AYAKTA KALAN M NARE VE ACI GER EKLER

Transkript

AYAKTA KALAN M NARE VE ACI GER EKLER
AYAKTA KALAN MİNARE VE ACI GERÇEKLER
Türkiye'nin siyasi ve ekonomik çözülüşünün işaret fişeği Deprem Dosyası Yeniden
Aralanıyor.
Bazılarının; elektromanyetik dalgalar yolu ile iklimleri değiştirme, depremler
yaratabilme , volkanları harekete geçirebilme yeteneğine sahip silahlar geliştirdiğini
biliyoruz.*...
ABD Savunma Bakanı William Cohen; 1997, Georgia Üniversitesi "Terörizm, Kitle
İmha Silahları, Kitlesel İmha ve ABD Stratejisi" üzerine konferansta
E(r)= (I(p)/2pi)*(4L/r-cube)*(Cos 0)
Yukarıdaki denklem; fay hatlarını harekete geçirebilecek kadar güç
üretebilen MHD jeneratörlerinin yarattığı elektrik alanını ifade eder. Bu
yazıyı okumayı bitirdiğinizde; çok daha fazlasını ifade edecek.
Raporun Özeti
Büyük felaketler büyük çözülme süreçlerinin işaret fişeğidir. Sovyetlerin; küresel
düzen adına yeniden yapılandırılması öncesinde Çernobil ve Ermeni depremi
felaketleri; Japonya'nın yıllarca içinde çıkamayacağı ekonomik durgunluk dönemi
öncesinde Kobe depremi yaşanmıştır. Türkiye'de gözlerimizin önünde yaşanan
devletin çözülme sürecinin işaret fişeği ise; 17 Ağustos 1999 Gölcük depremidir.
Toplumun gözü önünde devlet, ordusundan politikacısına kadar bütün
mekanizmaları ile küçük düşürülürken; sivil toplum örgütlerinin gücü kutsanmıştır.
Deprem sonrasında; çöken bir ekonomi için itici güç olması gereken inşaat sektörü
ise; "katil müteahhitler" imajının üzerinden inşa edilen bir meşrutiyet zemini
üzerinden altı ay süre ile durdurulmuş ve bu sürede Türkiye'nin yaşayacağı derin
ekonomik krizlerin temeli atılmıştır.
Bu rapor; 17 Ağustos depremi ile daha önce duymadığınız, duyamadığınız veya
duymuş olsanız bile medyanın "mantık perdelemesi" sayesinde algılayamadığınız bazı
ayrıntıları biraraya getirerek; "Deprem Dosyası'nın "toplumsal hezeyan", "zemin
etüdü/rant ilişkisi" ve "duyarsız devlet/duyarsız toplum" perspektifinde farklı bir
boyutta açmakta ve şu kritik iddiayı ortaya koymaktadır :
17 Ağustos Depremi'nin tabii olmayan yollarla gerçekleşmiş olma ihtimali;
incelenmeye değecek kadar yüksek bir ihtimaldir. Devletin elinde; diğer devletlerin
elinde "tektonik silah" teknolojisinin bulunduğuna dair her türlü bilgi bulunmasına
ve bölgede deprem sırasında "uluslararası bir tatbikat" gerçekleştirildiği bilinmesine
rağmen konunun üstü kapatılmıştır.
Bu rapor; depremin 4. yıldönümünde, duymaktan sıkıldığınız perspektifin ötesinde
bir perspektifle konuyu daha önce duymadığınız veriler ve unsurlarla destekleyerek
yeniden gündeme getirmeyi hedeflemektedir.
Başına geçirilen çuvalın hesabını soramayanların; muhtemel bir deprem saldırısına
karşılık verebileceğini düşünecek kadar saf beklentilere sahip olmak ise tamamen
bizim kusurumuzdur; okuyucularımızdan özür dileriz.
Dört Yaz Önce Neler Olduğundan Emin Olma Gereği
17 Ağustos 2001'de; yani onbinlerce canımızı alan depremin ikinci yıldönümünde,
ABD Büyükelçiliği'nin fakslarına yurdun dört bir yanından yüzlerce fax geldi. Faxın
üzerinde; o sıralarda popüler olan bir ABD filminin ismine atfen sadece şu sözler
yazılı idi :
"We Know What You Did Two Summers Ago"
Bir grup üniversiteli öğrencinin, geçen yaz işledikleri ve üstünü örttüklerini
zannettikleri bir cinayetin, gizli bir el tarafından tekrar önlerine getirilmesini konu
alan "We Know What You Did Last Summer" filmine gönderme yapan bu mesajın
kaynağının neresi olduğunu ABD Büyükelçiliği'nin bulmaya çalıştığını ama
bulamadığını biliyoruz. Neticede karşısına Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki faks ofisleri
çıktı ve bir kaç birim nezdinde yaptığı sondaj; "bilmiyoruz, bizim alakamız yok"
cevabı ile karşılaştı.
Bu küçük ama etkili eylem tabiki medyada yer almadı; alması da istenmiyordu.
Amaç; bir zanlının yüzüne hiç beklenmediği anda "senin suçlu olduğunu biliyoruz"
dediği anda verdiği tepkilere bakarak, gerçekten suçlu olup olmadığını anlamaya
yönelik bir psikolojik deneme yapmaktı. ABD'lilerin bu denemeden geçip
geçmediklerini öğrenemedik; öğrendiğimiz, eylem sonrası yaptıkları sondajın CIA
kadrolarından beklenmeyecek kadar amatör düzeyde olduğu idi.
İşte bu eylemden iki; depremden ise dört sene sonra; "Deprem Dosyası"'nın
kapağının yeniden aralandığına dair sesler geliyor.
