Abdülkadir Geylani Hazretleri – Hayatı Abdülkadir Geylani Hazretleri

Transkript

Abdülkadir Geylani Hazretleri – Hayatı Abdülkadir Geylani Hazretleri
www.muhammedi.net
Abdülkadir Geylani Hazretleri – Hayatı
Abdülkadir Geylani Hazretleri'nin Kısa Özgeçmişi
Bu mübarek zat, Allah Şefiatına eriştirsin, evliyalar başı, zamanının kutbu ve Gavsı olup,
‘Gavs-ı Azam' olarak bilinir. Bu mübarek zatı üç beş cümle ile anlatmanın imkânı yoktur, zira
O'nu anlatmakta kelimeler, cümleler acze düşer... Ancak; birkaç cümle ile de olsa ifade
etmeye çalışırsak, Miladi 1077 yılında Geylan kasabasında dünyaya gelmiş ve 1165 yılında
91 yaşında iken vefat etmiştir.
Neseben, babası Hz. Hasan (r.a), annesi Hz. Hüseyin (r.a) neslinden olup, bu nedenle Neseben
Hz. Peygamber (s.a.v) dayanır.
Hz. Abdülkadir Geylani, çocukluğundan vefatına kadar sıdk ile Hz. Peygamber (say) yolunu
tutmuş ve bu yolda bir an bile olsa ayrılmadan yürümüştür.
Hayatında birkaç kez evlenmiş olup, ikisi kız on dört çocuk babasıdır. Sağhğında yapmış
Olduğu sohbetleri derlenerek kitap haline getirilmiştir. Abdülkadir Geylani Hz. lerinin hayatı
ve eserleri hakkında ileriki tarihlerde geniş bilgi verilecektir. Biz ilk olarak ‘Mektubat-ı
Geylani' isimli eserinin ‘Dördüncü Mektup' kısmını insanlığın istifadesi için burada
sunuyoruz.
Hakkı Özsoy
Gavs
Saadet denizindeki eşsiz inci O'dur. Şeriat, tarikat, marifet ve hakikatte mükemmel olandır.
O'na birçok isimle seslenilir. Şeyh, önder, hadi, mehdi derler. İmam, halife, kutup, kutupların
kutbu, zamanın sahibi derler. Cihanı gösteren kadeh, âlemi gösteren ayna, en büyük iksir diye
nitelerler.
Ölüyü dirilten, Ab - ı Hayat suyunun sahibi derler. Tüm varlık O'nun varlığının cüzleri olup,
varlığın bütünlüğü bir tek şahıstadır ve tüm varlığın gönlü O tek gönüldür; âlem gönülsüz
olmaz. Âlemin yegânesi olan 0 gönlün ALLAH zikri, âlemi ayakta tutandır.
Mülkte, melekûtta ve ceberutta hiçbir şey O'nun gözüne örtülü kalmaz, eşyayı ve eşyanın
hikmetini olduğu gibi bilir ve görür. Varlığın tümü hem görünüş hem de mana olarak O'nun
nazarı altındadır. Âlemin olayları O'nun neş' esi üzerine devreder.
Gavs; dünyayı yoluna sokmaktan, halkın kötü alışkanlık ve adetlerini kırıp, yerine doğruyu,
güzeli iyiyi yaymaktan, beşeriyeti ALLAH' A davet edip, O'nun azametini ve birliğini
bildirmekten, insanlık yollarını açmaktan, ahiretin değerini, ebediliğini bildirip, dünyanın
değişken, sonlu ve değersiz olduğunu anlamaktan bir an bile geri durmaz.
Hak için halka hizmeti kesintisizdir. O'nun kendinde kendine özel gücü ve kudreti, kendine
özel muradı yoktur. 0 hep ALLAH ile ALLAH içindir. Padişahın sarayında kesintisiz
kulluktadır. Yine de tamamen özgürdür; beşeri eğilimler, gereksinimler 0' nu bağlayamaz:
Ruhtur ve varlığın ruhunun ruhudur. Varlığın kalesidir. Meleklerin secde ettiği varlıktır. İnsan
www.muhammedi.net
denince 0 bilinir, şeref ve emanet O'ndadır. 0, Resulullah Efendimiz'dir ve Efendimiz' in Nur'
unu taşıyan Varis' leridir.
