Sanatın Esansını Çıkarmak

Transkript

Sanatın Esansını Çıkarmak
INTERVIEW
SERGE LUTENS
Sanatın Esansını Çıkarmak
Hevesli bir fotoğrafçı, uçlarda gezinmeyi seven bir sanat direktörü, klasik güzellik formlarıyla ilgilenmeyen bir saç ve moda tasarımcısı, usta parfümör, gizli
filozof, apaçık Marakeş aşığı, yazar çizer… Eğer Serge Lutens imzası taşıyan bir parfüm kullanıyorsanız şişenin dibindeki son beş damlaya dokunmayın. Ne
de olsa elinizde tuttuğunuz gerçek bir sanat eseri!
röportaj ayşecan ipek fotoğraf francesco brigida
16 ile 26 yaş arasını çılgınca seyahat ederek, deliler gibi
çalışarak geçirmişsiniz. Kendinizi tanımaya hangi yaşta
fırsat bulabildiniz? Belki de hala bulamadınız?
Sonuca varmadıkça, yani ölüm ziyaret etmedikçe kim olduğumu
ve neden böyle olduğumu aramaya devam edeceğim. Çünkü soru
işareti beni kendi dolambaçlılığına çekiyor.
Şu an neredesiniz?
Marakeş’te kendi evimdeyim. Sizi biraz daha aydınlatayım:
1974’te Médina’da geniş ve olağanüstü bir ev almıştım, 34
seneden fazla bir süre boyunca her detayını kendi ellerimle
işledim tabiri caizse. O evde hiç yaşanmadı, çünkü yapım
sürecinde aslında o evin sadece kendisi için var olduğunun
farkına vardım. Doğrusunu söylemek gerekirse, ilgimi çeken daha
çok Arap geçmişini ve Hispanik Mağribiler’i keşfetmekti. Bu
aynı zamanda kendim ve buradaki olağanüstü sanatçılar arasında
kurmaya çalıştığım bir diyalog, bir çeşit kimliğini yeniden
keşfetme biçimiydi. Her şey bittiğinde anladım ki; bir nüsha
niteliğindeki bu ev yaşamam için yapılmış değildi. Bu taştan,
ahşaptan ve kireçten yapılmış romanı hiç unutmamak için ona
özenle bakıyorum. Diğer yandan, şu anda bulunduğum ev ise geniş
bir bahçe içerisinde oldukça küçük bir odadan ibaret. Rahatlığın
kesinlikle daha fazla ön planda olduğu bir ortam ve yazının bir
düşünceyi, bir hayali tamamlayabilecek her türlü vasfa sahip
olduğuna inandığımdan, etrafımda yakınımda olmasını istediğim
kitapları taşıyan kütüphanem var.
Palais Royal'de sergilenen bir parfüm koleksiyonunuz var.
Parfümlerinizin kendilerine ait bir tapınağa sahip olmaları
nasıl bir his?
Tapınak kelimesi içinde dini de barındırıyor, ki mistik bir
karakterim olduğunu göz önünde bulundurursak kullanmak
çok da yanlış olmaz. Fakat durum burada biraz daha değişik.
Palais Royal-Serge Lutens, Paris denilen şehirde var olduğunu
söylediğim bir yerdir sadece. Parfümeri olarak sunulan ve bana
söylendiğine göre çok takdir gören bir yermiş. Öne çıkan iki
ayrı profil var: İlki, bazı ayrıcalıklar sunan bir profil (bu kelime
beni güldürüyor, özellikle sürekli aralarında üreyen bizim gibi
‘ensest’ toplumlarda) ve beni avangart kılan, düz kapaklı şişesinin
dikdörtgeni anımsatan köşeli bir yapıya sahip olması. Diğerinin
ise kapağı küçük ve yuvarlak. Etiketinde benim adım ve parfümün
adı yer alıyor. İkisi de yaratım ve kalite açısından eşitler ama
dikdörtgen olan daha geniş bir dağıtım ağına sahip. Benim için
parfüm, esansların söz dizimiyle oluşmuş bir edebiyat. Parfüm,
benim o anda kim olduğumu ortaya koymalı. Ürün öncelikli
olmamalı. Benim için önemli olan ifade. Yoksa parfüm, tüketimin
Adem ve Havva’sı için satılan bir üründen başka bir şey olmazdı.
