ÖZETLER Sempozyum bildiri özetleri

Transkript

ÖZETLER Sempozyum bildiri özetleri
1
Saygıdeğer katılımcılar,
Üçüncüsünü düzenlediğimiz Kocaeli Tarihi Sempozyumunun konusunu,
şehrimizin ilk yöneticisi Gazi Süleyman Paşa’ya atfettik. Bölgemiz
ve Osmanlı Tarihi açısından önemli bir şahsiyet olan Gazi Süleyman
Paşa maalesef bugün toplumumuz tarafından pek tanınmamaktadır.
Tarih sempozyumlarına başlarken unutulmuş tarihi değerlerimizi yeni
kuşaklarla tanıştırmayı hedeflemiş ve bu heyecanla yola çıkmıştık. Gazi
Akça Koca ve Kara Mürsel Alp’ten sonra Gazi Süleyman Paşa’yı tanıtmak
bizim için ayrı bir heyecan ve onur kaynağı olmuştur.
Kentimizin kurucularından ve Kocaeli tarihindeki en önemli figürlerden
birisi olarak dikkat çeken Gazi Süleyman Paşa’yı konu alan bu
sempozyumla birlikte, Kocaeli’nin sanayi kenti gerçeğinin yanı sıra bir
kültür ve tarih kenti olduğunu da vurgulamış oluyoruz. Kocaeli Büyükşehir
Belediye’mizin kültür politikasındaki katılımcı, şeffaf ve geçmişinden
aldığı güçle geleceği şekillendiren anlayışı; Kocaeli Kitap Fuarı, Kocaeli
Tarih Sempozyumları, Kültür Yayınlarımız ve diğer çalışmalarımızla
yoluna devam edecektir.
Elinizdeki programla üç gün devam edecek olan Gazi Süleyman Paşa
ve Kocaeli Tarihi Sempozyumu, sadece şehrimize ait değil Osmanlı
Tarihi’ne, Kuzeybatı Anadolu Bölgesine ait birçok değerli konu başlığını
ihtiva etmektedir. İlkçağlardan modern zamanlara kadar uzanan bir konu
bütünlüğü arz eden sempozyum konuları, daha öncekilerde olduğu gibi,
sadece tarihe dair değil, kültüre, sanata, mimariye ve bugüne dair de
birçok bilgiyi bir araya getirecektir.
Gazi Süleyman Paşa Sempozyumu ile birlikte ülkemizde son dönemde
yapılan en kapsamlı tarih sempozyumunu gerçekleştiriyoruz. Böylece
dünyanın dört bir yanından ve ülkemizden, kentimiz ve bölge tarihi ile ilgili
olarak çok ciddi bir hareket noktası elde etmiş oluyoruz. Bu çalışmalarda
emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyor, sempozyumumuzun
başarılı bir şekilde geçmesini diliyorum…
İbrahim KARAOSMANOĞLU
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı
KOCAELİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı
Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı
Gençlik ve Spor Hizmetleri Dairesi Başkanlığı
KURULLAR/BOARDS
Başkan/President
İbrahim KARAOSMANOĞLU
Genel Koordinator
/General Coordinator
Doç. Dr. Tahir BÜYÜKAKIN
Düzenleme Kurulu
/Executive Board
Prof. Dr. Haluk SELVİ
Doç. Dr. İbrahim ŞİRİN
Doç. Dr. M. Bilal ÇELİK
Feyzullah OKUMUŞ
Dr. Ali YEŞİLDAL
Raşit FİDAN
Hasan YILMAZ
Hayriye SÖZER
Volkan ŞENEL
Emel ALP
Resül NARİN
Alptekin CEVHERLİ
Adem YILMAZ
Sempozyum Sekreterliği/Secretariate
Bilimsel Konular/Scientific Matters
Doç. Dr. M. Bilal ÇELİK - 0264 295 60 23
Resül NARİN - 0544 207 87 80
İdari Konular
(Ulaşım, Konaklama vb.)
/Administrative Matters
Burçin TİMAÇ - 0262 322 18 74 - 2447
Ali Kemal SANCAK - 0544 529 66 00
Basım Yılı: 2016
Web: http://kocaelitarihisempozyumu.com
Mail: [email protected]
4
Bilim ve Danışma Kurulu
/Scientific and Advisory Board
Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN
Prof. Dr. Adnan SOFUOĞLU
Prof. Dr. Ahmet GÜNEŞ
Prof. Dr. Altan ÇETİN
Prof. Dr. Ayşe Tuba ÖKSE
Prof. Dr. Azmi ÖZCAN
Prof. Dr. Cevdet KÜÇÜK
Prof. Dr. Chakib BENAFRI
Prof. Dr. Dursun Ali AKBULUT
Prof. Dr. Emre DÖLEN
Prof. Dr. Enis ŞAHİN
Prof. Dr. Enver KONUKÇU
Prof. Dr. Erhan AFYONCU
Prof. Dr. Feridun EMECEN
Prof. Dr. Geza DAVID
Prof. Dr. Halil İNALCIK
Prof. Dr. Heath W. LOWRY
Prof. Dr. İdris BOSTAN
Prof. Dr. İlhan ŞAHİN
Prof. Dr. Kemalettin KUZUCU
Prof. Dr. Maria Pia PEDANİ
Prof. Dr. Mehmet ALPARGU
Prof. Dr. Mehmet BEŞİRLİ
Prof. Dr. Nedim İPEK
Prof. Dr. Olena BAÇİNSKA
Prof. Dr. Osman AKANDERE
Prof. Dr. Osman KÖSE
Prof. Dr. Özer ERGENÇ
Prof. Dr. Rhoads MURPHEY
Prof. Dr. Sabahattin ÖZEL
Prof. Dr. Süleyman BEYOĞLU
Prof. Dr. Tofig MUSTAFAZADE
Prof. Dr. Viktor KIRYUKOV
Prof. Dr. Yuriy KOÇUBEY
Prof. Dr. Yusuf OĞUZOĞLU
Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK
Prof. Dr. Zeynep AHUNBAY
Doç. Dr. Ferhat TURANLI
Doç. Dr. Oleksandr SEREDA
Doç. Dr. Olga MAVRİNA
Doç. Dr. Serkan YAZICI
Doç. Dr. Svitlana KAYUK
Doç. Dr. Vyaçeslav STANİSLAVSKİY
5
KÖRFEZ İLÇESİ’NDE (KOCAELİ) ARAZİ ÖRTÜSÜ
DEĞİŞİMLERİNİN UZAKTAN ALGILAMA VE COĞRAFİ
BİLGİ SİSTEMLERİ İLE ANALİZİ (1987-2015)
Yrd. Doç. Dr. Beyza USTAOĞLU
Suzan YILDIZ
Sakarya Üniversitesi
Bu çalışmanın amacı uzaktan algılama ve coğrafi bilgi sistemleri kullanılarak Körfez ilçesinde 1987, 1995 ve 2015 yılları arasında arazi örtüsü
değişimlerini belirlemektir. Araştırma alanı Marmara Bölgesi’nin Çatalca-Kocaeli bölümünde, İzmit Körfezi’nin kuzey kıyısında, TEM Otoyolu,
D-100 Karayolu ve demiryolu güzergâhında yer almaktadır. Araştırma
alanında Tüpraş ve İgsaş gibi büyük sanayi kuruluşları bulunmaktadır.
Körfez ilçesi 2014 yılı nüfus sayımına göre 146.210 nüfusuyla Kocaeli’nin
nüfusu artmakta olan ilçelerinden birisidir. Özellikle sanayileşmenin etkisiyle oluşan nüfus artışı, arazi örtüsünü meydana getiren yerleşme, tarım ve ormanlık alanların mekânsal dağılışını etkilemektedir. Arazi örtüsündeki bu değişimi belirlemek amacıyla veri olarak Landsat 5 TM 1987
ve Landsat 5 TM 1995 ve Landsat 7 ETM+ 2014 uydu görüntüleri ve arazi
çalışmaları ile elde edilecek olan GPS (küresel yer belirleme sistemi)
verileri kullanılacaktır. Yöntem olarak ArcGIS 10.2.2 yazılımında ekran
üzerinden sayısallaştırma ve Erdas Imagine 9.2 yazılımında kontrolsüz
sınıflama tekniği uygulanacaktır. Elde edilen sonuçlar T.C Orman ve Su
İşleri Bakanlığı tarafından oluşturulan Arazi İzleme Sistemi, Ulusal Arazi
Örtüsü veri tabanı ile karşılaştırılacaktır.
6
BUZUL ÇAĞLARINDAN İTİBAREN KOCAELİ’DE
DOĞAL ÇEVRE DEĞİŞİMLERİ VE KÜLTÜRLERE
YANSIMALARI
Öğr. Gör. Ayşin KONAK
Kocaeli Üniversitesi
Her toplum geride ana hatlarını kendisinin oluşturduğu bir tarih bırakır. Bu
tarihin oluşumu düz bir çizgi izlemez. Toplumun iç dinamikleri ile derinleşir,
dış dünya olarak tanımlanan doğal çevreden gelen etkenlerle ise şekillenir.
Kültür doğal çevrenin bütün değişimlerini izler, bu değişimlere göre biçim
kazanır ya da tam tersi kültür yaşadığı coğrafyayı kültürel gelişimi doğrultusunda şekillendirir, tarihini oluşturduğu sahneye yön verir, kendine ait bir
fiziksel çevre yaratır. Bu fiziksel çevre doğal çevreyle birlikte kültür tarihinin
şekillendiği bir “sahne” ya da bir “mekân” oluşturur. Bu tarihten geriye kalan
çoğu zaman kültürün gölgesidir.
İnsan topluluklarının yaşama düzeni, yerleşme yeri seçimleri, beslenme,
kültürel ve ticarete yönelik her türlü üretimleri bugün olduğu gibi doğal çevrenin sunduğu kaynaklara bağımlı olmuştur. Bugüne kadar çeşitli bölgelerde
yapılan arkeolojik araştırmalar göstermektedir ki; çevresel faktörlere bağlı
farklılıklar bu bölgelerde yaşayan toplumların yaşam biçimlerini etkilemekle kalmayıp, her türlü kültürel buluntulara yansımaktadır. Bununla birlikte
doğal çevrede gözlenen değişimler yerleşmelerin yer değiştirmesine neden
olacak kadar köklü değişikliklere neden olabilmektedir. Başta iklim olmak
üzere bu çevresel değişimlerin hızı kültürün çevreye uyarlanma sürecinde
oldukça etkilidir.
Günümüzden 2,58 milyon yıl önce başlayan Kuvaterner Dönem kendi içinde
“Büyük Buz Çağı” olarak bilinen Pleyistosen (2,58 milyon yıl - 11,7 bin yıl) ve
günümüz iklim koşullarının yaşanmaya başladığı Holosen (11,7 bin yıl - günümüz) olmak üzere iki çağa ayrılmaktadır. Derin deniz sondajlarından elde
edilen bilgiler sonucu Kuvaterner’de, zaman ve mekân çerçevesinde buzulların ilerlediği, daha sonra çekildiği buzul dönemleri ve buzul arası dönemlerin yaşandığı anlaşılmıştır. Kuvaterner Dönem’de gözlenen buzullaşmalar
coğrafik konum, atmosferik ve topografya şartlarında gözlenen farklılıklardan dolayı yer ve zaman bakımından farklılık göstermiş, yeryüzünün farklı
bölgelerinde değişik süre ve şiddetlerde etkili olmuştur. Bu dönem içinde
Karadeniz’e ve Marmara Denizi’ne kıyısı olan ve kısa mesafelerde mikro çeşitlilik gösteren ekolojik bölgeleri ile Kocaeli’nde başta deniz seviyesi değişimleri ve alüvyonlaşma süreçleri olmak üzere çeşitli çevresel değişimler
kültürler üzerinde ciddi etkiler bırakmıştır.
7
BİTHYNİA, TRAKLAR VE DİĞER
BALKAN KÖKENLİ HALKLAR
Prof. Dr. Engin BEKSAÇ
Öğr. Gör. Şule Nurengin BEKSAÇ
Yrd. Doç. Dr. Mustafa HATİPLER
Trakya Üniversitesi
Bithynia Bölgesi’nde uygarlığın en önemli etmeni olan Balkan ve Trak
kökenli toplulukların durumunu ele alan bir çalışma olarak, bölgenin
Trakya ve Balkanlar ile olan ilişkisi yanında, Anadolu’da komşu bölgeler
ile olan ilişkilere de değinilecektir.
THE EARLY HISTORY OF BITHYNIA - THE REGION OF
KOCAELI FROM THE TIMES OF THE THRACIAN KING
PHINEUS TO THE LYDIAN KING CROESUS
Doç. Dr. Alexandar PORTALSKY
SWU, Bulgaria
The paper interprets the information from ancient sources regarding the
land of Bithynians. At first the hypothesis of the existence of a large Thracian state entity on both sides of Bosporus is proposed, which supposedly
reached north to Salmydessos and south to today’s Gulf of Kocaeli.
Then the growth of the Lydian kingdom in 7-6 century BC is analyzed.
The kings Alyates and Croesus controlled southern shore of the Sea of
Marmara and organize there founding of the Greek colonies, which with
their fleets help to stop the continuous passing of Thracians from Europe to Asia Minor and vice versa. In this context the founding of Astakos,
probably in the place of today’s Yazlik or Yuvacik is commented as well.
8
KURULUŞUNDAN YIKILIŞINA KADAR BİTHYNİA
KRALLIĞI’NIN SINIRLARI VE GELİŞİMİ
Dr. Ali BORA
Ele aldığımız konunun genel kronolojisi, MÖ. üçüncü yüzyılın başlarından, MÖ. birinci yüzyılın ilk çeyreği arasındaki süreci kapsamaktadır.
Hellenistik Dönemin önemli bir parçası olan bu süreç, aynı zamanda siyasi otorite olarak Bithynia Krallığı’nın ortaya çıkışı ve yok oluşu ile ilgili
gelişmeleri içerir. Bu bakımdan çalışmamız, bölgedeki önemli tarihsel
gelişmeler eşliğinde, Bithynia Krallığı sınırlarının oluşumu ve gelişimini
ele almaktadır.
Antik kuzeybatı Anadolu’nun konu edilen siyasi otoritesinin hükmettiği tarihsel coğrafya, Prusias I döneminden itibaren en geniş sınırlarına ulaşan
krallığın, o zamanlar bilinen dünyadaki saygınlığı ve bu ortamda oynadığı
rolün öneminin bir göstergesidir. Bu bağlamda Bithynia hanedanlığı ile
Asia, Kappadokia, Galatia, Paphlagonia, Pontos kralları ve Roma arasındaki mücadelelerin yanı sıra, bölgenin coğrafi ve topoğrafik özelliklerinin
krallığın sınırlarına olan etkileri değerlendirilmektedir.
BITHYNIAN INFLUENCES ON ROMAN
IMPERIAL CULT PRACTICES IN THRACE
Dr. Milena RAYCHEVA
Sofia University
Bithynia and Thrace are two geographic regions closely related by the
ethnic origin of their inhabitants, as noted by ancient authors as early as
Herodotus, Thucydides and Xenophon. These lands continued to share
cultural similarities in the following ages, further confirmed by later historians. Under Roman rule these territories were transformed, though
not simultaneously, into the neighboring provinces of Bithynia et Pontus
and Thracia, which still preserved a special connection. Various forms of
evidence prove their continuous interaction, usually attested by the flow
of artisans from Asia Minor in Thrace, or by the Thracian personal names
still used in Bithynia.
9
The paper will focus on one aspect of the powerful cultural impact of
Bithynia on Thrace during Roman age - namely, the influences on imperial cult practices. Major Bithynian cities like Nicomedia, Nicaea, Prusias
ad Hypium, Apamea flourished in Roman times and set fashion trends
in civic and religious life which were copied in Thrace. Very often these
trends were brought in by Bithynian natives themselves that settled down
in Thrace, as shown by epigraphic evidence. The influences will be traced
through a number of parallels between the provinces, and close attention
will be paid to the planning of architectural space, the organizing of imperial cult events, and especially the individuals and institutions that were
involved in emperor worship at municipal or provincial level.
BİTHYNİA BÖLGESİNİN TARİHİ VE
KULLANDIKLARI TAKVİM
Doç. Dr. Hülya BOYANA
Ankara Üniversitesi
Bithynia kuzeyde Karadeniz (Pontus Euksenios), batıda Çanakkale Boğazı (Hellespontos) ve Kocaçay (Rhyndakos), güneyde Sakarya Irmağı (Sangarios) ile sınırlanmış, Anadolu’nun kuzeybatısında bulunan bir bölgedir.
M.Ö. V. ve M.Ö. IV. Yüzyıl antik dönem yazarlarının hemen hepsi, Bithynleri “Asya Trakları” veya “Trakya Bithynleri”, ülkelerini de “Asya Trakyası”
veya “Trakya Bithyniası” diye adlandırmışlardır.
Bu çalışmamızda Bithynia Bölgesi halkının kullandığı takvimi incelemeye
çalışacağız. Bithynia’da tapınılan on iki bölge tanrısına göre isimlendirilmiş olan bu takvim muhtemelen Hellenistik Döneme aittir. Çalışmamızda her aya atfedilen tanrı ve tanrıçalar incelenmeye çalışılacaktır.
10
DOĞU MARMARA’DA ANA TANRIÇA (KYBELE)
KÜLTÜ VE TASVİRLERİ
Kemal ÇİBUK
Kocaeli Müze Müdürlüğü
1. Ana Tanrıça dönem insanı tarafından neden kadınla özdeşleştirilmiştir?
2. Ana Tanrıça inancının olduğu dönemlerde kadının toplum içerisindeki
konumu ve Ana Tanrıça’nın doğayla ilişkisi nasıldır?
3. Marmara’nın doğusunda kybele tapınımına işaret eden arkeolojik veriler nelerdir?
4. Marmara’nın doğusundaki kybele tasvirlerinin benzer ve farklı yönleri
hangileridir?
Bildiride yukarıda sayılan hususlara dikkat çekmek amaçlanmıştır. Kocaeli (Nikomedia), İznik (Nikaia), Düzce Konuralp (Prusias ad Hypium)
ve Bolu (önceleri Bithynion, Romalılar döneminde ise Claudiopolis) Müzelerinde yer alan Kybele heykelleri karşılaştırma, anoloji vb. teknikler
kullanılarak şekil, içerik yönleriyle sunulmaya çalışılacak olup, Roma’ya
başkentlik yapması nedeniyle Nikomedia (İzmit) merkezinde şekillendirilecektir.
Kybele, bitkiler ve hayvanlar âleminin yöneticisi ve sahibesidir. Kent koruyuculuk özelliği bulunan Tanrıça Bu özelliği neticesinde ülkeleri ve
kentleri korumak adına Anadolu’dan Yunanistan ve Roma’ya taşınmıştır.
Kybele kültü, kökeni Paleolitik Çağ Venüs’lerinden Neolitik, Kalkolitik ve
Tunç Çağı Ana Tanrıça’larına kadar uzanan, Phryg egemenliği altında,
o güne kadar taşıdığı imgelem ile birlikte yeniden biçimlenerek Roma
dönemi dâhil olmak üzere gücünü ve etkisini artırarak varlığını ortaya
koyan evrensel nitelikli bir külttür. Sümer’de; İnanna, Babil’de; İştar, Astarte, Mısır’da; İsis, Suriye’de; Atargatis, Girit’te; Rhea, Kültepe tabletlerinde; Kubaba, Hitit kaynaklarında; Hepat, Frigya’da; Kybele, Agdistis,
Lydia’da; Kybebe, Kubebe, Lykia’da; Kybele, Komana Pontika (Karadeniz
Ereğlisi, Tokat bölgesi’nin 9 km kuzeydoğusunda) ve Kappodokia’sında; Ma, Efes’te; Artemis, Yunanistan ve Roma’da; Gaia, Rhea, Demeter,
Mater, Magna Mater, Dindymos, Dindymene, İtalya’da; Venüs, Vesta, Ermenistan ve Hindistan’da; Aditi isimleri ile tapınım görmüş olması onun
evrenselliğini ortaya koymaktadır.
11
Ana Tanrıça; “yaratıcılığı, bereketi, cinselliği, doğumu, çocuk büyütmeyi
ve gelişme döngüsünü temsil eden analık simgesi ya da tanrıça” olarak
tanımlanmaktadır. Anadolu’da Ana Tanrıça varlığı M.Ö. 6500-7000 yılına
dayandırılmaktadır.
Müzelerde bulunan eserlerin tanıtımı, şehrin ve sahip olduğu kültürel
değerlerin bilinmesi açısından önemli olduğu için bu bildiri ile Kocaeli
Müzesi ve Kocaeli’nin sahip olduğu değere dikkat çekilecektir.
MILETUS - A MAJOR CENTER OF THE
ANCIENT ASIA MINOR
Prof. Dr. Gabelia Alik NIKOLAEVICH
Abkhazian State University
Miletus - one of the largest and richest of the ancient polis, the metropolis of a large number of cities on the coast of the Marmara and the Black
Sea, was the largest center of Greek culture. Miletus was the founder of
almost all the cities of the North and the Eastern Black Sea region, and
therefore the study of its material culture is of great scientific interest.
Herodotus left a vivid description of the events that took place in this ancient city of Asia Minor, the class struggle during the period of formation
of the polis, the policy of Miletus during the Greco-Persian wars and its
total destruction after capture by the Persians in 494 BC.
The Greek historians Xenophon and Thucydides wrote about Miletus as
well as later writers like Strabo, Pliny, Pausanias and Plutarch. Milestones of the history of this city have been studied and refined by later
explorers, as well as by the results of archaeological excavations. Great
interest attaches to the book of E. Akurgal, Turkish researcher, based on
the latest discoveries of the 60s in Smyrna, Gordion, Ephesus, Miletus,
Sinop and other places.
Archaeological materials of archaic Miletus are very fragmentary, as the
city was destroyed and looted by the Persians during capture in 494 BC.
These ruins lie under the buildings of a later period and are partially opened. At the same time, the remains of buildings and archaeological materials provide a glimpse of the material culture of the city.
Archaeological excavations have refined the stratigraphy of cultural la12
yers of the Cretan settlement of Miletus. Fragments of ancient ceramic
layer have been found there, and excavations near the Temple of Athena
of the 4th century BC have revealed the remains of fortifications, houses
and outbuildings of the late Milesian period.
Apparently, in the XII-XI centuries BC, the settlers from mainland Greece
began to appear on the shores of the Asia Minor and by the findings of
painted vases of the proto geometric style, resettlement has been started
from the XI th century BC, relocation process of Ionians lasted for several
generations. Cities appeared directly by the sea or by small islands surrounded by the sea.
Since the VIIIth century BC, Miletus began to develop rapidly as a trade
and craft center. Sea travels of Miletus merchants, founded trading posts
or emporiums by the latter ones, and later the colonization activities of
Miletus have been of great importance to economy of Miletus, as well as
to formation of the polis.
According to various sources Miletus founded around 100 colonies on the
shores of the Marmara, Mediterranean and Black Sea.
The appearance of new cities, to which Miletus, as the metropolis, had
the live links and where Miletus merchants enjoyed special privileges,
had even more contributed to the development of trade, crafts and all
sectors of the society of Miletus.
The social structure of Miletus during the under review period has been
developing towards an increasing differentiation of property relations.
HİTİTÇE METİNLERDE SAKARYA IRMAĞI
Dr. Kurtuluş KIYMET
Kocaeli Üniversitesi
Sakarya Irmağı olduğu kabul edilen ırmak adının Hititçe çivi yazılı metinlerde ÍDŠahiriia (Šahiriya) veya ÍDŠehiriia (Šehiriya) şeklinde görüldüğü,
tarihi coğrafya çalışmalarında iddia edilmiştir. Söz konusu ırmak klasik
dönemde Saggarios ve Sangarius olarak geçmektedir. Klasik metinler
çerçevesinde Sangarius-Sakarya eşitliği konusunda herhangi bir şüphe
olmamakla birlikte, Šehiriia kelimesinin tartışmaya yer bırakmaksızın
Sakarya Irmağı’nın karşılığı olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu
13
kelime Hititçe metinlerde yedi defa görülmektedir. Bunlardan sadece
bir tanesi tarihi içeriklidir. Tarihi metin, Hitit kralı II. Muršili’nin Ayrıntılı Yıllıkları’dır. Diğer metinlerden birisi IV. Tuthaliya dönemine ait bir
toprak bağış belgesi, diğerleri ise dini içerikli metinlerdir. Ne yazık ki bu
çivi yazılı belgeler hem kırık olarak ele geçmiştir hem de içerik açısından
baktığımızda sağlıklı bir lokalizasyon denemesi için yeteri kadar veri içermemektedirler. Söz konusu Hititçe belgelerden sadece II. Muršili dönemine ait olan yıllık parçası kısmen de olsa birtakım ipuçları içermekte ve
lokalizasyon konusunda bizlere fikir vermektedir. Bu metne göre Hititler
Arzawa seferi esnasında Šehiriya Irmağı ile karşılaşmıştır. Ancak bu ırmağın Sakarya olduğuna dair yeterli bir veri yoktur. Çünkü Hitit ordusunun takip ettiği güzergâh belli değildir.
GEÇ ANTİKÇAĞDA HACYOLU GÜZERGÂHINDA BİR
MERKEZ: NİKOMEDİA
Yrd. Doç. Dr. Kamil DOĞANCI
Uludağ Üniversitesi
M.Ö. 8. yüzyılın sonlarına doğru Megara kolonisi olarak kurulan Astacus,
Makedonya kralı Lysimakhos tarafından yıkılınca, Bithynia kralı I. Nikomedes tarafından Nikomedia adıyla yeniden kurulmuş (M.Ö. 264) ve krallığın başkenti yapılmıştır. Bithynia Krallığı tarih sahnesinden silininceye
kadar da bu unvanını korumuştur. Roma İmparatorluğu’nun doğu politikası çerçevesinde M.Ö. 1. yüzyıl başlarında Pontus kralı VI. Mithridates
ile yaptığı savaşlar sırasında Bithynia’nın ve dolayısıyla buradaki yolların
önemi artmıştır. Bu süreçte Bithynia kralları Roma yanlısı bir politika
izlemişlerdir. Son Bithynia kralı IV. Nikomedes’in M.Ö. 74’de vasiyetle
krallığını Roma’ya bırakmasıyla Bithynia eyaleti kurulmuştur. Krallık döneminde olduğu gibi Roma döneminde eyaletin metropolis’i Nikomedia
olmuştur. Eyalet valileri Nikomedia kentinde oturmuşlardır ve eyaleti
buradan yönetmişlerdir.
Nikomedia’dan geçen yollar Roma döneminde önem kazanmakla birlikte asıl olarak imparator Diokletianus’un (M.S. 284-305) imparatorluğun
doğu kısmını buradan yönetmeye başlamasıyla zirveye ulaşmıştır. Daha
sonra imparator Konstantinus’un M.S. 330’da başkent olarak Konstantinopolis’i seçmesi de Nikomedia’nın önemini azaltmamıştır. Çünkü
bulunduğu coğrafya itibarıyla kent, doğudan gelip başkente giden yolla14
rın geçiş rotası üzerinde yer almaktadır. Aynı şekilde Avrupa’dan gelip
Doğuya giden askeri, ticari ve dini yolların Anadolu’daki ilk ve en önemli
durağı da Nikomedia’dır. Doğuya yapılan seferlerin ana üssü Nikomedia
olmuştur. Özellikle Parth Savaşları sırasında eyalet askeri açıdan önem
kazanmış ve imparator eyaleti yapılmıştır.
Geç antikçağda Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olmasıyla Avrupa’dan başlayıp Jerusalem’e ulaşan yollar önem kazanmıştır.
Bu dini yola Hacı Yolu denilmiştir. “Hacı Yolu” terimi ilk kez Itinerarium
Burdigalense (Bordeaux Seyahatnamesi) adlı bir seyahatnamede geçer. Hacı Yolu, Hıristiyan hacı adaylarının Jerusalem’e (=Kudüs) giderken kullandıkları ana yol idi. Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden yola çıkan
hacı adayları için ilk toplanma merkezi Konstantinopolis idi. Buradan
Anadolu’ya geçen hacı adaylarının buradaki ilk durağı da Nikomedia idi.
Nikaia-Ankyra-Tarsus-Antiokhia güzergâhını takip eden hacı adayları nihayetinde Jerusalem’e (=Kudüs) ulaşıyordu. Yolun güzergâhı üzerindeki tartışmalar devam etse de, araştırmacıların büyük çoğunluğu
Konstantinopolis-Nikomedia-Nikaia arasındaki bölümü için görüş birliğine varmışlardır. Konstantinopolis-Ankyra arasındaki en önemli merkez
Nikomedia’dır. Burası Hacı adaylarının önemli durak noktalarından biri
olmuştur.
Hacı Yolu hakkındaki bilgilerimiz başta arkeolojik verilere dayanmaktadır. Bu yol üzerinde bulunan çok sayıdaki miltaşı, köprü ve yol kalıntıları
yolun güzergâhı hakkında önemli bilgiler verir. Diğer kaynak grubu Itinerarium Burdigalense, Itinerarium Antonini, Tabula Peutingeriana vb. gibi
seyahatnameler ve antik kaynaklardır.
HANNİBAL’İN ANADOLU’DAKİ FAALİYETLERİ VE
LİBYSSA (GEBZE?) ÜZERİNE BİR İNCELEME
Arş. Gör. Onur GÜNDAY
Celal Bayar Üniversitesi
MÖ 202 Kasımında, Hannibal’in Romalı General Scipio (Africanus) karşısında Zama’da aldığı yenilgi ile Kartaca’nın kaderi tayin olmuştur. Ülke
bu savaş sonunda Batı Akdeniz hâkimiyeti mücadelesinde Roma’nın gerisine düşmüş, Hannibal de Roma’nın ve Kartaca’daki siyasi rakiplerinin
baskıları sonunda şehri terk etmek zorunda bırakılmıştır. Roma ile olan
mücadelesinden vazgeçmeyen Hannibal, bu amacına en uygun mütte15
fik olarak kendisine doğunun büyük Helenistik hükümdarı olan Seleukos kralı III. Antiochos’u seçmiştir. Hannibal’in bu amaçla Anadolu’ya
geçişi onun Roma ile olan mücadelesinin ikinci aşamasını oluşturmakla beraber, Kartaca-Roma savaşları kadar önemli sonuçlar doğurmuştur. Hannibal, III. Antiochos dışında kuzeybatı Anadolu’da Helenistik bir
krallık olan Bithynia’da kral Prusias’ın da hizmetinde bulunmuş, Prusias’ın, Roma’nın müttefiki olan Pergamon krallığı ile olan mücadelesinde
onun yanında yer almıştır. Hannibal’in Anadolu’ya geçişi Roma’nın Anadolu siyasetini gözden geçirmesine neden olmuş ve bölgedeki yayılışını
hızlandırmıştır. İtalya’da neden olduğu yıkımın etkileri taze olduğu için,
Hannibal yaşadığı sürece, Roma onu büyük bir tehdit olarak görmüştür.
Roma’nın her fırsatta Hannibal’i hizmetinde bulunduğu krallardan teslim edilmesini istemesi sonucunda çıkış yolu bulamayan Hannibal Libyssa’da (Gebze?) intihar etmiştir. Antik ve modern kaynaklarda Libyssa’nın
yeri hakkında farklı kayıtlar ve iddialar yer almış, günümüze kadar araştırmacılar arasında tartışma konusu olmuştur.
İLK ÇAĞ’DA NİKOMEDİA (İZMİT)’DAN HIRİSTİYANLIK
TARİHİNE YAYILAN IŞIK: SANTA BARBARA
Yrd. Doç. Dr. Yüksel GÜNGÖR
Kocaeli Üniversitesi
İlk çağda Nikomedia, öncelikle, konumu nedeniyle Bithynia Eyalet Meclisi’nin merkezi olarak eyalette ön plana çıkar. MÖ 29 yılında ise İmparator
Augustus, Roma ve kendi adına bir tapınak yapılması için Pergamon’a ve
Nikomedia’ya izin verir. Böylece kent, neokoros unvanını alarak eyaletteki imparatorluk kültünün de merkezi olur. Kenti sahip olduğu, jeopolitik
stratejik öneminin de bir göstergesi olarak Hellenistik dönemde Bithynia
Krallığı’na ve Roma döneminde, İmparatorluğun doğusuna başkentlik
yapmıştır.
Araştırma konumuzun amacı; kentin sahip olduğu bu siyasi ve kültürel
zenginliğinin yanında Santa Barbara gibi, Nikomedia’da yaşamış Hristiyan inancında 14 Koruyucu (Kutsal Yardımcılar) arasında ismi zikredilen
St. Barbara’nın Hıristiyanlık tarihi içinde önemini araştırıp, ortaya koymaktır.
Roma İmparatoru Diocletianus döneminde öldürülen “Roma Martyroloji”sinde şehit olarak geçen dünya Hıristiyanlığı içinde en çok bilinen;
16
adına köyler, kentler, okullar, üniversiteler ve sayısız kilise ve şapeller
kurulmuş Santa Barbara’nın halen var olan altı kardeş şehrine, Cuzco,
Palma de Mallorca, Puerta Vallarte, Toba City, Weihai ve Yalta’ya İzmit’i
de ilave ettirmek çok yararlı olmaz mı?
Bu altı kent turizm açısından St. Barbara’yı pazarlayıp ekonomik kazançlar elde ederken, Hıristiyanlık Tarihi kaynaklarında yaşadığı yer Nikomedia olarak geçer. Tarihsel süreç içinde Osmanlı hâkimiyetine girince
Iznikmid, Ismid ve Izmit’e dönüşen kentin “dini turizm” pazarına St. Barbara’yı tanıtıp, hak ettiği yeri almasıdır.
KOCAELİ MÜZESİ’NDE BULUNAN TİYATRO KORKULUK
BABALARI
Prof. Dr. Neşe ATİK
Namık Kemal Üniversitesi
Antik kaynaklar sayesinde Nikomedia antik kentinin tarihine ilişkin olaylar bilinmesine karşın, şehrin mimarisine ait bilgiler henüz çok sınırlı
araştırmalara dayanmaktadır. Nikomedia antik kentinden günümüze
gelen taşınabilir eski eserlerin bir kısmı şehrin erken dönemlerine ait
olmakla beraber, İzmit Müzesi’ndeki zengin heykeltıraşlık buluntuları
ve bezemeli mimari parçalar, şehrin özellikle İmparator Diokletianus ve
kurucusu olduğu Tetrarşi Dönemi (285-305) ile imparator I. Justinianos
(527-565) arasındaki dönemde önemli bir kent olduğuna işaret etmektedir. Kent özellikle de Theodosius Hanedanı (379-457) zamanında önemli
bir dini merkez olarak, birçok anıtsal yapısı olan bakımlı bir kent olmalıdır.
Halen Kocaeli Müzesi’nde bulunan üçü aynı yerde ele geçmiş, toplam
dört adet tiyatro korkuluk babası Nikomedia kentinde bir ya da daha fazla
sayıda tiyatronun varlığına işaret etmektedir. Büyük olasılıkla Hellenler
ya da Romalılar zamanında inşa edilmiş tiyatro binalarında kullanılmış
olan bu korkuluk babaları, M.S. 3. yüzyılda Doğu Roma’da gladyatör ve
vahşi hayvan dövüşlerine ilginin attığı bir dönemde, tiyatrolarda yapılmış
olan bir değişiklik safhasına aittir. Oturma sıralarının orkestradan daha
yüksek bir seviyede başlaması ve korkuluklar (balustrade) ile çevrilmesi, oturma sıralarının bulunduğu kavea bölümünü, oyunların sergilendiği
orkestra bölümünden seyircileri koruma amacıyla ayrılması Nikome-
17
dia’da da venationes denilen gladyatör-vahşi hayvan dövüşlerinin sergilendiği göstermektedir.
Korkulukları birbirine bağlayan, bacaklarının üst kısmı ve yukarısı betimlenmiş, insan figürü şeklindeki korkuluk babaları stilistik özellikleri nedeniyle, şehrin siyasi ve dini nedenlerle önemli olduğu Geç Antik Devir’de
yapılmış olmalıdır. Figürlerde kullanılmış olan aksesuarlar ve ellerinde
tuttukları objeler, söz konusu korkuluk babalarının içeriklerine ve kullanıldıkları dönemdeki kullanım amaçlarına işaret etmektedir.
KOCAELİ ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİNDE
BULUNAN CAM BİLEZİKLER
Kemal ÇİBUK
Yrd. Doç. Dr. Gül KARPUZ
Kocaeli Müze Müdürlüğü
Atatürk Üniversitesi
Cam, MÖ III. binde keşfedilmiş, bilezik olarak kullanımı ise MÖ II. binden
itibaren gerçekleşmiştir. Cam bilezikler kesit, süsleme ve renk olarak
çeşitlilik gösteren kadın süs eşyalarıdır. Günümüzde Anadolu topraklarında bulunan ve kırılgan malzemesine rağmen sıkça karşılaşılan cam
bilezikler kültürel miras olarak Roma, Bizans ve İslami dönemleri kapsamaktadır. Cam bileziklerde karşılaşılan en büyük sorun tarihleme konusudur. Özellikle müzeye satın alma yolu ile gelen bileziklerin sade olması
ve sade bileziklerin cam yapımında yaklaşık her dönem görülmesi bu tür
eserlerin kesin bir tarihe verilmesini zorlaştırır.
Bildiride Kocaeli Müzesi’nde bulunan kazı ve satın alma yolu ile müzeye
kazandırılmış 30 adet cam bileziğin teknik, kesit, renk ve süsleme bakımından incelenmesi ile Sanat Tarihinde camın takı olarak kullanımına
değinilecektir. Müzelerde bulunan eserlerin tanıtımı, şehrin ve sahip olduğu kültürel değerlerin bilinmesi açısından önemli olduğu için bu bildiri
ile Kocaeli Müzesi’nin sahip olduğu değere dikkat çekilecektir.
18
KOCAELİ MÜZESİ OSMANLI DÖNEMİ
SAAT KOLEKSİYONU
Özay TİTİZ
Ramazan SAYİM
Kocaeli Müze Müdürlüğü
Zamanı ölçmek insanoğlu için oldukça önemli bir ihtiyaç olmuştur. Saatin tarihsel sürecinde, ilk başlarda basit bir çubukla kurulan düzenek,
güneşin yarattığı bir vakit anlayışını ortaya çıkarmıştır. Mezopotamya ve
Mısır uygarlıklarında ortaya çıkan bu rasat çubukları, saatin ilk kez cihaz
olarak ortaya çıktığı şeklidir. Çağlar içinde güneş saatinden, su saatine,
kum saatine varana kadar birçok farklı ölçüm metodu denenmiştir. 13.
yüzyıla kadar güneş, kum ve su saatleri, zaman ölçme aleti olarak beğeniyle kullanılmıştır.
13. yüzyıldan itibaren gelişen teknoloji ile birlikte ise Avrupa’da, mekanizmaları bir ağırlıkla çalışan büyük mekanik saatler ortaya çıktı. Başlangıçta, portatif ev saatleri şeklinde kullanılan mekanik saatler, zaman içinde
köstekli saat olarak ceplere, saat kuleleri olarak da şehirlerin önemli
meydanlarına girmiştir. Yirminci yüzyılda saat teknolojisinde büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. 1920’lerde enerjisini bir yıl veya daha uzun ömürlü pilden sağlayan ve kurulmasına gerek olmayan kuvars (quartz) saatler
geliştirilmiştir. Günümüzde ise, 1/10 trilyonluk hatayla zamanı ölçebilen
atom saatleri geliştirilmeye çalışılmaktadır.
Selçuklular ve Osmanlılar döneminde evlerde su ve kum saatleri, cami,
medrese ve kitaplıklarda ise, güneş saatleri beğeniyle kullanılmaktaydı.
1477 yılında Fatih’in Venedik’ten getirttiği mekanik saatlerin benzerleri
16. yüzyıldan itibaren İstanbul’da yerel saat ustalarınca büyük bir ustalıkla yapılmaya başlandı. Osmanlıların ilk mekanik saat yapımcısı İstanbul
Rasathanesi’nin kurucusu ve Sultan III. Murad’ın müneccimbaşısı astronom Taḳiyyuddīn’dir. Taḳiyyuddīn, Osmanlı mekanik saatçilerinin, bilgilerinden faydalandığı bir yol gösterici olmuştur. 19. yüzyıldan itibaren saat,
sultanların çevresindekilere hediye olarak verilmekten, çeyiz sandıklarının vazgeçilmez bir parçası ve evlenen çiftlere verilen değerli bir hatıra
olmaya kadar günlük hayata önemli bir eşya olarak girmiştir.
Bu kapsamda tarafımca Kocaeli Müze Müdürlüğü koleksiyonunda yer
alan Osmanlı Dönemi saatleri incelenip kültür tarihine ve şehir hafızasına bir katkı sağlanması umut edilmektedir.
19
KOCAELİ MÜZESİ KOLEKSİYONU BİZANS DÖNEMİ
SİKKELERİNDEN ÖRNEKLER
Zuhal UYKAL
Kayhan AKDENİZ
Kocaeli Müze Müdürlüğü
Sikke, dilimize Arapçadan geçmiş bir kelimedir. Ünlü tarihçi Herodot ilk
sikkenin Lydialılar tarafından bastırıldığından bahsetmektedir. Lydia’lılar
M.Ö. 7. yüzyıl ile 6. yüzyıl büyük bir uygarlık kurmuşlar ve M.Ö 640-630
tarihlerinde ilk sikkelerini altın ve gümüş karışımı olan elektrondan darbetmişlerdir.
Sikkeler; ilk basılışlarından bu yana, yüzyıllar önce yaşamış toplumlar
hakkında bilgiler veren ve tarihi konuşturan belge niteliğindedirler. Bu
özellikleri nedeniyle bu nesnelerin incelenmesi bir bilim dalı olarak kabul
görmüş ve nümismatik bilimi doğmuştur. Grekçe “nomisma” ve Latince ise “numisma” sözcüklerinden türetilmiştir. Osmanlıcada bu kavram
“ilm-i meskukat” ya da kısaca “meskukat” olarak geçecektir.
Bizans İmparatorluğu’nda darp edilen sikkelerin betimlemeleri öncelikli
olarak Hıristiyan inancını ve Roma devlet fikrini yansıtmaktadırlar. Nümismatlar için Bizans dönemi tarihi, o zamana değin Doğu ve Batı Roma’da (476’daki çöküşüne değin) geçerliliği olan eski Roma sikke sisteminin, hükümdarlığı zamanında köklü değişikliğe uğradığı İmparator I.
Anastasios (491-518) ile başlamaktadır.
Kocaeli Tarihi açısından büyük önem arz ettiğini düşündüğümüz, Kocaeli
Müzesi koleksiyonunda kayıtlı Bizans Sikkeleri, bu çalışma ile tarafımızdan incelenerek tespitlerimiz değerlendirilecektir.
20
BİR ROMA İMPARATORLUĞU BAŞKENTİ NİKOMEDİA
Dr. Murat ÖZTÜRK
Fırat Üniversitesi
Başkent seçimi tarih boyunca bütün devletler için kritik bir karar olmuştur. Bu seçimde jeopolitik konum, coğrafi ve demografik yapı, devletin
hedefleri gibi pek çok etken vardır. Ancak bazen de tarihi süreç içerisinde
yaşanan gelişmeler, bazı şehirlerin seçilmesine sebep olur. Bu duruma
en iyi örneklerden biri de İzmit’in 46 yıl boyunca Roma İmparatorluğu’nun
başkenti olmasıdır.
Roma İmparatorluğu’nun bölünüp doğunun Bizans adını aldığı yıllar tam
bir karmaşa içerisinde geçmiştir. Başkent Roma iken ve imparatorluğun ikiye ayrılma süreci henüz başlamamışken, Roma’dan Pers seferi
için yola çıkan İmparator Numerian hastalanır ve İzmit (Nikomedia)’te
ölür. Yaklaşık elli yıldır devam eden kargaşa ortamının sona ermesini
isteyen ordu, süvari birlikleri komutanı Diocletian’ı imparator yapar. Diocletian’ın, nispeten rahatlıkla, imparator olması bu iç karışıklıkların bir
sonucudur. Tek bir rakibi ortaya çıkmıştır ve onu ordunun da desteğiyle
mağlup etmiştir. Diocletian 1 Nisan 284’te İzmit’te taç giyerek Roma İmparatoru ilan edilir.
Diocletian imparatorluğun aşırı büyüyüp hantallaştığı, düşmanlarının
aşırı çoğaldığı ve iletişim yollarının tek bir hükümdarca layıkıyla yönetilemeyecek kadar uzun olduğu sonucuna varmış ve tahtını Maximianus
adlı eski bir silah arkadaşıyla paylaşmaya karar vermişti. Diocletian, imparatorluk tacını giydiği şehir olan İzmit’i imparatorluğun başkenti ilan
etti. Böylece Roma İmparatorluğu’nun dönüşüm ve bölünme süreci de
başlamış oluyordu.
İzmit (Nikomedia), bu dönemde kısa sürede Antiokheia (Antakya),
Alexandria (İskenderiye) gibi görkemli Roma İmparatorluğu şehirleri ile
karşılaştırılabilecek kadar gelişti. Öyle ki İzmit, Roma ile dahi karşılaştırılır hale geldi.
46 yıl doğu boyunca Roma İmparatorluğu’na başkentlik yapmış olan
İzmit, ilerleyen yıllarda da özellikle konumu sebebiyle önemini korumuştur. Çalışmamızda, İzmit’in başkent oluş süreci, 46 yıllık başkentlik
dönemi ve doğu Roma’nın başkentinin tekrar değiştirilerek İstanbul’ a
taşınmasının üzerinde duracağız.
21
İMPARATORLUK BAŞKENTİ NİCOMEDİA’NIN RENKLİ
İHTİŞAMI: ÇUKURBAĞ KURTARMA KAZILARINDA ORTAYA
ÇIKARILAN GÖRKEMLİ ROMA ANITI
Yrd. Doç. Dr. Tuna ŞARE AĞTÜRK
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentiyken ihtişamlı yapılarıyla dünyanın en büyük şehirlerinden biri olan antik Nikomedia, günümüzde endüstri kenti Kocaeli’nin hemen altında yatmaktadır. Bu sunum, 2001 ve
2009 yılları kurtarma kazılarında Kocaeli şehir merkezi Çukurbağ Mahallesi’nde bir binanın temelinde bulunan ve Kocaeli Arkeoloji Müzesi’nde
koruma altına alınan görkemli bir Roma yapısına ait çokrenkli rölyef ve
heykellerin bilimsel araştırmasını içeren TÜBİTAK projemizin (115K242)
tanıtımını ve ön bulgularını içerir. Proje kapsamındaki Çukurbağ buluntuları, sanat tarihsel ve arkeometrik metotlarla değerlendirilecek
ve ait oldukları yapı dijital 3D modelleme yoluyla ayağa kaldırılacaktır.
Çokrenkli Çukurbağ rölyeflerinin en çarpıcı özelliği şimdiye kadar antik Roma sanatında bilinen renkleri en iyi korunmuş örnek olmalarıdır.
Projede renkli Çukurbağ rölyef ve heykelleri X ışını floresans spektrometresi ve 3 boyutlu lazer teknikleri ile taranarak, imalat izleri eksiksiz
belirlenecektir. Bu teknik bilgilerin yanı sıra rölyefler üzerindeki tasvirlerin karşılaştırmalı sanat tarihsel analizi ile Roma tarihi aydınlatılarak son
yılların en çarpıcı arkeolojik buluntularından olan Çukurbağ Anıtı bilime
tanıtılacaktır.
Çukurbağ malzemesi, 40 parça figürlü rölyef blok ve rölyeflere ait kırık
parçalar, en az 4 adet heykele ait parçalar ve hala kazı alanında bulunan
onlarca mimari öğeden oluşmaktadır. Rölyeflerin üzerinde tasvir edilen
tarihi konular arasında savaş, tutsak alınan esirler, göç, zafer geçidi, askeri sefer ve dini tören bulunmaktadır. Rölyefler ayrıca mitolojik anlatımlar ve gladyatör oyunları, at arabası yarışları, tiyatro sahnesi gibi antik
kentteki sosyal hayata dair tasvirleri de içerir. Yürüttüğümüz ön çalışma
buluntuların ait oldukları yapının 3. yüzyılın sonlarında imparator Diokletioanus’a ithafen, kent Roma İmparatorluğu başkenti iken yapılmış bir
zafer anıtı olduğuna işaret eder. Renklerin çok canlı şekilde korunmuş
olması, anıtın yapılışından hemen sonra, güçlü bir depremde yıkıldığı izlenimini verir.
Projemiz ile tanıtılacak olan Çukurbağ Anıtı, Nikomedia’nın antik Ro-
22
ma’ya eşdeğer arkeolojik potansiyelini ortaya çıkaracak, sanayi ve deprem bölgesi olarak tanınan Kocaeli’nin kültür turizmini arttıracak ve
Kocaeli halkının kültürel miras bilincinin gelişmesine yardımcı olacaktır.
Proje, kazılar sırasında çalınan, aynı yapıya ait iki renkli rölyef blokun bulunmasına da yardımcı olacaktır. Bu proje ile Çukurbağ kazı alanın hemen yanında başlatacağımız arkeolojik çalışmalar hızlanacaktır. Bütünsel bir çalışma ile Dünya Kültür Mirası’na kazandırılacak olan Çukurbağ
Anıtı ve kazı alanı, oluşturulacak bir arkeopark projesinin ideal parçaları
olacaktır.
BİZANS–ARAP MÜCADELELERİNDE KOCAELİ
(NİKOMEDİA) VE ÇEVRESİ
Arş. Gör. Muhittin ÇEKEN
Yrd. Doç. Dr. Şükran YAŞAR
Adnan Menderes Üniversitesi
Asırlardır süren Sasani- Bizans mücadelesi, Sasanilerin 642 yılında Nihavend Savaşı’nda İslam devleti tarafından yıkılmasının ardından yerini,
Arap-Bizans mücadelelerine bırakmış ve Anadolu yerleşimleri gibi, Nikomedia da bu mücadelelerden doğrudan ve dolaylı olarak etkilenmiştir.
Arap-Bizans mücadelelerinin temelinde Arapların İstanbul’u ele geçirme
isteği yatmaktaydı. Bu isteği dini-askeri-ekonomik amaçlarla harmanlayan dönemin İslam Devletleri Emeviler ve Abbasiler, kendi dönemlerinde
İstanbul’a yönelik önemli seferler düzenlenmişlerdi. Bu seferler esnasında Kocaeli (Nikomedia) ve çevresi, hedef noktayı teşkil eden İstanbul’a
giden yolda stratejik bir güzergâh noktasını teşkil etmekteydi.
Çalışmamızda Arapların İstanbul’u almak için düzenledikleri seferlerde
izledikleri güzergâh ve bu güzergâh bağlamında Kocaeli’nin konumu belirlenecek, Bizans Arap mücadelelerinin nedenleri ve bu mücadelelerinin genelde Bizans’a (yönetsel-dini-askeri…) özelde Kocaeli ve çevresine
olan etkileri üzerinde (kaynaklar ve araştırmalar ışığında) durulacaktır.
23
GEBZE’DE BİR BİZANS SARNICI
Rıdvan GÖLCÜK
Esra KAHRAMAN
Kocaeli Müze Müdürlüğü
Gebze’de bulunan “Gebze Tarihi Çarşı Hamamı” olarak geçen hamamın,
Çoban Mustafa Paşa tarafından 1523 yılında inşa ettirildiği, yine Çoban
Mustafa Paşa’nın aynı tarihte yaptırdığı, Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi’nin 200 m güneydoğusunda ve bu külliyeye gelir sağlamak üzere
yaptırıldığı bilinmektedir. Çifte hamam olarak düzenlenen yapıda kadınlar ve erkekler kısmının birbirinin simetriği olduğu planlarından anlaşılmaktadır. Bu kompleksin yaklaşık olarak 15 metre kuzeyinde, tamamen
zemin altında kalmış olmakla beraber, tonoz sırtının bir bölümü yüzeyden gözlemlenebilen bir sarnıç bulunmaktadır. Sarnıç doğu batı doğrultusunda uzanmakta olup görülen bölümünden tonozunun tamamen
tuğladan yapıldığı anlaşılmaktadır. Sarnıcın doğu ucunda yer alan uzunca
zaman önce yapılmış yol ile kesintiye uğradığı, kaldırım seviyesinin biraz
üzerinde yer alan sarnıç kemerinden anlaşılmaktadır.
Hamam her ne kadar 16. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olsa da, sarnıcın
yüzeyden gözlemlenebilen bölümlerinde, pişmiş toprak tuğla ölçüleri ve
derz dolgusundan yola çıkılarak yapının Bizans Dönemi, 10- 12. yüzyıla
tarihlenebileceği tahminin de bulunulabilir.
Kocaeli Müze Müdürlüğü tarafından sarnıç ve hamam etrafında yürütülen kazı süreci ile birlikte; doğal kayaya oyularak yapılmış sarnıcının
açığa çıkartılarak, özelde onun hamamla olan ilişkisini anlamaya çalışmak genelde ise Kocaeli Su Tarihine ilişkin yeni verilerin ortaya konması
hedeflenmektedir.
24
MEGALITHIC AND ROCK CUT SANCTUARIES OF ANATOLIA
AND THE BALKANS: COMPARATIVE ANALYSIS
Prof. Dr. Vassil MARKOV
South-West University
In comparative terms are treated megalithic and rock sanctuaries of
western Asia Minor and the Balkans. Analyzed is the spectacular sanctuary “The city of Midas” in Anatolia, and the significant sanctuaries “Kovil”
in the Eastern Rhodope Mountains and “Markov Stone” in the Rila Mountains. They are located in the Balkans. Finally, conclusions are made for
the common features and specificities of the megalithic culture on both
sides of the Straits.
THE ILLICIT TRADE OF ANTIQUITIES
IN THE AEGEAN AREA
Dr. Sotiriou KONSTANTINOS-Orfeas
University of Athens
The destabilization of Syria, Iraq and Libya, combined with the financial
crisis in Greece, raise the need to further investigate the phenomenon
of illicit trade of antiquities in the Eastern Mediterranean countries. The
Greek Police granted for the first time full access to the files of the Department of Smuggling of Antiquities, so that they can be analyzed within
the framework of a research program of the University of Athens. So far
100 separate cases of crimes relating to the smuggling of antiquities in
Greece and the Eastern Mediterranean have been analyzed. This analysis allows valuable new insights: 1) to determine the social profile of the
arrested persons, 2) to estimate the value of the illegal antiquities based
on the assessments of the Greek Ministry of Culture, 3) to determine the
type of antiquities preferred by the persons involved in this illicit trade,
4) to show the involvement of the arrested persons with the organized
crime or other illegal activities. “The International Symposium on the
history of Kocaeli.” offers an excellent opportunity to present the preliminary results of this research to an international audience.
25
GAZİ SÜLEYMAN PAŞA DEVRİ ÖNCESİNDE BİZANS
DÖNEMİNDE KOCAELİ İLİ ARKEOLOJİSİ VE TARİHİ
Prof. Dr. Ergün LAFLI
Dokuz Eylül Üniversitesi
1316 (?) ile 1357/1360 arası yılları arasında yaşayan ve “Rumeli Fatihi”
olarak bilinen Gazi Süyleman Paşa 1337 yılındaki İzmit fethinde büyük rol
oynamıştır. İzmit kentinin ismi, Bizans Dönemi’ndeki ismi ile Nikomedeia
(Νικομήδεια), işte bu devirden hemen sonra “İznikomid”, daha sonraları
ise “İznikmid” ve “İzmid” olmuştur. Kocaeli ile ilgili olarak İ.S. 4. yüzyılın
ortasından bilinen en önemli tarihi kayıtlardan biri 24 Ağustos 358 yılında
kentte yaşanan büyük depremdir. Bu tarihten sonra 50 gün boyu kentte
yangınlar sürdüğü bilinmektedir. Aralık 362 tarihinde yine deprem olmuş
ve Nikomedeia’da ayakta kalan son yapılar da bu deprem sonrası yıkılmıştır. İ.S. 395 yılında İstanbul’un Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi olması ile Nikomedeia’nın önemi azalmaya başlamıştır. Ancak kentin
nüfusu İ.S. 5. ve 6. yüzyıllarda yüksek olmalıdır. İ.S. 8. yüzyılda Persler ile
Arapların Bizans ile yaptıkları savaşlarla İzmit kenti yeniden yağmalanmıştır. İzmit’in biz Türklerin eline ilk geçişi 11. yüzyılda olmuştur. 1078 yılında I. Süleyman Şah (1077-1086) Nikomedeia’yı ele geçirdi. 1085 yılında
I. Alexios Komnenos (1081–1118) yapılan savaşlar sonunda Nikomedeia
ile birlikte Marmara´nın güney kıyılarını geri alarak Bizans topraklarına
kattı. 1096’da Bizans’a gelen Haçlılar İzmit Körfezi’ndeki bütün köylerle
Nikomedeia´yı yağmaladı. Nikomedeia, 1101’de İkinci Haçlı Seferi’ne katılan ordunun bir kolunca ele geçirildi. Dorylaion’a (Şarhöyük, Eskişehir)
yürümek için kentten ayrılan Haçlı ordusu, Türklerin direnişiyle karşılaştılar. Bu direnişten sonra Haçlılar yağmayı Bizans topraklarına yöneltti.
Haçlılar yerli halkça kovuldu. Kent 1337’ye dek Bizans egemenliğinde
kaldı. Kentin Osmanlılara geçişi Orhan Bey (1326–1362) döneminde oldu.
1327 yılında Akça Koca; Kandıra, Karamürsel ile birlikte İzmit Körfezi’nin
güneyini aldı. Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında bulunan bölgelerde yaşayan halka iyi davranmaları, İzmit çevresindeki kalelerin önemli
bir bölümünün 1333’da teslim olmasını sağladı. 1337’da kentte açlık baş
gösterince İzmit’in tümü ele geçirilebildi. Bu tarihten sonra İzmit, Osmanlı sancağı oldu. İlk sancak beyi Süleyman Paşa oldu. Bu bildiride İ.S.
4. yüzyıldan 14. yüzyıla kadarki süreçte Kocaeli İli’ndeki arkeolojik ve tarihi değerler bütüncül olarak ele alınacaktır.
26
HAÇLI SEFERLERİ VE İZMİT
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KAYHAN
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
İzmit, başkent İstanbul’a en yakın Bizans şehri idi. Bu da ona büyük kolaylıklar sağlıyor ve durumunu güçlendiriyordu. Haçlı Seferlerinin başlaması ile bu şehrin önemi bir kat daha arttı. Anadolu’dan geçmek zorunda
kalan Haçlı ordularının toplantı ve karargâh bölgesi oldu ve bu özelliğini
XII. asır boyunca yapılan Haçlı Seferleri sırasında korudu. Kara yoluyla
Batı Avrupa’dan İstanbul’a kadar gelen Haçlı orduları burada toplanarak
Anadolu’dan geçmek için burayı toplanma alanı yaptılar. Özellikle Kivetot
hep Haçlıları çağrıştırdı. Haçlı ordularının iaşeleri İzmit’ten temin edildi.
Şehir halkı hiç istememelerine rağmen Haçlı ordularına yardım etmek
zorunda kaldılar.
Biz bu çalışmada, ilk dört Haçlı seferi ile 1101 tarihli Haçlı seferinin yapılması sırasında İstanbul’a gelen Haçlı ordularının Anadolu’da toplantı
yeri olan İzmit’in durumu hakkında tarih kayıtlarına geçen bilgileri değerlendirerek, XI. yüzyılın sonlarından XIII. yüzyılın başlarına kadar yaşanan
gelişmeleri ele alacağız.
XI. VE XII. YÜZYIL’DA İZMİT ÇEVRESİNDE
SELÇUKLU - BİZANS ÇEKİŞMESİ
Prof. Dr. Altan ÇETİN
Gazi Üniversitesi
XI. yüzyıl Türklerin Anadolu’ya girişi ile birlikte Bizans özelinde yakın
doğu tarihinin en mühim değişimlerine sahne oldu. Doğu kilisesi Büyük
Şizma sonrasında siyasi üstünlük hatta varlığını kaybetme tehlikesi ile
karşı karşıya kalırken “güç” merkezli Bizans hâkimiyet mücadeleleri
şimdi yeni müdahiller ile farklı bir vecheye kavuşacaktır.
Yaşlı Nikephoros Botaneiates ile İmparator Mikail Dukas arasındaki hâkimiyet mücadelesi bahsi geçen yeni dönemin ilk vakıaları idi. Zira her iki
tarafın yanı başlarına kadar gelen Türklerin savaşçı kimliklerinden istifade etmek adına bu mücadeleye dâhil etmeleri onları önce İznik akabinde
de başkentin yanı başındaki İzmit’e dek taşıdı.
27
İznik’e gelen ilk gruplar yukarıda ifade edilen mücadeleye ek olarak sonrasında Komnenos ailesinden Nikephoros Melissenos, Botaneiates’e baş
kaldırdığında da devreye girdiler. Süleyman Şah burada fethedilen her
mevkiye Türkleri yerleştirdi. Jorga’ya göre Ragusa’daki Bosna prenslerine benzer bir statü kazanan Süleyman Şah bundan kısa bir süre sonra
İzmit’e de hâkim oldu ki Rum kaynaklarında ona bir sultan olmamasına
rağmen “Bütün Doğu’nun Sultanı” dediler. Bu andan itibaren Türklerin
İzmit’teki varlığı sürekli problem çıkardı. Onları bu şehrin dışında tutma
çabaları Ebu’l Kasım’a karşı başarılı oldu ise de Sultan Melikşah’ın oğlu
Porsuk karşısında yeniden İzmit’e çekilmek kaçınılmaz oldu.