Birilerinin önüne "yazmaları için" yeniden "sarı zarflar içinde kapsamlı ve odaklı
literatür tarama çalışmaları" konuyor.
Geçenlerde bunlardan bir tanesi bizim de önümüze geldi. Sağolsunlar; bizi de
unutmamışlar.
Kendilerine; dosyada sundukları bilgilerin çoğunun zaten bizim tarafından üç sene
önce yine benzer bir zarf içinde ilgili birimlere sunulduğunu; hatta o zarfta
bulunmayan bilgilerin bizde olduğunu söyledik ve şu soruyu sorduk : "O gün bu
dosya ile ilgilenmeyip; daha doğrusu ilgilenir gibi yapıp klasör sektörüne katkı
yapanların ne oldu da aklı başına geldi?". Sorumuza net bir cevap alamadık.
Böyle bir durumda; SESAR olarak "Deprem Dosyası'nı bir de biz aralayalım ve gün
ışığına çıkmamış hususları dikkatinize sunalım dedik .
Konuyu aşağıdaki başlıklar altında kategorilendirmenin; 17 Ağustos depremini bir
"magazin" ve "toplumsal paranoya" haline getiren dezenformatif güçlerin elinden
"komplo teorisi" silahını almak için yararlı olacağını düşünüyoruz.
a) Bilinmeyenler - Veriler ve Sorular
b) Bilimsel Gerçekler - Tesla; MagnetoHydroDynamics ve Tektonik Silah Gerçeği
c) Tetikçisi Belirsiz; Tetiklediği Belirli (17 Ağustosun diğer depremlerle benzerliği)
d) Tektonik Silahın varlığına dair somut kanıtlar
f) SESAR olarak tezimiz
***
Bunları biliyor muydunuz?
Depremle ilgili o kadar yazıldı, çizildi ve Internet'te bu konu ile ilgili o kadar yazı
dolaştı ki;deprem öncesinde, sırasında ve sonrasın da artık bir çok bilgiyi,
okuyucuların bir şekilde duyduğunu varsayıyoruz. Aşağıda daha önce gün ışığına
çıkmamış; ya da o bilgi karmaşası içinde gözlerden kaçan veya üzerine yeteri kadar
odaklanmayan ve en önemlisi önümüzdeki bilmeceyi çözmede kritik olduğunu
bildiğimiz bilgileri ve soruları dikkatinize sunuyoruz :
Depremin olduğu gece Gölcük'teki donanma üstünde, devir teslim töreni ile ilgili bir
yemek/eğlence vardı. Bu eğlenceyi düzenleyen kuruluşun bütün elektronik sistemleri
saat 11:00 civarında bozuldu. Çalışanlar; elektronik sistemleri bozulurken; havai
fişekleri kontrol eden mekanizmaların kendiliğinden ateşlendiğini gördüler. Bu;
bölgede depremden çok önce ciddi bir elektro manyetik alanın varlığının en büyük
kanıtı idi.
Depremler öncesinde, elektromanyetik dalga alanları oluştuğu ve bölgede görülen
ışık ve elektrik fenomenlerin "tabii" olduğu tezi ilk başta çok mantıklı gelmektedir.
Depremlerden önce elektromanyetik alan oluştuğu tezi doğrudur ama ve çeşitli
bilimsel araştırmalar bu tür elektromanyetik stresin deprem öncesi göstergesi olup
olamayacağı üzerine yoğunlaşmaktadır. ( Örnek : Physical Review; Volume 65,
"Guternebrg-Richter type relation for laboratory fracture-induced electromagnetic
radiation").
Halkın yanıltıldığı nokta; bu tür bir elektromanyetik stresin, bölgede görülen garip
elektrik/ışıma efektlerinin sebebi olduğudur ki, bu tezin arkası bilimsel olarak boştur.
Bu tarz bir elektrik ışıma/plazma etkisine neyin neden olabileceğini "Bilimsel
Gerçekler" başlıklı bölümde okuyabilirsiniz.
Sözkonusu gecenin organizasyon hizmetlerini sunan şirketin elinde o gecenin
videosu bulunuyordu. Bu video; o gece yaşanan gariplikler açısından bir belge
niteliğindeydi. Bir gazeteci o videoyu almak için şirkete başvurduğunda şirket ilk
başta bunu kabul etti ve ertesi gün videoyu vermek için gazeteci ile sözleşti. Fakat
nedense şirket bu kararından vazgeçti ve gazeteci ile yaptığı konuşmayı bile inkar
etme noktasına geldi.
Bölgedekiler radyolarının kendiliğinden kanal değiştirmesi gibi olaylara depremden
saatler önce tanık oldular. Deprem sonrası ise bölge balıkçıları, denizden çektikleri
ağlarının yanmış olduğunu tespit ettiler. Depremden önce dikkat çeken bir diğer
olay; depremden iki gün önce Büyükada semalarında gözüken mavi ışık topuydu.
Donanma üssünün yanında oturanlar; deprem sırasında, gemilerin üzerinde bir
elektrik arkının oluştuğunu, yıldırım ışığına benzeyen bu ışığın göğü yarar gibi, "dizel
motor" sesi gibi bir ses çıkararak bir süre ilerledikten sonra gemilerin tam üstünde
denize doğru büyük bir gürültü ile boşaldığını gördüler.
Bu gözlem; "Bilimsel Gerçekler" başlığı altında geliştirdiği teknolojiden bahsettiğimiz
Tesla'nın; atmosfer üzerinden transfer edilen elektrik enerjisinin istenildiği anda
herhangi bir noktaya öldürücü bir güçle nasıl indirilebileceğini anlatan ve kanıtlayan
çalışmaları biliyorsanız daha bir anlam kazanır.