Üzerinizde ne var?
Siyah pamuklu kumaştan bir eşofman ve aynı renkte terlikler.
Kucağımda bir defter ve elimde de bir kalem var çünkü yazıyorum.
Etrafınıza baktığınızda ne görüyorsunuz?
Neredeyse tüm duvarlarımı kaplayan kitap raflarımı görüyorum.
Her birinin detaylarını bir kerede ayırt edebilmem için birbirinden
çok ayrı duruyorlar. Gözetleme kulesini andırıyorlar adeta. Başka
bir rafta ise bir taş, bir palmiye ağacının parçası, birkaç buğday
başağı, resimler ve hızla ilerleyen vereminden önce Piero Di
Cosimo tarafından çizilmiş bir Simonetta Vespucci kartpostalı var.
Öldüğünde hala çok güzeldi. 23 yaşında... Gerçekten, gökyüzünde
sonsuzluktaki yerini almak için aramızdan ayrıldı.
Marakeş için “Death In Venice'in geceye ait, tozlu
versiyonu” tanımını kullanmışsınız. Bu şehirle aranızdaki
tutkulu, hipnotik ilişkiden bahsedebilir misiniz?
İlham özgül olarak Marakeş’e bağlı değil aslına bakacak olursanız.
Arap etkileri olduğu su götürmez, fakat bu daha çok benim
kendi kimliğimle ilgili. Burada anlatmam çok zor, çok karmaşık
olacaktır. Kısaca şöyle özetleyeyim: Burnumun bir müzik kulağı
olmasına ve kokulara karşı duyarlı olmama rağmen 1968’den önce
sahip olmadığım bu zevke beni iten ilhamın kendisi Marakeş’tir,
kokuları değil.
Etrafınızda ne kokluyorsunuz?
Yaşamakta olduğunuz odanın içerisinde koku kendini
göstermez. Kokuyu alabilmek için önce bulunduğunuz alandan
uzaklaşmanız gerekir. Koku bir heyecan, bir keşiftir. Beşinci his olan
değerlendirmedir. Birine bayılmak, nefret etmek ya da ona karşı
dikkatli olmak gibi hakiki duygusal şoklarımızı koku aracılığıyla
yaşarız. Çok basit.
XOXO The Mag
Koleksiyonunuzda 'bois' (orman) ailesi önem taşıyor. Bu
aile sizin için yalnızca olfaktif değer mi taşıyor yoksa
35
kreasyonuma gelince, Une Voix Noire kötülüğün bir formu olarak
ortaya çıktı ve Billie Holiday’in sanatının prensiplerine gönderme
yapıyor. Kişisel olarak ben bunu ‘hüner’ diye adlandırmayı tercih
ediyorum.
duygusal bir anlamı da var mı?
Orman, ana öğedir. Yönümü bulmamı sağlar. Kuşkusuz,
çocuklarda ve küçük kız çocuklarında gözlemlemişsinizdir. Bir
ormanda kollarıyla ağaç gövdesine sarılmış bir şekilde babasından
miras kalanı desteklediklerini görmek hiç de nadir bir görüntü
değildir. Orman, ruhumuzla gerçek bir diyalog kurmamızı sağlar.
Hatta bu diyaloğa katılır bile diyebilirim.
Shiseido için Pierre Bourdon ve Christopher Sheldrake ile
yarattığınız ve daha sonra kendi koleksiyonunuza kattığınız
Féminité Du Bois, piyasaya sürüldüğü dönemde çığır açan
bir karışımdı. Erkek parfümlerinde koklamaya alıştığımız
sedir, meyve ve baharat bu parfümün karakterine sessiz
bir ateş kazandırmıştı. Sizce günümüzün çığır açan
akorları ve notaları neler olabilir?