Bu çalışmada Bizans iç mücadeleleri ve Bizans-Selçuklu çekişmesinde
bir uc nokta olarak İzmit’in konumu üzerinde durularak, stratejik konumun Doğu Roma’nın ve dahi Selçuklu Türklerinin bölgedeki varlığına tesiri izah edilmeye çalışılacaktır.
SELÇUKLU AKINLARI VE KOCAELİ BÖLGESİ
Yrd. Doç. Dr. Ahmet TOKSOY
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
Selçuklu sultanı Alp Arslan’ın Malazgirt zaferini müteakip yapılan Türkistan seferinde şehit olması üzerine Büyük Selçuklu tahtına Melik-şah
geçti. Bu arada Zaferden sonra yapılan barışın Romanos Diogenes’in ölümü sebebiyle bozulması üzerine Alp Arslan’ın emriyle fetih hareketlerine devam etmekteydiler. Selçuklu şehzadeleri Süleyman-şah, Mansur,
Alp-İlig ve Devlet başta olmak üzere, Artuk, Tutak ve diğer Selçuklu başbuğları Orta Anadolu’da fetih hareketlerine devam ettirdiler.
Büyük bir endişeye kapılan Bizans imparatoru Dukas, Selçuklu harekâtını durdurmak için büyük bir ordu hazırladı. İonnes Dukas ve Nikephoros
Botaniates’in komuta ettiği bu ordu, Selçuklular üzerine hareket etti. Bu
sırada Artuk Bey, İzmit yönünde fetihler yapmaktaydı. Bizans komutanı
Nikephoros Botaniates, Artuk Bey savaşmak yerine onunla bir anlaşma
yaparak, onu Bizans imparatoruna isyan etmiş olan Ursel üzenine akın
yapmaya razı etti. Artuk Bey, bu asi komutan üzerine hareket ederek onu
esir aldı. Devletin genişleme planları Büyük Selçuklular tarafından hazırlandıktan sonra Kutalmış oğlu Süleyman-Şah, Anadolu’da fetih hareketlerine başladı.
28
1075’te İznik’i fethederek burayı kendine merkez yapan Kutalmış oğlu
Süleyman-Şah, Bizans’ın içinde bulunduğu iç karışıklıklardan yararlanarak devletinin sınırlarını Marmara, Karadeniz ve Akdeniz yönlerinde
genişleterek kısa zamanda Bursa yörelerinden başka, Kocaeli yarımadasını da elle geçirerek Üsküdar ve Kadıköy’e doğru ilerledi. Hatta Anadolu
kıyılarında gümrük daireleri kurarak boğazdan geçen gemilerden vergi
almaya başladı. Aynı zamanda İznik’e yerleşen Selçuklular İstanbul ve
Anadolu arasındaki münasebeti kesmek amacıyla önemli yolları ele geçirmek istediler.
İznik’i fethi, Hıristiyan dünyası için önemli bir kayıptı. Zira İznik I. Konsül’ün toplandığı yerdi. Buranın fethiyle Türkler, artık Anadolu’da kesin
olarak yerleştiklerini gösterdiler.
TÜRKİYE’DE YEREL TARİH VE ŞEHİR TARİHÇİLİĞİNİN
YERİ, ÖNEMİ VE BUGÜNKÜ DURUMU
Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK
Fırat Üniversitesi
Dünyada tarih anlayışındaki gelişmelere paralel olarak özellikle 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren ülkemizde de tarih alanında önemli gelişmeler
meydana geldi. O zamana kadar daha çok siyasî tarih alanında yoğunlaşan çalışmalar, iktisadî ve sosyal tarih alanına yöneldi. Avrupa’daki tarih
ekollerinin tesiriyle tarihin arka planındaki muharrik güç unsurlarının
tarihi önem kazandı. Tapu tahrir ve şer’iyye sicilleri gibi arşiv belgeleri ve
kanunnâmeler yayınlanmaya başlandı. Yüzyılın son çeyreğinde mahallî
tarih araştırmaları rağbet buldu. Bu gelişmeler tarihçiliğimiz açısından
elbette önemlidir.
Gerçekte tarih bir bütündür, bu bütünlüğün incelikleri teferruatta gizlidir.
Yani mahallî tarih çalışmaları bütünün esasıdır. Mahallî/bölgesel tarih,
genel tarihin anlaşılmasında çok önemlidir. Zira her bölgenin coğrafî ve
sosyo-iktisadî şartları farklıdır, buna bağlı olarak mahallî uygulamalar da
farklıdır. Onun için tarih araştırmalarında cüz’den küle (parçadan bütüne) seyreden takip edilmelidir.
Bu itibarla belki de İstanbul’a çok yakın olduğu için üzerinde fazla çalışılmayan Kocaeli tarihinin de araştırılması elbette önemlidir. Zira en eski
çağlardan itibaren çok hareketli olan bölge, Osmanlı döneminde çok hızlı
29
değişen bir statü ile idare ediliyordu. Anadolu’nun sağ, orta ve sol kolları
mutlaka Kocaeli’nden geçerdi. Coğrafî konumu ve zenginliği dolayısıyla
İstanbul’un iaşesinde, yakacak odun ve kömüründe önemli bir mevkie
sahipti. Millî Mücadele’de de Kocaeli’nin önemi malûmdur.
Şimdiye kadar mahallî tarih alanında pek çok kıymetli çalışma yapılmıştır. Ancak geçen zaman içinde bir moda haline gelen bir anlayışla bu
çalışmaların çoğunun birbirinin benzeri olduğu görülmektedir. Özellikle
Anadolu’da yapılan sancak çalışmaları bu meyandadır. Çünkü Anadolu’da iktisadî ve sosyal alandaki uygulamalar aynıdır.
Öte yandan geçtiğimiz yirmi otuz yıllık süreçte resmî tarih-gayri resmî tarih tartışmaları etrafında yerel tarihçilik fikri ortaya atıldı. Şimdiye kadar
yapılan bütün tarih çalışmaları, arşiv belgeleri, istatistikler, kanunnâmeler, resmî tarih olduğu gerekçesiyle reddedildi. Bunun yerine herkes tarafından bilinen maksatlarla, kendilerince esas kabul ettikleri, özellikle
seçilmiş bazı hatıralar esas kaynak kabul edildi ve bu hayalî ve yönlendirilmiş maksatlı hatıralar etrafında bir tarih oluşturulmaya çalışıldı.
Tarih, dar bir coğrafya veya birkaç yüzyıla sığmayacak derece geniş ilmî
bir alandır. Hele Türk tarihi, sadece Anadolu’dan ibaret olmayan, belki de
dünyanın en geniş ve derin tarihidir. Bu uzun tarihî süreçte karşı karşıya
geldiğimiz ve mücadele ettiğimiz ülkelerin tarihlerinin bilinmesi de, tarihçiliğimiz açısından hayatî önemi haizdir. O halde mahallî tarih derken
sadece Anadolu ve Osmanlı dönemi değil, Türkistan, Hint, Çin, Kafkasya, Karadeniz, Avrupa, Akdeniz, Afrika ve nihayet Orta Doğu’nun yatay
ve dikey tarihi anlaşılmalı ve bu alanda uzmanlar yetiştirilmelidir. Dünya
coğrafyası için bölgesel uzmanların yetiştirilmesi, tarihçiliğimize büyük
yenilik ve zenginlikler getireceği gibi gelecekte millî siyasetimizin de ilmî
esaslara dayandırılmasını sağlayacaktır.
30
KOCAELİ ŞEHİR TARİHİ ÇALIŞMALARINA
ELEŞTİREL BİR BAKIŞ
Doç. Dr. İbrahim ŞİRİN
Kocaeli Üniversitesi
Dünyada şehir tarihi çalışmaları 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış günümüze kadar artarak devam etmiştir. Kocaeli şehir tarihi çalışmaları
İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi şehir tarihleri dikkate alındığında
henüz emekleme aşamasındadır denilebilir. Şehrin tarihinin ihmalinde
ya da yeterince ciddi çalışmaların yapılmasında İstanbul’a yakınlığı “merkeze en yakın taşra” olması etkili olmuştur denilebilir. Bu bildiride dünden bugüne Kocaeli şehir tarihi çalışmaları kritize edilerek şehir tarihi
konusunda sorunlar ve çözüm yolları dile getirilecektir.
“İL / EL” KAVRAMI VE “KOCAELİ”
Prof. Dr. İlhan ŞAHİN
İstanbul Üniversitesi
Osmanlı Beyliği’nin en erken dönemlerinden itibaren oluşmaya başlayan
Osmanlı tarihî coğrafyasının en belirgin özelliklerinden biri, hususi adlar
taşıyan bölgelerin ve idarî birimlerin oluşmaya başlamasıdır. Ancak bu
bölgelerin ve idarî birimlerin nasıl oluşmaya başladığı ve her birinin hususi ad almasında hangi sebeplerin veya kıstasların rol oynadığı ile ilgili
maalesef yeterli bilgiye ve araştırmaya sahip değiliz. Bu durum Osmanlıların erken dönemlerinden itibaren oluşmaya başlayan “Kocaeli” adı ve
bölgesi için de geçerlidir. Bu bakımdan bildirimizde modern coğrafyanın
ilke ve yöntemlerini de kullanarak geçmiş zaman dilimi içinde “Kocaeli”
adının ortaya çıkışını, oluşumunu ortaya koymak ve böylece söz konusu
adı hem tarihî hem de dil bilimi açısından incelemek istiyoruz. Bildiriyle
ilgili Osmanlı öncesi ve Osmanlı dönemi kaynakları mukayeseli olarak
kullanılacaktır.
31
HOCA/KOCA TERİMİ VE ORTA ASYA’DAKİ YANSIMALARI
Dr. Kayrat BELEK
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
Türklerin zaman zaman hükümleri altında bulundurdukları Merkezî
Asya, Anadolu ve Ön Asya ülkelerinde ortaya çıkarmış oldukları kültür
değerlerinden bir olan Türk-İslam yazılı ve arkeolojik kaynaklarındaki
aynı kültürü paylaşmaktan doğan benzerlikler dikkati çeker. Bu bağlamda ayrıca saha araştırmaları sonucunda elde ettiğimiz Tanrı Dağlarındaki Türk-İslam kitabelerindeki bir yansıması olan Koca/Hoca temrinin
sosyo-kültürel tarihimizdeki benzer yönlerini ilim dünyası ışığına tabi
tutmaktır. Bu vesile ile bildirimizde Orta Asya’daki tarihi ve arkeolojik
(yazıtlar) kaynaklarda adı geçen “Hoca” veya “Koco” temrinin Müslüman
Türkleri tarafından nasıl algıladığı veya sosyal tabaklara göre hangi düzeyde kullanıldığı, bunun Türk-İslam kültüründeki -aynı kültür bağı altında birleştirmeye yönlendiren- anlamının muhtevasını taşıyan bilgileri
kronolojik dönemine göre mukayeseli olarak ele alacağız.
Dolayısıyla “Hoca”/“Koco” terimi her ne kadar İslami kültür zeminini taşısa bile Türk-İslam tarihi çerçevesindeki farklı dönemlerde ve coğrafyalarda çeşitliliğini arz etmiştir. Buna istinaden Türk-İslam kaynakları
yapıldıkları çevrenin ve devrin inançlarının, âdetlerinin, sanat geleneklerinin, iktisadî ve sosyal şartlarının müşterek ürünüdür. Oysaki araştırmakta olduğumuz kaynaklar sadece bir milletin bulunduğu ülkelerdeki
kültür birliğini ortaya çıkarmakla kalmayıp, dünyanın çeşitli bölgelerinde
yaşayan aynı kökten gelen milletlerin menşeini de ortaya koymaktadır.
GAZA HAREKETLERİNİN ORTA ASYA’DAKİ KÖKLERİ
Doç. Dr. Taalay ŞARŞEMBİYEVA
Arş. Gör. Nurgül SULEYMANOVA
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve ilk dönemlerinde “gaza” hareketleri çok
önemliydi. Bu bağlamda uçlarda Kocaeli bölgesinin fatihleri Akça Koca,
Konuralp ve Gazi Süleyman Paşa gibi “gaza” hareketlerinde bulunan önderler ortaya çıktı. Osmanlıların kuruluş meseleleri izah edilirken”gaza”
hareketleri önemli bir yer tutar. Ancak böylesine önemli bir konu izah
32
edilirken Osmanlıların atalarının geldiği Orta Asya bağlantısı ihmal edilmiş gözükmektedir. Bu bakımdan biz bildirimizde Türk dünyasının en
önemli ve büyük destanı olan Manas destanında Manas’ın Çinlilere karşı
yaptığı Çong Kazat (Büyük Gaza) konusunu ele almayı, bir gaza liderinin
nasıl ortaya çıktığını, nasıl yetiştiğini, nasıl gaza lideri olduğunu ve gaza
hareketinde bulunan bir kahramanın özelliklerinin ne olması gerektiğini
ve böylece Kocaeli bölgesinde gaza hareketlerinde bulunan Gazi Süleyman Paşa, Kara Mürsel Alp ve Akça Koca gibi “gaza” liderlerinin nasıl
ortaya çıktığını, nasıl uçlarda “gaza” lideri olduklarını karşılaştırmalı olarak ele almayı ve sonunda bilinen noktaları esas alarak bilinmeyenleri
ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. Bildirimizde kaynak olarak yazılı ve sözlü
kaynakları mukayeseli olarak kullanacağız.
OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİNDE GAZA
İDEOLOJİSİ VE GAZİLİK
Prof. Dr. Rhoads MURPHEY
İpek Üniversitesi
Anadolu topraklarında gazi unvanının dini ve askeri özellikleri bir arada
bulunduran kişilere verildiği bilinen bir gerçektir. Anadolu Selçuklu İmparatorluğu’nun son dönemleri ve Osmanlı Beyliği’nin kuruluş yıllarında
İslam dünyası “Tavaif al-Müluk” denilen küçük hanedanlar ve devletçikler arasında bölünmüş bir vaziyette idi. Batı Ön Asya’da bulunan bu devletçikler birbirlerinden bağımsız ve rekabet halinde idiler. Diğer taraftan,
bu devletçiklerin varlığı kendileri ile hemhudud olan Hıristiyan komşu Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’daki uzantıları için bir tehdit unsuru idi.
13. yüzyıl sonu Anadolu coğrafyası dendiğinde Müslüman hanedanların
hasmane ve dostane ilişkileri bir arada yürüttüğü Bizans serhaddi bölgesinde, Hıristiyan unsurların ve başlarında bulunan “Tekfur” adındaki
yöneticilerin kimi zaman ikna kimi zamansa zor kullanılarak din değiştirmeye çalışıldığı bir ortamı düşünmemiz gerekir. Tavaif al-Müluk’un en
başarılı temsilcileri bu iki yöntemi (ikna ve zorlama) birlikte kullanarak
topraklarını ve insani güçlerini artırmaya çalışmışlardı. Bu döneme ait
destansı kaynaklar “alp” yahut “gazi”leri tanıtırken sıraladıkları vasıflar
arasında yiğitlik, yoldaşlık, kahramanlık, cömertlik gibi daha çok askeri
ve ahlaki değerleri vurgulamakta idiler. Sınırın öte yakasında egemenlik
kurmuş olan Bizanslı yöneticiler ve sivil halkın bir kısmı da söz konusu
33
kaynaklarda methedilen özelliklere sahiptiler. İlk döneme ait kaynaklarda her ne kadar İslami bir misyonu görmek mümkün olsa da, bu metinler
bir bütün olarak değerledirildiğinde sadece Müslüman yöneticileri değil,
aynı zamanda Anadolu’daki Tavaif al-Müluk’un muhtemel fetih bölgesi
olarak gördüğü yönetimleri de kapsayacak mahiyette pragmatik ve esnek oldukları görülecektir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ortodoks İslam geleneği iyice yerleştikten
sonra yazılan kaynaklara göre Osmanlı beyliği ve kuruluş dönemini anlamaya çalışmaktayız. Hâlbuki sözlü gelenekten beslenen bir menakıbname olmasına rağmen Saltukname gibi eserler beylikler dönemi Osmanlı
tarihinin karmaşık yapısını çeşitli yönleriyle ve gerçekci bir biçimde yansıtmaktadır. Sunumumuzda bu ve benzeri kaynakları kullanarak dönemin yaygın ideolojisi olan gaza anlayışını yeniden inşa etmeye çalışacağız.
TARİH VE BİREY İLİŞKİLERİNİ BİLİMSEL İNCELEMENİN
METODOLOJİK SORUNLARI ÜZERİNE (‘KOCAELİ TARİHİ
VE GAZİ SÜLEYMAN PAŞA’ ÖRNEĞİ)
Prof. Dr. Sulayman KAYIPOV
Şincang Pedagoji Üniversitesi
Bu bildiride Gazi Süleyman Paşa’nın hayatı ve faaliyetleri, ‘tarih ve birey
ilişkisi’ ışığında bakılarak, tarihteki ‘özel ile genelin’, ‘yerellik ile ulusallığın’, ‘ulusallık ile evrenselliğin’ ilişkileri bazında ele alınacaktır.
Tarihin getirdiği sosyokültürel ortam, ekonomik ve siyasi durum, ailevi koşullar (Doğu toplumlarında milleti temsil eden yöneticilerin kişisel
kararları da) yeni insan ve/veya yeni lider modellerinin ortaya çıkmasına
zemin oluşturur. Yeniden oluşan insan modeli milletin etnokültürel aslından uzaklaşmamış, kopmamış; milletin tarihi birikiminden beslenerek
ortaya çıkmış ise, tarihin geçiş noktalarında büyük roller üstlenecek bireyleri meydana getireceği anlaşılmıştır. Bu bireyler belli bir zaman dilimindeki hadiselerin akışına yön verir, onun sonuçlarını etkiler ve çoğu
zaman halkın/milletin iradesini temsil eder. Bu durum bireylerin tarihi
oluşturması ile tarihin bireyleri ortaya çıkarması arasında diyalektik bir
bağın olduğunu gösterir.
Bireyin önderliği ile gerçekleşen tarihî vaka mutlaka sınırları belli olan
bir mekân ve zaman bağlamında vücuda gelir. Ancak böyle tarihî vakalar
34
sonuç itibariyle kronik ve coğrafik sınırları aşarak, yerel halkın hafızasıyla
sınırlı kalmaksızın milli hafızadan da kendi yerini alır. Ayrıca bireyüstü
kişilerin yerli halk tarafından oluşturulan “imgeleri” zaman geçtikçe ilk
önce yöre halkının hayatında simge haline gelir ve görüş, düşünce, fikir
ve davranışlara yön verici güce sahip olur. Gazi Süleyman Paşa’nın hayatı
nispeten kısa bir dönemde Kocaeli yöresi ve çevre bölgelerinde geçmiş
ise de, milli hafızada yeri olan, zamanının bireyüstü insanlarından biridir. ‘Kocaeli tarihi ve Gazi Süleyman Paşa’ örneği, tarih araştırmalarında
metodolojik öneme sahip olan ‘birey ve tarih’, ‘yerel ve genel’ ilişkileri
ışığında bakılınca daha derin ve inceliklerine kadar anlaşılacak olan tarihî
vakalardandır.
KOCAELİ BÖLGESİ UÇ KÜLTÜRÜNE
MUKAYESELİ BİR BAKIŞ
Prof. Dr. Taşpolot SADIKOV
Okt. Fatih ÇELİK
Bişkek Sosyal Bilimler Kuseyin Karasaev Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Kocaeli bölgesi, “uç” bölgesi
olarak kabul edilmekteydi. “Uç” bölgelerini diğer bölgelerden ayıran en
önemli özelliğin, demografik nüfus yapısı bakımından daha hareketli olması yanında dinî, sosyal ve kültürel değerleri bakımından daha esnek
ve renkli bir yapıda olmasıydı. Ancak bu konunun kaynakların yetersizliği
yüzünden tam olarak anlaşıldığını ve ortaya konulduğunu söylemek çok
güçtür. Bunun ortaya konulabilmesi için, benzer özellik gösteren ve konuyu açıklayacak yeterli kaynaklara sahip olan bölgelerin ele alınması ve
Kocaeli bölgesi gibi uç bölgesiyle mukayese edilmesi gerekmektedir. Bu
bakımdan bildirimizde tarihî süreç içinde Kocaeli bölgesiyle benzer özellik gösteren Orta Asya’daki uç bölgeleri ele alınacak ve böylece Osmanlı
Devleti’nin kuruluş döneminde Kocaeli uç bölgesinin dinamik unsurları
ortaya konulmaya çalışılacaktır.
35
KURULUŞ DÖNEMİNDE OSMANLILARIN ANADOLU’DA
SESSİZ YÜRÜYÜŞÜ (1277-1387)
Prof Dr. Hasan Basri KARADENİZ
Dumlupınar Üniversitesi
Osmanlılar Anadolu’nun ilhakında yakın planda her birisi kendisini Selçukluların veya İlhanlıların varisi gören başta güçlü ve öncü Karamanoğulları ve Eratnalılar olmak üzere yirmi civarında siyasî yapıyla bazen tek
tek bazen de bir çoğu ile aynı anda mücadele etmek zorunda kaldı. Bunun ötesinde de uzak planda ise çift taraftan hem doğu hem de güneyden
Anadolu’yu daima kontrol altında tutmak isteyen doğuda önce Timuriler
sonra Akkoyunlular ve nihayette Safeviler ile güneyde ise Memluklular
ile yoğun ve sürekli siyasî, askerî ve psikolojik mücadele verdiler.
Bu sebeple Osmanlılar öncelikle büyümek adına kendilerine tek bir hedef
belirlediler; Batı’ya doğru gaza yapmak. Bu tercihte hem siyasî ve askerî
bakımdan daha kolay hem de aşmak zorunda oldukları meşruiyet gibi bir
ağır mesele söz konusu değildir. Bununla birlikte Osmanlılar fırsat buldukça imkânlar oluştukça, Anadolu’yu ilhaka çalıştılar. Bunu yaparken
meşruiyetten ayrılmadılar, azami derece de dikkatli oldular. Bu hassasiyet sonucu Karasi Beyliğ’ni onların ümerasının çağrısı, Ankara’nın ilhakını otorite boşluğu, Germiyan Beğliği’nin yarısının ilhakını düğün çeyizi ve
Hamitoğulları Beyliğini seksen bin altın karşılığı satın alarak meşrulaştırdılar. Buna karşın Candaroğulları Beyliği’nin merkezi Kastamonu’yu
bu beyliğin şehzâdesinin babasına isyanından istifade ederek ilhak ettiler. Fakat halk bu durumu kabul etmeyince meşruiyetten ayrılmayarak
geri çekildiler.
LATİNLERDEN OSMANLILARA KEFKEN VE ÇEVRESİ
Prof. Dr. Enver KONUKÇU
Atatürk Üniversitesi
Karadeniz’de Anadolu sahiline yakın dikdörtgen ve kayalık arazide görülen ada Kefken ismini taşımaktadır. Apollonia, Thynias, Daphnusia
isimlerini taşımıştır. Boğaz ile Trabzon sahilindeki meşhur Kerpe, Kefken’e oldukça yakındır. Bithyniaların, Thyn ve Mariandyn yerleşmelerinin
Pontos Euxeinos’un güneyinde ilk çağdan beri sığınak yeriydi. Sonraları
36
bütün adayı çeviren kale ile hâkim kuruluşlarca üs haline getirilmişti.
1204 sonrası İtalyan şehirlerinden Cenova ve Venediklilerin Karadeniz
ticaretinde Kefken’de bir süre hâkimiyet sağladılar. İznik’teki Laskarisler
ve onlardan sonra İstanbul’u başkent olarak kullanan Palaiologoslar, 14.
yüzyılda adayı yönettiler. Yine bu sırada Osmanlı beylik kuvvetleri, İzmit
hariç bütün yarım adayı ele geçirdiler. Ancak Kerpe’nin Türk hâkimiyetine bu sırada girmiş olması muhtemeldir. Bunun yanında bu civardaki
Kandıra’yı merkez haline getiren Akçakoca Karadeniz’i ve Kefken’i ilk gören kişi olmaktadır. 1337’deki İzmit fethi ile Kocaeli mülki yapılanmada
yerini almıştır. Yıldırım Bayazid zamanında Kefken’in batısındaki Seyrek
ve Bağırgan ile ilintili Şile’nin de ele geçirilmesiyle sahildeki bütünleşme
sona ermiştir. Oğlu Süleyman Çelebi, Kandıra ile çevresine hâkim görülmektedir. Ancak batı kaynaklarında Kefke’nin durumu bir ayrılık arz etmektedir. Ahalinin Cenevizliler dediği İtalyan şehrinin de Kefken’e hâkim
olduğu görülüyor. 1402 sonrasında da Haçlılar veya kâfirlerin yine Kefken’de var oldukları görülüyor. 1404’te bile Kerpe, Türklerin elinde; Kefken ise hala Cenevizlilerin elindedir. Timur’a giden İspanyol elçisi Claviyo,
1404’te ada ve çevresinde oluşan büyük Karadeniz fırtınalarına temas etmektedir. Hatta bindikleri yelkenlinin Kefken’den demir atarak Kerpe’ye
doğru süründükleri ifade edilmektedir. Venedik ve Ceneviz hâkimiyetinin bilinmeyen bir zamanda; ancak Fatih Sultan Mehmed’in Karadeniz
politikası sırasında Türklere geçtiği de kesindir. Karadeniz sahilindeki
Amasra’nın ve sonra Sinop’un, Trabzon’un hâkimiyete alınması ile bütün
Kuzey Anadolu sahillerinin Türkleştiği biliniyor. Kefken; Venedik ve Cenevizlilerden kurtulduktan sonra yine ticari amaçlı yelkenlilerin sığınma
yeri olmaya devam etmiştir. Osmanlı kaynakları incelendiğinde Kefken’in
bu defa tersane olarak kullanıldığı görülüyor. Civardaki sıkı ormanlardaki yarar ağaçlardan faydalanılarak Kefken’e taşındığı ve buradaki kalyon
yapımı için tersanede kullanıldığı da görülmektedir. Kefken yine eski görevine devam etmekte, Cebeci ile Kerpe turistik amaçlı merkezler olarak
tarihi akışta yerini korumaktadır. Babadağı’ndaki Akçakoca Türbesi ile
Kefken birbirini görmekte ve tarihi olarak bir boşluğu doldurmaktadır.
37
OSMANLI KURULUŞ DEVRİNDE DOĞU MARMARA
KIYILARINDA TÜRK İSKÂNI
Yrd. Doç. Dr. Şahin KILIÇ
Raif KAPLANOĞLU
Trakya Üniversitesi
Bursa Araştırmaları Vakfı
Osmanlı Türkleri Bithynia’ya geldiklerinde, bu bölgede üç kuşaktır yaşayan Türk ve Müslüman unsurları bulmuşlardı. Bu nedenle, Bithynia
bölgesi çok çabuk Türkleşmişti. Ancak bu kez, Hıristiyan unsurlar Bithynia’yı terketmeye başlamıştı. Bu da, bölgenin boşalmasına ve ekonomik zarara neden olmuş, bölgede oluşan ekonomik dengeleri bozmuştu.
Çünkü Türkler ile Rumlar arasında zamanla uyumlu bir ekonomik ilişki
oluşmuştu. Bu ilişki her iki toplum için son derece yararlı ve neredeyse
vazgeçilmez bir pozisyondaydı. İşte bunu kısa zamanda anlayan Osmanlı
yönetiminin, daha ilk yıllardan başlayarak yerli Hıristiyanların yerlerinde kalmalarına olanak sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Birçok kale
alındıktan sonra yerli halkın Hıristiyan olarak yerinde kalması için izin
verildi. Osmanlı tarihçilerinden Gibons da, yerli Hıristiyanların bir kısmının, Bizans’ın kendilerini terketmeleri nedeniyle din değiştirerek bölgede
kaldığını yazmaktadır. Osmanlı yönetimi, bölgedeki Hıristiyan unsurların
Bithynia’yı terk etmemeleri için her tür tavizi verdiği anlaşılıyor. Daha da
önemlisi, sonradan Müslüman olan bu yöneticiler, kuruluş döneminde
en güçlü feodal aileleri kurmuştu. Halil İnalcık’ın tespitlerinde yer verdiği gibi, özellikle Rumeli’ndeki tımarların önemli bölümünün Hıristiyan
kökenli sipahilere verildiği anlaşılmıştır. Osmanlı Devleti’nin de tıpkı Bizanslılar gibi, Anadolu’da boşalmış olan köyleri doldurmak ve ekonomiyi
canlandırmak için, Rumeli’de yaptığı savaşlar sırasında elde ettiği tutsak
ailelerden oluşan grupları Bithynia’da iskân ettiğini görmekteyiz. Nitekim
Bizans kroniği Kritovoulos, Fatih devrindeki iskân politikası konusunda
ayrıntılı bilgi vermiştir.
Türkler Bithynia bölgesine geldiklerinde, hangi yerleşim alanları olduğunu öğrenmemizde, Hıristiyan köylerin bilinmesi bize yardımcı olabilir.
Hıristiyanlar Bithynia’da yüzyıllardan beri yaşamaktaydı. Genel olarak
bu Hıristiyanlar Rum olarak anılsa da, etnik kimlikleri hâlâ meçhuldür.
Ancak Türkler, İznik ve Bursa bölgesine geldiğinde, bölgede Rumca konuşan Hıristiyanlar vardı. Türkler XIV. yüzyılda tüm Bithynia bölgesine
egemen olmaya başlayınca, özellikle dağlardaki Hıristiyan köylerinin bo38
şaldığı görülmüştür. Ancak diğer bölgelerden gelen Hıristiyanların tümü
bölgeyi terk etmemişti. Çok büyük kısmı kıyılara ve adalara kaçmıştı. Osmanlı yönetiminin tutumuna göre adadaki Hıristiyanların daha sonra geri
döndükleri görülür. İşte bu nedenle özellikle kuruluş devrinde, Gemlik,
Mudanya ve Yalova arasındaki kıyılarda bulunan köylerin büyük bölümünde Hıristiyanlar yaşamaktaydı. XIV-XIX. yüzyıllarda ise Bithynia’nın dağlık
alanlarında çok az Rum köyünün varlığına tanık olmaktayız. Çok garip bir
sonuçtur ki, XV. yüzyıl ile XIX. yüzyıl arasında, tüm Bithynia’da Hıristiyan
unsurların arttığını söyleyebiliriz. Ancak bazı bölgelerde ise Hıristiyanlar azalmıştır. Örneğin, XV-XVI. yüzyılda Yenişehir bölgesinde çok sayıda
Hıristiyan köyü varken, XIX. yüzyılda hiç Hıristiyan köyü kalmamıştı. Bu
köylerdeki Hıristiyanların zamanla İslamlaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu köylerin çoğu günümüze kadar varlıklarını sürdürmüştür.
1888 yılına gelindiğinde, Hüdavendigar Eyaletinde 61.751 Rum yaşadığı
anlaşılmaktadır. Tüm Bithynia bölgesi için, XIX. yüzyılda yüzde otuzlara
yaklaşan oranlarda bir Hıristiyan varlığından söz edebiliriz. Hıristiyan
köyleriyle ilgili haritaya baktığımızda, XV-XVI. yüzyılda, başta Karacabey
olmak üzere; Bursa, Kite, Yenişehir, İnegöl ve Yalak-Abad ile İzmit’te Hıristiyanların yoğunlaştığı görülür.
Bildiriye konu edilen araştırmada, Osmanlı ve Bizans kroniklerinin verdiği bilgilerin yanı sıra Osmanlı dönemi boyunca tutulan arşiv kayıtları, seyahatnameler, tarihi haritalar ve tarafımızdan yapılan saha araştırmaları
kullanılarak bölgedeki ilk Türk yerleşimleri tespit edilmeye çalışılacaktır.
GAZİ SÜLEYMAN PAŞA’NIN BİR YADİGÂRI GÖYNÜK
Prof. Dr. Mustafa KESKİN
Erciyes Üniversitesi
Göynük, Sakarya nehrinin doğusunda, tarihi ipek yolu üzerinde, Bolu iline
bağlı, 4000 nüfuslu mütevazı bir ilçedir. Evliya Çelebi, “Fütuhat-ı Orhan
Gazi” arasında Akyazı, Konrapa, Yanbolu, Gelibolu, Mudurnu, Kocaili, İzmit, Yalakâbad, Bursa, İznik, Taraklı, Göynük, Karesi, Balıkesir, Bergama, Edremit, Tekirdağ, Bolayır’ı sayıyor ve bunların “be dest-i Süleyman
Paşa ibn Orhan Gazi” marifetiyle fethedildiklerini sayıyor. Bir yerde de
Göynük’ü “menziller” meyanında zikrederek, “Van’dan ulaklıkla Rum’a
gittiği menziller arasında Merzifon-Osmancık-Tosya-Bolu ve Göynük kalesini” sayıyor, “menzil-i kal’a-yı Göynük’te” Akşemseddin hazretleri ve
39
bütün saygıdeğer çocuklarının yatmakta olduklarını ilave ediyor. Kıdemli
seyyahımız İbn Battuta’nın Anadolu gezileri 1332’de başlamış, bu cümleden olmak üzere İznik, Bursa, Mekece, Geyve, Sakarya, Göynük, Bolu,
Kastamonu ve Sinop’u gördükten sonra, denize açılarak Kırım’ın Kerç Limanına çıkmıştır O tarihteki Göynük, “küçük bir yerdir, ahalisi Hristiyan
Rum’dur, zaviyesi yoktur.
Selçuklulardan tevarüz ettikleri milli an’anenin bir sonucu olarak Osmanlılar da fethettikleri beldelere kendi, damgalarını vurmuşlardır.
Göynük’teki Gazi Süleyman Paşa Camisini, hamamını vs. yapıları bu zaviyeden bakmamız doğru olur. Caminin kuruluş tarihi olarak 1331-1335
arası kitabesinde yer almaktadır. Tebliğimizde bu cami ve haziresindeki
yapıları arz edeceğiz.
ŞEHZADE SÜLEYMAN PAŞA’NIN İZNİK’TEKİ VAKIFLARI
Prof. Dr. İbrahim SEZGİN
Trakya Üniversitesi
Orhan Gazi’nin büyük oğlu olan Şehzade Süleyman Paşa “Rumeli Fatihi”
olarak meşhur olmuştur. Gerçekten Rumeli’de Osmanlılar tarafından
yapılan ilk fetihler Süleyman Paşa ve emrindeki kumandanlar vasıtasıyla
yapılmıştır. Babasının yanında da çeşitli seferlere katılan Şehzade Süleyman Paşa yaptırdığı vakıf eserleriyle de dikkat çekmektedir. En önemli
vakıfları Gelibolu Bolayır’da olmak üzere Anadolu ve Rumeli’nin değişik
şehirlerinde cami, mescid, medrese, zaviye gibi dinî ve hayrî eserleri yaptırmıştır.
Şehzade Süleyman Paşa’nın hayır eserleri yaptırdığı yerler arasında İznik
önemli bir yer tutmaktadır. Burada da devrine göre büyük sayılabilecek
bir medrese yanında cami (mescid) ve sıbyan mektebi de yaptırmıştır. Bu
hayır eserlerinin masraflarını karşılamak üzere İznik’teki bazı köylerin
gelirleri tahsis edilmiştir. Yine Gelibolu’daki Ereğlice köyünün geliri de
medresenin müderrisine vakfedilmiştir. Bu bildiride Süleyman Paşa’nın
İznik’teki vakıf eserlerinin tarih içerisinde geçirdiği değişimler yanında
vakıfların gelir ve giderleri, vakıf çalışanları, Tapu Tahrir defterleri ve diğer arşiv belgeleri esas alınarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.
40
KARACADAĞ’DAN KOCAELİ VE RUMELİ’YE OSMANLI
KURULUŞ DEVRİ FETİHLERİ’NİN TEMEL DİNAMİKLERİ:
STRATEJİ - BEYLİK VE BÜROKRASİ
Doç. Dr. Nejdet GÖK
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Osmanlı Beyliği’nin Rumeli’ye geçişinin sembol ismi olan Gazi Orhan
oğlu Süleyman Paşa’yı bu fütühata yönelten en az 50 yılllık bir oluşum ve
gelişim dönemi vardır.
Ankara-Konya arasında yer alan Karacadağ etekleri Osmanlı Beyliği’ni
kuran Kayı Boyu’nun ilk konaklama ve yerleşim yeri olarak ayrı bir önem
arzetmektedir. Yedi asır sürecek bir cihan devletinin ilk rüyaları burada
görülmüş, fetih stratejisi burada çizilmeye başlanmış, buradaki Söğüt
Yaylası’ndan batıya doğru adım adım ilerlemiş, Bilecik, Söğüt, Bursa ve
daha sonra Kocaeli Yarımadası ve Rumeli fetihleri ile devam etmiştir.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde daha önce düzenlenen Akçakoca ve Kara Mürsel Alp sempozyumlarında sunduğum tebliğlerde
özellikle bu bölgeyi fetheden ilk gaziler ve onlara destek olan ahiler ve
diğer sosyal ve askeri teşkilatlara, dönemi bize aksettiren orjinal kaynaklara ve arşiv vesikalarına -diplomatika açısından önemine de dikkat
çekerek- dikkat çekmeye çalışmıştım.
Bu sempozyumda sunacağım tebliğin esasını ise 2003 yılı yazında Prof.
Halil İnalcık’la birlikte Karacadağ Bölgesinde yapılan bir dizi topografik
araştırma ve incelemenin yanında, sonraki yıllarda da devam eden yöresel araştırmalar oluşturmaktadır. Bu çalışma kapsamında Karacadağ’dan Eskişehir’e, oradan Söğüt’e, Söğüt’ten Bursa’ya, Bursa’dan Kocaeli Yarımadasına kadar belli bir çizgide devam eden fetihler ve yeni bir
devletin doğuşu gözlemlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda; Takip edilen
yol haritası, bürokrasi ve beylik teşkilatı, küttap sınıfı ve Osmanlı inşa
(diplomatika) sanatının doğuşu ve gelişimi, Orhan Bey ve oğulları Rumeli
Fatihi Gazi Süleyman Paşa ve Murad Hüdavendigar’ın bu yeni devlet oluşumundaki siyasi, idari ve kültürel katkıları ele alınacaktır.
41
OSMANLI HANEDAN MENSUPLARININ PAŞA UNVANI
KULLANIMI SORUNU ÜZERİNE: ALAEDDİN “PAŞA” VE
SÜLEYMAN “PAŞA”
Yrd. Doç. Dr. Recep YAŞA
Sakarya Üniversitesi
Paşa kelimesinin menşei ve etimolojik kökeni hakkında farklı görüşler
vardır. Bu kelimenin Türkçe “başağa” veyahut “beşe” (büyük kardeş)’den
geldiğini söyleyenler olduğu gibi padişahın ayağı anlamına gelen “pay-i
şah” veya “pad-i şah”geldiğini ileri sürenlerde vardır.
Bu kelime, Osmanlılardan evvel Anadolu Selçukluları ve beylikler döneminde savaşçı ve dinsel niteliği bulunan kişilere verilen bir unvan olmuştur. Osmanlılar döneminde de ise hanedan üyelerinden Osman Bey’in
oğlu Alaeddin ile Orhan Bey’in oğlu Gazi Süleyman Bey’e verildiği ifade
edilmektedir. Oysa bu iki isimden biri olan şehzade Alaeddin ile Osman
Gazi’nin son ve Orhan Gazi’nin ilk veziri olan Alaeddin Paşa, isim benzerliği dolayısıyla birbirine karıştırılmakta ve şehzade Alaeddin’in Orhan
Gazi’ye vezirlik ettiği, bu şekilde paşa unvanı aldığı yanılgısına düşülmektedir. Orhan Bey’in oğlu Gazi Süleyman içinde aynı yanılgı söz konusudur.
Zira Karası Beyliğini ele geçiren Orhan Bey, burayı oğlu Süleyman’a tımar olarak vermiş ve daha önce Karası vezirliği yapmış olan Hacı İlbey’i
de oğluna vezir tayin etmiştir. Bu suretle Karası Beylerbeyliğine yükseltilen Gazi Süleyman’ın unvanı bey, Hacı İlbey’in unvanı paşa olmuştur.
CODEX HANİVALDANUS’TA SÜLEYMAN PAŞA
Doç. Dr. Altay Tayfun ÖZCAN
Dumlupınar Üniversitesi
1591’de Leunclavius tarafından yayınlanan Historia Musulmanae Turcorum (Müslüman Türklerin Tarihi) adlı eser Avrupa’da Rönesans ile birlikte başlayan yeni tarih çalışmalarının zirvesinde bulunan kıymetli bir
eserdir. Bunun nedeni Leunclavius’un, çağdaşlarından farklı olarak Türk
tarihi incelemelerini doğrudan Türkçe kaynaklara dayandırmasıydı. Kullandığı kroniklerden birisinin Cemalî’nin eseri olduğu bugün için iyi bilinmektedir. Eserinde Verantianus Codex olarak geçen bu kronikten baş42
ka Leunclavius Codex Hanivaldanus veya Tercüman Murat Bey’in kitabı
olarak bahsettiği bir diğer eser daha kullanmıştır. Uzun yıllar Osmanlı
bürokrasisine hizmet etmiş Murat Bey adlı Macar asıllı bir kişi tarafından
Neşri tarihinin Latince’ye tercümesi olan bu eser, Leunclavius’un tarih
çalışmasının temeline yerleşmiş vaziyettedir. Leunclavius’un bu eseri
kullanmasını bugün için önemli kılan ise, gerek Murat Bey’in çevirisinin
gerekse çevirisine temel teşkil eden yazmanın kaybolmuş olmasından
ileri gelmektedir.
Daha önce eserinde Codex Hanivaldanus’a bir kısım ayırmış olan V. Menage, Leunclavius’un kullandığı Murat Bey çevirisine temel teşkil eden
yazmanın, bilinen en eski Neşri yazması olan Menzel nüshası ile Viyana
nüshası arasındaki bir zaman diliminde yazılmış, ancak Menzel nüshasına daha yakın bir tarihte yazılmış farklı bir yazma olduğunu ifade etmiştir. Gerçekten de Codex Hanivaldanus’taki kayıtlar, genel olarak Menzel
nüshasına daha yakın bir yöne sahiptir. Bununla birlikte burada, gerek
Menzel nüshasında ve gerekse Viyana nüshasında bulunmayan ilgi çekici
kayıtlar yer alır. Dahası ilgili kayıtlardan bazıları, öyle görünüyor ki, diğer
iki yazmadan daha kıymetli bir tarihî gerçekliğe sahiptir.
Bu çalışmamızda Codex Hanivaldanus’ta Süleyman Paşa ile ilgili kayıtları tetkik ederek Menzel ve Viyana yazmalarında bulunmayan farklılıkları
takdim edeceğiz.
OSMAN GAZİ’NİN OĞLU ORHAN GAZİ’YE
NASİHATLERİNE TAHLÎLÎ BİR BAKIŞ
Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL
Uludağ Üniversitesi
Türk-İslâm geleneğinde özellikle devlet başkanlarının nasihat ve vasiyetlerinde yer alan unsurlar o devir siyasî iktidarlarının devlet anlayışı
hakkında bazı ipuçlarının elde edilmesinde bize ışık tutar. Bu tür nasihat
ve vasiyetlerin muhtevasını, sosyo-kültürel ve dinî referanslarını ele alıp
tahlil etmek ayrı bir husustur. Bunun yapılması da hiç kuşkusuz önem
taşır. Ancak biz bu bildiride, Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye nasihatlerinin yer aldığı kaynaklara, kaynakların mevsukiyet derecesine ve
nasihatlerin içyüzünü anlamaya çalışarak kuruluş devri Osmanlı devlet
43
anlayışına dair bazı tespit denemelerinde bulunmayı, nasihat metinlerinden çıkarılabilecek sonuçları da tasnîfî olarak sıralamayı düşünüyoruz.
Esasınsa bu kabil vasiyet ve nasihatler ilim dünyasında maalesef hak ettiği yeri yeterince alabilmiş değildir. Hâlbuki Osmanlı devletinin büyüklüğü
üzerinde ciddi araştırmalar yapılırken, kendi zamanında dünya siyasetine
yön vermesinin sebepleri ve Bursa, İznik, İzmit-Kocaeli bölgelerinde henüz kuruluş döneminde devleti kuran iradenin gösterdiği dinamizm herkes tarafından anlaşılmaya ve analiz edilmeye çalışılmalıdır. Kuskusuz
bu noktada doğru analize ulaşmanın yollarından biri de, kurucu devlet
adamlarının sahsiyet ve hayat görüşlerinin Osmanlı devletinin süratle
büyümesi ve bir cihan devleti haline gelmesindeki rolünü ortaya koymaktır. Dolayısıyla Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye vasiyet ve nasihatleri,
hem zamanlaması hem de muhtevası açısından ziyadesiyle önemli olduğu gibi kuruluş dönemi dinamizmine ve canlılığına da ışık tutacaktır.
Söz konusu nasihatler bildiride farklı kaynaklarla kıyaslanarak kaydedilecektir. Bildiri özetinde bunlardan birini (Tarîh-i Atâ’dan) paylaşmak
istiyorum. Adı geçen kaynakta nasihat metinleri şu ifadelerle yer almıştır:
“Her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farîzaya dikkat, din ve devletin güçlenmesine sebeptir. Beytü’lmâl-i müslimîni (devlet hazinesini)
koru. Devletin servetini artırmaya çalış. Sadakatle tahsîl-i rızâ için ömür
geçiren erkân-ı devlet’i gözet; vefatlarından sonra böylelerinin çoluk-çocuğuna bak, ihtiyaçlarına ilgi göster. Tebaandan hiçbir ferdin emvâline
taarruz etme. Hak edenlere yardım ile iltifat elini uzat, böylelerinin sıkıntılarını gider, yakınlarının sıkıntılarını da gider. Askerî erkânı iyi koru.
Âlimler, fâzıllar, edîbler, devlet bedeninin gücüdür. Bunlara iltifat ve ikramda bulun. Bir kemâl sahibini işitince onunla ilişki kur, dirlikler ver,
ihsanda bulun. Hükümetinde ulemâ, fuzelâ, erbâb-ı maârif çoğalsın,
siyâset ve din işleri nizam bulsun. Benden ibret al ki, bu diyarlara zayıf bir
beğ olarak gelip hak etmediğim halde bunca inâyet-i celîle-i Rabbânî’ye
mazhar oldum. Sen de benim yolumdan git ve bu dîn-i Muhammediye’yi
ve ashâbını ve sana tabi olanları koru. Hakkullâh ve hukûk-ı ıbâdı gözet.
Senden sonrakilere de böyle nasîhattan geri durma. Adaletli ve insaflı ol.
Zulmü kaldırmaya devam et. Her bir işe teşebbüste Allah’ın yardımına
güven. Tebaanı düşman istilâsından ve zulme uğratılmaktan koru. Haksız yere hiçbir ferde lâyık olmayan muamelede bulunma. Halkı taltif et,
hakkında umumun kabulünü tahsil et.” (Tayyarzâde Ahmed Atâ, Tarîh-i
Atâ, İstanbul 1293, I, 9 vd.)
44
15. YÜZYIL OSMANLI KRONİKLERİNDE SÜLEYMAN PAŞA
Prof. Dr. Necdet ÖZTÜRK
Bahçeşehir Üniversitesi
Bu bildiride, esas itibariyle Orhan Gazi oğlu Süleyman Paşa’nın Anadolu ve Rumeli’deki idari, siyasi, askerî faaliyetleri ve başarıları üzerinde
durulacaktır. 15. yüzyıl Osmanlı tarih kaynaklarının bu konuda verdikleri
bilgiler metin okumaları üzerinden mukayeseli olarak değerlendirilecektir. Mesela, Karasi Beyliği’nin Osmanlı topraklarına katılması, Rumeli
yakasına geçiş fikrinin kime ait olduğu, geçiş noktaları ve geçişin hangi
deniz taşıtlarıyla gerçekleştirildiği, ilk fethedilen yerler ve fetih istikametleri, Süleyman Paşa’nın fetih ve iskân siyaseti, adil ve insaflı oluşu,
Osmanlı toplumunda hoşgörü kültürünün gelişmesine katkısı, Aydınoğlu
Gazi Umur Bey’le görüştüğü rivayeti, vefatı ve vefatından sonraki gelişmeler ele alınacak belli başlı konulardır.
ADINA YAZILMIŞ ESKİ HARFLİ ESERLERDE GAZİ
SÜLEYMAN PAŞA VE BAZI KOCAELİLİ ÂLİMLERDEN
NAKİLLER
Prof. Dr. Recep DİKİCİ
Selçuk Üniversitesi
Mevlid şâiri Süleyman Çelebi’nin dedesi ve Orhan Gazi’nin kayınbiraderi
Şeyh Mahmud’un:
“Kerâmet gösterip halka suya seccade salmışsın
Yakasın Rumeli’nin dest-i takva île almışsın.”
dediği, Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Şah, Rumeli fâtihi olarak tarihlere geçmiştir.
1331’de babası Orhan Gazi’ye vezir olan Şehzade Süleyman, idarî işlerden ziyade askerî işlerle vazifelendirilmiştir. Zaten fıtrat icabı cihangir
ruhlu olan Şehzade Süleyman, maiyyetindeki kahramanlarla zaferden
zafere at koşturmuş ve filiz halindeki devletin sınırlarını ikinci bir kıtaya,
Avrupa’ya taşırmıştır.
45
Osman Gazi’nin temelini attığı devletin sınırları gittikçe genişlemekteydi.
Ve fetihlerin hedefi Anadolu’daki Bizans topraklarıydı... İznik ve İzmit’in
fethinden sonra Osmanlı Süvarileri, İstanbul Boğazı’nın Asya taraflarında
at koşturmaya başlamışlardı. Devletin bekası ve ihtişamının ziyadesi için
mutlaka Rumeli tarafları ele geçirilmeliydi... Bizanslılar arasındaki taht
kavgası Rumeli fethine imkân hazırladı. Yine Şehzade Süleyman, Rumeli
topraklarında at koşturmaya devam ederek, 1352’de Dimetoka meydan
muharebesinde Sırp ve Bulgar ordusunu perişan etmiştir.
Süleyman Paşa, 1354 başlarında Rumeli’yi tamamen bir İslam Beldesi
yapmaya karar vermişti. 2 Mart 1354’te Gelibolu kalesini fethetti. Rumeli’nin fethi yalnız Osmanlı tarihinde değil, Bizans tarihinde de bir dönüm
noktasıdır. Etrafı Osmanlılarla çevrilmiş Bizans, günbegün çöküşünü
seyretmekten başka birşey yapamaz hale gelmiştir. Şanlı devlete Rumeli
topraklarını armağan eden Şehzade Süleyman, 1359’da 43 yaşında iken
vefat etmiş ve fethettiği Bolayır’a defnedilmiştir. Fethedilen toprakların
manevî bekçilerinden birisi olarak asırlar boyu türbesi ziyaret edilegelmiştir. İsmi, tarihlerde ve marşlarda devamlı anılmıştır.
Türkiye kütüphânelerinde Gazi Süleyman Paşa adına kaleme alınmış eski
harfli bir kitap ve üç makâle mevcuttur. Abdükadir Kemâlî’nin “Şehzâde
Gazi Süleymân Paşa’nın Vekâyi-i Târihiyyesi” adlı kitabı (Matbaa-i Hayriyye, Dersaadet, 1929, 15 s.) ile Ahmed Tevhîd’in “Akşehir’de Rumeli Fâtihi
Şehzâde Süleymân Paşa’nın Kerîmesi Mezarı” (Tarihi Osmânî Encümenî
Mecmuası, Numara: 44, 1 Haziran 1933, s. 106-108) adlı geniş bilgi ihtivâ
eden makâle, Nedîm’in “BOLAYIR-Büyük Osmanlı Şehzâdesi Süleymân
Paşa’ya” adlı nazmı (İkdâm Matbaası, Dersaadet, 1331) ve Şehîm’in “Şehzâde Süleymân Paşa” (Edebiyyâtı Umûmiyye Mecmâsı, 1917, I, 298-299)
adlı mensur makâlesi ele alınıp, değerlendirmeler yapılacaktır.
Ayrıca İzmitli Ahmed Hilmi Efendi’nin “Muhibbü’l-Fıkh li Hıfzi’d-Dîn” ve
Karamürsel Nâibi Abdullah Şevket’in “Ahlâk-ı Dînî” adlı eski harfli eserlerinden önemli nakillerde bulunulacaktır. Daha önce hiç incelenmemiş
ve ele alınmamış bu orijinal tarihî, içtimâî ve dînî eserler hakkında yapılacak değerlendirmeler ve nakillerle, Kocaeli tarihi ve kültürüne ciddî
katkılarda bulunulacağı kanaatindeyim.
46
GELİBOLU’DA BİR OSMANLI ŞEHZADESİ:
SÜLEYMAN PAŞA
Prof. Dr. Bilgehan PAMUK
Gaziantep Üniversitesi
Gelibolu, Çanakkale Boğazı’nın kuzey giriş kısmında ve denize doğru
uzanan bir yüksekliğin üzerinde yer almaktadır. Eski adı “Kallipolis” veya
“Gallipolis” olan şehrin adının menşei konusunda kaynaklarda tatmin
edici bilgiler yer almamaktadır. Tarihi süreç içerisinde pek çok medeniyetin mücadelesine sahne olan bölge, Türkçe kaynaklarda genel olarak
Gelibolı şeklinde yer almış olup zaman içerisinde Gelibolu ismiyle anılmıştır.
XIV. yüzyılın ortalarına doğru Osmanlılar, İzmit’ten Kadıköy’e uzanan Marmara’nın kuzeyi ve körfezdeki kıyı şeridine de hâkimdiler. Bizans aleyhine genişleyen Osmanlılar, batı sınırındaki rakipleri Karesi Beyliği’nin iç
karışıklıklarından istifade ederek, bu beyliğe ait toprakları üzerinde de
nüfuz kurmuşlardı. Süleyman Paşa, Karesi Beyliği’nin kuzeyindeki yerleşim birimlerinin alınmasında etkin bir rol oynamıştı. 1345 yılında Karesi
Beyliği’ne ait toprakların bir kısmının Osmanlı idaresi altına alınmasıyla
birlikte Edremit Körfezi ile Kapıdağ arasındaki havali Karesi Vilayeti olarak teşkil edilerek idaresi Süleyman Paşa’ya verilmişti.
Süleyman Paşa, Karesi hâkimliği sırasında, Gelibolu ile yakından ilişki
kuran ilk Osmanlı hanedanı üyesi olmuştu. Bizans İmparatorluğu’ndaki taht kavgası, Osmanlıların bölgeye nüfuz etmesine olanak sağlamıştı.
Paleologoslar ile Kantakuzenoslar arasında cereyan eden kıyasıya mücadele Osmanlıların pozisyonunu kuvvetlendirmişti. Nitekim 1348 yılında
Süleyman Paşa, ilk defa Rumeli’ye geçerek Osmanlıların ismini duyurmuştu. Ara ara yapılan askeri yardımlar ile birlikte Osmanlılar, Süleyman
Paşa komutasında Rumeli havalisine geçmişlerdi.
1354 yılında Osmanlıların Gelibolu’na geçişi artık yardım amaçlı değil
doğrudan doğruya fetih amaçlıydı. Süleyman Paşa komutasında Gelibolu’na gelen Osmanlılar, fetih sahası arttığı gibi bölgenin idaresi de Süleyman Paşa’ya verilmişti. Süleyman Paşa, adaletli yönetimi ile kısa sürede
bölge ahalisinin takdirini kazanmıştı. Süleyman Paşa’nın Gelibolu’daki
pozisyonu üzerinde durulmuştur.
47
GAZİ SÜLEYMAN PAŞA’NIN KUZEY-BATI
ANADOLU’DAKİ İZLERİ
Prof. Dr. Kenan Ziya TAŞ
Balıkesir Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nin kuruluş coğrafyasının büyük bir kısmını teşkil eden
Kuzey-Batı Anadolu, batıda Sakarya mansabından başlayıp doğuda Sinop’a kadar uzanan ve Karadeniz kıyıları ile hinterlandının önemli bir
kısmını kaplayan, kadim zamanların ifadesi ile Bizans kaynaklarında
Bitinya ve Paflagonya adı verilen coğrafya parçası üzerinde yayılır. Bu
bölgede 16. yüzyılda Kocaeli, Hüdavendigâr, Bolu, Çankırı ve Kastamonu
sancakları yer almaktadır. Bölgenin Anadolu’nun fethi esnasında Bizans
hududunda yer alması, Osmanlı devletinin kurulduğu ve ilk yayıldığı coğrafya olması bakımdan önemlidir. 16. yüzyıldaki Bolu Sancağı ise coğrafi
mekân olarak bu bölgenin büyük bir kısmını kaplamaktadır. I. Murad’ın
(1361-1389) büyük oğlu olan Gazi Süleyman Paşa zikredilen bu yörenin
fethinde ve Osmanlı hâkimiyetine geçişinde çok önemli rol oynamıştır.
Burada Osmanlı varlığının temin ve devamı konusunda hususi gayret ve
tesirleri olduğu anlaşılıyor. Bunu biz tahrir defterlerinden takip edebiliyoruz. Hazırlanacak bildiride bu faaliyetlerinin izleri ele alınacak ve değerlendirilmelerde bulunulacaktır.
OSMANLI KAYNAK VE ARŞİV BELGELERİNE GÖRE
SÜLEYMAN PAŞA’NIN VEFATI VE TÜRBESİ
Yrd. Doç. Dr. Veysi AKIN
Trakya Üniversitesi
Kuruluş devri padişahlarından Orhan Bey’in oğlu Rumeli Fatihi olarak
da tanınan Osmanlı şehzadesi Gazi Süleyman Paşa’nın vefatı hakkında
Osmanlı kaynaklarında başta Aşıkpaşazade, Şükrullah, Oruç Bey, Neşri,
Hoca Saadeddin Efendi olmak üzere pek çok Osmanlı kroniğinde ve bazı
anonim Tevarih-i Al-i Osman’larında hikâye edilmiş bilgiler mevcuttur.
Bu bilgiler arasında iki hususta “yer (vefat yeri ve defin yeri) ve vefat tarihi” farklılıklar bulunmaktadır.
48
Vakıf kayıtlarında mezarın yeri sabit olmakla beraber, türbenin yapılışı
ve geçirdiği onarımlar hakkında Başbakanlık Osmanlı Arşiv belgelerinde çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı kaynaklarında atının da
beraber defnedildiğine dair herhangi bir bilgi bulunmazken, günümüzde
türbenin içerisinde atı için de bir taş bulunması, Lalasının mezarının da
burada gösterilmesi, bazı önemli şahsiyetleri de buraya defnedilmeleri
eski “Türk defin ve mezar geleneği” veya “Ata mezarı kültü” bakımından
değerlendirilmesi gereken başka bir konudur.
Bu çalışmada Şehzade Süleyman Paşa’nın vefatı, mezarının yeri ve türbesinin günümüze kadarki durumu ele alınarak devrin kaynakları göz
önünde bulundurularak bilgi verilecektir.
RUMELİ FATİHİ SÜLEYMAN PAŞA VE MEHTERİN
“ŞEHZADE SÜLEYMAN MARŞI” HAKKINDA BİR
DEĞERLENDİRME
Dr. Öğ.Kd.Alb. Zekeriya TÜRKMEN
Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, Müzecilik Grup Başkanlığı
Şehzade Süleyman Paşa’nın, 1351-1352 tarihinde Gelibolu’yu ve Çimpe
Kalesini fethetmesiyle birlikte Osmanlı Beyliği bu coğrafyada uygulamaya koyduğu yeni fetih siyasetiyle Rumeli’ye açılmış, kısa bir süre sonra
Osmanlı akıncıları Meriç ve Arda boylarında akınlar yapmaya başlamışlardır.
Şehzade Süleyman ve Şehzade Murat, Büyük Selçuklu Devleti’nde Tuğrul
ve Çağrı Beylerin stratejilerine benzer uygulamalarla Rumeli coğrafyasında Osmanlı fetih ve iskân siyasetini uygulamaya koymuşlardır. Babaları Orhan Gazi’nin köhne Bizans Devleti ile yaptığı stratejik ortaklık,
Osmanlı Beyliğinin Rumeli harekâtına fırsat ve zemin de yaratmıştır.
Rumeli coğrafyası, Anadolu coğrafyasından farklı kadim Bizans’ın ve Sırp
Despotluğunun ortodoks tebaasının yaşadığı mekânlardı. Osmanlı akıncıları Sultan Orhan Gazi’nin öğütleriyle bu bölgede istimalet (gönül alma)
siyasetini uygulamaya koydular. Hoca Ahmet Yesevi öğretisini bu coğrafyaya yaymak için büyük çaplı psikolojik harekâta giriştiler. Bu harekât,
49
Rumeli coğrafyasının kılıç zorundan ziyade, istimalet yoluyla yani gönül
alma siyasetiyle fethine zemin hazırlamıştır.