Depremden önce; Karl Buckthought isimli bir Kanadalı uzman'ın 10 Temmuz'da
Saroz körfezi açıklarında 6 şiddetinde bir deprem yaşanacağı yolundaki tahmini
Aktüel dergisinde yeraldı. Bu haber "deprem profesörü" Işıkara'yı, "halkı paniğe
sürüklediği" için çok kızdırmış olacak ki; o gün Saroz'a gidip halkla birlikte sabahladı.
Buckthought medyada Kanada Toronto Üniversitesi'nden profesör olarak tanıtıldı.
Halbuki kendisi bu üniversitede profesör değil, sadece mezunu. "Deprem hezeyanını"
başlatan bu isim; depremden hemen sonra ortalığa çıkmaz oldu ve kendisi ile temas
kurmayan gazetecilerin hiç bir isteğine cevap vermedi.
Aktüel dergisinde bu haberi yapan muhabirleri Buckthought'a kim yönlendirdi?
Deprem öncesinde bölgede bir tatbikat yapılıyordu. Tatbikata; İngilizler ve İsrail'liler
de katılıyordu. Tatbikat için bölgeye bu devletlerin denizaltıları da gelmişti. Kritik
sorular şunlar :
Bu tatbikatın konusu neydi ve tatbikat sırasında özel bir teknoloji denendi mi?
Denendiyse; bu teknoloji denenmesi Türk yetkililerin bilgisi dahilinde miydi?
Yabancı denizaltılar bünyesinde bölgeye bu teknolojiye dair özel bir cihaz getirildi
mi?
Bu denizaltılarla birlikte bölgeye bir MHD jeneratörü sokulma ihtimali nedir? (MHD
Jeneratörünün ne olduğunu merak edenler; Bilimsel Temeller başlıklı maddeyi
okuyabilirler)
O günlerde "deprem silahı" tezini ortaya koyanlara "komplo teorisi" suçlaması ile deli
muamelesi yapılıyor ve "bilimadamı" kisvesi altında isimler teknik olarak böyle bir
şeyin mümkün olamayacağı şeklinde ahkam kesiyorlardı. (Benzer bir mantıksal
perdeleme; ilk yıllarında cep telefonları teknolojisinin dinlenip dinlenemeyeceği
tartışmaları sırasında da yaşandı. (Bkz. Bilimsel Temeller başlığı)
Fakat aynı günlerde; ABD Savunma Bakanı'nın 1997 yılında Georgia Üniversitesi'nde
yaptığı konuşmada bizzat kendi ağzından "tektonik silahların" varlığını kabul ettiği
konuşma açık kaynaklardan tespit edilmiş ve ilgili makamlara iletilmişti.
İstedikleri zaman basında her türlü konuyu önplana çıkarabilme yeteneğine sahip bu
makamlar; bu bilginin üzerine neden yattı ve medya bu somut kanıtı neden
görmezden geldi?
Depremden iki saat sonra bölgeye İsrail'in ordu bağlantılı kurtarma
ekipleri geldi. Trakya'daki birliklerin bile bölgeye 24 saat sonra intikal
edebildiği düşünülürse; İsrail'li kurtarma ekiplerinin bu kadar hızla
bölgeye intikal etmesinin arkasında bilmediğimiz bir ön hazırlık nedeni mi
mevcut?
Bu kadar devasa bir depremin sismografi kayıtları ilk günlerde kimseye gösterilmedi.
Bu kayıtlar çok sonraları toplumun önüne getirildi. En ufak depremden sonra bile
medya malzemesi yapılan bu kayıtların bu kadar uzun süre saklanmasının nedeni
neydi?
"Deprem Profesörü" Işıkara bu kayıtların saklanması konusunda ne rol oynadı?
Depremden hemen sonra Cumhurbaşkanı Demirel, "deprem profesörünü" Kandilli'de
ziyaret etti. Demirel ile Işıkara'nın basına kapalı görüşmesinin konusu ile yukarıdaki
maddenin bir alakası var mıydı?
Gölcük'teki deprem öncesinde bölgede başka depremler kaydedildiği halde bunlar
Rasathane'nin kayıtlarında yer almıyor. Afet İşleri Genel Müdürlüğü'nün ve
TÜBİTAK'ın kaydettiği depremleri Kandilli'nin es geçmesinin bir nedeni var mı?
Bilimsel Gerçekler
Depremin hemen sonrasında; "kontrol dışı teorileri" kontrol altına almak için bir
"mantık perdelemesine" gidildi ve tabi bu operasyonun tarafları bir yanda "bilim
adına" konuşan "profesörler"; diğer tarafta "saçmalayan" komplo teorisyenleri olarak
belirlendi. Sonuç belliydi.
Bu noktada sizlere cep telefonlarının ilk çıktığı dönemlerdeki tartışmaları hatırlatırız.
Tansu Çiller'i örtülü ödenek üzerinden dolandırdığı iddia edilen Selçuk Parsadan'ın
yerinin cep telefonu üzerinden tespit edilmesinin ardından kamuoyunda "cep
telefonları dinlenebilir mi?" tartışması yaşanmıştı ve bu konuda "uzmanlar" panel
üzerine panel düzenlemeye başlamışlardı.