Hacı Ahmet Kayhan Dedeniz
Hayatı
Arapça’da "el-Cîlî", Farsça’da "Gîlî" veya "Gîlânî", Türkçe’de ise "Geylânî" şeklinde telafüz
edilen bu yüce şahsiyetin tam adı, Muhyiddin Ebû Muhammed Abdulkâdir b. Ebî Sâlih Mûsâ
Zengîdost el-Geylânî’dir.
Tarikat ehli katında "imam-ı eimme", şeriat ehli katında da "mahbub-u sübhanî" ve
muhyiddin lakablarıyla meşhur olmuşlardır.
470/1077 tarihinde Hazar denizinin güney batısındaki "Gîlân" eyalet merkezine bağlı Neyf
köyünde doğdu.
Geylanî için "Aşk ile doğdu, kemâl ile yaşadı ve kemâl-i aşk ile öldü" diyerek tarih
düşürülmüştür ki, ebced hesabına göre "aşk" 470, "kemal" 91, "kemal-i aşk" ise 561’e tekabül
etmektedir. Buna göre Geylânî 470’de doğmuş, 91 senelik bir ömürden sonra 561 tarihinde
vefat etmiştir.
Nesebi,
ana
tarafından
Hz.Hüseyin’e,
baba
tarafından
Hz.Hasan’a
ulaşmaktadır.
Babası Ebû Salih Musâ’nın dindar bir kişi olduğu bilinmekte, ancak hakkında fazla bilgi
bulunmamaktadır. Devrin tanınmış zâhid ve sufilerinden olan Ebû Abdullah es-Savmaî’nin
kızı olan annesi Ümmü’l-Hayr Emetü’l-Cebbâr Fatıma’nın kadın velilerden olduğu kabul
edilir.
Küçük yaşta babasını kaybeden Abdülkâdir, annesinin yanında ve dedesinin himayesinde
büyüdü.
Tahsili:
İlk tahsiline Gîlân’da başlayan ve daha küçük yaşlarda büyüklüğüne işaret eden keramet ve
alametler gösteren Abdülkâdir, onsekiz yaşına gelince ilim tahsili için annesinden izin alarak
bir kafileye katılıp Bağdat’a gitti. Geylânî’nin Bağdat’a ilim tahsili için gittiği tarih(488/1095)
aynı zamanda Gazzali’nin Nizamiye Medresesi’ndeki görevini terkederek Bağdat’tan
ayrıldığı tarihtir.
Orada devrin meşhur hadis, fıkıh ve edebiyat alimlerinden ilim tahsil etti ve kısa zamanda
usul, fürû ve mezhebler konusunda geniş bilgi sahibi oldu.
Kısa zaman içinde kazandığı üstün şöhreti, yıldırım hızıyla yayılmış ve her tarafı kuşatarak,
ilmen zamanının önderi ve imamı olmuştu. Hanbelîlerin mezhebine bağlı olduğundan,
"Hanbelîlerin tabi olduğu şeyh" denilebilecek bir seviyeye yükselmiş, kendisinden istifade
eden pek çok alim ve fakih yetişmeye başlamıştır. Ancak o, Hanbelî mezhebinden olmasına
rağmen Hanbelî ve şâfiî mezhebine göre fetva verir, verdiği fetvalarla fakihleri hayran
bırakırdı.
Rivayete göre rüyasında; Ahmed b. Hanbel, Abdülkâdir Geylanî’den o sıralarda zayıf
durumda bulunan Hanbelîliği canlandırmasını istemiş, O da Hanbelî mezhebine girerek bütün
www.muhammedi.net
gücüyle bu mezhebi ihya etmeye çalışmış, bundan dolayı kendisine "Muhyiddin"(Dini ihya
eden) ünvanı verilmiştir.
Bağdatta bir süre Ebû Hanife’nin türbedarlığını yaptığı da rivayetler arasında yer almaktadır.