Rumeli harekâtının başlatıcısı, planlayıcısı olarak Şehzade Süleyman
Paşa, büyük fikirleri olan bir askerî önderdi. Şehadetinden sonra vasiyeti
gereği naaşı Bolayır’a Çimpe kalesinin Adalar Denizine bakan beri yanına
defnedilmiştir. Onun Rumeli’ye geçişi takip eden süreçte kulaktan kulağa
nakledilen destanımsı mücadelesi Aşık Paşazade, Enverî vd. tarihçilerin
eserlerinde de yer almış, günümüze kadar ulaşmıştır.
Şehzade Süleyman Paşa, sadece tarihçilerin eserlerinde, destanlarda,
menkıbelerde, şiir ve edebî eserlerde anlatılmakla kalmamış, askerin
cenk marşlarında ve türkülerinde de yer etmiştir. Bu bildiride, Osmanlı
kronikleri ve araştırma eserlerinden yararlanılarak Şehzade Süleyman
Paşa’nın askerî şahsiyeti kısaca açıklandıktan sonra mehter tarafından
günümüzde de marş olarak söylenegelen “Şehzade Süleyman Marşı”
üzerine bir değerlendirmede bulunulacaktır.
SÜLEYMAN PAŞA VAKIFLARI
Yrd. Doç. Dr. Vedat TURGUT
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi
Rumeli Fatihi olarak anılan ve ömrü vefa etse üçüncü Osmanlı padişahı
olması mukadder olan Süleyman Paşa’nın sadece Rumeli’de değil, yöneticilik yaptığı Kocaeli ve Bolu ile Hüdâvendigâr Livası’na bağlı bazı nâhiyelerde de küçük ölçekli pek çok vakıf için bitiler verdiği anlaşılmaktadır.
Onun Karaferye ve Gelibolu’da imaret, zaviye ve türbesine ait vakfiyenin
babası Orhan Gazi tarafından düzenlendiği bilinmektedir. Bu çalışmada
Ona ait külliyenin yanısıra, Onun tarafından kurulduğu belirlenen zaviye ve evlatlık vakıflar ayrıntılarıyla incelenecek ve bu vesileyle Osmanlı
Devleti’nin kuruluşu ve Balkan fütuhatındaki rolü üzerinde durulacaktır.
50
VAKIF-ŞEHİR İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA İZMİT GAZİ
SÜLEYMAN PAŞA EVKAFI (XVI. YÜZYIL)
Prof. Dr. Mustafa GÜLER
Uzm. Abdullah ÇAKMAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Şehir hayatının kurulmasından gelişmesine kadar birçok aşamada kendini gösteren vakıflar, Osmanlı şehir kültürünün oluşmasında büyük bir
paya sahiptir. Osmanlı şehirlerinde ön plana çıkan mimari eserler ve buralara tesis edilen vakıflarla yürütülen eğitim, ticaret, bayındırlık ve sağlık gibi hizmetlerin her biri toplum hayatına artı bir değer katmaktadır.
XIV. yüzyılın ilk yarısında İznik ve İzmit fetihlerinde babası Orhan Bey’in
yanında yer alan Gazi Süleyman Paşa daha sonra kendisine “Rumeli Fatihi” unvanını kazandıracak Gelibolu’dan Tekirdağ’a kadar olan Marmara
sahillerinin fetihlerini gerçekleştirmiş ve ilk olarak bu bölgelere Osmanlı
iskân politikasını uygulayarak Türkmenleri yerleştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin henüz yeni kurulduğu bu dönemde Süleyman Paşa yaptırmış olduğu cami, medrese, mektep ve imaret gibi hayır eserleriyle adeta bu
bölgelerde Osmanlı şehir kimliğinin oluşmasına öncülük etmiştir.
Bu çalışmada; Süleyman Paşa’nın İzmit’te yaptırmış olduğu cami ve
medresesi ile bunların giderlerini karşılayabilmek adına kurmuş olduğu
vakfın tarihi ve aynı zamanda bu hayratın toplum hayatına yansımaları
arşiv kaynaklarına dayalı olarak incelenecektir.
Böylelikle cami ve medresenin her türlü tamir ihtiyacı, imam, müezzin,
kayyım gibi görevlilerin maaşları, talebelerin yiyecek, giyecek, barınma
ihtiyacı ve müderrislerin maişetlerinin ne olduğu ortaya konulacaktır.
Yine şehir merkezinde oluşturulan bu yapılarla şehirliye ne tür hizmetler
sunulduğu tespit edilecektir.
51
ŞEHZADE SÜLEYMAN PAŞA’NIN İZNİK’TEKİ VAKIFLARI
Prof. Dr. İbrahim SEZGİN
Trakya Üniversitesi
Orhan Gazi’nin büyük oğlu olan Şehzade Süleyman Paşa “Rumeli Fatihi”
olarak meşhur olmuştur. Gerçekten Rumeli’de Osmanlılar tarafından
yapılan ilk fetihler Süleyman Paşa ve emrindeki kumandanlar vasıtasıyla
yapılmıştır. Babasının yanında da çeşitli seferlere katılan Şehzade Süleyman Paşa yaptırdığı vakıf eserleriyle de dikkat çekmektedir. En önemli
vakıfları Gelibolu Bolayır’da olmak üzere Anadolu ve Rumeli’nin değişik
şehirlerinde cami, mescid, medrese, zaviye gibi dinî ve hayrî eserleri yaptırmıştır.
Şehzade Süleyman Paşa’nın hayır eserleri yaptırdığı yerler arasında İznik
önemli bir yer tutmaktadır. Burada da devrine göre büyük sayılabilecek
bir medrese yanında cami (mescid) ve sıbyan mektebi de yaptırmıştır. Bu
hayır eserlerinin masraflarını karşılamak üzere İznik’teki bazı köylerin
gelirleri tahsis edilmiştir. Yine Gelibolu’daki Ereğlice köyünün geliri de
medresenin müderrisine vakfedilmiştir. Bu bildiride Süleyman Paşa’nın
İznik’teki vakıf eserlerinin tarih içerisinde geçirdiği değişimler yanında
vakıfların gelir ve giderleri, vakıf çalışanları, Tapu Tahrir defterleri ve diğer arşiv belgeleri esas alınarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.
ORHAN GAZİ’NİN OĞLU SÜLEYMAN PAŞA’NIN VAKIFLARI
İLE İLGİLİ BURSA SİCİLLERİNDEKİ BİLGİLER
Prof. Dr. Yusuf OĞUZOĞLU
Düzce Üniversitesi
Rumeli fatihi olarak tanınan ve Orhan Gazi’nin büyük oğlu olan Süleyman
Paşa, sadece Rumeli’de değil, Anadolu’daki fütuhat faaliyetlerinde de oldukça önemli bir komutan olmuştur. Attan düşerek hayatını kaybeden
Süleyman Paşa’nın oldukça zengin vakıfları olduğu bilinmektedir. Cami,
mescid, medrese, imaret gibi pek çok kamu binasının banisi olan Süleyman Paşa’nın vakıf gelirleri bu kuruluşların giderleri için kullanılmıştır.
Bursa Şer’iyye Sicilleri, Süleyman Paşa’nın vakıfları ile ilgili kayıtların
yer aldığı önemli bir kaynak grubunu teşkil etmektedir. Bu bildiride Sü52
leyman Paşa’nın banisi olduğu kamu binaları ve vakıfları ile ilgili Bursa
Şer’iyye Sicilleri’nde yer alan kayıtlar incelenecek ve bu kayıtlar üzerinden değerlendirmelerde bulunulacaktır.
GAZİ KÖSE MİHAL’İN MENŞEİ İLE İLGİLİ YENİ BİR ANALİZ
Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK
Sakarya Üniversitesi
Gazi akıncı beylikleri, Osmanlı Devleti’nin kuruluş periyoduna damga vuran en önemli askeri ve sosyopolitik faktörler arasındadır. Bunlardan en
önemlileri olan Evrenos Gazi ve Köse Mihal’in kimlikleri ve etnik menşeleri etrafından oluşmuş bulunan farklı görüşler uzlaştırılmamış vaziyette olup bu yöndeki yayınlar konuyu aydınlatmaktan ziyade karışıklığı
artırıcı niteliktedir. Bu iki akıncı beyinden ilkini müstakil bir tebliğimizde
değerlendirdiğimizden, bu tebliğimizde ikincisine, Gazi Köse Mihal’e yer
vereceğiz.
Mihaloğulları olarak bilinen bu hanedanın atası olan Köse Mihal, Yahşi
Fakih kaynaklı Osmanlı kroniklerinde, Bizans’a bağlı Harmankaya tekfuru iken İslam’a geçen bir muhtedi olarak takdim edilir. Bu tarihi kahraman, Bizans kroniklerinde, bildiğimiz “Köse Mihal” adıyla yer almaz.
Osmanlı kroniklerinin Köse Mihal’e yükledikleri rol, basit bir muhtedi,
veya mütevazi bir tekfur olmaktan öteye geçer. Osman Bey, ilk fetihlerine başlamadan önce Köse Mihal’in katılmasını zorunlu addeder ve ilk
teşebbüs, onun İslam’a geçmesinin sağlanmasıyla gerçekleştirilir. Köse
Mihal, adeta, ilk Osmanlı fetihlerinin gizli gücü ve kilit şahsiyetidir.
Osmanlı kroniklerinde böylesine güçlü ve önemli bir rol verilen şahsiyetten en temel Bizans kaynağı olan Pachymeres’de rastlanmaması büyük
çelişkidir. Tebliğimiz, bu çelişkiden yola çıkarak, Altınordu emiri Nogay’ın
kumandanı iken, Bizans tarafından Marmara uç bölgesinde aşama aşama devam etmekte olan Türk ilerleyişini durdurmak için kendisine “Nikomedia-İzmit” ve civarının savunma görevi verilen, ismi Pachymeres’de
“Koutzimpahis” olarak zikredilen, Türkçe’ye “Kösem Bahşı” olarak aktarılabilecek şahsiyetin “Köse Mihal” veya onun atası olduğunu düşünüyoruz.
Tebliğimizde ilgili konu hakkında literatürde oluşmuş bulunan farklı görüşler ortaya konulacak, temel kaynakların bu konuda ortaya koyduğu
veriler yeniden analiz edilecektir.
53
OSMANLI DEVLETİ’NİN TARİHİNDE KOCAELİ’NİN
ROLÜNE DAİR
Doç. Dr. Dilaver AZİMLİ
Azerbaycan Bilimler Akademisi
Osmanlı Devleti’nin politikasında Rumeli’ye doğru genişletme önemli yer
tutuyordu. Onların Anadolu’da yayılma politikasının başarıyla gerçekleştirilmesinin en önemli sebeplerinden biri onların Qarasidən sonra Rumeli’ye, yani Avrupa kıyısına geçmeleri olmuştu. Bununla da doğu-batı ticaretine de tam kontrol elde ediyorlardı. Osmanlılar doğu-batı ticaretine
kontrol edebilmek için üç ticaret bölgesine özel önem veriyorlardı. Bu
bölgelerden ikisi deniz, diğeri ise kara ticareti ile ilgili idi. Bu bölgeleri fethetmek için Osmanlı devleti uzun mücadele götürmüştü. Deniz ticaret bölgelerinden birincisi ülkenin batı bölgelerinde kalan Ege Denizi
ve Adriyatik Denizi kıyıları boyunca uzanan ve Avrupa’ya açılan bölge idi.
Buğday ticareti bu bölgede önemli yer tutmaktaydı. İkinci bölge ise Akdeniz’in doğu sahilleri ile Hint Okyanusu taraftaki ticareti kapsamaktaydı.
Bu ticaret yolu İstanbul’dan başlanır Kuzey Afrika’daki limanlardan Cidde’ye, oradan da Hindistan kıyılarına ve Malakkaya kadar uzanıyordu. Bu
bölge ticaretinde tekstil ve baharat ürünleri ile birlikte diğer değerli emteeler de taşınıyordu. Üçüncü bölge ise devletin hayatında önemli rol oynayan İstanbul’dan başlanır, Orta ve Doğu Anadolu’ya, oradan Suriye’ye
(Halep’e) ve Azerbaycan’a, İran’a kadar uzanır, “Doğu-Batı kervan yolu”
adlandırılırdı. Bu bölgede de taşınan emteeler işerisinde tekstil ürünleri, baharat ticareti ve o dönemde ticarette önem taşıyan çeşitli ürünler
avantaj oluşturuyordu.
Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ye doğru genişlemesinde Koca-Elinin önemli
rolü vardı. Koca-Eli ismi, XIV.asr başlarında, Osman Gazi devrinden itibaren, bu havliyi Konur Alp ve Kara Mürsel gibi arkadaşları ile beraber fethe
teşebbüs eden Türk mücahidi Akça Koca’nın adına bağlanır. Bu mücahidler, iki buçuk asır daha önce bahis mevzuu olan memleketi istila ederek,
İstanbul boğazına kadar dayanan ve Bizans ile Maltepe deresi üzerinde
hudut kesen, fakat haçlı seferi sırasında (1097) geri çekilerek, bu toprakları imparator Alexios Komnenosa’a bırakan Selçukluların yolundan tekrar ileri yürüyüşe geçtiler. Akça Koca’nın Osman Gazi devrinde 717 (1317)
‘ye doğru yaptığı fütuhat belki daha ziyade bir akın mahiyetinde idi. Esaslı
hareket, Orhan Gazi’nin ilk hükümdarlık senesinde 726 (1326)‘da başladı,
54
o sene Kartal’a yakın Samandıra ve Aydos kaleleri Rumlardan alındı. Nikomediya (İzmit) ise, muhasara neticesinde ele geçirildi ki, buranın feth
tarihi hususunda Türk kaynakları ile Bizans kaynakları arasında mühim
ayrılıklar vardır. Bilindiği gibi, 1352 yılında Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman
Paşa Gelibolu’ya (Qallipoli) geçip orada küçük Çımbı kalesini ele geçirmişti. İki yıl sonra ise Balkanların fethinde önemli platsdarm rolünü oynayacak Gelibolu Kalesi Osmanlılar tarafından istila edilmişti. Çımbı ve
Gelibolu fethinden sonra Karesi’den halk Rumeli’ye geçip yerleşmeye,
köyler kurmaya başlamıştı.
Aslında, Anadolu Türk tarihinde yeni bir aşamanın başlangıcı olan bu
olay, paradoksal da olsa, ikili rol oynamıştı-bir yandan, Osmanlıların Küçük Asya’da yayılma suretini yavaşlatmış, diğer yandan ise güçlendirmiştir. Rumeli’ye geçiş ve orada fetihlerin başlanması türk tarihinin stratejik
mahiyetini değiştirmişti.
OSMANLI DEVLETİ’NİN BALKANLARA ÇIKIŞ
GÜZERGÂHINDA İZMİT/KÖRFEZİ
Yrd. Doç. Dr. Galip ÇAĞ
Gazi Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nin kuruluş meselesinde üzerinde durulan en mühim
noktalardan biri şüphesiz ki Batı yönlü fetih tercih ve güzergâhıdır. Bugün artık 1353 Çimpe Kalesi’nin alınması ile eşleşen Rumeli’ye çıkışın
farklı saiklerinin ve öncüllerinin tartışılması kuruluşa dair meselelerin
anlaşılmasında çok daha anlamlı olacaktır. Zira bu dönemde birbirleri ile
bağlantılı vukuatı birbirinden ayırmak bütünü analiz ve anlamakta araştırmacıları zor duruma sokmaktadır.
Konunun bir başka veçhesi de Orta zamanda devletlerin varoluşu ve asabiyenin inşasında şehirlerin önemidir. Devletlerin kuruluş süreçlerinde
fetih kavramının karşılığı şehirler ve çevresinde yaşananlarda aranır. Fetih metotları, hazırlıklar ve fethin stratejisi ile birlikte ele geçen şehrin
bir sonraki hedefle ile olan bağı bütünü oluşturan parçaları oluşturur. Bu
açıdan bakıldığında Osmanlı birliklerini Çimpe Kalesi’ne götüren süreçte
başta Mudanya olmak üzere İznik ve İzmit’in konumunu doğru analiz etmek başta ifade edilen sıkıntıları gidermek açısından mühimdir.
55
Bu çalışma Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ye çıkışında İzmit ve çevresinin
alınmasının önemini ortaya koymaya çalışırken konuya Mudanya-İzmit-Gelibolu çizgisinde bakmanın gerekliliğini vurgulayacaktır.
THE HUNDRED YEARS WAR AND THE OTTOMAN
EXPANSION IN THE BALKANS IN THE SECOND
HALF OF 14TH CENTURY
Dr. Ardian Muhaj
The Portuguese Academy of History, Lisbon
In May 1453 the Ottoman standards appeared on the walls of Constantinople. At the other end of Europe, the war between France and England practically came to an end. When the war between the two most
important states of Europe erupted in 1337, the Ottomans were barely
known in Europe. The summer of 1453 was a crucial point in the history
of the world, because came to an end two major conflicts that shaped
the history of Europe: the Anglo-French conflict, between 1337 and 1453
and the Byzantine-Ottoman conflict of the same time span. The Hundred
Years War internalized the energies of France and England and the expansionary trend of the previous two centuries, which had externalized
their resources in search of new conquests outside continent, met a huge
setback. During the fourteenth and fifteenth centuries one can detect a
dramatic decline of the spirit of crusade in the Mediterranean. In many
ways, this internalization of the forces of these two powers facilitated the
Ottoman advance in the Balkans and the consequent end of the Byzantine
Empire. In this paper we aim to bring evidence on the fact that European
countries had very little interest on what was going on in the Byzantine
Empire and were much more concerned with their internal interminable struggles. Therefore the Ottoman expansion in the Europe, started by
Ghazi Suleyman Pasha, and continued in the subsequent years by Murat
I and Bayezid I happened in a troubled situation in the Europe and in the
Balkans.
56
TARİHSEL SÜREÇTE CEZAYİR EYALETİNDEKİ YENİÇERİ
OCAĞINA ASKER ALINMASI VE GÜNÜMÜZDEKİ İZLERİ
Prof. Dr. Chakib BENAFRİ
University of Algiers
Uç asırdır süregelen Cezayir- Osmanlı ilişkilerinin tarihi, 1516 yılında Cezayir’in Barbaros kardeşler tarafından İspanyol işgalinden kurtarılmasıyla başlar. 1519 yılında Cezayir’in ileri gelenlerinden oluşan bir heyet, dönemin padişahı I. Sultan Selim’e Cezayir’in Osmanlı topraklarına iltihak
etmesi yönünde talep içeren bir mektup götürür. Böylece Barbaros Hayrettin Paşa Cezayir Eyaletinin ilk Beylerbeyi unvanını kazanır, Cezayir’deki yeniçeri ocağının temelini oluşturmak için 4000 gönüllü asker gönderilir ve Cezayir Osmanlı döneminde başkent olur. Ayrıca, Cezayir’e yeniçeri
askerlerinin gönderilmesi, bu sürecin büyük bir titizlikle sağlanması için
17. yüzyılda İzmir’e Cezayir devleti temsil eden bir vekil tayin edilmistir.
Bu çalışmada amaç, Cezayir Osmanlı arşivinden yapılan araştırmalar
bağlamında; “Cezayir Eyaletinindeki yeniçeriler hangi tarihte ve nasıl
ortaya çıkmıştır? Yeniçeri ocağına asker alım süreci nasıl organize edilmiştir? Ocağa katılan gönüllü yeniçerilerin kökleri nereye dayanmaktadır? Cezayir ve İstanbul arasındaki ilişkilerde, yeniçeri ocağına asker
alınmasının yeri ve önemi nedir? Cezayir Ocagina gönderilen yeniçeriler
Cezayir’de bulundukları süre içerisinde geldikleri yerlerle sosyal bağlarını muhafaza etmişler midir? Osmanlı döneminde gelen Türk yeniçeriler
Cezayir toplumunda bugün hala hissedilen izler bırakmış mıdır?” sorularına ışık tutmaktır.
ZAPOROG KAZAKLARININ GÜNEY KARADENİZ
SAHİLLERİNE DÜZENLEDİKLERİ SEFERLER
Doç. Dr. Ferhat TURANLI
Kyiv-Mohıla Akademisi - Ulusal Üniversitesi
Konu ile ilgili Ukranca ve Türk Osmanlı yazılı kaynaklarına göre yapılan
araştırmalar ele alınmaktadır. ‘Kazak’ sözcüğünün terim anlamı, Zaporog Kazaklarının askeri ve siyasi örgüt olarak teşkkül etmeleri izah edilmektedir. Sözü edilen yöntemli bilimsel çalışmada adı geçen kazakların
57
Osmanlı Devleti’nin sahib olduğu Karadeniz kıyılarındaki topraklarına
saldırılarından, ayrıca Güney Karadeniz sahillerindeki şehir ve kalelere
düzenledikleri seferlerin nedenleri ve sonuçları hakkında bilgiler verilmektedir. Kazak şaykalarının deniz yollarıyla Özî, Aksu, Turla ve Tuna
nehrlerinin aşağı kısımlarındaki Türklerin sahip oldukları topraklara
düzenledikleri devamlı saldırılardan bahis olunmaktadır. Vurgulanması
gereken hadiselerden biri de, Ukrayna kazak ordusunun yapdıkları baskınlar sonuçu Osmanlı İmparatorluğunun ağır kayıplar vermesi, ayrıca
çok insanın esir düşmesi, saldırılar yapdıkları alanlaradki kalelerin ele
geçirilmesi ve mülklerinin talan edilmesi gibi konulara da dikkat çekilmektedir.
1561 TARİHLİ MUFASSAL TAHRİR DEFTERİNE GÖRE
KOCAELİ SANCAĞINDA KULLANILAN ŞAHIS İSİMLERİ
Doç. Dr. Ahmet GÜNDÜZ
Mustafa Kemal Üniversitesi
Mufassal Tahrir Defterleri, Türk Onomastiği için birer hazine değerindedir. Kocaeli Sancağı’na ait kayıtları ihtiva eden 436 nolu ve 1561 tarihli
tahrir defteri Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunmaktadır. 552 sahifeden oluşan defterin baş tarafı eksiktir. Defterin baş tarafındaki eksiklerin
yanında, diğer bazı sahifeleri de bir hayli tahrif olmuştur. Sadece İznik,
Kandırı, Yoros ve Genevize kazalarına ait kısımlar eksiksizdir.
Bu çalışmada, 1561 tarihli Kocaeli Mufassal Tahrir Defteri’nde yer alan
20.000 civarında Müslüman mükellefe ait kişi isimleri incelenmiştir. Tahrir defterlerinde vergi veren erkek nüfus kayıtlı olduğundan incelenen
isimlerin tamamı erkek isimleridir.
58
XVI. YÜZYILDA KOCAELİ BÖLGESİNDEKİ TÜRKÇE
BAZI YER ADLARININ KÜLTÜREL DİLBİLİM
AÇISINDAN İNCELENMESİ
Yrd. Doç. Dr. Nurdin USEEV
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
1072 yılındaki Malazgirt Zaferi ile Türk yurdu haline gelen Anadolu ve
Rumeli’de kaynağı Orta Asya olan birçok yer adı bulunmaktadır. Çünkü
Türkler yeni yurdlarına kültürünü, dilini, yani herşeyini getirmişlerdir.
Dolayısıyla Anadolu ve Rumeli’deki birçok yer adının kaynağını Orta Asya’dan bulmak mümkündür. Kocaeli Bölgesi de bundan yoksun değildir.
Üstelik günümüzde dil verileri vasıtasıyla kültürü inceleyen çalışmalar
hız kazanmaktadır. Bir başka deyişle dili bir kültür aynısı olarak inceleyen kültürel dilbilim adlı yeni bir bilim ortaya çıkmıştır. Biz bu bildirimizde Osmanlı arşivindeki XVI. yüzyıla ait bir muhasebe defterindeki Kocaeli
bölgesine ait yer adlarını ele alarak bunların bazılarının Orta Asya’daki
izini bulmaya, bazı yer adlarının ise kültürel anlamını ortaya çıkarmaya
çalıştık. Örneğin, Kocaeli bölgesinde Kara Su şeklindeki birkaç yer adı
bulunmaktadır. Orta Asya’da da Kara-Su yer adı birçok yerde geçmektedir. Kara su ise Kırgız Türkçesinde bataklıktan çıkan ve yavaş akan su,
nehir anlamına gelir. Bunun yanında ‘Ak su’ ise dağdan inen ve çok hızlı
akan su, nehir anlamını verir.
Bundan başka Kocaeli’de Türkeşler köyü yer almaktadır. Türkeş ise VIIIX. yüzyıllar arasında Orta Asya’da yaşayan ve bugünkü Oğuzların ecdadları olan halkın ismidir. Bu ismin Kocaeli’de bir yer adı olarak yer alması
mühimdir. Bildirimizde işte bunun gibi yer adları ele alınarak üzerinde
karşılaştırmalı, disiplinlerarası çalışma yapılmıştır.
59
16. YÜZYIL ÜSKÜDAR ŞERİYE SİCİLLERİNE GÖRE
İZMİT’TEN KAÇIP İSTANBUL’DA YAKALANAN KÖLELER
Prof. Dr. Mehmet İPÇİOĞLU
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Bu çalışmanın konusu 16. yüzyıl Osmanlı toplumunda İzmit’te yaşayan
varlıklı insanların Üsküdar’da yakalanan kölelerdir. İznikmid kazasında
mukim sahiplerinden kaçan bu köleler, hemen yanı başındaki Üsküdar
Kazası’nda ele geçirilmiş ve Üsküdar kadıları tarafından muhakeme
edildikten sonra sahiplerine teslim edilmiştir. Belgeler İSAM tarafından transkripsiyonu yaptırılmış olan 01 numaralı, 920 H (1514 M) tarihli
defterden başlayarak 26 numaralı, 971 H (1563 M) tarihli Üsküdar kadı
defterlerine kadar uzanan 6 defterden seçilmiş 49 hüküm kaydından
meydana gelmektedir. Defterdeki deyimle abd-i âbık ya da gulamların
sahipleri Sabancı, Darlık, Kirazdere, Tepecik, Saraylı, Saraycık, Kumlu,
İnallı, Hereke, Çeltikçi, Söğütlü, Çeribaşı, Oruçgazi, Tavşancıl karyeleri
sakinleri olup nefs-i iznkmid’de sakindir. Söz konusu köleler, Moskov,
Rus, Bosna, Macar, Leh, Arap, Boğdan, Hırvat, Sırp asıllıdır.
İLKÇAĞ VE ORTAÇAĞ SEYAHATNAMELERİNDE
GEBZE VE ÇEVRESİ
Prof. Dr. Mehmet ÇELİK
Dr. Hasan AKYOL
Manisa Celal Bayar Üniversitesi
Anadolu’yu Avrupa’ya bağlayan önemli noktaları İstanbul ve Çanakkale
Boğazları teşkil etmektedir. Özellikle Doğu Roma’nın başkentinin Konstantinople oluşu, imparatorluğun merkezi ile doğu eyaletlerinin iletişiminde İstanbul Boğazı’nı çok daha ön plana çıkarmıştır. İstanbul’dan
doğuya yapılacak herhangi bir seferde ilk uğrak yerinin veya doğudan İstanbul’a yapılacak bir seferde de son uğrak yerinin bugünkü Gebze ilçesi
ve çevresi olduğu görülmektedir.
Gebze’nin ilk ve ortaçağlarda Dakibyza veya Libyssa olarak anılan yerleşimler üzerine kurulduğu düşünülmektedir. Gebze ve çevresinin bahsettiğimiz konumu, bölgede bulunan yerleşimlerin seyahatnamelerde de
60
anılmasını sağlamıştır. Çalışmamızda ilkçağ ve ortaçağda Kocaeli şehrinin önemli bir ilçesi olan Gebze ve çevresindeki yerleşimlerin sosyal,
ekonomik ve fiziki durumları hakkında, seyahatnameler odaklı bilgi verilecektir. İlk ve ortaçağ seyyahlarının eserlerindeki Gebze ve çevresi ile
ilgili kayıtlar ışığında, Gebze ve çevresinin ilk ve ortaçağlardaki vaziyeti
irdelenmeye çalışılacaktır.
ORTAÇAĞ SEYYAHLARININ GÖZÜNDEN İZMİT
Yrd. Doç. Dr. Selim KAYA
Arda DENİZ
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Uzaklara duyulan özlem ve bilinmeze karşı uyanan merak, insanların
diyar diyar gezip dolaşmasına ve zaman içerisinde ciltler dolusu seyahatnâmelerin yazılmasına sebep olmuştur. Bütün tehlike ve zorluklara
rağmen seyyahları yollara düşüren etkenler farklı farklı olsa da, ortaya
çıkan seyahatnâmeler birçok beldenin ve şehrin tarihine ışık tutmuştur.
Bir şâhsın anıları (hatıratı) veya günlüğü olarak salt anlamda değerlendirilemeyecek kadar önem arz eden seyahatnâmeler, yazıldığı dönemde olduğu kadar sonraki zamanlara da seslenebilme özelliğine sahiptir.
Bu bakımdan zamanın ve mekânın canlı bir tasvirî olmaları, yazıldıkları
dönemin sosyo-kültürel yapısını yansıtmaları ve ilgili olaylara farklı bir
açıdan bakma imkânı vermeleri nedeniyle tarihi bir kaynak olarak değerlendirilmelidir. İzmit tarihi ve kültürel zenginlikleri ile öne çıkan ve
bu özelliği ile tanınan bir şehirdir. Bu bağlamda İzmit tarihinin bir kaynağı olarak seyahatnâmelerin yeri ayrı bir öneme sahiptir. İbn Havkal, İbn
Battûtâ ve G. de Villehardouin gibi seyyahların İzmit’e yapmış oldukları
seyahatlerdeki gözlemleri ve tuttukları notlar, aslında onlar tarafından
bu şehrin tarihe düşülen notlardır. Bu notlar şehrin tarihine ışık tutacak
ve birçok bilinmezin ortaya çıkartılmasına da katkı sağlayacaktır. Bildirimizde işte bu Ortaçağ seyyahlarının ehemmiyet arz eden seyahatnâmeleri tarihi kaynaklara dayandırılarak açıklanmaya çalışılacaktır.
61
HOLLANDALI SEYYAH CORNELİUS DE BRUYN
SEYAHATNAMESİNDE İZMİT
Dr. Mehmet TÜTÜNCÜ
SOTA Research Centre for Turkish And Arabic World Haarlem
Hollanda
Cornelis de Bruyn (1652-1727) yaşayan bir Hollandalı ressam, seyyah ve
yazardır. Hayatında 2 büyük seyahate çıkmıştır. Birinci seyahati 16741693 yıllarında Anadolu ve Orta doğuya, İkinci seyahati ise 1701-1708
Rusya ve Sibirya’ya ve oradan İran’a olmuştur. Seyyah bu iki seyahatini
muhteşem 2 kitap yayınlayarak ebedîleştirmiştir. Seyahatnamelerinde
ayrıca 200 bakır gravürlerle resimlemiş ve gittiği yerlerin yaptığı resimlerle halka tanıtmıştır. Kitapları hemen Fransızca ve İngilizceye çevrilmiştir.
Yaptığı gözlemler çok gerçekçi ve birinci elden kaynak teşkil eder. De
Bruyn Seyahatinde İzmit’e de uğrar ve burada gördüğü hadiseleri anlatır
tabiat hadiselerine yer verir.
Bildirimizde Cornelis de Bruyn’in İzmit izlenimlerinin anlatarak aynı yıllarda İzmit’e uğramış olan Evliya Çeleb’inin anlatımıyla karşılaştırarak
bir değerlendirmesini yapacağız.
BOĞAZDA ÜÇ GÜN: ÇARLIK RUSYASI DİPLOMATIN
İSTANBUL BOĞAZI VE MARMARA DENİZİ ANILARI
Yrd. Doç. Dr. Hasan DEMİROĞLU
Trakya Üniversitesi
Kırım Savaşı’ndan sonra Osmanlı hakimiyetinde bulunan Balkan Slavlarına yönelik faaliyetlerini arttıran Çarlık Rusyası devlet adamları, bu
bölgeye gönderdiği diplomatları aracılığıyla Slav ve Ortodoks halka daha
fazla nufüz etmenin yollarını aramıştır. Çarlık diplomatlarının bazıları
raporlarını gizli ibareli olarak Dışişleri Bakanlığı’na sunmuş, bazıları ise
seyahat notlarını yayınlamışlardır.
Osmanlı Devleti’ne yaptığı seyahat notlarını yayınlayan diplomatlardan
birisi de Alman asıllı bir aileye mensup F. A. Byuler’dir (Bühler). Byu62
ler 3 (15) Nisan 1821 tarihinde Peterburg’da doğmuş, 10 (22) Mayıs 1896
tarihinde ise Moskova’da ölmüştür. Moskova Devlet Arşivi’nin müdürlüğünü de yapan Byuler, kalame aldığı Tri dnya na bosfore (Три дня на
босфоре-Boğazda Üç Gün) adlı eserinde 1880 yılında İstanbul’a gerçekleştirdiği seyahati anlatmaktadır.
Byuler, seyahatinde İstanbul, boğaz ve Haliç (altın boynuz) ile birlikte Karadeniz ve Marmara Denizi sahillerinden de bahsetmiştir. Tebliğimizde
bu seyahat notlarını değerlendirme gayret edeceğiz.
CEBE DEFTERLERİNİN KOCAELİ TARİHİ AÇISINDAN
ÖNEMİNE DAİR BAZI DÜŞÜNCELER
Doç. Dr. Emine ERDOĞAN ÖZÜNLÜ
Hacettepe Üniversitesi
Cebe defterleri, XVI. yüzyıl sonlarından itibaren yeni tahrirlerin yapılamaması ve yoklamalarda kullanılan timar icmal defterleri kayıtlarının eskiyerek kullanılamaz hale gelmesi üzerine seferlerde bulunacak sipahinin
tespiti ve sefer esnasında yoklanabilmesi için üretilmiş defterlerdir. Timar ruznâmçe defterlerinde yer alan kayıtlara dayalı olarak seferlerde
kullanılmak üzere tertip edilmiş olan bu defterler pratikte olarak kullanılmak üzere hazırlanmıştır. Dirlik sahiplerinin kayıtları, berat tarihi sırasına göre kaydedilir, dirliğin bulunduğu nahiye ve sancak belirtildikten
sonra altına dirlik sahibi, varsa görevi (niteliği), dirliğin kılıç kısmını oluşturan köy veya gelir türünün ismi ve son olarak da dirliğin toplam geliri
cebe defterlerine kaydedilirdi.
Bu defterlerin önemli bir serisi, Ankara, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu arşivde Kocaeli’ne
ait 4 adet cebe defteri bulunmaktadır. Bunlardan Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde -eski numarasıyla- 2039 numara ile kayıtlı olan defter, mustahfız
cebe defteri olarak tasnif edilirken, diğerleri (1940, 2049 ve 2093 numaralı defterler) sadece cebe defteri olarak tavsif edilmiştir. Bu bildiride,
bir anlamda üzerinde pek çalışılmayan bu defter grubunun Kocaeli’ye
ait olanlarının tanıtımı yapılacak ve Kocaeli tarihi açısından sahip olduğu
önem tartışılacaktır.
63
AVARIZ DEFTERLERİ SAYIMLARINA GÖRE İZMİT
KAZASI’NIN DEMOGRAFİK DURUMU
Doç. Dr. Zübeyde GÜNEŞ YAĞCI
Balıkesir Üniversitesi
Osmanlı vergi sistemi içerisinde olağanüstü vergilerden birisi olan avarız
devletin düzenli vergileri dışında tutulmuştur. Verginin temeli olağanüstü
durumlarda halka götürülen hizmetlerin karşılığı olarak uygulanmıştır.
Dolayısıyla olağanüstü durumlar ek hizmetler kavramı ile ifade edilebilecek bir durum olarak görülmüştür. Verginin tahsilinde bireyler esas
alınmayarak emlak sahibi kişilerden tahsili yoluna gidilmiştir. Devletin
bütçe açıklarının arttığı 16. yüzyılın sonlarından itibaren avarız ve bu türden vergilerde bir artış meydana gelmiştir. Buna bağlı olarak avarız-hane sayımlarında da artış olduğu bilinmektedir.
Bu dönem ayrıca klasik tahrir sayımlarının değişim gösterdiği, avarız ve
cizye sayımlarının arttığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim tapu-tahrir kayıtları gibi olmasa da klasik sayımların olmadığı bir dönemde nüfusunun tespitinde bu defterlerden istifade etmek gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında avarız hanesi sayım defterleri eşi bulunmaz
bir değer ifade etmektedir.
Ben bu çalışmada klasik sayım geleneğinin bırakılarak avarız sayımına
geçildiği bir dönem olan 17. yüzyılda itibaren, nüfus sayımlarının yapıldığı 19. yüzyıla kadar İzmit Kazası’nın nüfusuna genel bir bakış açısı oluşturmayı amaçlamaktayım. Ayrıca bu sayımlar ile İzmit Kazası’nın şehir
köylerinin nüfusu ve nüfusun zaman içersindeki değişimi irdelenecektir.
Yukarıda ifade ettiğim gibi dönemin şartları gereği avarız defterleri çalışmanın temel kaynağını oluşturacaktır.
64
XVIII. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA KOCAELİ SANCAĞI’NIN
TARİHİNDEN KESİTLER
Doç. Dr. Sebahattin ŞİMŞİR
Doç. Dr. Nahide ŞİMŞİR
Balıkesir Üniversitesi
Divân-ı Hümâyûn kalemince hazırlanan Mühimme, Ahkâm ve Şikâyet
Defterleri Osmanlı şehirlerinin idârî, askerî, toplumsal ve iktisadî yönleri
ile ilgili kıymetli bilgiler içermektedir.
Bildirimizde hem Kocaeli Sancağı’na hem de İznikmid Kadılığı’na hitaben
XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında yazılan hükümler çerçevesinde, Mühimme,
Şikâyet ve Ahkâm Defterleri’nde bulunan hükümler çerçevesinde Kocaeli ve ona bağlı yerleşim birimlerinin askerî, siyasî, sosyal ve ekonomik
özellikleri değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Bilhassa bu merkezî kayıtlar sayesinde XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında mahallinde halledilemediği için, Osmanlı başkentine intikâl etmiş problemler, bu problemlere devletin bulduğu çözümler çerçevesinde vergi meselelerinden, vakıflara, İstanbul’un iaşe ve ibadesinde Kocaeli’nin rolüne,
timar, alacak verecek, ulaşım, nakliye ve hatta miras ….gibi başlıklar etrafında toplayabileceğimiz hususlar çerçevesinde Kocaeli ve çevresinin
tarihine ışık tutulmaya çalışılacaktır. Böylece Osmanlı tarihinin en az çalışılan XVIII yüzyılı ve bu eksende de, Kocaeli ve çevresinin tarihine katkı
sağlanmış olacaktır.
AHKÂM DEFTERLERİNDE İZMİT (1742-1747)
Yrd. Doç. Dr. Alper BAŞER
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Orhan Bey (1324-1362) döneminde Osmanlı idaresine alınan İzmit şehri
Osmanlı tarihi boyunca önemini koruyan yerleşim yerlerinden birisi olmuştur. Bu çalışmada İzmit şehrinin sosyo-ekonomik yapısı, yerel yöneticilerin İstanbul ile olan ilişkileri Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde mevcut
bulunan Anadolu Ahkâm Defterlerinin 1742-1747 yılları arasındaki dönemi kapsayan ilk on defterinin taranmasıyla elde edilen veriler üzerinden
ortaya konulmaya çalışılacaktır.
65
183 VE 184 NUMARALI ANADOLU AHKÂM
DEFTERLERİNE GÖRE KOCAELİ (1864-1878)
Doç. Dr. Mehmet MERCAN
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi
Divân-ı Hümâyûn’dan çıkan hükümlerin kaydına mahsus olan defterlere “Mühimme Defterleri”, “Ahkâm Defterleri” gibi isimler verilmektedir.
Bu hükümler, padişah adına hazırlanmış oldukları için ferman adını da
alırlardı. Hükümler cinslerine göre değişik defterlere yazılırdı ki bunlar;
Ahkâm-ı Mühimme, Ahkâm-ı Şikâyet ve Ahkâm-ı Ruus defterleri vb. idi.
Bildirimizin temel kaynağını teşkil eden defterler ise Anadolu Ahkâm
Defterleridir. Bu defterler, 1742-1889 yılları arasında hükümleri ihtiva
eden 185 adet defterdir. Biz bu defterlerden 1864-1878 yılları arasını
ihtiva eden 183 ve 184 numaralı defterlerdeki hükümlere dayalı olarak
Kocaeli’nin idari yapısı, sosyal ve ekonomik durumu hakkında bilgiler
vermeye çalışacağız.
İZMİT’TE BİR YIL İKİ YANGIN: ARSLANBEY VE REDİF
ASKERÎ DEPO YANGINLARI
Yrd. Doç. Dr. Zeynep CUMHUR İSKEFİYELİ
Sakarya Üniversitesi
Tarih boyunca yangınlar tıpkı doğal afetler ve salgın hastalıklar gibi insanlar için en büyük felaketlerden biri olmuştur. Bu yangınlar İzmit tarihinde de derin izler bırakmıştır. İzmit sancağı dâhilinde çıkan yangınlarda
pek çok köy ve mahalle yok olmuştur. Ahşap ve kâgir binaların birinde
yangın çıkması halinde ateş bir diğer eve sıçrayarak çok çabuk yayılmış,
yangına müdahale edilinceye kadar birçok ev yanıp kül olmuştur. Özellikle kış aylarında çıkan bu yangınlar ardında evleri, malları ve erzakları tamamen yok olmuş yardıma muhtaç yangınzedeler bırakmıştır. Bu
bildiride 1886 yılı sonunda İzmit sancağına bağlı Arslanbey köyünde ve
İzmit’teki redif askerî deposunda çıkan iki yangın hadisesi ele alınmaya
çalışılacaktır. Arslanbey’de çıkan yangında 590 hane ve dükkândan ancak 15 hane kurtulabilmişti. Yangın sonunda sokaklarda kalan 2000 kişi
için çadırlar kurularak gerekli yardımların yapılabilmesi için çalışmalar
66
başlatıldı. Yangında zarar görenlere yardım maksadıyla Adliye Nazırı
Cevdet Paşa’nın başkanlığında bir komisyon kuruldu. Yardım toplanması için gazetelere ilanlar verildi, iane bileti satışları düzenlendi. Ahalinin
ihtiyacı olan buğday ve mısır gibi zahirenin karşılanmasına gayret edildi.
İzmit’teki redif askerî deposunda meydana gelen yangında ise askeriyeye
ait silah ve eşyanın bulunduğu depo ile birlikte bitişiğindeki ev de yanmıştı. Yangının ardından bir tahkikat başlatılarak yangının nasıl ortaya çıktığı
ve bir suiistimalin olup olmadığı anlaşılmaya çalışıldı. Bu bildiride aynı
günlerde hem Arslanbey’de hem de askeri depoda çıkan yangınlar başta
Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgeleri olmak üzere dönemin gazeteleri de
incelenerek ele alınmaya çalışılacaktır.
BÜYÜK DARICA YANGINI (17 KASIM 1910)
Yrd. Doç. Dr. Fikrettin YAVUZ
Sakarya Üniversitesi
İnsanoğlu tarih boyunca büyük yangınlara maruz kalmıştır. Modern döneme yaklaştıkça doğal yangınlarla birlikte insanların sebep olduğu büyük yangınların şehirleri küle çevirdiğine dair birçok örneğe rastlanır.
Osmanlı döneminde İstanbul’da yaşanan büyük yangınlar bu konuda
dikkate şayan örnekler olup, bu yangınlar şehrin yapısına ve nüfusuna
büyük zararlar vermiştir. Benzer bir şekilde İzmit tarihinde derin izler
bırakan birçok yangın olduğu dikkati çekmektedir. İzmit coğrafyasındaki
bu tür yangınlar çoğunlukla ahşap yapıların olduğu birçok mahalle, köy
ve kasabayı haritadan silinme noktasına getirmiştir. 17 Kasım 1910’da
İzmit Körfezi’nin girişinde bulunan Darıca’da meydana gelen yangın,
şehir tarihindeki bu tür yangınlardan biridir. Bu şirin sahil kasabasının
Rum mahallelerinden birinde, sabah erken saatte başlayan yangın ancak akşam söndürülebilmişti. 1400 hanelik Darıca’da yaklaşık olarak 800
ile 900 civarında ev ve işyeri yanmıştı. Konuyla ilgili kaynaklar Darıca’yı
neredeyse haritadan silen bu büyük felaketin açtığı yaraların ilk andan
itibaren sarılmaya çalışıldığını göstermektedir. Bu bildiride Darıca’da çıkan bu yangın ve yangın sonrasında yapılan yardım çalışmaları, özellikle
devlet eliyle yapılan ve daha çok Darıca’nın yeniden imarı gibi hususlar,
başta Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgeleri olmak üzere dönemin kaynakları ve gazeteleri çerçevesinde ele alınacak, böylelikle II. Meşrutiyetin
ilk yıllarında devletin bu tür bir felakete nasıl bir refleks gösterdiği ortaya
koyulmaya çalışılacaktır.
67
SİCİLL-İ AHVAL KAYITLARINA GÖRE OSMANLI
BÜROKRASİSİNDE GÖREVLİ BAZI İZMİD’Lİ MEMURLAR
Prof. Dr. Zeynel ÖZLÜ
Okt. Enver DEMİR
Gaziantep Üniversitesi
Sicill-i ahvâl kayıtları, yakın dönem Osmanlı biyografi yazımında başvurulan en önemli kaynaklardandır. II. Abdülhamid döneminde Osmanlı devlet teşkilâtında görev alan memurların görevleri süresince gelişim aşamalarını izlemek amacıyla 1879 yılında Dâhiliye Nezâreti’ne bağlı olarak
kurulan Sicill-i Ahvâl Komisyonu’nun faaliyetleri sonucu tutulan bu kayıtlardan, dönemin memurlarının sicil kayıtlarına ulaşmak mümkündür.
Sicill-i ahvâl kayıtları, kişinin tercüme-i hâl varakası, ismi, mahlası veya
künyesi, doğum tarihi, baba adı, babası memur ise rütbesi, tahsil durumu, yaptığı görevler, gayrimüslim veya göçmen ise milliyeti, liyakat ve
ehliyet derecesi, eserleri, rütbe ve madalyaları, azil ve tayinlerine dair bilgileri ihtiva etmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne dayalı bu çalışmamızda Sicill-i Ahval kayıtlarında tespit edilen İzmit doğumlu 21 memurun
özgeçmişi ile ilgili tespitlerde bulunulacaktır. Bu memurlar; Sancakdarzâde Süleyman Efendi’nin oğlu Süleyman Sami Efendi, Saraç müteveffa Mehmet Efendi’nin oğlu Mustafa Nureddin Efendi, Nazif Ağa’nın oğlu
Ali Rıfat Efendi; Esnaftan Mehmet Ağa’nın oğlu Ali Rıza Efendi, Ermeni
milletinden Kigoruk Ağa’nın oğlu Labih Efendi, Sudani Said Ağa’nın oğlu
Ahmed Efendi, İzmit Sancağı tahrir-i emlak katibi Ahmed Efendi’nin oğlu
Hafız Ahmed Efendi, İlmiyeden Abdullah Hadi Efendi’nin oğlu Arnavudoğlu adıyla meşhur Ali Rıza Efendi, Tüccardan Limoncuzade İbrahim Efendi’nin oğlu Mehmed Rahmi Efendi, Mehmed Remzi Efendi, Vadi-l Acem
kazası meclis-i idare azasından ve Tebai Devlet-i Aliye’nin Katolik milletinden İlyas Elban Efendi’nin oğlu Mülhem Efendi, İnce Zaver Osman
Efendi’nin oğlu Ali Faik Efendi, Şekizâde müteveffa Ali Ağa’nın oğlu Hafız
Hasan Efendi, Nikolaki Efendi’nin oğlu Rum milletinden Yorgaki Efendi,
İzmit Telgraf merkezi müdürü Hasan Tahsin Efendi’nin oğlu Hüseyin Şefik Efendi, İzmit Emtia Gümrüğü anbar memuru Müteveffa Ali Efendi’nin
oğlu Mehmed Ramiz Efendi, Ermeni milletinden kuyumcu Çapan Karabet
Ağa’nın oğlu Agop, İzmit kasr-ı hümayun hademesinden Mehmed Nezir Ağanın oğlu İsmail Fehmi Efendi, İzmit Rüsumat Müdürü Deraliyyeli
68
Mehmed Hamid Efendinin oğlu Mehmed Hayri Efendi, Ali Efendi’nin oğlu
Mustafa Rasim Efendi, Muhacirin-i Çerakese’den Hamza Usta’nın oğlu
Ali Niyazi Efendi’dir.
SULTAN ABDÜLMECİD’İN İZMİT VE
HEREKE SEYAHATLERİ
Doç. Dr. Yunus ÖZGER
Bozok Üniversitesi
Osmanlı modernleşmesinin öncü padişahlarından II. Mahmut’un ani ölümü sonrasında çok genç yaşta Osmanlı tahtına çıkan Abdülmecid, babası
ve ekibi tarafından hazırlanmış olan Tanzimat Fermanı’nı ilanla işe başladı. Fermanla hem mülki idare hem de askeri idarede çok önemli değişikliklerin yolu açıldı. Ardından Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi’nin işaret
ettiği gibi, Sultan Abdülmecid tebaasının asayişini yerinde görmek, askeri
mevkileri denetlemek ve halkın refah ve huzurunu temin etmek maksadıyla merkeze yakın bazı mahalleri görmek üzere yurt gezilerine çıktı. Bu
bağlamda üç büyük gezi yaptı. Bunlardan ilki İzmit’i de kapsayan 1844
İzmit, Bursa ve Çanakkale gezisiydi. İkinci seyahatini 1846 senesinde Rumeli’ye yaptı. Üçüncüsünü ise 1850’de Akdeniz Adalarına gerçekleştirdi.
Bu büyük gezilerden başka küçük çaplı seyahatleri de oldu.
Bu bildiride söz konusu padişahın yurt gezileri kapsamında İzmit ve Hereke’ye yaptığı temaslar ele alınacaktır. Eser-i Cedid vapuruyla Beylerbeyi sahil sarayından hareket eden padişahın İzmit’i ilk ziyareti 26 Mayıs
1844’te gerçekleşti. Güzergâh boyunca Gebze, Darıca ve Hereke sahillerini seyrederek şehre gelen padişah, burada çuha fabrikasında incelemelerde bulundu. Yöreye ikinci gezi 26 Ekim 1846’da yapıldı. Bu gezinin
amacı, Osmanlı kumaş sanayinde önemli bir yere sahip olan Hereke fabrikasının çalışmalarını yerinde görmek ve eksikliklerini gidermekti.
69
III. SELİM DÖNEMİNDE EŞKIYA PEŞİNDE BİR KOCAELİ
MUTASARRIFI: SEYYİD HÜSEYİN PAŞA
Yrd. Doç. Dr. Seydi Vakkas TOPRAK
Adıyaman Üniversitesi
III. Selim Devri, Nizam-ı Cedid reform programıyla memlekete Avrupai
tarzda bir düzen verilmeye gayret edilen bir dönem olmakla beraber,
Anadolu ve Rumeli’nin pek çok yerinde eşkıyaların baş gösterdiği bir dönemdir. Devlet otoritesinin yerini eşkıyaların aldığı zamanlar bile olmuştur. III. Selim, devlet otoritesini yeniden kurmak ve asayişi temin etmek
maksadıyla gerek Anadolu ve gerekse Rumeli’de ortaya çıkan eşkıyanın
üzerine ordular göndermiştir.
Padişahın eşkıya takibiyle görevlendirdiği komutanlardan biri de Kocaeli Sancağı Mutasarrıfı Seyyid Hüseyin Paşa’dır. Seyyid Hüseyin Paşa, ilk
olarak 1795 yılı sonunda Rumeli Valisi Mehmed Hakkı Paşa’nın emrinde
Rumeli’deki Dağlı Eşkıyası üzerine gönderilmiştir. Seyyid Hüseyin Paşa,
Dağlı Eşkıyasına karşı düzenlene harekâta 1000 seçkin askerinin başında
katılmıştır. İkinci olarak 1798 yılı sonunda, Kocaeli ve Bursa yörelerinde
ortaya çıkan eşkıyayı ortadan kaldırmakla görevlendirilmiştir. Görevini
layıkıyla yapabilmesi için Paşa’nın nüfuzu arttırılmış ve vezirlik rütbesine
yükseltilmiştir.
Bu çalışmada Seyyid Hüseyin Paşa’nın eşkıyaya karşı yaptığı mücadele
dönemin vakayinameleri ve arşiv belgeleri ışığında ele alınacaktır.
19. YÜZYILIN İLK YARISINDA KANDIRA’DA SOSYAL
HUZURSUZLUK ÜZERİNE BİR İNCELEME
Yrd. Doç. Dr. Kenan GÖÇER
Sakarya Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılın ilk yarısında (1839) ilân olunan Gülhane Hattı’nın, devlet anlayışımızda ve devlet idaresinde modernleşmenin
başlangıcı olduğu kabul edilir. Öncesinde Sened-i İttifak’ın kabûlü, Rusya’nın saldırıları, Mısır’ın isyanı, Yeniçeriliğin lağvı, Levant Company’nin
Osmanlı pamuklu imalatlar pazarında giderek etkinliğini artırması so-
70
nucu İngiltere ile yapılan ticaret anlaşması gibi bir dizi gelişmelerin bu
süreci hazırlamış olduğu aşikâr.
Bu gelişmelere paralel olarak, Kocaeli’nin Kandıra ilçesinde 1800-1850
arasında halkın gündelik yaşamında meydana gelen ve belgelere yansıyan bir dizi sosyal huzursuzluk olayları yaşanmaktadır. İstanbul Ahkâm
Defterleri esas alınarak yapılacak çalışma, 1750’lerden itibaren, Kandıra’da meydana gelen huzursuzlukların nicel ve nitel artışları ile desteklenmektedir.
PAZARKÖY AYÂNI TURNACIBAŞI
ESAD BEY İSYANI (1812-1813)
Yrd. Doç. Dr. İbrahim SERBESTOĞLU
Amasya Üniversitesi
Ayân, Osmanlı taşra teşkilatında “klasik dönemde” halkın önde gelenlerini ifade ediyordu. 17. yüzyılda ise başta kapıkulları olmak üzere devlet
görevlilerinin ayân olarak ön plana çıktığı görülmekteydi. Bu süreç 18.
yüzyılda büyük hanedanların ortaya çıkmasıyla devam etmişti. Yerel bağlantıları olan veya zamanla yerelleşmiş kişilerin çocuklarına miras kalan
ayânlık, Osmanlı tarzı özelleştirme olarak da yorumlanmaktadır. Ailelerin büyüklüğü ve gücü oranında yer edindiği taşra idaresinde ayânlar,
Alemdâr Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı ile zirveye çıkmış ve Sened-i İttifak’ı imzalatmayı başarmışlardı. Ancak Sultan II. Mahmud’un, Alemdâr’ın
öldürülmesi sonrasında ayânları yavaş yavaş ortadan kaldırdığı veya sisteme entegre ettiği bilinmektedir.
Bildirimizin konusu olan Turnacıbaşı Esad Bey de unvanından anlaşıldığı
üzere kapıkulu kökenlidir. 1804 yılında Pazarköy ayânlığını ele geçirmiştir. 1806-1812 Osmanlı-Rus ve İngiliz Savaşı sırasında topladığı askerlerle birlikte cepheye gitmesi emredilince bundan kaçınmış ve devlete
isyan etmiştir. Üzerine gönderilen bölge ayânları ve kuvvetler karşısında
direnmeye çalışmışsa da 1813 yılında ortadan kaldırılmıştır.
71
19. YÜZYILDA KOCAELİ SANCAĞI’NDA
ÇOK EŞLİLİK OLGUSU
Doç. Dr. Ümit EKİN
Sakarya Üniversitesi
Osmanlı toplumunda çok eşli erkeklerin bulunduğu bilinmektedir. İslam
Hukuku’nun şekillendirdiği Osmanlı Hukuku’nun çok eşliliğe izin verdiği
bilinmekle birlikte başka kentlere dair yapılan araştırmalar birden fazla
eşle evli erkeklerin oranının yüksek olmadığını ortaya koymaktadır.
Bu araştırmada, kuruluş yıllarında Osmanlı topraklarına katılan Kocaeli Sancağı’nda yaşayan erkeklerin ne oranda çok eşli oldukları ortaya
konulacak, bu durumun nedenleri belgelerin ışığında tartışılacaktır.
Araştırmamızın dayandığı kaynak grubu tereke defterleridir. Bilindiği
üzere bu defterler, ölen kişinin ardında bıraktığı her türlü taşınır-taşınmaz mallar ile alacak, borç, hibe, vasiyete dair bilgileri içermektedir. Bu
amaçla söz konusu tereke kayıtlarının yer aldığı 1452, 1453 ve 1454 numaralı ve sırasıyla 1220-1230/1805-1814, 1261-1264/1845-1848 ve 12781281/1861-1865 tarih aralıklarını kapsayan İzmit Şer’iyye sicillerinden
yararlanılacaktır.
XIX. YÜZYIL ORTALARINDA DEĞİRMENDERE’NİN
NÜFUSU VE SOSYO-EKONOMİK YAPISI
Yrd. Doç. Dr. Zafer ATAR
Manisa Celal Bayar Üniversitesi
Değirmendere, Kocaeli ilinin ilçesi olan Gölcük’e bağlı bir belde iken 2008
yılında Gölcük belediyesine bağlanarak belediye statüsünü yitirmiş olan
eski bir beldedir. Değirmendere’nin gelişip, büyümesinde Gölcük Tersanesi’nin kurulması ve İzmit ile İstanbul arasındaki sanayi faaliyetlerinin
etkileri gözlemlenmektedir. Önceleri Gölcük’ten daha fazla nüfusa sahip
olan belde, sanayi ve tersanelerin Gölcük’e kurulmasından dolayı, buraya
bağlı belde konumuna düşmüştür. Bu çalışmada ise temettuat defterleri
ve nüfus defterlerinden istifade edilerek, XIX. yüzyılın ortalarında Değirmendere’nin nüfusu ve sosyo-ekonomik yapısı ortaya konulacaktır.
72
KOCAELİ SANCAĞI NÜFUS DEFTERLERİNE GÖRE XIX.
YÜZYILIN ORTALARINDA ŞİLE VE ŞEYHLER KAZALARININ
MÜSLÜMAN KIPTİLERİN NÜFUS VE TOPLUM YAPISI
Yrd. Doç. Dr. Salih AKYEL
Gazi Üniversitesi
Bir devletin yaptığı nüfus sayımları birçok veriyi ihtiva ettiğinden yöneticilerin geleceğe yönelik planlamalarında onlara yardımcı olur. Osmanlı
Devletinde nüfus sayımlarının en önemli amacı asker ve vergi mükelleflerinin sayısının tespit edilmesi olmuştur. Bu amaçla belli bir dönem sadece erkek nüfus sayılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde ilk nüfus sayımı II. Mahmut zamanında yapılmıştır.
Bu sayım yapılırken askere alım için Müslümanlar, vergilerinin sağlıklı
toplanabilmesi için Müslüman ahali ile birlikte gayrimüslimler hakkında
da kayıtlar tutulmuştur.
Osmanlı coğrafyasının değişik yerlerinde olduğu gibi Kocaeli ve havalisinde de nüfus sayımları yapılmıştı. Bu anlamda Kocaeli’ne bağlı olan
sancak, kazâ ve diğer merkezlerde nüfus sayımı uygulanmış olduğunu
arşiv kayıtlarından görmekteyiz. Nitekim Şeyhler ve Şile Kazasındaki
Müslüman Kıptilerle ile ilgili 2 adet nüfus defterinden oluşmaktadır. Burada inceleyeceğimiz Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki Bolu Eyaleti Kocaeli Sancağına Nüfus Defterleri serisi içerisinde 656 ve 660 numara ile
kayıtlı olup Kocaeli Sancağı Şeyhler ve Şile Kazâsı müslüman nüfus defterleridir. Bu çalışmada, defterlerde verilen bilgilerden hareketle bahse
konu kazanın mahalle ve köylerinde yaşayan ailelerin ve görevli memurların isim ve esamilerini öğrenme imkânımız olacak. Ayrıca bu defterler
bölgedeki mahalli idareciler; görevdeki muhtarlar, özürlüler, halkın kullandığı yerel isimler (lakaplar), insanların fiziksel özelliklerinin yanında
Şeyhler ve Şile Kazalarındaki Müslüman Kıptilerin XIX. Yüzyılın ortalarında nüfus tespit edilmeye çalışılarak bölgesel tarih yazımında önemli
ayrıntılara ulaşmamıza imkân tanıyacaktır.