Féminité Du Bois’yı yaratırken dikkate değer teknisyenlerle
çalışmış olmama rağmen, parfüm kişisel bir itkiden, gereklilikten
ve başkaldırıdan doğdu; ormana kadınsılığı vermek gibi. Kendi
dişiliğimi bu sayede deklare etmeye eşdeğer bir durumdu. Bir
parfüm benim kişisel ifademden başka bir şey değildir. Notalar
ve akorlar bir resimdeki basit guaj boya renkleri gibilerdir.
Söylendiğine göre bu, çığır açan bir parfümdü ve kaç kere taklit
edildiğini hiç saymıyorum.
Burnunuzu ne heyecanlandırır?
Parfüm yapmak bir tutku. Seçeneğin yoktur; zaman zaman aktif,
zaman zaman da pasifsindir. ‘O’nu bulmadıkça cansızsındır. Fakat
burnumda bir heyecan olduğu doğru ve sadece orayla da sınırlı
değil: Kıkırdağımdan görüşüme her şeyi etkiliyor bu heyecan...
Hepsi birbiriyle bağlantılı.
Peki beş duyunuz içinde burnunuzdan sonra en çok
hangisine güveniyorsunuz?
Genelde dağınık olan duyularımın hiçbirine güvenmem aslında.
Ama okuma ve dokunma ile diğer duyularımın konsolidasyonunu
sağlayıp kendimi toparlıyorum. Eğer onları sadece kendi
hallerine bırakırsam hiçbir işe yaramazlar ama onlar için ben
karar veriyorum ve zaman zaman da beni sürüklemelerine izin
veriyorum.
Yine Féminité Du Bois’dan devam edersek, parfüm
Shiseido'nun kadın bedenini andıran, koyu renkli şişesinde
gizemini korumaya çalışan bir iksiri andırıyordu. Sizin
koleksiyonunuza geri döndüğünde ise rengi, aroması ve
etiketiyle çıplak yüzünü gösterdi. Parfümün özünde de
değişiklikler yaptınız mı?
Parfümlerle alakalı değişiklikler bir ihtiyacın sonucu olarak
ortaya çıkmaz. Parfümeriye hükmeden parfüm kuralları öyledir ki,
yarattıkları günden beri parfümü hiç değişmemiş gibi davrananlar
yalan söylüyorlardır. Kurallar, markaları değişik nedenlerden
dolayı güncellenmeye zorlar. Féminité du Bois’da sadece basit
kararlar verebilecek kadar şanslıydım.
Kendinizi hiçbir kokuyu alamayacağınız bir yere kapatmak
isteseydiniz, burası neresi olurdu?
Nerede olursak olalım koku alırız. Kokunun yokluğu bile aslında
bir kokudur. Hiçbir koku almamak imkansızdır. Sorunuzun
cevabına gelirsem, bana öyle geliyor ki bir yazar en iyi yazılarını
hapishanedeyken yazar çünkü diğer tüm düşüncelerinden arınmış
olur. Benim için de aynı şeyi söyleyebilirsiniz. Şüphesiz ki tek
başıma kalabileceğim bir hücre.
İlk parfümünüzü yarattığınızda kaç yaşındaydınız ve ne
hissetmiştiniz?
2013 yılının Mart ayıydı ve 71 yaşındaydım. Şaka bir yana,
tam olarak 14 yaşındaydım. Doğrusunu söylemek gerekirse çok
da farklı hissetmemiştim. Çünkü hayatım halihazırda nadasa
bırakılmış, emek sarf edilmemiş daimi bir arayıştan ibaret. Ama
artık benim için gerçek değerin zaman ve onun yaratım ile yüz
yüze olan bağlantısı olduğunu daha iyi anlıyorum. Her zaman bu
aciliyetin bilincinde olmuşumdur ve sürekli olarak alarm halinde
yaşarım. Bir parfüm, bir metin, bir resim... Her zaman aynı çabayı
ister. Beni ilgilendiren ise kendi başıma ilerleyebilmek.
Uyumsuzluk ve uyum hakkında neler düşünüyorsunuz?