Tasavvufa intisabı:
Bağdat’da Hocası Ebû said Ali b. el-Mübarek el-Mahzumî’ nin kendisine tahsis ettiği
Babülerec’deki medresede tefsir, hadis, kıraat, fıkıh ve nahiv gibi ilimler okuttu ve vaaz
vermeye başladı. Ancak bir süre sonra bütün bunları bırakarak halvete çekildi.
Bağdat mutasavvıflarıyla yakın dostluklar kurduğu bu yıllarda şeyh Ebû’l-Hayr Muhammed
b. Müslim ed-Debbâs(ö.525/1131)’ın sohbetinde bulunmuş, ilk intisabını bu zata yapmıştı.
Onun yanında gerçek mücahidlere yakışır bir süluk çıkaran Geylânî, rivayete göre bilahare bu
zata damat olmuştur.
Debbâs’dan aldığı tarikat yolunu kadı Ebi Said el-Mübarek el-Mahrumî’nin yanında kemale
erdirmiş ve ondan icazet almış, tarikat hırkasını da onun elinden giymiştir.
Geylanî Bağdat ve Kerh civarında yirmibeş seneye yakın inziva hayatı sürdürmüştü. Son
halvette, tam kırk gün hiç bir şey yiyip içmediği gibi, her hangi bir kişi tarafından
yedirilinceye kadar da yememeğe azmetmişti.
Geylanî bu şekilde maddi ve manevi kemale erdikten sonra 520/1126 senesinde Bağdat’a
dönerek yeni baştan vaaz ve nasihat toplantılarında aşk ve irfan erbabına hakikat ve marifet
öğretmeye başladı.
İrşad Hususiyetleri:
Sufi Yusuf Hemedanî’nin tavsiyesi üzerine tekrar cemaate vaaz vermeye başladığında ancak
bir kaç kişiye hitab ediyordu. Fakat daha sonra cemaati giderek arttığı ve medrese dar
gelmeye başladığı için vaaz meclisini Babülhalbe’deki bir camiye nakletti. Onun tesirli
sözlerinden halk okadar memnun kalıyordu ki, burası da artık cemaati almaz olmuştu. Bu
yüzden 528/1133 yılında bazı ilavelerle medrese genişletildi ve Abdülkâdir’in ismine nisbet
edilerek öğretime yeniden açıldı.
Cemaatin mütemadiyen çoğalması üzerine, açıktan vaaz etmek zorunda kaldı. Bu vaazları
dinlemek için yetmişbin kişinin Bağdat’a geldiği ve arka safta bulunan dinleyicilerin ön
saftakiler kadar sesini rahatlıkla işittikleri rivayet edilir. Sonraları orası da halkı almayınca
yüksek bir tepenin üstüne büyük bir kürsü koydular ve oradan kendisini takibetmeye
başladılar.
Vaazlarında cemaate kurtuluşu ve cenneti vadettiğini, bu konuda onlara teminat verecek kadar
inançlı ve kesin konuştuğunu, hitabetinin son derece etkili olduğunu kaynaklar görüş birliği
içinde zikrederler.
Karşılaştığı kimseleri hemen tesiri altına aldığı için "Bâzullah"(Allah’ın şahini) ve "elBâzu’l,eşheb"(avını kaçırmayan şahin) ünvanıyla da anılmıştır.
Tasarruf ve kerametlerinin ölümünden sonra da devam etttiğine inanıldığı için, müridlerinin
darda kaldığı zaman söyledikleri "Medet yâ Abdülkâdir!" sözü tarikat geleneği halini almıştır.
www.muhammedi.net
Onun meclisinde, yaptığı kötülüklere tevbe eden, nadim olan yol kesiciler, katiller, fasıklar,
itikadı bozuk ve sapık olanların yanısıra, çoğu kere orada müslüman olan Yahudi ve
Hristiyanlara da raslanırdı. Rivayete göre onun vasıtasıyla beşbinden fazla Yahudi ve
Hristiyan, yüzbinden fazla eşkiya tevbe etmiştir.