73
İSTANBUL ENTELEKTÜELLERİNİN 1906 YILINDAKİ
HEREKE FABRİKASI ZİYARETİ
Prof. Dr. Kemalettin KUZUCU
Marmara Üniversitesi
Kurulduğu tarihten beri farklı kesimlerden ziyaretçilerin gezisine sahne olan Hereke Fabrika-yı Hümâyûnu, II. Abdülhamid devrinde Türk ve
ecnebi devlet adamlarının yanı sıra yerli ve yabancı turistlerin de ilgisini
çekmiştir. Bu tür gezilerden birisi 7 Temmuz 1906 tarihinde gerçekleşmiştir. Aralarında kadın-erkek gazeteci, yazar ve sanatkârların da bulunduğu 300 kişilik bir grup fabrikayı ziyaret amacıyla trenle İstanbul’dan
Hereke’ye gitmişlerdir. Grubun entelektüellerden oluşması ziyarete
farklı bir hava katmış, müteakip günlerin gazete ve dergilerine siyasi,
iktisadî, sosyolojik ve kültürel bakış açılarıyla kaleme alınan birbirinden
farklı izlenimler yansıtılmıştır. Ziyaretçiler fabrikanın flatör dairesi, boyahane, ipek depoları, demirhane, kimyahane, halıhane, resimhane, kumaş
muayene odası ve diğer bölümlerini ayrı ayrı tetkik etmişler; müessesenin mimarîsi, donanımı, işletme ve yönetim anlayışı, işçilerin verimi ve
sair konularında ilginç değerlendirmeler yapmışlardır. Bunun yanı sıra,
ziyaretçilerin gidiş ve dönüş yollarında gözlemledikleri tabiat, deniz ve
insan tasvirleri de son derece kıymetlidir. Yazarlar, yol boyunca geçtikleri Maltepe, Tuzla, Pendik, Gekbuze, Diliskelesi ve Tavşancıl bölgeleriyle
ilgili müşahedelerini; Hereke’nin coğrafi konumu, zirai faaliyetleri, şehir
dokusu, çocuk oyunları ve daha birçok yönleriyle ilgili tespitlerini keyifli
anlatımlarla ortaya koymuşlardır. Bütün bunlar bölgenin sadece siyasi
ve iktisadi geçmişine değil, folklorik ve kültürel zenginliğine de geniş bir
arka plan sunmaktadır.
Bildiri, turizm kültürü ile Hereke’nin ve fabrikanın o dönemdeki yapısına
odaklanmaktadır. Çalışmada Osmanlı Arşivi belgeleri ve dönemin süreli yayınlarındaki haber ve yorumların yanı sıra, Ahmed Rasim, Mehmed
Cevdet, Abdullah Zühdü, Ahmed İhsan ve daha birçok usta kalemin edebî
tasvirleri değerlendirilecek; böylece daha önce fabrika ziyaretleri hakkında yapılmış olan çalışmaları tamamlayıcı bir ürün ortaya çıkarılmış
olacaktır.
74
MECLİS-İ VÜKELA MAZBATALARINDA İZMİT (1908-1922)
Nesrin ATICI KANBEROĞLU
Sakarya Üniversitesi
1877 yılında bağımsız bir mutasarrıflık haline getirilen İzmit, gerek Dersaadet’e olan yakınlığından gerek de ticaret ve liman kenti olması açısından Osmanlı’nın Anadolu topraklarında yer alan önemli merkezlerinden
biri olmuştur. “Meclis-i Vükela Mazbatalarında İzmit” isimli bu çalışmamızda Meclisin ikinci kez açıldığı 1908 yılından Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulduğu 1923 yılına dek uzanan süreçte Vükela Mazbatalarında İzmit’in
ele alınış biçimini incelemeye çalıştık. Bu süreç içerisinde İzmit’le ilgili 67
belge bulunmuş olup, belgeler doğrultusunda siyasi-sosyal-ekonomik
başlıklar oluşmuşsa da belge dağılımından ekonomik konuların ağırlıklı olduğu görülmüştür. Özellikle “maden imtiyazları”, dönemin siyasi
ve ekonomik şartları dolayısıyla daha çok men edilmesi gündeme gelen
“ihraç malları” savaş ve göçlerle geçen bu dönem dolayısıyla “muhacirler” konusu ağırlıklı ve dikkat çeken konu başlıkları arasındadır. Bunlar
dışında İzmit’in yeni beldeler eklenerek ya da çıkarılarak yeniden oluşumuna bağlı olarak “vilayet–kaza teşkili”, gemilerin bakım ve onarımı için
“tersane yapımı”, yeni “şirket oluşumları”, geliştirilmeye çalışılan yerli
sanayi ve bu yüzden iş birliğine girilen yabancı “fabrikalar”, I. Dünya Savaşı sonrası işgal yıllarında Dersaadet ve İzmit arasındaki haberleşmeyi
hızlandırabilmek için çekilmeye çalışılan yeni teller ve “posta-telgraf”
konuları çalışmamızın temelini oluşturan konulardır. Çalışmamızda
Meclis-i Vükela Mazbataları dışında hükümet kararlarında İzmit’i farklı
kaynaklardan da ele almaya çalıştık.
1909 YILINDA İNGİLİZ ASKERİ RAPORUNDA İZMİT
Okt. Nesrin AKKOR
Kırklareli Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan ve gittikçe
güçlenen özgürlükçü meşru bir yönetim isteği, 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilan edilmesini ve meşrutiyet yönetiminin tekrar başlamasını ve
Kanuni Esasi’nin yürürlülüğe girmesini sağlamıştır. Ancak meşrutiyetin
ilanı 1909 yılında yaşanan 31 Mart olayını engelleyememiş ve padişah II.
75
Abdülhamid’in tahtan indirilmesine sebep olmuştur. Osmanlı Devleti’nde
bu gelişmeler yaşanırken, İngilizlerin 1909 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından Doğu Trakya ve İzmit Bölgesi ile ilgili hazırladıkları askeri
rapor bize dönemle ilgili olarak fikir vermektedir. Genel bir bilgilendirme
niteliğine sahip olan rapor, başta İzmit olmak üzere kıyı şeridi ve iç bölgeler hakkında bilgiler içermektedir. İzmit ve havalisinin mevsimlere ve
coğrafi şartlara bağlı olarak oluşan farklılıklar hakkında bilgiler mevcuttur. İzmit yarımadasında nüfus dağılımı, yöneticiler ve ulaşım imkânlarına değinilmiştir. İlaveten Bağdat Demiryolu hattı projesinin Haydarpaşa-İzmit ayağına dair bilgiler verilir.
KOCAELİ’NİN KOMİTACI MİLLETVEKİLİ SALİH FUAD
BALKAN: VIII. DÖNEM MECLİS ÇALIŞMALARI
Doç. Dr. Zeki ÇEVİK
Balıkesir Üniversitesi
Salih Fuad Balkan (1887-1970), Osmanlı Ordusu‘nun bir subayı olarak I.
Dünya Savaşı‘nda, Batı Trakya’da Bulgar komitacıları ile Sırp ve Yunanlara karşı mücadele etti. 1908-1923 yılları arasında aralıksız olarak, önemli
ve gizli görevlerde bulunmuş, Batı Trakya‘da, Yunanların Anadolu’ya sevk
edecekleri kuvvetleri Rumeli‘de oyalamakla görevlendirilmiştir. Milli
Mücadele Dönemi’nde Fuad Bey’e Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yazılı olarak verilen görev talimatı şöyledir:
«.. Fuat Bey Batı Trakya ve Makedonya dolaylarında fiili hareketleri
ve ayaklanmaları müstakilen idare edecek çalışmasını tanzim ve tatbik
hususunda tamamen serbest bırakılacaktır. Trakya heyetine verilen tahsisatın en mühim kısmı, Fuat Bey’in idare edeceği harekâta tahsis olunup
ayrılmak icap eder...
Türkiye Büyük Millet Meclisi Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reis Vekili
Birinci Ferik Fevzi (Çakmak)»
Lozan Antlaşması’ndan sonra Mareşal Fevzi Çakmak, kendisine takdirname göndermiş ve “sonsuz hizmetleri” için kendisine teşekkür etmiştir.
İstiklal Madalyası sahibidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi VI. ve VII. dönem
Edirne, VIII. dönem Kocaeli milletvekilliği yaptı.
76
Bu bildiride onun VIII. dönem Kocaeli milletvekilliği döneminde TBMM’de
ki çalışmaları ele alınacaktır. Görüşmelerdeki tutum ve konuşmalarından hem onun vatan için yürüttüğü gizli görevi ile ilgili yeni bilgiler, hem
de renkli şahsiyetine yeni katkılar sağlanması değerlendirilip tartışılacaktır.
ÇANAKKALE MUHAREBELERİNDE KOCAELİ
Doç. Dr. Cemal GÜVEN
Necmettin Erbakan Üniversitesi
I. Dünya Harbi’nin en önemli ve tek zafer kazanılan cephesi Çanakkale’dir. Devlet ve milletin olağanüstü motivasyon ve koordinasyonu ile ülkenin hemen her idarî biriminden cepheye sevk edilen askerî birliklerin
fedakarlığı ve özellikle cepheye yakın bölgelerin her nevi desteği ile bu
zafer elde edilmiştir. Bu zaferin kazanılmasında katkı sağlayan illerimizden birisi de Kocaeli’dir.
Bu çalışmada, Çanakkale Muharebelerinde Kocaeli’nin asker zâyiâtı;
bölgeden verilen lojistik destek ve sağlık hizmetleri ile İzmit Körfezi’nde durum -özellikle Genelkurmay Başkanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı
birimlerinin yayınları, yayımlanmış vesikalar ve dönemin basını kullanılmak suretiyle- ortaya konularak değerlendirilecektir.
DÂHİLİYE NEZÂRETİ EMNİYET-İ UMÛMİYE MÜDÜRİYETİ
KAYITLARINA GÖRE BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN
SONLARINDA İZMİT SANCAĞI’NDA EMNİYET VE ASAYİŞ
(1918)
Dr. Hümmet KANAL
Sakarya Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nde II. Abdülhamit döneminden itibaren merkez ve taşrada meydana gelen adli olaylar, düzenlenen “cinayet cetvelleri” ile takip
edilmeye çalışılmış ve II. Meşrutiyet’in ilanından sonra da bu uygulamaya
devam edilmiştir. Kaza merkezlerinde ay sonlarında hazırlanan cetveller,
takip eden ayın ilk haftasında sancak merkezlerine gönderilirdi. Bundan
77
sonra sırasıyla sancaklar vilayetlere, vilayetler de Dâhiliye Nezareti’ne bu
cetvelleri ulaştırmakla yükümlüydüler. Vilayetlerden gönderilen aylık raporlar, Dâhiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nde toplanıyor
ve burada incelemeye tabi tutuluyordu. Osmanlı Devleti, ülkedeki emniyet ve asayişin sağlanmasında bu raporların düzenli olarak tutulmasına
ve merkeze gönderilmesine büyük önem vermiştir. Bu konuda ihmali
olan memurlar da ciddi manada uyarılmıştır.
Her ayın sonunda hazırlanan bu cetvellerin sonunda bir de imza kısmı
bulunurdu. Cinayet vakaları gerçekleşmiş mahallerce düzenlenecek raporların alt tarafı en büyük mülkiye memurları, jandarma kumandanı,
polis müdürü veya komiserleri tarafından imzalanırdı. Bu bağlamda kaza
merkezlerinden gönderilen raporların altında kaymakam, jandarma kumandanı ve polis komiserinin imzası, sancak merkezlerinde düzenlenen
raporlarda ise mutasarrıf, jandarma kumandanı ve polis komiserinin imzası bulunmak zorundaydı.
Taşradaki en büyük mülki amirler olan vali, mutasarrıf ve kaymakamlar,
yönetimleri altındaki yerlerde olay olsun ya da olmasın, bu konuda merkezi bilgilendirmek zorundaydılar. Her ayın sonunda vilayetlerden, vukuat olan kazalar ve vukuatın çeşidi ile hiç vukuat olmayan kazaların ve sancakların isimlerini belirten pusulalar Dâhiliye Nezareti’ne gönderilirdi.
Merkeze gönderilen vukuat cetvellerinin oldukça ayrıntılı düzenlendiği
görülmektedir. Cetvellerde olayın meydana geliş tarihi, suçun işlendiği
yer, suçun çeşidi, suçu işleyen ve saldırıya maruz kalan kişinin memleketi
ve kimliği, suçu işleyenin yakalanıp yakalanmadığı ve yakalanamamışsa
bunun nedeni, suçlunun takibi esnasında gevşeklik gösteren memurların isimleri ve bu memurlar hakkında yapılan işlemler ayrı ayrı yazılarak
en sonda olayın nasıl gerçekleştiğini kısaca anlatan “mülahazat” kısmı
bulunurdu.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarında İzmid Sancağı’nda düzenlenen vukuat cetvellerinde çok çeşitli suçların işlendiği ve sancakta asayişin tam
manasıyla tesis edilemediği anlaşılmaktadır. Merkeze gönderilen bu
cetvellerde rastlanan suç çeşitleri şöyledir: Irza tecavüz, baskın ve cerh
(yaralama), öldürmek kastıyla cerh, hırsızlık, cerh ve katl, darp ve cerh,
tehdit suretiyle silah teşhiri, zabıta memuruna hakaret, gece vakti kapı
kırarak hırsızlık, yangın çıkarmak, zorla tecavüz, yol kesmek, zorla kız
kaçırmak, katl veya hırsızlık kastıyla cerh.
78
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden elde ettiğimiz 1918 yılı Ocak, Şubat ve
Eylül aylarında düzenlenen Takibât-ı Adliye Kalemi Belgeleri (DH.EUM.
ADL.) İzmit sancağındaki emniyet ve asayiş hakkında detaya varan bilgiler sunmaktadır.
MONDROS MÜTAREKESİNİN İLK GÜNLERİNDE İZMİT
Prof. Dr. Dursun Ali AKBULUT
On Dokuz Mayıs Üniversitesi
Mütarekenin ilk günlerinde basın yoluyla iyimser bir hava özellikle oluşturulmaya çalışılmıştı. Gazetelerde mütarekenamenin resmi metninin
yanı sıra teşrihata/yorumlamalara yer veriliyor, en iyimser cümlelerle
kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyordu. Bir müddet sonra durum değişti, mütareke işgaller biçiminde uygulanmaya başlandı. İzmit ve çevresi
ilk adım atılan yerlerden biri oldu. O günlerin heyecanını, endişelerini,
korkularını yansıtacak olan yine basın organlarıdır. Nitekim basın, iyi bir
haber alınca bunu hemen okuyucularına müjde niteliğinde duyurmakta,
fakat durum aksine dönünce pişmanlığını üzüntü ile yazmakta idi. Basın,
daha anlık daha sıcak, adeta o günlerin canlı yayın aracı gibiydi. Bölgeyi
çalışma alanı seçen ve İzmit’te özel muhabir bulunduran gazete ya da gazeteler olduğu gibi, İzmit’ten İstanbul’a giden yolcuların tanıklığını kaydeden yayın organları da mevcuttu. İtilaf donanmasına ait savaş gemilerinin
İzmit önlerine gelişleri, buradaki durumları, manevraları, demirledikleri
limanlar, karaya ilk birliklerini çıkarmaları, itilaf askerlerinin yöneticilerle görüşmeleri, halkın durumu, sevk ve iskâna tabi tutulan Ermenilerin
evlerine dönmeleri ile ortaya çıkan karışıklık, İstanbul’dan İzmit’e nakledilen emtia, piyasa haberleri ve benzeri konular gazetelerde yer alıyordu.
Bu bildiri ayrıca halkın durumunu, beklentilerini, çaresizliklerini, canhıraş haykırışlarını, kısacası insan ve vatan denklemini koruma niyet ve
gayretlerinin ifadelendirilmesini anlatmaya çalışan basından, bütünüyle
olmasa da birkaç kesit sunmayı amaçlamaktadır.
79
MONDROS MÜTAREKESİ SONRASINDA VE YUNAN İŞGALİ
DÖNEMİNDE KOCAELİ
Prof. Dr. Adnan SOFUOĞLU
Hacettepe Üniversitesi
Osmanlı Devleti, Ekim 1914 sonlarında İttifak Devletleri safında girdiği I.
Dünya Savaşı’ndan 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devletinin kayıtsız şartsız
teslimini içerecek şekilde ağır hükümler ihtiva eden Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak savaştan yenik olarak ayrıldı. Mütarekenin özellikle
bazı maddeleri istismara çok müsait idi. Adı geçen Mütarekenin tebliğ
konumuz açısından önemli gördüğümüz hükümleri şöyleydi; Çanakkale
ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz’e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkâmlarının İtilaf Devletleri tarafından
işgali sağlanacaktır. Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında,
Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir. Osmanlı harp gemileri teslim
olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.
Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır. İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır. Görüldüğü gibi bu hükümler Anadolu demiryolu hattının bulunduğu,
önemli bir liman kenti olan ve aynı zamanda İstanbul Boğazı’nın hinterlandını teşkil eden Kocaeli bölgesini direk ilgilendirmekteydi. Ayrıca galip
devletler Mütareke ile İtilaf Devletleri herhangi bir sebeple çıkartılacak
karışıklıklarla emniyetin bozulduğunu ileri sürerek ülkenin önemli stratejik bölgelerini işgale varacak şekilde kontrol ve denetim altına alma
hakkını elde etmişlerdi. Özellikle bu hükme dayanan İtilaf Devletleri zaman zaman da Mütareke hükümlerini çiğneyerek Osmanlı Devleti stratejik ve ekonomik değerleri yüksek bölgelerini kontrol ve denetim altına
alacak ve adeta işgal edeceklerdir.
Diğer taraftan Ocak 1919’da Paris’te toplanan Barış Konferansı’ndan sızan Yunan istek ve hedefleri ile Türkiye’deki azınlık unsurların taleplerine
olumlu yaklaşımdan cesaret alan azınlıklar, özellikle Rum ve Ermeniler
var olan gizli cemiyet ve örgütlerine Mütareke sonrasında yenilerini ekleyerek diğer bölgelerde olduğu gibi Kocaeli bölgesinde de yıkıcı ve bölücü
faaliyetlere girişeceklerdir.
Böyle bir ortamda Kocaeli Bölgesi Mondros Mütarekesi sonrasında ilk
olarak İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. Bilahare bu işgal İtilaf Dev80
letlerince Yunanlılara terk edildi ve Kocaeli bölgesi Yunan işgali altına
girdi. Diğer taraftan Kocaeli Bölgesi, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) liderliğinde Anadolu’da gelişen Milli Mücadele hareketine karşı olan Damat
Ferit Paşa Hükümetleri döneminde bir çatışma ve çekişme alanı oldu.
Bu gelişmeler çerçevesinde Kocaeli bölgesi Milli Mücadele yani Ankara
hükümeti açısından hem iç hem de dış cephe özelliğini taşır hale geldi.
Hazırlayacağımız tebliğde yukarıda özetle ifade edilen bütün bu gelişmeler ele alınıp irdelenecek olayların nasıl geliştiği ve olaylarda hangi saikların etkili olduğu irdelenip ortaya konulamaya çalışılacaktır.
MİLLİ MÜCADELE’DE İSTİHBARAT,
MÜHİMMAT SEVKİYATI VE KOCAELİ
Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
İstiklâl Savaşı’ndaki başarının başlıca sebeplerinden birisinin de silah ve
cephane temini meselesi olduğu ve bu hususta gösterilen büyük başarının, Türk Milleti’ne İstiklâl Harbini kazandırdığı inkâr edilemez bir gerçektir. Düşman işgali altında bulunan ve yerli halktan memleketin içinde
bulunduğu durumu öğrenen ve onlardan yardım gören bir memlekette,
bilhassa İstanbul’da kaçakçılık teşkilâtı kurmak, Anadolu’nun ihtiyaç
duyduğu her çeşit silah ve cephaneyi bu şartlar altında nakletmek son
derece güç bir iştir. Fakat ölüm dâhil her türlü tehlikeyi göze almış vatan evlatları, kurdukları mukavemet ve istihbarat teşkilatlarıyla gereken
tedbirleri almış, ellerinde ki mevcut imkânları sonuna kadar kullanarak,
Anadolu’ya silah, cephane, mühimmat ve subay kaçırmışlardır.
6 Mayıs 1920’de Ankara Hükümeti’nin, İstanbul Hükümeti ile resmî muhaberatı yasaklayan kararına rağmen, gizli teşkilatlar ve Osmanlı Hükümeti ile yapılan muhaberatın İzmit üzerinden devam etmiştir. Bu bakımdan hem istihbarat, hem de mühimmat ve subay sevkiyatında İzmit
önemli bir irtibat merkeziydi. Nitekim 18 Aralık 1921 tarihinde Muavenet-i Bahriye Heyeti tarafından bir deniz tayyaresi ile Turgut Reis Zırhlısı’nın 7,5’luk toplarına mahsus 256 atım mermi İzmit’e gönderilmiştir. 12
Kasım 1921’de Muavenet-i Bahriye Heyeti tarafından hazırlanan iki tayyare, yedek aksamı ile birlikte İzmit Menzil kumandanlığına sevk edilmiş,
Felah Grubu ise 20 Şubat 1922’de piyade mermisi, uçak mermisi, çeşitli
81
askerî malzeme ve silah, 30 Ekim 1922’de de yedek aksamı ile birlikte iki
deniz uçağını İzmit’e göndermiştir.
KOCAELİ TARİHİNE GÖNÜL VERENLER BİR PORTRE
DENEMESİ: RIFAT YÜCE
Doç. Dr. Funda SELÇUK ŞİRİN
Kocaeli Üniversitesi
İmparatorluktan cumhuriyete geçiş sürecinin trajik ortamına tanık olan,
bu ortamda eğitimini tamamlayan Rıfat Yüce, aslında kuşağına mensup
pek çok genç gibi bizzat bu ortamın da ürünüdür. Bir imparatorluk çocuğu olarak dünyaya gelen Rıfat Yüce hızla toprak kaybederek git gide
küçülen ve Anadolu’ya tutunarak bir ulus devlet olarak yaşamına devam
edecek olan Türkiye Cumhuriyetin kuruluşuna tanık oldu. Geçiş sürecinin önemli gelişmelerine, Milli Mücadele dönemine ve Cumhuriyet’in ilanı ve sonrasındaki değişime tanık olan Rıfat Yüce, İzmit tarihi bakımından
son derece kıymetli bir isimdir. İttihatçı bir genç olarak II. Abdülhamit
dönemi istibdadına direnen Yüce, özellikle Meşrutiyet döneminde cemiyetin İzmit’teki önde gelen isimleri arasında yer alır. I. Dünya Savaşı’nda
bölgedeki faaliyetleri ile dikkat çeken ve önce Bekirağa Bölüğü ve ardından da Malta’ya sürülen Yüce, sürgünün ağır ve onur kırıcı havasına da
tanık oldu. Milli Mücadele döneminin sonuna doğru hürriyetine kavuşan
ve İzmit’e dönen Yüce, faaliyetlerine burada devam etti. Özellikle gazeteci
kimliği ile Türk Yolu gazetesindeki çabası, İzmit tarihi açısından önemli
olduğu gibi gazetenin Osmanlıdan Cumhuriyete toplumun yeni değerler
doğrultusunda değişimi ve dönüşümü bağlamında bir ideolojik aygıt olarak kullanımına da örnek teşkil eder. Zira Rıfat Yüce, gazetesi aracılığıyla
halka ulaşarak onun Cumhuriyet değerleri ile inşası sürecine İzmit ekseninde önemli katkılar sağlamıştır. İzmit tarihinin daha iyi anlaşılması
için kent tarihine katkı sağlayan isimlerin bilinmesi gerekir. Rıfat Yüce
portresi, bu alandaki eksikliğin giderilmesine yardımcı olacaktır.
82
İZMİT’TE TÜRK JAN DARK’I FATMA SEHER HANIM
Doç. Dr. Esma TORUN ÇELİK
Kocaeli Üniversitesi
Fatma Seher Hanım, namı diğer adıyla Kara Fatma, vatanı uğruna savaşmaya Balkan savaşlarında eşinin yanında başlamıştır. I.Dünya Savaşı’nda
Kafkas cephesinde eşini kaybetmesine rağmen, mücadeleyi savaşın sonuna kadar sürdürmüştür. Milli mücadele başlar başlamaz, İstanbul’dan
Sivas’a gelerek, Mustafa Kemal’den bizzat görev istemiştir. Mustafa Kemal bu görüşmede ona Kara Fatma olarak hitap etmiştir. Kara Fatma
Mustafa Kemal’den aldığı emirle İzmit’e gelecek ve kısa zamanda büyük
bir çete oluşturacaktır. Küçük kızının da yer aldığı çetesiyle birlikte İzmit’te işgal güçlerine ağır kayıplar verdirmiştir. Bu korkusuz kadın İzmit’in düşman işgalinden kurtarılması sürecine kadar, -kızının parmağının kopmasına rağmen- çetesiyle birlikte savaşmaya ve halka güven
kaynağı olmaya devam etmiştir. Bu küçük dev kadın yerli ve yabancı yazarların ve diplomatların da ilgi odağı olmuştur. Ankara’ya giderek bir
süre kalmış, hatta Rus elçisinin desteğiyle Kırım’a gidip gelmiştir.
Türklerin Jan Dark ve milli mücadelenin en önemli kadın kahramanlarından sayılan Kara Fatma, İzmit’in kurtuluşundan sonra da mücadeleye
Sakarya Savaşı’na katılarak devam etmiştir. Büyük Taarruz’a da katılarak, Bursa’nın kurtuluşuna da önemli katkılar sağlamıştır.
İzmit’in milli mücadele tarihinde önemli yere sahip olan Fatma Seher
Hanım, bu çalışmada özellikle İzmit’teki faaliyetleri ekseninde inceleme
konusu edilecektir. Bu çalışmada araştırma kitapları, 1920-23 dönemi
İstanbul ve yerel basında çıkan yazılar, dönemi konu edinen anı kitapları
ve belgeler kullanılarak, Fatma Seher Hanım’ın İzmit’teki mücadelesine
ışık tutmaya çalışılacaktır. Böylece İzmit tarihine de bu çalışmayla katkı
sunmayı amaçlamaktayım. Hakkında akademik düzeyde fazla çalışma
olmayan ve popüler çalışmalarda da zaman zaman çelişkili, birbiriyle
uyumlu olmayan bilgiler yer almaktadır. Bu çalışmaların da ayıklanması
da çalışmamamızın nedenleri arasındadır.
83
MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA İZMİT’TE
BİR AMERİKALI DOKTOR
Doç. Dr. Bestami S. BİLGİÇ
İpek Üniversitesi
Mabel Evelyn Elliott, yirminci yüzyılın ilk yarısında Anadolu coğrafyasında ‘hayırseverlik’ faaliyetlerinde bulunan Amerikalı doktorlardan biridir.
Elliott’un faaliyetlerinin önemli bir kısmı Ermeniler ve Rumlar ile ilgilidir.
1920’lerin başına kadar Maraş’ta çalışan Dr. Elliott, Fransızların bu bölgeden çekilmeleriyle birlikte İzmit’e geçmiş ve çalışmalarına bu kentteki
Amerikan Kadın Hastanesi’nde devam etmiştir. 1921-1922 yılları arasında Anadolu’da Ankara Hükûmeti güçleri ile işgalci Yunan kuvvetleri arasındaki çarpışmalar sırasında İzmit’te bulunmuştur.
Dr. Elliott’un 1924 yılında yayınlanan Anadolu coğrafyası hakkındaki çalışmalarını anlattığı kitabinin bir bolumu de İzmit’teki çalışmaları ve bu
çalışmalar sırasındaki kentte siyasi ve sosyal yasam ile ilgili gözlemleri
üzerinedir. Bu tebliğde, Dr. Elliott’un 1921-1922 yılları arasında İzmit’teki
serüveni eleştirel bir yaklaşımla değerlendirilecektir.
KURTULUŞ SAVAŞINDA “İZMİT ASKERİ HAT
KOMİSERLİĞİ” VE FAALİYETLERİ
Dr. Kadri UNAT
Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hemen sonrasında İtilaf Devletleri’nin
başlattığı işgal süreci Anadolu’da bir direnişe yol açmıştır. Bölgesel düzeyde başlayan ancak Mustafa Kemal Paşa’nın katılımıyla ulusal bir direnişe dönüşen bu hareket, Temsil Heyeti’nin Ankara’ya geçmesiyle Ankara merkezli bir mücadeleye dönüşmüştür. İtilaf Devletleri’nin 16 Mart
1920’de İstanbul’u resmen işgal etmesiyle birlikte Ankara direnişin merkezi olmasının yanı sıra simgesi haline de dönüşmüştür. Bu gelişmeden
sonra, direnişe katılmak için İstanbul’dan Anadolu’ya ve özellikle Ankara’ya çok sayıda milletvekili, asker, öğrenci ve gazeteci geçmeye başlamıştır. Bu sırada, İstanbul’dan Ankara’ya hem insan geçişinin sağlandığı
hem de silah ve mühimmat sevkiyatının yapıldığı iki ana güzergâh vardır.
84
Bunların ilki İstanbul’dan başlayarak İnebolu iskelesine kadar uzanan
ve Zonguldak’tan geçen deniz yoludur. İkincisi ise İstanbul-Gebze-İzmit
güzergâhıdır. Bu yol Karakol Cemiyeti tarafından kurulmuş olup, Mütarekeden sonra, özellikle de TBMM’nin açılmasından sonra hem Anadolu’ya kaçış için hem de silah sevkiyatı için yoğun olarak kullanılmıştır.
Söz konusu geçişlerin sorunsuz bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için de
İzmit’te bir “Askeri Hat Komiserliği” oluşturulmuş ve hat komiserliğine
de Binbaşı Kemal Bey atanmıştır. Kuruluşundan itibaren önemli görevler
üstlenen İzmit Askeri Hat Komiserliği, askeri malzeme sevkiyatının yanı
sıra, İstanbul-Ankara arasındaki iletişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi, bölgede güvenliğin sağlanması ve Anadolu’ya geçişler konusunda oldukça önemli görevleri yerine getirmiş ve 5 Ekim 1923 tarihinde lağvedilmiştir. Bu çalışmada Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü Arşivi ve ATASE Arşivi’nde yer alan belgelerden yararlanılarak
İzmit Askeri Hat Komiserliği’nin kuruluşu ve faaliyetleri, İstanbul’un-Ankara’ya, Ankara’nın da İstanbul’a açılan kapısı durumunda bulunan Kocaeli ve çevresindeki bu geçişlerdeki rolü incelenecektir.
AĞIZ METİNLERİNE GÖRE KANDIRA KOCAKAYMAZ VE
İZMİT ÇEVRESİNDE İŞGAL YILLARI
Doç. Dr. Kenan ACAR
Kocaeli Üniversitesi
Bu bildiri 1983 yılında Kocaeli’nin Kandıra ilçesinin Kocakaymaz ve çevre köyleri ile (Sakallar, Sepetçi, Karaağaçoğlu, Karakiraz) 1986 yılında
merkez ilçe İzmit’in (bir kısmı şu anda belde niteliğinde solan) çevre köylerinde (Taşköprü Fakılar, Taşköprü Karakadılar, Çayırköy, Eski Eşme,
Balören–Belen) yapılan ağız metni derlemelerine dayanmaktadır. Toplam on köyden on bir kişiye (diğer konularla birlikte) Kurtuluş Savaşı
ve öncesindeki işgâl yıllarına dair hatırladıkları da sorulmuştur. Verilen
cevaplarda bu köylerin yanında derleme yapılmayan çevre köylerde (Tepecik, Aksakal, Tekkeşinler, Alacalar, Umarlı, Kasımlar, Tekkeli, Çal vb.)
yaşananlar da anlatılmıştır. Şu anda hiç biri hayatta olmayan bbu kaynak
kişilerin hatıraları, diyalektolojik bakımdan taşıdıkları değer kadar sözlü
tarih açısından da öneme sahiptirler.
Bu kişilerin hatıralarında İzmit-Kandıra bölgesini işgâl eden İngiliz ve
Yunanlıların konumlanma durumu, yerleştikleri yer ve çevre köylerin
85
halkına karşı tutumları, onlarla iş birliği yapan azınlıklar, bu azınlıklarla
devlet ve halkın ilişkisi, işbirlikçi bozguncu çeteler, Kuvayı Milliye çeteleri,
düşman askerlerinin yenilgi sonrası bölgeden çekilirken yaptıklarına dair
bilgiler vardır. Bunlardan bir kısmını çete reislerinin adları ve bölgedeki
azınlıklara mensup kişi adları gibi somut bilgiler oluşturmaktadır.
1920 MECLİSİNDE İZMİT VEKİLİ HAMDİ NAMIK BEY
Doç. Dr. Selda KAYA KILIÇ
Ankara Üniversitesi
Bildirimizde Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri ana kaynak olarak kullanılacaktır. 23 Nisan 1920 de açılan ilk Mecliste İzmit Vekili olan Hamdi
Namık Bey’in kişiliği, fikirleri Ceridelere göre incelenecektir. Çalışmamıza Hamdi Namık Bey’i seçmemizin nedeni TBMM’nin açılışında bulunmuş olması, Meclisteki faaliyetlerinde yoğun çalışması, milli mücadele
de yer almış olması gibi özelliklerinin bulunmasından dolayı seçilmiştir.
Son derece önemli bu Gazi meclisinde İzmit Milletvekili olarak görev
yapan Hamdi Namık Bey tam olarak 205 kez söz almıştır. Çalışkan bir
milletvekili portresi çizmiştir. Mecliste bilgili, konulara hâkim şekilde söz
alan Hamdi Bey, 15 arkadaşı ile birlikte Damat Ferit ve arkadaşlarının
vatana hıyanet gerekçesiyle gıyaben yargılanmalarını istemeleri Ceridelerden birinci elden değerlendirmesi yapılacaktır.
İNGİLİZ BELGELERİNDE KOCAELİ BÖLGESİNDE YUNAN
KUVVETLERİNİN DURUMU (OCAK-HAZİRAN 1921)
Yrd. Doç. Dr. Mahmut AKKOR
Kırklareli Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nin Sevr Antlaşmasını imzalamasına mütaakip Mustafa
Kemal, antlaşmanın Ankara’daki Meclis tarafından onaylanmayacağını duyurması üzerine Yunan kuvvetleri Ankara’ya doğru yol almışlardı.
Ocak 1921’de Batı Cephesinde başlayan mücadelelerde Yunan kuvvetleri hiç beklemedikleri bir dirençle karşılaştılar. I. ve II. İnönü savaşlarından mağlubiyetle ayrılan Yunanlılar, Ankara yolunda İngilizleri hayal
86
kırıklığına uğratmışlardı. Daha fazla ilerlenemeyeceği kaygısı ve bölge
yaptıkları zulümlerin kendilerine de yapılacağı düşünen Yunanlılar; İzmit
ve çevresinden çekilmeye başlayacaklardı. Kütahya-Eskişehir Savaşları
her ne kadar Yunanistan’ın ümitlerini arttırsa da gelecekte Yunanistan,
bölgenin tamamını boşaltmak durumunda kalacaktı. Kütahya-Eskişehir
Savaşlarına kadar geçen evrede yaşananları, İngilizlerin bakış açısıyla bu
yazımızda değerlendirmeye çalışacağız.
ATATÜRK’ÜN İZMİT BASIN TOPLANTISI (16-17 OCAK 1923)
VE BU TOPLANTIDA VERİLEN ÖNEMLİ MESAJLAR
Prof. Dr. Osman AKANDERE
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Mustafa Kemal Paşanın, saltanat ve hilâfet konusunda alınan kararların halk üzerinde ne gibi etkiler yaptığını belirlemek amacıyla çıktığı Batı
Anadolu Gezisi’nin en önemli bölümü, İzmit’te dönemin bazı İstanbul gazetelerinin başyazar ve yazar konumundaki gazetecilerle yaptığı “basın
toplantısı” oluşturmaktadır.
Bu basın toplantısıyla Mustafa Kemal Paşa, günün tartışma konusu olan
çeşitli konularda gazetecileri aydınlatmayı ve onların kafalarındaki soru
işaretlerini dağıtmayı düşünmüştü. Çünkü O, kamuoyunun ve özelliklede
İstanbul kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyordu. Bunun için
önce kamuoyunu etkileyecek en önemli araç olarak gördüğü gazetecilerle görüşmeyi, onlara ülkenin milletin gerçek durumunu tüm açıklığıyla
anlatmak istemişti.
İzmit basın toplantısında, o günlerin en önemli gündem meseleleri olan;
Lozan Barış Konferansı, yeni Türkiye devletinin temel esasları, hükümet
ve yönetim şekli, Saltanat ve Hilâfet meseleleri, toplum hayatının çeşitli
alanlarında yapılacak inkılâp, siyasî parti olarak bir “Halk Fırkası’nın kurulması” gibi konularda görüşmeler yapılmıştı. Bu toplantı aynı zamanda
açıkladığı fikir ve görüşleriyle Mustafa Kemal Paşanın uzun vadede gerçekleştirmeyi düşündüklerini açıkladığı bir geleceği belirleme toplantısı
olmuştur.
87
CUMHURİYETİN İLK DÖNEMİNDE (1923-1931)
KOCAELİ MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ VE SEÇİLEN
MİLLETVEKİLLERİNİN FAALİYETLERİ
Yrd. Doç. Dr. Cengiz ATLI
Iğdır Üniversitesi
Kocaeli tarihi itibariyle birçok medeniyete ev sahipliği yapmış yerleşim
birimidir. Evliya çelebi seyahatnamesinde 1640’da 1100 dükkân, 200 kereste deposu bulunduğunu ve önemli bir ticaret merkezi olduğunu kaydetmiştir. Kocaeli Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 6 Temmuz 1920-27
Haziran 1921 arasında 11 ay 22 gün (244) gün İngiliz ve Yunan işgalinde
kalmıştır.
Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra 1923’de yapılan seçimlerde Kocaeli’nden Ahmet Şükrü, Mehmet Ragıp Akça, Saffet Arıkan, Mustafa Keremzade, İbrahim Tolon ve İbrahim Süreyya Yiğit milletvekilliğine seçilmişlerdir. 1927 yılında yapılan seçimlerde Mehmet Ragıp Akça, İbrahim
Tolon ve İbrahim Süreyya Yiğit tekrar milletvekilliğine seçilirken 1923
milletvekillerinden aday gösterilmeyen milletvekillerinin yerine Mehmet
Selahattin Yargı, Kemalettin Olpak, İsmail Hakkı Kılıçoğlu, Reşit Saffet
Atabinen milletvekilliğine seçilmiştir. Seçilen milletvekilleri incelendiğinde topluma önderlik etmiş kişiler aday gösterilmeye çalışılmıştı bu
dönem süresince seçilen milletvekillerinden çok azı Kocaeli doğumludur. Bu dönemde artan nüfus yapısından dolayı 6 olan milletvekili sayısı
7 ye çıkarılmıştır. Bildiride bu dönemde Kocaeli milletvekili seçimleri ve
milletvekillerinin çalışmaları Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, dönemin
gazeteleri, meclis resmi evrakları hatıratlar ve bilimsel kaynaklar doğrultusunda aydınlatılmaya çalışılacaktır.
88
KOCAELİ’NDE SERBEST CUMHURİYET FIRKASI
TEŞKİLATI VE FAALİYETLERİ
Yrd. Doç. Dr. Mehmet PINAR
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
12 Ağustos 1930’da Fethi (Okyar) Bey başkanlığında kurulan Serbest
Cumhuriyet Fırkası (SCF), Birinci Umumi Müfettişlik Bölgesi haricinde
teşkilatlanma çalışmalarına başlama kararı almıştı. SCF’nin Meclis dışında, taşrada teşkilatlanma isteği aceleye getirilmiş bir girişim olarak
görüldüğü için Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan (CHF)’den kabul görmemişti. CHF, SCF gerçeği ile karşılaşınca merkezden yönetim esasından
bir nebze olsun sıyrılarak taşrayı algılamaya çalışmıştı. SCF ise; merkezin kontrolü CHF’de olduğu için daha zayıf noktalara yönelerek taşrada
teşkilatlanmaya başlamıştı. CHF’nin içinden doğmuş bir fırka olduğu için
eksiklikleri daha iyi gözlemleme olanağına sahip olacağı düşünülmüş,
SCF’nin teşkilatlanmayı hızlandırması ile iki fırka arasında ayrılıklar derinleşmeye başlamıştı.
Taşrada yer alan ve merkezin sağlıklı bir iletişim kuramadığı sistem ile
problem yaşayan Tatarlar, Nusayriler, Giritliler, Çerkezler, yerleşke sıkıntısı çeken Mübadiller ve Kürtlerin büyük bir kısmı; katı devletçilik anlayışından rahatsızlık duyan demiryolu işçileri farklı bir arayış içerisine
girerek SCF’yi desteklemişlerdi. SCF’nin taşra teşkilatlanmasında iktidar
fırkasından ayrılmış olanlar ön planda yer almış; fırkaya girmek serbest
olduğu için merkezi denetim tam olarak sağlanamadığından zararlı unsurların fırkaya girmesi denetlenememişti. CHF Teşkilatı’nın siyasi donanımsızlığı, merkez ile taşra arasındaki kopukluk, siyasi nüfus ve tek parti
olmanın getirdiği aşırı güven duygusu halk ile olan iletişimsizliği beraberinde getirmiş; bu durumdan faydalanmak isteyen bazı köklü geleneğine
sahip aileler de SCF çatısı altında toplanmış; bu aileler, CHF Teşkilatı’nın
zaaflarından faydalanarak belli oranda taşrada bir güç merkezi haline
gelmişlerdi. Taşradaki bu otorite boşluğu güçlü ailelerin çatışmasına
sahne olmuştu. Bu çatışma siyasi olmaktan ziyade belli mevkilerin ele
geçirilmesi şeklinde gerçekleşmişti.
SCF’nin ilk teşkilatlandığı illerin başında Kocaeli gelmişti. Kocaeli Milletvekili İbrahim Bey’in çalışmalarıyla Kocaeli SCF Teşkilatı kurulmuştu.
Kocaeli Merkez teşkilatının kurulmasından sonra Aydoslu Murat Bey’in
girişimleriyle Adapazarı SCF İlçe Teşkilatı kurulmuştu. SCF’nin Kocae89
li’ndeki en güçlü teşkilatı ise Gebze’de kurulmuştu. Başkanlığa Veysel
Bey, Üyeliklere Mustafa Hocaoğlu Ahmet Efendi, Hakkı Bey, Baçeva Alioğlu Ahmet Efendi, Kadiroğlu Karşılı Refik, Ali Çavuşoğlu Emrullah, Yılandalı Cemal Efendi seçilmişti.
1930 Belediye Seçimleri ile Kocaeli’nde iki parti arasındaki rekabet artmış, SCF, valinin kendilerine baskı uyguladığı iddiasıyla seçimlerden çekilme tehdidinde bulunmuş, seçimin en çetin geçtiği yer Gebze olmuştu.
Adapazarı İlçesi’nde yaşanan olaylardan ötürü seçim iptal edilmişti.
SCF Teşkilatı’nın kendini fesih etmesiyle birlikte CHF, özellikle Kocaeli’nde işçi kesiminin sorunlarına eğilerek problemlerini çözmeye çalışmış ve muhalefeti desteklemelerinin altyapısını analiz etmeye çalışmıştı. SCF kapatıldıktan sonra kurucu unsurların CHF’ye dönüşünü birçok
taşra teşkilatı kabul etmemesine rağmen Kocaeli CHF Teşkilatı farklı bir
refleksle muhalefette yer alanları fırkaya dâhil etmişti.
TEK PARTİ DÖNEMİ CUMHURİYET BAYRAMI
KUTLAMALARINDA KOCAELİ ÖRNEĞİ
Yrd. Doç. Dr. Nermin GÜMÜŞALAN
Fatih Üniversitesi
Tarihte hemen hemen her toplumun kendi inanç, gelenek ve görenekleri
doğrultusunda bir takım tören, şenlik, bayram ya da ayin ismini verdikleri
kutlamalar yaptıkları bilinmektedir. Bu tür etkinliklerin hedefi ise genel
olarak ortak bir duygu, amaç ve milli bir bilinç etrafında halkın toplanmasını sağlamak olmuştur. Özellikle Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan
milli bayram olgusu ilk defa Avrupa’da daha sonra da II. Meşrutiyet döneminde bizde görülmeye başlanmıştır. Ancak Cumhuriyetin ilanı ile birlikte meşru bir zemine oturtulan milli bayram olgusu, tek bayrak, tek millet,
tek devlet olmanın bir getirisi olarak çok önemli görülmüştür. Çünkü bu
sayede milli bilincin nesilden nesile aktarılması hedeflenmiştir.
Özellikle Tek Parti Döneminin önemli etkinliklerinden birisi olarak kabul edilen Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları, tüm yurtta en büyük idari
merkezden en küçüğüne kadar coşkuyla kutlanmıştır. Kutlamalar kişilerin iradesine bırakılmaktan ziyade bir devlet politikası olarak kontrol
altında tutulmuş, çıkarılan kanun, tüzük, yönetmelik ve talimatlarla ne
şekilde kutlanacağı tespit edilmiştir. Bu hazırlanan programlar günler
90
öncesinden duyurularak gerekli hazırlıkların yapılması sağlanmıştır.
Aynı zamanda kutlamalar sonrasında yapılan etkinliklerle ilgili raporların
partiye gönderilmesi de istenmiştir.
Bizim bu konuyla ilgili olarak yapmış olduğumuz çalışma her şehirde
olduğu gibi Kocaelinde de ağırlıklı olarak Tek Parti Döneminde yapılan
Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarının nasıl yapıldığı, bu törenlerde hangi
programların uygulandığı ve içerikleri, halkın programlara katılım konusundaki hassasiyeti ve ilgisi üzerinde olmuştur. Konu öncelikle arşiv belgeleri, dönem basını ve araştırma eserler kullanılarak çalışılmıştır. Yer
yer ulaşılabilen dönem fotoğraflarına da araştırmamızda yer verilecektir.
KOCAELİ ÖRNEĞİ’NDEN HAREKETLE PARTİ TEFTİŞİ ADI
ALTINDA HALKIN FİŞLENMESİ (Mİ?)
Prof. Dr. Fahri SAKAL
On Dokuz Mayıs Üniversitesi
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nde Tek Parti devri diye bilinen 1923 - 1950
arası CHP iktidarında muhalefet partileri, muhalif dernekler ve muhalif
basın-yayın kuruluşlarının bulunmadığı, bulunanların da çok sınırlı çalışmalar yapabildiği ve ilk fırsatta kapatıldıkları bilinmektedir. Bu dönemde
devletin ve toplumun bütün kurumlarına ve adeta hücrelerine kadar Tek
Parti kurumları nüfuz etmiş durumdadır. Bu nüfuzun etkisini artırmak
için devletin ve Parti’nin halk ve kurumlar hakkında ayrıntılı bilgi sahibi
olması gerekiyordu. Bundan dolayı CHP Parti Müfettişlerinin yaptıkları
parti teftişleri tarihçilerce ve tarafımızca birçok araştırmaya konu edilmiştir. Ancak bu konuda daha önce başka tarihçilerin de bizim de temas
etmediğimiz, dikkatten kaçırdığımız bir husus vardır ki o da Parti, halkevi,
Belediye ve kamuya yararlı dernekler (Kızılay ve THK gibi) müfettişlerce
yılda iki defa denetlenmektedirler. Ancak bu denetlenmede partinin ve
partililerin denetlenmesinin de ötesi yapılmakta, adeta toplum fişlenmekteydi. Parti teftiş talimatnamesi eşliğinde Kocaeli Bölgesi Teftişi ve
bu teftiş sonunda ortaya çıkan metinler tarafımızdan incelenmiş ve halkın siyasi, kültürel, etnik ve coğrafi kökeni, dini ve mezhebi durumu ve
sair özellikleri tespit edilmiş; bu tespitler parti genel merkezine gönderilerek ilgili bürolara ve birimlere gönderilmiş; kayda geçirilmiştir.
Tebliğimizde, bu uygulamanın Parti Teftişi olmanın ötesinde bir amaç
91
taşıyıp taşımadığını tartışacak ve böyle bir amaç yoksa bile fiilî/reel durumun halkın fişlenmesi şeklinde her yıl tekerrür ettiğini örnekleriyle
sunmayı ve Türk Demokrasi Tarihi’ne bu açıdan yeni bir tartışma konusu
getirmeyi düşünmekteyiz.
KOCAELİ’NDE HALKEVLERİ VE
HALKODALARININ KURULUŞU
Dr. Ahmet AKTER
Cumhuriyet Halk Partisinin 1932 yılında yaptığı üçüncü büyük kongresinde hazırlanan nizamname ile Halkevlerinin kurulmasına başlandı.
Zamanla ilçelerde Halkevleri ve köylerde Halkodaları yaygınlaşarak yurt
sathına yayıldı. Her yıl Şubat ayında kuruluşu kutlanan Halkevleri 9 şube
esasına göre kurulup çalışmalarına devam etti. Herhangi bir yere Halkevi
açılabilmesi için bina, para ve en az 3 şubeyi yürütebilecek imkânın sağlanması gerekmekteydi. Bu kapsamda hazırlanan bu çalışmayla Cumhuriyet Arşivi belgeleri ışığında Kocaeli vilayetinde Halkevleri ve Halkodalarının nasıl açıldığı ortaya konulmuştur.
KOCAELİ MİLLETVEKİLİ ALİ EKREM ALİCAN’IN SİYASİ
YAŞAMI (1950-1960)
Yrd. Doç. Dr. Selma ÇETİNKAYA
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi
Türkiye’nin iç politik yaşamı II. Dünya Savaşı sonrasında değişmiştir.
Çok partili sistem 1945’te benimsenmiş ve Demokrat Parti (DP) 1946’da
kurulmuştur. 1950 Genel Seçimi Türk politik yaşamında bir dönüm noktasıdır. DP adayları Türkiye’deki birçok şehirde seçimi kazanmıştır. Kocaeli’de de benzer bir durum söz konusudur. Kocaeli adayları arasında
yer alan Ali Ekrem Alican (1916 Adapazarı-2000 İstanbul) 1950 ve 1954
genel seçimlerinde DP Kocaeli milletvekili seçilmiştir. Ancak sonrasında
DP’den ayrılmıştır. Çünkü DP Hükümeti basın özgürlüğünü terk etmiş,
hükümetin bu kararı DP’nin tüm milletvekilleri tarafından paylaşılmamıştır. Bu yüzden DP disiplin kurulu dokuz milletvekilini partiden çıkart92
mış, sonrasında ise DP’nin 10 milletvekili istifa etmiştir. Bu 19 politikacı
20 Aralık 1955’te Hürriyet Partisi’ni (HP) kurmuştur. Alican, Ekrem Hayri
Üstündağ ve Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu’ndan sonra partinin üçüncü lideri konumundadır. 1957 Genel Seçiminde HP’den aday gösterilen Alican, milletvekili seçilememiştir. HP ise 1958’de kendisini feshetmiştir.
HP’nin çoğu üyesi Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) katılırken Alican bu
karara karşı çıkmıştır. Ekrem Alican’ın politik yaşamı 1969’a kadar devam etmiştir. Bu çalışma Ali Ekrem Alican’ın 1950-1960 arasındaki siyasi
yaşamını ele almaktadır.
ÖMER SADETTİN BEYİN HAYATI VE TÜRKİYE BÜYÜK
MİLLET MECLİSİ’NDEKİ ÇALIŞMALARI
Doç. Dr. Mehmet KAYA
Niğde Üniversitesi
1908 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuştur. Mustafa Bey ile Fitnat Hanımın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. İzmit Merkez Numune Mektebinde
görev almıştır. Ticaretle uğraşmış, İzmir Halk Bankasının İdare meclisi
üyesi olmuştur. Kocaeli Halkevi Başkanlığını, yürütmüş, ayrıca İzmit belediye Başkanlığını yürütmüştür. Konya Ticaret Odası Başkanvekilliğinde
bulunmuş, X .ve XI. Dönemler Kocaeli milletvekili olarak Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde yer almıştır. Evli ve iki çocuk babası olup 1992 yılında
vefat etmiştir.
Ömer Sadettin Yalım Bey mecliste milletvekili olarak yer aldığı iki dönemde çeşitli konular söz almış, kanun tekliflerinde bulunmuştur. Konuşması düzgün üslup bakımından üslubunda saygılı bir dil benimsemiştir. Açık
bir anlatım tarzına sahip Olan Sadettin Bey 1954-1960 döneminde kişiliği
ve çalışmaları bakımından mecliste iz bırakan şahsiyetlerden biri olmuştur.
93
KOCAELİ YEREL BASININDA 6-7 EYLÜL OLAYLARI
Doç. Dr. Mustafa MÜJDECİ
Çankırı Karatekin Üniversitesi
6-7 Eylül Olayları, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldığı yönündeki haberle başlayan olaylardır. 1955 yılının 6 Eylül’ünü 7 Eylül’e
bağlayan gece İstanbul’da gerçekleşen olaylarda Rumlara yönelik sert
sözleri muhtevi sloganlarla yürüyüşler yapılmış özellikle de Rumlara yönelik ev ve işyerleri tahrip edilmiştir. Hadise ilk bakışta “duygusal bir tepki/patlama” şeklinde değerlendirilse de bugüne kadar farklı iddialar da
dile getirilmiştir. Dönemin konjonktüründen bağımsız düşünülmemesi
gereken bu olaylarda Kıbrıs’ta artan gerilim ve bazı gazete ve sivil toplum
örgütlerinin de etkisi olduğu unutulmamalıdır. Olayların sonrasında sıkıyönetim ilanı ve devlet adamlarımızın olaya yaklaşımı da bu olayın mahiyetinin etraflıca anlaşılmasında önemlidir. İstiklal Caddesinden Beyoğlu’na ve Adalar’a kadar Rumların mallarının zarara uğratıldığı olaylarda
rol alan insanların önemli bir kısmının da İzmit’ten trene bin(diril)erek
İstanbul’a geldiği bilinmektedir. Bu bakımdan tabir yerindeyse olayların
bir “tarafı” da İzmit olmuştur.
Bu çalışmada dönemin Kocaeli/İzmit basınındaki 6-7 Eylül Olayları’na
ilişkin haber, yorum, görsel materyal ve değerlendirmeler karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Bir söylem analizi şeklinde gerçekleştirilecek çalışmada Kocaeli’de yayınlanan ve 1955 yılında yayınını sürdüren
Demokrat Kocaeli, Yavuz İzmit, Hürsöz, Bizim Şehir, Azim ve İstiklal gibi
günlük gazetelerin bakışıyla olayların öncesi ve sonrası da dâhil olmak
üzere değerlendirilmeye çalışılacaktır. Ulaşılabildiği ölçüde Yeni Halk,
Yaman İzmit, Demokrat Ege, Demokrat İzmit gazeteleri de incelenecektir. Haftalık yayınlanan Demir Işık gazetesinin de nüshalarına ulaşıldığı
takdirde bu çalışmaya katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
94
ÇAĞDAŞ DÖNEMDE AZERBAYCAN VE TÜRKİYE
CUMHURİYETLERİ’NİN İŞBİRLİĞİNDE MARMARA
BÖLGESİNİN ROLÜ
Prof. Dr. Tofig MUSTAFAZADE
Doç. Dr. Feride ALİYEVA
Azerbaycan Milli İlimler Akademisi
İki kardeş ülke olan Azerbaycan ve Türkiye arasında her zaman sıkı ilişkiler olmuş, birbirine yardımda bulunmuşlardır. Bellidir ki, 1918 yılında
Ermeni çeteleri Azerbaycan Türklerine karşı soykırım yaptıkları zaman
Nuri Paşa’nın komutanlığı ile Osmanlı kuvvetlerinin yardıma gelmesi’nin
Azerbaycan halkının kurtuluşunda önemi çok büyüktür. Daha sonra Türkiye halkının istiklal mücadelesi’nde Azerbaycan türkleri de kandaşlarına manevi ve maddi yardımlarda bulunmuşlar.
1991 yılında Azerbaycan yeniden bağımsızlığını kazandıktan sonra onun
müstakilliyini ilk olarak Türkiye Cumhuriyeti resmi şekilde kabullenmiş
ve ülkemizin bağımsızlığının pekişmesine her türlü yardımda bulunmuştur.
Günümüzde Azerbaycan Cumhuriyeti’nin uluslararası ilişkiler sisteminde Türkiye’nin özel yeri vardır. 2007 yılında Bakü-Tiflis-Ceyhan ihrac boru
hattının açılışı ile Azerbaycan Türkiye’nin enerji tehlikesizliyinde, Türkiye ise Azerbaycan petrolu ve doğalgazının Avrupa’ya transferinde çok
önemli rola sahiplenmiş oldu.
İki kardeş ülke arasında ekonomik bağlar günü günden pekişmektedir.
Bakü-Tiflis-Kars tren hattı inşa ediliyor, 2015 yılı 17 Mart’ta Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattının (TANAP) inşasına başlanmıştır. 2018 yılında
tamamlanması planlanan bu boru hattının kapasitesinin yılda 16-21 milyar m3 olacağı öngörülmektedir. Bir hattın Yunanistan’a, diğerinin Bulgaristan’a ulaşacağı düşünülmektedir. 1850 km uzunluğundaki hattın 19
kilometresi Marmara Deniz’inden geçecektir.
Türkiye ve Azerbaycan arasında eğitim ve kültür alanında da sıkı ilişkiler
mevcuttur. Azerbaycan gencleri Türkiye’de, Türkiye gençleri ise Azerbaycan’da eğitim alıyorlar. İki devlet arasında eğitim ve bilimsel-kültürel ilişkilerin gelişmesinde Marmara bölgesi, o sıradan Kocaeli önemli
role sahiptir. Kocaeli’de binlerce Azerbaycan Türkü yaşıyor, Azerbaycan
kültür derneği mevcuttur. 2011 yılının ekimin sonunda Kocaeli’de Haydar
Aliyev parkı açılmıştır.
95
Günümüzde Azerbaycan ve Türkiye cumhuriyetlerini sıkı kardeşlik bağları birleştiriyor. İki devlet her zaman hep birbirini destekliyor. Türkiye Ermenistan tarafından işgal edilmiş Azerbaycan topraklarının azat edilmesi
için sıkı çabalar harcıyor. Aynı zamanda Azerbaycan da en kritik durumlarda Türkiyenin yanındadır. Rus ucağı Türkiye hüdutlarını bozduğu için
vurulduktan sonra Rusya Türkiye’ni zor duruma düşürmek için doğalgaz
ihracını keseceği ile tehdit etdikde bile Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Türkiye’nin sıkıntısını önlemek için bir kardeş gibi Türkiyeye
gereken doğalgazın verileceyini beyan etti.
PEOPLE OF MUSEVI FAITH IN KOCAELI:
JEWS, KARAIM, DONMES
Drs. Gerşom QIPRISÇI
The Leiden Research Institute for Rational Monotheism
Since ancient biblical times Anatolia played an important role in the written texts and oral traditions of the religion of the followers of Prophet
Moses (known in Islam as Nabi/Nebi Musa).
The current conference is dedicated to the history of Nicomedia. It provides us an opportunity to present a paper which will share our current
knowledge about three Nicomedian/Izmitian communities or sects of the
adherents of the religion of prophet Moses, namely the Jews (turk.Yahudiler), the Karaim (turk.Karaimler) and the Sabbateans (turk.Dönmeler).
Being an important city in today Turkey - as well as it was an important
city at the past, - Nicomeida (Izmit) as the hub of nearly all Anatolian roads was a natural gateway to the Bosporus and the carrying trade of the
city, its commerce, its importance as the royal capital attracted respective communities of Jews and Karaim to settle in the city and its suburbs.
These Israelite Mosaic communities exerted considerable influence on
the trade routes of Anatolia from very early times.
The Jewish orthodox community of Izmit was first mentioned in various
sources in the sixth century. Izmit was referred to in the Rabbinic Jewish
sources as Isnimit. During 16th century some Jewish families arrived
as refugees from Spain and settled in Izmit, by the middle of the 17th
century there were about sixty Jewish orthodox families over there, who
dwelled in a separated quarter, called Yahudi Mahallesi. As it was com96
mon the local Jewish Orthodox community had its court, a synagogue,
ritual bath and religious school, as well as a cemetery. The members of
the community engaged in petty trade, some others were artisans.
A big change came to the life of the Orthodox Jews by the middle of 17th
c. Vast majority of the Orthodox Jews in the Ottoman empire initially accepted the claims of a Jewish rabbi Sabbatai Zevi/Sevi on his ‘Messiaship’ . Sabbatai Zevi’s followers, both during his “Messiahship” and after
his conversion to Islam (1666), are known today as Sabbateans (Dönmeler in Turkish). While the Sabbatean movement initially started as a
pure Jewish Orhodox pseudomessianic movement, after Sabbatai Zevi/
Sevi conversion to Islam in 1666 it would be better described as Judaeo-Islamic rather than Jewish. Indeed here one can speak of a hybrid
Jewish-Muslim identity.
Even though the expansion of this pseudomessianic movement is well
documented, the true reason why we do not know that much about Sabbateans in general and about their influence among the Jews in Anatolia
and Izmit in particular is well argumented in Gad Nassi article ‘Three
Sabbatean objects’ who wrote: ‘Since the apostasy of Sabbetai Sevi, the
rabbis and their followers preferred to minimize the importance of the
movement and even to ignore it’ He continues that in many communities,
records and documents concerning the Sabbatean movement were destroyed. It can be added as well that Sabbateans themselves initially did
everything to hide their true faith, rituals and traditions. Nevertheless,
the impact of Sabbateans on Ottoman Jewry from middle of 17th c. was
enormous, but during the following centuries Jewish orthodox rabbis
succeeded to suppress the Sabbateans bringing their spiritual flock-the
Orthodox Jews-to the ‘normative’ Orthodox Judaism. While some Sabbateans survived in Turkey till present day.