İkisi de çok önemli. Öyle ki eğer istenilseydi ve araştırılsaydı
bir yaratımdan çok fuhuş oyununa dönerdi. Bu son dediğim
diğerlerini de işin içine almayı içeriyor; onları memnun etme
arayışında olmayı değil.
Yarattığınız parfümlerle sanatçı kişiliğiniz arasında nasıl
bir bağ kuruyorsunuz?
Benim için hepsi birbiriyle iç içe. Hiçbir zaman kişiliğimin
dışında bir şeyler yapma yetim olmadı, olamayacak. Öte yandan,
başka türlü olsaydı bu bir tür fahişelik olurdu.
Yaratım süresi boyunca sizi en çok heyecanlandıran, belki
de korkutan parfümünüz hangisiydi?
Sadece kendimden korkarım; asla yarattığım bir şeyden değil.
Aksine bir fikre gebe olma hali güven vericidir. Katmerlendiğimi
söyleyebilirim. Her parfümün kendi hikayesi vardır. Her biri
belirsizlikten ruha geçme halleriyle, hayalleri ve şiddetli öfkesiyle
kendi kararlılığını içerir.
Do not obey my orders, obey my silence
N’obéis pas à mes ordres, obéis à mes silences
XOXO The Mag
Parfümün ticari gücü inkar edilemez. Birçok modaevi
parfümle daha geniş kitlelere ulaşmayı hedefliyor. Sizce niş
parfümeri ve ticari parfümeri arasındaki ilişki ne yönde
ilerleyecek?
Niş artık bir sığınak olduğundan çok az hayatta kalan olacaktır.
Şöyle ki; adı değişen pazarlamada, yaratmak ne niş olarak ne de
izdihamın içinde yer alabiliyor. Yeri daha çok ten üzerinde. Geri
kalan ise teferruat. Size zaman zaman düşündüğüm bir şeyden
bahsedeyim: Bir parfüm çıkarırken, ‘büyük bir başarı kazanması’
ya da tersine bir parfümü lanse ederken ‘kamuoyunda küçük
bir kesim tarafından tanınacak olması’ durumu mevcuttur. Ama
her iki durumda da ben kendi seçimlerimi korumaktan yanayım.
Stéphane Mallarmé’nin de dediği gibi: “Atılan zar tesadüfü asla
değiştiremez.”
Son parfümlerinize doğru ilerlersek?
Sonuncusu uluslararası dağıtım için yaratılan Santal Majuscule
serisi. Bu alanda ilerledikçe -bugün elliden fazla parfümüm var-,
parfümeri konusunda prensibin hep aynı olduğunu anladım, ki bu
da tarihten başka bir şey değil. Sizin de bildiğiniz gibi bir romanı
kelimelerden başka bir şeyle inşa edemezsiniz. Parfüm için de
aynı durum söz konusu, önemli olan her şeyden önce esansların
benim söylemek istediklerimi aktarabilmesi. Palais Royal için son
37
Japonya ve Fransa'nın olfaktif tercihlerini değerlendirecek
olursanız… Bu iki coğrafyanın parfüme bakışını ayıran
özellikler sizce neler?
Farklılık çok büyük çünkü oryantal ülkelerin çoğunda olduğu
gibi (hamamlar vs.) Japonya’da da su başlıca prensipler arasında
yer alır. Japonya’da var olan bir parfüm temizlik fikrine gölge
düşürmeyen bir alternatif gibidir. Japonya söz konusu olduğunda
beni ilgilendiren “Eaux”ların daha başarılı olması. Parfüm
marjinal bir olgu ve eğer satmıyorsa bu daha çok onun Avrupalı
bir akımın mensubu olmasından kaynaklanıyordur. Japonya’nın
tam tersi olarak Fransa’nın daha kirli, lükse düşkün ve asil bir
kültürü var. Parfümün orada rolü her zaman çok büyük olmuştur.
Dönemin dini kurallarının da etkisiyle (yıkanmanın ve tepeden
tırnağa çıplaklığın yasak olması gibi) parfümün etkisi ve sonuçları
Fransa’da çok önemli olmuştur. XIV. Louis’nin sudan korktuğunu
ve hastalık taşıdığına inandığını hatırlayın. Bu iki kültürün
arasındaki olfaktif uzaklıklar çok büyük.