Bu uzmanlar arasında Zeynel Abidin Erdem gibi Türkiye'de cep telefonu pazarının
öncülerinden bir isimde vardı ve kendisi çıktığı panellerde "cep telefonlarının asla
dinlenemeyeceği" yolunda "garanti" veriyordu. Teknolojiden biraz anlayan herkes,
bu "garanti"nin ne kadar saçma olduğunun farkına varsa da; "zıplayan frekanlars
yüzünden mümkün değil" gibi olayı derinlemesine kavramayan her zihne mantıklı
gelen açıklamalarla toplum bir süre uyutuldu. Bugün geldiğimiz noktada; cep
telefonlarının dinlenmekle kalmayıp, istenildiği zaman patlatılabildiğini
bile biliyoruz ve en acısı; bu izleme teknolojisini yadırgamıyor ve
kabullenmiş durumdayız.
Deprem üzerine tartışmalar da; benzer bir seyir izledi ama tabi olayın hassasiyeti
nedeniyle; "deprem silahı" teknolojisinin varlığı henüz kamuoyunun önüne serilmiş
değil.
Bu noktada sözkonusu teknolojinin ismini ve öncüsünü ayrıntılı olarak koymamız
gerekiyor :
Magnetohydrodynamics, Teleforce, Telegeodynamics ve Tesla bu doğrultuda
bilmemiz gereken başlangıç kavramları.
1800'li yılların sonlarında yaşayan Sırp asıllı bilimadamı Tesla; "kayıp bilimin"
dehaları arasında sayılır. Günümüzdeki elektrik teknolojisinin temeli olan "dönen
manyetik alan"ı keşfeden Tesla; elektrik enerjisinin iletimi konusunda çığır açtı ve
kendi adına 700 patent kaydettirdi. Tesla'nın "ucuz üretilen ve iletilen elektrik/enerji"
teorilerinin ve motorlarının (yarattığı bir türbin, elde tutulabilecek büyüklükteydi ve
10 beygir gücü büyüklüğünde enerji üretebiliyordu) zamanın yeni yeni palazlanan
enerji baronlarının pek hoşuna gitmediği ve Sırp asıllı bu bilimadamının tarihin
karanlıklarına itilmesinin sebebi arasında olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu.
(Tesla'nın kablosuz enerji iletim projesi; enerjinin ücretsiz ve kablosuz olarak doğal
ortamlardan üzerinden iletilmesi durumunda para kazanamayacak olan J.P.
Morgan'ın hoşuna gitmedi ve General Electric'in arkasındaki güç olan J.P Morgan
Tesla'nın laboratuvarına sağladığı finansmanı kesti)
Tesla'nın tarih karşısında uğradığı haksızlıklara bir örnek olarak; radyo'nun mucidinin
Marconi olduğunun zannedilmesini gösterebiliriz. Halbuki patent kayıtları Tesla'nın
radyoyu Marconi'den daha önce keşfettiğini açıkca göstermiştir ve ABD Anayasa
Mahkemesi Tesla'nın ölümünden iki yıl sonra aldığı kararla bu gerçeği yasal olarak
tescil etmiştir.
Merak edenler bu dahi bilimadamı hakkında daha fazla bilgiyi çeşitli kaynaklardan
edinebilirler.
Bu yazının içeriği açısından bilinmesi gereken; Tesla'nın 1890'lı yıllarda "teleforce";
enerjinin kablosuz olarak doğal ortamlar üzerinden dünyanın herhangi bir yerine
iletilmesi ve "telegeodynamics"; herhangi bir uzaklığa mekanik enerji transferi
prensiplerini deneyleri ile gerçekleştirmesi ve bu deneylerin sonuçlarının bilimsel
dergilerden; zamanın New York gazetelerinde kendisi ile yapılan röportajlar aracılığı
ile kamuoyuna duyurulması.
1934 yılında New York gazeteleri 78. yaş gününde Tesla'nın; kilometrelerce öteden
orduları ve uçak filolarını bir enerji dalgası ile yokedebilecek silahın temelini
oluşturacak teknolojiyi geliştirdiğini duyuruyorlardı.
Bir sene sonra; Tesla'nın 79. doğum gününde, gazeteler bu sefer bilimadamının
dünyanın katmanları üzerinden enerji iletimi sorununu çözdüğünü ve bunun
"kontrollu depremler" yaratmak için askeri anlamda kullanılabileceğini duyuruyordu.
Kısacası; bizim medyamızın 1900'lerin sonlarında deli saçması olarak nitelediği
teknolojinin varlığı; 1890'larda keşfedilmiş 1900''lerin başında ABD Basınında
yeralmaya başlamıştı bile.
Tesla; bilimsel kişiliği, buluşları ve enerji/elektrik teorisi ile tarihin sayfalarından
silindi. Ta ki; birileri bu teknolojinin aktif olarak kullanımında bir artış olduğunu
keşfedene kadar.
Tesla'nın prensipleri üzerine geliştirilen bir diğer dal ise MagnetoHydroDynamics
(MHD.)
Bu dal; "iletken bir sıvı ile manyetik alanın" etkileşiminin incelenmesi olarak
özetlenebilir.
MHD'nin en büyük avantajı; mekanik parçalar olmadan verimli enerji sağlaması ve
bu sıvı bir doğal yakıt ile ısıtılıp plasma haline dönüştürüldüğünde oluşturulan enerji
ise, normal santrallerden elde edilenden çok daha verimli hale geliyor.
Örnek olarak; 1000 Megawatt'lık bir MHD jeneratörü 42.000 pound ağırlığında
olabiliyor ki; bu rahatça hava taşıtları ile kaldırılabilir bir büyüklük.
