek Rüştiyesi’nde okuduğu dersler ve aldığı notlar: Ulum-ı Diniye: 10, Arapça:10, Farsça:10, Türkçe:10, İmla:10, Tarih:10, Coğrafya:10, Hendese:9, Hesap:10Hüsn-ü Hat:10. İlkokuldaki derslerinden aldığı notlar da aynı şekilde “9” ve “10”dur(DİB. Arş. 23-1306). Bkz. EK VI. 201 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI camilerde İmam-Hatiplik görevlerinde de bulundu. İmam-Hatiplik görevini yürütebileceğine dair bir belge aldı. Bolu Mutasarrıflığınca açılan ilkokulun öğretmenliği için yapılan sınavda başarılı olduğundan, 1 Şubat 1909’da Devrek İbtidai Mektebi öğretmenliğine atandı. İlkokul öğretmenliği görevini Müftü olarak atandığı 1921 yılına kadar sürdürdü29. Abdullah Sabri Efendi (AYTAÇ) Birinci Dönem TBMM üyesi seçildiğinden Müftülük görevinden ayrıldı. Boş bulunan Devrek Müftülüğü için yapılan seçimde 3 oy almasına rağmen30, muhtemelen Hocası Abdullah Sabri Efendi’nin destek ve yardımıyla 12 Şubat 1921 tarihinde Devrek Müftüsü olarak atandı. Adı geçen Devrek Müftüsü iken 19 Eylül 1933 günü vefat etmiştir31. E. HACI MEHMET RİFAT EFENDİ (TOSCUOĞLU) (1862-1931) Hacı Mehmet Rifat Efendi, 21 Şubat 1862’de Bartın’da doğdu. Babası Arap Camii Müezzinlerinden merhum Toscuzade Hacı Hüseyin Efendi’dir. İlköğrenimini mahalle Sıbyan mektebinde, ortaöğrenimini ise Bartın Rüştiyesi’nde tamamladı. Ayrıca Safranbolu Medresesi’ne de devam etti. Burada Müderris Bozacızade Hacı Mehmet Zihni Efendi’nin derslerine devam etti. Yükseköğrenimi için daha sonra 1882’de İstanbul’a giderek, Fatih Dersiamlarından Hacı Hafız Emin Efendi ile Hacı Hakkı Efendilerin öğrencisi oldu. Onlardan Müderrislik icazeti aldı32. Arapça ve Farsça dillerini de bilen Hacı Mehmet Rifat Efendi, ayrıca Bursa’dan Medrese-i Hamse-i AmediyeRuusu’na sahiptir33. Yükseköğrenimi sonrası memleketine dönen Hacı Mehmet Rifat Efendi, Bartın Rüştiyesi’ne öğretmen atandı. Başarılı çalışmaları sebebiyle çeşitli tarihlerde maaşı arttırılan Hacı Mehmet Rifat Efendi, 1904 yılında Bartın Müftüsü olarak atandı34. Müftülük görevini de 20.01.1931 tarihine kadar başarı ile yürütür35. Ayrıca adı geçen, Bartın Orta Mahallede “ZiyaiyyeMedresesi”ni kurdu. Bu medresenin idareciliğini ve müderrisliğini üstlendi. Medreselerin kapatıldığı 1924 yılına kadar, birçok din görevlisinin yetişmesini sağladı. Bu arada Bartın Rüştiyesi ve İdadisinde (bugünkü Bartın Ortaokulu ve Lisesi) din dersleri hocalığı yaptı36. Öğrencileri tarafından da sevilen Hacı Mehmet Rıfat Efendi, Bartın’da bulunan “Nakşibendi Tarikatı” Şeyhliği de yapmış olup, Arap Camiinde Pazartesi ve Cuma geceleri “Hatmi Hacegan Ayinlerini” idare etmiştir. Vakurlu, görevine düşkün ve şahsiyetli bir kişi olduğu, halk tarafından çok saygı-sevgi gördüğü, onu tanıyanlar tarafından her vesileyle ifade edilen Hacı Mehmet Rıfat Efendi, 1931 yılında emekli olmuş ve 1932 yılında da Bartın’da vefat etmiştir. Kabri Halatçıyaması Mezarlığında “Ebu’dDerda Hazretleri” türbesinin yanındadır37. Üç kız, üç oğlan babasıdır. Ailesi TOSCUOĞLU soyadını almıştır38. 29 Başarılı hizmetleri sebebiyle maaşı devamlı surette arttırılmıştır. Bkz. EK: VII. 30 Devrek Müftülüğü için 8(sekiz) kişi aday olmuştur. Bu adaylardan Müderris Hüseyin Efendi 10 oy almasına rağmen atanamamıştır. 31 DİB. Arş. 23-1306. 32 DİB Arş., 23-1307. Ayrıca bkz., EK VIII. 33 Bu konuda bkz, Mehmet Zeki PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, İstanbul, s. 14-15. 34 Müftülük görevi dolayısıyla 1 Teşrin-i Sani 1909 tarihinden itibaren maaş almaya başlamıştır. Bkz., EK: VIII. 35 DİB Arş., 23-1307. 36 Selahattin Çilsüleymanoğlu, Bartın Halk Kültürü, C. 3, Bartın, 1996, s. 1443. 37 Çilsüleymanoğlu, a.g.e., s. 1443. 38 Çilsüleymanoğlu, a.g.e., s. 1443. 202 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ F. BEYCUMA MÜDERRİSİ HÜSEYİN EFENDİ (1874-1931) 1874’de Zonguldak-Devrek kazasının Hüseyni Hamidoğlu Köyünde doğdu. Aynı köyden ziraatla uğraşan Mustafa Efendi’nin oğludur. İlköğrenimini Hüseyni HamidoğluSıbyan Mektebi’nde gördü. İlköğrenimi sonrasında 1894’te Devrek Rüştiyesi’ne girdi. Adı geçen öğrenimini 1897’e kadar burada sürdürdü. Hüseyin Efendi, daha sonra Devrek İrşadiyeMedresesi’ekaydoldu. Hüseyin Efendi bu medresede tanınmış ulemadan ve Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de görev yapan Abdullah Sabri Efendi (AYTAÇ)39’nin de öğrencisi oldu. Adı geçen bu medresede dini derslerle birlikte Arapça ve Farsça gibi lisanları da öğrendi. Ayrıca Tarih, Coğrafya, Fizik ve Matematik gibi derslerde okudu. 1905’te müderrislik icazeti alarak öğrenimini tamamladı. Hüseyin Efendi, ilk memuriyet hayatına 2 Kasım 1905’te Beycuma Hamidiye Medresesi40 Müderrisliği ile başladı ve bu görevi medreselerin kapatılmasına41 kadar sürdü. 3 Mart 1924 tarihinde 329 sayılı yasa ile medreselerin kapatılması üzerine, 12 Mart 1924 tarihinde müderrislik unvanı vaiz unvanına tahvil edilerek BeycumaVaizliğine atanmıştır. Adı geçenin bu görevi, vefat ettiği 12 Kanun-i Sani (Ocak) 1931 tarihine kadar sürdürmüştür42. Hüseyin Efendi, Müderrislik ve Vaizlik görevlerinin yanısıra şu görevleri de yürütmüştür: 1911 yılında Zonguldak Kazası İdare Meclisi tarafından Bolu Sancağı Genel İdare Meclisi’ne seçilmiştir. Hüseyin Efendi, 1911-1918 tarihleri arasında çeşitli tarihlerde, Zonguldak Kazasını, Bolu Sancağı nezdinde temsil etmiştir. Ayrıca Bolu Mutasarrıflığınca ve daha sonra da Zonguldak Vilayeti İl İdare Meclisi’nce Zonguldak-Devrek yolunun bozuk kısımlarının giderilmesinde de görevlendirilmiştir. Zonguldak’ınBağımsız Mutasarrıflık haline getirilmesi ve daha sonra da il olmasıyla43 da Hüseyin Efendi, önce Zonguldak Sancağı Genel İdare Meclisi’ne seçilmiştir. O, 1923-1925 yıllarında Devrek Kazasını, Zonguldak İl İdare Meclisi’nde temsil etmiştir. Bu arada Zonguldak Valiliğince 1926 ve 1927 yıllarında Zonguldak-Devrek yolunun Devrek kısmının mutemetliğine tayin edilmiştir. Bütün belirtilen bu hizmetlerin yanı sıra Hüseyin Efendi, Hilal-i Ahbar, İane-i Harbiye, Donanma Cemiyeti gibi kuruluşlarda da hizmet vermiştir. Ayrıca aşağıda daha geniş üzerinde durulacağı üzere, Milli Mücadele’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluş ve faaliyetlerinde de görev almıştır44. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Zonguldak Şubesinin kuruluş aşamasında da görev alan Hüseyin Efendi, 57 yaşında iken, 1931’de vefat etmiştir45. G. MEHMET SADEDDİN EFENDİ (1868-1932?) 39 Abdullah Sabri Efendi (AYTAÇ) hakkında yukarıda çalışmamız içinde bilgi verilmiştir. 40 Bu medrese halkın ve devletin yardımlarıyla inşa edilmiş ve 2 Kasım 1905’te hizmete açılmıştır. 41 Medreseler, 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat yasası ile kaldırılmıştır. 42 Bkz.; EK : IX. 43 14 Mayıs 1920’de Müstakil Mutasarrıflık olan Zonguldak, 1 Nisan 1924 tarihinde il olmuştur(A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 3). 44 Bkz., EK: IX. 45 Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki dosyasındaki bilgi. 203 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI Mehmet Sadeddin Efendi, 13 Ekim 1868 tarihinde Safranbolu’nun Hacı Durmuş Mahallesinde doğmuştur. Babası Safranbolu Gazi Süleyman Paşa Medresesi Müderrisliği, Köprülü Mehmet Paşa Cami-i Şerifi Vaizliği ve Müftülük görevlerinde bulunan Hacı Ahmed Efendi’dir. Lakapları MÜFTÜZADELER’dir46. İlk ve orta öğrenimini Safranbolu’da tamamladıktan sonra, yüksek öğrenimi için İstanbul’a gitmiştir. İstanbul’da, Bab-ı Ali civarında bulunan İbrahim Paşa Medresesi’ne devam etmiştir. Bu medresede Müderris Mehmet Şükrü ve Hüseyin Avni Efendilerin derslerine devam ederek, yüksek öğrenimini tamamlamıştır. Öğrenimi sonrası Safranbolu’ya gelen Mehmet Saadeddin Efendi, ücretsiz olarak eğitim ve öğretim ile meşgul olurken, 100 kuruş maaşla Safranbolu Müftüsü olarak atanmıştır. Ancak Mehmet Saadeddin Efendi, 1922 yılında kaleme aldığı Tercüme-i Hal Varakası’nda hangi tarihte Safranbolu Müftüsü olarak atandığını belirtmemiştir47. Bununla birlikte adı geçenin Milli Mücadele öncesi Safranbolu Müftüsü olarak atanması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü aşağıda belirtileceği üzere müftü olarak o Milli hareketin ön saflarında yer almıştır. Sadrazamlık makamına ve diğer ilgili yerlere çekilen telgraflarda “belde-i müftükulları said” olarak ismi geçmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nca hazırlanan teşkilat albümünde de ismi sehven “Şerafettin” yazılmıştır. Aynı albümde 1932 yılına kadar Müftü olarak çalıştığı da belirtilmektedir48. Yukarıda da belirtildiği gibi, ismi Mehmet Saadeddin’dir. Nitekim Ali Rıza Paşa’nın istifası üzerine yerine görev alacak kabinenin milli emellere uygun olması gerektiğini hususunda Meclis-i Mebusan’a gönderdiği 5 Mart 1920 tarihli telgrafında ismiMüdafaa-i Hukuk Heyeti Namına Reisi Saadeddin olarak geçmektedir49. Adı geçenin ölüm tarihi de tespit edilememiştir. Mehmet Saadeddin Efendi muhtemelen Safranbolu Müftüsü iken 1932 yılında vefat etmiştir50. II. MİLLİ MÜCADELE FİKRİNİN DOĞUŞUNDAKİ HİZMETLERİ Birinci Dünya Savaşı sonunda İttihat ve Terakki Fırkası kendisini fesih etmesi üzerine Teceddüt Fırkası kurulmuştur. Ancak bu fırka İttihat ve Terakki’nin yerini alamadığı gibi, ülke siyasetinde de aktif bir rol edinememişti. Fırkaları fesih olmasına rağmen, memleketin en güzide gücünü İttihatçılar oluşturuyordu. Ancak muhalefet, 1919 yılı Ocak ayında ittihatçıların baskısından kurtulabilmiş ve Hürriyet ve İtilaf Fırkasını yeniden kurmuşlardı51. Ülkenin bürokrat-asker-sivil tüm kesimleri bu iki parti arasında bölünmüştü. Zonguldak ve çevresinde de durum aynıydı. Çünkü o tarihlerde yöre bağımsız Bolu Sancağının yönetimi altında idi. Sancağın başında ise, Hürriyet ve İtilaf Fırkası taraftarı Mutasarrıf Ali Haydar Bey bulunuyordu52. Diğer taraftan da Bartın, Ereğli ve Safranbolu Kaymakamları da İstanbul Hükümeti taraftarı bir politika izliyorlardı. Bunlardan Safranbolu Kaymakamı Mahmut Sami Bey, Geredeli Dayıoğlu İbrahim’i davet ederek, “Safranbolu Olayı”na53 sebep vermiştir. 46 47 48 49 50 51 52 53 Bkz.; EK: X. Bkz.; EK: X. Kuruluşundan Bugüne Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Albümü Kuruluşundan Bugüne (1924-2009), C. 3, Ankara, 2010. M. Şahingöz, Ali Rıza Paşa Hükümetinin…, s. 75. Kuruluşundan Bugüne Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Albümü Kuruluşundan Bugüne (1924-2009), C. 3, Ankara, 2010. Tarık Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, İstanbul, 1952, s. 447 vd. A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 46. Dayıoğlu İbrahim komutasındaki 50-60 atlıdan oluşan Hilafet ordusu birliği, 23 Nisan 1920 günü, yanlarında bir top olduğu halde Safranbolu’ya girmişlerdir. Eğri Ahmet ve Mehmet Onbaşı Çetelerinin de bu kuvvete katılması ile birlikte 204 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ Ereğli Kaymakamı Sabri Bey ise, İstanbul Hükümeti’nin mutasarrıf olarak gönderdiği Kadri Bey54 ile ilk teşriki mesaide bulunanlardandı55. Diğer taraftan kömür rezervlerinin işletime açılmasının bir sonucu olarak Milli Mücadele başlarında Zonguldak şehir merkezinde yabancılar ve azınlıklar hakim konumdaydı. Bu durumu Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Bey, TBMM’nin 21.10.1920 tarihli oturumunda yaptığı konuşmasında şöyle dile getirmiştir56: “Efendim intibahat (seçimler) vesilesi ile oralara gittim. Bundan 8-10 yıl evvel de Karadeniz Ereğli’sinde kaymakamdım. Oradan ayrılırken 450 haneden bıraktığım Zongıldak’ı 1500 haneyi tecavüz bir surette meskûn buldum. Hâlbuki evvelce enim hatıralarıma göre, orada 100, 150 kadar hatta 200 kadar Müslüman evi vardı. Bu sefer beyler, maatteessüf 50 kadar bile Müslüman evi bulamadım. 1500’ü mütecaviz ecnebiden ve Rum ve Ermeni’den mürekkep hane ile meskun olduğunu gördüm.” Ahmet Naim de Zonguldak Kömür Havzasındaki nüfus durumu ile ilgili olarak, “… Hatta havzada Fransız, İtalyan kolonileri gibi bir de Pontus Kolonisi türemişti57.” derken, Tahir Karauğuz da “Şu veya bu rengi taşıyan devletler, Şanghay’da olduğu gibi havzada da yer yer nüfus mıntıkaları, koloniler kurmuşlardır. Bu yetmiyormuş gibi, o ana kadar, bağrımızda barındırdığımız ekalliyet unsurlarının bile nüfus mıntıkaları tebarüz etmişti58.” Kömür işletmeciliğinin yanı sıra azınlıklar, yörenin ticaretini de ellerine geçirmişlerdi59. Ayrıca yöre gençlerinin büyük bir çoğunluğu, Fransız şirketi ile azınlıkların kömür ocaklarında işçi olarak çalışıyorlardı. Başlarındaki çavuşların büyük çoğunluğu da Rum idi60. Bu arada Fransa kömür ocaklarında asayişi koruma bahanesi ile 8 Mart 1919’da bir subay komutasında bir miktar polis, jandarma ve piyade askerini Zonguldak’a çıkarmıştır61. Diğer taraftan 21 Kasım 1911’de kurulan ve daha sonra 23 Ocak 1913’de kapatılan Hürriyet ve İtilaf Fırkası, 10 Ocak 1919 tarihinde siyasi hayatına yeniden başlamıştır. Milli harekete karşı olan bu parti, Damat güçlenen Hilafet ordusu birliği, kentte Milli Hareket taraftarlarını tutuklamış ve ayrıca İstanbul’a Safranbolu Gönüllüleri adına bir telgraf çekerek, Kastamonu’yu alarak Kuva-i Milliye’nin ikmal yollarını kesmek istediğini belirtmiştir. Ankara’yı endişeye sevk eden bu ayaklanma, Binbaşı Şevket Turgut Bey’in komutasındaki kuvvetlerle bastırılmıştır. Bkz. A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s.111-114. 54 55 56 57 58 59 60 61 Kadri Bey ise, İstanbul hükümetinin yörede ulusal direnişi engellemek amacıyla Zonguldak’a Mutasarrıf olarak gönderdiği bir kimsedir. Bu konuda bkz., A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 89-92. A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 89-95. “Kömür rezervlerinin işletime açılması sebebiyle özellikle 1882 yılından itibaren yöreye yerli yabancı göçler olmuştur. Bu göçler sonucu, yöre nüfusu hızla artmıştır. Bunun en belirgin örneği, 1889 öncesinde Ereğli’nin Elvan Köyü’nün bir mahallesi iken bugün il merkezi olan Zonguldak’ın ortaya çıkışıdır. Bu göçler esnasında maden işletmecisi olarak Rumlar, Ermeniler, Fransızlar ve İtalyanlar da yöreye gelmişlerdi.” (A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 45). A. Naim, Zonguldak Havzası, Uzun Mehmet’den Bugüne Kadar, Hüsnü-tabiat Matbaası, İstanbul, 1934, s. 71. 21 Haziran, Zonguldak’ın Milli İrade’ye Kavuştuğu Günün 15. Yıldönümü, Zonguldak Halkevleri Yayını, Karaelmas Basımevi, 1937, s. 8. 30 Temmuz 1919’da kurulan Zonguldak Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu şu kişilerden oluşmakta idi: Madenci Maksut Bey (Başkan), Tüccar BartinlıKosmitis Efendi (2. Başkan), Madenci MihalHirostoFilis, İstanbulluyan Karabet Efendi, Madenci Hoca İstefan Efendi, Tüccar TamoFodyadis Efendi, Tüccar OhanisHazerbeytan Efendi, Tüccar Bekir Sıtkı Bey ve Tüccar Hacı Antranik Efendi’dir. (Cumhuriyetin On Yılında Zonguldak ve Maden Kömürü Havzası, Zonguldak Ticaret ve Sanayi Odası Yayını, İstanbul, 1933, s. 49’dan aktaran A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s.45. Yöredeki azınlıkların Milli Mücadele esnasındaki tutum ve davranışları için bkz., A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 96-102. ATASE Arş., Kl:22, D:45-87, Fh:28-30’dan aktaran A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 20. 205 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI Ferit’in iktidara gelmesi ile menfitutumunu daha da arttırmıştır. Bu cümleden olarak, Teceddüt Fırkasının programında yer alan “kadınların da toplantılara katılabilecekleri” maddesi Hürriyet ve İtilaf Fırkası tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Hatta Bolu Hürriyet ve İtilaf Fırkası yöneticileri, “Kadınların kocalarının müsaadesi olmadıkça sokağa çıkmalarına şeriatın müsaadesi yoktur. Teceddütçüler, şeriatı dahi ayaklar altına alıyorlar.62” şeklinde propaganda başlatmışlar, çıkardıkları Kürsi-i Millet Gazetesi ile de fikirlerini köylere kadar yaymışlardır63. Adı geçen bu gazetenin özellikle Milli Mücadele aleyhindeki yazıları, İstanbul’da Refi Cevat tarafından çıkarılan Alemdar Gazetesi tarafından da desteklenmiştir. Kürsi-i Millet’e ilaveten Kastamonu’da çıkarılan Zafer Gazetesi de Zonguldak ve çevresinde etkili olmuştur64. Belirtilen bu sebeplerle yöre halkının bir kısmı mütereddit, büyük bir çoğunluğu ise İstanbul hükümeti taraftarı olmuşlardı. Başka bir ifade ile Zonguldak ve çevresinde, Anadolu’nun diğer yörelerine göre Milli Mücadele fikrinin daha geç ortaya çıktığını görüyoruz. Bu konuda örnek olarak Denizli Sancağını gösterebiliriz. 14/15 Mayıs gecesi sabaha doğru Yunan askerleri İzmir rıhtımına ayak basmıştır. İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti’nce bu durum Anadolu’nun diğer yerlerine olduğu gibi Denizli’ye de bildirilmiştir65.Bu acı haberi öğrenen Mutasarrıf Faik Bey; Askerlik Şubesi Başkanı Tevfik Beyi, Müftü Ahmet Hulusi Efendi’yi, Belediye Başkanı Hacı Tevfik Beyi ve eşraftan bazı kimseleri yanına çağırarak, Yunan işgaline karşı bir miting düzenlemeyi kararlaştırmışlardı. 15 Mayıs 1919 günü Bayramyeri’nde Müftü Ahmet Hulusi Efendi, binlerce kişiden oluşan Denizli halkına hitap etmiş; düşmana karşı çıkılmasının dini bir görev olduğunu belirtmiştir66. Denizli Sancağı’nda görülen bu birlik ve beraberliği Milli Mücadele’nin ilk günlerinde yukarıda belirtilen nedenlerle çalışma alanımızda görmek mümkün olmamıştır. Milli Mücadele açısından olumsuz olan bu durumun ulusal hareket lehine değişmesinde Zonguldak ve çevresi din adamlarının etkili olduklarını ve önemli katkılar sağladıklarını görüyoruz. Örneğin Zonguldak Müftüsü İbrahim Efendi İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini öğrenir öğrenmez hemen harekete geçmiştir. O, Belediye Başkanı Murteza ile birlikte Padişah Vahidettin’e“Dersadet’teZat-ı Akdes-i Hazret-i Padişahiye” hitabıyla bir protesto telgrafı göndermiştir. Birer sureti Sadaret Makamı ile İç ve Dışişleri Bakanlıklarına da gönderilen 18 Mayıs 1919 tarihli telgrafta; Mütareke hükümlerine aykırı olarak İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin Türkün kalbinde kabul edilmez bir yara açtığı belirtildikten sonra, şöyle deniliyordu67: İzmirsiz bir Türk, başsız bir ceset halinde kalacağından uzv-i kıymetdarımızı kaybetmekten ise malımızı, canımızı bu uğurda fedaya razıyız. Binaenaleyh keyfiyet-i işgali Zonguldak Ahali-i İslamiyesi bütün mevcudiyeti ile protesto eder ve sevgili İzmir’imizin mukadderatı hakkında İtilaf Devletlerince tashih-i muamele buyurulması zımmında ve hükümetimizin vuku bulacak teşebbüs ve icraatına bütün kuvvetimizle zahir olacağımıza arz ile hayırlı neticeleri sabırsızlıkla intizar eyleriz(bekleriz). “Zonguldak Ahali-i İslamiyesi Namına Müftü İbrahim” imzası ile Sadaret Makamına gönderdiği 22 Mayıs 1919 tarihli telgrafında da Mütarekeden sonra İngiltere, Fransa ve Amerika’nın üzerlerine düşen görevlerini 62 63 64 65 66 67 Rahmi Apak, İstiklal Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Güven Matbaası, İstanbul, 1942, s. 117. Zonguldak ve çevresinde Hürriyet ve İtilaf Fırkasının faaliyetleri için bkz., A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 95-96. A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 46. Türk İstiklal Harbi, C II, Kısım I, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1963, s. 63. Ali Sarıkoyuncu, Zonguldak Sancağı, s. 47. Ayrıca Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin Milli Mücadele’deki hizmetleri için bkz; Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Din Adamları I, ss.73-129. Hamdi Atamer, “Milli Direnme”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, Sayı:12 (Aralık 1968), Belge No:5; Haluk Selvi, İşgal ve Protesto, Değişim Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 312. 206 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ yerine getirmedikleri gibi, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesini de Türk Milletine reva görüldüğünü belirttikten sonra, şunları dile getiriyordu68: Bugün İzmir ve Havalisi bütün Türk olan ahalisi ile elimizden zorla çıkarılıyor, asırların terbiye edemediği hasis, eclil ve Türk düşmanı bir hükümet olan Yunana veriliyor. Binaenaleyh, bu ahval ile medeni Avrupa Türk ve insanlık kanlarını akıtmaya sebep oluyor. Bugün müdafaasız binlerce babasız, anasız çocuklar, erkeksiz kadınlar, zevcelerinin ebeveynlerinlerinin gözü önünde kesilmelerine şahit oluyor. İtilaf kuvvası (kuvvetleri) maatteessüf bu hak karşınsa sukut ediyor, bu hal itimat ve kuvvetimiz olan İtilaf Devletlerine emniyetimizin izalesine sebep olacaktır. Ancak namus-ı milli her şeyi, bu haksızlıklara karşı canını, çağrılan her Müslüman vermeye razıdır ve Türk sabrının son hududuna gelmiştir. Adalet hamisi olanları vazife başına davet ediyoruz. Ayrıca Müftü İbrahim Efendi ilerlemiş yaşına rağmen at sırtında yörenin yerleşim yerlerini köy köy kasaba kasaba dolaşarak, askere çağrılan gençleri ve din görevlilerini Milli Mücadele için seferber etmiştir69. Ali Şeker’in de belirttiği gibi, “Müftü İbrahim Efendi, halkı Kuva-i Milliyeci yapmak için çok uğraşmıştır70.”Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele’yi başlatmak için Samsun’a çıkışını sevinçle karşılayan Müftü İbrahim Efendi, yöre müftülerine Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’dan tanıdığını ve Onun iyi bir komutan olduğunu her fırsatta anlatmıştır71. Müftü İbrahim Efendi’nin düşüncelerine önem veren Devrek Kadısı ve Müftüsü Abdullah Sabri Efendi, hemen Ulusal hareketin yanında yer almıştır. O, camilerdeki konuşmalarının yanı sıra, Devrek Millet Bahçesi’nde mitingler, toplantılar düzenleyerek, halkın Milli Mücadele lehinde bilinçlenmesi yönünde çalışmalar yapıyordu72: Abdullah Sabri Efendi’nin düzenlediği bu mitingleri görenlerden Mehmet Kara, “Bir gün bu Merkez Camiinin önünde Hükümet Konağı vardı. Hükümet Konağı’nın yanı başında da bir kavak ağacı vardı. Orası bir kalabalık, bir kalabalık… Biz bu ne dedik. O, kaşları şöyle, gözleri fincan gibi çakmak çakmak heybetli bir kişi olan Abdullah Sabri Efendi masanın üzerine çıkmış, kılıç kuşanmış, Milli Mücadele için halkı konuşmaları ile galeyana getiriyordu.” derken, Hakkı Durna da Abdullah Sabri Efendi’nin yaptığı mitingi şöyle anlatmaktadır:“Hatta bir gün büyük çınar ağaçlarının bulunduğu yerde (oraya Millet Bahçesi denirdi) Abdullah Sabri Efendi, elinde Sancak-ı Şerif olduğu halde konuşma yaptı.” Abdullah Sabri Efendi’nin oğlu A. Fahrettin Aytaç da babasının Millet Bahçesi’nde konuşma yaptığını belirterek, bu konuda şunları söylemektedir: “Hatta babam, halkı coşturmak için kılıç kuşanarak, Sancak-ı Şerif’i, Sakal-ı Şerif’i bile çıkarmıştı.” Abdullah Sabri Efendi bahsedilen bu konuşmalarında da halka şöyle hitap ediyordu73: “Muhterem Cemaat, tüm yurdumuzda bugünden itibaren Kurtuluş Savaşı başlamıştır. Şimdi ise, alacağımız karar ve çekeceğimiz telgrafla erkeğimiz, kadınımız, kızımız, oğlumuz, topumuz tüfeğimizle, Mustafa Kemal’in yanında yer almalıyız. İşte vatan elden gidiyor. Hep beraber kurtaracağız.” 68 H. Selvi, a.g.e.,ss. 312-313. 69 A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 50. Ayrıca bk.,Açıksöz, 2 Eylül 1336. 70 A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 366. 71 A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 356. 72 A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s.54. 73 Devrek Postası, Yıl 12, Sayı:717(13 Ekim 1982), s. 3; A. Sarıkoyuncu, Milli Müzadele’de Zonguldak Sancağı, s. 54. 207 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI Abdullah Sabri Efendi yaptığı konuşmalarla Devrek halkını ulusal hareket lehinde etkilemiştir. Nitekim 21 Mayıs 1919’da “Bolu Devrek Kazası Redd-i İlhak Heyeti Namına Reis-i Sani Osman Şevki” imzasıyla Padişaha ve Sadrazamlığa çekilen telgrafta; “dünkü içtimamızda Şeyhü’l-ulema Hatib-i Şehir Abdullah Sabri Efendi dailerinin hitabeti neticesinde başka türlü saffetimiz…” olmuştur denilmektedir74. Abdullah Sabri Efendi’nin öğrencilerinden Tahir Efendi(daha sonra Abdullah Sabri Efendi’nin yerine Devrek Müftüsü olmuştur) de hocasının yanında çalışmalara katılıyordu. Yine Abdullah Sabri Efendi’nin diğer öğrencisi ve BeycumaMüderrisi olan Hüseyin Efendi de aynı konuşmaları köylerde yapıyordu. Milli Mücadele’de Bartın ve Havalisi Komutanı olarak görev yapan Cevat Rıfat Atilhan, Müderris Hüseyin Efendi’den ve hizmetlerinden şöyle söz etmektedir75: “Küçük bir köy olan ve şimdi nahiye merkezi olmuş olan Beycuma’da Müderris Hüseyin Efendi yanıma geldi. Emrinize amadeyiz, manen, canen, bedenen ne yapmak gerekirse hiçbir fedakarlıktan geri durmayacağız. Yeter ki düşman bu mübarek topraklardan ayağını çeksin ve vatan sükûn ve selamete kavuşsun dedi. Küçük bir köyde oturan ve orada kendini yetiştirmiş olan bu sarıklı müderris Hüseyin Efendi’yi milletimin tanımasını isterim. Arapça’yıanadili gibi bilirdi. Farsça da okur-yazardı. Fransızcası da mükemmel idi. Bize hizmeti de ilmi kadar geniş oldu.” Milli Mücadele yıllarında Devrek’in bir nahiyesi olan Çaycuma halkı da İzmir’in işgali üzerine Padişaha ve Sadaret Makamına protesto telgrafları çekmişlerdir. Bu telgraflarda İzmir’in işgalinden duyulan üzüntü dile getirildikten sonra, yirmi bin nüfuslu nahiye halkının İzmir’in kurtuluşu için görev almaya hazır olduğu vurgulanmıştır76. Bu arada Çaycuma ve Zonguldak İmamları ve Muhtarları tarafından 31 Mayıs 1919 günü Padişaha gönderilen telgrafla İzmir’in işgalinden duyulan üzüntü dile getirilmiş ve bu şehrin işgalden kurtulması için niyazda bulundukları belirtilmiştir77. Belirtilen çalışmalarının da etkisi ile, Devrek halkı Milli Mücadele yanlısı olmuş, hatta İstanbul Hükümeti taraftarı olan ilçe kaymakamı Şükrü Bey’e İstanbul ile ilişkilerini kesmesi konusunda baskı dahi yapmışlardır78. Ayrıca Milli Mücadele’nin hedef ve amaçları konusunda yöre halkının aydınlatılmasında yukarıda isimleri zikredilen din adamlarının yanı sıra, Ereğli Müftüsü Mehmet Ali (Çimenoğlu), Bartın Müftüsü Hacı Mehmet Rifat(Tosçuoğlu), Safranbolu Müftüsü Sadettin Efendiler degörev almıştır. Ereğli Müftüsü Mehmet (Ali) Efendi, Belediye Başkanı Hüseyin ile birlikte 19 Mayıs 1919 günü Sadaret Makamına gönderdikleri telgrafta; “İzmir’in Yunan askeri tarafından işgal edileceği haberi bir bela gibi, kazamız afakında çalkalandı…” denildikten sonra İzmir’in işgalinden duyulan üzüntü dile getirilmiş ve bunun önlenmesi Hükümetten istenilmiştir79. Sadaret Makamına “Ereğli-i Karadeniz Redd-i İlhak” imzası ile çekilen 26 Mayıs 1919 tarihli telgrafta da; İzmir’in işgaline Ereğli halkının tahammülünün kalmadığı, Düvel-i Muazzamanın gözleri önünde işlenen çeşitli zulüm ve işkenceleri köylülerin dahi duydukları bildirildikten sonra şu ifadelere yer verilmiştir: 74 75 76 77 78 79 208 Bu telgrafın tamamı için bkz.; H. Selvi, a.g.e., s. 307. Cevat Rıfat Atilhan, “Milli Mücadele’nin Dört Sarıklı Hakramanı”, Sebilürreşad, C. II, Sayı: 37 (Mart 1949), s. 188. Bu telgraflar için bkz.; H. Selvi, a.g.e., ss. 303-305. H. Selvi, a.g.e.,ss. 306. A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, ss.54-55. H. Selvi, a.g.e.,ss. 308. ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ Bugün bütün kura ve kasaba ahalisi toplanarak daha sekiz dokuz sene evvel Rumeli’de bütün mukaddesata, ırz ve namusa tecavüz etmek suretiyle tarih nazarında lekedar olan Yunanlıların mahzun Türk kanı ile Yunan darbeleri ile İzmir’in çekemeyeceklerine dair olan feryatları afakı tutmuştur. Düvel-i Muazzama Hükümetimize fazla asker bulundurmasına müsaade etmiyorsa, namusunu muhafaza edecek milletin göğsü Yunan süngülerine açıktır. Hayatını ölüme tercih eden ve yüce halkının emrine, ufak bir işaretine hazır ve amade ve İzmir’in bir haftaya kadar sahib-i aslısı olan Türklere iade edilmediği takdirde Hükümete hiçbir bar olmaksızın evlad ve afadıyla beraber İzmir’in tahliyesi için harekete ahd-i misak ettiler. Bu kadar mevcuduyla merbut milletin arzularının süratle ifasını Hükümetinizden talep…” ederiz denilmektedir. Bu arada telgrafın sonunda da cevap beklendiği de belirtilmektedir80. İzmir’in işgali Bartın’da da Müftü Hacı Rıfat Efendi’nin hazır bulunduğu mitinglerle protesto edilmiştir. Padişaha, Sadaret Makamına ve İtilaf güçleri temsilcilerine 18-19-20 ve 22 Mayıs 1919 tarihli protesto telgrafları çekilmiştir. Bu telgraflarda Yunan işgaline duyulan tepkiler dile getirilmiş ve İzmir’in kurtarılması için mallarıyla canlarıyla Bartın halkının hazır olduğu ifade edilmiştir81. Diğer taraftan Safranbolu Müftüsü Saadettin(Said) de kazanın ileri gelenleri ile birlikte Padişaha ve Sadaret Makamına çektiği 17 ve 18 Mayıs 1919 tarihli telgraflarla Yunan işgalini protesto etmiştir82. Ayrıca Abdullah Sabri Efendi’nin Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’ın yıkıcı fetvalarına karşı Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Börekçi önderliğinde hazırlanan Ankara Fetvası’nı Devrek Müftüsü olarak Nisan 1920’de imzalayıp, tasdik etmesi Zonguldak ve çevresi halkı üzerinde çok etkili olmuştur83. C. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin Kuruluş ve Faaliyetlerindeki Çalışmaları Müdafaa-i Hukuk, Türk Milleti’nin yaşama hakkının mücadelesini simgeler. Müdafaa-i Hukuk, “Ben varım, binlerce yıllık bir tarihin ve Anadolu topraklarının sahibiyim” diyen sesin bütün dünyaya haykırılmasıdır. Müdafaa-i Hukuk, hakları, bağımsızlıkları, namusları ve tarihleri ellerinden alınmak istenen bir toplumun mücadele azmi ve kararlılığıdır. Müdafaa-i Hukuk, hak ve özgürlükleri için bir araya gelenlerin, sırasında canlarını ortaya koydukları mücadele şuurudur. Nihayet Müdafaa-i Hukuk, yeni bir Türk devletinin doğuşunun kaynağıdır, güçtür, imandır84. Müdafaa-i Hukuk teşkilatları başlangıçta sadece Yunan işgaline, Ermeni saldırılarına, Fransız, İngiliz ve İtalyanlara karşı çıkmak olduğundan yereldir. Sivas Kongresi(07-11 Eylül 1919)’nde7 Eylül 1919 günü aldığı kararla, Anadolu ve Rumeli’de kurulmuş olan bütün Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyetlerini “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını taşıyan ve bütün Anadolu’nun kurtuluşu ve milli bir devletin kuruluşu amaçlayan tek cemiyet haline getirdi85. Ayrıca cemiyetin, tamamı 9 maddeden oluşan talimatnamesi hazırlandı. Bu talimatnamenin 2. maddesine göre; cemiyetin köy, nahiye, kaza ve vilayetlerde birer teşkilatı H. Selvi, a.g.e.,ss. 308-309. Bu telgraflar için bkz.; H. Selvi, a.g.e., ss. 301-302. H. Selvi, a.g.e.,ss. 177-178. A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Din Adamları II, ss. 58-60. Ayrıca İstanbul ve Ankara Fetvaları ve bu Fetvaları imzalayan din adamları için bkz, A. Sarıkoyuncu, a.g.e., ss.19-376. 84 Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 19 (Eylül 1968), s.8. 85 Sivas Kongresi’nde alınan diğer kararlar için bkz., Enver Ziya Karal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1918-1965, TTK Basımevi, Ankara, 1978, ss. 39-40. 80 81 82 83 209 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI bulunacaktı86. Ayrıca Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa, bu cemiyetin talimatnamesinde belirtildiği şekilde örgütlenmesi için Valilik ve Mutasarrıflıklara emirler vermişti. Ancak, yukarıda da belirtildiği gibi, yöre topraklarının bu tarihlerde Mutasarrıflık olarak bağlı bulunduğu Bolu, yöneticisi ile eşrafı ile Anadolu’da yer yer başlamış olan Milli direnişe karşı kayıtsız duruyordu. Sivas Kongresi’ne delege göndermediği gibi, Kongre kararlarına uymaya da isteksizdi. Mutasarrıf Ali Haydar Bey, 12 Eylül 1919 tarihinden itibaren İstanbul Hükümeti ile ilişkinin kesilmesi yönündeki Kongrenin kararını da yerine getirmemekte direniyordu. Ayrıca diğer İtilaf Devletlerinden önce Kömür Havzasına sahip çıkmak için Fransa 8 Mart 1919 günü Zonguldak’a asker çıkarmışlardı87. Bütün bu olumsuz durum ve engelleme girişimlerine rağmen, Bolu Livası Encümeni BaşkatibiMithat Kemal Algüloğlu88, Sivas Kongresi Kararlarını uygulamak üzere harekete geçti. O, etrafına topladığı silahlı yurtsever kişilerle Bolu Telgrafhanesinden 22 Eylül 1919’da İstanbul’a çektiği telgraflarla kongre kararını uygulamaya koyduğunu bildirdi. Ayrıca Mithat Kemal Bey, Liva ilçelerine de; “Ulusal isteğe karşı koyan Ferit Paşa Kabinesi ile ilişiğin kesildiğine deyin Padişaha telgraf çekilmesi ve telgrafın çekildiğine dair cevabın beklendiği” şeklinde birer telgraf gönderdi. Mithat Kemal Bey’in gönderdiği telgraflar etkisini göstermekte gecikmedi. Nitekim 25 Eylül 1919 tarihinde Zonguldak Müftüsü İbrahim Efendi ile Belediye Başkanı İbrahim Bey’in imzaları ile Heyet-i Temsiliye Başkanlığı’na gönderilen telgrafla Ferit Paşa Hükümeti ile ilişiğin kesildiği bildiriliyordu. Aynı gün Emekli Yüzbaşı Ethem Bey de Zonguldak’tan Sivas’a çektiği telgrafı ile yörede Milli hareketin gelişmesi için kiminle temasa geçilmesi gerektiğini soruyordu. 26.09.1919 tarihinde Bartın’dan Müftü Hacı Rıfat Efendi ile Belediye Başkanı Ziya Bey’in Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal’e çektikleri telgrafta da; Milli harekete karşı çıkan Damat Ferit Hükümeti’nin düşürülmesi girişiminin halk tarafından takdirle karşılandığı ve bu yönde Padişaha da telgraflar çekildiği bildiriliyordu89. Belirtilen çalışmaların sonunda 28 Ekim 1919 tarihinde Ethem Bey’in başkanlığında Müftü İbrahim, Doktor Nihat, Orman-Fen Memuru Ali Rıza ve Dava Vekili Hüseyin Beylerden oluşan Zonguldak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. Takip eden günlerde cemiyetin başkanıMüftü İbrahim Efendi, üyeler de Ahmet Alizade Ali, Hacı Bekirzade Fevzi, Belediye Başkanı İbrahim, İktisat Müfettişi Bedri, Emekli Yüzbaşı Ethem ve Orman Muamelat Memuru İhsan olmuştur90.Teşkilatın başkanlığında,“Müdafaa-i Milliye Heyeti Reisi İbrahim” imzasıyla Sadarete çekilen 5 Mart 1920 tarihli telgrafla, Ali Rıza Paşa hükümetinin baskısıyla iş başından uzaklaştırılarak yerine Damat Ferit Paşa’nın91 sadrazamlığa getirilmek istenmesi kınanmıştır92. A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 48; “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Teşkilatı Hakkında Talimatname” adı altında yayınlanan bu talimatnamenin tamamı için bkz.,Tarih Vesikaları, Sayı:15(Mayıs 1949), s. 160-170. 87 Fransa’nın Zonguldak ve Çevresini işgali ile ilgili daha fazla bilgi için bkz., A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, ss.45-88. 88 Mithat Kemal Algüloğlu, 1889 yılında Ankara’da doğmuştur. 1911 yılında Mülkiye Mektebini bitirdi. Ankara Maiiyet Memuru olarak bir müddet çalıştıktan sonra, Bolu Livası Daimi Encümen Katipliği’ne, oradan da Temmuz 1914’de Çarşamba Bucak Müdürlüğü’ne atandı. Tekrar Bolu’ya gelerek Encümen Başkatibi oldu(Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, C IV, Mars Matbaası, Ankara, 1969, ss. 136-137). 89 A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, ss.48-49. 90 Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 19 (Eylül 1986), s.14. 91 “Damat Ferit Paşa hükümetinin aksine Ali Rıza Paşa ve Salih Paşa hükümetleri kısmen de olsa zaman zaman Milli Mücadele’yi destekleyici davranışlarda bulunmuşlardır. Örneğin Salih Paşa, itilaf güçlerinin özellikle İngilizlerin Kuva-yı Milliye’yi kınama isteklerine karşı çıkmıştır. Yine aynı şekilde Ali Rıza Paşa da milliyetçi bir hüviyet taşıyan davranışlarda bulunmuştur. (Ali Sarıkoyuncu-Esra Sarıkoyuncu Değerli, Milli Mücadele Uluborlu,Uluborlu Belediyesi Yayını, Kütahya, 2009, s.102) 92 Telgrafta şöyle denilmektedir: “İtilaf Devletlerinin mütareke ahkâmını ihlal ve tahammül-fersa bir şekle gelen müdahalat ve tazyikatından, nihayet istifası ile neticelenen kabinenizin vaziyet-i hazırasından mütevellit hakiki bir yeis ve teessür ve pek azimkâr bir emel-i milli ile kazamızın bilumum ahalisi heyecan ve asabiyet içinde, milletin itimatına mazhar 86 210 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ İngiliz Başbakanı Lloyd George’nin İstanbul’un Türklerin elinden alınacağı yönündeki demeci, 4 Ocak 1920 tarihli Türk gazetelerinde yayınlanmıştır. Bunu haber alan Müftü İbrahim Efendi, 9 Ocak 1920 tarihli İngiliz Hükümeti’nin temsilcilerine gönderdiğitelgrafı ile bu hususu kınamıştır93. ZonguldakHeyet-i Milliyesi yine aynı günlerde, TBMM’nin açılışında da üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Bu bağlamda Devrek’ten TBMM’ye Müftü Abdullah Sabri (AYTAÇ) Bolu milletvekili olarak gönderilmiştir94. Belirtilen kadro ile çalışmalarını yürüten Zonguldak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Müftü İbrahim Efendi yanına aldığı mühendisler ve üst yönetimdeki memurlarla Bartın ve Havalisi Komutanlığı’nın Karargâhına giderek; para, asker ve diğer yönlerden yardımcı olacaklarını bildirmişler ve daha sonraki günlerde vaat ettikleri yardımları yerine getirmişlerdir95. Ayrıca Cemiyet zaman zaman TBMM Başkanlığı’na yöre hakkında raporlar göndermiştir. Bu raporlardan “Ankara’da Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Heyet-i Temsiliye Riyasetine” başlığını taşıyan 17 Temmuz 1920 tarihli olanı çok önemlidir. Zonguldak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Merkezîyesi Reisi Müftü İbrahim imzasını taşıyan ve dört sayfadan ibaret olan bu raporun giriş kısmında Zonguldak’taki Fransız, İtalyan ve İngiliz nüfuz bölgeleri hakkında geniş bilgiler verilmiş, daha sonraki kısmında ise, Zonguldak’ı işgal eden Fransız askerlerinin faaliyetleri anlatılmıştır. Özellikle Fransız askerinin sayısı ile askeri araç ve gereçleri hakkında ayrıntılı bilgiler sunulmaktadır. Buna ek olarak, Fransız işgaline karşı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak yaptıkları ve yapmakta oldukları hizmetlerden96bahsedildikten sonra, Fransız askerleri içinde bulunan Cezayirli Müslüman askerlerin firarlarının sağlanması için verilen çabalar, firar eden Fransız asker sayısı ve Fransızların Zonguldak’taki faaliyetleri hakkında bilgiler verilmektedir. Bu arada Kuva-yı Milliye’nin ikmali için yapılan ve yapılmakta olan çalışmalardan söz edildikten sonra; Kuva-yı Milliye’nin ikmali için Zonguldak’tan ihraç edilmekte olan Kömürlerin beher tonundan Müdafaa-i Milliye adına birer lira alınması hususunda Büyük Millet Meclisi Hükümetince bir “Kanun-ı Mavakkat”(Geçici Kanun) çıkarılması97 ve ayrıca; Kuva-yı Milliye’ye yapılan ikmal faaliyetlerinin daha düzenli olması ve arttırılması için Hilal-i Ahmer’inZongundak’ta bir şubesinin açılması önerilmektedir. olmayacak bir kabineniz mevki-i iktidara getirilmemesini arz eylemeyi vazife-i ubudiyet ve hamiyyet telakki eyledikleri maruzdur ol babda ve kâtibe-i ahvalde.”(Mehmet Şahingöz, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin İstifası ve Tepkileri, Ankara, 1996, ss.81-82). 93 Mehmet Şahingöz, İzmir, Maraş ve İstanbul’un İşgali Üzerine Yapılan Protesto ve Mitingler, A.Ü. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 1986, s. 408. 94 F. Çoker, a.g.e.,s. 185. 95 A. Sarıkoyuncu, Zonguldak Sancağı, s. 309. 96 Cemiyet Başkanı Müftü İbrahim Efendi, 17 Temmuz 1920 tarihli söz konusu raporunda bu girişimlerinden şöyle söz etmektedir: “Zonguldak Havalisi gerek Rusya ve gerek İstanbul ile en çok teması olan ve her gün bir düzine ve mahallerden gelen vapur ve şilepler mevcut olduğundan, Anadolu’nun diğer sahilleri gibi burası da ordunun ihtiyaçları için istifade edilebilecek bir mevkiidir. Dersaadet’ten gelen İslam ve güvenilir tüccar ve kaptanlar vasıtasıyla orduya ait elbiselik kumaş ve tıbbi malzemelerin sevki ile Hilal-i Ahmer’in gizlice göndereceği eşyayı çıkarmak, dâhile sevk etmek ümidinde olduğumuzdan, biz kendi idaremiz dahilinde bir ufak teşebbüsata başladık. Ayrıca İtalyan ve Rus vapurlarından silah ve cephane tedarikine de başlamış bulunuyoruz…”(ATASE Arş.,Kl. 563, D.14, Fh:1/2; A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 309. 97 Mustafa Kemal Paşa tarafından da uygun görülen Müftü İbrahim Paşa’nın bu teklifi Meclis’in 18.08.1920 tarihli oturumunda görüşülerek “Maden Kömürlerinden Alınacak İhracat Resmi Hakkında Kanun” adıyla yürürlüğe girdi. Tamamı beş madde olan bu kanun hakkında bilgi için bkz.;Düstur, (Üçüncü Tertip), C. I, s:45, Kanun No: 57. 211 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI Belirtilenlerden başka raporda, haberleşmedeki özellikle Büyük Millet Meclisi ile olan muhaberatta çekilen sıkıntılardan söz edildikten sonra, müşkülleri olduğundan bahisle, bu raporu ve bundan sonraki gönderecekleri raporlara önem verilmesi talep edilmektedir. Raporun sonunda ise 40 Fransız askerinin daha firar ettiği notu düşülmüştür98. Müftü İbrahim Efendi’nin Zonguldak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Ankara’ya gönderdiği ve özetle sunulan raporu Cemiyetin,Milli Mücadele açısından ne denli yararlı hizmetlerde bulunduğunu da göstermektedir. O günlerde Fransız işgali altında bulunan ve düşman gemilerince kontrol altında tutulan Zonguldak’ta böyle bir hizmete girişilmesi son derece önemlidir. Ayrıca cemiyetin koordinatörlüğünde İstanbul’dan gizli gruplarca kaçırılan silah, cephane ve malzemeler de halkın yardımı ile iç kısımlara taşınmıştır99. Ayrıca ZonguldakMüftülüğünce TBMM Başkanlığı’na çekilen telgrafla Türk ordusunun muzafferiyeti kutlanmıştır.100 Bartın’da da Milli hareketi benimseyen halkın desteği ile 15 Ekim 1919 tarihinde üyeleri arasında Müftü Hacı Rıfat Efendi’nin de yer aldığı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur101. Bartın ve Havalisi Komutanı olarak Bartın’a gelen Cevat Rıfat Atilhan, halkın da desteğini kazanmak için, kazanın ileri gelenleri ile bir toplantı düzenlemiştir. Bu toplantıda hazır bulunan Müftü Hacı Rıfat Efendi de halkı Milli Mücadele lehinde bilinçlendirmek için bir konuşma yapmıştır. Adı geçen bu tarihi konuşmasında şöyle diyordu102: “Gazanız mübarek olsun! Cihat dinimizin bir farzıdır. Düşman güzel vatan parçasına ayak basmıştır. Onu orada bırakamayız. Cenab-ı Hak sizi memleketimizin müşkül zamanlar geçirdiği bu zamanda hayırlı ve mübarek hizmetler ifasına mübarek kılsın. Duacıyım, elimden ne gelirse hepsini yapmaya hazırım. İsterseniz bir nefer gibi çalışırım Yeter ki din ve vatan düşmanları bu mübarek topraklardan çekilsinler.” Müftü Hacı Rıfat Efendi, bu konuşmasında da belirttiği gibi, daima Milli Mücadele lehinde çalışmalarda bulunmuştur. Zenginlerden silah, cephane, erzak ve tıbbi malzeme tedarik etmiştir. O, bu çalışmalarında Bartın’ın ilçe merkezinde ve köylerinde bulunan bütün imam ve din adamlarının destek ve yardımını sağlamıştır. Cuma Hutbelerinde ve vaazlarında düşmanı yurttan kovmak için mücadele verilmesini ve yardımcı olunması gerektiği üzerinde durmuştur. Ayrıca yaptığı konuşmalarla askere moral vermiştir. Onun bu çalışmalarının da katkısı ile Kuva-yı Milliye için gönüllü müfrezeler oluşturulduğu gibi, yine Onun girişimleri sayesinde Bartın halkı büyük çapta Kuva-yı Milliye’ye maddi destekte bulunmuştur103.Müftü Hacı Rıfat Efendi, söz konusu hizmetlerinde Bartın Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin yardım ve desteğini görmüştür. Bu konuda Tahir KarauğuzAçıksöz’de yayınlanan yazısında şöyle demektedir104: Bartın her hususta olduğu gibi Kuva-yı Milliye’ye yapılan Milli yardımlar hususunda da büyük faaliyet ATASE Arş.,Kl. 563, D.14, Fh:1/2; A Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 309. A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 310. Bkz, TBMM Zabıt Ceridesi, C. 9, s. 461. Yusuf Ziya Bey başkanlığında kurulan cemiyetin üyeleri şu zevattan oluşuyordu:Müftü Hacı Rıfat Efendi, Karakaşoğlu Rahmi Bey, Yirmibeşoğlu Hasan Bey, Hacı Arif Kaptan, Samancıoğlu Hüseyin Efendi, Paşa Mehmetoğlu Mustafa Bey, Fırıncıoğlu İbrahim Efendi, İnce Alemdarzade Halil Bey ve Hacı Balıkzade Hacı Mehmet Efendi(A. SarıkFoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, ss. 52-53). 102 C.R. Atilhan, a.g.m., s. 54. 103 C.R. Atilhan, a.g.m., ss.54-59,61-63; Kadir Mısırlıoğlu, Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahitler, İstanbul, 1969, ss. 183184; A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 309. 104 Açıksöz, 16 Ağustos 1921, s. 4; A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 310. 98 99 100 101 212 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ göstermiştir… Milli yardım konusunda isimlerini tahkik edemediğim Müdafaa-i Hukuk Heyeti Üyeleri ile, bilhassa Müftü Hacı Rıfat Efendi Hazretleri’nin himmet-i fadılanesini zikretmek lazımdır… Ayrıca Müftü Hacı Rıfat Efendi, Bartın Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin yönetim kurulu üyesi olarak Sadarete çekilen 5 Mart 1920 tarihli telgrafla, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin baskıyla uzaklaştırılarak, yerine Damat Ferit Paşa’nın Sadrazamlığa getirilmek istenmesini kınamıştır105. Bu arada İnönü Zaferi münasebetiyle Bartın Müftülüğünden Büyük Millet Meclisi’ne çektiği bir telgrafla da zaferi tebrik etmiştir106. Devrek’te Milli harekât yönündeki çalışmalar, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ayak bastığı günlerde başlamıştır. Çaycuma Nahiye Müdürlüğü’nde de bulunmuş olan Kadri Cemali Bey’in tutuşturduğu Milli Mücadele ateşi Devrek Müftüsü ve Kadısı önderliğinde gelişmiştir. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Devrek Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de Onun başkanlığında faaliyete geçirilmiştir. Ali Sarıkoyuncu, 1987 yılında Devrek’te Milli Mücadele dönemini yaşamış, o günlerin tanığı olan kişilerle yaptığı görüşmelerle Devrek Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde şu kişilerin görev yaptığını tespit etmiştir: Müftü ve Kadı Abdullah Sabri Efendi, o milletvekili olunca onun yerine Müftü Tahir Efendi, Selemenoğlu Hacı Süleyman Efendi, Kavakzade Hacı Emin Ağa, Mekikzade Hacı Mehmet Efendi, Kitapsız İsmail Efendi, Kadir Cemali (Nahiye Müdürü) Bey, Yeşilbaş Hacı Osman Efendi, Mumyakmaz Hacı Osman Efendi, Dangöz İbrahim Efendi ve Hacı Abdullah Efendi107. Belediye Başkanı Şevki ile birlikteMeclis-i Mebusuna gönderdikleri 5 Mart 1920 tarihli telgrafla Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin yerine Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin kurulmasını kınayan108 bu cemiyetin yurtsever personeli,gerek Devrek’ten ve gerekse Devrek üzerinden Batı cephesine yapılan ikmal faaliyetlerinde önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Bu yönüyle Devrek, yöredeki Kuva-yı Milliye faaliyetlerinde karargâh görevini de üstlenmiştir. Cemiyetin çalışmalarında Devrek halkının üstün hizmetleri olmuştur. Halk, bu karargâha zarar gelmemesi için Dorukhan’da nöbet tuttuğu gibi, işgale uğrayan Ereğli’nin de yardımına Muharrem Çetesi ile koşmuştur109. Ereğli’de de üyeleri arasında Müftü Mehmet (Ali) Efendi’nin de bulunduğu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. 1919 yılı Ekim ayında faaliyete geçen bu cemiyet, Ereğli ile Alemdar Gemisinin Fransızlardan kurtarılmasında ve Kuva-i Milliye’nin Ereğli’den yapılan yardımlarında önemli hizmetlerinde bulunmuştur110. Ayrıca “Ereğli Ahalisi ve Müdafaa-i Hukuk Heyeti Namına Belediye Reisi Hüseyin ve Müftü-i Belde Mehmet” imzasıyla 5 Mart 1920 günü Meclis-i Mebusana gönderilen telgrafta; Misak-ı Milli’yi vücuda getiren Meclis-i Milli’nin milli emellere tercümanlık ettiğini, Ali Rıza Paşa Hükümetini istifa ettirerek onun yerine kurulacak olan Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin milli vicdanı rahatsız edeceği belirtildikten sonra şöyle denilmektedir111: M. Şahingöz, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin İstifası ve Tepkiler, ss. 87-88. Bu telgraf Meclisin 26.01.1921 tarihinde yapılan oturumunda okunmuştur(TBMM Zabıt Ceridesi, C. 7, s. 375). A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 55. M. Şahingöz, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin İstifası ve Tepkiler, s. 127. A.g.e.,gös.yer. Ayrıca Muharrem Çetesi için bkz., Hüseyin Başocakçı, İstiklal Savaşı ve 30 Ağustos Zaferi Nasıl Kazanıldı, İlkadım Matbaası, Zonguldak, 1964, s. 5; A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s. 64. 110 A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, ss. 55-57; M. Şahingöz, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin İstifası ve Tepkiler, s. 75. 111 A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s.57; M. Şahingöz, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin İstifası ve Tepkiler, ss.75-76. 105 106 107 108 109 213 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI İtilaf Devletlerinin tahammül edilmez müdahale ve baskısı ile Mondros Mütarekesi şartlarına aykırı davranışları üzerine istifa etmek zorunda kalan Ali Rıza Paşa Kabinesinin istifası memlekette pek derin bir heyecan meydana getirmiştir. Milli birlik ve beraberlik içerisinde bulunan millet, milli düşünce ve emeli tatmin edecek ve ayrıca şuan vahim bir tehlikede olan bağımsızlığımızı kurtaracak bir kabinenin kurulmasını sabırsızlıkla bekliyoruz. Milli Meclisin Misak-ı Milliyi vücuda getiren ekseriyeti bugün tamamıyla milli emellerin tercümanıdır. Milleti temsil eden Heyet-i Temsiliye’nin himayesine mazhar buyurularak milletin emelini tahmin edecek bir kabinenin hemen teşkiline irade buyrulacağını ve Ferit Paşa ve benzeri gibilerin başkanlık edeceği bir kabinenin teşkili, milli vicdanı yaralayacağını, memlekete zarar vereceğini, milli emellere aykırı olacağını ve muazzez vatanı tehlikeye sokacağını bildirmeyi vatanımıza vazife olarak arz eyleriz. Safranbolu’da da Müftü Sadettin Efendi de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşu112 sonrasında bu cemiyette görev alan bir din adamıdır. Onun bir süre bu cemiyetin başkanlık görevini de yürüttüğünü görüyoruz. Bu cümleden olarak, 5 Mart 1920 tarihli “Müdafaa-i Hukuk Heyeti Namına Reisi Sadettin” imzasıyla Meclis-i Mebusan’a gönderilen telgrafla istifa eden Ali Rıza Paşa Hükümetinin yerine Milli emellere hizmet edecek bir hükümetin kurulması talep edilerek, şöyle denilmektedir113: Meclis-i Millimizin güvenini kazanmış olan kabinenin zorla istifa ettirildiği üzüntü ile öğrenilmiştir. Ancak Milli emellere ve memleketin selametine hizmetkâr bir kabinenin yüksek meclisimizce mazhar-ı itimat buyurulmasını istirham eyleriz. “Anayurdumuzu elimizden almak isteyenler bilmelidirler ki, biz Türkleri bir fert kalıncaya kadar kesip bitirmeleri lazımdır. Yoksa bu altı buçuk asırlık vatan toprağını asla bizden alamazlar vatanımızın en küçük bir parçasının herhangi bir devlet tarafından işgalini kemal-i azim hareketle protesto ederiz114” diyerek kanlarının son damlasına kadar düşmanla savaşmak istediklerini 3 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’ya bildiren başta Müftü Sadettin Efendi olmak üzere, Safranbolu halkının ileri gelenleri İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilmesine de İzmir’in işgaline tepki gösterdikleri gibi tepki göstermişlerdir. Safranbolu halkı, İstanbul’un işgal edildiği haberini aldıktan sonra, tepkisi bir miting düzenleyerek göstermiştir. Ayrıca mitingde alınan kararları da “Müftü Sadettin Efendi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Mustafa ve Belediye Başkanı Ragıp” imzalı protesto telgrafları ileİtilaf güçleri temsilcilerine bildirilmiştir. 20.03.1920 tarihinde yapılan mitingde alınan kararlar şöyle idi115: Milletimizin geçirmekte olduğu nazik dakikaların elim safhalarını izahtan zarf-ı nazarla sonradan Payitaht ve Hilafet merkezimizin ve özellikle de Meclis-i Milli’nin maruz kaldığı resmi işgalin kalbimizde uyandırdığı ızdırap ateşini açıklayarak, yirmi asırlık insanlık medeniyetinin gösterişli bir şekilde vaad ettiği hürriyet, insaniyet ve adalet şiarını açan Düvel-i Muazzamanın dikkatleri ile eşitlik anlayışlarına arz ve şu acıklı haksızlığı medeniyet âlemi huzurunda protesto ederiz. 112 Safranbolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti; Doktor Ali Yağver başkanlığında Kilercioğlu Rıfat, Ayıntapoğlu Mustafa, Eczacı Hidayet, Binbaşıoğlu Refik, Değirmencioğlu Mehmet, Avukat Osman, Yüreklioğlu Hasan Fehmi, Cebecioğlu İsmail Bey ve Efendiler tarafından Kurulmuştur(Açıksöz, 2 Mayıs 1336). 113 A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, ss.57-58; M. Şahingöz, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin İstifası ve Tepkiler, s.75. 114 A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı, s.57. 115 M. Şahingöz, İzmir, Maraş ve İstanbul’un İşgali Üzerine Yapılan Mitingler, ss. 490-491 214 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ Mütareke hükümleri ile silahlarımızdan tecrit olunmuş medeni dünyanın mahkemesi huzurunda istiklal ve hâkimiyetini korumaya hazır olan Milletimize karşı ulvi prensiplerle, medeniyetimizi korumaya azmetmiş “Düvel-i Muazzama ve medeni kavimlerin bu haksızlığı kabul etmesi, Millet, vatanperverlik esaslarına bir mertebe teşkil edecektir. Zaten bu durum milletimizin istiklalinikorumak hususundaki azim ve imanına tesir etmeyecektir. Bilakis medeni milletlerin büyük bir tarihi mes’uliyetin altına girmesine sebebiyet verecektir. Meşru milli haklarımızın korunmasıyla işgalin kaldırılması ve bu feryad-ı figanımızın yüze vasıtaları İtilaf Devletleri temsilcilerine, Hariciye Nazırlarına, Meclis-i Mebusan Riyasetlerine ve tarafsın devletlerin Hariciye Nazeretleri ile medeniyetlerine akd olunan miting kararlarının duyurulmasına tavassut etmenizi zat-ı asaletpenahilerinden isteyerek takdim ve ihtiramat eyleriz. SONUÇ 1071’de Anadolu’nun kapısının milletimize açılmasından, son Kurtuluş Savaşımıza kadar, millet hayatımızın her safhasında manevi mimarların alın teri, gönül harcı, emeği vardır. Anadolu, bu harç, bu emek, bu dua ile Türk ve Müslüman yurdu olmuştur. Anadolu’nun Türk ve Müslüman yurdu olması için Sarıca Hocalar, Şeyh Edebaliler, Dursun Fakiler, Mevlanalar, Yunus Emreler, Hacı Bektaş ve Hacı Bayram Veliler, Akşemseddinler ve daha nice mana er ve erenlerinin emekleri olmuştur. Onların bu toprakların Türk ve Müslüman yurdu yapılması ve öyle kalması için verdikleri mücadeleyi, Milli Mücadelede deZonguldak ve çevresinde de onların oğulları, torunları olan İbrahimler, Mehmet Aliler, Abdullah Sabriler, Mehmet Tahirler, Hüseyinler, Hacı Mehmet Rıfatlar ve Mehmet Saadeddinlersürdürmüştür. Metinde de belirtildiği üzere, pek çok din adamı gibi, onlar da ülkenin işgallerden kurtarılması ve Türk milletinin bağımsızlığı için önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Merhum Orgeneral Kazım Özalp’ın ifadesi ile, “… (Onlar) o gayri müsait ahval ve şerait içinde …öne geçmişler…” canla başla çalışmışlardır116. Yine metinde belirtildiği üzere, Zonguldak Sancağı yöneticileri, mutasarrıf ve kaymakamlar, Milli hareketi desteklemede ihtiyatlı davranmayı tercih etmişlerdir. Hatta bunlardan Safranbolu Kaymakamı Mahmut Sami Bey, Geredeli Dayıoğlu İbrahim’i buraya davet ederek, Safranbolu olayına sebep vermişti. Ereğli Kaymakamı Sabri Bey ise, İstanbul Hükümetinin Zonguldak’a Mutasarrıf olarak gönderdiği Kadri Bey ile ilk teşrik-i mesaide bulunanlardandı. Başta Bolu Mutasarrıfı Ali Haydar Bey olmak üzere, diğer ilçe kaymakamları da benzer tutum ve davranış içerisinde idiler117. Zonguldak Sancağı yöneticilerinin söz konusu tutum ve davranışlarına rağmen, hiç çekinmeden Zonguldak Müftüsü İbrahim, Ereğli Müftüsü Mehmet Ali, Devrek Müftüleri Abdullah Sabri ve Mehmet Tahir, Beycuma Vaizi Hüseyin, Bartın Müftüsü Hacı Mehmet Rıfat ve Safranbolu Müftüsü Mehmet Saadeddin Efendiler göreve koşmuşlardır. Zonguldak Müftüsü İbrahim Efendi yöre yerleşim yerlerini dolaşarak, halkı Milli hareket lehinde kazanmak isterken, diğer ismi zikredilen müftüler de kendi yerleşim yerlerinde benzer çalışmalardabulunuyorlardı. Devrek Müftüsü Abdullah Sabri Efendi ayrıca Dürrizade Abdullah’ın yıkıcı fetvalarına karşı Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Börekçi tarafından hazırlanan Fetva-yı Şerife’yi imzalayarak, Milli Mücadele’nin meşru olduğunu ilan etmiştir. TBMM’nde de hizmet veren bu din adamı cami kürsülerinde 116 Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara, 1973, s. 383. 117 A. Sarıkoyuncu, Zonguldak Sancağı, s. 318. 215 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI ve düzenlenen mitinglerde yaptığı konuşmalarla yöre halkının Milli harekat lehinde bilinçlenmesinde önemli hizmetleri olmuştur. Onun bu çalışmalarında öğrencileri; kendisinden sonra Devrek Müftüsü olan Mehmet Tahir ile BeycumaMüderrisi Hüseyin Efendiler de yardımcı olmuştur. İzmir’in 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine yörede düzenlenen mitinglere adı geçen din adamları öncülük etmiştir. Ayrıca onların isimleri ilgili makamlara çekilen protesto telgraflarında da yer almıştır. Bu telgrafları incelediğimizde hemen hepsi vatanın savunulması için canlarını verebileceklerini belirtmişlerdir. Örneğin Zonguldak Müftüsü İbrahim Efendi, “İzmirsiz bir Türk’ün başsız bir ceset halinde kalacağını ve bu haksızlığa karşı canını vermeye razı olduğunu” haykırırken; Ereğli Müftüsü Mehmet Ali Efendi ise, “Hükümetimiz gereğini yapamıyorsa, namusumuzu korumak için Ereğli halkının göğsü Yunan süngülerine açıktır. Hayatını ölüme tercih eden yüce halkımız, bir haftaya kadar asıl sahibi olan Türklere İzmir iade edilmediği takdirde çoluk-çocuk İzmir’in tahliyesi için harekete …” geçeceklerini bildiriyordu. Devrek Müftüsü Abdullah Sabri Efendi ise, halka söyle hitap ediyordu: “Muhterem Cemaat, tüm yurdumuzda bugünden itibaren Kurtuluş Savaşı başlamıştır. Şimdi ise, alacağımız karar ve çekeceğimiz telgrafla erkeğimiz, kadınımız, kızımız, oğlumuz, topumuz tüfeğimizle, Mustafa Kemal’in yanında yer almalıyız. İşte vatan elden gidiyor. Hep beraber kurtaracağız.” Bartın Müftüsü Hacı Rıfat Efendi de yaptığı konuşmalarda, “Gazanız mübarek olsun! Cihat dinimizin bir farzıdır. Düşman güzel vatan parçasına ayak basmıştır. Onu orada bırakamayız..” derken; Safranbolu Müftüsü Mehmet Saadeddin Efendi de, “Anayurdumuzu elimizden almak isteyenler bilmelidirler ki, biz Türkleri bir fert kalıncaya kadar kesip bitirmeleri lazımdır. Yoksa bu altı buçuk asırlık vatan toprağını asla bizden alamazlar vatanımızın en küçük bir parçasının herhangi bir devlet tarafından işgalini kemal-i azim hareketle protesto ederiz” diye halkına sesleniyordu. İsmi geçen din adamlarının belirtilen konuşmaları Zonguldak ve çevresinde Milli Mücadele fikrinin oluşmasında etkili olmuştur. Ancak, bu fikrin fiiliyata geçmesi de Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin faaliyete geçirilmesi ile gerçekleşmiştir. Yine metinde de belirtildiği üzere, bu cemiyetlerin kuruluşunda ve hizmetlerinde isimleri zikredilen din adamlarının önemli katkıları olmuştur. Onlar, bu cemiyetlerde görev almışlardır. İbrahim, Abdullah Sabri ve Saadettin Efendiler başta olmak üzere, söz konusu cemiyetlerin başkanlık görevlerini de yürütmüşlerdir. Ayrıca yöre din adamlarının Kuva-yı Milliye’nin ikmalinde de önemli hizmetleri olmuştur. Özellikle Zonguldak Müftüsü İbrahim Efendi’nin Zonguldak’tan ihraç edilen kömürden vergi alınmasını Ankara’ya teklif etmesi ve bunun üzerine çıkarılan kanunla yıkanmış kömürün tonundan üç lira, yıkanmamış kömürün tonundan da iki lira alınması Kuva-yı Milliye’yemaddi açıdan çok değerli bir katkı sağlamıştır. Bu arada Müftü İbrahim Efendi, yöreyi işgal eden Fransız güçleri ile ilgili Ankara’ya verdiği istihbari bilgiler de önemlidir. Zonguldak ve çevresinin düşman işgalinden kurtarılmasında bu bilgilerden oldukça istifade edilmiştir. 216 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ Kuva-yı Milliye’nin ikmalinde önemli hizmeti olan bir diğer din adamı, Beycuma Müderrisi Hüseyin Efendi’dir. Bartın ve Havalisi komutanı Cevat Rıfat Atilhan’ın ifadesi ile O, bu konuda manen ve bedenen yapılması gerekeni yapmıştır. Bartın Müftüsü Hacı Mehmet Rıfat Efendi’nin Kuva-yiMilliye’ye yardımları konusunda da Tahir Karauğuz, “… Bilhassa Müftü Hacı Rıfat Efendi Hazretleri’nin himmet-i fadilanesini zikretmek lazımdır” diyerek takdirle anmaktadır. Diğer müftüler de Kuva-yı Milliye’nin ikmalinde özellikle deniz yoluyla Zonguldak’a İstanbul’dan getirilen silah ve cephanenin Batı Cephesi’ne nakledilmesinde önemli hizmetleri olmuştur. Çalışmamızda ve diğer çalışmalarda onların bu hizmetlerinden söz edilmiştir. Son söz olarak; bu Milli Mücadele kahramanlarını minnet, şükran ve rahmetle anarken, onların isimlerinin cadde, sokak ve hizmet binalarına verilmesi ile bir nebze olsun onlara karşı olan borcumuzu ödemiş olacağız. Ayrıca, bu din adamlarımızın diğer Milli Mücadele kahramanları ile birlikte genç nesillerimiz tarafından tanınması, Türk Milletinin verdiği mücadelenin büyüklüğünü anlamalarını sağlayacaktır. 217 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI KAYNAKÇA I. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI ARŞİVİ DİB. Arş., D:23-1364. DİB. Arş., D: 23-1306. DİB Arş., D:23-1307. II. KİTAP VE MAKELELER APAK, Rahmi, İstiklal Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Güven Matbaası, İstanbul, 1942. ATAMER, Hamdi, “Milli Direnme”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, Sayı:12 (Aralık 1968). Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I-II, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını Ankara,1989. ATİLHAN, Cevat Rıfat, “Milli Mücadele’nin Dört Sarıklı Hakramanı”, Sebilürreşad, C. II, Sayı: 37 (Mart 1949). BAŞOCAKÇI, Hüseyin, İstiklal Savaşı ve 30 Ağustos Zaferi Nasıl Kazanıldı, İlkadım Matbaası, Zonguldak, 1964. Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 19 (Eylül 1968). Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 19 (Eylül 1986). BORAK, Sadi, “Sarıklı Bir Mücahit” Hayat Tarih Mecmuası, Sayı:9. Cumhuriyetin On Yılında Zonguldak ve Maden Kömürü Havzası, Zonguldak Ticaret ve Sanayi Odası Yayını, İstanbul, 1933. ÇANKAYA, Ali, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, C IV, Mars Matbaası, Ankara, 1969. ÇAY, Abdülhaluk M., “Şark Meselesi veya Emperyalistlerin Türk Politikası”, Türk Kültürü, Sayı:350(Haziran 1992). ÇİLSÜLEYMANOĞLU, Selahattin, Bartın Halk Kültürü, C. 3, Bartın, 1996. ÇOKER, Fahri, Türk Parlamento Tarihi, TBMM Yayını, tarihsiz. DJUVARA, T.G.,Cent projets de la Turquie(1281-1913), Paris,1914. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.V, Ankara,1947.“Namık Kemal ve Şark Meselesi” Namık Kemal Hakkında, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, İstanbul,1942. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1918-1965, TTK Basımevi, Ankara, 1978. KUTAY, Cemal, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Diyanet İşleri Bakanlığı Yayın, Ankara,1973. KÜÇÜK, Cevdet, “Şark Meselesi Hakkında Önemli Bir Vesika”, Tarih Dergisi, Sayı:32 (Mart 1979). KODAMAN, Bayram, Şark Meselesi Işığı Altında II. Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul,1983. MISIROĞLU, Kadir, Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahitler, İstanbul, 1969. NAİM, A., Zonguldak Havzası, Uzun Mehmet’den Bugüne Kadar, Hüsnü-tabiat Matbaası, İstanbul, 1934. PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, İstanbul. SARIKOYUNCU, Ali, Milli Mücadele’de Din Adamları, Diyanet İşleri Bakanlığı Yayını, Ankara, 1995. 218 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ “Milli Mücadele’de Afyon Müftüsü Hüseyin (Bayık) Efendi” 3.Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu, Afyon,1994. “Milli Mücadele’de Denizli Müftüsü” Diyanet İlmi Dergi, Cilt: 27, Sayı: 4. Şark Meselesi ve Tarihsel Gelişimi”, Askeri Tarih Bülteni, Sayı: 36(Şubat 1994). “Mehmet Rifat Efendi (Börekçi)’nin Milli Mücadeledeki Hizmetleri” Diyanet İlmi Dergi,Cilt:31,Sayı:1 (Ocak-Şubat-Mart 1995). “Milli Mücadele’de Amasra Müftüleri” Diyanet İlmi Dergi, Cilt:31.Sayı:2. “Milli Mücadele’de Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi” Diyanet İlmi Dergi, C.II,27, Sayı:4. Atatürk,Din ve Din Adamları,Ankara,2002.Milli Mücadele’de Din Adamları II, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, 6. Baskı, Ankara, 2012. Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı Zonguldak, Bartın, Karabük, Zonguldak, Valiliği Yayını, Ankara, 2009. SARIKOYUNCU,Ali- SARIKOYUNCU DEĞERLİ, Esra, “Burdurlu Hatibzade Hacı Mehmet Efendi ve Milli Mücadeledeki Hizmetleri”, Burdur’un Manevi Değerleri ve Milli Mücadele (Ed. Mehmet Tanır), Burdur Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayını, Burdur, 2013. Milli Mücadele Uluborlu, Uluborlu Belediyesi Yayını, Kütahya, 2009. SELVİ, Haluk, İşgal ve Protesto, Değişim Yayınevi, İstanbul, 2007. SOREL, Albert, La Question d’ Orient, Paris, 1889. ŞAHİNGÖZ, Mehmet, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin İstifası ve Tepkileri, Ankara, 1996. İzmir, Maraş ve İstanbul’un İşgali Üzerine Yapılan Protesto ve Mitingler, A.Ü. