İndirmek İçin lütfen tıklayınız.

Transkript

İndirmek İçin lütfen tıklayınız.
Şehir ve Toplum
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
ŞEHİR&TOPLUM
Sayı:3, Aralık 2015,
ISSN: 7897678343213
İMTİYAZ SAHİBİ
Recep Altepe
(Marmara Belediyeler Birliği Başkanı)
YAYIN YÖNETMENİ
M. Cemil Arslan (Dr.)
EDİTÖR
Ezgi Küçük
YAYIN KURULU
Alim Arlı (Yrd. Doç. Dr.)
Ergün Yıldırım ( Prof. Dr.)
Hasan Taşçı (Dr.)
Nail Yılmaz (Doç. Dr.)
Ülkü Arıkboğa (Yrd. Doç. Dr.)
DANIŞMA KURULU
Ahmet Güner Sayar (Prof. Dr.)
Ahmet İçduygu (Prof. Dr.)
Ali Yaşar Sarıbay (Prof. Dr.)
Beşir Ayvazoğlu (Yazar)
Bilal Eryılmaz (Prof. Dr.)
Fatih Andı (Prof. Dr.)
Feridun Emecan (Prof. Dr.)
Hüsrev Subaşı (Prof. Dr.)
Kemal Sayar (Prof. Dr.)
Korkut Tuna (Prof. Dr.)
Recep Bozlağan (Prof. Dr.)
Ruşen Keleş (Prof. Dr.)
Selçuk Mülayim (Prof. Dr.)
Semavi Eyice (Prof. Dr)
Suphi Saatçi (Prof. Dr.)
YAYIN ARALIĞI
Şehir & Toplum dergisi, Marmara Belediyeler Birliği
Şehir Politikaları Merkezi tarafından Haziran ve Aralık
aylarında yılda iki defa yayımlanmaktadır.
İLETİŞİM
Tel: +90 212 514 10 00
Faks: +90 212 520 85 58
Adres: Marmara Belediyeler Birliği
Ragıp Gümüşpala Cad. No:10 Eminönü 34134
Fatih / İstanbul
YAPIM
Gafa Ajans
Adres: Katip Mustafa Çelebi Mah.
Anadolu Sok. No:23 D:13 Beyoğlu / İstanbul
Tel: +90 212 243 20 86 Faks: +90 212 243 28 59
GRAFİK TASARIM
Merve Zenginel
KAPAK TASARIM
Selçuk Mülayim (Prof. Dr.)
BASKI
İÇİNDEKİLER
KENT BELLEĞİ ÜZERİNE: SEMAVİ EYİCE İLE SÖYLEŞİ
Ezgi Küçük, Serap Merve Doğan...........................................................................................7
TÜRKİYE’NİN İLK DÜNYA MİRAS LİSTESİ ÇALIŞMASI: SELİMİYE CAMİİ
VE KÜLLİYESİ UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİ ADAYLIK SÜRECİ
Yaşagül Ekinci . ...............................................................................................................................17
TÜRKİYE’DE NEHİR BÜKLÜMLERİ İÇİNDE KURULAN ŞEHİRLER:
EDİRNE ÖRNEĞİ
Metin Tuncel.....................................................................................................................................35
KENTSEL DOKUSU BAĞLAMINDA OSMANLI DÖNEMİ EDİRNE EVLERİ
H. Oya Saf, M. Emre Ergül ........................................................................................................43
MAHALLE BİYOGRAFİLERİNE BİR KATKI: OSMANLI DÖNEMİ
EDİRNE’SİNDEN DÖRT ÖRNEK
Yunus Uğur .......................................................................................................................................63
EDİRNE MENZİLLERİ
Adnan Mehel . ..................................................................................................................................75
EDİRNE MURADİYE MEVLEVİHANESİ
N. Çiçek Akçıl Harmankaya ..................................................................................................85
HALÎL-NÂME YAZARI ABDÜLVÂSİ‘ ÇELEBİ’NİN EDİRNE’DEKİ VAKFINA
İLİŞKİN BİR BELGE
Hakan Yılmaz ..................................................................................................................................99
YASAL DÜZENLEMELER BAZINDA BİR DEĞERLENDİRME: BÜYÜKŞEHİR
BELEDİYESİ STATÜSÜ KAZANMANIN İLLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Özge Müberra Soydal, Ş. Şence Türk .................................................................................107
TOPLUMSAL PAYLAŞIMLAR ÜZERİNE: KAMUSAL ALAN KAVRAMI
Şeyma Alpaslan................................................................................................................................133
EDİRNE TEKKELERİ KİTABI HAKKINDA
Nuri Seçgin ........................................................................................................................................147
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
takdim
Değerli Okuyucular,
İstanbul dosyası ile başlamıştık Şehir ve Toplum dergimizin serüvenine, Bursa dosyası
ile devam ettik. Bu sayımız ile Edirne dosyamızı açtık. Üç şehir, üç payitaht…
Deneme sayımızdan sonra çıkardığımız
ikinci sayımız ile ilgili olarak bizi yüreklendiren geri dönüşler aldık. Her güzel
beklenti, iyi işler yapmanın umudu ile
beklentiyi karşılayamamanın ürpertisini birlikte üretir. Bizim ruh halimiz de
böyle şu anda. İyi işler yapabileceğimize
ilişkin coşkunluk ile doluyuz, fakat aynı
zamanda beklentileri karşılayıp karşılayamayacağımıza ilişkin kaygıyı da taşıyoruz yüreğimizin derinliklerinde.
Görüşlerine katılalım ya da katılmayalım,
insan – toplum – şehir konusunda düşünen, üreten ve söyleyecek sözü olanlar
için saygılı bir platform olabileceğimize
ilişkin umudumuz her geçen gün artıyor.
Dergimizi takip edenler fark etmiş olmalıdır; bilgi, düşünce ve fikir hayatının tümüne açık bir alan burası. “Dilce susulup
bedence konuşulan bir çağda” insanları
dil ile konuşmaya davet eden bir platform. Eğer başarabilirsek, kimilerince
çoraklaştığına ilişkin kaygıların paylaşıldığı düşünce hayatımıza bir damla su dökebilmektir amacımız. İbrahim Peygamber’in atıldığı ateşe su taşıyan karıncanın
çabası gibi bir durum yani; hangi safta
olduğumuz bilinsin yeter. Biz saygılı bir
üslup, bilgiye dayalı bir içerik ve etik kurallara uyulduğu sürece, düşünenlerin
düşüncelerini aktarabilecekleri bir plat-
formun tarafıyız; bütün düşünenlerin…
Ekonomiden siyasete, mimariden teknolojiye kadar yoğun bir değişim/dönüşüm/
başkalaşım vetiresinde şehir - toplum ilişkisinin de yoğun tartışmalara konu olması doğaldır. Önemli olan, bu tartışmaların
toplumsal zeminin absorbe edebileceği
bir düzeyde seyretmesi ve uzun vadede
hem taraftarları hem de muarızları için
– mümkünse - asgari mutabakata evrilebilmesidir. Kuşkusuz tek tip bir bakışın
mümkün ve istenebilir bir durum olmadığını biliyoruz. Fakat yine biliyoruz ki,
“hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne
sağır” olmayı kasıtlı ve kısıtlayıcı bir tercih olarak benimsemeyenler “ortak fayda”da mutabakata varabilirler.
Mutabakatı önemseyerek yola çıkanlar
başkalarından ziyade kendilerini sınırlarlar. Çünkü insan olmanın aynı zamanda
sınırlı olmak, eksik olmak anlamına geldiğini bilirler. Yani neyi bildiklerini (ve
neyi bilmediklerini) bilmeseler de bilmediklerini bilirler.
Yılda iki sayı olarak yayınladığımız Şehir ve Toplum dergisi, bu sayıdan itibaren dört aylık periyotlarla, yılda üç sayı
olarak yoluna devam edecek. İçeriği ve
görsel tercihleriyle eleştirileriniz doğrultusunda daha da zenginleşerek bu yolculuğu sürdürmek en büyük dileğimiz.
Çölde kum tanesi, denizde damla misali…
Keyifli okumalar…
Recep Altepe
Marmara Belediyeler Birliği Başkanı
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
EDİTÖRDEN
Şehrin hareketi diğerlerine benzemiyor. Durursak şehrin dışında kalacağız.
Toprağın altından ve üstünden tutunan
evler, sular, köprüler, insanlar, ağaçlar…
Yaşadığımız her an, her hareket birer
anı oldu bile. Şehrin anıları, hareketin
gideceği yönü ve şiddeti belirleyebilir mi
peki? Bu soruyu kim yanıtlar? Muhatabı
belki de hareket eden herkes; fakat anı
analizciliğinin ve arşivciliğinin mesullerinden biri olmaya Şehir & Toplum dergisi ile Marmara Belediyeler Birliği baş
koydu bile.
İstanbul ve Bursa’nın ardından Osmanlı
döneminin bir diğer başkenti olan Edirne’yi Şehir & Toplum’un 3. sayısında dosya konumuz olarak ele alıyoruz. Üstelik
İstanbul, Bursa, Edirne derken şehirlerin mimarı – mühendisi Mimar Koca
Sinan’ı Selçuk Mülayim’in çizgileriyle
kapağımıza aldık.
Dosya konusuna girmeden okumaya
Semavi Eyice söyleşimiz ile başlamanızı
öneririm. Yaşadığı şehirlere dair anılarını konuşmak üzere Serap Merve Doğan
ile berber Semavi Eyice’yi evinde ziyaret
ettik. Hocamıza kent belleği üzerine yönelttiğimiz sorularımızın yanıtları, kritik noktalara değinen, samimi bir söyleşi
olarak dergimizin bu sayısında açılışı
yapıyor. En küçük detayları hatırlayan
güçlü bir hafızayı, memleket sevgisini
ömrünü adadığı çalışmalarıyla göstermiş bir meslek insanını, bir sanat tarihi
üstadını dinliyoruz.
Mimar Sinan’ın ustalık eseri olarak tanımladığı Edirne Selimiye Camii’nin,
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmasını bir yerel yönetim başarısı kapsamında değerlendiren ilk makalemiz, bu
süreçte fiilen emekleri bulunan Yaşagül
Ekinci’nin kaleminden UNESCO Dünya
Mirası Listesi Adaylık Süreci’ne dair nitelikli bilgiler de içeriyor. Tarihi şehirlerin yer seçme safhalarında coğrafi özelliklerin önemli etkileri olduğunu biliriz.
Özellikle de su kaynakları civarlarına kurulan yerleşkeler, tarihi dönemler içinde
evrimleşerek günümüze kadar gelmiştir.
Metin Tuncel, Edirne’yi de bu bağlamda
ele alan bir makale ile nehir büklümleri içinde kurulan şehirler tipolojisine
örnek olarak bize anlatıyor. Ardından,
Edirne şehrini Osmanlı dönemi boyunca
gelişen kentsel dokusu ve ev tipolojileri
yönünden inceleyen Oya Saf ve Emre
Ergül’ün çalışmaları ile irdelemeye devam ediyoruz. Makale, bir şehrin kentsel
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
gelişim sürecini ve kimliğini tanımlayan
mimari öğeleri teknik olarak anlatırken,
tarihi bir döneme ait envanter araştırması da sunuyor. Mimari kimliğinden
sonra Edirne’yi mahalle ölçeğinde başka bir gözle okumaya başlıyoruz. Yunus
Uğur, mahalle biyografilerine bir katkı
olarak sunduğu makalesinde Edirne’nin
Osmanlı dönemindeki dört mahallesinin sosyal kimliğini bizlere aktarıyor.
Tarihte kalmış fakat yaşatılmaya çalışılan bir spor olan okçuluk üzerine çalışması ile Adnan Mehel, bir müsabaka
alanı olarak – özellikle Edirne’deki - ok
meydanlarını ve okçuluk sporuna dair
bazı bilgileri risalelerden alıntılarla bizimle paylaşıyor. Edirne’de bir tasavvufi yapı; Konya, Bursa ve İstanbul mevlevîhanelerinin aksine günümüze kadar
kalıcılığını sağlayamamış ancak izlerine
ulaşılabilen Muradiye Mevlevîhanesi’ni,
Çiçek Akçıl Harmankaya makalesinde
inceliyor. Hakan Yılmaz, dosyamızın
son makalesi olan çalışmasıyla Osmanlı
döneminde resmi belge kayıtlarının titizlikle hazırlandığını ve Edirne’nin de
bu konuda önemli bir uygulama alanı olduğunu anlatıyor. Başbakanlık Osmanlı
Arşivi’nden Abdülvâsi Çelebi’nin Edirne’de bulunan bir vakfına ilişkin tahrîr
kaydını bularak bize sunuyor.
Üçüncü sayımızda, şehircilik alanında
iki ayrı konuyu da işledik: 16 büyükşehir; sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi
sıralamasındaki farklılıklar, kamu yatırımlarına ait değerler, net göç hızlarındaki değişimler, kır-kent arasındaki
nüfus hareketleri ile gayri safi yurtiçi
hâsıla değerleri açılarından dönemsel
olarak, Özge Müberra Soydal ve Şence
Türk tarafından inceleniyor. Şeyma Alpaslan, şehirciliğin ve şehirliliğin önemli
meselelerinden kamusal alan kavramına
teorik bir giriş yapıyor. Toplumun ortak
paylaşım mekânı olan kamusal alanları
tasarlama noktasında herkes için erişebilirlik, güvenlik, aidiyet duygusu barındırmak gibi özellikleri gündeme getiriyor. Kitap incelemesi bölümünde ise,
yazarlarımızdan Çiçek Akçıl Harmankaya’nın, Edirne’deki tekkelerin kent içerisindeki yerleri, fiziksel farklılıkları ve
benzerlikleriyle irdelendiği, Edirne Valiliği Kültür Yayınları’ndan çıkan Edirne
Tekkeleri isimli kitabını Nuri Seçgin’in
kaleminden okuyoruz.
Okumaktan vazgeçmiyoruz!
Ezgi Küçük
5
EDİTÖRDEN
şehir & toplum
SÖYLEŞİ
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
KENT BELLEĞİ ÜZERİNE:
SEMAVİ EYİCE İLE SÖYLEŞİ
Röportaj:
Ezgi Küçük*, Serap Merve Doğan**
1*
2**
Ezgi Küçük , Serap Merve Doğan
Toplum şehri için ne yapar? Şimdiye kadar neler yapmış? Bunları yapan
topluma şehir ne verir? Bu sayımız için
Serap Merve Doğan ile birlikte, değerli
hocamız Prof. Dr. Semavi Eyice’yi evinde ziyaret ettik. Hocamızın kent belleği
ve tarihi yapıların korunması üzerine
tecrübelerini dinledik. Ömrünü, işine
inanarak geçirmiş bir sanat tarihçisinin,
bir hocanın, bir üstadın birbirini takip
eden detaylarla paylaştığı anıları, üzücü
gerçekleri irdelememizle devam etti. Bilginin, emeğin kıymetinin bilinemediği,
değer biçme yetisinin neye hizmet ettiğinin tartışmalı olduğu memleketimizden
* Marmara Belediyeler Birliği Şehir Planlama Koordinatörü, Şehir&Toplum dergisi editörü
**Marmara Belediyeler Birliği Uluslararası İşbirliği Koordinatörlüğü Görevlisi
umut kaybetmemek adına şehir kültürü
ve doğru uygulamaların yapılmasındaki
sıkıntılar üzerine sorgulamalarla sohbetimizi bitirdik.
Ezgi Küçük Semavi Hocam, öncelikle
Şehir & Toplum dergisi ekibi adına bize
vakit ayırmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. İzninizle biraz şehirlerin hafızası ve dolayısıyla şekillenen kültürlerini;
yapılan müdahaleleri ve hataları sizin tecrübeleriniz bağlamında dinlemek isteriz.
Bu nedenle şunu sorarak başlayacağım;
sizce kent belleği nedir?
Semavi Eyice Şimdi bakın hanımefendi,
benim kafamı kurcalayan husus bizim insanımızın yaşadığı yere sahip çıkmaması.
Sahiplenilmeyen yerin hafızası mı kalır?
7
SÖYLEŞİ
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Örneğin, 12 sene araştırma yaptığım
Toros Dağları’nın tepeleri; vadilerden
iniyorsunuz ayrı bir ören, çıkıyorsunuz
ayrı bir ören. İnsanlar buralarda yaşamışlar. Yiyeceklerini de sağlamışlar öyle bir
yerde. Bugün bakıyorsunuz ne eken var
ne biçen var oralarda. Yalnız bu bölgede
çalışma yaptığım vakit bazı bitkilere bol
bol rastladım. Bunların başında zeytin
geliyor; tabii yabanileşmiş zeytin ağaçları.
Hatta oralarda çok önceleri valilik yapmış
bir adamın hatıra kitabına tesadüf ettim.
Bu bölgede yabanileşmiş çok fazla zeytin
ağacı var, bunların hepsi aşılansa Türkiye
muazzam şey kazanır tavsiyesinde bulunuyor; fakat hiçbir şey yapılmamış.
E.K. O halde bölgenin kimliğinde zeytinciliğin yeri olabilirdi…
8
SÖYLEŞİ
S.E. Bu bölgenin Antik devirde bile zeytincilikle geçindiğini anlamak mümkün.
Kayadan oyma, 2 metreye 1,5 metre ölçülerinde, aşağı yukarı 15 - 20 cm derinliğinde dikdörtgen planlı bir havuz yapmışlar. O havuzun başında bir tane seren
yeri vardı. Serenli kuyuları bilir misiniz?
Anadolu’da ve Avrupa’da da vardır bazı
köylerde. Çatallı bir ağacı alırlar, yere
çakarlar. Bunun içine de bir tane seren
koyarlar. Upuzun bir ağaç; onun da alt
ucunda çakılmış, bağlanmış bir ağırlık
vardır. Serenin ucunda da bir tane zincir
ile tutturulmuş, ahşaptan, tahtadan oyma
bir kova vardır. Onunla akarsuyu olan
köylerde suyu çekerler. Ondan sonra onu
bakraçlarına, kovalarına doldururlar,
sonra başkasını çekerler ya da arkadaşlarına bırakırlar, evlerine taşırlar o suyu.
Bu serenli kuyular bu Avrupa’da tarımla
uğraşan bazı yerlerde varmış. Hala var
mı bilmiyorum ama resimlerini görmüştüm zamanında. Eh, bunun kalıntılarını
bu Silifke dağlarında ben gördüm. Havuz
var; bir tane çörten şeklinde bir oluk yeri
de var kenarında. Üzerinde serenin yeri
de belli. Seren yok olmuş tabi. Çürümüş
gitmiş yüzyıllarca yıldan sonra, fakat
ağırlık taşı hala duruyor yanında. Ortası
delik, huni şeklinde yekpare bir taş. Bunların hep resimlerini çekmiştim. Ondan
sonra bunu indiriyorlar aşağıya. Sonra
bu defa zeytinyağını o taşın ağırlığıyla
eziyorlar; oluğundan o havuza akıyor,
doluyor. Ondan sonra oradan 30 cm kadar alıyorlar, neyle taşıyorlarsa taşıyorlar.
İşte o dağlarda bunlardan yüzlerce bulabiliyorsunuz; bu zeytinyağı ezme havuzlarını. Hatta bir tanesi çok enteresan; bir
adam ölmüş. Ona bir mezar odası yapılmış özel olarak. Herhalde varlıklı çiftçilerden biriydi. Sütunlu, mabet şeklinde;
içinde de mezarı var adamın. Tam önünde bir tane bu zeytinyağı ezme havuzundan var. Adamın herhalde mülkiyeti ordaydı ki mezarını da oraya yapmışlar. Bir
defasında da toprağa gömülü bir lahdin
kapağını buldum. Yanında da gene ezme
presi var. Ölü kültüyle, ölü inancıyla birlikte bu zeytin ezme yerlerinin yapılmış
olduğunu gösteriyor bu iki örnek. Bir
tanesini doğrudan mozole yapmışlar, bir
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
tanesindeyse sadece lahdin kapağı var.
Belki kazı yapılırsa falan lahdin kendisi
çıkacaktı.
E.K. Aslında kent belleğinden bahsettiğimiz zaman tarihçinin, mimarın ve yerel
yönetimlerin ayrı rolleri olduğunu söyleyebiliriz. Kent koruma yaklaşımları bu
rollerde nasıl yer almalı?
S.E. Bizim memlekette ne korunur? Biz
kutsal saydığımız camiyi bile korumaktan aciziz. Gidiyorsunuz bakıyorsunuz
çini var; çinilerin üzerine çivi çakılmış…
Karaman taraflarında bir köye gittim.
Harikulade çinilerle kaplı bir mescit var.
Adam çivileri çinilerin üzerine çakmış.
Bu satılan Kâbe resimleri falan var hani,
onları koymuş. Yahu ne yaptın sen, dedim. Bana bak sen o nedir biliyor musun,
dedi bana. Ben de çok şükür bilmiyorum,
müsaadenizle anlatın, aydınlatın dedim.
Sonra orada olan birkaç kişi adama işaret
yaptılar. Bana da üsteleme, adam zaten
delidir dediler. Beni adamın elinden kurtardılar.
Adana’ya gittik. Çok şirin, Ramazanoğulları zamanında yapılmış pırıl pırıl bir
cami var; Adana Ulu Camii. Girdik içeriye, baktım; zevkle yapılmış. Her tarafı
ayrı dikkatle; içinde çiniler var, tahta oymalar var. Küçük beylikler yaptıkları camileri diğer büyük beyliklerle yarışmak
için süslü yapmışlar. Bir baktım caminin
tavanlarında bu yatak odalarına, salonlara falan asılan avizeler var. Abajurlar var
üstünde. Yahu dedim bu kadar itidalli
bir caminin kandilliklerin üzerinde ışıklandırmaları vardır. Bir imam geldi. Ona
bu caminin başka birtakım şeyleri yok
muydu daha önce dedim. Aaa vardı şu
dolapta, dedi. Ondan sonra çatı dolabın
kapağını açtı. İçeriye baktım; yığın halinde kristal avize parçaları darmadağın.
O boncuklar falan hep birbirinden ayrılmış. Tıka basa doldurmuşlar, kapamışlar
dolabı. Hâlbuki onlar monte de edilebilir. Fakat o anda öyle bir şey fark ettim ki
avizeyi falan unuttum. Kapağı açmıştım
ya, iç tarafını yemyeşil kalın yağlı boyayla
boyamışlar! Nakışlarla süslenmiş dolabı boyamışlar… Ne yaptınız ya, dedim.
Fena mı mübarek renge boyadık dedi.
İnanamadım ama maalesef böyle. Müze
müdürü vardı oranın. Şunlarla biraz ilgilensenize, dedim, madem burada vazifelisiniz. Yok efendim laf mı dinliyorlar,
dedi. Hatta vakıflara bir yazı gönderdim.
Bu kimyevi bir unsurdan kabartıp kaldırmak mümkün oluyor zarar vermeden;
tabii çok zahmetli. Yapıp yapmadıklarını
bilmiyorum.
Yine aynı şekilde Karaman’ın güneyinde
ufak bir kasabada, tarlalara doğru nefis
bir mozaik bulundu. Açıkta duruyordu.
O dönem müzeler genel müdürüne dedim ki; bunun üzerine bir şey koyun, koruyun. Köylü de yardım edecek, dedim.
Haa bakalım, dediler. Hiç de bir şey yapmadılar.
Serap Merve Doğan O halde yalnızca
kaybolmaya yüz tutmuş kültürlerin eserleri değil, yaşanılan kültürün de itibarsızlaştırılması söz konusu hocam.
S.E. Anadolu’nun, Türkiye’nin birçok
yerinde terk edilmiş sinagog ve kiliseler var. Ve maalesef camiler de var. Biz
bir kere öğrencilerle birlikte Konya’ya
gittik. Program gereği Adana’ya gidip,
sahil boyu devam edecektik. Adana’nın
biraz yukarısında, Toroslar’a doğru bir
nehir gördük; klasik tipte, sivri kemerli
9
SÖYLEŞİ
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
bir Osmanlı köprüsüydü. 4. Murat döneminde yapılmış. Köprünün tam başında
kubbeli bir cami gördük. Zannediyorum
ki, cami köprü ile aynı zamanda yapıldı.
Caminin yanına gidip baktığımda, harabe halde olduğunu gördüm. Caminin etrafından otlar çıkmış, minaresinin yarısı
yıkılmış, kapısı yok. İçeriye girdim ve ne
gördüm biliyor musunuz? Tasavvur edemezsiniz. Camiyi havyan ağılı yapmışlar.
İçeriye betondan gözler yapıp, her hayvana mahsus bir daire yaratmışlar. Bir de
hayvanlara yem yeme yerleri yapılmış ve
düşünün; bu Müslüman olarak geçinen
Türkiye’de Adana Şehri’nin burnunun
dibinde… Ne böyle iman olur ne de böyle
medeniyet olur.
E.K. Sahiplenip koruyabilmenin yanında
doğru teknik bilgilerle doğru uygulamaları icra etmek de bir başka sorun sanırım. Sizin çalışmalarınızda bu sorunlar
nasıl görünüyordu?
10
SÖYLEŞİ
S.E. Bu bir sorun tabii… Efendim bir
ufak cami, minicik mescit; Haliç’in karşı
yakasında, Hasköy’ün üstlerinde. Harap
olmuş, fakat bu mescit Sinan’ın listesinde var. Bina çok harap ve bir dönemde
mimarisi değişmiş. Sinan’ın yaptığı cami
değil. Haliç’e doğru da bir kayma var yapıda. Bu sebeple binanın dışından firkete demir ile bağlamışlar camiyi. Ondan
sonra proje yapmışlar; mescidi ihya edecekler tekrar. Teknik Üniversiteli üyemiz, olmaz bu yapılamaz, dedi. Sinan’ın
camiine yapamazsınız, dedi. Sonraki
devirde bu bina tadilat görmüş, dedik.
Onu da yapamazsınız, binaenaleyh olmaz, yapacaksanız en son şekliyle yapın,
dedi. Eh peki o da olsun, dedik. Böyle bir
proje getirdiler. Ondan sonra bu şekilde
bu duvarları sağlamlaştıracağız, üzerini
de çatı ile kapatacağız ve kullanacağız,
dediler. Hayır efendim bu böyle olmadı,
benzemedi gibi laflar ederek sürekli itiraz ettiler. Bari oldu olacak filketeleri de
bırakalım, dedim. Cevap yok. Ee kafaları
böyle, böyle çalışırlar.
Tabii çok daha acı şeyler oldu. Tescil etmişler bir binayı, ikinci grup eski eserdir
diye… Bina restore edilecek, bir mimarlık
bürosuna verilmiş. Restorasyon projesi
hazırlanmış. Önce reddetmişler çeşitli
sebeplerle. Mimar bir daha çizmiş; renkli
olarak da son halini tablo etmiş. Mimarlardan biri aldı tetkik etti iyice, sonunda
bu proje olmamış, dedi. İkinci bir mimar
aldı eline projeyi, tetkik etti etti etti…
Altındaki yazıya baktı hangi mimarlık
bürosu hazırlamış diye. İstanbul’da daha
iyi bürolar var, onlara niçin havale edilmemiş bu iş, dedi. Ben de vurdum masaya, beyefendiler bari oldu olacak adres
de verin, dedim. Çıktım gittim ardından.
Anıtlar Kurulu’nda görev yaparken ayrılmam için uğraşanlar, bu dönemde yerime yeni üye seçtiler beni silip. Aradan
bir sene geçti, yeni bir bakan beni tekrar
kurula yazmış. Tekrar başkan olduğumda bu restorasyonu yapılacak eski konağı sordum orada çalışan hanımlara. O iş
oldu bitti, dediler. Nasıl, dedim; binayı
tescilden çıkardılar, dediler. İkinci grup
tarihi eserden çıkarmışlar. Arkasından
başka bir mimara havale edildi inşaat, dediler. Kime, dedim; dediler ki, o kurulda
epey yetkili bir zatın oğluna…
Ben Anıtlar Kurulu’nda tam 40 yıl görev
yaptım, para filan da verilmezdi. İşlerin
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
çokluğuna göre gece yarısına kadar çalıştığımız olurdu. Tepeleme dosyalar gelirdi… Zaman zaman seçim suretiyle başkan da oldum. Ondan sonra başkanlıktan
ayrıldığım da oldu. Kafam attı bir defasında toplantıyı terk ettim, istifa ettim
sayıp hemen yerime bir üye buldular işte
anlattığım gibi. Ben bin bir türlü macera
atlatarak, bin bir türlü çomak sokmalarla
mücadele etmek zorunda kaldım.
S.M.D. Hocam, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya’da okumakta olduğunuzu
biliyoruz, bizzat şahit olmuşsunuzdur.
Savaş esnasında Avrupa’da çok büyük yıkıntılar meydana geldi. Bu esnada birçok
yapı, tarihi eser zarar gördü. Peki, Avrupa bu yapıları nasıl canlandırabildi?
S.E. Efendim Paris falan hiç bombalanmadı. Ama İngilizler ve bilhassa Amerikalı pilotlar bombaladı. Amerikalıların
bir antlaşması vardı. Pilotlar kendi uçağı
düşmeden 10 sefer Almanya üzerinde
uçabilirse, emekli olup, büyük bir para
alıyordu. Bu sebeple pilotlar bunun için
çalışıyorlardı. Bu sebeple hiç hedef aramadan Almanya’yı ciddi şekilde vurmuşlardır. Benim oturduğum kasabada
memleket hastanesi vardı. 8 tane tam isabet aldı. 1 hafta sonra gittiğimde insanlar
halen enkaz toplamaya çalışıyorlardı.
S.M.D. Peki Almanlar nasıl toparladı
bunu? Nasıl çalıştılar?
S.E. Organizasyonel çalışıyorlar çünkü.
Benim oturduğum kasabada 18. ya da
19. asırdan kalma evler vardı. Bizim özel
bir ad verdiğimiz bir teknik vardı. Meşe
kütüklerinden karkas yapılır. Araları çamurla karışık olarak tuğla kırıklarıyla,
taşlarla doldurulur. Ve sonra o kütükle-
Semavi Eyice
ri falan özel bir boyayla ayrı bir renkle
boyarlar. Sonra aradaki şeyleri de eğer
kireçleri varsa badana ederler. Bunlara
hımış inşaat denir Türkiye’de. Aynı şey
Almanya’da da vardır. O evlerden bomba isabet edenler için o evlere savaş döneminde yıkılmasın diye direkler konuldu. Üstüne de ‘’Bu ev bölge mimarisini
işaret ettiğinden korunacaktır. Harpten
sonra restore edilmek üzere yeniden yapılacaktır’’ yazardı.
Almanya’da bir turda Speyer’de küçük
butik katedrallerden gördük çok bomba
yemiş. Orta kısımda çatılar vs ne varsa
hepsi çökmüş. Adamlar binayı restorasyona başlamışlar. Baktım etrafı arsa halinde. Yerde muazzam bir fronton kopyası yapılmış mukavvadan; birebir ama…
Bunun bir tarihte frontonları varmış orta
kısmın iki yanlarında. Bu frontonlar tabii yıkılmış. Bunların biçimlerini bulmak
için arşivleri karıştırmışlar. Viyana’daki
bir arşivde eski bir takım desenler bulmuşlar. O desenlerde piramidal bir şekilde frontonlar varmış bunun üstünde. Bir
takım nakışlar falan da varmış. Onu ya-
11
SÖYLEŞİ
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
pacaklar fakat eğer bu yapılırsa arkasındaki çatı nasıl devam etmeli onu kestiremiyorlar. Onun üzerine aşağıya maketini
yapmışlar; onu vinçlerle kaldırıp, yerine
koyup, olup olmadığına bakmak üzere.
Adam bu detayda çalışıyordu.
Ayrıca kubbesi falan da yıkılmış. Adamlar, eski teknikte tuğlaları tek tek dizerek yapmamışlar kubbeyi. O kubbenin
göbeğe kadar bir segmanını ölçmüşler.
Ondan bir tane kalıp yapmışlar. O kalıba
da çimentodan bölmeler yapmışlar. Sonra bir araya getirdiklerinde kubbe direk
tamamlanmış. Ama bizde hala eski yöntemler devam ediyor ne yazık ki.
E.K. Eser yenileme süreci kent belleğini ve şehre aidiyeti sağlamlaştıran hem
teknik hem idari yanlardan biri. Şehir &
Toplum’un bu sayısında Edirne özelinde
konuyu biraz daha açmak isteriz hocam.
12
SÖYLEŞİ
S.E. Edirne’de saraya giderken, ayrı bir
adacık halinde nehrin üstünde ayrı bir
toprak parçası vardır. Hatta fazla yağış
ya da akıntı varsa, saray içi denilen yer
suyun altında kalıyor. O yolun sağında
Beylerbeyi Camii vardır. Sol tarafında da
onun evkafından olan bir hamam vardır.
Oraya para getirsin ve caminin ihtiyaçları karşılansın diye yapılmış. Hamam
baya süslü, güzel bir hamammış, fakat
depremde yıkılmış. Beylerbeyi Camii’ni
Vakıflar restore ettirdi. Namaza açtı. Ancak, hamam öylece bırakıldı. İçi nakışlı
fevkalade bir hamamdır bu. Beylerbeyi
Camii’ne öğrencileri götürdüğümde Camii’ye gittik. Oktay Aslanapa’nın yayınladığı plana baktım. Yerinde çizmemiş,
yerinde de karşılaştırmamış. Vaktiyle
Edirne camilerinin 3 - 5 tanesinin planlarını yayınlamış olan Cornelius Gur-
litt öğrencilerini göndererek, planlarını
çizdirmiş. Ne var ki 3 gün gibi kısa bir
süre kalmışlar Edirne’de. Makalesinde de
yazıyor zaten. Orada alelacele bazı camilerin rölövelerini çıkardık, diyor. İbadet
edilen kısmı dikdörtgen bir yapı olarak
görmüş. Hâlbuki onun yanında Avrupalıların ters T tipi dedikleri, benim zaviye
camiler dediğim ve de yandaki odaların
fonksiyonlarının ne olduğunu hesaplayarak verdiğim isimle tabhâneli camilerdir
bunlar. Hatta bu grup camilerin 2 tane de
kocamanı vardır İstanbul’da. Birisi Yavuz Sultan Selim Camii, biri de Beyazıt
Camii. Onun da yanında o ek kanatlar
vardır. Hatta onları da namaz mekânlarına katmışlardır ve onların tepelerinde
de muhakkak ortasında bir avlu olması
gerekir o tabhânelerin. Oraya da birer
aydınlık feneri konulmuştu. Allah rahmet eylesin bilgili Zeynep mimar, onları
restore ederken, o aydınlık fenerlerine
farklı bir şekil vererek, kubbemsi bir kılıf
içine soktu onları. Yanlış bu; onlar aslında aydınlık verecek; bu sebeple camlı,
pencereli olması lazımdı. Ancak, bizim
restoratör mimarlarımızın yeteri kadar
bir sanat tarihi bilgisi olmadığından ve
okumadıklarından oranın neden öyle yapıldığını anlamamışlardı.
Mesela İznik yolu üstünde bir ufak kasaba vardır. Orada tepenin üzerinde böyle
tabhâneli bir cami varmış. Oranın belediyesi çok fikri evvel olduğundan, şehre
tazyikli su vermek için bir tepe lazım
olduğunda, o tabhâneli caminin duvarlarını iyice sıvatmış, tabhâneleri ayırmış ve duvarla örmüş, biraz da sıvamış
onunla basmış suyu caminin içine. Cami
olmuş su deposu. Osmanlı’nın ilk eserlerinden Orhan Gazi zamanından kalma
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
cami… İçeri girdim; ne plan çıkarmaya
imkân var ne başka bir şey. Odalar da
kapanmış… Tabii Osmanlı mimarisinin
ilk zamanlarından eser; odaları yapmış
ama küçük ölçüde. Bu odaların önünde
bir avlu fikrini yaşatacak bir mekân yok.
Yalnız koridorumsu, helâ aralığı gibi
bir mekân var. Bu defa üstlerine minicik bir aydınlık feneri koymuş. Ocaklı
falan bir oda var tabii. Ama onlar tamir edilmediği için garip kalmış öyle.
E.K. Edirne’de yıkılmış olan bir saat kulesinin restorasyonu söz konusu bugünlerde. Son olarak bu saat kulesinin hikâyesi nedir?
İşte aynı durum Beylerbeyi Camii için de
geçerli. Tabhâneler dışarıda fakat bunlar aynı zamanda bir tekke mahiyetinde
de olduğundan, biraz iç tenzilatları falan
biraz başka türlü oluyor. Namaz mekânı
caminin bütünü değil, öndeki mihraplı
kısmı. Bir de kapalı avlu olarak gördükleri ön kısım var ya, onun tepesinde de
bir aydınlık oluyor muhakkak. Aydınlık
feneri var. İkisi arasında bir yüksekli farkı olduğundan, ayakkabılıklar var. Hatta
ben bunu Ankara’da yapılan I. Türk Sanat Tarihi Kongresi’nde bildiri olarak
verdim. Orada dinleyicilerden yaşlı bir
adam, o esnada arşiv çalışmaları yapıyormuş. Bazı camilerin o yan kanatlarında
namaz kılınır mı kılınmaz mı tartışması
çıkmış ve fetva verilmiş kılınabilir diye,
dedi. Biz de hayret ettik ne gerek var
diye, dedi.
Osmanlı toprağı olan her yerde bir saat
kulesi yapılması öngörülmüştür. Bazı
yerlerde mevcut kulemsi yerler varsa onların üzerine oturtmuşlar saat kulesini.
Bazısında temelden itibaren yeni bir şey
yapmışlar. Bu yerine göre değişmiş. Erzurum’da kale burçlarından birini ele almışlar. Hatta üzerinde de Saltuklular’dan
kalma boydan boya şerit halinde bir kule
yapmışlar. Onu da biraz bozmuşlar, tahrip etmişler. Edirne’deki de öyledir. Eski
Bizans devrinde kullanılan Edirne Kalesi’nin burçlarından birisinin üstündedir.
Onda da boydan boya bir Bizans kitabesi
var idi. Sonra bunun üzerine önce ahşap
bir saat kulesi yapmışlardı. Fakat sonra
bu saat kulesi çürümüş mü yıkılmış mı
ne… Onu kaldırmışlar, yine padişahlık
devrinde bu sefer bir mimariye sahip olmak üzere, barok üstü yaklaşan, sütunlu
bir kule yapmışlar. Tabii aynı genişlikte
değil; altı geniş. Geniş kale burcu. Üzerinde Bizans devrinden yapma bir tuğla
var çepeçevre ve ortasında da dağ var.
Geç Osmanlı devri – Tanzimat mimarisinden bir kule yapılmış. O kule bundan 60 sene öncesine kadar sapasağlam
duruyordu. Edirne’de bir deprem oldu.
Arkasından belediye bir emir verdi. Bu
Bir de biraz daha geç devir olmak üzere
Afyon-Karahisar ilçelerinden birinde,
eskiden adı Sincanlıydı şimdi adını onun
Sinanpaşa yapmışlar, Sinanpaşa Camii
vardır. Oldukça büyük bir camidir. Bir
de onun yanında odalar vardı; kapalıydı.
Ambar mı yapmışlar dolap mı yapmışlar,
odaların ağzı tıka basa doluydu.
S.E. Edirne’deki saat kulesi hakkında benim bir makalem vardır. Genellikle cülus
yıldönümünde, 25. seneyi doldurduğunda hükümdarlara bir şeyler yapılır. Avrupa’da da yaparlar. II. Abdülhamit için de
bir harekât yapılmış ve onun üzerine de
13
SÖYLEŞİ
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
kuleyi yıkın dedi. Menderes Dönemi’nde
Tanzimat mimarisinde olan üst kısmı yıkıldı. Ben ona dair bir makale yazmıştım.
Daha doğrusu bir ara Güney Doğu Avrupa devletlerinin kültür ve sanatlarını
inceleyen bir kongre kurulmuştu. Hepsi;
Bulgaristan, Macaristan, Romanya komünist idaresindeydi. Bir Yunanistan’ın
ne olduğu belli değildi. İyi kötü bu kongreler toplanırdı. Bir defa Bulgaristan’da,
bir defa Romanya’da, bir defa Yunanistan’da… Tabi bizde Balkan devleti sayıldığımızdan katılırdık. Bunlardan bir
tanesinin Ankara’da olması kararlaştırıldı. Dünyadaki kongrelere bizim âlimlerimizin hepsi akın akın katılırdı. Ancak
Ankara’da yapılan kongreye iki Türk
katıldık. Ben o kongrede Edirne Saat
Kulesi’ni sundum; makalenin o kongre
kitabına basılması lazımdı fakat basılamadı. Sonunda ben de o yazıyı, başkanın
Prof. Afif Erzen olduğu, ikinci başkanın
da ben olduğum, Edebiyat Fakültesi’nin
Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları dergisinde yayınladım.
14
SÖYLEŞİ
S.M.D. Hocam, değerli paylaşımlarınız
için çok teşekkür ederiz. Uluslararası
ölçekte çalışan bir sosyal bilimci olarak
korunmuş tarihi eserlerin ve tarihi kentlerin oluşturduğu imajı iyi biliyorum;
fakat sizin yerelde birebir yaşadığınız
örneklerle bunları görmek küreselleşen
dünyada yer edinmeye çalışan yerel yönetimlere, tarihi değerlerini doğru bilgi
ve yöntemlerle korumayı ve yaşatmaya
vesile olur diye umuyorum.
E.K. Serap’ın düşüncelerine ben de katılıyorum; yaşamın sürdürüldüğü toprakta
ne varsa değerini bilip sahiplenince dünyanın tamamıyla bir olunabilir… Kent
belleği sorusuyla yola çıkıp o belleği nasıl
deforme ettiğimize hatta yok ettiğimize
kadar değindik. Edirne Saat Kulesi üzerine yapılacak çalışma için de iyi sonuçlar
duymayı umuyoruz. Kıymetli anılarınızı
ve düşüncelerinizi bizlerle paylaştığınız
için tekrar teşekkür ederiz hocam.
S.E. Ben teşekkür ederim. Size de elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Başarılar diliyorum.
Sayı:3, ARALIK 2015
şehir & toplum
15
SÖYLEŞİ
şehir & toplum
DOSYA:
EDİRNE
16
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
TÜRKİYE’NİN İLK DÜNYA MİRAS LİSTESİ ÇALIŞMASI:
SELİMİYE CAMİİ VE KÜLLİYESİ
UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİ
ADAYLIK SÜRECİ
Yaşagül Ekinci*
Yaşagül Ekinci3*
Özet
2000’li yıllara kadar 10-20 sayfalık rapor
şeklindeki adaylık dosyaları ile UNESCO
Dünya Miras Listesine giriş süreci yönetilmekte idi. 21. yüzyıla giriş ile dünyadaki hızlı kalkınma hamleleri, küresel ısınma ve silahlı çatışmalar gibi toplumları ve
mirasları olumsuz etkileyen unsurların
etkisi ile Dünya Miras Listesi adaylık süreçleri değişmeye başladı. UNESCO’nun
miraslar için koruma ve yönetme çalışmalarını merkeze alan adaylık dosyaları
talep etmesi ile adaylık süreçleri; uzun
yıllara yayılan, toplum ve STK’ların aktif
* Danışman, Miras Yönetimi Uzmanı, Trakya Üniversitesi;
Bergama Belediyesi UNESCO Dünya Miras Alan Başkanı,
[email protected]
görevler üstlendiği, ulusal ve uluslararası
işbirliklerinin yerel yönetimler düzeyin
de sağlandığı bir çalışmaya dönüştü.
Edirne, UNESCO ve ICOMOS’un belirleyici olduğu uluslararası koruma normlarının ana hatlarını belirlediği bu adaylık
sürecini, birçok bilinmezi de aşarak, başarılı şekilde tamamladı. Selimiye Camii
ve Külliyesi, 2011 yılında 35. UNESCO
Dünya Miras Komitesi toplantısında,
ülkemizin UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki 10. varlığı olarak listeye adını
yazdırdı. Bu gelişme; adaylık çalışmalarını yerel yönetimin üstlenmesi; adaylık
süreci içinde “Alan Yönetimi Planı” hazırlanması ve ülkemizin uzun yıllardır
farklı nedenlerle ilişkilerini nerede ise
kopardığı UNESCO ile yakınlaşmasını
17
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 1:
Selimiye Camii
yukarıdan görünüş
(Enver Şengül, 2005).
sağlayan bir dizi gelişme içinde dikkat çekici bir etki yaratmıştır.
Bu başarı Edirne’nin, ülkemizdeki yerel
yönetimlere örnek teşkil etmesi yanında, 2011 yılı sonrası Türkiye’deki birçok
kültürel varlığın UNESCO Dünya Miras
Listesi’ne girmesi için akademik dünyanın, STK’ların ve merkezi kurumların
artan çalışmalarında da tetikleyici rol
üstlenmiştir.
UNESCO41, Birleşmiş Milletler’in eğitim,
bilim ve kültür kurumu olarak, İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra, 1946 yılında
kurulmuştur. Bu kurumun yasası 1945
yılı Kasım ayında Londra’da 44 ülkenin
temsilcilerinin katıldıkları bir toplantıda
kabul edilmiştir. Türkiye, bu yasayı im-
Ülkemizde son yıllarda Dünya Miras Listesi ile ilgili yaşanan gelişmelerin de etkisi ile UNESCO’nun “kültürel miras” ve
“miras alanlarının korunması ve yönetimi” gibi iki kavram etrafında yürüttüğü
çalışmalar ön plana çıkmaktadır. Oysa
UNESCO’nun çalışma alanları ve uluslararası işbirliklerine baktığımızda şunu
görmekteyiz: UNESCO, insan hakları,
özgür basın, herkes için eğitim imkânlarının eşit ve etik şekilde sağlanması,
küresel ısınma, depremle mücadele, su
ve orman havzalarının korunması, korunması, kültürel endüstriler ve kalkınma, dijital medya ve telif hakları vb. farklı
alanlara dağılan çalışmalar yürütmekte-
1 United Nations Educational, Scientific and Cultural
Organization. Türkçe: Birleşmiş Milletler, Eğitim, Bilim
ve Kültür Kurumu.
2 UNESCO Sözleşmesi, ülkemizde 20 Mayıs 1946 tarihli ve
4895 sayılı kanunla onanmıştır http://www.unesco.org.
tr/ index.php?gitid=1
3 http://en.unesco.org/countries/member-states
UNESCO
18
DOSYA:
EDİRNE
zalayan devletler arasında onuncudur52.
Aralık 2015 itibari ile UNESCO’ya üye
195 devlet, muhabir üye 10 devlet bulunmaktadır63.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
dir. UNESCO tüm çalışmalarını, kırsal
- kentsel, kadın – erkek, çağdaş – geleneksel gibi kavramsal ayırımlardan ziyade insanların ve toplumların ihtiyaçları
doğrultusunda ve engelli veya kısıtlılara
da öncelik veren kültürel – bilimsel ve
eğitsel faaliyetler olarak yürütmeye çalışmaktadır74.
Dünya Miras Listesi:
Mirasların Korunmasında
Uluslararası İşbirliği
Türkiye-UNESCO ilişkileri içinde
önemli yere sahip olan Dünya Miras Listesi (DM Listesi), 1972 yılında Paris’te
toplanan UNESCO Genel Kurul’unda
kabul edilen Dünya Kültür ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi’ne (Miras
Sözleşmesi) dayanılarak oluşturulmuştur85. UNESCO’nun 1972 tarihli sözleşme dışında, Liste’nin genel işleyişi ve
varlıklarda aranan istisnai evrensel değer
ile ilgili tanımlamaları yaptığı bir “Dünya
Miras Sözleşmesi Uygulama Rehberi” de
bulunmaktadır96.
DM Listesi’ne aday tüm kültürel ve doğal
miraslar için süreç sözkonusu bu iki belge temel alınarak işletilir ve varlıkların
Listeye alınıp-alınmayacağına yine bu
iki temel belgedeki kriterler çerçevesinde
karar verilir.
4 UNESCO’nun hedef ve amaçları ve bu amaçlara ulaşmak
için öngördüğü eylem planları için bakınız: http://unesdoc.unesco.org/images/0022/002278/227860e.pdf
5 Konvansiyon Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2658
No ve 14.04.1982’li ‘’Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının
Korunmasına Dair Sözleşmeye Türkiye Cumhuriyetinin
Katılmasına Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun ve
Sözleşme’’ ile kabul edilmiştir. Tam metin için bakınız:
http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14269/dunya-kulturel-ve-dogal-mirasin-korunmasi-sozlesmesi.html
6 Operational Guidelines for the Implementation of the
World Heritage Convention, Bknz. (İngilizce) http://
whc.unesco.org/archive/opguide13-en.pdf
Ülkelerin sahip oldukları kültürel ve doğal mirasların tespit, tescil ve koruma
çalışmalarını uluslararası işbirliği ile yürütmelerini sağlamak üzere ve koruma
konusundaki standartların takip edilmesi
için Sözleşme, ayrıca UNESCO’ya üye ülkelerin arasından seçilen 21 devletin katılımı ile “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması İçin Hükümetlerarası
Komite” (Dünya Miras Komitesi-DMK)
kurulmasını öngörmüştür. Komite, Sözleşme’de tanımlanan kültürel ve doğal
varlık kategorilerini dikkate alarak istisnaî evrensel değerde170mütalâa ettiği ve
Dünya Mirası Kriterlerine18 uygun bulunan, kültürel veya doğal mirasların oluşturduğu Dünya Mirası Listesi’ni yayınlamakla yükümlüdür129.
Sözleşme ayrıca kültürel ve doğal mirasların ulusal ve uluslararası korunması
ile ilgili taraf ülkelere sorumluluklar da
yüklemektedir1310. Ülkeler bu sorumlulukları tüm insanlığa karşı bir görev
olarak yürütmek zorundadırlar1411. Liste, kültürel koruma alanında tanıtım ve
eğitim yolu ile dünyanın her yerinden
geniş halk kitlelerinin bilinçlenmesini
ve kültür varlıklarına sahip ülke yönetimlerinin korumada sorumluluk altına
girmelerini sağlayan etkin bir araç olarak da kullanılmaktadır.
7 Ayrıntılı bilgi için bknz. Uygulama Rehberi Paragraf 49.
8 Kriterler için bakınız: Dünya Miras Sözleşmesi Uygulama
Rehberi Paragraf 77: http://whc.unesco.org/en/guidelines/
9 Dünya Mirasının Korunması Sözleşmesi Madde 11.
10 Dünya Mirasının Korunması Sözleşmesi Madde 4 ve
Madde 5. Sözleşme İngilizce metni için Bknz. http://whc.
unesco.org/archive/convention-en.pdf
Sözleşme Türkçe metni için Bknz. http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14269/dunya-kulturel-ve-dogal-mirasin-korunmasi-sozlesmesi.html
11 Dünya Mirasının Korunması Sözleşmesi Madde 6 ve
Madde 7.
19
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Varlıkların, kültürel, doğal ve karma
miras (hem kültürel özellikleri ve hem
de doğal özellikleri bir arada barındıran)
statülerinden herhangi biri kapsamında
kaydedildiği Liste’ye Selimiye Cami ve
Külliyesi Kültürel Miras olarak girmiştir.
Dünya Miras Komitesi istisnai evrensel
değere sahip 12 varlığı, ilk kez 1978 yılında Dünya Miras Listesi’ne alarak Liste’yi yayınlamıştır. Aralık 2015 itibari ile
163 ülkeden, 802 kültürel, 197 doğal ve
37 karma özelliğe sahip varlık (toplam
1031) Dünya Miras Listesi’nde bulunmaktadır1512.