Günümüzde bu prensibi kullanarak enerji üreten jeneratörlere yönelik araştırmalar
yapılmakta olup; bu araştırmalardan bir tanesinin başlığı aynen şöyle :
"MHD Jeneratörlerin Yarattığı Elektromanyetik Etki Sonucu Oluşan Sismik
Faaliyetler"
Araştırmanın katılımcıları;
Moskova Yüksek Yoğunluklu Enerji Araştırma Merkezi NPO Soyuz Dzerzhinsky,
Moscow
Shizuoka Institute of Science and Technology; Fukuoaka/ Japonya
Textron Systems / ABD University of Tsukuba / Mühendislik Mekanikleri ve
Sistemleri Enstitüsü
Araştırma; MHD jeneratörlerin yarattığı elektromanyetik darbenin yarattığı deprem
dalgasının incelenmesini ve bu dalganın; küçük depremler yaratarak büyük
depremleri önleme yolunda kullanılıp kullanılmayacağını incelemeyi hedefliyor.
Araştırmanın; ön sonuçları MHD jeneratörünün çalıştırılmasından 2-7 gün sonraki
aralıkta yerel depremlerde ciddi bir artış gözlemlendiği yönünde.
Elimizde bir başka araştırmanın metni; Gürcistan Bilim Akademisi'ne ait. Akademide;
Tamaz Chelidze başkanlığında yapılan ve ilk periyodik raporu 2001 Mayısında
sunulan proje hayli teknik ayrıntılara girerek; fay hattına sahip kayalar üzerinde
etkilli deneysel ekipmanların nasıl yapıldığından, "Electromanyetik Depremlerin
Laboratuvar Modellemesi" gibi başlıklara kadar bir çok ilginç alt başlığa sahip.
Sizlere sadece özetleyebildiğimiz bir kaç bilimsel kavram, bir bilimadamı ve çeşitli
araştırmaların açıkça ortaya koyduğu gerçek; dünyada tektonik ve elektromanyetik
silah teknolojisinin en az yüzyıl öncesinden konuşulmaya başlandığı ve Gürcistan
dahil bir çok ülkenin bu teknoloji üzerinde çalışmalar yapmaya başladığı.
Böyle bir ortamda; "deprem silahı" kavramını saçmalık olarak ilan eden
bilimadamlarının literatür olarak neyi takip ettiklerini; etseler bile anlayıp
anlamadıklarını; anlasalar bile doğruları konuşma cesaretine sahip olamadıklarını
ciddi anlamda sorgulamamız gerekiyor.
Tetikleyicileri Belirsiz ama Tetikledikleri Belli Depremler
7 Nisan 2001'de ABD'de yayın yapan bir radyo programının konuğu "YerKüre
Değişiklikleri" isimli kitabın yazarı Alfred Webre idi. Programın konusu ise; "Doğa
silahları ve 28 Temmuz 1976 Çin ve 17 Ağustos 1999 Türkiye depremleri gibi
elektromanyetik olarak tetiklenmiş(kaza ile veya kasten) depremler" idi.
Gölcük'te yaşadığımız felaketin tetikleyici unsurunu bulmak bir yana; bu depremin
diğer bazı depremlerle benzerliği, raslantıyla açıklanamayacak kadar ilginç özellikler
arzediyor. İlginç olan; Gölcük depremi ile benzerlik gösteren bütün depremlerin
kendilerini tetikleyen kesin olarak bilinmese de; bu depremlerin kendilerinin başka
jeopolitik süreçleri tetikledikleri.
Tezimizi daha net ortaya koyabilmek için adım adım ilerleyelim.
1995 Kobe Depremi, Öncesi ve Sonrasının Düşündürdükleri :
1990'lı yılların başında; Japonya'da ciddi bir siyasi güce sahip ve 1995 Tokyo
kimyasal gaz saldırısının faili olduğu iddia edilen Aum Tarikatı'ndan bir ekip; Tesla
teknolojisini incelemek için Belgrad'ı ziyaret etti
1990'ların başında; sınırlarındaki adalar sorunu nedeni ile teknik olarak halen
"savaşta" olan Rusya ile Japonya arasında barış rüzgarları esmeye başladı ve Aum
Tarikatı lideri, eski Sovyet Başkanı Gorbaçov ve KGB şefi arasında Moskova'da bir
görüşme gerçekleşti. İddialara göre; toplantıda Sovyetlerin elindeki "tektonik silah
teknolojisine"" karşılık Japonların elindeki "süper bilgisayar teknolojisi"nin değiş
tokuşu görüşüldü.
Bu görüşmenin hemen sonrasında; Moskova'da Rus-Japon Üniversitesi kuruldu ve
Aum tarikatının yönettiği bu üniversitede Rus ve Japon fizikçiler çalışmaya başladı
1993 yılının başında; Aum tarikatı liderinin yardımcılarından biri Avustralya'ya
gitmeden önce Rusya'ya uğradı. Daha sonra Avustralya'ya geçen başkan yardımcısı;
Batı Avustralya'da Banjawarn bölgesinde 200.000 (ikiyüz bin) hektarlık devasa bir
koyun çiftliği aldı. Bir iddia Aum tarikatının bu çiftlikte sarin gazını denediği
yolundaydı.
28 Mayıs 1993 tarihinde merkezi Banjawarn'deki koyun çiftliğine çok yakın olan 3.7
şiddetinde bir deprem meydana geldi. İşin ilginci; bu deprem Avustralya'nın o
bölgesinin tarihinde kaydedilen tek depremdi.
Görgü tanıkları; deprem öncesinde, gökyüzünde bir ışık çizgisinin/topunun ilerlediğini
ve daha sonra yere doğu mavi bir şimşek olarak çakmasına müteakip depremin
meydana geldiğini belirttiler. Patlamanın olduğu bölgenin üzerinde daha sonra;
turuncu yarımküre şeklinde bir ışıma belirdi. Yarımküre şeklinde bu ışık havada iki
saat asılı kaldı ve daha sonra; tanıkların ifadelerine göre "birinin düğmeyi kapaması
gibi", ortadan kayboluverdi.