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 1986.Tarih Vesikaları, Sayı:15(Mayıs 1949), s. 160-170. TEVETOĞLU, Fethi, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Ankara,1971. TUNAYA, Tarık Z., Türkiye’de Siyasi Partiler, İstanbul, 1952. Türk İstiklal Harbi, C II, Kısım I, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1963. ÜSTÜN,Yakup, Türkiye’yi Parçalama Planları: 100 Plan-Haçlı Taassubu-Türkiye Düşmanlığı, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara,1993. 21 Haziran, Zonguldak’ın Milli İrade’ye Kavuştuğu Günün 15. Yıldönümü, Zonguldak Halkevleri Yayını, Karaelmas Basımevi, 1937. III. GAZETELER Açıksöz, 2 Mayıs 1336, 2 Eylül 1336, 16 Ağustos 1921. Devrek Postası, Yıl 12, Sayı:717(13 Ekim 1982). İrade-i Milliye (22 Nisan 1336/1920) Öğüt (1 Nisan 1336/1920) 219 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI EKLER EK I Zonguldak Müftüsü İbrahim AKÇA’nın Tercüme-i Hal Varakası EK II Müftü İbrahim Efendi’nin Bir Diğer Tercüme-i Hal Varakası 220 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ EK III/1 EK III/2 EK III/3 Ereğli Müftüsü Mehmet Ali Çimenoğlu’nun Tercüman-ı Hal Varakası 221 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI EK III/4 EK IV/1 Abdullah Sabri Efendi’nin Tercüme-i Hal Varakası 222 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ EK IV/2 Abdullah Sabri Efendi’nin Devrek Müftülüğüne Atanması EK IV/3 Abdullah Sabri Efendi’nin İdare Meclis Üyeliklerinde Görevlendirilmesi 223 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI EK V EK VI Mehmet Tahir Efendi’nin Tercüme-i Hal Varakası 224 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ EK VII EK VIII/1 225 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI EK VIII/2 EK VIII/3 Hacı Mehmet Rıfat Efendi’nin Tercüme-i Hal Varakası 226 ALİ SARIKOYUNCU - ESRA SARIKOYUNCU DEĞERLİ EK IX/1 EK IX/2 227 MİLLİ MÜCADELE’DE ZONGULDAK SANCAĞI DİN ADAMLARI EK IX/3 Hüseyin Efendi’nin Tercüme-i Hal Varakası EK X Mehmet Saadeddin Efendi’nin Tercüme-i Hal Varakası 228 NİHAT FALAY - RECEP EMRE ERİÇOK ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI’NIN CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA YÖNETİMİ, YABANCI SERMAYESİ VE DEVLETLEŞTİRİLMESİ NİHAT FALAY*1 RECEP EMRE ERİÇOK**2 GİRİŞ M.Ö. 350 yıllarında Peleponez’de, Sicilya’da ve Yunanistan’da ağaç gibi yanan siyah topraklardan ve yanarken ziftli bir koku yayan taşlardan bahsedilmiştir. Bu bilginin elde edildiği dönemden ancak yüzyıllarca sonra Avrupa’nın diğer bölgelerinde maden kömürüne ve üretilmesine yönelik tarihsel bilgiler elde edilebilmiştir. Örneğin; İngiltere’de 1066 yılında, Belçika’da 1195 yılında, Fransa’da 1200 yıllarında, Almanya’da 1302 yılında ve A.B.D.’de ise 18. yüzyıl sonlarında maden kömürü bulunmuş, üretimine başlanmış ve kullanılmıştır3. Maden kömürü, ağaç kömüründen daha güçlü bir madde olması nedeniyle, çeşitli madenlerin üretiminde ve eritilmesinde ağaç kömürünün yerini almıştır. Bu bağlamda her tarafta özellikle demircilik, bakırcılık gibi alanlarda ve evleri ısıtmakta kullanılmıştır4. Zonguldak kömür havzası hakkında Türkçe çok eski bir kaynak olmamakla birlikte, yabancı araştırmacıların eserleri vardır5. Karadeniz havzasının ilk jeolojik araştırmasını yapan Ruslar olmuştur. 1850 yılında, Rus toprak bilimcilerinden Çimaçef; arkadaşı ile Ereğli havzasında inceleme yapmıştır. Fakat, 1854 yılında Kırım Savaşı’nın başlaması üzerine, savaşın sonuna kadar Samsun’da kalarak, 1860 yılından sonra tekrar bu havzaya gelmiş ve bilimsel çalışmasını bir kitap olarak yayımlamıştır. Zonguldak-Ereğli havzası için yapılan çalışmalar arasında havzayı jeolojik olarak en iyi anlatan Ralli isimli bir Yunanlının eseridir. 1890 yılında, o zaman maden işleten şirketler içinde en önemlisi olan Kurci şirketinde mühendis olan bu kişi, havzada mevcut kömür ocaklarının büyük bir kısmına gitmiş, araştırma yapmış ve çeşitli maden damarlarından aldığı maden cevherini (özünü) İsviçre’de analiz ettirmiştir. Havzayı en iyi anlatan bu eserden önce, 1870 yıllarının sonlarında, Maunier isimli bir Fransız, yanında bir mühendis, bir tercüman ve Ereğli “Maden-i Humayun” Nazırı (Bakanı) tarafından onun yanında olması için görevlendirilen Ahmet Ali isimli bir madenci ile tüm havzayı dolaşmış ve araştırmalarını yapmıştır. Maunier, İstanbul’a dönüşünden sonra Osmanlı Hükümeti’ne bir proje sunmuştur. Bu projesinde; Maunier, havzadaki maden ocaklarının toprak altından bir galeri ile birleştirilerek kömürün tek bir merkezden çıkarılmasını ve Zonguldak’tan Ereğli’ye yapılacak demiryolu aracılığıyla kömür ihracatının Ereğli limanından gerçekleştirilmesini öneriyordu. Bu projesine karşılık olarak da, Maunier, havzadaki tüm ocakların belirli bir bedel ile, Fransız sermaye sahiplerine satılmasını ve işletme imtiyazı (ayrıcalığı) nın tanınmasını önermiştir. Osmanlı Hükümeti, bu öneriyi reddetmiştir. * Prof.Dr., İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü (Emekli), [email protected] ** Yrd.Doç.Dr., İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü, [email protected] 3 REFİK, Ahmet (1931): Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri (967-1200). İstanbul. 4 İMER, H. F. (1944): Ereğli Maden Kömürü Havzası Tarihçesi, s. 4-5, Zonguldak. 5 NAİM, Ahmet (1934): Zonguldak Havzası. Uzun Mehmetten Bugüne Kadar, s. 5-8, Hüsnütabiat Matbaası. İstanbul. 229 ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI’NIN CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA YÖNETİMİ, YABANCI SERMAYESİ VE DEVLETLEŞTİRİLMESİ Havza hakkında yayın yapan yabancılardan en eskisi ise Garette’tir. 1854 yılında havzaya gelmiş ve araştırmalarını bir dergide yayımlamıştır. Bunlardan başka 1875 yılında Telehan isimli bir mühendis, 1884 yılında Schleiching, 1891 yılında Darverd isimli bir mühendis, 1894 yılında Holzer ve sonraları Stasinopulos ve M. Dauvelle yayınlarında bu havzadan bahsetmişlerdir. 20. yüzyıl başlarında da; 1902 yılında Simmeresbut ve 1911 yılında Deloni, havza hakkında birer broşür yayımlamıştır. 1. Dünya Savaşı sırasında da Almanlar havzadaki incelemelerini içeren bir broşür çıkarmışlardır. Fakat, havzanın yönetimiyle ilgili hiçbir makam veya kurum, yüzeysel de olsa bu görüşlerin Türkçeye çevrilmesine çalışmamıştır6. ZONGULDAK HAVZASINDA MADEN KÖMÜRÜ BULUNMASI (HACI İSMAİL VE UZUN MEHMET)7 Ülkemizde, batı dünyasına kıyasla 150-200 yıllık bir gecikme ile ortaya çıkan ve oluşan maden kömürü arama bilinci, 19. yüzyılın başlarında gelişmeye başlamıştır. Çünkü, Tophane ve Tersane’nin yakıt tüketimi, özellikle savaş filosunun yelkenle hareket etmesi çıkmazından kurtarılarak makinalaştırılması, askeri yönetici ve kurumların maden kömürü gereksinimlerini arttırmıştır. Yabancı ülkelerden getirilen bu madenin ülkemizde bulunacağı düşüncesi gelişmiştir. Bu düşünce nedeniyle, 1800 yılı başlarından itibaren “Bahriye” (Deniz Kuvveti) kurmayları, kendi olanak ve araçlarıyla Osmanlı Devleti’nin her tarafında maden kömürü aranması için harekete geçmişlerdir. Bu yönde başvurdukları önlem, her yıl terhis edilen deniz erlerine birkaç örnek verilerek, kendi memleketlerinde “bu gibi siyah taşlar”dan bulduklarında bildirmelerini, ödül verileceğini belirtmeleri olmuştur. İlk defa, 1822 yılında, Ereğli’ye bağlı Kestaneci Köyü’nden gemici Hacı İsmail, köyünde bularak topladığı “siyah taşlar”ı İstanbul’a getirmiş ve Padişaha takdim etmiştir. Bu taş örneklerinin gerçekten taşkömürü olduğu anlaşılmış, Hacı İsmail “beş kese” (altın) ile ödüllendirilmiş, fakat bu ilk keşiften sonra ülkemizde kömür çıkartma faaliyetlerinde bulunulmamıştır. Maden kömürü, daha sonraları 1829 yılında, Uzun Mehmet tarafından bulunmuştur. Uzun Mehmet’in söz konusu kömürü bulma hikayesi ve sonucu kısaca şöyledir: Uzun Mehmet, terhis edilince Ereğli’nin Niren Köyü’ne gelmiştir. Birkaç yıl sonra 1829 yılı sonbaharında köyünden geçen Niren Deresi’nin getirdiği molozlar arasından bir taş görmüş ve dere kaynağına doğru takip ederek yeraltından çıkan kömür örneklerini meydana çıkarmıştır. İlkbaharda yola çıkarak getirdiği örnekleri Sultan 2. Mahmut’a sunmuş ve taşların gerçekten maden kömürü olduğu anlaşıldıktan sonra kendisine para ödülü verilmiş, ayrıca ömrünün sonuna kadar olmak üzere maaş bağlanmıştır8. Uzun Mehmet’in bu keşifi, ilkine kıyasla daha ciddi bir ilgi ile karşılanarak o yöreye bir fen heyeti gönde6 7 8 ENVER, Sadrettin (1942): Zonguldak Kömür Havzamız. Etibank Yayını. Ankara. ÖZEKEN, Ahmet Ali (1944a): “Ereğli kömür havzası tarihi üzerine bir deneme”. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası. Cilt 96. Sayı 3-4; ÖZEKEN, Ahmet Ali (1944b): Ereğli Kömür Havzası Tarihi Üzerinde Bir Deneme 18481940. Kenan Matbaası. İstanbul. İMER, H. F. (1944): Ereğli Maden Kömürü Havzası Tarihçesi, s. 8, Zonguldak; TANOĞLU, Ali (1940): İktisadi Coğrafya. I. Enerji Kaynakları, Taşkömür, Beyaz Kömür, Petrol. İstanbul. 230 NİHAT FALAY - RECEP EMRE ERİÇOK rilmiş, kömür ocaklarından nasıl faydalanılabileceği yönünde tartışmalar yapılmıştır. Fakat, kömür havzasından faydalanma faaliyetlerine başlanması için, daha (yirmi) yıl beklemek gerekmiştir. Oysa, Zonguldak havzasında kömür kıyıda çıkmaktadır ve bu nedenle çıkar çıkmaz yüklenip demir yoluyla ulaştırılacak bir özelliktedir, bu açıdan da değerlidir. Zonguldak, kent ve tarih olarak yenidir. Ereğli ise, kent ve tarih olarak eskidir. 1360 yılında Sultan Murat tarafından fethedilmiştir. 2. Mehmet İstanbul’u fethetmeden önce Rumelihisarı’nı yaptırırken bir kısım malzemeyi Ereğli’den getirtmiştir9. Maden kömürünün bulunduğu Ereğli, Karadeniz’in batı kıyı bölgesinde, yıldız ve poyraz rüzgarlarına kapalı olan bir liman kentidir ve tarihi boyunca da işlek bir liman işlevini görmüştür. 19. yüzyılın başlarında “âyanlık” adı altında yönetilmiştir ve bu dönemde Devrek ve Bartın, Ereğli’ye bağlı kasabalardır. 1829 yılında Ereğli yakınında maden kömürünün bulunması, Ereğli’nin ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamını belirleyen temel faktör olmuştur. Çünkü Karadeniz’in ve ülkenin tek maden kömürü havzasının ikinci derece bir merkezi niteliğini kazanmıştır10. 1840 yıllarına, yani bu havzada maden kömürünün bulunması ve işletilmesine kadar Ereğli, nüfusu 2 bin civarında olan ve köyden biraz büyük bir limandan oluşuyordu. Kömür işletmelerinin yolaçtığı nüfus hareketleri ile, 1860 yıllarına doğru gelişmeye başlamış ve 1890 yıllarında bu nüfus 4 bini bulmuştur. 1910 yıllarında ise nüfusu artık 6 binin üstündedir. EREĞLİ HAVZASINDA MADEN KÖMÜRÜ ÜRETİMİ11 Bu havzada kömür madenlerinin işletilmesi, Uzun Mehmet’in kömürü bulmasından tam 39 yıl sonra 1848 yılında başlamıştır. Bu gecikmenin nedeni, önemle ve acele olarak aranan kömür madeninin bulunduktan sonra sanki önemini kaybetmesidir. Ereğli havzasından kömür elde edilmesi ve üretimi, ancak Sultan 1. Abdülmecit’in onuncu saltanat yılında düşünülmüştür. 1. Abdülmecit, Ahmet Macit Ağa ile Hüsnü Halife’yi Ereğli’deki kömür bölgelerinin ve sınırlarının saptanmasıyla görevlendirmiştir. Bu iki kişi, kömür damarlarının bulunduğu yerleri ve havza sınırlarını gösteren bir belge hazırlamışlar ve Darphane-i Amire (devletin madeni para basılan yeri) Nazırı Tahir Paşa aracılığıyla Saraya sunmuşlardır. Ereğli havzasının yönetimi de “Hazine-i Hassa”ya yani padişahların kişisel gelir ve giderlerine ilişkin işlerle bağlantılı olan kuruma verilmiştir. Ayrıca padişahların vakıflarından biri olarak kayıt altına alınmıştır. Zonguldak-Ereğli havzasındaki kömür madenlerinin işletilmesinin geçirdiği aşamalar ve bu aşamalarda ortaya çıkan yönetim dönemleri başlangıcından, devletleştirmeye kadar temelde (dört) dönem altında incelenebilir12. Bunlar; YALÇIN, Osman (1959): Zonguldak, s. 20-21, Özyürek Yayınevi. İstanbul. VERGİN, Nur (1978): Industrialisation et Changement Social (Etude Comparative dans Trois Villagesd’Ereğli Turquie). İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi. İstanbul. 11 ÖZEKEN, Ahmet Ali (1944a): “Ereğli kömür havzası tarihi üzerine bir deneme”. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası. Cilt 96. Sayı 3-4; ÖZEKEN, Ahmet Ali (1944b): Ereğli Kömür Havzası Tarihi Üzerinde Bir Deneme 18481940. Kenan Matbaası. İstanbul. 12 ÖZEKEN, Ahmet Ali (1955): Türkiye Kömür Ekonomisi Tarihi 1. Kısım, s. 5-16, İ. Ü. İktisat Fakültesi. İstanbul. 9 10 231 ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI’NIN CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA YÖNETİMİ, YABANCI SERMAYESİ VE DEVLETLEŞTİRİLMESİ Hazine-i Hassa İdaresi (Has Hazine İdaresi) dönemi (1848-1865). Bahriye İdaresi (Deniz İdaresi) dönemi (1865-1908). Meşrutiyet, 1. Dünya Savaşı ve Mütareke (Havza-i Fahmiye İdaresi) dönemi (1908-1920). Cumhuriyet dönemi (1920-1940). 1849 yılı Mart’ında faaliyete geçen “İşletme Kumpanyası (Şirketi)” ile başlayan Zonguldak kömür havzası faaliyetleri, 1940 yılında kurulmuş olan füzyon, yani kömür havzasındaki ocakların Devlet tarafından işlettirilmeye başlanması fikri ile devam etmiştir. Bu fikir, Etibank’ın faaliyete geçtiği 1936 yılından itibaren gelişmeye başlamıştır. a-)Hazine-i Hassa İdaresi Dönemi (1848-1865)13 Ereğli kömür havzasının idaresi, 1. Abdülmecit’in bir fermanı ile Hazine-i Hassa’ya devredildikten kısa bir süre sonra yönetimde yetersizlikler ve sorunlar başlamıştır. O sırada İngiliz sarrafları, yönetim sorunlarından faydalanmak ve havza yönetimini almak istemişlerdir. Daha sonra, “Ereğli Maden-i Hümayun”un işletme hakkı, yıllık 30 bin kuruş gibi ozaman için çok düşük bir bedelle “Kömür Kumpanyası” (Şirketi) adı altında birleşen İngiliz sarraflarına bırakılmıştır. Bu yolla Ereğli havzasına şirket halinde ilk defa gelenler İngilizler olmuştur. “Kömür Kumpanyası”, bu kadar ucuz ve uygun şartlarla havzayı aldıktan sonra işe başlamış, fakat ilk aşamada madenleri işlemek için yerli işçi bulmakta zorluklarla karşılaşmıştır. Kömür madeni, ülkemizde yeni olduğundan usta madenci işçi de yoktu. Kumpanya, bu durumda Karadağ ve Hırvatistan’dan taş bacası işçisi ve tünel kazıcı ustaları getirtmek zorunda kalmıştır. Bu yolla açılan ocaklardan üretilen kömür küfe (büyük sepet) ile veya galeriler içine yapılan tahta raylar üzerinde tahta arabalar ile dışarıya taşınıyor, kömür harmanlarından yükleme iskelelerine hayvan sırtında çekiliyordu. Kömür şirketinin bu yetersiz işleme yöntemiyle tüm madenlerden yapılan yıllık üretim, 50 bin tonu bulamıyordu. Bu miktar ise, şirketin tüm ihracatını gerçekleştirdiği Bahriye (Deniz) Nezareti (Bakanlığı)’nın ihtiyacını karşılayamıyordu. Bir süre sonra şirket, Osmanlı Hükümeti’ne karşı olan taahhütlerini (yükümlülüklerini) tümüyle karşılayamayacak bir duruma gelmişti. Osmanlı Hükümeti’nce madenlerin işletme hakkı bu şirketten alınıp “Hazine-i Hassa” yönetimine devredilmiştir. Ereğli havzasının yönetimi, tekrar Hazine-i Hassa’ya devredilince, ihracatı sürdürmek ve havzayı yönetmek üzere Halil Kadri Efendi, maden müdürü yetkisiyle Ereğli’ye gönderilmiştir. Yönetim yetersizlikleri ve ocakların basit yöntemlerle işlenmesi sonucu elde edilen kömür, ihtiyaç oranının yüzde (30)’una bile denk gelmiyordu. Bunun için Hazine-i Hassa yönetimi havzaya biraz fen ve teknik anlayışı getirmek gereksinimini duymuş ve 1851 yılında İngiltere’den uzman olarak John Barcley ve George Barcley isimli iki kardeş maden mühendisi getirtmiştir. İngilizler henüz gelmeden önce de Devletin inşaat mühendislerinden Enis Efendi Kozlu’ya gönderilmiştir. Bu arada İngiliz fen heyeti için konutlar yaptırılmıştır. 13 232 İMER, H. F. (1944): Ereğli Maden Kömürü Havzası Tarihçesi, s. 10-14, Zonguldak. NİHAT FALAY - RECEP EMRE ERİÇOK Hazine-i Hassa adına havzanın yönetimini alan İngilizler, bir atılım yaparak o dönem ve koşullar içinde önemli yenilikler yaptılar. Bu bağlamda, kısa bir zamanda maden kuyuları açmışlar, Kozlu ve Üzülmez maden bölgelerine demiryolu yaptırarak ulaşımı tren vagonlarıyla sağlamayı başarmışlardır. Kömür madenciliği bu şekilde ilerledikçe, yerli işçiler de havzanın her tarafından, özellikle Kozlu ve Üzülmez yöresinden gelerek çalışmaya başlamıştır. Böylelikle kömür madeni ocaklarının sayısı da çoğalmış, bazı madenler “mirî ocaklar” adıyla askeri istihkâm tarafından işlenmiştir. Kırım Savaşı’nın çıkması üzerine, maden ocaklarını işleyen istihkâm askeri, Müşir (Mareşal) Fethi Paşa’nın emriyle ordu emrine alınmıştır. 1854 yılında Ruslarla Kırım Savaşı başlayınca, Osmanlı Devleti’nin savaşa birlikte girdiği İngiliz ve Fransızlar savaş gemilerinin yakıtını bu havzadan sağlamak zorunda kalmışlardı. Bu zorunluluk nedeniyledir ki, aynı yıl Kozlu, Zonguldak ve Üzülmez yörelerindeki madenlerin işlenmesi, bir sözleşme ile İngiliz donanmasının kömür gereksinimlerini karşılamak için gerçekleştirildi. Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında yapılan bu sözleşmenin başlıca maddelerine göre; sözleşme süresi Kırım Savaşı’nın sürdüğü süre ile sınırlı olacaktı ve çıkarılacak kömürün yarısı İngiliz, yarısı da Fransız donanmasına verilecekti. Madenler, 1856 yılına kadar işlenmiş ve bu süre içinde İngiliz donanması, kömür gereksinimlerini tümüyle bu havzadan karşılamıştır. Kırım Savaşı bitince, daha önce imzalanan sözleşme hükümlerine göre, madenlerin İngiliz donanmasının kömür gereksinimlerini karşılamak için işlenmesi de son bulmuştur. 1856 yılı sonlarında, havzadaki İngiliz mühendisler ve fen işleri görevlileri mevcut kömür stoklarını bedeli karşılığında Hükümete bırakarak ülkelerine gitmişlerdir. İngilizler ülkelerine gittikten sonra, Ereğli havzasının yönetimi yine Hazine-i Hassa’ya geçmiştir. Üç yıl süren bu yönetim döneminde, yönetim yetersizlikleri söz konusu olmuştur. Maden ocakları çalıştırılırken müteahhitlerden (yüklenicilerden) alınan kömür tersane, tophane, darphane ve ozamanki “Fevahid-i Osmaniye” adı altında çalışan özel idare vapurlarına gönderiliyor, fakat bu kömürlerin bedelleri o civardaki kazaların vergi ve aşarına havale ediliyor (karşılık bırakılıyor, gösteriliyor) idi. Bu havaleler, ekonomik sorunlar yaşayan köylülerden kolaylıkla tahsil edilemediği için, çoğunlukla köylülerin alacakları belirsizlik içinde kalıyordu14. 1859 yılında Yorgaki Zafiropulos isimli bir tüccar ile Hazine-i Hassa Nazırı (Bakanı) Ahmet Muhtar Paşa arasında imzalanan bir sözleşme ile havzanın kömür ihracatı yetkisi Yorgaki Zafiropulos’a verilmiştir. Bu kişinin sözleşmesi (bir) yıl devam etmiş ve 1860 yılında feshedilmiştir. Daha sonra, Ereğli kömür havzası, bir İngiliz kömür şirketine devredilmiştir. İngiliz kömür şirketi, donanmanın ve Devlet kurumlarının kömür gereksinimlerini karşılayamadığından, Osmanlı Hükümeti İngiltere’den kömür satınalmak zorunda kalmıştır. 1861 yılı Temmuz’unda ise, Maliye Nezareti yönetim yetersizliklerinin giderilmesi gereğini duymuş ve şirketin feshedilmesi yolu ile havza yönetiminin kendisine devredilmesini istemiştir. 14 ŞİŞMANOV, Dimitir (1978): Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi. (Haz. A. R. Zarakolu). Belge Yayınları. İstanbul 233 ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI’NIN CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA YÖNETİMİ, YABANCI SERMAYESİ VE DEVLETLEŞTİRİLMESİ Padişah, bu talep karşısında harekete geçmiş ve bir fermanla şirketin sözleşmesini feshetmiştir. Bu ferman üzerine, Ereğli havzası 1865 yılına kadar Hazine-i Hassa yönetiminde kalmıştır. Bu (üç) yıl boyunca görülen yönetim yetersizlikleri sebebiyle, Hazineden alacaklı işçiler ekonomik sorunlar yaşamaktaydı. Alacağını alamayan madencilerin olumsuz şartları giderek artıyordu. Bu şartlar altında, kömür çıkarımı ve üretimi de gün geçtikçe azalıyordu15. Kaptan-ı Derya Ahmet Vesim Paşa o sırada Sultan Aziz’in huzuruna çıkmış ve kömür havzası yönetiminin Hazine-i Hassa’dan alınarak “tersane”ye devredilmesini 1865 yılı Şubat’ında gerçekleştirmiştir. b-)Bahriye İdaresi Dönemi (1865-1908) Havzada Bahriye İdaresi kurulur kurulmaz, Bahriye yöneticilerinden Mirliva Dilaver Paşa, “Ereğli Livası Kaymakamı ve Maden-i Hümayun Nazırı” ünvanı ile ve geniş yetkilerle Ereğli’ye gönderildi. Dilaver Paşa, havzaya gelir gelmez ilk iş olarak havzanın çok ihtiyaç duyduğu bir yönerge düzenletmiş ve Hazine-i Hassa İdaresi’nin yönetiminden çıkan havzaya yenilik getiren esasları oluşturmuştur. Onun başkanlığında kurulan bir komisyonun 1867 yılı Şubat’ında çıkardığı bir tüzükte, Bahriye İdaresi’nden önceki dönemde havzadaki sorunlar vurgulanmıştır. Burada maden ocaklarının yönetim şekli tanımlanıyor, kömür alma ve teslim etme usulleri saptanıyor, madenle ilgili sorunlar çözülüyor, memurların görev, yetki ve dereceleri belirleniyor, maden ocaklarına ilişkin olarak sadece işletme hakkı veriliyor ve özel hiçbir müteşebbisin maden sahibi olamayacağı belirtiliyor, gerektiğinde masrafı verilerek maden ocaklarının devletleştirileceği açıklanıyor ve maden işçilerinin haklarını koruyan birçok esaslar oluşturuluyordu. Dilaver Paşa, bu tüzük yanında bazı idari iyileştirmeye de gitmiştir. Buna göre, bu idarenin merkezi Ereğli idi ve Maden Nazırı da orada ikamet edecekti. Kozlu maden yöresinde fen ve imalat (yapım) adı altında iki komisyon kuruluyordu. Komisyon üyeleri, uzman deniz subaylarından oluşuyordu. Üretim yapılan belli başlı yörelere, deniz subayları ve deniz görevlileri memur edilmişti. Komisyonların aldıkları kararlar, Maden Nazırının onayından sonra kesinlik kazanıyordu. Maden üretim merkezi olan Kozlu çevresine bir doktor ve bir eczacı, maden bölgelerine birer cerrah görevlendiriliyordu. Ereğli havzası sahilindeki ormanlardan sadece Deniz Nezareti kesim yapabiliyordu, ormanlar savaş gemilerine ayrılmıştı, maden ocaklarının faaliyeti için en gerekli malzeme maden sütunu olduğu için, Ereğli Sancağı (Livası) ormanları madenlere ayrıldı. Ereğli havzasına Alaplı ile Akçaşehir arasındaki Taşsuyu’ndan başlayarak Kurucaşile ile Cide arasında Kapısuyu’na kadar sahilden uzanan bir sınır saptandı. Aynı zamanda havzanın bir krokisi düzenlendi. Havzada bulunan maden ocaklarının devir, cevherin sona ermesi ve terki işlemlerine ilişkin esaslar getirildi. Hazine-i Hassa döneminde gelişigüzel şekilde işletmeye açılan ocaklar için, izin belgesi alınması şartı getirildi. 1878 yılında, ocaklara numaralar verilerek, bir düzene kavuşturulması düşünüldü. Önce Kozlu, Zonguldak, sonra Kilimli ve Alacaağzı taraflarındaki ocaklar numaralandı. İskelelere oluklar yapılmak yoluyla, yükleme işlemleri kısmen düzen altına alındı. 15 234 YİĞİTLER, Umran Nafiz (1943): Kömür Havzasında Amele Hukuku. Zonguldak. NİHAT FALAY - RECEP EMRE ERİÇOK 1896 yılında, daha önce çıkarılmasına ve ihracatına izin verilmeyen toz kömürün yüzde (10)’unun ücretsiz olarak mirî (devlete ait) idareye bırakılması koşuluyla, burada yüzde (90)’ının ihracatı için yöneticilerden izin alınmaya gidildi. Mirî idare ücretsiz aldığı toz kömürden “briket” haline getirerek faydalanıyordu. 1896 yılında, Maden Nazırı Gramer Hasan Paşa (İngilizceyi çok iyi bildiğinden bu isim verilmiştir)’nın yardımcısı ve Fen Komisyonu Başkanı olan Veli Bey isimli bir deniz subayı birçok yetersizlik ve araç kıtlığı içinde, kok fırını, briket ve ateş tuğlası fabrikaları oluşturmayı başarmıştı. Havzada mevcut kömür damarlarına, onları bulanların isimlerini vererek sınıflandıran yine Veli Bey olmuştur. Bahriye İdaresi döneminde; Ereğli havzası dört nazır değiştirmiştir. Bunlar Dilaver Paşa, Gramer Hasan Paşa, Arif Paşa ve Bahriye Miralayı (Albay) Sami Bey’dir. Bahriye İdaresi, havzadan aldığı kömürler için madencilere borçlandığı parayı ödeyememiştir. Bu yüzden, madenciler ekonomik sorunlar yaşamıştır. İflaslar, ocak devirleri, ocak terkleri birbirini izlemiştir. Havzaya Yabancı Sermayenin Gelmesi16 1882 yılına kadar, Ereğli havzasından üretilen kömürlerin Bahriye İdaresi’nden başka kurum veya kuruluşlara ihracatına izin verilmiyordu. 1882 yılında, Ereğli havzasından üretilen kömürün yüzde (60)’ının Bahriye İdaresi tarafından kullanımına ve yüzde (40)’ının Bahriye İdaresi’nden başka kurum veya kuruluşlara ihracatına izin verilince, sermaye sahipleri, Ereğli havzasına ilgi göstermeye başladı. Ereğli’den üretilen kömürün yüzde (40) oranında satılması bedeli ve geliri üzerinden bir vergi (resim) alınması kararlaştırıldı. Diğer madenlerden alınan vergilere “rüsum-u madeniye” denildiği halde, Ereğli havzası Hazine-i Hassa’ya ait olduğundan ihraç edilen yüzde (40) oranında alınan bu vergiye “hisse-i temettü” adı verildi. Bu dönemde ilk defa ortaya çıkan şirketler; yerli sermaye sahipleri tarafından kurulan Eseyan Şirketi, Karamanyan Şirketi, İhsaniye Şirketi ve İnamiye Şirketi’dir. Bu şirketler, verimli bir faaliyet gösterememiş ve yabancı sermayeyle rekabet edemeyip bir süre sonra iflas etmişlerdir. 1879 yılında, yazacağı eser hakkında incelemelerde bulunmak için havzada jeolojik araştırmalarda bulunan Maunier, araştırmalarını tamamladıktan sonra Osmanlı Hükümeti’ne, bütün havzayı bir bedel karşılığında satınalma teklifinde bulunmuş, teklif reddedilmiştir. Bu Fransızın yanındaki bir çevirmen, Maunier’in incelemeleri sırasında havzanın zenginliği hakkında oldukça ayrıntılı bir fikir edinmişti. Maunier’in projesi reddedilince, söz konusu çevirmen, onun gerçekleştiremediği fikri ve projeyi kısmen de olsa uygulamak için birkaç yere başvurmuştur. Bu bağlamda “Kurci Vapurları Kumpanyası” müdürü olan Panos Efendi’yle de bağlantı kurmuştur. Panos Efendi de vapurları için ucuz kömür sağlayacak bir kaynak aradığından, yatırım fikrini bu havzaya yöneltmeyi başarmıştır. 16 İMER, H. F. (1944): Ereğli Maden Kömürü Havzası Tarihçesi, s. 29-33, Zonguldak; ÇILADIR, Sina (1970): Zonguldak Havzasında Emperyalizm 1840-1940. Aydınlık Yayınları. Ankara; SARIKOYUNCU, Ali (1993): “Emperyalizm ve Zonguldak kömür havzası”. Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi. Cilt 4; THOBİE, Jacques (1977): Intérets et Impérialisme Français dans l’Empire Ottoman. Paris; TEZEL, Yahya Sezai (1970): “Birinci Büyük Millet Meclisinde yabancı sermaye sorunu: Bir örnek olay”. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi. C. XXV. No.1. Mart. 235 ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI’NIN CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA YÖNETİMİ, YABANCI SERMAYESİ VE DEVLETLEŞTİRİLMESİ 1885 yılında, bu şirket Kozlu’da, Kırım Savaşı sırasında İngilizlerin işledikleri madenler de dahil olmak üzere (dokuz) ocak satın almış ve dönemin bilinen ve önemli maden mühendislerini getirtmiştir. Kerpiçlik yöresinde havzanın ilk havaî hat şebekesini yaptırmıştır. Fakat bu şirket, daha sonra iflas etmişti. Ereğli Şirketi, bu durumdan faydalanmasını bilmiş ve 2. Abdülhamit’in mabeyncisi Ragıp Paşa’nın “Sarıcazadeler Şirketi’nin” teklif ettiği (40) bin altına karşılık (110) bin altın vererek Kurci ocaklarını almıştır. 1882 yılında, havzadan üretilen kömürün yüzde (40)’ının ihraç edilmesine izin verilince, yabancı sermaye havzayla ilgilenmeye başlamıştı. Havzanın ekonomik sorunlar yaşadığı dönemde, Ereğli Şirketi havzada önce liman yatırımlarına, daha sonra da maden yatırımlarına başlamak istemiştir. 1892 yılında, Osmanlı Hükümeti’nin Bahriye mimarı Yanko Bey’e Ereğli havzasında bir liman inşaatı yetkisi verilmişti. Bu yetki, daha sonra Ereğli Şirketi’ne devredildi. Ozamanlar Ereğli Şirketi, havza yatırımlarına başlamıştı. Liman mendireğinin önce Kozlu maden yöresinde yapılması kararlaştırılmıştı, daha sonra 1893 yılında, bir fermanla limanın Zonguldak’ta yapılması kararı alındı. Liman sözleşme ve şartnamesinde, Ereğli Şirketi’nin kömür havzası işletmesine izin veren maddeler yeralıyordu. Örneğin; bu şirket tarafından yapılacak liman ve rıhtım için başlanan kazı ve yapım veya bina inşası için gerekli görülen taşların çıkarılacağı yerlerde maden kömürü damarına rastlanırsa, söz konusu müteahhitin bu damarları işletme hakkı olacaktı. Ereğli Şirketi, (4.5) milyon altın Frank harcayarak söz konusu mendireği yaptı ve mendirek yapımını bitirince de kömür havzasını almaya yönelik ikinci bir başarı daha kazandı: Ereğli Şirketi, Ereğli havzasında mevcut şimendifer hatlarıyla ilgili yerel yöneticilere başvurdu ve Zonguldak, Kozlu, Kilimli ve Çatalağzı Şimendiferleri’nin işletme yetkisini istedi. Maden Nezâreti, şirketin bu talebini, Zonguldak ve Çatalağzı Şimendiferleri’nin işletmesini kiralamak yoluyla kabul etmişti. Liman ve şimendifer gibi havzanın iki önemli birimini işleten Ereğli Şirketi büyük bir sermaye ile ocak işletmeye de başlayınca, rakip şirketler ve tekil madenciler iflas etmeye başlamışlardır. Ereğli Şirketi, havzadan giden diğer birimlerin ocaklarını da alarak havzadaki etkinliğini arttırıyordu. Ereğli Şirketi’nin kuruluş sermayesi (55) milyon altın Frank idi, fakat havzadaki işletme alanı genişlemeye başlayınca, bir sermaye arttırımı için Mirabou Bankası hisse senetleri çıkarmıştı. Öte yandan, liman imtiyazı verildiği zaman, şimendiferin (demiryolunun) birleştirilmesi işlemleri de esas itibariyle kabul edilmiş ve bu iş için Bahriye İdaresi’ne görev verilmişti. Fakat Bahriye İdaresi, iki yıl içinde demiryolu hatlarının birleştirilmesini tamamlayamazsa, bu hak ve yetki Ereğli Şirketi’ne geçmekle kalmıyor, Devletin havzadaki tüm geliri de bu şirketin hatların birleştirilmesi için harcayacağı paraya ve paranın faizine karşılık gösteriliyordu. Nitekim, 1897 yılına ait liman imtiyazı gereği, Bahriye İdaresi demiryolu bağlantı ve uzatım hatlarını gerçekleştiremeyince, bu iş Ereğli Şirketi’ne geçmişti. Ereğli Şirketi, kömür havzasındaki işletme alanını genişletmeye çalışırken önemli bir doğa olayı ile karşılaşmış ve 1900 yılında gerçekleşen büyük bir fırtına sonucunda, (4.5) milyon altın Frank harcayarak yaptırdığı 236 NİHAT FALAY - RECEP EMRE ERİÇOK mendirek yıkılmıştır. Bu durum, mali dengesi bozulmuş olan şirketi iflasa sürüklemiş ve ödemelerini (4) ay ertelemek durumuna getirmişti. Osmanlı Bankası (140) bin altın lira ile şirkete yardımda bulunmuş, mali işlemlerini kontrol altına almıştır. Bu kontrol ve denetimi, (yedi) yıl kadar devam etmiştir. İflastan kurtulan Ereğli Şirketi tekrar itibarına kavuşunca mendireği yaptırarak, büyüme politikasını devam ettirdi. 1901 yılında şirkete, Maden İdaresi’nin binası ile eski hükümet konağının yapılmasının karşılığı olarak Üzülmez Deresi’nin yanındaki tüm ocakların işletme hakkı verilmişti. 1907 yılında, “Régie Général” ve şimendifer şirketleri yönetim kurulu başkanı Comte (Kont) Vitalis, Ereğli Şirketi’nin sermayesine (10) milyon Frank ilave ile yönetimin başına geçti. Kont Vitalis’in projesine göre; Ereğli havzasındaki tüm ocaklar Ereğli Şirketi’ne devredilecek ve havza demiryolu hattıyla İstanbul-Haydarpaşa’ya bağlanacaktı. Kont Vitalis’in bu projesinin karşısına Saray Mabeyinbaşı Ragıp Paşa çıktı. Ragıp Paşa da, 1900 yılında Ereğli havzasına yönelmiş ve Kozlu ve Kilimli’deki terkedilmiş ocakları almış, maden kuyuları açtırmış ve madeni işlemek için son teknikleri uygulatmış biriydi, dolayısıyla Ereğli Şirketi’nin önemli bir rakibi durumundaydı. Kont Vitalis, Ragıp Paşa’yı havza yatırımına yönelik fikrinden vazgeçirmek için ona, ocakların Ereğli Şirketi’ne devri için (150) bin altın teklif etti, fakat anlaşma sağlanamadı. Temmuz.1908 yılında da Kont Vitalis’in projesi tümüyle kesintiye uğradı. 2. Abdülhamit mabeyincilerinden Ragıp Paşa’nın lâkabı “Sarıcazade” idi, başında bulunduğu şirkete de bu lâkaba dayanarak isim verilmişti. Sahip olduğu (17) ocak da oğulları Şakir ve Cemal Beyler adına kayıtlıydı. Ragıp Paşa, kömür ocaklarını bizzat işletmişti. Önce olumlu sonuçlar almıştı, fakat başarısı uzun sürmedi ve bir süre sonra ocaklarının işletme hakkını Abacıoğlu isimli bir kömür komisyoncusuna devretmek zorunda kaldı. Abacıoğlu ocakları devralınca, Kozlu’da bir kömür yıkama fabrikası (lavoir) yapımına başladı, fakat bu iş için ayırdığı sermaye yetmedi. Bunun üzerine İngiliz sermaye sahiplerinden birini de şirket kurucularından biri konumuna getirdi, fakat şirket verimlilik sağlamayınca Belçikalı bir sermaye şirketine başvurdu. Böylece “Société Charbonage Réunie Bender Héraclée” adı altında bir şirket kuruldu. Bu şirketin çıkardığı hisse senetlerinin büyük bir kısmını, dünyanın o dönemde en büyük kömür işletmecisi olan Alman Hügostinyes satınaldı. Böylece Hügostinyes, şirketin yönetimini aldı ve Ragıp Paşa ile bir sözleşme yaptı. Buna göre; madenler (50) yıl süreyle işletilecek, buna karşılık Ragıp Paşa’ya ton başına (5) Kuruş ödenecekti. Önce, Kozlu-Zonguldak havaî hattı yapılmaya başlandı. Ama savaş Osmanlı Devleti’nin de dahil olduğu müttefik devletlerin yenilgisiyle sonuçlanınca, havzadaki Alman yatırımları da azalmıştı. Hügostinyes elindeki hisse senetlerini İtalyan sermaye sahiplerine sattı. Société Commerciale d’Orient adı altında toplanan bir şirket, Ragıp Paşa’nın ocaklarını işletmeye başlayınca, ocakların verim ve üretim gücünü arttırmak için Kozlu’da büyük bir elektrik santralı ve bazı tesisler oluşturdular. Şirket Türk Kömür Madenleri A.Ş. adı altında çalışmaya başlamıştır. 237 ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI’NIN CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA YÖNETİMİ, YABANCI SERMAYESİ VE DEVLETLEŞTİRİLMESİ Ereğli havzasının yabancı sermaye sahipleri tarafından işletilen madenlerine Ruslar da ilgi göstermişti. Rus Dış Ticaret Bankası müdürü Gospedin Laskaridis ve Razkalizof biraraya gelerek (60) bin Lira sermaye ile Maden Osmanlı A.Ş. isimli bir şirket kurmuşlardı. Ruslar, ilk olarak Çaydamar ve Karincakdere yörelerinde (üç) ocak satınalmışlardı, bir süre sonra 1. Dünya Savaşı nedeniyle yatırımlarına ara vermişlerdi. c-)Meşrutiyet, 1. Dünya Savaşı ve Mütareke Dönemi (1908-1920)17 1908-1920 yılları arasını kapsayan ve havzanın yönetiminde “geçiş dönemi” olarak da tanımlanacak bu dönemin başında Zonguldak kömür havzasının önce Nafia Nezareti tarafından yönetimi ve denetimi uygun bulunmuş ve bu yolla havza, Bahriye İdaresi’nden devralınmıştır. Fakat kısa bir zaman dilimini kapsayan bu dönem, ancak bir geçiş dönemi niteliğini kazanmıştır. Çünkü bu dönemden (5) ay sonra, havzanın yönetimi ve denetimi, görev ve yetkileri, tüm Meşrutiyet dönemi boyunca yönetim yetkisini devam ettirecek olan Ticaret, Ziraat ve Maadin (Madenler) Nezareti’ne devredilmiştir. Bu Nezaret, 1909 yılında, Sultan 5. Mehmet döneminde Havza-i Fahmiye Müdüriyeti Teşkilatı olarak kurulmuş ve bu idare Cumhuriyet döneminde 1939 yılına kadar devam ettirilmiştir. Zonguldak’ta bu müdürlükten başka bir Heyet-i Fenniye Teşkilatı oluşturulmuş, böylelikle kömür havzasının teknik ve iktisadi işletmesi üzerinde kısmen ciddi bir denetim sağlanabilmiştir. Bahriye İdaresi döneminde olduğu gibi, Meşrutiyet döneminde de; Zonguldak-Ereğli kömür havzasının temel unsuru Ereğli Şirketi olmuştur. Bu şirketin liman imtiyazı, 1970 yılına kadar uzatılmıştır. 1. Dünya Savaşı döneminde; Zonguldak’ta “Harp Kömür Dairesi” adıyla askeri bir komisyon kurulmuştu. Bu komisyonun başkanı Langué isimli bir Alman albayı idi. Mütareke döneminde; kömür havzası Fransız askeri birliklerince işgal edilmiş, yönetimi de İtilaf Devletleri Kömür Komisyonu’na geçmiştir. d-)Cumhuriyet Dönemi (1920-1940)18 Cumhuriyet döneminde, Hükümet, bir süre sonra kömür havzasını devraldı. Hükümetin ilk Meclisi, yönetim yetersizlikleri nedeniyle havza işçisinin ekonomik sorunlar yaşadığını bildiği için onlarla ilgili önemli kararlar almıştır. Bu bağlamda; acilen bir işçi hastanesi inşası için ödenek kabulü ve ödenmesi kararını almış, işçinin refahını arttıracak bir yasa kabul etmiş ve uygulamaya koymuştur. Buna göre; Zonguldak’ta (50) yataklı ve Karadeniz sahilinde eşi bulunmayan bir işçi hastanesi inşa edilmiş ve resmi açılışı yapılmıştır. Bu hastane bir süre sonra Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) tarafından devlet hastanesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. ELDEM, Vedat (1994): Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik. Türk Tarih Kurumu Yayını. Ankara; ÖZEKEN, Ahmet Ali (1955): Türkiye Kömür Ekonomisi Tarihi 1. Kısım, s. 14-15, İ. Ü. İktisat Fakültesi. İstanbul. 18 İMER, H. F. (1944): Ereğli Maden Kömürü Havzası Tarihçesi, s. 32-48, Zonguldak; T. C. ÂLİ İKTİSAT MECLİSİ UMUMÎ KATİPLİK (1933): Âli İktisat Meclisi Raporlar-Madenlerimizden En İyi Surette İstifade Şekli Nedir?. Başvekâlet Müdevvenat Matbaası; AVNİ, Hüseyin (1932): Bir Yarım Müstemlike Oluş Tarihi. Sinan Matbaası Neşriyat Evi. İstanbul; AKANT, S. (1939-1940): Ereğli-Zonguldak Kömür Madenleri. İstanbul Teknik Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü. İstanbul; BORATAV, Korkut (1974): Türkiye’de Devletçilik. Gerçek Yayınevi. İstanbul. 17 238 NİHAT FALAY - RECEP EMRE ERİÇOK (50) yataklı hastanenin yeterli olmaması gözönünde bulundurularak (150) yataklı bir işçi hastanesi yapılmış ve İşçi Sağlık Teşkilatı adı altında bir teşkilat kurulmuştur. İktisat Vekâleti, işçinin ve bilhassa Ereğli kömür madenleri işçisinin refahı için 23.Eylül.1921 yılında, “Ereğli Havza-i Fahmiyesi” maden işçisinin hukukunu temel alan ve “Amele Kanunu” olarak bilinen kanun çıkarmıştır. Kanunda parasız sağlık tedavisi, sağlıklı koğuşlar, yaralanma ve ölüm durumunda aile yardımı, günde 8 saatten fazla çalıştırılmama, fazla çalışma ücreti, asgari ücret vb. konularda düzenlemeler yapılmıştır. Bunların yanında; havzada bir “Amele Birliği” kurulması ve “Amele Teavün (Yardımlaşma) Sandığı” oluşturulması kararlaştırılmıştır. Hükümet, 12.Haziran.1936 tarihli “İş Kanunu”nu yayımlamıştır. 11.Mart.1939 tarihinde ise, iş anlaşmazlıklarını düzenleyen uzlaştırma ve tahkim tüzüğünü oluşturmuştur19. Hükümet, hem işçilere ait sorunlarla ilgilenirken hem de kömür ocaklarının gelişimine ilişkin önlemleri tamamlamaya yönelmiştir. 25.Mayıs.1927 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu ile maden şirketleri ile sahiplerinin ev, arazi, kazanç, mahalli idare, maktu zamlara ilişkin vergi konularını da düzenlemiştir. Maden kömürünün daha fazla üretimini ve dış ülkelere kadar gönderilmesini sağlamak için önlemler de almıştır. Üretimi nedensiz ve gerekçesiz olarak (üç) ay durmuş ve terkedilen ocaklar, havzada halen geçerli olan Dilaver Paşa yönergesi hükmüne dayanarak terkedilmiş sayılarak Devlete devredilmiştir. Rombaki, Panopos, Boyacıoğlu, Sarafin ve İhsaniye ocakları bunlardandır. Bu ocakları kısa bir süre Maliye Vekâleti adına Zonguldak Defterdarlığı emaneten yönetmiştir. Ulusal sermaye, Zonguldak’ta İş Bankası şubesinin açılışı ile gelmiştir. 1.Haziran.1929 tarihli Kanun’la, “mekşuf (bulunmuş) veya metruk (terkedilmiş)” madenlerden olup da Devletçe kayıtlı olanlar ile ihaleleri feshedilmiş bulunan madenler, Hükümet tarafından İş Bankası’na ve Kilimli Madenleri T.A.Ş.’ne devredilmiştir. Kilimli Madenleri T.A.Ş., aynı zamanda kömür elde etme bölgesindeki terkedilmiş veya boş bulunmuş ocaklarda üretime başlamıştır. İş Bankası, üstlendiği Kozlu, Kireçli, Kilimli’deki bölgeler ve ocaklar ile havzanın Ereğli Şirketi’nce işletilen önemli bir kısmını devralmış ve madenlerin her türlü gelişmesi ve üretim artışıyla ilgilenebilmiş, 1935 yılında bir kok fabrikası kurmuştur. Tüm maden işleriyle uğraşması amacıyla, 20.Haziran.1935 tarihinde, Etibank kurulmuş ve sermayesinin tamamı Devlet tarafından sağlanmak suretiyle kurulan iktisadi teşekküller hakkındaki hükümlere tâbi tutulmuştur. Ereğli Şirketi’nin çeşitli hukuksal düzenlemeler ile Ereğli havzasında sahip olduğu Zonguldak limanının, Çatalağzı demiryollarının ve terkedilmiş ve işlenmemiş kömür damarlarının işletilmesine ait ayrıcalık ve ruhsat tezkereleri ile tüm teçhizat ve kurumları ve alet ve malzemelerinin Hükümetçe satınalındığına ilişkin, Ereğli Şirketi ile İktisat Vekâleti arasındaki sözleşme, 7.Nisan.1937 tarihinde kabul edilmiştir. Böylece şirketin tüm varlığı Devlete geçerek, Etibank’a ve sonra da 15.Haziran.1937 tarihinde kurulan “Ereğli Kömür İşletmesi”ne 19 HAUPT, George, Paul Dumont (1977): Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketler. (Çev. T. Artunkal). Gözlem Yayınları. İstanbul. 239 ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI’NIN CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA YÖNETİMİ, YABANCI SERMAYESİ VE DEVLETLEŞTİRİLMESİ devredilmiştir. Gerek Ereğli Şirketi’nden satınalınan tüm birim ve madenlerin gerekse Etibank’tan devredilen ocakların Devlet sermayesiyle işletilmesine başlanmıştır. Sonra da, 5.Haziran.1940 tarihli Kanun’la, tüm ocakların Devletçe işletilmesine karar verilmiştir. 1.Aralık.1940 tarihinde de, Ereğli Kömürleri İşletmesi tarafından işletilmek üzere tüm ocaklar ve kömür kurumları devletleştirilmiştir. 1940 tarihli Kanun’da yeralan “füzyon”, yani Ereğli kömür havzasındaki ocakların Devlet tarafından işletilmeye başlanması fikri, Etibank’ın faaliyete geçtiği 1936 yılından itibaren gelişmeye başlamıştı. Devleti, kömür havzasındaki tüm ocakları alarak doğrudan işletme kararına yöneltmiş olan faktörler vardı. Bunların bazıları, fiziksel, teknik, işletme, işçilik, dış ticaret, ulaştırma gibi başlıklar altında toplanabilir. Bu konuda İş Bankası yöneticileri, konuya ticari yönden bakmaktaydı ve kömür ekonomisinin kalkınması yönünde bir güvene ve görüşe sahiptiler. Öte yandan, tüm ocakların tümüyle Devlete devredilmesi ve yönetiminin de Etibank’a bağlı bir işletmeye devredilmesi görüşündeydiler. Sonuçta, 1940’da, konunun Etibank’ın görüşüne uygun olarak kararlaştırıldığı görülmüştür. A.A.Özeken’in ifadesiyle, “1940’ta yapılan Füzyon ile Havzada hususi işletmelerin 92 senelik tarihi sona ermiş ve yeni bir devir başlamıştır”20 e-)Zonguldak havzasındaki maden kömürünün çıkartılması, üretilmesi, işletilmesi, ihracatı vb. bir dizi ögeye ilişkin örnekler verilirse, gerek havzanın aldığı rol, gerek uygulanan politikalar, gerekse elde edilen sonuçlar açısından bilgi vermek ve yorum yapmak mümkün olur. 1882-1932 yılları arası itibariyle, kömür üretim durumuna bakılırsa; 1880 yıllarından itibaren yabancı sermayenin kömür madenlerine gösterdiği ilgi, kömür havzasında coğrafi, jeolojik ve iktisadi araştırmalar yapılmasıyla birlikte artmış ve üretim de artmıştır: 20 ÖZEKEN, Ahmet Ali (1944a): “Ereğli kömür havzası tarihi üzerine bir deneme”. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası. Cilt 96. Sayı 3-4.; ÖZEKEN, Ahmet Ali (1944b): Ereğli Kömür Havzası Tarihi Üzerinde Bir Deneme 18481940. Kenan Matbaası. İstanbul 240 NİHAT FALAY - RECEP EMRE ERİÇOK 1882-1932 Yılları Arası Havzadaki Kömür Üretimi (Bin ton): Yıllar 1882 1885 1890 1900 1905 1910 1911 1912 1913 1914 1915 1916 1917 1918 Kaynak: Üretim 65 151 149 488 590 764 904 811 827 651 430 408 146 186 Yıllar 1919 1921 1922 1923 1924 1925 1926 1927 1928 1929 1930 1931 1932 Üretim 380 342 410 597 769 970 1.351 1.324 1.450 1.412 1.600 1.574 1.594 Görüldüğü üzere, 1. Dünya Savaşı döneminde havzanın faaliyeti önemli derecede azalmış ve 1917 yılında en düşük düzeyine varmıştır. Normal üretimin seyri, ancak 1923 yılından sonra başlamış ve 1930 yılında en yüksek düzeyine ulaşmıştır. Füzyondan önce 1939 yılında, Ereğli kömür havzası üreticileri, üretim miktarları ve üretim oranları şöyledir: 241 ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI’NIN CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA YÖNETİMİ, YABANCI SERMAYESİ VE DEVLETLEŞTİRİLMESİ Füzyondan Önce 1939 Yılında Ereğli Kömür Havzası Üreticileri, Üretim Miktarları ve Üretim Oranları: İşleten Kurumlar ve Kişiler Oran (%) Ereğli Kömürleri İşletmesi 776 Kozlu Kömür İşleri T.A.Ş. 20 Maden Kömür İşleri T.A.Ş. 10 Kilimli Kömür Madenleri T.A.Ş. 13 Türk Kömür Madenleri T.A.Ş. (Kozlu) 5 Türk Kömür Madenleri T.A.Ş. (Kandilli) 8 İsmail Ergener 4 Ali Fırat 80 Süleyman Sırrı Ballı 3 Hayri Araboğlu ve Şürekâsı 2 Naci Üçer ve Selim Arık 1 Kireçli Kömür Madenleri T.A.Ş. 1 Diğer 31 1 2.697 100 Toplam 29 3 Kaynak: Cumhuriyet öncesi ve sonrasında ortaya çıkan iktisadi sürecin göstergelerinden biri olan kömür ve diğer maddelerin genel gelişimi, aşağıdaki tablodan da izlenebilir: Gelişmenin Göstergeleri (1913-1938): Maddeler 1913 1923 1928 1933 1938 Buğday (Milyon ton) 3.4 1.0 1.9 2.3 3.6 Tütün (Bin ton) 49.0 45.0 50.0 36.0 68.0 Pamuk (Bin ton) 30.0 44.0 51.0 40.0 64.0 Kömür (Milyon ton) 0.8 0.6 1.3 1.9 2.6 - 4.3 65.1 42.5 - 59.0 143.0 287.0 Rafine Şeker (Bin ton) Çimento (Bin ton) Elektrik (Milyon kw) 20.0 40.0 90.0 152.0 312.0 Demiryolu (Bin km) 3.6 4.1 4.8 6.1 7.2 Kaynak: Kömür üretimi, Cumhuriyet ilânından önce çok az azalmakla birlikte, özellikle Cumhuriyet döneminde artmaya devam etmiştir. 242 NİHAT FALAY - RECEP EMRE ERİÇOK KAYNAKÇA (AYDEMİR) Şevket Süreyya (1931): Cihan İktisadiyatında Türkiye. Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti. Ankara. “Charbonnages de Zongouldak et autres annexes: Annexe ou Rapport Economique du trimestre décembre, 1919-février, 1920” typescript, Stanford-Hoover Library. AKANT, S. (1939-1940): Ereğli-Zonguldak Kömür Madenleri. İstanbul Teknik Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü. İstanbul. AVNİ, Hüseyin (1932): Bir Yarım Müstemlike Oluş Tarihi. Sinan Matbaası Neşriyat Evi, İstanbul. BORATAV, Korkut (1974): Türkiye’de Devletçilik. Gerçek Yayınevi. İstanbul. ÇILADIR, Sina (1970): Zonguldak Havzasında Emperyalizm 1840-1940. Aydınlık Yayınları. Ankara. ELDEM, Vedat (1994): Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik. Türk Tarih Kurumu Yayını. Ankara. ENVER, Sadrettin (1942): Zonguldak Kömür Havzamız. Etibank Yayını. Ankara. HAUPT, George, Paul Dumont (1977): Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketler. (Çev. T. Artunkal). Gözlem Yayınları. İstanbul. ISSAWİ, Charles (1980): The Economic History of Turkey. 1800-1914. The University of Chicago Press. Chicago. İMER, H. F. (1944): Ereğli Maden Kömürü Havzası Tarihçesi. Zonguldak. İSTATİSTİK YILLIKLARI; League of Nations Statistical Yearbook, UN Statistical Yearbook. KIRAY, Mübeccel Belik (1964): Ereğli-Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası. Devlet Planlama Teşkilatı. Ankara. KURMUŞ, Orhan (1974): Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi. Bilim Yayınları. İstanbul. MANSUR, Fatma (1955): Zonguldak Ereğli Kömür İşletmesi Hakkında Rapor. (Çev. A. Karaosmanoğlu). TODAİE. Ankara. MİLLÎ İKTİSAT VE TASARRUF CEMİYETİ (1930): Millî Sanayi Kataloğu. Baskı yeri yok. NAİM, Ahmet (1934): Zonguldak Havzası. Uzun Mehmetten Bugüne Kadar. Hüsnütabiat Matbaası. İstanbul. ÖZEKEN, Ahmet Ali (1944a): “Ereğli kömür havzası tarihi üzerine bir deneme”. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası. Cilt 96. Sayı 3-4. ÖZEKEN, Ahmet Ali (1944b): Ereğli Kömür Havzası Tarihi Üzerinde Bir Deneme 1848-1940. Kenan Matbaası. İstanbul. ÖZEKEN, Ahmet Ali (1955): Türkiye Kömür Ekonomisi Tarihi 1. Kısım. İ. Ü. İktisat Fakültesi. İstanbul. 243 ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI’NIN CUMHURİYET ÖNCESİ VE SONRASINDA YÖNETİMİ, YABANCI SERMAYESİ VE DEVLETLEŞTİRİLMESİ REFİK, Ahmet (1931): Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri (967-1200). İstanbul. SARIKOYUNCU, Ali (1993): “Emperyalizm ve Zonguldak kömür havzası”. Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi. Cilt 4. ŞİŞMANOV, Dimitir (1978): Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi. (Haz. A. R. Zarakolu). Belge Yayınları. İstanbul. T. C. ÂLİ İKTİSAT MECLİSİ UMUMÎ KATİPLİK (1933): Âli İktisat Meclisi Raporlar-Madenlerimizden En İyi Surette İstifade Şekli Nedir?. Başvekâlet Müdevvenat Matbaası. TANOĞLU, Ali (1940): İktisadi Coğrafya. I. Enerji Kaynakları, Taşkömür, Beyaz Kömür, Petrol. İstanbul. TESOL, Necip (1957): Zonguldak Vilayetinin İktisadi Ehemmiyeti. Sulhi Garan Matbaası. İstanbul. TEZEL, Yahya Sezai (1970): “Birinci Büyük Millet Meclisinde yabancı sermaye sorunu: Bir örnek olay”. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi. C. XXV. No.1. Mart. THOBİE, Jacques (1977): Intérets et Impérialisme Français dans l’Empire Ottoman. Paris. THORNBURG, M., et. al. (1949): Turkey: An Economic Appraisol. The Twentieth Century Fund. NewYork. TÜRK, Melahat, Rasim Türk (1982): Karaelmas Ülkesi Zonguldak. Yelken Matbaası. İstanbul. UNİTED KİNGDOM. PARLİAMENT, Accounts and Papers (1880): “Constantinople”. Vol. 75. VERGİN, Nur (1978): Industrialisation et Changement Social (Etude Comparative dans Trois Villages d’Ereğli Turquie). İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi. İstanbul. YALÇIN, Osman (1959): Zonguldak. Özyürek Yayınevi. İstanbul. YİĞİTLER, Umran Nafiz (1943): Kömür Havzasında Amele Hukuku. Zonguldak. 244 MEHMET SERHAT YILMAZ TAHİR KARAUĞUZ’UN KASTAMONU BASININDAKİ YAZI VE ŞİİRLERİ MEHMET SERHAT YILMAZ*1 GİRİŞ İstanbul dışında taşra basın hayatında 1864 yılındaki vilayet teşkilatındaki yeni düzenlemenin önemli bir etkisi vardır. 1871 tarihinde bir yönetmeliğin yürürlüğe konulması ile vilayet matbaalarının yönetimi ve vilayet gazetelerinin yayınlanması işi bizzat vilayet mektupçularının görevleri arasında sayılmıştır. Taşradaki vilayet matbaaları Kastamonu örneğinde görüldüğü üzere çoğunlukla vilayetlerin adı ile bir gazete yayınlama, vilayet hakkında genel ve istatistik bilgiler veren il yıllıkları olan salnameleri basma ve yayın konusunda özel teşebbüse yardımcı olacak bir konumda olmuşlardır. Kastamonu›da vilayet matbaasının kurulmasından sonra ilk vilayet salnamesi 1869 yılında basılmış bunu sonraki yıllarda salnameler, kitaplar, gazete ve dergiler izlemiştir. 1888 yılında Vali Abdurrahman Paşa döneminde matbaa modern bir teknolojiye kavuşturulmuş ve İstanbul›dakilerle aynı seviyeye ulaşmıştır.2 Kastamonu’nun ilk süreli yayını olan Kastamonu gazetesi Tanzimat edebiyatının meşhur simalarından İbrahim Edhem Pertev Paşanın valiliği döneminde Mart 1872’de yayın hayatına başlamıştır. Osmanlı ülkesinde 1908 sonrası birbiri ardına yayın hayatına atılan gazete ve dergiler ile süreli yayın geleneği belirgin bir hal almıştır. Özelikle İttihatçıların basının önemine binaen yayın kuruluşları oluşturma çabaları ve bu yolla ülkenin sosyal, siyasal ve ekonomik dönüşüm sürecine katkı sağlama gayretleri dikkate değer. Ayrıca onlara muhalif olan veya karşı kabul edilen düşünce hareketi ve siyasal anlayışların da aynı yolu izlemelerine paralel olarak basın iktidar muhalefet ilişkilerinde vazgeçilemez araçlardan birisi haline getirilmiştir. II. Meşrutiyet dönemi öncesinde Kastamonu’daki tek süreli yayın Kastamonu gazetesi iken Meşrutiyet ile birlikte süreli yayınlarda büyük bir artış olmuş ve Kastamonu gazetesine ek olarak Köroğlu, Serbaz, Nazikter, Şule, Ilgaz, Zafer ve Yeşil Ilgaz gazeteleri yayınlanmıştır. Söz konusu dönem içerisinde bir de Tiraje isimli bir edebiyat dergisi yayınlanmıştır.3 Ayrıca bu dönemde birkaç sayı yayınlanmış, basılıp yayınlandığı şüphe götüren, basım izni alınıp da yayın aşamasında veya yayınlanması düşünce aşamasında kalan İştirak, İbret, Kurultay, Bîperva, Kastamonu Polis ve Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesi unvanlı basın faaliyetleri de bulunmaktadır.4 1908 yılına kadar büyük oranda resmi vilayet gazeteciliği ve anlayışı etrafında şekillenen bu gelenek, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra daha hareketli, rekabet eden, eleştirel yayınların çokça bulunduğu, siyasal anlayışlara paralel olarak siyasal parti yayın organı konumundaki gazeteciliğin arttığı bir alana doğru kaymıştır. Merkezle aynı doğrultuda olan taşradaki siyasal hareketlilik etrafında basının araçsal rolünün artması sürecinde hükümet tarafından zaman zaman vilayet matbaalarında muhalif görülen gazete ve dergilerin yayınlarına ruhsat verilmemiş, ruhsatı iptal etme yoluna gidilmiş veya bu tür yayınların basım işlemleri geciktirilmiştir. Kastamonu’da bunun en güzel örneği Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı olan Zafer gazetesinin vilayet matbaasında basılmak istenmemesi üzerine Samsun’da baskı işlemlerinin gerçekleştirilmiş olmasıdır. Kastamonu gazetesinden sonra II. Meşrutiyet devrinin Kastamonu’daki en önemli süreli yayını Köroğlu * 2 3 4 Doç. Dr. Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, 37100 Kastamonu. Mustafa Eski, “Kastamonu’da Basın-Yayın Çalışmaları Tarihi”, Türk Dili, Sayı: 527, (Kasım 1995), s.1226. Kastamonu basını hakkında geniş bilgi için bakınız. Aziz Demircioğlu, 100 Yıllık Kastamonu Basını 1872–1972, Kastamonu, 1973. Mehmet Serhat Yılmaz, II. Meşrutiyet Devri Kastamonu Basın Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara, 2008, s.87-92. 245 TAHİR KARAUĞUZ’UN KASTAMONU BASININDAKİ YAZI VE ŞİİRLERİ gazetesi olmuştur. Köroğlu gazetesinin 17 Aralık 1908 tarihinde yayına başlaması ve 31 Ekim 1918 yılında kapanması, İttihat ve Terakki Fırkası’nın ülke genelinde uyguladığı basın politikasının Kastamonu’ya özgü bir örneğini oluşturmaktadır. Kastamonu ve Köroğlu gazetelerine göre Meşrutiyet dönemi diğer süreli yayınlarının kısa ömürlü oldukları görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonunda İttihatçıların siyasetten çekilmeleri sürecinde Köroğlu gazetesi kapatılmış fakat onun bir devamı gibi algılanabilecek olan Yeşil Ilgaz isimli bir gazete yayın hayatına başlamıştır. İlk sayısı 24 Kasım 1918 tarihinde yayınlanan Yeşil Ilgaz gazetesi haftalık ve düzenli olarak 15 sayı yayınlanmıştır. Bu son sayı 6 Mart 1335 (1919) tarihlidir. Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti nasıl “Teceddüt Fırkası”na dönüşmüşse Köroğlu ismi de “Yeşil Ilgaz”a çevrilmiştir. Kastamonu’da Millî Mücadele Dönemi ve Cumhuriyet Dönem’inde eski harfli süreli yayınlara bakılırsa yine Kastamonu gazetesinin yayın hayatına devam ettiği görülmektedir. Bu dönemin en önemli gazetesi Millî Mücadele ile özdeşleşen Açıksöz gazetesidir. Milli Mücadele dönemi Anadolu basını içerisinde Açıksöz gazetesi önemli bir yere sahiptir. Açıksöz gazetesi Kastamonu’da 15 Haziran 1919 tarihinde yayınlanmaya başlamış ve 14 Aralık 1931 yılında kapanmıştır. Kastamonu’da süreli olarak 12 yıl hayatını sürdüren Açıksöz, 2770 sayı yayınlanmıştır. Açıksöz gazetesi Milli Mücadele Dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. Açıksöz gazetesi Kastamonu’da 15 Haziran 1919 tarihinde yayınlanmaya başlamış ve 14 Aralık 1931 tarihinde kapanmıştır. Kastamonu’da süreli yayın olarak 12 yıl yayın hayatını sürdürmüştür. Açıksöz başyazarı olan Hüsnü Açıksöz gazetenin önemini şu şekilde ifade etmiştir: İstiklâl Harbi’nde Kastamonu gazeteleri deyince akla evvela Açıksöz gelir... Bu gazete Kastamonu’nun Kuvva-yı Milliye ile birleşmesinden sonra yazılarını çoğalttı, sütunlarını genişletti. Haftada bir kere ve bir yaprak çıkarken, bu birleşmeden sonra dört sahife olarak, haftada iki kere çıkmaya başladı. İstanbul gazetelerinin Anadolu’ya girmesi yasak edildikten sonra da, her gün çıkmaya başladı. Gazetenin 1920-1922 senelerinde dağılma sahası çok genişledi. Basım sayısı bin beş yüzü geçti. Zonguldak, Sinop, Çankırı vilayetleri ile Kastamonu’nun, daha doğrusu Kuzey Anadolu’nun garp kısmının biricik gazetesi oldu. Zonguldak ve İnebolu muhabirleri İstanbul haberlerini, Ankara muhabiri de Ankara haberlerini çok çabuk veriyorlar ve böylece İstanbul gazetelerinin yokluğu hiç de duyulmuyordu.5 Bildiri konumuz olan Tahir Karauğuz da öğrenci olarak bulunduğu yıllarda 25 Aralık 1913 yılından itibaren Köroğlu gazetesinde başlamak üzere daha sonra Açıksöz gazetesinde 1922 yılına kadar yazı ve şiirler yazmıştır. 1-Tahir Karauğuz’un Hayatı 5 Açıksözcü Hüsnü, İstiklâl Harbinde Kastamonu, Kastamonu Vilayet Matbaası, Kastamonu, 1933, s.88. Ayrıca bakınız. Aziz Demircioğlu, 100 Yıllık Kastamonu Basını 1872-1972, Kastamonu, 1973. İsmail Özçelik, “Millî Mücadelede Açıksöz Gazetesi ve Kastamonu Kamuoyunun Güney Anadolu İllerinin İşgali karşısındaki Tavrı”, Türk Tarihinde ve Kültüründe Kastamonu- Tebliğler (19-21 Ekim 1988 Kastamonu), Gazi Üniversitesi Kastamonu Eğitim Yüksekokulu, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1989, s.109-114., Aziz Demircioğlu, “Kastamonu Basın Tarihi Hakkında Notlar”, Türk Tarihinde ve Kültüründe Kastamonu- Tebliğler (19-21 Ekim 1988 Kastamonu), Gazi Üniversitesi Kastamonu Eğitim Yüksekokulu, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1989, s.155-156. 246 MEHMET SERHAT YILMAZ 1898 yılında doğan Safranbolu’da Tahir Karauğuz, ilköğrenimini Safranbolu’da tamamlamış, lise tahsili için Kastamonu’ya gönderilmiştir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında 1916’da eğitimine ara verip askere giden Karauğuz, yedek subay olarak Karadeniz Bölgesi’ndeki 5. Kolordu’da emir subayı ve bölük komutan vekili olarak görev yapmıştır. 1918 yılında terhis olur olmaz Kastamonu’ya dönmüş, Millî Mücadele hareketinin Kastamonu’daki bayrağı konumunda olan Açıksöz gazetesinin ilk sayısından itibaren (15 Temmuz 1919) yazı ve şiirler yazmaya başlamıştır. Kastamonu Lisesi’nden mezun olduktan sonra bugün Bartın’a bağlı olan Ulus’a nahiye müdürü olarak atanmış, burada halkı tenvir için millî faaliyetlerde bulunmuştur. Daha sonra memuriyetten ayrılarak Zonguldak ve Kozlu’da bulunan kömür ocaklarının sorumlu müdürü olarak görev yapmıştır. Bu görev sırasında Garp Cephesi Komutanlığına bağlı olan Zonguldak ve Kozlu bölgeleri Askerî Polis Müdürlüğü görevini de yerine getirmiştir. Nisan 1921’de Yusuf Akçura ve Mehmet Emin Yurdakul ile Ankara’ya gitmiş Mustafa Kemal Paşanın yanında yer almıştır. Kısa bir süre sonra Akçura’nın himayesinde Garp Cephesi Kumandanlığının Matbuat ve İstihbarat Şubesinde teğmen rütbesiyle göreve başlamış, daha sonra tayin olduğu Zonguldak’ta istihbarat subaylığını 1925’e kadar sürdürmüştür. Karauğuz İstiklâl Harbi’ndeki yararlılıklarından dolayı İstiklâl Madalyası ile taltif edilmiştir. Zonguldak’ta Matbuat ve İstihbarat Müdürlüğü yapmış, orada ilk matbaayı kurmuş ve Zonguldak’ta 23 Mart 1923 tarihinde Zonguldak isimli ilk gazeteyi yayınlamıştır. Bu gazete 1923-1953 yılları arasında yayın faaliyetini sürdürmüştür. 1940-1950 yılları arasında Zonguldak CHP il yönetim kurulu üyeliği ve İl Başkanlığı, İl Genel Meclisi üyeliği, İl Daimi Encümen üyeliği, Halkevi başkanlığı vazifelerinde bulunmuştur. Tahir Karauğuz, 1942 yılında Doğu dergisini yayınlamaya başlamış, dergi etrafında edebî, sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunmuştur. Daha sonra matbaa faaliyetini bırakan Karauğuz, 1962 yılında İstanbul’a yerleşmiş, burada dernek faaliyetleri ve kültürel faaliyetlerde bulunmuş, 1975-77 yılları arasında iki yıl kadar da Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Dairesi’nde çalışmıştır. Basın şeref kartı sahibi olup Türk Büyükleri Anma Cemiyeti Başkanlığı da yapan Karauğuz, 4 Haziran 1982 tarihinde vefat etmiştir. Kabri İstanbul’da Aşiyan Mezarlığı’ndadır.6 2-Tahir Karauğuz’un Kastamonu Basınındaki Yeri Balkan savaşının yenilgi ile sona ermesi ve Rumeli’deki geniş toprakların anayurttan ayrılması, Türkler arasında milliyet duygusunu kamçılamıştır. Milliyet hareketini küçümseme ile karşılayanlar daha sonra Türk Ocağı’nın çalışmalarına katılmışlar, “vaktiyle gülünç buldukları -yeni lisan- ile manzumeler yazarak Türkçeyi ve milli edebiyatı savunmaya başlamışlardır.”7 Gerçi Kastamonu’da merkezi İstanbul’da olan Türk Derneği’nin şubesi 1909 tarihinde açılmış ise de Kastamonu basınında 1911 yıllarına kadar kayda değer bir faaliyet göze çarpmadığı görülür. Köroğlu gazetesinde 1911 yılında Ahmet Talât (Onay) “Okut” adlı makalesiyle, “...Siz öyle büyük, yiğit, er bir atanın, bir babanın oğlu erler, yiğitlersiniz ki soyunuz Oğuz Han, adınız Türk’tür...”8 diyerek 6 7 8 Doğu Karauğuz, “Tahir Karauğuz”, Collection, Sayı:24, (Temmuz-Ağustos-Eylül 2006), s.55-57. Ömer Özcan, “Tahir Akın Karauğuz”, (http://www.turkocagi.org.tr/ index.php/izbirakan/ unutulmayan-simler/979- unutulmayan-isimler (27.04.2014), Aziz Demircioğlu, 100 Yıllık Kastamonu Basınında Kim Kimdir?, Doğrusöz Matbaası, Kastamonu, 1980, s.59. Köroğlu, Yıl:8, Nu:388, (3 Teşrin-i sani 1332) , s.2., Seher Karagöz, “Kastamonu Basınında Tahir Karaoğuz”, Kastamonu Basın Sempozyumu Bildiriler (10 Ocak 2009), Kastamonu Valiliği, Ankara, 2009, s.325-335. Seher Karagöz, Tahir Karaoğuz’un Hayatı ve Kastamonu’daki Çalışmaları, Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü (Lisans Tezi), Kastamonu, 2008, s.3-12. Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara, 1972, s.337-338. Süha Zâhir; “Okut” Köroğlu, Yıl:3, Nu:111, (27 Kanun-ı sani 1326), s.2. 247 TAHİR KARAUĞUZ’UN KASTAMONU BASININDAKİ YAZI VE ŞİİRLERİ sade bir Türkçe ile Meşrutiyet yıllarında Kastamonu’da Türkçülük fikrinin oluşumunda yer almış olması dikkati çekmektedir. Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Veled Çelebi (İzbudak) ve Necip Asım’ın öğrencilerinden olan A. Talât, Türkçülük konusunda Kastamonu’daki çalışmalarının medrese hocaları ve Türkçülüğe karşı olanlar açısından rahatsızlık yarattığının farkındadır. 1936 yılında Duygu dergisinde9 nasıl Türkçü olduğunu anlatan A. Talât, medrese hocalarının kendisi gibi düşünenleri dinsizlikle bile itham ettiklerine dikkat çekerek “...Çünkü bu hocalara iltifat etmiyorduk, çünkü Türkçülük ülküsünü Müslümanlık sevdasından üstün tutuyorduk ve çünkü o zamana kadar Kastamonu muhitinde bilinmeyen ve hocaların mevkiini sarsan bir fikir ardında koşuyorduk...” demekte ve Kastamonu’daki görevinden azledilmesinin de Türkçü faaliyetlerinin bir sonucu olarak görmektedir.10 Tahir Karauğuz’un Kastamonu’ya geldiği sıralarda siyasi vaziyet yukarıda belirtildiği gibiydi. Karauğuz’un Kastamonu’ya gelmesinden sonra 25 Aralık 1913 tarihli Köroğlu’nda tespit edebildiğimiz yayınlanan ilk şiiri “Donanmaya” adlı şiirdir.11 İkinci şiiri ise 1 Nisan 1914 tarihli gazetede yayınlanan “Osmanlı Bayrağına” adlı şiirdir.12 Karauğuz’un Köroğlu’nda yayınlanan ilk yazısı ise 14 Ekim 1914 tarihli gazetede yayınlanan “Kızlarımızın Tahsil ve Terbiyesi” adlı yazısıdır. Bu ilk yazıda Karauğuz, kızlarını okutmayan milletlerin oğullarını öksüzlüğe mahkum etmiş olduğunu, kız çocuklarının mutlaka okutulması, eğitim ve terbiye görmeleri gerektiğini belirtir. Çünkü kız çocukları ileride anne olup vatana, millete faydalı evlatlar yetiştireceklerdi. Bunun için kız çocuklarının küçük yaşlardan itibaren eğitim ve terbiye görmesi gerekliydi.13 Bu dönemde Köroğlu’nda milliyetçi bir çizgi görülmektedir. Çarşamba’lı Hatibzâde Mehmet yazmış olduğu yazıda, artık Türkün atalarını bilmesi gerektiği, neslini bilmesi gerektiği, üstelik bunun dine de aykırı olmadığı, Türkün Oğuz torunu olduğunu unutmaması gerektiğini belirterek “...Arslan dedelerinizden korkak evlatlar mı istiyorsunuz?...”14 diyerek milliyetçi yayınlara başlamış buna paralel olarak Türkçülük ve Türk tarihi hakkında makale ve şiirler yayınlanmıştır.15 Köroğlu gazetesinde Birinci Dünya Savaşı yıllarında yazdığı şiirlerle tanınan Tahir Karauğuz “Türk Askeri” adlı şiirinde; “Türk askeri, şanlı kılıç belinde O ateşten altın sürgü elinde Omuzunda güneşli al bayrağı Fırtınalar, kasırgalar uğrağı Coştu yine Oğuz Han’ın evlâdı, Zulm elini ateşlemek murâdı...”16 Kıtası ile Türklüğü övgülü sözler ile ifade ederken, aynı yıllarda gazetenin başyazarlığını yapan İsmail 9 A. Talât Onay “Nasıl Türkçü Oldum” yazı dizisini Duygu Dergisi’nde (11 Nisan 1936) tarihli 277. sayıdan itibaren 283. sayısına kadar 7 sayı tefrika olarak yayınlamıştır. Kaynakçası için bkz. Ahmet Talât Onay, (Haz. Cemâl Kurnaz), Ankara, 1990, s.57-58. 10 Kamil Oktay, “Ahmet Talât Onay - Nasıl Türkçü Oldum -”, Duygu, Yıl:1, Sayı:9, Haziran 1997, s.19. 11 T. Karauğuz, “Donanmaya”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:238, (12 Kanun-ı evvel 1329), s.3. 12 T. Karauğuz, “Osmanlı Bayrağına”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı: 252, (19 Mart 1330), s.2–3. 13 T. Karauğuz, “Kızlarımızın Tahsil ve Terbiyesi”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:280, (1 Teşrin-i Evvel 1330), s.3. 14 Hatibzâde Mehmet; “Türklüğümüzü Bilelim”, Köroğlu, Yıl:3, Nu:150, (2 Şubat 1327), s.3-4. 15 Ziya Gökalp’e atfen yazılan ve Altın Yurt’un ebediyen Türk ve Osmanlı yurdu olarak kalacağı hakkında bakınız. Tahir Karauğuz, “Yurduma”, Köroğlu, Yıl:8, Nu:392, (1 Kanun-ı evvel 1332), s.2. 16 Tahir Karauğuz, “Türk Askeri”, Köroğlu, Yıl:8, Nu:352, (25 Şubat 1331), s.3. 