Asıl Liste’ye girmeden önce ülkelerin
“Tentative”, yani ön listeye girmek için
başvuruda bulunmuş olmaları gerekmektedir. Ön listedeki varlıklar DM
Listesi Adayı statüsünü kazanmakta ve
bu alanların gerçek listeye girmesi için
daha sonra üye ülkelerin hazırlayacakları Dünya Mirası’na Başvuru Dosyası’nı,
Dünya Mirası Komitesi’ne göndermeleri
ile yapılabilmektedir.
20
DOSYA:
EDİRNE
UNESCO, 2000 yılı sonrası listeye alınma kıstaslarını değiştirerek, özellikle taşınmaz doğal ve kültürel varlıkların korunması ile ilgili uygulamalarda koruma
planlarının hazırlanmasını talep etmeye
başlamıştır. Ülkemizde Alan Yönetimi
Planı olarak adlandırılan bu stratejik çalışmanın hazırlık sürecinde ise, varlığın
bulunduğu coğrafyadaki yerel yönetimlerin ve yerel halkın temel görevleri üstlenmeleri şartını getirmiştir.
12 Ayrıntılı bilgi için bakınız: http://whc.unesco.org/en/list/
UNESCO ve Türkiye:
Kültürel Zenginliklerin Baş
Rolde Olduğu Bir İşbirliği
Ülkemiz, UNESCO sözleşmesini imzalayan ilk ülkelerden olmasına karşın yakın
coğrafyalardaki çatışma ortamları, ekonomik krizler ve iç gerginlikler nedeni
ile Birleşmiş Milletler (UN) ile ilişkileri
içinde UNESCO’nun geri plana itildiğini
görmekteyiz. Buna karşın son on yıl içinde UNESCO ile ilişkilerin hızla gelişme
gösterdiğine de tanık olmaktayız.
Son yıllarda yürütülen çalışmaları vurgulamadan önce, UNESCO ile ilişkilerimizin geçmişine bakmak daha faydalı
olacaktır. UNESCO sözleşmesini imzaladığımız 1946 yılından 2000’li yıllara kadar geçen süreçte, maalesef UNESCO ile
işbirliklerimizin zayıf olduğunu görmekteyiz. Bu dönemde UNESCO’nun
işbirliği ile ülkemizde yürütülen çalışmalara örnek olarak İstanbul ve Göreme’yi
koruyarak gelecek nesillere aktarmak
amacıyla 1983 yılında başlatılan kampanya verilebilir1613. Söz konusu kampanyanın bir sonucu olarak her iki kültürel
alan da UNESCO Dünya Miras Listesine
1985 yılında girmiştir1714. Bu alanlar aynı
zamanda ülkemizin UNESCO Dünya
13 http://portal.unesco.org/en/ev.php-URL_
ID=26440&URL_DO=DO_TOPIC&URL_SECTION=201.html kampanya hakkında
ayrıntılı bilgi için: http://unesdoc.unesco.org/images/0014/001470/147021eo.pdf
Söz konusu uluslararası kampanya ile aynı zamanda
yürütülen Topkapı ve yıldız Saraylarının korunması ve
restorasyonu ile ilgili bir diğer kampanya hakkında bilgi
için :
http://unesdoc.unesco.org/images/0014/001470/147005eo.pdf (Topkapı ve Yıldız
sarayları ile ilgili bu kaynakta İstanbul ve Göreme ile ilgili
yürütülen uluslararası kampanya hakkında detaylar da
bulunmaktadır.)
14 http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44423/dunya-miras-listesi.html
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Miras Listesi’nde temsil edilen ilk kültürel varlıkları da olmuşlardır. Türkiye’de
kültür ve doğal varlıkların korunması ile
ilgili temel yasal metni olan 2863 sayılı Kanun’un1815 1983 yılında kabul edildiği
dikkate alınırsa, bu dönemin ülkemiz
koruma tarihinde bir dönüm noktası da
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Türkiye bu dönemde 1983-1989 yılları
arasında aynı zamanda DMK üyesi olmuştur. Ülkemizin Selimiye Camii’nden önceki nerede ise tüm Dünya Miras
Alanları bu dönemde listeye alınmıştır.
Bu durum ülkemiz ile UNESCO ilişkilerinin, uzun vadeli ve stratejik işbirliğine
dayanmaktan ziyade belirli dönemlerde
artan, belirli dönemlerde kopma noktasına gelen, çoğunlukla ulusal kurumların
yetki ve sorumluluklarında inisiyatif almaları ile yürütüldüğünü göstermektedir.
Öyle ki ülkemizin Dünya Miras Aday
Varlıkları (Tentative-Geçici Liste Varlıkları) 2000 yılına kadar sadece Karain
Mağarası’ndan ibaret idi. Ancak, 2000
yılında bir anlık canlanma ile 13 kültürel
varlığımız birden UNESCO Dünya Miras Listesi adayı statüsünü kazandı. Ardından 2009 yılına kadar aday varlıklarda
hiçbir gelişmenin yaşanmadığı durağan
bir dönem yaşandı. Selimiye Camii ile ilgili adaylık hazırlıklarının sürdürüldüğü
2009 yılında yine bir canlanma ile 4 varlığımız Dünya Miras Listesi Adayı statüsünü kazandı. Selimiye Camii’nin Dünya
Miras Listesi’ne girdiği 2011 yılı sonrasında ise, bu rakam bu kez çok hızlı bir
şekilde artarak, 2015 yılında 60’a ulaştı1916.
15 Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu: http://
www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.2863.pdf
16 Listenin en güncel hali ve yıllara göre artan seyri için
bakınız: http://whc.unesco.org/en/statesparties/tr
Öte yandan, gerek 2000 yılı öncesinde,
gerekse 2000 yılı sonrası işbirliklerinde
Anadolu’nun zengin mirası üzerinde yaşıyor olmamızın sunduğu avantaj ile ülkemizin tamamen ‘’kültür’’ başlığı ile ilgili
çalışmalara katıldığına tanık olmaktayız.
Örneğin, Türkiye 2000 yılında tarihi
kentler ve depremler ile ilgili bir toplantıya ev sahipliği yapmıştır2017. UNESCO’nun teknik bilgisine, 2004 yılında
Zeugma Antik Kenti’nden çıkarılan
eserlerin sergilenmesi için kurulacak
müze ile ilgili çalışmalar başlığı için başvurmuştur2118. Ülkemiz 1999-2004 yıllarında ise yine UNESCO teknik ve maddi
destek programları kapsamında İstanbul Tarihi Yarımada’da; Fatih, Zeyrek,
Yenikapı ve Süleymaniye’de yürütülen
restorasyon projelerine maddi ve teknik destek sağlamıştır2219. 2013 yılında ise,
UNESCO, Türkiye ve Japonya ortak bir
proje kapsamında Göreme’nin korunması ve sit alanı içindeki kimi restorasyon çalışmalarına destek sağlanması için
işbirliği gerçekleştirmişlerdir2320. Ülkemiz
ayrıca Kasım 2013 yılından beri Dünya Miras Komitesi Üyesi olarak faaliyet
göstermektedir. Bu görev 4 yıl sürecektir. Öte yandan, 2016 yılında UNESCO
Dünya Miras Komitesi 40. Toplantısı,
10-20 Temmuz tarihlerinde İstanbul’da
düzenlenecektir2421.
Ülkemizin “kültür” başlığı altında UNESCO ile işbirliğine verilecek bir diğer gü17 Ayrıntılı bilgi için bakınız: http://whc.unesco.org/en/
activities/783/
18 Çalışmanın ana hatları için bakınız: http://whc.unesco.
org/en/activities/784/
19 Daha fazla bilgi için bakınız: http://whc.unesco.org/en/
activities/782/
20 Daha fazla bilgi için bakınız: http://whc.unesco.org/en/
news/1057/
21 http://whc.unesco.org/en/sessions/40COM
21
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
zel örnek ise, 2013 de imzalanan Somut
Olmayan Kültürel Mirasın Korunması
Sözleşmesi’dir. Sözleşme’nin hazırlık sürecinde, ülkemizin ev sahipliği yaptığı
önemli toplantılar, Sözleşme’nin uygulanmasından sorumlu Hükümetlerarası
Komite’de aldığı görevlerdir2522.
UNESCO-Türkiye ilişkilerindeki bu son
dönem, aslında yerel yönetimlerin de
miraslarını hatırladığı bir sürece denk
gelmektedir. Selimiye Camii’nin Dünya
Miras Listesi’ne adaylık sürecinin yoğun
şekilde yürütüldüğü 2009 - 2010 yıllarına
ve sonrasına baktığımızda, ulusal çerçevede yerel yönetimlerin kültürel kalkınma çabaları içine daha yoğun şekilde
girmeye başladığına tanık olmaktayız.
Tarihi Kentler Birliği’nin toplantılarında, bizzat belediye başkanları, valilikler
ve kalkınma ajansları gibi yerel aktörler
tarafından “Kültürel Koruma ve Kalkınma” ve “Kültürel Koruma ve Turizm” gibi
başlıklarla sürdürülen çalışmaların; bu çalışmalardan elde edilen kazanımların anlatılması, UNESCO ve Dünya Miras Listesi ile ilgili olarak yürütülen çalışmaları
daha da ön plana çıkarılmaktadır2623.
Ülkemizde UNESCO konusunda yerel
ve ulusal kurumlardaki farkındalığın
yükselmesi ile Dünya Miras Listesi’ne
22
DOSYA:
EDİRNE
22 Türkiye’nin 2013 tarihli sözleşmenin hazırlık sürecinde
ve sonrasında yüklendiği aktif görevler için bakınız:
http://www.unesco.org.tr/?page=11:129:5:turkce
23 Tarihi Kentler Birliği ve ÇEKÜL Vakfı gibi kuruluşların
yerel yönetimler ile yürüttükleri kültürel koruma çalışmaları başlıbaşına bir araştırma konusu olarak incelenme
gerektirmektedir. Bu makalede her iki kurumun da başarı
ile yürüttüğü yüzlerce çalışma henüz bilimsel bir analize
tabi tutulmadığı için net bilgi verilememiştir. Ancak,
bilimsel bir incelemeden çıkacak sonuçların değerlendirmesi ise her iki kurumun ve yerel yönetimlerin ‘’kültür’’
başlığı dışında, kalkınma, çevre sorunları, eğitim vb farklı
konularda UNESCO gibi uluslararası kurumlar ile işbirliği
içinde başarılı şekilde nasıl çalışabilecekleri ortaya konulabilecektir.
adını yazdıran varlık sayısı hızla artmıştır. 2011 yılında Selimiye Camii Dünya
Miras Listesine ülkemizin 10. varlığı
olarak girdikten sonra, 2013 yılı dışında
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne her yıl
yeni bir kültürel varlığımız adını yazdırmıştır. 2014 ve 2015 yıllarında ise ikişer
varlık listeye dâhil olmuştur. 2015 yılında, Dünya Mirası sayımız 15’e yükselmiştir2724. Bu artışta yereldeki yönetsel kurumların taleplerinin itici güç olduğu da
bilinmektedir.
Ayrıca ülkemizde UNESCO Milli Komitesi2825 COMOS Milli Komitesi2926 ve
IUCN3027 gibi UNESCO’ya danışmanlık yapan komitelerin etkinlikleri de her geçen
gün artmaktadır. Bu etkinliklerin nerede
ise tümü yine “kültür” başlığı altındaki
çalışmalardan oluşmaktadır3128.
Yerel Yönetimlerin Koruma
Çabalarında Değişen Rolleri
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında; tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması ile ilgili olarak Madde 63, birinci
24 Listenin en güncel hali ve yıllara göre artan seyri için
bakınız: http://whc.unesco.org/en/statesparties/tr
25 http://www.unesco.org.tr/
26 Türkçe: Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi. ICOMOS’un çalışmaları ve UNESCO çalışmaları içinde ki
danışmanlık faaliyetleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız:
http://www.icomos.org/en/ -ICOMOS Milli Komitesi ve
çalışma alanları için bakınız: http://www.icomos.org.tr/
27 Türkçe: Uluslararası Doğayı Koruma Birliği. IUCN’in
çalışmaları ve UNESCO çalışmaları içinde ki danışmanlık
faaliyetleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: http://www.
iucn.org/about/ IUCN içinde ülkemizin etkinlikleri ile
ilgili bilgi için bakınız:
http://cenevreofisi.dt.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.
aspx?ID=203426
28 Ülkemizin Somut Olmayan Kültürel Miras, Dünya Hafızası, Yaratıcı Kentler Ağı, Üniversitelerdeki UNESCO
Kürsüleri vb UNESCO’nun farklı programlarındaki
çalışmaları hakkında bilgi için bakınız: Türkiye UNESCO
Milli Komisyonu resmi web sitesi: http://www.unesco.
org.tr/?page=15:0:1:turkce
UNESCO resmi web sitesi içinde ki Türkiye bölümü:
http://en.unesco.org/countries/turkey
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
fıkra “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını
sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik
edici tedbirleri alır.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddedeki “devlet” tanımı,
kanunlarımıza baktığımızda ilk olarak
Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak algılanır. Bu algı yanlış değildir, ancak eksiktir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, kültürel
koruma konularında “üst kurum” olarak
düzenleme ve denetleme faaliyetlerinden, yasal prosedürlerin şekillenmesinden sorumludur. Bu durum ülkemizin
koruma konusundaki temel yasal metni
olan 1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda
da belirtilmektedir. Kanun’un 10. Maddesi 6. Fıkrası’nda, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın pasif koruma faaliyetleri gerçekleştirdiğini vurgulanmaktadır.
Aktif uygulamalarda ise, kültürel ve doğal koruma faaliyetlerinden; farklı bakanlıkların, yerel yönetimlerin, valiliklerin, vakıfların, özel mülk sahiplerinin,
STK’ların ve aslında toplumun tüm kesimlerinin sorumlu olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle yerel yönetimler özellikle
de son on yılda, gerek çağdaş koruma
anlayışı içinde, gerekse çağdaş yönetim
anlayışı çerçevesinde, kültürel mirasın
korunmasında merkezi bir rol üstlenmektedirler3229.
Son on yıl içinde gelişen bu durumun
yasal zeminde de karşılığını bulduğunu
görmekteyiz. 2004 yılında 2863 sayılı
Kanun’da yapılan değişiklik ile koruma
çalışmalarında planlama, işbirliği, ko29 Yerel yönetimlerin çağdaş koruma çalışmalarında ki rolü
ile ilgili olarak ülkemizde zengin akademik çalışma bulunmaktadır. Konu hakkında kapsamlı bilgi için Ahunbay,;
Bektaş; Erder; İncioğlu; Kuban veya TMMOB Mimarlar
Odası yayınları incelenebilir.
ordinasyon gibi kavramları ön plana çıkaran ve yerel yönetimlere tüm bu kavramların hayata geçirilmesinde görevler
yükleyen “Alan Yönetimi” sistemi yasallaşmıştır. 2005 yılında ise, 2863 sayılı
Kanun’daki yeni maddelere dayanılarak
26006 sayılı “Alan Yönetimi İle Anıt Eser
Kurulunun Kuruluş ve Görevleri İle Yönetim Alanlarının Belirlenmesine İlişkin
Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”
yayımlanmıştır.
Bir Yerel Yönetim Başarısı:
Türkiye’nin ilk Dünya Miras
Listesi Çalışması
Ülkemiz kanunlarında yaşanan yasal ve
yönetsel değişiklikler sonrası, UNESCO
ve ICOMOS gibi uluslararası kurumların çalışma yöntemini, takvimini ve içeriğini belirlediği koruma çalışmalarının
başında gelen DM Listesi adaylık süreci
ülkemizde ilk kez Edirne Belediye’si tarafından gerçek anlamda yürütülmüştür.
Üstelik 2000 yılı sonrasında UNESCO
tarafından talep edilmeye başlanan kapsamlı adaylık dosyası ülkemizde ilk kez
Edirne Belediye’si tarafından hazırlanmıştır. Selimiye Camii ile ilgili yürütülen
çalışmaların kendinden önceki çalışmalardan farklı bir formatta ilerlediği sürecin farklı yönleri açısından tartışılabilir. Örneğin, basit bir gösterge olmakla
birlikte adaylık dosyalarının büyüklüğü
karşılaştırıldığında dahi Selimiye Camii’nin adaylık sürecinin kendinden önceki çalışmalardan çok farklı olduğu anlaşılmaktadır. Selimiye Camii’nden önce,
ülkemizden son olarak Truva Antik
Kenti 1998 yılında Dünya Miras Listesine girmiştir. Truva’nın adaylık dosyasına
baktığımızda sadece 10 sayfalık bir dosya
23
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 2: Selimiye Camii (Enver Şengül, 2013).
ve 50 sayfalık kaynakçadan oluştuğunu
görmekteyiz. Buna karşın Selimiye Camii’nin dosyası bin sayfayı aşan bir detay
çalışma sunmuştur.
24
DOSYA:
EDİRNE
Bu çalışma, Türkiye’de DM Listesi’ne
kültürel bir zenginliğinin girmesi için,
bir belediyenin hazırlık yaptığı ilk çalışma olmanın yanında, Edirne Belediyesi
DM adayı varlığın ve çevresinin bütüncül korunması için 26006 sayılı yönetmeliğe dayanarak, Alan Yönetimi Planı3330
hazırlık çalışmalarını da UNESCO adaylık süreci kapsamında yürüten ilk belediye olmuştur. Alan Yönetimi Planı ana
hatları 2863 sayılı kanun ve 26006 sayılı
yönetmelikle ile belirlenen bir tür ‘’Kültürel ve Doğal Varlıkların- Sitlerin bütünleşik koruma yöntemleri ile katılım
ve şeffaflık ilkeleri dikkate alınarak korunması için öngörülen stratejik plandır.
30 Alan Yönetimi Planı ana hatları 2863 sayılı kanun ve
26006 sayılı yönetmelikle ile belirlenen bir tür ‘’Kültürel ve Doğal Varlıkların- Sitlerin bütünleşik koruma
yöntemleri ile katılım ve şeffaflık ilkeleri dikkate alınarak
korunması için öngörülen stratejik plan’’dır.
Uluslararası yazında “Heritage Management Plan” - Miras Yönetim Planı - veya
“Site Management Plan” - Sit Alanı Yönetim Planı - gibi farklı adlarla da bilinen
Alan Yönetimi Planı, iç mevzuatımız
dışında UNESCO’nun DM Listesi başvurularında talep ettiği bir çalışmadır.
UNESCO bir Dünya Miras Alanı’nın,
alanda sorumlu tüm tarafların işbirliği
ve eşgüdümü ile katılımcı yöntemlerle
korunduğunu, koruma uygulamalarının
bilimsel yöntemlerle sürdürüldüğünü,
finansal kaynakların yerinde ve zamanında tanımlandığını, çalışmalardaki
ilerlemelerin düzenli olarak takip edildiğini gösteren bir tür stratejik plan çerçevesinde korunmasını ülkelerden talep
etmektedir.
Ülkemizde halen farklı iki çalışma gibi
algılanmasına karşın aslında UNESCO
Dünya Miras Listesi Adaylık Dosyası ile
Alan Yönetimi Planı nerede ise birbirinin aynı iki belgedir. Bu nedenle, pratik
bir karar ile Edirne Belediyesi için her iki
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
çalışmanın da aynı birim tarafından yürütülmesi sağlanmıştır.
Adaylık Çalışmasında
Süreçler
Her iki çalışma da ana hatları ile 2009
yılında yürütülmüş olsa da, Selimiye Camii’nin adaylık çalışmalarının başlaması
2003 yılına kadar gitmektedir. Ancak
2009 yılına gelinene değin, aktif bir çalışmaya başlanmadığı, daha çok kurumlar arasında ve kentte aktif olan STK’lar
arasında yapılan görüşmelerden ibaret
kaldığı gözlemlenmektedir.
Birinci dönem:
Bu dönemde UNESCO çalışmalarına
temel teşkil edecek fiziki alan 2003 senesinde Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından
belirlenmiştir. Alan, 2003 yılında, hangi
kurumların alan belirleme çalışmalarında yetki ve sorumlukları olduğunun henüz netleşmediği bir ortamda, Selimiye
Camii ve Külliyesi’nin dış avlı duvarlarını kapsayacak büyüklükte belirlenmiştir.
2005 tarih ve 26006 sayılı Yönetmelik’in
yayımlanmasından sonra, 2007 tarihinde Alan Yönetimi Planı’na temel teşkil
edecek Selimiye Camii ve Külliyesi Koruma Alanı, Bakanlık oluru ile ve yine
Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu kararı ile belirlenmiştir. Bu alan, Selimiye Camii’nin odağında olduğu Tarihi Edirne Kent Merkezi’nin nerede ise tümünü kapsamaktadır.
Bu iki temel çalışma sonrasında, 2006 ile
2009 yılları arasında UNESCO Adaylık
Süreci ve Alan Yönetimi Planı hazırlan-
ması konusunda kentte toplam 12 toplantı yapılmıştır.
Bu toplantıların, 26006 sayılı Yönetmelik’in yeni olması nedeni ile Alan Yönetimi Planı hazırlama süreçleri ve bu süreçlerdeki katılım mekanizmalarının yanlış
anlaşılması dolayısıyla verimli geçmediği
gözlemlenmiştir. Öyle ki ilk toplantılarda birçok kurumun yetkilerinin elinden
alındığı ve kendilerinin üzerinde ayrı bir
idari yönetsel birim oluşturulduğu endişesini söze döktükleri görülmüştür. Öte
yandan farklı kurumların, UNESCO DM
Listesi adaylık süreci gibi özel bir çalışmada yerel yönetimin ana güç durumunda
olmasını kabul etmemesi de bu toplantıların ortaya net sonuçlar çıkmamasındaki
temel etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde, aslında Edirne Belediyesi’nin de UNESCO adaylığını daha çok
perestiş olarak algıladığı ve Adaylık Dosyası’nın hazırlanması için aktif çalışmalara başlamadığı görülmüştür. Belediye bu
ilk dönemde çalışmaları yürütecek ekip
oluşturulması ve sürecin düzenli işlemesi için ofis tahsisinin yapılması gibi temel
gereklilikleri sağlamamıştır.
İkinci dönem:
Çalışmaların ikinci bölümü 2009 ile
2011 yılları arasını kapsamaktadır. Bu
dönemsel ayrımda belirleyici olan olay
14 Şubat 2009 yılında yapılan Kent Sempozyumu’dur. Sempozyum’da Selimiye,
UNESCO ve Alan Yönetimi gibi hususlarda yapılan ortak tartışmalar, farklı kurumların ve bizzat Edirne Belediyesi’nin
çalışmalara somut olarak başlanması konusundaki isteğini artırmıştır.
25
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Bu sayede 2009 yılının Nisan ayında,
26006 sayılı Yönetmelik gereği Edirne
Belediyesi çalışmalarda koordinasyondan
sorumlu olacak Alan Başkanı’nı atamıştır.
Kenti ana hatlarının, kültürel değerlerinin ve koruma sorunlarının ortaya konulması için alt bölge analizleri
yapılması,
Bu atama sonrası Temmuz 2009’da, Edirne Belediyesi AB ve Dış İlişkiler Bürosu,
Selimiye Camii’nin DM Listesi adaylık
sürecindeki çalışmaları yapmak üzere
Belediye Meclisi kararı ile görevlendirilmiştir. Aynı büro, Alan Yönetimi Planı
hazırlanmasından da sorumlu sayılmıştır.
»» Camii ve tarihi Edirne kent Merkezindeki bitki envanterinin çıkarılması,
Büronun adaylık sürecini yürütmeye
başlaması sonrası;
»» Selimiye Camii’nin inşasından bu
yana geçirdiği tüm değişiklikler, tanık olduğu restorasyonlar vb. hakkında Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile
ortak çalışılmaya başlanması, bu çalışmaların içine daha sonra İl Müftülüğü’nün dâhil edilmesi,
»» Alandaki Kültürel varlıkların dokümantasyonu ve tespiti,
»» Alanın öneminin ortaya konması
için kaynakça ve arşiv araştırmaları
yapılması,
26
DOSYA:
EDİRNE
»» Alanda ilgisi bulunan paydaşların
tespiti, (kurum ve kuruluşlar yanında STK’ların ve kentteki kanaat
önderlerinin, yazarların, koleksiyoncuların, sanatçıların tespiti de paydaş
analizleri içinde yapılmıştır)
»» Camii’nin adaylık süreci ile ilgili halkın, öğrencilerin, yerli ve yabancı turizm temsilcilerinin öğrenmesi için
farklı onlarca çalışma yürütülmesi,
»» Camii ve çevresindeki Tarihi Edirne
»» İl Emniyet Müdürlüğü, DSİ, doğal
gaz şirketi, elektrik dağıtım şirketi,
Edirne Belediyesi’nin su ve kanalizasyon, park ve bahçeler, kültür ve
sosyal ilişkiler ile ilgili birimleri ile
kısa ve uzun vadeli projeleri hakkında planlama etapları oluşturulması,
»» Trakya Üniversitesi ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile kültürel koruma
ve farkındalık yaratma konularında,
kent belleği kurulması hususunda
kısa ve uzun vadeli projeler oluşturulması,
gibi temel çalışmalar ardından Selimiye Camii’nin Adaylık Dosyası, UNESCO’nun ana hatlarını çizdiği form çerçevesinde oluşturulmuştur. UNESCO
Başvuru Dosyası içinde aşağıda verilen
bölümler yukarıda yapılan çalışmalardan
derlenen bilgiler ile doldurulmuştur3431:
1. Varlığın Genel Tanıtımı: bu bölümde
aday varlığın adı, konumu, adaylık kriterleri ana hatları ile verilmiştir.
2. Varlığın Tanımı: Selimiye Camii’nin
yapısal, sanatsal ayrıntıları ve inşa edilişinden günümüze değin geçirdiği süreç
bu bölümde ayrıntılı şekilde anlatılmıştır.
3. Varlığın Listeye Dâhil Olmasına Te31 Selimiye Camii’nin Adaylık Dosyası’nın tam hali için
bakınız: http://whc.unesco.org/en/list/1366/documents/
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
mel Teşkil Eden Hususlar: Anıtın evrensel değeri, özgünlüğü, sanatsal, mimari,
kültürel önemi ile benzeri diğer eserler
ile yapılan karşılaştırmalı analizleri, varlığın korunmasında ve yönetilmesinde
ki ana hatlar gibi hususlar bu bölümde
derlenmiştir.
8. İletişim Bilgileri: Bu bölümde eser ve
adaylık dosyası ile ilgili olarak irtibata
geçilecek birimlerin iletişim bilgileri yer
almaktadır.
4. Eseri Etkileyen Faktörler ve Korunma Durumu: Bu bölümde eser üzerinde
olumlu ve olumsuz etkisi bulunan tüm
girdiler ve bu girdiler kapsamında korumanın güncel konumu detaylandırılmıştır. Bu çalışmalarda Alan Yönetimi
Planı için derlenen bilgiler dosya içinde
kullanılmıştır.
Adaylık dosyası bu şekilde tamamlanırken diğer taraftan dosya doldurulurken
ortaya çıkan eksikliklerin giderilmesi için
yereldeki çalışmalar da sürdürülmüştür.
Devam eden süreçte;
5. Eserin Yönetimi: Bu bölüm eserin
sahipleri, kullanıcıları, korunması ve
korunma sürecinin yönetimindeki yasal araçlar, kurumların organizasyonu,
finansal kaynaklar ve koruma uygulamalarındaki prosedürler, mevcut planlar ve
Alan Yönetimi Planı içeriği anlatılmıştır.
6. İzleme-Takip: Bu bölümde geçmişteki ve şu anda yürütülen koruma, restorasyon, bakım çalışmaları hakkındaki
bilgi, belge ve raporların derlenmesi ve
eserin kısa ve uzun vadeli nasıl izlendiği, bu izlenimler sonrası gerekli bakım
ve onarım çalışmalarının nasıl yapıldığı
anlatılmıştır.
7. Dokümantasyon: Bu bölümde ise eser
ile ilgili, yazılı, elektronik ve görsel bilgi kaynaklarının derlenmesi ve bu kaynaklara ait arşivlerin nerelerde olduğu
bilgileri verilmiştir. Ayrıca dosyanın
içinde bahsedilen, planlar, haritalar, fotoğraflar yine bu bölümde ekler halinde
sıralanmaktadır.
9. Ülke İmzası: Ülke imzası Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından atılmıştır.
Yereldeki kurumlar ile yürütülen koordinasyon çalışmalarında ön plana çıkan kişilerin temsilci olarak seçilmesi ile
26006 sayılı Yönetmelik’e dayanılarak,
Alan Yönetimi Planı’nın hazırlık çalışmalarının sistemli şekilde sürdürülmesi için Danışma Kurulu ile Eşgüdüm ve
Denetleme Kurulu oluşturulması,
16-17 Kasım 2009 günlerinde, Edirne’de
Selimiye Camii’nin UNESCO Adaylık
çalışmalarının tanıtılması için Prof. Dr
Cevat Erder onuruna .Akdeniz Dünya
Mirasındaki Şehirlerin Yönetim Planı
Yaklaşımları Uluslararası Sempozyumu.
ve ICOMOS CIVVIH (Tarihi Kent ve
Kasabalar Uluslararası Komitesi).yıllık
genel kurul toplantısı gerçekleştirilmesi,
2009 yılı Kasım ve Aralık aylarında,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
uzmanları ile Adaylık Dosyası üzerinde
çalışılması(Kültür ve Turizm Bakanlığı
bünyesinde UNESCO veya Alan Yönetimi çalışmaları ile ilgili bir birim henüz
oluşturulmadığı bu dönemde, Selimiye
Camii’nin Adaylık Dosyası çalışmaları Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
27
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 3: Selimiye Camii (Enver Şengül, 2014).
Müdürlüğü uzmanlarından Sayın Evrim
Ulusan tarafından takip edilmiştir.), gibi
çalışmalar büro tarafında yürütülmüştür.
Bu süreçte yukarıdaki her bir başlık ile ilgili olarak büronun ve diğer kurumların
onlarca kez bir araya gelerek, tartışma ve
görüşmeler sürdürmesi gerekmiştir3532.
Bu çalışmalar sonrası ise, 2010 Ocak ayı
sonunda Selimiye Camii’nin UNESCO
DM Listesi Adaylık Dosyası Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın ilgili Genel Müdürlüğü’nün imzası ile ve Dış İşleri Bakanlığı aracılığı ile UNESCO DM Komitesi’nin Paris’te bulunan merkezine
iletilmiştir. Çalışmaların son aşamasını
oluşturan adaylık dosyasının teslimi sonrasında ise aşağıda vurgulanan;
28
DOSYA:
EDİRNE
2010 yılı içinde UNESCO DM Komi32 Büronun çalışmalarının düzenli olarak halk ile paylaşılmasında büyük rolü olan http://edirneint.bel.tr sayfası
artık yayımda değildir. Bu sayfadaki bilgiler ülkemizin
ilk UNESCO DM Listesi Adaylık çalışmaları hakkında
sistemli bilgilerin olduğu tek kaynaktır. Sayfanın 2011 yılı
görüntüleri web arşiv kaynakları içinde sınırlı olarak takip
edilebilmektedir. Bakınız: http://archive.is/SdJu9
tesi’nden gelen Selimiye Camii ve Camii’nin korunma şartları ile ilgili ek bilgi
taleplerinin karşılanması,
UNESCO’nun danışma kurumlarından
olan ICOMOS’un yerinde incelemeler
için Edirne’ye gönderdiği Hindistanlı
Uzman Sayın Ratish Nanda’nın incelemelerine eşlik edilmesi, Yönetim Planı
çalışmaları kapsamında Edirne’de yaşatılan veya kaybolmaya yüz tutmuş somut
olmayan kültürel değerler; Kırkpınar
Şenlikleri, dolmenler, Uzunköprü, Karaağaç vb. farklı kültürel değerler hakkında
eylem paketleri oluşturulması, 2011 Mayıs ayında ICOMOS’un Selimiye Camii
ile ilgili olumlu kararını UNESCO DM
Komitesi’ne iletmesi sonrası, 35. Komite Toplantısı’na hazırlanılması, gibi
ana başlıklar altında sıralanabilecek faaliyetler ile Selimiye Camii’nin UNESCO
Dünya Miras Listesi’ne giriş süreci başarı
ile tamamlanmıştır.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 4:
Dünya Miras Listesi
Adaylık Dosyası’nda
sunulan Selimiye Camii
planı (Lejantı Türkçeleştirilmiştir).
Dünya Mirası Listesi’nde
Selimiye Camii ve Külliyesi
miraslar için, son 4 tanesi de doğal miraslar için geçerli kriterlerdir3633.
Selimiye Camii’nin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girişte kullanılan resmi adı
“Selimiye Mosque and Its Social Complex” - Selimiye Camii ve Külliyesi - şeklindedir. Dünya Miras Alanı, Camii ve
Külliye’yi oluşturan birimlerin tümünü
çevreleyen dış avlu duvarının içinde kalan
tüm alandır. Camii, iç avlu, Dar’ül Kurra
Medrese’si, Dar’ül Hadis Medrese’si, Arasta, Sıbyan Mektebi, Muvakkithane, dış
avlu ve Camii’nin içinde yer alan kütüphane birimlerinden oluşmaktadır.
Selimiye Camii’nin adaylığında dayanak olarak kullanılan kriterler aşağıda
verilmiştir:
Camii, UNESCO DM Listesine 4 kriter temel alınarak aday gösterilmiştir.
UNESCO’nun Dünya Miras Sözleşmesi Uygulama Rehberi’nde mirasların
Liste’ye alınabilmesi için öngörülen 10
kriterden en az birine uyması talep edilmektedir. Bu kriterlerin ilk 6’sı kültürel
3. Yaşayan veya yok olmuş bir medeniyete ya da kültürel bir geleneğe ait eşsiz
veya üstün bir tanıklık teşkil etmesi,
1. İnsanoğlunun yaratıcı dehasını gösteren bir başyapıt olması,
2. Şehir planlama veya peyzaj düzenlemesi, anıtsal sanatlar, mimari veya teknoloji alanlarındaki gelişmeler üzerinde, dünyanın belli bir kültür alanı veya
zaman dilimi içerisinde, kayda değer bir
insani değer etkileşimi sergilemesi,
4. İnsanlık tarihinin belli dönemi veya
dönemlerini gösteren, üstün bir bina çe33 Uygulama Rehberi Paragraf.77. Bakınız: http://whc.
unesco.org/en/guidelines/
29
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 5:
Selimiye Camii (Enver
Şengül, 2012).
Şekil 6: Selimiye Camii (Enver Şengül, 2006).
şidi, mimari veya teknolojik bütün veya
kültürel peyzaj örneği olması.
2010 yılı başında Camii’nin adaylık dosyasının UNESCO DM Komitesi’ne teslim
edilmesinden, Camii’nin 2011 Haziran
sonunda Liste’ye girişine kadar geçen 1,5
yıllık süre zarfında UNESCO DM Merkezi
ve ICOMOS ile sürdürülen yazışmalar ve
ek bilgi talepleri sonrası, ICOMOS adaylık
dosyasında öne sürülen 4 kriterden 2 tanesini kabul ederek, Camii’nin DM Listesi’ne
girişini DM Komitesi’ne tavsiye etmiştir.
30
DOSYA:
EDİRNE
35. toplantısında, 27 Haziran 2011 tarihinde, DM Komitesi söz konusu tavsiyeyi kabul ederek, Camii’yi birinci ve
dördüncü kriterleri karşıladığı için DM
Listesi’ne almıştır. Sultan II. Selim’in
Badisi olduğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en ünlü kimliklerinden biri olan
ve hayatı boyunca üç farklı padişaha
hizmet etmiş olan Mimar Koca Sinan’ın
eseri Selimiye Camii ve Külliyesi; “İnsa-
Şekil 7: Selimiye Camii (Enver Şengül, 2006).
Şekil 8: Selimiye Camii’nden çini örnekleri
(Enver Şengül, 2008).
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
nın yaratıcı dehasının üst düzeyde bir
temsilcisi olması” ve “İnsanlık tarihinin
önemli bir aşamasını veya aşamalarını
gösteren bir yapı tipinin, mimari veya
teknolojik bütünün veya peyzajın istisnai
bir örneği olması” özellikleri ile Liste’ye
adını yazdırmıştır.
• İstisnai Evrensel Değerlerini ortaya
koymak için gerekli olan tüm parçaları kapsadığı,
Dünya Mimarlık Tarihi’nde önemli dönemlerden biri olan Osmanlı Klasik Dönem mimarlığının da bu özel eseri;
• Gelişmenin veya ihmalin sebep olduğu elverişsiz durumlardan zarar
görmediği için bütünlük kıstasını da
sorunsuz şekilde karşılamıştır.
• Kullanılan materyal ve maddeler,
• Kullanım ve işlevi,
• İstisnai Evrensel Değeri taşıyan içerik ve süreçlerin tümünü yansıtılmasını sağlayacak alana sahip olduğu,
• Varlığa ilişkin gelenekler, teknik ve
yönetim sistemleri,
• Konumu ve yerleşimi,
• Dil ve somut olmayan kültürel mirasın diğer formları,
• Mekânın ruhu ve mekânın duygusal
değeri,
• Diğer yapı ve çevresi ile ilgili faktörler, gibi özelliklerini yansıtan tüm elamanları ile UNESCO’nun aradığı “özgünlük” kıstasını da karşıladığı da yine
UNESCO DM Komitesi tarafından
kabul edilmiştir.
Dünya Miras Sözleşmesi Uygulama
Rehberi, kriterler ve özgünlük dışında aday varlıkların sahip olduğu
özgünlüğü ve kriterleri günümüzde
de yansıtmasını beklemektedir. Rehberde öngörülen 374 şekli ile Selimiye
Camii ve Külliyesi;
34 Uygulama Rehberi Paragraf. 87-91. Bakınız: http://whc.
unesco.org/en/guidelines/
31
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Kaynakça
Ahunbay, Zeynep, (1999), Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, 2. Basım, Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul.
Aslanapa, Oktay, (1992), Mimar Sinan, Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Başbakanlık (2003) Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma 1: Değişimin yönetimi İçin Değişimde Yönetim,
Başbakanlık, Ankara. http://www.cevreorman.gov .tr/
ekitap/k1.pdf (Erişim: 08.01.2009).
Bektaş, Cengiz, (2001), Koruma Onarım, Literatür,
İstanbul.
DPT, (1997), Ulusal Çerçeve Eylem Planı-Doğal, Tarihi
Ve Kültürel Değerlerin Korunması, T.C. DPT, Yayına
Hazırlayan Raşit Raci Bademli, Ankara.
Ekinci, Oktay, (2000),‘’Kent Yönetiminde Korumacı Şehircilik’’ Kültürel Değerlerin Korunmasında Yerel Yönetimlerin Rolü ve Sorumluluğu Sempozyumu ve Yerel
Gündem 21 Bilgilendirme Sempozyumu –İl Ölçeğinde
Yerel Gündem-, Kastamonu, Kastamonu Valiliği İl Özel
İdare Müdürlüğü Yayınları.
Erder, Sema, İncioğlu, Nihal, (2008), Türkiye’de Yerel Politikanın Yükselişi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Örneği, 1984-2004, Bilgi Üniversitesi Yayınları 191, İstanbul.
Feilden, Bernard, M., ve Jokilehto, Jukka, (1993), Management Guidelines for World Cultural Heritage Sites,
ICCROM, Rome.
Giddens, 1998, ‘’The Third Way: the Renewal of Social
Democracy’’ Cambridge: Polity.
Kaftancı, Güngör, (2008), ‘’Koruma Alanına Yeniden Bakış Dosyası Üzerine’’ Mimarlık, İstanbul, Sayı:339, s:14-15.
Keleş, Ruşen (2006), Yerinden Yönetim ve Siyaset, 5.
Baskı, Cem Yayınevi, İstanbul.
Kuban, Doğan, (2000), Tarihi Çevre Korumanın Mimarlık Boyutu – Kuram ve Uygulama, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul.
Madran, Emre (2007), ‘’Taşınmaz Kültür Varlıklarının
Korunmasına Yönelik Yasal Düzenlemeler ve Yerel Yönetimler’’, Mimarlık, İstanbul, Sayı:338:41-43. 22.
32
DOSYA:
EDİRNE
Özer Akif, (2005) ‘’Günümüzün Yükselen Değeri: Yeni
Kamu Yönetimi’’, Sayıştay Dergisi Sayı: 59, ss:3-46,
Ekim-Aralık 2005.
Şengül, H. Tarık, (2001), Kentsel Çelişki ve Siyaset: Kapitalist Kentleşme Süreçleri Üzerine Yazıla’, Demokrasi
Kitaplığı, (WALD), İstanbul.
T.C. Edirne Belediyesi, (2009), Selimiye Camii ve Külliyesi Alan Yönetimi Çalışmaları Ara Rapor, 13.07.2009,
Edirne Belediyesi, AB ve Dış İlişkiler Bürosu.
T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, (2006), Yasal Düzenlemelerde Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması ve
Yerel Yönetimler, 2. Baskı (2006), T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları/3035, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara.
T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, (2009), Kentsel Miras, Mekan Kalitesi ve Kentsel Tasarım Komisyonu Raporu-5, Kentleşme Şurası, Nisan 2009, Ankara.
TMMOB Mimarlar Odası, (2008), Alan Yönetimi, Korumada yeni Tanımlar Yeni Kavramlar, Çatalhöyük Atölye
Çalışması, Yayına Hazırlayanlar: Emre Madran, Ela Bozkurt, TMMOB Mimarlar Odası, Ankara.
Görsel Kaynakça
Şekil 1 - Şekil 8, Enver Şengül Fotoğraf Arşivi.
Sayı:3, ARALIK 2015
şehir & toplum
33
DOSYA:
EDİRNE
şehir & toplum
DOSYA:
EDİRNE
34
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
TÜRKİYE’DE NEHİR BÜKLÜMÜ
İÇİNDE KURULAN ŞEHİRLER:
EDİRNE ÖRNEĞİ
Metin Tuncel*
Metin Tuncel38*
Şehirler kendilerine kuruluş yeri seçerken akarsular önemli bir rol oynar.
Zira akarsu yataklarını izleyen yollar
önemli ticaret yollarının geçtiği doğal
koridorlardır. Geçmişte kurulan şehirlerin gelişmesi daha çok ticarete dayalı
olduğundan391 bu ticaret için adeta vazgeçilmez olan ulaşım eksenleri, yani yollar
ve bu yollara, o günkü koşullarda, doğal
imkân sağlayan akarsu vadileri daima
çekici olmuşlardır. Akarsu vadileri kara
yollarının geçişine kolaylık sağlayarak
* Prof. Dr., Coğrafyacı
1 Şehirlerin kuruluşunda ticaret ve tacirlerin önemini
hafızalardan silinmeyecek bir şekilde vurgulayan Belçikalı tarihî coğrafya uzmanı H. Pirenne, “Les villes sont
l’ouevres des marchands” (Şehirler tacirlerin eseridir)
ifadesini kullanmaktadır. Biz, Pirenne’nin bu ifadesine,
Paris Şehircilik Enstitüsü eski direktörlerinden Lavedan’ın
“Geographie des Villes” adlı eserinde rastladık. Lavedan
bu cümleyi aynen kullanmış, fakat bunu Pirenne’nin hangi eserinden aldığını kaydetmemiştir (Bakınız: Lavedan,
1959 Geographie des villes, s. 218, Paris).
ulaşımı hızlandırdıkları gibi, doğrudan
doğruya akarsuyun kendisi de, bir başka
ulaşım çeşidi olan akarsu ulaşımı ile ticareti kamçılayıcı rol oynamış, bu nedenle
de özellikle Avrupa şehirleri bir akarsuya
bağlı olarak gelişmişlerdir. Örneğin Paris şehri Seine Nehri ile Londra Thamis
Nehri ile, Viyana ve Budapeşte şehirleri Tuna ile, Almanya’nın Köln ve Bonn
şehirleri Ren Nehri ile adeta özdeşleşmiş
gibidir. Yukarıda adı geçen ve örneklerini daha da çoğaltmamız mümkün olan
şehirleri, yine yukarıda adı geçen ve o
şehirlerin içinden geçen nehirlerden ayrı
düşünmek mümkün değildir. Avrupa’da
çok sık rastlanan bu örnekleri Türkiye
şehirlerinde bulmak zordur. Bu durum
da Türkiye’nin coğrafya özelliğinden
kaynaklanır. Zira Türkiye nehirleri rejimleri düzensiz nehirlerdir. Bu nedenle
35
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Batı’da çok yaygın olan akarsu ulaşımına
elverişli değillerdir. Bu coğrafî özelliğin
sonucu olarak da ülkemizde bir nehirle
özdeşleşmiş şehirlere az örnek verebiliriz: Amasya-Yeşilırmak özdeşleşmesi verebileceğimiz ender örneklerden biridir.
Bununla birlikte, yıllardan beri üzerinde
çalıştığımız “Türkiye’de şehir tipleri” çalışmamızda, Akarsu vadilerinde kurulan
şehirlerimizi;
»» Dar bir vadinin iki yamacında kurulan şehirler,
»» Tek yamaçta kurulan şehirler,
»» İki akarsuyun birleşme noktasında
kurulan şehirler,
»» Geniş bir vadi tabanında bahçeler
içinde kurulan şehirler,
»» Nehirlerin büklümü (menderes)
içinde kurulan şehirler,
36
DOSYA:
EDİRNE
olmak üzere bir tipoloji denemesine giriştik. Buradaki tiplerin her birisine ait
örnekleri elimizdeki Şehir ve Toplum
dergisinin ilerideki sayılarında ele almak
niyetindeyiz. Burada ise konumuz gereği “Nehir büklümü (menderes) içinde
kurulan şehirler” örneğine geçmek istiyoruz: Burada Edirne şehri uzun bir şekilde anlatılmayacak. Çünkü dergimizin
bu sayısında, başka yazarlar tarafından
Edirne’ye ait yeterli bilgi verilecektir. Biz
ise sadece Edirne’nin kurulduğu yere ait
bilgiyi sunarak, yıllardan beri yaptığımız
şehir tipolojisi içinde Edirne’yi oturttuğumuz yere ait mesajımızı vermek niyetindeyiz.
Eski Çağ ve Orta Çağ şehirlerinde korunma endişesi önemli yer tuttuğundan
nehir büklümü içinde bir şehrin yer alması (Edirne’de Tunca’nın büklümü) her
şehre kısmet olmayan bir ayrıcalıktır.
Hatta bu satırların yazarına ait bir ifadey-
le “coğrafyanın bir ikramıdır” diyebiliriz.
Bu şeklin tipik örnekleri ülkemiz açısından daha fazladır: Örneğin İsviçre’nin
başkenti Bern, Fransa’nın doğrusundaki Besançon, Kuzey İtalya’daki Verona,
A.B.D.’deki New Orleans bu tipin güzel
örnekleridir. Bunlardan Bern (Aar Nehri büklümü) ve Verona’nın (Adige Nehri
büklümü) Şematik şekillerini makalemize
ilave ettiğimiz çizimlerde kullandık (Bakınız: Şekil 1, Şekil 2). Memleketimizde
ise bu tipin güzel örneklerini Güneydoğu
Anadolu’daki Cizre (Dicle’nin terkedilmiş
büklümü içinde) ile402 konumuz olan Edirne’de (Tunca büklümü) görmek mümkündür (Bakınız: Şekil 3, Şekil 4).
Şekil 1: Aar Nehri büklümü, Bern
Şekil 2: Adige Nehri büklümü, Verona
2 Tuncel, Metin 1999 “Adını Kuruluş Yerinden Alan
Şehirlere Örnek: Cizre”, Hz. Nuh’tan Günümüze Cizre
Sempozyumu, İstanbul, sayfa: 47-51.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 3:
Dicle Nehri büklümü,
Cizre3
Cizre içeride ve dışarıda verdiğimiz örneklerden daha farklı olarak aktüel bir
büklüm içinde değil, Dicle’nin coğrafya
terminolojisi ile “kopmuş menderes”i
içinde yerleşmiştir.41*
Edirne’ye gelince, tarihin eski devirlerinden beri Akdeniz memleketlerini ve
Avrupa kıtasını Asya memleketlerine
bağlayan kara yolları bakımından Trakya
toprakları önemli rol oynamıştır. İstanbul’dan gelen yol Balkan Yarımadası’nın
dağlık yapısı içinde kendisine kolay geçilir tabiî bir koridor olarak yukarıda
söylediğimiz Meriç Vâdisi’ni bulmuştur:
bu vâdi, geniş bir oluk halinde Balkan
Dağları ile Rodop kütlesi arasında uzanmakta, bunun batı ucundan Sofya Havzası’na, bu havzadan Niş Suyu Vâdisi’ne
kolay geçilmekte, bu vadi ise, Niş Şehri
3 Bu blok diyagramı hazırlayan Prof. Dr. Turgut Bilgin’e
teşekkür ederim.
yakınında, Morava Vadisi’nin tabiî oluğu ile Tuna Irmak’ı vâdisine, Macaristan
ovaları güney kenarında açılmaktadır.
Bilindiği gibi, Morava tabiî oluğu ayrıca
güneye doğru Vardar Irmak’ının geçtiği
başka bir oluk ile de Ege denizine açılmaktadır. Bütün bu tabiî yolların, denize
ulaştığı yer yakınında (Selânik) veya bir
ovaya açıldığı yer civarında (Belgrad-ve
daha ötede, Alp-karpat dağları arasındaki Tuna koridoru ağzında Viyana)
önemli durak yerleri rolünü oynayan
müstahkem şehirler bulunur. İşte, Meriç oluğunun Trakya düzlüklerine açılan kapısında Edirne’nin de böyle bir
rolü olmuştur. Balkan Yarımadası’nın
dağlık yapısı içinde ulaşım akımlarının
“kanalize” edildiği bu tabiî yollar barış
zamanlarında ticari ve kültürel münasebetleri kendilerine çektiği gibi karışıklık
zamanlarında göçler ve istilâ ordularına
da geçit rolünü oynuyorlardı. Bu yolların
37
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 4:
Tunca Büklümü, Edirne
ovaya açıldığı bir noktada kurulmuş diğer şehirler gibi Edirne de, kervanlar için
İstanbul’a varmadan geçilen son önemli
durak yeri, aynı zamanda istilâ hareketlerinin göğüslenmesine elverişli bir mevzi
hizmetini görmek üzere doğmuştur.