Maximum of Jews as much as 512 are mentioned in Izmit in 1911–12. In
1919, when the Greeks conquired western Anatolia, most of the Jews fled
to Istanbul and Jewish community in Izmit ceased to exist.
Unlike their spiritual opponents –the Rabbinic (Orthodox) Jews- the Karaim (an admixture of Turks, Greeks, Persians and Semits who adopted
Mosaic faith) do not recognize the so-called Oral or second Torah, arguing that God revealed Himself to the Sons of Israel in the one and only
text-the Torah of Moses which was written down in the Pentateuch.
In his ‘Karaite encyclopaedia’ published in Frankfurt-on-Main 1995, Nat-
97
han Schur in two articles ‘Nicomedia’ and ‘Aaron ben Elijah of Nicomedia’
presumes that the Karam community existed there already in the 13th c
(and possibly earlier), and that the standard of learning and education of
some of its members was of a high level. The most important theologian
and spiritual leader of the Karaim community of Nicomedia’ was hakham
Aaron ben Eliyah (1300-1369) paper on whom I presented during the last
conference.
In spite that there is some research done by Turkish and Israeli scholars, the state of research of Israelite Mosaic communities in Turkey in
general and in Kocaeli province in particular is still somehow poor. There
is no doubt however that further research about these communities is
required.
İZMİT ERMENİLERİ: OSMANLI ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA
RAYMOND KÉVORKİAN’IN TEZLERİNE BİR REDDİYE
Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK
İpek Üniversitesi
İzmit 16. yüzyıldan itibaren Ermeni göçü almış şehirlerden birisidir. I.
Dünya Savaşı öncesinde 60 bin civarında Ermeni nüfusun yaşadığı İzmit’te kilise ve okullarıyla müreffeh bir Ermeni toplumu yaşıyordu. Savaş öncesinde huzur ve güven içerisinde yaşayan İzmit Ermenileri de ne
yazık ki Ermeni isyanının parçası oldular ve çok stratejik bir konumda
yer aldıkları için İtilaf devletleri tarafından müttefik olarak görüldüler ve
kullanıldılar. Bu yüzden Osmanlı hükümeti İzmit Ermenilerini de tehcire
tabi tuttu. Ermeni soykırım tezini savunan tarihçiler İzmit’in savaş bölgesi olmadığı iddiasıyla bu tehcir kararını, hükümetin sözde “Ermenilerin
topyekûn” imhasının bir parçası olarak sundular. En son olarak Raymond Kevorkian “Armenian Genocide” adlı eserinde İzmir Ermenilerini
tehcirine özel bir bölüm ayırdı. Kevorkian bu eserinde bölgenin askerlik
yaşındaki Ermenilerinin seferberlik ilanından sonra amale taburlarına
alındığını, diğerlerinin yasadışı silah bulundurdukları iddiasıyla haksız
yere tutuklandığı veya sürgün edildiğini kaydetmektedir. Başka bir deyişle Kevorkian buradaki Ermenilerin sessiz, sakin ve kanunlara uyan vatandaşlar olmalarına rağmen sürgün edildiklerini öne sürmektedir. Hükümetin amacının bölgede ermeni varlığını ortadan kaldırmak olduğunu
ileri süren Kevorkian, Teşkilat-ı Mahsusa yetkililerini şehre bu amaçla
98
gönderildiğini savunmaktadır. Sürgünlerin diğer bir amacının da Ermeni
mallarına el koymak olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre Ermeniler ne
isyan etmiş ne de silahlanmışlardır. Ermenilere kumpas kurulmuştur.
Kevorkian bölge Ermenilerinin tehciri hakkında bu iddiaları uzun bir süre
önce dile getirmelerine rağmen ne yazık ki İzmit Ermenileri hakkında ülkemizde yazılan eser ve makalelerde tehcir ve sonrası gelişmeler
yeterince açığa kavuşturulmuş değildir. İşte bu makalede, Kevorkian’ın
iddiaları tek tek ele alınacak ve İzmit Ermenilerinin tehcirinin bir kumpas olduğu yolundaki iddialara cevap verilecektir. Osmanlı arşiv belgeleri
ışığında İzmit Ermeni tehcirinin ele alınacağı bu makalede savaş öncesi
ve sonrasında bölge Ermenilerine yönelik Osmanlı politikaları ve emval-i metruke iddialara kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır.
Osmanlı döneminde İzmit idari bakımdan çok daha geniş bir alanı içermesine rağmen bu tebliğimizde sayfa sınırlaması sebebiyle sadece İzmit,
Karamürsel ve yakınlarındaki Ermenilerin durumu incelenecektir.
ERMENİ KAYNAKLARINA GÖRE ARMAŞ VE ERMENİLER
Yrd. Doç. Dr. Melek SARI GÜVEN
Bartın Üniversitesi
İzmit’in kuzey doğusunda bulunan Armaş kayıtlarda Tospit Dağı şeklinde de yer almaktadır.1337 yılında Osmanlı idaresine girmiş olan Armaş,
1412 yılında aldığı Ermeni göçlerle Ermenilerin de yaşadığı bir mekân
haline gelmiştir. 1416 yılında Armaş Manastırı’nın kurulması ile Armaş
Ermeniler için daha da önemli bir hale gelmiştir. Çünkü bu manastır Batı
Anadolu’da kurulmuş olan ilk ve tek Ermeni Ruhban Okulu’nu içermektedir. Bunun yanında matbaa, kütüphane, fırın ve çiftlik de manastır kapsamında köylünün hizmetine sunulmuştur. 1461 yılında İstanbul Ermeni
Patrikhanesi’nin kuruluşuna kadar Armaş Manastırı, Batı Anadolu’nun
Ermeni Ruhani Merkezi olmuş ve hac için gelen Hıristiyanları ağırlamıştır. 15. Yüzyıl itibariyle Ermeniler için dini, siyasi, sosyal ve kültürel
değere sahip olan Armaş’ın Ermenice kaynaklardan yararlanılarak aktarılması çalışmayı önemli kılmaktadır. Bu çalışmada, Armaş ve Armaş
Manastır’ı hakkında bilgiler ile bu mekânların Ermeniler için önemi ve
yeri Ermenice kayıtlar yardımıyla aktarılacaktır.
99
SAVAŞIN GÖLGESİNDE ERMENİ VAHAN ÇETESİ
VE FAALİYETLERİ
Yrd. Doç. Dr. Abdullah LÜLECİ
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Savaşların yarattığı en büyük problemlerden biri güvenlik zafiyetidir.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaşanan savaşların gölgesinde
devlete karşı yapılan eşkıyalık ve çetecilik gibi faaliyetler, bir takım Rum
ve Ermeni unsurlar tarafından yürütüldü. Bilhassa İzmit ve çevresinde
teşkil edilen Ermeni Vahan çetesi, gerek patrikhane, Ermeni ve Rum unsurlar gibi yerli gerekse başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri gibi
yabancı güçlerin desteğiyle devlete ve sivil halka karşı her türlü fenalığı
gerçekleştirdi. Köyleri basıp çok sayıda Müslüman ahaliyi öldüren, evleri
yağmalayan ve bir takım sahte evrak kullanarak devlete ihanette bulunan
Ermeni Vahan çetesine karşı Bâb-ı Ali birtakım tedbirler alma yoluna gitti. Ancak savaş döneminde Ermeni Vahan çetesine karşı yapılan mücadele istenilen düzeyde başarıya ulaşamadı.
19. VE 20.YÜZYILLARDA KOCAELİ’NDEKİ PROTESTAN
KADIN MİSYONERLER VE FAALİYETLERİ
Ebru Emine OĞUZ
Osmanlı topraklarını paylaşabilmek için hevesle beklemekte olan İngiltere, Fransa, Rusya gibi emperyalist güçlere ilaveten, çıkarları doğrultusunda Monroe Doktrini’ni hiçe sayabilen Amerikan Devleti stratejik konumunun yanı sıra kozmopolit yapısıyla, özellikle de barındırdığı yoğun
Ermeni nüfusu ile dikkatleri çeken Kocaeli...
Bu doğrultuda ise; bahsi geçen paylaşımı gerçekleştirebilmek için Amerika’nın kullandığı yöntem, silah yerine Protestan misyonerlerce kurulan
okul, hastane ve yetimhaneler; belirdiği hedef kitle ise, Osmanlı Devleti’nde “millet-i sadıka” konumundaki Ermeni azınlık, bilhassa daha kolay
etkilenebilirlikleri göz önüne alındığında hasta, yetim, çocuk ve kadınlardı.1832 yılında İzmit’e öncelikle, amaçları Protestanlığı yaymak olan erkek, ardından aile ve devamında ise kadın misyonerler ayak basmışlardı.
Özel bir eğitimden geçen bu kadınlar, erkek misyonerler ile evlendirilip
100
eşleriyle birlikte Osmanlı topraklarına gelerek başladıkları Protestanlaştırma faaliyetlerini sonraları ise yalnız olarak sürdürmüşlerdi. İlk dönemlerde her ne kadar kadınların tek başlarına misyonerlik çalışmalarında
bulunmaları gerek sosyal, gerekse ekonomik açıdan uygun görülmese
de, zamanla bu bakış açısı değişime uğramış; zira yapısı gereği Osmanlı
toplumunda yaşamını sürdüren Ermeni kadınlar hedef alındığında, erkek misyonerlerin tek başlarına başarı sağlayabilmeleri pek de mümkün
olamamıştı.
Konudaki araştırmaların az sayıda olmasından ötürü, mevcut boşluğu
doldurabilmek amacı ile birtakım yerli ve yabancı kaynaklar kullanılarak
hazırlanan bu çalışmada, yoğunlukla Bahçecik ve Adapazarı bölgelerine,
Protestanlığı yayabilmek adına gelen Amerikalı kadın misyonerlerin yürüttükleri çeşitli faaliyetlere ek olarak bölgede öne çıkan bazı isimlere de
yer verilmiştir.
MEŞRU-GAYRİMEŞRU FAALİYETLERİYLE BARDIZAG
AMERİKAN KOLEJİ’NİN YARIM ASIRLIK TARİHİ
(1873-1923)
Süleyman PEKİN
Bardızag Amerikan Koleji ya da diğer ismiyle Bitinya Program Yüksek
Okulu (Bithynia High School) Ermenileri Protestanlaştırmak için açılan
okullardan biriydi. Amaç iyi eğitime susamış insanlar arasında eğitim
yoluyla Protestanlığı yaymak ve her birini emperyalist oyunlara katabilmektir.
İstanbul’da Cyrus Hamlin ne yaptıysa Robert Chambers de Kocaeli’nde
daha fazlasını yapmaya çalışmıştır. Bulgaristan, misyoner (Robert Koleji) imalatı bir devletti. Bardızag Amerikan Koleji de bağımsız Ermenistan
davasının Batı üssü olacaktır.
Tehcir öncesinde olduğu gibi sonrasında da kalan Ermenilerce yer yer terör ve fesat hareketlerinin sürdürüldüğü görülmektedir. Daha da ilginci
bu işler için Bahçecik Amerikan Mektebi ve okul öğretmenlerinin başrolü
oynamaya devam etmek istemeleridir.
Her daim şikâyet ve naz makamında olan Ermenilerin yabancı devlet ve
elçilik himayesi misyonerler vasıtasıyla irtibat kazanmıştır. Dolayısıyla
101
Türk Kurtuluş Savaşı aynı zamanda misyonerlere karşı da yapılmış bir
savaştır.
Bahçecik’teki Amerikan Koleji’nin kurulmasıyla Ermeniler arasında önce
Protestanlık sonra da isyan ve ihtilâl fikirlerinin yayılmasına öncülük
eden, okullar ile kilise mahzenlerinin cephanelik olmasına sebebiyet veren ve Ermenilerin başkalarına yaptıklarıyla başlarına gelenlerin başta
gelen sorumluları arasında Amerikan BOARD Teşkilatı yer almaktadır.
KOCAELİ VİLAYETİ’NİN TEŞEKKÜL SÜRECİ
Prof. Dr. Enis ŞAHİN
Sinan DEMİRAĞ
Sakarya Üniversitesi
Kocaeli ve çevresi Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte, Türk
mülkî yapılanmasında genel olarak sancak şeklinde yer almış, zaman
zaman müstakil liva ve mutasarrıflık şeklinde de görünmüştür. Erken
dönemlerde bölgenin sınırları batıda İstanbul Boğazı’na kadar uzanırken,
doğuda zaman zaman değişmekle birlikte Kastamonu ve Bolu Vilayetleriyle çevrili olmuştur. Sancağın güneybatı sınırları ise ya Hüdavendigâr
(Bursa) Eyaleti/Vilayeti’ne kadar dayanmış ya da İzmit doğrudan doğruya Hüdavendigâr’a mülhak yerlerden birini oluşturmuştur. Zaten İzmit
Sancağı mülkî yapılanmada genel olarak İstanbul (Zabtiye Müşiriyeti ve
Şehremaneti Mülhakatı), Hüdavendigar, Kastamonu ve çok az bir süre
de Cezair-i Bahr-ı Sefid Eyalet/Vilayetlerine bağlı bulunmuştur. Tanzimat
sonrası Osmanlı devleti mülkî yapılanmada yeni bir anlayışa doğru yönelmiş ve modern devlet yapısının temelleri bu dönemde atılmıştır. 1864
Vilayet Nizamnamesi, bu konuda bir dönüm noktası olmuş ve Osmanlı
mülkî yapısının bundan sonraki yol haritasını teşkil etmiştir. Bunun etkileri tüm Osmanlı memâlikinde olduğu gibi, İzmit ve çevresinde de kendisini etkili bir şekilde göstermiştir. Modern anlayışla atılan adımlar, yarımadanın tamamında etkili olmuş, yeni köyler ihdas edildiği gibi, nahiye ve
kazaların sayısında da ciddi artışlar gözlenmiştir. 1890 yılından itibaren
İzmit merkezli sancak, müstakil mutasarrıflığa/livalığa dönüştürülmüş
ve idarî yönden hiçbir vilayete dâhil edilmeden direkt olarak merkezle
irtibatlandırılmıştır.
Tarihî kayıtlarda ve özellikle salnamelerde Kocaeli/İzmit şeklinde görü-
102
len sancağın, müstakil mutasarrıflığa çevrilmesi, müstakbel Kocaeli Vilayeti’nin de temelini oluşturmaktadır. 1890’daki müstakil mutasarrıflık
durumu, Cihan Harbi’nden Millî Mücadele dönemine kadar küçük değişikliklerle birlikte aynen sürdürülmüştür. Osmanlı devletinin bu son döneminde (Ekim 1920) çok kısa bir süreliğine vilayete çevrilme kararı alınan ve çeşitli sebeplerle bundan hemen vazgeçilen İzmit’in yıldızı, mülkî
yönden asıl olarak Anadolu’da yeni bir devletin kurulmasının şafağında
parlamaya başlamıştır. Nitekim Cumhuriyetin ilânının hemen öncesinde
(Ekim 1922), Kocaeli ve çevresi, tarihinde ilk kez olmak üzere vilayet konumuna yükseltilmiştir. Bu, uzun süredir idarî olarak büyük değişiklikler
ve gelişmeler yaşayan bölgenin, mülkî yapılanmada geldiği son noktayı
ifade ediyordu. Zaten Kocaeli ve çevresinin asıl gelişimi de, Cumhuriyet
Türkiyesi ile birlikte söz konusu olacaktır.
Bu bildiride, Türk idaresine alınmasını müteakiben Kocaeli ve çevresindeki mülkî gelişmelere özet olarak değinildikten sonra, bölgenin müstakil mutasarrıflıktan vilayete dönüştürülmesi süreci ayrıntılı olarak ele
alınmıştır. Bu aşamada bildirinin başlıca kaynağını, T.C. Başbakanlık
Cumhuriyet ve Osmanlı Arşivlerinden temin edilen belgeler oluşturmaktadır. Ayrıca dönemin basını ve konuyla ilgili araştırma eserlerinden de
istifade edilmiştir. Uluslararası Gazi Süleyman Paşa ve Kocaeli Tarihi
Sempozyumu’na sunulan bu tebliğ, sonuç itibariyle bir anlamda da Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş ânının, mülkî manada Kocaeli ve çevresindeki hikâyesini muhtevidir.
KAPTAN PAŞA EYALETİ’NE BAĞLI OLARAK
KOCAELİ SANCAĞI
Doç. Dr. Emine DİNGEÇ
Dumlupınar Üniversitesi
Osmanlı Devleti askeri bir devletti. Yapılanması ve devlet teşkilatının bütün unsurları da bu anlayış içinde şekillendi. İdari yönetimin parçası olarak algılamaya meylimiz olan beylerbeylik ve sancakbeylik özünde askeri
birimlerdi. Bu yapılanma içerisinde topraklar dirliklere ayrılır ve dirlik
sahipleri beylerbeylerinin, sancakbeylerinin önderliğinde sefere eşerlerdi. Kocaeli Sancağı, 16. yüzyılın ortalarına kadar Anadolu Beylerbeyliği’
ne bağlı idi. Anadolu Beylerbeyi, ilk kurulan beylerbeyliklerden olması
itibari ile tımar sisteminin başından beri uygulandığı yerlerdendi.
103
16. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin “cihan devleti” olma iddiasına en yakın olduğu yüzyıl idi. Devletin büyümesine paralel ve cihan devleti olma iddiasının gereği olarak denizlere hâkim olmadıkça dünyaya hâkim olamayacağını fark eden Osmanlı, deniz gücünü arttırmak ve desteklemek amacıyla
yeni politikalar ve pratikler geliştirdi. Bu uygulamalar içinde Anadolu
Eyaleti’nde yer alan Kocaeli Sancağı’nın içinde bulunduğu coğrafi konum
itibari ile Kaptanpaşa eyaletine bağlanması yer aldı. Kaptanpaşa eyaletine bağlı olmak, tımar ve zeamet sahipleri ile birlikte derya seferine gitme
zorunluluğunu beraberinde getiriyordu. Bu bildiride değişimin Kocaeli
Sancağı’na getirdiği yeni sorumluluklar, mühimme ve tahrir defterlerinin incelenmesi ile tartışılacaktır. Bu yönü ile Osmanlı teşkilat tarihine
katkıda bulunması hedeflenmektedir.
KURULUŞUNDAN 18. YÜZYILIN SONUNA KADAR KOCAELİ
SANCAĞI’NIN OSMANLI İDARİ TAKSİMATI İÇERİSİNDEKİ
YERİ VE YÖNETİCİLERİ
Prof. Dr. Orhan KILIÇ
Fırat Üniversitesi
İznikmid (İzmit)’in 1337 yılında Osmanlılar tarafından fethinden sonra İzmit merkezli Kocaili Sancağı ihdas edilmiştir. Aynı yıllarda Karesieli ve
Orhan Bey’in son devirlerinde Ankara’nın da bir sancak olarak Osmanlı
idari sistemi içerisine dahil olduğu tespit edilmektedir.
Anadolu Beylerbeyliği’nin kurulmasından itibaren Kocaili Sancağı’nın bu
beylerbeyilik/vilayet bünyesinde olduğu görülür. 1430 yıllarında Anadolu’daki 16 sancaktan birisi de Kocaili’dir. 16. yüzyılın ortalarında Kocaili
Sancağı aynı zamanda “Anadolu Vilayeti Müselleman Sancakları” içerisinde de yazılmaya başlanmıştır.
Kocaili Sancağı 16. yüzyılın ortalarından sonra Cezayir veya Derya Kaptanlığı’na bağlı bir sancak olarak idari taksimat içerisinde yer almıştır.
Bu durumu uzun bir müddet devam etmiş daha sonra Süveyş Kaptanlığı bünyesinde yazılmaya başlanmıştır. 17. yüzyılın sonlarında Kocaili
Sancağı’nın Karlıili ile birlikte Süveyş Kaptanlığı’nı oluşturan sancaklar
içerisinde olduğunu tespit edebilmekteyiz. 1717-1740 yıllarına ait sancak
tevcih defterlerinde Kocaili Sancağı’nın tekrar Derya Kaptanlığı bünyesinde olduğu görülür. 1756-1792 yılları arasında ise “Muhassılık-ı Eya104
let-i Mora Ma’a Muhafızlık-ı Kal’a-i Anapoli” diye ifade edilen üst idari
birim bünyesinde bulunmaktadır.
Bu bildiride; Kocaili Sancağı’nın kuruluşundan 18. yüzyılın sonuna kadarki idari taksimat süreci ortaya koyulacaktır. Sancak tevcih defterlerinden
elde edilen bilgilerle sancağın bu süreç içerisinde hangi bey veya paşalar
tarafından, hangi usullerle tasarruf edildiği de açıklanacaktır. Araştırmanın ana kaynakları sancak tevcih defterleridir. Ancak mühimme defterleri diğer arşiv kaynakları ve klasik kaynaklara da müracaat edilecektir.
19. YÜZYILDA KOCAELİ’NİN İDARİ YAPISI
Prof. Dr. Ahmet AKSIN
Ela ÖZKAN
Fırat Üniversitesi
Kocaeli Osmanlı Devleti içerisinde idari durumu dikkat çeken şehirlerden
biri olmuştur. 19. yüzyılda Tanzimat’la birlikte meydana gelen idari yenilikler Kocaeli’nin idari vaziyetini de yakından etkilemiştir. Oluşturulmaya
çalışılan yeni idari düzen kısa zamanda Osmanlı Devleti’nin tüm eyaletlerinde uygulanmaya başlamıştı. Bu sistemi desteklemek için oluşturulan
Muhassıllık sistemi içerisinde Kocaeli yerini alan şehirlerden olmuştur.
Uzun bir süre devam eden bu idari yapılanmanın temelini Eyaletler oluşturuyordu. Eyaletler Livalara, Livalar Kazalara bağlıydı. Diğer taraftan
1864 ve 1871 Vilayet Nizamnameleri ile Osmanlı Devleti’nin idari yapılanması yeni bir değişime uğramış, Eyaletlerin yerini Vilayetler, Livaların
yerini Sancaklar almıştır. Bu nizamname ile Nahiyelerin de bir idari birim
olarak ortaya çıktığını görüyoruz.
Biz bu tebliğimizde 19. yüzyılda Osmanlı Devletinde yapılan yenilik hareketleri (idari alanda) içerisinde Kocaeli şehrinin idari yapısında meydana gelen değişimleri tespit etmeye çalışacağız. Çalışmamızı hazırlarken
temel başvuru kaynağımız Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki defterler ve
belgeler olacaktır. Bunlar: Divan-ı Hümayun Nişan Kalemi Defterleri,
Sadaret Müteferrik Evrakları, Sadaret Mektubi Kalemi Vilayet Evrakları,
Cevdet Dâhiliye, İrade, Kamil Kepeci Tasnifleri, Maliye Defterleri, Muhasebe Defterleri, Meclis-i Vala Evrakları gibi Arşiv Kaynakları olup Devlet
Salnameleri ile Tetkik Eserlerden de istifade yoluna gidilecektir.
105
OSMANLI DÖNEMİ HARİTALARINDA KOCAELİ’NE DAİR TESPİTLER
Resül NARİN
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi
Bithynia kıralı Nicomedes’ten adını alan Nicomedia şehri Roma ve Bizans
dönemlerinde de önemini korumuş bir kenttir. Bölgenin kesin olarak
Türk hâkimiyetine geçişi Orhan Bey zamanında 1337 tarihinde mümkün
olabilmişti. Nicomedia şehri Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra İznikmid/İzmid olarak isimlendirilirken bölge ise sancak haline getirilirken
Gazi Akça Koca’ya atfen Kocaeli diye tanımlanmıştır.
Osmanlı haritacılığında orijinal eserlerin ortaya konulduğu devir XVI. Yüzyılın ilk yarısıdır. Genelde bu asrın sonlarına kadar olan çalışmalara yön
veren örnekler. Doğu ve Batı kaynaklarının karışımı ürünlerden meydana
geliyordu. Osmanlıların erken devirlerine ait haritalar ele geçmemiştir;
ilk örneklere XV. yüzyılın ortalarından itibaren rastlanır. Kullanıcıları için
önemli bilgiler veren haritalar tarih araştırmalarında da önemli bir yere
sahiptir.
Bu çalışmada Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer alan haritalar başta olmak üzere yerli ve yabancı diğer arşivlerde yer alan haritalar incelenerek
Kocaeli’nin bu haritalarda nasıl bir yer bulduğu ve idari taksimatı gibi konularda bir analiz yapılacaktır.
1925-1930 YILLARI ARASINDA KOCAELİ VİLAYETİ
Doç. Dr. Ünal TAŞKIN
Adıyaman Üniversitesi
Marmara denizinin doğusunda kara içine doğru sokulan sokulan körfezin
sonunda kurulmuş bir şehirdir. Tarihi eski çağlara giden Kocaeli, İzmit
adıyla da bilinir. İlk Osmanlı kayıtlarında İznikmid olarak geçen şehirde
Bitinya, Roma ve Bizans idareleri görüldü. 358’deki büyük deprem ve devamında 378 yılındaki Got istilası sırasında şehir büyük ölçüde tahrip oldu.
İmparator Jüstinyen döneminde imar faaliyetlerinin ön plana çıkmasıyla
önemli eyalet merkezlerinden biri haline gelen şehir, 781-782 yıllarında Arap hâkimiyetine girdi. Türklerin Anadolu’ya girişinden kısa bir süre
sonra 1081’de Selçukluların eline geçen şehir, 1085’ten itibaren yeniden
106
Bizans idaresine alındı. Osmanlı Devleti sultanı Orhan Bey zamanında
(1337) ele geçirilen şehir, bir Osmanlı sancağına dönüştürüldü. Ankara
Savaşı’ndan sonra diğer şehirler gibi İzmit de Timur’un saldırısına uğradı
ve yağmalandı. 1921’de Yunan işgaline uğrayan şehir, sırasında yer yer
tahrip edildi. Cumhuriyet idaresi kurulduktan sonra gelişmeye başlayan
şehirde yeni düzenlemeler yapılarak vilayet merkezi haline getirildi.
Bu çalışmada Kocaeli vilayetini cumhuriyetin ilk yıllarındaki nüfusu, teşkilat yapısı, hayvan varlığı ve iktisadi durumu hakkında bilgiler verilecektir.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İZLER: AKÇAKOCA MAHALLESİ
SOKAK İSİMLERİNİN SÜREKLİLİĞİNİN İNCELENMESİ
Yrd. Doç. Dr. Zeynep Gamze MERT
Yüksek Mimar Filiz ERTÜRK
Kocaeli Üniversitesi
İzmit Belediyesi
Hızlı nüfus artışı, ekonomik, sosyal ve siyasi sebeplerin etkileriyle kentler varsa bile tarihi alt yapılarının öneminin farkında olmamakta veya bu
durumu göz önüne almamaktadırlar. Bir kentin tarihi alt yapısı, kültürel
birikimi o kentin kimliğinin anlamını ifade etmektedir. Tarihi ve kültürel
değerlerin korunabilmesinin bu konu içerisindeki önemi büyüktür. Bunu
sağlamanın yolu da güçlü bir belleğe sahip olmaktır. Bu sayede kimlik tarih, kültür ve bellek adına korumayı da beraberinde getirecek ve böylece
sürdürülebilir kalkınma sağlanmış olacaktır.
Kentsel dokunun en önemli ögelerinden biri de sokaklardır. Sosyalleşme sokaklarda başlar ve kentsel hafıza dediğimiz bellek oluşur. Sokağın
yapısı her ne kadar onu çevreleyen yapılar tarafından belirleniyor gibi görünse de aslında gerçek yapıyı doğal çevre ve orada yaşayanlar belirlemektedir. Bu durumda tarih sokaklardan yazılmaya, kültür sokaklardan
oluşmaya başlamaktadır. Sokaklara verilen isimler bunun en güzel kanıtıdır. Bu isimler bizlere geçmişle ilgili birçok veri aktarmaktadır. Bu nedenle sokak isimlerinin sürekliliğini sağlayabilmek tarih, kültür ve kimlik
açısından son derece önemlidir.
Çalışma, Kocaeli ili İzmit ilçesi Kentsel Sit alanı içerisindeki eski mahallerinden birisi olan Akçakoca Mahallesi’nde yapılmıştır. 1920’li yıllarda
107
Belediye Fen Memurları tarafından yapılmış olan Osmanlıca İstikamet
Planlarından, 1965 yılında yine belediye tarafından yapılan Hâlihazır
planlardan ve 1995 yılında yapılan imar planları ile güncel planlardan sokak isimlerinin değişimi incelenmiştir. Alan gezileri ve incelemeleri yapılmış ayrıca bölgede yaşayan insanlarla ve mahalle muhtarlarıyla görüşülmüştür. İnceleme sonucunda 21 sokağın 43 değişik isim aldığı tespit
edilmiştir. 90 yıllık dönem boyunca sadece 2 sokağın ismi değişmeden
günümüze kadar gelmiştir.
Sokak isimleri sosyal, idari, politik ve benzeri sebeplerle devamlı değişim
içerisindedir. Bu çalışma değişimlerin kültürel zenginliği açığa çıkarmada yardımcı olmakla birlikte aynı zamanda bellekte meydana gelen kopmaları ortaya koymaktadır. Ancak tarihsel süreç içinde sokak isimlerinin
sürekliliği aracılığıyla bellek gelecek nesillere taşınabilecektir.
MİNYATÜR VE GRAVÜRLERDE İZMİT’İN
KENTSEL SUNUMU
Okt. Şennur KAYA
İstanbul Üniversitesi
XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıl sonlarına kadar çeşitleyebildiğimiz İzmit konulu
minyatür ve gravürleri toplu olarak ele aldığımızda, bu görsellerin büyük
kısmının, Osmanlı ve Doğu coğrafyasıyla ilgili Batı kaynaklarında –özellikle de seyahatnamelerde- bulunduğu tespit edilmektedir. Dolayısıyla
da burada ele alacağımız iki minyatür dışında diğerleri Batılıların gözünden İzmit’i yansıtmaktadır.
Osmanlı dönemine ait kaynakları ise Minyatürler oluşturmaktadır. Bunlardan ilki Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine Matrahçı Nasuhi
tarafından hazırlanmış minyatürlü yazma da yer alır. Matrakçı Nasuh
tarafından yazılmaya başlanan bu ve diğer minyatürlü yazmalar, İslam
dünyasında Osmanlıya özgü bir yenilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğeri ise Osmanlı’da Batılılaşmanın ilk nüvelerinin atıldığı Lale devrinden
sonra sayıları artan sefaretnamelerden birinde bulunmaktadır.
Bunları genel olarak değerlendirdiğimizde, bunların aslında yazılı olarak
okuyucuya aktarılmak istenen İzmit’in kentsel özelliklerini, görsel açıdan
da somutlaştırmak için hazırlanmış araçlar olduğu görülür. Büyük kısmının ilk defa gördüğü İzmit’i ortak belli imgelerle betimlemiş olmaları,
108
gravürlere de yansımıştır. Ancak yine de bunlar dışında kalan bazı örnekler vardır. Ayrıca bu seyahatlerin amacı eğer kentin eski tarihi değerlerine vurgu yapmaksa gravürlerin seyri de bu yönde değişmektedir.
Bu bildiride, yukarıda özetlenen bu hususlara dikkat çekilerek özellikle
gravür ve minyatürlerdeki kentsel imgeler üzerinde durularak İzmit’in
Osmanlı dönemindeki kentsel imajı verilmeye çalışılacaktır.
19. YÜZYILDA İZMİT VE ÇEVRESİNDE GAYRİMÜSLİM
NÜFUSUN YOĞUNLAŞMASI VE SONUÇLARI
Doç. Dr. Ali Ata YİĞİT
Giresun Üniversitesi
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İzmit ve çevresinin demografik yapısına dair
çeşitli kaynaklardan sağlanan verilere sahibiz. Tahrir, avârız ve temettüat defterleri, 1831 yılından itibaren yapılan nüfus sayımı istatistikleri ve
seyahatnamelerde yer alan bilgiler aydınlatıcı olmaktadır. Ne var ki, 19.
yüzyıl Osmanlı nüfus hareketlerine dair yapılan araştırmalar genellikle
Müslümanların Kafkaslar ve Balkanlardan Anadolu’ya olan göçleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Gayrimüslimlerle ilgili hareketler ise, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşen tehcir ve mübadele kapsamında incelenmiştir. Oysa yurt içinde meydana gelen nüfus hareketleri de son derece
önemlidir. Nitekim konuyla ilgili verilerin değerlendirilmesi neticesinde,
19. yüzyılda İzmit ve çevresinde gayrimüslim nüfusun hızla arttığı ve bölgenin dinî ve etnik bağlamda nüfus yapısının değiştiği görülmektedir.
Yurt içinde meydana gelen ve tedricen gelişen nüfus hareketleri daha çok
iktisadi sebeplerle olmuş, idari yapıda yapılan yeni düzenlemeler de bu
süreci desteklemiştir. İzmit ve çevresinin coğrafi özellikleri ve konumu
itibariyle iktisadi açıdan büyük değer taşıdığı açıktır. Bu durum 1838’de
İngiltere ile imzalanan ve daha sonra diğer Avrupa devletlerini de kapsayan Ticaret Antlaşması ile 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanlarının
getirdiği açılımla öne geçmiş ve değişik bölgelerden gayrimüslimler İzmit ve çevresinde yoğunlaşmıştır. O kadar ki İzmit merkez kazanın 1697
yılında toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 24’ü gayrimüslim iken, iki asır
sonra 1893 yılında bu oran yüzde 52’ye yükselmiştir. Şu hususu da belirtmek gerekir ki, demografik yapıyı böylesine değiştiren şartlar dolayısıyla
gayrimüslimler zenginleşmiş, Müslümanlar fakirleşmişti.
109
KOCAELİ’NİN DEMOGRAFİK YAPISININ
SOSYOLOJİK TAHLİLİ
Gülten ARSLAN
Doç. Dr. Ali ARSLAN
Mersin Üniversitesi
Toplumun temel bileşenlerinden biri nüfustur. Bir başka tabirle, demografik yapı, toplumsal yapının varlık şartlarından birini oluşturur. Nüfus olgusu toplumun yapısının inşasında olduğu kadar, toplumun değişim sürecinde de stratejik roller oynayan bir toplumsal değişkendir. Ülkemizde
ilk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmış olmakla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, imparatorluğun kuruluş döneminden itibaren nüfus
tespitine yönelik çalışmalara rastlanır. Daha imparatorluğun kuruluş yıllarında, Orhan Bey zamanında istatistiksel bilgilerin toplandığı ve çeşitli
sayımlar yapıldığı bilinmektedir. Eski Mısır’da ve Çin’de de çeşitli nüfus
tespitlerinin yapıldığı tarihi bir realitedir.
Özetle, toplumun sosyal yapısının daha iyi anlaşılabilmesi ve geleceğe
yönelik daha isabetli kararlar alınabilmesi için, toplumun demografik
yapısının iyi bilinmesi yadsınamaz bir gerçektir. Bu tespitlerin ışığında
bu tebliğde, Kocaeli ilimizin demografik yapısının sosyolojik açıdan incelenmesi hedeflenmiştir. Sosyolojik bir bakış açısı ile gerçekleştirilecek
olan araştırmada, temel veri kaynağı olarak TÜİK verileri kullanılacaktır.
Ağırlıklı olarak arşiv taraması ve ikincil veri analizi tekniğinin kullanılan
çalışmada, TÜİK’in yanı sıra, öteki kurum ve kuruluşların arşiv, kayıt, belge ve veri setlerinden de faydalanılacaktır. Bu veriler, ikincil veri analizi
tekniği kullanılarak Kocaeli ilinin demografik özellikleri ile demografik
yapının tarihsel süreç içindeki değişimi sosyolojik açıdan tahlil edilecektir. Ayrıca, belirlenen hedefler doğrultusunda ortaya konan bulguların
Türk toplumu geneli bakımından ifade ettiği anlam da tartışılacaktır.
Kocaeli, Türkiye’nin yalnızca tarihi değil, toplumsal ve ekonomik hayatında da müstesna bir yere sahiptir. Güneyinde Bursa, doğu ve güneydoğusunda Sakarya, batısında Yalova, İzmit Körfezi, Marmara Denizi ve
İstanbul ile kuzeyinde Karadeniz yer alır. 2015 yılı TÜİK ADNKS verilerine
göre, 2014 yılı itibarıyla Kocaeli’nde 1.722.795 kişi yaşamaktadır. Kocaeli
nüfusunun 872.403’ünü erkekler, 850.392’sini de kadınlar oluşturmaktadır. İlin nüfus piramidi içinde en büyük nüfus dilimini 166.477 kişi ile
110
30-34 yaş grubundan bireyler oluşturmaktadır. 1993 yılında büyükşehir
statüsü kazanmış olan Kocaeli, Türkiye’nin ileri düzeyde sanayileşmiş
şehirlerinden biri olup, ülkenin az gelişmiş bölgelerinden oldukça önemli
ölçüde göç alır.
15. YÜZYILDAN 1915’E KADAR DÖNEMDE KOCAELİBAHÇECİK-ARMAŞ VE ADAPAZARI’NDA KURULAN
ERMENİ AZINLIK TİCARET ŞİRKETLERİ-İŞÇİ BİRLİĞİTASARRUF SANDIKLARI
İrfan Özdilek NİŞANCIK
Ermenilerin günümüz Türkiyesi’nde yüzyıllardan bu yana var olan ekonomi ve ticari ilişkilerinin temelini oluşturan 15. ve 16.yüzyıl tabanlı ticari
faaliyetleri tarihimizde önemli yer tutar. Özellikle Ermeni Azınlıklar tarafından üzerinde yer aldığımız Kocaeli Coğrafyası hinterlandı dâhilinde
yerleşik bulundukları önemli merkezlerden Adapazarı, Bahçecik ve Akmeşe’de kurulan ve bu bölgeler merkezli birlik, şirket ve sandıklar ile
ilgili olarak bu güne kadar pek araştırma yapılmamıştır.
Evet, çok farklı bir olgudan bahsediyoruz. Bilinir ki; Ermeni Azınlıklar,
coğrafyamıza geldikleri 15.yüzyıldan 1915 yılına kadar ticari ve ekonomik
faaliyet sergiledikleri şirketleri, yardım sandıkları ve birlikleri ile birbirlerinin ticaretlerini desteklemeyi ihmal etmemişler. Örneğin Armaş
(bugünkü adı ile Akmeşe) merkezli “Karsever Tüketim Şirketi”, “Ziraat
Şirketi”; Bardizag (yani bugünkü adı ile Bahçecik) merkezli “Tüketim ve
İşbirliği Şirketi”, “Ziraat Birliği”, “Döngel Karsever Şirketi”, “Balıkpazarı
Şirketi”, “Ticaret Sandığı” ve “Tasarruf Sandığı” bölgenin Osmanlı Payitahtı ile başta olmak üzere ticari ilişkisi bugüne kadar günışığına çıkartılmamıştır. Adapazarı Ermeni Cemaati’nin önemli simalarından sayılan
Artinbey Tombulyan’ın akrabası Fırıncı Harutyun Stepani Tombulyan’ın
kurduğu sandık tüccar ve esnafın alacaklarının ve borçlarının takibinde
özellikle hukuksal destek vermek üzere kurulmuştur. Harutyun Stepani hem Meclis-i İdare Üyesi hem de “Rütbe-i Saniye Madalyası” sahibi
olmakla büyük dikkat çekmektedir. 1909 yılında Adapazarı’nda 10 yıllığına “A. Gümüşyan ve A. Mercanyan ve Ortakları” adı ile başlangıçta üç
ortaklı olarak kurulan “Tasarruf Sandığı” 1913 yılına gelindiğinde 8 bin
111
Osmanlı Altını sermaye ve 200’ü aşkın ortağa hizmet verir durumda idi.
Dahası…“15. yüzyıldan 1915’e Kocaeli-Bahçecik-Armaş ve Adapazarı’nda
Kurulan Ermeni Azınlık Ticaret Şirketleri-İşçi Birlikleri ve Tasarruf Sandıkları” başlıklı bildiri ile sunulacaktır.
17. YÜZYILDA İSTANBUL’UN İKMAL VE İAŞESİNDE
KOCAELİ’NİN ÖNEMİ
Yrd. Doç. Dr. İlhan GÖK
Dr. Ersin KIRCA
Gümüşhane Üniversitesi
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
Eski çağlardan beri büyük kentlerin özellikle de başkentlerin iaşesini
temin etmek bir devletin en önemli meselelerinden biri ola gelmiştir.
Osman Gazi devrinde İznik beyliğin başkentliğini yapmış, Orhan Gazi’nin
Bursa’yı fethinin akabinde Bursa devletin başkenti yapılmıştır. İlk defa
Orhan Gazi ile birlikte Rumeli’ye geçmiş; I. Murat’ın Edirne’yi almasıyla
da Rumeli’ndeki fetihlerine devam edebilmesi içinde devletin başkenti
Bursa’dan Edirne’ye geçmiştir. 1453 yılında II. Mehmed’in İstanbul’u fethetmesiyle İmparatorluğun yeni başkenti İstanbul olmuştur. Anadolu ve
Rumeli arasında kalmış olan İstanbul’un alınmasıyla iki yaka tamamen
birleşmiştir. II. Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra ülkenin farklı yerlerinden müslim ve gayri-müslim nüfusu İstanbul’da iskân ettirmiştir. İskân
edilen nüfus üretime katkı sağlayacak esnaf ve sanatkâr-zanaatkârlarda
önemli bir yer tutar. Her ne kadar şehir yeniden imar ve iskân edilse de
İmparatorluğun yeni başkenti İstanbul kendinden önce Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapan Bursa ve Edirne’den daha kompleksli ve daha fazla nüfus barındırır hale gelmiştir. İstanbul kendi kendini besleyebilecek
bir tarımsal alana sahip olmadığından şehrin beslenmesi ve ihtiyaçların
karşılanması için ihtiyaç duyduğu iaşe ve ikmal maddelerini Anadolu ve
Rumeli’ndeki yerlerden temin etme yoluna gitmiştir. İstanbul’un iaşesinin ve ikmalinin düzgün bir şekilde yapılabilmesi içinde uygun kara ve
deniz yollarının olması gerekir. Bu bağlamda İstanbul’un beslenmesinde
başkente gerek kara gerek deniz yoluyla yakın olan Kocaeli’nin önemli
bir konumu vardır. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden başkente gönderilen
yiyecek-içecek ve ikmal maddelerinin ulaştırılmasında Kocaeli Anadolu
yakasındaki kilit bir nokta konumundadır. Özellikle sefer zamanlarında
112
Divan’dan Kocaeli’nin sancakbeyi, kadı, mütesellim, naib gibi devlet görevlilerine İstanbul’un iaşesinin ve ikmalinin sekteye uğramaması için
fermanlar gönderilmiştir. Kocaeli, İstanbul’un iaşe ve ikmal maddelerinin temininde olduğu kadar Anadolu tarafına yapılacak seferler içinde
önemli bir menzil olduğu mühimme defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bu bildiri de Kocaeli’nin 17 yüzyılda İstanbul’daki saray ve nüfus için gerekli gıda ve ikmal maddelerinin temin edilmesindeki rolü ele
alınacaktır.
OSMANLI DÖNEMİNDE KOCAELİ’NDE ZİRAATI
GELİŞTİRME ÇABALARI
Prof. Dr. Ebubekir SOFUOĞLU
Sakarya Üniversitesi
Uzun süren tarihi ve bu uzun tarih içinde 24 milyon kilometre kareyi başarıyla yönetmekteki becerisiyle Dünya Tarihinde haklı bir yere sahip
olan Osmanlı Devleti, bu başarısını tüm kurumlarına yayabilmeyi de başarmıştı. Dış politikadan, iç siyasete, askeriyeden, maliyeye, ictimai yapıdan üretim ilişkilerine kadar ahenkli bir düzen oluşturmayı hedefleyen
Osmanlı, bu ahengi Zirai yapısına da taşımaya çalışmıştı. Ahenkli bir yapıda sürdürmeye çalıştığı Zirai ilişkileri, tüm topraklarında olduğu gibi,
başkent İstanbul’un yanı başındaki Kocaeli’nde de uygulamaya koymaya
gayret etmişti.
Tüm topraklarında olduğu gibi, geliştirmeye çalıştığı Zirai ilişkilerini, Kocaeli’nde de sürdürürken başta sebze meyve üretimine önem vermek
olmak üzere, üretilen sebze-meyve’nin satılacağı Pazar yerlerin düzenlenmesi, Pazar yerlerinde oluşacak şikayetlerin değerlendirilmesi, Pazar yerlerine nakledilecek mahsullerin ne şekilde nakledileceği, üretimin artırılması ya da zenginleştirilmesi babında gerektiğinde Avrupa’dan
tohumlar getirilmesi, ürünlerde ve zirai alanlarda ortaya çıkan her türlü
hastalıkların önlenmesi için tedbirler alınması, ziraat erbabının iktisaden
desteklenmesi, ürettikleri mahsulü en uygun fiyatlarda satabilmeleri
için, ziraat erbabının kooperatifler ve şirketler kurmasına yardım edilmesi, çiftçilere, ziraat masrafı, motorlu pulluk masrafı gibi çeşitli kalemlerde desteklerde bulunulması, çiftçilere ıslah edilmiş tohumlar tevziinde
bulunulması, Hayvancılık, Ziraat ve Nafia gibi faaliyetlerin düzenleyici raporlarla ziraatın iyileştirilmeye çalışılması, çeşitli sebeplerle İzmit’e göç
113
etmek zorunda kalan mültecilerden istifa edebilmek için, bu mültecilere
gerekli ziraat aletleri ve hayvan desteğinde bulunulması gibi birçok alanda zirai destek planlamalarında bulunulduğu görülmüştür.
Yukarıda belirtilen ve daha sonra tebliğin tamamında daha geniş bir şekilde ele alınacak olan Kocaeli’ndeki zirai faaliyetlerin uygulandığı her
alan, öncelikle Başkanlık Osmanlı Arşivleri’nden elde edilen belgeler ışığında incelenmeye çalışılacaktır.
TEMETTUAT KAYITLARINA GÖRE TUZLA KÖYÜ’NÜN
SOSYO-EKONOMİK DURUMU (1844-1845)
Yrd. Doç. Dr. İlker Mümin ÇAĞLAR
Prof. Dr. Muzaffer TEPEKAYA
Celal Bayar Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik tarihi araştırmalarında Tapu Tahrir
Defterleri, Mühimme Defterleri ve Temettuat Defterleri önemli bir yere
sahiptir. Bunların arasında Temettuat Defterleri, özellikle 19. yüzyıl ortalarında küçük yerleşim birimlerinin, sosyo-ekonomik yapısını ortaya
koymak için en önemli kaynaklar arasındadır. Bu çalışmada 1844-1845
yıllarında İzmit (Kocaili) Sancağı, Gelibolu Kazası’na bağlı bir köy olan
Tuzla’nın temettuat defterlerinde yer alan kayıtlardan hareketle, köyün
genel durumuyla birlikte 19. yüzyıl ortalarında Müslim ve gayrimüslim
grupların sosyal ve ekonomik durumları karşılaştırılmıştır. Tuzla’da bu
yıllarda yaşayan halkın büyük bir kısmı Rum’du. Toplam beş mahallede
234 haneden müteşekkil Rum ikamet etmekteydi. Müslüman hane sayısı
ise sadece 37 idi. Böylece bahsi geçen yıllar içerisinde köydeki tarım ve
hayvancılık faaliyetleri, ahalinin meslekî dağılımı ile iktisadî durumu ve
köylülerin ödediği vergiler de inceleme konumuz içerisinde değerlendirilmiştir.
114
TEMETTÛAT KAYITLARINA GÖRE (1844-1845) 19.
YÜZYILIN ORTALARINDA HEREKE KÖYÜ
Yrd. Doç. Dr. Ferhat BERBER
Manisa Celal Bayar Üniversitesi
Hereke günümüzde Kocaeli’nin Körfez İlçesi’nde bir semttir. Buranın Osmanlı ve Türk sanayi tarihinde, fabrikasyon dokumacılığa geçişte müstesna bir yeri olduğu malumdur. Fabrika’nın kuruluş yıllarında Hereke
bir köy olup Bolu Eyaleti, Kocaeli Sancağı Gebze Kazası’na bağlıdır.
Bu çalışmada Hicri 1261 (Miladi )1845 yılında tamamlanan temettûat tahririne göre, 175 vergi mükellefinin kaydedildiği, Hereke Köyü’nün sosyal
ve ekonomik yapısı ortaya konulmaya çalışılacaktır. Böylece bu önemli
bölgenin henüz meşhur Halı Fabrikası’nın kuruluş yıllarındaki durumu
incelenecektir.
TİCARET SALNAMELERİNE GÖRE KOCAELİ
BÖLGESİNDEKİ TİCARİ FAALİYETLER
Prof. Dr. H. Mustafa ERAVCI
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Kocaeli Sancağı jeopolitik konumu gereği Osmanlı döneminden beri ticari faaliyetlerin yoğun olduğu yerdir. Özellikle dış dünyaya bağlayan birçok
yolun bulunması ve Gebze ve İznik (Çayköprü, Dilderesi, Çınarlı, Köprü
Konaklı, Minareli köy) gibi menzillerin ve menzilhanelerin bulunması
buradaki ticari faaliyetleri tetiklemiştir. İşte bu bağlam da bu tarihsel
doku ile beraber Ticaret salnamelerindeki yazılı olan firmalar üzerinden
bölgenin bir ticari potansiyelinin fotoğrafını çıkartmaya çalışacağız. Kuşkusuz bu dönem dünyada ekonomik krizin yoğun olduğu bir süreç olup
ancak buna rağmen birçok firma bağlamında bölgenin çok dinamik bir
konumu olduğu görülmektedir.
115
PAYİTAHTA YAKIN OLMANIN BEDELİ: 19. YÜZYIL
BAŞLARINDA KOCAELİ MASRAF DEFTERLERİNE GÖRE
ŞEHİR HARCAMALARI
Öğr. Gör. Gülay TULASOĞLU
Hacettepe Üniversitesi
Osmanlı İmparatorluğu’nda taşra yönetiminin icra, eylem ve faaliyet alanına nelerin girdiğini gösteren en önemli kaynaklardan birisini salyane
veya diğer bir tabirle masraf defterleri teşkil etmektedir. Kaynak olarak
bu defterlerin en önemli özelliği ise direk olarak taşra yönetimi tarafından kendi yaptıkları eylemlerin masraf kalemleri şeklinde kaydedilmiş
olmalarıdır.
Bu defterler 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yerel yönetimlerin masrafları örfî vergiler olarak sancak ya da vilayet halkına taksim etmesi ve
merkezi yönetimin bu taksimi kontrol etme talebi sonucu tutulmaya başlanmıştır. Yapılan masrafların meşru ve yerinde olup olmadığının kontrol edilmesi gerekliliği masraf kalemlerinin tek tek kaydedilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu yüzden bu defterler bir tek verginin halka nasıl taksim
edildiğini değil aynı zamanda vergiyi oluşturan idare masraflarının neler
olduğunu da ihtiva etmektedir.
Bu bildirinin amacı taşra yönetiminde ayanların güçlerinin doruklarına
ulaştığı 1805 ile 1815 (Hicri 1220-1230) yıllarını kapsayan dönemde Kocaeli salyane ve masraf defterlerindeki kayıtlardan yola çıkarak şehir yönetiminin idare masraflarının neler olduğuna bakarak icra ve faaliyet alanlarını incelemektir. Bu dönem içinde toplam 18 adet olan bu defterlerdeki
harcama kalemlerinin mahiyeti öncelikle imparatorluk merkezinin yolunun üstünde ve bu kadar yakınında olmanın kelimenin gerçek anlamında
bedeli konusunda fikir verecektir. Kocaeli’ndeki harcama kalemlerinin
analiziyle bir tek nelerin yerel yönetimin meşru harcama alanı olarak
görüldüğüne değil aynı zamanda nelerin yerel yönetimin icra, eylem ve
faaliyet alanları olarak belirlendiğine de bakmak mümkün olacaktır.
116
19. YÜZYILIN ORTALARINDA KOCAELİ HALKININ
TAŞINMAZ MALLARI VE BUNLARA GÖRE EKONOMİK
FAALİYETLERİ
Yrd. Doç. Dr. Gülser OĞUZ
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
Şer’iye Sicilleri, Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde kaza yöneticisi olan
kadı tarafından tutulan defterlerdir. Bu defterlerde kadının başkanlık
ettiği mahkemelerin dökümlerini bulmak mümkündür. Dolayısıyla bu
mahkeme kayıtlarından hareketle kişilerin anlaşmazlık konuları hakkında fikir sahibi olunabilir. Adı geçen defterlerin içinde bir de ‘tereke
kayıtları’na rastlamak mümkündür. Bir kişinin ölüm dolayısıyla çeşitli
sebeplerle tutulan bu kayıtlar, kişilerin bütün mal varlığının dökümlerini
içermektedir.
Bu çalışma için incelenerek olan defter Milli Kütüphane Başkanlığı tarafında 1453 demirbaş no ile kaydedilmiştir. Yaklaşık yüz sayfa olan defter
1261-1264 (1845-1848) tarihlerini kapsamaktadır. Defterin sayfalarında
da fotokopiden kaynaklanan bazı siliklikler dışında herhangi bir kayıp bulunmamaktadır.
Tereke kayıtlarını kullanarak pek çok araştırmacı çok çeşitli araştırma
yapmıştır ve yapmaktadır. Veri çeşitliliğinin çokluğu buna fırsat vermektedir. Bu çalışmada da adı geçen defterin bazı sayfalarında tereke kayıtları tespit edilmiştir. Bu kayıtlar, detaylı tarandığında –tereke kayıtlarının
yapısı dolayısıyla- Kocaeli toplumuyla ilgili çok çeşitli bilgiler sunmaktadır.
Bu çalışma içinde sadece Kocaeli sakinlerinin taşınmaz malları üzerinde
durulacaktır. Tespit edilen taşınmazlardan sahip olunan mülk türleri kadar, sahiplerinin -dolayısıyla Kocaelilerin- ekonomik faaliyetleriyle ilgili
bilgi edinmek mümkün olabilecektir. Bu yönüyle tereke kayıtları, Kocaeli
tarihine katkı sağlayacak türdedir.
117
ŞARK TİCARET YILLIKLARINA GÖRE ÜÇ DEVİRDE
İZMİT ŞEHRİNDE TİCARET
Doç. Dr. Serkan YAZICI
Sakarya Üniversitesi
Şark Ticaret Yıllıkları Osmanlı Devleti’nin son yüz yılı içinde ortaya çıkmış
Cumhuriyet’in ilk on yıllarında da varlığını sürdürmüş bir ticaret rehberi
hüviyetindedir. Türkiye’de ticaret yapmak isteyen başta yabancılar olmak
üzere herkese hitap eden bu yıllıklar, hangi şehirde kim ne ticareti yapar,
ne-nereden alınır gibi soruların cevaplarını barındırırdı. Bu yıllıklar günümüzde Osmanlı ve erken dönem Türk ticaret hayatını aydınlatmak için
değerli birer kaynaktır. Bu tebliğde Sultan II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet
ve Cumhuriyet dönemi olmak üzere üç dönemde İzmit ticaret yaşamı bu
yıllıklar esas alınarak incelenecektir. Böylelikle göçler, savaşlar ve siyasal olaylar çerçevesinde değişen ekonomik ve demografik veriler farklı
perspektiften ele alınacaktır. İzmit’te ticari faaliyetin nev’i ve ekonominin
millileşme serüveni çalışmanın ilgi alanları içerisindedir. Bu sonuçlara
ulaşmak amacıyla bahsedilen üç döneme ait karakteristik özellikler taşıyan yıllarda oluşturulan yıllıklar incelemeye tabi tutulacak ve elde edilen
sonuçlar tablo ve grafiklerle bilim dünyasının ve ilgililerin dikkatine sunulacaktır. Bu çerçevede zikredilen dönemler itibariyle şehrin ticaretinde Müslim-gayrimüslim ağırlığı ve gerek şehirde yaşayan toplumlar açısından gerekse ekonomik faaliyet açısından İzmit’te devamlılık ve kopuş
dönemleri daha berrak bir şekilde alglanacaktır.
1891 ŞARK TİCARET YILLIĞI’NDA İZMİT SANCAĞI
F. Yavuz ULUGÜN
Şark Ticaret Yıllıkları, imparatorluk içindeki ticari faaliyetleri yerli-yabancı girişimcilere tanıtmak amacıyla Tanzimat Dönemi sonrası 1868 yılından itibaren hazırlanan önemli kaynaklardır.
Daha önce benzerleri Avrupa’da vardı ancak Osmanlı’da ilk olarak basılan ve yalnızca İstanbul için kılavuz niteliği taşıyan yayın “Indicateur
Constantinopolitain-İstanbul Göstergesi” adıyla, 1868 yılında yayımlanmıştır. 1870 yılında Tarif-i Der el-Saadet adıyla tekrar basılmıştır. 1880
118
yılından itibaren daha düzenli şekilde yayın hayatına giren yıllıklar, 18911930 yılları arasında Annuaire Oriental (Şark Ticaret Yıllıkları) adı altında
yayın hayatına devam etmiştir.
19. yüzyılın iletişim koşulları, siyasi istikrarsızlık ortamı dikkate alınırsa,
yıllıkların kayda değer bir çalışmanın ürünü oldukları görülecektir. Yıllar
içinde bu topraklarla sınırlı kalmayıp Doğu dünyasına açılmıştır.
Ancak önsözlerdeki açıklamalara göre yayınlarda yer almak istemeyen
zengin bir tüccar kesimin bulunduğunu ve bilgilerin toplanması aşamasında engel teşkil ettiklerini öğreniyoruz. Öte yandan taşradaki kimi kazalar, İzmit Sancağı örneğinde de olduğu gibi önemli görülmediği, bilgileri aktaracak temsilcilik bulunmadığı veya temsilcinin kişisel tercihi ya
da ulaşım zorluğu nedeniyle yer almamaktadır.
İncelemenin konusu olan 1891 Yıllığı’ndaki çok sayıda isim karışık bir
görüntü sunmaktadır. Bunu gidermek için meslek grupları ve isimleri
tablolaştırdım. İsimlerin yazılışını Türkçeleştirdim. Sanırım gerek okuma, gerekse inceleme için daha uygun oldu. Ayrıca yıllıkta kimi isimler
kısaltma ile verilmiş, çoğu rahatlıkla çözümlense de ben dokunmadım,
kısaltılmış hali ile yer verdim. Yorumları ve ekleri, metnin orjinalliğini
bozmamak için dipnot olarak vermeyi tercih ettim.
Sn Muhittin Bakan’ın tıpkı çevirisini yaptığı ancak yayınlanmamış olan İzmit Belediyesi 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı tarihli paftaları çok sayıda
dönemin ticarethanelerinin konumları hakkında bilgi verdiği için ek bir
kaynak olarak kullandım.
Sanırım bu çalışma “Bağımsız İzmit Sancağı”nın ilk yıllarına dönük olarak önemli bilgileri ortaya koyarken daha önce basımını gerçekleştirdiğimiz “İzmit Esnaf ve Ticaret Tarihi” adlı eserimizi tamamlayıcı olacaktır.
BİR ÜRETİM HAVZASI OLARAK İZMİT KÖRFEZİ’NDE
SANAYİ YATIRIMLARI VE BÖLGESEL GELİŞİM TARİHİ
Yrd. Doç. Dr. Ersan KOÇ
Kocaeli Üniversitesi
Kentler, tarihsel olarak oluştukları ilk dönemlerde hep doğal kaynakların ve bu kaynakları işleyecek toplumsal yapı ve katmanların çakıştığı
alanlarda oluşmuştur. İlk yerleşimler “doğal kaynak olarak ilk kullandık119
ları unsurlar olarak yaşam kaynağı olan su, yapı üretim için temel eleman olan toprak ve taş ile güvenlik ve yakacak olarak kullanılabilecek
ağaç-kereste stokları ormanların yakın çeperlerinde” oluşmuşlardır.
İnsanlığın yaşam alanları olarak kentler ortaya çıktıkları ilk dönemlerden itibaren bu kaynak-üretim-emek döngülerinin etrafında yapılarını
kurmuşlardır.
Bu kapsamda insanlık medeniyeti farklı düzeylerde kentsel devrimlerden geçmiş ve bu güne ulaşmıştır. Birinci kent devrimi olarak adlandırılan “tarımsal üretimi geliştirme ve tohumu-tahılı ehlileştirme” içinde
yaşadığımız eski Osmanlı /Mezopotamya/Orta Doğu coğrafyasında gerçekleşmiş; İkinci kent devrimi yine kültür alanımızın bir parçası olan
Avrupa coğrafyasında filizlenerek sanayi devrimi biçimi ile tüm dünyada
kendini farklı biçimlere ortaya çıkarmıştır. Bu günlerde ise bilgi teknolojilei etrafında mesafeyi ve zamanı daha az önemli hale getiren, toplumları
ve bireyleri yeni bir dönüşüm dalgasına yölendiren üçüncü bir kentsel
devrim döneminden geçmekteyiz. Yukarıda özet olarak aktarılan uzun
erimli devrimsel dönüşümlerin hepsi, üretimin - bugün genel kategoriler olarak Sanayi ve Emeğin-hangi tür bileşenler ile gerçekleştirildiği ve
bu bileşenlerin bölgede-kentte-mekanda nasıl bir dağılım gösterdiği ile
doğrudan ilişkilidir.