248 MEHMET SERHAT YILMAZ Habib (Sevük) yazdığı makalesinde Türk Milletinin içine düştüğü durumdan ve kapitülasyonların ağırlığından bahsederek Türk esnafının da diğer unsurlar gibi çalışmalarını dile getirerek “Şimendifer idareleriyle bütün müessesât-ı umûmiye ve şirketlerde Türkçe lisanı mecbur kılan ...” kanunu överek Türkçe lisanı açısından önemli gördüğü bu konuda Osmanlılığı yeniden yorumluyor ve artık diğer unsurları gözden çıkarmış görünüyordu. İ Habib “...onların fâzıla-i refahı için elbette bizim sürüklenmekliğimiz icabedemezdi. Biz onlara -ölünüz- demiyoruz, -Biz de yaşayacağız- diyoruz. Hayat mukaddesse herkesin kendi hayatı daha mukaddestir. Şimdiye kadar kendi hanemizde biz misafir, onlar ev sahibi idi: Artık biraz da herkes kendi rolünü alsın ...”17 diyordu. Yukarıda bahsedildiği üzere Ahmet Talât (Onay)’ın Türkçeyi kullanmasında Köroğlu gazetesinde ilk örneği olan “Okut” adlı makalesinden sonra Tahir Karauğuz’un şiirleri, Donanma Cemiyeti’ne yaptığı hizmetlerle Kastamonu’da tanınan Fazıl Berki (Tümtürk)’ün “Türkçe Şiir” başlığıyla yazdığı şiirleri beklenilen etkiyi yaratmıştır. Ayrıca gazetede bu dönem içerisinde Öztürk, Dündar, Demiralp, Karauğuz, Tarkan, Aydoğdu, Demirtaş, Oğuz Han ve Kültigin gibi Türkçe müstear ve isimler kullanıldığını da görmekteyiz. Yukarıda ifade edildiği gibi milliyet fikirlerinin tartışıldığı bir dönemde Kastamonu’da Türk Gücü Derneği’nin yaptığı faaliyetler Türkçülük fikrinin halk arasında taraftar bulmasını sağlamıştır. Köroğlu gazetesi 1914-1915 yıllarında Türk Gücü Derneği’nin çalışmalarına geniş yer ayırmıştır. Karauğuz’un da içerisinde aktif rol aldığı anlaşılan Türk Gücü Kastamonu şubesi, açıldıktan sonra hızla kayıt kabul etmeye başlamış; gençler, okul sırasındaki öğrenciler bir iki satırlık dilekçelerle Türk Gücü Derneği’ne kaydolmak için müracaat etmişler ve bu müracaatlardan bazıları örnek teşkil etmesi bakımından Köroğlu gazetesinde yayınlanmıştır. Dilekçelere bir örnek: “Muhterem Türk Gücü Heyet-i İdâresine; İnkıraz üzere olan milli oyunlarımızı milli adetlerimizi ihya, Türk bünyesini, Türk mefkûresini ilâ maksadıyla açılan “Türk Gücü” müteşebbisîn-i muhteremesine arz-ı tebrikât ve takdim-i ihtiramât eyler ve usûlüne teban muhterem (Güç)’e kaydımızı istirham ederiz. 8 Kanun-ı Evvel 1329 Mekteb-i Sultani Müdâviminden: Sekizinci seneden (167) numaralı İnebolu’lu Mustafa Fevzi Altıncı seneden (133) numaralı İstanbullu Mehmet Remzi Altıncı seneden (274) numaralı Ereğlili Şefik Turgut Sekizinci seneden (130) numaralı Safranbolulu Mehmet Tahir”.18 25 Aralık 1913 tarihli dilekçeyle Türk Gücü Derneği’ne üye olan Tahir Karauğuz Kastamonu’ya ilk geldiği günlerden itibaren millî konularda duyarlılık göstermiştir. 1914 ve 1915 yıllarında Kastamonu’da Ergenekon Bayramı düzenleyen Türk Gücü’nün çalışmalarını Köroğlu gazetesi desteklemiştir. Anadolu’da yapılan Nevruz kutlamaları çerçevesinde 1914 ve 1915 yıllarında Kastamonu’da yapılan ve Köroğlu gazetesinin “Milli Bir Bayram”, “Ergenekon Bayramı” diyerek manşetten verdiği haberi Kastamonu’da bu tarihlerde Nevruz’un mahiyeti ve kutlamaların yapılması bakımından önemlidir.19 Köroğlu gazetesi kutlamaları, Kastamonu (Türk Gücü) milli bir bayram yapmıştır» diyerek söz konusu yıllarda Mekteb-i Sultani, Darulmuallimin ve Mekteb-i Rüştiye öğrencilerinin katıldığı kutlamalara geniş yer ayırmış, kutlamalarda okunan şiir ve konuşmalar da yayınlanmıştır.20 Tahir Karauğuz’un okuduğu “Yeni Gün” adlı şiir Ergenekon menkıbesini ifade etmesi bakımından güzel bir edebî örnektir. 1915 yılında ise Köroğlu gazetesinde “Kızıl Elma Şair-i Muhteremine” diyerek Ziya Gökalp’e 17 18 19 İsmail Habib, “Milletin Zaferi”, Köroğlu, Yıl:7, Nu:351, (18 Şubat 1331), s.1-2. Köroğlu, Yıl: 5, Nu:238, (12 Kanun-ı evvel 1329), s.2-3. Kutlamalar ve Karauğuz’un okuduğu şiirler için bakınız. Mehmet Serhat Yılmaz, “Kastamonu’da Ergenekon Bayramı/ Nevruz 1914-1915”, Bilge, Sayı:40, (Bahar/ Nevruz 2004), s.13-24. 20 Köroğlu, Yıl:6, Nu:254, (2 Nisan 1330), s.2-3. 249 TAHİR KARAUĞUZ’UN KASTAMONU BASININDAKİ YAZI VE ŞİİRLERİ ithaf ettiği şiir hem Türkçü şairler ve düşünürlerden etkilenmesi hem de Birinci Dünya Savaşı içerisinde Anadolu’nun durumunu tarif etmesi bakımından dikkate değer. Birinci Dünya Savaşı yıllarında gazetede halkın moralini yüksek tutacak Türklükle ilgili yazı ve şiirlere ağırlık verildiği görülmektedir. Bu şiirleri yazan şairlerin başında Karauğuz gelmektedir. Rusya’nın savaştan çekilmesini Karauğuz, “nihayet çarlığın sesi kesildi...” şeklinde değerlendirmektedir. “Asker” adlı yedi kıtalık şiirinde savaş yıllarının hissiyatına tercüman olur ve Türklük şuurunu işler.21 “Ben bir Türküm, asker oğlu askerim, Ateşlerle dolu bütün gözlerim, Düşmanımdan hep öç almak özlemim, Ben bir Türküm, asker oğlu askerim Türküm; ateş sözlü, demir pençeli Adım: Karauğuz, yolum Rumeli” Mondros Mütarekesi’nden sonra gelişen iç siyasi olaylar ve İzmir’in işgal edilmesi Kastamonu’da tepki görmüş ve bunun üzerine 16 Mayıs 1919 tarihinde yapılan büyük bir mitingle işgal protesto edilmiştir.22 Mütarekeden sonra Köroğlu gazetesi kapanmıştı. Köroğlu’nun kapanmasından altı ay sonra ilk sayısı 15 Haziran 1919 tarihinde çıkan Açıksöz gazetesi etrafında, toplanan aydınlar ve milli davaya gönül verenler yayına başlamışlardı. Açıksöz gazetesi kadrosu içerisinde Köroğlu›nun eski yazar kadrosundan; İsmail Habib (Sevük), Ahmet Talât (Onay), Fazıl Berki (Tümtürk) ve Tahir Karauğuz gibi isimler dikkati çekmektedir. Kuvayi Milliye yanlısı bir politika takip eden Açıksöz gazetesi kadrosu, daha ilk sayılarında desteğini göstermiş, Atatük›ün göndermiş olduğu telgrafları gazetede yayınlamaktan çekinmemiştir.23 Karauğuz, 15 Haziran 1919 tarihli Açıksöz gazetesinin ilk sayısında “İçtimaî Yaralarımız” adlı bir yazı yazmıştır. Bu dönemde daha Kastamonu Kuvva-yi Milliye ile birleşmemişken onun millî tavrını ortaya koyması ve Açıksöz’e destek vermesi önemlidir. Bu yazıda, savaş sebebiyle ortaya çıkan nifak, suiistimal, hırsızlık gibi bulaşıcı hastalıklardan bahseder. Bir taraftan vatan toprağına el uzatan Yunanlıların sevinç çığlıkları duyulup, yüreklerde açılan derin yaralar daha da büyürken, diğer taraftan nifakın artması, yollarda yolcuların soyulması, şekavetin artması anlatılarak “ah şekavet fırtınaları nelerimizi kül haline getirdi ve harap etti” diyerek evlerin, köylerin boşalmasından bahseder, bütün bu yaralardan kurtulmak için bir şeyler yapılması gerektiğini ısrarla vurgular.24 Karauğuz’un Açıksöz gazetesinde yayınlanan ilk şiiri 6 Temmuz 1919 tarihlidir.25 Bu şiiri “Kızıl Bayrak” adlı 21 T. Karauğuz, “Asker ”, Köroğlu, Yıl: 6, Sayı: 259, (7 Mayıs 1330), s.4. 22 Nurettin Peker, İstiklâl Savaşının Vesika ve Resimleri, İnebolu ve Kastamonu Havalisi 1918-1923, İstanbul, 1955, s.2829; Ayrıca bkz. Mustafa Eski, Mustafa Necati Bey’in Kastamonu’daki Çalışmaları, Ankara 1990, s.9-10. 23 Açıksöz, Yıl:1, Nu:2, (22 Haziran 1919). 24 T. Karauğuz, “İçtimaî Yaralarımız”, Açıksöz, Sayı:1, (15 Haziran1335), s.1. 25 T. Karauğuz, “Açıksöz”, Açıksöz, Sayı:4, (6 Temmuz 1335), s.2. 250 MEHMET SERHAT YILMAZ bir diğer şiiri izlemiştir. Her biri dörtlüklerden oluşan dokuz kıtalık şiirin konusu bayrak sevgisi üzerinedir.26 “Kızıl bayrak! Kızıl bayrak! Yüksel, kanatlarını aç! Güneş gibi tutuşarak, Gökten yere sen ışık saç!” Köroğlu gazetesinin eski şâir ve yazarlarından olan Tahir Karauğuz, Açıksöz’ün Zonguldak muhabirliğini yapıyordu. İzmir’in İşgali üzerine İzmir’den ayrılıp Kastamonu’ya gelen Açıksöz gazetesini çıkaran Hamdi Çelen ile Hüsnü Açıksöz’ün liseden öğretmeni olan Ahmet Talât “İzmir Nasıl İşgal Edildi” başlıklı yazısı ile Kastamonu halkında milli şuuru uyandıran İzmir’in işgali anlatılıyordu. Ahmet Talât’ın Zonguldak Maarif Müdürlüğüne gidinceye kadar, Açıksöz’de siyâsi ve edebî makaleleri ve şiirleri yayınlanmıştır. Karauğuz, Kastamonu’dan ayrıldıktan sonra Açıksöz’ün Zonguldak muhabiri olarak görev yapmıştır.27 Açıksöz gazetesinde Karauğuz’la ilgili haberler de yayınlanmıştır. Onun Safranbolu genel meclis seçimlerinde CHP adaylığı ve seçilmesi,28 Kastamonu’ya ziyaret için gelmesi ve 1922 yılında bir müddet cephede bulunduktan sonra Zonguldak’a gitmek üzere Safranbolu’ya uğraması haber olarak Açıksöz’de yer almıştır.29 Yukarıda belirtildiği gibi Köroğlu gazetesinin yazarları olan İsmail Habib, Fazıl Berki, Ahmet Talât, Abidin Binkaya ve Tahir Karauğuz gibi isimler hem Osmanlı son dönemindeki millî hislerin tercümanı olmuşlar hem de Kastamonu’da milli mücadelenin oluşmasındaki fikrî alt yapıyı hazırlamışlardır. Bu yazar kadrosunun 1908-1918 yılları arasında Kastamonu basınına yaptıkları değerli hizmetler, milli mücadele ve Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Bu kişilerin bir başka özelliği 1909-1923 yılları arasında Osmanlı’dan modern Cumhuriyete geçiş sürecinde kesintisiz olarak Türk basınında yaptıkları çalışmalara daha sonra da devam etmiş olmalarıdır. 3-Karauğuz’un Köroğlu Gazetesindeki Yazıları Aşağıda künyeleri verildiği üzere Karauğuz’un Köroğlu gazetesinde 15 yazısı bulunmaktadır. Bu yazılar 14 Ekim 1914 ve 19 Kasım 1917 tarihleri arasındadır. 1-T. Karauğuz, “Kızlarımızın Tahsil ve Terbiyesi”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:280, (1 Teşrin-i Evvel 1330), s.3. 2-“Durma Git! Git!”, Köroğlu, Sayı:325, (12 Ağustos 1331). 3-T. Oğuz, “Felsefe-i Mesaî”, Köroğlu, Sayı:342, (17 Kanun-ı evvel 1331). 4-Tahir Karauğuz, “İstiklâl Bayramında”, Köroğlu, Yıl:7, Sayı:343, (24 Kânûn-ı evvel 1331), s.2. 5-T. Karauğuz, “Terakki ve İstikbâl Yolunda”, Açıksöz, Sayı:344, (31 Kanun-ı evvel 1331), s.1. 6-“Gaziler Hastahanesini Ziyaret”, Köroğlu, Sayı:345, (7 Kanun-ı evvel 1331). 26 27 28 29 T. Karauğuz, “Kızıl Bayrak, Açıksöz, Sayı:100, (2 Kanun-ı evvel 1336). “Zonguldak Muhabirimiz”, Açıksöz, Sayı:256, (10 Ağustos 1337), s.1. “Safranbolu Meclis-i Umumi Azaları”, Açıksöz, Yıl 8, Sayı: 1811, (17 Teşrin-i Sâni 1926), s.1. “Tahir Karauğuz Bey”, Açıksöz, Sayı:423, (27 Şubat 1922), s.1. 251 TAHİR KARAUĞUZ’UN KASTAMONU BASININDAKİ YAZI VE ŞİİRLERİ 7-“İşte Ben de Asker Oldum”, Köroğlu, Sayı:360, (21 Nisan 1332). 8-“Bir Şiir-i Emel”, Köroğlu, Sayı:365, (26 Mayıs 1332). 9-Tahir Karauğuz, “Yurduma”, Köroğlu, Yıl:8, Sayı:392, (1 Kanun-ı evvel 1332), s.2. 10“Küre’den”, Köroğlu, Sayı:398, (12 Kanun-ı sani 1332). 11-“Onun Ruhuna”, Köroğlu, Sayı:403, (1 Mart 1333). 12-“İnebolu’dan”, Köroğlu, Sayı:406, (22 Mart 1332). 13-Tahir Karauğuz, “Rusya Çalkalanıyor”, Köroğlu, Yıl:9, Sayı:408, (5 Nisan 1333), s.1. 14-“Çeşme Başında”, Köroğlu, Sayı:410, (19 Nisan 1333). 15-“Beş Değirmenlerden Geçerken”, Köroğlu, Sayı:440, (19 Teşrin-i sani 1333). 4-Karauğuz’un Köroğlu Gazetesindeki Şiirleri Karauğuz’un Köroğlu gazetesinde 29 şiiri tespit edilebildi. Bu şiirler 25 Aralık 1913 ve 25 Ekim 1917 tarihleri arasındadır. 1-T. Karauğuz, “Donanmaya”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:238, (12 Kanun-ı evvel 1329), s.3. 2-T. Karauğuz, “Osmanlı Bayrağına”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı: 252, (19 Mart 1330), s.2–3. 3-T. Karauğuz, “Kastamonu’ya”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:253, (26 Mart 1330), s.3. 4-Tahir Karauğuz, “Yeni Gün”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:254, (2 Nisan 1330), s.2. 5-T. Karauğuz, “Türk Gücü”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:257 , (23 Nisan 1330), s.3. 6-T. Karauğuz, “14 Nisan”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:257 , (23 Nisan 1330), s.3. 7-T. Karauğuz, “Asker”, Köroğlu, Yıl: 6, Sayı:259, (7 Mayıs 1330), s.4. 8-T. Karauğuz, “Çoban Kızı”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:260 , (14 Mayıs 1330), s.3. 9-“Türklerin Büyük Cihangîr Hakanı Yavuz Sultan Selim Han”, Köroğlu, Sayı:282, (10 Teşrin-i evvel 1330) 10-“Âlem-i İslam”, Köroğlu, Sayı:288, (27 Teşrin-i evvel 1330). 11-“Yavuz Sultan Selim: Hiç Yılmaz Yine”, Köroğlu, Sayı:292, (25 Kanun-i evvel 1330). 12-“Zafer Türkleri”, Köroğlu, Sayı:294, (7 Kanun-ı sani 1330). 13-Tahir Karauğuz, “Ergenekon Bayramı ve İkinci Büyük Ergenekon”, Köroğlu, Yıl:7, Sayı:306, (2 Nisan 1331), s.2. 14-“Hemşehrilerime”, Köroğlu, Sayı:311, (7 Mayıs 1331). 15-“Nil Başında”, Köroğlu, Sayı:315, (4 Haziran 1331). 16-“İleri”, Köroğlu, Sayı:318, (15 Haziran 1331). 17-Tahir Karauğuz, “Cihâd-ı Mukaddes”, Köroğlu, Yıl:7, Sayı:319, (2 Temmuz 1331), s.3. 18-Tahir Karauğuz, “İsyân”, Köroğlu, Yıl:7, Sayı:322, (22 Temmuz 1331), s.3. 19-“Terâne-i Hicrân1”, Köroğlu, Sayı:326, (20 Ağustos 1331). 252 MEHMET SERHAT YILMAZ 20-“Ey Gönül”, Köroğlu, Sayı:327, (27 Ağustos 1331). 21-“Neşide-i Tebrik”, Köroğlu, Sayı:329, (10 Eylül 1331), 22-“Bir Gece”, Köroğlu, Sayı:338, (19 Teşrin-i sani 1331). 23- “Sancağa”, Köroğlu, Yıl:7, Sayı:343, (24 Kânûn-ı evvel 1331), s.2. 24-“Türkün Rüyası”, Köroğlu, Sayı:346, (14 Kanun-ı sani 1331). 25-“Ana Mektebinin Mini Mini Yavruları”, Köroğlu, Sayı:350, (11 Şubat 1331). 26-Tahir Karauğuz, “Türk Askeri”, Köroğlu, Yıl:8, Sayı:352, (25 Şubat 1331), s.3. 27-“Ressamın Şiirlerinden”, Köroğlu, Sayı:404, (8 Mart 1333). 28-“Hayâl İçinde Bir Sergüzeşt”, Köroğlu, Sayı:413, (10 Mayıs 1333). 29-“Kamere Hitab”, Köroğlu, Sayı:435, (25 Teşrin-i evvel 1333). 5-Karauğuz’un Açıksöz Gazetesindeki Yazıları Tahir Karauğuz’un Açıksöz gazetesinde 8 yazısını belirleyebildik. Bu yazılardan yedisi 15 Haziran1335 ve 17 Nisan 1922 tarihleri arasında olup “Safranbolu ve Cide Kazaları Hakkında” başlıklı son yazısı Zonguldak gazetesi yazarlığı sırasında gönderilmiş olup 18 Haziran 1925 tarihlidir. 1-T. Karauğuz, “İçtimaî Yaralarımız”, Açıksöz, Sayı:1, (15 Haziran1335), s.1. 2-T. Karauğuz, “Zonguldak Maarif Müdürü Talat Beyle Mülakat”, Açıksöz, Sayı:82, (30 Eylül 1336), s.1. 3-T. Karauğuz “Havza’nın İstikbâline Bir Nazar”, Açıksöz, Sayı: 154, (8 Nisan 1337), s.2. 4-T. Karauğuz, “Muhabirimizin Afgan Sefiri Ahmet Han Hazretleriyle Mülakatı”, Açıksöz, Sayı:281, (12 Eylül 1337), s.1. 5-T. Karauğuz, “Düşman Propagandaları”, Açıksöz, Sayı:300, (4 Teşrin-i evvel 1337), s.1. 6-T. Karauğuz, “Maarif Vekili Vehbi Bey Efendi ile Mülakat”, Açıksöz, Sayı: 424, (28 Şubat 1338), s.1. 7-Karauğuz, “Safranbolu–Bartın Yolu”, Açıksöz, Sayı: 465, (17 Nisan 1338), s.2. 8-“Safranbolu ve Cide Kazaları Hakkında”, Açıksöz, Sayı:1396, (18 Haziran 1341). 6-Karauğuz’un Açıksöz Gazetesindeki Şiirleri Karauğuz’un Açıksöz gazetesindeki 17 şiiri bulunmaktadır. Millî Mücadele dönemine ait bu şiirler 6 Temmuz 1919 tarihinden başlamak üzere 23 Ekim 1922 tarihleri arasındadır. 1-T. Karauğuz, “Açıksöz”, Açıksöz, Sayı:4, (6 Temmuz 1335), s.2. 2-“Kızıl Bayrak, Açıksöz, Sayı:100, (2 Kanun-ı evvel 1336) 3-“Müslümanlar İzmir Muhacirlerini Düşünelim!”, Açıksöz, Sayı:32, (1 Şubat 1336) 4-T. Karauğuz, “Şair-i Zi Kemal Mehmet Akif Beyefendiye”, Açıksöz, Sayı:103, (16 Kânûn-ı Evvel 1336), s.3. 5-“Türk Müdafaa-i fedakârı Piyerloti’ye”, Açıksöz, Sayı:104, (20 Kânûn-ı Evvel 1336), s.2. 6-T. Karauğuz “Milletime”, Açıksöz, Sayı: 114, (22 Kanun-i Sani 1337), s.2. 253 TAHİR KARAUĞUZ’UN KASTAMONU BASININDAKİ YAZI VE ŞİİRLERİ 7- T. Karauğuz, “Mini Mini Hanımlara”, Açıksöz, Sayı: 114, (22 Kanun-i Sani 1337), s.2. 8-T. Karauğuz “Büyük Turan Mübdii ve Şairi Ziya Gökalp”, Açıksöz, Sayı: 114, (22 Kanun-i Sani 1337), s.3. 9-T. Karauğuz “Türklerin Kurtuluşu”, Açıksöz, Sayı: 200, (1 Haziran 1337), s.2. 10-T. Karauğuz, “Harab Ellerde”, Açıksöz, Sayı: 257, (11 Ağustos 1337), s.1. 11-T. Karauğuz, “Şehid”, Açıksöz, Sayı: 258, (13 Ağustos 1337), s.1. 12-T. Karauğuz, “Ay Işığı”, Açıksöz, Sayı: 274, (4 Eylül 1337), s.1. 13-T.Karauğuz, “Unutma Sakın”, Açıksöz, sayı:335, (15 Teşrîn-i Sâni 1337), s.2. 14-T.Karauğuz, “Ötme Bülbül”, Açıksöz, sayı:338, (19 Teşrîn-i Sâni 1337), s.2. 15-T. Karauğuz, “Orta Anadolu’da Yunan Fâciaları”, Açıksöz, Sayı:365, (21 Kânûn-ı Evvel 1337), s.2. 16-T. Karauğuz, “Ey Turnalar: Turnalar”, Açıksöz, Sayı:528, (10 Temmuz 1338), s.2. 17-T. Karauğuz,“Anadolu Askerine”, Açıksöz, Sayı:613, (23 Teşrin-i Evvel 1338), s.2. SONUÇ Sonuç olarak Tahir Karauğuz 25 Aralık 1913 yılından itibaren Köroğlu gazetesinde başlamak üzere daha sonra Açıksöz gazetesinde (18 Haziran 1925 tarihli Açıksöz’deki son bir yazısı hariç tutulursa) 1922 yılına kadar yazı ve şiirler yazmıştır. Karauğuz’a ait Köroğlu gazetesinde 15 yazı, 29 şiir, Açıksöz gazetesinde ise 8 yazısı ve 17 şiiri belirlenmiştir. Toplam Kastamonu basınında yer alan yazıları 23, şiirleri ise 46 adet olup toplam 69 yazı ve şiiri mevcuttur. Karauğuz’un şiirlerinde çoğunlukla vatan sevgisi ve millî temaların ön plana çıktığı görülmektedir. Bu durum, dönemin siyasal şartları ve gerek Birinci Dünya Savaşı ve gerekse İstiklâl Savaşı’nın getirdiği sosyal ve psikolojik durumla ilgili görünmektedir. Bu bağlamda Karauğuz, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişin, bir başka ifade ile Meşrutiyetten Cumhuriyete geçiş sürecinin bütün sıkıntılarını, problemlerini, siyasal ve fikrî tartışmalarını görmüş ve yaşamış bir Türk aydını olarak karşımıza çıkmaktadır. Karauğuz, Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul gibi şair ve düşünürlerden etkilenmiştir. Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin?” adlı şiiri gibi Karauğuz’un da millî şiirlerinden birisi ders kitaplarına girmiş olsaydı, Karauğuz günümüzde çok daha iyi tanınmış ve anlaşılmış olabilirdi. Karauğuz’un yazı ve şiirleri dönemin hakim siyasi tartışmaları, dönemin sosyal durumunu, Millî Mücadele döneminde ülkeni içerisinden geçtiği zor şartları göstermesi bakımından önemlidir. Bu dönemde onun şiirleri okuyanları üzüntüye değil, azimle başarıya doğru yönlendirici, güven ve ümit verici olmuştur. Karauğuz’un bütün yazı ve şiirlerinin bir külliyat halinde toparlanabilmesi en büyük temennimiz arasındadır. Onun şiirlerinden en az birisinin ders kitaplarına alınması gerekir. KAYNAKÇA 254 MEHMET SERHAT YILMAZ AÇIKSÖZCÜ, Hüsnü, İstiklâl Harbinde Kastamonu, Kastamonu Vilayet Matbaası, Kastamonu, 1933. Ahmet Talât Onay, (Haz. Cemâl Kurnaz), Ankara, 1990, s.57-58. DEMİRCİOĞLU, Aziz, 100 Yıllık Kastamonu Basını 1872-1972, Kastamonu, 1973. DEMİRCİOĞLU, Aziz, 100 Yıllık Kastamonu Basınında Kim Kimdir?, Doğrusöz Matbaası, Kastamonu, 1980. DEMİRCİOĞLU, Aziz, “Kastamonu Basın Tarihi Hakkında Notlar”, Türk Tarihinde ve Kültüründe KastamonuTebliğler (19-21 Ekim 1988 Kastamonu), Gazi Üniversitesi Kastamonu Eğitim Yüksekokulu, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1989. ESKİ, Mustafa, “Kastamonu’da Basın-Yayın Çalışmaları Tarihi”, Türk Dili, Sayı: 527, (Kasım 1995). ESKİ, Mustafa, Mustafa Necati Bey’in Kastamonu’daki Çalışmaları, Ankara 1990. İsmail Habib, “Milletin Zaferi”, Köroğlu, Yıl:7, Nu:351, (18 Şubat 1331), s.1-2. KARAGÖZ, Seher, “Kastamonu Basınında Tahir Karaoğuz”, Kastamonu Basın Sempozyumu Bildiriler (10 Ocak 2009), Kastamonu Valiliği, Ankara, 2009, s.325-335. KARAGÖZ, Seher, Tahir Karaoğuz’un Hayatı ve Kastamonu’daki Çalışmaları, Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü (Lisans Tezi), Kastamonu, 2008. KARAUĞUZ, Doğu, “Tahir Karauğuz”, Collection, Sayı:24, (Temmuz-Ağustos-Eylül 2006), s.55-57. LEVEND, Agâh Sırrı, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara, 1972. OKTAY, Kamil, “Ahmet Talât Onay - Nasıl Türkçü Oldum -”, Duygu, Yıl:1, Sayı:9, Haziran 1997, s.19. ÖZCAN, Ömer, “Tahir Akın Karauğuz”, (http://www.turkocagi.org.tr/ index.php/izbirakan/ unutulmayan-simler/979- unutulmayan-isimler (27.04.2014). ÖZÇELİK, İsmail, “Millî Mücadelede Açıksöz Gazetesi ve Kastamonu Kamuoyunun Güney Anadolu İllerinin İşgali karşısındaki Tavrı”, Türk Tarihinde ve Kültüründe Kastamonu- Tebliğler (19-21 Ekim 1988 Kastamonu), Gazi Üniversitesi Kastamonu Eğitim Yüksekokulu, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1989, s.109-114. PEKER, Nurettin, İstiklâl Savaşının Vesika ve Resimleri, İnebolu ve Kastamonu Havalisi 1918-1923, İstanbul, 1955. T. Karauğuz, “İçtimaî Yaralarımız”, Açıksöz, Sayı:1, (15 Haziran1335), s.1. T. Karauğuz, “Açıksöz”, Açıksöz, Sayı:4, (6 Temmuz 1335), s.2. T. Karauğuz, “Kızıl Bayrak, Açıksöz, Sayı:100, (2 Kanun-ı evvel 1336). T. Karauğuz, “Asker ”, Köroğlu, Yıl: 6, Sayı: 259, (7 Mayıs 1330), s.4. T. Karauğuz, “Donanmaya”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:238, (12 Kanun-ı evvel 1329), s.3. T. Karauğuz, “Osmanlı Bayrağına”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı: 252, (19 Mart 1330), s.2–3. T. Karauğuz, “Kızlarımızın Tahsil ve Terbiyesi”, Köroğlu, Yıl:6, Sayı:280, (1 Teşrin-i Evvel 1330), s.3. 255 TAHİR KARAUĞUZ’UN KASTAMONU BASININDAKİ YAZI VE ŞİİRLERİ Tahir Karauğuz, “Yurduma”, Köroğlu, Yıl:8, Nu:392, (1 Kanun-ı evvel 1332), s.2. Tahir Karauğuz, “Türk Askeri”, Köroğlu, Yıl:8, Nu:352, (25 Şubat 1331), s.3. YILMAZ, Mehmet Serhat, “Kastamonu’da Ergenekon Bayramı/Nevruz 1914-1915”, Bilge, Sayı:40, (Bahar/ Nevruz 2004), s.13-24. YILMAZ, Mehmet Serhat, II. Meşrutiyet Devri Kastamonu Basın Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara, 2008. 256 YÜCEL NAMAL ZONGULDAK SANCAĞI’NIN SIHHÎ-İCTİMAÎ COĞRAFYASINA DAİR BİR RAPOR YÜCEL NAMAL* I-Giriş Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti daha Milli Mücadele döneminden itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin direktifleri doğrultusunda Sağlık Bakanlığı aracılığıyla Osmanlı Devleti’nden kalan şehirlerin maddi ve manevi durumlarını ortaya koymak amacıyla yurt genelinde bir çalışma yaptırılmıştır. Bu bağlamda 1922-1932 yılları arasında Sağlık Bakanlığı’nın yurt genelinde yaptırdığı araştırmalar raporlar halinde “Türkiye’nin Sıhhî İctimaî Coğrafyası” adı altında 191 kitaplık bir dizi olarak yayınlanmıştır. 19 kitaptan oluşan bu dizinin sekizi 19222, yedisi 19253, ikisi 19264, biri 19325 ve bir diğeri de 19386’de basılmıştır. Milli Mücadele döneminde Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne destek veren Öğüd Gazetesi matbaasında basılmaya başlanmış ve daha sonraki yıllarda İstanbul’daki Hilal Matbaası ile Kâğıtçılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi’nde basılmıştır. Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası dizisinde yayınlanan kitaplar ortak bir plana uygun olarak düzenlenmiştir7. Bu çalışmaların hazırlanmasıyla ilgili dönemin Umur-ı Sıhhıye ve Muavenet-i İctimâiyye Vekili ve Sinop Mebusu Doktor Rıza Nur şunları söylemiştir8: * Yrd.Doç.Dr., Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarihi Bölümü öğretim üyesi. Osman Gümüşçü, “Milli Mücadele Dönemi Türkiye Coğrafyası İçin Bilinmeyen Bir Kaynak”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: XV, Sayı: 45, Kasım 1999, s. 939-958. 2 Abdullah Cemal, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Zonguldak Sancağı, Öğün Matbaası, Ankara 1922; 3 4 5 6 7 8 Besim Zühdi, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Hamidâbâd (Isparta) Sancağı, Öğüd Matbaası, Ankara 1338; Hıfzı Nuri, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Kayseri Sancağı, Öğüd Matbaası, Ankara 1338; Nazmi, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Konya Vilayeti, Öğüd Matbaası, Ankara 1338; Mehmed Said, , Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Sinop Vilayeti, Öğüd Matbaası Ankara 1922; Kemal, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Kastamonu Vilayeti, Öğüd Matbaası, Ankara 1922; Doktor Esad, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Muğla (Menteşe) Sancağı, Öğüd Matbaası, Ankara 1922; Hayri, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Niğde Sancağı, Öğüd Matbaası Ankara 1922. Ahmed Hamdi, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Kırk Kilise(Kırklareli) Vilayeti, Kağıdcılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi, İstanbul 1341; Fahri Cemâl, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Gelibolu Vilayeti, Kağıdcılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi, İstanbul 1341; İbrahim Edhem, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Bayezid Vilayeti, İstanbul, Kağıdçılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi, 1341; İbrahim İsmail, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Kırşehir Vilayeti, Öğüd Matbaası Ankara 1925; Mehmed Ali, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Çatalca Vilayeti, İstanbul Kağıdcılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi, 1341; Muslıhiddin Safved, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Ankara Vilayeti, İstanbul Hilal Matbaası, 1341; Şefik Arif, Türkiye’nin Sıhhî İctimâi Coğrafyası Urfa Vilayeti, Kağıdcılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi, İstanbul 1341. Raif, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Kengırı (Çankırı) Vilayeti, Hilal Matbaası, İstanbul 1926; Süleyman Faik Yargıcı, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Gazi Ayıntab Vilayeti, Hilal Matbaası, İstanbul 1926; Türkiye’nin Sıhhi İçtimai Coğrafyası: Cebel-i Bereket (Osmaniye) Vilayeti, Öğüd Matbaası, Ankara, 1926. Hasan Tahsin, Sivas Vilayeti Sıhhî ve İçtimâî Coğrafyası, Hilal Matbaası, İstanbul 1932 Şükrü Meral, Tokat Vilayeti Sıhhı̂ ve İçtimaı̂ Coğrafyası, Hapishane Matbaası, Ankara, 1938. M. Sabri Koz, “Türk Halk Kültürünün Unutulmuş Kaynaklarından Biri: “Türkiye’nin Sıhhî-i İctimâî Coğrafyası”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, I. Cilt, Feryal Matbaası, Ankara 1992, s. 37, 39. M.Sabri Koz, a.g.m., s. 38. 257 ZONGULDAK SANCAĞI’NIN SIHHÎ-İCTİMAÎ COĞRAFYASINA DAİR BİR RAPOR “Selef-i âcizi Refik (Saydam) Beyefendi zamanında yurdumuzun sıhhî ve ictimâî tedkiki gibi mühim bir nokta Vekâlet Muâvenet-i İctimâiyye Müdürü Doktor Muhyiddin Celal Bey tarafından Vekâlete teklif olunarak sıhhıye Müdürleri tedkikât yaparak istenen malumatı mehmâemken cem eylemişler. Vekâlete geldiğim zaman bu malumatın yarısını gelmiş buldum. Bunların bir kısmı güzelce, bir kısmı kıymetsiz idi ki Sıhhıye Müdürlerinin iktidar ve faaliyetleriyle mütenâsibdi. Bunlardan en mükemmel olanlar Sinop, Niğde, Kayseri, Kastamonu, Erzurum, Zonguldak ve Menteşe Sıhhıye Müdürlüklerinden gelenlerdir. Bunların arasında da Sinop’unki birincidir. Bu halde Sinop nüshasını numune olmak üzere intihâb edip bazı tadilat ve tekemmülat icrasından sonra –ekseriya olduğu gibi bunların da bir dolap içinde çürümek ve zâyi olmak taliinden kurtulması ve enzâr-ı istifadeye konulması maksadıyla- neşrediyorum. Eserde yapılan tashihler meyânında bir de o alışılmış eski münşiyâne dil mümkün olduğu kadar Türkçeleştirilmiştir. Tab’ında bütün Sıhhıye Müdürlerine tevzi edilip iyi olmayan veya henüz gelmeyen sancaklarınki bu numune üzre yeniden tertip ettirilecektir. Ve her sancaktan geldikçe elifba veya diğer bir tertibe bakmaksızın vekâletçe tashihat ve ikmâlât ba’de’l-icra neşr edilecektir. Bu halde bu nüsha “Türkiye’nin Sıhhî-i Îctimâî Coğrafyası” nâm eserin birinci cüz’ü oluyor. Şurasını itiraf etmeli ki “Her şey cebheye..” düsturunun hüküm sürdüğü böyle bir zamanda, alet ve saire cihetinden olan eksiklikler içinde bu eser istenilen mükemmeliyette olamamıştır. Fakat böyle bir esere olan ihtiyaç düşünülünce “Hiç yoktan iyidir” mantığı kazanır. Hiç olmazsa bir esas olur, sonra mükemmelleştirilir. Herşey küçükten ve noksan ile başlar. Elverir ki başlansın. Esere haritalar, krokiler, şemalar, grafikler, cetveller, bazı fotoğraflar ilave edilmiştir. Kaviyyen me’mul ediyorum ki her ay bir cüz bastırabilecektir. 10 Mart 338 Umûr-ı Sıhhıye ve Muâvenet-i İctimâiyye Vekili ve Sinop Meb’usu Doktor Rıza Nur” Sağlık Bakanlığı Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası başlıklı bu araştırmanın Zonguldak Sancağı için Sıhhîye Müdürü Doktor Abdullah Cemal’i görevlendirmiştir. Bu bağlamda Cemal Bey’in hazırlamış olduğu “Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Zonguldak Sancağı” isimli eski harfli Türkçe olarak yazdığı kırk sekiz sayfalık rapor 1922 yılında Ankara’da Öğüd matbaasında basılarak yayımlanmıştır9. Bu rapor altı kısımdan oluşmakta olup, her bir kısımda Zonguldak’ın tarihi, ziraatı, hayvancılığı, sağlık durumu, gelenek-görenekleri, nüfusu, kültürel yapısı, eğitim faaliyetleri, ekonomik durumu, içme suları, dağları, madenleri, iklimi ve coğrafi yapısını içeren Zonguldak’ın sosyal, ekonomik, kültürel ve coğrafi durumu hakkında orijinal detaylı ve çok değerli bilgiler içermektedir. Ayrıca Cemal Bey bu raporu kaleme alırken resmi veriler dışında gözlemlerine, yorumlarına ve önerilerine de yer verdiği görülmektedir. II-Zonguldak Sancağı’nın Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Hakkında Zonguldak Sıhhîye Müdürü Abdullah Cemal’in hazırladığı “Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Zonguldak Sancağı” isimli rapor Cumhuriyetin ilk yıllarında Zonguldak livasının tarih-kültür ve sosyo-ekonomik yapısını ortaya koyması açısından önemli bir çalışmadır. Bu raporda “Birinci Kısım” başlığı altında Zonguldak’ın coğrafi sınırları, dağları, dereleri, gölleri, madenleri ve ziraatı hakkında bilgiler verilmiştir. Bu kısımda Zonguldak livasının coğrafi sınırları şöyle belirtilmektedir: Kuzeyden Karadeniz, doğudan Kastamonu’nun Cide kısmen de Safranbolu kazaları, güneyden Bolu livasının Gerede, merkez ve kısmen Düzce’nin kazaları arazisi, batıdan kısmen Düzce merkez ve Akçaşehir nahiyeleri arazisiyle sınırlıdır. Ayrıca koordinatlarının 31 derece ve 15 dakikadan, 32 derece 45 dakika doğu boylamı ve 40 derece 50 dakikadan 41 derece 50 dakika kuzey yarım Abdullah Cemal, a.g.e. . 9 258 YÜCEL NAMAL kürede yer aldığı belirtilmiştir. Zonguldak’ın idari sınırlarının 13.975 kilometre olduğu eklenmiştir10. Daha önce Bolu livasına bağlı bir kaza olan Zonguldak 1920 yılı sonlarında Bolu’dan ayrılarak Kdz. Ereğli, Devrek ve Bartın kazalarını içerisine alan bir liva haline getirilmiştir. Bu bağlamda Zonguldak 70, Ereğli 110, Bartın 2 nahiyeye ait 227 karye, Devrek 2 nahiye dâhilinde 128 karyeden oluştuğu belirtilmiştir11. Raporda Zonguldak livasının hemen hemen genelinin dağlık olduğu Aladağ, Orhan Dağ ve Karahisar Dağlarının bulunduğu, akarsular açısından da önemli bir potansiyelde olduğunu bu akarsuların bir kısmında değirmenlerin bulunduğu bir kısmında ise direk taşımacılığı yapıldığı belirtilmiş hatta suların debisi hakkında dahi detaylı bilgi verilmiştir. Zonguldak’taki nehirler arasında Alaplı Deresi, Gülüç Irmağı, Kızlar Deresi, Kocaman Dere, Çamlı, Alacaağzı, Çavuşağzı Irmakları, Ilıksu Deresi, Kozlu Dereleri, Acılık ve Üzülmez Dereleri, Çatalağzı Çayları, Yenice Su ve Filyos Nehri bulunmaktadır12. Ayrıca Safranbolu Çayı’nın gemi taşımacılığına da uygun olduğu ve Zonguldak’ta göl bulunmadığını öğrenmekteyiz. Raporda Zonguldak madenleri hakkında da önemli bilgiler yer almaktadır. Zonguldak’ta tuzlanın olmadığından tuzun İstanbul, İzmir ve Rusya’dan getirildiğini, zengin kömür madeni bulunduğunu, Kdz. Ereğli’de manganez madeni, Bartın’da borasit ve Devrek’te simli kurşun bulunduğu belirtilmiştir13. Zonguldak’ta “Ereğli Havza-i Fahmiye”si adıyla Zonguldak, Bartın ve Kdz. Ereğli’de zengin kömür madenleri bulunduğu bölgede ilk kömür damarının Sultan II. Mahmut döneminde bulunduğunun ve bu kömür damarının Kdz. Ereğli’den Cide kazasına kadar ulaştığı belirtilmiştir. Ereğli’de Çamlı, Kireçlik, Alacaağzı ve Çavuşağzı sahalarında, Zonguldak’ta Kozlu, Zonguldak, Üzülmez, Kilimli ve Gelik sahalarında, Bartın’da Amasra sahasında kömür çıkartılmaktadır. Kdz. Ereğli’nin Kepez karyesinde ise I. Dünya Savaşında işletilmiş olan bir manganez madeni bulunmaktadır. Bu madenlerin dışında Kdz. Ereğli’de değirmen taşı, sert kumtaşı, beyaz, kırmızı ve sarı iyi cinsten topraklar bulunmakta olup inşaat, kiremit ve tuğla imalinde kullanıldığı belirtilmiştir. Zonguldak livasının ormanlar açısından zengin bir şehir olduğu belirtilen rapora göre 1918 yılı Zonguldak ve kazalarındaki ormanların miktarı ve cinsi dönemin istatistiklerinden yararlanılarak verilmiştir. Tablo 1. Zonguldak ve kazalarındaki Orman miktarı ve türleri14. Ormanlar Zonguldak Kdz.Ereğli Bartın Devrek Toplam Çam % 20 %5 % 15 %20 % 15 Köknar Kayın- % % % % % Gürgen % 45 % 45 % 35 % 20 % 36,25 3 5 8 30 11,5 Meşe Diğer Hektar % % % % % Türler2 %7 % 20 % 12 %1 % 12,25 26900 26400 49040 60250 162590 25 25 30 20 25 10 Abdullah Cemal, a.g.e., s. 5. 11 A.g.e., s. 13. 12 A.g.e., s. 5-7. 13 A.g.e., s. 8. 14 A.g.e., s. 10-11. 259 ZONGULDAK SANCAĞI’NIN SIHHÎ-İCTİMAÎ COĞRAFYASINA DAİR BİR RAPOR Zirai açıdan çeşitlilik arz eden Zonguldak merkezi ve çevre halkının çoğunlukla madencilik ve direkcilikle uğraşması nedeniyle sebze ve meyve üretimi azdır. Ancak Kdz. Ereğli merkezi ve çevresinde her çeşit meyve, sebze hatta portakal, limon ve zeytinde yetişmektedir. Devrek ve Bartın çevresi de sebze ve meyve bahçeleri açısından zengin olup dağ köylerinde kiraz, ceviz, elma ve armut yetişmektedir. Ayrıca Kdz.Ereğli ve Alaplı’da üretilen kuru fasulye ve nohut, Filyos vadisinde yetişen darı, mısır, fasulye ve Bartın’ın kuru sebzelerinin dışarıya satıldığını da öğrenmekteyiz. Zonguldak halkının çiftçi olmaması, zayıf ve cılız öküzlerle basit ağaç sabanlarla sert toprağı işlemeye çalışması nedeniyle verimin az olduğu belirtilmiştir. Kdz.Ereğli, Bartın ve Devrek taraflarında sadece buğday, arpa ve çavdar yetiştirilmekle beraber mısır unu dışarıdan getirtilmektedir. Zonguldak livasında hayvancılığın durumu meraların küçük olması nedeniyle iyi olmadığı, Bartın ve Devrek çayırlarında 25000 kadar koyun ve keçi, 10.000 kadar karasığır (inek, öküz, manda), Bartın ve Kdz. Ereğli’de tavuk yetiştiriciliği olduğu görülmektedir. Ayrıca raporda Filyos vadisinin kısraklarının meşhur olduğu ifade edilmiştir. Zonguldak livasında meraların az olması ve zaman zaman ziraatın kötü geçtiği yıllarda birçok çift hayvanının telef olduğu görülmüştür15. Rapor’un “İkinci Kısım” başlıklı bölümünde Zonguldak’ın iklimi, rüzgârları, sıcaklığı, yağmurları ve kaplıcaları hakkında detaylı bilgiler bulunmaktadır. Zonguldak livasının ikliminin mu’tedil olduğu, Karadeniz sahilinde kuzey, kuzey doğu, kuzeybatı poyraz, yıldız, karayel rüzgârlarına maruz kaldığı belirtilmiştir. Livada dört mevsim yaşanmakla beraber, sıcaklığın sahilde azami 63, asgari 6-7, içerilerde azami 25, asgari 12 °C dereceyi bulduğu ve bir yıl içerisinde merkez livaya asgari 25, azami 68 cm yağmur düştüğü belirtilmiştir. Ayrıca Zonguldak dâhilinde Bartın’da Tire ve Arıalma kaynak suları, Devrek’te acı maden suyu ve Zonguldak’ta 22 derece sıcaklıkta Kokaksu denilen kaynakların bulunduğunu öğrenmekteyiz16. Raporun “Üçüncü Kısım” başlığı altında Zonguldak livasının nüfus, giyim, dil, sanat, ahlak, batıl inanç ve eğitim konuları ele alınmıştır. Tablo 2. 1918 yılı Zonguldak’ın din ve milliyete göre nüfusu17. Kazalar Zonguldak Türk ve Müslüman Erkek Kadın 15.330 13.007 Rum Erkek 680 (Merkez) Ereğli Bartın Devrek Toplam 21.036 39.880 26.118 102.364 530 310 250 1.770 19.531 34.094 27.052 93.684 Kadın 420 Ermeni Erkek 400 Toplam Kadın 356 30.193 470 236 155 1.281 125 165 300 990 102 115 374 947 41.794 74.800 54.249 201.036 15 A.g.e., s. 12-13. 16 A.g.e., s. 15-16. 17 A.g.e., s. 17. Burhan Sayılır “Milli Mücadele Döneminde Batı Karadeniz’in(Sinop-Kastamonu-Zonguldak) Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısı (Türkiye’nin Sıhhi İctimai Coğrafyası Raporlarına Göre)” isimli makalesinde Zonguldak’ın 1918 yılındaki istatistiklere göre 89.023 olduğunu belirtmiş olmasına karşın doğrusu 189.023 tür. Ayrıca Sayılır’ın tablosunda Kdz.Ereğli’nin nüfusunu 41.694, Bartın nüfusunu 74.700, Devrek nüfusunu 54.252 ve genel toplamı 200.839 olduğu şeklinde rakamları yanlış belirttiğini görmekteyiz. Bkz. Burhan Sayılır, “Milli Mücadele Döneminde Batı Karadeniz’in(Sinop-Kastamonu-Zonguldak) Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısı (Türkiye’nin Sıhhi İctimai Coğrafyası Raporlarına Göre)”, Akademik Bakış Dergisi, Sayı: 38, Eylül-Ekim 2013, s. 6. 260 YÜCEL NAMAL Zonguldak livası çoğunluğu Türk olduğu ve aşiret bulunmadığı da ayrıca belirtilmiştir. Zonguldak livasında Türkçe konuşulmakla beraber merkezde Rumca ve Ermenice konuşan Hıristiyanlarda bulunduğu görülmektedir. Zonguldak’ta giyim şekli olarak setre pantolon, setre şalvar, kuşak ve fes giyilmekte olup erkekler aşağısı dar yukarısı geniş şalvar, kuşak, ceket ve kışın palto, kadınların ise giyiminde Kdz. Ereğli, Bartın, Devrek ve Zonguldak’ta farklılıklar vardır. Kdz. Ereğli’de kadınlar renkli basma entari üzerine yekpare bezden şalvar giyip, üstüne beyaz renkli örtüler örttükleri, Bartın ve Devrek’te ise haricen renkli, iplik veya ipek peştamallara sarılıp, başlarına da bir peştamal örttükleri görülmektedir. Genellikle köylü kadınlar kırmızı bezden üretilmiş şalvar ve üzerine mintan ve başlarına fes koyup üzerine bez siyah veya kırmızı dallı yemeniler sarar ve bazen beyaz bezler örtmektedirler18. Rapor’da Zonguldak’taki aile hayatına kadar detaylı gözlemlerin ve tespitlerin yer aldığı ayrıca halkın uğraştığı sanat dalları hakkında da bilgiler verilmektedir. Bu bağlamda Alaplı’da kayık ve mavna yapıldığını, Kdz. Ereğli’de sanayi üretiminin Müslümanların elinde olduğunu, köylerde pamuk iplik imali, kunduracılık ve demircilik yapılmakta olduğunu görmekteyiz. Devrek’te hemen hemen bütün sanat dallarının Müslümanların elinde olduğu şimşir, ceviz ağacı ve kemikten baston yapıldığını, Bartın ve Amasra’da marangozluk, Bartın köylerinde ise kıldan mensucat ve pamuk dokumalar imal edildiğini öğrenmekteyiz. Bunların dışında Zonguldak, Kdz. Ereğli ve Devrek köylülerinin bir kısmı kömür ocaklarında çalışmaktadır. Raporun eğitimle ilgili kısmında livada eğitimin pek geri olduğu belirtilmekle beraber mevcut eğitim kurumları arasında Zonguldak, Ereğli, Bartın ve Devrek merkezinde üç devreli Rüşdiye Erkek Mektebi ile iki ve üç devreli Kız Mektepleri bulunduğu ve karyelerin onda birinde düzenli karye mektepleri mevcutsa da diğerlerinde köyün mescidinde veya misafir odasında köy çocuklarının okutulduğu belirtilmiştir19. Raporda liva halkının ananevi ve mahalli bir seciyesi bulunmadığı belirtilmekle beraber halkın düğün ve dini günlerinden ibaret bir davranış ve yaşantı biçimi olmadığı eklenmektedir. Ancak livanın üç kazasında “izdivac-ı resmi” ve “şer’i” den önce taraflar birbirlerini görmedikleri halde Bartın’da eskiden beri ananevi olarak evlenme yaşına gelen kızlar mesire yerlerinde çiçek demetleri taşırlar ve genç erkeklerle karşılıklı olarak beyitler okurlar ve böylece izdivaç için zemin hazırlanır. Düğün şekli hemen hemen bütün kazalarda aynıdır. Nikâh töreninden bir süre sonra davul, zurna ile erkek tarafı kız tarafına at, öküz arabası veya yaya olarak kız evine gidip şenlik ile gelin alınıp erkek evine gittikleri belirtilmiştir. Raporun bu kısmında ayrıca halkın batıl inançları ve tababete bakışı da ele alınmıştır20. Raporun “Dördüncü Kısım” başlığı altındaki bölümünde Zonguldak livasındaki hastaneler, eczaneler, mektepler, oteller, hanlar, hamamlar, fabrikalar, kabristanlar gibi yapıları ve halkın yaşadığı yerler hakkında bilgiler verilmiştir. Bu bağlamda hastaneler hakkında şunlar belirtilmiştir: Merkez livada Türk amelesinin hizmeti için 1920 yılında TBMM kararıyla Mimar Kemaleddin’in projesiyle Soğuksu tepesinde elli beş yataklık “Amele Hastanesi” inşası başlatıldığı ve burası açılana kadar Trabzon Oteli kiralanarak hastane olarak kullanılmıştır. Ayrıca Ereğli Şirketine ait olan ve bir Fransız operatör tarafından idare edilen yalnız şirket amelesine mahsus on beş yataklı bir hastane bulunmaktadır. Bartın’da elli yataklı bir hastane dispanser olarak kullanılmakta olup, Kdz. Ereğli’de 1896 yılında yaptırılmış olan ikinci sınıf altmış yataklı bir hastane ve dispanser bulunduğu belirtilmektedir. Ayrıca Zonguldak’ta biri belediyeye ait olmak üzere diğerleri özel toplam dört tane, Bartın’da 18 Abdullah Cemal, a.g.e., s. 17-18. 19 A.g.e., s. 19. 20 A.g.e., s. 19-20. 261 ZONGULDAK SANCAĞI’NIN SIHHÎ-İCTİMAÎ COĞRAFYASINA DAİR BİR RAPOR dört tane özel, Ereğli’de Belediye’ye ait bir toplam sekiz eczane olduğu Devrek’te ise Eczane bulunmadığını öğrenmekteyiz21. Zonguldak, Ereğli, Bartın ve Devrek’te birer erkek mektebi, kasaba ve karyelerde 32 erkek ve 8 kız mektebi olmak üzere 43 İbtidai Mektebi bulunmaktadır. Zonguldak’ta birinci sınıf bir otel, ikinci sınıf olarak Bartın, Cihan, Emniyet ve Anadolu Otelleri ve hanlar bulunmaktadır. Kdz.Ereğli’de üç otel, altı han, Bartın’da iki otel ve on tanesi merkez de 22 han, Devrek’te 8 han bulunmaktadır. Zonguldak’ta bir, Ereğli’de iki, Bartın’da iki ve Devrek’te bir hamam bulunmaktadır. Zonguldak livasındaki sanayi kuruluşları arasında Ereğli Şirketi Osmaniyesi’ne ait şimendifer tamiratına ait fabrika, lavvuar (kömür yıkama), bir kok fabrikası, Üzülmezde hava-i varageleyi çalıştıran fabrika, bazı maden ocaklarında hava ve su makineleri bulunmaktadır. Birde Türk müteşebbis tarafından elektrik fabrikası inşası yapılacaktır. Kdz. Ereğli’de bir fabrika bulunmamakla beraber Çamlı ve Kandilli Ocaklarında hava ve su sağlayan makineler mevcuttur. Bartın’da Hamidiye mahallesinde buharlı makineyle çalışan un değirmeni, Derbent ağzında Çakazade Halil Efendiye ve Askâlân’da yerli şirkete ait iki kereste fabrikası, Filyos’ta Molla Hüseyinzade Sâ’ib Efendiye ait bir kereste fabrikası, Devrek, Bartın ve Kdz. Ereğli ormanlarında çalışan hızar bulunmaktadır22. Raporun bu kısmında Zonguldak livasında bulunan helâların şekliyle ilgili olarak da detaylar bulunmaktadır. Zonguldak’ta liman çevresinde ve içerilerde sadece Meşrutiyet mahallesinde dereye kadar inen bir buçuk metre derinliğinde ve 75 cm genişliğinde bir yol vardır. Çeşitli tepeler üzerinde olan şehrin bin beş yüz kadarki evinde ancak iki yüzü bu giderden faydalanmaktadır. Bu nedenle ev dışında kazılan çukurlara, ev içinde olan helâ yollarına akıtarak temin edilmiştir. Bu çukurlar kısmen üstleri kapalıysa da kenar mahallerde hemen hemen hepsinin üstü açık bulunmaktadır. Kdz. Ereğli’de ise elli yıl öncesinde yapılmış olan dört beş mahalleye ulaşan ana lağımlar mevcuttur. Evlerin birçoğunda bina dışında kısmen üstü açık duvarı toprak çukurlar kazılır ve helâlar bu çukura ağaçtan olukla müntehidir. Bunları tahliye ise geceleri bahçelere çekmek gibi usullerle yapılmaktadır. Bartın’da toplam 1430 metre uzunluğunda bir umumi lağım mevcut olup bunlar ait oldukları mahallerden dereye dökülmektedir. Köylerde bu kadar külfete gerek görülmediğinden köy helâları binanın dışında iki katlı ise asma tarzında dışında ve altında bir delik açılmış olup buradan binanın dışına gönderilir ve sonra bahçe ve tarlalara aktarıldığını görmekteyiz. Zonguldak’ın yeni bir şehir olması nedeniyle kabristanı Müslüman ve doğu memleketlerinde bulunmayan bir düzenle yapılmıştır. Şehrin güneybatısında suyollarıyla bağlantısı olmayan ve etrafı düzenli bir duvarla çevrili olup güzel yapılmış büyük bir kapıdan girilen üç dönümlük bir araziye sahiptir. Kdz. Ereğli’de ise garipler kabristanı kasaba içinde olup hükümet konağı civarında ve kasabanın güneybatısında olup etrafı düzensiz harap bir duvarla çevrilidir. Ayrıca meydan başı kabristanı ise kasabaya beş dakika mesafede güneydoğudadır. Önceden harçsız olarak yapılmış olan duvarları yıkılmış ve etrafı açıktır. Bartın’da kasaba dâhilinde iki ve dışarıda iki toplam dört kabristan olup şehrin içindekiler Kırtepe kasabasının en havadar mevkisindedir. Burada 200-300 yıllık mezarlar bulunmakta olup etrafı açıktır23. Şehrin içindeki kabristanlar dolduğundan definler şehir dışındakilere yapılmaktadır. Kasabanın dışındakiler güneyde Servili ve güneydoğuda Safranbolu yolu üzerindedir. Devrek’te şehrin güney ve güneydoğusunda eski ve harabe şeklinde etrafı açıktır24. 21 A.g.e., s. 23-24. 22 A.g.e., s. 24. 23 A.g.e., s. 37. 24 A.g.e., s. 38. 262 YÜCEL NAMAL Raporda bölgedeki bataklıklar ve kurutulması hakkında ise şu düşünceler yer almaktadır. Zonguldak livasında yalnız Ereğli ve Bartın civarında ırmak kenarlarında bataklık bulunduğu belirtilmiştir. Kdz. Ereğli’de Gülüç ve Alaplı ırmakları ve kaynaklarına yakın yerlerde, Bartın’da ise Filyos’un kaynağına yakın yerlerde bulunmaktadır. Buradaki bataklıkların kurutulması için özellikle okaliptüs ağacı ekilmesi önerilmektedir. Zonguldak çevresinde ise suların çekildiği dönemlerde derelerin küçük bir kısmında bataklık olduğu görülmektedir25. Raporda livanın içme suları, kaynakları, nehirleri ve kuyularının durumu ve su özellikleri (kimyası, klor, azotit vs.) hakkında şu bilgilere ulaşmaktayız: Zonguldak merkezde Bağlık ve İncirsuyu kaynakları bulunmaktadır. Bağlık suyunun 15 litrelik fıçılarla şehre nakledilerek satılmaktadır. İncirsuyu ise şehrin güneyinde bulunmakta olup bunun dışında Ereğli Şirketi Osmaniyesi de çevre dağlardan topladığı suyu tazyik ile müessesesine nakletmektedir. Bunların dışında halk kuyu suyu da kullanmaktadır. Zonguldak’ta ayrıca “Evvel Zaman Suyu” ve “Şadırvan Suyu” olarak adlandırılan sularda çeşmeler aracılığıyla halka ulaştırılmaktadır. Kdz. Ereğli’de kuyu suları pek çoktur ancak denize yakın olanların suyu tuzludur. Bartın’da halk genellikle kasabaya iki saat mesafede bulunan Gaffar karyesinde bulunan suyu kullanmaktadır. Bu su yollarda birçok suyu kendine katarak taş örme bir yol ile çarşıdaki su terazisine getirilip oradan da demir borularla aşağı camideki çeşmeye ve diğer çeşmelere dağıtılmaktadır. Ancak yazın bu suyun az olması nedeniyle halk kuyu suyu ve Bartın ırmağının suyunu içmektedir. Bunların dışında Amasra yolunda “Asker” ve Kazpeykarı karyesinden kaynaklı “Paşa” suyu fıçılarla şehre getirilerek satılmaktadır. Devrek’te de kaynak suyu kullanılmaktadır26. Raporun “Beşinci Kısım” başlığı altında Zonguldak livasında karşılaşılan hastalıklar, salgınlar, frengi, sıtma, verem ve akıl sinir hastalıklar hakkında bilgi verilmektedir. Livada başlıca çocuklarda yaygın olarak bağırsak hastalıkları, tenya, yaz-kış nezle, çeşitli iltihaplar, köylerde sıtma, uyuz ile cilt hastalıkları ve birde maden amelelerinde akciğer iltihabı görülmektedir. Mevsim hastalıkları arasında çocuklarda boğmaca, büyüklerde(özellikle amelede) akciğer iltihabı (zatürre) söylenebilir. Bu livanın en büyük sağlık sorununu frengi oluşturmaktadır. Bunda şehrin Rusya ve İstanbul ile olan bağının etkili olduğu ve fuhuşun yoğun olmasından dolayıdır. Zonguldak livasında fuhuş gizli olarak mevcudiyetini sürdürmüş bunda bir umumhanenin olmaması etkili olmuştur. Bu nedenle kalabalığın yoğun olduğu Bartın ve Zonguldak’ta gizli fuhuşun yapıldığı ve tabii olarak kirli fahişelerin bulunduğu görülmektedir. Ayrıca savaş ve askerlik nedeniyle erkeksiz kalan köylerde de fuhuş ortaya çıkmıştır. Bu nedenlerle bölgede zührevi hastalıklar fazla olduğu görülmektedir. Bartın’da özellikle sıtma fazla olup, Kdz. Ereğli ve Devrek’te iltihaplı çıbana rastlanır. Köylüler arasında iplik bağlamak gibi itikatlara inanılması yüzünden dalakları büyük, sıska müzmin sıtma tahribatı taşıyan çocuk ve gençlere rastlanmaktadır. Bu durumu mevcut ufak tefek bataklıkların ıslahı ve kinin verilmesi ile bir derece engellenecektir. Zonguldak livasında özellikle kadınlarda vereme rastlanmakla beraber çiçek difteri görülmemektedir. Livada çeşitli hastalıkların yayılma sebebi olarak Kdz. Ereğli, Zonguldak, Amasra limanları ve Bartın boğazı aracılığıyla İstanbul, Romanya, Bulgaristan ve Rusya’dan gelen hastalıklar gösterilmektedir. Livada bulunan akıl ve asabi hastalıklar arasında kadınlar arasında histeri, nevroz ve özellikle çocuklarda çocuk felci görülmektedir. 1920 yılında Rusya’dan gelen Paky vapuruyla Zonguldak ilk defa kolerayla karşılaşmıştır. Amele arasında hızla yayılan kolera ölümlere neden olmuştur. Üç ay süreyle şehirde ihracat durdurularak koleranın etrafa yayılması engellenmiştir27. Kdz. Ereğli’de ise 1916 yılında İstanbul’dan gelen bir geminin taifesi tarafından ko25 A.g.e., s. 38-39. 26 A.g.e., s. 39-42. 27 A.g.e., s. 43-45. 263 ZONGULDAK SANCAĞI’NIN SIHHÎ-İCTİMAÎ COĞRAFYASINA DAİR BİR RAPOR lera getirilmiştir. Bartın’da da yine deniz yoluyla gelen iki kolera ve bir veba salgını yaşanmıştır. Balkan Savaşı sonrasında Devrek ve Bolu taraflarına göçen Rumeli muhacirleri büyük kayıplara neden olan “Lekeli Hummayı” Zonguldak, Bartın ve Kdz. Ereğli’ye yaymıştır28. Raporun “Altıncı Kısım” başlığı altında Zonguldak livasının doğum, ölüm, malarya ve frengi haritaları hakkında bilgi verilmektedir. Tablo 3. Zonguldak’ta 1920 Ekim- 1921 Şubat arasındaki beş aylık doğum ve ölüm sayısı29. Doğum Ölüm Türk-Müslim Erkek Kadın 196 144 261 148 Gayri Müslim Erkek Kadın 33 28 8 11 Toplam Erkek 229 269 Genel Toplam Kadın 172 159 401 428 Tablo 4. Zonguldak’ta 1921 yılı Mart-Mayıs ayı içerisinde üç aylık doğum ve ölüm sayısı30. Doğum Ölüm Türk-Müslim Erkek Kadın 103 86 151 69 Gayri Müslim Erkek Kadın 21 12 11 11 Toplam Erkek 124 162 Genel Toplam Kadın 97 80 222 242 Raporun bu kısmında Zonguldak livasının malarya ve frengi haritalarının bulunmadığı belirtilerek yukarıdaki tablolarda doğum ve ölüm oranları belirtilmiştir. III-Sonuç Bu raporun daha Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında hazırlanmış olması gerek Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Anadolu’daki otoritesini gerekse Mustafa Kemal’in ileri görüşlülüğünü göstermesi açısından da önemlidir. Böylece BMM Hükümeti’nin yurt genelinde “Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası” adı altında hazırlattığı raporlar ülkenin mevcut ekonomik, toplumsal, coğrafi, tarihi ve kültürel potansiyelini ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda hazırlanan raporlar hükümete yurt genelinde yapacağı her alandaki işler hakkında yardımcı olmuştur. Bu raporlardan olan Zonguldak Sıhhîye Müdürü Abdullah Cemal’in hazırladığı “Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Zonguldak Sancağı” isimli rapor da dönemin Zonguldak’ı hakkında tarihi, coğrafi, sıhhî, ekonomik ve kültürel yapısı hakkında detaylıca bilgi verdiği görülmektedir. Bu çalışma bizlere geçmiş ile günümüz Zonguldak’ını her yönüyle karşılaştırma fırsatını sunmaktadır. Halk kültürü açısından da bilgiler bulunan bu çalışmada “Yerli itikadı batıla” başlığı altında verilen “Pek kökleşmiş ebâtıl vardır ki halk üzerinde efsanevi tesirler yapar. Meselâ Zonguldak ve Kozlu arasındaki Bal Kaya denilen deniz kenarında hemen şakuli büyük bir kayalık hakkında efsaneler vardır. Halk burada fırtına geceleri Bal Baba tarafından gemicilere işaret makamında ateş yakıldığını ve binaenaleyh bu korkunç mevkide hiçbir kazâyı bahrî olmadığı hakkında bir kanaat var” bu örnek bunlardan birisidir. Ayrıca Zonguldak’ta günümüze kadar gelen sorunların temelleri ve nedenleri hakkında da aydınlatıcı bir çalışma olmuştur. Doktor Cemal Bey, raporunu hazırlarken 1918 yılı resmi istatistiklerinden 28 A.g.e., s. 46. 29 A.g.e., s. 47. 30 A.g.e., s. 47. 264 YÜCEL NAMAL faydalanarak Zonguldak ve kazalarındaki ormanların miktarı, cinsi ve Zonguldak ve kazalardaki nüfus din ve milliyete göre tablo halinde vermiştir. Resmi verilerin yanında, “Zonguldak livası dâhilinde göl yoktur”, “Memleha (Tuzla) yoktur” ve Zonguldak livasında meraların az olması ve zaman zaman ziraatın kötü geçtiği yıllarda birçok çift hayvanının telef olduğu gibi gözlem ve tespitlerine de yer vermiştir. Ayrıca raporda Zonguldak ve kazalarında sıtmaya karşı bataklıkların kurutulması ve kinin verilmesi, bataklıkların kurutulması için ise okaliptüs ağaçlarının dikilmesi gibi yorum ve önerilere de yer verilmiştir. Bu raporun gerek bu özellikleri gerekse TBMM tarafından hazırlattırılmış bir rapor niteliği taşımasından dolayı da Zonguldak şehrinin tarihi ile ilgili ana kaynak niteliği taşımakta olup Zonguldak tarihinin önemli bir kısmını aydınlatmaktadır. 265 ZONGULDAK SANCAĞI’NIN SIHHÎ-İCTİMAÎ COĞRAFYASINA DAİR BİR RAPOR KAYNAKÇA ALİ, Mehmed, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Çatalca Vilayeti, İstanbul Kağıdcılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi, 1341/1925. ARİF, Şefik, Türkiye’nin Sıhhî İctimâi Coğrafyası Urfa Vilayeti, Kağıdcılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi, İstanbul 1341/1925. CEMAL, Abdullah, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Zonguldak Sancağı, Öğüd Matbaası, Ankara 1922. CEMÂL, Fahri, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Gelibolu Vilayeti, Kağıdcılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi, İstanbul 1341/1925. EDHEM, İbrahim, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Bayezid Vilayeti, İstanbul, Kağıdçılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi, 1341/1925. ESAD, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Muğla (Menteşe) Sancağı, Öğüd Matbaası, Ankara 1922. GÜMÜŞÇÜ, Osman, “Milli Mücadele Dönemi Türkiye Coğrafyası İçin Bilinmeyen Bir Kaynak”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: XV, Sayı: 45, Kasım 1999, s. 939-958. HAMDİ, Ahmed, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Kırk Kilise(Kırklar Eli) Vilayeti, Kağıdcılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi, İstanbul 1341/1925. HAYRİ, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Niğde Sancağı, Öğüd Matbaası Ankara 1922. İSMAİL, İbrahim, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Kırşehir Vilayeti, Öğüd Matbaası Ankara 1925. KEMAL, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Kastamonu Vilayeti, Öğüd Matbaası, Ankara 1922. KOZ, M.Sabri, “Türk Halk Kültürünün Unutulmuş Kaynaklarından Biri: “Türkiye’nin Sıhhî-i İctimâî Coğrafyası”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, I. Cilt, Feryal Matbaası, Ankara 1992, s. 3758. MERAL, Şükrü, Tokat Vilayeti Sıhhı̂ ve İçtimaı̂ Coğrafyası, Hapishane Matbaası, Ankara, 1938. NAZMİ, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Konya Vilayeti, Öğüd Matbaası, Ankara 1338/1922. NURİ, Hıfzı, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Kayseri Sancağı, Öğüd Matbaası, Ankara 1338/1922. RAİF, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Kengiri (Çankırı) Vilayeti, Hilal Matbaası, İstanbul 1926. SAFVED, Muslıhiddin, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Ankara Vilayeti, İstanbul Hilal Matbaası, 1341. SAİD, Mehmed, Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Sinop Vilayeti, Öğüd Matbaası Ankara 1922. SAYILIR, Burhan, “Milli Mücadele Döneminde Batı Karadeniz’in(Sinop-Kastamonu-Zonguldak) Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısı (Türkiye’nin Sıhhi İctimai Coğrafyası Raporlarına Göre)”, Akademik Bakış Dergisi, Sayı: 38, Eylül-Ekim 2013, s. 1-20. TAHSİN, Hasan, Sivas Vilayeti Sıhhî ve İçtimâî Coğrafyası, Hilal Matbaası, İstanbul 1932. Türkiye’nin Sıhhi İçtimai Coğrafyası: Cebel-i Bereket (Osmaniye) Vilayeti, Öğüd Matbaası, Ankara, 1926. YARGICI, Süleyman Faik, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Gazi Ayıntab Vilayeti, Hilal Matbaası, İstanbul 1926. ZÜHDİ, Besim, Türkiye’nin Sıhhî İctimâî Coğrafyası Hamidâbâd(Isparta) Sancağı, Öğüd Matbaası, Ankara 1338. 266 YÜCEL NAMAL EKLER Ek 1: Abdullah Cemal’in yazdığı “Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Zonguldak Sancağı” isimli raporun dış kapağı. Ek 2: Abdullah Cemal’in yazdığı “Türkiye’nin Sıhhî-İctimaî Coğrafyası Zonguldak Sancağı” isimli raporun iç kapağı. 267 ZONGULDAK SANCAĞI’NIN SIHHÎ-İCTİMAÎ COĞRAFYASINA DAİR BİR RAPOR 268 ALİ ŞAHİN CUMHURİYETE GİRERKEN ZONGULDAK’IN SAĞLIK VE SOSYAL DURUMU AHMET ÖĞRETEN *1 ALİ ŞAHİN**2 Giriş Osmanlı İmparatorluğu 20.yy başlarında Trablusgarb Savaş’ı ile başlayıp akabinde devam eden I. Ve II. Balkan Savaşları ile uzun ve yıpratıcı bir dönem yaşamıştır. Devamında I. Dünya Savaşı sonucunda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında Milli Mücadele dönemine girilmiş memleket harabe haline dönüşmüştür. Bu dönemlerde savaşlar nedeniyle Anadolu’da kuralık, salgın hastalıklar ve yoksulluk baş göstermiştir. 20 Mayıs 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Sağlık Bakanlığı(Sıhhiye Vekaleti)’nı kurdu. Bu tarihten sonra Sağlık Bakanlığı ilk iş olarak Anadolu’nun muhtelif yerlerinde sağlık ve sosyal sorunları gidermek amacıyla bölgelerin Sağlık Müdürlüklerine raporlar hazırlatmıştır. 1922 ile 1938 yılları arasında Anadolu’da on sekiz kitaptan oluşan sağlık raporları tutulmuştur. Bu bildiride de bahsi geçen raporlardan Zonguldak Sancağı’nın Sağlık Müdürü olan Abdullah Cemal Bey tarafından hazırlanmış olan 1922 tarihli rapor ve bu rapora binaen Zonguldak Sancağı’nın Sıhhi ve İctimai durumu hakkında bilgi verilmiştir. Adı geçen rapor altı kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda Zonguldak Sancağının coğrafi durumu, tarım ve hayvancılığına dair bilgi verilmektedir. İkinci kısımda, bölgenin iklimine, Üçüncü kısımda, bölgenin örfi adet, gelenek ve görenekleri, Dördüncü kısımda ise Zonguldak Bölgesinde yer alan hastaneler, eczaneler, okullar, hanlar, hamamlar, oteller, fabrikalar, şehrin mimarisi, kabristanları gibi konularda bilgi verilmiştir. Beşinci ve altıncı kısımda bölgede sağlık durumuna dair bilgiler verilmektedir. Bu çalışma dahilinde bahsi geçen rapordan Zonguldak Sancağı’nın sosyal durumunu değerlendirilmiştir. Dönemin ana kaynağı olması bakımından bu rapor Zonguldak Sancağı’nın 1922 yılında ki durumunu anlayabilmemiz açısından önemi büyüktür. * Yrd.Doç.Dr., Kastamonu Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ** Kastamonu Üniversitesi Yakınçağ Tarihi Yüksek Lisans Öğrencisi 269 CUMHURİYETE GİRERKEN ZONGULDAK’IN SAĞLIK VE SOSYAL DURUMU AHMET ÖĞRETEN 1.Zonguldak Sancağı’nın Nüfusu 1922 tarihinde Zonguldak Sancağı’nın nüfusu tabloda gösterilmiştir. TÜRK VE MÜSLÜMAN KAZÂLAR RUM ERMENİ GENEL NÜFUS ERKEK KADIN ERKEK KADIN ERKEK KADIN ZONGULDAK 15330 13007 680 420 400 356 20193 EREĞLİ 21036 19531 530 470 25 102 41794 BARTIN 39880 34094 610 256 165 115 74800 DEVREK 26118 27052 650 500 300 374 54219 GENEL NÜFUS 102364 90604 1170 1081 990 947 201033 1.Zonguldak Sancağı’nın Nüfusu 1922 tarihinde Zonguldak Sancağı’nın nüfusu tabloda gösterilmiştir. Tabloda görüldüğü üzere bölgenin nüfus dağılımı din ve milliyete göre verilmiştir. Bölgenin genel nüfusu 189022’dir. Sancağın genel yapısından Türkler hakim nüfustur. Bölgede aşiret mevcut değildir. Tabloda olmamakla birlikte bölgede konuşulan hakim dil Türkçedir. Merkezde ki Hıristiyan okullarında yetişenleri hariç Rumca ve Ermenice bilen yoktur.3 2.Zonguldak Sancağında Halkın Giyimi ve Kuşamı Bu konuda kesin bir şekil yoktur. Şehrin geneli setre pantolon, setre altında şalvar, kuşak, fes giyerlerdi. Erkek köylülerin tamamına yakını beyaz veya boyalı Avrupa pamuk ipliklerinden kendilerinin dokuyup ürettikleri aşağıları dar, yukarıları kıvrımlı genişçe şalvar üstüne yazın renkli alacadan mintan kışın palto, ceket ve hırka giyerler. 3 Abdullah Cemal, Türkiye’nin Sıhhi ve İctimai Coğrafyası;Zonguldak Sancağı Öğüd Matbaası,Ankara-1922,s. 17 270 ALİ ŞAHİN Kadınlar için merkez ve ilçelerde farklılıklar söz konusudur. Şöyle ki; Ereğli’de şehirli kadınlar renkli basma entari üzerine gayet geniş ve dört köşe bezden bir şalvar giyer ve üstüne cebken veya ceket giyip başlarına yaşlılar küçük sırma kadife, renkli ve etrafı atlastan sırma ile işlenmiş cepkenler giyip üzerine ipekli çarşaflar giyerler. Bartın ve Devrek’te buna benzerdir. Köylü kadınlar ise genellikle kırmızı bezden üretilmiş bir şalvar üzerine mintan ve başlarına fes giyip üzerine beyaz bez siyah veya kırmızı dallı yemeniler (puğ) sararlar. Bazen beyaz bezler de örtmüşlerdir. Erkek ve kadın köylülerin bellerine şal veya yün kuşak sarmak bir ziynettir. Zengin kadınlarda takıya ilgi fazladır.4 3.Zonguldak Sancağı’nın Geçim Tarzı Zonguldak’ta her aile farklı uğraşlarla geçimini sağlar. Köylerde bazı eski aileler saygı ve hürmetle karşılanır. Halkın uğraşları Türkün üstünlüğü olan kanaatkarlık, sükunet çerçevesinde açıklanabilir. Aile hayatında çalışma konusu derin bir kayıtsızlık ile genellikle şehirlerde bir dini gereklilik ve köylerde doğal bir çalışma mecburiyeti şeklinde anlaşılır. Çocuk yetiştirmenin belli bir şekli ve tarzı yoktur. Hatta köylüler kız çocuklarını fazlalık olarak görürler. Erkek çocuklarına önem vermekle beraber bakılması yetiştirilmesi hiç düşünülmez, çocuk kendi kendine düşüp kalkarak ne bulursa yiyerek hastalıklarla çırpınarak yaşayabilirse ne ala eğer yaşayamaz ölürse de kader denilmektedir. Yetişenler bakımsızlık yüzünden zayıf ve düzensiz beslenirler. Şehirlerde zenginler ve orta halli aileler her şey yiyebilirler. Fakat genellikle gıdayı hamurlu yiyecekler oluşturur. Ereğli, Bartın ve Devrek’de ekmek evlerde genellikle haftalık olarak üretilir. Sebze ikinci derecede, et ise üçüncü derecede bir gıda olarak görülür. Köylülerin zenginleri bulgur ve sebze, fakirleri ise dağlardan topladıkları (mancar) ismiyle bilinen ot haşlaması yerler. Sadece Ereğli’nin Alaplı, Bartın, Filyos ve Amasra nahiyeleri ahalisi gıdaların büyük bir kısmını balıklardan temin ederler. Bunun da sebebi bu bölgenin denize kıyısı olmasından kaynaklanmaktadır. 4.Zonguldak Sancağında Meslek Dalları Zonguldak Sancağın da, memuriyet dışında Alaplı civarında ormanlardan yararlanmak suretiyle kayık, mavvane, motor gemileri üretilir. Ereğli’de sanayi daha çok Müslüman ahalinin elindedir. Köylerde Avrupa iplikleri işlemek üzere küçük el tezgahları vardır. Bundan başka Ereğli ve Zonguldak, Devrek ve Bartın köylerinde ki halkın bir kısmı kömür madenlerinde çalışmaktadır. Devrek şehrinde hemen bütün sanat dalları Türklerin elindedir. Terzi, kunduracı, demirci, tenekeci, kızılcık, şimşir, ceviz gibi ağaçlardan baston üretimi yapılır. Bölgede büyük marangoz ustaları bulunmaktadır. Bu marangoz ustalarının yaptığı ürünler Rusya’ya dahi ihraç edilmektedir. Bartın köylerinde pamuklu dokuma kaliteli ürünler imal edilmektedir.5 5.Zonguldak Sancağında Ahlak Halk arasında ananevi ve mahalli bir karakter yoktur. 4 5 Cemal, a.g.e., s.18 Cemal,a.g.e.,s.19 271 CUMHURİYETE GİRERKEN ZONGULDAK’IN SAĞLIK VE SOSYAL DURUMU AHMET ÖĞRETEN 6.Zonguldak Sancağında Eğitim Bölgede eğitim geri kalmıştır. Ereğli, Zonguldak, Bartın ve Devrek merkezlerinde üç devreli erkek rüştiye mektepleri ile iki ve üç devreli kız mektepleri karyenin ancak onda birinde düzenli karye mektepleri bulunuyorsa da sadece büyük köylerde bir imam tarafından köyün mescid ve ya misafir odasında köy çocuklarına eski tarz eğitim verilmektedir. Bölge halkı eğitime önem vermekle beraber eğitim kurumlarını inşa ettirebilecek güce sahip değillerdir. Merkezde halk gazete, kitap ve genellikle günlük çıkan haberlere düşkündür6. Bölge dahilindeki mektepler şu şekildedir: Zonguldak, Ereğli, Bartın ve Devrek’te birer erkek numune mektebi, kasaba ve karyelerde 32 erkek ve 8 kız ki toplam 42 mektep vardır. Ereğli’de 2, Bartın’da 3, Devrek’te de iki medrese vardır.7 7.Zonguldak Sancağında Halk Arasında Batıl İnanışlar ve Tıbba Karşı Bakış Halk gelenekçi bir hayat yaşamaz. Düğün ve bazı önemli dini günler ve benzer uygulamalar görülmüştür. Yalnız bununda belli bir şekli yoktur. Mesela evlilik törenleri sancağın diğer üç kazasında şu şekilde benzerlik göstermiştir. Kızlar mesire yerlerinde halka açık olarak çiçek demetleri taşırlar ve genç erkeklere mani tarzında karşılıklı söylenen beyitlerle evlilik zemini oluştururlar. Bundan sonraki aşama ise (düğün töreni) hemen her yerde benzerlik gösterir. Zor olan nikah merasiminden uzunca bir zaman sonra davul, zurna ve erkek tarafı kadınların mahalline doğru at veya öküz arabası oda yoksa yaya olarak kız evine giderler. Burada tertip edilen şenlikle beraber erkek evine dönerler. Bu bölgede iç güveyliliği çok azdır ve ayıp olarak görülmektedir. 8.Halk Arasında Batıl İnanışlar Bu inanışlar öylesine kökleşmiştir ki halk üzerinde efsanevi tesirler yaparlar. Mesela Zonguldak ve Kozlu arasında ki Balkaya denilen deniz kenarında hemen Şakuli büyük bir kayalık hakkında efsaneler vardır. Halk burada fırtına geceleri “ Bal baba” tarafından gemicilere işaret anlamında ateş yakıldığı ve bununla birlikte korkunç bir mevkide hiçbir kazaya sebep olmadığı hakkında bir görüş vardır. Bu görüş ihtimali öyle fırtınalı zamanlarda ya yıldırım ile ağaçların yanması veya kayaların arasında çobanların ateş yakması veyahud yüksek olan bu kayalara dalgaların çarpması nedeniyle meydana gelmiş olsa gerektir. Bundan başka bölgede ormanlarda sivrilmiş bir kaya, olağan üstü bir şekil almış eski bir ağaç kütüğü, bir mağara, pek kuru bir çıplak arazide yalnız tek bir ahlat veya kızılcık ağacı hep bir efsaneyi beraberinde getirir. 9.Halkın Tıbba Karşı Bakışı Doktora rağbet çok azdır. Her yerde olduğu gibi burada da doktor vardır. Frengi doktorları Frengisi çok olan bu memlekette maalesef büyük rol oynuyorlar. Frenginin çok olması nedeniyle Acı su, Frengi suyu isimlerinde hemen her yerde kullanılmaya alıştırılmış ve Frengi’nin tedavisinde işe yaradığı ileri sürülmüştür. Bundan başka Frengi’de civa tütsüleri, sütlüce hapları, saparna suyu da kullanılmıştır. Zonguldak Sancağın’da merkez ve nahiyeleri de dahil olmak üzere halkın tamamı temiz yaşar. 10.Zonguldak Halkının Fiziki Yapısı Halkın geneli gerek beslenme gerekse fakirlikten dolayı cılızdır. Küçük insanlar fazladır. Çoğunlukla halk 6 7 Cemal,a.g.e.,s. 19 Cemal,a.g.e.,s.24 272 ALİ ŞAHİN gemi yapımıyla uğraşmaktadır. Yaygın olarak halk arasında Sıtma, Frengi, Verem hastalıkları görülür. Genel olarak insanların boyları 160-180 cm arasında değişmektedir. Uzun boylu insan sayısı azdır. Bu çocukların cılız olması çocukluk döneminde bakımsız olarak yetiştirilmesinden kaynaklanmaktadır8. 