8 Ocak 1995'te; Aum tarikatının lideri Asahara; radyoda yayınlanan bir röportajda
aynen şöyle dedi : "Japonya 1995 yılında bir deprem saldırısına maruz kalacak.
Büyük ihtimalle hedef Kobe olacak" dedi.
17 Ocak 1995'te; yani Aum liderinin uyarısından tam 9 gün sonra Kobe'yi yerle bir
eden deprem meydana geldi.
7 Nisan 1995'te; Aum tarikatının Bilim ve Teknoloji "Bakanı" Hideo Murai Yabancı
Muhabirler Kulübün'de düzenlediği basın toplantısında sorulan sorulara cevap
verirken aynen şöyle dedi : "Bu depremin elektromanyetik güç yoluyla tetiklendiğine
yönelik güçlü bir ihtimal mevcut ya da birileri yerkabuğu üzerine böyle bir gücü
uygulayan cihaz kullanmış olabilir"
1995 Kobe depremi sonrasında Tokyo borsasının çöküşü ile başlayan ve Asya'da
Barings bankasının çöküşü ile devam eden finans depremi Japonya'yı uzun yıllar
içinden çıkamayacağı bir ekonomik krizin içine soktu.
Aum tarikatına yüklenen Tokyo sarin gazı saldırısı sonrasında Rusya ile
yakınlaşmaları başlatan hükümet istifa etmek zorunda kaldı ve tarihin makro seyri
içerisinde kurulmaya çalışılan Rusya - Japonya - Almanya ekseni (Kobe'nin sanayi
kalkınması ve inşa ettiği yeni devasa liman Alman finansmanı ile mümkün olmuştu)
fay hattı ile birlikte kırıldı. Japonya 1990'ların sonlarına doğru yaklaşılırken; ABD'nin
uzaydan sağlayacağını söylediği "güvenlik şemsiyesi" altına girmeye ve
ABD'nin koalisyon ortaklığı için daha uyumlu bir müttefik haline gelmişti.
Yukarıda temel hatları ile vermeye çalıştığımız olaylar dizisi Kobe depremini öncesi
ve sonrası ile ele almaktadır.
1988 Ermenistan Depremi ve düşündürdükleri
Buna benzer bir tezi 1988 yılı 7 Aralıkta Ermenistan'ın Spitak şehrinde meydana
gelen deprem için de ortaya koyabiliriz. Bu depremi incelediğimizde bazı çarpıcı
benzerlikler ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz :
Ermenistan'daki depremden hemen önce, 6 Aralığı 7 Aralığa bağlayan gece
Ukrayna'nın Lvov kentinden Ermenistan'ın başkenti Erivan'a ; Sovyetlerin özel
kuvvetlerinden 400 kişilik özel bir tim getirildi. Stratejik noktaları korumakla görevli
bu tim; 7 Aralıkta depremin gerçekleşmesinden tam 45 dakika sonra Spitak'daydı ve
hassas bölgeleri ve devlet binalarını korumaya aldılar.
Ermeniler; özel kuvvet askerlerine ne zaman intikal ettiklerini sorduklarında şu
cevabı aldılar :
"Depremden bir gün önce Erivan'dayken bize yarın Spitak'a geçeceğimiz söylendi"
Deprem bölgesine iki saat önce ulaşan özel İsrail ekibine; Gölcük'e
gidecekleri ne zaman söylenmişti acaba?
Diğer bir ilginç benzerlik; sismograf kayıtları ile ilgili idi.
Depremden bir saat sonra; güvenlik görevlileri ilgili merkezlerden sismograf
kayıtlarını topladılar ve Ermeni Televizyonu; "bütün sismograf kayıtlarının depremin
şiddeti ile paramparça olduğunu" duyurdu.
Türk kamuoyuna böyle bir yalan söylenme bile gereği duyulmadı. "Deprem dede" bu
anlamda görevini fazlası ile yaptı.
Ermenistan depreminde de; aynen Gölcük'teki gibi tek değil; iki ayrı sarsıntı yaşandı.
Gölcük depremini yaşayanlar; birinci sarsıntının sona erdikten sonra ikinci ve daha
şiddetli bir sarsıntının gerçekleştiğini gördüler.
Deprem sırasında Erivan'dan bile duyulan güçlü bir patlama sesi geldi.
Normal depremlerde bu tür patlama sesi olmaz. Türkiye'de de
Marmara'nın öte yakasından duyulan bu patlama sesi neyin sesiydi?
Depremden bir yıl sonra; Moskova'daki Komunist Parti kongresinde, bayan Ermeni
delege Ludmila Harotunyan ile zamanın savunma bakanı Marshhal Yazov arasında
şu konuşma geçti :
Ermeni Delege : Sayın Yazov; Ermenistan depreminde felaket alanına ne zaman
geldiniz; PATLAMADAN önce mi, sonra mı?
Yazov : PATLAMADAN iki saat sonra
PATLAMA'yı kabul ettiğini farkeden Yazov bir kaç saniye sonra kendini toparlıyor ve
cevabını; "Hayır; Depremden iki saat sonra" diye düzeltiyor.
Ermeni Delege : Spitak'a iki saat içinde varmayı nasıl başardınız? Spitak'a varmak
için ya önce Tiflis'e veya Erivan'a gelmeniz lazım ki; buradan da Spitak'a varmanız
en az 1.5 saat sürer
Bu noktada konuşmanın kontrolden çıktığını gören Gorbaçov; Ermeni delegenin
mikrofonunu kapatarak, Sovyet Savunma Bakanı'nın daha fazla zorda kalmasını
engelledi.