38
DOSYA:
EDİRNE
Şehrin kuruluşu üzerine tesir etmiş bulunan şartlar incelenirken Edirne şehrinin
kurulduğu yörede basık tepelerin yayıldığı, yeryüzü şekilleri az-çok silik bir alan
ile, bunu kuzeydoğudan kuşatan az yüksek fakat geçilmesi oldukça güç İstranca
dağ kütlesi ve Havza’yı batıdan sınırlayan
ve kuzeybatıya doğru gidildikçe tedricî
yükselen Rodop dağ kütlesinin varlığı
dikkatimizi çeker: Havza’nın kuzeybatı köşesinde, yukarıda adı geçen iki dağ
kütlesi birbirine yaklaşır, fakat Balkan
Yarımadası ortalarından gelen Meriç Irmak’ının takip ettiği geniş bir vâdi, tabiî
bir oluk gibi uzanarak iki dağ kütlesi arasından geçer ve birdenbire Trakya düzlüklerine açılır. Bu köşede batıdan gelen
ve Rodop dağ kütlesinin doğu kısmının
sularını boşaltan Arda Çayı ile kuzeyden gelen ve Balkan Dağları’nın güney
eteklerinden inen Tunca Çayı Meriç
Irmak’ına karışır. Söz konusu olan yer
yakınında, Meriç’e kavuşan vâdiler bu-
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
rayı önemli bir dörtyol ağzı haline de
koymakta idi: Tunca Vâdisi’ni boylayan
yol, İstanbul’u “Şarkî Rumeli” ve “Şarkî
Bulgaristan” üzerinden Tuna ağzı etrafındaki memleketlere, Kırım’a ve genel
olarak Doğu Avrupa’ya bağladığı gibi,
Arda Vâdisi’ni takip eden bir yol da Rodop kütlesi içine doğudan sokulmayı sağlayan hemen hemen tek ulaşım damarı
rolünü oynuyordu. İşte bütün bu yollar
da, ana çizgileri ile takip ettikleri vadiler
ile beraber, Trakya havzasının kuzeybatı köşesinde düğümlenerek, burada bir
şehrin kurulmasına müsait şartlara yenilerini katmakta idi. Nihayet şunu da
hatırlamak gerekir ki, sözü geçen düğüm
noktası, aşağı Meriç üzerinde, geçen yüzyıla kadar az-çok önemli bir rol oynamış
bulunan nehir ulaşımının başlangıç yerini teşkil etmekte idi; yol ve nehir ile yukarı taraflardan gelen ağır yüklerden bir
kısmı buradan nehir yolu ile denize indirilebiliyordu. Zaman boyunca yolların
karşılıklı durumları değişti. XIX. yüzyıl
sonlarında nehir yolu tamamıyla terk
edilirken, orta Meriç Vâdisi’ni takip eden
demiryolu, İstanbul ile Avrupa memleketleri arasında en süratli ulaşım vasıtası görevini üzerine alarak kara yollarını
da geri plâna attı. Fakat son senelerde,
bilhassa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
kara yolunun, motorlu taşıtlar sayesinde,
yeniden eski önemini aldığı ve hatta demiryolunu gölgede bıraktığı görüldü.
Bütün bu söylediğimiz hususlar yalnız
Edirne’nin kurulmuş bulunduğu zemini
değil, şehrin yakın çevresini de ilgilendiren vaziyet şartlarını meydana getirir. Bu
şartların kastedildiği oldukça geniş alan
içinde şehrin bugün bulunduğu yerde kurulmuş olması, o yere mahsus özel şartla-
rın varlığı ile izah edilebilir. Mevki şartları dediğimiz bu âmiller, şehrin yerleşmiş
bulunduğu zeminin topografyasına aittir.
Edirne, Tunca çayının Meriç’e kavuşmadan evvel çizdiği yarım daire şekilli bir
yayın içinde kurulmuştur. Bu yay şeklindeki çığır, geniş bir hendek gibi, şehri kuzeyden, batıdan ve güneyden kuşatır ve
böylelikle bir İlk ve Orta Çağ şehri olarak
Edirne’nin müdafaasını kolaylaştırmış
önemli bir eleman olur.
Edirne’nin yerinde veya yakınında, toprakların verimliliği nedeniyle erkenden
bir kır yerleşmesi kurulmuş olabilir. Bununla beraber burada bir şehrin gelişmesi,
her halde İstanbul üzerinden Anadolu’yu
Avrupa içlerine bağlayan yolun ortaya
çıkmasıyla orantılı olsa gerektir. Gerçekten de Edirne, Meriç Vâdisi’ni boylayarak
Balkan Yarımadası’nı kesen yolun Trakya Ovası’na açılan kapısı durumundaydı.
Ayrıca Edirne’nin hemen yanı başında Meriç ile birleşen vâdiler (Tunca ile
Arda), kendilerini izleyen yolların burada
düğümlenmesine yer hazırlar. Ayrıca bu
akarsular, bir zamanlar oldukça önemli
bir ulaşım veya taşıma yolu da meydana
getiriyordu (Meriç’in aşağı çağırında ulaşım Edirne’den başlıyordu). Yukarıda da
söylediğimiz gibi; Edirne Tunca’nın Meriç Irmak’ına kavuşmadan önce meydana
getirdiği yarım daire şekilli bir yay (nehrin büklümü) içine yerleşmiştir. Burası
doğrudan, Trakya yaylasının dik kenarı
ile sınırlandığı gibi, Meriç ve kollarının
taşıma alanı üzerine hafif bir eğim ile inmekte, böylece su taşkınlarından korunmuş bulunmaktaydı. Bugün surlarından
hemen hemen iz kalmamış olan Edirne
Kalesi sözü geçen yayın batı kesiminde
yer alıyordu. Şehir, Osmanlı Türkleri’nin
39
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
40
DOSYA:
EDİRNE
eline kesin olarak 1361’de geçtikten sonra devletin sınırları kısa zamanda Balkan
Yarımadası’nın ötelerine doğru uzaklaştığı için Edirne Surları’nı sağlamlaştırmak,
ya da büyüyen şehri yeni bir sur sistemi ile
kuşatmak gereği duyulmadı, ancak XVIII.
yüzyıldan sonra şehrin çevresine tek tek
tabye ve istihkâmlar yapıldı. İstanbul’un
fethine kadar, yüzyıla yakın bir süre içinde, Avrupa topraklarına yayılmaya önem
veren geçen devletin başkenti seçilen
Edirne kısa zamanda gelişti, eski surları
dışına taştı; Osmanlı devrinin en önemli
anıtlarıyla süslendi. Yukarıda sözü geçen
ve ortasında Selimiye Camii’nin yükseldiği tepe bulunan Tunca yayı içindeki
alanı tamamıyla kaplamakla kalmadı,
Tunca’nın karşı tarafına (Yeniimaret ve
Yıldırım semtleri) ve Meriç’in sağ yakasına (Karaağaç) yayıldı. Aradaki oldukça
alçak sahalar (Sarayiçi, Edirne-Karaağaç
arası) güzel koru ve bahçelerle süslenmiş bulunuyordu. Başkentin İstanbul’a
geçmesi ile Edirne önceleri önemini kaybetmiş olmadı ise de, devlet sınırlarının
gerilemesiyle çok zarar gördü. Şehir 1829
ve 1878’de Ruslar tarafından işgal edildi,
Balkan Savaşı’nda, şerefli bir savunma
savaşından sonra 1913’te Bulgarların, o
yıl kurtarıldı ise de, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da 1920’de Yunanlıların
eline düştü ve İstiklal Savaşı sonundaki
büyük zaferle geri alındı (1922). İkinci
Dünya Savaşı’nda da, Almanlar’ın, daha
sonra Sovyetler’in Bulgaristan’a girmeleri
sonucunda, sıkıntılı günler geçirdi. Edirne’nin nüfusu XIX. yüzyıl başlarında 100
bini geçmişken, daha sonraları düşmüş,
Balkan Savaşı’ndan sonra 50 binin de altına inmişti. 1927’de yapılan nüfus sayımı,
şehrin nüfusunu 34 bin 500 olarak saptıyordu. 1940 yılında, kuvvet yığılması yü-
zünden, Edirne nüfusu 45 bini geçmiş, fakat beş yıl sonra 30 binin altına düşmüştü
(29.000). Bundan sonra, yavaş bir artma
ile 1960’da 39 bini geçmiş, 1970’te 54 bine
yaklaşmış, 1980’de ise, normal yaşayışın
etkisi ile 72 bine varmıştır. İlk defa 1990
yılında 100 bini geçen nüfusu (102 bin),
2010 yılında da 139 bini bulmuştur.
Son yıllarda şehirde endüstri etkinlikleri de gelişmeye başlamış, eski tarımsal
ürünlerin üretimine (peynircilik vb.) dokuma fabrikaları kurulması katılmıştır.
Edirne’nin turistik değerinden gitgide
daha fazla faydalanıldığı da görülmektedir. Şehir uzun bir durgunluktan sonra
gelişme evresine girmiştir.
Kaynakça
Darkot, B.-Tuncel, M.; (1981) Marmara Bölgesi Coğrafyası, İstanbul, s. 108-109.
Darkot, B., (1964), “Edirne Coğrafî Giriş”, Edirne Armağan Kitabı, Ankara, s. 1-12.
Gökbilgin, Tayyib, “Edirne”, İA, cilt: IV; s. 107-127.
Gökbilgin, Tayyib, “Edirne”, DİA, cilt: 10, s. 425-431.
Tolun, B., (1974-1977), Edirne Şehrinin Kullanılış Alanları, İ. Ü. Coğ. Ens. Derg. No: 20-21, s. 79-117, İstanbul.
Görsel Kaynakça
Şekil 1 – Şekil 4, Metin Tuncel Arşivi.
Sayı:3, ARALIK 2015
şehir & toplum
41
DOSYA:
EDİRNE
şehir & toplum
DOSYA:
EDİRNE
42
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
KENTSEL DOKUSU
BAĞLAMINDA OSMANLI
DÖNEMİ EDİRNE EVLERİ1
H. Oya Saf *, M. Emre Ergül**
Edirne’nin Tarihi Gelişimi
Edirne Osmanlı İmparatorluğu’nun
İstanbul ve Bursa
ile birlikte üç tarihi
Metin Tuncel1*
başkentinden biridir. İstanbul’u ve dolayısıyla Anadolu’yu Avrupa’ya bağlayan
Şehirler
kendilerine
kuruluş yeri
seçeranayol üzerinde
bulunması
nedeniyle
ken
akarsular
önemli
bir
rol
oynar.
önem kazanan bir kenttir. Camiler, Zira
külakarsu
izleyen
yollar
önemli
liyeler, yataklarını
köprüler, eski
çarşılar,
kervansaticaret
yollarının
doğal mahallekoridorraylar, saraylar
vegeçtiği
tarihi konut
lardır.
Geçmişte
kurulan
şehirlerin
leri ile öne çıkan kent önemli anıtsalgeve
lişmesi
daha
çoksahiptir.
ticarete dayalı olduğunmimari
eserlere
dan2 bu ticaret için ade
1 Bu çalışma “Osmanlı Konut Dokusunda Parsel - Konut
İlişkilerinin Analizine Yönelik Bir Yöntem” başlıklı
doktora tezinden (Saf, 2011) üretilmiştir. Doktora Tez
Danışmanı Prof. Dr. Başak İpekoğlu’na katkılarından
dolayı çok teşekkür ederiz
* Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Mimarlık Bölümü, E-mail: [email protected],
[email protected]
** Yrd. Doç. Dr., İzmir Ekonomi Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı
Bölümü, E-mail: [email protected]
Edirne’nin tarihi M. Ö. 35. yüzyıla kadar
dayanmaktadır. Kent tarih öncesi dönemde sırasıyla Luviler, Traklar, Makedonyalılar, Keltler ve Romalılar’ın egemenliği altında bulunmuştur (Darkot, 1965)
(Gökbilgin, 1988). Edirne Roma İmparatorluğu egemenliği altında olduğu dönemde önemli isyanlar yaşamıştır. Buna
rağmen M. S. 2 ve 3. yüzyılın ilk yarısında
Roma İmparatorluğu’nun egemenliğinde
bulunan diğer birçok şehir gibi Edirne’nin
de oldukça geliştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Kent bu dönemde Roma İmparatoru Hadrianus’un adını alarak, Hadrianapolus adıyla anılmaya başlanmıştır
(Darkot, 1965). Edirne kentinde günümüzde, Roma zamanına ait yapı izlerine
çok fazla rastlanmamakla birlikte, görülen
eserler şehrin genel planı hakkında fikir
edinilmesini sağlamaktadır.
43
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
M. S. 4. yüzyıl ortalarından itibaren bölge Hunlar ve Gotlar tarafından tehdit
edilmeye başlamıştır. Daha sonra kent
Bizanslıların eline geçmiştir. Edirne’de
Bizans dönemi 1000 yıl kadar sürmüştür. Edirne belirli dönemlerde, Gotlar,
Avarlar, Peçenekler, Haçlılar ve Latin
ordularının saldırılarına hedef olmuştur
(Akansel, 1990). Bu istilalar ile birlikte
582’de Avarların, 914 ve 928’de Bulgarların akınları kente büyük zarar vermiştir
(Gökbilgin, 1988). Bizanslılar 16. yüzyılda da birçok istilaya sahne olmuştur.
Bu dönemde bölgedeki hâkimiyetlerini
Aydınoğlu Ömer Bey ve Osmanlı Beyi
Orhan Bey’den yardım alarak sürdürmüşlerdir (Akansel, 1990).
Osmanlıların Edirne ile ilişkileri 1346’dan
itibaren başlamıştır (Erdoğan, 2006).
Kent, Lala Şahin Paşa tarafından, 1362
yılında savaşsız olarak Türk topraklarına katılmıştır. 1365’te ise başkent olarak
Osmanlı tarihinde yerini almıştır. Edirne Osmanlıların egemenliğine geçtikten
sonra, kısa bir süre içinde büyük bir gelişme göstererek, dünya tarihinde adları ön
sırada yer alan kentlerden biri durumuna
gelmiştir. Kent gerek askeri üs olarak,
gerekse yönetim merkezi olarak 18. yüzyıla kadar her zaman ön planda kalmıştır
(Akansel, 1990).
44
DOSYA:
EDİRNE
18. yüzyılda Edirne kentinin, yönetim
bozuklukları ana neden olmak üzere,
1745 yangını ve 1751 depremi nedeniyle gerileme dönemine girdiği görülmektedir. 19. yüzyılda Rus savaşlarının
kente verdiği zarar da çok büyük olmuş,
bu dönemde kentin birçok bölgesi yıkıma uğramıştır. 1912 senesine kadar bir
süre savaş görmeyen kent, bu tarihte
balkan devletlerinin saldırısına uğramış-
tır. 1913’de kent Bulgarların sınırlarına
katılmış, Romanya ve Sırbistan’ın saldırılarına hedef olan Bulgaristan kentten
çekilmek zorunda kalmış, kent tekrar
Osmanlı sınırlarına dâhil olmuştur. Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra iki yıl
Yunan işgali altında kalan kent, 1922’de
tekrar Türk sınırları içine alınmıştır
(Akansel, 1990).
Kentsel Dokunun Gelişimi
Tarihi devirde Edirne şehrinin ilk kurulduğu yerin nerede olduğuna dair elde
kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Kentin Odrisler tarafından Bizans ve Roma
öncesindeki tarihi devirlerde Meriç ile
Tunca’nın birleştiği alanda kurulmuş
olduğu bilinmektedir. Daha sonraki dönemlerde, zaman zaman Bulgarların,
Peçeneklerin, Greklerin ve Katalanların
egemenliği altına girmiştir. Başlangıçta
360.000 metrekarelik bir alana yayılan
bu ilk yerleşim yeri, günümüzde doğuda
Saraçlar Caddesi, kuzeyde Mumcular Sokak, batıda Darulhadis Caddesi, güneyde
ise Tunca Nehri ile çevrelenmiş bulunmaktadır. Bölgede Roma İmparatoru
Hadrianus (117-138) tarafından savunma amaçlı bir kale yaptırılmıştır (Yücel,
2000). Kent M.S. 6. yüzyılda Avar Türkleri tarafından kuşatılmış fakat alınamamıştır. Bulgar Türkleri 914’de kenti
almışlar, ancak kent tekrar Bizans’a geçmiştir (Arû, 1998).
Hadrianos’un kurduğu Hadrianopolis,
Sultan I. Murat (1359-1389) bölgeyi ele
geçirdiğinde, Meriç Nehri çevresi ile Bizans Kalesi içerisinde bir köşesi Tunca’ya
dayalı, surlarla çevrili, dikdörtgen planlı
küçük bir yerleşim yeri görünümünde bulunmaktadır. Edirne daha önce de Türk-
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 1:
Edirne’deki Tarihi Bölge
ve Yapılar (Lejand: 1Kaleiçi 2- Tabakhane, 3Kafeskapı, 4- At Pazarı, 5Saraçhane, 6- Muradiye,
7- Kıyık, 8- Aysekadın, 9Süleymaniye, 10- Selimiye
Camii, 11- Üç Şerefeli
Cami, 12- Eski Cami,
13- Bedesten, 14- Rüstem
Paşa Hanı, 15- Muradiye
Camii, 16- Sinagog, 17Eski Köprü, 18- Yalnızgöz
Köprüsü)
ler’in eline geçmekle birlikte, fetih tarihi
1361 olarak bilinmektedir. Balkan fetihleri ile birlikte I. Murad zamanında önemi
gittikçe artan Edirne, sürekli olmamakla
birlikte Bursa ile beraber başkent konumunda yer almış, Rumeli’nin başkenti olarak adlandırılmıştır (Kuban, 2007).
Edirne yapılaşma anlamında ise, Osmanlı
mimarlık tarihinin büyük aşamalarını simgeleyen anıtların bulunduğu bir kent olarak öne çıkmıştır. Bu çalışmada öncelikle
anıtsal yapılar üzerinden Edirne’nin kentsel gelişimine değinilecek, daha sonra ise
konut alanlarının gelişimi anlatılacaktır.
Edirne’de fetihten sonra başlayan imar
faaliyetleri sonucunda, kentin bütün
önemli anıtsal yapıları sur dışında inşa
edilmiştir. Ayrıca bu dönemde Kalei-
çi’ndeki kiliselerin camiye çevrildiği belirtilmektedir. I. Murad’ın 1365-66’da
bugünkü Selimiye’nin yerinde bir saray
yaptırdığı rivayeti bulunmakla birlikte,
Edirne’de Yıldırım Bayezid’in inşa tarihi
14. yüzyıl sonu olarak kabul edilen yapısından daha eski hiçbir Türk yapısı bulunmamaktadır (Kuban, 2007).
I. Murad zamanında bir başkent niteliğinde olmayan Edirne için, Yıldırım zamanında da durum değişmemiştir. Ancak Fetret Devri’nde, Emir Süleyman’ın
Edirne’ye gelmesiyle politik anlamda
bir başkent olmaya başlamış, bir fetih
üssü olmaktan çıkmıştır (Kuban, 2007).
Musa Çelebi ve Mehmet Çelebi devirlerinde kentin devlet merkezi olduğunu ve
geliştiğini söylemek mümkündür (Arû,
1998). Yıldırım Bayezid’in kentin dışın-
45
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
da kurduğu, 1397-1400 yıllarına tarihlenen imareti Edirne’de Osmanlı döneminin en eski yapısı olarak bilinmektedir
(Özendes, 1999). Yapı, ne hacim ne de
yönlenme açısından bir camiye benzememektedir (Kuban, 2007). Yapı haç
planlı eski bir Bizans kilisesinin temelleri
üzerine inşa edilmiştir (Özendes, 1999).
“Bir minareli, üst örtüsü kubbeli ve kurşun kaplıdır. Plan şeması, İtalya’da Ravenade Gala Placidia mozolesine benzeyip
bir daire içine çizilmiş haç şeklindedir
(Kazancıgil, 1994, s.42).”
Emir Süleyman zamanında, 1402 tarihinde yapımına başlandığı söylenen Eski
Cami ile birlikte Edirne kentinin anıtsal
tarihi başlamıştır denilebilir. Bu caminin
yapımının Yıldırım zamanında başladığı
da söylenmektedir. Eski Cami, Edirne’nin
Yıldırım Bayezid İmareti’nden sonraki en
eski yapısıdır (Kuban, 2007). Yapı, 1414
yılında Çelebi Sultan Mehmed zamanında tamamlanmıştır. Mimarı Konyalı
Hacı Alaeddin’dir (Özendes, 1999). İçten
2116 metrekare (Kazancıgil, 1994) ve
kare şeklinde bir plana sahip olan yapının dokuz kubbesi bulunmaktadır. Eski
46
DOSYA:
EDİRNE
Şekil 2-3: Eski Cami (H. Oya Saf, 2007)
Cami, Osmanlı mimarisinde çok kubbeli
ulu camilerin önemli örneklerinden biri
olarak bilinmektedir (Özendes, 1999).
Bir şerefeli küçük minaresi orijinaldir.
İki şerefeli büyük minare ise sonradan
Çelebi Sultan Mehmet Han tarafından
yaptırılmıştır (Kazancıgil, 1994). Cami
taç kapısındaki mukarnas bezeme ile de
dikkat çekmektedir (Kuban, 2007).
Edirne erken dönem Osmanlı mimarisinde yaşanan gelişmeleri ve değişimleri yaşamıştır. Bununla birlikte Osmanlı
sanatının yükseldiği dönemin mimari
ve sanat eserlerini de barındırmaktadır
(Özendes, 1999). II. Murat döneminin
getirdiği büyük gelişmeler ve yapı faaliyetleri Edirne’nin Osmanlı mimarlık
tarihi bakımından önemini arttırmıştır
(Kuban, 2007). II. Murad zamanında gelişen kent, bugünkü nüfusunun ve kapladığı alanın bile sınırlarını aşmıştır (Arû,
1998). İstanbul’un fethinden önceki dönemde; anıtsal kubbeli yapı gelişmesinde
Üç Şerefeli’nin ortaya çıkışı, 14. yüzyıl
ve 15. yüzyıl başının alçı dekorasyon
alanındaki büyük gelişmeleri ve kulesel
minareler önemli bir yere sahiptir. Ken-
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 4-5-6:
Üç Şerefeli Cami
(H. Oya Saf, 2008-2009)
tin merkezinde konumlanan cami sadece
Edirne’nin yeni statüsünü belirleyen bir
yapı olmanın ötesindedir. Yapı, Osmanlı
mimarisinde büyük bir imparatorluk üslubunun başlangıcına da işaret etmektedir (Kuban, 2007).
Sultan II. Murad tarafından, 1438-1447
yılları arasında yaptırılan Üç Şerefeli
Cami, erken dönem Osmanlı Mimarlığı ile klasik dönem Osmanlı Mimarlığı
arasında yer almaktadır (Özendes, 1999).
Plan şeması, geleneksel İslâm cami planının gelişerek, tek kubbeli orta mekân
geleneği ile birleşmesi sonucunda oluşmuştur (Kuban, 2007). Yapı alanı içten
2000 metrekare olup, dikdörtgen biçimindedir. Ortasında altı köşeli sütuna
taşıtılmakta olan büyük bir kubbe yer
almakta, yanlarda ise dört orta ve dört de
küçük kubbe bulunmaktadır (Kazancıgil,
1994). Dört minaresinin biri üç, biri iki,
ikisi ise birer şerefelidir (Özendes, 1999).
Yapının zengin bezeme eğilimi dikkat
çekmektedir. Minare kaideleri Osmanlı mimarisinde taş yapının ve kesme taş
kaplama uygulamasının ulaştığı en üst
düzeyi sergilemektedir. Ayrıca, taç kapı-
ları ve pencere tasarımları, boyalı bezemesi, ahşap işçiliği, kıble kapısının anıtsal
mukarnaslı tasarımı ve özgün yazıtları
da caminin bu eğilimini kanıtlar niteliktedir (Kuban, 2007). 2600 metrekarelik,
tabanı mermer döşeli iç avlusu, Osmanlı
döneminde yapılan ilk cami iç avlusudur
(Kazancıgil, 1994).
II. Murad’ın inşa ettirdiği Muradiye İmareti ve Edirne Sarayı da bu dönemdeki
diğer yapı etkinlikleridir. Osmanlı tarihçileri Muradiye İmareti’nin Mevlevihane
olarak yapıldığını açıkça belirtmektedir.
Evliya Çelebi, yapının II. Murad döneminde camiye çevrildiğini ve bir minare
eklendiğini yazmaktadır (Kuban, 2007).
Muradiye Camii 1436 yılında yaptırılmıştır. Yapı, yan mekânlı cami planının
uygulandığı en güzel örneklerden biridir (Özendes, 1999). Yapıda Yıldırım’ın
Bursa’daki büyük külliyesinin plan tipolojisi uygulanmıştır, II. Murad döneminde kullanımı yaygınlaşan kesme taş kaplama duvarlar kullanılarak inşa edilmiştir
(Kuban, 2007). Yalın bir dış görünüşü
vardır. Görkemli mihrabı ve minberiyle
dikkat çekmektedir. Doğu ve batı duvarı
47
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
ile mihrap duvarını kaplayan çinileri, iki
orta kubbeyi birbirine bağlayan büyük
kemerin iç yüzünde yer alan ince kalem
işleri 15. yüzyıl başındaki Osmanlı bezeme sanatının en başarılı eserleri arasında
yer almaktadır (Özendes, 1999).
Osmanlı imaret sisteminin en büyük
örneklerinden biridir. İstanbul anıtsal
yapılarıyla boy ölçüşen bu büyüklükte
bir külliyenin Edirne’de yapılması (148488) şehrin öneminin henüz azalmadığını
göstermektedir (Kuban, 2007).
Edirne Sarayı’nın inşaatına 1450 yılında Tunca Nehri’nin batısında başlanmıştır. Yapı 1451 yılında II. Murad’ın
ölümünden sonra oğlu Fatih Sultan
Mehmed tarafından tamamlatılmıştır. Cihannüma Kasrı ve Kum Kasrı,
Edirne Sarayı’nın önemli bölümleridir.
1875’de Ruslar’ın Edirne’yi işgal edeceği
haberi üzerine, dönemin valisi tarafından sarayın yakınında bulunan cephanelik ateşlenmiştir. Patlamalar sırasında 425 yıllık saray da tamamen ortadan
kalkmıştır (Özendes, 1999).
Edirne çarşısı ve eski iç kalenin çok uzağında Tunca kıyısındaki bir düzlükte
1484 yılında yapımına başlanmış olan
yapı cami, şifahane, medrese, imaret, tabhane, hamam, değirmen ve köprüden
oluşmaktadır. Cami, 21 metre çapındaki
kubbesi ile tek kubbeli cami tipolojisinin
örneklerindendir (Özendes, 1999). Tabhâneler bağımsız bölümler olarak camiye birleştirilmiş durumdadır. Caminin
darüşşifa ve medreseden duvarlarla ayrılmış olan geniş dış avlusu dikkat çekmektedir. İmareti oluşturan kiler ve mutfak
gibi bölümler ise bağımsız avluları ile camiden uzaklaştırılmıştır (Kuban, 2007).
Edirne’de 15. yüzyılda da, inşa faaliyetlerinin İstanbul ile eş yoğunlukta sürdüğünü söylemek mümkündür. Edirne
fetih sonrasında ikinci başkent olarak
görülmektedir. Bayezid Külliyesi yüzyılın ikinci yarısında, dönemin önemli bir
yapısı olarak dikkat çekmektedir. Yapı,
48
DOSYA:
EDİRNE
Şekil 7-8-9: Muradiye Camii (H. Oya Saf, 2007-2008)
Edirne’de camilerin birçoğunda görülen
yandan girişler, cami hacmini üç yandan
çeviren revaklar ve müstakil minareler
gibi özellikler 16. yüzyılda da uygulanmaya devam etmiştir.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 10-11:
Yıldırım Bayezid Külliyesi
(H. Oya Saf, 2007)
Edirne Sarayı, Fatih Sultan Mehmet döneminden başlayıp giderek daha fazla büyümüştür. Sarayın Avcı Sultan Mehmed
dönemine (1648-93) kadar yeni yapılarla
zenginleştirildiği bilinmektedir. Edirne
kenti, Türk sanatının mimari alandaki en büyük simgesi olarak kabul edilen
Selimiye Camii’nin yapılmasından sonra,
sadece ulusal kültür açısından değil, dünya sanat tarihi açısından da, önemli bir
noktaya gelmiştir (Kuban, 2007).
Sultan II. Selim tarafından Mimar Sinan’a 1569-1575 yılları arasında yaptırılan Selimiye Camii birbirine eşit üçer
şerefeli dört minaresi ile dikkat çekmektedir (Özendes, 1999). Edirne peyzajına
egemen, fazla geniş olmayan bir düzlükte, Eski Cami’nin tanımladığı kent merkezi ve çarşının batısında yer alan yapı,
sadece güneydoğu yanını saran iki küçük
medrese ve harem duvarıyla çevrili olup,
büyük bir külliyenin merkezi olarak düşünülmemiştir (Kuban, 2007). Yapı alanı içten 1575 metrekaredir (Kazancıgil,
1994). “Çapı 31 metreyi geçen kubbenin
yükleri sekizgen merkezi çardağı çeviren bir payanda sistemi ile taşınmaktadır
(Kuban, 2007, s.295).” Kubbe caminin
dış görünüşünün ana hatlarını da belirlemektedir. Yapıdaki mermer, çini ve hat
işçilikleri dikkat çekmektedir. Mihrap
tarafındaki duvarda ayrıca Hünkâr mahfili ve bütün alt kat pencerelerinin alınlıklarında zarif bir çini dekoru ile kaplama uygulanmıştır. Hünkâr mahfilinin
alt kısmındaki tavanın kalem işçiliği de
dikkat çeken diğer bir bezeme öğesidir.
Caminin revaklı avlusunun ortasında
mermerden yapılan bezemeli bir şadırvan bulunmaktadır (Özendes, 1999).
Edirne’nin anıtsal yapılar açısından gelişimi ve önemi 17. yüzyılın ikinci yarısına
kadar sürmüştür. Osmanlı döneminde
Edirne kısa sürede gelişmiştir. Kent yaptırılan saraylar, köprüler, kervansaraylar,
hanlar, hastaneler, imaretler ve çeşmelerle zengin bir görünüme ulaşmıştır.
49
“Evliya Celebi bu yapılara uzun uzun
değinmiş, özellikle Sultan IV. Murat zamanında (1623-1640) yapılan bir sayımda kentte 14 selatin, 300 vezir ve ayanın
yaptırdığı 314 cami olduğunu belirtmiştir… Rıfkı Melul Meriç de Ahmed Badi
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil12-13-14:
Yıldırım Bayezid Külliyesi
(H. Oya Saf, 2008)
Efendi’nin eski eser tespitlerine dayanarak bu yapıların bazılarının yıkıldığını
veya haksız tasarruflara uğradığını belirtmiştir. Ardından da Edirne’de yaklaşık 61 cami, 164 mescit, 56 tekke ve zaviye, 49 medrese, 103 mezar anıtı, türbe,
9 imaret, 53 mektep, 4 çarşı, bezestan
ve arasta, 24 han, kervansaray, 19 harap
hamam, 13 Sebil, 124 çeşme, 8 köprü, 8
buzhane, 16 kilise, 2 Ermeni, 2 Bulgar, 1
Katolik ve 1 Frenk kilisesi ve sinagog olduğunu eklemiştir (Yücel, 2000, s.463).”
Edirne’nin Osmanlılar
Tarafından
Fethedilmesinden Sonra
Konut Alanlarının Gelişimi
Osmanlı sultanları yeni kentler fethettikleri zaman, genellikle yeni nüfus getirip buralarda iskân etmişlerdir. Ancak
50
DOSYA:
EDİRNE
Şekil 15-16: Muradiye Camii (H. Oya Saf, 2008)
Edirne’nin bu süreç açısından özel bir
durumu bulunmaktadır. Kent savaşmadan karşılıklı anlaşma yoluyla “vire”
olarak alınmıştır. Halk sur içinde, Kaleiçi bölgesinde yaşamaya devam etmiştir.
Ancak, bu dönemde Edirne’de de bazı kiliselerin camiye çevrildiği bilindiğinden,
Türkler’in kısmen de olsa sur içinde de
yerleştiğini söylemek mümkündür. Başka kentlerden gelenler sur içine yerleştirilirken, gelenlerin yerleşmelerini teşvik
için, yeni imaretler kurulması yoluna gidilmiştir (Kuban, 2007).
Edirne’de bu dönemde sultan ve vezirler
tarafından kurulan büyük imaretler genellikle sur içinin batısında konumlanmışlardır. Bunların en eskisi Yıldırım’ın
yaptırdığı imarettir. Daha sonra Gazi
Mihal Bey’in kurduğu imaret gelmektedir. Orta İmaret adını taşıyan yapı Tunca
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 17-18-19-20-21: Selimiye Camii İç Mekân ve Avlu (H. Oya Saf, 2007-2008)
Adalarından biri üzerinde yer almaktadır. Bunları, II. Murad’ın Mevlevihanesi ve II. Bayezid Külliyesi izlemektedir
(Kuban, 2007).
Edirne Osmanlılar tarafından ele geçirildikten sonra yerleşim kalenin dışına
taşmaya başlamış ve kentin ilk mahalleleri de zaviyeler etrafında kurulmuştur.
İlk Türk Mahallesi olarak Karanfiloğlu
Semti bilinmektedir. (Yücel, 2000).
“Genellikle çoğunun adları daha çok
kurdukları cami ve diğer yapılarla şehrin gelişmesine yol açan devlet büyükleridir ve bu da asıl gelişmenin II. Murad
döneminde olduğunu belgeler. Fatih ve
Beyazid dönemlerinde de kent büyümüştür. Fakat, ikinci yoğun yapı aşaması Kanuni ve II. Selim dönemine rastlar.
Selimiye’nin inşasından sonra Edirne’de,
Sarayiçi yapıları ve 17. yy başında vezir
Ekmekçioğlu Ahmed Paşa’nın yapıları
dışında, 19. yy’a kadar, fazla bir yapı etkinliği yoktur (Kuban, 2007, s.73).”
16. yüzyıl başlarında (H. 935 / M. 1529)
odalarla birlikte 144 mahallenin varlığı
saptanmaktadır. Bundan bir asır sonra
(H. 1018 / M. 1609) ise bu sayının 290’a
çıkmış olduğu görülmektedir (Kazancıgil, 1992, s.18). Edirne’nin fethinden
sonra Kaleiçi’nde oturan Osmanlılar
1591 tarihlerine kadar kale duvarları
içinde mahalleler kurmakla beraber, ka-
lenin dışına da mahalleler kurmaya ve
hayır eserleri yapmaya başlamışlardır
(Kazancıgil, 1994).
Evliya Çelebi bu dönemde Edirne’nin
mahalleleri hakkında şunları yazmıştır:
“İlk başta kale içinde 14 mahalledir. 5
mahallesi Yahudi ve 10 mahallesi Rum
keferesi, Pehlivanlar Tekkesi yakınında bir Müslüman mahallesi, Topkapısı
dahilinde yine bir Müslüman mahallesi
var ve 5 mahalle kavgacı Kıpti (Çingene)
Mahallesi var.
Edirne şehrinin mahallelerinin isimleri;
Evvela Hünkar Mahallesi, Saray Mahallesi, Muradiye Mahallesi, Taşlık Mahallesi, Kıyık Mahallesi, Selimiye Mahallesi,
Eski Cami Mahallesi, Üçşerefeli Mahallesi, Mahkeme Mahallesi, Arasta Mahallesi, Fildamı Mahallesi, Kasım Paşa
Mahallesi, Timurtaş Paşa Mahallesi, Kızılminare Mahallesi, Eşe Kadın Mahallesi, Darülhadis Mahallesi, Katırhanı Mahallesi, Beylerbeyi Mahallesi, Saraçhane
Mahallesi ve ...(Kahraman S.A., Dağlı Y.,
2010, s. 590).”
Edirne kenti gayrimüslim nüfusu ile de
dikkat çekmektedir. Edirne kentine Sultan I. Murad zamanında Ermeniler, Sultan II. Beyazıt zamanında ise Yahudiler
yerleştirilmiştir. Sinagogları Osmanlı yapıları arasında yer almıştır (Yücel, 2000).
51
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 22-23: Kaleiçi- Sinagog (H. Oya Saf, 2009)
52
DOSYA:
EDİRNE
17. yüzyılda Edirne kenti tam anlamıyla bir ticaret merkezi olmuştur. İpekli
dokumacılık, şarapçılık, mandıracılık,
saraciye, basmacılık, boya sanayii, gül
yağcılık, sabunculuk, arabacılık, silah
imalatçılığı gibi konularda kent ön planda gelmektedir. Ayrıca, mimaride Edirnekâri denilen bezemelerle Edirne kenti
ismini tüm Osmanlı topraklarında duyurmuştur. Edirne 18. yüzyılda tarıma
dayalı olan ekonomisindeki canlılığını
kaybetmeye başlamıştır. 1609’da 147 mahallesi olan kentin, 1703 sayımında mahalle sayısı 65’e düşmüştür. Edirne doğal
afetlerden ve savaşlardan etkilenmiştir.
Kentin geçirdiği doğal afetler arasında en
önemlileri, 1746 yangını ile 1752 depremidir. Ayrıca Tunca Nehri’nde 1808’de
meydana gelen taşkın kenti su altında bırakmıştır. 1844’de meydana gelen başka
bir su baskınının da kente oldukça zarar
verdiği ve 1200’den fazla evin bu baskın
sırasında yıkılmış olduğu bilinmektedir.
Yine 1844 yılında Menzilhane bölgesinde başlayan yangın Eski Cami Caddesi
ile bedesten çevresindeki 400 dükkânın
yanmasına neden olmuştur. Üç Şerefeli
Cami’nin yakınındaki doğramacılarda
çıkan diğer bir yangın ise cami ile çevresini, ayrıca Tophane semtindeki yaklaşık
400 ev ile dükkânı yakmıştır. Bu yangınları 1855 yılında Eski Cami Caddesi,
Gümrük Hanı, Unkapanı, Kıyık, Murat
Paşa Mahalleleri yangınları izlemiştir. Bu
yangınlarda 300 dükkân ile sayıları tespit
edilemeyen hanlar ve evler yok olmuştur. 1903’de Topkapı hamamından çıkan
yangın 1514 evi yok etmiş, 1914 yangını
ise Ayasofya kilisesi ile Kaleiçi Mahallesinde önemli hasara yol açmıştır (Yücel,
2000).
Edirne’yi etkileyen diğer bir problem ise
siyasi olaylar, iç çekişmeler ve savaşlar
olmuştur. Sultan III. Selim’in yenilik hareketlerine karşı yapılan ve “Edirne Vakası” denilen ayaklanma, Osmanlı-Rus
savaşları olarak da bilinen 1828-1829 ve
93 harbi, kentin doğal afetlerden zarar
görmeyen mahallelerinin de yıkılmasına
neden olmuştur. 19. yüzyılda Balkan Savaşı öncesinde ve sonrasında kent gerilemiş ve küçülmüştür (Arû, 1998). Tüm
bu felâketler kentten önemli bir nüfusun
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
göçüne neden olmuş, göç eden Müslümanlardan boşalan yerlere de azınlıklar
yerleşmiştir. 20. yüzyılın başında nüfus
87.000’e inmiş, Birinci Dünya Savaşında daha da azalmıştır (Yücel, 2000).
Edirne’nin nüfusu, Balkan savaşları
sonrasında Bulgarların, Lozan Antlaşması sonrasında Yahudiler haricindeki
Müslüman olmayan halkın ayrılması
sonucunda da oldukça azalmıştır. Yahudilerin kenti terk etmesi ise İkinci Dünya
Savaşı ve İsrail Devleti’nin kurulmasının
neticesinde olmuştur (Akansel, 1990).
1913 yılında meydana gelen Bulgar işgali sırasında bazı yapıların yok olduğu bilinmektedir. Aynı dönemde çıkan
yangın ise 1514 evin yanmasına neden
olmuştur (Yücel, 2000).
Edirne Valisi Hurşit Paşa tarafından
1867 yılında Edirne Belediyesi kurulmuştur. Yaşanan bu felâket ve savaşların
ardından Edirne Askeri Rüştiyesi’nde
görevli resim öğretmeni Mehmet Selami
Bey kentin yangından kurtulan bölümlerinin planlarını çizmiştir. Bu belgeler incelendiğinde Edirne Kaleiçi sokaklarının
düzgün bir plana sahip olmadıkları görülmektedir. Dönemin Belediye Başkanı
Dilaver Bey’in Edirne’nin imarıyla ilgili
bir çalışmayı başlattığı bilinmektedir.
Fransız mimarların hazırladığı yeni kent
planına göre sokak ve caddeler birbirlerini dik olarak kesecek biçimde düzenlenmiştir (Yücel, 2000).
Günümüzde Edirne kent planına baktığımızda, Tunca kavsinin batı ucundaki
Kaleiçi Semti ile bunu doğudan çevreleyen Kale-dışı mahalleleri görülmektedir.
Osmanlı devrinde başkent olan kent,
bugünkü mevcut kent alanının üstünde
gelişmiştir. Osmanlı döneminden kalan
anıtların çoğu, eski kalenin doğu kenarı ile Selimiye Camii’nin yerleştiği tepe
arasında toplanmıştır. Kapalı çarşılar,
bedesten, Ali Paşa Çarşısı, kervansaraylar ve günümüzün resmi dairelerinin
bulunduğu yer kentin merkezini oluşturur. Osmanlı devrinde Edirne kalenin
doğusunda ışınsal olarak ovaya doğru
yayılmıştır. Daha sonraları, kent İstanbul
ve Kapıkule yönlerinde lineer olarak gelişmiştir (Arû, 1998).
Edirne kent merkezi 24 mahalle muhtarlığını içine alan 11 bölgeye ayrılmaktadır. Bu 11 bölgeyi 3 ana grupta toplamak
mümkündür. Bunlardan ilki Karaağaç
(Karaağaç Mahallesi), Yıldırım (Beyazıt
Mahallesi, Hacı Sarraf Mahallesi) ve Yeni
imaret (Yeni imaret Mahallesi) bölgelerini kapsayan “Edirne Kentiçi Eski Dış Bölgeleri”dir. İkinci grup Çavuşbey (Çavuşbey Mahallesi, Baba Timurtaş Mahallesi),
Kaleiçi (Mitatpaşa Mahallesi, Dilaver Bey
Mahallesi), Sabuni (Sabuni Mahallesi),
Taşlık (Sarıcapaşa Mahallesi, Medrese
Alibey Mahallesi) Ayşekadın (Talatpaşa Mahallesi, Abdurrahman Mahallesi,
Yancıkçı Şahin Mahallesi) ve Kıyık (Nişancı Paşa Mahallesi, Barutluk Mahallesi,
Menzilahır Mahallesi, Meydan Mahallesi,
Umur Bey Mahallesi) bölgelerini kapsamakta ve “Edirne Kentiçi Merkez Bölgeleri” olarak adlandırılmaktadır (Erdoğan,
2006, s.33-34). Hacılarezani (Koperatif
Evleri, Beşyüz Evler, Efas, Binevler) ve
İstasyon (İstasyon) bölgelerini kapsayan
“Edirne Kentiçi Yeni Bölgeleri” ise üçüncü grup olarak adlandırılmıştır (Erdoğan,
2006, p.26-27).
Edirne Kentsel Siti, Edirne Merkez
10.04.1976 / 9015 tarih ve sayıyla kabul
edilmiştir. Kaleiçi Semti, Selimiye Camii
53
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
ve çevresini kapsamaktadır. Ayrıca Ayşekadın Semti ve Kervansaray Bölgesi
kentsel sit olarak ilan edilmiştir (Çamur,
2010). Edirne’de 121 adet “Arkeolojik Sit
Alanı”, 1 adet “Kentsel Sit Alanı”, 23 adet
“Doğal Sit Alanı”, 2 adet “Tarihi Sit Alanı”, 2 adet “Tarihi ve Kentsel Sit”, 1 adet
“Tarihi ve Doğal Sit” ve 1 adet “Arkeolojik ve Kentsel Sit” olmak üzere toplam
151 adet sit alanı bulunmaktadır (Url-1,
2011). Edirne Kaleiçi bölgesi, “Arkeolojik ve Kentsel Sit” alanıdır.
54
DOSYA:
EDİRNE
“Kaleiçi bölgesi, günümüzde neredeyse tamamıyla ortadan kalkmış olan bir
sıra tuğla ve bir sıra kesme taştan yapılma eski surların kuşatmış olduğu, hafif
meyilli bir zemin üzerinde, birbirini dik
kesen muntazam sokakları ile dikkat çekmektedir. Bu duvarlar H. 1283 ve 1298 /
M. 1866 ve 1880 tarihlerinde yıkılmıştır.
Geride kalanlar Rum Metropolithanesi
Kilisesi yakınında, Mumcular Sokağı’nda
M. 1843 tarihinde yapılan Aya İstiratyo
Kilisesi yakınında bulunmaktadır. En
büyük burcu yangın ve saat kulesinin
kaidesidir. Bu kaidenin üzerine H. 1302
/ M. 1884 tarihinde vali Hacı İzzet Paşa
tarafından ahşap bir kule yapılmıştır.
Sonradan, yıkılmaya yüz tutması üzerine
H. 1310 / M. 1894-95 tarihinde yıkılarak yerine bugünkü kule yapılmıştır. Bu
burç, Osmanlı tarihinde Tekfur Kulesi
adıyla tanınıp Osmanlılar Edirne cephaneliğini bunun yakınında yaptırmışlardır
(Kazancıgil, 1994, s.26).”
“Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kaleiçi’nin 6 kapısı bulunduğunu 260.000
metrekare alanı çevrelediğinden ve
Kaleiçinde bağ, bahçe olmadığından,
satranç tahtası gibi açılmış 360 adet kaldırım döşeli yol bulunduğunu yazmak-
tadır (Akansel, 1990, p.33).” “Halen bazı
semtler kalenin eski kapılarının adıyla
söylenir; Topkapı, Kafeskapı, Germekapı, Manyas kapı, Balıkpazarı kapısı,
Ortakapı, Kule kapısı gibi. Bazı semtler
de burçların isimlerini alır; Yelli burgaz,
Zindanaltı gibi (Kazancıgil, 1994, s.26).”
Edirne Evlerinin Genel
Özellikleri
Ord. Prof. Dr. A.Süheyl Ünver, Dr. Rıfat Osman’dan derlediği bilgilerle Edirne
evlerini yazlık, kışlık, açık ve kapalı daireleriyle tamamen bahçeli konak tipinde
yapılar olarak tanımlamaktadır. Tarih
boyunca Trakya’da meydana gelen savaşlar, yangınlar ve istilâlar nedeni ile
Edirne evlerinin neredeyse tamamı yok
olmuştur. Edirne evlerinin Türk konut
mimarisinde kendisine özgü bir yeri
vardır. Ancak bunların mimari tiplerini
tam anlamıyla saptayabilmemiz de oldukça güç görülmektedir. Türk evlerinin çoğunda karşılaştığımız genel özellikler bu evlerde de gözlemlenmektedir
(Yücel, 2000).
Edirne’de Lady Montagu’nün anlattığı
18. yüzyıl başı konutlarıyla Rıfat Osman
Bey’in sözünü ettiği 19. yüzyıl konutları
arasında açık hayat’tan kapalıya doğru
bir fark olduğunu söyleyebiliriz. Lady
Montagu’nün betimlediği zengin evi bir
Hayatlı Ev’dir. “Evlerin dışlarının pek
süslü olmadığı doğru. Ve genelde hepsi
ahşap. Bunun getirdiği bazı rahatsızlıklar
var ama, bunun halkın kötü zevkinden
değil, hükümetin baskısından kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü sahibi
öldüğü zaman ev sultanın malı oluyor.
Halk kendi ömürleri boyunca ayakta du-
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
racak kullanışlı bir ev istiyor, öldükten
sonra yok olup gitmesinden endişe etmiyor. Her ev, aralarında küçük bir geçit
olan iki bölümden oluşuyor. (Montagu,
harem ve selamlığı kesinlikle ayrılmış bir
evi tanımlamaktadır.) birinci evin geniş
bir avlusu ve geniş galerileri (hayat) var.
benim çok hoşuma gidiyor. Hayattan
bütün odalara giriliyor. Odalar büyük ve
iki kat pencereli. Üst sıra pencereleri vitray. Evler genelde iki katlı, hepsi hayatlı.
Merdivenler geniş ve otuz basamaktan
fazla değil. Birinci ev evin beyi için (selamlık), ikinci ev harem. Ötekisi kadar
büyük, odaları aynı sayıda ve hayatlı. Haremdeki odalar daha iyi döşenmiş. Birinci sıra pencereler daha küçük ve kafesli.
Odaların iki ayak yüksekliğinde bir sekileri var. Yerler çok güzel halılarla döşeli.
Çepeçevre sedirler örtülerle süslü. Birincisi büyük, ikincisi küçük iki sıra yastık
var. Ve burada ev sahibinin zenginliği ve
ihtişamı bunların sırma işlemeli ipek kumaşlarıyla sergileniyor. Tavanlar yüksek
değil; ahşap tavanlar boyalı ve yaldızlı.
Perde yok. Duvarlar ahşap kaplamalı ve
dolaplar var. Üzerlerine çiçekli bezemeler yapılmış. Bizimkilerden daha kullanışlı. Pencereler arasında kemerli hücreler var. Koku şişeleri ya da çiçek koymak
için. Fakat en çok hoşuma giden, odanın
seki altında, bazıları çok görkemli fıskiyeli mermer havuzlar. Her evin iki ya
da üç hacminden oluşan, kurşun kaplı,
döşemeleri mermer bir hamamında kurnalar, sıcak ve soğuk su muslukları var
(Kuban, 2007, s.494) (Lady Montagu’ye
referansla)”
Edirne’de 17. yüzyıla tarihlendirilen,
harem ve selâmlığın bölme ile ayrılmış
olduğu Vezir Konağı’nın Montagu’nün
tanımına yakın bir planı bulunmaktadır. Hayat üzerinde harem ve selamlıkta
zemin kattaki direkliklerle taşınan iki
köşk oda vardır. “Rıfat Osman’ın şemalarını verdiği evler içinde 1694/95
(H.1106) tarihli ev bir Hayatlı Ev’dir.
1715 (H.1127) tarihli evin harem bölümünün hayatı arka bahçeye, selamlık
bölümünün hayatı ve çardağı giriş avlusuna bakan ilginç bir planı vardır. Kent
içinde resimlediği evler zemin katları
sağır, birinci katta büyük eğrisel eliböğründeler üzerinde çıkmaları, kafes ve
saçaklarıyla tipik 19. yüzyıl kent evleridir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Hayatlı
Ev’in yaşadığını gösteren desenleri de
vardır (Kuban, 2007, s.494).”
Sedad Hakkı Eldem ise, Edirne ev ve konaklarının belirleyici özelliklerini tanımlarken plan tiplerinin dış sofalı olduğundan bahsetmektedir. Oldukça uzun bir
şekilde yapılan sofalar 4-6 ve hatta daha
fazla odanın yer alabileceği bir boyuta
ulaşabilmektedir. Sofanın dış cephesi
erken tarihlerden itibaren camekânla
kapatılmıştır. Köşk sekiliklerin de başka
bölgelerde yer alan örneklerinden farklı
olarak, sofaya bir ilâve şeklinde yapılmadığı görülmektedir. Klasik Edirne evlerinin bir diğer özelliği olarak da geniş
bahçeler içerisinde konumlanmalarından bahsedilmektedir. Bu evlerin karakterleri şehir evlerinden ziyade kır evlerine yakındır. Eldem’e göre, Edirne’de yer
alan karakteristik ev tiplerinden birisi de
bir bahçenin ortasında yer alan, villa şeklinde, sokak kapısıyla doğrudan bağlantı
kurmayan tek katlı evlerdir. Zeminde kat
yüksekliği az olan hizmet katları bulunmakta, üstte yer alan esas kata dışarıdan
merdivenle ulaşılmaktadır. Eldem’e göre,
55
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Edirne ve çevresinde uygulanmış olan
diğer ev tipi ise planın gayet kompakt
olarak çözüldüğü, sofanın ortada ve merdivenleri arkasında yer aldığı, her tarafı
yükselmiş bir zemin katından meydana
gelmesine karşılık, orta sofanın üstünde
daha küçük planlı bir ikinci katın bulunduğu evlerdir. Bu tip daha fazla 19.
yüzyılda yayılmış olup, genellikle küçük
parsellerde uygulanmıştır (Eldem, 1984).
56
DOSYA:
EDİRNE
Tarih boyunca Edirne’de Müslümanların yaşadıkları evlerin cepheleri bağdadi
sıvalı veya ahşap kaplamalı olmuştur.