Hülasa onun insanların ruhlarına, düşüncelerine hitab eden daveti bütün İslâm toplumunu
etkilemiş, ölü düşünce ve ruhlar yeniden canlanarak, toplum içinde üstün bir ahlak ve fazilet
hareketi başlamıştır.
Şemail ve Ahlakı:
Abdülkâdir Geylânî orta boylu, geniş omuzlu, açık alınlı, ince bedenli, buğday benizli idi.
Saçlarını omuzlarını örtecek kadar uzatırdı. Sesi gür ve heybetliydi. Çok şık giyinir, talebeleri
dâhil kimseden bir şey kabul etmezdi. Küçük çocuklarla, kölelerle sohbet eder, fakirlerle
oturup kalkardı.
Geylânî, gözü yaşlı, aşırı derecede heybetli, dua ve niyazı kabul olunan, üstün ahlaklı, hoş ve
güzel damarlı idi. Kitaplar, O’nun gavsiyyetine layık kerametleri ve irfan dolu beyanlarından
dökülen ilahi hikmetlerle doludur.
Medine-i Münevvere’de bulundukları zaman kırk gün huzur-u saadette ellerini göğsüne
koyarak ayakta durdukları rivayet edilir.
Cuma günleri camiye yahut tekkesine çıkar onun dışında evden dışarı çıkmazlardı.
Yatsı abdesti ile sabah namazı kıldığı, abdesti bozulduğunda vakit geçirmeden yenileyip sonra
aldığı abdestle iki rekât namaz kılardı. Daha sağlığından itibaren kendisinden bir çok keramet
nakledilerek kişiliği tam manasıyla menkıbeleştirilmiş, gerçek kimliği ise önemini yitirmiş ve
unutulmuştur.
Vefatı:
Geylanî 561/1165 senesi Rebiülahir’in 8. cumartesi gecesi yatsı namazından sonra vefat
etmiştir. Onun 562/1166 rebiülahirinin 9. cumartesi gecesi vuku bulduğunu nakledenler de
vardır.
Hayatının son dakikalarında seslerini yükselterek üç defa, "Allah, Allah, Allah" diye zikredip,
sonra zikr-i hafi ile meşgul iken, canını canana teslim eylemiştir.
Oğlu Abdurrezzak’a son vasiyetleri şu olmuştu:
"Ey oğul! Allah bize ve sana Müslümanlara yardım etmeyi, nasib etsin. Âmin. Sana Allah’tan
korkmayı, O’na ibadet etmeyi, şeriatına bağlanmayı ve Allah’ın hududunu muhafaza etmeyi
tavsiye ederim. Çünkü bizim yolumuz, kitab ve sünnete; gönlün selametine, elin cömertliğine;
hayrı yaymağa; cefayı defetmeye; eziyete katlanmaya ve ihvanın hatalarını görmemeye
dayanmaktadır."
Hindistan’da her yıl Rebiülahir’in 11. günü, bazen 17. günü ruhları için kuran okunur ve
sadaka dağıtılır. Bu merasim Bağdat’ta 17 gün icra edilir.
www.muhammedi.net
Türbeleri Bağdat’ta Babü’d-Derc dedir. Mezarları üzerine türbe inşa olunmuştur. Bu türbe
halen dünyanın çeşitli beldelerinden gelen müntesipleri ve muhibleri tarafından ziyaret edilen
kutsal mekânlardan biridir.
Abdülkadir Geylani Hz.
Allahım! Senden sana sunmaya elverişli olan bir iman, kıyamette senin huzurunda
durabilecek bir imkan, günah deryasına yuvarlanmaktan bizleri kurtaracak bir ismet, ayıp
kirlerinden bizleri tertemiz edecek bir Rahmet, emir ve yasaklarını bize anlatacak bir ilim
sana yalvarmasını bize öğretecek bir analayış istiyoruz.......
Dünya ve ahirette sana dost olmayi bilmişlerden kıl bizleri! Kalplerimizi marifetinin Nurları
ile doldur!