11.Zonguldak Sancağında Hastaneler TBMM tarafından görevlendirilen mimar Kemalettin Bey tarafından düzenlenen proje dahilinde şehrin batısında Soğuksu Tepesinde 50 yataklık bir amele hastanesi inşasına başlanılmış ve bitmek üzereyken Trabzon Oteli bölgesinde buna bağlı bir hastane olarak açılmıştır. Bu hastanenin yatak sayısı 55dir. Bu otel geçici bir süre ile kiralanarak hastane olarak kullanılmıştır. Bu hastane 1920 bütçesi ödeneğinden ayrılan pay ile hastanenin gereklilikleri temin edilmiştir. Bu hastane bir operatör doktor ve birde baş hekim tarafından idare edilmektedir. Bu hastane birinci sınıf hastaneler arasında sayılabilir. Bunun dışında bölgede Ereğli Şirket-i Osmanisine ait 15yataklı ve Fransız operatör tarafından idare edilen bir hastane vardır. Bartın’da ise Kastamonu Frengi Teşkilatı zamanından kalma ahşap,50 yataklı bir hastane mevcut ise de son senede dispanser haline dönüşmüştür. Birinci sınıf hastanedir. Ereğli’de 312 senesi tarihinde ikinci sınıf 60 yataklı bir hastane daha mevcuttur. Yine bu hastanede dispanser halinde kullanılır. Bu hastane100 yatak kapasitesindedir9. Zonguldak Sancağında Eczaneler Zonguldak’ta birisi belediyeye ait diğerleri ise şahsi üç tane, Bartın’da şahsi dört tane, Ereğli’de biri belediyeye, yedisi ise hususi olmak üzere sekiz eczane vardır. Devrek’te eczane mevcud değildir10. Zonguldak Sancağında Otel, Han ve Hamamları Ereğli’de üç otel, altı han, Bartın’da iki otel ve yirmi iki han, Devrek’te sekiz han mevcuttur. Zonguldak’ta bir, Ereğli’de iki, Bartın’da iki, Devrek’te bir hamam vardır11. Zonguldak Sancağında Mimari Tarz Şehrin belli bir mimari şekli yoktur. Herkes istediği şekilde evini inşa ederdi. Köyler ise mimari çeşitlilik yoktur. Zonguldak şehri geniş bir alana sahip olmadığı için evlerin her bir katında geniş aile ikamet edebilecek şekilde dizayn edilmiştir. Buradaki amaç az yere çok odalar sıkıştırıp fazla kira temin etmektir. Bunun için genellikle kat içerisinde ki odalar dar ve pencereleri azdır. Ereğli’de şehir evleri karanlık dehlizler ve büyük sofalardan oluşur. Geneli ahşap olmakla beraber kısmen de olsa taş ve kireçten yapılmış sıva ile kaplanmış evler de görülür. Evlerin genelinde odalar küçük olsa da bazı evlerde havadar ve geniş odalı olarak karşımıza çıkar. Bartın’da ise şehir merkezinde haneler sıvalı, beyaz badanalı ve ikişer kat üzerine zemin katında “kolluk” denilen toprak bir holü ile ahırı ve üst katında hane sahibinin refah durumuna göre altı odalı katlarda inşa edilirdi. Her odada bir ocak bulunup dört ile beş pencereden meydana gelirdi. 8 9 10 11 Cemal,a.g.e.,s.21 Cemal,a.g.e.,s.23 Cemal,a.g.e.,s.24 Cemal,a.g.e.,s.25 273 CUMHURİYETE GİRERKEN ZONGULDAK’IN SAĞLIK VE SOSYAL DURUMU AHMET ÖĞRETEN Devrek’te çift daire sistemi olup, köylerde ise tek tarz mimari şekil hakimdir. Merkezde ve Ereğli’de kömür ocaklarının bulunması hasebiyle, işçilerin ikamet edebilmesi için işçi evleri de inşa edildiği görülmektedir. Ancak ocak sahiplerinin inşa ettikleri bu evlerin dar, karanlık, havasız, basık binalardan ibaret olduğu görülmektedir. Hükümet bu işçi sınıfı için haneler inşa etmeye başlayınca düzgünce yapılan işçi evleri karşımıza çıkmaktadır. Hükümet ayrıca işçilerin sağlık durumları hakkında da raporlar hazırlatmıştır12. Zonguldak Sancağında Mezarlıklar Zonguldak yeni bir şehir olduğu için mezarlıklarına Müslüman ve doğu memleketlerinde benzeri görülmeyen bir düzen hakimdir. Şehrin Güney Batısında su yollarına uzak mekânlar da etrafı duvarlarla çevrili güzel yapılmış bir kapıdan girilen mezarlığı bulunmaktadır. Ereğli’de kimsesizler mezarlığı kasaba dahilinde çarşı ver hükümet konağı civarında bulunmaktadır. Bu mezarlık düzensiz harap bir duvar ile çevrili ve terk edilmiştir. Meydan başı Mezarlığı kasabaya beş dakika mesafede olup, kasabanın güneydoğusundadır. Duvarları yıkılmış ve harap durumdadır. Bartın’da kasabada iki, ve kasaba dışında iki olmak üzere toplam dört kabristan bulunur. Bu kabristanların da çoğunun etrafı açıktır. Devrek’te şehrin güney ve güneydoğusunda harabe şeklinde bir kabristan vardır. Etrafı açıktır. Köylere gelince mezarlıklar işlek yol kenarlarında yada yüksek tepelere kurulmuştur13. Sonuç Cumhuriyetin ilk yıllarında Sağlık Bakanlı tarafından hazırlanan bu raporlar dahilinde Zonguldak ile alakalı bir raporun hazırlanması Zonguldak kenti açısından çok büyük bir şanstır. Bu eserde, Zonguldak Sancağı’nın sosyal durumu rapora göre incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Rapora göre bölgenin örfi yapısı, demografik yapısı ve diğer konularda saptamalar yapılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Zonguldak Sancağı’nın nüfusu yapısı hakkında ciddi bilgiler veren eserde, halkın milliyete, dinine göre nüfusu kaydedilmiş ve bunu tablo olarak, rapora kaydetmiştir. Bölgede hakim milletin Türkler olduğu ve bölgede hakim dilin Türkçe olduğu görülmüştür. Bölgede Ermeni, Rum gibi azınlıkların yaşamalarına rağmen, bu milletten insanların Türkçeden başka dil bilmedikleri saptanmıştır. Rapor bölge halkının giyim kuşamına dair bilgilerde vermiştir. Bu rapordan aldığımız bilgilere göre köylü halkı ile şehirli halk arasında giyim kuşam farkının olduğunu gördük. Bu durum hala günümüzde de devam ettiği saptandı. Bölgede meslek dalları, geçim kaynakları, halk arasında ki batıl inanışlara dair bilgilerde verilmiştir. Ayrıca bölge de hastaneler, eczaneler, hanlar, hamamlar, oteller mektepler hakkında sayısal veriler de verilmiştir. Bölgenin mimari tarzına da değinilmiş ve bölgede belli bir mimari tarzın olmadığını, şehirdeki mimari yapı ile köyde ki mimari yapı hakkında farklılık olduğu saptanmıştır. Bölge deki mezarlıkların yerleri de belirtilmiştir. 12 13 274 Cemal,a.g.e.,s.25-26 Cemal,a.g.e.,s.37 HASAN KARAKUZU - YÜCEL NAMAL BAŞBAKAN İSMET İNÖNÜ’NÜN ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI ZİYARETİ (15 AĞUSTOS 1934) HASAN KARAKUZU* YÜCEL NAMAL** Giriş Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından sonra hem içteki saldırılara engel olmak hem de batılı güçlerin Türkiye’yi işgal etmesini önlemek için çaba gösterilmiştir. Türkiye, iç ve dış tehditlerinden kurtulduktan sonra Cumhuriyet ilan edilmiştir. Bu dönemde, Türkiye Cumhuriyeti yeterli sermayeye sahip olmadığı için ekonomik yatırımları devlet yönetmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomi politikalarını 1923-29 ve 1930-39 dönemi olarak ikiye ayırabiliriz. 1923-29 dönemi; 1929 dönemi sonlarında patlayan dünya ekonomik buhranının,1 Türkiye’ye yansımasından dolayı teşvik tedbirleri ve kamu ortaklıklarının yeterince başarılı olmadığı bir dönemdir. Bu dönemde yeni bir iktisadi politika arayış dönemine sonra da iktisadi devletçilik dönemine geçilmiştir.2 1923-29 döneminde iktisadi bağımsızlık ve hızla kalkınma adıyla iki iktisadi amaç ön plana çıkmıştır. İki ilkenin gerçekleşmesi özel teşebbüsle mümkün olmadığından Türkiye’nin mevcut şartlar içinde devletçiliğe geçmesi zorunlu bir durum olarak görülmüştür.3 1930-39 döneminde iktisat politikaları bakımından korumacılık ve devletçilik iki belirleyici özelliktir. İktisat politikalarının yöneldiği amaç ve elde edilen sonuçlar bakımından bu dönemi ilk sanayileşme dönemi olarak nitelendirmek mümkündür. Bu dönemde dünya ekonomisi büyük buhranın içinde sürüklenirken Türkiye ekonomisinin dışa kapanarak ve devlet eliyle bir milli sanayileşme denemesi içine girmiş olduğu söylenebilir.4 I. Beş Yıllık Sanayi Planı, Kasım ve Aralık ayları içinde Celal Bayar’ın başkanlığında Türk uzmanlardan kurulan bir grup tarafından hazırlanmış ve 8 Ocak 1934 yılında Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmıştır. I. Beş Yıllık Sanayi Planı’nda 20 yeni fabrikanın kurulması amaçlanmış ve bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti’nin uyguladığı devletçilik politikası sonucunda ülkeye birçok yeni tesis kazandırılmıştır.5 Bu tesislerden bazıları şunlardır; Kayseri, Ereğli, Nazilli, Malatya ve Bursa’da tekstil fabrikaları, İzmir’de kâğıt ve selüloz, Gemlik’te suni ipek, Paşabahçe’de cam ve şişe, Kütahya’da porselen, Keçiborlu’da sülfür, Sivas’ta çimento fabrikaları açılmıştır. Ayrıca ağır sanayide Zonguldak’ta antrasit ve Karabük’te demir ve çelik fabrikaları kurulmuştur.6 * Okutman, Bülent Ecevit Üniversitesi ZMYO Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Okutmanı, [email protected] ** Yrd. Doç. Dr., Bülent Ecevit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, yucelnamal@hotmail. com Ekonomik Buhran; XIX. yüzyılda liberal kapitalizmin gelişmesiyle beraber zaman zaman meydan alan bazen de dar bir sahada kalıp bazen bütün ülkeyi hatta bütün dünyayı saran bir denge bozuluşu iktisadi buhran olarak kabul edilir. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt: III, Remzi Kitabevi, 26. Basım, İstanbul 2011, s. 346. 2 İsmail Korum, “1923-1929 Döneminde Türkiye’de İmalat Sanayii ve Sanayi Politikaları” Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 513, Ankara 1982, s.70. 3 Nadir Eroğlu, “Atatürk Dönemi İktisat Politikaları(1923-1938)”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi, Cilt: XXIII, Sayı: 2, Yıl: 2007, s. 70. 4 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2009, İmge Kitabevi, Ankara 2012, s. 59. 5 Tevfik Çavdar, Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900-1960, İmge Kitabevi, Ankara 2003, s. 260. 6 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev; Boğaç Babür Turna, Arkadaş Yayınevi, Ankara 2011, s. 385 275 BAŞBAKAN İSMET İNÖNÜ’NÜN ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI ZİYARETİ (15 AĞUSTOS 1934) İsmet İnönü’nün Zonguldak Ziyareti ve İncelemeleri Başbakan İsmet İnönü’nün Zonguldak İş Bankası Kömür ocaklarında yapılacak Suni Antrasit Fabrikasının temel atma töreni için Zonguldak’a geleceği 5 Ağustos 1934 tarihli Zonguldak gazetesinde duyurulmuştur7. 15 Ağustos 1934 tarihli Hakimiyeti Milliye gazetesinde de İsmet İnönü’nün Zonguldak’a geldiğinde Suni Antrasit Fabrikasının temel atma ve İş Bankası’nın Kilimli Şirketine ait lavvuarın açılış törenine katılacağı belirtilmiştir. Gazetede ayrıca Havza’da temeli atılacak olan suni antrasit fabrikasının senede 500 ton tayyare bezini, 3000 ton yol katranı, 61.000 ton suni antrasit üreteceği ve bu sayede Havza’daki kömür üretim ve ihracatının 120.000 ton artacağının öngörüldüğü ilave edilmiştir. 8 İnönü Hükümeti, Zonguldak’ta Antrasit Fabrikası’nın temelini atmadan önce 1933 yılında Avrupa’daki kok tesislerini incelemek için gidecek heyete 15.000 liralık9 ve 1934 yılında Zonguldak milletvekili Ragıb, Bekir Vehbi ve Maden işleri Genel Müdürü Esat Bey’den oluşan heyete 4000 liralık döviz vermiştir.10 Heyet Fransa, İngiltere, Belçika ve Almanya’daki tesisleri inceledikten sonra Türkiye’ye dönmüştür. Ardından Zonguldak’ta yapılması planlanan Antrasit Fabrikası ile ilgili çalışmalara devam edilmiştir.11 15 Ağustos 1934 tarihli Zonguldak gazetesinde ise Zonguldak’ta temeli atılacak olan Antrasit Fabrikası ile İstanbul, İzmit, Gelibolu, Bursa, Çanakkale, Çankırı ve Ankara illerinin suni antrasit ihtiyacını temin etmek ve senelik 54.000 ton suni antrasit, 500 ton uçak benzini ve 3000 ton katran üretiminin öngörüldüğü belirtilmektedir.12 Başbakan İsmet İnönü13 ve beraberinde İktisat Bakanı Celal Bayar’ın da olduğu heyet 15 Ağustos 1934’te Gülcemal vapuruyla sabah saat 09.00’da Zonguldak’a gelmiştir. İnönü ve beraberindeki heyeti Zonguldak Valisi, Cumhuriyet Halk Partisi Zonguldak İl Başkanı, Zonguldak milletvekilleri, belediye, il ve parti erkânının yanı sıra büyük bir halk kitlesi ve deniz sporcuları karşılamıştır. İnönü, Zonguldak’a ayak bastıktan sonra kendisi için kabul töreni yapılmış ve daha sonra yeni parti binası ile halkevi binasını gezmiştir. Ardından belediye ve oradan otomobille Türk-İş maden bölgesine giderek işletmenin genel faaliyetleri hakkında bilgi aldıktan sonra Suni Antrasit Fabrikasının temelinin atılacağı Üzülmez bölgesine giderek fabrikanın temelini atmıştır. İnönü, Suni Antrasit Fabrikasının temel atma töreninde şu konuşmayı yapmıştır: “İş Bankası ile Sümer Bankası’nın müşterek teşebbüsü olarak tesis edilen Suni antrasit fabrikasının temelini atmış bulunuyoruz. Bununla hakiki kömür sanayine girmiş olacağız. Sanayide evlerde kullanılmağa elverişli kömür tedarik etmek bu fabrikanın mahsulü olacak ve fabrika aynı zamanda kimyevi mahsuller vermeğe başlayacaktır.14 Elde bulunan sanayi programı demir mevzuunu ele aldığı gibi faal bir surette kömür mevzuunu ele almıştır. Ve bir iki sene zarfında demir ve kömürde, sanayi nokta-i nazarından, vücuda getireceğimiz eserler memlekette sanayi hayatının belkemiği vücuda getirmiş olacaktır. Kömür meselesini bütün memleket için büyük bir dava telakki ediyoruz. Memlekette kömür sarfiyatının 7 Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 399, 5 Ağustos 1934, Pazar, s. 1. 8 Hakimiyeti Milliye, Yıl: 15, No: 4691, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 2. 9 BCA, Fon Kodu: 30.18.1.2, Yer No: 41.92.8, Tarih: 31/12/1933. 10 BCA, Fon Kodu: 30.18.1.2, Yer No: 43.14.5, Tarih: 13/3/1934. 11 Zonguldak, Yıl: 10, Sayı: 391, 23 Nisan 1934, Pazartesi, s. 1. 12 Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 400, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 3. 13 Filyos-Ereğli demiryolunun ve Ereğli limanının yapılmasına karar verilmesi sebebiyle Zonguldak Belediyesi tarafından Başbakan İsmet İnönü’ye Zonguldak fahri hemşerilik mazbatası gönderilmiştir. Zonguldak, Yıl: 10, Sayı: 373, 14 Ağustos 1933, Pazartesi, s. 1. 14 Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 400, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 6. 276 HASAN KARAKUZU - YÜCEL NAMAL artması, memleketin medeniyette yükselmesi için elle tutulur en kıymetli bir delildir. Kömür havzasının meseleleri çoktur. Bu meselelere cesaretle ve kuvvetle girmek memleketin inkişafı için geri bırakılması caiz olmayan bir lüzumdur. Biz bu kararı kati bir azim ile vermiş bulunuyoruz. Şimdiye kadar aldığımız neticeler cesaret verici ve teşvik edici mahiyettedir. Cumhuriyet kömür havzasının istihsalatın geçirilen miktar olarak 600.000 ton ile ele almıştık. Aldığımız malumata göre bu sene 2.000.000’u geçen bir ton miktarını yerden çıkarmış olacağız ve bunun tamamı bir buçuk milyona yakınını geçirilen kısma nakletmiş bulunacağız. Fabrikanın müessisleri bugün temelini attığımız müessesenin ancak bir başlangıç olduğunu bildiriyorlar. Daha bunun temelini atarken müteakiben vücuda getirecekleri eserler için kendilerinden söz ve zaman almağa çalıştım. Hepimiz aynı sevinç ve heyecan ve bir de geçmiş zamanları süratle kapamak için hayırlı bir sabırsızlık içindeyiz. Bugün Türk milleti durmadan yüce hedeflere doğru ilerliyor. Büyük Türk milletinin her sene alacağı mesafeler kolayca tahmin edilmeyecek kadar geniş olacaktır. Büyük Türk milleti yüksek kabiliyetini insanlığın ve medeniyetin hayrına ve hizmetine olarak en geniş mikyasta sarf etmek gayretindedir.”15 İnönü yapmış olduğu konuşmada; Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşmesi için sanayileşmenin çok önemli olduğunu belirterek kömür konusunun ciddi şekilde ele alındığını ifade etmiştir. Ayrıca Antrasit Fabrikasının açılmasıyla sanayide ve evlerde kullanılacak kömürün üretilmesi ile gerçek kömür sanayiine girileceğini dile getirmiştir. Temel atma töreninden sonra İnönü ile yanındaki heyet Türk-İş Müdürlük konağında verilen 80 kişilik ziyafete katıldıktan sonra Kilimli’ye gitmiştir. Kilimli’de lavvuar tesislerini açtıktan sonra Zonguldak’a dönmüş ve halkın tezahüratı arasında Gülcemal vapuruna binerek Zonguldak’tan ayrılmıştır.16 İsmet İnönü tarafından 1934 yılında temeli atılan Suni Antrasit Fabrikasının açılışını yapmak için İktisat Bakanı Celal Bayar ile 1935 yılında Zonguldak’a gelmiş17 ve tesisin açılış törenine katılmıştır.18 Zonguldak Antrasit Fabrikası,19 açılışı yapıldıktan sonra üretim faaliyetlerine başlamıştır.20 Fabrika teknik bir arızadan dolayı 1954 yılında faaliyetlerini tatil etmek zorunda kalmış21 ve onarım çalışmalarından sonra tesis kaldığı yerden üretime devam etmiştir.22 Fabrikada 1964 yılında büyük bir yangın çıkmasından dolayı üretime ara verilmiş23 ve 1976 yılında fabrika tamamen kapatılmıştır.24 Antrasit fabrikası yıkılırken bacası25 Türkiye’nin ilk sanayi ba15 Akşam, Yıl: 16, No: 5694, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s. 2, Ayın Tarihi, s. 32-34. 16 Hakimiyeti Milliye, Yıl: 15, No: 4692, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s. 1-2, Vakit, Yıl: 17, Sayı: 5965, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s. 1-10, Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 400, 15 Ağustos 1934, Perşembe, s. 6, Ayın Tarihi, Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü Yayınları No: 9, Ankara 1934, s. 32. 17 Akşam, Yıl: 16, No: 5694, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 2. 18 Zonguldak, Yıl: 12, Sayı: 468-36, 14 İlkkânun 1936, Cumartesi, s. 1. 19 Antrasit Fabrikası; Hazırlama, fırınlar ve damıtma üniteleri olmak üzere 3 bölümden oluşmaktadır. Fabrikada yan yana dizilmiş 20 adet kok fırını bulunmaktadır. Fırınların her biri 10 ton kömür almaktadır. Fırınlarda 19 saat 30 dakika sonra kok kömürü meydan gelmektedir. Ekrem Murat Zaman, Zonguldak: İnsan-Mekân-Zaman, TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yayınları, Zonguldak 2012, s. 244. 20 Cumhuriyet, Yıl: 68, Sayı: 24135, 31 Ekim 1991, Perşembe, s. 15. 21 Cumhuriyet, Yıl: 30, Sayı: 10817, 11 Eylül 1954, Cumartesi, s. 3. 22 Zonguldak, Yıl: 31, Sayı: 1324-31, 21 Nisan 1954, Çarşamba, s. 1. 23 Milliyet, Yıl: 14, Sayı: 4827, 14 Şubat 1964, Cuma, s. 1. 24 Anavatan, Yıl: 3, Sayı: 877, 28 Mayıs 1976, Cuma, s. 1. 25 Zonguldak ili, Merkez ilçe, Baştarla Mahallesi, 132 ada, 34 parselde yer alan taşınmaz ve üzerinde Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 01.10.1990 gün ve 1382 sayılı kararıyla kok fabrikası tescil edilmiştir. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kararı, Karar Tarihi: 09/07/2010, No: 1915. 277 BAŞBAKAN İSMET İNÖNÜ’NÜN ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI ZİYARETİ (15 AĞUSTOS 1934) cası olması nedeniyle Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından koruma altına alınmıştır.26 Ziyaretin Ulusal ve Yerel Basındaki Yankıları Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü’nün 1934 yılında Zonguldak’a gelmesi ulusal basında başta Akşam, Cumhuriyet, Hakimiyeti Milliye, Vakit ve yerel basında Zonguldak gazetesinde geniş yer bulmuştur. Gazetelerde İnönü’nün, I. Beş Yıllık Sanayi Planı kapsamında başlatılan ekonomik kalkınma ve sanayi hamlesi doğrultusunda Zonguldak’a geleceği ve burada Türk Antrasit Fabrikasının temelini atacağı ve Kilimli Lavvuar tesislerini açacağı şeklinde haberler yayınlanmıştır. Bu haberlerde İnönü’nün Zonguldak’ı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir enerji şehri olarak gördüğü belirtilmiştir. Gazeteler, Başbakan İsmet İnönü’nün Zonguldak ziyaretini aşağıdaki başlıklarla okuyucularına duyurmuştur: “Yeni Fabrikalarımızın Temel Atımları,27 Başvekil İsmet Paşa Bu Akşam Gülcemal Vapuruile Zonguldağa Hareket Ediyor,28 Hoş geldiniz, Ünler Getirdiniz Büyük Başvekilimiz, Ünlü Günlerin Unutulmaz Angıları,29 Zonguldak Dün Bir Bayram Yaşadı,30 Başvekil Hz. Zonguldak’ta Büyük Merasimle Karşılandı,31 Başvekil Hz. Dün De Zonguldakta Yarıkok Fabrikasının Temelini Attı,32 Zonguldak Sun’i Antrasit Fabrikasının Temeli Atıldı,33 Sanayi Programımız Cumhuriyet Hükümetinin Çelik Azmiyle Muvaffakiyetten Muvaffakiyete Koşuyor,34 İnönü: Cumhuriyetin Elinde Bereket ve Hazinesinde Kudret Vardır.”35 Köşe yazarları, Başbakan İsmet İnönü’nün Zonguldak ziyaretini aşağıdaki şekilde okuyucularına anlatmaya çalışmıştır. Mehmet Asım, Vakit gazetesinin 13 Ağustos 1934 tarihli nüshasında “Türkiye Sanayileşmeğe Mecburdur” başlıklı yazısında; Sanayi ve sanayi politikamızla ilgili değerlendirmelerden bulunarak görüşlerini dile getirmiştir. Bugün yeni Türkiye’nin iktisadi ve milli hayatında unutulmayacak bir gün olduğu ifade ederek Bakırköy’de bez fabrikası, İzmit’te kâğıt, Paşabahçe’de şişe, Zonguldak’ta sömikok fabrikalarının temel atma töreni ve Kilimli’de Lavvuarın işletilmesine başlanacağını ifade etmiştir. Yazar, yazısının ilerleyen bölümünde; İsmet İnönü Hükümeti’nin çizdiği iktisadi planın uygulanması konusunda önemli adımlar atıldığı ve bu şekilde ülkenin sanayileşme hedefine biraz daha yaklaştığını vurgulamıştır. Ayrıca medeni bir ülke olarak yaşamak isteyen Türk milletinin kendi yetiştirdiği maddelere ait sanayii tesisi kurmak mecburiyetinde olduğunu belirtmiştir. Mehmet Asım yazısının son bölümünde; Bugün rahat yaşamak için kendini gösteren bu zorunluluğun “Yarın milletçe ölüm tehlikesinden kurtulmak için zaruret, bir ölüm ve dirim meselesi halini alacaktır.” diyerek sanayileşmenin önemine vurgu yapmıştır.36 26 Cumhuriyet, Yıl: 68, Sayı: 24135, 31 Ekim 1991, Perşembe, s. 15. 27 Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 399, 5 Ağustos 1934, Pazar, s. 1. 28 Akşam, Yıl: 16, No: 5692, 14 Ağustos 1934, Salı, s. 1. 29 Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 400, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 1-2. 30 Akşam, Yıl: 16, No: 5694, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s.1 31 Cumhuriyet, Yıl: 11, No: 3692, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s. 1. 32 Hakimiyeti Milliye, Yıl: 15, No:4692, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s. 1 33 Vakit, Yıl: 17, Sayı: 5965, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s. 1. 34 Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 401, 26 Ağustos 1934, Pazar, s. 1. 35 Zonguldak, Yıl: 12, Sayı: 467-35, 9 İlkkânun 1935, Pazartesi, s. 1. 36 Vakit, Yıl: 17, Sayı: 5962, 13 Ağustos 1934, Pazartesi, s. 1-4. 278 HASAN KARAKUZU - YÜCEL NAMAL Zonguldak gazetesinin 15 Eylül 1934 tarihli nüshasında çıkan “Kömür Sanayimiz” başlıklı yazıda Türk Antrasit Fabrikasının ülke ekonomisine çok büyük faydalar sağlayacağına değinilerek fabrikanın işçi ve ailelerine ekmek kapısı olacağı ifade edilmiştir. Ağustosun son haftaları içinde Başbakan İsmet İnönü ve Ekonomi Bakanı Celal Bayar tarafından temeli atılan Türk Antrasit Fabrikası ülkede kömür sanayiciliğine doğru atılan çok önemli ve hayırlı bir adım olduğu vurgulanmıştır. Yazının devamında; Başbakan İsmet İnönü’nün şimdiye kadar havzadaki büyük sermayeli yabancı şirketlerin neden böyle bir fabrika kurmadığı sorusuna Celal Bayar: “Ülkenin kok üretiminin çok cüzi oluşu böyle bir masrafı yaptırmadığını, bugün üretimin miktarının 700.000 tona yükselmesi ve bu miktarın gün geçtikçe artacağı düşüncesi nedeniyle bu teşebbüsün meydana getirildi.” diyerek cevap verdiği belirtilmiştir. Yazısının son bölümünde; Türk-İş Şirketinin maden faaliyet alanında kurulan Türk antrasit ve sermayesinin 1.500.000 lira olduğu ve fabrikada 500 işçinin çalışacağı, fabrikada 54.000 ton antrasit kömürden başka 3000 ton katran, 500 tonluk uçak benzini çıkaracağına dikkat çekilmiştir. Fabrikanın ülkeye sağlayacağı faydalardan biri de şimdiye kadar kok tüketiminden dolayı dışarıya giden dövizin, bu fabrikanın üreteceği kok sayesinde ülkede kalacağı gibi bir yandan da Zonguldak kömür ihracatını 120.000 ton kadar arttıracağı vurgulanmıştır.37 Tahir Karauğuz, Zonguldak gazetesinin 15 Ağustos 1934 tarihli nüshasında yayınladığı “Ne Mutlu Bize” başlıklı yazısında; Cumhuriyet Hükümetlerinin Zonguldak’a gereken değeri verdiğini ve Zonguldak’ta kömür üretiminin giderek arttığını ifade etmiştir. Yazar, Cumhuriyetin ikinci on yıllık dönemine sanayileşme hareketi ile başladığını ve yeni devrin iktisat cephesinde yeni hamlelerle yeni ve daha büyük zaferler kazanılacak bir devir olduğunu belirtmiştir. Başbakan İsmet İnönü’nün ikinci defa olarak havzaya şeref verdiğini, yeni devrin ilk büyük fen ve sanat abidelerinden biri olan sömikok fabrikasının temelini atmakla maden havzasının yeni devirde takip edeceği hedefe varacak yolu gösterdiğini belirtmiştir. Yazının devamında; Havzaya Cumhuriyet döneminde gereken önem ve değerin verildiğini Karauğuz şu cümleler ile ifade etmiştir: “Havza, eski devrin koyu karanlığında ne kadar silikti? Bugün ise varlık coşkunlukları içinde, ne göz kamaştırıcı bir manzara vardır! Artık inkılabın bütün ileri hamlelerinin tecellilerinin, maden havzamızda görmek mümkündür.”38 Yazının ilerleyen bölümünde Karauğuz; Havza’da Cumhuriyet devrinden önce kömür miktarının 300-400 tondan ibaret olduğunu ve milli devletin kurulmasından sonra hükümet bütün hayat ve servet kaynaklarına olduğu gibi maden havzasını da koruyucu kollarını uzattığını, maden havzasının varlığına yepyeni ve çok feyizli bir hayat kattığını dile getirmiştir. Yazar bu sözlerini desteklemek için “Büyük sermayeli milli şirketler kuruldu, maden işleticiliğine fen ve san’at hakim oldu. Amelenin sıhhat ve hayatı için her türlü bakım yolları bulundu. Amele kanunu, hükümetin ameleye karşı gösterdiği bu geniş insani duygunun yüksek bir eseridir.” diyerek Cumhuriyet Hükümetlerinin Havzaya ve burada çalışan maden amelesine gereken hassasiyeti gösterdiğini belirtmiştir. Amele kanunu ile maden amelesinin artık bütün haklara sahip olduğunu söyleyerek maden üretiminin 800.000 tondan başlayarak 1.500.000’a kadar yükseldiğini ifade etmiştir. Yazar yazısının son bölümünde; Önceden Ereğli ve Zonguldak’ın adının bile duyulmadığı, ancak şu an maden havzasının servet çağlayanlarının belirtilerinin bütün Türk illerinde görüldüğünü vurgulamıştır. Bu durumun göstergesi olarak Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, milletvekilleri, hükümet yetkilileri, maden ve sanayi ile ilgili gruplar, fen ve ihtisas uzmanlarının havzaya gelerek madenlere gereken değeri verdiğine dikkat çekmiştir. Karauğuz, yazısını şu ifadeler ile bitirmiştir: “Artık yürüyoruz. Bu yürüyüşe son yoktur. Ne mutlu bize!”39 37 Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 403, 15 Eylül 1934, Cumartesi, s. 1-3. 38 Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 400, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 1. 39 Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 400, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 6. 279 BAŞBAKAN İSMET İNÖNÜ’NÜN ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI ZİYARETİ (15 AĞUSTOS 1934) SONUÇ Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1934 yılında açıklanan I. Beş Yıllık Sanayi Planı kapsamında ülkeyi sanayileştirme ve modernleştirme amacıyla milli sanayi tesisleri kurmuştur. Bu tesislerden biri de Zonguldak’ta kurulması planlanan Antrasit Fabrikası ile Kilimli Lavvuar tesisleridir. Başbakan İsmet İnönü tesislerin temelinin atılması ve açılmasına içinde bakanların da olduğu büyük bir heyetle Zonguldak’a gelmiştir. Bu durum ve İnönü’nün Havzaya 4 defa gelmesi de düşünüldüğünde Zonguldak’a bir enerji şehri olarak ayrı bir önem verildiği net bir şekilde görülmektedir. Başbakan İsmet İnönü’nün Zonguldak Kömür Havzasına yaptığı ziyaret ulusal basında Akşam, Cumhuriyet, Hakimiyeti Milliye, Vakit gibi gazetelerde; yerel basında ise Zonguldak gazetesinde geniş bir biçimde yer bulmuştur. Bu durum, ziyaretin Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayileşmesi adına çok önemli bir adım olduğunu ve yeni Türkiye’nin kömür ve enerji başkentinin Zonguldak olduğunu göstermektedir. 280 HASAN KARAKUZU - YÜCEL NAMAL KAYNAKÇA ARŞİVLER BAŞBAKANLIK CUMHURİYET ARŞİVİ BCA, Fon Kodu: 30.18.1.2, Yer No:41.92.8, Tarih:31/12/1933. BCA, Fon Kodu: 30.18.1.2, Yer No:43.14.5, Tarih:13/3/1934. RESMİ YAYINLAR Ayın Tarihi, Dâhiliye Vekâleti Matbuat Umum Müdürlüğü Yayınları No:9, Ankara 1934. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kararı, Karar Tarihi: 09/07/2010, No: 1915. GAZETE VE DERGİLER Akşam, Yıl: 16, No: 5692, 14 Ağustos 1934, Salı, s. 1. Akşam, Yıl: 16, No: 5693, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 2. Akşam, Yıl: 16, No: 5694, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s. 1-2. Anavatan, Yıl: 3, Sayı: 877, 28 Mayıs 1976, Cuma, s. 1. Cumhuriyet, Yıl: 11, No: 3692, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s. 1. Cumhuriyet, Yıl: 30, Sayı: 10817, 11 Eylül 1954, Cumartesi, s. 3. Cumhuriyet, Yıl: 68, Sayı: 24135, 31 Ekim 1991, Perşembe, s. 15. Cumhuriyet, Yıl: 68, Sayı: 24135, 31 Ekim 1991, Perşembe, s. 15. Hakimiyeti Milliye, Yıl: 15, No: 4691, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 2. Hakimiyeti Milliye, Yıl: 15, No: 4692, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s. 1-2. Milliyet, Yıl: 14, Sayı: 4827, 14 Şubat 1964, Cuma, s. 1. Vakit, Yıl: 17, Sayı: 5962, 13 Ağustos 1934, Pazartesi, s. 1-4. Vakit, Yıl: 17, Sayı: 5965, 16 Ağustos 1934, Perşembe, s. 1-10, Zonguldak, Yıl: 10, Sayı: 373, 14 Ağustos 1933, Pazartesi, s. 1. Zonguldak, Yıl: 10, Sayı: 391, 23 Nisan 1934, Pazartesi, s.1. Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 399, 5 Ağustos 1934, Pazar, s. 1. Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 400, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 1. Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 400, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 1-6. Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 400, 15 Ağustos 1934, Çarşamba, s. 2. 281 BAŞBAKAN İSMET İNÖNÜ’NÜN ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI ZİYARETİ (15 AĞUSTOS 1934) Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 400, 15 Ağustos 1934, Perşembe, s. 6, Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 401, 26 Ağustos 1934, Pazar, s. 1. Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 403, 15 Eylül 1934, Cumartesi, s. 1-3. Zonguldak, Yıl: 12, Sayı: 467-35, 9 İlkkânun 1935, Pazartesi, s. 1. Zonguldak, Yıl: 12, Sayı: 468-36, 14 İlkkânun 1936, Cumartesi, s. 1. Zonguldak, Yıl: 31, Sayı: 1324-31, 21 Nisan 1954, Çarşamba, s. 1. KİTAP VE MAKALELER AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, Cilt III, Remzi Kitabevi, 26. Basım, İstanbul 2011. BORATAV, Korkut, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2009, İmge Kitabevi, Ankara 2012. ÇAVDAR, Tevfik, Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900-1960, İmge Kitabevi, Ankara 2003. EROĞLU, Nadir, “Atatürk Dönemi İktisat Politikaları(1923-1938)”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi, Cilt XXIII, Sayı:2, Yıl:2007, ss.63-73. KORUM, İsmail, “1923-1929 Döneminde Türkiye’de İmalat Sanayii ve Sanayi Politikaları”, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 513, Ankara 1982. LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev; Boğaç Babür Turna, Arkadaş Yayınevi, Ankara 2011. ZAMAN, Ekrem Murat, Zonguldak: İnsan-Mekân-Zaman, TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yayınları, Zonguldak 2012. 282 HASAN KARAKUZU - YÜCEL NAMAL EKLER Ek-1: Başbakan İnönü ve Celal Bayar Zonguldak Üzülmez’de (15 Ağustos 1934) Ek-2: Başbakan İnönü’nün temelini attığı Zonguldak Suni Antrasit Fabrikası Ek 3: Başbakan İnönü’nün Zonguldak ziyaretini anlatan gazete nüshası (Zonguldak, Yıl: 11, Sayı: 403, 15 Eylül 1934) 283 BAŞBAKAN İSMET İNÖNÜ’NÜN ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI ZİYARETİ (15 AĞUSTOS 1934) Ek-3: Antrasit Fabrikasının Bacasını Koruma Kararı. 284 TUNA ARATOĞLU BELGELERLE OSMANLI DÖNEMİNDE ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASINDAKİ EREĞLİ OSMANLI ŞİRKETİNE İLİŞKİN MÜLKİYET KADASTROSU HAKAN AKÇIN*1 TUNA ARATOĞLU**2 1-ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASINDA FIRANSIZ ŞİRKETİNİN KURULUŞU Şura-yı Devlet ve Meclis-i Mahsus Vükela’da alınan 7 Aralık 1893 tarihli bir karar ile Zonguldak’ta bir liman inşa edilmesi ve işletilmesi planlanmıştır3 Bunun için işletilmesi 42 yıllığına kararlaştırılan şartlar çerçevesinde Mimar Yanko Bey’e bu irade ile ruhsat verilmişti4. Yanko Bey’le yapılan mukavelenamenin birinci maddesine göre Yanko Bey sahip olduğu imtiyazı gerek şahsen gerekse Osmanlı Devleti’nin kanun ve nizamlarına uygun bir kumpanya teşkiliyle kullanabilecektir5. Yanko Bey sahip olduğu bu imtiyazı yerine getirmek amacıyla Ereğli Şirketi adıyla bir Osmanlı anonim şirketi kurulmasını istemiş ve böylece Yanko Yoanides, Leonidis Zarifi ve Osmanlı Bankası müdür muavini Gaston Auboyneau ile birlikte şirketin kurulması için bir nizamname ile teklifte bulunmuş ve bu nizamname Bahriye Nezareti tarafından 10 Eylül 1896 (2 R 1314) tarihinde Ticaret ve Nafıa Nezareti’ne gönderilerek tastiklenmiştir. Buna göre Yanko Bey tüm yetkilerini bu şirkete devretmiş ve bir kumpanya diğer bir ifade ile Anonim Şirket kurulmuştur6. Ancak bu dönemde havzada 1890’lara kadar Osmanlı tebaasında olmayanların maden üretimine ilişkin olarak hem ruhsat alması hem de çalıştırması yasaklanmıştı. Bu tarihten sonra Fransızlar, Arnavutluğun Bar kazasından olan bir Osmanlı vatandaşı Ahmet Ali Barlı ile birlikte havzada Ereğli Osmanlı Şirketini kurarak, bu yasağı dönemin koşulları gereği aşmış, 1940 yıllında havzanın devletleştirilmesine kadar faaliyetlerini havzadaki en büyük şirket olarak sürdürmüştür. 1858 Arazi Nizamnamesi’nin 107. maddesi gereği madenler ruhsat altına alınmış, Madenler Abdülmecit Vakfı üzerinden ruhsatlandırılarak vakıf arazisi şeklinde değerlendirilmiştir4. Ereğli Osmanlı Şirketi de sahip olduğu imtiyazlar çerçevesinde üretim yaptığı madenleri ve gayrimenkulleri Abdülmecit Vakfı üzerinden ruhsatlandırmıştır. 2. HAVZADA MÜLKİYET KADASTROSUNUN UYGULANMASINA VE ENVANTER HARİTASININ YAPILMASINA NEDEN OLAN SORUNLAR Havzada kömür çıkarımı, liman inşaatı yapma, işletme, demir yolu hattı inşaa etme ve işletme haklarına sahip olarak 1896’da kurulan şirket, 1908 yılı başı itibariyle 3000 hissesi Fransızların elinde bulunan, havzada pekte yasal olmayan işler yapan, kömür üretim ocak sayısını artıran ve üstelik liman inşaasını henüz tamamlayamayan bir konumdadır7. Bu nedenle Osmanlı Devleti; Ereğli madenlerinin Fransa’nın bir müstemlekesi haline gelebileceği ve havzada bu yayılmacı politika ile madenlerin yabancıların eline geçebileceği korkusuyla, özellikle içinde bulunduğu bu savaş döneminde donanmanın ihtiyacı olan kömürü karşılayabilmek, bu startejik enerji ham maddesinin diğer yabancılara, özellikle düşman ülkelere, bu Fransız şirketi eliyle ulaşmasını önlemek maksadıyla şirketin elinden kömür ocaklarını ve limanı almayı kararlaştırır. * Yrd. Doç.,BEU Mühendislik Fakültesi, Geomatik Müh. Böl. Öğr. Üyesi, [email protected] ** Harita Mühendisi, TTK Harita ve Tasman Şb.Müd. (Emekli), [email protected] 3 Hamdi Genç, Ereğli Kömür Madenleri (1840-1920), 4 Murat Kara, Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Ereğli Kömür Havzası (1829-1920), 5 İsa Tak, Osmanlı Döneminde Ereğli Kömür Madenleri, 6 Osman Keskin, “Osmanlı Devleti’nde Maden Hukukunun Tekâmülü (1861-1906)”. 7 Hamdi Genç, Ereğli Kömür Madenleri (1840-1920) 285 BELGELERLE OSMANLI DÖNEMİNDE ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASINDAKİ EREĞLİ OSMANLI ŞİRKETİNE İLİŞKİN MÜLKİYET KADASTROSU HAKAN AKÇIN877 Bu duruma Fransız sefareti itirazlarda bulunur ve Osmanlı Devletine bir muhtıra verilir. Bu muhtırada hukuki imtiyazın devredilemeyeceği belirtilir. Osmanlı devleti bu muhtıraya cevap vermek ve madenler ile limanın alımına ilişkin kaynağın sağlanmasına yönelik olarak Meclis-i Mahsus’u toplar. Bu konuda müzakereler yapılarak, büyük miktarlardaki satın alma bedelini karşılamak için devlet tahlili çıkarması, havzada madenlerin sınırlarını belirleyen haritaların çizilmesi ve havzanın bir komisyon tarafından incelenerek yeni düzenlemelerin yapılması kararlaştırılır86. Buna göre şirketin gelecekte karşılaşacağı zarar ve ziyanı önlemek amacıyla limanın satın alınmasından önce madenlerin işletilmesi için şirketin bulunduğu “hal ve mevkiinin tanzimi ve tayini” istenmekte, dolayısıyla mülkiyet kadastrosuna giden bir yolun açılması planlanmaktadır. Bununla birlikte şirketin Osmanlı tabiyesinde bir ortağı olduğu ve Osmanlı Kanunlarına tabii olduğu, şirketle yapılan liman inşaatı ile madenlerin işletilmesine ilişkin mukavelenin Osmanlı kanunları çerçevesinde gerçekleştiği gerekçesiyle, Fransız sefirinin yapmış olduğu itirazların kanunsuz olduğu Osmanlı devleti tarafından sefarete bildirilmiştir. Fransız sefiri bir tebligatla bölgeye asker çıkarma tehdidinde bulunmuş, bu durum sorunu çözmekle görevli Kamil Paşa tarafından kesin bir uyarı olarak algılandığı Paris sefaretine bildirilmişti. Sonuçta Fransa Parlamentosu Osmanlı Devletinin İngilizlere karşı almış olduğu Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünün korunması kararı çerçevesinde durum yumuşamış ve sonuçta 24 Mayıs 1908’de Zonguldak limanı ve havzadaki madenlere ilişkin olarak Fransız sefaretinin 4 Mayıs 1908 tarihindeki taleplerini kabul etmiş, bu durumu Fransız sefaretine bildirmiştir. Kabul edilen talepler şunlardır 9: 1- Mukavelename gereği tünelin inşaatı sırasında tesadüf olunan veya gelecekte tesadüf olunacak olan kömür damarlarıyla ilgili senet şirkete teslim edilecektir. 2- Ereğli şirketinin havzadaki ocakları Osmanlı Bankası direktörlerinden Kartali ve Pançiri adına işletiyordu. Ereğli Şirketi ile bu şahıslar arasında Mukavelet Muharrirliğinden yapılan vekâletname sonucunda, şirket idaresine geçen maden ocakları, şirketin eskisi gibi işletmeye devam hakkı devlet tarafından tanınacaktır10. 3- Zonguldak limanın resmikabul işlemleri yapılarak, limana ait olan rüsum ve “tekâlifi saire” mevkiye tatbik edilecektir. 4- Mukavelename gereği şirkete ödenmesi gereken tazminat ödenmesi devlet tarafından kabul edilecektir. Yukarıda belirtilen taleplerden birincisinin karşılanması için havzada madenlerin yerinde incelenmesi, maden envanteri gösteren haritaların yapılması gerekmekteydi. Bunun üzerine Fransız şirketi tarafından ve havzaya gönderilen Bahriye nezaretinden mühendislerle birlikte, öncelikle bütün Zonguldak Havzasını kaplayan alanda büyük bir nirengi ağı (şebekesi) oluşturulmuş. Bu şebekenin açı ve kenar ölçüleri yapılarak koordinatları hesaplanmıştır. Elde edilen sonuçları gösteren kanava çizimi Şekil 1’de sunulmuştur. Bu kanavada gösterilen nirengi ağı yeraltına da taşınarak yer altı maden haritaları üretilir. Ayrıca havzanın 1:10000 gibi büyük bir ölçeğe sahip topoğrafik haritası çizilerek hem liman ve demir yolları ile havai hat tesisleri hem de ocak yerlerine ilişkin envanter kaydı bu haritayla kayıt altına alınmıştır. Oluşturulan harita Şekil 2’de gösterilmiştir. Ticaret ve Nafia Nezaretince, 1908 yılında Meclis-i Vükela’ya gönderilen bir yazıda, maden işleriyle ilgi8 9 10 286 İsa Tak, Osmanlı Döneminde Ereğli Kömür Madenleri İsa Tak, Osmanlı Döneminde Ereğli Kömür Madenleri, Sina ÇILADIR, Zonguldak Havzasında Emperyalizm 1848-1940 TUNA ARATOĞLU lenen nezaretin Orman ve Maden ve Ziraat Nezareti olduğu, dolayısıyla madenlerin idaresinin bu nezarete verilmesinin üretim açısından daha iyi olacağı belirtilmiştir. Bunun üzerine Ereğli kömür madenleri 22 Haziran 1909 tarihinde Orman ve Maden ve Ziraat Nezaretine bağlanmıştır11. Hükümetin havzanın yönetimini Ticaret ve Nafia Nezareti’nden alıp Orman ve Maden ve Ziraat Nezareti Yönetimi’ne vermesi üzerine Eşref Bey’in istifasından sonra “Ereğli Madenleri Müdüriyeti”ne Hüseyin Fehmi Bey atanmıştır. 1910 yılında çıkarılan Teskere-i Samiye ile de havzada mülkiyet ve madenler konusunda yeni koşullar oluşturulmuştur12. Tespit edilen havza sınırları haritası ile bu sınırlar içerisindeki arazilerin mülkiyeti konusunda kısıtlamalar getirilmiştir. Yerin altıda üstüde devlete ait olduğu, bu hükümden önce kazanılmış kullanım hakları saklı kalmak şartıyla bu tarihten sonra yapılacak her türlü arazi kazanımı, inşaat vb. tüm faaliyetler yasaklanmış ve Havzayı yönetmek üzere Havza-i Fahmiye Müdürlüğü kurulmuştur. Osmanlı döneminde Bolu Sancağına bağlı bir yerleşim olan Zonguldak Kömür Havzası için, Bolu Sancağından Havza-i Fahmiye Müdürlüğüne gönderilen yazı ekinde gönderilen harita, uzun yıllar Zonguldak’ın imar planı olarak kullanılmıştır. Ereğli Şirketi, Meşrutiyetin ilanından sonra da havzada tekelleşmenin önünü açmak üzere Osmanlı Bankasın nüfuzunu da kullanarak Osmanlı Devleti ile 1912 yılında yeni bir anlaşma imzalamıştır.13 Bu anlaşmanın en önemli maddesi, Kanuna göre vakıf arazilerini yabancılar işletemediği için Ereğli Şirketi havzadaki ocaklarını Osmanlı Bankası direktörlerinden Kartali ve Pançiri şirket adına işletiyordu, bu durumun kaldırılarak şirketin varlığının resmen tanınmasına ilişkin olanıdır14. İşte bu tarihten itibaren şirket havzadaki gayrimenkullerin belgelenmesi ve Abdülmecit vakfı adına Bolu sancak beyliği tarafından tescillenmesine yönelik mülkiyet kadastrosu uygulamasını başlatmış ve üzerinde yeni inşaatlar yapabilecek şekilde, varlığı resmen tanınmış şirket adına kadastral parseller üreterek, Tesker-i Samiye’de belirtilen bu hükümlerden önce saklı kalmış haklarını da böylece kullanmıştır. Tesker-i Samiye ile getirilen yerin altıda üstüde devlete aittir ibaresine karşın, Şirkete madenlerini işletmek için memurlarına hane, ameleye baraka, alet ve edevatının muhafazası için mağaza gibi binalar yapmaya eskiden beri müsaade edilmekteydi. Bu nedenle, yeni anlaşma gereği de “Osmanlı sıfatına haiz olan” şirkete imalat ve kontrolünde bulunan madenlerin imalatı için maden ocakları mevkiinde tesisine mecbur oldukları binaları yapmalarına müsaade verilmekteydi. Şirket böylece büyük bir gayrimenkul envanterine sahip olmuştu 15. Şirket bu amaçla Fransız Kadastrosu yani diğer bir adıyla Napolyon kadastrosu uygulayarak gayrimenkullerini kayıt altına almaya başlamıştır. Napolyon kadastrosu, kadastral planın ve tapu kütüklerinin düzenlenmesi çalışmalarıdır. Genel sınır belirleme, nirengi, poligon ölçü ve hesap işleri, parsellerin sınırlandırılması ve ölçülmesi, mal sahipleri sicillerinin düzenlenmesi gibi çalışmalardır16. Gayrimenkullerin mülkiyet yapısını gösteren harita şekil 3’de verilmiştir. Ancak bu gayrimenkuller Osmanlı Bankası direktörlerinden Gaston Auboyneau adına kayıtlıydı. Şekil 4’de Gaston Auboyneau adına kayıtlı bir tapu senedi örneği gösterilmiştir. Gaston Auboyneau ölümü üzerine Ereğli Şirketi’nin vekili Fransa tebaasından Henri Boissee bu gayrimenkullerin şirkete intikal etmesi için dilekçe vermiştir17. Kayıtlardan ve eldeki tapu sentlerinden 1919 yılına kadar; Hamdi Genç, Ereğli Kömür Madenleri (1840-1920), Sibel Karadoğan, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Ereğli-Zonguldak Kömür İşletmeleri (1848-1957) Sina ÇILADIR, Zonguldak Havzasında Emperyalizm 1848-1940 Murat Kara, Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Ereğli Kömür Havzası (1829-1920) İsa Tak, Osmanlı Döneminde Ereğli Kömür Madenleri, Gökhan Doğru, Hüseyin Erkan, Kadastronun Değer Öğesi Üzerine; Ahmet Yaşayan vd., Kadastro Kavramı ve Türkiye Kadastrosu,; Ahmet Yaşayan vd., Kadastro Kavramı ve Türkiye Kadastrosu, 17 Hamdi Genç, Ereğli Kömür Madenleri (1840-1920) 11 12 13 14 15 16 287 BELGELERLE OSMANLI DÖNEMİNDE ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASINDAKİ EREĞLİ OSMANLI ŞİRKETİNE İLİŞKİN MÜLKİYET KADASTROSU HAKAN AKÇIN877 Sultan Abdülmecit’in vakfından 22 parçadan 127 dönüm iki evlek tarlanın tamamı, iki parçadan üç dönüm tarlanın beş hissesinden üç hissesi, bir parçadan bir dönüm tarlanın beş hissesinden iki hissesi, 4 parçadan 24 dönüm tarlanın dörtte bir hissesi, bir parçadan iki dönüm tarlanın 1/6 hissesi Aynı vakfa ait 600 ve 460 zirâ646 uzunluğunda iki menzilhane, 430 zirâ bahçe içinde hane, 2100 zirâ bahçe içinde iki parça hane, bir parça 600 zirâ bir bahçe, 420 zirâ bir parça gazino ve üç parça araziyi miri’den 12 dönüm tarla ile Sultan Abdülmecit’in vakfından 24.000 zirâ bir parça tarlanın tamamı muhtelif tarihlerde Fransa tebaasından Ereğli Şirketi İdare Meclis-i azasından Gaston Auboyneau adına kayıt edilmiştir. 1911’de Turablusgarb’ın İtalyanlar tarafından işgal edilmesi ile İtalyanların Osmanlı devletini istila süreci başlamıştı. Emperyalistlerin Osmanlı topraklarını paylaşma sürecinde İtalyanlar devre dışı bırakılmış, Anadolu topraklarında Fransızlara İtalyanlardan daha fazla pay verilmişti. İtalya, Mondros Mütakeresinden sonra Anadolu topraklarına işgal sürecinde enerji ihtiyacına karşılamak için Zonguldak Kömür Havzasına da el atmıştır. Böylece, havzada kömür üretimi yapma hedefini Fransızlara ve müttefik devletlere bildirmiştir18,. İtalyanlar; 25.04.1920 tarihli San Remo Konferansında Fransızlar ile uzun süren tartışmalardan Sonra Ağustos 1914›den önce müttefik uyruklularının mülkiyetinde olanlar dışında olmak koşulu ile Havzada Fransızların yanı başında madenlerde kömür işletilmesine yönelik hakları kazandılar. Bu durum Sevr anlaşmasıyla da onaylanmış ve Lozan Barış görüşmelerinde de devam etmiştir. İtalyanların Zonguldak Kömür Havzasına girme isteği 1920’den sonra Fransızların bölgedeki Mülkiyet kadastrosu faaliyetlerinin artmasına ve hızlandırılmasına yol açmıştır. Milli mücadele dönemiyle başlayan ve yeni Türkiye Cumhuriyetinin Kurulmasıyla devam eden süreçte Zonguldak Kömür Havzasının devletleştirilmesine kadar geçen sürece kadar Fransızların Havzadaki mülkiyet çalışmaları devam etmiştir. 1920 yılında Türkiye ve Fransa Arasında imzalanan Ankara antlaşmasından sonra Fransız şirketi sahip olduğu gayrimenkullerin kaydını ve Türkiye Cumhuriyetinin 1940’da devletleştirilmesi işlemlerini de 138 adet olan bu harita ve tapu kayıtları üzerinden yapmıştır. Şekil 5’de Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra çıkartılan bir tapu senedi örneği, Şekil 6’da ise kadastro pafta örneği verilmiştir. Bu dönemde tapular doğrudan şirket adına tescil edilmiştir. SONUÇ Zonguldak kömür havzasında 1896 yılında başlayan Fransız kömür şirketi- Ereğli Osmanlı Şirketinin faaliyetleri, Havzanın 1940 yılında devletleştirilmesine kadar devam etmiştir. Bu süre içerisinde tekelleşmeye kadar giden yayılmacı bir politika ve tanınan madencilik imtiyazları çerçevesinde bu şirketin gayrimenkul varlığı da bir hayli artmıştır. Bu bağlamda havzada modern mülkiyet kadastrosunu uygulama zorunda kalan şirket, bu anlamda bir nirengi ağına ve büyük ölçekli topoğrafik haritaya bağlı olarak mülkiyet kadastrosunu gerçekleştirmiştir. Kadastro bu anlamda; özel ve tüzel kişilerin, iyelik söz konusu olan gayrimenkulleri için, gayrimenkullerin konumu, sınırları, alanı ve değeri saptanması için devlet eli ile yapılan bir uygulamadır. Havzada bu çalışmalar Fransız şirketi ve devlet tarafından görevli komisyon aracılığıyla gerçekleştirilmiş ve senedi hakani yani tapu senedi şeklinde Bolu sancak beyliğinde Abdülmecit vakfı adına kaydedilmiştir. Bu anlamda Osmanlı döneminde 1906’dan itibaren yapılmaya başlanılan ilk modern mülkiyet kadastrosu olduğu söylenebilir. Ancak, 18 288 Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’ de Zonguldak ve Havalisi, TUNA ARATOĞLU 1912 yılında yürürlüğe konulan “Emvali gayrimenkulenin Tahdit ve Tahriri Hakkında Kanunu Muvakkat” adlı yasayla bir uyumunun incelenmesi açısından, 1949’da Zonguldak İlinde teknik ve hukuki kadastro çalışmaları başladığında bu paftaların ve tapu senetlerinin tescil edildiği bilindiğine göre, Fransızların mülkiyet kadastrosu çalışmaları ile 1912’de çıkartılan bu yasanın uyumlu olduğu söylenebilir. Bu durum, Anadolu’da ilk kez uygulanan mülkiyet kadastrosunun bu uygulama olduğunu da belgelemiştir. 289 BELGELERLE OSMANLI DÖNEMİNDE ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASINDAKİ EREĞLİ OSMANLI ŞİRKETİNE İLİŞKİN MÜLKİYET KADASTROSU HAKAN AKÇIN877 KAYNAKÇA DOĞRU, Gökhan, ERKAN Hüseyin, Kadastronun Değer Öğesi Üzerine, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası 13. Türkiye Harita Bilimsel ve Teknik Kurultayı, Ankara, 18-22 Nisan 2011 ÇILADIR, Sina, Zonguldak Havzasında Emperyalizm 1848-1940, Ankara: Aydınlık Yayınları, 1970 GENÇ, Hamdi, Ereğli Kömür Madenleri (1840-1920), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2007. KARA, Murat, Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Ereğli Kömür Havzası (1829-1920), International Journal of History, ISSN: 1309 4173 (Online) 1309 - 4688 (Print) Volume 5 Issue 1, p. 223-250, January 2013 KARADOĞAN, Sibel, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Ereğli-Zonguldak Kömür İşletmeleri (1848-1957), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1999. KESKİN, Osman, Osmanlı Devleti’nde Maden Hukukunun Tekâmülü (1861-1906), OTAM, 29/Bahar,sy 127145, 2011. SARIKOYUNCU, Ali, Milli Mücadele’ de Zonguldak ve Havalisi, Kültür bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992. SARIKOYUNCU, Ali, Milli Mücadele’de Zonguldak Sancağı -Zonguldak, Bartın, Karabük; Zonguldak Valiliği Yayını, Ankara 2009. TAK, İsa, Osmanlı Döneminde Ereğli Kömür Madenleri, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2001. YAŞAYAN, Ahmet, ERKAN, Hüseyin, SEYLAM, S. Gökşin, Kadastro Kavramı ve Türkiye Kadastrosu, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası 13. Türkiye Harita Bilimsel ve Teknik Kurultayı, Ankara, 18-22 Nisan 2011. 290 TUNA ARATOĞLU EKLER Şekil 1. 1907 tarihli Mülkiyet Kadastrosuna ve maden haritalarına dayanak oluşturan nirengi ağı kanavası. Şekil 2. 1910 tarihli, havzadaki Fransız Mühendisler tarafından envanterin (demir yollarının, limanın, madenlerin, binaların) çıkarıldığı 1:10000 ölçekli topoğrafik harita. 291 BELGELERLE OSMANLI DÖNEMİNDE ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASINDAKİ EREĞLİ OSMANLI ŞİRKETİNE İLİŞKİN MÜLKİYET KADASTROSU HAKAN AKÇIN877 Şekil 3. Ereğli şirketinin gayrimenkullerinin gösterildiği Liman bölgesinin nirengi ağı ve 1:10000 ölçekli topoğrafik haritaya dayalı mülkiyet haritası Şekil 4. Ereğli şirketinden Gaston Auboyneau adına tescil görmüş bir tapu senedi örneği. 292 TUNA ARATOĞLU Şekil 5. Türkiye cumhuriyeti döneminde çıkarılmış ve Ereğli şirketi adına tescil görmüş tapu senedi. Şekil 6. 1922 tarihli kadastral durumu gösteren 1:1000 ölçekli kadastro planı. 293 BELGELERLE OSMANLI DÖNEMİNDE ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASINDAKİ EREĞLİ OSMANLI ŞİRKETİNE İLİŞKİN MÜLKİYET KADASTROSU HAKAN AKÇIN877 294 MUSTAFA YÜCE MEHMET ALPDÜNDAR’IN ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI İŞÇİ HAREKETLERİ İÇİNDEKİ YERİ MUSTAFA YÜCE*1 GİRİŞ Mehmet Alpdündar 1928’de Trabzon’un Of ilçesinde doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra-bulunduğu yörede geçim kaynağı olmaması nedeniyle-birçok Doğu Karadeniz’li genç gibi gurbete çıkmak zorunda kaldı. Zonguldak madenlerinde çalışma hayatına atılan Mehmet Alpdündar, 18 yaşında Demokrat Parti(DP)’ye girdi ve aynı tarihte “DP Balkaya Ocak Başkanlığı” görevini üstlendi. Sürekli hak arayışı içinde olan Zonguldak maden işçileri, 1946 yılında Havza’da işçiler adına ilk dernek olan “Ereğli Kömür Havzası Maden İşçileri Derneği(EKHMİD)’ni kurdular. İşçilere sendika kurma hakkını sağlayan Sendikalar Kanunu 1947 yılında kabul edilince, Dernek “Ereğli Kömür Havzası Maden İşçileri Sendikası” adıyla sendikaya dönüştürüldü. 1947 yılında çıkarılan Sendikalar Kanunu’na göre grev yapmak yasaktı.1950 seçimlerinde,işçiler ve sendika yöneticileri,grev karşıtı olan Cumhuriyet Halk Partisi(CHP)’ne tepki olarak oylarını DP’ye verdi. Seçimden galip çıkan DP yönetimi sendikayı ele geçirmek için İşletme yöneticileri ve bazı Sendika idarecilerini kullanarak Sendika’nın kongreye gitmesini sağladı. Bu kongre sonunda iktidar istediği kişilerin sendika yönetimine girmesini sağladı. 1954 yılında Zonguldak Kömür Havzası’nda 45 bin işçi çalışmasına rağmen, Sendika’ya üye olan işçi sayısı 12 bin kişiydi. Yasal sendikacılık faaliyetlerinin başladığı bu dönemde-19 Haziran 1955’de yapılan olağan kongrede- Mehmet Alpdündar 27 yaşında Sendika yönetimine girdi. 1958 yılında Asgari Ücret Komisyonu’nun aldığı kararlar uygulanmayınca, yaptığı basın toplantısında “Grev yasaktır ama üretimi düşürmek yasak değildir” sözleri nedeniyle Ereğli Kömürleri İşletmesi(EKİ) Mehmet Alpdündar’ın işine son verdi. Bu durumda işsiz kalan ikinci başkan Mehmet Alpdündar’ın, Sendika Yönetim Kurulu Kararı ile 100lira maaşla profesyonel sendikacı olarak görevine devam etmesi sağlandı. İktidarın baskısı altında yapılan 3 Haziran 1959’daki Sendika seçiminde yönetime giremeyen Mehmet Alpdündar,1946 yılında girdiği DP’den istifa ederek 27 Ağustos 1959 ‘da CHP’ye geçti. EKİ’deki işine geri dönen Mehmet Alpdündar 17 Haziran 1961’de yapılan 19.olağan kongrede Sendika Başkanlığı’na seçildi. Mehmet Alpdündar Sendika başkanı seçildikten sonra ilk iş olarak sendikanın mali yapısını düzeltmek amacı ile sendika aidatlarını artırdı. Bu sayede sendikanın gelirleri dört katına çıktı. Sendika Başkanı’na maaş bağlanması esası getirilerek profesyonel sendikacılığa geçildi. Üyelere ucuz tüketim maddeleri sağlamak amacıyla satış mağazaları açıldı. En önemlisi EKİ ile Sendika arasında yapılan ve Türkiye’deki ilk toplu iş sözleşmesi olan 1.Toplu İş Sözleşmesini bütün zorluklarına rağmen gerçekleştirdi. Sendika tarihinde hiç eksik olmayan iç çekişmeler Mehmet Alpdündar zamanında da devam etti. Bu iç çekişmelerin bir sonucu olarak yapılan olağanüstü kongrede çeşitli oyunlarla sendika başkanlığını kaybeden Mehmet Alpdündar, çalışma hayatına devam ettiği İstanbul’da 18 Ocak 1999’da vefat etti. * Yrd.Doç.Dr, Zonguldak Meslek Yüksek okulu, [email protected] 295 MEHMET ALPDÜNDAR’IN ZONGULDAK KÖ MÜR HAVZASI İŞÇİ HAREKETLERİ İÇİNDEKİ YERİ 1. MEHMET ALPDÜNDAR’IN AMATÖR SENDİKACILIK DÖNEMİ 1.1. Zonguldak’taki İlk Çalışma Yılları Trabzon Of İlçesinin Çufaruksa(Uğurlu) köyünde yaşayan ailenin sekiz çocuğundan en büyüğü olan Mehmet Alpdündar, henüz 12 yaşında(ortaokul birinci sınıftan ayrılarak) iken madende çalışmak üzere 1940 yılında Zonguldak’a geldi. Yaşadığı yerin coğrafya yapısının engebeli oluşu, işlenecek toprak miktarının azlığı, kısaca geçim kaynağının olmayışı, Mehmet Alpdündar’ı da diğer Doğu Karadeniz’liler gibi gurbete çıkmaya zorladı.2 Zonguldak Kömür Havzası’nda yer üstü işçisi olarak çalışmaya başlayan Mehmet Alpdündar, 1946 yılında,18 yaşında iken Demokrat Parti’ye girdi ve aynı tarihte “Demokrat Parti Baklaya Ocak Başkanlığı” görevini üstlendi. 1946 yılında henüz sendikalarla ilgili yasal bir düzenleme olmadığı için, Zonguldak’taki sendikal faaliyetler bir dernek çatısı altında yürütülüyordu. 5018 Sayılı Sendikalar Kanunu 26 Şubat 1947’de yürürlüğe girince, Ereğli Kömür Havzası Maden İşçileri Derneği, 9 Nisan 1947 tarihinde olağanüstü kongre kararı alarak toplandı ve Dernek’in Sendika’ya dönüştürülmesine karar verildi. Böylece Ereğli Kömür Havzası Maden İşçileri Sendikası kurulmuş oldu. Bu arada da Mehmet Alpdündar, arkadaşları ile birlikte Katipler Sendikası’nı kurdu.3 1948 yılında askere giden Mehmet Alpdündar, 3 yıl askerlik yaptıktan sonra, 1951 yılında Zonguldak’a geri döndü. Eski işine dönüp çalışmaya devam edip, bir taraftan da Demokrat Parti içindeki siyasal yaşantısını sürdürdü. Zonguldak ‘a geldiği günden beri sendikal faaliyetlere yakın ilgi duyan Mehmet Alpdündar, Ereğli Kömür Havzası Maden İşçileri Sendikası’nda da işçi temsilcisi ve delege olarak görev aldı. Zonguldak Maden İşçileri Sendikası’nın 19 Haziran 1955 tarihinde toplanan olağanüstü Genel Kurulu’nda, henüz 27 yaşında iken Yönetim Kurulu üyeliğine seçilen Mehmet Alpdündar, seçim sonucu yapılan görev bölümünde Sendika başkan yardımcılığı görevine getirildi. 1958 yılında, Türk-İş’in Samsun’da açtığı Sendika Okulu’na giderek buradan A tipi eğitim sertifikası aldı. Aynı yıl kurulan Türkiye Maden İşçileri Federasyonu’nun Genel Sekreterliği’ne seçildi.4 1.2. Zonguldak’ta Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun Kurulması 1.2.1. İlk Teşebbüsler 25.01.1950 tarihinde yürürlüğe giren 5518 Sayılı Kanun(3308 Sayılı İş Kanunu’nun bazı maddelerini değiştiren) Mahalli Asgari Ücret Tespit Komisyonlarının kurulmasına imkân veriyordu. Ancak ilgili yönetmelik, bu komisyonların kurulmasına karar verme yetkisini Çalışma Bakanlığı’na vermişti. Çalışma koşullarının ağırlığı ve ücretlerin yetersizliği, Havza’da ücretlerin yeniden belirlenmesi ihtiyacını doğurmuştu. Bu amaçla, Zonguldak Maden İşçileri Sendikası Mahalli Asgari Ücret Komisyonu’nun kurulması için 8 yıl çaba gösterdi, ancak bir sonuç alamadı. 2 *Mustafa Yüce, Zonguldak Meslek Yüksekokulu, [email protected] Yıldırım, Koç, Türk-İş Tarihinden Portreler-Eski Sendikacılardan Anılar Gözlemler(II), Türk-İş Yayınları, Ankara 1999, s.117. 3 Koç, a.g.e., s.117. 4 Kim Dergisi, Sayı:69, 12 Eylül 1959. 296 MUSTAFA YÜCE 1.2.2. Ankara’ya Heyet Gönderilmesi Zonguldak’ta kurulmak istenen Asgari Ücret Tespit Komisyonu için, Çalışma Bakanlığı’na ve politikacılara yapılan müracaatlardan bir sonuç alınamayınca, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Sanayi Bakanı ve Çalışma Bakanı’na birer yıldırım telgraf çekildi. Ayrıca Hükümet’le görüşmek üzere Ömer Karahasan, Osman İpekçi ve İlyas Bankoğlu’ndan kurulu bir heyet Ankara’ya gönderildi. Zonguldak’ta Asgari Ücret Komisyonu’nun kurulması ağırlıklı olmak üzere, toplu iş sözleşmesi yapma hakkı, iaşe bedellerinin artırılması, senelik ücretli izin ve maden iş kolunda emeklilik yaşının 50’ye indirilmesi talepleri heyet tarafından Sanayi Bakanı Sebati Ataman’a iletildi. Bu talepler hiçbir neden gösterilmeden reddedildi. Heyet kamuoyuna durumu açıklamak üzere Ankara’da bir basın toplantısı düzenledi. Ertesi gün çıkan gazetelerin baş sayfalarında “Zonguldak Maden İşçisi Mağdurdur, Zonguldak İşçisi Kollektif Mukavele ve Grev Hakkı İstiyor” şeklinde yazılar yayınlandı. Bu yazılar etkisini gösterdi ve Çalışma Bakanı Zonguldak’ta Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun kurulması için ilgililere talimat verdi. 1.2.3. Heyetin Zonguldak’a Dönüşü Sendika heyeti Zonguldak’a döndüğünde, iktidar ve işveren çevrelerinin Ankara’daki basın toplantısından çok rahatsız olduğunu gördü. Aynı gün yapılmakta olan Demokrat Parti(DP) ilçe kongresinde, sendika heyeti çok sert bir şekilde eleştirildi ve itham edildi. Kongrede Sendika’ya karşı yapılan bu haksız ve yersiz saldırılara sadece Mehmet Alpdündar karşı çıktı. 1.2.4. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun Kurulması Çalışma Bakanlığı’nın Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne talimat vermesi üzerine, Sendika’dan Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na verilecek üyelerin adları istendi. Sendika, Maden İşçileri Sendikası Temsilcisi olarak Ömer Karahasan’ı, işçi mümessilleri temsilcisi olarak da Mehmet Alpdündar’ı seçti ve Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne bildirdi. Kurulan komisyonun tespit ettiği asgari ücreti uygulamaya koymayan işveren, Ankara’dan talimat beklediğini ileri sürerek işi sürüncemede bıraktı. 1.2.5. İkinci Heyetin Ankara’ya Gönderilmesi İşverenin Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun kararını uygulamaya koymaması üzerine, Sendika Yönetim Kurulu bir karar alarak, Mehmet Alpdündar başkanlığındaki ikinci bir h eyetin Ankara’ya gönderilmesini sağladı. Sendika heyeti tarafından dile getirilen isteklerin tamamı, Sanayi Bakanı Sebati Ataman tarafından bir kere daha reddedildi. Başka çıkar bir yol bulamayan Mehmet Alpdündar, bir basın toplantısı düzenleyerek durumu kamuoyuna bildirdi.5 Yaptığı basın toplantısında, bir hafta heyet üyeleri İlyas Bankoğlu ve Kazım Dora ile birlikte Ankara’da temaslarda bulunduklarını söyleyen Alpdündar sözlerine şöyle devam etti; 5 Ömer Karahasan, Türkiye Sendikacılık Hareketi İçinde Zonguldak Maden İşçileri ve Sendikası, Zonguldak Maden İşçileri Sendikası Yayınları, Ankara 1978, s.365. 297 MEHMET ALPDÜNDAR’IN ZONGULDAK KÖ MÜR HAVZASI İŞÇİ HAREKETLERİ İÇİNDEKİ YERİ “Dünyanın hiçbir tarafında 600 metre deniz seviyesinden aşağıda toprak altında çalışan bir işçiye 7 lira gibi bir ücret reva görülmemiştir. Her an ölümle pençeleşen maden işçileri bu şartlar altında kömür çıkarmayacaklardır. Gerçi memleketimizde grev yasaktır,fakat iş başında randıman verilmemesi yasak değildir. Artık o zaman her halde işçinin isteğinin aksine karar verenler yeni bir çare arayacaklardır.6 Alpdündar konuşmasının sonunda “biz ihsan ve lütuf istemiyoruz, sadece sudan,havadan ve ziyadan mahrum olarak sarf ettiğimiz emeğin karşılığını istiyoruz.Ve bunu alacağız” diyerek kararlılığını bildirdi.7 Bu temaslarda kendisini yetkisizlikle suçlayan Sanayi Bakanı Sebati Ataman’a “Sanayi Vekili en az kendisine oy veren seçmen sayısı kadar işçi arkadaşlarımın oyları ile işbaşına getirildiğimi, temsi ettiğim kitlenin tam yetki ve selahiyeti ile 60 bin maden işçisinin hak ve hukukunu kanun ve mevzuat muvacehesinde müdafa etmek selahiyetimi bilmemezlikten ve tanımamazlıktan gelmeleri, işçi camiasında ve sendika idarecileri arasında teessürle karşılanmıştır” şeklinde cevap vermiştir.8 Bu basın toplantısında akılda kalan, hükümet ve iş çevrelerini etkileyen, kızdıran ve tahrik Mehmet Alpdündar’ın “grev yasaktır fakat üretimi düşürmek yasak değildir” cümlesi olmuştur. Bundan dolayı Sanayi Bakanı Sebati Ataman, Maden İşçileri Sendikası’nı sert cümlelerle eleştirdi.Bu nedenle E.K.İ.Müessesesi ve Sendika arasında sert rüzgarlar esmeye başladı. Sendika, Alpdündar’a ve söylemlerine sahip çıkmaya çalıştı ise de başarılı olamadı. Bunda, heyete dahil yöneticilerin bu basın toplantısına karşı çıkmaları, mahalli sendika yöneticilerinin işverene ve Bakanlığa telgraf çekerek, heyetin basın toplantısını, tutum ve davranışlarını eleştirmeleri önemli bir rol oynadı.9 Mehmet Alpdündar’ın basın toplantısındaki söylemleri nedeni ile, E.K.İ.’deki işine 25.02.1959 tarihinde son verildi. İşsiz kalan ve bir geliri olmayan Sendika’nın ikinci başkanı Mehmet Alpdündar, Yönetim Kurulu Kararı ile 100 lira maaşla Sendika’da görevlendirildi. Bu karara açıkça karşı çıkmayan muhalif sendikacılar, işveren çevreleri ve politikacılar, ileride yapılacak kongrede bu durumu kullanmak üzere pusuda beklemeye başladı. 2. MADEN İŞÇİLERİ SENDİKASI’NIN TARTIŞMALI 12.GENEL KURULU E.K.İ’deki işine son verilen Mehmet Alpdündar, 274 Sayılı Sendikalar Kanunu’na göre, görevi devam ettiği için, sendika yöneticiliğine aday olma hakkı vardı. Sendika başkanlığına aday olan Alpdündar, delege seçimleri ile ilgili çalışmalara başladı. Usulüne uygun bir şekilde yapılan delege seçimleri sonunda, muhalif sendikacılar ve onları destekleyen işveren çevreleri ve politikacılar umduklarını bulamayınca, bölgelerde yapılan delege seçimlerine karşı bazı kişilere itirazlar yaptırmaya başladılar. Kongre’ye gelecek delegelerin üçte ikisinin Alpdündar taraftarı olduğu anlaşılınca, Vilayetin gayreti ile 50 kişinin delegelikleri iptal edildi. Maden İşçileri Sendikası Başkanı Ömer Karahasan ve İkinci Başkan Mehmet Alpdündar işçiler tarafından sevilen ve güvenilen kişilerdi. Kongrenin kazanılması için bu ikilinin ayrılması gerekiyordu. Bu amaçla, kongre arifesinde, E.K.İ. Ömer Karahasan’ı Zonguldak dışında bir göreve yolladı.10 6 Ulus Gazetesi, 15 Şubat 1959, s.1. 7 Cumhuriyet Gazetesi, 15 Şubat 1959, s.1. 8 Yeni Gün Gazetesi, 15 Şubat 1959, s.1. 9 Karahasan, a.g.e., s.365. 10 Kim Dergisi, Sayı:55, 12 Haziran 1959, s.26. 298 MUSTAFA YÜCE 2.1.Kongre’nin 1.Günü Bütün bu tedbirlerin kongreyi almak için yeterli olamayacağını düşünen DP’nin Zonguldak Teşkilatı, kongrede işçilerin açık oy vermelerini sağlamak için Vali Muavini Arif Onursaç’ı görevlendirdi. Kongre çalışması Belediye Sinema Salonu’nda, 03.06.1959 günü, büyük bir izleyici kitlesinin ilgisi altında başladı. Dinleyici localarında oldukça kalabalık maden işçileri, Türk-İş dahil İstanbul ve Ankara’dan gelen sendika temsilcileri ve basın mensupları vardı. Gergin bir havada başlayan kongrede, kongre divanı seçimi için hazırlanan iki liste okundu. Uzun tartışmalardan sonra yapılan oylamada, oyları bizzat Vali Muavini Arif Onursaç saydı. Sonuçta, muhalif grubun adayı DP Kilimli Bucak Başkanı Ali Kol divan başkanı seçildi. Sendika başkanlığı için aday gösterilen Muzaffer Yılmaz Ve Mehmet Alpdündar’ın adı tahtaya yazılınca, Ali Kol Alpdündar’ın adını sildi ve “o işçilik vasfını kaybetmiştir,seçilemez” dedi. Bu duruma itiraz edildi ve hararetli tartışmalar ve kulis faaliyetleri başladı. Ali Kol, ısrarla Alpdündar’ın adını tahtaya yazdırmıyordu. Tartışmaların büyümesi ve artık kongre çalışmasının mümkün olmayacağının anlaşılması üzerine, Zonguldak Vali Muavini Arif Onursaç toplantıyı bir sonraki güne erteledi. 