Bu bağlamda kaleme alacağımız bildiri Kocaeli’de sanayi ve üretim
mekânlarının dağılımını, Bağdat Demiryolu ve SEKA Kâğıt Fabrikası yatırımlarından günümüze kadar ele alacak, bu tür kullanımların yer seçiminin Körfez etrafındaki kentlerin tarihini nasıl şekillendirdiği tartışılacaktır. Son yüzyıl içinde Türk kentleri, Avrupa-Amerika ve Uzak Asya
ülkelerinin 18.yy’ın ilk yıllarında başlattıkları sanayi yatırımı dönemini
yakalama evresindedir. Kocaeli, tüm bu geriden gelip yakalama yarışında Türkiye’nin sanayi ve üretim ile tanışması ve ilgili sorunlarıyla ve
olanaklarıyla doğrudan temas etmenin tarihinin yazıldığı bir coğrafyada
kurulmuş ve gelişmektedir. Bu bağlamda bildiri, sanayi atılımı döneminin kazanımlarının ve ortaya çıkardığı sorunların altını çizerek günümüzdeki yerleşim yapısına hangi aşamalardan geçerek gelindiğinin tarihini
aktarma hedefindedir. Yöntem olarak 5 yıllık kalkınma planları, OSB’ler
ve bölgesel ulaşım yatırımları üzerinden kartografik / harita temelli temsil biçimleri kullanılacak, Türkiye’de ve Kocaeli’de sanayi tarihi üzerine
literatür taramaları ile tartışmalar desteklenecektir.
120
XX. YÜZYIL BAŞINDA KOCAELİ BÖLGESİNDE SANAYİ
Müzeyyen ÜNAL
Kocaeli Dokümantasyon Merkezi
Gücünün sınırını farkeden insan, alet ve makineler icadetmiş, hayvan,
su ve rüzgâr gücünden yararlanmıştır. Teker ve yelken kullanımı sonsuz
hareket imkânı sunarken, çarkın kullanımı her tür üretimi arttırmıştır.
Çömlekçi çarkı ile çanak çömlek üretilirken, su çarkı ve rüzgâr çarkı ile
değirmenleri harekekete geçirmiş; ununu, yağını kolayca üretebilmiştir.
Su dolabı ile kasabanın suyunu temin etmiş, bostan dolabı ile bağın-bahçenin suyunu çıkarmış, İzmit Çuha Fabrikası’nda da bir su çarkı kullanılmıştır.
Kocaeli yarımadası kuzeybatısında rastlanan yel değirmenleri, Değirmendere Değirmeni, Adapazarı Çark Suyu örneklerinde olduğu gibi gösterişli çarklı yapılar artık kalmadı. Şimdikiler değirmen taşları altındaki
çarka, su savağı ile güç ileterek çalışmaktadırlar. Yel değirmenlerine sadece Kocaeli yarımadası kuzeybatısında rastlanmaktadır. Arazi ve iklim
şartları uygun olduğunda aynı akarsu üzerinde çok sayıda su değirmeni
izlenebilmektedir.
Değirmenlerin buğday-mısır öğütenleri un değirmeni, keten tohumundan yağ üretenleri bezirhane/bezane diye adlandırılmaktadır. Değirmencilik genellikle kişilerin yaptığı bir işletme ise de Bıçkıdere üzerindeki
Armaş Manastır Değirmeni örneği farklı işletmeler de vardı. Patrikyos
Mahdumu’na ait un fabrikası İzmit ticaret merkezinde Buğday Meydanı
yanıbaşında ve Ankara Caddesi üzerinde idi. Bu haliyle fabrikanın muharrik gücü buhar makinası, petrol-benzin motoru, gaz ve gazojen ya da
elektrik motoru olmalıydı.
Ziraatı ve üretimi hayli zahmetli bir bitki olan keten yöre köylüsü için çok
hayati bir üründü. Tohumundan yağ, küspesinden yem, saplarından dokuma ve kalan saplar da çatı örtüsü olarak kullanılırdı. Elde edilen iplerin
kalınlarından yer bezi, incelerinden iç çamaşırı dokunurdu. Nerede ise
her ev bir dokuma atölyesi idi.
İpek böcekçiliğine çok uygun yörede hayli böcekhane, ipek büküm atölyeleri ve ipek dokuma tezgâhları vardı. Ancak asıl olan kozacılıktı; Hereke
ve Bursa fabrikaları için hammadde üretimiydi. Düyun-ı Umumiye kurulduktan sonra tütün gibi koza ve ipek de, onun gelir kalemleri arasına
girmişti.
121
MEDENİYET HAMURUNDAN KÜLTÜR MERKEZİNE:
BİR ENDÜSTRİYEL DÖNÜŞÜM MERKEZİ OLARAK SEKA
Dr. Ali YEŞİLDAL
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi
Türkiye selüloz ve kağıt sanayisinin kurulduğu yer olan İzmit aynı zamanda SEKA’nın en büyük tesisini de bünyesinde bulunduruyordu. Yıllar içerisinde teknolojiye uyum sağlanılmaya çalışılmış ve SEKA gittikçe büyüyerek dev bir kompleks olmuştu.
Neredeyse tarihi boyunca karlı bir yatırıma dönüşememiş olan SEKA’ya
1984’ten sonra kapasite arttırıcı yatırım yapılmamıştı. Dünyadaki üretimin daha ucuz olması, istihdam fazlalığı, sermaye yetersizliği, yeterli
teknolojik yatırımın yapılamaması gibi sorunların sonunda SEKA bu alanda özel sektörün de gerisinde kalmaya başlamıştı.
1991 yılında özelleştirme kapsamına alınan SEKA’nın 10 kağıt fabrikasından 6’sı özelleştirilmişti. 14 Eylül 1998’de Özelleştirme Yüksek Kurulu
merkezdeki İzmit işletmesini de özelleştirme kapsamına alarak anonim
şirkete dönüştürmüştü. Fabrikanın 2001 yılındaki zararı 28 milyon lira
iken 2003’te 48 buçuk milyon lirayı bulmuştu.
Zararın katlanılamaz hale gelmesi üzerine Özelleştirme Yüksek Kurulu 8
Kasım 2004’te tesisin kapatılmasını ve arazinin Kocaeli Büyükşehir Belediyesine devredilmesine karar verdi. 1 Ocak 2005’te makinelerin üretimi
durdu. İşçiler ortada bırakılmamış ve Büyükşehir Belediyesine geçmişlerdi. Arazi ise kimseye peşkeş çekilmiyor ve bir kültür alanına dönüştürülüyordu.
SEKA’nın Türkiye’nin kağıt sanayinde ve Kocaeli’nin tarihinde çok önemli
bir yeri ve hatırası vardır. Büyükşehir Belediyemizin SEKA’nın adını yaşatma çabası ve bir fabrikanın Türkiye’nin en büyük endüstriyel dönüşüm
projesiyle nasıl bir kültür alanına dönüştüğü çalışmamızın ana konusu
olacaktır.
122
KİRAZ AĞAÇLARINDAN FABRİKA BACALARINA:
CUMHURİYET DÖNEMİNDE KOCAELİ’DE
SANAYİLEŞME SÜRECİ
Doç. Dr. Adnan ÇİMEN
Kocaeli Valiliği
Kocaeli ili, İstanbul ve Bursa gibi önemli sanayi ve ticaret merkezlerine
yakınlığı, coğrafi avantajları, Avrupa’yı Anadolu ve Ortadoğu’ya bağlayan
ulaşım kavşağında yer alması, 18 Ar-Ge merkezi, 2 Üniversitesi, 13 Organize Sanayi Bölgesi, 2 Serbest Bölgesi, 3 teknoparkı, 35 liman ve iskelesi,
bu limanlardan gerçekleşen yıllık 68 milyar dolarlık dış ticaret hacmi ve
ülke imalat sanayindeki %13lük payı ile Türkiye’nin İstanbul’dan sonra
ikinci büyük sanayi kentidir. 2014 yılı itibariyle 2400 sanayi ve 23.500 ticari
işletmeyle, Türkiye’nin ilk 500 sanayi kuruluşundan 92’sine sahip Kocaeli, yerli ve yabancı yatırımcılar için bir cazibe merkezi konumundadır.
Osmanlı döneminde İzmit Çuha Fabrikası, Hereke Fabrikası, Aslan Bey
ve Eski Hisar Çimento Fabrikası ve Karamürsel Kumaş Fabrikası gibi
önemli tesislere sahip olmasına rağmen, Kocaeli Cumhuriyet Türkiye’sine yokluklar içinde girmiştir. İşletme kuruluş yeri üstünlükleri nedeniyle, 1936’de üretime başlayan Birinci İzmit Kâğıt Fabrikasından sonra,
1944’de ikinci Kâğıt ve Selüloz Fabrikası, 1945’de Klor Alkalı Fabrikası,
1954’de üçüncü, 1960’da dördüncü, 1961’de beşinci Kâğıt Fabrikasıyla kamu Kamu İktisadı Teşebbüsleri, 1950’lerden sonra da özel sektör
açısından gelişen bir sanayi merkezi olmaya başlamıştır. 1960’lı yıllarda
İstanbul sanayisinin genişleme alanı içinde kalan Kocaeli’nde, liman ve
ulaşım yollarının sağladığı avantajlar, pazar açısından Anadolu’ya yakınlık ve emlak fiyatlarının ucuzluğu gibi nedenlerle, kiraz bahçelerinden
oluşan arazilerden hızla fabrika bacaları yükselmeye başlamıştır.
Halen Türkiye’nin ikinci büyük sanayi kenti ve kendine özgü bir sanayileşme hikâyesi olmasına rağmen, Kocaeli sanayisinin gelişme süreci yeterince incelenmiş değildir. İl sanayisi ile ilgili az sayıdaki çalışmanın çoğu,
uzmanlık alanı ekonomi/sanayi olmayan kişiler tarafından yapılmıştır.
Yine genel olarak bu çalışmaların, Kocaeli sanayini bütün yönleriyle ele
almaktan uzak, ildeki sanayileşmeyi etkileyen bölgesel ve ulusal gelişmeler ile diğer sektörleri hesaba katmayan, daha çok kamu veya özel
sektör olarak öne çıkmış beş-on sanayi kuruluşunun hikâyesini anlatmaya odaklandığı görülmektedir.
123
İşte bütün bu eksikliklerin bir oranda giderilmesine katkıda bulunmak ve
Kocaeli sanayisinin temel gelişme dinamiklerini ortaya koyarak, geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak amacıyla böyle bir bildiri hazırlanmıştır.
İZMİT KAĞIT FABRİKASI VE FAALİYETLERİ
Prof. Dr. Süleyman BEYOĞLU
Marmara Üniversitesi
Yerli kağıt üretiminde önemli bir yeri olan İzmit kağıt Fabrikasının kurulması İş Bankasının başında bulunan Celal Bayar’ın girişimleriyle gerçekleştirildi. Fabrikanın projeleri Mehmet Ali Kağıtçı tarafından hazırlandı.
Celal Bayar’ın İktisat vekilliği sırasında kağıt üretimi açısından çok uygun
bir coğrafya olan İzmit şehrine fabrikanın kurulmasına karar verildi. İzmit
Sümerbank Selüloz ve Kağıt Fabrikasının temeli 14 Ağustos 1934 tarihinde Başbakan İsmet İnönü’nün katıldığı bir törenle atıldı. 6 Kasım 1936
tarihinde kağıt üretimine başlandı. Fabrika şehrin ekonomik hayatına ve
kağıt sanayisine önemli Katkılar yaptı. Bu çalışmada bu kamu işletmesinin faaliyetleri ve kağıt üretimindeki yeri değerlendirilmeye çalışılacaktır.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE SANAYİLEŞME VE KÂĞIT
İSTİKLALİ YOLUNDA ÖNEMLİ BİR TEŞEBBÜS:
İZMİT KÂĞIT FABRİKASI
Yrd. Doç. Dr. Ersin MÜEZZİNOĞLU
Karabük Üniversitesi
Sanayileşmemiş bir devlet ile On Yıllık Savaşın (1912-1922) yıkıntıları üzerinde inşa edilen ve Lozan Antlaşması’nın bazı kısıtlamalarının varlığına
rağmen bu durumu telafi için 1920’lerin sonlarına kadar birtakım çabalar sergileyen yeni Türk Devleti kendi dışında gelişen dünya çapında bir
buhranın(1929) sonuçlarından da yaralanmıştır. İşte devralınan bu miras
ve özel teşebbüsün yetersiz olması nedeniyle devlet 1930’larda zamanın
tamamen pratik mecburiyetlerinden dolayı iktisadi sahada devletçilik politikasını benimsemiştir. Özel teşebbüs esas olmakla birlikte biran önce
124
milletin refaha ve memleketin mamuriyete kavuşturulması için, milletin
genelinin menfaatlerini gerektiren işlerde devleti fiilen alakadar yapmayı, projelere girişmeyi ve geliştirmeyi ifade eden bu politika doğrultusunda 1933 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmıştır. Plana göre
başta dokuma olmak üzere maden, seramik, kimya ve kâğıt alanlarında
sanayileşmenin genişletilmesi hedeflenmiştir. Bu minval üzere açılan
sanayi kuruluşlarından biri de İzmit Kâğıt Fabrikası olmuştur. Memleketin ekonomi kuruluşlarının kilit taşlarından biri olarak görülen fabrikanın
açılması tam bir kâğıt istiklaline gidiş olarak değerlendirilmiştir.
Bildiride arşiv kaynakları ve dönemin gazeteleri başta olmak üzere telif-tetkik ve hatırat türü eserlerden istifade edilerek İzmit Kâğıt Fabrikasının hangi şartlar altında ne gibi saiklerle kurulduğu ve ülkenin sanayileşmesi ve kâğıt istiklali noktasında nasıl bir önem taşıdığı üzerinde
durulacaktır.
BİR HAFIZA İCAT VE İMHA MEKÂNI OLARAK SEKA
Dr. Ekrem SALTIK
Yunus Emre Enstitüsü
1923 yılı sonbaharında ilan edilen Cumhuriyet’in uluslararası sistemde
meşruluğu tartışmalı hale gelen Osmanlı-Türk kimliğiyle ilgili bir planı
olmadığını açıkça deklare etmesini Osmanlı öncesi Türkler ve onların
medeniyet mirasının yeni kuşaklara öğretilmeye çalışıldığı bir “uluslaşma” süreci takip etmişti. İmparatorluk ve geleneği tasfiye ederek gerçekleştirilmeye çalışılan erken Cumhuriyet dönemi kültür politikalarında
Gellner’in uluslaşmaya en büyük engel olarak gördüğü kültürel çeşitlilik, dolayısıyla zengin toplumsal bellek unsurları büyük bir sorun olarak
ortaya çıkıyordu. Söz konusu belleğin unut-tur-ulması için, “inkılap” adı
altında bu belleği taşıyan tüm kimlik ve hafıza nesnelerini hedef alan bir
hafıza imha ve yeniden inşa sürecine girilecek, bu bağlamda günümüzde
de erken Cumhuriyet dönemine dair en tartışmalı konulardan biri olan
Harf inkılabı gerçekleştirilecekti.
Toplumsal belleğin taşıyıcı unsurlarından biri olan yazılı metinler özelinde aslında kadimin terkine dair sembolik anlamları olan Harf inkılabı,
Latin harfleriyle yazılmış yepyeni bir Türkçe literatürü gerektiriyordu. Bu
bağlamda kâğıt teminini yurt dışından yapmakta olan Türkiye’nin 1928
125
yılı sonu itibariyle kâğıt ithali de yükselmiş, ithal edilen kâğıt miktarının
büyük bir bölümü yeni harflerle yayınlanmaya başlayan dergi-gazete ve
öncelikli olarak ders kitaplarında kullanılmıştı. Bu noktada öne çıkan
Mustafa Kemal Atatürk, “Bir ülke, kâğıdını kendi yapamadığı zaman ulusal kültürünü yabancı lütfuna bağlar. Kapitülasyonların en tehlikelisi de
budur. Ve ötekilerden önce bütün dikkat ve ilgimizi kâğıt sanayinde toplamalıyız.” diyerek kâğıt üretimi ve kâğıdın ulus devletin yeni ideolojisi ve
kültürel anlayışının zihinlere yerleştirilmesindeki önemini vurguluyordu.
Bu zeminde 1934 yılında temeli atılan ve 1936 yılında mesaiye başlayan
SEKA’da üretilen kâğıtlar erken Cumhuriyet dönemi eğitim politikalarını
destekleyici yayınlar ve bu yayınlar bağlamında idealize edilen zihniyet
dünyasının yerleşmesi için üretilen her türlü yazılı yayının hammaddesi
olacaktı.
1980 yılına gelindiğinde erken Cumhuriyet dönemi hafıza inşa politikalarının bir parçası olarak yayınlanan her türlü yazılı metnin hammaddesi
kâğıtların üretildiği SEKA, yaklaşık yarım asırlık geçmişinde üretilen yazılı bilgi ve belgelerin tonlarcasının geri dönüşüne tanıklık ediyordu. Zira
aynı yılın sonbaharında gerçekleşen 12 Eylül darbesinde, darbeye neden
olan psiko-sosyal şartların zihni altyapısını taşıdıkları düşüncesiyle toplanan tonlarca kitap, dergi ve gazete yine SEKA depolarına, bu defa imha
edilmek üzere taşınmıştı. Bir zamanlar yeni harflerle yazılmış metinlerle
inşa edilen bir hafızaya hammadde sağlamış olan SEKA, ürettiği kâğıtların kullanılmasıyla yapılan yayınlarla inşa edilmiş hafızanın yansıdığı
yazılı metinlerin imha edildiği bir mekân oluyordu.
SEKA KÂĞIT FABRİKASINDA İŞÇİ HAREKETLERİ
Veli GÜVEN
Medeniyet tarihinin gelişiminde yazının bulunuşu kuşkusuz önemli bir yer
işgal etmektedir. Ancak insanoğlu; bulunan yazının bir kültürel devrime
dönüşümünü kâğıdın bulunmasına borçludur. Kültürel hayatın bir gerekliliği olan kağıt büyük Sanayi Devriminin ardından bir sanayi yatırımına
dönüşerek hayatın her alanında kendisine bir kullanım alanı yaratmıştır.
Yıkılan Osmanlı Devleti’nin ardından kurulan Genç Cumhuriyet için kâğıt iki şeyin ifadesidir; kültür devrimi için olmazsa olmaz bir malzeme ve
126
dışa bağımlılığı azaltacak bir sanayi yatırımı. II. Dünya Savaşı’nın hemen
öncesine rastlayan yıllarda kurulan İzmit Kâğıt Fabrikası ülkemizin en
önemli sanayi yatırımlarından biridir.
60’lı yılların sonunda tüm dünyayı kasıp kavuran öğrenci hareketleri, 70’li
yılların sonuna doğru geniş kitleleri etkileyen bir harekete dönüşmüştür.
Türkiye’de dünyada yükselen sol hareketlere kayıtsız kalmamış; grevler,
toplu yürüyüşler, kitlesel 1 Mayıs kutlamaları ve sendikalaşma mücadeleleri ile bu yıllarda tanışmıştır.
Bu makalede Türkiye’nin önemli bir sanayi kuruluşu olan SEKA Kağıt
Fabrikasında yaşanan işçi eylemleri, bu eylemlerin sosyal ve ekonomik
nedenleri ve bu eylemlerin Türkiye işçi hareketinde işgal ettiği yeri irdeleyerek SEKA’nın kapatılması ve bu gelişmenin bölge halkı üzerindeki
etkilerini incelemeyi amaçlamaktadır.
Araştırma sırasında SEKA dergisi ve yayınları temel alınacak, fabrikanın
tarihinde yer edinen kişilerin anılarına başvurulacak, dönemin gazetelerine yansıyan haberler incelenecek, sendikalar ile görüşmeler yapılacak
ve birebir eylemlerin kahramanları olan işçiler ve aileleri ile görüşmeler
yapılacaktır.
1937’DEN GÜNÜMÜZE KOCAELİ TARİHİNDE
KAĞITSPOR (SEKA)
Yrd. Doç. Dr. Levent ATALI
Kocaeli Üniversitesi
Bu çalışmanın amacı Kocaeli tarihinde yer edinmiş Kağıtspor kulübünün
kuruluşundan günümüze tarihini ortaya koymak ve yeni nesillere aktarmaktır.
Kocaeli’de spor, 1909-1910 yıllarında futbol ile başlamış ve İzmit’teki
Fransız Mektebi talebelerinin öncülüğü ile bir futbol takımı kurulmuştur.
1927 yılında İzmit Sultaniyesi’nin açılması ile İzmit Sultaniyesi takımı kurularak faaliyete başlamıştır. Mekteplerin dışında İttihatspor kulübü de
faaliyetlerine devam ediyordu ki daha sonraki yıllar ikiye ayrılarak 1932
yılında İdmanyurdu, 1935 yılında ise Akyeşil kulüpleri kurularak futbol ile
beraber diğer spor dallarında faaliyete başlamışlardır.
Bu tarihleri takiben Kağıtspor tarihini yazmaya başlamak aynı zamanda
127
İzmit Kâğıt Fabrikası ile başlamak demektir. Kağıtspor ve Kâğıt fabrikası İzmit sosyal yaşamında beraber anılması gereken bir süreçtir. Kâğıt
fabrikası kuruluş yıllarından başlayarak spora ayrı bir önem vermiş ve
birçok dalda spora hizmet etmiştir. Kağıtspor kulübünün ilk yönetimi de
fabrika üst yönetiminden ve çalışanlarından oluşmuştur.
Sonuç olarak Kağıtspor Türk spor tarihinde birçok başarısı ile yer edinmiş ve hatta spor tesisleri kazandırmış bir kulüptür. Kağıtspor kulübü
birçok branşta faaliyet göstermiş, ulusal ve uluslararası alanda birçok
başarıya imza atmıştır. Kağıtspor kulübü bu süreçte sadece kazandığı
şampiyonluklarla değil; yetiştirdiği yeni yeteneklerle, Türk sporuna kazandırdığı antrenör ve yöneticilerle spora büyük katkılar sağlamıştır.
SEKA’NIN SOSYAL SORUMLULUK ÖRNEĞİ:
SEKA ÇOCUK DOSTLARI DERNEĞİ
Göksu ERDAL HÜLAGÜ
Yahya ŞAHİN
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi
1934 yılında temeli atılan ve 1936 yılında üretime başlayan Cumhuriyet’in
ilk Kağıt Fabrikası SEKA, İzmit tarihine adını altın harflerle yazdırmış bir
kuruluştur. Merkezi İzmit olan bu müessese İzmit’in yanı sıra kurulduğu şehirlerde de bulundukları bölgelerin sosyo –kültürel yaşamlarına
önemli katkılar sağlamışlardır.
SEKA Çocuk Dostları Derneği 1961 yılında, SEKA çalışanlarının eşleri tarafından kurulan bir yardım kuruluşudur. Dernek, maddi durumu
yetersiz olan ve sağlık problemi yaşayan çocuklara yardım eli uzatmış;
sosyo-kültürel faaliyetlerle de Kocaeli sosyal hayatına önemli katkılarda
bulunmuştur.
İlk olarak Kocaeli’nde kurulan dernek, SEKA’ya bağlı müesseselerin bulunduğu diğer illerde de şube açarak Türkiye’nin çocuklara gülen yüzü
haline gelmiştir. Her kesimden çocuğu kucaklayarak, en değerli varlıklarımız olan çocuklarımızı topluma kazandırmak ve her yönüyle sağlıklı
nesiller yetiştirmek derneğin öncelikli amaçları olmuştur.
Bu çalışmamızda; SEKA postası Gazetesi, röportaj, sözlü tarih, arşiv fotoğrafları, SEKA Fabrikası döneminde dernek ile yazışmalar gibi dokü-
128
manlarla çalışmamızı zenginleştirdik. Hedefimiz; kentimiz için önemli bir
değer olan SEKA Çocuk Dostları Derneği’ni tanıtmak, diğer kuruluşlara
örnek olmasını sağlamak ve derneğe emeği geçen tüm kişilerin hatırasını yaşatmaktır.
KOCAELİ’NDE ŞEHİRLEŞME VE ŞEHİR KÜLTÜRÜ
Yrd. Doç. Dr. Mustafa YILDIRIM
Celal Bayar Üniversitesi
2012’nin Eylül ayında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
nezdinde hazırladığını tamamlayarak doktora jürisi önünde sunduğum
“Şehir(li)leşme ve Din: Kocaeli Örneği” adlı doktora tezimde Kocaeli’nin
“şehirleşme”, “şehirlileşme” ve “din” ekseninde bir fotoğrafını çekmeye
çalışmıştım. Tez, teorik ve saha araştırması (anket) teknikleri kullanılarak hazırlanmış bir bilimsel çalışmadır. Bu özelliği ile Kocaeli üzerine
yapılmış en son verileri yansıtması bakımından anlamlı olduğunu düşünmekteyim.
Kocaeli gibi kadim geçmişe sahip bir şehir, İstanbul gibi sanayi, ticaret ve
siyasetin başkenti olan bir metropolün gölgesinde kalarak hak ettiği gerçek değeri ve yeri ne yazık ki elde edememişti. Ancak son dönemlerdeki
başarılı belediyecilikle her yönde bir atılım içerisinde olan Kocaeli hak
ettiği bu yeri almada hızlı ve emin adımlarla ilerlemektedir. Bu bağlamda
Sempozyum programı içerisinde Kocaeli’ni “şehirleşme” ve “şehirlileşme” teorik temeline dayanarak yukarıda sözü edilen Doktora çalışması
çerçevesinde yaklaşık 500 kişi ile yapılan anket verileri ışığı altında Kocaeli’nin şehirleşme ve şehirlileşmedeki durumu üzerine değerlendirmelerde bulunma hedeflenmektedir. Bütün bu anlatılanlar akademik bilimsel disiplin çerçevesinde yapılacaktır.
129
İZMİT’İN SOSYO-KÜLTÜREL HAYATINA HİCİVLİ
BİR BAKIŞ: PİŞMANİYE DERGİSİ (1949-1970)
Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZÇELİK
Düzce Üniversitesi
Önemli bir jeopolitik konuma sahip olan Kocaeli, tarih boyunca önemini
korumuştur. Bithynia, Nicomedia, Roma ve Bizans dönemlerinin ardından Osmanlı Devleti zamanında da bölge bir cazibe merkezi konumunda
idi. Cumhuriyet’in ilanında sonra özellikle sanayi yatırımlarının bölgeye
katkısı son derece fazla olmuştu. Bölgede oluşan ekonomik büyüme
kendisini sosyal ve kültürel alanda da göstermiştir.
Günümüzde dahi faaliyet gösteren Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği
(KYÖD), 1947’lerin İzmit’inde bir avuç yüksek öğrenim gencinin dayanışma ruhuyla kurulmuş, kent halkının her kesimiyle kaynaşmış ve destek
görmüştür. Eski adı Kocaeli Yüksek Tahsil Derneği olan bu dernek tarafından yılda bir çıkarılan Pişmaniye dergisi genellikle her yılın Şubat
ayında yayınlanırdı. Pişmaniyeyi ilk olarak okuma şerefi her yıl açık arttırmaya çıkarılır ve buradan elde edilen gelir dernek işlerinde kullanılırdı.
Derginin içeriği incelendiğinde İzmit şehrinin yanı sıra Türkiye ve dünyadan önemli isim ve olaylara hicivli bir yaklaşım olduğu görülmektedir.
Şehir tarihi açısında önemli olan bu dergi çerçevesinde, dönemin gazeteleri, Cumhuriyet arşivi ve yazılı kaynaklar da kullanılarak 1949-1972 yılları arasında İzmit’te sosyo-kültürel yaşam irdelenecektir.
130
KOCAELİ (İZMİT’İN) İLK SANCAK BEYİ GAZİ SÜLEYMAN
BEY’DEN GÜNÜMÜZE TARİH, KÜLTÜR, BİLİM VE SANAYİ
DE MARKA KENT KOCAELİ
İsmail KAHRAMAN
Nice imparatorlar baktı İstanbul’un penceresinden can Anadolu’ya
Sen misin Kocaeli Anadolu’nun o masum güzelliğini gösteren doya doya
Denizlere beyaz martılar gibi kondurduğun donanmalar esiyor
Gelinlik kızlar gibi süslemiş seni Rumeli fatihi Şehzade Süleyman Paşa
Kocaeli, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Marmara Bölgesi’nin doğusunda yer alan ve adını Akçakoca Gazi’den alan bir şehirdir. Rumeli
Fatihi Gazi Şehzade Süleyman Paşa, Kocaeli’nin (İzmit) ilk sancak beyi
olur. Bu dönemden sonra şehir, önemli bir merkez haline gelir. Çelebi
Mehmed (1413-1421) döneminde, 1420’de İzmit Sancağı Anadolu eyaletine bağlandı. İzmit’in Kocaeli Sancağı olarak Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletine bağlanması Sultan Dördüncü Murad dönemine (1623-1640) rastlar.
Kocaeli bölgesi Osmanlı’dan Cumhuriyete sürekli gelişti ve önemli bir
merkez olarak birçok bakımdan örnek bir il oldu.
Kocaeli, 1920’de İngilizler, 1921’de Yunanlılar tarafından işgal edilir. 28
Haziran 1921 tarihinde işgalden kurtarılan kent 1924 yılında vilayet olarak Kocaeli adını aldı.
Kocaeli’nin ilk sancak beyi Gazi Süleyman paşa ile başlayan ve günümüze
kadar devam eden imar faaliyetleri ile Kocaeli bugün “TARİH, KÜLTÜR,
BİLİM VE SANAYİDE MARKA KENT” oldu. Sanayi, bilim, teknoloji merkezleri, üniversiteler ve teknoparkları Türkiye ekonomisine yön veren
Kocaeli, Tarih, kültür ve doğa turizmi ile cazibe merkezi, dağları, yaylaları, gölleri, sahilleri ve kent merkeziyle güne merhaba diyebileceğiniz,
çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla gece gündüz hareketli, sıcak ve huzur doludur.
Anadolu’nun tüm kültürel renklerini gökkuşağı gibi bağrında taşıyan,
3.623 kilometre kare yüz ölçümüne ve birbirinden önemli, İzmit, Derince,
Körfez, Dilovası, Gebze, Çayırova, Darıca, Karamürsel, Gölcük, Başiskele,
Kartepe ve Kandıra ilçeleri ile gelecekte 2 milyon nüfusu barındıracak
Kocaeli bilim, teknoloji, sanayi, ticaret, tarih, kültür, turizm, tarım, spor
ve sanatta marka kent olan bir ilimizdir.
131
Gazi Süleyman beyden günümüze belgesel tadında Kocaeli’nin tarih,
kültür ve turizmde marka değerlerini yakından tanıyıp bilmeden Kocaeli
“Kent Kültür Bilinci” oluşmaz. Kocaeli’yi sevmek tanımakla başlar. Kocaeli Büyükşehir belediyesi tarafından düzenlenen panel ve sempozyumlar
Kocaeli’ de Kent kültür Bilinci oluşmasına büyük katkısı bulunmaktadır.
Araştırmacı - Gazeteci ve belgeselci gözü ile Kocaeli bölgesinde yaptığımız saha araştırmasında Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Kocaeli’nin marka değerlerini belgesel tadında tanıtıp sevdirmeye çalışacağız.
Köprü, çeşme, cami eşsiz nakışlar gibi
Bir heyecan var içimde yar geldi gibi
Deniz gözlerinde coştu yüreğim bir akşam vakti
Senden uzakta iken özledim seni yar Kocaeli
OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E GEBZE’NİN KENTSEL
ÖRGÜTLENME YAPISI VE YENİ BİR YAKLAŞIM OLARAK
SOSYOPARK
Prof. Dr. Gülfettin ÇELİK
İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Kentler, klasik dönem ile modern dönem yerleşim yapılaşmalarının dün
ve bugün ayırımında en bariz şekilde yakalanabileceği ortamlardır. Bu
durum büyük zaman dilimleri aralığında daha da dikkati çeker boyuttadır.
Gebze, Sanayi devrimi ile içine girilen üretim, iletişim ve taşıma teknolojisindeki sıçramanın Osmanlı sisteminde ortaya çıkardığı dönüşümün dikkati çeken yerleşim bölgelerinden birisi olmuştur. Bölge, benzer örnekliği 1960’larda ortaya çıkan İstanbul merkezli kentsel dönüşümün çevre
bölgelere taşması aşamasında da yaşamıştır. Ancak özellikle 1980’lerden sonra içine girilen yeni aşamada Gebze, sadece kendi özelinde değil
Türkiye ve dünya ölçeğinde kent merkezli bir farklılaşmanın ne tür yapısal dönüşümleri zorunlu kıldığı boyutunda çok istisnai bir örneklik teşkil
etmiştir.
21. yüzyıl, kenti sanayileşmenin değil, kentsel yaşam standardının öne
çıktığı yeni bir ortam olarak şekillenmeye başlamış, üretim, taşıma ve
iletişim teknolojisinde devam eden sıçramanın küreselleştirdiği dünyada siyasal-idari, sosyal ve ekonomik alanda ortaya çıkan yeni beklentiler-imkânların yeni yaşam kalitesi standardının en önemli gösterge ortamlarından birisi haline getirmiş durumdadır.
132
Yeni dönem kentsel yaşam ölçeğinde ortaya çıkan bu standartlar-beklentiler, Osmanlıdan günümüze ortaya konulan çözümlemelerin yeterliliği/
yetersizliği gerçekliğinde yerel idareler, merkezi idareler taşra teşkilatları, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve sosyal sorumluluk alanlarında
yer alan/almak isteyen özel sektör işletmeleri işbirliğinde yeni bir yönetim tasarımı-modelini kaçınılmaz kılmaktadır.
Sosyopark çözümlemesi, bahsi geçen kurum ve kuruluşların yeni bir buluşma zemini olarak bu tebliğin ana gündemini oluşturacak olup, konu
Gebze örneğinde detaylandırılacaktır.
OSMANLI KURUCU İRADESİNİN TEMSİLCİLERİNİN VE
NİKOMEDYA’NIN (İZMİT VE ÇEVRESİ) CUMHURİYET
DÖNEMİ DERS KİTAPLARINA YANSIMALARI
Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞEK
Okt. Mehmet Alper CANTİMER
Sakarya Üniversitesi
Çalışmanın konusu Cumhuriyet dönemi tarih ders kitaplarında Osmanlı
tarihi konuları içerisinde devletin kuruluş ve genişleme döneminde, kurucu iradesinin (Gaziyanı Rum) ve bunların coğrafyasının yansımasını ele
alacaktır. Osmanlının kuruluşunu daha iyi anlamak için kurucu iradeyi
oluşturan zihniyet kadar bunun temsilcisi olan gazilerin de yer almasının gerekli olduğu düşünülmüştür. İnceleme, Osmanlının kuruluşunda
ve genişlemesinde padişahlar dışında etkin rol oynamış Süleyman Paşa,
Karamürsel, Akçakoca, Evrenos Gazi gibi gazilerin ve bunların yaşadığı
yerleşim yerlerinin ve özellikle İzmit ve çevresinin ne sıklıkla ve nasıl yer
aldıklarını ortaya koyacaktır. Çalışma, nitel bir araştırma yöntemi olan
doküman analizine dayalı sürdürülecektir. Tarihsel içerikli bu analiz için,
Cumhuriyet döneminde liselerde okutulmuş olan ve hala okutulan tarih
ders kitapları incelenecektir. İnceleme sonuçları doğrudan alıntılanan
metin ya da görsel unsurlar üzerinden sunulacaktır. Elde edilecek bulgular, İnalcık, Wittek, Barkan, Faruqhi ve Ocak gibi usta kalemlerinin Gaziyanı Rum konusuna ilişkin yaklaşımları ile birlikte tartışılacak ve gerçekçi öneriler dile getirilecektir.
133
OSMANLI DEVLETİ’NİN İLK MEDRESESİ SORUNSALI:
DÖNEM KRONİKLERİNDE İZMİD YAHUD GAZİ SÜLEYMAN
PAŞA MEDRESESİ
Doç. Dr. Ali KOZAN
Ayşe ÇEKİÇ
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
Medreseler, Osmanlı eğitim sisteminin en önemli kurumlarından birisidir. Bu kurumlar, Türk-İslâm devletlerindeki geleneğin bir uzantısı olarak, Osmanlı Devleti’nin de kuruluş sürecinde fethedilen bölgelerde ilk
etapta teşekkül eden müesseselerdir. Bunlar kimi zaman bir manastır
yahut kiliseden tahvil edilerek, kimi zaman da müstakil bir İslâm eseri
olarak bina edilmiştir.
Tarihçilerin ekseriyeti, Osmanlı kuruluş devrine ait ilk medrese olarak
Orhan Gazi’nin 1331’de kurduğu, İznik Orhaniye Medresesi’ni gösterirler. İznikmid(İzmit)’in ise 1337’de fethedildiğini ve medresesinin fethin
akabinde Gazi Süleyman Paşa adına kurulduğunu kabul ederler. Fakat
dönem kroniklerinin bir kısmında İznikmid(İzmit)’in fethinin İznik’in fethinden daha önce olduğu ve burada bir medresenin yapıldığı zikredilmektedir. Bu durum İzmit’in fethiyle burada teşekkül eden medresenin
Osmanlı tarafından tanzim edilen ilk medrese olup olmadığı sorusunu
akla getirmektedir. Bu bağlamda bazı tarihçiler de, İzmit’in daha önce
fethedildiğini fakat devlet merkezine uzak olmasından dolayı çok fazla ön
plana çıkmadığı kanısındadırlar.
Çalışmamız da işte bu noktada dönem kroniklerinde ve bunun bir uzantısı olarak sonraki dönem kaynaklarında İznik ve İzmit’in fethiyle ilgili rivayetlerden hareketle Osmanlı Devleti’nin ilk medresesinin hangi dönemde
teşekkül etmiş olabileceği üzerine olacaktır.
134
KANDIRA ERKEK RÜŞTİYE MEKTEBİ
Yrd. Doç. Dr. Biray ÇAKMAK
Furkan BÜLBÜL
Uşak Üniversitesi
Çalışma, 1869 maarif-i umumiye nizamnamesi gereğince kurulan Kandıra erkek rüştiye mektebi hakkında ayrıntılı bir inceleme iddiasıyla kaleme alınacaktır. Bu çerçevede Kandıra erkek rüştiye mektebinin faaliyete
geçmesi, personeli (muallim-i evvel, muallim-i sânî, bevvâb), bina durumu, öğrenci mevcudu, eğitim-öğretim materyali, mektebin kuruluşunda
devletin rolü, mektebin idaresi, eğitim-öğretim faaliyetleri ayrıntılı olarak
ortaya konulacaktır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin çeşitli tasniflerinde,
özellikle Maarif Nezareti, Mektûbî Kalemi (MF. MKT)’nde bulunan çok
sayıdaki belgedeki bilgiler üzerine inşa edilecek olan çalışma ile, Kandıra rüştiye mektebi özelinde, kaza rüştiye mekteplerine derinlemesine
bakılmaya, kaza rüştiye mekteplerine dair ayrıntılı somut bilgiler ortaya
konulmaya çalışılacaktır.
FRANSIZ MİSYONERLERİN İZMİD SANCAĞINDAKİ
EĞİTİM FAALİYETLERİ
Doç. Dr. Fatih DEMİREL
Uludağ Üniversitesi
Katolik misyonerlerin faaliyetlerinin temel amacı Roma ve Bizans kiliselerini birleştirmekti. Ancak Protestanların da misyonerlik faaliyetlerine
başlaması üzerine onlarla da yarışmak durumunda kalmışlardır. Katolik
misyoner faaliyetlerin arkasındaki siyasal destek ve faaliyetlerin kaynaklandığı ülke Fransa’dır. Misyonerlerin faaliyet alanlarından birisi eğitim
kurumlarıdır. Kurdukları okullarda genellikle Fransızca eğitim yapmışlardır.
Tanzimat Dönemi öncesinde de Osmanlı coğrafyasında çeşitli dini okullar açılmıştır. Ancak Islahat Ferman’ından sonra okul sayılarında önemli
ölçüde artış olmuştur. Fransızlar başta İstanbul olmak üzere Anadolu’da
pek çok vilayette çeşitli okullar açmışlardır.
135
Fransız misyonerler, özellikle XIX. yüzyılın sonlarında İzmit sancağında
eğitim kurumları açma ve Katolikleştirme faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Onların özellikle Ermeniler üzerinde etkin oldukları anlaşılmaktadır.
Ancak Müslüman çocukları da okullara çekmek suretiyle etkilemeye çalışmışlardır. Sancak yöneticileri ve merkezi yönetim bu faaliyetlere karşılık denetimleri sıkılaştırmış, çeşitli önlemler almışlardır.
Bu bildiri başta Başbakanlık Osmanlı Arşivi vesikaları olmak üzere çeşitli
kaynaklar ve telif eserler incelenmek suretiyle hazırlanmaktadır.
OSMANLI’DA AMERİKALI MİSYONER LAURA FARNHAM’IN
FAALİYETLERİ: BAHÇECİK YATILI KIZ OKULU VE
ADAPAZARI ERMENİ KIZ OKULU
Yrd. Doç. Dr. Füsun ÇOBAN DÖŞKAYA
Dokuz Eylül Üniversitesi
Resmi olarak 27 Haziran 1810 yılında kurulan ABCFM (American Board
of Commissioners for Foreign Mission) (Amerika Yabancı Misyon Temsilcileri Birliği), Amerikan Protestan misyonerlik teşkilatıdır. Osmanlı’da
eğitim faaliyetlerine 19. yüzyılda başlayan American Board, kendisine
hedef kitle olarak gayri-müslimleri seçmiştir. Amaç, Katolik, Gregoryan
veya Ortodoks olan Hıristiyanları, Protestanlığa döndürmektir.
Bu çalışmada, American Board’un Yakındoğu misyonunun Osmanlı’daki
üç çalışma bölgesinden biri olan ‘Batı Türkiye Misyonu’, ‘İzmit (Nicomedia) İstasyonu’na gönderilen Amerikalı kadın misyoner Laura Farnham’ın
faaliyetleri anlatılacaktır. Laura Farnham, Bahçecik (Bithinya) Yatılı Kız
Okulu (1872-1884) ve Adapazarı Ermeni Kız Okulu’nda (Adabazari Hayuhgatz Varjharan) (1884-1921) yaklaşık otuz yedi yıl görev yapmıştır. Laura Farnham’ın görev yaptığı okullardaki faaliyetleri American Board’un
1810-1939 yılları arasında yayınladığı faaliyet bülteni olan The Missionary
Herald ve kadın misyonerlerin yayın bülteni olan Light and Life for Woman serileri incelenerek ortaya konulacaktır.
American Board okulları 1920’lerde Müslüman öğrencilere de eğitim
vermeye başlamış ve bu okullar günümüzde Sağlık ve Eğitim Vakfi’nın
(SEV) şubeleri halini almışlardır. Günümüzde American Board okullarından biri olan Üsküdar Amerikan Lisesi’nin temeli Bahçecik ve Adapazarı
136
okullarına dayanmaktadır. Bu çalışma geçmiş ve günümüz bağlantısını
kururak, Amerikan Board okullarının bölgedeki tarihi yapılanmasını ve
misyoner Laura Farnham’ın faaliyetlerini inceleyecektir.
I. DÜNYA SAVAŞI’NIN İZMİT EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ
Dr. Nuri GÜÇTEKİN
İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü
I. Dünya Savaşı’nın İzmit Sancağı eğitim kurumlarına etkisini net olarak
görebilmek için bu çalışma savaş öncesi, savaş süreci ve savaş sonrası
olmak üzere üç kısımda ele alınacaktır. Bu süreç ele alınırken, öncelikle
1914-1918 yılları arasında sancağın nüfusu, ilk orta ve lise kademesinde
olan toplam eğitim kurumu sayısı ile öğretmen ve öğrenci sayısı resmi
istatistikler ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan İzmit Sancağı’na
ait istatistik ve teftiş raporlarına dayalı olarak verilecektir.
Ayrıca İzmit Sultanîsi ve İzmit Öğretmen Okulu’ndan Çanakkale ve I. Dünya Savaşı’na gönüllü ya da askerlik kanunu gereği katılan toplam öğrenci
ve öğretmen sayısı çıkarılacaktır. Bu öğrenci ve öğretmenlerin askerlik
süreci ele alınacaktır. Şehit olduğu tespit edilen bazı öğretmen ve öğrenci
künye bilgileri verilecektir. Bu belgeler ışığında, I. Dünya Savaşı’nın İzmit
Sancağı eğitim kurumlarına etkisi değerlendirilecektir.
BİR EĞİTİM YAPISININ İNŞA ÖYKÜSÜ VE GEÇMİŞİN
MODERN MİMARİSİ: “LİSE PAVYONU”/İZMİT LİSESİ
Doç. Dr. Oya ŞENYURT
Kocaeli Üniversitesi
İzmit Lisesi inşa edildiği dönemde “Lise Pavyonu” olarak anılan, yapımı
için kentli tarafından mücadele verilmiş ve bitirilmesi sabırsızlıkla beklenmiş bir eğitim yapısıdır. Yapının mimarisi kadar, yapımı için geçirilen
zorlu süreç ve verilen mücadele; Cumhuriyet sonrası modernleşmeyi hedefleyen kentlinin çabalarını bugüne yansıtması açısından binanın
öyküsünü değerli kılmaktadır. Bu durum, konunun “yapı-kent-kentli”
bağlamında düşünülmesini gerektirir. Dönemin eğitim politikaları ge137
reği, öğretim şartlarına uygunluk, okul mevcudu, kent nüfusu gibi bazı
kriterlerin olgunlaşması ile kentin lise ihtiyacı, zorlu bir bekleme ve karar
sürecinin yaşanmasına neden olmuş; hükümet tarafından yapının inşasına verilen izin ile kentli için büyük bir sorunun çözüme kavuştuğu düşünülmüştür. İnşa edilen “Lise Pavyonu”, Osmanlı döneminden kalan Gazi
Lisesi’nin karşısında bir Cumhuriyet dönemi yapısı olarak farklılaşan mimarisi ile günümüze kadar gelebilmiştir. Bildiride, yapının öyküsü kent
mimarlığında kırılma noktası yaratan Cumhuriyet dönemi yapılarından
biri olması bağlamında değerlendirilmiştir.
“GÜRBÜZ TÜRK ÇOCUĞU” PROJESİNİN EYLEMSEL BİR
ÖRNEĞİ OLARAK HEREKE ÇOCUK KAMPI (1936-1938)
Doç. Dr. Önder DUMAN
Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Osmanlı’dan eksik ve sağlık sorunlarıyla iç içe bir nüfus devran Türkiye Cumhuriyeti osyo-ekonomik gelişmeyi bir an önce sağlayabilmek için
artma esasına dayalı bir nüfus politikası takip etmiştir. Bu kapsamda bir
taraftan yurt dışından göçler teşvik edilirken, bir taraftan da hastalıklarla
mücadele ve sağlıklı bir nesil yetiştirme politikası tatbik edilmeye çalışılmıştır. Gürbüz/sağlıklı bir nesil yetiştirme politikasının en önemli sonuçlarından biri de “azat obaları” ve “çocuk kampları” projesidir. 1930’ların
ikinci yarısından itibaren bu proje kapsamında bilhassa ülkenin batı bölgelerinde yaz aylarında çocuklar için kamplar teşkil edilmiştir. Mevcut
bildiri söz konusu projenin Doğu Marmara havzası ayağını oluşturan Hereke Kampı’nı faaliyetleri itibariyle betimlemeye yöneliktir.
İZMİT’TE MUHACİRLERİN YAŞADIĞI SORUNLAR:
AKGÜRGEN ÇİFTLİĞİ ÖRNEĞİ
Cengiz KESKİN
Sakarya Üniversitesi
XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren özellikle Kırım, Kafkasya ve Balkanlardan Osmanlı Devleti’ne yönelik göç hareketleri yaşanmıştır. İlk önce
138
İstanbul’a gelen bu muhacirler, daha sonra daimi iskân yerlerine sevk
edilmişlerdir. Muhacirlerin daimi olarak iskân edildikleri yerler arasında, gerek İstanbul’a yakınlığı ve gerekse ulaşım olanaklarının kolaylığı
nedeniyle İzmit de bulunmaktaydı. Bu bölgede muhacirlerin iskânları sırasında doğal olarak çeşitli sıkıntılar da baş göstermiştir. Bu sıkıntıların
yoğunlaştığı nokta ise arazi meseleleriydi. İzmit’te Sapanca gölünün batı
kısmında bulunan ve Almanya Devleti tebaasından Mösyö Pizani isimli
bir Alman’a ait olan Akgürgen çiftliği çevresine de birçok muhacir yerleştirilmiştir.
Dersaadet İngiltere Sefareti’nde baş tercüman olarak görev yapmış olan
Mösyö Pizani’ye Sultan Abdülmecid döneminde hediye edilen mezkûr
çiftlik arazisi, Mösyö Pizani’nin vefat etmesi sebebiyle bölgeye iskân edilen muhacirler tarafından sahipsiz sanılmış ve bu sebeple işgal edilmiştir. Ancak Mösyö Pizani’nin kızı olan Madam Meraklin, arazinin kendisine
ait olduğunu Alman konsolosluğu vasıtasıyla Osmanlı yetkililerine iletmiştir. Böylece sorun uluslararası bir boyut kazanmıştır. Osmanlı devlet
adamlarının Madam Meraklin ile muhacirler arasında cereyan eden anlaşmazlıkların giderilmesi için yoğun çaba sarf ettiği görülmektedir.
Osmanlı Arşiv Belgeleri temel kaynak alınarak hazırlanan bu bildiride
Akgürgen çiftliği örneğinde muhacirlerin iskânları sırasında yaşadığı sorunların Osmanlı Devleti tarafından nasıl çözülmeye çalışıldığı irdelenecektir.
İZMİT MUHACİRİN DEFTERİ’NE GÖRE İZMİT’TE
KURULAN MUHACİR KÖYLERİ (1888-1889)
Yrd. Doç. Dr. Mustafa SARI
Sakarya Üniversitesi
XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren, Müslümanlarla meskûn toprakların
kaybedilmesiyle birlikte Osmanlı Devleti’ne yönelik göç hareketleri yaşanmıştır. Kırım’ın kaybedilmesi, 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı, 1860’lı
yıllarda Kuzey Kafkasya’nın Rusya tarafından ilhak çalışmaları, 18771878 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-1913 Balkan Savaşları göç sürecinin
dönüm noktalarını teşkil etmektedir. Muhacirler, ilk önce geçici olarak
İstanbul’a gelmekte olup burada daimi iskân yerlerine sevk edilene kadar ikamet etmekteydiler. İzmit ve çevresi ise İstanbul’a yakınlığı, kara,
139
deniz ve demiryolu ile kolaylıkla ulaşım imkânlarının olduğu ve boş arazilerin bulunduğu bir yer olmasından dolayı muhacirlerin önemli iskân
yerlerinden birisi olmuştur.
Muhacirlerin iskânlarını düzenlemek için kurulan Muhacir Komisyonları’nın da önerileri doğrultusunda iskân edilen muhacirlere hane, anbar,
ahır ve tarla vb. gayrimenkuller için arazi verilmekteydi. Muhacirlere
verilen bu araziler gönderilen özel memurlar tarafından İskân-ı Muhacirin Defterleri adı altında kayda alınmaktaydı. İzmit’te iskân edilen
muhacirlere ait böyle bir defter, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. 1888-1889 yılları arasında kaleme alınan
ve iki ciltten oluşan bu defterde, İzmit Sancağı’ndaki Selimiye, Nimetiye,
Uzuntarla, Mesruriye, Mamuriye, Ahmediye, Hamidiye, Şefketiye, Siyretiye, İcadiye, Servetiye, Nüzhetiye, Kızılcıklı, Çubuklu Osmaniye, Çubuklu
Bala, Camili, Karapınar, Ketenciler, Teşvikiye, Rahmiye, İfraziye, Çepni,
Nusretiye, Şirinsulhiye, Hikmetiye gibi köyler yer almaktaydı. Mezkûr
defterde; muhacirlere dağıtılan arazilerin mevkii, miktarı, nevi, hududu,
büyüklüğü, muhacirlere hangi suretle verildiği ve muhacirlerin nereden
geldikleri ile isimleri gibi bazı bilgiler kayda alınmıştı.
Bu bildiride, İzmit’e yapılan göçlere ait önemli bilgiler ihtiva eden İzmit
Muhacirin Defteri esas alınarak sancak dâhilindeki köyler hakkında bilgiler verilecektir. Bildiri yazılırken, bu defterin dışında Osmanlı Arşivleri ve
ikinci el kaynaklar da kullanılacaktır. İZMİT KÖRFEZİ DEPRESYONUNDA BÜYÜK YUNAN YIKIMI
VE SAMANLIDAĞ MUHACERETİ
Prof. Dr. Serpil SÜRMELİ
On Dokuz Mayıs Üniversitesi
12 Mart 1921’de sona eren ve barış aldatmacasından öteye gidemeyen
Londra Konferansı’nın hemen akabinde Yunanlılar, Sevr Antlaşmasıyla
dayatılan hükümleri TBMM Hükümeti’ne kabul ettirmek için yeni bir taarruza karar verdiler. 23 Mart’ta Bursa istikametinde 3.Uşak istikametinde 1.Yunan Kolordularının Afyon ve Eskişehir üzerine başlattıkları ve I.
İnönü’de olduğu gibi cepheden taarruz şeklinde gerçekleştirdikleri saldırılar, bir kez daha başarısızlıkla sonuçlandı. İnönü’de uğranılan bu ikinci
yenilgi, Batı Cephesi tarafından 1 Nisan 1921’de resmen açıklandı. Yunan
140
Genelkurmayı iki savaşta da takip ettikleri savaş stratejisini sorguladı,
yanlış olduğuna karar vererek yeni bir stratejik plan hazırladı ve seferberlik ilan etti. Yeni strateji Bursa ve Uşak Gruplarını kuşatma hareketiyle bir meydan muharebesi sahasında birleştirip Türk Ordusu’nu iki ateş
arasında bırakmak suretiyle yok etme planı üzerine kuruldu.
II. İnönü Zaferinin ortaya koyduğu bu durum karşısında Yunan Genelkurmayı,1920 Eylül’ünden itibaren İzmit ve çevresindeki işgal siyasetini İngilizlerden devralarak, İstanbul ve Boğazların güvenliğini sağlama
ve bölgenin Türk milis ve askeri kuvvetlerince tehdit edilmesinin önüne
geçmek için Kocaeli Yarımadası’nın savunulması görevini üstlenen 11.
Yunan Tümeni ve bu tümene bağlı birliklerin İngilizler gibi yoğun Türk
baskısı yüzünden etkin olamadığı gerçeğini göz önüne alarak, bölgeden
çekilmesine ve yeni stratejik planda değerlendirilmesine karar verdi. Yunanlılar bölgenin tahliye edileceğine dair kararlarını Mayıs başında İngilizlere açıkladı. 11 Haziran’da başlayacak olan bu çekilme, İznik Gölü ile
İzmit Körfezi sahilinin güneyi arasındaki yani Samanlıdağ Bölgesi olarak
geçen ve Yalova- Gemlik- Orhangazi hattını kapsayan güzergâh takip
edilerek yapılacaktı. Yunanlılar, çekilme sırasında sivil halktan yana herhangi bir sorun yaşamaktan korktukları için yarımadayı tahliyeden önce
bölgeyi yerleşim yerleriyle beraber temizlemek suretiyle büyük bir yıkım
hareketine giriştiler. Bu facianın İstanbul’da Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne
ulaştırılmasıyla cemiyet Kızılhaç Temsilcisi T. B. Thomson’u devreye
soktu. Bu işi ele alan Thomson İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold nezdinde teşebbüse geçerek bölgeye bir soruşturma heyeti gönderilmesine dair talepte bulundu. Talebin kabulü üzerine uluslararası bir
tahkik heyeti oluşturularak bölgeye gönderildi.
Tebliğ, yukarıda bahsi geçen askeri gelişmeler çerçevesinde bölge üzerinde izlenen işgal siyasetinin gayrı insani sonuçlarını Cenevre Uluslararası Kızılhaç Temsilcisi Maurice Gehri, Manchester Guardian Gazetesi
Yazarı A.Toynbee ve Kızılay’a ait raporlardan ve basından incelemek suretiyle değerlendirme esasına dayanmaktadır.
141
MÜBADELE İLE KOCAELİ’NE İSKÂN EDİLEN GÖÇMENLER
VE KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR (1923-1930)
Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA
Ayhan ATEŞ
Uludağ Üniversitesi
Göç olgusu insanlık tarihinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Tarih
içinde birçok insan topluluğu ya kendi isteği ile ya da karşılaştıkları sorunlar (coğrafi, ekonomik vb.) veya baskılar (siyasi, askeri, dini veya kültürel) sonucu yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalmış veya bırakılmışlardır. Türk tarihi de geçmişten günümüze bu tür göç hadiseleri ile
doludur. Doğudan batıya, batıdan doğuya veya kuzeyden güneye, güneyden kuzeye bu göç hareketinin merkezi hep Anadolu toprakları olmuştur.
Bu durumun bugün de aynı şekilde devam etmekte olduğunu görüyoruz.
İşte biz bu bildiride, insanlık tarihinde önemsiz, Türk tarihinde önemli, fakat göç edenlerin hayatında “felaket” olarak adlandırabileceğimiz
Türk-Yunan nüfus mübadelesi sonucu 1923-1930 yıları arasında (Anadolu’nun güzel bir köşesi olan) Kocaeli’ne iskân edilen mübadilleri (göçmenleri) ve karşılaştıkları sorunları ele alacağız.
30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan mübadele anlaşması çerçevesinde Kocaeli bölgesine yaklaşık 27.000 göçmen
iskân edilmiştir. Yıllarca yaşadıkları topraklardan bir gecede çıkarılıp
trenlerle ve gemilerle Anadolu topraklarına göç ettirilen mübadillerin
yaşadığı sıkıntılar yolculukta olduğu kadar yerleştikleri yeni topraklarda da devam etmiştir. Başta barınma, sağlık ve iaşe olmak üzere birçok
sorunla karşılaşmışlardır. İstasyonlarda, limanlarda, misafirhanelerde
günlerce, haftalarca hatta aylarca bekletildikten sonra yerleştirildikleri
yarı bataklık topraklarda yaşam mücadelesi vermişlerdir. Ancak devlet
mübadillerin barınmasından, sağlığına, iaşesinden iş bulmasına kadar
her konuda bu insanların yanında olmuş ve tüm olanaklarını seferber
etmiştir. Mübadiller ilk olarak Rumların ve Ermenilerin boşalttığı köylerdeki evlere yerleştirilmiştir. Zamanla kendilerine yeni yerleşim yerleri
kurulmuş, toprak, dükkân ve üretim araç ve gereçleri verilmiş böylece
üretime katılmalarına imkân sağlanmıştır.
Zamanla Kocaeli ekonomisinde tarımın yerini sanayinin almasıyla birlikte bölge diğer illerden yoğun bir şekilde göç almaya başlamıştır. Nüfusun
hızlı bir şekilde artması sonucu Kocaeli’nde yeni yerleşim ve sanayi alan142
ları açılmıştır. Mübadillere verilen yarı bataklık araziler ıslah edilerek
buralara yeni yerleşim yerleri ve sanayi kuruluşları inşa edilmiştir. Başlangıçta şehir dışında olan yerler geçen süre içinde şehrin merkezinde
kalmıştır. Mübadillerin kendileri olmasa bile çocukları zamanla arazilerinin değerlenmesi nedeniyle zengin olmuştur. Günümüzde Kocaeli zenginleri içerisinde çok sayıda mübadil aileler bulunmaktadır. Bugün bazı
ikinci ve üçüncü kuşak mübadiller Kocaeli’nin saygın kişileri konumuna
gelmiştir.
KIRIM-DOBRUCA’DAN KOCAELİ’NE GÖÇ HİKÂYELERİ
Ferit TOPLU
Kocaeli Kırım Tatarları Derneği
Kırım Tatarlarının tarihi Cengiz Han İmparatorluğunun (1206-1294) kuruluşu kadar eskidir. Son imparator Kubilay Han’ın ölümünden (1294)
sonra Cengiz Han İmparatorluğu 4 ülkeye ayrılır. Bu ülkelerden biri de
tarihleri arasında hükümran olan Altınordu İmparatorluğu (1242-1502)
dur. Altınordu’nun da çeşitli etmenlerle tarih sahnesinden silinmesiyle
ortaya çıkan 4 hanlıktan biri de Kırım Hanlığıdır. Kırım Hanlığı 1441-1783
yılında hüküm sürmüş bir Kırım Tatar devletiydi. 1783 Yılında Rusların
çeşitli oyun ve hileleri ile Kırımı ilhak etmelerinden sonra Kırım Tatarları
için asırlarca sürecek acı ve hüzün dolu ve bugünlere kadar devam eden
bir göç olgusu başlamıştır. Rus zulüm ve baskısından kurtularak hayatlarını sürdürmek isteyen Tatarlar her türlü yolları deneyerek vatanları
Kırım’dan başta Türkiye olmak üzere Romanya, Bulgaristan, Kafkasya,
Amerika, Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerine göç etmek zorunda bırakılmışlardır. Çalışmamın konusu bu göç olayının küçük bir parçasını oluşturmaktadır.