İdrak gözlerimizi hidayetinin sürmeleriyle sürmele! Fikir ayaklarımızı şüpheli yerlere
basmaktan koru! Ruh kuşlarımızı, şüphe ve terreddüt tuzaklarına düşmekten muhafaza et!
Amel defterlerimizin satırlarından seyyiatimizi siliver!
Abdülkadir Geylani (k.s.)
Büyük islam alimlerinde, evliyaniı en meşhurlarındandır.470(m-1077) yılında İranın Geylani
şehrinde doğdu. Bu sebeplede geylani denilmiştir. 561(m-1166)yılında Bağdat'ta vefat
etmiştir. Babası Hz. Hasan'ın (ra), annesi Hz. Hüseyin'in (ra)soyundanndır. Babası ve annesi
evliya idiler. Abdülkadir Geylani fıkıh ve hadis ilimlerinde müctehid idi. Tasavvufta ise çok
yüksek bir evliya ve mürşidi kamillerin en başta gelenlerindendir. Abdulkadir Geylani (ks)
önce doğduğu yerde ilim öğrenmeye başladı, küçük yaşta Kuran-ı Kerim'i ezberledi. Daha
sonra Bağdat'a gidip zamanın meşhur alimlerimlerinden ilim öğrendi. Bebekken ramazanda
annesini emmeyen Abdulkadir Geylani(ks) Bağdat'a ilim tahsiline gidişini şöyle anlatır:
"Küçük idim, arefe günü çift sürmek icin tarlaya gittim. Tarlada öküz dile geldi. "Sen bunun
icin yaratılmadın ve bununla emrolunmadın" dedi. Eve geldim, durumu anneme anlattım.
Babamdan miras olarak kalan kırk altını koltuğuma dikti ve beni Bağdat'a ilim tahsil etmeye
gönderdi. Giderken bizi eşkiyalar çevirdi, bana senin neyin var dediler. Ben de "Kirk altınım
var" dedim, önce inanmadilar, sonra üzerimi aradılar, altınları bulunca : "Neden söyledin?"
sorularına, "Anneme yalan söylemeyeceğime söz verdim" deyince, eşkiyanin reisi "Bu kadar
senedir ben, beni yaratip yetiştiren Rabbime ihanet ediyorum"dedi ve orada hepside tevbe etti.
İlk olarak benim elimde tevbe eden bu altmış kişi oldu."
Bağdat'ta çok ünlü hocalardan hadis, fıkıh ve tasavvuf dersleri aldı ve çok iyi yetişti. Daha
sonra ders ve vaaz vermeye başladı. Sohbetleri Bağdat'ta çok ilgi gördü ve herkes onu
dinlemeye geliyordu. Daha sonra vaazı bırakıp inzivaya çekildi. Yirmibes yıl Bağdat'ın Kerh
harabelerinde dolaşti. Bu arada Kuran okuyor,oruc tutuyor nefsini terbiye için çoğu zaman aç
kalıyordu. Bu süre içerisinde bir çok kez Hızır(a.s.) ile görüştü. Önce şafi mezhebinde olduğu
halde, Hanbeli mezhebinin ortadan kalkmakta olduğunu görerek Hanbeli mezhebine geçti ve
onu ayağa kaldırdı. Bir sözü şudur:
"Ey ahali! İslam ağlıyor." Elini başına koymus: "Şu facirlerden, şu fasıklardan, şu bidat ve
delalet ehlinden, şu zalimlerden, şu yalancı şahitlik libasını giymişlerden, sahip
bulunmadıkları faziletleri kendilerine var gösteren şu kuru iddiacılardan yaka silkiyor, illallah
diyor, onlara karşı, ihlas sahibi mü'minlerden yardım talep ediyor, senden önce gelip
www.muhammedi.net
gecmişlere ve birde senin devrinde bulunanlara bak. Emreden, nehyeden, yiyen içen olarak.
Sanki onlar hiç bulunmamışlar."

Benzer belgeler

Seyyid Abdülkadir Geylani

Seyyid Abdülkadir Geylani Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lazım" dedim. Eşkıya reisi, ağlamaya başladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum" dedi....

Detaylı