Genellikle iki katlı olan evlerin, çıkmaları, cumbaları, cihannümaları, balkon
korkuluklarıyla, ahşap oymalı saçaklarıyla zengin bir görünüm içerisinde olduklarını söylemek mümkündür (Yücel,
2000). Evler taş duvar ve sıvayla örülmüş
ahşap iskelet sistemler ile yapılırdı. Bu
evler genellikle yanındaki daha yüksek
saçaklara çift eğri öğe ile bağlanan bir
çatıyla örtülü, az derinde kalan locanın
içine yerleştirilmiş merkezi girişi ile simetrik bir düzen içerisindedir (Özendes,
1999). Çoğunlukla girişler niş şeklinde
içeriye çekilmiş, yanlarda ve üstlerdeki
pencerelerle çevrelenmişlerdir. Odalar
oldukça büyüktür. Barok ve Rokoko üslubundaki yüksek, görkemli tavanları ve
geniş pencereleri ile ferah bir görünüm
sergilemektedirler. Harem ve Selamlık
olarak yapılan konaklardan günümüze kalan yok gibidir. Selamlık yola daha
yakın, Harem ise dışarıdan görünmeyecek konumda arka bahçede yer almıştır.
Evlerde sofaların yanları açık bırakılarak
önlerindeki bahçeyle ilişki içerisinde olmaları sağlanmıştır (Yücel, 2000). “Evin
harem ve selamlıklarında büyük kapıların açıldığı bahçe kısımları olan avluların
uygun bir yerinde mermer bir çeşme bulunurdu. Bazı evlerde avluların ortasında
küçük havuzlar, üzerine asma sardırılmış
çardaklar vardı. Harem ve selamlık avlularından birbirine geçilecek küçük kapı
bulunurdu (Özendes, 1999, s.23).” Sofaların önleri camlarla kapatılarak bu bağlantı ortadan kısmen de olsa kaldırılmış
olduğu görülmektedir (Yücel, 2000).
Edirne evlerini, sokak üzerinde veya
bahçe içerisinde konumlanmış olanlar
diye iki ayrı grupta incelemek mümkündür. Bunlardan sokak üzerindekilerin alt
katlarında pencere dizilerine pek rastlanmamakta, üst katlar ise pencerelerle aydınlatılmaktadır. Tek katlı evlerde
dışarıya kesinlikle pencere açılmadığı,
aydınlanmanın yalnızca bahçeden sağlandığı görülmektedir. Komşu evlere
yönelik duvarlarda ise pencere yoktur
(Yücel, 2000).
Edirne Kaleiçi Evlerinin
Genel Özellikleri
Kaleiçi kentin güneybatısında Talatpaşa Bulvarı, Saraçlar Caddesi ve Tunca
nehrinin arasında kalan üçgen bir alanda
yer alır. Edirne’nin ilk yerleşim çekirdeği olan Kaleiçi’nin dokusu Hippodamus
kent planı adıyla da bilinen bir dokuya
sahiptir. Kaleiçi kenar uzunluğu yaklaşık 600 metre olan kare bir alan içinde
150’ye yakın yapı adasından oluşmaktadır. Parselasyon düzeninde diğer Osmanlı yerleşmelerine göre farklılıklar
gözlenmektedir.
Eski konutların yoğun bir şekilde bir yer
aldığı ve korunmasına çalışılan Kaleiçi
bölgesinin günümüz Edirne’sinde özel
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
bir konumu vardır. Siyasi ve ekonomik
nedenlerle Kaleiçi’ni terk eden gayrimüslimlerin konutları bölgede ilginç mimarileri ile korunması gereken örneklerdir.
Bu bağlamda, Edirne evlerinin yoğunluk
kazandığı Kaleiçi Sit alanında daha önce
yapılmış olan tespit ve tescil kararları
1985’de yeniden gözden geçirilmiştir.
Bu arada taşıma özelliğini yitirenler,
onarılma olanağı kalmayanlar tescilden
düşürülmüş ve “Edirne Kentsel Sit Alanı
Koruma İmar Planı” yürürlüğe girmiştir
(Yücel, 2000).
Kaleiçi 19. yüzyıl başlarında tümüyle ahşap konutlardan oluşan bir yerleşmedir.
Genelde sade görünüşleriyle ve planlarındaki çözümlemeleriyle günümüze kadar
varlığını koruyabilen bu konutlar azınlıklara ait konutlardır. Edirne tarihsel kent
merkezi Kaleiçi’nde yer alan bu konutlar
geleneksel iç sofalı plan tipi ile benzerlikler göstermektedir. Plan şemalarının
gelişiminde en önemli etken sofa; bazen
oda dizilerinin yanında bazen ortasında
yer almaktadır. Bu durum konutların bir
ya da iki katlı olması ile değişmemektedir.
İki plan seçeneği arasında tercih edileni
belirleyen parselin büyüklüğü ya da küçüklüğüdür. Burada dikkat çekici olan
nokta olarak iki katlı alt katı taşlık, üst katı
ana kat “piano nobile” tabir edilen plan şeması şeklinde olan ev tiplerinin yerini, 20.
yüzyılda inşa edilmelerinin de etkisiyle bu
yerleşimde, iki katı da ana kat gibi çözülmüş plan tiplerinden oluşan evler almıştır. Üst kat planı yine biraz öne çıkmakla
birlikte plan tipini belirleyici ana kat olma
özelliğini kaybetmiştir.
Kaleiçi kentsel dokusundaki gridal düzen
içerinde iç sofalı plan tipi için bazı saptamalar yapmak mümkündür. İç sofalı
plan tipinin getirdiği doğal bir yaklaşım
olarak; İç sofa ekseni genellikle parselin
uzun kenarına paralel olarak yerleştirilmiştir. Bahçe yapının arkasında yer almaktadır. Ancak İç sofalı plan tipinin gerektirdiği konut genişliğinin parsel kısa
kenarından büyük olduğu durumlarda ise
sofanın kısa kenara paralel yerleştirildiği,
bahçenin yanda konumlandığı ve sofanın
ucunda bahçeye bağlantı sağlayacak, ikinci bir merdiven bulunduğu ve sahanlık
genişliğinde yapının yan parselden ayrıldığı gözlemlenmiştir. Bu durumda da
parselin eni sofa boyutunu ve oda sayı ve
büyüklüklerini belirlemektedir.
Ayrıca bölgenin azınlıkların oturduğu
bir yerleşme olması nedeniyle malzeme
kullanımının da farklılaştığı görülmektedir. Ahşap-kâgir yapıların yerini benzer
plan şemalı taş evler almıştır. Geleneksel yapılarda çıkma bütün evi çevreleyici
bir kırma çatı altında yer alırken, burada
üçgen bitirilmiş örnekler görülmektedir.
Ayrıca üst katta yalnızca sofanın yer aldığı atipik örneklerde bulunmaktadır.
57
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
(Envanter No: 100)
(Envanter No: 101)
(Envanter No: 108)
(Envanter No: 128)
(Envanter No: 134)
(Envanter No: 137)
Şekil 24-25-26-27-28-29: Edirne Kaleiçi Evleri (H. Oya Saf, 2009)
58
DOSYA:
EDİRNE
(Envanter No: 103)
(Envanter No: 129)
(Envanter No: 152)
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
(Envanter No: 156)
(Envanter No: 176)
(Envanter No: 207)
Şekil 30-31-32-33-34-35: Edirne Kaleiçi Evleri (H. Oya Saf, 2009)
(Envanter No: 125)
(Envanter No: 151)
(Envanter No: 166)
59
DOSYA:
EDİRNE
(Envanter No: 172)
(Envanter No: 208)
(Envanter No: 214)
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
(Envanter No: 217)
(Envanter No: 224)
Şekil 36-37-38-39-40-41-42-43: Edirne Kaleiçi Evleri (H. Oya Saf, 2009)
(Envanter No: 238)
(Envanter No: 246)
(Envanter No: 255)
(Envanter No: 260)
(Envanter No: 269)
(Envanter No: 279)
(Envanter No: 283)
(Envanter No: 289)
60
DOSYA:
EDİRNE
Şekil 44-45-46-47-48-49-50-51: Edirne Kaleiçi Evleri (H. Oya Saf, 2009)
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Kaynakça
Akansel, Sennur. “Edirne Kaleiçi Geleneksel Konutlarında Plan ve Cephe Analizi.” Yüksek lisans tezi, Trakya
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 1990.
Aru, Kemal Ahmet. Türk Kenti, Türk Kent Dokularının
İncelenmesine ve Bugünkü Koşullar İçinde Değerlendirilmesine İlişkin Yöntem Araştırması. İstanbul: Yapı
Endüstri Merkezi Yayınları, 1998.
Çamur, Kübra Cihangir, Çiğdem Varol, N. Aydan Sat,
Güray Açıl, Bülent Üncü, S. Bahar Yenigül and M. Özge
Aras. Edirne Kent Bütünü Araştırma Raporu, T.C. Gazi
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama
Bölümü ŞBP 361/A Şehircilik Projesi. Ankara: 2010.
Relations in Ottoman Housing Pattern”, Unpublished
PhD Thesis, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, İzmir,
2011.
Yücel, Erdem. “Edirne Evleri.” Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla III. Eyüpsultan Sempozyumu, Tebliğler, 462-471.
İstanbul: Eyüpsultan Belediyesi Yayınları, 2000.
Görsel Kaynakça
Şekil 1 – Şekil 51, H. Oya Saf Fotoğraf Arşivi
Darkot, B. “Edirne.” In Edirne’nin 600. Fetih Yıldönümü Armağan Kitabı. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1965.
Eldem, Sedad Hakkı. Türk Evi I. İstanbul: Güzel Sanatlar
Matbaası A.Ş., 1984.
Erdoğan, Nevnihal. Edirne Kentinde Konut Yerleşimlerinin Fiziksel ve Sosyal Yapısının Kültür Bağlamında
Değerlendirilmesi. Edirne: Trakya Üniversitesi Rektörlüğü Yayın No: 67, 2006.
Gökbilgin, M. Tayip. “Edirne.” In Cilt 4, 107-127.
İstanbul: 1988.
Kahraman, Seyit Ali, Yücel Dağlı. Günümüz Türkçesiyle
Evliya Çelebi Seyahatnamesi: Konya- Kayseri- AntakyaŞam- Urfa- Maraş- Sivas- Gazze- Sofya- Edirne, edited
by M. Sabri Köz, Cilt:3, Kitap:2. İstanbul: Acar Basım ve
Cilt San. Tic. A.Ş., 2000.
Kazancıgil, Ratip. Edirne Mahalleleri. Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Yayınları. İstanbul: Acar
Matbaacılık A.Ş., 1992.
Kazancıgil, Ratip. Tosyavizade Dr. Rifat Osman, Edirne
Rehnüması (Edirne Şehir Klavuzu), Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Yayınları No: 15. İstanbul:
Acar Matbaacılık A.Ş., 1994.
Kuban, Doğan. Osmanlı Mimarisi. İstanbul: Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, 2007.
Kulturvarliklari, “Türkiye Genelinde Sit Alanları ve İllere
Göre Dağılımı (2010 Yılı Sonu Verileri),” T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü,
Url-1, http://www.kulturvarliklari.gov.tr/belge/1-43069/turkiye-genelinde-illere-gore-sit dagilimlari.
html, (Erişim tarihi: 1 Ağustos 2011).
Özendes, Engin. Osmanlı’nın İkinci Başkenti, Edirne,
Geçmişten Fotoğraflar. İstanbul: Yem Yayın, 1999.
Saf, H. Oya. “A Method for the Analysis of Lot-House
61
DOSYA:
EDİRNE
şehir & toplum
DOSYA:
EDİRNE
62
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Mahalle Biyografilerine Bir Katkı:
Osmanlı Dönemi
Edirne’sinden Dört Örnek
Yunus Uğur*
Yunus Uğur1*
Vaktiyle Vefa Semti (İstanbul) ile ilgili
çeşitli atölye ve saha çalışmaları yaparken
en çok dikkati çeken husus, bir semtin
ya da mekânın yüzyıllar içerisinde siyasi,
toplumsal ve tabii afetler ile halden hale
geçmesi, çok büyük değişimler yaşaması
ve fakat buna rağmen halen fazlaca de
ğişmeyen bir kimlikle, ismine de atıfla
Vefa ile tanımlanmaya, algılanmaya çalışılması oldu. Bu da bize, bir mekânın
mahza etken ya da edilgen olmadan, içinde bulunduğu şartlar ve toplumsal aktörlerle etkileşim içerisinde yüzyıllarca
* Yrd. Doç. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi, Tarih Bölümü/
Şehir Araştırmaları Merkezi, [email protected]. Bu
makalenin bazı bölümlerinde daha önce doktora tezi olarak sunulan çalışmamdan istifade edilmiştir. Yunus Uğur,
“The Historical Interaction of the City with Its Mahalles:
Ottoman Edirne in the Late Seventeenth and Early Eighteenth Centuries (Doktora Tezi, Boğaziçi Universitesi,
2014)
varlığını sürdürebileceğini gösterdi. O
zaman canlı bir organizma gibi mekânları (şehir, semt, mahalle…) incelemek ve
her birinin ‘biyografi’sini yazma teşebbüsüne girmek neden anlamlı bir yaklaşım olmasındı! Nitekim aynı semte dair
yapılan sempozyumun bildiri kitabında
örneğin Aynur Can ve Baki Çakır, biri
daha genel ve biri daha mikro düzeyde
benzeri bir yaklaşımla makaleler kaleme
almışlar, semtin ve bazı mahallelerinin
biyografilerini yazmışlardı21.
Elinizdeki makalede, benzeri bir yaklaşım devam ettirilecek, mekânın diğer
1 Aynur Can, “Mekansal Perspektiften Bir Semt Biyografisi: Vefa (1453-1775)”, N. B. Özel-İmanov, Y. Uğur ed.,
Bir Semte Vefa, İstanbul, 2009, s. 421-454; Baki Çakır,
“Vefa’da Kayıp Üç Mahalle: Revani Çelebi, Sekbanbaşı
İbrahim Ağa ve Hoca Teberrük (Dünü, Bugünü, Yarını)”,
a.g.e., s. 479-518.
63
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
mekân, tarihsel şartlar ve toplumsal aktörlerle ilişkileri ve etkileşimleri çerçevesinde Edirne’deki bazı mahallelerinin
biyografisi kısmen yazılmaya çalışılacaktır. Bu çalışma, Cem Behar’ın Kasap İlyas
mahallesi (İstanbul) üzerine, “doğum” ve
“ölüm” kelimelerini kullanarak yazdığı
‘biyografi’32 gibi kapsamlı bir biyografi
olamayacak olsa da bu çerçevedeki çalışmaları destekleyen ve teşvik eden bir katkı olarak değerlendirilebilir. Makalede,
mekânın ölçeği olarak mahalle birimi seçilmiştir zira Osmanlı şehirleri incelendiğinde sancak, kaza, nahiye, semt gibi daha
genel birimleri oluşturan temel ünitenin
esasen mahalleler olduğu görülecektir.
Bir grup mahalle semti oluşturmakta,
mahalle grupları ise toplamda sancak,
kaza, nahiye denilen idari birimleri yani
‘şehri’ meydana getirmektedir. Ayrıca tarihsel kaynaklar, arşivler incelendiğinde
Osmanlı şehirleriyle ilgili tüm kayıtların
mahalleler esas alınarak tutulduğu görülecektir ki bu da bir şehir tarihçisini ister
istemez mahalle merkezli olarak şehirleri
çalışmaya itmelidir. Ne var ki, Osmanlı
şehirleri üzerine yapılan çalışmaların pek
çoğunda bu durum görmezden gelinmiş
ve mahallenin merkezi rolü ihmal edilerek şehir monografları yazılmıştır.
Edirne ve Dört Mahallesi
64
DOSYA:
EDİRNE
Edirne 1361 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş, Kaleiçi ve Aina (Yıldırım) bölgesi ile sınırlı olan ilk yerleşim
yerleri fetih sonrasında hızla genişlemeye
2 Cem Behar, Bir Mahalle’nin Doğumu ve Ölümü (14942008): Osmanlı İstanbul’unda Kasap İlyas Mahallesi”,
İstanbul, 2014. Tarihsel kapsamı, tematik soruları ve
coğrafyası farklı olmakla birlikte Jane Jacobs’un kitabı da
şehirlerin “biyografisi”nin yazımı açısından zikre değerdir:
Jane Jacobs, Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve
Yaşamı, çev. Bülent O. Doğan, İstanbul, 2011.
başlamıştır. Fethinin ilk 50 yılında şehir,
bugün Selimiye Külliyesi’nin de olduğu
bölgede olan Edirne eski sarayı, Yıldırım
Bayezid Külliyesi, Ulu Camisi (Eski Camii), Bedesteni ve hanları ile hem kuzeye
hem batıya hem de İstanbul tarafına yani
doğuya doğru genişlemiştir. Bu genişleme II. Murad (1421-1451) zamanında
neredeyse en geniş sınırlarına ulaşarak
Darülhadis külliyesinden Muradiye külliyesine, Yıldırım Külliyesi’nden ve Yeni
Saray’dan Kasım Paşa Külliyesi’ne kadar
Güney-Kuzey ve Batı-Doğu aksında şehrin tüm yönlerinde olmuştur. Hıdırlık ve
Karaağaç gibi yerleşimler de şehrin hemen bitişiğinde vücut bulmuşlardır.
Osmanlılarca fethinin ilk yüz yılında yaşadığı bu büyük ‘şenlendirme’ süreci Edirne’yi
nüfus, iktisadi faaliyetler, siyasi-stratejik
mevki ve dini-kültürel değer açısından da
haliyle zenginleştirmiştir. Fetih sırasında
yüzlerle ya da bir-kaç bin ile ifade edilebilecek nüfus bu süre zarfında 15-20 binlere
çıkmıştır. Böyle bir nüfusu barındıran ana
birim ise şehrin bütününe yayılan mahalleler olmuştur. Şehir büyüdükçe yeni mahalleler ortaya çıkmış ya da mevcut mahalleler
belirli bir büyüklüğe erişince ikiye bölünmüştür. Zamanla bazı mahalleler kaybolurken bazı mahalleler ise isim değiştirerek
varlıklarını sürdürmüştür. Bu süreci, tapu
tahrir defterleri, şer’iyye sicilleri, vakfiyeler
ve avarız kayıtları başta olmak üzere arşiv ve yazma kaynaklardan ana hatları ile
1700’lü yıllara kadar takip edebilmekteyiz.
Tayyib Gökbilgin, Ahmet Yiğit ve Yunus
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 1:
Edirne Mahalleleri.
1686-1703
Karşılaştırma
(Uğur, The Historical
Interaction, s. 98)
Uğur’un çalışmaları arşiv ve diğer kaynakları analiz ederek bu konu hakkında bizlere
detaylı malumatlar vermektedir43.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla, fetihten
II. Murad dönemine kadar yani 13611421 tarihleri arasında Edirne’de 24
mahalle vardır. Bu rakama II. Murad
zamanında 49 mahalle, II. Mehmed zamanında 29 mahalle, II. Bayezid’ten II.
Süleyman’ın ilk yıllarına 39 ve sonrasında 1700’lü yıllara kadar 33 mahalle daha
eklenmiştir. Bu dönemde ismi kayıtlarda
bir şekilde mevcut olan mahalle sayısı
böylece 174’ü bulmuştur54. 1686 tarihli
avarız defterinde örneğin, 152 mahalle
3 M. Tayyib Gökbilgin, XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa
Livâsı: Vakıflar-Mülkler-Mukataalar (İstanbul: İÜEF,
1952); Ahmet Yiğit “XVI. Yüzyılın İkinci Yarısında
Edirne Kazası,” (Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi, 1998);
Uğur, The Historical Interaction. Ayrıca bkz. Ratip
Kazancıgil, Edirne Mahalleleri Tarihçesi 1529-1990
(İstanbul, Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi,
1992).
4 Uğur, The Historical Interaction, s. 103.
ve 12 Yahudi cemaatinin kaydedildiği
görülmektedir. 1703 tarihli kefalet defterlerinde ise 116 mahalle ve 13 Yahudi
cemaati bulunmaktadır. Her iki tarihte mevcut olan mahalle sayısı 101 iken
46 mahallenin sadece 1686 yılında 15
mahallenin ise sadece 1703 yılında ismi
geçmektedir. 1703 tarihli sayımın elimize ulaşan kayıtları muhtemelen eksik
olduğu için aralarında yapılacak karşılaştırma ve diğer bazı kaynakları da katarak
yapılan daha detaylı analiz bu dönemde
Edirne’de 167 mahallenin bulunduğunu
bize göstermiştir (bkz. Şekil 1)65. Böylece,
1361 yılından 1703 yılına gelindiğinde
mahalle sayısı yirmili sayılardan yüz atmışlı sayılara ulaşmıştır ki şüphesiz şehrin yukarıda bahsedilen genişleme süreci
ile bu artış paralellik arz etmektedir.
Edirne mahallerinin genel seyri yerine
biz burada 1700’lü yıllarda var olduğunu
5 Detaylar için bkz. The Historical Interaction, s. 96-99.
65
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
bildiğimiz dört mahalle üzerinde durmak
istiyoruz. Böylece mikro ölçekte mahalle
biyografileri yazmanın imkânı ve bunun
şehir tarihleri yazımına katkısı üzerine
bir fikir edinilebilecektir. 1703 yılını esas
alarak bu dönemde en çok nüfusa sahip
olan farklı semtlerden dört mahalleyi
daha yakından inceleyeceğiz. Mevkii, tarihsel gelişimi, nüfus özellikleri, mahalle
sakinlerinin meslek ve unvanlarına dayalı sosyal statüleri bu incelemenin başlıkları olacaktır. Temel kaynak olarak 1686
Edirne avarızhane defterleri ile 1703
kefalet sayımlarını kullanacağız. İncelenecek mahalleler arasında Hoca Ömer
Mahallesi Kaleiçi semtinde, Hacı Sarraf
mahallesi Yıldırım semtinde, Sabuncu ve
Çokalca mahalleleri sırasıyla Ayşekadın
ve Muradiye semtlerindedir. İlk iki mahalle erken dönem semtlerinde son ikisi
Osmanlı sonrası oluşan yeni semtlerde
yer almaktadır. Bu dönemde Edirne’de
şu semtlerin olduğu söylenebilir: Bayezid, Yıldırım, Gazimihal, Saraçhane, Kaleiçi, Karanfiloğlu, Muradiye-Kıyık ve
Ayşekadın-Kirişhane.
İlk mahalle olan Hoca Ömer (Siyah) Mahallesi Kaleiçi’nde bulunmaktadır. Nüfusu çoğunlukla gayrimüslimlerden oluşmaktadır. 1686 tarihindeki avarızhane
kayıtlarına göre yirmi ikisi gayrimüslim
olmak üzere 40 hane/aile burada yaşamaktadır. Ödediği avarızhane sayısı ise
sadece yedidir. 1703 yılında ise toplam
aile sayısı altmışı gayrimüslim ve yirmi yedisi Müslüman olmak üzere 87’ye
yükselmiştir. Bu ailelerden 22 ev sahibi,
yirmisi gayrimüslim olan kiracılarıyla
birlikte oturmaktadır. Kayıtlara göre bu
tarihte kadın aile reisi ise yoktur. Hoca
Ömer isimli bir kişinin 1450’li yıllarda
yaptırdığı mescitten adını alan mahallenin mescidine ait dükkan, tarla ve odaları
içeren 1454 tarihli bir vakfiyesi vardır76.
Aynı mescidin İmam ve müezzini de
mevcuttur. Mahallede diğer dinlere mensup din görevlileri de ikamet etmektedir.
Papaz olarak iki aile reisinin kayıtlarda
geçmesi burada bir kilise olma ihtimalini
kuvvetlendirmektedir ki gayrimüslim nüfusun yoğunluğu da bunu gerektirmekte-
Şekil 2:
Edirne Semtleri,
1700’lü yıllar.
(Uğur, The Historical
Interaction, s. 104)
66
DOSYA:
EDİRNE
6 Gökbilgin, Paşa Livası, s. 349.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 3:
Edirne ve Dört
Mahallesi, 1700’ler.
dir. Kayıtlarda İki tellak ailenin kayıtlarda
olması da mahallede bir hamam olma ihtimalini akla getirmektedir.
Mahallede esnaf ve tüccar olarak sayılan 36 aile reisi vardır. Bunların bir kısmı yaygın meslekleri yapmaktadır. Üçü
terzi, dördü bakkal ve dördü de kasaptır.
Ayrıca iki kuyumcu, üç kürekçi, iki sabuncu, birer de mumcu, balıkçı, arpacı, helvacı, arabacı, abacı ve ayakkabıcı
vardır. Kürekçi ve balıkçılar mahallenin
Tunca Nehri’ne yakınlığını, sabuncu ve
mumcuların olması da yakın çevrede,
özellikle de nehrin öte tarafında bir tabakhanenin (debbağhane) olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. İlaveten
bahçıvan ve rençberin de mahallede
oturduğu söylenmektedir ki bir ihtimal
mahallede bahçeler de mevcuttur. İlginç
bir şekilde, kiracı olarak sayılan 22 ailenin ne iş yaptıkları belirtilmemiştir. Belki
de bu kişiler mahalle dışında nitelik gerektirmeyen işler yapıyordu. Mahallenin
şehrin ticari merkezine yakınlığı düşünülecek olursa bu akla yakın bir ihtimal
olarak belirmektedir.
Mahallede oturan ailelerin dini-etnik
kompozisyonuna bakılacak olursa; tüm
bakkal, kürekçi, ayakkabıcı, terzi, rençber, bahçıvan, arpacı, abacı ve sabuncuların gayrimüslim olduğu görülmektedir.
Kuyumcu ve kasapların ise hem Müslüman hem de gayrimüslimler arasından
çıktıkları, tellak, mumcu, marangoz,
arabacı ve balıkçıların ise Müslüman olduğu anlaşılmaktadır. Pek çok mahallede
bulunan yaygın mesleklerden nalbant,
berber, aktar (attar), değirmenci, fırıncı
gibi mesleklerin bu mahallede olmaması
bir not olarak eklenmelidir.
67
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayılan meslek sahibi ailelerin sosyal
statülerinin tespiti açısından kayıtlarda
isimlerle birlikte geçen unvanlar incelenebilir. Örneğin tellak, bey; mumcu, beşe
ve imam, efendi unvanını taşımaktadır.
Ayrıca, mahallede dört Hacı, üç beşe, iki
çavuş, iki çelebi ve bir dede oturmaktadır
ki bunlar çok çeşitli meslek ve sosyal statüden insanın tek bir mahallede ikamet
edebildiklerini göstermektedir. Efendi
unvanının ulemaya, beşe unvanının bir
şekilde askeriye ile ilişkisi olanlara, çavuşun doğrudan sultana hizmet eden askeri
görevlilere, dede unvanının tasavvuf ehline, çelebi, bey ve hacı kullanımlarının
muğlak bir şekilde kullanıldıkları düşünülürse, Hacı Ömer ve oradan yola çıkarak
kozmopolit bir ortam olan Kaleiçi semtinin genel bir profili ortaya çıkmış olur.
68
DOSYA:
EDİRNE
Diğer mahalle Hacı Sarraf ya da Karaca
Hacı Sarraf ise Yıldırım semtinde yani
Tunca nehrinin diğer tarafında bulunmaktadır. Yıldırım imaretinin Kuzeydoğusunda, Bülbül Hatun ve Hatice Hatun
mahalleleri ile komşu olan bir mahalledir.
Tunca nehrine ve Bayezid imaretine de
yakındır. Bu mahalle de Hoca Ömer gibi
1450’li yıllarda yerleşime açılmıştır. Takip edilebildiği kadarıyla Gül Mahallesi
1600’lerden önce bu mahalleye katılmıştır. Hatice Hatun Mahallesi ise 1700’lü
yıllarda bu mahalleden koparak yeni bir
mahalleye dönüşmüştür. Yine de 1686 ile
1703 yılları arasında mahallenin nüfusu
132 aileden 167 (artı 8 işçi) aileye çıkmıştır. 1686 yılında ödediği avarızhane sayısı
ise 24’tür ki Hoca Ömer mahallesine göre
nüfusundaki fazlalık kadar yani 3-4 kat
daha fazla vergi hanesine sahiptir. Defterlerde bir kayıtta yer alan tüm aileleri
bir binada yaşıyor kabul edersek ki kabul
edilebilecek bir varsayımdır bu mahallede 59 kayıt/bina vardır. 181 isimden
172’sinin 50 kayıt/binada oturduğu hesap edilirse pek çok ailenin bu mahallede
aynı binada oturduğu anlaşılmaktadır87.
Hatta bazı evlerde, Müslim ve gayrimüslim karışık olarak beş, altı, hatta sekiz
ailenin bir arada yaşadığı görülmektedir.
Bu dönemde, Osmanlı sultanlarının ve
sarayın Edirne’de ikamet ettiği ve bunun
da şehirde, özellikle de Yıldırım ve Bayezid semtlerinde, hızlı büyüme ve nüfus
artışı meydana getirdiği bilinirse, benzeri
bir büyümeyle çok kısa sürede karşı karşıya kalan Hacı Sarraf Mahallesi’nin bu
nüfusa yetecek kadar yeni binalar yapamadığı ve çok fazla nüfus yoğunluğuna
maruz kaldığı söylenebilir.
Nüfusun 1703 yılındaki rakamlarına
bakılırsa, mahallede 94 zimmi (Rum), 1
Ermeni ve 86 Müslüman aile yaşamaktadır ki, Edirne şartlarında oldukça büyük
bir mahalle demektir. Az binadaki çok
kalabalık nüfusa bakılırsa sadece üç Müslüman ve 3 Zimmi kiracının kayıtlara
geçmesi oldukça ilginçtir. Aynı evlerde
oturan pek çok ailenin ya yakın akraba
ya da mülk ortaklığı yaptığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan Hoca Ömer Mahallesi’nden farklı olarak bu mahallede iki
zimmî hatun da aile reisi olarak kayıtlara
geçmiştir.
İkamet edelerin meslek bilgilerine bakıldığında 100 hane reisinin yaklaşık elli değişik mesleğe sahip olduğu gözükmekte7 Stefanos Yerasimos, İstanbul örneğinden yola çıkarak çok
aileli evlerden bahseder ve zemin katta odalar şeklinde
bir yerleşimi olduğunu söyler. Bkz Stephane Yerasimos,
“Dwellings in the Sixteenth-Century İstanbul,” In The Illuminated Table, The Prosperous House: Food and Shelter
in the Ottoman Material Culture, Suraiya Faroqhi ve
Christoph K. Neumann ed. (Würzburg, 2003), s. 296-298.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
dir. İmam, müezzin, dedeler ve tellakların
bulunması mahallede mescit, dergâh ve
hamam olduğuna dair ipuçları vermektedir. Gayrimüslim nüfusun çokluğuna
rağmen kayıtlarda papaz olmaması burada kilisenin de olmayabileceği anlamına
gelmektedir. Beş şerbetçi, iki meyhaneci,
beş ayakkabıcı ve dört arabacı buradaki
iş yoğunluğunu ve gayrimüslim varlığını
göstermektedir. Meyhane ve şerbetçilerin, bahçıvan, balıkçı, marangoz, nalbant, mumcu (2 kişi), ayakkabıcı, abacı
ve terzilerin gayrimüslimlerin yoğunlaştığı meslekler olduğu görülmektedir.
Bakkal (7 tane), kasap (5 tane), fırıncı (3
çörekçi), bekçi (Müslümanlar için pasban
kullanılır) gibi yaygın mesleklerin her iki
inanç grubundan; debbağ (3 kişi), tellak,
hallaç, hasırcı, sepetçi, çadırcı, mehter,
odabaşı, muhzir gibi mesleklerin ise sadece Müslümanlara ait meslekler olduğu
anlaşılmaktadır. Mahallenin hem nehre
hem de vadiye ve ormana yakın olması
dolayısıyla mahallede debbağhane ve yan
ürünleriyle uğraşanlarla bahçıvan (gayrimüslimler için), bostancı (Müslümanlar
için), rençber, çoban, gülcü gibi tarımla
uğraşanların varlığı dikkat çekmektedir.
Hacı Sarraf’ta ikamet edenlerin unvanları incelendiğinde ise paşa, beşe (5 kişi),
çavuş (2 kişi), bey (7 kişi), çelebi (5 kişi),
efendi, hacı (3 kişi) ve es-seyyid gibi unvanlar görülmektedir. Efendi unvanı müezzin için, çavuş unvanı maytap ve çörekçi için, beşe unvanı ise tellak, mehter ve
bakkal için; çelebi unvanı, çadırcı için ve
hacı unvanı ise, somuncu için kullanılmıştır. Aynı zamanda Edirne sarayına da
yakın olan bu mahallede askeri sınıftan
kişilerin bulunması olağan görülmelidir.
Hiçbir kayıtta gayrimüslimler için unvan
kullanılmadığından onların sosyal statüleri ile ilgili bilgi edinilememektedir.
Konu edilecek üçüncü mahalle Ayşekadın semtinde bulunan Sabuncu Hacı Mahallesi’dir ki Eski Camiye, şehrin bedestenine ve genel olarak ‘ticaret merkezi’ne
çok yakındır. 1450’li yıllarda oluştuğunu
tahmin ettiğimiz bu mahalle Kıncı Firuz
Mahallesi’ni de içine alarak 1703’te daha
da büyümüştür. II. Mehmed ve II. Bayezid zamanlarında yaşamış olan Pirinççi
Hasan’ın dergâhı ve Vavlı Camii burada
bulunmaktadır98. Bir imam, iki müezzin,
iki şeyh ve bir dedenin mahallede kaydedilmesi bu eserlerin 1703 yılında da faaliyette olduklarına işaret sayılmalıdır.
Sabuncu Mahallesi’nin nüfusu 1686 ile
1703 arasında 60 aileden 68 aileye ve 3
çalışana yükselmiştir. Bu dönemin gözde ya da hızlı gelişen Yıldırım ve Bayezid
semtlerine göre bu nüfus artışı oldukça
mütevazı bir artış olarak değerlendirilmelidir. Avarızhane sayısı ise 17 olarak
kayıtlara geçmiştir ki Hoca Ömer Mahallesi’nden nüfus itibariyle %50 fazla olmasına rağmen avarızhane sayısı olarak
%150 fazladır. Bu da nispeten mahalledekilerin mal varlığının ve dükkân sayısının fazlalığı ile ilgilidir. İlginç bir şekilde
mahalle, 1686 yılında kiralık 56 oda ve
beşi zimmîlere ait olmak üzere 14 dükkâna sahiptir. 1703 kayıtlarında ise dört
gayrimüslim (kefere) hane birlikte tek
binada yaşamakta ve mahallede kiralık
hiç bir oda bulunmamaktadır. Sadece iki
kiracı vardır ve onlar da odalarda değil
evlerde oturuyor gözükmektedir. Kadın
hane reisi olarak mahallede 3 kişinin ismi
kayıtlarda görülmektedir ki bunlardan da
8 Gökbilgin, Paşa Livası, s. 55, 62.
69
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
sadece 1 tanesi ev sahibidir. Aradan geçen 17 yıllık dönemde, geçici nüfusun
buradan gittiği ve mülkiyet sahipliğinin
açıkça arttığı söylenebilir. Edirne’de şehir
merkezinin 1700’lerde Tunca Nehri’ne
doğru biraz kayması bu mahalleri geçici
nüfuslar, odalarda kalan bekârlar içi için
cazip olmaktan çıkarmış olabilir. Diğer
yandan çok büyük nüfus artışı görülmemesinin sebebi olarak belki de mahalle,
bu bölgeyi de kapsayan 1701 yılındaki
büyük yangından fazlaca etkilenmiştir.
Meslek dağılımı incelendiğinde 43 kişinin meslek dağılımı elimizde mevcuttur.
Hoca Ömer ve Hacı Sarraf mahallelerinden farklı olarak bu mahallede oturanlar
sadece yaygın mesleklere değil daha nadir mesleklere de sahiptirler. Berber (4
kişi), fırıncı (3 kişi) bakırcı (2 kişi), boyacı
(2 kişi), kahvehaneci (2 kişi), kavukçu (2
kişi) gibi mesleklere ilaveten terzi, yorgancı, mataracı, yağlıkçı, kılıççı ve terlikçi gibi meslekler de hem çeşitlilik hem
de nicelik olarak mahallenin mesleki üst
profilini ortaya koymaktadır. Kahvehanecilerin mevcudiyeti ve berber, fırıncı gibi mesleklerin fazlalığı mahallenin
merkezi bölge ile teması ve oralara hizmet sağlaması ile ilgili olmalıdır.
70
DOSYA:
EDİRNE
Ayrıca, bedestene yakınlığını ifade ettiğimiz bu mahallede bazergan, bezzaz,
oturakçı ve tüccar gibi ticaret erbabı ile
gümrükçü, hamal ve münadi gibi ticari
sektörlerle ilgili mesleklerden kişiler de
mevcuttur. Çavuş, saraçlar kethüdası ve
tuğcubaşı gibi göreceli olarak üst düzey
görevliler de bu mahallenin mukimleridir. Kayıtlarda bir de kadı geçmektedir
ki emekli olarak da belirtilmediği için o
anda Edirne’de görev yapan kadılardan
birisi olma ihtimali yüksektir ve belki de
bu civarlarda olduğu tahmin edilen mahkemelerden biri de bu mahallededir. Zira
1686 tarihli bir sicil kaydında mahkeme-i
suğra diye bir mahkemeden bahsedilmektedir ki bu da şehirde en azından iki
mahkemenin olduğuna işarettir109.
Sabuncu Hacı Mahallesi’nin diğer iki mahalleden bariz bir farkı da unvanlar incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. 70 kadar
hane reisinin 55’i bir unvana sahiptir
ki mahalle ortalamalarına göre oldukça
yüksek bir orandır. Örneğin 22 çelebi ve
13 ağanın yansıra çavuşlar, beşeler, beyler, efendiler, halifeler ve hacılar da mahalle sakinlerinin taşıdığı unvanlar arasındadır. Birçok zanaatkâr, çelebi unvanı
taşımakta ve birçok memur da ağa, çavuş
ve efendi unvanıyla kaydedilmektedir.
Hem meslek hem de statü profillerinin bu
kadar yüksek niteliği böyle bir mahallede
yukarıda bahsedilen kiralık odaların kayboluşuna da başka bir açıklama olabilir.
Ele alınacak dördüncü ve son mahalle
ise Muradiye semtinden Çokalca Mahallesi’dir. Her ne kadar mescidi ile birlikte
bu mahallenin adının geçtiği 1455 tarihli
bir vakfiye elimizde varsa da mahallenin
ismi ilk defa 1529 kayıtlarında karşımıza
çıkmaktadır1110. Diğer yandan Oktay Aslanapa mahallenin camisiyle ilgili olarak
yapılış tarihi vermekte ve 1575 yılını zikretmektedir ki muhtemelen Karayazıcı
Hacı Ahmed Efendi’nin vefatı burada
dikkate alınmıştır1211. 1700’lü yıllarda mahallede bulunan bir mescit ve camiinden,
camiinin yapılışı için bu tarih doğru olmalıdır. Anlaşılan o ki her ne kadar ma9 Edirne Sicilleri, no. 67, s. 2a, 114b.
10 Gökbilgin, Paşa Livası, s. 421, 55.
11 Oktay Aslanapa, Edirne’de Osmanlı Devri Âbideleri, (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1949), s. 183
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
halle 1450’li yıllardan beri mevcutsa da
Kıyık, Çokalca, Karayazıcı Hacı Ahmed
Efendi gibi çeşitli isimlerle anıldığı için
karışıklık yaşanmaktadır. Oysa mahalle
1450’li yıllarda mescidi yapılarak oluşmuş, 1550’lerde büyüyerek Cuma camisine kavuşmuş ve 1700’lerde nüfusu da
artarak çok daha büyük bir mahalleye
dönüşmüş hatta Muradiye semtinin yanı
başında yeni bir semtin Kıyık’ın oluşmasını bile sağlamıştır.
Mahalle mevki olarak her ne kadar şehrin merkezinden yani Eski Cami ve bedestenden nispeten uzak olsa da camisi,
mescidi, kilisesi, dergâhı, dükkânları,
kiralık odaları ve Kıyık Pazar’ı1312 ile bölgesinin ve genel olarak şehrin merkezi
mahallelerinden olduğu işaretini vermektedir. 1686 tarihinde 143 haneye sahip olan mahalle 1703 yılında 259 hane
ve odalardaki 8 bekâr nüfus ile şehrin en
büyük mahallelerinden biri haline gelmiştir. Nüfusunu on yedi yılda neredeyse ikiye katlayan Çokalca Mahallesi’nde
Müslümanlar çoğunluktadır ve %10 nispetinde de zimmi ve Ermeni bulunmaktadır. 1686 yılından önceki avarızhane
sayısı 26 olan mahalle aynı yıl yapılan
güncellemede 20 avarızhanesiyle mükellef tutulmuştur. Hacı Sarraf Mahallesi 132
hane ile 24 avarızhanesine sahip iken bu
mahallenin 143 hane ile 20 avarızhanesine düşürülmesi bu yıllarda mahallenin
servet ve ticari kapasite olarak zayıfladığı
göstermektedir. 1703’e gelindiğinde görülen nüfus artışına bakılırsa, mahallenin
bu iki tarih arasındaki gelişme hızı çok
daha anlamlı olmaktadır. Kadın hane
reisi olarak da zengin olan mahallede 18
kadın aile reisi olarak kayıtlara geçmiş12 Gökbilgin, Paşa Livası, s. 421, 55.
tir ki bunlardan da dördü ev sahibidir.
Dikkat edilirse, mahallede normalin çok
üzerinde bir kiracı nüfusun olduğu görülecektir. 42 ev sahibinin 52 hane kiracısı
vardır ki bunlardan yarısı ev sahibi ile
birlikte oturmaktadır. Odalardan ziyade
evlerde kiracıların çok olması, buralarda
bekârlardan çok ailelerin kiracı olduğunu
ve Edirne’ye yeni gelen nüfusun buralara
yerleştiği ya da yerleştirildiğine işarettir.
Mesleki dağılım ve unvanlar için kayıtlara baktığımızda, mahallede 116 hane reisinin unvanları verilmekte ama meslekleri verilmemekte, 101’inin ise ne mesleği
ne de unvanının kaydedildiği gözükmektedir. Bununla birlikte mahallelinin mesleklerine bakıldığında yetmişin üzerinde
meslek karşımıza çıkmaktadır. Sabuncu
mahallesinde olduğu gibi nadirattan olan
bazı mesleklere burada da rastlanmaktadır. 16 berber, 9 terzi (biri zimmî ve ikisi Ermeni), 8 dikici (biri Ermeni ve biri
zimmî), 8 nalbant ve 8 tellak sadece bu
mahalleye değil muhtemelen tüm şehre
hizmet veriyorlardı. Mahallede bulunan
9 bağcı, 8 rençber (hepsi Arnavut ve kiralık odalarda kalmaktadır) ve 2 bahçıvan,
tarım ve bahçe konusunda mahallenin
zengin durumunu göstermektedir. Diğer
taraftan mahallenin ayırt edici bir yönü
de şehirdeki on altı su yolcudan (su altyapısı ile uğraşan görevliler) on dördünün
burada yaşamasıdır. Zira kaynaklarda ifade edildiği üzere şehrin su kanalları Kıyık
üzerinden gelmekte ve Sarıca Paşa mahallesindeki depolarda tutulmaktadır1413.
Böyle olunca su yolcuların, su yollarının
yakınında oturması anlamlı olmaktadır.
13 Neriman Meriç Köylüoğlu, Edirne’de Osmanlıdan Günümüze Su Yapıları, (Edirne: Türk Kütüphaneciler Derneği,
2001), s. 7.
71
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Semtin ve şehrin merkezi mahallelerinden biri olduğu anlaşılan Çokalca’da iki
kahvehaneci ve birer bozacı, gümrükçü,
Ermeni kuyumcu bulunmakta ayrıca iki
tellal, bir hamal, üç aşçı, iki fırıncı ve bir
çamaşırcı ikamet etmektedir. Yoğun nüfusu, semt çarşısı ve kiralık odaları bulunan bir yer için bu meslekler oldukça
anlamlı durmaktadır. İlmi ve entelektüel
açıdan da mahalle oldukça zengindir. 2
kadı, 4 imam, 5 müezzin, 3 halife, 2 hoca
ve 1 talebe mahalledeki cami ve mescit ile
dergâh ve medreselerin yakınlığına dair
işaretler vermektedir. Bu dönemde kadı
olan Hüseyin Efendi’den önceki kadı
Mirzazade eş-Şeyh Mehmed Efendi’nin1514
hemen komşu Karabulut Mahallesi’nde
oturması da bu mevkiin –genel olarak
Muradiye semtinin- ulema tarafından
ikamet için tercih edilen bir bölge olduğunu göstermektedir. Semtte bulunan
medrese ve tekkelerin yanı sıra, topografik olarak yükseltisi şehrin ticari merkezinden ve Kaleiçi’nden daha fazla olan bu
mevki hem havası hem de nehir taşkınlarından kaynaklı su baskınlara karşı daha
korunaklı olması dolayısıyla da tercih
edilmiş olmalıdır.
72
DOSYA:
EDİRNE
Mahallede 93 hane reisi en az bir unvan
ile kayıtlara geçmiştir. Hacı unvanı 16
kişide, efendi ve beşe unvanı ise 13’er
kişide kullanılmıştır. Ayrıca 12 ağa, 10
çelebi, 9 bey, 4 çavuş, 3 seyyid, 3 molla, 2
paşa ve 2 de halife mahallelinin sahip olduğu unvanlar arasındadır. Diğer mahallelerde olduğu gibi unvanlar ile meslekler arasında doğrudan bağ kurmak pek
mümkün gözükmemektedir. Sadece ulemanın mesleği ve unvanı kesinkes ilişkili
kullanılmaktadır. Örneğin Hacı unvanı,
14 1129, 1130 ve 1133 yıllarında tekrar kadı olmuştur.
Edirne Sicilleri, no: 104, 106, 110.
berber, tellak ve kadı için kullanılırken
ağa unvanı da hem kahvehaneci hem de
gümrükçü için kayıtlarda geçmiştir. Yine
beşe unvanı berber, aşçı, asker ve tellal
için aynı anda kullanılabilmiştir.
Edirne’nin farklı mevkilerinden seçilen bu dört mahallenin biyografileri hiç
şüphesiz avarızhane ve kefalet sayımlarının ötesinde şer’iyye sicilleri, vakfiyeler,
önceki dönemlere ait tahrirler ve diğer
seyahatname, yerel tarihler gibi kaynaklar incelenerek de zenginleştirilebilirdi.
Ne var ki mevcut çalışmayla bile görülmektedir ki tek tek mahalleler de şehirle
ilgili bizlere pek çok şey öğretmektedir.
Aynı şehirde, mevkisine ve diğer mekân
ve toplumsal durumlarla ilişkilerine göre
her mahallenin kendisine göre farklı nüfus, meslek ve statü profilleri barındırdığı ve böylece bir bütün oluşturarak şehir
denen daha büyük birimin ortaya çıktığını bu örnekler bizlere göstermektedir.
Şüphesiz bu tekil ya da mikro örneklerin tamamı incelendiğinde şehirde bazı
makro eğilimler görülmekte ve bu da
bizi tekrar dönüp mikro mahalle ve mahalle gruplarını tekrar yorumlamamızı
gerektirmektedir. Bazı mahalleler özellikle de Edirne’nin Karanfiloğlu, Kaleiçi
ve Ayşekadın semtindeki mahallelerin
bir kısmı şehrin ticari merkezini oluştururken aynı semtin diğer bazı mahalleleri
iskân alanlarını oluşturmaktadır. Bunların arasında kalan bir kısım mahalleler
ise etnik ve dini nüfus kompozisyonu
ya da sosyal-iktisadi profilleri ile farklı
geçiş bölgeleri (transition zones) özellikleri gösterebilmektedir. Muradiye-Kıyık
semtinin Çokalca ya da Yıldırım’ın Hacı
Sarraf mahalleleri örneklerinde olduğu
gibi, şehrin ikinci bir ticari merkezi ya da
Sayı:3, ARALIK 2015
şehir & toplum
yeni daha yoğun iskân mahalleri ortaya
çıkabilmektedir. Özetle, Osmanlı şehirlerinin merkezi birimi olarak mahallenin,
pek çok arşiv türü birlikte kullanılarak,
biyografilerini yazmak mümkündür. Bu
mikro biyografiler bizlere daha kapsamlı
şehir biyografileri yazabilme hususunda
kapı aralayacak, böylece ortaya çıkacak
şehir biyografileri de tekrar dönüp daha
derinlemesine mahalle biyografileri inşa
etmeye imkân tanıyacaktır.
Kaynakça
Ahmet Yiğit “XVI. Yüzyılın İkinci Yarısında Edirne Kazası,” (Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi, 1998).
Behar C., (2014). Bir Mahalle’nin Doğumu ve Ölümü
(1494-2008): Osmanlı İstanbul’unda Kasap İlyas Mahallesi, İstanbul.
Can A., (2009). Mekansal Perspektiften Bir Semt Biyografisi: Vefa, Bir Semte Vefa (1453-1775).
Çakır B., (2009). Vefa’da Kayıp Üç Mahalle: Revani Çelebi, Sekbanbaşı İbrahim Ağa ve Hoca Teberrük (Dünü,
Bugünü, Yarını), Bir Semte Vefa, s. 479-518.
Gökbilgin M. T., XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı: Vakıflar-Mülkler-Mukataalar (İstanbul: İÜEF, 1952).
Köylüoğlu N. M., (2001). Edirne’de Osmanlıdan Günümüze Su Yapıları, Edirne: Türk Kütüphaneciler Derneği,
s. 7.
Özel-İmanov N. B., Uğur Y. ed., (2009). Bir Semte Vefa,
İstanbul, s. 421-454.
Uğur Y., “The Historical Interaction of the City with Its
Mahalles: Ottoman Edirne in the Late Seventeenth and
Early Eighteenth Centuries (Doktora Tezi, Boğaziçi Universitesi, 2014)
Kazancıgil R., (1992). Edirne Mahalleleri Tarihçesi 15291990, İstanbul, Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne
Şubesi.
Görsel Kaynakça
Şekil 1, Uğur Y., The Historical Interaction, s. 98.
Şekil 2, Uğur Y., The Historical Interaction, s. 104.
Şekil 3, Yunus Uğur tarafından hazırlanmıştır.
73
DOSYA:
EDİRNE
şehir & toplum
DOSYA:
EDİRNE
74
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
YAAAA HAAAAAAKKKK!
EDİRNE MENZİLLERİ
Adnan Mehel*
Adnan Mehel16*
“Ya Hakk” diye, yani Allah’ın isimlerinden bir tanesi ile gırtlakları yırtılırcasına nara atarak küşad verip okunu bilek
siperinin üzerinden kaydırarak menzile
gönderen kemankeşlerden de, o efsane
pehlivanları merakla izleyen binlerce insandan da haber yok artık. Onlarca yıldır
er meydanlarında bu naralar maalesef
duyulmuyor. Böyle bir atış sahnesi bir
risalede şöyle anlatılır; ünlü kemankeş
Tozkoparan İskender, Bursalı Şüca’nın
yıldız menzilini bozmak için tam on sene
çalışır. Okmeydanı’na diğer kemankeşler, üstadlar, hakemler, duacılar ve kalabalık bir halk topluluğu ile giderler.