Başta da belirttiğimiz gibi büyük çözülme süreçlerinin işaretidir; büyük felaketler.
Ermenistan depremi; Ukrayna'daki Çernobil faciasından sonra Sovyet sisteminin
çözülüşünün ikinci işaret fişeği idi. Sovyetlerin çözülüşü bazıları için kontrollü bir
operasyondu. Fakat; Stalin zamanında topraklarını kaybettiklerini iddia eden
Ermenilerin başlattığı Karabağ hareketi, Sovyetlere karşı kontrol dışı bir ayaklanmaya
dönüşmek üzereydi ve Ermeni depremi bu hareketi kökünden etkisiz hale getirerek;
Sovyet çözülme sürecini yeniden rayına oturttu.
Papua Yeni Gine'deki Tisunami'den ilginç bir ayrıntı
17 Temmuz 1998'de Papua Yeni Gine'de gerçekleşen ve onbinlerin ölümü ile
sonuçlanan Tsunami felaketinden kurtulanlar; üzerlerine gelen denizin ve üzerindeki
havanın "alevler" içinde olduğunu söylediler.
Tsunami ile "ateş"'in görüldüğü ilk defa olmaktadır ve felaket sonrasında yanmış
cesetlerin varlığı, "kayalara sürterek yandılar" gibi garip açıklamalarla geçiştirilmeye
çalışılmıştır.
Balıkçılarımızın ağlarının yanması ile ciddi benzerlikler gösteren bu yanma olayına
bilim adamları hiç bir mantıklı açıklama getiremediler.
Deprem Silahı Teknolojisine Dair Ek Kanıtlar
Deprem sonrası yaşanan tartışmalarda; depremin doğal olmayan sebeplerden
olabileceğini söyleyen herkes "komplo teorisi" çamuru ile bulandı ve medya bu
kişileri bir grup kaçkın olarak göstermeyi başardı. Bu konularda Aydoğan Vatandaş
gibi bir kaç yazar dışında kalem oynatıp, fikir yürüten olmadı ve konu "kontrolsuz
teorileri" saha dışına çıkarmaya yarayan "komplo teorisi" silahı ile bertaraf edildi.
O günlerde "deprem silahı" ve "tektonik silah" gibi kavramlara gülünüyordu.
Halbuki depremden hemen sonra, ABD Savunma Bakanı Cohen'in 1997
Nisan ayında; ABD'nin Georgia Üniversitesi'nde "Terörizm, Kitlesel İmha
Silahları ve ABD Stratejisi" başlıklı konferansta yaptığı açış konuşması çok
açık olarak deprem silahı gerçeğini itiraf ediyordu. (Bkz. Raporun girişinde
Cohen'in konuşmasından yapılan alıntı)
Resmi yetkililerin de bilgisine sunulan bu açık kanıt tozlu raflara konuldu ve "deprem
silahından" sözedenleri komplocu olmakla suçlayan basın nedense ABD Savunma
Bakanı'nın ağzından yapılan bu resmi itirafı hiç görmedi.
Günümüze geldiğinizde; yukarıda "Bilimsel Gerçekler" başlığı altında açıkladığımız
bilimsel temellerin ve gerçeklerin ötesinde tektonik silahların varlığını kanıtlayan bir
çok örneğe sahibiz. İşte birkaçı :
Rusya'daki Moscow News gazetesi 1996 Aralık ayından yayınladığı bir haberde;
Rusya'nın tektonik silah geliştirmek yolunda bir araştırma programı yürüttüğünü ve
"Mercury" ve "Volcano" başlıklı bu programların 1987 yılında başlayıp, 1992 yılında
sonlandırıldığını yazdı.
ABD Kongresi'ne sunulan H.R. 2977 numaralı 107. yasa taslağı şunu öngörmektedir
:
Uzayın işbirlikçi ve barışçıl amaçlarla kullanılması ve ABD'nin uzaya silah platformları
yerleştirilmesinin önlenmesi ve aşağıdaki silah sistemlerinin yasaklanmasına yönelik
harekete geçmesi
Elektronik, psychotronic veya bilgi silahları
Kimyasal iz bırakan silahlar (chemtrails)
Yüksek irtifa çok düşük frekans silahları
Plazma, elektromanyetik, sonik veya ultrasonik silahlar
Lazer silah sistemleri
Kimyasal, biolojik, çevresel, iklimsel ve tektonik silahlar (Hiç duymadığınız silah
sistemlerini duymak için güzel bir liste)
International Science and Technology Center (ISTC)'ın 1545 nolu projesinin başlığı
ve açıklaması
Başlık : Güçlü Elektromanyetik Dalgaların Etkisi ile Uzaydan Sismik Değişim Yaratma
Açıklama : MHD jeneratörlerinin (MHD jeneratörü ile neyi kastettiğimizi anlamak için
"Bilimsel Gerçekler" başlıklı bölüme bakınız) silah olarak kullanılma ihtimali
sonsuzdur. Etkilli bir MHD savunması kurulduğu takdirde ve sadece atmosferin
gücünü kullanarak; 8-10 tane Tesla Coil'i (Yay) ve mıknatıslar aracılığı ile çok güçlü
elektrik alanları yaratmak mümkündür. Yukarıdaki bilgileri "Shell 20" ismi verilen ve
aynı bilimsel prensipler kullanılarak; havada uçan herhangi bir aracın (füze;uçak)
içinde geçtiği takdirde düşmesine yolaçacak "elektromanyetik zırh" teknolojisi ile
birleştirdiğinizde; bir ülkede yabancı güçlere "üs" vermenin düşündüğümüz çok
ötesinde bir tehdit içerdiğini söylememize gerek var mı bilmiyoruz.