Fotoğrafçı, sanatçı, vizyoner, parfümör… Bu tanımların
hepsini çarpıcı uçlara taşımış bir kişisiniz. Hayatınız sizin
belirlediğiniz yönde mi ilerledi yoksa kendinizi akışa mı
bıraktınız? Dönüm noktanız ne oldu?
Hayliyle bilinçsiz olduğunu düşünüyorum. Başlarda nadir de
olsa seçimler olmasına rağmen, sonraları daha çok kendimi
ifade etme aracına dönüştü. Kader bir yükten çok bir fırsat
olarak çıktı karşıma. Daha iyi anlatmam gerekirse önemli olan
kaderinizi belirleyip ona doğru ilerlemek ve bizimle ya da biz
olmadan, seçimlerimizle ya da seçimlerimiz olmadan yola devam
edileceğine karar vermek.
Aklınıza kazınmış bir görüntü?
Bir görüntü aşk gibi nefret gibi değişir, kaybolur. Hiçbir şey sabit
değildir, her şey değişkendir. Değişmesek de gelişiriz. Maruz
kaldığımız durumlara göre arınırız ve tanımlarız. Kişisel olarak
ben yeni bir görüntünün oluşması için bir öncekinin yok olmasını
beklerim.
Bugüne kadar hiç parfüm sürmemiş birine parfümü nasıl
tarif ederdiniz?
Bu çok eğlenceli bir soru çünkü bana bir anımı hatırlattı: Birkaç
sene önceydi. Radio France Culture beni görmeye gelmişti ve
koku hücreleriyle özel olarak ilgilenmeyen genç güzel bir hanım
da onlara eşlik ediyordu. Herkes gibi olabilmek için, burnu bir
kere bile bir kokuyu tanımamışken yalan söyleyip hile yapmak
zorunda kalmıştı. Güzelliği acı çekiyordu ve yüzündeki kayıtsızlık
bir ifadeyi gizler gibiydi. Onunla konuştuğumda gözlerime ve
ellerime çok dikkatli bakıyordu. Radyonun benim için hazırladığı
oyunda bu kız için bir parfüm seçmem istendi. Koklayamayacağı
ama hissedebileceği bir parfüm. Biliyorsunuz, kelimelere çok
anlam yüklerim ve bu kızın suratı bana Botticelli’nin Venüs ve
İlkbahar’ındaki Simonetta Vespucci hikayesini hatırlatmıştı.
Böylece bu kadın esansların üzerindeki kelimelerle alevlenmişti
çünkü Floransalı olan Simonetta o zamanın dilberlerinin sürdüğü
gökkuşağından bir parfüm sürüyordu. Dolayısıyla o kız için
seçeceğim parfüm başından belliydi: Iris Silver Mist. Sanırım
parfümü koklayıp hissedebileceğinin garantisiyle geri döndü.
Parfümlerinizi son derece edebi bir dille anlatıyorsunuz.
Edebiyat sizi besleyen bir dal mı? En son ne okurken bir
parfümü hayal ettiniz?
Hiçbir parfümüm direkt olarak bir kitaptan çıkmadı ama şimdi
neredeyse 10 senedir yazı benim için belirleyici bir etken. O
zamandan beri de parfümerim çok daha değişik oldu. Favori
yazarlarıma gelince, Baudelaire, Genet ve hatta biraz da
Rimbaud’dan etkilendiğimi söyleyebilirim.
Beauty Manifesto makyaj koleksiyonunuzun yaratım süreci
nasıldı? Makyaj hakkındaki genel düşünceleriniz neler?
1967’de Christian Dior yeni bir makyaj koleksiyonu için
onların ailesine katılmamı teklif etmişti. Tasarladığım şey o
dönem için gerçek anlamda devrimseldi çünkü fondötenler
1968’den sonra çıktı ve o dönemde herkes haklarını geri almakla
meşguldü. Yarattığım şey bir semboldü. Vücut özgürleştikçe
surat giyinmeye başlıyordu. Makyajdan kurtulmaya başlıyordu.