*
Okçuluk Tarihçisi
İlk önce Tozkoparan İskender taş dibine gelip
eski üstatların ve Hazret-i Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) ruhları için salât-u selâm getirdikten sonra şahitlik yapmak için orada bulunan yaşlı üstatlardan atış yapmasına izin
vermelerini rica etti (icazet diledi). Onlar da:
“Gaza niyetine ok atmana izin verdik. Allah
yardımcın olup koluna kuvvet versin.” diyerek izin verince İskender:
“Bismillah” deyip “Ya Hakk” sedasıyla okunu
attı.
Ok, Benli Karagöz ile Deve Kemal’in taşları
arasına düşüp havacılar “beş dülbent ile çuha
atdılar”.
75
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 1: Geleneksel giysilerle ok atışı, (Hamit Yalçın)
İskender’den sonra diğer atıcı pehlivanlar da
atış yaptılar ise de hiçbirisi İskender’in okunu
geçemedi (basılmadı).
İkinci oku atma sırası (növbet) yine İskender’e
gelince, yaycısı Üstad İçkoz Ahmet Ağa, yayı
yoklayıp eline verirken:
“Allah’ını seviyorsan sağ tarafa (şast) doğru
at.” diye uyarıda bulundu.
76
DOSYA:
EDİRNE
İskender, İçkoz Ahmet Ağa’nın dediği gibi sağ
tarafa doğru okunu attı. “Ya Hakk” diye bağırıp öyle sıçradı ki; o gün giyinmiş olduğu ak
kaftanın etekleri, rüzgârın da etkisiyle kendi
boyunca havaya kalkıp, ok altında duranlara
alay bayrağı gibi göründü. Ok altında oturanlardan Üstad Bekâr Sinan,
yanında oturan Ahmet Bey’e;
“Ahmet.” diye seslendi. O da;
“Buyur ne diyorsun? Lebbeyk” diye karşılık
verince, Bekâr Sinan;
“Ok gayetle eyü atıldı, gafil olman, oku iyi
gözetleyin.” dedi,
Bu uyarı üzerine eski üstadlar kulak verip
oku izlemeye koyuldular. Ok onların başı
üzerinden geçerek Şüca’nın taşından aşırı gelip kondu.
Havacılar ve üstad atıcılar okun üzerine koşup hava eyleyip dülbend bozdular. Dülbend
bozulduğunu gören ayak yerindeki bütün
atıcılar ve İskender, okun yanına gelerek
oku yerinde gördüler. Konduran havacıların
tanıklığı ile ok tekbir ve senâ ile yerinden çıkarılıp pehlivan İskender’in eline verildi. Ve:
“Kutlu olsun (mübarek olsun) Allah koluna
kuvvet versin pehlivan.” dediler. Daha sonra
da hazır bulunan bütün atıcılar, eski üstadlar
ve havacılar birbirleriyle kucaklaşıp merhabalaştılar… Bu tören de bittikten sonra, okun
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
düştüğü yere taşlar koyarak nişan koydular
(Risale . yk.25.b.)171.
Bir menzil rekoru kırıldığında neler yaşandığını ve okçuluk sporunun nasıl
ciddiyetle yapıldığını daha iyi anlaşılsın
diye Atıf Kahraman’a atfen Bahtiyarzade Risalesi’nde anlatılanları olduğu gibi
alıntıladık.
Binlerce insanın günler öncesinden uygun rüzgârı ve namlı kemankeşlerin geleceği meydan günlerini heyecanla bekledikleri zamanlar çok gerilerde kaldı.
Kemankeşlik kültürüne ait terminoloji
unutuldu. Bu güzide sporumuza tahsis
edilen ok meydanları da ya Kütahya’da
olduğu gibi önce “mal pazarı” olarak kullanıldı veya İstanbul Okmeydanı’nda olduğu gibi gecekonduların işgaline maruz
kaldı. Sessizce iskâna açılıp imar alanına
ve yerleşime katılan Bursa, Trabzon,
Amasya gibi şehirlerde de meydanlar
kaybolup gitti. Özenle korunan menzil
taşları, dünyada eşi benzeri olmayan bu
güzel abideler ise ya kırılıp bir yerlere
atıldı, gecekondulara temel oldu veya çimentodan tasarruf etmek için parke taşı
gibi kaldırım betonu kalıplarına uzatıldı.
En son okçu ustası geçinemediği için hayatını sigara çubuğu yaparak idame ettirmek zorunda kaldı. En sonunda 1906
yılında, yoksulluk içinde sessizce çekildi
yaşam sahnesinden. Bütün ok meydanları devasa şehirlerin yüklenmelerine daha
fazla dayanamayarak beton istilacılarına
teslim olmak zorunda kaldı.
1 Atıf Kahraman, Osmanlı devletinde spor, Kültür bakanlığı 1995 Ankara s.272
Dünyanın en eski organizasyonlarından
yağlı güreşimiz, okçuluğa nazaran biraz
daha şanslı. Kırkpınar, başka ülke sınırlarında kalsa da Edirne Sarayiçi’nde faaliyetlerine devam etmekte, hala seyirci
bulabilmekte, hala meraklılar, kültürümüzün bu önemli parçasına sahip çıkmak için uğraşmakta…
Ok meydanları ve okçuluk sporumuz ise
maalesef tarihin derinliklerinde kalmıştır. Osmanlı’da tüm büyük merkezlerde ok meydanları bulunurdu. Yukarıda
bahsettiğimiz gibi bu meydanlar devasa
şehirler tarafından yutuldu ve bu kültür
unutuldu. Edirne’de de ok meydanı vardı. Aslında hala da var diyebiliriz... Okmeydanı olarak kullanılmıyor belki ama
en azından henüz imara açılmamış, tarım
alanı olarak kullanıldığından ok meydanı
olarak istifade etme imkânı bulunmakta.
Bir zamanlar Genç Osman, III. Selim,
II. Mahmut gibi padişahların ok attığı,
Bursalı Şüca, Tozkoparan İskender gibi
namlı pehlivanların yarıştığı meydanlardan Osmanlı coğrafyasındaki bilinen
en eski ok meydanları Edirne’de bulunmakta. Namı dünyaya yayılmış meşhur
Edirne (Edrene) yaylarının yapıldığı,
namlı kemankeşlerin ve yay ustalarının
doğduğu şehir olan Edirne, Kırkpınar’ımız gibi, en az onun kadar değerli bir
spor alanını daha sinesinde saklamaktadır. Ne pehlivanlar gelip geçti oralardan;
ne dualar okundu, ne gözyaşları döküldü,
ne sevinçler yaşandı... Ne ünlü komutanlar, sultanlar ve kemankeşler küşad verdi
okuna. Kim bilir, ne müthiş naralarla inledi o meydan ve kalabalıklar aşka geldi.
77
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Edirne ok meydanı; İstanbul’dan sonra gerek menzil sayısı, gerekse menzil
uzunluğu açısından ikinci sırada yer almaktadır. Ünsal Yücel üstadımız okçuluğun yeniden canlanmasında başucu
kitabımız olan “Türk Okçuluğu” isimli
eserinde Edirne ok meydanının önemini
vurgulayarak, “Musalla Meydanı” ve “Sarayönü” diye iki meydandan bahsediyor.
Bahtiyarzade Risalesi’nden alıntıyla yeri
de kabaca şöyle tarif ediyor:
“Ol zamanda Musalla Meydanı’ndan
Sarayönü’ne Tunca suyu üzerinden yol
varır gelirdi“ bu iki meydandan başka
Tunca’nın iki yola ayrılıp sonra yine birleşerek oluşturduğu adacığa giderek yol
kenarında ve adaya geçen köprünün yanında da birer okmeydanı vardı. (Ünsal
Yücel, 59)”
Üstad yazısının devamında “17. Yüzyılda Edirne’nin Demirtaş köyünde de
bir menzil açılmıştır” diyor182. Kaynak ise
Tezkire-i Rümat193. Yani Atıcılar Tezkiresi. Kâtip Abdullah Efendi bu eserini
yazmadan önce çoktan tahrip olmaya
başlamış bu meydanda hiç olmazsa Tozkoparan İskender’in ünlü taşını bulmak
üzere çok araştırma yapmış; güç bela taşı
bularak yerine yeniden dikmiştir. Abdullah Efendi’den yüzlerce yıl sonra biz
de, menzil taşlarından birisini buluruz
ümidiyle Edirne’de araştırma yaptıysak
da maalesef hiçbirine ulaşamadık.
78
DOSYA:
EDİRNE
Ünsal Yücel, kitabında Edirne menzillerini hem mekân olarak, hem de hangi
rüzgârla atıldıkları ile ilgili olarak tek tek
şöyle sıralıyor:
2 Türk Okçuluğu, Ünsal Yücel, Atatürk Kültür Merkezi,
Ankara 1999 s 59.
3 Abdullah Efendi, Tezkiretü’r-Rumât.
Adaya giden yolda Lodos Menzili: Eserde
bu menzilin, yani ok atış sahasının sık
sık sel felaketine maruz kalması dolayısı
ile aynı ölçüler ve rüzgâr açısıyla Musalla
meydanına nakledildiği yazılmaktadır. O
menzilde bulunan taşlar da yine bu meydana nakledilmiştir.
Ada Köprüsü yanında Ada Menzili: Bu
menzilin de yıldız havası ile atıldığı zikredilmekte ve Fatih devri kemankeşlerinden Mütevellikulu Sinan Bey tarafından açıldığı, yani ilk menzil taşı dikildiği
kaydedilmektedir. Bu menzil ile ilgili ilginç bir olay da nakledilmektedir. Şöyle
ki, ünlü Kemankeşlerden Deve Kemal
bu menzilde çok uğraşmışsa da rekor
kırmaya muvaffak olamamış, sonunda
yıldızın tersi rüzgâr olan kıble rüzgârı
ile menzili bozmaya muvaffak olarak taş
dikmiştir. Oldukça ilginç olan bu olay
okçuluk tarihimizde ilk ve tektir.
Kemankeş bedenen ve ruhen hazır olsa
da uygun rüzgâr esmezse yani oku daha
uzağa taşıyacak hava akımı oluşmazsa
rekor kırmak oldukça zor bir hale gelir.
Yılın hangi gününde hangi rüzgârların
ok atışına uygun estiği ile ilgili rȗznameler bile oluşturulmuştur. Demek ki Deve
Kemal’in Yıldız rüzgârı bulamadığı için,
tersten esen kıble rüzgârının atışa uygun
esmesi dolayısı ile şansını ters taraftan
denediğini anlıyoruz. Yani Deve Kemal
üstadımız menzil taşını204 ayak taşı215 olarak
kullanıp asıl menzildeki ayak taşını da
menzil taşı imişçesine bu atışı gerçekleştirmiştir.
4 Menzil taşı: Bir menzilde kırılan rekoru belirtmek için
diktirilen işaret taşı. Çoğunun üzerinde rekor sahibinin
adı, mesleği, rekor ölçüsü ve tarihi yazılı bir kitabe bulunurdu. Ünsal Yücel s. 410
5 Ayaktaşı: Bir menzilde kemankeşlerin atış yapacakları
noktayı gösteren taş, Ünsal Yücel s.393
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Musalla meydanında Yıldız Menzili: Edirne
şehrinde bulunan menzillerin en ünlüsü
bu menzil olmalıdır. Deve Kemal’in II.
Beyazıt devrinde taş diktiği bu menzilde
hem Edirneli, hem de İstanbullu kemankeşler çok uğraştıkları halde menzili kırarak, kendileri için taş dikmeye muvaffak
olamıyorlardı. Okçuluk sporumuzun efsane menzillerinden birisi olan bu alanda
Sultan II. Beyazıt dahi kendisine bir okçu
methedildiğinde “Bir marifeti varsa Deve
Kemal’in Yıldız menzilini bozsun” diye
söylendiği rivayet edilir. Kemankeşlerin
bütün çabalarına rağmen bu menzilde
muvaffakiyetsizliğini Edirne ile İstanbul’un havasının farklı olmasına bağlayanlar vardır. Bu nedenle idman sürecini
de Edirne’de geçirmek üzere kemankeşler Edirne’ye taşındılar ve 3 sene kadar
burada yaşayıp idman yaptıktan sonra
en son Tozkoparan İskender tarafından
1510 yılında bu menzil bozulmuştur.
Yani en son rekortmen olan Deve Kemal’in menzil taşından, yani o ana kadar
atılmış olan en uzun mesafeden daha
uzak bir mesafeye oku ulaştırmayı başarmıştır Tozkoparan. Yazının başında
yaptığımız alıntı işte bu efsane menzil
gibi bir başka efsane menzilin, İstanbul
Okmeydanı’ndaki uzun yıllar kırılamayan Bursalı Şüca’nın Yıldız menzilinin
nasıl bozulduğunu anlatmaktadır. Bu rekorun kaç gez olduğunu maalesef müellif
yazmamış. Ancak Ünsal Yücel bu mesafenin 1270 gez olduğunu tahmin etmektedir. Yani 838 metre…
Menzil atışlarının bir hedef gözetmeyen
ve sadece oku mümkün olduğu kadar
uzak mesafeye atmayı amaçlayan bir yarışma şekli olduğunu belirtmekte fayda
görüyoruz. Bu arada, hazineden bu ke-
mankeşlere yıllık akça ve yolluk bağlandığını söylersek okçuluk sporunun ne
denli popüler olduğunu, gerek halk ve de
gerekse devlet tarafından desteklendiğini de anlaşılabilir. Bu olay dolayısı ile en
ünlü kemankeşimiz Tozkoparan İskender’e 1500 akça ve bir kaftan verildiğini,
yay ve ok ustasına da 500’er akça ihsan
olunduğunu Ünsal Yücel hocamızın kitabından takip edebiliyoruz226. Sadece bu
değil; Tozkoparan İskender’e, buradaki
rekoru kırmak amacıyla Edirne’de bulunduğu 3 senelik süre içerisinde ödenekler tahsis edildiğini belgelerden takip
etmek mümkün. Edirne’de bulunan diğer menzilleri de kısaca zikretmekte fayda görüyoruz:
Musalla Meydanı’nda Poyraz ile Kuyu yeri
Menzili
Sarayönü Meydanı’nda Lodos Menzili
Namazgâh Meydanı’nda Memi Çelebi Menzili
Namazgâh Meydanı’nda Poyraz Menzili
Yeksüvar-ı Zergerdan Menzili
Musalla Meydanı’nda Yaycı Hüseyin Menzili
Musalla Meydanı’nda Kıble Menzili
Musalla Meydanı’nda Poyraz Menzili
Kahveci Yeri Menzili
Demirtaş Ovası Yeksuvar Menzili
Ünsal Yücel’in kitabında Demirtaş Ovası
ile ilgili fazla bir açıklama bulunmamaktadır. Aslında bu ovanın Demirtaş diye
isimlendirilmesi Sultan I. Murad ve II.
Beyazıt devirlerinin ünlü beylerbeyinden Timurlaş Paşa’nın Arnavutluk ve
Sırbistan’a yaptığı akınlardan Edirne’ye
döndüğü zaman, askerlerini bu ovada
6 Ünsal Yücel s.61
79
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Ancak Kâtip Abdullah Efendi, bu şahsın
rekor kırdığı oku yolda bulmuş olması
dolayısı ile şu kaydı düşmektedir:
Şekil 2:
Okçuluk öğrencileri
(Hamit Yalçın)
“Merhumun sahih oku yoktur. Akibet
haydutlar tarafından öldürüldü. Atıcılar
kanununa aykırı taş dikenin uzun ömürlü olduğunu görmedik. Şiddetle itiraz
oluna. Bu fende yalan söyleyenin ve doğru yürümeyen ve hakkına razı olmayan
elbette bir kazadan kurtulmaz.”23 7
Görüldüğü gibi yolda bulunan okla kırılan rekoru dahi kabul etmeyen ve pehlivanı sahih oku olmamakla itham eden
bir ahlak anlayışı ile yoğrulan bu güzide
sporumuz zamana yenik düşmüştür.
konaklatması ve eğitim yaptırması ile
ilintilidir.
80
DOSYA:
EDİRNE
17. yüzyılda Edirnelilerin en sevdiği mesire alanlarından biri olan bu ovada, Avcı
Sultan Mehmed’in Edirne’de yaptırdığı
sünnet düğünü ve Hatice Sultan’ın, yine
Edirne’de yapılan, evlenme merasimlerinin bir kısmı bu ovada gerçekleşmiş; at
ve yaya yarışmaları yapıldığı gibi, elbette
okçuluk yarışmaları da burada düzenlenmiştir. Ancak, Musalla Meydanı veya
diğer ismiyle Namazgâh Meydanı asıl
okçuluk alanı olup Demirtaş Ovası’nda
sadece bir menzil, yani atış alanı bulunmaktadır; Yeksuvar Menzili.
Bu menzil ile ilgili olarak da ilginç bir
olay anlatılmaktadır. Bu menzilde en son
rekor kıran Kemankeş Hacı Baki isimli bir kişidir. Hacı Baki bu menzili yolda
bulduğu bir menzil oku ile bozmuştur.
Son yıllarda bu spora gönül veren insan
sayısı hayli artsa da Kemhacı Hayrettin
kadar bu işe sevdalı sporcular yetişmedikçe çok fazla gelişme olmayacağını
tahmin etmek de zor değildir. Bursalı kemankeş olan Kemhacı Hayrettin, yıllarca hem idman yapıp hem uygun rüzgârı
beklemiş, atış için müsait olan rüzgâr da
biricik evladının vefat ettiği güne denk
gelmiştir. Risale-i Bahtiyarzade de olay
şöyle anlatılmaktadır:
“…Bir tek oğlu, ciğerparesi öldüğü gün,
kabre giderlerken birden beklediği yıldız havasının estiğini fark etti. Ne yapacağını şaşırmıştı. Utanç ve yas içinde
cemaate dönüp: ”Sizler lutfunuzdan,
kereminizden bizim meyyitimizi varup
hakkına koyup defnediniz. Benim bugün eylediğim günahı af eyleyiniz, mazur
7 Atıf Kahraman. Cumhuriyete kadar Türk Güreşi s. 42-44
(Atıf Kahraman’a atfen -Abdullah Efendi Tezkire-i Rımat
Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’ndeki nüsha varak
88b,89a)
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
görünüz. Benim nice çok zamanlardan
berü çalışıb, emekler çeküb ele getiremediğim muradımın havası esiyor. Benim
canım paresi bugüne yetişmedi, caizdir
ki ben dahi yarına yetişmiyem, namurad olup gidem. İzninizle bugün havaya
uyup meydana gideyim” deyip ağladı.
Bunlar dahi ağlaştılar, “Var Allah muradına erişdire” dediler. Kimileri ise bu işe
gülüştüler. Kemhacı, meydana gitti, cemaat oğlancığını kabrine koyup ardınca
gittiler. Atış vakti Hayrettin eline ok ve
yayını alıp, ayak taşına varıp, dua ve sena
birle durup ağladı. İçinden bugün benim
meydana niyet-i gaza ok atmağa geldiğime niceleri gülüştüler, ciğer gişesini nasıl
bırakır dediler, imdi Yarab hazretinden
dilerim ben kulunu cümle kulların önünde mahçup etme“ diye yakarıp gözyaşları
içinde attı. Hak Sübhane ve Teâlâ inayetinden ana yardım yetişip menzili bozdu,
muradına erişti.”248
menzil taşını diken kemankeştir. Oğlu
Bahtiyarzade Hacı Hasan ise okçuluk kültürümüzün en önemli yazılı belgelerinden
olan “Risale-i Bahtiyarzade”nin yazarıdır. Usta Ali sadece Edirne’nin değil; Osmanlı’nın en mahir yay ustalarındandır.
Kanuni devrinin yay ustalarından olan
bu üstadın yayı hakkında “Kimde Usta
Ali yay varsa altı yerden muhkem bezle
sarılıp saklasın, dünyaya bir daha onun
misali yaycı gelmez” denildiği kaynaklarda
yer almaktadır259. Yine Usta Sinan, Usta
Ali’nin çırağı olup onun devrinde Edirne
yaylarının namı çok yayılmıştır. Edirne
yayları birçok ünlü menzilin bozulmasında rol oynamış, en ünlü kemankeşlerin
ellerinde nice rekorların kırılmasına sebep olmuştur. Hatta bu yayların ününün
sadece Osmanlı coğrafyasında değil Orta
Asya’ya kadar yayıldığını Abdülkadir İnan
hocamızın bir makalesinden öğrenme
imkânına kavuşuyoruz.
Bu menzil daha sonraları ünlü kemankeşlerimizden Bursalı Şüca ve Tozkoparan İskender tarafından bozulmuştur. En
son menzil, Tozkoparan İskender’de kalmış ve onu geçebilen olmamıştır. “Kemhacı yeri” diye Bursa atıcılar meydanında
kayıtlara geçmiş olan bu menzil, artık
sadece tarih kitaplarında yaşamaktadır.
Kim bilir, böyle bir acıklı hikâyesi olan
meydanın üzerinde şu an hangi apartman yahut alışveriş merkezi yer almaktadır…
“Kırım Hanlığı’nda Adil Sultan (adlı)
genç bir sultan (prens) ardı. On yaşına
geldi. Ona İstanbul’daki Sultandan ferman geldi: ‘Acem şahın fethini senden
isterim’ dedi.
Balyemez’den top alTobruca’dan at al
Edirne’den cay (yay) al
Baha’dan uzun ok al
Bir acem Adil Sultan’a şöyle diyor:
Adil Sultan efendim
Balyemez’den topun yok
Tobruca’dan atın yok
Edirne’den cayın yok
Baha’dan alağan okun yok…”2610
Edirne sadece ok meydanı ile değil, ok ve
yay ustaları ile de meşhurdur. Mesela Usta
Bahtiyar çok iyi bir ok ustasıdır. Hem ok
ustası, yani tirger, hem de okçu olan bahtiyar usta İstanbul Okmeydanı’nda ilk
8 Ünsal Yücel s.66
9 Ünsal Yücel s.327
10 Abdülkadir İnan , “Doğu Türk ve Moğol Folklorundaki
<Edrene> Kelimesine Dair “
81
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Edirne’de bulunan ok meydanları Türkiye’deki en şanslı olan meydanlardır.
Bu alanlar halen daha tarım arazisi olarak kullanılmakta olup atış yapılabilecek
durumdadır. Keşke Edirneliler bu alana
sahip çıksa, keşke devletliler bu alanı bir
park olarak tanzim etse; hem Edirneliler
bu alanı mesire yeri olarak kullansalar,
hem de tarihi bir spor alanı olarak tekrar
hizmet vermeye devam edebilse…
Şekil 3: Yay örnekleri (Adnan Mehel)
Edirne’de Kırpınar’ın yanında kemankeşlik kültürümüzün de yaşatıldığı “Namazgâh Menzili” yeniden açılsa da bu tarihi
sporumuza sahip çıkabilsek. Tıpkı Japonlar’ın samuraylarına, ninjalarına, sumo güreşçilerine sahip çıktıkları gibi. Keşke biz
de bu türden kadim geleneklerimizi yeniden canlandırabilsek ve dünya kültürüne
nadide bir spor çeşidini hediye edebilsek…
Yılın belli günlerinde Edirne’ye gidip Deve
Kemaller’in, Miralem Ahmet Ağalar’ın,
Tozkoparan İskenderler’in, Yanmazağaçlar’ın rekorlarını kıramasak da en azından
adları unutulmuş, nesilleri kesilmiş o kemankeşleri yâd edebilsek ve dünyaya ne kadar köklü bir spor kültürüne ve dolayısıyla
tarihine sahip olduğumuzu gösterebilsek.
82
DOSYA:
EDİRNE
Osmanlılar zamanında dahi “devletlülerin” teşviki ile ayakta kalan bu sporumuzu şimdilik biz kendi imkânlarımızla
yapmaya ve yaymaya çalışıyoruz. Günün
birinde kültür denilen olgunun sadece
müzik, söyleşi, sinema ve sergiden ibaret olmadığını, unutulmuş değerlere de
sahip çıkmayı kapsadığını düşünen “devletlüların” çıkması ümidini içimizde muhafaza ediyoruz.
Şekil 4: Atışı gerçekleşmiş ok (Adnan Mehel)
Her ne kadar sesimiz Tozkoparan İskender’in, Deve Kemal’in, Miralem Ahmet
Ağa’nın sesi kadar gür çıkmasa da; her
ne kadar, nârâ attığımızda kaftanımızın
etekleri boyumuzu aşmasa da, gücümüzün yettiği kadar efelenmeye, nârâ atmaya, Allah’ın adını anmaya ve bu kültürü
yaşatmaya devam edeceğiz.
Yaaaaaa Haaaaaakkkk!
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Okçuluk terimleri ve
deyimleri
Küşad vermek: Ok atmak
Siper, bilek siperi: Daha kısa ve hafif spor
(menzil) oklarının atılmasına imkân sağlayan ve kabza tutan bileğe takılarak kullanılan ok yatağı.
Menzil taşı: Bir menzilde kırılan rekoru belirtmek için diktirilen işaret taşı.
Çoğunun üzerinde rekor sahibinin adı,
mesleği, rekor ölçüsü ve tarihi yazılı bir
kitabe bulunurdu (Ünsal Yücel s. 410).
Ayak taşı: Bir menzilde kemankeşlerin atış yapacakları noktayı gösteren taş
(Ünsal Yücel s.393).
Kaynakça
İnan A., (1943). Doğu Türk ve Moğol Folklorundaki
“Edrene” Kelimesine Dair, AÜDTCF.dergisi, cilt.1, sayı.5,
s.133-135.
Kahraman A., (1989). Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi s.
42-4, (Atıf Kahraman’a atfen -Abdullah efendi Tezkire-i
Rımat Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’ndeki nüsha
varak 88b, 89a).
Kahraman A., (1995). Osmanlı Devletinde Spor, Kültür
Bakanlığı, Ankara, s.270.
Yücel Ü., (1999). Türk Okçuluğu, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara.
Görsel Kaynakça
Şekil 1 - Şekil 2, Hamit Yalçın Fotoğraf Arşivi.
Şekil 3 - Şekil 4, Adnan Mehel Fotoğraf Arşivi.
Yıldız menzili: Menzil, yani uzun mesafe atışları rüzgâr arkaya alınarak yapılan
atışlardır. Yıldız menzili veya poyraz
menzili gibi ifadeler, atışın hangi rüzgâr
yardımı ile yapıldığını gösteren menzilin
isimleridir. Genelde menzil alanları istifade edilen rüzgâr adı ile birlikte anılır.
Havacı: Atışlarda hava yerinde (yani
okun tahminen düşeceği yere yakın yer)
okun düştüğü yeri, ayak yerinde duranlara bildiren meydan görevlisi (Hakem).
Dülbend atmak (eylemek): Menzil atışlarında okun ana taşını geçtiğini bildirmek
için, havacıların havaya dülbent fırlatması. Menzildeki kaç taş aşırı atılmışsa o
sayıda tülbent atılırdı.
Dülbent bozmak veya destar bozmak:
Menzilde rekor kırıldığını bildirmek için
havacıların sarık çözüp havaya fırlatmaları (Ünsal Yücel, s. 397).
83
DOSYA:
EDİRNE
şehir & toplum
DOSYA:
EDİRNE
84
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
EDİRNE MURADİYE
MEVLEVİHANESİ
N. Çiçek Akçıl Harmankaya*
N. Çiçek Akçıl Harmankaya27*
Şehirde tasavvufi hayatı yaymanın yanında; ortak kültür, konaklama, güvenlik,
sağlık, ilim, sanat, spor ihtiyaçlarını karşılayarak, toplumsal birlik ve beraberliği
sağlayan ve sürdüren kurumların başında
tekkeler gelmektedir. Edirne tekkeleri281
içinde önemli bir yere sahip olan Muradiye Mevlevihanesi Konya ve İstanbul Mevlevihanelerinden sonra inşa edilmiştir.
ve ilk yapım şekli üzerine farklı görüşler
ileri sürülen Edirne Muradiye Mevlevîhanesi; Muradiye semtinde yüksek bir
tepe üzerinde, Muradiye Camii alanında bulunmaktaydı. II. Murad tarafından
Edirne Mevlevihanesi olarak yaptırılan
caminin, bugün kayıp olan vakfiyesine
göre (830) 1426303, kitabesine314 göre (837)
Tapu tahrir defterlerinde “Zaviye-i Mev
lana-hane-i köhne” ve “Mevlana-hane-i
köhne” olarak adlandırılan292 inşa tarihi
3 Ahmet Badî, Riyâz-ı Belde-i Edirne, Edirne Şehir Tarihi,
(Haz. Ratip Kazancıgil), Edirne Valiliği Yayını, İstanbul,
2000.
4 Muradiye Camiinin giriş kapısı üzerinde bulunan ve
sadece camiye ilişkin olan Arapça kitabe şöyledir: “Alet
imâretü Sultânu’l-ber Sultân-ı bahru’l-eyadi Murâd-ı Âl-i
Osman fahnat bi-ni‘mâ-i ve’l-eflâke yegatha’l-mennân buniye tecellî kehimmeti’-l-bâni ese-allahu en yebkâ müverrihaten ale’d-duhûri ecri Hân-ı Sultân Sene:837” (Karalar
ve denizlerin sultanı, Osmanlı sülalesinin Murad’ı her
nimete boyun eğerek ihsanı bol olan Allah felekleri kaplayarak binayı yapanın himmeti gibi tecelli eden bu yapıyı
yaptı”. Kitabe Sayın Fuat GÜNEL tarafından okunmuştur.
* Sanat Tarihçisi, İstanbul Esenyurt Üniversitesi, Öğr. Gör.
1 Edirne Tekkeleri için Bkz., N.Çiçek Akçıl, Edirne Tekkeleri, Edirne Valiliği Kültür Yayınları, Edirne, 2013.
2 Selami Şimşek, Osmanlının İkinci Başkenti Edirne’de
Tasavvuf Kültürü, Buhara Yayınları, İstanbul, 2008, s. 207.
85
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 1:
Muradiye Mevlevîhanesi,
genel görünüş
(E. N. İşli, M. Koz, s.622)
86
DOSYA:
EDİRNE
1433, A.Hibri’ye325 göre ise (839) 1435
yılında yaptırılmış olarak belirtilmesi
ilginçtir. İnşasına ve Mevlevihane olarak kullanılmasına yönelik farklı olarak
E. Çelebi336, “… Evvelce Câmi diye bina
olunmamıştı. Celâleddin-i Rûmî muhabbeti ile bu âsitâneyi iki kubbeli bir
Mevlevîhâne olarak bina etmişti. Bu
tekke büyük bir Mevlevîhâne iken içerisinde hata yollu kan dökülmekle bir
minare, mihrab ve minber eklenmekle
câmi olmuştur. Daha sonra da bu câminin kuzey yönündeki geniş meydana
Mevlevihane, imâret, medrese ve derviş
hücreleri yaptırılmakla Hünkar sarayına
bakan pek güzel bir Mevlevîhâne vücûda
getirilmiştir…” derken S. Ünver347, “…II.
Muradın rüyasında Mevlânâ Celâleddin
Rûmî’yi görmesi üzerine, Muradiye Camii Mevlevihane olur, Bir rivayete göre
ise burası inşa olunduktan altı sene sonra
843(1439) yılında Mevlevîhane’ye çevrildiği, daha sonra Cami kısmının ayrılarak
Mevlevihaneye ayrıca bir semahane ve
dedeler için odalar inşa edildiği…” şeklinde belirtilmektedir. Yapının mimarının
tam olarak bilinmediği fakat dönemin
mimarlarından Şehabeddin tarafından
yapılmış olduğu düşünülmektedir358.
Günümüzde mevcut olmayan mevlevihanenin mimarisi hakkında yazılı
kaynaklar ile yapıya ilişkin fotoğraf ve
kroki niteliğindeki çizimlerden bilgi
edinilmektedir. O. Onur369, “…Kadir Dede’nin3710 tarifi üzerine Şadırvana karşı ka-
5 Abdurrahman Hibri, Enisü’l-Müsamirin Edirne Tarihi
1360-1650, (Çev. Ratip Kazancıgil), 1999, İstanbul, s.24.
6 Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Bağdat 305 yazmasının Transkripsiyonu- Dizini, 3. Kitap, YKY, İstanbul, 1999, s. 253.
7 A.Süheyl Ünver, “Edirne Mevlevihanesi Tarihine Giriş”,
Anıt Dergisi, Sayı:30’dan ayrı basım, 1962, s.2.
8 Oral Onur, Edirne Mevlevîhanesi, Ofset Film 76, İstanbul, 1999, s. 42.
9 Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 123.
10 Kadri Dede olarak da bilinir. Mevlevîler Kütüğü üzerinde
çalışıp sağ olduğu yıllar boyunca Muradiye mezarlığındaki
Mevlevî mezarlarını bakıp temizlemiş olan Mevlevî’dir.
Bkz. Süheyl Ünver, a.g.e.,1962, s.5
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
pıdan selamlığa girildiği zaman sağında
Şeyh’in misafir kabul odası, solda kahve
odası (kahvefuruş), onların arkasında dedelerin oturma ve soyunma odaları, Şeyh
Kamil Efendi’nin musiki odası, ortada
bir salon, haremlik kapısı ve haremlikte
de, misafir için ayrı, Şeyh ailesi için ayrı
birçok odalar bulunuyordu. Hücre tabir
edilen 8 tane dede odaları, sıra ile evler,
salon, türbe ve sağ tarafında semahanesi vardı. Zikredilen bina tahminen 15
odadan ibaretti. Tabii bunların arasında
banyo ve tuvalet de vardı. Tekke’nin izbe
kısmı depo idi. İmarethanesinde, aşevi,
kiler, ocaklar, fodla fırını, hamur tutma
ve malzeme yerleri bulunuyordu…” diye
anlatırken. E. H. Ayverdi3811 ise, “…1929
yılında gördüğümüz Mevlevîhane kısmı
ahşap idi, set duvarı da yeniden yapılmıştı. Daha evvel Mevlevîhanenin set
duvarıyla beraber kagir olması, bu sefer
ahşap olarak yapılmış bulunması pek
muhtemeldir. Caminin mihrap tarafında, hazireden sonra kalan sahada da şeyh
ikametgahı olan binalar varmış. Bizim
gördüğümüzde bunlar yoktu…” şeklinde
anlatmaktadır.
Muradiye Mevlevîhanesi; cami, şeyh konağı, semahane, harem dairesi, derviş
hücreleri, dede odaları, imaret, türbe, kütüphane, şadırvan, çeşme, mektep ve hazire birimlerinden meydana gelmekteydi3912. Bu yapılardan sadece cami, şadırvan,
çeşme ve hazire günümüze ulaşmıştır.
11 Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde Çelebi ve
II. Sultan Murad Devri 806-855 (1403-1451), c.II, Fetih
Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1972, s.407.
12 Ekrem Hakkı Ayverdi, a.g.e., s. 405-415; Oral Onur,
a.g.e.,1999, s.5,10,12; Osman Nuri Peremeci, Edirne
Tarihi, Edirne ve Yöresi Eski Eserleri Sevenler Kurumu
Yayınları, Edirne, 1939. s.58-59; Süheyl Ünver, Edirne
Muradiye Camii, Tege Labaratuar Yayını, İstanbul, 1952,
s.9-12; Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.1-7.
Şekil 2: Muradiye Mevlevîhanesi kroki çizimi,
(O. Onur, 1999, s.123)
Şekil 3: Muradiye Mevlevîhanesi kroki çizimi,
(O. Onur, 1999, s.121)
Oral Onur’un, “Edirne Mevlevîhanesi4013” adlı kitabında Muradiye Camii eski
imamı Kenan Camcılar’a ait kroki niteliğinde çizimleri bulunmaktadır. Tarihi
belli olmayan bu çizimler; mevlevîhanenin genel görünümü, semahane, derviş
hücreleri, şeyh odaları, imaret, türbe,
şadırvan ve okulun mimarileri hakkında
fikir vermektedir. Adı geçen kaynakta
yer alan kroki niteliğindeki çizimin bir
benzeri de Edirne İslam Eserleri Müzesi’nde bulunmaktadır. Müzenin Tekke
Eşyaları Odası Muradiye Mevlevîhanesi
vitrininde, Edirne Muradiye Camii ve
Mevlevî Tekkesi adıyla sergilenen çizim,
Afif S. Duruçay imzalı olup yine tarihsizdir. Burada binaların numaralandırılarak
isimlendirildiği görülmektedir. Ayrıca,
Süleymaniye Kütüphanesi Süheyl Ün13 Oral Onur, a.g.e., 1999, s.120-123.
87
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
ver Arşivi’nde4114 de tarihi belli olmayan
Muradiye Camii ve Mevlevîhanesi’ne ait
bir fotoğraf bulunmaktadır. Bu fotoğrafta Muradiye Camii’nin kuzeyinde, saray
ovasına bakan set üzerinde, semahane,
harem dairesi, dede odaları ve imareti
görülmektedir.
Yukarıda söz konusu edilen yazılı kaynaklar, fotoğraf ve kroki niteliğindeki
çizimlerden faydalanılarak mevlevihanenin mimarisi hakkında aşağıdaki tanımlamaları yapabilmekteyiz.
Etrafı set duvarlarıyla çevrili olan Muradiye Camii’nin kuzey-güney, kuzey batı ve
kuzey doğuda demir şebekeli birer kapısı
bulunmaktadır. Cami alanına esas giriş güney yöndeki abidevi kapıdan sağlanmaktadır. Ampir üslupta olan bu kapıda Hattat
Rakım imzalı Sultan II. Mahmud’un tuğrası bulunmaktadır. Camii, düzgün kesme
taşlarla inşa edilmiş olup güney-kuzey ekseninde arka arkaya iki kubbe, yanlarda birer kubbe ile kuzeyde beş gözlü son cemaat
yeri ve kuzey batıda tek şerefeli bir minareden meydana gelmektedir. Önceleri “cami-semahane” özelliği taşıyan yapı B. Tanman’ın tipolojisine göre (II-A Alt Grup)4215
88
DOSYA:
EDİRNE
14 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.1.
15 M.Baha Tanman, “Osmanlı Mimarisinde Tarikat
Yapıları/Tekkeler”, Osmanlı Uygarlığı I, (Haz. Halil
İnalcık-Günsel Renda), Bölüm:2, Kültür Bakanlığı Yayını,
İstanbul, 2003, s. 299. Yerleşim düzeni bakımından
çoğunlukla “cami-tekke” niteliğinde çift fonksiyonlu kuruluşlar olup minare ve son cemaat yeri ile donatılmışlardır.
Kagir cami-semahane (Alt gruplar: II-A, II-B, II-C) veya
ahşap mescid-semahane (Alt grup: II-D) karakterindeki
ibadet/ayin bölümü mevlevihanenin diğer bölümlerinden soyutlanarak bir avlunun genellikle Kıble yönüne
yerleştirilmiştir. Bu cami/mescid semahanelerde, ibadet
mekanı cami niteliği taşıdığından, mevlevihanenin diğer
bölümlerinden bağımsız olarak tasarlanmıştır. Ayrıca
Bkz. M.Baha Tanman, İstanbul Tekkelerinin Mimari
ve Süsleme Özellikleri Tipoloji Denemesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora
Tezi), İstanbul, 1990, Ş.Barihüda Tanrıkorur, Türkiye
Mevlevihanelerinin Mimari Özellikleri, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Arkeoloji ve Sanat Tarihi
Anabilimdalı Sanat Tarihi Bilim Dalı, Konya, 2000.
plan özelliği göstermektedir. Mevlevihanede semahane mekânı aydınlık fenerli
kubbeli olup birer kemer ile yanındaki
hücrelere açılır. İki yana açılan ocaklı odalar sohbet ve dinlenmek üzere kullanılmakta, mihrap ve minberli bölüm mescid
işlevi görmekteydi. Bu bölümün güneydoğu duvarında çini kaplamaları arasında iki
adet lüle bulunmuştur. Restorasyon sonrası yerine takılmayan lülelerin sema sırasında şerbet akıtılması için yaptırılan musluklardan bazıları olduğu düşünülmektedir4316.
Tabhaneli/zaviyeli cami plan özelliğine
sahip bu yapı fütüvvet geleneğine bağlanan cami tipiyle tarikat yapıları arasındaki
benzerliği göstermesi bakımından oldukça
önemlidir. Cami dıştaki sadeliğine karşın
içerde çok kaliteli çini bezemesiyle dikkat
çekmektedir. Mihrap bölümünün doğu
ve batı duvarları alt pencerelerin üst hizasına kadar ve mihrap da dâhil olmak
üzere tamamen çini kaplıdır. Yapıda çini
süslemenin yanı sıra farklı dönemlere ait
üst üste kalem işi bezeme dikkati çekmektedir4417. Avlusunun kuzeyinde yer alan şadırvanı, mermerden altıgen planlı olarak
16 “....hatta semâ safâ demlerinde şerbet akıtmak için lüleler
vaz olunmuş imiş. Halen bazısı mevcuttur…”, Abdurrahman Hibri, a.g.e., s.24.
17 Muradiye Camisi plan özelliği ve süslemeleriyle ayrıca incelenmesi gereken bir özelliğe sahiptir. Bu sebeple yapıyla
ilgili önemli birkaç kaynakça belirtmekle yetiniyoruz. Bkz.
Celal Esad Arseven, Türk Sanatı Tarihi (Menşeinden Bugüne Kadar), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1955, s.447;
Oktay Aslanapa, “Edirne’de Türk Mimarisinin Gelişmesi”,
Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Türk
Tarih Kurumu, Ankara, 1993, s.224-225; Ekrem Hakkı
Ayverdi, a.g.e., s.405-415; Semavi Eyice, “İlk Osmanlı
Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesi Zaviyeler ve Zaviyeli
Camiler”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, (Ekim 1962-Şubat 1963), c. 23, No:1-2, İstanbul,
s.39; M.Baha Tanman, “Edirne’de Erken Dönem Osmanlı
Camileri ve Özellikle Üç Şerefeli Cami Hakkında”, Edirne:
Serhattaki Payitaht (Haz. E.N.İşli-M.S. Koz), YKY,
İstanbul, 1998, s.335-339; Belgin Demirsar Arlı, “Edirne
Yapılarında Çini Bezeme,” Edirne: Serhattaki Payitaht
(Haz. E.N.İşli-M.S. Koz), YKY, İstanbul, 1998, s.414-416;
E.Gasparini, Le pitture murali della Muradiye di Edirne,
Padova, 1985.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
inşa edilmiştir. Etrafı beş ahşap sütun ile
çevrelenmiş olan şadırvan ahşap korkuluklara sahiptir. Üzeri ahşap saçaklı kurşun külahla örtülüdür. 2005 yılında Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından
gerçekleştirilen Restorasyon çalışması sırasında aslına uygun olarak yenilenmiştir.
Şekil 4: Restorasyon sırasında yerinden çıkarılan
şerbet lülesi (2005)
Şekil 5: Restorasyon sonrası ortaya çıkarılan
duvar çeşmesi (2005)
Mevlevîhane’nin en büyük yapısı olan
Şeyh Konağı, haremlik ve selamlık
bölümleri ile birlikte bodrum üzeri
iki kat olarak inşa edilmiştir. Yapının
üzeri beşik çatıyla örtülüdür. Saray içine
bakan set üzerinde yer alan binanın
güney, kuzey ve kuzey batı cephelerinin
bir kısmı görülebilmektedir. Yapının
güney cephesinde üst katta altı pencere
ve balkon, alt katta ise dört pencere ve
bir kapı vardır. Toplam on tane olan
pencereler, düşey dikdörtgen formlu
olup kafeslidir. Kuzeybatı cephesinde
bodrum katta dört, giriş katta dört, üst
katta ise beş olmak üzere toplam on
üç penceresi bulunmaktadır. Kuzey
cephede ise sadece üç adet düşey
dikdörtgen formlu üst kat pencereleri
görülmektedir.
O. Onur’daki4518 çizimlere göre, ön cephesi
görülen şeyh konağı, iki yanda öne doğru çıkma yapan iki katlı ve alaturka kiremitli beşik çatıyla örtülüdür. Caminin
cümle kapısı karşısında yer aldığı anlaşılan yapıya, solda türbe sağda ise şadırvan
arasında uzanan taşlık bir yolla ulaşılmaktadır. Yolun solunda yer alan korkulukta mevlevi sikkeleri şeklinde sonlanan
babalar dikkat çekicidir. Yapının cephesi ortasında iki yandan basamaklı sade
bir girişi vardır. İki kanatlı ahşap kapısı
üzerinde “Medet Ya Hazret-i Mevlana”
ibaresinin yazılı olduğu kitabe bulunmaktadır. Kitabenin üzerinde yapının
selamlık olduğu çizen tarafından belirtilmiştir. Üst katta on üç alt katta ise sekiz
adet pencereleri bulunmaktadır. Harem
bölümünün ise sağdaki çıkmaya bitişik
iki katlı bir yapı olduğu anlaşılmaktadır.
Aynı çatı altında bulunan haremin selamlık bölümünden farklı olarak, kare
çerçeveli dokuz bölümlü bir pencereye
sahiptir. Çizimde şadırvanın arkasında
gösterilen kapının üzerindeki bu mekânın haremlik olduğu belirtilmiştir. Bu
kapı günümüzde mevcut olup külliyenin
kuzey kapısıdır. Şeyh konağına dair, C.Esad Arseven4619’nin kitabında S. Ülgen’e ait
“Edirne Mevlevihanesi” adıyla tarihsiz
bir fotoğraf yer almaktadır. Söz konusu
18 Oral Onur, a.g.e., 1999, s.123.
19 Celal Esad Arseven, a.g.e., s.447
89
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
çizimle benzerlik gösteren bu fotoğrafta
kapının iki yanındaki pencereler basık
kemerlidir. Kerpiç üzeri sıvalı olan yapının duvarlardaki sıvanın yer yer döküldüğü anlaşılmaktadır.
Derviş odalarının batısında ise kare planlı beşik çatılı küçük çilehane binası görülmektedir. Sadece iki cephesi görülebilen
yapı, dört adet dikdörtgen formlu pencereye sahiptir.
Kare planlı olduğu anlaşılan türbe semahanenin kuzeyinde şadırvanın karşısında
yer almakta olup kiremit beşik çatıyla
örtülüdür. Yan cephesinde sivri kemer
alınlıklı demir şebekeli üç kemerli pencere, ön cephesinde ise dikdörtgen açıklıklı
demir şebekeli iki pencere vardır.
Şekil 6: Muradiye Mevlevîhanesi kroki çizimi (A. S.
Duruçay, Edirne Müzesi)
Aynı çizimde, harem’in doğusunda semahane gösterilmiştir. Çatısı Şeyh konağından bir kademe aşağıda ele alınan
yapıda semahane ile harem arasında dikdörtgen açıklıklı bir pencerenin sağında
önü basamaklı bir ara kapı bulunmaktadır. Semahanenin asıl kapısı ise önünde
iki destek olan sakıflı, yuvarlak kemerli
bir kapı olduğu görülmektedir. Yapının
semahane olduğu belirtilmiştir. Şeyh konağının batısında ise tek katlı, kiremit
çatıyla örtülü bir yapı bulunmaktadır.
Yapının kare bölmelere ayrılmış dikdörtgen çerçeveli penceresi vardır. Yapının dede odaları olduğu çizen tarafından
belirtilmiş olmakla birlikte diğer kaynaklarda bu mekânların derviş odaları olduğunu tanımlanmıştır.
90
DOSYA:
EDİRNE
Fotoğraflarda, Muradiye Camii’nin kuzey batısında görülen derviş hücreleri
alaturka kiremitli beşik çatıyla örtülü ve
çokgen planlı olup dıştan set duvarına
oturmaktadır. Yapının cephelerinde görülen dokuz dikdörtgen formlu pencereden yola çıkarak derviş hücrelerinin de
dokuz adet oldukları tahmin edilebilir.
Şekil 7: Muradiye Mevlevîhanesi, genel görünüş (S. Ünver,
Defter No:59, s.1)
Dikdörtgen açıklıklı kapısı üzerinde yapının türbe olduğu belirtilmiştir. Türbenin, Trakya Umumi Müfettişi Kazım
Dirik tarafından Cumhuriyet devrinde
yıktırıldığı ve burada gömülü olan Şeyh
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Enis Recep Dede4720, Şeyh Neşati Dede4821 ve
Şeyh Hacı Eşref Dede4922’ye ait mezarların,
cami haziresine taşındığı bilinmektedir5023.
Caminin kuzeydoğusunda bulunan imarethane; aşevi, kiler, fodla fırını, hamur
tutma bölümlerinden oluşmaktaydı5124. Çizimlerde imarethanenin sadece iki adet
yüksek bacası görülmektedir. İmarette,
Mevlevî dervişlerinin, gelip giden misafirlerin ve camide hizmet edenlerin yeme
içmeleri karşılanıp cami minaresinin
gölgesinin düştüğü yere kadar olan evlere her gün fodla5225, perşembe günleri de
pilav ve zerde dağıtıldığı kaydedilir5326.
20 Gülşenî Derviş Halil’in oğludur. Edirneli Mevlevî
şairlerindendir. Tahsiline Edirne’de başlamış İstanbul’da
devam etmiş ve tamamladıktan sonra Edirne’ye dönmüştür. İstanbul Yenikapı ve Kasımpaşa Mevlevîhanesinde
mesnevihan, Edirne Mevlevîhanesi’nde de şeyh olmuştur.
H.1147/M.1778 yılında vefat etmiştir. Muradiye Mevlevîhanesine gömülmüştür. Divân’ı ve Hz Mevlânâ’nın bazı
gazellerinin şerhi olmak üzere iki eseri vardır. Bkz. Selami
Şimşek, “Edirneli Kabûlî Mustafa Hayatı, Eserleri ve
XVIII. Ve XIX. Asırlarda Edirne’de Tasavvuf ve Tarikatların Genel Durumu”, Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1. Edirne Kültür
Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri (23-25 Ekim
2003), Edirne, 2005, s .489-490; Selami Şimşek, “Dünden
Bugüne Edirne Mevlevîhanesi”, Uluslararası Düşünce ve
Sanatta Mevlana Sempozyum Bildirileri, Rumî Yayınları,
Konya, Aralık 2006, s. 1146-1150; Selami Şimşek, a.g.e.,
2008, s. 223-227.
21 “Üstâd-ı üstâdâne-i Rûm” olarak tanına Neşâtî, Edirne’de
yetişmiş Mevlevî şairlerdendir. H.1085/M.1674 yılında
ölünce Edirne Mevlevîhanesine gömülmüştür. Divân
başta olmak üzere Edirne Şehrengizi, Kavâid-i Dersiye
ve Şerh-i Kasâid-i Örfî gibi eserleri vardır. Bkz. Selami
Şimşek, a.g.e., 2005, s.489; Selami Şimşek, a.g.e., 2006, s.
1142-1146; Selami Şimşek, a.g.e., 2008, s. 220-223
22 Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Osman Selahaddin
Dede’nin yetiştirdiği Mevlevî şeyhlerden olup, Aydın
İline bağlı Güzelhisar’da 1236/1820 yılında doğmuştur.
1276/1859 da Edirne Mevlevîhanesi şeyhliğine tayin edilerek kırk altı sene bu makamda kaldıktan sonra seksen üç
yaşında 24 Aralık 1901’de tekkenin semahanesinde vefat
etmiştir. Bkz. Selami Şimşek, a.g.e., 2006, s. 1150-1151;
Selami Şimşek, a.g.e., 2008, s. 228-229.
23 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.3
24 Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 10.
25 Bir çeşit ekmek (kalın pide)
26 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.2.
Şekil 8: Muradiye Mevlevîhane’si temel buluntuları, kuzey
(2000, EVBM. Arşivi)
Şekil 9: Muradiye Mevlevîhanesi temel buluntuları,
kuzeydoğu (2000, EVBM. Arşivi)
Şekil 10: Muradiye Mevlevîhanesi temel buluntuları kuzey
(2000, EVBM. Arşivi)
91
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Selahaddin Dede (ö.1356/Miladi 1938)
ve Şeyhülislam ve Türk bilginlerinden
İngiliz sürgünü Musa Kazım’ın mezarları
bulunmaktadır5528.