İçindeki özel kuvvet askerleri ile birlikte uçan Casa uçağının bilinmeyen
bir sebeple birden yere çakıldığı bölgede bir NATO üssü bulunduğunu;
duymayacağını, duysada hareket edecek cesareti kendinde
bulamayacağını bildiğimiz kulaklara hatırlatmanın tam zamanı.
***
SESAR olarak tezimiz
Elimizdeki konunun hassasiyeti; herhangi bir analiz konusunun ötesinde bizleri
tezimizi en doğru ve sağlıklı şekilde dile getirmeye zorluyor.
SESAR olarak biliyoruz ki;
1) Tektonik silah teknolojisi en az 100 yıldan beri vardır ve bu teknoloji bir silah
olarak belli başlı büyük devletlerin elinde bulunmaktadır.
2) Türk Devleti; aslında NATO çalışmaları kapsamında bu teknoloji ile 1970'li yılların
başından itibaren çalışmıştır. FEYDAMİK isimli Adana'da başlayıp; Marmara'ya
taşınan bir projede çalışan Türk mühendisler bu teknoloji ucundan da olsa görme
imkanı bulmuşlardır.
3) Türk Devleti; bu teknolojinin ve silahının varlığına dair gerekli somut bilgilere ve
dolayısı ile 17 Ağustos depreminde inandırıcı ihtimalden birinin "tektonik silah"
teknolojisi olduğunu bilecek birikime sahiptir. Sorun; bilgi eksikliği değil; böyle bir
ihtimali; doğru ya da yanlış, araştırıp sonlandıracak cesaret, misyon ve vizyon
eksikliğidir.
4) Depremin öncesi ve sonrasına dair bütün bilgiler bilinçli bir kampanya ile
kamuoyundan saklanmış ve kamuoyu depremin hezeyan boyutunda tutularak;
deprem olayının bugüne kadar toplum üzerinde bir psikolojik silah olarak
kullanılmasının da önü açılmıştır. (Deprem sırasında Gölcük tersanesindeki gerçek
hasarın ne olduğunun saklanması gibi devlet sırrı kapsamındaki bilgilerin ifşa
edilmesi gerektiğini savunmuyoruz. Savunduğumuz; bu konunun ihtimal sebeplerine
dair bütün boyutların ortaya dökülmesi Türk devletinin seyirciliğinde, medya
tarafından başarı ile engellenmiştir)
SESAR olarak elimizdeki bulgulara ve bilgilere dayanarak iddia ediyoruz ki;
a) 17 Ağustosta Gölcük'te yaşanan deprem felaketinin doğal olmayan yollardan olma
ihtimali; doğal yollardan olma ihtimali kadar fazladır ve sonuna kadar "milli güvenlik"
meselesi olarak takip edilmesi gereken bir konudur. Bu inceleme yapılmadığı gibi
"vatana ihanet" boyutunda bir aymazlıkla konu örtbas edilmiştir.
b) Deprem sırasında bölgede "uluslararası bir deniz tatbikatı" gerçekleşiyor olması;
bu tatbikata katılan İsrail, İngiltere ve ABD gibi güçlerin hepsinin elinde bu
teknolojinin şu veya bu boyutunun olduğunun bilinmesi yukarıda belirttiğimiz
inceleme gereğini daha da arttırmaktadır.
c) Deprem sonrasında; Türkiye'nin ekonomik ve sosyal olarak girdiği ve bir türlü
içinden çıkamadığı istikrarsızlık girdabı; dünyadaki diğer depremlerin jeo-politik
analizleri ile gösterdiği benzerlik dikkate alındığında; 17 Ağustos depreminin
Türkiye'ye yönelik küresel operasyonun işaret fişeği olması ciddi bir ihtimaldir.
Deprem sonrasında; bölgede yaşanan sosyal çözülmeden, bölgenin misyonerlik
faaliyetleri için giriş kapısı haline gelmesi, ekonomik krizlerin deprem sonrasındaki
süreçlerle bağlantıları ve istihbarat örgütlerinin bölgede gerçekleştirdikleri yapılanma
bu tespitler ışığında yeniden değerlendirilmelidir.
KISACASI;
17 Ağustos'ta Gölcük'te gerçekleştirilen teknolojik bir deneyin; kasten veya bilinçli
olarak kontrol dışına çıkarak; Türkiye'nin halen yaşamakta olduğu istikrarsızlık
girdabının fitilini ateşleyecek; fiziki, sosyal ve siyasi bir çöküşü hızlandırmış olması
ihtimali ciddi bir ihtimaldir ve sadece yaşayan değil; kaybettiğimiz onbinlerce
vatandaşımızın bu ihtimalin ciddi bir incelemeye tabi tutulmasını istemesi en tabii
vatandaşlık hakkıdır.
Depremin dördüncü yıldönümünde; bu ülkenin vatansever kadrolarının ve
kamuoyunun dikkatine sunulur.
SESAR
http://www.sesar.com.tr

Benzer belgeler

dört yaz önce ne yaptığınızı bġlġyoruz”1

dört yaz önce ne yaptığınızı bġlġyoruz”1 Araştırmanın katılımcıları; Moskova Yüksek Yoğunluklu Enerji Araştırma Merkezi NPO Soyuz Dzerzhinsky, Moscow Shizuoka Institute of Science and Technology; Fukuoaka/ Japonya Textron Systems / ABD Un...

Detaylı