2.2. Kongre’nin 2.Günü Kongre, çalışmalarına ertesi gün (04.06.1959) saat 13.40’dan itibaren devam etti. İlk olaylar, kongreye delegeler dışında hiç kimsenin alınmaması kararı ile başladı. CHP Milletvekili İsmail İnal ve Kongre’ye davetli Türk-İş İcra Kurulu Heyeti polisler tarafından zorla dışarı çıkarıldı. Kongre’yi takip eden gazetecilerin üzerleri arandı. Kongre çalışmaya başlayınca ilk olarak Mehmet Alpdündar, kongre divanına güvenmediklerini ve seçimlerin gizli oyla yapılmasını belirten bir önerge sundu. Salonda 163 delegenin bulunduğu, önergede ise 73 delegenin imzası olduğu gerekçesi ile önerge oylama yapılmadan reddedildi. Daha sonra bir delegenin divan başkanlığına sunduğu “işçi olmayan ve İdare Kurulu ibra edildiğinden sendikada da faal rolü kalmayan Mehmet Alpdündar’ın salondan çıkarılması” önerisini, Divan Başkanı Ali Kol’un oya sunması ortalığı karıştırdı. Divan Başkanı, hükümet komiserinden Alpdündar’ın dışarı çıkarılmasını istedi. Polisler zor kullanarak Alpdündar’ı salonun dışına çıkardılar. Sonuçta, baskı altında ve yönlendirilerek yapılan seçimde Muzaffer Yılmaz sendika başkanlığına seçildi.11 3. 1961 ANAYASASI İLE GELEN YENİ SENDİKACILIK DÖNEMİ VE MEHMET ALPDÜNDAR 27 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra E.K.İ.’deki işine geri dönen Mehmet Alpündar, 16.06.1961 tarihinde yapılan, Zonguldak Maden İşçileri Sendikası’nın 14. olağan kongresinde 80 oy alarak Sendika Başkanlığı’na seçildi. 3.1. Mehmet Alpdündar’ın Zonguldak Maden İşçileri Sendikası’na Getirdiği Yenilikler Sendika Başkanı seçilen Mehmet Alpdündar ve Yönetim Kurulu üyeleri, ilk olarak Sendika’nın gelirlerini artırmak amacı ile o tarihe kadar ücretlere bağlı olmaksızın ödenen 2 liralık sendika aidatını, işçilerin aldığı ücretin %1,5’ undan sendika aidatı kesilmesi şeklinde kararlaştırarak, sendika gelirlerini bir anda dört katına çıkardılar. Profesyonel sendikacılığa geçiş yaparak, sendika başkanına maaş verilmesi kararlaştırıldı. Sendika üyelerine ucuz ve kaliteli tüketim maddeleri sağlamak amacı ile satış mağazaları açıldı.12 11 Akşam Gazetesi, 5 Haziran 1959, s.1. 12 Karahasan, a.g.e., s.417. 299 MEHMET ALPDÜNDAR’IN ZONGULDAK KÖ MÜR HAVZASI İŞÇİ HAREKETLERİ İÇİNDEKİ YERİ Mehmet Alpdündar’ın sendika başkanlığı döneminde, E.K.İ. ile Zonguldak Maden İşçileri Sendikası arasında yapılan 1.Dönem Toplu İş Sözleşmesi, Türkiye’de Anayasal ve yasal haklar elde edildikten sonra yapılan ilk toplu iş sözleşmesi olarak tarihe geçmiştir. Ayrı bir çalışma konusu yapılabilecek olan bu sözleşme ile, maden işçilerinin çalışma koşulları ve ücretleri önemli ölçüde geliştirildi. 3.2. Sendika’da Dinmeyen İç Mücadeleler ve 5 Temmuz Olağanüstü Kongresi Zonguldak Maden İşçileri Sendikası’nın tarihi, bir iç mücadele tarihi olarak nitelendirilebilir. Bu iç mücadelelerden en akılda kalanı ve şiddetlisi, 5 Temmuz Kongresi olarak anılanıdır. 5 Temmuz Olağanüstü Kongresi ile sonuçlanan mücadelenin başlangıcı satış mağazası ile ilgilidir. Mehmet Alpdündar’ın Başkanlığını yaptığı, Türkiye Maden İşçi Sendikaları Federasyonu’nun olağanüstü kongresinde Osman İpekçi’nin üst kurula delege seçilememesi bardağı taşıran son damla olmuştur. Bu olaydan sonra, sendika yönetimine karşı gizli olarak yürütülen mücadele açıkça yapılmaya başlandı. Sendikayı olağanüstü kongreye götürecek bir komite kuruldu ve üyelerden imza toplanmaya başlandı. Daha da ileri giden muhalif grup sokak gösterilerine ve yönetimi suçlayan broşürler bastırıp dağıtma yöntemine başvurdu. Mehmet Alpdündar, bu durumu yatıştırma ve uzlaşma yolu aramak yerine, Sendika’nın tüzük hükümlerini işleterek, bu işe öncülük eden muhalif sendikacıları sendikadan çıkarma yolunu seçmiştir. Bu tercih işi daha da içinden çıkılmaz hale soktu ve bölgelerdeki lokal sendikaların birleşmesine, kongre komitesine maddi manevi destek vermelerine yol açtı. Topladıkları imzalarla sendika yönetimine müracaat edip olağanüstü kongrenin toplanmasını talep eden Kongre Komitesi’nin bu isteği sendika yönetimi tarafından usule uygun olmadığı gerekçesi ile reddedildi. Bunun üzerine Kongre Komitesi kongre gününü ve yerini ilan etti ve durumu valiliğe bildirdi. Kongre 5 Temmuz 1964 tarihinde toplandı. Kongreyi usulsüz bulan Sendika Yönetimi toplantıya katılmadı. Buna rağmen yapılan toplantı sonunda, Osman İpekçi sendikanın yeni başkanı olarak ilân edildi. Sendika Yönetimi “seçimlerin gayri meşru yapıldığı” gerekçesi ile sonuçları tanımadığını belirterek devir teslim yapmadı. Zonguldak Maden İşçileri Sendikası’nın bu tutumunu, Bakanlık ve Zonguldak Valiliği’ne şikayet eden Osman İpekçi’nin şikayeti haklı görüldü. Bunun üzerine Zonguldak Valiliği, Mehmet Alpdündar’ın başkanlığındaki yönetimi görevden alıp Osman İpekçi ve arkadaşlarına devretti. Mehmet Alpdündar’ın sendika başkanlığından alınması için şehirde başlatılan haksız ve hukuksuz mücadeleyi göstermesi bakımından, o günlerde CHP ‘nin Zonguldak Teşkilatı’nda olan Avukat Behiç Sonbay’ın hatıralarında yer verdiği aşağıdaki ifadeler anlamlıdır; “Bir gün Aksaray İş Hanı’ndaki büromda otururken sendikacılardan Osman İpekçi, Yusuf Ziya Kara, Yakup Kayabaşı ve Mahmut Fidanboy geldi(hepsi de AP’liydi). Bana Mehmet Alpdündar’ın baskıları, hakaretleri, hesapsız harcamaları, seyahatları, danışman diye aldığı bir hanımla ABD’ye gidişi gibi hususlardan şikayet edip yakındılar ve sendikayı bu adamdan kurtarmaya bize yardım ediniz dediler. Ben de kendilerine İl Yönetim Kurulumuz ile görüşüp size durumu bildireceğim. Kurul bu isteğinizi onaylamasa bile ben şahsen sizinle birlikte Başkanı devirmek için ne gerekiyorsa onu yapmaya söz veriyorum dedim. 300 MUSTAFA YÜCE Aslında CHP yönetimi onunla uğraşmaya dünden hazırdı. Kendimize göre bir yöntem belirleyip, yukarda adları geçen arkadaşlara bildirdim. Yönetim Kurulumuzda Kilimli’de işçiler arasında etkin olan Mustafa Ustabaş, Kozlu’da muhalefetin lideri olan Yusuf Özkan ve Başçavuşlar Sendikası Başkanı Rasim Girgin ve başmadenci Mustafa Kaplan bulunuyordu .Çalışma Bakanı Ecevit’in, Zonguldak Valisine –sendikacılara yardımcı olması- telkinlerine rağmen-Vali Fuat Kadıoğlu’ndan bana yardımcı olacağına dair söz almıştım. Evvela EKİ işyerlerinde çalışan bütün eski delegeleri bir araya getirdik. Özel olarak toplanan o genel kurul, bir yönetim kurulu oluşturdu. Ve bu kurula yeniden delege tespiti yetkisi verildi. Çok kısa zamanda delege seçimi yapıldı ve seçilen delegeler toplanıp Sendika Başkanı’nı ve İcra Yönetim Kurulu’nu seçti. Müessesenin bütün servislerindeki amirler de bunlara yardım etti”.13 3.3. Yeni Bir Mücadeleye Doğru Atılan Adımlar Havza’da liyakat primlerinin dağıtımındaki adaletsizliğe karşı,,09-13 Mart 1965 tarihlerinde başlayan grev dalgası, askerlerin olaya müdahale etmesi neticesinde ikimaden işçisinin ölümü ile sonuçlandı. Bu olayın kışkırtıcıları arasında gösterilen Mehmet Alpdündar’ın savcılık tarafından ifadesi alındı. Olaylarla bağlantısı tespit edilemeyen Alpdündar,savcılıkça serbest bırakıldı.14 Mehmet Alpdündar ve arkadaşları bu grev sonrasında, 5 Temmuz 1966 tarihinde, Türkiye çapında faaliyet gösteren Türkiye Maden İş Sendikası’nı kurdu. Sendika kısa bir sürede Havza’da etkinlik sağladı. Türkiye Maden İşçileri Sendikası, 13 Şubat 1967 tarihinde Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun(DİSK) kurucuları arasında yer aldı. Mehmet Alpdündar bu Konfederasyon’un 15 Haziran 1968’de toplanan 1.Genel Kurulu’nda Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. E.K.İ. ile sendika arasında devam eden toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin uzaması ve onayları alınmadan kesilen sendika aidatları 5 Şubat 1968 tarihinde maden işçilerinin iş bırakma eylemlerine neden oldu. İş bırakma ve protesto eylemi 67 saat sürdü. Olayların sonunda başta Mehmet Alpdündar olmak üzere 15 kişi “greve teşvik,tahrik,Basın Kanunu’na aykırı beyanname ve gazete dağıttırmak” suçundan tutuklandı.15 Mehmet Alpdündar ve diğer tutuklu işçiler 9 ay sonra serbest bırakıldı. Bu olaylarla ilgili olarak çoğunluğu DİSK’e bağlı Türkiye Maden İşçileri Sendikası ve Türkiye İşçi Partisi üyesi 100’den fazla işçinin işine son verildi. E.K.İ’den emekli olduğu 1975 tarihine kadar sendikal mücadelesine devam eden Mehmet Alpdündar, emekli olduktan sonra İstanbul’da çalışmalarına devam etti. Zonguldak maden işçilerinin efsane liderinin sendikal mücadelesi, hayatını kaybettiği 18 Ocak 1999 tarihine kadar sürdü. SONUÇ 1940’lı yıllarda ülkemizde ekonomik bağımsızlığı sağlamak için endüstri hamlesine girişen CHP ‘nin şiddetle vasıflı işgücüne ihtiyacı vardı. Temin edebildiği vasıflı işgücüne zorunlu olarak yüksek ücret ödeyen CHP iktidarı, bu yolla ayrıcalıklı bir işçi kesimi yarattı. Bunun yanında düşük ücret ve kötü çalışma koşullarından bunalan işçilerin bu zor çalışma düzenine bir de II. Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntılar eklenince, kendiliklerinden dernek adı altında sendikalar kurmaya başladılar. 13 14 15 Behiç Sonbay, Anılardan Bir Demet, Ocak 2011, s.272-273. Erol Çatma, Kömür Tutuşunca, Evrensel Basım Yayın, İstanbul 1997, s.117. Şafak Gazetesi, 21 Şubat 1968, s.1. 301 MEHMET ALPDÜNDAR’IN ZONGULDAK KÖ MÜR HAVZASI İŞÇİ HAREKETLERİ İÇİNDEKİ YERİ Bu koşullar altında Zonguldak Kömür Havzası’na gelen Mehmet Alpdündar, yaptığı işe göre o dönemin koşullarında eğitimli sayılırdı( ortaokul birinci sınıfa kadar yaptığı tahsil dikkate alındığında). Cesur,atak ve uyanık bu Karadeniz delikanlısı , işçilerin durumunu düzeltmek için sendikanın vazgeçilmez bir unsur olduğunu hemen kavradı. Bu yönde önemli vaatlerde bulunan denenmemiş DP’nin de etkili olacağını düşünerek bu partiye kayıt oldu. Mehmet Alpdündar, Asgari Ücret Tespit Komisyonu Başkanı olarak Ankara’daki temaslarından bir sonuç alamayınca yaptığı basın toplantısında “grev yasaktır, fakat iş başında randıman verilmemesi yasak değildir” şeklindeki beyanı nedeni karşılaştığı tepkilere baktığımızda, işçi haklarına karşı DP’nin tutumunun CHP’nin tutumundan bir farkı olmadığı anlaşılmaktadır. 3308 Sayılı İş Kanunu gereği, mahalli asgari ücret tespiti ile ilgili bir hakkı kullanmak isteyen ve aşılmaz engellerle karşılaşan Mehmet Alpdündar’ın beyanatına karşı, heyet arkadaşlarının ve mahalli sendikacıların karşı çıkması, sendika bilincinin anlaşılması bakımından önemlidir. Maden İşçileri Sendikası’nın 12.Genel Kurulu’nda başkanlığa aday olan Mehmet Alpdündar’ın Kongrenin 1.günü çalışmalara katılmasına rağmen, 2.gün yapılan entrika ve hukuksuz bir gerekçe ile başkanlığa aday olamayacağının kendisine bildirilmesi, onun sendikacılık yapmasını önlemeye yönelik bir kararlılığı göstermektedir. Mehmet Alpdündar’ın bu şekilde hedef tahtasına konulmasının sebebi, siyasilerle ve işveren çevresi ile işbirliği yoluna gitmemesi ve maden işçilerinin haklarını inatla savunmasıdır. Ayrıca potansiyel bir işçi liderinin ilerde kendilerine güç anlar yaşatacağını anlayan iktidar, işveren çevreleri ve muhalif sendikacılar önceden tedbir alma yolunu seçmişlerdir. Mehmet Alpdündar’ın Maden İşçileri Sendikası Başkanlığı yaptığı üç yıl içersinde işçi lehine yaptığı icraatlar, iktidarı, işvereni ve muhalif sendikacıları oldukça rahatsız etmiştir. Bu üçlü yapı yaptıkları kutsal ittifakla ondan kurtulmanın yolunu aradılar. Üretilen sudan bahanelerle ve çok tartışılacak bir yöntemle yapılan… Genel Kurul, kutsal ittifakın istediği gibi sonuçlandı ve Mehmet Alpdündar devlet gücü ile sendikadan uzaklaştırıldı. Bu olayda, Türkiye’deki siyasi iktidarların gelenekleşen politikası haline gelen, işçi kesiminin bir tarafının diğer tarafa kırdırılması politikası bir kere daha oynandı. Ne yazık ki, işçi kesiminin büyük bir kısmı henüz bu oyunun farkında değildir. 302 MUSTAFA YÜCE KAYNAKÇA A- SÜRELİ YAYINLAR A.1. Gazete ve Dergiler Akşam Gazetesi, 5 Haziran 1959 Cumhuriyet Gazetesi, 15 Şubat 1959. Kim Dergisi, Sayı:69,12 Eylül 1959. Kim Dergisi,Sayı 55,12 Haziran 1959. Şafak Gazetesi, 21 Şubat 1968. Ulus Gazetesi,15 Şubat 1959. Yeni Gün Gazetesi,15 Şubat 1959. B- KİTAPLAR Çatma, Erol, Kömür Tutuşunca, Evrensel Basım Yayın,İstanbul 1997. Karahasan, Ömer, Türkiye Sendikacılık Hareketi İçinde Zonguldak Maden İşçileri ve Sendikası, Zonguldak Maden İşçileri Sendikası Yayınları, Ankara 1978. Koç, Yıldırım, Türk-İş Tarihinden Portreler-Eski Sendikacılardan Anılar Gözlemler(II),Türk-İş Yayınları, Ankara 1999. Sonbay, Behiç, Anılardan Bir Demet, Ocak 2011. 303 MEHMET ALPDÜNDAR’IN ZONGULDAK KÖ MÜR HAVZASI İŞÇİ HAREKETLERİ İÇİNDEKİ YERİ EKLER I-Kişisel Görüşmeler: 27 Mayıs 1960 İhtilâli’nden sonra Ereğli Kömürleri İşletmesi’nin Genel Müdürlük konferans salonunda, askerler ve sivillerin bir toplantısı oldu. Bu toplantıda herhangi bir görevim yoktu. Merak ederek toplantıya girdim. Arka sıralarda kendime bir yer buldum. O sırada kürsüde bir paşa konuşuyordu. Konuşma özetle şu şekilde idi “Bundan sonra ildeki en yetkili kişi biz askerleriz. Bizim dediğimiz işin dışında bir iş yapılamaz. Bunun aksini düşünenler veya hareket edenler sonucuna da katlanır”. Bu konuşmadan sonra Maden İşçileri Sendikası Genel Başkanı Mehmet Alpdündar söz aldı ve kürsüye çıktı. O da paşanın yaptığı konuşmaya cevap olacak tarzda, düşüncelerini şu şekilde dile getirdi “Siz askeri gücünüze dayanarak her şeye biz karar veririz diyorsunuz, ancak benim de 60.000 tane maden işçisi üyem var, o halde bu güçler karşı karşıya mı gelecek. Kararlar verilirken bizim de dikkate alınmamız gerekir” Böyle bir toplantıda Alpdündar’ın bu çıkışı yapmasını beklemiyordum. Alpdündar’ın konuşmasına karşılık, askerlerde herhangi bir tepki doğmadı. İhtilal yapılmış, silahlı kuvvetler her şeye hakim olmuş, sokakta askerler devriye gezerken yapılan bir toplantıda Alpdündar’ın, paşanın bu sert konuşmasına verdiği cesur cevabı, kutlanması gereken bir davranış olarak düşündüm. Mustafa Şahin Yılmaz 20.03.2013/Zonguldak Alpdündar, Vali’nin ve Ereğli Kömürleri İşletmesi Genel Müdürü’nün arabasından tahminen üç kat pahalı bir araba aldığında, işçiler “Vali’de, Genel Müdür’de olmaya bir araba ile nasıl gezersin” diye karşı çıktıklarında, onlara şöyle cevap verdi “Benim arabam Vali’nin arabasından, Genel Müdür’ün arabasından düşük olursa, onlara karşı sizin haklarınızı nasıl savunurum, onlara karşı nasıl mücadele edebilirim, onlara karşı boynum bükük mü olsun” Mustafa Şahin Yılmaz 20.03.2014/Zonguldak Mehmet Alpdündar’ın yeterli eğitimi olmadığı( ortaokulda bir yıl okudu) için, kendisine kurulan tuzaklara düştü. Eğitim gizli bir frendir. Alpdündar’ın her virajda bir düşmanı vardı,virajlara sert girdi. Yusuf Çebi 15.03.2014 467Evler/Zonguldak II- Fotoğraflar(Çetin Alpdündar Özel Arşivi) Mehmet Alpdündar, Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay İle Birlikte. 304 MUSTAFA YÜCE Türkiye’de Yapılan İlk Toplu İş Sözleşmesi İmza Töreni Mehmet Alpdündar Sendika Başkanlığı Makamında 305 MEHMET ALPDÜNDAR’IN ZONGULDAK KÖ MÜR HAVZASI İŞÇİ HAREKETLERİ İÇİNDEKİ YERİ Mehmet Alpdündar KİM Dergisi kapağında 306 TAMER GÜVEN OSMANLI SANAYİLEŞMESİ/MODERNLEŞMESİ VE KÖMÜR TAMER GÜVEN*1 GİRİŞ İlk çağlardan bu yana Çin ve İngiltere’nin kömür bulunan bölgelerinde yaşayan yerel halkın kömürün varlığından haberdar olduğu vakidir. Amerika’nın zengin kömür madenlerine sahip Pennsylvania bölgesinde bulunan yerli halklar da aynı şekilde kömürün varlığından haberdardılar.2 Osmanlı’nın kömür havzasında yaşayan halk da kömür madenlerinin keşfolunduğu iddia edilen3 tarihten çok daha öncesinde kömürün bölgede var olduğunu biliyordu. Fakat kömürün üretilmesi için öncelikli olarak gerekli olan, ekonomik sistemin kömür gibi bir enerjiye ihtiyaç duymasıdır. Kömürün piyasada değerlenerek kitle için üretilmesi ancak sanayi inkılabı ile mümkün olabilmiştir.4 19. yüzyıl Osmanlı madenciliğinde, kömür madenciliğini en önemli alan haline getiren sebep dönemin Sanayi Devrimi olarak anılmasıdır.5 Sanayileşme sadece teknik alanda yaşanan ilerlemelerle meydana gelen bir olgu değildir. Ticarette, tarımda ve nüfusta da eş zamanlı bir gelişme olmalıdır. Fransa’da İngiltere’ye göre gözlemlenen daha yoğun toprak sahipliği, şehirlerde ucuz emek gücü oluşmasını engellemiştir. Aynı şekilde tarımda oluşamayan verimlilik artışından dolayı şehirleri besleyecek tarımsal artı oluşamamıştır.6 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar İngiltere’deki toprak sahiplerinin kar etmek maksadıyla topraklarını çevirmeleri (enclosure) ile mülksüzleşen köylüler, büyük şehirlerde ucuz emek, köylerde de tarımsal verimliliğin artışı anlamına geliyordu.7 Nitekim, bu avantaj İngiltere’de sınai üretimin Fransa’ya göre daha erken gelişmesi için elverişli bir ortam oluşturmuştur.8 Osmanlı’da ise tarımsal üretimin çeşitliliği ve miktarı 1800 ile 1914 arasında artış göstermiştir. Fakat İmparatorluğun genelinde ekilebilir alanların birçoğu hala atıl vaziyette bulunuyordu.9 Anadolu’da öşür ödeyenlerin çoğu küçük toprak sahiplerinden oluşuyordu. Tüm ekilebilir arazilerin %75’i bir milyon küçük toprak * 2 3 4 5 6 7 8 9 Arş. Gör., Bülent Ecevit Üniversitesi İİBF İktist Bölümü, [email protected] Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet Zonguldak Kömür Havzası 1822-1920, (Çev.: Nilay Özok Gündoğan ve Azat Zana Gündoğan), Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009, s. 34. Kömürü bulunması ile ilgili Uzun Mehmed mitosu, hikayenin bir kaç farklı versiyonunun içerdiği ihtilaflar ve bu hikayeleri oluşturan Cumhuriyet seçkinlerinin bahsi geçen mitos ile kendilerini konumlandırmaları üzerine, bkz. Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet Zonguldak Kömür Havzası 1822-1920, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 22-40. Gregory Clark ve David Jacks, “Coal and the Industrial Revolution, 1700-1869”, European Review of Economic History, C. XI, S. 1, 2007, s. 68. Donald Quataert, “19. yy’da Osmanlı Devleti’nde Madencilik”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi Cilt 4, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 914. Zafer Toprak, “Osmanlı Devleti ve Sanayileşme Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi Cilt 5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985a, s. 1341. Leo Huberman, Feodal Toplumdan 20. Yüzyıla, (Çev.: Murat Belge), İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 185-188. Toprak, Osmanlı Devleti ve Sanayileşme Sorunu, s. 1341. Donald Quataert, “19 Yüzyıla Genel Bakış: Islahatlar Devri 1812-1914”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 2, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 961-966. 307 OSMANLI SANAYİLEŞMESİ/MODERNLEŞMESİ VE KÖMÜR sahibinin elindeydi.10 Her ne kadar 1830’lardan sonra imparatorluğun farklı bölgelerinde farklı büyüme hızları ile nüfus biraz daha fazla artmış olsa da Osmanlı tarımındaki toprak bolluğu durumu eskiden beri varlığını koruyordu.11 Bu durum nüfusun %82’sinin 60 dönümden daha küçük işletmeler ile örgütlenmeleri ile birleşerek üretim tekniklerini ve kalıplarını belirliyordu12 Zirai üretim kapasitesi bu sebeplerden dolayı yeteri kadar artamadığından, üretici, hane içini doyurabilecek geçimlik ekonominin sınırları içinde kalıyordu.13 Batıdaki teknik üstünlüğü 18. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan sanayi inkılabı ile hisseden Osmanlı, aslında 18. yüzyıl başlarına kadar ateşli sialahlar, madencilik ve diğer alanlarda Avrupa ile paralel bir gelişme göstermiştir.14 1820’den Birinci Dünya Savaşı’na kadar Avrupa’nın üstünlüğü ile karşı karşıya gelen Osmanlı iktisadi hayatı yeni bir iktisadi düzen olan kapitalizm ile karşılaştı.15 Osmanlı ekonomisi 1826 gibi çok erken bir tarihte, yerel korumacılığın en güçlü savunucusu olan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile liberal reformalara başladı. İngiltere dönemin tüm periferi ülkeleriyle, üretimine pazar bulmak maksadıyla serbest ticaret anlaşmaları yapmak için çalışıyordu. Bu ülkeler içinde liberal reformları en erken gerçekleştiren ülke Osmanlı’ydı.16 1838’de İngiltere ile imzalanan Baltalimanı Antlaşması ile ithal malların ticaretine verilen imtiytazlar 1838-1846 yıllarında diğer Avrupa devletlerine de verilmiştir.17 Eski üsuldeki üretim yapısının değişmeden kalabilmesi için dışarı ile tüm ekonomik bağları kesmek gerekmekteydi. 19. yüzyılda bir ada ülkesi olan Japonya bile dışa açık bir ekonomi politikası izlemek zorunda kalmıştır.18 Ahmet Midhat’tan bugüne kadar çeşitli yönlerden eleştiri konusu olan bu durumun ikamesi olan korumacılık politakaları ile ne Fransa Colbertizmi ve ne de Almanya Kameralizmi kendinden menkul bir şekilde gelişme meydana getirememiştir. İktisadi kararların siyaseten neler ifade ettiği dikkate alınarak yapılacak değerlendirmeler bu konuda daha sağlıklı eleştiriler yapılmasını sağlayabilir.19 Nitekim yapılan bu anlaşma ile-Rusya tehtidi karşısında-Osmanlı’nın İngiltere’yi kendi tarafında görmesi amaçlanmıştı.20 Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) Osmanlı donanması padişahın da askeri donatıma duyduğu titizlik sebebiyle Avrupa’nın en büyük üçüncü donanması haline geldi.21 Osmanlı ordusunun modernleşmesi ve etkinliği için gerekli olan madencilik; yan sanayi dalları, teknik askeri okullar, ülke çapında bir deniz ula10 Edward Frederick Nickoley “Agriculture”, Modern Turkey, (Der.: Eliot Grinnell Mears), Macmillan Com- pany, New York, 1924’den aktaran Donald Quataert, Anadolu’da Osmanlı Reformu ve Tarım 1876-1908, (Çev.: Nilay Özok Gündoğan ve Azat Zana Gündoğan), Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2008, s. 55. 11 Tevfik Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 54; Quataert, 19 Yüzyıla Genel Bakış, s. 961; Kemal Karpat, Osmanlı Modernleşmesi Toplum, Kurumsal Değişim ve Nüfus, İmge Kitabevi, Ankara, 2008, s. 121-123. 12Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, s. 54-55. 13Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, s. 56-57. 14 Ekmeleddin İhsanoğlu, “Osmanlıların Batı’da Gelişen Bazı Teknolojik Yeniliklerden Etkilenmeleri”, Os- 15 16 17 manlılar ve Batı Teknolojisi-Yeni Araştırmalar Yeni Görüşler, (Der.: Ekmeleddin İhsanoğlu), Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1992, s. 139. Şevket Pamuk, Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 191. Şevket Pamuk, ve Williamson Jeffrey “Ottoman de-industrialization, 1800-1913: Assesing the Magnitude, Impact, and Response”, Economic History Review, C. 64, S. 1, 2011, s. 159-184. Mübahat Kütükoğlu, “Tanzimat Devrinde Yabancıların İktisadi Faaliyetleri” 150. Yılında Tanzimat, (Der.: Hakkı Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992, s. 94. Ömer Celal Sarç, (1940); “Tanzimat ve Sanayiimiz”, Tanzimat I, Maarif Matbası, İstanbul. 18 19 Toprak, Osmanlı Devleti ve Sanayileşme Sorunu, s. 1340-1341. 20 Pamuk ve Jeffrey, a.g.m., s. 162. 21 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013, s. 93. 308 TAMER GÜVEN şımı veya karayolu ağı gibi gerekliliklerden biriydi.22 Tanzimat dönemi madencilik sektörü imalat ve sanayi sektörlerinden daha fazla ilerleme gösterdi. Gelişen Avrupa sanayisine en yakın enerji kaynakları Balkanlar ve Mezopotamya’daydı. Bu nedenle 19. yüzyılın sonlarında Fransız sermayesi Osmanlı madencilik alanında en yüksek yatırımı yapan ülkeydi.23 19. Yüzyılın başlarında Osmanlı’nın buhar devrimini yakalama arzusu ile donanması ve fabrikalarını buhar gücüyle donatmak istemesi kömür arayışına girmesini sağladı. Ayrıca savaş zamanlarında kömür arzını sağlamak istemesi de kömür madeni ocaklarını açmaktaki öncelikli amacı oldu.24 Hatta bu sebeple maden idaresi 1865 yılında Harbiye Nezareti yerine Bahriye Nezareti’ne devrolunacaktı.25 1911’de Bahriye Nazırı Vekili donanma, fabrikalar, resmi daireler ve şirketi dailiye vapurları için gerekli kömürün Ereğli Şirketi, sair ocaklar ve Kozlu’dan karşılanması gerekliliği Orman, Maden ve Ziraat Nezaretlerine bildiriliyordu.26 Bu vesikada mevzu bahis olan tüm kömür arz ve talep yönleri belirtilmektedir. Kömür talep eden kuruluşlar önem sıralarına göre verilirken kömür arzını o yıllarda neredeyse tekel olarak elinde bulunduran Ereğli Şirketi ismi geçerek kullanılmaktadır. Kozlu ise birçok ocak sahibi madenci olmasından dolayı bölge olarak anılmaktadır. OSMANLI SANAYİLEŞMESİ VE KÖMÜR Klasik Osmanlı iktisadi anlayışı 18. yüzyıla kadar eksiksiz olarak işlemiştir. Fakat bu tarihten sonra Avrupa’nın askeri alanda Osmanlı’nın önüne geçmeye başlaması bu anlayışın bozulmasına sebep olan etkenlerden ilkidir. Merkezileşen ordunun külfetini karşılamak için tüm kaynaklarını seferber eden Osmanlı Devleti, miri mübayaa ile ordunun ihtiyacına konu olan malları temin edebilmek için üreticilerini ayni olarak vergilendirmeye başladı. Merkezi ordunun ihtiyaçları sadece yurtiçinden karşılanamadığı için bu ihtiyaçların ithal edilmesi zorunluluk haline gelmişti. Gerekli olan malların ithal edilmesi Osmanlı için yeni bir olgu değildi. Fakat ithalatın faturasının bütçenin %4-5’i civarında olması yeni bir durumdu.27 Buradaki amaç kıymetli madenlerin yurtdışına çıkışını engellemekten çok dış ticaret dengesinin düzeltilmesidir.28 Bu hassasiyet neticesinde devlet eliyle yünlü, pamuklu ve yelken bezi manifaktürleri kuruldu. Yünlü manifaktürü 1703’de, Yelken Bezi Manifaktürü 1709’da ve İpekli manifaktürü 1720’de kuruldu.29 Örneğin bunlardan Yelken Bezi Manifaktürü kurulmadan önce yeken bezi ihtiyacı Gelibolu’lu esnaflardan sağlanıyordu. Manifaktür kurulduktan sonra da belli bir dönem yine bu esnaflardan yelken bezi alınmaya devam edildi. Fakat yelken bezi için bir manifaktür kurma teşebbüsü donanmada kadırgalardan kalyonlara geçiş ile ortaya çıktı. Çünkü kalyonlar kadırgalara göre çok daha fazla çeşit, sayı ve ağırlıkta hammaddeye ihtiyaç duyarlar. Bunlardan biri de yeleken bezidir.30 Bu manifaktürler Osmanlı ithal ikameciliğinin nüvelerini oluşturuyorlardı. Bunlar haleflerine göre daha ilkel oldukları gibi buhar gücüne de dayanmıyorlardı. Fakat daha sonra aynı anlayışa göre kurulan fabrikaların 22 Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012, s. 127. 23 Ortaylı, İmparatorluğun En uzun Yüzyılı, s. 243. 24Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet, s. 9. 25Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet, s. 80. 26 BEO 3942/295611, 11 L 1329, 5 Ekim 1911. 27 Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluığunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2012, s. 233-238. 28 Tevfik Güran, “Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, (Der.: Hakkı Dursun Yıl- dız), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992, s. 236. 29Genç, Osmanlı İmparatorluığunda Devlet ve Ekonomi, s. 244-249. 30 Yusuf Alperen Aydın, Sultanın Kalyonları Osmanlı Donanmasının Yelkenli Savaş Gemileri (1701-1770), Küre Yayınları, İstanbul, 2011, s. 149-151. 309 OSMANLI SANAYİLEŞMESİ/MODERNLEŞMESİ VE KÖMÜR enerji ihtiyacı, ithal ikameciliği için kurulan bu tesislerin kömür ithal etmesini gerektiriyordu. Bunu önlemek için devlet kömür ihtiyacını Zonguldak kömür havzasından sağlamak istiyordu. Bu çabalar Osmanlı’nın Batı tipi sanayi tekniklerini almak için 1840’lara kadar beklemediğini gösterir. Bizzat III. Selim tarafından Nizamı Cedit’in askeri malzemelerini temin etmek için girişilmiş çabalar Osmanlı’nın sanayilşemek için giriştiği ilk hamlelerdi.31 Osmanlı imalat sektörünü değerlendirmek isteyen araştırmacılar, imalatın sadece bir fabrikada ya da bir lonca örgütü altında teşkilatlanan esnaf grupları ile yapılabileceği önyargısına sahip oldukları için kırsal alanda yapılan üretim görmezden gelinmiştir. Bu da Osmanlı imalat sektörü için eksik bir ölçüme ve değerlendirmeye sebep olmuştur. Osmanlı imalatı için yapılan bir diğer yanılgı da halkın yüzde sekseninin kırsal alanda yaşamasından dolayı köylülerin sadece tarımsal faaliyetlerde çalışıyor oldukları genellemesiydi.32 Toplam üretim düzeyleri sanılanın aksine, 1914’de, 1800’e göre daha yüksekti. Fakat bu artış dünya ortalamasının çok altındaydı. Osmanlı imalat sektörü büyüyor fakat dünya içindeki ağırlığı küçülüyordu.33 Osmanlı’da büyük miktarda üretim yapan tesisler sanayileşme çabaları öncesinde de mevcuttular. Tophane ve Tersane gibi tesislerde sayıca fazla işçi çalışmış, çok çeşitli aletler kullanılmış ve işbölümü oluşturulmuştu. Ancak Tanzimat’tan sonra kurulanların buharlı makine ile çalışmaları kendilerini fabrika ismi kazanan sınai işletmeler sınıfına sokuyordu.34 Osmanlı imalat sektörü büyümesinde fabrikalar kadar, küçük imalathanelerin ve evlerdeki üretimin rolü yadsınamaz olsa da, kömür madenciliğinin önemini ancak fabrikalar nezdinde kavrayabiliriz. Çünkü fabrikalar kitle üretimi yapabilmek için mekânizasyona dayanırlar ve buhar gücünü kullanabilmek için kömüre ihtiyaç duyarlar. Bu sebeple Osmanlı sanayileşmesi ve kömür ilişkisi imalat sektöründe faaliyet göstermek için kurulan fabrikalar ile anlaşılabilir. Kömür havzasının Hazine-i Hassa’ya ait olmasından çok daha öncesinde 1842-1845 tarhileri arasında, toplamda yaklaşık 1 milyon 26 bin ton kömür donanmaya ve fabrikalara gönderilmişi. Tersane-i Amire bu miktarda %50’den fazla paya sahipti. Daha sonra Baruthane, İzmir ve Hereke Fabrikaları, Beykoz Debbağhanesi ve Feshane-i Amire ile ordu için silah üreten bazı kuruluşlar35 gelmektedir. Ulaşım için çalışan vapurlar da bu listede yer almaktadır.36 Osmanlı’da 19. yüzyılda kurulan fabrikaların, 1840-1860 arasında devletçi politikalar ile 1860-1876 arasında ise özel girişimcilik tarafından kuruldukları bilinmektedir.37 1843 yılında özel girişimcilik ile kurulup daha sonra 1845’te devlete geçen Hereke Fabrikası gibi örnekleri olan bu fabrikalar bilinçli bir ekonomik tercih olmaktan çok öncülleri gibi ithal ikameciliği için kurulmuşlardır.38 Bu fabrikaların çalışabilmeleri kömür havzasından gelecek kömürlere bağlıydı. Nitekim 1911 yılında Dahiliye Nazırı’ndan Sadaret’e yazılan bir yazıda Hereke Fabrikası’nın tatil edilmemesi için acilen kömür gönderilmesi istenmekteydi. 31 Edward Clark, “Osmanlı Sanayi Devrimi”, Osmanlılar ve Batı Teknolojisi-Yeni Araştırmalar Yeni Görüşler, (Der.: Ekmeleddin İhsanoğlu), Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1992, s. 38. 32 Donald Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, (Çev.: Tansel Güney), İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 15. 33Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, s. 39-40. 34 Sarç, a.g.e., s. 434. 35 Tophane-i Amire, Tüfenkhane-i Amire gibi. 36 Hamdi Genç, “Ereğli Kömür Madenleri (1840-1940),” Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007, s. 10. 37 Mehmet Seyitdanlıoğlu, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii (1839-1876)”, Türk Modernleşme Tarihi Araş- tırmaları Sempozyumu, 14 Mayıs, Ankara, 2005, s. 59. 38Genç, Osmanlı İmparatorluığunda Devlet ve Ekonomi, s. 238; Seyitdanlıoğlu, a.g.m., s. 60-63. 310 TAMER GÜVEN Kozlu’da Malumezade ocaklarından 480 ton kömürün hiçbir yere kömür gönderilmeyerek, karara muhalefet edilmeyerek, Hazine-i Hassa-i Müdüriyeti’nden alınan tezkireye dayanılarak istisnai bir şekilde nakledilmesi gerektiği bildiriliyordu.39 Hariciye Nazırı’na Hazine-i Hassa Müdüriyeti’nden gelen yazıda ise Recep Kaptan’ın idaresinde Hereke Fabrikası’na kömür götürmek için Kozlu’ya giden Lazistan isimli vapurun eğer vaktinde kömür alamaması durumunda tatil edilmek zorunda kalınan fabrikanın çok fazla zarar ve ziyan edeceği belirtiliyordu.40 Kurulan sanayi tesislerinin çoğu, memleketin hariçle münasebeti daha çok olan İstanbul’a ve Avrupa Türkiyesi’ne kurulmuşlardır.41 Bu tesislerin İstanbul’da kurulanları farklı amaçlarla üretim yapsalar da genel olarak; Haliç ve İstinye koyları, Boğaz’ın her iki yakası, Marmara denizi kıyıları ile Yedikule, Zeytinburnu, Küçükçekmece ve Bakırköy gibi demir yolu ve deniz yolu ile ulaşımı olan bölgelere kurulmuşlardır.42 Yedikule’den Küçükçekmece’ye kadar kurulan fabrikalar, doğudan batıya doğru yaklaşık 15 km boyunca uzanmışlardır.43 Bunun önemli bir sebebi de deniz yoluyla kömüre ulaşmanın kolay olmasıdır. 1910 yılında ihalesi açılan, 1911 yılında Avusturyalı Gans firması tarafından yapımına başlanan ve 1914’de şehir şebekesine ve tramvaylara elektrik vermeye başlayan Silahtarağa Elektrik Santrali’de bunlardan biridir.44 İstanbul yakınlarında hidrolik güç ile enerji üretebilecek potansiyelde bir akarsu bulunmamasından dolayı bu santralin kömür ile çalışan bir termik santral olmasına karar verilmiştir. Santralde iyi cins Zonguldak taşkömürü kullanılmıştır.45 Kömüre kolay ulaşmak, yeterli temiz su temin etmek ve şehre etkin elektrik dağıtabilmek adına tesis, Haliç’in epeyce iç kısmına kurulmuştur.46 Yedikule’den Küçükçekmece’ye kadar olan bölgede kurulan bir dizi sanayi teşebbüsü bu bölgede bir “sanayi parkı” oluşturma iradesini göstermektedir.47 Yapımına 1842’de başlanan Zeytinburnu Demir Fabrikası; 1846’da kurulup 1848’de Tophane-i Amire’ye devredilen Zeytinburnu Demir Fabrikası ile 1855’te tamamlanan Zeytinburnu Dokuma Fabrikası’ndan oluşmaktaydı.48 Devletin 1857-58 mali yılı sonuna kadar yaptığı ve bu tarhiten sonra yapacağı yatırım harcamaları içinde bu sanayi kompleksi %51’lik bir paya sahiptir.49 Kaldırılan Yeniçeri Ocağı’nın yerine kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye’ye fes üretmek için kurulan Feshane Fabrikası’nın kuruluşu her ne kadar daha eski de olsa, ilk inorganik enerji ile çalışan fabrika 1850’lerin başında Basmahane-i Amire olan Bakırköy Bez Fabrikası’dır.50 1826’da Kadırga’da kurulup daha sonra Eyüp Defterdar’a 39 40 41 42 BEO 3942/295600, 10 L 1329, 4 Ekim 1911. BEO 3942/295600, 10 L 1329, 4 Ekim 1911. Sarç, a.g.e., s. 429. Mesut Doğan, “Geçmişten Günümüze İstanbul’da Sanayileşme Süreci ve Son 10 Yıllık Gelişimi”, Marmara Coğrafya Dergisi, S. 27, Ocak 2013, s. 516. 43 Clark, a.g.e., s. 40. 44 Asu Aksoy, Funda Açıkbaş ve Ayşenur Akman, “Silahtarağa Elektrik Santrali’nin Hikayesi”, Silahtarağa Elektrik Santrali, (Der.: Asu Aksoy), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009, s. 1. 45 Ayşenur Akman ve T. Gül Köksal, “Silahtarağa Nasıl Çalışırdı?”, Silahtarağa Elektrik Santrali, (Der.: Asu Aksoy), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009, s. 63-67. 46 Binnur Kıraç, Mevlüde Kaptı ve Saadettin Ökten, The Old Power Plant at Silahtarağa in İstanbul”, Fist In- ternational Congress on Construction History, 20-24 Ocak, Madrid, 2003, s. 1239. 47Clark, a.g.e., s. 40. 48 Seyitdanlıoğlu, a.g.m., s. 62. 49Güran, Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları, s. 250. 50 Zafer Toprak, “II. Meşrutiyet ve Osmanlı Sanayii”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi Cilt 5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985b, s. 1345. 311 OSMANLI SANAYİLEŞMESİ/MODERNLEŞMESİ VE KÖMÜR taşınarak makineler ile modernize edilen Feshane Fabrikası yeni hali ile üretim maliyetlerini 26 kuruş düşürerek karında artış sağlamıştır.51 Bu dönemde sanayileşmenin öncü isimleri olan Ohannes ve Bogos Dadyan kardeşler İzmit Çuka Fabrikası’nı kurarken Serasker Rıza Paşa’dan Hereke’de52 bir fabrika kurmak için izin almışlardır53 Tanzimat devrinden bugüne kalan tek fabrika olan Hereke Fabrikası 1843’de bu vesileyle kurulmuştıur.54 İzmit Çuka Fabrikası’da 1844’de faaliyete başlamıştır.55 Bursa’daki ipek üreticiliğini geliştirmek ve Hereke Fabrikası’nın ipek ihtiyacını karşılamak için 1852 yılında Hümayun İpek Fabrikası adı altında bir fabrika kurulmuştur.56 Dericilik alanında faaliyetler he ne kadar 19. Yüzyılın başlarında başlamışsa da Beykoz Debbağhanesi 1842’de devlete devredilerek makinelerle donatılmış ve zamanına göre modern bir vaziyet almıştır.57 1848 yılında üretime deneme niteliğinde başlayan Veliefendi Basma Fabrikası’nın ilerleyen dönemde de sürekli zarar etmesinin sebebi yabancı ustalara yüksek miktarlarda ücret ödemesiydi.58 Bu müesselerin dışınitda İslimiye Fabrikası, İzmir Kağıt Fabrikası gibi fabrikalarda sanayileşme için devlet tarafından kurulan fabrikalardandır.59 Bu şekilde Tanzimat’tan hemen sonra temelleri atılan sanayileşme hareketi Osmanlı’da daha önce kurulan fabrikaların makineleşmesi ve yeni kurulan fabrikalar ile buhar gücünün kullanılmasını sağlamıştır. Hereke Fabrikası hariç bu fabrikaların hepsinin öncelikli amacı modernleşen ve merkizeleşen ordunun ihtyiaçlarını karşılamaktı ve bu sebeple de piyasadan soyutlanmışlardı.60 Fakat yeni ordunun modernizasyonunda simgesel bir önem ihtiva eden Feshane gibi fabrikalar dahi Osmanlı sosyal yaşamında önemli değişikliklere sebep olmuşlardır (Özbilgin, 1999:108). Nihayet 1915 sanayi sayımlarında fabrikaların çevirici güçlerinin %75,9’unun buhar makinelerinden elde edildiği görülmüştür. Bu fabrikalarda yakıt olarak kullanılan kömür, Zonguldak kömür havzasından elde edilmektedir.61 Yerli kömüre bağlılıkları had safhada olan bu fabrikalar, kömür istihsalinin savaş sebebiyle 1914’te yarı yarıya 1917’de ise beşte birine düşmesinden dolayı faaliyetlerini tatil etmek zorunda kalmışlardır.62 DONANMANIN MODERNİZASYONU VE KÖMÜR Buhar makinesinin vapurlarda ulaşım maksadıyla kullanımı 1807’de New York-Albany arasında yapılan seferler ile başlayarak 1820’li yılların sonunda yaygın hale geldi. 1810’lu yıllarda buhar makinesi ile donatılmış savaş gemileri kullanılsa da bunların asıl amacı muharebe etmek değil donanmaya destek vermekti. 1840’da 51Güran, Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları, s. 239. 52 İzmit Çuka Fabrikası’nın devlet teşebbüsü, Hereke Fabrikası’nın ise özel teşebbüs olduğunun arşiv kaynaklarından ispatı için, bkz. Abdülkadir Buluş, “Osmanlı Tekstil Sanayii Hereke Fabrikası”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2000, s. 115-118. 53 Toprak, II. Meşrutiyet ve Osmanlı Sanayii, s. 1346. 54 Seyitdanlıoğlu, a.g.m., s. 63. 55Güran, Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları, s. 245. 56 Seyitdanlıoğlu, a.g.m., s. 64; Güran, Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları, s. 249. 57 Toprak, II. Meşrutiyet ve Osmanlı Sanayii, s. 1350. 58Güran, Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları, s. 247. 59 Sarç, a.g.e., s. 435. 60 Yavuz Selim Karakışla, “Osmanlı Sanayi İşçisi Sınıfının Doğuşu 1839-1923”, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne İşçiler 1839-1950, (Der.: Donald Quataert ve Erik Jan Zürcher), İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 28. 61 Toprak, II. Meşrutiyet ve Osmanlı Sanayii, s. 1353. 62 Vedat Eldem, Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1994, s. 75-76. 312 TAMER GÜVEN uskurun63 icat olunmasının da yardımıyla 1851 yılında Napoleon isimli Fransız gemisinin yapımı tamamlandı. Ertesi yıl da İngilizler tarafından Agamemnon isimli benzer bir geminin yapımı tamamlandı. Kırım Savaşı’ndaki tecrübeler ile tasarlanan Devastation isimli gemi kıyı muharebelerinde etkili olsa da henüz açık denizde kullanılamıyordu. 1859 yılında yapımı tamamlanan Fransız Gloire isimli gemi açık sularda muharebe edebilyordu fakat yüzde yüz demirden imal edilmiş değildi. 1861 yılında İngilizlerin HMS Warrior isimli, tamamen demirden imal edilen gemiyi donanmalarına katmaları ile tarihin ilk modern savaş gemisi meydana gelmiş oldu.64 1827’de İngilizler tarafından İstanbul’a getirilen Sür’at ismi verilen fakat buharla çalışması sebebiyle halk tarafından Buğu Gemisi olarak anılan gemi Osmanlı’nın ilk buharlı gemisi olmuştur.65 1832’de Amerika’dan İstanbul’a gelerek Donanma tersanelerinin başına geçen Forster Rhodes, donanmanın modernleşmesinde önemli rol üstlenmiştir. 1835’te Osmanlı’nın ilk buharlı makinelerini üretti. Yapılan ilk buharlı gemi olan Eser-i Hayır 24 Kasım 1837’de denize indirildi. Buhar gücüyle çalışan ilk savaş gemileri de 1846-47’de imal edilen iki buharlı fırkateyn bu alandaki ilk girişim oldu. Kırım Savaşı’nda İngiltere ve Fransa’nın buharlı gemilerinin yanında savaşan, 1829 yılında yapılmış ve dünyanın en büyük savaş gemisi olan Mahmudiye gemisinin buharlı teknolojiye geçişi düşünülse de ahşap gövdenin çürümeye yüz tutmuş olması bu niyeti engelledi. 1856’da Peyk-i Zafer ve Kervan- Bahri, iki yıl sonra da Şadiye ve Fethiye isimli buharlı savaş gemileri İngiltere’ye uskur takılması için gönderildi.66 Bu sırada başlayan Kırım Savaşı (1853-1856) bahsi geçen gelişmelerde önemli rol oynamıştı. Görünürde savaş Ortodoks ve Katolik din adamlarının Beytüllahim’deki Nativitas kilisesinin anahtarları için giriştikleri kavgadan başlamıştı67 Ruslar Kudüs’teki Ortodoksları bahane ederek Balkanlardaki Ortodoks Slav ulusları Osmanlı’dan koparmak istiyorlardı.68 İlk kez 1815’te Viyana Kongresi’nde dile getirilen Şark Meselesi; Avrupa’daki güçlerin ve Rusya’nın, Osmanlı’nın iflası ve çöküşü durumunda nasıl bir paylaşım programı belirleyecekleri ile ilgiliydi.69 Bu doğrultuda Rusya’nın Osmanlı’ya saldırması Fransa ve İngiltere’yi Osmanlı’yı desteklemek konusunda harekete geçirdi. Balkanların Rus egemenliğine girmesi daha küçük bir Osmanlı demekti ki böylece Osmanlı Rusya’nın uydusu olabilirdi. Bu duruma İngiltere izin veremezdi.70 Bahsedilen ilk buhar makineli savaş gemileri Rusya’ya karşı Kırım Savaşı’nda İngiltere ve Fransa tarafından kullanıldı ve bu savaşta gemilerin geliştirilmesi ile ilgili önemli dersler çıkarıldı. Ruslar tarafından Sinop’ta Osmanlı Donanması Paixhans cinsi ateşli toplar ile yok edilince Napoleon yangın mermisine karşı zırhlı Devastation isimli geminin yapılmasını emretti. Bu geminin yetenekleri 17 Ekim 1855’te Kılburun muharebesi sırasında keşfedilince, geminin açık denizde de muharebe edebileni olan Gloire’in inşa edilmesine karar verildi.71 63 Buhar gücünün pervanelerde daha etkin bir şekilde kullanılabilmesi için tasarlanmıştır. 64 Emir Yener, “Buhar ve Zırh Devrimi 1830-1876”, Toplumsal Tarih, C. 17, S. 6, 2010, s. 54. 65 Ali İhsan Gencer, Bahriye’de Yapılam Islahat Harelketleri ve Bahriye Nezareti’nin Kuruluşu (1789-1867), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2001, s. 116. 66 Ahmet Güleryüz ve Bernd Langensiepen, Osmanlı Donanması 1828-1923, Kaptan Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 9-10. 67 V. C. Findley, “Tanzimat”, Modern Dünyada Türkiye: Türkiye Tarihi 1839-2010, (Der.: Reşat Kasaba, Çev.: Zuhal Bilgin), Kitap Yayınevi, İstanbul, 2011, s. 42. 68 Sina Akşin, “Siyasal Tarih (1789-1908)”, Türkiye Tarihi 3 Osmanlı Devleti 1600-1908, (Der.: Sina Akşin), Cem Yayınevi, İstanbul, 2011, s. 130. 69 Akşin, a.g.e., s. 126. 70 Akşin, a.g.e., s. 131. 71 Yener, a.g.m., s. 56. 313 OSMANLI SANAYİLEŞMESİ/MODERNLEŞMESİ VE KÖMÜR Bu vesileyle Osmanlı, buharlı ve zırhlı savaş gemilerinin gücünü çok yakından görmüş oldu ve böylece tarihinin en büyük donanmasını inşaaya başladı.72 Aynı zamanda Kırım Savaşı sırasında İngiliz ve Fransız gemilerinin ihtiyaç duydukları kömürlerin savaş boyunca verilmesi bir mukavele ile karara bağlanmıştı.73 Kasım 1854’de Kastamonu Valisi’ne yazılan bir yazıda İngiltere Devleti’nin gerekli kömürü çıkarmak için yeterli amele tedarik edemediğini, bu durumun sefayini aksattığını bu sebeple memurların saltanatı seniyye için her türlü gayreti göstermeleri istenmiştir.74 Devletin maden ocaklarını açmadaki en büyük maksadının donanmanın kömür ihtiyacını sağlamak olması bu durumda şaşırtıcı değildir.75 1908’de Üçüncü Ordu-yu Hümayunu’nun Yanya yönündeki nizamiye taburlarından altışar yüz mevcutlu dört taburu, önce Preveze’ye ve oradan da Hayfa iskelesine doğru sevk edilecekti. Taburların Preveze’den Hayfa iskelesine nakliyesi için Tir-i Müjgan ve Bezm-i Alem vapurları hazırlanmıştı. Ancak Bezm-i Alem Vapuru’nun kömürü olmadığından dolayı 2000 ton kömürü gecikmeden alabilmesi içi Ereğli Nezareti müdür vekiline telgraf çekilmiştir.76 Fakat Ticaret ve Nafia Nazırının Sadarete bildirdiğine göre, daha önce Bahriye Nezareti tarafından alınan kaliteli kömürler için bir deyişe göre 25 diğerine göre ise 30 bin lira olan tutar ödenememiştir. Ereğli’den alınan bir telgraf, Bezm-i Alem vapuru için gerekli olan kömürün tutarı ödenmedikçe 100 bin kuruştan fazla kömür verilemeyeceğini bildiriyordu. Çünkü Kastamonu vilayetinden ancak bu miktar para gönderilebilmişti.77 Buna ilaveten Bahriye Nezareti Taif Vapuru için de 450 ton kömür talep ediyordu. Kastamonu vilayetinden gönderilen 1000 lira ile kömür alınmış ve Taif vapuru 29 Nisan’da Ereğli’den ayrılmıştır. Aynı zamanda Şark ve Garb vapurları da Kozlu’ya kömür almak için giderler ve Şark Vapuru kömür alarak 1 Mayıs günü İstanbul’a doğru hareket eder. Eskiden beri, Bahriye Nezareti’nin temettuata mahsuben alıdığı kömürden fazlasına ihtiyaç duyulduğunda gerekli miktar para gönderilerek hesap denkleştirilirdi. Bu olayda ise ne yapılacağı Sadaret’e sorulmuştur.78 Bahriye Nazırı Trabzon’a doğru yola çıkarılacak olan Mekke Vapuru için 400 ton kömür yüklenmesini Maden-i Hümayun Müdüriyeti’nden vekaletinden istemişti. Fakat Müdüriyet, Ticaret ve Nafia Nezareti’nden izin almadıkça kömür veremeyeceklerini belirtiyordu. Bu sebeple orataya çıkacak gecikme ve mesuliyeti Bahriye Nazırı tarafından peşinen kabul etmiyordu.79 iki gün sonra Mekke Vapuru’na verilemeyen 400 ton kömür için Ticaret ve Nafia Nazırı Sadaret’ten izin istiyordu.80 Bu tarihlerde Kastamonu Valisi Sadaret’e bir telgraf göndererek Mekke ve Taif Vapurlarının Trabzon yönünden kömür almak üzere Kozlu’ya vardıklarını bildiriyor.81 Taif vapuru Hicar Demiryolu Hattı için tertip olanları Trabzon’dan alarak Hayfa’ya götürmek üzere yola çıkar ve Ereğli’den başka bir vapurun yolcularını da almak üzere görevlendirilmiştir.82. Yukarıda da belirtildiği üzere 72 Yener, a.g.m., s. 58. 73 Ahmet Naim, Zonguldak Havzası Uzun Mehmetten Bugüne Kadar, Hüsnütabiat Matbası, İstanbul, 1934, s. 25. 74 HR. MKT. 93/79, 8 Ra 1271, 28 Kasım 1854. 75Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet, s. 15. 76 Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 1. 77 Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 2; Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 4. 78 Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 4. 79 Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 5. 80 Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 6. 81 Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 7. 82 Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 3. 314 TAMER GÜVEN Bahriye Nezareti namına kömür almak isteyen Mekke Vapuru’na adı geçen Nezaret’in borçları nedeniyle Ticaret ve Nafia Nezareti’nden haber alınmadıkça mahalli idare kömür vermiyordu. Bunun üzerine Mekke Vapuru efradı iskeleye çıkıp itaatsizlik ederek tüccardan birine ait bir mavna83 kömürü cebren Mekke Vapuru’na naklediyordu. Eğer üç mavna daha nakledebilirler ise kaptanı gemiyi hereket ettirmeye mecbur bırakacakları ifade ediyorlardı. Hadise tüccar tarafından Kozlu’daki komisyona haber veriliyor ve bir memur meselenin daha fazla uzamaması için borcun hemen ödenmesi üzerine 400 ton kömürün hemen satılarak nakledilmesi için bir görevlinin yola çıktığını haber veriyordu.84 Aynı gün çekilen başka bir telgrafta ise 1128 mürettebat ile Kozlu’ya gelen Taif Vapuru kaptanı 400 ton kömürü alamadığı takdirde vapurun hareket ettirilmeyeceğini ve sorun çıkarılacağını, bu vapurun sevkinde memur olan Kolağası Süleyman Bey’e telgraf ile bildiriyordu. Verilen yazı ve mürettebatın sayıca çok olmasından doğan çekince ile kömür sevkinin ertelenemeyeceği, izinsiz de olsa istenilen kömürün hemen verileceğinin sorumlu olan yerlere bildirilmesinin gerekli olduğu Ereğli Madeni Hümayun Müdür Vekaletine tebliğ edilmiştir.85 Mekke ve Taif vapurlarına ihtiyaç duydukları kömürlerin Bahriye Nezareti’nin tüccara olan borçlarından dolayı verilememesi ile vapurların hareketlerinin tehir edilmesi, bunun üzerine vapur mürettebatlarının cebren kömür alarak tüccarı zor durumda bırakmaları ile her iki tarafın da zararda oldukları ortadadır. Bu anlaşmazlığın tarafsızca araştırılıp çözümlenmesi gerektiği bildirilmektedir.86 Kömür almak üzere Kozlu’ya gelen Eser-i Cedid ve Garb vapurlarına kömür yüklemede sorun yaşanıyordu. Kömür naklederken kullanılan olukların günlük kapasitesi 800-900 tondan fazlasına müsait değildi. Eser-i Cedid Vapuru’na 1096 ton ve Garb Vapuru’na 786 ton kömür verilebilmişti. İki saat içinde en fazla yüzer ton daha kömür yüklenebilineceğini ve bu miktarın yeterli olup olmadığı Maden-i Hümayun Müdür Vekili olan Faruk Bey’den Sadaret’e soruluyordu.87 Bu örnekler 1908 gibi geç bir tarihte bile donanmanın ihtiyaç duyduğu kömürü almakta sıkıntı yaşadığını göstermektedir. Kömürün çıkarılması ve ücretinin alıcıları tarafından ziyade vapurlara kömür yüklenmesi gibi teknik altyapının da donanmanın işleyişini aksattığı görülmektedir. İsimleri zikr olunan vapurlar donanmaya ait olup; Taif Vapuru yatlar ve sörvey vapurlar sınıfına dahil iken, Bezm-i Alem, Tir-i Müjgan, Eser-i Cedid ve Mekke vapurları ise silahlı vapurlar sınıfına dahildirler.88 83 Sığ limanlarda gemilere yükleme boşaltma yapabilmek için kullanılan, 40-60 kg kapasiteli, sac veya ağaçtan 84 85 86 87 88 yapılan tekne bkz., Dictionnaire Larousse, “Mavna”, Cilt 4, Milliyet Gazetecilik AŞ, İstanbul, 1993-1994, s. 1613. Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 7. Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 8. Y.A. HUS. 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908, Ek 9. BEO 3361/252066, 21 C 1326, 21 Temmuz 1908. Güleryüz ve Langensiepen, a.g.e., s. 164-165. 315 OSMANLI SANAYİLEŞMESİ/MODERNLEŞMESİ VE KÖMÜR ULAŞIM İÇİN KULLANILAN VAPURLAR VE KÖMÜR Türkiye’deki denizcilik tarihi yeterince incelenmemiş bir alan olmakla birlikte mevcut çalışmaların büyük bölümünü donanmanın tarihi oluşturur89 Halbuki buhar makinesi savaş gemilerinde kullanıldığı gibi ulaşım için gerekli vapurların enerji ihtiyacını karşılamak için de kullanılmıştır. Bu vapurlar, 19. yüzyıl modernleşmesi ile kalabalıklaşan İstanbul’un yaşam biçimindeki değişimle, kent içi ulaşım ihtiyacını karşılamakta önemli rol sahibi olmuşlardır.90 İstanbul’da nüfus 1829’da 359 bin iken 1919’da 700 bine ulaşmıştır. Boğaz’ın Tarabya ve Yeniköy gibi köylerinde Rum armatörlerin yalıları yerlerini almaya başlamışlardı. Benzer şekilde Kuzguncuk, Beylerbeyi, Ortaköy, Kandilli gibi semtlerde yalıların yükseldiği yerlerdendi.91 Kavakları92 gören insan sayısı çok azdı. Beykoz’da ve Kadıköy’de sürgün edilenler ikamet ediyorlardı.93 Bin yıldır dünya ekonomisinin ve kültürünün merkezlerinden biri olmasına karşın çok fazla değişim göstermeyen İstanbul, artık mekânsal anlamda büyük bir değişime ve genişlemeye uğramaktaydı. Bunun en önemli sebebi kent içi ulaşımın gelişmesiydi.94 Ayrıca Boğaz’da ve Haliç’te vapurların çalışmaya başlamalarının bir diğer sonucu da kayıkçı esnafının önemini kaybetmesi oldu.95 Başlangıçta İngilizler ve Ruslar tarafından iki adet vapur Boğaziçi’nde işletilmeye başlanmıştır.96 Daha sonra Bahriye Nezaretin’ne bağlı olarak 1844’te kurulan Haziene-i Hassa Vapurları İdaresi’nin97 2 adet vapuru bulunuyordu. İlk anonim şirket olarak 1851’de kurulan Şirket-i Hayriye’nin 81 parçalık filosu faaliyet süresi boyunca; 3 araba vapuru, 74 yolcu vapuru, 3 kömür vapuru ve bir gezinti teknisinden oluşuyordu.98 1842 ve 1845 yılları arasında Ereğli Kömür Madeni Kumpanyası’nın gönderdiği kömürlerin yaklaşık %18’i Üsküdar Vapuru’na gönderilmişti.99 Ayrıca Hazine-i Hassa İdaresi’ndeki vapurlara Kırım Savaşı sonrasında da Zonguldak kömür havzasından kömür gönderildiği bilinmektedir.100 Şirket-i Hayriye’nin 81 parçalık filosunda 3 vapurun kömür taşımak için kullanması da İstanbul’un mekânsal değişimi ve genişlemesinde kömürün nasıl bir rol oyandığının göstergesidir. 1846 ve 1848 yılları arasında maden bölgesinden kurumlara satılan kömür miktarları sıralamasında vapurlar, “Vapur-ı Hümayunlar” lafzı ile ikinci sırada yer almışlar ve 965.687 ton kömür içinde %22’lik bir yekün oluşturmuşlardır.101 89 Murat Koraltürk, “Türkiye Ticaret Denizciliği Tarihi Çalışmaları Hakkında Bir Değerlendirme”, Toplumsal Tarih, C. XVII, S. 1, 2010, s. 48. 90 Murat Koraltürk, “İstanbul’da Deniz Ulaşımı: İşletmeler, Gemiler-Gemiciler, Yollar-Yolcular”, Türkler ve Deniz, (Der.: Özlem Kumrular), Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 480. 91 İlber Ortaylı, “Sanayi Çağında İstanbul”, Tarihin İzinde, (Der.: Cem Küçük), Profil Yayıncılık, İstanbul, 92 93 94 95 96 97 2008, s. 197-198. Anadolu ve Rumeli Kavağı Nejdet Ertuğ, Osmanlı Döneminde Deniz Ulaşımı ve Kayıkçılar, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001, s. 259. Ortaylı, Sanayi Çağında İstanbul, s. 199. Ertuğ, a.g.e., s. 266. Ertuğ, a.g.e., s. 260. Bu kuruluş 1862’de Fevaid-i Osmaniye İdaresi, 1871’de İdare-i Aziziye İdaresi, 1878’de İdare-i Mahsusa’ 1910’da Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi’ne dönüşmüştür. Bkz., Şehir Hatları, Bir Buçuk Asırı Aşkın Deneyim: Şehir Hatları, http:// www.sehirhatlari.com.tr/tr/kurumsal/sehir-hatlari-hakkinda-1.html, (Erişim Tarihi: 04.24.2014). 98Koraltürk, İstanbul’da Deniz Ulaşımı, s. 481, 488. 99Genç, Ereğli Kömür Madenleri, s. 10. 100 Naim, a.g.e., s. 26. 101Genç, Ereğli Kömür Madenleri, s. 16. 316 TAMER GÜVEN Şirket-i Hayriye’nin vapurlarından birinde ateşcilik mesleğinde çalışmış bir işçinin anlattıklarından vapurların kömür tüketimleri hakkında bilgi sahibi oluyoruz: “Karaköy’den Kavaklar’a kadar, iskelelere uğraya uğraya iki buçuk saatte giderdik. Bir o kadar da dönüşün ki, beş, beş buçuk saat... Saatte 500-550 kilo kömür yakardık. Anlayacağın, bir gidiş dönüşte geminin 3-3,5 ton kömür sarfı vardı. Fakat geminin yaşlı ya da genç oluşuna göre bu miktar değişirdi. Yaşlı gemilere daha az kömür atardık, çünkü eski kazanlar kuvetli ateşe dayanamaz.”102 Şirket-i Hayriye vapurları normalde 250 ton savaş zamanında ise günde 500 ton kömür tüketiyorlardı. Birinci dünya savaşı sırasında savaşlarda da kullanılan Şirket-i Hayriye vapurlarında önceleri İngiltere’den getirilen en iyi cins Cardiff kömürü kıllanılıyordu. Savaş sırasında dışarıdanm kömür getirilemedği için Zonguldak kömürü kullanılmak zorunda kalınmış, kömür istihsalinin savaş sırasında epeyce düşmesinden ötürüde kömür haddinden pahalıya alınmıştır.103 SONUÇ Bahsedildiği gibi Osmanlı sanayileşmesi ve modernleşmesi için kömür vazgeçilmez bir destekleyici hükmündedir. Donanmanın modernleşmesi, fabrikaların açılması ve ulaşım için gerekli kömür ihtiyacı, ithal edilmek yerine Zonguldak kömür havzasından elde edilmek istenmiştir. Çünkü İmparatorluk bütün bu sanayileşme ve modernleşme yükünün altında bir de ithal kömür kullanarak nakit darlığına düşemezdi. Aynı zamanda herhangi bir savaş durumunda kömür ithalinde yaşanabilecek bir aksama donanmayı zor bir duruma sokabilirdi. Fabrikaların ve donanmanın ihtiyaç duyduğu kömürün temini, hem fabrikaların işlemesi hem de donanmanın layıkıyla kullanılabilmesi için gerekli olan eksikliklerden sadece biriydi. Çünkü bu yenilikler kömür eksikliğine ilaveten yeterli ve verimli bir emek gücü bulunmayışından dolayı da mükemmelen çalıştırılamıyordu. Devlet maden bölgesinde kömür tecrübesi olmayan bir işgücü ile kömür istihsal etmeye çalışırken aynı zamanda sermaye kıtlığı çekmekteydi. Zamanla uygulanmak zorunda kalınan düzenlemeler kömür havzasında devletin belirleyiciliğini sınırlandırıp hem emek hem de sermaye yönünden daha serbest bir piyasa oluşmasını sağladı. 1882’de kömürün satın alma hakkına tek başına sahip olan madencilik idaresinin bu hakkın en azından bir kısmından feragat etmesi, 1906’da maden bölgesinde serbest işçilerin de çalıştırılabilmesi serbestleşmenin en belirgin örnekleriydi. Aynı zamanda 1911 yılında Ereğli Şirketi ve hükümet arasında yapılan müzakerelerde, hükümetin 1867 nizamnamesi ile maden şirketlerine verilen imtiyazları keyfi olarak geri alma hakkından vazgeçmesi ile bazı denetim ve gelir haklarından feragat etmesi de bu duruma önemli bir örnektir. Zonguldak Kömür Havzası, Osmanlı sanayileşmesine ve modernleşmesine bu vesilelerle destekçi olmakla birlikte tanıklık da etmiştir. 102 Eser Tutel, Şirket-i Hayriye, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 145. 103 Tutel, a.g.e., s. 190. 317 OSMANLI SANAYİLEŞMESİ/MODERNLEŞMESİ VE KÖMÜR KAYNAKÇA BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ KAYNAKLARI BEO (Babıali Evrak Odası) 3361/252066, 21 C 1326, 21 Temmuz 1908. BEO 3942/295611, 11 L 1329, 5 Ekim 1911. BEO 3942/295600, 10 L 1329, 4 Ekim 1911. HR. MKT. (Hariciye Nezareti Mektubi Kalemi) 93/79, 8 Ra 1271, 28 Kasım 1854. Y.A. HUS. (Yıldız Sadaret Hususi Maruzat Evrakı) 521/121, 23 R 1326, 25 Mayıs 1908. DİĞER KAYNAKLAR AKMAN, Ayşenur ve T. Gül Köksal, “Silahtarağa Nasıl Çalışırdı?”, Silahtarağa Elektrik Santrali, (Der.: Asu Aksoy), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009. AKSOY, Asu, Funda Açıkbaş ve Ayşenur Akman, “Silahtarağa Elektrik Santrali’nin Hikayesi”, Silahtarağa Elektrik Santrali, (Der.: Asu Aksoy), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009. AKŞİN, Sina, “Siyasal Tarih (1789-1908)”, Türkiye Tarihi 3 Osmanlı Devleti 1600-1908, (Der.: Sina Akşin), Cem Yayınevi, İstanbul, 2011. AYDIN, Yusuf Alperen, Sultanın Kalyonları Osmanlı Donanmasının Yelkenli Savaş Gemileri (1701-1770), Küre Yayınları, İstanbul, 2011. BULUŞ, Abdülkadir, “Osmanlı Tekstil Sanayii Hereke Fabrikası”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2000. CLARK, Edward, “Osmanlı Sanayi Devrimi”, Osmanlılar ve Batı Teknolojisi-Yeni Araştırmalar Yeni Görüşler, (Der.: Ekmeleddin İhsanoğlu), Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1992. CLARK, Gregory ve David Jacks, “Coal and the Industrial Revolution, 1700-1869”, European Review of Economic History, C. XI, S. 1, 2007. DICTIONNAIRE LAROUSSE, “Mavna”, Cilt 4, Milliyet Gazetecilik AŞ, İstanbul, 1993-1994 DOĞAN, Mesut, “Geçmişten Günümüze İstanbul’da Sanayileşme Süreci ve Son 10 Yıllık Gelişimi”, Marmara Coğrafya Dergisi, S. 27, Ocak 2013. ELDEM, Vedat, Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1994 ERTUĞ, Nejdet, Osmanlı Döneminde Deniz Ulaşımı ve Kayıkçılar, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001 FINDLEY, V. C., “Tanzimat”, Modern Dünyada Türkiye: Türkiye Tarihi 1839-2010, (Der.: Reşat Kasaba, Çev.: Zuhal Bilgin), Kitap Yayınevi, İstanbul, 2011. 318 TAMER GÜVEN GENCER, Ali İhsan, Bahriye’de Yapılam Islahat Harelketleri ve Bahriye Nezareti’nin Kuruluşu (1789-1867), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2001. GENÇ, Hamdi, “Ereğli Kömür Madenleri (1840-1940)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007. GENÇ, Mehmet, Osmanlı İmparatorluığunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2012 GÜLERYÜZ, Ahmet ve Bernd Langensiepen, Osmanlı Donanması 1828-1923, Kaptan Yayıncılık, İstanbul, 2007. GÜRAN, Tevfik, “Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, (Der.: Hakkı Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992. GÜRAN, Tevfik, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1998. HUBERMAN, Leo, Feodal Toplumdan 20. Yüzyıla, (Çev.: Murat Belge), İletişim Yayınları, İstanbul, 2007. İHSANOĞLU, Ekmeleddin, “Osmanlıların Batı’da Gelişen Bazı Teknolojik Yeniliklerden Etkilenmeleri”, Osmanlılar ve Batı Teknolojisi-Yeni Araştırmalar Yeni Görüşler, (Der.: Ekmeleddin İhsanoğlu), Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1992. KARAKIŞLA, Yavuz Selim, “Osmanlı Sanayi İşçisi Sınıfının Doğuşu 1839-1923”, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne İşçiler 1839-1950, (Der.: Donald Quataert ve Erik Jan Zürcher), İletişim Yayınları, İstanbul, 2011. KARPAT, Kemal, Osmanlı Modernleşmesi Toplum, Kurumsal Değişim ve Nüfus, İmge Kitabevi, Ankara, 2008. KIRAÇ, Binnur, Mevlüde Kaptı ve Saadettin Ökten, The Old Power Plant at Silahtarağa in İstanbul”, Fist International Congress on Construction History, 20-24 Ocak, Madrid, 2003. KORALTÜRK, Murat, “İstanbul’da Deniz Ulaşımı: İşletmeler, Gemiler-Gemiciler, Yollar-Yolcular” Türkler ve Deniz, (Der.: Özlem Kumrular), Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007. KORALTÜRK, Murat, “Türkiye Ticaret Denizciliği Tarihi Çalışmaları Hakkında Bir Değerlendirme”, Toplumsal Tarih, C. XVII, S. 1, 2010. KÜTÜKOĞLU, Mübahat, “Tanzimat Devrinde Yabancıların İktisadi Faaliyetleri”, 150. Yılında Tanzimat, (Der.: Hakkı Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992. NAİM, Ahmet, Zonguldak Havzası Uzun Mehmetten Bugüne Kadar, Hüsnütabiat Matbası, İstanbul, 1934. ORTAYLI, İlber, “Sanayi Çağında İstanbul”, Tarihin İzinde, (Der.: Cem Küçük), Profil Yayıncılık, İstanbul, 2008. ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012. ÖZBİLGİN, Erol, “Fes”, Osmanlı Ansiklopedisi Tarih Medeniyet Kültür Cilt 6, İz Yayıncılık, İstanbul, 1999. PAMUK, Şevket, Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011. 319 OSMANLI SANAYİLEŞMESİ/MODERNLEŞMESİ VE KÖMÜR PAMUK, Şevket ve Jeffrey G. Williamson, “Ottoman de-industrialization, 1800-1913: Assesing the Magnitude, Impact, and Response”, Economic History Review, C. 64, Sayı 1, 2011. QUATAERT, Donald, “19. yy’da Osmanlı Devleti’nde Madencilik”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi Cilt 4, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985. QUATAERT, Donald, “19 Yüzyıla Genel Bakış: Islahatlar Devri 1812-1914”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 2, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2006. QUATAERT, Donald, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet Zonguldak Kömür Havzası 1822-1920, (Çev.: Nilay Özok Gündoğan ve Azat Zana Gündoğan), Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009. QUATAERT, Donald, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, (Çev.: Tansel Güney), İletişim Yayınları, İstanbul, 2011. SARAÇ, Ömer Celal (1940); “Tanzimat ve Sanayiimiz”, Tanzimat I, Maarif Matbası, İstanbul. SEYİTDANLIOĞLU, Mehmet, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii (1839-1876)”, Türk Modernleşme Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, 14 Mayıs, Ankara, 2005. ŞEHİR HATLARI, Bir Buçuk Asırı Aşkın Deneyim: Şehir Hatları, http://www.sehirhatlari.com.tr/tr/kurumsal/sehir-hatlari-hakkinda-1.html, (Erişim Tarihi: 04.24.2014). TOPRAK, Zafer, “Osmanlı Devleti ve Sanayileşme Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi Cilt 5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985a. TOPRAK, Zafer, “II. Meşrutiyet ve Osmanlı Sanayii”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi Cilt 5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985b. TUTEL, Eser, Şirket-i Hayriye, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008. YENER, Emir, “Buhar ve Zırh Devrimi 1830-1876”, Toplumsal Tarih, C. XVII, S. 6, 2010. ZÜRCHER, Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013. 320 FARUK TEMEL ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) FARUK TEMEL*1 Giriş Zonguldak2, 1923 yılından itibaren Zonguldak’ın siyasi ve sosyal yaşamında etkili olmuş ve 31 yıl boyunca yayın hayatını sürdüren, çok çeşitli özellikleri bünyesinde barındıran bir basın organıdır. Cumhuriyetin ilan edilişinden altı ay önce yayın hayatına başlayan Zonguldak, birinci sayısından itibaren “İçtimai-iktisadi-edebi memleket gazetesi” tanımlamasını kullanmıştır. Gazetenin yıllar süren yayın hayatına bakıldığında bu tanımlama doğrultusunda yayınlar yaptığı ve toplumu etkileme çabası taşıdığı görülmektedir. Ülke meselelerine yerel ve ulusal ölçekte değinirken, Türk Edebiyatının önemli eserleri ve şahsiyetleri gazetede sıklıkla yer bulmuştur. Zonguldak’ın yarım asra yakın yayın hayatında, Cumhuriyet ideolojisini aşıladığı ve inkılâpları, okuyucularına benimsetme çabası taşıdığı görülmektedir. Gazetenin kuruluşundan bu yana dert edindiği başlıca konulardan biri de kömür havzası meselesidir. Madenlerin millileşme süreci tamamlanıncaya kadar, havzaya ilişkin yazılarını neredeyse her sayısında ele alan gazete, sonraki süreçte de kömür havzasının çeşitli sorunlarını dile getirmiştir. Gazete, Türkçe konusunda da özel çaba sarf etmiştir. Türkçülük çizgisinde ilerleyen gazetenin, 1928 yılında, Harf İnkılâbı’nın ardından, Türkçe sözcük yapıları ve kelime kökleri konusunda yeni alfabeyi öğretmek adına özel bir çaba harcadığı görülmektedir. Gazetede, çoğu zaman Türk dilinin inceliklerine yönelik yazılar yayınlanmış ve bazı Osmanlıca kelimelerin yeni karşılıkları bizzat gösterilmiştir. Çalışmanın Kapsamı ve Amaç Zonguldak’ın 31 yıllık yayın hayatı boyunca savunduğu ilkeleri ve çıkış amacını anlatmayı amaçlayan çalışmanın odak noktasını gazetenin yayın politikası oluşturmaktadır. Gazetenin özellikle ilk yıllardaki bir kısım nüshalarına ulaşılamamış olması çalışmanın sınırlılığını oluşturmaktadır. Kütüphane koleksiyonlarından elde edilen gazete nüshalarının incelenmesine dayanan çalışmada, gazetenin yapısını ve yayın politikasını ortaya koyan yazılara odaklanılmıştır. Bu anlamda niteliksel içerik analizi yöntemi izlenerek elde edilen veriler doğrultusunda, Zonguldak’ın yayın politikasını ortaya koyan bir portre çizilmeye çalışılmıştır. 