Şekil 11: Muradiye Mevlevîhanesi temel buluntuları
(2000, EVBM. Arşivi)
Mevlevîhane’nin zengin bir kütüphanesi
olduğu bilinmektedir. Buradaki kitapların bazılarının Konya Mevlana Dergâhı’nda bazılarınınsa Edirne Selimiye
Camii kitaplığında olduğu, birkaçının
da Feridun Nafiz Uzluk tarafından satın
alındığı bilinmektedir5427.
92
DOSYA:
EDİRNE
Caminin güney ve güneybatısında içerisinde tekke şeyhlerinin, şair ve din
adamlarının gömülü olduğu haziresi yer
almaktadır. Doğudaki düzgün kesme taş
örgülü, basık kemerli kapı girişi bulunan
hazirede Hz. Mevlana’nın beşinci evladı
ve mevlevihanenin birinci şeyhi Celaleddin Çelebi (ö.843/Miladi 1440), Hz. Mevlana’nın altıncı evladı ve mevlevihanenin
ikinci şeyhi Cemaleddin Çelebi (ö.850/
Miladi 1447),’nin yanı sıra tekke şeyhlerinden Mehmed Arif Dede (ö.1087/Miladi 1677), Osman Dede (ö.1175/Miladi
1762), Şair Neşati Ahmet Dede (ö.1085/
Miladi 1675), Seyyid Mahmud Dede
(ö.1095/Miladi 1684), Şair Enis Recep
Dede (ö.1146/Miladi 1734), Mehmed
Emin Dede (ö.1109/Miladi 1698), Süleymen Dede (ö.1250/Miladi 1835), Ahmed
Dede (ö.1254/Miladi 1839), Ali Eşref
Dede (ö.1315/Miladi 1898) ve son şeyh
27 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.3-4.
Şekil 12: Muradiye Mevlevîhanesi şeyhleri
(S. Ünver, 59 Nolu Defter, s.3)
Muradiye Mevlevîhanesi’nde; camide,
avluda ve külliyeyi çevreleyen avlu duvarı dışında olmak üzere üç çeşme bulunmaktadır. Bunlardan cami içinde, girişin
hemen solunda yer alan ilk çeşme kesme
taştan inşa edilmiş olup tek yüzlü bir duvar çeşmesidir. Uzun yıllar üzeri ahşap
kaplı olan çeşme dolap olarak kullanılmış
olup, 2005 yılı restorasyonunda ortaya çıkarılmıştır. Sivri kemerli niş içinde
ele alınan çeşmenin musluk yeri mevcut
olup ayna taşı yoktur teknesi ise günümüze ulaşmamıştır5629. Kuzeydoğu avlu
duvarında yer alan ikinci çeşme kesme
taş ile inşa edilmiş kare planlı ve tek cepheli olup piramidal taş çatı ile örtülüdür.
Sivri kemerli ayna taşı ve teknesi kırılarak kapı takılmış olan çeşme günümüzde
depo olarak kullanılmaktadır. Bir başka
çeşme de külliyenin güneydeki büyük
28 Oral Onur, a.g.e., 1999, s.18.
29 Konumu ve işleviyle farklılık gösteren bu çeşmenin
Tabhaneli/zaviyeli camilerde olduğu gibi aydınlık fenerli
kubbeli mekanın ortasında bulunan şadırvanlarla bir
benzerliği olabilir mi?. İşlevi tam olarak bilinemeyen bu
çeşmenin caminin semahane olduğu dönemde şerbet
akıtılmak için inşa edilen musluklarla bir ilişkisi olup
olmadığı da ayrıca düşündürücüdür.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
giriş kapısının önünde yer almaktadır5730.
Sultan Süleyman Çeşmesi olarak bilinen
çeşmenin kitabesi söküldüğünden yapım
tarihi belli değildir. İsminden ve mimarisinden dolayı on altıncı yüzyılda inşa
edildiği düşünülen çeşme, kesme taştan
iki cepheli, kemerli ve hazneli olup piramidal taş çatı ile örtülüdür. Muslukları
olmayan çeşme günümüzde akmaz durumdadır.
Şekil 13: Edirne Mevlevîhanesi, (S. Ülgen, C. E. Arseven,
s.447)
Şekil 15: Muradiye Mevlevîhanesi (A. Kuş, İ. Dıvarcı,
F.Şimşek, s.31)
Derviş Mehmed Kanber Dede’nin menkıbesinden öğrendiğimize göre; XVII.
yüzyıl başlarında kısa bir duraksama yaşayan Edirne Mevlevîhanesi 1021(1612)
yılında Sultan I. Ahmed tarafından yeniden açılmıştır5831. Birçok kez yangın ve hasar gören Mevlevîhane’nin, 1127(1715)
tarihinde Sultan V. Mehmed Reşat tarafından semahanesi tamir edilmiş5932,
1166(1752) yılı depreminde zarar gördüğü için, cami minaresi ve imareti ile
birlikte 1166(1752) yılında II. Mahmud
tarafından 2.342.146 akçeye tamir ettirildiği bilinmektedir6033. Bu tamire ilişkin
1166(1752) tarihli iki adet onarım kitabesi bulunmaktadır.
Şekil 14: Muradiye Mevlevîhanesi (O. Onur, s.112)
93
DOSYA:
EDİRNE
30 Çeşme için Bkz. Ethem Türkdoğan, Edirne Çeşme ve
Sebilleri (Basılmamış Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, İstanbul, 1970,
Murat Karademir, Edirne Çeşmeleri, Edirne Valiliği
Yayınları, 2008.
31 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.2.
32 Süheyl Ünver, a.g.e.,1952, s.10.
33 Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 41.
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
İlki Edirneli şair Örfî’ye ait olup6134 ikincisi
Mevlevî şairlerden Tâib Efendi6235 tarafından kaleme alınmıştır6336.
Aşçı Dede’nin de hatıralarında6437, katıldığı
sema ve şeyh sohbetlerinden bolca söz ettiği Mevlevîhaneye ilişkin, Süleymaniye
Kütüphanesi Süheyl Ünver Arşivi’nde,
Edirne Mevlevîhane’sinde görev yapmış
18 şeyh tespit edilebilmektedir6538. Şeyhlerin
bazılarına ait bir de fotoğraf bulunmaktadır6639. XX. yüzyıl başlarına tarihlenen bu
fotoğrafta derviş hücreleri önünde oturur halde şeyhler görülmektedir. Önde
oturanlar; sağdan birinci, Edirne Mevlevî
Şeyhi Hacı Eşref Dede Efendi’nin büyük
oğlu Selâhattin Efendi, ikinci, Şeyhin damadı ve Ayin başı Kamil Efendi, üçüncü
destarlı sikkeli, Edirne Mevlevî Şeyhi
94
DOSYA:
EDİRNE
34 “Hüsrev din ve imam’ü-l İslam / nice camiler edüp
abadan / işitüp zelzeleden tahribin / kıldı tecdidine emr-ü
ferman / bir mülk oldu muarrif dedi kim / bani-i sani
menakib-ı ihsan` / dedi menkudla Örfî tarih / bi- bedel
pak-i eser Mahmud-u Han / sene: 1166/.1752”, Oral
Onur, Edirne’nin Türk Tarihi Vesikalarından Kitabeler,
Yenilik Basımevi, İstanbul,1972, s.108.
35 Tâib Efendi, Edirne’de doğmuş Mevlevî şairlerdendir.
Asıl adı hacı Ahmed Efendi olup halk arasında kendisine
Hattat-zâde denilirdi. H.1192/M.1778 yılında ölünce,
Edirne’de Zindanaltı’ndaki Orta Mezarlığa defnedilmiştir.
Selami Şimşek, a.g.e., 2005, s. 491.
36“Bareka’llah zehi Padişeh-i heft-kişver / yed-i tulasına
ahkam-ı şeri’at-tevdi / şah-ı vala-haşmet Hazret-i Sultan
Mahmud / ced-be-ced Padişeh-i taht-nişin-i tevki /
ra’şe dar olduğu dem zelzeleden her cami / nüh menar
itdi ikamet ü nüh tak-ı tesbi’ / eylemiş bu eseri Hazret-i
Sultan Mahmud / mevlevi-hane ile hem bu imaret-i
terbi / hedmine vakıf olunca şeh-i zü’l-Kadri himem /
kıldı her Cami’i evvelkiden a’la terfi / şevket ü Şamm
hacet ne beyan eylemeye / hamenün haddi değil kendini
eyler tasdi’ / şad-hezar olmaz ise çok da değildir nakıs /
cam’alarda huteba nas iderler terci / didi bir cevher-i tarih
ferahından Tâib / şah-ı Cem-cah Muradiyye’yi itdi tevsi /
sene: 1166/1752” Oral Onur, a.g.e.,1999, s.16.
37 Aşçı İbrahim Dede, (Haz. Mustafa Koç-Eyyüp Tanrıverdi) Aşçı Dede’nin Hatıraları, Çok Yönlü Bir Sufinin Gözüyle Son Dönem Osmanlı Hayatı, c.2, Kitabevi Yayınevi,
İstanbul, 2006, s. 831,945-947,1023.
38Tekke şeyhleri için Bkz. Osman Nuri Peremeci, a.g.e.,
s.175-310; Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.4-6; Oral Onur,
a.g.e., 1999, s. 67-109; Selami Şimşek, a.g.e., 2006, s. 11321162; Selami Şimşek, a.g.e., 2008, s. 205-231.
39 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.4.
Hacı Ali Eşref Dede Efendi, dördüncü,
muhiplerden Topçu Miralayı Cemal Bey,
beşinci, Mevlevîhane’de misafir bulunan
meşhur ihtifalci Ziya Bey. Arkada ayakta
duranlar ise; Sağdan birinci, semazen Nedim Efendi, ikinci, Muradiye Camii imamı Hafız Hakkı Dede, üçüncüsü bilinmiyor, dördüncü, semazen hademe Ahmet
olarak belirtilmektedir6740.
Muradiye Camii’nin güneydoğusunda
kapının solunda yer alan ve 1920 yılına
ait bir fotoğrafta6841 görülen yapının mektep olduğu bilinmektedir. O. Onur’un6942
kitabındaki çizime göre yapı, kare planlı iki katlı ve beşik çatıyla örtülü olup
bir adet bacası bulunmaktadır. Güney
cephesinde üstte katta üç, altta katta üç
olmak üzere toplam altı pencereli dershane bölümü yer almaktadır. Pencereler düşey dikdörtgen formlu ve sivri
kemerlidir. Kuzey cephede iki düşey
dikdörtgen formlu pencereli öğretmenler odası bölümü bulunmaktadır. Güneydoğu cephesinde de yapıya ana girişi
sağlayan dikdörtgen kesitli kapı açıklığı
yer almaktadır. Kapı açıklığının her iki
yanında birer kare formlu pencere görülmektedir. Pencereler yatay ve düşey
olarak dörde bölünmüştür. E. H.Ayverdi’nin eserinde bulunan 1920 yılına ait
fotoğrafta görülen yapının “Muradiye
Okulu” olarak belirtildiği, dişli saçak silmesi, almaşık duvar dokusu ve cephe
özellikleri bakımından 1740 öncesi inşa
edilmiş olduğu düşünülmektedir. Bu fotoğrafta okulun yanında bodrum üzeri
iki katlı ahşap bir bina görülmektedir. Bu
yapının Mevlevîhane’nin fonksiyonunu
40 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.7.
41 Ekrem Hakkı Ayverdi, a.g.e., s. 415.
42 Oral Onur, a.g.e.,1999, s.122.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
icra ettiği dönemde meşruta/şeyh evi v.s.
sonradan ise mektebin hocasına ait meşruta olarak kullanılmış olmalı. Oral
Mevlevîhanesi’nin bakımsız ve yıkılmak
üzere olduğu belirtilmiş, bu rapor üzerine
de yapı 1935 yılında yıktırılmıştır7144.
Onur’un kitabında yer alan çizimde bu
bina gösterilmemiştir.
Muradiye Camii’nin son cemaat yerinin kuzeydoğu köşesindeki payede alçak
kabartma rozetler ile taçkapıda kavsara
kemerinin tepesinde Mevlevî sikkesi biçiminde kırmızı kakma taş dikkati
çekmektedir. B. Tanman tarafından “tasavvuf inancına özellikle de Mevlevîliğe
özgü bir takım simgeleri ifade ettiği düşünülen bu süslemelerin yanı sıra taç kapıda kavsarayı kuşatan sivri kemerin tepe
noktasında mevlevi sikkesi biçiminde,
kırmızı renkli taşla yapılmış kakmanın
ilk yapıdan olmadığı, tarikat başlıklarının küçük sanatlarda ve mimari bezemede amblem olarak kullanıldığı bu simgenin XVIII. veya XIX. yüzyıla ait onarım
sırasında gerçekleştirildiği aksi takdirde
söz konusu simgenin kendi türünün en
erken örneği olarak kabul edilebileceği”
belirtilmektedir7245. Yine tasavvuf ve tarikat sembolizmiyle ilgili olarak son cemaat yerinde “Allah ve Hû” yazıları dikkati
çekmektedir.
Şekil 16: Muradiye Okulu, kroki çizimi (O. Onur, 1999,
s.122)
Şekil 17: 1920 yılındaki Muradiye Okulu (E. H. Ayverdi,
s.415)
Günümüzde, Muradiye Camii ve Mevlevîhanesi’ni çevreleyen ihata duvarının
dışında batı yönde bir yapıya ait temel izleri ile bir ocak (tandır) olduğu anlaşılan
kalıntı tespit edilmiştir. Bunların şeyh
konağının yiyecek birimlerine ait mekân
izleri olduğu düşünülmektedir.
Diğer tekkeler ile birlikte 1925 yılında
kapatılan Muradiye Mevlevîhanesi’nin,
ilginç olarak Edirne’nin Yunan işgalinden
geri alınışı sırasında kent içinde yağma ve
yangına engel olmak için Edirneliler tarafından kurulan gizli bir örgüt olarak çalıştığı bilinmektedir7043. 29.11.1934 tarihinde
ise, Sedat Çetintaş tarafından Vakıflar
İdaresine verilen bir raporda Muradiye
Ayrıca Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından 2000 yılında Muradiye Cami
restorasyon çalışmaları sırasında caminin
kuzeyinde Muradiye Mevlevîhane’si binalarına ait temel kalıntılarına rastlanılmıştır.
43 Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 41.
44 Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 21.
45 M.Baha Tanman, a.g.e., 1998, s.337.
95
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 18:
Edirne Muradiye
Mevlevîhanesi vaziyet
planı, 2010 (Edirne
Vakıflar Bölge Müdürlüğü
Arşivi’ndeki Muradiye
Camii planından
işlenerek)
Fütüvvet kurumuyla bağlantılı olarak tabhâneli / zaviyeli cami tipinde ele alınmış
olan Edirne Muradiye Camii, bünyesindeki mevlevihanenin Osmanlı’ya başkentlik yapmış bir şehirde yer almasına
karşılık Konya, Bursa, İstanbul mevlevihanelerinden farklı olarak günümüze
ulaşamamş olması kültür tarihimiz açısından büyük bir kayıptır.
Kaynakça
96
DOSYA:
EDİRNE
Akçıl, N. Çiçek “Günümüze Ulaşmayan Bir Tekke: Edirne’de Muradiye Mevlevihanesi”, Sanat Tarihi Yıllığı, Sayı:
XXI, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Araştırma Merkezi, İstanbul, 2012, s. 1-21.
Akçıl, N. Çiçek, “Edirne’nin Mimarlık Tarihinde Tekkeler”, Uluslar arası Edirne’nin Fethinin 650. Yılı Sempozyumu, Bildiriler, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü, Edirne, 2012, s.265-284.
di) Aşçı Dede’nin Hatıraları, Çok Yönlü Bir Sufinin Gözüyle Son Dönem Osmanlı Hayatı, c.2, Kitabevi Yayınevi,
İstanbul, 2006.
Ayverdi, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mimarisinde Çelebi ve
II. Sultan Murad Devri 806-855 (1403-1451), c.II, Fetih
Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1972.
Badî, Ahmet, Riyâz-ı Belde-i Edirne, Edirne Şehir Tarihi,
(Haz. Ratip Kazancıgil), Edirne Valiliği Yayını, İstanbul,
2000.
Gasparini, Elisabetta, Le pitture murali della Muradiye di
Edirne, Padova, 1985.
Hibri, Abdurrahman, Enisü’l-Müsamirin Edirne Tarihi
1360-1650, (Çev. Ratip Kazancıgil), İstanbul, 1999.
Kahraman, Seyit Ali-Yücel Dağlı, Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Bağdat 305 yazmasının Transkripsiyonu- Dizini, 3. Kitap, YKY, İstanbul, 1999.
Kuş, Ahmet-İbrahim Dıvarcı-Feyzi Şimşek, Türkiye
Mevlevihaneleri Fotoğraf Albümü, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya, 2008.
Karademir, Murat, Edirne Çeşmeleri, Edirne Valiliği Yayınları, 2008.
Akçıl, N.Çiçek, Edirne Tekkeleri, Edirne Valiliği Kültür
Yayınları, Edirne, 2013.
Onur, Oral, Edirne Mevlevîhanesi, Ofset Film 76, İstanbul, 1999.
Aşçı İbrahim Dede, (Haz. Mustafa Koç-Eyyüp Tanrıver-
Onur, Oral, Edirne’nin Türk Tarihi Vesikalarından Kita-
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
beler, Yenilik Basımevi, İstanbul,1972.
Peremeci, Osman Nuri, Edirne Tarihi, Edirne ve Yöresi
Eski Eserleri Sevenler Kurumu Yayınları, Edirne, 1939.
Şimşek, Selami, “Edirneli Kabûlî Mustafa Hayatı, Eserleri
ve XVIII. Ve XIX. Asırlarda Edirne’de Tasavvuf ve Tarikatların Genel Durumu”, Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1. Edirne
Kültür Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri (23-25
Ekim 2003), Edirne, 2005, s .489-490.
Şimşek, Selami, Osmanlının İkinci Başkenti Edirne’de
Tasavvuf Kültürü, Buhara Yayınları, İstanbul, 2008.
Şimşek, Selami, “Dünden Bugüne Edirne Mevlevîhanesi”,
Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlana Sempozyum Bildirileri, Rumî Yayınları, Konya, Aralık 2006, s. 1146-1150
Tanman, M.Baha, “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Osmanlı Uygarlığı I, (Haz. Halil İnalcık-Günsel Renda), Bölüm:2, Kültür Bakanlığı Yayını,
İstanbul, 2003, s. 299.
Tanman, M.Baha, İstanbul Tekkelerinin Mimari ve Süsleme Özellikleri Tipoloji Denemesi, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi),
İstanbul, 1990.
Tanrıkorur, Ş. Barihüda, Türkiye Mevlevihanelerinin
Mimari Özellikleri, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Arkeoloji ve Sanat Tarihi Anabilim Dalı Sanat
Tarihi Bilim Dalı, Konya, 2000.
Türkdoğan, Ethem, Edirne Çeşme ve Sebilleri (Basılmamış Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü, İstanbul, 1970.
Görsel Kaynakça
Şekil 1, Emin Nedret İşli, M.Sabri Koz, Edirne: Serhattaki
Payıtaht, Yapı Kredi Yayınları, 1998, s.622.
Şekil 2, 3,14,16, Oral Onur, Edirne Mevlevîhanesi, Ofset
Film 76, İstanbul, 1999, s.123.
Şekil 4, 5, N. Çiçek Akçıl Harmankaya Fotoğraf Arşivi.
Şekil 6, Afif S. Duruçay, Edirne Müzesi, Tekke Odası Seksiyonu.
Şekil 7, 12, Süheyl Ünver, Edirne Mevlevihanesi, Defter
No: 59, Edirne Dosyası, No: 229, Süleymaniye Kütüphanesi, Süheyl Ünver Arşivi, İstanbul, s.1.
Şekil 8 – Şekil 11, 2000, EVBM. Arşivi
Şekil 13, S. Ülgen, Celal Esad Arseven, Türk Sanatı Tarihi
(Menşeinden Bugüne Kadar), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1955, s.447.
Şekil 15, Ahmet Kuş-İbrahim Dıvarcı-Feyzi Şimşek, Türkiye Mevlevihaneleri Fotoğraf Albümü, Konya Valiliği İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya, 2008,
s.31.
Şekil 17, Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde
Çelebi ve II. Sultan Murad Devri 806-855 (1403-1451),
c.II, Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1972, S.415.
Şekil 18, Eren Bali Gürsoy, Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü Arşivi’ndeki Muradiye Camii planından (Çizim
için Y.Mimar Restoratör, Eren Bali Gürsoy’ a teşekkür
ederim).
Ünver, Süheyl, Edirne Mevlevihanesi, Defter No: 59,
Edirne Dosyası, No: 229, Süleymaniye Kütüphanesi, İstanbul.
Ünver, Süheyl, Edirne Muradiye Camii, Tege Labaratuar
Yayını, İstanbul, 1952.
Ünver, Süheyl, “Edirne Mevlevihanesi Tarihine Giriş”,
Anıt Dergisi, Sayı:30’dan ayrı basım, 1962, s.2.
97
DOSYA:
EDİRNE
şehir & toplum
DOSYA:
EDİRNE
98
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
HALÎL-NÂME YAZARI
ABDÜLVÂSİ ÇELEBİ’NİN
EDİRNE’DEKİ VAKFINA
İLİŞKİN BİR BELGE
Hakan Yılmaz*
Hakan Yılmaz73*
Giriş
Osmanlılar’da kuruluş devrinden intikâl
etmiş resmi belge ya da defterlerin sayısı çok az olmakla birlikte, özellikle tahrir
kayıtları ve vakfiye/mülk-nâme düzenleme işinin, Devlet-i aliyye’nin en parlak
çağlarında olduğu gibi, bu devirde de
oldukça erken tarihlerden beri titizlikle
yürütüldüğü söylenilebilir. Her ne kadar
ele geçen maddî kanıtlar oldukça sınırlı
ise de, Osmanlılar’da vakıf ve tahrir işlemlerinin kurucu hükümdar Osman
Gâzî döneminde başladığı ve Orhan Gâzî
döneminde sistemleşerek daha da ivme
kazandığı, özellikle Kirmasti’nin fethin
* Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ
Tarihi bölümü.
e-posta: [email protected]
den sonra daha önceki vakıf ve arazi bağışlarının ilk kez defterdar nezdinde bir
defterde toplandığı, Hüdâvendigâr Livâsı
Tahrir Defterleri’nde ve bu devrin ricâline ait bazı vakfiyelerde yer alan atıflardan açıkça anlaşılmaktadır741.
Defterdarlık kurumunun Murad Hüdâvendigâr ve Yıldırım Bâyezîd dönemlerinde de gelişim ve değişime uğradığı, bu
devirden kalma bazı mülk-nâmelerdeki
ifâdelerden açıkça tespit edilebildiği gibi;
özellikle Çelebi Sultan Mehmed döneminde bu birimin tam teşekküllü bir
kurum hâline dönüştüğü yönünde de,
çağdaş bâzı kaynakların satır aralarında
önemli işâretlere rastlanmaktadır.
1 Bu konu, Osmanlılar’da Kâtiplik ve Defterdarlık Sisteminin Ortaya Çıkışı ve Osmanlı Arşivcilik Târihinin Kökeni
ve Orhan Gâzî’nin Kirmasti’de Kurduğu İlk Osmanlı Arşivi başlıklı makalelerimizde geniş bir şekilde ele alınacaktır.
99
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Bu araştırmamızda Ahmedî’nin Dâsitân
ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i ‘Osmân’ından
sonra kaleme alınmış en eski manzum
târih metninin yazarı olan, Halîl-nâme
müellifi Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Edirne’de,
Şeyh Bedreddîn zâviyesi yakınlarında bir
vakfı bulunduğuna ilişkin o asra ait bir
vakıf tahrîr kaydı neşredilerek, müellifin
yaşadığı asrın önde gelen ricâli arasındaki yeri ve belgenin tarihî açıdan önemi
üzerinde durulacaktır.
Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Kısa
Biyografisi ve Halîl-nâme’nin
Tarihî Açıdan Önemi
Osmanlı şâirleri arasında, isimleri tezkirelere yansıyan çok sayıda ünlü şâire
rastlandığı gibi, nazım konusundaki ustalığına ve yaşadığı devrin en önde gelen
ricâlinden olmasına rağmen tezkirelerde
adı bile geçmeyen şâirler de karşımıza
çıkmaktadır. Bu şâirlere kuşkusuz en iyi
ve en çarpıcı örnek, Çelebi Mehmed döneminde yaşamış ve bu devrin önemli
vak‘alarına şâhid olmuş bir kimse olmasına rağmen tezkirelerde adı bile geçmeyen Abdülvâsi‘ Çelebi’dir.
Nerede ve hangi tarihte doğduğu bilinmeyen Abdülvâsi‘ Çelebi’nin yaşamına
ilişkin yüzeysel de olsa yegâne bilgiler,
bilinen tek eseri olan manzum Halîl-nâme’sinde752 verdiği bazı ipuçlarından ibârettir. Eserini Çelebi Sultan Mehmed
100
DOSYA:
EDİRNE
2 Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Hâlil-nâme’si, Ayhan Güldaş tarafından latin harflerine aktarılarak neşredilmiştir: a.mlf.,
Halîl-nâme, TC Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1996.
İçerisinde 816/1414’te gerçekleşen Çamurluova Savaşı’na
ait bir “Ceng-nâme” metni de yer alan bu çağdaş kaynağın
tarihî açıdan önemine de biz, daha önce ana hatlarıyla şu
makâlemizde değinmiştik: “Fetret Devri ile İlgili İhmâl
Edilmiş Bir Târih Metni: Abdülvâsi‘ Çelebi’nin ‘Ceng-i
Sultân Muhammed bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ’ Adlı
Mesnevîsi”, HAİD, XVII/195 (Aralık 2009), s. 42-44.
döneminde te’lif etmiş olmasına rağmen,
Medhiye kısmında yer alan bir beyitte kendisinin, Sultân’ın “Kadîmî atadan
kulu” olduğunu açıkça belirtmesi763, onun
Osmanlı hânedânına yakınlığının Murad
Hüdâvendigâr döneminde başladığının,
hattâ belki de daha da eskilere uzandığının bir göstergesidir.
Yaşadığı dönemin en ünlü şâir ve müelliflerinden biri olduğu anlaşılan Abdülvâsi‘ Çelebi, Sultan I. Mehmed’in vezirlerinden Amasya’lı Bâyezîd Paşa’nın küçük
yaşından beri yanında yer aldığını ve
onun yetişmesinde önemli bir rol oynadığını söyler ki774, bu da onun gençliğinde
bir süre Amasya’da ikâmet ettiğini gösterir. Öte yandan kesin olmamakla birlikte,
Halîl-nâme’sinin içinde Hazar bölgesinin
mâmur ve ferahlık içinde oluşunu anlatırken, özellikle Çorum’un İskilip ilçesine
atıfta bulunması, onun buralı olduğuna
belki bir delil sayılabilir785. Bunlara ilâveten
müellif, eserinde babasının bir “Kâdî-oğlı” olduğuna ve “Muhammed” adında bir
kardeşi bulunduğuna işâret etmiş ve kendisinden “Kâdî-oğlu”, “Kâdî” ve “İmam”
gibi vasıflarla söz etmiştir796.
Nazım konusunda hayli yetenekli olan
Abdülvâsi‘ Çelebi’nin, günümüze ulaşan ve vaktiyle devrinin şâirleri arasında şöhret kazanmasını sağlayan yegâne
eseri, Hazret-i İbrâhîm (a.s.) kıssasının
manzum bir derlemesi olan Halîl-nâme adlı mesnevîsidir. Edebiyâta ve şiire
büyük ilgi duyan ve İran’lı şâir Fahreddîn
3 Krş. Halîl-nâme, A. Güldaş nşr., s. 67, beyit: 244.
4 “Küçücekden du‘âcuñdur bilürsin / Ki muhlis kuldur ol
yokdur riyâsı”. a.g.e., Güldaş nşr., s. 67, beyit: 242.
5 Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 67, beyit: 242:
“Çorumlu ile İskilib ü Kuzâr / Anuñ hükmi ile ma‘mûr u
ferah-dâr…”
6 Krş. a.g.e., Güldaş nşr., s. 66, 277-278, 395 ve 410’daki
çeşitli beyitler.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Cürcânî’nin Farsça Veys ü Râmîn adlı
mesnevîsinden haberdar olan vezîr Bâyezîd Paşa, bu eserin mutlakâ Türkçe’ye
tercüme edilmesi gerektiğini düşünerek,
o sıralarda Çelebi Mehmed’e henüz yeni
intisab etmiş olan ünlü şâir Ahmedî’den
bunu yapmasını ricâ etmiş ve yazacağı her beyte karşılık kendisine bir altın
vermeyi vaad etmiştir. O dönemde nazmı ile hayli meşhur olan Ahmedî, eserin
manzum tercümesine hemen başlamışsa
da, aradan altı ay geçtikten sonra henüz
dîbâcesinin müsveddesini dahi hazırlayamadan 815/1413’te ânî bir şekilde
vefât etmiştir. Paşa ise bu işi başkasına
vermektense, öteden beri tanıdığı ve
hürmetle yaklaştığı hocası Abdülvâsi‘
Çelebi’ye havâle ederek, ondan Ahmedî’nin tamamlamaya muvaffak olamadığı
bu işi tamamlamasını istemiştir. Ancak
Abdülvâsi’ Çelebi, içerisinde fısk u fücûr,
haram ve günahların zikredildiği böyle bir eseri tercüme etmektense, yerine
Paşa’nın şânına daha çok yakışacağını
düşündüğü mükemmel bir peygamber
kıssasını, “Halîlu’llâh” lâkaplı İbrâhim
Aleyhisselâm’ın yaşamını hikâye eden bir
mesnevî yazmayı tercih etmiş; bu teklifini memnuniyetle kabul etmesi üzerine
de 3693 beyitlik Halîl-nâme’yi nazmetmiştir. Manzum bir siyer niteliğindeki
bu eserin edebî bir hikâye formatında
yazılmayıp, Keşşâf ve benzeri diğer tefsirlerle Hadis rivâyetlerinden çıkarılan
bilgilere dayanılarak yazılmış ciddî bir
eser olması olduğu dikkat çekmektedir.
Genel içeriği dışında Halîl-nâme’yi bir
kaynak olarak eşsiz kılan ve varlığına tarihî açıdan değer kazandıran en önemli
kısmı, hiç kuşkusuz Çelebi Sultan Mehmed’le Mûsâ Çelebi arasında 816/1414’te
cereyân eden Çamurluova Savaşını
nazmettiği “Ceng-i Sultân Muhammed
bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ” başlıklı
kısımdır807. Daha önce kaleme aldığı İskender-nâme’sine, “Dâsitân ve Tevârîh-i
Mülûk-i Âl-i ‘Osmân” adıyla Emîr Süleymân’a kadar uzanan bir Osmanlı tarihi
metni ekleyen Ahmedî’ye mülhak olarak
“Ceng-nâme”yi yazdığını manzûmenin
içinde açıkça dile getiren müellif818; savaş
sırasında olup bitenleri bir görgü şâhidi
olarak bir yıl sonra (817/1415), savaşın
izleri henüz hâtıralarda canlılığını korurken ustaca nazmetmiştir.
Şekil 1: Fetret devri ve Çelebi Sultan Mehmed dönemi
şâirlerinden Abdülvâsi‘ Çelebi’nin, Halîl-nâme’sinde
816/1414 Çamurluova Savaşı’nı tasvir eden “Ceng-i Sultân
Muhammed bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ” adlı manzûmesine
giriş yaptığı kısım (Kahire Dârü’l-Kütübi’l-Kavmiyye, Edeb.
Türkî: M/82, vr. 59a).
7 Krş. Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 254-278,
beyit: 1732-1924. Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Ceng-nâme’si,
Halîl-nâme’nin Çelebi Mehmed ve Bâyezîd Paşa’ya ilişkin
medhiyelerin de yer aldığı ilk kısımları ile birlikte tarafımızdan neşredilmek üzeredir.
8 Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 277, beyit: 1920:
“Bu söze idicek bu bende bünyâd / Revânı Ahmedî’nüñ
oldı key şâd…”
101
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 3: Mûsâ Çelebi’nin bir portresi (Bayerische Staatgemäl
Desammlungen Alte Pinakothek, nr.: 2238, München)
Şekil 2: Seyyid Lokman’ın fırçasından Çelebi Sultan Mehmed
(Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâ’ili’l-‘Osmâniyye, Ali Emîrî,
Tarih, nr.: 1216, vr. 32b).
102
DOSYA:
EDİRNE
Onun burada, fetretten savaşa kadar
uzanan süreci özetleyen beyitleri; Mûsâ
Çelebi’nin Rumeli’ye geçtikten sonra niyetinin değişmesi, savaş öncesi yapılan
hazırlıklar ve iki tarafın karşılıklı sözleri,
sınır devletlerin sefer öncesi ve sefer sonrasındaki faaliyetleri; savaş ânında yaşananlara, pâdişâhın ve vezirlerinin savaş
sırasındaki atılganlıklarına, savaştan sonra Mûsâ Çelebi’nin esir alınıp “nizâm-ı
‘âlem için” ortadan kaldırılmasına ve
hazînelerin ve eşyâların kâtipler tarafından defterlere zaptına ilişkin tasvirleri ve
dönemin savaş âletlerinin isimlerini ayrıntılı olarak zikretmesi, târih araştırmacılarına dönemin siyâsî ve askerî tarihini
aydınlatmaya yarayacak oldukça orijinal
ve nitelikli bilgiler vermektedir.
Abdülvâsi‘ Çelebi’nin konusu itibâriyle
müstakil bir eser olarak da değerlendirilebilecek diğer bir eseri ise, Halîl-nâme’sinin sonuna ilâve etmiş olduğu 564
beyitlik Mi‘râc-nâme’sidir829.
Abdülvâsi‘ Çelebi’nin
Edirne’deki Vakfına İlişkin
Önemli Bir Belge
Yukarıda işâret ettiğimiz üzere, mevcut
şuarâ tezkirelerinde adı bile geçmeyen
Abdülvâsi‘ Çelebi’nin varlığı, 815/141213’te başlayıp 817/1415’te tamamladığı
manzum mesnevîsinin keşfi sâyesinde
ortaya çıkmış8310 ve o zamandan beri tarihî
kimliğini aydınlatacak yegâne bulgu bununla sınırlı kalmıştır.
9 Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 418-489, beyit:
3044-3608.
10 Halîl-nâme’yi “Ceng-nâme”nin de içinde yer aldığı
Kahire’deki nüshasına (Dârü’l-Kütübi’l-Kavmiyye, Edeb.
Türkî, M/82) dayanarak ilk tanıtan Abdülkadir Karahan’dır: a.mlf., “XV. Yüzyıl Osmanlı Dinî Edebiyatında
“Mesnevîler” ve Abdülvâsi Çelebi’nin Halilnâmesi”, Estratto dagli Atti del III Congresso di Studi Arabi e İslamici
(Ravello 1966), Napoli 1967, s. 417-424.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde kayıtlı
Edirne’ye âit 926/1520 tarihli bir Tapu
Tahrîr Defteri’nde8411; Simavna kadısı-oğlu Şeyh Bedreddîn’in 815-816 (m. 141213) yılları arasında Edirne’deki zâviyesi ve
ona bağlı olarak Tunca nehri kenarında
tasarruf ettiği vakıf alanının hemen yanında, müellifimiz Abdülvâsi‘ Çelebi’nin
de bir vakfı bulunduğuna ilişkin yegâne
nitelikte bir kayıt yer alır8512. Onun bizzat
yaşadığı döneme uzanan bu tahrir kaydına bakılırsa8613; henüz Fetret devri sona
ermeden önce, Çelebi Sultan Mehmed
tarafından kendisine bağışlanan bu vakıf
alanı, Tunca nehri üzerindeki köprünün
hemen yan tarafında, Şeyh Bedreddîn’in
Zâviye Vakfı, Hacı Şîr-Merd Vakfı ve
Hüsâm Mülkü ile Kâdî Bağçası denilen
bahçe alanına komşu bulunuyordu.
11 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Tahrîr Defteri,
nr.: 1070.
12 Şeyh Bedreddîn’in Edirne Tunca nehri kenarındaki
vakıfları bizden önce M. Tayyip Gökbilgin’in de dikkatini çekmiş; onun buradaki zâviyesinden söz ederken,
kaynağını belirtmeden tahrir defterindeki bu kayda işâret
etmiştir. Krş. a.mlf., “Edirne Şehrinin Kurucuları”, Edirne:
Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara 1965, s. 166.
13 XV. yüzyılın başlarında, Fetret Devri ve Çelebi Sultan
Mehmed dönemlerinde tahrir ve defter tutma işlemlerinin sistemli bir şekilde yürütüldüğüne ilişkin yegâne
önemli atıf, belgenin orijinali yazıldığı sıralarda müellifimiz tarafından “Ceng-nâme” metninin içine düşürülmüş
olan şu mühim kayıttan ibârettir:
“Develer dürlü dürlü at u kâtır
Şu hadde geldi kim toldı defâtir
Ki her bir yirde üş bir kişi kâtib
Siyâkat işleri cümle muhâsib
Komışlardı yazarlar gice gündüz
Alurlar geleni biñ biñ ü yüz yüz…” Abdülvâsi‘ Çelebi,
a.g.e., Güldaş nşr., s. 274, beyit: 1891-1893. Bu beyitlerde
bir görgü şâhidi olan müellifimiz tarafından, özellikle
Siyâkat yazısının muhâsebe kayıtlarında iktisâdî bir
şifreleme formülü olarak XV. yüzyıl başlarından beri
kullanıldığına ve -muhtemelen Anadolu ve Rumeli’de
ayrı ayrı olmak üzere- muhâsebe kalemleri ve onların
emrindeki kâtiplerden oluşan bir defterdarlar zümresinin mevcut bulunduğuna yapılan atıflar çok önemlidir.
Bu konuya, ilk dipnotta işâret ettiğimiz Osmanlılar’da
Kâtiplik ve Defterdarlık Sisteminin Ortaya Çıkışı başlıklı
makâlede ayrıntılı olarak değineceğiz.
Şekil 4: Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Şeyh Bedreddîn ve Hacı ‘Ivâz
Paşa vakıflarına komşu olan Edirne Tunca nehri kenarındaki
vakfı hakkında, devrin Edirne kadısı Abdülkerîm İbn
Abdülcabbâr’ın 815/1416 târihli vakıf tahrîrine ilişkin kayıt
(BOA, Tapu Tahrîr Defteri, nr.: 1070, s. 140).
Dönemin Edirne kadısı Abdülkerîm İbn
Abdü’l-Cebbâr tarafından 815 yılı “evâhir-i Zî’l-ka‘de”sinde, yâni 1414 yılı Şubat ayı ortalarında kayda geçirilen vakfiyedeki bahçe alanına yapılan bir atıfta,
Abdülvâsi‘ Çelebi’nin ona sınır olan
vakfından açıkça şöyle söz edilmiştir:

 

 


 
“Bağça der-nezd-i köprî-yi mahdûd-ı
nehr-i Tunca ve Hâcî Şîr-Merd Vakfı ve
‘Kâdî Bağçası’ dimekle ma‘rûf bağça ile ve
‘Abdü’l-vâsi‘ Çelebî vakfı ve Hüsâm mülki ile. Harâb olub, ‘arsası yılda üç akça
mukâta‘aya virilüb bağça imiş. Hâliyâ
mukâta‘a’ı Pervîz Efendi virür imiş.”8714
14 BOA, a.g.d., s. 140.
103
DOSYA:
EDİRNE
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Bu tahrîrde Abdülvâsi‘ Çelebi’nin vakfına
komşu bir vakfı bulunduğu dikkati çeken
“Hâcî Şîr-Merd”, -ikinci kısmın bir kahramanlık vasfı olarak eklendiği ihtimâline nazaran- Çamurluova Savaşı’nda
da ön plâna çıkan Hacı ‘Ivâz Paşa olmalıdır. Müellifimizin ona olan yakınlığını
“Ceng-nâme” metnindeki samîmî ifâdelerinden ve benzer yöndeki övgü dolu
sözlerinden tespit etmek mümkündür8815.
Kuruluş döneminde târih alanında kalem oynatmış nâdir isimlerden biri olan
Abdülvâsi‘ Çelebi’ye ait yegâne resmî belge niteliğindeki bu vakıf tahrîrinin ünlü
şâir Ahmedî’nin vefât ettiği ve Abdülvâsi‘ Çelebi’nin onu tâkiben, içerisinde
Çamurluova Savaşı’nı da nazmedeceği
Halîl-nâme mesnevîsini yazmaya başladığı 815/1412-13 yılına ait olması dikkate şâyândır. Ayrıca tahrîrin Edirne’nin
fethinden (762/1361)8916 elli üç yıl sonra,
Çelebi Sultan Mehmed’le Mûsâ Çelebi
arasında cereyân eden ve Fetret devrini
sona erdiren Çamurluova’daki kanlı savaştan 1 yıl önce, Abdülvâsi‘ Çelebi henüz hayatta iken yapılmış olması, Tahrîr
Defteri’ndeki bu kaydın tarihî açıdan
önem ve değerini daha da arttırmaktadır.
104
DOSYA:
EDİRNE
15 Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 271-272, beyit:
1872-1875:
“Anuñ ardınca girdi o Hudâ-vend
Ki üş düşmen-şikâr oldur ‘adû-bend
‘Ömer sûretlü server Hacı Paşa
Ki kıldı anda cengi hadden aşa
Öñine ejdehâ gelse üterdi
Mukâbil nerre dîv olsa tutardı
‘Adûnuñ yakasın tutup getürdi
Cihân onmağınuñ işin bitürdi...”
16 Edirne’nin fetih tarihin 1361 yılı Mart’ı olduğu hakkında,
bk. Halil İnalcık, “Edirne’nin Fethi (1361)”, Edirne: Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara
1965, s. 137-159.
Şekil 5: Çamurluova Savaşı’nda kardeşi Mûsâ Çelebi’yi hezîmete uğratan Çelebi Mehmed’i devlet erkânı ile bir arada tasvir eden bir minyatür (İÜ Ktp. TY, nr.: 5970, vr. 264a).
Abdülvâsi Çelebi’nin Bursa’dan sonra
Osmanlı Devleti’nin ikinci başkenti konumuna yükselen Edirne’de, dönemin
önemli din ve devlet adamlarının vakıf
ve mülk arâzîleri arasında yer alan vakfının, Osmanlı hânedânı ile kadîm yakınlığı nazar-ı itibâra alındığında ona Yıldırım Bâyezîd ya da şehrin fâtihi Murad
Hüdâvendigâr tarafından, Fetret devrinden daha önceki bir tarihte verilmiş olma
ihtimâli oldukça fazladır.
Sonuç
Fetret devrinin hakkında çok az bilgi bulunan şâirlerinden biri olan, Halîl-nâme
yazarı Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Edirne’de,
Tunca nehri kenarında bir vakfı bulunduğunu gösteren bu belge, müellifin
yaşadığı dönemde Şehzâde Mehmed ve
devlet erkânı arasındaki müstesna konumunu resmî bir belge olarak gözler
önüne serdiği gibi; Osmanlı Devleti’nin
ikinci başkenti Edirne’nin de onun faaliyet alanlarından biri olduğunu resmî bir
materyal olarak belgelemektedir.
Sayı:3, ARALIK 2015
şehir & toplum
Yukarıdaki kronolojik perspektife nazaran Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Edirne’de, Tunca nehri kenarındaki vakfına ait bu belgenin, eserin te’lif zamânının ve Halîl-nâme
ve Cenk-nâme’de anlatılan olayların çağdaşı olduğu ve Çamurluova Savaşı’ndan
bir yıl önce Çelebi Mehmed’in hareket
noktası olan Bursa’da bulunan müellifin,
devletin yeni başşehri Edirne ile de esâsen
mevcut vakıfları nedeniyle alâkalı bulunduğu sonucu çıkarılabilir.
Kaynakça
Arşiv Belgeleri:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Tahrîr Defteri,
nr.: 1070.
Kaynak Eserler ve Araştırmalar:
Abdülvâsi‘ Çelebi, Halîl-nâme, Dârü’l-Kütübi’l-Kavmiyye, Edeb. Türkî: M/82.
Gökbilgin, M. Tayyip, “Edirne Şehrinin Kurucuları”,
Edirne: Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara 1965, s. 161-178.
Güldaş, Ayhan, Halîl-nâme, TC Kültür Bakanlığı Yay.,
Ankara 1996.
İnalcık, Halil, “Edirne’nin Fethi (1361)”, Edirne: Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara
1965, s. 137-159.
Karahan, Abdülkadir, “XV. Yüzyıl Osmanlı Dinî Edebiyatında “Mesnevîler” ve Abdülvâsi Çelebi’nin Halilnâmesi”, Estratto dagli Atti del III Congresso di Studi Arabi e
İslamici (Ravello 1966), Napoli 1967, s. 417-424.
Yılmaz, Hakan, “Fetret Devri ile İlgili İhmâl Edilmiş Bir
Târih Metni: Abdülvâsi‘ Çelebi’nin ‘Ceng-i Sultân Muhammed bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ’ Adlı Mesnevîsi”,
HAİD, XVII/195 (Aralık 2009), s. 42-44.
105
DOSYA:
EDİRNE
şehir & toplum
ŞEHİRCİLİK
106
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
YASAL DÜZENLEMELER BAZINDA BİR DEĞERLENDİRME:
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
STATÜSÜ KAZANMANININ İLLER
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ1
Özge Müberra Soydal*, Ş. Şence Türk**
Özge Müberra Soydal90*, Ş. Şence
Türk
Giriş
91**
Geriye dönülmez şekilde büyüyen kentler, giderek ihtisaslaşma gerektiren bir
alan yönetimine dönüşmektedir. Bu
mekânlar aynı zamanda siyasal iktidarın başarı­sının da göstergesidir. Bu
nedenle katılımcılığın ve hizmet etkinliğinin sağlanması kadar, siyasal iktidarın sürdürülebilirliği adına kentlerin yönetimini elde tutma isteği
1 Bu makale; İstanbul Teknik Üniversitesi Bölge Planlama
Yüksek Lisans Programı’nda, 2012 yılında, Doç Dr. Ş.
Şence Türk danışmanlığında hazırlanan “5216 Sayılı
Büyükşehir Belediye Yasası Kapsamında Metropoliten
Alanlarda Sınır Tespitinin Değerlendirilmesi” konu başlıklı yüksek lisans tezi kapsamında oluşturulmuştur. 2013
yılında İzmir’de gerçekleşen 8.Kasım Dünya Şehircilik
Günü 37.Kolokyumu için hazırlanan bu çalışmaya yeni
büyükşehirlerin analizi ve yeni yönetmelik değerlendirmeleri başlığı eklenerek, çalışma güncellenmiştir.
* İlke Planlama Ltd. Şti.,Şehir ve Bölge Plancısı, İstanbul
**Doç. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi, Şehir ve Bölge
Planlama Bölümü, İstanbul İletişim yazarı: Özge Soydal,
e-posta: [email protected]
de kent yönetim modellerine yönelik
değişimleri ortaya çıkarmaktadır. 2000’li
yıllardan sonra yasa ve yönetmeliklerde
gerçekleşen yeni düzenlemeler ile büyükşehir yönetiminde de önemli değişimler
yaşanmıştır. 2004 yılında çıkarılan 5216
sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nda
büyükşehirlerin sınırlarının belirlenmesi
konusunda yeni bir düzen getirilmiştir.
Büyükşehir sayısında herhangi bir artış
olmamakla birlikte, büyükşehir belediye
yönetiminin kurumsal yapısı değişme
göstermiştir. Bu değişimde, büyükşehirlerin yapısı, işlevi ve etki alanları dikkate
alınmamış ve büyükşehir alanlarının çevresinde henüz yapılaşmamış alanlardaki
gelişmeler sonradan izlenmek zorunda
kalınmıştır. Belediye kurulma konusunda yalnızca nüfus ve ölçek büyüklüğünün
dikkate alındığı, özellikle büyükşehir
belediyesi kurulmasında metropoliten
107
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
alanın özelliklerinin dikkate alınmadığı
görülmektedir. Büyükşehirlerin bölgesel
ve ulusal düzeydeki etkileri göz önünde
bulundurulmadığından planlamaya ilişkin konularda önemli sorunlar ortaya
çıkmıştır. Yasal düzenlemelere rağmen,
bazı sorunların halen devam ettiği, hatta
yeni sorunların eklendiği görülmektedir.
Bu makalenin amacı, büyükşehir statüsü
kazanmanın iller üzerindeki etkilerinin,
sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralamasındaki farklılıklar, kamu yatırımlarına ait değerler, net göç hızlarındaki
değişimler, kır-kent arasındaki nüfus
hareketleri ile gayri safi yurtiçi hâsıla değerleri açılarından dönemsel olarak incelenmesidir.
Büyükşehir olmanın avantaj ve dezavantajların kıyaslandığı bu çalışma kapsamında, 3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun’un
kabul edildiği 1984 yılı, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun kabul
edildiği 2004 yılı ve 6360 sayılı ‘On Üç
Ilde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Altı
Ilçe Kurulması Ile Bazı Kanun Ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’unun kabul
edildiği 2012 yılı esas alınarak süreç, iki
döneme ayrılmıştır.
108
ŞEHİRCİLİK
Karşılaştırma yöntemi ile 1984-2004 yılları ve 2004-2013 yılları arasındaki bu iki
dönemde büyükşehir olmanın kente olan
ekonomik ve sosyal etkilerindeki olumlu/olumsuz değişimler analiz edilmiştir.
İki dönem için de; kamu yatırımlarına ait
değerler, net göç hızlarındaki değişimler,
sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralamasındaki farklılıklar, kır-kent arasındaki nüfus hareketleri ile gayri safi yurtiçi
hâsıla değerleri değerlendirilerek, illerin
büyükşehir olmalarının olumlu/olumsuz
değişimleri saptanmıştır. Ayrıca, 6360
sayılı Kanun’la yeni büyükşehir olan 14
il için geçmiş sosyo ekonomik gelişmişlik
endekslerine bakılarak, büyükşehir belediyesi olma durumları değerlendirilmiştir.
Metropoliten Alan ve Yasal
Düzenlemeler
Literatür
Literatürde ‘metropol’, ‘metropolis’,
‘metropolitan alan’, ‘anakent’, ‘anakentsel’, ‘büyükşehir’ gibi değişik kelimelerle
birbirinin yerine kullanılan metropoliten alan kavramının çok çeşitli tanımları yapılmaktadır. Metropolis kavramı
Yunanca asıllı metro (ana, asıl) ve polis
(kent) sözcüklerinden oluşmuş ve ilk
olarak Antik çağların kent devletlerini
tanımlamak için kullanılmıştır. Daha
sonraları ise Londra, Paris, Tokyo, New
York gibi kentler için kullanılmakla birlikte, metropoliten alan ile ilgili ulusal ve
uluslararası ortak kabul gören bir tanımı
vermek oldukça zordur (Janssen-Jansen
ve Hutton, 2011a). Çoğunlukla metropoliten kent bir merkez kent ve bu kentin
gerisindeki yarı kentsel/kırsal bölgenin
tümünü ifade etmek için kullanılmaktadır. Her ülkenin metropoliten tanımı
değişme göstermektedir (Janssen-Jansen
ve Hutton, 2011a; Tekel, 2002). Örneğin,
Hindistan’da 1 milyon nüfusa sahip merkez kent ve çevresindeki alanı kapsayan
alan metropoliten alan olarak tariflenmektedir (Shaw, 1999). Kanada da, en
az 100.000 nüfusa sahip merkez kent ve
çevresindeki yerleşimlerin olduğu alan
metropoliten alan olarak ifade edilmek-
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
tedir (Statistic Canada, 2002). Amerika
Birleşik Devletleri’nde ise, en az 50.000
nüfusa sahip merkez kent ve etrafındaki
yerleşmeler metropoliten alan sayılmaktadır (US Census Bureau, 2005).