Kocaeli Vilayetine yapılan Kırım Tatar göçlerinin önemli bir bölümü Romanya’nın Dobruca bölgesinden özellikle 1930’lu yıllarda gerçekleşmiştir. Doğaldır ki daha önceki yıllarda da Kırım’dan Kocaeli’nin özellikle
Kandıra (Azaklı, Hediyeli, Üğümceli, Tatar Ahmet, Tatar İlyas) civarına
yapılan göçleri de biliyoruz.
Kırım’dan ve Dobruca’dan yapılan göçlerin küçük bir bölümü ilgili devletlerle yapılan göç antlaşmaları sonucunda olmasına karşın çok önemli
bir bölümü zulüm ve baskıdan kaçma şeklinde gerçekleştirilen göçlerdir.
143
Romanya Krallığı ile yapılan antlaşma sonucunda Dobruca’da yaşayan
Kırım Tatarları bütün taşınmazlarını Krallığa terketmişler buna karşın
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Kocaeli vilayetine yerleşen 2500 civarındaki Kırım Tatarına yaklaşık olarak aile başına 3 göz kerpiç ev, 3 dönüm
bahçe ve kişi başına 10 dönüm tarla’nın yanı sıra bir miktar para, tarım
aletleri, tohumluk, at arabası ve hayvan vermiştir.
Bu koşullar altında 1935 yılının kış aylarında Nazım ve Cumhuriyet vapurları ile Köstence Limanından Kocaeli Vilayetine gelen Kırım Tatarları
Derince, Tütünçiftlik, Gebze, Döngel, Sarımeşe, Akmeşe, Servetiyecami,
İzmit (Yenidoğan), Arslanbey, Yeniköy, Elmalı, Fındıklı, Kalaycı Bayırı ve
Subaşı civarında Türkiye Cumhuriyetinin kendileri için yaptırdığı 3 göz
kerpiç evlere yerleşmişlerdir.
Kırım Tatarları yeni yurtlarında da hastalık (verem, sıtma vs.), geçim sıkıntısı, uyum sorunu gibi çeşitli problemlerle karşılaşmışlardır..Fakat,
Kırım Tatarları, çalışkanlıkları, dürüstlükleri, işbilirlikleri, ustalıkları gibi
özellikleriyle uyum sorununu da yenerek yerli halkın da yardımıyla yaşadıkları yeni çevrelerin önemli ve vazgeçilmez bir parçasını oluşturmuşlardır.
Çalışmam, yukarıda adları belirtilen bölgelere yerleştirilen ailelerin hayatta kalan bireyleri ile sözlü tarih kuralları altında yaptığım söyleşiler ve
kendilerinden topladığım fotoğraf, bilgi, belgeler kullanılarak 4 yıl süren
bir çaba sonucunda gerçekleşmiştir.
KOCAELİ’YE GÖÇ ETMİŞ KIRIM TATARLARI’NDA
ANAVATAN ALGISI
Doç. Dr. Nuri KAVAK
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Ruslar stratejik ve jeo-politik öneminden dolayı Kırım’ın güvende olması
için Tatarlardan arınmış bir toprak parçası haline getirmek amacıyla çeşitli baskı yöntemlerine başvurarak hem yarımada da hem de kuzeydeki
steplerde yaşayan Kırım Tatarları ile Nogayların Osmanlı ülkesine göç
etmesi için yoğun bir yıldırma politikasını hayata geçirmişlerdir. Nitekim
Kırım’ın işgal edildiği 1783 yılında başlayan göçler artarak kitlesel bir boyutta devam etmiştir. Osmanlı Devleti de akraba ve aynı dinden olan bu
muhacirlere ülkesinin kapılarını açarak Balkanlar’a ve Anadolu’nun her
bir köşesine sevk ederek iskân etmiştir.
144
Kocaeli vilayetinin Karadeniz kıyısında ve nüfusunun ağırlıklı olarak Müslüman ahaliden oluşması Kırım Tatarlarının kolayca gelip yerleşmelerine
imkan sağlamıştır. Ayrıca İstanbul ve çevre limanlara gelen göçmenlerin
rahatça gönderilebilecekleri yerlerin başında Adapazarı ve İzmit gelmektedir. Lakin gerek Osmanlı Arşiv kayıtları gerekse bugün adı geçen yerlerde hala yaşayan tatarların olması bahsedilen göç dalgasından Kocaeli
vilayetine de çok sayıda göçmenin geldiğini göstermektedir. Bu durum
Anadolu’ya bir geçiş güzergahının üzerinde olan Kocaeli’nin zaman zaman geçici merkez olarak görülmüş olmasından kaynaklanmaktadır.
Çünkü zamanla bölgeden Anadolu içlerine geçenlerde çok olmuştur. Bu
cümleden olarak başta Kocaeli merkez olmak üzere, İhsaniye, Kubuzcu,
Mekecik, Özge, Kullar, Sarımeşe (Selimiye), Servetiyecami, Değirmendere, Nusretiye, Gölcük, Darıca ve Derince olmak üzere birçok yerleşim
yerinde Kırım Tatarları ya direkt veyahut ta başka bir merkezden yerleri
değiştirilerek iskan edildiği görülmektedir.
Bildiri metnimiz Kocaeli’ne gelen göçmenlerin hal-i hazırdaki durumlarının anavatanla olan bağlantı kanalları-varsa- üzerinde bir anket çalışmasını konu almaktadır. Buna göre yaklaşık 20 kişiye yönelteceğimiz
sorularla, kültürel ve akrabalık ilişkilerinin Kırım’da yaşayan Tatar soydaşlarıyla nasıl sağladıkları üzerine veriler elde etmeye çalışacağız. Hipotezimiz hala anavatan algısının devam ettiği ve de değişik kanallarla bir
bağın oluştuğu üzerinedir. Ayrıca kendini tanımlamada, önceki kuşakları
hatırladıklarını ve böylece kimliklerini zihinlerinde canlı tutarak gelecek
kuşaklara aktarmada geliştirdikleri kültürel faaliyetlerin niteliği ve türleri hakkında sonuçlar elde etmeye yöneliktir.
Görüşme Soruları
Kimlik
1.Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
2.Anavatan sizin için nereyi ifade ediyor?
3.Kırım’da atalarınız nerede yaşıyordu?
4.Neden göç etmek zorunda kaldılar? Yasal yollardan mı yoksa yasa dışı
yollardan mı göç ettiler? Geldiklerinde nereye yerleştiler?
5.Evinizde veya iş yerinizde Kırım’a ait herhangi bir şey barındırıyor
musunuz? Neden?
6.Ev veya iş yeri tercihi yaparken gideceğiniz yerde Kırım Tatarlarının
yoğun olup olmamasına bakıyor musunuz? Bu durum sizin için bir tercih
145
meselesi mi?
7.Şuan koşullar sizin için uygun olsa Kırım’a yerleşmek ister miydiniz?
Neden?
Anayurda Olan Bağ ve İletişim
8.Kırım’daki son dönemdeki gelişmeleri takip ediyor musunuz? Sizi
neden ilgilendiriyor?
9.Kırım ile ilgili belgesel izlediniz mi?
10.Kırım ile ilgili herhangi bir basılı yayını (dergi vb.) düzenli olarak takip
ediyor musunuz?
11.Kırım’a neden gitmediniz veya gidemediniz nelerdir? (Gidemeyenler
için)
12.Kırım’a gittiyseniz geldikten sonra sizde ne değişti? (Gidenler için)
13.Kırım’a tekrar gitmek istiyor musunuz? (Gidenler için)
14.Kurbanınızı nerede kestiriyorsunuz? Kırım’da kestirmeyi düşündünüz
mü? Neden?
15.Kırım’da herhangi bir kurum, kuruluş veya aileye bağış yaptınız mı?
Neden?
16.Fitre ve zekâtınızı nereye veriyorsunuz? Kırım’a göndermeyi düşündünüz mü? Neden?
Anayurda Bağı Güçlendiren Etkinlikler
17.Kocaeli’de Kırım Tatarlarına hitap eden kültürel etkinlikler oluyor
mu? Oluyorsa katılıyor musunuz? Neden?
18.Kocaeli’de Kırım ile ilgili düzenlenen etkinliklerden haberiniz oluyor
mu? Katılıyorsanız bu etkinliklere katılmak sizde neyi değiştirdi?
146
KOCAELİ VİLAYETİNE YERLEŞTİRİLEN DAĞISTAN’LI
MUHACİRLERİN SULTAN REŞAT HİMAYESİNDE
KURULAN REŞADİYE (GÜNEYKÖY)’E İSKÂNI İLE
GERÇEKLEŞEN İNŞA SÜRECİ
Yrd. Doç. Dr. Selçuk SEÇKİN
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Rus baskısı sonucu Şeyh Şamil önderliğindeki askeri direniş gücünün
kırılması üzerine zahmetli yolculuk sürecinden sonra kafileler halinde
Dağıstan Müslümanları Osmanlı topraklarına sığınmışlardır. Bu sığınma
sürecinde dönemin padişahlarının desteği ve ihsanları ile iskan sürecinde pek çok alanda katkıları olmuştur. Bu süreçte, Şeyh Şamil’in yakın
akrabası ve çevresine ait Kumuk Kabilesi’ne bağlı yaklaşık 70 hanelik göç
kafilesi de Şeyh Şerafettin önderliğinde Yalova’ya getirilmiştir. Sultan Reşat’ın özel izniyle Osmanlı Devleti’nin iskan politikası yanında bölgenin
Kafkasya iklimine kısmen uygun, dağlık bir arazi olması da bu tercihte
etkili olmuştur. Yerleştikleri beldeye önceleri Elma-Alan veya Elmalı adı
verilmiş; daha sonra köye Sultan Reşad tarafından yapılan yardım ve
imar çalışmalarının nişanesi olarak Reşadiye ve nihayet Cumhuriyet sonrasında Güneyköy adı verilmiştir. Dağıstanlıların katılımıyla günden güne
kalabalıklaşan köyde yeni evler inşa edildi; hatta o hale geldi ki arazi gelen göçmenlere yetmez hale geldi. Köyde ilk kurulan binalar arasında bir
medrese ve köyün ilk mescidi ile ilk dergahının da bulunduğu külliye yer
almaktaydı. Osmanlı Sarayı’na yakın bir kişi olan Şeyh Şerafettin sık sık
Sultan Reşat tarafından dini konularda kendisine danışılmak üzere Saray’a davet edilmiştir. Bu dostluğun nişanesi olarak Sultan Reşat tarafından köye sakal-ı şerif hediye edilmiştir. Köydeki iki camiden birisi olan ve
medresenin de bulunduğu külliyenin klasik bir Osmanlı eseri oluşu, köy
meydanında Osmanlı Sultanı Sultan Reşad’ın tuğrasını taşıyan görkemli
çeşme ve hâlâ işletilmekte olan ve talebenin ihtiyaçları için vakfedildiği
bildirilen “Reşad Menba Suyu“ işletmesi, bu vakfiyenin bir mirası ve köye
verilen önemin somut kanıtı olarak hâlâ ayaktadır. Özellikle Sultan Reşat
Çeşmesi taşıdığı sanat ve mimarlık etkisi bakımından önemli bir eserdir.
Atnalı kemerle dört yöne açılan çeşme cephelerinin dört cephesinde de
birer kitabe yer almaktadır. Sultanın İstanbul’da inşa ettirdiği çeşmelerde dahi bu derece özenli bir işçilik görülmezken, bir köy meydanında bu
nitelikte bir yapının bulunması Osmanlı Sultanı’nın köye verdiği manevi
ve maddi desteği belgeler niteliktedir. Köyde, Yunan işgali sırasında Os147
manlı dönemi yapıları önemli zararlar görmüş, günümüze bu dönemde
aldığı yaralarla ulaşmıştır.
TARİHİ GELİŞİM İÇİNDE İZMİT KÖRFEZİ
VE DENİZCİLİĞİMİZ
Doç. Dr. Mustafa HERGÜNER
Harp Akademileri
Anadolu Coğrafyası’ nın en stratejik bölgelerinden birisi “İzmit Körfezi”
dir. İki okyanusu ve üç kıtayı birleştiren Anadolu coğrafyası İzmit Körfezi
ile bir taraftan denizlere ve okyanuslara açılırken diğer taraftan dünyanın
en stratejik geçitlerinden olan “Türk Boğazları” için de en önemli bir hinterland durumundadır.
Nitekim gerek Osmanlı gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk konuşlandığı
bölge İzmit ve Körfez olmuştur. Bu arada belirtelim ki Askeri, Ticari ve
Bilimsel Denizcilik yönünden İzmit Körfezi önemini devam ettirmekte dolayısı ile bu körfezin en büyük otoritesi olan Kocaeli Liman Başkanlığı’nın
jeostratejik sorumluluğu giderek artmaktadır. 2015 yılı itibariyle Askeri
Denizciliğimizin % 50’si Ticari denizciliğimizin %20’si ve bilimsel denizciliğimizin de önemli bir kısmının icra edildiği İzmit Körfezi’nin tarihi geçmişi incelenmiş ve bu önemin gelecekteki durumu değerlendirilmiştir.
XVIII. YÜZYIL VE SONRASINDA İZMİT İSKELESİ İLE
ARD ALANININ OSMANLI DENİZCİLİK
FAALİYETLERİNDEKİ YERİ
Ekrem GÜRDAL
Bu çalışmada İzmit İskelesi ile İzmit havzasının Osmanlı denizcilik faaliyetlerindeki yeri incelenmektedir. İzmit jeopolitik konumu itibariyle,
askeri, iktisadi ve içtimai açıdan Osmanlı Devleti için mühim bir yerdir.
Asya, Ortadoğu ve Anadolu’dan Avrupa’ya malzeme, bilgi ve insan akışının sağlandığı güzergâh üzerinde bulunması İzmit ve iskelesinin önemini artırmaktadır. Kent bir nevi bölgenin dünyaya açılan kapısı olmuştur.
Şehir, hem karadan hem de denizden İstanbul ile olan organik bağları
148
nedeniyle her daim göz önündedir. İstanbul’un iaşesinin sağlanması adına gerekli olan her türlü ihtiyacın kolaylıkla temin edilebilmesi için deniz
yolunun kullanılması daha yararlı ve kazançlıdır. İhtiyaç malzemelerinin
yanı sıra askeri mühimmat sevkıyatı için deniz yollarının açık olmasına
dikkat edilmektedir. Ayrıca Marmara Denizi’ndeki yolcu taşımacılığı açısından bakıldığında İzmit ve iskelesi oldukça canlıdır. Bu hareketlilik bölgeyi cazibe merkezi haline getirmektedir. Doğal afetler, salgın hastalıklar, göçler, savaşlar gibi bir takım sebepler denizcilik faaliyetlerini büyük
ölçüde etkileyebilmektedir. İzmit İskelesi’nden yapılan sevkıyatı, askeri,
sosyal ve ekonomik açıdan ele aldığımız bu çalışmada İzmit İskelesi’nin
ve ard alanının bölgedeki etkinliğine ışık tutmaya gayret gösterdik. Söz
konusu olan dönem içerisinde İzmit ve iskelesi ile ilgili, Osmanlı denizcilik faaliyetleri üzerine bazı tespit ve değerlendirmeler yapmaya çalıştık.
MADEN NAKLİYECİLİĞİNDE BİR GÜZERGÂH:
İZMİT İSKELESİ
Yaşar ÖCAL
Osmanlı Devleti’nde kara ulaşımı ile deniz ulaşımı iç içe geçmiş; İstanbul,
Samsun, İzmit, İskenderun, Mersin, Trabzon, Alaiye, İzmir, Sinop iskeleleri kendi hinterlandındaki kara ulaşımının nihayetindeki noktalar olmuşlardır. Maden taşımacılığında kullanılan iskeleler genel de Samsun,
İzmit, İskenderun ve Mersin’de bulunuyordu. Bu iskeleler, kendilerine
en yakın veya günün ulaşım koşullarında en kolay ulaşılabilecek maden
işletmelerinde üretilen madenlerin nakledildikleri önemli güzergâhlardı. Maden işletmelerinde üretilen madenler, başkentteki darphaneye bu
güzergâhlar yoluyla ulaştırılıyordu.
Bulgardağı ve Bereketli madenlerinden elde edilen kurşun, gümüş ve altın, daha sonraki dönemlerde Mersin iskelesine kaymış olsa da önceleri
İzmit iskelesi yoluyla nakledilmiştir. Bozkır madenlerinden elde edilen
kurşun ve gümüş nakliyesinde sonraları Alaiye İskelesi kullanılsa da işletmenin ilk dönemlerinde İzmit İskelesi kullanılmıştır. Hüdavendigar
bölgesi madenlerinden elde edilen muhtelif cins cevher de genel olarak
İzmit iskelesi yoluyla taşınmaktaydı. Ergani ve Keban madenlerinde üretilen gümüş ve bakır bir süre kara yoluyla İzmit iskelesine kadar götürülüyor, oradan da deniz yoluyla darphaneye naklediliyordu. Yine 19. yüzyılın son çeyreğine kadar önemli bir gümüş ve kurşun üretim merkezi olan
149
Bozok sancağındaki Akdağ Maden-i Hümayununda üretilen madenler
genelde Samsun İskelesi üzerinden başkente gönderilse de bazı dönemlerde İzmit iskelesi üzerinden darphaneye ulaştırılıyordu. Anılan maden
işletmeleri dışında da birçok maden işletmesinin kullandığı İzmit iskelesine kadarki güzergâhta yoğun olarak develer kullanılmıştır. Genelde
Anadolu’dan İstanbul istikametine getirilecek mahsuller, temin edilen
develerle İzmit’e kadar getiriliyor buradan da küçük gemilerle başkente
taşınıyordu.
19. yüzyılda Osmanlı’nın Anadolu coğrafyasında üretim faaliyetlerinde
bulunan ve devlet tarafından faaliyetlerine devam ettirilen ‘maden-i hümayun’ işletmelerindeki madenlerin darphaneye ulaştırılması sürecinde;
madenlerin çıkış noktalarından İz(nik)mit İskelesine kadar ki takip edilen
yol ve kullanılan nakliye araçları ile madenlerin bu iskeleden darphaneye
ulaştırılması üzerinde durulacaktır.
BUHAR DEVRİNDE İZMİT TERSANESİ
Evren MERCAN
Uzun yıllar İzmit Körfezi stratejik geçiş güzergâhlarına yakınlığı ve geniş
hinterlandı ile Osmanlı için vazgeçilmez bir deniz üssü niteliğindeydi. Kürek ve bilhassa Yelken Devri’nde düşük tonajlı, orta ve küçük cesametteki
ahşap gemilerin inşa edildiği İzmit Tersanesi, kereste gereksinimine büyük ölçüde cevap veren elverişli ormanlara ve payitahta yakınlığı ile kritik
önemi haiz bir merkez konumundaydı.
19. yüzyılın ikinci çeyreğinde denizcilik alanında vuku bulan devrimsel gelişmeler, muharip gemileri deplasman, ateş gücü, hız ve manevra nispetinde yapısal değişiklikler geçirmesini ve buna mukabil gemi inşa teknolojilerinin de baştan aşağı değişmesini zorunlu kılmaktaydı. Birinci Dünya
Savaşı boyunca devam edecek olan “Buhar Çağı” olarak adlandırılan bu
dönemde İzmit Tersanesi, yeni teknolojiye ayak uydurma adına bir dizi
modernizasyon girişimine tabi tutulsa da gemi inşa kulvarında dikkate
değer ölçüde gerilemişti. 19’uncu yüzyıl süresince Osmanlı Devleti’nin en
büyük sanayi altyapısını oluşturan Tersane-i Amire’ye daha çok destek
mahiyetinde kalan İzmit Tersanesi, 1840’dan 1909 yılında lağvedilmesine
kadar korvet, gambot, buharlı vapur ve kruvazör sınıfında gemilerin inşasına ev sahipliği yapmak bir yana, donanmanın torpido ateş, harp düzeni
150
ve düşman ile müsademe talimlerinin düzenli olarak icra edildiği stratejik üs olma özelliğini de korumuştu.
Bu çalışmada Buhar Çağı boyunca İzmit Tersanesi’nde yürütülen gemi
inşa tecrübeleri ve üretim verimliliği dışında bölgenin Osmanlı Donanması açısından stratejik önemi ele alınacaktır. Bunun için İzmit Tersanesi
ile ilgili arşiv vesikaları ile Deniz Harp Tarih ile ilgili araştırma eserlerden
faydalanılacaktır.
TCG YAVUZ: KOCAELİ’NDE BİR SANCAK GEMİSİ
Yrd. Doç. Dr. Yasemin NEMLİOĞLU KOCA
Kocaeli Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nin kaderini değiştiren iki gemiden bir olan Goeben kruvazörü 16 Ağustos 1914 günü direğine Türk Bayrağı çekilerek “Yavuz”
adını aldı. Bu tarihten sonra Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sancak
gemisi olan Yavuz gemisi Türk tarihinde her dönemde önemli rol oynadı.
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girişine neden olan gemi, savaş
yıllarında Osmanlı Donanması’nın en büyük savaş gücünü de oluşturmaktaydı. Mondros Ateşkes Antlaşması sonunda İtilaf Devletleri’nce tehlike oluşturacağı düşüncesiyle İstanbul’da istenmeyen Yavuz, cephanesi
alınarak İzmit’e gönderildi. Böylece sonraki yıllarda Türk Donanması’nın
da Kocaeli’de konuşlanmasını sağlayarak, Kocaeli’yi tekrar Türk denizciliğinin merkezi haline getirecek faaliyetler başladı. Kurtuluştan sonra
Yavuz’un onarılması için Gölcük bölgesinde bir havuzun yapılması, bir
anlamda Kocaeli/Gölcük’ü Deniz Kuvvetleri ile özdeşleştirecek olan yolun başlangıcı olmuştur. Yavuz Kruvazörü 1927 yılında Gölcük’te havuzlanmıştır ve bugün gemi ve denizaltılar inşa eden Gölcük Tersanesi’nin
ilk temelleri de bu dönemde atılmıştır. Yavuz Kruvazörü 1930 yılında
onarımının tamamlanmasından sonra Türk Deniz Kuvvetleri’nin sancak
gemisi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin de denizlerdeki gücünün simgesi
oldu. Yavuz tarihindeki en acı görevini 19 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün
naaşının İstanbul’dan İzmit’e nakletmekle yaptı. Sonraki dönemlerde denizlerdeki faaliyetleriyle hem donanmanın, hem de Kocaeli’nin simgesi
olarak adını yeni Yavuz gemilerinde yaşattı. Çalışmada 100. yaşını kutlayan Yavuz gemisinin Türk donanması ve Kocaeli tarihindeki yeri ve önemi
açıklanacaktır.
151
OKLA YÜKSELEN MİLLET
Doç. Dr. Erkan GÖKSU
Dokuz Eylül Üniversitesi
Türklerin, tarih boyunca gösterdikleri askerî başarılarının geri planında
yatan en önemli faktör, son derece gelişmiş bir silah teknolojisine sahip
olmalarıdır. Bu konuda ön plana çıkan ilk örnek ok ve yaydır. Kompozit yapıya sahip olan Türk yayları ve bu yayın teknik gelişmişliğine uygun
oklar, her devirde Türklerin en etkili silahı olmuştur. Başta Çin ve Roma
olmak üzere birçok devlet bu silahlardan etkilenmiş ve bu silahların savaşlardaki işlevi, harp tarihi bakımından bir devrim etkisi yaratmıştır. Bu
bakımdan, çok farklı ve geniş coğrafyalarda hâkimiyet tesis eden Türklerin, Çin, Roma, Bizans gibi devletler karşısında üstünlük kurabilmelerine
imkân tanıyan en önemli unsurun, kendine has özellikler taşıyan ve bu
bakımdan başka toplumlar tarafından kullanılan benzerlerinden ayrılan
ok ve yay gibi Türk silahları olduğunu söylemek mümkündür.
OK ÇEŞİTLERİ VE YAPIM TEKNİKLERİ
Prof. Dr. Metin ORHAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Okçuluklarındaki yetenekleriyle dünyaya nam salmış olan Türkler sportif
okçuluğu da kurumsallaştıran ilk millettir. Dünyaya “menzil okçuluğu”
(flight archery) kavramını da hediye etmişlerdir. 847 metreye kadar gibi
inanılması güç bir mesafelere attıkları menzil okları da aerodinamiğin
ve dönemin teknolojisinin son ürünleridir. Bu makalede menzil oklarının
yanı sıra savaşta kullanılan ok çeşitleri ve yapımlarına da değinilecektir.
152
ATLI OKÇULUKTA AT VE BİNİCİ EĞİTİMİ
İrfan GÜRDAL
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Tarihte Türk savaşçılığının en etkili uygulamalarından biri de hiç şüphesiz
atlı okçuluktur. Ateşli silahların kullanılmaya başlamasıyla gözden düşen
atlı okçuluğun derin tecrübeleri ve talim metodları, ne yazık ki zaman
içinde büyük ölçüde unutulmuş ve günümüze çok az kaynak ulaşabilmiştir. Bir savaş uygulaması olan atlı okçuluğun yüzlerce yıl aradan sonra
spor olarak yeniden uygulanmaya başlandığı günümüzde eski tecrübelerle birlikte yeni eğitim metodlarına ihtiyaç duyulmaktadır.
Az sayıdaki gönüllü atlı okçunun gayretleri ile ortaya konan at ve binici
eğitimi yöntemleri bu bildirinin konusunu oluşturmaktadır.
TÜRK YAYI VE YAPIMI
Dr. Yaşar Metin AKSOY
Dânişmend Atlı Spor Kulübü
Dünya yazılı basınına “Türk Yayı” olarak girmiş olan yay, Asya kompozit
yayının binlerce yıl boyunca evrimleşmesi sonucu meydana gelmiş ve Osmanlı Devleti’nde en mükemmel şeklini almıştır. Asya kompozit yayında
olan uzun başlar kısaltılarak kirişin üzerindeki yük azaltılmış, yay kollarına üstten yapıştırılan kabza sal denilen yay kollarının içine dâhiyane
bir şekilde gömülerek salın kabzaya daha yakın bükülmesi sağlanmış,
yay boyu kısaltılarak oka aktarılan enerji (yay verimi) artırılmıştır. Ortaya
çıkan yay, ağır okları, atası olan yaylar kadar atabilmenin yanı sıra hafif
okları da daha uzun mesafeye atabilmektedir. Türk yayının efsanevi ünü
işte bu uzun mesafeye attığı oklardan gelmektedir. Bu bildiride literatürde “Türk Yayı” veya “Osmanlı Yayı” olarak bahsedilen yayın yapılışından
bahsedilecektir.
153
OSMANLILAR DÖNEMİNDE SPORTİF BİR AKTİVİTE
OLARAK MENZİL YARIŞMALARI VE MENZİL TAŞLARI
Zafer Metin ATEŞ
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, okçuluk faaliyetlerinin gerçekleştirildiği 34 büyük meydan tahsis edilmiştir. Çeşitli illerdeki bu yerler “okmeydanı” olarak anılırdı. Okmeydanlarında, belirlenmiş kural ve tertip
içerisinde, üzerlerinde sürekli olarak sportif faaliyetler gerçekleştirilirdi.
Buralarda atıcıların toplandıkları mekânlar da kemankeşler tekkesi, tirendazlar zaviyesi ve atıcılar dergâhı gibi isimler almıştır. Yalnız geçici,
hatta devamlı olarak ok atılan her yere okmeydanı denmemektedir. Okmeydanları etrafı sınır taşları ile çevrilen, içinde gerekli binaları bulunan,
büyük okçuların menzil taşlarını ihtiva eden, kendine has kadrosu ve
ödenekleri bulunan spor tesisleridir. Şüphesiz bu ok meydanlarının en
ünlüsü, İstanbul Okmeydanı’dır.
GEBZE’NİN ESKİHİSAR KÖYÜNDE KOLERA
Yrd. Doç. Dr. Baki ÇAKIR
Fatih SARIKAYA
Kırıkkale Üniversitesi
Celal Bayar Üniversitesi
Anadolu’nun Dersaadet’e giriş kapısı İzmit sancağının Gebze kazasıydı.
Gebze kazasının Eskihisar köyünde 1892 yılında belgelerin diliyle koleraya benzer hastalıktan dolayı bir ölüm vakası meydana geldi. Dersaadete
olan yakınlığı ve Dersaadet’in giriş kapısı olması hasebiyle İmparatorluk
için büyük bir tehlike olarak görülen bu ölüm hadisesinden dolayı alınan
tedbirler, uygulanan karantina, halkın olaya verdiği tepki ve yine devletin
olaya yaklaşımı bu çalışmada anlatılacaktır.
154
1897-1898 YILLARINDA GEBZE KAZASINDA
HAYVAN VEBASI
Yrd. Doç. Dr. Kurtuluş DEMİRKOL
Gebze Teknik Üniversitesi
Adı geçen yıllarda Kocaeli sancağına bağlı bir kaza olan Gebze’de veba-i
bakari olarak adlandırılan hayvan hastalığı gözükmüştür. Başkent İstanbul’a olan yakınlığı ve daha da önemlisi Anadolu’dan gelen hayvanların
İstanbul ile arasında son geçiş noktası olması sebebiyle Gebze mezkûr
konuda çok önemlidir. Eğer Gebze’den İstanbul’a hastalıklı hayvan sevkiyatı yapılırsa bu Dersaadet’in tamamında bir salgın hastalığa yol açabileceği gibi İmparatorluğu her anlamda zor durumda bırakacaktır. Durumun öneminin farkında olan yönetimin bu konuda yaptığı çalışmalar,
aldığı tedbirler, bu konu için ayrılan bütçe, ayrıca mahalli yönetimin çalışmaları tebliğimizin konusunu oluşturacaktır.
İZMİT BELEDİYE TABİPLERİ (19. YÜZYIL)
Prof. Dr. Nermin ERSOY
Yrd. Doç. Dr. Rahime AYDIN ER
Kocaeli Üniversitesi
19. yüzyıla ait Osmanlı Arşiv Belgelerinde İzmit’te bir tabip varlığına ilişkin en eski belge 31 Ekim 1828 tarihine aittir. Diğerleri ise İzmit’te bulunan Karantinaya bir tabip tayin edilmesinden (22 Nisan 1841); Mösyö
Balatos’un (8 Şubat 1858) ve Militadi Payolanos (20 Nisan 1858) İzmit’te
tabiplik edebilmesinden; Meclis-i Tıbbiye’den Doktor Baranak’ın (12
Mayıs 1860) ve Doktor Aleksandır’ın İzmit’e memleket tabibi olarak tayin edilmesinden (16 Eylül 1860); İzmit ve köyleri ahalisinin hastalarına
bakan devlet tabibi Tatos Kirkor’un azl edildiği ve yerine bir başkasının
(10 Ekim 1864), İzmit Belediye Tabibi Kanyoli’nin yerine de İtalya Tıbbiyesi’nden mezun Nilis’in tayin edildiği (19 Eylül 1865) bildirilmektedir.
Belgelerden anlaşıldığı üzere bölge halkının hastalanması üzerine tedavisinden sorumlu olan hekim, memleket ya da devlet tabibi gibi isimlerle
anılmaktadır.
155
1871 yılında İzmit’te ilk kez Kasap Tahir Ağa Belediye Başkanı olmak üzere üçü Müslüman, üçü gayrimüslimden oluşan Belediye Meclisi kurulmuştur. Bu tarihten sonra halkın sağlık sorunlarıyla ilgilenen hekimler
için çoğunlukla belediye tabibi adı kullanılmaya başlanmıştır. İzmit Belediye Tabipliği ile ilgili ilk belge 6 Mart 1884 tarihlidir ve İzmit Belediye
Tabibi Kirkor Efendiye rütbe verildiğini bildirmektedir. 20 Ocak 1890 tarihli belgede İzmit Memleket Tabibi Cerrahyan ile Karamürsel Belediye
Tabibi Nazım Efendinin taltif edilmesinden; 18 Ağustos 1891 yılında İzmit
Belediye Tabibi Dimitraki’nin öldüğünden; 7 Eylül 1892 yılında Mehmed
Suphi Efendinin İzmit Belediye Tabibi olarak tayin istediğinden ve uygun
bulunduğundan; 30 Aralık 1894 tarihli belgede İzmit Belediye ve Hapishane Tabibi’nin Yahi Efendi olduğundan ve taltif edildiğinden; 11 Şubat 1895
tarihli belgede İzmit Sancağı Belediye Tabibi’nin Ahmet İbrahim olduğundan; 27 Temmuz 1896 tarihli belgede İzmit Belediye Tabibi olarak Hafız
Mehmet Efendi olduğunda ve görevinin 4 Temmuz 1904’e kadar devam
ettiği görülmektedir.
Bu nedenle bildiride; İzmit Belediyesi’nin kurulduğu yüzyılda kentimizde
sağlık hizmeti sunmuş olan hekimler ile İzmit belediye tabipleri hakkında
edinilen bilgilere yer verilecektir.
KOCAELİ SANCAĞI’NIN ADAPAZARI VE DİĞER
KAZALARINDAKİ ECZACILARI (1874-1954)
Eyüp Talha KOCACIK
Geçmişi antik çağlara kadar uzanan Kocaeli ve civarı tarih boyunca çok
farklı uygarlıkların yaşam alanı bulduğu, geliştiği bir bölgedir. Bu süreçte
en büyük gelişimini ise Osmanlı döneminde imparatorluğun başkentine
yakın ve Anadolu’ya açılan bir kapı olmasından dolayı göstermiştir. Kocaeli gelişmiş bir Osmanlı vilayeti olmakla birlikte sınırları da günümüze
göre daha geniş bir araziyi ihtiva ediyordu. Yalova, İznik, İstanbul’un bir
bölümü, Adapazarı ve çevresi de bu merkeze bağlı idi. Adapazarı bölgenin
son derece verimli bir ovası olması nedeniyle burada tarım faaliyeti her
zaman ağır basmış ve Adapazarı’nın şehirleşmesi gecikmiştir.
Eczacılık tarihi açısında incelediğimizde, İzmit’te bildiğimiz kadarıyla ilk
eczane 1866 yılında Serope Bulutyan tarafından açılmıştır. “Bulutyan Eczahanesi” şehirde uzun yıllar tek eczane ve ecza deposu olarak faaliyet
156
göstermiş hatta Anadolu’nun birçok şehrine ilaç ve ıtriyat tedarikini sağlamıştır. Bugünkü bilgiler ışığında Adapazarı’ndaki ilk eczanenin 1874 yılında Aleksandros Yorgiyadis’e ait olduğunu görmekteyiz. Bulabildiğimiz
ilk ecza depoları 1891 yılına tarihlenmektedir. Ecza deposu sahipleri ise
Salih Berberoğlu, Kirkor Agonyan, Setrak Athanasyan, Stefan Karakalpak ve Ohannes Muradyan olmuştur. Bu ecza depolarının pek çoğunun
“afyon” ticareti ile uğraştıklarını da görmekteyiz.
Bu bildiride 1874 tarihinden başlayıp 1954 yılına kadar Kocaeli vilayete
bağlı en büyük kaza olan Adapazarı ve civar kazalarında eczane açmış,
hastanelerde görev yapmış, askeri eczacı olarak burada bulunmuş eczacıları tespit etmek amaçlanmıştır.
KOCAELİ’NDE GEBELİK, DOĞUM, LOHUSALIK VE
YENİDOĞANA İLİŞKİN GELENEKSEL UYGULAMALAR
Prof. Dr. Nermin ERSOY
Belgin BABADAĞ
Pervin ŞAHİNER
Kocaeli Üniversitesi
Gelenek ve görenekler; bir topluluk veya toplumda çok eskilerden bu
yana saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel
kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışları kapsayan uygulamalardır. İlkel çağlardan beri evlenme, doğum, ölüm gibi geçiş dönemleri,
farklı kültür ve inançtaki insanlar arasında çeşitli inanış ve retüellerle
adeta kutsanmıştır. İnsan yaşamının önemli geçiş dönemlerinden olan
gebelik, doğum, lohusalık dönemleri ve bebek sahibi olma, hemen hemen her kültürde mutlu bir olay olarak kabul edilmekte ve fizyolojik, psikolojik, sosyo-kültürel bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle
bu dönemler geleneksel kültürümüzden oldukça etkilenmektedir.
Türkiye coğrafi konumu sebebiyle, tıbbi folklor açısından birçok farklı
kültürün bir araya gelip farklı sentezlerin oluştuğu bir ülkedir. Ülkemizde
gebelik, doğum ve bebek bakımına ilişkin yapılan çalışmalarda; işlevsel
olmayan uygulama ve inançların halen bulunduğu, kadının ve bebeğin
sağlığını etkilediği, bu konuda yapılacak eğitimlerin gerekli ve yararlı olduğu bildirilmektedir.
157
Buradan yola çıkarak araştırmamızda, Kocaeli’nde kadınların gebelik,
doğum, lohusalık ve bebek bakımına ilişkin geçmişte uyguladıkları ve/
veya halen uygulamakta oldukları geleneksel uygulamaları tanımlamak,
ortaya çıkacak sonuca göre sağlığı tehdit eden uygulamalar karşısında
neler yapılabileceğine yönelik önerilerde bulunmak amaçlanmıştır. Çalışma yüz yüze görüşme tekniği ile Kasım, Aralık 2015 tarihleri arasında
yapılmıştır. Elde edilen gebelik, doğum, loğusalık ve yenidoğana ilişkin
geleneksel uygulamaların bazılarının kadına ve yenidoğana zarar verebilecek boyutta olduğu tesbit edilmiştir.
EBELERLE KOCAELİ’NİN 50 YILLIK DOĞUM SERÜVENİ
Yrd. Doç. Dr. Rahime AYDIN ER
Kocaeli Üniversitesi
Ebeleri yok ettiğinizde kadınlar arasında paylaşılan ve bir grup cerrahın,
erkek kadın doğumcuların, bir araya getiremeyecekleri derin bir bilgi birikimini de yok etmiş olursunuz, çünkü cerrahlar ve tıbbi eğitim almış
doktorlar dünyasındaki doğum ile duygudaş kadınlar arasındaki doğum,
fizyolojik olarak aynı şekilde gerçekleşmez.
Ebe Ina May Gaskin “Spiritual Midwifery” kitabından
Bu topraklarda ebeler doğumun esas kahramanı olarak; saraylarda,
konaklarda, hastanelerde ve evlerde doğum öncesinde, doğumda ve doğum sonrasında kadınların yardımcısı ve destekçisi olmuşlardır. Bununla birlikte yeni doğan bebeğin bakımı ve beslenmesiyle ile ilgili görevleri
de yerine getiren ebeler, toplumda her zaman saygın bir yer edinmiştir.
Ebeliğin meslek olarak kabul edilmesi ve mesleki eğitime başlanması
hekimbaşı Abdülhak Molla’nın teklifi doğrultusunda, Mekteb-i Tıbbiye-i
Şahane (Askeri Tıbbiye)’de ebelik kurslarının açılması ile başlamıştır
(1843). Bu tarihten sonra ebelik eğitimi almamış ve çalışma ruhsatı olmayan ebelerin çalışması yasaklanmış, yasağa rağmen ebelik yapmaya devam eden kadınlar cezalandırılmıştır. 1880 yılında Dr. Besim Ömer
Paşa tarafından ebelik eğitimi güncellenmiş, eğitime başvurabilme koşulu olarak Türkçe bilme ve 30 yaşını aşmammış olma koşulları getirilmiş,
eğitim konuları içerisine hasta bakımına ilişkin konular da eklenmiştir.
158
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra ilk ebelik okulu Haydarpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde açılmış (1928), bunu doğumevleri bünyesindeki köy
ebe okulları (1937) ile sağlık meslek liselerinde (1978) ve sağlık meslek
yüksekokullarında (1985) açılan eğitim programları izlemiştir. 1996 yılında lisans eğitimine temellenen ebelik, açılan yüksek lisans (2000) ve
doktora (2012) programları ile mesleki gelişimini sürdürmeye devam etmektedir.
Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kocaeli’nde hizmet eden ebelere ilişkin en
eski belge 10 Ekim 1859 tarihli olmakla birlikte, 1902 tarihli başka bir
belgede İzmit’e bağlı belediyelere ebe tayin edildiğini görmekteyiz. Kocaeli’nin yakın tarihine ışık tutması inancıyla, bu bildiride meslekte 35 yılını
doldurmuş, gerek evde gerekse bir kurumda birçok doğum yaptırmış ve
doğuma tanık olmuş ebelerle yapılan bireysel derinlemesine görüşmeler
doğrultusunda, ebelik mesleğine ve doğuma ilişkin edinilen bilgilere yer
verilecektir.
İZMİTLİ OSMANLI ÂLİMİ KARA DÂVÛD’A NİSBET EDİLEN
KELÂM ESERLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
Yrd. Doç. Dr. Recai ÇETRES
Kocaeli Üniversitesi
Karadâvudzâdeler ismiyle meşhur olan ulemâ ailesinin ilk temsilcisi olan
Dâvûd b. Kemâl el-İzmitî (ö. 948/1541) İzmit’te doğmuş olup Kara Dâvud
diye tanınmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman devrinde yetişmiş olan veeğitiminiOsmanlı döneminin önemli âlimlerinden tamamlayan Kara Dâvûd,
sırasıyla Bursa Kaplıca, Trabzon, Edirne Üç Şerefeli ve Sahn-ı Semân
Medreselerinde müderrislik görevlerinde bulunmuş ve 929’da (1522-23)
yılları arasında Bursa Kadılığına getirilmiştir. 948 (1541) senesinde vefat
etmiş olup türbesi Bursa ili Yıldırım İlçesinde bulunmaktadır.
Yalnızca kendi döneminin dikkate değer âlimlerinden biri olmakla kalmayan Kara Dâvûd’un soyundan Karadâvûdzâdeler adıyla anılan birçok
âlim yetişmiştir. Özellikle mantık sahasındaki eserleri ile tanınan Kara
Dâvûd’a Ma’lûmât, Şerhu Kasideti’n-nûniyye gibi birtakım kelâm eserleri
de nispet edilmiştir. Ancak bu eserlerin Kara Dâvûd’a ait olup olmadığı
araştırmaya muhtaçtır. İşte bu çalışma Osmanlı döneminde İzmit’in yetiştirdiği önemli âlimlerden Kara Dâvûd’a nispet edilen kelâm eserlerin
aidiyetini sorgulayacak ve onun eserlerine dair doğru bir listeyi ortaya
çıkarmaya çalışacaktır.
159
KOCAELİLİ BİR ÂLİM: MUHYİDDİN MUHAMMED
EFENDİ VE NOKTATÜ’L-BEYÂN ADLI ESERİ
Prof. Dr. Muhittin ELİAÇIK
Kırıkkale Üniversitesi
Muhyiddîn Muhammed Efendi tefsîr ve fıkıh ilminde öne çıkmış Kocaelili
bir âlim olup, asıl adı Muhammed bin Muslihuddîn Mustafa’dır. Ancak,
Kocaeli evliyâsından Şeyh Muhyiddîn’in dâmâdı olduğundan Muhyiddîn
ve daha çok da Şeyhzâde lakabı ile anılmıştır. Babası, Sultan II.Bayezid
devri şeyhlerinden Şeyh Mustafa Muslihuddîn Efendi olup bu zât, İstanbul’da Hırka-ı şerîf Câmii yakınında Tahta Minareli Mescid’i yaptırmıştır.
Şeyhzâde, tasavvufa yönelmiş, çeşitli medreselerde müderrislikler yapmış, Efdâlzâde adlı âlimin hizmetinde bulunmuştur. Emekliye ayrıldıktan sonra, kendi yaptırdığı mescidinde ibâdet ve tâatle meşgûl olmuştur.
Şeyhzâde Muhyiddin Efendi birçok eser yazmış olup bunlar: Hâşiyetün
alâ-Envâr-it-tenzîl lil-Beydâvî, Şerhü’l-Vikâye fî-mesâil-il-Hidâye, Şerhü’l-Ferâidi’s-Sirâciyye, Şerhü’l-Miftâh lis-Sekkâkî, Şerhu Kasîdeti’l-Bürde, Hâşiyetün alâ- Meşârıki’l-Envâr li’s-Sâgânî, Tefsîr-i sûre-i
İhlâs, Ta’lîkâtün alâ-şerhi’l-Hidâye li-İbni Mektûm, Şerhu Kavâidi’l-İ’râb,
Noktatü’l-Beyân gibi eserlerdir. Noktatü’l-Beyân, onun 60 sayfalık tasavvufî bir eseri olup kütüphanelerde birçok nüshasının bulunması çok
okunan bir eser olduğunu göstermektedir. Bu eser: “Risâle-i Noktatü’l-Beyân min-te’lîfi Hazret-i Şeyhzâde başlığı altında başlamakta ve
besmeleden sonra şöyle devam etmektedir: Se-nürîhim âyâtinâ fi’l-âfâki
ve fî-enfüsihüm hattâ yetebeyyene lehüm ennehü’l-hakk. Ey Talib bil ve
âgâh olun kim âfâkda nişânlar vardur senün nefsünde dahi vardur, pes
her kimse ki ‘âlemün nişânların kendü nefsinde bildi Allahı bildi, nitekim
hadîs-i şerîfde buyurdı: Men arefe nefsehu fe-kad arefe rabbehu. Ey tâlib insânun cehli kendüye hicâb-ı azîmdür ve mihnet-i delimdür, gâyet
yakınlığından göremezler anuniçün ırak gözedürler. Nitekim Hak ta’âlâ
buyurur: Ve nahnu akrebu ileyhi min-habli’l-verîd. Pes ey tâlib, insânun
şunun gibi mertebe-i kurbiyyeti vardur ki mahbûb-ı melâikedür ve efdal-i
halâyıkdur ve mazhar-ı vechullah ve sırr-ı kuderullahdur. Beyt: Medh-i
în âdem ki nâmeş me-berem-Kâsıram ger kıyâmet beşerem. Pes insâna
hayf ola ki kendüyi gaflet perdesinden çıkarmaya varta-i helâkdan kurtarmaya…”
160
Bu eser, 22 fasıl olup her fasılda bir nokta (hakikat) anlatılmıştır. Birinci
fasıl şöyledir: “Ey birâder-i âşık maksûdun bu kim nokta menba’-ı hakîkat-ı eşyâdur kuvvet-i ezelîdür kâim bi’z-zâtdur bunun sırrında nesne istid’â idersin bu tafsîli key dinle ki iltimâsun hâsıl ola inşâallah. Bilgil kim
Hazret-i risâlet s.a.v. bir niçe nesne evvel yaradılmışdur diyü buyurdı. Evvele mâ halaka’llahu’l-’akl. Ve dahi evvele mâ halaka’llahu rûhî. Ve dahi
evvele mâ halaka’llahu’l-kalem. Ve dahi evvele mâ halaka’llahu nûr. Ve
dahi melek-i mukarreb didi. Ve bu cevher-i evvel didi. Cümlesi bir midür
yohsa her birinün hakîkati ayru mıdur? Ey birâder cümlesi bir hakîkatdür
ammâ izâfât u i’tibârât yöninden esâmî-i muhtelife eylemişlerdür……”
Bildirimizde Kocaelili Muhyiddin Muhammed Efendi ve Noktatü’l-Beyân
adlı eseri tüm yönleriyle analitik biçimde incelenecek ve muhtevası ile
üslûbu karşılaştırmalı biçimde ortaya konulacaktır.
MEŞHUR BEYDÂVÎ ŞÂRİHİ ŞEYHZÂDE MUHYİDDİN
MUHAMMED B. MUSTAFA EL-KOCEVÎ’NİN HURÛF-I
MUKATTAA İLE İLGİLİ BİR RİSALESİ
Doç. Dr. Mehmet ÇİÇEK
Kocaeli Üniversitesi
Bu tebliğde sadece Türkiye’de değil İslam coğrafyasında da Kocevî nisbesiyle meşhur olan Şeyhzâde Muhyiddin Muhammed b. Mustafa el-Kocevî’ye (h. 951/m. 1544) ait bir risaleyi inceleyeceğiz. Risalemiz, Süleymaniye Kütüphanesi Reisülküttab bölümü 1115 numarada kayıtlıdır. Bu
yazma, risalelerden oluşan bir mecmuadır. Yazmanın girişinde de içerdiği eserlerin adını veren bir fihrist bulunmaktadır.
Tebliğde öncelikle risalenin Şeyhzâde’ye aidiyeti meselesi irdelenecektir.
Zira risalenin müellifinin Şeyhzâde olduğuyla ilgili sadece fihrist kısmında bilgi verilmektedir. Bunun dışında risalenin Şeyhzâde’ye aidiyetiyle ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Risalenin ferağ kaydı da mevcut değildir.
Risalenin müellifini tespit sadedinde Şeyhzâde’nin meşhur tefsiri Beydâvî hâşiyesindeki ifadelerle bu risaledeki bilgiler karşılaştırılacaktır.
Tebliğde ele alacağımız ikinci mesele risalenin adıdır. Yazmanın başındaki fihriste göre eserimiz “Risale fî keşfi mâ yetealleku bi sûreti’l-Bakara”
adını taşımaktadır. Ancak risalenin bulunduğu varakta eserin adı bulun-
161
mamaktadır. Bununla birlikte eseri tanıtıcı bir cümleyle risaleye giriş yapılmaktadır. Tebliğimizde risalenin adı hem verilen bu bilgilerden hem de
içerikten hareketle tespit edilmeye çalışılacaktır.
Risalenin müellifi ve adı ile ilgili bilgi verildikten sonra içeriği gün yüzüne çıkartılacaktır. Nitekim iki varaktan oluşan risale, Bakara suresinin
başında bulunan hurûf-ı mukattaa ile ilgilidir. Buna göre Şeyhzâde, Beydâvî’nin konuyla ilgili Envâru’t-tenzîl’inden bir cümleyle risalesine giriş
yapmaktadır. Ancak bu risalenin içeriğinin, Şeyhzâde’nin Beydâvî hâşiyesinde aktardığından farklı olduğu görülmektedir. Nitekim risalede müellifimiz Şeyhzâde’nin Beydâvî hâşiyesinde nakledilmeyen Zemahşerî’nin
Keşşâf’ından ve bazı Keşşâf hâşiyelerinden alıntılar yapılmaktadır. Bu
meyanda Kazvînî’nin “Keşfü’l-Keşşâf”ından, Teftâzânî’nin “Hâşiyetü’l-Keşşâf’ından, Teftâzânî’nin görüşüne cevap mahiyetinde Seyyid Şerif
Cürcânînin “Hâşiyetü’l-Keşşâf’ından aktarımlarda bulunulmaktadır. Son
olarak Beydâvî şârihi Molla Hüsrev’den alıntı yapılmakta ve konu nihayete erdirilmektedir.
Risale, telif tarzı olarak şerh türünde olup bir talika hüviyetindedir. Bu
manada tebliğde son olarak Tefsir şerh geleneği açısından risalenin yapısına yönelik bazı mütalaalarda bulunulacaktır.
İZMİTLİ MUHYİDDİN ŞEYHZADE’NİN “ŞERHU
KASİDETİ’L- BURDE” ADLI ESERİNİN TANITIMI
Yrd. Doç. Dr. Ramazan ŞAHAN
Kocaeli Üniversitesi
“Kasidetü’l-Burde” (‫قصيدة البردة‬, / Burde Kasidesi), adlı eser, Mısırlı sufi-şair Ebû Abdullah Şerefeddin Muhammed b. Saîd b. Hammad Busirî (ö.
695/1296) tarafından Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) övmek için
yazılmış 160 beyitlik Arapça bir şiirdir. Asıl başlığı el-Kevâkibu’d-Durriyye fî Medhi Hayri’l-Beriyye (‫الكواكب الدرية في مدح خير البرية‬/ Mahlukâtın Efendisini Öven Semavi Işıklar) olan şiir, İslam âleminde meşhurdur. Busiri
rüyasında Hz. Peygamberi görür ve kendisini hırkası (Hırka-i Saadet) ile
örterek felçten kurtardığı için şiirini kaleme alır. Hz. Peygamberin hırka-i
şerifiyle ilişkilendirildiği için “Kasîdetü’l-Burde” adını almıştır. Hz. Peygamber’i methetmek maksadıyla yazılan müstakil eserlerden olan Kaside-i Burde oldukça vecîz ve edebi bir dille yazılmış olup Hz. Peygamber
162
sevgisini ifade etmede adeta bir ibadet telakki edildiğinden pek çok şerhi
ve tercümesi yapılmıştır. Bu şerhlerin en önemlilerinden biri de Muhyiddin Mehmed Kocevi Şeyhzade’nin (ö. 951/1544) “Şerhu Kasideti’l- Burde”
adlı eseridir.
Şeyhzâde Muhyiddîn Efendi, Kadı Beyzavî’nin bütün İslâm ülkelerinde
meşhur olan tefsirine Hâşiye yazan faziletli bir zat olup, Kocaeli-İzmitlidir. Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. 951/1544 yılında vefat eden
Şeyhzâde Muslihiddîn Efendi’nin kabri, İstanbul’da Emir Buharî yakınında
Hoca Hayreddin mescidi Avlusundadır.
Tefsîr ve Arap Edebiyatı gibi çeşitli alanlarda eserler, özellikle şerh ve
haşiyeler yazan Şeyhzadenin ezerlerinden biri de Şerhu Kasideti’l-Burde
adlı eseridir.
Şeyhzade’nin bu eseri matbu olup, Abdülhamid Hamdi b. Ömer Naimi b.
Ahmed Harpûtî’nin (ö. 1300/1882) “Asidetü’ş-Şehde Şerhi Kasideti’l-Burde” adlı eseriyle birlikte (hâşiyesinde/kenarında) basılmıştır. Eser Arapça
olup İSAM kütüphanesinde mevcuttur.
Bu sempozyumda biz de İzmitli Şeyhzâde’nin bu eserini Arap Edebiyatı ve
şiir tekniği açısından ele alıp değerlendireceğiz.
ABDÜLLATİF B. SADULLAH EL-KOCAVİ
(EL-GEKBÛZEVÎ) VE RİBA RİSALESİ
Yrd. Doç. Dr. Ahmet EKŞİ
Kocaeli Üniversitesi
Abdüllatif b. Sadullah 950/1550 yıllarından sonra yaşadığı bilinmekle beraber tam olarak yaşadığı tarihleri tespit edemedik. Zira ulaşabildiğimiz
tek eseri olan “Risale fi ahkami’r-riba” adlı eserinin dışında her hangi bir
malumata rastlayamadık. Bu eserde sadece Kocaeli’nin Gebze ilçesinden olduğu belirtilmektedir.
Bu risalede “Allah kabrini nurlandırsın” duasıyla Çivizade Mehmed (ö.
995/1587) ismi geçmektedir. (vr. 81a). Dolayısıyla bu tarihten sonra yaşamış olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu şahıs Çivizade Muhyiddin Mehmed
Efendi (ö. 954/1547) de olabilir. Bu durumda bu tarihlerden önce yaşamadığını kesin olarak ifade edebiliriz.
163
Risale fi ahkami’r-riba adlı eser muamelata dair Arapça yazma bir eserdir. Bu esere dair kayıt Konya Bölge Yazmalar ktp. Burdur İl Halk Ktp.
Koleksiyonu numara 1610/9. 81a-84b varakları arasında tek nüsha olarak bulunmaktadır.
4 varak şeklinde bulunan bu eserin eksik olduğu tarafımızdan tespit edilmiştir. Ancak bu kısa risalede Sahibu’l-Hidaye (vr. 81b), Sahibu’n-Nihaye (vr. 81b), Kıvâmüddîn Emîr Kâtib b. Emîr Ömer b. Emîr Gāzî el-Fârâbî
el-İtkānî (ö. 758/1357),(vr. 81b), Sahibu’t-Tavzih (vr. 82a), Sahibu’l-Kifaye
(vr. 82b) ve Sahibu’l-İnaye (vr. 83a, 83b) gibi temel kaynaklara atıfta bulunulması eserin ilmi değeri açısından önem arz etmektedir.
Bu risale üzerinde yapacağımız çalışmayla öncelikle bu eseri ilim dünyasının takdirine sunmayı amaçlamaktayız. Ayrıca bu çalışmanın Kocaeli’nin kültür tarihine önemli katkılar sunacağı kanaatindeyiz.
PERTEV MEHMED SAİD PAŞA (1785-1837) DİVANINDAKİ
SOSYAL, KÜLTÜREL VE SİYASÎ MAHİYETİ HAİZ
MAZMUNLARIN İNCELENMESİ
Yrd. Doç. Dr. Ali CANÇELİK
Kocaeli Üniversitesi
Pertev Mehmed Said Paşa (Darıca, 1785 - Edirne, 1837), Hicaz asıllı seyyid bir ailedendir. Ailesi önce Kırım’a sonra da İstanbul’a yerleşmiştir.
Pertev Paşa, Hamdullah Efendi’nin torunu ulemadan İbrahim Efendi’nin
oğlu olup 1785’te Darıca’daki çiftlikte doğmuştur.
19. yüzyılda devletin farklı kademelerinde görev almış, âlim, şâir, sufi,
yetkin ve dürüst bir devlet adamıdır. II. Mahmud’un şahsî iltifatına mazhar olmuş, “Tuğsuz Paşa” ünvanıyla şöhret bulmuş; devletin etkin makamlarında göreve getirilmiştir.
Üsküdar Selimiye Tekkesi Şeyhi Ali Behçet Efendi’ye halife olması ve II.
Mahmud’un güftelerini bestelemesi yönüyle de tanınmıştır.
Pertev Paşa, çocukluğundan itibaren ilim ve sanatla meşgul olmuş ve
bazı üstatlardan özel dersler almıştır. Farsça ve Arapçaya şiir yazacak
derecede vâkıftır.
164
Bu yüzyılda halk söyleyişini şiire yerleştirme; mahallîleşme gibi akımlara
rağmen Klasik şiir, bütün özellikleriyle ve gücüyle varlığını korumuştur.
Bunda payı olanlardan biri de Klasik üslupta eser vermesi dolayısıyla
Pertev Paşa’dır. Klasik şiire mahsus sanatları ve mazmunları, özellikle
tasavvufî söylemleri divanında kullanmaktadır.
Tebliğimizde Osmanlı sosyal, kültürel ve siyasî hayatından özellikler ihtiva eden Divan-ı Pertev’deki bazı mazmunları tespit edip onlar üzerinde
yaptığımız incelemelerle mazmunların işaret ettiği anlam dünyasını açmaya çalışmaktayız. Bu mazmunlardan bazıları, bizlere “Padişah-toplum
ilişkisi, edebî muhitler, padişahın ve devlet büyüklerinin şair ve sanatkârlara iltifatı, yükselmenin himaye anlayışı ile gerçekleşmesi vb” hakkında
bilgi sunmaktadır. Özellikle “Himâye geleneği”nin “Nepotizm (yeğencilik)” olmadığı konusunda da gerekçeli açıklamalar yapılmaktadır.
Tespit ettiğimiz unsurlar, şiirin kendi sanatlı diliyle ortaya konduğundan
çoklu anlam katmanlarını içermektedir. Bir beyit, padişaha, bir şeyhe ya
da bir sevgiliye yönelik yorumları içermektedir. Bu konuda da açıklamalar yapılmaktadır. Yapılan bu inceleme, Osmanlı hayat anlayışının Kocaeli’deki izlerinin sürülmesine imkân sunmaktadır.
İZMİT’İN MÜRŞİTLERİNDEN AHMED HİLMİ EFENDİ VE
MÛCİDU’L-FUTÛH ADLI ESERİYLE VERDİĞİ MESAJ
Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN
Kocaeli Üniversitesi
XIX. yüzyıl sonları ile XX. yüzyıl başlarında İzmit’te çeşitli cami ve medreselerde görev yapmış, Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî’nin halifelerinden
olan Ahmed Hilmi Ankaravî (v.1322/1916), 31 Mart Vakasını bastırmak
üzere Rumeli’den gelen Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmesine engel
olmak için girişimde bulunan gerçek ve tüzel kişilerin yanısıra Ahmed
Hilmi Efendi de konuyla ilgili Hareket Ordusu komutanı Mahmud Şevket
Paşa’ya yazmış olduğu açık bir mektubu Volkan gazetesine göndermesi
sonucu tutuklanarak beş yıl sürgün cezası için Kastamonu’ya gönderilmiştir. Kastamonu/Devrakani ilçesinde Tevfikiyye medresesinde müderrislik yaptığı yıllarda, iman, küfre götüren sözler, nikah, talak, bidatler…
gibi konuları kapsayan Muhibbu’l-Fıkh li hıfziddîn adlı eseri kaleme almıştır. Ayrıca bir müslümana tavsiye niteliği taşıyan ve “vasiye” başlığı
165
taşıyan, önemli ve irşada yönelik Mûcidu’l-futûh adlı bir esere daha kaleme almıştır. Mûcidü’l-fütûh
Ahmed Hilmi Efendi’nin iki defter halinde hazırlamış olduğu toplam 93
varaklık bir kitap olup “vasiyet”lerden oluşmaktadır. Eserde, Kur’ân’daki
tavsiye ve öğüt anlamındaki vasiyetler esas ve örnek alınarak peygamberler, sahabe ve evliyâullahın söz ve tavsiyelerine yer verilmiştir. Bu yönüyle eser bir “vasiyetnâme” özelliği taşımaktadır.