Herkes kim olduğunu ifade etmek ve daha ilk bakışta bunun
anlaşılmasını istiyordu. Hızlıca güzelliğin devrimcisi Diana
Vreeland tarafından tanımlandım. Bu akım hala durmadı. 14
yılda benim cüretim Dior’un makyaj koleksiyonunu en yüksek
noktalara taşıdı. Hatta beni ‘dünyanın en büyük makyörü’ diye
adlandırdılar. Hep beni güldürmüştür bu tanım; özellikle ‘dünya’
ve ‘makyör’ kelimelerinin yan yana yarattığı ironi sebebiyle.
1980’de bu ilerlemeyi Shiseido için devam ettirdim ve onlar için
bir marka yarattım. Kreasyonların yararına yaptığım buluşlar
hala birçok anımda mevcuttur. Bununla birlikte 90’ların sonunda
bu aktiviteme son verdim. Çünkü aklımda makyajın bir tik, bir
alışkanlığa dönüştüğü kanısına vardım. Büyük mağazalardaki
makyaj deneme alanları daha çok sizi seçeneklere boğan
vagonlara dönmüşlerdi. Makyaj yeniden dizayn edilmeli. Var
olan bu bolluk değiştirilmeli ve jestler, güzellik ve etkileri
basitleştirilmeli. Günümüzde güzellik çok az ve basit şeylerden
ileri geliyor: Cildin görünüşü, yorgunluk derecesi, güzelliği
aydınlatmak ve canlı renklerle süslemek.
Koleksiyon, tasarımıyla olduğu kadar, sadeliği, amaca
yönelik duruşuyla da dikkat çekiyor. Bu koleksiyonun
düzenlemesini nasıl gerçekleştirdiniz? Hangi ürünleri içeri
alacağınızı en başından biliyor muydunuz?
Evet, lüksle bağdaşık bir sadelik istiyordum. Daha ekstreme
gitmek, elde ortaya çıkan bir şeyi yüze ve jestlere taşımak
istiyordum. Bu menteşeli küçük kutular ve eğimli aynalar...
Koleksiyonun her öğesi olabildiğince sadeleştirildi ve geliştirildi.
Kırmızı rujun karşılığı nasıl bir parfüm olurdu?
Renk renktir, dudak da dudak. Fakat, arkalarında her zaman
hissedebileceğimiz bir sembol vardır. Benim için bu, çok yakın
bir zamanda çıkaracağım parfümüm ‘La Fille de Berlin’ olurdu.
Hayret verici ve parlak.
Güzellik sizce nerededir?
Güzelliği aşktan daha fazlasıyla tarif edemem. Şaşkınlığa bağlıdır.
Bununla birlikte fiziki normlarla somut bir şekilde anlatmam
gerekirse (ki bu benim için hiçbir şekilde mevzubahis değil)
güzellik başını kaldırdığın andır, farkındalık ve isyan anıdır.
Hiç ölümü düşünüyor musunuz?
Hiç düşünmesem de bana hayatımın başlangıcından beri eşlik
ediyor. Fiziki anlamda ölüm beni hiç endişelendirmiyor çünkü
var olan bir gerçek ve kendi bağlamında güven verici. Mamafih,
ölümün bir başka formu daha var zamana bağlı ve hayatını bir
ifade şekli olarak tamamlayamamak, gösterememekle alakalı. İşte
bu ölüm beni hayatı daimi bir aciliyet içerisinde yaşamaya itiyor.
Bu bakımdan evet, ben bir gece bekçisiyim!
XOXO The Mag

Benzer belgeler

Röportaj: Mark Buxton

Röportaj: Mark Buxton Labo Vetyver 46, amber dokunuşu olan, daha ağır ve tatlı, oryantal bir parfüm. Yine de her iki parfümün aynı parfümör tarafından tasarlandığı anlaşılabilir. Bunu “el yazısı” olarak adlandırabilirsi...

Detaylı