Bir yerleşim yerinin metropoliten alan
olması için bazı özelliklere sahip olması
gerekmektedir. Metropoliten kentleri
diğer kentlerden ayıran özellikler hızlı
kentleşme, nüfus yığılması, kümelenme,
işgücünde ihtisaslaşma, hizmet ve sanayi sektörünün etkinliği, dağınık gelişme,
çok merkezli yapı vb. gibi olarak sıralanabilmektedir. Yine diğer kentlerden
farklı olarak metropoliten alanlar, birden
fazla yerleşim ve yerel yönetim birimlerini içeren alanlardır. Metropoliten
alanlar, karmaşık yapılara sahiptir. Bu
nedenlerden dolayı, gerek yönetsel açıdan, gerekse planlama yönlerinden diğer
kentsel alanlardan farklı yönetim modelleri, metropoliten kentler için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır (Metropolis, 2007).
Metropoliten alanlar, büyük nüfus yoğunluklarını içerdikleri ve mevcut yerel
yönetimlerden farklı olarak önemli ekonomik ve kültürel etkilere sahip oldukları için, hem ulusal hem de uluslararası
düzeyde politik, ekonomik ve kültürel
bağlantıların merkezinde baskın bir konuma sahiplerdir. Bu ekonomik ve kültürel bağlantılar ve bunlar arasındaki
akışlar dinamik olduğundan metropoliten alanlarını hizmet alanları çoğu kez
belirsizdir. Bu nedenle, Metropoliten
alanların sınırlarını tanımlamak zordur
(Janssen-Jansen ve Hutton, 2011a).
Metropoliten yönetimler 1930’Iu yıllarda
tüm metropoliten alanı kapsayan tek bir
birim, tek bir otorite olarak örgütlendiri-
lirken, 1960’lı yıllara doğru parçalı olarak
birden fazla yönetsel birim veya kademeli yönetsel birimler şeklinde örgütlendirilmeye başlanmıştır (Keleş, 2000).
Metropollerin yönetim modeli ile burada yürütülen kamu hizmetleri birbirini
önemli ölçüde etkilemektedir. 1990’lardan itibaren metropoliten alanlarda hizmetlerin sağlanmasında ‘metropoliten
yönetişim’ kavramı da yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır (Segberg, 2007;
Hoffman-Martinot ve Sellers, 2005).
Metropoliten yönetişim, metropoliten
alanların sorunlarının çözülmesinde ve
metropoliten alanının sürdürülebilir gelişiminde kendilerine özgü çözüm yollarını ortaya çıkarmaktadır (Janssen-Jansen ve Hutton, 2011b).
Türk yönetim sisteminde
metropoliten alan ve yasal
düzenlemeler
Kentleri yönetme sorunu, Osmanlı Devleti’nin modern belediye yönetimiyle
tanıştığı zamandan itibaren önemli bir
konu olmuştur. Türkiye’de bu alanda çıkarılan 1984 tarihli 3030 sayılı Kanun’a
kadar olan süreçte büyük kentlerin yönetimine ilişkin çeşitli biçimlerde yönetim
arayışları söz konusudur.
1961 Anayasası’nda büyükşehir yönetimine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kapsamda 1961 Anayasası birden çok yerel yönetim birimini
içeren büyükşehir yönetiminin kurulmasına imkân vermemiştir. Anayasa’da yalnızca, yerel yönetimlerin kendi aralarında
birlikler kurmalarını sağlayan hukuki zemin bulunmaktadır. 1980 yıllarındaki askeri müdahaleden sonra büyük kentlerin
109
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
sorunları öne çıkarılarak yeni yönetim
modelleri arayışı devam etmiştir. Sıkıyönetim zamanında, büyük kentlerde ayrı,
özel bir yönetim sisteminin kurulmasına
yönelik girişimlerde bulunmuştur. Büyük
kentlerde özel bir yönetim sisteminin kurulması için ilk girişim, büyükşehirlerdeki
küçük yerel yönetimlerin tüzel kişiliklerin kaldırılmasıdır. Milli Güvenlik Konseyi’nin 1980 tarih ve 17187 sayılı Resmi
Gazete’de (RG) yayımlanan 34 numaralı
kararıyla büyük kentlerde ana belediyenin çevresinde oluşmuş olan küçük belediyeler, sıkıyönetim komutanlıkları tarafından ana belediyeye bağlanmıştır. 34
numaralı karar, askeri otoritelerce farklı
biçimlerde uygulanmıştır. Uygulamada
görülen farklılıklar yüzünden 1981 yılının sonunda 2561 sayılı Büyük Şehirlerin
Yakın Çevresindeki Yerleşim Yerlerinin
Ana Belediyelere Bağlanmaları Hakkında
Kanun başlıklı birleştirme yasası çıkartılmıştır. 2561 sayılı yasa, hangi belediyelerin ana belediyeye bağlanacağına, ilgili
belediye meclisi ve Sıkıyönetim Komutanlıkları’nın görüşü alınarak valilikler
tarafından karar verileceğini ve İçişleri
Bakanlığı’na bu kararın önerileceğini öngörmüştür (Keleş, 2000; Toprak, 2006).
110
ŞEHİRCİLİK
1982 yılı öncesi büyük kentlere ilişkin
arayışlar, 1982 Anayasası’nda bu kentlere
ilişkin özel bir hüküm konması yolunu
açmıştır. Bu hüküm, son 25 yıl içinde
anakentlerde özel yönetimler oluşturulması çerçevesinde yapılan tartışmalara
kendi yaklaşımı doğrultusunda bir yanıt
üretmiştir. 1982 Anayasası’nın kabulünden sonra büyük kentlere yönelik bir
yapılanmanın oluşturulmasına yönelik
adımlar atılmaya başlanmıştır.
23 Mart 1984 tarihinde çıkarılan 195 sayılı KHK’yla üç büyük kentte iki kademeli büyükşehir yönetim modeli kurulmuştur. Kararname daha sonra, 27 Haziran
1984 tarihinde kabul edilen 3030 sayılı
Büyük Şehir Belediyelerinin Yönetimi
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun ile değiştirilmiştir.
Büyük kent merkezlerinde büyükşehir
yönetimlerinin kurulmasının yolu sıkıyönetim zamanında hazırlanan 1982
Anayasası’nın 127. maddesiyle açılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk
kez anayasaya, “büyük yerleşim yerleri
için özel yönetim biçimleri getirilebilir”
şeklinde bir hüküm konulmuştur. Bu
anayasal düzenleme, yasal bir düzenlemeye zemin hazırlamıştır. 1984 yılında
bir kentin büyükşehir olarak tanımlanabilmesi ve bu kentlerde büyükşehir
yönetimlerinin kurulabilmesi için tek bir
kriter olan, belediye sınırları içerisinde
birden fazla ilçe bulunması, aranmıştır.
Bu kriterle beraber 1984 yılında 3030 sayılı yasa doğrultusunda Ankara, İstanbul
ve İzmir, 1986 yılında 3306 sayılı yasayla
Adana, 1987 yılında 3391 sayılı yasa ile
Bursa, 3398 sayılı yasa ile Gaziantep ve
3399 sayılı yasa ile de Konya büyükşehir
olarak tanımlanmıştır. 1988 yılında ise
3508 sayılı yasayla Kayseri BŞB kurulmuştur (Yaşamış, 1995).
Kanun’da, büyükşehir kurulabilmesi ilçe
kriterlerinin dışında bir ölçüt öngörülmemiştir. Ancak 1987 ve 1988 yılında
yapılan büyükşehirlerde ilçe olmayan
belediyelerin (ilk kademe belediyeler)
varlığı da büyükşehir kurulabilmesi için
kriter olarak kullanılmıştır. İlk kademe
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
belediyelerin varlığı, 3030 sayılı Büşükşehir Kanununda tanımlanmadığından,
büyükşehir belediyelerinin kuruluşunda
işleyişinde önemli sorunlara neden olmuştur (Toprak, 2006; Ünal, 2008).
yelerinde, il merkezinin sınırları içinde
birden fazla ilçe kurulmuş olması durumunda, büyükşehir belediyesi olabilecektir. 3030 sayılı yasada bu ölçütün dışında
başka bir ölçüt yer almamaktadır.
1993 yılında 504 sayılı KHK’yla Antalya,
Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, İzmit,
Mersin ve Samsun da büyükşehir olarak
ilan edilmiştir. 2000 yılında 593 sayılı
KHK ile bu kentlere Adapazarı da eklenmiştir. Adapazarı Büyükşehir Belediyesi’nin29213kurulmasıyla birlikte Türkiye’deki
büyükşehir belediyesi sayısı 16’ya ulaşmıştır (Yaşamış, 1995).
3030 sayılı Kanun, bir yerde büyükşehir
belediyesi kurulabilmesi için, herhangi
bir nüfus şartı öngörmemiştir. Bu nedenle, önceki yıllarda nüfusu çok az olan bazı
illerde büyükşehir belediyesi yönetimi
kurulmuştur. Türkiye’de 3030 sayılı yasayla yürürlüğe giren büyükşehir belediye
yönetimi modeli, günümüzde büyükşehirlerin yönetiminin yasal dayanağı olan
10.07.2004 tarihli 5216 sayılı Büyükşehir
Belediyeleri Kanunu ile yeniden ölçeklendirme temelinde reforma tabi tutulmuştur. 5216 sayılı Kanun büyükşehir
belediye yönetimlerini; büyükşehir belediyesi, büyükşehir ilçe belediyesi ve ilk
kademe belediyeleri olmak üzere yapılandırmıştır. 5216 sayılı yasada hangi belediyenin büyükşehir belediyesi olacağına
ilişkin asgari şartları 750.000 nüfusa sahip
olma şeklinde tanımlamaktadır.
Ülkemize, büyükşehir belediyelerinin
yönetimi hakkında 3030 sayılı yasa, iki
kademeli bir yönetim modeli getirmiştir. Büyükşehir belediyeleri ile ilçe belediyeleri arasındaki görev ayrımının
sınırlarını açıkça belirtilmemiş olması
nedeniyle, büyükşehir belediyesinin siyasi yönden yararlı gördüğü durumlarda, bağlı belediyelerinin görev alanlarına
karışabilme esnekliğine sahip bulunduğu vurgulanmaktadır.
Metropoliten kriterler açısından bakıldığında; 3030 sayılı yasanın “Kuruluş”
başlığını taşıyan 4. maddesi, büyükşehir
olmanın ölçütünü kurumsal bazı birimlerin varlığı olarak belirlemiştir. Buna göre,
büyükşehir belediyesi kurulabilmesi için
ilçe belediyelerinin ilk aşama belediyeleri
olarak kurulması gerekmektedir. İlçe belediyesi kurabilmenin koşulu ise yerleşim
yerlerinde mülki idare sistemi içinde yer
alan ilçe/kaymakamlık örgütünün kurulmuş olmasıdır. Yasaya göre, ancak 1580
sayılı yasa ile yönetilen il merkez beledi2 2008 yılında adı Sakarya Büyükşehir Belediyesi olarak
değiştirilmiştir.
2004 yılında çıkarılan 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nda büyükşehirlerin sınırlarının belirlenmesi konusunda yeni bir düzen getirilmiştir. ‘’Pergel
kuralı’’ olarak tanımlanan (metropoliten
alan merkezinden - valilik binası - nüfus ile değişen mesafelerde büyükşehir
sınırları belirlenmesi), yöntemle çizilen
sınırlar, toplam 16 büyükşehirin yönetim sınırlarını oluşturmaktadır. Yasayla
getirilen yeni düzen, metropollerin yönetiminde birçok soruna yol açmış ve
mekânsal planlama çalışmalarını doğrudan etkilemiştir (Soydal, 2012).
111
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
ekonomik gücü, il nüfus yapısı gibi temel
özellikler farklı iken, yeni yasal düzenlemelerle tüm büyükşehirlere tek bir yönetim modeli getirmesi başlıca dezavantaj
olarak görülmektedir. Buna karşılık olarak, yeni yasa ile beraber metropoliten
kentlerin nüfusunun tanımlanması ve
ilçe belediye-büyükşehir belediye görev
paylaşımının daha net belirlenmiş olması
ise avantaj olarak değerlendirilebilir.
Tablo 1: 5216 sayılı Yasa’ya göre büyükşehir belediye sınırları (Soydal, 2012).
112
ŞEHİRCİLİK
5216 sayılı yasa büyükşehir belediye sınırlarının tespitine ilişkin olarak: “Bu
kanunun yürürlüğe girdiği tarihte; büyükşehir belediye sınırları, İstanbul ve
Kocaeli ilinde, il mülki sınırıdır. Diğer
büyükşehir belediyelerinde, mevcut valilik binası merkez kabul edilmek ve il mülki sınırları içinde kalmak şartıyla, nüfusu
1.000.000’a kadar olan büyükşehirlerde
yarıçapı 20 km, nüfusu 1.000.000’dan
2.000.000’a kadar olan büyükşehirlerde
yarıçapı 30 km, nüfusu 2.000.000’dan
fazla olan büyükşehirlerde yarıçapı 50
km olan dairenin sınırı büyükşehir belediye sınırını oluşturur.” şeklinde bazı
kriterler geliştirmek suretiyle büyükşehir belediyelerinin yetki ve sorumluluk
alanlarının nasıl ve ne şekilde tespit edileceğini kısmen de olsa nesnel ölçütler
getirilmek suretiyle ortaya koymuştur.
Ayrıca, Yasa zorunlu durumlarda büyükşehir belediye sınırlarının değiştirilebileceğini de hükme bağlayarak, sınırların statik olmaktan çok yeni gelişmelere
ayak uydurmasına da imkân tanımıştır.
Her ilin başta yüzölçümü olmak üzere;
tarım, sanayi, hizmet sektörlerine ilişkin
2012 yılında yürürlüğe giren 6360 sayılı “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve
Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun
ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un
ise yeni büyükşehirlerin oluşturulması konusunda ciddi artışlar önerirken,
büyükşehir yönetimini derinden etkileyecek olan büyükşehir belediye sınırları
için de yeni bir düzenleme getirmiştir.
Pergel kuralının ortadan kaldırılmasını
öngören bu yeni yasa ile artık büyükşehir belediye sınırı, il sınırının tamamını
kapsamaktadır. Bu düzenleme ile Türkiye’de toplam 30 ilde il özel idaresi, 1592
adet belde belediyesi ve 16.082 adet köy
kaldırılmıştır. Böylelikle, Türkiye’deki İl
Özel İdareleri’nin %36’sı, belediyelerin
%53’ü ve köylerin %47’sinin varlıklarına son verilmiştir. Bu düzenleme sonucunda ülke nüfusunun %75’inde, geriye
kalan %25’ten farklı bir yerel yönetim
sistemi oluşturulmuş ve kentsel alanlar
ve kırsal alanlar arasında yeni yapılanma
getirilmiştir (Yıldırım, 2014, s.80). Yeni
düzenleme ile ilgili bazı önemli eleştiriler
bulunmaktadır. Bunlardan ilki, hizmetin
vatandaşa en yakından sunulması anlayışından uzaklaşılması, bu yönüyle bürokrasinin daha da artırılmış olması ve
vatandaşlara yeni yükler getirmesi olarak
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
ifade edilmektedir (Aksu, 2012). Yine,
büyük kent/bölge niteliği olan alanlarla
henüz bu niteliğe sahip olmayan alanları
aynı sistemin içerisinde değerlendirilmesi de önemli bir sorundur. Ayrıca, merkez belediye ve çevre belediyelerin yapılandırılması bu belediyelerin konumları,
nüfusları, büyük kent alanı içerisindeki
ağırlıkları ve işlevsellikleri dikkate alınmamıştır (Yıldırım, 2014).
Tüm bu yasal düzenlemeler değerlendirildiğinde; büyükşehirlerin kuruluşunu
etkileyen ilk yasa 1984 yılında, yönetim
sınırlarını tarif eden ikinci yasa 2004 yılında ve büyükşehir sayılarını tarif eden
son yasal düzenleme de 2012 yılında
yapılmıştır. Çalışma kapsamında bu üç
önemli yıl baz alınmış ve bu dönemler
arasında büyükşehirlerdeki olumlu yada
olumsuz değişimler incelenmiştir.
Büyükşehir Statüsü
Kazanma ve Türkiye’deki
Büyükşehirler
Büyükşehir statüsü kazanma
Bir yandan yeni büyükşehirlerin kurulması diğer yandan büyükşehir olmaya
aday birçok kentin olması, bu statüyü
kazanma konusundaki istekliliği göstermektedir. Bugüne kadar özellikle politikacılar tarafından büyükşehir statüsü
kazanan illerin sayılarındaki artışın iller
için hep olumlu bir gelişme olduğu düşünülmüştür.
Kentlerin, büyükşehir statüsü kazanma
konusuna bu kadar istekli olmasının pek
çok sebepleri bulunmaktadır. Bunlar;
Şekil 1: Çalışma kapsamında oluşturulan dönemler (yazar
tarafından hazırlanmıştır)
İlin büyük bir kısmının (2012’den sonra
tamamının) belediye hizmet şemsiyesi
altına girmesi,
»» İlin gayrisafi milli hâsılasının artacağının düşünülmesi,
»» Sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde artış olacağı beklentisi,
»» Genel bütçeden ayrılan payların artacağının düşünülmesi
»» İlin kalkınma ve yapılanmasının hızla gerçekleşeceği beklentisi,
»» Belediyecilik faaliyetlerinin tek elden
ve daha koordineli bir şekilde yürütüleceği,
»» Artan bütçe ile daha fazla projenin
hayata geçirilebileceği,
»» İllerin daha çok yatırımcı çekeceği,
böylece yatırım ve kalkınma hareketleri hızlanacağı ve istihdam artışının sağlanacağı,
»» İlin dışarıdan göç almaya başlayacağı,
»» Konut üretimin artacağı, yeni merkezlerin oluşturulacağı,
»» Büyük kamu donatı alanlarının inşa
edileceği,
»» Seçmen sayısının artacağı,
»» Hareketlilikle beraber gayrimenkul
piyasasının canlanacağı,
»» Farklı projeler gündeme gelmesi nedeniyle fiyat artışları yaşanacağı,
113
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Kısacası, hem ekonomik hem sosyal hem
de kültürel anlamda olumlu değişimlerin
yaşanacağı düşüncesi hâkimdir. Bu avantajların yanı sıra bir takım dezavantajlar
da bulunmaktadır;
Bunlar;
»» Hizmetlerin tek merkezden karşılanması ile etkinliğin azalacağı,
»» Yerel hizmetlerin belirlenmesinde
sorunların artacağı,
»» Büyükşehir olduktan sonra genişleyen sınırlara hizmet edecek yeterli
işgücünün, ekipmanın, maddi kaynakların yaratılamayacağı,
»» Kentsel hizmetlerin fiyatlarında artışların olacağı,
»» Büyükşehir belediyesine bağlanan
diğer ilçe belediyeler arasında yetki
problemlerinin yaşanacağı,
»» Genişleyen sınırlara yatırımların
dengeli bir şekilde aktarılamayacağı,
»» Belediyeler arasında yaşanan eşgüdüm sorunlarının olacağı,
»» Hizmet ölçeğinin büyümesiyle plan
yapma, onama ve uygulama süreçlerinin uzayacağı,
»» Vizyon ve proje geliştirme eksikliklerinin yaşanacağı,
»» Kalabalık meclislerde demokratik kararların alınamayacağı yönündedir.
1993 yılında 504 sayılı KHK’yla Antalya,
Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, İzmit,
Mersin ve Samsun da büyükşehir olarak ilan edilmiştir. 2000 yılında 593 sayılı
KHK ile bu kentlere Adapazarı da eklenmiştir. Adapazarı BŞB’nin kurulmasıyla
birlikte Türkiye’deki büyükşehir belediyesi sayısı 16’ya ulaşmıştır. 2000 yılına kadar
toplam 16 olan büyükşehir sayısı, 2012 yılında çıkan 6360 sayılı yasa ile 30’a yükselmiştir. Böylece Türkiye’deki illerin %37’si
büyükşehir statüsüne sahip olmuştur.
2013 yılı itibariyle büyükşehir belediye sayısı 30’a ulaşmış olsa da büyükşehir olmaya aday daha birçok şehir bulunmaktadır.
Büyükşehirlerdeki
Değişimler
Büyükşehir olmakla beraber kentlerde
pek çok değişimin olacağı kaçınılmazdır. Bu değişimi en iyi gösteren Kalkınma Bakanlığı tarafından yapılan Sosyo
Ekonomik Gelişmişlik Endeksi (SEGE)
çalışmasıdır. SEGE çalışmasının sonuçları özellikle; bölge, il ve ilçe düzeyinde
karşılaştırmalı politika tespitinde ve uygulamasında kullanılmaktadır. Belediyelere ve il özel idarelerine kaynak tahsis
edilmesi, kamu kurum ve kuruluşlarının personel atamaları ve özlük hakları-
Türkiye’deki Büyükşehirler
114
ŞEHİRCİLİK
1984 yılında 3030 sayılı Yasa doğrultusunda Ankara, İstanbul ve İzmir; 1986
yılında 3306 sayılı Yasa’yla Adana; 1987
yılında 3391 sayılı Yasa ile Bursa; 3398
sayılı Yasa ile Gaziantep ve 3399 sayılı
Yasa ile de Konya büyükşehir olarak tanımlanmıştır. 1988 yılında ise 3508 sayılı
Yasa’yla Kayseri Büyükşehir Belediyesi
kurulmuştur.
Grafik 1: Yıllara göre büyükşehir sayıları
(yazar tarafından hazırlanmıştır)
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Tablo 2:
Büyükşehirlerin
SEGE sıralamalarında
değişimleri
(yazar tarafından
hazırlanmıştır)
nın düzenlenmesi ile kalkınma ajansları
merkezi bütçe paylarının belirlenmesi
gibi bölgesel niteliği olan kamu politikalarının uygulanmasında önemli bir kıstas
olarak kullanılmaktadır.
Mevcut idari yapı temelinde 81 ilin
kapsandığı araştırmada; sosyal (demografik, istihdam, eğitim, sağlık, altyapı,
diğer refah) ve ekonomik (imalat, inşaat, tarım, mali) alanlardan seçilen 58
değişken içerilmektedir. Araştırmada
birbiriyle bağımlı olan değişkenlerin
kullanılmasına imkân veren gelişmiş bir
istatistik tekniği olan temel bileşenler
analizi uygulanmıştır.
SEGE çalışması ilk olarak 1996 yılında
yapılmıştır. 7 yıl sonra, aynı kriterler
kullanılarak 2003 yılında bu çalışma güncellenmiştir. En son 1996 yılında yapılan
İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması’nda, o tarihlerde
yeni il olan Karabük, Kilis ve Yalova veri
temini güçlüğü nedeniyle araştırma kapsamı dışında bırakılmıştır. 1996’da yapılan araştırmadan sonra ise, Osmaniye ve
Düzce ilçeleri il yapılmıştır. Bir önceki
çalışma kapsamında 76 olan il sayısı, 5
yeni ilin de katılmasıyla birlikte bu çalışmada toplam 81 ile çıkmıştır.
Ancak, 2010 yılına gelindiğinde beklenen bu çalışma gerçekleştirilememiştir.
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ)
tarafından 2010 yılı için, aynı kriterlerin kullanıldığı bir çalışma yapılmış ve
makale kapsamında bu çalışmanın verileri de kullanılmıştır (Yıldız, Sivri ve
Berber, 2010).
115
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 2: 1996-2003 yılları arasında Türkiye’de büyükşehirlerde sosyo-ekonomik
gelişmişlik düzeyindeki değişim (DPT Sege Araştırması, 1996 ve 2003).
Şekil 3: 2003-2010 yılları arasında Türkiye’de büyükşehirlerde sosyo-ekonomik
gelişmişlik düzeyindeki değişim (DPT Sege Araştırması, 2004 ve KTÜ çalışma 2010).
116
ŞEHİRCİLİK
Şekil 4: 2010-2011 yılları arasında Türkiye’de büyükşehirlerde sosyo-ekonomik
gelişmişlik düzeyindeki değişim (KTÜ çalışma 2010 ve DPT Sege Araştırması, 2011).
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Tablo 3: Çalışma kapsamında 2 dönem için ayrı ayrı incelenen konu başlıkları
2011 yılına gelindiğinde ise bakanlık,
SEGE çalışması güncellemiştir. Güncellenen bu çalışmada, 1996 ve 2003 yılında
kullanılan kriterlerden bazıları çıkartılmış, çıkartılan kriterler yerine yeni kriterler eklenmiştir. Bildiri kapsamında,
tüm bu çalışmaların sonuç ürünleri olan
illerin gelişmişliklerine göre sıralanışı
dikkate alınmıştır. Yıllara göre büyükşehirlerin gelişmişliklerine göre sıralamadaki değişimlerin olumlu, olumsuz ya da
aynı olmasına ilişkin yapılan analiz Tablo
2’de görülmektedir.
Türkiye’de 1996 yılından 2003 yılına gelindiğinde 16 büyükşehirden 6 tanesinin
sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde
olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada
basamak gerilemişlerdir. Sadece 4 tanesinde gelişmişlik düzeyi olumlu değişim
göstermiş, geriye kalan 6 büyükşehrin gelişmişlik düzeyi ise aynı kalmıştır (Şekil 2).
2003 yılından 2010 yılına gelindiğinde ise
16 büyükşehirden 6 tanesinin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde olumsuz
değişim yaşanmış ve sıralamada basamak
gerilemişlerdir. Sadece 2 tanesinde gelişmişlik düzeyi olumlu değişim göstermiş,
geriye kalan 8 büyükşehrin gelişmişlik
düzeyi ise aynı kalmıştır (Şekil 3).
Mersin, Diyarbakır ve Erzurum’un iki
değişim sürecinde de sıralamadaki konumunun olumsuz yönde değiştiği görülmektedir. Büyükşehir statüsü kazanmak
bu üç il için avantajlı görünmemektedir.
2010 yılı ile 2011 yılları arasına gelindiğinde ise 16 büyükşehirden 5 tanesinin
sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde
olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada basamak gerilemişlerdir. 7 tanesinde
gelişmişlik düzeyi olumlu değişim göstermiş, geriye kalan 4 büyükşehrin gelişmişlik düzeyi ise aynı kalmıştır (Şekil 4).
Mersin ve Diyarbakır illeri bu dönemde
de olumsuz değişim gösterirken, Erzurum
ilinde bu dönem diğer dönemlerin aksine olumlu bir sosyo ekonomik değişim
yaşanmıştır. İstanbul, Kocaeli, İzmir ve
Ankara illeri tüm sıralamalardaki değerini aynı şekilde korumuş, herhangi bir
117
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
değişim göstermemişlerdir. 1996-2003 ve
2003-2010 yıllarında sabit kalan Bursa ise
2010-2011 yılında 1 basamak gerilemiştir.
Adana
Analiz
1986 yılında büyükşehir olduktan sonraki 10 yıl içerisinde, ile yapılan kamu yatırımlarında düşüş yaşanmıştır. Bu 10 yıl
içerisinde ise 11 il büyükşehir belediyesi
olmuştur. Net göç hızı bu dönemde artış göstermiştir. 1992 yılına kadar GSYH
değerinde minimal bir değişim yaşanırken, özellikle 1997 yılından sonra hızlı
bir artış sürecine girmiştir.Kamu yatırımlarının artması ile net göç hızı düşeşe
geçmiştir. 1995 yılından sonra yatırımlar
artmış, SEGE sıralamasında 9. basamaktan 8. basamağa yükselmiştir. 2012 yılına
gelindiğinde net göç hızı negatif yönde
artış eğilimine devam etmiştir.
Analiz kapsamı
Yasal düzenlemeler baz alınarak, karşılaştırma yöntemi ile 1984-2004 yılları
ve 2004-2013 yılları arasındaki bu iki
dönemde büyükşehir olmanın illere olan
ekonomik ve sosyal etkilerindeki olumlu/olumsuz değişimler analiz edilmiştir.
İki dönem için de; kamu yatırımlarına ait
değerler, net göç hızlarındaki değişimler,
sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralamasındaki farklılıklar, kır-kent arasındaki nüfus hareketleri ile gayri safi yurtiçi
hâsıla değerleri değerlendirilerek, illerin
büyükşehir olmalarının olumlu/olumsuz
değişimleri saptanmıştır (Tablo 3).
Tüm büyükşehirlerde, belirlenen değerlerin yıllara ve dönemlere göre nasıl değişim gösterdiğini daha iyi anlamak için
analizler grafiklere yansıtılmıştır. Grafiklerdeki değişimler ile illerin büyükşehir
olma yılı, SEGE sıralamalarındaki yerleri
ilişkilendirilerek yorumlanmıştır. Analiz
bulgularında, her şehir için hazırlanan
grafikler açıklanmıştır.
Analiz bulguları
118
ŞEHİRCİLİK
İllerin büyükşehir statüsü kazandıktan
sonraki dönemlerde, belirlenen kriterlerin yıllara göre nasıl değiştiğinin irdelendiği analiz çalışması sonuçları, il bazında
değerlendirilmiştir.
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 5’te belirtilmektedir.
Sonuç olarak; 2003 yılından 2010 yılına gelindiğinde SEGE sıralamasındaki
konumu 10 basamak gerilemiştir. Türkiye’nin sanayileşmiş illerinden biri olmasına karşılık sosyo-ekonomik endeks
değeri beklenen seviyede değildir. Büyükşehir statüsü adana ili için pek avantajlı görünmemektedir.
Ankara
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 6’da belirtilmektedir.
1984 yılında büyükşehir olan Ankara,
1996, 2003, 2010 ve 2011 yıllarında SEGE
sıralaması hep aynı konumda kalmış, 2.
sırada yerini korumuştur. 1984 yılından
1995 yılına kadar kamu yatırımlarında
düşüş yaşanmış, daha sonraki yıllarda ise
yatırımlar devamlı suretle artmıştır.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 5: Adana ili değişim grafikleri
Şekil 6: Ankara ili değişim grafikleri
2000 yılına kadar hızlı göç alan Ankara,
2010 yılı itibariyle bu hızını düşürmüştür. GSYH değeri 1992 yılına kadar durağanken, 1997 yılından sonra ivmeli bir
şekilde artışa geçmiştir.
Sonuç olarak; yıllara göre sıralaması değişmeyen Ankara, bu konumunu koruyarak, büyükşehir statüsünün avantajını
yansıtmaktadır.
Antalya
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 7’de belirtilmektedir.
Antalya, 1993 yılında büyükşehir statüsü
kazanmıştır. 1990 yılına kadar hızla göç
alan ildeki bu ivme azalmış, 2012 yılına
kadar da bu hız giderek düşmüştür. 1995
yılından sonra kamu yatırımları çok hızlı
bir artış sürecine girmiştir.
Kentleşme oranı 1980 yılından 2012 yılına
hep yükselmiş, son yıllarda ise belli bir seviyede sabitlenmiştir.
Sonuç olarak; 1. dönemde (1984-2004), 7.
basamaktan 10. basamağa düşerek olumsuz bir değişim göstermiş, Fakat 2. dönemde (2004-2013) 7. basamaktan 5. basamağa
yükselmiştir. Başta olumsuz bir değişim
yaşasa da son yıllarda büyükşehir statüsü
kazanmanın avantajını yakalamıştır.
119
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 7: Antalya ili değişim grafikleri
Şekil 8: Bursa ili değişim grafikleri
Bursa
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 8’de belirtilmektedir.
120
ŞEHİRCİLİK
olan il, 2011 yılında bir basamak düşerek,
6. sıraya gerilemiştir. Büyükşehir statüsü
SEGE sıralamasındaki konumunu ilk dönemde olumlu etkilerken, ikinci dönemde bu avantaj dezavantaja dönüşmüştür.
1987 yılında büyükşehir olan Bursa ilinde, 1995 yılına kadar azalan kamu yatırımları, daha sonraki yıllarda artış sürecine geçmiştir. GSYH değeri diğer iller gibi
1997 yılına kadar durağanken, bu yıldan
sonra ivmeli bir şekilde artışa geçmiştir.
Diyarbakır
Net göç hızı 1975 yılından 1985 yılına
kadar düşerken, 1985 yılından 1990 yılına kadar artmıştır. Bu iniş-çıkışlı grafik,
2008 yılına kadar devam etmiş, bu yıldan
sonra git gide azalan bir grafik sergilemiştir. Sonuç olarak, 1996, 2003 ve 2010
yıllarında SEGE sıralamasında 5. sırada
Diyarbakır ili, 1993 yılında büyükşehir
olmuştur. Kamu yatırımları 1995 yılına
kadar azalmış, fakat 1995 yılından 2012
yılına gelinceye kadar çok hızlı bir artış
sürecine girmiştir. Kamu yatırımlarının artmasıyla beraber kentleşme oranı
da artmıştır. Net göç hızı hep negatif
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 9’da belirtilmektedir.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 9: Diyarbakır ili değişim grafikleri
Şekil 10: Erzurum ili değişim grafikleri
yönde ilerleyen Diyarbakır, 1995 yılından sonra ciddi göç vermiştir. Net göç
hızı ilerleyen bazı yıllarda azalsa da, devamlı göç veren bir büyükşehirdir. Göç
vermesiyle birlikte SEGE sıralamasında
da hep gerilemiştir. Büyükşehir statüsü
kazandıktan sonra sıralamalarda devamlı olarak birkaç basamak gerilemiştir. 57. sırada başlamış, git gide her yıl
düşerek, 2011 yılı sıralamada 67. sıraya
kadar gerilemiştir.
Sonuç olarak, ildeki kamu yatırımları
yıllara göre artış gösterse de, kentleşme
oranı ve GSYH değeri artsa da, büyükşehir statüsü kazanmak, Diyarbakır ili için
avantaj sağlamamıştır.
Erzurum
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 10’da belirtilmektedir.
İl, 1993 yılında büyükşehir olmuştur.
2005 yılına kadar kamu yatırımları artmış
ama SEGE sıralamasındaki yeri gerilemiştir. Daha sonraki yıllarda kamu yatırımları
düşeşe geçmiş, bu yıllarda ise SEGE değeri
artarak 59. sıraya yükselmiştir.
Net göç hızı, hep negatif yönde kalmış,
bazı yıllar azalmış bazı yıllar ise artmıştır. 1. Dönemde kentleşme oranı en fazla
artan illerden olan Erzurum’da, 1980 yılında %35 olan bu oran, 2000 yılına gelindiğinde %59’ ulaşmıştır.
121
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 11: Eskişehir ili değişim grafikleri
Şekil 12: Gaziantep ili değişim grafikleri
Sonuç olarak, 1. dönemdeki SEGE sıralamasındaki olumsuz değişim, 2. dönemde
devam etmemiş, 61. sıradan 59. sıraya
yükselmiştir. Büyükşehir olduktan sonraki ilk SEGE değerine göre 56. Sırada
olan il, daha sonra bu değeri hiç yakalayamamıştır. Dönemsel olarak olumlu değişimler yaşansa da, genel olarak büyükşehir statüsü kazanmak il için dezavantaj
yaratmıştır.
Eskişehir
122
ŞEHİRCİLİK
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 11’de belirtilmektedir.
1993 yılında büyükşehir olan Eskişehir’de, 1996 yılından 2003 yılına kadar
sabit olan SEGE değeri, 2011 yılına geldiğinde bir basamak gerilemiştir. Net göç
hızına bakıldığında, değişken bir yapıda
olmadığı görülmektedir. 2007 yılından
sonra net göç hızı azalmıştır. 2010-2012
yılları arasında bu hız durağan bir eğim
sergilemiştir.
Kentleşme oranındaki değişim, 1. dönemde daha hızlı artarken 2.dönemde
ufak artışlarla devam etmiştir. GSYM
değeri 1995 yılından itibaren artmaya
başlamış, özellikle 1997-2001 yılları arasında ivmeli bir şekilde artış yaşanmıştır.
Sonuç olarak, 2010 yılından sonra kamu
yatırımlarında düşüş yaşanmış ve bu
SEGE sıralamasına yansımıştır. Sıralamada 1 basamak düşen Eskişehir için
büyükşehir belediye statüsü kazanmak
yıllarca avantaj yaşatsa da 2. dönemde bir
basamak gerilemiştir.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Gaziantep
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 12’de belirtilmektedir.
1990 yılına kadar azalan kamu yatırımları, daha sonraki yıllarda artmaya başlamış, fakat 2000 yılına gelindiğinde
sert bir düşüş yaşamıştır. Bu düşüş 2005
yılından sonra artışa geçmiştir. Bu değişimler sürecinde GSYH değeri yıllara
göre hep artan ilde, net göç hızı dalgalı
bir şekilde değişmiştir. 1985 yılına kadar
göç vermiş, sonraki yıllarda göç alarak
net göç hızını pozitif yöne çıkartmıştır.
2011 yılından sonra ise bu hız düşmeye
başlamıştır.
Sonuç olarak, 1. ve 2. dönemler içinde
SEGE sıralamasında olumlu gelişmeler
yaşanmış olsa da 1. dönemden diğerine
geçildiğinde 13 basamak gerileme yaşanmıştır. Sıralamalarda olumlu değişimler
yaşansa da 1996 yılındaki sıralamadaki
konumuna ulaşamamıştır.
Mersin
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 13’de belirtilmektedir.
1993 yılında büyükşehir olan ilde, 1995
yılından itibaren kamu yatırımlarına
artış gözlenmiştir. GSYH değerinde de
yıllara göre hep olumlu değişimler yaşanmıştır. Net göç hızı ise başlarda artarken, özellikle 1990 yılından itibaren ciddi
bir düşüşe geçmiş ve il bu dönemlerde
devamlı bir şekilde göç vermiştir. 2009
yılından günümüze kadar net göç hızı
negatif yönde artmaktadır.
2010 yılına kadar artan kamu yatırımları,
2012 yılına gelindiğinde azalmış, kentleşme oranı da 2011 ve 2012 yıllarında aynı
değerde kalmıştır.
Sonuç olarak, Mersin ilindeki bu dengesiz
net göç hızı grafiği SEGE sıralamalarını da
etkilenmiştir. 1996 yılında 10. sırada olan
il, 2011 yılında 24. Sıradadır. Büyükşehir
statüsü Mersin ili için avantajlı olmamıştır.
İstanbul
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 14’de belirtilmektedir.
1984 yılında İzmir ve Ankara ile birlikte
büyükşehir olan ilde, kamu yatırımları
1995 yılından itibaren hızlı bir şekilde
artmaya başlamıştır. GSYH değeri de
1987 yılından itibaren devamlı bir artış
eğilimindedir. Kentleşme oranı 1985 yılına kadar artarken, 1985 yılından 2007
yılına kadar azalmıştır. 2007 yılından
sonra artmış ve belli bir noktada sabit bir
değere ulaşmıştır.
Net göç hızına bakıldığında ise; 1985
yılına kadar hızın düştüğü, 1990 yılına
doğru arttığı, 2000 yılına doğru tekrar
düştüğü görülmektedir. Bu değişken tablo 2007 yılından sonra da devam etmiştir. 2011 yılına kadar hızın az da olsa arttığı fakat 2012 yılına gelindiğinde hızın
iyice düştüğü ve artık fazla göç almadığı
görülmektedir.
Sonuç olarak; SEGE sıralamasına göre
her dönemde ilk sırada olan İstanbul, ister göç alsın ister versin, büyükşehir statüsüne sahip olmanın avantajını açık ara
görmektedir.
123
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 13: Mersin ili değişim grafikleri
Şekil 14: İstanbul ili değişim grafikleri
İzmir
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 15’de belirtilmektedir.
124
ŞEHİRCİLİK
1984 yılında büyükşehir olan ilde, kamu
yatırımları 1995 yılından itibaren ivmeli bir şekilde artmıştır. 2005-2010 yılları
arasında yatırımlarda düşüş olsa da 2010
yılından itibaren artış yaşanmıştır. 2009
yılına kadar kentleşme oranı artmış,
2009 yılında günümüze kadar da tek bir
değerde sabit kalmıştır.
GSYH değeri özelikle 1997-2001 yılları
arasında hızlı bir artış eğilimine geçmiştir. Net göç hızına bakıldığında, 19801985 yılları arasında azaldığı, 1985-1990
yılları arasında arttığı, 1990-2000 yılları
arasında tekrar azaldığı, 2007 yılından
itibaren ise iyice bu hızın düştüğü ve ilerleyen yıllarda sabit kaldığı görülmektedir.
Sonuç olarak; İzmir, SEGE sıralamasındaki konumu tüm dönemlerde korumuştur.
Net göç hızının giderek düşmesi ve kamu
yatırımlarının artmasıyla da ilde, büyükşehir olmanın avantajı görülmektedir.
Kayseri
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 16’da belirtilmektedir.
Kayseri ili 1988 yılında büyükşehir olmuştur. Büyükşehir olduktan sonra kamu
yatırımlarında azalma olsa da, 1995 yılından itibaren yatırımlarda ciddi artışlar ya-
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 15: İzmir ili değişim grafikleri
Şekil 16: Kayseri ili değişim grafikleri
şanmıştır. GSYH değerinin 1997 yılından
sonra ivmeli bir şekilde arttığı, kentleşme
oranının da sürekli arttığı görülmektedir.
Net göç hızı 1980 yılından itibaren düşmüş, 1985 yılından itibaren il devamlı
göç vermeye başlamıştır. Büyükşehir olduktan sonra göç almaya başlayan ve göç
verme hızı düşmeye başlayan ilde SEGE
sıralaması ilk dönemde 4 basamak gerilemiştir. Bu olumsuz tablo 2. dönemde
değişmiş ve 2011 yılındaki sıralamada 2
basamak yükselmiştir. 2000 yılından sonra göç almaya başlayan ilde net göç hızı
2010 yılına kadar artmış daha sonra düşüşe geçmiştir.
Sonuç olarak; Kayseri ili 1996 SEGE sıralamasında 15. sıradayken, olumlu de-
ğişimler olsa da, 2011 yılına gelindiğinde
17. sıraya düştüğü görülmektedir. Büyükşehir statüsü 1. dönemde dezavantaj
yaratmış, 2. dönemde ise avantaja çevirmiştir.
Kocaeli
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 17’de belirtilmektedir.
1993 yılında büyükşehir olan ilde; kamu
yatırımları büyükşehir olduktan sonra
ciddi bir artışa geçmiştir. GSYH değerinin de arttığı bu dönemde, SEGE sıralamasını korumuştur. Net göç hızı 1980
yılına kadar azalmış, 1990 yılına kadar
artmış ve 1990 yılından 2000 yılına kadar oldukça azalmıştır. Göç veren ilde,
125
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 17: Kocaeli ili değişim grafikleri
Şekil 18: Konya ili değişim grafikleri
kentleşme oranı 2009 yılına kadar artmış, daha sonraki yıllarda sabit kalmıştır.
Sonuç olarak; 2005 yılından sonra kamu
yatırımlarında ve net göç hızında düşüş
yaşansa da, il SEGE sıralamasındaki konumunu hep sabit tutmayı başarmıştır.
Büyükşehir statüsü Kocaeli için avantaj
sağlamıştır.
ŞEHİRCİLİK
Kentleşme oranı ve GSYH değerinin artmasıyla, 2. döneme giren ilde, kamı yatırımlarındaki ivmeli artış SEGE sıralamasındaki konumunu olumlu yönde
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 18’de belirtilmektedir.
değiştirmiş ve basamak atlatmıştır. Net
göç hızının azalarak pozitif değere ulaşması ve ardından hızın pozitif yönde artmasıyla il göç almaya başlamıştır.
İl 1987 yılında büyükşehir olmuştur. Büyükşehir olduktan sonraki iki yıl kamu
yatırımları düşse de 1995 yılından sonra
artış yaşanmıştır. Net göç hızı hep negatif olan ilde bu hız 1985-1990 yıllarında
Sonuç olarak; büyükşehir statüsüne kazanmak Konya ilini başta olumsuz etkilemiş fakat 2. dönemde bu etki olumlu
yönde olmuş, il 1996 yılındaki sıralamasını da aşarak 20. sıraya yükselmiştir.
Konya
126
oldukça artmış ve il göç vermiştir. Bu dönemde SEGE sıralamasındaki konumu
24. sıradan 26. sıraya gerilemiştir.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Şekil 19: Sakarya ili değişim grafikleri
Şekil 20: Samsun ili değişim grafikleri
Sakarya
Samsun
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 19’da belirtilmektedir.
İlin iki dönem halinde incelenen değişim
grafikleri Şekil 20’de belirtilmektedir.
Sakarya ili 2000 yılında büyükşehir olmuştur. 2000 yılından sonra kamu yatırımları, GSYH değeri ve kentleşme oranı
artışa geçmiştir. 1996 yılında 24.sıradayken 26.sıraya yükselmiştir. Net göç hızının giderek azaldığı dönemler, büyükşehir olmasıyla sona ermiş ve hızla göç alan
bir il olarak 2. döneme devam etmiştir.
1993 yılında büyükşehir olan ilde, kamu
yatırımları ve GSYH değeri artsa da; net
göç hızı negatif yönde hızla artmakta ve
il ciddi göç vermektedir. Kentleşme oranının artması ile SEGE sıralamasında 1.
dönemde olumlu değişim gösterse de, 2.
dönemde kamu yatırımlarında 2010 yılı
sonrası düşüş yaşanmış, net göç hızı 2009
yılına kadar azalsa da sonraki yıllarda göç
vermesiyle bu hız artmıştır.
Bu dönemde de SEGE sıralamasında basamak atlamış, kentleşme değeri ve yatırımlar artmıştır.
Sonuç olarak, Sakarya ili büyükşehir olmanın avantajını görmektedir.
Sonuç olarak; Samsun ili büyükşehir statüsüne sahip olduktan sonra önce olumlu
gelişim göstermiş ardından ise olumsuz
değişimler yaşayarak basamak gerilemiştir.
127
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
14 Yeni Büyükşehir
Belediyesindeki Değişimler
2012 yılında yürürlüğe giren 6360 sayılı “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi Ve
Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun
Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”
kapsamında, büyükşehir olan Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa,
Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van illeri ile
Ordu ilinin araştırma kapsamında ayrılan 2 dönem içerisindeki sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasındaki değişimi
analiz edilmiştir (Tablo 4).
14 yeni büyükşehir statüsü kazanmış illerin, 1996-2003 yılları arasındaki sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyindeki
değişimlerine bakıldığında, sadece 3 ilde
olumlu değişimlerin olduğu, geriye kalan
11 ilde olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada basamak gerilemişlerdir.
2003 yılından 2010 yılına gelindiğinde
ise 14 yeni büyükşehirden 8 tanesinin
sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde
olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada
basamak gerilemişlerdir. Sadece 5 tanesinde gelişmişlik düzeyi olumlu değişim
göstermiş, geriye kalan 1 büyükşehrin
gelişmişlik düzeyi ise aynı kalmıştır.
128
ŞEHİRCİLİK
2010 yılından ile 2011 yılına gelindiğinde ise 14 büyükşehirden 4 tanesinin
sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde
olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada basamak gerilemişlerdir. 8 tanesinde
gelişmişlik düzeyi olumlu değişim göstermiş, geriye kalan 2 büyükşehrin gelişmişlik düzeyi ise aynı kalmıştır.
Sosyo-ekonomik gelişmişlik açısından
olumlu değişim göstererek büyüyen ve
gelişen illerin büyükşehir olması beklenmektedir. Bir ilin büyükşehir belediyesi
olması için, gelişmişlik sıralamalarında
yükselmesi ve büyükşehir yönetimine
ihtiyaç duyacak olumlu bir ekonomik ve
sosyal gelişim göstermesi gerekmektedir.
Ancak, yıllara göre değişimler incelendiğinde; dönemler arasında olumsuz değişim göstererek, herhangi bir gelişmişlik
basamağı atlayamayan iller de 6360 sayılı
yasa ile büyükşehir statüsü kazanmıştır.
Genel Değerlendirme ve
Sonuç
Türkiye’de özellikle politikacılar tarafından illerin büyükşehir statüsü kazanması
bir avantaj olarak düşünülmektedir. Bu
nedenle, 3030 sayılı “Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun”un
yürürlüğe girdiği 1984 yılından itibaren
günümüze kadar büyükşehir sayılarında
önemli bir artış olmuştur. Bu artış, 6360
sayılı “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı
Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un kabul edilmesi ile de, en üst
düzeye ulaşmıştır. Bununla birlikte, gerçekten büyükşehir statüsü kazanmanın
illere etkisi şimdiye kadar yeterince incelenmemiştir.
Bu makalenin amacı, büyükşehir statüsü
kazanmanın iller üzerindeki etkilerinin,
sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralamasındaki farklılıklar, kamu yatırımlarına ait değerler, net göç hızlarındaki
değişimler, kır-kent arasındaki nüfus
hareketleri ile gayri safi yurtiçi hâsıla de-
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Tablo 4:
Yeni 14 Büyükşehrin
SEGE sıralamalarında
değişimleri
ğerleri açılarından dönemsel olarak incelenmesidir. 16 büyükşehirde iki döneme
ayrılarak yapılan detaylı incelemenin sonucunda bazı bulgular elde edilmiştir.
Elde edilen bulgulardan ilki, illerin büyükşehir olma statüsü kazanması ile
sosyo-ekonomik gelişmiş düzeylerinin
artma eğilimi göstermediğidir. Bunun en
önemli nedenlerinden biri, illerin yeterli sosyo- ekonomik gelişmişlik düzeyine
ulaşmadan büyükşehir statüsü kazanması olarak düşünülebilir. Yeterli sosyo- ekonomik gelişmişlik düzeyine ulaşmadan büyükşehir statüsü kazanan iller,
büyükşehir olmanın ortaya çıkardığı nüfus dinamikleri ile karşılaştıklarında, var
olan sorunlarında daha da artma eğilimi
gösterebilmektedir. Örneğin; Mersin,
Diyarbakır ve Erzurum illeri büyükşehir
statüsü kazandıktan sonra günümüze kadarki süreçte SEGE sıralamasında 1996
yılındaki sırasının da altına düşmüştür.
Diğer bir değişle, büyükşehir statüsü kazanma bu illere dezavantaj sağlamıştır.
Eskişehir, İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara, Kayseri, Kocaeli ve Samsun illerinde
sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksi sıralamasında dönemler arasında ciddi bir
değişim yaşanmamıştır.
Diğer önemli bulgu ise, büyükşehir statüsü kazanan illerde kamu yatırımları
artmasına rağmen, bu durumun sosyo-ekonomik gelişmişlik seviyesinin artmasına her zaman katkı sağlamayacağıdır.
Örneğin Diyarbakır ilinde yatırımlar artsa da, ilin göç vermesi sebebiyle sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde önemli
düşüşler yaşanmıştır. Yine, ekonomik
düzey açısından önemli bir yere sahip
olan Adana ili, beklenen SEGE sıralamasına sahip değildir. Kamu yatırımları
artmasına rağmen, ilin hızlı bir şekilde
göç veriyor olması bunun başlıca sebeplerindendir.