İslâm geleneğinde büyük önem arz eden vasiyet yazmada, kendisinden
sonra geride kalan aile efradına, müridlerine, dost ve arkadaşlarına tavsiyelerde bulunma, dikkat etmeleri gereken hususları hatırlatma ve doğru yöne teşvik etme, nasihat, ikaz ve uyarılarda bulunma düşüncesi etkili
olmuştur. Buna bir nevi mânevî tereke de denilebilir.
Ahmed Hilmi Efendi kendisini geriye çekerek doğrudan hitap etmekten
kaçınmış, büyüklerin söz ve menkabelerini aktarmak suretiyle vasiyetlerde bulunmak istemiş olmalıdır.
Eser 1327 senesi Cemâziyelâhir ayında (Haziran-Temmuz 1909) tamamlanmıştır. Tebliğimizde bu eser tanıtılacaktır.
İZMİT MEVLEVİHANESİ ÜZERİNE BAZI MÜLAHAZALAR
Yrd. Doç. Dr. Serdar ÖSEN
Karabük Üniversitesi
Mevlânâ Celaleddin Rumi hazretlerinin ölümünden sonra oğlu Sultan
Veled tarafından kurulup sistemleştirilen Mevlevilik tarikatı Osmanlı
Devleti’nde yüzyıllar boyunca faaliyet göstermiştir. Mevlevilik, Kahire’den
Belgrad’a kadar olan geniş bir coğrafyada kurulan ve mevlevihane adı
verilen asitane ve zaviyeleri vasıtasıyla Osmanlı devlet ve toplum hayatını derinden etkilemiştir. Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde kurulan ve
faaliyet gösteren yüze yakın mevlevihane içinde İzmit Mevlevihanesi’de
zikredilmektedir. Ancak 19. Yüzyılın son çeyreğinde kurulduğunu düşündüğümüz İzmit Mevlevihanesi ile ilgili olarak kaynaklarda çok az bilgi bulunmaktadır.
Sunacağımız bildiride İzmit Mevlevihanesi ile ilgili çeşitli kaynaklarda ve
arşiv belgelerinde yer alan bilgiler derlenip toparlanarak mevlevihanenin
kuruluşu, görev yapan şeyhler ve faaliyet gösterdiği yıllar bir bütün halinde ilim âlemine sunulmaya çalışılacaktır.
166
KOCAELİ İLİ’NDE KAYBOLMAYA YÜZ TUTMUŞ İĞNE OYASI
KÜLTÜRÜ VE BİR USTA: AZİZE SERDAR
Yrd. Doç. Dr. Mine CAN
Kocaeli Üniversitesi
İğne oyası, geleneksel el sanatlarımız içerisinde önemli bir yere sahiptir. Başka bir kültürde örneği bulunmayan iğne oyası, Kocaeli İli’nde var
olma çabası içerisinde bölgesel üslup ve uygulamalarda devam etmektedir. Bu değerleri tanıtmak ve iğne oyası aracılığı ile Kocaeli’nin geçmişine
ait kültürel izleri belgelemek amacıyla, Kocaeli İli’nin kuzey kesiminde;
Gebze, Tavşancıl ve Hereke’de bir alan araştırması yapılmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre, son yıllarda iğne oyası ile uğraşan bireylerin sayısının giderek azaldığı ve yaşlarının ise 46 ile 70 yaş ve üzerinde olduğu
tespit edilmiştir. Tamamı kadınlardan oluşan bireylerin iğne oyasını aile
büyüklerinden çocuk yaşlarda öğrenmiş olmaları, yörede iğne oyasının
kuşaktan kuşağa aktarılan bir el sanatı olduğunu göstermektedir. Ancak
genç neslin iğne oyası öğrenmeye karşı ilgisinin giderek azalması, bu kuşağın ardından bu sanatın yöreye ait özelliklerinin ve kültürel izlerinin yok
olacağına işaret etmektedir.
İğne oyasının yöredeki en eski yaşatıcılarından olan Azize Serdar, Tavşancıl beldesinde ikamet eden zanaatkârlarından birisidir. Çocuk yaşlarda öğrendiği iğne oyasını ilerlemiş yaşına rağmen uygulamaya devam
eden Azize Serdar, bu güne kadar kızı dâhil pek çok kişiye iğne oyası öğretmiş bir ustadır. Yöreye ait teknikleri ustalıkla sergilemekte olan zanaatkârın ürettiği dantel görünümlü iğne oyaları birer sanat eseri niteliği
taşımaktadır. Geçmiş dönemlere ait yöre adetlerini ve kültürünü çok iyi
bilen Azize Serdar’dan, sünnet törenleri, çeyiz hazırlama gibi yöresel geleneklerde mutlaka yardım alınmaktadır.
Bu doğrultuda bildiride, Kocaeli’ne ait eski iğne oyası örneklerinden görseller sunularak konu tartışılacak ve kaynak kişi Azize Serdar’dan elde
edilen bilgiler doğrultusunda motif isimleri ve iğne oyası ile ilgili gelenekler hakkında bilgiler sunulacaktır.
167
KOCAELİ KÜLTÜR VARLIKLARI
Dr. Taner AKSOY
Kocaeli Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Asya ile Avrupa’nın birleştiği ve en önemli geçiş noktasında yer alan Kocaeli Bölgesinin aynı zamanda su kaynaklarının zenginliği ve fauna, flora
çeşitliliği nedenleriyle binlerce yıldır yerleşim alanı olarak seçildiği bilinmektedir. Kocaeli ve çevresinin en eski bilinen yerleşim alanları Karamürsel Valide Köprü höyüğü ve Derince Çenedağ Arkeolojik alanıdır. Bu
alanlar bilimsel olarak detaylı incelenip, arkeolojik kazıları gerçekleştirilirse Kocaeli tarihi için yeni bilgilere ulaşmak mümkün olacaktır. Tarihi devirlerde Başiskele’de yer alan İ.Ö.712 kurulduğu belirtilen Astakos
kenti ile bugünkü Orhan Mahallesi merkezli tüm İzmit’i içine alan İ.Ö. 264
yılında kurulduğu belirtilen Nikomedia kentleri karşımıza çıkmaktadır.
Roma devri sonrası Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet devirlerinde de kesintisiz bir yerleşime sahip olan Kocaeli zengin Kültür ve Tabiat Varlıklarına sahiptir.
Kocaeli ilinin Kültür Envanterinin çıkarılması çalışmalarına 2007 yılında
Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünün
kurulması ile başlanmıştır. Kocaeli ilinde Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün kurulması çok önemli gelişmelere yardımcı olmuştur. İlimizdeki birçok yapının tescili gerçekleştirilmiştir. Eksik veya yapılamamış
Arkeolojik, Kentsel ve Tarihi alanlar, Sit Alanı olarak belgelenmiş ve ilan
edilmiştir. Bir çok anıtsal yapıya ait Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Kocaeli Valiliği İl Özel İdaresi ve İlçe Belediyeleri tarafından hazırlatılan rölöve,
retitüsyon ve restorasyon projeleri onaylanmış ve sonrasında onarımları
gerçekleştirilmiştir. Kocaeli ili dâhilinde; 72 adet Arkeolojik Sit Alanı, 9
adet Kentsel Sit Alanı, 1 Tarihi Sit Alanı vardır. Tek yapı tescili olarak 654
adet kültür varlığı mevcuttur. Kültür Varlıklarının yoğunluğu İzmit kent
merkezinde yer almaktadır. İzmit ilçesinde 17 adet Arkeolojik. Sit Alanı,1
Kentsel Sit Alanı,1 adet Kentsel Arkeolojik Sit Alanı ve 293 adet tescilli
Anıtsal Tek Yapı bulunmaktadır. Her geçen gün yenilerinin eklendiği ve
sayılarının arttığı kültür varlıklarımız, aynı zamanda bakım ve onarımları
yapılarak eski fonksiyonlarında veya yeni verilecek fonksiyonlar ile kullanılarak gelecek kuşaklara aktarılmalıdır.
168
ALTI KOCAELİ TÜRKÜSÜ ÜZERİNE ANALİZ
Doç. Dr. Feyzan GÖHER VURAL
Doç. Dr. Timur VURAL
Niğde Üniversitesi
Türküler, içinden çıktıkları tarih, coğrafya ve bu ögelerle bağlantılı olarak
ait oldukları kültür hakkında önemli bilgiler barındırırlar. Türkü sözlerinin analizi, bölgesel olaylar, kültürel değerler, bireysel ya da toplumsal
bazda çekilen sıkıntılar ya da yaşanılan sevinçler gibi çeşitli olgulardan;
bölgede sık kullanılan eşyalar, kişisel araç gereçler, sevilen renkler, sayılar gibi bilgilere kadar pek çok verinin elde edilmesini sağlar. Bu anlamda kimi zaman diğer yazılı tarihi belgeler kadar ışık verici olan türkü
sözleri, barındırdıkları motif ve simgelerle birer kültür hazinesidir.
Türkülerin müzikal analizleri ise yoğun kullanılan ses alanı (tessitura),
o ses alanındaki melodik hareketlerin özelliği, ritmik yapı gibi pek çok
ögeye bağlı olarak gerçekleştirilir. Bu analizler, müzik eserlerinin tanımlanmasında ve bölgesel müzik kültürünün niteliğinin belirlenmesinde
önemli rol oynarlar.
Betimsel karakterli bu çalışmada, Kocaeli yöresine ait altı türkü üzerinde araştırma yapılmıştır. Araştırmada türkülerin gerek söz analizleri,
gerekse müzikal analizleri gerçekleştirilmiştir. Türkü sözleri, ana konu,
ifade biçimleri, kullanılan araç gereç, kıyafet ve aksesuarlar, sık kullanılan renkler, bölge isimleri gibi alt başlıklar halinde önce her türkü için tek
tek, daha sonra altı türkü için genel bir analiz şeklinde gerçekleştirilmiştir. Müzikal analiz ise türkülerin makamsal niteliği, usulü, ses alanı, yoğun kullanılan ses alanı, sık kullanılan ritmik kalıpları, melodik yürüyüş
nitelikleri gibi alt başlıklara bağlı olarak önce her türkü için tek tek, daha
sonra altı türkü için genel bir analiz şeklinde yapılmıştır.
169
İZMİT TARİHİNİN SESLİ TANIĞI: İZMİT KENTİ MÜZİK
KÜLTÜRÜNDE TARİHİ BİR İMGE OLARAK “BANDO”
Yrd. Doç. Dr. Gülşen ERDAL
Kocaeli Üniversitesi
Bir müzik topluluğu o toplumda yaşayan bireylerin duygu ve düşüncelerini yansıtmak için son derece etkili bir iletişim aracıdır. Bu topluluk milli
duyguların ve ortak heyecanların, heves ve tutkuların ifade edildiği bando
olduğu zaman toplumun çok daha fazla bireyine ulaşma gücünü ele geçirmiş olur. Nitekim tarihimizde Mehter bandosunun dünyada Osmanlı
Ordusu üzerindeki motivasyon gücü hatırlandığında bando müziğinin etkin gücü kanıtlanmış olur. Milli mücadele öncesi İzmit kentinde bando
oluşması için maddi imkânların olmaması, kent halkının ileri gelenlerinin ve kent yönetiminin destekleriyle bu zorlukların aşılması bir kenti
bir araya getirme açısından bando topluluğunun ve dolayısıyla müziğin
gücünün ortaya konması olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan hareketle mutasarrıflık döneminde milli mücadeleye oradan da cumhuriyete
İzmit şehrinde yaşamış ve günümüze etkilerini aktarmış olan bando-mızıka topluluklarını, İzmit kenti tarihçesinin müzikal kimliğinin sesli birer
tanığı kabul etmek gerekir. Gerek İzmitli gençlerin Mutassarrıf Mazhar
Müfit bey’in desteğiyle, milli mücadele öncesi hevesli gençlerden azınlık
bandolarının hâkimiyetine son vermek amaçlı kurdukları “İzmit Heveskaran Musiki Cemiyeti” ve gerekse milli mücadele sonrası askeri bandolar kentin müzik kültürünün oluşumunda etkili olmuşlarıdır. Bu çalışmada tarihsel süreçte İzmit kentinin müzikal kimliğinde önemli yeri olan
“bando” olgusu
170
KOCAELİ HALK İNANÇLARININ KÖK HÜCRELER
VE KIZL İNANCI
Dr. Yaşar KALAFAT
Türk Halkbilimi Kültür Strateji Araştırma Merkezi
Biz, bu çalışmamızla Anadolu halk inançlarını renk bazında ele alırken,
onların inanç tarihi açısından da üzerinde duruyoruz. Bu kere Kocaeli tarihi coğrafyasını ele, alan olarak ve kızıl, Al/Hal Ruhu’nu da tema olarak
ele aldık. Böylece Yunan mitolojisi-İran mitolojisi ve Siyasi İsrailiyattan
hareketle oluşturulmak istenilen değerler dizilerine karşı, Anadolu’ya ve
bu arada Kocaeli yöresine taşınmalarının izlerini, Süleyman Şah dönemi
ile başlayan Bozkır kültürünün inanç-renk bağlantısını halk inanmalarında ve sözlü kültür unsurlarında arıyoruz.
Böylece, yazılı kaynakların ve maddî, tarihî kültür verilerinin, sözlü kültür verileri ile kimliklendirilebileceklerini bu arayışın mitolojik boyutla
tamamlanabileceğini Süleyman Şah dönemini de içeren Gence- Kocaeli
halk inançları karşılaştırmasından hareketle izah ediyoruz.
Al-Al Ruhu üzerinde Gence-Kocaeli halk inançlarından hareketle karşılaştırmalar yaparken Batı Türklüğü mitolojik köklerine ulaşabilen bir
kapı aralıyoruz.
Hayatın muhtelif geçiş dönemlerinden, etnografyadan, toplu merasimlerden, saray ve halk yaşamından, av sahnelerinden çeşitli örneklemeler
yapıyoruz.
Kızıl hayatın tüm safhalarında doğunda, kurbanda, kınada, toyda, savaşta, ölümde, ölüm sonrasında hükmünü sürdürürken, kızılla özdeşmiş olmak, adeta kut bağlantılı idi. Sanki kara budun kızılın koruyuculuğundan
nispetince mahrumdu, nasipsizdi. Şahın hayatındaki kızılın yeri onun payınca idi. Yabancı kimse elçi de olsa, ona resmi itibar etmek farklı şeydi,
onu da kızıla boyayarak kızılla anlatmak çok farklı ve adeta olmayan bir
şeydi.
Kızıl koruyordu. Koruyucu kızılın koruyuculuğundan istifade etmiş olmak
belki ona inanmak ve belki de ona zamanında saçı yapmış olmakla mümkündü.
Kırmızı Çizgi’ler, çizgi sahibinin korunma çizgileri ve koruma çizgileridir. Sizin kırmızıçizginin sizin koruma çizginiz iken o çizgi benim korun171
ma çizgimdir. Bu kırmızı/al çizgi bazıları için sarı çizgi olarak bilinmiştir
ki, Sarı Albastı hatırlanmalıdır. Bu hal koruyucu ve korunucu kuralları
getirir. Taraflarda korumacı ve korunmacı kuralların karşılıklı farklılığını
getirir ki, getirmiştir.
Bir ara açıklama adına denilebilir ki;
Anadolu Türk Halk inançlarının mitolojik köklerini ararken, Türkiye’de
ardı sıra yayınlanan İran mitolojisi yayınları dikkatimizi çekiyordu. Yunan
mitolojisi yayılma alanı kapsamına girmiş olmaktan sakınılırken, Anadolu’da Türk mitolojisinin izlerini arama çalışmalarında karşımıza İran mitolojisinin alanına girme engeli çıkmıştadır.
İran mitolojisinin tarihi coğrafyası Anadolu’yu da M.Ö dönemlere kadar
uzayarak kapsıyordu. Bu çalışmaların izahlarında yer alan kodlar ve kültler Türk mitolojisinin yapı taşları ile örtüştürülmüşlerdi. Diğer taraftan
yaşayan İran Sözlü kültürü ile İran mitolojik dönemi arasında bir süreklilik vardı.
Anadolu Türk mitolojisinin tarihi derinlikleri aranırken 12. yüzyıldan evveli için Altay Türk coğrafyası verilerine başvurmak zorunda kılınıyordu.
Bilinen bir süreklilik pek kurulamamıştı.
Anadolu halk inançlarında kızıl rengin izahında olduğu gibi Zerdüşlük
veya İsrailiyatta izahı yoktu. Bunların tespiti Alevî inançlı halk kesiminin
inançlarında daha yoğun mehaz içeriyordu. Bu konudaki bilgiler şekillendirilmemiş veya ilişkilendirme oldukça yüzeysel kalmıştı.
Azerbaycan’da, Gence’de ve Şeki’de yaptığımız tespitler, kızıl etrafında
oluşan inançlarda olduğu gibi, bize kopuk bulguları ilişkilendirmek ve
teşhise yönelme imkânı vermiştir. Evvelce yaptığımız al konusu farklı bir
muhteva ve mitolojik derinlik kazanmıştır. Kocaeli’ni merkeze alan çalışmamızla her iki Türk coğrafyası halk inanmalarında bu konuda karşılaştırma yapılabilmiştir.
Buna göre; Anadolu’da bilhassa kırsal kesimde kızıl etrafında oluşmuş
yaşayan inançların kaynağını bulabilmek için Azerbaycan ve bilhassa Güney Azerbaycan Türk halk inançları mitolojik boyutları ile bilinmeli idi.
Bu bilinçlenme bizi Türk halk inançlarının batı Türklüğüne götürebilecek,
yukarıda da değindiğimiz süreklilik ihtiyacı da kopukluktan kurtarılacaktı. İran Türk halk inançları kültüründe Şii İslamin dışında bir boyut daha
vardı ve bu boyut gün ışığına çıkarılmalı idi.
Anadolu Türk İslam anlayışının kırsal kesimindeki yapılanması ile Bütün
172
Azerbaycan Türk İslam anlayışının kırsal kesimdeki yapılanmasının arasında bir kırılma yaşanmıştır. Bunlardan Anadolu ki yapıyı Sünni İslam ve
Azerbaycan’daki yapıyı ise Şii İslam örtülemiştir. Günümüz halk inançlarından yola çıkılarak mitolojik döneme yapılacak seyahatte İran Türk halk
inançlarının içerdiği mitolojik şifrelerin formüle edilmeleri daha kolaydır.
Anlatmaya çalıştığımız husus Anadolu halk inançlarından yola çıkılarak Türk mitolojik kimliğini inşa sürecinde bir kısım Alevi Türk kesimin
inançlarındaki veriler, yoldaki işaret taşları gibidirler. Bu taşların belirtilmeğe çalışılan özelliğini bir kısım Azerbaycan Türk halk inançlarında net
olarak görmek mümkündür.
Bahattin Ögel’in ve Abdulkadir İnan’ın Türk mitolojisinde Al/Hal Bastı inancına açıklık getirirlerken inancın Eski Türk inanç Sisteminin bir
bakiyesi olduğunu anlatırlar. Türk halk inanç dünyasının her kesiminde
varlığını çeşitli efsanelerle sürdüren bu inanç ile ilgili Aras Vadisi’nden
yapılan tespitler, altın anlamında da kullanılan kızıl ile al renk anlamında
kullanılan kızıl ilişkilendirmesi bakımından daha zengindir.
Al, Kızıl, Kırmızı psikolojide derinliği, bilinmeyenin ulaşılmazlığını, ulaşılması zor olanı anlatır. Bizim muradımız renklerin genel mesajları, imajınaysan, dışardan algılanışı veya sadece Türk kültüründe renklerden bir
rengin yerini anlatmak değildir.
İran ve Anadolu Türk’lerinin İslamiyet’ten evvelki Türk İnanç Sistemi,
Batı Türklüğü bu iki coğrafyada İslamiyet’le müşerref olunca doğal olarak eski dinlerinin izleri ile farklı bir İslam anlayışı oluşturdu. Bu yapılanma ilk yıllarından itibaren sürekli olarak Eski Türk İnanç Sistem’inden
İslamiyet’e everilmeğe yüz tuttu. Türk İslam’ı denilebilecek bu yapılanma
her yüzyılda tanıştığı yeni dinin yapısı ile bütünleşirken eski inanç sisteminin üzeri küllenmeğe başlandı. Bu küllenme İran Türk coğrafyasında,
bazı bölgelerde daha yüzeysel oldu. Bu farklılaşma veya yeni yapılanma
Osmanlı Türk coğrafyasında Arap İslam’ına yönelme ve İran Türk coğrafyasında da Fars İslam’ına yönelme şeklinde adlandırılır oldular. Anadolu
Türk-İslam’ında Alevi inançlı Müslüman kesimde eski inançların izlerini
bulmak Sünni Anadolu İslam’ına nazaran daha kolaydır. İran Türk- İslam’ının Kızılbaş olarak bilinen kesiminde ise bu inanç bulguları daha
yoğundur.
Bu açıklamamızla amaç, tek olan tek olan İslam’ı, elbette ki farklı isimlerle çoğaltmak değildir. Yapılabilen tespitlerin sağlıklılığı nispetinde,
denilebilir ki, Kızılbaşlık veya Kızılbaş İslamlık Tengriicilik inancı ile İs-
173
lamiyet arasında, bazı inanç hususları itibariyle geçiş noktasındadır. Bu
özelliği ile Kızılbaşlık, batı Türklüğünün mitoloji çalışmalarında yol aydınlatıcı özelliğe sahiptir.
Türk kültüründe kızıl, kırmızı ayrıntılı incelenmiş, kırmızı rengin sembolünün kan olduğu, belirtilmiş, bu rengin ahlakı boyutu, ergenlik rengi
olduğu da B.Ögel tarafından izah edilmiştir. Kızıl bayrak, kızıl tuğ, al bayrak anlamları, kızıl türlerinden ak kızıl, kızıl ala, kızıl yeşil, kızıl doru, kızıl
boz, kızıl kara, kızıl yağız, kızıl sarı gibi hususlar üzerinde de keza B. Ögel
ayrıntılı olarak durmuştur. Biz daha ziyade kızıl/alın al ruhundan hareketle anlamı üzerinde yoğunlaşmak suretiyle mitolojik döneme yolculuk
yapmak istiyoruz.
Türklüğün eritilip yok edilmesi için, Türk coğrafyasının tarih boyunca istilalar, iskânlar, demografik hareketlerle bozulduğu bilinir ve haklı olarak tepki gösterilir de, bu birliğin aynı amaçla çok daha evvel Türk ruh
birliğinin bozulması ile sağlandığı üzerinde durulmaz. Bozulmuş coğrafi
bütünlüğün tekrar sağlanması Türk coğrafi bölgeleri arasındaki ruh birliğinin sağlanması mümkündür. Ruh birliğinin sağlanmış olması Türk
bölgelerinin birleşmiş olması demektir.
Türk kesimlerinin ruhları üzerinde yapılan eritme, çözülme, başkalaştırma operasyonları onların köklerinden koparılmaları ile izah edilir. Köklerinin derinliklerine ulaşabildikleri nispette Türk kesimleri, o derece
bir bütünün parçaları oldukları gerçeğinin farkında olacaklardır. Mitoloji, halk inanmaları-mitoloji bağlantısı bu bakımından millet hayatında
önemlidir. Biz bu önemi Kocaeli-Gence bağlamında kızıldan yola çıkarak
anlatmak istedik.
GAZİ SÜLEYMAN BEY CAMİLERİ ÜZERİNE BİR DENEME
Yrd. Doç. Dr. Özkan ERTUĞRUL
Trakya Üniversitesi
Osmanlı Devleti’nin henüz başlangıç aşamasında, bir Bey olarak tarihe
geçen ve bu süreçte belki de inanılması çok zor olan pek çok işi büyük
bir başarı ile halleden ve kabul edilen genel görüşlere göre de talihsiz
bir şekilde ölen Süleyman Bey çok da uzun olmayan hayatında pek çok
esere imza atmıştır. Bu eserler hiç şüphesiz kayıtlara geçenler kadar değildir. Ancak sürekli olarak ele geçen yeni buluntular ışığında daha çok
174
bilgi sahibi olabiliyoruz. Hatta bunlardan bazıları başka kişilere ait olarak
gözükse de aslında Süleyman Bey’e ait olması kuvvetle muhtemeldir. Bu
bildiri sebebi ile bu noktaya da değinilecektir.
Süleyman Bey’in günümüze kadar ulaşan ve ne yazık ki sayıları çok fazla olmayan kayıtlarından ve bilgilerden Bursa ve çevresinden başlayarak
bugünkü Yunanistan içlerine kadar pek çok eser inşa ettirdiğini anlıyoruz. Tabii ki bu inşaatlar belirli bir sistem takip etmeleri açısından da
önemlidir. Ayrıca sadece cami değil pek çok tarzda başka inşaatlara da
el atmıştır. Fakat biz bu bildirimizde sadece camileri üzerinde duracağız.
Aslında diğer üzerinde duracağımız nokta bu dönem kayıtlarının ilginç bir
şekilde fazla olmadığıdır. Ayrıca Süleyman Bey ve bu tarih çerçevesinde
inşa edilen pek çok yapı ne yazık ki günümüze çok fazla sağlam gelmemiştir. Gelenlerde o kadar değişikliğe uğramıştır ki, bunları tanımlayabilmek neredeyse imkânsız gibidir. Ve aslına uygun olmayan restorasyon
çalışmaları da bu yok oluşta önemli bir rol oynamaktadır.
Özetle Süleyman Bey’in yaşamı ile ilgili vereceğimiz bazı küçük detaylardan sonra O’nun inşa ettirdiği camiler ele alınıp, dün ve bugünkü durumları üzerinde durulup, inşa sistematikleri açısından incelenecektir.
İZMİT’İN FETİH SİMGESİ “GAZİ SÜLEYMAN PAŞA CÂMİ-İ
ŞERÎFİ” (NÂM-I DİĞER ORHAN CAMİİ)
Volkan ŞENEL
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi
Uzun bir süre Roma ve Bizans egemenliği altında kalmış olan İzmit, Osmanlı Sultanı Orhan Gazi tarafından 14. yüzyılın ikinci çeyreğinde fethedilerek, bir Türk yurdu haline getirilmiştir.
Sultan Orhan Gazi döneminde 1337 tarihinde kesin olarak gerçekleşen
fetih sürecinden sonra, Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerinden getirilen birçok oymak, aşiret ve cemaat İzmit’e iskân edilmiş, bu yeni Osmanlı
şehrinde kurulan vakıflar aracılığıyla da ilk imar faaliyetleri gerçekleştirilmiştir.
Bu dönemde şehre hâkim bir tepede (günümüzde Orhan Mahallesi), İçkale’nin içerisinde inşa edilen ilk dini yapılardan biriside Gazi Süleyman
Paşa Câmi-i Şerîfi’dir. Camii, Orhan Gazi’nin oğlu Şehzade Süleyman
175
Paşa tarafından 1332 yılında (1337’deki kesin fetihten önce) yaptırılmıştır.
İzmit’teki Türk dönemi yapılarının en eskilerindendir.
Asıl adı “Gazi Süleyman Paşa Câmi-i Şerîfi” olan yapının ismi zamanla
değişerek, “Orhan Camii” olarak anılmaya başlanılmıştır. Bu isim değişikliğinin ne zaman olduğu kesin olarak bilinmemektedir.
Bazı kaynaklarda yapının eski bir kiliseden camiye çevrildiği ifade ediliyor
olsa da, 2015 yılında T.C.Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul
II. Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan geniş kapsamlı restorasyon çalışmasında uzmanların yaptığı incelemelerde, caminin kiliseyle ilgili hiçbir
ilgisinin olmadığını tespit etmiştir.
14. yüzyılda yapılmış olan cami; 19. yüzyılda (1843), 20. yüzyılda (1947,
1967, 1969, 2004, 2007, 2015) çeşitli onarımlar geçirmiş, orijinal yapıya
göre birçok değişikliklere uğramıştır. Caminin günümüzdeki hali, 1843
yılı sonrası Sultan Abdülmecid’in emriyle gerçekleştirilen onarım sonrası
ortaya çıkan durumu yansıtmaktadır.
Kuzeybatı-güneydoğu istikametinde, dikdörtgen planlı, yöresel taş, tuğla,
mermer ve ahşap malzeme kullanılarak inşa edilmiş olan yapı, erken Osmanlı dönemi eserlerinden olması yönüyle oldukça önemlidir.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KÖRFEZ’İN PARILDAYAN İNCİSİ:
İZMİT’İN SAAT KULESİ
Yrd. Doç. Dr. H. Kamil BİÇİCİ
Gazi Üniversitesi
Medeniyetin bir göstergesi olan teknolojik gelişmelerin sonucu ortaya çıkan Saat Kulesi yapma geleneği Avrupa’da XIV. yüzyılda yaygınlaşmışsa
da; Osmanlı topraklarına Kanunî döneminden hemen sonra XVI. yüzyılın
sonlarında girmiştir. Osmanlı’daki saat kulelerinin ilk izlerine Balkanlar’da, Banyaluka Ferhat Paşa Camii (1577) ve Üsküp Saat Kulesi (1593)
ile rastlanmaktadır. Osmanlı gündelik hayatına XVI. yüzyılın sonunda
giren saat kulelerinin yapımı, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Batı’dan Doğu’ya
doğru giderek artmıştır. Osmanlı Devleti’nde kent ve kasabalarda saat
kulesi yapımının hızlanmasında, Sultan II. Abdülhamit’in (1876-1909)
yirmi beşinci cülûs yıldönümü vesile olmuştur. Sultan Abdülhamit 1317
Hicrî yılında (1899-1900) yayınladığı bir “irâde-i seniyye” gereğince, kendi
176
namına birçok vilâyet ve sancaklarda büyük saatlerin yapılmasını emretmiştir. Bu irade üzerine ülkenin birçok yerinde saat kulesi yapımına
gidilmiş, saat kulelerinin bir çoğu bulundukları yerde olduğu gibi İzmit’te
de şehrin simgesi haline gelmiştir.
İzmit, Kemalpaşa Mahallesi’nde Av Köşkü ile Atatürk Heykeli arasında,
tepe üzerinde yer alan Saat Kulesi’ni, İzmit Mutasarrıfı Musa Kazım Bey
tarafından Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümü nedeniyle yaptırmıştır. Saat Kulesi’nin mimarı, Mimar Vedat Bey’dir. Fakat bunun
yanında yapının Ermeni azınlık mimarlarından Mihram Azaryan tarafından inşa edildiği, planının çizildiği de rivayet edilmektedir. 31 Ağustos
1900 tarihinde İzmit Saat Kulesinin temeli atılmış ve kazılan temeli ve
koyulan bir kaç parça taş belli bir süre orada kalmıştır. Bunun nedeni
ise, İzmit Belediyesinin daha önemli konulara öncelik vermesidir. Ayrıca halkın ve yerel yönetimin imkanlarının kısıtlı olması da saat kulesinin
yapımının gecikmesi için önemli bir etken olarak görünmekteydi. Temel
atıldıktan 2 yıl sonra İzmit saat kulesi çeşitli zorluklara rağmen tamamlanabildi. Kulenin saati 1929 yılında görülen lüzum üzerine Mustafa Şemi
Pak tarafından yeniden imal edilerek, yerine konulmuştur. Kulenin giriş
kapısı yanındaki Türkçe bir kitabe üzerinde SEKA tarafından 1970’te onarıldığı ibaresi yer almaktadır.
Yapıda Hereke ve Tavşancıl’dan getirilen traverten taşlarla Neo-klasik
üslupta inşa edilen kulenin üç tarafında çeşmeler bulunmaktadır. Saat
Kulesi’nin üç tarafında bulunan sebillerin alınlığında ve kapısı üzerinde
kitabeler bulunmaktadır. Bu kitabelerde “1318 Belediye etti inşa bu kule
ile çeşme-i Seyit Kamari’ye” yazılıdır. Orta kattaki yuvarlak kartuş içerisinde de Sultan II.Abdülhamit’in tuğrası bulunmaktadır. Saat Kulesi, saatin köşelerinde ikişer sütun ve kenarlarında yuvarlak kemerli sebiller
bulunan kare bir kaide üzerinde yükselmektedir. 3.65x3.65 m ölçülerindeki kare planlı kulenin üç yüzü, mermer motifli çeşmelerle süslenmiş
olan dört katlı kule, ikinci katındaki seyir balkonundan itibaren daralarak
yükselmektedir. Seyir balkonu altında ağırlık taşımayan sadece süsleme
amacına yönelik yivli sütunlar dikkat çeker. Sebiller basık yuvarlak niş
şeklinde olup, silmelerle çevrelenmiştir. Ayrıca sebillerin profilli birer
teknesi bulunmaktadır. Buradaki sebilli kaide üzerinde yükselen kulenin köşeleri pahlanmış kare prizma şeklindedir. Kaide ile gövde arasına
bir balkon yapılmıştır. Bundan sonra gövde enine üç silme ile dört kata
bölünmüş, üzeri de piramidal bir külah ile örtülmüştür. Kurşun kaplı saçaklı bir çatısı, kendine has uzun külahı ile eski dönem masallarından
fırlamış gibi, şehre ayrı bir ahenk katmaktadır. Geniş saçakları olan bu
177
külahın altında dört yöne yönelik birer saat kadranı yerleştirilmiştir. Kulenin dördüncü katında saat odası, dört cephesinde ise 80 cm çapında
olan saat kadranı bulunmakta olup, şehrin pek çok tarafından görülebilen konumuyla oldukça dikkat çekmektedir.
İzmit Saat Kulesi bir asırdan fazla geçmişe sahip, mimarisi ve kitabeleriyle gerek İzmitliler de, gerekse şehre gelen insanlarda hayranlık uyandıran, İzmit halkına her gün, her saat eşlik eden, zamanın değil aslında
ömrün gelip geçiciliğini hatırlatan, İzmit’in simgesi haline gelen heybetli
ama bir o kadar zarif bir saat kulesidir. Varlığı her daim insanların gönüllerinde derin izler bırakmıştır. Genç yaşlı demeden dostların, arkadaşların, sevgililerin buluşma noktası, zamanın habercisi, adeta şehrin zamana direnen koruyucu bir bekçisidir. İzmit saat kulesinin altına yapılan
eklemelerle saat kulesinin çevresi daha gösterişli bir hal almıştır. Saat
kulesi adeta, İzmit’i bir şemsiye gibi kuşatarak, kendi varlığını, tarihten
aldığı, taşıdığı izlerle yansıtmakta, İzmit’i nadide bir incinin parlaklığıyla
ışıldattığı gibi ülkemizi de aydınlatmaktadır.
ÇOBAN MUSTAFA PAŞA KÜLLİYESİ’NİN OSMANLI
KÜLLİYELERİ İÇİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
Prof. Dr. Hamza GÜNDOĞDU
Sakarya Üniversitesi
Türk sanatı açısından önemli eserlerin boy gösterdiği Gebze; XVI. yüzyılın
ilk çeyreğinden itibaren daha da önem kazanmıştır. İlkin Orhan Bey zamanında Osmanlı hâkimiyetine giren Gebze ve çevresinde ilk yapılaşma
ortaya çıkmıştır. İmparatorluğun en geniş sınırlarına eriştiği XVI. yüzyılda
Gebze, Doğuya yapılan Hac, sefer ve kervanlar için daha da önem kazanmıştır. Mısır valiliği de yapmış olan Çoban Mustafa Paşa’nın 1521’de
İstanbul’a dönüşüyle birlikte oradan getirdiği malzemelerin de kullanımıyla Gebze’de önemli bir külliye vücuda getirilmiştir.
Cami, medrese, kütüphane, türbe, imaret, han, tekke, paşa odaları, darüşşifa gibi birimlerden oluşan Çoban Mustafa Paşa Külliyesi, mimari
açıdan önemli güzergâhlardaki menzil külliyesi geleneğini canlı tutarken, daha sonraki menzil sitelerine de model teşkil etmiştir. Bu manzume, plan ve düzenleme açısından Osmanlı menzil külliyelerinin gelişmiş
örneklerinden biri olmanın yanında; renkli taş, çini, tuğla ve kalemişi
178
süslemelerinde geleneksel çizgileri takip ederken, Mısır’a özgü çini ve
renkli taş kaplamaları üzerinde barındırması bakımından önemlidir.
Külliyenin önemli güzergâh üzerinde bulunmasının yanı sıra, plan düzeni
ve süslemeleri bakımından da gösterdiği özellikler, bu bildirinin konusunu içermektedir.
GEBZE ÇOBAN MUSTAFA PAŞA CAMİ SÜSLEMELERİNİN
ÜSLUP VE ESTETİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yrd. Doç. Dr. Mehmet TOP
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Kocaeli’nde Osmanlı döneminden kalma birçok mimari eser olmasına
rağmen; klasik özelliklerde iki külliye dikkat çekmektedir. Bunlardan biri
Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi, diğeri de İzmit Pertev Paşa Külliyesi
olup, her ikisi de Osmanlı menzil külliyesi özelliği göstermektedir.
Osmanlı klasik dönem mimarisine şüphesiz Mimar Sinan damgasını vurmuştur. İslam mimarisinin karakteristik özelliklerinden biri sanatçıların
kendilerini geri planda tutma özelliğidir. Bu batı sanatının aksi bir durum
sergilemektedir. Bunu İslam medeniyeti içerisinde değerlendirebileceğimiz Osmanlı mimarisinde de görmek mümkündür. Maalesef Cumhuriyet
Türkiye’sinin ilk dönemlerinde estetik ve sanat batı düşüncesi temel alınarak değerlendirildiğinden, Osmanlı eserleri başta olmak üzere İslam
mimari eserleri İslam estetiğinden yoksun değerlendirmelere tabi tutulmuştur.
Türkiye’de Sanat Tarihi çerçevesinde yapılan çalışmalarda kültür varlığını “sanat eseri” yapan estetik özelliklerden ayrı tutup, değerlendirmek
gelenek olmuştur. Bu durum Gebze Çoban Mustafa Cami ve süslemeleri
için de geçerlidir. Hakkında yapılan bilimsel çalışmalar bu minval üzerinde olan söz konusu yapı ve süslemeleri üslup ve estetik açıdan değerlendirilecektir. Osmanlı- Memluklu sanat zevklerinin ve üslubunun yansıtıldığı, İslam mabedi olma vasfının bu estetik anlayış içerisinde ele alındığı
yapıdır. Yapının dış ve iç mimari dokusuna işlenen ve her bir mimari elemanda ayrı ayrı ele alınan süslemeler; hat yazıları ile soyut geometrik ve
bitkisel motif ve kompozisyonlara yansıtılmıştır.
Bu bildiri kapsamında camide görülen süslemelerin üslup açısından ele
179
alınması yanında, İslam estetiğindeki görünürlüğü “Osmanlı ve Memluklu kimlikleri altında yansıtılması irdelenecek ve değerlendirilecektir.
İZMİT VE ÇEVRESİNDE SEKA’YA BAĞLI
SANAYİ DIŞI YAPILAR
Yüksek Mimar Özden Senem EROL
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi
1929 dünya ekonomik bunalımını diğer ülkelere göre daha az zararla
kapatan Sovyetler Birliği’nin sanayi planları örnek alınarak 1933 yılında
ülke genelinde 1. beş yıllık sanayi planı hazırlanmıştır. Bu çerçevede kurulan KİT’lerden biri olan Sümerbank tarafından İzmit’e Kağıt Fabrikası
yapılmasına karar verilmiştir. İşte SEKA, 1. Sanayi planı çerçevesinde,
Cumhuriyet’in ilk sanayi programlarından biridir. Öngörülen program
dâhilinde Sümerbank, selüloz ve kağıt sanayisi adına inşa ettiği üretim
yapılarıyla birlikte, fabrika alanı ve çevresinde SEKA çalışanları için bir
yaşam alanı oluşturmuş ve oluşturduğu yerleşkenin barınma, eğitim,
sağlık, spor, kültürel ve sosyal alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamaya gayret göstermiştir.
Sunulan bildiride SEKA kuruluşu dâhilinde İzmit ve çevresinde inşa edilmiş, başta çalışanlar için ve sonrasında tüm kent halkına hizmet vermiş sanayi dışı yapılar ele alınmaktadır. Bu çerçevede; Sümer İlkokulu,
Seka Kreşi, Seka Reviri (Sigorta Hastanesi), Seka İşçi ve Memur Evleri,
Seka Kampı ve Lojmanları, Seka Lokali, Seka Sineması, Seka Spor Salonu, Seka Çırak Okulu ve Sümerbank Çeşmesi’nin yapım süreçleri anlatılmaktadır. İnşa hikâyeleri incelenirken; bazılarının başka kurumlarca
devralındığı, bazılarının ise fabrikanın kapatılışından sonra da faaliyetlerine devam ettiği gözlemlenmiştir. Binalardan kimisi günümüze kadar
ulaşabilmiş, kimisi ulaşamamış ve birçoğunun tasarım ve inşa sürecine
dair dökümanları dahi elde edilememiştir. Diğer bir yandan modern Türk
devleti kent modelinin Anadolu kentlerine uygulanmasında büyük katkısı
olan Sümerbank, İzmit’in sosyal olarak farklılaşmasını, dönüşmesini ve
yenilenmesini sağlarken, sunduğu bu katkılar ele alınan yapılar üzerinden okunmaktadır. Çalışmanın bina süreçlerine ait bilgileri; döneminin
yerel gazeteleri, kitapları, fotoğraf arşivleri, imar planları, analitik etüdleri, mimarlık dergileri, Sümerbank Selüloz Sanayi Müessesesi dergi,
kitap, broşürleri ve Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları İşletmesi Genel
Müdürlüğü yönetmelikleri ışığında tespit edilmeye çalışılmıştır.
180
GÖLCÜK KAZIKLI KERVANSARAYI
Yrd. Doç. Dr. Yılmaz BÜKTEL
Trakya Üniversitesi
Gölcük belediyesinin, bir yarışma projesi ile restorasyonunu gerçekleştirerek ihya ettiği ve Kültür merkezi olarak kullandığı Kervansaray,
Edirne-Enez’de bulunan Sahil Kervansarayı ile karşılaştırılarak mimari
değerleri ve Sanat tarihi içindeki yerini belirlemek Bildirimizin asıl amaçlarıdır.
Bu bağlamda araştırmadan çıkacak olası yeni sonuçlar da sempozyum
izleyicileri ile paylaşılacaktır.
GÖLCÜK SARAYLI CAMİ AHŞAP SÜSLEMELERİ
Öğr. Gör. Pelin Güleda KARADENİZ
Kocaeli Üniversitesi
Kocaeli’nin Gölcük ilçesine bağlı Saraylı köyü, ilçenin en büyük köylerinden biridir. Saraylı köyünün geçmişi antik döneme kadar uzamaktadır.
Köy ismini sınırları içinde bulunan, arkeolojik sit alanında kalıntılarına
rastlanan saraydan aldığı düşünülmektedir. Köyün en çok ilgi çeken unsurları 19.yy mimari özelliklerini taşıyan geleneksel evleri ve Roma dönemi kalıntılarının yer aldığı mezarlarıdır.
Saraylı köyü; geleneksel kent dokusu, camisi, çınar ağacı ve sivil mimari
örnekleri ile özgünlüğünü korumaktadır. Bizde bu çalışmada İstanbul 6
numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan alınan
listeye göre tescilli anıtsal yapı olan Saraylı Caminin ahşap süslemelerini
inceleyeceğiz. Cami, 1957 yılında betonarme olarak yenilenmiştir. Kare
planlı, tek mekânlı cami, çift kanatlı, çiçek motifleri ile kabartmalı olarak
işlenmiş ahşap kapısı, minberi ve mihrabındaki süslemeleri bakımından
ele alınarak incelenecektir.
181
ATATÜRK VE REDİF MÜZESİ SÜSLEMELERİ
Öğr. Gör. Yıldırım KARADENİZ
Kocaeli Üniversitesi
Kocaeli kentinde duvar ve tavan süslemeleriyle bezenmiş çeşitli tarihi
yapılar bulunmaktadır. Bu yapıların en önemlilerinden biri Kocaeli’nin
merkez ilçesi İzmit’te bulunan İzmit Redif Dairesi olarak bilinen yapıdır. İlk olarak İzmit Mutasarrıfı Hasan Paşa tarafından Sultan Abdülaziz
döneminde Kasr-ı Hümayun ile birlikte yaptırılmıştır. Fakat geçirdiği
yangından sonra 1890 da tekrar yapıldığı ifade edilmektedir. Yapı 1999
depremine kadar 15. Kolordu Komutanlığı’nca Askeri Mahkeme binası
olarak kullanılmıştır. Depremde büyük zarar gören binanın restorasyonu
aslına uygun şekilde yapılarak Atatürk ve Redif müzesi olarak kullanılmaktadır. Avlu duvarlarıyla çevrili kağir sistemde inşa edilen yapı doğu
batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Yapı 19.yy barok tarzda yapılmış
olan süslemeleri ile dikkat çekmektedir. Bizde bu çalışma da yapıyı duvar
ve tavan süslemeleri bakımından inceleyeceğiz. Yapı barok tarzda yapılmış süslemeleri bakımından oldukça zengindir. Barok tarzı süsleme 19.
yüzyıl da mimaride çok kullanılan bir süsleme türü olarak kullanılmıştır.
Fakat günümüzde mimaride ve kitap sanatlarında kullanılmadığı için çok
fazla bilinmemektedir. Bu çalışmayı yapmaktaki amacımız yapının süslemelerini; renk, motif ve üslup özellikleri bakımından inceleyip yapının
süslemelerinin tanınmasını sağlamaktır.
GÖLCÜK, DEĞİRMENDERE MEZARLIĞI’NDAKİ
SÜSLEMELİ KADIN MEZAR TAŞLARI
Arş. Gör. Saliha TANIK
Gazi Üniversitesi
Değirmendere, İzmit körfezinin güney kıyısında ve deniz kenarında olup,
Kocaeli iline bağlı Gölcük ilçesinin eski bir beldesidir. “Gölcük Değirmendere Mezarlığı’ndaki Süslemeli Kadın Mezar Taşları” konulu bu çalışmada, mezarlıkta bulunan mezar taşlarından kadın cinsine ait yirmi iki
mezar taşı incelenerek, çalışmamızda yer almıştır.
182
Değirmendere mezar taşlarında tarihi bilinen bütün örnekler XVIII. yüzyıl
ikinci çeyreği ile XX. yüzyıl ilk çeyreği arasındadır. Yirmi iki örnekten dört
tanesi XVIII. yüzyıl, on altı tanesi XIX. yüzyıl, iki tanesi XX. yüzyıldır. Mezar
taşlarının hepsi taş malzemeden yapılmıştır. Mezar taşlarının büyükten
küçüğe doğru boyları 170 cm. ile 88 cm, genişlikleri 53 cm. ile 24 cm,
kalınlıkları ise 23cm ile 7cm. arasında değişmektedir. Bu mezar taşlarının yedi tanesinin ayak taşı mevcuttur. Ayak taşlarında ortaya çıkan üç
örneğin süslemesi kazıma tekniğiyle yapılmıştır. Yüzeyi oyularak yapılan
kitabeli ve süslemeli mezar taşları kabartma görünümünde verilmiştir.
Değirmendere’de bulunan mezar taşları şahideli tipte olup toprak mezar
grubuna dahildir. Bunların üç tanesi yerinde olmayıp bugün ağaca yaslı
durumdadır. Örneklerin hepsi dikdörtgene yakın gövdelidir. Genel olarak ele aldığımız bütün mezar taşları kitabelidir. Yirmi iki örneğin kitabe
dizilişi dört tanesi, diagonal, on sekiz tanesi de yatay şekilde verilmiştir.
Baş ve ayak taşlarının yirmi altı tanesi sağlamdır. Baş taşlarından üç örnek ise; kırık, eksik veya aşınmış vaziyettedir. Süsleme konusu olarak
bitkisel, nesneli, mimari unsurlar ve yazı türü bezeme unsurları kullanılmıştır. Bitkisel bezeme olarak en çok akantus yaprağı kullanılmakla
beraber palmiye yaprağı, kıvrımlı dallar, küpe çiçeği, kalla çiçeği, palmet,
rûmi, orkide çiçeği, kır çiçeği, rozet çiçeği, yaprak, lale, gül, asma yaprağı, elma, armut, yonca yaprağı kullanılmıştır. Nesneli bezemede inci
dizileri, vazo, bağ, yumurta, burma, perde, meyve tabağı, çelenk, püskül,
kurdele, makas motifi yer almaktadır. Mimari bezeme olarak da sütunçe ve mukarnas dizilerine yer verilmiştir. Yazı türü olarak sülüs ve ta’lik
kullanılmıştır. Ayak taşlarında ise servi ağacı, hurma ağacı ve gül dalı
motifi gözükmektedir. İncelediğimiz süslemeli kadın mezar taşları kendi
içerisinde; bitkisel tepelikliler, üçgen tepelikliler, sivri kemerli tepelikliler, yuvarlak kemerli tepelikliler, güneş tepelikliler ve dilimli tepelikliler
olarak tasnif edilmiştir.
Konumuza dâhil olan mezar taşlarının Türk plâstik sanatları içerisinde
değerlendirilmekle birlikte, ölenlerin kimlikleri, sülâleleri, kullanılan
isimler, ölüm sebepleri, hastalıklar, yaratandan ve insanlardan istenen
temenniler, yapılan uyarılar gibi İzmit’in geçmişinden gelen, onu tanıtan,
insanlara bir ibret vesikası olarak tanıttıran bir halk kültürünün taşa yansımış hali olarak, millî folklorumuz açısından da önemli bir yere hâizdir.
183
PAŞA SUYU, PAŞA HAMAMI VE SÜLEYMAN PAŞA
Ahmet Nezihi GALİTEKİN
Dr. H. İbrahim KAHRAMAN
Nikomedia Şehri’nin kurulmasından itibaren önce yerel su kaynakları ile
insanların bu ihtiyacı karşılanıyor. Su kuyuları ve su sarnıçları bu maksat
ile yapılan yapılardır. Roma döneminde bir ara dünyanın en büyük dört
şehrinden biri haline gelince yeni su kaynaklarına ihtiyaç duyuluyor. Vali
Plinus döneminde bugünkü Kabaoğlu köyü tarafından su getirilme çalışması yapılıyor ise de sonuçlandırılamıyor. Daha sonra bu günkü şehrin
22km kuzey doğusunda bulunan ve Osmanlı döneminde Paşasuyu adı verilen su kaynağı ciddi bir çalışma ile Nikomedyanın ihtiyacını karşılayacak
şekilde getiriliyor.
İzmit in fethinden sonra ilk vali olan Gazi Süleyman Paşa, Osmanlı arşiv
belgelerinde Köhne Hamam diye zikredilen tek hamamı yaptırıyor ve halkın hizmetine sunuyor. Buranın suyunun da paşa suyu denilen kaynaktan
temin edildiği bilinmektedir. İzmit, Cumhuriyet döneminde olduğu gibi
Osmanlı döneminde deyüzyıllar boyu imparatorluk coğrafyasının çeşitli yerlerinden göç alarak genişlemiş ve artan ihtiyaç karşısında katma
sular, çeşmeler, hamamlar ile donatılmıştır. Bildirimizde bu sürece bir
nebze de olsa ışık tutulacaktır.
“KONSTANTİNOPOLİS KAPILARINDA” ROMANINDA
TARİHSEL ARKA PLAN OLARAK NIKAA(İZNİK) VE
NIKOMEDIA(İZMİT)
Prof. Dr. Nevnihal ERDOĞAN
Kocaeli Üniversitesi
Konstantinopolis Kapılarında; yaşadığımız bölgenin mazisini plato edinmiş bir tarihî roman. Romanın yazarı ise mimarlık eğitimi almış bir
edebiyatçı olan Hikmet Temel Akarsu. Yazarının mimar olması Konstantinopolis Kapılarında adlı romanın mekânsal tasvirlerine özellik kazandırmaktadır. O mekânsal tasvirler, bizleri hergün üzerinde yaşadığımız bazı tarihi mekânların kökendeki yolculuğuna savurmakta ve sadece
İstanbul’un değil Kocaeli (Nikomedia), İznik (Nikaa) gibi kentlerin de yüzyıllar içinde geçirdiği evrime dair ilginç doneler sunmaktadır.
184
“Konstantinopolis Kapılarında”, eserin sunum metinlerinde de belirtildiği gibi aslında Türk Ortaçağı’nı anlatan bir tarihi roman. Kitabın sunum
metinleriyle aktaralım; “Malazgirt Meydan Muharebesi’nin ardından beş
yıl gibi kısacık bir sürede tüm Küçük Asya’yı boydan boya fethederek dönemin dünya imparatorluğu Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’in kapılarına dayanmış özgür Türkmen boylarının sergüzeştine odaklanmış bir
yapıt.”
Paylaşım, kahramanlık ruhu, vatan, adanmışlık, aşk ve bilgelik temalarına dayanan bu tarihi roman; Türklerin, Bizans şehirlerinden İznik’i
fethetmesi, Anadolu’da ilk Türk devletini kurması (Anadolu Selçuklu
Sultanlığı) ve öncü bahadır bir grubun Konstantinopolis’te Bizans yönetimiyle karşılaşmasını ve mücadelesini anlatıyor. Kitabın temel teması,
kahramanların Bizans entrikalarını çözmeleri ve İznik’in fethi öncesi savaş stratejisi üzerinedir. Fedakârlık ve kahramanlık ruhuyla Bizans oyunlarının bozulmasını, karmaşık olaylar örgüsü biçiminde, şövalye romanlarında görebileceğimiz tutkulu bir üslupla ve heyecanla anlatan roman
aynı zamanda Anadolu Türk Devletlerinin kuruluşu ve gelişmesindeki
sancılı ve acıklı deneyimi de hikâye etmektedir.
Şövalye romanslarının klasik özelliklerini yansıtan romanın bizleri alâkadar eden en önemli yönü, mimari ve kentsel bağlamdaki arka planı ile
olayları bağdaştırması ve bize “medieval” Konstantinopolis, Nikaa (İznik)
ve Nikomedia’dan(İzmit) fasadlar sunmasıdır. Roman sadece Konstantinopolis’in mimari mekânlarını kullanmakla kalmayıp bir geçiş alanı olarak kentimiz ve yöremizi (Nikaa, Nikomedya vs.) içine alan geniş bir bölgeyi plato olarak kullanmaktadır. Konstantinopolis Kapıları isminden de
anlaşılacağı gibi dönemin en büyük merkezi olan İstanbul’a gidel yol olarak Nikomedia ve Nikaa’yı da (İznik ve Kocaeli) işlemektedir. Kitap Nikaa
Kalesi’nin, surlarının ve bazı dinsel mabedlerin mekân olarak kullanıldığı
kimi anlatıların yanısıra, dönemin muhasara teknikleri, cenk usülleri,
bölgenin sosyal yapısını da vermektedir. Kısacası eser, gerek kurgusal
anlamda gerekse de tarihsel olarak varit olan hadiseler çerçevesinde
Kocaeli ve yöresine dair anlatılar sunmaktadır.
Bildiride, Romanın tarihsel olarak arka planında yer alan Nikaa (İznik) ve
Nikomedia (İzmit) ve Konstantnopolis (İstanbul)’un şehir kurgusu, önemli
ve yönetsel binaları incelenecektir. Tarihsel olan mimari mekânlardan
surlar ve kapılar, önemli akslar, limanlar, hipodrom, görkemli mabetler, saraylar, zindanlar, sürgün prens adaları, manastırlar, imparatorluk
yolları, sarnıçlar ve daha çok Ortaçağ mimarisine dayanan mekânlar, mi-
185
mari bir bakış açısıyla değerlendirilecektir.
Çalışma kapsamına, romanda mimari mekân arka planı güçlü bir şekilde
yer alan akıncı güçlerin bir geçiş bölgesi olan Nikomedya (İzmit), Nikaa
(İznik) ve Konstantinopolis (İstanbul) kentleri seçilmiştir. Özellikle tarihi
adı Nikomedia olan Kocaeli’nin bir geçiş mekânı ve “akıncı-öncü” Türk
birliklerinin batıya akışına köprü teşkil eden bir bölge olarak işlemesi
apayrı ve özgün bir ilgi alanını oluşturulması beklenmektedir.
MEHMED ALİ KÂĞITÇI’NIN MÜDÜRLÜK GÖREVİNDEN
ALINMASININ ARKASINDAKİ NEDENLER
Prof. Dr. Emre DÖLEN
SEKA Kâğıt Müzesi Danışmanı
Türkiye’de kâğıt sanayinin kurulması için yıllarca mücadele veren Mehmed Ali Kâğıtçı sonunda hedefine ulaşmış ve 1934’de kurulmasına karar
verilen İzmit Kâğıt ve Karton Fabrikası’nın müdürlüğüne getirilmiştir. 18
Nisan 1936’da ilk kâğıdın elde edilişi Türkiye’de ve basında büyük coşkuyla karşılanmış olmakla birlikte bir süre sonra üretilen kâğıdın pahalı olduğu, fabrikanın iyi yönetilemediği konusunda eleştiriler başlamıştır. Bu
eleştiriler yapılırken kâğıt üretimindeki yapısal sorunlar göz ardı edilerek
olay kişiselleştirilmiş ve Mehmed Ali Kâğıtçı’nın yönetiminin başarısızlığına bağlanmıştır.
Üretimin pahalı olmasının temelinde fabrikanın düşük kapasite ile kurulmuş olması, selüloz fabrikasının kuruluşunun çok gecikmesi, hammadde olarak kullanılan odunun yurt içinden yeterli miktarda sağlanamayıp
ithal yoluna gidilmesi, işgücünün niteliksiz olması nedeniyle fazla sayıda
işçi çalıştırılmak zorunda kalınması gibi yapısal sorunlar bulunmaktadır.
II. Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntılar ve Sümerbank’ın aşırı merkeziyetçi yönetimi de bunların üzerine eklenmiştir.
Eleştirilerin şiddetlenmesi üzerine sürekli olarak konudan anlamayan
müfettişler gönderilmeye ve bunlar tarafından Mehmed Ali Kâğıtçı’nın
devleti zarara soktuğu yönünde raporlar düzenlenmeye başlanmıştır.
Yunanistan’dan ithal edilen kaolinin kötü olması neden gösterilerek kendisine 195 TL zimmet çıkartılmıştır. Bunun ardından 1939 yılı ortalarında
İktisat Vekâleti’nde oluşturulan bir heyet tarafından cevaplandırılması
186
için 25 tane soru ve daha bunların cevabı verilmeden 50 tane soru daha
gönderilmiştir. Bu sorulara baktığımız zaman bunların çok büyük bir çoğunluğunun muhatabı Mehmed Ali Kâğıtçı olmamakla birlikte cevapları
kendisinden istenilmektedir.
Bütün bu aleyhteki kampanyaların ardından Mehmed Ali Kâğıtçı fabrikayı kötü yönettiği ve devleti zarara soktuğu gerekçesiyle 31 Mart 1941’de
müdürlük görevinden alınarak “Fen Müşaviri” olarak görevlendirilmiş
ve bir süre sonra görevlerini yerine getirmediği gerekçesiyle 20 Haziran
1941’de Sümerbank’daki görevine son verilmiştir. Bu bildiride Mehmed
Ali Kâğıtçı’nın görevden alınmasıyla sonuçlanan gelişmeler ve bunların
nedenleri üzerinde durulacaktır.
TERSANE KUVVE CETVELLERİNE GÖRE II. ABDÜLHAMİT
DÖNEMİNDE İZMİT TERSANESİ’NİN PERSONEL DURUMU
VE DÖNEMİN DİĞER TERSANELERİYLE MUKAYESESİ
Prof. Dr. Şakir BATMAZ
Erciyes Üniversitesi
II. Abdülhamit döneminde Tersane Kuvve Cetvelleri ve Deniz Müzesi 1124
Demirbaş Numaralı Tersane Amele Yoklama Defteri bağlamında İzmit
Tersanesinin personel durumu ele alınacaktır. İzmit Tersanesinde bu
tarihte hangi sınıf personelin vazife yaptığı, sayıları ve çalışma şartlarına ilişkin bilgi verilmeye çalışılacaktır. Tersanede Üretim ve performans
ilişkisine göre artan/azalan veya nitelik olarak farklılaşan çizgide tersanenin personel ihtiyacı ele alınacaktır. Aynı tarihte İstanbul Tersanesi ve
diğer tersanelerdeki personel sayıları mukayeseli olarak verilerek İzmit
Tersanesi’nin diğerlerine göre yeri tespit edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca
İzmit limanında ve fenerlerde çalışan personel hakkında da bilgi verilecektir.
187
BEBRYKES AT THE SEA OF MARMARA
IN APOLLONIOS RHODIOS
Prof. Dr. Kalin POROZHANOV
Neofit Rilski South-West University
Apollonios Rhodios presents many Thracian ethnic and political formations in Asia Minor. Bebrykes is naming the population, which is associated with the Thracians being, at the eastern end of the southern coast
of the Sea of Marmara, on the south/southwest coast of the peninsula of
the Thracians Bithynoi. These Thracians – Bebrykes, which are part of
the Thracians Bithynoi – is headed by a king named Amykos. They were
presented with their rituals, which are related to the control of navigation
in their waters and with protecting their coasts against foreigners. These
waters and shores are the southern part of the strategic Strait Bosporus/Bosphorus. This probably suggests that the Thracian kingdom of the
Bebrykes was in control of the passing through the Strait
188