1.Gazetenin Kuruluş Süreci Aralık 1922’de Tahir Akın Karauğuz3 tarafından imtiyazı alınan Zonguldak, 23 Mart 1923 tarihinde ilk baskısını yapmış ve Zonguldak Tarihi’nin ilk gazetesi olma hüviyetini kazanmıştır. Tahir Akın Karauğuz’un * 2 3 Araştırma Görevlisi, Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, [email protected] “Zonguldak” adlı gazete için metnin tamamında, italik yazı biçimi kullanılmıştır. Tahir Akın Karauğuz,1898 yılında Safranbolu’da doğdu. Yazdığı şiir ve yazılarla, çıkardığı gazete ve dergilerle Türk Edebiyat ve basın tarihindeki önemli şahsiyetlerden biridir. Milli Mücadele döneminde önemli rolü olan Açıksöz gazetesini çıkaran üç isimden biridir. Açıksöz’ün ardından Zonguldak’ta, şehrin ilk gazetesi Zonguldak gazetesini ve Kömür, Safranbolu-Karabük, Amasra, Günün Sesi, Işıkveren gazeteleri ile Zonguldak, Türk Kanadı, Karaelmas, Doğu dergilerini çıkarmıştır. Bu yayınları dışında çok sayıda kitabı ve çeşitli dergilerde yayımlanan makalesi bulunmaktadır. Milli Mücadeleye, Edebiyata, Basın Hayatına, Zonguldak Kömür Havzasına, Türkçeye ve Zonguldak’a yaptığı katkılarla anılan Karauğuz, 4 Haziran 1982 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini yumdu. (Detaylı bilgi için bkz. “Karaoğuz Doğu, Kuvay-ı Milliye Ruhuyla Bir Ömür, Truva Yayınları, İstanbul,2011”) 321 ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) arkadaşlarıyla birlikte İstiklal-i Osmanî’nin yıl dönümünde Zonguldak’a özel sayı şeklinde çıkardıkları Açıksöz gazetesi için Karauğuz “Bu sayıya Zonguldak’ın ilk gazetesi demek belki daha uygun düşer” ifadesini kullanmıştır. Ancak, basım yerinin esas alındığını kabul edersek, “Zonguldak” için şehrin ilk gazetesi olduğunu söylemek gerekir.4 Zonguldak İstihbarat Müdürlüğü ve Matbuat Müdürlüğü görevi yapan Tahir Karauğuz, 1922 yılı Aralık ayında dayısı Maksut Bey’in desteğiyle Zonguldak gazetesinin imtiyazını almış ve gazetenin ilk baskısını Mürettip Mahmut adında bir kişinin elinde bulunan prova tezgâhında yapmıştır. Gazetenin baskısının yapıldığı ilk günlerde Tahir Karauğuz’un resmi görevleri devam ettiği için, gazetenin sahibi M. Kazım İlsev ve sorumlu müdürü ise Dr. Nihat Arkat görünmekteydi.5 Zonguldak, 21. nüshasından itibaren memuriyet görevinden ayrılan Karauğuz’un sahipliği ve başyazarlığında çıkmıştır. Karauğuz’dan önce Ecvet Bey ve Hayri Bey de Zonguldak gazetesinin mesul müdürlüğünü kısa bir süre yürütmüştür.6 Prova tezgâhında yaşanan zorluklar sebebiyle gazetenin baskısı, önce hurda denilebilecek kadar eski bir matbaada ve ardından Karauğuz’un dayısı Maksut Çivi’nin gönderdiği yeni matbaanın, yine dayısına ait 69 Numaralı Boyacıoğlu Kömür Ocağı’nın girişine kurulmasıyla devam etmiştir. Gazete, basımevi için çok uygun olmayan maden ocağından 13 Aralık 1923 tarihinde ayrılarak, Karaelmas Basımevi’ne taşındı.7 15 Mayıs 1936 tarihinde gazete yeni bir çalışma binasına geçti ve ertesi gün gazetenin adresi “İşevi: Meşrutiyet Uramı” şeklinde belirtilmekteydi. Karauğuz, yeni binanın açılış töreninde şu ifadeleri kullanmıştır: “19 Mart 1923; burada ilk gazetenin: Zonguldak gazetesinin çıktığı gündür. 13 yıl önce burada, birçok çetin şartlar içinde çıkmaya başlayan bu gazete Cumhuriyetin öz çocuğudur. Gerçek Zonguldak gazetesi, Cumhuriyetin ışığından belirmiş ve onda kutsal ülkü yolu üzerinde, şaşmadan ve yorulmadan, devrime gönülden sarınarak ve özünde onun hızını ve sıcaklığını taşıyarak bugüne kadar yaşamak muradına ermiştir.”8 Karauğuz aynı konuşmasında basımevinin tarihini şu sözlerle anlatmıştır: “Gazetemizin ilk sayıları Mahmud adlı bir dizmenin elinde bulunan köhne bir prova tezgâhında, eski harflerle basıldı. Ondan sonra, bir uza, Naim Nuri adlı bir yurttaşın getirdiği hurda bir makine ve harflerle çıkarıldı. Sonra 69 numaralı maden ocağında bizim basımevimiz kuruldu. O sırada, bu ocak dayım Maksut Çivi tarafından işletiliyordu. Basımevimizi, ocaktan, çarşı içinde şimdi gazino olan ve Tarım bankasının elinde bulunan yapıya kaldırdık. Ondan sonra, kira almamak suretiyle yardımlarını teşekkürle anmayı borç bildiğim amcam Süleyman Sırrı Bar’ın yeni ayrıldığımız yapısına taşındık.”9 4 5 6 7 8 9 Zonguldak, (1923-1954), Gazete Sahibi: Tahir Akın Karauğuz, Basım Yeri: Zonguldak,1950,Sayı:1133 Karaoğuz Doğu,Kuvay-ı Milliye Ruhuyla Bir Ömür,Truva Yayınları,İstanbul,2011 s. 124-126 Sidal Bahri, “Zonguldak’ta Gazetecilik ve Neşriyat Tarihçesi”, Doğu Dergisi, Yıl:3 Cilt:6,1945,s.48,Karaelmas Basımevi Zonguldak Karaoğuz,A.g.e.,2011:s,131 A.g.g.,1936,sayı:498 (Zonguldak gazetesi için yazının devamında A.g.g. “Adı geçen gazete” ifadesi kullanılmıştır.) A.g.g.1936,sayı:498 322 FARUK TEMEL 2.Yazı Kadrosu Zonguldak gazetesi, sosyal, siyasi, ekonomik ve edebi konulara ağırlık veren yazılarıyla, şehirdeki ve ülke genelindeki gelişmeleri ele almıştır. Gazetenin önemle üzerinde durduğu inkılâp ve kömür havzası meselesi yazarların ilgi alanını oluşturmuştur. Ayrıca gazetede yeni şiirler ve edebi metinler sıklıkla paylaşılmıştır. Gazetenin önemli yazarlarından Aka Gündüz10, Milli Mücadele yıllarında Anadolu’da kalemiyle gösterdiği çabayı Malta Sürgünü dönüşünde11, Zonguldak gazetesinde de kömür havzası için sürdürmüştür. Gazetenin dokuzuncu sayısından itibaren bir süre mesul müdürlük ve başyazarlık yapan Aka Gündüz,12 sonraki dönemde de çeşitli zamanlarda gazeteye yazı göndermiştir. Gazetenin taşıyıcı gücü Tahir Karauğuz da gazetenin sahibi ve başyazarı kimliğiyle Türk siyaseti ve edebiyatına ilişkin yazılar yazarken, kömür havzası meselesi en çok kaleme aldığı konuların başında gelmektedir. Gazetede “Kanca” mahlasıyla yazılar yazan Ahmet Naim Çıladır,13 gazetenin bir başka önemli yazarıdır. Çıladır, en başından itibaren uzun yıllar gazetede yazı yazmış ve kömür havzası, işçilerin durumu ve havza tarihine ilişkin konuları işlemiştir. Karauğuz’un en güvendiği isimlerin başında gelen ve yakın dostu Behçet Kemal Çağlar da14 uzun bir süre Zonguldak’ta yazmış ve memleket meselelerini ele almıştır. Zaman zaman şiirleri de yayınlanan Çağlar, bir dönem gazetede başyazıları kaleme almıştır. Zonguldak, edebiyata özel bir önem göstermiştir. Orhan Şaik Gökyay, Arif Nihat Asya, Fuat Edip, Rıza Polat Akkoyunlu gibi şairlerin şiirleri gazetede yayımlanmıştır. Necdet Rüştü Efe’nin manzum hikâyeleri, Said Yaver Ataman’ın müzik folklorü ve ozanlar üzerine yazıları yer almıştır.15 Yayın hayatının sonuna kadar edebiyata ilgisini sürdüren gazetenin son yıllarında “Şiir pınarı” adlı bir köşede Jale Sun ve çeşitli isimlerin şiirlerine yer verilmiştir. Gazetede, birçok yazarın, siyasal ve sosyal meselelere ilişkin yazıları yayımlanırken, özellikle havza konusunda çeşitli akademisyenlerin yazıları da yer almıştır. Halk köşesinin de bulunduğu Zonguldak gazetesinde vatandaştan gelen yazılar yayımlanmıştır. Gazetede uzun bir süre, Tırmık ve Süzgeç mahlasıyla eleştiri yazıları da yer almıştır. 10 Aka Gündüz,1886 yılında Selanikte doğdu. Asıl adı Enis Avni. İstanbul Kuleli Askeri Lisesi mezunudur.31 Mart (1909) olayı sırasında Hareket Ordusuna katılarak geldiği İstanbul’da gazeteciliğe başladı. İstanbul’un işgali sırasında Malta’ya sürüldü.1932 ve 1946 yılları arasında milletvekilliği yaptı. Milli edebiyat akımı içinde yer alan Gündüz’ün çok sayıda kitabı bulunmaktadır. Gündüz, 1958 yılında hayata veda etmiştir.(detaylı bilgi için bkz. Işık, İhsan, Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, Ankara:2004) 11 Doğramacıoğlu Hüseyin, Aka Gündüz’ün Yayımlanmamış Milli Mücadele Hikâyeleri, Türkiyat Araştırma- ları Dergisi, Hacettepe Türkiyat araştırmaları Enstitüsü, Ankara,2007 Yıl:4, Sayı:7 12 Sidal,Bahri,a.g.e.,s.48 13 Ahmet Naim Çıladır,1904 yılında İstanbul’da doğdu. Zonguldak Ticaret Odası ve Zonguldak Kömür İşletmesi’nde çalışan Çıladır’ın, Zonguldak maden işçilerinin hayatlarını yansıttığı hikâyeleri Yedi Gün, Yurt ve Dünya dergilerinde de yer almıştır.Zonguldak gazetesinde de uzun yıllar yazan Çıladır 1967 yılında Zonguldak’ta vefat etti.( Işık, a.g.e.,) 14 Behçet Kemal Çağlar,1908 yılında Erzincan’da doğdu.Halkalı Ziraat Mektebi ve Zonguldak Yüksek Maden Mühendis Mektebi’ni bitirdikten sonra Fransa’da staj yaptı.Dönüşünden İktisat Bakanlığı’nda memurluk,Halkevleri’nde müfettişlik yaptı.1941-47 yılları arasında Erzincan milletvekilliği yapan Çağlar,1948 de Atatürk devrimlerinden ödün verdiği gerekçesiyle CHP’den istifa etti.Cumhuriyetin 10. Yıl Marşını kaleme almıştır. Şiirleri kendi çıkardığı Şadırvan ile Hayat, Muhit, Varlık, Ülkü İnkılâpçı, Gençlik, Türk Dili dergilerinde yer aldı. Çağlar, Ekim 1969’da İstanbul’da vefat etti. (Işık,a.g.e.,) 15 Karaoğuz,a.g.e.,s.140 323 ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) 3.“Zonguldak” ve Yayın Serüveni 1923 yılı Mart ayında ilk baskısını yapan Zonguldak, dört sayfa şeklinde küçük boy gazete biçiminde çıkmıştır. Sonraki yıllarda daha büyük ebatlarda çıkan Zonguldak’ın, haberleri sunum biçimi ise sayfaların dört sütuna ayrılması şeklindeydi. İlk yıllarda gazetenin üst orta bölümünde “Zonguldak -İçtimai, iktisadi, edebi memleket gazetesi-” ibaresi bulunmaktaydı. Sağ üst bölümünde, Sahibi ve Başmuharriri Tahir Karauğuz, adres bilgileri “Aşağı çarşıda, eski cami karşısında” ve yazı kabulüne ilişkin, “Memleketimize uygun yazılar memnuniyetle kabul ve derç edilir” yazmaktaydı.16 Haftalık çıkan gazetenin üst bölümündeki şekli ve dört sütuna ayrılmış sayfa yapısı, 1950 yılına kadar küçük değişikliklerle sürmüştür. 1950 yılından sonra gazetenin boyutlarının da büyütüldüğü gözlenirken, sayfa yapısı en az beş sütun olmak üzere yedi sütuna kadar bölünmüştür. Gazetenin birinci sayfasında genellikle siyasi haberler, kömür madenine ilişkin yazılar ve başyazı yer alırken, arka sayfalardaki haberler birinci sayfada verilen haberlerin devamı şeklindeydi. Gazetenin dördüncü nüshası genel olarak ilan ve reklamlara ayrılmaktaydı. Şiir ve edebi metinleri zaman zaman birinci sayfada olmakla birlikte, gazetenin üçüncü sayfasında yayımlandığı görülmektedir. Gazetede yazı dizileri de önemli yer tutmaktaydı. Meclis haberleri, belediye haberleri, çeşitli bakanlıkların açıklamaları, havza sorunları, adi suçlarla ilgili haberler, ulusal meselelere ilişkin yazılar, köylülere faydalı bilgiler içeren yazılar gazetede yayımlanmaktaydı. Gazetenin 94. Sayısında köyde yaşayan vatandaşlara yönelik, “Köylümüze faydalı yazılar: Fındıklık nasıl yetiştirilir” başlıklı bir yazı yayımlanmıştır.17 Aynı zamanda spor müsabakalarını da konu edinen Zonguldak gazetesinin 79. sayısında Karaelmas Takımı ile Türk Ocağı arasındaki futbol müsabakasının detaylı biçimde anlatıldığı görülmektedir.18 Sosyal meselelere de duyarlı olan gazetenin 88. sayısı, öksüzlere yardım gününde, geliri Çocuk Esirgeme Kurumuna bırakılmak üzere, özel bir sayı şeklinde çıkarılmış ve bir anketle okuyucuların duyguları alınmıştır.19 1937 yılında da Türk Hava Kurumu menfaatine Zonguldak gazetesine ilave şeklinde “Uçak” adında bir ek çıkarılmıştır.20 Karauğuz bir yazısında Zonguldak gazetesi için “-kendi çapında- İstanbul gazetelerine benzetmeye özeniyorduk” ifadesini kullanmıştır.21 Bu hedefi büyük ölçüde başaran Zonguldak gazetesi zengin içeriğinin dışında, yayın hayatı boyunca geniş kitlelere ulaşmayı da başarmıştır. Gazetenin, Zonguldak’taki tirajı, Cumhuriyet, Vatan, Tasvir, Ulus ve Son Posta gibi Türkiye genelinde yayın yapan gazetelerin çok üzerindedir. 1947 yılı sonlarında, gazete, abonelikler dışında, bayilerden olmak üzere 800-1000 adet satışıyla Zonguldak’ın en çok satan gazetesidir.22 Bu yönüyle yerel düzeyde geniş bir kitleyi etkileyen gazetenin, içeriklerinde vatandaşın meselelerine yer verdiği de gözlemlenmektedir. Hatta gazete bir dönem halk köşesi uygulaması yapmıştır. Bunun dışında çeşitli zamanlarda vatandaşlardan gelen yazılara da yer vermiştir. Gazete, dönemin iktidarı16 A.g.g.,1924,sayı:29 17 A.g.g.,1925,sayı:94 18 A.g.g.,1925,sayı:79 19 A.g.g.,1925,sayı:88 20 A.g.g.,1937,sayı:534 21 A.g.g.,1954,sayı:1324 22 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivleri,Fon Kodu:490,,1.0.0,Yer No: 1383.591,,3.Tarih:12.11.1947 324 FARUK TEMEL na taraf bir yapıda olsa da, çeşitli zamanlarda vatandaşlardan gelen şikâyetler doğrultusunda demir yolları, postane gibi kurumlara eleştiri yazıları yazmış ve bu meselelerin çoğunda sıkıntıların giderilmesi noktasında sonuç almıştır.23 Zonguldak, çeşitli sebeplerle çıkmadığı günlere ait haberleri tekrar sunmakta ve herhangi bir nedenle gazetenin çıkarılamaması durumunda bunun sebepleri kesinlikle anlatılmaktadır. Bu yönüyle gazete, okuyucularına karşı sorumluluk hissetmektedir. Ayrıca gazetenin, çevre kasabalarda ve İstanbul’da geniş bir muhabir ağı vardır. Ereğli, Kastamonu, Safranbolu, Karabük ve Bartın’dan düzenli biçimde haberler gelirken gazeteye vatandaşlardan da zaman zaman haber servisi yapılmaktadır. Gazetenin önemli gün ve aylara, yıl dönümlerine özel önem verdiği görülmektedir. Özellikle Cumhuriyetin kuruluşunda rol alan şahsiyetler, Milli Mücadele’de öne çıkmış isimler, devlet adamları, şair, yazar ve Türkçü kimliklerin ölüm ve doğum yıldönümleri özenle işlenerek anlatılmıştır. Özellikle Abdülhak Hamit Tarhan’ın ölüm ve doğum yıldönümlerinde Karauğuz’un özel sevgisinin de etkisiyle, etkileyici başlıklar kullanılmış ve genelde ön sayfada yer verilmiştir. 1937 yılında Tarhan’a ithafen özel sayı çıkarılmak istenmiş ancak teknik olumsuzluklar sebebiyle gazetenin bu isteği kısmen gerçekleşmiştir.24 8 Ekim 1935’ten itibaren gazete; ajans, telgraf, telefon ve radyodan aldığı haberleri, günlük ulama şeklinde vermeye başlamıştır. Gazete sonradan aldığı haberleri ek sayfalar basarak çıkarmaya başlamış ve gün içinde gelen haberlerin durumuna göre ek gazete basımı yapmıştır. Ulama adı verilen ilk baskıların çıkarıldığı gün gazete, dört adet ek basarak çıkmıştır. Özellikle İtalya-Habeşistan arasındaki savaş sırasında, savaşa ilişkin haberler son dakika başlıklarının da yer aldığı bölümler, ulamalar şeklinde verilmiştir. Gazete aynı uygulamayı iç haberler, dış haberler ve yerel haberler konusunda da sürdürmüştür. Bu durum ancak bir yıl devam edebilmiş ve Zonguldak 485. Sayıdan itibaren yeniden haftalık çıkmaya başlamıştır. 1930 yılında gazetenin üst bölümünde yer alan “ İçtimai, iktisadi ve edebi memleket gazetesi” ye25 rine sadece “Memleket Gazetesi” ve 1934 yılında “Öz İl Gazetesi” ibaresi yer alır.26 1935 yılında çok farklı tanımlamalar kullanan gazete – Ülkü gönüllüsü siyasal, sosyal öz il yazını –27 -Siyasal sosyal ve ekonomik, Kültürel, Ülküsel Öz İl Gazetesi-,28 -Siyasal sosyal ve ekonomik Kültürel Günlük Gazete-29 gibi ibareler kullanır. Aynı yıl gazetenin sol üst bölümünde bir süre Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı oku yer almaktadır. Altı okun üzerinde ise “Atatürk Güneşinden süzülmüştür ALTIOK; O oklardan fışkıran öz ülkülere son yok!” ifadesi yer almıştır.30 1936 yılında gazetenin isminin bulunduğu alt kısımda “Kömür İli Gazetesi” yazdığı görülmektedir.31 Aynı yıl gazetenin 495. sayısında “Zonguldak gazetesi yeni bir şekle giriyor” başlıklı yazıda, gazetenin hedeflediği yapı ve içerik anlatılmıştır: 23 A.g.g.,1935,sayı:473-475 24 A.g.g.1937,sayı:533 25 A.g.g.,1930,sayı:260 26 A.g.g.,1934,sayı:399 27 A.g.g.,1935,sayı:413 28 A.g.g.,1935,sayı:419 29 A.g.g.,1935,sayı:438 30 A.g.g.,1935,sayı 413 31 A.g.g.,1936,sayı:490 325 ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) “Zonguldak gazetesi her hafta dört sayfa olacak ve ayrıca sık sık ekleme sayfaları bulunacaktır. Her on beş günde bir yetkili yazarların dilinden, dünya ve Türkiye siyasa ve ekonomi hadiselerinin tahlilini bulacaksınız. Zonguldak, okurlarına bütün siyasa ve ekonomi evreninin hadiselerini vermeye çalışacaktır. Zonguldak, yurdun kurtuluş savaşında her gün neler yaratıldığını ve devrim hareketlerini kovalayıp bunları bütün esasları ve istikametleriyle okuyucularına bildirecektir. Zonguldak devrimin ufak ölçüde taktik ve stratejisini yapmayı bir küçük devrim organı olarak boynuna borç bilir. Zonguldak okurlarına hayat gibi acı ve tatlıyı içinde toplayan ve hayatın her yüzünü yansılayan ve yolunda hadiseci ve hakikatçi bir gözle yürüyen bir fikir arkadaşı olacaktır. Zonguldak, aynı zamanda bir il gazetesi olarak daha çok çevresindeki gerçeği verecek ve inceleyecektir. Zonguldak’ta sırasına göre gülenekli yazılar ve edepsel öykü ve romanlarda bulacaksınız. Her sayımızda okurlarımıza bölgemiz köylerinden birini bütün hayatiyle tanıtacağız. Bu suretle bütün belge ve hadiseleri ve imkan oldukça resimleriyle kömür havzamızın güvenilebilir bir tarihini ve aktüel hayatını yansıtmaya ve hazırlamaya çalışacağız. Bir aile veya çevrenin her yaş ve düzeydeki unsurlarını doyurmak iddiasıyla okur için ekonomik bir haber ve okuma aracı olmak dileğiyle en küçük okurlarına kendi içinde sutün ve sayfalar ayıracaktır. Her hafta uzman eller tarafından hazırlanacak çocuk sayfamız, klorlokal bakımdan havza çocuklarını doyurucu biricik eğitim aracı olacaktır. Bu suretle hem çocuklarımızın gazete okumaya olan eğilimleri iyi bir istikamet de gelişmeye ve hem de onlara faydalı olmaya çalışacağız. Yeğni ve akıcı bir ekonomik hayatın içinde yaşayan havza halkına faydalı olabilmek için gerek memleket içinde ve gerek memleket dışında geçen ve onlara yarayabilecek olan hadiseleri kovalayıp okurlarına sunacaktır. Zonguldak, süslü renkli,bol sayfalı olmak iddiasında değildir.Bir gazete ağır başlılığı bunları çok gören Zonguldak’ın okurlarına en büyük adancı, ciddi, hakikatçi ve memleketçi bir gazete olarak düzgün yayımını sürdürmektir.”32 19 Eylül 1939’ta gazete yeniden günlük çıkmaya başlamış ve 2 sayfa basılmıştır. 1939 yılında başlayan İkinci Dünya Savaşı gazetenin günlük çıkmasında etkili olmuş ve gazete “Cephelerden” başlığıyla savaş haberlerini son dakika olarak vermiştir. Almanya-Rusya savaşı radyodan edinilen bilgiler doğrultusunda paylaşılmıştır. Ancak bu durum kâğıt ve işçi sıkıntısı sebebiyle yalnızca bir ay sürmüştür. 1940 yılında gazetenin yazı işlerini müdürlüğünü bir süre Şemsi İz yapmıştır. Ardından V.F. Ertaman Genel Yayın Direktörü olmuştur. Aynı yıl içerisinde gerçekleşen bu değişim kısa sürmüş ve Tahir Akın Karauğuz gazetenin yayın yönetmenliğine devam etmiştir. Bir süre sonra vatani görev için askere giden Karauğuz’un yokluğunda gazete, Mart 1941’de 668. sayısından sonra çıkarılamamış ve 20 Ağustos 1941 tarihinde gazete tatil edilmiştir. 1941 yılının 4 Ekim’inde yeniden çıkmaya başlayan Zonguldak gazetesinin, isminin bulunduğu bölümde “Günlük Siyasi Gazete” ibaresi taşıdığı görülür ve haftada iki kez yayımlanır.33 Zonguldak, 1943 yılının sonlarına doğru “Siyasal Türkçü Gazete” tanımlamasını34 kullanır ancak bu ifade, 18 Temmuz 1944 tarihinde kaldırılır. Bu sayıdan itibaren yayın hayatının sonuna kadar, “Zonguldak” gazetesini tanımlayıcı bir ibare yer almaz.35 1947 yılında gazete altı sayfa çıkmaktadır. Aynı yıl gazetenin 25. yılı ile ilgili kutlama mesajları gazetenin 952. sayısında yayımlanmıştır. Zonguldak gazetesinin 25. yaşını Ulus, Vakit, Memleket ve Ekonomi gazeteleri kutlamıştır. Buna karşılık gazetede “Gazetemizin yıldönümünü gününde kutlamış olan “Ulus, Memleket, Vakit, 32 33 34 35 326 A.g.g.,1936,sayı:495 A.g.g.,1941,sayı:669 A.g.g.,1943,sayı:711 A.g.g.,1944,sayı:765 FARUK TEMEL Ekonomi” gazetelerine candan: Sağolunuz demeyi borç biliriz” ifadeleri yer almıştır.36 1948 yılında, gazetenin Yazı İşleri Müdürü Mustafa Tunç adında genç bir gazetecidir. Ancak 1949 yılında Tunç’un ölümü üzerine Saffet Onur yazı işleri müdürü olmuştur. Aynı yıl, 15 Kasım itibariyle, Karauğuz yazı işleri müdürlüğü görevini kendisi yürütmeye devam etmiştir. Zonguldak gazetesi 29 Kasım 1951 tarihinden sonra farklı isimlerle çıkmıştır. Haftalık devam eden gazetenin hemen ertesindeki 1215. Sayısı, 6 Aralık 1951 tarihinde “Yeni Zonguldak” ismiyle çıkmıştır. Bu dönemde gazetenin sahipleri Tahir Akın Karauğuz ve oğlu Çağlayan Karauğuz gözükmektedir. 1953 yılının sonlarına doğru gazetenin ismi “İleri Zonguldak” olmuştur. Eylül 1953’te gazete, günlük gazete hazırlığı için beş ay boyunca çıkarılamaz ve 9 Mart 1954 Salı günü yeniden çıkmaya başlar. İleri Zonguldak, bu tarihte, Zonguldak (Akşam Postası) adıyla, bu kez yine günlük olarak çıkar.37 İleri Zonguldak ve Yeni Zonguldak gazetelerinin sayıları, Zonguldak’a (Akşam postası) dâhil edilmiş ve gazete 9 Mart 1954 tarihinde önceki sayıların devamı niteliğinde 1324-1 sayı numarası ve “Yıl:30” ibaresiyle çıkmıştır. Bu anlamda Zonguldak gazetesinin devamı niteliğinde çıkan İleri Zonguldak, Yeni Zonguldak ve son olarak çıkan Zonguldak (Akşam postası), Zonguldak gazetesinin koleksiyonu içerisindedir. Zonguldak’ın (Akşam postası) ilk sayısında (1324-1), Karauğuz’un yazısından38 ve 23 Mart 1954’te “Gazetemiz 31 Yaşında” başlıklı yazıdan39 bu durum anlaşılmaktadır. Ayrıca Zonguldak farklı isimlerle çıkmasına karşın biçim ve içerik açısından birbirinin aynıdır. 4.Yayın Politikası Zonguldak gazetesinin yayın politikası, gazetenin çeşitli sayılarında, milli menfaat, inkılâp davası, Türkçülük ve Türkçecilik davası, memleket davası, kömür ve kömür havzası davası şeklinde belirtilmiştir.40 Gazetenin 1941 yılında yayımlanan 669. sayısında yayın ilkeleri şu şekilde ifade edilmektedir: Gazetenin biricik maksadı inkılâba, memlekete ve kömür havzasına hizmet etmektir. Gazetemiz, Partimizin yüksek prensiplerine sarınarak üzerine aldığı milli vazifeyi, bir gönüllü feragatiyle ve eksilmez bir hız, sönmez bir heyecan içinde başaracağına en sağlam güven ve inançla bağlanmaktadır.41 Karauğuz, 1953 yılında gazetenin 1324. sayısında yaptığı değerlendirmede gazetenin ele aldığı konuları şu sözlerle belirtmiştir: Milli davalarımız, devrim ve gençlik, kültür sanat hareketleri, kömüre ilk kazma vuruluşundan bugüne kadar havzanın tarihinden başlayarak madencilik ve işçi konuları, çeşitli memleket meseleleri, halkın ve köylünün diliyle kendi dertlerimiz, ıstıraplarımız ve ihtiyaçlarımız, gazetemizin sayfalarında geniş yer bulmuştur.42 36 37 38 39 40 41 42 A.g.g.,1947,sayı:951 A.g.g.,1954,sayı:1324-1 A.g.g.,1954,sayı:1324-1 A.g.g.,1954,sayı:1324-13 A.g.g.,1942,sayı:642 A.g.g.,1941,sayı:669 A.g.g.,1953,sayı:1324 327 ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) 4.1.İnkılâpların Savunucusu Zonguldak gazetesi, 29 Ekim 1923’ten itibaren Atatürk İlke ve İnkılâpları doğrultusunda hareket etmiş ve son sayısına dek inkılâpların tesisi ve muhafazası için çalışmıştır. Bu durumda Karauğuz’un bir dönem Cumhuriyet Halk Partisi adına Zonguldak İl Genel Meclisi Üyesi ve Zonguldak Halkevi Başkanı olarak görev yapmasının da etkisi vardır. Bu anlamda Zonguldak gazetesinin, uzun bir süre yörenin tek yayın organı olmasının etkisiyle Cumhuriyet ilkelerinin güçlenmesi adına bölgede etkin bir rol oynamıştır. 4 Nisan 1935 tarihinde gazetenin niteliklerine ilişkin bir yazıda Zonguldak’ın devrim ve halk gazetesi olduğu ve bundan sonrada böyle kalacağı ifadeleri yer almaktadır.43 Zonguldak, Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün konuşmalarına gazetenin birinci sayfasında yer vermiş ve genel olarak konuşmalarının tamamını yayımlamıştır. Ankara’dan gelen haberleri titizlikle işlemiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı kararları, çeşitli bakanlıkların faaliyetlerini, bazı devlet büyüklerinin açıklamalarına sık sık yer vererek devlet işlerini halka duyurmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi’nin resmi yayın organı olmasa da gazete, Cumhuriyet Halk Partisi, halkevleri ve partiye hizmet eden çeşitli kurumların faaliyetlerine her zaman yer vermiştir. Zaten, Karauğuz, bir yazısında Zonguldak gazetesinin “Partili gazetesi” olduğunu belirtmektedir.44 Gazetede, Cumhuriyet ideolojisinin yaygınlaşması adına Cumhuriyet ideologlarından Falih Rıfkı Atay’ın yazıları sıklıkla yer almıştır. Özellikle 1923’ten sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümüne kadar en yakınındaki isimlerden biri olan Atay, “Ulus Devlet” inşa sürecinde, sistemin yeniden üretimi bağlamında, etkili bir ideolojik aygıt olarak basını, özellikle de gazeteyi, inşa surecine aktif bir şekilde katmıştır.45 Zonguldak da Atay’ın yazılarına sürekli yer vermiştir. Bu yazılar ilk yıllarda inkılâpları kökleştirme ve yayma amacı taşırken, özellikle 1950’den sonra inkılâpları koruma niteliği taşımaktadır. Bunlardan biri 1952 yılında yayımlanan “İnkılâbın bütünlüğü üzerinde titreyelim” başlıklı yazıdır.46 Karauğuz da bizzat inkılâplara ilişkin yazılar yazmıştır. 1952 yılı 18 Ekim’inde Karauğuz Samsun’da çıkan “Büyük Cihat” isimli gazetede inkılâplara yönelik çıkan ifadeler ve Balıkesir ve Muğla’da iktidar karşıtı yaşanan bir takım hadiseler için , “Partiler İnkılâp Cephesine” başlıklı yazı kaleme almıştır. Bu yazısında “Atatürk İnkılâbını inkâr eden bu Orta Çağ kafalı softa, ya meczub, bir deli veyahut kara kuvvetin, kızıl kuvvetin eli” ifadelerini kullanmıştır.47 Zonguldak’ın dikkat çekici özelliklerinden biri de Cumhuriyet Tarihi ve öncesinde yaşanan önemli olayları titizlikle işleyerek yıl dönümlerine özel bir hassasiyet göstermesidir. Cumhuriyet Tarihinin önemli olayları gazetede mutlaka yer alırken, Cumhuriyetin 10. yılında gazete tam 34 sayfa basılmış ve ücretsiz dağıtılmıştır.48 Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 10 yıl boyunca yapılanlar ve devlet politikaları ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Gazetenin özel olarak basıldığı bu sayının hazırlık süreci için gazete bir süre basılmamıştır. 43 A.g.g.,1935,sayı:435 44 A.g.g.,1945,sayı:848 45 Şirin Selçuk, Funda,“İmparatorluktan Cumhuriyete Bir Aydın: Falih Rıfkı Atay”, Tarihçi Kitabevi, İstanbul,2014,s.1 46 Yeni Zonguldak,1952,sayı:45 47 Yeni Zonguldak,1952,sayı:62 48 A.g.g. 1944,sayı:747 328 FARUK TEMEL Karauğuz, yıl dönümlerinin önemini 15 Nisan 1947 tarihli yazısında şu şekilde anlatmaktadır: Milletlerin hayatında, geçmişten kopup geleceğe uzanan nesiller, birbirlerini bağlayan bir bağın varlığına yabancı kalamaz. Geçmiş anlamının, şerefli bir tarih bırakma duygusunun, millet benliğinin oluşunda oynadığı büyük rol, nasıl ihmal olunabilir? Savaş meydanlarında kanlarını ve canlarını yurdu ve büyük ulusu uğruna harcayanlar, memlekete hizmet yolunda feragatle çalışanlar ve güzel sanatlarda, fende, bilimde dünya ölçüsünde övgü ve alkışa ulaşanlar, milli kadirbilirliğin unutamayacağı insanlardır. Bu büyük insanlar için yapılan ihtifallerin, yıldönümü törenlerinin, hatıralarını tazeleyişlerin manasını kavramayanlar, millet denilen ve ezelden ebede kadar akan büyük gerçeğin yaşamasında dayandığı temelleri anlayamamış olanlardır.49 Cumhuriyet yönetimi ve inkılâpların yabancı ülkelerde nasıl gerçekleştiğine dair tarihsel yazılara da yer verilmiştir. Bunlardan biri 1945 yılında Nebil Buharalı’nın kaleminden yayımlanan “Cumhuriyet ve tarihinde ün almış cumhuriyetler nasıl meydana geldiler ve büyük inkılâplar” başlıklı yazı dizisidir.50 4.2.Gazetenin Kömür Havzasına Yaklaşımı Zonguldak Kömür Ocakları’nın işletmeye açıldığı 1848 yılından itibaren emperyalist devletler madenlerde adeta cirit atmışlardır. İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya gibi ülkeler uzun bir süre kömür madenlerinden faydalanmışlardır.51 Zonguldak’ın, havzanın millileşmesinde gerçek anlamda önemli bir rolü vardır. Gazete, kömürün milli gelir açısından önemini kavramış ve Türkiye’nin kalkınmasında önemli payı olacak madenlerin tamamen millileşmesi ve üretim hacminin genişlemesine yönelik yazılarını ısrarla sürdürmüştür. Zonguldak, daha ilk sayısından itibaren “Havzanın Tarih Kitabı” adlı bir yazı dizisiyle yayın hayatına başlamıştır.52 Gazetenin yayın politikası olarak benimsediği havzaya ilişkin yazılar 1923’ten 1954’e kadar devam etmiştir. Özellikle 1940 yılında madenlerin 6-12-1940 tarihinde, 2-1289 sayılı kararname ile 3851 numaralı kanun doğrultusunda Ereğli-Zonguldak havzasındaki bütün ocakların Ereğli Kömürleri İşletmesine devredilmesine kadar madenler konusunda milli politikaları işleyen yazılar ağırlık kazanmıştır. 53 Bu anlamda Zonguldak’ın, Milli Mücadele Dönemi’nde çıkmasa dahi madenlerin millileşmesine yönelik haberleri ve havzaya ilişkin yayın politikasıyla, havzanın devletleşmesine kadarki sürede milli mücadele verdiğini söylemek mümkündür. Gazetenin ilk sayılarında, “İktisad Vekâleti Madencileri Ankara’ya İstiyor”, “Direk Buhranı”, “Direk Meselesi”, “Ecnebi Kömürler Hakkında Mühim Kararlar”, “Kandilli Maden Ocakları Kömürü”, “Direk Derdine Derman Bulundu”54 , “Havzanın İnkişafına Doğru Mühim Kararlar” gibi yazı başlıkları yer almıştır.55 Kömür madeniyle ilgili başka yayın organlarında çıkan yazılar da gazete tarafından ilgiyle takip edilmiştir. Türkiye İktisad Mecmuası’nda kömür ile ilgili çıkan yazı, Zonguldak’ın 29. sayısında yayımlanmış ve Başyazar Karauğuz’un teşekkür ettiği görülmektedir.56 49 A.g.g.,1947,sayı:954 50 A.g.g.,1945,sayı:854) 51 Sarıkoyuncu Ali, “Emperyalizm ve Zonguldak Kömür Havzası”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araş52 53 54 55 56 tırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, sayı: 4 Sidal,Bahri,a.g.e.,1945,s.48 A.g.g.,1941,sayı:630 A.g.g.,1948,sayı:1020 A.g.g.,1948,sayı:1023 A.g.g.,1924,sayı:29 329 ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) Gazetede kömür ve havzaya ilişkin yazılar genelde Tahir Karauğuz tarafından yazılırken, özellikle gazetenin kuruluş yılında Aka Gündüz’ün de yazıları yer almıştır. Daha sonra Ahmet Naim Çıladır uzun yıllar Havzayla ilgili yazılar yazmıştır. Karauğuz’un kömür havzası meselesine ilgisi ise çok önceye dayanır. Önceleri de konuya ilişkin yazılar yazan Karauğuz, bu durumu şu şekilde ifade etmektedir. “Zonguldak’ı ve havzayı bütün yurda tanıtmak, benim için büyük bir dava idi. Havza hakkında ilk yazılar benim imzam altında Açık Söz sayfalarında okundu” 57 Bir dönem gazetenin başyazarlığını da yapan Aka Gündüz maden meselesine hassasiyetle eğilmiştir. 10 Mayıs 1923 Tarihinde “Havzanın Asıl İhtiyacı” başlıklı yazısıyla Aka Gündüz “ Evvela Heyet-i Umumiye’si itibariyle bir kömür siyasetine muhtacız. Meselenin en kestirme yolu budur.” ifadelerini kullanmış ve o dönemki kömür politikalarına ilişkin eleştiride bulunmuştur. 58 Gündüz, 17 Mayıs 1923 Tarihinde “Madenlerin Can Damarı” başlıklı yazısında “ Sermayedarı çalışır ocakcısı çalışır, Katibi amelesi çalışır, geniş bir damar şebekesi var. Fakat bunun içinde bu say-ü gayret nirengi birbirine rapteden asıl can damarı zayıf. Bu damarın ne olduğunu aramaya lüzum yok: Sermaye ve himaye damarı.”59 İfadelerini kullanmıştır. 28 Mayıs 1923’te de, “Madenlerin ilk ihtiyacı” başlıklı yazısında, Havzanın iktisadi olarak bir bankaya ihtiyacından bahsetmiştir.60 Havzanın bir merkez tarafından yönetilmesine ilişkin yazılarına devam eden Gündüz, 4 Haziran 1923 Tarihindeki “Kısa Yollar” başlıklı yazısında “Zonguldak Livası ki baştanbaşa kömür havzası demektir. Türkiye devletinde başka ve müstesna bir idareye tabi olmalıdır. Nev’i mahalline mahsus olan bu mıntıka sair hiçbir livamıza benzemez.”61 Yurt dışından kömür ithal etme meselesine ilişkin 12 Nisan 1923 Tarihinde gazetenin henüz dördüncü sayısında “Yıldırım” mahlasıyla bir yazı kaleme alan Karauğuz, kömür ithaline şiddetle karşı çıkarak havzanın üretim potansiyelinin geliştirilmesini telkin etmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır: “Kendi şimendiferlerimizin kömürünü dışarıdan tedarik etmek, Avrupa’dan bir sürü at getirip bunların yemlerini de yine oradan celbetmeye benzemiyor mu?62 Zonguldak, havzanın sorunlarına yönelik mücadelesini sürdürürken diğer yandan Havza Tarihine ilişkin yazılara yer vermiştir. 1937 yılında “Türklerde Madencilik” başlığı altında “Maden Devrini Açan İlk Millet Türklerdir” şeklinde yazı dizisi yayımlanmıştır. M.Turhan Tan’ın kaleme aldığı yazının spot bölümünde “Altay Dağlarında keşfolunan maden ocakları ve eritme fırınları eski Türklerin bu sanatta ne kadar ileri gittiklerini göstermektedir” şeklinde bir ibare yer almaktadır.63 1945 yılında Ahmet Naim Çıladır ve Tahir Karauğuz tarafından, Havza Tarihini bütün incelikleriyle anlatan “Zonguldak Kömür Havzamız (Uzun Mehmet’ten Günümüze kadar)” başlıklı yazı dizisi yayımlamıştır.64 Gazetenin 630. sayısında, Aziz Devlet tarafından “Kömür Havzamızın Tarihine Bir Bakış” başlıklı yazı yer almıştır. Yazıda, Zonguldak ve civarındaki kömürün ve havzanın tarihi gelişimi ve milli 57 58 59 60 61 62 63 64 330 A.g.g.,1950,sayı:1133 A.g.g.,1948,sayı:1020 A.g.g.,1948,sayı:1020 A.g.g.,1948,sayı:1022 A.g.g.,1948,sayı:1023 A.g.g.,1948,sayı:1031 A.g.g.,1937,sayı:532 A.g.g.,1945,sayı:839 FARUK TEMEL gelir açısından önemi anlatılmıştır. Gazetenin, 20 Aralık 1952 tarihinden bir sayısında ise, kömür madenlerinin Hazine-i Hassa’dan devlete nasıl geçtiğini anlatan Osmanlı Dönemine ait belgenin içeriğine yer verilmiştir.65 Karauğuz’un kömür havzasına ilgisi her zaman sürmüştür. Zonguldak gazetesinde çeşitli zamanlarda havzayla ilgili başka yazarların yazıları yer alsa da kendisi bu konuda yazılar yazmaya devam etmiştir. 1948 yılında kömür havzasından yeterli oranda kömür çıkarılmamasıyla ilgili “Kömür Havzamızın Bugünkü İşçi Durumu” başlıklı yazı kaleme almıştır. Havzadaki işçi sayısının azalma sebepleri ve buna ilişkin açıklamaların yer aldığı yazı iki dizi halinde yayımlanmıştır.66 Gazete, ilk sayısından son sayısına kadar kömür havzasının milli ve iktisadi konularıyla ilgilenmiş, kömür havzasının memleket için nasıl daha fazla yararlı olacağı konusunda yazılar yayımlayarak devletin kömürle ilgili siyasetinde etkili olmaya çalışmıştır. 4.3.Gazetenin Türkçülük ve Türk Dili Konusundaki Tutumu Zonguldak gazetesi Sahibi ve Başyazarı Tahir Akın Karauğuz’un Türkçülük anlayışı ve Türkçecilik konusundaki tutumu, gazetenin içeriğinde etkili olmuştur. Gazetenin ilk sayılarından itibaren önemle üzerinde durduğu Türkçülük ve Türkçecilik konusunda birçok yazı yer almıştır. Türk Ocağı’nın faaliyetlerine ilişkin haberlerin yer aldığı gazetenin, Ayın Tarihi, Türk Yurdu Dergisi, Yeni Fikir Dergisi gibi mecmuaların tanıtımını da yaptığı görülmektedir. Gazetede Türkçülük akımının önde gelen isimlerinden Ziya Gökalp’ın yazılarına da yer verilirken, tarihte Türklerin yerini gösteren çeşitli yazılar yer almıştır. 1948 yılında “Türk Büyüklerini Yaşatma” başlığı altında yayımlanan yazı dizisi bunlardan biridir.67 Zonguldak gazetesinin Türkçülük konusundaki yaklaşımını, Karauğuz’un Behçet Kemal Çağlar ile aralarındaki mektuplaşmadan anlıyoruz. Behçet Kemal Çağlar 13 Eylül 1945’te Karauğuz’a Türkçülük meselesi ile ilgili açık bir mektup yazar. Mektubunda Karauğuz’a samimi bir üslupla uyarılarda bulunan Çağlar, Karauğuz’un Türkçülük sevdasının Turancılık olarak algılandığını samimi bir dille belirtir. Gazetenin hemen ertesi sayısında mektuba cevap veren Karauğuz, Türkçülük sevdasının çok eskiye dayandığını detaylı biçimde anlatır. Karauğuz’un mektubundaki son sözleri Türkçülük konusundaki düşüncesini ortaya koymaktadır: “Son sözüm: Türkçesi: Türkçülük olan Kemalci Milliyetçilik ülkümün bayrağıdır.68 Karauğuz, ”İnan Kaynaklarımız” başlıklı yazısında Kemalizm düşüncesi içinde değerlendirdiği Türkçülük tanımlamasını şu şekilde yapmaktadır: “Türkçülük demek; Osmanlı idare ve düşüncesinin hakimliği sırasında, halkın içine sinen gerilikle kaybolmaya yüz tutan öztürk zevkini, adetini, tabiatinı, sanatını, asaletini paslardan ve küflerden ayırarak Türk insanına yaraşır berraklığa kavuşturmaktır.”69 Gazetede İlk yıllardan itibaren Türkçeye ilişkin yazılar yer almıştır. 1925 yılında gazetenin 90. sayısında “Açık Türkçe” başlıklı yazı görülmektedir.70 Özellikle 1928 Harf İnkılâbı’nın ardından gazetenin yayınları Türkçe üzerine yoğunlaşmıştır. Gazete, öz Türkçe’yi oluşturma iddiasıyla Osmanlıca’yı hafızalardan silmek ve yabancı kelimelerden Türkçeyi arındırma ve yeni kelimelerin tesisi için yoğun çaba sarf etmiştir. Türk Dili Araştırma 65 66 67 68 69 70 Yeni Zonguldak,1952,sayı:73 A.g.g.,1948,sayı:1021-1022 A.g.g.,1948,sayı:1048 A.g.g.,1945,sayı:846 A.g.g.,1944,sayı:758 A.g.g.,1925,sayı:90 331 ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) Kurumu’nun, 1935 yılında “Osmanlıcadan öz Türkçeye Karşılık Kılavuzu” nun yayımladığı gün, Zonguldak gazetesi ön sayfasında “Türk Ulu Diline Kavuşuyor Ne Mutlu Bize” başlıklı haber yer almıştır. Gazete bu süreçte kılavuzda yer alan kelimeleri periyodik olarak yayımlamıştır. Bununla birlikte Türkçe kelimeler konusunda çeşitli zamanlarda yazılar yer almıştır.71 Bu bilgileri veren Zonguldak gazetesinin aynı zamanda haberlerinde yeni kelimeleri kullanma gayreti olduğu görülmektedir. Ayrıca gazetede yayımlanan haber metinlerindeki yeni kelimelerin eski kullanımındaki anlamları açıklama şeklinde metnin altında verilmiştir. Zonguldak’ın Türkçe’de yenileşme çabasıyla kullandığı birçok kelime günümüzde kullanılmamaktadır. Ayrıca gazete, kendilerine gönderilen yazılarla ilgili duyuruda şu açıklamayı yapmıştır: Türkçecilik gazetemizin kuruluşundan beri kök amacıdır. Anayasamızda yabancı sözlerin Türkçeye çevrilişi bütün Türkçecilerle birlikte yayın kurulumuzu çok sevindirmiştir. Gerçek isteğimiz: Anayasamızla birlikte bütün yasalarımızın ve yazı dilimizin tüm Türkçeciliğidir. Bu ana çiziler üzerinde işlene işlene elbet bir gün, bu ulacımıza da ulaşacağız. Ancak bu da öz Türkçeyi benimsemek, Türkçeciliği ulusal bir ödev edinmekle olur. Bunun için: Gazetemize gönderilecek her türlü yazı ve bilitlerin (ilan) Anayasa sözleri göz önünde tutularak sade, öz Türkçe olması ana dileğimizdir.72 Karauğuz ise Türkçe kelimelerle özel olarak ilgilenmiştir. 4 Ocak 1936 yılında “Kökler-Ekler Üzerinde Deneçler Dil Araştırmalarına Gereçler “ başlıklı yazı dizisi kaleme almış ve kelime köklerine ilişkin çeşitli önerilerde bulunmuştur. Karauğuz Türkçe konusundaki ilgisini şu sözlerle ifade etmiştir: “ Türkçeciliğe ilk gönül verdiğim çağdan beri, her kelimenin kökenlerini aramak, eklerini taramak beni içten saran bir uğraş oldu. Bütün dillere analık eden Türk dili, yaban diller baskını altında sütsüz bir çocuk gibi,ne kadar cılız görünüyordu ? Uğraşlarım sonucunda, daha bütün bir özden kavradım ki; Türkçemizin uçsuz buçsuz bir enginliği ve derinliği vardır. Bu inançla her yeni inceleme gözlerime yeni bir ufuk açtı, önüme el değmemiş hazneler yığdı. Dilimin öz varlığını tattım.” 73 Türkçenin yabancı sözcüklerden arındırılması sürecinde gazetenin yeni kelimeler ürettiği de görülmektedir. Gazete, imzasız yayınlanan “Dil Üzerine Düşünceler” başlıklı yazıda, Türkçesi bulunmakta güçlük çekilen sözcüklerden birinin “Tatil” olduğu ve bu sözcüğün yerine “Aram” kelimesinin kullanılmasını önerir.74 Bu konudaki hassasiyet köşe yazılarına da yansır. Ahmet Naim Çıladır “Bu Nasıl Türkçe” başlıklı yazısında, bazı kurumlarda kullanılan yabancı kelimelerden şikâyet etmiş, Farsça ve Arapça’dan kurtarılmaya çalışılan Türkçe’nin, Fransızca ve İngilizce’ye teslim edilmemesi gerektiği yönünde serzenişte bulunmuştur.75 Gazete, öz Türkçe kelimeleri haber metinlerinde de kullanmış ve yeni Türkçe kelimelere ilişkin arayışını sürdürmüştür. Zonguldak’ın, günümüzde neredeyse kullanılmayan Budun, Aytar, Kamutay, Uram, Saylav, Başyapıcı, Issı, İşevi gibi kelimeleri, kullandığı gözlenmiştir. Gazetenin tarih bölümünde ise bir dönem, Ağras, Avdan, Avdanertesi, Aynaertesi gibi gün isimleri ve bazı aylar için de karakış, ilk yay, ilk kış gibi kelimeler kullandığı görülmektedir.76 71 72 73 74 75 76 332 A.g.g.,1935,sayı:415 A.g.g.,1941,sayı:815 A.g.g.,1936,sayı:480 A.g.g.,1944,sayı:889 A.g.g.,1948,sayı:1020 A.g.g.,Mart,1934 FARUK TEMEL Karauğuz’un Türkçülük ve Türkçecilik konusundaki özel çabasını şu sözlerinden net bir biçimde anlamaktayız: “Türkçülük-Türkçecilik” ülküsünün özel gönüllüsüyüm; Yıllardan beri öz yürekten vurgun olduğum Türkçemiz için gücüm yetre (yettiğince) savaşıyorum. Türkçe yazmaya, Türk çocuğuna Türkçe ad koymaya, Türkçeyi sevgi, inan, ülkü olarak yaymaya epey emek verdim. 77 Son Dönem Gazetenin özellikle 1945’ten sonra komünizm karşıtı yayınları göze çarpmaktadır. Zonguldak’ın özellikle 1950 sonrası siyasi yazılarında inkılâplara karşı daha korumacı olduğu ve iktidara yönelik eleştiri yazıları artmış görünmektedir. Zonguldak, 1950 seçimlerinden sonra Demokrat Parti’nin iktidara geçmesiyle birlikte muhalif bir yapıya bürünmektedir. CHP’nin faaliyetlerini yine aynı titizlikle veren gazetenin, Demokrat Parti’nin icraatlarına ilişkin muhalif bir tutum sergilediği görülmektedir. Bu dönemde Karauğuz da, mecliste yapılan yasa hazırlıkları ve bir takım icraatlar konusunda Demokrat Parti iktidarına yönelik bizzat eleştirel yazılar yazmış ve iktidardan beklentilerini sıralamıştır. Öte yandan bu yıllarda magazin içerikli haberler ve üçüncü sayfa haberleri ağırlık kazanıyor. Gazetenin özellikle 1951 yılındaki en büyük problemi kağıt sıkıntısıdır. O dönemde, besleme basın meselesi ve kağıt sıkıntısına ilişkin yazıların yer aldığı Zonguldak gazetesi kağıt azlığı yüzünden çoğu zaman basılamamıştır. Bu duruma ilişkin gazetede kâğıt fabrikalarıyla ilgili yazılar da yer almıştır.78 Gazetenin bu yıllarda, hayat pahalılığına ilişkin haberlerinde de artış gözlemlenmektedir. 1950’den sonra Zonguldak’ta diğer gazetelerin sayısının artması ve siyasi iktidarın da değişmesinin etkisiyle gazetenin aldığı ilan ve reklam oranının ciddi biçimde azaldığı gözlemlenmektedir. Zonguldak, değişen siyasi ve ekonomik şartlarında etkisiyle 1954 yılında yayın hayatını sonlandırmıştır. Zonguldak gazetesinin Sahibi ve Başyazarı Karauğuz, daha sonra yine Zonguldak’ta, Günün Sesi (1954-1959) ve Işıkveren (19561957) gazetelerini çıkarmıştır. Karauğuz, 1962 yılında, Karaelmas Basımevi’ni kardeşi Saim Gürol’a devrederek, İstanbul’a gitti ve yaşamını orada sürdürdü.79 Sonuç Zonguldak gazetesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemi, İnkılaplar, kömür havzaları, Zonguldak civarı ve Türk dili adına önemli bir belge niteliği taşımaktadır. Gazete teknik açıdan İstanbul’da yayımlanan gazetelere eşdeğer özellikler taşırken, tıpkı yaygın basın araçları gibi haber içeriklerinde de kendi yöresiyle sınırlı kalmamıştır. Zonguldak merkezi ve ilçelerinde oluşturduğu muhabir ağından gelen bilgiler doğrultusunda bölgenin çeşitli sorunlarını dile getiren gazete, diğer yandan memleket haberleri başlığı altında ülkenin dört bir yanından haberler vererek okuyucularını bilgilendirmiştir. Aynı zamanda siyasi haberler, uluslararası arenada meydana gelen olaylar, özellikle savaşlar, gazetenin ayrıntılı biçimde haberler yaparak sunduğu konular arasındadır. Bu anlamda Zonguldak gazetesi yerel bir gazeteden çok ulusal ölçekte yayın yapan bir gazete niteliğine sahiptir. 77 78 79 A.g.g.,1934,sayı:411 A.g.g.,1951,sayı:1191 Karaoğuz,a.g.e.,s.281 333 ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) Gazete, yayın hayatı boyunca Cumhuriyet ideolojisinin kökleşmesi için çalışmış ve resmi olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin yayın organı olmasa da CHP’nin ideallerine hizmet etmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren inkılâpların koruyucusu ve kökleştiricisi konumundaki Zonguldak gazetesi, dönemin önemli isimleri ve devlet büyüklerinin yazılarına yer vererek bu politikasını pekiştirmiştir. Cumhuriyet dönemiyle birlikte çeşitli değişimlere hızla uyum sağlayan gazetenin, özellikle Harf Devrimi’nden sonra yeni harflerin halka benimsetilmesi sürecinde özel bir çaba harcadığı görülmektedir. Gazete bu süreçte adeta bir seferberlik başlatmış ve bu yeni yasanın gereğini fazlasıyla yerine getirmiştir. Kömür havzasının millileşmesine kadar geçen süreçte, ülkenin kömür siyasetini şekillendirmesinde, havzanın gelişmesinde ve havza sorunlarının devlet yetkililerine iletilmesinde gazetenin önemli rolü vardır. Sonraki süreçte de Zonguldak’ın kömür havzasıyla ilgili meselelerde iyileştirici tavrı devam etmiştir. Bu durum gazetenin kendi yöresinin en önemli gelir kaynağının memleketin tamamı için sağlayacağı yararları öne çıkarma gayretini ve havzaya ilişkin olumsuz durumu iyileştirme çabasını göstermektedir. Zonguldak, 31 yıl boyunca sosyal, siyasi ve edebi konularda etkin bir rol oynarken, yalnızca Zonguldak ve civarında sağladığı etkiyle değil, taşıdığı ideallerle Türkiye genelinde hedefler barındıran bir yapı çizmiştir. Bu hedeflerse, Cumhuriyet Halk Partisi’nin hedefleriyle örtüşmekte ve toplumsal / siyasi düzenin yeniden kurulduğu süreçte köklü değişimleri halka benimsetme çabasını barındırmaktadır. 334 FARUK TEMEL KAYNAKÇA Doğramacıoğlu Hüseyin, Aka Gündüz’ün Yayımlanmamış Milli Mücadele Hikâyeleri, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Hacettepe Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, Yıl:4, Sayı:7,2007:107-123 Işık, İhsan, Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, Ankara:2004 Karaoğuz Doğu, Kuvay-ı Milliye Ruhuyla Bir Ömür, Truva Yayınları, İstanbul,2011 Sarıkoyuncu Ali, Emperyalizm ve Zonguldak Kömür Havzası, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı: 4,1993: 309-331 Sidal Bahri, Zonguldak’ta Gazetecilik ve Neşriyat Tarihçesi, Doğu Dergisi, Yıl:3 Cilt:6,1945,s.48, Karaelmas Basımevi Zonguldak Şirin Selçuk, Funda, “İmparatorluktan Cumhuriyete Bir Aydın: Falih Rıfkı Atay”, Tarihçi Kitabevi, İstanbul,2014 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivleri,Fon Kodu:490,,1.0.0,Yer No: 1383.591,,3.Tarih:12.11.1947 Zonguldak (1923-1954), Gazete Sahibi: Tahir Akın Karauğuz, Basım Yeri: Zonguldak 335 ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) EKLER EK-1 Zonguldak’ın 19 Nisan 1923 tarihinde yayımlanan 5. Sayısı. Bu sayıda gazetenin sahibi M. Kazım İlsev görünmektedir. EK-2 1928 yılında Zonguldak’ın 217. sayısında Yüksek Maden Mühendisliği İlk Mezunlarının diplomalarının dağıtıldığı günün haberi yer almaktadır. 336 FARUK TEMEL EK-3 Zonguldak’ın 1935 yılında yayımlanan 414. Sayısı. 337 ZONGULDAK’IN İLK GAZETESİ: “ZONGULDAK” (1923-1954) 338 ARDA BAŞ DEVLETİN GÖZÜNDEN 1965 KOZLU OLAYLARI ARDA BAŞ*1 Giriş 1965 Kozlu Olayları daha önce çeşitli çalışmalara konu olmuştur.2 Bu çalışmalar daha çok dönemin görgü tanıklarının anlatımına, gazete ve dergilere dayanmaktadır. Bu çalışmada, 1965 Kozlu Olaylarının nedenleri, gelişimi ve sona ermesinin devlet tarafından nasıl izlendiği ortaya konacaktır. Grev hakkı sosyal devlet çağında temel haklardan en önemlisi olarak kabul edilmektedir. Grev sayesinde işverenler ve işçiler arasındaki çıkar çatışmalarını, anlaşma ve toplu sözleşmelere ulaşarak barışçı yollardan çözme imkânı ortaya çıkmıştır.3 Türkiye’de çalışanların sendikal hakları 1961 Anayasası ile genişletildi. 1963 yılında çıkarılan 274 sayılı Sendikalar ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt yasalarıyla bu haklarda bazı düzenlemeler yapıldı. Böylece, 1961 Anayasası ile sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkıyla toplu sözleşme ve grev hakkı anayasal teminat altına alınmış oluyordu.4 Ancak, devletin yasal ve yaşa dışı gördüğü grevler vardı. Türkiye’de grev hakkı işçi hareketi sonucu ortaya çıkmamış, yasa ile işçiye tanınmıştı. Bu nedenle, yasada yasal bir greve ulaşmak için hangi yolun izleneceği detaylı bir şekilde belirtiyordu.5 Devlet kanuni grev için gereken şartlar gerçekleşmeden yapılan grevleri kanun dışı grev olarak kabul ediyordu.6 Zonguldak’ta 9 Mart 1965’de başlayan grev Çalışma Bakanlığının grev verileri arasında yer almamaktadır. Bu grev aynı zamanda Cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Daha önce de devlet ile işçiler karşı karşıya gelmiş ancak ilk defa Kozlu Olaylarında iki işçi hayatını kaybetmiştir.8 7 Zonguldak’ta olayların başlangıcı 1 Ekim 1963’te başlayan I. Toplu İş Sözleşmesi’nin uygulanmasına kadar uzanır.9 10 Ocak 1964’te yürürlüğe giren Toplu Sözleşme, Kömür Havzası’nda artık kangren hâline gelmiş pek çok problemi çözmüştür.10 Ancak aynı Toplu Sözleşme’nin 11. maddesi yani “Toplu İş Sözleşmesi’nde yer almayan ve fakat Toplu İş Sözleşmesi kapsamındaki işçiler lehinde tatbik edilmekte olan bütün hakların mahfuz * 2 Dr. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü, Bolu, [email protected] Bu konuda yapılan başlıca çalışmalar şunlardır: Delwin Adams ROY, The Zonguldak Strike: a Case Study of Industrial Conflict in Turkey, Purdue University, Ph.D., 1968, Kurthan Fişek, Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tahlili, Ankara, Sevinç Matbaası, 1969., Erol Çatma, 1965 Madenci Direnişinin Öyküsü Kömür Tutuşunca, İstanbul, 1997., Doğan Katırcıoğlu, Yeraltından Sesler Var, İstanbul, 1993., Fevzi Engin, Zonguldak’ta Sanayileşme ve Sosyal Değişim (1923-2000), İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Bolu, 2004., Ahmet Özer tarafından hazırlanan 2012 yapımı “Beş Kuruşluk Canlar” belgeseli. Muammer Aksoy, “1961 Anayasasına Göre Memurların Grev Hakkı”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt:26, Sayı: 4, 1917, s. 1. 4 Anıl Çeçen, Sendikalizm, Ankara, 1970, s.48. 5 Algun, a.g.m.,s.472. 6 Algun Çifter,” Yasadışı Grev ve Sonuçları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt:55, Sayı:1, 2005, s.470. 7 Kemal Sülker, “Cumhuriyet Dönemi İşçi Hareketleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt:7, s.1847 (Bakılacak İBÜ Küt) 8 Fişek, a.g.e., 115. 9 Engin, a.g.t., s.91. 10 Mehmet Alpdündar, “Ereğli Kömür İşçileri ve Sendika Faaliyetleri”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı: 16, 1965, s.144. Toplu Sözleşmenin kazanımları ile ilgili olarak bkz: Gülten Köktağ, “Memleketimizde Kömür İstihraç Sanayiinde İlk Toplu Sözleşme”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı: 16, 1965, s.201-215. 3 339 DEVLETİN GÖZÜNDEN 1965 KOZLU OLAYLARI olduğunu EKİ kabul eder” maddesi Kozlu Olaylarının da temel gerekçesi olmuştur.11 Zonguldak’ta işçilerin Mart 1965’te greve giderken en önemli gündem maddesi toplu, sözleşmenin uygulanışında özellikle ehliyet ve liyakat zamlarının dağıtılmasında meydana gelen aksaklıklardır. İşçiler I. Toplu İş Sözleşmesi’nin 11. maddesi esas alınarak ehliyet ve liyakat zamlarının adil bir şekilde dağıtılmasını istiyorlardı. Üstelik I. Toplu Sözleşme’de imzası olan Zonguldak Maden İş Sendikası (ZMİS) yönetimi ile uygulama sürecindeki ZMİS yönetimi aynı değildi. ZMİS’in eski ve yeni yöneticileri arasındaki rekabette en önemli başlık I. Toplu İş Sözleşmesi oldu. Devlete Göre Grevin Nedenleri Kozlu Olaylarının nedenleri devlet tarafından birkaç başlık altında değerlendirilmiştir. Devlete göre, sebeplerden biri ZMİS eski ve yeni başkanları arasındaki sürtüşmenin işçilere yansımasıdır. 27 Mayıs 1960’ta meydana gelen darbe sonrası hazırlanan 1961 Anayasası Türkiye’de sendikal faaliyetlerde önemli bir adım atılmasını sağladı. Ancak sendika sayısındaki hızlı artış ve bu sendikaların hem kendi içlerindeki ve birbiriyle olan rekabeti işçilerin gündemini sık sık meşgul ediyordu. Bu rekabetin bir örneği de ZMİS içinde yaşanmaktaydı. Sendikanın 1963’de yapılan olağanüstü kongresinde görevinden alınan eski başkanı Mehmet Alpdündar ve yeni sendika başkanı Osman İpekçi arasında uzun süreden beri devam eden rekabet, 1965 yılının başlarına gelindiğinde oldukça şiddetlendi. Devlet olaylarda ZMİS’in hem eski başkanı Alpdündar’ı hem de mevcut Başkanı İpekçi’yi sorumlu tutmakla birlikte Alpdündar ismi üzerinde daha fazla duruyordu. Alpdündar hakkındaki bilgi notunda onun ZMİS’e 1962’de başkan seçildiği ABD’de sendikacılık konusunda kurs gördüğü, cesur, sendika başkanı iken her partinin sempatisini toplamaya çalışan12, sendikacılık konusunda uzmanlığı olan, teşkilatçı, mücadeleci, hükümet büyükleri ile temas kurabilen, menfaatine düşkün biri olduğu ifade ediliyor ve yolsuzluk nedeniyle hakkında soruşturma açıldığı belirtiliyordu. Alpdündar’ın siyasi faaliyetlerinden de bahsedilerek siyasi olarak çıkarlarının gördüğü tarafı tercih ettiği ve 1951’den 1957’ye kadar Demokrat Partili, 1957’den sonra ise CHP’li olduğu belirtilerek; 20 Şubat 1965 tarihinde dağıttığı bildirinin zamlarla ilgili ve tahrik mahiyetli olduğu bilgisi veriliyordu.13 Osman İpekçi’nin Alpdündar’ın görevden uzaklaştırılması sonrası sendika idare heyetine kendi adamlarını getirmeyi başardığı, önce Demokrat Parti Armutcuk Bucak Başkanlığı sonra da Adalet Partisi üyesi olduğu yetişmiş bir sendikacı olarak ABD’de bu konuda 3 ay kurs gördüğü halen Armutcuk İşletmesinde başşoför olarak görev yaptığı belirtilmiştir.14 Yetişmiş bir sendikacı olarak tanıtılan İpekçi’nin Alpdündar’ın yerine sendika başkanlığına geçtiği ve Alpdündar ile rekabet hâlinde olduğu ifade ediliyordu. 15 ZMİS Başkanı Osman İpekçi ve Genel Sekreteri Ahmet Baş olayların sona ermesinden sonra 17 Mart 1965’de, Başbakan Suat Hayri Ürgüplü’ye bir mektup yazarak olayların sebebinin Mehmet Alpdündar’ın kışkırtması olduğunu daha önce bu konuyla ilgili bilgi vererek görevlerini yaptıklarını belirtiyordu. 16 Hakikaten de İpekçi, olaylardan kısa süre önce 3 Mart 1965’te Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü’ne Alpdündar hakkında bir şikâyet mektubu yazmıştı. Mektupta Alpdündar’ın faaliyetlerinden 11 12 13 14 15 16 Engin, a.g.t., s.92. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.24. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.21. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.24. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.21. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.1. 340 ARDA BAŞ bahsetmiş millî birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde Alpdündar’ın iş yeri huzurunun ve veriminin düşmesine neden olan, aynı zamanda milli güvenliği zedeleyici mahiyetteki faaliyetlerine karşı gerekli önlemlerin alınması istemişti. Bu mektuba Alpdündar’ın faaliyetlerine örnek olması için dağıtığı üç bildiri iliştirilmiş ve gerekenin yapılması istenmiştir. 17 Alpdündar tarafından yayınlanan ve hakkındaki şikâyet mektubuna iliştirilen bildirilerden 30 Aralık 1964 tarihli olanının “Maden İşçileri Sendikası Meşru Başkanlığı” adına yayınladığı belirtiliyordu.18 Diğer bildiri, Kozlu Olaylarından kısa süre önce 20 Şubat 1965’te yayınlanmış ve liyakat zammının dağıtılmasıyla ilgiliydi. Alpdündar, İşte bunu yapamazsınız başlığı ile yayınlanan bildiride yerin 600 metre altında 11 liraya 16 saat çalışan varken 30-40 lira yevmiyeli kendi adamlarınıza zam verirseniz havza başınıza çöker diyordu.19 Alpdündar tarafından dağıtıldığı iddia edilen bildirilerden bir tanesi de Türkiye İşçi Partisi (TİP) Zonguldak İl Yönetim Kurulu Başkanlığı adına yazılmıştı. 20 Olaylardan hemen sonra Ayaklanmada Faal Rol Alıp İsimleri Savcılığa Bildirilenler adlı bir listede hazırlanmış ve bu listede Alpdündar’ın adamları olarak tanıtılan bazı isimlerin olaylara katıldığı, bazılarının olaylardan bir hafta önce Alpdündar’ın evinde yapılan şüpheli toplantıda da bulunduğu ifade edilmiştir. Diğerleri adlı listede ise bazı isimler elebaşı bazıları linç edilen mühendisi döven, bazıları ise olaylar sonrası İçişleri Bakanı ile işçiler adına görüşen diye tanıtılmıştır. Bunların suçlarının adli makamlarca da tespit edildiği bildirilmektedir. 21 Nitekim elde edilen bu bilgiler doğrultusunda tutuklamalar yapılmış ve Zonguldak Valisi Fuat Kadıoğlu, İçişleri Bakanlığı’na 15 Mart 1965 tarihinde saat 17.40’da telsiz ile verdiği bilgide kanun dışı grev olaylarında suçlulukları tespit edilenlerin sorgulandıktan sonra tutuklandıklarını bildirmiştir.22 Ancak tutuklananlar arasında Alpdündar yoktur. Kanun dışı grevde birinci derecede rol oynadığı resmi makamlarca hazırlanan ve bölgeden özel surette alınan raporlardan anlaşılmasına rağmen Zonguldak Cumhuriyet Savcılığının Alpdündar’ın tutuklanması için yaptığı başvuruyu Zonguldak Sulh Hâkimliği reddetmiş üst mahkeme olan Asliye Cezaya yapılan itiraz da reddedilmiştir. Hâkimlerin Alpdündar’ın tutuklanmasının yaratacağı tepkiden çekindiği ve savcının da aynı kanaatte olduğu anlaşılmıştır. Ereğli Kömür İşletmeleri (EKİ) Genel Müdürü Zonguldak, Valisi ile Alpdündar’ın başka bir yere naklinin işçiler arasında yeniden bir hareketlenme yaratıp yaratmayacağını tartışmış EKİ Genel Müdürü, Alpdündar’ın işçiler arasında destekçisinin çok olduğunu söylemiştir. 23 MAH’ın (Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti) hazırladığı rapora göre de olaylar, işçi sendikaları liderleri arasındaki rekabet ile yanlış telkin ve propagandanın etkisinden dolayı çıkmıştı. ZMİS eski başkanı Alpdündar’ın görevinden uzaklaştırılmasından sonra işçileri hareket geçirmek için hazırlık yaptığı toplu sözleşmeye göre işçilere verilecek olan liyakat zammının uygulanmasının olayların başlaması için en uygun fırsat olarak seçildiği ifade edilmektedir. Raporun devamında Alpdündar tarafından 3 Şubat 1965 ve 23 Şubat 1965’de yayınlanan bildirilerin bu gizli amacı gerçekleştirmek maksadı ile yayınlandığı; ancak bu yasa dışı eylemi teşvik için yayınlanan bu bildirilerden yeni haberdar olunduğu belirtilmektedir. Alpdündar’ın, liyakat zammının uygulamasını kötülemek amacıyla yeni sendika yönetimine karşı işçilere bulunduğu telkinler, kanun dışı eylemin başlıca sebebi olarak görülmekteydi. MAH raporunda liyakat zammı adı altında dağıtılan paraların belirlenmesinde 17 18 19 20 21 22 23 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.2. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.5. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.3. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.15. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.22-23. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.19. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.20. 341 DEVLETİN GÖZÜNDEN 1965 KOZLU OLAYLARI izlenen yolun istismara müsait olduğu çünkü bu zamma layık görülen işçilerin bölge müdürleri tarafından belirlendiği böylece, kendilerini de zamma layık hissettikleri halde, amirleri tarafından bu şekilde tensip olunmayanlar, hakikaten zam görenleri kayırılmış kabul etmeyi makul karışılmışlardır denerek liyakat zamlarının dağıtımı ile ilgili sıkıntılar bulunduğu vurgulanmıştır. Liyakat zammını düzenleyen mühendisler olduğu için işçiler ile mühendisler arasında zıddiyetin kolayca yaratıldığı belirtilmektedir. MAH’a göre olayların bazı tali sebepleri de vardır. Örneğin, bunlardan biri TİP Çankaya ilçe Başkanı Minnetullah Haydaroğlu’nun 7-8 Şubat 1965 tarihlerinde Zonguldak’a gelmesi ve bölge işçisini ilgilendirmeyen bir bildiriyi Osman Salihli ve Hüsamettin Güven aracılığıyla dağıtmasıdır. Diğer unsur ise, Karadon bölgesindeki olaylar nedeniyle tutuklu bulunan Kemal Balyemez’in TİP sempatizanı olmasıdır. 24 Yani MAH’a göre olayların tali sebebi TİP’dir. 12 Mart sabah 7.30’da MAH tarafından Zonguldak’tan alınan telefon raporunda, olayların görünürdeki sebebinin liyakat zammının dağıtımında yaşanan anlaşmazlıktan kaynaklandığını eski sendikacıların “zam hepinize teşmil edilmeliydi, size niye vermiyorlar, hakkınızı arayın” diyerek işçileri tahrik etmelerinin bu sonucu doğurduğu söylenmiştir. MAH ayrıca olayların çıkmasında TİP’in etkili olduğu iddiasını daha önceki raporunda olduğu gibi tekrarlıyordu. MAH’a göre, TİP Çankaya İlçe Başkanı Minnetullah Haydaroğlu, 7-8 Mart tarihlerinde Zonguldak’ta kalmış ve Karadon bölgesinde ustabaşılık yapan TİP üyesi olan Hüsamettin Güven ile sıkı temasta bulunmuştu. Ayrıca Karadon Bölgesinde başka şüpheliler de vardı. Bunlar TİP üyesi deniz astsubaylığından ayrılma Seyfi Akbaş, Osman Salihli’ydi. Bunların tutuklanması için çalışma başlatıldığı belirtiliyordu. Raporun sonunda, Kozlu bölgesindeki şüphelilerden hiç birisinin ayaklanma hareketine ilgilendiklerine dair şu ana kadar bir bilgi alamadık deniyordu. 25 12 Mart günü MAH Ankara Teşkilat Şefi saat 13.50’de Zonguldak’a ulaştı ve saat 13.50’de ilk bilgileri Ankara’ya telefonla iletti. MAH Ankara Teşkilat Şefine göre, olayların muhtemel sebepleri ve tahrikçileri şöyledir: Hüsamettin Güven adlı şahıs ilk şüpheliler arasındaydı. Hakkındaki notta bütün akrabası şüpheli ve kendisi TİP’in faal üyesidir denmektedir. 11 Mart akşamı Zonguldak Valisi’ne haklısınız işçilerin yaptığı kanunsuzdur derken daha sonra işçiler arasında tahrik edici sözler söyleyip TİP’in bildirilerini dağıttığı belirtiliyordu. Bir diğer şüpheli Osman Salihli’nin, TİP üyesi olduğu ve olayların başladığı 9 Martta görev yeri olan Karadon’da olması gerektiği halde Kozlu’ya gelerek bildiri dağıttığı belirtilmiştir. Son olarak Mehmet Alpdündar’ın beyanname dağıtıp işçileri tahrik ettiği belirtiliyordu. 26 Dönemin Çalışma Bakanı Çağlayangil’e göre, olayların sebebi ehliyet ve liyakat zamlarının dağıtılmasında izlenen yol değildi. ZMİS Genel Başkanı Osman İpekçi 17 Mart 1965’de yolladığı telgrafta, Çağlayangil’e ehliyet ve liyakat zamlarının dağıtılmasında izlenen yolun kanuna uygun olduğu yönündeki telgrafıyla ilgili teşekkür ediyordu.27 Zonguldak’ta Grevin Başlaması Vali Kadıoğlu 10 Mart saat 19.48’de İçişleri Bakanlığı’na ve Çalışma Bakanlığına verdiği bilgide, EKİ’nin Karadon Çelik ve Kilimli bölgelerinden bir ücret meselesi nedeniyle işçilerin toplu halde iş bıraktığını, olayların 24 25 26 27 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.41-42. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.56. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.46. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.13. 342 ARDA BAŞ sona erdirilmesi için gerekli önlemlerin alındığını ve olaya cumhuriyet savcısının el koyduğunu bildiriyordu.28 Kadıoğlu aynı gün saat 21.35’te İçişleri Bakanlığına çok acele kaydı ile işçilerin ehliyet ve liyakat zammından dolayı kanuna uymayan bir greve başladıklarını yaptığı görüşmeler sonrası işçilerin greve devam etmekte kararlı göründüklerini bildiriyordu. Kadıoğlu, ayrıca işçilerin Kilimli ve Karadon’da asansörlerin çalışmasına engel olarak ve işçileri ocağa sokmayarak direniş başlattıklarını, çıkan olaylarda iki mühendisin hafif bir şekilde yaralandığını belirtiyordu. Bu bölgelerde bir yarbay komutasında 40 jandarma ile düzen sağlanmıştı. Ancak, olayların diğer bölgelere yayılma ihtimaline karşı takviye kuvvet olarak Karabük Jandarma Er Okulundan iki bölük jandarma eri istendi. 29 11 Mart saat 10.00’da bu sefer Zonguldak’tan Komiser Muavini Behzat Toksöz telefon ile Kilimli-Karadon’da işçilerin kanunsuz olarak dün işbaşı yapmayarak greve başladıklarından ve fiili durum karışıktır diyerek bölgedeki olayların yayılmasından duyulan endişeden bahsetti. Ayrıca, işçilerin arasında şüpheli şahısların bulunduğu görülmüştür deniyordu. 30 Vali Kadıoğlu aynı gün saat 12.20’de İçişleri Bakanlığına çok acele kaydı ile gönderdiği raporunda grevin Çaydamar’a da sıçradığını, bu nedenle Karabük’ten getirilen 35 jandarma erine ilaveten Ereğli Deniz Komutanlığından 140 piyade erinin daha talep edildiğini belirtiyordu. Gelik bölümünde çalışmalar normale dönmüş ve işçiler ocağa inmişti. Ancak, Karadon bölümünde çalışan 650 işçiden sadece 200’ü Kilimli bölümünde ise 600 işçiden 300-400 işçi işbaşı yapmıştı. Çaydamar’da sendikacılar, işçileri işbaşı yapmaları için ikna etmeye çalışıyor, buradaki durum normalleşmeye doğru gidiyordu. 31 Grev başladıktan sonra 11 Mart’ta ZMİS Başkanı İpekçi, İçişleri Bakanı İsmail Hakkı Akdoğan’a yıldırım bir telgraf çekerek olayların gelişimi hakkında bilgiler verdi. İpekçi, bizce kati olarak bilinmeyen şahıslar tarafından çeşitli yalan ve iftiralarla işçilerin kışkırtıldığını ve olaylara kendileri tarafından müdahale edilerek belirli bir istekleri olamayan işçilerin ikna edilip işbaşı yapmalarının sağlandığı anlatıyordu. Kilimli’de işçilerin işbaşı yapmaya hazırlanırken daha çok işçilikle alakası bulunmayan sarhoş şahıslar tarafından ocak ağzının kapatılması ve ocağa girmek isteyen işçilerin taş ve sopalarla dövülmesiyle engellendiği ve burada bazı mühendis ve nezaretçilerin yaralandığı aktarıldı. Olaylar tüm ikna çabalarına rağmen engellenmemiş, Çaydamar’a da sıçramıştı. İpekçi, olayların yayılmasının engellenmesi için yerel makamlara başvurulmasına rağmen suçlular hakkında hâlâ bir işlem yapılmadığını belirterek durumdan şikayet etmekteydi. İpekçi, İçişleri Bakanı’ndan idare amirlerine kesin talimat verilip olaylara sebep olan suçluların en kısa zamanda yakalanmasını istiyordu.32 Kozlu Olaylarının Gelişimi Kozlu Olayları, MAH, jandarma ve polis istihbaratı tarafından yakından izlenerek elde edilen bilgiler hazırlanan istihbarat notları ile ilgili makamlara anında iletilmiştir. Ayrıca, Zonguldak’taki mülki ve askeri yetkililer ilgili kurumlar ile sık sık haberleşmiştir. Bize Kozlu Olayları hakkında detaylı bilgiler sunan bu bilgiler ışığında olayların gelişimi şöyledir: 12 Mart’ta Zonguldak İl Jandarma Komutanlığından İçişleri Bakanlığına, Milli Savunma Bakanlığına, Jandarma Genel Komutanlığına ve 8. Jandarma Bölge Komutanlığına telsiz ile olayların gelişimi anlatılıyordu. 