129
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Diğer taraftan, Antalya’da kamu yatırımlarının artması, ilin sosyo-ekonomik
gelişmişlik seviyesinin artmasına katkısı
olmuştur. Antalya ilinde, büyükşehir
statüsü kazanıldıktan sonra yatırımlar
artmıştır. Başta olumsuz sosyo-ekonomik endeks değerine sahip iken, sonraki yıllarda net göç hızının düşmesiyle
birlikte sıralamadaki yeri yükselmiştir.
Erzurum ilinde kamu yatırımları arttığı dönemde sıralamada düşüş yaşanmış,
yatırımların ve net göç hızının azaldığı
dönemde sıralamada basamak atlamıştır.
Büyükşehir belediyesi statüsü kazanan
on dört ilin geçmiş gelişmişlik sıralamalarına bakıldığında, büyükşehir olması
gereken ve gösterdiği olumlu değişimlerle bu statüyle yönetilmesi gereken illerin
olması beklenmektedir. Sosyo-ekonomik düzeyleri açısından, büyükşehir yönetim modeline gerek kalmadan da yönetilebilen, fakat yeni yasa ile büyükşehir
olan iller de bulunmaktadır. Oysa büyükşehir olma kriterlerinde, illerin zamanla
gösterdikleri sosyo-ekonomik değişimlerinin dikkate alınması gerekmektedir.
130
ŞEHİRCİLİK
Sonuç olarak, büyükşehir statüsü kazanmanın beklendiği gibi kentlerde her
zaman olumlu bir değiştirmeyi yaratmadığı, her ilde aynı değişimlerin yaşanmadığı, hatta bazı illerde sosyo-ekonomik
gelişmişlik değerlerinin azaldığı da görülmektedir. Diğer bir deyişle, büyükşehir belediyesi statüsü kazanılmasının
iller üzerinde her zaman pozitif etkisi
olmayabilmektedir. Yeni bir büyükşehir
belediyesi olmak için de sosyo-ekonomik
gelişmişlik değerlerin kriter olarak kullanılması ve bu statüyü kazanmanın gelişmişlik göstergesine bağlı olması beklenmektedir.
Kısaltmalar:
SEGE - Sosyo Ekonomik Gelişmişlik Endeksi
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Kaynaklar
tinin Değerlendirilmesi’’, Yüksek Lisans Tezi, İTÜ
Aksu, İ.F. (2012) 6360 Büyükşehir Belediyeleri Kanunu,
Bilgi Notu 1, Siyaset, Hukuk ve Yönetim Araştırmaları
Merkezi, Aralık 2012.
Statistics Canada (2002) Geographic Units: Census Metropolitan Area (CMA), Census Agglomeration (CA),
Canada.
Ayhan, U., (2008). ‘’Amerika Birleşik Devletlerinde Yerel
Yönetimler’’ Sayıştay Dergisi, Sayı 70
Tekel, A., (2002). ‘’Metropoliten Planlamanın Önemi ve
Gerekliliği Üzerine’’, Çağdaş Yerel Yönetimler,
Cilt 11 Sayı 1
Breux S., Jean-Pierre C. ve Emmanuel N., (2007). “Political Rescaling and Municipal Cultural Public Policies: A
Comparision of France and Québec”, International Journal of Urban and Regional Research
Çınar, T., Çiner U. C. ve Zengin, O., (2009). ‘’Büyükşehir
Yönetimi Bütünleştirme Süreci”, TODAİE, Ankara
Doğanay, H., (1997). Türkiye Beşeri Coğrafyası. Millî
Eğitim Basımevi, İstanbul, s.249
Toprak, Z. (2006) Yerel Yönetimler, Nobel Kitabevi, Ankara.
Tuzcuoğlu, F., (2003). Metropoliten Yönetim, Sakarya
Kitabevi, Sakarya
Ünal, Y. (2008) Türk Şehir Planlama ve İmar Mevzuatının Kentsel Dönüşüm ve Deprem Ağırlıklı İncelenmesi,
Yetkin Kitabevi, Ankara.
Feldman, L., George F., Drew H., Ünlü H. ve Yıldırım
S.), 1988: Metropoliten Yönetim Dünyada ve Türkiye’de,
(Editör:Selahattin Yıldırım ve Bedrettin Dalan’ın Önsözüyle), İBB ve TCMBBB Yayınları, İstanbul
US Census Bureau (2005) Population Division, Population Distribution Branch, USA.
Hall, P., 1966: The World Cities, BAS Printers Ltd. Wallop, Hampshire
Yıldırım, S. (2014) Dünya’da ve Türkiye’de Büyük Kent
Yönetimi Üstüne, Çankaya Belediyesi Yayını, Ankara.
İşbankası, 2012. Türkiye’de illerin gelişmişlik düzeyi araştırması, İktisadi araştırmalar bölümü
Yıldız, E.B., Sivri, U. ve Berber, M. (2010) Türkiye’de İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması, Karadeniz
Teknik Üniversitesi,
Janssen-Jansen, L.B., Hutton, T.A. (2011a) Rethinking
the Metropolis: Reconfiguring the Governance Structures of the Twenty-First Century Region, International
Planning Studies, 16,3, s. 201-215.
Yaşamış, F. D., (1995). ‘’Büyük Şehir Sorunsalı’’ Amme
İdaresi Dergisi, Cilt 28, Sayı 1
Janssen-Jansen, L.B., Hutton, T.A. (2011b) Reconfiguring
the Governance Structures of the Twenty-First Century
City Region: Obdervations and Conlusion, Internatinal
Planning Studies, 16,3, s.305-312.
Keleş, R., (2000). Kentleşme Politikası, 5. Baskı, İmge Yayınları, Ankara
Meligrana, J., 2004: “Introduction”, içinde Redrawing Local Government Boundaries: An International Study of
Politics, Procedures and Decisions, (Ed.) John Meligrana,
UCB Press, Vancouver
Metropolis (2007) Information on Metropolises
http:www.metropolis.org/index.php?action=mostrar=contenidoandid_seccion=88anttemplate=interior.
Segberg, K. (2005) The Making of Global City Regions,
Baltimore, John Hopkins University Press.
Sellers, J., Hoffman Martinot, V. (2005) Metropolitanization and Political Change, Wiesbaden: VS Verlag.
Shaw, A. (1999) The plannning and development of New
Bombay, Modern Asian Studies, 33,4, s. 951-988.
Soydal, Ö. M,, (2012). ‘’5216 Sayılı Büyükşehir Belediye
Yasası Kapsamında Metropoliten Alanlarda Sınır Tespi-
131
ŞEHİRCİLİK
şehir & toplum
ŞEHİRCİLİK
132
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
TOPLUMSAL PAYLAŞIMLAR ÜZERİNE:
KAMUSAL ALAN KAVRAMI
Şeyma Alpaslan*
Şeyma Alpaslan93*
“Hiç kimseye ait olmayan bir kentte insanlar
sürekli olarak kendilerinden, hayat hikayelerinden bir iz bırakmaya çalışır.”
Richard Sennett
Giriş
Bir kenti paylaşan herkesin yararlandığı
ortak alanlardır kamusal alanlar. Herkese ait olması ve bütünlüğünü sağlaması
açısından kentin en önemli ve en canlı
bölgeleridir. Kentlilerin sosyal, fiziksel
ihtiyaçlarını karşılayarak yaşam kalitelerini arttırabilmeleri için gerekli olan faaliyetlere de mekân oluşturmaktadırlar.
Dolayısıyla, kent yaşantısının önemli bir
* Yüksek Şehir Plancısı, İTÜ
parçası olan kentsel alanlar planlanırken
hem sosyolojik hem de tasarımsal açıdan
değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Bu çalışmanın amacı ise; şehircilik tarihindeki önemli insanların kamusal alan
kavramını nasıl ele aldığını ortaya koymak ve yapılan tanımlamalar ışığında
kamusal mekânların daha etkin hale nasıl
getirilebileceği sorularını sormaktır.
Kamusal Alan Nedir?
Kamusal alanlar daha öncede belirttiğimiz gibi kentlilerin tümünün yararlanabileceği kamuya açılmış ortak alanlardır.
Kamusal alan kavramı ilk kez 1962 yılında yazılan “Kamusallığın Yapısal Dönüşümü” adlı eserinde Jürgen Habermas
tarafından ele alınmıştır. Günümüzde
hala tartışılan bir konu olan kamusal alan
133
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
134
ŞEHİRCİLİK
kavramı hakkında daha sonra pek çok
tanımlama literatüre geçmiştir. Yapılan
tanımlamalarının çoğunun konuya ortak
bakış açısı sayılabilecek nitelikteki açıklamalardan biri Pelin Gökgür’ün “Kentsel
Mekânda Kamusal Alanın Yeri” kitabında yer almaktadır; “Kamusal alanlar hangi kültürden, hangi dinden ve hatta hangi
sosyal statüden olursa olsun, her bireye
sunulmuş veya açılmış alanlardır” (Gökgür, 2008). Bilim insanları tarafından kamusal alan için yapılan tanımlamaların
bazılarını şu şekilde özetleyebiliriz;
ise; kamusal görüşün rahatlıkla dolaşabildiği ve basın özgürlüğünün bulunduğu alanlar olarak belirtilmiştir (Habermas, 2004). Habermas’ın kamusal alan
hakkında yaptığı çok sayıda araştırma
olmasına rağmen bu kavram hakkında
çok net bir tanımlamasının olmadığını
ve kamusal alan kavramına halkın bu
alanlarda sahip olduğu hakları baz alarak
yaklaştığını söyleyebiliriz.
Şekil 1: Kamusal alan hareketleri illüstrasyonu
Dominique Wolton, kamusal alanları,
caddeleri, sokakları, meydanları, ticareti ve alışveriş mekânlarını barındıran
fiziksel mekânlar olarak tanımlamıştır.
Bu fiziksel yapının 16. ve 17. yüzyıllarda
sembolik bir yapıya dönüştüğünü ve bu
dönüşümün monarşi ve rahip sınıfına
karşı çıkan bireysel teşebbüsler sebebiyle ortaya çıktığını söylemektedir (Dacheux, 2012).
İlk olarak konuyu ele alan Jürgen Habermas, kamusal alanların başlıca kriterini
“herkese açık olma” olarak açıklamıştır.
Habermas kamusal alan kavramının antik çağlardan kalma bir anlayış olduğunu
ve kamusal alanlardaki yaşantının hem
topluluk içerisinde yer alıp hem de özgür olma hali olduğunu düşünmektedir
(Habermas, 2012). Habermas buna ek
olarak kamusal alanları hem fiziksel açıdan hem de sembolik açıdan kullanılan
alanlar olarak yorumlamaktadır. Fiziksel
açıdan kamusal alan kullanımını; cadde,
açık alan ve meydanlardan oluşan, kullanıcıların devlete karşı fikir ve görüşlerini
iletebildiği alanlar olarak belirtilmiştir.
Sembolik açıdan kamusal alan kullanımı
Max Weber, kamusal alanları, farklı sosyal sınıfların, farklı ırkların ve değişik
etnik grupların bir araya geldiği ortak
alanlar olarak tanımlamaktadır. Kamusal
alanlar, karşılıklı etkileşimlerin, diyologların yer aldığı, çeşitli zıtlıkların bulunduğu ve anlaşmaların yapıldığı alanlardır
(Weber, 2000). Weber’e göre ev dışındaki alanlar, halkın karşılaştığı ortak alanlar, ortak bir sosyal alan ve demokrasinin
var olduğu alanlar bütünü kamusal alan
kavramını oluşturmaktadır.
Jean-Marc Ferry, kamusal alanı, sanayi
sonrası toplumlarda yani kurumsal düzenleme ihtiyacı üzerine kentlerin sahip olduğu teknolojilerin doğurduğu medyatik bir
alan olarak tanımlanmaktadır. Bu alanlar
sayesinde kentler, kamuya çeşitli sosyal
yaşamlardan bir takım görüntüler sunulabilmektedir (Gökgür, 2008). Yani Ferry,
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
kamusal alanları, yalnızca televizyon sayesinde benliklere yerleşmiş görsel ve işitsel
alanlar olarak nitelendirmektedir.
Hannah Arendt, “kamu” nun iki farklı
tanımı olduğundan bahseder. Birincisi,
kamuda olan herşey herkes tarafından
algılanabilir ve açıktır. İkincisi ise “kamu”
herkesçe ortak olan ve özel mülkiyet
haricindeki alanları kapsadığını açıklamaktadır. Ayrıca kamusal alanın herkes
tarafından erişilebilir, kullanılabilir ve
bir nesilden daha uzun bir süre var olması gerektiğini savunmaktadır (Perinçek,
2003). Kamusal alanlar, insanların birlikte uyum içerinde hareket ettikleri alanlar
olarak ifade etmektedir.
Richard Sennett, kamusal alanları, kent
veya diğer yerleşimlerde yer alan halka
ait, cadde ve sokak gibi fiziksel somut
birer toplumsal yaşam alanları olarak tanımlamaktadır (Sennet, 1999). Halk bu
alanları hem fiziksel hem sosyal hem de
sembolik olarak kentleri dönüştürmek
veya yeniden yapılandırmak için bir araç
olarak görmektedir. Sennet’e göre kamusal alanlar kentlerin ruhu ve ambiyansıdır. Ancak zamanla kentlerde vatandaşlık bilincinin oluştuğu, toplumun kendi
tarihinin ve anılarının biriktiği, kentin
yaşam merkezleri olan kamusal alanların
işlev değiştirmesiyle anlamını yitirdiğini
savunmaktadır (Gökgür, 2008). Bu sebeple Sennet’e göre kamusal mekânların
nasıl düzenleneceği ve eski anlamını kazanacağı sorusu modern zamanın problemlerinden biridir (Sennet, 1999).
Mark Francis, kamusal alanların en
önemli özelliğinin herkes tarafından erişilebilir olması olduğunu söylemektedir.
Kamusal alanın parçaları olan meydan-
ların, sokakların, avluların ve parkların
hiç bir kapı, duvar ve kilitli geçitler tarafından engellenmiyor ve fiziksel olarak
doğrudan erişilebilir olması gerektiğini
savunmaktadır. Kamusal alanların fiziksel erişilebilirliğinin yanısıra sosyal açıdan da erişilebilir olması gerekmektedir.
Francis’e göre kamu alanlarının toplumun herhangi bir sınıfı (yoksul, engelli,
çocuk vs.) veya grubu tarafından erişilemiyor olması kabul edilemezdir. Son
olarak ta kamusal alanların görsel açıdan
erişilebilir olmasına dikkat çekmektedir.
Kentlilerin kamusal alanı görsel olarak
ta uzaktan algılayabilmeleri görsel açıdan erişilebilir olması önemlidir. Erişilebilirlikten sonra bir kamusal alanın
sahip olması gereken en önemli unsur
ise güvenliktir. Özellikle kadınların, yaşlı vatandaşların ve çocukların kamusal
alanlarda kendilerini güvende hissetmeleri bu alanları kullanılabilir kılmaktadır.
Francis ayrıca, Control as a Dimension
of Public-Space Quality adlı yazısında; “Kamusal mekânlar, kültürümüzü,
inançlarımızı, kamusal değerlerimizi ve
bizi yansıtırlar. Kamusal mekân bizim
“kamusallık” dediğimiz niteliğin oluştuğu ve ifade edildiği ortak bir zemindir.
Kamusal çevre kişisel davranışları, sosyal
etkinlikleri ve bizim çoğu zaman çakışan
kamusal değerlerimizi yansıtan bir ayna
görevi görür” demiştir (Francis, 1989).
Kamusal alanlar, herkese hitap edebilmesi açısından demokratik olmalı, herkes tarafından erişilebilir olmalı, kullanıcılarının gereksinimlerini karşılamalı ve
yaşamlarına anlam katmalıdır (Ocakçı,
2010).
135
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Tüm bu söylemlerin ortak çıkarımı olarak, özetle yeniden söyleyebiliriz ki kamusal alan herkese hitap etmeli ve belirli kriterlere sahip olmalıdır. Kentsel
mekânlardaki kamusal alanın yerini tanımlayan Pelin Gökgür, yaptığı çalışmada
kamusal alanın temel niteliklerini şöyle
sıralamaktadır;
Kamusal alanlar hareketli ve erişilebilir
alanlardır. Kullanıcıların hizmetlere, donatılara erişebildiği, alışveriş, yönlenme,
bekleme, toplama, dağılma gibi ihtiyaçlarını karşıladığı hareket alanlarıdır.
Kamusal alanlar çeşitli sosyal ve kültürel
faaliyetlerin yer aldığı kamusal kullanımlara açık olan yerlerdir. Kamusal alanlar;
açılış törenleri, seçim kampanyaları, festivaller gibi sosyal faaliyetlere, sokak tiyatroları, konser ve dini törenler gibi kültürel
faaliyetlere ve kafeler, restoranlar, mağazalar gibi ticari faaliyetlere mekân oluşturmaktadırlar.
Kamusal alanlar toplumsallaşmalara ve
sosyalleşmelere açık olan alanlardır. Kentlilerin birlikte olmak, selamlaşmak, konuşmak, yer sormak, bakışmak, özür dilemek
gibi eylemlerini gerçekleştirebildikleri
alanlardır. Kamusal alanlar yoğun bir yaya
transit geçişine sahip olması açısından
önemli bir mekândır. Bunun yanısıra bu
alanlar, insanların formel yada enformel
karşılıklı ilişkide oldukları alanlardır.
136
ŞEHİRCİLİK
Kamusal alanlar kentlerin kimliğini yansıtan alanlardır. Kentsel kimlik kamusal
alanların kalitesine bağlıdır. Kamusal
alanların sahip oldukları mimari ve kentsel formlar; kente, hareketlilik, kamusal
kullanım, sosyalleşme ve kimlik gibi anlamlar kazandırmaktadırlar.
Kamusal alanlar çevrenin, ortamların
ve peyzajın yer aldığı mekânlardır. Kamusal alanlardaki çevresel ögeler; ışık,
ses, görüntü, koku, dokunma gibi çeşitli
şekillerde kullanıcı tarafından algılanabilmektedir. Ortam dediğimiz öge ise
sosyal formları kapsamaktadır. Peyzaj
yani kamusal alanların sahip olduğu estetik biçimler ise, su, yeşillik, bitki, kentsel
mobilya, mimari ve kentsel formlar gibi
mekânsal formlardır.
Kamusal alanlar bilginin, ürünlerin, fırsatların ve olanakların dolaşım içerisinde
bulunduğu alanlardır. Kamusal alanlarda
kullanıcıların ihtiyaçlarını giderebilmeleri adına çeşitli ticari faaliyetler yer almaktadır.
Kamusal alanlar “serendipity” kavramını içermektedirler. Bu kavram kentsel
mekânlarda araştırma, rastgele ve tesadüfen incelemeler yapmak anlamına gelmektedir ve kamusal alanlarda aranılan
bir özellik haline gelmiştir bu sebeple kamusal alanlar kentlerin programlanmamış bir biçimde karşılıklı hareket halinde
bulunan parçalarını oluşturmaktadır.
Sahip oldukları bu nitelikler kamusal
alanların kentlerdeki; dolaşım, estetik,
sosyal, tarihsel, biçimsel ve yurttaşlık
gibi farklı boyutlarını yansıtmaktadırlar
(Gökgür, 2008).
Kamusal Alan Çeşitleri
Kamusal alanlar genel olarak açık ve
kapalı kamusal alanlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Kapalı kamusal alanları
eğitim, sağlık, idare, kültür gibi kapalı
yapılar oluşturmaktadır. Ayrıca kapalı
alışveriş merkezleri, eğlence merkezleri
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
gibi alanlar da kapalı kamusal alanlar içerisinde yer almaktadır. Açık alanlara baktığımızda ise bu alanları dört kategoride
incelemek mümkündür;
»» Kamusal Açık Alanlar (meydanlar,
caddeler, sokaklar, yeşil alanlar),
»» Yarı Kamusal Açık Alanlar (okul
bahçeleri, spor alanları),
»» Yarı Özel Açık Alanlar (toplu konut
bahçeleri, oyun alanları),
»» Özel Açık Alanlar (konut bahçeleri)
(Ocakçı, 2010).
Mülkiyet özellikleri açısından kentlilerin
tümünün ortak olarak yararlanabildiği
alanlar kamusal açık alanlardır. Bu alanlar; kentlerdeki yeşil alanların, meydanların, cadde ve sokakların oluşturduğu
kentsel mekânların bütünüdür.
Cadde ve Sokaklar
Cadde ve sokaklar kentsel mekânların genel striktürünü oluşturan en temel alanlardandır. İnsan anatomisinde varolan
iskelet sistemine benzer olarak, kentsel
mekânlarda da bir ulaşım sistemi bulunmaktadır. Cadde ve sokaklar, bu ulaşım
ağını oluşturan kentsel mekânlardır.
Cadde ve sokaklar, kent morfolojisine
şekil veren ve kentsel dokunun sürekliliğini sağlayan en temel öğelerdendir
(Gökgür, 2008).
Şekil 2: Fifth Avenue, New York
Aynı zamanda kentlerdeki kamusal yaşamı yönlendiren bir işleve de sahip olan
sokak ve caddeler kentsel alanlar arasında zaman zaman sınır ya da bağlaç görevi
de taşımaktadırlar.
Öyle ki sınırlandırdıkları fiziksel ya da
sosyal çevre özelliklerine bağlı olarak tanımlanabilirler. Örneğin, köprü sokak,
su kıyısı sokak, ticaret aksı, konut yolları, üstü kapalı sokak, hastane yolu, okul
yolu şeklinde çeşitli anlamlar ifade eden
tanımlamalar yapılması söz konusudur
(Ocakçı, 2010).
Şekil 3: Avenue des Champs-Élysées, Paris
Cadde ve sokaklar, mekânsal olduğu kadar sosyal hayatında oldukça önemli birer parçalarıdırlar.
137
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 4: De Julio Avenue, Buenos Aires
İnsanların bir takım öğrenimlerini paylaştıkları sosyal mekânlardır. Açık veya
kapalı, kısa veya uzun, geniş veya dar,
düz veya kıvrımlı, yokuş veya düz, sürekli ya da çıkmaz olarak sınıflandırılabilirler
(Ocakçı, 2010). Jane Jacobs’a göre sokaklar, mekânsal olarak kentlerin kimliğini
biçimlendirdikleri için kentlerdeki en
önemli kamusal alanlardır. Bu sebeple,
cadde ve sokakların sahip olduğu algısal
ve fiziksel çeşitlilik şehri hareketli kılarken sıradan oldukları durumlarda şehir
de sıradanlaşır donuklaşır (Jacobs, 2011).
138
ŞEHİRCİLİK
Şekil 5: Lombard Street, San Francisco
Tüm bu bahsettiğimiz özelliklerin yanı
sıra, Kevin Lynch, cadde ve sokakları
“içinde yaşayan bireylerin rastgele alışkanlıklarla ve imkanlara bağlı olarak
hareket ettikleri alanlar” olarak tanımlamaktadır. Kentlerdeki cadde ve sokakların oluşturdukları yol mekânın taşıdığı
değer o kadar çeşitli ve farklı anlamlara
sahiptir ki bu alanlar için tek bir tanımlama yapmak mümkün değildir (Giritlioğlu, 1998).
Meydanlar
Meydanlar, kentlerdeki en önemli açık
kamusal mekânsal alanlardandır. Genel
olarak bir tanımlama yapmak gerekirse,
meydanlar, sınırları çeşitli elemanlarla
belirlenmiş geniş kentsel boşluklar olarak adlandırılabilir. Ait oldukları kentsel
bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel
merkezi olmalarının yanısıra algıya bağ-
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
lı unsurlarıyla da sosyal yaşamın cadde
ve sokaklara göre daha net okunduğu
mekânlardır (Özbilen, 2012).
Şekil 6: Piazza Del Campo, Siena (1)
Meydanlar ayrıca, kentliler için özel günlerde sosyal, kültürel, siyası ve de ticari
amaçlar için kullanılabilen kent yaşamı
için önemli bir kamusal mekândır. Kent
meydanlarının oluştuğu dönemden bu
yana taşıdığı özellikler bir takım değişikliklere uğramıştır. Eskiden kentlerin
kimliğini ve kişiliğini yansıtan kentsel
yaşam odakları iken günümüzde otopark
ta dahil olmak üzere farklı bir çok kentsel mekân özellikleri gösterebilen alanlardır (Özer, Ayten, 2005).
Şekil 7: Piazza Del Campo, Siena (2)
Mimarlar ve şehir plancılarının insanlara
korunma olanağı sağlayan kapalı mekân
planları yapmalarının yanısıra, insanların açık alanlarda büyük kitleler halinde
toplanabilmeleri için de meydan tasarımları yapmaktadırlar. Rob Krier’e göre
meydanlar, insanlara içinde sürekli ve
yönlendirilmiş bir hareket düzeninden
çok, gelişigüzel bir harekketlilik sağlayan, duraklama imkanları tanıyan ve hareketliliğe zorlamayan mekânlar olarak
tanımlamaktadır (Giritlioğlu, 1998).
Şekil 8: Piazza San Pietro, Roma
Şekil 9: Palace Square St Petersburg, Rusya
Agora, forum, plaza, campo, piaza, grand
place olarak çeşitli isimler taşımış olan
kent meydanları hakkında en kapsamlı
çalışmalar Camillo Sitte ve Paul Zucker
tarafından yapılmıştır. Camillo Sitte,
meydanları etrafı yapılarla çevrili olan
kentsel mekânlar olarak tanımlamış ve
meydanların sınıflandırılmasını da bu
etrafındaki yapıların özellikleri ve meydan ile aralarındaki orana göre gerçekleştirmiştir. Paul Zucker de meydanları
çevresindeki yapıların biraya geliş biçimlerine ve konumlarına göre sınıflandırmıştır (Özbilen, 2012). Özetle meydanların tanımlanmasında, meydanın biçimi,
boyutları, sınırlandırıcıların nitelikleri,
doğal faktörler, görsel genişlik gibi sahipliliğin etkili olduğunu söyleyebiliriz
(Ocakçı, 2010).
139
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Şekil 10: Times Square, New York
Şekil 11: Central Park, New York
Sonuç olarak, meydanlar tüm fiziksel
özelliklerinin yanı sıra kentlerdeki buluşma noktaları olmaları açısından sahip
olduğu sosyal ve kültürel rolle de kent
hayatının çok önemli bir parçasını oluşturmaktadırlar.
23804 sayılı İmar Yönetmelik’inde, açık
yeşil alanlar: “Toplumun yararlanması
için ayrılan oyun bahçesi, çocuk bahçeleri, dinlenme, gezinti, piknik, eğlence, ve
kıyı alanları toplamıdır. İnterpol ölçekteki fuar, botanik ve hayvanat bahçeleri ve
bölgesel parklar da yeşil alan kapsamındadır” olarak tanımlanmıştır. Açık yeşil
alanlar, kentlerin fiziksel yapısını gösteren ona şekil veren ve diğer kullanımlarla bütünleştiren temel bir mekândır (Gül,
Küçük, 2001). Kentlerdeki park ve bahçeler, konforlu yeşil alanlar, çocuk oyun
Yeşil Alanlar
Kentsel açık alan çeşitlerinden bir diğeri yeşil alanlar, kentlerin nefes aldıkları
mekânlardır.
140
ŞEHİRCİLİK
Şekil 12: Hyde Park, Londra
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
olanları, spor tesisleri, yeşillendirilmiş
geçitler, doğal ve yarı doğal yeşil alanların tümü, yeşil alanların alt başlıklarını
oluşturmaktadır (Erdönmez, 2005).
hayatının sürdürülebilirliği açısından da
gerekli olan en temel unsurlardan biridir.
Zira nefes alamayan bir kentte doğal yaşamın devam etmesi söz konusu olamaz
ve kent canlılığını yitirir. Dolayısıyla
kentlerdeki yapılaşmış çevrenin ve kentlerdeki yaşantının olumsuzluklarına karşın nefes alan bu alanlar bir çok ihtiyacı
karşılamakta ve bizler için hayati önem
taşımaktadırlar.
Sonuç
Şekil 13: Ueno Park, Tokyo
Kentlerdeki açık yeşil alanlar, hem yeşil
alan niteliğiyle kente oksijen sağlamasıyla, hem sahip olduğu fonksiyon açısından
kentlilerin ihtiyaçlarını karşılamasıyla
hem de kent yaşantısına psikolojik açıdan katkıda bulunarak kentlilerin hayatını doğrudan ve dolaylı yoldan olumlu etkilemektedir. Yeşil alanların varlığı kent
Tüm bu yapılan kavramsal açıklamalar
bize göstermektedir ki, kamusal alanlar
kentsel mekânların kalbi değerindedir.
Kentlerin en önemli mekânları olan kamusal alanlar; herkese eşdeğerde hitap
etmeli, kolay erişilebilir ve güvenilir olmalı, aitlik hissi uyandırmalı, ve zaman
sınırı olmadan kullanılmalıdır. Şekil
14’deki kentsel mekân diyagramında
gördüğümüz gibi kentsel mekânların ta-
141
ŞEHİRCİLİK
Şekil 14: Kentsel Mekân Diyagramı (www.pps.org, çeviri ve düzenleme Şeyma Alpaslan)
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
sarımında önemli olan dört ana özellik
ve buna bağlı olarak çeşitli soyut değerler
vardır. Ana özellikler; kentsel mekânın
sosyallik olanağı sağlaması, çeşitli aktivite ve kullanımların yer alması, konforlu
ve erişilebilir olmasıdır (www.pps.org).
Hugh Ferris, “Yarının Şehirleri” (The
Metropolis of Tomorrow) adlı eserinde
kamusal alanların kentlerdeki önemine
dikkat çekmiştir. Ferris, geleceğin şehirlerinde yer alacak üç ana fonksiyon olan
(Şekil 15); iş merkezleri (1), bilim (2) ve
sanat (3) alanlarının merkezinde sosyalleşmenin sağlandığı bir kamusal alan
olarak meydan tasarlamıştır. Bu eser, yayınlandığı 30lu yıllara göre oldukça ileri
görüşlü ve akılcı bir çözüm sergilediği
için kentlerdeki kamusal alan planlaması
açısından bir örnek oluşturmaktadır.
Ne var ki, kamusal açık alanlar yalnızca
beton düzlüklerden ibaret olmamalıdır.
Dünyadaki kamusal alan örneklerine bakıldığında görüleceği gibi kamusal alanların tasarımında fonksiyon ve kalite oldukça önemlidir. Yeşil alanlar, donatılar
ve ulaşım özellikle dikkat edilmesi gereken konulardandır. Yerel yönetimler; bu
süreçte gerekli düzenleme ve bakım uygulamalarıyla güvenliği sağlayıcı denetimler yapmalı, katılımcı bir planlama ile
herkese hitap eden kullanışlı alanlar tasarlamalıdır. Maalesef günümüzde, bazı
kentlerimizin kontrolsüz gelişmesi veya
dokuların kentsel dönüşümle tahrip olması kamusal alanların bu özelliklerin
tümüne birden sahip olmaması sonucunu doğurmaktadır.
142
ŞEHİRCİLİK
Şekil 15: Hugh Ferris “The Metropolis of Tomorrow” 1929, Geleceğin Kent Planı
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
Kamusal alanlar hakkındaki bir diğer
tartışma konusu; Hakan Taşçı’nın “Şehir Mekân ve Meydan” kitabında ele aldığı, günümüzde kamusal mekanlardan
daha çok ilgi çeken toplanma-buluşma
mekânları olan alışveriş merkezleri (AVM’ler) ve internetteki sanal ortamlardır. Çağımızın en yaygın iletişim
uygulamalarından biri olan internet,
erişim kolaylığına sahip olduğu için kamusal açık alanlara göre daha çok tercih
edilmektedir. Ancak kamusal alanın niteliklerinden biri olan yüz yüze etkileşimin gerçekleşmemesi, mekân ve zaman
kavramlarından uzak oluşu yüzünden bu
ortamlar insan ihtiyaçlarına tam olarak
cevap verememektedir. AVM’ler e baktığımızda; mekânsal olarak kapalı kamusal
alanlar katagorisine dahil olsalar bile giriş
çıkışının kontrollü veya ekonomik güce
bağlı olması sebebiyle bu alanlardaki kamusallık kavramının tartışmaya açık olduğunu görürüz.
Kaynaklar
Özetle; kamusal alanlar amacına uygun
hale getirildiği taktirde, bireyler kendini kentin bir parçası olarak görebilecek,
duyduğu aitlik hissi ile kente sahip çıkarak korunması ve sürdülebilir olmasına
katkı sağlayacaktır. İhtiyaçlarını sağlıklı
bir şekilde karşılayan ve kente entegre
olmuş toplum üyelerinin yaşam kalitesi
artacak ve kentin verimi yükselecektir.
Ocakçı, Mehmet (2010). Yaya Mekânları Ders Notları,
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve
Bölge Planlama Bölümü, İstanbul.
Dacheux, Eric (2012). Kamusal Alan, Çev. Hüseyin Köse,
İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2012.
Erdönmez, Ebru (2005). Açık Kamusal Kent Mekânlarının Toplum İlişkilerindeki Etkileri, Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dergisi, Cilt. 1, Sayı. 1, 2005.
Francis, Mark (1989). Control as a Dimension of Public
Space Quality, Public Places and Spaces, Edited by Irwin
Altman & Ervin H. Zube, New York, Plenum Press, 1989.
Giritlioğlu, Cengiz (1998). Şehirsel Mekân Ögeleri ve Tasarımı, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi,
Baskı Atölyesi, İstanbul.
Gökgür, Pelin (2008). Kentsel Mekânda Kamusal Alanın
Yeri, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 2008.
Gül, Atilla & Küçük, Volkan (2001). Kentsel Açık Yeşil
Alanlar ve Isparta Kenti Örneğinde İrdelenmesi, Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, Seri.
A, Sayı. 2, 2001.
Habermas, Jürgen (2004). Kamusal Alan, Ed. Meral Özbek, İstanbul, Hil Yayınları, 2004.
Habermas, Jürgen (2012). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora & Mithat Sancar, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2012.
Jacobs, Jane (2011). Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü
ve Yaşamı, Çev. Bülent Doğan, İstanbul, Metin Yayınları,
2011.
Özbilen, Ahmet (2012). Kamusal Alanların Oluşturduğu
Arayüzlerin, Fiziksel ve Kavramsal Niteliklerine Göre
Berlin, Alexanderplatz Örneğinde İrdelenmesi, Yüksek
Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü.
Özer, Mehmet Nazım & Ayten, Mustafa Asım (2005).
Kamusal Odak Olarak Kent Meydanları, Planlama Dergisi, Sayı. 33, TMMOB Şehir Plancıları Odası Yayını, 2005.
Perinçek, Sinem (2003). Kamusal Alan, Kamuya Açık
Özel Mekân İlişkisinde Geçiş Bölgeleri, Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü.
Sennett, Richard (1999). Gözün Vicdanı, Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam, Çev. Süha Serthabiboğlu & Can
Kurultay, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1999.
Taşçı, Hasan (2014). Bir Hayat Tarzı Olarak Şehir,
Mekân, Meydan, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2014.
Weber, Max (2000). Şehir, Modern Kentin Oluşumu,
Çev. M. Ceylan, İstanbul, Bakış Yayınları, 2000.
143
ŞEHİRCİLİK
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Görsel Kaynakça
Şekil 1: http://www.ancamasmor.com/Pages/Vision.
html (Erişim tarihi: 14.11.15)
Şekil 2: http://www.pps.org/reference/grplacefeat/
(Erişim tarihi: 12.11.15)
Şekil 3: https://archive.org/details/mettomo00ferr
(Erişim tarihi: 12.11.15)
Şekil 4: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/
commons/0/0e/Photograph_of_Fifth_Avenue_from_
the_Metropolitan—New_York_City.jpg (Erişim tarihi:
12.11.15)
Şekil 5: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/
commons/6/6d/Avenue_des_Champs-Élysées_
July_24,_2009_N1.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15)
Şekil 6: https://cdn-images-1.medium.com/
max/2000/1*K5DV14cNyl-8qsd4CCjF3g.jpeg (Erişim
tarihi: 12.11.15)
Şekil 7: http://www.questing-california.com/images/
san-francisco-lombard-street.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15)
Şekil 8: http://farm6.staticflickr.com/5103/5741911515_
d817e22f29_b.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15)
Şekil 9: http://mikestravelguide.com/wp-content/uploads/2013/06/People-in-Piazza-del-Campo.jpg (Erişim
tarihi: 12.11.15)
Şekil 10: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/f/f5/Piazza_San_Pietro_Panorama_from_basilica_edit.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15)
Şekil 11: https://thetravelphile.files.wordpress.
com/2013/09/dsc04159.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15)
Şekil 12: http://www.shelovesglam.com/wp-content/
uploads/2013/08/New-York-Times-Square-USA-Streets.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15)
Şekil 13: https://i.ytimg.com/vi/EtMjSBjF6Hk/maxresdefault.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15)
Şekil 14: https://versanteripido.files.wordpress.
com/2013/02/hyde-park-london-wallpapers_23240_1920x1200.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15)
144
ŞEHİRCİLİK
Şekil 15: http://static.thousandwonders.net/Ueno.Park.
original.1358.jpg (Erişim tarihi: 14.11.15)
Sayı:3, ARALIK 2015
şehir & toplum
145
ŞEHİRCİLİK
şehir & toplum
KİTAP
İNCELEMESİ
146
KİTAP
İNCELEMESİ
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
EDİRNE TEKKELERİ KİTABI
HAKKINDA
Nuri Seçgin*
Nuri Seçgin94*
Türk İslam Mimarisi ve özellikle Edirne
üzerine çok sayıda ansiklopedi maddesi
ile sanat tarihi alanında ulusal ve uluslararası bildiri ve makaleleri bulunan N.
Çiçek Akçıl Harmankaya951 tarafından
* Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim
Üyesi
1 1977 yılında Edirne’de doğan N. Çiçek Akçıl Harmankaya, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden
mezun olmuştur. Marmara Üniversitesi’nde “Edirne
Tekkeleri” başlıklı tezi ile yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde başladığı “Osmanlı Cami Mimarisinde Sembolizm”
başlıklı doktora çalışması ile lisanüstü öğrenimine devam
etmektedir. 1999 yılında Mimar Sinan Üniversitesi
tarafından düzenlenen Cumhuriyet ve Sanat konulu
yarışmada dünyaca ünlü Edirneli Heykeltıraş İlhan Koman’ın hayatını ve eserlerini anlatan “Heykelde Kendini
İnşa Etmek” başlıklı araştırma tezi ile Başarı Ödülü’ne
layık görülmüştür. Ayrıca, SKY Türk 360 TV kanalının
Tarihe Yolculuk programında “Tarih Boyunca İstanbul
Surları”, aynı kanalın Şehrin Sırları adlı televizyon programında “İstanbul’da Kahveler ve Kıraathaneler” ve TRT
Televizyonu Devr-i Alem Programı’nın “Uzunköprü” konulu bölümlerinde konuşmacı olarak yer almıştır. Halen
İstanbul Esenyurt Üniversitesi Mimarlık ve İç Mimarlık
Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak mesleki kariyerini
sürdürmektedir.
hazırlanan Edirne Tekkeleri başlıklı kitap, Edirne Valiliği Kültür Yayınları’nın
bir faaliyeti olarak 2013 yılında basılmıştır. Toplamda 191 sayfadan oluşan “Edirne Tekkeleri” başlıklı kitap 16.50x24.00
cm. boyutlarında olup, karton kapaklıdır.
Kitabın ön kapağında Halvetî-Gülşenî
tarikatı şeyhlerinden ve Gülşenî tarikatı
Sezaiyye kolunun kurucusu Şeyh Hasan
Sezai Efendi’nin tuğrası ile Osmanlı tekke yapılarının en önemli örneklerinden
biri olan Muradiye Mevlevihanesi’nin
bir gravürüne yer verilmiştir (Şekil
1). Arka kapakta ise Muradiye Mevlevihanesi Şeyhi ve diğer mensuplarını
gösteren Süheyl Ünver Arşivi’ne ait siyah-beyaz bir fotoğraf görülür (Şekil 2).
Dönemin Edirne Valisi Hasan Duruer’in
önsözü, Prof. Dr. Selçuk Mülayim’in
takdimi ve yazarın teşekkür yazısı ile
başlayan kitap; Giriş, Katalog, Değerlendirme, Tablo Grafik ve Haritalar, Sonuç,
Bibliyografya ve Tekke Adları Dizini gibi
147
KİTAP
İNCELEMESİ
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
148
KİTAP
İNCELEMESİ
Şekil 1: Edirne Tekkeleri ön kapak
Şekil 2: Edirne Tekkeleri arka kapak
ana bölümler ile bunların alt başlıklarını barındıran bir metin planına sahiptir.
Edirne Tekkeleri başlıklı kitapta konu
edilen yapılar İslam toplumlarındaki tarikat faaliyetleri çerçevesinde şekillenen
bir yapı türünün örnekleridir. Sözlüklerde gidilecek yol, izlenecek usul, hal ve
gidiş anlamlarıyla yer alan tarikat sözcüğünün karşılığı olarak tâife veya râh kelimelerinin de kullanıldığı görülmektedir.
Sûfîlerin sohbetlerine ve zikir ayinlerine
mekân oluşturan ve zaman zaman inzivaya çekilmeleri için 8. yüzyıldan itibaren hankahlar kurulduğu belirtilir ise de
tasavvuf çevrelerinde tarikatların Asr-ı
Saadet’de oluşmaya başladığı düşüncesi
hâkimdir962. İslam dünyasında tasavvufî
akımlar tarikatlar vasıtasıyla kurumsallaşırken, tasavvuf ehlinin faaliyetlerine
sahne olan tarikat yapıları da 9. ve 10.
yüzyıllardan itibaren mimarlık tarihi
içinde yer almaya başlamıştır973. Tarikat
faaliyetlerinin yaygınlaşmasına paralel
olarak tarikat yapıları da yanlarına eklenen mescid, kütüphane, dershane, revak,
hastaların tedavi edildiği bir bölüm, misafirhane, ambar, sarnıç, hamam, tarikat
şeyhinin ikâmeti için düzenlenmiş müstakil barınma mekânları (harem) ve bağ
bahçe gibi birimlerle işlevsel zenginliği
artan bir külliye kuruluşuna dönüşmüşlerdir. Ayrıca, tarikatların kurumsallaşması ve geniş bir coğrafyaya yayılan
örgüt yapılanmaları tarikatların faaliyet
gösterdikleri mimari yapıları ifade eden
bir terminoloji çeşitliliğini de beraberinde getirmiştir. Bu türden yapılar Selçuk-
2 Reşat Öngören, “Tarikat”, TDV İslam Ansiklopedisi,
c.40, Ankara 2011, s.95-105.
3 M. Baha Tanman, İstanbul Tekkelerinin Mimari ve
Süsleme Özellikleri Tipoloji Denemeleri, c.1, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış
Doktora Tezi, İstanbul 1990, s.1.
şehir & toplum
Sayı:3, ARALIK 2015
lu ve Beylikler döneminin inşa kitabeleri
ve belgelerinde hânikah, zaviye, imaret,
buk’a, dârü’s-sülehâ, dârü’ş-şâkirîn,me’vâ’z-zâkirîn ve ribat gibi terimlerle
anılırken, Osmanlı döneminde tekke,
hânkah, dergah, asitâne ve zaviye gibi
adlar yaygınlık kazanmıştır. Yazar adlandırmadaki bu çeşitliliğin sistemli bir tipoloji çalışmasına dayanmadığını ancak
tekke teriminin diğer tarikat yapılarına
göre çok daha yaygın ve kapsayıcı biçimde kullanıldığını belirtmektedir.
Bilimsel araştırma ve yazım yöntemlerine
uygun olarak hazırlanan kitabın giriş bölümünde Tarikat ve Tasavvufla ilgili genel tanım ve yaklaşımların ardından Türk
İslam tarihindeki tasavvuf hareketlerinin
kaynakları ve Anadolu coğrafyasındaki tarikat oluşumlarının tarihsel, sosyal,
politik ve kültürel bağlamda nedenleri
ve sonuçlarına değinilmiştir. Konunun
genel çerçevesini oluşturmaya yönelik bu
bilgiler, Osmanlı dönemindeki tarikat yapılarının Selçuklu ve 14. yüzyıl Beylikler
dönemi örneklerinden ayrışan mimari
özellikleri ve Osmanlı tekkelerinin mimari programlarına ilişkin saptamalar ile
daha da derinleştirilmiştir. Giriş bölümü
kitapta konu edilen tekke yapılarının yer
aldığı Edirne şehrinin tarihçesi ile devam
ederken; Çalışma Yöntemi, Kaynak ve
Araştırmalar ve Edirne’de İnanç Kültürü
ve Tarikatlar giriş bölümünün alt başlıklarını oluşturmuştur.
Edirne’deki tekke yapılarının mimarisine
ilişkin kaynakların yetersizliğine dikkat
çekilen kitapta konu ile ilgili araştırma
ve yayınların titizlikle incelendiği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Edirne’nin inanç
kültürüne katkıda bulunan Bayramiyye,
Bedreddiniyye, Bektaşiyye, Celvetiy-
ye, Halvetiyye, Kadirîyye, Mevelevîyye,
Nakşîbendîyye, Rifâîyye, Sadiyye, Semerkandiyye, ve Zeyniyye gibi bir çok
tarikattan söz edilmektedir. Tarikatların
Edirne kentindeki yapılanma ve faaliyetleri 12. yüzyıldan itibaren Anadolu’nun
bir çok bölgesini kapsayan Türkleşme ve
İslamlaşma politikasının bir sonucudur.
Ancak bu örgütlerin faaliyet gösterdikleri yapılar aynı zamanda hadis, fıkıh, tefsir
gibi dini ilimlerin öğretildiği ve ayrıca
çiçekçilik, nakkaşlık, astronomi, tıp, mûsiki ve hat sanatı ile meşgul olunan çok
yönlü ilim, kültür ve sanat merkezleridir.
Edirne’deki tekke örneklerinin detaylı bir
şekilde ele alındığı katalog bölümünde
yapılar, kısmen mevcut olanlar, kısmen
bilgi edinilenler ve sadece ismi belirlenenler olmak üzere üç grupta toplanmıştır. Bu gruplamaya göre; kısmen mevcut
olan on altı, kısmen bilgi edinilen yirmi
sekiz, sadece ismi belirlenen kırk yedi
tekke yapısının olduğu anlaşılmaktadır.
Şüphesiz bu yapılar arasındaki en önemli
örneklerden biri Muradiye Mevlevihanesi olmalıdır. İnşa tarihi kesin olarak
bilinmemekle birlikte bugün kayıp olan
vakfiyesine göre; H.830/M.1426, kitabesine göre; H.837/M.1433, A. Hibri’ye
göre ise H.839/M.1435 yılında Sultan
II. Murad’ın inşa ettirdiği yapı ile ilgili bazı rivayetlerde bugünkü cami inşa
edildikten bir süre sonra Mevlevihane’ye
dönüştürüldüğü bildirilir. Ancak, kitapta sözü edilen rivayetlere değinildikten
sonra bir takım araştırma ve yayınlar da
referans gösterilerek Muradiye Mevlevihanesi’nin cami, semahane, harem dairesi, derviş hücreleri, dede odaları, imaret,
türbe, kütüphane, şadırvan, çeşme, okul
ve hazireden oluşan büyük bir külliye
149
KİTAP
İNCELEMESİ
ISSN: 7897678343213
şehir & toplum
düzeninde planlandığı; fakat bu yapılardan sadece cami, şadırvan ve çeşmenin
günümüze ulaşabildiği ifade edilmiştir
(Şekil 3-4).
Şekil 3: Muradiye Camii
Şekil 4: Muradiye Camii ve Çeşmesi
150
KİTAP
İNCELEMESİ
Kitabın değerlendirme kısmı, yapıların
şehir dokusundaki konumları, kronolojik gelişim, plan ve mekân organizasyonu, cephe düzeni, malzeme-teknik ve
süsleme özellikleri itibariyle çok boyutlu
olarak irdelendiği analitik bir yaklaşım
sergiler. Bu yaklaşımın ortaya çıkardığı sonuçlara göre; yirmi dört mahallesi
bulunan Edirne’deki tekke yapıları toplamda on yedi mahalleye dağılmıştır. Yoğunluğun en fazla olduğu mahallelerden
biri Baba Demirtaş Mahellesi, diğeri ise
on beş tekke yapısını barındıran Dilaver
Bey ve Mithat Paşa mahallelerinin oluşturduğu kale içi yerleşim bölgesidir. Ancak bir çok tekke yapısının konumuna
ilişkin mahalle, sokak ve kapı numaraları
gibi yer işaretlerinde kaynaklarla mevcut
durumun örtüşmediği belirtilmektedir.
İnşa tarihlerine göre kronolojik olarak
sıralanan Edirne tekkelerinin 14. yüzyıldan itibaren kent dokusunda yer almaya
başladıkları, ancak 17. yüzyılda tekke inşaasının yoğunlaştığı görülmüştür.
Kitapta, plan şemaları hakkında fikir edinebilme imkânı bulunan tekke yapılarının, kuruluşlarını izleyen yüzyıllar içinde, yangın ve deprem gibi nedenlerden
dolayı yeniden inşa edilmeleri, eklemeler
veya tarikatlar arasında el değiştirmeleri
gibi nedenlere bağlı olarak özgün mimari
niteliklerini koruyamadıkları anlaşılmaktadır. Edirne’deki tekke yapılarının erken
örnekleri siyasi ve sosyo-ekonomik koşulların güçlendirdiği fütüvvet kurumu
ile bağlantılı olarak dönemin zaviyeli-tabhaneli camileri ile güçlü bir yakınlık sergilerken, sonraki dönemlerde inşa edilen
tekkelerde ise, Prof. Dr. M. Baha Tanman
tarafından önerilen tipolojik sınıflamaya
göre; dağınık yerleşimli küçük külliyeler,
mescid-semahane (tevhidhane), (Şekil 5)
ev-tekke gibi farklı plan şemalarının uygulandığı görülür984. Benzer çeşitlilik, yapıların cephe düzenleri ve malzeme özelliklerine de yansımıştır.
Şekil 5: Hasan Sezai Tekkesi, mescid-tevhidhanesi
4 M. Baha Tanman, “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Türkler, C.12, Ankara 2002, s.149-161.
Sayı:3, ARALIK 2015
şehir & toplum
N. Çiçek Akçıl Harmankaya, Anadolu,
İstanbul ve Balkanlar’daki tekke örneklerine göre oldukça zayıf süsleme özellikleri sunan Edirne tekkeleri arasında Hasan
Sezai Tekkesi ile Muradiye Mevlevihanesi’nin farklılığına dikkat çekmiş ve bu
yapıların süsleme özelliklerine geniş yer
ayırmıştır. Buna göre, Hasan Sezai Tekkesi tuğla ve mermer süslemeleri ile öne
çıkarken (Şekil 6), Muradiye Camii’nin
çini ve kalemişi süslemeleri yapının mimarisi ile yarışan bir kalite ve sanatsal
zenginlik sunmaktadır (Resim 7).
Şekil 6: Hasan Sezai Tekkesi’nin girişinde tuğla ve mermer
malzemeli duvar dokusu
Şekil 7: Edirne Muradiye Camii süslemeleri
Edirne Tekkeleri kitabının Tablo, Grafik
ve Haritalar bölümünde, ele aldığı tüm
yapıların konum, tarih, bani ve diğer
adlar gibi önemli ve temel özelliklerinin
yer aldığı dökümanter nitelikli bir tablo
hazırlamış ve ayrıca, yapıların söz konusu özelliklerini grafiklere dönüştürerek
istatistikî bir sonuç elde etmiştir.
151
KİTAP
İNCELEMESİ

Benzer belgeler