28 29 30 31 32 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.87. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.85. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.86. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.84. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.88. 343 DEVLETİN GÖZÜNDEN 1965 KOZLU OLAYLARI Liyakat zammından yararlanmayan yer altı işçileri 10 Mart’ta Gelik, Karadon ve Kilimli bölgelerinde greve başlamışlar; ancak 11 Mart’ta olaylar bu bölgelerde sona ermişti. 11 Mart 20.00’de Kozlu’ya sıçrayan kanun dışı grev tecavüz halini alınca bölgeye Karabük Jandarma Er Okulundan getirilen jandarmalar yollanmış, ancak onlar da işçilerin saldırısı sonucu yaralanmışlardı. Bunun üzerine, Karadeniz Bölge Komutanlığı’ndan gelen birlik işçilere müdahale etmiş ancak işçiler saldırıya devam etmişlerdi. Bu belgede saldırıya uğrayan askerler silah kullanmış ifadesi yer almaktadır. Ayrıca bu belgede, olayda iki işçinin öldüğü bilgisi de verilmiştir.33 Jandarma tarafından verilen ilk bilgilerde askerin havaya ateş ettiğinden söz edilmiyordu. Zonguldak’tan Emniyet Amiri Mehmet Yalçın 12 Mart saat 03.10’da telefon ile Ankara’ya verdiği bilgide olayların gelişimini sıcağı sıcağına anlatmaktadır. Yalçın, Kozlu’da saat 23.00 vardiyasında 2000 kadar işçinin Uzun Mehmet Kuyusu önünde toplanarak ocağa girmek isteyenleri engellediklerini, bunun üzerine, Vali’nin emri ile bölgeye 200 Jandarma ve Bahriye erinin gönderildiğini, Vali’nin de bölgeye gelerek işçilerle konuştuğu sırada askerin işçiler tarafından taşlanmaya başladığını anlatıyordu. Bundan sonra ise askerlere komutanları tarafından havaya ateş etme emri verilmiş ancak bundan bir netice alınamamış ve bilahare askere siper alarak bu işçi kitlesini durdurmuşlardı. Olayda iki işçinin öldüğü, on askerin yaralandığı ve işçilerin Kozlu’ya dağıldığı aktarılıyordu.34 Ankara’ya ilk gelen bilgilerde, askerlerin önce havaya ateş ettiği, sonra siper aldığı bildirilmekteydi. Zonguldak İl Emniyet Müdürü Halil Batuoğlu, 12 Mart saat 14.22’de Emniyet Genel Müdürlüğüne yolladığı raporda olayların gelişimini jandarmanınkine benzer bir şekilde anlatıyordu. Batuoğlu’na göre, ehliyet ve liyakat zammındaki adetsizlik grev için bir bahaneydi. Gelik’te başlayan olaylar, Karadon ve Kilimli’ye yayılmış ancak 11 Mart 16.00 vardiyasında sona emişti. Vali, Karabük Jandarma Er Okulunda iki bölüğü önlem olarak çağırmıştı. Olaylar Kozlu’ya sıçrayınca, Vali bölgeye gitmiş; ancak işçileri ikna etmek için yaptığı konuşma sırasında protesto edilmişti. Batuoğlu’na göre işçiler evvelden temin ettikleri taşlarla jandarma ve polise saldırmış; olayların büyümesi üzerine askerlerin havaya açtığı ateş ile iki işçi ölmüştü. Ardından işçilerin Zonguldak’a yürümesi tehlikesi ortaya çıkmıştı. 250 jandarma eri buna engel olmak için önlem aldı. Batuoğlu, raporu gönderdiği saatte Kozlu’da istihbarat görevini yürüten polisler dışında polis ve askeri bulunmadığını ve bütün devlet dairelerinin kapalı olduğunu belirtiyordu.35 12 Mart sabah saat 06.25’te Zonguldak’tan telefonla alınan bilgilerde olayların Kozlu’da nasıl başladığı anlatılıyordu. Vali’nin Kozlu’da işçileri sakinleştirmek için yaptığı konuşmaya işçilerin izin vermediği belirtilerek olayların devamı ise şöyle anlatılıyordu: …bu sırada bir işçi valiyi tartaklamıştır. Valiyi tartaklayan işçiye askerlerin saldırması üzerine işçiler galeyana gelmişler ve askerlere doğru yürümeye başlamışlardır. Bu sırada vuku bulan çarpışmada 3 işçi ölmüştür ve 8 asker yaralanmıştır deniliyor ve sabah olunca ortamın sakin olmakla birlikte diğer ocaklardaki işçilerin olaylardan haberdar olmasıyla işçilerin harekete geçecekleri ifade ediliyordu. 36 Zonguldak Valisi Kadıoğlu, aynı gün sabah saat 07.30’de İçişleri Bakanlığına çektiği yıldırım telgrafta olayların gelişimini anlattı. Söz konusu telgrafta, Kozlu’da kanunsuz bir grev başladığını duyunca EKİ Müdürü ile bölgeye gittiklerini, gitmeden önce de 100 jandarma ve 100 deniz piyade erinin bölgeye varmasını sağladığını, bölgeye vardığında işçilerin isyankar sözler sarf ederek işbaşı yapılmasını engellediklerini ve bunun 33 34 35 36 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.77. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.80. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.70-71. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.83. 344 ARDA BAŞ üzerine işletme yetkilerinin, Jandarma Albayının ve kendisinin işçileri sakinleştirmek için konuşma yaptığını ancak bunun bir sonuç vermediğini; bu sırada arkadaki işçilerin önlerdeki işçileri itmesiyle karışıklığın başladığını ve işçilerin ellerindeki kazma kürek ile hücuma geçtiklerini ifade etti. Ayrıca telgrafta, Karabük’ten mermi almadan gelen jandarmanın bu sırada savunmasız kaldığını ve kaçmaya başladığını bu geri çekilme esnasında deniz erlerinin kamyonlardan indirildiğini ve kendisinin deniz erlerinin başında bulunan binbaşıya derhal askerlerini yol üzerinde silahlı barikat kurmasını söylediğini ancak binbaşının askerleri geri çekmeyi tercih ettiğini, olayların büyüdüğünü ilgili makamlara anlatmak için bölgede telefon bulunan yazıhaneye gittiğini işçilerin burayı hedef alması üzerine ise jandarma binasına geldiklerini de aktarmıştır. Vali telgrafta 08.00 vardiyasında işçilerin ihtilal yapmasından çekindiğini de ayrıca ifade etmiştir 37 Zonguldak Valisi ile sabah 6.50’de yapılan telefon görüşmesinde Kozlu’da son 5-10 dakikadır bir kaynaşma olduğunu ve 3000 işçinin bir eylem yapma ihtimaline karşı gerekli önlemleri aldıklarını aktarıyordu. Saat 7.45’te jandarmadan alınan bilgide 250 jandarma eri ile Kozlu’da durumun izlendiğini, her ihtimale karşı Karadon mevkiinde iki köprünün jandarma tarafından kontrol altına alındığı bilgisi verildi. Emniyet Müdürlüğünden 08.05’te alınan bilgilerde ise Zonguldak’a 8 km mesafedeki Kozlu dispanseri ile telefon bağlantısının çok zor kurulduğu, emniyet müdürünün, mümanaat yani direnişin sebebini öğrenmek için dispansere gittiği, gelince daha detaylı bilgi verileceği belirtilmekteydi. Zonguldak Valiliğinden saat 8.00’de alınan bilgide ölen işçilerden birinin Kozlu’nun Akşeyh Köyünden İhsaniye Ocağı’nda çalışan Mehmet Çavdar olduğu aktarılıyordu. Kimliği hala belirlenemeyen diğer işçi ise işçiler tarafından savcıya verilmemişti ve bu işçinin cenazesi öldürüldüğü yerde durduğu için işçiler burada toplanmaya devam ediyordu. Üstelik, İhsaniye Ocağı’ndaki işçiler Mehmet Çavdar’ın ölümünden habersizdi ve grup grup Zonguldak’a doğru ilerliyorlardı. Askerler Zonguldak-Kozlu yolunun Kozlu’ya inen virajında önlem almışlardı.38 Vali 8.45’te İçişleri Bakanı’na Kozlu’daki olayların diğer bölgelerde duyulmasıyla olayların muhakkak büyüyeceğini bildirdi. Ayrıca, Vali işçilerin ölen işçiyi muayene ettirmediklerini belirtiyor, kana kan isteriz… bunu öldüren karşımıza gelsin diyorlar. Tam bir kazan kaldırma hadisesi ile karşı karışayız sözleriyle işçilerin durumunu değerlendiriyordu. Vali Kadıoğlu bilgi notunu şu şekilde bitiriyor; “Hadiseleri soğukkanlılıkla izliyor ve gerekli tedbirleri alıyoruz. Yazıyı yazarken bu noktaya gelindiği sırada Zonguldak havalarında jetlerin uçuşu duyuldu. Bu bir tahrik sayılabilir. Akabinde bir asker kuvveti gelmediği müddetçe buradaki vaziyeti müşkülleştireceği noktasında arkadaşlarımla ittifak halindeyiz. Bittabi takdir hükümetindir. Bu son kısmı vilayetçe ayrıca Milli Savunmaya resmen intikal ettirilecektir.” 39 Kadıoğlu saat 10.30’da İçişleri Bakanlığı’na askeri birlikler gelinceye kadar jet uçaklarının uçmasının işçileri tahrik edeceğinden dolayı bunun sakıncalı olduğunu düşündüklerini tekrar bildirme ihtiyacı duydu. 40 Sabah saat 06.25’de Zonguldak’tan gelen telefonda Kozlu Dispanserinin işçiler tarafından kuşatıldığı ve ölen 3 işçinin dispanserde olduğu gibi yanlış bir bilgi veriliyordu. İşçiler dispanseri kuşatmışlardı ancak ölen işçi sayısı ikiydi ve bu işçiler dispanserde değildi. Dispanserde Kozlu İnzibat Amiri Erol ile İstihsal Başmühendisi vardı ve dışarı çıkamıyorlardı. Dispanser önünde toplanan işçiler, Kozlu İnzibat Amiri askere mermi vermekle, 37 38 39 40 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.92. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.57. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.52. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.96. 345 DEVLETİN GÖZÜNDEN 1965 KOZLU OLAYLARI Başmühendisi de ehliyet zamlarını adilane dağıtmamakla suçluyor ve bunların kendilerine verilmesini istiyorlardı.41 Sabah 7.30’da MAH’dan alınan telefon raporunda saat 7.30’dan itibaren işçilerin yeniden toplanmaya başladığı; bunun 08.00’de vardiya değişimi nedeniyle gerçekleşen bir toplanma olmadığı belirtiliyor; şu andaki sakinliğe rağmen olayların büyüyerek ciddi bir hal alacağı konusunda uyarıda bulunuluyordu. MAH’a göre Kozlu ve diğer ocaklardaki bu sessizlik aldatıcıydı ve bu yüzden tedbirlerin gevşek tutulmaması ve Ankara’dan hareket ettiği bildirilen üç alayın bir an evvel Zonguldak’a gelmesi çok önemliydi. MAH Ereğli Fındıklı’da olayların başlamasından endişe ettiğini belirtiyordu. Raporun sonunda Kozlu’daki elemanları ile telefon bağlantısı kurmadıklarını aktarıyordu.42 Sabah saat 8.00’de Vali ve Cumhuriyet Savcısı yaptıkları toplantı sonrasında Başbakanlık için bir bilgi notu hazırladılar. Bu notta olayların gece 00.00’dan sonra kanunsuz bir toplantı ve ayaklanma halini aldığı, Valinin bunun üzerine askeri birlikleri Kozlu’ya sevk ettiği, aynı zamanda Vali ve yanındakilerin işçileri sakinleştirmek için yaptığı konuşmaların sonuç vermediği de belirtiliyordu. Bilgi notunda, olayların bu şekilde cereyan ederken kargaşa çıktığı ve işçilerin saldırıya geçtikleri ifade edilmişti. Ayrıca Jandarma erleri mermileri olmadığı için savunmasız kalmışlardı. Deniz erlerinin de Jandarmayı koruyamaması sonucu 6 jandarma ve 2 deniz eri ile Jandarma Birliği kumandanı yaralanmış, bunun üzerine Deniz Erlerinin başında bulunan kumandanı bu tehlikeli duruma son vermek için havaya ateş emri verdiği anlatılıyordu. Notun devamında ise, ateş emrinin işçilerin üzerine müteveccihen verilmediği, karanlık yüzünden havaya ateş emirini alan erlerin heyecanlı hareketlerinden dolayı ölen işçilere isabet vaki olduğu anlaşılmaktadır denmekteydi.43 Saat 10.15’te Zonguldak Emniyet Müdürü Muavini Halil Batuoğlu telefonla Kozlu Dispanserinde mahsur kalan mühendisler ve Kilimli’de işçiler arasında başlayan hareketlenmeden söz etti. Kozlu’da Gültekin Yandımata adlı mühendis, işçiler tarafından dövülmüş, ya ölü ya da ağrı yaralıydı. 44 Saat 10.20’de MAH tarafından verilen telefon raporunda MAH mensubu kişisel izlenimlerini anlatırken, işçilerden isyan halindeki grup olarak söz ederek, bu grup hakkında detaylı bilgiler veriyordu. Ayrıca, EKİ mensubu ve işçi olmayan gayrı yabancı kişilerin olay sahsında dolaştığı da rapor ediliyordu. 10.45’te verilen durum raporunda ise Yandımata’nın linç edilme teşebbüsünden sonra diğer mühendis, dispanser personeli ve nahiye müdürü ve memurlarının linç edilme ihtimaline işaret ediliyor, işçilerin bölgeye kimsenin girmemesi için hakim tepelere gözcüler yerleştirdikleri anlatılıyordu.45 Saat 10.25’de Başbakanlık için hazırlanan bilgi notunda Yandımata’nın linç edilmek istendiği ve hayati tehlikesinin olduğu doğrulanıyor, Havza’da durumun oldukça gergin olduğu ve işçilerin aralarına yabancıları sokmadıkları belirtiliyordu.46 Saat 11.50’de ise sayısı belli olmayan bir grup işçinin, Kozlu’dan Zonguldak’a yürümek için hazırlık yaptığı, Vali’nin askeri birlikleri durumdan haberdar etmesine karşın takviye birliklerin henüz gelmediği de belirtilmekteydi. 47 41 42 43 44 45 46 47 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.83. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.56. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.53-54. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.51. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.49. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.50. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.48. 346 ARDA BAŞ Vali Kadıoğlu, 11.15’te İçişleri Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı’na telsizle Kozlu Dispanserinde bulunan bir doktor, bir idare amiri ve bir mühendisin linç tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu bildirdi.48 Vali Kadıoğlu saat 11.30’da İçişleri Bakanlığına Milli Savunma Bakanlığına Jandarma Genel Komutanlığı’na telsiz ile işçilerin Kozlu Dispanserindeki iki mühendis ve doktoru linç etmeye çalıştığını bildirdi. Görüşmenin devamında Vali; “nasihati dinlemeyen ve korku için atılan silahlardan ürkmeyen bu topluluğun elindeki vazifelilerin geri alınması mümkün görülmemektedir. Mevcut 350 silahlı kuvvetimiz vasıtasıyla hedef gözeterek yapılacak bir tedip yüksek makamlarınca tasvip edilecekse kesin ve açık emrin Zonguldak 1457 telefon numarasında bulunan Deniz Piyade Binbaşına emir buyurulmasını saygı ile arz ederim” diyordu. 49 12.25’e gelindiğinde ise, işçi ile askerin yeniden karşı karşıya gelme ihtimaline karşı Jandarma Kumandanın talebiyle Emniyet Müdürünün başında bulunduğu 15 kişilik bir polis kuvveti, askerin kurduğu barikatın önünde tertibat almıştı. 50 Kadıoğlu 12.25’te Başbakanlığa, Milli Savunma Bakanlığına Jandarma Genel Komutanlığına ve 8. Jandarma Bölge Komutanlığına telsiz ile işçilerin iki yüz elli şer kişilik gruplar halinde Zonguldak’a doğru yürüyüşe geçtiklerini bildirdi.51 Saat 13.40’da ise Ankara’ya telefon ile verdiği bilgide, Kozlu’da namaz ve yemek vakti olması nedeniyle işçi kalabalığının azalmakla birlikte, yeniden artmasından endişe ettiklerini, diğer bölgelerde durumun sakin olduğunu ve yeni bir cinayet işlenmediğini bildirdi. Şehir sakindi ve İçişleri Bakanı’nın 45 dakika sonra Zonguldak’a gelmesi bekleniyordu. Vali’ye göre Yandımata muhtemelen ölmüştü. 52 Merkez İstihbarat Grup Amiri Sebahattin Eralp’in saat 12.00’de bildirdiğine göre, Ankara’dan Maden-İş Federasyonu Başkanı Kemal Özer ve Genel Sekreteri Halit Atabay ve Muhasip Hamdi Güvenç, Kozlu’ya gelmişti. Ayrıca, Osman İpekçi, Kozlu’ya gelmiş, işçilere işbaşı yapmaları için telkinde bulunmuştu; Ancak, işçiler İpekçi’ye tepki göstererek saldırmışlardı. 53 12 Mart saat 5.40’da İçişleri Bakanı İsmail Akdoğan, Emniyet Genel Müdürü Ahmet Demir ve Jandarma Genel Komutanı Muavini otomobil ile Ankara’dan yola çıkmıştı.54 Saat 12.50’de Zonguldak’taki durum hakkında Ankara’ya verilen bilgide, 2000 kadar işçinin ara sıra münasebetsiz istekler veya homurdanmalar hariç, İçişleri Bakanı’nı sessiz bir şekilde dinledikleri ve konuşma sonrasında işçilerin bir kısmının işbaşı yapmayı uygun görürlerken bir kısmının istekleri kabul olmadan işbaşı yapmak istemedikleri, diğer bir grup işçinin ise hala ne yapacağına karar vermedikleri ve diğer grupları izledikleri bildiriliyordu. İçişleri Bakanı saat 10.30’da işçi temsilcileri ve sendikacılarla müdürlük binasında bir toplantı yaparak şikâyet ve talepleri dinlemişti. Bu sırada işçiler dağılmış, meydanda kimse kalmamıştı. Devamında ise; Bununla beraber temas ettiğim işçilerden öğrendiğime göre, işbaşı yapacaklarına dair herhangi bir belirti yoktur. Fakat tedhiş hareketlerine de başvuracakları katiyetle düşünülmemektedir. (radyo ve gazetelerden işin 48 49 50 51 52 53 54 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.73. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.74. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.70-71. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.75. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.72. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.78. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.82. 347 DEVLETİN GÖZÜNDEN 1965 KOZLU OLAYLARI vahametini öğrenmeleri, ordu birliklerinin de civarda bulunmaları dolaysıyla) herhangi bir hareketten içtinap etmekte, hatta evvelce yapılmış taşkınlıkların Erol adındaki inzibat amirinin tahriki neticesi olduğu ve linç edilen mühendisin de tahrik edici sözler sarf etmesi sonucu vuku bulduğu fikrini ileri sürmektedirler. Bütün bölgeler sakin görülmektedir deniyordu. 55 MAH Ankara Teşkilat Şefi saat 13.50’de Zonguldak’a ulaştı ve saat 14.50’de ilk bilgileri Ankara’ya telefonla iletti. Teşkilat Şefi, Kozlu’dan Zonguldak’a yürümeyi planlayan onar kişilik küçük işçi gruplarından söz etmiş, bunların bölgedeki askeri kuvvetlerin hareketlerini Kozlu’da bulunan büyük gruplara haber verdiğini aktarmıştır. Ayrıca kalabalığın Cuma namazı ve yemek için dağılması ve işçilerin sayısının azalmasına rağmen bölgeye yine isyancıların hakim olduğu da ifade edilmekteydi.56 İkinci telefon haberi ise Ankara’ya saat 14.50’de ulaştı. Teşkilat şefi Zonguldak’ta bir önceki akşam vuku bulan çatışmanın sadece Kozlu’da yaşandığını, Üzülmez ve Karadon’da durumun normal olduğunu bildirdi. 57 12 Mart saat 11.40’da Zonguldak Emniyet Amiri Mehmet Yalçın telefon ile bölgedeki durum hakkında bilgi veriyordu. Kozlu’da bir değişiklik olmadığını bildiren Emniyet Amiri, Dispanserde bulunan Mühendis Gültekin’ın koma halinde olduğunu, şehirde bulunan üç emniyet karakolunda 34 kişinin nezarette bulunduğunu, bunlardan beş tanesinin dün akşam Kozlu’da çıkan olaylarda elebaşı olduğunu, Kilimli’de 17 jandarma nezaretinde ise 36 kişinin gözaltında bulunduğunu bildiriyordu. Devamında savcılığın emri ile işçileri tahrik etmemek için bundan böyle nezarete kimse alınmayacağı da ifade edilmekteydi. Ayrıca, işçilerin otobüs ile Ankara’ya gideceğine dair bazı bilgilerin alındığı birlikte henüz bu yönde bir hareketin olmadığı da belirtilmiştir. İşçilerin Zonguldak’taki Sendika binasına saldırmaları ihtimaline karşı, Kozlu Zonguldak arasındaki yolun bir albay kumandasında 500 jandarma ve bahriye eri tarafından kesildiği bilgisi de verilen önemli bilgilerdendi. 58 Kozlu Olaylarının Sona Ermesi 13 Mart saat 09.00’da MAH adına Ankara Emniyet Başmüfettişi tarafından hazırlanan bilgi notunda gece 02.00-03.00 arasında bölgenin dolaşıldığı ve İçişleri Bakanı’nın ve Tümen Komutanının konuşmalarının işçileri sakinleştirdiği belirtiyordu. Ayrıca sabah saat 8.45’te Kozlu Bölge Müdürü Yüksek Mühendis Akif Dicle’nin telefonla işçilerin tekrar toplanıp Bölge Müdürlüğü’ne yürüdüklerini bildirmiş; bölge müdürü ile telefon bağlantısının kesildiği, bu durumun Tümen Komutanı’na bildirildiği ve buna göre tertibatın alındığını, Kandilli Bölgesi ve Gelik bölümünde işçilerin normal vardiyalarına başlasalar da 15 güne kadar eğer hakları verilmez ise tekrar greve gideceklerini bildirdiklerini aktarmıştı. Yollanan bilgi notunda, bölgeye gönderilen tümenin bir alayının geldiği, iki alayın ise henüz gelmediği bilgisi veriliyordu. Bilgi notunda dikkat çeken bir diğer husus işçileri önere etmek için ölen iki işçinin cenazesinin asker tarafından törenle kaldırılmak istendiği bilgisidir. 59 Zonguldak Tümen Karargâhından Kurmay Yarbay İlhan Altay, 13 Mart sabah saat 3.10’da durumun sakin olduğunu, işçilerden bundan sonra herhangi bir hareket beklenmediği, Kozlu haricinde Havza’da işbaşı yapıldığını aktarmıştır. Mühendisin hastanede tedavi gördüğünü ve durumunun iyi olduğunu, iki işçinin cenazesinin askeri araçlarla köylerine gönderileceğini ve gece boyuncu mühendis lojmanları bölgesinde özel güvenlik 55 56 57 58 59 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.91. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.47. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.46. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.93. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.45. 348 ARDA BAŞ önlemleri aldıklarını bildiriyordu. 60 13 Mart saat 07.45’te Zonguldak’tan Komiser Hüseyin tarafından İçişleri Bakanlığı’na verilen bilgide, işçilerin yemeklerini yedikleri ve normal hareket ettikleri söyleniyor ve idarenin bugün işçilere izin verdiğini belirtiyordu. Bu bilgi, Genelkurmay’da Albay Şahap Bey ile paylaşılmıştı. Aynı gün, 09.00’da Zonguldak’tan Emniyet Amiri Mehmet Yalçın ise atölye ve bazı lambahanelerde hasar olduğunu ve linç edilmeye çalışılan mühendisin sağlık durumunun iyi olduğunu bildirdi.61 13 Mart saat 15.15’de İçişleri Bakanı İ. Hakkı Akdoğan Zonguldak’taki izlenimlerini Ankara’ya iletti. Akdoğan, 13 Mart saat 16.00 vardiyasında Kozlu’daki işçilerin kuvvetle muhtemel işe başlayacağını, zaten ortada büyük bir fikir ve prensip ayrılığı olmadığını belirtiyordu. Akdoğan’a göre, aldıkları yevmiye ile geçinemeyen işçilerin az sayıda tahrikçi tarafından kışkırtılması ile olaylar patlak vermişti. Akdoğan, mülki idarenin ve hükümetin aldığı isabetli ve yeterli tedbirlerin olayların yatışmasında etkili olmakla birlikte, bu tedbirlerin bir süre daha devam etmesinin gerekli olduğunu düşünüyordu. Ayrıca, Akdoğan’a göre, olayla ilgili bakanların işçilerin arasına girmeleri ve şefkatli davranmaları da olayların yatışmasında etkili olmuştu. Akdoğan bu ifadelerin devamında şikâyetlerin ve hadisenin sebeplerinin tespit edildiğini, dönüşünde bakanlar kuruluna durumu arz edeceklerini belirtiyordu. Çalışma Bakanı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanın ve Zonguldak Milletvekillerinin olumlu temaslarının ise halen sürdüğü de ifade edilmekteydi 62 Zonguldak İl Jandarma Komutanlığından Jandarma Komutanı Muavini Yarbay Ahmet 13 Mart saat 10.45’te verdiği raporda, önce bölgedeki ocaklardaki maddi hasardan söz ediyor, jandarma ve polis arasındaki telefon bağlantısının kesilmesi nedeniyle saplama telefon ile iletişimin sağlandığı bilgisini paylaşıyordu. Alınan askeri önlemler hakkında da bilgi verilen raporda, 15. Kolordu Komutanı’nın Bolu’da bulunduğu, 120. Piyade Alayı’nın harekete hazır bir şekilde bekletildiği, bu alayın büyük kısmının İncüvez’de 2 bölüğünün ise Çaydamar’da bulunduğu, 13. Piyade Alayının Devrek’te emir beklediği, 70. Piyade Alayından ise daha haber alamadığı bilgisi vardır.63 13 Mart saat 10.30’da Jandarma tarafından telsiz ile bildirilen haberde ise, Kozlu Bölgesinde yeniden karışıklığın baş gösterdiği, İçişleri Bakanı, Jandarma Genel Komutanı Muavinin bölgeye doğru hareket ettiği rapor edildi. 64 Zonguldak Valisi Fuat Kadıoğlu, 13 Mart’ta İçişleri Bakanlığı’na telsizle acele kaydı ile gönderdiği raporda, kanun dışı grev nedeniyle suçları tespit edilen 72 kişinin 12 Mart’ta adaletin karşısına çıkarıldığını, savcının tutuklanma talebine karşın Asliye Ceza Mahkemesince sadece 14 kişinin tutuklanmasına 57 kişinin ise serbest bırakılmasına karar verdiği bilgisini vermekteydi. 65 13 Mart 1965 saat 16.30’a geldiğinde Zonguldak Valisi telefon ile ilgili makamlara saat 16.00 itibarıyla ile Zonguldak’ta Kozlu dahil bütün işçilerin işbaşı yaptıklarını bildiriyordu. 66 60 61 62 63 64 65 66 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.98. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.65. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.64. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.63. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.62. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.61. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.60. 349 DEVLETİN GÖZÜNDEN 1965 KOZLU OLAYLARI Zonguldak Emniyet Müdürlüğü’nün 12 Mart’ta saat 17.15’de verdiği bilgide, emniyet nezaretinde Kilimli Bölgesinden 24 kişinin, Dilaver bölümünden yedi kişinin, Çaydamarı Bölümü’nden dört kişinin, Kozlu Bölümü’nden üç kişinin bulunduğu 67 belirtiliyor ve bunların isimleri veriliyordu. Vali Kadıoğlu, 12 Mart saat 21.30’da Kozlu Bölgesi’nde, İçişleri Bakanı ve Kumandanların işçilerle yaptıkları görüşmelerin sonucu olarak durumun normale döndüğünü bildirdi. 68 Hükümetin Kozlu Olayları Hakkındaki Demeçleri Kozlu Olayları ile ilgili ilk açıklama Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Süleyman Demirel’in talimatı ile TRT tarafından 12 Mart’ta yapılmıştır. Açıklamada Zonguldak’ta TKİ’nin bazı ocaklarında toplu sözleşmenin uygulanması konusunda meydana gelen ihtilaflardan dolayı üzücü hadiselerin yaşandığı, ancak hükümetin gerekli önlemleri alarak olayları yakından izlediği belirtilmiştir.69 Aynı gün Başbakan Yardımcısı Süleyman Demirel’in talimatıyla yapılan diğer açıklamada, olaylarla ilgili daha fazla detay verilmektedir. Açıklamada şöyle denmektedir; “Hükümet Tebliği Ereğli Kömür İşletmesinin yıllık karından ehliyet ve liyakatlilere dağılışında adalet bulunmadığı iddiasıyla Kozlu bölgesinde başlayan direnme ve kanunsuz hareketler henüz tamimiyle yatışmamıştır. İşletmenin Karadon-Üzülmez-Armutcuk mevkilerinde normal çalışmalar sükûnet içinde devam etmektedir. İşçi teşekkül ve sendikaları tarafından tasvip edilmeyen bu kanun dışı harekete girişenlerle zabıta arasında cereyan eden hadiselerde 2 işçi ölmüş 2 si de hafifçe yaralanmıştır. Hükümet gerekli tedbirleri almış, tahrikçiler nezaret altına konulmuştur.” 70 12 Mart saat 19.00’da Başbakan tarafından yayınlanan bildiride, Zonguldak’taki işçilerin kendi problemlerini, olaylar çıkmadan hükümete anlatmadıkları için hükümet olarak üzgün olduklarını, eğer sorunlardan haberdar olunsaydı karşılıklı temas ile sorunları kolayca halledebileceğini belirtmiştir. Kıbrıs sorununun çok kritik bir süreçten geçtiğini belirten Başbakan, bu zamanda kardeşlik ve birlik duygularının en yüksek seviyede tutulması gerektiğini belirtmiş; vatansever Türk işçisinin tahriklere kapılmamasını istemiştir. 7113 Mart saat 19.00’da radyodan okunan demeçte, 12 Mart öğleden sonra asayişin sağlandığı, Zonguldak’a giden İçişleri Bakanı’nın yetkililerle ve işçilerle görüştüğü belirtilmiştir. Çalışma Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ve Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Mehmet Turgut’un Zonguldak’a giderek tetkiklere ve işçilerin ise düzenli bir şekilde çalışmaya başladığı bildirilmiştir. 72 Kozlu Olaylarına Tepkiler Karşısında Devletin Tutumu Olayların yayılmasından duyulan endişe üzerine İçişleri Bakanı Akdoğan, 12 Mart 1965’de, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Kocaeli, Eskişehir, Sakarya ve Gaziantep Valiliklerine gönderdiği talimatta, kanunsuz grev nedeniyle Zonguldak’ta işçiler arasında bazı olayların çıktığı bilgisini verdi. Akdoğan, İşçi örgütleri tarafından 67 68 69 70 71 72 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.67. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.97. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.35-36. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.37-38. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.33. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.32. 350 ARDA BAŞ kınanan fakat farklı tahrikler ile çıkan olayların belli bir teşkilat tarafından telkin ve organize edilmesinin muhtemel olduğunu belirtiyor, bu yüzden her ihtimale karşı gerek istihbarat gerekse askeri bakımdan gerekli önlemlerin alınmasını ve TİP’in faaliyetlerinin yakından takip edilmesini istiyordu. 73 Aynı gün saat 6.15’te Başbakan Ürgüplü tarafından TRT Genel Müdürlüğü’ne yollanan talimat ile 359 sayılı Kanun’un 17. maddesi gereği, Zonguldak’ta meydana gelen “grev ve işçi hareketleriyle” ilgili haberlerin üzerinde yeni bir emre kadar herhangi bir yayında bulunulmaması istendi. Yayın yasağı 13 Mart saat 12.00’de kaldırıldı.74 Hükümet olayların kamuoyunda duyulmasından sonra ciddi tepkiler geleceğini düşünerek bazı önlemler aldı. Olayların duyulmasının ardından ise başta üniversite ve sendikalar olmak üzere pek çok kesimden olaylarla ilgili tepkiler gelmeye başladı. Devlet bu defa olayların üniversiteler üzerindeki etkisi ve bu etkiye nasıl tepki verildiğini yakından takip etmeye başladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği, 13 Mart 1965’te saat 15.30’da gazete idarelerine dağıttığı basın açıklamasında, Zonguldak’ta liyakat zammının adil ölçülerde dağıtılmamasından dolayı çıkan olaylardan olarak üzüntü duyulduğunu belirtmekte, idari makamların olaylar karşısındaki basiretsiz ve cebri tutumu şiddetle protesto edilmekteydi.75 Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği’nin bu bildiriyi yayımlayacağı MAH tarafından haber alınmıştı. Bildirinin dernekteki solcu öğrenciler tarafından işçilere destek için hazırlanan hükümetin tutumunu eleştiren bir metin olduğu bilgisi önceden hükümete verilmişti. 76 12 Mart saat 19.45’te Çelik İş Sendikası Başkanı Kazım Çoçu, Emniyet Genel Müdürlüğüne gazetelerde yayınlanmak üzere hazırlanan demeci gönderdi. Çelik-İş milletin her türlü tahrikten uzak durması gerektiğine, kimsenin asker ve polis ile işçiyi karşı karşıya getirmeye hakkı olmadığına işaret etmekteydi. Emniyete gönderilen açıklamada inanıyor ve güveniyoruz ki dün olduğu gibi bugünde önce vatan diyen bütün Tük sendika yöneticileri vatan sathını bir sınıf mücadelesine sahne yapmak isteyen tahrikçi kimselerin karşısında olacaktır deniyordu. 77 İstanbul Emniyeti, 12 Mart saat 16.00’da, Türk-İş 1. Bölge Temsilciliğine bağlı sendikaların Türk-İş’e Zonguldak olayları hakkında bir miting yapılıp yapılmayacağını sorduklarını, Türk-İş’e yetkililerin Genel Başkan Seyfi Demirsoy’un Zonguldak’ta bulunmasıdan dolayı şimdilik böyle bir eylemin yapılamayacağını belirttiklerini, İstanbul sendikalarının Zonguldak’taki olayların Mehmet Alpdündar tarafından hazırlandığını düşündükleri bilgisini veriyor ve İstanbul’daki durumun ise şu anda sakin olduğu belirtiliyordu .78 İstanbul Emniyet 1. Şube Müdürü Yaşar Okçuoğlu 12 Mart saat 15.00’de telefon ile Zonguldak’ta Başkomiser Hamdi’ye verdiği bilgide, Maden-İş Sendikası Başkanı Kemal Türkler’in sabaha karşı Zonguldak’a gitmek için arabasıyla hareket ettiğini belirterek Türkler’in eşkâlini verdi. 79 73 74 75 76 77 78 79 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.81. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.39. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.12. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.44. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.66. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.68. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.69. 351 DEVLETİN GÖZÜNDEN 1965 KOZLU OLAYLARI 17 Mart 1965’de emniyet güçleri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrencilerin İşçi-Öğrenci Ortak Bildirisi adı altında bir bildiri yayımlayacağının haberini aldı ve bunu yetkili makamlara bildirdi. Emniyet ayrıca bildiride imzası bulunan gruplar hakkında kısa bilgiler içeren bir değerlendirme yaptı.80 Ortak bildiride, Kozlu Olayları sırasında işçilere ateş edilmesi kınanmıştır. İşçileri kurşunlayarak hiçbir şey halledilemez. Hiçbir meseleye çözüm getirilmez, ancak, içinde yaşadığımız buhran arttırılır denilerek haklarını arayan insanları kurşunlamanın demokratik düşünceyle bağdaşamayacağı ifade edilmiştir. Olayların birtakım esrarengiz tahriklerden kaynaklandığını belirtmenin olayların kökeninde yatan derin gerçeklerin kavranmasına engel olduğu belirtilmiştir. 81 Milli Emniyet Hizmeti Reisi Ziya Selışık, Başbakan Ürgüplü’ye gönderdiği bilgi notunda, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi talebelerinin 17 Mart Çarşamba günü Zonguldak işçilerine yapılan muameleyi protesto için bir miting yapacaklarını ve burada Milli Emniyetçe tanınmış müseccel komünist devlet tiyatrosu eski bas baritonlarından Ruhi Su tarafından bestelenmiş bir şarkı söyleyecekleri aktarılıyordu.82 Yine, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde toplanan bilgilere göre, 17 Mart 1965’te saat 16.30’da işçi ve öğrenci temsilcilerinin “Kozlu Olaylarını Protesto Yürüyüşü” adı altında bir yürüyüş planlandıkları bilgisi alındı. Yetkililere, yürüyüşte siyah beyaz renklerde 25 kadar pankart hazırlandığı ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü’nün bir beyanname ile işçi ve öğrencileri bu sessiz yürüyüşe davet ettiği bildirildi. 83 Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü ise Başbakan Ürgüplü’ye 16 Mart 20.30’da gönderdikleri telgrafta, 17 Mart Çarşamba saat 16.30’da, işçiye atılmış kurşunu anayasaya atılmış sayan sorumlu gençliğin bir protesto yürüyüşü yapacağı emeğe sıkılan kurşuna sizin de karşı olduğunuza inanıyoruz deniliyordu. 84 Türk-İş de Kozlu Olayları ile ilgili olarak yapılacak yürüyüş hakkında yaptığı açıklama yaptı. Açıklamada bazı sendika ve öğrenci grupları adına yayınlanan bildirinin TİP’e mensup bazı kimselerce yayınlandığını ve bunların amaçlarının işçi hareketini kendi menfaatleri uğruna politikaya karıştırmak olduğu belirtiliyordu. Üstelik, Türk-İş’e göre, Türk-İş’ten habersiz yapılacak böyle gösteriler, isabetsiz ve tasvip edilmeyen hareketlerdi. 85 Zaten, Ankara Valisi Enver Kuray bu yürüyüşün kanuna aykırı olduğunu belirterek yürüyüş güzergâhında gerekli tedbirleri almıştı. 86 Sonuç 1965 Kozlu Olayları Cumhuriyet Dönemi’nin ilk kanlı işçi olayı olmasının yanı sıra 1968’den sonra daha da yaygınlaşacak olan sokak hareketlerinin de habercisi olması bakımından önemlidir. Elimizdeki bilgi ve belgeler devletin Kozlu Olaylarını oldukça ciddiye aldığını göstermektedir. Devlet, Zonguldak Kömür Havzası’nda başlayarak, 11 Mart 1965 saat 20.00’de Kozlu’ya yayılan işçi hareketini önce kanunsuz grev olarak görmüş, 12 Mart gece yarısından itibaren ise bir isyan olarak nitelendirmiştir. Devlete göre olayların sebebi, TİP mensuplarının işçileri kışkırtması ve ZMİS eski ve yeni yöneticileri arasındaki rekabetti. Ehliyet ve liyakat zamlarının dağıtılmasında izlenen usul, olayların çıkmasında bir bahane olarak kullanılmıştı. Yabancı tahrikçiler, bazı işçiler ve TİP üyeleri başfail olarak görülmüştü. Devlet, 1965 Kozlu Olaylarının Zonguldak Havzası’nda birikmiş asırlık sorunların bir sonucu olduğu ihtimalini değerlendirmemekteydi. 80 81 82 83 84 85 86 B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.9. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.7. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.100. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.9. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.101. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.10. B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. s.11. 352 ARDA BAŞ Devlet, Zonguldak’ta grevin başlamasından itibaren sendika yöneticileri ile birlikte işçileri ikna ederek olayları yatıştırmayı düşündü. İlk başlarda bunda başarı da sağladı. Ama bir yandan da ilk andan itibaren olayların büyüme ihtimali karşı askeri tedbirler de alındı. Zonguldak’ta 9 Mart-13 Mart 1965 arasında cereyan eden olayların 11 Mart saat 20.00 sonrasında Kozlu’ya sıçramasıyla olaylar yeni bir boyut kazandı. Zonguldak Valisi Kadıoğlu, Kozlu’daki işçilerin 23.00 vardiyasında ocağa girmediklerini duyunca, EKİ sorumluları ile birlikte bölgeye gitti. Vali, diğer bölgelerde olduğu gibi işçileri ikna ederek greve son vermek istedi. Zonguldak Valisi Kadıoğlu’nun Kozlu’da işçilerin taşkınlıklarına karşı gösterdiği aşırı tepki malum çatışmanın yaşanmasına sebep oldu. Zonguldak Valisi’ni de hedef alan çatışma sırasında yaşanan karışıklık, işçilerin asker ile karşı karşıya gelmesi ve askerin silah kullanmasıyla sonuçlandı. Elimizdeki belgelerin çoğu, olay anında, askere, havaya ateş emri verildiğini; ancak karanlık ve çıkan kargaşadan dolayı iki işçinin öldüğünü göstermektedir. Ancak, bazı belgelerde siper alarak ateş edilmesinden söz edildiği de unutulmamalıdır. 12 Mart 1965’de Kozlu’da yaşanan hadiselerde devletin tüm aygıtları ile sistematik bir şiddet uyguladığını veya uygulamayı planladığını söylemek de zordur. Çünkü bölgeye güvenliği sağlamak için getirilen jandarma birliklerinin tüfeklerinde mermi yoktur. Olayın büyümesi üzerine Kozlu’ya tedbir amaçlı getirilmiş olan deniz piyadelerinin müdahalesi sırasında ölümler olmuştur. İki işçinin ölümünün ardından olayların daha da büyümesinden duyulan endişe ile Ankara, gelişmeler hakkında anlık olarak bilgilendirilmiştir. Gerek Vali gerek polis ve jandarma istihbaratı gerekse MAH, iki işçinin ölümü ile olayların daha da büyüyeceği konusunda ittifak halindedirler. İki işçinin ölümünü izleyen 12 saat boyunca devlet olayları şiddet kullanarak bastırma yolunu seçmiştir. Önce bölgeye yeni askeri birlikler sevk edilmiştir. Zonguldak’a o gün yaklaşık bir tümen asker yığılmıştır. Sabah olayların devam etmesi üzerine işçilere gözdağı vermek için Bakanlar Kurulu kararıyla savaş uçakları Zonguldak semalarına gönderilmiştir. Bununla da yetinilmeyerek Vali Kadıoğlu, Mühendis Yandımata’nın linç edilmeye çalışılmasından sonra işçilere yönelik silahlı müdahalede bulunmak için izin istemiştir. Kadıoğlu’nun bu talebine ne cevap verildiğine dair elimizde bir belge bulunmamaktadır. Ancak, Vali Kadıoğlu’nun bu talebi devlet tarafından isyan olarak görülen olayların bastırılması için tüm alternatifleri masada tuttuğunu göstermektedir. Olayların İçişleri Bakanının ve diğer bakanların Zonguldak’a gelmesi ve işçiler ile doğrudan temasa geçmesiyle yumuşaması, üzerinde durulması gereken bir başka husustur. İşçiler seslerini yetkililere duyurunca olaylar hızla yatışmıştır. Olayların başından sonuna kadar sendika yöneticilerine gösterilen sert tepki işçi ve sendika arasındaki ilişkilerdeki sorunları bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. İşçi 1965 Kozlu Olaylarında devletin temsilcileriyle bile uzlaşırken kendi sendikası ile anlaşamamıştır. Devlet olayların özellikle üniversitelere yansımalarından ve diğer illere yayılmasından endişe etmektedir. Olayların duyulmasının engellenmesi için getirilen yayın yasağının yanı sıra İçişleri Bakanının bazı valiliklere olayların yayılma ihtimaline karşı önlemler alınması hususunda verdiği talimat da son derece önemlidir. Üniversitelerin 1965 Kozlu Olaylarına karşı gösterdiği her tepkinin devlet tarafından yakından takip edilmesi, bize bu dönemde üniversitenin toplumsal muhalefetin kalbi haline geldiğini göstermektedir. Öte yandan askerin hatasını bilircesine, ölen işçilerden birinin cenazesini törenle kaldırması devletin üzeri örtülü bir özrü niteliğindedir; devlet olayların kontrolden çıkması ve ölümle sonuçlanmasından sorumlu olduğunu açık bir şekilde ifade edemese de kendisini sorumlu kabul etmektedir. 353 DEVLETİN GÖZÜNDEN 1965 KOZLU OLAYLARI KAYNAKÇA Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi: Dosya: B.C.A.: 30..1.0.0/124.795..1.M - 17/03/1965. Aksoy, Muammer, “1961 Anayasasına Göre Memurların Grev Hakkı,” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt:26, Sayı: 4, 1971, s.1-71. Alpdündar, Mehmet, “Ereğli Kömür İşçileri ve Sendika Faaliyetleri”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı: 16, 1965, s.125-145. Çatma, Erol, 1965 Madenci Direnişinin Öyküsü Kömür Tutuşunca, İstanbul, 1997. Çeçen, Anıl, Sendikalizm, Ankara, 1970. Çifter, Algun, “Yasadışı Grev ve Sonuçları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt:55, Sayı:1, 2005, s. 469-484. Engin, Fevzi, Zonguldak’ta Sanayileşme ve Sosyal Değişim (1923-2000), İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Bolu, 2004. Fişek, Kurthan, Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tahlili, Ankara, Sevinç Matbaası, 1969. Katırcıoğlu, Doğan, Yeraltından Sesler Var, İstanbul, 1993. Köktağ, Gülten, “Memleketimizde Kömür İstihraç Sanayiinde İlk Toplu Sözleşme”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı: 16, 1965, s.201-215. ROY, Delwin Adams The Zonguldak Strike: a Case Study of Industrial Conflict in Turkey, Purdue University, Ph.D., 1968. Sülker, Kemal, “Cumhuriyet Dönemi İşçi Hareketleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt:7, s.1847-1850. 354 MURAT KARA EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) MURAT KARA*1 GİRİŞ Ereğli Kömür Havzası’nda, ilki Osmanlı Devleti zamanında ikincisi ise Türkiye Cumhuriyeti döneminde olmak üzere iki defa ücretli iş mükellefiyeti uygulanmıştır. Burada günümüzden 70 yıl önce uygulanmış olan Cumhuriyet Dönemindeki Ücretli İş Mükellefiyeti (1940-1947), son tanıkların anlatımından yola çıkılarak ele alınmıştır. Zorunlu çalışmaya tabi tutulan bu insanların madene nasıl seçildiği, işe nasıl gidip geldiği, kaç saat çalıştığından tutun sağlık, beslenme, barınma ve ücretlerine kadar her bir konu büyük önem arz etmektedir. Çünkü 7 yıl süren bu uygulamada II.Dünya savaşının da etkisiyle çok büyük mağduriyetler yaşanmıştır. Bu sıkıntılar yıllarca bu insanların hafızalarının bir köşesinde sır olarak saklanmıştır. Aynı acıların bir kez daha yaşanacağı korkusu hep var olmuştur. O nedenle yaşanan bu trajedinin tanıkların anlatımıyla ortaya konulması tarihe önemli bir not düşme olacaktır. Geçmişte yaşanmış olayların ortaya çıkarılmasında tanıkların ifadeleri son derece önemlidir. Çünkü sözlü tarih, kaynak olarak kişisel anılar üzerine kuruludur. Böylece tarihçiler genelde dayandıkları belgeleri tamamlayıcı ve alternatif bir tarih oluştururlar.2 “Sözlü Tarih” çalışması (Oral History), son zamanlarda Avrupa’da gittikçe önem kazanmıştır. Sözlü tarih bir malzeme toplama yöntemidir. Dolayısıyla bugünü daha iyi anlayabilmek ve geleceği yönlendirebilmek için, geçmişi anlamlandırma sürecine katkıdır. Kısacası bir tür tarihsel kaynaktır.3 Her türlü insani etkinliğin tarihin öznesi haline gelebilmesinin yakın dönemlere ilişkin tarih çalışmalarındaki sonuçlarından olan sözlü tarih, belli bir döneme ait kişisel tanıklık ve/veya yaşantıların belleğin derinliklerinden çıkarılıp değerlendirilmesi yoluyla toplumların tarihlerinin inşasına katkıda bulunan bir araştırma yöntemidir. Böylece yazılı tarihin ulaşamayacağı bilgilere ulaşılmayı sağlar.4 Yapılan araştırmayla alakalı çok sayıda tanık olması bir avantaj olup çalışmanın objektifliği adına önemlidir. Ayrıca bize, bu tanıklar ya da en azından bu tanıkların büyük bir bölümü arasındaki ortak çizgiyi yakalamamızı sağlar.5 Bunun için bu çalışmada esas olarak Kdz.Ereğli köyleri olmak üzere kömür havzasının değişik yerlerinden “mükellefler”le görüşülerek mükellefiyetle ilgili ortak nokta yakalanmaya çalışılmıştır. Aslında sözlü tarih, tarih kadar eskidir. Çünkü var olan ilk tarih sözlü tarihtir. Sözlü kanıtlardan da yararlanma becerisinin artık büyük tarihçilerin başarılarından biri sayılmayışı yakın bir döneme dayanır. Oysa Fransız ünlü tarihçilerden Jules Michelet, “Fransız Devrimi Tarihi” adlı eserini yazarken yazılı belgelerin pek çok kaynaktan sadece biri olması gerektiğini ifade ederek sözlü kaynaklara da başvurmuştur.6 Sözlü tarihin * 2 3 4 5 6 Tarih Öğretmeni, Kışla Mahmut Likoğlu Ortaokulu Kdz.Ereğli/Zonguldak, [email protected]. Stephen Caunce, Sözlü Tarih ve Yerel Tarihçi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2008, s. 8 Caunce, a.g.e., s. 12 Esra Danacıoğlu, Geçmişin İzleri, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2007, s. 138 Caunce, a.g.e., s.27 Paul Thompson, Geçmişin Sesi Sözlü Tarih, çev. Şehnaz Layıkel, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları,1999, s.19 355 EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) 1960’lardan itibaren batı ülkelerinde yaygın olarak kullanılmasının birinci nedeni, yakın döneme ilişkin sosyal tarihe ışık tutmasıdır. İkinci nedeni ise sözlü gelenek olması, yani geçmişteki kişilerle olaylar hakkında kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılmış anlatı ve tasvirlerin olmasıdır.7 Sözlü tarih, tarihin yeni bir dalı değil, yeni bir tekniğidir. Yani yazılı kaynaklar ile maddi kalıntıların yanında değerlendirilmek üzere yeni kaynakların kullanıma sokulmasıdır.8 Ocağa Seçilme ve Ocağa Girişte İşçilerin Sağlık Kontrolü, Hastalık ve Tedavi Durumu Ocakta çalışacak olan işçilerin seçiminde belli bir kriter yoktu. Köylü olmaları ve 16 yaşın üstünde olmaları yeterli idi. Tercih edip etmeme gibi seçecekleri de söz konusu değildi. Sorgusuz sualsiz ocağa gitmek ve çalışmak zorunda idiler. Bu durum çaresizliğin bir sonucu olarak işçileri çok perişan etmiştir. Çünkü istemeyerek hem ailelerinden hem de köylerin ayrılmak zorunda kalarak korkunun hakim olduğu bir ortamda çalışmak zorunda bırakılmışlardır.9 Maden işçiliği gibi ağır şartlar gerektiren bir işte herkesin çalışamayacağı bir gerçektir. Bu nedenle işe başlamadan önce iyi bir sağlık taraması hem çalışma ortamı hem de iş verimi açısından son derece önemlidir. Ancak mükellefiyetin tanıklarıyla yaptığımız görüşmelerde “Ocağa girerken sağlık kontrolünden geçtiniz mi?” sorusuna çoğu “Hayır” cevabını vermiştir. Hatta “ne sağlık kontrolü, ne doktoru, doğru işe, ocağa” diyerek yaşadıkları üzüntüyü de dile getirmişlerdir. Doktorların sadece kişinin boyuna postuna baktığını ve yaşın tutsun tutmasın ocakta çalışır dediklerini ifade etmişlerdir.10 Ereğli Kömür Havzası’nda işçiler geniş bir havzadan toplanıp bir, bir buçuk ay ocakta çalışıp köyüne dönmekte ve tekrar iş yerine gelmekteydiler. Dolayısıyla böylesine bir sirkülâsyon olan bir ortamda işçi sağlığının iyi korunması gerçekten zordu. Zaten o günün şartlarında ülkenin genel sağlık durumu da yeterli değildi. Bunun yanında işçiler hastalandıkları zaman ocak bölgesindeki dispanser veya sağlık ocağına giderek tedavi olabilmektedirler. Nitekim mükellefiyetin tanıkları “Hastalandığınızda tedavinizi nasıl oluyordunuz?” sorusuna çoğu, doktorun var olduğunu ve böylece ilaç vs. ile tedavi olabildiklerini ifade etmişlerdir.11 Bunun yanında işçiler birçok hastalıkla da mücadele etmek zorundaydılar. Maruz kaldıkları en önemli hastalıklar malarya (Sıtma), tifüs, çiçek, sıtma, frengi, akçiğer hastalıkları ve bağırsak enfeksiyonları gibi hastalıklardır. Bunların en önemli nedeni işçilerin eğitimsiz olmalarıdır.12 Çünkü ocağa girerken hiçbir eğitim ve bilgilendirmeye tabi tutulmamışlardır. Hemen işe başlatılmışlardır. Bunun yanında işçiler, bitlenmenin de çok olduğunu ifade etmişlerdir. Bundan dolayı elbiseleri “etüv”13 denen buharlı kazanlara atılmaktadır. Ütüye giren işçiye ütüye girdiğine dair bir kağıt verilir ve ancak bundan sonra içeri girebilirdi. Saçları da uzatılmadan kesilirdi. John Tosh, Tarihin Peşinde, çev. Özden Arıkan, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2008, s. 202 Tosh, a.g.e., s. 226 Hasan Korkmaz ile yapılan 8 Şubat 2009 tarihli görüşme, Şaban Kalmaz ile yapılan 15 Şubat 2009 tarihli görüşme, Yaşar Çomran ile yapılan 2 Şubat 2009 tarihli görüşme, Asım Aydoğan ile yapılan 14 Nisan 2009 tarihli görüşme, Mehmet Cengiz ile yapılan 17 Nisan 2010 tarihli görüşme. 7 8 9 10 11 12 Adı geçen mükelleflerle yapılan görüşmeler. Adı geçen mükelleflerle yapılan görüşmeler. Ahmet Makal, “Zonguldak ve Türkiye Toplumsal Tarihinin Acı Bir Deneyimi Olarak İş Mükellefiyeti”, Zonguldak Kent Tarihi’05 Bienali Bildiriler Kitabı, Zonguldak: Zonguldak Eğitim ve Kültür Vakfı, 2006, s. 82 13 Mükelleflerce “Etüv”e kısaca Ütü denmektedir. 356 MURAT KARA İşçilerin sağlığını tehdit eden bir diğer tehlike meslek hastalıklarıdır. Bu hastalıklar, ankilostom (madenci kansızlığı), silikoz (akciğer hastalığı), nistağmüs(Göz titremi), profilaksi (Önkoruma, önleme) ve antrakozdur (Akciğer kömürlenimi).14 Tablo 1: Kömür Havzası’nda En Yaygın Hastalıklar ve Vak’a Sayısı15 Hastalıklar 1941 1942 1943 1944 (İlk Altı Ay) Sıtma Mide Hastalıkları Enterit (Bağırsak İltihabı) Romatizma Pnömoni (Zatürre) Tüberküloz (Verem) Tüberküloz Çeşitleri Vitamin Eksikliği Tifo Ateşi Çiçek Menenjit Tifüs 1.185 766 453 216 218 128 77 322 49 4 2 793 625 318 280 237 271 220 221 98 3 5 3 960 549 249 210 197 128 117 9 56 83 2 83 348 60 181 4 26 4 91 Bütün bu hastalıklara karşı 1941-1947 yılları arasında işçilere yapılan tifo, tifüs, çiçek ve kolera aşıları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.16 Tablo 2: 1941- 1947 Yılları Arasında Sağlık Kuruluşları Tarafından Yapılan Aşıların Sayısı Aşılar Tifo Tifüs Çiçek Kolera 14 15 1941 53,239 1942 64,794 1943 91,992 61,954 280,832 1944 74,626 45,342 89,272 1945 69,564 62,589 29,208 1946 64,054 33,353 26,387 1947 23,958 16,137 16,488 35,836 Nimet Özgen, Kömür Maden Ocaklarında Hıfzıssıhhat, Zonguldak: Bingöl Matbaası, 1944, s. 19-21 Nurşen Gürboğa, “Mine Workers, the State and War: The Eregli-Zonguldak Coal Basin as the Site of Contest, 19201947”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Bogaziçi University Atatürk Institute for Modern Turkish History, İstanbul: 2005, s. 272 16 Gürboğa, a.g.t., s. 277 357 EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) Yine bu yıllarda işçilere yapılan tedavi hizmetleri aşağıdaki tabloda görülmektedir.17 Tablo 3: 1941-1944 Yılları Arası Tedavi Hizmetleri Yıllar Yatarak Tedavi Ayakta Tedavi 1941 7286 97180 1942 7500 115376 1943 1944 (ilk 6 ay) 7791 4603 134345 71818 Yukarıdaki tabloları incelediğimizde işçilerin sağlık bakımından ne kadar zor bir durumda oldukları açıkça görülmektedir. Özellikle mükellefiyetin en yoğun yaşandığı 1942-1943 yıllarındaki aşı sayılarındaki artış ile tedavi gören hasta sayısındaki artışlar dikkate değerdir. Bu da işçilerin güç çalışma şartlarıyla birlikte mücadele etmek zorunda kaldıkları diğer zorlukları da göstermesi bakımından önemlidir. 151 sayılı kanuna bağlı olarak çıkarılan “Ereğli Kömür Havzası Maden Ocaklarında Çalışan İşçilerin Sıhhi İhtiyaçlarının Teminine Dair Tüzük”ün18 1. Maddesinde işçilerin muayene ve tedavilerini temin etmek için ihtiyaç olan müesseselerin (Sağlık Teşkilatı) işletmece kurulacağı ifade belirtilmiştir. Böylece havzanın devletleştirilmesiyle işçilerin sağlığı için en önemli unsurlardan biri olan dispanser, sağlık ocağı ve hastane gibi tesislerin yapılmasına önem verilmiştir. Amelebirliği’nce Ereğli Kömür İşletmesi’ne devredilen sağlık kuruluşları, 150 yataklı Merkez Hastanesi, Kandilli’de 20 yataklı iki hastane, 15 yataklı Kozlu dispanseri, 10 yataklı Üzülmez, Kilimli, Gelik, Ereğli, Devrek, Bartın dispanserleri ve Köy Sıhhat Teşkilatı olmak üzere 7 adet dispanser ile 3 muayeneden oluşmaktadır. Mükellef İşçilerin Konut Sorunu, Beslenme Durumları ve Temizlik Meselesi Mükellefiyetin tanıklarıyla yapılan görüşmelerde “Yatacak yer nasıldı?” sorusuna, önceleri barakalarda (kulübelerde) kaldıklarını, sonraları ise pavyon denen koğuşlarda yattıkları cevabını vermişlerdir. Tahtadan yapılmış ranzaların yer aldığı barakalarda tahta kurusu ve “bit”in çok olduğunu, ne kadar uğraşıldı ise de tam anlamıyla baş edilemediğini, bu nedenle elbiselerinin sık sık etüv denen buharlı kazanlara atıldığını belirtmişlerdir.19 Ocakların devletleştirilmesinden sonra üretim alanlarında modern işçi pavyonları ve dinlenme tesisleri yapımına başlanmıştır. Fakat mükellefiyet döneminin olumsuz uygulamaları nedeniyle tam bir memnuniyetten söz etmek zordur. Ancak görüştüğümüz kişiler tüm olumsuz şartlara rağmen “Ocakta çalışmaktan memnun muydunuz?” sorusuna, çalışmaktan memnun olduklarını, fakat iş yerindeki amirlerin, muhtarların ve jandarmaların olumsuz tutum ve tavırlarından rahatsız olduklarını ifade etmişlerdir.20 Ekrem Murat Zaman, Zonguldak Kömür Havzasının İki Yüzyılı, Ankara: TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yayını, 2004, s. 123 18 http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/5011.html 19 Adı geçen mükelleflerle yapılan görüşmeler 20 Adı geçen mükelleflerle yapılan görüşmeler 17 358 MURAT KARA Maden ocakları Milli Hükümet ve Cumhuriyet İdaresi yönetimine geçtiğinde, işçiler çok sağlıksız bir şekilde baraka denen yerlerde kalmaktaydılar. Nitekim bu konuyla alakalı Kessler21 ve Yalçın işçilerin ne kadar zor ve ilkel şartlar altında kaldıklarına dair ayrıntılı bilgiler vermektedir.”22 İşçiler barakalarda kazmalarına sarılarak, başlarının altına aldıkları kütük parçalarını yastık yaparak, köylerinden getirdikleri mısır unundan teneke üstünde pişirdikleri ekmekleri yiyerek, dere kenarında el yüz temizliklerini yaparak, iş elbiseleri ile yatmaktadırlar.23 Nitekim görüştüğümüz mükellef işçilerin çoğu da bu durumu ifade etmişlerdir. Hatta mükellef işçi yakını Ahmet Aydın, her ay muntazaman mükellef işçi olan babasının yanına gittiğinde kendi köyünden olan işçilerin “in” denen yerlerde yattıklarını ifade etmiştir.24 1926 yılından sonra İş Bankası şirketlerinden olan Kömüriş ve Türkiş şirketlerinin havzaya girmesiyle ocaklar çevresinde planlı bir şekilde işçi yurtları yapılmıştır.25 Devletleştirme öncesi ve devletleştirme hamlesiyle beraber yatırımlarda çok büyük bir artış olmuştur. Sadece çalışan işçiler için değil aileleri için de önemli yatırımlar yapılmıştır.26 Tablo 4: İşçilere Ait Yatakhane, Yemekhane, Yıkanma Yeri, Fırın Vs. Yatırımları Yıl 1938 1939 1940 1941 (ilk yedi ay) Toplam Türk Lirası 5.655,48 83.193,45 658.603,21 380.970,69 1.128.422,83 Tablo 5: İşçi ve Müstahdem Ailelerinin İkâmetgâhı İçin Yapılan Yatırımlar Yıl 1938 1939 1940 1941 (ilk yedi ay) Toplam Türk Lirası 32.813,56 73.394,07 379.405,22 485.612,85 21 Gerhard Kessler, Zonguldak ve Karabük’teki Çalışma Şartları, çev. Ekmel Zadil, İstanbul: Kenan Matbaası, 1949, s. 13 22 İrfan Yalçın, Ölümün Ağzı, İstanbul: Gölge Yayınları, 1989, s. 19-20 23 Dilek Eyriboyun, “Zonguldak Kömür Havzası’nda Ücretli İş Mükellefiyeti” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, , Ankara: 1995, s. 51 24 Ahmet Aydın (Mükellef yakını) ile 4 Nisan 2010 tarihinde yapılan görüşme 25 Zaman, a.g.e., s. 117 26 Sadreddin Enver, Zonguldak Kömür Havzamız, Etibank Yayınları, 1941, s. 78-79 359 EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) Tablo 6: 1944 Yılı İtibariyle İşçilerin Barınması İçin Yapılan Bina ve Tesisler27 Bina Pavyon ve Baraka Yatak Kahvehane Yemekhane ve Aşhane Adet 119 20.549 11 23 Duş yeri Etüv Ekonoma Fırın Çamaşırhane 20 21 11 9 13 İşçilerin beslenmesi meselesine gelince, adı geçen mükelleflerle yaptığımız görüşmelerde, verilen yemeklerin daha çok bakliyat ağırlıklı olduğu yönündedir. Nitekim aşağıdaki tabloda havzadaki işçilere verilen yemek çeşidi net olarak görülmektedir. Tablo 7: Haftalık Yemek Menüsü (1941)28 Günler Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Sabah Çorbası Unlu Bulgur Unlu Mercimek Unlu Bulgur Unlu Fasulye Unlu Mercimek Unlu Bulgur Unlu Fasulye Öğle Yemeği Etli Nohut Etli Fasulye Etli Nohut Etli Mercimek Etli Fasulye Etli Nohut Etli Mercimek Akşam Yemeği Bulgur Pilavı, Komposto Bulgur Pilavı, Komposto Pirinç Plavı Bulgur Pilavı Bulgur Pilavı, Komposto Makarna Bulgur Pilavı Ancak mükellefiyet uygulamaları döneminde tanıkların ifadelerine göre, ilk zamanlar yemeklerini kendilerinin yaptıkları, sonraki yıllarda ise iki öğün yemek verilmeye başlandığı şeklindedir. Hatta ocak içine girerken yiyeceklerini kendileri çevre bakkallardan karşılamışlardır. Çoğu zaman ocak içinde işlerin çok yoğun olmasından dolayı yemek yemeye vakitlerinin dahi olmadığını ifade etmişlerdir. İşçilerin ilk zamanlar genelde yedikleri “malay” denen mısır unundan yapılan yemektir. İşçiler özellikle köyde kaldıkları zaman içinde azıklarını hazırlayarak ocaklara döndüklerini ve birkaç gün köyden getirdikleri bu yiyeceklerle idare ettiklerini söylemişlerdir. Diğer zamanlarda barakalarda bulunan kuzinelerde yiyeceklerini yapmışlardır. Hatta her ay muntazaman mükellef işçi yakınları tarafından işçilere köylerinden yiyecek götürülmüştür. Çünkü tanıkların ifadelerine göre, işçiler ocaktan çoğu zaman geç çıktıklarından yemek kalmamakta veya yemek verilmeyip geç kaldıkları için dayak yedikleri yönündedir. Dolayısıyla işçi yakınları onlara yemek vs. götürerek hem hasret gidermiş olmakta, 27 Mustafa Yüce, “Ücretli İş Mükellefiyeti ve Zonguldak Havzası Uygulaması”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul:1993, s. 99 28 Nurşen Gürboğa, “Mine Workers, the State and War: The Eregli-Zonguldak Coal Basin as the Site of Contest, 19201947”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Bogaziçi University Atatürk Institute for Modern Turkish History, İstanbul: 2005, s. 265 360 MURAT KARA hem de bazı ihtiyaçlarını gidermektedirler.29 Mükellefiyetin ileriki dönemlerinde yatakhane, yemekhane ve hamamların yapılmasıyla işler bir nebze düzelmiştir. En azından günde iki öğün yemek verilmeye başlanmıştır.30 Temizlik konusunda ise işçiler genellikle ocaktan çıktıklarında banyo yapabildiklerini söylemişlerdir. Mükellefiyetin tanıkları banyo yapma hakkında genelde aynı cevabı vermişlerdir. Banyoların olduğunu ve zor da olsa yapmaya çalıştıklarını belirtmişlerdir. Bazı tanıklar, yatakhanelere sonraları hamam yapıldığını söylemişlerdir. Ancak bunda da çoğu zaman işçilerin sayı bakımından kalabalık olması sonucu zorluk yaşadıklarını, saatlerce sıra beklediklerini ifade etmişlerdir. Duşlar konusunda başka bir eserdeki gözlemlere göre, yatakhanelerin yanında duşlar bulunmaktaydı. Duşlar tek kişilik olup küçük kabinler şeklindedir ve sayı bakımından yeterli görünmektedir.31 İşçiler banyo yapabilmelerine rağmen elbiselerini yıkayamadıklarını, günlerce aynı elbiseleri giymek zorunda kaldıklarını belirtmişlerdir. Zaten genelde yaptığımız görüşmelerden de anladığımız gibi işçilerin ya tek elbisesi vardı, ya da biri çalışırken giydikleri diğeri de köye gidip gelirken giydikleri olmak üzere iki adet elbiseleri vardı. Mükellefiyetin başlangıcında işçilerin çoğu bu zor anları hep yaşamışlar, ileriki dönemler de ise birazcık olsun durumları düzelmiştir. Mükellef İşçilerin Günlük Mesai Süresi Öyle bir çalışma zamanı düşünün ki, gün doğmadan başlayıp ve gün batımından sonra biten bir mesai. Amaç daha çok kömür üretmek. Bu konuyla ilgili olarak mükellefiyetin son tanıklarından elde ettiğimiz bilgilere göre, günlük mesainin 12 saati bulduğu görülmektedir.32 Ereğli’nin Ortacı Köyünden Şaban Kalmaz mesainin sekiz saati aştığını ifade etmiştir.33 Bartın’dan görüştüğümüz Yaşar Çomran ise iş bitmeyince 16 saate kadar çalıştıklarını söylemiştir.34 Yine Ereğli’nin Ramazanlı Köyünden görüştüğümüz Asım Aydoğan, “8 saat çalıştıklarını ama 14 saat ocakta kaldıklarını, iş bitmeyince yeni vardiya gelse de ocaktan çıkamadıklarını” ifade etmiştir.35 Ereğli’nin Sücüllü Köyü’nden Mehmet Cengiz de 15-16 saat ocakta çalıştıklarını, ocaktan çıktıklarında havanın kararmış olduğunu söylemiştir.36 Bu konuyla ilgili yapılan bir çalışmada, işçilerin 16 saat durup dinlenmeden çalıştıkları ifade edilmektedir.37 Bundan ve işçilerin kendi ifadelerinden de anladığımız gibi, işçiler günlük olarak belli bir üretim yapmak zorundaydılar. Eğer bu üretim sekiz saatlik mesaide bitmezse çalışma süresi belirlenen üretime ulaşıncaya kadar sürmektedir. Yaptığımız görüşmelerden edindiğimiz bir diğer konu da, işçilerin mesai saati bir bakıma başlarındaki amirlerine, çavuşlarına bağlıydı. Zorla çalışmaya mâhkum bırakılan yöre halkı, amirleri tarafından istedikleri 29 30 31 32 33 34 35 36 37 Aydın a.g.g. (Mükellef işçilerin yakınları hazırlıklarını yapıp köyden gece yola çıkmakta, yürüyerek sabaha doğru iş yerine varmaktadırlar. Gündüz ve akşam işçilerle görüşüp hasret giderdikten sonra o akşam orada kalmakta ve ertesi gün yine yürüyerek köye dönmektedirler. Bu durum işçilerin çalıştığı dönemde her ay yapılmaktadır. Bunu özellikle işçilerin beslenme konusunda yetersiz kalmalarından dolayı yaptıklarını ifade etmişlerdir.) Adı geçen mükelleflerle yapılan görüşmeler Kessler, a.g.e., s. 16 Hasan Korkmaz ile yapılan 8 Şubat 2009 tarihli görüşme Şaban Kalmaz ile yapılan 15 Şubat 2009 tarihli görüşme Yaşar Çomran ile yapılan 2 Şubat 2009 tarihli görüşme Asım Aydoğan ile yapılan 14 Nisan 2009 tarihli görüşme Mehmet Cengiz ile yapılan 17 Nisan 2010 tarihli görüşme Yalçın, a.g.e., s. 11 361 EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) gibi çalıştırılıyordu. Çünkü işçilerin itiraz etme hakları yoktu, zaten cesaret de edemiyorlardı. Çünkü şiddete maruz kalıyorlardı. Bu da ister istemez hem yaptıkları işe, hem de amirlerine karşı büyük bir memnuniyetsizlik oluşturuyordu. Milli Korunma Kanunu’nun 19. maddesine göre Hükümet, lüzumlu görülen hallerde mesaiyi gündüz ve gece olmak üzere sekiz saatten on bir saate kadar çıkarabilecekti. Bu kanundan güç alan Koordinasyon Heyeti de havzadaki mesaiyi sekiz saatten on bir saate çıkarmıştır. Mükellef İşçilerin Hafta Tatili Meselesi Haftanın yedi günü, belli bir düzeni olmayan çalışma programı. Ne tatil var ne de dinlenme. Daha çok kömür çıkarma hırsıyla ailesinden, köyünden ayrı bırakılan çaresiz insanlar. Mükellefiyet dönemiyle alakalı görüştüğümüz kişilere yönelttiğimiz “Hafta tatili var mıydı?” sorusuna tamamı “Yoktu.” cevabını vermiştir.38 Bir ay veya bir buçuk ay, bazen de kışın kötü hava şartlarına bağlı olarak iki ay madende çalışan işçiler, bu süre bitiminde köyüne dönmekte ve bir ay kadar köyde kalmaktadırlar. İşçilerin haftada bir gün tatil yapıp yapamayacakları konusu Milli Korunma Kanunu’nun 19. maddesinin üçüncü fıkrasında39 belirtilmiştir. Aynı maddenin dördüncü fıkrasında ise münavebeli yani birer ay ara ile çalışan işçiler dışında kalanların hafta tatilinin devam edeceği belirtilmektedir. Dolayısıyla havzada bir ay, bazen bir buçuk ay dönüşümlü olarak çalışan mükellef işçiler için hafta tatili uygulaması kaldırılmıştır. Mükellef İşçilerin Askerlik Sorunu Madenlerde asker işçilerin çalıştırılması Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi Cumhuriyet Dönemi’nde de devam etmiştir.40 Özellikle Milli Korunma Kanunu gereği havzada önemli sayıda asker işçi çalıştırılmış, hatta çıkarılan kararnamelerle bu uygulama cazip hale getirilmeye çalışılmıştır. Çünkü böyle çalışan bir işçi aynı zamanda askerlik görevini yerine getirmiş olmakta ve üstelik ücret de almaktadır. Bu uygulamanın temel amacı ülke için gerekli olan kömürün yeterli miktarda üretiminin sağlanmasıdır. Kömür ocaklarında asker işçilerin istihdamı konusunda bir kaynakta şu bilgilere rastlıyoruz: “Zonguldak’ta istihdam edilen asker işçiler askerlikten evvel de madende çalışmış kişiler olup altı aylık acemi eğitimlerini tamamladıktan sonra askerliklerine sayılmak üzere ocaklarda çalışmışlardır. Bu uygulamadan işletme son derece memnundur. Çünkü bunlar askeri disiplin altında madenlerde çalışmaktadırlar.”41 Mükelleflerle yaptığımız görüşmelerde, mükellef zamanı ocaklarda asker işçilerin olduğu, aynı yerde çalıştıkları ve sadece yatacak yerlerinin farklı olduğu yöndedir. Mükellef işçilerin, askerliklerinin belli bir yıl ertelendiğini görmekteyiz. “Askerliğiniz ne oldu?” sorumuza mükellef Mehmet Altunbaş, “1946 yılında askere gitmesi gerekirken 3 yıl ertelendiğini ve 1949 yılında askere gittiğini” söylemiştir.42 Aynı soruya mükellef Mehmet Erol da, aynı cevabı vererek askerliğinin 1949 yılına kadar ertelendiğini ifade etmiştir.43 Bu konuyla ilgili Başbakanlık Muamelat Umum Müdürlüğü’nün 5.5.1948 tarih ve 3/7386 sayılı kararı ile Bakanlar Kurulu’nun 1949 tarih ve 3/9307 sayılı kararına bakılabilir.44 38 39 40 41 42 43 44 362 Adı geçen mükelleflerle yapılan görüşmeler Milli Korunma Kanunu’nun tamamı için http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/816.html Bu konuyla ilgili Erol Çatma’nın “ Asker İşçiler” isimli kitabı önemli bir kaynaktır. Kessler, a.g.e., s. 15 Mehmet Altunbaş ile yapılan 8 Şubat 2009 tarihli görüşme Mehmet Erol ile yapılan 8 Şubat 2009 tarihli görüşme (BCA, (Fon Kodu. 030.18.1.2. / Yer No. 116.29.18) 5.5.1948), BCA, (Fon Kodu. 030.18.1.2. / Yer No.19.40.8) 28.5.1949 MURAT KARA İşçilerin askerliğiyle alakalı alınan bir başka karar ise, kömür havzasında çalışan ve çalıştırılacak olan erlerin bir sene askerlik yaptıktan sonra kalan süreleri ocaklarda çalışarak tamamlamaları yönündedir.45 Bu konuyla alakalı mükellef Abdullah Şenol, askere gittikten sonra kendisini tekrar ocağa çağırdıkları söylemiştir. Özellikle ocaklarda kalifiye işçi sıkıntısı olduğundan, bu vasıftaki işçiler askerliklerinin acemiliklerini altı ay gibi bir sürede yapıp kalan kısmını ocaklarda tamamlamışlardır. Bu uygulama işçilerce cazip olarak görülmüştür. Ereğli Kömür Havzası’ndaki ocaklarda çalışan işçilerin askerliklerinin ertelenmesi uygulamasına mükellefiyet sonrasında da devam edilmiştir. Mükellef İşçilerin Günlük Yevmiyeleri ve Ücretleri Mükellefiyete tabi olanlara ödenecek ücret, Ereğli Kömür Havzasında 1939 yılında işçilere ödenen ücret esas alınarak belirlenmiştir. Ancak bu dönemde mükellef işçilerle normal işçilerin aldığı ücret arasında büyük fark vardır. Zaten mükellefiyete tabi olanların bu uygulamadan memnun olmamalarının bir nedeni de bu ücret dengesizliğidir. 1939 yılında havzada ortalama işçi ücreti 112 krş iken 1940 yılında 115 krş olmuştur. 1930 yılında yayınlanan Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü “İstatistik Yıllığı”na göre 1940 yılındaki ücretler 1920’lerdeki ücretlerden düşüktür.46 Daha trajik olanı ocakların devletleştirildiği yıllarda ücret sisteminde çok büyük farklar olup yer üstünde çalışanların yer altında çalışanlardan daha yüksek ücret almalarıdır.47 Çalışma şartlarına ve ortamına baktığımızda bu durum açıkça bir haksızlığı göstermektedir. Çünkü yer altında çalışma koşulları son derece ağır durumdadır. Nitekim mükellefiyetin uygulandığı 1940 ile 1947 yıllarındaki ücretler ile Türkiye geneli kıyaslaması aşağıdaki tabloda görülmektedir.48 Madenciliğin en ağır iş kolu olmasına rağmen ücret bakımından ülke ortalamasının altında kalması işçiye verilen değeri de göstermesi bakımından ayrıca dikkate şayandır. Tablo 8: Ereğli Kömür Havzası’nda ve Türkiye’de Ücretlerin Gelişimi Yıllar 1940 1941 1942 1943 1944 1945 1946 1947 Ereğli Kömür Havzası Ortalama YevGerçek Ücretler miye (krş) 120 107 120 87 158 68 167 48 194 57 216 61 235 69 287 83 Türkiye Geneli Nominal Günlük Ücret Gerçek ÜcretOrtalaması(krş) ler 167 149 183 133 198 85 214 62 238 70 263 74 287 84 311 90 Maden işçilerine ödenen ücret hep Türkiye ortalamasının gerisinde kalmıştır. Bu durum yaptıkları işten 45 46 47 48 BCA, (Fon Kodu. 030.18.1.2. / Yer No. 106.61.14) 28.4.1944 Sina Çıladır, Taşkömürü Havzası’nın Devletçilik Dönemi, Kdz.Ereğli: Yaman Matbaası, 1999, s. 26 Kessler, a.g.e., s. 19 Makal, a.g.m., s. 79 363 EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) memnuniyetsizlik duymalarına sebep olmuştur. Bartın’dan görüştüğümüz mükellef Arif Yürükoğlu, aldığı yevmiyenin 70-80 krş olduğunu, ücretin yetip yetmediği konusunda ise yetmediğini ama idare ettiklerini ifade etmiştir.49 Kozlu’dan görüştüğümüz Mehmet Altunbaş da, aldıkları ücretin 60 krş olduğunu, ama bu ücretin yetmediğini, idare ettiklerini, köyde rençberlik yaparak geçimlerini sağladıklarını belirtmiştir.50 Ereğli’den görüştüğümüz Hasan Korkmaz da aynı şekilde 2 ay ocakta çalışıp 2 ay köyde kaldıklarını ve bu zaman zarfında köyde rençberlik yaparak geçimlerini sağladıklarını belirtmiştir.51 Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki, mükellefiyete tabi olan köylüler zorla çalıştırılmış olup bu çalışmalarının karşılığını alamamışlardır. Tablo 9: Yeraltı ve Yerüstü İşçilerin Ortalama Gündelikleri (1941-1947)52 Sene 1941 1942 1943 1944 1945 1946 1947 Kazmacı ve Kömürde Yedekler İstihsalde (kurus) Çalısan Diğerleri (kurus) Lağımcı Ve İhzari Ameliyatta Çalısanlar (kurus) Diğer İslerde Çalısanlar (kurus) 104 131 140 161 182 203 279 136 183 204 254 281 326 354 129 160 169 195 222 231 271 117 144 150 180 204 217 267 Bütün Yer-Altı İsçilerine Ödenen Ortalama Gündelik (kurus) 120 152 163 188 212 228 279 Yerüstü İsçilerinin Ortalama Gündelikleri (kurus) Bütün İsçilerin Ortalama Gündelikleri (kurus) 119 166 156 184 204 232 273 120 156 161 187 210 229 278 Tablo 9’da görülüyor ki, madende en ağır işi yapan kazmacı ve yedekler mükellefiyet boyunca diğer çalışanlara göre düşük ücret almışlardır. Köylerinde rençberlik yapmışlardır.53 Tablo 10’daki enflasyon rakamlarına da bakıldığında alınan ücretin nasıl eridiği görülecektir. Herhangi bir sosyal güvencesi olmayan işçiler korkunun ve çaresizliğin pençesinde köle gibi çalışmak zorunda bırakılmışlardır. Ücretlerdeki bu dengesizlik 1946 yılında 4945 sayılı yasayla Milli Korunma Kanunu’nunda “Mükelleflere ödenen ücret, dışarıdaki emsaline uygun olarak ödenir.” şeklinde yapılan değişiklikle düzeltilmiştir.54 Ancak zor hayat şartlarıyla birlikte yöre insanı perişan bir halde bırakılmış, baskı, şiddet ve evrensel hukuk normlarına aykırı bir muameley maruz kalarak adeta bu dönemin bitmesini beklemiştir. 49 50 51 52 53 54 364 Arif Yürükoğlu ile yapılan 2 Şubat 2009 tarihli görüşme Altunbaş, a.g.g. Korkmaz a.g.g. Eyriboyun, a.g.t. s. 55 Eyüp Üzülmez ile yapılan 14 Nisan 2009 tarihli görüşme, Hasan Ah ile yapılan 28 Haziran 2009 tarihli görüşme Yüce, a.g.t., s. 48 MURAT KARA Tablo 10: 1940-1947 Yıllık Enflasyon Rakamları55 Yıllar 1940 1941 1942 1943 1944 1945 1946 1947 Tüfe 9.6 19.7 68.0 44.1 2.7 3.6 -1.0 -1.5 Tefe 22.7 40.7 92.1 74.0 -22.8 -54.1 104.4 1.1 Gsmh Fiyat Deflatörü 22.5 38.9 96.0 65.2 -23.7 -3.4 -5.0 5.6 Gsyih Fiyat Deflatörü 22.5 38.9 96.0 65.1 -23.7 -3.4 -5.0 5.6 Mükellef İşçilerin İş Yerinde Güvenlik Meselesi ve İş Kazaları Havzadaki iş kazalarına baktığımızda bunun en önemli nedenlerinden birinin mükellefiyete tabi olan işçilerin madencilikle ilgili iyi eğitilmemeleridir. Nitekim görüşlerine başvurduğumuz kişiler “İşe girerken sizi eğitime aldılar mı?” sorumuza genelde hepsi “Hayır” cevabını vermişlerdir.56 Dolayısıyla bu işçiler iş yerlerine vardıklarında doğrudan işe başlatılmışlardır. İşçiler kendi iradelerinin dışında riskli, iş kazaları ve ölümlerin çok olduğu bir alanda çalışmak zorunda bırakılmışlardır. Ayrıca sürekli veya geçici olarak madende çalışan işçilere göre daha az eğitim, bilgi ve deneyim sahibi olan mükellefler ile asker ve mâhkum işçiler, gerekli eğitim verilmeden madende çalıştırılmışlardır. Bu durum doğal olarak iş kazalarını da beraberinde getirmiştir. Ancak şu da bir gerçektir ki, iş kazalarını tamamen mükellefiyet uygulamalarına bağlamak doğru olmaz. İş kazalarındaki artışın sebebi güvenlik önlemleri alınmadan ve teknik donanım eksikliğine rağmen, üretimi arttırmak için iş gücünün zorlanmasıdır. Eti Bank’ın bir raporunda bu durum şöyle ifade edilmektedir: “Müstahsil olmayan işçi sayısının artışı bilhassa tesisat ve techizat yıpranması dolayısıyla fazla çalışılması mecburiyetinden ve azalan enerjinin kol kuvvetiyle karşılanmasından ileri gelmektedir.”57 Havzadaki ocaklarda meydana gelen kazaların bir diğer sebebi, işçilerin hastalanması sonucu kuvvetlerinin kaybolması ve dikkatlerinin dağılması, teknik emniyet ve kontrol eksikliği, tesisat bozukluğu, malzemenin ve çeşitli aletlerin kaliteli olmayışı veya bunlar hakkında bilgi eksikliği ve iyi kullanılmamasıdır. Ayrıca havzada çalışan işçilerin çoğunun okur-yazar olmaması, işçiliği tam olarak benimsememeleri ve yılın yarısını köyünde geçiren bu kişilerin eğitimsiz olması iş kazalarının artmasında önemli bir etken olmuştur.58 Gerhard Kessler ise, zorunlu çalışmayla havzaya yeterli işgücü temin edilip üretimin her sene biraz arttığını, ancak bununla maden işçilerinin mesleki bilgilerinin artmadığını ve insan başına düşen randımanın da yükselmediğini belirtmektedir. Zonguldak havzasında 1941’de 75, 1942’de 108, 1943’te 72, 1944’te 83, 1945’te 81, 1946’da ise 61 ölümle sonuçlanan kaza olmuştur.59 Bu durum ocaklardaki güvenliği sorgular niteliktedir. Yine görüşme yaptığımız kişilere yönelttiğimiz “Ocaklarda güvenlik nasıldı?” sorusuna genelde çoğu iyi olduğunu ifade etmişlerdir. 55 56 57 58 59 http://www.belgenet.com/eko/enflasyon_01.html Adı geçen mükelleflerle yapılan görüşmeler Makal, a.g.m., s. 83 Yüce, a.g.t., s. 103-104 Kessler, a.g.e., s. 13 365 EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) Bazısı ise asıl güvenliğin kendilerinin olduğunu söyleyerek çalışma sırasında son derece dikkatli olmaları gerektiği belirtmişlerdir.60 Gerçekten zorunlu çalışmaya tabi tutulan yöre insanı yeterli güvenlik tedbirleri alınmadan ve daha da acıklısı eğitilmeden ocaklarda çalıştırılmıştır. Tablo 11: 1941-1947 Yılları Arası Havzada Meydana Gelen İş Kazaları61 Yıllar 1941 1942 1943 1944 1945 1946 1947 Yaralı 3274 3154 4039 3817 4059 3798 2664 Ölü 75 108 72 83 81 51 121 Toplam 3349 3262 4111 3900 4140 3849 2785 Maden ocaklarında ölüm ve ağır yaralanma ile sonuçlanan kazalar grizudan çok duvar ve tavan çökmesi ile nakliyat kazalarından, işçi ve ustabaşı ve çavuşların kalifiye olmamalarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca su patlaması nedeniyle de kazalar meydana gelmektedir. Eskiden işlenip bırakılmış kuyulara biriken sular zamanla diğer işlenen kuyulara doğru basınç oluşturduklarında şiddetli su baskınları olabilmektedir.62 İstatistiki olarak 1944 yılında her 100 kazanın menşe ve sebeplerine baktığımızda, ocak içi kazaların %25’i çökme kazaları(kömür bacalarında, tavan ve duvar çöküntüleri), %10’u ana yollarda çöküntüler, %15’i rulaj kazaları (ocak içinde istihraç esnasındaki kazalar), %15’i muhtelif kazalar (lağımlarda, patlayıcı maddelerin ve diğer aletlerin kullanılması esnasında) olarak görülür.63 Buradan şu sonuca ulaşabiliriz: Gerek ocaklardaki üretimi arttırmak, gerekse iş güvenliğini sağlayarak kazaları sıfıra indirmenin en önemli yolu profesyonel, devamlı ve kalifiye işçi teminini sağlamaktır. Bunun için daimi işçilik meselesi 1930’lu yıllarda yeniden tartışılmış ve neticede ocaklar çevresinde “Amele Köyleri” kurulma fikri ortaya çıkmıştır. Ancak Avusturya’dan getirilen Profesör B. Graningg ocaklar çevresinde kurulması düşünülen bu projeyi, işçiyi tamamen köyünden yani emekten koparacağı için uygun bulmamıştır.64 1940 yılında ocakların devletleştirilmesiyle beraber Amele Köyleri projesi de ortadan kalkmıştır. Bundan sonra işçilerin köyleriyle çalıştıkları ocakları yollarla birbirine bağlamak fikri ortaya çıkmıştır. 1944 yılında ustabaşı, teknisyen, şef gibi nitelikli işçilerle kazmacıların ocaklar civarında kalmaları için 14.300 evin yapımı planlanmış, diğer işçilerin ise köylerinden ocaklara demiryolu ve şose yollarla ulaşımının sağlanmasına karar verilmiştir. 1944 yılındaki hedef, kesif bir işçi kitlesinin meydana getireceği sınıf mücadelesi nedeniyle daraltılarak 4.000 bahçeli evin inşasına karar verilmiştir. Bu plan 1948 yılındaki Marshall yardımıyla hayata geçirilmiştir.65 Fakat 7 yıllık mükellefiyet uygulamaları zamanında bunlar yapılamadığından işçiler için istenilen çalışma ortamı sağlanamamıştır. 60 61 62 63 64 Erol, a.g.g. Yüce, a.g.t., s. 104 Ahmet Naim, Bir Yudum Soluk, baskıya hazırlayan Sina Çıladır, Kdz.Ereğli: Şirin Ereğli Yayınları, 1983, s. 32 Ahmet Ali Özeken, Türkiye Kömür Ekonomisi Tarihi, İstanbul: Milli Mecmua Basımevi, 1955, s. 205 Nurşen Gürboğa, “Zonguldak Kömür Havzasında Amele Köyleri Projesi”, Toplumsal Tarih, sayı 164, Ağustos 2007, s. 33 65 Gürboğa, a.g.m., s. 34 366 MURAT KARA Mükellef İşçilerin İşten Kaçma Meselesi İstemeyerek, evinden, barkından zorla alınan bir kişiden ne kadar iyi verim alınabilir ki? Bu durum korkuyla da birleşince bu kaçışlar her ne pahasına olursa olsun gayet doğaldı. Ocaktan kaçmalarla ilgili olarak mükelleflerle yaptığımız görüşmelerde, kaçanların hemen iş yerinden firar olarak jandarmaya bildirildiği, jandarmanın anında köylere gelerek işçileri aradığı ve bulup iş yerine götürdüğüdür. Bazı mükellefler, kaçanlara her hangi bir cezanın olmadığını, bazıları ise cezanın olduğunu, dayak atma, tahkimata sürme, ocak içinde ağır yerde çalıştırma gibi cezaların verildiği belirtmişlerdir.66 Nitekim konuyla ilgili başka bir eserde de, işten kaçanlara dayak atıldığı, ayrıca işten kaçanların tahkimata gönderildiği belirtilmektedir. İşten kaçmanın harpten kaçmakla eş değerde olduğu belirtilip işten kaçanlar vatan hainliği ile de suçlanmışlardır.67 Yöre halkı mükellefiyetten kurtulmak için başvurduğu yollar, sahte rapor almak için doktorlara rüşvet vermek, rüşvet verecek durumda olmayanların kendilerini yaralaması veya hasta hale getirmesidir. Yine Zonguldak’ta çıkan Ocak gazetesinde 4 Şubat 1942 tarihli haberde, iş mükellefiyetine tabi olanların kendilerine uyuz ve tifüs gibi çeşitli hastalıklar bulaştırarak ocaklardan kurtulmak istedikleri belirtilmektedir.68 İşçilerin madende çalışmaya gitmemek için başvurduğu yollardan en çarpıcı olanlarından biri de başparmaklarını keserek kendilerini sakat bırakmalarıdır.69 İşçilerin ocaklardan firar etmelerinin sebeplerinin başında, ocaklardaki kötü ve ağır çalışma şartları ile köylülerin zorla çalıştırılmasıdır. Ayrıca köylüler iş mükellefiyetinin kanunlara aykırı uygulandığını ifade etmektedirler. Çünkü buna tabi olmak için daha önce madenlerde çalışmış olma şartı aranırken, bu kurala pek uyulmamıştır.70 Köylülerin hasat ve çift sürme zamanları köylerinde olma zorunluluğu da firarların bir başka sebebidir. Çünkü ocaktan aldıkları ücret yetmemektedir. Geçimlerini temin edebilmek için mutlaka rençberlik yaparak gelir takviyesi yapmaları gerekmektedir.71 Dolayısıyla evindeki aile fertlerinin yiyecek malzemesi yokken havza köylülerini mükellefiyete tabi tutmak firarları kaçınılmaz kılmaktadır. Savaş koşulları, kendilerine haksızlığın yapıldığını düşünmeleri, hayat pahalılığı ve darlığı gibi nedenlerden dolayı da işçiler maden ocaklarından kaçmışlardır. Mükellefiyetten kaçışın en önemli sebeplerinden biri de psikolojik yöndü. Zorla yaşadıkları yerden alınarak hiç tanımadıkları ve alışık olmadıkları bir işte çok zor şartlarda çalıştırılan bu insanlar kendilerini rahat hissedememektedirler. Dolayısıyla hapiste olmanın madende çalışmaktan daha iyi olduğunu, çünkü en azından ekmeğin ve suyun hazır olduğunu ifade etmektedirler.72 Ocaktan korkmak da kaçışların bir diğer nedenidir. Çünkü hem bilmedikleri bir ortama, hem de zorla götürülme işçilerde bu şekilde bir algı oluşturmuştur. Mükellefiyet uygulamaları havza genelinde çalışma hayatını, çalışanların kendi insiyatiflerinin dışında bir takım genel kurallara bağlamıştır. Ücretli iş mükellefiyetinin temel dayanağı olan Milli Korunma Kanunu’nun 66 67 68 69 70 71 72 Aydoğan, Kalmaz, Yürükoğlu, Altunbaş, Korkmaz, a.g.g., Abdullah Şenol ile yapılan 26 Ocak 2009 tarihli görüşme, Mehmet Taşdelen ile yapılan 8 Şubat 2009 tarihli görüşme, Abdullah Dilaver ile yapılan 7 Şubat 2009 tarihli görüşme, İzzet Kahraman ile yapılan 15 Şubat 2009 tarihli görüşme, Yalçın, a.g.e., s. 51-55, 109 Murat Metinsoy, “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Zonguldak Kömür Ocaklarında Ücretli İş Mükellefiyet ve İşçi Direnişi”, Zonguldak Kent Tarihi’05 Bienali Bildiriler Kitabı, Zonguldak: Zonguldak Eğitim ve Kültür Vakfı, 2006, s. 104-105 Yalçın, a.g.e., s. 78 Metinsoy, a.g.m., s. 102 Çomran, a.g.g. Yalçın, a.g.e., s. 66 367 EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) 10. maddesi işyerini terketme durumunu düzenlemektedir. Şöyle ki: “Hükümetçe lüzum görülen sanayi ve maadin müesseseleriyle bu müesseselere bağlı iş yerlerinde ve bu kanunun derpiş ettiği ihtiyacı karşılamak amacıyla Hükümetçe tayin edilecek diğer iş yerlerinde çalışan işçiler, teknisyenler, mühendisler, ihtisas sahipleri ve sair hizmetliler çalıştıkları müesseseyi veya iş yerlerini, kabule şayan bir mazeret olmaksızın, terk edemezler. Bu maddenin birinci fıkrası hükmüne aykırı hareket edenler hakkında 9 uncu maddenin 4 ve 5 inci fıkraları hükümleri uygulanır.” İş yerinden ayrılmak için geçerli bir mazeret gerekmektedir. Aksi halde işi terk etmek mümkün değildir. Terk edenler zabıta kuvvetlerince iş yerlerine sevk edilecekler ve iş yerlerine sevk sırasındaki masraflar kaçanların ücretlerinden tahsil edilecektir. Görülüyor ki, havza köylülerinin çalışmaktan başka bir çaresi yoktur. Geçerli bir mazeret derken, Şaban Kalmaz’ın ifadesine göre, bir işçinin annesi babası dahi ölse izin yoktu.73 Kabule şayan mazeretten kastın ne olduğu açık değildir. Dolayısıyla işçiler bu gibi durumlarda firar etmişler fakat jandarmalar tarafından yakalanarak tekrar iş yerlerine sevk edilmişlerdir. 11 Ağustos 1944 yılında kabul edilen yeni kanuna göre iş yerini terk etme suçu işleyenler para ve hapis cezasına çarptırılmışlardır. Böyle bir kanun değişikliğinin sebebi artan firar olaylarıdır.74 Peki “İşten kaçanlara herhangi bir ceza var mıydı?” Bununla ilgili olarak, yapılan bir çalışmada şu bilgilere rastlıyoruz.75 Tablo 12: İşten Kaçanlara Verilen Cezalarla İlgili Yazışmalar Tarih 15.07.1944 28.07.1944 28.07.1944 05.08.1944 15.08.1944 08.09.1944 05.10.1944 05.10.1944 05.10.1944 Konusu Hizmet taburuna sevkinin ertelenmeyeceği hakkında, Penpeçiler köyünden Hasan Turan Tahkimata sevk edilen Mecit Birinci hakkında Tahkimata sevk edilen Sabri Şapar hakkında Hizmet taburuna sevk edilen Mustafa Sarı hakkında İş taburuna sevk edilen Mustafa Coşkun hakkında Tahkimata sevk edilen Bayram Çevik hakkında Ocaktan firar ettiğinizden hizmet taburuna sevk edildiniz. Kilimli’den Davut Öztürk Tahkimata sevk edilen Ahmet Yıldırım hakkında Ocağa gelmediğinden hizmet taburuna sevk edilen Akif Kalfa hakkında (Devrek-Başzellice) Firar edenleri yakalama görevi ordu içinde tesis edilmiş olan “Tahkim Komutanlığı”na verilmiştir. İş yerinden üç kez üst üste firar edenler “tahkimata” yani Tahkim Komutanlıklarına sevk edilerek Erzurum’a ya da Edirne’ye gönderilerek yollarda, hava alanlarında ve diğer ağır işlerde ücretsiz olarak bir yıl çalıştırılırlardı.76 73 74 Kalmaz, a.g.g. Mehmet Şehmus Güzel, “İkinci Dünya Savaşı Boyunca Sermaye ve Emek”, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine İşçiler 1839-1950, derleyenler: Donald Quataert-Erik Jan Zürcher, çev: Cahide Ekiz, İstanbul: İletişim Yayınları, 2007, s. 207 75 Erol Çatma, Asker İşçiler, İstanbul: Ceylan Yayıncılık, 1998, s. 133 76 Metinsoy, a.g.m., s. 101 368 MURAT KARA İşçilerin ocaklardan kaçışlarını önlemek için başvurulan zorlayıcı tedbirlerin çare olmaması üzerine başka yollar aranmıştır. Bunlar: Gıda maddelerinin temininde azami suhulet gösterilmesi Havzada çalışan işçinin tekaütlük işinin halledilmesi İstihsalle alakadar bilumum personele istihsal ve randımanla münasip bir şekilde prim verme imkânının bahşedilmesi77 SONUÇ …Paydos saatlerinde yollara dökülen, Soluk benizli insanlarıyla. ... Siyah akar Zonguldak’ın deresi Yüz karası değil, kömür karası Böyle kazanılır ekmek parası…diyor Orhan Veli 1946 yılında. Hem yaşanan çileyi acı bir şekilde anlatmakta hem de bu uğurda sarf edilen alın terinin kıymetini ifade etmekte. Evet 21.yüzyılda 7 yıl boyunca yaşanan acı bir gerçek. Tüm bu gerçekler Ereğli Kömür Havzası’nda “Ücretli İş Mükellefiyet”inde ocaklarda çalışan işçilerin ve yakınlarının söylediklerinden yola çıkılarak bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Araştırmada Sözlü Tarih yöntemi kullanılmıştır. Dönemin tanıkları kendilerine yöneltilen sorulara içtenlikle cevap vermişlerdir. Böylece çok zor şartlar altında çalışmak zorunda kaldıkları bu dönemin aydınlatılmasına önemli katkı sunmuşlardır. Bu kişiler bahsedilen dönemi yaşayan birinci elden kaynaklar olması bakımından önem taşıdıkları gibi, yaşları gereği belki bir daha bunlarla görüşme şansı olmayacağından dolayı da ayrı bir değer taşımaktadırlar. Nitekim görüştüğümüz mükelleflerden Asım Aydoğan, kendisiyle görüşmemizden üç gün sonra vefat etmiştir. Mükelleflerin ifadelerinden de anlaşılacağı gibi hiç biri bu dönemde çalışmaktan dert yanmamış, aksine devletin kendilerine belli bir iş tahsis etmesinden dolayı son derece mutlu olmuşlardır. Fakat onları üzen asıl mesele bu dönemde ocaklardaki kötü uygulamalardır. Her ne kadar kanun ve yönetmelik olsa da, ocak içindeki uygulamalar farklı olduğundan işçiler hep mağdur olmuşlardır. Örneğin mesai saatinin aşması, beslenmenin yetersizliği, güvenliğin az olması, temizlik sorunu, yatacak yer meselesi, hafta tatilinin olmaması, ücretlerin adaletsiz olması, amirlerin davranışları, kanunun getirdiği hakların köylülere baskı aracı olarak uygulanması gibi konular çalışanları son derece üzmüştür. Mükellefler, II. Dünya Savaşı’nın soğuk rüzgârlarının ülkemizi de etkilediği zor bir dönemde çaresizlik içinde ocaklarda çalıştırılmışlardır. Bundan dolayı bazıları bu dönem sona erdikten sonra bir daha ocakta çalışmamışlardır. Kısacası halkımız zor zamanlarda ülkesi için her türlü fedakârlığı yapmıştır. Aslında havzadaki bu uygulama bir bakıma yöre halkı adına bir fedakârlıktır. Her ne kadar köylülerin ocaklarda çalışıp çalışmama gibi bir tercih hakkı olmasa da, ifadelerinde hiçbir zaman bir küskünlüğe rastlanılmamıştır. Sadece bazı uygulamalardan dert yandıklarını görmek mümkündür. Havzada tespiti yapılıp görüşülen mükelleflerin, bu görüşmelerden büyük mutluluk duydukları da bir gerçektir. Çünkü gayet hoş ve samimi bir şekilde yöneltilen sorulara cevap vermişlerdir. Böylece geçmişin aydınlatılmasında bir köprü olmuşlar ve yarınlar adına tarihe önemli bir not düşmüşlerdir. Bu durum sadece ülkemiz değil dünya tarihi için de önemlidir. Çünkü bilinen bir gerçek ki, Fransız sermayeli Ereğli Şirketi, kömür havzasında 1937 yılına kadar kalmıştır. 77 Metinsoy, a.g.m., s. 106 369 EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) KAYNAKÇA I.ARŞİV BELGELERİ: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi BCA, (Fon Kodu. 030.18.1.2. / Yer No. 106.61.14) 28.4.1944. BCA, (Fon Kodu. 030.18.1.2. / Yer No. 116.29.18) 5.5.1948. BCA, (Fon Kodu. 030.18.1.2. / Yer No. 119.40.8) 28.5.1949. II. KİŞİSEL GÖRÜŞMELER Hasan Ah ile Kdz.Ereğli Karakavuz Köyü’nde 28 Haziran 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1929 doğumlu, video kamera kayıt) Mehmet Altunbaş ile Kozlu Dağköy’de 8 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1926 doğumlu, video kamera kayıt) Ahmet Aydın ile Kdz.Ereğli’de 4 Nisan 2010 tarihinde yapılan görüşme (mükellef yakını, 1931 doğumlu, video kamera kayıt) Asım Aydoğan ile Kdz.Ereğli Ramazanlı Köyü’nde 14 Nisan 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1924 doğumlu, video kamera kayıt) Hakkı Bayram ile Kdz.Ereğli Ormanlı Beldesi’nde 14 Nisan 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1920 doğumlu, video kamera kayıt) İsmail Bektaş ile Kdz.Ereğli Süleymanbeyler Köyü’nde 14 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1929 doğumlu, video kamera kayıt) Recep Canbaz ile Kdz.Ereğli Ömerli Köyü’nde 7 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1926 doğumlu, video kamera kayıt) Mehmet Cengiz ile Kdz.Ereğli Sücüllü Köyü’nde 17 Nisan 2010 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1926 doğumlu, video kamera kayıt) İzzet Cöbek ile Kdz.Ereğli’de 13 Nisan 2010 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1921 doğumlu, video kamera kayıt) Yaşar Çomran ile Bartın Gökçekıran Köyü’nde 2 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1929 doğumlu, video kamera kayıt) Abdullah Dilaver ile Kdz.Ereğli Ömerli Köyünde 7 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1924 doğumlu, video kamera kayıt) Hüseyin Erarslan ile Kdz.Ereğli Davutlar Köyü’nde 28 Haziran 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1926 doğumlu, video kamera kayıt) 370 MURAT KARA Mehmet Erol ile Kdz.Ereğli Sücüllü Köyü’nde 8 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1926 doğumlu, video kamera kayıt) İzzet Kahraman ile Kdz.Ereğli Çiğdemli Köyü’nde 15 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1920 doğumlu, video kamera kayıt) Şaban Kalmaz ile Kdz.Ereğli Ortacı Köyü Burun Ören Mahallesi’nde 15 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1917 doğumlu, video kamera kayıt) Hasan Korkmaz ile Kdz.Ereğli Sücüllü Köyü’nde 8 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1926 doğumlu, video kamera kayıt) Tevfik Özdemir ile Kdz.Ereğli Ortacı Köyü Burun Ören Mahallesi’nde 15 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1922 doğumlu, video kamera kayıt) Yaşar Özdemir ile Bartın Kurtköy’de 2 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1925 doğumlu, dijital sesli kayıt) Abdullah Şenol ile Kdz.Ereğli’de 26 Ocak 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1924 doğumlu, dijital sesli kayıt) Tahsin Tanrıverdi ile Kozlu Seyfetler Köyü’nde 12 Nisan 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1920 doğumlu, video kamera kayıt) Mehmet Taşdelen ile Kdz.Ereğli Sücüllü Köyü’nde 8 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1926 doğumlu, video kamera kayıt) Eyüp Üzülmez ile Kdz.Ereğli Yazıcılar Köyü’nde 14 Nisan 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1929 doğumlu, video kamera kayıt) Hüseyin Yalman ile Kdz.Ereğli Ören Köyü’nde 7 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1929 doğumlu, video kamera kayıt) Hayri Sabri Yılmaz ile Kdz.Ereğli’de 24 Nisan 2010 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1924 doğumlu, video kamera kayıt) Arif Yürükoğlu ile Bartın Gökçekıran Köyü’nde 2 Şubat 2009 tarihinde yapılan görüşme (mükellef işçi, 1922 doğumlu, video kamera kayıt) III. KİTAP VE MAKALELER CAUNCE, Stephen, Sözlü Tarih ve Yerel Tarihçi, çev. Bilmez Bülent Can-Alper Yalçınkaya, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2008. ÇATMA, Erol, Asker İşçiler, İstanbul, Ceylan Yayınları, 1998. ÇILADIR, Sina, Taşkömürü Havzasının Devletçilik Dönemi, Kdz.Ereğli, Yaman Matbaası, 1999. DANACIOĞLU, Esra, Geçmişin İzleri, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2007. 371 EREĞLİ KÖMÜR MADENLERİ’NDE 7 YILLIK DRAM, 2.MÜKELLEFİYET (1940-1947) ENVER, Sadreddin, Zonguldak Kömür Havzası, Etibank Yayınları, 1941. EYRİBOYUN, Dilek, “Zonguldak Kömür Havzası’nda Ücretli İş Mükellefiyeti” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1995. GÜRBOĞA, Nurşen, “Mine Workers, the State and War: The Eregli-Zonguldak Coal Basin as the Site of Contest, 1920-1947”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Bogaziçi University Atatürk Institute for Modern Turkish History, İstanbul, 2005. ---------, Nurşen, “Zonguldak Kömür Havzasında Amele Köyleri Projesi”, Toplumsal Tarih, sa.164, Ağustos 2007, s.28-35 GÜZEL, Mehmet Şehmus, “İkinci Dünya Savaşı Boyunca Sermaye ve Emek”, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine İşçiler 1839-1950, derleyenler: Donald Quataert-Erik Jan Zürcher, çev: Cahide Ekiz, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007, s.197-224 KESSLER, Gerhard, Zonguldak ve Karabük’teki Çalışma Şartları, çev.Ekmel Zadil, İstanbul, Kenan Matbaası, 1949. MAKAL, Ahmet, “Zonguldak ve Türkiye Toplumsal Tarihinin Acı Bir Deneyimi Olarak İş Mükellefiyeti”, Zonguldak Kent Tarihi’05 Bienali Bildiriler Kitabı, Zonguldak, Zonguldak Eğitim ve Kültür Vakfı, 2006, s.69-91 METİNSOY, Murat, “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Zonguldak Kömür Ocaklarında Ücretli İş Mükellefiyet, ve İşçi Direnişi”, Zonguldak Kent Tarihi’05 Bienali Bildiriler Kitabı, Zonguldak, Zonguldak Eğitim ve Kültür Vakfı, 2006, s.93-112 NAİM, Ahmet, Bir Yudum Soluk, baskıya hazırlayan Sina Çıladır, Kdz.Ereğli, Şirin Ereğli Yayınları, 1983. ÖZEKEN, Ahmet Ali, Türkiye Kömür Ekonomisi Tarihi, İstanbul, Milli Mecmua Basımevi, 1955. ÖZGEN, Nimet, Kömür Maden Ocaklarında Hıfzıssıhhat, Zonguldak, Bingöl Matbaası, 1944. THOMPSON, Paul, Geçmişin Sesi Sözlü Tarih, çev.Şehnaz Layıkel, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999. TOSH, John, Tarihin Peşinde, çev. Özden Arıkan, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2008. YALÇIN, İrfan, Ölümün Ağzı, İstanbul, Gölge Yayınları, 1989. YÜCE, Mustafa, “Ücretli İş Mükellefiyeti ve Zonguldak Havzası Uygulaması”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1993. ZAMAN, Ekrem Murat, Zonguldak Kömür Havzasının İki Yüzyılı, Ankara, TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yayını, 2004. IV. İNTERNET KAYNAKLARI http://www.belgenet.com/eko/enflasyon_01.html (Erişim Tarihi:20.04.2009). http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/5011.html (Erişim Tarihi:15.04.2009). http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/816.html (Erişim Tarihi:15.04.2009). 372 TUNAHAN ÖZMEN 23. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI, ZONGULDAK MİLLETVEKİLİ ve BİR HUKUK ADAMI: KÖKSAL TOPTAN TUNAHAN ÖZMEN*1 GİRİŞ İnsanoğlunun zihnindeki isimleri merakı, hatırlanma ve hatırlama isteği biyografi türünün ortaya çıkmasını sağlamıştır. İnsanlık tarihinde çok erken dönemlerden beri görülen tür, günümüzde önemini artırarak devam ettirmektedir. İnsanoğlu ölüm gerçeği karşısında çaresiz kalmış, başka bir deyişle, ölüm gerçeğine karşı durabilmek adına çeşitli eserler vücuda getirmiştir. Biyografi, kişinin unutulmamasını sağlamasının yanında bir dönemin aydınlatılmasına da büyük katkı sağlayan ve sanat eserlerinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olan bir tür olarak yüzlerce yıldır kaleme alınmaktadır.2 Biyografi yazılarında öncelikli olarak kişinin biyografisini oluşturan sosyal çevre ortaya çıkarılır, sonra biyografi ele alınır. Biyografiye konu olan kişinin hayatı bütün yönleriyle araştırılır. Biyografide hayatı incelenen kişiyi yargılamaktan çok onun hayatını açıklamak aydınlatmak istenir.3 Araştırmanın Amacı Bu çalışmanın amacı, yakın dönem Türkiye siyasi hayatına damga vurmuş, gerek kişiliği gerekse yapmış olduğu çalışmaların yanında üretmiş olduğu projelerle de ismini tarihte unutulmayan isimlerin arasına yazdırmış, Türkiye Büyük Millet Meclisinin hali hazırda 8. Dönem milletvekilliğini yapan yani Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altındaki en tecrübeli siyasi siması olan Köksal Toptan’ın hayatını incelemektir. Toptan’ın, siyasi çalışmalarının yanı sıra isteği doğrultusunda Sivil Toplum Kuruluşları çalışmalarında bulunması da bu çalışmanın yapılmasında önemli bir etkendir. Bu çalışma kapsamında Toptan’ın siyasi tercihlerinin eleştirilmesi ya da siyasi yönünün vurgulanmasından ziyade Türkiye Cumhuriyeti tarihine önemli katkılar yapan bir kişinin ne gibi aşamaları yaşadığı ve önüne çıkan zorlukları nasıl aştığını göstermektir. Toptan’ın deyimiyle, “Siyasetçinin hayatının bilinmeyen yönleri olmaz.” Ancak siyasetçinin hayatının bilinmeyen yönleri daha yakın bir mercekle ve siyasi üsluptan uzak bir bakış açısıyla ele alınabilir. Bu çalışmada yukarıda belirtilen eksende değerlendirilecektir. Yöntem Bu araştırmada, Toptan’ın kişisel internet sitesi, Köksal Toptan ismiyle Hasan Yılmaz tarafından kaleme alınmış eser incelenmiş, Toptan’ın yazılı ve görsel medya ile yaptığı söyleşiler, katılmış olduğu televizyon programları, Toptan’ın özel gün konuşmaları, genel kurul konuşmaları, yurtiçi konuşmaları, yurt dışı konuşmaları, yurtiçi etkinliklere yönelik faaliyetleri, kültürel etkinlikleri, kamuoyunu bilgilendirme açıklamaları, üniversite açılışlarında yaptığı konuşmalar, sivil toplum kuruluşlarıyla buluşmaları ve özel gün konuşmaları incelenmiştir. 1 2 3 Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, [email protected] Filiz Kılıç, “Çağdaş Biyografi Çalışmalarında Prof. Dr. Mustafa İsen’in Yeri”, Mustafa İsen Adına Uluslar Arası Sempozyum Klasik Türk Edebiyatında Biyografi Bildiriler, 2011, s. 434. İlhan Genç, “Bilimsel Biyografi’den İzlenimci Biyografiye”, Mustafa İsen Adına Uluslar Arası Sempozyum Klasik Türk Edebiyatında Biyografi Bildiriler, 2011, s. 288. ∗ 373 23. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI, ZONGULDAK MİLLETVEKİLİ ve BİR HUKUK ADAMI: KÖKSAL TOPTAN Bu yapılan incelemelere ek olarak Sayın Toptan’la 08.04.2014 tarihinde yapılan röportajla yapılan biyografi araştırması desteklenmiştir. Soyağacı, Doğum Tarihi, Doğduğu Yer ve Aile Çevresi Toptan’ın ailesinin Rize’ye yaklaşık 300 yıl önce Kafkaslardan geldiği ve Rize merkez olmak üzere Hopa ile Ordu arasındaki geniş alana yerleştiği bilinmektedir. Ailesi bölgede Topaloğulları olarak bilinir. Topaloğlu sözünün bir ayağı sakat olan dedesinin dedesinden kaynaklandığı ifade edilir.4 Ayrıca Toptan ailesinin soyağacına dair bilgiler Toptan’ın 102 yaşına kadar hayat süren babaannesinin zihni soyağacı hakkında kısıtlıda olsa bir kaynak teşkil etmektedir.5 Köksal Toptan 03.01.1943 yılında Rize’de konak tarzı, iki katlı, tipik bir Karadeniz evinde doğmuştur ve Köksal ismi dedesi tarafından verilmiştir. 6 Köksal Toptan’ın dedesi kökeni Kafkaslara uzanan Topaloğlu Ali Ağa’dır. Topaloğlu Ali Ağa 1917 Rus İhtilali sonrasına kadar Batum’da fırınları olan dört çocuk babası bir esnaftır. Kalabalık bir aile olan Topaloğlu ailesi XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Kafkaslardan göç ederek önce Erzurum’a gelir. Burada geçim sıkıntısı yaşayan ailenin bir kolu Artvin Hopa’ya, bir kolu Rize’ye, bir kolu Trabzon Akçaabat’a, Giresun’a, Ordu’ya ve Akdeniz’e göç eder. Topaloğlu Ali Ağa Rize’ye yerleşen aile üyelerindendir. Topaloğlu Ali Ağa I. Dünya savaşı yıllarında Rus ve Ermenilere karşı çetecilik yapanların en önlerinde gelmektedir. Rusya’da yaşanan 1917 devriminden sonra bölgede kısmi barış sağlanmış ve Topaloğlu Ali Ağa Batum’da ticaret yapmaya, fırınlar işletmeye başlamıştır. Bu dönemde hatırı sayılır bir para kazanmasına rağmen Topaloğlu Ali Ağa, Kızıl devrimin yayılmasıyla varlıklarını satarak Türkiye’ye dönmüştür. Mevcudiyetini Manat para birimine çeviren Topaloğlu Ali Ağa para biriminin Ruble’ye dönüşmesinden sonra Manatları Toptan’ın en değerli çocukluk oyuncakları olmuştur.7 Toptan’ın babası Zonguldak Ereğli Kömürleri İşletmesi’nde memur olarak çalışmıştır. Annesi Rize’de Salarha Bölgesinin saygın ailelerinden Tüyleva Ahmet’in (Yılmaz) kızı, ev hanımıdır.8 Toptan, 4’ü kız 7 çocuklu toptan ailesinin en büyük çocuğudur. Kardeşlerinin biri Karabük’te biri Ankara’da diğer kardeşleri Zonguldak’ta yaşamaktadır. Toptan’ın kardeşleri bütün çabalarına rağmen eğitim hayatlarını devam ettirmemişlerdir.9 Toptan’ın erkek kardeşleri işçi emeklisi, kız kardeşleri ev hanımıdır. Çocukluğu Toptan, devrine göre varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelme şansını dedesinin o zamana kadar kazanmış olduklarını zamanla değerlenir düşüncesiyle manat para birimine yatırmasıyla kaybetmiştir. Toptan’ın Rize’de dünyaya geldiği aile büyükbaba ve nineden ötürü geniş aile olarak değerlendirilebilir. Toptan ilkokul 3. Sınıfa kadar doğduğu Topaloğlu Aliağa konağında büyümüştür. Toptanın çocukluk yıllarında unutamadığı olaylardan bir tanesi 3 ay gibi kısa bir dönem olmasına rağmen 5 yaşında tanıştığı kursta cami hocasının uzun sopasıdır. Belki de bu yüzden Toptan, Arap alfabesini öğrenememiştir. Ancak Toptan’ın çocukluk yıllarında 4 5 6 7 8 9 Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Hasan Yılmaz, Köksal Toptan, Portre Biyografi Yayınları, Ankara, 2002, s. 3. Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Yılmaz, a.g.e., s. 4,5. 374 TUNAHAN ÖZMEN en çok sevilen ve ilgi çeken meziyeti güzel ezan okumasıdır. Toptan, okuma merakını babaannesinin doktor kardeşinin getirdiği gazetelerden 3-4 yaşlarında edinmiştir. Sonraki yıllarda babasının kitap okuma sevgisi de Toptan’ın kitap okuma sevgisine katkıda bulunmuş ve bugün kişisel kütüphanesinde yaklaşık 12 bin kitabı bulunmaktadır. Toptan kendi ifadesiyle “Geceleri yarım saat kitap okumadan, uyuyamam.” demektedir.10 Eğitimi Toptan ilk eğitimine köylerinde bulunan ilkokulda başlamıştır. O dönemlere dair unutamadığı olay ise kışları okullarını ısıtmak için okula odun taşımasıdır. Yol çok uzun olmasa da çamurlu olması sebebiyle Toptanı oldukça zorlamıştır. Belki de bu sebepten 1991 yılında Milli Eğitim Bakanı olduğunda köy okullarına yakacak yardımı yapılmasını başlatan ilk bakan olmuştur. 2. Sınıfa başladığı zaman Toptan’a babasından Zonguldak’tan bir hediye gelmiştir. Hediye gelen bu çanta içerisinde bir tane sarı defter, bir kitap, bir kalem ile bir tane cam bilye vardır. Cam bilye o güne kadar Toptan’ın ve okul arkadaşlarının görmediği bir nesnedir. Bu bilye ile bütün okul günlerce oynamıştır. Günümüze göre basit nesne olarak görülen bir çanta ve bir cam bilye Toptan’da hediyenin geldiği Zonguldak hakkında derin düşünceler doğurmuştur. Zonguldak’ta ki okullar büyük müydü, herkesin kendi çantası var mıydı, herkesin bilyesi var mıydı? Cam bilye ve gelen çanta sevdirmişti Toptan’a ömrünce hizmetine koşacağı Zonguldak’ı. İlkokul 3. Sınıfa geçtiği yıl toptan babaannesi ile birlikte Zonguldak’a taşınmıştır. 3. Sınıftan sonraki ilkokul eğitimini Zonguldak Kilimli ilkokulunda sürdürmüştür.11 Toptan, ilkokula dair unutamadığı kişileri şu cümleyle ifade etmiştir: “O dönem Kilimli ilkokulu öğretmenlerinden olan Mustafa hocayı, Hurşit Albayrak’ı, Zonguldak’ta ise Hayriye öğretmeni unutamam.” Kilimli de ortaokul bulunmadığı için Toptan ve arkadaşları Bartın, Karabük, Ereğli ve Zonguldak bölgesinde ki diğer öğrenciler gibi Zonguldak’a taşınmak zorunda kalmıştır. Ortaokul 1. Sınıfı bölgenin hayırsever vatandaşı Mehmet Çelikel tarafından yaptırılan adını taşıyan ortaokulda okumuştur. Toptan ve arkadaşları 2. Sınıfa geçtiklerinde Zonguldak Merkez ortaokuluna nakledildiler ve ortaokul eğitimlerini burada tamamladılar. Ortaokul yıllarında Türkçe öğretmeni Turan Cavit Öz, Toptan’ın Türkçeyi kullanma, yazma ve okuma konusundaki ilk rehberi olmuştur. Ortaokul yıllarında kitap okuma sevgisi artarak devam etmiştir. Toptan ortaokul yıllarında hemen bütün derslerde başarılı iken matematik dersinde aynı başarıyı gösterememiştir. Matematik dersi 1 almasına sebep olunca Toptan’a öğrencilik yıllarının kara günü diye değerlendirdiği günü yaşatmıştır. Matematik dersindeki başarısızlığı diğer derslerindeki başarılarının sayesinde öğretmenleri tarafından tolere edilmiştir.12 Toptan liseyi Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde okumuştur.13 Toptan’ın gazetecilik ile tanışması da lise yıllarında günlük tirajı 100-200 olan Halk Dostu ve Millet Gazeteleri ile olmuştur. Toptan iki gazeteye de yazılar yazmış, Millet gazetesinde köşesi olmuş, ayrıca Halk Dostu gazetesinde dizgicilikte yapmıştır. Bu dönemlerde gazetelerde ki yazıları siyaset dışında olmuştur.14 Toptan Mehmet Çelikel Lisesinde 2. ve 3. Sınıflarda Kültür ve Edebiyat kolu başkanlığı yapmıştır. Bu dönemde kol yönetimi olarak okul yönetimine kızdıkları için okuldaki edebiyat panosu üzerine “İSTİFA ETTİK” yazısı asmaları üzerine ifadeleri alınmış, okuldan atılmak 10 11 12 13 Yılmaz, a.g.e., s. 6. Köksal Toptan, Söyleşiler, TBMM Basımevi, Ankara, 2009, s. 17. Yılmaz, a.g.e., s. 15,16. Köksal Toptan, Milletvekili Köksal Toptan AK Parti Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan Kişisel Web Sitesi,(2014), Erişim: 30 Nisan 2014, http://koksaltoptan.com.tr/ 14 Yılmaz, a.g.e., s. 21. 375 23. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI, ZONGULDAK MİLLETVEKİLİ ve BİR HUKUK ADAMI: KÖKSAL TOPTAN üzereyken okul müdürü Süleyman Büyük’ün inisiyatif kullanmasıyla okuldan atılmaktan kurtulmuşlardır.15 Lise yılları Toptan’ın şiire olan merakının da başladığı yıllardır. Lisede ki Fransızca öğretmeni Maksude Çubukçu, Toptan’da bulunan şiir sevgisini keşfederek duygularını şiire dökme aşamasına geçmesini sağlamıştır.16 1960’lı yıllarda Türkiye’de üniversitelere girişte merkezi sınav sistemi olmadığı için üniversite adayları girmek istedikleri üniversitenin fakültelerinin açmış olduğu sınavlara girmek zorundaydı. Toptan’ın hayalinde iki seçenek vardı İstanbul ya da Ankara bu amaçla babasıyla birlikte ilk olarak İstanbul’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Hukuk Fakültesi sınavlarına girdi. Ardından babasıyla birlikte geldiği Ankara’da Hukuk Fakültesi sınavına girdi. Toptan girmiş olduğu bütün fakültelerin sınavlarını kazanınca önündeki seçeneklerden İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini seçerek 1962 yılında hukuk eğitimine başlamıştır.17 Toptan üniversite yıllarında aktif olarak siyasetle uğraşmanın yanında, hayatındaki ilk ve son ticari tecrübesini de bu yıllarda yaşamıştır. Babası ve Toptan Gaziosmanpaşa’da ki evlerine yakın büfeyi bir akrabasıyla ortak olarak işletmeye başlamıştır. Akrabalarıyla ortaklıktan ayrıldıktan sonra büfenin işletmesi Toptan’ın üzerine kalınca babasıyla birlikte eğitimini aksatır düşüncesiyle büfeyi devretmişlerdir.18 Toptan’ın üniversite öğrencilik yıllarında, Zonguldak Ereğli Kömürleri İşletmesi’nde çalışan memur ve işçilerin aidatları ile ayakta duran bir yardım kuruluşu olan Zonguldak Amele Birliği’nin aylık 50 lira karşılıksız bursunun da önemli bir yeri vardır.19 Kişilik Yapısı ve Akrabalık İlişkileri Toptan annesine göre, hem tip hem de huy olarak Şemsettin adındaki büyük dayısına benzemektedir.20 Toptan, aile ve akrabalık ilişkilerini “Önceliğimdir” diyerek özetlemektedir.21 Toptanın kişiliği hakkında gerek siyasi hayattaki değişimlere rağmen çizgisini bozmadan devam etmesi gerekse Meclis Başkanlığı döneminin “Uzlaşma Dönemi” olarak değerlendirilmesinden yola çıkarak toplayıcı, ılımlı lider vasıfları vardır demek yanlış olmaz. Toptan’ın çocuklarına yıllar sonra okusunlar diye mektup yazacak kadar düşünceli olması ve kendi eğitimini zorluklarla boğuşarak devam ettirmesine rağmen kardeşlerinin eğitimlerine devam etmeleri için yaptığı zorlamalardan da ailesine aile kurumuna önem veren kişiliğini görmek mümkündür. Toptan’ın en önemli özelliklerinden birisi de ki bu özelliği liderlik özelliğiyle ilişkilendirilebilir başarılmış işlerde sadece kendi ismini ön plana çıkarmaktan kaçınarak mesai arkadaşlarını yardımcı ekibini de başarı da pay sahibi olarak söz etmesidir. Toptan’ın hayatında en mutlu olduğu anları en güzel anılarını dile getirirken dudaklarından Milli Eğitim Bakanlığının etkisiyle midir yoksa kişiliğinin bir bölümünü oluşturan yazma merakının etkisiyle midir bilinmez ilköğretim öğrencileriyle olan mektup arkadaşlıkları çıkmaktadır. İlköğretim öğrencileriyle mektup arkadaşlıkları yapmanın kendisinde önemli yeri olduğunu ve kendisini mutlu ettiğini dile getirmektedir. Toptan’ı en çok üzen konular ise yapmayı isteyip de hayata geçiremediği projeler olmuştur. Hayatının önemli bölümlerinden biri olan Meclis Başkanlığı döneminde hayata geçirmeyi çok istediği 4 komisyondan sadece bir tanesinin hayata geçirilebilmesi oldukça üzülmesine sebep olmuştur.22 15 16 17 18 19 20 21 22 376 Yılmaz, a.g.e., s. 23. Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Yılmaz, a.g.e., s. 33. Yılmaz, a.g.e., s. 45. Yılmaz, a.g.e., s. 37. Yılmaz, a.g.e., s. 5. Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Toptan, a.g.s. TUNAHAN ÖZMEN Toptan, Galatasaray taraftarı olmakla birlikte Galatasaray Kulübü kongre üyesidir.23 Toptan, Galatasaray kulübü taraftarı olmasının yanı sıra diğer ülke takımlarının özellikle Avrupa mücadelelerinin de yakın takipçisidir. Hatta Fenerbahçe Spor Kulübünün UEFA Avrupa ligindeki bir mücadelesi yüzünden uykusuz kalmıştır.24 Toptan’ın müzik tercihinde de bir ayrım söz konusu değildir. Müziğin her türlüsünü dinlemekle birlikte zaman zaman söylemektedir.25 Ayrıca Toptan’ın okuduğu kitaplar arasında en çok etkilendiği kitap “1984” (George Orwell) olurken en sevdiği film ise 1959 yapımı “BEN-HUR”dur.26 Evliliği ve Çocukları Toptan üniversite eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’da avukatlık stajına başlamıştır. Zonguldak’a dönmek planları arasında olmamasına rağmen babasının rahatsızlığının artması üzerine 1966 sonlarında Zonguldak’a dönmek zorunda kalmış ve avukatlık stajını Zonguldak’ta tamamlamıştır. Zonguldak’a döndükten 1 yıl sonra 1967 yılında babasını kaybetmiştir. Babasının vefatının üzerine annesi ile birlikte ailesinin geçim yükünü üzerine alan Toptan için ilkokul 4. sınıftan arkadaşı, üniversiteden birlikte mezun olduğu Saime Akpınar ile yollarını birleştirmenin zamanı gelmiştir.27 Toptan’ın Saime Hanım ile olan hayat arkadaşlığı 16 Kasım 1968’de başlamıştır. Toptan’ın Saime hanıma olan derin sevgisini “Emias” adlı şiirinde görmek mümkündür. 1971 yılında Saime Hanım ile Toptan’ın ortak paydalarına açmış oldukları avukatlık bürosu ile iş arkadaşlığı da eklenmiştir. 1972 yılında Saime Hanım avukatlık bürosunda ki işleri tek başına yürütebilecek aşamaya gelince Toptan askere gitmek için başvuruda bulunmuş ve önce Tuzla Piyade Okulu ardından Kars Sarıkamış’ta vatani görevini ifa etmiştir.28 Toptan 3 çocuk babasıdır. Askere gittiğinde iki çocuğu vardır. Çocuklarının isimleri, Tuba Toptan, Tuna Toptan ve Tunga Toptan’dır.29 İş ve Siyasi Yaşamı Toptan’ın ilkokul yıllarında idealindeki meslek mühendislik olmasına rağmen30 1962 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başlayarak meslek seçimini kesinleştirmiştir. 1966 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olur olmaz İstanbul’da Orhan Kemal Fersoy’un yanında avukatlık stajına başlamıştır. Planları arasında Zonguldak’a dönmek olmamasına rağmen babasının hastalığının artması üzerine 1966 yılı sonunda Zonguldak’a dönerek avukatlık stajını burada tamamlamıştır. Toptan avukatlık stajını tamamladıktan sonra Mustafa Köseoğlu ile birlikte avukatlık mesleğini icra etmiştir. Toptan avukatlık yıllarında ağırlıklı olarak iş davalarına bakmıştır. Toptan 1971 yılında ortaklarından ayrılarak eşi Saime Hanım ile birlikte avukatlık bürosu açmıştır. Toptan avukatlık mesleğini icra ederken yazma hevesinin tekrar artması üzerine “Türk Hukukunda İrat Müessesesi” adlı bir kitap yayınlamıştır.31 Toptan’ın siyaseti düşünmesinde, siyasetle meşgul olmasını çok isteyen ancak siyasi yaşamı göremeyen 23 24 25 26 27 28 29 30 31 Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Toptan, a.g.e., s. 122. Toptan, a.g.e., s. 124. Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Yılmaz, a.g.e., s. 53. Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Yılmaz, a.g.e., s. 50. 377 23. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI, ZONGULDAK MİLLETVEKİLİ ve BİR HUKUK ADAMI: KÖKSAL TOPTAN babası ve 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi sonrası aile olarak çektikleri sıkıntılar etkili olmuştur.32 Toptan’a göre avukatlık mesleğinin de siyasete girmesinde şu şekilde etkisi olmuştur. Toptan: “Mesleğim olan avukatlık insan ilişkisine dayanan bir uğraş alanıdır. O nedenle siyasetle uğraşanların önemli bir bölümü avukatlık mesleğinden gelmektedir.” Toptan gerek avukatlık mesleğini icra ettiği yıllarda gerekse siyasi yaşamı boyunca asli meşguliyetlerinin yanında birçok Sivil Toplum Kuruluşu faaliyetini de devam ettirmiştir. Sivil Toplum Kuruluşlarıyla kişisel hassasiyetlerini hayata geçirme ve idealindeki fikirlerini hayata geçirebilme imkânlarını genişletmiştir. Toptan, Türkiye Kalp Hastalıkları ve Kalp Akciğer Nakli Vakfı Kurucu ve Yönetim Kurulu Üyesi, Türkiyem Vakfı Kurucu Üyesi ve Yönetim Kurulu Başkanı, Topaloğlu Vakfı ile Türk Japon Sağlık Vakfı Kurucu Üyesi ve Üçüncü Sektör Vakfı Üyesidir.33 Toptan, üniversite yıllarında 1963-1966 yılları arasında Adalet Partisinin gençlik kollarında Başkanlık ve Yönetim Kurulu Üyeliği yaparken aynı zamanda Milli Türk Talebe Birliği çalışmalarına katılmıştır. Toptan üniversite yıllarında birden fazla uğraşı “İyi bir zaman planlamasıyla siyaseti, öğrenciliği, sosyal hayatı ve dernekçiliği başarıyla yürüttüğümü söyleyebilirim.” diyerek özetlemektedir. Toptan babasının hastalığının artması nedeniyle geldiği Zonguldak’ta bir yandan mesleğini icra ederken, öte yandan mensubu olduğu Adalet Partisi teşkilat kademelerinde görev almış ve İl Başkanvekilliği, Belediye Meclis Üyeliği yapmıştır.34 Toptan siyasi yaşamındaki en kritik kararlarından birini 5 Haziran 1977’de vermiştir. O dönem 1977 Ekim’inde yapılacak olan seçimler erken seçim kararıyla 3 ay öne alınmıştır. İlk milletvekilliği tecrübesine aday olup olmamak konusundaki tereddütlerini aşıp aday olarak milletvekilliği ön seçimine girmiştir. Milletvekilliği seçim sürecinden daha zor olan ön seçimi 3. Sıradan kazanmıştır.35 Bu zaferin ardından 1977 yılında Adalet Partisi Zonguldak Milletvekilliği’ne seçilmiş ve TBMM Adalet ve KİT Komisyonu üyelikleri yapmıştır. Daha sonra yapılan Büyük Kongre Sonucunda partinin Merkez Haysiyet Divan Başkanlığı’na getirilmiştir. Toptan ilk milletvekilliği döneminde 12 Kasım 1979’da kurulan 43. Hükümet’te Devlet Bakanlığı’na atanmış ve Türkiye’nin en genç bakanlarından biri olmuştur. Toptan’ın bu görevi 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi yapılıp siyasi faaliyetler yasaklanana kadar sürmüştür.36 Toptan, 8. dönem milletvekilliğini yaşarken uzun siyasi yaşamında üzerinde en çok etkiye ve heyecana sebep olan seçim dönemini 1986 ara seçimleri olarak değerlendirmektedir. Heyecanlı geçen 28 Eylül 1986 ara seçimlerinde Zonguldak 2. Bölgeden Milletvekili seçilmiştir.37 Toptan, 1987 Eylül’de Doğru Yol Partisi Büyük Kongresinin Divan Başkanlığı’nı yapmıştır. 1987 yılında yapılan Genel Seçimlerinde yeniden Zonguldak Milletvekili seçilmiş ve Doğru Yol Partisi TBMM Grup Başkanvekilliğini yapmıştır.38 32 33 34 35 36 37 38 Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Köksal Toptan, Milletvekili Köksal Toptan AK Parti Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan Kişisel Web Sitesi,(2014), Erişim: 30 Nisan 2014, http://koksaltoptan.com.tr/ Köksal Toptan, Milletvekili Köksal Toptan AK Parti Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan Kişisel Web Sitesi,(2014), Erişim: 30 Nisan 2014, http://koksaltoptan.com.tr/ Yılmaz, a.g.e., s. 64. Köksal Toptan, Türkiyem Vakfı/Köksal Toptan, (2014), Erişim: 1 Mayıs 2014, http://turkiyemvakfi.org.tr/koksal-toptan Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Köksal Toptan, Milletvekili Köksal Toptan AK Parti Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan Kişisel Web Sitesi,(2014), 378 TUNAHAN ÖZMEN Toptan, Doğru Yol Partisi 1990 kongresinde parti Genel İdare Kurulu Üyeliği’ne seçilmiştir. 1991 Genel Seçimlerinde Doğru Yol Partisi Bartın Milletvekili seçilerek meclise girmiş ve kurulan 49. Hükümette Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirilmiştir. Toptan’ın Milli Eğitim Bakanlığı döneminde, 24 yeni üniversite 84 yeni fakülte açılmış, öğretmen atamalarının bilgisayarla yapılma geleneği başlamış, öğretmen yeterlilik sınavı kaldırılmış ve Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleriyle ilişkileri geliştirebilmek için Türk Cumhuriyetlerinden binlerce öğrenci getirmiş, burada yakinen ilgilenmiştir.39 Toptan 1993 Kasımında yapılan Doğru Yol Partisi Kongresi’nde Genel İdare Kurulu üyeliğine seçilmiştir. Toptan, 1995 yılında kurulan 51. Hükümette kısa süreliğine de olsa Kültür Bakanlığı görevini icra etmiştir.40 Kısa süren Kültür Bakanlığından sonra 1995 yılında yapılan seçimlerde Bartın Milletvekili seçilmiştir. Toptan, 1999 yılında yapılan genel seçimlerde yeniden Doğru Yol Partisi›nden Bartın milletvekili adayı olmuş, ancak ilk defa katıldığı bir milletvekilliği seçiminde seçilememiştir. Toptan, 3 yıllık bir aradan sonra 3 Kasım 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisinden Zonguldak Milletvekili adayı olmuş ve bir süreliğine ara verdiği milletvekilliğine geri dönmüştür. Toptan, bu dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilliğinin yanında TBMM Adalet Komisyonu Başkanlığına seçilmiştir.41 Toptan, 7. Milletvekilliği dönemine 22 Temmuz 2007 Seçimlerinde AK Partiden Zonguldak Milletvekili adayı olup seçilerek devam etmiştir. Bu dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2. Büyük Kongre Başkanlığını yapmıştır. Toptan, kendi deyimiyle “Dünyada ilk ve tek kurtarıcı ve kurucu parlamento niteliğine sahip42” TBMM’ye 9 Ağustos 2007’de yapılan ilk tur seçimlerinde 450 gibi rekor bir oyla, Mecliste grupların çoğunluğunun desteğini alarak seçilmiştir. Toptan, TBMM Başkanlığı görevini 2007-2009 yılları arasında icra etmiştir. Toptan’ın Meclis başkanlığı dönemi toplumun hemen her kesimi tarafından “Uzlaşma Dönemi” olarak değerlendirilmiştir. Toptan’ın Meclis Başkanlığı döneminde yaklaşık 211 yasa çıkarılmıştır. Toptan Meclis Başkanlığı döneminde İç ve Dış Temaslarda 60 Devlet Başkanı, 80 Meclis Başkanıyla görüşmüştür. Toptan’ın Meclis Başkanlığı döneminde kısaca TÜRKPA olarak bilinen Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi kurulmuştur. Toptan, ayrıca ülkemizdeki birlik ve beraberlik ruhunun geliştirilebilmesi için 90. Yıl Projesine çok önem vermiştir. Meclis Başkanlığı döneminde Toptan’ı en çok üzen konu ise kurulmasını çok istediği Anayasa Uzlaşma Komisyonu, İç Tüzük Uzlaşma Komisyonu, AB Yasaları Uzlaşma Komisyonu ve Siyasi Partiler Kanunu, Seçimler Kanunu, Siyasi Etik Kanunu, Siyasetin Finansmanı Kanunları Uzlaşma Komisyonlarından sadece İç Tüzük Uzlaşma Komisyonu’nun kurulabilmiş olmasıdır.43 Toptan, 2011 yılı seçimlerinde yeniden Adalet ve Kalkınma Partisi Zonguldak Milletvekili seçilmiş ve aktif siyasi hayatını milletvekili olarak sürdürmektedir. Erişim: 30 Nisan 2014, http://koksaltoptan.com.tr/ Köksal Toptan, Konuşmalar Açıklamalar II, TBMM Basımevi, Ankara, 2009, s. 123. Köksal Toptan, Kişisel Görüşme, 2014. Köksal Toptan, Milletvekili Köksal Toptan AK Parti Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan Kişisel Web Sitesi,(2014), Erişim: 30 Nisan 2014, http://koksaltoptan.com.tr/ 42 Köksal Toptan, Konuşmalar Açıklamalar I, TBMM Basımevi, Ankara, 2009, s. 35. 43 TBMM Söyleşi, http://koksaltoptan.com.tr/ (02.05.2014). 39 40 41 379 23. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI, ZONGULDAK MİLLETVEKİLİ ve BİR HUKUK ADAMI: KÖKSAL TOPTAN SONUÇ Bu çalışmada yakın dönem Türk Siyasetine damga vurmuş, halen Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında en tecrübeli siyasi sima olarak görevine devam eden Sayın Köksal TOPTAN’ın biyografisi incelenmiştir. Elbette ki böylesine uzun bir siyasi yaşamı geride bırakmış Sayın Toptan’ın biyografisi daha kapsamlı eserlerde ele alınması gereklidir, alınmıştır da. Son söz olarak Sayın Toptan’ın üniversite öğrencilerine tavsiyesi: “Üniversite öğrencilerinin fiilen siyaset yapmasalar bile siyasetle mutlaka ilgili olmalarını öneririm. İlgilendikten sonra gençlerimiz severlerse siyasete atılmalı siyaseti beğenmezler ise mutlaka Sivil Toplum Kuruluşları’nda veya öğrenci kulüplerinde görev almalıdırlar.” 380 TUNAHAN ÖZMEN KAYNAKÇA GENÇ, İlhan, “Bilimsel Biyografi’den İzlenimci Biyografiye”, Mustafa İsen Adına Uluslar Arası Sempozyum Klasik Türk Edebiyatında Biyografi Bildiriler Kitabı, Ankara, 2011. KILIÇ, Filiz, “Çağdaş Biyografi Çalışmalarında Prof. Dr. Mustafa İsen’in Yeri”, Mustafa İsen Adına Uluslar Arası Sempozyum Klasik Türk Edebiyatında Biyografi Bildiriler Kitabı, Ankara, 2011. TOPTAN, Köksal, (Yayına Hazırlayan Hasan Yılmaz), Söyleşiler, TBMM Basımevi, Ankara, 2009. TOPTAN, Köksal, (Yayın Koordinatörü İbrahim Kıprızlı), Konuşmalar Açıklamalar I, TBMM Basımevi, Ankara, 2009. TOPTAN, Köksal, (Yayın Koordinatörü İbrahim Kıprızlı), Konuşmalar Açıklamalar II, TBMM Basımevi, Ankara, 2009. YILMAZ, Hasan, Köksal Toptan, Portre Biyografi Yayınları, Ankara, 2002. http://koksaltoptan.com.tr/ [30.04.2014]. http://turkiyemvakfi.org.tr/koksal-toptan [01.05.2014]. TBMM Söyleşi, http://koksaltoptan.com.tr/ [02.05.2014]. TOPTAN, Köksal, Kişisel Görüşme, Ankara, 08.04.2014. 381 23. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI, ZONGULDAK MİLLETVEKİLİ ve BİR HUKUK ADAMI: KÖKSAL TOPTAN EKLER Foto 1: 1958 - 1959 Sezonu İkinci kanaat dönemi Müteakip İftihara geçtiği. Bu Münasebetle 27 Mayıs 1959 Çarşamba Günü İftihara geçen Arkadaşlarla ve Müdür Nüzhet Kılıççayla çektirdiği fotoğraf Foto 2: 1961 - 1962 Çelikel Lisesi Kültür Edebiyat kolu İdare Heyeti ve Yön. Öğretmen Maksude Çubukcu Foto 3: Üniversite yılları 382 TUNAHAN ÖZMEN Foto 4: 1991 Yemin Töreni Foto 5: 20.04.1980 Zonguldak Maden Ocaklarında.. Foto 6: Yeni Yasama Yılı Açılışı - 01.10.2008 383 23. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI, ZONGULDAK MİLLETVEKİLİ ve BİR HUKUK ADAMI: KÖKSAL TOPTAN Foto 7: 1977 İlk Milletvekilliği Mazbatası Foto 8: Girne Amerikan Üniversitesi tarafından verilmiş Fahri Doktora Diploması Foto 9: 08.04.2014 tarihli Köksal Toptan ile yapılan kişisel görüşme 384 EROL ÇATMA ZONGULDAK KENT TARİHİNE KISA BİR YAKLAŞIM EROL ÇATMA*1 Açılmış yerin altına Sayısız kara kanlı kapak Bu kapaklar üstüne kurulmuş ZONGULDAK… 2.9.1937- Mehmet Seyda Zonguldak’ın Coğrafi Durumu Göldağı Bölgesi”nin Fransızca olarak söylemiyle, ‘Zonguldak’ olarak tanımlanan kentimiz; “Anadolu’nun Batı Karadeniz bölümünde, 41 derece 48 dakika kuzey paralelleri ve 31 derece 10 dakika ile 32 derece 50 dakika doğu meridyenleri arasında yer alır. Doğusunda Kastamonu, güneydoğusunda Çankırı, güneyinde ve güneybatısında Bolu Vilayetleriyle ve kuzeyinde Karadeniz’le çevrilmiştir. Kıyıya yakın yerleri tepeler ve sıradağlarla parçalanmış bir yayla görünümündedir.”2. Zonguldak, Üzülmez deresinin denizle kesiştiği yerde doğmuştur. Dere, mitolojide Sandrak3ismiyle anılır. Zonguldak’ın kömürle ilgili Jeolojik yapısı; “Havza’nın kömür tabakası 15 - 20 derece meyille Kuzeyden-Güneye ve gün doğusu ve batı cihetlerine uzayıp gider.” Şeklinde açıklanır4. Zonguldak’la ilgili yukarıda açıkladığımız coğrafi ve kömürle ilgili jeolojik durumu, kent tarihi yazanların özellikle sorduğu; “Kent niçin tam da burada oluşmuş? Biraz daha doğuda, batıda, kuzeyde veya güneyde niçin oluşmamış? Sorusuna, açıklık kazandırmaktan uzaktır. Kömürün belirleyiciliğini düşünmüş olsak bile kömür; Zonguldak’ın doğusunda, batısında sahil boyu güneyindeyse 3-5 kilometre kadar uzak bölgesinde de bulunmaktadır. Kent için sorulan başka bir soruysa; “Kent oluşurken model olarak nelerden etkilenmiştir, veya kentin merkezini ve misyonunu oluşturan ana etmenin nedir?” Yukarıdaki sorulara verilecek cevaba açıklık kazandırmak için öncelikle kentin ne olduğu, kentlerin doğuşları ve misyonları konusunda bazı değinmeler yaptıktan sonra, Zonguldak’ın bulunduğu noktada nasıl 1 2 3 4 Yerel tarihçi, [email protected] Karaelmas Ülkesi Zonguldak Melahat Türk-Rasim Türk. Yelken Matbaası, İstanbul 1982 s:2 Bilge Umar, Antik Çağlarda “Sandarake” olan derenin ismi için “Sanda-(u) ra-ka” “Yüce Sanda Yeri” dir, diyor. “Sanda” ise daha önceleri Anadolu’da yerleşmiş Luwiler’in baş tanrısı adıymış. (Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar. İnkilap Kitapevi 1993.s:705 Maden Kömürleri. Müellifi: Hamidiye Kuravazörü Hümayun Tabibi Selahattin Ali. Bahriye Matbaası. 1914 ∗ 385 ZONGULDAK KENT TARİHİNE KISA BİR YAKLAŞIM oluştuğunu anlatmaya çalışmak daha aydınlatıcı olacaktır. Yalnız kuru bir tarih yazılımı, sadece kömür üretimi ve nakliyatı için tasarlanmış kentimizin, Avrupa’daki maden kentlerinden farklılığını anlatama riski taşımaktadır. Bu riski azaltabilmek için kısa değinmelerle bazı gelişmelerin arka planını anlatmış olacağız. Bu bize, aynı zamanda tarihi süreçlerin ilintisini ve eklemlemesini anlatma rahatlığı sağlayacaktır. Kent Üzerine Değinmeler Kentlerin her dönemde var olduğunu söylemek yanlış olur. Kentler aslında; ekonomik sömürünün ve buna bağlı egemenlerin emekçileri boyunduruk altında tutma amaçlarının bir ürünü de sayılır. “Kentlerin ortaya çıkışları, insanların tarımsal üretime ve yerleşik hayata geçişleriyle bağlantılı bir değişim olarak görünmektedir. Tarihsel olarak İÖ. 8000-4000 yılları arasına tarihlenen bu süreç Neolitik Çağ olarak adlandırılmaktadır. Bununla birlikte İ.Ö. 3 bin yıllarına kadar nüfus topluklarının çoğu küçük birimler halinde, köy niteliğindedir. Bu tarihten önce kent adını taşıyabilecek yerleşmelere rastlanmadığı söylenebilir. Belki Çin’deki bazı örnekler dışında, nüfusu 100 bini aşan yerleşmeler Yunan-Roma dönemine kadar sahnede görülmemiş, Konstantinopolis ve Roma bir yana, bir milyon nüfusa sahip anakentler ancak Endüstri Devrimi’nden sonra ortaya çıkmıştır.”5 Kent; Hem tarımsal hem de tarım dışı üretimin, dağıtım ve denetim fonksiyonlarının toplandığı, teknolojik gelişme derecelerine göre belirli bir büyüklük, çeşitlilik ve bütünleşme düzeyine varmış yerleşme biçimidir. Başka bir tanımlamayla kent, toplumsal bütünleşmenin, bir yoğunlaşmanın oluşturduğu mekânsal bir birlikteliktir. Yani kentleşme/ kentlileşmedir. Bu duruma bağlı olarak, kentleşme; “İki ucu olan bir çözülme, yoğunlaşma ve akım olayıdır. İki uçtan birisi kırdır, ötekisi de kent. Çözülme kırda olmaktadır. Yoğunlaşmaysa kentte gerçekleşmektedir. Kentlileşmenin belirgin sosyal göstergelerinden biriyse gecekondulaşmadır. Gecekondular, kentsel merkezlerden uzakta, bu merkezlerin çevresinde kurulan sosyal mekânlardır. Ancak gecekondular sadece köyden göç edenlerin barınma ihtiyacını karşılamakla kalmamış, aynı zamanda bir yatırım alanı olarak da kullanılmıştır. Kentteki birikimlerini ve kırdan aktardığı kaynakları önemli oranda gecekonduya yatıran gecekondu sahipleri, bu şekilde, hem barınma ihtiyaçlarını karşılamakta hem de servet biriktirerek sosyal güvenliklerini sağlamaktaydı.”6 “Kentleşmeyle nüfus, geliştirdiği yeni toplumsal ilişkiler ve örgütlenmeyle giderek yeni bir topluluk oluşturmaktadır. Farklılaşmaya dayanan bu bütünlükle dinamik bir özellik kazanmış olan kent, her türlü değişim ve gelişmenin hareket noktası olmuştur. Kentleşme son olarak bir yönetimsel örgütlenme sürecidir. Köy toplumlarında yönetim yeterince örgütlenmemiş olmasına ve yaygın bir nitelik taşımasına karşılık, kentte çok organlı ve merkezi bir dizge içinde örgütlendiği görülmektedir.”7 “Gerçektende yaşayan, nefes alan varlıklar olarak kentlerin de bir kimliği bulunmaktadır. Bu bakımdan 5 6 7 Doç. Dr. Yakut Sencer. Türkiye’de Kentleşme Kültür Bakanlığı Yayınları. 345 Bilim Dizisi. 12. Ongun Kardeşler Matbaacılık Sanayi, Ankara 1979. s:9 Celalettin Yanık. Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2: 93-107 Kent Sosyolojisi Alanında Yapılan Tezlerin Değerlendirilmesi. Doç. DR. Yakut Sencer. Türkiye’de Kentleşme. Kültür Bakanlığı Yayınları: 345. Bilim dizisi: 12. Ongun Kardeşler Matbaacılık Sanayi, Ankara 1979. s:1-2 386 EROL ÇATMA bir ticaret şehrinden, bir sanayi şehrinden, bir siyasi şehirden, belki de bir eğlence şehrinden söz edilebilmektedir.8 Yukarıdakilerden ayrı ama yukarıdaki değinmelerin sonucunda ortaya çıkan diğer bir olgu ise: “Burjuvazi, kırı, kentlerin egemenliğine soktu. Çok büyük kentler yarattı, kentsel nüfusu, kıra kıyasla, büyük ölçüde artırdı ve böylece, nüfusun oldukça büyük bir kısmını kırsal yaşamın bönlüğünden9 kurtardı.”10 Sanayi devriminden sonra büyüyen, değişen veya oluşan Kentteki belirleyici olan ekonomik ilişki kapitalist ekonomik ilişkidir. Bu aynı zamanda uzlaşmaz olan emek ve sermaye çelişkisinin tarih sahnesine çıkmasıdır. O nedenle de kentler sürekli şekilde bir sınıf çatışmasının mekânı olmuştur. Bu nedenle; “Kent tarihleri bir parçası oldukları siyasi, ekonomik ve sosyal sistemlerin tarihlerinden ayrılmazlar. “Çünkü kentin biçimini, kentin bağlı bulunduğu sosyal sistemlerin gelişme düzeyi ve teknoloji durumu belirler. Bu yüzden bu alanda çalışanlar kır ile kent arasındaki ilişkileri, kentlerin birbirleriyle olan ilişkilerini çevrelerindeki daha geniş ekonomik, sosyal ve siyasal yapılar içindeki durumlarını açıklamaya çalışmalıdırlar.”11 Sanayi Devriminde Kentlerin Büyümesi Kentimizin Sanayi devriminde oluşan, büyüyen veya gelişen kentlerden farklılığını sergileyebilmemiz için, Avrupa’daki sanayi kentlerinin oluşumundan örnekler vermemiz kaçınılmaz olmuştur. Çünkü bizdeki emek, buna bağlı sosyal ilişkileri ve halan daha etkisini sürdüren kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini açıklayabilmemizde zorluklar yaratacaktır. Veya anlaşılmaz kılacaktır. Feodalitenin çözülüm sürecinde; Büyük tarım çiftliklerinin oluşması için, topraklarına el konulup mülksüzleşen köylüler, tarımda yarıcı veya ücretli olarak çalışanların tarımın makineleşmesiyle işgücü fazlası olarak işten atılmaları, sanayide makineleşmenin başlamasıyla artan maliyeti düşük imalat karşısında, rekabet edemeyen sanatkârlar, ayrıca buharlı demir yolu ve deniz ulaşımının yok ettiği yelkenli gemi ve hafif yük deniz taşıtlarıyla, demir yolunun yok ettiği kervancılık ve hafif taşımacılık işi yapanlarında tek çaresi sanayi veya maden kentlerine akmaktı. İşsiz ve mülksüzlerin kendilerini geçindirebilmek için tek çözümleri emeğini satmaktır. Böylesi bir sanayi şehri olan Manchester’i Marx şöyle anlatıyor: “Manchester, İngiltere’nin pamuklu imalat merkeziydi. Bu kent yeni sanayici, orta sınıfın, fabrika sahiplerinin denetimindeydi. İflas etmiş zanaatçılar, çiftçiler arasından, yoksul evlerinden tutulan ve çoğu İngiltere’nin eski sömürgesi olan İrlanda’dan gelmiş erkek, kadın ve çocuklardan oluşan işçiler, madenlerin ve fabrikaların derme-çatma gecekondularda yaşıyorlardı.”12 Bu durum Zonguldak’ta daha farklıydı. Kömürden önce Zonguldak’ta kentin hiçbir nüvesi olmadığı gibi, etrafındaki yerleşim yerleri küçük köylerdi. 8 Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Kaynak Araştırma Dergisi. Kent Tarihi Çalışmaları Üzerine Bazı düşünceler. Mehmet Sarıoğlu. Sayı: 11. 2001. s: 335 9 Saf, aptal. 10 K. Marx F. Engels. Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri. Sol. Yayınları. Ankara Şahin Matbaası Kasım 1993. s:114 11 Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Kaynak Araştırma Dergisi. Kent Tarihi Çalışmaları Üzerine Bazı düşünceler. Mehmet Sarıoğlu. Sayı: 11. 2001. s: 338 12 K.Marx. F. Engels Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri. Sol Yayınları. Çeviren Muzaffer Erdost Ankara Kasım 1993. sayfa:13 387 ZONGULDAK KENT TARİHİNE KISA BİR YAKLAŞIM Zonguldak Kenti’nin Doğuşunun Tarihsel Arka Planı 1299 Yılında kurulan Osmanlı İmparatorluğu, 1402 yılında Yıldırım Beyazıt’ın Ankara’da Timur’a yenilmesinden sonra, belirli bir duraklama devrinden sonra 1453 yılında İ